174
Dikkat! Değerli okuyucular, Kitapların tüm telif hakları Talat Turhan'a ait olup izinsiz çoğaltılamaz, alıntı yapılamaz, başka sitelerde kullanılamaz. © Copyright 2008 Talat Turhan Giriş 2. Baskıya Önsöz Derin Devlet adlı kitabın birinci baskısı Ekim 2005’te yapılmıştı. O günden günümüze kadar geçen süre içinde özellikle “Kurtlar Vadisi” dizi ve filminin kamuoyu tarafından gördüğü ilgi bu konudaki televizyon tartışma programları ve yazılan yapıtlar içinde özellikle Org. (E) Kemal Yamak’ın Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler Kitabı ve Org. (E) Sabri Yirmibeşoğlu’nun açıklamaları nedeniyle; yayınlandığı tarihten bu yana konu yeniden gündeme gelerek, görsel ve yazılı medyada büyük ölçüde tartışıldı. Yazılan kitaplardan bir diğeri yine Derin Devlet ismini taşıyor. Ömer Lütfi Mete ve Mahir Kaynak’la Cem Küçük’ün söyleşisinden oluşuyordu.1 Diğeri ise; Şu Derin Devlet.2 Yukarda adı geçen kitapların yazarları kanımca soruna mikro düzeyde bakmayı yeğlemiş; Susurluk, Şemdinli, Kurtlar Vadisi gibi olaylar bağlamında sorunu irdelediklerini değerlendiriyorum Bu kitapta ise Derin Dünya Devleti’nin 1000 yıllık Siyonist ve masonik geçmişi öne çıkarılmaya ve de günümüzde ABD’de somutlaşan gizli ABD Derin Devleti’nin içyüzü olabildiğince makro düzeyde açıklanmaya çalışılmaktadır.3 Birinci baskıdan sonra okuyucularımdan sürekli aldığım önerilerde, Derin Dünya Devleti’nin Siyonik ve masonik oluşumu şemasına biraz daha açıklık getirmem konusundaki istemlerine yanıt vermek için, yeni baskıya eklemeler yapmak gereksinimi duydum. Geçen dönemde bir haftalık dergide4 yayınlanan makalede en etkili üst masonik örgütlerden biri sayılan Gül ve Haç Kardeşliği (kuruluş 1618), örgütüne üye olan Türklerin isimlerini araştırmacı yazar Aytunç Altındal açıklıyordu: 1861’de Halim Paşa, 1909-1915: Aziz Ahmet Paşa 1928-1931: Yargıtay Başkanı Fuat Hulusi Demirelli 1945-1955 Dr. Mim Kemal Öke (Atatürk’ün Doktoru) 1955-1967: Prof. Hazım Atıf Kuyucak ve onun isteği ile şövalye olan DP Milletvekili Ekrem Tok 1975-1984: Prof. Mukbil Gökdoğan

Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Dikkat! Değerli okuyucular, Kitapların tüm telif hakları Talat Turhan'a ait olup izinsiz çoğaltılamaz, alıntı yapılamaz, başka sitelerde kullanılamaz.

© Copyright 2008 Talat Turhan

Giriş

2. Baskıya Önsöz

Derin Devlet adlı kitabın birinci baskısı Ekim 2005’te yapılmıştı. O günden günümüze kadar geçen süre içinde özellikle “Kurtlar Vadisi” dizi ve filminin kamuoyu tarafından gördüğü ilgi bu konudaki televizyon tartışma programları ve yazılan yapıtlar içinde özellikle Org. (E) Kemal Yamak’ın Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler Kitabı ve Org. (E) Sabri Yirmibeşoğlu’nun açıklamaları nedeniyle; yayınlandığı tarihten bu yana konu yeniden gündeme gelerek, görsel ve yazılı medyada büyük ölçüde tartışıldı.

Yazılan kitaplardan bir diğeri yine Derin Devlet ismini taşıyor. Ömer Lütfi Mete ve Mahir Kaynak’la Cem Küçük’ün söyleşisinden oluşuyordu.1

Diğeri ise; Şu Derin Devlet.2

Yukarda adı geçen kitapların yazarları kanımca soruna mikro düzeyde bakmayı yeğlemiş; Susurluk, Şemdinli, Kurtlar Vadisi gibi olaylar bağlamında sorunu irdelediklerini değerlendiriyorum

Bu kitapta ise Derin Dünya Devleti’nin 1000 yıllık Siyonist ve masonik geçmişi öne çıkarılmaya ve de günümüzde ABD’de somutlaşan gizli ABD Derin Devleti’nin içyüzü olabildiğince makro düzeyde açıklanmaya çalışılmaktadır.3

Birinci baskıdan sonra okuyucularımdan sürekli aldığım önerilerde, Derin Dünya Devleti’nin Siyonik ve masonik oluşumu şemasına biraz daha açıklık getirmem konusundaki istemlerine yanıt vermek için, yeni baskıya eklemeler yapmak gereksinimi duydum.

Geçen dönemde bir haftalık dergide4 yayınlanan makalede en etkili üst masonik örgütlerden biri sayılan Gül ve Haç Kardeşliği (kuruluş 1618), örgütüne üye olan Türklerin isimlerini araştırmacı yazar Aytunç Altındal açıklıyordu:

1861’de Halim Paşa,

1909-1915: Aziz Ahmet Paşa

1928-1931: Yargıtay Başkanı Fuat Hulusi Demirelli

1945-1955 Dr. Mim Kemal Öke (Atatürk’ün Doktoru)

1955-1967: Prof. Hazım Atıf Kuyucak ve onun isteği ile şövalye

olan DP Milletvekili Ekrem Tok

1975-1984: Prof. Mukbil Gökdoğan

Page 2: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

1984-1995: Prof. Sahir Erman

1966-1967: Dr. Enver Necdet Eğeren

İçişleri eski Bakanı: Şükrü Kaya

Dışişleri eski Bakanı: Tevfik Rüştü Aras

Ankara eski Valisi: Nevzat Tandoğan

İstanbul eski Valisi: Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay

Meclis Başkanı: Kazım Özalp

Eski Cumhurbaşkanı: Celal Bayar

Özbekler Tekkesi Şeyhi: Ataullah Efendi

Amiral Mehmet Ali Paşa

Yazar Servet Yesari

Başbakan Hasan Saka

Devlet Şurası eski Başkanı: Mustafa Reşit Mimaroğlu……

Bunların tamamı otuz üçüncü derece masondu; kimi Kadoş Şövalyesi, kimi Tunç-Yılan Şövalyesi, kimi ise Gül ve Haç Şövalyesi unvanını taşıyordu. Ama Türkiye bu kişilerin gerçek kimliklerini hiçbir zaman bilemedi

Aytunç Altındal’ın listesi kuşkusuz masonik ve premasonik örgütler bağlamında on binlerce kişiye ulaşan bir masonik yapılanma içinde küçük bir bolümü göstermesine karşın, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi (örneğin Şeyhülislam Musa Kazım Efendi dahil), İttihat Terakki ve Atatürk dönemi dahil Osmanlı ve Türkiye’nin, masonizme; dolayısı ile Siyonizme hizmet ettikleri görülüyor.

1950 yılında Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar’ın küçük Amerikancı olması acaba kendi yeğlemesi miydi? Yoksa örgüt tarafından yapılan bir zorlama mıydı? Tarihçiler bu sorunun yanıtını vermek zorundalar.

İstanbul valileri, sırayla Mustafa Üstündağ ve Lütfi Kırdar’ın ABD isteğine karşın bugünkü Hilton Oteli’nin inşa edildiği araziyi yeşil saha olması gerekçesi ile ABD’lilere vermemesine karşın, Fahrettin Kerim Gökay’ın Valiliğe getirilerek bu izni vermesi acaba yetkisi içinde miydi? Ya da bağlı olduğu masonik ve Siyonist örgütten aldığı yönergeyi mi yerine getiriyordu. Şahsen ikinci olasılığı ön plana çıkarıyorum, çünkü Gökay, Hilton Oteli’nin yerini ABD’ye peşkeş çektikten sonra ABD’nin dünyada en yaygın premasonik örgütü olan LIONS kulübünün kurucu başkanlığına getirilerek ödüllendirilmiştir.

Masonizm Siyonizme, Siyonizm küreselleşmeye, küreselleşme ABD Derin Devleti’ne hizmet eder.

Özellikle 11 Eylül komplosundan sonra George W. Bush’un ağzından eksik etmediği (iyiler ve kötüler) söylemi tersine çevrilmeli, Türkiye ve tüm dünyanın mazlum ulusları, saflarını belirlemelidirler.

Page 3: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Tayyip Erdoğan iktidarının, iktidara geldiğinden beri ABD ve İsrail’in hiçbir isteğini geri çevirmediğini bütün kamuoyu biliyor. Çeteleşme adlı kitabımda (1999) Said-i Nursi’nin tilmizi Fethullah Gülen’in bir söyleşisine yer veriyorum.5

… Amerika, su andaki konum ve gücü ile bütün dünyaya kumanda edebilir…. Amerika hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır…. Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli bir rol oynayacaktır… Bu realite kabul edilmeli... Tarihte gücü elde eden her ülke, dünya hakimiyeti iddiası içine girmiştir… Aşırı komünist akımlar herhangi bir akli, mantıki dayanağa dayanmadan Amerika düşmanlığı yapıyorlar, Amerika bize düşmanlık yapabilir, fakat birlikte yaşadığımız bir dünyanın genel ahengi düşünüldüğünde bazen düşmanımızla bile iyi geçinmek mecburiyetinde oluruz…

Zaman zaman küreselleşmeci medyada Fethullah Gülen ile yaşadığı ABD’de çarşaf çarşaf röportajları yayınlanıp bu kişi parlatılmaya devam ediliyor. Türkiye ve yurtdışına sarkan cemaati her geçen gün gücünü arttırıyor. Ama bu medya kuruluşlarından hiçbiri Gülen’in ormanlık bir villa içinde oturduğunu yazmasına karşın, villa sahibi yeğeninin özgeçmişinden söz etmeyi aklına getiremiyor. Yeğeni kimdir? Ne zaman Amerika’ya gitmiştir? Ne iş yapmaktadır? Servetinin kaynağı nedir sorularının kaynağını araştırmayı yaşamsal değerde görüyorum.

Bir Müslümanın, Siyonist ve masonik bir devlet olan ABD’ye bu derece bağlı olmasının nedenleri, başta cemaati olmak üzere tüm Türkiye’ye açıklanmalıdır. Nitekim yazılan bir kitapta Fethullah Müslüman mı? sorusu sorulmaktadır.6

BOP bağlamında ABD’nin olası İran saldırısına destek olmayı yeğlemek, iktidar adına, “gaflet”, “hıyanet” hatta “delalet” olduğu tüm Kurtuluş Savaşı yandaşlarınca kabul edilip, yasal karşı koyma yöntemlerine vakit geçirmeksizin başvurulmalıdır…7

MÖ. XIX. yy.da Batı Samilerin geçtikleri bölgeye, dinsel bir deyim olan Verimli Hilal tanımı yapılmaktadır. Bu hilal, Basra Körfezi’nin başından itibaren bir kemer çizerek yukarda bugün Türkiye sınırları içerisinde bulunan Fırat Vadisi’ne, güneyden Suriye ve Filistin’den geçerek Mısır’ a kadar uzanan bir bölgeyi içine alır...

Bu tanım bir anlamda BOP’un kapsama alanı ile örtüşmektedir; bilmem ne demek istediğimi anlatabildim mi?

Bu çerçevede ABD Derin Devleti’nin kuyrukçuluğuna takılıp ABD hegemonyasına hizmet etmek; İslam alemine yapılacak en büyük alçaklıktır.

Bu kitabın oluşmasında Berat ve isimlerini saymak istemediğim arkadaşlarım ile Özgür Erdem’e, Nedret Ebcim’e ve İleri çalışanlarına sonsuz teşekkürlerimi sunarken okuyucularımdan da saygılarımı kabul etmelerini istirham ederim.

Kuzguncuk

3 Nisan 2006

Kaynakça ve Açıklamalar

1. Derin Devlet, Ömer Lütfi Mete-Mahir Kaynak, Konuşan: Cem Küçük, Timaş Yayınları, 2. baskı, Ekim 2005

Page 4: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

2. Şu Derin Devlet, Hasan Taşkın, Truva Yayınları, 1. baskı, 2006

3a. Gizli Ordular, Halid Özkul, Sorun Yayınları, Aralık 2005

3b. Yeni Din Yeni Tanrı, Alpaslan Işıklı, Otopsi Yayınevi, Kasım 2005

4. Kurtlar Vadisi’ni Artık Derin Devlet Değil, Dünyanın En Eski ve En Tehlikeli Yeraltı Örgütü Illuminati Yönetecek-Kanlı Illuminati Vadisi’ne Hoş Geldiniz, Hakan Turpçu, Haftalık, 18-24 Ekim 2005

5. Fethullah Gülen ile New York Sohbeti, Nevval Sevindi, Sabah Kitapları, 1. baskı, İstanbul, Ekim 1997, s. 39-41

6. Fethullah Müslüman mı? Semih Tufan Gülaltay, İleri Yayınları, 1. baskı, Ağustos 2005

Page 5: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Önsöz yerine: Görünmeyen Hükümet CIA1

Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde iki hükümet var: Biri görünen, diğeri görünmeyen. Birinci hükümet, yurttaşların gazetelerden, çocukların yurttaşlık bilgisi kitaplarından öğrendikleri hükümettir. İkincisi ise, Soğuk Savaş’ta ABD’nin politikasını yürüten birbiri içine geçmiş, gizli mekanizmadır. Bu ikincisi, istihbarat toplar, casusluk yapar ve bütün dünyada gizli harekât planlar ve bu planları uygular.

Görünmeyen hükümet, resmî bir kuruluş değildir. Bu, görünen hükümetin birçok kısımlarından alınarak bir araya getirilmiş bireylerden ve örgütlerden kurulu dağınık ve şekilsiz bir topluluktur. Merkezî Haberalma Örgütü bu topluluğun kalbi olmakla birlikte, görünmeyen hükümet, sadece CIA’dan ibaret değildir. İstihbarat ailesi diye bilinen dokuz örgütle de (Milli Güvenlik Kurulu, Savunma Haberalma Örgütü, Milli Güvenlik Örgütü, Kara Kuvvetleri İstihbaratı, Deniz Kuvvetleri İstihbaratı, Hava Kuvvetleri İstihbaratı, Dışişleri Bakanlığı Haberalma ve Araştırma Bürosu, Atom Enerjisi Komisyonu, Federal Araştırma Bürosu)2 sınırlı değildir.

Görünmeyen hükümet, görünüşte diğer hükümetin normal kısımlarıymış gibi gelen birçok birim, örgüt ve bireyleri de içine alır. Dıştan özel gibi görünen ticaret şirketleri ya da kurumları, görünmeyen hükümetin birer organı olabilir. Bir bakıma yeni yeni farkına varılan gerçek şudur ki, bu görünmeyen hükümet 190 milyon Amerikalının hayatına şekil verir. Barış, savaş gibi ana kararlar halkoyunun bilgisi dışında alınmaktadır.

İstihbarat ağı, 1964’te, aşağı yukarı 200 bin kişi kullanan ve bir yılda birkaç milyar dolar3 harcayan büyük ve gizli bir organı oluşturur. 1947 yılında çıkan Milli Güvenlik yasası, Allen Dules’ın sözleriyle, “İstihbaratımıza hükümet içerisinde öyle bir yer vermiştir ki, buna, dünyanın başka bir hükümeti içinde rastlamak mümkün değildir.”

Bu büyüklüğü ve gizliliği nedeniyle görünmeyen hükümet bazı kuşku ve eleştirilerin hedefi olmuştur. Eski Başkan Harry S. Truman da dahil, birçok ileri gelen senatör ve devlet adamı, bu kuruluşu, kendine özgü bir dış politika yürütmek ve başkanlıktan yetki almaksızın başka ülkelerin işlerine karışmakla suçlamışlardır.

Görünmeyen hükümet hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmeyen Amerikan halkı, bu suçlamaları değerlendirecek durumda değildir. Bu kuruluşun memur kadroları gizli, faaliyetleri ondan da gizlidir. Bütçesi diğer ödenekler arasına saklanmıştır. Kongre, görünmeyen hükümete verdiği paranın ne miktarını bilir, ne de ne yolda harcandığını. Bir avuç kongre üyesine, bu kuruluş, ara sıra sözde bilgi verir; ama bu kongre üyeleri bile, bu kuruluşun çalışmaları hakkında pek az şey bilirler.

Dış ülkelerin başkentlerinde, sözde, Amerikan elçileri, Amerikan Cumhurbaşkanı’nın en yüksek temsilcisidir ve bunlara görünmeyen hükümetin ajanlarını denetleme yetkisi verilmiştir. Ama bütün bunlar mümkün olabilmekte midir? Ajanlar kendi muhabere kanallarını ve şifrelerini kullanmaktadırlar. Elçilerin yetkisi ise, Senato Komitesi’nce, “nazik bir hayal” diye nitelendirilmektedir.

Amerika dahilinde hukuken araştırma yetkisi FBI’ındır, ama CIA’nın birçok büyük kentlerde büroları vardır. Radyo istasyonlarından tutun da, deniz nakliyat şirketlerine, üniversitelere kadar çeşitli işlerle ve kuruluşlarla yakından ilgilenmektedir.

Görünmeyen hükümeti birçok kimse Ulusal Güvenlik Kurulunun yönetimi altında zanneder. Oysa, gerçekte, aldığı kararların çoğu bu kurulda görüşülmemiştir bile. Bu kararlar, adı fısıltıyla söylenen bir topluluktan çıkar. Kaç Amerikalı, “Özel Grup”un (“54/12

Page 6: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Grubu”nun)4 adını duymuştur! Bu grubun adı da, varlığı da, görünmeyen hükümetin iç çevreleri dışında bilinmez. Görünmeyen hükümetle ilgili önemli kararlar Özel grup adıyla bilinen komite tarafından verilir. Bu komitenin yapısı, küçük değişiklikler gösterirse de, üyeler genellikle şu kimsilerder ibarettir: Merkezi İstihbarat Müdürü, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı (ya da yardımcısı), Savunma Bakanı ve müsteşarı. Kennedy ve Johnson idare leri zamanında Özel Grup’ta cumhurbaşkanlığı temsilcisi, McGeorge Bundy idi. Diğer üyeler ise sırasıyla, McCone, McNamara, Savunma Müsteşarı Roswell Gilpatric, Dışışleri Müsteşarı U. Alexis Johnson idi.

Özel Grup, Eisonhower zamanında başkanlığın 54/12 nolu gizli emirleriyle kurulmuştur ve bugün bile “54/12 Grubu” diye anıldığı olur. Bu grup, görünmeyen hükümetin “beyni” gibidir ve istihbarat topluluğunda bile grubun varlığından pek az kişinin haberi vardır. Özel Grup haftada bir kez toplanır ve Birleşik Devletler İstihbarat Kurulu’nun kararına bırakılması doğru görülmeyen fazla önemli işler üzerinde karar verir. Amerika Birleşik Devletleri’ni ve bazen de bütün dünyayı savaşa sürükleyebilecek karalar işte bu birkaç kişinin oluşturduğu grup tarafından alınır.

CIA’cıların kendi politikalarını hiçbir zaman kendilerinin kararlaştırmadıklarını, daima daha üstün bir otoritenin emirleriyle hareket ettiklerini söylemelerinin nedeni işte bu gruptur. Allen Dulles bir keresinde “CIA şimdiye kadar hiçbir kimseyi ya da hükümeti kendi dışında daha yüksek hükümet makamının izni olmadan desteklememiştir” demişti. Ortalama bir vatandaş için Dulles’in bu ifadesi, tehlikelerle dolu bir gizli harekatın her yönünü, objektif bir ölçüyle tartışmak için toplanan kabineyi, Ulusal Güvenlik Konseyini ya da özel cumhurbaşkanlığı komisyonunu akla getirir. Oysa gerçek şudur ki, bu çeşit kararların bazıları, öteki hükümet komitelerinin izledikleri yöntem ve kurallar dışında, tamamen gayrıresmi olarak alınmıştır. Üstelik ülkenin kaderi üzerinde etkisi olan bu kararlar dıştan ve tarafsız hiçbir eleştiriye ya da iktidarlarını genişletmek gibi insani zaaflardan uzak bulunduklarını iddia etmek mümkün müdür?

Başkan yardımcısı, hukuken, Ulusal Güvenlik Kurulunun üyesi olduğu halde, Özel Grubun toplantılarına katılamaz. Başkan Yardımcısı Lyndon B. Johnson, belki de kendinden öncekilerden çok daha fazla sırları biliyordu, ama görünmeyen hükümetle ancak Birleşik Devletler’in 36. Cumhurbaşkanı olarak yemin ettikten sonra gerçekten içli dışlı olabilmiştir.

Göreve başladığı 23 Kasım 1963 günü, Kennedy’nin Özel Grup ile şahsî temsilcisi McGeorge Bundy, yeni başkanı, Beyaz Saray’ın bodrum katındaki gizli durum odasına götürdü. Burada, çok gizli haritaların, elektronik aygıtların ve muhabere araçlarının arasında, görünmeyen hükümetin başı Merkezî Haberalma Müdürü ve Özel Grubun üyesi John Alex McCone, yeni başkana, gerekli bilgileri verdi. Johnson, görünmeyen hükümeti kimin yönettiğini bildiği, çalışmalarının çoğundan haberdar olduğu halde, ancak o gün, örgütü ve sırlarını öğrenebildi.5

Bu kitapta, ulusal güvenliğin sınırları içinde kalmak üzere görünmeyen hükümetin yapısını, kuruluşunu ve gücünü belirtmeye çalıştık. Kullandığımız malzemenin çoğu başka yerlerde basılmamış olmakla birlikte, niyetimiz bir teşhir değildir. Amerikan halkının parasıyla çalışan, bu bakımdan da tanımakta haklı olduğu gizli bir Amerikan kuruluşunu anlatmak istiyoruz.

Bu kitabın ana ilkesi, soğuk savaş sırasında bile Amerikan hükümetinin, Bağımsızlık Beyannamesindeki sözlere uyarak, “yönetilenlerin rızasına” dayanması zorunluluğudur. Bu “razı” olmanın anlamlı olabilmesi için, yönetilenlerin neye “razı” olduklarını bilmeleri gerekir.

Page 7: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Bu gizli hükümet ne dereceye kadar Amerikan sistemi ile uzlaşmaktadır ya da onun korunması için gereklidir? Zamanla, korumaya çalıştığı kuruluşların özelliklerini değiştirecek midir? Eğer Amerikalılar bu sorulara karşılık vermeye çalışacaklarsa, önce bu gizli hükümetin ne olduğunu daha yakından bilmeleri gerekir.

Kaynakça ve Açıklamalar

1. Yazarın notu: Bu metin Onur Yayınları’nca 1966’da basılan, David Wise ve B. Ross’un “Görünmeyen Hükümet”: CIA isimli kitabından alınmıştır. Wise ve Ross Soğuk Savaş yıllarında CIA içerisinde çalışmış iki ajan olmalarına rağmen görünmeyen hükümet gerçeğinden rahatsız olmuş ve bu kitabı kaleme almışlardır. Yazarların Soğuk Savaş’la birlikte ortaya çıkan görünmeyen hükümet olgusuna parmak basmalarının üzerinden tam kırk yıl geçmiştir. Görünmeyen hükümet bu süre içinde ABD sınırlarını aşmış Trilateral Komisyon ve Bilderberg’in kurulmasıyla Avrupa ve Japonya’ya kadar yayılmıştır. Daha önceki çalışmalarımda da ortaya koyduğum başka olgu ise Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte görünmeyen hükümetin karşısındaki tüm güçler ortadan kalkmış ve özellikle George W. Bush yönetimiyle beraber ABD tüm dünyada saldırgan bir savaş politikası yürütmeye başlamıştır.

2005 yılında CIA yönetiminin geliştirmiş olduğu yeni konseptle beraber CIA da dünyanın her yerinde hiçbir otoriteden izin almaksızın operasyon yürütecek bir kapasiteye ulaşmıştır. Bu ise ABD’ye bağımlı ülkelerdeki istihbarat örgütlerinin Soğuk Savaş yıllarında CIA güdümündeki politikalarını gözden geçirmelerini dayatmaktadır. Amerikan halkı kırk yıl önce olduğu gibi görünmeyen hükümetten bugün de haberdar değildir. Çünkü Amerikan medyası doğrudan bu hükümete bağlanarak Amerikan halkının aptallaştırılması ve uyuşturulması görevini yerine getirmektedir. Bu amaçla 1971 yılında kurulan Trilateral Komisyon üyelerinin 87 kişisi ABD medyasından, 63 kişisi ise ABD Ordusu’ndan oluşmaktadır. Sanırım “Küresel Çete”ye dönüşmüş olan görünmez hükümetin kitleleri nasıl uyuttuğuna dair bir göstergedir.

2. Milli Güvenlik Kurulu: NSC (National Security Council)

Savunma Haberalma Örgütü: DIA (Defense Intelligence Agency)

Atom Enerjisi Komisyonu: AEC (Atomic Energy Commission)

Federal Araştırma Bürosu: FBI (Federal Bureau of Investigation)

Milli Güvenlik Örgütü: NSA (National Security Agency)

1966 yılında yazılan bu kitapta görünmez hükümetin en az bu sayılan organları kadar önemli olan bir başka örgütü gözden kaçırmıştır. Bu örgütü daha önceki çalışmalarımızda ve kitapta da ayrıntılı olarak ele aldım. Bu örgütün adı USAID (US Agency For ınternatioanal Development: Uluslararası Amerikan Gelişme Ajansı)’dır. Kısacası: AID.

3. Günümüzde istihbarat örgütlerinin bütçesi yaklaşık 30-35 milyar dolardır. Bunun 10 milyar dolarlık kısmı NSA’ya ayrılmıştır.

4. Özel Grup artık “Bull’s Eye”(Boğanın Gözü) olarak adlandırılmaktadır. Gerçekten de ABD yönetimi artık bir boğa gibi saldırganlaşmış aynı konsept çerçevesinde de CIA operasyonel bir terör örgütüne dönüşmüştür.

5. John F. Kennedy’nin görünmeyen hükümetin kurallarına uymadığı için öldürüldüğünü 2013 yılında dünya öğrenecektir. Başkan Lyndon B. Johnson’un da bu suikastten en azından haberdar olduğu da ortaya çıkacaktır.

Page 8: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Giriş

Gladio’dan Susurluk’a Derin Devlet

Derin Devlet nedir? Türkiye bugün yeniden Derin Devlet tartışmasının kapısını aralıyor. Oysa Derin Devlet olgusu yeni bir olgu değil. 1970’li yıllardan beri üzerinde çalıştığım ve cevabını aradığım “Derin Devlet’in kökenleri ve gizli bağlantıları” aradan geçen süreçte artık daha net görülebiliyor.

1999 yılında yayınladığım Çeteleşme kitabımda Derin Devlet’in izini sürerek emperyalizmin ezilen dünyayı sömürgeleştirmek için kullandığı kanlı yöntemleri ve bu mekanizmanın işleyişini ortaya koymaya çalıştım. Ulaştığım sonuç Derin Devlet olgusunun aslında emperyalizmin bütün ezilen ulusların coğrafyasını egemenliği altına almak için kullandığı ve doğrudan bu emperyalist merkezlere bağlı bir araç olduğuydu.

İtalya’da yıllar önce ortaya çıkan Gladio olayının ardından ülkemizde yaşanan Susurluk Skandalı Derin Devlet’in bütün dünyaya yayılan bir ağ haline geldiğini gösteriyordu. Bu dönemde basına yansıyan ilginç bir haber Derin Devlet konusundaki fikirlerimizin daha da netleşmesine yardımcı olmuştu. Susurluk olayının önemli isimlerinden Abdullah Çatlı ile İtalya’nın sayılı faşistlerinden Stefano Delle Chiaie, ABD’de birlikte boy gösteriyorlardı. Demek ki İtalyan Gladiosuyla Susurluk’u birbirine bağlayan bir bağdan pekâlâ söz edilebilirdi. Bu bağ NATO şemsiyesi ve onun arkasındaki güç olan ABD emperyalizminden başka bir şey değildir.

Kontrgerilla Cumhuriyeti isimli kitabımda ayrıntılı olarak açıkladığım şekilde NATO üyesi tüm ülkelerde benzer bir kontrgerilla mekanizması kurulmaktaydı. Bu mekanizma, NATO talimnameleri doğrultusunda Amerikan emperyalizminin çıkarlarını korumak ve komünizmin yayılışına engel olmak amacıyla ezilen dünyada devlet yapılanmasının temeli olan millet-devlet birlikteliğinin kopartılması ve bu birlikteliğin yerine Derin Devlet- ABD emperyalizmi ilişkisinin konulması olarak özetlenebilir.

Bu amaçla ulusal orduların NATO şemsiyesi altında antikomünist bir ideolojik çerçevede teslim altına alınıp tümüyle ABD güdümüne sokulması planı yürürlüğe konuldu.

12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri bu amaçla, komünizmle mücadele adı altında Türkiye’nin adım adım ABD sömürgesi haline getirilmesini amaçlıyordu. Türkiye’de Derin Devlet’in esas etkinlik kazandığı dönem de bu Amerikancı darbe dönemleri olmuştur.

Derin Devlet ya da kontrgerilla, adına ne derseniz deyin; bugün artık yadsınamayacak bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. Oysa yakın zamana kadar bütün devlet yetkilileri bu gerçeği görmezden geliyorlardı. Ancak gelinen noktada devletin en yetkili organlarındaki kişiler bile bu gerçeği yalanlayamamaktadırlar.

Yazarlık yaşamım boyunca devrimci bir kurmay subay olarak başlattığım “Tam bağımsız Türkiye” mücadelemde Derin Devlet/kontrgerillanın ortaya çıkartılmasını bir yurtseverlik görevi olarak gördüm. Derin Devleti ve arkasındaki güçleri deşifre etmeden Mustafa Kemal’in bize miras bıraktığı “Tam Bağımsız Türkiye”yi kurmamızı olanaklı görmüyorum.

Dikkat ederseniz Derin Devlet ve bağımsızlık arasında doğrudan bir bağ bulunmaktadır. Zira ulus egemenliğine dayalı cumhuriyet iradesinin yerine bugün Derin Devlet aracılığıyla Amerikan emperyalizminin egemenliği konulmaya çalışılmaktadır.

Page 9: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Türkiye’de Derin Devlet tartışmasının yaşandığı dönemler nedense Türkiye üzerindeki emperyalist çıkar çatışmalarının yoğunlaştığı dönemlerdir.

Demek ki emperyalizm gerçeğini atlayarak Derin Devlet gerçeğini aydınlatmak olanaklı değildir.

Derin Devletin Masonik Kökenleri

Derin Devlet bizzat ABD emperyalizminin güdümündeki bir suç şebekesinden başka bir şey değildir. Ancak Derin Devlet’in kökenlerini araştırdığımız da aslında ABD emperyalizminden de önce siyonist bir örgütlenmenin yol izlerini görebiliriz. Derin Devlet, dünya çapındaki Yahudi lobisinin bir dünya devleti kurma projesinin araçlarından birisidir. Çeteleşme kitabımda Derin Devlet’le masonluk arasındaki ilişkiyi ayrıntılarıyla açıklamıştım. Aradan geçen dönem zarfında bu fikirlerimiz pek çok farklı araştırmacı tarafından daha da geliştirildi. Derin Devletin masonik kökenlerine ilişkin temel tezimiz Yahudilerin hayalini kurduğu Çağların Yeni Düzeni-bugünkü adıyla Yeni Dünya Düzeni’nin bu gün ABD emperyalizmi olarak ortaya çıktığıdır. Dolayısıyla Amerikan emperyalizminden sözettiğimiz zaman İsrail ve Yahudiliğe kadar uzanan geniş bir ilişkiler ağını da bütün ayrıntılarıyla ortaya koymamız gerekmektedir.

Derin Devlet’in masonik kökenlerini açıklamaya giriştiğim Çeteleşme kitabımda Bilderberg, Trilateral Komisyon ve CFR gibi büyük emperyalist örgütlerin varlığını ve işleyiş mekanizmasını ortaya çıkartmaya çalıştım.

Bugün sevinerek görüyorum ki bu konuda hiç de azımsanmayacak bir bilgi birikimine ulaşılmış durumda. Aradan geçen süre içinde pek çok araştırmacı bu örgütler hakkında kapsamlı araştırmalarla bu ilişkiler ağını deşifre edecek önemli çalışmalara imza attılar.

Ben de bu çabaya Küresel Çete isimli kitabımda dünyayı yöneten bu gizli örgütleri araştırmaya girişerek katıldım. Mehmet Eymen’le birlikte kaleme aldığımız Mont Pelerin Cemiyeti isimli kitabımız bu üç büyük örgütün dışındaki diğer gizli alt örgütlerin de ortaya çıkartılarak ABD derin devleti olgusunun bütünüyle açıklığa kavuşmasını amaçlamaktaydı. Küresel Çete isimli kitabımızda da ayrıntılı olarak ele aldığımız gibi ABD derin devletini meydana getiren pek çok gizli emperyalist örgüt bulunmaktadır.

Mont Pelerin Cemiyeti kitabımız sözünü ettiğimiz gizli örgütleri deşifre etme tasarımızın ilk aşamasıydı. İlerleyen süreçte bu örgütlerin hepsini ayrı birer çalışma olarak sizlere sunmak istiyorum.

Bu örgütleri kısaca hatırlamak gerekirse;

- Illuminati (Avrupa-ABD):

1776’da Almanya’da kurulan çok gizli Mason Locası. Kısa sürede Atlantik’in iki yakasında da örgütlendi. Uluslararası çetelerin hepsi bu kökten çıkarak gelişti.

- Bussiness Round Table (İş Dünyası Yuvarlak Masası) (ABD):

1800’li yılların başında ABD’de Cecil Rhodes tarafından kuruldu. Cecil Rhodes, Afrika’nın İngiltere’nin sömürgesi haline getirilmesini sağlayan meşhur bir sömürge fatihidir. Anglosakson egemenliğinin ve ABD emperyalizminin komuta merkezi Yuvarlak Masa oldu. Diğer gizli ve açık örgütlerin kurulmasına ön ayak oldu.

- Skulls&Bones Society (Kurukafa ve Kemikler Topluluğu):

Page 10: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

1832’de ABD’de Yale Üniversitesi’nde kurulan gizli örgüt. Doğrudan Illuminati’ye bağlı olan topluluğun üyeleri ABD finans merkezlerinin ve iktidarın zirvesini işgal etmektedir. Topluluk özellikle son 20 yılda ABD devlet organları üzerinde mutlak egemenlik kurmuştur. Her iki Başkan Bush da (Baba ve oğul) üyesidir.

- Bohemian Club (Grove) (Bohemyan Kulübü-Koruluğu) (ABD):

1872’de kuruldu. ABD’nin Batı yakasındaki “Elitleri” bu topluluğa üyedir. Cumhuriyetçi Başkan ve Başkan adaylarının tümü bu topluluğun üyesidir. Faaliyetleri son derece gizli olan topluluğun özel vadisine giriş, ABD devlet güçleri tarafından engellenmektedir. Bu konuda Bohemian Club isimli kitabımızda ayrıntılı bilgi bulunabilir.

- The Royal Institute of International Affairs (RIIA) - Chantam House (Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitütüsü - Chantam Evi) (Britanya):

1920’de kuruldu. Kendisinden 1 yıl sonra kurulan CFR’nin Britanya’daki öncülüdür. Atlantik’in iki yakasında temelleri atılan Anglosakson hegemonyasının bir ayağını oluşturur.

- The Council On Foreign Relations - CFR (Dış İlişkiler Komisyonu) (ABD):

RIIA’dan bir yıl sonra, 1921’de, ABD’de kuruldu. Kuruluşuna Morgan ve Rockefeller ön ayak oldu. Amacı RIIA’yla birlikte 1. Dünya Savaşı sonrası Britanya’nın ve yeni bir lider olarak ortaya çıkan ABD’nin hegemonyasını eşgüdümlü olarak güvence altına almaktı. Onursal Başkanı ve lideri David Rockefeller’dir. ABD devletinin esas karar mekanizması olduğu iddia ediliyor. CFR üyesi olmayanın devlet yönetiminde yükselmesi olanaksız gibidir.

- Bilderberg (BB) Örgütü (ABD - Avrupa):

1954 yılında eski Nazi ve SS işbirlikçisi Hollandalı Prens Bernhard tarafından kuruldu. İlk toplantısını Hollanda’da Bilderberg Oteli’nde yaptı. Üyeleri arasında yalnız ABD’liler ve Avrupa ülkelerinin seçkinleri yer alır. Uluslararası çetenin Avrupa ayağını oluşturur. Dolayısıyla Türkiye’den çeteye girme yolu Bilderberg üyeliğidir. Her yıl başka bir yerde düzenlenen Bilderberg toplantılarının katılımcıları bellidir. Ancak içeride ne konuşulduğu ve ne kararlar alındığını bugüne kadar katılan kimse açıklamamıştır. Son 4 yıldır gündemin Irak ve Ortadoğu olduğu bilinmektedir. Alınan kararların sonuçlarını hep birlikte görüyoruz. Bilderberg iki kere Türkiye’de de toplanmıştır. 1959’da Yeşilköy, 1975’te Çeşme’de Bilderberg toplantıları düzenlenmiştir.

-The Trilateral Comission-TC(Trilateral Komisyon) (ABD-Avrupa-Japonya):

1973 yılında yine David Rockefeller tarafından kurulan Trilateral Komisyon isminden de anlaşılabileceği gibi üç kıtanın finans ve devlet liderlerini birleştirmeyi amaçlıyor. Japon finans merkezleri de böylelikle Çete’ye dahil edildi. Japonya’dan sonra Kore elitleri de örgüte katıldı. Artık küreselleşmenin ihtiyaçları doğrultusunda Hong Kong ve Çin’den de üye alınmaktadır. Komisyonu zengin Kuzeyin fakir Güneyi sindirmek için çalışan örgütü olarak nitelendirebiliriz.

- Pinay Cercle (Güç Çemberi):

Bilderberg üyesi ve Nixon’un yakın arkadaşı Antoine Pinay ve Fransız İstihbarat Servisi’nin avukatı Jean Violet tarafından 1969’da kurdu. Eski ve yeni istihbaratçıları, NATO yetkililerini ve ordu mensuplarını üye yaptı. Soğuk Savaş boyunca operasyonel bir görev üstlendi. Süper NATO ve Gladio örgütlenmesinin beyin karargâhıydı. Henry Kissinger, Zbigniew Brzezinski ve David Rockefeller Pinay Cercle’in üyesidir. Onların üyelikleri CFR,

Page 11: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Bilderberg ve Pinay Cercle arasındaki hiyerarşik bağı tamamlar. Böylelikle Avrupa Gladio örgütlenmesi sadece NATO üzerinden değil, CFR üzerinden de ABD karar merkezine bağlanmıştır.

- Mont Pelerin Society:

1947’de Profesör Friedrich von Hayek tarafından kuruldu. Soğuk Savaş’ın akademisyen ve beyin kadrosunu bir araya getirdi. Çok dar ve elit bir örgütlenme olan Mont Pelerin’in esas amacı tüm dünyada güçlenen sosyalizm ve devletçilik akımına karşı liberalizmin mutlak egemenliğini yeniden kurmaktı. Üyelerini yalnızca mektup ve özel toplantılarla bilgilendirir.

- The European Round Table of Industrialists - ERT (Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası):

1983’te Mont Pelerin örgütünün kararıyla kuruldu. AB’nin oluşması, tek para politikası ve bütünleşmeyi yönetmeyi amaçlıyor.

- Henry Jackson Cemiyeti

İngiltere’de Cambridge Üniversitesi Peterhouse Koleji’nde, Mart 2005’te kurulmuştur. Başta ABD ve İngiltere olmak üzere, pek çok ülkenin siyaset, bürokrasi ve akademi dünyalarından tanınmış isimleri bir araya getirmektedir. Cemiyet ismini eska ABD Demokrat Parti senatörü Henry Jackson’dan almaktadır (1912-1983). Cemiyetin ünlü üyeleri, pek çok başka gizli örgüte de mensuptur: Bruce Jackson, Robert Kagan, William Kristol, Vytautas Landsbergis, Clifford May, Michael McFaul, Joshua Muravchik, Richard Perle, General Jack Sheehan, James Woolsey. Henry Jackson Cemiyeti Anglo-Sakson birlikteliğinin en son örgütüdür.

Tüm bu örgütler bir araya geldiğinde ABD derin devletinin masonik kökenleri daha net olarak ortaya çıkacaktır.

Bilderberg Cumhuriyeti!

Küresel Çete ve Derin Devlet birbirine geçmiş emperyalist çıkar ağlarının ülkemizi bir örümcek ağı misali sardığını göstermektedir. Bugün Türkiye ABD emperyalizminin Ortadoğu merkezli hegemonya mücadelesi içinde tekrar sömürgeleştirilmeye çalışılan bir ülkedir ve görünen gerçek küresel sermayenin ve emperyalizmin ülkemizdeki etkinliğinin günden güne arttığıdır. Çalışmamız bu küresel oyunların deşifre edilmesine ve bozulmasına hizmet ettiği ölçüde daha da değer kazanacak ve gerçek amacına ulaşacaktır.

Türkiye bugün yeniden bir yol kavşağındadır: Ya Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde kazandığımız Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet payidar kılacağız ya da “Küresel Çete”nin ve emperyalizmin ahtapot kolları Türkiye’yi deyim yerindeyse bir “Bilderberg Cumhuriyeti”ne dönüştürecektir.

Bizim ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’dir!

Son olarak Derin Devlet üzerine otuz yılı aşkın çalışmamın sonucu olarak da değerlendirebileceğiniz bu çalışmanın sizlere ulaşmasında emeği geçen İleri dergisi Genel Yayın Yönetmeni İnan Kahramanoğlu’na ve Editör Yavuz Selim’e teşekkür etmek isterim.

Saygılarımla,

Talat Turhan

Page 12: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Kuzguncuk, 5 Ekim 2005

Page 13: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

1. Bölüm

Derin Devlet ve Küreselleşme

Page 14: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

ABD Derin Devletinin Oluşumu ve Küreselleşme

1989 yılında Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi, 1990 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) parçalanması ve izleyen yıllarda Varşova Paktı’nın dağılması ile başlayan süreç; 1945’ten beri süregelen ‘Soğuk Savaş Dönemi’ni başka bir deyim ile “İki Kutuplu Dünya Düzeni”ni sona erdirmiş ve “Tek Kutuplu Dünya Düzeni”ne geçilmiştir.1 Rakibi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) çöküşü, Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) rakipsiz “Küresel Güç” haline getirmiştir.

Her ne kadar ABD, dünya liderliğini ele geçirince yeni politikalarını açıklamış ve bu döneme “Yeni Dünya Düzeni” adını vermişse de, uygulamanın kökeni ABD’nin kuruluşuna kadar gitmektedir. Bu konu ile ilgili ayrıntılı bilgileri Çeteleşme ve Küresel Çete adlı kitaplarımda açıklamaya çalıştım.

ABD eski Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger Diplomasi2 isimli yapıtında eski dünya politikalarını:

...Onyedinci yüzyılda Kardinal Richelieu yönetimindeki Fransa, uluslararası ilişkilerinde, ulus-devlet kavramına dayanan ve nihai amaç olarak ulusal çıkardan güç alan modern yaklaşımı geliştirmiştir. Onsekizinci yüzyılda Büyük Britanya, sonraki iki yüzyıl boyunca da Avrupa diplomasisine egemen olan “güç dengesi’ kavramını geliştirmiştir. Ondokuzuncu yüzyılda Metternich’in Avusturyası, “Avrupa Antlaşması”nı yeniden kurmuş ve Bismarck’ın Almanya’sı da “Avrupa diplomasisi”ni “soğukkanlı güç politikası” oyununa döndürerek bu antlaşmayı yürürlükten kaldırmıştır..

şeklinde açıklamış ve uluslararası ilişkilerde güç dengesi teorisini reddetmiştir.

Kurulacak olan Yeni Dünya Düzeni’ni ise:

...Yirmibirinci yüzyılın uluslararası sistemi, görünüşte bir “karşıtlıklar sistemi” olacaktır: Bir tarafta bölünmeler, diğer tarafta ise, giderek artan küreselleşme. Devletler arasındaki ilişkiler düzeyinde ise, yeni düzen, Soğuk Savaş’ın katı kalıplarından çok onsekiz ve ondokuzuncu yüzyıl Avrupa devlet sistemine benzeyecektir. Yeni düzen en az altı büyük güçten (Birleşik Devletler, Çin, Rusya ve olasılıkla Hindistan), küçük ve orta büyüklükteki birçok devletten oluşacaktır. Aynı zamanda uluslararası ilişkilerde ilk kez, gerçekten küreselleşmiştir.

şeklinde açıklamış ayrıca tüm dünyayı ABD değerler sistemini kabul etmesi için şu şekilde uyarmıştır:

...Birleşik Devletler dünyadaki en iyi yönetim sistemine sahiptir ve insanlığın geri kalan bölümü, ancak geleneksel diplomasiyi terk edip, onun uluslararası hukuk ve demokrasiye saygısını kabul ederse barış ve refaha kavuşabilir.

Derin Dünya Devleti’nin günümüzdeki yansımalarını algılayabilmek için küreselleşmeye göz atmak gerekir. ABD’nin uygulamaya soktuğu “Yeni Dünya Düzeni” (YDD) senaryoları, “vahşi emperyalizm” ve “vahşi kapitalizm” olmak üzere iki boyutta incelenmelidir. Çünkü YDD’nin emperyalizm boyutu askeri, jeopolitik, jeostratejik konular

Page 15: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

ile ilgilidir; stratejik bölgelerinin ele geçirilmesini amaçlar; “Yeni Büyük Oyun” olarak adlandırılır. YDD’nin kapitalizm boyutu ise siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel konuları kapsar, stratejik kaynakların ele geçirilmesini amaçlar ve “Küreselleşme” olarak adlandırılır. Diğer bir deyişle, küreselleşme politikaları ile YDD’nin alt yapısı, Yeni Büyük Oyun ile YDD’nin üstyapısı ile hazırlanmıştır. Bu oyun Zbigniew Brzezinski’nin Büyük Satranç Tahtası3 adlı yapıtında da dile getirilmektedir.

Bu dönemde ABD; dünya egemenliğini ele geçirmek için durmaksızın senaryolar hazırlamış, “Yeni Dünya Düzeni”ni kurmak ve tüm dünyaya ABD hegemonyasını kabul ettirmek için savaşlar, ekonomik krizler, terör, darbe, iç karışıklılar, kaoslar, istikrarsızlaştırma, etnik kışkırtıcılık, kültürel emperyalizm, baskı, şiddet gibi yöntemleri sınır tanımadan uygulamaya koymuştur. İlhamları, 1776 yılında kurulan ve üst masonik örgüt olan Illuminati’nin4 “kaostan düzen çıkarma” (Ab di Chaos) temel felsefesine dayanmaktadır.

Bu kuram özel savaşa istikrarsızlaştırma (destabilizasyon) olarak yansımış ve uygulamaya sokulmuştur. Kısaca, ABD tüm dünyada devlet terörü uygulamaktadır. Bu gerçeği 1989’da yazdığım Doruk Operasyonu adlı kitabımda ABD’nin hem terörist devlet olduğunu hem de terör ihraç ettiğini açıklamıştım.

Uygulamaya sokulan politikaları “küresel faşizm” olarak değerlendirmek, Paul Wolfowitz’in ABD politikalarına karşı çıkan ülkelerin cezalandırılacağını ima eden şu sözlerini okuduktan sonra yanlış olmayacaktır

Tek süper güç kalitesi, yapıcı bir davranış biçimi, ayrıca ABD’nin üstünlüğüne kafa tutabilecek herhangi bir milleti ya da milletler grubunu caydırmaya yeterli askeri güçle sürdürülmelidir. ABD’nin önderliğine karşı çıkmasınlar, yerleşik siyasi ve ekonomik düzeni değiştirmeye kalkmasınlar!

Derin Dünya Devleti’nin İdeologları

Bugün oynanan senaryoların daha iyi anlaşılması için, bu oyunu sahneye koyan Yeni Dünya Düzeni’nin mimarlarının incelenmesi gerekmektedir.

ABD’yi, dolayısı ile dünyayı yöneten kadrolar, bir ideal peşinde koşmaktadır. Bu kadroların uzun erimli bir hedefleri olduğu anlaşılıyor. Dün bu projelerde Disraelli, Hitler, Lenin, Stalin, Gorbaçov, Yeltsin vb. kullanıldı. Bugün ise George W. Bush, Tony Blair ve Ariel Şaron kullanılmaya çalışılıyor.

Dün dünyaya şekil veren fikir adamlarınin bazıları; Adam Smith, Hegel, Hobbes, Karl Marks ve Ferderich Engels ve Lenin sayılabilirken, bugün karşımıza Henry Kissinger, John Naisbitt, Samuel Huntington, Françis Fukuyama, Zbigniew Brezinski, Bernard Lewis, Alvin ve Heidi Toffler, Graham Fuller öne çıkmaktadır.

Kaynakça ve Açıklamalar

1. Paris Şartı, Kasım 1990, 34 ülkenin katılımıyla.

2. Diplomasi, Henry Kissinger, İş Bankası Yayınları, 1998.

3. Büyük Satranç Tahtası, Zbigniew Brzezinski, Sabah Yayınları, 1999.

Page 16: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

4. Illuminati, Texe Marrs, Çeviri: Ali Çimen-Petek Demiriz, Timaş Yayınları, 2003

Page 17: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Derin Devlet Tartışmalarının Yakın Geçmişi

Son yıllarda; Dünya’da ve Türkiye’de yaşanan gelişmeleri bu açıdan değerlendirdim. Yıllar önce bu yapılanmanın farkına vararak devletimi ve halkımı uyardım, ama inanmadılar. Ancak yaşanan gelişmeler, ben ve benim gibi düşünenleri haklı çıkardı. Zira yakın tarihten bugüne kadar yaşanan gelişmeler bugün Türkiye’yi arzu edilmeyen noktalara sürüklemiş; dünya genelinde örgütlenen gizli örgütlerin Türkiye içindeki uzantıları Türkiye’yi bugünkü çıkmaz içine sokmuşlardır. Bu gizli yapının karanlık bağlantıları analiz edilmeden bugünü değerlendirmek olanaklı değildir.

Üzücü olan tarafı ise; “Türkiye Üzerine Oynanan Oyunları” tüm belgeleri ile beraber kamuoyuna sunanlar ya yok edildi, ya yaşam kaynakları elinden alındı, ya da insanlık onurları ayaklar altına alındı. Bu yurtseverler içinde kimler yoktur ki: Uğur Mumcu’lar, Bahriye Üçok’lar, Doğan Öz’ler, Eşref Bitlis’ler, Ahmet Taner Kışlalı’lar, Necip Hablemitoğlu’lar ve daha niceleri...

Ancak şurası da bir gerçektir ki, bugün bu vatan topraklarında hâlâ Türk bayrağı dalgalanıyorsa, yok edilmeye çalışılan Kemalizm hâlâ ayaktaysa ve bu vatan hâlâ parçalanmamışsa bunun tek nedeni canlarını vatana adayan yurtseverlerdir.

Yaşadığım sürece “Türkiye Üzerine Oynanan Oyunları” araştırdım, mazlum uluslar aleyhine işleyen emperyalizm ve kapitalizme karşı mücadele etmeye çalıştım. Ancak karşı devrim sürecinde yer alan güçlerin hedefi oldum. Emperyalizm ve kapitalizmin temsilcileri ile beraber yerli işbirlikçileri tarafından uydurulan hayali “Bomba Davası” davası yüzünden “Vatan Haini” ilan edildim, tutuklandım. “Ziverbey Köşkü”nde ağır işkenceler gördüm ve ağır hakaretlere uğradım, yıllar boyunca belleğimden silinmeyecek psikolojik baskılara maruz kaldım.

Dostların ihanetini, çıkarın onur yerine yeğlendiğini gördüm, yaşam kaynaklarım elimden alındı, acılar çektim. Yılmadım, mücadele etmeyi ve onurlu yaşamayı ilke edindim. Ancak, 1803 sayılı af yasasının lehimdeki tüm hükümlerini kabul etmememe karşın dava örtbas edilerek kapatıldı ve serbest bırakıldım.

Yine de bu gelişmelere karşın devrimci ve Kemalist kişiliğimden asla ödün vermedim. Rahmetli Uğur Mumcu’nun, Emekli Tümgeneral Celil Gürkan’la yapmış olduğu söyleşiyi yinelemek istiyorum:1

...

Uğur Mumcu: Emekli Kurmay Albay Talat Turhan’ın adı, 27 Mayıs’tan bu yana birçok kez geçmekteydi. Turhan, 12 Mart döneminde İstanbul Boğaz Köprüsü’nün bombalanması gibi hayali suç ile tutuklanmış ve işkence görmüştü. Emekli General Gürkan’a Talat Turhan’ı soruyorum. Talat Turhan’ın tutumu ne idi, nasıl değerlendirirsiniz Talat Turhan’ı?

Celil Gürkan: Önce kısaca tanımlayalım: Talat Turhan “çağdaş bir İttihat ve Terakki Subayı”; “kaya gibi Kemalist” ve ödün vermez bir “devrimci”; sapına kadar Atatürkçü ve ilerici; sağlam inançlı ve kişilikli; sözünün eri bir emekli subay. 12 Mart’ın en ıstıraplı uygulamalarına hedef olmasına rağmen, başını hiç eğmeyen inançlarından ödün vermeyen bir kişi...

Uğur Mumcu: Kabibay ve Esin, size bir an önce düğmeye basılması için baskı yapıyorlar; ya Talat Turhan?...

Page 18: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Celil Gürkan: Kabibay ve Esin’in tersine, Talat Turhan İttihatçı karakterine karşın ölçülü, serinkanlı, geniş görgülü, sentezci görüş ve telkinleri ile temas ettiğim kişiler arasında en dikkat çekici olanıydı. Aslında herkesin hepimizden çok daha riski göze alacak bir karakterde olmasına karşın eğer bir müdahale kaçınılmaz hale gelirse bunun olabildiğince disiplin içinde, rizikoları asgariye indirilmiş biçimde yapılmasından yanaydı. Sanmıyorum ki, kafasında, “İşler altüst olsun, bu arada ben pay kapayım!..” düşüncesine zerre kadar prim vermiş olsun...

Uğur Mumcu: Talat Turhan’a bugün de saygınız çok...

Celil Gürkan: İstanbul’da Kuzguncuk’ta annesinden kalan 70 metrekarelik bir evde yaşıyor. İstese çok parlak işlere de girerdi. Bir ona bakıyorum, bir de Adapazarı “Toprak Devrimi” diye masaları yumruklayan Kabibay’lara ve Esin’lere!... Ne gariptir ki, 12 Mart döneminde Orhan Kabibay’ın kapısını bile çalmayan kuvvet, Talat Turhan’a en ağır işkenceleri denemiştir!...

Can Dündar ve Celal Kazdağlı ise yazdıkları kitapta şöyle demektedir:2

1 Mayıs katliamından on gün sonra 7 Gün dergisinde Emekli Kurmay Albay Talat Turhan imzalı bir yazı yayımlandı. İktidarların Çeteleşmesi başlıklı bu yazı 20 yıl sonra açığa çıkacak çeteleri ilk kez haber verirken, kontrgerilla örgütlerinin çalışma yöntemlerini de anlatıyor ve adeta olacakları duyuruyordu:

...Kontrgerilla örgütleri, gerektiğinde terör ve siyasi cinayetlerle anarşiyi araç olarak kullanarak faşist askeri darbeler için ortam hazırlar ve bu suretle azgelişmiş ülke düzenlerinin emperyalist çıkarlara uyarlı şekle dönüştürülmesini sağlarlar.

Tarih, Yarbay Talat Turhan’ı yanıltmadı. O günden sonra olaylar bir çığ gibi büyümeye başladı. Ve ilk hedeflerden biri, 1 Mayıs (1977) katliamının faillerini araştıran CHP lideri Bülent Ecevit oldu. 1 Mayıs katliamından tam 28 gün sonra kurşunların hedefinde bu kez Ecevitler vardı...

...

...Sonunda beklenen oldu ve Talat Turhan’ların, Doğan Öz’lerin uyardıkları gibi 12 Eylül darbesi geldi. Ama çetenin işi bitmedi. Aynı isimler, yeni rollerle, yine devlet tarafından göreve çağırıldılar. Hem de 12 Eylül öncesi karıştıkları olaylardan ellerine kan bulandığı halde...

...

...Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tabloyu bu ülkenin Doğan Öz gibi cesur savcıları, Talat Turhan gibi gözüpek askerleri, Cevat Yurdakul gibi dürüst polisleri, Uğur Mumcu gibi yürekli gazetecileri daha 20 yıl önce gözler önüne sermişlerdi. Onlara sahip çıkamadık ve tam 20 yıl kaybettik...

Ergenekon adlı kitapta derin devletle mücadelem onaylanırken, ilginçtir ki, Los Angeles Times adlı Amerikan gazetesinde de yayınlanan bir makalede aynı doğrultuda açıklamalara yer verilmiştir.3

Page 19: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

...Türkiye’de de bu oldu. Kontrgerilla faaliyetleri konusunda üç kitabın yazarı olan Emekli Albay Talat Turhan’ın belirttiğine göre, askeri özelliği olan ancak orduya bağlı olmayan gölge birimler dinleme, baskı ve sol görüşlülere işkence yapılması olaylarına karışan kontrgerilla örgütü “Bozkurtlar”a silah sağladı...

Bugün Türkiye’de, ülkenin dışarıdan yönetildiğini ileri sürenler çoğalmış; yıllar önce öne sürdüğüm “kontrgerilla” savım “derin devlet” kavramına dönüştürülerek yeniden tartışılmaya başlanmıştır. Ancak “derin devlet”in geçmişteki anlamı açısından tartışılması, anlamlı olduğu kadar da hatalıdır.

Bugün tartışılan “derin devlet” kavramının, mikro ve içsel açıdan bakıldığında, Türk Silahlı Kuvvetleri ve yargı başta olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarını yıpratmaya, etkinliğini azaltmaya ve “Ulus Devlet”i yıkmaya yönelik olduğu görülmektedir.

Geçmişten ders alınmalıdır, ancak geçmişte görev verilen ve “Soğuk Savaş” kapsamında ABD tarafından kullanılan ve desteklenen aşırı sağ kadroların işlevi bitenler deşifre edilmiş ve temizlenilmesine çalışılmaktadır..

NATO bağlamındakilerin ise hâlâ etkinliğini sürdürdüğü bir gerçektir.

Ziverbey Köşkü’ndeki bir aylık işkence seansından (4 Temmuz 1973 ile 1 Ağustos 1973) 10 ay sonra, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Üç Nolu Askeri Mahkemesi’ne çıkarıldığımda, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanı’na sunulmak üzere 12 Haziran 1973 günü bir dilekçe verdim. Ve Türkiye’de ilk kez, daha sonra adı Ergenekon olarak açıklanan direkt Pentagon’a bağlı bir çetenin varlığından söz ettim.

Anılan dilekçede:

Türk Devleti’nin geleceğini ağır bir tehlikeye düşürecek nitelikteki kanun dışı gizli örgüt uygulamalarını açıklamış ve bir Parlamento Araştırma Komisyonu kurularak iddialarımın saptanmasını ...

istemiştim. Ne yazıktır ki, bugüne kadar dilekçeme cevap verilmediği gibi, bu konu hakkında TBMM’ye sunulan araştırma ve soru önergeleri de sonuçsuz kalmıştır.

Ziverbey İşkence Köşkü’ndeki4 gizli yapılanmanın açığa çıkartılması için 1975 yılında 10 klasörden oluşan 5.000 sayfalık bir savunma hazırlayarak, Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’ne sundum. Daha sonra da 1990 yılına kadar olan süreçte bu doğrultudaki çabalarımı çeşitli etkinliklerle sürdürmeye devam ettim. 1990 yılında İtalya’da, sağ ve sol terörü idare eden NATO’ya bağlı Gladio isimli bir yeraltı örgütü ortaya çıkınca, bu konuda on yedi yıldan beri sürdürdüğüm yasal kavga Türkiye ve dünya genelinde kabul gördü ve bu dönemde iç ve dış basınla söyleşiler yaptım, yurtiçi ve yurtdışı konferans, televizyon ve radyo programlarına katıldım.7

Ayni doğrultuda iki kitap daha yayınladım: Özel Savaş ve Kontrgerilla Cumhuriyeti. Bu dönemde sırasıyla: “Seferberlik Tetkik Kurulu”, “Özel Harp Dairesi”, “Özel Kuvvetler Komutanlığı” diye tanımlanan kuruluş da tartışmaya katıldı. Böylece örgütün Türkiye’de “kontrgerilla” diye tanımlanan yeraltı yapılanması ortaya çıktı ve Bülent Ecevit, Özel Harp Dairesi adlı bu örgütü “vatanseverlerden” olusan “sivil uzantı” diye tanımladı. Özel Harp Dairesi eski Başkanı Orgeneral (E) Kemal Yamak, bu yıl yayınlanan kitabında örgütünün ABD’den yılda bir milyon dolar aldığını itiraf etmiştir.5

Page 20: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Çalışmalarımı sürdürerek derin devletle istihbarat örgütleri arasındaki ilişkiyi ortaya çıkartmak için iki kitap daha yazdım:

- Doruk Operasyonu

- Mehmet Eymür

O dönemde “MİT’in sivilleştirilmesi” konusu gündeme getirilmişti. MİT’te askerler ve sivillerden oluşan iki kanat bulunuyordu. Sivil kanadın önde gelen kişileri mason olduğu için bir bahane ile askerleri safdışı bırakıp istihbarat örgütünü masonlar adına ele geçirmek istiyorlardı. Hiram Abas ve Mehmet Eymür’den oluşan iki silahşor, bu kavganın ön safhalarında yer alırken, kendilerini teşkilat dışına vurdular ve konuşmaya başladılar. Yukarıda söz ettiğim iki kitabım istihbarat dünyasının derin devlet bağlamında iç ve dış ilişkilerini ana hatlarıyla gözler önüne sermektedir.

İlk önce Ziverbey’deki yapılanmadan başlayan ABD, Pentagon, CIA, AID, NATO’ya kadar uzanan ilişkileri 1973-1999 arasında yayınlanan başvuru ve kitaplarımda değerlendirdim. Daha sonra bu kuruluşları da yöneten ABD Derin Devleti’nin gizli örgütlerini açıklamaya koyuldum.

Sürdürdüğüm bu mücadele sırasında iki kitap daha yazarak 1954 yılından bu yana Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit’in küresel ilişkilerini de açıkladım: Çeteleşme ve Küresel Çete.

1950 yılından bu yana süregelen küçük Amerikancılık özlemi, derin devlet gizli örgütleri bağlamında süregelmiş, 1990’lardan bu yana eski CIA ajanı Graham Fuller tarafından doktrine edilen “Ilımlı İslam modeli”ne uygun bir iktidar ile sürece devam edilmeye çalışılmaktadır. Üst bir masonik örgüt olan Bilderberg grubu içinde, ılımlı İslam söylemi ile AKP yönetim kadrosuna girmiş olan Ali Babacan’ın ne işi var?

Bir dergide yayınlanan makalede, Masonlar AKP’ye ve Devletin Zirvesine Kanca Attı6 başlığı atılmıştır. Eğer bu haber doğru ise, AKP iktidarının bugüne kadar sürdüregeldiği Amerikan yanlısı faaliyetleri de göz önüne alındığında “AKP masonlaşıyor mu?” sorusunu sorabiliriz. Hatta AKP’nin ABD ve AB yanlısı politikalarıyla da yeni dünya düzeni ve BOP’a daha faydalı hizmetler sunacağını bile iddia edebiliriz.

1973’ten günümüze değin süregelen ve bir işkence odasında başlayan eylemsel ve kuramsal boyuttaki derin devlet mücadelemi bugün bile onaylayan kişilerin çıkmış olması, bu konudaki öncülüğümü yadsınamayacak şekilde ortaya sermiştir. Örneğin Orgeneral (E) Kemal Yamak’ın kitabında 1973’ten beri öne sürdüğüm “kontrgerilla”, “Gladio”, “Süper NATO”, “Paralel NATO” ve “derin devlet” konusundaki sürdürdüğüm yasal mücadelenin birinci ağızdan onaylanması olarak kabul edilebilir:

Sayın Talat Turhan 18 Kasım 1990 tarihli Milliyet gazetesinde “kontrgerilla” lafını ilk kez Erenköy görevlilerinin çıkardığını söyledi. Onlar gerçekten Özel Harp Dairesi’nin adamları mıydı?... Kesin yanıtı henüz verilmiş değil. Yalnız eskiden beri bir iddiam var: “Bir kurum kendisini temize çıkarmak istiyorsa, adına iş yapanlara hesap sorar” diyor ve doğru değilse adının, gerçeklere dayanılarak temize çıkarılması gereğini vurguluyor. Bu ihtiyaca Genelkurmay Özel Harp Dairesi’nde görev alan, yaptıkları görevin ulviyetine inanan ve bu münakaşalardan çok büyük üzüntü duyan bütün personel katılmaktadır.

Page 21: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Org. (E) Kemal Yamak’ın kitabının yayınlandığı Ocak 2000’den beri “derin devlet” tartışması Türkiye’nin gündemini uzun süre işgal etti. İşbirlikçi küresel medya, ismimi geçirmemeye özenle dikkat etti. Sadece Yıldırım Türker, yazdığı makalesinde, bu konuda ilk kez kamuoyuna mal ettiğim bir kitaba gönderme yaparak onurlu ve medya etiğine uyan bir davranış sergiledi.7 Gerçekte bu olay benim açımdan sürpriz olmadı; buna karşılık tüm pisliklerini bildiğim medyayı yeniden test etmek olanağını buldum. Zaman bulursam bu konuyu ayrıntılarına girerek irdeleyeceğim.

Kuşkusuz, bütün dünyayı ilgilendiren bu yaşamsal sorunu kamuoyuna mal etmekten onur duyuyorum. Çünkü kitaplarımda yer verdiğim konular, binlerce makale ve kitapta da yer alarak haklılığımı kanıtlamaya devam etmektedir. Medya içindeki sahtekarlar beni ilgilendirmez.

Örneğin İsviçreli akademisyen Daniele Ganser Ekim 2005’te yayınlanan kitabında Türkiye bölümünde beni kaynak kişi göstermektedir.8

Aslında kitaba ekli şemada (Ek:1) açıklıkla görüldüğü gibi derin devletin Siyonist ve Masonik geçmişinin Türkiye’deki uzantılarına ek olarak “TÜSİAD”, “Küresel Medya”, “İkinci Cumhuriyetçiler”, “Ilımlı İslamcılar” ile “Mason”, “Siyonist” ve “Evangelist” destekli “NGO”lar (“Sivil Toplum Örgütleri” ile “Sivil Toplum Kuruluşları”) devreye sokulmuş, bir anlamda dış destekli bu kuruluşlar neredeyse siyasi partilerin önüne geçirilerek bir tür demokrasi modeli oluşturulmak istenmektedir. “Soros” destekli bu model, “turuncu devrimler” şeklinde sahneye konulmuştur. “Ilımlı İslam modeli” de gerektiğinde bu amaca hizmet etmek için geliştirilmektedir diye düşünüyorum. Bu yapay oluşum daha şimdiden Ukrayna’da geri tepmiştir.

Kaynakça ve Açıklamalar

1. 9 Mart 1972, Ertuğrul Alatlı, Alfa Yayınları, Ekim 2002, s. 285-286

2. Ergenekon, Can Dündar ve Celal Kazdağlı, İmge Kitapevi, 1. baskı

Temmuz 1997

3. Türklerin Kirli Savaşı Açıklandı…, Los Angeles Times, 14.04.1998

4. Ziverbey Köşkü, İlhan Selçuk, Çağdaş Yayınlar (sayısız baskı yapan bu kitapta İlhan Selçuk, sadece bana gönderme yapmaktadır.)

5. Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler, Kemal Yamak, Doğan Kitap,

1. baskı, Ocak 2006

6. Haftalık, Özel Haber, Ferhat Ünlü, 31 Mart- 6 Nisan 2006

7. Özel Harp Dairesi Duyurur, Yıldırım Türker, Radikal, 9 Ocak 2006

8. NATO’nun Gizli Orduları, Daniele Ganser, Güncel Yayıncılık, 1. baskı, Ekim 2005, s. 399-402

Page 22: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Derin Devletin Gizli Örgütleri

ABD kendi çıkarına yönelik politikalarını diğer uluslara dayatmakta, onlar da ister istemez bu olguya göre politikalarını şekillendirmektedirler. Bu bağlamda, ulusal politika ve ulusal çıkarlardan söz etmek olanaksızdır.

Anglo-Sakson hegemonyasındaki dünya politikaları ise The Royal Institute of International Affairs (RIIA) Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 1920), Council on Foreign Relations (CFR) Uluslararası Dış İlişkiler Komisyonu (1921), Bilderbergs Group (BG) Bilderberg Grup (1954) ve Trilateral Commissions (TC) Üçlü Komisyon’ca (1971) belirlenmektedir.1

ABD ile dünya genelinde uygulanacak politikaları CFR, Avrupa’da uygulanacak politikaları BG, Asya’da uygulanacak politikaları TC belirlemektedir.

Üçlü Komisyon ABD, AB ve Japonya’dan oluşmaktadır. Bu dört örgüt kurulacak “Küresel İmparatorluğun” omurgasını teşkil etmektedir ki, bu yapılanmayı Derin Dünya Devleti olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.

CFR, Bilderberg ve Üçlü Komisyon adlı örgütlerin hazırladığı raporlar doğrultusunda belirlenen politikaların uygulama şekli ve zamanını; CFR’de Center of Bulls Eye/Boğa’nın Gözü olarak adlandırılan karar organındaki on-onbeş kişilik çekirdek kadro belirlemektedir. Bazı yorumculara göre boğanın gözü aslında “Hedef tahtasındaki 12”yi simgelemektedir. Bu oluşumun şu andaki başkanı David Rockefeller’dır.

Aslında ben bu yapılanmayı R&R düzeni olarak tanımlıyorum, yani Rockefeller&Rothschilds düzeni. Bu iki Yahudi kökenli aile, dünya sermayesinin büyük bir bölümüne sahip olarak ekonomik ve finansal egemenliği ve gücü ellerinde tutmaktadırlar. Dünya egemenliği için tankları, topları ile gelmelerine gerek yok. Örneğin bu grupların bankaları, bankacılık sistemimize dahil olarak, Dünya Bankası ve IMF dışında ekonomimizi ve parasal düzenimizi zaten yönlendirmektedir. Trilyonlarca dolara hükmeden bu iki gruba karşın Türkiye, bıçak sırtında duran ekonomisini 5-10 milyar olar borçla ayakta tutmaya çalışmaktadır. Bu kitabımda ve Çeteleşme adlı kitabımda 1 ABD dolarının arkasındaki piramidin açılımını ayrıntıları ile yapıyorum.

Piramidin açılımında, paralarının üzerindeki bu cümleden de net bir şekilde görülmektedir ki, aslında ABD, kuruluşundan bu yana yeni dünya düzenini (Novus Ordo Seclorum (Latince)/Çağların Yeni Düzeni) hedeflemektedir.

Şimdi de 1 ABD doları arkasındaki piramidin katmanlarını açıklamak suretiyle yeni dünya düzeninin kökenine inip, bu düzenin Siyonist ve masonik bağlantıları yanında Yahudi örgütleri ile olan ilişkisini gözler önüne serelim. (Ek-2)

Aslında tüm Çokuluslu Şirketlerin liderinin de, David Rockefeller olduğu Gaylon Ross’un Who’s Who of the Elite adlı yapıtında görülmektedir.

Derin Dünya devletinin karar organı olan “Boğanın Gözü”nde belirlenen politikaların en büyük özelliği; kim iktidara gelirse gelsin -ki, bunlar Amerika’nın iki büyük partisi olan “Cumhuriyetçiler” ve “Demokratlardır”- değiştirilmemesi, aksine, saptanan politikaların ödün verilmeden uygulanmasıdır. (Örneğin Demokrat Partililer de Irak’ın işgalini desteklemektedirler). Bu kuruluşların üçüne birden üye olmayan politikacı veya devlet adamı ABD yönetimine giremediği gibi, kimin ABD Başkanlığına ve kritik kadrolara getirileceği, Boğa’nın Gözü karar organındaki on-on beş kişilik çekirdek kadro tarafından

Page 23: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

belirlenmektedir. Dahası, bu örgütler ile dolaylı veya dolaysız ilişkisi olmayan hiçbir ülkenin politikacısı da iktidara getirilmemektedir. Bu örgütler ile kuruluşların karar mekanizmasında görev alan kişilerin saptadığı politikalar; yine kendi seçtirdikleri iktidarlarca uygulanmaktadır. Bu yapılanma; ekonomik olarak Neo-Liberaller2 , siyasal anlamda Neo-Con, dinsel anlamda Evangelist3 olarak karşımıza çıkmaktadır.

Masonik ve Siyonist eğilimli bu üç temel örgütün altında; Mason Locaları, Premasonik Örgütler, Vakıflar, Think-Tank Kuruluşları (Düşünce Üretim Merkezleri), Stratejik Araştırma Merkezleri, İstihbarat Örgütleri ile Sivil Toplum Örgütleri (STÖ) ve Sivil Toplum Kuruluşları (STK)’dır. Bu kuruluşlar dünyanın her ülkesinde örümcek ağı gibi yayılmıştır. Özellikle dışarıdan beslenen STÖ ve STK’lar ön plana çıkarılarak, iktidara ortak edilmeye çalışılmakta, turuncu devrimlerde kullanılarak ABD çıkarları ön plana geçirilmekte ve o ülkedeki yerli işbirlikçiler ile korunmakta ve kollanmaktadır. Bu kuruluşların bir anlamda; Kurtuluş Savaşı dönemindeki “İngiliz Muhipler Cemiyeti” ve benzerleri gibi ülke aleyhine çalıştığı görülmektedir. Öyle ki, tartışmalara konu olan 1990’lardan önceki derin devletin işlevleri; içsel açıdan bir anlamda bu kuruluşlar tarafından uygulanmaya konulmuş ve sürdürülmektedir.4

Milliyetçilik ve ulusçuluk akımları ile başlayan süreçte Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaya yönelik iç ve dış unsurlar kullanılmıştır. Bu senaryonun iç oyuncuları “azınlıklar ve yerli işbirlikçiler”, dış oyuncuları ise “Düveli Muazzama” idi.

Küresel İmparatorluğa geçiş aşamalarının gerçekleşmesi için, öncelikle etnik kökene dayalı devletler gerekmektedir. Bunun için de olmazsa olmaz koşul, ulus devletlerinin ortadan kaldırılması mikro milliyetçiliğin öne çıkarılmasıdır.

Sömürülmeye başkaldırarak bağımsızlığını kazanan ulus devletlerin ilham kaynağı bugün de Kemalizmdir. O halde öncelikle bu ideolojinin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Nitekim ABD’den ve AB’den Kemalizm karşıtı söylemler duyulmaktadır. Batılı ve Doğulu uluslar, Türkleri ve Türklerin kurmuş olduğu devletleri ortadan kaldırmak için zaman zaman güçbirliği içerisine girmekte ve ortak hareket etmekte ve bu amaçları doğrultusunda da mesafe almaktadırlar. Kullanılmaya (!) devam mı edeceğiz? Yoksa ülkemize sahip mi çıkacağız? Temel sorunumuz bu...

Kaynakça ve Açıklamalar

1. Who’s Who of the Elite; Members of the Bilderbergs Council on Foreign Relations Trilateral Commission and Skull & Bones Society, Robert Gaylon Ross, Sr. RIE Yayınevi, Temmuz 1995

2. Neo-Con (Yeni Muhafazakarlar), William Kristol, Robert Kagan, Irwing Kristol, Robert Locke, Perry Anderson, Jim Lobe, Gregory Pavlik, J. Bellamy Foster, Derleyen: Gamze Erbil, Ali Simsek, Yeni Hayat Kütüphanesi, Haziran 2004

3a. Ben Bush Evangelist Bush, Kemal Akmaral, Şimdi Kitap Kültür Sanat, İstanbul, 2005

3b. Evangelizm-Beyaz Saray’ın Gizli Dini, İsmail Vural; Karakutu Yayınları, 2. baskı

İstanbul, Mayıs 2003

Page 24: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

4. Sivil Örümceğin Ağında, Mustafa Yıldırım, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2003

Page 25: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Hedefleri

ABD’nin dünya egemenliğinde oynadığı jeopolitik oyun “Yeni Büyük Oyun” olarak tanımlanmaktadır. Bilindiği gibi 19. yüzyılda aynı oyunun benzerini İngiltere “Büyük Oyun”, Almanya “Bitmeyen Oyun” adıyla oynamış, 1. ve 2. Dünya Savaşı’na neden olmuştur.

Yeni Dünya Düzeni üzerine seçtiğim iki benzeş görüş aşağıdadır.

Bu oluşumu James Warburg, 17 Şubat 1959’da ABD Senatosu’nda yapmış olduğu konuşmasında (CFR Üyesi)1 :

...Bir dünya hükümeti ister istemez kurulacak; tek sorun bu sonuca güzellikle mi yoksa zorla mı ulaşılacağıdır....

cümlesiyle ifade etmiş ve görüşlerini şöyle açıklamıştır:

1- Ekonomik ve Stratejik Bölgelerin Ele Geçirilmesi (Balkanlar, Ortadoğu ve Orta Asya),

2- Küreselleşme (Tek Dünya Pazarının Oluşturulması),

3- Devlet ve Yönetim Sistemlerinin Değiştirilmesi (Liberal Demokrasi),

4- Ulus Devletlerin Yok Edilmesi (Makro Milliyetçilik).

5- Etnik Kökene Dayalı Site Devletlerin Kurulması (Mikro Milliyetçilik).

6- Birleşik Devletler’in Kurulması.

7- Tek Dünya Devleti’nin kurulması

Benzeri bir ifadeyi de ondan aktararak Jacques Bordist2 yinelemiştir... Bordist’e göre:

“Dünya Hükümeti’nin” hedefleri;

1- Uluslararası finans sorunları

2- Karşılıklı muhaceret (serbest dolaşım) özgürlüğü

3- Gümrük engeli olmaksızın malların serbest dolaşımı

4- Uluslararası ekonomik birlik

5- Silahlı kuvvetlerin kaldırılmasıyla eşzamanlı olarak uluslararası bir kolluk gücünün kurulması

6- Uluslararası bir parlamentonun oluşturulması

7- Devletlerin egemenliklerinin sınırlanmasıyla birlikte egemenliğin BM veya uluslarüstü herhangi bir başka hükümete devri

Page 26: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

8- Belirtilen ilkelere göre bir “Dünya Hükümeti”nin kurulması

Görüldüğü üzere iki görüş de birbiriyle örtüşmektedir. Aslında dünya, bu görüşler doğrultusunda tek bir dünya devletine doğru ilerlemektedir.3

Diğer bir açıdan bu bölgenin tam merkezinde Türkiye bulunmakta ve bu coğrafyanın çoğunda Türkler yaşamaktadır. Bermuda Şeytan Üçgeni olarak adlandırılan bölgenin egemenliğinin ele geçirilmesi için, öncelikle Merkez Ülke’nin ele geçirilmesi amaçlanmaktadır. Bu merkez ülke de ne yazık ki, Anadolu topraklarında varlığını sürdüren Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bu bölgeleri ele geçirmek için yapılan askeri, siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik her türlü savaş Türkiye’yi ve Türkleri dolaylı veya dolaysız olarak etkiyecektir. Ekonomik coğrafya bölgelerinin ele geçirilmesi son hedefin başlangıç evresi sayılabilir.

W. Blum’a göre ise4

...ABD, çıkarlarına hizmet etmeyen devletleri iktidardan düşürür. Tarihsel anlamı ile emperyalizm, bir devletin başka bir devlet ya da devletler topluluğu üzerinde siyasi, ekonomik, askeri mali ve kültürel hegemonya kurarak yeraltı ve yerüstünün ele geçirilmesidir...

Bu teorilerin hepsi beraber değerlendirdiğinde, ortaya atılan hakimiyet teorilerinin bir bütünün parçası olduğu tespit edilecektir. Aslında bu teoriler, çok iyi bir şekilde senkronize ve koordine edilmiş Yeni Dünya Düzeni’nin bir parçasıdır. Önceki bölümlerde açıkladığım gibi, bu teorilerin amacı da Dünya Hakimiyeti’nin ele geçirilmesi, hedefi Küresel İmparatorluğun kurulmasıdır.

Yeni Dünya Düzeni’nin ilk hedefi, ekonomik coğrafya bölgelerinin ele geçirilmesidir (Balkanlar, Ortadoğu ve Orta Asya). İkincisi, devlet ve yönetim sistemlerinin değiştirilmesi; üçüncüsü, ulus devletlerin yok edilmesi; dördüncüsü, etnik kökene dayalı küçük devletlerin kurulması; beşincisi, en az yedi-sekiz Birleşik Devletler’in kurulması ve sonuncusu ise Küresel İmparatorluğun kurulmasıdır.

Bugün dikkatlerimiz, başka yöne çekilerek, beyinler işgal edilmekte, dirençler kırılmakta, kırılan dirençler sayesinde sosyal ve siyasi, kültürel ve ekonomik işgale zemin hazırlanmaktadır.

Bugün, uygulanan yöntemler ile BOP’ta yer alan ülkeler parçalanmaya çalışılmaktadır. Irak aşaması bitmek üzere olan bu senaryonun daha sonraki aşamalarında, ilk etapta Suriye, İran ve Kuzey Kore vardır. Daha sonraki aşamalarda aday adayı “haydut devletlere” sıra gelecektir.

Yaşanan ekonomik krizler, sosyal ve siyasi çalkantılar yaşanan kültürel değişimlerin bir sonucudur. Ukrayna ve Kırgızistan’da yaşanan gelişmeler; Küresel Krallık planlarının hızla devam ettiğini ortaya koymaktadır.

Bunun için bize dayatılan görüşlerden ziyade; konu araştırmalı ve bizlere sunulan tez ve anti-tezlerden, sentez oluşturmalı, görsel, işitsel ve yazılı basın tarafından dayatılan bilgiler yerine, derinlemesine araştırıldığında çarpıcı sonuçlar ile karşılaşacağımız bir gerçektir.

“Ya bizdensin ya da yok olursun sloganıyla bireyler, toplumlar, milletler ve devletler, var olan alışkanlıklarından koparılmakta; ailesine, toplumuna, devletine ve milletine düşman

Page 27: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

edilmektedir”. Siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik yapı bozulmakta ve sonra kaçınılmaz olan sona yaklaştırılmaktadır.

Dünyanın her yerinde gerekli müdahalelerde bulunma ve piyasa ekonomisini benimsemiş demokrasiler camiasının genişletilmesini öngören ABD hedeflerini, ABD Başkanı George W. Bush, Milli Güvenlik Stratejisi ile açıklamıştır. Daha da ötesi silahlı ve silahsız tüm kuvvetlerine strateji oluşturacak ve hazırlanacak şekilde direktif de verilmiştir. Ast seviyelerden en üst kademelere kadar yapılan incelemede sağlanan direktiften de yararlanılarak hazırlanan bu askeri stratejide milli hedeflere ulaşılmasına yardımcı olmak için, ABD’nin askeri imkan ve kabiliyetlerinin en iyi nasıl kullanılacağı ana hatlarıyla açıklanmaktadır.

Çatışmaların nedenleri ile ABD hedefleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, ABD’nin Irak’a açmış olduğu savaşın nedenleri ortaya çıkacaktır. Ancak Irak Savaşı asla tek başına değerlendirilmemelidir. Irak işgali sadece bir bütünün parçasıdır. Daha doğrusu Michael Hardt ve Antonio Negri söylemi ile:

Dünyanın çeşitli bölgelerinde ortaya çıkmış olan yeni politik hareket biçimlerini, özellikle bunların içinden doğrudan küresel iktidar biçimlerine hitap eden ve saldıranları analiz etmek zorundayız.

Çünkü sorun tüm dünya ülkelerini ve milletlerini ilgilendirmektedir. Bu nedenle ABD’nin Irak’taki hedefleri, çatışmaların kaynağı ve ABD hedefleri ile beraber incelenmelidir

Akşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut, 24 Haziran 2004 tarihli Akşam gazetesindeki Renkler isimli köşesinde yazmış olduğu;

Bu gidişatın, bu savaşın temelinde muazzam maddi çıkarlar yatıyor. Petrol var işin içinde ve ondan daha fazla önemli olan su var. Ancak bölgede aktif olarak savaşan ABD ve İsrail’in hedeflerini sadece bu maddi öğelere bakarak açıklayamazsınız. Protestan- Yahudi ittifakı çok uzun zamandır hazırlandıkları bir hesaplaşmanın zamanının geldiğine inanmaktadırlar...

Ya dünyada önemli bir değişiklik olacağını tahmin ediyorlar ya da bu değişikliği kaos çıkararak kendileri yaratacaklar. İçine girilen kaotik süreçte tüm bölgemizde ve oradan da zıplama yaparak tüm dünyada güç dengeleri değişecek. Ve dahası bölgemizde tüm ülke sınırları yeniden tanımlanacak. Büyük ihtimalle yeni ülkeler yaratılacak ve yeni ittifaklar kurulacak. Bu denklem içinde en önemli iki unsur olarak Türkiye ve Kürtler ortada gözüküyor. Kürtler bölgeye yeni düzen getirmeye kararlı güçlerin müttefikidir. Türkiye ise ne yazık ki hedefteki ülke olarak gözükmektedir...

Serdar Turgut endişelerini yazılarında,

...Bazı çevrelerin sürekli yıpratmaya çalıştığı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yeni gelecek dönemde daha da güçlü olması gerekiyor. Zayıflık gösteren ülkelere acımayacaklar, öyle gözüküyor ve o tür kaos ortamlarında her şey hatta bağımsızlığı kaybetmek bile gerçek bir risktir...

Page 28: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

şeklinde ifade etmiş ve bir başka yazısında da şu çarpıcı açıklamaları yapmıştır:

...Söz konusu yazı Pentagon’un yaptırmış olduğu önümüzdeki 20 yıl içinde olacak iklim değişiklikleri ve bunların vahim sonuçlarını araştıran raporla ilgili. Raporla ilgili haber 22 Şubat 2004 tarihli İngiliz The Observer gazetesinde yayınlanmış. Haberde imzaları bulunan gazeteciler Mark Tovvsend ve Paul Harris. Aslında son derece gizli olan, Pentagon’un ve Bush yönetiminin saklamaya çalıştığı ama gizliliği Observer tarafından bozulmuş olan raporda, önümüzdeki 20 yıl içinde olacak büyük iklim değişikliklerinin dünyaya terörizmden çok daha büyük bir tehlike arz ettiği, dünya çapında ayaklanmalar ve hatta nükleer savaş tehlikesinin bile olabileceği ve global kaosta milyonlarca yaşamın kaybedilmesine hazırlıklı olunması gerektiği yazılmış...5

Kaynakça ve Açıklamalar

1. Bu konuda Çeteleşme kitabımıza bakılabilir.

2. Une maine cachee dirige- Jacques Bordist, Librairie Francais, Paris 1974, Jacques Bordist’in yine aynı konu üzerine 1983 yılında yayınladığı Le Government Invisible (Görünmeyen Devlet) adlı kitabı ile de görüşlerine derinlik katmıştır. Aslında YDD de bu hedefler doğrultusunda yol almaktadır.

3. Derin Dünya Devleti, Atilla Akar, Timaş Yayınları, 4. baskı, Ekim 2003

4. Haydut Devlet-Dünyanın Tek Süper Gücü İçin Bir Rehber, William Blum, Türkçesi: Erdal Yüzak, Hayat Kütüphanesi, 1. baskı, 2003

5. Bana İnanmıyorsanız İşte Gizli Rapor adlı makale, Serdar Turgut, 2 Nisan 2004, Akşam gazetesi.

Page 29: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

ABD Derin Devleti ve Türkiye Üzerine Oynanan Oyunlar

Yalnız Atatürk’e değil, Türk Ulusu’na karşı da yoğun saldırılar yeniden başlatılmıştır. Öylesine ki, Türkiye üzerine oynanan oyunlar, ABD’liler tarafından bile dile getirilmektedir.

Texe Marrs kitabında:1

...Yeni Dünya Düzeni’nin komplocu liderlerinin, ki ben onları Illuminati’nin adamları olarak isimlendiriyorum, Türkiye’yi, kendileri için bir dayanak noktası ya da dünya hakimiyetine giden bir yolda bir anahtar olarak görmeleri şaşırtıcı olmamalıdır. Türkiye, sıradan insanların yaşadığı bir ülke değil. Miras aldığı tarih, yüzyıllar boyunca global gelişmeleri etkilemiş; nüfusunu genç, eğitimli erkek ve kadınların oluşturduğu bir ülke... Türkiye dünya meselelerinin hissedilir bir güç merkezi olacak... Türkiye’nin ekonomik, askeri ve sosyal arenada oynayacağı rolün artması, aynı zamanda bu ülkenin, eski çağlardan bu yana devam etmekte olan global komplonun ayrılmaz bir parçası olarak görülmesi anlamına geliyor.

Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türk Ulusu’na ve M. Kemal Atatürk’e yapılan sistemli ve planlı saldırıların arkasında “Türklere olan tarihi düşmanlık” yatmaktadır ki, bu düşmanlığın iki ana nedeni vardır ve dinseldir.

Birincisi: Türklerin Müslümanlığı kabul etmesi ve Halifeliğin ele geçirmesidir.

İkincisi ise; Türklerin Anadolu topraklarına yerleşmesi ve Doğu Roma İmparatorluğu’nu yıkmasıdır.

Salahi R. Sonyel, Hıristiyan kaynaklı düşmanlığı aşağıdaki şekilde dile getirmektedir:2

...Hıristiyan Batının ruhani ve sivil önderleri, Türkleri, Hıristiyanlığı kabulü reddettikleri, yeniden şahlanan yabancı bir dine (İslamiyet) katıldıkları ve Hıristiyan Batının mücevheri olan İstanbul’u ele geçirerek yıpranmış ve çürük Ortodoks Hıristiyan Bizans İmparatorluğu’na son darbeyi vurdukları için onları asla affetmemişlerdir.

Prof. Dr. Fritz Neumark aynı konuda:3

İçtenlikle itiraf etmeliyim ki Avrupalı, Türkleri sevmez; sevmesi de mümkün değildir. Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanların ve kilisenin asırlardır hücrelerine sinmiştir. Avrupalılar Türkleri Müslüman olduğu için sevmez ama laiklik şöyle dursun, Türkler Hıristiyan olsa da onlara düşman olarak bakmaya devam eder. Türkler pek farkında değil ama Avrupalılar şu gerçeğin farkındalar: Tarihten, Türkler çıkarılırsa ortada tarih diye bir şey kalmaz.

Ömer Turan ise:4

...Atlantik ötesinde yaşayan “Protestan Amerikalılar ve Yahudiler” de bu sürece katılmaktan geri kalmamışlar; misyonerler vasıtası ile Şark Meselesi’ne katkı adı altında kendilerine hayat alanı aramışlardır. Bu amaçla dini perde olarak kullanmışlar, Ermenileri kışkırtmışlardır. Osmanlı topraklarına ilk ayak basan (15 Haziran 1920) ABD’li

Page 30: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

misyonerlerden Pliny Misk ve Levi Parsons; ABCFM (Amerikan Board Commisioners Foreign Missionas) adlı merkezden:

...Bu mukaddes ve vaat edilmiş topraklar, silahsız bir Haçlı Seferi ile geri alınacaktır...

talimatını aldıklarını,

1880 tarihinde, ABCFM hedeflerini “Barlett Raporu”nda5

“...Misyonerlik faaliyetleri açısından, Türkiye Asya’nın anahtarıdır...”

şekilde açıklamıştı.

1975 yılında Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde yapmış olduğum savunmada bu konuya yer vermiştim.6

Çeşitli misyonerlik örgütleriyle, diğer yabancı hayır kuruluşlarının, dini ve siyasi propaganda merkezleri olarak kullanılmış olduğu da bir gerçektir...

...Amerika Birleşik Devletleri çıkarları gereği, bu konularda en yakından ilgilenilmesi gereken ülkedir. Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’deki misyonerlik kurumları, okullar, hastahaneler ve yetimhaneler.... Uzun yıllar, siyasi propaganda merkezleri oldukları yolunda hiçbir şüphe uyandırmadan görev yapmışlardır...

Hıristiyanların Türkiye üzerinde günümüze kadar gelen niyeti Papa II Jean Paul tarafından açıklanmıştır:7

...Birinci bin yılda Avrupa’yı, Afrika’nın bir kısmını; ikinci bin yılda, Kuzey ve Güney Amerika’yı Hıristiyan yaptık. Üçüncü bin yılda, Asya, Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya’yı Hıristiyanlaştıracağız. Hıristiyanlaştırılacak ilk ülke Türkiye’dir...7

Üçüncü bin yıldaki Haçlı Seferleri, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush’un

“...Bu bir Haçlı Seferi’dir!...”

söylemiyle, 11 Eylül saldırıları bahane edilerek fiilen devreye girmiştir. Üçüncü bin yıldaki Şark Meselesi uygulamalarını David Marley ve Kevin Robins,8

Bu yüzyılın büyük bir kısmı boyunca Sovyet İmparatorluğu Doğuda tabii bir sınır oluşturduysa da, Soğuk Savaş’ın bitimi bu ehven duruma son vermiş oldu. Bir kere daha Doğu Sorunu gündeme gelmiş oluyor ve bununla birlikte Güney Sorunu ortaya çıkıyor. Gerçekten de Balkan Sorunu’nun Avrupa medyasında tekrar manşetlere çıkması ile birlikte karşı karşıya kaldığımız durum, “tarihin sonu”ndan ziyade “tarihin geri dönüşü”ne benzemektedir.

diye nitelemektedirler.

Page 31: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Özetle; üçüncü bin yılda da Türkiye Cumhuriyeti ve Türkler büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Tarihsel süreç boyunca; Türklere düşman olanlar, emellerine ulaşmak amacıyla her türlü yönteme başvurmuş dahası planladıkları eylemleri vakit geçirmeden uygulamaya koymuşlardır. Ancak tarih bize gösteriyor ki, bir “Türk devleti” yok olduğunda yeni bir “Türk devleti” mutlaka kurulmuştur.

Kaynakça ve Açıklamalar

1. Illuminati, Texe Marrs, Çeviri: Ali Çimen- Petek Demir, Timaş Yayınları 9. baskı, Nisan 2003

2. Büyük Devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’nu Parçalama Çabalarında Hıristiyan Azınlıkların Rolü, Salahi R. Sonyel, Belleten Yayınları, Sayı 195, Nisan 1986,

s. 447

3. Bitmeyen Oyun, Metin Aydoğan, Umay Yayınları, 30. baskı,

4. Avrasya’da Misyonerlik, Ömer Turan, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi-ASAM, Ankara, 2002, s. 6

5. 4’te age

6. Bomba Davası Savunma-I, Talat Turhan, 1. baskı , Ocak 1986, s. 91

7. Terorizm Olgusunda Dinin Yeri, Dr. V. Fatih Güven, Stratejik Analiz dergisi, Haziran 2004, Aktaran: Talat Turhan, Bomba Davası Savunma-I “Yargılayanları Yargılıyorum”, Sorun Yayınları, 3. baskı, Eylül 2004, s. 28

8. Kimlik Mekanları, David Marley-Kevin Robins, Ayrıntı Yayınları, 1997

9. ABD-Avrupa Birleşik Devletleri Rekabeti ve Türkiye-Neo Liberalist Yaklaşım, Yasar Onay, Jeopolitik dergisi, Çağatay Yayınları, Bahar 2003 sayısı, s. 78

Page 32: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Günümüzdeki ABD Politikası

11 Eylül 2001 baskını üçüncü bin yılın bir dönüm noktası olarak ABD’nin süregelen saldırgan politikasına yeni bir ivme kazandırmıştır. ABD Başkanı George W. Bush 15 Eylül 2001 günü CNN televizyonunda Ulusa Sesleniş programında ABD halkına, dünya kamuoyuna şöyle seslenmiştir.1

...Sizden istenen sabırlı olmanız, çünkü bu savaş kısa sürmeyecektir. ...Sizden istenen sabırlı olmanız azimli olmanız, çünkü bu savaş kolay geçmeyecek. Sizden istenen kuvvetli olmanız çünkü zafere giden yol uzun olabilir. ...ABD’ye savaş açanlar, kendi yıkımlarını elleriyle seçmişlerdir. Terörist ülkelere ve onlara kucak açıp destekleyenlere yönelik bir dizi kararlı eylemle sağlanacaktır bu zafer. Sizi temin ederim sembolik bir eylemle yetinmeyeceğiz... Bizim vereceğimiz karşılık çok kapsamlı, güçlü ve etkili olmalıdır.

11 Eylül sonrasında radikal İslam birinci tehdit ilan edilmiş ve “Sonsuz Adalet” operasyonu çerçevesinde Afganistan’a müdahale edilerek yerleşilmiş ve bu suça NATO da ortak edilmiştir.2

Afganistan işgalinden sonra, “Önleyici Müdahale Konsepti” ile terörist ülkelerin yerinde cezalandırılacağı karara bağlanmıştır. Daha sonra “Şer Ekseni”ne3 dahil ettiği ülkelerden Irak’a müdahale etmiş ve Ortadoğu bölgesine yerleşmiştir. Ve bu suretle “Asimetrik Savaş” diye tanımlanan bir savaş türü uygulanmaya konulmuştur.

ABD’nin sözde barış getirmek için gittiği Irak’ta, yaşananları Servet Cömert’ten aktaralım:4

...Irak’ın binlerce yıllık tarihi, kültürü tahrip edildi. 7000 yıllık tarihi eserlerin bulunduğu müzeler yağmalandı. Her yerde enkaz, korku, talan açlık, susuzluk, çıplak ayaklı çocuklar... Her yerde ölüm, öldüren, öldürenler. Yönetim yok; kargaşa, kaos, anarşi kol geziyor...

Stratejik müttefikimiz ABD(!), “Serseri (Haydut) Devletler” kuramını Taşkın Şenol şu şekilde tanımlamaktadır.5

Birincisi, Asıl Serseri Devletler: Bunlar Irak, İran, Suriye, Libya ve Kuzey Kore... Amerika’ya düşman bu ülkeler terörizmi desteklemekte ve ellerinde kitlesel imha silahları bulundurmaktadır. Tümünde kimyasal silah vardır...

İkincisi, Aday Serseri Devletler: Çin, Hindistan, Pakistan, Güney Kore, Mısır, Tayvan, Türkiye... ABD’ye göre bu ülkeler, hegemonya kurma ve kitlesel silahlar sahip olma arzusu içindedirler. Bu ülkeler her ne kadar şu anda Amerika’nın dostu ve müttefiki konumundaysalar da gelecekte taraf değiştirebilirler. Görüldüğü gibi Türkiye de ABD’nin serseri devletleri arasındadır. Türkiye kırk yıldır uğraşmasına karşın Avrupa Birliği’ne aday olmamış ama bir çırpıda Amerika’nın serseri devletler adayları arasına girmiştir!...

Üçüncüsü, Aday Adayı Serseri Devletler: Arjantin, Brezilya, Küba, Endonezya, İsrail... Pentagon stratejistlerine göre Arjantin ve Brezilya nükleer silahlara sahip değildir ama bu arzuyu taşımaktadırlar. Meksika ve Endonezya hem büyük nüfuza sahip hem de büyük askeri

Page 33: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

güç yaratma potansiyeli taşıyorlar. ...Kitlesel imha ve nükleer silahlara sahip olan İsrail’in bu sınıfa dahil edilişi aslında bir Amerikan kandırmacası. Zira İsrail’in ABD’nin yanından ayrılmayacağını cümle alem biliyor...

1955 yılında, Türkiye’nin karıştırılmasına karar verildiği anlaşılıyor. Nitekim CNN’de yapılan bir söyleşide eski bir CIA ajanına sorulan sorulur ve alınan yanıtlar bunu göstermektedir:6

Soru: Eskiden Sovyetler Birliği’nde bir çok ajanınız vardı. Şimdi Rusya ile dost olundu ve siz ajanlarınızı çektiniz. Peki bu ajanlar şimdi nerede? Siz ajanları bir yere yığarsanız orası karışacak demektir. Söyleyin bakalım hangi ülke karışacak?

Yanıt: Türkiye

Soru: Nereden çıktı bu?

Yanıt: Evet Türkiye!.. Önümüzdeki dönemde dünyanın en çok karışacak ülkesi. Siz bunun henüz farkında değilsiniz; ama şu anda Türkiye gizli servislerin ajandasında 1 numaraya yerleşti, daha sonra Güneydoğu ve Ege’den söz edip dünya ajanları orada toplandı...

diye yanıtlar.

Türkiye, Harvard Üniversitesi Dekanı Allison’ın tanımlaması ile:7

“ABD’nin 51. eyaleti” yapılmak isteniyor.

Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türkleri mevcut yöntemler ile yok edemeyenler, Türkiye’nin önüne iki seçenek koymaya başlamışlardır. İçi tuzaklarla dolu: Ya Avrupa Birliği’ne katıl, ya da “Büyük Ortadoğu Projesi”nde ABD ile beraber hareket et. İki yol da mümkündür ancak yok olmak şartıyla!...

Emekli Korgeneral Suat İlhan AB’ye katılımı:8

...Türkiye’nin Avrupa’ya katılımı Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne -ulus devlete- geçişten daha büyük bir dönüşüm. İmparatorluktan ulus devlete geçişte ülke ve ulus bağımsızlığı gelişiyor ve korunuyordu; egemenlik kendi ulusumuza ait bir kadrodan yine kendi ulusumuzdan başka bir kadroya geçiyordu. Sonuç olarak imparatorluktan ulus devlete geçiş sırasında Türk yönetiminin üstünde, AB’de olduğu gibi diğer uluslardan daha yetkili bir yönetim getirilmiyor; Parlamentomuzun üstünde bir parlamento, yürütme ve yargı organlarımızın üstünde başka ulusların egemen olduğu bir yürütme ve yargı organı gelmiyordu... AB, konfederasyon değil, federasyon da değil, bütünleşmeye katılımı amaçlayan merkezi gücü egemen kılan bir yapı oluşturuyor. Bu sebeple diyoruz ki, AB’ye katılım çok büyük bir dönüşüm, bir geçiş; Türk kültürü, Türk tarihi açısından bir teslimiyettir... AB’ye Türkiye’nin katılımı dış politika seçeneği değildir. Ya Atatürk’ün kurduğu bağımsız egemen ulus devleti koruyacağız veya Avrupa’ya katılacağız... AB’ye katılım Türkiye coğrafyası, Türk kültürü, Türk tarihi,Türk devrimi, Türk kimliği ile bağdaşmıyor. Her şeyden önce bağımsızlık, Türk kimliğinin ayrılmazıdır.

şeklinde değerlendirmiştir.

Kaynakça ve Açıklamalar

Page 34: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

1. ABD-Avrupa Birleşik Devletleri Rekabeti ve Türkiye-Neo Liberalist Yaklaşım, Yaşar Onay, Jeopolitik dergisi, Çağatay Yayınları, Bahar 2003 sayısı, s. 78

2. Baskın-11 Eylül, Talat Turhan, İleri Yayınları, 1 baskı, Eylül 2004

3. Rouge State, William Blum, Common Courage Press, 2000

4. Türkiye ABD İlişkilerinde Güvenlik ve Güven Boyutları, Servet Cömert, Jeopolitik dergisi, Çağatay Yayınları, İstanbul, Bahar 2003 sayısı, s. 5

5. Serseri Devletler Kavramı, Taşkın Şenol, Star gazetesi, 8 Nisan 2003.

6. Devletler Oyunu, Hayrullah Mahmut, Habertürk, İstanbul, 18 Şubat 2003

7. Erdoğan’a Teklif, ABD’nin 51. Eyaleti Olun, Hasan Demir, Yeniçağ gazetesi, 17 Şubat 2004.

8. Türkiye’nin Jeopolitiği ve Avrasyacılık, Suat İlhan, Yöneten: Attilâ İlhan, Bir Millet Uyanıyor dizisi 2, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2. baskı, Haziran 2005 s. 18

Page 35: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

ABD Derin Devleti’nin Büyük Ortadoğu Projesi

Fikir babası Doğulu Oryantalist Bernard Lewis tarafından ortaya atılan Büyük Ortadoğu Projesi ile bölgeye demokrasi getirilmeye çalışılmaktadır. İslamın ılımlaştırılması, bölgeye demokrasi getirilmesi adı altında devreye sokulacak bu proje, aslında emperyalist politikalarının bir ürünüdür. Kısacası; gelişen süreçte oyuncular ve araçların değişmiş fakat dünya atlasındaki genel tabloda “Batı ve Kuzey” zengin, “Doğu ve Güney” fakirdir. Batı Kuzeye; Doğu da Güneye nazaran daha zengindir. Dünyanın kritik hammadde ve enerji kaynakları Batının ve Kuzeyin ya elinde, ya da kontrolü altındadır. Batı ve Kuzey, zenginliğini Güney ve Doğunun kritik kaynaklarını sömürerek elde etmiştir. 21. yüzyılda ise; Batı ve Kuzeyde üretim, Doğu ve Güneyde emek fazlası ile kritik hammadde ve enerji kaynakları hâlâ vardır, Ancak Batının izni olmadan işletilememektedir. Bu durum Güneyden Kuzeye, Doğudan Batıya olan “Tersine Göç”ü başlatmış ya da Batıya olan düşmanlığı hızlandırmıştır ki, “teröre” neden olmuştur.

Dünya Egemenliği’nin ilk hedefi, ekonomik değeri olan Doğu ve Güney bölgelerin ele geçirilmesidir. Bu bölgeler Ortadoğu, Orta Asya ve Balkanlar’dır. Dünya enerji kaynakları ve büyük enerji ulaşım hatlarının büyük bir bölümü bu bölgelerde bulunmaktadır. Ekonomik Coğrafya olarak adlandırılan bu bölgeler; tarih içerisinde kurulan tüm imparatorlukların ilgisini çekmiş ve bu bölgelere sahip olma arzusu ile aralarında kanlı savaşlar yapmışlardır. Bu nedenle Balkanlar, Ortadoğu ve Orta Asya bölgelerinde yaşayan halkların tarihi kendileri tarafından değil, dünyaya egemen olmak ve imparatorluklar kurmak isteyen emperyalist ülkeler tarafından yazılmıştır. Dün emperyalizm ve kapitalizm anlayışı ile sömürülen bu bölgedeki ülkelerde, şimdi Yeni Dünya Düzeni, Küreselleşme ve Büyük Ortadoğu Projesi ile yeniden sömürülmenin alt yapısı hazırlanmaktadır.

Büyük Ortadoğu Projesi içerine alınan bu bölgeler şunlardır: Kuzey Afrika Ülkeleri (Mısır, Fas, Cezayir, Fas, Libya), Ortadoğu Ülkeleri (Suudi Arabistan, İran, Irak, Suriye), Kafkasya Ülkeleri (Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan), Orta Asya Ülkeleri (Pakistan, Afganistan) ile Türkiye’yi kapsamaktadır. Bu proje içinde bazı devletler uzlaşma, bazı ülkeler işgal ve saldırı ile ABD politikalarına bağımlı hale getirilecektir. Bu projenin görünen ve açıklanan hedefi, bu bölgelere demokrasi ve özgürlük getirmek olarak açıklansa da, asıl hedefi Çokuluslu Şirketler için pazar yaratma ve bu ülkelerin petrol ve enerji kaynakları başta olmak üzere yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el koymaktır. ABD Savunma Bakanı Mc Namara, Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nde 1967 yılında yapmış olduğu konuşmada Ortadoğu’nun ABD için önemini şu sözler ile açıklamıştır:

... Ortadoğu, taşıdığı stratejik önem nedeni ile Birleşik Devletler açısından önemlidir Bu bölge askeri ve ekonomik çıkarlarımızın birleştiği kavşaktır ve Ortadoğu petrolü Batı için yaşamsal önemdedir.1

Bu bölgedeki devletlerin gelişme sürecini tamamlayamaması, monarşi ile yönetilmesi, var olan kaynaklarının sömürülmesinden dolayı oluşan Batı düşmanlığının terör olarak ortaya çıkması, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi çatışması gibi gelişmeler; bu bölge devlet ve insanların potansiyel tehlike olarak görülmesine neden olmuştur. Dinlerin bu bölgelerden çıkması; yaşanan çatışmaların esas kaynağının diğer nedenlerinden birinin dinsel olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Dün din düşmanlığı adı altında yapılan savaşlar, bugün petrolün, doğalgazın ve diğer madenlerin sahneye girmesi ile beraber boyut ve şekil değiştirmiş ve din çatışmalarına ekonomik savaşlar da eklenmiş, bölge bu açıdan emperyalist devletlerin savaş arenası durumuna gelmiştir. Ayrıca, gelecek yüzyıllarda yaşanacak iklimsel değişikliklerde su

Page 36: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

kaynaklarının da önem kazanacak olması, bu bölgelerin öncelikle ele geçirilmek istenmesinin açık bir göstergesidir.

ABD’nin Yugoslavya’ya müdahalesi, Irak ve Afganistan’ı işgali gibi nedenler bu açıdan değerlendirilmelidir. Ancak bu bölgeleri ele geçirerek dünya hakimiyetini elde etmek isteyen devletlerin yapmış olduğu kanlı savaşlar, hiçbir emperyalist devlete yaramamış; ya tarihten silinmelerine ya da güçlerini önemli ölçüde kaybetmelerine ya da parçalanmalarına neden olmuştur. Bu açıdan Ortadoğu, Balkanlar ve Orta Asya bölgesi, tarihçiler ve jeopolitikçiler tarafından Bermuda Şeytan Üçgeni olarak adlandırılmaktadır. Küresel İmparatorluğun kurulma aşamalarından ilk şart olan ekonomik coğrafya bölgelerinin ele geçirilmesi; Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin ve Yugoslavya’nın parçalanması, Afganistan ve Irak’ın işgali ile gerçekleşmiştir. Bu aşama ile aynı zamanda stratejik Balkanlar, Ortadoğu ve Orta Asya bölgesi ele geçirilmese dahi kontrol altına alınmıştır.

Yeni Dünya Düzeni ile beraber ortaya atılan dünya egemenliği kuramlarının gerçekleştirilmesi Anadolu toprakları, Türkiye ve Türkler ile ilgilidir. ABD eski başkanlarından Bill Clinton TBMM’de yapmış olduğu konuşmasında:

20. yüzyılın ilk elli yılı Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasının paylaşılmasının yol açtığı değişiklikler ile geçti. 21. yüzyılın ilk elli yılı da Türkiye’nin alacağı doğrultu ile şekillenecektir. Türkiye modelinin, hem İslam dünyası, hem Türkiye’nin bulunduğu bölge hem de Avrupa için büyük etkileri olacaktır.

şeklindeki sözleri ile Türkiye’nin ve Türklerin Yeni Dünya Düzeni’ndeki öneminden söz ediyor ve Berlin Duvarı’nın yıkılışının 10. yıl törenleri için gittiği Georgetown Üniversitesi’nde yaptığı konuşmasındaki: “Önümüzdeki yüzyılın büyük ölçüde, Türkiye’nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl tanımlayacağına bağlı olarak şekilleneceğini umuyorum” sözleri ile de, Yeni Dünya Düzeni senaryoları içerisinde Türkiye’nin ve Türklerin alacağı rolün çok önemli olduğuna işaret ediyordu.

Türkiye hem taşımış olduğu tarihi misyon hem de bulunmuş olduğu jeopolitik konum nedeni ile dünya coğrafyasının Kalpgah-ı’dır. Bu açıdan Türkiye, dünya üzerinde yaşayan, sömürülmek ve yok edilmek istenen ulus devletler açısından da bir direnç noktası olarak görülmektedir. Yok edilmek istenen ulus devletler açısından Türkiye örnek bir ülkedir, modeldir. Bunun için Türkiye ve Türkler öncelikle yok edilmek istenmektedir. Türkiye ve Türkler yok edildiği takdirde, “Domino Teorisi” ile diğer uluslar daha kolay yok edilecektir. Bugün Türkler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti namlunun ucundadır.

Bu kapsamda; ilk aşama da Amerika Birleşik Devletleri, ikinci aşamada Avrupa Birleşik Devletleri (AB) kurulmuştur. Üçüncü aşamada Ortadoğu Birleşik Devletleri’nin temeli BOP ile ortaya atılmıştır.

Sonraki aşamalarda ise Asya Birleşik Devletleri, Afrika Birleşik Devletleri, Güney Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulacağı değerlendirilmektedir. Bu amaçlarına ulaşmak için önce Avrupa Birliği’nin kurulmasına destek vermişlerdir. Bugün ise Büyük Ortadoğu Projesi adı altında Ortadoğu Birleşik Devletleri’ni kurmaya çalışmaktadırlar. Yarın Uzakdoğu Birleşik Devletleri, Orta Asya Birleşik Devletleri, Afrika Birleşik Devletleri adları altında yeni birleşik devlet kurduracaklardır. Bu projeler ile, dünyayı altı birleşik devlet ile yönetmeyi arzu etmektedirler. Ancak bu birleşik devletler, gerçek amaca ulaşmak için araç olarak

Page 37: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

kullanılacaktır. Bugünlerde; Yeni Dünya Düzeni’nin bir parçası olan ve Doğulu oryantalist Bernard Lewis tarafından ortaya atılan ve ABD Başkanı George W. Bush tarafından açıklanan Büyük Ortadoğu Projesi, bölgede sosyal yapıyı düzeltmekten ziyade Ortadoğu Birleşik Devletleri (Büyük İsrail Devleti’ni)’ni kurmaya yöneliktir.

BOP üç aşamada gerçekleşecektir. Birinci aşamada: Kürt bölgesi diye adlandırılan bölgede yeni bir devlet oluşturulacaktır. İkinci aşamada, Irak’ın başına Yahudi asıllı veya destekli biri getirilecek. Üçüncü aşamada ise, böylece Vaat Edilmiş Topraklar birleştirilecektir. ABD, İngiltere ve İsrail beyinli bir “Ortadoğu Birleşik Devletleri” kurulacaktır. Tek Dünya Devleti kurulacaktır. Kısacası, gelişen süreçte oyuncular ve araçlar değişmiş, fakat amaç aynı kalmıştır. Batılıların sosyal, siyasi ve kültürel bu bakış açıları aslında bir yanıltmadır. Ekonomik değeri olan bu bölgelerin ele geçirilmesi asıl nedendir. Müslüman devletlere demokrasi getirilmesi amacının arkasındaki asıl neden, Batının ürettiği mal ve hizmetlerin bu bölgelere arzu edilen şekilde satılmasıdır. Enerjinin ele geçirilmesidir.

1. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz.: Amerika Birleşik Devletleri’nin Büyük Ortadoğu Projesi, Kemal Evcioğlu, Umay Yayınları, İkinci Baskı, Aralık 2005.

Page 38: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

2. Bölüm

Derin Devlet ve Mafya

Page 39: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Mafyanın Globalleşmesi

Globalleşmenin Mafyalaşması1

Kamuoyu Mehmet Eymür2 adını 12 Mart’tan sonra daha sık duyar oldu. Analiz3 adlı kitabında Ziverbey Köşkü’nde bir teğmeni sorguladığını itiraf etmektedir. Her ne kadar işkenceden söz etmese de, anılan köşkte binlerce genç, aydın ve yurtsever kişilere sistematik olarak bir orgeneralin oluru ile bir tümgeneral yönetiminde ve bir MİT görevlisi denetimindeki bir ekiple teknik sorgulama yani işkence yapıldığını bugün kamuoyumuz ayrıntılı bilmektedir.

Peki kimdi bu kişiler? Ortak özellikleri ne idi? Ne yapmak istiyorlardı? Bu ve benzeri sorular zaman içinde genellikle açığa kavuştu. Bu konularda yüzlerce kitap yazıldı. Ancak 12 Mart’ın işkence çetesi gücünü korudu. Sadece onlar değil zaman içinde işkencecilik meslek haline geldi. Öyle ki işkencede ölümler “vukuatı adiye” haline dönüştü. İşkenceciler yetkili makamlarca hep korundu kollandı... Avrupa Birliği’nden dışlanmamızın temel nedenleri arasına ülkemizdeki yaygın insan hakları ihlallerinin ağırlıklı bir yer alması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bu konuda açılan davaların çığ gibi büyümesi, Türkiye’yi 1999’lu yıllarda işkenceye karşı önlem alma noktasına getirdi4.

Ziverbey İşkence Köşkü’ne alınanlara sorgucular.

- Oranın Kontrgerilla örgütü olduğunu,

- Genelkurmay’a bağlı olduklarını, (Gn. Kur. Bşk. Org. Memduh Tağmaç)

- Anayasa ve yasaların geçerli olmadığını,

- İstedikleri kişileri istedikleri zaman öldürebileceklerini,

- Gözaltına alınanların esir olduğunu istedikleri ikrarları vermek zorunluluğunda olduklarını söylüyorlardı...

Tüm bu söylemler gözaltına alınanların bir çete tarafından esir alındığını gösteriyor, uygulamalarda bir çeteleşmenin varlığını duyumsatıyordu.

O dönemde içeri alınanlar genellikle sol tandanslı kişiler idi. Ziverbey Çetesi ise komünizmle mücadeleyi “vatansever”lik sayan antikomünist yapıda kişilerden oluşuyordu. Emperyalizmin tüm dünyaya ihraç ettiği bu ideolojinin(!) yandaşları bu işleri sırf milliyetçilik, vatan ve millet adına yapmıyorlardı. Emperyalist işbirliği ortak paydasında aralarında çeşitli çıkar ilişkileri olduğu ve göz koydukları makamlara ulaşmak için böylesine bir vahşete alet olacak kadar gözleri kara olduğu anlaşılıyordu.5

Mehmet Eymür’ün portresi her ne kadar olumlu bir profil vermiyorsa da, yazdığı MİT raporları, gazetelerde yayınlanan söyleşileri, yazdığı kitapta sergilenen çirkin ilişkiler “düzenin mafyalaşması”na ışık tutmaktadır. İbretle tekrar tekrar okunmalı ve her an el altında bulundurulmalıdır. Çünkü Eymür suçladığı kişilerin tümü -biri hariç- sessiz kalmayı yeğlemişlerdir. Bu kişiler zaman içinde Genel Müdürlük, Milletvekilliği, Bakanlık ve hatta Meclis Başkanlığı makamlarına oturmalarına karşın, bu kişilerin gücü, Mehmet Eymür’ün MİT’e geri dönerek göreve başlamasını engellemeye yetmemiştir. Bu olgu bile tek başına, Eymür’ün derin devlet içindeki etkin konumunu algılayabilmek için yeterli bir kanıt sayılabilir... Uyuşturucu ticareti, kara para aklama, kumarhane işletmeciliği, hayali ihracat ve hatta fuhuş yoluyla palazlanan mafyanın, politikacılarla akçalı çıkar ilişkilerine girmiş olduğu,

Page 40: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

tüm çıplaklığıyla Susurluk kazasıyla ortaya çıkmış olmasına karşın olay “af yasası” ile kapatılmak istenmektedir...

Dünün hayali ihracatçı üç kağıtçıları günümüzün saygın özel sektör temsilcilerine dönüşmüştür. Çıkarları globalizmle bütünleştiği için, emperyalist işbirlikçilerinin hıyanetleri süregelmektedir.

Mafya başkalaşmış, işini bilenler, ya da “vatansever tetikçiler örgütü”ne taşeronluk yapanlar patronlaşmış, rant pazarında kolay yoldan trilyonlarına trilyonlar katmakta ve kirlenmiş politikaya ve politikacıya ve bürokratlara destek sağlayıp çıkarlarının devamlılığını sağlamaya çalışmaktadır...

At izine it izleri karışmış, düzen yozlaşmış, kokuşmuş ve hiçbir sorunu çözemez duruma düşürülen ekonomiye can suyu vermek için iktidarlar IMF buyruklarını yerine getirmek suretiyle ekonomik iflası önlemek için zaman kazanmaya çalışmaktadır... Susurluk kazasında ortaya çıkan suçlular koalisyonunun pisliklerini örtmeye çalışan iktidarın foyası deprem felaketi ile bir kez daha ortaya çıkmış gibi görünüyor. Kuşkusuz 1950’li yıllardan bu yana emperyalizmin ve kapitalizmin uyduluğunu benimseyen sağcı iktidarlar bugün görünen çürümenin baş sorumluları olarak tarihte yerlerini alacaklardır...

Mehmet Eymür bu süreçte kilit bir isim olduğu için kendisinden söz edilmektedir. Öyleki bu kişi bu karmaşık ilişkiler ağı içinde son ana kadar parlamenterlere dahi nasip olmayan bir dokunulmazlığa sahip olmuştur. Çünkü bu pisliklerin içinde debelenenler onun bildiklerinden hep ürkmüşlerdir. Eymür’ün:

- Uzun süre MİT’te çalışan ve subay olan babası Mazhar Eymür masondur. O’nun da mason olduğu söylenilmektedir.

- Eymür’ün MİT’te gönülden bağı olduğu eylem ve düşün birliği içinde bulunduğu Hiram Abas mason bir aileden gelmektedir.

- Hiram Abas ve Mehmet Eymür, istihbaratta ABD ekolünü temsil etmişler, MİT yasasını zaman zaman hiçe sayarak sorgulamalara katılmışlar, yurtiçinde “ramboculuk” yapmışlar, yurtdışı operasyonlarda “vatansever, şerefli, tetikçi, uyuşturucu kaçakçısıyla işbirliği” yapmaktan çekinmemişlerdir.

- H.A ve M. E, MİT’in sivilleşmesi projesine tüm provakatif güçleriyle katılıp kendi önlerini temizlemek suretiyle Özal’ın desteğiyle Hiram Abas’ın MİT müsteşarlığını ele geçirmeye çalışmışlardır.

- Özal’ın itimadını kazanmak adına “saraydan kız kaçırma” senaryosunun karşıtı “damat kaçırma” operasyonunda yer alıp örgütlerine büyük ziyan vermişlerdir.

- Bu iki kişinin fütursuz ve ilke tanımaz tutumları devletin önemli kurumları arasında süregelen çatışma ve kamplaşmanın zeminini oluşturmada önemli katkısı olmuştur.

- İktidar dengelerini iyi değerlendirmemeleri sonucu MİT raporunu yazdıktan sonra örgüt dışı kalan iki silahşörden biri, bir zamanlar antikomünizmin şampiyonluğunu yapan müflis fakat itibarlı (!) -Cavit Çağlar gibi- bir işadamının korumacılığını üstlenmiş, Eymür ise vakit geçirmeksizin fabrika sahibi olabilmiştir.

- Yasal olarak ve yerleşik teamüle göre bazı kurumlardan ayrılanların -hele ayrıldıktan sonra konuşmuşlarsa- örgütlerine dönmeleri olanaklı olmamasına karşın bir güç(!) yerleşik bütün kuralları hiçe saydırarak bu iki kafadarı MİT’te göreve döndürmeyi başarabilmiştir.

Page 41: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

- Mehmet Eymür’ün mal varlığına baktığımızda şaşırmamak elde değil... Türkiye’de ve ABD’de evler, apartmanlar, dolarlar ve arabalar... Hele bu arabalardan bir tanesi varki 4x4 Chevrolet Grande Cheroke, 90.000 $ değerinde, bir derginin yazdığına gör bir ülküdaşı(!) hediye etmiş ama bu devlet geleneği ve etik dışı davranışların hesabını sormaya iktidarların gücü yetmiyor...6

- Mehmet Eymür ikinci kez MİT’e döndüğünde adı Susurluk olayına karıştı. Ona, başlangıçta iktidar gene dokunamadı. Hatta Başbakan Mesut Yılmaz’ın kendisiyle pazarlık yaptığı “Sen bize lazımsın, bir müddet Washington’da dinlen.” dediği basına yansıdı. Daha sonra değişen dengeler sonucu Mehmet Eymür’ü “Şeker Şirketi”nde görevlendirdiler... Bilgi ve becerilerini şekercilere öğretsin diye(!)..

- Eymür kendisine yapılan haksızlığa(!) dayanamadı. Danıştay’da iptal davası açtı. Danıştay’a verdiği 75 sayfalık dilekçede son sözlerini söyledi. Okunmaya değer...

- Hakkında, çeşitli eylemleri nedeniyle dava açıldı ve gözaltına alınma kararı çıktı.

- Bazılarına dokunur diye Anavatan’ına gitti diyemiyorum ama, ABD’ye kaçtı... Masonluğun kabesinde bir antikomünistin aç kalacağını her halde düşünemezsiniz? Kaldı ki evlerini, arabalarını daha öncesi almış, hazırlığını yapmıştı...

Diğerleri nasıl paşalar gibi yaşıyorsa o da yaşıyacak. Uzur ömürler diliyorum, anılarını yazıp itiraflarda bulunması için...

Bizim senaristlerin gücü yeter mi bilmem ama7 ABD’liler Eymür’ün yaşam öyküsünden Akbabanın Üç Günü’nü gölgede bırakan bir film üretebilirler. Mehmet Eymür iki nedenle beni ilgilendirdiği için ondan 1989 yılından bu yana söz ediyorum.

Bilindiği gibi, masonluk, kapitalist enternasyonalizmi dolayısıyla “küreselleşmeyi” temel ilke olarak benimseyen bir örgüttür. Bu nedenle gerçekten milli olan kurumlarda masonların varlığını hiç bir zaman içime sindiremedim. Slh. K’lerde, Milli Savunma Bakanlığı’nda, Milli Eğitim Bakanlığı’nda, İçişleri Bakanlığı’nda, istihbarat örgütlerinde masonların ne işi var? Ulusal bir devlette, enternasyonalist bir cumhurbaşkanı ya da başbakan nasıl mason olabiliyor? Atatürk, Mason Locaları’nı neden kapattı?

Aslında sorunun yanıtı açık. Kapitalist dünyanın lideri ABD yönetimi masonların denetiminde, kapitalizmin dümen suyuna girmeyi yeğlemiş ülkelerin denetimi neden masonlarda olmasın ki?

1989 yılında kaleme aldığım Doruk Operasyonu8 adlı kitapta istihbarat örgütlerindeki masonların sakıncalarından söz etmem zaman içinde İtalya’da ortaya çıkan P-2 Mason Locası skandalı ile öngörüye dönüştü. (Sayfa 156)

Şöyle ki, İtalya’da legal Komünist Partisi’nin iktidara gelmesini engellemek için her ay CIA’dan 10 bin $ alan P-2 Mason Locası üstadı Licio Gelli, güvenlik ve istihbarat örgütleri ve antikomünist diğer güçlerin desteğinden yararlanıp İtalya’da “devletin bilgisi dahilindeki” terörü organize ettiği ve toplumun destabilisation (istikrarsızlaştırma) ve demagnatisation sürecinde aktif rol almaktan mahkûm olması, bizde bir P-X Mason Locası neden olmasın sorusunu akla getirmektedir. Aslında son söylemde derin devlet diye tanımlanan ve bir türlü gizi çözülemeyen güç, bu P-X Mason Locası olmasın?

Özellikle 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri öncesi darbe ortamı hazırlamak ve toplumu istikrarsız hale getirmek için güvenlik ve istihbarat örgüt elemanlarının doğrudan

Page 42: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

doğruya ya da taşeron yönetimiyle tıpkı İtalya’da olduğu gibi sağ ve sol terörü yönlendirdiğine dair o döneme ait dava dosyalarında sayısız örnekler bulunabilir.

İtalyan provokatörü P-2 Mason Locası üstadı Licio Gelli La Verita-Hakikat- adlı kitabı nedeniyle çıktığı bir televizyon programında masonizmin uluslararası gücünü, yanında işbirliği yaptığı grupları açıklamaktadır:

- Üst düzeyde iş adamları

- Politikacılar

- Subaylardan oluşan bir örgütlenme ile devlet terörünü düzenleyen L.Gelli, “1971 yılında Hristiyan Demokrat Parti’den Cumhurbaşkanlığına seçilen Giovanni Leone’nin, parlamentodaki masonların oylarıyla seçildiğini, Arjantinli masonların desteği sayesinde, Juan Peron’un yeniden iktidara gelmesine yardımcı olduğunu ve ABD Başkanı Reagan’ın yemin törenine davet edildiğini ve bu davette Cumhuriyetçi Parti ile işbirliği yaptığı için kendisine takdir belgesi verildiğini” açıklamıştır9.

CIA desteğiyle, İtalya işbirlikçilerinin katkılarıyla devlet terörü’nü bağlı olduğu Loca’nın onayıyla yürüten ve değişen deneyler sonucu mahkûm edilen bu adamın, İtalya’dan Arjantin’e oradan ABD Başkanı’na kadar uzanan serüveni emperyalizmin ve kapitalizmin iğrenç iç yüzüne yeterince ışık tutmuyor mu?

Bu ve benzeri olgular karşısında ülkemin duyarlı kurumlarında masonların yanında masonluk üstü örgüt üyelerin düzene egemen olması her yurtseveri tedirgin etmelidir diye düşünüyorum... Bu oluşuma “küreselleşme” adına premasonik örgütlerin önemli katkıları da göz ardı edilmemeli...

Licio Gelli’nin ağzından derin devlet içinde yer alanları yineleyelim:

- P-2 Mason Locası üyeleri,

- Üst düzey iş adamları,

- Politikacılar,

- Subaylar,

- İstihbarat örgütleri (her ne kadar L. Gelli bu örgütlerden söz etmiyorsa da İtalyan İstihbarat Örgütü Başkanı olan general, terör olaylarındaki rolü nedeniyle mahkûm olmuştur -Gn. Musumici-

- Dönemin İtalya Cumhurbaşkanı F. Cossiga ve Başbakan Anderotti’nin de Gladio skandalına karıştıkları zaman içinde ortaya çıktı.

Mehmet Eymür’den söz etmemize neden olan ikinci etmen, onun hem Ziverbey İşkence Köşkü’nde hem de Susurluk olayı içinde bulunmasından kaynaklanmaktadır. 1971’lerden 1996’lara kadar süregelen olumsuzluklar sürecinde TBMM, ne “Hayali İhracat Olayı”nı, ne “Faili Meçhul Cinayetleri”10 ne de “Susurluk” olayını ne yazık ki çözememiştir. Bu olayların birinci elden tanığı ya da sanığının sahip olduğu görünmez dokunulmazlık aşılamadığı için, Eymür soluğu ABD’de almıştır... Tıpkı Bezmenler, Civanlar, Edesler, Ayşegül Nadirler, Gülay Aslıtürkler vb. gibi... ABD bizim seçkinlerimizi(!) konuk etmekte neden bu kadar hevesli acaba? Onlar ABD bankalarında yatan dolarlarının hatırı için mi yoksa başka nedenlerden dolayı mı korunup kollanmaktadır?

Page 43: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

6-7 Şubat 1998 gecesi, ATV’de Siyaset Meydanı programında “Susurluk” konulu programa katıldım11.

Birkaç gün sonra Ankara’dan bir dostum bana telefon ederek Mehmet Eymür’ün benimle konuşmak istediğini, kabul edip etmeyeceğimi sordu. Arkadaşımdan hangi konuda görüşeceğini sorduğumda, “bir konuda yanlış olan kanımı düzeltmek istediğini” açıkladığında görüşmeyi kabul ettim. 13 Şubat 1998 günü eve geldiğimde Eymür’ün telesekreterimde notu vardı.(Mealen) “Talat Bey, hürmetler. Bir konuda sizi aydınlatmak istemiştim. Cep telefonumun numarası 0532 296 21 18 beni ararsanız sevinirim.” diyordu. Bu konuşmayı arkadaşlarıma da dinlettim. Kendisini aradım. Bir başka kişi çıktı. Bir süre sonra saat 18.30’da Eymür beni arıyordu. Selamlaşmadan sonra: (Mealen)

- M.Eymür: Talat Bey, ben sizin Ziverbey Köşkü’ndeki sorgunuzda bulunmadım.

- Talat Turhan: Mehmet Bey, benim bu konuda net bir açıklamam yok. Yalnız siz Analiz adlı kitabınızda bir teğmeni sorguladığınızı yazıyorsunuz. Dolayısıyla oradaki koşulları çok yakından biliyorsunuz demektir. Ben bunu ifade etmeye çalışıyorum. Bakınız Mehmet Bey, ben sizi hiç tanımıyorum. Size de bir husumetim söz konusu olamaz. Ancak ben istihbarat örgütlerinin yabancı istihbarat örgütleriyle çok içli dışlı olmasından çok tedirgin olduğumu ve bu nedenle de bu konularla ilgilendiğimi belirttim.

-Mehmet Eymür- O konuda haklı olabilirsiniz.

Tabii ki o konuda haklı idim. Ta 1959’lu yıllardan bu yana tanıdığım, komutanlığımı yapmış ve 1960-1962 yılları arasında MAH ve MİT Başkanlığı görevinde bulunmuş dostum Tümgeneral Naci Aşkın’la bu konuları yıllarca tartışıp, o değerli kişinin özelleştirilerini dinledikten sonra çabalarımın haklılığından da emindim.

Peki yazıldığı gibi Mehmet Eymür mason ise, masonik ilkelerle yüzseksen derece karşıt olması gereken bir işkence merkezinde onun ne işi vardı? İtalya’da Mason Üstadı Licio Gelli, CIA dolarlarıyla neden terörü yönlendiriyordu?

3-4 Temmuz 1972 gecesi Ziverbey Çetesi beni de esir alıp, bir ay süreyle işkence yaptıktan sonra, yüzlerce sahte suçlamayla sıkıyönetime gönderip Bomba Davası adlı yapay bir davanın başsanığı yaptı, Çünkü varlığımı kendileri için tehlikeli görüyorlardı...

Anayasa’sında “demokratik hukuk devleti” yazan bir ülkede kişisel ve toplumsal onur adına bu Çete’yle-”Pentagon boys”larla- o günden bu yana yasal kavga veriyorum.

- Nitekim mahkemeye çıkar çıkmaz 12 Haziran 1973 günü sıkıyönetim mahkemesi aracılığıyla Başbakanlık, Gn. Kur. Bşk.lığı ve KKK’lığına bir dilekçe vererek12:

“Türk Devleti’nin geleceğini, ağır bir tehlikeye düşürecek nitelikteki, kanun dışı gizli örgütlenmeden” söz edip İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Org. Faik Türün ve Tümg. Memduh Ünlütürk’ü adlarını belirterek suçladım ve olayın bir parlamento komisyonunca araştırılmasını istedim. Yıl 2005 olmasına karşın bugüne değin bu konuda TBMM’deki tüm girişimlerden sonuç alınmamış, Susurluk olayı bile aydınlanamamıştır. Dönemin Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş daha sonra kaleme aldığı anılarında “Faik Türün, söz dinlemeyen dukalıktı” diye yazmaktadır. Doğal olarak yasaları hiçe saymayı göze alan İstanbul Tiranı hiyerarşik gücünü kullanıp insanları esir alıp, işkence yaptırdı, sahte davalar açtırabildi. Doğal olmayanı, Türün”ün emekli olduktan sonra Adalet Partisi tarafından Cumhurbaşkanı adayı gösterilmesi idi. Bu olgu bir yandan Adalet Partisi’nin ne ölçüde adil olduğunu açıkladığı gibi,

Page 44: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Ziverbey’deki gizli örgütlenmenin bağlantılarının nerelere kadar uzandığını da gösteriyordu. Faik Türün’ün protokol dışında cenaze törenine katılma aymazlığına düşenler bir anlamda O’nun kirli geçmişini onaylamış olmuyorlar mıydı? Aslında tüm dünyada ABD yanlısı partilerde bu türden akıl almaz karmaşık ilişkilerin süregeldiği bilinmektedir.

- 6 Aralık 1973 günü, İstanbul 3 No’lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’ne bir başka dilekçe vererek Ziverbey Çetesi’ne biraz daha açıklık getirmeye çalıştım: “Bu gizli örgüt Seferberlik Tetkik Kurulu -Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın ilk adı- Emniyet Teşkilatı ve diğer güvenlik kuvvetlerinden, iktidar içinde iktidar olmak isteyen şebeke elemanlarınca seçilmiş kişilerden oluşan ve bir kısım yetkili kişilerin müsaade ve himayesi altında örgütün amaçlarının gerçekleşmesi için kanun dışı yöntemler uygulanmıştır13

- Kuşkusuz bir kısım MİT elemanları da Ziverbey İşkence Köşkü’nde icrai sanat (!) etmişlerdir. Sorgulama timi başkanı Emekli Binbaşı Eyüp Özalkuş’u saptayıp, Bomba Davası duruşma tutanağına takma adıyla zorla geçirtebildim. -Kel Eyüp-, Hiram Abas ve Mehmet Eymür hem sorguda hem eylemlerde görev aldıklarını açıkladılar.

- O dönemde İzmit’te Kolordu Komutanı olan KorgeneralTurgut Sunalp da Ziverbey Köşkü ziyaretçileri arasındadır. Bu kişinin legal olarak MİT’le ilişkisi bulunmamasına karşın, MİT’in Marmara Köşkü’ nde brifing vermesinin anlamı nedir? Tüm bu ayrıntıyı Ziverbey’i milad kabul edip derin devlet olgusuna bir ölçüde açıklık getirebilmek için yazıyorum:

Marmara Köşkü Brifing Ekibi

-Devlet Brifingi: 3 Kasım 1972 Ankara14.

Korgeneral Turgut Sunalp

Korgeneral Abdurrahman Ergeç

Tümgeneral Recai Ergin (Özel Harp Dairesi eski Bşk.)

Tümgeneral Memduh Ünlütürk (Ziverbey İşkence Köşkü Yöneticisi)

Tümgeneral Fazıl Polat (İstanbul Merkez K.)

Kur. Alb. Nahit Arda (Mit raporuna bakınız)

Kur. Alb. Fikret Küpeli

P. Alb. Ali Pigril

Dz. Hak. Alb. Turgut Akan (İstanbul, SKYN Adli Müşaviri)

Hv. Alb. Ragıp Horozoğlu

Hak. Yb. Sabahattin Ar

Kur. Bnb. Necdet Timur (E. Orgeneral)

-İki yıl Selimiye Ceza ve Tutukevi’nde yatıp, idam istemiyle yargılanıp değişen politik koşullar içinde tahliye edilip yargılandığım davanın örtbas edilmesine karşın, Ziverbey

Page 45: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Çetesi’nin peşini bırakmadım. Kaynak ve belgeler araştırıp savunma hazırlamak uğraşısı içine girdim.

-Ulaştığım en önemli kaynak, Amerikan FM 31-15 (Ek: 1) resmi talimnamesinden aynen tercüme edilerek 1965 yılında ülkemizde de uygulamaya konulan ST 31-15 Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Harekât Talimnamesi (Ek: 2) idi. Bu belgede “Tipik bir yeraltı örgütü”-vatanseverler- şeması, gösteriliyor ve de 9. maddede:

“Bir gayrinizami kuvvetin yeraltı unsurları, kaide olarak kanuni olarak yasal statüye sahip değildirler.” diye yazılıyordu

Bu maddeyi okuduğumda Ziverbey Çetesi mensuplarının neden Anayasa ve yasa tanımadığını net ölçülerde algıladım. Bu anlayışın süregelmesi Susurluk olayında tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmış olmasına karşın, yeraltı güçlerinin egemenliği devam ediyor olmalı ki; olay “afla” kapatılmak isteniyor.

ABD’nin müttefiki olan tüm ülkelerde CIA dolarlarıyla finanse edilen, örgütlenen ve eğitilen, aynı yöntem ve anlayışla kullanılan “vatanseverler örgütü”, ABD adına kendi ülkelerinde istikrarsızlık yaratmak ya da istikrar sağlamak için soğuk savaş döneminde komünizme karşı savaş ve mücadele için kurulmuşlardır. Bu nedenle kapitalist uydusu düzene başkaldıran ya da muhalefet eden örgüt ve kişileri “gerilla” olarak nitelendirmişlerdir. Bu anlayışla Ziverbey çetesi mensupları kendilerine “Kontrgerilla örgütü” adını vermişlerdir.

-ABD’den getirttiğim daha önemli resmi bir belge FM 31-16 Counterguerilla Operations- (Türkçesi: FM 31-16 Kontrgerilla Operasyonları) olayın boyutunun “vatanseverler örgütü” ile sınırlı olmadığını, ABD çıkarları adına kurtuluş savaşlarıyla ya da komünizmle mücadele için örgütlenmenin içinde toplumun her kesiminden yetkili kişilerin olduğunu gördüm. Bu talimnamede-Sivil Asker Gözlem Talimnamesi- Civil Military Advisery Commitee=CMAC(Ek:3) adlı örgütlenme içinde:

(1) Local police chief: Yerel polis şefi

(2) Superintendent of school or school principal(s): Okul yöneticisi ve müfettişler

(3) Senior members of dominant redigivous faiths: Üst düzey din adamları

(4) Judges and/or other judiciary repraentatives: Hakimler ve yüksek yargıçlar

(5) Labor union president(s): İşçi sendikaları başkanları

(6) Editors of infuential publications: Etkin gazetelerin editörleri

(7) Representatives of majör business or commercial interests: İş dünyasının önde gelenleri

(8) Other infuential persons ve diğer önemli şahsiyetler

Görüldüğü gibi kontrgerilla harekâtı ve bu harekâtın örgütlenmesi için, askerler dışında polis şefleri, eğitimciler, din adamları, yargıçlar, sendika başkanları, editörler ve etkili yayıncılar, büyük iş ve sanayi örgütlerinin temsilcileri ve diğer önemli kişiler bulunmaktadır15.

Page 46: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Anayasada “demokratik hukuk devleti” diye yazacak ama emperyalizmin güdümünde bir yeraltı örgütü-vatanseverler-yasalara bağlı olmadan istihbarat, sabotaj, terör yapacak. İşte, derin devlet dedikleri bu olsa gerek...

Anayasa’da, kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsenecek ama, yargıçla-polis, işadamıyla-sendikacı, eğitimcilerle-din adamları, editörlerle-yayıncılar kontrgerilla harekâtı içinde CIA ve AID denetiminde örgütlenip ülkelerinde ABD çıkarlarına katkıda bulunma karşılığında kendi dümenlerine bakacaklar...

Tüm bu belgeleri sıkıyönetim mahkemelerine savunmalarımla beraber birer adet verip ayrıntılı eleştirilerimi yaptım. Bu çabamı kitaplarımda da sürdürüyorum. Ulus Devlet ve Gerçek Demokrasi adına.

-1990 yılında İtalya’da ortaya çıkan Gladio örgütlenmesi oradaki ve tüm NATO ülkelerindeki derin devlet olgusunun emperyalist işbirlikçi yönünü gözler önüne serdi.

Cumhurbaşkanı ve başbakanın bilgisi dahilinde, CIA tarafından kurumlaştırılan, örgütlenen ve finanse edilen Gladyatörler, Hıristiyan Demokrat Parti, istihbarat örgütleri, jandarma, P-2 Mason Locası vb. gibi örgütlerin de destek ve katkısıyla İtalya’da Komünist Partisi’nin seçimle iktidara gelmesini engellemek için, sağ ve sol terörü kışkırtıp, gerektiğinde devlet terörü ve provokasyonlara başvurarak toplumu destabilize(istikrarsızlaştırma) ve demagnetize ederek, bir yandan ABD yanlısı düzeni tutan örgütlerin güçlenmesini sağlarken, öte yandan terörü bahane ederek baskı yasalarını çıkararak demokratik görünümlü neo-faşist düzenler kurmayı başarmışlardır.

Gladio skandalında boy gösteren güçler ve yetkili kişiler, özellikle istihbarat örgütleri ve P-2 Mason Locası diğer ülkelerdeki derin devletlerinin omurgasını oluşturdukları görülmektedir.. Bu bağlamda Mehmet Eymür’ün Ziverbey Köşkü ile Susurluk olayı içinde yer almış olmasını bir gün değerlendirme durumunda kalacak araştırmacılar önemli bulgulara ulaşabilirler. Çünkü Mehmet Eymür, büyüğü Hiram Abas’la birlikte derin devletin istihbarat kanadında antikomünizm ve “küreselleşme” adına etkin roller üstlenip, ABD emperyalizminin değirmenine su taşıdıklarını gözlemliyoruz...

1990 yılında İtalya’da Gladio olayı patlak verince, skandalın boyutu aylarca tüm NATO ve Avrupa ülkelerinin medyasında gündem oluşturdu. Bu bağlamda kuşkusuz Türkiye de kendini yeniden kontrgerilla tartışmalarının içinde buldu16. Bu tartışmalar içinde bir milletvekili ilginç açıklamalarda bulundu ve yazımızın bu bölümüne kadar madde başlıkları boyutunda derin devletin derinliğini anlamamıza katkıda bulundu. Bağımsız Bingöl Milletvekili İlhami Binici diyor ki17: “12 Mart sonrasında kendisine de işkence yapıldığını, Ziverbey Köşkü’nde 23 gün kaldığını, kontrgerillanın işkencesinden geçtiğini, kontrgerilla konusunda bazı şeyler bildiğini, ama konuşursa öldürüleceğini, can güvenliği sağlanırsa konuşabileceğini” açıkladıktan sonra örgüt elemanlarını sınıflandırıp, derin devleti oluşturan çete üyelerini bu bölüme kadar açıklananların koşutunda betimledi. Binici, anılan örgütün içinde:

- Uyuşturucu kaçakçıları,

- Mafya elemanları,

- Subaylar,

- Polisler,

Page 47: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

- Doktorlar,

- Askerî ve sivil savcılar,

- Hatta bugünün aktif politikacılarının da bulunduğunu iddia ediyordu. Binici’nin 1990 yılında yaptığı bu açıklamaları 1996’daki Susurluk olayının röntgenini çekiyor ama, kirli ilişkilerin sarmalında iktidarlar kös kös dinliyor. Aynı dönemde Ecevit: “Devletin içinde devlet var”18 tanısına karşın iktidarların gücü günümüzde “Derin Devlet” diye tanımlanan yapılaşmayı aşmaya yetmiyor. Böyle bir ortamda “demokrasi, hak, kukuk, adalet ve insan hakları” söylemleri hep askıda kalıyor. Emperyalist güdüm “Yeni Dünya Düzeni” söylemi ardına sığınılarak ülke düzenleri gizli örgüt ve güçlerin denetiminde giderek yozlaştıkça yozlaşıyor...

Şimdi de Ziverbey İşkence Köşkü’nden Susurluk kazasına kadar uzanan kirlenme, yozlaşma, mafyalaşma ve çeteleşme sürecine Can Dündar ile Celal Kazdağı’nın, Ergenekon-Devlet İçinde Devlet adlı özgün kitabında19 önemli bir tanığın -Erol Mütercimler- görgü ve bilgiye dayanan gözlemlerine dayanarak kontrgerilla örgütü, derin devlet vb. adlarla tanımlanan gizli örgütün adının Ergenekon olduğunu öğrendim.

Erol Mütercimler’in Ergenekon Örgütü’nü sınıflandıran bölümü yineliyorum:

- Subaylar

- Emniyetçiler,

- Profesörler,

- İş adamları,

- Şuradan insanlar,

- Çeteler.

“Memduh Ünlütürk Paşa kendisinin de bu Ergenekon’un içinde olduğunu söyledi ve dedi ki: “Bu Ergenekon Genelkurmay’ın da, hükümetlerin de bürokrasinin de herkesin üstünde bir örgüttür. Yasayla falan kurulmuş bir örgüt değildir. Bu, 27 Mayıs darbesinden sonra CIA, Pentagon tarafından kurdurtulmuş. Bunun içinde bulunan insanlar da buraya hizmet eden insanlardır. Ama bunlar vatana ihanet olsun diye hizmet etmezler. Biz vatanı kurtarıyoruz, vatana hizmet ediyoruz, vatana yararımız dokunuyor düşüncesiyle bu örgütün içinde yer almışlardır. Özellikle Amerika’da kontrgerilla eğitimi görmüş olan bu kurslardan geçmiş olan generallerin bir bölümü yeri geldiğinde kontrgerilla içinde yer alır... Sonuçta ben daha, başka insanlardan Ergenekon’u araştırdığımda şunu gördüm: Bunun içinde subaylar var, emniyetçiler var, profesörler var, gazeteciler var; işadamları var, sıradan insanlar var.” Bugün çeteler dediğimiz bu küçük birimler var ya, işte bu birimler Ergenekon’un içindeki birer bölüm birer parça. Adını saydığımız kişiler de Ergenekon adı verilen bu üst örgüt tarafından kullanılan tetikçiler.”

Erol Mütercimler sonunda çok ilginç bir örgütle karşılaştığını söylüyor. Mütercimler’e göre ülkeyi darbeye sürükleyen ve bugün “çete” diye anılan örgütün gerçek adı Ergenekon.

“Ben de ilk kez bu örgütün adını öğrendiğimde şok oldum. Gerçek anlamda şok oldum. Çünkü o kadar yıl yüzlerce insanla konuştum ki bunların hepsi ihtilalci darbeci subaylar çok

Page 48: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

büyük bölümü. Ama bunu ilk ben emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk’ten duyduğumda, öğrendiğimde anlayamadım”.

Mütercimler, Ergenekon adlı bir üst örgütten ilk söz eden Tümgeneral Memduh Ünlütürk 12 Mart döneminde işkenceli sorguların yapıldığı ve kontrgerilla kadrolarının ilk kez ortaya çıktığı Ziverbey Köşkü’nün komutanı olarak tanınıyordu. Ve yıllar sonra ilk kez kendisinin de içinde bulunduğu derin devlet olgusunun 1970’lerden 1999’lara kadar uzanan boyutunu adım adım iz sürülerek genel çizgilerle açıkladığım İtalya’da P-2 Mason Locası’ndan Erol Mütercimler’in savlarına kadar aralarında hiç bağlantı olmayan kişi ve kuruluşlarının açıklamalarıyla ABD, FM 31-15 ve FM 31-16 resmi talimnamelerinde yer alan açıklamaların birbirleriyle örtüşmesini gözler önüne serip derin devletin gizini çözmeye çalıştım.

Mehmet Eymür’ün bu yapılanma içinde Hiram Abas’la birlikte aktif roller üstlenmesi ülke dışına kaçmak zorunda kalıncaya kadar ona belki bugüne kadar hiçbir istihbaratçıya nasip olmayacak kadar dokunulmazlık sağladı.

Sosyalist rejim döneminde Bulgaristan’da mafya içine sızıp özellikle mafya lideri A.U.’yu ajan olarak kullanarak o alemin içyüzünü öğrenip para ve uyuşturucu trafiği ve kaçakçılıkta deneyim sağladı... Bugün edindiği servetin “Bal tutan parmağını yalar” yöntemiyle elde edilip edilmediğini bilemeyiz.

Beyrut, Marsilya, İtalya, İsviçre ve Fransa’daki ülkücü, uyuşturucu kaçakçısı, hapishane kaçkını, katil “vatansever(!) tetikçilerle” gizli operasyonların yürütülmesinde yer aldığı iddia ediliyor...

Ağca’nın hapishaneden kaçırılmasından, Papa’ya suikast girişimine kadar ki ülkücü çeteleşmeyi, mafyalaşmayı en iyi bilebilecek konumda olan bir kişi kuşkusuz Mehmet Eymür’dür,

Mehmet Eymür-Abdullah Çatlı ilişkileri gerçek anlamıyla aydınlanabilseydi derin devletin ne menem birşey olduğu anlaşılabilirdi.

Abdullah Çatlı’nın İtalya’nın en azılı katil neo-faşisti Stefano Delle Chiaie ile ABD’de boy göstermesinin anlamı ne olabilir?20

İtalya’da fazla deşifre olan Stefano, bir süre gözden uzaklaşmalıydı. İspanya, Portekiz, Angola ve Arjantin’e gitti; oralardaki diktatörlere, sağcı örgütlere yardım etmeye başladı. Kuşkusuz bu yardım CIA desteği ile o ülkelerdeki terör, provokasyon, örgütlü hareketi yönlendirme şeklindeydi. Mafya globalleşmişti. Bu bağlamda yolları Abdullah Çatlı ile örtüştü. Bizim istihbarat örgütlerinin kullandığı ve açıkça derin devletten destek alan sağcı militanlarda global eylemlerle ünlerini arttırmışlardı. Papa’ya suikast girişimi bu gelişmenin en karanlık, hâlâ gizini koruyan en önemli eylemini oluşturuyordu.

Soğuk savaş döneminde CIA tüm dünyada legal ve illegal örgütler içinde antikomünizmi örgutledi. Bu güçlerin desteğiyle ABD çıkarlarının korunması için, hep Amerikancı iktidarların iktidarda kalmasını sağlamaya çalıştı, Neo-faşist ve Neo-Naziler tüm dünyada ABD yanlısı düzenin devamlılığını sağlamak için, CIA dolarlarıyla beslenip ülkücülük, vatanseverlik adında gerektiğinde idam mangaları21 oluşturup emperyalistlerin tetikçiliğine soyundular. Bu kirli ya da örtülü operasyonların finansmanı uyuşturucu ticareti, kara para aklama, hayali ihracat, kumarhane işletmeciliği, fuhuş vb. yollarla sağlandı. Bu pisliğe bulaşanlar bol para ve gerektiğinde devlet desteğini de yanlarına alıp mafyalaştı ve çeteleşti... Palazlandıkça bu sergerde takımına yurtiçi az geldi. Küreselleştiler!... Ele

Page 49: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

geçirdikleri maddi olanaklar o kadar boyutlandı ki, işlerini kolaylıkla yürütmek için bürokrat ve politikacıları satın alıp, düzendeki kokuşmanın nedenlerini oluşturdular.

Aslında emperyalistler el attığı ülkelerin kokuşmasını kendi sömürülerinin devamlılığı adına arzu ederler...

- İngiltere’nin Çinlilere karşı yürüttüğü Afyon Savaşı’nın (1839) nedeni ne idi?22

- ABD’nin II. Dünya Savaşı’nda Sicilya çıkarması döneminde oradaki mafyadan yardım almasının daha sonraki evrede ABD’de İtalyan mafyasının etkin olmasında rolü olmamış mıdır?

- ABD’nin bazı başkanlarının mafya liderleriyle girdiği ilişkiler nasıl açıklanabilir?

-Panama eski devlet başkanı CIA ajanı Noirega ABD ile uyuşturucu konusundaki ilişkileri nedeniyle mi kaçırılıp hapse konuldu?

- İran-Contra skandalının anlamı nedir? Örnekler çoğaltılabilir. Ama gereksiz...

Soğuk Savaş sonrasında dünün antikomünistleri ağa-babalarının buyrukları doğrultusunda, küreselleştiler, serbest piyasa ve özelleştirmeci oldular. Bu kez komünistler yerine “ulus devlet” yanlılarını hedef alıyorlar...

1990 yılında imzalanan Paris Şartı’yla Soğuk Savaş’ın bitimiyle ortak düşman kavramı başkalaştı. Zengin kuzey ülkeleri petrol başta olmak üzere gereksinim duydukları tüm ham madde kaynaklarına sahip olan güneydeki yoksul ülkeleri düşman ilan ettiler. Güneyde özellikle petrol rezervlerine sahip olan Irak, İran ve Libya vb. ülkeler emperyalist baskı ve sömürüye meşreplerince karşı çıktıkları için hedef seçildiler. Buna karşın ABD işbirlikçisi müslüman ülkeler Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE’leri baş tacı edildiler. 1.Körfez Savaşı bu sürece katkıda bulundu. Radikal İslama özgün bir örnek oluşturan Taliban örgütü SSCB ile çatışırken emperyalistlerce desteklenirken, bugün Usame bin Ladin’e yataklık ettiği için düşman sayılıyor.23 ABD’nin yıllardan bu bölgede emperyal çıkarlarına hizmet edecek bir ılımlı İslâm kuşağını dünkü “Yeşil Kuşak” yerine kullanmak Üzere Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar örgütlenmek için Fethullah Gülen’e destek verdiği görülmektedir. Aslında geçmiş dönemlerde tüm yandaşları ve tarikatları kullanmışlardır. Bugün bu gücü “küreselleşme” da “Yeni Dünya Düzeni”ni yanına almaya çalışmaktadır.

Derin devlet olgusunun dış boyutuna da bakmamız gerektiğini düşünüyorum. 1999 yılında yayınlanan Çeteleşme adlı kitabımda “Yeni Dünya Düzeni”nin oluşumunu yıllardan bu yana hazırlayan enternasyonal kapitalizmin yüzlerce örgütü içinde en etkin konumda olan:

- Commission of Foregin Relation= CFR

- Bilderberg Group= BB

- Trilateral Commission= TC

- Eisenhower Exchange Fellowship= EEF’den söz edip masonluk üstü bu örgütlere üye olan küresel seçkinler ve seçilmiş Türk vatandaşlarını ismen açıklıyorum.24 Kuşkusuz bu örgütlenme hiyerarşisinin en altında bulunan Bilderberger’lerin”Yeni Dünya Düzeni” hiyerarşisi içinde üst örgüt üyelerinden direktif almaları da doğaldır. Serbest piyasa ekonomisine geçiş, özel sektörün öne çıkartılması, özelleştirme, sosyal güvenlik reformu(!), sendikasızlaştırma, IMF buyruklarına uyum, tahkim, çok taraflı yatırım anlaşmaları, MAI, MIGA oluşumları gerçekleştikçe iktidarların emperyalistler nezdindeki itibarları artmakta

Page 50: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

“globalizm” adına ulus devletler ve ulusal değerler ufalanmaktadır. Bu olguya da globalizmin mafyalaşması diyebiliriz

“YDD”nin en etkin ve köklü örgütü masonluk baz oluşturmak üzere mason üstü ve premasonik örgütler globalizmin gerçekleşmesi için yıllardan bu yana çaba sürdürüyorlar, gene bu örgütlerde emperyal çıkarlar uğruna alınan kararlar seçilmiş yerel küresel seçkinler aracılığıyla yaşama geçirilmektedir. Ticaret ve sanayi burjuvazisi ve örgütleri, ABD yanlısı neo-liberal partiler, bürokrasi, iktidarı tutan diğer güçler, ılımlı İslâm, neo-faşistler ve örgütleri, ikinci cumhuriyetçiler, Amerikan mandacılarının ardılları, Sevr yandaşları vb. güçler, Atatürk’ün “tam bağımsız, özgür, anti-emperyalist, anti-kapitalist” ulus devletiyle ve yandaşlarıyla kıyasıya çatışma içine girmiş bulunuyorlar. Bu cepheye karşı global karşı koyacak güç ve sınıfların örgütlenmeleri için kaybedecekleri bir gün bile olmaması gerektiğini düşünüyorum.

Enternasyonal kapitalizmin masonluk üstü örgütleri ABD, Avrupa, Japonya ve Türkiye’de örgütlenmiş, bunun dışında dünyadaki emperyal çıkarları korumak için masonlar ve premasonik örgütlerin desteklerini yeterli buldukları anlaşılmaktadır. EEF (Eisenhower Exchange Fellowship) bağlamında sisteme dahiledilmiştir. Türkiye’nin öneminden sıkça söz edilmektedir. Kuşkusuz bu söyleme değişik anlamlar yüklenilebilir. Bunlardan biri de ülkemizde 40 kadar EEF üyesi, 38 tane Bilderberg üyesinin bulunması emperyalistler adına yadsınması olanaksız bir kazanım olarak değerlendirilebilir.

Bu bağlamda Türkiye’nin 40 yıllık politikasına damgasını vuran politikacıların hemen hemen tümü anılan örgütlere üye olarak globalleşmişler ve etkinliklerini sürdürmeye devam ediyorlar.

Kuşkusuz bu kişilerden en etkin ve yetkin olanı Süleyman Demirel’dir.

- Demirel’in mason olduğunu ilk kez 1968 yılında bir gazete yazdı.25 Bu belge üzerine karşıt bir belge yayınlandı. Necdet Egeran’ın ismi geçti. Sorun tartışıldı ve dalgalanmaya bırakıldı.

- Demirel, Eisenhower Exchange Fellowship Örgütü’nün 1954 yılında ABD’de 11 ay süreli çalışmalarına katılan ilk Türk olma onurunun sahibidir.26

Uluslararası global anlayış beraberliğini gelişme amacını güden EEF örgütünün kurulduğu 1953 yılından bu yana 1200 üyesi bulunmaktadır. 46 yılda tüm dünyada 1200 kişi olması olgusu bile bu örgüt üyelerinin seçilmiş olduğunu kanıtlamaktadır. Peki bu örgüt üyeleri hangi kuruluşlardan seçiliyor:

- Özel sektör şirketler ve bankalar 186 kişi

- Sanayi ve Ticaret odaları, ihtisas örgütleri 21 kişi

- Devlet ve hükümet başkanları 4kişi

(biri Süleyman Demirel)

- Bakan düzeyinde ve üst düzey yetkilileri 92 kişi

- Devlete ait şirketler ve bankalar 34 kişi

- Elçiler 32 kişi

Page 51: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

- Gönüllü organizasyonlar (STK)27

(sağlık, bilim,çevre, eğitim, sosyal güvenlik vb. 69 kişi

- Üniversite lisans üstü 30 kişi

Doğrusu ABD’lileri kutlamak gerek(!), her sektörden -özellikle özel sektörden- insanları seçip yetiştirip “küresel seçkinler” arasına kattıkları için.

Bizim açımızdan bu gruplarıma ile derin devlet olgusuna yeni bir boyut gelmiş olmaktadır.

EEF örgütünün şu andaki başkanı George Bush’tur. Bu kişi, masondur, enternasyonal kapitalizmin örgütlerden CFR ve Trileteral üyesidir, CIA eski başkanıdır, ABD’nin eski başkanıdır. Hakkında mafyayla ilişkileri hakkında ciddi savlarla suçlanılmaktadır...28 Kuşkusuz, Bush’un en belirgin özelliği istihbaratçı oluşudur. Mehmet Eymür de onun bu sıfatıyla başkanlık yapmasından memnun görünüyor.

Süleyman Demirel, 1975 yılında Çeşme Altın Yunus Oteli’nde toplanan Bilderberg toplantısına Bülent Ecevit’le katılmıştır. Bu birliktelik günümüzde açığa çıkmış bulunuyor...

Aslında uluslararası kapitalizmin tüm örgütleri masonist ve siyonist tandansta olup, genellikle ABD istihbarat örgütleri denetimindedir. Nitekim 1954 yılında kurulan Bilderberg örgütünün kurucusu Josheph Retinger’in de Yahudi kökenli ünlü bir mason olduğu bilinmektedir. Bu ilk toplantının finansmanının CIA tarafından sağlandığı internet kayıtlarında görülmektedir. Bilderberg toplantıları katılımcılarını sınıflandırırsak FM 31-16 Counterguerrilla Operation adlı resmi Amerikan talimnamesine dayanarak kategorize ettiğimiz derin devlet olgusuna yeni boyut kazandırabiliriz.

- Örgütün fikir babası ve sürekli katılımcıları arasında David Rockefeller, G. W.Ball, Z. Brzezinski, H. Kissinger, Edmond Rotchild, Michel Rocard gibi ünlü banker ve devlet adamları yanında,

-Özel sektör temsilcileri

- Devlet adamları ve politikacılar

- Büyükelçiler

- Akademisyenler

- CIA Başkanı ve görevlileri

- NATO Başkanı ve genel sekreterleri

- Medya kuruluşlarının patronları, editörler

- ABD Gn.Bşk. ve Kuvvet Komutanları vb.

bulunmaktadır. Bilderberg örgütü toplantılarının gizli olduğunu anımsayalım ve bu örgütle CIA başkanları ve NATO Komutanı ve genel sekreterlerinin de bulunduğunu vurgulayıp yeniden İtalya’daki ünlü P-2 Mason Locası olayı ve Gladio skandalını anımsayalım. Bilindiği gibi CIA, dolayısıyla ABD, NATO ve P-2 Mason Locası yanında

Page 52: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

İtalyan Cumhurbaşkanı Cossiga, Başbakanı Andreotti, Hıristiyan Demokrat Parti- ABD yanlısı, liberal İtalyan istihbarat örgütlerinin terörü yönlendirdiği ortaya çıktı. Bu olgu orada “Temiz Eller” girişimini başlattı. Gladio örgütü lağvedildi ve İtalya siyaseti burjuva demokratik anlamda nispeten temizlendi... Biz Susurluk çayında boğulduk. Çünkü derin devletin gücü demokratik, güç ve örgütlerden çok daha güçlü...

İtalyan P-2 Mason Locası ardında Kissinger’in parmağı olduğu iddia ediliyor. Aslında bu kişinin dünyadaki tüm kirli işlerde parmağı olduğu biliniyor. Örneğin ta 1975 yılında mahkemede yaptığım savunmaya Kissinger’in Kıbrıs olayında Türkiye aleyhindeki girişimlerinden söz ettim.

İtalya’daki P-2 Mason Locası ardında Kissinger varsa bir türlü aşılamayan bizim derin devletin içinde olması olası P-X Mason Locası’nın ardında neden bulunmasın? Üstelik gelmiş geçmiş tüm liderlerimizin dostu(!) olduğuna göre...

Henry Kissinger, Alman asıllı, Yahudi kökenli, hayata istihbaratçılık ve özel savaşçılıkla başlamış, Almanya Oberammergau’daki İstihbarat Okulu’nda öğretmenlik yapmış, akademisyen olarak anti-komünizmin örgütlenmesinde özel savaşın kuramlaşmasında yer almış, devlet adamı sıfatıyla CIA’yı denetime almış, bir çok darbe ve örtülü operasyonu yönlendirmiş, mason ve uluslararası enternasyonalizmin tüm örgütlerine üye olan günümüze değin ABD emperyalizmi adına etkinliğini sürdüren, siyonizmin baş destekçisi olan bir kişiliktir. Özellikle ülkemizde her kademede insanlarla dostluk kurmayı başarmıştır.29 Bu kişilerden biri Selahattin Beyazıt’tır. Beyazıt aşağı yukarı Bilderberg örgütünün duayeni ve lideri olarak bizim Bilderbergs’lerin uzun süre başında bulunmuştur. Kissinger’in de dostu olan bu kişinin İskoç Büyük Mason Locası’nın üyesi olduğuna ilişkin hakkındaki iddialar basında yer aldı.

Şu anda “Yeni Dünya Düzeni”nin liderinin David Rockefeller olduğu, onun ABD’deki Chase Manhattan Bank’ında Henry Kissinger’in Baş Danışman, Rahmi Koç’un yönetim kurulu üyesi olduğu bilinmektedir. Rahmi Koç’u kutlamak gerek YDD’nin finans kesimine üs düzeyde giren ilk Türk olduğu için. Ayrıca Rahmi Koç CFR üyesi olan ilk ve tek Türk vatandaşıdır.30

Rahmi Koç’un uluslararası kapitalizmin bazı örgütlerine üye olduğu bilinmektedir. Bu kişi aynı zamanda TÜSİAD üyesidir. TÜSIAD üyeleri içinde Bilderberg örgüt üyeleri çoğunluktadır. Örneğin, 1999 yılında Portekiz, Sintra’daki Hotel Caesar Penha Lonya da 3-6 Haziran günleri arasında yapılan gizli Bilderberg toplantısına Gazi Erçel, Sedat Ergin, Suna Kıraç ve TÜSİAD başkanı Erkut Yücaoğlu’da katılmıştır... David Rockefeller ve Richard Holbrooke da ABD’li katılımcılar arasında... Her şey açık değil mi? Koç ailesi ve Ali Babacan örgütün itibarlı üyelerinden.

Henry Kissinger’in Süleyman Demirel’le de çok yakın dost olduğu anlaşılıyor. Hem de evinde davet edebilecek boyutta.

1995 yılının Nisan ayında Arjantin’i ziyaretinde Cumhurbaşkanı Menem’in çiftlik evinde verdiği kahvaltıda Henry Kissinger’de bulunmaktadır. “Demirel, Kissinger ile çok eskiye dayanan dostluklarının bulunduğu belirterek, “Türkiye’ye gel, çok önemli konular var, konuşalım.” dediği açıklandı.31 “Demirel, Kissinger’in de ekim ayında ABD gezisi sırasında kendisini evinde ağırlamak istediğini söylediğini bildirdi.”

Page 53: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Demirel’in, ABD’ye gittiğinde ne konuştuklarını, Kissinger’in evine konuk olup olmadığını bilemiyoruz ama Kissinger’in Ecevit, Özal ve Çiller gibi politikacılar yanında Ayşegül Nadir’le çok özel ilişkileri fotoğraflarla basına yansıdı.

TÜSIAD, 13-14 Kasım 1996 günleri arasında “Siyasette Kirlenme ile Temiz Politikacı” konulu bir seminer düzenledi. Kissinger baş konuşmacı idi. Bu davet kanıma dokunmuştu. Bir Atatürk milliyetçisinin bir globaliste karşı olmasından daha doğal ne olabilirdi? Bir basın toplantısı düzenledim Kissinger’in iç yüzünü açıkladım. Daha sonra yazılı metini tüm basına faksladım. Ne sponsorum, ne de yardımcım vardı. Ama girişimimin medyada çok az yer alması bile benim için bir ölçüttü.

H. Kissinger’in bağlı olduğu örgütlerin ve onun yandaşlarının gücünün, medyayı denetime aldığını algılamıştım. Medyamız genellikle globalleşmişti!32

Görüldüğü gibi, emperyalizmin örgütleri çeşitli burslardan da (AFC, Fulbright bursu, EEF, Ford Vakfı, D. Garnecie Vakfı vb. gibi) yararlanıp yetiştirdikleri adamlarıyla globalizme hizmet edecek nicelik ve nitelikte”Küresel Seçkinler” yetiştirip Sivas Kongresi’nin Amerikan mandacılarının, Demokrat Parti’nin, küçük Amerikancıların katkılarıyla uzun erimli hedeflerine ulaşmış gibi görünüyorlar... Ne yapmalıyız?

Anti-emperyalist ve anti-kapitalist yurtseverlerin gündemini bu soru oluşturmalı... Çok geç kalınmış olduğu gerçeğini algılayarak.

11 Temmuz 2001 günü bir gazetede Demirel’in aile fotoğrafı manşetten bir haberle yayınlandı.33 Bu fotoğrafta yer alan Cavit Çağlar, Mehmet Eymür’ün kaleme aldığı MİT raporunda, M. Ali Yılmaz’la yer almıştı. Demirel’in vefa ve gönül adamı olduğu söylenirdi. Gerçekten de bu iki kişiyi Bakanlık koltuğuna oturtmaktan çekinmedi.

Demirel’in mafya babası olarak tanınan “İnci Baba”yla dostluğu da basına” yansımıştı.34

Bunun gibi polis, ordu, hükümet, mafya bağlantısının kilit adamı olan Yasef Öztürk’le de Demirel ailesinin bir dergide aile fotoğrafı yayınlanmış ama tepki çekmemişti.

Kuşkusuz Demirel’in aile fotoğrafları örneklediğimiz kadar değildir. Onun, kaba hatlarıyla açıklamaya çalıştığımız ilişkilerini albümlere sığdıramazsınız. Her ne kadar “Kontrgerilla tartışmaları havanda su dövmektir.” diyorsa da derin devleti ondan daha iyi bilen bir kişi tasavvur edemiyorum.35 Türkiye’de Cumhurbaşkanı seçimleri hep sancılı olmuştur. Hele ülkemizin böylesine istikrara gereksinim duyduğu bir dönemde önümüzdeki seçim daha da önem kazanmış görülüyor. Uzun süredir Demirel’in yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesi için Anayasal düzenleme için olay gündemde tutuluyor ve bazı ittifaklar kuruluyor. Demirel’in gerek yurtdışı ve gerekse yurtiçi kurmayı başardığı ilişkiler ağı içinde her ne kadar hayatının hiç bir döneminde kendisi için bir şey istemese de ‘ülkenin o’na gereksinimi var’ diye düşünüyor; yeniden seçilmesini olası görüyorum.

Ülkemizi Mesut Yılmaz’ın tanımlamasıyla “Mafya Cumhuriyeti”nden kurtarıp özlemini çektiğimiz düzene erişmemiz için...

Kaynakça ve Açıklamalar

1. Y.n. Daha önce Talat Turhan ve Orhan Gökdemir tarafından hazırlanan Mehmet Eymür- Susurluktan Ziverbey’e Bir MİT’çinin Portresi, Sorun Yayınları, 6. baskı, Haziran 2005” isimli kitabta yayınlanan aynı adlı makalenin güncellenmiş şeklidir

Page 54: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

2. Talat Turhan, Orhan Gökdemir, Mehmet Eymür- Susurluktan Ziverbey’e Bir MİT’çinin Portresi, Sorun yayınları, 6. baskı, Haziran 2005

3. Mehmet Eymür, Analiz-Bir MİT Mensubunun Anıları, Milliyet Yayınları, Ağustos 1991

4. Y.n. Günümüzde toplumların gelişmişlik düzeyleri değerlendirilirken öncelikle bakılan birkaç temel ölçütün arasında artık ‘hukukun üstünlüğü’, ‘demokrasi’ ve ‘insan hakları’ da var. -Devlet Bakanı Mehmet Ali İrtemçelik: Cumhuriyet: 6 Eylül 1999 Özgen Acar’la söyleşi

5. Can Dündar, Celal Kazdağlı, Ergenekon-Devlet İçinde Devlet, 2. baskı, Temmuz 1997, s.73-94.

6. Talat Turhan, Orhan Gökdemir, Mehmet Eymür-Susurluk’tan Ziverbey’e Bir MİT’çinin Portresi. s.122-127

7. Y.n. Bizim bu öngörülerimiz daha sonra “Kurtlar Vadisi” isimli dizide bir ölçüde yansıtılmış ancak suya sabuna dokunulmadan aktarılmıştır.

8. Talat Turhan, Emperyalizmin Bataklığında İstihbarat Örgütleri-Doruk Operasyonu, Sorun Yayınları, 2. baskı, Mayıs 1999

P-2 Mason Locası’yla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Enis Tezcan, Bir Ortaçağ Mafyası - Tapınakçılar, Sayfa Yayınları, sh. 79, sh. 89

9. İktidarda Mason Oyunu-Milliyet: 13 Nisan 1989

10. TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu Raporu

11. Talat Turhan, Çeteleşme, Akyüz Yayıncılık, 1999, s. 105-124

12. Talat Turhan, Bomba Davası Savunma-2, 1986

13. Talat Turhan’ın Savunması, 7. Klasör, Dilekçelerin eleştirisi

14. Marmara Brifingi; Devletin Gözüyle Sağ ve Sol Örgütler, Kaynak Yayınları, Nisan 1995, (Talat Turhan’ın önsözüyle)

15. Y.n. Talat Turhan’ın 10 Klasör, 4500 sahifeden oluşan ve 1975 yılında mahkemeye verilen savunmasının 1. Klasörü olan ‘Politik Savunma’ya bakınız.

Bu bölümün özeti 1986 yılında Bomba Davası Savunma I adlı yapıtımda yayınlanmış bu konulara yer verilmiştir.

16. Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla,1992 ve Kontrgerilla Cumhuriyeti,1993 adlı yapıtlarıma bakınız.

17. Milliyet: 17 Kasım 1990

18. Yeni Asya: 4 Aralık l990

19. Can Dündar, Celal Kazdağlı, Ergenekon-Devlet İçinde Devlet, 2.baskı, Temmuz 1997, s.73-94.

Page 55: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

20. En Kirli Yeraltı Örgütü, Sabah, 23-28 Aralık 1996: Anılan dizi yazıdan Hazırlayan: Mehmet Yalçın, Mehmet Tez, Şahin Artan “Talat Turhan, söylediği olaylarla diğer NATO ülkelerindeki olaylar arasındaki paralellikler de var.”

21. Talat Turhan, Doruk Operasyonu, Sorun Yayınları, 1. baskı, Ağustos 1989, s. 85-97

22. Talat Turhan, Mehmet Eymen, Mont Pelerin-Küresel Sermayenin Beyni, İleri Yayınları, Mart 2005

23. Y.n. - 2. Körfez Savaşı ve Afganistan’ın işgalinden önce yazılmıştır.

24. Ayrıntılı açıklama için Bkz. Talat Turhan, Küresel Çete, İleri Yayınları, Şubat 2005. Ayrıca bu kitabın “önsüz yerine” bölümündeki şemaya bakılabilir.

25. Bu vesika karşısında lütfen saygı ile eğiliniz Sayın Demirel, Yeni İstanbul, 26 Ocak 1968

Demirel’i Kızdıran Soru: Mason musunuz?, Hürriyet: 8 Haziran 1989

26. Y.n. Bu konudaki ilk açıklama 1975 yılında mahkemedeki savunmamla yapılmıştır. (Bomba Davası, Savunma 1 adlı yapıtıma bakınız.)

- 1999’da yayınlanan Çeteleşme adlı yapıtımda internetten yararlanıp, bu konuda ayrıntılı bilgi vermeye çalıştım.

- Bakınız: “Demirel’i ikinci kez, önemli kişiler yetiştiren EEF örgütü Amerika’ya çağırdı .”,Örsan Öymen, Milliyet: 12 Şubat 1976

27. Y.n. NGO (Non Goverment Organisation)’lar STK genellemesi içinde bilinçli olarak gizlenmektedir. Dış güçlerce finanse edilen bu kuruluşlar globalizme hizmet etmekte ve ulus devlet aleyhine çalışmakta ve misyonerlik çalışmalarını sürdürmektedirler. (Bakınız: Mont Pelerin ve İleri dergisindeki Talat Turhan ve Mehmet Eymen tarafından kaleme alınan “AEGEE: Küresel Çeteleşmenin Gençlik Cephesi” adlı makale.

28. Mafya, CIA, George Bush- ABD’de Devletin En Yüksek Kademelerine Kadar Çıkan Yolsuzluk Skandalı, Pete Brewton, Milliyet Yayınları, 1. baskı, İstanbul, Eylül 1993, Çeviren: Şen Süer Kaya (Bakınız: ‘Siluet ve Gölge’-Güneri Civaoğlu- Milliyet: 10 Kasım 1996)

29. Talat Turhan, Orhan Gökdemir, Mehmet Eymür-Ziverbey’den Susurluk’a bir MİT’çinin portresi, Sorun Yayınları, 9. baskı, Eylül 2000,s. 271-292.

Talat Turhan TÜSİAD’ın girişimleri ve Henry Kissenger’ın iç yüzü.

30. Talat Turhan, Orhan Gökdemir, Mehmet Eymür-Ziverbey’den Susurluk’a bir MİT’çinin portresi, Sorun yayınları, 9. baskı, Eylül 2000,s. 271-292.

Talat Turhan TÜSİAD’ın girişimleri ve Henry Kissenger’ın iç yüzü.

31. Y.n. Bildirberglerin listesi için bkz. s.81

32. Y.n. Chase Manhattan Bank’ın İstanbul’daki şubesi bulunmaktadır. Müdürü İsak Antika’dır; Yahudi asıllı bir vatandaşımızdır.

Page 56: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

33. Demirel, İçini Kissinger’a Döktü, Hürriyet: 6 Nisan 1995

34. Talat Turhan, Kissinger: ‘Küçük Amerikacıların akıl babası, 13 Ekim 1996

- Talat Turhan, Darbeciden Dürüst Politikacı Dersi, , Evrensel, 14 Ekim 1996

- Talat Turhan, Yüzbaşı Henry Kissinger, Bizim Gazete: 21 Ekim 1996

- Talat Turhan, Kissinger’dan Siyasette Kalite Dersi Almak Utançtır, Aydınlık, 10 Kasım 1996

35. Milliyet, 11 Temmuz 2001

36. Yargı “Baba”sını Kaybetti, Gerçek dergisi- Kapak: 21 Ağustos 1993

37. Mesut Yılmaz: “Türkiye Mafya Cumhuriyeti’ne dönüşmüş. Bu olayların içinde siyasiler, devlet görevlileri ve mafya vardır” -Siyasilerle çeteler içice- Dürdane Kırçuval’ın haberi, Cumhuriyet, 21 Ekim 1998

1. Yn. Mesut Yılmaz’ın 1988 yılında Ankara, Çankaya Mason Locası’na kaydolduğunu Mustafa Akgün’ün Yahudinin Tahta Kılıcı adlı kitabının üçüncü baskısında, 1996, Rahmet Kitap Kulübü, iddia ediyor. (Kitapta, s. 350-51’de ‘Çankaya L.:1988 Yıllığı’nda, Mesut Yılmaz’ın Mason Locasına üye olduğu yazılıdır.)

2. Y.n. Mesut Yılmaz, Erdal İnönü ve Selahattin Beyazıt ile 1990 yılında ABD’de Glen Cove- Newyork’da yapılan Bilderberg toplantısına katıldığı yazıldı. Hürriyet: 15 Mayıs 1990

3. Yn. Mesut Yılmaz’ın globalleşmede önü açık görünüyor. İddia doğru ise masonluk -Bilderberg üyeliği- Başbakanlık çizgisi onun global etkisini daha da artırabilir.

4. Y.n. Bir yerde yanlış yapmış olmalı ki, küresel seçkinler arasına katılmış olmasına karşın halen Yüce Divan’da yargılanıyor. Sonucunu göreceğiz.

Page 57: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

ABD-CIA-Pentagon-NATO-Gladio Uzantısındaki İstihbarat Örgütleri Neye Hizmet Ediyor?1

Bizler, 10’larca yıldır düzenin bozuk olduğunu iddia ederiz; yalnızca ve salt bu iddiayla da kalmaz, sözümüzün arkasında durduğumuzu da kanıtlarız; “bozuk düzen”in oluşmasında rol alanlarla birlikte, neden-sonuç ilişkisi bağlamında bazı saptamalarda ve yorumlarda da bulunuruz...

Yaptığımız saptama ve yorumlarımızı büyük ölçüde hayat da doğrulamıştır.

Birinci basımı 1989 yılında yapılan Doruk Operasyonu isimli kitabımda yer alan konuların çoğunluğu daha da güncelleşerek, 2005 yılına geldik. Bu süreçte “düzen bozukluğu” bağlamında yaşananları yirmi yıl önce hayal bile edemezdik. Olay ve olguları irdelerken devrimci sezgilerimizi de katarak önemli ipuçlarını yakalamış ve bu konuyu okurun değerlendirmesine sunmuştuk. “Susurluk” kazasının ortaya çıkması ya da çıkarılması, politikada, bürokrasinin her iki kanadında vb. pek çok alandaki yozlaşmayı ortaya çıkarıp-dökmüş olmasına karşın, bu konu örtbas edilmeye çalışılmış, büyük halk kitlelerinin bilinçlenmesi, ve emperyalizmin çirkin yüzünün daha da öğrenilip kavranılması gizlenip saklanmak istenmiştir. Bunda da başarılı olunduğu görülmektedir...

Aslında, TBMM Susurluk Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış bile olayın kapatılacağı inancındadır; bu kanısını da açıkça ifade etmektedir. Eski MİT görevlisi Mehmet Eymür, Danıştay’a sunduğu savunmasında2: Susurluk olayından sonra “Yeşil”-Mahmut Yıldırım- adının bilinçli olarak ortaya atıldığını iddia ediyor ve ekliyor: “Böylece adalet mekanizmasını da gerçeklerden uzaklaştırdılar. Benim tanıdığım Yeşil yaşasaydı bu suçlamalara izin vermezdi.” (...) “Jandarmanın, polisin ve bizim -MİT- görevlerimizi yerine getiren Yeşil, jandarmanın, polisin verdiği istihbarat görevlisi kartını, telsizini, silah ve patlayıcı maddeyi taşıyan Yeşil, neden korkup saklanacak ki? Korkup saklanacak olanlar ona kanunsuz görevleri veren resmi kişiler.”

Kuşkusuz, emperyalist-kapitalist sistemin konumu, mantığı ve işleyiş kuralları bir yana itilerek bu olay ve olguların analizi ve aralarındaki çelişki, kişilere indirgenemez. Emperyalizme bağımlı, “alt emperyalist” ve “taşeron” olarak bazı sıçramalar yapmak isteyen sistem ve egemen gerici sınıflar koalisyonun iç mantığı da olay ye olguları kişiler bazında ele almak cihetine girmiştir.

Mehmet Eymür’ün açıkladığı gibi, Yeşil’i jandarma, polis ve MİT “kanunsuz görevlerde” kullanmışsa, burada birincil sorumluluk yürütmenin başına düşer...

Eymür, o konuya da açıklık getiriyor: “Yeşil’in kullanıldığı operasyonda dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’in onayı var...” Mesut Yılmaz, Eymür’ün açıklamasından bir gün sonra onu onaylıyor:3 “Operasyondan haberim olduğu doğrudur. Ama benim değil bütün kamuoyunun haberi vardı.” Kamuoyunun haberdar olması başbakanın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz ki... Mesut Yılmaz ekliyor: “Çetelerle mücadelemiz siyasi iktidarın belirlenmesinde vatandaş için kriter olması gerekir.” Binbir kuşatma ve akıl almaz yabancılaştırma yöntemleriyle yanıltılmış “vatandaş” acaba bu ölçütü seçimlerde değerlendirebildi mi, göreceğiz!..

Eymür, ABD’ye gitmeden önce Başbakan Mesut Yılmaz’ı ziyaret ettiğini, Başbakan’ın kendisine: “Sen bu memleket için lüzumlu bir insansın, 1-2 sene Amerika’da dinlen, sonra yine beraber çalışacağız.” dediğini ve konuşma sırasında Yılmaz’a: “Alaaddin Çakıcı’nın

Page 58: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

elinde ‘Mesut Yılmaz’ın yer değiştirip kaçması’ için haber yolladığına dair bant olduğunu” açıklamış, daha sonra da görüşmeye Eyüp Aşık’ın da katıldığını belirtmektedir.4

Mehmet Eymür, bozuk düzenin, kapitalist anarşinin adeta topografyasını çıkartıyor. “Küçük Amerika” özlemleri gerçekleşmiş, CIA ve NATO’ya deli bağlar misali bağlanmış ülkemizde bunların olacağı bir rastlantı değildi elbette...

Burada Mehmet Eymür’ün günümüzdeki tavrının neden ve niçin vb. gibi sorulara verilebilecek yanıtlar ikinci dereceden, ayrı bir yargının kapsamına gireceğinden üzerinde derinlemesine durmuyoruz. Konunun önemi ve kapsamı zamanla daha çok ortaya çıkacaktır. O zaman yapılacak analizler yanında, psikologlara da iş düşeceğini sanıyorum... Bakın Eymür hangi saptamalarda bulunuyor:

- Terör uzmanı bir polis şefi silah kaçakçılarıyla ortaktı.

- Cinayet masasının amiri, mafya cinayetlerini örtbas etmekle görevliydi.

- Bazı valiler babalara mektup yazıp, makam arabası hibe etmeleri için özel ricada bulunuyordu.

- Emniyet Genel Müdürü, bu göreve bir baba tarafından tayin edildi.

- Üst rütbeli bazı subaylar, tanınmış bir gazinoda bedava yemeye karşılık, babaların askerlik işlerini takip ediyordu.

- Dünyaca ünlü uyuşturucu kaçakçısı, ülkenin kaderini değiştiren ihtilâl lideri generallerden birine İsviçre’de villa aldı.5

Mehmet Eymür, “Susurluk Çözülmez” yargısına da açıklık getiriyor:

Kanaatimce Susurluk olayının tam olarak çözülmesi zordur. (...) Sonyıllarda iki tip illegal faaliyet sürdürülmüştür. Bunlar Devlet yararına olduğuna inanılan işler ile çıkar sağlamaya yönelik faaliyetlerdir. Her iki faaliyet iç içedir. (...) Devlet yararına olduğuna inanılan işlerin açıklanması ülkeyi zora sokabilir. (...) Devlet yararına yapıldığına inanılan işler belli bir emir-komuta zinciri içinde yerine getirilmiştir. Emirleri icra eden kişiler ulvi bir görevi yerine getirdikleri inancı ile bu işleri yapmışlardır.

Eymür, aynı bakış açısıyla “şerefli vatansever tetikçi”lerden(!) söz ediyor. Peki bu kimselerin kullanılması yasal mıdır? Yasal değilse ya da devlet adına iş yapıyorum derken, bu arada kendi adına uyuşturucu ticareti yapan tetikçinin -Ölüm Mangası lideri ya da elemanı- eyleminden siyasi iktidarlar sorumlu değil midir? Bu sorular sistemin mantığına göre bile sorulmuş olsa, kimse ağırlığının altından kalkamayacaktır.

Eymür, bir anlamda bu soruya da yanıt veriyor: “soruşturmaların ‘önemli makam’lara ulaşınca kestirildiğini veya ifadelerin değiştirildiğini, para gücünün, her şeyi örtbas etmesi ve satın alması, resmî kişilerin ‘müesseseler yıpranmasın’ gibi ciddiyetsizlikleri sonucu bu güne gelindiğini”, “günümüzde siyasi güçte kazanan yeraltı dünyası, kendisiyle uğraşan resmî görevlilerden çekinmeye başladı. Ayrıca “hazırladığı ünlü MİT raporundaki bilgilerin de bugün çoğunluğunun doğru çıktığını da” açıklamaktadır.

Page 59: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Eymür’ün bu konudaki kimi yorum ve saptamalarına katılmamak olanaksız. Ancak, bütün bu kokuşmuşluğun bir adı ve sorumlusu olmalı. Eymür bunları siyasal-sosyal devrimini gerçekleştirmiş bir siyasi iktidara değil, kuşkusuz, en azından 50 yıldan beri ABD güdümündeki bir bozuk düzenle her türden çıkarları örtüşen siyasi iktidarların bu oluşumun birincil sorumluları olduğunu bilerek “görevini” yerine getirdiğini sanmaktadır. Kanımca, istihbarat örgütleri ve sistemin bütünleyici bir parçası olarak, bürokrasinin her iki kanadının da bu hiyanete bilinçli olarak ortak olup ülkemizi “Mafya Cumhuriyeti”ne dönüştürmüşlerdir.

Bu ülkede, “uluslar ötesi” tekelci sermayenin avantalar ve yağmalar ülkesinde daha da “Karun” olması için neler yapılmaz ki... Koç ve Sabancı ve diğer holdinglerin yüksek çıkarlarını kollayan bir “demokrasi” de, MİT görevlisi Eymür de böyle bir “dokunulamayan adam” kimliğinde olur... Gizli cinayet şebekelerinde “kirli işlerini” temizlemek için kullanılan tetikçiler de, isimleri afişe edilen faşist bozuntuları gibi olur... Yeri gelmişken söylemek durumundayım, çeşitli niyet ve gerekçelerle bozuk düzene karşı isyan ederek ayağa kalkan bütün devrimciler, polis, işkence, cezaevi deneyimlerinde davasına sahiplenir, en anlamlı zamanlarını içerde bırakır, aç ve işsiz kalır, ya da çeşitli kıyım ve kırımlardan geçirilir...

Mesut Yılmaz, bir gazetede yer alan açıklamasında: “Çetelerin büyümesi devletin zaafındandır. Türkiye, Mafya Cumhuriyeti’ne dönüşmüş. Biz, devleti bu zaaftan kurtardık.” diyebilmektedir.6

Hayali ihracat, İLKSAN, faili meçhul cinayetler (keyfî-fiilî infazlar), kayıp silahlar, Susurluk kazası, uyuşturucu ticareti, kara para aklanması, vb. gibi sorunlar orta yerde dururken, Mesut Yılmaz, bu türden bir “başarıyı” acaba nasıl gösterebiliyor?..

Biz, Mesut Yılmaz’ın “yeni keşfettiğini sandığımız bu türden saptamaları yıllar öncesinde yayınladığımız çeşitli kitap ve yazılarımızda, ayrıca, Kontrgerilla Cumhuriyeti adlı kitabımızda, sorunun “uluslar ötesi” emperyalist sisteme ilişkin boyutunu öne çıkarmaya çalışmıştık. Bunların yanı sıra Doruk Operasyonu adlı kitapta ise, çeşitli istihbarat örgütlerinin konumunu, bu arada MİT içinde Hiram Abas ve Mehmet Eymür’ün başını çektiği, ve yine ayrıca emperyalizmin gizli-açık cinayet şebekeleri ve örgütleriyle organik ilişkili masonik kanadın varlığını, bu bilinçli “sızma”yı neden içimize sindiremediğimizi, devrimci ve yurtsever kimliğimizle açıklamaya çalışmıştık. Bunun gibi, eğer “ulusal çıkar” söz konusu ise, “milli” olan (olması gereken) bir kurumun saygınlığını koruması ve bu sıfata layık olabilmesi için ön koşulun “uluslar ötesi” emperyalist örgütlere üye olan kişilerin teşkilatta görevlendirilmemesi gerektiğini vurgulamıştık...

Aslında olay derinliğine araştırılabilse İtalya’daki P-2 Mason Locası’nın bir benzerinin ülkemizde sahneye konulduğu ortaya çıkarılabilirdi.

Oysaki siyasi iktidarların duyarlı kilit noktaları, angajmanları yıllar öncesi yapılmış ve kapitalist enternasyonalin en tehlikeli örgütlerinden masonlar, premasonik örgütler ve masonluk üstü kuruluşların örgüt elemanlarınca çoktan tutulmuş olduğundan, olaylar (bir anlamıyla) bir türlü aydınlanamamaktadır. Türkiye’yi açık-gizli örgütleriyle kuşatan emperyalizm o denli donanımlıydı ki, sistemin işleyiş kuralları ve mantığı bile işlemeyebiliyordu... Cumhuriyet, demokrasi, hak-hukuk, anayasa ve yasal düzenlemeler, burjuvazinin yasallık ve meşruiyetine ilişkin söylem ve savlarıyla bir kalemde silip süpürebiliyordu...

Bütün bu konulara 1999’ da yayınlanan Çeteleşme adlı kitabımda yeterince değinilmiştir.

Page 60: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

İtalyan Gladiosu’nu ortaya çıkaran araştırmacı-gazeteci A., “Çatlı, Gladio’nun merkez kadrosundaydı...7” demektedir. ABD’nin çıkarları doğrultusunda, CIA ve Gladio’nun, hemen hemen bütün dünyada manipüle ettiği, kışkırttığı, kullandığı birinci, ikinci, üçüncü vs. dereceden örgüt ve kişiler, yerine ve duruma göre sansasyonla magazinleştirilerek sunulmaktadır. Böylelikle sorunun ana kaynağına inilmemiş, sözümona kitleler yanıltılmış olunuyor... CIA’nın ya da pekçok istihbarat örgütünün yöntemlerinden biri de, konuyu kişi veya örgütlere indirgeyerek sunan, basın, yayın, TV, vb. gibi araçlar arasında bir “rekabet hissi” yaratıp-pompalamak, emperyalizmin kucağındaki kurumlar arasında çözümsüz çelişkiler varmış gibi yanılsamalı düşünceleri ortaya sürmektir. Böylelikle emperyalizmin ne teorik-ideolojik kimliği, ne sınıfsal konumu kavranılmamış olacaktır(!) İşçi sınıfı ve emekçi halkların gözünden ustaca saklanan bir emperyalizm ve onun yerli ortakları, “yeni dünya düzeni”, “küreselleşme”, “sosyal barış”, “insan hakları” ve “demokrasi” şampiyonluğuna soyunur... Ayrıca, emperyalizm, hegemonların “dünyayı yönetme” nihaî amaçlarını maskeleyerek, “ulus sevgisi” ve “yurtseverlik” vb. gibi henüz emperyalizm tarafından kirlenip tahrip edilmemiş duyguları, bu arada “ulus” ve “ulusal çıkar” gibi emperyalizmin başını ağrıtan “belâ”lardan kurtulmak isteyişi olgusunu da vurgulamak gerekiyor...

Emperyalizmin gizli terör örgütleri ağıyla bütünleşmiş kuruluşların başındaki bütün kişilerin ideolojik-teorik esin kaynağı daima, ya İtalyan faşizmine ya da Alman Nazizmine çıkar. Günümüzde ABD faşizmi, bunları “sollamış”tır. Gladio’nun Türkiye ayağında şu ya da bu düzeyde görev yapan veya kullanılanların tamamı da ırkçı-faşist ideolojinin uzantısında yeralmışlardır. Görünen o ki, yalnızca en üst yönetimde bulunanların masonik yapılarına özen gösteriliyordu.

İtalya’nın ünlü faşisti Stefano Delle Chiaie, faşist yönetimlere pekçok hizmet sunmuş. İtalya, Almanya, Fransa, İspanya, Venezüela vb. ülkelerde, CIA’nın “gerilim stratejisi” doğrultusunda görev yapmıştı. “Abdullah Çatlı’nın arandığı 1982’de, gerçek kimliğiyle kontra eğitim merkezi Miami’de ABD’ye giriş yaptığını (...), hem de İtalyan Gladiosu’nun önde gelenlerinden Stefano Delle Chiaie’yle birlikte (...) Çatlı’nın hocası; İtalya’nın yaşayan en ünlü faşisti, Franco’dan Salazar’a bir sürü diktatörün “danışmanı” ve Latin-Amerika kontrgerillalarının eğitmeni.. .”8 olduğu biliniyordu.

Susurluk kazası, şimdiye kadar adeta bir “sis perdesi” altında tutularak gizlenmeye çalışılan gizli örgüt ile birlikte, pek çok olay ve olguyu ortaya çıkardığı gibi, Gladio ve istihbarat örgütlerinin nasıl ve hangi amaçlar çerçevesinde kullanılmış olduğunun da önemli işaretlerini vermiştir.

Emperyalizmin kışkırtıp kuşattığı, hedef gösterdiği cinayet ve “kirli işler”de kullandığı kimseler, her ne kadar “vatanseverdik” kisvesine bürünerek savunma konumuna gereksinme duymuş olsa bile, her “kirli iş”in tamamlayıcısı (ikizi) uyuşturucu, silah, para ve kadın “aksesuarı” mutlaka aranacaktı...

“Parasal” ilişkileri araştıran bir gazete, “Korkut Eken, İbrahim Şahin ve son olarak Mehmet Eymür: Kimi emniyetçi, kimi istihbaratçı ama sonuç olarak hepsi devlet memuru. Dolayısıyla kullandıkları lüks cipler memur maaşından ‘artırılarak’ alınabilecek cinsten değil. Kimi ‘Benim cipim yok’ diyor, kimi arkadaşından “ödünç” aldığını söylüyor ama, MİT/ Kontrterör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür’ün kullandığı Chevrolet marka cip bizzat kendisine ait. İşin ilginç yanı, Eymür’ün 90 bin dolar değerindeki cipi polis tutanaklarında ismi sıkça geçen, cezaevini ‘şereflendirmiş’ eski bir ülkücüden ‘devralmış’ olması.”9

Vukuatı ayyuka çıkan M.Eymür’ün Washington Büyükelçiliği’ne hukuk müşaviri olarak atandığı (...) “Virginia Eyaleti’nde bir apartman dairesi ile son model iki otomobil satın

Page 61: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

aldığını” (...) “bunların yaklaşık 150 bin dolar değerinde olduğu”10 ve böylelikle “hini hacette” gelecekte sunacağı hizmetleri için nasıl korunduğunu ortaya çıkarmıştır.

Daha sonra “ABD’ye yerleşme planları” yaptığı yolundaki haberlerin doğru olmadığını savunan Eymür, “Çağrıldığım gün Türkiye’ye hemen dönerim.” demeyi de ihmâl etmedi.11

Eymür: “MİT’in iç operasyonlarda faal rol alması gayet doğaldır. MİT, başında ‘milli’ kelimesi bulunan birkaç devlet kuruluşundan biridir.”12 diyerek 1971 sıkıyönetim koşullarında gerçekleştirilen, 30 Mart 1972’deki Kızıldere operasyonunu ve kimi devrimci gençlerin katledilmesi olaylarını “doğal” ve “olağan” göstermektedir.

Gestapo ve Nazi istihbarat örgütlerinde yaptığı görevlerden sonra CIA’ya da “hizmet” servisi sunan Gehlen”in “yöntemlerinden”13 esinlenen Eymür, mevcut anayasa ve yasal mevzuatı nasıl çiğnediğini, Gestapo ve Gladio’nun mantığına göre şöyle açıklamaktadır: “Bir istihbarat servisinin, devletin diğer kuruluşları için konulan kurallarla yönetilmesi her zaman mümkün değildir.” demektedir.14

Eymür’ün “vukuatı” bütün olaylarda sırıtıyordu. “Ünlü MİT raporunu yazan Mehmet Eymür’ün müsteşar yardımcılığına atanması, operasyon yetkisi verilen özel timlerin başına getirilmesi (...) TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk, Milli Eğitim Bakanı (Dönemin İstanbul Valisi) Nevzat Ayaz ve Devlet Bakanı Mehmet Ali Yılmaz’a (Trabzonspor Başkanı) giderek, “Size mafya diyerek bunları raporuna geçiren Eymür’ün himaye edilmesini durdurun.” dediler. Cindoruk ise, Eymür’ün MİT içindeki etkinliği konusunda özel müşavirlerinden bilgi aldı. Cindoruk, kendisine gelerek, “Ağırlığınızı koyun Eymür köşesine çekilsin. Sizinle birlikte Eymür’e karşı biz de ortak girişimde bulunalım.” diyen DYP’li bakan ve milletvekillerine, “Devletin bekası için bir tuğlaya ihtiyaç varsa; o tuğlanın konmasına ben yardımcı olurum, tuğlayı kırmam.” yanıtını verdi. Böylelikle MİT’e darbe önlenmiş oldu. Eymür, skandaldan sonra Antalya’ya yerleşmişti. Çiller’in Başbakan olması üzerine MİT Raporu’nda suçlananlardan eski Bölge Başkanı Nuri Gündeş, Başbakan’ın özel güvenlik danışmanı, Mali Şube eski müdürü Cevdet Saral Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığı’na getirilmişti.”15

Eymür, 1988 yılında kendisi tarafından hazırlanan MİT Raporu’nun “hukuki bir sorumluluk getirmediğini”,16 TBMM Susurluk Komisyonu’na verdiği 26.12.1996 günlü ifadesinde de belirtmiştir. Tolga Atik, Erkan Gürvit vb. isimlerle olan ilişkileri, “Tarık Ümit’in MİT teşkilatının görev sahasına giren konularda istihbarati olarak kullanılan bir kişi olduğunu,”16 Haluk Kırcı’nın nasıl gözaltına alınıp bırakıldığı, “1982 yılında Dündar Kılıç, Şükrü Balcı ve diğer kaçakçılık konularında uyuşturucu kaçakçılığı konusunda bazı ifadeleri olduğunu, kimlerin “özellikle uyuşturucu kaçakçılığı konusunda emniyet birimlerine yardım ettiğini genel hatlarıyla bildiğini,”16 “MİT teşkilatına zaman zaman özellikle ihtilâller ve sıkıyönetimlerinden sonra özel görevler verildiğini, kendisinin de birçok kez bu tür görevlerde yer aldığını, bunların kanuni görev sınırlarını aşan görevler olduğunu,” “birkaç kişinin yaptığı olumsuz şeyler varsa bunların ortaya çıkmasını kendisinin istediğini,” “olayların yabancı istihbarat teşkilatlarıyla bağlantılı yönlerinin araştırılması gerektiğini,”16 “Abdullah Çatlı gibi kişilerin sadece suç yönünden değil, yabancı istihbarat teşkilatlarıyla bir bağlantıları olup olmadığının da incelenmesi gerektiğini,” bir “hukukçu” kimliği ve “uzmanlığıyla ifade etmiştir!..

Burada yeri gelmişken sıcağı sıcağına şu saptamayı yapmalıyız: Gladio ve istihbarat ağında kullanılan tetikçi, taşeron, katil, ülkücü, lümpen vb. gibi pekçok “insan” malzemesi, Eymür benzeri sorumlu kimselerin, “A Takımı” kadrolarıyla bütün siyasi partilere dağılanların sayesinde olduğu anlaşılmaktadır. 12 Mart ve 12 Eylül gibi açık veya örtülü faşist

Page 62: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

yöntemlerin pervasızca kullanılageldiği, sıkıyönetim ve olağanüstü hal sürecinde daha pervasız bir üst konuma sıçrama başarısını göstermiştir. Bu dönem kır ve kent burjuvazisinin, Koç ve Sabancı vb.’lerinin yanı sıra Anadolu Kaplanları’nın daha da palazlanıp büyüdüğü bir dönemdir. 1989’larda dünyanın 500 tekelci en büyük şirketi arasında 134. sırada bulunan Koç, 1998’de 55. sıraya gelmiştir. “Anadolu Kaplanları”nın ise, hem siyasal hem ekonomik açıdan uluslararası tekelci sermaye ile “nasıl bütünleşiriz” ölçütüyle öne çıktığını görüyoruz. Türkiye’deki, 12 Eylül ara rejimi bir ölçüde, devam ediyor. Emperyalist-kapitalist ilişkilerin, NATO’cu politikaların, doğal bir uzantısı olan Gladio ve istihbarat örgütlerinin konumunu bu bağlamda değerlendirmek durumundayız. Gladio, mafya, gizli cinayet şebekeleri sömürücü kapitalist anarşik ilişkilerinin bir bileşeni ve vazgeçilmez parçasıdır. Mevcut siyasi iktidarlar, aşağıdan gelen sosyal muhalefetin baskısıyla ne esnemiş, ne de geri adım atmıştır. Türkiye’de “tutarlı bir demokrasi” mücadelesi verdiğini ileri süren siyasî partiler bile bu sorunun üzerine gidemiyorsa, Susurluk kazasıyla yalnızca “Pandora Kutusu”nun kapağı aralanmıştır. Hepsi o kadar...

Başbakan Mesut Yılmaz, “Siyasi, çetelerle iç içe”16 ve “Türkiye Mafya Cumhuriyeti’ne dönüşmüş. Biz devleti bu zaaftan kurtardık”16 derken sorumluluğu altında yapılan istihbarat örgütlerinin nasıl yasadışı bir konuma düştüğünü bildiği halde, onları koruduğu anlışılmıştır.

ANAP’lı milletvekili ve bakan Eyüp Aşık “Trabzon seninle gurur duyuyor!” sloganlarıyla karşılanırken mafya elebaşlarından ülkücü Alaattin Çakıcı ile yaptığı “mahut” telefon görüşmelerini, Aşık’ın “Çeteler devleti teslim alıyordu,”17 yolundaki savunmasını büyük bir pişkinlikle destekleyen Mesut Yılmaz’ın “demokratlığı” da bir hayli yara alacaktı...

Gladio ile ilişkili ve istihbarat ağında adlan geçenler çoğunlukla, ailece bu işin içindeydiler. “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’ın oğlu Murat Yıldırım MHP’nin 18 Mayıs 1997 günü yapılan kongresinde olay çıkarıp ruhsatsız silahla havaya ateş açmıştır. Murat Yıldırım, “Adem Özbay, Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Azmi Karamahmutoğlu, Mustafa Hakan Üner, Yılmaz Ünal ve Aytekin Yıldırım’ın da aralarında bulunduğu 50 kişilik bir grupla birlikte MHP’nin 5. olağanüstü kongresinde olay çıkarmıştı.”18

Haluk Kırcı’nın “vukuatı”19 öteki MİT ve CIA güdümlü kimselerinkine benzemektedir. Bahçelievler’de, 7 TİP’linin hunharca katledilmesi, pek çok kirli iş ve cinayetlerin sanığı bu kişinin, Susuzluk kazasından sonra da korunarak serbest kalabilmesi, ve en sonunda yakalanışı, Gladio ilişkili istihbaratın üzerindeki “şalı” açmaya yetmeyecektir. Kırcı “İdam cezasına mahkûm olduğu için askeri hastane psikiyatri servisinden aldığım (askerliğe) elverişli olmadığıma dair rapor nedeniyle askere gitmedim.”20 diyerek ne denli “koruma” altında olduğunu gizleyememiştir. “Urfa’da yakalanan silahlar Kırcı ekibinin” haberi de bu türden işlere girenlerin eylemleri için hangi ilişkiler içinde olduğunun kanıtıydı. Kırcı, ifadesinde: “Çatlı bana MİT’ten Mehmet Eymür’ün görev teklif ettiğini, kendisinin kabul etmediğini ancak Korkut Eken’in teklifini geri çevirmediğini anlattı. Eken’in görevlendirilmesinden Ağar’ın bilgisi vardı. Çatlı’nın İbrahim Şahin’le de ilişkisi vardı. Yemeğe gittiklerini biliyorum. Korkut Eken, Abdullah Çatlı’ya yurtdışı operasyonlarda kullanılmak üzere sayısını bilmediğim miktarda Uzi tabir edilen silah vermiş. (...) Çatlı’nın sürekli yanında taşıdığı içinde tüm ilişkilerini kayıt ettiği defter ve rehberlerle Mikro Uzi silah bulunan şifreli Bond çanta Susurluk kazasından sonra kayboldu.”21

Haluk Kırcı, 7 TİP’li öğrencinin Ankara-Bahçelievler’de katledilmesiyle ilgili bir soruya, “Şimdi pişman mısınız?” sorusuna, “Evet pişmanım. Yaptığımız hayvanlıktı, vahşetti...”22 diyerek yanıtlamıştır.

Page 63: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Haluk Kırcı çok açık biçimde korunduğu bilinen konumuyla, “Katliamdan sonra Erzurum’da görüştüğü, dönemin ÜGD Genel Başkanı, halen BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun, “Yakalanırsan hiç acımadan Abdullah Çatlı’yı suçla ve onun evinde saklandığını söyle. Çünkü Çatlı son zamanlarda teşkilata ters düşmeye başladı.” dediğini aktarıyor. Kırcı, Yazıcıoğlu ile görüşmesi konusunda, “Suçu tamamen üstlenmemi söyleyerek beni teskin etti.” açıklamasını yapıyor.”23

“Susurluk davasında ilk kez sorgulanan faşist katliamcılardan Haluk Kırcı, suç ortağı Abdullah Çatlı’nın devlet tarafından kullanıldığını savundu. Kırcı, Çatlı’nın eylemlerini aralarında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de bulunduğu birçok siyasetçinin bildiğini öne sürdü.”24 Kırcı, savunmasında: “Haluk Kırcı, 1980 öncesi olaylara katılmıştır. Hattâ cinayet işlemiştir. Hiçbir şekilde gurur duyacağım bir şey değildir. Ben şiddete en karşı olan insanlardan biriyim. Ülkücü kesimin silahlarını bırakması gerektiğini, terörün ve şiddetin yine terör ve şiddet getireceğini söyleyen ilk kişiyim.(...) Bizim jenerasyonumuz mahvoldu. Abdullah Çatlı gibi bir değer, belki de dünyaya bir daha gelmeyecek. Ama o Türkiye’nin en büyük katili.”25

Gladio ilişkili istihbarat sonucu gerçekleştirilen cinayet ve katliamlardan sonra MİT’in yeni bir çehreye büründürülmesi kaçınılmaz olacak ki, MİT yetkilileri çeşitli paneller, söyleşiler düzenlemiş, bazı etkin gazetecilerle röportajlar yapma gereksinimini duymuştur. MİT’in idarî, personel, eğitim vb. alanlarda daha özenli çalışması gerektiği vurgulanıyor. İstihbarat yerine katliamlarla, failî meçhul (fiili-keyfi infazlarla) iş bitirmenin faturası kime çıkartılacaktır? Yetkililer, “taşeron devri bitti.”26 demekle anayasal ve yasal konumunun dışına çıkanlar, Çatlı, Kırcı, Yeşil vb.’lerine bütün “suçu” yıkıp temize çıkamazlar. Bir MİT yetkilisinin bir gazeteciye verdiği demeç oldukça düşündürücüdür: “Yeşil’in kullanılması bizim için büyük bir hata oldu. Bunun bedelini teşkilat olarak ağır ödedik. Yeşil aslında başka devlet birimleriyle de daha uzun süreli çalışmıştı. Ama faturası bizim üzerimizde kaldı. Dışarıdan adam kullandığınız takdirde, en önemli sakıncası kullandığınız kişinin de sizden istifade etmeye çalışması oluyor. (...) Artık teşkilat dışından kimseye gebe kalmak istemiyoruz.” (...) MİT de “Dışardan gerekirse kanundışı kişilerden istifade edebilirsiniz. Bu yetkimizin olması gerekir.” tezi ile “Hayır, dışardan taşeron kullanmak, teşkilatı zora sokar, hukuk dışı bir çizgiye itebilir. Kendi yeteneklerimizle yetinelim.” tezi arasındaki tartışma, yeni politika ile birlikte ikinci tezin lehine sonuçlanmış görünüyor.”26

Gladio, istihbarat vb. konularda adı, Susurluk kazasından sonra öne çıkan Mehmet Eymür’ün 83 sayfalık savunmasını ele geçiren gazeteler, konuyu, Eymür’ün İntikamı27 başlığıyla sunmaktadır. Adları pek çok kirli işe çıkan istihbaratçılar, ister Gladio bağlantılı, ister taşeron, ve ister henüz işlevi yeterince bilinmeyen ilişkiler ağı çerçevesinde olsun, neden aralarındaki uzlaşmaz gibi görülen çelişkiler içinde kavga ediyorlar? Bu konuyu ayrıntılı tartışmak gerekiyor.

İstihbarat örgütleri edilgen, eylemsel bir yapıda olabilir. Eğer bir istihbarat örgütünü eylemsel bir yapıda kurarsanız örgütü pis ilişkilere girmekten kurtaramazsınız. Aslında emperyalist ülkelerin örgütleri “Kirli Operasyonlar”a sıkça başvurup kendi çıkarlarını korumaya çalışırlar. Buna karşın emperyalist güdüm ve uyum içine alınmış ülkelerin istihbarat örgütleri “işbirliği” kelimesinin ardına sığınıp emperyalist büyük devletlerin(!) değirmenine su taşırlar. Bu oluşumda mason localarının ve masonik ideallerin rolü tartışılamaz. Bu nedenle düzenin ve sermayenin kilit noktaları masonluk üstü ve premasonik (Rotary, Lions, Diners, vb. gibi) örgütler tarafından ele geçirilmeye çalışılmakta, işbirliğinin masonik ilişkiler içinde sürdürülmesi sağlanılmaktadır. MİT içinde başını Hiram Abas ve Mehmet Eymür’ün çektiği masonik operasyonel klik bu kişilerin örgütten ayrılmasıyla

Page 64: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

kuşkusuz tasfiye olmuş değildir. Uluslararası bir örgüt üyesinin ulusal bir kuruluş içinde bulunmasının gerekçesi akıl ve mantıkla açıklanamaz. Neo-faşist ve Neo-Nazist ilişkilerden “ölüm mangaları”na kadar uzanan taşeron kullanan kanlı geçmiş Susurluk’ta uç göstermiş, ancak önü tıkanmış, geçmişin pislikleri üzerine şal örtülmüştür.

Böyle bir ortamda geçmişin hesabı sorulmadan MİT’de yöntem değişikliğine gidilmesinin bir anlamı ve işlevi olabileceğini sanmıyorum. Hele ABD’nin dayattığı “Türk-İslam Sentezi” modelinde birinci ayak çeşitli propaganda ve akçalı yöntemlerle güçlendirilirken, ikinci ayağın bir süre için geriye çekilmesi mevcut dengeleri daha da bozacak bir eğilime yöneldiği görülmektedir.

Avusturya Büyük Mason Kurultayı’nda 1989 yılında alınan kararlar geçen 7 yıllık süre içinde ne ölçüde yaşama geçirilmiştir?

Bu sorunun yanıtını hiçbir etki altında kalmadan ve çıkar gözetmeden vermek göreviyle karşı karşıya bulunduğumuzu düşünüyorum ve sloganlar ardına sığınarak hiyanetlerini maskelemeye çalışan çevreleri ve onların ardındaki emperyalist işbirlikçi güçleri tok sesle kınıyorum.

Mehmet Eymür, ne “34 USG...”-USG: United State Goverment-plakalı arabasının, ne de bir devlet memuru olarak “yoldaşlarıyla” kurduğu şirketlerin açık bir hesabını verebiliyor.27

Bu kısacık özetin özeti bir anlatımla bile ne devletin, ne anayasa ve yasaların, ne istihbarat kurumlarının, ne de adeta “yasaüstü” özellikleriyle baş sorumlu Mehmet Eymür’ün, sıradan, basit ve sade vatandaşı ikna etmesi mümkündür. Ortalama demokrat bir anlayışın bile büyük ölçüde köreltildiği günümüz ortamında “devletin bekası” diye söze başlayanların söyleyeceği hiçbir şey yoktur. Mızrak çuvala sığmamaktadır!

Kamuya sunulan “veriler”e göre:

“1. MİT, açığa çıkan bu denli somut olay ve olgulardan sonra, artık “taşeron” kullanılmasından vazgeçiyor. Fakat Mehmet Eymür’e kimse bir şey söyleyemiyor. Bu “dokunulmazlık”ın nereden gelmektedir?

2. MİT Raporu, çok önemli soru ve sorunları dile getiriyor. Rapor: Necdet Üruğ, Nevzat Ayaz, Mehmet Ali Yılmaz, Hüsamettin Cindoruk, Mehmet Ağar, Ünal Erkan vb. kişileri açıkça suçluyor. “Devletin bekası” nakaratıyla mangalda kül bırakmayanlardan ses soluk çıkmıyor. Neden?

3. Suçlanan kişilerden yalnızca Orgeneral(E) Necdet Üruğ mahkemeye başvurarak “kişilik” haklarını koruma yolunu seçiyor. Mahkeme 40 milyon lira tazminat verilmesine karar veriyor. Bir kamu görevlisi yaptığı işten dolayı devleti ziyana sokarsa, devlet rücu etme hakkına sahiptir. Devleti koruduğunu söyleyenler devletine zarar veriyor! Devlet, Üruğ’a verilen bu parayı Eymür’den aldı mı?

4. Eymür MİT’ten atılıyor. Konuşuyor. Rapor veriyor. Danıştay’a başvuruyor. “Gemileri yaktığı”, “köprüleri attığı” anlaşılıyor. MİT elemanı ve baş sorumlusu olarak yaptığı iş gereği bunları yapamaz. Yapmaya cüret ettiğine göre bir daha geri dönemez.

5. Hal böyle iken Başbakan Mesut Yılmaz, “Sen lüzumlu bir adamsın, Amerika’ya git, 1-2 yıl dinlen, sonra yine beraber çalışırız...” mealinde bir “teminatı” bu kişiye nasıl veriyor,

Page 65: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

verebiliyor? Görevi istihbarat olması gereken birinin düşünsel ve eylem bağlamındaki, gizli ve açık angajman ve bağlantıları bilindiği halde, nasıl oluyor da önceleri Orman Bakanlığı bünyesinde, daha sonra ise (Eymür’ün bu bakanlıkça istihdamının inandırıcı bir açıklaması var mıdır? Yoksa Aziz Nesin vari birileriyle “dalga” mı geçiliyor?), ABD Büyükelçiliği’nde “hukuk müşaviri” perdesi altında istihdamı düşünülüyor? Eymür adının hukuk ve etik ile hangi ilişkisi vardır?

6. Eymür, kendisi, karısı, bir “üçüncü adam” ve oğlundan oluşan şirket kuruyor. Ticaretle uğraşıyor.28 Uğraşabiliyor. ABD’de ev ve arabalar alıyor. Alabiliyor.’ Fakat bunun mevcut anayasa ve yasalar bağlamında bir açıklaması ve mantığının olması gerekiyor. Anlıyoruz, emperyalist-kapitalist sistemin pek onurlu olmayan “kirli işlerinde” rol üstlenen kimileri gibi, burada da ilerici bir politikanın, bilimin, sanatın, etikin, aklın ve mantığın yeri aranamayacaktır. Bu türden ilişkilerin arasında kapitalist anarşinin “mantığı” ve “etiği” söz konusu olacaktır!.. Arabasına “34 USG...” plakasını takarak mesaj verenlerin, Gladio ve istihbarat örgütleri konusunda daha anlamlı bir mesajına gereksinme var mıdır?”

Türkiye’de yaşayıp da sağda ve “sol”da politika yapan, ya da yaptığını sananların, “demokrat” ve “yurtsever” sıfatlarını bilerek-bilmeyerek kullananların, herkesin bu soru ve sorunları daha da çoğaltmasını diliyorum...29

Kaynakça ve Açıklamalar

1. Emperyalizmin Bataklığında İstihbarat Örgütleri-Doruk Operasyonu, Sorun Yayınları, 2. baskı, Mart 1999 içinde yeralan aynı adlı makalenin gözden geçirilmiş halidir.

2. Y.n. Susurluk kilit ismi Mehmet Eymür’ün Danıştay’a sunduğu 83 sayfalık savunmasını ele geçirdik, Saygı Öztürk, Star, 8-10 Nisan 1999.

3. Mesut Yılmaz, Haberim Olduğu Doğru, Star, 8-10 Nisan 1999.

4. Y.n. Mehmet Eymür, Başbakanlığı mahkemeye vermiştir. O nedenle Danıştay’a sunduğu yazılı savunmada (83 sayfa) açık konuşmaktadır. (Y.n.)

5. Saygı Öztürk, Star, 9 Nisan 1999.

6. Siyasilerle Çeteler İç İçe, Dündar Kırçuval, Cumhuriyet, 21 Ekim 1998.

7. Oral Çelik ve Gladio Lideri Licio Gelli, Aktüel, 5-11 Aralık 1996, Sayı: 283, s. 23-24.

8. Susurluk’tan Türk Gladiosu’na. İşte Çatlı’nın Gladio Hocası!, Aktüel, 5-11 Aralık 1996, Sayı: 283, s. 27-28-29-30.

9. Çete’nin 4x4 Merakı, Aktüel, 6 Ağustos 1997, Sayı: 317, s. 28-29-30-31.

10. Mehmet Eymür ABD’ye Yerleşiyor, Cumhuriyet, 10 Mart 1998.

11. Eymür: ABD’ye Yerleşmeyeceğim, Cumhuriyet, 11 Mart 1998.

12. “MİT” ve “Ben”, Tempo, S: 21,27 Nisan 1991.

13. Ayrıntılı bilgi için bakınız: General Reinhard Gehlen: CIA Bağlantısı, Mary Ellen Reese, Sorun Yayınları, 1999.

Page 66: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

14. Mehmet Eymür, Analiz-Bir MİT Mensubunun Anıları, (Gehlen’in ‘Servis’ adlı yapıtından aktarma) Milliyet Yayınları. 1998.

15. Zirvede Eymür Krizi, Hürriyet, 30 Haziran 1994.

16. TBMM Susurluk Komisyonu, s. 138-139-140.

17. Aşık: Çeteler Devleti Teslim Alıyordu, Cumhuriyet, 21 Ekim 1998.

18. Yeşil’in Oğlu MHP Militanı, Cumhuriyet, 22 Ekim 1998.

19. Susurluk’un “Kara Kutusu”nun Yeni “İşleri” Ortaya Çıktı, Aydınlık, 17 Ocak 1999.

20. “Ölüm Orucu” Ağar ve Bucak’a Mesajdı, Aydınlık, 24 Ocak 1999.

21. Kırcı: Uzileri Eken Verdi, Milliyet, 20 Ocak 1999.

22. Haluk Kırcı: Yaptığımız Hayvanlıktı, Uğur Dündar Yazıyor, Hürriyet, 17 Ocak 1999.

23. Katliamın İtirafı, Cumhuriyet, 16 Ocak 1999.

24. Çatlı’nın Eylemlerini Demirel Biliyor, Cumhuriyet, 16 Mart 1999.

25. Kırcı: En Büyük Katil Çatlı, Milliyet, 16 Mart 1999.

26. Taşeron Devri Bitti, Sedat Ergin, Hürriyet, 31 Mart 1999.

27. Susurluk Kilit İsmi Mehmet Eymür’ün Danıştay’a Sunduğu 83 Sayfalık Savunmasını Ele Geçirdik, Saygı Öztürk, Star, 8-10 Nisan 1999.

28. Ticaret Sicili Gazetesi, 21 Kasım 1989, s. 17-18 ve devamı, (Ankara Ticari Sicil Memurluğundan) Sicil No: 72 435, İMKO Müşavirlik ve Ticaret Limited Şirketi, Kurucular: Işın Kadıoğlu, Güneş, Yusuf Asım Gürel, Mehmet Eymür, Mehmet Korkut Eken, Mehmet Olcay, Ahmet Yusuf Gürel, vekâleten Yusuf Asım Gürel, statü tadillerinde ise: Cansel Eymür ve Mazhar Eymür isimleri ekleniyor. Daha sonra şirket devrediliyor.

29. Mehmet Eymür, Analiz-Bir MİT Mensubunun Anıları, Milliyet yayınları, Ağustos 1989

Page 67: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

3. Bölüm

Derin Devlet ve Kontrgerilla

Page 68: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Derin Devlet’in Tarihçesi1

1950’de başlayan “Küçük Amerika” süreci bana göre 27 Mayıs 1960’da bir süre kesintiye uğradı. O zamanki bildirilere göz atıldığında NATO’ya ve CENTO’ya bağlı olunduğu söyleniyordu ama kanımca 27 Mayıs devrimcilerinin başka da seçenekleri bulunmuyordu. Bununla birlikte 27 Mayıs idaresi Kore’deki birliği geri çekti. Bu olay nedeniyle ABD olumsuz tepki gösterdi. ABD yetkilileri bu olayı içlerine sindiremediler. Bütün baskılara karşın, o günkü yönetim kararından dönmedi. Dolayısıyla ABD başından beri 27 Mayıs’a karşı oldu.

Aslında özel savaş yöntemlerini kuramlaştıran ve bağlaşıklarına ithal eden ABD, kendi çıkarları gerektiğinde destabilizasyon(istikrarsızlaştırma ve demagnetizasyon yöntemleriyle darbeleri yönlendirmeye devam edegeliyordu. 27 Mayıs, bir anlamda dipten gelen bir dalga olduğu için, ABD’nin denetimi dışında kalmış olması olgusu bile ABD’nin 27 Mayıs’a karşı olması için yeterli bir gerekçe sayılabilir. Bu nedenlerle ABD, 27 Mayıs’a, onun getirdiği Anayasa’ya ve 27 Mayıs sonrasındaki sürece karşı oldu. Bu nedenle devrimle birlikte karşıdevrim süreci de başlamış oldu.

Bu süreç içinde tasfiyeler de birbirini izledi. 1960’da başlayan Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) tasfiye süreci, 12 Mart 1971 muhtırasal darbesinden sonra ivme kazandı. 1980 12 Eylül darbesiyle bu süreç hızlandı. Bu dönemde, özelikle TSK’den gerçek Atatürkçü, ulusal bağımsızlıkçı gruplar elendi. Bu “Küçük Amerikalılaştırma” sürecini aynı zamanda sömürgeleştirme süreci olarak algılıyorum.

1960 yılında 42 sayılı kanun çıkmıştı. Bu kanunla yönetim 5 yıl süreyle, TSK içerisinde, istediği kişiyi emekliye ayırıyordu.

Tasfiyeler Süreci

27 Mayıs’tan sonra 42 sayılı kanun gereğince binbaşı dahil daha üst düzeyde bulunan bütün subaylardan kendi istekleriyle emekli olmak istediklerine dair birer dilekçe vermeleri istendi. Eğer dilekçeyi verirseniz, yönetim emekli edildiğinizde size çift ikramiye vermeyi öneriyordu. Eğer dilekçe vermezseniz, emekli edildiğinizde alacağınız ikramiye tek olacaktı. Böylesine de özendirici, o günün koşullarında yadsınamayacak ölçüde parasal bir yeğlemeyle karşı karşıya bırakılmıştık.

27 Mayıs’tan sonra İskenderun 39. Tümen Harekat ve Eğitim Şube Müdürlüğü’ne vekalet ediyordum ve kurmay binbaşıydım. Bir gün Tümen Kurmay Başkanı Kurmay Albay beni odasına çağırdı. Odada birkaç subay daha vardı. Bana hitaben:

“Binbaşım, kolordumuz bölgesinde emeklilik dilekçesi vermeyen tek kişinin siz olduğunu biliyor musunuz?” şeklinde bir soru yöneltti.

“İlk defa sizden duyuyorum.” şeklinde yanıtladım. Kurmay Başkanı tehdit dozajını biraz daha artırarak:

“Yani siz bu davranışınızla MBK’nın davranışını tasvip mi etmiyorsunuz?” dedi.-Bu kişi 42 sayılı yasaya göre emekliye ayrıldı-

O dönemde MBK’nın icraatına karşı çıkmak ertesi gün kendinizi sokakta bulmakla eşanlamlıydı. Kurmay Başkanı’na yanıt olarak duraksamadan:

“Evet, kendi adıma tasvip etmiyorum. Dilekçe vermeyeceğim. Eğer TSK adına faydalı bir unsur değilsem, tek ikramiye alarak emekli edilmeyi yeğlerim çünkü 36 yaşındayım,

Page 69: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

mesleki kariyerimin en üst noktasındayım, bu durumu bir ikramiye uğruna kendi rızamla mesleğimi bırakmamı bana kimse kabul ettiremez.” dedim ve ayrıldım.2

42 sayılı kanuna dayanarak 238 general ve 5 bin kadar subay bir gecede emekli edildi.3 2. Dünya Savaşı nedeniyle TSK’nın kadroları şişmişti. Generallerin tasfiye edilmesinin nedenini, “Eğer bu generaller Demokrat Parti’ye (DP) bu derece uşaklık yapmasaydı, 27 Mayıs’a gereksinim kalmazdı” diye açıkladılar.

Hatta o zaman sıfır general diye bir tartışma oldu. Fakat ne yazık ki bu gerçekleşemedi. 19 general kaldı. Kanıma göre hepsini yakından tanıdığım bu 19 generalin en iyileri olduğu söylenemez. MBK, kendisine itaat edecek ve tehlikeli olmayacak kişileri bırakmayı yeğlemişti. Daha sonraki süreçte bu generallerin bir çoğu karşıdevrimci saflarda yer alıp, olayları yönlendirdiler.

Bu yasa iki taraflı çalıştı ve tabii haksızlıklar da oldu. Kalan 5 yıllık süreç içinde ilerici, Atatürkçü, devrimci, ulus devletçi kişiler tasfiye edildi. Onlardan biri de benim. 14 Ağustos 1964 günü 42 sayılı kanun gereğince emekli edildim. Emekli edildiğim vakit devremdeki kurmay subayların kıdem bakımından birincisiydim. Olumlu sicil aldığımdan 16 gün sonra Albaylığa terfi edecektim.

27 Mayıs’tan sonra hemen başlayan karşıdevrim sürecinde devrimden hoşnut olmayanlar, iktidarı ele geçirdiklerinde tasfiye edilen general ve subayların sanki DP yandaşı olduğu için görevlerinden ayrıldıkları anlayışını kendi çıkarlarına uygun buldular. Olabildiğince bu kişileri bürokrasi ve politikada etkin konuma getirerek TSK içindeki dalgalanmalara neden oldular. Bu arada Süleyman Demirel’in Başbakanlık dönemlerinde 42 sayılı kanunla tasfiye edilen subaylara parasal hatta rütbesel ayrıcalıklar tanıyan ek yasalar çıkartarak bu grubu sempatizan olarak elde tutmayı yeğledi. Örneğin ek yasaların bir maddesinde “... bu yasa 1961 yılının Ekim ayına kadar emekli olanlar için geçerlidir.” kaydı düşülüyor, bu suretle Adalet Partisi kendinden yana saydığı 5 bin emekli subayı kollarken, 1961-1965 yılları arasında 42 sayılı kanunla emekli edilen kendine karşı saydığı, TSK içindeki devinimlerde yer almış bir kaç yüz subayı hak dışı bırakarak, Anayasa’nın eşitlik ilkesini fütursuzca çiğniyordu. Bu haksızlık günümüzde de düzeltilmiş değildir...

Örneğin 1960 yılında 42 sayılı yasa gereğince binbaşı rütbesinde emekli olan bir kişi, bugün albay maaşı almaktadır. Buna karşın aynı yasayla emekli edilen ben, onlardan hem bir rütbe fazla hem de dört yıl daha fazla hizmetim olmasına karşın emekli yarbay maaşı almaktayım. Parasal olayı hiçbir zaman sorun yapmadım. Örneği vermekteki amacım karşıdevrimcilerin yasaları ilkel öç alma duygularına nasıl alet ettiklerini vurgulamaktır.

Dickson Raporu diye bir belgeden söz edildi. Haydar Tunçkanat4 açıklamıştı Cumhuriyet Senatosu’nda. Dickson Raporu’nda tasfiye edilecek kişilerin isimleri yazılıydı.

Silahlı Kuvvetler’deki en büyük tasfiye 22 Şubat 1962, 21 Mayıs 1963 olayları bahane edilerek yapıldı. Hatta 21 Mayıs olayı, daha evvelden hükümetin haberi olduğu halde önlenmemiştir ki, tasfiye yapılabilsin. Bu hususu Suphi Karaman Cumhuriyet Senatosu konuşmalarında açıkça dile getirilmiştir. 22 Şubat dönemindeki tasfiyede beni de emekliye ayırmak istediler. Ancak Milli Savunma Bakanlığı Özel Kalem Müdürü olduğum için Bakan İlhami Sancar karşı çıkmış ve “Bütün silahlı kuvvetlere imza atarım, Talat Turhan’a atmam. Bu bana karşı ayıp değil mi? Bana sormadan, benim en yakın elemanımı nasıl emekliye ayırırsınız?” demiş. Nihayet pazarlık sonucu Afyon’a sürgün edildim. Afyon’da da peşimi bırakmadılar.

Page 70: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Daha sonra 21 Mayıs’ta 1459 Harp Okulu öğrencisi tümüyle TSK’dan atıldı. Harekete katılan 150-200 subay da tasfiye edildi. Bu meyanda iki arkadaşımız da ne yazık ki hayatlarını kaybettiler. Talat Aydemir, Fethi Gürcan…

Sonra 70’li yıllara geldik. 1969’da Hava Harp Okulu’nda, sol bilinç yönetimi rahatsız etmişti. Kütüphanelere ajanlar koyuyorlar. Hangi kitabı kimin okuduğunu saptıyorlar. Ona göre de ideolojisini tespit ediyor, sonra da izlemeye alıyorlardı. Hava Harp Okulu kütüphanesine de ajan koymuşlardı ve de kütüphaneyi de sol kitaplarla doldurup tuzak kurmuşlardı. Kütüphanede mini etekli, güzel bir genç kız sahneyi tamamlıyordu. Genç çocuklar oraya gidiyorlardı. Bol bol sol kitap alıyorlar, bir yandan da fişleniyorlardı.

Bu genç subaylar Göksenin diye bir yıllık çıkardılar. Ama hiç alışılmış türe benzemiyordu.. Birinci sayfası Hava Piyade Yüzbaşı Salih Zeki Yılmaz’ın İsyan isimli şiiriyle başlıyordu. İkinci sayfası Genç Kemalistler Marşı’yla sürüyordu. Benim yargılandığım davanın da ismi Genç Kemalistler Davası. Daha sonra genç hava subayı olan bu kişilerin çoğu, THKP-C davası sanığı yapılmak suretiyle elendiler. Hv. Teğmen Saffet Alp de onlardan biriydi; Kızıldere’de öldürülen Saffet Alp.

Hava Kuvvetleri’nden önce, Deniz Kuvvetleri subayları ki onlar da sol bilinç sahibi olmuşlardı, Göksenin bahane edilip sağcı basın tarafından Slh.K.lere hakaret edilince dayanışma gösterip “69’lar Bildirisi”ni yayınladılar. Bu sefer bu bildiri bahane edilerek 12 Mart döneminde 84 sanıklı bir dava sanığı yapılarak TSK’dan uzaklaştırıldılar. Bu süreç antikomünizm histerisine tutulmuş karşıdevrimci güçlerce sürdürüldü.

Karşıdevrim bugün çok ileri bir noktada bulunuyor. Görevimiz çok büyük, çok güç, çok zorlu. Bugün her zamandan daha çok Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Bursa Nutku’ndaki önerilerini rehber edinip, anımsamamız gereklidir diye düşünüyorum...

Devleti ve Ülkeyi Kimler Yönetiyor ve Yönlendiriyor?

Türkiye’de yıllardan beri yönetim tartışılıyor. 1987 yılında bir bakan “iç politikayı, dışarıdan esen rüzgarlar yönlendiriyor”5 diyor. 1990 yılında Necmettin Erbakan ise: “Türkiye’yi seçilmiş kişiler değil, başka kişiler yönetiyor...”6 diyordu. Süleyman Demirel 1993 yılında “Bu memleketi IMF mi yönetiyor?”7 diyor. Bir gazetede yayınlanan 1994 yılında yapılan bir ankette % 68 yabancı devlet, % 64 işadamları, % 44 büyük şirketler, % 36 partiler, % 34 tarikat, % 32 MİT, % 26 hükümet, gazete, televizyon % 22, başbakan % 18, cumhurbaşkanı % 17, mafya % 15, aşiretler % 8.8 Bu tablodan çıkan sonuç Türkiye’yi yönetmek durumunda olanlar yönetmiyor. Farklı güçler yönetimi ele geçirmişlerdir.

Mahir Kaynak, 1994 yılında “İttihat ve Terakki benzeri bir örgütün Türkiye’yi yönettiğini”9 iddia ediyor. Prof. İzzettin Önder 1995 yılında “Ülkeyi holdingler yönetiyor.”10 diyor. Amerikalı ünlü senatör Alfonse D’amato 1995 yılında “Türkiye’yi bir haydut çetesi yönetiyor”11 diyor. Bu demece karşı medyada hiçbir tepki görülmüyor. Amerikan Büyükelçisi Abromoviç “Türkiye’nin sorunlarını ancak devletten güçlü hükümetler çözer.”12 diyor. Ben, 1995 yılında bir gazeteye verdiğim demeçte “ülkeyi istihbarat örgütlerinin yönettiğini”13 söylüyorum. TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu Başkanı Sadık Avundukoğlu 1995 yılında: “Devlette gizli örgüt yapılanıyor.”14 diyor.

“Çağımızda iktidarlar, ulusal hükümetlerden tüm dünyaya egemen olmak isteyen çokuluslu şirketlerin ve holdinglerin tekeline geçiyor.” Bu da Newsweek’ten 1995 yılında aktarılmış bir görüş.15 1995 yılında Ecevit “dışarıdan yönetildiğimizi”16 söylüyor. Gerçekten de doğru söylüyor. Ancak söylemek yetmez. Bu durumu nasıl içine sindirebiliyor? Korkut

Page 71: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Özal: “Ülkeyi ordu, mafya, dış güçler yönetiyor.”17diyor. Deniz Baykal 1996 yılında “Ülkeyi çeteler yönetiyor”18 diyor.

Bütün bu görüşlerin sonucunda gelinen noktada “devlet üzerinde devlet”, “karanlık güçler”, “güç odakları”, “Milli Güvenlik Kurulu”nun ülkeyi yönettiği kanısı yaygınlık kazanıyor. Bugünkü tanımlamasıyla da “Derin Devlet” yönetiyor kanısı yaygınlaştı.

Türkiye’yi bu noktaya Demokrat Parti (DP ) ile başlayan süreç ile 12’li darbeler getirdi. Şimdi çok yakın bir tarihte 12 Mart döneminin Kültür Bakanı Talat Halman anıları bir gazetede19 yayınlandı. Halman diyor ki; Memduh Tağmaç’a -o dönemde cunta lideri- “Tiyatrolarımızdan, kültür hizmetlerimizden TSK’yı yararlandıralım”. Memduh Tağmaç’ın yanıtı: “TSK’nın kültüre ihtiyacı yoktur.” Bu yanıt 12 Mart yönetiminin faşizan anlayışını çok açık ortaya koyuyor. Bir anlamda kültürle kültürsüzlerin çatışması. Karanlıkla aydınlığın çatışması.

Memduh Tağmaç 1969 yılında yeni Genelkurmay Başkanlığına atandı. Ve NATO’ya gitmesi lazım fakat bilgi ve yeteneğine güvenmediğinden gitmekten korkuyor. Ve ilk defa bir Genelkurmay Başkanı NATO toplantısına katılmıyor. O dönemde bir general 5 aylık bir çalışmasının ürününü koyuyor önüne. “Ege’deki dengeler değişmiştir. NATO’ya gidildiği zaman Türk tezini şu şekilde savunun.” Fırlatıyor dosyayı atıyor. “Benim bulunduğum dönemde Amerikalılarla ihtilaf olmayacak...”20 İşte Türkiye böyle kafalarla bu noktaya geldi. Şimdi 12 Mart dönemi iktidarının onursuzluğunu belirten bir örnek daha vermek istiyorum. Nihat Erim -o dönemin başbakanı- Atilla Karaosmanoğlu’nu bakan seçmek için Amerika’dan izin istiyor.21 Cüneyt Arcayürek’in, “Cüneyt Arcayürek Anlatıyor: Büyüklere Masallar - Küçüklere Gerçekler” isimli dizi kitapları yayınlandı. Bu kitap serisinde, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu’yu Dışişleri Bakanı yapmak için Amerika’dan müsaade alıyor. Böyle onursuz bir politikanın, böyle onursuz iktidarın tabii Türkiye’yi getirdiği yer bugünkü noktadır.

Amerikan Emperyalizminin Türkiye ve

Kurtuluş Savaşı’na Bakış Açısı

“Büyük dost”, “büyük müttefik”(!) ABD’nin, Türkiye’ye, Kurtuluş Savaşı’nda bakışlarına göz atmak istiyorum.22 Başkan Wilson 5 Ağustos 1919 yılında “Türkiye haritadan silinmelidir. Türkiye’yi parça parça ederim.” 1920’li yıllarda İngiliz Başbakanı Lloyd George “Türkler Avrupa’dan atılacaklardır.” diyor. 1922 yılında Adam Dulles “Mustafa Kemal’e karşı sert bir tutum alınmalıdır. Gelecekte istikraz için başvurabilirler. Eğer Türkiye hiçbir zarar görmeden, devletlere kafa tutmakta devam eder, kapitülasyonları kaldırır ve İstanbul’a yerleşirse, bu yalnız Ortadoğu’yu değil, Avrupa’da da barışı tehlikeye atacaktır.” 1920 yılında New York Times “Avrupa’dan süpürülen Türklerin dünya siyaset sahnesinden bir daha dönmemek üzere silinip gitmesi başlıca isteğimizdir.” 1922 yılında New York Times “Ortadoğu’daki Amerikan çıkarlarının genişletilmesi için sınırsız fırsatlar bizi beklemektedir.” “Anadolu’daki savaşın Türklerin zaferiyle son bulması yakın tarihin en korkunç olayıdır. Korkunç Türk bütün vahşetiyle yeniden ortaya çıkmıştır.”

Bu anlayış bugün de değişmemiştir. PKK ve Ermeni olayı ya da Sevr’in önümüze sürülmesinin temel nedeninin bu bakış açısının sunucu olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye’yi en geç tanıyan ülke ABD’dir. Aslında Amerika’nın bakış açısı hiç değişmez; Amerikan çıkarından başka hiçbir ilke tanımaz. Her ülkeye ilişkin bu gözle bakar. Ama ülkeler de bağımsızlıklarını, kendi ekonomik, ulusal çıkarlarını korumak zorundadır. İşte Küçük Amerikancılar bunu yapmadılar. Teslimiyet politikasıyla Türkiye’yi bugünkü batağa

Page 72: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

soktular. Dünün manda yanlıları iktidarlara egemen oldular. Özellikle neo-liberaller, İkinci Cumhuriyetçiler, özelleştirmeciler küreselleşmeci olarak karşımıza çıkarıldılar.

Küreselleşme gibi laflarla kanımca ABD derin devletini oluşturan siyonist çekirdek kadro -Bull’s Eye- dünya egemenliğini ele geçirmek istiyor. Bu konuda yazılmış çok yapıt var. Şimdi Jacques Bordist’in 1974 yılında kaleme aldığı kitapta gelecekteki dünya hükümetinin amaçlarını açıklıyor23 -1974-

- Uluslararası finans sorunları

- Karşılıklı muhaceret özgürlüğü

- Gümrük engeli olmaksızın malların serbest dolaşımı-Gümrük Birliği-

- Uluslararası ekonomik birlik

- Silahlı kuvvetlerin kaldırılmasıyla eş zamanlı olarak

uluslararası bir kolluk gücünün kurulması

- Uluslararası bir parlamentonun oluşturulması

- Devletlerin egemenliklerinin sınırlandırılmasıyla birlikte egemenliğin BM’ye veya uluslarüstü başka bir hükümete devri

- Belirtilen ilkelere göre bir Dünya Hükümeti’nin

kurulması

Bunlar yavaş yavaş, ağır ağır gerçekleşiyor. Ve Paul Waurburg devam ediyor :24

“… Hoşunuza gitsin ya da gitmesin bir Dünya Hükümeti’ne sahip olacağız. Tek sorun bunun işgal ile mi, gönül rızası ile mi kurulacağı sorunudur.”

Buradan çıkaracağımız sonuç, eğer bu hedeflere ulaşılırsa ulus devletlerinin sonunun geleceğidir.

Küreselleşmenin Üç Gizli Örgütü

Şimdi bu yere nasıl geldik?

Anglo-Amerikan kitaplara da baktığımızda küreselleşeme üç gizli örgütün çabalarıyla yaşama geçiriliyor. Bu örgütler:25

1) Council On Foreign Relations (CFR) (1921)

2) Bilderberg Group (B.B) (1954)

3) Trilateral Comission (T.C) (1971)

Dünyayı yönetenin aslında bu üç gizli örgütün üyeleri olduğu anlaşılıyor. Bu örgütün Sezar’ı David Rockefeller yani dünyanın imparatoru. David Rockefeller’e bağlı örgüt üyesi üç grup var: Kuzey Amerika seçkinleri, Avrupa Seçkinleri, Japon seçkinleri. Bu oluşumun içersinde Türkiye seçkinleri yahut Türkiye’nin seçilmiş insanları Bilderberg Grubu’na üye yapılmış durumdalar. Bazı kaynaklar anılan örgütlerin açık çalışan legal kuruluşlar olduğunu savlıyorlar. Bu savın doğru olduğunu kabul edersek yanılmış olacağımızı düşünüyorum. Evet,

Page 73: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

örgütlerin üyelerinin isimleri belli. Burada açıklık var. Buna karşın örgütlerin yaptıkları toplantılar ve bu toplantılarda alınan kararlar gizli. Öylesine ki örgüt üyeleri bile bütün kararlardan haberdar edilmiyorlar. Bu bağlamda gizli örgüt tanımlaması gerçeğe uygun düşer.

Council On Foreign Relations(CFR), dışişleri komisyonu olarak 1921’de New York’ta “siyonist, üniversal, mali sermaye oligarşisinin” önderliğinde kurulmuş. Başından beri Rockefeller ailesi destek ve finansmanıyla gelişmiştir. 1954 yılında gene CFR güdümünde örgütlenmenin Avrupa ayağı olarak Bilderberg örgütü kuruluyor. 29-31 Mayıs 1954 günlerinde Danimarka’nın Oosterbeek kentinde Bilderberg Oteli’nde ilk toplantısını yaptığı için bu gizli örgütün adı Bilderberg Group olarak anılıyor.

Üçüncü örgüt Trilateral Komisyon. Adından da anlaşılabileceği gibi üçlü komisyon. 1973 yılında üç büyük emperyalist sermaye odağını CFR güdümünde birleştirmek için kuruluyor. İçinde Kuzey Amerikalılar, Avrupalılar, Japonlar var. Bu örgüt de Bilderberg’e göre bir üst kuruluş. Birincisi CFR, İkincisi Trilateral, üçüncüsü Bilderberg. Böyle bir hiyerarşi var aralarında. Tabi oraya seçilmenin şartları var.26

Halid Özkul’a göre27 “1975 yılında Nelson Rockefeller, ABD’nin bütün istihbarat örgütlerini CFR’ın denetimi altına alıyor”. Ancak bana göre bu tespiti ABD’yle sınırlı tutarsak eksik olur. Çünkü uluslararası kapitalizmin gizli örgütlerine baktığımız zaman istihbarat örgütü üst düzey yetkilileri yanında, NATO Başkumandanları ve NATO Genel Sekreterleri ve hatta Birleşmiş Milletler’in etkin görevlilerinin de yer aldığını görmekteyiz. Bu anlayışla ABD istihbarat örgütleriyle müttefik istihbarat örgütleri arasında işbirliğinin ötesinde bağlar kurulmuştur.

Küreselleşmenin üç büyük gizli örgütünün hiyerarşisine göre merkezde bulunanlara “Boğanın Gözü”28 diyorlar. Öküzün Gözü de diyebilirsiniz. Öküzün Gözü’nde -Bull’s Eye-, David Rockefeller, diğer seçilmişler içinden seçilmiş üyeler yer alıyor. Bu gruba alınmanın ön şartı üç gizli örgüte de üye olmak. Bu kadarı da yeterli değil, bunların da arasından seçilmek gerekiyor. Amerikan başkanları değişiyor. Rockefeller ailesi her zaman Öküzün Gözü’nün içinde yer alıyor. Bütün bu oluşumdan dolayı Rockefeller için Sezar tanımlaması yerine oturuyor.

Bunlar dünyayı yönetmek için karar alan kişiler. Ve yüzde yüz küreselleşmeyi yönlendiriyorlar. Ondan sonraki halkada, iç halka denilen bir halka var. Burada da yeni dünya için çalışan idareciler ve üç büyük gizli örgütün birden üyesi olanlar yer alıyor. Ondan sonraki üçüncü halka merkez halka. Bunlar da küreselleşme olgusu için alınan gizli kararlardan yüzde 80 bilgilendiriliyorlar. Bu halkada yer alanlar iki örgüte üye olanlar. YDD’nin uygulayıcıları liderlerden seçiliyorlar. Ondan sonra dış halka var. Buradakiler dünyada olup bitenlerden yani emperyalistlerin aldığı kararların yüzde 50’sinden haberdar ediliyorlar. Bazı CFR üyeleri diğerlerini gizlemek için bu halkada yer alıyorlar.

Şimdi iç halkada bulunanlara yani Boğanın Gözü’nden sonraki halkadakilere bakalım. Yeni Dünya Düzeni (YDD) -New World Order-. Bütün bunlar David Rockefeller’e bağlı. Bütün büyük şirketler. Japon şirketleri birkaç tanesini sayalım. Bunlardan bazıları Toyota, Mitsubishi... Bu çokuluslu şirketleri tanıyorsunuz. Kuzey Amerika şirketlerinden örnek vermek gerekirse: Rockefeller, Morgan, DuPont, Philips... Şimdi Avrupalı bazı şirketler: Henkel, Siemens, Fiat...

Rockefeller’in dünyanın en zengin adamlarından biri olması sıfatıyla iki bankaya sahip. Dünyadaki ve Amerika’daki bütün finansı koordine ediyor. Bunlardan bir tanesi Chase Manhattan Bank (Türkiye’de de şubesi var). Bir tanesi CitiBank (Türkiye’de şubesi var).

Page 74: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Chase Manhattan Bank’ın yöneticilerine baktığımız zaman danışman olarak karşımıza Henry Kissinger çıkar. Henry Kissinger hiç gündemden düşmüyor çünkü Öküz’ün Gözü’nde yer alan bir kişidir. Bütün liderlerimizin en yakın dostudur. Bu bir tesadüf değil. Öküzün Gözü içerisindeki karar mekanizmasında bulunan Henry Kissinger aynı zamanda Bilderberg Grubu’nun özellikle de Türkiye’deki Bilderbergersler’in başkanı durumundadır. Rahmi Koç’un da Chase Manhattan Bank’ın yönetim kurulu üyesi olduğu biliniyor. Bilderberg örgütü üyesi olarak Chase Manhattan Bank’ın yönetim kurulu üyesi. Koç Grubu’ndan Rahmi Koç dışında Suna Kıraç, Mustafa Koç, Bülent Özaydınlı da 1992 yılında Bilderberg toplantılarına katılıp üye oldu. Suna Kıraç halen örgütün başkanı konumunda.

ABD yönetimi ve ABD başkanları da Sezar’a bağlı durumda. David Rockefeler’in hiyerarşisinde gizli örgütler bağlamında aynı zamanda NATO, Birleşmiş Milletler vb gibi uluslararası örgütler yer alıyor. Pentagon, CIA, FBI, bütün finans kuruluşları, üniversiteler, medya denetim altına alınmış durumdadır. Basın, yayın, televizyon hepsi... İşçi temsilcileri, think-thank kuruluşları, vakıflar, ayrıca Asya, Afrika ekonomik toplulukları, AB, AGİT, NAFTA... Bu şekilde emperyal dikta kurulmuş oluyor.29

Türkiye bütün ulusal değerlerini satışa çıkardı. Bu satışı en iyi yapan küresel seçkinler birbirine ödüller veriyorlar ve kamuoyuna medya kanalıyla parlatılıp, halka yutturuluyorlar. Bu satış halktan bu şekilde gizleniyor. 7 milyar dolar borç alacağımız söyleniyor ama 250 milyar dolarlık borç batağına ülkemizi sürükleyen aymaz hatta hain politikacılar uluslararası tefeci kuruluşlar olan Dünya Bankası ve IMF yetkilileri karşısında ceketlerinin düğmelerini ilikliyorlar.

Küreselleşme Gerçekten 1990’da mı Başladı?

Bu noktaya nasıl gelindi? 1 Amerikan dolarını alın. Küreselleşmenin ne tür bir olay olduğunu algılatmak için tüm çevrenize gösterin. Bakın 1 Amerikan dolarının arka yüzünün sol tarafında bir piramit var. Bu piramit masonik bir amblem. Üstünde bir göz yer alıyor; ona masonlar “Ulu Göz” derler. Her mason locasında bir kılıç, “Ulu Göz” ve buna benzer simgesel semboller bulunur. Yani YDD’nin söylendiği gibi 1990’larda Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kurulmuştur safsatası yalan. Amerika daha 1776 yılında 1 dolara masonik amblem koymak suretiyle uzun erimli hedefini saptamış ve çalışmalarını bu doğrultuda sürdüregelmiştir. Tek başına bu sembol bile ABD’nin masonik ve siyonist bir dünya emelini gösteriyor.

Doların üzerindeki sembol ve yazıların anlamlarını irdeleyelim.30 Piramit şeklinin üzerinde Annuit Coeptis yazıyor. Bu Latince: “Bizim meselemiz, planımız başarıyla tamamlanmıştır” demek. Piramitin altında ise romen rakamıyla 1 Mayıs 1876 yazıyor. Bu Amerika’nın kuruluş tarihi değil, bu İlluminat denilen bir mason üst örgütünün kuruluş tarihi olarak buraya alınmış. En altta ise yine Latince olarak Novus Ordo Seclerum yazıyor. Bu “Çağların Yeni Düzeni” demek yani Yeni Dünya Düzeni. Demek ki 1876’dan başlıyor Yeni Dünya Düzeni.

Yeni Dünya Düzeni’nin Küresel Seçkinlerinin Hiyerarşisi

Küresel seçkinlerin hiyerarşisinin tarafımdan yorumlanmış ve çizilmiş şemasını şekilde görebilirsiniz. Bu oluşumun merkezinde Masonlar var. Bunun üstündeki örgütlere masonüstü örgütler diyorlar. Bunlar aşağıdan yukarı sırasıyla Bilderberg Grubu, Trilateral Comission ve CFR. En yukarıda ise Öküzün Gözü-Bull’s Eye- yeralıyor.

Page 75: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Masonların altındaki örgütlere de masonaltı veya premasonik örgütler deniyor. Bu örgütler de yukarıdan aşağıya sırasıyla Rotaryenler, daha altta Lionslar en altta da Diners, Bony and Scott ve benzeri kuruluşlar. Bunlar yukarıya tırmanmak için çabalıyorlar. Premasonik örgütlerin amacı, mason ideallerin gerçekleşmesi için toplumsal yararlı faaliyetlerde bulunmak, ABD’yi sempatik göstermek ve küreselleşme olgusuna hizmet etmek.

Bu oluşumun içerisinde direktif, emir, talimat yukarıdan aşağıya doğru geliyor. Aşağıdan hiçbir kıpırdama olmuyor. Tahkim kanunu mu? Anında çıkacak. Özelleştirme? Mutlaka gerçekleşecek... Çünkü kendi emperyal sistemine entegre etmek için ülkeleri uydulaştırıyorlar. Sır saklama, hiçbirinin ağzından kelime alamazsınız. Aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya çalışan bir olgu. Mutlak itaat, aşağıdan yukarı. Örgütler arası dayanışma. Aşağıdan yukarıya.31

Harun Yahya’nın (Adnan Hoca) Masonluk ve Kapitalizm adlı kitabında bir belge buldum. Doğru olup olmadığını araştırdım. Doğruluğunu saptadıktan sonra yetkilileri haberdar ettim ve yayınevinden izin alarak bu belgeyi Emperyalizmin Bataklığında İstihbarat Örgütleri isimli kitabımda yayınladım.32

1989 yılında Avusturya Büyük Mason Kurultayı’nda Türkiye’yi yönetmek için kararlar alınmış olduğu görülüyor. Bu geçen 16 yı içindeki uygulamalara bakıldığında, düzenlemelerin tümüyle bu kararlar doğrultusunda olduğu görülüyor:

“Basındaki biraderlerimiz arasında dayanışmanın güçlendirilmesi. Bununla afişe olmalarını engellemek amacıyla aralarında suni bir rekabet havası yaratılması. Önemli yerlerdeki biraderlerin açıklanmasını engellemek için temel önlemlerin alınması. Basındaki biraderlerin gerici dindarları bildirmek konusunda daha duyarlı, daha dikkatli davranması için uyarılması.”

Sivil toplum örgütlerine bu yüzden sızıyorlar. Laikliğe indirgendi Atatürkçülük. Laikliğe sahip çıkıyorlar işlerine geldiği için.

“Büyük derneklerimizin GAP düzenlemesi işine sokulması. Güneydoğu’ya yatırım için faydalı koşulların hazırlanması. Yatırımlar için girişimci biraderlerin bir araya getirilmesi.

Premasonik kuruluşlarımız Rotary, Lions, Diners vasıtasıyla uygun gençlerin gözlem ve seçilmelerinin devam edilmesi. Seçilen gençlerin masonik idealler doğrultusunda Amerika ve Avrupa’da eğitilmesi. Seçilenlerin dışında eğitim için uygun çapta ödemelerin hazırlanması.”33

Birkaç örnek vermek istiyorum GAP’la ilgili olarak. Koç, 17 Aralık 1999’da GAP’a el atıyor.34 Çünkü zaten sistemin tepesinde bulunuyor. Masonların talimatı da bu doğrultuda. GAP’taki arazi yapılanmasına şu anda bakarsanız çoğunun oradaki halkın lehine olmadığını, arazinin çoğunun yabancı, uluslararası, çokuluslu holdinglerin eline geçtiğini görürsünüz.

Bilderberg Toplantıları ve Katılımcıları

Kimdir bu YDD’nin Türk katılımcıları? Bilderberg’den yukarı çıkamıyor bizimkiler. Bilderberg örgütü iki kere Türkiye’de toplanmış. Birisi 18-20 Eylül 1959’da Yeşilköy’de. Katılımcılar çok ilginç: Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu. Adnan Menderes’i asanlar böyle bir örgüte üye olduğunu bilmiyorlardı. Bu aslında çok anlamlıdır. ABD Türkiye’de

Page 76: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

kendi istediği karşıdevrim sürecinin yürütecek işbirlikçileri Bilderberg örgütünün ilk Türk üyeleri yapıyor. 35

Bir de 25-27 Nisan 1975 yılında Çeşme Altın Yunus Oteli’nde toplanıyor bu örgüt. Örgütün Türkiye lideri yıllarca Selahattin Beyazıt. Bir kaç yıl önce Türkiye’ye Kissinger gelmişti. Sabah gazetesinde ağzından bir laf kaçırdı. “Türkiye’de tanıdığım ilk dostum Selahattin Beyazıt’tır.” diye. 23-25 Nisan 1971 yılında Amerika Woodstock, Vermont’ta Bilderberg toplantısına beraber katıldıklarını saptadım. Dostlukları orada başlıyor. Şimdi bu adam örgüt anlamında diğer bütün Bilderbergersler’in de üstünde bir kişi. 1957 yılından 1998’e kadar en çok Bilderberg toplantılarına katılan Türk Selahattin Beyazıt’a tüm Türk Bilderbergersleri bağlı. O da Henry Kissenger’a bağlı. Yani Bilderberg’in Türkiye sorumlusu Henry Kissinger. Şimdi Beyazıt’ın yerine Suna Kıraç’a geçti. Bu örgütün yerli üyelerinden biraz daha örnek vermek istiyorum. 1990 yılında Erdal İnönü ve 1995 yılında Hikmet Çetin bu örgüte üye oluyorlar.36 Yanlarında yine Selahattin Beyazıt var. Selahattin Beyazıt’ın bir özelliği de şu: 33. dereceden Mason. İskoç büyük locasına bağlı üstad. İngiltere Kraliyet protokolünde yeri var. Başka bir örnek; sürekli ödül veriyorlar İsmail Cem’e. Batı basınında “Mr. Smile” diyorlar ona. Solana’yla el ense çekiyor.37 Çünkü Solana da bu örgütün üyesi. Küresel medyada parlatıp bu kişileri öne çıkartıyorlar. Medyaya baktığımızda Bilderberg üyelerinin sürekli ödüller aldığını ve manşetlere çıkartılarak gündeme getirildiklerini görüyoruz. Bu bilinçli bir propaganda çalışması. Yalnızca birkaç örnek: Özelleştirme İdaresi Başkanı Uğur Bayer Bilderberg üyesi olduktan sonra Dünya Ekonomik Forumu tarafından “Yarının Küresel Lideri” seçiliyor.38 Bu ödülü daha önce de 1995 yılında B.B üyesi olan Cem Boyner almıştı. Rahmi Koç, İsmail Cem gibi diğer B.B üyesi isimlerinde sürekli ödüller aldıklarını görüyoruz.

Nitelik olarak kimlerin Bilderberg’e üye yapıldığına bakarsak, genellikle büyük sermaye patronlarının, Merkez Bankası Genel Müdürlerinin ve Dışişleri Bakanlarının mutlaka üye yapılmak istendiğini görüyoruz. Merkez Bankası eski Genel Müdürü Rüştü Saraçoğlu, Gazi Erçel ve eskiden Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Fatih Rüştü Zorlu, İlter Türkmen, Mesut Yılmaz, Hikmet Çetin, İsmail Cem, Emre Gönensay gibi...

Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit 1975 yılındaki Çeşme toplantısında bu örgüte üye oluyorlar. 1975 yılında Türkiye iki kampa ayrılmış, kıyasıya bir çatışma var. Adeta bir iç savaş çıkmış durumda. Dağlar taşlar Karaoğlan yazılarıyla doluyor. Sokaklarda bağırılıyor. Türkiye iki keskin kutba ayrılmış durumda. Ecevitçiler ve Demirelciler. Oysa aynı yıl bu iki kişi aynı örgüte üye oluyor. Binlerce yazı yazıldı Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit hakkında. Kimse bu örgüt birlikteliğini ifade etme cesaretini gösteremedi. Nitekim daha sonra aralarındaki bu sahte ayrım ortadan kalktı. Bugün bakıyoruz Demirel Ecevit’in Başbakan olması, Ecevit de Demirel’in Cumhurbaşkanı süresini uzatmak için ellerinden geleni yapıyorlar.39 Arasıra karşı karşıya medyada görünmeleri oyunun bir parçası.

Bilderberg üyeleri arasında sürekli devam eden dayanışmaya bir kaç örnek daha: Süleyman Demirel ve İhsan Doğramacı arasında yıllardır devam eden dayanışma, ayrıca eski SSK Yönetim Kurulu Üyesi Halil Tunç’un Refah Partisi iktidarınca görevden alınmasının Demirel’ce araya girilerek engellenmesi, Jak Kamhi’nin yıllarca İktisadi Kalkınma Vakfı Başkanlığı yapabilmesi vs. gibi...

1975 Çeşme toplantısına katılan yabancılar da var tabi. Onlardan birkaçını söylersem durumu biraz daha somutlaştıracaksınız40. Edmund de Rothchill -Fransa bankeri- bu örgütlerin finansörü. Amerika’da Rockefeller neyse Avrupa’da da de Rothchill ailesi o. Theo Sommer zaman zaman gündeme geliyor. Die Zeit gazetesi başyazarı ve şefi. Joseph Luns NATO eski Genel Sekreteri. NATO da işin içinde. Robert Mc Namara Dünya Bankası

Page 77: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Başkanı, eski savunma bakanı. Giovanni Agnelli Fiat patronu. Arrigo Levi La Stampa gazetesi genel yayın yönetmeni, Olef Palme, Margaret Thatcher, W. George Ball, Brezinski. Brezinski her tarafta görünüyor. Çünkü Boğanın Gözü’nün içinde bulunan adamlardan biri. David Rockefeller’da bu toplantıların katılımcısı.41

Bu üç örgütün üyelerinden seçmeler yaptım. David Rockefeller, üç gizli örgütün üyesi, yani Boğanın Gözü’nün başı. Bu hiyerarşi de en üst kademede. Bill Clinton da üç örgütün üyesi. Buna karşı Jimmy Carter iki örgütün üyesi. George Bush iki örgütün üyesi ancak George Bush aynı zamanda Eisenhower Exchange Fellowship (EEF)’in başkanı. İki örgüt üyeleri olanlar iç halkalarda görev alabilirler. Öküzün Gözü-Bulls’Eye içinde yer alanlar ise üç gizli örgütün üyesi olmak zorunda. Üç gizli örgütün üyesi olmak da bazen yeterli olmayabilir. Bunlar arasında dahi ancak seçilenler Öküzün Gözü’ne girebilir. Henry Kissinger üç örgütün de üyesi. Richard Holbrooke da üç yıldızlı. Böyle devam ediyor. Avrupa’da da saydığım isimler var. Japonya Başbakanı tek örgüte üye olabilir. Onlar da Trilateral Komisyonu üyesi olabilir. Türkler de tek örgüte yani Bilderberg’e üye olabilir. Buna bugüne kadar yalnızca bir istisnası var. Rahmi Koç, CFR’a da üye olan ilk ve tek Türk . Avrupalılar iki örgüt üyesi olabilir. Hem Trilateral hem Bilderberg üyesi olabilir. Amerikalılar üç gizli örgütün de üyesi olabilir. Bu örgütlerde hiyerarşi var, gizlilik var. 42

Bir başka örgüt daha var. Bu örgüt yerli kişileri seçiyor, alıp götürüyor, ABD görüşleri doğrultusunda yetiştiriyor. Bu örgütün adı Eisenhower Exchange Fellowship (EEF) örgütü.

EEF örgütü 1954 yılında kurulmuş. İlk katılımcısı Süleyman Demirel. Süleyman Demirel iki yıldızlı oldu. Bir Bilderberg üyesi bir de EEF üyesi. Amacı Amerikan ideallerini benimsetmek. Bu program çerçevesinde 9 ay Amerika’da gezdiriyorlar, Amerikan sistemini sevdiriyorlar, tanıtıyorlar ve gönderiyorlar. Buradaki olanakları kullanmak suretiyle, basını kullanmak suretiyle çıtasını yükseltiyorlar.43 1954’de genç bir su mühendisi olan şimdiki Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel buradaki kursa katılmıştır.44

Bugüne kadar EEF örgütüne üye olmuş kimselerin listesine göz attığımızda ilginç bir noktaya rastlıyoruz. 1954’ten 1993 yılına kadar 25 kişi gitmiş. 1993 yılında dünya kontenjanı iptal ediliyor Amerika ve bizden 10 kişi alıyor. Seçenler kim? Amerikan Büyükelçisi, Eczacıbaşı ve diğer holdinglerden birer temsilci seçiyor bu 10 kişiyi. Bu 10 kişiye dikkat. 20 sene sonra karşımıza başbakan, cumhurbaşkanı olarak çıkabilirler. Çok ilginçtir, Tema Vakfı çok güzel işler yapıyor. Türkiye’yi erozyondan kurtarmak çok büyük bir ideal. Ama binlerce sivil toplum örgütü içinden neden TEMA öne çıkıyor? Bakıyoruz ki TEMA Vakfı Genel Sekreteri Leyla Derya Çelikel de EEF üyesi olarak çıkıyor karşımıza. Bunu düşünmek gerekli.

Darbe Okulları

Biliyorsunuz ABD vatandaşı, yahudi kökenli ünlü bir yazar var: Noam Chomsky. ABD Terörü adlı kitabında 4 özgürlükten söz ediyor. Bunları zamanında Özal da kopya etmişti. Sık sık söylüyordu. Rooswelt 4 özgürlükten söz etmiş. Konuşma, ibadet, yaratma, yaşama özgürlüğü. Chomsky bir tane daha ekliyor. Adına “5. özgürlük” diyor. (Ek: 9) “Soyma, sömürme, hüküm altına alma, güce başvurma.” Dünyada yaşanan da bu. ABD saldırganlığının çok somut olarak ifadesi.45 Bütün bu soyma, sömürme, hüküm altına alma, güce başvurmayı gerçekleştirebilmek için bazı mekanizmalara gerek var. Bütün dünyada işkence, darbe v.s. aynı yöntemlerle oluyorsa, bunun mutlaka bir hocası, bir merkezi, bir yöntemi vardır. W. Bush yönetimi N. Chomsky’e taş çıkartıyor.

Page 78: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Latin Amerika’da İspanyol Genel Valisi Simon de Bolivar, başkaldırmak suretiyle Bolivya’yı kuruyor. Latin Amerika’da darbe geleneğini başlatıyor. Orası darbeler coğrafyası. Bu geleneği Amerikan emperyalistleri geliştiriyorlar. Geçen yüzyılın başlarında ABD Başkanı Monroe “Amerika Amerikalılarındır” diye bir doktrini ortaya attı. Yani “Güney Amerika Kuzey Amerikalılarındır” anlamında algılamak lazım bu doktirini. ABD, doktrin uyarınca o bölgeyi çeşitli yöntemlerle ele geçirdi. Bu amaçla da darbe yöntemlerini kuramlaştırdı. Ağırlıklı olarak Latin Amerika’yı darbe laboratuarı gibi kullanıp, darbeleri bütün dünyaya çıkarları doğrultusunda ihraç etti.

Amerika ilk darbe okulunu yani Fort Gullic’i 1946 yılında Panama’da kuruyor. Okul 1984’e kadar kalıyor burada. Güney Amerika’daki bütün faşist katiller, işkenceciler, darbeciler, bu okuldan yetişiyor. Sonra okulu ABD’ye Fort Benning’e 1984 yılında taşıyor. Fort Benning’de aslında piyade okulu var. Piyade okulu olağanüstü büyük bir alana yerleşmiş. SOA buraya taşınınca işkence, darbe, katiller okulu olarak da anılıyor. Bütün bu okulların en büyüğü Fort Bragg denilen yerde. Buna aynı zamanda “Kennedy Özel Savaş Okulu” da (1963) deniyor. En üst düzeydeki darbeciler de bu okulda yetişiyor. Bu okullara School Of Americas (SOA) deniliyor. Halkın tepkisi üzerine deşifre olan okulun adı “Batı Yerküre Güvenlik Enstitüsü” diye değiştiriliyor.

Ancak ABD’nin işkence ve darbe okulları bunlarla sınırlı değil. Tüm NATO ülkelerine ve diğer müttefik ülkelere bu okullar ağı yayılmış durumda. Bu okullar çeşitli bağlarla birbirine bağlanıyor. Ve aynı emir komuta zinciri altında. Bu okulların aralarında dört değişik şekilde bağ var.

Bu bağlardan birincisi CIA bağı. Bütün dünya bu açıdan da CIA vasıtasıyla kontrol ediliyor. ABD’nin başkentinden dünyanın bütün başkentlerine CIA ve diğer istihbarat örgütleri arasındaki ilişki sayesinde böyle bir bağ kuruluyor. ABD cani, katil, suikastci, provokötör, sabotajcı, işkenceci ve darbecileri yetiştiren okullardan çıkan adamları vasıtasıyla, gerektiğinde devlet terörü ile bir bakıma gözetim altında tutuyor dünyayı.

Emir kumanda bağlantısı ikinci bağ; ABD Denizaşırı Kuvvetler Komutanlığı bütün dünyaya bu anlamda hükmediyor. Bunun da da ucu gene Almanya’da Bad Tölz isimli kasabada.

Okullar arasında üçüncü olarak eğitim bağlantısı var. Fort Bragg ana okul. Ona bağlı olarak Amerika’da Fort Benning okulu var. Bunun Avrupa ucu ise Almanya’nın Oberammergau kasabasındaki “Ayaklanmaları Bastırma ve İstihbarat” okulu.

Bütün NATO ülkelerinde yukarıda bahsettiğim kategorideki insanlar yetiştiriliyor. Derin devletin bir NATO bağlantısı var. Bu bahsettiğim dünya çapında derin devlet aslında. Brüksel’deki Shape karargâhına bağlı bütün bu merkezler. Brüksel’deki Shape karargahında (NATO Müttefik Başkumandanlığı) ACC denilen bir örgüt var. Bu bir yeraltı örgütü. Bütün NATO ülkelerinin yeraltına kumanda ediyor burası. Allied Coordination Center (Müttefik Koordinasyon Merkezi-.Ek:3), ACC’nin açılımı. Yani derin devletin bir ucu Washington’dan Brüksel Shape karargahına geliyor. (Bkz. Kitabın sonundaki, “Derin Devlet’te Militer Yapılanma” haritası)

Basında devamlı SOA hakkında haberler çıkıyor. Bütün dünyanın katilleri, işkencecileri biliyoruz da, bizimkileri bilmiyoruz. Hangisi hangi okulda okumuş bilemiyoruz. Ben bir basın toplantısına Ahmet Yıldız’ı çağırdım. O Fort Bragg’tan geçmiş. Geldi anlattı. 27 Mayıs’tan sonra Amerikalılar Ahmet Yıldız’ı yoklamışlar, olumlu izlenim alamayınca uzaklaşmışlar. Sadece Ahmet Yıldız Fort Bragg’ta kurs gördüğünü basın önünde açıkladı. Bu okullardan

Page 79: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

yetişmiş, her biri ülkelerinde ABD çıkarları doğrultusunda faşist rejimler kurarak on binlerce insanı katleden bu isimlerin bazıları: Manuel Noriega, Leopaldo Galtirei, Humbarto Regalado, Hugo Banzer Suarez, Roberto D’aubuisson…46 Hepsi cani, katil bu okullardan yetiştirilmiş.

Aşağıdaki bilgiyi ABD’nin Syracuse kentinden bir akrabam bana gönderdi. Amerikan Senatörü Daniel Patrick Moynihan senatoda bir önerge veriyor. Önerge şu şekilde:47

“60 bin Latin Amerikalı askerin eğitim gördüğü Fort Benning’deki Amerikalılar Okulu’nu (SOA) inceledim.

SOA diplomalı görevliler tüyler ürpertici eylemlerde bulunuyorlar. Bu okullarda işkence, gasp, suikast ve insanları kaçırma yöntemleri öğretilmektedir.

1996 yılı Eylülünde Pentagon (Savunma Dairesi) ‘İşkence Eğitim El Kitabı’nı SOA’nın kullanmasına izin verdi. Bu kitapta sahte suçlama48 şantaj yapma, yanlış bilgilendirme, fiziki ve diğer işkence yöntemleri SOA’daki görevli personel tarafından Latin Amerikalı askerlere halkını öldürme, tehdit, özellikle dini çalışma, sendikalarla diğer çalışma ile yoksulluğu kullanma taktikleri öğretiyor.

Bu ‘Cinayet Okulu’ yılda yaklaşık 20 milyon dolara mal olmaktadır. Oysa bizim çocuklarımıza ve insanlarımıza yönelik yatırımlarımız tamamlanmış değildir. Lütfen SOA’yı Durbin yasa tasarısıyla kapatınız.”

Aynı şekilde Joseph Kennedy de bir önerge veriyor fakat tabii ki bu önergeler reddediliyor. Gerekçe ise şöyle: “Okulun Latin Amerika demokrasilerini güçlendirmek için önem taşıdığı...”

Bu noktada ABD Genelkurmay eski Başkanı Oramiral William Crove’un ilginç bir demecine yer vermek istiyorum:49

“Biz müttefik ülke subaylarına ABD’de eğitim görmeleri için askeri kurslar veririz. Bu kursların amacı tabii ki bu ülkelerin orduları, askeri ve siyasi lider kadroları üzerinde etki sağlamaktır.”

Fort Benning denen cinayet okulunun bulunduğu yer. Kapısında şöyle yazıyor United States Army Infantry School, yani Amerikan Ordusu Piyade Okulu. Yine bizim basında yer almış bir haber. “Fort Bragg’ta50 işkence, adam kaçırma, cinayet alanında uzmanlık kazanan ‘Gafe’ adı verilen özel birlikler restoran bombaladılar.”51

Georgia eyaletindeki Fort Benning okulunun kapatılması amacıyla yürütülen kitlesel kampanyaya ise Amerikalı bir rahip Roy Bourgeois önderlik ediyor. Fort Bragg’ın alanı 75 km2 bir alan. 12 bin kişi protesto ediyor Amerika’da. “Bu okulun burada ne işi var?” diye. Açıklama yapılıyor. “Amerikan çıkarları bunun gerektiriyor...”

1993 yılında Almanya’ya konferans vermek için gittiğimde “Nereyi görmek istersin?” dediler. Ben “Oberammergau” diye tutturdum. Orada bulunan Ayaklanmaları Bastırma ve İstihbarat Okulu’nun bulunduğu yerin video ve fotoğraflarını çektim.. Bu fotoğraflardan da kesinlikle anlaşılabileceği üzere, anılan okulların NATO ve dolayısıyla Shape karargahına bağlı olduğu görülmektedir. Yol levhalarında “NATO Schule” ve “NATO School” yazmasına karşın, bir başka yol levhasında Almanca “Yönetim Okulu” denilerek okulların asıl adı

Page 80: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

gizlenmeye çalışılıyor. Oberammergau’daki okulun NATO Brüksel bağlantısını tespit ettim. Bu okul emir komuta bağlantısı bakımından doğrudan doğruya ABD’ye, dolaylı olarak NATO’ya bağlı, Bad Tölz’de bulunan 20. Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın emrinde çalışmaktadır.52

Osmanlı’dan Bugüne Gelen Miras: İşkence

Osmanlı’dan miras kalan işkence olgusu ne yazık ki günümüze değin devam edegelmektedir. Ancak sistematik olarak işkence ülkemizde 1971’li yıllarda 12 Mart muhtırasal darbesinden sonra başladığını biliyoruz.

Dünya geneline baktığımız zaman aynı türden işkence yöntemlerinin diğer ülkelerde de uygulandığını görüyoruz. Kuşkusuz bu olguyu bir rastlantı olarak algılayamayız. Çünkü Soğuk Savaş döneminde, ABD’de başlayan McCarthycilik akımını ABD dünyaya “anti-komünizm” ideolojisi olarak ihraç etti. Politikadan, bürokrasinin her iki kesiminden, güvenlik güçlerinden seçilmiş kişilerin hem ideolojik hem de kuramsal ve pratik olarak bu olgunun benimsetildiğini biliyoruz.. Bu amaçla Panama’da, Ft. Benning’de, Ft. Bragg’ta, Oberammergau’da ve dünyanın diğer ülkelerinde devlet terörü, sabotaj, işkence, provokasyon vb gibi yöntemleri öğrenen kadrolar yetiştirildi. Bu çabaların görünürdeki amacına göre eğer ülke işgal edilirse, yetişen bu kadrolar gerilla yöntemleriyle iç direnişi örgütleyecek ve düşman işgalini engelleyecekti.

Aslında çok gerçekçi ve makul gibi görünen bu amaç, iç ve dış düşman kavramlarını eşitlediğinizde iki ucu keskin bir kılıca dönüştü. Dünya halkları üzerinde işkence, baskı, zulüm ve devlet terörüyle somutlaştı. Onların mantığına göre “milliyetçi ve dinci” olmanın ön koşulu komünizmle mücadeleden geçiyordu. Sermaye, kazanılanı korumak için komünizmle mücadelenin doğal müttefikiydi. Bu amaçla dünyanın bütün ülkelerinde “Komünizm ile Mücadele Dernekleri” yanında “Antikomünist partiler, örgütler, dernekler” ABD finansmanıyla kuruldu ve iktidara getirildi. Avrupa’da Euro-komünizm’in yükselişi ve hatta özellikle İtalya ve Fransa gibi ülkelerde demokratik yöntemlerle iktidara sahip olacak ölçüde güçlenmesi karşısında Gladio türü örgütler öne çıkarılarak iç düşman saydıkları komünistlerle amansız bir kavgaya tutuşturuldular. ABD’de veya ABD yandaşı örgütlerde yetiştirilen “milliyetçi, vatansever” tetikçiler(!), bilerek ya da bilmeyerek ABD adına kendi halkları üzerinde devlet terörü, sabotaj, provokasyon v.b gibi yöntemleri uygulayarak ülkelerini destabilize(istikrarsızlaştırma) ve demagnetize ettiler ve komünist partilerin iktidara gelmesini engellediler. Eski CIA başkanı Colby muhtelif yayın organlarına vermiş olduğu demeçlerde bu gerçeği açıkça itiraf etmektedir. Colby şöyle diyor:53 “NATO üyesi olması dolayısıyla Türkiye’de de benzeri bir kurumun (Gladio kastediliyor) varlık ihtimali bulunuyor... Türkiye’nin komünistlerin eline düşmemesi için CIA’nın antikomünist kuruluşlara destek vermiş olması ihtimali vardır...”

Kuşkusuz Türkiye bu oluşumun dışında tutulmadı. Ülkemizde de sosyal demokrasiyle, komünizm koşut sayılarak ve hatta CHP komünistlikle suçlanarak, özellikle 12’li darbelerden sonra benzeri yöntemler uygulamaya konuldu.

12 Mart muhtırasal darbesinden sonra sistematik olarak uygulamaya konulan işkence olgusu, o dönemin 1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün’ü öne çıkarttı. Faik Türün açıkça CHP’ye cephe aldı ve de özel savaş yöntemlerinden biri olan “Temizlik Operasyonu”nu başlattı. Bu amaçla tüm İstanbul’u 2 kez evlere hapsederek ve sokağa çıkma yasağı koyarak, “Fırtına 1” ve “Fırtına 2” operasyonu adı altında aramalar yaptırdı. Binlerce aydın, yurtsever, ilerici, Atatürkçü kişi ve özellikle solcu olarak tanımlanan öğrencileri göz altına alarak, işkenceden geçirdi. İşkence özellikle 1971’den sonra yıldır ülkemizde sistematik bir şekilde

Page 81: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

uygulanmakta ve uzun vadede toplumu sindirmenin yani “sessiz çoğunluğu” yaratmanın metodu olarak kullanılmaktadır.

Faik Türün o dönemde emniyet örgütündeki işkenceleri yeterli görmemiş olacak ki özel işkence merkezleri kurarak zulme devam etti. Bunlar içinde en ünlü olanı da “Zihni Paşa (Ziverbey) İşkence Köşkü”dür. Bu köşkten sırf kuram gereğince komünist olanlar geçirilmediler. Ek olarak Faik Türün Genelkurmay Başkanı olabilmek için önünde engel olan generalleri bir komplo içine alarak etkisiz halde bırakmak ve amacına ulaşmak için de işkence yaptırmıştır. Bunlardan biri de benim.

Kanımca Dreyfus davasından yüz kere daha önemli sayılması gereken bu olay 40 yıllık uğraşıma karşın kamuoyunca tam olarak kavranmış değildir. Nitekim bu akıl almaz, çirkin komployu sergilemek için yazdığım 4500 sayfalık “Savunma” hâlâ elimde durmaktadır.

Yargılandığım “Bomba Davası”nda (1972-1975) dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler, Orgeneral Muhsin Batur, Oramiral Kemal Kayacan ek iddianameyle Marksist ve Leninist bir cuntanın lideri olarak suçlanmalarına karşın, mahkeme önüne getirilememişlerdir. O nedenle de “Bomba Davası” diye adlandırılan balonu söndürmek bana kaldığı için ben bu misyonu alnımın akıyla yerine getirmeye çalıştım.

Mahkeme dışında tarihe de verilecek bir hesap bulunması gerektiğine inanarak, adı geçen üç orgeneralin Marksist ve Leninist olup olmadıkları saptanmalı, eğer bu sav doğru değilse -ki benim savım da budur- başta Faik Türün olmak üzere bu tertibi düzenleyen kadro açığa çıkarılmalı, ölmüş olsalar bile kınanmalıdır ki benzeri olaylar yaşanmasın.

Türkiye’de işkence var çünkü işkence öğreten okullar da var, oradan geçen insanlar da var. Ve de sistematik işkence var. 1974 yılında Ecevit işkenceye karşı çıkıyordu. “Çok şeyi değiştireceğiz.” diye. Demirel ona cevap veriyor “İşkence ve kontrgerilla iddialarını ispat etmek için devlet arşivini karıştırmaya gerek yok.” Yıl 2000, Ecevit başbakan, işkence devam ediyor. Şimdi o dönemde bize işkence yapan Faik Türün gayet pişkin olarak 1974 yılında Hürriyet gazetesiyle yaptığı söyleşi de “İşkence olarak dün ne yapıldıysa bugün de onlar olmuştur.” diyor. Bu işkenceci general geçen gün, Cumhurbaşkanlığı protokolünde ağırlandı. Dana sonra Türün Demirel tarafından cumhurbaşkanı adayı gösterildi.

12 Mart dönemi, karanlığın aydınlığa saldırısı olduğu için bütün aydınları, Prof’ları içeri aldılar. Ve Mümtaz Soysal gibi saygın bir kişiye tokat atıyorlar. Böyle bir dönem! Şimdi, Demirel, Clinton karşısında düğmelerini ilikliyor. İşkence olduğunu kabul ediyor.54 Bunun sorumlusu kim? Herhalde biz değiliz.

Derin Devletin İçyüzü

Derin devlet nedir? Derin devlet aslında kontrgerillanın başkalaşmasıdır. İlk önce kontrgerilla çıktı, sonra Gladio, sonra Süper NATO, en sonunda derin devlette işi bağladılar.

EEF örgütünün 1200 üyesi var. Ve başkanı George Bush. Eski CIA Başkanı sıfatıyla bu kişilerin de lideri. Bu grup içinde devlet, hükümet başkanları, bakanlar üst düzey yetkilliler, sivil kuruluşlar, akademisyenler. EEF anlamında derin devleti kategorize edersek bunlar karşımıza çıkıyor. Bunlardan her biri derin devletin elemanı olabilir.

Özetle; FM 31-16 numaralı Amerikan Kontrgerilla Talimnamesi, EEF örgütü, İlhami Binici’nin açıklamaları, hepsi birbiriyle örtüşüyor ve derin devlette yeralan unsurlar açıklanıyor.

Page 82: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Bana göre derin devlet, ABD derin devletinin uzantısı olan küresel bir yapılanmadır.

Kaynakça ve Açıklamalar:

1. Y.n. İstanbul Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Kulübü’nde konferans olarak sunulan ardından da İleri dergisinin Ekim-Kasım 2000 tarihli 1. sayısında yayınlanan aynı adlı makalenin güncelleştirilmiş şeklidir.

2. Talat Turhan, Devrimci Bir Kurmay Subayın Etkinlikleri-1, Sorun Yayınları, üçüncü baskı, Ağustos 2001

Talat Turhan, Devrimci Bir Kurmay Subayın Etkinlikleri-2, Sorun Yayınları, birinci baskı, Ocak 2005

-Talat Turhan, Genç Kemalistler Ordusu, İleri Yayınları, Eylül 2004

3. Y.n. Bu grup kendilerini EMİNSU (Emekli Subaylar) diye tanımladı.

4. Talat Turhan, Bomba Davası Savunma 1, syf 104-105

5. Milliyet, 3 Ekim 1983

6. Günaydın, 17 Kasım 1990

7. Aktüel, 1-7 Nisan 1993

8. Hürriyet, 20 Ekim 1994

9. Y.n. Daha fazla bilgi için Emperyalizm Bataklığında İstihbarat Örgütleri - Doruk Operasyonu isimli kitabıma bakınız.

10. Aktüel, 10-16 Kasım 1991

11. Zaman, 14 Ocak 1995

12. Milliyet, 13 Mart 1995

13. Selam, 17-23 Nisan 1995

14. Cumhuriyet, 21 Mayıs 1995

15. Newsweek’ten aktaran Cumhuriyet, 21 Haziran 1995

16. Cumhuriyet, 28 Aralık 1995

17. Milliyet, 23 Haziran 1996

18. Cumhuriyet, 27 Kasım 1996

19. Hürriyet, 20 Mart 2000

20. Talat Turhan, Bomba Davası Savunma 1, syf 135

21. Milliyet, 25 Mart 1978

Page 83: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

22. Osman Ulagay, Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı adlı eserinden aktaran Talat Turhan, Bomba Davası Savunma 1, Sorun yayınları, üçüncü baskı, Eylül 2004

23. Y.n. Bu görüşler Une Main Cochée Dirige (1974) adlı yapıtında yer almıştır.

24. Y.n. CFR üyesi tanınmış kapitalist, 17 Şubat 1950 günü ABD Senatosu’nda bu sözleri dile getirmiştir.

25. Y.n. Kuşkusuz emperyalist örgütler sayılanlarla sınırlı değil. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Talat Turhan, Küresel Çete, İleri Yayınları, Mart 2005

26. Talat Turhan, Çeteleşme, sf. 156

27. Halid Özkul, Yeni Dünya Düzeni, Anahtar Kitapları Kasım 1992

28. Who’s Who Of The Elite, Robert Geylon Ross, Sr. Published by RIE

29. James Adams, Bull’s Eye, Ney York, Time Books, 1992

30. Talat Turhan, Çeteleşme, Akyüz Yayıncılık, Haziran 1999. s. 156

31. 30’da age

32. Harun Yahya, Masonluk ve Kapitalizm adlı eserinden aktaran Talat Turhan, 9’da age

33. Ayrıntılı bilgi için bkz. Talat Turhan, Mehmet Eymen, AEGEE: Küresel Çeteleşmenin Gençlik Cephesi, İleri Dergisi sayı:25

34. Milliyet, 17 Aralık 1999

35. Talat Turhan, Çeteleşme, Akyüz yayıncılık, Haziran 1999

36. Milliyet, 15 Mayıs 1990

37. Talat Turhan, Devrimci Bir Kurmay Subay’ın Etkinlikleri, Sorun yayınları

38. Milliyet, 11 Aralık 1999

39. Cumhuriyet, 29 Ocak 1999

40. 30’da age

41. 30’da age

42. 30’da age

43. 30’da age

44. 30’da age

45. Noam Chomsky, ABD Terörü kitabından aktaran Talat Turhan, Çeteleşme, Akyüz yayıncılık, Haziran 1999

46. Cumhuriyet, 4 Ağustos 1993

47. Syracuse Herald American gazetesi 4 Ocak 1998

Page 84: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

48. Y.n: -andıç

49. Milliyet

50. Irak’ta Ebu Garip Hapishanesi’nde işkenci yaparken görüntülenen Lynndie England görüntülerin ortaya çıkmasından sonra Fort Bragg’a dönmüştür.

51. Milliyet

52. 30’da age

53. 30’da age

54. Cumhuriyet, 26 Mart 1999

Page 85: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Kontrgerilla Cumhuriyeti1

1992 yılının Mart ayında Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla2 başlığını taşıyan kitabım yayımlandı. Bu yapıtla, bu konuda Türkiye’de var olan kavram kargaşasına son vermeyi amaçlamıştım. Ama o günden bu yana geçen sürede, kontrgerilla tartışmasında ne yazık ki, yeni bir mesafe alınabilmiş değil. Belgesel olarak ortaya koyduğum gerçekleri gerek iktidar yetkilileri ve gerekse bürokrasinin her iki kanadının temsilcileri, bugün de yadsımayı sürdürüyorlar. Uğur Mumcu’nun hunharca katledilmesinden ve kontrgerillayı da hedef alan geniş kitle gösterilerinden sonra, 14 SHP milletvekilinin TBMM’ye sundukları görüşme önergesi, önce bu partinin yetkili kurulları tarafından engellendi.

Kontrgerilla tartışmalarında alınan sonuçların gene hasıraltı edileceği anlaşılıyor.

Konunun derlitoplu bir biçimde Türk kamuoyunun gündemine yeniden getirilmesinin gerekli olduğuna inanıyorum.

Kitapta sunduğum yeni belgelerin ve bilgilerin ışığında, konunun yeniden ele alınacağına ve tartışılacağını umut ediyorum. Ne yazık ki umudum gerçekleşmedi...

Özel Harp Dairesi’nden Özel Kuvvetler Komutanlığı’na

22 Ekim 1992 günü Genelkurmay Harekat Daire Başkanlığı’na bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığı, basın mensuplarının çağrılı olduğu bir özsunuş düzenledi. Bu toplantıdan önce Özel Kuvvetler’e mensup olan özel timlerin gösterileri izletildi. Bu timlerin özel donanımlı olduğu ve özel eğitimden geçirilmiş, attığını vuran elemanlardan oluşturulduğu anlatılmaya çalışıldı.

Kuşkusuz, birçok ülkenin silahlı kuvvetlerinde olduğu gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde de böyle özgün bir birliğin bulunmasından, her yurtsever gibi biz de kıvanç duyarız. Ancak Türkiye’de bu kuruluş üzerinde yoğunlaşan kuşkuların varlığı da bir gerçektir. Bu özsunuş ve gösteri, özel eğitimli timlerin varlığı; düşünen, irdeleyen gerçekleri araştıran çevrelerdeki kuşkuların daha çok artmasına neden oldu.

Bu arada Türk kamuoyu kuruluşun adının değiştirildiğini de ilk kez öğrenmiş oldu.

Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya girmesinden hemen sonra, eylül ayında bugünkü Milli Güvenlik Kurulu’nun işlevlerine sahip Milli Müdafaa Yüksek Kurulu’nun bir kararıyla bugünkü Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın atası olarak bilinen Seferberlik Tetkik Kurulu adı altında yeni bir organizasyona gidildi. İşlevi ile ismi arasındaki uyumsuzluk görülmüş olmalı ki, daha sonra kuruluşun adı Özel Harp Dairesi olarak değiştirildi.

Şimdi de Özel Kuvvetler Komutanlığı adının yeğlendiği görülüyor. Gerçekten de Özel Kuvvetler Komutanlığı, gerek kuramsal bakımdan, gerekse kuruluş şeması ve işlevi bakımından, örgüte verilebilecek en uygun isimdir. Eski isimlerinden vazgeçilerek gerçeğe dönüş yeğlenmiştir. Daha doğrusu isimlendirme düzeyinde de ABD talimnameleri esas alınmıştır. Çünkü ABD kaynaklı bütün belgeler, talimnameler ve yönergeler Türkiye için de aynen geçerlidir. ABD kaynaklı FM 31-20 resmi talimnamesinin ismi Special Forces Operational Techniques, yani Özel Kuvvetler Harekat Teknikleri’dir. Aynı şekilde FM 31-21 Amerikan resmi talimnamesinin ismi Special Forces Operations, yani Özel Kuvvetler Harekatı’dır. Örneğin bu talimname Türkiye’de aynı simgeyle, ST 31-21 Gerilla Harbi ve Özel Kuvvetler Harekatı ismiyle yayımlanarak uygulamaya konulmuştur. Bunun gibi FM 31-21A Special Forces Operations (U), (Gizli) Özel Kuvvetler Harekatı resmi ABD talimnamesi de bu örgütlerin kullandığı yöntemleri içermektedir.

Page 86: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Daha önemlisi de, Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından yayımlanan ST (Sahra Talimnamesi) simgeli talimnameler, ABD kaynaklı FM (Field Manuel) simgeli talimnamelerden aynen çevrilmiştir. (Ek: 5 )

FM 31-16 simgeli ve Counter Guerilla Operations (Kontrgerilla Harekatı) adlı ABD resmi talimnamesinde yer alan komando alayı kuruluş şeması, FM 31-15 simgeli ABD talimnamesinden, (Ek:1) ST 31-15 simgeli Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi’ne(Ek:2) aynen aktarılmıştır. Bu durum ST 31-15 talimnamesinin de, aynı zamanda bir kontrgerilla talimnamesi olduğunu kesinlikle kanıtlamaktadır. Kaldı ki ST 31-15 talimnamesinin adını etimolojik açıdan incelersek, gene aynı sonuca ulaşabiliriz:

Silahlı Kuvvetler örgütlenmesi, nizami ve gayrinizami olarak ikiye ayrılır. Birinci bölüm düzenli ordular için, ikincisi gerilla güçleri için kullanılır. Bu durumda: Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi, Gerillaya Karşı Kontrgerilla Harekatı olarak adlandırılabilir.

Bunu belgelemek için, ST 31- 15 simgeli Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi’nin şemasını ve karşılığı olan FM 31-16 simgeli talimnameden alınan şemayı örnek olarak aktarıyorum. (Ek:1-2)

ABD resmi talimnamelerinin bazılarında “secret-gizli” kaydı bulunmaktadır. Türkiye ve dünya kamuoyunun bir türlü çözemediği Özel Kuvvetler Harekatı yöntemleri de, bu gizli kaydın arkasına saklanmaktadır.

Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri ve Kissinger

Genelkurmay adına konuşan Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Kemal Yılmaz, yukarıda sözünü ettiğim özsunuş sırasında “Türk Silahlı Kuvvetleri literatüründe kontrgerilla sözcüğü yoktur.” cümlesini kullandı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin eski bir mensubu olarak, tüm yasal devlet kuruluşlarını gözümüzün bebeği gibi korumayı temel bir ilke sayıyoruz. Bazı çevreler bizim gerçekleri ortaya çıkarma çabamızı, Türk Silahlı Kuvvetleriyle, güvenlik ve istihbarat örgütlerini yıpratma propagandası ile eşdeğerli tutmaktadırlar. Oysa bugüne kadarki çabalarımızla, bir avuç işbirlikçi, aşağılık, satılmış kişinin yasadışı eylemlerini sergilemek suretiyle anılan örgütleri temize çıkartmak istiyoruz. Örneğin Ziverbey Köşkü’nde başlayan ve benzeri işkence merkezlerinde binlerce yurtsevere uygulanan işkence günümüze değin artarak devam etmektedir. Ziverbey İşkence Köşkü’nde, lider kadro dışında, MİT ve polis görevlilerinin, Silahlı Kuvvetler mensupları olmadıkları, ilgili kişilerin açıklamalarıyla da ortaya çıkmıştır. Bu ekip, işkence eylemlerine Silahlı Kuvvetleri de ortak ederek, işkence kurbanlarıyla Silahlı Kuvvetleri karşı karşıya getirmek gibi aşağılık bir yol izlemişlerdir.

12 Haziran 1973 gününden başlamak üzere İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’ne, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na vermiş olduğum sayısız dilekçeyle3 sadece bu tertibin ortaya çıkarılmasını değil, aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de temize çıkartılmasını istiyordum. İşkenceye karşı çıkan her kişi, sadece kendi onurunu korumakla kalmaz, insanlık onurunu da temsil eder. İşkence yapanlar, işkenceye destek olanlar, bulundukları bataklıkta ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, sorumluluktan kurtulamazlar. Kara Harp Okulu, Topçu Okulu, Kara Harp Akademisi, Yüksek Komuta Akademisi mezunu bir kurmay subayım. Bana işkence yapanlar, aynı zamanda geçmişte elde ettiğim kazanımlara, kariyerime saldırmak istemişlerdir. Silahlı Kuvvetler’in, kendisini, işkencecilik suçlamasından kurtarmasının tek yolu, işkence olgusunu kabul ederek işkencecileri teşhir etmesidir. Eğer yetkili ve sorumlu kişiler böyle bir tavrı benimserlerse, kurumlarına en büyük hizmeti yapmış olurlar.

Page 87: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Oysa 3 Aralık 1990 günü Özel Harp Dairesi ile ilgili yapılan özsunuşta dönemin Genelkurmay Harekat Dairesi Başkanı Korgeneral Doğan Beyazıt, ÖHD’nin Ziverbey Köşkü sorgulamaları ile ilişkisinin olmadığını açıklama gereğini duymuştur. Gene 22 Ekim 1992 günü Özel Kuvvetler Komutanlığı özsunuşunda da, kuruluşun komutanı Tümgeneral Kemal Yılmaz, aynı tutumu sürdürmüştür. Bu tutumlar Ziverbey Köşkü’nde işkence gören yurtseverlere yapılmış , yapılabilecek en büyük saldırıdır. Bu tip demeçler vermeye, hangi makamda bulunursa bulunsun hiç bir kimsenin hakkı yoktur. Ziverbey İşkence Köşkü’nde görevlendirilmiş Pentagon uşaklarının kendilerine “kontrgerillacı” adını taktıkları 30 yıldan bu yana yazılıp çiziliyor. Bizim sürdürdüğümüz kavga, kendi kirli emellerine Silahlı Kuvvetler’i alet eden kişilerin gerçek yüzlerinin ortaya çıkarılması amacını taşımaktadır.

Halbuki 30 yıldan bu yana, parlamento dahil devletin tüm organları, ortaya koyduğumuz somut gerçeklere karşın sadece susmayı veya örgütün varlığını dahi yadsımayı yeğlemişlerdir. Parlamento adeta kilitlenmiş, kontrgerilla tabu olma konumunu sürdürmüştür. Türk halkının gerçek demokrasiye ulaşma özlemi, kontrgerilla tabusunun yıkılmasına doğrudan bağlıdır. Bir örgüt ya da kişi, bu tabunun yıkılması için ne ölçüde çaba gösterirse, o ölçüde demokrattır. Bunu yapamayanların kendilerini, zaman zaman Yassıada’da, Hamzakoy’da veya Zincirbozan’da bulmalarından daha doğal bir şey olamaz.

Demirel’in HEP milletvekilleriyle yaptığı görüşmede söylediklerini Milliyet gazetesinin 23 Ocak 1993 günlü sayısındaki köşesinde Demirel’in HEPlilerle Buluşması başlıklı yazısı ile Yalçın Doğan aktardı:

“Sizin davranışlarınız Türkiye’ye zarar veriyor. Bu zarar sadece Güney için değil, hepimizi için işler. Öyle bir zaman gelir ki, beni de bir kenara iterler ve sonra sıkıyönetim gelir.”

Bu sözler olası bir yeni 12 Eylül’ün bir işareti olarak algılanabilir.

Sıkıyönetimin ilan edilmesi ile başbakanlar bir kenara itilmezler. Çünkü sıkıyönetim yasal bir zorunluluktur ve yasalara göre de yürütmenin denetimi altındadır. Başbakanı “bir kenara itecek” güç hangisidir? Bu ve benzeri soruların yanıtlarının tartışıldığı bir siyasal ortamda, demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işlediğinden nasıl söz edilebilir?

Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Kemal Yılmaz’ın, 22 Ekim 1992 günlü özsunuşu ile yeniden tartışma gündemine gelen “Literatürde kontrgerilla sözcüğü yoktur.” sözüne dönelim yeniden.

Resmi yetkililerin vardır-yoktur tartışmalarına açıklık getirmek amacıyla, Mart 1992’de Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla başlığı ile yayımlanan kitabımda, Encyclopedia Americana’dan konuyla ilgili bölümü aktarmıştım. “Kontrgerilla” bir yöntemin adıdır. Bütün dillerde kullanılır, ansiklopedilere de geçmiştir. Ansiklopedide yer alan, konuyla ilgili kaynaklar incelenirse, bunlar arasında bulunan David Galula-Counter Insurgency Warfare (1964) başlığının dikkat çekici olduğu görülecektir. 1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde sürdürülmekte olan Bomba Davası’nda mahkeme heyetine bir belge olarak da sunduğum bu kitap, Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri-Teori ve Tatbikatı başlığı ile Cevdet Sunay’ın Cumhurbaşkanı, Süleyman Demirel’in Başbakan olarak görev yaptığı 1965 yılında, Genelkurmay Basımevi (çeviren: Hasan Lambet) tarafından Türkiye’de de yayımlanmıştır. (Ek:8) Kitabı yayımlayan Frederick A. Praeger Publisher Inc.’in ClA’nın finanse ettiği bir yayınevi olduğu CIA’nın eski başkanlarından Stanfield Turner’in CIA-Gizlilik ve Demokrasi başlığını taşıyan “anılar”ında da açıklandı. David Galula’nın maske bir isim olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü kitap Harward Üniversitesi’nden bir grup tarafından

Page 88: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

yazılmıştır. Yazarları arasında, eski başbakanlardan Bülent Ecevit’ in “hocam’ olarak takdim ettiği ABD’nin eski dışişleri bakanlarından Henry Kissinger de bulunmaktadır.4

Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri başlığı ile yayımlanan kitap, ülkede sol akımların ve sol muhalefetin hangi yöntemlerle ve nasıl hizaya getirileceğini kuramsal ve eylemsel açıdan göstermektedir. Kitap, “Temizlik Harekatı” sonrasında yapılacak seçimlerin yöntemine varıncaya kadar, her türlü öneriyi içermektedir.

Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri’nde yer alan öneri ve yöntemler, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinde kelimesi kelimesine uygulanmıştır, uygulanmaktadır. Burada ileri sürülen önerilerle, ülkemizde 1965 yılından bu yana süregelmekte olan uygulamalar arasındaki uygunluğa da dikkati çekmek istiyorum.

“Vardır-Yoktur” Tartışmalarının Özü

Tümgeneral Kemal Yılmaz’ın “Kontrgerilla yok.” demeci başka bir açıdan da talihsizcedir. Çünkü, kendisinden yaklaşık 25 gün önce, Milliyet gazetesinin 5-6 Eylül 1992 günlü sayılarında yayımlanan bir söyleşide, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş, Nilüfer Yalçın’ın sorularını şöyle yanıtlıyordu:

“Önce şu kontrgerilla sözü tamamen yanlış kullanılıyor. Bu teşkilatın amacı şudur: Karşıda savaşa giren bir düşman vardır. Kontrgerilla, düşman bölgesine sızarak oradaki halkı mukavemet için organize eder. Ya da düşman toprağına girmiştir, teşkilat işgal bölgesinde kalıp halkı direnişe teşvik eder, organize eder. Bu kuruluşlar her ülkede var. İngiltere’de SAS Alayı, ABD’de Delta Forces budur. Bizde de Özel Kuvvetler Komutanlığı var.5”

Düşündürücü olması gerekir: Eylül ayı başında Genelkurmay Başkanı’nın kabul ettiği gerçeği, ekim ayında Genelkurmay’a bağlı bir kuruluşun komutanı yadsıyabiliyor. Ortada gizlenen bir şeyler olduğu açık. Demokrasi açıklık rejimidir. Olayın taraflarından birisinin retçi tutumuyla, gerçekler ortaya çıkarılamaz. Demokrasilerde en üst denetim organı, şüphesiz ki, parlamentodur.

1973 yılında, yasal hakkımı kullanarak parlamentoyu bu konuda göreve çağırdım. Gladio skandalının patlak verdiği 1990 yılında, MÇP(Milliyetçi Çalışma Partisi) hariç tüm partilerin desteklediği bir Meclis Araştırması Önergesi, Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla kitabımda ayrıntılarıyla açıkladığım gibi, 1991 yılı Aralık ayına bırakılmıştı. Aradan bir buçuk yıllık bir süre geçmiş olmasına ve dahası yeni soruşturma önergeleri verilmiş olmasına karşın, o günden bu yana tek bir adım dahi atılmamıştır. TBMM bu konudaki işlevini yerine getirememiştir.

Demokrasinin geleceğinin, kontrgerilla konusunun açıklığa kavuşturulmasına bağlı olduğuna inanıyorum. TBMM’yi bir kez daha göreve çağırıyorum. Bu konuda kuşku altında bulunan örgüt ve kişilerin, kuşkudan arınması gerektiğini düşündüğüm için de, ısrarımı sürdürüyorum.

İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, göreve başladığı günden bu yana verdiği demeçleriyle, kontrgerillayı yadsıyan tutumunu sürdürdü. Güneydoğu’daki “faili meçhul” cinayetlerin arkasında kontrgerillanın bulunduğuna dair iddialar üzerine, İçişleri Bakanı, Cumhuriyet gazetesinin 1 Aralık 1992 günlü sayısında yayımlanan bir demecinde,

Page 89: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

“Kim kontrgerilla konusunda bir şey biliyorsa, belgeleriyle beraber çıksın ortaya, söylesinler. Kontrgerillayı 1980 döneminde de Meclis’te söyleyenler , görev yaptıkları 2 yıl içinde Kontrgerilla ile ilgili tek bir belge koyamadılar ortaya. Devleti töhmet altında bırakıyorsunuz, ama elinizde belge yok, devlet adam öldürmez.6”

diyordu.

Bakan en son olarak da “Kontrgerillanın varlığını ispat edin, istifa edeyim.” açıklamasında bulundu.

İsmet Sezgin’in bu şekilde konuşmaya hakkı olduğunu sanmıyorum. Tüm yöntemlerini benimsediğimiz ABD’nin, özellikle de istihbarat örgütlerinin cinayet işleme birimlerine sahip olduğu, devletin en yetkili kişileri tarafından itiraf ediliyor. İktidar çevrelerince “büyük dost ve müttefik” olarak kabul edilen ABD, cinayet işleme örgütleri kuruyorsa, onunla yakın ilişkisi olan devletlerin benzeri örgütleri neden cinayet işlemesin? Devleti bu tip kuşkulardan arındırmanın bir tek yolu vardır “faili meçhul” tüm siyasal cinayetlerin faillerini, doyurucu bir biçimde kamuoyuna açıklamak... (Gehlen, İleri Yayınları, Ekim 2005’teki değerlendirmeme bakın.)

Bu konuda en büyük sorumluluk da İçişleri Bakanı’nın omuzlarındadır. Özel Harp Dairesi üzerindeki kuşkuların yoğunlaşmasına neden olan iki önemli devlet yetkilisinin açıklamalarından söz edelim. Bunlardan birincisi eski başbakanlardan Bülent Ecevit’tir.

İkincisi ise Genelkurmay eski başkanlarından, Devlet Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı da yapmış olan Emekli Orgeneral Kenan Evren’dir. Kenan Evren, 26 Kasım 1990 günlü Hürriyet gazetesinde yayımlanan demecinde şunları söylüyordu:

“Benim Genelkurmay Başkanlığım sırasında dönemin başbakanı Süleyman Demirel bana geldi. Özel Harp Dairesi’nin anarşi ve terörle mücadelede kullanılmasını istedi. Ben “olmaz” cevabını verdim. Demirel “Ama 1971’deki sıkıyönetim döneminde bu amaçla kullanılmıştı.” dedi. Ben yine kullanamayacağımı söyledim.

Ben izin vermedim, ama haberim olmadan belki bazı olaylarda kullanılmıştır.”7

Üçüncü bir olay da Başbakan iken Turgut Özal’a 1988 yılında yapılan suikast girişimidir. Suçun faili olarak yakalanan Kartal Demirağ, 4 yıl cezaevinde kaldıktan sonra tahliye olunca yazdığı “anılar”ında Dazkırı’1da kontrgerilla eğitiminden geçtiğini açıklamıştır. Bu konu ile ilgili olarak Turgut Özal tarafından kurulan Soruşturma Komisyonu’nda görev alan Yargıtay onursal üyesi Uğur Tönük tehdit edildiğinden dolayı görevi bıraktığı için, suikast girişimi olayı bugün de gizini sürdürmektedir.

Bu demeçlerle Türkiye’de yaşanan olayları karşılaştırdığımızda, kontrgerilla konusunda kamuoyuna mal olan kuşkuların nedenleri kolaylıkla anlaşılabilir. Konuyla ilgili olarak, ÖHD’nin eski başkanlarından emekli general Cihat Akyol’un yazdıklarını da gözardı edemeyiz. Cihat Akyol, 1971 yılında Silahlı Kuvvetler Dergisi’ne yazdığı bir makalede şunları dile getiriyordu:

“Mukavemetin en verimli tohumunun zulüm olduğu bilinmelidir. Bazen gayrinizami kuvvetlerin bu gerçeği bile bile sahte operasyonlarla, halkın mukavemet cephesine iltihakına çalışır. (...) Halkı mukavemetçilerden ayırmak için sanki ayaklanma kuvvetleri tarafından

Page 90: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

yapılıyormuş gibi, mücadele kuvvetlerince zulme kadar varan haksız muamele örnekleri ile sahte operasyonlara başvurulması tavsiye edilir. (Silahlı Kuvvetler Dergisi Eki, Mart-1971)”

1971 yılından bu yana meydana gelen tüm kuşkulu olayların Cihat Akyol’un bu önerileri doğrultusunda gerçekleşmiş olması da, var olan kuşkulara daha büyük bir haklılık kazandırmaktadır.

Demokratik hukuk devletinde kendi halkına “zulüm” yapmayı öneren bir general, bu yetkiyi hangi yasanın hangi maddesinden almaktadır? Generalin “sahte operasyon” önerisi hangi olaylarda uygulanmış, bu operasyonlarda hangi örgüt veya kuruluşlar kullanılmıştır? “Hukuk devleti” ilkelerine bağlı olduğunu iddia eden yetkililer, bu soruların yanıtlarını bulmak gibi bir görevle karşı karşıyadırlar.

Ve nihayet Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu, 10 Aralık 1992 günü Show TVde yayımlanan Arena programında, Uğur Dündar’ın “Kontrgerillanın varlığına inanıyor musunuz?” sorusuna yanıt olarak “hayır” diyebilmektedir.

Eylül 1992’de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş’in varlığını kabul ettiği bir örgütü, kontrgerillayı, Devlet Bakanı Kilercioğlu reddediyor.

Aynı Kilercioğlu, sözü edilen programın ilerleyen dakikalarında, programın sunucusu Uğur Dündar’ın bir sorusu üzerine, TBMM’ye gelecek muhtemel bir kontrgerilla önergesine de destek olacağını vaadediyor. Varlığı yadsınan bir örgütün araştırılmasına nasıl destek olunacağını anlayabilmek bizim açımızdan olanaklı değildir.8 Görüldüğü gibi, tüm çabalarımıza karşın, kontrgerilla konusu gizini ve varlığını sürdürmektedir. Kitaplarımda, yurtiçi ve yurtdışı konferans, panel ve basın toplantılarında bu konudaki gerçeklerin gün ışığına çıkarılmasına, demokrasimize katkıda bulunmaya çalışıyorum.9

Yukarıdaki örneklerde sergilenen çelişkiler, kontrgerilla konusundaki kuşkuları daha büyük ölçüde yoğunlaştırmaktadır. Vardır-yoktur kolaycılığı ile, konuyu geçiştirmeye çalışan yetkililer, var olan kuşkuları ortadan kaldırmak gibi tarihsel bir yükümlülüğün altındadırlar. Kendilerini yeniden göreve çağırıyorum.

16 Kasım 1992 günü Show TV’de yayımlanan 32. Gün programının ilk 15 dakikası kontrgerilla konusuna ayrılmıştı. Bu programa hazırlık olmak üzere, program danışmanı Erbil Tuşalp, Antalya’da benimle bir saat süren bir söyleşi yaptı. Sunulan programda yapılan söyleşinin sadece birkaç cümlesine yer verildi. Bu cümleler dahi, bazı çevrelerde büyük bir tedirginlik yarattı ve aynı programın devamında yer alan Osman Öcalan röportajı bahane edilerek, program yapımcısı Mehmet Ali Birand üzerindeki baskılar yoğunlaştırıldı.

Sırası gelmişken şu noktayı yeniden belirtmeliyim ki, hiçbir gücün tehdidi bizi yolumuzdan döndüremez. Bildiğimiz gerçekleri son nefesimize kadar söylemeye ve yazmaya devam edeceğim. Bizler, hiçbir zaman ilkel öç alma duygusunun esiri olmadık ve olmayacağız. Söylediklerimizin ve yazdıklarımızın yanlış olduğu iddia ediliyorlarsa, karşı tezi ilgililer belgeleriyle birlikte açıklamak zorundadırlar.

32. Gün programının yayımından sonra, Kanal 6 Tv, 6 Aralık 1992 günü gösterilmek üzere benimle İşkenceler, Cuntalar ve Kontrgerilla konusunda bir söyleşi yaptı Bu amaçla 3 Aralık 1992 günü stüdyoda çekim yapıldı. Daha program yayımlanmadan, 4 Aralık 1992 günü Hürriyet gazetesi, bana atıf yaparak Orhan Kilercioğlu hakkındaki bazı savları da gene bana mal ederek haber haline getirdi. Programın gösterilmesinden sonra da, aynı yöndeki haberler Hürriyet ve diğer basın organlarında sürdü. Hürriyet gazetesi, tüm düzeltme

Page 91: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

başvurularımı gözardı etti.Noterden ve mahkeme kararıyla gönderdiğim düzeltme yazılarımı yayınlamadı.

Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu bu maksatlı yayınlara dayanarak, benimle tartışmaya girişti. Orhan Kilercioğlu-Talat Turhan tartışması kamuoyunun gündemine girdi. Gerçeğe olan saygımdan dolayı, Kilercioğlu’nu Cumhuriyet gazetesi aracılığı ile açık tartışmaya çağırdım. (Cumhuriyet ve Milliyet gazeteleri, 8 Aralık 1992) Bu açık çağrıma karşın, Orhan Kilercioğlu, kontrgerilla konusunda bir tartışmaya girmeyeceğini açıklamakla yetindi. (Cumhuriyet, 9 Aralık 1992)

Daha önce de belirttiğim gibi, Devlet Bakanı Kilercioğlu, Arena programında kontrgerillanın olmadığını belirtiyordu. Halbuki 1978 yılından 1990 yılına kadar geçen 12 yıl boyunca, Kilercioğlu-ÖHD ilişkisi konusunda basın-yayın organlarında (Aydınlık, 22 Eylül 1978 - 2000’e Doğru, 27 Ağustos 1989 - Yüzyıl, 25 Kasım 1990) çeşitli savlar ileri sürülmüş ve bu yayınlarla ilgili olarak Kilercioğlu’ndan hiçbir tepki gelmemiştir.

Kilercioğlu, sadece bir dergi hakkında, Aktüel dergisinin 5-11 Aralık 1991 tarihli 22. sayısında Kilercioğlu Ne Kadar Şeffaf başlıklı yazıda yer alan görüşler hakkında, şahsına yönelik savlarla ilgili olarak dava açmıştır. Bununla da kalmamış, ikinci bir davanın hedefi olarak da beni seçmiştir. Yayımlanmasının üzerinden 10 ay geçtikten sonra, Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla başlığını taşıyan kitabımın 31-33. sayfalarında kendisi hakkında sıralanan savları dava konusu yapmıştır. Orhan Kilercioğlu, 1993 yılında açtığı davayı, 12 yıl geriye götürerek kendisini aklama çabası içerisine girmiştir.10

Burada çok daha önemli bir noktanın gözden kaçırılmaması gerekiyor: Orhan Kilercioğlu’nun Hürriyet gazetesinin 4 Aralık 1992 günlü maksatlı yayınına dayanarak yaptığı başvuru üzerine, Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesi, 4 Aralık 1992 gün ve 1992/477-284 İş sayılı kararıyla, Medeni Kanun’un 24/a maddesi gereğince, Kanal 6’da, 6 Aralık 1992 günü gösterime girecek Bizim Koltuk programının yayınını ‘tedbiren’ durdurma kararı aldı. Türkiye’de ilk kez, bir TV programı yayından önce ve içeriği görülmeden, bir mahkeme kararıyla yayımdan kaldırılmak istendi.11 Basın-yayın özgürlüğüne saygılı kurumların, Türkiye Barolar Birliği’nin, baroların bu olayın üzerine gitmesi gerekirken medya, mahkeme kararı karşısında sessiz kalmayı yeğledi. Zaman tümüyle geçmiş sayılmaz. Kişisel bir kaygı ile hareket etmediğimin bilinmesini istiyorum. Amacım, siyasal iktidarın, yargı üzerindeki somut baskılarını açığa çıkaran bir örneği gündeme getirerek, yansız bir adalet mekanizmasının yaratılmasına katkıda bulunmaktır.

Kontrgerilla Örgütlenmesinin Devasa Boyutları

Bunu izleyen süreçte, Nokta dergisi, 13-19 Aralık 1992 günlü 51. sayısında kontrgerilla konusunda benimle yaptığı bir söyleşiyi kapaktan yayımladı. (Üçüncü Bölüm)

Bugüne kadar sürmekte olan kontrgerilla tartışmalarında ÖHD’nin, Gayrinizami Kuvvetlerin yeraltı ve yerüstü olmak üzere iki gruptan oluştuğu, yerüstü örgütlenmesinin komando birliklerinden, yeraltı örgütünün ise “vatanseverler”den meydana geldiği genel kabul görmüştür. Bu kabul, özel savaş örgütünün boyutunu küçültmeyi, lokalize etmeyi, olduğundan daha az göstermeyi amaçlamaktadır. Halbuki 1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim I Askeri Mahkemesi’ne sunduğum savunma12 da, özel savaş örgütlenmesinin çok boyutlu olduğunu, toplumun tüm kesitlerine kadar yayıldığını, resmi ABD belgelerine dayanarak açıklamıştım, 1975 yılında mahkemede yaptığım savunmanın yeterince yankı bulmaması üzerine, 14 Eylül 1977 günlü 7 Gün dergisinde, özel savaş örgütlenmesinin boyutları tarafımdan yeniden gündeme getirildi. 1977 yılında da belirttiğim gibi,

Page 92: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Amerikan emperyalizminin azgelişmiş ülkelerin kuramsal düzenlerini, uygulamada kendi sömürü olanaklarını korumaya yönelik sivil-asker karması örtülü faşizme dönüştürmede kullandığı yöntemlerden en etkili olanı kontrgerilla örgütlenmesidir.

FM 31-16 simgeli, Counterguerilla Operations (Kontrgerilla Harekatları) adlı Amerikan talimnamesinin 34. sayfasının İngilizce aslını Ek’te sunuyorum. (Ek: 1)

Sözü edilen talimname’nin ilgili bölümünde, azgelişmiş ülkelerdeki “Temizlik Harekatı”nın gerçekleştirilmesi için, kontrgerilla örgütlenmesinin içinde, ACC (Bölge Koordinasyon Merkezi) emrinde de görevlendirilecek şekilde kimlerin birlikte bulunacağı belirtilmekte ve ek olarak CMAC (Civil Military Advisory Committee), Sivil-Asker İstişare Komitesi’nin kurulması da önerilmektedir.(Ek: 3)

İtalya’da Gladio adlı kontrgerilla örgütlenmesinin P- 2 Mason Locası ile ilgisini gösteren bir haberi, bu konuda iyi bir örnek oluşturduğu için ek olarak sunuyorum. (Sayfa 156)

Şimdi kamuoyunun önünde çok önemli bir görev durmaktadır: CMAC örgütlenmesi içinde yer alan işadamları ve işçi temsilcileri kimlerdir? Hangi din adamları ve polis şefleri bu örgütlenme şeması içerisinde görevlendirilmiştir?

Yukarıda sayılan diğer grupların temsilcileri kimlerdir? Soruları arttırabiliriz.

Kontrgerilla örgütlenmesinin bu geniş yelpazesi içerisinde yer alanlar, 1950’li yıllardan bu yana Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapmak için ABD emperyalizminin çıkarlarına hizmet eden siyasi iktidarlar ve onların yardakçıları arasında aranmalıdır. 1950’li yıllardan beri, gerek olağan ve gerekse olağanüstü siyasal koşullarda, bulundukları makamlardan hiç oynamayan kişiler arasında kimlerin kontrgerilla örgütlenmesi içinde bulunduğu saptanmalıdır.

Kontrgerilla örgütlenmesi içerisinde yer alan kişileri tanımak için, AFC’den Fullbright’a, Fullbright’tan EEF (Eisenhower Exchange Fellowship) bursuna kadar uzanan sayısız ABD bursundan yararlananların listeleri incelenmelidir. ABD derin devletinin gizli örgütlerine üye olan işbirlikçiler saptanmalı ve izlenmelidir. NGO’lar gözetim altına alınmalıdır.

1973 yılında İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde yaptığım savunmada Süleyman Demirel’in EEF bursundan yararlanan ilk Türk olduğunu belirtmiştim.

AID ve CIA burslarından yararlanarak ABD ve Batı Almanya’daki özel okullarda özel eğitimden geçirilen, güvenlik ve istihbarat örgütlerine mensup sivil ve asker kişilerin kimlikleri saptanmalıdır.

Bu konuda en iyi tanıklardan birisi, daha önce sözünü ettiğimiz CIA eski başkanlarından Stanfield Turner’dir. Turner, gene CIA- Gizlilik ve Demokrasi başlığı altında yayımlanan anılarında şunları söylüyor:

“1967 yılında CIA’nın yurtdışındaki yararlı dost ve unsurları desteklemek için harcadığı para yılda on milyon dolara yükselmişti. Bu paranın büyük bir bölümü bizim sendikalar, öğrenci dernekleri, özel kuruluşlar aracılığıyla yurt dışındaki benzeri kuruluşlara aktarılıyordu. Bizim sendikalar, dernekler bir tür paravan kuruluş görevi yaparak, para

Page 93: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

kaynağının CIA olduğu gerçeğinin öğrenilmesini önlüyordu. Böylece, bizden para alan yabana sendika ve derneklerin ‘Amerikan kuklası’ diye anılmasını da önlüyorduk Bu öylesine büyük bir operasyondu ki, Ford, Rockefeller ve Carnegie Vakfı dışındaki yabancılara burs veren kurumların 1963-1967 arasında harcadığı paranın üçte biri CIA’dan geliyordu. 13”

Sinai Kalkınma Bankası, bu alanda çok önemli bir kuruluştur. Sinai Kalkınma Bankası, Türkiye’de işbirlikçi özel sektörü palazlandırmak için kurulmuştur. Bankanın yabancı kökenli sermayesi, Avrupa Kalkınma Bankası, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) ile International Finance Cooperation’a (IFC) aittir. Sinai Kalkınma Bankası’nın iştirakçileri arasında çok önemli bir kuruluş daha vardır: Amerikan Kalkınma Teşkilatı (AID). AID konusuna aşağıda tekrar döneceğiz, ama hemen belirtelim ki AID, ABD’nin bir casusluk örgütüdür. Eski CIA ajanı Philip Agee CIA Günlüğü adıyla yayımladığı kitabında AID’i “geri kalmış ülkelerde CIA için paravan görevi yapan bir örgüt” olarak tanımlamaktadır.

Daha 1989 yılında AID’ın Türkiye’nin önde gelen özel sektör örgütleri ile işbirliği yapacağı açıklanmıştı. Hattâ ABD Büyükelçisi Abramowitz ile TOBB Başkanı Ali Coşkun’un imzaladıkları bir de anlaşma parafe edilmişti. Anlaşmanın imzalanmasından bir hafta kadar önce, Ali Coşkun “Bu uzman kuruluşun bilgi birikiminden yararlanacağız.”14 diye demeç de vermişti.

AID’ın “bilgi birikiminden” nasıl yararlanıldığını araştırmak önemlidir. Kontrgerilla örgütünün işadamları arasına uzanan kollarını saptayabilmek için, Sinai Kalkınma Bankası “teşviki” ile palazlanmış özel sektör üzerinde bir araştırma yapılmalıdır. 12 Mart Muhtırası’nın altına Genelkurmay Başkanı olarak imza atan Orgeneral Memduh Tağmaç’ın emekli olduktan sonra Sinai Kalkınma Bankası’nın Yönetim Kurulu’na getirilmiş olmasından da ilginç bir raslantı olarak sözedebiliriz.

AID 1960’lı yılların sonunda, gelişen anti-emperyalist öğrenci hareketinin de boy hedefi haline geldi ve deşifre oldu. Bunun üzerine ABD, 1971 yılından itibaren AID’in etkinliklerini, bir yandan bir kısım vakıflar aracılığı ile sürdürmeye çalıştı, bir yandan da AAFLI (Asya-Amerika Hür Çalışma Enstitüsü)’ yi devreye soktu. Bu tarihten itibaren AID’ın bir kolu olarak çalışan AAFLI, özellikle sendikalara mali destekte bulunmakta ve sendika ağalarını ABD’de özel eğitimden geçirmektedir. Kontrgerilla örgütlenmesinin, işçi sendikalarındaki ve işçi temsilcileri arasındaki kolları için, ABD’de eğitim gören sendika bürokratlarının listelerine göz atmak gerekir.15

Kontrgerilla örgütlenmesinin basın-yayın organlarındaki uzantıları, ABD emperyalizmine sözcülük yapan ve aynı zamanda uluslararası tekellerin mümessilliğini üstlenen kişiler arasında aranmalıdır.

AID Askeri Darbe Örgütlenmesinin de İçinde

Yeniden AID konusuna dönmemiz gerekiyor. Çünkü AID’in etkinlikleri ve işlevi, yukarıda açıklamaya çalıştığımız sınırların çok ötesindedir. AID örgütü, (EK:3) deki şemada da görülebileceği gibi ABD istihbarat temsilcilerinin yanında, azgelişmiş ülkelerdeki askeri darbe örgütlenmesi içerisinde de yer almaktadır. İlgili şemaya 1977 yılında 7 Gün dergilerinde yayımlanan İktidarların Çeteleşmesi ve Bürokrasi başlıklı bir dizi yazıda yer vermiştim. 1989 yılında Doruk Operasyonu adlı kitabıma yeniden alma gereğini duymuştum. Şimdi tekrar ediyorum.

Page 94: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Şemadaki ACC simgesi, Area Coordination Center ibaresinin kısaltılmışıdır ve Bölge Koordinasyon Merkezi anlamına gelmektedir. Ev Sahibi Ülke Koordinasyon Merkezi şeklinde de düşünülebilir.

Bölge Koordinasyon Merkezi’nin örgütlenme şemasında Amerikan Uluslararası Kalkınma Örgütü temsilci(leri)si, “US AID Representative (s)=AID” ve Amerikan İstihbarat Ajanları temsilci(leri)si, “USIA Representative (s)=CIA” resmi ABD talimnamelerinde yer almaktadır.

Şema’da görüldüğü gibi kontrgerilla örgütlenmesinde, ABD askeri ve sivil güçleriyle, ABD’yle işbirliği içine giren ülke anlamında kullanılan Host Country-Ev Sahibi Ülke’ (EÜ)nin asker ve sivil güçleri işbirliği içinde çalışmaktadırlar.

Bu örgütlenmenin Türkiye’deki benzeri, (Ek: 4) de örgütlenme şemasını verdiğimiz Bölge Koordinasyon Merkezi veya Sıkıyönetim Eşgüdüm Merkezi’dir. Bu örgütlenme içerisinde de, aynı örgütlerin temsilcileri yer almaktadır. ACC’nin görevi, bu örgütlenme modeli ile, bölgesel-ülkesel planda Sıkıyönetim Eşgüdüm Merkezi’ne aktarılmıştır.

AID, bu işlevlerine koşut olarak, aynı zamanda, “temizlik ve pasifikasyon harekatı” düzenleyerek olağanüstü dönemlerde, ABD çıkarları karşısındaki yurtseverlerin etkisiz hale getirilmesinde ve azgelişmiş ülkelerin güvenlik örgütü mensuplarına adam öldürme yöntemlerinin öğretilmesinde de görev almaktadır.16

Burada ilginç bir koşutluğa daha dikkati çekmemiz gerekiyor: Kontrgerilla-Gladio türü ögrütlenmelerin koordinasyonunu sağlamak için Belçika’daki NATO karargahında kurulan örgütün simgesi de ACC’dir, (ACC, Allied Coordination Comitee17- Müttefik Koordinasyon Komitesi’nin kısaltılmış şeklidir.)

1990 ve 1991 yıllarında, bu konuda Alman basınında özellikle Der Spiegel dergisinde ve Die Tageszeitung gazetesinde ayrıntılı açıklamalarım yayınlanmıştır.

Koordinasyon Görevi Cumhurbaşkanı’nda

Nokta dergisinin yukarıda sözünü ettiğim sayısında yayımlanan söyleşide: Kontrgerilla örgütlenmesini, bilinen sınırlarının da ötesine geçerek cumhurbaşkanlarına da görev yüklediğini açıklamıştım. Son derece iddialı bu saptama, basın organlarında yankı bulmadı, sadece Özgür Gündem gazetesinin 13 Aralık 1992 günlü sayısında bir haber olarak yer aldı.

Nokta dergisinin, daha sonraki sayılarında yayımlamaktan kaçındığı şemayı bir belge olarak ekte sunuyorum. (Ek: 7)

ST 31-15 simgeli Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi’nin “Harekat Anafikri ve Sevk-i İdaresi” başlığını taşıyan ikinci bölüm birinci kısım “Komuta ve Kontrol”, “Soğuk Harp Durumları” arabaşlığının 11. maddesinin (b) ve (c) şıklarında cumhurbaşkanına verilen görev şu şekilde formüle edilmektedir:

“b. Her memleketteki Türk diplomatik misyon şefi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir mümessili sıfatıyla, kaide olarak dış politika konusunda bir hükümet ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bu memleketlerdeki bütün makam ve hizmetlere mensup temsilcilerinin faaliyetlerinde kıdemli koordinatör durumundadır. Bazı hallerde, diplomatik temsilcilik mevcut olmayabilir veya diplomatik temsilci ile askeri komutan arasındaki münasebet, Cumhurreisi tarafından ayrıca çizilebilir. (Ek: 7)

Page 95: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

c. Bir soğuk harp durumunda birleşik kuvvet karargahları veya müşterek ya da kombine komutanlıklar gayrinizami kuvvetlere karşı harekatı idare edebilirler. Bu harekata, ev sahibi durumundaki memleketin iştiraki normaldir ve genel olarak bir kombine komutanlığı zaruri kılar.

d. Sivil kontrol ve idare ile ilgili sorumluluk, ev sahibi hükümetle varılan anlaşmalarda açıkça belirtilir ve kaide olarak, mümkün olan azami ölçüde, meşru şekilde kurulmuş hükümete verilir. Askeri kuvvet komutanına, eğer sivil sorumluluk verilmişse anlaşmalarda, genel olarak, kurtarılmış ve emniyet altına alınmış bölgelere ait bütün sorumlulukların, askeri durum müsaade eder etmez, mahalli makamlara devredileceği ifade edilir.”

Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi’nde ve eldeki şemada da görülebileceği gibi, “gayrinizami savaş” içinde cumhurbaşkanı da, bir koordinatör olarak bulunmaktadır. Sadece Türkiye’de değil, tüm NATO ülkelerinde cumhurbaşkanlarına bu görevi yükleyen, ABD kaynaklı FM 31-15 simgeli talimatnamedir. İtalya Cumhurbaşkanı Cossiga’nın Gladio ile ilişkisi açığa çıktıktan ve Gladio skandalının bütün Avrupa’yı sarsmasından sonra “Ulusa hizmet eden bir sırrın parçası olduğumu söylemekten gurur duyarım.” (Internatianal Herald Tribüne, 13 Kasım 1990) şeklindeki demeci anımsanmalıdır.

ABD Başkanı Clinton, selefleri gibi, ABD’nin ulusal ve evrensel çıkarlarını korumak için yemin ederek görevi teslim aldı. Kuşkusuz bir ülke başkanının, kendi ülkesinin çıkarlarını korumasından daha doğal birşey olamaz. İtirazımız bu noktada değil. İtirazımız, sözünü ettiğimiz talimnameye uyarak, ABD dışındaki ülkelerin devlet başkanlarının veya cumhurbaşkanlarının ABD çıkarlarını savunma konumuna sokulmalarıdır.

Sorunun çok ilginç bir boyutu daha var: Talimname uyarınca Kara Kuvvetleri Komutanı, cumhurbaşkanına görev vermektedir. Bu durum, Anayasa’nın görev-yetki hükümleri ve hiyerarşik örgüsü ile nasıl bağdaşmaktadır? Dahası cumhurbaşkanları talimname ile kendilerine verilen görevin farkında mıdırlar?

ABD kaynaklı FM 31-15 talimnamesinden aynen tercüme edilerek 30 yıldan bu yana ülkemizde uygulanmakta olan ST 31-15 simgeli Kara Kuvvetleri Komutanlığı Sahra Talimnamesi’nin önemli bazı maddelerini ek olarak kitabıma alıyorum. (Ek: 2 )

Anayasa ve yasal sistemin üzerinde olduğunu kendi resmi talimnamesi ile 1965’den beri açıklayan bir kuruluşun, demokrasi anlayışıma aykırı olduğunu 1973 yılından beri iddia ediyorum.

Başta parlamento olmak üzere, tüm demokratik kuruluşların yetkililerine ve resmi devlet yetkililerine yeniden sormak istiyorum: Bu tip kuruluşların denetimden çıkabileceğinin eski bir Genelkurmay Başkanı’nın ağzından dahi itiraf edildiği bir ülkede, kendini yasaların üstünde bir statüye oturtan böylesine bir yapılanmaya daha ne kadar tahammül edilebilecektir?

“Güneyden Gelen Tehdit” ve

ABD Özel Kuvvetler Komutanlığı

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilan edilen Soğuk Savaş döneminin kurumlarını Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla başlığı ile yayımlanan kitabımda açıklamıştım. Orada da görülebileceği gibi, bu konudaki kuramların bir bölümü, John F. Kennedy tarafından formüle edildi. Nitekim bu amaçla, Ford Bragg’da kurulan okula J. F. Kennedy Özel Savaş Okulu adının verilmesi uygun görüldü.

Page 96: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

ABD, özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, yavaş yavaş İngiliz emperyalizmini teslim almaya başladı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da dünya emperyalizminin tek sözcüsü konumuna yükseldi. AGİK’e kadar devam eden süreçteki özel savaş yöntemlerinin ABD açısından bir başarı olduğunu söyleyebiliriz.

Günümüzün “Yeni Dünya Düzeni” yutturmacası ve abartılmış Kuzey-Güney çelişkisi olgusu temelinde formüle edilen Hafif ve Orta Yoğunlukta Çatışma Doktrinleri, petrol üreticisi İslam ülkeleri başta olmak üzere hammadde kaynaklarına sahip üçüncü dünya ülkelerindeki her türden karşı-çıkışı, bastırmayı hedeflemektedir.18 İçinde bulunduğumuz koşullarda “host country-ev sahibi ülke” (EÜ)nin19 ya da emperyalist tanımlama ile “sadık müttefik” olduğunu kanıtlayan ülkelerin güvenlik-istihbarat örgütleriyle silahlı kuvvetlerinin, ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi sürecini yaşamaktayız. Bereket ki Kıbrıs ambargosu ulusal refklekslerimizin gelişimine katkıda bulundu. Ulusal savaş sanayi ivme kazandı.

1990 yılından bu yana ülkemizin bir kontrgerilla cennetine dönüştüğünü iddia ediyorum. Nedenlerini de açıklıyorum:

1990 yılında imzalanan AKKA Antlaşması gereğince 39. paralelin güneyi ve ek olarak da Mersin Limanı, hem konvansiyonel, hem de paramiliter güçler açısından indirim kapsamı dışında tutuldu. Eski NATO stratejisine hakim olan “Kuzey’den gelen tehdit” olgusunun, yeni NATO stratejisine göre “Güney’den gelen tehdit”e dönüştürülmesi suretiyle, özel savaş örgütlenmesinin stratejik gerekçesi hazırlanmış oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin değişen dünya koşulları çerçevesinde yeniden örgütlendirilmesi, ABD ve NATO tarafından gündeme getirilmiş ve yeni planlamaya uygun olarak da özellikle Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Türkiye adeta askeri malzeme akınına uğramıştır. Yeni örgütlendirme projesine göre, Türk Kara Kuvvetleri’nin üçte ikisinin komando tugaylarından oluşacağı öngörülmektedir. Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla adlı kitabımda da açıkladığım gibi, komando birlikleri özel savaş örgütlenmesinin, görünen legal bir biçimlenmesidir. J. F. Kennedy’nin tanımlamasına göre:

“Bu savaş gerillaların, yıkıcı unsurların (..) yaptığı bir savaştır. Çarpışma yerine pusu kurma, tecavüz yerine sızma, düşmanla yüz yüze dövüşme yerine onu yıpratma ve takattan düşürme yolu ile zafere ulaşmak istenen bir savaştır. Bu savaşlar, ekonomik huzursuzluklar ve ırk mücadelesinden istifade eder. Yepyeni bir strateji, tamamen farklı bir kuvvet ve dolayısı ile yeni ve bambaşka bir eğitime ihtiyaç vardır.20

Özel Harp Dairesi eski başkanlarından Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun tanımlaması ile de “en basit direnişten başlayarak, şiddet kullanmaya kadar uzanan bir seri mukavemet faaliyeti”21 özel savaş kapsamı içinde değerlendirilmektedir.

Bu durumda, böyle bir örgütlenmeyi öngören güçlerin, ülke içindeki demokratik eylemleri ve etnik oluşumları bastırmanın yanında, ülkemizi, kendi amaçları doğrultusunda İslam ülkelerine yönelik olarak kullanmayı düşündüklerini varsayabiliriz.22

ABD’nin ilk kez, “Amerika Amerikalılarındır” sloganıyla Amerika kıtasını mutlak egemenliği altına alması, özel savaş örgütlenmesi ile birleşti. Panama ABD üslerinde Southern Command’a bağlı kontrgerilla okulları (Escuela De Las Americas) kuruldu. 40 değişik kursta, bugüne kadar 30-40 bin askeri personel eğitildi. Bunlardan 170’i, ülkelerinde Devlet Başkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı gibi üst düzey görevlerine geldiler. Şili ve Arjantin cunta liderleri de bu kurslardan geçmişlerdir. Meksika devlet eski

Page 97: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

başkanlarından Luis Echeverria’nın aynı zamanda bir CIA ajanı olduğu ve örgüt arşivinde Litempo-14 kod adıyla kayıtlı olduğu da açıklandı.23 Kosta Rika eski cumhurbaşkanlarından Jose Figures CIA hesabına 30 yıl çalıştığını ve örgütle 200 değişik konuda işbirliğine girdiğini, Latin Amerika ülkelerinin birçok devlet adamı için de aynı şeyin söylenebileceğini ifade ediyor.24 Ürdün eski Kralı Hüseyin, CIA’dan para aldığını itiraf etmiştir.25

Kuşkusuz ABD’nin özel savaş örgütlenmesi sadece Amerika kıtası ile sınırlı kalmadı, bütün dünyaya yaygınlaştırıldı. NATO ve Avrupa ülkeleri, Belçika’dan NATO karargahından yönlendirilmekte ve açıkladığım gibi ACC (Allied Coordination Comitee) tarafından idare edilmektedir. Bu örgütlenmenin askeri birimi Almanya’dadır. ABD’nin Almanya’daki komutanlığı Bad Tölz’dedir. Bu komutanlığa bağlı olarak Oberammergau’da Ayaklanmaları Bastırma Okulu ile İstihbarat Okulu bulunmaktadır. Paraşüt Okulu da Songav’dadır. Bütün NATO ve Avrupa ülkelerinde görev yapan özel kuvvet birimlerinin elemanları bu okullarda yetiştirilmektedir. Kuruluş şeması aşağıdadır.

ABD Özel Kuvvetler Komutanlığı

A= Özel Harekat Timi= 11 Kişi

A+A= 2 Özel Harekat Müfrezesi= B Özel Harekat Timi= 22 Kişi

A+A+A= 3 Özel Harekat Müfrezesi= C Company= 33 Kişi

ABD açısından, Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı birim ve timlerin amacının doğrudan savaşmak olmadığı, müttefik ülkelerde benzeri örgütleri savaştırmak, savaşa hazırlamak olduğu, gerçekleştirilmesi için de:

1. Mahalli gerillayı ya da kontrgerillayı örgütlemek,

2. Donatmak,

3. İndoktrine etmek,

4. Eğitmek,

5. Yönetmek.

olduğu formüle edilmektedir.

Bir özel harekat timi, subay sınıfından 1 komutan ve subay/astsubay sınıfından 10 eleman olmak üzere toplam 11 kişiden oluşmaktadır.

Bu açıklamalardan ve örgütsel modellerden iki önemli sonuç çıkarabiliriz:

Birincisi, ABD Özel Kuvvetler Komutanlığı kendisini rizikoya atmıyor. Bu görevi, ev sahibi (EÜ) ülkelerin koşut örgütlerine veriyor. ABD kendi amaçların gerçekleştirilmesi için ev sahibi ülkelerin özel kuvvetlerini kullanmak niyetinde.

İkincisi, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın yerüstü birimlerinin 11 kişilik çekirdek bir kadrodan oluşması, ülkemizde yetkililerin bu konuda yaptıkları açıklamalarla koşutluk gösteriyor. Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla adlı kitabımda, özel savaşın yeraltı birimi olan Gladio türü örgütlerden yeterince söz etmiştim.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş, Milliyet gazetesinin 5/6 Eylül 1992 tarihli sayılarında yayımlanan söyleşide, İngiltere’de SAS’a, ABD’de Delta Forces’a

Page 98: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

gönderme yapıyordu. Bunlara Alman Grenz Schütze Gendarmerid Neuen (GSG-9) örgütünü eklemek gerekir.

GSG-9 timleri, Alman polisinin en önemli birimi olarak biliniyor. Milliyet gazetesinin 11 Aralık 1992 günlü sayısında, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde görev yapmakta olan özel harekat timlerinden seçilecek 10 kişilik bir grubun, GSG-9 timlerinde eğitilmek üzere Almanya’ya gönderileceği, üçer aylık periyotlarla bu grupların sürekli yenileceği haberi yer alıyordu.

Kural olarak bu tip örgütler, CIA’nın denetimindedir. Buna karşın, adı geçen örgütler kendi ülkelerinin istihbarat örgütlerinden bağımsız çalışırlar, gerektiğinde sadece işbirliği yaparlar. Bu konudaki tek istisna, İsrail’de benzer amaçlarla kurulan Shin Beth örgütüdür.26 Shin Beth, MOSSAD’ın denetimi altında çalışır.

Sonuç

Görüldüğü gibi ABD emperyalistleri kendi çıkarlarını güvence altına almak için, bütün dünyaya tepeden tabana kadar örgütlemişlerdir.

Sivas Kongresi’nden başlayarak Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın temelinde, Amerikan mandacılığına karşı tam bağımsızlığı savunan yurtseverlerin kanı vardır.

Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapmak için yola çıkmış olanların, ülkemizi getirmiş oldukları bağımlılık bataklığı bütün iğrençliği ile artık gizlenemez olmuştur.

Türkiye’nin önünde sadece demokrasi savaşımı değil, İkinci Kurtuluş Savaşı da vardır. Bu savaş demokratik yöntemlerle yürütülmesi gereken uzun erimli bir mücadeleyi gerektirmektedir.27

1947’den bu yana ABD emperyalizminin ülkemiz üzerinde ilmik ilmik ördüğü ihanet ağları tek tek sökülüp atılmadan ve bağımsızlık bilinci benimsenmeden, kontrgerilla tartışmalarını sürdürmeye devam edeceğiz. Emperyalizmi, kapitalizmi ve küreselleşmeyi mercek altına almayı sürdüreceğiz.

Kaynakça ve Acıklamalar

1. Talat Turhan, Kontrgerilla Cumhuriyeti, Tümzamanlar Yayıncılık, Mart 1993 kitabında yayınlanan aynı adlı makalenin güncellenmiş halidir.

2. Talat Turhan, Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla, Tümzamanlar Yayıncılık, 1. baskı, Mart 1992

3. Talat Turhan, Bomba Davası Savunma-2, 1986 (Talat Turhan’ın Savunması 7. klasör, Dilekçelerin Eleştirisi’ne bakınız)

4. Talat Turhan, Orhan Gökdemir, Mehmet Eymür-Bir MİT’çinin Portresi, Sorun Yayınları, 9. baskı, Eylül 2000. s. 271-292: TÜSİAD’ın Girişimleri ve Henry Kissinger’in İç Yüzü başlıklı basın açıklaması, Talat Turhan, 12 Ekim 1996

5. Y.n.: Kitaplarımda Güreş’in bu tanımlamalarına aynen yer verilmektedir. 30 yıldan beri tüm yetkililer gerçeği yadsımaktadırlar, ama Güreş bu örgütün varlığını zımnen de olsa kabul etmektedir.

Page 99: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

6. Y.n.: Sezgin, kontrgerilla konusunda kendi partisinin girdiği angajmanı

unutmuş gibi gözüküyor.

7. Y.n.: Kenan Evren’in söyledikleri gizli örgütlerin doğasında vardır. Nitekim Batı Almanya gizli örgütü BND’nin kurucusu Reinhard Gehlen, Servis başlığı ile yayımladığı kitabında, Mehmet Eymür’ün Analiz isimli anılarında aktardığına göre “Bir istihbarat servisinin devletin diğer kuruluşları için konulan kurallarla yönetilmesi her zaman mümkün değildir.” demektedir.

8. Y.n.: Nitekim Orhan Kilercioğlu, 2 Mart 1993 tarihli TBMM oturumunda kontrgerilla ile ilgili araştırma önergesine ret oyu kullanmıştır.

9. a) Muzaffer Ayhan Kara, Atatürk’ün Yarbayı-Talat Turhan İçin Ne Dediler, İleri Yayınları, 1. baskı, Ağustos 2004

b)Talat Turhan, Çeteleşme, Akyüz Yayıncılık, Haziran 1999, s.446-522

10. Y.n.: Bu dava aleyhime sonuçlanmış, 10 yıl önce mahkeme Orhan Kilercioğlu’na beni 240 milyon TL ödemeye mahkum etmiştir. Davayı AİHM’ye götürdüm ve kazandım. “Talat Turhan-Türkiye Davası” ismini taşıyan bu davada devlet 2005 yılında bana tazminat ödemeye mahkum oldu. Bu suretle haklılığım kanıtlandı.

AİHM kararıyla Kilercioğlu’nun aleyhimde açtığı davada haksız olduğu hükme bağlandığından Kilercioğlu benden aldığı parayı devlete iade etmek zorundadır diye düşünüyorum. En azından devlet rûcu edip ziyanının bir bölümünü Orhan Kilercioğlu’ndan almalıdır. İlgilileri göreve çağırıyorum. Başta Adalet Bakanı olmak üzere...

11. Y.n: Ermeni Konferansı’nın durdurulması için alınan mahkeme kararına saldıran “küresel medya” genellikle bu olayı görmemeyi yeğledi. (İki yazar hariç)

12. Talat Turhan, Bomba Davası Savunma-1,1986

13. Y.n.: Aktaran: Şahap Balcıoğlu, Görüşler-Görüşmeler s. 390

14. Y.n.: Cumhuriyet, 2 Ağustos 1989. Bilindiği gibi Ali Coşkun şu anda Sanayi Bakanı’dır. Ali Coşkun’un bizce çok önemli bu açıklamasına 1989 yılından beri 3 baskı yapan Emperyalizmin Bataklığı’nda İstihbarat Örgütleri-Doruk Operasyonu, Sorun Yayınları, Eylül 2004, s. 259 kitabımda yer veriyorum. Ses seda çıkmıyor.

15. Talat Turhan, Devrimci Bir Kurmay Subay’ın Etkinlikleri-2, Sorun yayınları, Ocak 2005, sf. 155-186: İşçi Sınıfı ve Sınıf Gerçeği başlıklı yazıya bakınız.

16. Y.n: AID küresel amaçlara hizmet eden etkili politikacı, bürokrat, öğretim görevlilerine bir yolunu ve yöntemini bularak para aktarmakta, onları işbirlikçi emperyalist(küresel ajan) haline dönüştürmektedir. Örneğin; Ermeni Konferansının baş destekçilerinden birinin fonlandığı yazıldığı halde sesiz kalmayı yeğlemiştir. Bunlar mı tarafsız bilim adamı? 84 bin Avro’luk tarihçi, Aydınlık, 15 Mayıs 2005, s.16-18,

17. Leo A. Müller’in Gladio-Kontrgerilla, Soğuk Savaşın Mirası, Pencere Yayınları, çeviren Emin Karaca, kitabının 43. sayfasında bu örgütün ismi Clandestine Coordination Comitee= CCC olarak geçmektedir.

18. Y.n: Irak işgalinden önce yazılmıştır.

Page 100: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

19. Daha geniş bilgi için bkz.Talat Turhan, Emperyalizmin Bataklığında İstihbarat Örgütleri-Doruk Operasyonu, Sorun Yayınları, 3. baskı, Eylül 2004, s. 262-275)

20. 2’de age, s.44

21. Silahlı Kuvvetler Dergisi, Mart 1976, Sayı: 257

22. Y.n: Günümüzde ABD’nin derdi NATO ve BOP bağlamında Türkiye’yi komşularına karşı kendi çıkarları içerisinde kullanmak olduğu görülüyor. ABD bu amaçla PKK kartını oynamaya devam etmektedir.

23. Cumhuriyet, 5 Ocak 1975

24. Talat Turhan, Savunma, 8. Klasör, sayfa 4; Cumhuriyet, 15 Mart 1975

25. 9 b’de age, s. 63

26. Talat Turhan, Savunma, 8. Klasör, sayfa 4; Cumhuriyet, 15 Mart 1975

27. Talat Turhan, Devrimci Bir Kurmay Subay’ın Etkinlikleri, Sorun Yayınları, 3. baskı, Ağustos 2001, VI. Bölüm: Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a Açık Mektup, sf. 255-262. Mektupta da görüleceği üzere 1970 yılından beri İkinci Kurtuluş Savaşı’nı savunuyorum. Ama şimdilik kaydıyla “Atı alan Üsküdar’ı geçmiş” görünüyor.

Page 101: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Emperyalizmin Örgütleri1

Emperyalist ülkelerin, sömürdükleri ülkelerdeki çıkarların sürekliliğini sağlamak amacıyla, çok değişik yöntemlere başvurdukları bilinen bir gerçektir. Bu bağlamda “Zenginler Kulübü”2 adı altında zaman zaman bir araya gelen kapitalist ülke liderleri, önemli yönetsel kararlar almakta ve saptadıkları doktrinleri, emirlerindeki örgütlerle dünya genelinde uygulamaya koymaktadır. Genellikle sömüren ülkeler - sömürülen ülkeler arasındaki ekonomik ilişkiler; Dünya Bankası, IMF, OECD, vb. örgütlerce düzenlenirken, ülkemizin askeri kontrolü NATO doktrinlerine uyarlı olarak sağlanılmakta, kültürel açıdan politikacılar bürokrasinin her iki kanadı, sendikacılar, öğretim elemanları ve lise düzeyine kadar öğrenciler3değişik burslarla genellikle ABD’ye çağrılmakta ve indoktrine edilerek ülkelerine gönderilmektedir.4

Amerikan istihbarat örgütlerinin (NSC, CIA, DIA, AID vb.)5 yerli istihbarat örgütleriyle ilişkisi gün yüzüne çıkmış bulunuyor.

Bu anlamda ABD’nin tüm kirli işlerini CIA’ya yüklemekle, asıl hedefi göz ardı etmek gibi bir yanılgıya düşmüş oluyoruz. Bu bağlamda AID (Uluslararası Kalkınma Ajansı, Uluslararası Kalkınma İçin Yardım, Uluslararası Gelişme Örgütü, Amerikan İktisadi İşbirliği Teşkilatı vb. adlarla anılıyor) de CIA’nın gizli işlerine paravanlık yapmaktadır. Oysa ki bundan önce yayımlanan yazılarımda da6 çok yönlü ve tehlikeli bu paravan casusluk örgütünün işlevinden söz etmiştim. Anılan örgütün dünyada ve gerekse ülkemizde ipliği pazara çıkartıldığı için kapatıldığından söz edildi ve bu yolla unutturulmaya çalışıldı.

Oysa ki AID’nin kapitalist dünyanın uyduları haline dönüştürülen ülkelere yönelttiği hıyanet eylemleri saymakla bitmez.

Bir gazetede yer alan habere göre7 Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nde yapılan törende, ABD Büyükelçisi Abramowitz, özel sektörlerin aralarındaki ilişkiyi geliştirmelerinin, iki ülkenin de yararına olduğunu ifade etmiştir.

Aynı gazetenin diğer bir haberine göre de8 Abramowitz itimatnamesini sunar sunmaz, ayakkabısındaki cila ile Odalar Birliği Başkanı ile bir sözleşme imzalamıştır. Sözleşmeye göre Ankara’da kurulacak bir büro, ABD’li firmaların Türkiye’de yatırım yapmalarında öncülük edecek, bu firmalarla bizimkiler arasında ortak yatırım projeleri geliştirecektir. ABD Büyükelçisi, bu girişimden duyduğu memnuniyeti dile getirmektedir: “Türkiye’de bulunmamın önemli amaçlarından biri, doğrudan ABD yatırımlarını Türkiye’ye getirmektir... ve bu ek yatırım imkanlarından Türk işadamları da yararlanacaktır...”

Anlaşmaya göre ABD’nin Uluslararası Kalkınma Ajansı (US-AID)9 Türkiye’nin önde gelen özel sektör örgütleriyle de işbirliği yapacak.

Alıntı yaptığımız haberlerden de kesinlikle anlaşılacağı gibi Abramowitz ile birlikte AID, yeniden Türkiye’deki çalışmalarını sürdürmektedir. Aslında dünya halklarına yutturulduğu gibi AID’in kapatılması da söz konusu değildi.

Bugün serbest piyasa ekonomisi adı altında halkımıza dayatılmaya çalışılan model’in itici gücü: Amerikan casusluk örgütünün finansmanı ile palazlanan, işbirlikçi sermayedar özel sektörden oluşmaktadır. Abramowitz’in Ali Coşkun ile imzaladığı anlaşma bu işbirliğini daha geniş bir alana (orta ve küçük büyüklükteki işyerlerine) yaymak için yapılmaktadır. Bu yolla işbirlikçi özel sektör, tabanını daha geniş bir alana yayarak, ekonomik sömürünün alt yapısı güçlendirilmeye çalışılmaktadır.

Page 102: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Uzun bir süreç içerisinde örgütlenen işbirlikçi sermayenin, özellikle 80’li yıllardan sonraki iktidar üzerinde söz sahibi olduğu ve ABD yanlısı partilerin iktidara gelmesi ve kalması için destek sağladığı günümüzde daha da açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır. Özellikle 12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren’in, bir işadamının talimatına itibar ettiğini itiraf etmesi10 üzerinde önemle durulmalıdır.

AID’in çok yönlü ve etkili bir casusluk örgütü olduğundan söz etmiştik. Nitekim ev sahibi ülkelerde11 bir yandan işbirlikçi özel sektör yetiştirirken, diğer yandan sarı sendikacılığı örgütlemekte ve finanse etmektedir.12

CIA ajanı Philips Agee; AID’ın, CIA’e paravanlık görevi yapmak amacıyla kurulmuş bir Amerikan casusluk örgütü olduğunu açıklamaktadır.13

Bu örgütün az gelişmiş ülkelerde yüklendiği görevlerden bazıları şunlardır:

1) Özel Sektörle İlişki ve Ekonomiyi Yönlendirme

AID, az gelişmiş ülkelerin ekonomilerini, emperyalist metropollerin gereksinmeleri doğrultusunda düzenleme amacını güttüğü halde “yoksulluğa karşı uluslararası işbirliğinin somut belirtileri olarak” gösterilmeye çalışılmaktadır.14

Oysa gerçekte güdülen amaç, diğer AID görevlerinin başarılması için, ekonominin özel sektör kesimine egemen olmak, az gelişmiş ülkelerin iş adamlarıyla ilişki kurmak ve onları örgütlemektir.15 AID, bu manivelayı kullanarak, iktidarlar üzerinde egemen olmaktadır.

a) Sınai Kalkınma Bankası’nın Yabancı Kökenli Sermayesi

Avrupa Kalkınma Bankası, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD), Amerikan Kalkınma Teşkilatı (AID) ve International Finance Cooperation (IFC) (Uluslararası Finans Birliği) örgütlerinin katkılarından oluşmaktadır. Dünya Bankası’nın yan kuruluşu olan bu kuruluş bir süredir doğrudan doğruya özel sektörü finanse etmektedir.

AID’in de iştirakçisi olduğu bu banka, özel sektör projelerini finanse etmektedir. b) AID, Karadeniz Bakır İşletmelerimize el atmıştır. Bu konuda yapılan Senato Araştırmasında “ABD’den sağlanan kredilerin, ulusal çıkarlarımıza aykırı olduğu”16 saptanılmıştır.

c) “Dünyanın en büyük tröstlerinden biri olan CORN Product Company’nin, yüzde 60 hisseye sahip olduğu Türkiye’deki Bemis şirketinin, işlerinin büyük ölçüde AID tarafından takip edildiği öğrenilmiştir.”17 Bemis şirketinin memurları, mısır üreticisi köylere teker teker gitmekte, köylerde “Grup Reisi”18 (!) olarak tanınan kişilerle ilişki kurmaktadır. Amerikan Yardım Örgütü AID’in, Türkiye’deki yöneticilerinden Dr. Edward Pice, Bemis şirketinin çalışmalarıyla doğrudan doğruya ilgilenmektedir...

Köylülere teknik yardım sağlamak şeklinde gelişen bu kampanyayı yine AID’den Mr. Parker yönetmektedir.

Eski CIA ajanı Philips Agee CIA Günlüğü adlı kitabında “Özellikle geri kalmış ülkelerde -Uluslararası İşbirliği Kurumu (eski AID)- CIA için tam bir paravana görevi yapar.” dedikten sonra “Uluslararası Tarım ve Müttefik İşçiler Federasyonu’nu, gerillaların köylerde üslenmesini engellemek için kullandıklarını” ve “Kırsal bölgede yaşayan köylülerin akıllarının çelinmesini önlemek, en önde gelen amaçlarımızdandı.” demektedir.

Page 103: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Türkiye’de 1972’den bu yana Türk-İş, AID yerine Asya-Amerika Hür Çalışma Enstitüsü’nden (AAFLI) yardım almakta ve işçi liderlerinin eğitimi de bu örgüt tarafından sağlanmaktadır.

AAFLI Türkiye Temsilcisi Emanuel Boggs’un CIA ajanı olduğu saptandığından, yerine bir başkası gönderilmiştir.

CIA’nın, Türk tarım işçilerinin sorunları ile de ilgili olduğunu, TÜRK-İŞ’e müşavirlik yapan CIA ajanı Emanuel Boggs’un, Haziran 1976’da Tarım İş Sendikası’nın Adana’da düzenlediği, Tarım İşçileri Eğitimi Semineri’ne katılmasından öğreniyoruz.19

2) Az Gelişmiş Ülkelerde Her Konuda İstihbarat Yapmak

AID, Amerika’da özel beyin yıkama eğitiminden geçirilen ve işbirlikçi yapılan ajanların yönetiminde, azgelişmiş ülkelerde örgütlediği legal ve illegal örgütlerle, bunlar aracılığı ile çeşitli yöntemlerle ikinci derece ajan yapılanlar ve antikomünizm oltasına takılan kişilerle, diğer sağcı örgütlerden de yararlanarak, Amerika adına istihbarat çalışmalarını sürdürmektedir.

Bu istihbarat “siyasi, iktisadi, sosyolojik, askeri ve yıkıcı faaliyetler” alanını kapsamaktadır.

FM 30-31 A işaretli Amerikan talimnamesinde, bu istihbaratların ayrıntıları verilmektedir. 20

Örneğin; “Siyasi alanda; her ilin, ilçenin ve hatta köyün idaresinde, söz sahibi olunması gerekir.” denilmektedir.21

Kaldı ki, FM 31-15 işaretli Amerikan talimnamesinde bir yeraltı örgütü şeması verilmekte ve bu örgütün köylere kadar, istihbarat, tedhiş ve sabotaj yapmak amacıyla örgütlendiği de gösterilmektedir.

Yani CIA ve AID, az gelişmiş ülkelerin köyüne dek girmiş bulunmaktadır.

FM 30-31 A işaretli Amerikan talimnamesinde istihbarat toplamak için her türlü kaynaktan yararlanılacağı, özellikle “siyasi partilerde istihbaratın temel görevlerinden biri” olduğu ve istihbaratın, Amerikalı görevlilerden oluşan ülke ekibi tarafından sağlanacağı da belirtilmektedir.

Ülke Ekibi: Bu genellikle bir elçi olan, ABD diplomatik misyonunun şeflerinden biri tarafından idare edilir ve ilgili bulunan ABD dairelerinin ya da ajanlıklarının en büyük ajanlarından oluşur. Buna Dışişleri Bakanlığı, ABD Merkezi İstihbarat Servisi (CIA), ABD Uluslararası Gelişme Ajanlığı üyeleri (AID), savunma ataşesi, diğer kilit personel ve danışma ya da yardım programının en büyük askeri yetkilisi de dahildir denilmektedir.

3) Faşist Yeraltı Örgütlerinin Kurulması,

Anarşinin Organizasyonu ve Darbe Düzenleme

Az gelişmiş ülkelerde, Amerikancı iktidarları yaşatmak için, Makyavelizmin en iğrenç örneklerini veren Amerikan emperyalizmi uyguladığı bu yöntemleri, “Kurtuluş Savaşları”nın önlenmesinde de kullanmaktadır. Genellikle Kurtuluş Savaşları, gerilla harbi şeklinde yürütüldüğünden, Amerika geliştirdiği yöntemlere “Kontrgerilla” adını vermektedir. Bu aynı zamanda Amerikan yanlısı iktidarların seçimle işbaşına gelme şansının kalmadığını

Page 104: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

saptadığında, terörist eylemler (banka soygunu, bombalama, adam kaçırma, uçak kaçırma gibi ve siyasi cinayetler) düzenleyerek, sosyal ve politik ortamı etkilemekte ve faşist askeri dikta rejimlerinin kurulmasını sağlamaktadır. 12 Mart 1971; Türk halkının eriştiği bilinç düzeyi nedeniyle, yarım kalmış bir faşist müdahaledir.

Bu gibi durumlarda, “temizlik operasyonları” düzenlemekte ve daha önce azgelişmiş ülkelerin istihbarat örgütleriyle birlikte çalışan, CIA ve AID ajanlarının da katkısıyla fişlenen kişiler, çeşitli yöntemlerle etkisiz hale getirilmektedir.

Amerika’nın yardım ettiği 82 ülkede, Amerikan eğitim sistemi ve örgütlenmesinin tümü aynen benimsendiğine göre, azgelişmiş ülkelerin sıkıyönetim komutanlarının CIA ve AID ajanlarıyla birlikte çalıştıklarını, bu belgeler karşısında kesinlikle iddia edebiliriz.

4) Polis Yetkililerinin Özel Eğitimle Beyinlerinin Yıkanması ve İşkence Yöntemlerinin Öğretilmesi

AID, Washington’da Uluslararası Polis Akademisi’ni kurmuş ve finanse etmektedir.

Akademiyi, kurulduğundan beri CIA, kontrolü altında tutmakta ve 87 azgelişmiş ülkenin polis şeflerini özel eğitimden geçirmekte, teknik sorgulama yöntemleri (işkenceli sorgulama) öğretmekte ve beyinlerini yıkamaktadır.22 Eski CIA ajanı Philips Agee’nin, CIA Günlüğü adlı yapıtının ilgili bölümünü aşağı çıkarıyorum: (Cilt 2, s. 820)

“Amerikalar Arası Polis Akademisi” Panama Kanal Bölgesi’nde Panama merkezi tarafından kurulan eğitim okulu, Washington’a taşınarak, Uluslararası Polis Okulu adını almıştır. Mali açıdan AID tarafından desteklendiği halde CIA denetimindedir.

Örneğin, Uluslararası Polis Akademisi kurs programları arasında, “Patlayıcı maddelerle suikast düzenleme ve patlayıcı maddelerin hazırlanması, boş vakitleri değerlendirmek için (!) sessizce adam öldürme (bıçaklama, boğma vb.)23 plastik ve elektrikli bomba hazırlama ve mayın döşeme çalışmaları” bulunmaktadır.”24 Yasalarımızın polis örgütüne yüklediği görevlerin başta geleni; vatandaşın can, mal ve ırz emniyetini korumak olduğu halde, Amerika’da az gelişmiş ülkelerin polis yetkililerine suikast düzenleme, sessiz adam öldürme neden öğretilmektedir?

Dün ve bugün adı işkenceci olarak çeşitli olaylarla kamuoyuna yansıtılan polis yetkililerinin, Washington’da Uluslararası Polis Akademisi’nde eğitim görüp görmedikleri de saptanılmalıdır.

AID az gelişmiş ülkelerin siyasi polisini, Amerikan emperyalizmine hizmet ettiği ölçüde dolarlarla beslemekte, araç ve gereçlerini sağlamakta, işkence yerleri ve hapishanelerin yapılmasını finanse etmekte ve işkence araçları sağlamaktadır. 25

Örneğin; Senatör Edward Kennedy’nin Senato’da yaptığı bir konuşmada: “Amerika’nın AID aracılığıyla, Güney Vietnam siyasi polisine para verdiğini” söylemiş ve bu açıklama Kongre üyesi Michael Clare tarafından doğrulanmıştır. Clare’dan: “5 yıl içinde Güney Vietnam siyasi polisine 2 milyar 500 milyonluk bir ödeme yapıldığını ve Morrison firmasınca Güney Vietnam’da ‘Bahriye Kışlası’ adı altında, siyasi suçluların hapsedilmesi için tecrit hücreleri yapıldığını ve Amerikan dolarlarıyla beslenen işbirlikçi 120. 000 Güney Vietnamlı siyasi polisin, ülke halkının üçte ikisini fişlediğini” öğreniyoruz.

5) Sarı Sendikacılığın Örgütlenmesi,

Page 105: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

İşçi Liderlerinin Eğitimi ve Finansmanı

AID; azgelişmiş ülkelerdeki sendikal hareketleri kontrol etmekte, örgütlemekte, sendika liderlerini eğitmekte ve bu amaçla gerekli finansmanı sağlamaktadır.26

Türk-İş bültenlerinde, AID’den yardım alındığı açıklanmaktadır. Bugün, TÜRK-İŞ’le Amerika arasındaki ilişki, AID yerine Asya Amerika Hür Çalışma Enstitüsü’nce (AAFLI) sürdürülmektedir. 27

6) Burs Sağlama

AID ajanları azgelişmiş ülkelerde, kendi ölçülerine göre seçtikleri öğrenci ve öğretim üyelerine ve bürokratlara burs sağlamakta, Amerika’da eğitmektedir.

7) Sağcı Örgütlerin Kurulması, Finansmanı, Anarşi ve Cinayetlerin Organizasyonu

AID az gelişmiş ülkelerde “anti-komünizm”i28 ilke olarak benimsemiş, sağcı kuruluşları örgütlemekte, finanse etmekte ve yönetmektedir.29 Bu örgütlerle “itimat edilir polislerden” oluşan ekiplerle, gerektiğinde terörizmi ve siyasal cinayetleri organize ederek, darbe ve temizlik ortamı hazırlamaktadır.

Özetle;30

- AID, özel sektör projelerini finanse etmekte ve azgelişmiş ülke iş adamlarıyla ilişki kurmakta, bu kişilerin önde gelenlerinden uluslararası örgütler içinde, kendi amaçları doğrultusunda yararlanmaktadır.

- AID, azgelişmiş ülkelerde “siyasi, iktisadi, sosyolojik, askeri ve yıkıcı faaliyetler” hakkında istihbarat yapmaktadır.

- AID, azgelişmiş ülkelerde Amerikan yanlısı düzenlerin yaşatılması için, müdahale de dahil olmak üzere her türlü tertibe başvurmaktadır.

- AID, Washington’da Uluslararası Polis Akademisi’nde özel eğitimden geçirdiği polis şeflerine işkence, sabotaj, adam öldürme yöntemleri öğretmekte ve gerektiğinde bu işbirlikçileri kendi halkına karşı kullanmaktadır.

- AID, azgelişmiş ülkelerdeki sendikal hareketi kontrol ve finanse etmekte ve işçi liderlerinin de Amerika’da özel eğitim (!) görmesini sağlamaktadır.

- AID, azgelişmiş ülke öğrenci, öğretim üyesi ve bürokratlarına burslar sağlamakta ve onları, Amerika’da özel eğitimden (!) geçirmektedir.

- AID, çeşitli yöntemlerle yetiştirdiği yerli işbirlikçiler aracılığıyla, Amerikan emperyalizminin çıkarları doğrultusunda sağı örgütlemek, darbe ve temizlik harekatları düzenlemek için, terörizm ve siyasi cinayetleri organize etmektedir.

İşçi sınıfının örgütleriyle AAFLI ilişkileri geçmişte olduğu gibi, bugünde devam ettiğinden bu mücadelede ulusallıktan söz edilemez.

Türk-İş, CIA, AID, AAFLI ilişkilerinin, tüm boyutlarıyla saptanılmasının ulusal çıkarlarımız açısından sayısız yararları vardır. Türk işçi hareketinin doğal doğrultusunda gelişmesi, ancak bu konudaki gerçeklerin aydınlanmasına bağlıdır. Belgesel açıklamalarımızda görüldüğü gibi Türk ulusu her yönü ile uzun ve sistemli bir uğraş sonucunda ABD güdümüne sokulmuştur. Bu amaçla Atatürk ilkeleri, paspas gibi çiğnenmiş

Page 106: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

ve çiğnenmeye devam edilmektedir. 12 Eylül 1980’den sonra bakan olan bir general, Silahlı Kuvvetler’de iken, Atatürk konusunda konferans vermekle görevlendirdiği bir subaydan, “halkçılık” ilkesinden söz etmemesini istiyordu.

Dün Atatürk devrimciliğinin savunmasını yapan politikacılar, günümüzde devletçilik ve devrimcilik ilkelerinden söz edilemeyeceğini itiraf edebilmektedirler. Bu koşullar altında tam bağımsızlığı, kimse ağzına almaya bile cesaret edememektedir. 31

Oysa ki, ekonomimizin evrelerini incelediğimizde altın yılların devletçilik döneminde yaşandığı görülmektedir. Buna karşın 1980 yılından sonra ABD ve Batı’ya teslimiyet arttığı ölçüde, Türk halkının yoksullaşması giderek hızlanmaktadır. Halkımızın hedefi bu çemberi kırmak olmalıdır.

Kaynakça ve Acıklamalar

1. Talat Turhan’ın Küresel Çete, İleri Yayınları, Mart 2005 kitabında yer alan aynı adlı makalenin gözden geçirilmiş şeklidir.

2. Y.n.: Başlangıçta G-7’ler olarak bilinen katılımcı ülkeler daha sonra Rusya’yı da aralarına alarak G-8’ler olmuşlardır.

3. Y.n: AFS

4. Y.n.: AB fonları da bu amaçla kullanılmaktadır. Bakınız. Talat Turhan, Mehmet Eymen, Mont Pelerin Cemiyeti-Küresel Sermayenin Beyni, İleri Yayınları, Mart 2005. Özellikle Ermeni Konferansı’na ev sahipliği yapan Bilgi Üniversitesi’nin nasıl ve nereden fonlandığı kitapta açıklanmaktadır.

5. “Şifre Çözücü”, Project Democrasy (Sivil Örümceğin Ağında), Mustafa Yıldırım, Toplumsal Dönüşüm - Project Democrasy, Deniz Som, Cumhuriyet, 12 Mayıs 2004.

6. a) Talat Turhan, İşçi Sınıfı ve Sınıf Gerçeği, 7 Gün dergisi, 16 Şubat, 9 Mart 1977

b) Talat Turhan, İktidarların Çeteleşmesi ve Bürokrasi, 7 Gün dergisi, 3 Ağustos-14 Aralık 1977

c) Talat Turhan, Bomba Davası, I. Kitap, 1986

7. “Evren, ABD Elçisini Kabul Etti”, Cumhuriyet, 2 Ağustos 1989.

8. “Abramowitz Hızlı Başladı” Cumhuriyet, 11 Ağustos 1989

9. US-AID’ın askeri darbelerdeki rolü için Doruk Operasyonu, Sorun Yayınları, 1989 adlı kitabımın özellikle 152 ve 153’ncü sayfalarına ve 3. Bölüm Ekler çizelgesindeki Ek: 3’e bakınız.

10. “Kenan Evren’in Anıları”, Milliyet, 23 Aralık

11. AID ve benzeri örgütler, işbirlikçileri finanse etmeye devam etmektedir. Bkz. “84 Bin Avro’luk Tarihçi”, Aydınlık, 15 Mayıs 2005,

Page 107: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

12. Y.n.: ABD, kontrolü altına aldığı ülkeleri böyle tanımlamaktadır (Host Country=Ev sahibi ülke).

13. 20-21 Şubat 1976’da televizyonda yapılan açık oturumda Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç 1952-1961 döneminde işçi eğitimi için Çalışma Bakanlığı ve AID arasındaki işbirliğini açıklamaktadır.

14. Philips Agee, CIA Günlüğü, E Yayınları,

15. “Azgelişmiş Ülkelerde Kalkınma Sorunu” Yeni Ortam, 15 Ekim 1974

16. Turkish American Business Assosiation= TABA gibi...

17. Politika, 15 Nisan 1977

18. Y.n.: Bu “Grup Reisi” köylerdeki vatanseverler olmasın!

19. Ayrıntılı bilgi için, dipnotlarda belirtilen; Talat Turhan’ın 7 Gün dergisinde yayınlanan “İşçi Sınıfı ve Sınıf Gerçeği” adlı incelemesine ve Talat Turhan’ın Devrimci Bir kurmay Bubayın Etkinlikleri 2. Kitap, Sorun Yayınları, 1. baskı, Ocak 2005, s. 155-186’ya bakınız.

20. Talat Turhan, Emperyalizmin Bataklığında İstihbarat Örgütleri, Doruk Operasyonu, Sorun Yayınları, 3. Baskı, Eylül 2004, s. 266-275

21. Y.n.: Kuşkusuz, mısır ekilen bir köyde, en çok mısır üreten kişi, kilit adamdır ve “grup reisi” (!) adı ile tanımlanan bu tip kişilerle, çeşitli yollarla ilişki kurulmaktadır. Bu ilişkinin bir türü, yukarda açıkladığımız Bemis şirketi örneğinde verilmiştir. Bu kişinin köydeki kontrgerilla ajanı olması da olasıdır diye düşünülebilir. (18’e bakınız)

22. Amerikan Harper’s dergisi, Ocak 1975

23. John Minnery, Kill Without Joy, The Complete How To Kill Book - Eğlence Olmadan Öldürme, Nasıl Öldürebileceğinizin Tam Kılavuzu, Baladin Press, 1992.

24. Franco Solinas, Sıkıyönetim, s. 82-88

25. a) Günaydın, 23 Aralık 1975

b) Kemal Yücel, Kontrgerilla, Yar Yayınları, 1973

c) Talat Turhan, Bomba Davası-1, Yargılayanları Yargılıyorum, Sorun Yayınları, 3. baskı, Eylül 2004, sf.70-76

26. Yeni Ortam, 6 Kasım 1975

27. 19’da age s. 155-186: “İşçi Sınıfı ve Sınıf Gerçeği”

28. Y.n.: Günümüzde dünün anti-komünistleri “küreselleşmeci” olmuşlardır. Aynı yapı ve anlayış süregelmektedir.

.29. Y.n: Günümüzde ABD ve AB kendi çıkarlları için küreselleşme ve demokrasi adına kişileri ve bazı STK’ları beslemektedir.

30. a) “AID, Türkiye’nin Sorunlarına Katkıda Bulunmak İçin Siyasal İstikrar Bekliyor” Cumhuriyet, 4 Nisan 1977

Page 108: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

b) “AID Heyeti İşadamları Ve Bakanlık Yetkilileri İle Görüştü” Cumhuriyet, 8 Nisan 1977

31. Y.n.: 20 yıldan beri dışarıdan pompalanan ve ülkemize dayatılan”ılımlıislam” modeline karşın gerek ABD ve AB’nin yetkili ağızlarınca Atatürk ve Atatürkçülük hedef seçilmiştir. Aslında küreselleşme ulus devletlerin ortadan kalkmasıyla gerçekleşeceğine göre emperyalistlerin tepkisi doğaldır. Sorun bizim ne yapacağımız da düğümleniyor. Kuşkusuz AKP’den Atatürk’ün savunuculuğunu beklemenin olanaklı olmadğını da biliyoruz.

Page 109: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Özel Savaş, İşkence ve “Küresel Çete”1

Konunun Uluslararası Boyutu

Bilindiği gibi, 2. Dünya Savaşı sonrasında Soğuk Savaş döneminde Doğu ve Batı blokları oluştu. Bu evrede az gelişmiş ülkeler, SSCB’nin desteğinde Kurtuluş Savaşı vererek bağımsızlıklarını kazanmaya başladılar. Bu ülkeler gerilla yöntemlerine başvuruyorlardı. Doğal olanı da bu idi. Gerilla savaşı ile yirmi kat güçlü düşmanı bile yenmek olası hale gelebiliyordu. Bu oluşum ABD’yi rahatsız ettiği için Özel Savaş türü ile gerillaya karşı Kontrgerilla yöntemleri geliştirilmesi düşünüldü.2

Bu anlayış sonucu ABD’de Fort Bragg’da, J. F. Kennedy Özel Savaş Okulu kuruldu. Daha sonra da girişim dünya çapında yaygınlaştırıldı.

Örneğin bu amaçla Panama’da kurulan kontrgerilla okullarında (Escuela De Las Americas)3 tüm Latin Amerika özel savaşçıları kurslardan geçirildi. Latin Amerika’daki askeri darbeler burada yetiştirilmiş generaller tarafından sahnelendi.

NATO ülkeleri ve Batı blokundaki diğer Avrupa ülkelerinin özel savaşçılarının lider kadroları ise Almanya’daki okullarda yetiştirilmektedir. Oberammergau’da European Command Intelligence School’da4 1946 yılında Alman tarih doçenti olan H. Kissinger, 1946-49 yılları arasında askeri istihbaratta görev almış, daha sonra da Harvard Üniversitesinde Counter-Insurgency, Warfare-Theory and Practice (Karşı Ayaklanma, Savaş-Teori ve Pratik) adlı kitabın yazılmasına katkıda bulunmuştur. “Özel Savaş”çılık ve istihbaratçılıkla başlayan kariyerini, ABD Dışişleri Bakanı olarak tüm dünyada uygulama fırsatı bulmuştur.

Anti-komünizm ile beyinleri yıkananlar, ülkelerindeki sosyalistlere savaş açmış, kendilerini milliyetçi sanarak bilinçli ya da bilinçsiz ABD çıkarlarına hizmet etmişlerdir.

ABD’nin Rolü

Özel Savaş kuramını ABD geliştirmiş ve eğitimi ABD öncülüğünde tüm dünyaya yayılmıştır.

Özel Savaş; gayri nizami savaş (Unconventional Warfare), istikrar harekâtı (Stabilisation Operations) ve psikolojik savaş (Psychologic Warfare) ana başlıklarına ayrılmaktadır.5 (Gayri nizami savaş ise; gerilla harekatı, mukavemet harekatı, kurtarma-kaçırma harekatını kapsamaktadır.

ABD’de yayınlanan FM 30, FM 31, FM 41 simgeli (FM=Field Manual) resmi talimatnamelerde istihbarat, kontrgerilla, psikolojik harekat ve sivil işler konularının teorisi ayrıntılarıyla açıklanmakta, AR 515-1 adlı resmi belgede Soğuk Savaş kuramına yer verilmektedir. (Army Cold War Activities)

Tüm NATO ülkelerinde bu talimatnamelerin gizli olmayanları tercüme edilip yürürlüğe konulmuştur

FM 31-15 simgeli ABD resmi talimatnamesinde, gayri nizami kuvvetlerin, yeraltı ve yeüstü güçlerden oluştuğu açıklanmakta ve bunların kuruluş şemaları verilmektedir.

“Gayri Nizami Savaş” ya da “Kontrgerilla Savaşı”nda yer üstü birliklerinin komando birliklerinden oluştuğu da talimnamede gösterilmektedir.

Page 110: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Yeraltı örgütü tüm NATO ülkelerindeki Gladio türü örgütlerin kuruluşuna açıklık getirmektedir.

Yeraltı örgütlerinin Gladio örgütünde olduğu gibi yapısı gereği amacı dışında iç politikada terör ve siyasal cinayet olaylarında kullanıldığı da anlaşılmaktadır.

İtalya örneğinde bu tür örgütlerin doğası gereği iç politikaya, terör ve cinayet olaylarına karıştığı anlaşıldığına göre, böyle bir örgütü demokrasi ile bağdaştırmak olanaklı görülmemektedir.

Örneğin FM 31-16 simgeli Counterguerilla Operations adlı resmi ABD talimnamesinde yer alan CMAC’ı (Civil-Military Advisory Committee) da demokrasiyle bağdaştırmak olanaklı değildir.

Polisle yargıcı, işverenle işçiyi bir araya getirmekle örtülü faşizme davetiye çıkarılmakta ve bu durumda ülkelerin düzenleri “Kontrgerilla Cumhuriyetleri”ne dönüştürülmektedir.

ABD Özel Kuvvetler Komutanlığı

47 bin kişilik Özel Kuvvet’in 11 bini Yeşil Bereliler’den oluşmaktadır. Yeşil Bereliler savaş alanından çok yurtiçindeki, ayaklanma, terör uyuşturucu satıcılarıyla mücadele ile görevlidirler.

ABD, müttefik ülkelerdeki özel kuvvetlerle yakından ilgilidir. Bu güçleri Soğuk Savaş öncesi anti-komünizmle koşullandırıp, kendi halkına karşı düşman edip sosyal demokrat görüşün bile gelişmesini engelleyerek, politik çıkarların garanti altına almayı hedeflemiş ve bunda da başarılı olmuştur.

Soğuk Savaş Sonrası Durum

Özel Savaş’ın, Soğuk Savaş döneminin ürünü olduğu söylenegelmiştir. 1990 yılında Paris Şartı ile başlatılan AGİK sürecinde Soğuk Savaş’ın bittiği açıklanmasına karşın, özel savaş birlikleri ve yöntemleri Yeni Dünya Düzeni içinde kapsamlı bir şekilde kullanılmaktadır. Ancak bu kez dünya liderliğini dayatmakta kararlı görünen ABD:

-Çıkarlarını korumak için BM’yi amacına alet etmeyi denemekte, genellikle kendi açısından başarılı sonuçlar almaktadır.

-Libya’nın bombalanması, Panama’da Noriega’nın kaçırılması ve Bağdat’ın bombalanması eylemlerinde uluslararası hukuku dışlayan bir tavır sergilemekten kaçınmadı.

- 1990 öncesi Doğu-Batı doğrultusunda olacağı varsayılan çatışma Kuzey-Güney doğrultusuna yönlendirildi. Petrol çıkarlarını korumak için 1. ve 2. Körfez Savaşı’yla dünyaya gözdağı vermeye çalışmaktadır6.

- SSCB’nin dağılmasından sonra komünizm yerine radikal İslam’ı düşman seçti. 11 Eylül 2001 saldırısını bahane ederek Afganistan ve Irak’a saldırıp bir yandan dünyadaki enerji kaynaklarına egemen olmak isterken BOP projesiyle de bölgeyi kontrol altına çalışmaktadır.

Nitekim Başkan George Bush’un Ulusal Güvenlik danışmanı olan Brent Scowcroft Yeni Dünya Düzeni’ni:

Page 111: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

“ABD gücünü, koşullara bağlı olarak bazen BM, bazen bölgesel ittifaklar ve koalisyonlar yoluyla farklı biçimlerde de gösterebilir. Bu tür bir globalizm Amerika’nın ulusal çıkarlarına son derece uygun...”

diye tanımlamaktadır.

ABD Dışişleri Bakanı Warren Christopher ise,

“ABD dünya lideri olma sorumluluğunu taşımaya devam edecektir. Gerektiği zaman çıkarlarımızı korumak için tek başımıza hareket edeceğiz, toplu karar alınmasının daha uygun olduğu zaman da bu cevapları sağlayacak ülke yine biz olacağız ama, yanılgıya düşmeyin yöneteceğiz...”

şeklinde konuşmaktadır.

ABD, Özel Harekat Birliği Komutanı Gn. Carl Stliner ise özel timlerin “Amerikan dış politikasının en önemli unsuru ve ulusal güvenlik stratejisinin en sağlam desteği” olduğunu açıklamaktadır.

Bu anlayış sonucu ABD Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı özel timler, 1991 yılında 41 ülkede 195 değişik görev üstlenmiştir. Bu birliklerin Bangladeş ve Florida’da meydana gelen kasırga1arın tahribatını gidermek için kullanılmasına da tanık olmaktayız. Başlangıçta Somali’ye de yardım amacıyla gidildiği açıklanmasına karşın, bugün amacın farklı olduğu görünür hale gelmiştir.

Kuşkusuz her ülkenin kendi çıkarlarını öncelikle düşünmesi en doğal bir davranış biçimidir. Ama diğer ülkeleri bu amaçla kullanması onaylanamaz. ABD çıkarlarını kendi özel kuvvetleri ve çoğunlukla müttefiklerin özel kuvvetleri’ni kullanarak kırk yıldan beri sürdürdüğü bu stratejiyi uygulamaktadır. Yeni Dünya Düzeni’nde diğer ülkeler açısından temel sorun, kendi ulusal çıkarlarıyla ABD çıkarları arasındaki dengeyi bulmaktadır. Az gelişmiş ülkeler açısından böyle bir dengenin kurulabileceğini sanmıyorum.7

ABD eski Adalet Bakanı Ramsey Clark ve yazar Noam Chomsky, ABD’nin makyavelist, oportünist ve saldırgan politikasına karşı çıkmaktadırlar.

ABD kendi hegemonyasına gölge düşürür diye Almanya-Fransa öncülüğünde kurulması öngörülen Avrupa ordusu fikrine bile soğuk bakmaktadır.

Gladio ve Diğer NATO Ülkeleri

İtalya’da yürütülen soruşturma Başbakan Andreotti’nin mafya ilişkilerine kadar uzanmıştır. Yasadışı örgüt elemanlarına dokunmazlık tanınırsa, sonuçta varılan nokta sürpriz sayılmamalıdır. Benzeri olayların yaşandığı herhangi bir ülkede, İtalya örneğinde olduğu gibi araştırma yapılabilirse varılacak sonuç aynıdır. Çünkü yeraltı örgütlerinin arkasındaki güç CIA, dolayısıyla ABD’dir. Hür Dünyanın Lideri ABD (!)...

Kuşkusuz böylesine kapsamlı bir organizasyonun NATO içinde de uzantısı bulunmaktadır. Brüksel’de NATO Komutanlığı’na bağlı Allied Coordination Commitee (ACC), (Müttefik Koordinasyon Komitesi) NATO ülkeleri yeraltı örgütleri arasında koordinasyon sağlamak için eş zamanlı olarak toplanmaktadır. 1990 yılında, Belçika Ordusu

Page 112: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

İstihbarat Daire Başkanı General Raymond Van Calster’in NATO çerçevesinde Gladio türü yeraltı örgütlerinin dönem başkanlığı yaptığını açıklamıştır.

Gene NATO bünyesinde The Clandestine Planing Committe (CPC) aynı amaçla eş zamanlı olarak toplanmaktadır. Örneğin: Ekim 1990’da böyle bir toplantının Brüksel’de yapıldığı basına yansımıştır.

Almanya’daki Örgütlenme

Daha önce açıkladığım Almanya’daki okullarda Türkiye dahil olmak üzere tüm NATO ülkelerinin özel savaşçılarının lider kadrosu yetiştirilmektedir. Tıpkı Panama kontrgerilla okullarında olduğu gibi...

Alman Özel Timi’nin adı Grenz Schütze Gendarmerid Neuen = (GSG 9)’dur. Alman polisine bağlı olup, sadece, baskın ve rehine kurtarma olaylarının son anında tüm tekniklerden yararlanarak görevlerini sürdürmektedirler. Bu şekli ile de yararlı işlevleri bulunmaktadır.

Özel Savaş’ın özellikle yeraltı unsurları ile istihbarat örgütleri, kendi ideolojisine yakın partilerin gençlik örgütlerini dünyanın her yerinde taşeron olarak kullanmaktadırlar. Bunun için Neo-Nazist ve Neo-faşist parti ve örgütler elverişli bir kaynak oluştururlar. Ancak toplumlardaki iç kargaşa ve çatışmaların önemli nedenlerinden birini oluşturan bu görüş, sakıncalarına karşın terkedilmiş değildir, Bu anlayış sonucu B. Almanya’da 1950 yılında “Teknik Hizmet” (BDJ = Bund Deutscher Jugend) adlı bir gizli örgüt kurulmuş örgütün iç politikada KDP ve SPD’ye karşı çaba göstereceği, silahlı bir direniş örgütleyerek bu amaçla CIA’nın teknik eğitim ve finansal desteğinden yararlandığı, Ekim 1952’de Frankfurt am Main Savcılığı tarafından saptanılıp mahkemeye gönderilmiş olduğu halde, ucu CIA’ya dayandığı için dava sürdürülememiştir,

BDJ örgütlenmesinin NATO’nun kuruluş yıllarına denk düşmesi kuşkusuz rastlantı değildir, Tıpkı üyelerinin eski Nazi subayları ile SS’lerden oluşmasının da bir rastlantı olmadığı gibi... 8

Demokrasi, İstihbarat Örgütleri Ve Özel Savaş

CIA ve diğer ABD istihbarat örgütleriyle NATO ülkelerinin istihbarat örgütlerinin işbirliği boyutunu aşan ilişkilere girdiği ve yasadışı eylemlere başvurduğu bilinmektedir,

Özel Savaş’ın yeraltı birliklerinin kuramının ve eğitiminin ABD denetimi ve liderliği altında olduğunu kanıtlarıyla açıkladım.

Gladio örneği, tüm yeraltı örgütlerinin CIA’nın denetimi ve finansmanı ile kurulduğunu göstermektedir,

ABD, müttefiki olan ülkelerdeki yandaşı olan partileri CIA dolarları ile desteklemektedir.

- ABD, ülkelerin hem istihbarat örgütlerini hem de yeraltı örgütlerini denetlemekte ve bu örgütler arasındaki çelişkilerden yararlanarak kendi istihbaratını güçlendirmekte ve çıkarlarını garanti altına almaktadır.

- ABD, yeraltı örgütlerinin “yasalara bağlı olmadığı” kuralını koyup, bunu diğer ülkelere de kabul ettirmiştir.

Page 113: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

- ABD, psikolojik harp yöntemlerini kullanıp insanlarının beynini yıkamakta ve dünya liderliğini sürdürmeye çalışmaktadır.

- ABD, müttefiki olan ülkelerdeki çıkarları için ortak işbirlikçilere destek vermekte ve bunları uluslararası örgütler içine almak suretiyle işbirlikçi ağı kurarak yandaşı olan partilerin iktidarda kalmasını sağlamaktadır.

Tüm bu ve benzeri anti-demokratik zorlamalara karşın, ülkeler kendi demokratik değerlerini, uygarlık aşamaları, kültürleri, teknik üstünlükleri ve de ekonomik gücü oranında ulusal çıkarlarını korumak gibi güç bir sorunla karşı karşıya bulunmaktadırlar.

Türkiye’deki Durum

Özel Savaş kuramları NATO bağlamında ülkemiz için de geçerli bulunmaktadır. Ülkemizde Gladio türü yeraltı örgütlerine halkımız “kontrgerilla” örgütü adını vermiştir. Konuşmamın başında da açıkladığım gibi Ziverbey Köşkü işkencelerinden kaynaklanan kontrgerilla savı gerek benim ve gerekse siyasal partiler ve politikacılar ile demokratik kitle örgütleriyle basın ve yayın organlarının tüm girişimlerine karşın açıklığa kavuşturulamamıştır.

Yıllardan bu yana suçluları yakalanamayan kuşkulu eylemlere sahne olmaktayız. Bunlar arasında başbakanlara suikast girişimleri de bulunmaktadır.

Ecevit ve Özal’a yapılan suikast girişimleri bile aydınlığa kavuşturulamamış olup, özellikle Özal olayındaki suçlunun istihbarat örgütleriyle ilişkisi bulunması yanında kontrgerilla eğitimi gördüğünü açıklaması bu örgütler üzerindeki kuşkuları artırmaktadır.

1975 yılında mahkeme önünde yapmış olduğum savunmada kontrgerilla örgütlenmesinin uluslararası boyutu hakkında ayrıntılı açıklamalarda bulunduğumu söylemiştim. Savunmama ek olarak mahkemeye verdiğim üç belgeyi Türkiye’deki olaylarla karşılaştırıp, yasadışı olduğunu da kanıtlamaya çalıştım.

Türkiye’de uzun bir süredir kuşkulu toplumsal provokasyonlar, terör olayları ve faili bilinmeyen cinayetler işlenmektedir. Bu tablonun sürmesini demokrasimiz adına potansiyel bir tehdit saymaktayım. çünkü Özel Savaş’ın bir bölümü olan İstikrarsızlaştırma Harekatı (Destabilisation Operation) ülkemdeki 12’li darbelerde sahnelendi. Formül hep aynı:

İstikrarsızlık (destabilisation), askeri darbe, seçimleri yönlendirme veya hile katma, istikrar (stabilisation), temizlik harekâtı , ABD yanlısı partinin iktidara getirilmesi suretiyle müttefik ülkelerde ABD çıkarlarının garanti altına alınması...

Ülkelerin, tehdit değerlendirmelerine göre kendi silahlı kuvvetlerini düzenlemeleri doğal olanıdır. Ancak ABD, özel kuvvetlerinin temel felsefesi müttefiki olan ülkelerin özel kuvvetlerini kendi çıkarları doğrultusunda savaştırmaktır. Yeni Dünya Düzeni’ndeki liderliğini kendi suçlarına diğer ülkeleri ortak ederek sürdürmeyi amaçlamaktadır.

Birinci ve İkinci Körfez Savaşları ile Somali bu anlayışın somut örneklerini oluşturmaktadır.

ABD, Soğuk Savaş evresinde İslam’ı amaçları doğrultusunda kullanmış olmasına karşın, günümüzde çıkarlarını koruyan Müslüman krallık, şeyhlik, emirlik ve bunlar gibi rejimleri desteklerken, başta Irak olmak üzere İran, Suriye, Kuzey Kore’deki rejimleri devirmeye çalışırken9, radikal İslam’ı düşman seçmiştir. Oysa aynı ABD, Pakistan aracılığıyla Afganistan’daki en radikal örgüt olan Taliban’a destek vermiştir.

Page 114: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

1980’li yıllardan bu yana CIA’nın Ortadoğu uzmanları Türkiye’ye Türk-İslam sentezini önermiştir. Bu doğrultuda sürdürülen dayatmalar sonuçta “ılımlı İslam”ın iktidara taşınmasıyla sonuçlanmıştır. Bu oluşumun ülke gerçekleriyle bağdaşacağını sanmıyorum.

Kaynakça ve Acıklamalar

1. Talat Turhan’ın Küresel Çete, İleri Yayınları, Şubat 2005, kitabında yayınlanan aynı adlı makallenin güncellenmiş halidir.

2 Y.n.: Günümüzde “Asimetrik savaş” yöntemleri kullanılmakta, ABD de “terörle mücadele” bahanesiyle uygarlığın tüm kazanımlarını yok sayarak küresel saldırganlıkla hegemonyasını kurmaya çalışırken Irak’ta bataklığa saplanmış görünüyor.

Yarın dergisi’ndeki tanıma göre (Yılmaz Tezkan, “Asimetrik Savaş Üzerine”, sayı 41, s. 25) “Asimetrik Savaş; birbirine benzemeyen, denk olmayan organizasyonlar arasında cereyan eden bir mücadele şeklidir. Bir tarafta toplumun güvenliğini sağlamaktan sorumlu olan devlet, diğer tarafta yeri yurdu belli olmayan kişiler,örgütler, şebekeler, “network”ler gibi devlet dışı aktörler vardır. Devlet belli kurallar içinde mücadelesini sürdürürken, devlet dışı aktörleri bağlayan hiçbir hukuki ve ahlaki kural yoktur. Bu savaşa verilen “asimetrik”adı, tarafların benzemezliğinin ve denk olmayışlarının bir ifadesidir. Asimetrik savaşçı devletin/devletlerin karşısına çıkan kişidir.”

Yine asimetrik savaş kavramının ortaya çıkmasına yol açan 11 Eylül saldırılarının kapsamlı bir değerlendirmesi için Bkz. Talat Turhan, 11 Eylül-Baskın, İleri Yayınları, Eylül 2004

3. Y.n.: School of Americas: SOA (Bu isim deşifre olduğu için “Batı Yerküre Güvenlik Enstitüsü” olarak değiştirildi.)

4. Y.n.: Avrupa Komutanlığı İstihbarat Okulu

5. Talat Turhan, Çeteleşme, Akyüz Yayıncılık, İstanbul, 1999.

6. Y.n.: Irak’ın işgali bu anlayışın devam ettiğini göstermektedir.

7. Y.n.: Nitekim Irak saldırısına katılan Koalisyon güçleri havlu atmış, ABD ve de W. Bush’a yaranmak için hiçbir haklı gerekçeye dayanmayan işgal suçuna katılmak gibi bir açmaza düşmüşllerdir.

8. Y.n.: İtalya’da bu tür örgütlenmeler için hapishaneden çıkartılan faşistler kullanılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda sonra işsiz kalan S.S.’lerin kullanıldığını görüyoruz. Bkz. Gehlen, İleri Yayınları, Ekim 2005

9. Rogue State, William Blum, Common Courage Press, 2000

Page 115: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Ek

İtalyan P-2 Mason Locası Hâlâ Faaliyette1

İtalya’da aşırı sağcı gizli mason locası P-2’nin dağılmadığı ve faaliyetlerini sürdürdüğü haber veriliyor. Şu sıralarda İtalya’nın çeşitli şehirlerinde kolları bulunan gizli bir şebeke ile ilgili araştırmalar yapılıyor. Tam olarak açıklanmayan sayıdaki şebeke üyesi hakkında polis soruşturması yapıldığı bildirildi.

İtalyan basınında Yargıç Agostino Cordova’nın, 1980’li yıllarda bir darbeyle hükümeti devirmeyi planlayan P-2 locası ile özdeş bir yapıyı açığa çıkardığı yolunda yazılar yer alıyor. P-2’nin terörist faaliyetlerle de yakın ilişki içinde olduğu kaydediliyor.

Hıristiyan Demokrat Parti Milletvekili Tina Anselmi, La Republica gazetesine “Bu yaz bana P-2’nin faaliyetlerine yeniden başladığı ve gizli grupların kurulduğu haber verildi.” dedi. Anselmi, P-2’nin ve ardındaki en önemli kişi olan milyoner Licio Gelli’nin faaliyetlerini soruşturan parlamento komisyonunun üyesiydi.

Bu günlerde açığa çıkarılan locanın üyeleri arasında yargıçlar, politikacılar, gazeteciler ve mafya üyelerinin bulunduğu bildirildi. Bu üyelerden birçoğunun adının 1981 yılında Licio Gelli’de yakalanan üye listesinde de bulunduğu belirtiliyor. Bunlar arasında 4 bakan, üç bakan yardımcısı, 38 parlamento üyesi 195 yüksek rütbeli subay, Komünist Parti ve Radikal Parti dışındaki bütün partilerden politikacılar, işadamları, bankacılar, gazeteciler istihbarat servisi üyeleri ve polis müdürleri bulunuyor.2

P-2 Locası’nın üstadı Gelli, dünyanın elit tabakasından pek çok kişiyle, kişisel dostluk kurmuş. Bunlar arasında ABD’nin eski Başkanı Ronald Reagan, Arjantin eski Devlet Başkanı Juan Peron, Sicilyalı Bankacı Michele Sindona gibi isimler bulunuyor.

P-2 açığa çıkarıldığında Gelli kaçmıştı. Daha sonra Güney Amerika’ya gitmek üzereyken İsviçre’de tutuklandı. Yedi yıl sonra İtalya’ya iade edildi. Ancak iadesi çok tartışmalı oldu. İadesi için yapılan özel anlaşma aşağı yukarı ceza muafiyeti sağlıyordu.

P-2’yi soruşturan parlamento komisyonunun üyesi Anselmi, “Şunu unutmamak gerekir ki, P-2 başlangıçta gizli bir locaydı. Örgütlenmesinin bu boyutlara vardığını çok az kişi tahmin edebilmişti. P-2 ve onun temsil ettiği tehlike keşfedildiği zaman, olanların bir daha tekerrür etmemesi için hiçbir tedbir alınmadı.” diyor.

Anselmi’nin üyesi olduğu parlamento komisyonu yaptığı araştırmaların sonucunda Gelli’nin locasının aşın sağcı teröristlerle kontakları olduğunu açığa çıkarmıştı. Komisyonun elde ettiği kanıtlar, seçimlerde komünistlerin çoğunluk sağlayıp iktidara gelmeleri halinde P-2’nin hükümet darbesi yapmayı planladığını gösteriyordu. Soruşturma sırasında ayrıca, Gelli’nin CIA, mafya ve uluslararası silah tüccarlarıyla ilişkisi olduğu yolunda bulgular elde edilmiş, ancak bunlar resmen kanıtlanmış olgular olarak komisyon raporuna geçmemişti.

Milyoner Gelli 1991 yılında tekrar soruşturmaya uğradı. Yargıç Agostino Cordova, N’drangheta-Calabria mafyası ile ilgili soruşturma yaparken, araştırmaları onu Gelli’nin ismine götürmüştü. Bunun üzerine Cordova, mahkeme kararıyla Gelli’nin Arrezzo’daki malikanesine el koymuştu.

P-2 Locası’nın mafyayla yakın ilişki içinde olduğu, mafya babası Antonino Calderone’nin geçen hafta verdiği ifadeyle de kanıtlandı. Calderone, Roma’daki yargılama sırasında şunları söyledi: “Mason locası ile mafya oldum olası yakın ilişki içinde olmuştur.

Page 116: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Catani’deki mahkeme ile bir sorunumuz olduğu zaman yerel locanın şefi ile kontak kurardık. Birçok yargıcın loca üyesi olduğunu biliyorduk. Yerel lider sayesinde ceza mahkemesine bile müdahale edebiliyorduk.”

İtalya’da loca faaliyetlerine ilişkin yapılmakta olan soruşturma ile ilgili olarak pek az şey yayımlandı. Birçok kişi, soruşturma sonuçlarının gizli kalması için çeşitli mekanizmaların çalıştırıldığını ve geride cevaptan çok soruların kalacağını söylüyor.3

Kaynakça ve Acıklamalar

1. Özgür Gündem, 14 Kasım 1992

2. Y.n: Burada sayılan gruplarla Civil Military Advisory Comitee’de sayılan gruplar arasındaki koşutluk anlamlıdır. Derin devleti sınıflandırırken de bu görevlerdeki kişilerden söz etmiştim.

3. Y.n.: Başka ülkelerde de mason localarının bu tip faaliyetler içinde olduğu biliniyor. Ülkemizde İttihat Terakki’den bu yana masonların istihbarat ve güvenlik örgüden içine sızdıkları ve özellikle de İçişleri Bakanlığı’nda önemli mevkileri ellerinde tuttukları da bilinen bir gerçektir.

Page 117: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

4. Bölüm

Demirel, Masonluk ve Derin Devlet

Page 118: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Demirel: “Derin Devlet Askerdir” Diyor

(Hürriyet, 18 Nisan 2005 ve diğer yayın organları)

Demirel: “Derin Devlet, Devletin Askeridir”*

CNN Türk’te yayınlanan Ankara Kulisi programına katılan 9. Cumhurbaşkanı Demirel, derin devlet nedir?’ sorusunu şöyle yanıtladı: “Devletin kendisidir, askeridir. Cumhuriyeti kuran askerler devletin yıkılmasından daima korkmuşlardır. Yönetilemeyen ülke, derin devlete muhtaç olur.” Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, dün çok çarpıcı bir açıklama yaparak “Derin devlet devletin askeridir.” dedi. Hürriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Nur Batur’un ilk kez katıldığı CNN Türk’te yayınlanan Ankara Kulisi programında Demirel, önemli açıklamalarda bulundu. Türkiye’de, kamuoyunu rahatsız eden hareketlerin her zaman olduğunu, bunların bir kısmının bazen çok ciddi bazen de yüzeyde olduğunu ifade eden Demirel, bunların ayırt edilmesi gerektiğini belirtti. Kamuoyunu rahatsız eden hareketlerin bazılarında devletin kanun hakimiyetini sürdüremediğinin altını çizen Demirel, “Kanunları icra edemeyince, o zaman, ülke elden gidiyor ve binlerce sıkıntıyla kurduğumuz devlet elden gidiyor, deyip, derin devlet devlete sarılmıştır.” dedi. Demirel, “Nedir derin devlet?” sorusuna ise şu karşılığı verdi:

Yıkılma Korkusu

“Devletin kendisidir derin devlet, askeridir derin devlet. 1912 Halaskar Subaylar olayından bu yana Türkiye Cumhuriyeti devletinde cumhuriyeti kuran askerler, devletin yıkılıverme endişesinden daima korku duymuşlardır. Biz demokrasiye geçtik. Sokaklar hür, serbest dedik. Dedik ki; silahsız, saldırısız yürüyüş serbest. Her türlü demostrasyon (gösteri) serbest, dedik. Bu iş hakkın suistimaline gelince bu serbestiyetin sahipleri gittiler, bu hakkı cam çerçeve indirerek polisle savaşarak kullandılar. Bu hak değildi. Bu hakkın suistimaliydi. Ama, karşıdan bakan adam bunu hak gibi görüyor.”

Devlet Yetmeyince

“Derin devlete ülkenin muhtaç olması, ülkenin yönetilememesinden ileri gelmektedir.(*) Türkiye’de olup bitenlere bakalım. Bugün Türkiye’de olup bitenlerin halktan geldiğini sanmak yanlıştır. Tahrik yapılırsa, ona halk çok ağır cevap verir. Bayrak, ezan, cami, Türklük meselesine cevap verir. O tahriki, bu işlerin olmasını isteyenler yapar. Bugün Türkiye’nin AB ve diğer politikalarına karşı halkta bir reaksiyon yoktur. Siyasetçilerin anlatması lazım gelen şey, Türkiye’nin birliği ve beraberliğinin önemidir. Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne yöneltilmiş birtakım gösterilerden halk rahatsız olur. Her yerde olur. Ama bunların uzun boylu bir sıkıntı çıkaracağını sanmıyorum.”

Ayrı Devlet Değil

“Geçmişte Türkiye, yönetilemez hale gelince sıkıyönetim ilan etmiştir. 80 senelik Cumhuriyet’in 40 senesi sıkıyönetim ve olağanüstü haldir. İdaresi kolay bir memleket değildir burası. Ama bugün her meseleye hemen sıkıyönetimle gitmek yanlıştır. Çünkü, dün Türkiye’nin kâfi derecede polis gücü yoktu. Bugün Türkiye’nin kâfi polis gücü vardır. Derin devlet, devleti onların kanaatine göre yıkılma sınırına getirmediğiniz taktirde hareket halinde değildir. Onlar ayrı bir devlet değildir. Devlete el koydukları zaman derin devlet olurlar. O zaman devlet yoktur.”

Page 119: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

(*) Demirel döneminde darbeler olduğuna göre “ülkeyi yönetemediğini” dolaylı da olsa kabul etmektedir.

Page 120: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Talat Turhan’ın Demirel’e Yanıtı: “Demirel, Gerçeklerin Üzerini Örtebileceğini Sanıyor”

(Evrensel, 13 Mayıs 2005)1

Sunu:

Susurluk sürecinin ardından inişe geçen “derin devlet” tartışmaları, bir dönem devletin en üst kademelerinde görev yapmış Süleyman Demirel, Kenan Evren ve Bülent Ecevit’in röportajlarıyla yeniden güncellik kazandı. Ancak resmi söylemi temsil eden makamlarda görev yapmış olanların bu açıklamalarında Demirel ve Evren röportajlarını gerçekleştiren gazeteci Yavuz Donat’ın da daha sonra yazdığı gibi yazılmaması koşuluyla kendisine anlatılanlar yazılmamıştır. Bu durumda karşımıza çıkan da çerçevesi belirlenmiş bir “derin devlet” tartışması oluyordu. Ancak, “derin devlet” gerçeğinin uzun yıllar en acı sonuçları ile yaşanmış olduğu ve hâlâ da yaşanmaya devam edilen bir ülkede, bu tartışmaya gayri resmi bir müdahale de önemli. Bu nedenle biz bu tartışmaya, konuyla ilgili söyleyecek sözü olan ve yaşamının hiçbir döneminde “derin devlet”in sorumluluğunu taşımamış, hatta onun hedefi olmuş isimleri dahil etmeyi gerekli gördük. Öyle de yaptık. İlk günün röportajı, “derin devlet” tartışmaları bakımından tarihsel bir önemi olan Ziverbey Köşkü’nde işkence görmüş Emekli Yarbay Talat Turhan. Derin devlet ile ilgili Türkiye’de en fazla araştırma yapmış ve kitap yazmış bir isim olan Turhan’ın söylediklerinin birçok bakımdan dikkat çekici.

Evrensel: Derin Devlet hakkında ne düşünüyorsunuz?

Talat Turhan: Sorunuza makro ve mikro düzeyde yanıt vermek olası. İleri dergisinin 1. sayısında ve Katman Internet Sitesi’nde yayınlanan Derin Devletin Tarihçesi başlıklı incelememde yer alan görüşler günümüzde de güncelliğini korumaktadır (2. Bölüm) Orada kaynak göstererek, derin devletin hangi unsurlardan oluştuğunu açıklamıştım. Aslında 1970’li yıllardan bu yana derin devlet ile sürdürdüğüm yasal kavganın kaynağı FM-31/16 Kontrgerilla Operasyonları adlı resmi Amerikan talimnamesinde yer almaktadır. Bu talimnamede belirtilen odur ki, yapılanma şemalanması içinde yer alanlar asker ve sivil kişilerden oluşmaktadır. Bu kişiler arasında bürokrasinin sivil ve asker kanadı yanında Amerikan istihbarat görevlilerinin de yer aldığını görmekteyiz. Bunları kitaplarımda açıklamış bulunuyorum.2

Derin Devletin NATO’yla Bağlantısı Var

Makro düzeyde derin devlet örgütlenmesinin bir de NATO bağlantısı vardır ki, örgüte üye olan bu devletler bu bağlantı içinde yer almaktadır. Belçika Brüksel’deki NATO Genel Karargahı’nda (Shape) Allied Coordination Center (ACC) (Müttefik Koordinasyon Komitesi) adlı gizli bir yapılanma bulunmaktadır. Bu yapılanma NATO’ya bağlı tüm devletlerin yeraltlarını denetlemektedir. Bu kurumun başlangıçta NATO ülkelerinden biri ya da birçoğu Sovyet işgaline uğrarsa iç direnişi örgütlemek amacıyla oluşmuş olmasına karşın, ülkeler içinde zaman zaman siyasal amaçlar için de kullanılır olmuştur. Günümüzde de bu yapı varlık ve etkinliğini korumakta olup, hedef olarak terör faaliyetlerini seçmiş olmayı öne sürmektedir. Kuşkusuz bu terör faaliyetleri, NATO ve ABD çıkarlarına aykırı her türden gelişmedir. Günümüzde NATO genişlemesinin mantıki hiçbir gerekçesi olmamasına karşın, aslında ABD yeni üyelerin de yeraltına egemen olarak o ülkeleri sürekli denetimi altına almayı hesaplamaktadır.

İtalya’da Gladio, Türkiye’de Ergenekon

Page 121: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Mikro düzeyde ise ülkemizde geçmiş yıllardan beri süregelen kontrgerilla tartışmaları ile gündeme oturan bu olgu, başlangıçta 1972 yılında faaliyete geçirilen Ziverbey İşkence Köşkü uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Bu örgütte görev yapanların zaman içinde doğrudan doğruya Pentagon’a bağlı olarak çalıştıkları Ergenekon3 adlı kitapta açıklanmıştır. Daha sonra Susurluk olayı patlak verince bu konuyu araştırmak için kurulan parlamento araştırma komisyonunda suçlanan asker ve sivil önemli kişilerin yargı önüne çıkarılmamaları bir yana günümüzde de etkinliklerini sürdürmelerinin anlamı ülkemizdeki derin devlet yapılanması gücünün kesin kanıtıdır. Susurluk olayının bir başka yönü de faşist militan kadroların ve mafya ilişkilerinin taşeron olarak bu yapı içinde yer almalarının açığa çıkmış olmasıdır.

1990 yılında İtalya’da, oranın derin devleti olan NATO’ya bağlı Gladio örgütlenmesi açığa çıkınca olayın boyutu tüm dünya tarafından algılandı. Bu arada Gladio ile birlikte çalışan P-2 Mason Locası üstadı Licio Gelli’nin İtalyan Askeri İstihbarat Örgütü Başkanı General Musumici’nin İtalya’daki sağ ve sol terörü yönettikleri anlaşılıp o günkü iktidar dengesi içinde tutuklanıp yargılanmaları derin devlet boyutunu küreselleştirdi. P-2 üstadı Gelli yargılanırken CIA ile birlikte çalıştığını ve bu amaçla İtalya’daki bir CIA ajanından her ay 10 bin dolar aldığını itiraf etti. ( Bölüm 2) Bu itiraf bir yandan ABD’nin ülke düzenlerini kendi çıkarlarına uyarlamak için terörü amaç olarak kullanmak ve propaganda anlamına gelen P başlıklı mason localarını desteklemekteki rolünü göstermektedir. İtalya’da o dönemde komünist partisinin iktidara gelmesini engellemek için terör manivela olarak kullanılıyordu. Dünyanın diğer ülkelerinde de terörle destabilizasyon (istikrarsızlık) yaratılıp darbeye ortam hazırlandığını yaşayarak gören ülkelerin önde geleni Türkiye’dir.

Licio Gelli masonizmin uluslararası etkinliğini de açıklamıştır.

Derin devletin boyutunu bu açıklamalar ışığında değerlendirirsek hem gerçekleri hem de küreselleşme olgusu içindeki masonik yapının işlevini daha iyi algılayabiliriz diye düşünüyorum. Bu durumda dünkü ve bugünkü yöneticilerimizi gerçekten biz mi seçiyoruz diye de kuşkulanıyorum.

Yukarıdaki açıklamalar ülkemizde kontrgerilla ve derin devlet soruşturmalarının neden sonuca ulaşmadığını da apaçık göstermektedir. Çünkü gerek darbe dönemlerinde gerekse de demokrasi olarak tanımlanan dönemlerde masonlar düzene egemendirler. Masonizmin kâbesi olan Washington’u ve onun militer örgütü olan NATO’yu deşifre edemediklerine göre, iktidar da muhalefet de kendi kendileriyle çelişerek gargara yaparak kamuoyunu oyalamışlardır.

Evrensel: Demirel, “derin devlet” ile ilgili Yavuz Donat’a uzun bir ropörtaj verdi. Bu röportaj ile gündeme gelen açıklamaları ve tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Talat Turhan: Son süreçte derin devleti anlatması ve açıklanması istenen bir eski devlet yöneticisinin de masonlardan seçilmiş olması, onunla söyleşi yapanın da konuyu geçiştirmek amacında olduğu izlenimi vermektedir.

Page 122: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Kontrgerilla Cumhurbaşkanlarına da Görev Yükler

1985 yılında Nokta dergisi benimle yaptığı söyleşiyi kapaktan yayınlayıp “Kontrgerilla Cumhurbaşkanlarına da Görev Yükler” başlığını kullandı. Ben o açıklamamda, resmi bir talimnamede yer alan şemayı kaynak olarak göstermiştim. (Üçüncü Bölüm, Ek: 7) Oysa ki, Anayasamızda cumhurbaşkanının görevleri açıklanmıştır. Bu durumda ya talimnamedeki madde oradan çıkarılacak ya da talimnamedeki maddenin Anayasaya eklenmesi gerekirdi. Aksi halde cumhurbaşkanlarının faaliyetleri illegal olurdu. Bu duruma hiç tepki vermeyen bir eski Cumhurbaşkanı, sanki “Kontrgerilla Cumhurbaşkanlarına da Görev Yükler”4 gerçeğinden habersizmişçesine ortaya çıkıp derin devleti açıkladığını sanıyor. Ya da bizim öyle sanmamızı istiyor. Yani Süleyman Demirel, “Derin devlet askerdir.” diyerek tüm gerçeklerin üstünü rahatça örtebileceği kanısında oluyor.

Demirel Mason mu?

Oysa Demirel gibi uzun yıllar Türkiye siyasetini en üst mevkilerinde bulunmuş birisinin derin devletin ne olduğunu ve nasıl işlediğini bilmediğini düşünmek zor. Üstelik Demirel’in yaşam öyküsü ve hızlı yükselişi ile Uğur Mumcu gibi önemli araştırmacı gazetecilerin “Demirel masondur.”5 iddiaları bir araya getirildiğinde Demirel ve derin devlet arasındaki ilişkinin boyutları tahmin edilenin de üstüne çıkacaktır. Demirel Sabah gazetesinde Yavuz Donat’la (Yavuz Donat’la yapılan bu röportajda yayınlanmayan gizli konuşmalarda ne konuşulduğunu bilmemekle birlikte Donat’ın yahudi olmamasına karşın yahudi cemaatinin önde gelen isimlerini içinde barındıran 500. Yıl Vakfı’nın kurucu üyesi olduğunu belirtelim.)6 yaptığı derin devlet konulu dizi röportajda derin devlet içindeki kurtarıcılardan sözediyor. Ancak bu “kurtarıcılar” hangi tehlikeye karşı kimi kimden ve nasıl koruyacaklar bu belirsiz. Zaten kurtarıcılık misyonuyla ortaya çıkan derin devlet üyelerinin bir süre sonra çeteleşme dediğimiz olguyu doğurmaları da bu kendi kendilerine misyon yükleme özgürlüğünden kaynaklanıyor. Denetimin olmadığı yerde bu kişiler bir süre sonra ellerindeki sınırsız yetkiyi başka amaçlar için kullanmaya başlıyorlar. Bu da derin devletin gizli bir operasyon örgütünden adım adım mafyaya dönüşmesine neden oluyor.

Mehmet Ağar Ne Yaptığını Açıklamalıdır

Yine “derin devlet” denildiğinde ilk akla gelen politikacılardan biri olan DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’dır. Ağar’ın medyada derin devlet konusunda çelişkili açıklamaları çıkmıştır. Ağar, Derya Sazak ile yaptığı söyleşide derin devletin varlığını yadsıyor.7 27 Ocak 2000’de CNN Türk’de Mehmet Ali Birand’ın sorusuna ise şöyle aşağıdaki gibi yanıt veriyor:

“Bir devletin başı çok sıkışır. O zaman devlet için canını verecek adamlar ortaya çıkar. Her şeylerini bir kenara atarlar. Devlet onları derinden bir öper. Biz de yaptık birşeyler.”8

Böyle diyerek varlığını zımnen de olsa kabul etmektedir. Bu durumda Ağar, “yaptığı şeyleri” kumuoyuna açıklamak durumundadır.

Görüldüğü gibi Ağar hem derin devleti yadsımakta hem de “Biz de yaptık bir şeyler.” demektedir. O halde sormak gerekir: Ne yaptın? Bir kamu görevlisi iken yaptıkların hukuka ne kadar uygundu?

Böyle bir yapılanma içerisinde bir de bakıyoruz ki Ziverbey’in işkenceci müdavimlerinden Korgeneral Turgut Sunalp, küresel sermayenin beyni olan Mont Pelerin Cemiyeti toplantılarına davetli olarak katılmaktadır.9 Bu durumda bir ucu derin devlet

Page 123: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

işkencehanelerine, bir ucu mason localarına, bir diğer ucu da dünya ekonomisini yöneten ekonomik örgütlere değin uzanan ve tümleşen yapılanmanın ne anlama geldiği korkunç bir tuzağın bütün boyutlarını sergilemektedir.

Doların Üzerindeki Işıklı Göz

Evrensel: Kitaplarınızda ve makalelerinizde dünya derin devletinin tarihte masonluğun ve masonik örgütlenmelerin kilit bir role sahibi olduğunu dile getiriyorsunuz. Bunu da biraz açar mısınız?

Talat Turhan: Geçen ay Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Derneği Büyük Üstadı, dolar üzerindeki ışıklı göz üzerine bir açıklama yapmak gereğini duydu. Üstad, açıklamasında ışıklı gözün masonlukla ilgisi olmadığını söylemek gereğini duymuştu ama aslında önemli bir itirafta da bulunuyor, gerçeği saptırıyordu. Üyelere verilen ve Büyük Mason Mahfili tarafından Murat Özgen Ayfer imzasıyla yayınlanmış Mason Sözlüğü’nün 157. ve 158. sayfalarında yer alan Dernekler Türkiye’de ve 308. sayfasında yer alan Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Derneği başlıklı bölümlerde “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, T.C. Dernekler Kanunu’na göre kurulmuş bir resmi örgüttür” denilmektedir. Üstad, yaptığı açıklamalarında Dernekler Kanunu gereğince senede iki toplantı yaptıklarını bunlardan birine hükümet komiserinin katıldığını, diğerine ise alınmadığını açıklamaktadır. Bu durumda mason örgütlerinin gizliliğinden söz etmemiz asla yanlış olmayacaktır. Demokrasi içinde böyle bir yapılanmaya nasıl göz yumulmakta, devletin gücü bu gizli toplantılara girmeye nasıl yetmemektedir acaba? Belki de bunlara yumulan göz ile 1 Amerikan doları üzerindeki göz bir ve aynı şeylerdir. Hele, Licio Gelli olayından sonra derin devleti arayanların adresi daha belirgin hale gelmektedir. Yayınlanmış bu sözlükte dolar üzerindeki ışıklı gözü tarif edilirken hem bunun masonlukla ilişkisiz olduğunu söylemekte hem de “her şeyi gören göz” olarak nitelediği bu figüre “ışıklı üçgen” başlığı altında göndermede bulunmaktadır. Dolayısıyla üstadın yadsımasını sözlük yadsımış olmaktadır. (Mason Sözlüğü’nün ilgili bölümlerine bakın)

Kontrgerilla Cumhurbaşkanlarına da

Görev Yükler1

Sanki sıradan, basit bir şeyi anlatır gibi ağzından dökülüyor sözcükler emekli Yarbay Talat Turhan’ın; “ST 31-15 kodlu talimnameye bakın.” diyor ve ekliyor, “Orada, bu işlerin tek bir ülkenin işi olmadığı, müttefiklerle müşterek bir çalışmayı gerektirdiği, bunun şeklini de cumhurbaşkanının tayin ettiği yazılı.” Şaşırıyoruz. Talat Turhan’ın “bu işler” diye tanımladığı çalışmalar, “kontrgerilla faaliyetleri” çünkü. “Kontrgerilla cumhurbaşkanına görev mi veriyor?” diye soruyoruz. Talat Turhan sakin sakin cevaplıyor; “Tabii, tabii...”

Yani kontrgerilla faaliyetlerini anlatan bir talimnamede cumhurbaşkanının koordinasyonla görevlendirildiğini söylüyor Talat Turhan. Bizim şaşkınlığımız karşısında “Evet, bunu ilk kez Nokta’ya açıklıyorum” diye de ekliyor.

Cumhurbaşkanı’nın Görev Talimnamesi.

Cumhurbaşkanlarına görev veren ST 31-15 kodlu Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi, Amerikan Savunma Bakanlığı’nın FM 31-15 talimnamesinden aynen tercüme edilerek hazırlanmış. Türkiye’deki kontrgerilla faaliyetlerinin legal bölümünü yürüten Özel Harekat Dairesi ile illegal faaliyetleri yürüten sivil oluşumların genel hatlarını çizen bu talimnamenin Türkçe’ye çevriliş tarihi 1964. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Ali Keskiner’in imza ve onayı ile yürürlüğe giriş tarihi ise 1965.

Page 124: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Talat Turhan bu noktada şu soruyu soruyor:

“Şimdi bu talimnamenin yürürlükte olduğu 1965 yılından bugüne kadarki cumhurbaşkanlarına sormak gerekir; bu talimnamedeki görevinizi yerine getirdiniz mi, getirmediniz mi? Anayasa dışındaki bir talimname size görev veriyor...”

Asker mi, Sivil mi?

Kara Kuvvetleri Komutanı’nın imzalayarak yürürlüğe koyduğu bir talimname ve bu talimname ile görevlendiren cumhurbaşkanı!... Burada bir soru geliyor akla:

“Yoksa yıllardır Türkiye’de cumhurbaşkanının asker mi, sivil mi olması konusunda yapılan yoğun tartışmalara sebep bu talimname mi?”

Ve Talat Turhan sorularına devam ediyor; “Bugüne kadar hiçbir cumhurbaşkanı merak edip de kendisine görev veren bu asker talimnamelerinin çıkış noktası üzerine düşündü mü acaba?”

En azından şimdilik yanıtsız kalacak bu soruyu bir yana bırakıp, Talat Turhan’a cumhurbaşkanlarına görev veren bu talimnamede başbakana ait bir görev olup olmadığını soruyoruz. Turhan, bu soruya bir başka soruyla yanıt veriyor; “Bugüne kadar hangi başbakan, kontrgerilla faaliyetleriyle ilgili iddialar için bir şey yaptı?” Turhan’a göre bu iddiaları duymamazlıktan gelmek, araştırmamak, saklamak anlamına gelir ki, bu da bir görev olmalı herhalde.

Köşk’teki Kontrgerillacılar

Peki, cumhurbaşkanlarının kontrgerilla tarafından kendilerine verilen görevi nasıl yürüttüklerine ilişkin bir yorum yapılabilir mi? Talat Turhan bu noktada da Çankaya Köşkü’ndeki eski ve yeni “kontrgerillacı” danışmanlara dikkat çekiyor ve “bunların Köşk’teki varlık sebepleri bu görevin yürütülmesi olabilir” diyor. Bu danışmanlardan birinin gazeteci İlhami Soysal’ın yıllar önce dövülme olayıyla kamuoyunun gündemine geldiğini de öğreniyoruz bu arada. O yıllarda attırdığı yumruklar karşılığında Londra Ateşemiliterliği ile ödüllendirilen kontrgerillacı2 danışmana ne demeli?. Ama kontrgerillacılar sadece Köşk’te değil. Konut’a bağlı kontrgerillacılar da var. Turhan, Başbakanlığa bağlı olarak çalışan kontrgerillacılardan ünlü isimler veriyor.

“Ya Kilercioğlu?” diyoruz Talat Turhan’a, isteksiz isteksiz, “Kilercioğlu ortada hiçbir şey yokken, bir gazetenin oyununa geldi” diyor. Turhan’a göre, Kanal 6’da yayınlanan Bizim Koltuk’daki tartışmasını, programın yayına üç gün kala “Talat Turhan Kontrgerillayı Anlattı” başlığı ile haberleştiren bu gazetenin haberine “Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu’nun 1977’deki 1 Mayıs Katliamı’nda parmağı olduğunu öne süren Talat Turhan” diye başlaması yol açmış bütün gelişmelere.

Turhan, ne programda, ne de başka bir yerde bu tür bir açıklamasının olmadığını söylüyor ve “Bu, programın yayını engellemek için yapılmış bir oyun.” diyor. Gazetenin yayınlandığı gün, Bizim Koltuk programının yayınını durdurmak için mahkemeye başvuran Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu ile Harbiye Orduevi’nde özel bir görüşme yaptığını anlatıyor. Bu görüşme sonucunda karşılıklı olarak anlaştıklarını söyleyen Turhan, bir sonraki gün Kilercioğlu’nun “Talat Turhan yalan söylüyor.” biçimindeki açıklamasına çok kızmış. Hem de çok. Üstelik Kilercioğlu, bir de bu açıklamanın ardından “Ben tartışmadan çekiliyorum.” deyince...

Page 125: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Kilercioğlu’nun Yöntemleri

Bu kızgınlık, Talat Turhan’ı polemiğe girmek istemediği Kilercioğlu ile ilgili bazı duyumlarını açıklamaya itiyor:

“Orhan Kilercioğlu uzun süre eski Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’ın Özel Kalem Müdürlüğü’nü yaptı. Dolayısıyla Semih Sancar’ın 2 Mart dönemindeki Sıkıyönetim Komutanlığı sırasındaki yasadışı bütün davranışlarından haberdar. Sonra sıra, Semih Sancar’ın Kıbrıs Harekatı’nı birlikte yaptığı Bülent Ecevit’le olan dostluğuna geliyor. Bu dostluk bazı çevreleri rahatsız ettiği için, ayrıntılarını açıklamaktan rahatsızlık duyduğum bazı yöntemlerle ve bazı aracılarla Semih Sancar’ın Ecevit yerine Demirel’e yaklaşması sağlandı. O olayda Kilercioğlu’nun rolü var mıdır acaba? Bugünkü yerine bakınca insan düşünmüyor değil.”

Dönemin Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’ı Bülent Ecevit’in dostluğundan, Süleyman Demirel’in dostluğuna iten kişiler arasında Orhan Kilercioğlu dışında kimler bulunduğu soruları şimdilik karanlıkta kalacak gibi. Hiç değilse Semih Sancar’a dost değiştirten rahatsızlık verici yöntemleri öğrenebilir miyiz diye ısrar ediyoruz. Ama nafile...

Kilercioğlu ile ilgili bilgiler arasında yıllar öncesine ait bir gazete kupürü de var. Bu kupüre göre; 12 Mart’a doğru koşan günlerde Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde öğrencilerin yakalayıp teşhir ettikleri bir Amerikan ajanının cebinden bir not defteri çıkıyor. Bu defterin sayfaları arasında ise Orhan Kilercioğlu’nun ad ve telefonu yazıyor. Neden, nasıl bilinmez...

O geçmiş döneme ait bir başka anektod ise Namık Kemal Ersun’a ait. 5 Haziran 1977 seçimlerinin ardından Kara Kuvvetleri Komutan Namık Kemal Ersun ile birlikte bazı subayların emekli edildiklerini anlatıyor Talat Turhan ve bu emekliliklerin o günden bugüne bilinmediği iddiasını ileri sürüyor. Turhan, “Nasıl açıklık rejimi bu? Bu kadar önemli olayların nedenini bilmiyoruz.” diyor. Namık Kemal Ersun ve diğerlerinin darbe hazırlığı içinde oldukları gerekçesiyle emekliye ayırıldığını söyleyen Turhan, idamla cezalandırılabilecek önemde bir suçu işleyen Ersun Paşa’nın 12 Eylül’den sonra İş Bankası Yönetim Kurulu üyeliğine atanarak ödüllendirildiğini belirtiyor.

Biz tekrar kontrgerilla konusuna dönmek istediğimizde, anlattığı hiçbir kişi veya olayın bu konunun dışında olmadığını söylüyor Talat Turhan ve devam ediyor: “Nerede dokunulmaz, hiçbir dönemde yerini kaybetmemiş bir kişi varsa o kişi bana kontrgerilla ilişkilerini çağrıştırır. Nerede karanlıkta kalmış bir cinayet, suikast, üzeri kapatılmaya çalışılan bir bilinmez varsa şüphelenirim.” Talat Turhan’ı bu denli şüpheci kılan, biraz da duyarsızlık. Yıllarca bu konu ile ilgili kamuoyuna belge ve isim sunduğunu, ne bu isimlerden ne de bu belgelerden bir karşılık alabildiğini anlatıyor Turhan.

“Biz yine de bir kez daha soralım.” deyince, “Mesela Halit Narin.” diyor Talat Turhan. Turhan’a göre hiçbir zaman gündemden düşmeyen, hep önde, yukarıda kalmış bir isim Halit Narin. “Adam hem müflis, hem devlete borçlu, hem de evinde bakanlar ağırlıyor, bakanlarla beraber. Ben bu tür dokunulmaz insanlardan ürküyorum.” diyor Turhan ve “80’den bu yana başbakan ve cumhurbaşkanının yurt dışı seyahatlerine katılanlar arasında Narin var. O gezilerde acaba Narin para ödüyor mu? Yoksa onun parasını birisi mi veriyor?” sorusunu soruyor. Ama anlattıkları arasında asıl ilginç olanı biraz geçmişe uzanıyor.

Abas’ın Narin İlişkisi

12 Eylül’den hemen sonraki günlerde o zamanın Konsey üyesi Nurettin Ersin Paşa’nın Muğla’ya geleceği duyulunca, Muğla Valisi ve Garnizon Komutanı, Valilik’te karşılama

Page 126: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

protokolünü hazırlamak üzere biraraya geliyor. Çalışmanın ortalarında bir yerde kapı açılıyor ve içeri iki kişi giriyor. Talat Turhan olayın devamını şöyle anlatıyor: “Girenlerden biri Halit Narin, diğeri bodyguard, bu kişi MİT’ten emekli edilen Hiram Abas... Konuşmanın nasıl başladığını bilemiyorum ama Hiram Abas ile Mülkiye’den sınıf arkadaşı Muğla Valisi arasında yüksek perdeden bir tartışma başlar. Konu Nurettin Ersin’in gelişinden sonra nerede kalacağı üzerinedir. Son sözü Hiram Abas söyler: “Nurettin Ersin yarın gelecek ve bizim misafirimiz olacak!” ve Narin’in ardından kapıyı çarpıp çıkar.”3

Bir sonraki gün Muğla’ya gelen Konsey Üyesi Nurettin Ersin, resmi devlet töreni ile karşılandıktan kısa bir süre sonra Marmaris’in yolunu tutuyor. Vali ve komutanın değil, Abas ve Narin’in konuğu oluyor. Talat Turhan’ın sözleriyle, “Ersin Paşa Halit Narin’in Marmaris’teki otelinin üst katında bulunan karârgahına konuk olur. Ertesi gün de oradan helikopterle Gümüşlük’e gider.”

Talat Turhan bu olayı ve ilişkiyi anlayamadığını söylüyor ve ekliyor: “O olayın ertesi günü Muğla Valisi oradan sürüldü. Narin’in bodyguardı Hiram Abas’ı ise bir güç oradan aldı ve MİT’in üst düzeyinde yeniden göreve başlattı. Kanımca Abas’ı MİT’in başına koymak devletin onuruna yakışmazdı. Eğer MİT Raporu olayı olmasaydı gerçekten de MİT’e başkan olacaktı.” Hiram Abas’ın MİT’e başkan olarak getirilmek istenmesinin nedeni ise asker-sivil çekişmesinin ardında yatıyor. Turhan, sivil kanadın başındaki Hiram Abas’ın ilişkileri ve bağlılıklarını Doruk Operasyonu adlı kitapta yazdıklarını örnek vererek açıklıyor. Bu dokunulmazların kontrgerilla örgütlenmesi içindeki olası yerini ise bir belgeyle işaretliyor Turhan. Bu belge de hayli ilginç. FM 31-16 kodlu ve Counterguerilla Operations4 başlıklı bir talimname belgesi bu. Turhan’a göre son derece ilginç bir sivil örgütlenmeyi göz önüne seriyor bu belge. Ve basın-yayın yöneticileri, polis şefleri, sendikacılar, din adamları, iş dünyası temsilcilerinin kendilerine yer bulduğu bir örgütlenmeyi anlatıyor.

Bu kişiler kimler olabilir sorusu geliyor akla tabii ki ve biz de soruyoruz. Turhan’ın imaları var elbette; “Yeri hiç değişmeyen sendika temsilcileri, iş dünyasının hep gündemdeki temsilcileri, parlamenterlere oturduğu yerden hakaret edip koltuğu dahi sallanmayan yargı temsilcileri ile flaşları hiç sönmeyen yayın dünyası yöneticileri” gibi imalar bunlar. “Bir örgüt içinde, polis ile yargı yöneticilerini biraraya getiriyorsanız, bu çok tehlikeli bir durumdur” diyen Turhan, anayasal sistemi reddeden bu oluşumun CIA ve AID tarafından kontrol edildiğini ve denetlendiğini de sözlerine ekliyor. Turhan’ın DGM’lere yönelik sözleri ise “12 Mart’ın bütün pisliklerine bulaşmış insanların göreve getirildiği olağanüstü mahkemelerin doğası, zaten istihbarat örgütleriyle birlikte çalışmalarına uygundur.” oluyor.

Bütün bu anlatılanlardan sonra “kontrgerilla yoktur” denilemez belki ama kontrgerilla gerçekten yok. Çünkü kontrgerilla bir kurum değil bir yöntem. O yöntemi uygulayan yeraltı kuruluşuna kamuoyunun koyduğu bir ad bu. Çünkü hala ortaya çıkartılabilmiş değil. “Ancak bu arada bir şeyin de karıştırılmaması gerekir.” diyor Turhan. Ona göre karıştırılmaması gereken Özel Kuvvetler Komutanlığı adlı legal oluşumun işlevlerinin, illegal oluşumlarla beraber yorumlanması. Bunu şöyle anlatıyor: “Bir savaşta, iç savaşta direniş örgütlemek, devlet güçlerinin kendini savunma hakkı. Ama bu işin CIA tarafından finanse edilmesi ve illegal sivil askeri uzantılarla farklı alanlara kaydırılması başka şey.” Bu sivil ve asker uzantıların kimler adına ne işler yaptıklarının bilinemediği gibi bilinenlerin de denetlenmediği kanısında Turhan. “1 Mayıs 1977 Katliamı’nı zamanın yöneticileri önceden biliyorlardı da ne oldu, engelleyebildiler mi?” diyor. Son sözü daha da ilginç:

“O 1 Mayıs gösterileri sırasında orada silah kullanan kalabalığa ilk ateşi açan birkaç kişi biliniyordur herhalde, bu kişiler şimdi nerede ve hangi görevdeler?”5

Page 127: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Ecevit’e suikast girişiminde kullanılan silahın ve balistik raporunun nerede olduğu sorusu da var ortada. Ya Özal’a suikast girişimindeki bilinmezler. Turhan’a göre örnekleri çoğaltmak mümkün ama soruların yanıtlarına ulaşmak o kadar mümkün görünmüyor.

Kontrgerilla yöntemleri, suikastler, cinayetler, bombalamalar, rüşvet ve yolsuzluk ve yozlaşma anlatılmakla tükenmiyor kuşkusuz. İlginç dokunulmazlıklar ve dokunulmazlar hep var. Aslında “dokunulmazlık” güzel bir şey olsa gerek. Yasal ve bize özel olunca... Ama gelin görün ki yıllardır “dokunulamazlar”ın baskısı altında yaşama talihsizliğinden kurtulabilmiş değiliz. “Dokunulamaz” kişi ve kurumların fena halde “dokunduğu” bir demokrasiyle yaşayıp gidiyoruz. Nedense hiçbir şey “dokunmuyor” bize; “dokunmadan” yaşayıp gidiyoruz.

Kaynakça ve Açıklamalar

1. Nokta, sayı 51, 13-19 Aralık 1992

2. Y.n.: Sözü edilen kişi İlhami Soyal’ın dövülmesine fiilen katılmamıştır. ÖHD eski Başkanı olan bu kişi, Soysal’ın kaçırılması ve dövülmesi olayına göz yumarak katılmıştır. Bu kişi Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı döneminde Köşk’te görevli idi. Daha sonra bir banka yönetim kurulu üyesi iken hakkında dava açıldı. Dava köşkün girişimiyle örtbas edildi.

3. Y.n.: Nokta dergisinde bu yazı yayımlandıktan sonra, müflis Halit Narin’i kurtarmak ve kendisine yeni krediler açmak için banka olanaklarının zorlandığı, basına haber olarak da yansıdı. Bkz: Cumhuriyet, 26 Şubat 1993

4. Y.n.: Doğrusu, ST 31-16 Counterguerilla Operations olacaktır.

5. Y.n.: 1 Mayıs 1977 Katliamı başından sonuna kadar Intercontinental (Şimdiki The Marmara) Oteli’nin bir odasında istihbaratçılar tarafından filme alınmıştır.

Page 128: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Uğur Mumcu: Mason Belgesi...

(Cumhuriyet, 20 Haziran 1980)

Başbakan Demirel’in AP Genel Başkanlığı’na adaylığını koyduğu günlerde mason olduğu ileri sürülmüş; Demirel de kongrede adı, Türk Yükseltme Cemiyeti olan mason derneğinden bir yazı alarak, “Ben mason değilim” demişti. Mobil şirketinin Türkiye temsilcisi Necdet Egeran imzası ile verilen belge ile Demirel, mason olduğu yolundaki söylentileri yalanlamış bulunuyordu.

Demirel mason muydu, değil miydi? Mason olmasının bir önemi var mıydı, yok muydu? Bence, bunlardan daha önemlisi, AP Başkanı’nın siyaset sahnesine atlarken yalan söyleyip, söylemediğiydi.

Geçenlerde elime geçen bir kitap, bu konuyla ilgili bir araştırma raporunu açıkladı. Kitap, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası-Arşivlerimiz İçinde 1965 Olayları başlığı ile yayınlanmıştır. Kitabın yazarı Büyük Üstad Nafiz Ekemen’dir.

Kitaptan edindiğimiz bilgiye göre, Demirel’in Mobil şirketi Türkiye temsilcisi Necdet Egeran’dan aldığı, “Cemiyette kaydının bulunmadığı” yolundaki yazının AP Genel Kongresi’nde okunması üzerine, Halit Arpaç, Hulusi Selek ve Saffet Rona biraderlerden oluşan soruşturma kurulu, Ankara’da gereken incelemeleri yapmış ve düzenledikleri raporu, Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonları Büyük Locası’na sunmuşlardır.

Bu mason biraderlerce düzenlenen raporun giriş bölümünden bir paragrafı aktarayım-

“Bay Süleyman Demirel, Devlet Su İşleri’nde çalışırken, Nüshet Gün, Orhan Alsaç, Rıza Berike kardeşlerimiz tarafından Bilgi Muhterem Locası’na 27.10.1954 tarihinde teklif edilmiştir. Ankara Ünite Büyük Locası 23.12.1954 tarihinde tasvipname vermiş, tahkikat safhalarını aşarak tekris sureti ile 15.2.1956 tarihinde camiamıza dahil olmuştur. 27.3.1957 tarihinde Refik derecesine terfi eden bu kardeşimiz, Umum Müdür olunca locasına devam etmemiş ve bugüne kadar hakkında istifa veya gayrimuntazam ilanı gibi hiçbir işlem yapıldığına dair bir kayda rastlanmamıştır. Bu bakımdan camiaya dahilmiş gibi görünmektedir...”

Düzenlenen raporda Demirel’in, “Mason değildir” yolundaki yazıyı nasıl sağladığı da anlatılmaktadır. Çok ilginç, okuyalım:

Süleyman Demirel biraderimiz, liderlik mücadelesine giriştiği günlerde, herhalde bazı ihtimalleri önlemek düşüncesi ile olsa gerek, 14.11.1964 tarihinde bir mektupla Türk Yükseltme Cemiyeti Ankara Şubesi’ne başvurarak cemiyette kayıtlı olup olmadığını sormaktadır. Bu mektup, Ankara bölgesinden geçmemiş, varide ve sadirede de kaydına tesadüf edilmemiştir...

Böyleyse Demirel bu yazıyı cemiyetten nasıl almıştır? Rapor bu konuya şöyle bir açıklık getirmektedir:

Bölgedeki kanaatlara göre, o sırada Hikmet Turat kardeşimiz. Bölge Kitabevi’nden Türk Yükseltme Cemiyeti anteti taşıyan bir kağıt istemesi, yazılan cevabın da aynı kağıtta bulunuşu mektubu getirip cevabı verenin bu biraderimiz olması ihtimalini ortaya koymaktadır.

Page 129: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Bu meyanda Büyük Üstad Kaymakamımız Hikmet Turat kardeşin kendisine başvurarak, bu kardeşin bütün istikbalini tehlikeye düşürmenin geleneklerimize, yardım vecibelerimize aykırı olacağını gözönünde tutarak, böyle bir cevabın verilmesine yardımcı olmasını istediği ve şahsen bu yardımın yapılmasında ilerde camia için büyük kazanç doğuracağını düşünerek ses çıkarmadığını beyan etmiştir...

Bu belgeden anlaşıldığı gibi, Demirel, 1954 yılında mason olmuş, ancak Devlet Su işleri Genel Müdürlüğü’ne atandıktan sonra üyelik ödentilerini yatırmamıştır. 1964’de Hikmet Turat birader aracılığı ile, Türk Yükseltme Derneği antetli kağıda Necdet Egeran’ın imzasını attırıp, “Kaydına rastlanmamıştır.” diye bir kağıt almış, bunu AP Kongresi’nde okumuştur.

Demirel, Devlet Su İşleri Genel Müdürü oluncaya kadar masonları kullanmış, AP Genel Başkanı ve Başbakan olduktan sonra, “Masonlara karşıyız” diyen MSP ve MHP’yi ve de ülkücü gençleri kullanıp, iktidarını, iktidarı ile birlikte kardeşleri ve yeğeninin kazanç düzenini ayakta tutmasını bilmiştir.

Mason biraderlerce Demirel hakkında hazırlanan bu raporu, gensoru öncesinde MSP milletvekillerine armağan ediyorum. “Batı Kulübü” budur, böyle oynatır.

Page 130: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Ekler:

Ek-1: Mason Sözlüğü*

Türk Yükseltme Cemiyeti: Türkiye’deki Masonluğun tarihçesindeki derneklerden biri... Bu derneğin adı, 1929 yılında, bundan iki yıl önce kurulmuş olan Tekâmül-ü Fikrî Cemiyeti yerine alınmıştı. 1933’de derneğin adına Türkiye Büyük Maşrıkı adı da eklendi. 1957 yılında ise bu masonik örgütün resmî adı Türk Yükseltme Derneği oldu.

Türkiye’de Dernekler: Türkiye’de masonik kurallar ve yöntemler uyarınca oluşturulmuş kuruluşların, devletin yasalarına uygun olarak kurmuş bulundukları, ilgili kamu organlarında resmî kayıtları yapılmış olan örgütler... Cumhuriyet’in ilanından sonra Cemiyetler Kanunu çıkarılınca, Türkiye’de masonik etkinliklerde bulunmak üzere ilk kez 1926’da Yetimlere Yardım Cemiyeti adı altında bir dernek kuruldu. Türkiye Büyük Maşrıkı adını almış olan ulusal obediyans,1 927 yılında İstanbul’da Tekâmül-ü Fikrî Cemiyeti’ni oluşturunca İzmir’deki ilk dernek kapandı. 1929 yılında Tekâmül-ü Fikrî Cemiyeti’nin adı Türk Yükseltme Cemiyeti olarak değiştirildi. 1933 yılında cemiyetin adına Türkiye Büyük Maşrıkı terimi de eklendi. Büyük Maşrık ile Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin yüksek derece atölyelerini yöneten Yüksek Şûra’nın çalışma ve statüleri birbirinden farklı olduğundan, 1932 yılında Türkiye Yüksek Masonluk Cemiyeti de kuruldu. Gene 1932 yılında, Türkiye Büyük Maşrıkı’ndan ayrılarak Müstakil Türk Masonluğu Azim Mahfil-i Alisi adı altında bir bağımsız loca kurmuş olan masonlar da, aynı isim altında bir dernek kurdular.

Türk Masonluğu’nun 1935-1948 yılları arasındaki “Uyku Dönemi”nden sonra, yeniden etkinliğe geen Yüksek Şûra, Türkiye Yüksek Masonluk Cemiyeti’nin yerine Türkiye Mason Derneği’ni kurdu. Türk Yükseltme Cemiyeti’nin yerine Türk Yükseltme Derneği’nin kurulması ise,sonunda Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonları Büyük Locası adını alan ulusal obediyansın ülke çapındaki örgütlenmesinin gecikmesi nedeni ile 1957 yılını buldu. Ancak bu arada Ankara’da 1956 yılında Türkiye Masonlarının Büyük Locası Derneği adıyla bir dernek daha kurulmuş, türk Yükseltme Derneği’nin kuruluşundan sonra feshedilmişti.

Türk Masonluğu’nun 1966 yılında ikiye bölünmesiyle kurulan Türkiye Büyük Mason Mahfili, aynı adı taşıyan bir dernek çatısı altında örgütlendi. 1967’dte oluşturulan İkinci Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti Süprem Konseyi de, 1968 yılında Türkiye Fikir ve Külltür Derneği’ni kurdu.

1973 yılında T.C. dernekler Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle, Türkiye’deki derneklerin “Türk” ve “Türkiye” sıfatlarını kullanmaları kısıtlandı. Bunun üzerine, etkinliklerini sürdürmekte olan dört dernek de, tüzel kişi ünvanlarının başında yer alan “Türkiye” sözcüğünü peyderpey kaldırdılar. Yükseltme Derneği’nin adı da 1981 yılında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Derneği oldu.

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası: Türkiye’deki ulusal mason obediyanslarından biri... Bu opediyans, 1981 yılı öncesinde Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonları Büyük Locası adını taşımaktayken,T.C. D ernekler Kanunu’nun getirdiği kısıtlama nedeniyle ‘Türkiye’ başlığı kaldırılarak bu adı almıştır. Adının uzunluğundan dolayı Türkiye Büyük Locası olarak da anılmıştır. Bu Büyük Loca aslında 1957 yılında kurulmuştur; ancak Türkiye’deki ulusal Masonluğun tarihçesi bu obediyansın da tarihçesini oluşturduğundan,masonik belgelerde kuruluş tarihi 1909 olarak benimsenmiştir. 1935 yılından önce Türkiye’deki ulusal mason obediyansı Türkiye Büyük Maşrıkı adını taşımaktaydı. 1935-1948 yılları arasındaki “Uyku Dönemi”nden sonra geçen dokuz yılda ise,tüm Türk ulusal localarını bir araya toplayan bir obediyans oluşturulamamıştı. 1950’li

Page 131: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

yılların başlarında Türkiye’de, Ankara, İstanbul ve İzmir’de kurulu ve her biri birer Granloj adını taşıyan üç ayrı obediyans varken, bunların yeniden birleşimiyle önce Hür ve Kabul Edilmiş Türk Masonlarının Türkiye Büyük Locası kuruldu. Bu isim, kısa bir süre sonra Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonları Büyük Locası olarak değiştirildi.

Türk Masonluğunda 1966 yılında oluşan bölünmeden sonra Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, Anglo-sakson Masonluğu’nu Türkiye’de uygulamaya yöneldi ve 1970 yılında ritüellerini de buna göre yeniden düzenledi.

1987 yılı başında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın İstanbul’da 39, Ankara’da 21, İzmir’de 9, Manisa’da 3, Bursa’da 1 ve Adana’da 1 olmak üzere toplam 74 etkin locası, beş bin dolayında da üyesi bulunmaktaydı.

Göz: Dikkatin, araştırmanın, incelemenin, uyanıklığın simgesi... Masonluk’ta bir simge olarak Göz, iki ayrı şekilde değerlendirilerek yorumlanmaktadır. Bunlardan birine göre Göz, Doğa’yı ve evrensel gerçekleri inceleyip anlamayı öğütler; bunu yaparken de dikkatli ve uyanık olmayı, Doğa Yasaları arasındaki ilişkileri ve farklılıkları kaçırmamaya dikkat etmeyi önerir. Diğer yoruma göre ise Göz, bir masona, tutum ve davranışlarında masonik ilke ve gerekliliklerden ayrılmaması gerektiğini öğütleyerek, tüm yapıp etmelerinin sürekli bir şekilde izlenip denetlendiğini anımsatır.

Göz “Herşeyi Gören”: Fr. L’Oeil qui voit t out; İngi. All-seeing Eye

Masonluk’ta Teizm’e uygun bir inancın zorunluğunu savunan masonik kuruluşların benimseyişlerine göre, Tanrı’nın kullarını sürekli olarak gözlediğini belirten simge.

Üçgen “Işıklı”: Bir mason mabedinin doğusunda bulundurulan, ortasında bir “Göz” resmi yer alan simge...

Işıklı Üçgen, Masonluğun simgesel derecelerinde çalışan her locanın oturumlarını yaptığı Mabet’te mutlaka vardır. Bu üçgen, genellikle içten aydınlatmalı olacak şekilde düzenlenir ve oturumun başından sonuna kadar aydınlık tutulur.

Işıklı Üçgen, içeriğinde yer alan Göz ile birlikte bir bileşik simgedir. Bazı mason kuruluşlarının benimseyişlerine göre burada Üçgen, Bilim’in ancak Bilgelik ile birleştiği zaman insanlığa yararlı olabileceğini simgeler; üçgenin içinde yer alan Göz ise, Uyanıklık kavramını, bir masonun gerçekleri her zaman dikkatle inceleyerek ve akıl süzgecinden geçirerek arayıp değerlendirmesi gerektiğini vurgular. Bazı mason kuruluşlarının benimseyişlerine göre ise bu üçgen, tanrısal gücün ve buyrultunun simgesidir; Üçgen’in ortasındaki Göz, Tanrı’nın kullarını sürekli olarak hem gözettiğini hem de denetlediğini, Tanrı’dan hiç bir şeyin saklanamayacağını vurgular.

* Murat Özgen Ayfer, “Mason Sözlüğü”, Büyük Mason Mahfili, 1982.

Türkiye'de seçilmiş 17 bin Mason, 7 trilyon TL'lik bütçeyle dışa bağımlı (international), devlet denetimi dışında küreselleşmeye ve siyonizme hizmet etmektedirler. Ulus devleti savunanlar ve ulusçuluktan söz edenler ilk önce bu örgütü mercek altına almalı ve örgüt üyelerinin ve onlara hizmet eden premasonik örgütlerin içyüzünü gözler önüne sermelidir.

Kaynakça ve Açıklamalar

Page 132: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

1. “Derin Devlet-1”, Evrensel, gazetesinden 13 Mayıs 2005 günü Fatih Polat’la yaptığım söyleşinin genişletilmiş ve güncelleştirilmiş halidir.

2. Talat Turhan, Bomba Davası Savunma-1, Talat Turhan, Emperyalizmin Bataklığında İstihbarat örgütleri-Doruk Operasyonu, Sorun Yayınları, 3. baskı, Eylül 2004

3. Can Dündar-Celal Kazdağlı, Ergenekon-Devlet İçinde Devlet, Temmuz, 1997

4. Nokta, sayı 51, 13-19 Aralık 1992

5. Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 29 Haziran 1980

6. Y.N.: Yavuz Donat, 500.Yıl Vakfı’nın kurucu üyesi (Resmi Gazete ilgili sayıya bakınız)

7. 25 Kasım 2005, Milliyet

8. 28 Ocak 2000, Milliyet

9. Talat Turhan, Mont Pelerin Cemiyeti: Küresel Sermayenin Beyni, İleri Yayınları, 2005’e bakınız.

Page 133: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Ek-2: Çeşitli Belgelere Göre, Osmanlı ve Cumhuriyet Devrindeki Bazı Önemli Masonlar

Sultan V. Murad,

Osmanlı Sadrazamları Sait Halim Paşa, Mustafa Paşa, Ali Paşa, Keçecizade Fuat Paşa, Mithat Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Mehmet Rüştü Paşa, İbrahim Hakkı Paşa, Tunuslu Hayreddin Paşa;

Ahmet İzzet Paşa, Talat Paşa, Cavid Bey, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Faik Süleyman Paşa, İsmail Canbolat, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önderleri Mithat Şükrü Bleda, Kazım Paşa, Manyasizade Refik, Kazım Nami Duru, Binbaşı Naki, Drama Jandarma Kumandanı Hüseyin Muhittin;

Osmanlı aydınları şair Namık Kemal, şair ve Vali Ziya Paşa, düşünür-yazar Şinasi, Ali Suavi, ilk Türk gazetecilerden Agâh Efendi, Kızılay'ın kurucularından Makro Paşa, matbaanın kurucusu İbrahim Müteferrika;

3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar,

Başbakanlar Süleyman Demirel, Rauf Orbay, Ali Fethi Okyar, Hasan Saka, Refik Saydam, Suat Hayri Ürgüplü, Naim Talu, Bülend Ulusu;

Cumhuriyet döneminin istihbarat servisi Milli Emniyet Hizmeti'nin reisleri Celalettin Karasapan, Ziya Selışık, Hüseyin Avni Göktürk ve Ahmet Salih Korur (MEH Reisi ve MİT Müsteşarı Fuat Doğu'nun da mason olduğu yönünde ispatlanamamış iddialar var.), Polis müdürleri Sait Mehmet Bey ve Bedri Bey;

Jandarma Kumandanı Galip Paşa, Polis Mektebi Müdürü Zeki Bey,

Maliye Müfettişi Ferit Aseo, Gümülcine Mebusu Hoca Fehmi Efendi, Mustafa Doğan, Mustafa Necip, İçişleri Bakanı CHP Genel Sekreteri Şükrü Kaya, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, İçişleri Bakanı Mehmet Cemil Uybadın,

Dr. Rasim Ferit Talay, Danıştay Başkanı Mustafa Reşat Mimaroğlu, TBMM Başkanı Kazım Özalp, Emniyet Sandığı Murakıbı Raşit Reşat, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel,

İstanbul Üniversitesi Umumi Katibi Ferit Zühtü, Milletvekili Süleyman Asaf, Kızılay yöneticilerinden Haydar Ali Kerman, Atatürk'ün doktoru Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, Donanma Kumandanı Amiral Mehmet Ali Paşa, Bakan Rıza Tevfik Bölükbaşı, Faik Süleyman Paşa,

Felsefe tarihçisi ve yazar Orhan Hançerlioğlu,

YÖK Başkanı İhsan Doğramacı ve gazeteci Erol Simavi.

Page 134: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Ek-3: ABD Başkanlarının Siyonist ve Masonik Örgüt Bağlantıları

1- George Washington 1789-1797 Mason

2- John Adams 1797-1801 Şüpheli, İlluminati üyesi olduğu kesin

3- Thomas Jefferson 1801-1809 Mason/İlluminati

4- James Madison 1809-1817 Mason/İlluminati

5- James Monroe 1817-1825 Mason

6- John Quincy Adams 1825-1829 Anti-Mason olduğu söyleniyor

7- Andrew Jackson 1829-1837 Mason

8- Martin Van Buren 1837-1841 Mason

9- William Henry Harrison 1841-1841 bilinmiyor

10- John Tyler 1841-1845 Mason

11- James K. Polk 1845-1849 Mason

12- Zachary Taylor 1849-1850 Mason+ Kinghts of Garter üyesi

13- Millard Fillmore 1850-1853 Bilinmiyor

14- Franklin Pierce 1853-1857 Mason+ Kinghts of Garter üyesi

15- James Buchanan 1857-1861 Mason

16- Abraham Lincoln 1861-1865 Bilinmiyor, ancak Farmasonluğun bir branşı olan Rosicrucian Şövalyeleri üyesi-karısı Şeytan Cem. üyesi

17- Andrew Johnson 1865-1869 Mason

18- Ulysses S. Grant 1869-1877 Bilinmiyor

19- Rutherford B. Hayes 1877-1881 Bilinmiyor-İlluminati ile satanik bağları var.

20- James A. Garfield 1881 Mason

21- Chester A. Arthur 1881-1885 Bilinmiyor fakat İlluminati üyesi

22- Grover Cleveland 1885-1889 Bilinmiyor fakat İlluminati kuklası-?

23- Benjamin Harrison 1889-1893 Bilinmiyor (Şeytan Cemiyeti üyesi)

24- Grover Cleveland 1893-1897 Bilinmiyor ama İlluminati kuklası

25- William Mckinley 1897-1901 Mason

26- Theodare Roosevelt 1901-1909 Mason

27- William Howard Taft 1909-1913 Mason

Page 135: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

28- Woodrow Wilson 1913-1921 Bilinmiyor ama CFR Kurucu üyesi, Colonel House Dan.

29- Warren G. Harding 1921-1923 Mason

30- Calvin Coolidge 1923-1929 Bilinmiyor

31- Herbert Hoover 1929-1933 Bilinmiyor ama Bohemian Club üyesi

32- Franklin D. Roosevelt 193-1945 Mason ve İlluminati kuklası+CFR

33- Harryy S. Truman 1945-1953 Mason+CFR üyesi

34- Dwight D. Eisenhover 1953-1961 Bilinmiyor, CFR ve Bohemian Club üyesi

35- John F. Kennedy 1961-1963 Bilinmiyor, CFR ve İlluminati üyesi

36- Lyndon B. Johnson 1963-1969 Mason+CFR

37- Richard M. Nixon 1969-1974 Bilinmiyor, CFR ve Bohemian Club üyesi

38- Leslie Lynch King Jr. 1974-1977 Mason

39- James E. Carter 1977-1981 Bilinmiyor, CFR ve The Club of Roma üyesi

40- Ronald Reagan 1981-1989 Mason

41- George H. W. Bush 1989-1993 Mason, Kurukafa kemik, CFR, TC.

42- William J. Clinton 1993-2000 Mason, Rhodes Bursu almış, CFR, TC, Bilderberg

43- George W. Bush (oğul) (2000'den bu yana)Mason, Kurukafa kemik Cemiyeti, CFR

(İngiliz kralı III. Henry ve Tudor sülalesinden geliyor)

Page 136: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Ek-4: Masonluktaki Dereceler

1. Derece: Çırak

2. Derece: Kalfa

3. Derece: Usta

4. Derece: Ketum Üstat

5. Derece: Mükemmel Üstat

6. Derece: Sır Kâtibi

7. Derece: Nazır

8. Derece: Bina Emiri

9. Derece: Dokuzlar’ın Seçilmiş Üstadı

10. Derece: Onbeşler’in Seçilmiş Üstadı

11. Derece: Yüce Seçilmiş Şovalye

12. Derece: Üstat Mimar

13. Derece: Solomon Krallığı’nın Şovalyesi

14. Derece: Yüce Üstat (Kutsal Kubbe Büyük Seçilmişi)

15. Derece: Doğu Şovalyesi (Kılıç Şovalyesi)

16. Derece: Kudüs Prensi

17. Derece: Doğu ve Batı Şovalyesi

18. Derece: Salipverdi Şovalyesi (Güllü Haç Şovalyesi)

19. Derece: Büyük Pontif (Yüce İskoçyalı)

20. Derece: Düzenli Locaların Büyük Saygıdeğer Üstadı

21. Derece: Prusya Şovalyesi

22. Derece: Lübnan Prensi (Kral Baltası)

23. Derece: Sır Sandığı Başkanı

24. Derece: Sır Sandığı Prensi

25. Derece: Tunç Yılan Şovalyesi

26. Derece: İskoçyalı Papaz (İnayet Prensi)

27. Derece: Kudüs Tapınağı’nın Hakim Amiri

28. Derece: Güneş Şovalyesi

Page 137: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

29. Derece: Saint Ande Büyük İskoçyalısı

30. Derece: Seçilmiş Büyük Kadoş Şövalyesi

31. Derece: Büyük Müfettiş Kumandan

32. Derece: Kutsal Sır Yüce Prensi

33. Derece: Hâkim Büyük Genel Müfettiş

Page 138: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

5. Bölüm

Medeniyetler Çatışmasının Kökeni ve Geleceği

Page 139: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Medeniyetler Çatışmasının Kökeni

“Medeniyetler Çatışması” söylemi, Samuel P . Huntington’ un aynı ismi taşıyan kitabında şu şekilde açıklanmaktadır:1

...Gelecekte uygarlık kimliği artan bir öneme sahip olacaktır ve dünya belli başlı yedi ya da sekiz uygarlığın arasındaki etkileşim tarafından şekillenecektir. Bu uygarlıklara “Batı, Konfiçyus, Japon, İslam, Hindu, Slav-Ortodoks, Latin Amerikan ve muhtemelen Afrika uygarlıkları” dahil olacaktır. Geleceğin en önemli çatışmaları bu uygarlıkları birbirinden ayıran kültürel sürtüşme hatları boyunca gerçekleşecektir. …Yeni dünyada mücadelenin esas kaynağı öncelikle ideolojik ve ekonomik olmayacaktır. Beşeriyet arasındaki büyük bölünmeler ve hakim mücadele kaynağı kültürel olacak, fakat global politikanın asıl mücadeleleri farklı medeniyetlere mensup grup ve milletler arasında meydana gelecektir. Medeniyetlerin çatışması global politikaya hakim olacak. Medeniyetler arasındaki fay hatları, geleceğin muharebe hatlarını teşkil edecek. Medeniyetler arasındaki mücadele, modern dünyadaki mücadelenin evriminde nihai safha olacaktır…

ABD, medeniyetler çatışması sonunda “Kudüs Merkezli Dünya İmparatorluğu”nu kurmak özlemindedir. İsmail Vural Evanjelizm adlı kitabında, ABD’nin bu özleminin yedi aşamada kurulacağını açıklamaktadır:

1. Yahudilerin Filistin’e geri dönmeleri,

2. Büyük İsrail’in kurulması,

3. İsrailoğulları dahil dünyanın tüm uluslarına İncil’in vaaz edilmesi,

4. Yedi yıl sürecek felaket dönemi (tirbulasyon),

5. Armageddon Savaşı,

6. Kiliseye iman edenlerin semaya yükseltilmesi

7. Hz. İsa’nın dünyaya gelmesi

Bugün emperyalizme hizmet eden tüm örgütlerin temelinde masonluk vardır. ...Masonluğun Yahudi ve Hıristiyan olmayan dünyaya yayılması ve bir dünya gerçekliği haline gelmesi kapitalizm ve sömürgecilikle başlar. Türkiye’ye masonluk ilk olarak liman kenti Selanik’ten girmiştir. İkinci olarak da yine komprador unsurların yoğunlaştığı İzmir’den yayılmıştır. ABD devleti de zaten başından itibaren masonik ve Siyonist amaçlar temelinde kurulmuştur. ABD başkanlarının hepsi masondur.

Siyonizm, 19. yüzyıl sonlarında ortaya çıkmıştır; Yahudilerin aksine Siyonistlerin ana felsefesi ırkçılık ve sömürgeciliktir. Siyonizmin fikir öncüleri ise yine Yahudi olan Herlz ve Max Nordau’dur.

Siyonizmin ne olduğu, araştırmacı yazar Hasan Yurtsever’in yazmış olduğu İsrail ve Büyük Ortadoğu Projesi isimli kitapta özetle, “...Bugün İsrail devletinin iç ve dış politikasını yönlendiren ana unsur Siyonist ideolojidir” şeklinde açıklamaktadır. Siyonizm tanımını biraz daha açacak olursak, bu ideolojiyi, “geçmişi çok eskilere hatta insanlığın var oluşuna kadar dayanan” ve “Vaat Edilmiş Topraklar”da Büyük İsrail Devleti’nin kurulmasını amaçlayan ideoloji” olarak tanımlamak herhalde yanlış olmayacaktır. Siyonist liderlerden Vladimir

Page 140: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Jabotinsky daha 1920’lerde hedeflerinin Araplar ile Yahudiler arasında demirden duvar olduğunu açıklamıştır. Bu ideoloji ırkçı, şoven ve işgalci bir anlayışa sahiptir. Siyonizm Yahudi halkını milli bir varlık olarak tanımlamaktır.

Hedefleri, Vaat Edilmiş Topraklar’ın (Arz-ı Mevüd, Nil Irmağı ile Fırat Nehri arasında olan bölge) ele geçirilmesi, Küresel Krallığın Kurulması ve Dünya Hakimiyeti’nin ele geçirilmesidir. Bu amaçlarına, İsa Mesih’in yeryüzüne inmesi ile birlikte ulaşacaklarını iddia etmektedirler. İlginç olanı ise, bu hakkın Tanrı tarafından kendilerine verildiği iddiasıdır. Yahudiler kendilerini, Tanrı’nın Evlatları olarak görmektedirler; kendilerine göre Seçilmiş Kavim’dirler ve insanlık ancak kendi yönetimleri altında huzura kavuşacaktır. Bizlere göre yeni, kendilerine göre çok eskiye (milattan önceye) dayanan dünya hakimiyetini ele geçirme senaryoları bugün başka bir adla sahneye konmuştur. Bugünün ideologlarının ileri sürdüğü fikirler, tarihte yaşanan büyük olaylar ile beraber değerlendirildiğinde, dünya büyük bir değişime doğru sürüklenmektedir. Bu değişim Kaos ve Kıyamet senaryosuna dayanmaktadır. Açık bir ifade ile, dün ideolojiler ile sosyal ve siyasi savaşları, ticaret ve para ile ekonomi savaşlarını, teknoloji ile askeri savaşları, ihtiras duyguları ile ırk savaşlarını yaratan Musevi kökenli bilim ve ilim adamları; bugün Yeni Dünya Düzeni ve Küreselleşme fikirleri ile medeniyetler ve kültürler arasındaki savaşları başlatmışlardır.

Şimdi söyleyeceğim ise benim inancımdan ibaret, bunu söylemeliyim, ama ben 11 Eylül’deki büyük operasyonun bizzat Amerika ve belki de bazı yakın dostlarından yardım alınarak yapıldığını, yıllardır sosyal temeli oluşturulmuş olan kötüye karşı Hıristiyan-Yahudi ittifakının da savaşa bu operasyonla start verdiğini düşünüyorum. Asıl Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) işte budur ve bugün sınır kapılarımıza kadar dayanmış olan ve daha da yayılacak olan operasyona 11 Eylül günü başlanmıştır aslında. (Serdar Turgut, Akşam gazetesi, Gibson’dan Sonra BOP Ne Olacak, 01.03.2004)

Aslında dinler tarihini incelediğimizde bu çatışmanın tarihten bu yana süregeldiğini görmekteyiz. Bu bakımdan “medeniyetler çatışması” söyleminin gerçekte “dinler çatışması” söylemini kamufle etmek amacıyla öne sürüldüğü kanısını taşımaktayım. Kuşkusuz bu kapsamlı konuyu tarihsel derinlik içinde irdelemek bu kitabın konusu değildir. Ancak 1990 yılında imzalanan Paris Şartı sonrasında George Bush mealen:

“…Günümüze kadar savaşlar Doğu-Batı yönünde cereyan etmiştir. Bundan sonra Kuzey-Güney yönünde devam edecektir...”

demiştir ve devamında, “Bundan sonra düşmanımız Müslümanlar”dır şeklinde “dinler savaşı”na yeni bir boyut kazandırmıştır. George Bush’un önemsediğim bu söylemini, o günlerde bir gazete ile yapmış olduğum söyleşide aktararak kamuoyuna mal ettim.

11 Eylül komplosundan2 sonra İslam dini, dolayısıyla ülkeleri, düşman seçilmiş ve George W. Bush’un deyimiyle “Haçlı Seferi” yeniden başlatılmıştır. O halde şu anda süregelen “dinler savaşı” Müslümanlarla Siyonist Evanjelistler arasındadır. Evanjelistler Yahudileri üstün ırk olarak kabul ettiklerinden, daha da gerilere doğru gidersek, Ortodoksluk ile Yahudilik arasında bağları görebileceğimiz için; bu bağlamda süregelen savaşın Siyonist Evanjelistler+İsrail+Siyonistler ve onların destekçileri olan masonizm ile Müslümanlık arasında olduğunu kesinlikle iddia edebiliriz.

Aslında Kuran’ı incelediğimizde “İsrailoğulları” hakkında birçok ayetin bulunduğunu görebiliriz (Bakara Suresi 1, 2-Maide Suresi 70).

Page 141: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Yahudilerin Türkler hakkındaki fikirlerinin de olumlu olduğu söylenemez. Örneğin Talmut’un en büyük yazarlarından biri olan Maimonides’in ırkçı fikirlerinde bu olgu görülmektedir:

…Türklerin bir kısmı, kuzeydeki göçebeler ve zenciler ve güneydeki göçebeler. Bizim coğrafyamızda yaşayıp da onlara benzeyenler, bunların tabiatı daha çok düşük sesli bazı hayvanların tabiatına benzer. Benim düşünceme göre, bunlar insan seviyesinde değildirler; seviyeleri bir insan ile bir maymunun seviyeleri arasında bir yerdedir. Çünkü görünüşleri maymundan daha çok insana benzemektedir...3

Bilindiği gibi Musevilerin kutsal kitabı Tevrat’tır (Eski Ahit)4... (Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye) Yahudiler ve Hıristiyanlarca yakın zamana kadar Tanrı’nın Hz. Musa’ya doğrudan doğruya yazdırdığı kitap olarak kabul edilmekteydi, ama iki yüz yıldan beri yapılan incelemeler bunların çok yeni diyebileceğimiz zamanlarda yazıldığını, çeşitli maksatlarla tarih boyunca değişikliğe uğratıldığını ispatlamıştır. Hz. Musa’ya gönderilen Tevrat, bazı hahamların elinde, Yahudilerin belirli çıkar ve hedeflerine uygun olarak değiştirilmiştir. Bu eklemelerden biri:

…Bir kısım Yahudilerin geleneksel üstün ırk ve dünya hakimiyeti konularındaki ihtiraslarını pekiştirmiş, yaptıkları katliamlara, haksızlıklara ve ahlak dışı tavırlara yasal bir zemin hazırlamıştır. Böylece muharref Tevrat’ın bazı kısımları hak dini anlatan bir kitap olmaktan çıkarak bazı Yahudi hahamların ideolojilerini yansıtan bir kitap haline gelmiştir..

Aynı konuya 8 Mart 1989 günlü Salom gazetesi de temas etmektedir:

“…Tanrı’ya inanmak Yahudinin temel başlangıç noktası değildir..”

Resul, Jeremiah ile İsrail’in başkaldırışını, Tanrı’nın ağzından şöyle anlatır:

“…Beni terk ettiler ve kanunlarımı uygulamadılar…”

Eski hahamların bu sözleri yorumlama şekli ise şöyle olmuştur:

“…İnançlarından vazgeçsinler ama kanunları uygulasınlar…”

Kuran’da ise kitabı kendi elleri ile yazıp sonra onu az bir değerle değiştirmek için şunlar yazılıdır:

“...Bu Allah katındandır… Vay haline! Ellerinin yazdığından dolayı vay hallerine! Kazandıkları günahlarından dolayı vay hallerine!..”

Kuran’a göre (Bakara Suresi, 79):

“...Allah’ın ayetlerini yalan saymakta olan kavmin durumu ne kadar kötüdür. Allah zalim olan bu kavmi hidayete erdirmez (Cuma Suresi 5).

Nitekim Kuran’da işaret edildiği gibi “Yahudi zulmü”, onların Filistin’e girerken birçok şehri yakıp yıkmaları ve yaşayanları katletmeleri ile başlamıstır.

Tevrat’ta bu sanki Allah’ın emriymiş gibi gösterilir, oysa gerçekte bunun, uygulanan vahşete mazeret bulmak için gösterildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Yahudi yazar Chaim Potok,

Page 142: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Wandering-Gezginler adlı kitabında Yahudilerin istila sırasında yaptıklarını şöyle anlatmaktadır:5

…Yahudiler Jericho Kenti’ne girdiklerinde halk kılıçtan geçirildi, şehir yakıldı. Ai Şehri’ni tahrip ettiler oranın halkını köleleştirdiler, yağmaladılar, şehri yerle bir ederek yaktılar ve krallarını kazığa geçirerek öldürdüler…

Yukarıda açıklanan konular Doç. Dr. Mim Kemal Öke’nin Tarihten Günümüze Filistin Sorunu ve Türkler ve Hayrullah Örs’ün Musa ve Yahudiler adlı kitaplarında da yer almaktadır.6

Yahudilerin Filistin’e girerken başlattıkları şiddet ve zulmün bugün de Filistin halkı üzerinde uygulanması, sorunun tarihsel köklerine ışık tutmaktadır. Kuşkusuz İsrail’in bu tavrının aynı zamanda tüm Müslümanlığa yönelik olduğu da yaşanılarak görülmektedir.

Aslında Yahudi şeriatı kaynağı Halakha’dır. Halakha’nın en önemli kaynağı ise Talmut adı verilen bir kitaptır. Talmut’un büyük bölümü Yahudi olmayanlara karşı kin beslemeyi, imkan buldukça bu kini eyleme dönüştürmeyi emretmektedir.

Talmut yazarlarının tüm yeryüzünde şiddetle karşı oldukları kişi Hz. İsa’dır. Yine Talmut’a göre Yahudiler, ellerine geçen İncilleri eğer şartlar uygunsa yakmakla hükümlüdür.

Bu da o dönemdeki Musevi-Katolik çatışmasına ve dolayısı ile Haçlı Seferleri’ne ışık tutmaktadır.8

***

Bu bölümde özellikle “Dünya Egemenliği” sözüne dikkat çekmek isterim. Zira George W. Bush yönetimi, Irak işgali ve BOP ile Tevrat’ta yer alan “Vaat Edilmiş Topraklar”ı ele geçirmeyi hedeflemektedir. Siyonist Evanjelist inancı ile bunu Tanrı adına yaptığına inanmaktadır. Yani bir anlamda bölgede İsrail adına, onun tetikçiliğine soyunmuştur. Doğal olarak da “üstün ırk” saydığı Yahudilere hizmet etmektedir. Böyle bir oluşum içinde de kuşkusuz en büyük müttefiki İsrail olmaktadır. O halde günümüzde Hıristiyanlık-Musevilik ile İslamiyet arasında bir savaş süregelmektedir.

Bu gerçek karşısında “dinler arasında diyalog” ve “medeniyetler uyuşması’ söylemini öne sürenler, bilerek ya da bilmeyerek aynı amaca hizmet etmektedirler. Hele hele her iki kavramın da başını çekenlerin Amerikan yanlısı olduğu bilindikten sonra…

Kitaba ekli şemada (Ek:1) Siyonizm ve masonizmin bin yıllık geçmişinden söz etmiştim. Bu durumda o kadar gerilere gitmeksizin bugünkü “dinler arasındaki çatışma”yı algılamak için Siyonizme kısaca bakmamız gerektiğini düşünüyorum.

İlk önce Protestanlığa göz atalım:8

Ortaçağ Katolik Kilisesi’nin faizi kesin olarak yasaklıyor olması, faiz sisteminin çok fazla yayılmasına engel oluyordu. XVI. yüzyılda Avrupa’da yeni bir mezhep olarak Protestanlık doğdu. Her ne kadar mezhebin kurucusu Martin Luther tarih kitaplarında Yahudi aleyhtarı gibi gösterilse de, gerek kaynağı, gerek kurucuları ve gerekse savunucuları açısından Yahudilerle oldukça yakından ilgiliydi. Katolik Kilisesi’ne karşı başlatılan bu akım Tevrat’ı kaynak alıyordu. Bu nedenle de Protestanlar Tevrat’ın yeni tercümelerine ön ayak oldular.

Page 143: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Değişikliğe yol açan esas eylem Tevrat’a, İbraniceye ve Tevrat ile ilgili çalışmalara gösterdiği ilgi yüzünden dinde reform hareketi olmuştur.9

Reform hareketlerinin ve Protestanlığın ilk olarak Yahudiler tarafından desteklenerek benimsenmesi bu yeniliğin Yahudilere ne derece olumlu hizmetlerde bulunacağının bir göstergesidir. Luther’in Roma Katolikliğine getirdiği ikinci darbe ilk olarak Yahudiler tarafından benimsenmiştir.10

Martin Luther reform hareketleri başlamadan önce Yahudilikle, Tevrat’la ve İbranice ile ilgileniyordu.11

Luther’in Yahudilerle ilgili söylemleri bu konudaki ilgisini açıkça gösteriyor:

…Yahudiler bizim Tanrımızın akrabaları, kuzenleri ve kardeşleridir. Katoliklere sesleniyorum, bana kafir demekten yorulduklarında Yahudi desinler...12

Yahudiler de Martin Luther’in Yahudi devletine hizmet eden “gizli-Yahudi” olduğunu belirtmekte hiçbir sakınca görmüyorlardı:

Kabalist Abraham B. Eliezer Levi, Luther’in Hıristiyanları yavaş yavaş eğitmeye çalışan bir “gizli Yahudi” olduğunu söyledi…13

Yukardaki açıklamalarda özetle Hıristiyanlık içinde iki mezhebin, Katolik-Protestan çatışmasının başlangıcını görmekteyiz. Günümüzde Protestanlığın köktendinci bir kolu olan Evanjelizmi benimseyen George W. Bush’un Yahudilere olan yakınlığını da açıklananlarla daha belirginleştiğini gösterecek değerdedir.

Kitaba ekli şemada (Ek:1) Siyonizm ve masonizmin bin yıllık geçmişinden söz etmiştim. Günümüzde de bu oluşum Siyonizm ve masonizmin desteği ile ABD’de somutlaşan “Derin Dünya Devleti” ile karşımıza çıkmakta ve şemada belirtildiği gibi birtakım gizli örgütlerden oluşmaktadır. Bu yapı, “Küreselleşme” diye dünya halklarına dayatılan olgunun bir anlamda temelini oluşturduğu için ve sorunu kavrayabilmek adına Siyonizme bir göz atmalıyız.

XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Yahudiler maddi ve siyasal güçlerinin doruk noktasına ulaştılar. XIX. yüzyılda bütün dünyada Yahudi finans imparatolukları kuruldu. Rotschild14, Goldsmith, Warburgh, Lehmon ve Speyer, Avrupa ekonomisini büyük çapta ele geçiren Yahudi hanedanlarının başında geliyorlardı. Yahudiler maddi olanaklarını kullanarak devlet kademelerinde önemli görevler aldılar. Bu şekilde aynı dönemde gelişen Siyonizme önemli destek sağladılar. Mason localarını organize ederek Siyonizme kazandırdıkları krallar, başkanlar, başbakanlar ve parlamento üyeleri sayesinde İsrail’in kuruluşuna zemin hazırladılar. “Dünya Egemenliği” için en güçlü devletleri kontrolleri altına almaları gerektiği bilincinde olan Siyonist Yahudiler, ellerindeki olanakları bu amaçla kullandılar. (Bu konuda kitabın sonundaki Şema-2’ye bakınız.)

...Siyonizmin kuvvetlendiği 1840’lar ile İsrail devletinin kurulduğu 1948 yılı arasında Avusturya’da 95, Fransa’da 75, Almanya’da 150, İngiltere’de 90, sömürgelerinde 78,

Page 144: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

İtalya’da 54, Polonya’da 156, ABD’de 50 civarında Yahudi, üst düzey devlet kademelerinde bakanlık, başbakanlık ve parlamento üyeliği yapmıştır…15

Başlangıcından İsrail’in kuruluşuna dek Siyonizme en büyük desteği veren ülke İngiltere idi. XIX. yy. başlarında Siyonistler ülkede büyük bir etkiye sahiptiler. Özellikle İngiliz ekonomisinde ve Parlamento’da büyük söz sahibiydiler. Bunun sonucu olarak İngiliz politikacıları 1848’li yıllardan itibaren Filistin’de bir Yahudi devleti kurma planlarına ilgi göstermeye başladılar.

1890’lı yıllarda da aynı girişimin öncülüğünü ABD’deki Evanjelist papazlar üstlenmişlerdir.

Bu dönemde Sefardim Yahudisi Benjamin D’Israeli başbakanlığa seçildi. Ülkenin yönetimindeki etkilerinin gücüne güvenerek İngiltere isminin İsrail olarak değiştirilmesini Parlamento’ya teklif etti.

Benjamin D’Israeli;

Kral VII. Edward (Kralice Victoria’nın oğlu) büyük mason üstadı.

Baron Lionel Avam Kamarası

Nathaniel DeRothschilde16

Sir Arthur Montegue,

Lionel Kohen,

Sir Julian Goldschmit

gibi büyük servet sahibi Yahudi bankerlerden destek aldı.

1885 yılında Lord Rothschilde’e asilzadelik unvanı verildi.17

Her ikisi de Yahudi olan Lord Ishaac Reading Adalet Bakanlığı’na, Sir Herbert Samuel de Vaat Edilmiş Topraklar’ı idare etmek ve orada bir Yahudi devleti kurmak için Filistin Yüksek Komiserliği’ne atandı. Bu dönemde İngiltere’de başbakanlığı mason Llyod George yürütüyordu. Kabinesinde 6 Yahudi, baş müşavir olarak görev yapmaktaydı. Bununla birlikte Siyonistler, İngiltere’de masonluğu yaygın hale getirdiler. Birçok kral, prens, kont ve dük mason oldu. İngiliz devlet adamlarından mason olanlardan birkaçı şunlardır:

İngiltere Kralı IV George18

Kral VIII. Edward, İngiltere ve İrlanda İmparatoru Frederic DeGalle19

1876’da Siyonist liderliği üstlenen George Elliot tarafından “Siyon Aşıkları” adlı ilk İngiliz Siyonist teşkilatı kuruldu. Örgütün politikası, zengin Yahudileri ve İngiliz politikacıları bir araya getirerek “Siyon ideali”nin gerçekleşmesini sağlamaktı.20

Fransa’da ise Siyonistler çok sayıda olmamalarına karşın, Fransız masonluğu sayesinde hükümeti destek verecek şekilde yönlendirebildiler.

Almanya’da ünlü Siyonist lider Theodor Herlz, yüksek dereceli bir mason olan Alman İmparatoru II. Wilhem ile temasa geçti bunun sonucunda Almanlar Osmanlı

Page 145: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

İmparatorluğu’nun Alman vatandaşlara tanıdığı toprak satış iznini Yahudiler adına kullandılar. Diğer Avrupa ülkelerinden gelen Yahudileri Alman vatandaşı yaparak Filistin’de toprak satın almalarını sağladılar. Bu şekilde Filistin’e çok sayıda Yahudi yerleştirilmiş oldu. Siyonistler tefecilik ve faiz yoluyla elde ettikleri büyük serveti kullanarak bulundukları ülkelerdeki kralları, başbakanları ve üst düzey devlet adamlarını kontrol altına aldılar. Gerçekte bu oluşum Tevrat’ta yer alan bir vaadin yaşama geçirilmesiydi:

“…ve ecnebiler senin duvarlarını yapacaklar, ve krallar sana hizmet edecekler (İsa bölümü 60/10)…”

Osmanlı İmparatorluğu ve Yahudiler

...Yavuz Sultan Selim 1517 yılında İsrail’i topraklarına kattı. Daha önceki tarihlerde de 1492 yılından başlamak üzere Sultan II. Beyazıt döneminde (1481-1512) İspanya’dan göç eden Yahudiler Kudüs de dahil olmak üzere Osmanlı topraklarına yerleştirildiler.

İstanbul’da 30.000 nüfus 44 sinagog ile Avrupa’nın en büyük Yahudi yerleşimi oluşturuldu…21

…Göçmenler, hemen hemen geldikleri andan itibaren yükselmeye başladılar. Aralarında İspanya’dayken yüksek görevlerde bulunmuş olanlar derhal Saray’a alındılar, bu kişiler Osmanlı Maliye ve Dışişleri’nde söz sahibi oldular. Hatta denilebilir ki, XVI. yy.da Osmanlı İmparatorluğu’nun yönü bu danışmanların fikrine gore tespit edildi…22

Osmanlı da ilk Yahudi lobisinin adı Nasi’ler olup Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşamış olan Donna Grascia Nas ile Joseph Nas öncülüğünde kurulmuştur.

Nasi’ler İsrail tarihine geçmiş başlıca Yahudi ailelerindendir. Muazzam bir servete sahip olan bu aile Avrupa’nın en güçlü hükümdarları ile arkadaşlık ilişkileri kurmuş, Osmanlı Sarayı’nda çok önemli görevlere ulaşmış, Yasef Nasih siyasal Siyonizmden 350 yıl önce İsrail ülkesinde özerk bir Yahudi kolonisi kurmayı tasarlamıştır.23

XIX. yy.da tüm Batı dünyasını etkileyen ideoloji ve eylemler Osmanlı topluluğu içindeki bazı Yahudileri de etkilemiştir. Bu akıl ve ideolojilerden biri Siyonizmdir. Bir diğeri ise kapitalist sistem ve kapitalist yaşam biçimidir. Galata bankerleri bu ikincinin bir temsilcisi sayılabilir. Bu bağlamda Osmanlının sön döneminde parasal egemenliği ele geçiren Galata bankerleri, ticaretle ilgili olan her şeyi ele geçirmişlerdir.24

1900’lü yılların başında İngiliz emperyalistlerinin yetiştirip İstanbul’a gönderdiği Prens Sabahattin’in ortaya attığı “teşebbüs-ü şahsi” (özel teşebbüs) fikri 1950’den bu yana özel sektör ağırlıklı liberal ve neo liberal politikalar olarak ABD emperyalistlerince küreselleşme bağlamında tüm dünyada uygulanmaktadır. Dünyayı yöneten Anglo-Amerikan gizli örgütler, tüm dünyadaki Siyonik ve masonik işbirlikçileri aracılığıyla küreselleşme adı altında tüm mazlum halklara kan kusturmaktadır.

Bölgenin Kısa Tarihi ve Süleyman Tapınağı

Mezopotamya merkez olmak üzere Ortadoğu bölgesi, kitabi dinlerden önce Sümerler başta olmak üzere birçok uygarlığa beşiklik yapmıştır. Bu uygarlıklar içerisinde en önemlilerden birisi de Babil Krallığı’dır.

Page 146: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Babil Kralı II. Nabukadnazar, MÖ 587 yılında İsrail Krallığı’nı işgal etti ve İsrail kralı ve peygamberi Hz. Süleyman (bazı kaynaklara göre MÖ 971) ve Hz. Davut döneminde inşa edilen ünlü Süleyman Mabedi’ni yerle bir ederek Yahudileri köle olarak Babil’e götürdü.

(Sırası gelmişken, Saddam Hüseyin’in tugaylarından bir tanesinin adının Nabukadnazar olduğunu hatırlatmak isterim.)

Her dinde olduğu gibi Musevilerin de kutsal emanetleri bulunmaktadır. Bu emanetler “Ahit Sandığı” denilen altın kaplı bir sandıkta ve Süleyman Tapınağı’nın en kutsal bölümü olan ikinci bölümde saklanmaktaydı. 12 kabileden oluşan Yahudilerde mabedin bu bölümüne sadece dinsel açıdan en üstün sayılan Levililer girebilirlerdi. Mabet olmadığı dönemlerde Ahit Sandığı Levililer sorumluluğunda olup, Kohen Kabilesi de Levililere yardımcı olurlardı. Sandık gerektiğinde gerektiği yerde bulundurulurdu.

Nabukadnazar’ın bölgeyi işgaliyle 70 yıl süren bir sürgün hayatına başladılar. Bu dönemde Yahudiler ana yurtlarını unutmazlar ve acı dolu mizmorlar yazarlar…

Örneğin;

eğer unutursam seni ey Yerusalayim (Kudüs)

sağ elim tüm hünerini unutsun,

eğer seni anmazsam,

ey Yerusalayim,

en büyük sevincimden üstün tutmazsam dilim damağıma yapışsın.26

Sürgün döneminde Yahudiler Tevrat hükümlerine daha da bağlı kalırlar, örneğin:

…sizi milletlerden alacağım, tüm diyarlardan toplayacağım ve sizi kendi topraklarınıza götüreceğim ve atalarınıza verdiğim ülkede oturacaksınız…

Viran olan topraklar işlenecek …

Ben Tanrı, yıkılmış olan yerleri ben yaptım, çöl edilmiş olanı ben yaptım…27

Babil Krallığı Pers Kralı Syrus tarafından yıkılır ve Syrus, Yeuda Krallığı’na ve Yerusalayim’e (Kudüs) egemen olur. Syrus Babil’deki Yahudilerin anavatanlarına dönmelerine izin verir. Bu dönemde Kudüs yeniden inşa edilir ve Yahudi Peygamberi Ezra döneminde Kudüs yeniden dini merkez haline getirilir. Bu durum Helen hükümdarı Büyük İskender’in kutsal toprakları MÖ 322 yılında fethetmesine dek sürer. Bu arada (MÖ 516) inşa edilen 2. Süleyman Mabedi, MS 70 yılında Romalıların Kudüs’ü işgali sırasında şehirle birlikte tekrar yıkılır.

Yahudiler için yeni sürgün hayatı başlar… Günümüzde 2. mabetten 50 metre eninde 18 metre yüksekliğinde “Ağlama Duvarı” diye tanımlanan bir duvar kalmıştır. Bu duvar, Yahudilerin en önemli kutsallarından biri olduğu için her gün televizyonda Yahudilerin bu duvar önünde ibadet ettiğini görüyoruz. Bu duvara Ağlama Duvarı adı verilmesinin nedeni Yahudilerin tek emeli olan üçüncü mabedin inşası için dua ederken ağlamalarıdır.

Page 147: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Kabalacı Haham Shlomo Chaim Hacohen Aviner Süleyman Tapınağı’nın önemini şöyle belirtiyor:

…Unutmamalıyız ki, sürgünlerin toplanması, diaspora Yahudilerinin İsrail’e getirilmesi ve devletimizin kuruluşunun tek bir kutsal amacı vardır: Tapınağın yeniden inşası…

Süleyman Mabedi’nin burada inşa edilmesi ve Vaat Edilmiş Topraklar28 olması açısından Kudüs Yahudiler için çok önemlidir. Hıristiyanlar açısından ise İsa’nın ve Hıristiyanlığın doğduğu yerdir. Müslümanların ilk kabesi Kudüs’tür, Hz. Muhammet Kudüs’te Süleyman Mabedi içinde bulunan Mualla Taşı üzerinden Miraç’a yükselmiştir. Bu taşın ve Süleyman Mabedi’nin üzerine Hz. Ömer zamanında Mescidi Aksa inşa edilmiştir. Dolayısı ile Kudüs üç din tarafından da kutsal kabul edilen bir kenttir.

Yukarda belirtildiği gibi, Kudüs bir dönem Müslümanların eline geçmiş ve Süleyman Mabedi’nin bulunduğu yere Mescidi Aksa inşa edilmiştir. O halde Musevilerin, dolayısı ile Evanjelistlerin, tek amacı olan üçüncü tapınak nasıl inşa edilecektir?

Nabukadnazar II’nin birinci tapınağı yıkmasının intikamı Irak’ın işgali ile alınmış ve o bölgedeki Babil medeniyeti yerle bir edilip kalanları da yağma edilerek Amerika’ya taşınmıştır. Irak işgaliyle Üçüncü Dünya Savaşı’nın da başladığını söyleyebiliriz.

Yukarda ikinci mabedin yıkılmasının sebeplerinden birinin de Katolik- Yahudi çatışması olduğunu yazmıştık. Üçüncü Süleyman Tapınağı’nın yapılabilmesi için Mescidi Aksa’nın yıkılması gerekmektedir. Bu amaçla da İsrail o bölgede arkeolojik kazılar yaparak Mescid-i Aksa’nın dibini oymakla ise başlamıştır. Birçok kaynağın da belirttiğine göre ünlü bilgin Tesla’nın kuramlarına dayanılarak icat edilen Tesla makinesi ile yapay deprem yaratılabilmektedir. Gölcük depreminin de bu sistem ile yapıldığı söylenmektedir... Uzun süre Karamürsel’de konuşlanan ABD üssünün işlevini biliyor muyuz?

Irak’ta özellikle birkaç aydan beri kutsal mekanlara ve camilere yapılan saldırılar her ne kadar Şii-Sünni çatışmasını alevlendirmek için yapılıyor diye söylense de, kanımca ABD ve İsrail istihbarat örgütleri tarafından düzenlenmekte ve Müslümanların duyarlılıklarını köreltmeyi amaçlamaktadır. Bu olayları Mescidi Aksa’ya yönelik kötü niyetin provası olarak değerlendirebiliriz.

Amerikalı gazeteci Grass Halsell, yazmış olduğu kitabında29 Evanjelistlerin tapınağın yeniden inşa konusuna İsraillilere verdikleri örgütlü destekten ayrıntılı olarak söz ediyor ve kitabının Provoking a Hollywar-Kutsal Savaşı Kışkırtmak başlıklı bölümünde büyük olasılıkla Müslümanlar ve Yahudiler arasında büyük savaş başlatacak olan Mescidi Aksa’yı yıkma ve yerine tapınak inşa etme çabalarından söz ediyor.

Halsell Amerika’da “Kudüs Tapınağı Vakfı”nın kurulduğunu ve petrol zengini Evanjelist Therry Reeisenhoover tarafından yönetilen vakfın üyelerinin az sayıda Yahudi ile Evanjelistten oluştuğunu yazıyor. Vakfın amacı ise Müslüman mabedini yıkmaya çalışan radikal İsraillilere yardım etmek olduğunu açıklıyor.

Kudüs Tapınağı Vakfı, Amerikan Evanjelistlerden topladığı yılda yaklaşık 100 milyon dolar bağışı İsrail’e, tapınağın yeniden inşası için yürütülen projelere aktarıyor. Vakıf 1984 yılında Mescidi Aksa’yı uçurmak üzereyken tutuklanan Machteret Yahudit ile yakın ilişki içerisindeydi....

Page 148: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Yahudilerin öteki tarihsel müttefiki olan masonluğun bu konuda Yahudilerin yanında yer alıyor olması olayın bir başka önemli boyutudur. Tüm ideolojisini, sembollerini ve ritüellerini Süleyman Tapınağı’na dayandırmış olan masonluk açısından tapınağın yeniden inşası, yeryüzündeki en büyük hedeflerinden biridir. Bunun mason kaynaklarında örgütün temel amaçlarından biri olduğu sürekli vurgulanmaktadır.25

Aslında Evanjelist inançlarından birisi de, İsrail’de Medigo Ovası’nda, Armaggedon Tepesi’nde, iyilerle kötülerin çatışacağıdır. İyiler, Yahudiler ve Evanjelistler; kötüler, Müslümanlar. Bu çatışmanın sonucunda iyiler galip gelecek, o sırada İsa Mesih yeryüzüne inecek ve bin yıllık bir sulh ve huzur dönemi başlayacak, Evanjelistler bu arada cennete çıkacaklardır. Bu Kıyamet Senaryosu’na kendisini peygamber sananla(!) ekibi inanmakta, kıyameti tetiklemektedirler. Hatta bu konuda birkaç yıl önce bir kitap yazan Amerikalı Pentagon’da görevlendirilmiştir.

Tarihteki bütün imparatorluklar canlılar gibi doğarlar, büyürler ve ölürler. Kanımca dünya egemenliği hayali kuran ABD’li yöneticiler, ABD imparatorluğunun üçüncü evreye girmiş olduğunu algılayamayacak kadar aymazlık içindedirler.

ABD başlangıçta Monroe Doktrini ile tüm Amerika’yı eline geçirdi. Ama görüyoruz ki, küresel başkaldırı Brezilya’nın Porto Alegre Kenti’nde başlamış, bütün dünyayı sarmaya devam etmektedir.

Güney Amerika’da Küba dışındaki, Venezüella başta olmak üzere, Bolivya ve Şili domino taşları gibi ABD etkisinden kendilerini kurtardılar. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş döneminde Amerika’nın gücü zirveye çıktıysa da, Vietnam’da yediği tokat bu başarısını gölgeledi. Her ne kadar Birinci Körfez Savaşı’nın Amerikan halkında oluşan Vietnam kompleksini yendiğini sandıysa da, İkinci Körfez Savaşı’nda diğer yanağına tokadı yedi.30

Afganistan ve Irak işgali gerçekten de üçüncü evrenin başlangıcı sayılabilir. Çünkü ABD ve yandaşı olan ülkeler gerçekten Irak bataklığına saplanmış, oradan kurtulmanın çarelerini aramaktadırlar. Çünkü Irak Savaşı ABD’ye günde 1 milyar dolara mal olmaktadır. Üç yılda yaklaşık 1 trilyon 100 milyar dolar sarf edilmiştir. ABD ekonomisi çıkmazda olup sürekli bütçe açığı vermektedir. Bu savaşı sürdürme güç ve yeteneğine sahip değildir.

Bunun yanında elindeki teknolojik üstünlüğü kullanarak her yeri işgal edeceğini sanan stratejilerin, insan unsurunu hesaba katmamaları akıl almaz bir ahmaklık olarak değerlendirilebilir. Önemli olan, işgal kadar da işgali sürdürmek imkan ve kabiliyetidir. Parayla toplanmış bir avuç Hispanik çapulcunun işgali sürdüremeyecekleri anlaşılınca Ebu Garip Hapishanesi’ndeki vandalizmini sergileyerek öç almak aymazlığına düşmüşlerdir. Öç almaya kalkışmak uygar olduğu sanılan bir ulusa yakışmaz.

Homojen bir yapısı olmayan ABD ulusundan toparlanan paralı askerlerle savaşı sürdürmek olası olmadığı gibi, haydut devletler diye tanımladığı, başta İran olmak üzere, diğer ülkelere de saldırırsa ABD’nin çöküşü daha da hızlanacaktır. Aslında İran’ı karadan imkân ve kabiliyeti sıfır olduğu için işbirlikçi ülkelere havadan vurma için bile gereksinim duymaktadır.

Hiç siz tarihte ABD’lilerden kamikaze saldırısı yapan bir intihar pilotu gördünüz mü? ABD ve AB halkından bir intihar komandosu çıkabileceğini tasavvur edebilir misiniz? Son çözümde savaşları inançlı ve imanlı ulusların kazandığı tarihsel bir gerçektir. Tıpkı Ulusal Bağımsızlık Savaşımızda Mustafa Kemal’in yaptığı gibi.

Page 149: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

O halde ABD’nin üstünlüğünü abartmayalım, yılgınlığa kapılmayalım. Yineliyorum; ABD İmparatorluğu fikri daha şimdiden okyanuslara gömülmüştür. Mazlum ulusların bir an evvel bir araya gelerek, yem olmadan direnmelerinin zamanının geldiğine inanıyorum

Sonuç olarak bir tarafta ABD, AB ve Japonya’dan oluşan trilateral coğrafyada yer alan uluslar ve onların destekçileri ile tüm dünyanın Siyonistleri ve masonları bir cephede; diğer cephede tüm mazlum uluslar ve küreselleşme karşıtları bir araya gelerek bu vahşeti önlemelidir. Direnelim, direnelim, direnelim ki bağımsızlık, özgürlük ve ulusal onurumuzu koruyalım.

Kaynakça ve Açıklamalar

1. Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, Samuel P. Huntington, Çevirenler: Mehmet Turhan-Y. Z. Cem Soydemir, Okuyanus Yayınları, 3. baskı, Mart 2004

2. 11 Eylül-Baskın, Talat Turhan, İleri Yayınları, Eylül 2004

3. Guide, Kitap III , Maimonides, Bölüm 51; Jewish history, Jewish religion, Israil Shaeke, s. 82

4. Musa ve Yahudilik, Hayrullah Örs, s. 34-35

5. Wandering- Gezginler, Chaim Potok, s. 117

6a. Tarihten Günümüze Filistin Sorunu ve Türkler, Doç. Dr. Mim Kemal Öke

b. Hayrullah Örs, Musa ve Yahudiler

7. Daha fazla bilgi için bkz. History of Jewish Religion, Israel Shak

8. The Universal Jewish Encyclopedia Christianity s. 185

9. The History of Anti-semitisme, Leon Poliakov, s. 198

10. Encyclopedia Judaica, c. 11 s. 584

11. Jesus Christ was borned Jew (İsa Mesih bir Yahudi olarak doğdu)

12. History of Anti-Semitisme, Leon Poliakov, s. 221

13. Encyclopedia Judaica, c. 14, s. 21

14. Dolar üzerindeki piramit

15. The Universal Jewish Encyclopedia c. 7, Public Office Jews, sh. 22-29

16. 13’te age.

17. Encyclopedia Judaica England, c. 6, s. 750-758

18. Mimar Sinan dergisi, sh. 22,

19. Türk Mason dergisi, Sayı 21, s. 50

20. Bkz: Siyon Protokolleri, Victor Varsden, Çeviri: Abdullah Mustafa, Sayfa Yayınları, 2. baskı, Nisan 2004

Page 150: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

21. Salom gazetesi, 6 Haziran 1990

22. Türkiye Yahudileri, Moshe Sevilla-Sharon, s. 42

23. Türkiye Yahudileri, Moshe Sevilla-Sharon, s. 44

24a. Galata Bankerleri, Prof. Dr. Haydar Kazgan, s. 41-46

b. Türkiye Mektupları, Lady Montaqu, 21 Temel Eser, s. 84

c. Hürriyet, 2 Mayıs 1988

25. Mason Sözlüğü, Murat Özgen Ayfer, Büyük Mason Mahfili, Cem Ofset)

Masonlara özel hazırlanan bu sözlükte Süleyman Mabedi’yle ilgili maddeler şunlardır: Herod Mabedi, Hiram "Sur Kralı", İkinci Mabet, Kutsalların Kutsalı, Süleyman Mabedi, Tutsaklık Dönemi, Mazdeizm, İnsanlık Mabedi, İkinci Mabet, Mozaik Döşeme, Sütunlar, Kutsalların Kutsalı, Orta Bölme. Mason Sözlüğü’ndeki bu maddeleri, bu bölümün sonunda ek olarak bulabilirsiniz.

26. Mizbor 137

27. Tevrat, Yhezkel 37, 24-26

28. Ortadoğu-Vaat Edilmis Topraklar, Suat Parlar, Bibliotek Yayınları, Aralık 1997

29. Prophecy and Politics-Kehanet ve Politika, Grass Halsell

30a. Seattle-Dünyayı Sarsan 5 Gün, Alexander Cockburn-Jeffrey St. Clair, Agora Yayınevi, Eylül 2003

b. Dünya Sosyal Forumu, F. Levent Sensever, Metis Yayınevi Eylül 2003

c. Küresel Başkaldırı, Neva Welton, Linda Wolf, Aykırı/Güncel Yayınevi, Nisan 2004

d.Sinyorita Biz Burada Devrim Yapıyoruz, Ece Temelkuran, Everest Yayınevi, 2006

Page 151: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Medeniyetler Çatışmasının Geleceği: Süleyman Mabedi’nin Yeniden İnşası

Bu kutsal idealin gerçekleştirilmesi için, dünyanın kaos ortamına sokulması gerekmektedir. Tüm dünyada yaşanan sosyal ve siyasi, kültürel ve ekonomik krizler bu açıdan değerlendirilmelidir. Dinlerarası diyalog senaryolarının ve İslamın ılımlaştırılmasın arkasında bu hedeflerin gerçekleşmesi vardır. Dinler tarihi incelendiğinde bu sonuca varmak zor olmayacaktır. Kendilerini Seçilmişler ya da Evrenin Efendileri olarak tanımlayan bu Deccal’lar (Deccal: Musevi inanışlarına göre; kıyametten önce dünyaya kötülükler getirecek olan canavar.) evrenin sırlarını ele geçirmişlerdir.

Bugün dünya hakimiyetini ele geçirmek isteyen ABD’nin asıl hedefi budur. Bu nedenle Kaos ve Kıyamet Teorisi olarak adlandırdığım senaryoyu uygulamaya çalışıyorlar. Kutsal idealleri gerçekleştirme uğruna yapılan bu savaşların galibinin kim olacağını tarih yazacaktır. Ancak ortaya atılan savlara göre Armageddon Savaşı olarak adlandırılan bu savaş Müslümanlarla Yahudiler arasında olacaktır. Bu amaçlarını hangi yöntemler ile gerçekleştirecekler?

Evanjelik Hıristiyanlık ile Yahudi ittifakı, yani ABD ve İsrail, şu anda inisiyatifi ele almıştır ancak bunlarla, özellikle Avrupa’da gücü büyük olan gizli tarikatların hedefleri aynıdır. Hem Evanjalik Hıristiyanlık hem Yahudiler hem de Hıristiyanlık dünyasının içinde doğmuş olan gizli tarikatlar yüzyıllardır inandıktan efsanelerin nihayet gerçekleşmesi zamanının yaklaştığını düşünmektedirler. Ayrıca kendilerine verilmiş olduğunu düşündükleri dünyayı yeniden kendi inanışları doğrultusunda düzenleme görevinin uygulanma zamanının geldiğine de inanmaktadırlar.

Din ise misyonerlik faaliyetleri ile emperyalizmin bir öncü kuvveti olarak kullanılmaktadır. Bugün Türk dünyası olarak tanımlanan bölge -ki bölgeler Türkiye merkez olmak üzere Balkanlar, Ortadoğu, Orta Asya, Kafkaslar bölgesidir- sistemli misyonerlik faaliyetleri ile karşı karşıyadır. Bu faaliyetler rastlantı değil, aksine, sistemli bir planın parçasıdır. Çünkü, misyonerler açısından Anadolu toprakları bir “İncil Ülkesi”dir ve Hıristiyanlar için pek çok önemli merkez Anadolu’dadır.

Misyonerlerin kendi ifadesi ile “Bu mukaddes ve Vaat Edilmiş Topraklar silahsız bir Haçlı Seferi ile geri alınacaktır” sözü Türkiye’nin hedef olduğunun açık bir göstergesidir. Dahası, hedeflerini saklamaya gerek görmeden “Misyonerlik faaliyetleri açısından Türkiye, Asya’nın anahtarıdır” şeklinde açıkça ifade etmektedirler. Ülkemiz topraklarını ele geçirmek isteyen ülkelerin görevlendirdiği misyonerlik kuruluşlarının parolası haline gelen bu cümle çok anlamlıdır. Bu cümle içerisinde, Hıristiyan-Yahudi ittifakını görmemek mümkün değildir. Çünkü “Vaat Edilmiş Topraklar” Yahudilerin, “Kutsal Topraklar” da Hıristiyanların kutsal hedefi içindedir. Ama her ne hikmetse aleyhimize faaliyet gösteren bu kurumların serbestçe çalışmalarını sürdürmelerine izin verilmektedir. Dahası, çalışmalarını daha rahat yapabilsinler diye özel kanunlar bile çıkarılmaktadır. Vay benim Türkiye’m nasıl bu hale geldin demek dahi vatansever bir insanın vicdanını sızlatmaktadır.

Sovyetler Birliği başta olmak üzere eski Doğu Bloğu ülkelerinde “ateizm” bir anlamda resmi devlet dini sayılıyordu. Bu bloğun çöküp dağılmasından sonra misyonerler söz konusu coğrafyadaki insanlarda ortaya çıkan inanç boşluğunu doldurmak maksadı ile bu bölgeye ağırlık vermişlerdir. Bilindiği gibi bu bölgeler Arnavutluk’tan, eski Yugoslavya’dan, Bulgaristan’dan, Kırım’dan, Kafkasya’dan, Orta Asya’da ki Türki cumhuriyetlerden Çin’e kadar uzanan bu şerit, aynı zamanda Türklerin yoğun olarak yaşadıkları ve Türkçeden başka bir dil konuşulmadan baştan başa gezilebileceği ifade edilen bir bölgedir. Misyonerler; dün bu coğrafyada yaşayan gayri Müslim azınlıklara yönelik faaliyette bulunuyorken, bugün bu

Page 152: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

faaliyetlerini gayri Müslimler ile birlikte dini ne olursa olsun etnik kökenlilere çevirmişlerdir. Bugün başta “Kürt” meselesi olmak üzere “azınlıklar” meselesi bu açıdan da değerlendirilmelidir. Araştırmacı yazar Ömer Turan yazmış olduğu Avrasya’da Misyonerlik adlı kitabında şunları yazmaktadır:

...Misyonerler çalışmalarının başlangıcında, o ülkede dinen ve etnik bakımdan en yakın topluluklara yönelmektedirler. Çalışmalarının ikinci safhasını o ülkelerin yerli insanlarını kendilerine çekmek teşkil etmektedir. Çalışmalarında söz konusu ülkede yaşanmakta olan ekonomik sıkıntıları, insanların fakirliğini, kendi ekonomik üstünlüklerini ve diğer psikolojik faktörleri de kullanmaktadırlar...

Misyonerlik hareketleri hiçbir zaman sadece dini hareketler olmamıştır. Dini olduğu kadar siyasi, bir o kadar da ekonomik ve kültüreldir.

11 Eylül 2001 günü ABD’de gerçekleşen komplo bahane edilip yaşanan barış ve değişim rüzgarını tersine çevirmiştir. Bu tarihten sonra askeri tedbirler devreye sokulmuş, başlangıçta Orta Asya bölgesindeki Afganistan, daha sonra Ortadoğu bölgesindeki Irak işgal edilmiştir. Bu süreçte, açıklanan genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), 19. yüzyılın son çeyreğinden sonra yaşanan gelişmelerin bir aldatma olduğunu ortaya çıkarmıştır. “İkiz Kuleler” ve “Pentagon”a yapılan saldırılarından sonra, yeni bir “Haçlı Seferi”nin başlatılması ve küresel kapitalizmden küresel faşizme geçiş yönünde önemli bir dönüm noktası oluşturmuştur. Uluslararası ilişkilerde uzman olan Doçent Barış Doster, ABD politikaların çok iyi tahlil edilmesi gerektiğini şu şekilde açıklamaktadır:

...Gelişmeleri zamanında görmek, moda deyimle iyi okumak gerekir. Şurası açıktır: ABD’nin dünya imparatorluğu iddiası vardır ve küresel egemen bir güç olmak için de gerektiğinde silah başvurmaktadır. Bu yüzden Irak’ı işgal ederken ne uluslararası hukuku ne Birleşmiş Milletler’i ne meşrutiyeti ne de uluslararası kamuoyunu dinlemiştir...

Görünen odur ki, ABD nereye elini atsa, bırakın oraya herhangi bir düzen getirmeyi, tersine, bir kaos ortamı götürmektedir.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk 3 Mart 1922’de yapmış olduğu konuşmada, emperyalist devletlerin geçmişte uyguladığı politikaları şu şekilde değerlendirmiştir:

...İstilacı ve saldırgan devletler, yerküresini kendilerinin malikanesi ve insanlığı kendi hırslarını tatmin için çalışmaya mahkum esirler saymaktadırlar. Sonuç olarak, dünya iki zümreye ayrılmaktadır. Birisi Doğudur. Ki kendi varlığını, istiklalini kavramıştır, bu bilinçle el ele vermiştir. Diğeri ise, sırf kendi hırslarını tatmin için çalışan zümredir. Bunların amacı zulüm ve baskı olduğu için, onları lanetle anmakta kendimizi haklı görüyoruz.

Ulu Önderimizin ifade ettiği gibi, tüm devletler ve uluslar, vahşi emperyalizm (küresel faşizm) ve vahşi kapitalizmin (Neo Liberalizm, Liberal Demokrasi) boyunduruğu altında yaşamaya mahkum edilmiştir. Ancak bu mahkum edilme, kin ve nefrete dönüşmüş durumdadır.

Page 153: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Dünya çapında kaosun en önemli unsuru kitlelerin kafalarının iyice karıştırılması ve kendi ülkelerine, sistemlerine inançların zayıflatılmasıdır. 11 Eylül saldırısından bu yana ben son derece kuşkucu oldum. O tek günde Amerikan insanının nasıl da tamamen değiştiğini, gerekirse demokrasiden bile vazgeçmeye hazır hale geldiğini yaşadım. Ve evet, Amerika’da bugün gerektiği zaman ülke yönetimini devralmaya hazır olan bir gizli kabine vardır. Onun yapacağı sıkıyönetim uygulamalarının yazılı emri de ellerindedir.

Dünyanın tepesindeki ahtapot, güneşin ışıklarına engel olduğu gibi, gölgesiyle de evrenin insanlara sunduğu imkanlardan eşit olarak faydalanmasını istememektedir. Çünkü bu ahtapotun içtiği su kan, yediği ekmek insan, giydiği elbise emperyalizm, ideolojisi ise despotizmdir. Diğer bir ifade ile liberal faşizm dünyayı ve insanlığı sonucu kestirilemeyecek bir sona doğru sürüklemektedir. ABD’yi, dolayısı ile dünyayı yöneten Başkan George W. Bush ve ekibi, bazıları tarafından “Evrenin Efendileri” ya da “Neo-Liberaller” olarak adlandırılsa da; bazıları tarafından “Küresel Çete” veya “Modern Cellat” olarak adlandırılmaktadır. Bugün bu çete içerinde görev yapan kadronun bir çoğu Musevi kökenlidir. Kendilerini üstün ırk olarak gören Yahudiler; kendilerini, Tanrı Tarafından Seçilmişler ya da Tanrının Evlatları olarak görmektedirler. Dünyada yaşanan kaosun durdurulması ve barışın sürekli sağlanması için kendilerini görevlendirilmiş olarak kabul etmekte ve bu görevin kendilerine Tanrı tarafından verildiğini iddia etmektedirler.

Yıllarca değişik devletlerin boyunduruğu altında yaşayan ve bu ezikliklerini gidermek için İsrail devletini suni bir şekilde Milletler Cemiyeti’ne kurduran Yahudilerin en büyük arzuları kutsal ve Vaat Edilmiş Topraklar’ın (Arz-ı Mevüd, Nil ile Fırat Nehirleri arasındaki bölge )ele geçirilerek Büyük İsrail Devleti’nin kurulmasıdır. Yahudilerin, devlet kurma isteği Osmanlı döneminde başlamış ve ne yazıktır ki bu hayallerini İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kullanarak gerçekleştirmişlerdir.

Bazı bilim adamlarına göre dünya coğrafi olarak çok büyük bir değişime uğrayacaktır. Ayrıca 21. yüzyılın ilk çeyreğinde dünyanın yakınından geçeceği tahmin edilen Nibiru Gezegeni’nin yaymış olduğu manyetik alanın, dünyada çok büyük iklimsel ve coğrafi sonuçlara neden olacağıdır. Tarihsel süreç içerisinde yaşanan coğrafi ya da jeopolitik değişimler (kitabın diğer bölümlerine kaynakları ile açıklanmıştır) incelendiğinde, bu değişimlerin tüm canlı ve cansız yaşamında büyük etkileri olmuştur. Buzul Çağı’nın oluşması, evrenin aşırı ısınması sonucu meydana gelen kuraklıklar, bazı canlı türleri (dinozorlar) ile uygarlıkların yok olmasına neden olmuştur. Atlantis uygarlığının yok oluşu, Nuh Tufanı, depremler gibi... Bu değişimlerin en büyük etkisi canlı ve devlet yaşamında olacağı bir gerçektir. Gılgamış Destanı’nda, Kuran’da, Tevrat’ta ve İncil’de yazmaktadır.

Kıyamet olarak da adlandırılacak bu değişimden en fazla insanlar ve devletler etkilenecektir. Çünkü böyle bir ortamda; canlı yaşamının devam ettirilmesi için, kurallar değil içgüdüsel yaşam tarzı geçerli olacak ve kabile (ilkel) yaşamına geri dönülecektir. Modern yaşamda kullanılan teknolojik araçlar (televizyon, telefonlar, bilgisayar, füzeler, uçaklar gibi...) oluşan manyetik enerji sonunda çalışamayacak duruma gelecektir. İşte böyle bir ortamda ABD’nin gücü işe yaramayacaktır. Dünyayı tekrar ele geçirmek böyle bir ortamda en az ve daha az etkilenecek bu bölgelerin ele geçirilmesi lazımdır. İnsanoğlunun yönetilmesi için de yeni bir düzenin oluşturulması lazımdır. Bunun için de insanları yola getirecek ve insanları düzene sokacak bir gücün elde edilmesi gerekecektir. Bu güç de yeni bir dinin ortaya çıkarılması ile sağlanacaktır.

Ancak bu hedefler, herkesin bildiği ve tahmin ettiği hedeflerdir. Diğer bir ifade ile bu teoriler, aslında tali hedeflerdir. Nihai hedef, Küresel İmparatorluğun kurularak dünya hakimiyetinin ele geçirilmesi de değildir. Bugün yaşanan kaos ortamının nedeni dünya

Page 154: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

hakimiyeti değildir, sorun var olma sorunudur, sorun yaşam sorunudur. Nihai hedef, bazılarının bildiği ve sakladığı gerçeklerdir. Bu projelerin arkasındaki ideologların Yahudi olması, dünya tarihinde yaşanan büyük askeri, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel olayların Yahudi kaynaklı olması ile beraber değerlendirildiğinde, mazisi çok eskilere ve dinsel hedeflere dayayan bir amacın nihai hedef olduğunu tespit etmek güç olmayacaktır. Bu bütünün son hedefi “Küresel Kraliyet veya Dünya Krallığı”nın kurulmasıdır. Bu görüş Tek Dünyacılık olarak adlandırılmaktadır. Yeni Dünya Düzeni, diğer bir ifade ile Küresel İmparatorluk yedi aşamada kurulacaktır.

Page 155: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Ek

Büyük Mason Sözlüğü’nde Süleyman Mabedi ile İlgili Maddeler

Herod Mabedi

Fr: Temple du He'rod ; İng: Temple of Herod

Kudüs'te inşa edilmiş olan üçüncü mabet…

MÖ 40 yılında Herod, Roma imparatorları Antonius ve Octavius tarafından Yahudi Krallığı'na atanmıştı. Herod, MÖ 20 yılında mabedin yapımını yeniden başlattı. Bazı kaynaklara göre bu üçüncü mabedin yapımı MS 7 yılında bitti; bazı kaynaklara göre ise 62 veya 64 yılında tamamlandı. Yahudilerin Roma İmparatorluğu'na karşı bir direniş eylemi başlatmaları üzerine de bu mabet 70 yılında yerle bir edildi.

Hiram "Sur Kralı"

Fr: Hiram - Roi de Tyre; İng: Hiram King of Tyre

Masonluğun efsanesel tarihinde ve Süleyman Mabedi'nin yapımı ile ilgili töresel nitelikteki allegorik öykülerde sık sık adı geçen bir kişi…

Tarihsel bilgilere göre, yaşadığı çağda 34 yıl Sur krallığı yapmış olan Hiram, önce Davud ve sonra Süleyman ile yapımında kullanılmış olan tüm keresteyi Lübnan'dan sağlayarak göndermiş, mabedin baş mimarı olan Hiram Abif'i ve diğer birçok yetenekli ustayı bularak Süleyman'ın emrine vermiştir.

İkinci Mabet

Fr: Temple Se'condaire; İng: Second Temple

Süleyman Mabedi'nin MÖ 516 yılında tamamlanmış olan İkinci Mabet, yapısal özellikleri bakımından Süleyman Mabedi'ne benzer. Ancak Süleyman Mabedi kadar zengin olmadığı gibi, boyutları da ilk görkemli mabedin üçte biri kadardır.

İkinci Mabet MÖ 2. yüzyılda terkedilmiş ve kendi başına bir yıkıntıya dönüşmüştür.

Kutsalların Kutsalı

La: Sanctum Sanctorum; Fr: Saint des Saints; İng: Holy of the Holies; Al; Heilig der Heilige

Süleyman Mabedi'nin ana tapınak binasının içindeki bir özel bölme…

Bu bölme, ana tapınağın Kutsal Yer olarak anılan büyük salonundan parmaklıklarla ayrılmıştı. Buraya ancak yetkili olanların girmelerine izin verilirdi. Bu bölme, her zaman bol ışıkla aydınlatılırdı.

Page 156: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Süleyman Mabedi

Fr: Temple de Salomon; İng: Solomon's Temple; Al: Solomonis Tempel

Masonlukta bir ülkü olarak benimsenmiş olan ideal İnsanlık Mabedi'nin simgesi..

İsrailoğulları Kudüs ve dolaylarına yerleştikten sonra burada görkemli bir mabet yapılmasını ilk kez Kral Süleyman'ın babası Davut tasarlamış, bu amaçla birçok ön hazırlık yapmıştı. Ancak, Davut'un hemen hemen tüm yaşamı savaşla geçtiğinden, mabedin yapımına Süleyman tarafından, Sur Kralı Hiram'ın da desteğiyle MÖ 966 yılında başlanmıştı. Yedi buçuk yılda bitirilen mabedin görkemi ise ancak 33 yıl sürebilmiş, MÖ 925'te Kudüs'ü işgal eden Mısırlıların yağmasına uğramıştı. Bundan sonra zaman zaman onarılan ve zaman zaman gene yağmalanan bu mabet, 370 yıl ayakta kaldı. MÖ 586 yılında Babil Kralı Nebukadnezar'ın orduları Kudüs'e girdiklerinde, Süleyman Mabedi'ni de yakarak yıktılar. Süleyman Mabedi'nin tarihteki varlığı da böylece sona erdi.

Süleyman Mabedi "Tek ve Ulu Tanrı" adına inşa edilmiş olan ilk mabet olduğundan, yalnızca Musevilerce değil, Hıristiyanlar ve Müslümanlar tarafından da hep saygı ve övgüyle anılmıştır. Yıkılmasından yetmiş yıl kadar sonra aynı yerde yapılan İkinci Mabet, bunun da yıkılmasından sonra gene aynı yerde MS 7 yılında yapımı bitirilen Herod Mabedi, Süleyman Mabedi kadar önem ve değer kazanamamışlardır. Mason ritüellerinde Süleyman Mabedi'nden söz edilirken, tüm mabet külliyesine değil, külliyenin ortalarında yer alan ana tapınak binasına değinilir. Ritüellerde, bu binanın girişine 12 basamaklı bir merdiven ile çıkıldığı, bu basamakların sonunda eni ve boyu 20'şer arşın olan bir tarasın yer aldığı, tapınağın girişinin tam önünde bu terasın döşemesinin 5 arşın eninde ve 7 arşın boyunda siyah-beyaz kareli bir mozaik ile süslenmiş olduğu, giriş kapısının her iki yanında bronzdan dökme birer süsleme sütununun bulunduğu, bu sütunların başlıklarının zambak yaprağı şeklinde işlemelerle zenginleştirilmiş birer taç gibi olup üzerlerine birer nar (bazı literatürde küre), altlarına da yedi sıra dolanmış olarak birer altın zincir asılmış olduğu anlatılır. Bundan sonra bu binanın içine geçilerek, 20 arşın eninde, 60 arşın boyunda ve 45 arşın yüksekliğinde olduğu, içeriye girildiğinde Kutsal Yer olarak anılan ilk bölmenin 40 arşın uzunluğunda olduğu, bunun arkasındaki Kutsalların Kutsalı bölmesinin önceki bölmeden zeytin yaprağı şeklindeki işlemelerle süslü altın parmaklıklarla ayrılmış bulunduğu ve her zaman bol ışıkla aydınlatıldığı belirtilir.

Süleyman Mabedi, ayakta bulunduğu dönemde, öneminin yanı sıra yapımında kullanılmış olan malzemelerin değerinden ötürü adeta bir hazine niteliği taşımıştır.

Tutsaklık Dönemi

Fr: Pe'riode de Captivite'; İng: Captivity Period

İsrailoğulları'nın tutsak olarak Babil'de geçirmiş oldukları dönem…

Tarihsel bilgilere göre Babil Kralı Nebukadnezar, MÖ 538 yılında Kudüs'ü ele geçirdikten sonra, tüm İsrailoğulları tutsaklanarak Babil'e götürülmüşlerdir. Pers Kralı Kurus (Keyhüsrev ya da Cyrus), MÖ 536 yılında İsrailoğulları'na özgürlüklerini bağışlamış ve ülkelerine geri dönerek yıkılmış olan mabetlerini yeniden yapmalarına izin vermiştir. Aslında 52 yıl sürmüş olan Tutsaklık Dönemi, Süleyman Mabedi'nin yerine İkinci Mabet'in yapımına kadar daha 18 yıl geçmiş olduğu için 70 yıl olarak benimsenmiştir.

Page 157: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Mazdeizm (Zoro astrianizm)

Fr: Mazde'isme; İng: Mazdaism; Al: Masdeismus

Eski İran'ın temel dinsel inanç sistemi…

Bu inanç sistemi genelde ateşe tapınmadan kaynaklanır. Eski İran dinlerinin hemen hepsinde, en yüce ve en üstün Tanrı olan Ahura Mazda, her tür ışığın kaynağı sayılmıştır.

İnsanlık Mabedi

Masonluğun evrensel amaç ve ülküsünün tasarımsal simgesi…

Masonluğun evrensel boyutta benimsemiş olduğu amaç, tüm insanları ve bu insanların oluşturdukları tüm toplumları içermek üzere bir İnsanlık İdeali'ne yönelmiştir. Bu ideal, insanlığın nesnel ve tinsel birliğini kurmakla özdeştir.

Masonluğun bu evrensel amacının gereği olarak, bütün insanların ve bütün toplumların sonsuz ve koşulsuz bir barış içinde esenlik ve mutlulukla dolu olarak yaşamaları, birbirlerine güvenle ve sevgiyle sarılmaları, hep birlikte evrim doğrultusunda ilerlemeleri öngörülmektedir.

İşte bu İnsanlık İdeali, Masonlukta İnsanlık Mabedi ya da Ülkü Mabedi olarak dile getirilmektedir. Böylesine bir amaç, ancak "Mabet" sözcüğüyle simgelenebilir; çünkü amacın yüceliği onu kutsallaştırmaktadır.

Bu mabet, bir dinsel yükümlülüğün yerine getirileceği somut bir mabet değildir. Bu mabet, aynı ya da benzer inançlıların bir araya getirilerek bireysel huzur ve mutluluk arayışını topluca yürütecekleri bir mabet de değildir. Bu mabet geçmişimizde yoktu; çağımızda da yoktur; gelecekte kurulabileceği umulmaktadır. Bu geleceğin tasarımsal mabedi, tüm iyiliklerin, güzelliklerin ve doğrulukların kaynaştığı bir ortam olacaktır.

İnsanlık Mabedi, bir toplumsal düzendir. Bu düzende bütün insanlar, dogmalardan, bağnazlıklardan, batıl saplantılardan, nesnel tutkulardan, bireysel yararlanma kaygılarından arınmışlar, gerçek özgürlüklerini kazanmışlardır. Bu toplumsal düzende, insanlar arasında hiçbir nedenle ayırım ve ayrıcalık yoktur; herkes, her koşulda Tüze'nin gerektirdiği eşit haklara sahiptir. Bu toplumsal düzende, insanlar, hiçbir karşılık beklemeksizin birbirlerine saygıyla, sevgiyle, güven ve anlayışla bağlanmışlardır.

Böylesine bir İnsanlık İdeali'nin hiçbir zaman gerçekleşmesine olanak bulunmadığı, hiçbir zaman da olanak bulunamayacağı, dolayısıyla İnsanlık Mabedi'nin bir imge ya da düşten başka bir şey olmadığı ileri sürülebilir. Tüm olumsuz etkenlere karşın Masonluk, insanın evrim yeteneğinin sınırsızlığına güvenerek, bu yüce idealin bir gün gerçekleşeceği umudunu korumakta, bunun için de simgesel bir deyişle İnsanlık Mabedi'nin yapıtaşlarını hazırlamaya çalışmaktadır.

İkinci Mabet

Fr: Temple Se'condaire; İng: Second Temple

Page 158: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Süleyman Mabedi'nin yıkılmasından sonra Kudüs'te yapılan mabet…

Yapımı MÖ 516 yılında tamamlanmış olan İkinci Mabet, yapısal özellikleri bakımından Süleyman Mabedi'ne benzer. Ancak Süleyman Mabedi kadar zengin olmadığı gibi, boyutları da ilk görkemli mabedin üçte biri kadardır.

İkinci Mabet MÖ 2. yüzyılda terkedilmiş ve kendi başına bir yıkıntıya dönüşmüştür.

Mozaik Döşeme

Fr: Pave' mosaique ; İng: Mosaic Pavement

Bir mason mabedinin, siyah-beyazlı karelerden oluşmak üzere düzenlenmiş bölümü…

Etimolojik bakımdan "mozaik" sözcüğünün Musa'nın ardından türetildiği söylenir. Süleyman Mabedi'nin batı girişindeki terasın, mozaik döşemeyle kaplanmış olduğu belirtilir.

Mason mabetlerinde, mozaik döşeme üç ayrı türde uygulanmaktadır:

a) Mabedin tüm döşemesinin siyah-beyaz karelerden oluşacak şekilde düzenlenmesi.

b) Mabedin ortasında, özellikle Üç Sütun ile çevrelenmiş bölümün siyah-beyaz kareli olarak düzenlenmesi.

c) Mozaik Döşeme'nin "Derecenin Tablosu" üzerinde temsilen gösterilmesi.

Mozaik Döşeme'nin nasıl oluşturulduğundan daha önemli olan, simgesel anlamıdır. Bu konudaki yorumsal değerlendirmelerden bazıları şöyledir:

- Siyah kareler Doğa'nın henüz bilinmeyen gerçeklerini, beyaz kareler de bilim ve akıl yoluyla aydınlığa çıkarılmış olan gerçekleri simgelerler.

- Masonluk, birbirleri arasında çok çeşitli farklılıklar ve çelişkiler bulunan insanları, birbirlerine karıştırmadan, fakat uyumlu bir şekilde bağdaştırmaktadırlar.

- Doğa'daki diyalektik kavramlar, birbirlerine karşıttırlar; fakat birbirlerinin bütünleyicisi olarak sürekli sentezler oluştururlar.

Mabedin tüm zemininin değil de, orta yerde bir bölümünün Mozaik Döşeme ile yapılması veya derecenin tablosu üzerinde Mozaik Döşeme'ye bir simge olarak yer verilmesi durumunda, dış ölçüleri 5/7 oranında olmak üzere alınır. 5/7 oranı, eski mimari ilkelerinde, bir bina bölümünün yatay düzlemdeki en uyumlu ölçü oranı olarak benimsemiştir.

Sütunlar

Fr: Colonnes; İng: Pillars; Al: Saulen

Yapılarda kemerlerin, kirişlerin ve tavanların düşey taşıyıcı desteği olup, mason mabetlerinin de önemli öğeleri…

Bir mason mabedinde, ya örnekleri ya da bir tablo üzerinde resimleri bulundurulan Sütunlar, öncelikle İkiz Sütunları, Üç Sütun ve Yarım Kolonlar'dır. Bazı derecelerin ritüelleri

Page 159: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

uyarınca ayrıca Kırık Sütun ve Kırılmış Sütunlar da mabedin dekoratif öğeleri olarak kullanılırlar.

İkiz Sütunlar- Bir mason mabedinin girişinde, kapının her iki yanında yer alan, birbirinin hemen hemen aynı olan sütunlardır. Bu sütunlar, Süleyman Mabedi'nin ana tapınak binasının teras girişinde, Hiram Abif tarafından dikilmiş olan içi boş tunç sütunların benzerleri olarak ve bu sütunları temsil etmek üzere dikilmişlerdir. Bununla birlikte bu İkiz Sütunlar yalnızca Süleyman Mabedi'ne özgü de değildirler. Tarih öncesi çağlarının ezoterik ekollerinin her iki yanına böyle iki sütun dikilmesi, geleneksek bir uygulama olarak görülmüştür.

Süleyman Mabedi'nin ana tapınak binasının girişindeki İkiz Sütunlar'dan her birinin, dörder parmak kalınlığında tunçtan silindirik bir şekilde yapılmış oldukları, yüksekliklerinin 18'er arşın, gövde çevrelerinin 12'şer arşın olduğu, sütun başlıklarının altına yedi sıra dolanmış bir altın zincir asıldığı, başlıkların beşer arşın yüksekliğinde olup zambak yaprağı şeklindeki işlemelerle süslendiği, üzerine de yarık narlar (bazı kaynaklara göre birer nar ya da küre) yerleştirilmiş olduğu, mabet işçilerinin aletlerini bu sütunların içine yerleştirdikleri, gündeliklerini alacakları zaman da bu sütunların önünde toplandıkları, mason ritüellerinde de uzun uzun ve ayrıntılı olarak anlatılır.

Çağdaş masonlukta asıl önemli olan, İkiz Sütunlar'ın tarihçesi ya da boyutları değil, bir mason mabedinde niçin bulundukları ve neyi simgeledikleridir. Bazı yorumlara göre bu iki sütun, doğa yasalarının üstünlüğünü ve ölmezliğini simgelerler. Bazı yorumlara göre, eski çağların ezoterik ekollerinde olduğu gibi masonlukta da, doğada her şeyin bağlantılı olduğu ve bir karşıtının bulunduğunu, bir başka deyişle "diyalektik oluşum"u belirtir ve temsil ederler. Öte yandan bu iki sütun, bir masonun iç dünyasının sınırları olarak da nitelendirilirler; bu sınırlar, aralarında hiçbir zaman denge kurulamayacak olan Doğum ve Ölüm'dür. Bu iki sütunun arasındaki uzaklık da, karanlıktan aydınlığa geçiş, yani noksanlıktan yetkinliğe ulaşma için gerekli Zaman'ı simgeler.

Sütunların üzerinde asılı zincirler, tutsaklıktan sıyrılarak özgürlüğünü elde edememiş olanların bu mabede giremeyeceklerini, mason mabedinin "özgürlük ortamı" olduğunu simgeler. Sütun başlıkları üzerindeki yarık narlar, birbirlerine kardeşçe ve sıkıca bağlanmış olan masonların, çalışmalarını "düzen" içinde yürüttüklerini belirtir.

Üç Sütun- Simgesel Dereceler'de çalışan mason localarının mabetlerinin hemen hemen tam ortasında yer alan ve Antik Çağ'ın üç ünlü mimari stilinde düzenlenmiş olan sütunlardır. Bazı mabetlerde bu sütunların yalnızca piyadestalleri (temelleri) yer alır. İyon Sütunu Akıl ve Bilgeliği, Dor Sütunu Güç'ü, Korint Sütunu da Güzelliği temsil eder.

Beş Sütun- Antik Çağ'ın beş ayrı mimari stilinde düzenlenmiş olan sütunlardır. Bu sütunlar, İyon, Dor ve Korint stillerine, Tuskan Sütunu ile Kompozit Sütun'un eklenmeleri ile tamamlanırlar. Beş Sütun, çağdaş Masonluk ilkeleriyle birlikte Mimarlığın Beş Temel İlkesi'ni temsil etmek üzere kullanılırlar: 1. Kullanışlılık (Bilim), 2. Rahatlık (Akıl), 3. Yeterlik (Bilgelik), 4. Sağlamlık (Güç), 5. Estetik (Güzellik).

Kırık Sütun- Bazı mason kuruluşlarında, Mabet'teki üç sütuna ek olarak bulundurulan, gövdesinin orta yerinden kırılmış sütun parçasıdır. Kırık Sütun, mabedin yapımı sırasında mimarının öldürülmesi nedeniyle işlerin yüzüstü kalmış olduğunu temsil eder. Ancak, bu bir tek sütunun kırılmış fakat diğerlerinin çatıyı tutmak üzere sağlam kalmış oluşu, yapılmış olan bütün işlerin boşa gitmemiş olduğunu simgeler. Böylelikle Kırık Sütun, İnsanlık Mabedi'nin

Page 160: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

yapımı sırasında engellerle, kötülüklerle ve olumsuzluklarla karşılaşılacağını simgesel bir şekilde belirterek, acıları da tadıp bunlara katlanmak gerektiğini vurgular.

Kırılmış Sütun Parçaları- Bazı masonik derecelerde kullanılan dekoratif öğelerdir. Bu öğeler, mabetlerin yıkılmış olduğunu, insanın umutlarını mabetlerde değil başka yerlerde araması gerektiğini simgeler.

Yarım Kolonlar- Simgesel Dereceler'de çalışan bir locanın mabetlerinin duvarlarına yapışık olan kolonlardır. Bu dekoratif öğeler her hangi bir simgesel anlam taşımaz, yalnızca mason mabedinin Süleyman Mabedi'ni de temsil ettiğini anımsatırlar.

Kutsalların Kutsalı

La: Sanctum Sanctorum; Fr: Saint des Sains; İng: Holy of the Holies; Al: Heilig der Heilige

Süleyman Mabedi'nin ana tapınak binasının içindeki bir özel bölme…

Bu bölme, ana tapınağının Kutsal Yer olarak anılan büyük salonundan parmaklıklarla ayrılmıştı. Buraya ancak yetkili olanların girmelerine izin verilirdi. Bu bölme, her zaman bol ışıkla aydınlatılırdı.

Orta Bölme

Es: Hücre-i Vasatî; Fr: Chambre du Milieu; İng: Middle Chamber; Al: Mittlere Kammer

1. Üstad derecesinde çalışma yapılırken, mabedin simgesel niteliği.

2. Süleyman Mabedi'nin bölümlerinden biri…

Tarihsel bilgilerin derlenmesinden anlaşılmış bulunduğu üzere Süleyman Mabedi'nin ana tapınağının üç yanı, çepeçevre üç katlı ek bölmelerle donatılmıştı. Mabedin inşaatı sırasında bu üç katlı bölümün orta katı, Mabedin yapımcıları arasında Usta derecesinde bulunanların toplanmaları için kullanılırdı. Bu bölmeye bir Dönüşlü Merdiven ile çıkılırdı; bu merdivenin önce üç, sonra beş, daha sonra yedi basamağı vardı.

Basamaklarının sayısıyla birlikte bu Dönüşlü Merdiven, çağdaş masonlukta Orta Bölme'den de daha önemli bir simge niteliğini taşır.

Orta Bölme, Üstad derecesine gelmiş olan bir masonun, bireysel gelişiminin ilk aşamalarından geçerek belirli bir düzeye yükselmiş olduğunu, ancak henüz yükselişinin tamamlanmamış bulunduğunu simgeler.

Page 161: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Son Söz yerine

Başlığı yadırgamış olabilirsiniz. İşlediğimiz konu “Derin Devlet” her geçen gün etkinliğini artırarak bütün dünyadaki hegemonyasını sürdürecektir diye düşünüyorum. O nedenle bu konuda daha binlerce kitap yazılacağını düşündüğüm için başlığa “son söz” diyemiyorum.

Derin devletin silahşörleri olduğu gibi kalemşörleri de vardır. Eğer küresel hıyanet çetelerinden oluşan derin devletin içyüzünü açıklamaya kalkarsanız ilk önce onlar size saldırırlar. Bu görevlerini inançları uğruna yaparlarsa kuşkusuz bunu doğal karşılarız. Ancak bu kişiler, emperyalist güçlerin istihbarat örgütleri ve sayısız fonlarıyla beslendikleri için bir anlamda satılmışlardır. Bu nedenle satılmış kalem tanımlamasına tepki verirler. Bu tür sözde yazarlar efendilerinin işlerine gelmeyen gerçekleri yazanları karalamak için “komplo teorisi” deyiminin ardına saklanırlar. Oysa ki bu konuda yazılmış yüzlerce kitap, sayısız kanıt gösterecek derin devlet yapılanmasını neredeyse bin yıllık geçmişini gözler önüne sermektedirler.

Bir kumandan, istihbaratçı ya da politika yorumcusu herhangi bir konuda bir çok olasılıkları gözönüne alarak durum muhakemesi yapar. Bunlardan gerçeğe en uygun olanı seçerek, uygulamaya koyar. Bu nedenle, yazılan yorumu “komplo teorisi” diye küçümsemek aymazlıktır. Ancak zaman içerisinde olaylarla, yazılanlar doğrulanırsa bundan istihbaratçının haklı olduğu anlaşılır. Doğrulanmaz ise yanılgı olarak değerlendirilir.

Gehlen’in Anıları’ndan da anlaşılacağı gibi istihbarat örgütleri medyayı kullanmak suretiyle gerektiğinde karaborsacılığa kadar her türlü yönteme başvurabilmektedir. ABD istihbarat örgütlerinin sabıkası kamuoyunca bilinmektedir. Bu bağlamda (USIS=United State Information Service) ev sahibi ülke medyasını fonlamakta ve onlar aracılığıyla psikolojik savaş aracı olarak halkın bilincini emperyal çıkarlar doğrultusunda yönlendirmektedirler. İstihbarat servislerinde yalan ve yanlış haber üretme bölümleri yeralmaktadır. Bir yandan işbirlikçi küresel medya, sistem içine aldığı kendi adamlarını parlatırken diğer yandan hedef aldığı ulusalcı kişi ve güçleri pasifize etmeye çalışmaktadır. Bu amaçla hedef seçilen kişi, medya tarafından sahte haber bombardımanına tutulmakta ve itibardan düşürülmeye çalışılmaktadır. Bu olguya son zamanlarda “andıç” denilmektedir. Bugün kendilerine andıç yapılınca ses veren kişiler daha önce yapılan andıçlama suçlarına katıldıklarını unutmuş görünüyorlar.

“Men dakka dukka” deyimi tam yerine oturuyor. Yani “çalma kapıyı, çalarlar kapını.” Ben de 1972-75 yılları arasında “Bomba Davası”nda yargılanırken sağcı basın tarafından andıç bombardımanına tutulmuştum. Bu kalemşörlerin en önde gideni beni şöyle bir iddia ile suçluyordu: “Henüz sadece ayakları tamamlanmış olan Birinci Boğaz Köprüsü’nü, yapıldığında havaya uçurmayı düşünüyor!”

Bu iddianın gerçek olmadığı mahkeme kararıyla saptandı. Ancak işbirlikçi medya Boğaz Köprüsü andıçlamasını sürdürdü.

Bir gün Taksim Meydanı’nda bu satılık kalemlerden birine rastladım ve sordum; “Sen beni tanıyor musun?” Beni tanımış olmasına karşın hiç tepki vermeksizin “Tanımıyorum efendim” dedi. “Talat Turhan’ı nasıl tanımazsın? Boğaz Köprüsünü havaya uçuracak adam benim, benim hakkımda o kadar yazı yazdın!” Gayet ürkek, “Efendim, biz, bize yetkili merciler tarafından ulaştırılan haberlerin doğruluğunu araştırmaksızın yazarız. Siz açıklama gönderseydiniz onu da yazardık!” dedi. “Peki siz Asya’da anti-komünist toplantısı için üç ay gezi yaptınız mı?” dedim. Şaşırdı. “Nerden biliyorsun?” diye sordu. “Yaklaşık üç ay, beleş

Page 162: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

bütün Asya ülkelerini gezdiniz, dolaştınız. Paraları da CIA verdi. Eğer namus şerefin varsa seni evime davet ediyorum, yazdıklarının tümünün yalan olduğunu göstermek için!” dedim. Daveti kabul etti, tabii ki gelmedi. Satılık kalem örneğim bu tür tiplerden oluşmakta.

Aslında dünyada tek bir Derin Devlet vardır, o da kitabımda büyük ölçüde yer verdiğim ABD Derin Devleti. ABD uydusu diğer bütün ülkelerin Derin Devletleri ABD’nin kontrolünde olup, oraya taşeronluk yaparlar. NATO bağlamında bu ilişkilerin düzenlenmesi gayet kolaydır. Belirttiğimiz gibi Brüksel’deki SHAPE karargahında Allied Coordination Center-Müttefik Koordinasyon Komitesi (ACC) Derin Devlet ilişkilerini düzenler ve yönetir.

Eğer yeraltındaki bir yapılanmayı benimserseniz, yeraltına girdiğinizde orada faaliyet gösteren mafyayla dirsek temasına geçersiniz. Onları kullanmaya kalktığınız takdirde de istihbarat örgütünü pisliklere bulaştırmış olursunuz. ABD’de eski CIA ajanlarının çıkardığı derginin ismi Dirty Action=Kirli İşler’dir.

Yaptıkları işin ismini kendi dergilerine vermişlerdir. Demokrasiye ulaşmanın ön koşulu, düzeni bu kirli ilişkilerden arındırmaktır. ABD dünyadaki hegemonyasını NATO dışındaki ülkelerde de, işbirlikçi iktidarları iktidara getirmek ve tutmak suretiyle yürütmektedir.

Bin yıllık bir süreçte, siyonist ve masonik bir dünya düzeni kurmak isteyen çevreler altın dönemlerini yaşıyorlar. Çünkü ABD Derin Devletinin kuklası olarak iktidara oturtulan ya da başkanlığa getirilen W. Bush fanatik bir Evangelisttir. Evangelistler Museviliğe en yakın Hıristiyan mezhebi olarak bilinmektedir. Irak’ı işgal eden Bush, bir yandan enerji kaynaklarına el koyarken diğer yandan da Tevrat’taki vaadedilmiş toprakları ele geçirmiş olmanın keyfini yaşamaktadır. BOP projesi de -ben buna BİP (Büyük İsrail Projesi) diyorum- bunun en büyük kanıtıdır.

3-4 Temmuz 1972 günü ABD Derin Devletin yerli işbirlikçileri bir vahşet senaryosu içerisinde beni evimden aldı. 1 Ağustos 1972’ye kadar akılalmaz işkenceye tabi tutarak, bunun ötesinde yargıyı da alet edip beni bertaraf etmeye çalıştı. Onlarca uydurma suçlarla suçladı. İki yıl idamla yargılayıp hapiste yatırdıktan sonra davayı örtbas ederek kapattı. Bu işleri yapanların Pentagon’a bağlı oldukları daha sonra açıklandı.

O günden bu yana ideolojik bilincimin dışında yaşadığım olayların da etkisi ile emperyalizmle ve onun uşaklarıyla mücadelemi sürdürüyor ve bu amaçla da yazmaya devam ediyorum. Bu kadar önemli konuda kavga verirken donanımlı olmak gereğine inandığım için 40 yıllık yazın hayatımda yazdığım bütün kitap ve makalelerde sayısız kaynakça ve dipnot kullanıyorum. Bu nedenle de okuyucular tarafından sürekli eleştiriliyorum. Konunun derinliğine inmek istemeyenler “kaynakça ve açıklamalara” hiç bakmaksızın kitaplarımı okuyabilirler. Ama yukarıda belirttiğim gibi “Gizli Dünya İmparatorluğu”nun gücü her geçen gün mazlum uluslar aleyhine çalışacağından, bu konuda araştırma yapacak kişilere katkıda bulunmak için kıskanmaksızın bütün kaynaklarımı açıklıyorum.

Bin yıllık bir süreç içinde oluşan ve tüm dünyayı hegemonyası altına almaya çalışan siyonist ve masonist güçlerle mücadele edip ulusal bağımsızlık ve onurumuzu kurtaracaksak donanımlı olmak zorundayız.

Bütün bunların ışığı altında her doğruyu “komplo teorisi” olarak tanımlayan kişilerden uzak durabilme dileğiyle diyorum...

Teşekkürlerimle.

Talat Turhan

Page 163: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Ekim 2005, İstanbul

1. Geçtiğimiz günlerde bir internet sitesinde yazarlığa soyunmuş birinin patronundan aldığı talimat üzerine beni suçladığını gördüm. Ancak bu kişi yeterli donanımlı olmadığı için, intihal (fikir hırsızlığı) yapma durumuna düşmüştü. Şöyleki, “Çeteleşme” kitabımda yer alan ABD’den özel olarak getirttiğim, Türkiye’de sadece bende olan bir habere aynen sitesinde yer vermiştir.

2. Derin devlet konusunda yüzlerce kitap vardır. Yazdıklarımın da derinlik getireceğini umduğum için bu konuda en son yazılan “Gizli Dünya İmparatorluğu” Dünyayı Yöneten Gizli Güçler, Jim Marrs, Truva Yayınları, 1. Baskı, Mayıs 2005. Her ne kadar Radikal Kitap Eki’nin 19.08.2005 günlü sayısında Haluk Hepkan “Gizli Dünya İmparatorluğu’nda komplo teorileri denilen ve şu ana kadar bilinen tüm saçmalıkları bir araya getiriyor” diyorsa da ben her doğruyu komplo teorisi olarak tanımlayan kişilerden uzak dururum. Okuduğunuzda en doğru kararı sizler vereceksiniz.

Page 164: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Talat Turhan İçin Ne Dediler?

1) 12 Mart’a Beş Kala, Celil Gürkan,

Tekin Yayınevi, Ankara 2. Baskı, s. 127

Üstün muhakeme tahlil ve sentez yeteneğine sahip, zeki, medeni cesaret sahibi, ikna gücü fazla, teşkilatçı, çok seçkin bir subay olan Talat Turhan’a gelince, onun adından ilk kez 27 Mayıs Devrimi’nin ardından söz edildiğini duymuştum. Daha sonra genç yaşta emekliye sevk edilmesine yol açan bazı hareketlerin yönlendirici olduğu söylendi. Ama kendisini yüz yüze ilk tanıdığım günden bugüne dek, asla ödün vermeyen sözünün ve vaadinin eri Silahlı Kuvvetler içinde popülaritesi fazla, kaya gibi sağlam ve inançlı bir Kemalist ve son derece yurtsever çağdaş bir “İttihat Terakkici subay” olarak gördüm ve takdir ettim. 12 Mart döneminin en ıstıraplı uygulamalarına hedef olmuş bir kişi olmasına karşın sarsılmamış, eğilmemiş, inançlarından ödün vermemiş bir kişi. Kabibay ve Esin’in tersine Talat Turhan, ihtilalci karakterine karşın itidalli, ihatalı, sentezci ve gerçekçi görüş ve telkinleri ile temas ettiğim kişiler arasında kendini belli etmekteydi. Aslında herkesten hepimizden çok daha fazla riski göze alabilecek bir karaktere sahip bulunmasına karşın, eğer bir müdahale kaçınılmaz hale gelirse bunun, olabildiğince disiplin içinde rizikoları asgariye indirilmiş şekilde yapılmasından yanaydı. Sanıyorum ki, “İşler alt üst olsun da, bu arada bende bir pay koparayım” düşüncesine kafasında zerre kadar prim tanımış olsun.

Turhan, halen İstanbul’da Kuzguncuk’ta annesinden kalan 70 metrekarelik bir evde yaşamını sürdürüyor. İsterse çok parlak işlere rahatlıkla girebilecek bir insan. Bir ona bakıyorum, bir de Adapazarı’nda “toprak devrimi” diye masaları yumruklayan Kabibay’lara, Esinler’ e, her nedense 12 Mart dönemi Kabibay’ın kapısını çalmamış, ama Talat Turhan en ağır işkencelere maruz bırakılmıştır.

12 Mart’a Beş Kala, Celil Gürkan, Tekin Yayınevi, Ankara 2.Baskı, s.492

Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın Açıklamalarına Yanıtım

(23 Kasım 1985 günkü Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştır)

12 Mart döneminin en ağır ve haksız suçlamalarına darbelerine hedef olmuş, fakat bütün bu darbe ve suçlamalar karşısında çoğu kişilerde gözlenen çözülme, yıkılma ve tükenme yerine, anıtlaşan bir şahsiyet (kişilik) örneği vermiş olan Sayın Talat Turhan, ender rastlanır açıksözlülükle ve “Sezar’ın hakkını Sezar’a Allah’ın hakkını Allah’a vererek”, 12 Mart öncesinde ilginç olaylara sahne olmuş 1961 dönemine ve “Üç Dönemin Perde Arkası-Anılar ve Görüşler” adlı yapıtında ileri sürülen iddiaları çürüten gerçeklere ışık serpen görüşlerini, kendine özgü açık yüreklilikle ve açıklıkla ortaya koymuş bulunuyor.

İlk tanıdığım günden beri kendisine beslediğim takdir hislerim, 12 Mart duruşmalarında sergilediği sarsılmaz inancı ile daha da pekleşmiştir.

Toplumların, Talat Turhan gibi yiğit, bel bağlanır dava adamı evlatlara ne kadar gereksinimi olduğunu bir kez daha anladım. Her türlü hücum karşısında onurlu ve vakur kalmanın en müstesna örneğini vermiş olan ve verdiği mücadelelerde “gerçek”ten “mertlik”ten sapmayan, ödün vermeyen bir Kemalist olan bu dostuma yürekten teşekkür ediyorum.

2) 9 Mart 1971, Ertuğrul Alatlı, Alfa Yayınevi, Ekim 2002

Page 165: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Rahmetli Uğur Mumcu’nun, Emekli Tümgeneral Celil Gürkan’la yapmış olduğu röportaj güvenirliğimin bir kanıtı olarak sunulacak değerde görüyorum.

....Uğur Mumcu: Emekli Kurmay Albay Talat Turhan’ın adı, 27 Mayıs’tan bu yana bir çok kez geçmekteydi. Turhan, 12 Mart döneminde İstanbul Boğaz Köprüsü’nün bombalanması gibi hayali suç ile tutuklanmış ve işkence görmüştü. Emekli general Gürkan’a Talat Turhan’ı soruyorum. Talat Turhan’ın tutumu ne idi, nasıl değerlendirirsiniz Talat Turhan’ı?

Celil Gürkan: Önce kısaca tanımlayalım: Talat Turhan “çağdaş bir İttihat ve Terakki Subayı”; “kaya gibi Kemalist” ve ödün vermez bir “devrimci”; sapına kadar Atatürkçü ve ilerici; sağlam inançlı ve kişilikli; sözünün eri bir emekli subay. 12 Mart’ın en ıstıraplı uygulamalarına hedef olmasına rağmen, başını hiç eğmeyen inançlarından ödün vermeyen bir kişi...

Uğur Mumcu: Kabibay ve Esin, size bir an önce düğmeye basılması için baskı yapıyorlar; ya Talat Turhan?...

Celil Gürkan: Kabibay ve Esin’in tersine, Talat Turhan İttihatçı karakterine karşın ölçülü, serinkanlı, geniş görgülü, sentezci görüş ve telkinleri ile temas ettiğim kişiler arasında en dikkat çekici olanıydı. Aslında herkesin hepimizden çok daha riski göze alacak bir karakterde olmasına karşın eğer bir müdahale kaçınılmaz hale gelirse bunun olabildiğince diplin içinde rizikoları asgariye indirilmiş biçimde yapılmasından yanaydı. Sanmıyorum ki, kafasında, “İşler altüst olsun, bu arada ben pay kapayım!..” düşüncesine zerre kadar prim vermiş olsun...

Uğur Mumcu: Talat Turhan’a bugün de saygınız çok...

Celil Gürkan: İstanbul’da Kuzguncuk’ta annesinden kalan 70 metrekarelik bir evde yaşıyor. İstese çok parlak işlere de girerdi. Bir ona bakıyorum, bir de Adapazarı “Toprak Devrimi” diye masaları yumruklayan Kabibay’lara ve Esin’lere!... Ne gariptir ki, 12 Mart Dönemi’nde Orhan Kabibay’ın kapısını bile çalmayan kuvvet, Talat Turhan’a en ağır işkenceleri denemiştir!...

3) Uğur Mumcu, Cumhuriyet

“…Talat Turhan’ın kitabını okuyun… Turhan, en hünerli hukukçuları bile kıskandıracak savunmasında…(Savunma 1- Yazarın notu: Savunma 1 adlı kitabıma gönderme yapıyor)

4) Kim, Kimi Doğruluyor…

Uğur Mumcu, Cumhuriyet,

Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'in, 12 Mart olayı ile ilgili açıklamaları, bazı çevrelerde şaşkınlık yarattı. Nasıl yaratmasın ki, Demirel hükümetinin baş sorumlularından biri, 12 Mart'ın CIA tarafından yapıldığını söylemekte ve MİT'in, CIA, İran'ın Güvenlik Örgütü "SAVAK" ve İsrail Gizli Polis Örgütü "MUSAD" ile bazı ilişkiler içinde olduğunu ileri sürmektedir. 12 Mart'ın CIA tarafından düzenlendiğini, Demirel'in bakanlarından Turhan Bilgin'in sahibi bulunduğu "Güneş" gazetesinde, yazılmış üstelik Orgeneral Faruk Gürler'in içinde bulunduğu bir "Brüksel Cuntası"ndan söz edilmişti.

12 Mart 1971 tarihinden sonra kurulan Sıkıyönetim Mahkemelerinde, birçok kimse, 12 Mart'ın CIA tarafından gerçekleştirildiğini söylemiştir. Mahkeme önünde söylenen bu sözler,

Page 166: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

çoğu kez tepkiyle karşılanmış ve bu sözlerin sahipleri, itilerek, kakılarak, dövülerek duruşma salonlarından dışarı atılmışlardır.

Çağlayangil, Süleyman Demirel'in yakın ve sadık dostlarından biridir. Turhan Bilgin, 12 Mart muhtırasıyla düşürülen Demirel hükümetinin sözcüsüdür. Demirel'in bu iki bakanı da 12 Mart'ın CIA tarafından yapıldığını söylemekte ve yazmaktadırlar.

Buraya bir nokta koyalım.

Talat Turhan, 1963 yılında, devrimci düşüncelerinden dolayı emekli edilmiş bir Kurmay Yarbay'dır. 12 Mart muhtırasından sonra, İstanbul'da karargâh kuran Kontrgerilla işkencecileri, bir gece Talat Turhan'ı esir aldılar. Talat Turhan Erenköy işkence evinde, en ağır işkencelerinden geçirildi. Kontrgerilla eşkıyası, Türkiye'deki bütün devrimci eylemleri, Talat Turhan'ın sırtına yüklemek için her türlü işkence yöntemine başvurdu.

Basında "Bomba Davası" olarak adlandırılan davada, Talat Turhan ilginç açıklamalar yaptı. 4.500 sayfayı aşan savunmasında, Türkiye'de CIA çalışmaları birer birer sergilendi. Talat Turhan savunmasını yaparken, Faik Türün, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı olarak görev başında bulunuyordu.

Talat Turhan, 8 Haziran 1973 günü, 2 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde CIA-MİT ilişkileri hakkında şunları söylemişti:

"Savunmamda açıkladığım gibi Türk-Amerika ilişkileri 1947'den bu yana ikili anlaşmalarla, Atatürk'ün "Tam bağımsızlık ilkesi"nden ödün verile verile bugünkü noktaya varmıştır.

Türk-Amerikan ilişkilerinde, senelerce verilen ödünlerin dün Johnson'un mektubu, bugün silah ambargosu olarak karşımıza çıkması senelerce sürdürülen dış politikamızın iflasını simgelemesine karşın, Türkiye'yi, Amerikan emperyalizmine peşkeş çekenlerin, politikasını sürdürmek için adam satın alarak cepheleşenlerin ardında olan güç nedir? 22 Ekim seçimlerinden önce silah ambargosu neden kısmen kaldırılmıştır? Joseph Luns Türkiye'nin seçimleri ile neden ilgilidir…

Bizi, bütün bu olayların ardında CIA parmağı aramaya iten haklı nedenler olduğunu 12 Mart sonrası uygulamalarının CIA önerileri doğrultusunda olduğunu savunmamla kanıtlayarak, milliyetçi tutsaklarının gerçek niteliklerini gözler önüne sermiş bulunuyorum.

Bu bölümde CIA-MİT ilişkisi üzerinde yeniden durmak istiyorum. Çünkü bilindiği gibi MİT'in yasadışı bir emri ile tutuklanmış bulunuyorum.

8 Eylül 1964 günü Genç Kemalistler Ordusu olayı nedeniyle Gn. Kr. Bşk.lığı Askerî Mahkemesi'nde yargılanırken yaptığım savunmada:

-MİT'in Silahlı Kuvvetler mensuplarını takip ettiğini ve bu yöndeki girişimlerinin her geçen gün artacağını ve MİT'in siyasal iktidarın aleti olmaması gerektiğini, MİT'in içinde görevini kötüye kullanan parazitlerden temizlenmesi gerektiğini belirttikten sonra, örgütün görevini kötüye kullandığını ve Anayasa'yı ihlâl ettiğini ve Genç Kemalistler Ordusu olaylarında tıpkı bugünkü gibi yasadışı olarak sorguların MİT'te yapıldığını belirtmiştim.

O gün bu çıkışı yaparken elbette bildiğim gerçeklere dayanıyordum. Nitekim olaylar beni doğruladı.

Page 167: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Zamanın MİT Başkanı olan Fırat Doğu, Sunay ve Tağmaç'ın da tasvibi ile CIA ve Savak gibi gizli örgütlerle yakın ilişkiye geçmişti. Bu ilişkinin bir gün 12 Mart muhtırası ile noktalanmasından daha doğal bir sonucu olamazdı. (Örneğin 21 Mayıs 1963 darbe günü Fuat Doğu İran'da ve Savak'ın misafiri bulunmaktadır.)

Olayların doğruladığı kanımızı, 9 sene sonra 2 No.lu Sıkıyönetim Askerî Mahkemesinde yeniden dile getirdim: "Sunay ve Tağmaç'la şahsî bir ilişkim yoktur. Ancak bunlar özellikle 22 Şubat'tan sonra yönetimi fiilen ele geçirmişler, MİT'i ele geçirmişler, MİT'i de Amerikalılar ele geçirmiş ve bu şekilde idare edilmeye başlanmıştır. Bu yüzden de memleket bu hale gelmiştir. Bu konuları savunmamda ayrıntıları ile bildireceğim. (D. Tu. Sh. 16)

İki buçuk sene önce verilmiş bu sözümü yerine getirmiş olduğumu sanıyorum.

MİT'in Erenköy'deki işkence köşkünde Kontrgerilla örgütü adına bana işkence yapanlar eğer bir iktidar kavgasının karşıt grupları olsa idi onları mazur görürdüm. Hepsinin Amerikan emperyalizmine yerli işbirlikçi yetiştiren Washington Uluslararası Polis Akademisi'nde Kontrgerilla ve CIA okullarında yetiştirilmiş olması ardındaki hıyaneti görmemezlikten gelemezdim."

Talat Turhan'ın bu açıklamaları, İhsan Sabri Çağlayangil tarafından kelimesi kelimesine doğrulanmıştır. Bu açıklamalar, devrimcilere çektirilen acıların gerekçelerini de anlatmıyor mu?

Her halde, Kurmay Yarbay Talat Turhan, şimdi İhsan Sabri Çağlayangil'e teşekkür etmektedir.

5) Bomba Davası, Savunma-1, Talat Turhan,

İlhami Soysal Sunusu, Ocak 1986

…Talat Turhan… Sapına kadar Atatürkçü idi, 27 Mayıs Devrimi’nin dinamolarından biri sayılırdı,

…Arkadaşları arasında hep geleceğin en parlak generallerinden, komutanlarından biri olacak diye görülürdü. Gözünü budaktan sakınmaz, sert, dinamik, sözünü esirgemez, inandığını sonuna kadar savunur, bilinç düzeyi yüksek bir Atatürkçü olarak tanınmıştı. Atatürk’ün “tam bağımsızlık” ilkesini savunuyordu. Ordunun ve ülkenin ABD güdümüne sokulmaya çalışıldığı görüşü içindeydi.

6) “Talat Turhan’ın Kitabını Okuyun! …”

İlhan Selçuk, Cumhuriyet, 31 Ocak 1986

…Talat Turhan’ı bilmem tanıtmaya gerek var mı? Eğer tanımayan varsa kitabını almalı tanımalıdır (Savunma 1-Yazarın notu: Savunma 1 adlı kitabıma gönderme yapıyor) Çünkü tanınması gereken kişileri tanımadan, bilinmesi gereken olayları bilmeden ülkemizin nereden gelip nereye gittiğini anlamak olanaksızdır...”

Talat Turhan’ın kitabı 12 Mart’ın ünlü Bomba Davası’ndaki savunmasının giriş bölümünden oluşuyor. Ne var ki bu bölüm, bir roman kadar yaşadığımız hayatın bir parçasıdır. İşkencenin görünen nedenlerine ve görünmeyen köklerine inmektedir. Yalnız bu kadarla da kalmıyor Talat Turhan, 12 Mart döneminden bugün de haber veriyor.

Page 168: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

…Türkiye’nin düzeninin kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmek isteyen iç ve dış güçler ittifakının…

Kimi davaları kullanarak bugüne nasıl ulaştıklarını anlamak bakımından bu kitap aydınlatıcı bir belgedir...

7) Bomba Davası, Savunma-2, Talat Turhan,

İlhan Selçuk Sunusu, Temmuz 1986

…Bomba Davası 1960’lı ve 70’li yılların Türkiye’sini göz önüne sermekte, daha da ötesi 12 Eylül 1980 müdahalesinin köklerine ışık tutmaktadır… Bu döneme ilişkin Türkiye tarihini yazmak isteyenler “Bomba Davası”yla ilgilenmek zorundadırlar…

…Talat Turhan, devrimci-demokratik bir inancın ve “tam bağımsız Türkiye” ülküsünün adamıdır, karşı kökeni ise ABD, CIA, kontrgerilla ortaklığının güdümündeki bağımlılık siyasetine dayanmaktadır…

…Bomba Davası’nın birincil sanığı Talat Turhan, “Savunma”sında anahtarları açıklıyor. Bu nedenledir ki “Savunma” bir kişinin savunması değil, Türkiye’nin dün-bugün-yarın çizgisindeki gerçeklerinin sergilenmesidir…

8) Asker Devrim Darbe, Atatürk İlke ve Devrimleri Süreklidir

Ömer Lütfi Erol, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2003, s. 24

Kendini olaylar içinde mücadele ederek yetiştiren, birçok suçlama karşısında büyük bir inanç, bilinç ve çabayla hazırladığı savunmaları ile gerçekleri ortaya koyan, Atatürk Türkiye’sini tehdit eden tüm unsurları bilimsel incelemeleriyle su yüzüne çıkaran, gerçek Atatürkçü, ülkesini ve ulusunu yürekten seven, devrimci, ideolog, araştırmacı-yazar Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın zengin arşivinden cok yararlandım

9) Girdap, c. 1, Emekli Amiral Vedii Bilget,

Kastaş Yayınevi, 1. Baskı, Temmuz 2002

…Talat Turhan da aklını kullanıyordu. Türkiye’de ne gibi oyunlar döndüğünün derinlemesine bilgisine erişilmeden, Silahlı Kuvvetler içinde tam bir amaç uyumu ve birliği olmadan, hareket ertesinin tüm plan ve uygulamaları önceden kotarılmadan her hangi bir atılıma geçmeyi zamansız buluyordu…

Talat Turhan bir süre ilintilendiği hareketten uzak durmaktadır artık. Yılların deneyimiyle burnuna “kötü kokular” gelmektedir.

Hareketi satıyorlar, dedi gözlerimin içine bakarak. MGK’da hareketin içinde solcular var, Rusya’daki gibi olacak diye açık bir taktik güdüldü. Bu hareketin yerine, duruma Tağmaç ve Sunay’ın egemen olacağı başka bir hareket öngörüldü. Bakma sen Batur ve Gürler’in karşı çıktıklarına. Önerilen harekette etkinlikleri hiç yoktu. Tağmaç ve Sunay onlara da güvenmez. Bu nedenle karşı çıktılar. Ama önerilen yolda onlara da etkinlik tanınsın, sizi es geçmezlerse ne olayım.!

Benden bir yanıt beklercesine ara verdi sözlerine. Sustum. Derin bir soluk alıp konunun can alıcı noktasına girdi.

Page 169: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Tağmaç, alınan soluğu bile izliyor. Erçikan’ın bir namı da telefondur. Her şeyi iletir. 1963’ten bu yana böyledir bu. Sunay’ın telefonudur o!

10) Ergenekon, Can Dündar-Celal Kazdağlı,

İmge Kitapevi, 1. Baskı, Temmuz 1997,

1 Mayıs katliamından on gün sonra 7 Gün dergisinde Emekli Kurmay Albay Talat Turhan imzalı bir yazı yayımlandı. İktidarların Çeteleşmesi başlıklı bu yazı 20 yıl sonra açığa çıkacak çeteleri ilk kez haber verirken, kontrgerilla örgütlerinin çalışma yöntemlerini de anlatıyor ve adeta olacakları duyuruyordu:

...Kontrgerilla örgütleri, gerektiğinde terör ve siyasi cinayetlerle anarşiyi araç olarak kullanarak faşist askeri darbeler için ortam hazırlar ve bu suretle azgelişmiş ülke düzenlerinin emperyalist çıkarlara uyarlı şekle dönüştürülmesini sağlarlar.

Tarih Yarbay Talat Turhan’ı yanıltmadı. O günden sonra olaylar bir çığ gibi büyümeye başladı. Ve ilk hedeflerden biri, 1 Mayıs katliamının faillerini araştıran CHP lideri Bülent Ecevit oldu. 1 Mayıs katliamından tam 28 gün sonra kurşunların hedefinde bu kez Ecevitler vardı...”

...

...Sonunda beklenen oldu ve Talat Turhan’ların, Doğan Öz’lerin uyardıkları gibi 12 Eylül darbesi geldi. Ama çetenin işi bitmedi. Aynı isimler, yeni rollerle, yine devlet tarafından göreve çağırıldılar. Hem de 12 Eylül öncesi karıştıkları olaylardan ellerine kan bulandığı halde...”

...

...Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tabloyu bu ülkenin Doğan Öz gibi cesur savcıları, Talat Turhan gibi gözüpek askerleri, Cevat Yurdakul gibi dürüst polisleri, Uğur Mumcu gibi yürekli gazetecileri daha 20 yıl önce gözler önüne sermişlerdi. Onlara sahip çıkamadık ve tam 20 yıl kaybettik...

11) Los Angeles Times Adlı Amerikan Gazetesinde de Yayınlanan Bir Makalede Aynı Doğrultuda Açıklamalara

Yer Verilmistir.

...Türkiye’de de bu oldu. Kontrgerilla faaliyetleri konusunda üç kitabın yazarı olan Emekli Albay Talat Turhan’ın belirttiğine göre, askeri özelliği olan ancak orduya bağlı olmayan gölge birimler dinleme, baskı ve sol görüşlülere işkence yapılması olaylarına karışan kontrgerilla örgütü “Bozkurtlar”a silah sağladı...

12) İhtilalci Subaylar, Ersal Yavi, Yazıcı Yayınevi,

2. Baskı, Eylül 2003, İzmir, c. II, s. 389

Bir düşünce bir eylem adamı olan Talat Turhan, 27 Mayıs’tan itibaren hemen hemen pek çok olayın doğrudan içinde veya tanığı olmuştur. Onun bütün çabası Atatürk Devrimleri’ni dillendirmek ve ülke yönetiminde ortak ve adil halk katılımcılığını ısrarla ön plana çıkarması olmuştur. Açıkçası katı askeri disiplin ve hiyerarşi onun kişiliği ile uyuşmuyordu. Bu nedenle siyasetçiler ve bazı Yüksek Komuta Heyeti’yle sürekli anlaşmazlık

Page 170: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

içine düşmüş ve başı dertten hiçbir zaman kurtulmamıştır. 22 Şubat ve 21 Mayıs ihtilal girişimlerinin doğduran içinde olmamasını rağmen o da tutuklanarak cezaevine konulmuştur.

İhtilalci Subaylar, Ersal Yavi, Yazıcı Yayınevi,

2. Baskı Eylül 2003, İzmir, c. II, s. 390

Talat Turhan’ı Genç Kemalistler Ordusu olayında da görüyoruz. Önceleri kitapta kısmen değindiğimiz gibi, Talat Turhan sürgün olarak tanımladığı Afyon’da da rahat durmaz ve Kemalist Devrimleri, genç subaylar ve komutanları arasında kendince bütünleştirme çabası gösterir.

(*) Yazarın notu: Genç Kemalistler Ordusu, Talat Turhan, İleri Yayınları, 1. baskı, Eylül 2004.

13) Nato’nun Gizli Orduları, Daniele Ganser,

Güncel Yayıncılık, 1. Baskı, Ekim 2005, s. 399-401

...Ancak gerek Bozkurtların sahip olduğu geniş halk desteği gerekse de 1990’lı yıllarda bile zorbalıklarını devam ettirmiş olmaları nedeniyle, Türkiye’den çok az kişi meseleyi açık dille getirme cesaretini gösterebildi. Bu cesareti gösterenlerden biri subay Talat Turhan’dı. Talat Turhan 1960 darbesinde yer alan isimlerden biriydi. Dört yıl sonra Ordu’dan Topçu Kurmay Yarbay rütbesiyle emekli edildi. Türk emniyet sisteminin en karanlık sırları hakkında konuşmayı sürdürdüğü için, 1971 darbesinden sonra Ordu, Turhan’ı ortadan kaldırmaya çalıştı ve kontrgerillanın işkencesine maruz kaldı. Daha o zamanlar Turhan şu açıklamada bulunmuştu: “Bu, NATO ülkelerinin gizli birimidir.” Ancak 1970’lerin Soğuk Savaş konteksinde kimse Turhan’ı dinlemeye yeltenmedi.

Kontrgerilla işkencesinden sağ kurtulan Turhan yaşamını kontrgerilla gizli ordusunu ve Türkiye’deki örtülü faaliyetleri araştırmaya adadı. Ve konu ile ilgili üç kitap yayınladı.

1990’da İtalya’da NATO tarafından organize edilmiş ve CIA tarafından desteklenen Gladio adlı bir yeraltı örgütü bulunduğu ve bu örgütün ülkede düzenlenen terör eylemleriyle bağlantılı olduğu ortaya çıktığında, çok sayıda Türk ve yabancı gazeteci bana ulaşarak açıklamalarımı haber yaptı. Çünkü bu alanda 17 yıldır araştırma yaptığımı biliyorlardı.

Turhan, Türkiye’deki faili meçhul cinayetler göz önüne alındığında kontrgerillanın faaliyetlerinin ve CIA, Türk İstihbarat Servisi ve Savunma Bakanlığı’yla bağlantılarının ivedilikle araştırılıp tüm detaylarıyla su yüzüne çıkarılması gerektiğini ısrarla vurguluyordu. Ancak üç askeri darbe yaşayan ülkede, silahlı ordu, paramiliter güçler ve istihbarat servisinin Türk toplumunda eşi benzeri görülmemiş bir güce sahip olduğu herkesçe bilinen bir gerçekti; dolayısıyla kontrgerillayla ilgili hiçbir soruşturma yürütülmedi. Turhan, “Türkiye’de Gladio biçimindeki özel kuvvetler, halk tarafından kontrgerilla adıyla bilinir” diye açıklıyor ve “tüm çabalarıma ve siyasi partilerin demokratik kitle örgütlerinin ve medyanın girişimlerine karşın, kontrgerilla hâlâ soruşturma altına alınmadı” diyerek Avrupa Birliği’ni konuyla ilgili soruşturma yürütmeye davet ediyordu.

Turhan, “Kontrgerilla ismiyle ilk kez bu koşullar altında tanıştım” diye açıklıyor ve ardından Bozkurtlar’ın kontrgerillayla doğrudan bağlı olduğunu belirtiyordu ve “kendilerine kontrgerilla diyen işkencecilerin çoğunluğu, Türk istihbarat servisi MİT’ten ve Bozkurtlar’dan çıkma adamlardı. Bu gerçekler Meclis’in gündeminde olduğu halde, bugüne kadar su yüzüne çıkarılmadı (1977) diyerek devam ediyordu.

Page 171: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

14) Gizli Ordular, Halid Özkul, Sorun Yayınları, Aralık 2005

…Türkiye’de, dünyanın mazlum halklarının emeklerini gasp edip, özgürlükleri baskı altına alan kapitalist “modern/çağdaş kölelik”in, bunu hangi taktiklerle nasıl başardığının “perde arkası”nı kurcalayan, bu konuyu 1961’den itibaren bir disiplin içinde sorgulamaya başlayan, “tek kişilik” bir araştırma merkezi gibi çalışan ilk kişi şüphesiz Kemalist-devrimci Em. Kur. Yar. Talat Turhan’dır.

…Halbuki, 1970’lerin başında “pirkomutan” Em. Kur. Yar. T. Turhan, tek kişilik gerilla taktik-taarruzlarıyla; karşı-devrimci cepheyi, sığınmış oldukları “kontrgerilla” koruganlarında yıpratırken, yine onun taktik hurçları sonunda fesat (konspirasyon) odaklarından biri Eisenhower Exchange Fellowship’in ve yerli işbirlikçilerinin deşifre edilmesiydi. 1970’lerin sonunda “üç maymun Türk medyası”nda T. Turhan’ın yol göstericiliğinde konuya ilk olarak değinen, önce bu fesatın izinde katledilmis olan gazeteci Uğur Mumcu ve ardından Türkiye’nin gelmis-geçmis en namuslu birkaç gazetecisinden biri olup, “kalp krizi” (!?) sonucu vefat eden Örsan Öymen…

Bütün bu fenomenlerin inkişafında zorunluluk, meyvesini “Gizli Ordular-RT-CFR-BG-TLC” adlı çalışmam olarak verdi. Kaldı ki, yıllar önce; kavgamızın pirlerinden Em. Kur. Yar. T. Turhan, beni böyle bir ürün yapılandırmam için de uyarmıştı. Çünkü bu konuda Türkiye’de büyük bir bilgi eksikliği vardı. Çok ilerlemiş (81) yaşına karşın, 45 yıllık bir kanlı kavganın yorgunluğu ile çok ağır bir rahatsızlık geçirmesine karşın, bütün onuru ile dimdik kavgaya devam eden O’nun bu isteğini de yerine getirmek, benim için ayrı bir kıvanç oldu…

15) Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler, Kemal Yamak

... Kontrgerilla konusunda bu sözü ilk duyanlardan Sayın Talat Turhan, 18 Kasım (1990) tarihli Milliyet gazetesinde:

… Kontrgerilla lafını ilk kez Erenköy görevlilerinin çıkardığını söyledim. Onlar gerçekten Özel Harp Dairesi’nin adamları mıydı, kesin yanıtı henüz verilmiş değil. Yalnız eskiden beri bir iddiam var. Bir kurum kendisini temize çıkarmak istiyorsa adına iş yapanlardan hesap sorar…” diyor ve “doğru değilse gerçeklere dayanılarak temize çıkarılması gereğini vurguluyor…”

Bu ihtiyaca Genelkurmay Özel Harp Dairesi’nde görev alan, yaptıkları görevin ulviyetine inanan ve bu münakaşalardan çok büyük üzüntü duyan bütün personel katılmaktadır…

16) Tageszeitung gazetesi, Almanya, 29 Ağustos 1991

“Darbe deneyemini yaşamış Türk Albayı anımsatıyor. / Reçete basit: İstikrarsızlık ve Terör”

67 yaşındaki Talat Turhan, önceleri Türk Genelkurmayı’nda planlama memuru olarak çalışan bir kurmay yarbay iken, 1960 darbesine katıldı ve 1971’de ise bizzat kendisi darbecilerin kurbanı oldu. Ünlü “Bomba Davası”nda yargılandı. Sunduğu kapsamlı savunmasında, Türk Gladiosu’nu oluşturan “Kontrgerilla”nın terörist etkinliklerini gösteren belgeleri açıkladı.

17) Soğuk Savaş Mirası, Leo A. Müller

Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, gerilla şubesinin arka planındakilerle yıllar boyunca uğraştı.

Page 172: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Turhan, bir Amerikan ordu talimnamesinden tercüme edilen, Türk ordusu tarafından harfi harfine uygulanan "Field Manual 31" (Amerikan Sahra Talimnamesi)i yayımladı. "Top Secret" (Çok Gizli) talimnamede illegal bir grubun nasıl eğitileceği öğretiliyordu. Askeri hizmet için, Kara Kuvvetleri Komutanı Ali Keskiner tarafından imzalanmıştı. Gizli örgütün talimnamede belirtilen faaliyet alanları şunlardı: "İnsanları öldürmek, bomba atmak, soyun olayları organize etmek işkence, adam kaçırma, kundaklama, sabotjlar, propaganda, karşı enformasyon politikası. Talat Turhan tehlikeli bir subaydı. 1971'deki askerdi müdahaleden sonra gerilla mensupları tarafından işkence edilmişti!

18) Talat Turhan, İzzet Özel

Siyaset masonu ininde buldu

Talat Turhan Atatürk'ün yarbayı

Yılmadı aylarca işkence gördü

Talat Turhan vatanının yarbayı

Bir ömür tüketti ülkesi için

Önüne set çekti küresel gücün

Fermanlar yazıldı idamı için

Talat Turhan Atatürk'ün yarbayı

Boynunu eğmedi katil faşizme

Satmadı vatanı emperyalizme

İhanet etmedi hiç Kemalizme

Talat Turhan vatanının yarbayı

Karanlıkta ışık oldu izzete

Bir tek ondan korktu küresel çete

Susmadı anlattı bütün millete

Talat Turhan Atatürk'ün yarbayı

İzzet Özel, 2 Ocak 2006

Page 173: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Yararlanılan Diğer Kaynaklar

1- Bir Ortaçağ Mafyası-Tapınakçılar, Enis Tezcan, Sayfa yayınları, Aralık 2003

2- Tek Dünya İmparatorluğu, Hakan Yılmaz Çebi, Kum Saati Yayıncılık-Nisan 2005

3- Masonların Saklı Tarihi, Tuncar Tuğcu, Gökçe Kitapevi Yayınları

4- Yeni Din, Yeni Tanrı, Alpaslan Işıklı, Otopsi Yayınları, Kasım 2005

5- Kaos İmparatorluğu, Alain Joxe, İletişim Yayınları, 2003

6- Derin İhtilal, H. A. Gwynne, Selis Kitaplar, 2003

7- Tapınak Şövalyeleri-Kutsal Kan-Kutsal Kase, Michael Bayent-Richard Leigh-Henry Lincoln, Nokta Yayınları, Nisan 2004

8- 2012, Mardukla Randevu, Burak Eldem, İnkılap Kitabevi, 2003

9- Ezoterika-Gizli Cemiyetler, Aydoğan Vatandaş, Timaş Yayınları, 2003

10- Uluslararası Güç Odakları, Texe Marrs,Timaş Yayınları, 2003

11-Türkiye'nin Siyasi İntiharı-Yeni Osmanlı Tuzağı, Cengiz Özakıncı, Otopsi Yayınları, Eylül 2005

Page 174: Derin Devlet - Talat TURHAN.pdf

Ekler çizelgesi

EK: 1. Amerikan Kontrgerilla Talimnamesi (FM 31-16)

EK: 2. Amerikan Kontrgerilla Talimnamesi (FM 31-16)

Özel Savaş’ın yerüstü birliği olan bir alayın kuruluş şeması

EK: 3. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Sahra Talimnamesi (ST 31-15)

EK: 4. Type State (province) Area Coordination Center (ACC)

EK: 5. Bölge Koordinasyon Merkezi şeması

EK: 6. ABD ve Yerli Talimnamelerin Açılımı

EK: 7. FM 31 kodlu Sahra Talimnamesi’nden bazı örnekler

EK: 8. Bir soğuk savaş durumunda muhtemel ilişkiler

EK: 9. David Galula imzalı, Henry Kissinger tarafından yazılan “Ayaklanmaları Bastırma-Teori ve Pratik” isimli kitabın İngilizce kapağı

EK: 10. Noam Chomsky’nin Roosevelt’in dört özgürlük tanımına karşı geliştirdiği beşinci özgürlük kavram şeması