23
Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . NÂZIM Ölümsüzlüğünün 50. yılında Geçen hafta 64.016 okura ulaştık Nâzım, Türk şiiri, devrim ÖZDEMİR İNCE Ressam Nâzım Hikmet KAYA ÖZSEZGİN Nâzım Hikmet’e sataşma var! VEYSEL ÇOLAK 101 Kere Nâzım CENK GÜNDOĞDU

Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

  • Upload
    others

  • View
    8

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

Aydınlık31 Mayıs 2013

Cuma Yıl: 2

Sayı: 66Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITAP

.

NÂZIMÖlümsüzlüğünün

50. yılında

Geçen hafta 64.016 okura ulaştık

Nâzım, Türkşiiri, devrim

ÖZDEMİR İNCE

Ressam NâzımHikmet

KAYA ÖZSEZGİN

NâzımHikmet’e

sataşma var!

VEYSEL ÇOLAK

101 KereNâzım

CENK GÜNDOĞDU

Page 2: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM
Page 3: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

3Aydınlık KİTAP

Ölümsüzlüğünün 50. Yılı 3 HaziranO kadar ölümsüz ki,“Adnan Bey” şiirinden dizeleri anımsaya-lım:“ Yüz Türkiye olsa

elinizden de gelseyüzünü de zincire vurur

yüz kere satarsınız.”1959’un başbakanına yazmıştı. Şiirdeki adısiz en çok nefret etiğiniz ve vatanı AdnanBey ile kıyaslanmayacak denli satan birininadını koyarsanız, şiir değerinden hiçbir şeyyitirmeyeceği gibi, göreceksiniz artacaktır.O kadar günümüzde ki, mesela dünkü olsun,Aydınlık’ın birinci sayfasındaki fotoğrafa bak-mış da yazmış gibi “Teftiş” şiirini:“Önde Amerikan paşası kafayı dikmişve sırmalı şapkasında eli

kasap bıçağı gibi parlıyor keskin, ge-niş ve küfredip sesini duyuyorum

toprağıma tokat gibi inen adımlarının.Türk paşası on beş adım geride.Yüzünü göremiyorum, gölgeli.Belki alışmış,belki utanıyor, belki öfkeli.”O Türk paşasının adını hemen yazabilirsiniz.Amerikan generallerinin varlığından utananpaşaların adını da bir çırpıda yazabilirsiniz,öfkeli olanların da. Ya hele o “İstiklal” şiiri,Tam bağımsız Türkiye’yi kuruncaya dek hergün kendini güncelleyecek ve o günden son-ra da hep aklımıza mıhlanıp kalacak,1956’dan beri her gün kendini güncellediği,aklımıza mıhlanıp kaldığınca: bu “İstiklal”şiiriBu zırhları, bu orduları tanırım,Benim de sularıma girdiler,Benim de toprağıma asker çıkardılar gecele-yin.Kanıma susamıştılar.Çalmak istiyorlardı gözlerimin nurunu,Hünerini ellerimin.Döktük denize onları1922’ydi yıllardan...

Mısırlı kardeşim;Şarkılarımız kardeştir,İsimlerimiz kardeş,Yoksulluğumuz kardeştir,Yorgunluğumuz kardeş.

Şehirlerimde güzel, ulu, canlı ne varsa: İnsan,cadde, çınar,Savaşında senin yanındalar.

Köylerimde Kelam-ı Kadim okunuyorSenin dilinle,Senin zaferin için...

Mısırlı kardeşim,Biliyorum, biliyorum,İstiklal otobüs değil kiBirini kaçırdın mı, öbürüne binesin...İstiklal sevgilimiz gibidirAldattın mı bir kereZor döner bir daha.

Mısırlı kardeşim,Kanalın sularına karıştı kanın.İnsanın yurdu bir kat daha kendinin olurToprağına, suyuna karıştıkça kanı.Yaşamış sayılmaz zatenYurdu için ölmesini bilmeyen millet...

BOP projesi günlerinde, Arap baharı adı ve-rilmiş, “karşıdevrimlerin” Irak’ta, Mısır’da,Libya’da, Filistin’de döktüğü kan, Araphalklarının soluk borusunda pıhtılaşırken, şii-rin şimdi Amerikan uşağı ÖSO çapulcula-rına karşı direnen Suriye halkı için yazılmışolduğu, her Mısır vurgusunda belli olmuyormu?Ama en çok bize, en çok büyük Türk mil-letine ve devrimcilerine söylüyor:Yaşamış sayılmaz zatenYurdu için ölmesini bilmeyen millet...

***Kapağımızı bu toprakların yetiştirdiği usta-lardan, Jak İhmalyan’ın “Nâzım” tablosu ilesüsledik. Anısına saygıyla.Ölümsüzlüğünün 50. Yılında Nâzım Hik-met’e ayırdığımız bu özel sayının editörlü-ğünü Seyyit Nezir yaptı.Özdemir İnce, Veysel Çolak, Prof. Kaya Öz-sezgin, şu günlerde Metin Altıok Şiir Ödü-lü’nü almış bulunan Cenk Gündoğdu, Me-cit Ünal ve müzik alanındaki kaynak araş-tırmasının ilk kez olduğunu düşündüğümüzAli Rıza Özkan çok değerli katkılarını sun-dular. Leyla Erbil, Özkan Mert, PEN Der-neği Başkanı Tarık Günersel, Haydar Er-gülen, Şeref Bilsel, Gonca Özmen sorumu-zu yanıtladılar. Hepsine teşekkür ederiz.Yıl boyunca Nâzım üzerine yazı, anı, belgeve röportajlara yer vermeyi sürdüreceğiz.

***Mustafa Şerif Onaran’ı, Ankara’nın sanatedebiyat çınarını yitirdik.Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

HALDUN ÇUBUKÇU

İÇİNDEKİLER

Nâzım, Türk Şiiri, Devrim s. 4-5

Nazım Hikmet ve Müzik s. 6

Toplumun içindeki Nazım s. 7

Nâzım Türk şiirinde hangi devrimi yaptı s. 8

101 Kere Nâzım s. 9

s. 10

Nâzım Hikmet’e Sataşma Var! s. 11

s. 12-13

Ressam yönüyle Nazım Hikmet s. 14

Nâzım: tekdüze değil çok yönlü bir sanatçı s. 15

s. 16

Romanın cehennemi s. 17

Yeni çıkanlar s. 18-19

s. 20

İnsanlığın sonuna kesilen ilk bilet s. 21

Batılı Irkçı Paradigma: Kara Güneş s. 23

Bulmaca s. 22

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu/ İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Genel Müdür YardımcısıSaynur Okuroğlu

[email protected] Müdürü

Kamile Karakadı[email protected]

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

SahibiAnadolum Gazetecilik Basım Yayın

San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı

Genel Yayın YönetmeniMustafa İlker Yücel

Sorumlu MüdürMehmet BozkurtTüzel Kişi Temsilcisi

Metin Aktaş

Aydınlık

KITAP.

Sayfa Sekreteri Alev Özgenç

Editör Pınar Akkoç[email protected]

Yazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu

Reklam Servisi

KAPAK: Nâzım şiir devrimiyle

putları nasıl yıktı

Türk şairine mazlumlardan

yana olmayı Nâzım öğretti

Gizli tanıkların rezalete

dönüşmüş açık görevleri

Çocuk-Genç :

Çocukların ve masalların Nâzım’ı

[email protected]

Ölümsüzlü�ünün

50. Y�l�ndaYurdu için ölmesini bilen milletin büyük şairi

31 MAYIS 2013 CUMA

Page 4: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

4 Aydınlık KİTAP

Nâzım’ın gerçekleştirdiği en büyük dev-

rim bizzat kendisidir. Hem insan hem de

şair olarak. Bu yazıya başlamadan önce,

yazılarım arasında yaptığım Nâzım’la

ilgili taramada bulduğum, ne zaman ve

nerede yazdığımı anımsamadığım aşa-

ğıdaki yazı parçası, bu devrimin nasıl bir

şey olduğunu çok iyi anlatıyor:

Cumhuriyet’i ve tek parti CHP’sini yere

vurmak için ikisinin Nâzım’ı haksız yere

hapsettiğini ileri sürerler. Doğrudur ! Nâ-

zım haksız yere mahkûm edilmiş ve 15 kü-

sur yıl mahpus damında yatırılmış.

Cumhuriyet ve CHP iktidarının Nâ-

zım’a zulmetmesinin önemsiz olduğunu

söyleyecek değilim elbette! Ama Nâzım,

kendisine düşman muamelesi yapan dü-

zen ve hükümet ile “devlet”, “ülke” ve

“millet”i birbirine karıştırmadı. Hayır!

Nâzım, kurulu düzeni değiştirmek is-

tiyordu. Düzen, Nâzım’a karşı kendini

korudu ve bu koruma işlemi içinde tür-

lü fesat çevirerek onu alt etti, yendi. (Bel-

ki de her ne pahasına olursa olsun şair

yendi.) Ama bu bir güreş gibi, boks

maçı gibi düşünülmeli. Nâzım o maçta sa-

dece yenildi ve yenilgisini centilmence ka-

bul etti. Soylu bir şövalye gibi kabul etti

ama sapmadan, dönüşmeden, dönmeden

yoluna devam etti. Çünkü yenmesi ge-

rekeni yendiğini biliyordu.

Nâzım’ı Türkiye Cumhuriyeti devle-

tine, Türkiye toplumuna düşman etme-

yen, onlardan nefret ettirmeyen ve öç

alma serüvenine sürüklemeyen işte bu

soylu iç dengedir; ruhsal ve zihinsel ol-

gunluktur. Nâzım bu denge ve olgunluk

sayesinde zihinsel ve ruhsal sağlığını, in-

sanlık ve vatandaşlık onurunu korumuş

ve büyük yapıtını mahpus damında bile

yaratmayı sürdürmüştür.

Nâzım’ın yurtiçi hayatında olduğu

gibi yurtdışı hayatında da ülke aleyhine

tek bir eyleme, tek bir yapıta, tek bir söz

ve yazıya rastlanmaz. O, düzeni, düzenin

iktidarını ve düzenin bekçi köpeklerini

eleştirmiştir! Günümüzde onu örnek

alanlara, alacak olanlara ne mutlu!

Nâzım ile, 12 Mart ve 12 Eylül “zede”

ve “zâde”leri arasındaki kapanmaz uçu-

rum işte buradadır. Nâzım geçmişi, gün-

celi ve geleceği değerlendirecek sanatsal,

kültürel ve siyasal zekâ ve dehâya sahip

olduğu için savrulmamış, aksine bilene-

rek yoluna devam etmiştir.

12 Mart ve 12 Eylül’ün yeteneksiz

mağdurları (!) ise yenilgilerinin nedeni-

ni ilahileştirerek cumhuriyet, devlet ve

halk düşmanı olmuşlar; kimlik ve kişi-

liklerini yitirmişler, iktidar kervanının pe-

şinde sindirilmemiş peynir arayan fare-

lere dönüşmüşlerdir.

B�R DENS�ZL�K ÖRNE��Hürriyet gazetesinde Nâzım’la ilgili

yayınladığım bir yazıdan sonra bir den-

siz okurdan aşağıdaki e-postayı almıştım.

Bu ibretlik metni bir başka yazıda da kul-

lanmıştım, ama olsun. Bir metin girdiği

her yazıda bir başka anlam kazanır.

Okuyalım:

“Selam

Sabah Ekşi Sözlükt’e Nâzım hak-

kında yazı yazdığınıza dair bir haber oku-

dum. Tesadüf şu ki dün akşam araların-

da genç arkadaşların da olduğu bir top-

lulukla şiir ve özellikle Nâzım Hikmet

hakkında konuşmuştuk. Siz belki de bu-

günkü satırlarınızı yazarken biz harıl

harıl bu konuyu tartışmaktaydık.

Bence Nâzım artık bitmiştir. Bitme-

diyse de artık bitmesi gerekir. Nâzım Hik-

met’i yıkıp yerine onun kadar güçlü bir

sesle şiir yazacak bir şair daha çıkma-

dıysa, bu memleketin şiir ayıbıdır. Bili-

yorum ki bu memlekette kolay kolay laf

söyletmezler Nâzım’a. Ama söylenmesi

gerekiyor. Şiir üstündeki bu Nâzım sul-

tasını yıkacak bir şair çıkartamadıysak

eğer, yıllarca Nâzım’ı boşa okumuşuz de-

mektir. Nâzım sadece Türk şiirinin de-

ğil, dünya şiirinin de önemli şairlerinden

biri. Bunu yadsıdığımı sanmayın sakın. Ya

da liberal bir ağzın solcu bir şaire laf sok-

maya çalıştığını falan da düşünmeyin.

Tam tersi, çok sevdiğim ve çok okudu-

ğum için, şiirlerinin büyük bir kısmını

20’li yaşlarımdan beri ezbere bildiğim için

yazıyorum bunları. Nâzım kadar büyük

bir ustayı devirecek, küllerinden yeni bir

ses, yepyeni bir soluk yaratacak şiir ge-

rekiyor. Hala kendisi kadar güçlü bir se-

sin çıkmamış olması kemiklerini sızlatı-

yor olmalı. Oysa kendisini devirecek, ya-

rattığı devrimle sesimize ve sözcükleri-

mize yön verecek yeni bir şairi, sevgi ve

hayranlıkla kucaklardı Nâzım.

Yıkmak lazım ki yıkılanın yerine

daha iyisini koyabilelim.

Not: Nâzım büyük şair, inanmış

adam, fakat ben onun inandıklarının hep-

sine inanmıyorum. Mesela beni burada

tutan şey devrim beklentisi mi? Sanmı-

yorum. (Nâzım’ın dizelerinden apartma)

iyi çalışmalar.”

Siz hiç, bir İngiliz şiirseverin Sha-

kespeare’den, Milton ya da T.S. Eli-

ot’dan kurtulmak istediğini duydunuz

mu? Ben duymadım.

Ya da bir Fransız’ın Victor Hugo,

Rimbaud ya da Aragon’u çöp sepetine

atmak istediğini?

EDEB�YATTA MEMURLUK YOKTUR

Dünya edebiyat tarihinde yenilerin

eskileri, bir kuşağın önceki kuşağı kıya-

sıya eleştirdiği, yok saydığı çok görülür.

Nâzım da, başta Abdülhak Hamit olmak

üzere, eskilere karşı, “putları yıkıyo-

ruz” kampanyası açmıştı. Başta Makber

şairi olmak üzere hepsi yerinde duruyor.

Bu türden girişimler, edebiyat kavgala-

rı, yapanların ve karşı tarafın yerlerini be-

lirler, konumlarını pekiştirir.

İnternetin yarattığı insan türünden

olan bizim okurcu, şairlerin silahşor ol-

duğunu sanıyor. İyi bir şair bir başka iyi

şairden neden kurtulmak istesin? Bu gibi

durumlarda her zaman yazdığımı bir

kez daha yazacağım: Edebiyatta me-

murlukta olduğu gibi “kadro” yoktur.

Şair ve yazar birinci dereceye tayin edil-

mek için bir başkasının emekli olmasını

ya da ölmesini beklemez. Her büyük şair

ve yazar oturacağı koltuğu yanında ge-

tirir, ayakta kalma tehlikesi yoktur.

Büyük şairlerin birincisi, ikincisi,

üçüncüsü yoktur. Birbirlerini geçemez-

ler. Sanat ve edebiyat tarihi treni, gerçek

yolcular binmeden asla yola çıkmaz!

�A�R�N ULUSUNU D�LBEL�RLER

Altmış yıldır Nâzım dağına doğru yol-

culuk(lar) yapıyorum. Daha doğrusu

çok doruklu bir sıradağa doğru. Yirminci

yüzyılda oluşmuş doruklara. Yolun üze-

rinde birçok tepeye rastladım. Her te-

penin üzerinde bir ad yazıyordu. Nâzım

tepesinin sağında solunda başka tepeler

Nâz�m’�n yurtiçi hayat�nda oldu�u gibi yurtd��� hayat�nda da ülke aleyhine tek bir eyleme, tek biryap�ta, tek bir söz ve yaz�ya rastlanmaz. O, düzeni, düzenin iktidar�n� ve düzenin bekçi

köpeklerini ele�tirmi�tir! Günümüzde onu örnek alanlara, alacak olanlara ne mutlu!

ÖZDEMİR İNCE

Bursa Cezaevi’nde, A.Kadir (Meriçboyu) ile

Ölümsü

zlü�ü

nün

50. Y�l�nda Nâzım, Türk şiiri, devrim

Page 5: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

5Aydınlık KİTAP

de var, onları da gördüm: Yannis

Ritsos, Pablo Neruda, Nicolas

Guillen, Louis Aragon, Rafael

Alberti, Cavafis, Seferis...

Biraz daha yan tarafta, Com-

te de Lautréamont, Arthur Rim-

baud.

Biraz daha ötede Walt Whit-

mann, Victor Hugo.

Bunların hangisi birinci,

hangisi ikinci, hangisi üçüncü?

Hepsi birinci! Büyük şairler

ancak böyle sınıflanır.

Bu tepeler grubunda bir

başka Türk yoktu.

(Sırası gelmişken hemen

yazayım: Hangi etnosdan olur-

sa olsun Türkçe yazan her

şair “Türk” şairidir. “Türkiyeli

şair”, “Türkçe şiir” gibi zev-

zeklikler ırkçılığın gösterge-

sidir. Şairin ulusunu içinde

yazdığı “dil” belirler. Ve ev-

rensel terminoloji kimsenin

hatırına bozulmaz. Bozmak cehalettir.)

‘835 SATIR’Masamda, Yapı Kredi Yayınlarının ya-

yımladığı “Nâzım Hikmet’in Bütün Şiir-

leri” (2007) duruyor. Kitapta 1873-2081

sayfalar arasında, “Sağlığında yayımladı-

ğı eski biçimli ilk şiirleri” bölümü var. Nâ-

zım, bu bölümde önemsiz, sıradan bir şair.

İlk basımı 1929 yılında yayımlanan “835

Satır” ile şair olmuş ve şair kalmış.

Büyük bir şair olmanın ilk koşulu ça-

ğının çağdaşı olmaktır. Kitabın adı bile

onun çağının çağdaşı olduğuna tanık:

“835 Satır”.

Bir şair sözcük seçimiyle, sözdizi-

miyle, imge düzeniyle, yüzey yapısıyla

yani şiir cümleleriyle, derin yapısıyla

yani anlam katmanlarıyla çağının çağdaşı

olur. Buna evrensel olarak “şiirsel söy-

lem” de diyorlar. Nâzım’ın kullandığı,

içinde yazdığı şiirsel söylem ile Tevfik Fik-

ret’in, Yahya Kemal’in şiirsel söylemi aynı

değildir. Ama onun söylemi ile Yannis

Ritsos’un, Neruda’nın, T.S. Eliot ile

Ezra Pound’un şiirsel söylemleri

“aynı”dır. Yahya Kemal ve Necip Fazıl

Kısakürek bu söylemin dışında yazdıkları,

dışında kaldıkları için çağlarının çağda-

şı değildirler. Yanına bile yaklaşamazlar

ama Baudelaire’nin kullandığı söylemin

içinde kalmışlardır. Buna karşın Melih

Cevdet Anday, Oktay Rifat, Behçet Ne-

catigil ve Fazıl Hüsnü Dağlarca çağları-

nın çağdaşıdırlar.

Şiirinin tabanında oturan temaları, so-

run ve sorunsallar o şairi çağının çağda-

şı yaparlar.

Bundan sonra “öncülük” özelliği gelir.

Yirminci yüzyılın öncü eylemi olarak “üst-

gerçekçilik” (sürrealizm) kabul ediliyor.

Yirminci yüzyılda üstgerçekçilik deneyi-

minden geçmemiş, onun kazanımlarından

yararlanmamış büyük şair yoktur.

Nâzım “Memleketimden İnsan Man-

zaraları”ile, biçim ve içerik bağlamında,

çağının en önemli öncülerinden biri

oldu. Bu şiirde öykü, resim, sinema, an-

latı, makale gibi anlatım araçları yer

alır. Bu şiirin yanına, ancak, Yannis Rit-

sos’un dramatik (teatral) şiirleri (Helen,

Ismene, Agamemnon, Iphigenie’nin Dö-

nüşü), Pablo Neruda’nın “Cantos Ge-

neral”i ile Ezra Pound’un “Kantolar”ı ko-

nulabilir.

Sonra “Kuvvayi Milliye”, “Saman Sa-

rısı”, “Havana Röportajı”, “Tanganika

Röportajı” var.

NÂZIM’IN M�HENK TA�INDA SINANMAK

Nâzım’ın, 5 Ekim 1928 tarihli Cum-

huriyet gazetesinde yayımlanan yazısın-

da şu cümle yer alır:

“Burada ‘sol cenah’ isminde bir mec-

mua çıkaracağım. Bu ismi seçmeme se-

bep şudur: Rusya’da bir mekteb-i edebi

vardır. İsmine sol cenah derler. Bunları

fürürist diye anlamışlardır. Halbuki sol

cenahçılar ‘konstoroktivizim’dir. Ben bu

mektebe mensubum, bunun yayılmasını

istiyorum.”

Bu cümleye dikkat! Nâzım, daha

sonra “Rus Biçimcileri” olarak adlandı-

rılacak olan bir sanat, şiir, eleştiri ve dil-

bilim okulundan, anlayışından söz ediyor.

Bu akım 1920’lerde oluşurken, şair onun

sadece tanığı değil, içinde. Bu anlayış olu-

şurken, çağını yakalamış. Yakalamış ve

kendi şiirsel devrimini başlatmış. Bunun

ilk örneği “835 Satır”.

Bunu yazdıktan sonra şu soru soru-

labilir: İkinci Yeni, kendi devrimini ya-

parken, neden pek iyi anlamadığı üst-

gerçekçilerin peşinden gitti de önünde-

ki büyük deneyimi fark etmedi? Çağdaş

Türk şiiri, dünya şiirinin yararlandığı bu

kaynağı, hâlâ neden ihmal ediyor?

Nâzım’ın şiiri devrimci bir şiirdir.

Şairin komünistliğinden söz etmiyorum.

Şiir yazmaya başlayan her Türk şairi, yaz-

dığı şiiri onun şiirinin mihenk taşında de-

nemek zorundadır.

TAB

LO: E

MR

E �E

N

Page 6: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

6 Aydınlık KİTAP

Belki de eserleri en çok bestelenen

şair Nâzım Hikmet’in Türk müziği içe-

risinde ayrıcalıklı bir yeri vardır. Nâ-

zım’ın, hem Türkçe’nin sesini çok ba-

şarılı kullanması ve hem de şiirinin te-

maları müzisyenlerin ilgi odağındaki

şairlerin başına onu geçirmiştir.

Yaklaşık 150 bestecinin Nâzım şiiri

bestelediğini saptadım. İçlerinde, Nâ-

zım Hikmet’ten en çok şiir besteleyen

Ömer Özgeç, Zülfü Livaneli, Onur

Akın, Yavuz Örten (Kerem Güney),

Ünol Büyükgönenç gibi bestecilerin

yanında, tek yapıtla Ali Ekber Eren,

Ramis Ekinci, Gülhan Tabak gibi bes-

teciler var.

Hepsinin ortak özelliğini, en genel

anlamıyla, Nâzım’ın tematik duyarlığı

ile kurdukları ilişkiyle açıklayabiliriz.

Yerli ya da yabancı hangi müzik tar-

zından gelirlerse gelsin bütün müzis-

yenler Nâzım Hikmet’in “insanlık da-

vası”ndan etkilendiler.

Timur Selçuk, Atilla Özdemiroğlu,

Fazıl Say, Ünol Büyükgönenç, Tahsin

İncirci, Taner Öngür, Fikret Kızılok,

Cem Karaca vd. “batı kalıpları” içeri-

sinde besteleri ile tanınan müzisyenle-

rin yanında, Ruhi Su, Ahmet Kaya,

Mehmet Gümüş, Kazım Birlik, Ulaş

Özdemir, Mazlum Çimen gibi “halk

müziği formlarını” öne çıkaran beste-

cileri buluşturan or-

tak nokta Nâzım

Hikmet’in şiirleriyle

bütünleşmiş “top-

lumsal varlık olarak

birey”e duyulan ilgi

olmalıdır.

Nâzım Hikmet’in

bir özelliği de, aynı

şiirlerin farklı müzis-

yenler tarafından de-

falarca bestelenmiş

olmasıdır. Ancak, gö-

nüllerde yer eden ge-

nellikle şiirin müziğini

yansıtabilen eserler

oluyor. “Karlı Kayın Ormanı” Zülfü

Livaneli, “Tenna” Onno Tunç, “Pira-

ye” Taci Uslu, “Trum Tirak Tiki Tak”

Fikret Kızılok, “Yapıcılar” Ünol Bü-

yükgönenç, “Seviyorum Seni” Onur

Akın, “Şehitler” Fazıl Say, “Nice Yılla-

ra” Murat Kalaycıoğulları, “Şeyh Bed-

rettin Destanı” Cem Karaca, “Analara

Kıymayın Efendiler” Yavuz Örten,

“Güzel Günler Göreceğiz” Murat Al-

per, “Gidenlerin Türküsü” Edip Ak-

bayram ve Cem Karaca, “Jakond ile Si

Ya U” Ömer Özgeç, ve “23 Centlik

Asker” Şanar Yurdatapan ile bütün-

leşmiş gibidir.

NÂZIM H�KMET’�N YABANCI BESTEC�LER�

Nâzım Hikmet’in şiirleri çok sayıda

yabancı müzisyen tarafından da beste-

lendi. Mikis Theodorakis ve Manos

Loizos’un bestelerini, Zülfü Livaneli

aracılığı ile tanıdık.

Ancak, Tahsin İncirci ve Sümeyra

Çakır ile Almanya’da birlikte çalışan

Dieter Moritz, İngiliz efsanevi “hard

rock” grubu Def Leppart, ve Yves

Montand’ın sesiyle Fransa’da ünlü

olan “En Güzel Deniz” (24 Eylül

1945) şiirinin uyarlaması “La plus bel-

le des mers” bestecisi, Oyuncular Sen-

dikası başkanı Gérard Philipe ilk anda

sayabileceğimiz besteciler. Gérard Phi-

lipe daha sonra “Mon Frere” adı ile

“Asya Afrika Yazarlarına” şiirini de

besteledi.

KADINBESTEC�LERDENNÂZIM ���RLER�

Nâzım Hikmet şiirle-

rini besteleyen çok sayı-

da kadın müzisyenin

varlığı da, önemli bir ay-

rıntı olarak ortaya çıkı-

yor. Defne Naz Şahin,

Esin Afşar, Selda Bağ-

can, Nilgün Sözer, Saa-

det Türköz, Hümeyra,

Bilgesu Erenus, Aslıgül

Ayas Kırıcı, İlkim H.

Karaca, Senem Diyici,

İkbal Dönmez, Gülden

Özsoy ve Gülgün Alan-

yalı benim saptayabil-

diklerim.

�ARKI SÖZÜYAZARI OLARAKNÂZIM H�KMET

Nâzım, hapishane-

lerde yatarken, müzik-

leştirilmesi amacıyla,

şarkı sözleri de yazdı.

Bunların en bilineni,

ünlü “Lüküs Hayat”

operetidir. 1933'de,

Cumhuriyet’in 10.

Kuruluş Yılı kutla-

maları için sahnele-

nen ve Türk müzi-

kallerinin en popüle-

ri olan “Lüküs Ha-

yat” operetinin söz-

lerinin Nâzım Hik-

met tarafından yazıl-

dığı bilinir. “Lüküs

Hayat”, önce Ömer

Lütfü Akad (1950),

sonra Yücel Uçana-

oğlu (1976) tarafın-

dan iki kez de sine-

maya aktarılır.

Osmanlı’nın son

yüzyılında “varsılla-

rın İstanbul’u”na hâ-

kim olan, Avrupa

özentisi yaşam tarzı-

nın ironisini içeren

“Lüküs Hayat”,

Muhsin Ertuğrul’un

seyirciyi tiyatro salonlarına çekmek için

yerli müzikal eksikliğini giderme fikrin-

den doğdu. Müzikalin sözlerini Nâzım

Hikmet’in yazması fikri ağırlık kazandı.

Fakat, Nâzım o sıralar Bursa Ceza-

evi’ndedir ve hem de kendi adıyla yaz-

ması sakıncalı bulunabilecektir. Çözüm

başka birinin adıyla yazmasıdır.

Üstelik, Muhsin Ertuğrul ile işbirli-

ğinde, adını vermeden yazdığı film se-

naryolarından dolayı bu konuda dene-

yimlidirler. “Aysel Bataklı Damın

Kızı”, “Söz Bir Allah Bir”, “Karım

Beni Aldatırsa”, “Cici Berber”, “Kızı-

lırmak Karakoyun” gibi Muhsin Ertuğ-

rul’un en gözde filmlerinin senaryoları

Nâzım Hikmet’e aittir.

“Lüküs Hayat” seyirciden büyük

ilgi görür, 1933’ten 1946’ya kadar ka-

palı gişe oynar. Ancak, Muhsin Ertuğ-

rul dost sohbetlerinde konu açılınca,

sözlerin Nâzım Hikmet tarafından ya-

zıldığını belirtmekten hiçbir zaman ka-

çınmasa da, resmen açıklama yapıl-

maz. Yıllar sonra, Rasih Nuri İleri ger-

çeği açıklayıverir. İleri, sözlerin Nâzım

tarafından yazıldığını bizzat Cemal

Reşit Rey’den de teyit ettirdiğini belir-

tir. Bunun üzerine, ünlü tiyatrocumuz

Haldun Dormen de, Muhsin Ertuğ-

rul’dan duyduklarını açıklar.

Müzik tarihimiz konusunda çalış-

maları ile tanınan Evin İlyasoğlu da,

Cemal Reşit Rey’in hayatını anlattığı

“Müzikten İbaret Bir Dünyada Gezin-

tiler” kitabında, gene Rey kardeşlerin

eseri olarak bilinen “Üç Saat” opereti-

nin sözlerini de Nâzım Hikmet'in yaz-

dığını açıklar.

Nâzım Hikmet’in tartışmalı Lüküs

Hayat ve Üç Saat operetlerinin söz ya-

zarlığı dışında bir opereti daha vardır.

“Bu Bir Rüyadır” adlı operetin, Nâzım

hapisten çıktıktan sonra yazılmış ol-

ması, az bilinirliğinin nedeni olsa ge-

rektir.

Şişli’de bir apartımanYoksa eğer halin yamanNikel-kübik mobilyalar,Duvarda yağlı boyalar

İki tane otomobil Biri açık, biri değilAşçı, uşak, hizmetçiler Dolu mutfak, dolu kiler

Hanım gider, sen gidersin Gündüzleri çaydan çayaGece olur, davetlisinYa dine ye ya baloya (diner: akşam yemeği)

HeyLüküs hayat, lüküs hayatBak keyfine yan gel de yatNe güzel şey Oh ne rahatYoktur eşin lüküs hayat

Nâzım Hikmet’in Tamburi Cemil

Bey’in oğlu Mesut Cemil tarafından

bestelenen ve Münir Nurettin Selçuk

tarafından taş plağa okunan iki şarkı

sözü daha vardır. Aslında, bunlar Nâ-

zım'ın zor günlerinde yoldaşlığını sü-

rekli hissettirmiş olan Muhsin Ertuğ-

rul’un 1932’de çekmeyi düşündüğü

ALİ RIZA Ö[email protected]

Muhsin Ertu�rul

Cemal Re�it Rey

Ekrem Re�it Rey

Ölümsü

zlü�ü

nün

50. Y�l�nda Nâzım Hikmet ve müzik

Page 7: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

31 MAYIS 2013 CUMA 7Aydınlık KİTAP

Nâz�m Hikmet’in gölgede kalan “Yaz�lar” dizisi onunçok yönlü bir yazar/�air oldu�unu kan�tl�yor. Bu

kitaplarda Orhan Selim ad�yla Ak�am yaz�lar�nda Türkve Dünya edebiyat�na dair, hayata dair, �stanbul'a dair

birçok olaya gerçek bir ayd�n, gerçek bir insançerçevesinden bak�yor Naz�m

İçinde bulunduğu şehirleri insanlarıyla ir-

deleyen Nâzım Hikmet’in yazı ve konuş-

malarında içtenlik ön planda. Şairliğin ver-

diği ahenk yetisini denemelerde bulmak an-

latılan konunun düşüncelerimize işlemesi-

ni sağlıyor. Bazen konu Türk edebiyatının

usta kalemlerinden açılıyor bazen zamanın

siyasi olaylarından yazıyor. Kimi zamansa ay-

dınların kırmızı çizgilerini aştığına şahit

oluyoruz Nâzım’ın.

Mesela İstanbulda geçirdiği yıllarda iki

kere futbol maçına gidiyor. Günümüz fut-

bol dünyasının endüstrileştiğini ve vahşi-

leştiğini düşünürsek gayet saf ve incelikli bir

şekilde anlatıyor o anları .

NÂZIM FUTBOL MAÇINDA“Günlerden bir gün, beni bir futbol

maçına getirdiler. İlk gidişim! Ortaya, kar-

şılıklı on birerden yirmi iki kişi çıktı. Bir de

ikide bir düdük çalan bir adamcağızla elle-

ri bayraklı iki üç kişi daha. Oyuncular kar-

şılıklı dizildi. Çayırın orta yerine içi hava ile

doldurulmuş meşin bir top kondu, Pazaro-

la Hasan Bay’ın kafası büyüklüğünde…

Beni maça getiren bildik dedi ki:

“Uzun sözün kısası, senin anlayacağın bu

topu hangi takım daha çok karşı yakanın iki

direği arasından geçirirse, o oyunu kazan-

mış olur…

“Düdüklü adamcağız düdüğünü öttür-

dü… Koş babam koş! Koş babam koş! İlk ön-

celeri şaşırdım, biraz sonra beni bir gülme-

dir aldı. Koskoca adamların şu meşin top ille

de karşıyakadaki iki direk arasına geçirece-

ğiz diye ha babam koşmaları, birbirlerini itip

kakıştırmaları, benim gibi spor işlerinde bil-

gisiz bir kişiye gülünç gelmiş ne çıkar?

“… Maç bitti. ‘Yeşil-turuncular’, ‘Al-La-

civertliler’i yendi, dediler. Meğerse bunlar,

topu ötekilerden iki kat daha çok direklerin

arasından geçirmişlermiş. Alkış, alkış, gü-

rültü, patırtı, kalabalığa karışıp stadyumdan

dışarı kapağı attım. Atış o atış, bir daha git-

medim maça…

“Bundan böyle de gitmeyecek miyim?

Gideceğim! Ne vakit?

“İçi havayla dolu meşin bir topu iki di-

rek arasından geçirmenin derin, yaratıcı, coş-

turucu ustalığına erebildiğim vakit!”

30 Ocak 1935’te bunları yazan Nâzım

Hikmet 23 Nisan 1936’da Fenerbahçe-Ga-

latasaray maçıyla ilgili yine birkaç not dü-

şüyor yazısında:

“Herkes istediğini söylüyor. Herkes di-

lediği gibi bağırıp çağırıyor. Ortalıkta bir söz,

bir düşünce hürriyeti alabildiğine…

DENEMELER� OLMADAN OLMAZ

“Bu işin birçok tarafları hoşuma gitme-

di, desem yalan söylemiş olurum. Muayyen

bir manada, demokrasiyi anlamak isteyen-

ler Taksim Stadyumu’na gitsinler. Ben ken-

di payıma güzel ve berrak ve heyecanlı bir

iki saat geçirdim, orada.”

İçinde bulunduğu toplumu her yönüy-

le tanıma isteği duyan Nâzım Hikmet’in bel-

ki de bu yönü unutturularak halkın bakışı ka-

rartılmaya çalışılıyor. Şiirlerindeki sivrili-

ğinden dolayı sanki Nâzım Hikmet fil dişi ku-

lelerden sesleniyormuş gibi gösterenler ya-

zılarını hep göz ardı edenlerle aynı kişiler.

Yarışma ve kanıtlama kaygısı yok de-

nemelerde. Naif ve sakin bir üslupla birçok

açıdan değerlendiriyor konuları Nâzım Hik-

met. Gerçek bir aydın gibi ışık tutuyor. Su-

nulan tek yönlü biyografisinin içi deneme-

ler olmadan doldurulamaz bu yüzden. Hal-

kın içinden ve her zaman halk için yazan ger-

çek bir vatanseveri romantik şair kalıbından

denemelerini kavrayarak çıkarabiliriz.

ERDEM GEZGİNCİ[email protected]

Nâzım bir günmaça gider

“Mineli Kuş” filmi için yazılmış-

tır. Ancak, Nâzım yine hapse atı-

lınca film projesi yatar, filmin şar-

kıları 1933’te taş plak olarak ya-

yınlanır.

Öte yandan, Murat Bardakçı,

Muhsin Ertuğrul’un “Cici Ber-

ber” filmi için Nâzım Hikmet ta-

rafından sözleri yazılmış, ancak

hiçbir yerde okunmamış bir bes-

tenin kendisinde olduğunu söyler:

“Göz bakar konuşmadan/ Söyler

kalpten geçeni/ El okşar duyur-

madan/ Kendine çeker seni/ Al

kan, hicrimi anlatırsın sen/ Her

yolun ışık olur/ Yükselen nefesle-

rin/ Dinle sesimi sevgili yavrum/

Sana gözümle, elimle değil/ Sana

sesimle yalvarıyorum/ Al kan, hic-

rimi anlatırsın sen.“ Şarkının bes-

tesini gene Mesut Cemil yapmış.

Besteci olarak Nazım HikmetBesteci olarak Nazım HikmetBesteci olarak Nazım HikmetBesteci olarak Nazım HikmetNâzım Hikmet’in operetlere şarkısözü yazdığı bilinir ama, besteciliğipek bilinmez. Bu konuda, en detaylıbilgileri, anılarında Demirtaş Ceyhunanlatıyor. İzmirli şair Çetin Altungü-neş’in de tanık olduğu bir olayda,Sovyetler Birliği’nden gelen Azerbay-canlı sanatçı Leyla Şerifova, tüm geli-ri TYS’ye bırakılmak üzere, Turanhalklarının şarkılarından okuyacağıbir konser önerisiyle oradadır.

Şerifova, TYS Yö-netim Kurulu üyeleriile sohbet sırasında biranısını anlatır. Bunagöre, sanatçı 1958’deTaşkent’te toplananAsya-Afrika YazarlarBirliği kongresinde Tu-ran halklarının şarkıla-rını okumuş. Konser bi-tince, kulise öfkeyle da-lan Nâzım Hikmet Şeri-fova’yı azarlamış:

“Yazıklar olsun sanaLeyla!” diye çıkışmış.“Özbekçe, Kazakça, Kırgızca, Azeri-ce, Tacikçe, Avarca, bilmem nece şar-kılar söylüyorsun da, babanın dilin-den bir tane şarkı söylemek yok mu?Nerede benim Türkçem?”

Leyla Şerifova mahcup bir şekil-de cevap vermiş: “Nâzım ağbi, senisalonda görünce benden Türkçe birşarkı söylememi isteyeceğini de dü-şünmedim değil vallahi. Ama Türkçebir şarkı bilmiyorum. Bildiğim tekTürkçe şarkı ‘Çadırımın üstüne şıpdedi damladı’, onu da senin huzurun-da söylemeye utandım.”

Nâzım Hikmet bunun üzerine,kendince bir çözüm bulmuş ve “Peki”demiş, “Türkçe bir şarkı bestelersemsöyler misin?”

Şerifova’nın sevinçle kabul etti-ği öneri üzerine, Nâzım Hikmet

hemen o akşam “memleket, vatan,halk” diyerek, özlem dolu sözleryazıp, Türk müziği formundan birşarkı bestelemiş.

Şerifova’nın, “isterseniz TYS kon-serinde Nâzım ağbinin bu şarkısını dasöylerim” önerisi üzerine heyecanla-nan Yönetim Kurulu üyeleri konser-den elde edilecek gelirle konser kasetiyayınlamayı bile düşünürler.

TYS Başkanlığı da yapan ünlüyazarımız DemirtaşCeyhun anılarındasürpriz olayın deva-mını şöyle anlatıyor:

“Ama NâzımHikmet’in bestesininnotaları Şerifova’nınyanında değildi. O sı-ralar İstanbul Bele-diye KonservatuvarıMüdürü Nedim Ot-yam’a koştuk hemen.Leyla Şerifova şarkı-yı söyledi, o da nota-ya alıp orkestrasyo-

nunu yaptı.“Nasıl, bari bir şeye benziyor

mu?” diye sormuştum, Nedim ağbi-ye. “Gerçekten çok ilginç. Rast, niha-vent, hicaz vb. birkaç alaturka maka-mını harmanlamış, ama bence genede çok güzel bir şarkı olmuş” demişti,nasıl unuturum?

“Konserden kazandığımız paray-la bir kaç bin adet kaset almış, bir kaçyüz adet doldurtup, güya satışa çı-kartmıştık. Ama, 12 Eylül meğer bizibeklermiş. Sendikamızda kapatılmış-tı. İlginçtir kısa bir süre sonra sendi-kamızın da bulunduğu Union Fran-çaise’de bir yangın çıkmış, bütün ka-setler yanmıştı. Nâzım’ın şarkısı bileelimizden zorla alınmıştı sanki. Neyazık ki, tek bir kopyası bile yok elim-de şimdi.”

Demirta� CeyhunDemirta� Ceyhun

Haldun Dormen

Page 8: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

31 MAYIS 2013 CUMA8 Aydınlık KİTAP

Nâzım Türk şiirinde hangi devrimi yaptı

Yaşadığı dönemin toplumcu şiir dilinin sınırlarını genişlet-

mek, yani özde ve biçimde topyekün devrimci dili yenile-

mekteki rolü unutulmazdır. Öte yandan E. Levinas’a göre,

“ahlaki devlet fikri kutsal kitap kökenlidir.” (!)

LEYLA ERBİL

Nâzım Hikmet, şiirleriyle Türk şiirinin ve Türkçenin olanaklarını ge-

nişletti: Türk şiirini evrenselleştirdi. Şiir / politika ilişkisini mükem-

mel bir boyutta yakaladı. “Şiirin İlkeleri” (Kanguru Y. 2013) kitabımda:

“Balık denizde ne ise, politika da şiirde o olmalıdır,” diye yazmıştım.

Bunun en güzel örneğini Nâzım şiirlerinde görebiliriz. Sürgünlük ve

yeryüzü deneyimlerini, “şiirin evi” olan insan yüreğinden özgün es-

tetik ve müzikal yapılarla süzdürerek çağlar ötesine taşıdı: Ölümsüzlüğü

burada yatıyor. Fakat, belki de yaptığı en önemli şey: Bir “duruş” ser-

giledi: Gerçek ve saygın bir “şair duruşu, yeryüzü duruşu”...”

ÖZKAN MERT

Şiirimizde, hem bi-

çim hem de içerik

yönlerinden, en

köklü yapısal yeni-

liği başlatan öncü

şairdir Nâzım Hik-

met. Dilinden söy-

leyişine, eğretileme

ve imgelerine, her yeni öze yeni biçimler, sesler, eda ve söy-

leyiş arayan Nâzım’ın şiiri, kendi başına bir adadır. 1929’da

“Putları Yıkıyoruz” sloganıyla, eski şiirin ölçü, uyak gibi ka-

lıplaşmış biçimsel özelliklerine savaş açmış, dönemin “şair-

i azam”ı sayılan Abdülhak Hamit’in, Mehmet Emin Yur-

dakul’un şiir anlayışlarını eleştirerek, serbest vezni savun-

muş ve onu ustalıkla kullanmıştır. Gelenekçi sanat anlayış-

larını eleştirdikleri arasında yer alan Yakup Kadri bile, Nâ-

zım’ı edebiyatımızda yaptığı yenilikçi atılım nedeniyle “ede-

biyat inkılapçısı” sayar ve 1921-29 yılları arasında yazdığı ilk

şiirlerini kapsayan kitabı için, “835 Satır Türk şiirindeki, hat-

ta Türk dilindeki inkılabın ilk satırıdır,” der. Nâzım Hikmet,

ülkemiz ve dünya şiir geleneğinden kopmadan, sürekli ara-

yış ve yeni atılımlarla; bireyselden toplumsala, kendi halkı-

nın sorunlarından dünyaya açımlanabilen, yerelle evrense-

lin kaynaştığı diri bir şiir yaratabilmiştir. O, aynı zamanda,

şiirimizi dünya ölçeğinde tanıtan ilk şairdir. Sağlam kurgu-

ları, bütünsel yapıları ve imge zenginlikleriyle dikkati çeken

şiirlerinde roman kurgusundan öykülemeye düzyazının

olanaklarından, sinema tekniğinden, günlük konuşmaya da-

yalı diliyle tiyatrodan, görüntüsel imgeleriyle resimden ya-

rarlanarak, anlatılanların devinim, ses ve görüntü boyutla-

rını desteklemiş; türler arası katı sınırların gevşetilerek bir-

birlerine yaklaştırılmasında etkin rol oynamıştır.

GONCA ÖZMEN

Nâzım Hikmet, her şeyin şiir olabileceğini, şiirin doğal

bir şey olduğunu, bu nedenle de insanın en yakını, ar-

kadaşı, yoldaşı olduğunu gösterdi. Elbette sınıfsız, sö-

mürüsüz, eşitlikçi bir toplum düzeninden yana bir şair ola-

rak yaptı bunu.

Organik şiir diye çok uzun yıllar sonra gündeme ge-

len şiirin ilk örneklerini verdi. Aynı zamanda Türk şiiri-

ni tepeden tırnağa değiştiren biçim, ses, dize bozumu ve

söyleyiş özelliklerini, yeniliklerini bir arada gerçekleşti-

rirken, yani en ilerideyken, o birikime de uzanma cesa-

retini gösterdi. O mirası, o geleneği de yeni, devrimci bir

arayış ve anlayışla kendi şiirine eklemledi, “Rubailer”den

“Şeyh Bedrettin Des-

tanı”na kadar bir dilin

ve bir şiirin has şiirleri-

ni yazdı ve sanıyorum

yüzlerce yıl okunacak

bir büyük yapıt bırak-

tı. Şiiri nasıl cesaretle

değiştirmeyi göze al-

dıysa, sosyalizm içinde

de aynı devrimci ruhu

taşıdı, statükoya karşı çıktı, sosyalizm idealinin de tıpkı

şiir gibi aslında bir sürekli devrim olduğunu hiç unutmadı.

HAYDAR ERGÜLEN

Şiirimizin belki de ilk

doğacılarından. “Tabiat

uçsuz bucaksız” derken

vurguladığı gibi. Temel

ontolojik tercihi tercih

olarak, tanrıcı değil, do-

ğacı idi.

“Yaşamaya Dair” şiiri

15 yaşımdan beri benim

için en değerli şiirler ara-

sında. 

Beni ilk etkileyen üç

şairden biri. Yahya Ke-

mal (5 yaşımda) ve Shakespeare (8 yaşımda) ile. 15-16

yaş şiirlerimden bazılarında ondan öğrendiğim teknik-

ler kullandığım görülebilir: Bir bölümden başkasına ka-

fiye ile geçiş, ritm dinamikleri vb.

“Memleketimden İnsan Manzaraları”nın büyük bö-

lümü kayıp, ne yazık ki. 

Zengin yaşayışını zengin işlemiştir. “Nefsimin ne ka-

dar alçak...” dediği dizeler modern şiirimizde belki bir

ilktir. Duygu-zeka-eleştiri-devrimcilik içe içe yaşanan ve

yazılan boyutlar.

Stalin’i eleştirdiği şiir en iyi verimleri arasında. 

“Kerem Gibi” sanırım hapishane şartlarında yazıl-

mış. Kendine moral verme arzusu anlaşılabilir bir şey.

Ama insanları kendini fedaya adeta özendirişi tehlikeli.

Öte yandan, olağanüstü durumlarda bu tür şiirler işlevli

ve iyi olabilir. Bu şiirle ilgili duygu ve düşüncelerim çe-

lişkili. Bugünkü ortamda olumlu bulmaya başladığımı

fark ediyorum.

Kurtuluş Savaşı’mızı işlemiş olması önemli. Önceki

dönemlerde “Kurtuluş Savaşı’nı” derdim sanırım. Bu-

günkü “Savaşımızı” demeyi yeğlediğimi fark ediyorum.

Kendisini, kendi duygu ve düşüncelerini dolu dolu

anlatmış bir şair. Dünyadan kaçınan bir kişi yok şiirinde.

Dünya ile, doğa ile yoğun etkileşen bir kişinin

eleştirel/özeleştirel hesaplaşmaları. 

Bence en iyi şiirleri seçilip yayımlanmış değil. Bu id-

diadaki seçkiler yeterince güçlü değil, kanımca. En azın-

dan listemi yayınlamak isterim. 

“Yaşamak Kasideleri-1” bence en iyi şiiri. Ama

“Toplu Şiirleri”ndeki hali yanlış. Ortadaki birkaç dize sa-

nırım bir önceki taslağa ait. Bu haliyle bel kemiği zayıf.

Oysa şiirin son hali 1977’deki bir dergide yayımlanmıştı. 

Ran soyadı nüfus memurluğuyla ilgili. Antolojilerde

gerek yok, bence. Batılıların onunla ilgili şiirlerinde

Hikmet diye söz etmeleri tuhaf geliyor. Nâzım demiyor-

larsa yeterince iyi tanımamışlar demektir.

Yurtsever bir dünyalıydı.

Nâzım’a dairTarık Günersel / www.tarikgunersel.com

Nâzım, şiir dilimize gerek biçim gerekse muhte-va bakımından giydirilmiş tasmayı çıkartmış;Türkçeden başka bir dilde tek mısra yazmamışolmasına rağmen dünyanın birçok dilinde okun-muş; politik olanla edebî olanı ustalıkla birleş-tirerek, farklı zannedilen bu iki cepheyi tek kim-likte (insan) buluşturup insana verdiği sözleedebiyata verdiği sözü birbirinden ayırmamış; enkatı, sert gerçeklikleri dahi inceltilmiş bir duyar-

lıkla kaleme alabilmiş; insanı soyut dünyalardan,göklerden, görünenin ötesinden, yeryüzüne, aitolduğu dünyaya , “öteki”lerin arasına indirerek,elle dokunabilecek bir mesafeye yerleştirmiş; her-kesin hayatına dokunan birçok kavramı (hasret,aşk, ölüm vs.) yeni bir solukla, kalıcı bir biçim-

de işlemiş; cezaevindeyken bile dışarıdaki haya-tı serinleten, genişleten şiirlere yaslanmış; kale-mine, tüccarlardan, patronlardan, örtülü öde-neklerden sızan mürekkep yerine, ezilenlerin, yoksayılanların, öldürülenlerin rüyâlarından sızanmürekkebi çekmiş ve belki de en önemlisi, dün-ya halklarının omuz hizasından, muktedirlere, za-limlere karşı “güzel günler göreceğiz” umudunukarartmadan, tereddütsüz yazmıştır...

Şeref Bilsel

Page 9: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

31 MAYIS 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAP

İkindi Yeni’den sonra yazılan şiir, bugüne

göre belli aralıklarla homojenlik taşı-

mıştır. Her on yıl; yaşanan siyasi, sosyal

hareketlerle ilişkili olarak kendi esteti-

ğini kendiliğinden kurmuştur. Sonraki on

yıl(lar) yaşanana etki ya da tepki biçi-

minde şekillenmiştir. Bu ‘homojenlik’in

1980 şiirine kadar sürdüğünü söyleyebi-

liriz. 80’e kadar devam eden şiirdeki ho-

mojenliği, siyasal duyarlılıktan, hare-

ketlilikten ayrı tutamayız. Altyapının

üstyapıyı belirlediği koşullarda sokak, sa-

natı/şiiri şekillendirdi ki Berk’ten Uyar’a,

Özel’den Yavuz’a, Karakoç’tan Süre-

ya’ya farklı şiir evlerinden gelen pek çok

şairi bir duyarlık etrafında birleştirdi. Bu-

gün sokağa inanç kalmadı. Çünkü sokak

kalmadı; gücünü kaybetti, 80’le beraber.

2000’lerde ise bir film gibi savaş görün-

tüleri, bombalar, ağıtlar izleniyor ve hiç-

bir şey olmamış gibi hayat zaplanarak ya-

şanıyor. Düşünülürse, yaşadığımız, şi-

zofrenik bir büyük kâbus.

Bugün gerçek, tıpkı sokak gibi ger-

çekliğini kaybetti. Gerçekliğin etkisizliği

ve güçsüzlüğü, örgütsüz yaşa(tıl)manın so-

nucu. Her an sudan sebeplerle birini öl-

dürecek öfkeyi kınında taşıyan ama siya-

si/sosyal meselelerle ilgili de ses çıkarmaya

korkan insanlarla bir arada yaşıyoruz.

Şair de bu korkan insanlardan ayrı bir var-

lık olamıyor. Yani günümüz şairi cesur, –

toplumsal ve siyasal olayları göz önüne al-

dığımızda - asil ve kahraman değil; korkak,

bencil ve tembel.

DÜNYAYA KAFA TUTMAYISEÇM��T�R O

Şiirimiz kötü örnekleri ve tekrarı ba-

kımından dünyanın değişeceğine olan

inancı diri tutan, sokağa bakan çalışmaları

kovdu. Bugün, Nâzım da şiirimizde ko-

vulan seslerden. Çünkü zamanın ruhu baş-

ka sesleri öne çıkarıyor. Nâzım’ı sadece po-

litik bir figür gibi göstermeye çalışıyor özel-

likle belli kesim. İslamî cephe, komünist

bir temsille, kara çalan yanlı eleştirel me-

tinlerle tanımlıyor; sol, politik yönelimi-

ni öne çıkararak okumayı seçiyor, popü-

ler unsurlar ise kadınları üzerinden pa-

zarlama derdinde. İslami kesimden Nâ-

zım’ın hakkını teslim eden çok az yazıya,

eleştiriye, değerlenmeye rastlarsınız. Di-

van şiirini bilen ve o yapıyı modern şiirde

kullanan, halk şirinden yararlanan, mo-

dern eğilimlerle şiirimizi buluşturan, epik

şiirin en kıymetli örneklerini veren, şiirin

öncelikle ses olduğunu güçlü çalışmalarıyla

ortaya koyan, değişen dünya şiirini de ya-

kalamamıza olanak veren bir poetikası var-

dır Nâzım’ın. Hepsinden önemlisi dünyaya

kafa tutmayı seçmiştir o, bugünkü parlak

büyük isimler gibi dünyayı paylaşma ar-

zusunda olmamıştır. İnanç, tavizsiz kişilik,

boyun eğmeyen hayat ve kararlılık bakı-

mından tam tersi istikamette olsa da

onunla Sezai Karakoç arasında ilke bağ-

lamında yakınlık kuruyorum.

Nâzım, yerliliktir, Anadolu’dur, has-

rettir, Hiroşima’da ölen bir çocuktur,

güçlü bir sestir. Şiiri anlamdan öte bir bü-

yük sestir ve o sesle yürür. Ve elbette Nâ-

zım, şiirimiz için önemli bir imkândır; şii-

re getirdiği yenilikler, ele aldığı mesele-

ler, ele alma biçimleri ile. Politik bir an-

gaje ile yaklaşılmadığında sadece siyasi

propaganda malzemesi sayılacak ve ge-

ride duran şiirleri de vardır. Pek çok ve-

lut şair gibi onun da zamanın gerisinde

duran, arkada kalan şiirleri mevcut. Ama

bu, Nâzım’ın büyük şiirini eksiltmiyor,

önemini azaltmıyor da. Nâzım’a beni

yaklaştıran, o yoğun siyasi güncellik ta-

şıyan şiirleri olmadığı gibi bir başkasını da

uzak tutmamalı.

NÂZIM’IN ENG�NL���Nâzım; dünyayı emeğe/alınterine ça-

ğıran, inandığı davadan vazgeçmeyen ve

politik mücadelesi uğruna şiirini de yeni-

lemeyi başarmış cesur bir büyük hayat de-

mek. Nâzım’ın sesinin ve meselesinin al-

tında pek çok şair kaldı. Tekrar, şairi eri-

tiyor, bunu burada da gördük. Onlar

unutuldu ya da unutulacakları aralarında

taşıyor. Ama Nâzım şiir ve dile getirdik-

leriyle edebiyatımızdaki enginliğini ko-

rumayı sürdürecek.

Nâzım’ı, bugünden, özellikle siyasî

bir kompartımandan, dilin ve şiirin geldiği

yerden, imkânlarıyla bakıp koşulların-

dan bağımsız angaje olarak yargılamak ah-

lakî ve vicdanî değil.

Kendinden sonraki kuşaklarda ve bü-

yük şairlerde doğrudan ya da dolaylı ola-

rak ‘Nâzım etkisi’ var iken ilk ürünlerini

1980 ve sonrasında verenlerde böylesi

bir yakınlık neredeyse hiç yoktur. Özellikle

2000’lerde şiir yazan arkadaşlarımda,

İkinci Yeni fetişizmi ile olsa gerek, Nâzım’a

dair hiçbir yakınlık göremiyorum. Hatta

bazı ürünlere bakınca yer yer Nâzım’ı oku-

madıklarını da düşünüyorum. Bu etkisiz-

liğin, yaşanan hayat ve onun öne çıkardı-

ğı şiir anlayışı ile alakalı olduğunu sezi-

yorum.

Nâzım’ın siyasî tavrı ve eylem adamı

oluşu, toplumsal meselelere duyarlılığı,

farklı disiplinlerde ürün vermesi ve ka-

rizmatik bir kimliğe sahip olmasının önün-

de taşıdığı en önemli sıfat şairliğidir.

Çünkü o büyük bir şair olmasa idi onu özel

ve ayrı kılan hatta efsaneleştiren tüm bu

değerler daha geride duracaktı.

Bir şair için en kötü şey; dilinden, kül-

türünden, memleketinden uzakta yaşamak

zorunda bırakılmasıdır. Bu durum göz ardı

edilmeden yaklaşıldığında; Nâzım’ın yur-

dundan ve dilinden ayrı iken kendi dilin-

de büyük şiir yazmasının önemi ortaya çı-

kar. Özellikle günümüzde Türkçe duyup,

düşünüp, rüya görüp sadece snopluk için

yabancı dilde ürün veren isimlerin gün-

demden düşmediğini görünce üzülmemek

elde değil.

KARANLI�IN D�B�NDE B�LE UMUT

Ezcümle; kapitalizme karşı direnişi,

emeği savunması, siyasal ve politik me-

seleleri şiiri düşürmeden yedirmesi, sos-

yalist değerlere inancı, Anadolu’yu içer-

den, en içerden yalın bir dille aktarma-

sı, içerikte ve biçimde daima yeniyi ara-

ması, Türk şiirinin tüm birikimini fark-

lı biçimlerde ele alması, daima bir der-

dinin olması, çalışkanlığı, vazgeçmeden,

inatla kendini yenileyerek anadilinde

yazması, dünya şiirinin devinimine ıs-

kalamadan çalışmalarında özgün bir bi-

çimde yer vermesi, ‘putları yıkıyoruz’ de-

mesi/yıkması, karanlığın dibindeyken

dahi her daim umut etmesi ve “Memle-

ketimden İnsan Manzaraları”, “Bener-

ci Kendini Niçin Öldürdü?”, “Şeyh Bed-

rettin Destanı”, “İvan İvanoviç Var mıy-

dı, Yok muydu”?, “Yolcu” gibi büyük ça-

lışmalara imza atması onu heyecanla

okumama her daim sebep olmuştur.

101 Kere NâzımNâz�m; dünyay� eme�e/al�nterine ça��ran, inand��� davadan vazgeçmeyen ve politik mücadelesi

u�runa �iirini de yenilemeyi ba�arm�� cesur bir büyük hayat demek

CENK GÜNDOĞ[email protected]

Page 10: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

10 Aydınlık KİTAP

Türk şairinin yaşadığı ülkenin sınırlarını

aşan, “kalbinin yarısı buradaysa yarısı

Çin’de” atan bir imge dünyası var. Elin-

deki kopuzla diyar diyar dolaşan halk oza-

nı, Semerkant’tan aldığı nektarı Edirne’de

bala dönüştürürken, hep aynı mazmun-

larla Fars mitolojisini yeniden üretip dur-

ması şiiri söz kalabalığının içinde boğsa da,

aynı işi yüzyıllarca divan şairi de aruzla

gerçekleştirdi. Dört kıtada at koşturmuş

olmanın, bir ayağı Diyar-ı Rum’dayken

öbür ayağıyla Herat’ta bulunmanın, elbet

şiir sanatına yansıyan böyle bir tarafı

olacak. Sebk-i Hindi’nin hikemi şiirin

karşısına çıkabilmesi, Halep kumaşının İs-

tanbul’da Bursa ipeğiyle rekabet edebil-

mesine de bağlıdır.

AYDINLIKÇI NÂZIMTürk şairi enternasyonalisttir…

Hayır, salt kendi Türk uluslar dünya-

sıyla sınırlı bir tutum değil bu…

Yaşadığı çağda, ayağını bastığı top-

rakta, çevresinde, sınırlarının ötesinde

olan bitene, Cezayirlinin, Filistinlinin,

Afganlının, Şililinin, Etiyopyalının dra-

mına kayıtsız kalmama tavrının bir şiir an-

layışı olarak gelişebilmesi için zulme uğ-

ramış olmak gerekir. Türk şairi, kendi ulu-

su zulme, ülkesi işgallere uğradıktan son-

ra keşfetti bu enternasyonalizmi. Uzun bir

savaşlar silsilesine gelinceye değin Türk

şairinin çevresini görememesi bundan.

Balkan, Birinci Dünya ve Kurtuluş-

Savaşları gözünü açtı şairin. Hem sadece

Anadolu topraklarında da değil… Şair ay-

dınlanması diyebileceğimiz bu yeni şiir gö-

rüşünü açık ve net bir biçimde ortaya ko-

yan, daha 1922’de yazdığı “Açların Göz-

bebekleri” şiiriyle Aydınlıkçı Nâzım Hik-

met’ti. “Değil birkaç/değil beş on/otuz mil-

yon/aç/bizim,” diyordu… Son savaşların

getirdiği yıkımların sonucuydu otuz mil-

yon açın “deli gözbebekleri”.

DÜNYA �A�R�Nâzım’ı bir öncü olarak bu yeni şiir gö-

rüşüne vardıran şey, en öncelikli olarak

sosyalizme inanmasıdır. Sosyalizme inan-

mış bir Aydınlıkçı şairdir Türk şiirine hiç

görmediği, hiç tanımadığı, hiç görmeye-

ceği ve hiç tanımayacağı insanlar için üzü-

lüp kaygılanmayı, onlar için acı çekmeyi,

öfkelenmeyi ve her şeyi göze alarak dö-

vüşmek gerektiği fikrini sokan. “Açların

Gözbebekleri” şiirinden sonraki bütün şi-

irlerinde bu vardır Nâzım’ın.

Bahri Hazer’de anlattığı Türkmen

balıkçısının, Nâzım Hikmet için Arha-

vili İsmail’den hiçbir farkı yoktur. “Ku-

vayi Milliye Destanı”nın başlangıç şiiri

“Onlar”daki “toprakta karınca/havada

kuş/suda balık kadar/çok”, “korkak,/ce-

sur,/cahil,/hakîm ve çocuk” olanlar

“Açların Gözbebekleri”ndekilerle ay-

nıdırlar.

“Benerci Kendini Niçin Öldürdü”,

“Taranta Babu’ya Mektuplar”, “Jokond

ile Siyau” ve “Tanya” gibi destan şiirle-

rinde, onu bir dünya şairi yapan, ezilen

halklardan, mazlum milletlerden yana

olma, onlar için onlarla birlikte dövüş-

me tavrının çok daha geniş boyutlar ka-

zandığı örneklerdir.

ANG�NE PEKTOR�S“Yarısı burdaysa kalbimin/yarısı

Çin'dedir, doktor” diyor şair; “Sarınehre

doğru akan/ordunun içindedir.” Sonra, her

şafak vakti, Yunanistan'da kurşuna dizil-

mektedir… Yıl 1948, Nâzım içerde, “Bur-

sa Kalesi”ndedir ve hastadır. Şiirin başlı-

ğı bu yüzden “Angine Pektoris” (Göğüs-

te oluşan bir çeşit ağrı):

Sonra, bizim burda mahkûmlar uykuya varıp revirden el ayak çekilince kalbim Çamlıca’da bir harap konaktadır her gece, doktor.

Sonra, şu on yıldan bu yana benim, fakir milletime ikrâm edebildiğim bir tek elmam var elimde, doktor, bir kırmızı elma: kalbim...

SINIR TA�IHastalığını bağladığı neden, ne “ar-

teryo skleroz” (damar tıkanıklığı), ne ni-

kotin, ne hapis, kalbinin dünyanın her ye-

rinde zulüm gören mazlumlar için at-

masındandır. Büyük şair, sınır taşını çok

daha uzaklara, gidilebilse, ancak ışık

hızında gidilebilecek en uzaktaki yıldıza

diker:

Bakıyorum geceye demirlerden ve iman tah-tamın üstündeki baskıya rağmen kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor...

“Karanlıkta Kar Yağıyor” şiirinde, kalbi

Madrid kapısındaki yüzünü hiç görmemiş

ve hiç görmeyecek olsa da bir tarafını bel-

ki “biraz bizim Dumlupınar”da yatana

benzettiği nöbetçinin kalbinde atmakta-

dır. Nâzım’ın İspanya İç Savaşı sırasında

yazdığı bu şiirden başka bir de yetkilile-

re verdiği dilekçe var. Yahya Kemal’in elçi

olarak bulunduğu ve “Endülüs’te Raks”ı

yazdığı günlerde Nâzım, Cumhuriyetçi-

lerin safında savaşmak için serbest bıra-

kılmasını istemektedir.

1949’da “Elleriniz ve Yalana Dair”de

bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu”

için yazar:

…insanlar, ah, benim insanlarım,hele Asyadakiler, Afrikadakiler,Yakın Doğu, orta Doğu, Pasifik adalarıve benim memleketlilerim,yani bütün insanların yüzde yetmişindençoğu,elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız,

elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz.İnsanlarım, ah, benim insanlarım,Avrupalım, Amerikalım benim,uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,ellerin gibi tez kandırılır,kolay atlatılırsın...

NÂZIM’IN AÇTI�I BÜYÜK VEGEN�� YOL

“Asya Afrika Yazarlarına” başlıklı şi-

irde de şöyle seslenir:

Kardeşlerim bakmayın sarı saçlı olduğuma ben Asyalıyım bakmayın mavi gözlü olduğuma ben Afrikalıyım…

Toprağın, havanın, yıldızların aynı

olduğunu söyler. Ekmek onun ülkesinde

de aslanın ağzındadır. Suyun başını onun

ülkesinde de ejderhalar tutmuştur. Ce-

halet, sömürü ve zulüm de aynıdır ama…

Öyleyse bütün bunlara karşı çıkış da bir

olmalıdır:

sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimiz top-rağı sürebilmeli dizlerine kadar pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli bütün soruları sorabilmelibütün ışıkları derebilmeliyol başlarında durabilmelikilometre taşları gibi şiirlerimizyaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmelicengelde tamtamlara vurabilmelive yeryüzünde tek esir yurt, tek esir insangökyüzünde atomlu tek bulut kalmayınca-ya kadarmalı mülkü aklı fikri canı neyi varsa vere-bilmelibüyük hürriyete şiirlerimiz.

Bu birkaç örnekten sonra şunu söyle-

yelim: Türk şairleri Nâzım’dan öğrendi

Çinli, Vietnamlı, Mısırlı, Filistinli, Asyalı,

Afrikalı, Güney Amerikalı, Arap, İspanyol,

Kürt mazlumlardan yana olmayı…

Tel Zaatar’da, Sabra ve Şatila’da kat-

liamlara uğramış, yerinden yurdundan sü-

rülüp çıkarılmış Filistinlilere şiir yazma-

mış şair yoksa, bu Nâzım’ın açtığı büyük

ve geniş yol sayesindedir.

Tel Zaatar’da, Sabra ve �atila’da katliamlara u�ram��, yerinden yurdundan sürülüp ç�kar�lm��Filistinlilere �iir yazmam�� �air yoksa, Nâz�m’�n açt��� bu büyük ve geni� yol sayesindedir

MECİT Ü[email protected]

GÜLDEN TERAZİÖlüm

süzlü

�ünü

n

50. Y�l�nda

Türk şairine mazlumlardanyana olmayı Nâzım öğretti

MİLLETİNE İKRÂM EDEBİLDİĞİ  KIRMIZI ELMA… 

Page 11: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

31 MAYIS 2013 CUMA 11Aydınlık KİTAP

Nâzım Hikmet’i daha bir derinliğine ko-

nuşabiliriz. Bütün yapıtları yayımlandı.

Ayrıca bu yapıtlar üzerine, onlarca ince-

leme yapıldı. Çok şey söylendi. Onu be-

nimseyenler olduğu kadar yadsıyanlar

da çıktı. Gerek Nâzım Hikmet’in yapıt-

ları, gerekse ona yönelik yazılanlar; onu

yeniden değerlendirmenin bir olanağı

olarak düşünülebilir. Gerekli de bu. Po-

litik, sosyolojik, estetik nedenlerden do-

ğan bir zorunluluk bu. Nâzım’ı anlamak;

politik tavırların, toplumsal değişiklikle-

rin belirleyiciliğini, sanatsal gelişmeleri,

bir dilin serüvenini, sanatçı-iktidar çatış-

malarını; birbirine bağımlı bu süreçlerin

bilgisini kazandırabilir...

Bugün pek seslendirilmese de, Nâ-

zım Hikmet’i yok sayanların bir hayli çok

olduğu biliniyor. Solda olduğunu söyle-

yen bu insanların Dr. Hikmet Kıvılcımlı

gibi düşünüp Nâzım Hikmet’i “burjuva

şairi” görmeleri elbette bir açıklamayı

bekliyor. Kürtlerden söz etmediğini sav-

layanların onu yadsıyor alması da çözüm

bekleyen bir sorun olarak önümüzde du-

ruyor. Bunları söylerken, geçmişte kal-

mış tartışmaları günümüze taşımak gibi

bir düşüncem yok, olamaz da. Ama bu-

gün henüz yirmili, otuzlu yaşlarını süren

yüzlerce kişinin sol adına, geçerli saydık-

ları ideoloji adına Nâzım Hikmet’i dışta

bırakma düşünceleriyle yüzleşmek gere-

kiyor sanırım.

GEL��MEN�N SÜREKL�L���Ne yazmış olursa olsun, Nâzım Hik-

met’i politik tutarsızlıkla suçlamak, ya-

şamsal bir sorun olduğu kadar kültürel

bir sorundur aynı zamanda. Böyle düşü-

nenlerin, Nâzım’ı bir eylemci olarak gör-

mediklerini öne sürecekleri kesin. Belki

de soyağacına bakıp sonuçlar çıkartan-

lar da olacaktır. Gene 1928-1935 yılları

arasında yazdığı şiirlerin, dönemin eko-

nomik, politik tutuma denk düşmesi,

toplumun bütün kesimlerince benim-

senmesi bile bir olumsuzluk olarak gö-

rülebilir. Bu oluşumun bir uzantısı ola-

rak, 1930’lu yıllarda

Nâzım’ın ders kitap-

larına girmesi ve

okutulması, şaşırtıcı

bulunabilir. Bunun,

Nâzım’ın iktidarla

bütünleştiği anlamı-

na geldiğini düşü-

nenler, hatta savla-

yanlar çıkabilir.

Oysa o dönemde

Sovyetlerinkine ben-

zer bir ekonomik ya-

pılanmanın Türki-

ye’de de yaşandığını

bilmeyenlerin suçla-

yıcı yargıları haklı da

görülebilir.

İlk kurulan fabri-

kaların kapısındaki

“Her fabrika bir ka-

ledir,” sözünün Sta-

lin’e ait olduğu, an-

cak 70’li yıllarda an-

laşılmış ve kaldırıl-

mıştı. Bu örnek bile,

her kültürel nesne-

nin, oluşumun ne

denli yüzeysel algı-

landığını gösteriyor

olmalı. 1930’lu yıl-

larda Nâzım’ın geliştirdiği söylem, poli-

tik olanla elbette örtüşmüştür. Ama bu,

onun bir şiir önerisi getirmesini engelle-

memiştir. Nâzım Hikmet’in yazdığı şiirin

içerdiği bilginin bir estetiği de karşıladı-

ğı, öne çıkarttığı görülmelidir artık. An-

cak o zaman değerler yerine oturtulabi-

lir ve gelişmenin sürekliliği sağlanabilir.

Önemli olan da bu. Ama böyle bakılmı-

yor. Yaşanmış, geçmişte kalmış değerler-

den medet umuluyor. 70’li yıllarda yapıl-

dığı gibi Marx’a, Engels’e, Stalin’e,

Troçki’ye, Mao’ya... yaslanarak; yaşanan

gün kurtulsun isteniyor. Oysa, “Onlar

öldü,” diyememenin, kendiyle baş başa

kalamamanın getirdiği bir açmaz bu. Bir

öznenin geçmişte yapamadıklarını söyle-

mek bugünün açıklaması olamaz.

O GÜNDEN BUGÜNE 1930’lu yıllarda sağ kesim de benim-

semişti Nâzım’ı. Onun “Putları Yıkıyo-

ruz” hareketiyle Abdülhak Hamit ve

Mehmet Emin’in yanı sıra Yakup Kad-

ri’yi, Peyami Safa’yı, Hamdullah Sup-

hi’yi karşısına alıncaya kadar onlar tara-

fından da kabul gördüğü biliniyor. Nâ-

zım’ın başlattığı kültürel hareket

1938’den sonra politik söylemle çelişme-

ye başlar, daha doğrusu öyle algılanır.

Onun tutukluluk süreçleri de böyle baş-

lar. Oysa politik düşüncesini, felsefi kav-

rayışını hiçbir zaman eyleme dönüştür-

mediği bilinirken suçlanması; düşünce

özgürlüğünün suç görüldüğünün bir

göstergesidir. O günden bugüne düşün-

cenin suçlanması pekiştirilerek yaşama

geçirilmiştir. Bu yapılırken Nâzım Hik-

met’in dil bağlamında ulusal onur oldu-

ğu da fark edilmiştir. Kültür Bakanlı-

ğı’nın hazırladığı kitapta Nâzım’a yer

vermesi demokratik bir gelişme olarak

değerlendirilemez. Öyle de değil çünkü.

Aynı günlere denk gelecek şekilde Al-

paslan Türkeş’in Nâzım’ın “Davet” şiiri-

ni alanlarda okuması, sol kesimde ve

toplumun bütününde muğlak olan yerini

biraz daha belirsizleştirmek içindir, de-

nebilir. Eğer böylesine bir gelişme olma-

sa, İsmet Özel, “Davet” adlı şiirinin İsla-

mi bir söylemi karşıladığını söylemesi o

kadar kolay olmayacaktı. Şiirin son dize-

leri şöyle:

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,yok edin insanın insana kulluğunu,bu davet bizim.Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hürve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim.

SOL DÜ�ÜNCEN�N GÖREV�İsmet Özel 1965’te TİP’in bir seçim

afişindeki “Kula kulluk yetsin artık!”

sloganının sosyalist bir içerik taşımadığı-

nı söylerken; Nâzım’ın “yok edin insanın

insana kulluğunu” dizesini de eskittiğini

düşünüyordu elbette. (Milliyet,

25.09.2000) Dahası “Kula kulluk yet-

sin!” sloganını, “pür İslami bir slogan”

olarak öne çıkartabiliyordu. Bu, bir yan-

dan sol kültürel birikimin içini boşalt-

mayı amaçlarken, diğer yandan üretim

ilişkilerinin içeriğini, sınıfsal yapılanma-

yı da gizlemeye yönelikti elbette. Düşü-

nülmeli bunlar...

Kim üretirse üretsin, insandan

yana olan kültürel değerlere sahip çık-

mak, onların yaşanır kılınmasını sağla-

mak daha çok, sol düşünceyi benimse-

yenlerin görevi olmalıdır. Gene bilinen

odur ki düşünce iktidar kurucu olarak

değil; iktidar karşıtı olarak gelişmiştir.

Nâzım’ın Türkiye’den ve Sovyetlerden

kaçışının biricik nedeni iktidarla karşı

karşıya gelmesinden başka bir şey de-

ğildir. Daha doğrusu iktidarlar karşıtı

şiirler yazması, estetik önerilerde bu-

lunması, düşünceler üretmesidir. Bağ-

lamında bunların tartışılması Türkçe

şiirin bir açıklanması da olacaktır. Bir

şairin kendi diline duyduğu sevginin

bütün dilleri nasıl kucakladığını anla-

mak da buna bağlı.

Bugün yaşanan kültürel aşkınlıkta

Nâzım Hikmet, düşüncenin nesnesidir

artık. Bu da onu anlamayı gerekli kılıyor.

Nâzım Hikmet’esataşma var!

1930’lu y�llarda Nâz�m’�n ders kitaplar�na girmesi ve okutulmas�, �a��rt�c� bulunabilir. Bunun,Nâz�m’�n iktidarla bütünle�ti�i anlam�na geldi�ini dü�ünenler, hatta savlayanlar ç�kabilir. Oysa o

dönemde Sovyetlerinkine benzer bir ekonomik yap�lanman�n Türkiye’de de ya�and���n�bilmeyenlerin suçlay�c� yarg�lar� hakl� da görülebilir

VEYSEL ÇOLAK [email protected]

Page 12: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

31 MAYIS 2013 CUMA12 AydınlıKAPAK

Nâzım Hikmet; 20. yy’da şiirin tekerleğine içerik ve biçim yö-

nünden yepyeni bir öz yükleyen birkaç şairden biridir. Ge-

leneğe içinden karşı çıkışla beliren bu öz, kendini, yadsıdı-

ğı hamurla yeniden karıyordu. Nitekim Batı’da şiirin ger-

çeküstü kutbunu keşfe yönelen şair, gerçekliği bilincin de-

rinliklerine dışardan sarkan imgelerle hırpalarken, Nâzım,

insanı içinden dışarı derin haykırışlarla taşıran imgenin ar-

dındadır. Daha 19 yaşında yazdığı şu dizelerdeki Baudelai-

re edası, ondaki şiirin mayası olan büyük cesaretin haber-

cisiydi: “Ben iblisim kadın, yanmaktan değil, / Yakmaktan zevkduydum cehennemimde!”

Türk toplumunun çöküşten yeni bir doğuşa kıvrandığı sü-

reçte şair, tarihin bütün bir kültür ve dil toplamıyla yükledi-

ği geleneği geleceğe evrensel boyutta taşıma işlevini üstlenerek

en yıkıcı ve bir o kadar özümleyici ve yaratıcı girişimiyle ey-

leme ve bütünlüklü bir anıtsal yapıta dönüştürmeye yönelik

şiir devrimi için kolları sıvadığında Nâzım’ı Galip’in şu beyiti

ileri atıyordu:

Bir şu’lesi var ki şem’-i cânınFânûsuna sığmaz âsumanın

Bu beyitte Galip, yokluğun insanda üretip yaydığı saklı

gücün sonsuz büyüklüğünü belirtirken Osmanlı’da düşünce

ve sanatın geldiği karşı gücü de simgeler. Divan şiirini vara-

bileceği en yüksek tepeye götüren ve modern şiirin kapısın-

da çile hırkasıyla bırakan Galip, bir yandan çok eskiye gide-

rek işe öncekilerin önünde başlayıp şiiri başka bir dile ve ben-

zersiz bir aşamaya getirdiğini söyler:

Tarz-ı selefe takaddüm ettimBir başka lisan tekellüm ettimÖte yandan, kendisinden önce ne söylendiyse onu

yeni bir aşk ve insan anlayışıyla içselleştiren şair, birikimi ye-

niden üretip tüketenin kendisi olduğunu, tarihin malını alıp

yeniden biçimleyerek ona geri verdiğini ifşa ediyor:

Esrârını Mesnevî’den aldımÇaldımsa da mîri malı çaldım

Galip, şiirimizi bütün ruhsal derinliği ve söylem yetene-

ğiyle patlama noktasında Namık Kemal’e aşırırken, Tevfik

Fikret, patlama sonrasında oluşan yarıklardan düzyazıya uza-

nan patikalar açar. Nâzım, daha ilk ürünlerinde, şiiri has top-

rağında dupduru ve akıcı bir Türkçeyle işlemek üzere ova-

lara inmiştir (1920):

Bir çal da dinleyelim haydi Sarı ZeybeğiCanlansın gözümüzde yalçın dağların beyi...Çaldı tamburasından tarihin sesi geldiDağlara yaslanarak Sarı Zeybek yükseldi.

Bu dizelerdeki akıcı yalınlık, vezin ve yapıdaki beceri,

düşünsel duruluk ve coşku, geleneği içselleştirmiş, gence-

cik bir şairin her türlü serüvene girme taşkınlığının belir-

tilerini taşır.

���R DEVR�M�N�N ��ARET F��E��

Nâzım, Galip’in çile hırkasını giyerek, modernleşme uf-

kunda Fikret’in açtığı yola, “Hay... Hu... Hey... Hey anam hey!

Yolcu yolunda gerek” haykırışlarıyla koyulur; daha sonra Be-

nerci’de (1932) yer verdiği ama Moskova’da yazıp (1922) Ay-

dınlık’ta yayımladığı (1923) Grev şiirinde, çağı-

na ve yeryüzüne sığmazlığının ipucunu verir:

Yüksek tuğla bacalarda dumanlar donakaldı.

O sırada bu dize, dünya şiirinde benzeri ol-

mayan bir yeteneğin işaret fişeğiydi. İmge örgü-

sü, sesle öylesine karılmış bir ritm oluşturuyor, dil

hiç de biçim kaygısı taşımaksızın olguyu öylesi-

ne yalın bir söylemle dışa vuruyordu ki, Nâzım’ın

şiirde gerçekleştireceği devrimi bütün özüyle tı-

patıp yansıtıyordu. Gelenek, bu dizeyi, “bacalarda

dumanlar tütüyor / savruluyor vb” fiiliyle ta-

mamlardı. Nâzım, bir tek eylemi değiştirmekle

yalnızca kurduğu dizede anlamı köklü bir deği-

şikliğe uğratmıyor, bütün bir şiire ve dünyaya kar-

şı eyleme geçmiş oluyordu.

Yahya Kemal’in büyük ölçüde Divan gelene-

ğine yaslanarak, “Kaybetti asrımızda ölüm eski hüz-

nünü” dizesine taşıdığı esrar, Nâzım’da yaşamı her

boyutu ve oylumunda içererek yeniden biçimlen-

dirmeye adanmış, bütün gizemini üretimde bulan,

yürüyüşünün ritmine sözcüklerin ayak uydurduğu

bir şiir karşısında hiçliği simgeliyordu artık.

“Açların Gözbebekleri”nde şiir tekerleği-

nin bambaşka bir ivmeyle yöneldiği ritim, “Sal-

kımsöğüt”te anlık seslerle aynı anda çok ötele-

re uzayıp giden uzun erimli bir çilenin ön izle-

rine düşer. Kimi gevşeme ve sarkmalar göster-

se bile, şair, içerikle biçim arasındaki sürekli yük-

selen gerilimi gelenekle gelecek uzantısında dur-

maksızın yeni arayışlara ve dengelere taşımak-

tan ömrübütün yorulmaz. Nâzım, Grev dizesi-

ni daha sonra:

Yüksektuğla bacalarda

dumanlardonakaldı

biçiminde yazmaya yönelerek etkiyi basamaklı

dize tekniğiyle anında ve çarpıcı biçimde sağla-

mak istedi.

MAYAKOVSK� ETK�S� M�?Ne ki onu küçümseyici yaklaşımlar, şiirdeki devrimini ba-

samaklı dizeye indirgeyerek Nâzım’ı Mayakovski etkisiyle, da-

hası öykünmesiyle suçlamakta gecikmedi. Bu yaklaşımların

kaçırdığı bir başka olgu daha var: Fikret ve Akif’te, mısra or-

tasında biten ve başlayan cümleler, Haşim’de usta işi ör-

neklerini gördüğümüz serbest müstezat tekniğinin yaygın-

laşmakta oluşu, içinde hece ya da aruz kalıplarının yer aldı-

ğı basamaklı dize örgüsünü hazırlayan gelişmelerdi. Nâzım’ın

bu konudaki sözleri önemlidir:

“Mayakovski bir nevi Rus aruzunun bir çeşit, son haddine

vardırılmış, müstezatlı tarzıyle yazar. Hani Hamid’in ‘mev-

ki-i Viyan’ diye başlayan bir yazısı vardır, işte aşağı yukarı onun

gibi... Halbuki benim yazılarımda böyle ‘muayyen bir veznin

son haddine vardırılmış müstezatlı tekniği’ yoktur. Ahengi ve

‘vezni’ anlayış bakımından aramızda hiçbir benzerlik olma-

yan Mayakovski’yle muhteva bakımından da ayrılırız... O, her

şeyden önce ve her şeye rağmen ferdiyetçidir. Ben, değilim...”

Şiirsel düzlemde Mayakovski’yle ilişkisine açıklık getirdiği

bir başka söyleşide, “Fransızcayı öğrendikten sonra Fransız,

Rusçayı öğrendikten sonra Rus şairlerinden birçok şey öğ-

rendim” diyen Nâzım, gerçeği şöyle belirtir: “Bir aralık iki ya-

zımda Mayakovski’nin değil, umumiyetle ‘fütürizm’in tesiri al-

tına düştüm. Fakat bu ‘fütüristlik’ devrim çabuk geçti.”

Kemal Tahir’e Mektuplar’da itiraf niteliğinde açıklama-

larda bulunur: “Mayakovski’nin 1940 senesinde neşredilen

ve bir tek ciltte toplanan şiirleri elime geçti. Okuyorum. Sana

bir itirafta bulunayım, aramızda kalsın, Mayakovski ile yeni

tanışıyorum. Yani kendi ağzından vaktiyle dinlediğim bir iki

şiiri müstesna, matbu şiirlerini ilk defa okuyorum. ... çok defa

utancımdan Mayakovski’yi eserleriyle tanıdığımı söylemiş ol-

mama bakma!”

Nâzım, yeterince tanıdıktan sonra, Rus şiirinin bu dev-

rimci ve evrensel adını şimdi daha bir güçlü benimser, yere

göğe sığdıramaz: “Mayakovski öylesine büyüktür ki, onun-

la karşılaştırıldığımızda, biz çağdaş şairler, hepimiz küçük ka-

lırız. Bizim öğretmenimizdir ve kişisel olarak benim. Pablo

Neruda, Louis Aragon, dünyanın tüm dürüst şairleri aynı şeyi

söyleyeceklerdir: O bizim öğretmenimizdir.”

Nâzım, “biçimlerimiz farklıdır onunla” dediği şairle or-

tak yönelimini yine kendisi şöyle tanımlar: “Mayakovski’nin

şiiri ile benim şiirim arasında ortak olan şey, öncelikle, şiir ve

nesir arasındaki kopukluğun aşılması; ikinci olarak (lirik, yer-

Nâzım şiir devrimiyNâz�m, bir tek eylemi de�i�tirmekle yaln�zca kurdu�u dizede anlam� köklü bir de

SEYYİT NEZİ[email protected]

Heykel: ÇA�DA� ERÇEL�K

Page 13: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

31 MAYIS 2013 CUMA 13ık KİTAP KAPAK

gi vb) çeşitli türler arasındaki kopukluğun aşılması; üçüncüsü

şiire siyasa dilinin getirilmesidir.” Aslında Nâzım, bu ortak

özellikleri, açık ki daha önce Fikret’ten esinlenmiştir. Modern

şiirimizin başlangıç noktası olan Fikret, şiirimizi 20. yüzyıla

bu yönelimlerle taşımıştır.

Mayakovski değerlendirmesinin içtenliği ve doğruluğu,

Nâzım’ın öz olarak içinden doğduğu Türk şiir geleneğine kar-

şı yıkıcı girişimlerini evrensel çizgilerle ortaya koyduğu yapıtının

bütünsel oylumunda bugün artık çok açık ve ayrıntılı biçim-

de görülmektedir. Çok geçmeden, basamaklı dizilişin şiirdeki

etki ve iletiye yoğun ve yeni bir anlam ya da güç katamadı-

ğını görerek, Şeyh Bedrettin Destanı, Kuvâ-yi Milliye, Dört

Hapisaneden şiirlerinde aşırılıklardan kaçınarak yalınlığın ye-

niden ve sürekli keşfine yönelir, geleneğe daha bir yaslana-

rak serbest nazmın yaygın kullanım biçimleriyle yetinir.

‘PUTLARI YIKIYORUZ’“835 Satır”la şiirde yaptığı devrimin anlamı hararetle tar-

tışılmaktayken Nâzım şiir dünyasının gündemine yeni bir bom-

bayla düşer: Putları Yıkıyoruz! Şair, Resimli Ay’da (Haziran

1929), kapaktan verilen “Abdülhak Hâmit Bey Dâhi Değil-

dir” yazısında Üstad-ı Azam’ı yerle bir eder: “Hâmit Bey, dev-

ri için yeni, kuvvetli bir Osmanlı şairidir, işte o kadar. ... Ha-

kiki dehayı bulmak için sahte dehaları, kafala-

rımıza zorla dikilen putları yıkalım.”

Derginin başyazarı da onu destekler: “Deha

kelimesini biraz tasarrufla kullanalım, ve bu sı-

fatı layık olmayanlara vermek suretiyle, o sıfa-

ta hak kazananları küçük düşürmeyelim.”

Ortalık yıkıladursun, Nâzım derginin Tem-

muz sayısında bu kez Yurdakul’u hedef alır:

“Mehmet Emin Bey’in şairliği bile bir galat-ı rü-

yetken, millî şairliği cehlin galatından başka bir

şey değildir. ... Şiirlerinin lisanı ne Türkçedir, ne

Osmanlıca; uydurma, hiçbir sınıf, tabaka ve fer-

din konuşmadığı sun’î bir lisandır. ... Mesela:

Hangi Türk’tür gerdanına urgan kement ur-

durur mısraı Türkçe değildir.”

Nâzım’ın saldırılarına “835 Satır”ı inkılap-

çı şiir olarak alkışla karşılayan Yakup Kadri,

Hamdullah Suphi’yle birlikte karşılık verince,

şair, dergide bu “sahte putçuk”ların paylarına

düşen eleştiriyi de (Ağustos 1929) esirgemez...

Abdülhak Hâmit, olayı doğal karşılar:

“Putları kırmakta haklısınız. Biz de edebiyat ha-

yatına katıldığımız zaman aynı şeyi yaptık. Di-

van edebiyatını yıktık, Tanzimat edebiyatını ge-

tirdik. Türk edebiyatında hamleler yaptık. O va-

kit biz eskileri yıkmıştık. Şimdi de siz bizi yıkı-

yorsunuz. Hakkınız...”

Nâzım, bu tepkiyi şöyle değerlendirir: “Hâ-

mit’in bu geniş görüşüne bayıldım. Oysa ben sert

tartışmalar yapacağımızı sanıyordum.”

Daha ilginci Nâzım, Yurdakul’u yıllar son-

ra şöyle değerlendirir: “Bak tuhaf bir şey gibi

gelecek ama, ben bugünlerde Mehmet Emin’i

inkâr olunan tarafıyla, yani şair tarafıyla keş-

fettim. Şüphesiz ki millî Türk şairi filan değil,

lakin iyi şair.”

Düşüncesindeki değişimin kökeninde, çok

ilginçtir ki, Orhan Veli ve Sait Faik’le ilgili dü-

şünce değişikliğini dışa vururken verdiği “gurbete düşmek”

ipucunu yakalıyoruz: “Orhan Veli’yle Sait Faik. Bence ikisi

de büyük şairlerimizdendir. Hem de yalnız bizim değil, yer-

yüzünün büyük şairlerinden. Orhan Veli’yle Sait Faik’i bir kat

daha sevmek için gurbete düşmek de gerekiyor biraz galiba.

... Bana öyle geliyor ki Orhan Veli, bilhassa Orhan Veli, kla-

siklerimizden olacaktır zamanla.” (Broy, Haziran 1986)

DÜNYA ���R�NDE NÂZIMNâzım, Çek şairi Nezval’in Rusçada yayımlanan Seç-

me Şiirler’ine yazdığı önsözde şöyle der: “Dünyanın Ma-

yakovski, Pablo Neruda, Aragon gibi büyük şairleri ara-

sında Nezval de var.”

Nâzım işte bu büyük şairlerin hepsinde içerik ve kişi-

lik olarak bulunan iklimlerin kesişip çarpışmasından oluş-

muş birleşik alanda yer alır. Mayakovski’nin hırçın ve yı-

kıcı tutkusu, Neruda’nın evrensel şefkati, Aragon’un bi-

rikimli yurtsever hümanizması, Nezval’in coşkulu iyimserliği

Nâzım’da Türk halkının kendine epik sadakatiyle maya-

lanmış bir şiirin kesişen öğeleri olarak...

O, şiirde yapılan işi, “Ne demiş? Nasıl demiş?” so-

rularıyla tartardı. 1950’de onun özgürleşmesi için Ara-

gon’la birlikte yorulmadan uğraş veren Tzara, bu soruları, Nâ-

zım’ın şiiri için şöyle yanıtlrdı: “Şurası açık ki ancak çeviri-

lerinden okuyup tanıdığımız Nâzım Hikmet şiirinin kendi-

ne özgü akıcılığını kuran şey bize ulaşamıyor. Bununla bir-

likte, çevirinin kusursuz olamayışının yanı sıra, dilin verdiği

güzellikten de yoksun olsa bile, bu şiir öyle insansı bir güçle

yüklüdür ki, etlenip canlanır ve içimizde dokunaklı titreşiminin

bütün tazeliğiyle biçimlenir. ... Nâzım bütünüyle yaşama sev-

gisi üstüne tasarlanmış duygu yetkinliği olan bir ozandır ve

bu duygu yetkinliğini, şiirine kendini veren coşkuya borçlu-

yuz. Kişisel deneyi insanlığın deneyiyle örtüşür.”

Nâzım Hikmet’in revnaklı kişiliği, işlek kalemi, sözle-

ri kadar, belki daha da çok, onlardaki edayı öne çıkarıyor.

Tzara’nın onda erişemediğine üzüldüğü şey budur ve şii-

rin değişmez yazgısıdır. Ama Nâzım, yetmiş iki dilde ve her

düzeyde okura, insani olanın her boyutta ve en alımlı en-

damıyla boy verdiği dünyayı sözcüklerin dokunuş ve tit-

reşimlerinden aktarıyor. Çünkü onun şiiri, durmadan yü-

reğinde devinen bir ideolojik tazelenişin hızlanan atışla-

rından taşmakla kalmaz; yüzyılların nakışlarıyla gelen Türk-

çenin renk ve kıvrımlarının taşa işlenmesi misali işçilik ve

zekânın serüvenci lirizmiyle sırılsıklam aşkın sacayağında

konumlanır; ideolojinin üzerinde ve onu aşarak dışlaşır.

Nâzım’dan sonra şiirimizin nereye ve nasıl gideceği so-

rusuna yanıt olarak ana yönü, ilk ve son eğrisiyle Vasıf, ev-

rensel tutkunun ünlemiyle çok önce göstermişti aslında:

O gül endâm bir şâle bürünsün yürüsünNâzım, bu tutkunun önünü düzyazı aşısıyla ufuklar ötesi-

ne açan adamdır.

yle putları nasıl yıktıe�i�ikli�e u�ratm�yor, bütün bir �iire ve dünyaya kar�� eyleme geçmi� oluyordu

Nâz�m son

y�llar�nda

Page 14: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

14 Aydınlık KİTAP

Edebiyat dalları arasında resim sanatına en

yakın olanın şiir olduğu tartışma götürmez.

Öteki dalların görsel dile yakınlığını ka-

nıtlayacak örneklerin yok denecek kadar

az olması, bunun aksine şairler arasından

resme yatkın sanatçıların çıkması, şiirde-

ki imge düzeneğinin resim sanatıyla örtü-

şen yanlarının böyle bir olguyu özendirdiği

sonucuna götürür bizi. Düzyazı yanında şiir,

sözelliğin doğrudan ilişkilerini kırarak

doğaya ve insan varlığına ilişkin duyumları

özendirici bir yapıya sahiptir. O nedenle de

ressamların duyumsallığa yönelik ilgileriyle

şairlerin yürekten kopan duyumsal yo-

rumları çoğu zaman örtüşür.

TEPEDEN TIRNA�A �NSANDünya şairi olmanın bütün ayırıcı ni-

teliklerini üzerinde birleştirmiş ve şiirini in-

san ve yaşam gerçekliği üzerinde temel-

lendirmiş olan Nâzım Hikmet’i, hapis

yattığı yıllarda resim üretmeye yönlendi-

ren nedenler, onu seçkin bir şair yapan ne-

denlerden ayrı düşünülemez. Hapislikte

ressamlık, el uğraşını canlı tutmayı amaç-

layan bir etkinlikle de yakından ilgilidir. Bu

etkinlik Nâzım’da tanık olduğumuz dü-

zeyde amatörlüğü aşan bir yönde gelişe-

bileceği gibi, zamanı değerlendirmenin öte-

sinde herhangi bir kalıcı işlev de taşıma-

yabilir. “Tepeden tırnağa insan” olduğunu

dile getiren Nâzım için resim yapmak ya

da el altında kullanabileceği nesneler üre-

terek yaratıcı gücünün sınırlarını geniş tut-

mak, özel anlamda “insan” olmanın kaçı-

nılmaz göstergeleri olmalıydı. Nitekim

öyle de olmuştur. Şiir yazarak şairliğini can-

lı ve devingen tutma azmi, onun insan ola-

rak üstlendiği yeteneğinin olağan bir so-

nucuydu. Aynı yeteneğin bir başka uzan-

tısı, resimde kendini dışa vuruyordu.

Nâzım Hikmet’in, çevresinde tanıdığı

ve dostluk kurduğu ya da yaşamına karı-

şarak onun insan varlı-

ğı üzerinde uyarıcı etki

yapmış olan yakınlarını

portre resimlerine ak-

tardığı çalışmaları, öte-

ki resimleri arasında ön-

celikli bir yer tutar. Her

suret, onun açısından

yaşam defterine kayde-

dilmesi gereken bir not-

tur. O notun arka yü-

zünde şiirine yansımış

olan imge kümeleri

mutlaka vardır. Şiir yaz-

maya 1914’te başlamış-

tı. Resimle ilgili uğraşı,

çok daha sonraki tarih-

lere dayanıyor. İlk şiir

kitabı “Güneşi İçenlerin

Türküsü” 1928’de Ba-

kü’de yayımlandığında,

üç ayrı kaynaktan bes-

lenen bir şiir geleneği

kurmaya yönelik ilk sağ-

lam adımlarını atmaya

başlaması gibi, ilk resim denemelerini

yaptığı Bursa hapishanesindeki çalışmaları

da, topraktan öğrenen Anadolu insanının

emeğini düşündürür izleyenlere. Halk şii-

ri, Doğu şiiri ve çağdaş şiir örnekleri,

onun şiirlerini canlı tutan kaynaklardı. Re-

simlerinde ise, kendi bulguları ve göz-

lemleri, daha çok da kişisel deneyimleri

egemendi. Görüyor, duyuyor ve çiziyordu.

Yakın dost ressamlardan esinlenerek, on-

ların resimleri üzerine şiir yazarak bir

resme nasıl bakılması gerektiğini çöz-

mekle işe başlıyordu. Örneğin Abidin Di-

no’nun “Yürüyüş” adlı tablosu üzerine

1958’de yazdığı bir şiirinde, ellerinde ışık

parçalarıyla karanlıkta yürüyen insan fi-

gürlerinin Dino’ya ait figürler olduğu ger-

çeğini kavradığını ve Dino’yla birlikte on-

ların arasında bulunduğunun bilincinde ol-

duğunu dile getiriyor, böylece resmin “ai-

diyet” sorunu kadar insanlara iletmesi

gereken mesajla da dolu olması gerektiği

gerçeğinin altını çizmiş oluyordu. 1940’ta

Çankırı hapishanesinde yazdığı bir şiirin-

de ise daha gerilere gidiyor, Hünernâme

resimlerine değinerek her ne kadar önde

ve arkada dursalar da minyatüre özgü tas-

vir karakteri nedeniyle oradaki insan fi-

gürlerinin “hep aynı kamette” oldukları-

na vurgu yapıyordu.

Manzarayı, bir ressam duyarlığı içinde

izliyor ve şiirine öylece taşıyordu. Örneğin;

1958 tarihli bir şiirinde, cam üzerinden ka-

yarak geçen İsviçre görüntülerini, güneş-

li bir akvaryumdan geçen “çok renkli” bir

balığa benzetiyor, böylece görsel imgeye

dönüştürülmüş bir gözlem ayrıntısını dışa

vurmuş oluyordu. Orhan Veli’nin “aslan

elim” dediği sağ eline övgü düzerek içten

bir “merhaba” çekiyordu o da sağ eline

Varşova’da 1958’de yazdığı bir şiirinde. Sağ

el, hem şiirini yazdığı el, hem de resim fır-

çasını tuttuğu eldi çünkü.

BALABAN’IN USTASINâzım Hikmet’in ressamlığından ken-

di payına düşeni alan isimlerin başında kuş-

kusuz Balaban geliyor. Adi bir suç nede-

niyle Bursa hapishanesine düştüğünde, ya-

nıbaşında “Şair Baba”sını bulmuştu İbra-

him Balaban. Ustası ve hocası olarak bel-

lediği büyük şair, ona fırça tutmasını, re-

sim çizmesini öğretmiş ve o tarihe kadar

uykuya yatmış olan bir yeteneğin canlanıp

resim sanatıyla tanışmasını sağlamıştı.

Balaban’ın bir halk ressamı olarak yetişip

bugünlere gelmesinde Nâzım’ın üstlendi-

ği işlev, sıradan bir hapishane dostluğunun

ötesinde, ona ışık tutan ve yönlenmesinde

etkili olan bir “hoca”lık misyonuyla ilgiliydi.

Nâzım’la karşılaşmasaydı Balaban, kendi

resmiyle örtüşen bir kimlik sahibi olabilir

miydi? Bu soruya olumlu bir yanıt vermek

mümkün görünmüyor. Balaban’ın içinde

bu resim tutkusunu alevlendiren kişinin,

salt bir amatör ressam değil, aynı zaman-

da güçlü bir şair olmasının kuşkusuz

önemli bir payı olmuştur.

1947’de Balaban’ın “Bahar” tablosu

üzerine yazdığı şiirinde, onun yeteneğini

keşfettiğinin farkındadır Nâzım; “İşte sey-

reyle gözüm hünerini Balaban’ın..” diye-

rek sanat hünerinin onu seyreyleyecek bir

“göz”ü gerektirdiğine bir kez daha de-

ğinmiş olur. “Aydınlık, bulut, hem mavi

hem de serin dağlar, sincaplar, tavşanlar…”

Ama onların da ötesinde, Balaban’ın bir-

çok resminde onu simgeleyen bir motif

olma karakteri kazanmış olan “sağrılarında

kederli, korkunç oyuklarıyla öküzler…”

Her şey bir yana, ağırlıklı olarak şiiri-

ne, dolaylı olarak da resmine, resim çalış-

malarına odaklanmış bir evrensel sanatçı

imgesi çizer Nâzım Hikmet. Onu bu imge

çerçevesinde tanımak ve anlamak, yete-

neğin sınır tanımayan olgularına da ışık tu-

tacaktır.

KAYA ÖZSEZGİN

Nâz�m Hikmet: Otoportre

Alt� kad�n vard� demir kap�n�n önünde,be�i topra�a oturmu�, ayakta biri;sekiz çocuk vard� demir kap�n�n önünde,besbelli henüz ö�renmemi�ler gülmeyi.Alt� kad�n vard� demir kap�n�n önünde,ayaklar� sab�rl�, ellerinde keder,sekiz çocuk vard� demir kap�n�n önünde,cin gibi bak�yor kundaktakiler.Alt� kad�n vard� demir kap�n�n önünde,s�ms�k� gizlemi�ler saçlar�n�,sekiz çocuk vard� demir kap�n�n önünde,biri kavu�turmu� avuçlar�n�.Bir jandarma vard� demir kap�n�n önünde,ne dost ne dü�man, nöbet uzun, hava s�cak.

Bir beygir vard� demir kap�n�n önünde,nerdeyse a�layacak.Bir köpek vard� demir kap�n�n önünde,burnu kara, tüyü sar�;kam�� sepetlerde ye�il biber vard�,torbalarda kömür, heybelerde so�an sar�msak.Alt� kad�n vard� demir kap�n�n önündeve demir kap�n�n ard�nda be� yüz erkekvard� efendim;alt� kad�ndan biri sen de�ildin, amabe� yüz erkekten biri bendim…

Nâz�m Hikmet

İbrahim Balaban’ın “Mapusane Kapısı Tablosu” Üstüne Söylenmiştir

�brahim Balaban: Mapusane Kap�s�(Bursa Cezaevi, 1947)�brahim Balaban: Mapusane Kap�s�(Bursa Cezaevi, 1947)�brahim Balaban: Mapusane Kap�s�(Bursa Cezaevi, 1947)

Ölümsü

zlü�ü

nün

50. Y�l�ndaRessam Nâzım Hikmet

Page 15: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

31 MAYIS 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAP

İnsanlık her dönemi aynı derinlikte, aynı yo-

ğunlukta ve tempoda yaşamıyor. Bazı ta-

rihsel dönemler birikmelerin sonuç alındı-

ğı, alınan sonuçların derlenip yeni bir hayat

kurgusu için düzenlendiği süreçler olarak ya-

şanıyor. Büyük davalarla yoğrulup damga-

lanan böylesi süreçler kendi ölçülerine uy-

gun kahramanları da yaratıyor.

Nâzım Hikmet, hem ulusal hem evren-

sel ölçekte en seçkin bir tarihsel dönemin

kahramanlarındandır. O bize Kurtuluş Şa-

vaşımızla Ekim Devrimi’nin armağanıdır.

Nâzım’ın temel besleyenlerinden biri

olan ulusal mücadele dönemimiz, Türk ta-

rihinin en güç zaferinin kazanıldığı ve bu za-

ferin halkçı devrimlerle donatıldığı bir içe-

riğe sahiptir. Nâzım’ın yaslandığı evrensel

değerler alanında ise ezilen dünya insanlı-

ğının umudu Ekim Devrimi’yle cisimleşmiş,

ulaşılabilir bir somutluk haline gelmiştir.

Nâzım Hikmet, 1921 yılının 1 Ocak'ın-

da arkadaşı Vâ-Nû ile Kurtuluş Savaşı’na

katılmak için İnebolu’ya hareket ettiğinde

daha 19 yaşındadır. Mecliste Atatürk’le el

sıkıştığı ve Atatürk’ün kendisine toplum-

cu şiirler yazmayı öğütlediği, birçok kişi-

nin dönemle ilgili anılarında yer almak-

tadır. Nâzım’ı 1921 yılının Eylül'ünde ise

Azerbaycan üzerinden gittiği Mosko-

va’daki Doğu Üniversitesi'nin kapısında

görmekteyiz. Orada ekonomi ve toplum-

bilim okumaya başlamıştır.

Behice Boran’ın 1949'da yazdığını tah-

min ettiğim bir yazısında Nâzım’la ilgili şöy-

le bir tespiti vardır: “ ‘Bedrettin Destanı, Bü-

yük Destan, Memleketimden İnsan Man-

zaraları’ bu topraklardan yeni bir dağ silsi-

lesi gibi yükseliyor. Nazım’ın Büyük Destan

bütünlüğünde neşredilip halkoyuna sunul-

duğu gün Atatürk’e basma kalıp methiye-

ler yazanlar, onun ‘26 Ağustos Gecesi’nin ya-

nına hangi mısralarını koyup da boy ölçü-

şebilecekler? Hangi şairimizin dili Türkçe-

nin güzelliklerini ve zenginliğini Nâzım ka-

dar bize bol bol, cömertçe veriyor?” (Ede-

biyat Yazıları, 1992, s. 94.)

Nâzım Hikmet biri ulusal diğeri ise ev-

rensel ölçekli iki devrimin sesi olmuştur. Şii-

rini insanlığa ve insanlık davası olan sosya-

list devrimin hizmetine sunarken elindeki sa-

nat kalıplarında da yeni durumun gerek-

tirdiği düzenlemeleri yapmakta tereddüt gös-

termemiştir. İlk önce, yeni düşüncenin

önünde engel olan vezinden kurtulmuştur

(Açların Gözbebekleri, 1921). Şiirindeki yeni

unsurların ipuçlarını Cemil Meriç'in de-

ğerlendirmesinde bulmak mümkündür:

“Nâzım yeniydi, başkaydı ve her yeni gibi

düşmanları vardı, her yeni gibi dostları var-

dı. Yani Nâzım bir 'comunaute’ idi. Her ki-

tap bir parça semavidir, bir kilisedir, bir ca-

midir, birleştirir veya ayırır. Kitap göklerden

uzanan bir el, uçurumlardan gelen bir da-

vet. Nâzım’ı sevemezdim, ilk hamlede. İn-

sanı tanımadan şiirini sevmek, hele bu şiir

alışılmayansa! ‘Sekiz Yüz Otuz Beş Satır, Va-

ran Üç, Jokond ile Siyau, Taranta Babu’ya

Mektuplar’... Bu şiir bir ağaç gibi büyüyor,

dallanıyor budaklanıyordu. Ezilenler hay-

kırıyordu mısralarda. Zincirleri kıran bir ses-

ti bu. Zindan duvarlarını deviren bir ses. O

kadar yalnızdım ki karanlıklardan İblis’in eli

uzansa minnetle sıkardım. Nâzım fısıldayan

adam değildi. Kalabalıkların uğultusunu duy-

muş, âdeta tarihin sesini, tarihin nabız atış-

larını dinlemiş adamdı. 1936’da ben ço-

cuktum, o devdi.” (Jurnal, 1992, s. 261-262.)

Nâzım Hikmet 1930'ların başında, ken-

disi de otuzlu yaşlarda iken şiirleri ders ki-

taplarında yer alan bir şairdir. 1938 yılında

düzmece iki dava (Harp Okulu Askerî

Mahkemesi-Donanma Komutanlığı Aske-

rî Mahkemesi davaları) sonucunda otuz yıla

hüküm giydikten sonra şiirleri ders kitap-

larından çıkartılmış, adı Türk halkının bel-

leğinden silinmek için her yola başvurul-

muştur. Nâzım’ın bunca hınç ve acımasızlıkla

cezalandırılmasının nedeni sanatsal gücünün

yüksekliği ile ideal değerlerine bağlılık ara-

sında sağladığı bütünlüktür. Öyle ki birçok

edip ve münekkit onun şiirinin estetik yanına

alkış tutarken ideolojik tutumunu yermiştir.

Gerçekte ise herkes Nâzım’ın sarsıcı gü-

cünün farkına varmıştır:

Yakup Kadri Karaosmanoğlu: “835 Sa-

tır, Türk şiirindeki hatta Türk dilindeki in-

kılabın ilk satırıdır.” (Akt.: Şükran Kurda-

kul, Nâzım’ın Bilinmeyen Mektupları, Broy

Y., 1986, s. 88)

Nurullah Ataç: “Sihirbazlık... İşte Nâzım

Hikmet’in başvasfı. Her şairin başvasfı ol-

duğu gibi. Onu okurken veya dinlerken için-

de yaşadığımız âlemin bütün nazariyeleri ile

beraber siliniverdiğine şahit oluyorsunuz. Or-

tada yalnız Nâzım Hikmet, onun yarattığı

âlem kalıyor.” ( Milliyet, 4 Şubat 1932,

Akt.: Asım Bezirci, Nâzım Hikmet, Tüm

Eserleri 3, Cem Y., 1975.)

Nihat Sami Banarlı: “Nâzım Hikmet şi-

irlerini bazan gizli bir aruzla, bazan heceyi

andıran satırlarla fakat her zaman ve her yer-

de fırsat buldukça tekrarladığı kafiyeler, hat-

ta rediflerle seslendiriyordu. Ayrıca mısra-

larını tam ve yarım sesli birtakım iç kafiye-

lerle zenginleştiriyor; bu satırları eski Dede

Korkut hikâyelerinin ahenkli söyleyişin-

den yahut halk şairlerimizin tek bir kafiye

bulunca şiiri yaratan tarihi söyleyişinden il-

ham almış gibi kolay sıralıyordu. (…) Nâ-

zım Hikmet’in şiirlerini ören musikide eski

Türk şiirinden maharetle süzülmüş bu kuv-

vetli ses hatıraları bulunmasaydı, muhalif ve

muvafık hemen her zevkin onun şiirlerinde

bir ses güzelliği bulunduğunu kabul etme-

si mümkün olmayacaktı.” (Akt.: Ataol Beh-

ramoğlu, Sanat Emeği, Haziran 1978)

Nâzım Hikmet’le ilgili alıntılara yine Be-

hice Boran’ın belirlemeleriyle son vermek

istiyorum:

“Nâzım’da konuların genişliği ve çeşit-

liliği hep tek bir büyük davanın etrafında top-

lanır, o davaya izafetle bir yer alır. Şiirinde

işlediği konular birbirinden ayrı, müteferrik

konular değildir; tabiat sevgisi, aşk teması,

ruh hâllerinin tahlili hep aynı esas görüşten

ele alınmış, hep aynı büyük davaya yönel-

tilmiştir.” (age, s, 89-90.)

Nâzım Hikmet coşkulu bir insansever-

dir. Nâzım Hikmet tutkulu bir dava ada-

mıdır. Tutkulu olduğu kadar cesurdur da.

Nâzım Hikmet şiir sanatının en yetenekli ka-

lemlerinden biridir. Nâzım Hikmet’in bu ba-

şat özelliklerine daha başkalarını da ekle-

yebiliriz kuşkusuz. Fakat bütün bu özellik-

lerine anlam kazandıran başka bir vasfından

da söz etmek isterim onun. Nâzım Hikmet

çıktığı yolculukta ne edebiyat dünyasın-

dan gelen hücumlar ne de iktidarın zalimane

hamleleri karşısında yılgınlık gösterdi.

“Nâzım aynı zamanda tekdüze olmayan,

‘uzmanlığı’ bayrak hâline getirmeyen, bey-

ni ve elleri her yönde işleyebilen bir ‘Rö-

nesans insanı’ örneğiydi. Sadece halkların en

güzel sesli türkücüsü olmadı şiirleriyle, sa-

dece komünizmin bayraktarı olmadı. Aynı

zamanda, bütün sanat alanlarında üretti.

Muhsin Ertuğrul’un tiyatroda ve sinemada

sağ eliydi; ‘Harp ve Sulh’u Türkçeleştiren de

oydu, La Fontaine’in masallarını çeviren de,

Ferit Alnar’la birlikte Tosca operasının li-

berettosunu tercüme eden de. Balaban’a re-

sim yapmayı da öğretti, Orhan Kemal’e ro-

man yazmayı da. Cezaevinde tezgâhları

kurup en güzel kumaşları dokuyan da

oydu.” (Sungur Savran, Birgün Pazar, Sayı:

324, 26 Mayıs 2013.)

Nâzım Hikmet’in yeteneği, birikimi, bi-

linci, insan sevgisi, yaşama coşkusu, umudu

ve cesareti eğer çalışkanlığıyla bütünleş-

meseydi ne işe yarardı ki!

Nâzım: Tekdüze değilçok yönlü bir sanatçı

Ne edebiyat dünyas�ndan gelen hücumlar ne de iktidar�n zalimane hamleleri kar��s�nda y�lg�nl�k gösterdi

CAFER [email protected]

Page 16: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

31 MAYIS 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP

Kaynak Yayınları, geçtiğimiz günlerde

“Ergenekon-Balyoz Tertibi Kitaplığı”na

yeni bir kitap daha kazandırdı. Hikmet Çi-

çek’in “Ergenekon Tertibinde Gizli Ta-

nıklar” adlı bu çalışması Ergenekon da-

vasındaki 28 gizli tanık ifadesinden seç-

melerden oluşuyor. Hikmet Çiçek gizli ta-

nıkların kimliklerini, mesleklerini ve mah-

keme ifadelerini ifşaa ettikten sonra bir

kez daha yineliyor:

“Ergenekon davası bir hukuk davası

değil Cumhuriyet’le

bir hesaplaşma, bir

karşıdevrim operasyo-

nudur!”

Gazeteci yazar

Hikmet Çiçek, 1968

sonrasında devrimci

gençlik mücadelesine

katıldı ve Aydınlık saf-

larında yer aldı. Aydın-

lık’ın Haber-Araştırma

Müdürü ve İşçi Partisi

Basın Bürosu sorumlu-

su iken 25 Mart 2008’de

Ergenekon Tertibi’nde

tutuklandı. O günden

beri Silivri Cezaevi’nde

tutuklu olan Çiçek’in “Er-

genekon Terör Örgütü

üyeliği” iddiasıyla 7.5-15 yıl

hapsi isteniyor.

EL� EKMEK TUTAN TEK B�R G�ZL� TANIK YOK!

Ergenekon davasında gizli tanıkların

dinlenilmesine 2011’in Kasım ayında baş-

lanmış, dinlenmesine karar verilen 44 giz-

li tanığın 31’i dinlenmişti. Gizli tanıklar-

dan dördü ise (“Anadolu”/Ümit Sayın,

“15”/Hüseyin Oğuz, “İsmet”/Semih Genç

ve “Deniz”/Şemdin Sakık) duruşma sı-

rasında asıl kimliklerini açıklamışlardı.

Hikmet Çiçek’in 28 gizli tanık ifadesini

masaya yatırdığı bu çalışmasındaki tes-

pitlerinden Cumhuriyet Devrimi’ne kar-

şı yürütülen bu karşıdevrim operasyonu-

nun ne kadar pespaye olduğunu ve her ya-

nından nasıl da döküldüğünü bir kez

daha görmek mümkün.

İşte bu tespitlerden bazıları:

Gizli tanıklar arasında mesleği olan,

eli ekmek tutan bir kişi bile yok!

Aralarında koyun hırsızı da var, oto

hırsızı da.

Kızkardeşinin kızını satan da var,

“gayrimeşru âlemde” tanınmak için ça-

balayan da!

Cinayet, uyuşturucu

kaçakçılığı, gasp, tecavüz,

adam yaralama, adam ka-

çırma, dolandırıcılık, fu-

huş hükümlüleri...

Dev-Sol, DHKP-C ve

Hizbullah itirafçıları da

gizli tanıklar arasında!

ERGENEKON’DAN HABERLER� B�LEYOK!

Kitapta yer alan gizli tanık ifadeleri

okununca ortaya bir başka ilginç (!) tab-

lo çıkıyor: Gizli tanıkların Ergenekon’dan

haberleri bile yok! Mesela gizli tanık

“17” Ergenekon’u ilk defa gazeteden

duyduğunu söylüyor. Gizli tanık “Akde-

niz” açık açık “ben Ergenekon’u bilmi-

yorum” derken gizli tanık “Yavuz” da “Er-

genekon şudur budur, ben anlamam öyle

şeylerden” diyor. Gizli tanık “Efe”nin

“ben Ergenekon mergenekon nedir bil-

miyordum. Ha duyuyoruz, ama Erzin-

can’da böyle bir şey var mı, yok mu bil-

miyorum ben” deyişine yorum yapabilmek

ne kadar mümkün?!

AKIL SA�LI�INDAN �ÜPHEETT�REN �FADELER

Gizli tanık ifadelerinde öyle hikâyeler

var ki, yer yer mahkemeyi güldüren bu ifa-

delerin sahiplerinin akıl sağlığından şüp-

he etmemek mümkün değil. İşte trajiko-

mik o ifadelerden bazıları...

Gizli tanık, “Akdeniz”: “O rüya çok il-

ginçti… İstihareyi bilir misiniz efen-

dim?... İstihareye yattım ben de, Sayın

Başbakan’ın eşini gördüm. İkinci kez is-

tihareye yattım, Başbakanın eşini gördüm.

Üçüncü kez istihareye yattım oy rakamı

söylendi… Dedim kardeşim sizin benden

isteğinizi ben yapmıyorum ve karalamış

olduğunuz insanların öyle ya da olup ol-

maması beni ilgilendirmiyor. Ben ne on-

lara oy verdim ne de AK Partiliyim. Gü-

lümsüyorsunuz, olay aynen budur… Yani

belki istesem belki de onların istediği şe-

kilde olsam en üst noktaya kadar ulaşa-

bilecektim. Ama vicdanım hiçbir şekilde

girmememi söyledi. O vicdanla da bera-

ber o şekilde rüyam oldu.”

Gizli tanık “15”in derdiyse öldürülen

köpekleri: “Benim köpeklerim bir sefer öl-

dürülmedi… Yedi tane köpeğim vardı, beş

tane köpeğim vardı, parti parti öldürüldü,

en son kangal köpeklerim vardı onlar da

öldürüldü… bir sefer benim köpeklerim

sardalya balığıyla zehirlendiği zaman sı-

ralıydı üç tane. Daha sonradan tekrar yav-

ru aldım, ben bu işi 10 sene yaptım ço-

banlığı en sonunda da Sivas Kangal’dan

köpek getirdim, onlar da yok oldu gitti.

Yani bir sefer olsa tamam diyeceksiniz ki,

şu tarihte öldürüldü, Veli Küçük’ten mi,

hayır efendim ben onu demek istemiyo-

rum, ben diyorum ki, Veli Küçük ismini

zikretmemiş olsaydım Susurluk Komis-

yonu’nda, bunlar benim başıma gelme-

yecekti.”

NE DEND�YSE ONU SÖYLE,MÜKÂFATINI AL!

Hikmet Çiçek, pek çok gizli tanığın ifa-

desinde emniyette kendilerine söylen-

mesini istedikleri şeyleri söylediklerini de

ortaya koyuyor. Bunlardan biri gizli tanık

“C”nin ifadesi: “Bize söylenen öyle em-

niyette (...) Emniyette tabii öyle anlatı...

yani duydum.”

İfadelerden öyle anlaşılıyor ki, Erge-

nekon adını bile duymamış gizli tanıkla-

rın bazıları vaatlerle tanık olmaya ikna

edilmişler. Gizli tanık “Ethem” o tanık-

lardan biri. Gizli tanık “Ethem”i çağıran

savcının trafik cezalarıyla başı dertte olan

gizli tanığa bir daha trafik cezası almaması

için yardımcı olacağını söylediğini bizzat

gizli tanık “Ethem”in ifadesinden öğre-

niyoruz!

Kaynak Yayınları’nın “Ergenekon-

Balyoz Tertibi Kitaplığı”ndan çıkmış olan

Ergin Saygun’un “Balyoz”, Semih Çetin’in

“Bir İhanetin Öyküsü” ve Ali Türkşen’in

“Kardak’ta Kahraman Hasdal’da Esir”

adlı kitapları gibi Hikmet Çiçek’in “Er-

genekon Tertibinde Gizli Tanıklar” adlı

çalışmasının da oldukça ilgi göreceği

açık. Bu kitapla “tertibin” bu zamana ka-

dar hiç ele alınmamış bir konusu da mer-

cek altına alınmış oluyor. “Ergenekon Ter-

tibinde Gizli Tanıklar”da toplumun tor-

tuları olan sabıkası bol, işsiz güçsüz bir gü-

ruhun bazı vaatlerle nasıl ikna edilip

emniyette düzenlenen ifadeleri imzalamış

olduklarını ve deli saçması ifadelerinden

ayrıntıları bir Ergenekon sanığının kale-

minden okuyacaksınız.

Gizli tanıkların rezaletedönüşmüş açık görevleri

HADİYE YILMAZ

Ergenekon Tertibinde Gizli

Tan�klar, Hikmet Çiçek,

Kaynak Yay�nlar�, 208 s.Çiçek’in kitab�n�n sunu� yaz�s�n�

meslekta�� Soner Yalç�n yazm��.Yalç�n, “Benim Tan�d���m HikmetÇiçek” ba�l���yla �unlar� söylüyor:

“Ben size çeyrek as�rl�k dostum,meslekta��m ve cezaevi arkada��m�anlatmak istiyorum.

Hikmet Çiçek, felaketlerin insan� y�-k�lmaz yapt���n�n ispat�d�r.

Hikmet Çiçek ya�am� boyunca, s�-radan bir kötülü�e mahkûm olma-m��t�r.

Hikmet Çiçek demek, soru soranbir zihne sahip olmak demektir.

Hikmet Çiçek demek, emek de-mektir.

Hikmet Çiçek inat demektir.Hikmet Çiçek her ko�ulda yazmak

demektir.��te benim tan�d���m bildi�im Hik-

met Çiçek budur.Türkiye’yi yeniden in�a etmek için

kitap yazmaya devam etmektedir.Çünkü bilir ki, kitaplar vatanlar�

in�a eden tu�lalard�r…”

Hikmet Çiçek

Page 17: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

Romanın cehennemiTüketimi kolay bir kitap “Cehennem”. Ufak fikirler edinebilir,

beyninizde olu�an peyzajlardan keyif alabilir, irkilebilir, hatta kitab�okurken sayfalar� h���mla çevirebilirsiniz. Kitap bitti�inde ise

kitapla ilgili hemen hemen hiçbir �ey dü�ünme gere�i duymazs�n�z

İki üç masa önüme bir adam oturdu. Çan-

tasını koydu masaya. İçinden bir not defte-

ri ve bir kalem çıkardı. Çay söyledi, Türk kah-

vesi de olabilir. Pierre Loti tepesindeydik, o

İstanbul’u süzdü ben onu. Bir yandan “Bu

adamı gözüm bir yerden ısırıyor” hissi, diğer

yandan ritüelleri olan dingin bir yazarı ya-

zarken seyretmenin verdiği heyecan, öylece

baktım adama. Bilemezdim Dan Brown’un

“Cehennem”i İstanbul’a getireceğini. Yarım

saat boyunca durmadan not alan turist ya-

zarın Dan Brown olduğunu çok sonra anla-

dım. Bu ilginç tesadüfün göl-

gesinde kitabı okumak şart

olmuştu tabii. Defterine düş-

tüğü notları merak ettiğimi

anımsıyorum. İşte kitapta o

notları, yazarın gözündeki

İstanbul’u aradım.

O �LG�NÇ RASTLANTIOLMASA

“Da Vinci Şifresi” ve

“Melekler ve Şeytanlar” gibi

çok satan kitapların yazarı

Brown merak unsurunu ro-

manlarının hamuru yapıyor.

Bu hamurun içindeki gerilim

ve macera kısa bölümler ha-

linde film algısı oluşturularak

sunuluyor. Cehennem de ay-

nen bu şekilde klasik bir

Hollywood sahnesiyle başlıyor ve devam edi-

yor. Şehirleri, nesneleri görmek kolay bu tarz

romanlarda. Manzaraların uçtum kondum

tarihini öğrenip merak ediyor insan. Ancak

karaterler kahraman ve kahraman yardım-

cıları olarak tasarlandıklarından gerçekçi-

likten uzaklar. Haliyle tüketimi kolay bir ki-

tap “Cehennem”. Ufak fikirler edinebilir,

beyninizde oluşan peyzajlardan keyif alabi-

lir, irkilebilir, hatta kitabı okurken sayfala-

rı hışımla çevirebilirsiniz. Kitap bittiğinde ise

kitapla ilgili hemen hemen hiçbir şey dü-

şünme gereği duymazsınız. Peki “Cehen-

nem” düşündürmek için mi yazılmış? Ha-

yır. Brown bu açıdan başarılı. Peki, okur dü-

şünmek için mi okur “Cehennem”i? Bil-

miyorum. Eğer öyleyse inanın düşünmek ve

derinlik hissi merak unsurunu alt edecektir.

Şahsen o ilginç rastlantı olmasa ben pişman

olmadan kitabı yarıda bırakırdım.

“Dan Brown’un yöntemi kendine özgü

mü?” sorusunu sormadan olmaz. Cevabı net:

Değil. Birçok polisiye ve macera romanı ya-

zarının uyguladığı bu yöntemin yanında

Dan Brown’u farklı kılan nedir? Dini hika-

yeler ve mistizm ilk akla gelenler. Tarihi olay-

ların teknolojiyle buluşması ise zıtlığın ver-

diği enerjiden sonuna kadar faydalanıldığı-

nı gösteriyor.

B�R �STANBUL ROMANI MI?Artık kronikleşmiş aşağılık kompleksi-

nin etrafında dolaşırken tanıdık cümleler ça-

lındı kulağıma. Yabancı bir mecrada mem-

leketin adı geçince gözleri parlayan bizler

filmlerle tam mest olmuştuk ki yemek son-

rası tatlı gibi geldi “Cehennem”. Dile kolay

Dan Brown son romanında İstanbul’u yüzü

aşkın sayfaya taşımış. Ama nasıl?

Ayasofya’yı ve Yerebatan Sarnıcı’nı mer-

keze alarak tarihi öğelerin eş-

liğinde soruları/sorunları çöz-

meye çalışıyor Langdon. İs-

tanbul tasvirleri zayıf ama

kullanışlı. Floransa tasvirle-

rinde içi İtalya’ya akan ben

İstanbul’u yazarın kalemin-

den okuyunca hayıflanmak-

tan vazgeçtim.

Binlerce hikayenin bin-

lerce yıldır efsaneleştiği şehir

arka plan olamamış roman-

da. Ayasofya’nın ve Yereba-

tan Sarnıcı’nın hatırına şeh-

rin adı yazılmış hissi hâkim.

Yerebatan Sarnıcı ve Aya-

sofya çoğunlukla İtalya’da,

Paris’te bir yere kondurul-

muş gibi görünüyor satırların

arasında. O nadir hissedilen

ama hissedilince de insanı bü-

yüleyen İstanbul ruhu bu kitapta yok.

LANGDON �ND�ANA JONES YOLUNDA

Meşhur profesör Langdon son mace-rasıyla modern çağın İndiana Jones’u olmayolunda. Eğer bir kitapta daha karşımıza çı-

karsa Brown’un aslında yaratıcılıktan uzaksadece kapitalist kaygılarla yazdığını düşü-nebiliriz. Bu düşünce arefesinde İstan-bul’un Langdon’u emekli etmesini um-maktan başka bir şey gelmez elimden.

Son olarak Dante’nin, kitabın çıkışnoktası olması beni Dante okumaya itti. Birkitabın sizi başka bir kitaba sürüklemesi gü-

zeldir. Okunan kitabın bırakılıp bahsi ge-çen kitabı okuma isteği ise yazar için hoş ol-masa gerek. Yine de kitabı eğlence sektö-rünün bir parçası olarak görenleri memnunedecektir cehennem! “Cehennem”; filmi çı-

kar yakında, okumaya gerek yok nidalarıarasında çok satıp milyonları kitap okumayateşvik ediyor. Bu teşviğin nitelikli mi oldu-ğu konusu tartışılır, tartışılmalı.

ERDEM GEZGİNCİ[email protected]

Cehennem, Dan Brown, Alt�n Kitaplar, Çev: �pek

Demir, Petek Demir, 576 s.

31 MAYIS 2013 CUMA 17Aydınlık KİTAP

Aşk katında bir derviş: Kenan Sarıalioğlu

Kenan Sarıalioğlu’nun son şiir kitabı

“Temmuz Sağanakları”nı okuyorum.

Dönüp dönüp yine okuyorum. Kitap

boyunca insan hallerinden nesnelerin

yalnızlığına uzanan yolculukta, “Şiir

neyi gizlemez?” diye hep sordum ken-

di kendime. Yoklukla varlığın o ince çiz-

gisinde bıçaktan bakan sözcüklerin

keskin tarafına yaklaştıkça şekillerden

ayrışan sözlerin duruluğu bu soruya bir

cevap gibi aslında. Bir kere şiir, insanı

hiç gizleyemez. Aşkı da. Bu pencereden

bakıldığında “Temmuz Sağanakla-

rı”ndaki şiir okumaları için şöyle bir

cümleyi rahatlıkla kurabiliriz. Kenan

Sarıalioğlu şiiri, aşka ulaşmak için in-

sanı kutsayan dizeler bütünlüğüdür. Bu

dizeleri güçlendiren yan

öğeler ise; doğa ve nesne-

lerdir:

Dağ ve benBir ömür bekledik seni.Beni sen diye anlaAma dağı düşün…

“Beklemek” eylemi ya-

şamla ölüm arasında “ne-

fesi hep kanayan” yaraya

dönüştüğünde, koca bir da-

ğın gelip şairin yüreğini iş-

gal etmesi kaçınılmazdır.

Gündelik hayatın gel-gitleri

içinde hepimizin yaslandığı

bir dağ ya da hepimizin üs-

tüne çöken bir dağ yok mu? Şair, bu iki

nedenselliğin üzerine üzerine yürüse de

anlaşılamama kaygısını belleğinden

bir türlü atamıyor. Ölümse beklenen,

zaten bugüne kadar aldıklarıyla kendini

hissettirmiş. Daha ne? Yok, hayır sev-

giliyse “ayaklarına şükür”.

Kadının yanağındaÖnce birkaç damlaVe ansızınGül döken bir sağanak…Bir başka şairin “damla kendini ta-

mamlayınca damlar” dizesindeki söy-

lemini Sarıaliğolu’nun sözcükleriyle

kurgularsak: Aşk kendini tamamlayın-

ca yağar. Yazısız çağların sesinden ko-

pup gelen bir doğa olayı. Aşkla insanın

arasında molekül bir kül. Aşka yaklaş-

tıkça fırtına kopar mı bilmem ama

uzaklaştıkça gülün değeri azalır. Çün-

kü gül döken bir aşk, kutsanmıştır ten-

de. Öylesine ki, “derinden daha derin-

den soyun” der aşka ve aşk derisinden

soyunur şaire. Büyüyerek, anlamlaşarak,

tanrısal boyuta ulaşarak. Tanrı çırıl-

çıplak kalır aşkın karşısında. İnsan aklı

çoğalır. Evrendeki bütün izler silinir,

uzak yakın her nesne kendine sığınır.

Sözlerin her hali büyür, yüceleşir.

Aşk yarası bu kadar derin midir?

Sarıalioğlu’na göre; yan yana akan iki

dereden:

İçmişler birbirinin suyundanKanarak kanayarakİki can bir olmuşlar…Böylesine derindir işte. Aşkın mer-

kezine indikçe suyun da aklı bulanıyor.

O hep kendini güçlü bilen su, kanıyor

derinden. Demek ki aşk, iyicil bir örtü

gibi sarıyor bütün yaraları. Suyun ak-

lından kanın sızdığı tene geçiyoruz.

“Şimdi unutma vaktidir, unut ve dinle”

her şey yaşamak denen vedanın içinde

gerçekleşiyor. Kalan için zor giden

için mümkün değil. Çünkü her nesne

gidenin peşinden yas tutmakta. Günün

iyiliği diye düşülüyor kayıtlara. Oysa

kan, durmadan sızıyor.

Şair, “şimdi bir kuytuda”

kendi yaralarına şiir mer-

hemi sürmekte.

Kitap boyunca “ka-

dın” imgesi gücünü ve

konumunu koruyor.

“Beş Vakitte Kadın” şii-

riyle kutsallaşıyor. Ka-

dın algısı ibadet dere-

cesine yükseltilerek onu

biçimlendiren ve sevdi-

ren gerek doğasal etki-

leşimlere, gerekse nes-

nelerin varlığına eşitleye-

rek bir güç sembolü ola-

rak sunulmakta:

İkindi vakti,Kadın balkona çıktıDedi ki, ağaçların Hiç canı sıkılmaz mı?Ölüm olgusu da şiirlerde başat bir

konumdadır; sarı ve yeşil yapraklardan

ibarettir. Sevdiği insanların gidişi onu“

gözkapaklarının ardında” bir yas evine

kapatır. Ölümün sonsuz bir susuş ol-

duğunu pek düşünmez ve der ki:

Düşündüm kiKaç bin gece susmuş annemŞimdi konuşur belki…Ölümü de aşkın katına armağan

edip yoluna devam ediyor Sarıalioğlu.Yıldızların yalnızlığını deştikçe kendivarlığına ulaşıyor. Hiçlik yazgısına ya dao hep kaybolma isteğine. Gözyaşların-dan yaptığı kuleler de birer birer yı-

kılmakta. İnsan ancak kendisiyle yüz-leşerek çıkabilir bu “yalağuz” durum-dan. Çünkü hayatın özüne inmeyi zor-

laştıracak ne kadar özne varsa insanınbelleğinde onlarla da yüzleşmek gere-kiyor.

Dönüp dönüp yine okuyorum

“Temmuz Sağanakları”nı …

Cehennem, Dan Brown, Alt�n Kitaplar, Çev: �pek

Demir, Petek Demir, 576 s.

ÖMER TURAN

Page 18: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

31 MAYIS 2013 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Dolambaç

Gerbrand Bakker, Metis Yay�nlar�,Çev: Türkay Yaln�z, 200 s. 

Her şeyi bir çırpıda anlatan bir ro-

man değil “Dolambaç”; kafamızdaki

soru işaretleri yavaş yavaş, Emilie’nin

eski hayatına dair hatıraları ve hâlâ

Hollanda’da olan kocasının onu arama

süreci sayesinde siliniyor, taşlar yerine

oturuyor.  Bakker, duygusallığa kaçma-

dan okurda güçlü duygular uyandıran,

yalın cümlelerle en karmaşık durumla-

rı resmedebilen, karakterlerin iç dün-

yalarını ve ruh hallerini uzun uzadıya an-

latmadan okura “hissettirebilen” bir

yazar. Anlatımın sadeliğiyle içeriğin yo-

ğunluğu keskin bir tezat oluşturuyor. Do-

lambaç da bu meziyetlerden nasibini faz-

lasıyla almış, son derece kendine özgü,

içe işleyen bir roman. 

Cunda Öyküleri

Kadir Aydemir, Yitik Ülke Yay�nlar�, 188 s.

27 yazarın kaleminden “Cunda

Öyküleri”...

Bu kitapta birbirinden farklı,

ama oradan geçen, kimi zaman de-

nize değen, kimi zaman adanın boş

sokaklarında gezinen Cunda öykü-

lerini bir arada bulacaksınız. Ada

meraklıları ve deniz tutkunları için

edebiyatta yepyeni bir yolculuk fır-

satı...

Pek çok yazarın kaleminden bir-

birinden farklı zamanlarıyla, farklı

sularıyla düşlenmiş aynı ada:

Cunda Adası... Uzaklarda sizi

bekleyen, sizi çağıran bir şeyler var...

Yanınıza “Cunda Öyküleri”ni

de alıp yola çıkmanın tam zamanı...

Çoban Ate�leri

Kadir Türker Geçer, Bilgi Yay�nevi, 608 s.

Gece zifiri karanlıkta doğada yalnız

kaldığımızda bilinmeyen korkular karşı-

sında içimiz ürperir, yüreğimiz üşür. Bu

dünyada yapayalnız kaldığımızı düşü-

nür, umutsuzluk ve korkuya gark oluruz.

Sonra birden karşı dağlarda bir çoban ate-

şi parlar. 1919 yılı karanlıktır, hem de zi-

firi karanlık. Umutsuzluk iklimi İstan-

bul’un iliklerine kadar işlemiştir. Ana-

dolu’da bir çoban ateşi parlar. 19 Mayıs

1919’da Mustafa Kemal Paşa Samsun’dan

başlatır dünyanın en haklı mücadelesini.

Çoban ateşleri döner bir yangına, güçlü-

lerin muktedir olmadığını, zalimlere de

diz çöktürülebileceğini gösterir 20. yüz-

yılın mazlum milletlerine. Alır taşır mil-

letini ortaçağdan çağlar ötesine. 

Ölümün Sesi

Arne Dahl, Do�an Kitap,Çev: �en Kaya, 368 s.

1990’ların ortaları. İsveç’te yaşanan

büyük ekonomik krizin ardından, bin-

lerce kişinin işten atılması ya da iflas et-

mesinin üzerinden çok zaman geçme-

miştir. Bir seri katil, İsveçli zengin işa-

damlarını kendi evlerinde, iki el ateşle öl-

dürmeye başlar. Duvara saplanan kur-

şunlar işin içinde Rus mafyasının oldu-

ğu şüphesini uyandırır... Başka bir ipu-

cu da yoktur; katil bir evden alelacele çı-

kıp geride bir caz müziği kaseti bıraka-

na kadar... Bu zorlu cinayet vakalarını

çözmek için İsveç’in çeşitli bölgelerinden,

birbirinden yetenekli altı polis memu-

rundan oluşan, özel bir polis gücü top-

lanır. Bu A Takımı katili bulmak için

müthiş bir takibe koyulacaktır. 

Ya�ama Gücü

Kemal Yalç�n, Say Yay�nlar�, 272 s.

Ordinaryüs Prof. Dr. Onur Güntür-

kün, dört yaşındayken Zonguldak’ta ço-

cuk felcine yakalandı. Tedavilere Türki-

ye’de başlandı, Almanya’da devam edil-

di. Üç yıl süren tedavilerden sonra te-

kerlekli sandalyede oturabilir hale geldi.

Halen Almanya’da Bochum Ruhr Üni-

versitesi, Biopsikoloji Kürsüsü Başkanı-

dır ve dünyanın önde gelen beyin araş-

tırmacılarından biridir. Hayatın zorluk-

larını bilim aşkıyla, araştırma heyecanıy-

la yendi. Yaşama gücünü hiçbir zaman

kaybetmedi. Onun yaşamı, umutsuzluk-

tan umut yaratmaya örnektir. “Yaşama

Gücü”, yazarın çok zorlu, aşılmaz sanılan

engellerle dolu yaşamının ilginç, umutlu,

örnek alınması gereken öyküsüdür.

Her A�k Gibi Yar�m

Do�an Yar�c�, Yap� Kredi Yay�nlar�, 140 s.

Doğan Yarıcı’nın ince ince işledi-

ği dilinden, gözlerine perde inenlerin

gönül gözüyle gördüklerinde, hayal-

lerde, umutlarda, korkularda Bo-

ğaz’ın kör kuytularına eğilen, sırtını

unutulmaz eski filmlere dayayan yeni

bir roman...

Güneş alçalıp gölgeler çekildiğin-

de gölgelerin birleşerek konuştuğu

bir semte, Beykoz’a ve gülerken bile

puslu, efkârlı bakan Beykozlulara bir

güzelleme. Roman kişilerini gelmiş

geçmiş pek çok sinema oyuncusuna

“oynatan” Doğan Yarıcı, romanın

kurgusunu da bir sinema filmi gibi çat-

mış; romanın anlatıcısı ise yine yazar

gibi bir Beykozlu: Sadri Alışık.

Sava�ç�n�n Kameras�

Stephen Prince, Kabalc� Yay�nevi,Çev: Ahmet Ergenç, 322 s.

Akira Kurosawa tüm zamanların en

büyük yönetmeni sayılır. Ona Japon si-

nemasının kralı demek abartma olmaz.

1981’de yazdığı biyografisinde “benden

sinemayı çıkarın geriye bir hiç kalır” di-

yerek kendisi ile ilgili en güzel tanımı yap-

mıştır.  Yaşamı boyunca neredeyse sanatın

bütün dallarıyla ilgilenen Kurosawa, ya-

ratıcılığının zirvesine sahne sahne dü-

zenlediği planlarla, çekim öncesi olduğu

kadar çekim sonrası çalışmalarındaki ti-

tizliği ile çıkmıştır. 88 yaşındayken Seta-

gaya, Tokyo’da öldüğünde geride otuzun

üzerinde film bırakmıştı. Sugata Sanshi-

ro (1943), Rashomon (1950), Budala

(1951), Yaşamak (1952), Dersu Uzala

(1975), Ran (1985) en bilinenleriydi.

Baban� Sana �ikayet Ediyorum

Erdal Akyazan, Destek Yay�nlar�, 296 s.

Savcı olan babalarınız, bir iddia-

name hazırladı ve yargıç olan babala-

rınıza sundu. Dediler ki “Biz burada-

ki adamların suç işlediğini düşünüyo-

ruz, delilleri topladık, onları da sunu-

yoruz, incele, kabul et ve yargılamaya

başla!” Savcı babalarınızın hazırladığı

dosya kaç sayfaydı biliyor musunuz? 60

bin sayfa. Yargıç babalarınız bu dosyayı

aldı “13” günün sonunda, “İnceledik,

bunlar bizce de muhtemelen suç işle-

miş, kabul ettik” dedi. Onlar günde 4

bin 615 sayfa incelemişler. “Baba, ger-

çekten böyle mi?” diye sormak ister mi-

siniz? Bu kitabı okuyunca Silivri’de iş-

lerin nasıl yürüdüğüne tanık olacak, ge-

lecek kuşaklar adına utanacaksınız...

Page 19: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

31 MAYIS 2013 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

K�s�k Ate�te

Gülnur Vural, E Yay�nlar�, 165 s.

Bildiğini sandıklarınla ördüğün du-

varların; aslında sınırlarını belirliyor. Sı-

nırların dışında kalan olasılıklar ise

hâlâ orada öylece geziniyor. Kimileri geç

olsa da bunu fark ediyor ve kendini ka-

fesleyen bu duvarı örmekten vazgeçiyor.

Genişliyor, genişliyor ve genişlemeye de-

vam ediyor... Sonsuzluğun içine yayılı-

yor. Sonsuz olasılıklar arasından artık di-

lediğini seçebiliyor.  Okudukça her bi-

rimizin bunları sorgulamasına neden

olacak bir kitap. Hiç beklenmedik bir

anda ortaya çıkan gizemli yolcu ve ya-

rattığı tuhaf karmaşa... Ve tüm oku-

yanların ayağını yerden kesecek bir

aşk. Bu aşka eşlik eden muhteşem bir

müzik ve gökyüzünde parlayan o yıldız. 

Caz Ça�� Öyküleri

F. Fitzgerald, Everest Yay�nlar�,Çev: Ülker �nce, 352 s. 

“Caz Çağı Öyküleri”, başta “Benja-

min Button’ın Tuhaf Hikâyesi” olmak

üzere, F. Scott Fitzgerald’ın en bilinen öy-

külerini bir araya topluyor. “Ritz Bü-

yüklüğünde Bir Elmas”, “1 Mayıs” ve di-

ğerleri, Fitzgerald’ın kitabın birinci bas-

kısında “İçindekiler” sayfasına düştüğü

notlarla birlikte, ilk defa bir bütün ola-

rak Türkçede. Fitzgerald, 1922’de ya-

yımlanan bu ikinci öykü derlemesinde,

“Gürültülü Yirmiler”in, hem refah için-

de yüzen hem de refah içinde yüzenle-

re gıptayla bakan insanlarını anlatmayı

sürdürüyor. “Uçarı Kızlar ve Filozof-

lar”ın devamı niteliğinde sayılabilecek

olan “Caz Çağı Öyküleri”, Ülker İnce’nin

yetkin çevirisiyle Everest Klasikler’de.

Milyonluk Manzara

Kolektif, �leti�im Yay�nevi, 264 s.

Kentsel dönüşümün ortaya çıkar-

dığı manzara nedir? Hem mecazi an-

lamıyla, nasıl bir manzara: Nasıl bir

mekânsal düzen, nasıl bir sosyal ilişki

örgüsü, nasıl bir sınıfsal-toplumsal

doku? Hem de düz anlamıyla, nasıl bir

manzara: Nasıl bir peyzaj, nasıl bir coğ-

rafya, nasıl bir kent resmi?  Bu kitap-

taki fotoğraflar ve yazılar, farklı cep-

helerden, farklı dillerle, kentsel dö-

nüşüm rejimine bakıyor. Fotoğraflar,

kentsel dönüşüm manzarasını gör-

kemli tekinsizliğiyle gözümüzün önü-

ne seriyor.  Akademisyenler, mimar-

lar, gazeteciler, kentsel dönüşümün

analizini yapıyor. Edebiyatçılar, “his-

sedilen” kentsel dönüşümü anlatıyor.

PenCeren

Ceren Öztürk, �nk�lâp Kitabevi, 128 s. 

Düş kadar ince dizeler ve o di-

zelere eşlik eden fotoğraflar eli-

nizdeki kitapta bir araya geldi. Ar-

tık hepimizin bir penceresi var...

Oradan uzaklara dalgınlıkla

bakıp iyilikleri çoğaltabileceğimiz

bir pencere. Ama henüz perdeleri

açılmamış. Perdeleri aralayıp içeri

bakmanın vaktidir artık.

Sözler yüreğin, fotoğraflar da

gözlerinse eğer haydi perdeleri aç.

Sözlerle düşün fotoğraflarla düş-

len.Yaslan düşlerine..

Çık pencerene, düşler yeşersin

bahçemizde.

Kendini anlamak için sen de

bak “PenCeren”den.

Alper Kamu -Cehennem Çiçe�i

Alper Can�güz, April Yay�nc�l�k, 224 s.

Alper Canıgüz’ün eşsiz kahrama-

nı Alper Kamu’yla birlikte her türlü

şiddetin hüküm sürdüğü bir atmos-

ferde, kırık hayatların, küllenmiş aşk-

ların ve daha nice esrarın peşinde kara

mizahla yüklü yeni bir yolculuğa çı-

kıyoruz. Kahramanımız, bu kez bir ço-

cuğun ölümü ve eski bir aşk hikaye-

sinin ardındaki gerçekleri ortaya çı-

karmak için uğraşırken, “İnsanlığa

dair kavrayışımızı biraz daha ileri gö-

türmeyecekse bir cinayeti çözmenin ne

anlamı var ki?” diyen bir dedektife ya-

kışacak şekilde, adalet kavramımızı

sorguluyor. Alper Canıgüz’den kah-

kaha ve gözyaşının iç içe geçtiği büyülü

bir serüven. 

Genç Türkiye �n�a Edilirken

Ernst Egli, �� Bankas� KültürYay�nlar�, Çev: Güven Uçer , 384 s.

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin yö-

neticileri, 1927 yılında önemli bir karar

alır: Eğitim ve kamu binaları bundan

böyle çağın en gelişkin örneklerine uy-

gun biçimde tasarlanacak ve inşa edile-

cektir. Mevcut mimar kadrolarıyla en

yeni teknikleri yakalamak ve uygulamak

kolay olmadığından, bu iş için yabancı uz-

manlar davet edilir. Viyanalı genç mimar

Ernst Arnold Egli de gelenler arasın-

dadır. Türkiye’deki gezileri ve bilimsel

gözlemleri sonucunda yazdığı iki kitap-

ta, Mimar Sinan’ı ve Türk ev kültürünü

uluslararası akademik camiaya ilk kez ta-

nıtır. 1953 yılında, bu kez bir BM prog-

ramı çerçevesinde gelir, Anadolu’yu ge-

zerek farklı yörelerini keşfeder.

Hatas�z Dü�ünme Sanat�

Rolf Dobelli, NTV Yay�nlar�,Çev: It�r Arda, 196 s. 

Beynimiz avcı ve toplayıcı bir ya-

şam için optimize edilmiş. Günü-

müzde ise kökten farklı bir dünyada

yaşıyoruz. Bu durum sistematik dü-

şünce hatalarına sebep oluyor ve bu

hatalar paranız, kariyeriniz, mutlulu-

ğunuz için feci sonuçlar getirebiliyor.

Ne kadar kolay yanılabileceğini bi-

lenler daha donanımlıdır: Rolf Do-

belli, tekrar tekrar tuzağına düştüğü-

müz en sinsi “düşünce hatalarını”

mercek altına alıyor.  Ve bize şu so-

ruların cevaplarını veriyor: Kendi bil-

gimizi neden sistematik olarak gözü-

müzde büyütürüz? Neden bir şey,

sırf milyonlarca insan doğru buluyor

diye olduğundan daha doğru değildir?

Leviathan Uyan�yor -Enginlik Serisi 1. Kitap

James S. A. Corey, �thaki Yay�nlar�,Çev: Cihan Karamanc�, 512 s.

İnsanlık güneş sistemini -Mars’ı,

Ay’ı, Asteroit Kuşağı’nı ve de ötesini-

kolonileştirmiştir. Fakat yıldızlar hâlâ

erişilmezdir. Jim Holden Satürn’ün hal-

kaları ile Kuşak’taki maden istasyon-

ları arasında mekik dokuyan bir buz şi-

lebinin idari subayıdır. O ve mürette-

batı Scopuli adındaki terk edilmiş bir

gemiye rastladıklarında korkunç bir sır-

la karşılaşırlar. Bu birileri için uğruna

cinayet işlenecek bir sırdır. Jim gemi-

yi oraya kimin ve niye bıraktığını bu-

lamazsa güneş sisteminde savaş çıka-

caktır ve şans onlardan yana değildir.

Fakat Kuşak’ta farklı kurallar geçerli-

dir ve küçük bir gemi bile evrenin ka-

derini değiştirebilir.

Page 20: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

Gelecek bütün çocuklarındır!

Hoşgeldin Ali bir çöp kutusuna

terk edilen çocuklardan biri. O

şanslı çünkü onu çok seven bir

anne ve baba buldu. Ya diğerleri?

Bütün çocukların

bir yuvaya ihtiyacı

vardır ve buna

hakkı da vardır.

“Çocuklar bizim

geleceğimizdir”

derler; aslında

onu şöyle söyle-

mek gerekir:

“Gelecek bütün

çocuklarındır.

Onların gelecek-

lerini çalmayın!”

-Necdet Neydim-

NecdetNeydim,

Can ÇocukYay�nlar�, 56 s.

20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ

Ho�geldin AliÖyküleri ve romanlarıyla büyük bir

okur kitlesi yakalayan Hanzade Servi,

terk edilmiş bir oteli merkez aldığı

“Kumdan Salıncak” adlı kitabında,

önemli bir soru üzerine düşünmeye

yönlendiriyor okurla-

rını: “Bir kitap, kade-

ri değiştirebilir mi?”

Yazara göre, eğer

kum taneciklerinin

sonsuzluğa taşıdığı

yalnız bir kızın hazin

öyküsünü okuyan

iki kardeşin kaderi-

ni değiştirmeyi ba-

şardıysa bu düşünce

mümkün olabilir.

Ancak yine de buna

inanıp inanmamak

sizin elinizde.

HanzadeServi, Tudem

Yay�nlar�,240 s.

Kumdan Sal�ncakDoğa öyküleri serisinin ilk

kitabında, kocaman bir kuş

yumurtasının peşine düşen

Barkın’ın flamingo çocuk

olma hikâyesi anlatılıyor.

Hem Bar-

kın’la birlikte

keyifli bir ma-

cera yaşaya-

caksınız hem

de flamingo-

lar hakkında

pek çok şey

öğreneceksi-

niz. Bir fla-

mingonun

sırtına binip

uçmak için

daha ne bek-

liyorsunuz?

Mehmet F�ratPürselim,Aya Kitap,

48 s.

Flamingo Çocuk

Tanrıların Kralı Zeus’un korktuğu tek

bir şey var. Bu ne çok kafalı Hydra ne de

çevresine dehşet salan devlerden biri. Zeus’u

korkutan, kudretli ve kıs-

kanç kardeşi Poseidon da

değil. Canavarlar, tanrılar,

Titanlar bunların hiçbiri

Tanrıların Kralı’nı endişe-

lendirmiyor. Zeus’un bu

dünyada korktuğu tek şey

var, o da karısı Hera.

Hava ve gökyüzünün tan-

rısı, kudretli Herakles’in

başının belası Hera...

Acaba Hera’nın o muaz-

zam öfkesi, kudretli eşi

Zeus’u alt etmesi için ye-

terli olabilir mi?

GeorgeO’Connor, 1001Çiçek Kitaplar,Çev: Meltem

Özdemir, 80 s.

Hera ve Herakles’inGörevleri

Evvel zaman içinde, kalbur saman için-

de, SSCB’de Soyuzmultfilm adlı bir ya-

pım şirketi, hazırladıkları bir çizgi filmin

geçtiği coğrafyayla alakalı bilgi almak için

Nâzım Hikmet’in kapısını çalıyor. Nâzım

Hikmet’se onlara bilgiden daha fazlası-

nı, bütün bir senaryoyu hazırlayıp vere-

bileceğini söylüyor. Halkbilimci Pertev

Naili Boratav’ın, zamanında öğrencile-

rine anlattığı masalları derleyip topar-

layıp “Sevdalı Bulut”u hazırlıyor. “Sev-

dalı Bulut”, önce çizgi film olarak ya-

yınlanıyor, kukla gösterileri yapılıyor,

1979’da bir milyon adet basılıp ücretsiz

olarak dağıtılıyor, UNESCO tarafından

Özel Ödül’e ve Simavi Vakfı Dünya

Çocuk Yılı Özel Ödülü’ne layık görülü-

yor. Bir yıl sonra da 12 Eylül’le gelen ya-

saklı kitaplar arasına giriyor. 1991-1992

yıllarında Genco Erkal’ın kurup yönet-

tiği Dostlar Tiyatrosu tarafından, 2005’te

kaybettiğimiz Mehmet Ulusoy’un oyun-

culuğuyla sahneye taşınıyor.

Yıllar sonra, Nâzım Hikmet’in Türk-

çede yayımlanmamış, yitik sanılan çoğu

eserini günışığına çıkaran M. Melih Gü-

neş’in, Vera Tulyakova’nın evinde Sev-

dalı Bulut filminin bir kuklası olan Ayşe

Kız’ı fark etmesiyle başlayan yoğun ça-

lışmalar ve arşiv taramaları sonucu, ka-

yıp zannedilen çizgi filmler bulunup ya-

yın hakları satın alınıyor ve Yapı Kredi

Yayınları tarafından Nâzım Hikmet’in

111. doğum yılına ve 50. ölüm yılına özel

baskıyla kitap halinde yayımlanıyor.

Cem Kızıltuğ’un sevecen çizimleri, yıllar

öncesinde hazırlanıp da Nâzım Hik-

met’in içine pek de sinmeyen çizgi film-

lerdeki donuk suratlı Sevdalı Bulut’a bi-

raz daha can getirmiş.

YALAN SÖYLEMEYENMASALLAR

Kitaba adı verilen “Sevdalı Bulut”

masalı, diğerlerine göre, Nâzım Hik-

met’in toplumcu söyleminin en net his-

sedildiği masal. Masal anlatma yöntem-

lerini kullansa da, birçok masalı yeniden

kurgulayarak, dünya görüşü doğrultu-

sunda birtakım değişiklikler yaparak,

geleneksel halk masallarındaki gerçek

dışı ögelerden faydalanırken özünde

gerçekçilikten kopmadan yazdığı “Sev-

dalı Bulut”, üstmetinde bir aşk masalı gö-

rünümündeyken, altmetinde kendi top-

rağını eken emekçi bir kadın, kadını ve

toprağını ele geçirmeye çalışan at üs-

tünde bir zorba ve kadının emeğini zor-

baya karşı koruyan mücadeleci bir ada-

mın öyküsünü anlatıyor. Nâzım Hik-

met masal tekniğine getirdiği yenilikle,

modern dünyanın bireylerini, içinde bu-

lundukları masalsı dünyadan uyandırmak

istemiştir. Bunu kitabın önsözünde ve

masalın sonunda kahramanların ağzın-

dan açıkça dile getirir.

Masal, bir dervişin elindeki neyi üf-

leyerek Ney Ülkesi’nin yaratmasıyla baş-

lıyor. Derviş neye üfledikçe neyin delik-

lerinden dağlar, ovalar, nehirler fışkırı-

yor. Derviş, kötü ruhlu Kara Seyfi’yi üf-

leyip at üstüne koyuveriyor, ardından gü-

zeller güzeli Ayşe Kız’ı küçük bahçesine

gönderiyor. Kara Seyfi, Ney Ülkesi’nde

sahip olamadığı tek toprak Ayşe Kız’ın

bahçesi olduğu için, her gün daha da ar-

tan bir hırsla gelip Ayşe’nin kapısına da-

yanıyor. Ayşe ise emek verdiği bahçesi-

ni Kara Seyfi’ye vermemekte direniyor.

Ardından neyin deliğinden bahçenin

üstüne doğru bir bulut yaklaşıyor. Ayşe

Kız’ı görüp de sevdalanana kadar adı sanı

olmayan bu bulut Sevdalı Bulut oluve-

riyor...

“... Ayşe kız bir öpücük yolladı par-

maklarının ucuyla buluta. Ayşe kızın

öpücüğü buluta ulaşınca, bulut şöyle

bir şaşırdı. Ama sonra toparlandı, kos-

kocaman bir gül biçimini aldı. Gökyüzü

gökyüzü olalı, bu mavi atlasa böylesine

güzel, böylesine iri ak bir gül açmadı.

Ayşe kız bu ak gülü hayran hayran sey-

rederken, bulut yine kımıldadı, yayıldı,

toparlandı, yürek biçimini aldı, yani bu-

lut oldu yine.”

İyi okumalar diliyoruz.

“Sevdal� Bulut”, bir a�k masal� görünümünde olmas�na ra�men, kendi topra��n� eken emekçi birkad�n, kad�n� ve topra��n� ele geçirmeye çal��an at üstünde bir zorba ve kad�n�n eme�ini

zorbaya kar�� koruyan mücadeleci bir adam�n öyküsünü anlat�yor

İREM HALIÇ[email protected]

Sevdal� Bulut, Nâz�m Hikmet, Yap� Kredi Yay�nlar�, 109 s.

Ölümsü

zlü�ü

nün

50. Y�l�nda Çocukların vemasalların Nâzım’ı

Page 21: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

31 MAYIS 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAPBABIL BALIĞI

“Sahip olduğum bütün bilgi, başkaları ta-

rafından da elde edilebilir. Fakat kalbim, yal-

nız benimdir.”

Johann Wolfgang von Goethe

Elektriğin ve manyetizmanın keşfiyle bir-

likte, 1771 yılında Luigi Galvani, ölü kur-

bağaların bacaklarına elektrik vererek kı-

pırdanmalara yol açan bir dizi deney ger-

çekleştirir. Daha sonra tıp alanında, resu-

sitasyon uygulamalarında, günümüzde de

kullanılacak yeni bir dönem başlar. Gelge-

lelim 19. yy. insanında elektrik ve berabe-

rinde getirdiği yenilikler farklı şekillerde al-

gılanmıştır. Dönemin insanlarının büyük ço-

ğunluğunun günlük yaşantısında henüz yer

bulamadığından, elektrik, yarı gizemli, can-

lıları öldüren, ölüleri dirilten ve gerçekliği

bükebilen bir “şey” olarak algılanmıştır. 1816

yılında, bir grup ünlü düşünür ve sanatçıy-

la hayatının bir bölümünü beraber geçiren

Mary Shelley’in Frankenstein’ı, grup kendi

arasında eğlence amaçlı bir korku öyküsü ya-

rışması düzenlemişken, işte böyle bir dö-

nemde ve gördüğü bir kâbusun etkisiyle or-

taya çıkar. İlk olarak 1818 yılında yayımla-

nan kitabın günümüze kadar onlarca fark-

lı versiyonu basılmıştır (ne yazık ki ülkemizde

de bazı yayıncılar, farkında olarak veya ol-

mayarak, bu sonradan düzenlenmiş versi-

yonları tercüme ettiler). Henüz 19 yaşında

modern bilim kurgunun ilk örneklerinden

birini kaleme alan - ki elbette öykü aynı za-

manda gotik edebiyatın ve romantizm dö-

neminin izlerini de fazlasıyla taşımaktadır-

Mary Shelley’in, kendisine dünya çapında,

günümüzde de süren şöhretini sağlayan bu

eserinden daha az bilinen, bir başka önem-

li eseri - ki kanımca, hem bilim kurgu tari-

hi hem de edebi açıdan daha önemlidir-

“Son İnsan”dır (The Last Man). 1960’lar-

da akademik olarak yeniden gün yüzüne çı-

karılıncaya kadar ne yazık ki bütün dünya-

da göz ardı edilmiş ve yazıldığı dönemde

sertçe eleştirilmiştir. Yıllarca çevrilmeme-

sine şaşırdığım eseri, nihayet Can Yayınla-

rı dilimize kazandırdı ve bu nedenle önle-

rinde şapka çıkarıyorum.

ROMANT�ZM DÖNEM�N�NKORKULARI

Mary Shelley, kısmen Sanayi Devri-

mi’ne, Aydınlanmanın değerlerine ve ras-

yonalizme tepki şeklinde ortaya çıkan ro-

mantizm döneminin içine doğmuştur. Hem

yaşadığı dönem, hem bireysel ilişkileri göz

önüne alındığında yazarın bu akımdan et-

kilenmesi kaçınılmazdı. Alman romantiz-

minin aksine milliyetçiliği çok az barındıran

ve Fransız romantizmiyle kardeşlik taşıyan

İngiliz romantizminin önemli yazarları ara-

sında John Keats, S. T. Coleridge, William

Blake, William Wordsworth ve nihayetinde

Mary Shelley ve eşi Percy Bysshe Shelley sa-

yılır. Bizim edebiyatımızda ise biraz geç şe-

kilde Tanzimat dönemiyle izleri görülmeye

başlayan romantizmin, insanlığa, geleceğe

ve bilime yönelik korku ve endişeleri, elbette

güzellik ve estetik anlayışıyla birlikte Mary

Shelley’in yazınının temelini oluşturur. Te-

matik dokunuşları Shelley’i konumlandır-

mada, günümüzde farklı algıların da yolu-

nu açar. Değindiğimiz gibi modern bilim kur-

gunun ilk örneklerinden sayılan “Fran-

kenstein”, aynı zamanda bilime yönelik

korkuyu ve endişeyi de dile getiren bir ro-

mandır. Modern bilimkurgunun ilk örneği

olup olmadığı tartışmaları süredursun, ez-

bere ansiklopedik bilgileri tekrarlayan pek

çok eleştirmenin göremediği farklılık ise şu-

radadır; “Frankenstein”, “insan nedir?”

sorusunu içeren ilk bilimkurgu romanıdır.

Bilimkurguda yıllar sonra pek çok modern

örneğin izleyeceği bir geleneğin başlangıç

noktasında bulunur.

VE B�R A�ITMary Shelley’in romantizmden ziyade-

siyle beslenmiş gotik kaleminden çıkan bir

diğer eseri “Son İnsan” da yine modern bi-

limkurgunun pek çok alt türünü ve gelece-

ğini şekillendiren, öncü bir

romandır. İnsanlığın sonu

ve kıyamet söylencesi el-

bette insanlık kadar eski-

dir. Primitif korkulardan,

ilk yazıtlara, dini söylen-

celere kadar devam eden

bir son bulma korkusu –

aynı zamanda şaşırtıcı de-

recede coşkusu– süregel-

miştir. “Frankenstein”dan

10 yıl, eşi Percy Shelley’i

kaybettikten ise birkaç yıl

sonra kaleme aldığı “Son

İnsan” romanında, yazar,

insanlığın yok oluşunu ele

alan, apokaliptik ilk ro-

manı kaleme alır. Haliha-

zırda kaybettiği insanlarla

içine düştüğü yalnızlık ve

soyutlanma duyguları, ro-

mantizminden kaynakla-

nan “sanatçının bir başına

kalma duyguları” ile de

bütünleşir. Şiirlerden alın-

tıları da sıkça kullandığı şi-

irsel bir anlatının içerisin-

de, çaresizlik, yalnızlık, bir

güzelliği kaybetme duy-

gularının karşısında, artık

modern örneklerinde ye-

rini umutsuzluğa bırakan “umut” duygusu

da bulunur. Günümüzün gerek apokaliptik,

gerek post-apokaliptik bilimkurgu örnek-

lerinde, gerekse apokalipsten kısmen bes-

lenen korku öğeleriyle de bezenen “zombi”

öykülerinin barındırdığı çaresizlik ve yalnızlık

kalıplarının ilk temeli, Shelley’in ilk olarak

1826 yılında yayımlanan romanıyla atıl-

mıştır. Elbette daha sonra E. A Poe (“Eiros

ve Charmion’un Konuşmaları” öyküsü,

1839) Richard Jeffries’in (“Londra’dan

Sonra” romanı, 1885) ve nihayetinde Ric-

hard Matheson’a (“Ben, Efsane” romanı,

1954) gelinip türün bütün kalıpları oluşun-

caya kadar, daha pek çok yazarın katkıla-

rından bahsetmek de mümkündür. Kayıp-

larının kendisine hissettirdiklerini romanı-

na yansıtan Shelley, aynı zamanda kayıpla-

rını, romanındaki karakterler haline getir-

miştir. Üç bölümden oluşan romandaki

Lord Raymond karakteri, gerçekteki Lord

Byron’ın hayatını neredeyse adım adım ta-

kip etmektedir. Adrian karakteri, eşi Percy

Shelley’i temsil etmektedir. Aynı şekilde Per-

dita, Shelley’in üvey kardeşi Claire’i temsil

eder ve son insan, Lionel Verney ise Shel-

ley ile sıkı bir otobiyog-rafik ilişki içindedir.

Shelley günlüğünde, Son İnsan’dan, “ikin-

ci benliğim, yoldaşlarımın benden önce öl-

mesiyle sevgili bir gruptan geri kalan yadi-

gâr,” olarak söz eder. Apokaliptik unsurla-

rında ise sonraki pek çok modern örnekten

farklı olarak, Shelley’in apokalipsi, insan ha-

yatının tamamen yeryüzünden silinmesinin

yanında ele aldığı, aynı zamanda insanlığın

geleceği ve ulaşabileceği yüksekliklerin ih-

timalinin de yok olmasına dairdir. Bir ba-

kıma, romantizme yakılan bir ağıttır ve

aynı zamanda romantizmin politik duruşuyla

da iç içedir. Shelley’e göre insanlar tek tip

bir kalabalıktan ibaret değildir; takdire şa-

yan insanların yanında, dikkate değmez

insanlar da mevcuttur. Modern demokra-

silerin çoktan aştığı, herkese eşit muamele

etme ilkesinin, herkesi aynı kefeye koyma

şeklinde çarpıtıldığına dair endişe ve dö-

nemin korkularının, bunların karşısındaysa

sanatın ve estetiğin çaresiz kalışına ilişkin bir

karamsarlık da mevcuttur. Umut, sanatla ye-

şermekte, buna karşın kolektif çaba yeter-

sizliğinin altında ezilmektedir.

Haftaya görüşmek dileğiyle…

M. SALİH [email protected]

İnsanlığın sonunakesilen ilk biletİnsanlığın sonunakesilen ilk biletİnsanlığın sonunakesilen ilk biletİnsanlığın sonunakesilen ilk biletİnsanlığın sonunakesilen ilk biletİnsanlığın sonunakesilen ilk biletİnsanlığın sonunakesilen ilk biletİnsanlığın sonunakesilen ilk biletİnsanlığın sonunakesilen ilk bilet Son �nsan, Mary Shelley,

Can Yay�nlar�, Çev: Belk�s Korkmaz, 610 s.

MaryShelley

Page 22: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

31 MAYIS 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP

BULMACA

ALINTI-TEST

SOLDAN SA�A1. Resimdeki yazar - Resimdeki

yazar�n bir eseri2. Bir kumanda alt�nda ayn� görevi

üstlenmi� sava� gemileri veyauçaklar� - Bir nota - Cinsiyet - Bir nota

3. Köpek - Yer k�r���, yer çatla�� -Avuç içi - Zihince ve bedenceortaya konulan çaba

4. “... King Cole” (Amerikal� cazpiyanocusu ve �ark�c�) - Avruparesim sanat�nda günlük ya�am�,

ev ya�am�n�, festivalleri ya daiçki sahnelerin betimleyenyap�tlara verilen ad - Rusça’da“evet” - Arapça’da “ben”

5. Direkler üzerine kurulmu� zahire ambar� - �sviçre’de birnehir - “Rikkat ...” (bir tezhip sanatç�m�z)

6. Yineleme - Sak�nca, engel,uymazl�k - Herhangi bir seferiçin merkez olarak seçilip onagöre donat�lm�� olan yer

7. Ayr�cal�k tan�nm�� ayr� tutulmu� -

Lümen (k�sa) - Seciye, karakter8. Aktinyum’un simgesi -

Türk Standartlar� Enstitüsü (k�sa)- Lübnan’�n plakas�

9. Anma, hat�rlama - Arnavutluk’un plakas� - Evin bir bölümü - Bir say�

10. Bir cümlede bildirilen eyleminyap�c�s� veya halin olucusudurumunda bulunan kimse veya�ey - Kaleme al�nan öneri, proje

11. �htiyaçlar� devletçe kar��lananonba�� ve çavu� rütbesindeki

asker - “... Gündüz Kutbay” (ney üstad�) - Mahalle (k�sa)

12. Geri; pe� - Dayan�lacak �ey,ilke - Lantan’�n simgesi -Ba���lama, mazur görme

13. Kesimevi, mezbaha - Sinema,tiyatro, konser gibi sanatdallar�nda yap�lan gösterilerdengösterilerin her biri - Radon’un simgesi

14. Favori - Toryum’un simgesi -Berkelyum’un simgesi -Osmiyum’un simgesi

15. Resimdeki yazar�n bir eseri

YUKARIDAN A�A�IYA1. Ard�ç a�ac�n�n meyvesi -

Üzeri emayla kaplanm�� olan -Ak�lla ilgili

2. Kemer, bele ba�lanan ku�ak -Kuyruk sokumu kemi�i - Otlar

3. Vilayet - El s�k��ma - At�n en h�zl� ko�ma biçimi

4. Astarl�k bir kuma� türü - Birbirinitamamlayan iki tekten olu�an -Fas’ta bir �rmak - �syankar

5. Ah�ap, mermer ya da ta�levhalar� kafes biçiminde oyarakbezeme - Tellerine bir çift küçüktokmakla vurularak çal�nan çalg�

6. Sanca��, yelkeni ya da serenia�a�� alma - �amand�ralarda,

r�ht�mlarda halat ba�lamayayarayan, sa�lam mapalarageçirilmi� demir halka -Paraguay çay�

7. Bir cetvel türü - Bir meyve - �sim - C�va’n�n simgesi

8. Mesafe - �ri saman9. Oy - Rubidyum’un simgesi -

Bulut10. Sevinçli, ne�eli - “Thomas ...”

(Çorak Ülke, H�ristiyan ToplumuDü�üncesi, �iir ve Tiyatro adl�eserlerin sahibi Nobel ödüllü[1948] Amerikan as�ll� �ngiliz�air) - Laka ile cilalanm��

11. Bir soru sözü - K�s�r, verimsiz -�srail kuzusu da denilen tav�anirili�inde bir memeli hayvan

12. Sahip, malik - Ak�l -H�rvatistan’da bir liman kenti - Nihayet

13. Fizik, kimya, matematik vebiyolojiye verilen ortak ad -�srail’in plakas� - Kabaca i�teorada - Skandiyum’un simgesi

14. Bir tak�n�n as�l süslemeyetak�lan mücevher, madalyon vb.bölümü - Ordu (k�sa) -Fransiyum’un simgesi

15. Diki�te kullan�lan pamuk ipli�i- Resimdeki yazar�n bir eseri -Resimdeki yazar�n bir eseri

“İnsan bir başka insanı ne zaman sahiden‘öğrenebilmiş’tir ki? Belki de öğrenmenin

imkansızlığını kavradığı, öğrenmek arzusunudışladığı ve en sonunda öğrenmeye ihtiyaç bileduymaz olduğu zaman! O zaman da insanınulaştığı şey bilgi değil, bir tür ortaklaşa varoluş-tur ki bu da aşkın sayısız kisvelerinden biridir.”

1 “Acımak nedir bilen bir insandı; insanlarakarşı değildi acıma duygusu. Büyük bir

hüner değildi çünkü insanlara karşı acımalıolmak. Kitaplara acımasını biliyordu. Zayıflarıve ezilenleri bağrına basıyordu. Tanrının topra-ğındaki terk edilmiş, yitik, son varlıklara kapı-sını açıyordu.”

2 “İnsanlar toplumsal hiyerarşide yeteneksizlikle-riyle orantılı olarak yükselseler, sizi temin ede-

rim ki dünya şimdiki gibi dönmez. Ama sorunburada değil. Bu cümlenin söylemek istediği şey, ye-teneksizlerin yerinin en tepe olduğu değil, hiçbirşeyin insan gerçekliğinden daha sert ve adaletsiz ol-madığıdır.”

3

a)

b)

c)

d)

e)

John Fowles - Fransız Teğmenin Kadını

James Agee - Ailede Bir Ölüm

Iris Murdoch - Ağ

Donna Leon - İnancın Ölümü

Kaja Silverman - Görünür Dünyanın Eşiği

a)

b)

c)

d)

e)

Howard Fast - Özgürlük Yolu

Elias Canetti - Körleşme

Jean Paul Sartre - Sözcükler

Maksim Gorki - Artamonov Ailesi

M. Otero Silva - Ve Gözyaşlarınızı Tutun

a)

b)

c)

d)

e)

Cuniçiro Tanizaki - Anahtar

Italo Svevo - Hayat İşte

Thomas Mann - Değişen Kafalar

Alessandro Baricco - Emmaus

Muriel Barberry - Kirpinin Zarafeti

Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(c) 2-(b) 3-(e)

GE

ÇE

N H

AFTA

NIN

ÇÖ

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

Page 23: Geçen hafta 64.016 okura ulaştık KITAP A - Aydınlık · 2015. 2. 25. · Aydınlık 31 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 66 KITAP Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. NÂZIM

31 MAYIS 2013 CUMA 23Aydınlık KİTAP

Şu günlerde NTV’de yayımlanan ve

BBC yapımı olan “Hitler – Öldüren

Karizma” isimli belgesel, Adolf Hit-

ler’in “milyonları nasıl etkilediği ve fe-

laketlere nasıl ikna ettiği” sorularının ya-

nıtını, kişilik özelliklerine odaklanarak

bulmaya çalışıyor. Dönemin tarihsel, si-

yasal ve sosyal atmosferinden ziyade, Hit-

ler’in “karizmatik kişiliğini” yaratan ki-

şisel özelliklerini irdeleyen belgesel, bu

yönüyle ilgi topluyor. II. Dünya Savaşı

sonrasında Batı Avrupa’da ve Anglo-Sak-

son dünyasında dönem dönem nükseden

popülerliğine benzer şekilde Hitler, Tür-

kiye’de de ilgi odağı olabiliyor. Örneğin

2005 yılında Hitlerin Kavgam isimli

meşhur kitabı, en çok satanlar listesinde,

dikkat çekici biçimde, 5. sıraya kadar

ulaşmayı başarmıştı. Bu durum, Al-

manya’da neredeyse sistematikleşen

neo-Nazi cinayetlerinde yurttaşlarını

kaybeden Türkiye için önemli bir çeliş-

ki gibi görünüyordu.

NAZ�Z�M BENZE�MES�YLEGELEN �LG�

İncelikli bir hükümet komplosu ve se-

çim aldatmacası akabinde işbaşına ge-

çirilen AKP hükümetlerinin henüz ilk yıl-

larıydı. Üstelik liberallerin ve girişimci

muhafazakârların “demokrasi” ve “öz-

gürlükler” söylemleriyle sürdürdüğü yı-

kıcı, ayrıştırıcı politikalar henüz bugün-

kü kadar yıpranmamıştı. Yine de yarım

asır öncesinde 70 milyona yakın insanın

yaşamına mal olmuş

emperyalist saldır-

ganlığın en önemli

gerici ideoloji kay-

naklarından olan Na-

zizmin, Türkiye’de de

yeniden ilgi görmesi,

bazı yazarlarca AKP

Türkiyesi’yle ilişkilen-

dirilmiş ve birçok tar-

tışmayı da beraberinde

getirmişti. Fakat bu-

günler açısından ba-

kıldığında kanımca

aralarında en dikkat

çekici olanı, dönemin

Akşam gazetesi yazarı

Ümit Özdağ’ın yaptığı

benzeştirme idi. Zira bu

tartışmanın üzerine

odaklandığı toplumsal-

siyasal tepkinin hemen

hemen bir benzerini de geçtiği-

miz yıl Kırmızı Kedi Yayın-

evi’nden çıkan “Nazizmin Gizli

Kökenleri” isimli ünlü kitabında

profesör Nicholas Goodrick-

Clarke da Avrupa ve Kuzey

Amerika toplumları için yapı-

yordu.

Özdağ, mealen, I. Dünya Sa-

vaşı’nda emperyalist hedeflerine

ulaşamayan ve savaşın bedelini

ekonomik, sosyal, siyasal ve kül-

türel boyutlarda ağır şekilde

ödeyen Almanya’nın savaş son-

rası dünya düzeninde kendisine

yeniden yer ararken, Nazizmin

umutsuzluğa, karamsarlığa ve

çözümsüzlüğe sürüklenen Al-

man halkı için ustalıkla “Ari ır-

kın” haricindeki tüm halkları

ötekileştirerek ve yaşadıkları yı-

kımdan sorumlu tutarak, onları

harekete geçirebilecek ideolojik

bir dayanak yarattığını söylü-

yordu. Devamla, bu düşüncesini

(2005 koşullarında) PKK’nin askeri an-

lamda önemli ölçülerde geriletilmesine

karşın AKP hükümetlerinin uygulama-

ya başladığı politikalarla “meşrulaştırıl-

masına” karşı ortaya çıkan öfkenin (ve

karşıtında, gelişen Kürt milliyetçiliği-

nin), benzer gerici bir harekete yönlen-

dirilebileceği öngörüsüyle kıyaslıyordu.

KEND�N� YEN�DEN ÜRETEN F�K�RLER

Nazi düşüncesinin gelişiminin tarihsel,

ekonomik, toplumsal ve kültürel boyut-

larını birbirinden ayırma-

dan ve fakat daha ziyade or-

taya çıkışında etkili olan

etno-kültürel ve mitik fak-

törlerin izini süren Nicholas

Goodrick-Clarke da Türk-

çeye çevrilen ilk kitabında

benzer görüşler ileri sür-

mekteydi. Yazar bu kita-

bında, I. Dünya Savaşı ön-

cesinde, Avusturya ve Al-

man milliyetçi hareketle-

rinde hâkim olan dinci-

gerici düşüncelerin, yüz-

yılın başlarında gelişmek-

te olan emperyalist kapi-

talizminin liberalizm, ser-

best piyasa ekonomisi, ge-

niş ölçekli sanayi, yeni met-

ropoller, yeni sosyolojik

olgular, sömürge ulusla-

rın uyanışı gibi toplumsal

hayata giren yenilikler ve karmaşıklık

karşısında tehdit altında olduklarını dü-

şünen gelenekçi grupların hareketiyle

birlikte kendisini yeniden nasıl ürettiğini

açıklıyordu. II. Dünya Savaşına uzanan

yolda Nazi hareketi, bu dinsel özden

fazlasıyla beslenecekti. Yazar benzer teh-

didin ve gerici düşüncelere meyletmenin;

bir yüzyıl sonra, bu kez küresel kapita-

lizmin “neo-liberalizm” durağında; Batılı

toplumlar için “çokkültürlülük”, “küre-

selleşme”, “göç”, “azınlık hakları” gibi tar-

tışmalarla karakterize olan güncel kriz dö-

nemlerinde ortaya çıkan kaygıyla birle-

şerek yeniden kendisine yaşam alanı aç-

tığını tartışıyordu.

BATI DÜNYASINDA A�IRISA�CILI�IN ANAL�Z�

Nicholas Goodrick-Clarke, geçtiğimiz

haftalarda yine Kırmızı Kedi Yayınevi ta-

rafından (Kıvanç Güney’in çevirisiyle) çı-

karılan “Kara Güneş – Aryan Kültleri,

Ezoterik Nazizim ve Kimlik Politikala-

rı” isimli dikkat çekici çalışmasında ise

II. Dünya Savaşı sonrasında, yeni tipte-

ki ırkçılık hareketlerinin gerek Kıta Av-

rupası’nda gerekse Anglo-Sakson dün-

yasındaki gelişimini ayrıntılı biçimde ir-

delerken, bu kez Aryan mitoslarının, ezo-

terik sembollerin ve gizemci fantezilerin

nasıl işlevselleştirildiğine odaklanıyor. Ya-

zar ayrıca, küreselleşmenin ulaştığı bo-

yut itibariyle, Avrupalı uluslar ve özel ola-

rak da Amerika için, ezilen dünyadan bu

coğrafyalara farklı şekillerde yönelen

“göç” olgusuyla ilişkili olarak ortaya

atılan “çok ırklılık” tartışmalarının da ar-

tık “dinsel” bir nitelik taşıdığını iddia edi-

yor. İşte bu bağlamda “Kara Güneş”,

neo-liberal sistemin Batı dünyasında

ortaya çıkardığı ekonomik, sosyal ve si-

yasal krizler içerisinde görünür olan ge-

rici-ırkçı hareketlerin düşünsel yapıları-

nı nasıl inşa ettiklerine odaklanıyor. Ge-

rek aşırı sağcı siyasi hareketlerin körük-

lediği “yabancı düşmanlığı”nda gerekse

Batılı ulusal hükümetlerin güncel “iş-

galci”, “sömürgeci” politikaları bağla-

mında, Aryan kültlerin izini büyük bir us-

talıkla sürüyor. Bu dinsel düşüncelerin

nasıl ve hangi koşullarda yeniden üre-

tildiğini ve kontrol edildiğini açıklıyor.

Kitapla ilgili olarak belirtilmesi ge-

reken son derece önemli bir husus da ya-

zarın “alan çalışmasına” dayalı olarak

araştırmalarını değerlendirmiş olmasıdır.

Goodrick-Clarke, konuyla ilgili hacimli

bir literatürü değerlendirmenin yanı

sıra üzerine çalıştığı aşırı sağcı gruplar-

la da görüşme yoluyla görüşlerini de-

ğerlendirmiştir.

“Kara Güneş”, küreselleşmenin ulu-

sal sınırlar arasında yeni bir boyutuyla or-

taya çıkardığı sermaye ve nüfus hare-

ketliliği sonucunda Batı dünyasında var

olan aşırı sağcı hareketlerin ve yine on-

larla ilişkili liberal demokrat ya da mu-

hafazakâr hâkim sınıfların ideoloji kay-

nakları içerisinde yer alan dinsel-mitik

düşüncelerin çarpıcı güncel bir analizi.

Batılı ırkçı paradigma: “Kara Güneş”“Kara Güne�”, neo-liberal sistemin Bat� dünyas�nda ortaya ç�kard��� ekonomik,

sosyal ve siyasal krizler içerisinde görünür olan gerici-�rkç� hareketlerin dü�ünsel yap�lar�n�nas�l in�a ettiklerine odaklan�yor

Kara Güne� – Aryan Kültleri,

Ezoterik Nazizim ve Kimlik

Politikalar�, Nicholas Goodrick-

Clarke, K�rm�z� Kedi Yay�nevi,

Çev: K�vanç Güney, 488 s.

DR. AHMET KERİM GÜLTEKİN