24
Aydınlık BU SAYIDA 25 KİTAP TANITILIYOR 08 Şubat 2013 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 50 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 1659 Bir kitap armağan edin sevgiliye Bir kitap armağan edin sevgiliye Nâzm 111 yanda en önde yürüyor halâ Gonca Özmen’le air, ak ve mekân üzerine Mehmet Perinçek’ten “150 Belgede Ermeni Meselesi” GEÇEN HAFTA en az 63,850 OKURA ULAŞTIK GEÇEN HAFTA en az 63,850 OKURA ULAŞTIK Sümer Kraliçesi'nin sevmeye vakti olmad

GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

AydınlıkBU SAYIDA

25KİTAP

TANITILIYOR

08 Şubat 2013 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 50

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

KITAP.

Toplam: 1659

Bir kitap armağan edin sevgiliyeBir kitap armağan edin sevgiliye

Nâz�m 111ya��nda en

öndeyürüyor

halâ

GoncaÖzmen’le

�air, a�k vemekânüzerine

MehmetPerinçek’ten

“150BelgedeErmeni

Meselesi”

GEÇEN HAFTA en az 63,850 OKURA ULAŞTIKGEÇEN HAFTA en az 63,850 OKURA ULAŞTIK

SümerKraliçesi'nin

sevmeye vaktiolmad�

Page 2: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen
Page 3: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

8 �UBAT 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP

50. sayımızdır elinizdeki.49. sayımız en az 63 bin 850 okura ulaştı. En az!.. Çünkü Aydınlık’ı okuyanların sayısı gazeteyi alanlardan elbette

daha fazla. Biliyoruz ki kitap okumayı seven, paylaşan, kitaplardan öğren-meyi bir gelenek haline getirmiş, geleneği geleceğe taşıyan, gittikçe daha da art-makta olan bir okur kitlemiz var.

Onlara çok şey borçluyuz ve onlar için yapacak çok şeyimiz var.Yaptıklarımızın üzerine koyarak yeni bir evreye giriyoruz.Kitap Eki’mizi içerik ve görsel olarak yetkinleştirip, yenileyip okurların, ya-

zarların, yayıncıların.... bütün kitap dünyasının beğenisine sunmak üzere ha-zırlıklarımız sürüyor.

Buna ilişkin olarak da bir çağrımız var: Lütfen bize, nasıl bir kitap eki ol-sun isterseniz, önerilerinizi iletiniz. Sizin ufkunuzdaki bir Ek’i var etmeye ça-lışalım.

� � �Kapağımız 14 Şubat Sevgililer Günü’nden esinlendi. Doğrusu, elbette baş-

ta anneler olmak üzere en özel değerleri duygu sömürücülüğü yapa yapa kul-lanarak, her şeyin yozlaştırıldığı emperyalist -kapitalist tüketim toplumunadahil olmak için değil; durumu değiştiremiyorsak, hiç değilse ögelerini de-ğiştirmek için.

Bir kırmızı gül gelmiş geçmiş bütün sevgililere, bir kadeh kırmızı şarap şe-reflerine ve ille de bir armağan gerekirse, o da kitap olsun diyedir.

İlk Sumerlerde tutanaklara geçirilmiş, Neşideler Neşidesinde semavi kut-sallık kazanmış, Karacaoğlan ile Türkçede ergenliğine, Attila İlhan, CemalSüreya ile doruklarına ulaşmış “aşk faslındaki” görkemli birikimin, dünya ede-biyatıyla birleştiğindeki muazzam halini düşününce...

Arkadaşımız Dağhan Dönmez’in ifade ettiğincedir meramımız:“Sayfalarını birlikte çevirdiğiniz hayatta,

Nerede kaldığınızı bilmek içinBir kitap armağan edin sevgiliye!”

���Yazarımız Mecit Ünal bu sayı ve gelecek sayımızda izninin bir bölümü-

nü kullanıyor olacak. � � �

Kapağımızı EKREM KAHRAMAN’ın editörlerimiz Damla, İrem, Ebruve Kamile’nin önerdiği adla “Her aşk biraz ayıptır” tablosuyla özgeleştirdiği-mizi düşünüyoruz.(205 x 235, karışık teknik ) Usta’ya teşekkürlerimizle.

İÇİNDEKİLER SUNU

Portre: Arthur Miller s. 4

M.Perinçek: Bazan tek bir belge bile yeter! s. 6

Aslında 40 yıl önce ne olmuştu s. 8

İdealizmin kâbusu s. 9

Şair, Aşk ve Mekan s. 10

Sevgilim, yoldaşım s. 11

Kapak:Sümer Kraliçesi’nin sevmeye vakti olmadı ama s. 12-13

Nâzım 111 yaşında en önde yürüyor halâ s. 14

Özgürlük mü baskındır aşkta, tutsaklık mı s. 15

Kürk Mantolu Madonna s. 16

Umut şiirlerinin unutulmuş şairi s. 17

Yeniler s. 18-19

Çocuk- genç s. 20

Duvarın arkasında bir amiral gemisi: TCG Hasdal s. 21

Alıntı Test-Bulmaca s. 22

Yepyeni bir AydınlıkKitap Eki’ne doğru

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan BollukSorumlu Müdür:

Mehmet Bozkurt

Genel Müdür Yardımcısı (Reklam):Saynur Okuroğlu

Müşteri Temsilcisi (Reklam):Kamile Karakadılar

Aydınlık

KITAP.

Sayfa Sekreteri: Ebru Baysan

Editör: Pınar Akkoç

Yazıişleri: İrem Halıç, Deniz Antepoğlu, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü: Damla Yazıcı

Page 4: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

8 �UBAT 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP

Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkan, Nehir

Yılmaz’ın yazdığı “Soze’nin Tırmıkları”,

hem konu hem üslup bakımından etkile-

yici, kısa ve sarsıcı. “İnsana hayatta kim-

seden fayda yoktur, en iyi arkadaşı yine

kendisidir” fikrini sorgulayan bu etkileyi-

ci roman, bireyin kalabalıklar içindeki

yalnızlığını, topluluğun bir parçası olama-

yıp- daha doğrusu olmak da istemeyip- bü-

tün hayatını bir acıyla sarıp sarmalaması-

nı çarpıcı şekilde anlatıyor. “Gerçek mut-

lulukları iterek sahte bir huzur mu yaşa-

malı,” yoksa acı çekmek pahasına da olsa

gerçeklerle mi yüzleşmeli?

B�R KADININ D��ER�NDE BULDU�U

Romanda baş karakter olarak anti-sos-

yal, yalnızlığı seven, içe kapanık, birinin

onu olduğu gibi sevmesi ih-

timaline inancını yitirmiş

bir genç kadın vardır. Ken-

di deyişiyle, “Huzurunu bo-

zabilecek her şeyden ve her-

kesten korkar.” Hayatını

idare edebilecek kadar pa-

rayla yetinir, fazlasında gözü

yoktur. O yüzden sürekli ça-

lışmamayı tercih eder. Sa-

bahları sahilde bir banka otu-

rup denizi seyretmeyi alış-

kanlık haline getirir. Ne in-

sanın içini titreten soğuk, ne

ıslanmak onu bu saplantısın-

dan vazgeçirebilir. O bankı kendi yeri, sa-

dece ona ayrılmış bir özel alan gibi görür,

kimseyle paylaşmak istemez. Fakat bir sa-

bah bankına doğru yaklaşırken orada

oturan birini görür, önce tedirgin olur.

Yine de gider banka oturur. Önce iki ta-

raf da kafalarını çevirip birbirlerine bak-

maya cesaret edemez. Sonra bir anda ba-

kışırlar; genç kadın yanında oturanın be-

yaz saçlarını ensesinde toplamış, mavi göz-

lü, mütevazı giysili, yüzünde dingin, mut-

lu bir ifade olan yaşlı bir kadın görür. Bu,

genç kadının hayatında bir dönüm nok-

tasıdır; kimseyle iletişim kurmazken bu

yaşlı kadına yakınlık duyar. Onun varlığıyla

huzur bulur, onun anlattıklarını, hayat tec-

rübelerini dinlemek ona büyük keyif ve-

rir. O güne kadar amaçsızken, o günden

sonra yeni güne mutlu uyanır, çünkü ar-

tık Bayan Soze vardır, onunla olmak

genç kadına bir güven duygusu verir, on-

daki boşluğu doldurur.

BAYAN SOZE’N�N SIRLARPERDES�

Bir süre sonra genç kadının hayatına

bir adam girer. Bunu elbette Soze’ye an-

latır. Fakat Soze sakince ve sabırla din-

lerken bu ilişkiyi onaylamadığını belli

eden bir tavır takınır; genç kadın buna an-

lam veremez. Genç kadınla Bayan So-

ze’nin tanışmaları romanda geriye dö-

nüşlerle verilir; esasen kitap genç kadının

Soze’nin ölümünden sonra evine girme-

si ve ona ait eşyalara bakarak, mektupla-

rını heyecanlı bir roman okur gibi oku-

yarak Soze’nin hayatını öğrenmek gibi

tutkulu, saplantılı bir istek duymasıyla açı-

lışı yapar. Roman boyunca bu isteğini ger-

çekleştirir de. Öyle ki bütün düzeni şaşar,

yemeden içmeden, uykudan kesilir. Tek is-

teği Soze’nin hayatına dair

sırlar perdesini aralamak-

tır. Mektuplardaki, eşya-

daki parçaları birleştirip

“fotoğraftaki” insanların

kim olduğunu anlamaktır.

İnsanlardan kaçarken;

kimsenin dediğini, iyiliği-

ni, kötülüğünü umursa-

mazken bu genç kadın

için sahildeki bankta te-

sadüfen karşılaştığı ve

hakkında çok az şey bil-

diği Bayan Soze neden

bu derece önem taşır?

Gizemli Bayan Soze aslında kimdir? Onu

derinden sarsan trajik olay nedir? Genç

kadının hayatına bir sabah pat diye neden

girmiştir? Genç kadın ya da adam hak-

kında ne bilir de bahsettiği adamla olan

ilişkisini onaylamaz? Ona hayatını anlat-

maktaki amacı nedir? Roman boyunca

işte bu soruları sorarken çarpıcı, şaşırtıcı

bir sonla karşılaşırız.

Romanda heyecan canlı tutuluyor,

mektuplar kurguya zenginlik katıyor. Ya-

ratılan muamma, tekinsiz atmosfer son

sayfalara kadar varlığını koruyor. Gerek

Soze’nin, gerek genç kadının iç dünyala-

rı çok başarılı tasvir ediliyor. Özgün bir

konu iyi bir kalemle buluşunca ortaya

“Soze’nin Tırmıkları” gibi bir roman çı-

kıyor. Çağdaş Türk Edebiyatında iyi bir ör-

nek okumak istiyorsanız bu romanı es geç-

meyin.

(Soze’nin Tırmıkları, Nehir Yılmaz,Yitik Ülke Yayınları, 131 s.)

Ama sabahlarsürprizlerle

doludurGÖZDE AKTÜRK

HAFTANIN PORTRES�

Arthur Miller(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 )

Miller’�n oyunlar�, ailelerin öykülerini anlatan bireyseldram gibi görünmelerine ra�men esasen dönemin

toplumsal, siyasi ve ahlaki sorunlar�na dairdir

Arthur Miller, yüzyılımızın en

önemli Amerikalı dram yazarlarından

biri kabul edilmektedir. New York’un

Harlem mahallesinde dünyaya gelen

Miller, Avusturya-Macaristan’dan

ABD’ye göç etmiş Yahudi bir babanın

oğludur. Babasının, bir kumaş mağazası

sahibiyken, dünya ekonomik buhra-

nından sonra 1929’da iflas etmesi, spo-

ra meraklı Miller’ı derinden etkiledi.

1934-38 yılları arasında, Ann Arbor/

Michigan’da İngiliz Dili ve Edebiyatı

yüksek öğrenimini sürdürebilmek için

Michigan Daily gazetesinde redaktör-

lük yaptı. Miller’ın bu dönemde yazdığı

ilk dramlar üniversitede ilgi gördü.

Miller’ın oyunları, ailelerin öykü-

lerini anlatan bireysel dram gibi gö-

rünmelerine rağmen esasen dönemin

toplumsal, siyasi ve ahlaki sorunlarına

dairdir. Hem Brodway’de hem de

dünya sahnelerinde oyunu en çok oy-

nanan yazarlardan olan Miller, ilk

eserlerinde ABD’nin refah toplumu

idealini ve bunun karşısında bireyin du-

rumunu ele aldı. Bunun yanı sıra

ABD’nin ahlaki zayıflığını irdeledi ve

bunun altında yatan psikolojik et-

menleri bulmaya çalıştı.

1938 yılında New York’a döndü ve

bir tiyatro projesine katıldı. Ancak ko-

münist eğilimler taşıdığı gerekçesiyle

proje kaldırıldı. Ününü duyuracak ilk

eseri 1947 yayımlanan “Bütün Oğul-

larım”dır. Henrik İbsen’in dramlarını

örnek alan Miller bu eserinde toplu-

mu eleştirmektedir. 1949 yılında ya-

yımlanan “Satıcının Ölümü” ise kuş-

kusuz yazarın en ünlü oyunudur. 1985

yılında filme de uyarlanan oyun, ka-

pitalizmin bireye yansımasını irdeler.

Miller, bu oyunu ile Pulitzer Ödülü’nü

kazanır. 1953 yılında yayımladığı “Cadı

Kazanı” oyunu ile McCarthy’yi eleş-

tirmiştir. 1956 yılında Jean-Paul Sart-

re tarafından senaryolaştırılan oyun,

aynı yıl filme aktarılmıştır. Bu oyunu

ile Miller, komünizmi desteklemekle

suçlanarak 1957’de ifade vermeyi ka-

bul etmemesi üzerine komiteyi hiçe

sayması nedeniyle sonradan ertelenen

bir yıllık hapis ve para cezasına mah-

kûm edildi.

1964 yılında “Düşüşten Sonra” ve

“Vichy’de Olay” adlı oyunları sahne-

ye kondu. “Vichy’de Olay” adlı oyu-

nunda sıradan insanların Nazilerce

Yahudi olarak tutuklanıp sorgulan-

malarını ve bu duruma gösterdikleri

tepkiyi anlatmaktadır. “Zaman Ka-

zanmaya Çalışırken” isimli televizyon

senaryosunda yine Nazi dönemini

eleştirir ve Auschwitz toplama kam-

pının orkestrasını konu alır.

Page 5: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen
Page 6: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

8 �UBAT 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP

Bazen tek bir belge bile yeter!Bol�evikler “Ermeni meselesi”ni emperyalizm meselesi olarak görüyorlar. Lenin’in, Stalin’in

el yaz�s� metinleri var. Gizli yaz��malar, politbüro raporlar� vs. Türk ordular�yla K�z�l Orduaras�nda Ta�nak’lara kar�� i�birli�ine dair belgeler de önemli. Ortak operasyonlar

düzenleniyor. So�uk Sava� döneminde hep üzerleri örtülmü�DAMLA [email protected]

Mehmet Perinçek yıllardır Rus ar-

şivlerinde bulduğu belgelerle Ermeni me-

selesine çok büyük katkılar sundu. Üze-

rinde yıllardır büyük tartışmaların sür-

düğü Ermeni meselesine daha objektif

bakmamızın önünü açacak, tarihsel çar-

pıtmaların tuzağına düşmemizi engelle-

yebilecek önemli belgeler oldu bunlar.

Mehmet Perinçek’in Kırmızı Kedi Ya-

yınları’ndan çıkan “Rus Devlet Arşivle-

rinden 150 Belgede Ermeni Meselesi” ki-

tabında 50 belgeyle daha da genişletti-

ği arşivi okura sunuluyor. Sadece Tür-

kiye’de değil dünyanın pek çok ye-

rinde de büyük ilgi

gören tarihi bir ça-

lışma. Mehmet Pe-

rinçek ile kitabı üze-

rine konuştuk.

Rus arşivlerinde ça-lışalı kaç sene oldu?

Yaklaşık 15.

15 senede 150 belgemi toplayabildiniz?

Elimde bunun

gibi 10 kitap daha çı-

karacak malzeme var.

Bu kitaptakiler, o

malzemeden seçilmiş

örnekler. Dolayısıyla

bu belgelerin içerikle-

ri istisna değil. Rus

arşivlerinin genel havasını yansıtıyor.

DÜ�MANIN KAYITLARIÖNEML�

Örnekleri neye göre seçtiniz?Kitapta hem Çarlık hem de Sovyet

dönemi belgelerine yer verdim. Ayrıca

bugün kapalı olan Ermenistan arşivle-

rinden de örnekler koydum. Taşnaklar

da var, Ermeni Bolşevikleri de. Ayrıca

konunun farklı unsurlarını ortaya koyan

belgeler olmasına dikkat ettim. Osmanlı

Ermenilerinin yaşam koşullarından Taş-

nakların ilk eylemlerine, I. Dünya Sa-

vaşı’ndaki Ermeni çetelerinden Taşnak

Ermenistanı’ndaki etnik temizlik politi-

kasına kadar… Ancak ağırlık Çarlık

belgelerinde. Türkiye’yle savaşan, onun

düşmanı olan bir ülkenin tarihe düştü-

ğü kayıtlar önemli.

Peki düşmanın belgelerine diyor?

İlk olarak geniş Türkiye

Ermenisi kitlelerinin daha

tehcirin çok öncesinde Rus

ordularıyla işbirliğine git-

tiklerini gösteriyor. Arşivler

Rus makamlarına başvuru-

larla dolu. Onlar da köy

köy, isim isim kayıt tut-

muşlar. Ama esas çarpıcı

olanı, Rus makamlarının

kullandıkları Ermeni çete-

lerinin yaptıkları katliam ve yağmanın bo-

yutlarından oldukça rahatsız olması.

Konu üzerine birçok rapor yazılmış.

Daha da ötesi savaş sırasında askeri

mahkemelerde Ermeni subay ve asker-

lerini bu sebeplerle yargılamışlar ve idam

etmişler. Kitapta dava dosyalarından ör-

nekler var. Ve bu katliamlar tehcirin çok

öncesinde başlamış.

BOL�EV�KLER NASILBAKIYORLARDI? Bolşeviklerin yaklaşımı nasıl?

Bir emperyalizm meselesi olarak gö-

rüyorlar. Lenin’in, Stalin’in el yazısı me-

tinleri var. Gizli yazışmalar, politbüro ra-

porları vs. Belgelerin orijinallerini de ek-

ledim. Onların havası bir başka tabii.

Türk Ordularıyla Kızıl Ordu arasında

Taşnaklara karşı yapılan işbirliğine dair

belgeler de önemli. Ortak operasyonlar

düzenleniyor. Soğuk Savaş döneminde

hep üzerleri örtülmüş.

Sözünü ettiğiniz binlerce belgeden çıkansonuçları kısaca özetlersek…

Bir soykırımın değil, karşılıklı kırımın

yaşandığını görüyoruz. Bu da Türki-

ye’yi paylaşmak amacıyla emperyalist

devletler tarafından kışkırtılmış. Türki-

ye ise buna karşı meşru müdafaada bu-

lunmuş.

Olayın hiç mi insani boyutu yok?Tabii ki büyük acılar yaşanmış. An-

cak her iki taraftan da büyük kayıplar ve-

rilmiş. Dönemin Taşnak belgeleri var.

“Bölgede Kürt kalmadı, artık rahatça Bü-

yük Ermenistan’ı kurabiliriz” diye yazı-

yorlar. Ayrıca Sovyet Rusya’nın ve Bolş-

evik Ermenilerinin tavrı çok net. “Bu acı-

ların sorumluları emperyalist devletler ve

ona alet olan Taşnaklardır” diyorlar.

TARAFLARI B�R ARAYAGET�REN K�TAP Bu kitabınız Rusya ve İran’da da ya-yımlanmış…

Ermeni meselesi konusunda “hep

kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz”

denir. Bunu kırmak açısından önemli. Ki-

taplar iki ülkenin önde gelen yayınevle-

ri tarafından basıldı. Kamuoylarında da

ciddi etki yaptı. Ayrıntılarını kitabın

önsözünde okuyabilirsiniz. Moskova’da

ülkenin en büyük kitapçısında kitabın ta-

nıtım toplantısı yapıldı. Ruslar, Erme-

niler, Azeri Türkleri; akademisyenler, ga-

zeteciler, yazarlar, diplomatlar, siyasi

parti temsilcileri, Taşnaklar da dahil, her-

kes vardı. 1915 yılında yazdığı Ermeni ra-

porunu yayımladığım Çarlık generali

Bolhovitinov’un üç kuşak akrabaları

bile geldi. Güzel tartışmalar oldu. Kimi

zaman tansiyon yükseldi ama kıvamın-

da.

Daha sonra 24 Nisan’da Mosko-

va’daki en büyük sözde soykırımı anma

toplantısında kürsüye çıkıp “Mehmet Pe-

rinçek’in bulduğu belgelerden daha faz-

lasını bulacağız, söz veriyoruz” diye ko-

nuşmalar yapılmış. Basından okudum.

Anlamlı; geri mevziye düştüler. Mosko-

va Devlet Üniversitesi’nde, Petersburg’da

Ermeni akademisyenlerin de katılacağı

kitabımla ilgili tartışma toplantıları da

planlanmıştı. Tutuklanınca gerçekleşti-

remedik.

BU B�R SUÇTUR!Kitabınızın ilanında “Perinçek suç iş-lemeye devam ediyor” diyor…

Şaka değil. Gerçekten iddianamede

Ermeni meselesiyle ilgili çalışmalarım,

milli hassasiyetleri kullanarak sözde Er-

genekon Terör Örgütü adına faaliyet yü-

rütmek ve propagandasını yapmak ola-

rak değerlendiriliyor. 15 yıllık çalışmama

15 yıl ceza istiyorlar.

Yeni “suç teşebbüsleri” var mı?Üzerinde çalıştığım beş kitap var.

Hepsi farklı farklı aşamalarda. Fakat iki

ay içinde Arda Odabaşı’yla birlikte yaz-

dığımız 1909-1910 yıllarında Türkiye’de

yayımlanan ilk Rusça gazete olan Stam-

bulskie Novosti’nin gözüyle Jön Türk

Devrimi’ni ele aldığımız kitap, Kaynak

Yayınları’ndan çıkıyor. Böyle bir çalışma

hem Türkiye’de hem de Rusya’da ilk.

Cezaevinde kitap yazmanın zorlukları?En büyük dert bilgisayar. İmkân çok

kısıtlı. Koğuşta bilgisayarın en basit iş-

levlerinden “kopyala-yapıştır”ı özledi-

ğiniz durumlar oluyor. Ağzınızdan “kur-

ban olduğum word programı” gibi ifa-

deler çıkabiliyor. Tabii elinizin altında kü-

tüphanenizin olmaması da ayrı bir sorun.

MEHMET PERİNÇEK ‘ERMENİ MESELESİ’ ÜZERİNE 100 BELGEYE 50 BELGE DAHA EKLİYOR

Page 7: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen
Page 8: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

8 Aydınlık KİTAP

Karakterin, olay örgüsü içinde adlar�n� geçirdi�iyazarlar ve müziklerle kendisini yans�tabildi�i

görülüyor

Aslında 40 yılönce ne olmuştu

2011 yılında Man Booker Ödülü’nü

kazanmış Julian Barnes’in “Bir Son Duy-

gusu” isimli romanı okuyucuyla buluştu.

“Metroland”, “Flaubert’in Papağanı”, “Seni

Sevmiyorum” adlı romanlarıyla dikkat çe-

ken yazar, son romanıyla daha

önce dört kez aday gösterildi-

ği Man Booker Ödülü’nü ni-

hayet kazanmış oldu.

Roman, yaşlı bir adamın

yaklaşık 40 yıl önce yaşadığı

bazı olayları hatırlaması- en

yakın arkadaşıyla arasında ge-

çenler- ve o olaylara dair yeni

gelişmeler etrafında şekilleni-

yor. Geçmişi anlatarak başlayan

roman günümüze dönüyor ve

asıl olarak insanın hatırladıkla-

rıyla yaptıkları arasındaki farklılıkları, çe-

lişmeleri vurguluyor. Kurgunun okuyucuyu

etkileyebildiği ve merak uyandırdığı açık.

Ancak yer yer gereksiz ayrıntıların ve sor-

gulamaların kitabı sıkıcı hale getirdiğini de

düşünmeden edemiyorsunuz. Örnek ver-

mek gerekirse; devam eden olay örgüsünü

es geçerek ana karakterin eski karısıyla il-

gili anılarını okurken buluyorsunuz kendi-

nizi. Öylesine ki, ana karakter dahi olayla

ilgisiz bir detaydan bahsederken konuyu sap-

tırdığından bahsediyor! Böylece ana ka-

rakterini konuştururken, konudan saptığı-

nı kabul eden yazarın kendisiyle yüzleş-

mesiyle karşılaşıyoruz ve bir süre sonra ki-

tabın sadece olay örgüsüyle ilgili kısımları-

nı okuduğunuzu, metinle doğrudan ba-

ğıntı kuramayan kimi yerleri atlayarak iler-

lediğinizi fark ediyorsunuz.

Kitabın sonu şaşırtıcı. Yine de, tüm ki-

tap boyunca bahsi geçen ve olayın temeli-

ni oluşturan günlüğü okumaya hazırlan-

mışken, bu gerçekleşmiyor. Ana karakter-

lerini titizlikle oluşturan yazarın günlükten

sadece bir sayfa okutması ve bu sayfanın da

karakterin ruh halini anlamaktan ziyade bir

gizem havası oluşturulmasına hizmet etmesi

kimi okuyucunun hevesini kırabilir ve bek-

lentiyi düşürebilir.

Romanda yer yer sorgulamalar ve çeşitli

konular üzerinde yorumlar ve yazarın dü-

şüncelerini bulmak mümkün. Yazar tarihe

ve felsefeye dair söylemek istediklerini

kurguya güzel bir şekilde uyarlıyor ve ka-

rakterlerini bu doğrultuda şekillendiriyor.

İronileriyle dikkat çeken karakterin ya-

zarla da özdeşleştiğini düşünmek belki de

mümkün. Zaten bu karakterin ağzından tar-

tışmalara tanık oluyoruz, yorumlarını din-

liyoruz. Yine olay örgüsü içinde adlarını ge-

çirdiği yazarlar ve müziklerle de

kendisini yansıtabildiği görü-

lüyor.

Anlatının dilinde herhangi

bir zorluk yok. Düşen tempo-

yu bir nebze kurtaran kitabın

dili oluyor. Bir not da yayınevi

için: kitabın kimi kısımlarında

yazım yanlışlarının olduğunu

belirtmekte yarar var.

Sonuç olarak kitabın kur-

gusunda sorun olmasa da,

fazla ayrıntıya boğulduğunu

ve kısmen yaratılmak istenen etkiden fark-

lı noktaya düştüğünü söylemek yerinde

olacak.

(Bir Son Duygusu, Julian Barnes, Ayrıntı Yayınları,

Çev: Serdar Rifat Kırkoğlu, 150 s.)

DENİZ ANTEPOĞ[email protected]

Julian Barnes

Page 9: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

8 �UBAT 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAPBABİL BALIĞI

“Tamamı delidir, ancak sanrılarınıanaliz edebilenler feylesof olarak adlandı-rılır.” – Ambroce Bierce

Alternatif kurgular oluşturmada, fan-

teziyi, bilim kurguyu, felsefeyi harmanla-

mada, başkalarının eserlerine özenmeden,

yeni bir şeyler sunma gayretinde bulunan

yazarlar sayıca az da olsa, ülkemizde de

mevcuttur. Sırf adı yazar olarak anılsın diye

başkalarının kurgularından çalıp çırp-

mayan, öykünmeyen, tercümanların or-

taya çıkardığı çeviri lisanından ziyadesiy-

le etkilenmiş edebi hiçbir değer taşımayan

basit öykülerden uzak durmaya özen

gösteren, belki bu nedenle gecesini gün-

düze katıp depresyondan depresyona ko-

şarak hazırladıkları romanları, ki-

tapları, açıkça ifade et-

mek gerekir ki ülkedeki

edebiyat oyununda ütü-

lürler.

Promosyona, reklâma

ayıracakları bütçeleri ge-

nellikle bulunmaz. Çeşitli

yerlerdeki gruplara yaran-

ma gayretleri, oralardan

tanıdık edinip de hakkında

yazılar yazdırma gayretleri

yoktur. Uğraşılarına karşı

dürüstlerdir ve bu tür ali-

cengiz oyunları onlara tiksindirici gelir.

İşte bu nedenledir ki kitap okumayan ki-

tap eleştirmenlerinin ve kitap tanıtımı ya-

zarlarının bulunduğu bir ülkede, hakla-

rında yazılmış iki satıra bile rastlanmaz.

İnternetten veya sağdan soldan aşıra-

cakları cümleler bulunmamaktadır ne de

olsa. Olur da kazayla biri kitabını okur-

sa da kitabı hakkıyla değerlendirebilecek

bir donanıma sahip olmadığı gibi, anla-

tının içindeki kelimelerle veya içeriğindeki

donelerle ben birilerini kızdırırım dü-

şüncesiyle pembe kaplı kitaplarına sarı-

lacak ve kitabı ötekileştirerek bir kenara

fırlatacaktır. Çünkü bu yazarların ka-

lemleri, pazarlamaya yönelik her türlü pis-

likten uzaktır. Ajandaları bulunmaz. Öy-

külerini, sadece kendilerinin anlatabile-

cekleri şekilde kaleme alırlar. Herkesin

anlamasına ve “cici”lemesine ihtiyaçları

yoktur. Bir şeylerin birilerini rahatsız

edeceği düşüncesiyle dillerine ve kalem-

lerine ket vurmazlar. Bunu dikkat çekmek

için de yapmazlar; eğer öykü öyle ge-

rektiriyorsa, küfrünü de erotizmini de say-

falara yayarlar. Hasıraltı edilen bu ya-

zarlar, edebiyatımızın dürüst kalan birkaç

unsurundan biridir. Bir bakıma yeraltının

çocuklarıdır. Bu nedenle de yazık ki gö-

rülmezler, küçük gruplar haricinde de-

ğerleri anlaşılmaz. Yanlış anlaşılmasın,

bunların hiçbiri onların umurunda da de-

ğildir. Yazmaktan zevk alırlar, yazarlar ve

bu yüzden yazardırlar.

SÜRREAL�N �Ç�NDEGERÇEKL��E KAVU�MAK

Bütün bu galeyanımı yeniden alev-

lendiren yazar, Arman Kal ve bahse-

deceğimiz kitabı “Galaksi Kıyısında

Gece Yarısı Pikniği”. İlk kitabı “Kutsal

Penis ve İşe Yaramaz Kafatası”nın ar-

dından, ikinci kitabı da Altıkırkbeş

Yayınları’ndan geliyor. İlk kitabı da bir

hayli dikkat çekiciydi ve arayıp da bu-

lamadığımız yeni bir soluğun

izlerini taşıyordu. Ancak ge-

rek metnin kısalığı, gerek

metin içi bazı sorunlar sebe-

biyle, biraz yarım bırakılmış

bir soluktu. Yeni kitabında,

metin içi pek çok sorununun

üstünden kalktığını ve kısa

bir soluk olmak yerine güç-

lü bir hırıltı olmayı tercih et-

tiğini gözlemliyoruz. Ro-

man, yapılabilecek herhan-

gi bir özetlemeyi çok fazla

kaldırabilecek sıradan bir kurgu taşı-

mıyor. Ancak yine de “konusu nedir?

Yenilir mi? İçilir mi?” diye ısrar edecek

okur için ise yazarının ve okurunun af-

fına sığınarak: kaybolan babasının ar-

dından arayışa çıkan ve sürrealin için-

de gerçekliğe kavuşan bir adamın öy-

küsü diyelim. Israrcı okur cevabıyla

mutlu mesut sayfayı çevirip başka bir

yazıya gide dursun, biz kitaba devam

edelim. Roman, beyaz tavşanı kısmen

takip eden bir geleneğin izinde Leonora

Carrington’ı masum gösterebilecek,

Bernard Réquichot’a ise daha yakın du-

ran, algı sınırları dağılmış, biçimi yitik

gerçeküstü bir dünyayı ve içindeki bir

o kadar tahrifli karakteri resmeden bir

fantezi olarak başlıyor. Dünya, iyi baş-

layan bir sirk düşünün, çiğnenip tükü-

rülmüş, ölüme terk edilmiş haline ben-

ziyor. Ancak bütün gün bir kâbusun size

hissettirdiği duygudan silkelenmek is-

teyip de silkelenemezmişsiniz gibi, bü-

tün düşü gerçeğe gerçekten daha bağ-

lı hislerle hayata geçiriyor. Karakter-

lerinin ağzından dökülen felsefe kırın-

tıları, “yalnızlık” ve “soyutlanma” his-

leriyle kaynaşıyor. Kâbusun içerisinde

mizah da yer yer vuku buluyor. Hayal

gücü tehlikeli, eğlenceli ve sayfa üstü-

ne sayfa çevirten sınırlarda dolaşıyor.

KEL�MELERE EZ�LEMEYEN KURGU

Bir açıdan kitaba yansıyan, sonuna ka-

dar da devam edecek olan fantezi, pika-

resk kurguları çağrıştırıyor ve gözlemle-

diğim kadarıyla, fanteziyle pikareski bir-

birine yaklaştırabilen en becerikli kalem

olduğunu söylemem mümkün. Ancak

105. sayfayla birlikte anlatıya Kant ve

Schopenhauer’ın da dâhil olmasıyla ro-

manın anlatısında da bazı değişiklikler

meydana geliyor. Roman bilim kurgudan

da esintiler taşıyan, Philip Dick’e göz kır-

pıp, Stanislaw Lem’e dil çıkaran bir yapıya

bürünüyor (bilim kurgu ve felsefenin

ilişkisine dair konu başka yazının konu-

sudur, o nedenle şimdilik, Douglas R.

Hofstadter’ın “The Mind’s I” kitabını tav-

siyeyle bir virgül). Tahminimce yazar bu

geçişin sertliğinin kendisi de farkındaydı

ve devam eden birkaç sayfada tamamla-

dığı bu geçiş, bu nedenle okuru biraz ge-

riye itebiliyor. Yeni bir fanteziyle karşı kar-

şıya iken gerçekleşen bu sert düşüşün bir

benzerini yine zannediyorum ki göğsün-

den çıkarıp atmak zorunda hissettiği

155. sayfadaki bir başka unsurla tekrar-

lıyor. Anlatıyı toparlaması kısa sürüyor an-

cak bu durumda daha kıvrak bir mizahın

geçişe ve tempoya daha olumlu bir etki

yapabileceğine dair şüphelerim var. Fel-

sefe ile daha iç içe, gerçeküstüyle nosyon

arasında mekik dokuyarak macerayı so-

nuna kadar taşıyor. Romanın üslubunda

ve kelime tercihlerinde, özel kurgusunu

kelimelerin altında ezmeyecek, aksi ge-

rekmedikçe yalın, tasvirlerinde bile sık-

mayan bir özen bulunuyor (kitabın adın-

daki “Gece Yarısı” hatayla birleşik ya-

zılmış, tamamında ufak tefek yazım ha-

taları dışında bir hataya rastlamadığım ki-

tap için talihsiz bir durum). Kitap bitip de

dönüp arkanıza baktığınızda, bütün dü-

şünceleri, sanrıları ve düşleriyle olağan-

üstü, yeni ve heyecan uyandırıcı bir yol-

culuktan, biraz da yorgun şekilde dön-

düğünüz hissine kapılıyorsunuz. Türk

edebiyatının kazandığı bu yeni ve değer-

li sesi fark etmeniz dileğiyle…

(Galaksi Kıyısında Geceyarısı Pikniği, Arman Kal,

Altıkırkbeş Yayınları, 208 s.)

M. SALİH [email protected]

İdealizmin kâbusu

Page 10: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

8 �UBAT 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP

Şair, Aşk ve MekanA�k da �iir gibidir. Kendine has bir hayat� var. Ba�ka gözlerce, ba�ka zihinlerce, ba�ka

odalarda, �ehirlerde, ülkelerde okundukça yeniden yaz�l�r

DAĞHAN DÖ[email protected]

“Belki’nin değili, Sesin ötesi,Suyun gizi…İyi ki…01.02.2013,Çiçek Pasajı…”

Böyle yazmıştı Gonca Özmen; yazar

imzası namına. Elimdeki “Belki Sessiz”

kitabının ilk sayfasına, şairin mürekkebi

değmişti. Henüz bir-iki saat öncesinde,

Beyoğlu’nun o ışık zenginliğinin arasına

dalarak; beklemeye koyulmuştum onu.

Caddenin cömertliği üzerindeydi. Güzel

kadınlar, keskin bakışlı adamlar ve su gibi

bir insan kalabalığı… O kendi tenhalı-

ğıyla gelmişti. Aşk üzerine konuşacaktık;

“Şehir, şair ve aşk...” başlığıyla... Mekan

seçimini ona bırakmıştım. Şairin meka-

nı olacaktı sığındığımız kub-

be. “Pano” dedi; ilkin…

“Pano Şarap Evi”… “Aşk

dendi mi kuytuları anlarım

ben.” dedi. Mahzeni andı-

ran, ahşap masalarla dona-

tılmış, havadaki mayhoşlu-

ğun, ışıksızlığa karıştığı yerin

seçimi bundandı. Şarap da

aşka yakışırdı! “Veya öteler-

de olmalı aşk, göğü zorlama-

lı…” diye tamamladı cümle-

sini. “Hep öteki olmayı, anti-

tez olmayı yeğlerim. Edebiyat

da bunun için değil midir?” di-

yecekti. Aşka da bu zaviyeden bakıyor-

du. Bundandı, yüzeyden seyreden duy-

gulara tavrı. Meyli taşkın olanaydı. Bunu

da, Turgut Uyar’ın belleğine kazıdığı di-

zesiyle açıklayacaktı: “Her insan bir

uyumsuzluktur, ölü olmadıkça…” Tam da

söze nokta koyarken, benim zihnimden

başka cümleler geçiyordu: “Dinlerin en

ucuzudur aşk! Pavese…” Bir dinin ritü-

ellerini yerine getirir gibi anlattı, durdu.

MEKAN ���RE DAH�L!Pano’nun karanlığına karışamadık.

Mekan kapalıydı. Adımlarımız, eski bir

çağrının emrine uydular. Daha 1900’le-

rin başında, Rus Devrimi’nden kaçan Be-

yaz Rus kadınlarının çiçek satarak adına

ilham verdiği pasaja doğru yollandık. Çi-

çek Pasajına… Yine en kuytu masasını

seçtik Seviç Meyhanesi’nin. Mönüde az

fava, patlıcan salatası, karides vardı ve

bolca şiir! Pek tabii, rakı da yarenlik ede-

bilirdi bu aşk sohbetine. Hem Edip Can-

sever dememiş miydi; “örneğin rakı içi-

yoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi…”

diye! Laf şiire gelince, “Şiir, canlı bir var-

lık. Kendine has bir hayatı var. Başka göz-

lerce, başka zihinlerce, başka odalarda,

şehirlerde, ülkelerde okundukça yeniden

yazılır. Her okumada yeniden yaratılır.

Durmamacasına ürer. Genişler. Katlanır.

Kanatlanır. Kendini algıda durmamaca-

sına çoklar. İyi şiirin reçetesi yoktur.

Ama kokusu vardır,” diyordu.

Sular kararıp, sohbet derinleşince soru

faslına geçildi. “Belki Sessiz” kitabının ka-

pağında, Shakespeare’ın Macbeth’teki o

sözleri yer alıyordu: “Olmayan bir şey

olandan çok sarsıyor beni. Tek o kalıyor or-

tada, o olmayan şey!” Aşk da

bu noktada mı başlıyordu?

Olmamakla mı ilgiliydi aşk?

Soruya verdiği yanıt, kendi-

sini İstanbul’a ilk geldiği yıl-

lara götürmüştü. İlk aşkın-

dan bahsetti. Kavruk bir

adamdan…Yine hayata

“öteki”nin gözüyle bakışın-

dan…Onun tam tersi ol-

duğundan dem vurdu. Zıt-

lıklardan bahsederken, çok

sevdiği şair dostu K.İsken-

der’den bir alıntı yapacak-

tı: “Bir insanı kaybetmek istiyorsanız

çok sevin, kendiliğinden gider zaten”

GEÇMEYEN O KEL�ME…Sonra gidip bir şiirin önünde so-

yunuyorum… dizesinin geçtiği “Böyle

Rüzgarlar” şiirinin cinsiyeti erkek mi diye

sordum. Gülümsedi. “Bilmiyorum” dedi

dürüstçe. Bir başka soruya Özdemir

Asaf’ın dizelerinden girildi: Ölene kadar

seni bekleyecekmiş sersem / ben seni bek-

lerken ölmem ki / beklersem…

Bugün böyle bir aşk var mı? “Yok tabii, bugün hemen unutulan

hatta unutmak için Bebek’te 3-5 tur at-

manın yeterli olduğu aşklar var.” Her-

kesin birbirine “aşkım” sözcüğünü kul-

lanmasını da yapmacık buluyordu. Ya-

pılan bazı eleştirilerden sonra, kendi ki-

tabına özellikle dönüp baktığını ve kitapta

“aşk” kelimesinin hiç geçmediğini söyledi.

Yine bir başka şiiri, “Dutluk” üze-

rinden bahis açtık. Dutluğa doğru gel /

evlerin uzağına / sana susmayı öğrete-

ceğim / dalların kaygısını da… “Bu şiir-

de ukala, buyurgan bir kadın var; ama

belki de bir erkektir…” Demişti. İlhan

Berk’in, “şiir silmektir” aklını paylaştı be-

nimle. Bu sebepten, fazlaca kelimeleri şi-

irden atıyordu. Susuyordu dizede kimi

zaman. Şiirinden daha sesli biri olduğu

kesindi Özmen’in… Üzerine söz söyle-

ceği çok şey vardı.

Ne denli aşktan bahsedilirse bahse-

dilsin, kimseyi anlatırken babasını an-

lattığı andaki kadar gözleri parlamadı

Özmen’in. Babasını bilge bir adam ola-

rak tarif etmişti. Bir felsefeci. Küçük yaş-

lardan beri ona özenerek, kitaplar oku-

duğunu… Burdur’da mütevazı bir hayat

sürerken, yurtdışını görsün diye; baba-

sının kendisini Paris’e gönderdiği-

ni…Paris’teki günlerinden de söz açıldı.

Paris’li sokak ressamının, kendisiyle ko-

nuşmaya çalıştığını, para almadan res-

mini çizmek istediğini ve ondan nasıl ürk-

tüğünü anlattı. 15 yaşındaki bir genç kı-

zın, aşk karşısındaki ürkekliğiydi bu bel-

ki de…

BA�DA�IN SU SIKINTISIÖzmen şimdi ise, şunları söylecekti

aşk için: “Aşk, bireyi en derinden etki-

leyen duygulardan biri ve insanın ayrıl-

maz bir parçası… Başta edebiyat, şiir ve

müzik olmak üzere, aşk izleği sanatta

yüzlerce yıldır işlendiğine göre, daha bin-

lerce yıl da işlenecektir. Çünkü gelecekte

de göz göze bakacak, el ele tutuşacak, yü-

rekleri coşkuyla çarpacak, sevişecek,

çatışacak milyarlarca insan olacak; o

insanlar da aşklarını dile getirmeye ça-

lışacaklardır.”

Ve yine bir şiirle bitti sohbet; bir Gon-

ca Özmen şiiriyle:

Çamurdan oyuncaklarda dağıldı çocukluğumBaşağın su sıkıntısındaHep ağrıdı yüzüme kazınan bozkırEllerimde buhran, sesimde tenha

(Sonbahar Üşümeleri)

Saygıdeğer okur, Gonca Özmen 1982

Burdur doğumlu bir şair. İyi bir şair! 2000

yılında Hera ve 2011 yılında Kırmızı Kedi

Yayınlarından “Kuytumda”, 2008 yılın-

da Yapı Kredi Yayınları ve yine 2011 yı-

lında Kırmızı Kedi Yayınları’ndan “Bel-

ki Sessiz” isimli kitapları çıktı. Bu fırtı-

nalı şiir yolculuğuna çıkmak isteyenlere,

tavsiye olunur!

Çünkü kitap, karanlığa gönderilmiş

mektuptur…

KARANLIĞA MEKTUPLAR

DAĞHAN DÖNMEZ GONCA ÖZMEN İLE SÖYLEŞTİ...

Page 11: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

11Aydınlık KİTAP

Sevgilim,yoldaşım

Devrimcilerin insan olduklarını unut-

mak onları anlamamızda ve pratiklerin-

den öğrenmemizde eksiklikler oluştu-

rur. Kimi zaman çok önemli tarihsel ki-

şilikler tek yönlü algılandıkları için yanlış

anlaşılır ya da anlaşılmazlar. Dünya dev-

rim tarihinin başlıca önderlerini yanlış an-

lamaya neden olan yalnız bireyin algısı de-

ğil, ona şekil veren ideolojik aygıtlardır

kuşkusuz. Öyle ya, algıyı yaratan başlıca

unsur egemen söylem biçimleridir.

Çeşitli biyografik çalış-

malarda kişilik özelliklerinin

çarpıtıldığı ve bu sayede ka-

falarda farklı kişiliklerin orta-

ya çıktığı bilinir. Lenin’i katı bir

diktatör gibi göstermek için

müzikten hiç hoşlanmadığı,

duygusal olduğu tek bir anının

bile olmadığı bilinen söylenti-

ler arasındadır.

Bir de biyografik çalışmalar

vardır ki kişiyi artısıyla eksisiy-

le bir bütün olarak aktarır. Kişi

çıplaktır. Yorum okura kalmıştır. Karl

Marx ve eşi Jenny’nin birlikte yaşadıkla-

rını anlatan kısa fakat özlü çalışma (

Karl ile Jenny Marx, Pierre Durand)

buna örnek. Marx’ın parasızlığı, yoğun ça-

lışma temposu ve bütün bunlar yetmezmiş

gibi Jenny’e karşı sadakatsizliği; buna

karşın Jenny’nin dayanışmacı tavrı okur

için unutulmaz olsa gerekti. Bu çalışma-

ların gerçekliği bir yana dursun, tarihsel

kişiliklerin kendi kalemlerinden çıkmış

mektuplar onları tanımakta en büyük

yardımcıdır hala.

B�R “KARTAL”IN A�KIAlman sosyalizminin efsanevi ve dün-

ya devrim tarihinin sayılı kadın önderle-

rinden Rosa Luxemburg’un mektupları

her şeyden önce dönemi yakından tanıtan

ve anlatan kaynak niteliği taşır. Gelgele-

lim bu yazının konusu dönemin sosyalist

hareketi içerisinde yaşanan dalgalanma-

lar değil.

"Sevgiliye Mektuplar" Rosa Luxem-

burg’un 15 yıllık bir ilişki sürdüğü sevgi-

lisi Leo Jogiches’e yazdığı mektuplardan

oluşuyor. Rosa Leo’yla tanıştığında 19 ya-

şındadır henüz. Zürih’e okumaya gel-

miştir. Leo oldukça yakışıklı, siyasi et-

kinliklerinden dolayı tanınan ve sevilen bir

gençtir. Rosa ise kimsenin tanımadığı

üstelik albenisi olmayan bir genç kadın...

Leo sonraları Rosa’nın müthiş denebile-

cek hitabet yeteneğine ve insan üzerinde

kurduğu etki gücüne hayran kaldığını

söyleyecektir. Rosa ile Leo sevgili olma-

dan önce yaklaşık bir yıl ortak siyasi pra-

tik içerisindedirler. Rosa’nın bu denli si-

yasileşmesinde ve öne çıkmasında

Leo’nun payı azımsanmayacak ölçüdedir.

Rosa’nın Berlin’e gitmesi ve çalışma-

larına orada devam etmesi iki genç dev-

rimcinin birbirinden ayrı kalmasına yol

açar. Yalnızca belirli aralıklarla görüşe-

bilen çift için mektuplaşmak yakıcı ve tek

başına bir bağ haline gelmiştir. Rosa bu

mektuplarda bir yandan siyasi

mücadele içinde yaşadıklarını

aktarırken bir yandan da Leo’ya

olan bağlılığını dile getirir:

“Sevgilim, bir tanem, biricik

aşkım Leo’m!”

Mektuplarını genelde "se-

nin Rosan" diye bitirir. Leo ise

aynı sıcaklıkla karşılık vermez.

Hayatındaki terslikler ve genel

kötümser ruh hali Leo’nun

Rosa kadar tutkulu yaşama-

sına engel olur.

SEVG�Y� BESLEYEN VEBÜYÜTEN

Mektuplar sevgililerin iki farklı dö-

nemini yansıtıyor. Rosa’nın Leo’yla bir-

likteliği 15 yılın sonunda biter fakat ara-

larındaki bağ hiç kopmayacaktır. Ro-

sa’yla Leo’nun mektuplarında artık sev-

da sözleri olmasa da yazışmaları devam

eder. Artık bu mektuplar sevgiliye değil

mücadele arkadaşına yazılmıştır.

Leo karamsarlık içinde süren haya-

tında aşkı hakkını vererek yaşamayı unu-

turken Rosa da tatminsizlikleriyle boğuşsa

da, mektupları tutkularının tüm güzelli-

ğini yansıtır nitelikte. Onların yazışmala-

rından bir kez daha anlıyoruz ki gerçek

sevgi emek ve paylaşımla mümkündür.

Karşılıklı fikir alışverişi ve ortak üretimin

sevgiyi ne denli beslediği ve büyüttüğü

mektupların gösterdiği bir başka olgu.

Bir yanda Leo’ya "en değerli varlığım,

her şeyim" diyen Rosa’nın tutkusu, diğer

yanda Leo’nun ‘soğuk’ tavrı. İkilinin ba-

ğımsız duruşu kadın erkek ilişkisiyle dev-

rime adanmışlığın nasıl koşut yaşandığı-

na bir örnek.

"Sevgiliye Mektuplar" tutkulu bir aş-

kın ve aynı zamanda çalkantılı bir dö-

nemden geçen devrimci lider Rosa Lu-

xemburg’un yaşadıklarının belgesi. Bu-

günün sevgi fukaralıklarına ise bir yol gös-

terici.

(Sevgiliye Mektuplar, Rosa Luxemburg,Agora Kitaplığı, çev. Nuran Yavuz, 272 s.)

PINAR AKKOÇ[email protected]

Page 12: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

E bu hafta madem kapağımız “Aşk”,

Sümer Kraliçesi Muazzez İlmiye Çığ’la

görüşmeden olur mu hiç dedik ve düştük

yola. Yağmurlu bir İstanbul akşamında

arkadaşım Deniz Toprak’la birlikte çal-

dık 99 yaşında en genç aşk tanrıçasının

kapısını.

Deniz, hemen kapı zilini işaret etti ve

deklanşöre bastı. Zilin üzerinde “Kemal

Çığ” yazıyordu.

Kapıyı 99 yaşındaki Muazzez İlmiye

Çığ’ın kendisi açtı. Yüzünde tebessüm-

le. “Gelin bakalım, çok işim var. Kitap ha-

zırlıyorum. Söyleşimizi yapalım, işime geri

döneyim” dedi.

Yüz yaşına merdiven dayamış bu bi-

lim çınarının yorulma bilmeksizin çalış-

ma aşkına şahit olduk. Bugün ülkenin du-

rumundan söz ederken ve eskilere gitti-

ğinde, 30 yıl önce hayata veda eden eşi

Kemal Bey’den bahsederken, zaman za-

man hüzünlense de söyleşi boyunca göz-

lerinden eksilmeyen umut ışığı ve kah-

kahaları bize enerji verdi, içimizi sıcacık

yaptı.

Sümerlerin çivi yazılarını uzun yıl-

lardır durdurak bilmeden okuyan, sayı-

sız eser kazandıran bu bilim meşalesiy-

le bu kez sevgiyi ve aşkı konuştuk. Keyifle

okuyacağınızı umduğumuz görüşmemi-

zin ara başlıklarını Muazzez Hanım’ın

sözlerinden seçtik.

Çok yoğunsunuz yine. Bize vakit ayırdı-ğınız için çok teşekkür ederiz.

Ben de size teşekkür ederim. Sizden

önce Musa Ağacık da geldi, röportaj

yaptık. Kitap çalışmam var bir yandan.

99 yaşındasınız ve hala üretiyorsunuz. Ne-reden buluyorsunuz bu enerjiyi, perfor-mansınızı neye borçlusunuz?

Sağlığa. Beni çok rahatsız eden bir has-

talığım yok. İşte bazen midem ağrıyor, diz-

lerim ağrıyor falan, bunlar var. Hani sa-

pasağlam bir insan değilim. Ama bir ta-

biatım var, olan şeyleri büyütüp onun üze-

rinde durmuyorum. “Ay hastayım” deyip

yatmam. İyiyim yani. Gencim ben, daha

çok işim var.

ÜRETME A�KIM HALADEVAM ED�YORYeni kitap hazırlığı dediniz, biraz bah-seder misiniz?

Yeni çalışmam Sümerlerin Türk ol-

duklarını gösteren bir kitap. Bakın ma-

samın üzerinde, taslak aşamasında. Siz gel-

meden önce onunla uğraşıyordum. Bi-

limsel bir çalışma. Sümerlerle Türkler ara-

sındaki kültür bağlantısını ortaya koyu-

yorum. Kaynak Yayınları’ndan yakında çı-

kacak. Üretme aşkım hala devam ediyor.

Bir yandan da oraya buraya sataşıyorum

görüyorsunuz.

Bugün sizinle aşkı ve sevgiyi konuşacağız.(Gülerek) Magazin yani biraz.

Yok, tam öyle değil aslında.(Gülerek) İyi bakalım, göreceğiz.

Tarihte bilinen ilk aşk şiirini Sümer tab-letlerinden Türkçeye kazandırdınız. Sü-mer aşk tanrıçası ‘İnanna’nın Aşkı’yla ta-nışmamızı sağladınız.

Evet, İnanna Sümerlerin sevgi, aşk, be-

reket ve aynı zamanda da savaş tanrıçası.

Bu gerçekten çok enteresan. Sevgiyle

bereketin yanına aynı zamanda savaşı da

koyuyorlar.

Bu, tarihte bilinen ilk aşk şiiri. Belki

daha da bulunacaktır, bilemiyorum. Bunu

bizim müzede bulduk, yayınladık. Haki-

ki bir aşktan ziyade bir seremoni var. Bir

aşk tanrıçası ile çoban tanrısı, bunlar karı

koca. Aşk tanrıçası kocasına kızıyor ve onu

yeraltına gönderiyor. Uzun bir hikâye.

Ama okumaya değer.

A�K �Ç�N�ZDEK� SEVG� VETUTKUDURAşk dendiğinde sizin aklınıza ne geliyor?

Aşk demek bir şeyi candan sevmek,

tutku göstermektir. Bu aşk, yalnız bir

şahsa değil bir işe de olabilir. Yaptığınız bir

çalışmaya da olabilir. Aşk insanların için-

deki sevgi, istek ve tutkudur.

Haziran ayında 99. yaşınızı kutlayacağızEvet, yüze dönüyoruz. (Gülerek) Ama

gencim ben yahu. Daha 20’li yaşlardayım.

�LK VE SON A�KIMÖLÜRKEN �SM�M� SÖYLED�Aşk demişken bize ilk aşkınızı anlatır mı-sınız?

Zaten ilk ve son bir tane oldu. Bir ada-

mı sevdim, onunla da evlendik. Kemal

Çığ ile 1940’ta evlendik. O sonradan Top-

kapı Müzesi Müdürü oldu. 1983’te vefat

etti. Çok güzel bir ömür yaşadık. Birbi-

rimizi her zaman sevdik. İlk günkü gibi.

Bana; “Ömrüm seni sevmekle geçecek,

son darbeyi kalbim yine ismin olacaktır”

dedi, adımı söyledi ve öyle öldü.

Nasıl tanışmıştınız?Fakültede. Dil ve Tarih-Coğrafya’da

okuyorduk. O Türkoloji’deydi. Tanış-

tık, nişanladık. Üç sene nişanlı kaldık.

Müthiş bir aşkımız oldu.

Kemal Bey’den önce hiç kimseyi sevme-diniz mi?

Yok canım. Bizim zamanımızda öyle

aşk maşk yoktu.

SÜMER KRALİÇESİ’NİN SEVMEYE VAKTİ OLMADI AMA

Dünyaya yenidengelirse astronot olacakTopra��n derinlerinde bulunmu� çivi yaz�lar�n� okumak, tarihi okumak, gelece�e���k tutmakt�r. O hep bunu yapt�. Hep enginleri fethetme ruhuna sahip oldu. Uzay

da buna dahilmi� me�erse

ŞENOL Ç[email protected]

8 �UBAT 2013 CUMA12 Aydınlık KİTAP KAPAK

Foto

�raf

lar:

Den

iz T

opra

k

Page 13: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

Peki, nasıldı o günler?Hakikaten çok ilginç. Ben öğret-

mendim, büyük bir çevrem vardı. O za-

man subaylar, tayyareciler; geniş bir gru-

bumuz vardı. Beraber toplanır, balolara

gider, evlerde dans ederdik. Eğlenirdik,

haftada bir gün çalgılarla. Ama, inanır mı-

sınız aramızda en ufak bir şey olmazdı.

Şimdi şaşıyoruz bunlara değil mi? Arka-

daşlarım da şaşırmışlar ben nişanlanıp gel-

diğim zaman. “Biz hiç düşünmedik böy-

le bir şeyin olacağını” dediler.

Kaç yaşındaydınız nişanlandığınızda?Nişanlandığımda 23 yaşındaydım, 26

yaşımda da evlendim.

Kemal Bey size hiç şiir yazdı mı?Hayır, yazmadı.

Peki, şiir okur muydu?Evet, çok güzel şiir okurdu ama, ha-

tırımda yok. Sesi çok güzeldi. Çalışılma-

mış bir sesti.

Sizin bir şiir kitabınız var. Peki, o yıllardahiç şiir yazdınız mı?

Yok, ben o zamanlar şiir falan yaz-

madım. O zamanlar çok okuyordum,

başta Nazım Hikmet’i. Zaten okumayı se-

ven bir insandım elime ne geçerse oku-

yordum.

Peki, birbirinize mektup yazar mıydınız?Çok mektup yazardık birbirimize.

Kemal Bey dışında hiç mektup yazan oldumu size?

(Gülerek) Nasıl mektuplar, aşk mek-

tubu mu? Yok yok, hiç almadım.

‘B�R�NC� FAVOR�M SENS�N’D�YEN DE OLDU

Kanal B’de Hayrettin Karaca ile bir-likte program yapıyorsunuz. Hatta Hay-rettin Bey size ilan-ı aşkta bulunup, tektaş bir yüzük aldığını da söyledi.

(Kahkaha atıyor) Bakma sen O’na.

Hayrettin Bey takılıyor öyle, maniler söy-

lüyor ama o kadar. Artık bu yaştan sonra

(gülerek) hepsi o kadar.

Peki, size âşık mı?(Gülerek) Öyle görünüyor. Ben onla-

rı şaka kabul ediyorum. “Öyle tek taş on

krat yüzük almadan hiç bana yanaşmanı

kabul etmem” dedim. Ondan sonra devam

ediyor; “on taş” diye. Yani ne olacak işte

bizimki dostluk. İkimiz de aynı kafadayız.

O benden küçük ama aynı zamanın insa-

nıyız. Güzel, iyi bir diyalogumuz oldu.

-Kemal Bey’in vefatından sonra hayatınızahiç kimse girmedi mi? Kimseyi sevmedi-niz mi?

(Gülerek) Sevmeye vaktim kalmadı

vallahi billahi. İnsanın böyle şeylere

vakti olması lazım. Yalnız benim karde-

şimin Amerikalı bir arkadaşı vardı, bir

profesör. New York’a gittiğim zaman

onunla konuşurduk. Bir gün “buraya

bak” dedi: “Belki hayatımda iki yüz ka-

dın gördüm. Bunların içinde üç favorim

var, onların içinde de birinci sensin”

dedi. İşte böyle bir şey oldu. Her zaman

bana kitap gönderir.

Pişmanlıklarınız oldu mu hayatta. Keş-ke şunu yapmasaydım diye hala hayıf-landığınız?

Hayır, pişmanlığım yok şu hayatta.

Yaşananlar o günün şartlarına göredir.

Öyle yaşanması gerekiyormuş, yaşanmış.

Ben ileriye bakma, yarını kurma çaba-

sındayım. Bakın ülkemizin halini gör-

müyor musunuz? Hepimizin ayaklan-

ması, bir şeyler yapması lazım. Çok üzü-

lüyorum ülkemizin bu halini görünce. Biz

cumhuriyetin çocuklarıyız. Güzel günler

yaşadık. Bizi cumhuriyet yetiştirdi, okut-

tu. Şu anki duruma bakınca çok büyük bir

üzüntü duyuyorum inanın.

Çok keyifli bir sohbet oldu gerçekten.Çok teşekkür ederiz size. Şu soruyusormadan bitirmeyeyim istiyorum. Peki,dünyaya yeniden gelseniz yine Sümero-log olmak ister misiniz?

O zaman ki şartlara göre (gülerek),

bilemem. Bakarsınız o zaman astronot

olurum. Çok hoşuma gidiyor uzay bi-

limleri. Belki daha enteresan şeyler çıkar,

belli olmaz.

13Aydınlık KİTAP

Kap� zilinde 30 y�l önce vefat eden e�iKemal Ç��’�n ad� hala yaz�yorKap� zilinde 30 y�l önce vefat eden e�iKemal Ç��’�n ad� hala yaz�yor

�enol Çar�k Muazzez �lmiye Ç��’�n evinde

Page 14: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

8 �UBAT 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP ARAKABLO

Nâzım’ın hapishane yaşamının

ardından 1951’de ülkeden kaçarak

Moskova’ya üçüncü gidişi sonrasın-

daki yaşam dilimi (1951-1963), şai-

rin doğum yıldönümünde YKY’nin

düzenlediği “Nâzım 111 yaşında /

‘Alnımın Çizgilerindesin Memleke-

tim’ / Nâzım Hikmet’in Yolculuk Fo-

toğrafları Sergisi”nde izlenebiliyor

(30 Ocak - 28 Şubat 2013 tarihleri

arasında, Galatasaray’daki Yapı Kre-

di Kültür Merkezi’nde)... Sergideki

fotoğraflar, son yıllarda Nâzım üze-

rine çalışmalarıyla öne çıkan M.

Melih Güneş tarafından, Vera Tul-

yakova Hikmet Arşivi, Rusya Dev-

let Edebiyat ve Sanat Arşivi ile baş-

ka ülkelerdeki arşivlerden bir araya

getirilmiş.

M. Melih Güneş, serginin küra-

törü olarak amacını şöyle açıklıyor:

“Kültür varlığı, geleneklerin dışında

yalnızca yapılar, arkeolojik kalıntılar,

doğal sitler ya da birkaç bin yıllık el-

yazmaları değildir. Şairin yolculuk-

larından sayılabilecek bu sergiyi,

onun edebi mirasının şehrine ulaşma

yolculuğunda ‘bir gül bahçesinde

dinlenme’ gibi görüyorum; ‘hasret ve

ümitten ibaret’ Nâzım Hikmet’in,

‘Bir yerlerde bir sevinç günün birin-

de fışkırır’ sözüne kulak veriyorum.”

SERG�YE GELENLER� TURNALAR SELAMLIYOR

Hiroşimalı çocuklar, savaştan

sonra barışın ve silahsızlanmanın

simgesi olan, 1000’e tamamlandı-

ğında gerçekleşeceğine inandıkları di-

lek adına rengârenk kâğıtlardan ya-

pılma bin turna kuşunu Nâzım’ın ölü-

mü üstüne Vera Tulyakova’ya gön-

dermişler. Salona adım atar atmaz,

imza isteyen çocukların sesini Tur-

nalar Semahı’nın ezgisiyle içinizde du-

yumsamanız bundan... Çocuk ziya-

retçiler için uluslararası bir kardeşlik

bağı örmek üzere bu kâğıttan kuşla-

rın yapılışını öğrenebilecekleri et-

kinlikler de var sergi kapsamında. Ya-

pılacak bin turna, sergi salonunda Ha-

cer Sayman’ın tasarımı olarak yer

alan dilek ağacına asılacak. Gün ge-

lip de bir Nâzım Hikmet müzesi ku-

rulursa, bin turna, ağacıyla birlikte bu

müzeye armağan edilecek...

68 KU�A�I VE NÂZIMSergiyi dolaşırken, bizim 68 Ku-

şağı’nın onu önce cezaevi fotoğraf-

larıyla tanıdığını düşündüm: Bursa

Cezaevi’nin bahçesindeki havuzun

başında Samatya kabadayısı edasını

yansıtan fotoğrafıyla gelirdi hep gö-

zümüzün önüne. Balaban’ın tam da

resmini bitirdiği günlerde onu zindan

karanlığıyla örülü bir masal dünya-

sından, cezaevinden Şair Baba ola-

rak aramıza sıcacık anılarla kattığı

hiçbir toplantıyı kaçırmaz, “Kerem

Gibi”, “Davet” ya da “Beyazıt Mey-

danı’ndaki Ölü” şiirini okumadan

hiçbir toplantıyı bitirmezdik Bur-

sa’da. Sonra da, Saygı Yağmurdere-

li’nin işaretiyle, sözleri Onat Kutlar’a,

ezgisi bir Antep türküsüne ait isyan

çığlığımızı var sesimizle haykırırdık:

Potinimi çektim kıçıma yavİndim de hökümatın içineAnam da benim suçum ne yavAttılar da beni zindan içine

Yirmi yıl kadar önce, Evrensel

Kültür Merkezi’ndeki bir toplantıda

Nâzım Hikmet üstüne konuşurken,

proleter devrimci olduğunu söyleyen

bir kardeşimiz, “Ondan Nâzım diye

söz etmeye utanmıyor musun? Ar-

kadaşın mıydı senin?” diye kesmiş-

ti sözümü. “Evet!” demiştim, “öy-

leydi. Dahası, arkadaştan ileriydik...”

“SEVDALINIZKOMÜN�STT�R”

Herkesin şaşkın bakışları ara-

sında şöyle sürdürmüştüm: O çok

acılar çekti bu ülke ve insanları için.

Ama bu ülkenin yurtseverleri ve

emekçileri de, onun şiirinin, onun

Türkçe aşkının özgürce bayraklaş-

ması için nice hapislere, işkencelere

göğüs gerdi. Eğer onun yüklediği ce-

saretle, 12 Mart’larda, 12 Eylül’ler-

de kavgasını vermeseydik, şiirlerine

hiçbir iktidar özgürlük tanımaya-

cak, Nâzım Hikmet vatan hainliğine

devam ediyor olacaktı halâ. Yunus

ne kadar atamızsa, Fuzûlî ne kadar

pîrimiz, dostumuzsa, Nâzım da işte

öylesine ustamız, yoldaşımızdır.

Entelektüel burjuvalar, emekçi-

lerden gizledikleri Nâzım tutkuları-

nı ve Türkçeye vuran yurtseverliğini

1980’lerin sonlarında itiraf etmeye

başladığında, 2000’e Doğru dergisi-

nin kapağında Nâzım’ın şu dizesi yer

almıştı: “Sevdalınız komünisttir”. Bu

dize, Cahit Sıtkı’nın Nâzım’a acıma

duygularıyla yazdığı şiire yanıt olan

“Yatar Bursa Kalesinde” şiirinin ilk

dizesidir. Ne yazık ki, “Nâzım 111 Ya-

şında” programının ilk ürünü izleni-

mini veren, Genco Erkal’ın sesinden

4 CD’nin kitabı olarak sunulan “Ne

Güzel Şey Hatırlamak Seni” adlı

seçkide bu şiir yer almıyor. Şiirleri se-

çen Güven Turan ve Raşit Çavaş, edi-

tör olarak sanatçının özgürlüğüne

duydukları saygıyı birazcık bile ihmal

ediyor olamazlar elbette... Bu kusur,

acaba bir telaş nedeniyle boş bulun-

maktan mıdır?

AMA O DA NE?“�ARKILARIMIZ” YOK!

Derken, Nâzım’daki içerik ve

biçim örgüsünü ve nakışlarını bü-

tünleyen birkaç şiirinin de seçkide at-

landığını görüyoruz. Ahmet Hamdi

Tanpınar’ın “iyi ve sağlam bir dil ma-

kinesi kurduğunu” söylediği Nâ-

zım’ın işçiliğini hiç değilse asıl çizgi-

leriyle sergileyebilmek, mekikleri

noksansız işletmekle olanaklıdır.

“Şarkılarımız”, “Türkiye İşçi Sınıfı-

na Selam”, “Şehitler”, “Açlık Ordusu

Yürüyor”, “Hürriyet Kavgası”, “Ara-

dıkların”, “Beyazıt Meydanı’ndaki

Ölü” şiirleri olmaksızın bu dev ma-

kinenin işleyişi eksik konacaktır.

“Nâzım 111 Yaşında” en önde

yürüyor halâ... YKY’nin programı-

nı yıl boyunca merak ve heyecanla iz-

leyeceğiz. Yine, yayınevince CKM’de

açılan ve bugün sona eren, Nâzım’ın

resimleriyle ona yapılan resimlerden

oluşan “Nâzım’ın Sanatı, Sanatçıla-

rın Nâzım’ı” adlı sergi ürünlerinin de

aynı adla kitaplaştırıldığını belirtelim.

“Alnımın Çizgilerindesin Mem-

leketim” kitabının sonundaki za-

mandizinde soru imiyle verilen kimi

tarihlerden yeni basımlarda soru

iminin kaldırılacağı umudunu koru-

duğumuzu da...

Ahmet Hamdi Tanp�nar’�n “iyi vesa�lam bir dil makinesi kurdu�unu”

söyledi�i Nâz�m’�n i�çili�ini hiç de�ilseas�l çizgileriyle sergileyebilmek,mekikleri noksans�z i�letmekle

olanakl�d�r

Nâzım 111 yaşında enönde yürüyor halâ

[email protected]

SEYY�T NEZ�R

Page 15: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

8 �UBAT 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAP

Ussal��a tak�lmadan yolunu çizen bir inat, kendin olma çabas� olarak gösterir kendini a�k.Belki de ne oldu�u kadar ne olmad���yla kendini bize sunar bu ele avuca gelmez kendilik

CENK ÖZDAĞ[email protected]

kendilik.

OLASILIKSIZLIKTAISRAR: GERÇEK A�K

Aşkta iki başka buluşur, birbi-

rine direnen ama aynı ölçüde bir-

birine teslim olan ve birbirini yü-

celten iki başka. İlahi aşka da ben-

zeyen bu yanıdır. Kendi içinde bir

mutlaklık kurar aşk: “Aşk göreli bir

dünyada mutlak’ın saltanatıdır.”

(s. 10). Bu saltanat dışa karşı ku-

rulan bir mekanın hükümdarıdır.

Bu mekanda yarar’ın, paranın,

alışkanlıkların, gelenek ve göre-

neklerin hükmü geçmez. İşte bun-

ların hükümsüzlüğü gerçek aşkı

“sözde aşklardan” ayıran en önem-

li ölçüttür.

Aşkın diyalektiğinde sözün özü-

nü Afşar Timuçin’den okuyalım:

“Aşk bir serüvendir, serüvenlerinbelki de en kaygan, en sallantılı, enkesinliksiz olanıdır. Temel sorun ikikişinin bir bütün oluşturma iste-minde ve iki kişinin bir bütün oluş-turmasının olası olmayışında kendinigösterir.”

Bu olasılıksızlığa direnen tüm

yüreklere…

“A�k birserüvendir, bu

serüvendetemel sorun iki

ki�inin birbütün

olu�turmaisteminde veiki ki�inin bir

bütünolu�turmas�n�n

olas�olmay���nda

kendinigösterir.”

Aşk sözcüğü hemen her sanat

ürününün merkezi temasıdır. Bel-

ki de salt bu nedenle estetiğin (fel-

sefenin bir alanı olan estetiğin)

alanına girmektedir. Fakat aşk bu-

nunla da kalmaz, insanın diğer tüm

edimlerinin içerisinde kendini gös-

terir: İlahi aşktan, sevgiliye duyulan

aşktan, vatan aşkından, özgürlük aş-

kından söz açarız. Aşk insanın tüm

olası boyutlarında kendini gösterir.

Sırf bundan ötürü bile insanı insan

yapan bir unsur olarak söz edebili-

riz aşktan.

A�KIN ‘KULLANIMLARI’Batı dillerinde “love”, “amor”

gibi sözcükler sevgi ve aşk sözcük-

lerinin her ikisini de kapsayacak şe-

kilde kullanılırlar. Türkçede aşk

sözcüğünün kullanımı daha özel

bir sevgi türünü betimlemede kul-

lanılır. Bu özelleşmiş kullanım o

denli kendine özgüdür ki aşk, çoğu

zaman sevgiden büsbütün ayrı bir

duygu olarak anlaşılır

dilimizde. İnsana du-

yulan aşk o denli mer-

kezidir ki ilahi aşk, va-

tan aşkı, özgürlük aşkı

hep bu merkezi aşktan

pay almaktadır. Vata-

nın, özgürlüğün, Tan-

rı’nın delicesine arzu-

lanması / sevilmesi bu

merkezi aşkla ilişkilen-

dirilen aşk türevlerinin

doğmasına yol açmış-

tır.

Aşk bir başkasına duyulan bir

his, bir yönelme olarak kavranmış-

tır genelde. Oysa bunun da ötesin-

de, bir ilişki türüdür, bir bilinçlilik

(ya da bir bilinçsizlik) halidir aynı

zamanda. Aşkın bu ele avuca gel-

mez doğasının çok boyutlu bir ka-

rakteri olduğuna dikkat çeken de-

nemeci/filozof Afşar Timuçin, "Aş-

kın Diyalektiği" adlı yapıtında bu

çok boyutluluğu diyalektik bir iliş-

ki içerisinde kavramak gerektiğini

belirtir.

A�KIN ÇATI�KILARIAfşar Timuçin, Mevlana’nın

kıssasındaki fili tanımlamaya çalışan

körlerin yaptığı gibi farklı pence-

relerden bakarak aşkın bünyesin-

deki karşıtlıkları açmaya çalışır,

ileride bunları birbirinin ötesinde

bir gerçeklikte buluşturma ümi-

diyle. Söz gelimi, “Aşkta özgürlük

mü baskındır tutsaklık mı? Bu so-

ruya yanıt vermek olası değil. Aşk-

ta özgürlükle tutsaklığı ayrı şeyler

saymak, iki ayrı kutup saymak ola-

sı değildir. Aşk özgür tutsaklık ya da

tutsak özgürlüktür.” (s. 31) diyerek

aşkın bünyesinde ortaya çıkan iki

karşıtlığın gerçekte ne tür bir birlik

içinde olduğunu açmaya çalışır.

Aşk özgürce yaşandığında bile

özgürce yaşanamadığı bir mekanı

geride bırakmalıdır. Dolayısıyla

geçmişinde zorluklar, imkansızlık-

lar yatmalıdır. Usun karamsarlığı

aşıldığında belirecek ola-

naklarda hayat bulur

aşk. Bu nedenle bir va-

kit aşk gizlenmelidir,

hatta canlılığı gizin bel-

li bir oranda sürmesiy-

le güvence altındadır:

“Sanat kendini açar-

ken sanattır, aşk da

kendini gizlerken aşk-

tır.” (s. 13). Yazarın da

dediği gibi her aşk bir

anlamda sevdadır, kavu-

şulamamıştır, imkansızdır, karanlık

içindedir ve aydınlık umuduyla ya-

nıp tutuşur sevdalılar.

GAR�P B�R �L��K�N�ND�YALEKT���

Afşar Timuçin, sözü edilen ese-

rinde, aşkın ussallıkla bilinçdışının

kesişiminde, bireysellikle toplum-

sallığın sınırında garip bir ilişki ol-

duğundan hareketle onun diyalek-

tik doğasını açığa sermeye girişir. Ti-

muçin, bu serimlemede yalnız de-

ğildir. Karacaoğlan, Gevheri, Er-

zurumlu Emrah, Ovid, Platon, Mer-

leau-Ponty, Çehov eşlik eder ona.

Halkımızın inanışları, aşkı kavrayı-

şı maniler ve atasözleri dolayımıy-

la sürece katılır. Timuçin, aşkı keş-

fetme ve serimleme serüveninde in-

sanlığın bütün bir birikimini yanına

katar. Kervan aşka doğrudur, aşk bu

yolculuğun kendisi, başlangıcı ve so-

nucudur; her bir aşamasında bir

başkası olarak görünür aşk.

Aşkın doğallıktan toplumsallığa

geçişin hangi aşamasında ortaya

çıktığı belli olmaz ama her beliri-

şinde her ikisinden de izler taşır. Ne

toplumsal rollerin yararlılığına in-

dirgenebilir ne de henüz cinselliğe

kavuşamamış ham dürtülerle açık-

lanabilir. Kategorileri delip geçen ya

da en başta kategorilere çalım atıp

sinsi sinsi bir köşeye saklanan bir ya-

banidir aşk. Kimine göre delilik, ki-

mine göreyse delilikten azade bir

bilgelik, bir şövalyeliktir. Kapita-

lizmin hesaplılığına ve genel olarak

toplumun düzenliliğine aldanma-

dan, ussalığa takılmadan yolunu

çizen bir inat, kendin olma çabası

olarak gösterir kendini. Belki de ne

olduğu kadar ne olmadığıyla ken-

dini bize sunar bu ele avuca gelmez

Özgürlük mü baskındıraşkta, tutsaklık mı

(Aşkın Diyalektiği,Afşar Timuçin,

Bulut Yayınları, 184 s.)

Page 16: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

8 �UBAT 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP

Kürk Mantolu Madonna’y� kitapç�lar�n ‘çok satanlar’ raf�ndan indirmeyen, basit a�kromanlar�ndan ay�ran ve Sabahattin Ali’nin en sevdi�i kitab� yapan nedir?

MELİS YALÇ[email protected]

Dostoyevski’ningerçek

dünyadankendini

soyutlam�� biradam�n

hezeyanlar�n� veiç çat��malar�n�

anlatt���“Yeralt�ndan

Notlar” eseriylebüyük

benzerliklerta��yor

Hakikat Gazetesi Sabahattin

Ali’ye “siyasete karışmayan, sü-

rükleyici bir aşk romanı” ısmarlar;

Sabahattin Ali ciddi para sıkıntısı

içindedir, teklifi kabul etmek zo-

runda kalır. Roman, 1940-41 yılla-

rında gazetede yayımlanır ve dö-

nemin edebiyat çevreleri tarafın-

dan, siyasetle uzaktan yakından

alakası olmayan bir aşk hikâyesi ol-

duğu için, küçümsenir. Hatta riva-

yete göre Nazım Hikmet Sabahat-

tin Ali’ye, psikolojik çözümleme-

lerle dolu birinci bölümü (Raif

Efendi’nin defterine kadar olan

bölüm) bir aşk hikâyesine harcadığı

gerekçesiyle, sitem eder. Tüm bun-

lara rağmen, 1942’de kitaplaştırılan

“Kürk Mantolu Madonna”nın

Türk Edebiyatı’nın en çok ilham ve-

ren eserleri arasına gireceğini kim

bilebilirdi ki?

Peki, bu kitabı kült yapan nedir?

Birbirinden keskin çizgilerle ayrı-

lan, fakat tutarlı bir şekilde birleşen

iki bölümün de buna katkısı var.

Anlatıcımızın Raif Efendi’yle ta-

nışmasıyla ve onu ot gibi yaşayan

dümdüz bir adam

olarak tasvir etme-

siyle başlayan ilk bö-

lümde, bir insanla

ilgili ilk izlenimin ne

kadar yanlış olabile-

ceği açıkça vurgula-

nır: “Niçin ilk defa

gördüğümüz bir pey-

nirin evsafı hakkın-

da söz söylemekten

kaçındığımız halde ilk

rast geldiğimiz insan

hakkında son kararımızı verip gö-

nül rahatlığıyla öteye geçiveriyo-

ruz?” Raif Efendi’nin patronu ta-

rafından feci bir şekilde azarlan-

ması ve ardından inanılmaz tahlil

yeteneğiyle yaptığı resim onunla il-

gili ilk fikirlerimizin değişmesini

sağlar. Acaba bir zamanlar genç ol-

muş mudur Raif Efendi de, ço-

cukça çılgınlıklar yapmış mıdır?

Sahi, onu bu hâle getiren hadise

neydi?

�Ç DÜNYASININHAPS�NDEÖZGÜRLE�EN ADAM

Kitabın ikinci bölümünde, Raif

Efendi’nin gizli kalmış hatıraları

arasında bu sorunun cevabını keş-

federiz. Bu bölümde, sobada yakıl-

mış olması gereken bir defterin as-

lında platonik bir aşkın belgesi ol-

duğu açığa çıkar. Almanya’ya eğitim

için giden genç bir ada-

mın, bir resim galerisinde

gördüğü “Kürk Mantolu

Madonna” tablosuna, daha

sonra da tablonun sahibi

Maria Puder’e olan aşkı ve

ardından gelen ayrılık an-

latılır sonra. “Hayatta yal-

nız kalmanın esas oldu-

ğunu hâlâ kabul edemiyor

musunuz? Bütün yakın-

laşmalar, bütün birleş-

meler yalancıdır. İnsanlar

ancak muayyen bir hadde kadar bir-

birlerine sokulabilirler, üst tarafını uy-

dururlar ve günün birinde hataları-

nı anlayınca, yeislerinden her şeyi bı-

rakıp kaçarlar. Hâlbuki mümkün

olanla kanaat etseler, hayallerinde-

kini hakikat zannetmekten vazgeç-

seler bu böyle olmaz.”

“Kürk Mantolu Madonna”yı ki-

tapçıların “çok satanlar” rafından in-

dirmeyen, basit aşk romanlarından

ayıran ve Sabahattin Ali’nin en sev-

diği kitabı yapan nedir? Siyasi olmasa

da, sosyal hayatla ilgili birçok anali-

zin yanı sıra Türk Edebiyatı’nın en

derin karakterlerinden birini barın-

dırması olabilir. Kendine kurduğu

küçük dünyaya hapsolan Raif Efen-

di, bunu en büyük özgürlük olarak

görüyordu. Öyle ya, not defterine

yazdıkları kendisi dışında kimse ta-

rafından okunmadığı sürece özgür-

dü. Dışarıdan nasıl görülürse görül-

sün, hâlâ o çekingen genç adam ya-

şıyordu iç dünyasında. Artık ne kim-

se karışabilirdi ona, ne de dünyası-

na girebilirdi elini kolunu sallayarak.

Hudutları olmayan bir dünyada ya-

şıyordu.

Yapı Kredi Yayınları tarafından

yayımlanan “Kürk Mantolu Ma-

donna” yer yer Dostoyevski ve Go-

gol çağrışımları taşıyor. Özellikle

Dostoyevski’nin gerçek dünyadan

kendini soyutlamış bir adamın he-

zeyanlarını ve iç çatışmalarını an-

lattığı “Yeraltından Notlar” eseriyle

büyük benzerlikler taşıyor. Dosto-

yevski’ye has o asosyal, insanlardan

korkan, tiksinen, nefret eden yer- altı

adamı ile Raif Efendi arasında bü-

yük benzerlikler var: “Eğleniyorlar-

dı. Yaşıyorlardı. Ve ben, kafamın içi-

ne ve yalnız kendi ruhuma kapan-

makla onların üstünde değil, altında

bulunduğumu anlıyordum.”

Batı Edebiyatı’nda yabancılaş-

mayı irdeleyen diğer önemli yazarlar

Kürk Mantolu MadonnaKABULLENMEN�N VE(YA) �ÇTEN �ÇE �SYANIN ROMANI:

arasında Albert Camus (Yabancı),

Franz Kafka (Dönüşüm) ve Jean

Paul Sartre (Bulantı) yer alır. Türk

Edebiyatı’nda yabancılaşma olgu-

su ise, Batı’nın, medeniyet açısın-

dan, Doğu’dan üstün olduğunu

düşüncesinin yayılmasına neden

olan Tanzimat’la birlikte, batılı-

laşmanın trajikomik sonuçlarını

gözler önüne seren eserlerle orta-

ya çıkmıştır. Özellikle 1940’lı yıl-

larda modern yaşamın bireyi nasıl

baskı altına aldığını en iyi anlatan

yazarlar arasında Attila İlhan (So-

kaktaki Adam) ve Yusuf Atılgan

(Aylak Adam, Anayurt Oteli) yer

alır.

Acaba gerçekten de öyle mi?

(Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali,

Yapı Kredi Yay., 163 s.)

Sabahattin Ali

Page 17: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

8 �UBAT 2013 CUMA 17Aydınlık KİTAP

Umut şiirlerinin unutulmuş şairiNaz�m Hikmet’ten sonra ama Enver Gökçe ve Ahmet Arif’ten önce

halk �iirinden yararlanan ilk toplumcu �airdir

CAFER [email protected]

Mehmet Kemal’in “Acılı Kuşak” kita-

bında şöyle bir ifade vardır: “Suphi Taşhan

da şiir sahnesine çıkışında parlak bir yıldız

gibiydi, ölümünden sonra unutuldu. Niyazi

Akıncıoğlu’nun hem lise hem gençlik arka-

daşıydı.”

Mehmet Kemal’in Suphi Taşan ile ilgi-

li anlatımı Niyazi Akıncıoğlu’nu da içer-

mektedir ve asıl konusu da zaten odur. Ni-

yazi Akıncıoğlu şiirlerini ilk yayımladığı yıl-

larda adını kolayca duyurmuş şairlerdendir.

Kedine güveni tamdır ve kazandığı ünü faz-

lasıyla hak etmiştir. Çünkü kurduğu şiir

dili, söyleyiş edası, benzetme ve imgelerin-

deki orijinallik ve etkili tasvirleriyle 1940 Ku-

şağı şairlerinin önünü açmış, 1940 Kuşağı şii-

rinin oluşumunda bir öncü olmuştur. Top-

lumsal hayatı ve yaşanan gerçekliği Mark-

sist felsefenin bakışından yorumlayan, halk

kültüründen ve halk dilinin olanaklarından

yararlanan bir şiir formatını ilk kez o orta-

ya koymuştur.

“Unuturum da sonra garipliğimi,heheyyt ! .. derim bir, kuşlar,ağaçlar!Ve çıkarım dağlara.Nereli bu rüzgâr, bu su deli mi?İznim olmayınca yasak macera.Selamım baş üstüne,Kavgam dert-yaş üstüne,mazlumun âhıdır başımda esen gocunsun paşalar, beyleralimallah komam taş-taş üstüne.”Şunu belirtmeliyim ki Akıncıoğlu halk di-

linin olanaklarından yararlanmış ama bu di-

lin tekrarcısı ya da tutsağı olmamıştır. “Kuş

Kanadından” şiirinden alıntıladığım bö-

lümde de görüldüğü gibi onun dili bütünüyle

yazı dili ve yazı dilinin de edebi şeklidir.

Akıncıoğlu Kurtuluş Savaşımızın ilk

ateşlerinin yakılmaya başlandığı 1919 yılın-

da, Kırklareli’nin Kundere köyünde dünyaya

gelmiştir. İkinci büyük harbin başladığı 1939

yılında, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fa-

kültesi öğrencisi bir gençtir ve bir yıl önce ya-

yımlanmış bir kitaba sahiptir. “Haykırışlar”

adıyla yayımlanmış bu kitap şairimizin tek ki-

tabı olarak kalacaktır. Daha sonraları Akın-

cıoğlu’nun şiirleri dönemin İnsan, Ses, Yeni

Edebiyat, Yürüyüş gibi ilerici, solcu dergi-

lerinde çıkmaya devam edecektir ama bun-

ları kendi sağlığında bir araya getirip bir ki-

tap bütünlüğüne kavuşturmamıştır. Dergi-

lerdeki bu şiirleri ölümünden sonra derle-

nerek bütün şiirleri “Umut Şiirleri” adıyla

1985’te yayımlanmıştır.

Akıncıoğlu’nun diri sesi, dol-

gun anlatımı, toplumsal temleri,

toplumcu tavrı göz önüne alındı-

ğında ilk göz ağrısı şiirlerini “Hay-

kırışlar” adıyla yayımlaması isa-

betli görülebilir. Ne var ki onun

seçkin haykırışlarının bir süre

sonra akamete uğraması ve ken-

di içinde boğulması da aynı oran-

da üzücüdür.

Demokrat Partinin despo-

tizmi her devrimci yazar, şair ve aydın gibi

Akıncıoğlu’nu da bulmakta gecikmez. Akın-

cıoğlu, kurucusu olduğu Köyleri Kaldırma

Derneğindeki arkadaşlarıyla birlikte 1950 yı-

lında “komünizm propagandası yapmak” ge-

rekçesiyle tutuklanır. İki yıllık bir tutuklu-

luktan sonra beraat etmesine eder ama ya-

şadıkları onu fazlasıyla etkilemiştir. Bu tu-

tukluluk yıllarından sonra Akıncıoğlu siya-

si mücadeleden olduğu gibi edebiyattan da

uzak kalmıştır. Tıpkı aynı dönemde benzer

bir süreci yaşayan Ahmet Arif gibi yarı

münzevi bir hayat yaşamaya başlamıştır. Ede-

biyat âlemi ise sahnesinde görmediği herkese

karşı takındığı tavrı onun için de değiştir-

memiş ve onu çabucak unutmuştur. Asım

Bezirci’nin, Akıncıoğlu ile ilgili çok önem-

sediğim bir belirlemesi var: “Akıncıoğlu- Na-

zım Hikmet’ten sonra ama Enver Gökçe ve

Ahmet Arif’ten önce- halk şiirinden yarar-

lanan ilk toplumcu şairdir.”

Bezirci’nin söylediklerine Mehmet Ke-

mal’in bir başka boyuttaki ifadelerini de ek-

lemek isterim: “Ne vardı şiirlerinde? Bir dö-

nemde şiirle söylenebilecek ne varsa hepsi.

Kimsenin cesaret edemeyeceği sözleri, kav-

ramları, deyimleri mısralarına katmasını

bilmişti. Attilâ İlhan’ın, Ahmet Arif’in şiir-

lerine giren Osmanlıca kelimeleri korkusuzca

ilk kullananlardandı. Attilâ İlhan’ın Akın-

cıoğlun’ndan, ‘Bir zamanlar bir şair vardı.’

diye söz etmesi de şiirinin, tanıyan bellek-

lerden çıkmadığını kanıtlar. Daha sonra

ortaya çıkan bazı genç şairlerin divan şiiri ke-

limelerini korkusuzca kullanmayı deneme-

ye başlamaları Akıncıoğlu’nun başlangıcın-

daki cesaretinden gelebilir. Bir şiir dili kur-

mayı becermişti. Ama dili geliştirmek, daha

çok işlemek direncini gösteremedi. Belki de

bir dönem için erteledi, sonra alışkanlığını

yitirdiği için bıraktı. Bundan sonra tarih için-

de edebiyatımızdaki yerini alacak, bu yer ken-

dine yetkinliğince verilecektir. Geç kalınmış

olsa da bu yerin verilmemesine

kimsenin gücü yetmez.”

Öyle anlaşılıyor ki Mehmet

Kemal de Akıncıoğlu’nun ede-

biyat tarihimizde yerli yerince de-

ğerlendirilmemiş olduğuna ina-

nanlardandır. Akıncıoğlu’nun ge-

leneğe yönelik ilgisi halk kültürü,

halk dili ve halk şiiriyle sınırlı de-

ğildir. O aynı şekilde divan şirinin

söyleyiş ve duyuş tarzına karşı da

duyarlık göstermiştir. Her has

şair gibi Akıncıoğlu da geleneğin

birikimi içinden kendine özgü bir kimlikle

doğma gayreti içindedir. 40 Kuşağı şairleri-

nin birçoğu üzerindeki etkisi açıkça görül-

mektedir. Fakat bu etkinin kendisini en

yoğun biçimde gösterdiği şair ise Ahmet

Arif’tir. Akıncıoğlu’nun unutulmuş şiirinin

bütün ruhuyla Ahmet Arif’in dolaşımda ge-

zen şiirinde yaşadığını söylemek hiç de

abartı sayılmaz.

Ömer Özdemir, bloğunda iki şair üzerine

kaleme aldığı yazısında ilginç benzerlik ör-

nekleri aktarmaktadır:

N.A. Zindanlar: suyun üstünde

Yandan akar çeşmeleri

A.A. Mapushanede çeşme

yandar akar olanda

N. A. Boşaltıp rahmetini kümülüs bulutları

A. A. Rahmetinden kim demlenir bulutun

N. A. Yeşil, mavi, mesut gözlerin

A. A. AçardınYalnızlığımdaMavi ve yeşilaçardıngözlerin hani

N. A. Onların kitabında yazılıdır

A. A. O kitapta böylece yazılıdır

N. A. O hikâye şöyle başlar

A. A. Budur ol hikâyet

N. A. Ölüler kar altındadır

A. A. Kenar çocukları kar altındadır

N. A. Selam veriri gibi bir dosta

A. A. Selam etmişim dostuma

N. A. Hayra yorulur

A. A. Hayra yorarım çıkmaz

N. A. Neler geçmez aklımdan bir ben bilirim

A. A. Bir ben bileceğim oysa

Ne âfat sevdim

N. A. Gülüyor otuz iki dişi

A. A. Otuz iki dişimizle gülmeğe

N. A. Arzuhal edeyim halım

A. A. Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz

N. A. Ne pasaport bilir, ne gümrük sorar

A. A. Pasaporta ısınmamış içimiz

N. A Yolda yolcu, havada kuş aşkına

A. A. Muhammed, İsa aşkına

yattığım ranza aşkına

Aralarında benzerlik gördüğü dizeleri ak-

taran Ömer Özdemir iki şair arasında ritim

ve tonlama özellikleri kadar yöresel söyle-

yişler ve benzetmeler bakımından da para-

lellikler olduğu görüşündedir. Son yargısı ise

şudur: “... iki şair arasında bir intihal mese-

lesinden çok ama tek başına esinlenme de

diyemeyeceğimiz bir ilişki var gibidir. Bir şair,

başka bir şairin temalarını, söyleyiş biçimi-

ni, daha eski bir ifadeyle havasını alarak daha

güçlü bir sesin içine taşımış, başka bir şair-

deki zayıf bir izleği kendi şiirine güçlü bir şe-

kilde taşıma çabasında bulunmuş gibidir.”

Tabii ki konu incelenmeye ve çözüm-

lenmeye muhtaç bütün yönleriyle olduğu ka-

dar bütün çekiciliğiyle de edebiyat araştır-

macılarımızın, eleştirmenlerimizin önünde

durmaktadır. Edebiyatımızdaki hiçbir iki şai-

rin şiiri arasındaki birbirini anımsatıcı un-

surlar bu denli yoğun değildir.

Niyazi Akıncıoğlu geçimini avukatlık ya-

parak sağlamış ve İstanbul sonrasındaki

yaşamını Kırklareli’nde geçirmiştir. Son dö-

nemlerindeki en yakın arkadaşı alkol olmuş,

2 Şubat 1979’da Ankara’da, SSK Hastane-

sinde vefat etmiştir.

Ölümünün otuz dördüncü yılında onu

şükranla anarken şunu sormadan geçmek is-

temiyorum: Ahmet Arif’i ezberinden hiç çı-

karmayanlar Niyazi Akıncıoğlu’nu niçin bir

kez olsun anımsama gereği duymazlar?

N�YAZ� AKINCIO�LU:

Page 18: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

Köy Enstitülerinin kurucusu Hasan

Âli Yücel'in başlattığı çok yönlü aydın-

lanma hareketiyle 1940'lı yılların Türki-

ye'sinin nasıl Rönesans'ın eşiğine geldiği-

ni, Arıkan'ın yazılarında değindiği Doğan

Kuban, Orhan Burian, Vedat Günyol, Şe-

rafettin Turan, Fuat Köprülü ve öğrenci-

leri Mustafa Akdağ, Halil İnalcık gibi ay-

dınlanmacılardan, Köy Enstitüsü çıkışlı ya-

zar ve şairlerden (ör. Mehmet Başaran)

kavrıyor ve mutluluk duyuyoruz. O dö-

nemde aydınlarımız tarafından üretilen

eserlerin; önemli dünya yapıtlarının Türk-

çeye hızla kazandırılmasının, yayımla-

nan dergilerin (Yücel, Ufuklar gibi) Tür-

kiye'nin kültür hayatında nasıl büyük bir

değişime yol açtığını mutlulukla izler-

ken, bu güzel çalışmaların daha sonra na-

sıl yok edildiğini, karalandığını görerek sar-

sılıyoruz...

Zeki Ar�kan, Tarihçi Kitabevi, 312 s.

Haydarpa�a'dan �zmir'eTarih Söyle�ileri

YENİLER

Çalışın işçiler, çalışın. Çalışın kidaha da yoksullaşıp daha çok çalışmakve tekrar yoksullaşmak için bazı ne-denleriniz olsun. İşte bu, kapitalist üre-timin acımasız yasasıdır. Ekonomistle-rin aldatıcı sözlerine kulak veren işçilerkendilerini canla başla çalışma tutkusunaadamışlardır. Onlar tüm toplumu ve top-lumsal organizmayı baştan sona sarsansanayideki aşırı üretimin buhranını iç-lerine atıyorlar. Hatta ürün çokluğu vetalep yokluğu yüzünden fabrikalar ka-panıyor ve açlık işçi nüfusa adeta kır-baçla veryansın ediyor. Çalışma doğ-masıyla şaşkına dönen işçilerin, sözde ve-rimli dönemde başlarına bela aldıklarıaşırı üretim, bugünkü yoksulluklarınınnedenidir.

Tembellik Hakk�

Şiirsel bir dille yazılan bu özgünhortlak hikâyesi sıradan insanı anlatıraslında. “Eve Dönüş” Bradbury'ninkendi çocukluğundan izler taşır. Ken-disini sevgi dolu bir ailenin içindebile uyumsuz, yabancı ve sıradışı his-settiği bir dönemin yansımasıdır bel-ki de...

Ray Bradbury'nin kısa hikâyesi“Eve Dönüş”, ilk olarak 1946 yılındaMademoiselle dergisinde yayımlan-dığından beri kelimenin tam anla-mıyla bir Cadılar Bayramı klasiği ol-muştur.

Bradbury'nin kendi çocukluğundanizler taşıyan bu hikâye, Cadılar Bay-ramı arifesinde bir araya gelen deva-sa bir hortlak ailesinin onlara hiç ben-zemeyen çocuğunun öyküsüdür.

Eve Dönü� Gerçek Bir Yan�lsama:Bilinç

Tevfik Al�c�, Metis Yay�nlar�, 264 s.

Paul Lafargue, Alakarga SanatYay�nlar�, Çev: Ceylan Özçapk�n, 56 s.

Ray Bradbury, �thaki Yay�nlar�,Çev: Elif Ersavc�, 56 s.

Bilinç sorununa odaklanan sinir-bilim günümüzün bilimsel araştırma-larına geniş bir ufuk getirdi. TevfikAlıcı'nın kitabı bu alanda Türkçe ya-zılmış özgün bir katkı.

“Nasıl olur da tümüyle mekanik il-kelerle çalıştığını bildiğimiz fiziksel birsistem, bilinç gibi öznel ve belki de me-tafizik bir gerçekliğe yol açabilir?”

Tevfik Alıcı, bu alandaki birçok ki-tabın hep bu “asıl soruna” yönelik birçözüm bulma telaşıyla yazıldığınadikkat çekiyor ve kendisine daha mü-tevazı bir görev veriyor: Bu kavram-ların ve metaforların daha ziyade var-sayımlara dayanan doğasını sorgula-mak ve adım adım yeniden yapılan-dırmak.

YENİ ÇIKAN-18 Aydınlık KİTAP

Page 19: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

YENİ ÇIKAN-

"Benim düşmanım yok! Kendi işi-

me bakarım... ama hiçbir şeye çok

fazla şaşırmamayı da öğrendim"

Corto, Tristan ve Steiner Ama-

zon Nehri ağzındaki Marajá adası ya-

kınlarında yatann altın yüklü bir İs-

panyol kalyonunun enkazını ara-

mak için Brezilya kıyılarını izleyerek

yola koyulur, ama bu define avında

yalnız değildirler. Yaldız Dudak'ın

planının bir parçası olarak bir Alman

baronuyla İngiliz gizli servisi de işe

karışır. Corto'nun yine dövüşmesi ge-

rekecektir.

Corto Maltese: Brezilya Kartal�

Hayatının neden birden tepetak-lak olduğunu anlamaya çalışan Fran,garip bir planla karşı karşıya kalır. Birtacizci gibi davranacak, Nellie adın-daki bir yabancıyı gizlice izleyecek veher gece cin içmeyi engellemek içino çok sevdiği Cin Perşembelerini ip-tal edecektir. Ama Fran'in arkadaş-larının daha iyi bir planı vardır. Vedaha eğlenceli görünmektedir.

Kim bilir belki de bu plan haya-tının aşkını bulmasını sağlayacaktır.Sonunda arkadaşlarının teklifini ka-bul eder.

İşte tüm zamanların en büyük aşkhikâyesi böyle başlar...

Tüm Zamanlar�n EnGüzel A�k Hikayesi

Bir âşıktan beklenen şey insanakendini özel ve farklı hissettirmesidir.Sevilen kişi sadece tam o anda oradabulunmaktan başka bir özelliğe sahipdeğilse bu aşkın ne değeri var? Gerçekaşk bu mudur? Bu konuda bütün uz-manların üzerinde birleştikleri bir şeyvarsa o da, aşkın hiç de demokratik birşey olmadığı görüşüdür.

Katalan yazar Josan Hatero'nun ti-tizlikle hazırladığı âşıklar kataloğun-da kimler yok ki: külkedileri, roman-tikler, kâşifler, turistler, miyoplar, ho-liganlar, cambazlar, dalgıçlar, geçerkengörülenler, dokunuş yoksunları... Hep-si "arzu" denen şu gizemli ortak pay-dada buluşmuş, onu kendi karakter-lerince tanımlayıp yaşıyor.

Hassas Ten

Ahmet Tetik, Mehmet �ükrüGüzel, �� Kültür Yay�nlar�, 548 s.

Tarih boyunca pek çok büyük dev-letin tanımlamaya çalıştığı savaş suçu kav-ramı 1864 Cenevre Sözleşmesi'yle ilk kezuluslararası düzeyde tanındı. Yıllar için-de bu sözleşmeyi bütünleyen bir dizi söz-leşme daha imzalandı. Ulusal Kızılhaç veKızılay dernekleri de zamanla ve bu söz-leşmelerin ruhu doğrultusunda uluslar-arası bir komite çatısı altında toplandı.Osmanlı Devleti ilk aşamalarından iti-baren bu sürecin bir parçasıydı. AncakOsmanlılar için bu sistemin ciddi biçimdesınanması 1911'deTrablusgarp Savaşı'ylabaşladı. Ertesi yıl çıkan Balkan Savaşla-rı'nda da onu izleyen Birinci Dünya Sa-vaşı'nda da sürdü. Bu eser kapsamlı birgiriş bölümüyle savaş suçu kavramınındoğuşu ve gelişmesini inceliyor.

Hugo Pratt, NTV Yay�nlar�, Çev: Alev Er, 40 s.

Lucy Robinson, Alt�n Kitaplar,Çev: Eda Aksan, 432 s.

Josan Hatero, Can Yay�nlar�,Çev: Özgür Esen, 184 s.

19Aydınlık KİTAP

Osmanl�lara Kar����lenen Sava� Suçlar�

Page 20: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

Geceye Bürünece�im

Fantastik edebiyatın yaşayan efsanesi

Terry Pratchett’ın, çaylak cadı Tiffany Sızı et-

rafında şekillenen dördüncü Diskdünya ki-

tabı “Geceye Bürüneceğim” raflardaki ye-

rini alıyor!

Pratchett’in mizahla yoğrulmuş hayali ev-

reni Diskdünya’nın Tebeşir bölgesinde ya-

şayan Tiffany Sızı, artık 15 yaşında genç bir

cadıdır ve üstesinden gelmek zorunda kal-

dığı sorunların sayısı her geçen gün art-

maktadır. Tiffany için kırsalın güvenli ve hu-

zurlu topraklarından uzaklaşıp gerçek dün-

yayla tanışma vakti gelmiştir: Diskdünya’nın

kalbi niteliğindeki Ankh-Morpork, tüm teh-

likeleri ve yozlaşmışlılıklarıyla onu bekle-

mektedir.

Tiffany Sızı, acılarını hafiflettiği Ba-

ron’un ölümü üzerine, serinin ilk kitabı “Küçük Özgür Adamlar”dan bu yana

arkadaşı olan Roland’a, babasının öldüğünü haber vermek için çabalamak-

tadır. Ama Ankh- Morpurk’a yola çıkar çıkmaz uğursuz bir güç, gözleri ve göl-

gesi olmayan Sinsi Adam tarafından izlenmeye başlanır. Kahramanımız için

yıllardır usta cadılardan edindiği deneyimleri sergileme zamanı gelmiştir. Hem

de tek başına! Tabii Küçük Özgür Adamlar’ın desteğini de unutmamalı...

Terry Pratchett, TudemYay�nlar�, Çev: Niran

Elçi, 416 s.

Hayaletler De Korkar

Milyonlarca gencin gönlüne taht kur-

muş “Ulysses Moore’un yaratıcısı” Pier-

domenico Baccalario’dan yepyeni bir seri!

“Will Moogley'nin Hayalet Ajansı”na hoş-

geldiniz!

New York’ta Hayalet Ajansı olur da, ha-

yalet avcısı olmaz mı? Moogley Ajansı'nın

başı bu kez bir hayalet avcısıyla dertte!

Ajansın hayaletleri avcının garip makine-

sine yakalanma korkusuyla dehşet içinde

ne yapacaklarını bilemezken, Will ve Tup-

per bu konuya bir çözüm bulmak üzere der-

hal harekete geçiyorlar ama tek dertleri gi-

zemli hayalet avcısı değil. New York’ta bir

gökdelen dairesinde tek başına yaşayan bir

çocuk ihbarı alan iki sosyal hizmet uzma-

nı da Will’in peşinde... İki kafadar bu be-

lalardan nasıl mı kurtuluyor? Her zamanki gibi olağanüstü bir plan ile, an-

cak planı uyguladıklarında neler oluyor bir bilseniz!

Bunu öğrenmek için sabırsızlanıyor musunuz? O zaman bu eğlenceli ki-

tabın tadını çıkarmaya hazır olun!

Pierdomenico Baccalario,�thaki Yay�nlar�, Çev: Betül

Parlak, 152 s.

8 �UBAT 2013 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ

Bryan Chick'in çok sevilen serisi Gi-

zemli Hayvanat Bahçesi'nin ikinci kitabı da

Kelime Yayınları tarafından çevrildi. Noah,

Megan, Richie ve Ella'nın, birbirin-

den büyüleyici canlıların yaşadığı Gi-

zemli Hayvanat Bahçesi'ni tehlike-

lerden korumakla görevlendirilme-

siyle heyecanlı bir serüven daha baş-

lamış oluyor.

İlk kitabı hatırlayacak olursanız,

Noah'nın kız kardeşi Megan kaybol-

muştu ve bu kayboluşun elbette

Clarksville Şehri Hayvanat Bahçesi ile

bir ilgisi olduğu biliniyordu. Bu sırlarla

dolu hayvanat bahçesinde kutup ayı-

ları, penguenler, gergedanlar var, fakat si-

zin bildiğiniz türden değil. İşte Noah bu dev

hayvanların ve onların arasına saklanmış

tuhaf insanların ve gölgelerinin arasından

kardeşi Megan'ı çekip kurtarmalıydı, ni-

tekim kurtardı da.

Bu çocuklar esasında Gizli Topluluk

denen bir örgüte bağlı çalışan küçük de-

dektifler. Kendilerine "Hızlı Dedektifler"

diyorlar. Zaten hemen hemen her çocuk

dedektif olmak için gerekli niteliklere sa-

hiptir. Hayvanlardan korkmazlar, aslında

hiçbir şeyden korkmazlar, saklı olan her

şeyi severler ve yeryüzündeki en zeki var-

lıklardır. Çocuklar dedektif olmasın da kim

olsun?

İlk kitapta Noah'nın, kız kardeşini bu

gizemli topraklardan kur-

tarmasının ardından şim-

di de, Gizli Topluluk, Hız-

lı Dedektifleri Gizemli

Hayvanat Bahçesi'ni ko-

rumakla görevlendirili-

yor. Daha önce bu büyü-

lü macerayı tecrübe eden

çocuklar da görevi mem-

nuniyetle kabul ediyor-

lar. Bu kez gölgelerin efendisiyle mücadele

etmek için o gizemli dünyaya yeniden

adım atacaklar. Öyle bir dünya hayal edin

ki; bütün caddeler, kaldırımlar, çatılar, sa-

hanlıklar, ağaçlar, kısacası her

yer hayvanlarla kaplı. Kuşlar

gökyüzünü kuşatmış ve kanat-

ları dev rüzgarlar oluşturuyor-

lar. Maymunlar dallardan, pen-

cere pervazlarından ve sokak

lambalarından sallanıyor. Et-

rafta ayılar, su aygırları kol

geziyor. Yılanlar posta kutu-

larının ve merdiven korkuluklarının etra-

fında sürünüyor. Okurken zaman zaman

gözümün önüne küçükken çok etkilendi-

ğim Jumanji filmi geldi. Hepsi bir yana ki-

tabın en güzel yanı, nesli tü-

kenmekte olan hayvanlara da

dikkat çekmesi.

Kitap okuma alışkanlığı

kazanma sürecinin olabildi-

ğince resimli kitaplarla des-

teklenmesi gerektiği görüşün-

deyim. Dolayısıyla bu seri daha

ziyade, kitap okuma alışkanlı-

ğını çoktan kazandığını düşü-

nen, farklı ve heyecanlı öyküler

okuma, yeni dünyalar, yeni can-

lılar keşfetme peşinde olan çocukların il-

gisini çekebilecek ve bitirdikten sonra

pişman etmeyecek bir seri.

Bryan Chick'in 2007'de yazmaya baş-

ladığı Gizemli Hayvanat Bahçesi serisinin

ilk kitabını Kelime Yayınları 2011'de Türk-

çeye kazandırmıştı. İkinci kitabın da ar-

dından "Riddles and Danger" kitabını da

merakla beklemekteyiz.

(Gizemli Hayvanat Bahçesi-Sırlarve Gölgeler, Bryan Chick,

Kelime Yayınları, Çev: Yasin Koç, 224 s.)

İREM HALIÇ[email protected]

Hemen hemen her çocuk dedektif olmak için gerekli niteliklere sahiptir. Hayvanlardan korkmazlar, asl�ndahiçbir �eyden korkmazlar, sakl� olan her �eyi severler ve yeryüzündeki en zeki varl�klard�r

Jumanji tadında bir macera

Page 21: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

8 �UBAT 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAP

GİZEM ERTUĞRUL KOÇ

“Ne yaptığınızın,

kime, neye hizmet et-

tiğinizin farkında mı-

sınız?”

Bu soruyu bize

“savaşta” esir alınmış

bir Türk amirali soru-

yor.

Hemen yanıt ver-

meyin. Sorunun sahibi

Tümamiral Semih Çe-

tin’in “Bir İhanetin Öy-

küsü” adlı kitabını oku-

duktan sonra, fikriniz

değişebilir. Çünkü kitap bize sa-

dece yaptıklarımızı değil, yap-

madıklarımızı da sorgulatıyor.

EL�N� TAR�HTEN ÇABUK TUTTU

Tümamiral Semih Çetin,

Gölcük Donanma Komutanlı-

ğı’nda Kurmay Başkanı iken

Balyoz tertibi ile gözaltına alın-

masından, 18 yıl hapis cezasına

çarptırılmasına kadar geçen yak-

laşık iki buçuk yıllık sürede ya-

şadıklarını, tanık olduklarını,

düşündüklerini, saptamalarını

ve duygularını kaleme almış.

Kaynak Yayınları’ndan çıkan ki-

tap bir anı kitabı değil, bir gün-

lük ya da savunma hiç değil.

Adı üzerinde, bir ihanetin öy-

küsü… İçinizde hâlâ ufacık bir

vicdan kırıntısı varsa, bu kitabı

okumak için de çok sebebiniz

var.

İhanete uğrayanlar, sadece

hapse atılanlar mı? Yalnızca bu

tertibi tezgâhlayanlar ve alet

olanlar mı hain? Tertiplerin an-

tiemperyalist, Atatürkçü komu-

tanları hedef aldığını ve sürecin

adım adım ülkeyi bölünmeye

götürdüğünü

bilen ama ses-

siz kalarak

makamlarına

rağmen iha-

nete ortak

olan “saman-

yolu yıldızla-

rı” kim? Tabii

bir de vefa-

sızlar, aptal-

lar, korkak-

lar var! Se-

mih Çetin,

elini tarihin yargısından daha

çabuk tutuyor ve kitapta herke-

se hak ettiği yeri veriyor. Ama-

zonlara ve omzundaki tek yıldızla

omuzlarda taşınanlara da elbet...

ACABA S�Z HANG�SAYFADASINIZ?

Yazar iddianameleri, sözde

delilleri, bilirkişi raporları ve

duruşma tutanaklarıyla binlerce

sayfalık anlaşılması güç bir evrak

yığını olan Balyoz davasını, he-

pimiz için anlaşılır hale getirmiş.

Süreci, bir çocuğun bile rahat-

lıkla anlayabileceği üslubuyla,

gerçeklerden hiç kopmadan, ay-

rıntılarda boğulup okuru sık-

madan anlatıyor.

Kitapta, birçok olay anlam

kazanıyor, taşlar yerine oturuyor,

birçok soru yanıt buluyor.

Komutanların daha hakim

karşısına çıkmadan tutuklan-

dıklarını öğrenmeleri ne anlama

geliyor? Ne aradığını ve nerede

bulacağını bilen, lehte delilleri

karartan, dava başlamadan mü-

talaa yazan savcılar kime hizmet

ediyor? Mahkeme, mahkumi-

yet kararını niçin sanıkların yü-

züne okuyamıyor? Subaylarının

esaretine gözyumarak savaş ye-

teneğini kaybeden ordu, ne yap-

malı?

S�Z DE KO�U�TASINIZBalyoz davasını çok yakından

takip ettiğini sananların bile

Tümamiral Çetin’in kitabından

öğrenecekleri var. Nitekim, yazar

kitabında sıkça duvarın öteki

tarafına geçiyor ve “TCG Has-

dal” adını verdiği cezaevindeki

ortamı, okura da yaşatıyor.

Artık siz de o koğuşta bir ran-

zadasınız; konuşulan her şeyi

duyacak, yaşanan her şeyi göre-

ceksiniz. Ordunun komuta ka-

demesinin tutumunu, en yakın si-

lah arkadaşlarının anlatımlarıy-

la irdeleyecek, en sert eleştirile-

ri duyacak, en gerçekçi tespitle-

ri burada yapacaksınız. Yine de

moraller bozulmayacak, kendi-

nize orada da bir dünya yarat-

mayı başaracaksınız. Yaratıcılı-

ğınızı geliştirip ufoyla ne hari-

kalar yaratacak, taş duvarlar

arasında “paşabahçe” kuracak-

sınız.

AM�RALLER�NOMZUNDA B�R TE�MEN

Çevirin sayfayı! Küçücük ço-

cukların aylardır ayrı bırakıldık-

ları babalarına sarılmaları nasıl

engellenirmiş, izleyin!

Birkaç sayfa daha çevirin;

amirallerin omuzlarında taşı-

dıkları teğmeni tanıdınız mı?

Mahkeme heyetine “Sizden tah-

liyemi istemiyorum. Beni Has-

dal'a, komutanlarımın yanına

gönderin” diye meydan okuyan

Mehmet Ali Çelebi, işte o! Ar-

tık görevine, üniformasıyla de-

vam edecek. Hasdal'daki 5. Ordu

mensupları, avluda onu uğurla-

mak için toplanmış. Cezaevinde

saksafon çalmayı öğrenen teğ-

menler Harbiye Marşı'nı çalıyor,

ortalık alkıştan inliyor. Ve Çele-

bi, “Mustafa Kemal'in askerle-

riyiz” sloganlarıyla, amirallerin

omzunda avlu kapısına kadar

uğurlanıyor...

Aylar sonra yine aynı avlu...

Gitar, bağlama, flüt ve akorde-

ondan oluşan orkestranın ezgi-

lerini dinliyorsunuz şimdi de.

Komutanlar bu kez, terfi sırala-

rı gelmişken emekli edilen ar-

kadaşları için çalıyor. Az sonra

hediyeler verilecek, sabah da

erkenden alkışlarla Silivri'ye

uğurlanacaklar. Hiçbirisi, o günü

unutamayacak...

HASDAL'DA B�R GEL�NDaha hızlı çevirin sayfaları.

Semih Çetin'le birlikte bilgisayar

odasına gidin ve arkanıza yasla-

nıp bir düğün cd'si izleyin; ken-

di kızınızın katılamadığınız dü-

ğününü! Güzel anıları ölümsüz-

leştirmek için değil, size özel

çekilmiş bir film aslında bu. Kı-

zınız hüzünle size sesleniyor:

Seni çok seviyorum...

“Ben de” diyorsunuz belki,

ama o sizi duyamıyor... Olsun,

üzülmeyin. Bir sayfa daha çevi-

rin. Aylardır boş yere yattığınız

hapishane, artık beş yıldızlı bir

otelin düğün salonudur. Düğün

alayı Hasdal'a geldi bile! Ceza-

evinin açık görüş salonu, ilk kez

bir gelini ağırlıyor. Kızınıza sa-

rılmak için koskoca bir saatiniz

var! O an, bunun tadını çıkarın

ama bir yıl sonra, havalandır-

mada, o gecenin her saniyesini

hatırlayıp yağmur altında ilk kez

ağlayarak yürüyün...

YANITINIZ?Çevirecek sayfa kalmadı mı?

Şimdi ertelediğimiz soruyu ya-

nıtlama zamanı.

Ne yaptığımızın, kime, neye

hizmet ettiğimizin farkında mıyız?

(Bir İhanetin Öyküsü, Semih Çetin,

Kaynak Yayınları, 480 s.)

Duvarın arkasında bir amiral gemisi: TCG Hasdal

İÇİNİZDE BİR VİCDAN KIRINTISI VARSA, BU KİTABI OKUMAK İÇİN DE ÇOK SEBEBİNİZ VAR

Komutanlar�n daha hakim kar��s�na ç�kmadan tutukland�klar�n� ö�renmeleri ne anlama geliyor?Ne arad���n� ve nerede bulaca��n� bilen, lehte delilleri karartan, dava ba�lamadan mütalaa yazan

savc�lar kime hizmet ediyor? Mahkeme, mahkumiyet karar�n� niçin san�klar�n yüzüneokuyam�yor? Subaylar�n�n esaretine göz yumarak sava� yetene�ini kaybeden ordu, ne yapmal�?

Page 22: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen

BULMACA

ALINTI-TEST

Soldan sa�a1. Resimdeki yazar - Esas maddesi gümü�

sülfür olan siyah bir minenin, gümü�bir levhan�n önceden haz�rlanm��bölümlerine kak�lmas�ylagerçekle�tirilen süsleme tekni�i

2. Bir soru sözü - Bir sinir hastal��� türü,epilepsi - Kendi kendine söz vererekbir i�i üzerine alma, antla�ma - Tavlada"iki" say�s�

3. �nce de�erli bir kuma� türü - Pastac�l�kve �ekercilikte kullan�lan çok ince

ö�ütülmü� �eker - Buyruk4. A� tabaka - Yarat�c� güç, bir dü�ünceyi

ortaya koyma niteli�i5. Arnavutluk'un plakas� - Bir K�rg�z

destan� - Milimetre (k�sa) - Dolayl�anlat�m

6. Yunan mitolojisinde "a�k tanr�s�" -Diki�te kullan�lan pamuk ipli�i -Stanislaw Lem'in bir eseri

7. "... Gündüz Kutbay" (ney üstad�) -Küçük ma�ara - Çam a�ac�ndanyap�lm�� su testisi

8. Katar'�n ba�kenti - Helyum'un simgesi- E�ek sesi

9. Süpürge otu - Birçok ki�inin, suçluoldu�una inand�klar� bir ki�iyi dövereköldürmesi

10. Kat�ks�z, halis - Tantal'�n simgesi -Bedevi Araplar'�n ba�l��� olan kefiyeyitutturmakta kullan�lan dü�ümlükordon

11. Sümerler'de su tanr�s� - �çinde �arapyap�lan f�ç� - Engerek y�lan�

12. Bir haber ajans� - Üzerine nak��

i�lenecek kuma� gerilen ah�ap kasnak- Nedensel

13. Kur�un'un simgesi - S�k gözlü bir bal�ka�� türü - Gidilen yol üzerindeolmayan,

sap�larak var�lan - Lantan'�n simgesi14. �simler - Alaz, yal�m - Voltamper (k�sa)15. Resimdeki yazar�n bir eseri - Resimdeki

yazar�n bir eseri - Dindar Yahudilerinba�lar�na örttükleri takke

Yukar�dan a�a��ya1. Japon folklorunda saatleri düzenleyen

on iki cinden biri - Zerdü�t dinininkutsal kitab� - Bir kimsenin veyaailenin içinde ya�ad�� yer, konut,hane

2. �nce yap�l�, zarif, narin - Radyum'unsimgesi - �rin birikimi

3. M�s�r’�n plakas� - K�yamet günündeçal�naca��na inan�lan surun ikinciüfleni�i - Rüzgar

4. Kuzey Kutbu'nda ya�ayan topluluklaraverilen ad - �lkel bir silah - Gümü�'ünsimgesi - Fas'�n plakas�

5. Kiloamper (k�sa) - Ö�üt - Hitit6. �nce halat - Sodyum'un simgesi -

K�salt�lmadan k�v�rc�kl�k verilmi�saçlar�n ba� çevresinde geni� bir y���n

olu�turdu�u saç biçimi için kullan�l�r7. Parlak, saydam k�rm�z� renkte de�erli

bir ta� - Bir binek hayvan� - Bir a��rl�kölçüsü birimi

8. Ters, huysuz - Demir'in simgesi -Lütesyum'un simgesi

9. ABD Havac�l�k ve Uzay Dairesi - Kal�pizlerini önce kauçu�a oradan daka��da geçirmeye dayanan çift kopyal�bask� yöntemi

10. Yunan mitolojisinde bir tanr� - "... KingCole" (Amerikal� caz piyanocusu ve�ark�c�) - �ikar

11. Bir nota - Belli bir anlam� olan iz, i�aret- "Fena de�il" anlam�nda bir söz -Görünmez alem

12. Bunama, bunakl�k - �amand�ralarda,r�ht�mlarda halat ba�lamaya yarayan,sa�lam mapalara geçirilmi� demirhalka - Bir resmi suland�r�lm�� renklerleboyama ya da gölgeleme biçimi

13. Sofra - A��r� dereceye varan al��kanl�klar- Bir haber ajans�

14. Baya��, s�radan - Bulunulan yer - Birhayvan

15. Resimdeki yazar�n bir eseri - Kolaycaduygulan�p incinen, duygulu, hassas- Japonya'da buda rahibesi

8 �UBAT 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP

Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(e) 2-(c) 3-(a)

GE

ÇE

N H

AFTA

NIN

ÇÖ

GE

ÇE

N H

AFTA

NIN

ÇÖ

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

“O allahın belası yangın merdivenini tırmanırken,”

diye sürdürdüm, “haplarını aldın, çok sersemlemiş

numarasına yattın, sonra da gerçekten uyudun –

galiba. Tamam, ben de balkona çıktım. Ceset

nanay. Kan da yok. Ceset olsaydı korkuluğun tepe-

sine kadar kaldırabilirdim belki.Zor olurdu, ama

olanaksız değil, kaldırmasını becerirsen.

1 Yatağında uyumak isteyen bir adam. Onun başının

ardındaki saklandığı yerden çıkmak isteyen bir fare.

Adam farenin gürültüsünü duyduğu için uyuyamaz,

fare de adamın gürültüsünü duyduğu için çıkamaz.

Biri uyanık kalır, öteki de beklerken mutsuzdur, ama

adamın uyuduğunu, farenin de deliğinden çıktığını

varsayarsak, ikisinin de mutluluklarını kesinleyebiliriz.

2 Balıklar, kuşlar ve böcekler, kurtlarla tilkilere rağ-

men sükûn içinde yaşıyor, varolmanın zevkini duyu-

yor ve Yaradanın eserine saygı gösteriyorlardı. Yalnız

o, yeryüzünde yaşayan hayvanların en yırtıcısı olan

insan geçtiği her yere ölüm, sefalet, kölelik tohumla-

rını eker. O yerlerde ki, biraz çaba harcansa, çok daha

az cinayet ve bunca zevk ve saadet bizi beklerdi.

3

a)

b)

c)

d)

e)

Kopyalanmış Adam - Jose Saramago

Bahçede Eğlence - Katherine Mansfield

Kendileriyle Savaşanlar - Stefan Zweig

Beyaz Diş - Jack London

Playback- Raymond Chandler

a)

b)

c)

d)

e)

Konfidenz - Ariel Dorfman

Harmattan - Gavin Weston

Murphy – Samuel Beckett

Altın Damla - Michel Tournier

Kızılağaçlar Kralı - Michel Tournier

a)

b)

c)

d)

e)

Angel Dayı - Panait Istrati

Uğultulu Tepeler - Emily Bronte

Büyük Umutlar - Charles Dickens

İnsan Ne İle Yaşar -Lev Tolstoy

Robin Hood - Howard Pyle

Page 23: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen
Page 24: GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...(17 EKİM 1915 – 10 ŞUBAT 2005 ) Miller’n oyunlar, ailelerin öykülerini anlatan bireysel dram gibi görünmelerine ramen