Upload
others
View
6
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
I
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE ve DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
BİG BANG TEORİSİ’NİN TEİSTİK DELİLLER AÇISINDAN DEĞERİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ DANIŞMAN HAZIRLAYAN
Prof. Dr. Recep KILIÇ Yunus KALKAN
A.Ü. İlahiyat Fakültesi A.Ü. Sosyal Bilimler
Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı Enstitüsü
Başkanı 02912613
ANKARA-2005
II
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİN FELSEFESİ)
ANABİLİM DALI
BİG BANG TEORİSİ’NİN TEİSTİK DELİLLER AÇISINDAN DEĞERİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Tez Danışmanı:
Prof. Dr. Recep KILIÇ
Tez Jürisi Üyeleri:
Prof. Dr. Recep KILIÇ Prof. Dr. Kazım SARIKAVAK Doç. Dr. Sait REÇBER
Tez Sınav Tarihi: 30 / 09 / 2005
III
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ------------------------------------------------------------------------------------------------------VI
KISALTMALAR----------------------------------------------------------------------------------------------X
GİRİŞ------------------------------------------------------------------------------------------------------------1
BİG BANG ÖNCESİ EVREN TASAVVURU----------------------------------------------------------1
A. BİG BANG ÖNCESİ FELSEFE ve İNANÇ DÜNYASINDA EVREN TASAVVURU--4
1. Ateizm ve Materyalizmde Evren----------------------------------------------------------4
2. Tanrı ve Evrene Bilinemezci Yaklaşım--------------------------------------------------6
3. Tanrı Tanıyan Felsefe Sistemlerinde Evren---------------------------------------------7
a) Tanrı’nın Varlığını kabul Etmekle Birlikte maddenin Ezeli Olduğunu Kabul
Eden Görüş-----------------------------------------------------------------------------7
b) Tanrı ile Evreni Bir kabul Eden Görüş---------------------------------------------9
c) Tanrı’nın Varlığını ve Evrenin Tanrı Tarafından Yaratıldığını Kabul Eden
Görüş-----------------------------------------------------------------------------------13
B. BİG BANG ÖNCESİ BİLİM DÜNYASINDA EVREN TASAVVURU------------------14
1. Dünya merkezli Evren Anlayışı---------------------------------------------------------15
2. Güneş Merkezli Evren Anlayışı---------------------------------------------------------17
a) Nicholas Kopernikus----------------------------------------------------------------17
b) Johannes Kepler----------------------------------------------------------------------18
c) Galileo Galile-------------------------------------------------------------------------19
d) Isaac Newton--------------------------------------------------------------------------21
IV
I. BÖLÜM
BİG BANG’İN DOĞUŞU---------------------------------------------------------------------------------24
A. BİG BANG’İN BİLİMSEL AÇIDAN TEMELLENDİRİLMESİ---------------------------26
1. Newton ve Einstein’in Teorileri---------------------------------------------------------26
2. Genişleyen Evren Teorileri---------------------------------------------------------------28
a) Alexander Friedmann ve Georges Lemaitre-----------------------------------28
b) Hubble Kanunu--------------------------------------------------------------------31
3. Big Bang’ten Artakalan Kozmik Fon Radyasyonu-----------------------------------34
4. Termodinamiğin İkinci Yasası-----------------------------------------------------------36
5. İlk Üç Dakika-------------------------------------------------------------------------------37
B. BİG BANG ve DİĞER EVREN TEORİLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI-------------42
1. Sabit Durum Modeli ----------------------------------------------------------------------42
2. Sonsuz Evrenler Teorisi ve Boşluk Dalgalanmaları Modeli ------------------------45
3. Açılır Kapanır /Döngüsel/ Dalgalanan Evren Modeli -------------------------------46
4. Kuantum Yerçekimi Modeli -------------------------------------------------------------48
II. BÖLÜM
BİG BANG’İN FELSEFİ SONUÇLARI---------------------------------------------------------------51
A. KOZMOLOJİK DELİLİN BİLİMSEL MUHTEVA KAZANMASI------------------------51
1. Teizmin Yoktan Yaratıcı Tanrı’sı ve Big Bang----------------------------------------54
a) Yaratılışın Anlamı------------------------------------------------------------------54
b) İmkan Delili ve İlk Neden----------------------------------------------------------57
V
c) Evrenin Genişlemesi ve İlk Neden-----------------------------------------------62
d) Etropi ve İlk Neden-----------------------------------------------------------------63
e) Olber Paradoksu ve Sonsuz Evren------------------------------------------------69
f) Hudüs Delili ve Big Bang----------------------------------------------------------70
2. Teizmde Evrenin Ezeliliği ----------------------------------------------------------------84
B. GAYE ve NİZAM DELİLİ AÇISINDAN BİG BANG----------------------------------------91
1. Patlamanın Nizamı-------------------------------------------------------------------------93
a) Patlamadaki Denge----------------------------------------------------------------93
b) Evrenin Genişlemesi ve Big Bang’teki Tasarım------------------------------97
2. Tabiat Kanunlarındaki Tasarım---------------------------------------------------------102
a) Elementlerdeki Tasarım----------------------------------------------------------103
b) Entropi ve Tasarım----------------------------------------------------------------107
SONUÇ------------------------------------------------------------------------------------------------------110
KAYNAKÇA-----------------------------------------------------------------------------------------------116
VI
ÖNSÖZ
Big Bang Teorisi teizmin kozmolojik öngörüsünü bilimsel açıdan temellendirmesiyle
kozmoloji bilimine yeni bir boyut ve anlayış kazandırmıştır. Bu teori 20. yüzyılın en büyük
kozmolojik olayı olmuştur. Big Bang’in ortaya koyduğu bu öngörü, teologların ve din
adamlarının yüzyıllardır kutsal metinlere dayanarak savundukları bir inançtı: Evrenin bir
yaratıcısı vardır, dolayısıyla evren başlangıçsız değildir. İşte bilimsel olarak asırlardır bir
muamma olarak kalan evrenin kökeni meselesi, özellikle son elli yıldır fizik bilimindeki çok
önemli gelişmeler sonucunda giz perdesini bir nebze olsun aralamıştır. 20. yüzyılın ilk
çeyreğinde büyük oranda modern fiziğin temelini oluşturan çok önemli iki teori öne sürüldü:
İzafiyet Teorisi ve Kuantum Teorisi. İzafiyet Teorisiyle zaman ve mekanın mutlak olmadığı,
aksine birbirine bağlı iki ayrı olgu olduğu tespit edildi. Kuantum fiziğiyle de maddeyi oluşturan
atomların en temel parçacıkları açıklanır hale geldi. Bu nedenle günümüz modern fiziğinin temel
yapıtaşını, kuantum fiziğinin oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Bütün bunların yanı sıra kozmik evrenin araştırılması ve belli bir neticeye ulaşılması
sadece fizik biliminin yapacağı iş değildi. Bunun için birçok disiplinin ortak çalışması
gerekmekteydi. Bilim dünyasının açıklığa kavuşturulması en zor ve karışık meselesi sayılan
evrenin kökeni meselesi için gökyüzünü araştıran astronomlar, uzayın temel yapısına ilişkin
teoriler geliştiren matematikçiler, atomu oluşturan temel parçacıkların en temel yapısını ortaya
çıkarmak üzere kuantum düzeyinde deneyler tasarlayan fizikçiler, elementlerin kimyasal yapısını
inceleyen kimyagerler, hücrelerin yapısını inceleyen biyologlar, en sonunda bütün bu pozitif
bilimin sonuçlarından faydalanarak evren hakkında sorulması gereken en son soruları ve
cevapları araştıran bilim ve doğa felsefecileri bulunur. Bizim bu çalışmamız, ne bilimi yeniden
keşfetmeyi, ne de “tamam işte budur” dediğimiz evren hakkında son sözü söylemeyi amaçlıyor.
VII
Bu çalışma, bilimsel teşebbüslerle dinin öğretileri arasındaki ilişkiye dair görüşlerin, bir arada
değerlendirildiği bir çalışmadır. Çalışmamızdaki ilk amacımız bugünün bilimsel verileriyle elde
edilebilir kozmolojik gerçeğe ulaşabilmektir. İkincisi, elde edilen bilimsel verilerin felsefenin
teistik delilleri için ne değer kattığını ortaya koymaktır. Konu evren (kozmos=düzen) ve
evrenbilim (kozmoloji) olunca öncelikli olarak Big Bang Teorisi’nin teizmin Kozmolojik
Delili’ne ne gibi bilimsel ve felsefi katkıda bulunduğunu ortaya koymaya çalışacağız.
Çalışmamızda özellikle Big Bang Teorisi’nin oluşumunda en önemli bilimsel delil olan “evrenin
genişlemesi”, “evrensel kozmik arka alan fon radyasyonu” ve “termodinamiğin ikinci yasası”
üzerinde duracağız. Bunun yanında evrenin varolan düzeninden yola çıkarak Big Bang’in “Gaye
ve Nizam Delili” açısından ortaya çıkardığı felsefi sonuçları değerlendirmeye çalışacağız.
Evren ve onun doğası ilkçağlardan beri insanların daima ilgisini çekmiştir. Evren
nereden çıktı, nasıl meydana geldi, her zaman var mıydı, bir sonu olacak mı şeklinde birtakım
gizem dolu sorular insanların zihnini hep meşgul etmiştir. Bu nedenle her çağda yeni düşünceler,
farklı inanışlar ortaya çıkmıştır. Ancak Big Bang Teorisi’nin temellerini oluşturan Newton’un
yerçekimi yasası, Einstein’in İzafiyet Teorisi ve genel anlamda kuantum fiziğinin gelişimiyle
birlikte bu sorulara bilimsel boyut getirilmiştir. Mesela maddeyi oluşturan atomların en temel
yapısı nedir, atomlar nelerden müteşekkildir, atomu oluşturan parçacıklar nerden gelmiştir?
şeklinde evreni meydana getiren atom parçacıklarının ilk hali sorgulanmaya başlanmıştır. Ya da
cisimleri yeryüzünde ayakta tutan yerçekiminin nedeninin, canlılara hayat kaynağı olan güneş
ışığının düzeninin nereden geldiği şeklindeki sorular, temelde ilkçağlardan bu yana evren nasıl
başlamıştır ve nasıl oluşmuştur, onun ilk nedeni nedir gibi sorularla bağlantılıdır. Çünkü ilk
soruların cevabı yeni soruları beraberinde getirir ve nihayetinde bir ilk neden sorusuna dayanır.
Bu ilk neden ise herhangi bir bilimsel disiplinle açıklanamadığı için hep metafizik alandaki “İlk
Neden”de (Tanrı) kendini bulmuştur.
VIII
Çalışmamızın giriş bölümünde Big Bang öncesindeki evren anlayışını ele aldık. Girişin
birinci kısmında Big Bang öncesi felsefe ve inanç dünyasındaki evren anlayışını ortaya koymaya
çalıştık. Böylece filozofların felsefi inanç ve anlayışlarının evren hakkındaki düşüncelerini nasıl
etkilediğini, Big Bang’le birlikte oluşan evren tasavvuruyla ne gibi farklılıkların ve benzerliklerin
olduğunu görme fırsatı yakalamayı amaçladık. İkinci kısımda ise, Big Bang öncesi bilim
dünyasının evren hakkında ileri sürülen görüşlerine yer verdik. Bu sayede ise, Big Bang öncesi
oluşan bilimsel gelişmelerin Big Bang Teorisinin oluşum sürecine ne gibi katkıda bulunduğunu
görmeye çalıştık.
Birinci bölümde Big Bang Teorisi’nin ortaya çıkışına neden olan keşifler, gözlemler,
deneyler ve fizik yasaları gibi bilimsel bulguları, teker teker ele almaya çalışacağız. Böylece
bilimsel alandaki bu gelişmelerin Big Bang Teorisi’nin doğruluğu hakkında birer delil niteliği
taşıyıp taşımadığını ortaya koyacağız. Bölümün ikinci kısmında ise, evrenin başlangıcı hakkında
oluşturulan diğer evren teorilerini ele alıp, Big Bang Teorisi’nin bilimsel temeli olan deliller
çerçevesinde değerlendireceğiz.
İkinci bölüm çalışmamızın esas konusunu oluşturmaktadır. İkinci Bölümün ilk kısmında
evrenin başlangıcı hakkında ileri sürülen bilimsel verilerle Kozmolojik Delilin Tanrı’nın
varlığına ilişkin ortaya koyduğu mantıksal çıkarımı bir arada değerlendirmeye çalışacağız.
Delilin anahtar önermesi olan “evrenin bir başlangıcı vardır” önermesini Big Bang’in felsefi
sonuçlarıyla değerlendirmeye çalışacağız. Başlangıcın bilimsel olarak ispatı, şüphesiz ki
kozmolojik delilin inandırıcılığını ve geçerliliğini artıracaktır. Bu nedenle Big Bang’in delile
kattığı değer oldukça önemli olacaktır. Bölümün ikinci kısmında ise Big Bang’i Gaye ve Nizam
delili açısından değerlendirmeye çalışacağız. Evrende varolan olağanüstü düzenlilikten hareketle
Big Bang’le gelen düzenin nasıl oluştuğunu ele almaya çalışacağız.
IX
Sonuçta bütün bir evreni açıklamak için Tanrı’nın varlığının neden gerekli olduğunu
teistik deliller çerçevesinde bilimsel ve felsefi açıdan ortaya koymaya çalışacağız.
Son olarak bende gerçekten heyecan uyandıran böyle bir konu üzerinde çalışma fırsatı
veren, her durumda yardım ve desteğini esirgemeyen saygıdeğer hocam Prof. Dr. Recep Kılıç’a
sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
X
KISALTMALAR
A.Ü.İ.F. : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
a.g.e. : Adı geçen eser
a.g.m. : Adı geçen makale
Bkz. : Bakınız
çev. : Çeviren
ed. : Editör
İ.İ.F.V. : İzmir İlahiyat Fakültesi Vakfı
M.E.B : Milli Eğitim Bakanlığı
M.Ü.İ.F.V. : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
s. : Sayfa
T.D.V. : Türkiye Diyanet Vakfı
vd. : Ve devamı
vs. : Ve saire
yay. : Yayınları
1
GİRİŞ
BİG BANG ÖNCESİ EVREN TASAVVURU
Felsefe tarihi boyunca tartışılan ve üzerinde büyük çekişmelerin meydana geldiği
en önemli meselelerden biri de, Tanrı’nın varlığı meselesidir. Felsefenin yanında bilim, bu
konuda neler söylemektedir? Big Bang gerçekten bu konuya çözüm olabilmiş midir? Big
Bang teizm ve ateizm açısından ne değer ifade etmektedir? Big Bang’i kabul etmek, aynı
zamanda Tanrı’nın varlığını ve yoktan yaratıcılığını kabul etmek midir? Yoksa Stephen
Hawking’in dediği gibi Bing Bang’i kabul etmek, Tanrı’nın evreni bir anda yarattığı1
anlamı taşımaz mı? Evren yoktan yaratıldıysa, evren yaratılmadan önce zaman var mıydı?
Zaman evrenin yaratılışıyla beraber mi başladı? Bu ve buna benzer sorulabilecek soruları
felsefi bakış açımızla ve bilimsel veriler ışığında ele almaya ve cevap aramaya çalışarak
evren hakkında zihnimizdeki bazı soru işaretlerini en aza indirmiş olacağımıza inanıyorum.
Big Bang Teorisinin üzerinde çalışarak ortaya koyacağımız tez, aslında evrenin
başlangıcının tespitinin bize Tanrı’nın varlığıyla ilgili kozmolojik bir delil sunup
sunmayacağının da bir cevabı olacaktır. Gerçekten bilimsel anlamda evrenin ve zamanın
bir başlangıcının kesin olarak ortaya konması ve bunun matematik kesinlik gibi bilim
dünyasında yerini alması oldukça zor görünmektedir. Evrenin başlangıcını belirleyen en
kabule şayan teori olarak gözüken Big Bang teorisine bile bir çok bilim adamı karşı
çıkmıştır. Yüzyıllar boyunca evren hakkında çok şey söylenmiş, araştırmalar, incelemeler
yapılmıştır. Evrenin başlangıcı hakkında ileri sürülen görüşlerin üç ana çerçevede
toplandığını görüyoruz:
1) Felsefi görüş
2) Dini görüş
1 Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, (çev: Sabit Say, Murat Uraz), Milliyet yay., 1989, s.218.
2
3) Bilimsel görüş
Bilimsel delillere dayanmayan, tamamen düşünürlerin kendi metafizik anlayışları
çerçevesinde ileri sürülen görüşler, birinci guruba dahil edilebilir. Sadece felsefi
anlayışlarıyla ortaya konulan düşünceler, Bing Bang’in aleyhinde olduğu gibi onu
destekleyen görüşler de vardır. Bunun en güzel örneğini ünlü astronom ve düşünür Arthur
Eddington’un “evrenin birdenbire başladığı düşüncesi bana felsefi olarak itici
gelmektedir”2 sözünde görmekteyiz. Materyalist düşüncenin temsilcileri ve savunucuları
ellerinde ciddi bir delil olmadığı için genelde bu yolu seçmişler ve bunu bilimin bir
gerçeğiymiş gibi sunmaya çalışmışlardır. Aslında bu kişiler tamamen materyalist
felsefelerinin bir neticesi olarak bu görüşü savunmaya çalışmışlardır. Ateist felsefenin
temelinde Tanrı’nın asla varolmadığı düşüncesi olduğu için kendi felsefelerinin aleyhinde
gelişen bütün bilimsel delilleri reddetmişlerdir.
Evrenin yaratılışı hususunda dini akidelerin etkin olduğu görüşte ise, asıl olan
Tanrı’nın kendilerine bildirilen buyruğudur. Özellikle metafizik konularında asıl ve gerçek
olan dinin getirdiği öğretilerdir. Tek tanrılı dinlerde yaratıcının varlığı mutlaktır. Evreni
yoktan yaratan ‘En Yetkin Varlık’ inancı tek tanrılı dinlerin en temel inancıdır. Bu aslında
teizm için tamamen bir iman meselesi sayılabilir. Bu temel inanç fideizmi3 çağrıştırıyor
gibi görünse de, elde edilen bilimsel deliller ve akli muhakeme de teizm için oldukça
önemlidir. Tabi ki burada katı fideist anlayışı içerisinde olanları ayırmak gerekir. Katı
fideistlere göre, bilimin görüşü ne olursa olsun, iman bu verilerin dışında tutulmalıdır. Bu
anlayışa göre, hiçbir bilimsel araştırmaya ihtiyaç duyulmaksızın iman edilmesi gereken
konulara iman etmek zorunludur. Bu yüzden kendi görüşlerinin lehine de olsa böyle bir
2 S. Jaki, Cosmos and Creator, Regnery Gateway, Chicago, 1980, s.54. 3 Fideizm (İmancılık): Bilgiyi imana, ilahi vahye olan inanca dayandıran felsefi tutum. Buna göre akıl bize eşyanın hakiki mahiyetini öğretemez; onun yapacağı ancak zahiri görünüşleri taksim ve tasniften ibarettir. Bu anlayış aklın rolünü sınırladığı için rasyonalizmin zıddı olmaktadır. ( Bkz. Süleyman Hayri Bolay, Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Akçağ yay., Ankara, 1996, s.190-191).
3
araştırma gereksizdir. Onlara göre metafizik konularında asıl olan imandır. Bunun yanı sıra
çok tanrılı dinlerde ve bazı batıl inanışlarda evrenin yaratılmış olduğu fikri yok sayılır.4
Onlar da kendi inanışları gereği maddenin ezeli olduğu fikrini benimsemişler ve bunu
dinlerinin kendilerine sunduğu bir gerçek olarak kabul etmişlerdir.
Evren hakkında son görüş ise bilim dünyasının görüşüdür. Özellikle 19. yüzyıldan
itibaren bilimde elde edilen ilerlemeler, evrenin yapısı hakkında daha belirgin bilimsel
görüşlerin oluşmasını sağlıyordu. Yapılan araştırmalar ve incelemeler sonucu elde edilen
bilimsel bulgular, bilim dünyasının bu konudaki görüşünün ne olduğu hususunu da,
ihtilaflar olmasına rağmen, bir noktada toplamaya başlamıştı. Bilim dünyasının yaptığı
gözlemler, bu konuda felsefi ve dini görüşleri olan düşünürleri de etkilemiştir.
4 Bkz. Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ocak yay., Ankara 1997, s. 75, 100, 108, 191.
4
A. BİG BANG ÖNCESİ FELSEFE ve İNANÇ DÜNYASINDA EVREN
TASAVVURU
Big Bang’ten önce Tanrı’nın varlığı göz önüne alınarak evren hakkındaki görüşleri üç
ana gruba ayırabiliriz:
1) Ateizm ve Materyalizmde Evren: Tanrı’nın varlığını inkar eden ve maddenin,
dolayısıyla da evrenin ezeliliğini kabul eden görüş
2) Tanrı’nın varlığı ve evrenin yapısı hakkında bilinemezci tavır içinde
olanların görüşü: Agnostisizm
3) Tanrı Tanıyan Felsefe sistemlerinde Evren: Tanrı tanıyan felsefe sistemlerini de
üç ana grupta inceleyebiliriz
a) Tanrı’nın varlığını kabul eden, ancak Tanrıyla birlikte maddenin ezeliliğini de
kabul eden görüş
b) Tanrı ile evreni bir kabul eden görüş
c) Tanrı’nın varlığını ve evrenin Tanrı tarafından yaratılmış olduğunu kabul eden
görüş
1) Ateizm ve Materyalizmde Evren (Tanrı’nın varlığını inkar eden ve maddenin
ezeliliğini kabul eden felsefi düşünce):
Materyalist felsefenin temelini, sadece maddenin gerçek olduğu ve onun dışında
hiçbir şeyin gerçek olmadığı fikri oluşturmaktadır. Materyalizme göre madde
yaratılmamıştır. O kendinden varlığını sürdürmektedir. Evrenin tek yapı taşı da maddedir.
Bu nedenle evren de yaratılmamıştır ve ezelden ebede sonsuzluk içindedir. Maddenin
ezeliliği fikri esasen kozmolojik delilin geçersizliğini göstermek için ortaya atılmıştır.5
Tanrı fikrini ortadan kaldırmaya çalışmak, evrenin varoluşunda Tanrı diye bir varlığın
5 Mehmet S. Aydın, Din Felsefesi, İzmir İ. F. V. Yay., İzmir 2001, s.217.
5
etkinliğinin olmadığını ortaya koymak, materyalizmin ve ateizmin temel amacını teşkil
etmiştir.
Kozmolojik açıdan Tanrı’nın var olmadığını ve evrenin yapı taşı olan maddenin
ezelden beri var olduğunu iddia eden Materyalist felsefenin temsilcileri bilimi kutsama
yoluna girmişlerdir. Ancak bilimin onların aleyhlerine işlemesi ise, kutsadıkları bilimle
karşı karşıya gelmelerine neden olmuştur. Bu süreç ise Big Bang’in ortaya çıkmasıyla
başlamıştır. Tanrı’yı yok sayan materyalistlerin sonsuz evren fikrini, onların kutsadıkları
bilimle, bilimin evren hakkında elde ettiği verilerle değerlendirmeye çalışacağız.
Genel olarak materyalistlerin ve ateistlerin kozmolojik açıdan Tanrı’yı inkar
etmelerini iki şekilde değerlendirebiliriz. Birincisi, ateistler, kendi felsefelerini
temellendirmek için veya bir dayanak olarak tutunmak için materyalizme
yönelmektedirler. Yani evrenin ezelden beri varolduğu ve dolayısıyla da bir yaratıcının
olmadığı fikrini bilimsel bir temele oturtmak istemektedirler. Dolayısıyla da Mehmet
Aydın’ın dediği gibi “kozmolojik delilin ve belli bir yere kadar da teleolojik delilin
geçersizliğini göstermeye çalışarak”6 teizmin sunduğu delilleri çürütmeyi amaçlamışlardır.
İkincisi ise, materyalistler baştan itibaren maddenin ezeli olduğunu kabul edip, evrenin de
bu maddelerin devinimleri sonucu ve mekanik yasalara uygun olarak meydana geldiğini
iddia etmektedirler. Bu nedenle evreni de sonsuz kabul etmişlerdir. Materyalistlerin bu
inançlarından çıkarttıkları sonuca göre Tanrı yoktur. Sonuç olarak birincisinde kozmolojik
açıdan Tanrı’yı inkar eden ateistler, evrenin ezelden beri varolduğunu kabul ederek zorunlu
bir şekilde ateizmle birlikte materyalist felsefenin de savunucusu olmuşlardır. Maddenin ve
evrenin ezeliliği fikri ateizm için vazgeçilmez bir tezdir. Çünkü evrenin bir başlangıcı
olması, onun bir yaratıcı tarafından yaratılması anlamını taşımaktadır. İkincisinde ise
6 Aydın, a.g.e., s.217.
6
materyalistler, katı materyalizmin vardığı mantıksal çıkarım sonucu bir yaratıcının
varlığını reddederek ateizme kaymışlardır.
2) Tanrı ve Evren hakkındaki agnostik tavır:
Agnostisizm (Bilinemezcilik), “İlk sebep”, “sonsuz”, “eşya ve olayların son gayesi”
gibi metafizik problemleri insan zihninin hiçbir zaman bilip çözemeyeceğini, kısaca
metafiziğe bilinemez diyenlerin görüşüdür.7
Agnostizm, kesin ve mutlak bilginin imkansızlığını savunan felsefi bir düşünce
sistemidir. Bu anlayışa göre evrenin ezeli olup olamayacağı ve Tanrı’nın varolup olmadığı
konusunda hiçbir şey söylenemez. Agnostikliğin kökeni Eski Yunan’a dayanır. Kesin ve
mutlak bilginin imkansızlığını savunan Protagoras (M.Ö. 482-411) ve Gorgias (M.Ö.
yaklaşık olarak 483-375), bilinemezciliği felsefi olarak ilk savunan sofist filozoflar
arasındadır. Ortaçağ felsefesinde de “olumsuzlamacı tanrıbilim” ile kendini gösteren
bilinemezciliğin bir terim olarak tarihi ise, oldukça yenidir(1869). İlk kez Yeni İngiliz
felsefesinin önde gelen düşünürü Thomas Henry Huxley tarafından felsefe literatürüne
katılan bilinemezcilik, “sonsuz, ilk sebepler, cevher, eşya ve olayların son gayesi gibi
metafizik hakikatleri insan zihninin asla bilemeyeceğini ileri süren ve böylece metafiziğe
bilinemez diyen sistemlerin adıdır. Bu anlayış görünüşler aleminin ilk ve son sebeplerinin
akıl için daima meçhul kalacağını iddia eder. Böyle olunca da agnostisizm objektif bir
bilginin ve metafiziğin imkansızlığını kabul etmiş olur.”8
Big Bang, ortaya atılan kozmik bilinemezciliği bilimsel deliller ışığıyla bilinir hale
getirmede 20. yüzyılda en büyük atağını yapmıştır. Bizim de yapmak istediğimiz şey,
evren ve Tanrı’nın varlığı hususunda varolan bilinemezciliği, özellikle 20. yüzyılın ikinci
7 Taylan, a.g.e., s.145. 8 Süleyman Hayri Bolay, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, Akçağ yay., Ankara, 19996, s.45-46.
7
yarısında bilimin insanlığa sunduğu evren bilgisi sayesinde nasıl bilinebilir hale
getirildiğini göstermeye çalışmaktır.
Ateizmin Tanrı tanımaz evren görüşü ve materyalizmin sonsuz evren fikriyle beraber
kozmik agnostizmin bilinemezci evren ve Tanrı fikrini de, objektif bilimin verileriyle ve
Big Bang’in ışığında ele alacağız. Şunu biliyoruz ki, bazı şeylerin şu anda kesin olarak
bilinmeyişi asla bilinemeyeceği veya bilinemeyen şeyin yok olduğu anlamını taşımaz.
3) Tanrı Tanıyan Felsefe Sistemlerinde Evren
a) Tanrı’nın varlığını kabul etmekle birlikte maddenin ezeli olduğunu kabul
eden görüş:
Materyalist felsefenin diğer bir yönünü oluşturan bu düşüncede, ne maddenin
ezeliliğinden vazgeçilmiş ve ne de Tanrı’nın varlığı inkar edilmiştir.
Evrenin ezeliliği fikrini öncelikle Aristo’da belirgin olduğunu görmekteyiz. Ona
göre, evrenin en dışında, sonsuz ve mutlak hareketleriyle Tanrı’ya en çok yaklaşan sabit
yıldızlar göğü vardır. İlk Gök’ün (Sabit yıldızlar küresi) ezeli ve ebedi olması zorunludur.9
Yıldızlar evrenin tanrıları olarak nitelendirilmiştir.10 Aristo’ya göre varolan, form kazanmış
maddedir. Maddenin form kazanmamış hali ise ‘salt madde’ ( prote hyle) dir. Bu
maddenin ilk halidir. “Nesnelerin düzeni, maddenin en aşağı biçimlerinden en yüksek
formlarına kadar aralıksız yükselen bir dizidir. Form daha yüksek bir form karşısında
maddedir, bu daha yüksek form da kendisinden daha yükseği karşısında yine maddedir; bu
da böylece sonsuza kadar gider.”11 Aristo’ya göre ilk madde ezelidir. O bütün formların
başlangıcıdır. Ancak bu başlangıç kendi kendine olamayacağı için, “kendisi salt form olan,
kendisi artık hareket etmeyen ama bütün hareketlerin ilk nedeni olan bir ilkeyi kabul etmek 9 Aristoteles, Metafizik, (çev: Ahmet Arslan), Sosyal yay., İstanbul, 1996, s.503./ XII. Kitap, 7. Bölüm, 1072a, 20-25. 10 Hüsamettin Erdem, a.g.e., s.264. 11 Gökberk, a.g.e., s.75.
8
gerekir. Bu ilkeye de Aristoteles ‘ilk hareket ettirici’ demektedir.12 Aristo’nun evren
anlayışı da ezeli ‘salt madde’ ve ‘İlk Hareket Ettirici’ fikrine dayanmaktadır. Dolayısıyla
ilk yapı taşı ‘salt madde’ olan evren de ezelidir. Kısacası ona göre Tanrı yoktan yaratıcı
değil, formsuz maddeyi heyuladan form kazanmış bir varlık haline getirendir. Bu düşünce
onun kesin bir şekilde Tanrı’nın varlığına ve aynı zamanda evrenin ezeli olduğuna
inandığını göstermektedir. Klasik teizmin aksine Tanrı’nın yoktan yaratıcılığını reddeden
bu düşünce, daha sonraları bir çok filozof ve bilim adamı tarafından da savunulmuştur.
Aristo felsefesinden etkilenen Farabi ve İbn-i Sina gibi İslam filozofları da evrenin
yaratılışı hakkında başlangıç tanımayan kozmik düşünce sistemi oluşturmuşlardır. Farabi,
İbn-i Sina, Muhammed İkbal gibi İslam filozofları teist olmalarına karşılık, onların klasik
teizmin aksine bir anlayış benimseyebilmişlerdir. Ancak onların bu fikirleri, tamamen
Aristo felsefesinin kopyası değildir. İbn-i Sina bu konuda “iman ile felsefeyi birleştirme
çabası içerisindedir.”13 Farabi ve İbm-i Sina yoktan yaratma ile ezeliliği birleştirmeye
çalışarak14 farklı bir Tanrı-evren ilişkisini ortaya koymuşlardır. İbn-i Sina sisteminde,
alem, ilk sebep ve sebeplerin sebebi olan Allah’tan yayılır. Onun sudur teorisine göre her
şey Allah’tan çıkar. Bu yönüyle İbn Sina alemin sonradan yaratıldığını söylerken, diğer
yönden Allah için bir değişiklik ve yenilik olamayacağını ifade ederek evrenin ezeli
olduğunu kabul eder. İbn Sina alemin ezeliliğini imkanın ezeliliğiyle açıklamaktadır. Ona
göre “her yaratılmış mümkün olarak ele alındığı zaman, varolma imkanı varoluştan önce
gelir.”15 Buna göre alem de varlığından önce mümkün durumda olduğundan, imkanın
ezeliliği onu da ezeli kılmaktadır. Dolaysıyla onun anlayışında alem Allah’la beraber
daima vardı. O bir yandan alemin Allah’tan önce varolamayacağını, diğer yönden Allah’ın
alemden önce var olamayacağını kabul etmektedir. İlk bakışta açık bir çelişki gibi görünen 12 Aristoteles, Metafizik, s.506./ XII, 7, 1072b, 10. 13 Hayrani Altıntaş, İbn Sina Metafiziği, A.Ü. İ.F. yay., Ankara, 1992, s.106. 14 Atay, Farabi ve İbn-i Sina’ya göre Yaratma, s.153. 15 Altıntaş, a.g.e., s.82.
9
bu durumu İbn Sina şu şekilde açıklamaktadır: “ Allah alemden zaman itibariyle değil,
fakat, tıpkı sebebin sonucundan önce olduğu gibi, öz ve sıra önceliği itibariyle öncedir.”16
b) Tanrı ile evreni bir kabul eden görüş:
Alemin ve Tanrı’nın ezeli olduğu fikri, panteizm (tüm tanrıcılık) felsefesinde farklı
şekilde kendini göstermektedir. Panteizmde Tanrı ve evren ayrı varlıklar değildir. Tanrı
aşkın bir varlık değil, aksine alemle bir olan içkin bir varlıktır. “Tanrı evrenin kendisidir.
Tanrı her şeydedir, her şeydir.”17 Buna göre Tanrı ezeli olduğu için, Tanrı’dan ayrı bir
varlık olmayan evren de ezelidir. “Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı’dır” ilkesiyle, Tanrı-
alem birliğini savunan John Scottus (ö. 877) ve “iki sonsuz olamaz” düşüncesiyle, Tanrı-
alem özdeşliğini savunan Giordana Bruno (ö. 1600) ve panteizm felsefesiyle özdeşleşmiş
olan 17. yüzyılın ünlü filozofu Spinoza (1632-1677) panteizmin önemli
savunucularındandır. 18
İlkçağ filozofların çoğunun evreni ve ilk maddeyi açıklarken panteist bir evren
anlayışı içerisinde olmuşlardır. Her şeyin ondan meydana geldiği ilk nedeni veya ilkesel
nedeni ortaya koyarken, bunu indirgemeci bir anlayış içerisinde maddi varlıklarla
açıklamaya çalıştıklarını görüyoruz. Maddi olan şeye (su, toprak, hava, ateş gibi) tanrısal
nitelik kazandırmışlardır. Tanrısal olan ana ilkedir. Ana ilke ise, ana madde ile açıklandığı
için maddeye canlılık ve yaratıcılık izafe edilmiştir. Aristoteles’e göre “ilk filozofların
çoğu, her şeyin ilkeleri olarak yalnızca maddi yapıdaki ilkeleri göz önüne almaktaydılar.
Onlara göre her şeyin kendisinden meydan geldiği, kendisinden doğup yine kendisine
döndüğü bir şey vardır.”19
Aristoteles’in belirttiğine göre, Batı felsefesinin babası sayılan, Yunanlılar arasında
çok yönlü bir bilim adamı olarak tanınan, ilk Matematikçi, İlk Astronom, İlk Fizikçi olarak 16 Altıntaş, a.g.e., s.82. 17 Taylan, a.g.e., s.272. 18 Taylan, a.g.e., s.274. 19 Aristoteles, Metafizik, s.90/ I, 3, 983b, 5.
10
gösterilen Thales (M.Ö. 625-545),. her şeyin menşeinin, ana maddesinin ve nedeninin
(ilkenin) “Su” olduğunu söylemektedir20 ve her şeyin sudan meydana gelip, yine suya
döneceğini, her şeyin terkibinde bu ilkenin bulunduğunu, diğer cisimlerin bu suyun şekil
değiştirmesinden meydana geldiğinin belirtir.
Thales, kendisi meydana gelmemiş ve yok olmayacak olan bir şeyi, her şeyin ilk
sebebi, ilkesi, arkhesi kabul etmekle, o şeyin aynı zamanda, kendi kendisiyle aynı kalan,
baki, ebedi bir varlık olduğunu da kabul etmektedir. Ancak bu ilke maddi karakterli olan
‘Su’dur. Her şey bu sudan meydana geldiği için de ondan kurulmuştur.21
Anaximandros, fiziksel bir evrenin, sadece gözlem ve akılcı bir düşünceye
dayanarak meydana geliş hikayesini ilk tasarlayan, dünyamızın planlı bir şekilde bir yasaya
göre düzenlenmiş bir bütün olduğunu ilk kez fark edendir.
Anaximandros’a göre, her şeyin başlangıcında her zaman genç, diri, canlı, ezeli ve
ebedi olarak hareketli, bitip tükenmek bilmeyen hudutsuz bir şey (Apeiron) bulunur. Her
şeyin kendisinden çıktığı asli madde, hiçbir zaman muşahhas ve muayyen bir şey
sayılmamalıdır. Onun temel özelliği Sonsuzluk ve snırsızlıktır.22 Ona göre, ana maddenin
sınırsız olması gerekir. Çünkü her belli ve belirli olan şey, aynı zamanda sonlu ve sınırlı
olan şey demektir. Sonlu ve sınırlı olan şey ise sonradandır; yani yaratılmıştır. Halbuki
Aperion’un kendisi yaratıcıdır.23
Anaximandros’un burada üzerinde düşünmemiz gereken asıl önemi, bütün olup
bitenleri, evreni ve orada hakim olan süreci ilk defa evrensel bir kanunla ele alıp o kanun
doğrultusunda insan düşüncesine konu etmesinde ortaya çıkar.24
20 Aristoteles, a.g.e., s.91./ I, 3, 983b, 20. 21 Erdem, a.g.e., s.80 22 Aristoteles, Metafizik, s.93./ I, 3, 984a, 15. 23 Erdem, a.g.e., s.83. 24 Erdem, a.g.e., s.85.
11
Anaximenes, Thaes ve Anaximandros’un düşüncelerini toplayıp uzlaştırarak fizik
ağırlıklı bir varlık açıklaması yapmaya çalışmıştır. O, havayı suyun önüne yerleştirmekte
ve onun basit cisimler içinde en ilkel olduğunu söylemektedir.25 Anaximenes’e göre Hava,
yoğunlaşma ve gevşemesi ile çeşitli nesnelere dönüşür; genişlemesi ve gevşemesiyle ateş
olur, yoğunlaşmasıyla rüzgarlar, bulutlar meydana gelir; bulutlardan su, sudan toprak ve
yüksek bir yoğunlaşma derecesinde de taşlar meydana gelir. Bütün varolanlar ana madde
olan Hava’dan kurulmuşlardır ve her şey, ana maddenin değişime uğramasıyla
oluşmuştur.26
Heraklitos’a göre evrenin ana maddesi ateştir. Ateş bütün varolanların ilk gerçek
temelidir. Heraklitos diğer miletli filozoflar gibi evrenin temelini bir maddeye bağlamıştır.
Heraklitos’u diğer Miletli filozoflardan ayıran yönü ise ana maddenin özelliğinde yatar.
Kendisinden önceki tabiat filozofları ana maddeyi kalıcı, kendi kendisiyle özdeş bir şey,
doğanın değişmeyen tözü saymışlardır. Onlar için bu kalıcı töz, doğada en temelli, en
önemli olandır. Bu değişmeyip kalan özdür. Buna karşılık Herakleitos, evrenin boyuna
akan bir süreç olduğu belirtir. Ona göre evren başı sonu olmayan bir değişmedir. Hiç
durmayan bu değişme içinde kalan, sürüp giden hiçbir şey yoktur.27
Genel olarak antikçağda evrene dair ileri sürülen görüşlerin ortak özelliği, ilk
madde (arkhe)’nin ne olduğu üzerinedir. Evrene dair görüşler, yine evrende varolan yaşam
kaynaklarıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Doğayı tanrısallaştıran bu görüşlerde panteizmin
ilk adımını oluşturmaktadır. Diğer taraftan Antikçağ yunan filozoflarının evrene ve
Tanrı’ya bakışlarının genelde dini anlayıştan uzak olduklarını söyleyebiliriz.
Evrene dair sistematik açıklamaların ancak Platon ve Aristo dönemiyle başladığını
görüyoruz. Ancak bu dönemde de yapılan kozmolojik açıklamalar, bilimsel bulgular ve
25 Aristoteles, Metafizik, s.92./ I, 3, 984a, 5. 26 Gökberk, a.g.e., s.23; Erdem, a.g.e., s.88; Russell, a.g.e., s.149. 27 Gökberk, a.g.e., s.24.
12
deneylerden neredeyse tamamen uzaktır. Evrenle ilgili deneysel ve gözlemsel süreç, ancak
16. yüzyılda Kepler’le başladı, Galile ve Newton’la devam etti.
Tanrı-Evren ilişkisine farklı bir bakış açısını Pan-enteizmde görmekteyiz. Bu görüşte
teizmin aşkın Tanrı’sı ile Panteizmin içkin Tanrısı bir aradadır.
Pan-enteizmin temel kavramlarının süreç ve çift kutupluluk28 kavramları ile Teizmin
temel kavramlarının bir toplamından ibaret olduğunu söyleyebiliriz.29 Pan-enteizm, Tanrı
ile alemi birleştirmeden veya özdeşleştirmeden, Tanrı’nın aşkınlığını da içkinliğini de
kabul eden bir anlayıştır. Bu görüş Panteizmde olduğu gibi alemle Tanrı’yı aynı
görmemekle birlikte, ilahi cevher alemi ihata etmiş ve alem o cevherde içkindir. Yani her
şey Tanrı’da mevcuttur ama bu, alemin tümü uluhiyeti oluşturuyor demek değildir.30 Bu
anlayışa göre, Tanrı ve alem ayrı varlıklar olmakla birlikte, alem Tanrıyla birlikte ezeli
olarak vardı. Süreç felsefesinin en güçlü savunucularından olan Alfred North Whitehead
(1861-1947), Tanrı-alem ilişkisinde pan-enteist düşüncenin kendisinde belirgin olarak
gördüğümüz düşünürdür. Whitehead’a göre Tanrı yaratıcı bir Tanrı değildir. Yaratma onun
felsefesinde yoktur. Ona göre Tanrı evrenden önce değil, evrenle beraberdir. “Tanrı bütün
yaratmadan önce değil, bütün yaratma iledir.”31 Evreni Tanrıyla birlikte varolduğunu
savunan bu anlayış da klasik teizmin Tanrı-alem ilişkisindeki görüşe karşı olan bir
anlayıştır.
Tezimizin ana konusu olan ve daha sonraki bölümlerde geniş bir şekilde ele
alacağımız Big Bang teorisinin bize sunduğu bilimsel deliller ışığında Big Bang’in Tanrı-
evren ilişkisine nasıl baktığının ve Big Bang’in ve diğer felsefe sistemlerinin bu konuda
vardığı sonuçları inceleyerek teizm açısından felsefi bir değerlendirmesini yapacağız.
28 Çift kutupluluk: Tanrı’nın bir yönüyle içkin, diğer yönüyle de aşkın olma durumu. 29 Taylan, a.g.e., s.281. 30 Taylan, a.g.e., s.284. 31 Mevlüt Albayrak, Tanrı ve Süreç, Fakülte Kitabevi, Isparta, 2001, s.112.
13
c) Tanrı’nın varlığını ve evrenin Tanrı tarafından yoktan yaratıldığını kabul
eden görüş:
Tanrı evreni belli bir anda yoktan yaratmıştır. Evren ezeli ve ebedi değildir. Ezeli
ve ebedi olan sadece Tanrı’dır. O evreni belli bir amaca göre yaratmış ve tasarlamıştır. Bu
görüşler klasik teizmin yani ilahi vahye dayalı tek tanrılı dinlerin ortak görüşleridir.
Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin ortak inançları olan bu görüşlerin kaynağı ise
kutsal kitaplarıdır.
Tanrı’nın varlığıyla ilgili olarak ortaya konulan kozmolojik delil, teizm açısından
oldukça önemli yer tutar. Evrenin yapısından yola çıkarak ortaya konulan kozmolojik
delilin son yüzyıldaki en güçlü versiyonu, bilimin delilleriyle desteklenen Big Bang
kozmolojisi olmuştur. İleriki bölümlerde Big Bang’le beraber kozmolojik delili geniş bir
şekilde ele alacağımız için burada teizmin bu konudaki görüşlerine yer vermeyeceğiz. Big
Bang zaten bize evrenin yapısını ve yaratılışını ortaya koyarken, kozmolojik delilin farklı
bir versiyonunu sunacaktır. Günümüzde kozmolojik delilin önde gelen savunucularından
William Lane Craig’e göre de, standart Big Bag kozmolojisinin teistik yorumu, yoktan
yaratıcılığın klasik doktrinidir.32
32 Craig, Theism and Big Bang Cosmology, Craig and Smith, Theism, Atheism, and Big Bang Cosmology içinde, s.218
14
B. BİG BANG ÖNCESİ BİLİM DÜNYASINDA EVREN TASAVVURU
Evrenin yapısı hakkında öne sürülen görüşlerin tarihi seyri, bu konuda oldukça
farklı yaklaşımların olduğunu göstermektedir. Evren nasıl oluştu? Onu meydana getiren
unsurlar nelerdir? Evrendeki yıldızların, gezegenlerin, galaksilerin konumları nedir?
Uzayda bulunan yıldızlar ve gezegenler durağan mıdır, yoksa devinim içerisinde midir?
Dünyamızın bu evren içerisindeki konumu nedir? Bu ve buna benzer sorulara tarih
boyunca cevap aranmaya çalışılmış ve insanları araştırmaya sevk eden bu düşünce, bilimin
hızlı bir şekilde ilerleme sürecine girmesine neden olmuştur.
Tarih boyu insanoğlu evrenin ve dünyanın kökeni hakkında, dönemlerinin
bilimsel ve kültürel potansiyeli çerçevesinde fikir ileri sürmüşlerdir. Fakat bunların bir
çoğu geleneksel inanç ve kültürlerinden kaynaklanan fikirlerdi. Eski uygarlıklarda
insanların bilme arzusunu efsaneler ve mitolojiler karşılıyordu. Çünkü o dönemlerde
bilimsel anlamda öğrenme ve bilme imkanından söz etmek biraz zor görünmektedir.
Dünyanın bir kaplumbağa sırtında bir tepsi gibi durduğu inancı33 veya bir hayvan boynuzu
üstünde durduğu şeklindeki mitolojik inanç, bunun açık örneklerindendir. İlkçağ
insanlarının Tanrı’nın dünyayı elinde bir devin bedeni veya o türden hiçbir şey olmadan
yoktan nasıl var ettiğine dair anlatacak ilginç öyküleri vardır. Yunanlıların Zeus, Apollo ve
diğer tanrılar hakkında bir masal antolojisi vardı. bu tanrıları; Olimpos Dağı’nın zirvesinde
yaşayan insanlar şeklinde resimlendiriyorlardı.34
M.Ö. 3000 yıllarında Sümerlerin ve daha sonraları gelen Babillerin matematik ve
astronomiye olan ilgileri neticesinde güneş, gökyüzü, dünya ile ilgili kendi görüş açılarıyla
fikirler ileri sürmüşlerdir. Babilliler astrolojiyle de ilgilenmişler ve gelecek ile ilgili
33 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.15. 34 Angus Armitage, Kopernik, (çev: Emel Bayar), İzdüşüm yay., İstanbul 2004, s.38.
15
işaretler aramaya çalışmışlardır. Babilliler evrenin nasıl bir şey olduğunu göstrebilmek için
resimler çizmeye çalıştılar. Dünyayı; merkezinin yüksek bir dağa karşı durduğu ve
etrafının denizlerle çevrili olduğu bir yuvarlak oda gibi düşündüler.35 Ayrıca Mısırlılar da
(M.Ö. yaklaşık 1000) matematik ve geometri alanında çalışmalarda bulunmuşlardır.36
Mısırlılar, Babillilere gökbilimci olarak benzeyen bir topluluktu. Fakat onların astronomi
konusundaki başarıları çok daha az önemlidir. Onlar yıldızları, takımyıldızlar olarak
gruplandırırlar ve gezegenleri birbirinden ayırt ettiler. Fakat evren resimleri derme çatma
bir resimdi. Onlar gökyüzünü, ayaklarını dünyaya dayamış bir inek ya da elleri ve ayakları
üzerinde dengede durmaya çalışan bir kadına benzettiler. Onlar içi güneş, gökyüzü
okyanusunda yüzen ve geceleri dünyadan aşağıya ona riayet eden ölüleri ziyaret etmeye
giden bir tanrıydı.37
1) Dünya Merkezli Evren Anlayışı
M.Ö. 6. yy’da yaşamış olan Pisagor, gökcisimlerinin karmaşık hareketlerinin
hepsinin bir araya gelerek dairesel bir hareket noktası oluşturdukları düşüncesini
başlatmıştır. O dünyanın kesinlikle uzay boşluğunda dönen bir küre olduğunu insanlara
öğreten ilk kişiydi.38 Bu düşünce 16.yüzyılın erken dönemlerine kadar kabul görmese de,
16. yüzyılda Macellan gemisiyle dünyanın çevresinde bir tur atıp, Pisagor’un haklı
olduğunu ispat edince çoğunluk tarafından kabul edildi.
Platon Pisagor’un astronomiksel konularını devam ettirerek evreni, merkezinde
etrafındaki güneş, ay ve gezegenler ile ortak merkezli dairesel olarak dönen küresel
dünyayı bulunduran muazzam bir alan olarak çizmiştir.
35 Armitage, a.g.e., s.27. 36 Robert Osserman, Evrenin Şiiri, Çev: İsmet Birkan, Tübitak yay., Ankara, 2000, s.2-3. 37 Armitage, a.g.e., s.27-28. 38 Armitage, a.g.e., s. 38-39.
16
Platon’un öğrencisi Aristo’ya göre ise gök (evren), merkezinde dünyanın
bulunduğu kabul edilen mükemmel küredir.39 Varolan her şey bu kürenin içindedir ve onun
dış tarafında çok fazla şey olmamakla birlikte tamamıyla da boş olmayan bir alan
mevcuttur.40 Bu kürenin içinde gerek harekete gerek hareketsizliğe tabi olan her şey tabiatı
oluşturur. Aristo, dünyanın durağan olduğunu; güneşin, ayın, gezegenlerin ve yıldızların da
onun etrafında dairesel devinimlerde bulunduğuna inanıyordu.41 Aristo’ya göre evren
ezelden beri vardır. çünkü O, yıldızların ezeli bir yakıtla yakıldığına inanıyordu. Yıldızlar
hem ezeli, hem ebediydi.42 Aristo’nun durağan evren anlayışı, kendisinden sonra gelen
bilim ve inanç dünyasını da etki altına almıştır.
Aristo, dünyanın evrenin merkezinde bulunduğuna ve en yetkin devinimin de
dairesel olduğuna, bazı gizemli nedenlerden dolayı inandığı için bu sonuca varmıştı. Bu
düşünce M.S. 2.yüzyılda Ptolemy (Batlamyus) tarafından geliştirilerek kapsamlı bir
evrenbilimsel model içine oturtuldu. Merkezde duran dünyamız , ayı, güneşi, yıldızları ve
o zaman bilinen beş gezegeni, yani Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’ü taşıyan seki
tane iç içe küre tarafından çevrelenmekteydi.43 Birbirini çevreleyen bu kürelerin son
halkası ezelden beri varolan sabit yıldızlar kümesiydi. Durağan yıldızlar kümesinin
ötesinde cennet ve cehenneme yeterince ye bıraktığından, bu görüş o zaman kilise
tarafından kutsal kitaba uygun evren görüşü olarak benimsenmiştir.44
39 Weber, a.g.e., s.76. 40 Armitage, a.g.e., s. 45-46. 41 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.17. 42 Aristoteles, Metafizik, s.503./ XII. Kitap, 7. Bölüm, 1072a, 20-25. ; Aristoteles, Gökyüzü Üzerine, (çev: Saffet Babür), Dost Kitabevi yay., Ankara, 1997, s.79., 280a, 25-30. 43 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.17. 44 Hawking, a.g.e., s.18.
17
2) Güneş Merkezli Evren Anlayışı
a) Nicholas Copernicus (1473-1543)
1514 yılında Polonyalı Papaz Nicholas Copernicus, dünya merkezli bir evren
modeli yerine güneş merkezli bir model öne sürdü. Ona göre güneş merkezde durağan
olmak üzere, dünya ve gezegenler onun çevresinde dairesel yörüngelerde
dönmekteydiler45 Kopernik bunu uzun yıllar gizli tutmuştu. Bu konuda yazdığı kitabı 30
yıl boyunca yayımlamadı. Bunun sebebi ortaya koyduğu fikirlere karşı farklı
kesimlerden alacağını düşündüğü şiddetli eleştirilerden korkmasıydı. Bu eleştiriler iki
gruptan gelecekti. Birincisi, Aristo’nun söylediği gibi dünyanın evrenin merkezinde
sabit bir şekilde durduğuna inanan filozoflardı. Diğeri, Kopernik’i İncil’in aksini iddia
etmekle suçlayabilecek kilise adamları vardı. Çünkü dönemin kilise adamları İncil’in
dünyanın kendi ekseninde sabit durduğu yönünde açıklamaları olduğunu ileri
sürüyorlardı.46 Bunu da iman meselesi sayıyorlardı. Aristo’nun ve Batlamyus’un dünya
merkezli evren anlayışı bir bakıma Hristiyanlığın resmi görüşü olarak kabul edilmişti.
Yani Aristo Kilise’nin resmi filozofu haline gelmişti.47 O’nun bütün görüşleri Kilise
tarafından aynen kabul ediliyordu. Katolik Kilisesi de Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi
olarak kabul edildiği için, Kilise’nin bu konudaki kararına karşı gelmek, Tanrı’ya karşı
gelmek olarak değerlendiriliyordu. Bu nedenle Kopernik Kilise’den kafir damgası
yememek için dünyanın ve diğer gezegenlerin güneş çevresinde döndüğüne dair
düşüncesini gizli tutmuştur.
Kopernik yaptığı gözlemler sonucu, gökcisimlerinin hareketini tespit etmeye
çalışmıştır. O dünyanın hareketini de önce bazı gözlemlerle çıkarma yoluna gitmiştir.
Ona göre bu harekete en açık örnek, güneşin, ayın, gezegenlerin ve yıldızların doğuş ve
45 Hawking, a.g.e, s. 18. 46 Armitage, a.g.e., s.146. 47 Armitage, a.g.e., s.192.
18
batışlarını sağlayan, gökyüzünün doğudan batıya doğru yapmış olduğu günlük
devrimidir. Kopernik bu hareketle gökcisimlerinin hiçbir payının olmadığını, ancak
dünyanın doğudan batıya doğru dönmesinin bir sonucu olduğuna inanmamızı
istemektedir.48
Kopernik’in Güneş merkezli evren anlayışı ancak yüz yıl sonra Galileo’nun daha
yeni bulunmuş teleskopla gökyüzünü incelediğinde kabul görmeye başladı.
b) Johannes Kepler (1571-1630)
Kepler, Tanrı’nın dünyayı basit bir modele göre yarattığını ve insanların bunu
keşfedebileceğini düşünüyordu. O gezegenlerin güneş etrafında ve kendi yörüngelerinde
nasıl döndüğünü açıklayan fiziksel fikirlerini ortaya koydu.49 Ancak Kepler göre bu
yörüngenin daire şeklinde olamayacağını Mars’ın gözlemlenmiş hareketiyle ortaya
çıkardı. Ona göre bu yörünge oval şeklinde olması gerekiyordu. Sonuçta en basit oval
şekil olan “elips” şeklinde olduğunu ispatladı. Kepler daha sonra bu kuralın dünya dahil
olmak üzere tüm diğer gezegenlerin yörüngeleri için geçerli olduğunu gösterdi. 50
Böylece yapılan hesaplar sonunda gözlemlerle uyuşur duruma gelmiştir.51 Bu keşif,
Kepler’in gezegensel hareketler hakkında bilinen İlk Kanunu oldu. Ayrıca bir gezegenin
kendi yörüngesinde sürekli aynı hızda hareket etmediğini, daha karmaşık hareketleri
olduğunu ve bunun da ikinci bir kanunla açıklanması gerektiğini savundu.52
Kepler bu ikinci kanunla ve keşfettiği dairesel hareketleri 1609 yılında “Yeni
Astronomi” kitabında topladı. Bu kitap tüm astronomi tarihinde en önemli kitap olma
özelliğinin yanı sıra okunması da en güç olandı. Birkaç yıl sonra gezegensel hareketin
üçüncü kanunu keşfetti. Bu kural tüm hayatı boyunca araştırdığı, bir gezegenin
48 Armitage, a.g.e., s.151-152. 49 Armitage, a.g.e., s.189. 50 Armitage, a.g.e., s.190. 51 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.19. 52 Armitage, a.g.e., s.190.
19
yörüngesinin ölçüsü ve gezegenin etrafında bir defa dönme süresini içeren basit bir
kuraldı. Son olarak Kepler Tycho Brahe’nin (1546-1601) gözlemlerinden ve kendi üç
kanunundan yola çıkarak 1627 yılında yayımlanan muhteşem bir gezegensel tablolar
dizisi kurmayı başardı.53
c) Galileo Galilei (1564-1642)
1610 yılında Galileo’nun astronomik amaçla kullandığı teleskopla gökyüzünü
inceleyene kadar evren hakkındaki bilgimiz, bilimsellikten uzaktı. O zamana kadar hala
Aristo’nun durağan dünya merkezli evren anlayışı hakimdi.54 1610 yılında
Aristocu/Batlamyuscu durağan dünya merkezli evren anlayışını temelinden sarsacak
gözlem yapıldı. Evrenle ilgili eski düşüncelerin aşılmasına ve Kopernik Teorisi’ni daha
kabul edilebilir bir şekilde gösterilmesine yardım edecek bazı gerçekler ortaya çıktı.
Örneğin gökcisimlerinin daima düzensizlik veya şekilsizlikten uzak mükemmel küreler
olduğuna inanılıyordu. Ancak Galileo sadece Ay’a bakarak, onun çok dağlık ve geniş
vadilerden oluşan dünyanın yüzeyinden daha engebeli olduğunu gördü. Daha sonra
Galileo teleskopuyla Venüs üzerinde gözlem yaptığında iki şeyi ortaya çıkardı.
Birincisi, Venüs’ün dünyanın etrafında değil güneşin etrafında (Kopernik ve Tycho
Brahe’nin öngördüğü gibi) döndüğünü ispatladı. Venüs’ün güneş gibi kendi ışınları
tarafından aydınlanmadığı, ışığını güneşten alan dünya gibi karanlık bir gövdesi
olduğunu ortaya koymuştur. Galileo’ya göre eğer Venüs güneşin etrafında dönüyorsa,
neden dünya da böyle yapıyor olamazdı.55
Galileo’nun teleskopuyla yaptığı gözlemlerin en ilginç olanı Jüpiterin de
uydularının olduğuydu. Galileo, teleskopla gökyüzüne bakarken Jüpiter gezegeninin
53 Armitage, a.g.e., s. 190. 54 Xavier Fustero and Enric Verdaguer, Standard Big Bang Cosmology: What Do We Know About The Universe?, ed. Meyerstein, a.g.e. içinde, s.53. 55 Armitage, a.g.e., s.196.
20
çevresinde dönen birkaç uydunun ona eşlik ettiğini gördü.56 Bu ise Batlamyus’un
düşündüğünün tersine her şeyin dünya çevresinde dönmesinin gerekli olmadığı
anlamına geliyordu.57 Galileo Jüpiterin etrafında dönen dört küçük uyduyu fark etti58
(Bu uyduların sayısı daha sonraki gözlemlerle 12’ye çıkartılmıştır). Bütün bunlarda ayrı
olarak bu minyatür güneş sistemi Kopernik Teorisi’nin gelişimine katkıda bulunmuştur.
Çünkü dünyanın sadece hareketin merkezi olmadığını gösterdi. Dahası cisimler
Jüpiter’in etrafında dönüyordu ve eğer Jüpiter’in etrafında dönüyorsa neden güneşin
etrafında dönmüyordu. Böylece teleskopun gösterdikleri Kopernik Teorisi’nin
doğruluğunu güçlü bir şekilde destekledi.59 O bu buluşuyla Aristo’nun ortaya koyduğu
ve kilisenin de desteklediği; dünyanın, evrenin merkezi olduğu yargısının yanlış
olduğunu ispat etti. Tıpkı Jüpiter’in etrafında dönen uydular gibi Dünyamızın da Güneş
etrafında hareket edebileceğini ortaya koydu. Galileo Kopernik’in, dünyanın hareketli
olması gerektiği hakkındaki fikirlerini benimsemişti. O da dünyanın hareketli olduğunu
savunan Kopernik gibi bu düşüncesini uzun yıllar sakladı. Çünkü Kilise bu düşüncenin
tamamen karşısındaydı.
1633 yılında yaşının ilerlemesini dikkate alan Galileo, bu düşüncelerini küçük bir
kitapçıkta yayımlamaya karar verdi. Bunun üzerine Kilise Kopernik ve Kepler’e
gösterdiği müsamahayı Galileo’ya göstermemiş, derhal Engizisyon Mahkemesi
kurulmuş ve Galileo ‘dünya dönüyor’ dediği için yargılanmıştır. Galileo hayatını
kurtarmak için dünyanın hareket ettiği ve güneşin, evrenin merkezi olduğu fikirlerinden
vazgeçmek zorunda kaldı:
56 Galileo Galile, Teleskoptan İlk Bakış, Edmund Blair Bolles, Galileo’nun Buyruğu (Bilim Yazılarından Bir Derleme) içinde, (çev: Nermin Arık) Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara 2003, s.115. 57 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.19. 58 Galile, Teleskoptan İlk Bakış, s.116. 59 Armitage, a.g.e., s.196-197.
21
“Güneşin merkez ve hareketsiz olduğu yanlış fikrini tamamen bırakıyor ve Kutsal
Büro (Kilise) tarafından herhangi bir biçimde adı geçen doktrini tutmak, savunmak ya
da öğretmekten yasaklanmış olduğum için zikredilen hataları ve batıl fikirleri ve genel
olarak Kutsal Kilise’ye karşı olan bütün hataları ve sapık mezhepleri yeminle inkar
ediyor, lanetliyor ve nefret ediyorum.”60
d) Newton (1642-1726)
Bugünkü anlamda bir evren anlayışı Kopernik ile başlamış, Kepler, Brahe ve
Galileo ile devam etmiştir. Bu süreç içerisinde devamlı geliştirilerek ortaya konulan
Güneş merkezli evren modeli, evrenin daha iyi anlaşılmasını sağlıyordu. Ancak bu
sistemin nasıl ayakta durduğu, gezegenleri neyin yörüngede tuttuğu,61 dünyanın
altındakilerin neden düşmediği gibi sorular cevapsızdı. İşte tüm bu soruların cevapları
ancak Newton’un yerçekimi yasasını matematiksel denklemlerle ortaya koyduğunda
verilebildi.
Newton, evrendeki bir cismin, öteki her cisimce, cisimlerin kütleleri ve
yakınlıklarıyla orantılı bir kuvvetle çekildiğine ilişkin evrensel bir çekim yasası öne
sürmekteydi. Newton, Kepler’in yörünge hesaplarını kullanarak, gezegenlerin sabit
hızla doğrusal hareket için doğal bir eğilimleri varsa ve eğer Güneş, gezegenleri,
Güneş’le gezegenin arasındaki uzaklığın karesiyle ters orantılı bir kuvvetle çekiyorsa,
gezegenlerin hareketlerinin açıklanabileceğini göstermiştir. Bu, yerçekiminin ünlü ters
kare kanunudur.62 Cisimlerin de yere düşmesine neden olan da işte bu kuvvetti. Newton
kendi yasasından yola çıkarak, kütlesel çekimin, ayın dünyanın çevresinde, dünyanın ve
gezegenlerin de güneşin çevresinde eliptik yörüngelerde dönmelerine neden olduğunu
60 Paul Davies, Tanrı ve Yeni Fizik, çev: Murat Temelli, İm yay., İstanbul, 1994, s.33. 61 Armitage, a.g.e., s.209. 62 Micheal White, John Gribin, Einstein, (çev: Yelda Türedi), İnkılap yay., İstanbul, 2005, s.28-29.
22
gösterdi.63 Bu her şeye uygulanabilir, evrensel bir kanundur.64 Newton’un bu
gezegensel teorisi Kopernik’in merkezdeki güneş ve evren ile ilgili düzeni üzerine
kurulmuştur. Newton bulduğu kanuna göre, dünyadan uzaklaştıkça yerçekimi gücü de
azalıyordu. Ay’ı etkileyen yerçekimi kuvvetinin Ay’ı yörüngesinde tutmak için gerekli
olan güç ile eşit olduğunu hesapladı. Aslında yerçekimi ihtiyaç duyulan bir şey değil,
bir güçtü.65
Daha sonraları Newton dünyanın düşen elma ya da düşen Ay üzerindeki çekimin
tüm gökcisimlerinin bir diğerine uyguladığı güç ile benzer şekilde düşünmeye başladı.
Buna göre evrende bulunan her zerrecik diğer zerrecikleri çekmekteydi. Yerçekiminin
bu evrensel ilkesinden başlayarak Newton gökcisimlerinin hareketleriyle yaptıkları
sınırsı ölçüde gerçeğin mekaniksel açıklamasını verebilirdi.66 Bu, fiziksel dünyayı
tamamen kapsayan bir teori olmasından dolayı evrenbilim tarihi için bir dönüm noktası,
Big Bang Teorisi’nin ortaya çıkış sürecinin başlangıç noktası olmuştur.
Newton, yerçekimi yasası uyarınca yıldızların birbirlerini çekmeleri gerektiğini,
bu yüzden temelde devinimsiz olamayacaklarını anlamıştı. Ancak yıldızların hepsinin
bir araya toplanmaktan alıkoyan şey neydi?67 Bu sorunun cevabı, sonsuz genişlikte,
statik bir evren modelinin imkansızlığını ortaya koymuştu.68
Big Bang Teorisi’nin ortaya çıkışı Newton’un çekim yasasıyla başlamıştır
diyebiliriz. Ancak Big Bang Teorisi’nin gelişimi ve evrenin başlangıcının bilimsel
olarak anlamlandırılması 20. yüzyılın dehası olarak kabul edilen Einstei’in Genel
Görelilik teorisiyle gerçekleşmiştir. Big Bang Teorisi’nin nihai halini alması ise elli
sene sürecek birbirini destekleyen bilimsel keşif ve gözlemlerin ardı sıra ortaya
63 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.20. 64 White, Gribin,a.g.e., s.29. 65 Armitage, a.g.e., s.209. 66 Armitage, a.g.e., s.211. 67 Hawking, a.g.e., s.20. 68 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.21.
23
çıkmasıyla mümkün olmuştur. Bu nedenle Big Bang herhangi bir bilim adamının ortaya
attığı bir tez olarak değil bilimsel keşif ve gözlemler dizisi sonucu bugünkü önemini
kazanmıştır. Big Bang, Friedman ve Lemaitre’nin Görelilik teorisi üzerinde yaptığı
çalışmalar, Hubble’ın evrenin sürekli olarak genişlediğini ispatlayan gözlemleri, Arno
Penzias ve Robert Wilson’un evrenin her tarafından eşit oranda gelen ‘kozmik arka alan
radyasyonunu’ keşfetmeleri gibi bütün bilim adamlarının kabul ettiği bu delillerle bilim
dünyasında en iddialı bir evrenbilimsel teori olarak yerini almıştır. Bunu 1. ve 2.
bölümlerde bütün bilimsel veriler ışığında değerlendireceğiz.
24
BİRİNCİ BÖLÜM
BİG BANG’İN DOĞUŞU
İnsanlar bulutsuz bir gecede gökyüzüne bakıp yıldızları seyrettiğinde evren hakkında
heyecan verici düşüncelere dalabilir. Çünkü akıl almaz bir düzeni gökyüzünde bakıp görebilir.
Ancak bunun nasıl varolduğu konusunda tatmin edici nihai bir bilimsel açıklama bulmak güçtür.
Tanrı’nın varlığına inanan insan yaratıcının sonsuz kudretini düşündüğünde ancak mutmain olur.
İnsanın evren hakkında nazari olarak son sözü söylemesi mümkün görülmemektedir. Bunun
yanında evren tamamen anlaşılmaz da değildir. Bilim adamları evreni öncelikle en basit fizik
formüllerinden yola çıkarak açıklamaya çalışmışlardır (E = mc²)69. Einstein’in ifadesiyle “evren
hakkında en anlaşılmaz olan şey, evrenin anlaşılabilir olmasıdır”.70 Fiziksel dünyanın pek çok
yönü basit fizik yasalarının veya açık ve kısa matematik formülleri ile açıklanabildiği halde,
bilemediğimiz husus bunun neden böyle olması gerektiğidir. Çünkü insan aklının keşfettiği fizik
ve matematik yasaları evren hakkında bir şeyler söylemeye fırsat vermeye başladı. İleri sürülen
hipotezler fizik yasalarıyla açıklanır hale gelmiş ve Swinburne’e göre “aynı doğa yasaları,
yeryüzünü olduğu gibi teleskoplarla gözlenebilen en uzak galaksileri de yönettiği” ortaya
çıkmıştır.71 Buradan yola çıkarak birtakım fiziksel yasaların bilinmesiyle içinde bulunduğumuz
evren hakkında bir şeyler söyleyebilme hakkını elde etmiş oluyoruz. Einstein’in anlaşılabilir
evrenin anlaşılmaz olduğunu söylemekle ne kadar haklı olduğunu açıkça görebilmekteyiz.
Anlaşılabilir ama onun milyon kere ötesinde anlayamadığımız, daha doğrusu bildiğimiz şey
karşısında aklın sınırlarını aşan bilemediğimiz ne kadar çok şeyin olduğunu dahi
bilememekteyiz. Ancak insan aklını meşgul eden temel soru karşısında kat edilen ilerleme bize
69 Enerjinin (E) cismin kütlesi ile (m) ışık hızının (c) karesinin çarpımına eşit olduğunu öne süren Einstein’in evrenin işleyişine dair meşhur formülü. ( L. Landau – Y. Roumer, İzafiyet Teorisi Nedir?, çev: S. Gemici, Say yay., İstanbul, 1996, s.15. 70 Robert Osserman, a.g.e., s.171. 71 Richard Swinburne, Tanrı Var mı?, (çev: Muhsin Akbaş), Arasta yay., Bursa, 2001, s.43.
25
ışık tutacak kadar hızlı gerçekleşmektedir. Bu soru ise evren ezelden beri var mıydı, yoksa
sonradan Tanrı tarafından belli bir zamanda sonradan mı yaratıldı sorusudur. Bu esasen teizmin
doktriniyle, ateizmin dayanak olarak ileri sürdüğü iddianın karşılıklı çatışmasıdır. Bizim
yapacağımız iş ise teizm çerçevesinde bunu bilimsel alanda tartışmaktır. Evrenin yapısı
hakkında edindiğimiz çok sınırlı bilgilerle onun hakkında çok az şey söyleyebilmekteyiz.
Yapılan çeşitli araştırmalar, incelemeler ve gözlemler sonucu evrenin nasıl varolmaya başladığı
hakkında çeşitli teoriler öne sürülmüştür. Son zamanlarda bunlar arasında en çok kabul gören
Big Bang teorisi gelmektedir. Şimdi Big Bang’i kabule şayan yapan bilimsel delilleri sırasıyla
ortaya koymaya çalışacağız.
26
A. BİG BANG’İN BİLİMSEL AÇIDAN TEMELLENDİRİLMESİ
Big Bang Teorisi, evrenin belirli bir zamanda (yaklaşık 15 milyar yıl önce), tek
bir noktadan, sıfır büyüklükten ve sonsuz yoğunluktan müthiş bir enerjiyle patlamasıyla
oluşmaya başladığını öne süren,72 bilimsel temelleri en fazla olan teoridir. Teizme göre Big
Bang, evrenin yaratılmış olduğuna dair teistik yorumun bilimsel bir kanıtıdır. Evrenin bu
oluşum teorisini, hazırlanış evresinden başlayarak, son olarak elde edilen bilimsel delilleri ortaya
koymaya çalışacağım.
1. NEWTON VE EİNSTEİN’İN TEORİLERİ
Newton 1666 yılında yerçekimi ve uzaydaki çekim gücü kuramını geliştirdi. Newton,
hem bir cismi yere düşüren hem de ayı dünya etrafında döndüren güçlerin aynı güç olduğunu ilk
düşünen insan olmuştur.73 Başta Newton’un çekim gücü yasası evrenin sonsuz ve durağan bir
yapıda olduğu görüşünü ortaya koymaktaydı. O dönemde evrenin sonsuz ve aynı zamanda
durağan olması genel kabul gören görüştü. Ne var ki Newton’un çekim gücü yasası uyarınca
durağan durumdaki evren, zamanla maddelerin birbirini çekmesiyle tek bir bileşene dönüşmesi
gerekiyordu.74 Stephen Hawking, Newton’un çekim kuramına göre, evrenin statik olması
halinde zamanla büzüleceği gerçeğini Newton’un ve diğer fizikçilerin görememelerine
şaşırmıştır.75 Ancak o dönemde evren statik olduğuna dair inanç o denli güçlüydü ki, bilimi etkisi
altına almış ve 20. yüzyıla kadar etkisini sürdürmeyi başarmıştır. Evreni sonsuz genişlikte kabul
etmek, bu çekim yasasının ortaya koyduğu gerçekle, evrenin tek bir bileşene dönüşümünü
engelleyemezdi. Eğer her nesne, diğer nesne üzerinde bir çekim kuvvetine sahipse, evrendeki
nesneler bu zamana kadar neden ayrı kalmışlardır? Çekim kuvveti beraberinde elde edilen yeni
bilimsel bulgular, evren hakkında daha tutarlı açıklamaların oluşmasına neden olmuştur. Yeni
72 Craig, Finitude of the Past and God’s Existence, s.43. 73 Yalçın İnan, Kozmos’tan Kuantum’a 1, Doruk yay., İstanbul 2003, s.16. 74 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.62. 75 Hawking, a.g.e., s.62.
27
bilimsel deliller birbiri ardına ortaya çıktıkça, evrenin başlangıcı olması gerektiğini ortaya koyan
Big Bang’in teorik yapısı oluşmaya başlamıştır.
Newton’un çekim gücü egemenliğindeki sonsuz durağan evren inancı, daha sonraki bilim
adamlarını o kadar çok etkisi altına almıştı ki, kendi formüllerini bu inançla uyumlu hale
getirmeye çalışmışlardır. Einstein başta durağan ve sonsuz evren modelini ortaya koymuştu.76
Ancak daha sonra evrenin çekim gücü etkisiyle tek bileşene dönüşeceğini gördü. Einstein’in
genel görelilik kuramına (izafiyet teorisi)77 göre evren sürekli genişliyordu.78 Buna rağmen
“Einstein 1915’te genel görelilik kuramı üzerinde çalışırken evrenin statik olduğundan o kadar
emindi ki, bunu ortaya koymak için denklemlerine ‘evrenbilimsel sabite’ denen bir sayı katarak
kuramında değişiklikler yaptı. Einstein karşıçekim (kozmik itme) kuvveti diye diğer kuvvetlere
benzemeyen, belli bir kaynaktan çıkmayan, ama uzay-zaman dokusu içerisinde yapay olarak
yerleştirilmiş bir kuvvet ortaya attı. Uzay-zamanın yapısından gelme bir genişleme eğilimi
olduğunu, bunun da evrendeki maddenin birbirini çekmesini tam olarak karşılayarak evrenin
statik olmasına yol açtığını savunuyordu.”79 Einstein’in ve diğer bazı fizikçilerin, genel görelilik
kuramının evrenin statik olamayacağı sonucunu çıkarmasını görmezlikten gelmelerinin tek
nedeni, o dönemde evrenin statik olduğuna dair besledikleri inançtı diyebiliriz. İlerleyen yıllarda
Einstein, bu fikrini hayatının en büyük hatası olarak değerlendirmiş, statik ve sonsuz evren
76 Albert Einstein, İzafiyet Teorisi, çev: Gülen Aktaş, Say yay., İstanbul 2002, s.93.
77 Görelilik: Mutlağın tam karşılığı olarak, sınırları olanı, şartlara bağlı olanı, belli bir yere, belli bir döneme yada belli bir şeye göre olanı, yani göreli olan bütün her şeyin özyapısını anlatan felsefe kavramı. Görelilik (İzafiyet, Relativite, Nisbilik) kuramı: Einstein’in 1905’te temellendirmeye başladığı fizik kuramı. Einstein’in görelilik kuramı, nesnelerin mutlak zaman ile mutlak uzayda düşünülemeyeceğini ortaya koymaktadır. (W.Lane Craig, Time and Eternity, A Division of Good News Publishers, U.S.A., 2001, s.32-33). İzafiyet Teorisi Evrendeki her şeyin nisbi olduğunu yani mutlak olmadığını ortaya koyan makrokozmik bir teoridir. Genel göreliliğin esas düşüncesine göre kütle çekim, uzay zaman sürekliliğinin eğriliğinin bir etkisidir. (Steven Weinberg, İlk Üç Dakika, “çev: Zekeriya Aydın, Zeki Aslan, Tübitak yay., Ankara, 2001, s.148.) Ayrıca Görelilik teorisi zamanın mutlak olmadığını, hıza ve çekim gücüne bağlı olarak değiştiğini gösterir. Uzay-zamanın yapısı, cisimlerin hareketini ve kuvvetlerinin işleyişini etkiler, uzay-zaman da kütle-çekimden etkilenir. Böylece evrende birbirine bağlı uzay-zaman ve kütle çekim işeyişi hakimdir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Einstein, İzafiyet Teorisi, s.57 vd.) 78 L.Landau-Y.Roumer, İzafiyet Teorisi Nedir?,. s.25; Craig, The Kalam Cosmological Argumant, The Macmillan Press, London, 2000, s.111
79 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.63.
28
fikrinin yanlışlığını da kabul etmiştir.80 Bunun üzerine daha önce denklemlerine soktuğu kozmik
terimleri ve ilave sayıları sessizce geri çekmiştir. Çünkü onlarsız kurduğu eşitlikler tamamen
doğru idi. Bu terimler eklenmeyince evrenin sonlu olduğu ve sabit olmadığı kanıtlanıyordu.81
2. GENİŞLEYEN EVREN TEORİSİ
a) Alexander Friedmann ve Georges Lemaitre
Big Bang’in ortaya çıkışı, esasen evrenin sürekli genişliyor oluşunun bilimsel
bulgularının tespitiyle gerçekleşmiştir. Albert Einstein’in (M.S. 1879-1955) izafiyet teorisi
aslında bu gerçeği ortaya çıkarmıştı. Ancak Einstein’in ve diğer fizikçilerin o dönemde evrenin
sonsuz ve durağan olduğuna dair inançları, bu gerçeği görmelerine engel olmuştur. O
dönemlerde sadece bir kişi izafiyet teorisini değerlendirmiş ve evrenin genişlemekte olduğunu
tesbit etmiştir. İzafiyet teorisi üzerinde çalışarak bu gerçeği ortaya koyan kişi ise, Rus fizikçi ve
matematikçi Alexander Friedmann’dır (M.S.1888-1925). 82 Bu kurama göre, uzaydaki herhangi
bir noktada, kütle çekimi ile hızlanma hareketinin etkileri eşdeğerdir ve birbirinden ayırt
edilmez.83 Einstein bir cismin kütlesi ile enerjisinin eşdeğerli olduğunu ve bu enerjinin (E)
cismin kütlesi (m) ile ışık hızının (c) karesinin çarpımına (E=mc²) eşit olduğunu belirtiyordu.84
Einstein’in formülleri maddeyi, uzayı ve zamanı birbirine bağladı. Daha önceleri ‘mutlak uzay’
ve mutlak zaman görüşü egemendi. Uzayın ve zamanın birbirinden bağımsız olarak sonsuzdan
beri varolduğu sanılıyordu. Einstein kütlesi olan bir cismin yaptığı devinimle zamanı ve uzayı
etkilediğini ortaya koyuyordu.85 Einstein’in izafiyet teorisiyle birlikte uzay ve zamanın ayrı birer
80 Paul Copan and William Lane Craig, Creation out of Nothing, Apollos: Baker Academic Publishing, Newyork 2004, s.221 81 Ali Demirsoy, Evrenin Çocukları, Meteksan yay., Ankara 2002, s.39. 82 Weinberg, İlk Üç Dakika, s.34; Copan and Craig, Creation out of Nothing, s.221-222. 83 Landau, Roumer, a.g.e., s.17. 84 Landau, Roumer,a.g.e., s.15. 85 Landau, Roumer,a.g.e., s.24-25.
29
mutlak varlıklar olduğu fikri yerine, birbirine bağımlı mutlak olmayan, devamlı değişen bir
yapıda olduğu gösterilmiş oldu.86 Uzay- zamanın yapısı, cisimlerin hareketini ve kuvvetlerinin
işleyişini etkiler, ayrıca uzay-zaman da evrende olup bitenlerden etkilenir. Dolayısıyla uzay ve
zamanın olmadığı yerde cismin olamayacağı gibi, uzay ve zaman da maddeden bağımsız mutlak
varlıklar değillerdir. Zaman, Newton’un devinim yasaları uyarınca cisimlerin devinimiyle
açıklanmıştır. Buradan hareketle denebilir ki, zaman maddenin, dolayısıyla evrenin
yaratılmasıyla birlikte başlamıştır. Teizmin klasik anlayışında da zamanın evrenin yaratılışıyla
başladığı ve evrenin başlangıcından önce zaman olgusundan söz edilemeyeceği görüşünü
savunan düşünürlerin sayısı çoktur. Bu konuya ilk olarak Aziz Augustine işaret etmiştir.
Augustine, Tanrı evreni yaratmadan önce ne yapıyordu diye soranlara, “ kendilerini aşan gizleri
araştıranlar için cehennemi hazırlıyordu” 87 şeklinde ilginç bir cevap vermişti.
“Newton’un devinim yasaları uzayda mutlak konum düşüncesine son verdi. Einstein’in
Görelilik Kuramı ise mutlak zamanı çöpe attı.”88 Newton dünyanın Tanrı tarafından yaratıldığına
inanmasına rağmen, kainatın bilinebilirliği kadarıyla sonsuz olduğunu kendi fizik anlayışıyla
açıklamaya çalışmıştır.89 Newton’un mutlak uzay anlayışı, daha çok onun mutlak Tanrı
anlayışıyla alakalıdır. Çünkü dönemin din adamları ve ilahiyatçılar sonsuz güçlü Tanrı’nın,
sonsuz bir evren yaratabileceği inancındaydılar. Bu nedenle “Newton mutlak konumun, ya da o
zamanlar anıldığı gibi mutlak uzayın yokluğundan pek kaygılanmıştı, çünkü mutlak bir Tanrı
düşüncesiyle bağdaşmıyordu. Gerçekten de Newton, kendi yasalarından çıkan mutlak uzayın
yokluğu düşüncesini reddetti.”90
Big Bang’in ortaya çıkışına zemin hazırlayan izafiyet teorisinin fiziksel sonucu olarak
zamanın evrenle birlikte var olması gerektiği iddia edilebilir. İzafiyet teorisinin en önemli
86 Copan and Craig, a.g.e., s.221. 87 Saint Augustinus, İtiraflar, Kaknüs yay., çev: Dominik Pamir, İstanbul, 1999, s.274; Joseph Silk, Evrenin Kısa Tarihi, çev.: Murat Alev, Tübitak yay., Ankara 1997, s.6. 88 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.54. 89 Copan and Craig, Creation out of Nothing, s.220. 90 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.36.
30
sonuçlarından birisi, uzay ve zaman anlayışını kökten değiştirmesidir. Newton kuramında, bir
ışık darbesi bir yerden bir yere gönderildiğinde, değişik gözlemciler (zaman mutlak olduğundan)
bu yolculuğun süresinde birleşirler, ama (uzay mutlak olmadığından) ışığın ne kadar yol
aldığında ayrılabilirler. Işığın hızı, aldığı yolun süreye bölümüne eşit olduğu ışık hızı için değişik
gözlemciler farklı sayılar bulacaklardır. Öte yandan görelilik kuramında, tüm gözlemciler ışık
hızını aynı ölçmek zorundadır. Ama ışığın gittiği uzaklık üzerinde anlaşamadıkları için şimdi ne
kadar süre aldığında da ayrılacaklardır. Bir başka deyişle görelilik kuramı mutlak zaman
kavramını ortadan kaldırmış oluyor.91
Zamanın mutlak olmadığı, bugünün teknik imkanlarıyla yapılan deneylerle daha kolay
ve anlaşılır bir şekilde ispatlanmaktadır: “Biri yeryüzünde diğeri gökyüzünde olmak üzere iki
uçağa aynı anda çok hassas saat kuruldu Yapılan ölçümlerde iki saatin arasında saniyenin
55.000.000.000’da bir fark olduğu tespit edildi. Bunun nedeni çekim gücü farklılığıydı.
Gökyüzündeki saat yerdeki saate oranla daha az çekim gücünden etkilenmektedir.”92 Teorik
formüller ve deneysel gözlemlerle zamanın maddeden bağımsız olamayacağı bilim adamlarınca
ortaya konmuştur.
20. yy’a kadar insanların çoğunun statik ve değişmeyen bir evrene inandıkları dönemde,
evrenin bir başlangıcının olup olmadığı sorusu daha çok fizikötesi ve din bilimi kapsamına
giriyordu.93 Ancak 20. yüzyılın başlarında yapılan çalışmalar ve astronomi ilminin elde ettiği
deneysel ve gözlemsel bulgular, evrenin başlangıcı konusunun bilim alanına girmesine neden
olmuştur. Bu konunun bilim alanına girmesiyle bilim ve din arasında esasen varolan ilişki daha
da yoğunlaşmış, daha anlaşılır hale gelmiştir.
Friedman’ın çözümünün önemini ilk fark eden kişi ise Belçikalı astronom Georges
Lemaitre olmuştur. Lemaitre 1927 yılında evrenin genişlediğini yeniden keşfetti. O, galaksilerin
91 Hawking, a.g.e., s. 40. 92 Taslaman, a.g.e., s.36. 93 Hawking, a.g.e., s.24.
31
gösterdiği kırmızıya kaymanın, evrenin genişlemekte olduğunun kanıtları olduğunu iddia etti.
Ancak durağan evren modeline fazlaca güvenen kozmoloji uzmanları tarafından kabul görülmek
istenmedi. Ta ki, 1929’da ‘Edwin Hubble’ın galaksilerin uzaklıklarını gözlemsel destek
kullanarak ampirik bir biçimde uzaklık-kırmızıya kayma yasasını’94 (Doppler Yasası) ortaya
koyana kadar. Lemaitre, Einstein’in formüllerindeki yanlışlığı gören Friedman’ın çözümlerine
dayanarak evrenin bir başlangıcı olduğunu ve bu başlangıçtan itibaren sürekli genişlediğini
öngördü.
Görüldüğü gibi evrenin ‘kozmik yumurta’ adındaki küçük bir hacmin patlamasıyla
oluştuğunu ilk öne süren 1927 yılında Belçikalı Lemaitre olmuştur.95 Lemaitre, Freidmann gibi
Einstein’in formüllerini incelemiş ve evrenin sürekli genişliyor olduğu sonucuna varmıştı.96
Genişleyen evren modeline göre genişleme, çekim gücünü dengelemekte, böylece evren tek bir
bileşene dönüşmekten kurtulmaktadır; evrenin her anı bir öncekinden daha büyük genişliktedir.
Lemaitre’nin bulduğu sonuca göre, evren devamlı genişlemekteydi. Geriye doğru gidildiğinde
evren daha da küçük ve sonunda tek bir nokta halinde olduğu sonuna varılabilir. Lemaitre
ulaşmış olduğu bu sonuçla evrenin tek bir noktadan büyük bir patlamayla oluştuğunu öne
sürmüştür.
b) Hubble Kanunu
Evren hakkındaki bugünkü tasavvururmuz, Amerikalı astronom Edwin Hubble’ın yıldız
kümemizin evrendeki tek galaksi olmadığını gösterdiği 1924 yılında biçimlenmeye başladı.
Gerçektende aralarında uçsuz bucaksız boşluklar bulunan çok sayıda başka yıldız kümeleri
vardır. Hubble bunu kanıtlamak için, bizden çok uzak olan ve bu yüzden yakın yıldızlardan farklı
94 Silk,a.g.e., s.62. 95 İnan, a.g.e., s.23. 96 Craig, Finitude of the Past and God’s Existence, s.37.
32
biçimde, durağanmış gibi görünen bu kümelerin uzaklıklarını ölçmeye çalışmıştır. Yıldız
kümelerinin durağanmış gibi görünmesi Hubble’ı ölçüm için dolaylı yöntemler kullanmaya
zorladı. Şöyle ki, bir yıldızın görünen parlaklığı iki öğeye dayanır; ne kadar ışık yaydığı ve
bizden ne kadar uzak olduğu. Yakın yıldızların görünen parlaklığını ve uzaklığını ölçerek
ışıltısını hesaplayabiliriz. Tersinden giderek, diğer kümelerdeki yıldızların ışıltısını biliyorsak,
görünen parlaklığını ölçerek uzaklığını çıkartabiliriz.97
1929 yılına gelindiğinde yapılan gözlemsel bir araştırma bilim dünyasına evrenin yapısı
hakkında yeni anlayış getiriyordu. Hubble, Friedman ve Lemaitre tarafından Einstein’in Genel
Görelilik kuramından hareketle önceden teorik olarak ortaya koydukları evrenin izotropik
genişlemesini gözlemsel olarak ispat etti.98 O yıl California Mount Wilson gözlemevinde,
Amerikalı astronom Edwin Hubble astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden birini yaptı. Bu
keşif bilim tarihine ‘Hubble Kanunu’99 olarak geçmiştir. Hubble kullandığı dev teleskopla
gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru kayan bir ışık
yaydıklarını saptadı.100 Bu buluş o zamana kadar kabul gören evren anlayışını temelden
sarsıyordu. Bu keşif karşısında bilim dünyası yeni bir seyir çizerken, evrenin yaratılmış olduğunu
savunanlar için bir zafer havası oluşturmuştur.
Hubble’ın yaptığı gözlem sonucu ortaya çıkan genişleme teorisi, bilinen fizik kurallarıyla
da paralellik arz ediyordu. Bilinen fizik kurallarına göre (Doppler etkisi)101, gözlemin yapıldığı
noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan
uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar.102 Aslında frekans ile hız arasındaki bu ilişki
ile her gün karşı karşıya gelmekteyiz. Yoldan geçen bir arabayı dinlediğimizde; araba
97 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi., s.58. 98 Copan and Craig, Creation out of Nothing, s.222. 99 Remi Hakim, The Specıal Status of Cosmology in Science, ed. Meyerstein, a.g.e. içinde, s.108. 100 Xavier Fustero and Enric Verdaguer, Standard Big Bang Cosmology, ed. Meyerstein, a.g.e. içinde, s.55. 101 Weinberg, İlk Üç Dakika, s. 9-12 ; Bkz. Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı: 433-435. ; Silk, a.g.e., s.32. ; Hakim, The Specıal Status of Cosmology in Science, s.109. 102 Craig, The Kalam Cosmological Argument, s.111-112.
33
yaklaşırken motorun sesi daha tiz gelir, bizi geçip uzaklaştıkça da motorun sesi kalınlaşır.
Hubble’ın gözlemi ise, bu kanuna göre, gök cisimlerinin bizden uzaklaşmakta olduklarını
gösteriyordu. Hubble daha sonra çok önemli bir şeyi daha buldu; yıldızlar ve galaksiler sadece
bizden değil aynı zamanda birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Her şeyin birbirinden uzaklaştığı
bir evren karşısında varılabilecek tek sonuç ise, evrenin genişlemekte olduğuydu.103 Weinberg’e
göre, genişleme nedeninin herhangi bir kozmik itme olduğuna inanılmamaktadır; tersine bu
genişleme sanki geçmiş bir patlamadan artakalan hızların etkisiyle olmaktadır. Bu hızlar kütle
çekiminin etkisiyle giderek yavaşlamakta; bu yavaşlamanın ise epeyce küçük olduğu
anlaşılmaktadır. Bu, evrenin madde yoğunluğunun düşük olduğunu gösterir. Dolayısıyla
maddenin kütle çekim alanı, ya evreni uzaysal olarak sonlu yapmaya ya da sonunda genişlemeyi
tersine çevirmeye yetmeyecek kadar zayıf demektir. Ona göre yaptığı hesaplar, evrenin
genişlemesini zamanda geriye doğru götürülmesine imkan sağlamakta ve genişlemenin bundan
10 milyar yıl ile 20 milyar yıl arasında bir zaman önce başlamış olması gerektiğini ortaya
koymaktadır.104
Hubble’ın ortaya koyduğu evrenin genişlediği gerçeği, kısa bir süre sonra yeni bir evren
tasavvurunu ortaya çıkardı. Evren genişlediğine göre, basit bir mantıkla şunu diyebiliriz:
Zamanda geriye doğru gidildiğinde çok daha küçük bir evren, daha da geriye gittiğimizde tek bir
noktanın ortaya çıktığı belirtiliyordu. Bu nokta sıfır noktası yani yokluk anlamını taşıyan bir
noktaydı. Sıfır nokta hiçlik ise, bu hiçlikten milyarlarca galaksinin meydana gelmesi, maddenin
kendine yeterliğiyle açıklanabilmesi oldukça zor görünmektedir.
Ateizmin evren düşüncesinin dayanağı, sonsuz ve durağan evren fikridir. Onlara göre
evren sonsuzdan beri vardı ve sonsuza dek varolacaktır. Onların sonsuz evren fikrini
benimsemeleri ateist düşüncelerinin bir gereğiydi. Az önce kısaca açıkladığımız evrenin
103 Silk, a.g.e., s.62. 104 Weinberg, İlk Üç Dakika., s. 41-43.
34
genişlediğine dair deliller, ateizmin evrenin sonsuz ve durağan olduğu, dolayısıyla sonradan
yaratılmadığı şeklindeki iddialarına karşı, bilimsel cevap niteliği taşımaktadır. Evrenin genişliyor
olması sonsuz durağan evren fikrinin fiziksel problemlerini ortadan kaldırıyordu. Çünkü
genişleme çekim gücünü dengelemekteydi. Eğer böyle bir genişleme söz konusu olmasaydı,
Hawking’in çok daha önceden ortaya konulmuş olması gerektiğini söylediği, evren çekim gücü
etkisiyle tek bileşene dönmekten kurtulamazdı.105 Sonuç olarak evrenin durağan olduğunu
savunanların iddiaları, evrenin sürekli genişlediğine dair deliller karşısında geçerliliğini yitirmiş
görünmektedir.
Yapılan hesaplamalar, evrenin tüm maddesini içinde barındıran tek noktanın korkunç
çekim gücü nedeniyle ‘sıfır hacme’ sahip olacağını göstermiştir. Evren, sıfır hacme sahip bu
noktanın patlamasıyla oluştuğu şeklinde bir teori ortaya atıldı. Bu teori evrenin sınırlı bir zaman
önce son derece yoğun bir durumdan kaynaklandığını gösteriyordu. 1950 yılında bir radyo
programında, durağan evren modelinin savunucularından Fred Hoyle rakip olarak gördüğü
genişleyen evren teorisinden alaycı bir biçimde ‘büyük patlama’ (Big Bang) olarak söz etti. Bu
deyim bir anda tuttu ve bu teori ‘Big Bang’ (Büyük Patlama) ismiyle anılmaya başlandı.106
3. BİG BANG’TEN ARTAKALAN RADYASYON
Evrenbilim tarihi açısından bir dönüm noktası olan Big Bang teorisine göre eğer evren
sonsuz yoğunluktaki bir noktadan bir anda büyük bir patlamayla yaratılmışsa, bu patlamadan
artakalan bir radyasyonun olması gerekiyordu. Durağan evren modelini savunan Fred Hoyle,
evrenin oluşumunun Big Bang dışında bir formülle açıklanması gerektiğini düşünüyordu. Bu
nedenle patlamadan arta kalan bir radyasyonun olması gerektiğini ortaya koyarak Big Bang’in
geçersizliğini ispatlamaya çalışmıştır. Çok geçmeden bu konuda da bilimsel ilerleme kaydedilme
105 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.63. 106 Copan and Craig, Creation out of Nothing, 223.
35
başlandı. 1948 yılında ilk olarak George Gamow böyle bir radyosyonun varlığını teorik bazda
ortaya koymaya çalıştı.107
1965 yılında Arno Penzias ve Robert Wilson haberleşme uydularından sinyal almak
üzere tasarlanmış çok duyarlı radyo teleskop üzerinde çalışıyorlardı. Bu sırada beklemedikleri bir
parazitle karşılaştılar. Bu parazit yer ötesi kaynaklıydı ve Güneş’in ve Samanyolu’nun
konumlarından bağımsız olmakla kalmıyor, her yönden eşit olarak geliyordu.108 Penzias ve
Wilson’un tamamen şans eseri keşfettiği bu radyasyon evrensel nitelikteydi.109 Bu radyasyon
belli bir merkezden gelmediği ve evrenin her tarafında eşit derecede görüldüğü için artık bunun
büyük patlama sonucu yayılan enerjinin kalıntıları olduğu savunuldu. Daha sonra R. Dick, P.
Peebles, P. Roll ve D. Wilkinson’un aynı anda yaptıkları çalışmalar bu radyasyonun varlığını
tamamen ortaya çıkarmıştır.110 1961 ve 1963 yılında yapılan araştırmalar da bu radyasyonun
varlığını artık kesinleştiriyordu.111 Craig’e göre, Big Bang teorisinin en büyük zaferi, Penzias ve
Wilson tarafından 1965 yılında bütün evreni kaplayan ‘mikrodalga arka plan radyasyonunun’
(‘microwave backround raditaon’) keşfedilmesi sayılabilir.112 Big Bang sonrası varolması
gereken radyasyon son yıllarda üstün tekniklerle donanımlı uydu tarafından da araştırılmıştır.
1989 yılının Kasım ayında fırlatılan Kozmik Fon Kaşifi (COBE) uydusunun, keşfedilen kozmik
fon radyasyonunu çok kısa bir sürede saptadığı iddia edildi. Bu keşif eğer doğruysa, evrenbilim
tarihinde bir dönüm noktası olduğuı kadar teizm için de çok fazla önem taşımaktadır. Big
Bang’ten artakalan radyasyon evrenin başladığına delil olabilir mi? Bu soruya Penzias ve
Wilson’un araştırmaları ve COBE uydusunun çok kısa sürede saptadığı bu keşfin sonuçlarıyla
karşılık verebiliriz. Radyo dalgalarına gelen bu parazitler evrenin her tarafından eşit olarak
107 Craig, The Kalam Cosmological Argument, s.115; Bkz. George Gamow, 1-2-3 Sonsuz, çev: C. Kapkın, Evrim yay., İstanbul, 1995, s.301; Silk, Evrenin Kısa Tarihi, s.66. ; 108 William Lane Craig, The Kalam Cosmological Argumant, s. 114-115; Silk, a.g.e., s.63. 109 Hakim, The Special Status of Cosmology in Science, s.111. 110 Hakim, The Special Status of Cosmology in Science, s.111-112. 111 Silk, a.g.e., s.64. ; Ayrıca bkz. Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı: 434-436. 112 Craig, The Kalam Cosmological Argumant, s.113.
36
gelmekteydi. Bu ise patlamanın bölgesel olmadığının deliliydi. Patlama evren oluştuktan sonra
ve evrenin herhangi bir yerinde meydana gelmemiştir. Penzias ve Wilson’a göre bu evreni
oluşturan ilk patlamadır. Böylece ateist felsefenin temsilcilerinden Fred Hoyle’un ileri sürdüğü
düşünceye bilimsel bir cevap sayılmıştı. Çünkü o, evrenin büyük patlamayla yoktan yaratıldığını
ileri süren bilim adamlarına ‘evren şayet böyle bir patlamayla başladıysa, bu patlamadan
artakalan radyasyonun olması gerekir’ sözüyle karşı çıkmıştı.
Hoyle’un yaptığı itirazlar sonucu ortaya çıkan bu gerçek evrenin başlangıcına dair
varolan bilimsel muammayı ortadan kaldırmaya yetiyor muydu? Şayet bu keşif evrenin
başlangıcına delil teşkil ediyorsa, bu evrenin bir yaratıcı Tanrı tarafından yoktan yaratıldığını
ispatlayabilir mi? Aslında fizik alanındaki bu keşifler metafizik alan olan Tanrı’nın varlığı
hakkında ne derece sağlıklı bilgi verebilir? Ancak bütün bu keşifler evrenin bir başlangıcı
olduğuna dair kesin deliller veriyorsa cevaplanması gereken şu soruyu sorabiliriz: İnsan idrakini
aşan bir boyuta ve özelliğe sahip evrenin sıfır hacimden yani yokluktan bir anda kendi kendine
varolma şansı var mıdır? Dolayısıyla harikulade evrenin başlangıcı için bir yaratıcı zorunlu değil
midir?
20.yüzyılın başlarından itibaren yapılan araştırma ve gözlemler evrene dair daha bilimsel
ve gerçekçi oluşum teorileri hazırladı. İnsanlara evren hakkında yepyeni ufuklar kazandırdı.
Bilimin vardığı sonuçlar ve ispatlar felsefe ve inanç dünyasını da etkilemiştir.
4. TERMODİNAMİĞİN İKİNCİ YASASI ( ENTROPİ YASASI )
Herhangi bir cisimde, toplam ısının sıcaklığa oranına entropi adı verilir. Entropi bu
oranın eşitlenme süreci bakımından önemlidir. Termodinamiğin ikinci yasasına göre, mutlak sıfır
(-273.16) sıcaklıkta bütün enerji ısıya dönüşür. Bu entropinin esasıdır.113 Diğer anlamda entropi
evrende bulunan enerjinin devamlı olarak ısıya dönüşmesi ve ısı akışı meydana gelmesidir. Bu
113 İnan, a.g.e., s.195.
37
enerji ve ısı dengeleninceye kadar devam eder. Entropi arttıkça enerji dağılımı da
eşitlenmektedir. Bu termodinamik denge halidir.114
Termodinamiğin ikinci yasasına göre hiçbir işlem, kapalı bir sistemdeki düzensizlik ve
entropinin toplam miktarını azaltamaz. Neticede, toplam düzensizliğin dengelenmesi ve
maksimum entropiye ulaşarak sistemin tamamı eşit enerjiye sahip olur.115 Bu anda ısıl ölüm
gerçekleşir ve sistem yok olur.116 Bu hale gelmiş hiçbir sistem tekrar canlanamaz.117 Evrenin de
gerçekleşen entropi sonucunda ısı ölümünü yaşayacağı varsayılmaktadır. Big Bang bize evrenin
başlangıcı hakkında bilgi verirken entropi yasası da evrenin her an sona doğru yaklaştığı
varsayımı hakkında önemli bir delil sunmaktadır. Big Bang ve termodinamiğin ikinci yasası
teizm için inancın rasyonel ve bilimsel temeli olarak kabul edilebilir.
Entropi yasası, ısının tek yönlü, geri çevrilemez akışının olduğunu öne süren fizik
kuralıdır. Evrenin bir sonunun olduğunu ortaya çıkaran entropi yasasının sonuçları, bizi bazı
felsefi sonuçlara da götürecektir..
5. İLK ÜÇ DAKİKA
Big Bang teorisinin ortaya çıkardığı evrenin oluşum evrelerini bilim dünyasının genelde
kabul ettiği şekilde sıralamak, Bing Bang’i daha iyi kavramamıza neden olabilir. Bunun
neticesinde kozmolojik delile bilimsel bir boyut katmış olabiliriz. Şunu hemen belirtelim ki biz
burada bilim dünyasında genel kabul görmüş teori, gözlem ve deneylerin sonuçlarıyla hareket
edeceğiz. Big Bang’in verilerini kozmolojik argüman çerçevesinde değerlendirmeye çalışacağız.
Ele aldığımız konu hem fizik hem de metafizik alanı kapsadığından ve bilimin her an
yeni keşiflerle ve bulgularla değişebileceğini göz önüne alırsak varacağımız sonucun
matematiksel kesinlik taşımayacağı muhakkaktır. Bizim esas olarak yapacağımız şey ise,
matematiksel ve fiziksel kesinlik arz eden kanunlardan hareketle evren hakkında önce bilimsel 114 Craig, The Kalam Cosmological Argument, s.132. 115 Copan and Craig, Creation out of Nothing, s.244. 116 Craig, The Kalam Cosmological Argument, s.134. 117 İnan, a.g.e., s.196.
38
verileri sunmak ve sonrasında bizim tezimizin asıl özünü teşkil eden bu veriler ışığında evrenin
oluşumu hakkında felsefi ve teistik bir yargıya varmaktır.
Evren şu anki duruma gelinceye kadar elbette bir çok evrelerden geçmiştir. Bilim
adamları Big Bang’in ilk zamanından (Plank zamanı: 10¯�³ saniye) itibaren ilk üç dakika
içerisindeki oluşumu evreler halinde ortaya koymuşlardır.118 Steven Weinberg “İlk Üç Dakika”
adlı eserinde bu konuyu geniş olarak ele almıştır. Bu ilk üç dakika içerisinde oluşan ve evrendeki
varlıkların hayat kaynağı olan elementlerin Big Bang’e ve dolayısıyla da yaratılış gerçeğine ışık
tutması, kozmolojik argüman için güvenilir, geçerli bilimsel önerme oluşturmasını sağlamıştır.
Şimdi kısaca evrenin ilk dakikalardaki durumu ile ilgili verileri özetlemek istiyorum.
Evrenin sıcaklığı plank döneminde 10³² derecedir. Bu anda madde henüz şekillenmeye
başlanmamıştır. 10¯³�nci saniyede sıcaklık 10²⁹ derecedir. Bu aşamada atomlar henüz
yaratılmış değildir. Evrenin plank zamanı dediğimiz en küçük zamanı 10¯�³ saniye olarak tespit
edilmiştir. Bundan daha küçük zaman aralığı evrende bulunamamıştır. Newton ve Einstein’in
formüllerindeki madde, uzay ve zamanın birbirine olan bağımlılığı evrenin t = 0 anında
varolmaya başladığının bir delili olabilir. Buna bağlı olarak diyebiliriz ki; t = 0 anından önce
hiçbir şey, zaman, madde, enerji, uzay mevcut değildi.119 Bilim adamları evrenin oluşumunu
Plank zamanından itibaren dönemler halinde açıklamışlardır. Steven Weinberg evrenin oluşum
evrelerini altı değişik film karesi şeklinde anlatmaya çalışmıştır.
1.dönem: Bu dönemde evrenin ısısı yüz milyar derecedir. Zaman 10¯²’nci
saniyededir. Evrenin ilk maddesi şekillenmeye başlamıştır. Aşırı sıcaklıktan dolayı henüz proton
ve nötron gibi ağır parçacıklar yoktur.120 Evren olabilecek en basit ve betimlemesi en kolay
118 Weinberg, İlk Üç Dakika, s.97; Paul Davies, Son Üç Dakika, s. 31; Ted Burge, Günümüzde Yaratılış Öyküsü, Russell Stannard, Yeni Bin Yılda Tanrı içinde, (çev: Atalay Atabek), Gelenek yay., İstanbul, 2002, s. 15; Hubert Reeves, İlk Saniye, (çev: Esra Özdağan), Yapı Kredi yay., İstanbul, 2001, s.79; Taşkın Tuna Uzayın Sırları, s.185. ; İnan, a.g.e, s.24. 119 İnan, a.g.e, s.24-25. 120 İnan, a.g.e., s.25.
39
durumdadır. Madde ışınımdan oluşmuş ayrılamaz bir çorba gibidir; bu çorba içindeki her bir
parçacık diğer parçacılarla çok hızlı bir şekilde çarpışır. Böylece, hızla genişlemesine karşın,
evren neredeyse tam bir ısısal denge durumundadır.121 Birinci dönemde evren hızla genişlemekte
ve soğumaktadır. Atomlar, patlamayla birlikte meydana gelen sıcaklığın soğuması sonucu
oluşmuştur. Hubble 1929 yılında yaptığı gözlemle evrenin sürekli genişlediğini ortaya koymuştu.
Evren genişledikçe soğumaya da başlıyordu. Genişleme hızı birinci dönemde oldukça fazladır.
Bu dönemde evrenin sıcaklığı oldukça fazla olduğundan çok az sayıda çekirdek parçacığına
sahiptir.
2.dönem: bu dönemde evren 30 milyar derecededir. Birinci dönemden beri 0.11 saniye
geçmiştir. Nitel olarak hiçbir şey değişmemiştir. Evrenin içeriğine hala elektronlar, pozitronlar,
nötrinolar, karşınötrinolor ve fotonlar egemendir. Evrenin genişleme zamanı uzayıp 0.2 saniye
olmuştur.122 Buradan hareketle diyebiliriz ki evrenin genişleme hızı patlamadaki ilk ana göre
devamlı yavaşlamaktadır. Bu dönemde sadece nötron ve protonlar belirmeye başlamıştır.123
Çekirdek parçacıklarının dengesi, %38 nötron ve % 62 proton şeklinde bir kayma göstermiştir.124
3.dönem: Evrenin sıcaklığı 10 milyar dereceye kadar düşmüştür. Meydana gelen
soğumayla beraber elektronlar ve fotonların ısısal dengesi ortadan kalkmıştır. Elektronlar ve
fotonlar özgür parçacıklar gibi davranmaya başlamışlardır.125 Evren yeterli derecede düşük
sıcaklığa ulaşamadığından nötron ve protonların bir araya gelip atomları oluşturmaları henüz
gerçekleşmemiştir.126
4.dönem: Evrenin sıcaklığı 3 milyar derecedir. Bu döneme kadar 13,82 saniye geçmiştir
ve evren korkunç bir hızla genişlemektedir. Bununla beraber sıcaklık aynı şekilde düşmektedir.
Artık elektron ve pozitronlar eşik sıcaklığının altındadır. Dolayısıyla evrenin çoğunlukta olan
121 Weinberg, İlk Üç Dakika, s.97-98. 122 Weinberg, İlk Üç Dakika, s.101. 123 İnan, a.g.e., s.25. 124 Weinberg, a.g.e., s.101. 125 Weinberg, a.g.e., , s.101. 126 İnan, a.g.e., s.25.
40
yapı taşları konumundaki elektronlar ve pozitronlar hızla yok olmaya başlamışlardır. Onların yok
olmasıyla salınan enerji, evrenin soğuma hızını yavaşlatmıştır. Elektronlar ve pozitronlar hızla
yok olurken, evren, artık helyum (He�) gibi çeşitli kararlı çekirdeklerin oluşmasına yetecek
kadar soğuktur; fakat bu hemen gerçekleşmez. Çünkü evren öylesine hızla genişlemektedir ki,
çekirdekler ancak bir dizi hızlı iki parçacık tepkimeleri sonunda oluşabilirler. Bu dönemde
nötronların protonlara dönüşmesi devam etmektedir; denge %17 nötron ve %83 protondur.127
5. dönem: Evrenin sıcaklığı 1 milyar derecedir. Yani güneşin merkezinden 70 kat daha
sıcak... Patlama anından itibaren üç dakika ve iki saniye geçmiştir. Elektronlar ve pozitronların
çoğu yok olmuştur. Artık evrenin yapı taşları fotonlar, nötrinolar ve karşınötrinolardır. Evrenin
bu anında nötron-proton dengesi, %14 nötrona karşılık %86 protondur.128
6. dönem: evren yaklaşık üç yüz milyon derece sıcaklıktadır. İlk dönemden bu yana 34
dakika 40 saniye geçmiştir. Elektronlar ve pozitronlar birbirlerini tümden yok etmişlerdir.
Çekirdek parçacıkları artık çoğunlukla helyum çekirdekleri halinde bağlıdırlar, ya da özgür
proton (hidrojen çekirdeği) halindedirler. Bu dönemde evren hala o kadar çok sıcaktır ki henüz
kararlı atomlar oluşamamaktadır.129
Yapılan bilimsel araştırmalar ve maddenin oluşması için gerekli şartların hesaplanması
sonucunda ilk evren maddesi olan atomaltı parçacıkların bu dönemden sonra oluştuğu öne
sürülmüştür. Artık madde şekillenmiş ve yüksek sıcaklık altında atomların karşılıklı ve uyumlu
etkileşimleri başlamıştır. Atomların oluşumu moleküllerin oluşmasına yardımcı olmuştur.
Moleküllerin birleşmesinden oluşan çok sayıda madde tüm uzayı doldurarak gökcisimleri
meydana gelmiştir. Peşinden galaksiler, güneş ve yıldızlar, gezegenler oluşmuştur.130
127 Weinberg, İlk Üç Dakika, s.102-103. 128 Weinberg, a.g.e., s. 103-104. 129 Weinberg, a.g.e., s.106. 130 İnan, a.g.e., s.26.
41
Buraya kadar kısaca açıkladığımız Big Bang’in bilimsel delilleri aslında işin hem çok
yalın, hem de çok küçük bölümünü oluşturmaktadır. Bizim için önemli olan, bu teorinin teizmin
kozmolojik delili için taşıdığı değeri incelemektir. Bu teori ile, materyalistlerin ve ateistlerin
durağan evren teorileri ve dolayısıyla tanrıtanımaz felsefeleri de çürütülmüş olmaktadır. Onların
ateist felsefelerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan sonsuz durağan evren modeli, özellikle
Hubble’ın 1929 yılında evrenin genişlediğini yaptığı gözlemle keşfetmesiyle ve patlamadan arta
kalan radyasyonların keşfiyle artık geçerliliğini yitirmiş görünmektedir. Bunu durağan evren
modelinin savunucusu Antony Flew şöyle açıklamaktadır: “ Hep söylendiği üzere, itiraf ruhu
arındırır. Bu yüzden yazıma şunu itiraf ederek başlamak istiyorum; ateistler çağdaş kozmolojik
uzlaşılar karşısında utanmalıdırlar. Çünkü öyle gözüküyor ki kozmologlar St. Thomas
Aquinas’ın felsefi olarak ispat edilemeyeceğini iddia ettiği şeye, yani evrenin bir başlangıcı
olduğuna dair bilimsel kanıt sunmaktadırlar. Şu ana kadar evrenin sadece sonsuz değil ama
ayrıca başlangıçsız olduğu düşüncesi rahatlıkla savunulabilirdi. Ben bunlara hala inanıyor olsam
da, Big bang hikayesi karşısında bu duruşu korumanın artık rahat yada kolay olmadığı çok
açık.”131
131 Anthony Flew, “Lewis’e Cevap”, Henry Margenau, Roy Abraham Varghese, Cosmos, Bios, Teos içinde, Çev: Ahmet Ergenç, Gelenek yay., İstanbul, 2002., s.224.
42
B. BİG BANG ve DİĞER EVREN TEORİLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
1. Sabit Durum Modeli (The Steady State Model)
Sabit durum teorisi, kozmolojinin bugün artık pek inanılmayan teorisidir. Bu teoriye
göre, evren genişleyip gökadalar birbirinden uzaklaştıkça, uzaydaki boşluğu dolduracak bir
maddenin bulunmaması sorunu ortaya çıkar. Bu boşluk daha sonra yoğunlaşarak yeni yıldız ve
gökadaları meydana getirir. Yeni gökadalar eski ve ölmekte olanların yerini alırlar. Bu nedenle
evren daima aynı görünür ve bu nedenle de sabittir.132
Durağan evren teorisi, Big Bang teorisinin aksine evrenin bir başlangıcının olmadığı ve
sonunun da olmayacağı iddiasındadır. Bu teori Herman Bondi, Thomas Gold ve Fred Hoyle’a
atfedilir. Fred Hoyle 1948 yılında Herman Bondi ve Thomas Gold ile birlikte, durağan evren
modelinden söz ettiler.133 Bu teorinin bütün yorumlamalarında evren, zaman içinde sonsuzdur.
Bu teoriye göre, Einstein’in İzafiyet Teorisi’nde belirttiği gibi evren izotropik134 kozmik
genişleme halindedir. Teori’ye göre galaksiler birbirinden uzaklaştıkça yani evren genişledikçe,
boşlukları doldurmak ve genel bir sabit yoğunluğu korumak için sürekli yeni madde meydana
gelir.135 Big Bang teorisine göre ise, evren genişledikçe madde yoğunluğu azalmaktadır. Şayet
evren ezeli olsaydı, azalan madde miktarı yüzünden hiçbir yıldız hiçbir gezegen oluşamazdı.
Fred Hoyle, bu sorunu giderebilmek için sürekli oluşum tezini ortaya attı. Bu teorinin temel
özelliği, evrenin bir bütün olarak değişmemesi yani sonsuz olması, maddenin kendi kendini
sürekli yenilemesidir: Doğum, evrim, ölüm. Ama tükenmeksizin takviye edilen yeni oluşmuş
maddeden, sürekli yeni gökadalar oluşmaktadır.136 Maddenin devamlı kendi kendini meydana
132 Davies, Tanrı ve Yeni Fizik, s.436. 133 Copan and Craig, Creation out of Nothing, s.225. 134 COBE (Cosmic Background Explorer) uydusunun keşfettiği evrenin her tarafından eşit olarak gelen Kozmik fon ışımasının en belirgin özelliği, bu ışımanın uzayın belli bir yerinden değil; her yönünden ve uzak yakın demeden aynı şiddetle gelmesinden kaynaklanır. Bu ışıma sadece bizim bulunduğumuz Güneş Sistemi’nden, sadece bizim Samanyolu Galaksisi’nden yayılmamaktadır. Uzayın her tarafı, her köşesi hiçbir uzaklığa bağlı olmaksızın hep aynı değerdeki ışıma ile dopdoludur. Bu özelliğe “izotropi” adı verilir. Evrenimiz de izotropik bir özelliğe sahiptir. (Taşkın Tuna, Uzayın Ötesi, Boğaziçi yay., İstanbul, 2000, s.25-26.) 135 Copan and Craig, Creation out of Nothing, s.225. 136 Davies, Son Üç Dakika, s.154.
43
getirmesi, evrenin ezelden beri kendini sürekli yenilemesi, panteizmin bir çeşidi gibi
görünmektedir.137 Modelin sürekli oluşum fikri, bir yönüyle evrene yaratma kabiliyeti
yükleyerek panteist bir yaklaşım sergiler gibi gözükmektedir. Her ne kadar durağan evren
modelinin ana fikrinden bu sonucu çıkarabilirsek de, teorinin tamamen ateist evren anlayışların
yansıması olarak ortaya çıktını da söyleyebiliriz.
Durağan evren modeli, evrenin başlangıçta hiçlikten nasıl varolduğunu açıklama
zorunluluğunu ortadan kaldırır ve evrimsel değişim aracılığıyla oluşan ilgi çekici çeşitliliği,
kozmik ölümsüzlükle birleştirilir. Bunun ötesinde, ebedi kozmik gençlik sunar, çünkü bireysel
gökadalar teker teker ölseler de bir bütün olarak evren asla yaşlanmaz. Çünkü bu teoriye göre,
eski gökadanın yakıtı tükendiğinde, sakinleri daha genç bir gökadaya taşınırlar. Bu durum
sonsuza dek aynı dinçlik, çeşitlilik ve faaliyet düzeni korunarak ebediyen sürebilir.138
Fred Hoyle ve arkadaşlarının ileri sürdükleri durağan evren modeli, fiziğin en temel
yasalarından biri olan enerjinin ve maddenin korunumu yasasına uymamaktadır. Bu yasaya göre
madde ve enerji yoktan varolamaz. Einstein’in formüle ettiği E= mc²’ye göre, madde enerjinin
bir formudur. Madde enerjiye, enerji de maddeye dönüşebilir. Ancak Fred Hoyle’un ileri
sürdüğü sürekli oluşum düşüncesinde, maddenin veya enerjinin nereden ve nasıl geldiği
açıklanmamıştır. Diğer taraftan madde, çeşitli atomların yeterli oranında bir araya gelmesiyle
oluştuğuna göre, bu oranın yeter derecede kendiliğinden meydana gelmesi de durağan evren
modeli açısından çözülmesi güç bir problem olarak karşımıza çıkar. Belli bir zaman sonra kendi
kendine ölen gezegenlerin yeniden oluşması için gerekli oranda madde nasıl kendi kendine
ortayaçıktığı sorusu da modelin geçersizliğinin ispatı açısından önem arzeder.
1960 yılından itibaren, durağan evren modeline karşı, gözlemsel deliller de artmaya
başlamıştır. Bunlardan en önemlisi, 1965 yılında kozmik arka alan ısı ışınımının (Big Bang
137 Craig, The Kalam Cosmological Argumant, s.121. 138 Davies, Son Üç Dakika, s.154-155.
44
sonrası ortaya çıktığı ileri sürülen, başka bir deyişle Big Bang’in fosili olarak nitelendirilen
kozmik fon radyasyonu) keşfedilmesidir.139 Neredeyse bütün kozmologlar, bu kozmik arka alan
radyasyonunun, kesin bir şekilde durağan evren modelinin inandırıcılığını ortadan kaldırdığını
ileri sürmüşlerdir.140 Bu evrenin ezeli olmadığını, bir başlangıcın olması gerektiğini ortaya koyan
Big Bang’in kalıntısı olarak yorumlanmıştır. Ayrıca termodinamiğin ikinci yasası da evrenin bir
başlangıcının ve sonunun olması gerektiğini ortaya koyuyordu. Zaten ileriki yıllarda Hoyle ve
çalışma arkadaşları da durağan hal kuramının felsefi ve bilimsel problemlerinden dolayı bu
klasik versiyonundan vazgeçtiler.141
Fred Hoyle ile birlikte uzun bir süre durağan evren modelini savunan Dennis Sciama, Big
Bang’i destekleyen deliller, bilim adamları tarafından kozmolojik neticeleri ortaya konulunca şu
açıklamayı yapmıştır: “Sabit durum teorisini savunanlarla onu test eden ve onu çürütmeyi uman
gözlemciler arasında, bir dönem çok sert çekişme vardı. Bu dönem içinde ben de bir rol
üstlenmiştim. Çünkü gerçekliğine inandığım için değil, gerçek olmasını istediğim için sabit
durum teorisini savunuyordum. Teorinin geçersizliğini savunan deliller ortaya çıkmaya
başladıkça Fred Hoyle bu delilleri karşılamada lider rol üstlenmişti. Ben de yanında yer almış, bu
düşmanca delillere nasıl cevap verebileceği konusunda fikir yürütüyordum. Ama deliller
biriktikçe artık oyunun bittiği ve sabit durum teorisinin bir kenara bırakılması gerektiği ortaya
çıkıyordu.”142
139 Craig, The Kalam Cosmological Argument, s.118. 140 Copan and Craig, Creation out of Nothing, s.226. 141 Craig, a.g.e., s.119. 142 Hawking, Evreni Kucaklayan Karınca, Alkım yay., İstanbul, 1993, s.62-63.
45
2.Sonsuz Evrenler Teorisi ve Boşluk Dalgalanmaları Modeli143
(Vacuum Fluctuation Model)
Sonsuz Evrenler Teorisi, Edward Tyron’un 1973 yılında ortaya attığı modeldir.144
Tyron’a göre, bizim evrenimiz ve diğer bir çok evren kuantum dalgalanmaları sonucunda
oluşmuştur. Bu modele göre tüm evrenleri doğuran uzay adeta bir sabun okyanusu gibidir. Her
evren bu süper uzaydan çıkan bir baloncuktur. Bizim evrenimiz de bu sonsuz baloncuklardan
birisidir. Sonsuz zamanda sonsuz uzaydan devamlı mini evrenler oluşur.145
Evrenin başlangıcına dair ortaya atılan Boşluk Dalgalanmaları teorisi, evrenin şişmesine
dair savunulan genişleme görüşleriyle birlikte Big Bang’i en başta varolan bir boşlukta
gerçekleşen kuantum (atomaltı)146 dalgalanmalarının nihai ürünü olarak tarif eder. Bu teoriye
göre evren, birtakım kanunlar uyarınca yokluktan varolmaya başladığı ileri sürülür. Ancak bu
yokluk mutlak yokluk anlamında değil, somut objelerin bulunmadığı bir yokluktur. Yani evren
ve madde kuantum düzeyinde ezelden beri vardır. Evren varolmadan önce, atomaltı parçacıklar
ve bu parçacıkların mekanik hareketleri vardır. Bu durum kuantum boşluğu (quantum-
mechanical vacuum) anlamına gelir.147 Teoriyi ortaya atanlar, mutlak yokluğun varolmadığını
belirterek “sonsuz evrenler” modelini oluşturmuşlardır.
Bu modele göre, evrenimiz başka kuantum dalgalanmaları tarafından meydana getirilen
kabarcık evrenler denizinde sadece bir kabarcıktan ibarettir. Harvard Üniversitesi
143 Evrende, sürekli olarak, evrenin ilksel bir durumdan (Big Bang’te olduğu gibi) gittikçe genişlediği periyotlarla, tekrar bu duruma doğru büzüldüğü periyotlar yaşandığı teorisi. ( Stacy Kniffen, “Sözlük”, Margenau, Varghese, Kozmos, Bios, Teos içinde, s.264. 144 Copan and Craig, Creation out of Nothing., s.230. 145 Copan and Craig, a.g.e., s.231. 146 Kuantum, atomun içindeki parçacıklardır. Kuantum teorisi de, atom ve atomaltı parçacıklarının davranışlarını inceler. Atomun içindeki parçacıklar hiçbir kurala ve formüle sığmayan davranışlarda bulunurlar. Daha doğrusu bunların hareketleri henüz formüle edilememiştir. Kuantum, Latince’de ‘paketler halinde’ anlamını taşır. Kuantum mekaniği bu parçacıkların kütle, elektrik yükü, enerji ve ve momentumları ile ilgilidir. Isı, ışık ve bütün diğer radyasyonlar küçük paketler halinde yayılır ve bu paketlere kuanta adı verilir.(Yalçın İnan, a.g.e., s.153 ; ayrıca bkz: Steven Weinberg, Atomaltı Parçacıklar, çev: Zekeriya Aydın, Tübitak yay., Ankara, 2002) 147 Quetin Smith, “The Wave Function of a Godless Universe”, Craig and Smith, Theism, Atheism, and Big Bang Cosmology içinde, s.301.
46
Profesörlerinden Sidney Coleman çeşitli evrenlerin kuantum solucan delikleri denilen uzay-
zaman alanında birbirlerine salınımlar aracılığıyla bağlı olduklarını düşünmektedir.148
Christopher İsham bu modelin problemlerini ortaya koymuştur. İsham’a göre, bu modelin
iddia ettiği gibi, sonsuz zaman geriye gidersek, bu baloncuk evrenler her yere saçılacak ve bu
evrenler genişledikçe birbirine geçecek ve çarpışacaktır. İsham’a göre içerdiği büyük
problemlerden dolayı bu model yirmi yıl önce terkedilmiştir149
3.Açılır-Kapanır Evren modeli (Oscillating Model of the Universe)
(Döngüsel / Dalgalanan Evren Modeli)
Dalgalanan evren modeline göre, evrenin genişlemesi gelecekte bir noktada duracak ve
evren büzülerek ilk haline dönecektir. Bu büzülmeyi başka bir patlama takip edecektir, daha
sonra yine bir büzülme, daha sonra yine bir patlama ve böyle sonsuz ya da başlangıçsız bir
şekilde sürüp gidecektir.150
Dalgalanan ya da açılır-kapanır evren modelinde evren azami bir boyuta dek genişler,
daha sonra büyük bir büzülüşe dek daralır, ama kendini tamamen yok etmek yerine bir şekilde
geri sıçrar ve yeni bir genişleme ve büzülme döngüsüne girer.151 Evren böylece birbirinin
peşisıra şişirilen ve boşaltılan, balon gibi, düşük yoğunluk durumları çökmüş ‘çatırtı-patlamalar’
arasında salınan ve şişirilen evrenler dizisi döngüsel bir tarzda sonsuza dek sürüp gider.152 Bu
durumda evrenin gerçek bir başlangıcı ya da sonu yoktur, ama her bireysel döngünün belli bir
başı ya da sonu olacaktır. Bu özellikle, doğum ve ölüm, yaratılış ve yok oluş döngülerinin önemli
yere sahip olduğu Hindu ve Budist mitolojilerinden etkilenmiş kişilere çekici gelen bir
148 Varghese, “Giriş”, Margenau, Varghese, a.g.e. içinde, s.32. 149 Copan and Craig, Creation out of Nothing, s.231. 150 Varghese, Giriş, s.29. 151 Davies, Son Üç Dakika, s.145. 152 Davies, Tanrı ve Yeni Fizik, s.328.
47
kuramdır.153 Bu modelde her evren bir öncekinin ateşler içindeki ölümünden doğar. Bu ilk
durumdan yeni sistemler, yapılar geliştirir ve bir sonraki büyük büzülüşte her şey sil baştan
olmadan önce kendi zengin yeniliğini keşfeder. Teoriye göre, evren Big Bang’ten önce sonsuz
kez patlayıp büzülmüştür. Şu anda içinde yaşadığımız evren bir önceki evrenin içine
çökmesinden sonra oluşmuştur.
Paul Davies’ e göre kuramın ciddi fiziksel sorunları vardır. Bu sorunlardan biri, çöken
evrenin bir büyük büzülüşte kendini yok etmek yerine çok yüksek bir yoğunlukta sıçramasına
izin verecek, akla yakın bir süreç saptamaktır. Patlamanın momentumunu tersine çevirmek ve
kütle çekiminin ezici gücüne karşı çıkmak için, çöküşün ileri aşamalarında bir tür çok büyük
karşı-kütleçekimsel kuvvet olmalıdır. Şu anda böyle bir kuvvet bilinmiyor.154 Craig’e göre de,
açılır-kapanır evren modeli uyarınca evren kendi içine çökecek olsa bile, bilinen hiçbir fizik
kanununun böyle bir çökmeyi geri çevirmesi ve evreni yeni bir patlama ile yeniden oluşturması
mümkün görülmemektedir.155
Teorinin fizik yasalarına aykırılığını gösteren önemli bir yasa da entropi
(Termodinamiğin İkinci Yasası) yasasıdır. Buna göre eğer evren gerçekten sürekli kapanıp-
açılıyorsa bile, bu döngü sonsuza kadar gidemez. Evrenin sonsuz olduğuna dair ortaya atılan
teorilerin entropi yasasının ortaya çıkardığı bir takım fiziksel gerçeklerle uyuşmaması, bu
teorilerin geçerliliğinin sorgulanması açısından önemlidir.156 Yapılan hesaplamalar, döngüsel
evrenlerin birbirlerine entropi aktaracaklarını göstermektedir. Yani enerji her evrende biraz daha
yararsız hale gelecek ve her yeni açılan evren biraz daha yavaş açılıp biraz daha geniş çapa sahip
olacaktır. Bu ise zamanda geriye doğru gidildiğinde daha küçük evrenler olmasını gerektirecek
153 Davies, Son Üç Dakika, s.145. 154 Davies, Son Üç Dakika, s.146. 155 Craig, The Kalam Cosmological Argumant, s.137. 156 Craig, a.g.e., s.136.
48
ve yine ilk evrende kilitlenecektir. Buna göre, eğer sürekli açılıp-kapanan evrenler olsa bile,
bunların ilk başta yine yokluktan varolmaları gerekecektir.157
Robert Jastrow158 ortaya çıkan delillerin dalgalanan evren hipotezine karşı olduğunu
belirtmiştir. Ona göre, elde edilen son bilgiler, Evren içerisinde, genişlemeyi duraksatıp, evreni
tekrar eski haline döndürmek için yeterince madde olmadığını göstermektedir. Ayrıca bu modele
göre, evren her çöküşünde varolan dünyayı tamamen yok edecektir. Eğer dünya bu yıkıntıdan
tekrar ortaya çıkarsa bu yeni bir dünya olacaktır. Bu bizim dini ve bilimsel deneyimlerimizin
ötesine geçen bir şeydir. Varghese’ye göre, dalgalanan evren hipotezi, dalgalanma eğilimi
gösteren bir evrenin nasıl ortaya çıktığını ya da varolmaya nasıl devam edebildiğini
açıklayamamaktadır.159
4.Kuantum Yerçekimi Modeli (Quantum Gravitiy Model)
Kuantum yerçekimi modeli, kuantum (atomaltı) fiziğinde yapılan bir gözleme dayanarak
oluşturulan bir evren modelidir. Bu teoriye göre, atom altı parçacıklar, boşluk içinde kendi
kendine varolur ve yok olurlar. Buna göre, herhangi bir sebep olmaksızın madde, kuantum
düzeyinde yoktan varolabilmektedir. “Parçacıklar, kesin bir neden olmaksızın hiçten ortaya
çıkabilirler. Kuantum teorisi çekime bağlandığı zaman, uzay zamanın kendi davranışını içine
alır.”160
Stephen Hawking Big Bang’i kuantum yer çekimi teorisine göre açıklayarak evrenin
başlangıcında bir özel durum161 olması yönündeki görüşü kabul etmemiştir. Bu teori, makro
düzeyde (Genel Görecelik) bir bilim ile mikro düzeyde (kuantum fiziği) bir bilimi birleştirme
çabasıdır. Genel görecelik kuramı kütlesel çekim kuvvetini ve evrenin büyük ölçekteki yapısını –
yani birkaç kilometre kadar alandan başlayıp evrenin gözlemlenebilir sınırı olan milyon kere
157 Craig, a.g.e., s.138. 158 Goddard Uzay Araştırmaları Enstitüsü Başkanı ve Dartmouth Üniversitesi Yeryüzü Bilimleri Profesörü 159 Varghese, Giriş, s.29 160 Davies, Tanrı ve Yeni Fizik, s.408 161 Özel Durum: Bütün evrenin sonsuz bir yoğunluğa sahip bir kütlede toplandığı nokta ( Big Bang Singularity). Matematikte bir fonksiyonunun sonsuz değerlikte olduğu nokta.
49
milyon kilometre kadar büyüklüğe uzanan yapısını anlatır. Kuantum fiziği ise bir santimetrenin
bin milyarda biri kadar küçük ölçekteki olaylarla uğraşır.162
Hawking, ortaya attığı kuantum yerçekimi modelinin geçerliliği kabul edilse bile bunun
fiziksel açıdan evrenin başlangıcı sorununu çözmeyeceğini ifade etmektedir. Ona göre, böyle tek
bir birleşik kuram mümkün olsa bile, bu kural ve denklem takımlarından başka bir şey değildir.
Hawking bu sorunu sorduğu birtakım sorularla ortaya koymaktadır: Bu denklemlere yaşam veren
ateşi üfleyen ve onlara tanımlamaları için bir evren sunan şey nedir? Hawking’e göre bilimin
matematiksel modeller kuran genel yaklaşımı, modelin tanımlaması için neden bir evren olması
gerektiğine ilişkin sorulara cevap veremez. Evren niçin kalkıp da varolma rahatsızlığına
katlanıyor?163
Kuantum evren modelinde, atomaltı parçacıklar, boşluk içinde kendi kendine
oluşmaktadır. Buna göre madde, dolayısıyla evren sebepsiz ve kendiliğinden bir şekilde hiçlikten
meydana gelmştir. Varghese’ye göre, mutlak hiçlik bilimsel araştırmanın konusu olamaz.164 Paul
Davies ortaya atılan kuantum evren modeli için şu yorumu getirmektedir: Burada açıklanan
yöntemler, maddenin yokluktan kendiliğinden varolduğunu değil ama önceden varolan enerjinin
cismani forma dönüşmesini tasvir ederler.165 Ancak enerjinin nereden geldiğini izah
edememekteyiz. Kuantum fiziğinde varolması gereken enerjinin izahı, köken sorununa bir
çözüm getirebilir.166 Craig de benzer bir düşünceyle bir kuantum modelinde ortaya çıkan
parçacıkların etraflarında bulunan enerjiyle form kazandıkları kanaatindedir. Craig, kuantum
yerçekimi modelinin, aslında standart Big Bang modelle167 olan benzerliğini ortaya koymaktadır.
162 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.28-29 163 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.219. 164 Varghese, Kozmos, Bios, Teos, giriş, s.43-44. 165 Davies, Tanrı ve Yeni Fizik, s.83. 166 Varghese, giriş, s.44. 167 Burada “standart Big Bang” dememizin nedeni, Kuantum evren modelini ortaya atan Hawking’in Big Bang’e yeni bir anlayış getirme isteği dolayısıyladır. Hawking, evrenin genişlediğini ve Big Bang’i kabul etmesine rağmen, standart Big Bang modelinin teistik yormunun aksine bunun tanrısal bir güç tarafından başlatılmadığına inanmaktadır. Ona göre madde ve dolayısıyla evren, kendisinin açıklayamadığı denklemler dizisiyle, kuantum düzeyinde kendi kendini yaratmıştır.
50
Hem standart Big Bang modelinde, hem de Kuantum evren modelinde yokluktan varolma olayı
vardır. Ancak kuantum evren modelini savunanlar bir yaratıcıya gereksinim duymadan bunu
maddenin kendi özelliği olarak nitelerken, standart Big Bang Teorisinin savunucusu olan Craig,
enerjinin kendi kendine yoktan varolamayacağı ilkesinden hareketle bunu nihai bir tanrısal güce
dayandırmaktadır.168
Kuantum evren modeli, köken sorununu fiziksel olarak temellendirmeye çalışmıştır.
Ancak görülüyor ki, bu model de evreninin anını, yani esas köken sorusunu cevapsız
bırakmaktadır. Bilim evrenin başlangıcını fiziksel nedenlerle açıklayabilse bile, neden bir
evrenin varolduğunu ortaya koyamaz.
168 Copan and Craig, Creation out of Nothing, s.235-236.
51
İKİNCİ BÖLÜM
BİG BANG’İN FELSEFİ SONUÇLARI
A. KOZMOLOJİK DELİLİN BİLİMSEL MUHTEVA KAZANMASI
Kozmolojik delil, kozmostan yani evrenden Tanrı’nın varlığını ispata götüren
delillerdendir. İçinde yaşadığımız evrene ait gözlemlerimiz ve bilgilerimiz evrene dair
düşüncelerimizi belirler. Evrene bakış açımız Tanrısal bir sonuç üzerinde yoğunlaşıyorsa
çalışmalarımız ve değerlendirmelerimiz bu doğrultuda olacaktır. Tanrı’nın varlığına ilişkin
olarak öne sürülen kozmolojik delilin bilimsel muhteva kazanmasına geçmeden önce bu
delilin genel mahiyeti hakkında bilgi vermek istiyorum.
Kozmolojik delilin mahiyeti hakkında yapılan çalışmalara göz attığımızda evrenin
farklı yapıları ve özellikleri göz önüne alınarak farklı delil şekilleri oluştuğunu görmekteyiz.
Bu farklı oluşumları Big Bang’in kozmolojik delile olan katkısını ele alırken inceleyeceğiz.
Kozmolojik delil içindeki farklı yapılar esasen Mehmet S. Aydın’ın ifadesiyle “kozmolojik
deliller ailesi”169 olarak ele alınması daha uygundur.
Kozmolojik delil genel anlamda evrenin yapısından ve ilişkisinden hareketle
evrenin oluşturan nedenin ne olduğuna dair açıklama arayışlarının tümüne denir. Yani
evrenden –özellikle başlangıcından- yola çıkarak Tanrı’nın varlığını ispata çalışan delildir.
Kozmolojik delilin meşhur iki çeşidi vardır: Hudüs delili ve imkan delili.
Hudüs delili, evrenin sonradan varolduğu, dolaysıyla bir sebebe muhtaç olduğu
biçiminde iki temel önermeden oluşmaktadır. Bu delile göre evren Tanrı’dan başka hiçbir
varlığın bulunmadığı bir anda (mutlak yokluk anında) sonradan varolmaya başlamıştır.170
Sonradan varolanın varlık sebebi kendinden olamaz. Bu nedenle mümkün varlıklar varlığını
169 Aydın, Din Felsefesi, s.41. 170 Richard Swinburne, The Existence of God, Clarendon Press, Oxford, 2004, s.133.
52
başka bir varlığa borçludurlar. Hudüs delili bize, varlığı yokluğa tercih eden ve varlığı
kendinden olan (ezeli) bir varlığın (Tanrı) olması gerektiğini telkin eder.171
Kozmolojik delilin bir versiyonu olan hudüs delili, genel olarak varolmaya başlayan
her şeyin bir sebebinin olması gerektiğini vurgular. Delil, hadisler silsilesinin geriye doğru
sonsuz gidişin imkansızlığını temel alarak, evrenin başlangıcı olması gerektiğini, başlangıç
için ise kadim varlığın zorunluluğunu ortaya koyar.172 Delilin mantıki çatısı şöyledir:
1. Varolmaya başlayan her şeyin varlığının bir sebebi vardır.
2. Evren varolmaya başlamıştır.
3. O halde evrenin varlığının bir sebebi vardır.173
Delilin anahtar önermesi evrenin başlangıcını vurgulayan ikinci önermedir.174
Burada kozmolojik delilin geçerliliğinin ispatı ikinci önermenin ispatına bağlı gibi
görünmektedir. Bu nedenle önermenin ispatı için hem felsefi, hem de deneysel argümanlar
ileri sürülmüştür.
Kozmolojinin doğa felsefesinin dalı olmasının yanı sıra metafiziğin de ilgi alanına
girmesinden dolayı kozmolojik alanda yapılan her türlü araştırmanın ve düşünmelerin
metafiziksel açılımı olmalıdır. Bilim adamları ve filozoflar kozmolojik çalışmalarda
kendilerine evrenle ilgili olarak farklı hareket noktaları belirlemişlerdir. “Bazıları sonlu
varlıklar kavramını, bir kısmı hareket ve değişme kavramını, bazıları imkan, cevaz ve
zorunluluk kavramlarını akıl yürütmenin merkezine koyarak”175 delile farklı şekillerde açılım
getirmişlerdir.
Kozmolojik delilin en önemli açılım kapısı, “İlk Neden” arayışı gibi
gözükmektedir. Kozmolojik delilin klasik versiyonu öncelikle mantıksal olarak zorunlu
171 Taylan, a.g.e, s.52. 172 Craig, The Kalam Cosmological Argument, s.63. 173 Craig, a.g.e., s.63. 174 Craig, a.g.e., s.65. 175 Aydın, a.g.e., s.41.
53
olandan başlıyor. Bu zorunlu olan ise, sonradan varolan her şeyin varlığının yeter bir nedeni
olması gerektiğidir. Sonradan varolan her varlık, varlığı için bir nedene ihtiyacı vardır.
Evrenin de varolması için bir başka varlığa ihtiyaç vardır. Önermenin bu bölümünde
sorulması ve cevabının verilmesi gereken daha temel bir soru vardır. Evrenin bir başlangıcı
var mıdır, yoksa varlığı ezeli midir? Evrenin sonradan varolduğuna dair getirilecek bilimsel
ve mantıksal deliller, delilin geçerli olmasının şartıdır. Evrenin sonradan varolduğu, birtakım
mantıksal çıkarımlarla ve evrene ait yapılan bilimsel çalışmalar ve gözlemlerle elde edilen
verilerin sonuçlarına dayanarak iddia edilebilir. 20. yüzyılda bilimsel gelişmelerin hız
kazanmasıyla birlikte evrenin başlangıcıyla ilgili öznel olan görüşler daha nesnel bir hal
alamaya başlamıştır. Bu gelişmeler evrenin başlangıcı hakkında daha objektif ve geçerliği
daha yüksek bir değerlendirme yapma fırsatı vermiştir.
Kozmolojik delilin nihai noktası Tanrı’nın varlığını ispattır. Ancak delilin “Alem
hadistir” sözü Zorunlu Varlık’ı ortaya koymak için bir basamak ise, bu sözün ontolojik
anlamdaki ön kabulü kozmolojik delilin en önemli problemidir. Bu açıdan Big Bang
teorisinin kozmolojik delil açısından taşıdığı en önemli değer, bu kabulün bilimsel muhteva
kazanmasıdır.
Platon’daki kozmosu yöneten Ruh,176 Aristo’daki İlk Muharrik,177 Farabi ve İbn-i
Sina’daki Vacibu’l Vücud ve İlk Sebep,178 Leibniz’deki Yeter Sebep,179 Gazali’deki
“Muhdis-i Kadim”180 gibi kavramlar, bir başlangıç için zorunlu olan ezeli ve ebedi varlığa
işaret eder. Bu, kozmolojik delilin mantıksal çıkarımının sonucudur. Burada bizce önemli
olan konu, bir başlangıcın olduğunu bilimsel olarak ispatlamaya çalışan Big Bang’in, fiziksel
176 Platon, Timaios, s.32. / 37a 177 Aristoteles, Metafizik, s.497. 178 İbn-i Sina, Kitabu’ş-Şifa, Metafizik/İlahiyat I, (çev: Ekrem Demirli-Ömer Türker), Litera yay., İstanbul, 2004, s.41. / 94; Farabi, Medinetu’l Fazıla, s.34. 179 G.W. Leibniz, On The Ultimate Origination of Things, Philosophical Writings içinde, London, 1934, s.32. 180 Gazali, İhyau Ulumi’d-din, çev: Ahmet Serdaroğlu, Huzur yay., İstanbul 1992, I. cilt, s.271.
54
nedenlerin bittiği yerde, felsefedeki mantıksal kuramın neticesi olan ve başlangıca neden
olduğu ileri sürülen İlksel Neden’in varlığına işaret etmesidir.
1. Teizmin Yoktan Yaratıcı Tanrı’sı ve Big Bang
a) Yaratılışın Anlamı
Bilimde yaratılış farklı anlamlara çekilebilecek esneklikte kullanılmaktadır. Ne
zaman diğer parçacıkların etkileşimi ya da boşluğun polarizasyonu (boşluk salınımı) sonucu
yeni bir parçacık ortaya çıksa, yaratılıştan bahsediliyor. Ancak biz burada felsefi bakış
açısıyla yaradılış kelimesini çok daha dar ve özel bir anlamda kullanmak istiyoruz. Burada
kastettiğimiz felsefi anlamda yaratılış, ‘creatio ex nihilo’, yani mutlak hiçlikten yaratılıştır.
Bilimin ilgilendiği ve ortaya koyduğu teoriler bazında tanımlayıp, izah edebildiği yaratılış,
yoktan yaratılış değildir. Bu daha çok hali hazırda varolan maddelerin ya da fiziksel anlamda
ulaşılabilecek nitelikte olan olguların niteliksel olarak farklı olan yenilerine
dönüştürülmesidir. Örneğin bir foton ‘çift yaratımı’ aracılığıyla elektron ve pozitrona
dönüşmektedir.181 Pozitron ve elektron, varlığı zaruri olan olgular değildir. Bunlar tabiatları
gereği varolmak zorunda değiller, kendi içlerinde kendi varoluşlarını izah edemezler.
Bunların varlığı, başka bir şeye bağlıdır. Bu durumda ise fotonun bağlı olduğu raslantısal
zincirle birlikte, yaratıldıkları fotona bağlıdır. Bütün fiziksel olgu ve nesnelerin zaruri
olmayıp şartlara bağlı oldukları çok açıktır. Hiçbir fiziksel olgu kendisini ya da kendi
varoluşunu izah edemez. Her birinin izi bir öncekilere ya da daha temel olanlara doğru
sürülebilir. Fiziksel açıklamadan yoksun olarak bu sonsuza dek sürüp gider. Böyle bir şey,
yani fiziksel olguların asıl nedenden yoksun olarak nedenler zinciriyle sonsuza dek sürüp
gitmesi mümkün olamayacağı için mantıksal ya da zamansal bir noktada yokluğun bir şeye
dönüşmesini bir şekilde açıklamak durumundayız. Eğer evren ezeli ve ebedi dersek,
181 William Stoger, Bilimde ve Dinde Evrenin Başlangıcı, Margenau, Varghese, a.g.e. içinde, s.240.
55
evrendeki her öğe kendi varoluşları için diğerlerine bağlı olduğu ve zaruri bir mevcudiyete
sahip olmadıkları için belirsizlik taşıyacaklar ve evren de, özel bir ortaya çıkış anından
yoksun olacaktır. Bu belirsizliği belirgin kılan tek anlayış ise nedensel bir başlangıcın
varlığını kabul etmektir.
Nedensel bir başlangıcı kabul ettiğimizde mutlak yokluktan söz edebiliriz. Yoktan
yaratılış, mutlak yokluktan maddesel ilk nedenin yaratılmasıdır. Yoktan yaratılıştaki yokluk
kavramı, sadece fiziksel boşluk anlamında değil, tamamen mutlak yokluğa işaret eder; zaruri
bir varlık, ilksel bir neden dışında, madde, enerji, yasa, kavram, zihin, zaman ve uzayın,
hiçbir kuantum salınımının, hiçbir olasılık yasasının, hiçbir mantık ya da düzen bağlamının,
yani hiçbir şeyin olmadığı bir durumdur bu. Yani zaruri bir varlığın mevcudiyeti dışında
hiçbir şey, hiçbir belirsiz bağımlı varlık mevcut değildir. Zaruri bir varlığın olmadığı bir
durumda mutlak yokluk sonsuza dek mutlak yokluk olarak kalacaktır. Bu yokluğun herhangi
bir şey ortaya çıkarması mümkün değildir. Zaruri bir varlığın olduğu durumda ise, zaruri
varlık tarafından ortaya çıkarılan zaruri olmayan bir şeylerden söz etmek mümkündür. O
halde diyebiliriz ki, şu anda varolmamız, bir şeylerin varolması, bu mevcudiyeti bahşedecek,
bunca olanlara can verecek zaruri bir varlığa, ilksel bir nedene işaret ettiğini söyleyebiliriz.182
Teizmin yoktan yaratıcı Tanrı anlayışında da, mutlak yokluktan evreni yaratan, bunca şeyin
varolabilmesi için varlığı zorunlu olan ilksel bir neden vardır. Teizmin yoktan yaratıcı Tanrı
görüşünün, evrenin başlangıcına dair bilimsel teorilerle uyumluluk içerisinde olduğunu
görüyoruz.
Yoktan yaratılış (creatio ex nihilo), fizik ve kozmolojinin bilimsel tavırdaki bir ön
kabulü ispatlayarak ulaştığı şeyi tamamlar. Yaratılış konusu, evrenin kökeni meselesiyle
birebir ilgilidir. Acaba evrenin kökeniyle ilgili bilim bize neler söylemektedir. Evrenin Big
Bang adı verilen büyük bir patlamayla başladığına dair bir teori ortaya çıktığında, bilim
182 Stoger, Bilimde ve Dinde Evrenin Başlangıcı, s.243.
56
dünyasındaki tartışma felsefi boyut kazanarak gerçekten bir yaratmanın varolduğu üzerinde
yoğunlaşmıştır.183 Çünkü Big Bang Teorisi, patlamaya neden olan şeyin ne olduğunu
açıklamaz. Bu nedenle bilim adamları yaratıcı bir Tanrı’nın varolması gerektiği gerçeğiyle
karşı karşıya kalırlar.184 Bilim bir başlangıcın olması gerektiğini ortaya koyarken, biz buna
felsefi bakış açımızla yoktan yaratılış diyoruz. Bu nedenle Big Bang, yoktan yaratılış
kavramının bilimsel öncülüğünü yapmaktadır. Yoktan yaratıcılık anlayışını geçerli kılan,
kozmolojinin ve evrende varolan her türlü olgunun kendi kendine yeterli olamayışıdır. Eğer
kozmoloji kendi kendini gerçeklikte zaruri ve kendi kendine yeterli bir şey olarak var
kılabilen, tek başına “denklemlere can veren ve bu denklemlerin tanıklaması için bir evren
yaratan”185 bir her şeyi kapsayan teoriye ulaşabilirse ancak o zaman yoktan yaratıcı
anlayışıyla çelişkiye düşer. Bu da mümkün görünmemektedir.
Klasik teizmin temel kabullerinden biri evrenin sonradan Tanrı tarafından yoktan
yaratıldığı inancıdır. Big Bang teorisi de bu inancın rasyonel ve bilimsel olarak
temellendirilmesine katkı sağlaması açısından önem arz etmektedir. Kimya profesörü olan
Jay Roth evrenin yapısı, başlangıcı ve işleyişiyle Tanrı’nın varlığını ilişkilendirerek şunları
söylüyor: “Evrenin fiziksel özellikleri beni, oyumu bütün bunları planlayan bir varlık ya da
yaratıcıdan yana kullanmaya sevkediyor.”186 Aynı şekilde evrenin kendi kendine yeterliliğini
savunan ünlü fizik profesörü Stephen Hawking de, evrende varolan ve evrenin varlığı için
zorunlu olan fizik formüllerini düzenleyen, “denklemlere can veren ateşi üfleyen ve onlara
betimleyecekleri evreni sağlayan asıl şeyin ne olduğunu sormaktan da kendini alamıyor.
Hawking’e göre, “bilimin matematiksel model oluşturma ilmi, kendi yaklaşımıyla, modelin
tanımlamayacağı bir evrenin neden var olması gerektiğine ilişkin sorulara cevap veremez.
183 Davies, Tanrı ve Yeni Fizik, s.48. 184 Muhammed A. Asadi, Birliğin Teorisi (The Unifying Theory of Everything), (çev: Kerem Genç), Gelenek yay., İstanbul, 2003, s.56. 185 Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.219. 186 Joy Roth, İkincil Sebeplere Dayanarak Tanrı’nın Varlığına İnanıyorum, Margenau, Varghese, a.g.e. içinde, s.183.
57
Evren niye kalkıp da varolma zahmetine katlansın ki? Evrenin bir yaratıcıya gereksinimi var
mı? Öyleyse o yaratıcının evren üzerinde başka etkisi var mı?”187 Eğer evren tabiatı gereği
kendi varlığını zaruri kılıyor ya da izah ediyor olsaydı, o zaman bu soruyla dile getirilen
hususlar bulanık ihtimaller perdesi altında gizlenmiş değil, bütün açıklığıyla gözlerimizin
önüne serilmiş olurdu.188 Big Bang’in ortaya çıkardığı bir takım gerçekler, bilim dünyasıyla
teolojiyi yan yana getirmesine neden olmuştur. Bir çok bilim adamı bu gerçeklerden ya da
olgulardan hareketle bilimi metafizik alana taşımışlar. Yahut din adamları, filozoflar ve
ilahiyatçılar öne sürdükleri savları bilimin verileriyle birleştirmişlerdir. Sonuçta ortaya
bilimle inancın birleştiği modern bir anlayış ortaya çıkmıştır. Big Bang teorisi de bu anlamda
kozmolojik delile yepyeni boyut kazandırmıştır. William Lane Craig’e göre standart Big
Bang kozmolojisinin teistik yorumu, yoktan yaratılışın klasik doktrinidir.189 Bu doktrinin
fiziki analizi, Big Bang teorisi etrafında birleşen kozmik delillerin ve keşiflerin ulaştığı
verilerle yapılmaya çalışmıştır. Kabul etmek gerekir ki, metafizikle bilimin birbirine en fazla
yaklaşması, Big Bang’le kozmolojik delilin bilimsel muhteva kazanması 20. yüzyılın
ortalarında gerçekleşmiştir. Teizmin klasik anlayışında evreni yoktan yaratan Tanrı vardır.
Dolayısıyla evren ezeli değildir. Onu yoktan var eden bir İlk Neden vardır.
b) İmkan Delili ve İlk Neden
Evrenin bir başlangıcı olduğuna dair kuvvetli bilimsel sav, ilk nedenin
zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Her şeyin bir nedeni olduğu bir evrende ilk neden
aramanın makul olduğu muhakkaktır. Şayet evrenin bir başlangıcı olduğu kabul edilirse ilk
nedenin zorunlu olduğu söylenebilir. Bu sebeple Big Bang’in kozmolojik sonuçlarıyla, imkan
delili arasında mantıksal ilişkinin olduğunu söyleyebiliriz. İlk nedenin zorunluluğu teselsülün
sonsuza gidemeyeceği zorunluluğundan doğar. Kozmolojik delilin bir versiyonu olan İmkan
187 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi., s.219 188 Stoger, Bilimde ve Dinde Evrenin Başlangıcı s.241. 189 Craig, Theism and Big Bang Cosmology, s.218.
58
Delili sonsuza dek gidecek teselsülün imkansızlığından yola çıkarak ilk nedenin
zorunluluğunu ispatlamaya çalışır. Bu delilin mantıksal yapısı şöyledir:
-“Çevremize baktığımız zaman varlıkları mümkün olan bir çok şeyler
görmekteyiz.
-Varlık alanında mümkün olan şey, ya kendi kendisinin sebebidir, yahut onu var
kılan başka sebepler vardır.
-Eğer o, kendi kendisinin sebebi olsaydı, varolmada kendisi yine kendisinden
önce olacaktı ki, bu saçmadır.
-O halde, varlığı mümkün olan şey, varolmak için başka bir şeye, yani başka bir
sebebe ihtiyaç gösterir.
-Herhangi bir mümkün şeye sebep olan varlık, ya bizatihi mümkündür, yahut o,
zorunlu bir varlıktır.
-Eğer sebep olan varlık da mümkünse onun da başka sebeplere ihtiyacı olur ki, bu
zincir, sonsuza değin sürüp gider. Teselsül denen bu sürüp gitme mümkün değildir.
-O halde varlık veren sebebin zorunlu bir varlık olması gerekir.”190
Delilin mantıksal yapısı incelendiğinde bir problem görünmemektedir. Ancak
delilin mantıksal çatısını oluşturan önermelerin bilimsel verilerle paralellik arzetmesi delile
nesnellikle birlikte yeni bir değer ve anlam da katacaktır.
William Stoeger kozmolojik argümanı modern bilimin verilerine uyacak şekilde
ortaya koyarken yoktan yaratmanın ilkesel içeriğini şu şekilde ifade etmektedir: “Bir şeyin
mevcudiyeti, bu ister enerji, ister maddenin en küçük birimi ya da mevcut yasalar olsun,
kendi kendine varolan, ya da kendi kendine varolan bir sebebe yaslanan bir sebebi (kendi
mevcudiyetini izah etmek için başka bir sebebe ihtiyaç duymayan, nedensel zincirinin ilk
halkası) gerekli kılar. Kendi mevcudiyetlerini izah edemeyen ve kendi mevcudiyetini izah
190 Aydın, Din Felsefesi, s.52-53.
59
eden bir varlığa ya da bir sebebe bağlı olmayan, geriye doğru uzayıp giden, ucu açık bir
varlıklar zinciri tahayyül etmek imkansızdır. Ya da başka türlü söyleyecek olursak, bir
varlığın dayanağı olan sebepleri daha temel olan ve söz konusu varlığın mevcudiyetini tek
başlarına izah edemedikleri için kendileri de başka varlıklara, sebeplere ve süreçlere bağlı
olan varlıklarda ve süreçlerde aradığımızda, bu arayış kendi kendini izah eden ve kendi
kendinin sebebi olan bir varlık ya da süreçte son bulmadığı sürece bir sonuca ulaşamayız.
Arayışı sona erdirecek bu varlığın mevcudiyeti zaruridir. Eğer bu araştırma, bu anlamda
zaruri olmayan bir varlıkta son buluyor, son buluyormuş gibi gözüküyorsa, ‘kozmik
yumurta’nın dayanacağı bir ilksel sebep arayışına girmeden ellerimizi havaya kaldırıp bu
“varlık mevcut işte” diyoruz ve gayet keyfi bir şekilde bütün zincirin idrak edilebilir olması
için giriştiğimiz araştırmayı bir kenara bırakıyoruz. Burada kozmik yumurta Big Bang’ten
hemen önce evrenin durumunu tasvir eden bir geometri şekli ve simetri grubudur.” 191 Eğer
burada ilksel sebep bu kozmik yumurtaya atfedilirse, varlığı zaruri olmayan bu geometri
şeklinin varlığı nereden gelmektedir? Burada soruya verilecek cevap fiziksel anlamda yoktur.
Stoeger’in işaret ettiği şey, ilksel sebebin kendi kendine varolan, kendi mevcudiyetini izah
etmek için başka bir sebebe ihtiyaç duymayan zorunlu bir varlık olması gerektiğidir.
Big Bang’in sunmuş olduğu bilimsel verilerin metafizik alana intibakıyla teizmin
kozmolojik delili, alemin bir başlangıcı olması ve sebepler zincirinin sonsuza dek
gidemeyeceği noktasında yerini daha da sağlamlaştırmıştır. Big Bang’in yoktan yaratıcı bir
anlayışa sahip olan teizmin klasik yorumu şöyledir: Başlangıçtaki evrenin durumu hiçbir
imkansal sebebe dayanamayacağı için zorunlu bir sebebe ihtiyaç vardır. Ayrıca bu
zorunluluk, imkansal sebeplerin sonsuza dek gitme ihtimalinin olmayışından
kaynaklanmaktadır. Evrenin başlangıcındaki sıfır noktayı hiçbir akıl idrak edemez. Ancak
aklın keşfettiği bazı gerçeklerden yola çıkarak doğru bir izahata gidebilir. Bilim evrenin
191 Stoeger, Bilimde ve Dinde Evrenin Başlangıcı, s. 240-241,
60
başlangıcı konusunda evrenin ilk halinin fiziksel açıklamasından da yoksundur. Zaten böyle
bir açıklamayı yapmak ne fiziğin ne de herhangi bir bilim dalının işidir. İmkan dünyasından
olan fiziğin her şeyi açıklayamadan sınırlarına erişmesi, fizikötesindeki bir varlığı zorunlu
kılmaktadır. Bundan sonra yapılacak tek iş, mümkünler dünyasından olan fizik yasalarını bir
kenara koyup, zorunlu ilksel sebebe dayanmaktır.
İmkanlar dünyasının nihai açıklaması, ilksel sebep olan zorunlu varlığa
dayanmasının zorunluluğu bilimin vardığı matematiksel sonuç değildir. Bilim bu anlamda
sadece araçtır. Delilin öncül hükümleri bilimin konusu olabilir. Ancak varılan sonuç
önermesi bilimin verileriyle hareket eden aklın ürünüdür. Bilimin ulaştığı sonuçların evrenin
başlangıcıyla ilgili savları destekler mahiyette olmasına karşın bazı itirazlar da yapılmıştır.
Ancak Fizikçi Steven Weinberg’in de ifade ettiği gibi “başlangıcın olması en azından
mantıksal açıdan mümkündür. Bu andan önce ise zamanın da herhangi bir anlamı yoktur”.192
İmkan deliline göre zorunlu varlık, imkanların dünyasındaki varlıkların izahatı için
gereklidir. mümkün varlığın varolmasının izahatı için gereklidir. Çünkü sonradan varolan,
varlığı bizatihi zorunlu olmayan mümkünler dünyasının nedensel bir başlangıcı olmalıdır.
Başlangıcı olanın varlığı için bir nedene ihtiyaç vardır. Bu neden ise mümkünler dünyasından
olamaz. Bu nedenin zorunlu ve tek olması gerekir. Farabi ve İbn-i Sina’nın Vacibu’l Vucud
anlayışına göre de zorunlu varlık birden fazla olamaz. O’nun realitesi varolmaktır.193 İlk
nedenin zorunlu oluşu evrenin yoktan yaratıldığını da zorunlu kılıyor. Yoktan yaratılış
(creatio ex nihilo194) varlığı hiçbir fiziksel nedene dayanmayan tamamen hiçlikten var
kılınmasıdır. Big Bang teorisini destekleyen evrenin sürekli genişlediğine dair Hubble’ın
keşfi, Big Bang’ten arta kalan radyoaktif dalgaların bulunması, termodinamiğin ikinci yasası
olarak bilinen entropi yasasının evrene yaşatacağı ısı kaybı gibi ispat edilmiş deliller, evrenin
192 Silk, a.g.e., s.3. 193 İbn-i Sina, Kitabu’ş-Şifa, Metafizik/İlahiyat I, s.41. / 94; Farabi,, Medinetu’l Fazıla, s.34. 194 Stoeger, Bilimde ve Dinde Evrenin Başlangıcı s.240
61
başlangıcının olması gerektiğini ortaya koymuştu. Evrenin bir başlangıcı varsayımı başlangıç
öncesi yokluğu ifade etmektedir.
Bütün bunlara karşılık şöyle bir itiraz da yapılabilir. Big Bang öncesi zorunlu varlık
haricinde hiçbir şeyin olmadığını yani yokluğun varlığını hangi bilim dalı nasıl tespit
edebilir? Elbette bunu hiçbir bilim tespit edemez. Kozmoloji ve fizik, Big Bang öncesi varlık
durumuna dair bir bilgi kapasitesine sahip değildir. ‘Yani yokluğu gösterebilecek hiçbir
bilimsel disiplin yoktur.’195 Ama bilimde sağlanan ilerlemeleri gözardı ederek bilimsel
başlangıcın (Big Bang anı) mutlak başlangıç olabileceği imkanını tamamen devre dışı
bırakamayız. Eğer teizmin temel inancı olan ‘Yoktan yaratıcılık’ anlayışına göre evvelinde
Tanrı’dan başka hiçbirşeyin varolmadığı bir başlangıç varsa, yahut zamanın başlangıcı diye
bir şey varsa şu anda bunu karşılayabilecek tek bilimsel teori Big Bang’tir diyebiliriz. “Bu
yüzden Big Bang’i evrenin başlangıcı ve yoktan yaratıcılığın bir sembolü olarak
görebiliriz.”196 Big Bang’in başlangıcıyla olsun veya olmasın bilim bize evren hakkında
önemli ipucu vermektedir; o da bilimsel anlamda bir başlangıcının olması gerektiği
ihtimalinin yüksek olmasıdır. En azından entropi yasasına göre ısı kaybının evrende meydana
getireceği ölümcül tahribatın şu ana kadar gerçekleşmemesi, evrenin ezeli olamayacağı
hakkında bir kanaat kazandırabilir. Şu ana kadar Big Bang’i destekleyen delilleri ve bilimin
bu konudaki evrenbilimsel savına dikkat etmekten ve önemsemekten başka yapacağımız bir
şey yoksa ( şayet olaya nesnellik açısından bakmak istiyorsak ), şu anda şunu rahatlıkla
söyleyebiliriz: Evet bilim Big Bang’in lehine işliyor. Big Bang’in teistik yorumu ise
yaratılışın zorunluluğu tezini destekliyor. Yani teizmin bu konudaki temel inancı bilimsel bir
dayanak kazanıyor. Ancak bilimsel alandaki bu gelişmelerin teistik yorumunu yapmak,
kozmolojik delilin öne sürdüğü önermelere nesnel bir içerik kazandıracağı muhakkaktır.
195 Stoeger, a.g.m., s.249. 196 Stoeger, Bilimde ve Dinde Evrenin Başlangıcı, s.249.
62
Burada Tanrı’nın varlığına iman noktasındaki bir nesnelliği değil, Tanrı’nın varlığına götüren
bilgi açısından nesnelliği kastediyoruz.
Big Bang Teorisi’nin dinin yaratılış inancını doğruladığını ileri süren bazı bilim
adamları, teologların ve din adamlarının büyük bir kısmı, yaratılışın kaçınılmaz olduğunu
ileri sürmüşlerdir. Bilim tarihçisi ve matematiksel fizikçi E.T. Whitaker 1942 yılında şöyle
diyordu: “Madde evreninin gelişimini saf bilimsel yöntemlerle zaman içinde geriye doğru
izlediğimizde şu anda bildiğimiz biçimleriyle doğa yasalarının olamayacağı kritik bir duruma
ulaşırız; bu yaratılışın kendisidir. Fizik ve astronomi bizi her şeyin başlangıcına giden yolda
yönlendirebilir ve bir yaratılışın olması gerektiğini gösterebilir.”197
c) Evrenin Genişlemesi ve İlk Neden
Modern kozmolojinin oluşumuna neden olan genişleme delili,198 Big Bang
teorisinin oluşumunun ilk basamaklarındandır. Evrenin genişlediğine dair bilimsel delilin çok
basit mantıksal çıkarımını şu şekilde yapabiliriz: Eğer evren sürekli genişliyorsa evrenin bir
önceki hali bir sonrakinden daha küçük olacaktır. Geriye doğru giden bu küçülme sonunda
sıfır noktada birleşecektir.199 İngiliz fizikçi P.W. Davies’in açıkladığı gibi: “Eğer Big Bangin
olağanüstü öngörüsünü tahmin edebilirsek, geçmişe doğru evrenin sınırlarının sıfır noktaya
doğru küçüldüğü sonucuna ulaşabiliriz. Başlangıç anlamındaki kozmolojik tekillik (sıfır
nokta), evrenin geçmişteki fiziksel uç noktasını tasvir eder.200 Sıfır nokta evrenin yokluğudur.
İşte evrenin sıfır noktadan bir anda genişlemeye başlaması ‘İlk Neden’in varlığını zorunlu
hale getirmektedir.201 Kozmolojik delil ailesinden olan imkan delilinin yapısına
197 Silk,a.g.e., s.2. 198 Silk, a.g.e., s.32. 199 Craig, The Kalam Cosological Argumant, s.113. 200 Craig, God, Time, and Eternity, s.256. 201 Big Bang’in evrenin sürekli genişlediğine ilişkin en temel ispatına ilişkin Kur’an-ı Kerim’in “Evreni kuvvetimizle kurduk. Muhakkak onu genişletmekteyiz” (Zariyet suresi, 47. ayet) ayeti, Müslümanlar için, evrenin başlangıcını genişleme deliliyle ortaya koyan Big Bang’in teistik yorumuna en kuvvetli delil olarak gösterilebilir.
63
baktığımızda, genişlemenin mantıksal çıkarımıyla paralellik göstermektedir. İmkan
delilindeki teselsülün imkansızlığı sonucu, ‘İlk Neden’in zorunluluğu ortaya konmuştu. Bu
evrenin bir başlangıcı olduğunun ve başlangıç için de ilk nedene ihtiyacın zorunluluğunun
delili olarak gösterilmiştir. Bilim dünyasındaki genişleme delili de bir başlangıcın olduğunu
daha doğrusu evrenin tek noktadan varolmaya başladığını ileri sürüyordu. Bilim
dünyasındaki genişleme delilinin bilimsel yorumuyla imkan delilindeki mantıksal çıkarım,
evrenin başlangıcı hakkında aynı noktada birleşmektedir. Bu paralellik bilim ile felsefe ve
din arasındaki pozitivizmden kaynaklanan duvarı da ortadan kaldırmıştır. Sonuç olarak
teizmin yoktan yaratıcı Tanrı’sının bilimin güçlü delilleriyle öne sürdüğü başlangıç savı ve
onun felsefi yorumu olan İlk Neden’le buluşması, teolojinin kozmolojiyle olan bütünlüğünü
göstermesi açısından önemlidir. Çünkü varolan bir olgudan bağımsız teoloji oluşturmak,
hakikatin ispatı açısından çeşitli problemleri beraberinde getirebilir. Yahut her şeye pozitivist
anlayışla yaklaşmak, bilimi her türlü felsefi ve teolojik yorumlardan uzak tutmak da bilim
açısından problemlidir ve anlaşılmazdır.
d) Entropi (Termodinamiğin İkinci Yasası) ve İlk Neden
Evrenin başlangıcına dair delillerin ortaya çıkması kadar bir sonunun olacağına dair
delillerin ortaya çıkması da önemlidir. Evrenin bir sonunun olduğuna dair bilimsel teşebbüs,
başlangıcın varlığı için bilimsel anlamda değer taşıyabilir. Bu nedenle bir son buluşun
formülü olarak gösterilen termodinamiğin ikinci yasasının bir sonucu olan ‘termodinamik
denge’202 ve ‘entropi engeli’203 bir başlangıcın sonucunu doğurabilir. ‘Big Bang’ ve
‘Termodinamiğin İkinci Yasası’ arasındaki kozmolojik ilişki bu açıdan önemlidir.204
Evrendeki düzen ve ahengin devamı için fizik yasaları vardır. Bu yasalar nedenler
zincirini oluşturan halkalardandır. Evrendeki varlıkların varoluş serüveni birbiriyle kesintisiz
202 Davies, Son Üç Dakika, s.23. 203 Ilya Prigogine-Isabelle Stengers, Kaostan Düzene, çev: Senai Demirci, İz yay., İstanbul 1998, s.326. 204 David Jou and Diego Pavon, “Termodynamics and Cosmology”, ed. Meyerstein, a.g.e. içinde, s.156 vd.
64
ilişkilidir. En basitinden örnek verecek olursak Newton’un keşfettiği çekim yasasının etkisi
olmasaydı, evren bu hale gelmeden dağılıp gidecekti. Bunun gibi tek tek her varlığın varlığı
evrene hayat veren yasalarla bağlantılıdır. Birinin varlığı ötekinin varlığı için zaruridir. Yeni
bilimsel araştırma, evrenin ince ayarlandığı gerçeğine dikkat çekmektedir.205 Evrenin
varlığını devam ettiren fizik yasalarının bu kadar kusursuz bir şekilde işlemesi bir yana, bu
yasaların bir başlangıcının olup olmadığı konusu da evrenin başlangıcıyla doğrudan
ilişkilidir. Keşfedilen yasalar evrenin şu andaki konumunun ve işleyişinin bilimsel
görünümüdür. Teist bu yasaları meydana getirmek için bir yasa koyucunun (Tanrı) zorunlu
olduğunu söyler. Acaba evrensel yasaların bir yasa koyucu olmadan kendi başlarına varolup
böyle bir düzeni oluşturdukları söylenebilir mi? Bunun ihtimal hesapları yapılırsa herhalde
telaffuz edemeyeceğimiz rakamlar oraya çıkar. Yahut evrenin ezelden beri varolduğunu iddia
edenlerin iddiaları doğruysa bu yasaların da evren ile birlikte ezeli olması gerekir. Çünkü bu
yasaların varlığı evrenin varoluşunun formülüdür.
Entropi Yasası, bir çok kozmik teorinin temelini anlatmaktadır. İkinci yasanın
kozmolojik sonuçlarını ilk kez 1854’te Benjamin Thompson açığa çıkardı. Thompson’a göre
Entropi Yasası şunları ortaya koymaktadır:
“ Sınırlı bir geçmiş zaman periyodunda yeryüzü yaratılmış olmalıdır ve sınırlı bir
zaman periyodunda yeniden yaratılması gerekmektedir; maddi dünyada halihazırdaki malum
işlemlerin kendisine tabi olduğu kanunlara göre imkansız olan işlemler yaratılmadıkça yahut
hazırlanmadıkça mevcut insani alışkanlıklar için dünya elverişli olmayacaktır.”206
Entropi ısı enerjisinin sıcaklık derecesine bölümü olarak tanımlanabilir.207 Başka bir
deyişle herhangi bir cisimde, toplam ısının sıcaklığa oranına entropi adı verilir. Entropi bu
oranın eşitlenme süreci bakımından önemlidir. Entropi, düzenin karşıtı veya enerji biçimine 205 Swinburne, Tanrı Var mı?, s.55. 206 Philip P. Weiner, ed., Dictionary of the History of İdeas, Scribner’s, Newyork, 1973, s. 113, Aktaran Jeremy Rifkin, Ted Howard, Entropi, (çev: Hakan Okay), İz yay., İstanbul, 2003, s.50-51. 207 Davies, a.g.e., s.22.
65
giren düzensizlik miktarıdır. Entropi aynı zamanda enerji dağılımındaki düzgünlüğü ifade
eder.208
Termodinamiğin ikinci yasasına göre, mutlak sıfır (-273.16) sıcaklıkta bütün enerji
ısıya dönüşür. Bu entropinin esasıdır. Entropi ne kadar düşük olursa enerji dağılımı da o
kadar farklıdır. Entropi arttıkça enerji dağılımı da eşitlenmektedir.209
Termodinamiğin ikinci yasasına göre hiçbir işlem, kapalı bir sistemdeki düzensizlik
ve entropinin toplam miktarını azaltamaz. Neticede, toplam düzensizliğin dengelenmesi ve
maksimum entropiye ulaşarak sistemin tamamı eşit enerjiye sahip olur.210 Bu anda ısıl ölüm
ile sistem yok olur. Bu hale gelmiş bir sistem bir daha canlanamaz. Karadeliklerin211 de evren
gibi, bir entropiye sahip oldukları düşünülebilir.212
Farklı enerji dağılımından eşit enerji dağılımına geçiş konusuna da ‘termodinamiğin
ikinci yasası’ adı verilir. Entropinin zamanla arttığı da termodinamiğin ikinci yasasına
dahildir. Buna göre entropi daima artmaktadır. Yani enerji yoğunluğundaki farklar giderek
ortadan kalkmaktadır.213
Dünyadaki olguların tersine çevrilemeyeceği herkes tarafından bilinen bir
gerçektir. Yani bir şeyler olur ve bunlar bir daha ters yönde gelişmezler.214 Bu gerçeği
termodinamiğin ikinci yasasıyla değerlendirdiğimizde büyük bir kozmolojik gerçekle karşı
karşıya kalıyoruz: “Evrenin ısı ölümü”215
Termodinamiğin ikinci yasası, en basit anlatımıyla ısının sıcaktan soğuğa doğru
aktığını belirtir.216 Bu akış, tek yönlü ve geri çevrilmesi mümkün olmayan bir akıştır.217
208 İnan, a.g.e., s.195. 209 İnan, a.g.e., s.195. 210 Rifkin, Howard, a.g.e., s.45. 211 Karadelikler: uzay ve zaman içindeki girdaplardır. Karadelikler ışığı oluşturan fotonlardan dev yıldızlara kadar, karşılaştığı her şeyi yutan kozmik vakum temizleyicileridir.(İnan, a.g.e., s.63.) 212 İnan, a.g.e., s. 195-196. 213 İnan, a.g.e., s.196. 214 Richard Feynman, Fizik Yasaları Üzerine, çev: Nermin Arık, Tübitak yay., Ankara, 2000, s.124. 215 Rifkin, Howard, a.g.e., s.51. 216 Davies, a.g.e., s.21.
66
Yemek pişirdiğimizde ya da sıcak bir fincan kahveyi soğumaya bıraktığımızda bu yasanın
işleyişini görürüz: Isı yüksek sıcaklıktaki bölgeden düşük sıcaklıktaki bölgeye akar. Isı
maddede kendini moleküler hareketlilik şeklinde gösterir. Cisim ne denli sıcaksa, moleküler
hareketlilik o denli enerjik olacaktır. Farklı sıcaklıktaki iki cisim yan yana getirildiğinde,
sıcak cisimdeki daha şiddetli moleküler hareketlilik kısa sürede daha soğuk cismin
moleküllerine yayılır.218 Yani soğuk cismin moleküllerine yayılan fincandaki ısı tekrar geri
dönerek fincandaki kahveyi ısıtamaz. Kapalı bir sistemdeki ısı akışı tek yönlüdür ve
termodinamik dengeye ulaşıncaya kadar enerji akışı devam eder. İkinci yasaya göre, tersine
çevrilmesi mümkün olmayan bu enerji akımı sonucu evrenin de tıpkı insanlarda olduğu gibi,
geri dönüşü olmayan bir yaşlanma sürecine girecektir.
Isı akışı tek yönlü olduğundan, süreç zaman içinde bir tarafa meyilli olur. Isıyı
kendiliğinden soğuktan sıcağa akar gibi gösteren film, bir ırmağın tepeye doğru akması ya da
yağmurun bulutlara doğru yükselmesi kadar saçma görünecektir. Dolayısıyla, ısı akışında
temel bir yönsellik belirleyebiliriz. Bu geçmişten geleceğe giden bir okla temsil edilir. Bu
zaman oku termodinamik süreçlerin tersine çevrilemezliğini gösterir.219 (Entropi engeli)
Sıcak bir kütlenin soğuk bir kütleyle temas ettiği basit örnekte entropi, ısı
enerjisinin sıcaklık derecesine bölümü olarak tanımlanabilir. Az miktarda bir ısının sıcak
kütleden soğuk kütleye aktığı düşünüldüğünde, sıcak kütle bir miktar entropi yitirecek ve
soğuk kütle bir miktar entropi kazanacaktır. Isı enerjisi aynı kaldığı ama sıcaklık dereceleri
değiştiği için, soğuk kütlenin kazandığı entropi, sıcak kütlenin yitirdiği entropiden yüksek
olacaktır. Dolayısıyla, tüm sisitemin -sıcak kütle artı soğuk kütle- toplam entropisi yükselir.
Bu durumda, termodinamiğin ikinci yasasının bir ifadesi, böylesi bir sistem entropisinin asla
217 Rifkin, Howard, a.g.e., s.53. 218 Davies, Son Üç Dakika, s.21. 219 Davies, a.g.e., s.22.
67
azalmaması gerektiğidir; çünkü entropinin azalması, bir miktar ısının kendiliğinden soğuktan
sıcağa akmış olması anlamına gelecektir.220
Evrenin dışında bir şey olmadığı temel alınarak, bir bütün olarak evren kapalı bir
sistem şeklinde düşünülebilirse, termodinamiğin ikinci yasası önemli bir öngörüde bulunur.
Evrenin toplam entropisi asla azalmaz. Aslında hiç durmadan yükselir.221 Hemen kozmik
eşiğimizde bir çok örnek bulabiliriz. Uzayın soğuk derinliklerine sürekli ısı akıtan güneş. Isı
evrene yayılır ve asla geri dönmez; bu tersine çevrilmez bir süreçtir.222
Burada karşımıza şu soru çıkıyor: Evrenin entropisi sürekli sonsuza dek yükselebilir
mi? Sıcak bir kütleyle soğuk bir kütlenin ısı geçirmeyen bir kapta temasa geçtiğini
düşünelim. Isı enerjisi sıcaktan soğuğa akar ve entropi yükselir, ama sonunda soğuk kütle
ısınır, sıcak kütle soğur ve aynı sıcaklığa erişirler. Bu duruma ulaşıldığında artık ısı aktarımı
olmayacaktır. Yani sistem maksimum entropiye yükselmiş olacaktır.223 Kabın içerisindeki
sistem tek bir sıcaklık derecesine ulaşır ve termodinamik denge olarak adlandırılan, sabit bir
azami entropi hali hüküm sürer.
Termodinamiğin ikinci yasasının evrensel sonuçları nedir? Bilim adamlarına göre
güneşin ve diğer yıldızların ısısının evrene yayılışı milyarlarca yıl sürebilir, ama ‘bitmez
tükenmez değildir. Yıldızların yakıtı sonunda tükenecek ve başka olaylar görülmedikçe,
etrafındaki boşlukla aynı sıcaklığa erişene dek soğuyacaktır.’ 224 Bu durumda evrendeki tüm
enerji her noktada tamamen denk hale geldiğinde entropi maksimuma ulaşacak ve ondan
sonra artık hiçbir olay olmayacak ve bir ısıl ölüm yaşanacaktır. Bu evrenin sonu demektir.225
220 Davies, a.g.e., s.23. 221 Willem B. Dreos, Beyond the Big Bang, Open Court Publushing La Salle, Illinors: Open Court, 1990, s.226. 222 Davies, Son Üç Dakika, s.23; Ayrca bkz. Feynman, a.g.e., s.125. 223 Copan and Craig, Creation out of Nothing, s.244. 224 Davies, Son Üç Dakika, s.24. 225 İnan, a.g.e., s.196.
68
Fizikçiler dengeye doğru bu tek yönlü kaymaya ‘evrenin ısı ölümü’ dediler. Evren
içindeki bireysel sistemler dışarının etkisiyle ısı ölümünden kurtulabilir. Davies’e göre,
evrenin dışarısı olmadığı için her şeyi kapsayan bu ısı ölümünü hiçbir şey engelleyemez. 226
Temodinamiğin ikinci yasası ya da diğer adıyla Entropi Yasası, doğruluğu teorik
ve deneysel olarak kesin biçimde ispatlanmış bir yasadır. Yüzyılımızın en büyük bilim adamı
olarak kabul edilen Albert Einstein, termodinamiğin ikinci yasasıyla ilgili şunları söylemiştir:
“Bir teori, önerileri daha yalın, ilişkin olduğu sahalar daha değişik ve uygulanma
alanları daha genişletilmişse daha etkilidir. Bu, klasik termodinamiğin üzerimde bu kadar
derin bir etki yapış sebebidir. Bu, evrensel içeriğinin temel kavramlarının uygulanabilirlik
çerçevesinin asla yıkılmayacağına ikna olduğum tek fiziksel teoridir”227
Entropi Yasası, evrenin varolan düzeninden düzensizliğe doğru gidişini, sonunda
yok oluşunu ortaya koymaktadır. Bu evrenin düşük entropili bir durumdan başladığını
gösterir. Beatrice M. Tinsley’e göre, eğer evren düşük entropili bir duruma sahipse, onun
ölümü evrenin ısı kaybına uğramasıyla yani termodinamik dengeye ulaşmasıyla
gerçekleşecektir.228 Burada esas konumuzla ilgili olarak şunları söyleyebiliriz: Nihai bir
evrensel ısı ölümü öngörüsü, evrenin geleceğine dair bir şey söylemekten öte, geçmişi
konusunda önemli bir şeyi sorguluyor: Evren geri dönülemez şekilde tükeniyorsa, ezelden
beri varolması mümkün müdür? Bilim adamlarınca varlığı doğrulanan bu yasa uyarınca, eğer
evren sonsuz yaşta olsaydı, şu ana kadar yok olmuş olmaz mıydı? Bu soruların cevabı aynı
zamanda bir başlangıcın felsefi cevabı olacaktır. Bunu şu şekilde ortaya koyabiliriz.
Entropi Yasası uyarınca evren materyalistlerin ve ateistlerin iddia ettiği gibi
ezelden beri varolamaz. Eğer öyle olsaydı, Entropi Yasası, şimdiye kadar evrendeki entropiyi
226 Davies, Son Üç Dakika, s.24. 227 Rifkin, Howard, a.g.e., s.50. 228 Craig, The Kalam Cosmological Argument, s.134.
69
maksimum düzeye çıkarmış olurdu229 ve evren, hiçbir düzene sahip olmayan tekdüze bir
madde yığını haline gelir, yani ölürdü. 230
Davies’e göre, “Sonlu bir hızla tükenen bir şey elbette ezelden beri var olmuş
olamaz. Yani evren sonlu bir zaman önce ortaya çıkmış olmalıdır”231
Bu sonuç 19. yy’daki astronomik gözlemlerin ortaya çıkmasıyla daha da önem
kazanmıştır. Aslında çok daha önceleri sadece termodinamiğin ikinci yasasına dayanarak, bir
başlangıcın olduğu bilimsel anlamda savunulmuştu. Ancak 19. yüzyılda kabul gören görüş
sonsuz ve statik evren modeliydi. Entropi yasasının bir sonucu olan bu bilimsel çıkarsama
yapılamadığından evrenin yapısı ve başlangıcı hakkında ortaya çıkan kozmolojik paradoks
19. yy gökbilimcilerin kafasını karıştırmıştır. Olbers paradoksu olarak bilinen bu paradoks,
evrenin başlangıcına dair bir cevap teşkil edecek şu önemli soruyu doğuruyor: “Gökyüzü
geceleri neden karanlıktır?”232
e) Olber Paradoksu ve Sonsuz Evren
Newton’un ileri sürdüğü gibi evrenin sonsuz büyüklükte ve yıldızlarla dolu olması,
her anının gündüz gibi aydınlık olmasını gerektirir. Evrenin sınırı yoksa, Yerküre’ye gelen
toplam ışık miktarının da sınırı olmadığı anlaşılır. “Sonsuz bir evrende yerküreye ulaşan ışık
akışı da sonsuz olacaktır.”233 Gökyüzü gece karanlık olmak bir yana, sonsuz parlaklıkta
olmalıdır. Sonsuz evren fikrine sahip olanlar, bu gerçeğin doğuracağı paradoksu
çözümlemeye çalışmışlardır. Olber, kendi paradoksunu çözümlemek için bir öneri sundu;
“evrende büyük miktarda toz olduğuna dikkat çekerek, bu maddenin yıldız ışığının büyük
bölümünü emeceğini ve gökyüzünü karartacağını öne sürdü. Daha sonra anlaşıldı ki, bu toz
229 Craig, a.g.e., s.132. 230 Davies, Son Üç Dakika, s.25. 231 Davies,.Son Üç Daika, s.25. 232 Davies, a.g.e., s.25. 233 Davies, a.g.e., s.26.
70
da sonunda ısınacaktı ve emdiği ışınımla aynı yoğunlukta parlayacaktı.”234 Big Bang’le
evrenin başlangıcı hakkında bilimsel deliller ortaya çıkınca bu paradoks da ortadan kalkmış
görünüyor. Yani yıldızlar sonsuzdan beri yoksa ve evren genişliyorsa böyle bir paradoks da
ortadan kalkmaktadır.
Pozitif bilimin bize sunduğu veriler, teizmin yoktan yaratıcı Tanrı anlayışına
bilimsel boyut kazandırmıştır. En azından yoktan yaratıcı Tanrı anlayışıyla, standart Big
Bang teorisinin bir başlangıcın olması gerektiği konusunda birleştiklerini görüyorouz. Her
ikisinde de evrenin dışında evrenin varlığına sebep olan üstün bir varlığın zorunluluğuna
işaret edilmektedir.
f) Hudus Delili ve Big Bang
Kozmolojik delil ailesinden olan hudus delili, hadis olandan yola çıkarak, yani
evrenden hareketle ezeli ve ebedi olan bir varlığı ispata çalışır. Delilin klasik şeklinde
evrenin hadis olduğu mantıksal önermenin ilk kabulüdür. Bu bir anlamda zorunluluk olarak
görülmüştür. Aksi halde böyle bir delilin çatısı oluşamaz. Hudüs delilinin bilimsel versiyonu
ise, son yıllardaki bilimsel çalışmalar ve gözlemler sonucu elde edilen bilimsel bulguları
metafizik boyuta taşıyarak, delili daha objektif bir delil haline getirmiştir.
Bu delilin temel çatısı, evrenin ve evrendeki bütün varlıkların başlangıcının
olduğuna dair inançtır. “Buna göre evren mutlak yokluktan kendiliğinden meydana
gelmemiştir. Bunların bir başlangıcı vardır. Şüpheye mahal bırakmayacak bir mantıkla,
hiçbir maddi şeyin kendi kendini yaratamayacağı”235 fikri delilin temel mantıksal
önermesidir. Bu fikirden hareketle kesin bir mantıksal sonuca ulaşılmaktadır; her başlangıcın
bir başlatıcısı bulunduğuna göre kainatın bir yaratıcısı vardır ki o da Tanrı’dır. Argümanı bu
şekilde kabul ettiğimiz takdirde, aksi bir argümanın geçersizliğini şu şekilde savunabiliriz:
234 Davies, a.g.e., s.28. 235 Bekir Topaloğlu, İslam Kelamcılarına ve Filozoflarına Göre Allah’ın Varlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay.,Ankara, 2001, s.172.
71
Evrenin ezeli olduğunu kabul ettiğimiz takdirde evrenin kendi kendini yarattığını söylemeye
mecburuz. Bu bizim bir Tanrı kabul ettiğimizi gösterir. “Fakat hem maddi hem de ruhi bir
Tanrı. Böyle bir Tanrı’ya inanmaktansa, maddi olmayan bir Tanrı’ya inanmak elbette daha
makuldür.”236 Evrenin hadis olduğuna dair ön kabul, kozmolojik delilin yapısının ontolojik
delile dayandığı şeklinde eleştirilere neden oluştur. Bu anlamda Hume da evrenin zorunlu bir
mahiyette olmadığının ispatlanamayacağını iddia etmiştir.237 Ancak 20. yüzyılın özellikle
ikinci yarısında elde edilen bilimsel bulgular, evrenin zorunlu olmadığına ilişkin ışık tutucu
önemli ipuçları vermiştir. Bunun ispatlanabilirliği, ateizmin iddiasını temelden sarsacak
niteliktedir. Aslında ateizmin ileri sürmüş olduğu sonsuz evren fikrinin tecrübi ve bilimsel
alanda ispatlanabilirliği mümkün gözükmemektedir. Bu yüzden Big Bang’in felsefi sonuçları
yüzyılın en büyük düşünsel devrimlerden birisidir.
Hudüs delilini benimseyenler, sonsuzluğun imkansızlığından yola çıkarak bir
başlangıcın olması gerektiğini savunmuşlardır. Evrenin bir başlangıcı olduğu fikri, gerçek
anlamda bir sonsuzluğun imkansızlığı üzerine temellendirilir.238 Bu felsefi argümanı Craig şu
şekilde ortaya koyar:
1. Gerçek sonsuzluk varolamaz
2. Maddesel olarak olayların geriye doğru giden sonsuzluğu, gerçek sonsuzluktur.
3. Şu halde, maddesel olarak geriye doğru giden sonsuzluk varolamaz.239
Argüman, gerçek sonsuzluğun varlığının imkansızlığını ve birbirini izleyen sebepler
zincirinin imkansızlığını ortaya koymaktadır.240 Craig’e göre gerçek sonsuzluk varolamaz.
Gerçek sonsuzluk ise, hadisler silsilesinin geriye doğru sonsuzca götürülmesidir. Bu çıkarım,
236 Topaloğlu, a.g.e., s.172. 237 Aydın, Din Felsefesi, s.59. 238 Craig, The Kalam Cosmological Argumant, s.65. 239 Craig, a.g.e., s.69. 240 Craig, Finitude of the Past and God’s Existence, s.4.
72
birçok insanı evrenin başlangıcı olduğuna ikna etmesi açısından yeterlidir. Çünkü evren
hadislerin (sonradan varolan her şey) maddesel zincirinden farklı bir şey değildir.241
Gerçek sonsuzluk, hem potansiyel sonsuzluktan hem de George Contor (1845-
1918) gibi düşünürlerin sözünü ettikleri matematik sonsuzluktan başka bir şeydir.242 19.
yüzyılın önde gelen matematikçilerinden Bernard Balzano (1781-1848), Reachard Dedekind
(1831-1916), George Cantor matematiksel sonsuzluğun mümkün olamayacağını, ancak
sonsuzluğu düşünülen mümkünler arasında sayılabileceğini ileri sürmüştür.243 İbn-i Sina da
benzer düşünceyle alemin ezeliliğini imkanın ezeliliğiyle açıklamaya çalışmıştır. “İbn-i
Sina’ya göre ezeli olan, alemin varoluşunun imkanıdır; her yaratılmış, mümkün olarak ele
alındığı zaman, varolma imkanı varoluştan önce gelir.” 244
Hudüs delilinin klasik anlayışında, evrenin sonsuzdan beri varolduğu reddedilirken,
bu red aklın bir gereği olarak gösterilmiştir. Delilin mantıksal çıkarımındaki başlangıcın
kabulü, bir köken sorununu beraberinde getirmiştir. Evrenin başlangıcı hakkındaki felsefi ve
bilimsel muamma, delilin başta gelen problemidir. Çünkü bu delilin mantıksal çatısı, evrenin
hadis olduğuna dair ön kabuldür. Önce delilin klasik şeklini analiz edip, daha sonra yeni
bilimsel veriler ve felsefi yorumlarla modern versiyonunu ortaya koymaya çalışacağız.
Delilin en eski şeklini Gazali’ de görmekteyiz. Gazali’deki şekliyle delilin
mantıksal çatısı şöyledir:
1. Her hadis ( sonradan olan her şey )’in hudus bulması için bir sebebe muhtaç
olduğu aklen meydandadır.
2. Alem ise sonradan varolmuştur.
241 Craig, The Kalam Cosmological Argumant, s.99. 242 Aydın, a.g.e., s.49-50. 243 Craig, Finitude of the Past and God’s Existence, s.4-5. 244 Altıntaş, a.g.e., s.82.
73
3. O halde alemin var olması için bir sebebe muhtaçtır.245
Gazali, eserinde her önermeyi teker teker ele alarak doğruluğunu mantıksal yolla
ispata çalışır. Burada bizim için önem arz eden delilin ikinci önermesidir. Delilin ifade ediliş
şekliyle, birinci ve sonuç önermesi hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde doğruluğu
açıktır.
“Her hadisin hudus bulması için bir sebebe muhtaçtır” sözü Gazali’ye göre çok
açıktır. Ona göre, sonradan ve belirli bir zamanda meydana gelen varlıkların, daha evvel
olması veya daha sonraya kalmaları aklen mümkündür. Şu halde o muayyen zamanda
olmasını tercih eden bir sebebe ihtiyacı zaruridir.246 Hadis olan şeylerin olması ya muhaldir
veya mümkündür. Muhal olamaz , çünkü bir kere varolmuştur. Muhal olan asla varolamaz.
Hadisin varolma keyfiyeti kendi öz yapısından kaynaklanamayacağı için onun varlığı
mümkündür. Mümkün de kendi başına varolamaz. O halde mümkün olan varlıkların,
varlığını yokluğa, belirli bir zamanda varolmaya tercih edecek bir varlık olmadan hadisin
varoluşunu açıklayamayız.247
“Alem hadistir” sözünü doğrulamak için Gazali, hareket ve sükunun durumundan
yola çıkar. Ona göre alemin her parçası ya durur veya hareket eder. Hareket ve sükunun her
ikisi de hadistir. Dolayısıyla hadis olan hareket ve sükundan kurtulamayan alem de hadistir.
Gazali bu önermeyi üç aşamada inceler:
“1- “Cisimler hareket ve sükundan hali değildir.” Gazali’ye göre bunun böyle
olduğu tefekkür ve düşünmeye lüzum göstermeden zaruri ve açıkça görülen bir hakikattir.
Çünkü hareketi ve sükunu olmaksızın bir cismin varlığı düşünülemez.
245 Gazali, el- İktisad fi’l-itikad, Ankara, 1962, s.25; İhya, s.270; Craig, Finitude of the Past and God’s Existence, s.4. 246 Craig, The Kalam Cosmological Argument, s.48. 247 Craig, a.g.e., s.44.
74
2- “Hareket ve sükun hadistir.” Hareketin sükunu, sükunun hareketi takip etmesi ve
birinden sonra diğerinin bulunmasıdır ki, görülen ve görülmeyen bütün cisimlerde bu
böyledir.
3- “Hadis olanlardan uzak kalamayan bir şeyin de hadis olması gerekir.”248
Eğer böyle olmasaydı, her hadisten önce, öncesi olmayan bir çok hadislerin
bulunması gerekir ve eğer o hadisler sona ermeseydi, yeni hadislerin varlığına sıra gelmezdi.
Çünkü yeni hadisin varlığı eskisinin sona ermesine bağlıdır. Halbuki sonsuz olanın sona
ermesi muhaldir. Gazali’ye göre içinde değişmelerin yaşandığı bir alemin başlangıçsız
olduğunu kabul etmek, değişmelerin de başlangıçsız olduğunu kabul etmek demektir.
Dolayısıyla her hadisin başlangıcı olmayan hadislere dayanması gerekir ki, bu aklen
muhaldir.249 Eğer evrenin şu andaki durumu, sonsuz sebepler zincirinin parçasıysa biz bu
ana nasıl gelebildik?250 Evrende varolan her şey sonsuz ise, yeni şeylerin meydana gelmesi
imkansızdır. Her an değişimin ve yeni oluşumların yaşandığı bir evrende gerçek
sonsuzluktan bahsetmek mümkün gözükmemektedir. Gazali, alemdeki değişmelere rağmen
evrenin başlangıcını düşünmeyen felsefecileri hem felsefi hem de dini açıdan hatalı olarak
görür. Ona göre içindeki değişmelere rağmen evrenin bir başlangıcı yoksa, o takdirde
değişmeler için de başlangıç düşünmemek gerekir.251
Gazali’de olduğu gibi Thomas Aquinas da (1225-1274) evrendeki birtakım
hareketlerden yola çıkararak kozmolojik delil oluşturmuştur. Ona göre evrende hareket
halindeki bir takım şeyler mevcuttur. Evrende her ne hareket ederse etsin başka bir hareket
ettirici tarafından hareket ettirilir. Hiçbir şey kendi kendine hareket etme yetisine sahip
değildir. Ancak hareket ettirici sebepler zincirinin sonsuza dek gitmesi mümkün olmadığı
248 Gazali, İhya, s.270. 249 Gazali, İhya, 270. 250 Craig, The Kalam Cosmological Argümant, s.105. 251 Gazali, Tahafüt el-Felasife (Filozofların Tutarsızlığı), (çev: Bekir Sadak), Ahsen yay., İstanbul, 2002, s.39-40.
75
için kendisi bir başka hareket ettirici tarafından hareket ettirilmeyen bir ilk hareket ettiricinin
olması gerekir.252 Aquinas’taki hareket delilinin mantıksal çatısını şöyle özetleyebiliriz:
1. Hareket içerisindeki olan her şey, başka şeyler tarafından hareket ettirilir.
2. Hareket ettirici sebepler zincirinin sonsuza dek geriye doğru gitmesi mümkün
değildir.
3. O halde ilk hareket ettirici olmalı253
William Lane Craig, Gazali’de olduğu gibi hadislerin sonsuzluğunun reddini ve
buna bağlı olarak evrenin bir başlangıcı olması gerektiğini şu şekilde ifadelendiriyor:
1- Evren ya sonradan varolmaya başlamıştır veya tamamen durağan bir evren
anlayışı içerisinde hadisler silsilesi geriye doğru sonsuza dek gider.
2- Tamamen durağan bir evren anlayışı içerisinde fiziksel anlamda hadisler
silsilesinin (buna sebepler zinciri de diyebiliriz) sonsuza dek geriye doğru gitmesi mümkün
değildir.
3- O halde evren sonradan varolmaya başlamıştır.254 (Alem hadistir.)
Görüyoruz ki kozmolojik delilin hemen hemen bütün versiyonlarında sebepler
zinicirinin sonsuzluğunun rededilmesi vardır. Bu argümanda anahtar önerme, hadislerin
ezelden beri varolamayacağı önermesidir. Hadislerle dolu olan evrenin de hadis olmasını
kabul etmek aklın bir gereği olarak düşünülebilir. Çünkü bütün olan bir şey parçadan
bağımsız değildir. Bunun yanı sıra evrenin ezeli olduğunu kabul etmek, evrende varolan
bütün olayların, hareketlerin ve değişmelerin ezeli olduğunu kabul etmeyi gerektirir ki, bu
durumda evrenin şu andaki duruma nasıl geldiğini ve bu duruma gelinceye kadar evrende
252 Stephen T. Davis, God, Reason, and Theistic Proofs, Edinburgh University Press, Edinburgh, 1997. s. 60-61. 253 Davis, a.g.e., s.61. 254 Craig, The Kalam Cosmological Argumant, s.99.
76
meydana gelen değişiklikleri açıklayamayız.255 Gazali’nin Tanrı’nın varlığını ispatta köken
sorununa getirdiği mantıksal çıkarımı Craig şu şekilde özetlemektedir:
1. Dünyada bir takım zamansal varlıklar (temporal phenomena) mevcuttur.
2. Her zamansal varlık ise bir diğerinin sebebidir.
3. Bu zamansal varlıklar silsilesi sonsuza kadar geriye götürülemez. (ezeli olamaz)
4. O halde bu silsile bir sonda durmak zorundadır.256
Evrenin yapısından hareketle Tanrı’nın varlığını ispata götüren kozmolojik delilin
bu versiyonu, maddenin sonsuzluğunun imkansızlığı fikrine dayanmaktadır. Maddenin
sonsuzluğunun imkansızlığını mantıksal çıkarımlarla ispatlamaya çalışan bu delilin hem
felsefi hem de bilimsel alanda modern gelişmelerin kabulünü de kapsayan şeklini ele almaya
çalışacağız. Birinci bölümde ele aldığımız son bilimsel gelişmeler, delilin mantıksal ön
kabulünün temellendirilmesi açısından oldukça önemlidir. Big Bang’in verilerinin, teizmin
yoktan yaratıcı Tanrı anlayışına bilimsel boyut kazandırdığı açıktır.
Craig, hudüs delilin klasik yapısını da kullanarak evrenin bir başlangıcının
olduğunu ve bu başlangıcın da ilksel nedene dayanması gerektiğini şu şekilde ortaya
koymaktadır:
1) Sonradan varolmaya başlayan her şeyin bir sebebi vardır.
2) Evren varolmaya başlamıştır.
3) O halde evrenin varoluşunun bir sebebi vardır.257
Hudüs delilinin anahtar önermesi “evren varolmaya başlamıştır” yahut “alem
hadistir” önermesidir.258 Gazali bu önermeyi hareket ve sükun delilleriyle felsefi olarak
desteklemiştir. Aynı şekilde daha sonra da önerme felsefi olarak desteklenmiş, doğruluğu
teyid edilmeye çalışılmıştır. Ancak doğruluğunun teyidi için asıl önemli olan bilimsel 255 Craig, The Kalam Cosmological Argument s.105. 256 Craig, a.g.e., s.45. 257 Craig, Hawking on God and Creation, Craig and Smith, Theism, Atheism, and Big Bang Cosmology içinde s.284. 258 Craig, Finutude of the Past and God’s Existence, s.4.
77
ilerlemelerin önermeye kattığı değerdir. Big Bang bu anlamda 2. önermenin en güçlü
bilimsel temelidir.
Big Bang’in bir başlangıç tekilliğine işaret ettiğini kabul edersek, delili yeniden şu
şekilde formüle edebiliriz:
1) Evren Big Bang’le sonradan varolmaya başlamıştır.
2) Big Bang’in oluşumunun iki şekli olabilir: Big Bang ya tamamen sebepsiz
olarak kendi kendine meydana gelmiştir. Ya da onun da başlangıcının bir sebebi vardır.
3) Sonradan varolan her şeyin bir sebebi vardır.
4) O halde Big Bang’in oluşumu mutlak bir sebebe dayanmaktadır.
Big Bang, bir çok bilim adamlarınca evrenin varoluş sürecinin başlangıcıdır.
Yapılan bilimsel araştırmalar Big Bang’in varlığına işaret ediyor olsa da, John Gribbin’e
göre, teorinin evrenin başlangıcı hakkındaki en büyük problemi ‘Big Bang’ten önce ne
vardı?’259 sorusunun bilimsel açıdan muamma olarak kalmasıdır. Çünkü bu insan idrakini
aşan bir muammadır. Ancak bir çok bilim adamlarınca yapılan felsefi yorumlarda, evrenin
başlangıç tekilliğinden önce hiçbir şeyin varolmadığı, yani evrenin mutlak yokluktan
yaratıldığı anlayışı vardır. Bu problemin çözümünde bilimsel olarak kabul edebileceğimiz en
yeterli delil belki de evrenin sürekli genişlemesidir. Sürekli genişleyen, dolayısıyla geriye
doğru sürekli küçülen evrenin sıfır noktada birleşmesi,260 mantıken kabul edilebilecek en
mümkün sonuçtur. ‘Big Bang öncesinde ne vardı’ sorusu mutlak başlangıç problemini
beraberinde getirmektedir. Big Bang, “mutlak bir başlangıç”261 olmadığını öne sürenlere
verilebilecek bilimsel bir cevap olarak yeterli olmayabilir. Çünkü bilim ve genel olarak da
insanın bilgi kapasitesi, mutlak hiçliğin belli bir anda hüküm sürdüğünü, ya da bu durumun
zamandan önce olduğunu açığa çıkarmaya elverişli değildir. Bu yüzden kozmoloji, ilk
259 Craig, The Kalam Cosmological Argument, s.122. 260 Craig, God, Time and Eternity, s.256. 261 Mutlak başlangıç: Daha önce ilksel nedenden başka hiçbir şeyin olmadığı an.
78
yaratım anını veya başlangıç anını idrak edemez. Ama bu kadar önemli bilimsel gelişmelere
sırtımızı çevirip bu bilimsel başlangıcın mutlak başlangıç olabileceği imkanını tamamen
devre dışı bırakamayız. Mutlak başlangıç varsa da fizik ve kozmoloji bunun böyle olduğunu
matematik kesinlik gibi veya tecrübi olarak ortaya koyamaz. Mutlak başlangıcın tecrübi
olarak ispat edilememesi, evrenin geçmişte sonsuzdan beri varolduğunu gerektirmez. Bu
durumu şöyle izah edebiliriz: Evrenin başlangıcındaki sıfır noktayı (yokluğu) hiçbir akıl
idrak edemez. Ancak aklın keşfettiği bazı gerçeklerden yola çıkarak doğru bir izahata
gidebilir. Bilim evrenin başlangıcı hakkında göz ardı edilemeyecek kadar önemli ipuçları
vermiştir. Bunun yanında evrenin ilk halinin fiziksel açıklamasından da yoksundur. Zaten
böyle bir açıklamayı yapmak ne fiziğin ne de herhangi bir bilim dalının işidir. İmkan
dünyasından olan fiziğin her şeyi açıklayamadan sınırlarına erişmesi, fizikötesindeki bir
varlığı zorunlu kılmaktadır. Bundan sonra yapılacak tek iş, mümkünler dünyasından olan
fizik yasalarını bir kenara koyup, zorunlu ilksel sebebe dayanmaktır. William Stoger’e göre,
eğer daha öncesinde Tanrı’dan başka hiçbir şeyin varolmadığı böyle bir başlangıç varsa yada
zamanın başlangıcı diye bir şey varsa, o zaman bu kesinlikle yoktan yaratılışa (creatio ex
nihilo) işaret edecektir. Şu an için bu tip başlangıcı karşılayabilecek tek şey Big Bang’tir. Bu
yüzden Big Bang’i evrenin başlangıcı ve yoktan yaratılışın sembolü olarak görebiliriz. Ancak
bu tamamen yaratılışla veya zamanın başlangıcıyla özdeşleştirilemez.262 Evrenin
başlangıcının bilimsel bir sembolü haline gelen Big Bang’in kabulünün ardından şu soruya
verilebilecek cevap, kozmolojik delilin nihai önermesinin doğrulanması açısından önemlidir.
“Big Bang’i harekete geçiren şey neydi? Hiçbir şey yokluktan kendi kendine varolamayacağı
için verilebilecek en makul cevap şudur: Bugün birçok bilim adamı, Big Bang teorisini çok
sayıda verinin desteklediği, en güvenilir teori olarak görmektedir. Ama Big Bang’e neyin
sebep olduğu bilinmemektedir. Standart Big Bang teorisi, Big Bang’e neden olan şeyin ne
262 Stoeger, Bilimde ve Dinde Evrenin Başlangıcı, s.249.
79
olduğunu bilimsel olarak açıklamaz. Çünkü bu insan idrakini ve bilimi aşan bir konudur. Bu
yüzden bir çok bilim adamı Big Bang’in nedenini evren dışı, aşkın bir ilk nedende
görmüşlerdir; evren gerçekten Big Bang’le yoktan varolmaya başladıysa, bunun yegane
sebebi, varlığı başka varlığa bağlı olmayan, kendi kendine yeter, sonsuz bir varlığın
tercihidir. Buna göre Tanrı olmadan Big Bang teorisi ihtimal dışıdır.
Uzay ve zaman evrenden bağımsız mutlak varlıklar olmadığı, Newton ve
Einstein’in teorileriyle ortaya konmuştu. Newton’un devinim yasaları uzayda mutlak konum
düşüncesine son verirken, Einstein’in görelilik kuramı mutlak zaman anlayışını ortadan
kaldırmıştır.263 Craig’e göre, uzay ve zaman Big Bang’le varolmaya başladı.264 İngiliz fizikçi
Paul W. Davies ise Big Bang’in ve uzay-zamanın durumunu şu şekilde özetlemektedir: “Eğer
Big Bang’in olağanüstü öngörüsünü tahmin edebilirsek, geçmişe doğru evrenin sınırlarının
sıfır noktaya doğru küçüldüğü sonucuna ulaşabiliriz. Başlangıcı sembolize eden kozmolojik
tekillik, evrenin geçmişteki fiziksel uç noktasını resmeder. Bir uçtan bir uca uzay-zaman
fikrinin fiziksel sebeplerini sıralayamayız. Bu sebeple bir çok kozmologlar evrenin
başlangıcına işaret eden, geçmişte sonlu bir ( başlangıç ) tekilliğini kabul ederler. Bu görüş
çerçevesinde Big Bang yoktan yaratıcılığı sembolize eder. Bu sadece maddenin ve enerjinin
yaratılışını değil, aynı zamanda uzay-zamanın evrenle birlikte kendi kendine başladığını
gösterir.”265 Davies elde edilen bilimsel gelişmeler ve felsefi çıkarımlardan hareketle evrenin
ezelden beri varolmadığını, aksine sonlu bir zaman önce varolduğu sonucuna ulaşmıştır.266
Uzay ve zamanın evrenle birlikte varolup varolmadığı hususunu ‘ilk neden’in zorunluluğu
çerçevesinde ele aldığımız zaman bir başlangıcın olması gerektiği iddia edilebilir. Ancak
bizim burada vurgulamak istediğimiz şey, uzay ve zamanın evrenle birlikte varlığının anlamlı
263 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.54. 264 Craig, God, Time, and Eternity, s.256. 265 Davies, “Spicetime Singularities in Cosmology and Black Hole Evaporations,” ed. J. T. Fraser and D. Park, The Study of Time III içinde, Springer Verlag, Berlin, 1978, s.78-79., aktaran Craig, God, Time, and Eternity, Kluwer Academic Publishers, Netherlands, 2001. s. 256. 266 Copan and Craig, Creation out of Nothing, s.244.
80
olduğu ve bunun fiziksel gerekliliğidir. “Uzay ve zaman kavramları olmadan evrendeki
olaylardan söz edemiyorsak evrenin sınırları dışında bir uzay ve zamandan söz etmek
anlamsızdır”.267
Günümüzde kabul edilen kozmolojik teoriye göre, evren Big Bang’le varolmaya
başladı. Ancak bu, evrenin ezelden beri varolan boş uzayın bir noktasında başladığı anlamını
taşımaz. Uzay ve zaman tamamen yokluktan yaratılan evrenle beraber kendi kendilerine
varolmaya başladı. Barrow ve Tipler’e göre, uzay ve zaman bu tekillik anında oluştu; bu
tekillik anından önce tam olarak hiçbir şey yoktu. Dolayısıyla eğer evren bir tekillik anında
başladıysa, biz yoktan yaratılışı doğrulayabiliriz.268 Bilim adamlarının genel çoğunluğu bir
başlangıç varsa, bir yaratıcının olmasının zorunluluğunu kabul etmektedirler. Big Bang
teorisinin en önemli özelliği de, teizmin iddia ettiği yoktan yaratıcılık anlayışını
desteklemesi, ateizmin sonsuz evren, dolayısıyla Tanrısız evren iddiasını güç duruma
sokmasıdır.
Sonsuz evren fikri ateizm için vazgeçilmez bir tezdir. Çünkü evrenin bir başlangıcı
olması, onun Tanrı tarafından yaratılması anlamını taşımaktadır. Bazı materyalistler de hiçbir
bilimsel açıklaması olmadığı halde sırf ateist düşüncelerinin gereği olarak tanrısız bir evren
modelini ortaya koyabilmek için sonsuz evren fikrini savunmuşlardır. Bunlardan birisi de
materyalist ve marksist bir felsefeci olan Georges Politzerdir. Politzer, ‘sonsuz evren’
modeliyle hareket ederek yaratılışa şöyle karşı çıkmıştır:
‘Evren yaratılmış bir şey değildir. Eğer yaratılmış olsaydı, o takdirde, evrenin Tanrı
tarafından belli bir anda yaratılmış olması ve evrenin yoktan var edilmiş olması gerekirdi.
Yaratılışı kabul edebilmek için, her şeyden önce, evrenin var olmadığı bir anın varlığını,
sonra da, hiçlikten bir şeyin çıkmış olduğunu kabul etmek gerekir. Bu ise bilimin kabul
267 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.55. 268 Craig, God, Time, and Eternity, s. 256.
81
edemeyeceği bir şeydir.’269 Politzer yaptığı açıklamada bir yaratılışa inanmamakla beraber,
şu gerçeğe de dikkat çekmiştir: Eğer evrenin varolmadığı bir an varsa ve evren böyle bir
mutlak yokluktan varolduysa, bunun için bir yaratılıştan söz edebiliriz.
Politzer’in de bu açıklamasına göre, evrenin bir başlangıcının ispatı aynı zamanda
Tanrı’nın varlığını da ortaya koymaktadır. Bu nedenle kozmolojik bir delili ifade eden Big
Bang teorisinin önemi de ortaya çıkmaktadır. “Standart Big Bang modelinin bir özelliği de,
bilhassa ateist düşünceye yatkın olan felsefeci kozmologları şaşırtıcı bir şekilde ortaya
çıkmasıdır. Örneğin Rus astrofizikçi Andrei Linde standart Big Bang modelinin duruşunun
kendisi için oluşturduğu problemi oldukça samimi bir şekilde kabul eder. Bu problemin en
zor tarafı başlangıç tekilliğinin kendi kendine varolmayacağıdır. Fakat bu konuda asıl
sorulacak soru, başlangıç tekilliğinden önce ne vardı sorusudur. Bu problem fizik ve
metafizik arasında muamma olarak kalıyor.”270
Hudüs delili, evrenin başlangıcının gerekliliğini mantıki önermelerle ortaya
koyarken herhangi bir sebebe ulaşmayı değil, evreni mutlak yokluktan yaratan ve devam
ettiren bir sebebe ulaşmayı gaye edinmektedir. Evrenin bir yaratıcıya ihtiyaç duymaksızın
kendi kendine varolamayacağını savunarak, Tanrı’nın varlığının zorunlu olduğunu izahata
çalışmıştır. Teizmin evren anlayışında Tanrı olmadan evrenin varlığını izah etmek mümkün
değildir. Bu izahatın imkansızlığının sebebi, bilimsel olarak maddenin kendi kendine yeterli
olmadığı görüşünde yatmaktadır. Bu nedenle kendi kendine varolmaya muktedir olmayan
mümkün varlıklara hayat veren, kendi kendine yeter bir varlığı kabul etmemiz gerektiğinde,
Tanrı’nın varlığının gerekliliğini açıkça ortaya koymuş oluyoruz. Evrenin bir yaratıcısının
olması gerektiğini “evreni kim yarattı? Ya da evren nasıl varolmaya başladı” sorularıyla
temellendirmeye çalışırız. Ancak ateist düşünce bağlamında “Tanrı’yı kim yarattı?”, “Tanrı
269 George Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, Sosyal yay., İstanbul, 1989, s.84. 270 Craig, God, Time, and Eternity, s. 256.
82
nereden geldi?” sorularıyla karşı karşıya gelebiliriz. Varghese’ye göre bu tür sorular ancak
Tanrı kavramını yanlış anlamanın sonucunda ortaya çıkabilir. “’Daire neden yuvarlaktır?’
sorusu ne kadar saçmaysa, kendi kendini izah eder nitelikteki bir varlığın mevcudiyeti için
bir izahat istemek de o kadar saçmadır.”271
Bir çok bilim adamının ve filozofun evrenin yahut maddenin kendi içerisinde
varlığına sebep arama girişimleri sonuçsuz kalınca, varoluşun sebebini bu sonlu evrenin
ötesine taşımak durumunda kalmışlardır. Bu durumda geriye belki de tek seçenek kalıyor:
Varlığın oluş sebebi, ilk neden olan, sonsuz ve aşkın bir varlığın zorunluluğu. Teist, evrenin
varoluşunun anlamını izah için Tanrı’nın varlığını zorunlu görür. Çünkü teiste göre, insan
idrakini aşan evrenin kökeni, hiçbir bilim açıklayamaz. Bunun yanında evreninin neden
varolduğunun izahı Tanrısız bir evren anlayışıyla imkansızdır. Aşkın ve sonsuz bir Tanrı’nın
varlığı bu anlamda düşünüldüğünde, teist için söylenecek son söz, O’nun evreni ve dünyayı
bu şekilde yaratmasının bir tercihin sonucu olduğudur. “Tanrı’yı kim yarattı?” şeklinde
yapılan karşı çıkışı rasyonel bir teist rahatlıkla karşılayabilir. Eğer Tanrı varsa, Tanrı’nın
varlığı başka bir varlığınkine bağlı olmaz. Dolayısıyla Tanrı dediğimizde her türlü
noksanlıktan uzak mükemmel bir varlığı kastetmek durumundayız. Böyle bir tanımdan uzak
olan varlık, asla Tanrı olamaz. “Eğer evreni Tanrı yarattıysa, Tanrı’yı kim yarattı?”
şeklindeki bir soru salt mantık açısından saçmadır. Çünkü Tanrı’yı yaratan bir diğer üst ve
yüce varlık olsaydı, bu kez ona Tanrı der ve aynı soruyu bu yeni varlık için sorardık. Tanrı’yı
yaratan başka bir tanrı, onu yaratan bir diğer yaratıcı, sonsuz sayıda tanrı ailesinin fertlerini
oluşturacaktı. Teistin evrenin neden varolduğuna dair makul açıklaması her zaman olabilir;
onun için mükemmel bir varlığın evreni ve dünyayı dilediği şekilde tasarlayıp var etmesi ise,
özgür tercihin neticesi olsa gerektir.
271 Varghese, (Giriş), Kozmos, Bios, Teos, s.39.
83
Big Bang ve felsefi sonuçlar dizisine baktığımızda bilimden teolojiye doğru atılan
adımı rahatlıkla görebilmekteyiz. Çünkü Big Bang, bir başlangıcın olması gerektiğini ortaya
koyarken, başlangıç ise ilk nedenin zorunluluğunu doğurmaktadır; sonuçta ilk nedenin adına
Tanrı dediğimizde, Big Bang’in bilimsel verileri teolojik boyut kazanmış oluyor.
Hudüs delilindeki “alem hadistir” önermesinin mantıksal ve bilimsel ispatı, evrende
kendi kendine varolmanın ve tesadüflüğün imkansızlığını da ortaya koymaktadır. Bilim
dünyasında inandırıcılığı ve geçerliliği giderek artan Big Bang’le ortaya çıkan mucizevi
düzenin ve ahengin felsefi sonuçlarını Patlamanın Nizamı bölümünde daha geniş bir şekilde
ele alacağız. Ancak şimdi kısaca böylesine bir düzeni oluşturan doğa yasalarının metafiziksel
sonuçlarına ve bu yasaların kozmolojik delil açısından ne anlam ifade ettiğine değinmek
istiyorum.
Aşkın bir yaratıcının zorunluluğunun en başta gelen mantıksal temeli belki de,
evrende varolan mucizevi düzen ve ahenktir: Hiçbir aklın tesadüfle açıklayamadığı düzen
içerisindeki bir evren. Evrenin ve hayatın başlangıcı için en akla uygun izahatın, kozmosun
ötesindeki bir Yaratıcının varolması olduğunu söyleyebiliriz. Bu görüşü desteklemek için
İngiliz Astronom Fred Hoyle’un, ilk hücrenin şans eseri ortaya çıktığına inanmanın, eski
uçak parçalarıyla dolu bir depoda esen bir hortumun bir Boing 747 meydana getirebileceğine
inanmak gibi bir şey olduğuna dair bir demecinden söz edilmektedir.272 Tanrı sadece fiziksel
evreni yaratmakla kalmamış, aynı zamanda bu evrenin uyacağı yasaları yaratmıştır ki, doğa
yasalarının varlığı mucizelerin en büyüğüdür. Henry Margenau’ya273 göre doğa yasaları
Tanrı tarafından yaratılmıştır. Tanrı her şeyi bilen ve her şeye gücü yetendir. Bilim kendi
kökenlerini ve muvaffakiyetlerini izah edebilmek için bir dine ihtiyaç duyar. Margenau 1932
yılında Princeton Üniversitesi’nde Üst Düzey Çalışma Enstitüsünde araştırma yaparken
272 Henry Margenau, Doğa Yasaları Tanrı Tarafından Yaratılmıştır, Margenau, Varghese, a.g.e. içinde, s.85. 273 Yale Üniversitesi’nde Eugene Higgins Fizik ve Doğa Felsefesi profesörüdür.
84
Einstein’la tartıştığını ve Einstein’in şöyle bir yorumda bulunduğunu bildiriyor: “Temel
ispatlanmış bir doğa yasasının keşfi Tanrı’ya yönelik bir ilhamdır.”274 Bilim adamlarının
keşfettiği doğa yasalarının ortaya çıkışı, tesadüfle açıklanamayacağı için yasa koyucunun
varlığını gerekli kılmaktadır. Buna göre evrende hakim olan akıl almaz düzenlilik ve
mucizevi işleyiş karşısında, bu düzeni sağlayan ve devam ettiren bir Yasa Koyucu’nun
varlığı bir kenara bırakıldığında böylesine bir düzenin kazara meydana geldiğini ve şans eseri
devam ettiğini söylemek durumunda kalırız ki, bu durum izahat problemini beraberinde
getirir.
2. Teizmde Evrenin Ezeliliği
Hudüs delilinde, evrenin başlangıcı anahtar kavramı oluşturmaktadır. Ancak hem
evrenin ezeliliğini hem de Tanrı’nın varlığını kabul eden bir çok bilim adamı ve filozof da
vardır. Evrenin ezeliliğini kabul etmek, Tanrı’nın varlığını zorunlu olarak reddetmek
anlamını taşımadığı görülmektedir. Tanrı’ya inanan ancak evrenin ezeliliğini kabul eden
filozofların sonsuzluk konusundaki yaptıkları ayrım ise oldukça önemlidir. Evrenin
sonsuzluğu tartışılırken genelde potansiyel sonsuzluktan söz edilmektedir.275 Gerçek
sonsuzluğun mümkün olamayacağını, ancak imkansal anlamda sonsuzluktan söz
edilebileceği belirtilmektedir. Filozofların bir kısmı evrenin sonsuzluğunu imkansal
sonsuzlukla, bir kısmı da bunu tamamen Tanrı’nın mükemmelliğiyle temellendirmeye
çalışmışlardır.
Yeniçağ filozoflarından Immanual Kant, evrenin sonsuz büyük olduğunu ve
değişmez olduğunu ‘Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı’ adlı eserinde ortaya koydu.
Ona göre evreni Tanrı yarattığına göre onun sonsuz olması gerekir. 276 Kant evrenin zaman
274 Margenau, Doğa Yasaları Tanrı Tarafından Yaratılmıştır, s.84. 275 Craig, Finitude of the Past and God’s Existence, s.5. 276 Immanual Kant, Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı, (çev: Seçkin Selvi), Sarmal yay., İstanbul, s.109.
85
ve uzayda bir başlangıcı olduğunu kabul etmekle beraber277 uzay ve zamanın sonsuz
büyüklükte olduğunu yani sınırının olmadığını öne sürer.278 O evrenin deneyüstü bir tanrının
yaratmasıyla oluştuğuna inanırdı.279 Kant evrenin sonsuz büyüklükte olduğunu ileri sürürken
bunu tamamen Tanrı’nın sonsuzluğuyla ya da mükemmelliğiyle açıklamaya çalışmıştır. Ona
göre, evren Sonsuz Varlık’ın gücüyle orantılı olarak düşünüldüğünde hiçbir sınırı
olmayacağı ortadadır. Tanrı’yı, gücünün son derece ufak bir bölümünü harekete
geçiriyormuş gibi ve sonsuz gücünü kullanmıyormuş, bu güç saklı tutuluyormuş gibi
göstermek anlamsız olur. Sonsuzluk, uzayın sonsuzluğu ile birleşmedikçe, Yüce Varlık’ın
kendini gösterme biçimlerini kapsamaya yeterli değildir.280
Görülmektedir ki, Kant’ın evrenin sonsuz büyüklükte olduğunu kabul etmesi,
tamamen Tanrı’nın sonsuz gücünü göstermesi gerektiği düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
Çünkü Kant böyle bir görüşü temellendiren hiçbir pozitif delil veya yorum ileri sürmüyor.
Kant Tanrı’nın sonsuz gücünden yola çıkarak sonsuz bir evren anlayışında olsa da,
evrenin başlangıcı hakkında aklın evren konusunda hem sonlu evreni ve hem de sonsuz
evreni savunabileceğini ileri sürer. Hem tez hem de karşıt tezin bir arada bulunabildiği bu
duruma Kant antinomi (çatışkı) demektedir. Ona göre akıl, tecrübeyi aşarak hiçbir koşula
bağlı olmayan bir bütüne, birliğe ulaşmak istediği an (bu istek saf aklın doğası gereğidir)
yanılsamaya düşer.281 Onun bu düşüncesini kozmolojik delile yaptığı itirazlarda ve
transendental idealizminde görmekteyiz. Kant’ın evrenin başlangıcı hakkındaki kozmik
bilinemezciliğini ele aldığı birinci antinomide görmekteyiz.
Kant’ın antinomilerini Newton’un mutlak zaman kavramına göre düzenlediği
görülmektedir. Mutlak zaman kavramına göre, evrende bağımsız bir şekilde akan zaman
277 Kant, a.g.e., s.115. 278 Kant, a.g.e., s.115. 279 Kant, a.g.e., s.112. 280 Kant, a.g.e., s.111. 281 Tuğcu, Immanual Kant ve Transendental İdealizm, s.61.
86
vardır ve evren mutlak zaman içinde var olur. Ancak Einstein’in formülleriyle mutlak zaman
kavramı bilim dünyasında geçerliliğini yitirmiştir. Einstein’in otaya koyduğu izafi zamana
göre, zaman, hız ve çekim gücü gibi evrensel değişkenlerden etkilenmektedir; uzay, zaman
ve madde hepsi birbirine bağımlıdır, birinin yokluğunda diğerinden söz edilemez.
Kant evrenin başlangıcı hakkında “Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı” adlı
eserinde Tanrı’nın evreni sonsuz zaman içinde yarattığını ileri sürmektedir.282 Craig, Kant’ın
karşı tezinin evrenin başlangıcı olmadığını ispat etmek yerine, evrenin sebebi hakkında
aydınlatıcı bilgi verdiğini söyler.283 Craig bu noktada Gazali’nin açıklamalarına göndermeler
yapar. Buna göre iki tane durum olası ise, bunlardan birinin gerçekleşmesi, bunu
gerçekleştiren hür seçimi olan Mutlak Varlığa işaret eder. Mutlak zaman açısından ya da
Kant’ın 1. antinomisinde ele aldığı antitezine göre evrenin yaratılışını ele alırsak, Tanrı
evreni ne zaman yaratacağına ezeli zamanda karar vermiş olur. İzafi zaman açısından konuya
yaklaştığımızda, Tanrı zamansız olarak zamanın ve evrenin başlangıcını beraber yaratır.
Teizme göre evrenin başlangıcının neden bu anda olduğu, hür iradesi olan Tanrı’nın
varlığını gerekli kılar. Buna göre diyebiliriz ki, “evren neden daha önce değil de o anda
varoldu?” Sorusu ancak teizm açısından Tanrı ile temellendirilebilir. Çünkü teizme göre
Tanrı, her şeyi istediği an, istediği şekilde yaratabilir. “Evren neden o anda başladı?”
sorusuna karşılık fiziksel sebepler tespit edilemiyorsa, teist için en makul sebep Tanrı’nın hür
iradesi olacaktır. Fiziksel sebepler tespit edilse dahi, teizm açısından o sebeplerin ortaya
çıkışı yine Tanrı’nın iradesi ve gücü sayesindedir.
Evrenin başlangıcı konusu Kant’ta Tanrı’nın varlığını delillendirmek açısından hiç
önemli değildir. Çünkü ona göre hiçbir metafizik hükmün ispatı mümkün olmadığına göre,
Tanrı’nın varlığının deneysel olarak ispatı da mümkün değildir. Burada şunu belirtelim ki,
282 Kant, Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı, s.109 vd. 283 Craig, The Kalam Cosmological Argumant, s.190.
87
Kant, evrenin başlangıcı antinomisinin çözülebileceğini ileri sürmüştür. Kant, 1. ve 2.
antinomilerinde ele aldığı “evrenin başlangıcı ve sınırı” ile “maddenin yapısı” sorunlarındaki
antinomileri çözme denemesinde, “boyu sıra gideceğimiz nedenler dizisi numenler olsaydı,
bu antinomileri çözemezdik” diyor. Oysa bunlar uzay ve zaman içinde bulunan
fenomenlerdir; dolayısıyla da bunlar, bilme olanaklarımız içine girerler.284 O halde bilimsel
delillerini açıklamaya çalıştığımız Big Bang, evrenin başlangıcı hakkında bize önemli
ipuçları veriyorsa, bunu hudüs delili içerisinde değerlendirip, delili bilimsel ve modern
yapıya sokmak hem inandırıcılık hem de nesnellik açısından önemlidir. Kant’ın birinci
antinomisinde ileri sürdüğü evrenin sonsuzluğunu iddia eden karşı tez hakkında bilimsel
herhangi bir delil bulunamazken, bir başlangıcın olduğunu savunan yaklaşımı destekleyen bir
çok bilimsel delil bulunmaktadır.
Hawking evreni kendine yeterli görmekte ve Big Bang için bir yaratıcıya gerek
olmadığını açıklamaktadır.285 Hawking kuantum evren modeline dayanarak maddenin boşluk
içinde aniden oluştukları ve yok olduklarını savunmuştur. Kuantum fiziğinde maddenin
vakum (boşluk) içinde yoktan varolduğu tezi, William Craig’e göre mümkün değildir. Ona
göre içinde parçacıkların dalgalandığı (bir belirip bir yok olduğu) mekanik kuantum vakumu,
aslında gerçek bir vakum yani yokluk kavramından çok uzaktır. Bir kuantum modelinde
sürekli olarak oluşup yok olan parçacıklar, varoldukları kısa süre için etraflarında bulunan
enerjiden çalarlar. Bu yokluk değildir ve dolayısıyla madde parçacıkları da yoktan var hale
gelmemektedirler.286
Hawking’e göre Aristo ve diğer Yunan filozoflarının çoğu, işe Tanrı’yı gereğinden
fazla karıştırdıkları için yaratılış düşüncesinden hoşlanmıyorlardı. Onların inancına göre
284 Gökberk, Felsefe Tarihi, s.358. 285 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.182. 286 Necat Kutlu, Big Bang Teorisi ve Evrenin Yaratılışı, Düşünce yay., İstanbul, 2004., s.20.
88
insan soyu ve çevresindeki dünya sonsuzdan beri vardı ve sonsuza değin varolacaktı.287
Aristo’ya göre, İlk Gök’ün (Sabit yıldızlar kümesi) ezeli ve ebedi olması zorunludur. Onu
hareket ettiren bir şey vardır ve bu hareket ettiricinin ezeli ebedi bir varlık olduğunu kabul
etmemiz gerekir.288 Batı ve Doğu felsefecileri bir döneme kadar Aristo felsefesinin etkisinde
kaldığı için evrenin ezelden beri varolduğu görüşündeydiler. Çünkü felsefeciler Aristo’yu en
büyük üstat (muallim-i evvel) olarak kabul ediyorlardı. İslam dinine göre de, Allah kainatı
yoktan yaratmıştır. Bu durumda yaratılış yoktan varlığa geçiştir. Aristo’dan etkilenen İbn-i
Sina da, bu iki öğretiyi birleştirmeye çalıştırmıştır.289
İbn-i Sina bir yönden alemin ezeli olduğunu söylerken, diğer yönden onun mümkün
olduğunu kabul eder. Onun anlayışına göre alem Allah’la birlikte daima vardı. Bir yönden
Allah’ın alemden önce olmayacağı, diğer yönden de O’nun alemden önce olduğu
kanaatindedir. Böylece ilk bakışta onun bu görüşlerinde bir çelişki görünmektedir. Eğer alem
Allah’la birlikte varsa, ezeli, Allah aleme oranla bir önceliğe sahipse mümkün ve hadistir.
İbn-i Sina bu çelişkiyi şöyle ortadan kaldırmak ister: Ona göre alem Allah’tan zaman
itibariyle değil, tıpkı sebebin sonucundan önce olduğu gibi, öz ve sıra önceliği itibariyle
öncedir. Allah’da bir değişiklik veya yenilik olmasını mümkün görmeyen İbn-i Sina, alemin
yaratılmış olmasını uygun görmez. Alemin yaratılmış olduğunu savunanlara, Allah’ın onu
yarattığı andan daha önceki bir zamanda niçin yaratmadığını şu sorularla ifade eder: Allah’ın
belirli bir zamanda alemi yaratma konusunda güçsüz olduğu varsayılabilir mi? O’nun en
olgun olma halini bir başka anda kazandığını ve böylece alemi yarattığı kabul edilebilir mi?
İbn-i Sina ezeliliği, alemin varoluşunun imkanıyla açıklamaya çalışmıştır. Ona göre her
yaratılmış, mümkün olarak ele alındığı zaman, varolma imkanı varoluştan önce gelir. 290 Bu
meseleyi kelami tartışmaya götürürsek, Tanrı’nın aklında olanlar ezeli olduğuna göre evren 287 Hawking, a.g.e., s.23. 288 Aristoteles, Metafizik, s.503-504. 289 Atay, Farabi ve İbn-i Sina’ya göre Yaratma, s.153. 290 Altıntaş, a.g.e., s.82.
89
de ezelidir, diyebilir miyiz? Bu anlamda meseleyi belki İbn-i Sina’nın imkansal ezeliliğiyle
açıklayabiliriz. Ancak bizim burada üzerinde durduğumuz asıl konu, evrenin maddesel
başlangıcının olup olmadığı meselesidir. Bunun hakkında ortaya atılan üç temel görüş vardır:
1- Evrenin bir başlangıcı vardır. 2- Evren ezelden beri vardır 3- Evrenin başlangıcı hakkında
hiçbir şey söyleyemeyiz.
Evrenin bir başlangıcının olduğunu iddia etmek, hele bunu Big Bang’le ve diğer
bilimsel bulgularla desteklemek, bir yaratıcının varlığının bilimsel olarak ispatına götürür.
Bu görüş klasik teizmin kozmolojik delilidir. ‘Evren ezelden beri vardır’ diyen ateistler, bunu
Tanrı tanımaz fikirlerinin bir gereği olarak görmüşlerdir. Ancak evrenin ezelden beri var
olduğunu kabul eden teistlerin durumu farklıdır. Onlar evrenin ezeliliğini Tanrı’nın
ezeliliğiyle açıklamaya çalışmışlardır.291 Evren hakkındaki bilinemezci (agnostik) tavırda ise,
ne o ne o anlayışı vardır. Yani evren sonlu da olabilir, sonsuz da olabilir. Agnostisizm’e göre
bu konuda kesin yargıya varmak, aklın sınırlarının ötesinde bir şey söylemek anlamına gelir
ki, bu imkansızdır.292
Sonuç olarak evrenin başlangıcı hakkında, gerek bilinemezci görüşlerin gerekse
evrenin ezeli olduğunu ileri süren teist ve ateist düşüncenin karşısında Big Bang’i ve onu
destekleyen birçok bilimsel delilin vardığı sonuçları ele alıp değerlendirmek, evrenin kozmik
yapısının anlaşılmasına ve dolayısıyla kozmolojik delilin bilimsel muhteva kazanmasına
neden olacaktır. Big Bang, evren hakkında zihinde oluşan karışık düşünceyi silerek, ortaya
atılan felsefi iddiaların objektif bilim karşısında doğruluğunu değerlendirme imkanı
verecektir. Oluşan kozmik düşünce, teolojik alandaki inanç boyutuna taşınacaktır.
Bilim adamı fiziksel alanda bir araştırma yaparken, başta bunun metafizik boyutunu
veya felsefi sonuçlarının olabileceğini düşünmeyebilir. O anda sadece bilimin fiziksel
291 Atay, a.g.e., s.153. 292 Lightman Bernard, The Origins of Agnosticism, London, 1987, s.15.
90
sonuçlarıyla ilgilidir. Ancak, sonuçta fiziğin elde ettiği bulgular fizikötesi bir gerçeğe işaret
ediyorsa, bunu yadsımayarak değerlendirmeye alması oldukça önemlidir. Çünkü bilimsel bir
yaklaşımın, dini yaklaşımdan ayrılmış olarak tek başına her şeyin kökenini izah etmesi
mümkün değildir. Bazı fizikçilerin Big Bang’in öncesine bakıp, evrenin başlangıcını, örneğin
salınım olarak izah etmeye çalıştıklarını görmekteyiz. Ancak bu sefer şu soru ortaya
çıkacaktır: Salınım nedir ve nasıl ortaya çıkmıştır? Köken sorunu sadece bilimsel açıdan
bakarak çözülemez. Dolayısıyla yapılacak izahat, bilimsel verileri değerlendirerek ancak dini
ya da metafiziksel bir izahat olabilir. Bilim adamlarının sadece pozitivist bir yaklaşımla her
şeyi fiziğin kurallarına göre açıklamaya çalışması ne kadar yetersiz ise, teologların katı
fideizmin yansıması olarak bilimin gerçeklerinden uzak bir şekilde düşüncelerini
oluşturmaları da o kadar yanlış olacaktır. Kimya profesörü Herbert Uhlig din ve bilim
arasındaki ilişkiyi şu şekilde tanımlar: “İkisi de gerçeği yansıtır. İnsanlar için dine nazaran
daha yeni olan bilim, daha önceden dini kaynaklar aracılığıyla ulaşılmış olan aynı sonuçlara
doğru, farklı bir rotayı takip ederek, yavaş yavaş ilerlemektedir.”293 Astronom Robert
Jastrow, kozmoloji uzmanlarının ikilemini şu sözlerle izah eder: “Sanki bilim, yaratılışın
üzerindeki giz perdesini kaldırmayı hiçbir zaman başaramayacakmış gibi görünüyor.
Mantığın gücüne inanan bilim adamları için öykü kötü bir rüya gibi bitiyor. Bilim adamı
cehalet dağlarına tırmanıyor; tam en yüksek tepeyi fethetmek üzere yolunun üzerindeki son
kayayı aştığı sırada yüzyıllardır orada oturan teologlar ve din adamları tarafından
karşılanmıştır.”294 Jastrow, Big Bang teorisini kastederek, bilimin ulaştığı son noktayla dinin
temel inancının aynı olduğunu vurgulamak istemiştir. Ona göre bilim adamları ve teologlar
aynı zirveye doğru tırmanıyorlar.295
293 Herbert Uhlig, Evrenin Başlangıcı Bilimsel Anlamda Ancak Bir Mucize Olarak Tanımlanabilir, Margenau, Varghese, a.g.e. içinde, s.141. 294 Silk, a.g.e., s.2. 295 Dreos, a.g.e., s.18.
91
B. GAYE ve NİZAM DELİLİ AÇISINDAN BİG BANG
Kozmos “düzen içinde bir evren” anlamında kullanılan ve bir bakıma kargaşa
anlamına gelen “kaos”un karşıtıdır.296 Evreni oluşturan tüm canlı ve cansız varlıkların
birbirleriyle derinden uyumlu bağların gizlerini içerir ve bu karmaşık ama gizemli bir
incelikle işlenmiş bağlara karşı hayranlık ifade eden bir sözcüktür.
Big Bang teorisinin kozmolojik delille olan ilişkisini ve delile kattığı değeri daha
önce ele almıştık. Şimdi Big Bang’in Gaye ve Nizam delili açısından değerlendirmeye ve Big
Bang ile Gaye ve Nizam delilinin birbiriyle olan ilişkisini ele almaya çalışacağız. Big
Bang’in ilk anından itibaren aşama aşama evrenin düzene doğru gidişi ve yaşanabilir bir
dünya meydana gelmesi, tesadüflerle açıklanabilirliği mümkün görülmemektedir. Evrende
insan idrakini aşan bir nizam vardır. Gaye ve Nizam delili, evrenin meydana gelişinin
yanında, evrendeki olağanüstü düzenlilik ve yaşanabilir bir dünyanın nasıl oluştuğu
meselesini de ele alarak Tanrı’nın varlığına ulaşır. Evrende neden bir düzenlilik hakimdir?
Tanrı olmadan evrendeki ahenk ve nizamı izah edebilir miyiz? Bu düzen nasıl oluşmuştur?
Eğer bunu fizik kurallarıyla açıklayabilsek bile fizik kuralları nereden gelmektedir? Bu fizik
kurallarına ve denklemlere can veren şey nedir? Evrene hayat veren elementler nasıl
varolmuşlardır? vs. gibi sorulara verilebilecek felsefi cevaplar Gaye ve Nizam delilinin temel
argümanını oluşturur.
Tasarıdan gelen ispatlama, teolojinin kavramıyla birleştirilerek evrenin, son
hedefine doğru geliştirmeye programlanmış olduğunu ortaya koyar. William Paley (1743-
1805) Doğal Teoloji adlı kitabında bu tasarımı şu şekilde açıklar:
“Bir çalılığı geçerken, ayağımı bir taşın üzerine attığımı varsayın, taşın oraya nasıl
geldiği sorulsun; aksine bir şeyler bilmeme rağmen muhtemelen, o taşın daima orada olduğu
296 Carl Sagan, Kozmos: Evrenin Yaşamın Sırları, (çev: Reşit Aşçıoğlu), Altın Kitaplar yay., İstanbul, 1997, s.14.
92
şeklinde cevap verebilirim. Belki de bu cevabın saçmalığını göstermek çok kolay
olmayacaktır. Fakat yerde bir saat bulduğumu varsayın ve bu yerdeki saatin ortaya çıkışının
nasıl olduğu sorulduğunda önceden vermiş olduğum cevabı vermek için düşünecektim.
Ancak bir şey bilmediğim için saat daima orada olmuş olacaktı. Yine de bu cevap niçin bir
taş için olduğu kadar saat için de iş görmeyecektir? Niçin birincide olduğu gibi ikinci
durumda da kabul edilemez? Bunun tek nedeni şudur: Saati incelemeye başladığımızda (taşta
anlayamadığımız şeyi), onun birkaç parçasının düzenlendiğini ve bir amaç için bir araya
getirildiğini anlarız. Örneğin, onların hareket meydana getirmek için biçimlendirildiğini ve
ayarlandığını, hareketin günün saatine işaret edecek biçimde düzenlendiğini gözlemleriz.
Eğer ayrı parçalar olduklarından değişik biçimde ve boyutta biçimlendirilmiş olsaydı veya
başka türlü yerleştirilseydi veya olduklarından başka bir düzende yerleştirilseydi, makinede
ya hiç hareket olmazdı veya kendisiyle şu an elde edilen yararın hiçbiri ortaya çıkmazdı.
Gerçekten cevap olarak bulduğumuz amaçtan dolayı, saate biçim veren, onun yapımından
anlayan ve kullanımı tasarlayan bir sanatkar veya sanatkarların, saatin bir yapımcısının
olması gerektiği sonucunun kaçınılmaz olduğunu düşünürüz.”297
Paley, burada saat ve bir taş parçasını örnek gösterip ikisi arasındaki farkı ortaya
koyduktan sonra Tanrı’nın varlığını ispatlamaya çalışmıştır. Paley’e göre evren tıpkı bir saat
gibi bir çok parçadan dikkatle bir araya getirilmiş, bir düzen içinde ve amaca uygun olarak
tertip edilmiştir. Bu nedenle evrenin irade ve akıl sahibi bir varlık tarafından meydana
getirilip amaçlı olarak düzenlendiğini kabul etmek gerekir.298
Teleolojik Delil, evrendeki mekanik düzenden yola çıkarak Tanrı’nın varlığını
ispata çalışmıştır. Bilim, doğal olayların bu tür bir nizam içinde devamlılık arzettiğini
göstermektedir. Bilimsel yasalarda bir evrensellik, nizam ve devamlılık hep
297 William Paley, Naturel Teology, (The Works of William Paley), Oxford: Clarendon Press, 1938, s.1, aktaran Davies, Tanrı ve Yeni Fizik, s.315; Swinburne, Tanrı Var mı?, s.51-52. 298 Taylan, a.g.e., s.79.
93
vurgulanmaktadır. Ancak bilim, son noktada bütün evreni kuşatamayacağı için, kainattaki
nizam hakkında bilimsel bir izah yetkisini kendisinde bulamadığı gibi, evrendeki
kanunluluğun ve devamlılığın sebebini de açıklayamaz. Bu evrensel bir nizamı tertipleyen,
kainata kanunları koyup devamlılık kazandıran bir mutlak kudret ve bilgi sahibi Tanrı’nın
devamlı yaratma fiilinin bir postüla olarak konması gerekir. Sonuçta, bilimin belirleyip, fakat
niçin olduğunu bilimsel olarak temelllendiremediği evrendeki nizam ve ahengin açıklanması
için bir Tanrı fikrine gerek vardır.299
Evrenin Big Bang Teorisi doğruysa, bir patlamanın nasıl mucizevi düzen
oluşturduğunu bilimsel delillerle açıklayarak nizam ve gaye delilinin bilimsel temelini de
oluşturabiliriz.
1) Patlamanın Nizamı
a) Patlamadaki Denge
Evrende milyarlarca galaksi vardır. Bir galaksi gazdan, tozdan, yıldızlardan oluşur,
milyarlarca yıldızdan. Yüz milyar kadar galaksi, her birinde de ortalama olarak yüz milyar
yıldız var. Bütün galaksilerde yıldız kadar gezegen de bulunması söz konusudur. Aklın
sınırları aşan evrenin bu harikulade duruşu bilinçli bir iradenin dışında başka bir şeyle
açıklamak mümkün müdür? Böyle bir evren acaba bir patlamayla etrafa rasgele saçılarak
meydana gelme olasılığı ihtimallerle açıklanabilir mi? Rasgele saçılan madde yığınları nasıl
bu kadar düzenli galaksiler oluşturabilir? Neden madde belirli noktalarda sıkışıp toplanarak
yıldızları meydana getirmiştir? Akla gelen bu ve buna benzer sorular evrenin oluşumunun
tesadüflerle açıklanamayacağını göstererek bizi Big Bang’in ardından evrenin nasıl
şekillendiği sorusuna götürür.
Big Bang teorisi, evrenin kökeniyle ilgili yalnızca evrenin genişlemesine ilişkin
delillere dayansaydı, pek çok evrenbilimci bu teoriyi reddedebilirdi. Ancak 1965 yılında,
299 Swinburne, The Existence of God, s.167 vd.
94
evrenin ısı ışınımıyla dolu olduğunun keşfedilmesiyle birlikte, önemli yeni deliller bulundu.
Aslında George Gamow 1946 yılında Big Bang’ten artakalan bir radyasyonun olduğunu
teorik olarak ortaya koymuştu.300 Bir radyasyonun varlığını, evreni oluşturan bir patlamanın
meydana geldiğini Arno A. Penzias ve Robert W. Wilson adındaki iki radyo astronomu
keşfettikleri kozmik mikrodalga arka alan ışınımıyla ortaya koydular . Penzias ve Wilson
1964’ün ilk baharında, herhangi bir yönden bağımsız olarak hatırı sayılır mikrodalga
gürültüsü almakta olduklarını gördüler.301 Bu parazit evrenin her tarafından eşit olarak
gelmekteydi. Bu radyasyon belli bir merkezden gelmediği ve evrenin her tarafında eşit
derecede görüldüğü için artık bunun büyük patlama sonucu yayılan enerjinin kalıntıları
olduğu savunuldu. Daha sonra Robert Dick, P. Peebles, P. Roll ve D. Wilkinson’un aynı anda
yaptıkları çalışmalar bu radyasyonun varlığını tamamen ortaya çıkarmıştır.302 Bu da
patlamanın evrenin herhangi bir yerinde meydana gelen patlamadan arta kalan radyosyon
değil evreni oluşturan evrensel nitelikli patlamaya işaret emekteydi. William Lane Craig’e
göre, Big Bang teorisinin en büyük zaferi, Penzias ve Wilson tarafından 1965 yılında bütün
evreni kaplayan ‘mikrodalga arka plan radyasyonunun’ (‘microwave backround raditaon’)
keşfedilmesi sayılabilir.303 Big Bang sonrası varolması gereken radyasyon son yıllarda üstün
tekniklerle donanımlı uydu tarafından da araştırılmıştır. 1991 yılında fırlatılan COBE
(Cosmic Background Explorer- Kozmik Arka Alan Kaşifi) adlı bir NASA uydusu, keşfedilen
kozmik fon radyasyonunu çok kısa bir sürede saptadı. COBE uydusu tarafından yapılan
ölçümler, uzayın derinliklerindeki radyasyonun özelliklerinin, Büyük Patlama hipotezine
dayanarak yapılan tahminlerin tamamen aynısı olduğunu göstermiştir.304 1992’de de yine
COBE uydusu, ışınımın tam olarak pürüzsüz olmadığını, gökyüzünde bir yerden diğerine
300 Craig, The Kalam Cosmological Argumant, s.113-114. 301 Weinberg, İlk Üç Dakika, s.46. 302 Hakim, The Special Status of Cosmology in Science, s.111-112. 303 Craig, The Kalam Cosmological Argumant, s.113. 304 Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi, Bilim ve Yaratılışçılık, (çev: Reşit Akçakaya, Işık Bökesoy ve diğerleri), Ulusal Akademi yay., Washington, D.C. 1999, s.4.
95
belirgin dalgalanmalar ya da yoğunluk farklılıklarını içerdiğini ortaya koydu.305 Bu keşif
evrenbilim tarihinde bir dönüm noktası olduğu kadar teizm için de çok fazla önem
taşımaktadır.
Big Bang teorisine uzun yıllar karşı çıkan, ancak sonunda teorinin kuvvetli delilleri
karşısında “süpervarlığı”306 açıkça savunmaya başlayan307 Fred Hoyle şöyle demiştir:
“Big Bang teorisi evrenin tek ve büyük bir patlama ile başladığını kabul eder. Ama
bildiğimiz gibi patlamalar maddeyi dağıtır ve düzensizleştirirler. Ancak Big Bang çok
gizemli bir şekilde bunun tam aksi bir etki meydana getirmiştir; maddeyi birbiriyle birleşecek
ve galaksileri oluşturacak hale getirmiştir.”308
Büyük patlamanın hemen ardından ortaya çıkan ısı ve enerji ilk atomların
oluşmasını sağlamıştır. Big Bang’in ilk anındaki milyarlarca derecedeki sıcaklık bazı
atomların oluşmaları için gerekliydi. Evren genişledikçe soğumaya başlamış ve genişlemeyle
birlikte azalan ısı değişik atomların ve elementlerin oluşmasına imkan sağlamıştır. Evrenin
oluşumundaki bu ısısal dengeyi tesadüflerle açıklamak mümkün değildir. Evren şu anki
duruma gelinceye kadar elbette bir çok evrelerden geçmiştir. Bilim adamları Big Bang’in ilk
zamanından (Plank zamanı: 10¯�³ saniye) itibaren ilk üç dakika içerisindeki oluşumu evreler
halinde ortaya koymuşlardır. Steven Weinberg “İlk Üç Dakika” adlı eserinde bu konuyu
geniş olarak ele almıştır. Bu ilk üç dakika içerisinde oluşan ve evrendeki varlıkların hayat
kaynağı olan elementlerin Big Bang’e ve dolayısıyla da evrenin başlangıcına ışık tutması,
kozmolojik argüman için güvenilir, geçerli bilimsel önerme oluşturmasını sağlamıştır. İlk üç
dakika içerisinde patlamayla birlikte oluşan ısı ile atomların meydana gelmesi arasında
varlıksal bir bağ vardır. Çünkü evreni oluşturan atomların meydana gelmesi, milyarlarca
305 Davies, Son Üç Dakika, s.37. 306 Belirlenmiş fizik yasalarının sınırları içinde çalışan bir tanrı fikri. 307 Davies, Son Üç Dakika, s.157. 308 Fred Hoyle, The Intelligent Universe, London, 1984, s.184-185.
96
derece ısıyı gerekli kılmaktadır. Yapılan araştırmalarda Big Bang’ten sonraki ilk aşamalarda
ısının düşmesine paralel olarak değişik parçacıklar oluşmaya başlamıştır. Bu dönemleri 1.
bölümde ele almıştık. Ancak kısaca hatırlayacak olursak, evreni meydana getiren Big
Bang’in ilk anının, Gaye ve Nizam delili açısından taşıdığı değeri daha iyi anlayabiliriz.
Çünkü genişlemeyle soğumaya başlayan evren atomların oluşmasını sağlamıştır. Big bang
Teorisi’ne göre evrendeki bu ince ayar o kadar dengeli bir şekilde oluşturulmuş ki, her
parçacığın meydana gelmesi için gerekli olan ısı Big Bang sayesinde ortaya çıkmıştır.
Big Bang sonraki ilk devrede evrenin sıcaklığı 100 milyar derecedir. Evren
olabilecek en basit ve betimlemesi en kolay durumdadır. Bu dönemde sıcaklık çok yüksek
olduğu için proton ve nötronlar oluşmamıştır. Elektronlar oluşmaya başlamıştır.
İkinci dönemde sıcaklık 30 milyar derecedir. Nötron ve protonlar belirmeye
başlamıştır.309
Üçüncü dönemde sıcaklık 10 milyar derecedir. Nötron ve protonların bir araya gelip
helyum atomunu oluşturmaları, yeterli soğukluk olmadığından bu dönemde de olmamıştır.
Üçüncü dakikadan önce evren, proton ve nötronların bir çekirdekte birleşmesine
izin vermeyecek kadar sıcaktı. Bir proton ve nötron eğer ilk üç dakikadan önce bir araya
gelseydi, zemin radyasyonundan gelen fotonlarla veya öteki parçacıklarla çarpışmalar onları
birbirlerinden uzaklaştıracaktı.310
Dördüncü dönemde sıcaklık 3 milyar derecedir. Proton ve nötronlar birleşerek
helyum çekirdekleri gibi kararlı atom çekirdekleri oluşmaya başlamıştır.311
Beşinci dönemde sıcaklık 1 milyar derecedir. Birinci dönemden itibaren 3 dakika 2
saniye geçmiştir. Fotonlar ve nötrinolar egemen durumdadır.
309 Craig, The Kalam Cosmological Argumant, s.114. 310 İnan, Kozmos’tan Kuantum’a, s.27. 311 Craig, The Kalam Cosmological Argumant, s.114.
97
Altıncı dönemde sıcaklık 300 milyon derecedir. Birinci dönemden bu yana 34
dakika 40 saniye geçmiştir. İlk evren maddesi olan atomaltı parçacıklar oluşmuştur.
Bundan sonra artık madde şekillenmiş ve yüksek sıcaklık altında atomların
karşılıklı ve uyumlu etkileşimleri başlamıştır. Atomların oluşumu moleküllerin oluşmasına
yardımcı olmuş, moleküllerin birleşmesinden oluşan çok sayıda madde tüm uzayı doldurarak
gök cisimleri meydana gelmiştir. Galaksiler, yıldızlar ve gezegenler artık oluşmuştur.312
Evren genişledikçe evrendeki madde kendi çevresinde dönen bulutlar halinde
yoğunlaşarak galaksilerin oluşumunu başlattı. Aralarında Samanyolu galaksimiz de olmak
üzere, galaksilerin içinde de basınç değişiklikleri, gaz ve tozların bulutlar oluşturmalarına
neden oldu. Kütlesi yeteri kadar büyük olan bulutlar kütle çekimi ile yoğunlaştı. Yoğunluk
yeteri kadar arttığı zaman çekirdek tepkimeleri ( nükleer reaksiyonlar ) başladı ve bir yıldız
oluştu.
Kozmologların belirttiğine göre, evrenin oluşumu üstün bir programın kare kare
işleyişiyle gerçekleşmiştir. İlk patlama anından itibaren olaylar olağanüstü denge ve tasarıyla
birbirini takip etmiştir. Big Bang’in ilk saniyelerinde ısı dengesi akıl almaz bir şekilde
tasarlanmış ve evreni oluşturan atom parçacıkları yaratılmıştır. Parçacıklar birleşerek
atomları, atomlar molekülleri, daha sonra da maddeleri oluşturmuştur. Bu atomların ve
maddelerin oluşumunu sadece fiziksel denklemlerle açıklamaya kalkışmak, bu
denklemlerdeki tasarımı da görmezlikten gelmektir.
2) Evrenin Genişlemesi ve Big Bang’teki Tasarım
Big Bang’le birlikte evrende varolan düzenlemenin bir boyutu da, patlamanın
hızıdır. Big Bang’ le birlikte var olan madde, etrafa korkunç bir hızla yayılmaya
başlamıştır.313 Evrenin hızla genişlemesinin yanında şiddetli bir çekim gücü de vardı.
312 İnan, a.g.e., s.25-26; Weinberg, İlk Üç Dakika, s. 97-114. 313 Craig, The Kalam Cosmological Argumant, s.112.
98
Patlamanın ilk anında birbirine zıt iki güç vardı. Bu iki güç arasındaki denge o kadar düzenli
bir şekilde ayarlanmıştı ki, ne madde düzensiz bir şekilde dağılıp gitti, ne de çekim gücü
etkisiyle madde evreni oluşturmadan tek bir bileşene döndü. Bu olağanüstü denge sayesinde
evren oluştu. Şayet patlamanın ilk anında çekim gücü genişleme hızına baskın çıksaydı, o
zaman evren genişleyemeden yani evren oluşmadan tekrar içine çökerdi. Eğer genişleme hızı
daha fazla olsaydı, bu kez de madde birbiriyle birleşemeden, dolayısıyla evren oluşmadan
dağılıp giderdi.
Bu konuda bilim adamlarının çoğu, böyle bir dengeden bahsetmekte ve güçlerden
herhangi birinin daha zayıf veya daha güçlü olması durumunda evrenin oluşamayacağını ileri
sürmüşlerdir. Paul Davies’e göre Big Bang’in ardından genişleme hızı milyar kere milyarda
bir oranda (1/10⁶⁰) bile farklı olsaydı, evren oluşmazdı. Davies bu konuda şunları
söylemektedir: “ Hesaplamalar, evrenin genişleme hızının çok kritik bir noktada seyrettiğini
gösteriyor. Eğer evren çık daha düşük hızla genişlese çekim gücü nedeniyle içine çökecek,
biraz daha hızlı genişlese kozmik materyal tamamen dağılıp gidecekti. Bu iki felaket
arasındaki dengenin ne kadar iyi hesaplanmış olduğu sorusunun cevabı çok ilginçtir. Eğer
patlama hızının sadece 1/10⁶⁰ kadar bile farklı olsaydı, evren bugünkü anladığımız biçimiyle
olmayacaktı.314 Dolayısıyla evrenin patlama hızı inanılmayacak kadar hassas bir kesinlikle
belirlenmiştir. Bu nedenle Big Bang herhangi bir patlama değil, her yönüyle çok iyi
hesaplanmış ve düzenlenmiş bir oluşumdur.”315
Big Bang sonrasında düzenlenen olağanüstü dengenin diğer bir yönü de evrendeki
madde yoğunluğuyla ilgilidir. Eğer evrenin madde yoğunluğu, biraz daha fazla olsaydı, atom
parçacıkların birbirini çekme kuvveti artacak ve evren genişleyemeden tekrar tek bir noktada
314 Michael Poole, Büyük ve Yaşlı, Koyu ve Soğuk, Stannard, a.g.e. içinde, s.26. 315 Paul Davies, Superforce: The Search for a Grand Unified Theory of Nature, Newyork: Simon and Schuster, 1984, s.184.
99
birleşecekti. Şayet evrenin madde yoğunluğu biraz daha az olsaydı, bu seferde evren son
hızla genişleyecek ve atom parçacıkların yıldızları, gezegenleri oluşturmak için birleşmeleri
mümkün olmayacaktır. Madde yoğunluğu, genişleme hızı ve çekim gücü arasındaki denge
evrenin oluşumu için zorunlu bir sebepti. Her yönden böylesine bir dengenin oluşumunu,
sonsuz güç sahibi bilinçli bir varlık dışındaki bir sebepte aramak, olmayan bir şeyi ispat
etmek gibi imkansızdır.
Big Bang’in varlığını kabul eden, ancak bunu yaratıcı bir sebebe değil de, fizik
kanunlarıyla açıklamaya çalışan Stephen Hawking evrenin genişlemesindeki harikulade
dengeyi şu sözleriyle ifade etmiştir:
“Evrenin genişlemekte olduğunun ortaya çıkarılışı, 20. yüzyılın en büyük düşünsel
devrimlerden biridir. Bugünden geçmişe bakıldığında, kimsenin onu neden daha önce akıl
etmediğine şaşmamak elde değildir. Newton ve diğerleri statik bir evrenin kütlesel çekim
etkisiyle zamanla büzülmeye başlayacağını kestirmeliydiler. Şimdi evrenin durağan olmayıp,
genişlemekte olduğunu varsayalım. Genişleme oldukça yavaş ise, çekim kuvveti sonunda
genişlemenin durmasına ve evrenin büzülmeye başlamasına neden olurdu. Ama evrenin
genişlemesi belli bir hızın üstünde ise, çekim hiçbir zaman onu durdurmaya yetecek kadar
kuvvetli olamaz ve evren sonsuza değin genişlerdi. Bu biraz yeryüzünden uzaya bir roket
fırlatılmasına benzer. Eğer roketin hızı düşükse yerçekimi sonunda onu durdurup, dünyaya
geri düşmesine neden olur. Öte yandan, eğer roketin hızı belli bir niceliğin (yaklaşık saniyede
11 kilometre) üstündeyse yerçekimi onu geri çekecek kadar kuvvetli olmayacak ve roket
dünyadan sonsuza dek uzaklaşacaktır. Evrenin bu davranış biçimi, Newton’un çekim
kuramından on dokuzuncu, on sekizinci, hatta on yedinci yüzyılda çıkartılabilmeliydi.”316
Swinburne’e göre yeni bilimsel araştırma evrenin ince ayarlandığına (fine tuned)
dikkat çekmektedir. Big Bang zamanındaki madde-enerji, hayatı meydana getirecek belirli
316 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.6 2-63.
100
bir yoğunluğa ve genişleme hızına sahip olmak zorundaydı. Evrenin genişleme hızı o kadar
kritik bir noktadadır ki, Big Bang’ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin milyon
kere milyonda bir daha küçük olsaydı evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi.317
Görülüyor ki, evrenin meydan gelebilmesi için çok hassas dengelerin oluşturulması
zorunludur. Evrenin oluşumunda sayısal olarak trilyonda bir değişikliğin bile çok önemli
olduğunu göz önüne alırsak, evrenin sonsuz güç sahibi, bilinçli üstün bir varlık tarafından
yaratıldığına karşı çıkmak, ya da bunu birtakım fiziksel denklemlerin tesadüflüğüyle ve kendi
kendine yeterliliğiyle açıklamaya kalkışmak oldukça zordur. Swinburne’e göre bu konuda
nihai bir bilimsel açıklama varsa o, bu başlangıç durumundaki çok küçük bir değişikliğin
herhangi bir yerde hiçbir hayatın evrimleşmemesine neden olacağı göz önüne alınırsa,
evrenin böyle bir başladığını ve evrimleşen hayatın olabilmesi için böyle doğa yasalarına
sahip olduğunu, özdeksel temel bir gerçek olarak kabul etmek zorunda olacaktır.318
Evrende olağanüstü bir tasarım ve dengenin olduğunu söyleyen Jean Guitton’a319
göre “evren düzenli bir maddenin, sonra yaşamın, en sonunda da bilincin ortaya çıkmasını
sağlamak için titizlikle ayarlanmış gibi görünüyor. Evrensel değişmezlerin biri başlangıçta en
ufak bir değişime uğrasaydı, evrenin canlı ve zeki varlıkları barındırmak için hiçbir şansı
bulunmaz, hatta belki de evrenin kendisi de ortaya çıkmazdı”320. Guitton böyle inanılmaz
denge ve ahengin, şaşırtıcı bir incelikteki ayarlamanın rastlantı sonucu oluşamayacağını,
bunun evren ötesi bir düzenleyici tarafından oluşturulmuş olması gerektiğini özellikle
vurgulamaktadır.
Evrendeki bu akıl almaz denge ve gayelilik, milyarlarca galaksinin oluşumu
maddenin kendi kendine yeterliliğiyle nasıl açıklanabilir ki? Materyalizmin rastlantı olarak
317 Swinburne, Tanrı Var mı?, s.55; Asadi, a.g.e., s.58; Hawking, a.g.e., s.63; Poole, Büyük ve Yaşlı, Koyu ve Soğuk, s.26. 318 Swinburne, Tanrı Var mı?, s.55. 319 Fransız Bilim Akademisi üyesi 320 Jean Guitton, Tanrı ve Bilim, (çev: Yaşar Avunç), Simavi yay., İstanbul, 1993, s.47.
101
açıkladığı bu durum mümkün müdür? Zaten evrende bir şeylerin varolmuş olması
olağanüstülüktür. Ancak bu varlıkların oluşumu bir rastlantıyla açıklanamaz. Çünkü evrende
insan zihninin ötesinde sayılamayacak kadar çok varlık vardır. Her birinin inanılmaz şekilde
bir düzeni vardır. Swinburne’e göre şans belki bir tek elektrona neden olabilirdi. Ancak pek
çok partikül var!321 Evren bu nizam içerisinde şans eseri oluşunun ihtimali acaba kaç tirilyar
kere birdir? Bu ihtimali ünlü İngiliz matematikçi ve Hawking’in çalışma arkadaşı Roger
Penrose hesaplamıştır. Penrose tüm fiziksel değişkenleri hesaba katmış ve içinde yaşamın
varolabileceği bir evrenin tesadüfler sonucu oluşma ihtimalinin 10¹º¹²³ de bir olduğunu
hesaplamıştır.322 Oysa matematikte 10�º de 1’ den daha küçük olasılıklar sıfır ihtimal
sayılır. Penrose, akıl sınırlarını aşan bu sayı hakkında haklı olarak şu yorumu yapar:
“ Bu sayı, yani 10¹º¹²³ de bir ihtimal, Yaratıcı’nın amacının ne kadar keskin ve
belirgin olduğunu bize göstermektedir. Bu gerçekten olağanüstü bir sayıdır. Bir kimse bunu
doğal sayılar şeklinde bile yazmayı başaramaz. Çünkü 1 rakamının yanına 10¹²³ tane sıfır
koyması gerekecektir. Eğer evrendeki tüm protonların ve tüm nötronların üzerine birer tane
sıfır yazsa bile, yine de bu sayıyı yazmaktan çok çok geride kalacaktır.”323
Bu ihtimal hesabına göre, evrenin bilinçli bir varlığın (Tanrı) müdahalesi olmadan
tesadüfen varolması imkansızın da ötesindedir. Şans ile düzen arasında taban tabana bir
karşıtlık olduğunu görüyoruz. Çünkü gözle görebildiğimiz bu küçücük dünyamızda en küçük
bir mekanizmanın şans eseri oluştuğuna şahit miyiz ki insan aklının alamadığı bir boyuttaki
evrenin şans eseri oluştuğunu iddia edebilelim. Ayrıca bir şeylerin şans eseri oluştuğunu
söyleyebilmek için yine başlangıçta bir şeylerin olması gerekir. Hiçbir şey yokken herhangi
bir şeyin şansından bahsedilebilir mi?
321 Swinburne, Tanrı Var mı?, s.43. 322 Michael Denton, Nature’s Destiny, Newyork: The Free Press, 1998, s.9. 323 Denton, a.g.e., s.9.
102
3) Tabiat Kanunlarındaki Tasarım
Evrende pek çok sayıda varlığın bulunduğu, daha da önemlisi, onların hepsinin aynı
doğa yasalarıyla hareket ettiği bir gerçektir. Eğer bunun bir nedeni olmasa bu, akılcı insanlar
için inanılması son derece zor olağanüstü bir rastlantı olurdu. Ancak bilim, her nesnenin
niçin aynı güç ve eğilimlere sahip olduğunu açıklayamaz. Bilim, bir nesnenin niçin daha
büyük bir güç nedeniyle bir güce sahip olduğunu açıklayabilir. Yani bu sınırlı dağa yasasının
niçin işlemekte olan daha genel bir doğa yasası nedeniyle açıklayabilme imkanına sahiptir.324
Evrendeki bütün olaylar hep fizik ve doğa kanunlarıyla açıklanmıştır. Bilim
adamları Big Bang’in 10¯�� saniyesinden itibaren varolan gelişmeleri kısmen
açıklayabilmektedirler. Evrenin ilk üç dakikadan sonraki durumunu ve sonraki gelişmeleri
daha net ortaya koyabilmektedirler. Big Bang’le birlikte ortaya çıkan, Newton’un
denklemleştirdiği evrensel çekim gücü yasası ve Hubble’ın gözleme dayalı genişleme delili
evrenin oluşumundaki temel kanunlardır. Her şey bu iki güç dengesinin bir arada
bulunmasıyla başlamıştır. Newton’un çekim gücü yasası uyarınca evren dağılmadan
kurtulmuş, genişlemenin hızıyla da evrenin oluşmadan tekrar içine çökmesi engellenmiştir.
Newton’un evrensel çekim gücü yasası ve Einstein’in izafiyet teorisi, uzay ve zamanın
birbirinden bağımsız mutlak olgu olmadığını ortaya koyarak, makro düzeyde yeni bir evren
anlayışını oluşturmuştur. Bu temel yasalar evrenin genel yapısı ve oluşumu hakkında bilgi
vermektedir. Bilim adamları evreni bu kanunlara bağlı olarak açıklayabilmektedir.
Günümüz Türk fizikçilerinden Taşkın Tuna her şeyin belli kanunlarla kusursuz bir
şekilde işlediğini şu sözlerle vurguluyor: “Çevremizde gördüğümüz en küçük bir hücredeki
atomdan; evrende mevcut olduğu bilinen 200 milyar galaksinin içindeki milyarlar ve
milyarlarla ifade edilen güneşler, yıldızlar ve dünyalara kadar tüm sistem, mükemmel ölçüde
ve ölçekte sağlam fiziksel prensip ve kanunlarına, matematik denklemlere, astronomik
324 Swinburne, Tanrı Var mı?, s.43-44.
103
yasalara, kozmolojik kuramlara bağlı olarak hiç şaşmadan ahenkle ve düzenle
işlemektedir.”325Evrende bilimsel kanunların olduğu ve evrenin bu kanunlara göre işlediği
muhakkaktır. Ancak neden evrende bir kaos hali yok da bir düzeni oluşturan bilimsel
kanunlar vardır? Bilim, kendi kanunlarının neden varolduğunu açıklayamaz. Evrendeki bu
inanılmaz ahenk, olağanüstü düzenlilik niye var? Bunu tesadüflerle açıklayamıyorsak, bu
kanunlar nasıl ve neden oluşmuştur? Evrende kanunsuz hiçbir oluşum ve işleyiş yoktur.
Şayet bir kanunsuzluk olsaydı, evrendeki milyarlarca galaksinin, her galaksi içerisinde
varolan milyarlarca yıldızın, gezegenin, uydunun vs. birbirinin işleyişine hiçbir müdahalede
bulunmadan bir nizam içinde milyarlarca yıl durabilir miydi? İnsan idrakini aşan bir
genişlikteki evrende neden kaos yoktur? Eğer evrende kaos olsaydı, ne çekim gücü yasası, ne
hareket yasası, ne de termodinamik yasa olacaktı. Bilim diye bir şey, kanun diye bir şey
olmayacaktı. Kanunlar olmasaydı evren diye bir şey de olmayacaktı.
Evrendeki muazzam bir ahenk ve düzenin bilinçli bir iradenin, sonsuz gücüyle
meydana geldiğini söylüyorsak izahat problemimiz büyük oranda ortadan kalkar. Ancak
Tanrı’nın varlığının reddi noktasından hareketle bu kanunların nedenini ortaya koymak
imkansızdır.
a) Elementlerdeki Tasarım
Evrenin genişlemesi, evrensel arka alan ışınımı (Kozmik radyasyon) ve kimyasal
elementlerin görece miktarları birlikte ele alındığında, büyük patlama kuramını destekleyen
güçlü deliller oluştururlar.
Evrenin ilk anı atom parçacıklarından ve bu parçacıkların kombinasyonuyla
meydana gelen atomlardan müteşekkildi. İlk dönemde evren proton, nötron ve elektron gibi
temel parçacıkları içeren bir çorbayı oluşturuyordu. Ancak çorba soğudukça nükleer
tepkimeler gerçekleşebildi. Özellikle de nötronlar ve protonlar çiftler halinde birleşmekte
325 Taşkın Tuna, Son Basamak: Kozmostan Kıyamete, Şule yay., İstanbul, 2003, s.91.
104
serbestti. Bu çiftler de birleşerek helyum elementinin çekirdeğini oluşturdular. Hesaplamalar
bu tepkimelerin üç dakika sürdüğünü ve bu zaman içinde madde kütlesinin yaklaşık dörtte
birinin sentez edilerek helyuma dönüştüğünü gösteriyor.326 Geriye kalan birleşmemiş
protonlar ise hidrojen çekirdeği olacaktı. Bütün bu olup bitenler az rastlanan bir kaza mıdır?
Yoksa inanılmaz derecede şaşırtıcı bir planın sonucu mudur? Evrendeki bugün varolan
elementler ayrıntılı olarak incelendiğinde üstün bir aklın devrede olduğunda şüphe yoktur.327
İlk evren maddesinin hidrojen ve helyum bakımından zengin olduğunu gösteren teorik
hesaplamalar, gözlemle elde edilen bugünkü sonuçlara tam uygunluk gösteriyor. Evrenin ilk
maddesi %75 oranında hidrojen ve %25 oranında helyum atomlarından oluşmuştu. Güneş
sistemini meydana getiren elementlerin şimdiki nisbi dağılımları da %99 oranına eşittir.328
Bu rakamlar, bu elementlerin günümüzdeki evrensel miktarlarına dair ölçümlerle
uyuşuyor.329 Böylesine yüksek ısıyla oluşan parçacıklar ve elementler, helyum ve hidrojen
atomların miktarındaki oran Big Bang’le açıklanmıştır. Big Bang’in varlığı ise, bilinçli bir
iradenin müdahalesini gerekli kılmaktadır.
Evrendeki hayatın oluşabilmesi için yapılan ince ayarı Tanrı’nın varlığına bir delil
olarak gösteren birçok felsefeci ve din adamı mevcuttur. İnsan Merkezli evren anlayışına
göre, atom ve moleküllerin doğası, temel kuvvetlerin şiddeti, yıldızların ve gökadalarının
özellikleri, tüm bunlar sanki insan için yaratılmış. Yıllar boyu gökbilimciler ve fizikçiler,
yaşamın evrimleşebileceği bir ince ayar geçirmiş göründüğünü savunagelmişlerdir. Bu tez,
antropik (insancıl) ilke olarak adlandırılmıştır. Buna kozmik ince ayar diyebiliriz. Bu
argüman, fiziksel evreni yöneten parametrelerin değerleri üzerinde odaklanıyor. Tezin ana
fikri şudur: Bu parametrelerin değerleri çok az farklı olsaydı bile, gökadalar, yıldızlar ve
326 Bkz. Weinberg, İlk Üç Dakika, s.97 vd. 327 Owen Gingerich, Hayatın İçinde Ne Var?, Stannard, a.g.e. içinde, s.28. 328 Tuna, Sonsuz Uzaylar, Boğaziçi yay., İstanbul, 2003, s.99. 329 Davies, Son Üç Dakika, s.38.
105
gezegenler oluşamazdı. Hatta bazılarına göre atom ve moleküller bile olamazdı. Böyle
olunca da hayat diye bir şey olmayacaktı.330 Bunu evrenin hayat kaynağı olan elementlerin
çok ince ayarla oluştuğunu ortaya koyarak şöyle örneklendirebiliriz:
Bilim adamlarına göre, evrenin en temel ve en basit elementlerinden olan hidrojen
ve helyum, büyük patlamanın ilk birkaç dakikasında büyük patlama sırasında oluştu. Oluşan
atomlar inanılmaz derecede fazlaydı. Ancak evren öylesine hızlı genişledi ki, atomların bir
araya gelip karbon ya da oksijen gibi daha ağır elementler oluşturması mümkün olamadı.
Oksijen olmadan su; karbon olmadan organik kimya olmazdı. Dolayısıyla böyle bir hayat
olmazdı. Peki bu elementler nasıl oluştu? Bu ağır elementlerin yıldızların tepkimesinden
meydana geldiği anlaşıldı.331 Fred Hoyle 1953 yılında yıldız içinde karbon oluşumunu
sağlayan titreşimin varlığını tahmin etmiş, nükleer fizikçi Willy Fowler de yaptığı deneylerin
sonucunda gerçek oranın Hoyle’un öngördüğü orana ne kadar yakın olduğunu
gözlemlemişti.332 Bilim adamlarınca bu oran yüzde dört daha az olsaydı, yeryüzünde hayatın
oluşması için gereken karbon miktarı olmayacaktı. Benzer şekilde, oksijendeki titreşim oranı
olması gerekenden yüzde yarım daha fazla olsaydı, bu seferde bütün karbonlar oksijene
dönüşmüş olacaktı. Kısacası hayat diye bir şey olmayacaktı.333 Oksijen ve karbon
atomlarının nükleer yapısının çok hassas ayarlanmış bir biçimde yıldızların içinde meydana
gelen tepkimeler sonucu oluşumu bir tesadüften mi ibarettir? Yoksa işin arkasında bilinçli bir
iradenin olduğuna dair delil mi vardır? Fred Hoyle yaptığı keşfin etkisiyle şunları
söylemiştir: “İnsan dönüp kendisine karbon atomunun taşıdığı özellikleri kusursuz işleyen bir
zeka belirlemiş olmalıdır; yoksa bu atomun sadece tabiattaki tesadüflerle oluştuğunu
söylemek olup biteni hafifsemektir demez mi? Olguları bir araya getirip yorumladığımda
330 Raşit Gürdilek, İnsancı İlkenin Sürpriz Dönüşü, Bilim ve Teknik Dergisi içinde, Tübitak yay., Sayı: 436, Mart, 2004, s.40. 331 Weinberg, İlk Üç Dakika, s.107-108. 332 Weinberg, İlk Üç Dakika, s.107. 333 Gingerich, Hayatın içinde Ne Var?, s.28-29.
106
üstün bir zekanın bizimle oynadığı hissine kapılıyorum. Ortadaki rakamlar öylesine şaşırtıcı
ki, bu sonuca varmamak imkansız gibi görünüyor bana.”334
Daha önce konular arasında da değindiğimiz evrendeki kozmolojik ince ayarlardan
bazılarını, tasarımı bir bütün olarak görebilmek için şöyle sıralayabiliriz:
Kütleçekiminin gücü: Kütleçekimi bilinenden biraz daha büyük olsaydı, evren
hayatın ortaya çıkma imkanı bulmasından çok önce kendi üzerine çökerdi. Yalnızca biraz
daha zayıf olsaydı, bu kez de madde yıldız ve gökadalarını oluşturamadan dağılıp giderdi.335
Büyük Patlama’nın Düzgünlüğü: Big Bang anındaki madde-enerji, hayatı
meydan getirecek belirli bir yoğunluğa ve gerileme hızına sahip olmak zorundaydı. Bu
konularda bir milyonda bir artma veya azalma, evrenin evrimleşen hayat olmaması etkisine
sahip olurdu.336
Atomaltı Parçaların Kütleleri: Hidrojen, varlığını nötronun protondan azıcık daha
ağır olmasına borçlu. Eğer protonlar daha ağır olsalardı kendiliklerinden nötrona
dönüşeceklerinden, hidrojen atomları ve dolayısıyla yıldızlar oluşamazdı.337
Şiddetli Çekirdek Kuvvetinin Büyüklüğü: Bu temel doğa kuvveti biraz daha
zayıf olsaydı, evrende yalnızca hidrojen bulunur ve yıldızlara enerjilerini sağlayan nükleer
tepkimeler gerçekleşemezdi. Daha büyük olması halindeyse, protonlar hemen çiftler halinde
bir araya geleceklerinden sıradan hidrojen oluşamazdı ve dolayısıyla yıldızlar ortaya
çıkamazdı.338
Maddeleri oluşturan şey, atomların kararlı birleşmeleridir. Ancak ortaya çıkan ilk
parçacık olan elektronun ve diğer parçacıkların oluşması için çok yüksek derecede ısı ve
enerji gerekliydi. Daha sonra parçacıkların birleşmesiyle atomlar, atomların
334 Gingerich, a.g.m., s.29. 335 Denton, a.g.e., s.13. 336 Swinburne, Tanrı Var mı?, s.55. 337 Weinberg, İlk Üç Dakika, s.4. 338 Gürdilek, İnsancı İlkenin Sürpriz Dönüşü, Bilim ve Teknik dergisi içinde, s.40-41.
107
kombinasyonuyla madde ve sonunda yıldızlar galaksiler vs. oluşmuştur. Bunun içinse
evrenin genişlemesiyle birlikte ısının düşmesi gerekiyordu. Bütün bunlar, denklemlerle
açıklanan belli kanunlarla varolmuştur. Peki bu denklemlere hayat veren şey nedir? Teizm
için evrendeki bu inanılmaz ahenk ve çok ince hesaplanmış düzen, evreni oluşturan
denklemlere ve tabiat kanunlarına hayat veren üstün akıl sahibi Tanrı’nın varlığına
kozmolojik bir delil teşkil eder.
b) Entropi ve Tasarım
Eğer Big Bang sadece bir rastlantıdan ibaretse, kozmik malzemenin çıkışının sıfır
düzenle maksimum entropi de termodinamik dengede olacağı karşı konulmaz gibi
görünüyor.339
Evrende entropi sürekli artmaktadır. Bu ise evrendeki başlangıç anında çok düşük
entropili bir başlangıcın olması gerektiği anlamını taşır. Bu olasılığın tesadüfen
gerçekleşmesi imkansızdır. Roger penrose düşük entropili bir başlangıcın gerçekleşme
ihtimalini 10°¹²³’te 1 olarak hesaplamıştır. Evrenin düşük entropi durumuna nasıl
geldiğine dair sır, ancak bir ilahi seçimin varlığıyla açıklanabilmektedir.
Entropi, fizikte bir sistemin içerdiği düzensiziliğin ölçüsüdür. Bir sistemdeki
düzensizlik ne kadar fazlaysa, o sistemin entropisi de o kadar yüksek demektir.
Termodinamiğin ikinci yasasına göre, evrende entropi giderek artmaktadır.340 Bu tespit, hem
evrenin ezelden beri varolamayacağını, hem de evrenin başlangıcında çok düşük entropinin
varolması gerektiğini ortaya koymuştur.
Big Bang teorisi, evrenin oldukça yoğun bir enerji kaynağının patlamasıyla
oluştuğunu söyler. Bu yoğun enerji dışa yayıldıkça galaksileri, yıldızları ve gezegenleri
oluşturarak durulmaya başlar. Enerji, yayılımını sürdürdükçe daha da dağıldığından düzenini
339 Davies, Tanrı ve Yeni Fizik, s.321. 340 Rifkin, Howard, a.g.e., s.38.
108
yitirmeye başlar ve zamanla maksimum entropi noktasına ya da ısı ölümünün denklik haline
varır. Big Bang teorsi, birinci ve ikinci yasalara mutabıktır. Evrenin mükemmel bir düzenle
başladığını ve giderek düzensiz hale dönüştüğünü anlatır.341 Bu durum, evrenin ezelden beri
varolmadığı tezini desteklediği gibi, hiçbir şeyin tesadüflerle açıklanamayacağının bir
delilidir.
Evrenin oluşum süreçlerine baktığımızda düzensizlikten düzene doğru artan bir
birikimi sergiler gibi gözükmektedir. Galaksilerin, yıldızların, gezegenlerin ve hayatın
oluşumu bir süreç dahilinde oluşmuştur. Dünyadaki yaşamın oluşması milyarlarca yıl sonra
gerçekleşmiştir. Bu durumda düzensizlikten düzene doğru bir akışın gerçekleştiği iddia
edilebilir mi? Böyle bir iddia, termodinamiğin ikinci yasasını bir kenara koymak ya da onu
yok saymak anlamına gelmez mi? Entropi Yasası, doğadaki her şeyin sadece kullanılabilir
olandan kullanılamayan dönüştürülebileceğini belirtirken, John Locke aksini savunmuştur.
Locke ve diğer mekanik paradigma mimarları, dünyanın gerçekte kaostan düzene doğru
ilerlediğini öne sürdü. 342
Evrenin başlangıcındaki düşük entropi durumu, bir düzenliliği ifade eder. Evrenin
ilk anı, onu meydana getirecek şartları taşımaktaydı. İlk andaki olağanüstü ısı ve enerji,
maddeyi oluşturan atomların varolması için gerekliydi. Evrenin enerji kaybıyla birlikte
maddenin, gezegenlerin, yıldızların oluşması, entropi yasasının geçersiz olduğunu göstermez.
Çünkü az önce de ifade ettiğimiz gibi, entropi yasası, kullanılabilir olandan kullanılamayana
doğru bir akışı formüle eder. Atomların, maddelerin, gezegenlerin, yıldızların vs. oluşumu,
düşük entropiyi yani mükemmel bir düzenliliği gerektirir.
Modern dünyada, evrenin tarihini mükemmel düzende başlayıp, kaosa doğru giden
bir süreç olarak görme eğiliminde olan bilim adamlarının, bütünüyle aykırı olarak, kaos
341 Rifkin, a.g.e., s.51. 342 John Locke, Tabiat Kanunu Üzerine Denemeler, (çev: İsmail Çetin), Paradigma yay., İstanbul, 1999, s.50.
109
halinden gelişerek daha düzenli dünyaya ilerleyen bir tarih görüşünün sürdürülüşü garip bir
tezat oluşturmaktadır. Bilincimiz sürekli olarak çevremizdeki dünyada entropi değişimini
kaydediyor. Etrafımızdaki insanların yaşlanışını ve ölümüne şahit olmaktayız. Ateşin
karşısına geçtiğimizde sıcak közlerin yavaşça soğuyarak beyaz küle dönüştüğünü izliyoruz.
Çevremizde sürekli değişen bir dünyada yaşıyoruz. Bu tecrübe entropi yasasının
belirginleşmesidir. Bu, dünyada enerjinin tersine çevrilemeyecek biçimde tükeniş sürecidir.
Dünyada herhangi bir olayın olduğu anda enerji harcanmakta ve entropi artışı
gerçekleşmektedir. Böylece dünyanın vaktini tükettiğini söylemek, dünyanın elde edilebilen
enerjiyi tükettiği anlamındadır. Arthur Eddington, bunu “Entropi, zamanın okudur” diye
ifade eder.343 Bu geri dönülmez, akıp giden “zaman oku” sürekli harcanan enerjiyi ifade eder.
Dolayısıyla sürekli azalan enerjiyle birlikte evrenin entropisi de doğru orantıda artmaktadır.
Bu demektir ki, evren beklenen sona doğru ilerliyor.
Eğer termodinamiğin ikinci yasası doğruysa ve evren bu yasayla işliyorsa onu
tesadüflerle açıklamak imkansızdır. Çünkü evreni oluşturan kullanılabilir enerjinin açığa
çıkması ancak çok düşük entropili bir başlangıçla mümkündür. Bu nedenle çok düşük
entropili bir evrenin tabiatüstü, ilahi bir iradenin tasarımıyla yaratıldığını kabul etmek yerine,
herhangi bir ispatlanmış bilimsel delile dayanmadan rasgele bir oluşumu kabul etmek, en
hafifinden bilimsel verilerin ulaştığı sonuçları ve evrensel yasaları gözardı etmekten başka
bir şey değildir.
Gaye ve Nizam deliline göre, evrendeki bu inanılmaz düzenliliğin bir de amacı
olmalıdır. Eğer evrenin bir amacı varsa ve bu amaca ulaşılırsa, evrenin sona ermesi gerekir.
Bu durumda varlığını sürdürmesi gereksiz ve anlamsız olacaktır. Ancak evren sonsuza dek
varlığını sürdürecekse, evrende nihai bir amaç bulmak güçtür.344
343 Rifkin, Howard, a.g.e., s.54. 344 Davies, Son Üç Dakika, s.158.
110
SONUÇ
Yaptığımız çalışma bir yönüyle bilimsel olmakla birlikte, diğer taraftan evrene dair
elde edilen bilimsel verilerin Tanrı’nın varlığına ilişkin bir delil oluşturması açısından dinidir.
19. yüzyıla gelinceye kadar evrenin bir başlangıcının olup olmadığı sorusu daha çok fizikötesi ve
din bilimi kapsamına giriyordu. Bu nedenle son yüzyıla kadar evrenin başlangıcından yola
çıkarak oluşturulan kozmolojik delil, mantıksal çıkarımların ötesine geçmemiştir. Bunun bir
başka sebebi de, o zamana kadar evrenin başlangıcıyla ilgili bilimsel keşiflerin ve bulguların
olmamasıdır.
Doğuş süreci 20. yüzyılın ilk yarısında başlayan Big Bang teorisi, kozmolojik delilin
evrenin başlangıcına dair anahtar önermesine bilimsel zemin oluşturmuştur. Evrenbilim tarihinde
bir dönüm noktası olan bu teori tek ayaklı bir teori değildir. Teorinin oluşumu birbiri ardına
gelen bilimsel keşifler ve deneysel bulguların belli süreç içerisinde evrensel bir anlam
kazanmasıyla gerçekleşmiştir; Newton’un çekim yasası, Einstein’in izafiyet teorisi, Hubble’ın
genişleme delili, George Gamow’un teorik olarak ortaya koyduğu ve daha sonraları Arno
Penzias ve Robert Wilson’un gözlemsel olarak ispat ettiği Kozmik Fon Radyasyonu’nun keşfi,
Kuantum fiziğinde yapılan hesaplamalar, termodinamiğin ikinci yasası gibi evrenbilimin seyrini
ve anlayışını değiştiren bilimsel bulgular ve deliller, bilimin bir asırdır gelişen Tanrı’yı keşif
serüvenini oluşturmaktadır. Bu serüvenin adı ise, bilim tarihine Big Bang (Büyük Patlama)
olarak geçmiştir. Evrenbilimdeki bu önemli gelişmeler, kozmolojik delilin anahtar önermesi
olan “Evren sonradan varolmuştur yani bir başlangıcı vardır” önermesinin bilimsel dayanağı olan
temel delillerdir. Sonuçta bir başlangıcın olduğunu öngören kozmolojik delile bilimsel temel
111
olan “Big Bang Teorisi’ne göre, evren yaklaşık 15 milyar yıl önce sonsuz yoğunluktaki bir
durumdan büyük bir patlamayla varolmaya başlamıştır.”345
Bilimin sorduğu “evrenin bir başlangıcı var mıdır?” sorusuna cevap niteliğinde olan
bu deliller, bir başlangıcın olması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu sonuç kozmolojik delilin
felsefi olarak iddia ettiği şeyi; bir başlangıcın olduğunu ve dolayısıyla bir yaratıcının varlığını
doğruluyor gözükmektedir. Big Bang Teorisi’nin kozmolojik delil açısından taşıdığı en önemli
değer belki de, delilin iddia ettiği ve bilim dünyasında muamma olarak kalan evrenin
başlangıcına dair bilimsel deliller getirmesidir. Çünkü bir başlangıcın ispatı, başlangıç için bir
yaratıcıyı da mantıken zorunlu kılmaktadır. Bu durumda evrenin başlangıcı meselesine teolojik
olarak baktığımızda deriz ki; evrenin bir başlangıcı varsa ve bunu da bilim ispatlıyorsa, o halde
evreni yaratan bir Tanrı vardır.346 Ancak bu sonucu her şeyi bilimle açıklama adına, katı
pozitivist anlayış içerisinde ele alırsak başladığımız yere geri dönmek durumunda kalırız.
Hawking’in ifadesiyle “evrenin kuramsal açıklaması olsa bile, bu kural ve denklem
takımlarından başka bir şey değildir. Peki bu denklemlere hayat veren ateşi üfleyen ve onlara bu
evreni sağlayan asıl şey nedir?”347 sorusuna “bilimsel anlamda” verilebilecek cevap yoktur.
Çünkü hiçbir bilimsel disiplin, evrenin sıfır noktasını ya da ilk maddenin yoktan nasıl
varolduğunu açıklayamaz. Bilim ve insanın bilgi kapasitesi, mutlak yokluğun belli bir anda
hüküm sürdüğünü ve bu yokluk anını takip ederek maddenin nasıl meydana geldiğini açığa
çıkarmaya elverişli değildir. Aynı zamanda bilim varolan bir şeyin neden düzenli olduğunu
açıkça ortaya koyamamaktadır. Varlığın ve düzenliliğin nihai kaynaklarına bilimsel teknik ve
metotlarla ulaşmak mümkün değildir.
Evrenin başlangıcı meselesi, varoluşumuz ve etrafımızdaki dünyaya nihai bir anlam
kazandırmaya çalışan din ve teolojinin öncelikli ilgilendiği şey olmuştur. Bilim ise, son
345 Craig, Finitude of the Past and God’s Existence, s.43. 346 Craig, a.g.m., s.44. 347 Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.219.
112
zamanlara kadar köken meselesiyle fazla ilgilenmemiştir. Ancak insanların böyle bir meseleye
bilimsel cevap bulma arzusu kozmolojik delile yepyeni soluk getirmiştir. Bilim adamının ilahiyat
anlayışı, fizik alanındaki çalışmalarının boyutuna yön vermiş olabilir. Ama bunun tamamen
böyle olduğunu söylemek de doğru olmaz. Sadece evrensel fizik yasalarının ortaya çıkardığı
birtakım sonuçların teolojik yorumu, bilimin teoloji sahasına yaptığı etkiye bir nedendir
diyebiliriz.
1856 yılında Alman fizikçi Hermann von Helmholtz bilim tarihinde ilk kez
termodinamiğin ikinci yasasının ölümcül kozmolojik sonuçlarını ortaya koydu. Helmholtz,
evrenin yavaş yavaş söndüğünü, zamanla elde edilebilen enerjinin görülemeyeceğini, maksimum
entropi veya ısı ölümü noktasına ulaşacağını belirtmektedir.348 Nihai bir evrensel ısı ölümü
öngörüsü, evrenin geleceği hakkında kıyamet haberini verirken, başlangıcı hakkında önemli bir
anlam taşımaktaydı. Davies’e göre, eğer evren sonlu bir hızla geri dönülmez bir şekilde
tükeniyorsa, evrenin ezelden beri varolmasının da mümkün olmayacağı kesindir.349 Bu öngörü
aslında Edwin Hubble’ın gözlemsel verileriyle ortaya konmuştu.
Hubble’ın 1929 yılında evrenbilim tarihinde bir noktası olan evrenin genişlediğine
dair gözlemi, evrenin başlangıcı sorusunu en sonunda bilimin alanına soktu. Bu tarihten itibaren
köken meselesi, daha çok bilimin verileri doğrultusunda tartışılır oldu. “Bilim Tanrı’nın varlığını
ispatlıyor mu?” sorusu hep gündemde kaldı. Çünkü bu delil evrenin sonradan varolduğunu
ortaya koyuyordu.350 Böylece evrenin yoktan yaratıldığı fikri, bilim dünyasında yaygınlaştı.
1965 yılında Arno Penzias’ın ve Robert Wilson’un evrensel kozmik fon
radyasyonunu keşfetmesiyle Big Bang Teorisi’nin başlangıç tezi daha da önem kazandı. Craig’e
göre de, Big Bang’in en büyük zaferi, bütün evreni kaplayan ‘ kozmik mikrodalga arka plan
348 Rifkin, a.g.e., s.51. 349 Davies, Son Üç Dakika, s.25. 350 Craig,The Kalam Cosmological Argument, s.116.
113
radyasyonunun’ (‘cosmic microwave backround raditaon’) keşfedilmesi sayılabilir.351 Bu
radyasyonu keşfederek bilim dünyasında büyük yankı uyandıran Arno Penzias, elde edilen
bilimsel verilerin teolojik yorumunu şöyle yapmaktadır:
“Astronomiyle ilgili elde edilen son gelişmeler bizi benzersiz bir olaya ulaştırır;
yokluktan yaratılmış olan, hayatın oluşabilmesi için sağlanması gereken koşullara uygun, hassas
bir dengeye ve kendisine temel oluşturan bir plana sahip olan bir evren. Bu yüzden, modern
bilimin gözlemleri yüzyıllar öncesinin sezgileriyle (Evrenin başlangıcının ve yaratıcısının
olduğuna dair) aynı sonuca ulaşmış gözüküyor.”352
Evrenin genişlemesi, evrensel arka alan ısı ışınımı, termodinamiğin ikinci yasası ve
kimyasal elementlerin görece miktarları birlikte ele alındığında, Big Bang Teorisi’ni destekleyen
güçlü deliller oluştururlar. Çalışmamızda, genel olarak bu dört temel delil çerçevesinde evrenin
kökeni meselesini bilimsel ve felsefi açıdan incelemeye çalıştık. Acaba teizmin yüzyıllardır iddia
ettiği evrenin bir başlangıcını bilimsel olarak ispat etmek mümkün müydü? Bunu evrenin ilk anı
olarak düşündüğümüzde bilimin bu konuda bir şey söylemesi zordur. Ancak en azından yapılan
araştırmalar ve gözlemler, bilim adamlarına ve felsefecilere evrenin başlangıcı hakkındaki
iddialarını rahatlıkla savunabilme şansı tanımıştır. Çünkü ortada herkesin kabul edebileceği
bilimsel bir olgu vardır. Yahut bu gözlemler, mantıksal olarak evrenin başlangıcı olduğuna dair
iddiayı, kozmolojik delilin istidlalini kuvvetlendirmiştir.
Elde edilen bilimsel verilerin kozmolojik sonucu bir başlangıcın olduğunu
doğruluyorsa; bu onun yokluktan, ani olarak ortaya çıktığını kabul etme anlamına gelir.353 Bir
başlangıcın yokluktan oluşması da üstün bir yaratıcının varlığını mantıksal olarak zorunlu
kılıyor. Big Bang Teorisi’nin ortaya koyduğu kozmik bir takım sonuçları dikkate alan günümüz
astronom, fizikçi ve kozmologların önemli bir kısmı, özellikle kozmolojik delilin üzerinde 351 Craig, The Kalam Cosmological Argumant, s.113. 352 Arno Penzias, Şu Ana Kadar Elde Edilen Bütün Bilgiler Yaratılışı Desteklemektedir, Margenau, Varghese, a.g.e. içinde, s.105. 353 Davies, Tanrı ve Yeni Fizik, s.48.
114
durduğu evrenin başlangıcı için bir yaratıcıya olan gereksinimin kaçınılmaz olduğunu kabul
etmektedir. Mesela NASA’nın Goddard Uzay Araştırmaları Enstitüsü Direktörü Robert
Jastrow’a göre bilim, Big Bang Teorisiyle dünyanın ezeli olması gereken bir gücün eseri olarak
meydana geldiğini ispatladı.354 Craig’e göre de standart Big Bang Teorisi’nin teistik yorumu
yoktan yaratılışın klasik doktrinidir. Bunun yanında Davies, kainatın varlığı için kainattan ayrı
olan üstün bir yaratıcı olmaksızın gerçekleşemeyeceğini ifade etmiştir.355
Bilim dünyasının ekseriyeti Big Bang Teorisi’nin doğruluğunu teyit ederken Big Bang’in
nasıl başladığı sorusuna cevap verememektedir. Bilim bu soruyu açıklığa kavuşturabilecekmiş
gibi gözükmüyor. Vera Kistiakowsky’a356 göre, fiziksel dünyaya dair bilimsel kavrayışımızın
ortaya çıkardığı zarif düzen Kutsalın varlığını gerektiriyor.357
Big Bang Teorisi’nin kozmolojik delil açısından değerlendirirken ele aldığımız bir diğer
husus ise, her ikisinde de varolan ilk neden arayışıdır. Kozmolojik delil, nedenler zincirinin geriye
doğru sonsuz gidişin imkansızlığını temel alarak, kadim varlığın zorunluluğunu ortaya
koymuştur.358 Big Bang Teorisi de evrenin başlangıcı olması gerektiğini delillendirerek köken
meselesini bilimsel alana taşımıştır. Big Bang’in bu bilimsel öngörüsü, kozmolojik delili, alemin
bir başlangıcı olması ve sebepler zincirinin sonsuza dek gidemeyeceği noktasında yerini daha da
sağlamlaştırmıştır. Kozmolojik delile göre, evrenin yokluktan yaratılışa geçtiği ilk anın hiçbir
imkansal sebebe dayanamayacağı için zorunlu bir sebebe ihtiyaç vardır. Bu zorunluluk,
kozmolojik delildeki imkansal sebeplerin sonsuza dek gitme ihtimalinin olmayışından
kaynaklanmaktadır. Bilim evrenin ilk halinin fiziksel açıklamasından yoksunsa, (insanın bilgi
kapasitesi nedeniyle bunu hiçbir bilimsel disiplin yapamadığına göre) imkan dünyasından olan
fiziğin her şeyi açıklayamadan sınırlarına erişmesi, fizikötesindeki bir varlığı zorunlu kılmaktadır.
354 Bouguneya, a.g.e., s.136. 355 Bouguenaya, a.g.e., s.136. 356 Massachuetts Teknoloji Enstitüsü’nde fizik profesörüdür. 357 Vera Kistiakowsky, Fiziksel Dünyanın Zarif Düzeni Kutsalın Varlığını Gerektiriyor, Margeneu, Varghese, a.g.e., s.75. 358 Craig, The Kalam Cosmological Argument, s.63.
115
Teist için köken meselesi Tanrı’nın varlığıyla rahatlıkla çözülebilir. Bu durumda teist için
yapılacak tek iş, mümkünler dünyasından olan fizik yasalarını bir kenara koyup, aşkın bir ilk
sebebe dayanmaktır.
Bütün bu bilimsel deliller elimizdeyken yine de kendi kendimize sormamız gereken
birkaç soru olmalı: Standart Big Bang modeline gerçekten güvenebilir miyiz? Yeni bulgular bu
modeli ortadan kaldırabilir mi? Veya şimdiki standart Big Bang modelin yerini evrenin
yaratılışını ortaya koyan bir başka teori mi alacak? Bu sorulara verilebilecek cevaplar hep
bulanık ihtimaller arasında kalacak, hep belki diyeceğiz. Çünkü evrenin ilk anını bilimsel olarak
resmetmek, Big Bang’e hangi güçlerin sebep olduğunu bilimsel metotlarla cevaplamak oldukça
zor görünmektedir. Evren bir milyon yaşındayken onun nasıl olduğuna dair bilim dünyasında
önemli deliller vardır. Hatta üç dakikalık halinde iken bile evrenin nasıl olduğuna dair bilimin
verileri mevcuttur. Fakat bundan önce evrende neler olduğuna dair kesin veriler
bulunmamaktadır. Evren ilk 10¯�� saniyelikken neler olduğuna dair bilim adamlarının elinde
bilimsel veri yoktur. Bu yüzden doğrudan yada dolaylı olarak gözlemin yapılamadığı bir alan
üzerinde felsefi, dini ya da bilimsel sorulara cevap vermek, spekülatif bir değerlendirme
olacaktır. Bu durum Big Bang Teorisiyle Kozmolojik Delil oluşturmada önemli problem olarak
görülmektedir. Big Bang Teorisi’nin problemlerini kabul etmekle birlikte şunu da rahatlıkla
söyleyebiliriz: “Eğer bir gün standart Big Bang modelinin yerini daha iyi bir kuram alırsa, bunun
tek bir nedeni, belki de, güdüsünü ve temelini Big Bang’ten alan gözlemler ya da hesaplar
olacaktır.”359
359 Weinberg, İlk Üç Daika, s.6.
116
KAYNAKÇA
ALBAYRAK, Mevlüt, Tanrı ve Süreç, Fakülte Kitabevi, Isparta, 2001.
ALTINTAŞ, Hayrani, İbn-i Sina Metafiziği, A.Ü. İ.F. yay., Ankara, 1992.
ARİSTOTELES, Metafizik (çev: Ahmet Arslan), Sosyal yay., İstanbul, 1996.
-------------------, Gökyüzü Üzerine, (çev: Saffet Babür), Dost Kitabevi yay., Ankara, 1997
-------------------,Fizik, (çev: Saffet Babür), Yapı Kredi yay., İstanbul, 2001.
ARMİTAGE, Angus, Kopernik, (çev: Emel Bayar), İzdüşüm yay., İstanbul 2004.
ASADİ, Muhammed A., Birliğin Teorisi (The Unifying Theory of Everything), (çev: Kerem
Genç), Gelenek yay., İstanbul, 2003.
ATAY, Hüseyin, Farabi ve İbn-i Sina’ya Göre Yaratma, A.Ü. İ. F. yay., Ankara, 1974.
---------, İbn-i Sina’da Varlık Nazariyesi, Ankara, 1983.
AUGUSTİNUS, Saint, İtiraflar, Kaknüs yay., (çev: Dominik Pamir), İstanbul, 1999.
AYDIN, Mehmet S., Din Felsefesi, İ. İ. F. V. Yay., İzmir 2001.
BAYRAKTAR, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş, T.D.V.Y., Ankara 1999.
BERNARD,Lightman, The Origins of Agnosticism, London, 1987.
BOLAY, Süleyman Hayri, Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Akçağ yay., Ankara, 1996.
----------, Aristo Metafiziği ile Gazali Metafiziğinin Karşılaştırılması, M.E.B. yay., İstanbul,
1993.
BOLLES, Edmund Blair, Galileo’nun Buyruğu, (Bilim Yazılarından Bir Derleme), (çev: Nermin
Arık), Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara 2003.
BOYA, Ben, The Beauty of Lights, Newyork, 1988.
BOUGUENAYA, Yamina, KARABAŞOĞLU, Metin, DEMİRCİ, Senai, Bilimin Öteki Yüzü,
Karakalem yay., İstanbul, 1997.
CEVİZCİ, Ahmet , İlkçağ Felsefesi Tarihi, Asa yay., Bursa, 2001.
117
COPAN, Paul, CRAİG, William Lane, Creation out of Nothing, Apollos: Baker Academic
Publishing, Newyork, 2004.
CRAİG, William.Lane, Time and Eternity, A Division of Good News Publishers, U.S.A., 2001.
----------,The Kalam Cosmological Argumant, The Macmillan Press, London, 2000.
----------, God, Time, and Eternity, Kluwer Academic Publishers, Netherlands, 2001.
CRAİG, William Lane, SMİTH, Quentin, Theism, Atheism and Big Bang Cosmology, Oxford:
Clarendon Pres, 1993.
DAVİES, Paul, Tanrı ve Yeni Fizik, (çev: Murat Temelli), İm yay., İstanbul, 1994.
-----------,Superforce, Newyork: Simon and Schuster, 1984
-----------, Son Üç Dakika, (çev: Sinem Gül), Varlık yay., İstanbul, 1996.
DAVİS, Stephen T., God, Reoson and Theistic Proofs, Edinburgh University Press, Edinburgh,
1997.
DAWKİNS, Richard, Kör Saatçi, (çev: Feryal Halatçı), Tübitak yay., Ankara, 2003.
DEMİRSOY, Ali, Evrenin Çocukları, Meteksan yay., Ankara 2002.
DENTON, Michael, Nature’s Destiny, Newyork: The Free Press, 1998.
DREOS, Willem B., Beyond the Big Bang, Open Court Publushing La Salle, Illinors: Open
Court, 1990.
EİNSTEİN, Albert, İzafiyet Teorisi, (çev: Gülen Aktaş), Say yay., İstanbul 2002.
ERDEM, Hüsamettin, İlkçağ Felsefesi Tarihi, Hü-Er yay., Konya, 2000.
FARABİ, İdeal Devlet (Medinetü’l Fazıla), (çev: Ahmet Arslan), Vadi yay., Ankara, 2004.
FEYNMAN, Richard, Fizik Yasaları Üzerine, çev: Nermin Arık, Tübitak yay., Ankara, 2000.
GAMOV, George, 1-2-3 Sonsuz, (çev: C. Kapkın), Evrim yay., İstanbul, 1995.
GASKİN, J.C.A., Varieties of Unbelief, Newyork, 1989.
GAZALİ, İhyau Ulumi’d-din, (çev: Ahmet Serdaroğlu), Huzur yay., İstanbul, 1992.
-----------, el- İktisad fi’l-itikad, Ankara, 1962.
118
-----------,Tahafüt el-Felasife (Filozofların Tutarsızlığı), (çev: Bekir Sadak), Ahsen yay.,
İstanbul, 2002
GİLSON, Etienne, Tanrı ve Felsefe, (çev: Mehmet S. Aydın), Birleşik yay., İstanbul, 1999.
GÖKBERK, Macit, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000.
GUİTTON, Jean, Tanrı ve Bilim, (çev: Yaşar Avunç), Simavi yay., İstanbul, 1993.
HACK, R. Kenneth, God in Grek Philosophy to the Time of Socrates, Prin-University Press,
1931.
HAWKİNG, Stephen, Zamanın Kısa Tarihi, (çev: Sabit Say, Murat Uraz), Milliyet yay.,
İstanbul, 1989.
---------------, Evreni Kucaklayan Karınca, Alkım yay., İstanbul, 1993
HOOFT, Gerard’t, Maddenin Son Yapıtaşları, (çev: Mehmet Koca, Nazife Özdeş Koca), Tübitak
yay., Ankara, 2002.
HOYLE, Fred, The Intelligent Universe, London, 1984.
İBN-İ SİNA, Kitabu’ş-Şifa, Metafizik/İlahiyat, (çev: Ekrem Demirli-Ömer Türker), Litera yay.,
İstanbul, 2004.
İNAN, Yalçın, Kozmos’tan Kuantum’a 1, Doruk yay., İstanbul 2003.
JONAS, Ann Rae, Sıfırdan Sonsuza, (çev: Özlem Çelik), Timaş yay., İstanbul, 2000.
JAKİ, S., Cosmos and Creator, Regnery Gateway, Chicago, 1980.
KANT, Immanual, Arı Usun Eleştirisi, (çev: Aziz Yardımlı), İstanbul, 1993.
--------, Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı, (çev: Seçkin Selvi), Sarmal yay., İstanbul,
2003.
KHATOON, İkbal’in Felsefe Sisteminde Tanrı, İnsan ve Kainat, (çev: Celal Türer), Üniversite
Kitabevi yay., İstanbul.
KILIÇ, Recep, Ahlakın Dini Temeli, T.D.V. yay., Ankara, 1996.
119
KRANZ, Walter, Antik Felsefe (Metinler ve Açıklamalar), (çev: Suad Y. Baydur), Sosyal yay.,
İstanbul 1994.
KUTLU, Necat, Big Bang Teorisi ve Evrenin Yaratılışı, Düşünce yay., İstanbul, 2004.
KÜNG, Hans, Does God Exist?, London,1991.
LANDAU, L, ROUMER, Y, İzafiyet Teorisi Nedir?, çev: S. Gemici, Say yay., İstanbul, 1996.
LEİBNİZ, G.W., Philosophical Writings, London, 1934.
LOCKE, John, Tabiat Kanunu Üzerine Denemeler, (çev: İsmail Çetin), Paradigma yay., İstanbul,
1999.
MARGENAU, Henry, VARGHESE, Roy Abraham, Cosmos, Bios, Teos, (çev: Ahmet Ergenç),
Gelenek yay., İstanbul, 2002.
MEYERSTEİN, F.Walter (ed.), Foundation of Big Bang Cosmology, World Scientific,
Barcelona, Spain, 1987.
OSSERMAN, Robert, Evrenin Şiiri, (çev: İsmet Birkan), Tübitak yay., Ankara, 2000.
ÖZCAN, Hanifi, Epistemolojik Açıdan İman, M.Ü.İ.F.V. yay., İstanbul, 2002.
PALEY, William, Naturel Teology, (The Works of William Paley), Oxford: Clarendon Press,
1938.
PLATON, Timaios (TIMAIO∑), (çev: Erol Güney, Lütfi Ay), Sosyal yay., İstanbul 2001.
POLİTZER, George, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, Sosyal yay., İstanbul, 1989.
PRIGOGINE, Ilya, STENGERS, Isabelle, Kaostan Düzene, (çev: Senai Demirci), İz yay.,
İstanbul 1998.
REEVES, Hubert, İlk Saniye, (çev: Esra Özdağan), Yapı Kredi yay., İstanbul, 2001.
RİFKİN, Jeremy, HOWARD, Ted, Entropi, (çev: Hakan Okay), İz yay., İstanbul, 2003
RUSSELL, Bertrand, Batı Felsefesi Tarihi, (çev.: Muammer Sencer), Say yay., İstanbul, 2002.
SAGAN, Carl, Kozmos, (çev: Reşit Aşçıoğlu), Altın Kitaplar yay., İstanbul, 1997.
SİLK, Joseph, Evrenin Kısa Tarihi, çev.: Murat Alev, Tübitak yay., Ankara 1997.
120
STANNARD, Russell, Yeni Bin Yılda Tanrı, (çev: Atalay Atabek), Gelenek yay., İstanbul, 2002.
SWİNBURNE, Richard, Tanrı Var mı?, (çev: Muhsin Akbaş), Arasta yay., Bursa, 2001.,
------------------, The Existence of God, Clarendon Press, Oxford, 2004.
TASLAMAN, Caner, Big Bang ve Tanrı, İstanbul yay., İstanbul, 2003.
TAYLAN, Necip, Düşünce Tarihinde Tanrı Sorunu, Şehir yay., İstanbul, 2000
TOPALOĞLU, Bekir, İslam Kelamcılarına ve Filozoflarına Göre Allah’ın Varlığı, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yay.,Ankara, 2001.
TOPALOĞLU, Aydın, Teizm ya da Ateizm, Kaknüs yay., İstanbul, 2001.
TUĞCU, Tuncer, Immanual Kant ve Transendental İdealizm, Alesta yay., Ankara, 2001.
TUNA, Taşkın, Uzayın Sırları, Boğaziçi yay., İstanbul, 2005.
---------, Son Basamak: Kozmostan Kıyamete, Şule yay., İstanbul, 2003, s.91.
---------, Uzayın Ötesi, Boğaziçi yay., İstanbul, 2000.
---------, Sonsuz Uzaylar, Boğaziçi yay., İstanbul, 2003.
TÜMER, Günay, KÜÇÜK, Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ocak yay., Ankara 1997.
ULUTAN, Burhan, İbn- Sina Felsefesi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yay., İstanbul, 2000.
------------, Farabi Felsefesi, T.D.A.V. yay., İstanbul, 2000.
WEBER, Alfred, Felsefe Tarihi, (çev: H.Vehbi Eralp), Sosyal yay., İstanbul, 1998.
WEİNBERG, Steven, İlk Üç Dakika, (çev: Zekeriya Aydın, Zeki Aslan), Tübitak yay., Ankara,
2001.
---------------, Atomaltı Parçacıklar, çev: Zekeriya Aydın, Tübitak yay., Ankara, 2002.
WEINER, Philip P.(Editör), Dictionary of the History of İdeas, Scribner’s, Newyork, 1973..
WHİTE, Micheal, GRİBİN, John, Einstein, (çev: Yelda Türedi), İnkılap yay., İstanbul, 2005.
ZELLER, Eduard, Grek Felsefesi Tarihi, (çev: Ahmet Aydoğan), İz yay., İstanbul 2001
121
MAKALELER ve ARAŞTIRMALAR
.
BURGE, Ted, “Günümüzde Yaratılış Öyküsü”, Russell Stannard, Yeni Bin Yılda Tanrı içinde,
(çev: Atalay Atabek), Gelenek yay., İstanbul, 2002.
CRAİG, W. Lane, “Finitude of the Past and God’s Existence”, William Lane Craig and Quentin
Smith, Theism, Atheism and Big Bang Cosmology içinde, Oxford: Clarendon Pres, 1993.
---------, “Theism and Big Bang Cosmology”, Craig and Smith, Theism, Atheism, and Big Bang
Cosmology içinde.
---------, “Hawking on God and Creation”, Craig and Smith, Theism, Atheism, and Big Bang
Cosmology içinde.
DAVİES, Paul “Spicetime Singularities in Cosmology and Black Hole Evaporations,” ed. J. T.
Fraser and D. Park, The Study of Time III içinde, Springer Verlag, Berlin, 1978.
FLEW, Anthony, “Lewis’e Cevap”, Henry Margenau, Roy Abraham Varghese, Kosmos, Bios,
Teos içinde, (çev: Ahmet Ergenç), Gelenek yay., İstanbul, 2002.
FUSTERO, Xavier, VERDAGUER, Enric, “Standard Big Bang Cosmology: What Do We Know
About The Universe?”,F.Walter Meyerstein (ed.), Foundation of Big Bang Cosmology içinde,
World Scientific, Barcelona, Spain, 1987.
GALİLE, Galileo, “Teleskoptan İlk Bakış”, Edmund Blair Bolles, Galileo’nun Buyruğu (Bilim
Yazılarından Bir Derleme) içinde, (çev: Nermin Arık) Tübitak yay., Ankara 2003.
GİNGERİCH, Owen, “Hayatın İçinde Ne Var?”, Russell Stannard, Yeni 1000 Yılda Tanrı
içinde, Gelenek yay., İstanbul, 2002.
GÜRDİLEK, Raşit, “Evrenin Bebeklik Resmi”, Bilim ve Teknik Dergisi içinde, Tübitak yay.,
Sayı: 436, Mart, 2004.
122
---------------,”İnsancı İlkenin Sürpriz Dönüşü”, Bilim ve Teknik Dergisi içinde, Tübitak yay.,
Sayı: 436, Mart 2004.
HAKİM, Remi, “The Specıal Status of Cosmology in Science”, Foundation of Big Bang
Cosmology içinde, World Scientific, Barcelona, 1987
JOU, David and PAVON, Diego, “Termodynamics and Cosmology”, Foundation of Big Bang
Cosmology içinde, World Scientific, Barcelona, 1987
MONTSERRAT-TORRENTS, Josep, “Epistemological Notes on Greek Cosmologies”,
Foundation of Big Bang Cosmology içinde, World Scientific, Barcelona, 1987.
MARGENAU, Henry, “Doğa Yasaları Tanrı Tarafından Yaratılmıştır”, Kosmos, Bios, Teos
içinde, Gelenek yay., İstanbul, 2002.
ROTH, Joy, “İkincil Sebeplere Dayanarak Tanrı’nın Varlığına İnanıyorum”, Kosmos, Bios,
Teos içinde, Gelenek yay., İstanbul, 2002.
SMİTH, Quetin, “The Wave Function of a Godless Universe”, Craig and Smith, Theism,
Atheism, and Big Bang Cosmology içinde, Oxford: Clarendon Press, 1993.
STOGER, William, “Bilimde ve Dinde Evrenin Başlangıcı”, Kosmos, Bios, Teos içinde, Gelenek
yay., İstanbul, 2002.
UHLİG, Herbert, “Evrenin Başlangıcı Bilimsel Anlamda Ancak Bir Mucize Olarak
Tanımlanabilir” , Kozmos, Bios, Teos içinde, Gelenek yay., İstanbul, 2002.