48
36-37 Mediterranean Opera and Ballet Club Culture and Art Magazine ŞEF İLE BİR SÖYLEŞİ İBRAHİM YAZICI Kapak Konusu 2. Akdeniz Öğrenci Oda Müziği Yarışması Stradivaryus Şiirsel Bir Öykü Beethoven’a Bir Armağan Prusya Kralı III. Friedrich Wilhelm’den Giuseppe Verdi ve William Shakespeare Türkiye'den Frida Kahlo Portreleri

İBRAHİM YAZICI

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: İBRAHİM YAZICI

36-37Mediterranean Opera and Ballet Club Culture and Art Magazine

ŞEF

İLE BİR SÖYLEŞİ

İBRAHİMYAZICI

Kapak Konusu

2. Akdeniz Öğrenci Oda Müziği Yarışması

StradivaryusŞiirsel Bir Öykü

Beethoven’a Bir Armağan

Prusya Kralı III. Friedrich Wilhelm’den

Giuseppe Verdi ve William Shakespeare

Türkiye'denFrida Kahlo

Portreleri

Page 2: İBRAHİM YAZICI

EROS & PSYCHEModern Dans Gösterisi

Yenişehir BelediyesiAtatürk Kültür Merkezi

SAAT 20:00

212016

KasımEros & Psyche

Page 3: İBRAHİM YAZICI

14

22

6

10

Akdeniz Opera ve Bale Kulübü DerneğiAdına İmtiyaz Sahibi - Dernek BaşkanıFazıl Tütüner

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüA. Vahap Kokulu

Başkan YardımcısıSelami Gedik

Başkan YardımcısıNihat Taner

Yayın Yönetmeniİhsan Toksöz

Yardımcı Yayın YönetmeniDemet Şaman Tarlakazan

Reklamlar ve Finans KaynaklarıBengü Yılmazer Hadra

SaymanEyüp Dinç

Genel SekreterMine Yalçın

Basın Yayın ve Halkla İlişkilerMonika Kuki

Web SitesiZiya Aykın

STK İlişkileriFatma Kozacıoğlu

Yayın KuruluA. Vahap KokuluZiya AykınSemihi VuralNihat Taner

Berlin CorrespondentAlexandra Ivanoff

London CorrespondentStephen Jackson

New York CorrespondentMeral Güneyman

Los Angeles CorrespondentÖmer Eğecioğlu

Yayına HazırlıkERİLYA TASARIM - MERSİN

Kapak ve Sayfa TasarımıBurçin Keseci

BaskıGüven Ofset Ltd. Şti.Uray Caddesi No:25/A MersinTel: 0324 238 28 80 - 237 27 80

Basım Tarihi - 03.09.2016

Bahçe Mh. 4606 Sk. İstiklal İşhanı Kat:2 MersinTel: 0324 238 86 80 • [email protected] • www.akob.org

Bağışlarınız için: İŞ BANKASIUray Şubesi (6607) - Hesap No: 959250IBAN: TR69 0006 4000 0016 6070 9592 50

Dergimize gönderilen yazı ve görseller yayınlansınya da yayınlanmasın iade edilmez.Yayınlanan yazıların içeriğinden yazarlar sorumludur.

Donations: İŞ BANK - Uray BranchIBAN: TR69 0006 4000 0016 6070 9592 50BIC: ISBKTRISXXX

Akdeniz Opera ve Bale Kulübü DerneğiThe Association of Mediterranean Opera and Ballet Club

2. Akdeniz Öğrenci OdaMüziği YarışmasıFazıl Tütüner

Giuseppe Verdi veWilliam ShakespeareProf. Dr. Ünal Öziş

Şef İbrahim Yazıcıİle Bir SöyleşiAysun Güven

Stradivaryusİlyas Halil

Türkiye'den Frida Kahlo PortreleriPınar Aydın O'Dwyer

Prusya Kralı III. Friedrich Wilhelm'denBeethoven'a Bir ArmağanÖmer Eğecioğlu

Yeni Başlayanlar İçinKlasik Müzik DinlemeRehberiZülüf Öztutgan - Kaan Öztutgan

Bir Buluşma Hikayesi:Müziğin Mıknatıs GücüDemet Şaman Tarlakazan

6-8

32-39

14-19

44-4622-25

10-12

40-43

26-30

İÇİNDEKİLER CONTENTS

26

Page 4: İBRAHİM YAZICI

6İh

san

Toks

özto

ksoz

.ako

b@gm

ail.c

om

Teknolojik gelişmelerin ışığında sanal medya, yazılı medyanın varlığını tehdit ediyor. Günümüzde bir basılı süreli yayının yaşamını sürdürebilmesi - hele bu bir sanat / müzik dergisi ise ve de üç büyük şehirde değil de bir Anadolu kentinde çıkartılıyorsa - çok zor. Tüm güçlüklere karşın AKOB dergisi bu sayısı ile 6. yılını doldurmuş bulunuyor. Reklamları ile bizi destekleyen tüm dostlarımıza teşekkür ediyoruz.

Çıkarttığı iki dergi (AKOB ve OPERA BALE dergileri), gerçekleştirdiği elliyi aşkın etkinliğin yanı sıra Master Class, Yarışma ve Çocuk Müzik Akademisi Projesi ile Mersin kenti ve ülkemiz sanat yaşamına damga vuran, kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu olan Akdeniz Opera ve Bale Kulübü 8 yıldır faaliyetini sürdürüyor. Süreç içinde misyonunu tanımlayan derneğimiz durmadan projeler üretiyorsa da hayata geçirebilmek için yeterli kaynaklara sahip olamamanın sıkıntısını yaşıyor.

Dergimizin elinizde tuttuğunuz sayısı biraz gecikmeli çıkıyor. Ülkemiz 15 Temmuz tarihinde birçok cana mal olan bir darbe teşebbüsü ile sarsıldı. Hala etkisini üzerimizden atamadığımız bu hain kalkışmayı tel’in ediyoruz. Bu devirde hala darbelerle ülkenin idaresini ele alıp istedikleri gibi dizayn etmek isteyenlerin ve onların yurt içinde ve yurt dışında yönlendirici ve destekçilerinin olması ülkemizin stratejik konumunun önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Hemen aklımıza Yüce Atatürk’ün “Yurtta Barış, Cihanda Barış!” özdeyişi geliyor. “Yurtta Barış” zedelenmiş durumda. Bölgemizdeki ülkelerin doğal zenginliklerine ağzının suyu akan dış aktörlerin bölgeyi istikrarsızlaştırma çabası da işe katılınca “Cihanda Barış” tesisi için imkânlar yok oluyor. Ülkemiz çıkar savaşları verilen Ortadoğu bölgesinde sorunların tam ortasında yer alıyor. Dünya bir akıl tutulması dönemi yaşıyor; çağdışı eğitimle beyinleri yıkanmış, taassup ve hurafelerin pençesine düşmüş birçok kişi ve gruplar bugün din adına insanları katlediyor, binlerce yıldan sonra günümüze ulaşmış insanlık değerlerini tahrip ediyorlar. Tüm dünyada geleceğe ilişkin karamsarlık artıyor. Türkiye’de de durum farklı değil. Her kesimden bazı kişiler beyin haznelerinde yerleştirecek yer bulamadıkları özgün sanat eserlerini ve yaratıcılarını her fırsatta yeriyor, aşağılıyor ve hatta eserleri yok ediyorlar. İçinde her zaman “muhalefet” içeren özgün sanatı kendileri için bir tehdit olarak görüyorlar.

Güncel sıkıntıların arasında maalesef sanatçılar ve sanat kurumları olumsuz etkilenmelere en açık sosyal grup yapılanmaları olarak ön plana çıkıyor. Tiyatro, opera bale kurumları, konservatuvarlar geleceğin kendileri için ne hazırladığını bilemez halde çalışmalarını sürdürme gayreti içindeler.

İzlenen kültür(süzleştirme) politikaları sonucunda günümüzün insanının ihtiyaç listesinde sanat maalesef en alt sıralarda yer alıyor. Buna rağmen böyle dönemlerde sanat çalışmalarının hız kazandığı da bilinen bir gerçek. Türkiye’de bunu görüyoruz. Müzik alanından örnek vermek gerekirse son yıllarda konservatuvar öğrencilerimiz birçok uluslararası yarışmadan ödüllerle dönüyorlar. Genç enstrüman solistlerimiz, opera, bale sanatçılarımız dünyanın ünlü sanat merkezlerinde performanslarıyla ülkemizi başarı ile temsil ediyorlar. Birçok genç müzisyen gruplar kurarak var olma savaşımı veriyorlar, umutlarımızı tazeliyorlar.

Akdeniz Opera ve Bale Kulübü olarak Cumhuriyet değerlerine ve Atatürk devrimlerine inancımızın pekiştiği bu dönemde çok sesli müziği tanıtma ve sevdirme misyonumuzu en iyi şekilde sürdürebilmek gayreti içinde olacağız. Sanat ve müziğin aydınlığında sevgili okurlarımızın da bizlerle birlikte olacağını biliyoruz.

Müziğin getirdiği barış ve mutluluk yağmurları üzerinize olsun!

AKOB DERGİ

YAŞINDA

4 AKOB

Page 5: İBRAHİM YAZICI

Bu sayımızda yine ilginç yazılar var:

Fazıl Tütüner AKOB’un paydaş olduğu MEÜ Devlet Konservatuvarı öğrencilerine yönelik “2. Akdeniz Öğrenci Oda Müziği Yarışması”nı yazdı. Derneğimiz Mersin Devlet Konservatuvarı ile olan sıcak ilişkilerini yeni projelerle pekiştirmek ve sürdürmek istiyor. Oda Müziği Yarışmasını “ulusal” bir yarışma olarak sürdürebilmek için diğer konservatuvarlar ile de organik bağlar kurma çalışmalarımız olduğunu buradan duyurmak istiyoruz.

Aysun Güven karizmatik Şef İbrahim Yazıcı ile yaptığı samimi söyleşi ile sayfalarımızda.

Demet Tarlakazan Londra’daydı. Derneğimizin Londra’daki kardeş kuruluşu olan Talent Unlimited vakfının kurucu ve yöneticisi Canan Maxton’un organizasyonu ile kahve ile tatlandırılan bir Müzik buluşmasının öyküsünü anlatıyor bize. “Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır” özdeyişimize uygun olarak bu buluşmaların Türkiye’de, Mersin’de de sürdürülmesini, olası ortak projelerin hayata geçirilmesini diliyoruz. Müzik buluşmasında bulunan sevgili Gülsin Onay’a, dergimizde Canan Maxton’un söyleşisi ile “Ninette de Valois” hakkında yaptığı belgeselini tanıttığımız Figen Phelps’e, Cengiz Kara’nın söyleşisi ile “Dansa Aşık Bir Kuğu: Meriç Sümen” kitabını tanıttığımız Nevsal Baylas’a, Mina Blauel ve Esti Barnes’e Mersin’den notalara yüklediğimiz kucak dolusu sevgilerimizi gönderiyoruz.

Ömer Eğecioğlu “Beethoven’e Bir Armağan” yazısında bestecinin 9. (Koral) Senfonisinin Prusya Kralı III. Friedrich Wilhelm’e adanmasının düş kırıklığı yaratan ilginç öyküsünü anlatıyor.

Pınar Aydın O’Dwyer, “İşte benim sürprizlerle dolu canım ülkem!” diyerek geçtiğimiz sezonda sahnelenen bir bale (ADOB Dünya Prömiyeri) ve bir Müzik Oyunu (Ankara Devinim Tiyatrosu) anlattığı Türkiye’den Frida Kahlo Portreleri yazısı ile tekrar aramızda.

Prof. Dr. Ünal Öziş ise bu kez Giuseppe Verdi’nin yirmialtı operasının içinde yer alan, William Shakespeare’in üç tiyatro eserine (The tragedy of Macbeth; The tragedy of Othello, the moor of Venice; The merry wives of Windsor) dayanan en ünlü üç operasını (Macbeth; Otello; Falstaff) tanıtıyor okurlarımıza. Zülüf ve Kaan Öztutgan ise “Yeni Başlayanlar İçin Klasik Müzik Dinleme Rehberi” yazıları ile yeni konser dinleyicilerine öğütlerde bulunuyorlar.

KANADA’DA YAŞAYAN BİR MERSİN AŞIĞI:

İLYAS HALİLBu sayıda yayınladığımız şair ve öykü yazarımız İlyas Halil’in geçmişin tozlu raflarında kalan gerçekleri anımsatan şiirsel öyküsü “Stradivaryus” kentimizin sanat insanlarından birini okurlarımıza tanıtmak, hatırlatmak için güzel bir vesile oldu bizim için. Yazarımızın “Tüm Eserleri”ni yeniden basacak bir yayınevinin, İlyas Halil’i edebiyat dünyamıza ve özellikle genç okurlara yeniden tanıtmak için büyük yardımı olacaktır.

Sevgili İlyas Halil’i sevgiyle selamlıyor ve Mersin’den Zephyr* rüzgârlarına yüklediğimiz en iyi dileklerimizi gönderiyoruz kendisine.

BU SAYIDA

* Mersin antik Zephyrion kenti üzerine konumlanmıştır. Zephyr (Zephyros=Zefir) mitolojide Batı Rüzgârı Tanrısıdır.

Stra

diva

ryus

AKOB 5

Page 6: İBRAHİM YAZICI

2. AKDENİZÖĞRENCİ ODA MÜZİĞİYARIŞMASI

Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve Akdeniz Opera Bale Kulübü 25 Mayıs 2016 günü üniversitenin Nevit Kodallı Araştırma ve Uygulama Merkezi Konser Salonu’nda Akdeniz Öğrenci Oda Müziği Yarışması'nın 2.sini düzenlemişlerdir. Yarışmaya 7 öğrenci grubu katılmıştır.

Akdeniz Opera Bale Kulübü Başkanı Fazıl Tütüner, Flüt sanatçısı ve konservatuvar öğretim görevlisi Yard. Doç. Dr. Halit Turgay, Ankara Devlet Opera ve Bale Orkestrası Konzertmeisteri Tayfun Bozok, viyolonsel sanatçısı ve öğretim görevlisi Münif Akalın, piyanist ve öğretim görevlisi Miroslav (Misha) Dacić jüriyi oluşturmuşlardır.

Jürinin değerlendirmesi sonucunda; Birincilik Ödülü - Burçak Özkan-keman, Başak Gürbüz-viyolonsel, İrem Yünkuş-piyanoda bir araya gelen "Smetana Trio" birincilik ödülünün sahibi olmuştur.

İkincilik Ödülü - Bahar Salami-flüt, Zeynep Yamaner-viyolonsel, Bengisu Türk-piyano grubunun oluşturduğu "Weber Trio" ve Sofiko Tchumburidze (Çumburidze)-keman, Zeynep Yamaner-viyolonsel, Özgür Deniz Akalın- grubunun oluşturduğu "Haydn Trio" ile paylaştırılmıştır.

Üçüncülük Ödülü - Serçin Yatkın-viyolonsel, Başak Gürbüz-viyolonsel, Pirsu Kesici-viyolonsel, Zeynep Yamaner-viyolonsel grubu "Çelliçel Quartet"e verilmiştir.

Kemal Rastgeldi Mansiyon Ödülü - "G. Jakob Sextet" grubuna verilmiştir. Bu grup: Bahar Salami-flüt, Mary Musayev-obua, Kayahan Karaca-klarnet, Nilay Karakaş-fagot, Barış Türkmen-korno, Deniz Akalın-piyano öğrencilerden oluşmaktaydı.

MEÜ DEVLET KONSERVATUVARI & AKOB

Fazıl Tütü[email protected]

6 AKOB

Page 7: İBRAHİM YAZICI

Ödül dağıtım töreninden önce yaptıkları konuşmalarda Konservatuvar Müdürü Yrd. Doç. Dr. Serdar Yılmaz, Akdeniz Opera Bale Kulübü Başkanı Fazıl Tütüner, sanatçı Tayfun Bozok ve sanat destekçisi Kemal Rastgeldi öğrencilerin sergiledikleri üstün seviyeyi, gayreti; aldıkları iyi eğitimi görmüş olmaktan çok mutlu olduklarını belirttiler. Konservatuvar Müdürü Serdar Yılmaz Konservatuvarın Akdeniz Opera Bale Kulübü ile gerçekleştirdiği işbirliğinden mutluluk duyduklarını, bu işbirliğinin çok verimli olduğunu belirtti. AKOB Başkanı Fazıl Tütüner izleyen yıllarda da, Konservatuvar tarafından yine davet edilirlerse, paydaş olarak bu yarışmayı desteklemek, güçlendirmek, ödülleri arttırmak, kentin daha çok desteğini almak istediklerini belirtti.

Öğrenci Oda Müziği Yarışması 2015 yılında flüt sanatçısı ve Konservatuvar öğretim görevlisi Halit Turgay’ın önerisi ile, sanat destekçisi Kemal Rastgeldi’nin “ödül ve giderleri karşılarım” güvencesi, konservatuvar eğitmenlerinin benimsemesi, konservatuvar yönetiminin uygun bulması ile hayat bulmuştur. Akdeniz Opera Bale Kulübü topluluğu izlediği birinci yarışmadan olumlu etkilenmiş ve bu yarışmanın her yıl yinelenmesinin öğrencilere ve kente katkı sağlayacağını öngörmüş; öğretmenlerden, konservatuvar yönetiminden, Kemal Rastgeldi’den gelen paydaş olma davetini kabul etmiştir.

2016 yılı yarışması, öğrencilerin 7 oda müziği grubu oluşturabilmesi, üstün başarı sergilemiş olmaları, ciddi ve gayretli çalışmalar içinde olduklarını göstermeleri ile konuklarda, eğitmenlerde ve Akdeniz Opera Bale Kulübü topluluğunda büyük bir gurur ve mutluluk yaratmıştır. Böylece bu yarışmanın her yıl

AKDENİZ ÖĞRENCİ ODA MÜZİĞİ YARIŞMASI

tekrarlanması ve güçlendirilmesi ve hatta ulusal çapta düzenlenmesi ile öğrencilerimizin ülkenin sanat hayatına daha çok açılmasının; tecrübelerinin, isteklerinin ve güvenlerinin artmasının sağlanacağı düşünülmeye başlanmıştır.

Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı yönetimini, eğitmen kadrosunu, öğrencilerini kutluyoruz. Öğrenciler arasından dünya sahnelerinde yer almaya başlayanları gururla izliyoruz. Öğrencilerimizin başarıdan başarıya koşacağını biliyoruz. Konservatuvarın, eğitmen ve öğrencilerimizin kentimiz için, ülkemiz için büyük kazanç olduğunu görüyoruz. Kent olarak onların yanında olduğumuzu, başarılarının hayranları olduğumuzu göstermek için destek verdiğimiz yarışma ile bir fırsat daha yakalamış olmaktan mutluluk duyuyoruz.

AKOB 7

Page 8: İBRAHİM YAZICI

BİRİNCİLİK ÖDÜLÜSmetana Trio

Burçak Özkan (Keman)Başak Gürbüz (Viyolonsel)

İrem Yunkuş (Piyano)

İKİNCİLİK ÖDÜLÜ(PAYLAŞIM)

ÜÇÜNCÜLÜK ÖDÜLÜÇelliçel Quartet

Serçin Yatkın (Viyolonsel)Başak Gürbüz (Viyolonsel)

Pirsu Kesici (Viyolonsel)Zeynep Yamaner (Viyolonsel)

KEMAL RASTGELDİ ÖZEL ÖDÜLÜG. Jakob SextetBahar Salami (Flüt)

Mary Musayev (Obua)Kayahan Karaca (Klarnet)

Nilay Karakaş (Fagot)Barış Türkmen (Korno)

Özgür Deniz Akalın (Piyano)

2. AKDENİZ ÖĞRENCİODA MÜZİĞİ YARIŞMASI

Weber Trio Bahar Salami (Flüt)

Zeynep Yamaner (Viyolonsel)Bengisu Türk (Piyano)

Haydn TrioSofiko Tchumburidze (Keman)Zeynep Yamaner (Viyolonsel)Özgür Deniz Akalın (Piyano)

8 AKOB

Page 9: İBRAHİM YAZICI

Haydn TrioSofiko Tchumburidze (Keman)Zeynep Yamaner (Viyolonsel)Özgür Deniz Akalın (Piyano)

HALİTTURGAY

35Mediterranean Opera and Ballet Club Culture and Art Magazine

FLÜTİST

HALİTTURGAY

Fotoğraf: Mehmet Çağlarer

Dansa Âşık Bir Kuğu: Meriç Sümen

Besteci Jake Heggie İle Bir Sohbet

A Chatwith ComposerJake Heggie

Othello in the Seraglio

Othello Sarayda

Page 10: İBRAHİM YAZICI

Bonn doğumlu olan Beethoven, 1792 yılında Viyana’ya göç etmiş, 57 senelik yaşamının

son 35 yılını bu şehirde geçirmişti. Üstadın son ve en muhteşem eserlerinden olan ünlü 9. (Koral) Senfonisi 1822-1824 yılları arasında burada bestelenmiş, 1824’ün Şubat ayında tamamlanan eserin prömiyeri 7 Mayıs 1824’te Viyana’da yapılmıştı.Beethoven’ın 9. Senfoniyi ithaf etmeyi düşündüğü kişiler arasında arkadaşı Ferdinand Ries, Avusturya Kralı XVIII. Louis, Fransa Kralı X. Charles, Rus Çarı I. Alexander ve senfoniyi besteciye ısmarlamış olan Londra Filârmonik Topluluğu vardı. Ama sonunda ithaf için Prusya Kralı III. Friedrich Wilhelm’de karar kıldı. Bazı tarihçilere göre III. Friedrich Wilhelm’in o kadar silik bir kişiliği vardı ki 19. yüzyıl tarihçileri arasında biyografisini bile yazmaya zahmet eden olmamıştı. Ama Beethoven ve çevresi tarafından sanatçıları himaye ettiği için takdir edilirdi.

Prusya KralıIII. Friedrich Wilhelm’den Beethoven’aBir ArmağanÖmer EğecioğluSanta Barbara, CA, [email protected]

Ludw

ig v

an B

eeth

oven

[177

0-18

27].

10 AKOB

Page 11: İBRAHİM YAZICI

Beethoven prosedür icabı ilk önce Prusya’nın Viyana Büyükelçisi Prens Hatzfield’den ithaf için izin aldı. Kralın kütüphanecisi Dr. Spicker de o sıralar Viyana’daydı. Beethoven’in sekreteri Holz notanın kopyasının Berlin’e iletilmesi konusunda Spicker ile görüştü, bu konuda hazırlıklar yapıldı. Spicker notanın hazırlanması üzerine yaptığı tavsiyelerde ithaf sayfasının Beethoven’in elyazısı ile olmasının faydalı olacağını ve ayrıca fazla süslemeye kaçılmamasının tercih edileceğini vurguladı. Böylece bestecinin kişisel ilgisi Kralın daha da fazla hoşuna gidecek ve zat-ı şahaneleri notayı kendi şahsi kitaplığında muhafaza edecekti.

Spicker’le Kral tarafından Beethoven’a verilebilecek olası bir nişan üzerine de konuşuldu. Spicker Kralın Beethoven hayranı olduğunu biliyordu. Besteciyi zaten uzun zamandır takdir ettiği için görkemli bir nişan ile onurlandırması hiç sorun olmayacaktı.

1797-1840 yılları arası Prusya Kralı olan III. Friedrich Wilhelm [1770-1840]. Beethoven 9. Senfonisini bu krala ithaf etmişti. Friedrich Wilhelm de besteciye yazarak teşekkür etmiş, ithafın karşılığında da bir pırlanta yüzük gönderdiğini söylemişti.

9. Senfoni'nin notası Steiner adlı şirket tarafından hazırlanıp özenle ciltlendi, ithaf sayfasını da istendiği gibi Beethoven kendisi kaleme aldı. Krala özel bir ithaf notu yazdı ve altını imzaladı.

Beethoven’in 9. Senfoniyi Prusya Kralı III. Friedrich Wilhelm’e ithaf ettiği elyazısı sayfa.

Beethoven, 1826’nın Mart ayında senfoniyi yayınlayacak olan Schott şirketine de bir mektup yazarak baskıyı geciktirmelerini istedi. Krala ithaf edilen kopyanın majestelerinin eline eser piyasaya sürülmeden önce geçmesi elbette ki çok önemliydi. Beethoven alacağı nişanı garantilemek için herşeyin pürüzsüz olmasını istiyordu. Kral için basılan bir kopya 1826’nın Eylül ayında hazırdı. İlk fırsatta kendisine gönderildi.

Bestecinin Dr. Spicker ile 1826’nın Ekim ayında Berlin’e ulaşan notaya eşlik eden mektubu şöyleydi:

Majesteleri lütfedip bana ekteki yeni çalışmayı kendilerine ithaf etmeme izin verdikleri için çok mutluyum.

Bir Bonn kentlisi olarak kendimi majestelerinin kulları arasında sayıyor ve majesteleri sadece halkının lideri değil, sanat ve ilmin de koruyucusu olarak tanındığı için bana bu izni vermesinden dolayı kendimi daha da talihli addediyorum.

Majestelerinin üstün meziyetlerine duyduğum derin saygının küçük bir ifadesi olarak bu eseri kabul etmek nezaketini göstermeleri benim için büyük mutluluk olacaktır.

En itaatkar kulunuz,Ludwig van Beethoven

Beethoven, sekreteri Holz, ve onlarla beraber bestecinin arkadaşı, katibi ve biyografi yazarı olan Schindler, Kraldan gelecek nişanı beklemeye başladılar. Holz zaten Dr. Spicker’le konuşmasını Beethoven’a anlatırken nişanın çantada keklik olduğunu, kısa bir zaman içinde bestecinin eline geçeceğini söylemişti. Ama nişan konusunu en doğru tahlil eden ise bestecinin yeğeni Karl oldu: “Bir

AKOB 11

Page 12: İBRAHİM YAZICI

nişanın seni olduğundan daha büyük yapmayacağına inanıyorum” diyordu Karl.

Notayı alan Kraldan iki ay sonra besteciye gelen cevap şöyleydi:

Berlin, 25 Kasım 1826Besteci Ludwig van Beethoven’a,

Değeri çok iyi bilinen yapıtlarınızın ışığında, bana ithaf ettiğiniz yeni eseri almaktan memnunluk duydum. Gönderdiğiniz için teşekkür ederim. Size bu takdirin işareti olarak pırlanta bir yüzük gönderiyorum.

Friedrich Wilhelm

Pırlantayüzük mü? Neyse ki besteciye nişan verilmeyeceği haberinin şokunu, bunun yerine çok değerli bir yüzüğün geleceği haberi biraz olsun hafifletmişti. Beethoven ve çevresi sabırsızlıkla yüzüğün (Brillant-Ring) Viyana’ya ulaşıp ellerine geçeceği günü beklemeye başladılar.

Kralın mektubunu takiben hediye yüzük de bir ay kadar sonra, yani 1826 yılının Aralık ayında Prusya’nın Viyana Büyükelçiliğine ulaştı. Beethoven elçiliğe şahsen gitmek istemiyordu. Büyükelçi Hatzfeld’e yazdığı mektupta yüzüğün kurye ile evine gönderilmesini isteyerek şöyle dedi: “Bana Majesteleri Prusya Kralının armağan ettiği yüzüğü göndermenizi rica edeceğim. Sanatsever Majestelerinin bana lütfettiği ve benim için büyük değer taşıyan bu yüzüğü rahatsızlığım nedeniyle şahsen gelip alamıyorum.”

Beethoven, Holz ve Schindler, Prusya Büyükelçiliğinden gelen paketten çıkacak değerli pırlanta yüzüğü heyecanla bekliyorlardı. Paket geldi, besteciye teslim edildi. Ama açılan kutudan çıkan armağan pırlantalı yüzük değil de kırmızımsı taşlı, muhtemelen

yakutlu ucuz bir yüzüktü. Bunun yarattığı ilk şaşkınlık az sürede öfkeye dönüştü. Küplere binen Beethoven yüzüğü derhal büyükelçiliğe geri göndermek istedi. Zar zor yatıştırdılar. Daha sonra paraya ihtiyacı olduğunu düşünerek satmaya karar verdi, Holz’u kuyumculara gönderip yüzüğün değerini araştırttı.Holz’un değer biçtirdiği yüzüğün piyasa fiyatı 300 Viyana florini kağıt paraydı. Bunun eşdeğeri zamanın İngiliz parası ile £12, günümüzdeki (2016) Türk Lirası karşılığı ise tahminen 2,000 TL kadar oluyor.

Yüzüğün bu kadar değersiz olduğunu öğrenip tekrar küplere binen Beethoven’ı yatıştırmak için Holz epeyce uğraşmak zorunda kaldı. Beethoven’ı yüzüğü satmaktan vazgeçirtmek üzere teskin edici sözler söyledi: “Üstad, bu yüzüğü satmasanız? Size bir Kralın armağanıdır” dedi. Buna daha da kızıp kükreyerek cevap veren Beethoven’ın karşılığı ise “Unutuyorsun ki ben de bir Kralım!” oldu.

Neticede yüzük Viyana’da bir kuyumcuya 300 florine satıldı.

ORİJİNAL PIRLANTA YÜZÜĞE NE OLDU? Herhalde koca Prusya Kralı pırlanta deyip yakut göndererek böyle bir sahtekarlığa tenezzül etmemiştir. Kim bilir, belki de etmiştir!

Bir ihtimal Prusyalı diplomatik görevliler yüzüğü alıp yerine daha ucuz bir yüzük koydular, aradaki farkı da ceplerine attılar. Belki de bu takas Viyana’nın gümrükçüleri tarafından yapıldı.

Sahtekarlığı yapanın Kral mı, saray görevlileri mi yoksa diplomatik görevliler mi olduğu noktası herhalde hiç bir zaman açıklığa kavuşmayacak. Ama önemli olan tabii ki besteciye bu büyük eserine karşılık gönderilen yüzüğün değeri değil.

1824’te insanlığa verilen en büyük armağan, Beethoven’ın hepimize hediye ettiği, bir değil bin pırlanta yüzüğe değer, ölümsüz 9. Senfonisi oluyor.

12 AKOB

Page 13: İBRAHİM YAZICI
Page 14: İBRAHİM YAZICI

“Bestecinin eserini çalarken önemli olan bir hikâye yaratmanız, dinleyiciye bir şey anlatıyor olmanız” diyen Yazıcı, bu anlattığı hikâyenin aynı anda, dinleyici ve icra edenler tarafından tekrar yaratılan bir şey olduğunu söylüyor. “ Aslında yaptığımız aynı titreşimde buluşarak hep beraber bir hikâye yazmak” diyerek bizlere şef İbrahim Yazıcı’ya ait ipuçlarını veriyor…

Çok küçük yaşlarda evde Klasik Türk Müziği dinleyerek yeşermeye başlayan müzik tutkusu zaman içinde onu, 3 boyutluluğunu fark etmeye başladığı ve kendisini gittikçe daha fazla etkileyip içine çeken Klasik Müziğe odaklanmaya yöneltir. Söyleşimizde, müziğin sesine kulağını kapatmadan azimle ideallerinin peşinden giden orkestra şefi İbrahim Yazıcı’nın içindeki müziğin yansımalarını bulacaksınız.

İbrahim Yazıcı, Ankara Devlet Operası’ndaki konuk şefliğinin ardından Almanya, Fransa, Hollanda, İspanya, Yunanistan, İsrail, Güney Kore gibi yurt dışındaki birçok orkestrada ve Bilkent Senfoni Orkestrası, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, tüm Devlet Senfoni Orkestraları, Dokuz Eylül Senfoni ve Mersin Devlet Opera ve Balesi Orkestrası gibi pek çok topluluğun şefliğini de gerçekleştirmiş. Hem orkestra hem de koro üzerindeki hakimiyetiyle adından çokça söz ettiren Yazıcı, birçok uluslararası festivalde de orkestra yönetmiştir.

AYNI TİTREŞİMDE BULUŞARAK, HEP BİRLİKTE BİR HİKÂYE YAZMAK

İBRAHİMYAZICIİLE BİR SÖYLEŞİAysun Gü[email protected]

14 AKOB

Page 15: İBRAHİM YAZICI

Yaşamınıza ne zaman girdi müzik? Ailenizde müzikle ilgilenen var mıydı? İçinizdeki müzik sevgisi nasıl yeşerdi?Müziğe ve seslere çok erken yaşlarda ilgim olduğu fark edilmiş. Henüz konuşamazken şarkı söylermişim. Ailemde profesyonel olarak müzikle ilgilenen yoktu ama babamın ve ablamın sesleri çok güzeldi. Evimizde alaturka şarkılar çokça söylenirdi. Emel Sayın evde çok sevilerek dinlenirdi örneğin. Bunun yanında ablamla düzenli olarak Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın konserlerine de giderdik ki, o zamanlar küçük bir çocuk için “ağır” diye nitelendirilen CSO konserlerindeki eserleri zevkle dinlerdim. CSO kurulduğundan beri çoksesli müziği tanıtma, sevdirme ve yayma amacını -benim çocukluk dönemimde ki gibi, yerine getirmeye halen devam ediyor. Bunların beni farklı kanallardan besleyerek içimde müziğin yeşermesine olanak verdiğini düşünüyorum.

Aileden bir yönlendirme oldu mu?Müzik konusunda ailemden kimse beni özel olarak yönlendirmedi. Benim müzikle iç içe oluşum evimizdeki ortamın doğal bir sonucuydu. Klasik Türk Müziği çevremde daha sık dinlenen bir tarzdı. Belki başka tür bir müzik de o derece etkileyebilirdi beni. O zamanlar beni etkileyen şey, aslında müziğin kendisiydi.

“Ağır” eserleri dinleyerek nasıl girdiniz müzik dünyasının içine? Bir çocuk olarak işittiğiniz notalarla nasıl bir etkileşim kurdunuz? Doğrusu bu eserler bana hiç de ağır gelmiyordu. Her hücremde kendilerine bir yer bulduklarını hissediyordum, her eserin her notasının…

Konservatuvar eğitimine başlama süreciniz nasıl oldu? Operada çalışan uzak bir akrabamız vardı. Bizim evi ziyareti sırasında bir gün bendeki kulak hassasiyetini fark etti; yoldan geçen arabaların korna seslerini ayırt edip markalarını söyleyebiliyordum. Seslere ve müziğe olan ilgimin değerlendirilmesi gerektiğini söyleyerek ailemi uyarmasını bu sürecin başlangıcı olarak kabul edebiliriz. Ama ailem o zaman bunun üzerinde pek durmadı.

Geçen zaman içinde Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın sınavına girdiniz ve yarı zamanlı öğrenci olarak müzik eğitiminize başladınız...Evet. Konservatuvarın yarı zamanlı öğrencisiyken aynı zamanda Anadolu Lisesi’ne de devam ediyordum. Sonrasında ailemin tüm karşı çıkışlarına rağmen Anadolu Lisesi’ni bırakıp Konservatuvara tam zamanlı olarak geçiş yaptım.

İdealim Orkestra Şefi OlmaktıSizi tüm bu karşı çıkışlara rağmen konservatuvara çeken güç neydi?Daha yarı zamanlı bir öğrenci olarak konservatuvara devam ederken bile idealim belliydi: Orkestra şefi olmak. Eğer beni konservatuvara çeken bir güçten bahsetmek gerekirse bunun, benim “orkestra şefi olma idealim” olduğunu söyleyebilirim.

Bu idealin “ilk cemresi” içinize nasıl düştü?CSO konserlerine ilk gitmeye başladığım çocukluk dönemimden beri senfonik müzik beni çok etkiledi. Sonrasında da senfonik

müziği bir bütün olarak icra etme isteği duymaya başladım. Bunun tek yolunun da şeflik olduğunu düşündüm.

Ünlü İngiliz orkestra şefi Gilbert Varga ile karşılaşmam da idealimi gerçekleştirme yolunda benim için şans oldu. O’nun asistanlığını yapmam şeflik eğitimi süresince bana çok şey kazandırmıştır.

Gilbert Varga’nın sizin orkestra şefi olarak kariyerinizdeki etkileri nelerdir?Ondan planlı olmayı öğrendim. Besteciye karşı çok sadık olmayı ama öte yandan da yaratıcı olabilmeyi öğrendim. Ayrıca bir orkestra şefi için oldukça önemli olduğunu düşündüğüm; insanlara kendi fikirlerinizi nasıl kendilerinin fikirleriymişçesine kabul ettirebileceğiniz konusu da Varga’dan öğrendiğim bir sanattır.

Yaratıcı olabilmek deyince; Fransa’daki Yüksek lisans eğitiminiz sırasında piyano hocanızın size sınav öncesi kısa bir cümleyle çok değerli bir öğüdü olmuş: “İçine bak, orada her şeyi bulabilirsin!” Bu cümlenin sizi nasıl başkalaştırdığından ve kariyerinizde fark yaratmanıza nasıl etki ettiğinden bahsedebilir misiniz bize? Benim kolayca başka birini kopyalayıp, bir taklit olarak ortaya çıkmama engel olmuştur bu cümle. Beni daha meşakkatli ama şüphesiz ki benzersiz bir neticeye götürecek, kendimi bulma, kendimle yüzleşip tanışma yolunda ilk ve en büyük adımı atmamda büyük etkisi ve yardımı olmuştur.

Benzersizliğe ulaşmak, tekdüzelikten uzaklaşmak sanatın amaçlarından. Bir orkestra şefi olarak sizin bu amaca ulaşma konusunda söylemek istedikleriniz nelerdir?Sanatı yaratı olarak tarif edecek olursak sanatçı da -bu bağlamda, yaratan kişi demektir. Müzik söz konusu olduğunda yaratan sadece bestecidir. Bestecinin yarattığı besteyi içindeki şifreleri çözerek çalmayı deneyebilirsiniz. Besteyi içselleştirmek lazım. Bu içselleştiriş, farklılığı, bir anlamda benzersizliği de ortaya çıkaran unsurdur. Ancak ilgi çekmek adına farklılaşmayı çok saçma buluyorum ve içselleştirmeyi abartmaktan da kaçınmak gerektiğini düşünüyorum.

“Sanatı yaratı olarak tarif edecek olursak sanatçı da -bu bağlamda, yaratan kişi demektir. Müzik söz konusu olduğunda yaratan sadece bestecidir. Bestecinin yarattığı besteyi içindeki şifreleri çözerek çalmayı deneyebilirsiniz. Besteyi içselleştirmek lazım. Bu içselleştiriş, farklılığı, bir anlamda benzersizliği de ortaya çıkaran unsurdur. Ancak ilgi çekmek adına farklılaşmayı çok saçma buluyorum ve içselleştirmeyi abartmaktan da kaçınmak gerektiğini düşünüyorum.”

AKOB 15

Page 16: İBRAHİM YAZICI

İçselleştirme-farklılık ilişkisini daha iyi anlamamız için bir örnek vermenizi istesek…Mesela Maria Callas… Her notanın içinde bir hikaye varmış gibi içselleştirerek söyler Norma rolünü. O nedenle de farklı ve benzersizdir. Callas Norma rolünü, kendi gibi her notanın içinde bir hikâye varmış gibi söyleyen birinden dinleyememiştir sanırım.

Orkestra şefi olarak sizin farklılığınızın ortaya çıkışını nerelerden takip edebiliriz?Bestecinin eserini çalarken bir hikâye anlatıyorum. Bu anlattığım hikâye aynı anda dinleyici ve icra edenler tarafından tekrar yaratılan bir şeydir. Aslında yaptığımız aynı titreşimde buluşarak hep beraber bir hikâye yazmak. Bu size bir ipucu olabilir belki takip etmeniz için.

Sanatçı her zaman yaptığını tekrar etmemeli. Bunun yanında ne kadar benzersiz çalarsa çalsın, sanatçı dinleyicinin karşısına egolarıyla çıkmamalı diye düşünüyorum.

Biraz daha açar mısınız bu söylediklerinizi?Şöyle bir örnek vereyim; İdil Biret bir kayıt esnasında, ”Gençliğimizde kayıt teknolojisi gelişmediği için, herkes farklı çalardı. Şimdi ise herkes aynı sesi çıkartmaya uğraşıyor” diyerek özgün şekilde çalabilmenin önemine vurgu yapmıştır. Öyle ki, bu farklılık için bazen ret edilmeyi kabullenmeniz, bunu göze almanız bile gerekebilir. Kısacası kendinizle barışık olmanız şart, diyelim.

Bilimin doğruları ve müziğin dilini birlikte düşünecek olursak; müzik ve bilimin frekanslarını senkronize ederken sizce dikkate alınması gerekenler nelerdir?Doğrular, müzikte de bilimde olduğu gibi değişkenlere göre farklılıklar gösterir. Konser salonunun akustiği, orkestra kapasitesi, o günkü ruh haliniz, orkestranın o anki şarkılama becerisi bunlar hep birer değişkendir. Müzik ikna gücünü bu değişkenlerin iyi senkronize edilmesiyle sağlar. Siz eğer Beethoven’nın senfonisini 120 metronomda çalacağım diye tutturursanız söz konusu değişkenlerin bu akışa izin verip veremeyeceğini de göz önüne almanız gerekecektir. Bazen çok yavaş çalarsınız ama müzik durmadan akabilir; bazen de öyle hızlı çalarsınız ama o müzik akamaz. Buna sebep, size bahsettiğim o değişkenlerin etkisidir. Anın mükemmelliğini yakaladığınızda mükemmel tınıları ve uyumu da bulduğunuzu anlarsınız.

Orkestra şefi bu değişkenlerin etkisini uyumlu hale nasıl getirir?Bir orkestra şefi olarak -salıncağın sıfır noktaları gibi, üst ve alt noktaları tespit edebilmeniz gerekir. Ancak o zaman dinleyiciyi akıcı ve mutlak surette hipnotize eden bir güçle kendinize çekecek icrayı yakalarsınız. Yoksa ben böyle çalışmıştım, böyle olacak derseniz, yerçekimine -bilimin doğrularına aykırı hareket etmiş olursunuz.

Bestecilerin ilham gelmesini bekledikleri söylenir ya, bir orkestra şefi için durum nasıldır? Orkestra şefinin ilhama ihtiyacı var mıdır? Ortak belleğe ulaşmak için ilhama ihtiyaç vardır. Bunun için egodan sıyrılmak, teslim olmak gerekir. İlham egonun sıfırlandığı an doğar.

Peki dinleyiciyi -seyirciyi de demek lazım belki, neyle yakalamak istersiniz, icrayla mı seçtiğiniz repertuvarla mı?Aslında ikisi de değil, sanırım spontanlığımla…

Zamanda beste ve besteciler arasında bir yolculuk yapsak… Günümüzde niçin yeni bir Bach, yeni bir Mozart göremiyoruz?Şüphesiz onların olduğu dönem bomboş bir sahaydı. Yarattıkları büyük eserlerle bu sahayı eşsiz biçimde doldurdular. Zamanın ruhu diye de bir kavram var tabi, bunu da göz ardı etmememiz gerekiyor değerlendirmelerimizi yaparken.

Mesela Bach dediğinizde; konrtpuan gelir aklınıza. Bu çok seslinin en zirve olduğu tekniktir. Kontrpuan tekniğinin en olgun uygulamalarından olan füg formunu Bach doruğa ulaştırmıştır. Yani dokuz gezegen çoktan keşfedilmiş - bilim insanları 9. gezegeni artık “cüce gezegen” olarak kabul ediyor ama, her neyse… Dediğim gibi, Bach o kadar yüksek bir noktaya getirmiş ki bunun üzerine yeni bir dil geliştirilmesi gerekir.

Mozart ise, bizim yaşadığımız evren değil de başka bir evrende pencere açan biri bana göre. Mozart’ın eserlerini icra ederken o pencereyi tekrar arayabilirseniz, ne mutlu. Daha sonra gelen sanatçıların da Mozart olmasalar bile zaman içinde gerçek değerlerini alabileceklerine inanıyorum. Stravinski mesela…

Müzik hayatınızda sizi en çok hangi bestecinin hangi eseri etkilemiştir? Beethoven’nın Eroica Senfonisi’ni çok beğenirim. Bu eserde orkestrayı yönetmek isterim.

S. Rachmaninov'un inişli çıkışlı olarak kendini yansıttığı 2. Senfonisi'ni yönetirken mi daha çok sizsiniz, yoksa Beethoven’nın Piyano Konçertosu’nu çalarken mi? Bir orkestra şefi olarak mı, yoksa bir piyanist olarak mı müziğe daha çok sahip olduğunuzu hissediyorsunuz?İçtenlikle cevap vermem gerekirse; şeflikte çok daha kolaylıklarım var. Şeflikte olduğum kadar piyanoda kolaylığım yok. Orkestrayı ikna etmek, diğer insanlarla iletişime geçmek daha kolay geliyor. Piyano çalarken kendi egomla çarpıştığım anlar oluyor. Karşımdaki şef İbrahim olsaydı nasıl çalardı, diye düşünmeden edemiyorum.

“Müzik, siz ne kadar ekerseniz o kadar biçebileceğiniz bir şeydir. Daha anlaşılır olması için söyleyeyim; müziğe, futbola yatırılan paranın onda birini yatırabilsek dünyanın en iyi orkestralarını kurabiliriz”

16 AKOB

Page 17: İBRAHİM YAZICI

Orkestra Şefi Çoksesliliğin Meclis Başkanı GibidirBiraz da orkestra-şef ilişkisinden bahsedelim. Orkestra, icrasında şefe koşulsuz olarak itaat etmeli midir? Diyelim orkestrada senkron problemi oldu; bu durumda icracıyı ikna etmeyi mi, yoksa icracının koşulsuz itaat etmesini mi beklersiniz?İtaat dediğimiz genelde haz edilen bir şey değildir. Orkestra çok seslilik gerektiren bir yerdir. Orkestra şefi, çoksesliliğin meclis başkanı gibidir. Şef orkestradaki bireylere kollektif bir odak sunarak yönetmek durumundadır. Performanslarını sergilemeye hazır orkestradaki tüm bireylerin kollektif bir odakla sinerji yaratmasını sağlamak gerekir.

Ancak orkestrada bütünüyle beraber olamama durumu varsa ses yoğunluklarını bir yana bırakır, bir yandan çalarken bambaşka bir açıdan olaya bakabilmelerini sağlamaya çalışırım. Böylelikle doğru olduğunu zannederken yapılan yanlışın görülmesini beklerim. Daha ağır bir tempoda, daha hafif bir sesle, en uzakta çalanın duyabileceği kadar çaldırırım. Bir bütünün içindeki kendi parçalarının aldığı ahengi duyabilmelerini, fark edebilmelerini sağlarım.

Her yapılanın ne işe yaradığını izah edebilirseniz, o kişi bütünün içinde en iyi çalışına sahip olur. İnsanlara kendi kıymetlerini hatırlatarak, yaptıkları işten ve her andan zevk almalarını sağlayarak, orkestradan işitmek istediğimi almaya çalışırım.

Meclis başkanı olarak sizin için baget bir alışkanlık mı, yoksa vermek istediğiniz etkiyi kolaylaştıran bir araç mı?Baget net olmanız gerektiğinde ve bir de orkestranın gerilerinden görülmesi için bazen şart olan bir araç.

Konser salonunda koltuklarımıza yerleştiğimiz zaman kulaklarımız orkestrada, gözlerimiz ise şeftedir. Orkestra şefi müzikle aramızda bir çeşit görsel bağ kurar. Siz bu bağı nasıl kuruyorsunuz, müziği dinleyiciye nasıl ulaştırıyorsunuz?Yaptığım tüm jestleri aslında ben orkestra için yaparım, bunların hiçbiri seyirci için değildir. Zaten efsanevi şef Szell’in dediği gibi “iyi bir şef seyirci için koreografik hareketler üretmez, tüm hareketlerinin orkestra için bir anlamı olmalıdır”. Sanırım müzikle çok doğrudan bir bağ kuruyorum ve jestlerimi seyirci bu nedenle dikkat çekici buluyor. Beni çok iyi tanıyan bir dostumun sözlerini aktaracak olursam daha açıklık getirmiş olurum; “Sen müziği o kadar çok seviyorsun ki sahnede müzikle bir oluyorsun. Seyircinin hoşuna giden, kendini bir şeye bu kadar vakfedebilen birini o anda, tam da o esnada görüp buna tanık olabilmek”...

Başarılı bir konseri sizce ne tarif eder? Bununla bağlantılı olarak; bir konserden sonra güzel bir enerjiyle ayrılan bir dinleyici için nelerin gerçekleştiğini söyleyebilirsiniz?Sahnedeki her bir müzisyenin önce eserin bestecisiyle adeta bir ruh çağırma seansındaymış gibi iletişime geçmesi ve dinleyici ile onun arasında köprü kurmasını sağladığında iyi bir konser gerçekleşmiş, başarılı olunmuş demektir. Böylece herkes sahnedeki müzikte kendi hikâyesini bulmuş demektir.

Biraz cinsiyet üzerinden bakacak olursak, kadın şef sayısının bu derece az olmasını neye bağlıyorsunuz?Orkestra şefliği hızlı karar vermeniz gereken bir iştir. Kadınların, küçük ayrıntılarla uğraşmaktan bütünü göremeyebilecekleri yönünde ön yargıların var olduğu da bir gerçek. Şeflikte paniğe kapılmamanız, en çabuk bulduğunuz çözümü -acaba demeden, uygulamanız gerekir. Orkestra şefliğinin de birçok meslekte olduğu gibi erkeklerin yapacağı bir iş olduğu inancı hakim. Sırf

bu nedenle kadın orkestra şeflerinin sahnede erkek gibi davrandığı da gözlemlenmekte aslında. Bu “erkek işinde” kabul görebilmek için belki de. Halbuki erkek orkestra şefleri bile çoğu zaman feminen hareket edebilirler. Bir de kadınlar, bir kadın şef tarafından yönetilmek istemiyorlar nedense. İnsanların yaptığı cinsiyet ayrımı burada da görülüyor.

Başarı cinsiyetin önüne geçebilecek mi? Elbette. Diğer birçok konuda olduğu gibi kendine inanma, hedefler koyma, çalışma, çalışma, çok çalışmak diğer birçok “erkek işinde” olduğu gibi şeflikte de kadınlara başarıyı getirecektir.

Özellikle gençlik çağında kadınlar o kadar güzel kendini vakfeder ki çaldığı enstrümana. O kadar başarılı olurlar ki. Bu yüzden çoğu başarılı erkek ortadan kaybolur gider. Konunun bir de bu yönü vardır.

Opera Eseri Yönetmek Komplike Bir İştirSenfonik eserler ile opera ve bale eserlerinin orkestra şefliği arasında ne gibi farklar var, nasıl değerlendirirsiniz?Orkestra şefliğinin öğrenildiği yer aslında opera çukurudur. Opera eseri yönetmek çok komplike bir iştir. Bir opera ya da bale eserinin icrasında orkestra çukurunda orkestranın karşısındasınız, sahnede solistler, yeri geldiğinde koro ve/veya bale de yer alıyor. Orkestranın elinde nota var. Solistler

AKOB 17

Page 18: İBRAHİM YAZICI

ise bir yandan ezbere söylemek zorundalar bir yandan da eserdeki rollerini oynamak durumundalar. Solistler gerçekte sahneden orkestrayı pek de fazla duyamazlar. Çoğunlukla şefi de göremeyebilirler. Ama tek tutundukları dal şeftir. Şancıların incecik bir ses teli var. Şefin orkestrayı çok bağırtmaması, şancılara onların orkestrayı “force” ederek şarkı söylemeyecekleri şekilde yardımcı olabilmeniz gerekiyor. O yüzden orkestra şefliği çok fazla elastikiyet istiyor.

Bir de şu var ki; bir solist birazcık üşütse sesi gergin olur, rahat olamayabilir. Ya da o kadar iyi olabilir ki, bırakın tüm güzelliğini sunsun diyebilirsiniz. Kimi zaman da, solistler tiz noktayı tutmakta ısrar ederler ki bu olmamalıdır. Kompozisyon eğitimi alınmasının sebepleri bunlardır.

Şef, bestenin bütününe uyumu sağlayabilmelidir. Gusto dediğimiz, zevk ne neyi ne kadar kompanse eder, dengeleyebilir onu bulmaktır.

Orkestra şefi olarak icrada eserin bestecisinin yaratmak istediği duyguyu aynen vermek taraftarı mısınız?Bestecinin adının üzerine çıkmayacak kadar besteye sadık, Horowitz’in piyanoya dokunması kadar özel olmasıdır tercihim.

Bir orkestra şefinin aynı zamanda piyanist olması gerekli midir sizce?Kati suretle değildir. Bir enstrümanı iyi icra etmesi yeterlidir. Zorluklarını bilmesi açısından. İhtiyaç duyduğunuz sadece bir piyanist değil. Piyanist olması bir avantaj sağlayabilir yalnızca.

Sizde özel yeri olan bir anınızı paylaşmanızı istesek…Aklıma hemen gelen bir anım; Piyanist Emre Şen çok yakın arkadaşım. Bir gün, birlikte yaptığımız bir otobüs yolculuğu sırasında hiç konuşmadan geçen uzun bir müddetin ardından - aynı anda, üstelik daha önce bu parçayı da çalışmadığımız halde, birbirimize bakıp Schubert’in Wanderer Fantezisi 2. bölümünden bir pasaj mırıldandık. Böyle telepatik bir olayı yaşamak çok hoştu doğrusu. Aslında, bu tür şeyleri oldukça fazla yaşıyorum arkadaşlarımla.

Birlikte çalışmaktan zevk aldığınız müzisyen arkadaşlarınızın isimlerini de sorsam…Bir çırpıda sayacak olursam; Fazıl Say, İdil Biret, Selva Erdener, Gülsin Onay, Ferhan - Ferzan Önder, Özgür Aydın, Gökhan Aybulus, Borusan Quartet, Jean Bernade, Emre Şen… ilk aklıma gelen isimler.

Müziksiz Bir Gün Geçirilmesi KayıptırDünyada ve Türkiye’de klasik müziğin gördüğü desteği ve Türkiye’de ve dünyadaki klasik müzik konserlerini mukayese etmeniz istense en çok neyin değişmesini isterdiniz?Müzik, siz ne kadar ekerseniz o kadar biçebileceğiniz bir şeydir. Daha anlaşılır olması için söyleyeyim; müziğe, futbola yatırılan paranın onda birini yatırabilsek dünyanın en iyi orkestralarını kurabiliriz.

Futbol ve sanatın farkı şu sanırım, futbol ile takım tutarak bir şeye bağlanma ihtiyacımızı gideriyoruz. Sanat ise birey olarak var olduktan sonra, bireyselliğini kaybetmeksizin diğer insanlarla birleşerek daha güzelini yaratmayı sağlıyor.

Bazen içinde bulunduğunuz imkânsızlıklarla uğraşırken öyle güzel şeyler çıkartıyorsunuz ki, “bu imkansızlıklar olmasa daha da neler olabilir?” diye düşünmeden edemiyorsunuz. Türkiye’de gençler klasik müziğe çok ilgi gösteriyorlar. Yurtdışında daha çok yaşlı insanların ilgilendiklerini görüyoruz. Fazıl, yıllar önce “sen Yaşar Kemal okuyorsan Beethoven Senfoni dinleyeceksin” diyordu.

Ama şimdilerde toplumu uyuşturmak için uyuşturucuya hiç de ihtiyaç yok. Televizyon programları ile bu iş gayet iyi gerçekleştiriliyor. Tayvan her yıl düzenlenen klasik müzik kamplarında, gençlere orkestralarda çalabilmeleri için beceri dersleri veriyor. Ancak Konya kadar büyüklükte bir ülke bu kadar parayı gençlerin müzik becerilerini geliştirebilmek ve yükseltmek için döküyorsa biz neden bunu yapmıyoruz?

Müziksiz, bir gün geçirilmesi kayıp. Sanatın hayatı renklendiren bir olgu olduğu gün gibi açıkken neden bu konuda daha fazla çaba denenmiyor. Sanatla bütünleşmeyen ne var ki? Sanatsız, telefonlarınız bile çalmaz.

Toplumumuzu müzik üzerinden nasıl tarif edebilirsiniz?Başka bir “sese” tahammülü olmayan, tek sesli kalmanın gerekli ve yeterli olduğuna inanmış - inandırılmış, bu şekliyle kendinin gelişmiş olduğunu düşünen, oysaki çoğunluğun lümpenleşmeye doğru gittiği bir toplumda yaşıyoruz. Tek ses, Klasik Türk Musikisinde olduğu gibi naif ve yumuşak olduğunda monarşik bir yapı almıyor ama mehter müziği gibi kendinden başka kimsenin sesini duyuramayacağı şekilde bağırınca otoriterleşen bir yapıya dönüşmeye başlıyor.

Çok sesli müziği insanlara daha yakınlaştırabilmek ve aralarında daha fazla bağ kurabilmek için neler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?İnsanların bu müziği anlayabileceklerine inanmaları, kendilerinin de iyi

18 AKOB

Page 19: İBRAHİM YAZICI

şeylere layık olduklarını düşünmeleri gerekiyor. Müzisyene düşen görevse anlasın ya da anlamasın dinleyiciye en iyi ve en samimi icrayı sunmaktır kanaatimce.

Samimi deyince… İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’ndaki görevinizden ayrılmanızla birlikte İzmir seyircisinin: “Sanatçıların erişilemez, dokunulamaz ayrıcalığı yerine, kalpten samimiyetiyle kalbimizde ayrıcalıklı bir yer edinmiştir” diyerek sizinle ilgili duygularını paylaştıklarını biliyoruz. Kalplerdeki bu ayrıcalıklı yeri edinmenizle ilgili neler söylemek istersiniz?Paylaştıkları bu güzel ifadeler için teşekkür ediyorum kendilerine, sağ olsunlar. Şayet böyle bir ayrıcalıklı yer edindiysem bunun sebebi - ifadelerinde yer aldığı gibi, samimi olmamdır sanırım. Ama kendime karşı samimiyetten bahsediyorum, müziğe karşı samimiyetten bahsediyorum. Hiçbir zaman “mış gibi” yapmadım, yapılmasını da sevmem.

Daha fazla göz önünde olması nedeniyle diğer çalışmalarınıza kıyasla orkestra şefliğinizden çokça bahsettik. Oysa eğitmenlik, sanat direktörlüğü ve oda müziği çalışmalarınız da var. Biraz da bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz?Konservatuvarda okuduğum yıllarda özel ders vererek hocalığa adımımı atmıştım zaten. Sayısız öğrencim olmuştur bu anlamda. Ayrıca Fransa’da okuduğum süre zarfında piyano hocamın kurduğu Jean Sebastian Bach Akademi’de de ders veriyordum, sağ olsun bu dersler harçlığımı çıkartmamda da bana büyük destek olmuştu. Mezuniyetimi müteakip önce Hacettepe Üniversitesi sonra Bilkent Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi'nde derler verdim. Halen İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde ders veriyorum. Yıllar içinde oluşturduğumuz bilgi ve tecrübeleri paylaşmazsak bencilce davranmış oluruz. Nasıl ki hocalarım, hocalarımın hocaları bizlerde yaşıyorlarsa bizim jenerasyonumuz da bizim öğrencilerimizde yaşayacaklar.

Eğitmenliğin dışında ise, 2014 yılından beri İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun danışmanlığını yapmakta ve İzmir Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nin Sanat Direktörlüğü görevini de sürdürmekteyim.

Oda Müziği çalışmalarınıza gelecek olursak… Selva Erdener’le birlikte kurduğunuz “Turkuvaz Beşlisi”yle Çağdaş Türk Müziği’ne yeni bir soluk getirdiniz. Geçtiğimiz Mayıs ayında 15.si gerçekleştirilen Mersin Uluslararası Müzik Festivali kapsamında yer alan “Turkuvaz Beşlisi” programında sizi bu defa piyanonuzun başında dinleme keyfini yaşadık. Teşekkür ederim. Oda müziği ve lied eşlikçiliği de benim önem verdiğim diğer çalışmalarım arasındadır. Bu nedenle piyanist olarak da önemli sanatçılarla aynı sahneyi paylaşmaktayım. Turkuvaz Beşlisi programı da onların çok değerli örneklerinden biridir.

Müziğin dışında -belki de içinde demeliyiz, spirituel yanınızdan da bahsedildiğini duymuştum. Biraz da bu yönünüzden bahsedebilir miyiz?Uzun süredir bu konularla ilgileniyorum. Uzakdoğu felsefesine dayanan bir tür şifacılık diyebiliriz buna. Bu kendimizi tanımamız için en önemli araçlardan biri bence. Uzun yıllar değişik konularda eğitimler aldım. Profesyonel olarak uygulamasam da karşıma fırsat çıktıkça insanlara faydalı olmaya çalışmışımdır. Ayrıca düzenli olarak yoga ve meditasyon da yapmaktayım.

Evet, bu söyleşiyle İbrahim Yazıcı’ya ait titreşimleri yakalayarak müziğiniz ve onunla birlikte ortaya çıkan hikâyenizde buluşma fırsatımız oldu. Bu güzel buluşma için AKOB adına size çok teşekkür ediyorum.

1970 yılında Ankara'da doğan Ibrahim Yazıcı Ankara Devlet Konservatuarı’nda Nimet Karatekin ile piyano, Nevit Kodallı ve İstemihan Taviloğlu ile kompozisyon, Hikmet Şimşek ve Rengim Gökmen ile orkestra şefliği çalıştı ve bu okuldan yüksek lisans derecesi ile mezun oldu. Çalışmalarını Conservatoire National de Région Perpignan'da sürdürdü ve üç “Premier Prix” alarak bu okulu bitirdi. Ayrıca Gilbert Varga ile çalışıp asistanlığını yaptı ve pek çok ustalık sınıfına katıldı. Şeflik kariyerine 1995 yılında Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde başladı ve kısa süre içinde Lucerne Symphony Orchestra, Deutsche Symphonie Orchester, Brandenburgische Staatorchester, Wuppertal Symphony Orchestra, Camerata de France, Ensemble Resonanz Hamburg, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve Türkiye'deki tüm büyük orkestraları yönetti. Bu orkestralarla Berlin Philharmonie, Vienna Konzerthaus, Théatre des Champs Elysées, Essen Philharmonie, Moscow International Music House, Laeiszhalle Hamburg, Liederhalle Stuttgart, Palais des Beaux Arts Bruxelles, Berlin Konzerthaus, Tel Aviv Performing Arts Center ve Seoul Arts Center gibi çok önemli salonlarda konserler verdi.

2000 yılında Valencia Puccini Festivali’nde bestecinin “Suor Angelica” ve “Gianni Schicchi” operalarını yönetti. Europäischer Musik Sommer Berlin, CBS Korea, Bella Pais, Mersin, İzmir ve İstanbul Festivallerine katıldı. 2012 yılında Fazıl Say'ın “Nazım” oratoryosunun Almanya'daki ilk seslendirilişini Wuppertal'de yönetti. Aynı eseri sonraki yıl Essen ve Frankfurt'ta çok yankı uyandıran iki konserde seslendirdi.

Yazıcı ayrıca WDR Köln Symphonie Orkestrası’nı yönetti ve Taipei Senfoni Orkestrası ile Tayvan'daki debut konserini yaptı.

Sanatçı 2002 yılında Hacettepe Üniversitesi Sanat Teşvik Ödülü ve 2005 yılında İtalya Cumhurbaşkanı tarafından verilen "Cavaliere dell'Ordine della Stella d'Italia" ödülü, 2012 yılında da Donizetti Ödülleri kapsamında “Yılın Şefi” ödülüne layık görüldü. Hacettepe, Bilkent, Anadolu ve Dokuz Eylül Üniversitelerinde ders verdi. 1998-2007 yılları arasında Devlet Çoksesli Korosu Şefliği yaptı ve bu toplulukla yurt içi ve yurtdışında çok geniş bir repertuarı kapsayan sayısız konser yönetti. 2007 yılında İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Müzik Direktörlüğü görevini üstlenen Yazıcı bu görevi 2012 yılına kadar sürdürdü. 2013-2015 arasında Mersin Devlet Opera ve Balesi’nde orkestra şefliği yapan sanatçı yoğun orkestra konserlerine karşın düzenli bir şekilde piyano konserlerine özellikle de oda müziği ve lied eşlikçiliği alanında devam etmektedir.

Yazıcı halen İzmir Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi sanat yönetmenliği ve Olten Filarmoni Orkestrası müzik direktörlüğü görevlerini sürdürmekte olup İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde de ders vermektedir.

Sanatçı, Ahmed Adnan Saygun, Fazil Say, Muammer Sun ve Turgay Erdener'in ve daha birçok Türk bestecisinin eserinin CD ve DVD kayıtlarını yapmıştır.

İBRAHİM YAZICIORKESTRA ŞEFİ

AKOB 19

Page 20: İBRAHİM YAZICI
Page 21: İBRAHİM YAZICI
Page 22: İBRAHİM YAZICI

Türkiye’den

Frida KahloPortreleriPınar Aydın O’Dwyer

İnsan Meksika’da bir hafta geçirip havaalanında buzdolabı magnetleri dışında hiç gerçek Frida Kahlo resmi ile karşılaşmayıp, dönüşte Ankara’da bir Frida balesi bir de Frida tiyatrosu seyredince “İşte benim sürprizlerle dolu canım ülkem!” diyor.

BİR DÜNYA BALE PRÖMİYERİFRİDA Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde, Modern Dans Topluluğu'nun (MDT) sunduğu Frida adlı balenin Dünya Prömiyeri 16 Nisan 2016’da yapıldı. Eserin koreografisi ve rejisi Özgür Adam İnanç’ın; müzikleri Arturo Marquez, Pablo Moncayo ve Can Aksel Akın’ın harika müziklerinden derlenmiş, metinleri ise Füsun Ataman Berke yazmış. Yaratıcı bir konseptle dekor tasarımı Aykut Öz’e, özgün kostüm tasarımı Tülay Usta’ya, zaman kavramı sağlayan ilginç ışık tasarımı ise Emin Saraçoğlu’na ait.

Dünyaca ünlü Meksikalı kadın ressam Frida Kahlo'nun (1907-1954) hayatı bedensel ve duygusal acılarla dolu, küçükken çocuk felci geçirdiği için bir bacağı aksıyor. Gençliğinde geçirdiği ağır bir trafik kazası nedeniyle oldukça uzun bir süre yatağa, ardından korselere bağımlı kalıyor. En sonunda da bir bebek düşürüyor ve bir bacağı kesiliyor, böylece bedensel acıları daha da derinleşiyor. Duygusal acıları önce annesinin onu güzel bulmaması ve üniversiteye gitmesine, sonraları da yaşlı ve şişman olduğu gerekçesiyle sevdiği adam ile evlenmesine (Diego Rivera) engel olmaya çalışması ile başlıyor. Trafik kazasından sonra ilk aşkı onu terk ediyor, sonra da büyük aşkı ressam Diego Rivera ile inişli çıkışlı, aldatılma ve aldatmalarla süren, terk edilme ile biten bir evlilik yaşıyor. Tüm bunların yanında bir süre ilişki kurduğu Leon Troçki’nin onu zorunlu olarak terk etmesi, sonra da öldürülmesi de cabası oluyor. Öte yandan ona ilham ve cesaret veren babasının önerdiği resim yapma fikri ile resim yapabilmesi onu hayata bağlı kılan şeyler.

22 AKOB

Page 23: İBRAHİM YAZICI

Tüm olumlu ve olumsuz olaylar, içindeki derin duygular ve yaşam enerjisi iki perdelik Frida balesinde son derece etkileyici bir biçimde aktarılıyor, hissettiriliyor. Özgün koreografi ve reji, izleyenlere Frida’nın 47 yıllık yaşamının genç kızlıktan itibaren olan dönemini özetliyor; kırılma noktalarının altını çiziyor ama aralardaki geçişler de atlamalar şeklinde olmuyor; kısacası tüm eser bir roman tadında akıyor. Öyle ki kum saati öğesi kullanımı veya spot ışığının bir noktada kapanıp diğer noktada yanması ile aynı tablo içinde bile zamanın geçtiğini anlayabiliyoruz. Farklı dönemlerdeki duygularını aktardığı resimler ise dekorda önce gri renkte olan yapboz misali kutucukların dönüp o resimler halini almasıyla birer birer gösteriliyor. İki boyuttan oluşan dekorlara üçüncü boyut ve hatta zaman boyutu eklenmiş oluyor. Sahnenin tepesinden sarkan lamba ile dans bölümü son derece orijinal, kendisini yaşam boşluklarında kaybettiği, öylesine akıntıda yaşadığı duygusunu veriyor. Yaşam öyküsü ilerledikçe Frida’nın ruhundaki fırtınaları ve limanları anlatılan olayları yaşadığı dönemde yaptığı bu renkli resimlerinden izlemek ve anlamak mümkün oluyor. Gerçi Meksika zaten renk ve müzik cümbüşünden ibaret bir ülke, bunu da Meksika dans figürleri ve zaten isabetle seçilmiş gitar eşliğindeki müzik tasvir ediyor. Denilebilir ki; onun yaşamında ona esin kaynağı olan canlı renkler ve hareketli müzik olmasaydı Frida Kahlo aynı Frida Kahlo olmayabilirdi.

Tüm bunlara Frida’nın olgunluk döneminin bir anlatıcı aracılığıyla pekiştirilmesi; klasik bale adımları da içeren modern dans koreografisine tiyatro unsurunun da eklenmiş olması eseri bir anlamda “Dans tiyatrosu” kategorisine yaklaştırmış. Ölümün ve maskeli ilişkilerin de somut bir karakter olarak yer aldığı eserde yaşam-ölüm-zaman-duygu

AKOB 23

Page 24: İBRAHİM YAZICI

boyutlarının kaynaştırılmış olması, adeta bir beşinci boyutu da yaratmış ve eseri bir anlamda Wagner’in opera sanatı için ortaya attığı “tekmil sanat eseri kavramı” (Gesamtkunstwek) tanımına yaklaştırmış. Başta Özgür Adam İnanç olmak üzere tüm yaratıcı kadroyu, sahnede yer alan tüm sanatçıları ve gitar solisti Eren Süalp’i yürekten alkışlıyorum.

Ankara Devinim Tiyatro Grubu

BEN FRIDA KAHLO “OTOPORTRE” MÜZİKLİ OYUN Hazır Frida ile yaşamaya başlamışken Ankara Devinim Tiyatrosu’nun Yenimahalle Belediyesi’nin 50. Yıl Dört Mevsim Tiyatro Salonu’nda sunduğu “Ben Frida Kahlo - Otoportre" adlı tek perdelik müzikli oyunu da kaçırmamak gerekirdi. Sezonun son temsili olan 2 Mayıs 2016’taki temsil benim için Frida balesinden sonra büyük bir sürpriz, heyecan verici bir hediye oldu. Tek perdelik (95dk) ve tek kişilik oyunu Ahmet Yapar yazmış ve yönetmiş; Frida rolünü Fatmanur İsmailçelebi (fiziği Frida’ya şaşılacak kadar benziyor) oynuyor, ona sahnede vokalde Didem Doğan, gitar ile Abdullah Demir Çiçek ve Çağatay Çiçek kendi yaptıkları müzik düzenlemesiyle eşik ediyor. Görsel ve grafik tasarımlar Esma Şencan ile Bircan Muyan’a, sinevizyon tasarımı Kutay Ertürk’e ait.

Eserde Frida yaptığı tek resim sergisi dekorunda bize kendi ağzından acı dolu yaşamını anlatıyor. Kâh acılarını yerde sürünerek, tekerlekli sandalyeyle

24 AKOB

Page 25: İBRAHİM YAZICI

dolaşarak, kâh aşklarını önümüzde yaşayarak, nadir sevinçlerini, bitmeyen hastane ve hastalık dönemlerini ve tabii resimleri, her daim yaptığı resimlerini çocukluğundan itibaren onunla beraber yaşıyoruz. Olayların her aşamasında o döneme ait resimlerin kullanılmasıyla, Frida’nın duygularını kendi fırçasından izleyip derinden kavrayabiliyoruz. Resimlerle kimi zaman annesini, babasını, kimi zaman doktoru, hemşireyi, kimi zaman da Diego Rivera veya Troçki’nin konuşmakta olduğunu anlıyoruz.

Aslında sahnede yer almayan karakterler bizce var oluyorlar, onları kendi beynimizde canlandırabiliyoruz. Yeri geliyor basit bir beyaz kumaş parçası boynuna sarılıp hastanedeki “traksiyon tedavisi” oluyor, yeri geliyor basit bir yapışkanlı karton kurtulamadığı korse oluyor ve daha etkileyicisi kırmızı boya sürülmüş bir etek, yaptığı gebelik düşüğünü betimliyor. Bir yandan da fondaki sinevizyon ile 1907’den itibaren Meksika tarihi hakkında fikir edinebiliyoruz.

İnce bir dantel gibi örülmüş zarif ama yumruk vurucu eserin adı ve yapısı tam da Frida Kahlo otoportresi gibi, onu anlatmak için onun kendini anlatırken kullandığı otoportre yöntemini kullanmak çok zekice; Frida için daha uygun bir format seçilemezmiş. Böylesine dramatik bir sunumun sahnede sadece tek bir kişi, müzik ve resimler eşliğinde yapılabilmesi çok şaşırtıcı ve bir o kadar da etkileyici.

Kendilerini “Tiyatro tutkunu, tiyatro sevdalısı insanların kurmadığı, tam tersine tiyatroyu eleştiren, saplantı haline getirmeyen insanların oluşturduğu bir ekip” olarak tanımlayan Ankara Devinim Tiyatro Grubu, “Tiyatroyu sisteme boyayanlara inat, tiyatroyu sistemden sıyıramayanlara inat, öncelikle Türkiye’deki tiyatro anlayışını ve arayışını eleştirerek kendine bir yer bulma çabasında olduğunu” söylüyor. Frida ile daha fazlasını başardıklarını candan tebriklerimle söyleyebilirim.

1+1=3 Aynı temayı kısa zaman aralığında farklı sahne sanatlarının yorumuyla izlemek beyinde bir tür füzyon etkisi yaratıyor. İlk yorum tanışıklık yarattığı için hemen ardından ikincisinin seyredilmesi daha derin alımlama yapılmasını sağlıyor, hatta ikinciden sonra birincisi daha net hatırlanıyor. Adeta bir, bir daha üç ediyor. Bu güçlendirici etki o kadar heyecan verici ki bana inanın, alışkanlık yaratabilir. Acaba diyorum, Özgür Adam İnanç ile Ahmet Yapar beraberce birbirlerinin yorumunu seyretselerdi daha sonra ortaya nasıl dehşet ürünler çıkardı!

AKOB 25

Page 26: İBRAHİM YAZICI

Şehrin en uzun ve en yoğun caddesindeki çok katlı mağazaya buluşma saatinden biraz erken varıyorum. Telaşsızca mağazanın yiyecek katına çıkıp girişte, etrafta koşuşturanları izleyerek beklemeye başlıyorum. Kısa bir süre sonra ilk gelen, o aydınlık simasıyla Figen Phelps oluyor. Kısa bir göz göze geliş sonrasında kucaklaşıyoruz…

Figen Phelps’i AKOB Dergi okuyucuları 2010 yılında yayınlanan 8.sayıda Canan Maxton’ın kendisiyle yaptığı söyleşiden hatırlayacaklardır; İstanbul Devlet Opera Balesi eski dansçılarından…1994 yılından sonra yerleştiği Londra’da film yapımıyla ilgilenmeye başlayarak bu konuda aldığı çok sayıda kurs ve diplomanın ardından bu ilgisini ileri seviyelere taşımış ve yöneticisi olduğu prodüksiyon şirketiyle de önemli işlere imza atmış bir sanatçı.

Figen Phelp’in dans ve film yapımının sinerjik etkileşiminin ürünü olan Dame Ninette de Valois’nin yer aldığı kısa belgeseli AKOB Dergi’deki söyleşide kapsamlı olarak ele alınmıştı. Tüm dünyanın İngiliz Kraliyet Balesi’ne katkılarını bildiği Dame Ninette de Valois’nin Türk Devlet Balesi’ni kurduğunu halen pek az kişi bilir. Figen Phelps ilk kez 12 yaşındayken Bale okulunun koridorunda gördüğü ve çok etkilendiği bu güzel ve

BİR BULUŞMA HİKAYESİ

Demet Şaman [email protected]

MÜZİĞİNMIKNATIS GÜCÜ

Soldan, Figen Phelps, Canan Maxton, Gülsin Onay, Demet Şaman Tarlakazan, Mina Blauel,

Esti Barnes.

“Müziğin birleştirici gücü” ifadesi tanıdık, biraz da klişeleşmiş bir “ezgidir”, bilirsiniz. Özellikle de canlı müzik dinlerken bu ifadeye ne kadar yakın olduğumuzu duyumsarız. Sahnede icra edilen müzik dil, din, yaş, ırk, sosyal statü, cinsiyet gözetmeden herkese kapılarını açar, birleştirir. O müziği dinlerken siz, yanınızdaki, karşınızdaki, o anın içinde hepiniz aynısınızdır. Müziğin birleştirici gücü için bu madalyonun bir yüzüdür. Diğer yüzü ise, müziğin “yaratılması”nı sağlayan, onu besleyen ilişkilerin birleştirici gücüdür…

26 AKOB

Page 27: İBRAHİM YAZICI

heybetli kadınla yıllar sonra tekrar bir araya gelir. 1995 yılında, Türk Balesi konusunda hazırlıklarını sürdürdüğü filmi için kendisiyle bir röportaj gerçekleştirir. Bu, Madam’la ölümünden önce yapılan en son röportajdır. Bu röportajın yer aldığı “Madamın Türk Balesi” adlı kısa belgeseli Dame Ninette de Valois’nin ölümünün 10.yılında Londra’da Royal Opera House’da düzenlenen ve 3 gün süren konferans ve etkinliklerde yer alarak Türk Balesi’nin tarihi ve dünya standardındaki düzeyinin görülmesi ve unutulmaması açısından da oldukça önemlidir. Kısa belgesel daha sonra birçok televizyon kanalındaki programların yanı sıra DOB tarafından İstanbul’daki anma etkinliklerinde de gösterilmişti.

Ayakta, konudan konuya atlayan sohbetimiz başlıyor; son dönem devlet balesi programları, Mersin Opera ve Balesi’yle AKOB ilişkileri, çocuklarımızın okulları, Ankara bale okulu günleri derken, Nevsal Baylas'ın bize doğru geldiğini görüyoruz. Yoğun seyahatleri arasına bu buluşma programını da sığdırıp gelebildiğine çok seviniyorum…

BBC Dünya Servisi Türkçe Bölümü eski muhabiri, sunucu ve program yapımcısı olan Nevsal Baylas ayrıca 2010 yılında çıkan “Dansa Aşık Bir Kuğu: Meriç Sümen” kitabının da yazarı. AKOB Dergi okuyucuları 35.sayıda Cengiz Kara’nın kendisiyle kitabı üzerine yaptığı söyleşiyi hatırlayacaklardır. BBC’de çalıştığı dönemde haftada bir yayınlanan sanat programlarından birini Dame Ninette de Valois üzerine hazırladığı sırada Madam’ın öğrencisi Meriç Sümen’le tanışır. Sonrasında Sümen’in yaşamı ve Türkiye’de Devlet Balesi’nin gelişimini anlatan kitabını yazmaya karar verir. 8 yıl süren titiz bir çalışmanın sonunda kültür yaşamımıza hizmet eden, çok kapsamlı bir başucu kitabı ortaya çıkar...

Ayakta sohbetimiz Nevsal Baylas’ın da katılımıyla genişliyor. Çalışmalar, programlar, havaların ısınması, Mersin’in “eşsiz” sıcakları derken konuşmalarımız da gittikçe ısınıyor. Nevsal Baylas’ın, kitabındaki mükemmeli arayan özeni, etkin dinleme ve ifade özelliği sohbetimizin ilk anlarından itibaren fark edilebiliyor… Bu arada tatlı tebessümüyle yanımıza Mina Blauel geliyor. Mina Blauel AKOB Dergi

Canan Maxton

Figen PhelpsM

ina

Bla

uel

Dam

e N

inet

te d

e Va

lois

(Ortada...)

AKOB 27

Page 28: İBRAHİM YAZICI

destekçi ve abonelerimizden. Aynı zamanda editörümüz İhsan Toksöz’ün de sevgili yeğeni. Mina Blauel “kıdemli” bir ekonomist. Gelişmekte olan pazarlar ve ülke riskleri konusunda uluslararası kurum ve kuruluşlarda kariyer yapmış ve bu konuda yayınlanmış kitabı da var. Mesajlarında buluşma günüyle bir konferans programının çakıştığını haber vermişti Mina Blauel. O nedenle bize katılıp katılamayacağı son ana kadar kesinleşmemişti. Konferans programında bir boşluk bulduğunu ve o arada “kaçıp” geldiğini söylüyor, muzipçe. İyi ki kaçmış, varlığıyla sevindiriyor bizi. Yeni döndüğü tatilinden bahsederken, sohbetimize içeride bir masaya yerleşerek devam etmenin iyi olacağına karar veriyoruz. Büyükçe bir masa bulmamız biraz zaman alıyor, zira yemek katı oldukça kalabalık. Masa nöbetinde Nevsal Hanım kalıyor. Biz de kahve ve yiyecek bir şeyler almaya gidiyoruz. Döndüğümüzde Canan Maxton’ı Nevsal Hanım’la masada otururken buluyoruz. Sonunda Canan Maxton’la da birlikteyiz…Talent Unlimited olarak destek verdikleri öğrencilerden -geçtiğimiz yıl 3.Adnan Saygun Piyano Yarışmasında 1.lik ödülü alan, Salih Can Gevrek’in final sınavından çıkıp yetişiyor buluşmaya.

Canan Maxton, birçok kişi ve kuruluşa örnek olabilecek Talent Unlimited adlı vakfın kurucu ve aynı zamanda yöneticisi. Herkesin gönüllülük esasına göre çalıştığı bir vakıftan bahsediyoruz. Birbiriyle özdeşleşen misyonlarıyla AKOB ve Talent Unlimited kardeş kuruluşlar. Canan Maxton 2000 yılından beri çoğu yardım dernekleri olmak üzere birçok kuruluşla Londra’da konserler organize ediyor. Bu organizasyonlar sırasında müzisyenler ve müzik öğrencileri için -oluşan yardım fonlarından, destekler sağlamaya başlıyor. 2010 yılına gelindiğinde ise bir yardım kurumu olarak resmileşmesi ve işin sürdürülebilmesini sağlamak için vakıf kurma kararını veriyor.

Talent Unlimited İngiltere’nin prestijli müzik okullarına seçilen, imkanları olmayan -özellikle Türkiye’den yeteneklere, ihtiyaçları olan yardımları yapıyor. Maddi destek yanında müzik öğrencilerine yol gösterici tavsiyeler, yarı zamanlı iş ve kalacak yer bulma konularında da yardımcı oluyor. Vakfın hamilerinden Türkiye’den Gürer Aykal ve Gülsin Onay gibi önemli isimler var. Yine birçok önemli müzisyen konser programlarıyla ihtiyaç

Nevsal Baylas

Gülsin OnayEsti Barnes

Sağda Meriç Sümen ile...

28 AKOB

Page 29: İBRAHİM YAZICI

duyulan fonların yaratılmasında vakfa destek veriyorlar.Canan Maxton, kıvılcımdan ateş yaratan insanlardan. Büyük bir çabayla ve halka halka geliştirdiği bağlantılarla başta genç müzisyenler olmak üzere müziğin yaratılma sürecine çok önemli katkılar sağlıyor.

Mutlulukla sohbetimize devam ederken Gülsin Onay pırıl pırıl yayılan enerjisiyle masamıza doğru geliyor. Elinde tekerlekli alışveriş arabası. “Gelmişken biraz alışveriş yapayım dedim” diyor gülerek. Gülsin Onay’ı “tanıtmama” ihtiyaç olmadığını biliyorum. Bir Dünya yıldızı O. Geçtiğimiz günlerde 13.sü düzenlenen Gümüşlük Festivali’nde Saygun Quartet’le müthiş kariyerinin 2000. konserini verdi yıldız piyanistimiz. Derin göz kontağı ve sıcak iletişimiyle sarıveriyor herkesi.

Buluşmanın son katılımcısı Esti Barnes. Uluslararası markası olan başarılı tasarımcı Esti Barnes’ın da gelmesiyle buluşma “kadromuz” böylece tamamlanmış oluyor. Arkadaşı Gülsin Hanım’ı bu buluşma vesilesiyle görmek ve bizlerle birlikte olmak için O da programını ayarlayıp geliyor.

Masaya oturmuş kahvelerimizi yudumlarken yanımda getirdiğim AKOB Dergilerini çıkartıyorum. Gülsin Hanım dergiyi incelerken 2 dilde yazıların (bilingual) da yer aldığını görüp beğenisini dile getiriyor. Cambridge TV’nin önümüzdeki günlerde kendisiyle yapacağı röportajda dergimizi de tanıtmayı teklif edip yanına alıyor. Hemen toplu bir fotoğrafla bu güzel buluşmayı paylaşmak istiyor. Sosyal medyayı çok güzel kullanıyor Gülsin Hanım. Bu göz göze, kol kola sıcak iletişimi müziğini sahne dışında da paylaşmanın çok güzel bir yolu oluyor aynı zamanda. Bu sıcak iletişimi önemli bir sinerji yaratıyor.

Konuşmalarımız AKOB Dergiyle devam ediyor. Derginin 36.sayısına ulaşmasının yanında 2. dergimiz olan Opera ve Bale Dergisi’nin de büyük bir başarıyla 6.sayıya ulaştığını anlatıyorum. Nevsal Hanım bu sürekliliğin önemli bir başarı olduğuna dikkat çekiyor. Bir yayın için kaynak yaratmanın ne denli zor olduğunu bildiğinden bu işin nasıl başarıyla sürdürülebildiğini de merak ediyor. Başta editörümüz İhsan Toksöz’ün ve reklam koordinatörümüz Bengü Hadra’nın inançlı ve gönüllü çalışmalarının dergilerimizin bu başarısındaki önemli etkisinden bahsediyorum. Nevsal Hanım, röportajında kitabını yazarken baleyle ilgili yazı ve kaynak sıkıntısını dile getirmişti. Aynı sıkıntıyı hissetmenin yakınlığıyla Notre Dame’ın Kamburu Balesi’yle ilgili yazının olduğu dergiyi ayrıca kendisine veriyorum. Sonrasında yazıyı okuyup değerlendirmelerini paylaşması ise beni ayrıca memnun ediyor.

Kaynak yaratma ve bunun sürekliliğiyle ilgili zorluklardan konuşulurken Figen Phelps’in yapmayı planladığı uzun belgeseline konu geliyor. Türk balesinin gelişmesine katkıda bulunmuş dansçı ve koreograflarla, konservatuvar ve bale kuruluşlarının yer alacağı uluslararası bale dünyasına önemli bir kültür mesajı olacak nitelikteki bu belgeseli tamamlayabilmek için sponsor desteğine ihtiyacı olduğunu paylaşmıştı her fırsatta. Bu konuyu kendisine sorduğumda -maalesef ki, belgeselini tamamlayabilmek için ihtiyaç duyduğu kaynak desteğini halen bulamadığını anlatıyor Figen Phelps. Böylesi bir belgeselin Türk Balesi için ne denli önemli olduğuna inandığım için, bu desteği sağlamak konusunda ne gibi çözümler üretilebilir diye düşünüyorum. AKOB olarak sağlayabileceğimiz destek ve

bağlantılar olabilir miydi? Dansa Aşık Bir Kuğu: Meriç Sümen kitabının da içinde olacağı ortak bir projeye dönüştürme imkanı olabilir miydi? Bu konuda neler yapılabileceğini bir AKOB yönetim toplantısında görüşebilmek üzere not ediyorum…AKOB’un tüm yıla yayılan konser organizasyonları ve diğer projelerimizden bahsetmeye başlıyorum. Uluslararası Mersin Liman İşletmesi’yle 2 yıldır sürdürmekte olduğumuz Çocuk Müzik Akademisi projemizi, bu proje için geliştirdiğimiz özgün modelden ve sağladığımız gelişmelerden bahsediyorum. Ayrıca MEÜ Konservatuvarı kapsamında ilkini bu sene gerçekleştirdiğimiz ödüllü Öğrenci Oda Müziği Yarışması projemizi ve bu projenin hepimiz için yarattığı heyecanı paylaşıyorum. İlgi ve memnuniyetle dinliyor, sorular soruyorlar. Mina Blauel ve Canan Maxton AKOB’un gerek dergi gerekse de etkinliklerinin Londra’da hangi kanalla tanıtımlarının yapılabileceği üzerine düşünüyor ve bu konuda erişim sağlanabilecek bir yayın önerisinde bulunuyorlar. Ayrıca değerlendirilmek üzere not alıyoruz.

Canan Maxton, AKOB-Talent Unlimited ortaklığıyla ne gibi çalışmalar yapılabilir diye açtığı konuya kendi önerileriyle hemen katkı veriyor; öncelikle İspanya’dan bir sanat merkezi yöneticisini editörümüzle tanıştıracağını söylüyor. Bu tanışıklıkla yeni yazı konuları ve yeni bağlantılar gelişebileceğini düşünüyoruz. Ayrıca, Londra’ya Türkiye’den gelecek ve Türkiye’den Londra’ya gidecek

Müzik buluşmaları, sohbetler, söyleşiler, yayınlar, eğitim projeleri, performans organizasyon süreçleri müziğin birleştirici gücü deyince madalyonun diğer tarafında yer alanlar. AKOB gibi, Talent Unlimited gibi gönüllülük esasına göre çalışan “sosyal emprezaryo” olarak tanımlanmayı hak eden müziğin “yaratılma” sürecine gönüllülük esasına göre hizmet eden, önemli katkılar sunan kurumlar ve kişiler var...

AKOB 29

Page 30: İBRAHİM YAZICI

öğrenci ve müzisyenlerle ortak konser organizasyonları yapabileceğimizi düşünüyoruz. Bunun için zamanlamanın en uygun şekilde denk gelmesi gerekiyor. TU’ın önümüzdeki sezon için belirlenecek öğlen konserleri programının paylaşılması konusunda anlaşıyoruz.

Masadaki konular müzik dışında müzik kadar zengin…Bir ara Brexit gündeme geliyor (referandumun henüz gerçekleşmediği günlerdi). Ekonomik yönden risklerin analizine hakim olan Mina Blauel’in Brexit sonucu çıkmasını düşünmek istemediği anlaşılıyor. Ama bundan sonra çok fazla şeyin değişmesi gerekeceğini de belirtmeden geçmiyor. Londra Belediyesi’nin uygulamalarıyla kentteki yaşama etkileri konuşuluyor. Canan Maxton TU öğrencilerinden bazılarıyla ilgili hoş anektodlar anlatıyor. Gülüyoruz…

O kadar Türkiye’de gibiyiz ki, bir ara masaya dökülenlerin temizlenmesi için Figen Phelps görevliye Türkçe seslenip ardından gülerek kendini düzeltiyor. Türkiye’ye geliş gidişlerinden konu açılıyor. Bundan sonra Mersin’e de bir ziyaret planının olasılığı beliriyor sanki.

Hepimiz bu buluşmadan memnun kalıyoruz: “bunu daha sık tekrarlayalım” isteği dillendiriliyor. Bir sonraki kahveye benim katılmam pek olası görünmüyor ama gönlümden geçeni dile getiriyorum :”bir dahaki kahveye bize, Mersin’e bekliyoruz…” Neden olmasın? Şimdiden Gülsin Hanım’ın Mersin’e geliş tarihi belli oldu bile. 2017 Nisan ayında Mersin Üniversitesi Akademik Oda Orkestrası ile bir konser programa alındı. Bu konserin AKOB

paydaşlığı şeklinde olması için bu günlerde ayrıca görüşmeler devam ediyor.

Artık vedalaşma zamanı. Birlikte geçen zamanın hoş tadıyla tanış olmaktan mutlu, tekrar görüşmek dileğiyle vedalaşıyoruz.

“MÜZİĞİN BİRLEŞTİRİCİ GÜCÜ” MADALYONUN DİĞER TARAFINA BAKMAK

Bu buluşma ortaya ilk atıldığından itibaren Canan Maxton’ın organizasyonuyla gittikçe genişleyen bir halkaya dönüştü. Tanıdıkların tanışması için çok hoş bir buluşma oldu. Bu buluşmanın kıvılcımını ise sevgili İhsan Toksöz’ün ateşlediğini belirtmem lazım. Londra ziyaretim nedeniyle bir mesaj yazarak Mina ve Canan Hanımla bizi tanıştırdı. Bundan sonrası organizasyon süreci ve yukarıda anlattığım kahve buluşması...

“Müziğin birleştirici gücü” ifadesi tanıdık, biraz da klişeleşmiş bir “ezgidir”, bilirsiniz. Özellikle de canlı müzik dinlerken bu ifadeye ne kadar yakın olduğumuzu duyumsarız. Sahnede icra edilen müzik dil, din, yaş, ırk, sosyal statü, cinsiyet gözetmeden herkese kapılarını açar, birleştirir. O müziği dinlerken siz, yanınızdaki, karşınızdaki, o anın içinde hepiniz aynısınızdır. Müziğin birleştirici gücü için bu madalyonun bir yüzüdür. Diğer yüzü ise, müziğin “yaratılması”nı sağlayan, onu besleyen ilişkilerin birleştirici gücüdür…Müzik buluşmaları, sohbetler, söyleşiler, yayınlar, eğitim projeleri, performans organizasyon süreçleri müziğin birleştirici gücü deyince madalyonun diğer tarafında yer alanlar. AKOB gibi, Talent Unlimited gibi gönüllülük esasına göre çalışan ve “sosyal emprezaryo” olarak tanımlanmayı hak eden müziğin “yaratılma” sürecine gönüllülük esasına göre hizmet eden, önemli katkılar sunan kurumlar ve kişiler var. Uzaklarda gerçekleşen bu buluşma ise, insanları mıknatıs gibi bir araya getiren, yeni tanışıklıklara ve sinerjik ilişkilere yol açan müziğin birleştiriciliğinin yaşanarak paylaşılmış bir örneğidir.

30 AKOB

Page 31: İBRAHİM YAZICI
Page 32: İBRAHİM YAZICI

GirişGiuseppe Verdi’nin yirmialtı operasının üçü (Macbeth; Otello; Falstaff) William Shakespeare’in üç tiyatro eserine (The tragedy of Macbeth; The tragedy of Othello, the moor of Venice; The merry wives of Windsor) önemli ölçüde dayanmaktadır. Tiyatro dünyasının bu ünlü eserleri, opera dünyasının da önde gelen eserleri arasında yerini almıştır.

Verdi’nin operaları bağlamında, Friedrich von Schiller’in beş eserinden sonra, üç eserle Shakespeare gelmektedir. İngilizce tam adlarından da anlaşılacağı üzere Macbeth ve Otello trajedidir, Falstaff ise güldürü niteliği öne çıkan bir eserdir.

William ShakespeareWilliam Shakespeare 1564’te İngiltere’nin Warwickshire bölgesinde Stratford-upon-Avon’da doğmuş; yirmi yaşlarından sonra Londra’da aktör ve yazar olarak yaşamaya başlamış; 1597’de Stratford-upon-Avon’a da yerleşerek her iki kentte yaşamını sürdürmüş; 1616’da Stratford-upon-Avon’da hayata veda etmiştir.

Londra’da birçok tiyatroda oynamış olmakla birlikte, Shakespeare’in esas tiyatro grubu Kraliçe I. Elisabeth’in 1603’te ölümüne kadar Lord Chamberlain’s Men (1. James tahta çıktıktan sonra ‘King’s Men´) olarak adlandırılan topluluk olmuştur.

1590’lara doğru piyes yazmağa başlayan Shakespeare kırk kadar tiyatro eseri yazmıştır. Bu eserlerin yazılış ve ilk oynanış tarihleri çoğu kez kesin olarak bilinmemekle birlikte, piyesin muhtemelen ilk kez oynandığı yıl veya tiyatro mevsimi, başlıklardan sonra verilmiştir,

GIUSEPPE VERDI

WILLIAM SHAKESPEARE

ve

Em.Prof.Dr. Ünal ÖZİŞDokuz Eylül Üniversitesi, İzmir

32 AKOB

Page 33: İBRAHİM YAZICI

Shakespeare’in tiyatro eserlerinin biri tartışmalı (The most lamentable romaine tragedy of Titus Andronicus, 1592); üçü muhtemelen ortak yazarlı (The life of Tymon of Athens, 1605/6 - Pericles, Prince of Tyre, 1607/8 - The two noble kinsmen, 1613) ve biri kayıptır (Cardenio). Venus and Adonis (1592/3) ve The rape of Lucrece (1592/3) sonrasında, Shakespeare’in önceleri güldürü, sonra tarih, sonra ağırlıklı olarak trajedi türünde piyesler yazdığı söylenebilir.

Güldürüler arasında; The two gentlemen of Verona (1590/91), The comedy of errors (1593/4), The taming of the shrew (1593/4), Love’s labor’s lost (1594/5, A midsummer night’s dream (1595/6), The merchant of Venice veya ‘The Jew of Venice’ (1596/7), The merry wives of Windsor (1597), Much ado about nothing (1598/9), As you like it (1599), Twelfth night veya ‘What you will’ (1601/2), gibi piyesler yer almaktadır.

Tarihi eserler arasında, 1199-1216 süresinde kral olan, The life and death of King John (1596) dışında, 15. ve 16.yüzyıl İngiltere kralları öne çıkmaktadır. Bunlar arasında:

1422-1461 süresinde kral olan, Henry the Sixth triloji’si (part 1: 1589; part 2: 1590; part 3: 1591), 1483-1485 süresinde kral olan, The tragedy of King Richard the Third (1592/3). (Bu dört eser ‘tetraloji’ olarak anılmaktadır).

1413-1422 süresinde kral olan, The life of Henry the Fifth (1594/99), 1379-1399 süresinde kral olan, The tragedy of King Richard the Second (1595), 1399-1413 süresinde kral olan Henry the Fourth (part 1: 1596/7; part 2: 1598). (Bu dört eser ise ‘Henriad’ olarak anılmaktadır).

1509-1547 süresinde kral olan, The famous history of the life of Henry the Eighth (1612/3) gibi eserler bulunmaktadır.

The tragedy of Romeo and Juliet (1595/6), The tragedy of Julius Caesar (1599), The tragedy of Hamlet, Prince of Denmark (1600/1), The tragedy of Othello, the moor of Venice (1603/4), The tragedy of King Lear (1605), The tragedy of Macbeth (1606), The tragedy of Antony and Cleopatra (1607), The tragedy of Coriolanus (1607/8) Shakespeare’in dünyaca tanınan en önemli trajedileridir.

Shakespeare’in The famous historie of Troilus and Cressida (1601/2), All’s well that ends well (1602/3), Measure for measure (1604) gibi eserleri ‘problemli piyesler’ olarak nitelenmektedir.

Ömrünün sonlarına doğru Shakespeare; Cymbeline, the King of Britain (1609/10), The winter’s tale (1610/1), The tempest (1611) gibi üç traji-komedi de yazmıştır.

Piyeslerin birkaçı bütünüyle manzum, çoğu nesir biçimindedir. Shakespeare’in ‘sonnet’ olarak tanımlanan 150’yi aşkın şiiri de bulunmaktadır.

Shakespeare’denEsinlenen BestecilerShakespeare’in eserlerinin büyük çoğunluğu pek çok bestecinin ilgisini çekmiş olup, bu eserlerden esinlenen, adını taşıyan veya opera olarak esas alan iki yüz kadar müzik eserinin bulunduğu ifade edilmektedir.

- Timon of Athens’ten esinlenen, Stephen Oliver’in aynı adlı (1991) operası vardır.

“Macbeth” uzunçalar kapağı – Lady Macbeth: Leyla Gencer,Macbeth: Giuseppe Taddei, Macduff: Mirto Picchi, Banco: Ferruccio Mazzoli; Vittorio Gui yönetiminde Palermo Teatro Massimo orkestrası ve korosu (1960)

“Macbeth” yoğunçalar kapağı - Macbeth: Gian Giacomo Guelfi, Lady Macbeth: Leyla Gencer, Banco: Lorenzo Gaetani, Macduff: Giorgio Casellato Lamberti; Gianandrea Gavazzeni yönetiminde Venedik Teatro La Fenice orkestrası ve korosu (1968

AKOB 33

Page 34: İBRAHİM YAZICI

- The rape of Lucrece’ten esinlenen André Obey’nin “Le viol de Lucrèce” (1931), Ottorino Respighi’nin “Lucrezia” (1937), Benjamin Britten’in “The rape of Lucretia” (1946) operaları bulunmaktadır.- The comedy of errors’den esinlenen Stephen Storace’nin “Gli equivoci” (1786) ve Henry Bishop’un “The comedy of errors” (1819) operaları; Richard Rodgers’in “The boys from Syracuse” (1938) müzikali vardır.- The two gentlemen of Verona’dan esinlenen, Henry Bishop’un “The two gentlemen of Verona” (1821) operası, Gult MacDermott’un aynı adlı (1971) müzikali, bir sahnesinden Franz Schubert’in “An Sylvia” (1826) Lied’i, Gerald Finzi’nin “Let us garlands bring”inde (1942) bir şarkı bulunmaktadır.- Love’s labor’s lost’tan esinlenen, Nicolas Nabokov’un “Love’s labour’s lost” (1973) operası, Gerald Finzi’nin sahne müziği (1946) vardır.- The taming of the shrew’dan esinlenen, Ferdinando Bertoni’nin “Il Duca d’Atene” (1780), John Braham ve Thomas Cooke’un “Catherine and Petruccio” (1828), Hermann Götz’ün “Der Wiederspänstigen Zähmung” (1874), Spyridon Samaras’ın “La furia domata” (1895), Ruperto Chapi’nin “Las bravias” (1896), Ermanno Wolf-Ferrari’nin “Sly” (1927), Rudolf Karel’in (bitmemiş, 1944), Philip Grealey Clapp’in (1948) ve Vittorio Giannini’nin (1953) “The taming of the shrew”, Visserion Şebalin’in “Ukroşenye stroptivoy” (1957), Thomas Eastwood’un (1960) ve Dominick Argento’nun (1962) “Christopher Sly” operaları; Cole Porter’in “Kiss me, Kate” (1948) müzikali; Johan Wagenaar’ın “De getemte feeks” (1909) ve Alfred Reynolds’un “The taming of the shrew” (1927) uvertürleri bulunmaktadır.- A midsummer night’s dream’den esinlenen, Henry Purcell’in “The fairy-queen” (1692), Carl Maria von Weber’in “Oberon” (1826), Ambroise Thomas’nın “Le songe d’une nuit d’été” (1850), Marcel Delannoy’nın “Puck” (1949), Benjamin Britten’in

“A midsummer night’s dream” (1960), Michael Ching’in “A midsummer night’s dream” (2011) operaları; Vaughan Williams’ın bir koro eseri (1951); Felix Mendelssohn’un (1826) ve Carl Orff’un (1939) “Ein Sommernachtstraum” sahne müzikleri; Hans Werner Henze’nin sekizinci senfonisi vardır.- The merchant of Venice’ten esinlenen, Bohuslav Foerster’in “Jessika” (1905), Reynaldo Hahn’ın “Le marchand de Venise” (1935), Andre Tchaikovsky’nin “The merchant of Venice” (1982’de ölümünden sonra: 2013) operaları; Arthur Sullivan’ın aynı adlı (1871) müzikali; Johan Wagenaar’ın “De koopman van Venetië” uvertürü bulunmaktadır.- The merry wives of Windsor’u esas alan, Antonio Salieri’nin “Falstaff” (1799), William Balfe’nin “Falstaff” (1838), Otto Nicolai’nin “Die lustigen Weiber von Windsor” (1849), Verdi’nin “Falstaff” (1893), Vaughan Williams’ın “Sir John in love” (1928) operaları; Edward Elgar’ın “Falstaff” (1913) senfonik etüdü bulunmaktadır.- Much ado about nothing’i esas alan Hector Berlioz’un “Béatrice et Bénédict” (1862), Paul Puget’nin “Beaucoup de bruit pour rien” (1899), Villiers Stanford’un “Much ado about nothing” (1901) operaları; Erich Korngold’un (1920) sahne müziği; Leslie Arden’in “The boys are coming home” (2006) müzikali vardır.- As you like it’ten esinlenen, Thomas Morley’in “It was a lover and his lass” (1599) operası, Walton”un film müziği (1936), Finzi’nin “Let us garlands bring”inde (1942) bir şarkı, Scott Stroman’ın “As you like it” (2014) müzikali bulunmaktadır.- Twelfth night’tan esinlenen, Johan Wagenaar’ın aynı adlı (1922) uvertürü, Finzi’nin “Let us garlands bring”inde (1942) iki şarkı yeralmaktadır.- Henry IV’ten esinlenen, Verdi’nin “Falstaff” (kısmen) ve Gustav Holst’un ”At the Boar’s Head” (1925) operaları; “Henry V”ten Walton’un koro ve orkestra için bir eseri (1944), Darryl Kubian’ın “O for a muse of fire” uvertürü; “Henry VIII”den Camille Saint-Saëns’ın “Henry VIII” (1883) operası, Sullivan’ın “Henry VIII” (1877) sahne müziği; “Richard III”ten Walton’un film müziği (1955) vardır.- Hamlet’i esas alan, Saverio Mercadante’nin “Amleto” (1822), Ambroise Thomas’nın “Hamlet” (1868), Franco Faccio’nun “Hamlet” (1865) operaları; Hector Berlioz’un “Tristia” (1852) koro ve orkestra için eseri; Joseph Joachim’in (1853) ve Pyotr Ilyiç Çaykovski’nin (1888) uvertürleri; Çaykovski’nin (1891), Georg Henschel’in (1892), Dmitri Şostakoviç’in (1932) ve Sergei Prokofiev’in (1938) sahne müzikleri bulunmaktadır.- Troilus ve Cressida’yı esas alan Walton’un aynı adlı operası (1954) vardır.- Romeo and Juliet’i esas alan, Georg Benda’nın “Romeo und Julia” (1776), Nicola Vaccai’nin “Giulietta e Romeo” (1825), Vincenzo Bellini’nin “I Capuletti e I Montecchi” (1830), Charles Gounod’nun “Roméo et Juliette” (1867), Ricardo Zandonai’nin “Giulietta e Romeo” (1922), Heinrich Sutermeister’in (1940) ve Boris Blacher’in (1947) “Romeo und Julia” operaları; Frederick Delius’un “A village Romeo and Juliet” lirik dramı (1901); Prokofiev’in balesi (1936); Berlioz’un dramatik senfonisi (1837); Hugh Pearson’un (1865), Çaykovski’nin (1869), Johan Svendsen’in (1876) ve Joachim Raff’ın (1879) uvertürleri; Boris Liatoşinski’nin (1955) ve Dmitri Kabalevsky’nin (1956) süitleri, Leonard Bernstein’ın “West side story” (1957) müzikali gibi pek çok eser vardır.- Julius Caesar konusunda, Antonio Sartorio’nun “Giulio Cesare in Egitto” (1676) ve Georg Friedrich Haendel’in aynı adlı (1724) operaları bulunmaktadır.

“Macbeth” DVD kapağı - Macbeth: Renato Bruson, Lady Macbeth: Mara Zampieri, Banco: James Morris, Macduff: Dennis O’Neill, Giusepppe Sinopoli yönetiminde Berlin Deutsche Oper orkestrası ve korosu

34 AKOB

Page 35: İBRAHİM YAZICI

- Othello’yu esas alan, Gioacchino Rossini’nin (1816) ve Verdi’nin (1887) “Otello” operaları, Antonin Dvorak’ın uvertürü (1892) en bilinen eserlerdir.- King Lear’den esinlenen, Aribert Reimann’ın “Lear” (1978) operası, Berlioz’un “Le Roi Lear” (1831) ve Johan Wagenaar’ın “King Lear” uvertürleri, Mily Balakirev’in (1861) ve Şostakoviç’in (1940) sahne müzikleri bulunmaktadır.- Macbeth, başta Verdi’nin “Macbeth” operası (1847) olmak üzere, Ernst Bloch’un “Macbeth” (1910) operasına, Ludwig Spohr’un (1825) ve Raff’ın (1882) uvertürlerine, Richard Strauss’un senfonik şiirine (1888), Sullivan’ın (1888) ve Walton’un (1942) sahne müziklerine esin kaynağı olmuştur. ‘Macbeth’ten bir ölçüde esinlenen başka bir eser ise Şostakoviç’in “Ledi Makbet Mcenskogo uezda” (Mçensk’li Leydi Macbeth) (1932) operasıdır.- Anthony and Cleopatra’dan esinlenen, Johann Adolf Hasse’nin “Marc Antonio e Cleopatra” (1725), Carlo Monza’nın (1775), Domenico Cimarosa’nın (1789), Lauro Rossi’nin (1876) “Cleopatra”, Jules Massenet’nin “Cléopâtre” (1914), Samuel Barber’in “Anthony and Cleopatra” (1966) operaları vardır.- Coriolanus’tan esinlenen en ünlü eser Beethoven’in “Coriolan” uvertürüdür (1807). Ján Okker’in “Coriolanus” (1974) operası vardır.- Cymbeline’den esinlenen, Christopher Berg’in aynı adlı (2009) operası, Finzi’nin “Let us garlands bring”inde (1942) bir şarkı vardır.- The tempest’ten esinlenen Thomas Shadwell’in “The enchanted island” (1674), Henry Purcell’in “The tempest” (1695), Felice Lattuada’nın “The tempest” (1922), Heinrich Sutermeister’in “Der Zauberinsel” (1942), Frank Martin’in “Der Sturm” (1954), Michael Tippett’in “The knot garden” (1970), Luciano Berio’nun “Un re in ascolto” (1984), John Eaton’un “The tempest” (1985) operaları; Berlioz’un “Fantaisie sur la ‘Tempête’ de Shakespeare” (1832) sahne müziği; Çaykovski’nin (1879) ve Raff’ın (1881) aynı adlı uvertürleri; Beethoven’in “Der Sturm” adı verilen, re minör, Op.31/2 sayılı 17.Sonatı (1803) bulunmaktadır.

Giuseppe VerdiParma’ya bağlı Busseto yakınındaki Roncole köyünde 1813’te doğan, Milano’da 1901’de ölen Giuseppe Verdi’nin kısa özgeçmişi ve 26 operasının dökümü, yazarın AKOB Dergisi’nin Aralık 2013’teki 22. sayısında (s.30-35) yer alan, “Giuseppe Verdi ve Friedrich von Schiller” başlıklı makalesinde verilmiş olduğundan, burada tekrarlanmamaktadır.

Shakespeare, Verdi ve “Macbeth” Operasıİskoçya’da 11. yüzyılda, Kral Duncan’ın komutanlarından Glamis beyi Macbeth, rivayete göre onun kral olacağını söyleyen büyücülerin kehanetinin dürtüsüyle, 1040 yılında Duncan’ı öldürüp, yerine geçmiştir. Kendisi için tehlike olabilecek herkesi öldüren, zalim bir hükümdar olan Macbeth, İngilizlerle birleşerek üzerine gelen Duncan’ın oğlu veliaht Malcolm’a 1057’de yenilerek, öldürülmüş; Malcolm İskoçya Kralı olmuştur.

Shakespeare “The tragedy of Macbeth” (Macbeth’in trajedisi) adlı eserinde, tarihi kaynak olarak, Raphael Holinshield’in ‘Chronicles’i (1587) kapsamındaki öykülerden yararlanmıştır. Gelişmelere

büyücülerin dahil edilmesiyle, esasında tarihi bir olaya dayanan piyes, sadık ve kahraman bir askerin hain ve kan döken bir cani kimliğine dönüşümünü büyücülerin kehanetiyle yorumlamaya çalışan, gerçeküstü bir nitelik de kazanmıştır.

‘Chonicles’ ile Shakespeare arasındaki en önemli fark ise, kroniklerde komutanlardan Banquo’nun da Macbeth ile birlikte hareket ettiğinin yer almasına karşı, Shakespeare’de Banquo’nun Duncan’a sadık kalması ve sonrasında Macbeth tarafından öldürtülmesidir. 17. yüzyıl başlarında, 1603’te I. James olarak İngiltere tahtına da geçen, İskoçya Kralı VI. James’in Banquo’nun soyundan geldiğine inanıldığından, Shakespeare’in bu değişikliği yaptığı düşünülmektedir.

Macbeth’in günümüze gelen basılı ilk nüshası 1623’ten kalma ‘Birinci Folio’dur. Shakespeare’in diğer büyük trajedileriyle kıyaslandığında çok kısa kaldığı dikkati çektiğinden, bu metnin belki de sonradan kısaltılmış bir biçim olduğu da tartışılagelmiştir.

Shakespeare’e büyük hayranlık duyan Verdi, 1846’da Floransa operası için bir eser istendiğinde, Macbeth’i seçmiş; aslına oldukça sadık kalarak, fakat önemli ölçüde kısaltarak, librettosunun esasını önce nesir biçiminde kendi yazmıştır. Librettonun manzum biçimini, Andrea Maffei’nin de katkılarıyla, Francesco Maria Piave hazırlamış; opera ilk kez 14 Mart 1847’de Floransa’da Teatro della Pergola’da sahnelenmiştir.

Mektuplarından anlaşıldığına göre, Verdi Macbeth’i büyük özenle bestelemiş; provaların üzerine titizlikle eğilmiştir. Ancak, 18 yıl sonra Paris’te Fansızca olarak oynanışından önce, bazı yenilikler

“Macbeth” DVD kapağı - Macbeth: Leo Nucci, Lady Macbeth: Sylvie Valère, Banco: Enrico Iori, Macduff: Roberto Iuliano, Bruno Bartoletti yönetiminde Parma Teatro Regio orkestrası ve korosu

AKOB 35

Page 36: İBRAHİM YAZICI

yapma yoluna gitmiştir. Bu bağlamda, Charles Nuitter ve Alexandre Beaumont’un librettosuyla, II. perdeye Lady Macbeth için bir arya eklemiş; III. ve özellikle IV. perdenin son kısımlarını önemli ölçüde değiştirmiştir.

Paris’te, Théatre-Lyrique Impérial’da 21 Nisan 1865’de sahnelenen bu yeni biçim, Piave’nin manzum metninden yararlanılarak İtalyancaya geri çevirisiyle, operanın günümüze kadar da genellikle sergilenen düzenini oluşturmuştur.

Shakespeare’in piyesi beş perdeden, Verdi’nin operası dört perdeden oluşmaktadır. Aralarında bazı farklılıklar bulunmakla birlikte, operanın I. perdesinin 1. sahnesi, piyesin birinci perdesinin birinci ile üçüncü sahnelerine; operanın I. perdesinin 2. sahnesi, piyesin birinci perdesinin beşinci ve yedinci sahneleri ile ikinci perdesinin ikinci ve üçüncü sahnelerine; operanın II. perdesinin 1. sahnesi, piyesin üçüncü perdesinin birinci ve kısmen ikinci sahnelerine; operanın II. perdesinin 2. sahnesi, piyesin üçüncü perdesinin üçüncü sahnesine; operanın II.perdesinin 3.sahnesi, piyesin üçüncü perdesinin dördüncü sahnesine; operanın III. perdesi, piyesin üçüncü perdesinin beşinci sahnesi ile dördüncü perdesinin birinci sahnesine; operanın IV. perdesinin 1. sahnesi, piyesin dördüncü perdesinin üçüncü sahnesi ile beşinci perdesinin ikinci sahnesine; operanın IV. perdesinin 2. sahnesi piyesin beşinci perdesinin birinci sahnesine; operanın IV. perdesinin 3. sahnesi, piyesin beşinci perdesinin üçüncü ila sekizinci sahnelerine karşı gelmektedir.

Piyesin birinci perdesinin dördüncü ve altıncı, ikinci perdesinin birinci ve dördüncü, üçüncü perdesinin altıncı, dördüncü perdesinin ikinci sahnelerinin operada belirgin bir karşılığı bulunmamaktadır.

Opera sahnesindeki kişiler piyese kıyasla oldukça azaltılmıştır. Duncan’ın küçük oğlu Donaldbain, İskoç Beylerinden Ross, Lennox, Angus, Meredith, Caithness, İngiliz komutan Sivard ve oğlu, Macbeth’in emir eri Seyton ve kapıcısı, Iskoç çavuş, İngiliz saray doktoru, Macbeth karşıtı Lord operada yer almamakta; bazı roller operada tek bir ‘haberci’ ile çözümlenmektedir. Fife Beyi Macduff’un karısı ve oğlu da operada yer almamakta; bazı sahneye konuşlardaki toplu sahnelerde sessiz biçimde görünmektedir. Ancak, operada tenorun aryasındaki ‘figli’ sözcüğünden, Macduff’un birden fazla çocuğunun öldürüldüğü anlaşılmaktadır.

Piyesteki Hecate ve üç büyücü, operada büyücüler korosu kapsamında yerlerini bulmaktadır.

Piyeste ve operada rol dağılımında adı en başta geçen Kral Duncan, piyesin birinci perdesinin ikinci, dördüncü ve altıncı sahnelerinde konuşmaları olmakla birlikte, operanın I. perdesinin 2. sahnesinde şatafatla Macbeth’in şatosuna gelir, ağzını açmadan yatacağı odaya geçer, sabah ölüsü bulunur; operanın en ilginç sessiz rolüdür.

Operanın diğer bir sessiz rolü, piyeste ikinci perdenin birinci sahnesinde konuşması olan, Banquo’nun oğlu Fleance’tır; operanın II. perdesinin 2. sahnesinde, Banco öldürülürken Fleanzio kaçıp kurtulur.

Opera boyunca en önemli iki rol Macbeth (bariton) ve eşi Lady Macbeth’tir (soprano). Banco’nun (bas) I. perdenin 1. sahnesinde Macbeth ile düeti, II. perdenin 2. sahnesinde aryası; Macduff’un (tenor) IV. perdenin 1. sahnesindeki aryası önemli kısımlardır.

Diğer rollerde, Duncan’ın oğlu Malcolm (tenor), Lady’nin nedimesi (mezzosoprano) ve doktoru (bas), bir muhafız (bas) ve bir haberci (bas) bulunmaktadır.

Koro, I. II. ve IV. perdelerin sonlarında, II. perdenin 3. sahnesi ve IV. perdenin 1. sahnesinde, ayrıca büyücüler olarak kadınlar korosu I. perdenin birinci sahnesinde ve III. perdede özel öneme sahiptir.

Verdi’nin ifadesiyle, besteciden önce şaire hizmet edilmelidir yaklaşımı, şarkı güzelliğinin önüne dramatik etkinin geçirilmesiyle, ‘belcanto’ türü operalarda ilk kez Macbeth’te uygulanmıştır. Macbeth’te ‘ihtiras - zulüm - nefret’ çizgisinin egemenliğine karşı, aşk ögesinin yer almaması; çok güzel bir aryası olmasına rağmen tenor’un en önemli rollerin birinde bulunmaması; bu operanın dikkati çeken farklı niteliklerindendir.

Shakespeare, Verdi ve “Otello” OperasıOsmanlı’ların Kıbrıs’ı 1571’de fethinden önce, özellikle 15. yüzyılın sonları ile 16. yüzyıldaki Kıbrıs’ı konu alan başlıca iki operadan, Donizetti’nin “Caterina Cornaro”su 19. yüzyıl ortalarına doğru, Verdi’nin “Otello”su aynı yüzyılın sonlarına doğru bestelenmiştir. İlkinde Venedikli Caterina Kıbrıs Kralı Lusignan’a eş olarak gitmiş, ikincisinde mağribi komutan Otello’yu Venedik Doçu Kıbrıs’a vali olarak göndermiştir.

Desdemona rolündeki en önemli sopranolardan Renata Tebaldi’nin yazar için imzalamış olduğu fotografı

36 AKOB

Page 37: İBRAHİM YAZICI

William Shakespeare “The tragedy of Othello, the moor of Venice” (Venedik’in mağribisi, Otello’nun trajedisi) olarak adlandırdığı bu ünlü eserini, Giraldi Cintio’nun 1565’de yayınlanan bir öyküsünden esinlenerek yazmıştır.

Venedikli soylu bir kadınla evlenen, Venedik’in hizmetindeki mağribi (kuzeybatı Afrikalı) bir komutanın, karısının kendisine ihanet ettiğine hileyle inandırılması, kıskançlığının doruğa çıkmasıyla hazin sonunu konu alan Othello, tiyatro sahnesinin en ünlü trajedilerinden biri olduğu gibi, müzik dünyasında da yankılar bulmuştur.

İlk kez 1871’de seslendirilmiş olan “Aida”nìn ardından, 1873’de ölen yazar Alessandro Manzoni’nin anısına bestelediği ve müziği bir operayı çağrıştıran “Requiem”inden sonra, yeni operalar için kendisini teşvik eden yakınlarına, Verdi artık opera besteleme konusunu kapadığını belirtmişti.

Shakespeare’e hayran olmakla birlikte, 1847’de bestelediği “Macbeth” dışında, o tarihe kadar onun başka bir eserini bestelememiş, fakat “Kral Lear” üzerinde önemle durmuş olan Verdi’yi, yayıncısı Ricordi 1879’da besteci ve yazar Arrigo Boito ile bir araya getirmiş, librettosunu Boito’nun hazırlayacağı bir Shakespeare eserinin, özellikle “Otello”nun, Verdi tarafından bestelenmesi önerisini yapmıştır.

Verdi 1862’de Boito’nun bir metnine dayalı olarak, Londra’daki dünya sergisi için “Inno delle nazioni” (Ulusların marşı) başlığını taşıyan bir kantat bestelemişti. Fakat ertesi yıl genç Boito’nun, Verdi’nin ismini belirtmemekle birlikte, o dönemin İtalyan müziği hakkında küçültücü ifadeler içeren bir yazısı, bu iki sanatçının arasını açmıştı.

Ancak daha sonra Verdi hayranı olan, 1868’de bestelediği “Mefistofele” operası zaman zaman seslendirilegelen Boito, birkaç gün içinde bir Otello senaryosu hazırlamıştır. Verdi aslında bu senaryoyu beğenmesine rağmen, “bir gün sizin, benim veya başka birinin işine yarıyabilir” diyerek, bu doğrultuda librettoyu yazmasını Boito’ya tavsiye etmiş, fakat kendini bağlamaktan kaçınmıştır.

Verdi’yi Boito ile birlikte Otello üzerinde çalışma düşüncesine alıştırmak amacıyla, yayıncısı Ricordi Verdi’nin 1857’de bestelediği ve başarısı sınırlı kalmış olan “Simon Boccanegra”yı onun yardımıyla gözden geçirmesini önermiş; bu opera yeni biçimiyle ilk kez 1881’de seslendirilmiştir.

Aynı yıl Boito, dört perdesi de Kıbrıs’ta geçecek biçimde, Shakespeare’in eserinin Venedik’te geçen birinci perdesini çıkararak, kalan kısımda bazı değişikliklere rağmen metnin esasına büyük ölçüde sadık kalarak, Otello için mükemmel bir libretto hazırlamıştır. Verdi bu libretto üzerinde hemen hiçbir önemli değişiklik istemeden çalışmaya başlamıştır.

Iago’nun özel kişiliği dolayısıyla, Verdi bir ara operanın adını “Iago” olarak değiştirmeyi düşünmüş olmakla birlikte, bundan vazgeçmiştir.

Arada “Don Carlo”nun yeniden düzenlenmesi üzerinde çalışan Verdi, bu operanın da 1884’te yeni biçimiyle ilk kez seslendirilmesinden sonra, Otello üzerinde çalışmalarını aralıklı da olsa yoğunlaştırmış, 1886 sonlarında bestesini tamamlamıştır.

Verdi’nin “Otello”su, “Macbeth”ten 40 yıl sonra, ilk kez 5 Şubat 1887’de Milano’da Teatro alla Scala operasında seslendirilmiş ve

“Otello” uzunçalar kapağı –Otello: Ramon Vinay,

Desdemona: Herva Nelli,Iago: Giusepppe Valdengo,

Arturo Toscanini yönetimindeNBC senfoni orkestrasıve karma korosu (1947)

Otello rolündeki en önemlitenorlardan Mario del Monaco’nunuzunçalar kapağı (1954)

“Otello” DVD kapağı –Otello: Jon Vickers,

Desdemona: Mirella Freni,Iago: Peter Glossop,

Herbert von Karajan yönetiminde

Berlin filarmoni orkestrasıve Deutsche Oper korosu

“Otello” DVD kapağı –Otello: Placido Domingo,Desdemona: Renée Fleming,Iago: James Morris,James Levine yönetimindeNew-York Metropolitan Operasıorkestrası ve korosu

AKOB 37

Page 38: İBRAHİM YAZICI

çok büyük başarı kazanmıştır. Günümüze kadar geçen yüz yılı aşkın sürede de, Otello dünyanın bütün önde gelen opera sahnelerinde seslendirilegelmiştir.

Shakespeare’in piyesi beş perdeden, Verdi’nin operası dört perdeden oluşmaktadır. Piyesin Venedik'te geçen birinci perdesi operada yoktur; hepsi Kıbrıs’ta geçen son dört perde esas alınmıştır.

Aralarında bazı farklılıklar bulunmakla birlikte, operanın I. perdesinin 1. sahnesi, piyesin birinci perdesinin birinci ve üçüncü sahnelerinden bazı alıntılarla, piyesin ikinci perdesinin birinci ve kısmen üçüncü sahnelerine, operanın I. perdesinin 2. sahnesi piyesin ikinci perdesinin kısmen üçüncü sahnesine; operanın II. perdesinin 1. sahnesi piyesin üçüncü perdesinin birinci sahnesine, operanın II. perdesinin 3., 4., 5. sahneleri piyesin üçüncü perdesinin üçüncü ve kısmen dördüncü sahnelerine; operanın III. perdesinin 1. sahnesi piyesin dördüncü perdesinin kısmen birinci sahnesine; operanın III. perdesinin 2. sahnesi piyesin üçüncü perdesinin kısmen dördüncü ve dördüncü perdesinin kısmen ikinci sahnelerine, operanın III. perdesinin 3. ve 4.sahneleri piyesin dördüncü perdesinin ikinci sahnesine, operanın III. perdesinin 5., 6., 7.sahneleri piyesin dördüncü perdesinin kısmen birinci sahnesine, operanın III. perdesinin 8. sahnesi piyesin dördüncü perdesinin birinci ve kısmen ikinci sahnelerine; operanın IV. perdesinin 1. sahnesi piyesin dördüncü perdesinin üçüncü sahnesine, operanın IV. perdesinin 3. ve 4. sahneleri piyesin beşinci perdesinin ikinci sahnesine karşı gelmektedir.

Operanın I. perdesinin 3. sahnesinde, Otello ile Desdemona arasındaki uzun aşk düeti ‘Già la notte densa’, piyesin Venedik’te geçen birinci perdesinin üçüncü sahnesinden esinlenerek bestelenmiştir. Operanın II. perdesinin 2. sahnesindeki Iago’nun monologu ‘Credo’ piyesin ikinci perdesinin üçüncü sahnesindeki kısa bir ifadeden hareketle bestelenmiştir. Operanın III. perdesinin 9. sahnesi ve IV. perdesinin 2. sahnesi ‘Ave Maria’ piyeste bulunmamaktadır.

Piyesin birinci perdesinin, ikinci perdesinin ikinci, üçüncü perdesinin ikinci, beşinci perdesinin birinci sahnelerinin operada belirgin bir karşılığı bulunmamaktadır.

Opera sahnesindeki kişiler piyese kıyasla oldukça azaltılmıştır. Operada en önemli rol Otello’dur (tenor). Eşi Desdemona (soprano) ve bayraktarı Iago (bariton) da önemli rollerdir. Bölük komutanı Cassio (tenor), Iago’nun karısı ve Desdemona’nın nedimesi Emilia (mezzosoprano) ilginç rolleri olan kişilerdir. Venedikli asilzade Roderigo (tenor), Venedik Cumhuriyeti’nin elçisi Lodovico (bas), Kıbrıs adasının Otello’dan önceki yöneticisi Montano (bas), bir haberci (bas) diğer rollerdir.

Piyesteki kişilerden, Venedik Doçu, Desdemona’nın babası Brabantio ve onun kardeşi Gratiano, Othello’nun uşağı Clown, Cassio’nun sevgilisi Bianca, iki senatör, üç centilmen, denizci, subay, müzisyenler, operada yoktur.

Otello’yu besteleme konusunda Verdi’nin bir başka endişesi, Rossini’nin 1816’da aynı adla bestelediği ve opera sahnelerinde yerini korumakta olan eseriydi. Ancak, Rossini’nin yine 1816’da bestelediği “Sevil berberi”, Paisiello’nun 1782’den beri oynanan aynı adlı operasının daha sonra sahnelerden kaybolmasına yol açtığı gibi, Verdi’nin “Otello”su da Rossini’nin eserinin benzer akıbetine sebep

olmuş, bu konuda Verdi’nin başlangıçtaki endişesinin yersiz olduğu görülmüştür.

Verdi’nin olgun müziğinin katkısıyla, opera olarak Otello’nun, izleyiciler üzerinde Shakespeare’in ünlü tiyatro oyunundan daha da derin etki yaptığı ifade edilmektedir.

Güçlü orkestrasyonu da öne çıkan “Otello”yu, Verdi’ye uzanan italyan ‘belcanto’ opera çizgisi ile Wagner’in Alman operasında ağırlığını koyduğu ‘Musikdrama’ çizgisinin, doruktaki kesişme noktası olarak da tanımlamak mümkündür.

“Falstaff” uzunçalar kapağı – Falstaff: Tito Gobbi, Alice Ford: Elisabeth Schwarzkopf, Meg Page: Nan Merriman, Mrs. Quickly: Fedora Barbieri, Nannetta: Anna Moffo, Ford: Ronaldo Panerai, Fenton: Luigi Alva, Herbert von Karajan yönetiminde Philharmonia orkestrası ve korosu

“Falstaff” DVD kapağı –Falstaff: Bryn Terfel,Alice Ford: Barbara

Frittoli,Meg Page: Diane

Montague,Mrs. Quickly: B. Manca

di Nissa,Nannetta: Desirée

Rancatore,Ford: Roberto Frontali,

Fenton: Kenneth Tarver,Bernard Haitink

yönetimindeCovent Garden Royal

Operaorkestrası ve korosu.

38 AKOB

Page 39: İBRAHİM YAZICI

Shakespeare, Verdi ve “Falstaff” OperasıShakespeare 15. yüzyılda Jeanne d’Arc’a karşı savaşan İngiliz ordusu komutanlarından Sir John Fastolf’dan esinlenerek, aynı yüzyılda Kral IV. Henry’den sonra V. Henry olarak tahta çıkan prens Hal’ın maceracı yoldaşı ‘Sir John Falstaff’ kişiliğini yaratmış; “Henry IV”ün birinci ve ikinci kitaplarında yer vermiş; “Henry V”te ise Mrs. Quickly ağzından Falstaff’ın ölümü anlatılmıştır.

Rivayete göre Kraliçe I. Elizabeth’in isteği üzerine, Shakespeare 1597’de kısa bir süre içinde, odağında şişman, kabadayı, gürültücü ve içkici Falstaff’ın evli iki kadını baştan çıkarma çabalarının bulunduğu “The merry wives of Windsor” (Windsor’un şen kadınları) güldürüsünü yazmıştır.

Otello’dan sonra yayıncısı Ricordi, librettosunu yine Boito’nun yazacağı bir opera daha yazması için Verdi’yi ikna etmeğe çalışmış; Shakespeare’in biraz “Henry IV”üne ve özellikle “The merry wives of Windsor”una dayanan, odak noktasında Sir John Falstaff’ın bulunduğu bir librettoyu, Boito 1889’da Verdi’ye sunmuştur.Hiçbir yükümlülük altına girmek istemeyen ve kendi keyfi için bu operayı besteleyeceğini belirten Verdi, librettoda değişiklik istemeden 1890’da birinci perdeyi tamamlamış; 1892’de tamamını bitirmiş; “Falstaff” ilk kez 9 Şubat 1893’te Milano’da Teatro alla Scala operasında oynanmıştır.

Otello’dan da güçlü bir orkestrasyona sahip olduğu belirtilen Falstaff’ta, Verdi’nin önceki eserlerindeki ezgi zenginliğinin olmadığı eleştirilmektedir. Buna karşı, başta kısa ‘Quand’ero paggio’ olmak üzere, Falstaff boyunca kısa ezgi kıvılcımlarının önceki operalarına kıyasla çok daha fazla olduğu da ifade edilmektedir. “Falstaff”ın finalinin bir ‘füg’ biçiminde olması ise dikkat çekicidir.

Shakespeare’in piyesi beş perdeden, Verdi’nin operası üç perdeden oluşmaktadır. Aralarında bazı farklılıklar bulunmakla birlikte, genel bir yaklaşımla, operanın I. perdesinin 1. kısmı, piyesin birinci perdesinin birinci ve üçüncü sahnelerine; operanın I. perdesinin 2. kısmı, piyesin ikinci perdesinin birinci sahnesine; operanın II. perdesinin 1. kısmı, piyesin ikinci perdesinin ikinci ve kısmen üçüncü perdesinin beşinci sahnelerine; operanın II. perdesinin 2. kısmı, piyesin üçüncü perdesinin üçüncü ve dördüncü sahnelerine; operanın III. perdesinin 1. kısmı, piyesin bir ölçüde üçüncü perdesinin beşinci sahnesi, dördüncü perdesinin dördüncü ve altıncı, beşinci perdesinin birinci ve üçüncü sahnelerine; operanın III. perdesinin 2. kısmı, piyesin beşinci perdesinin beşinci sahnesine karşı gelmektedir.

Piyesin birinci perdesinin ikinci ve dördüncü sahnelerinin; ikinci perdesinin üçüncü sahnesinin; üçüncü perdesinin birinci ve ikinci sahnelerinin; dördüncü perdesinin birinci, ikinci, üçüncü, beşinci sahnelerinin; beşinci perdesinin ikinci ve dördüncü sahnelerinin operada belirgin bir karşılığı bulunmamaktadır.

Operanın I. perdesinin 1. kısmındaki, Falstaff’ın ‘onur’ konusundaki monologu “Henry IV”ün birinci kitabına dayanılarak bestelenmiştir. Piyesin sahnelerinin geçtiği yerler, operada çoğunlukla birleştirilerek, perdelerin ‘kısım’ sayısı azaltılmıştır.

Falstaff’ın Ford’ların evinden kirli çamaşır sepetinde çıkarılması korunurken, Page’lerin evinden kadın kılığında kaçırılması operaya dahil edilmemiştir.

Opera sahnesindeki kişiler piyese kıyasla oldukça azaltılmıştır. Operadaki en önemli rol Falstaff’dır (bariton). Mrs. Alice Ford (soprano) ve Mrs. Meg Page (mezzo-soprano), Windsor’un soylularından Mr. Ford (bariton) operanın önde gelen rollerindedir. Ford’ların kızı Nanetta (soprano) ve sevgilisi Fenton (tenor) operaya renk katmaktadır. Fransız hekim Dr. Cajus (tenor), yardımcısı Mrs. Quickly (mezzo-soprano), Falstaff’ın adamları Bardolfo (tenor) ve Pistola (bas) oyunun diğer ilginç kişileridir. Falstaff’ın uşağı Robin, Ford’un genç bir uşağı, Garter Inn’in işletmecisi sessiz rollerdir.

Piyesteki kişilerden, Falstaff’ın adamlarından Nym, soylu Mr. Page, oğlu William, Gal’li Sir Hugh Evans, Caius’un uşağı Rugby, yerel hakim Robert Shallow, kuzeni Abraham Slender, onun uşağı Simple gibi kişiler operada yoktur. Piyeste Page’lerin kızı Anna yerine operada Ford’ların kızı Nanetta yer almaktadır. Shallow ve Slender ile ilgili bazı olaylar operada Cajus’un başına gelmiş gibi geçmektedir. Doktorun İngilizce piyeste Caius olan adı İtalyanca operada Cajus olarak yazılmaktadır.

Gerek piyes, gerekse opera, güldürü şemsiyesi altında, sosyal sınıf farklarının, kıskançlık ve intikam duygularının, aşk ve evliliğin harman edildiği eserlerdir. 80 yaşındaki Verdi’nin esasında kendisi için yazdığı Falstaff, fevkalade ezgilerin pek bulunmadığı, orkestrasyonun Otello’dan da güçlü olduğu, 20.yüzyıl operasının başlangıcı sayılabileceği ifade edilen, opera dağarının en kendine özgü eserlerinden biri niteliğindedir.

SonuçTiyatro dünyasının en büyük yazarlarından Shakespeare’in eserlerinin pek çoğu ünlü bestecilerin operalarına, şan ve orkestra eserlerine konu olmuş; opera dünyasının en büyük bestecilerinden Verdi’nin operalarının birçoğu ünlü yazarların eserlerini konu almıştır. Bu bağlamda Verdi’nin yirmialtı operasından, ilki 1847’de, diğer ikisi 1887 ve 1893 yıllarında ilk kez sahnelenen üç tanesi, Shakespeare’in 16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılın başlarında ilk kez oynanmış olan üç piyesini esas almıştır.

Verdi’nin “Macbeth” operası Shakespeare’in “The tragedy of Macbeth”, “Otello” operası “The tragedy of Othello, the moor of Venice”, “Falstaff” operası “Henry IV” ve özellikle “The merry wives of Windsor” piyeslerine dayanmaktadır.

Başrollerdeki kişiler genellikle piyeste ve operada aynı kalmakla birlikte, diğer kişiler operada önemli oranda azaltılmakta, konuşmalar çoğunlukla kısaltılmakta, sahneler sayıca azaltılmakta ve bazı sıra değişiklikleri olmaktadır. İlk ikisi trajedi, üçüncüsü düşündürücü bir güldürü niteliğinde olan, Shakespeare’in bu piyesleri tiyatro dünyasında, Verdi’nin bu eserleri opera dünyasında çok önemli eserler niteliğindedir.

YAZARIN VERDI İLE İLGİLİ AKOB'DA YAYINLANAN MAKALELERİ:Öziş, Ü. (2013): Leyla Gencer ve Giuseppe Verdi. Mersin, “AKOB - Akdeniz Opera ve Bale Kulübü Kültür–Sanat Dergisi”, n.19/20, s.42-47.Öziş, Ü. (2013): Giuseppe Verdi ve Friedrich von Schiller. Mersin, “AKOB - Akdeniz Opera ve Bale Kulübü Kültür–Sanat Dergisi”, n.22, s.30-35.

AKOB 39

Page 40: İBRAHİM YAZICI

Bundan yaklaşık 5-6 yıl önce dünyaca ünlü gitarist Manuel Barrueco’nun da sahne aldığı konserde yaşanan - benzerlerine sık sık tanık olduğumuz ilginç bir olay, konser dinlerken neler yapılması gerektiği konusunda yeterince bilgi sahibi olmadığımız gerçeğiyle yüz yüze gelmemize neden oldu. Konser esnasında salondan çıkmak isteyen birkaç kişilik gruptan birinin, karanlık olan salonda düşerek merdivenlerden yuvarlanmasına tanık olduk. Dinleyicilerin ve icracıların dikkatlerinin tamamen dağılmasına neden olan bu olay, neyse ki herhangi bir yaralanmayla sonuçlanmadı. O günden sonra yaşadığımız benzer olaylar bizi, nasıl konser dinlememiz gerektiği konusunda bilgiler veren bu yazıyı yazmaya yönlendirdi. Bu yazı genel olarak konser adabını içeren bilgilerden oluşmaktadır. Bu konu hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isteyen müzikseverlere yardımcı olmasını dileriz.

Konser Nedir?Konser, dinleyici önünde yapılan müzik yorumudur. 17. yüzyıla kadar konserler saraylarda, kiliselerde ya da müzik eğitimi yapılan kurumlarda verilirdi. Halka açık ve karşılığında bir ücret ödenerek yapıldığı bilinen ilk konseri, 1572’de Londra’da kemancı J. Bahister’in gerçekleştirdiği sanılmaktadır. Tek sanatçı tarafından verilen konserler “Resital” olarak adlandırılır (Sözer, 2012).

Yeni Başlayanlar İçinKlasik Müzik Dinleme Rehberi

Zülüf Ö[email protected]

Kaan Öztutgan [email protected]

Zülü

f Özt

utga

n -

Kaa

n Ö

ztut

gan

40 AKOB

Page 41: İBRAHİM YAZICI

Ülkemizde “resital” teriminin sıklıkla yanlış kullanıldığını görmekteyiz. Birden fazla çalgının icra edildiği konserlerde de yanlışlıkla “resital” terimi kullanılmaktadır. Oysaki tek enstrümana yönelik olan bu etkinliklerde “konser” ya da “dinleti” terimlerini kullanmak daha doğru ve yerinde olacaktır. Genellikle solo performans çalgısı olan klasik gitar konserleri “resital” olarak ifade edilir. Ancak tek bir enstrüman için kullanılan “resital” terimi, zamanla iki ya da daha fazla enstrüman için de kullanılmaya başlanmıştır ki bu bize göre yanlış bir uygulamadır. Bunun yerine “İki Piyano Dinletisi”, “İki Gitar Dinletisi” vd. şeklinde belirtmek, yapılacak olan konseri tam olarak tanımlamış olacaktır.

Neden Konsere Gideriz?Daha önce hiç konsere gitmemiş birisi “konsere gitmeme ne gerek var?” diye düşünebilir. “Aynı icrayı CD’den ya da

internetteki videolardan dinleyebilirim” diyebilir. Ancak konserlerde eserleri dinlemenin ötesinde şeyler vardır. Her şeyden önce müzik dinleyen bir topluluğun parçası olma ayrıcalığını yaşayabilirsiniz. Böylelikle sanatsal ortamda yer alan ve bu alana ilgili duyan, bilgili dostlar edinebilirsiniz. Konser esnasındaki performansları canlı olarak dinleyebilir, gözlemleyebilir ve salondaki duygulara ortak olabilirsiniz. Ayrıca hayranı olduğunuz sanatçıları yakından görebilir, hatta konser öncesinde ya da sonrasında onlarla tanışıp sohbet etme fırsatı bulabilirsiniz. Bunların haricinde satın aldığınız biletlerle ve alkışlarınızla gerek maddi gerekse manevi açıdan sanata destek olmuş olursunuz. Fırsatını bulan herkesin, tüm bu bahsedilen ayrıcalıkları yaşamak için bir kez bile olsa canlı konser tecrübesi yaşaması gerektiğini düşünüyoruz.

Etkinliklerden Nasıl Haberdar Oluruz?Konser etkinliklerini takip edebilmek için çeşitli yollar mevcuttur. Örneğin; senfoni orkestraları ve opera bale kurumları gibi düzenli olarak etkinlik gerçekleştiren kurumlar, etkinliklerin gerçekleştirileceği tarihlerin ve mekânların ayrıntılı olarak belirtildiği programları broşürler halinde yayınlarlar. Bu broşürleri edinmek için ilgili kurumların irtibat bürolarına gidebilir ya da internet sitelerini ziyaret edebilirsiniz. Yine internet üzerinden ilgili toplulukların kurmuş olduğu internet sitelerini takip edebilirsiniz. Bunlara ek olarak sanatçıların kişisel web sitelerinde bulunan etkinlik takvimleri de gözden geçirilebilir. Son olarak facebook ve twitter gibi sosyal ağ bağlantıları kullanılarak etkinlik haberlerine erişebilirsiniz. Örneğin; Facebook’ta etkin olarak çalışan, ilgi alanınıza giren müzik türlerindeki gruplara ve sanatçıların kişisel sayfalarına katılabilirsiniz.

Konser Öncesi Ne Gibi Hazırlıklar Yapılmalıdır?Daha önce hiç klasik gitar konserine gitmemiş birini ele alırsak, konser öncesi yapılacak birkaç şey vardır. Eğer konser programı mevcutsa, programdaki eserlerin önceden dinlenmesi çok faydalı olacaktır. Operaya gidilecekse eserin librettosunu ve konusunu okumakta yarar vardır. Böylece nasıl bir konsere gidileceği ve ne tür eserlerle karşılaşılacağı konusunda fikir sahibi olunacaktır. Konser öncesinde etkinliğin

Yeni Başlayanlar İçinKlasik Müzik Dinleme Rehberi

yapılacağı yeri önceden tespit etmek ve konser başlamadan 15-20 dakika öncesinde orada olacak şekilde hareket etmek büyük kolaylık sağlayacaktır. Böylece eşyalarımızı vestiyere bırakacak ve çeşitli ihtiyaçlarımızı karşılayacak kadar vaktimiz olacaktır.

Giyim KuşamKonser öncesi hazırlıklardan birisi de giyim-kuşamdır. Viyolonsel sanatçısı Ozan Tunca’ya göre bu konuda herhangi bir kural olmamasına karşın, topluluğa uygun şekilde giyinmek yerinde olacaktır. Örneğin; sanatçıların smokin, frak giydiği bir senfonik konsere şort, parmak arası terlik ve güneş gözlüğüyle gitmek pek hoş karşılanmayacaktır. Bunun haricinde şık kıyafetler giyilebileceği gibi günlük kıyafetlerle de konsere gitmek mümkündür (Tunca, 2009:55).

Not: Son zamanlarda özellikle yaz aylarında, sahil kasabaları ve yazlık mekânlarda konserler ve festivaller düzenlenmektedir. Özellikle bu gibi yaz festivallerinde sanatçılar da dahil herkesin daha serbest giyindiği görülmektedir. Bu istisnai durumda şort, terlik ve güneş gözlüğü ile dinletilere gitmek de mümkündür.

Konser Esnasında Yapılması Gerekenler Nelerdir?Konserin gerçekleştirileceği mekâna girmeden önce cep telefonlarımızı kapalı konuma getirmek ilk işimiz olmalıdır. Titreşimde bırakılan telefonlar bile bazen akustiği iyi olan salonlarda icracıların ve dinleyicilerin dikkatini dağıtıp, onları rahatsız edebilir. Bilet numaramıza göre (biletsiz bir konsere gidilmişse uygun bir yere) oturduktan sonra konserin başlamasını bekleriz. Bu süreçte ışıklar salonu aydınlatır vaziyettedir. Eğer palto, mont, hırka gibi eşyalarımızı vestiyere teslim etmediysek ya da bulunduğumuz yerde böyle bir uygulama yoksa, salonun sıcaklığına göre üzerimizdekileri çıkartıp kucağımıza alabiliriz. Konser başlamadan önce bırakılan birkaç dakikalık bu süre, üzerimizdekilerden kurtulmak için idealdir. Bu işi konser esnasında yapmak hem ses çıkmasına neden olacağından hem de arkamızdaki dinleyicilerin sahneyi görmesine engel olacağından zamanlama konusunda titiz davranmamız yerinde olacaktır. Bir süre sonra konser salonunu aydınlatan ışıklar yavaşça kararır. Böylelikle dinleyiciler sahneyi daha iyi görebilirken, sanatçılar da işlerine rahatça odaklanabilirler.

AKOB 41

Page 42: İBRAHİM YAZICI

Sanatçılar sahneye çıkarak dinleyicileri selamlarlar. Dinleyiciler de alkışlarıyla sanatçılara karşılık verirler ve konser başlar. İcracılar isteğe bağlı olarak eserler ya da besteciler hakkında bilgi verebilirler. Elimizde program mevcutsa, konseri programdan takip ederiz. Eğer program basılmamışsa sanatçılar programı kendileri sunarlar.

Orkestra konserlerinde, tüm orkestra elemanları yerlerine yerleştikten sonra başkemancı diğer enstrümanlar için ses verir. Diğer enstrüman sanatçıları bu ses üzerine çalgılarını bir kez daha kontrol edip akortlarını yaparlar. Başkemancı yerine oturur ve orkestra şefi beklenir. Orkestra Şefi sahneye gelince dinleyiciler kendisini alkışlarlar. Şef de seyircileri selamlayarak yerini alır ve bir solist varsa onun sahneye gelmesini bekler. Solist sahneye gelince dinleyiciler aynı şekilde kendisini alkışlarlar. Solist de dinleyicileri selamlar ve orkestra şefine konsantre olan sanatçılar onun işareti ile ilk parçalarına başlarlar.

Burada özellikle Klasik Gitar konserlerinde gördüğümüz bir özelliğe dikkat çekmek isteriz: Klasik gitar konserlerine gittiğimizde bazı şeyler dikkatimizi çeker ve kafamızda soru işaretleri oluşmasına neden olur. Örneğin; gitarların neredeyse her eser arasında akort edilmesi bunlardan birisidir. Bunun birkaç nedeni vardır; gitaristler, ses şiddeti (volume) düşük olan gitarın daha güçlü ses çıkartabilmesi için yeni tellerle konsere çıkmayı tercih ederler. Yeni takılmış bu tellerin ise yerlerine oturana kadar sürekli akort edilmesi gerekir. Konser öncesinde bol bol akort yapılmış olsa da konser esnasında da sıklıkla akort yapılması gerekebilir. Diğer bir neden ise; klasik gitarın hava

sıcaklığından ve iklim şartlarının değişikliğinden çok çabuk etkilenen bir enstrüman olmasıdır. Başka bir ülkeden ya da ilden gelmiş gitaristlerin gitarları, yeni iklime uyum sağlamakta güçlük çekebilir. Ya da soğuk ortamdan sıcak bir salona girilmesi de gitarların akortlarının bozulmasına neden olabilir. Bu gibi durumlarda da sıklıkla akort yapılması gerekir. Son olarak gitar müziğinde çokça rastlanan bir durum da şudur: Gitar müziğinde bazı eserleri seslendirirken tellerin farklı seslere akort edilmesi gerekebilir. Bu durum da akortlama işleminin sürekli yinelenmesine neden olmaktadır.

Akort konusu haricinde, icra esnasında parmakların tellere sürtme sesi de dinleyicilerin dikkatini çekebilir. Genellikle sol el parmak uçlarının, pozisyon geçişi esnasında çıkarttığı sürtünme sesi, tecrübesiz dinleyiciler tarafından hata olarak değerlendirilebilir. Aynı şekilde sağ el tırnaklarının tel üzerinde çıkarttığı sesler de bu şekilde düşünülebilir. Ancak tüm bunlar gitarın doğasında mevcut olan ve gitara özgü seslerdir. Bir takım teknolojik çalışmalarla bu sesleri yok etmek mümkün olsa bile gitarın kendine has yapısını korumak adına bu doğal seslerin varlığını sürdürmesi tüm camia tarafından desteklenmektedir.

Konsere Geç KalırsakKonser öncesi yapılması gereken hazırlıklar kısmında bahsedilen şekilde hazırlanmamıza rağmen, elde olmayan nedenlerden ötürü konsere geç kalmamız söz konusu olabilir. Bu gibi durumlarda yapılabilecek birkaç şey vardır. Öncelikle varsa salon kapısındaki görevliden yardım isteme yolunu tercih etmeliyiz. Görevli sizi uygun bir zamanlama ile içeriye alabilir. Ancak bazı salonlarda kurallar gereği, konser başladıktan sonra dinleyicilerin içeriye alınmaması söz konusu olabilir. Bu gibi durumlarda maalesef görevlilere zorluk çıkartmadan eve dönmekten başka çare yoktur. Buraya kadar anlatılanlar salon kapılarında görevli bulunması halinde yapmamız gerekenlerdi. Eğer salon kapısında görevli göremezsek, konser salonundan gelen sesleri dinlemek gerekir. Alkış sesleri duyduğumuz anda içeriye girip, çabucak ilk gördüğümüz boş koltuğa oturmak yerinde bir davranış olacaktır. Böylece sanatçıların icralarına gölge düşürmemiş ve konserin kalan kısmını kaçırmamış oluruz.

AlkışDaha önce böyle bir konsere gitmemişsek yaşayacağımız ilk tereddüt ne zaman alkışlayacağımız konusunda olacaktır. Klasik müzik konserlerinde genel kural; “çok bölümlü eserlerde eserler arası alkış yapılmaz” şeklindedir. Eserin bütünlüğü düşünülerek yapılan bu uygulamaya göre tüm bölümler seslendirildikten sonra alkışlanabilir. Bunun haricindeki tek bölümlü eserlerde her eser bitiminde alkışlanabilir. Sanatsal yönü ağır basan eserlerde eserin bitip bitmediği konusunda da tereddütler yaşayabiliriz. Çünkü bazı eserlerde bitiş hissi oluşup eser devam edebilir. Hatta böyle zamanlarda heyecana kapılıp alkışlayan tek tük dinleyicilere rastlarız. Böyle bir durumda kalmamak için alkış konusunda aceleci davranmamak gerekir. Genellikle sanatçılar icralarını tamamladıktan sonra, bir tebessümle dinleyicilere alkışlama zamanını belli ederler. Buna rağmen halen tereddüt yaşıyorsak kalabalığın alkışlamasını bekleyip, onlarla birlikte alkışlayabiliriz. Tunca’ya göre (2009:60) alkışlar devam ederken beğendiğimiz performanslar için güçlü bir sesle “Bravo!”demek sanatçılar tarafından hoş karşılanır.

42 AKOB

Page 43: İBRAHİM YAZICI

YENİ KLASİK MÜZİK DİNLEYİCİLERİ İÇİNBAŞLICA TERİMLER

Armoni Orkestrası: Yalnız üflemeli çalgılardan oluşan orkestra (Madanoğlu, Derin, 2012: 104).

Arya: Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça (Madanoğlu, Derin, 2012:104).

Big Band: Üflemeli çalgıların ağırlıkta olduğu, on müzisyenden daha fazlasını barındıran ve genelde caz müziği çalan grup (Madanoğlu, Derin, 2012:104).

Filarmoni: Orkestraların müzikal programlarını düzenleyen ve yönlendiren dernekler için kullanılan terim.

Konçerto: Bir çalgının teknik özelliklerini ön plana çıkarmak amacıyla yazılmış, orkestra eşliğinde seslendirilen, genellikle üç bölümden oluşan müzik eseri (Madanoğlu, Derin, 2012: 105).

Oda Orkestrası: Yaylı çalgıların yanı sıra diğer çalgı türlerinin de bir kısmını içinde bulundurur. Çalgı sayısı senfonik orkestraya göre oldukça azdır. Oda orkestraları çalgı sayılarına göre duo, trio, quartet gibi isimler alırlar (Özel, Uçurum, Acar, Nayiş, 2012:12).

Opera: Sözlerinin bütünü veya çoğu şarkılı olarak söylenen müzikli tiyatro eseri ve bu tür eserlerin oynandığı yapı (Madanoğlu, Derin, 2012:105).

Senfoni: Orkestra için yazılmış genellikle dört bölümden oluşan uzun bir şiir niteliğindeki müzik eseri (Madanoğlu, Derin, 2012:106).

Senfoni Orkestrası: En kalabalık orkestra topluluğudur. Yaylı, vurmalı ve üflemeli çalgı gruplarından oluşur. Seslendirilecek eserin özelliğine göre arp ve piyano da kullanılabilir (Özel, Uçurum, Acar, Nayiş, 2012:12).

Sonat: Bir ya da iki çalgı için yazılmış üç veya dört bölümden oluşan çalgı müziği formu (Özel, Uçurum, Acar, Nayiş, 2012:99).

Suit: Aynı tonda yazılmış şarkı biçimindeki dans müziği (Madanoğlu, Derin, 2012: 106).

Uvertür: Müzikli sahne yapıtlarının, süit ve senfonilerin başındaki açılış, giriş müziği (Özel, Uçurum, Acar, Nayiş, 2012:99).

KAYNAKÇA

Madanoğlu, N. Derin, U.Y. (2012) Güzel Sanatlar ve Spor Liseleri Müziğe Giriş Ders Kitabı 9. Sınıf. Ankara: M.E.B Devlet Kitapları.

Özel, M. Uçurum, F. Acar, M. Nayiş, S. (2012) Güzel Sanatlar Ve Spor Liseleri Batı Müziği Çalgı Toplulukları 11. Ankara: M.E.B Devlet Kitapları.

Sözer, V. (2012). Müzik Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi

Tunca, O. (2009). Evde-Arabada-Her Yerde 60 Dakikada Müzik. İstanbul: Boyut Yayıncılık.

Kaçınılması Gereken DavranışlarBunun haricinde konser esnasında ayakla ya da elle tempo tutmak, ıslık çalmak, fısıldamak ve dikkat dağıtıcı hareketlerden kaçınmak gerekir. Hemen her dinleyici, gittiği konserlerden güzel fotoğraflar ve görüntüler almak ister. Bunda hiçbir sakınca yoktur, ancak bu işi yaparken dikkat edilmesi gereken birkaç kural vardır. Fotoğraf çekimlerinde flaşın, video çekimlerinde ise kamera ışığının kapalı olmasına dikkat etmek gerekir. Güçlü ışık sahnede performans sergileyen sanatçıların gözlerini kamaştırıp, dikkatlerini dağıtabilir. Eğer ortam ışığı yetersizse ve flaş kullanmamız gerekliyse, eser aralarında, akort yapılırken ya da sanatçı konuşurken flaş kullanılarak görüntü alınabilir.

Son zamanlarda konser sırasında cep telefonlarından sosyal medya hareketlerini takip eden kişilere rastlanmaktadır. Bu oldukça yakışıksız bir durumdur. Bu özensiz davranışlar sanatçıların ve salonda bu kişilerin arkasında oturan dinleyicilerin dikkatini dağıtmakta, zaman zaman uyarılar almalarına neden olmaktadır. Sanatçılara ve dinleyicilere saygı açısından bu tür davranışlardan kaçınılması gerekir. Bu yazılanlara riayet edildikten sonra sanatçı ve dinleyiciler için güzel bir konser atmosferi kendiliğinden oluşmuş olur.

Konser Sürerken ÇıkmakHoş karşılanmasa da, bahsi geçen tüm bu konulara ek olarak, eğer konserin bize uygun olmadığını düşünüyorsak ve sıkılmışsak ya da herhangi bir sağlık durumundan ötürü konser salonundan çıkmamız gerekirse programda yer alan “ara” kısmını beklememiz yerinde olacaktır. Ara verildiğinde ışıkların yanıyor olması rahatça hareket etmemize de olanak sağlar. Ancak tüm bunlara rağmen acilen çıkmamız gerekirse, alkış anını bekleyip, dikkatli ve çabuk bir şekilde salonun dışına çıkmamız gerekir.

BisKonserin son eseri de seslendirildikten sonra, sanatçılar alkışlarla sahneyi terk ederler. Bu esnada konserin beğenildiğini gösteren ve “bis” talebi olarak tabir edilen alkışlar duyabilirsiniz. Belirli bir tempoda devam eden alkışlar, sanatçıların tekrar sahne almalarıyla doruk noktaya ulaşır. Bu jest üzerine sanatçılar tarafından, programda yer alan ya da program dışında isteğe bağlı olarak, bir eser daha seslendirilir. Seyircinin beğenisine göre birkaç kez bis yapılması mümkündür.

Konser Sonrası Hakkında BilgilerKonser sonrasında sanatçılar, genellikle sahnenin arkasında yer alan kulise geçerler. Dinleyiciler de bu arada yavaş yavaş salonu terk ederler. Eğer sanatçılarla görüşmek isterseniz en uygun zaman konser sonrası olacaktır. Genelde sanatçılar konser sonrası tebrikleri kabul etmek üzere kuliste ya da uygun bir alanda beklerler. Kulisin yolunu bulmak için görevlilerden yardım isteyebilir ya da tebrik için harekete geçen kalabalığa dahil olabilirsiniz. Daha sonra ortamda bulunan diğer dinleyiciler gibi sanatçıları tebrik edip, onlarla tanışabilir ve sohbet edebilirsiniz. Tebrik sırasında daha önceden hazırlanmış bir buket çiçek takdimi de ince bir davranış olarak sanatçılar üzerinde etki bırakacaktır. Sanatçılarla fotoğraf çektirmek isterseniz, kulisteki tebrik anı en uygun zamanlardan biri olacaktır.

AKOB 43

Page 44: İBRAHİM YAZICI

“Volga hep sis” diyordu bir ses.

“Güneş penceremden silinmiş bir yüz. Seninle uzağa aktığımı duyuyorum. Bana benziyordun. Toprağından sürülmüş nehir gibi, bir şeyden kaçıyordun.”

Bir ses geliyordu uzaktan. Yakıcı bir kadın sesi. Yalnızlığın acısını, boş yatağını ve boşalan ülkesini kulağıma üflüyordu.

“Volga sis”. Aralık kapıdan ayak sesleri.

Güzün gelip gittiğini, yazın bittiğini hissediyorum.

“Güzel Volgam, lütfen söyler misin bana, şimdi yaz mı senin oralarda?

Güzde misin yoksa? Üstünde duracağın toprağın, yaşayacak bir mevsimin var mı?”

Durdum, gelen sesi dinliyorum. Boğaz öbek öbek boz. Ağaçlardan kızıl acı biber sarkmış.

Küçük Bebek yolunda, kıyıda ellerim cebimde yürüyorum. İki kişiyim. Biri gençliğin boşluğunu duyan, öbürü kendini arayan.

Yirmi bir yaşımın bir günü, o gün ağzımda şeker. Özdemir’le İstanbul’a tatile gitmiştim. Boğaz’da bir yazın bitimi. Yaşımdan olsa gerek; kadının kadın sesine dalmış, kadını burnumun dibinde arıyorum.

Kadın çaresizlik içindeydi sanki. “Yardım et” diyordu uzaktan. Yalnızlık aklını başından savurmuş. Baş edemediği bir güz kokusundan huzursuz; yağmurda sığınak arıyordu.

STRADİVARYUSİlyas Halil [email protected]

“Acele et Özdemir” dedim; “beni çağıran kadını görmek istiyorum.”

“Yahu Çingene kadını bırak” dedi; “zaten iki günlüğüne buradayız.”

Aklım kadında. “Gel” diyordu bana uzaktan nefes nefese. “Gel de acımı anlatayım.”

“Volga hep sis. Güneş silinmiş bir yüz.” Sanki Volga’nın bir karanlıktan bir karanlığa aktığını anlatıyordu.

“Özdemir” dedim; ”ses karşıdaki balık lokantasından geliyor. Acıkmadın mı?”

Deniz kulağımda, lokantaya yürüdük. Ne kadar güçmüş yirmi bir yaşında olmak…

Kapıda iki yabancı müzisyen. Ellerinde çalgı. Yaşlı erkek Volga üzgün. Kara Volga durgun.

Uzaklarda akordeon çalıyor.

Kadın ve Volga aceleydi. Hızlı akıyor, kemanından ses alıp kemanına ses veriyordu.

Önlerinde durdum. Kadının yüzüne bakıyorum. Yirmi bir yaşımı yüzünde arıyorum.

Yaşımın alevini sesinde…

Kırk yaşında olmalıydı. Nar bir baş. İnce belli. Karşısında yoldan gelmiş yolcu gibi durdum.

“Yanında yorgunluğumu alabilir miyim” demek istiyordum.

Öykü

44 AKOB

Page 45: İBRAHİM YAZICI

Ekmek kokusunu almış delikanlı. ‘Vakit öğleye yakın mı?’ diye sormak istiyordum kadının kızıl saçlarını görünce.

“Merhaba” dedim.

“Merhaba çocuk” dedi.

‘Çocuk değilsin artık’ demek istedi sanki.

Yıllardır tanıyormuş gibi. Daha önce ekmek bölüşmüş, rakı içmişiz gibi.

“Ne çalıyorsun?” dedim.

“Bruch’un bir numaralı konçertosunu” dedi.

“Lokantanın kapısında mı?”

“Ne yapayım” dedi.

“Bütün eğitimimi böyle yerlerde yaptım. Açtık, parasızdık. Babam keman çalmasını öğretiyordu. Gittiğimiz yerde çalgı çalmamız gerekti. Yoksa aç kalırdık. Yoksul olmak güç değil o kadar; yeter ki yoksul olacak vakti bulasın. Müziği yaşamalıydım. Açlığın, yoksulluğun üzücü olduğunu düşünecek zamanım yoktu.”

Yüzüne şaşkın bakınca devam etti konuşmasına:

“Babam Nikolay Oiloviç” dedi. “Moskova orkestrasında birinci kemandı. Dedesinin Stradivaryus kemanını solist olarak çalınca Çar bile ayağa kalkmıştı. Kaderinde mutlu olmak da, uzun süre fakir kalmak da vardı. Buraya geldiğimiz yıl babam keman sanatçısıyım deyince, çölde denizciyim demiş gibi gülmüştü insanlar.”

“Lokantada masa mı istiyorsunuz?” diye sordu yaşlı adam.

“Evet” dedim.

“Buyrun” dedi, “size içerde bir masa verirler.”

“Rus musunuz?” dedim. “Beyaz Rus’um” dedi kadın.

“Adım Nadya. 1917’de buraya göçmen geldik. O gün bugün Bruch’un, Brahms’ın konçertolarını hep otel önlerinde, lokanta kapılarında öğrendim. Bütün bu yıllar boyunca bana ne çaldığımı soracak genci aradım.”

Nadya alev sarı, alev ince, alev sıcak duruyordu karşımda.

Gözlerine bakınca, “çok güzel çalıyorsun” dedim.

“Bu toprağın ağacı değilsen” dedi, “meyveni acı sanırlar.”

Kemanı çenesine yerleştirdi, ilk sesi verdi.

“Do minor” dedi. “Sana son yazdığım parçayı çalıyorum.”

“Nedir?” dedim.

“Keman için yazılmış bir konçerto” dedi.

“Bir Rus kadının yatağından çıplak atıldığında duyduğu acıyı anlatıyor.”

“Adı var mı konçertonun?” dedim.

“Nadezhda” dedi. “Eski bir Slav halk türküsünden esinlendim. Konu umut: Yurdundan, yuvasından atılan kadın artık kendini doğaya teslim etmiştir. Konçertonun ilk notaları yağmur damlaları gibi başlar. Ardından sökün eden dertlerle tanışırız. Çok geçmeden yağmurun birikmesine tanık oluruz. Önce bir ark, peşinden bir ırmak olur. Sonunda oluşan, dertlerin ağır ağır akıp gittiği Volga’dır artık. Denize ulaşıncaya kadar hep yeni bir ülke arar.”

“Dinle” dedi, “kemanda yağmur seslerini. Yağmur umut, yağmur hayattır. İstanbul’da kendimi anlatıyorum.”

Nadya’ya seslenir gibi içimden geçirdim: “Boş gökte güneş olabilirsen, bir; nehri kazıp su olabilirsen, iki… İşte o zaman kendine uygun bir ülke bulabilirsin. Kemanında kuşlarla kulağına taşınan huzur, sessizlikte yağmurun getirdiği dinginlik, baharda yeşil tomurcuk, Ocak’ta ak kar, Mart ayında dallarda yeşil olacaksın.”

Nadya söylediklerimi elbette duymadı; ama ben onun anlattığını, hatta ne anlatmak istediğini kemanda hissediyordum.

“Nadya” dedim, “kendini biraz daha anlatır mısın?”

Özdemir kolumdan çekti. “Çok uzattın ama” dedi. “Gidelim artık.”

Nadya anlatmaya devam etti.

“Kemanım elimde iken yaşadığımı daha yakından duyumsardım. Canım sıkıldığında içimde bir kadın olduğumu söylerdi bana. Nedense hep anımsamak istemediğim zamana rastlardı bu uyarı. ‘Nadya uyan, uyan güzelim’ derdim. Kendine, yaratıcılığına uyan! Sen iri göğüslü bir kadın değil, kemanda ses yaratan bir kadınsın. Gün doğarken dallarda bütün kulakların duyunca sevindiği bir kuşsun.”

Konçertoya kemanında devam etti.

“Kemanın Stradivaryus mu?” dedim. Nadya’nın yüzü sarardı. Donup kaldı.

Babası Nikolay Oileviç araya girdi.

“Değil evlat” dedi.

“Kemanı devlet baba 1943’te elimden aldı. Uzun yıllar kemanın Stradivaryus olduğunu saklamıştım. Bir hafta parasız kalmıştık. Nadya daha onyedi yaşında. Borç para bulmam gerekiyordu. Rehinciye kemanı bırakarak 25 lira aldım. Rehinci kemanın Stradivaryus olduğunu bildi. Devlet babanın kulağı deliktir. 1942 yılının sonlarında çıkarılan Varlık Vergisi sırasında Stradivaryus kemanım olduğunu unutmadılar ve okkalı bir varlık vergisi çıkardılar.”

“Canları sağ olsun. İhtiyacım olduğu zaman bana kapılarını açarak hayatımı kurtarmışlardı. Şimdi nasıl şikâyet edebilirdim? Bana yürüyecek yol, ıslanacak yağmur, üşüyecek kar vermişlerdi. Rusya’da kalsaydım belki yağmurda ıslanmadan boğulurdum.”

“1943’te Stradivaryus’u, ondan sonra da gözlerimi yitirdim. Nadya’nın yazdığı üç konçertoyu dedemin Stradivaryus kemanında çalmasını çok isterdim. Hiç olmazsa Nadya’yı kulaklarımla görürdüm. Olmadı işte. Ne yapalım. Her zaman her istediğimiz olacak değil ya…”

Quebec, 22 Ekim 2006

AKOB 45

Page 46: İBRAHİM YAZICI

1930’da Adana'da doğdu. Çocukluğu ve gençliği Mersin’de geçti. Ortaokulu Talas’ta bitirdikten sonra geldiği Tarsus Amerikan Koleji’nden (TAC) 1948 yılında mezun oldu. İlk edebiyat çalışmalarına şiirle başladı, kısa zamanda ünlendi. Dergilerde şiirleri, ardından şiir kitapları yayımlandı: Hal ve Hayal (1951), Öpücük (1952), Emerson’dan Şiirler (çeviri, 1953), Mürdüm Dalı (1954) ve Yalandır Herhalde (1959).

İlyas Halil’in ismi 1950’li yılların Mersin’inde “Akkahve Sanatçıları” arasında bulunan Celal Çumralı, ressam Nuri Abaç, Osman Özeren ile birlikte anılır.

İlyas Halil 1964’te ailesiyle Kanada’ya göç etti. Bir süre Arap Emirlikleri’nde yaşadı. Uzun yıllar sessiz kaldı. 1983'ten itibaren İlyas Halil’in öykü kitapları ülkemizde yayımlanmaya başladı. Taptaze, capcanlı öyküleri bugüne dek on üç kitapta toplandı: Doyumsuz Göz (1983), Çıplak Yula (1985), İt Avı (1987), Boyansın Ramazan (1989), İskambil Evler (1991), Kiralık Mabet (1993), Sarhoş Çimenler (1995), Gâvur Memur Aranıyor (1999), Körler Bahçesi (2004), Agap Çiçeği (2006), Gâvur Aşevi (2007), Chagall Yıllarım (2008) ve son yapıtı, Plaza Dona Elvira (2009).

Mersinli ünlü ressam Nuri Abaç (1926–2008), gençlik arkadaşının kitaplarına büyük bir keyifle kapak resimleri yaptı. İlyas Halil’in bütün kitaplarında değerli ressamımızın imzası vardır.

90’lı yılların sonunda başlayarak İlyas Halil, okurlarının karşısına dört şiir kitabıyla çıktı. Bu şiirlerin özelliği Japon Haiku tarzında düzenlenmiş olmaları ve Türkçe/İngilizce yazılmış olmalarıdır. İlyas Halil’in şiirleri, doğa tutkunu bir sanatçının duygu ve düşünce bahçesinin rengârenk çiçekleridir. Altmış Beş Yıl Beklemek Gerek (1998), Dört Damla

İLYAS HALİLBahar Yağmuru (2000), Tuz Çizgisi (2001), Pazar Sabahı Güvercinler (2005). Bu kitaplar ve Agap Çiçeği (2008) İngilizce, Altmış Beş Yıl Beklemek Gerek şiir kitabı ise Türkçe/Fransızca olarak basıldı (2008).

Sanatçımızın henüz yirmili yaşlarında yazdığı ilk üç şiir kitabından seçme şiirleri Mürdüm Dalı’nda toplandı

(2007). İlk örneklerde Orhan Veli şiirinin etkisi hissedilse de sonraları kendi edebiyatçı kimliğinin ipuçlarını veren şiirlerdir bunlar. Bu usta şair ve yazarımızın gençlik döneminde yazdığı şiirler

bugün de bazı tatları korumaktadır. Bir dostunun ifade ettiği üzere, yaklaşık yarım yüzyıldır ülkesinden uzakta yaşayan İlyas Halil, büyük olasılıkla rüyalarını hala Türkçe görüyor.

İlyas Halil’in şiir ve öykü kitapları, çevrildiği yabancı dillerde ilgiyle karşılanıyor. “Altmış Beş Yıl Beklemek Gerek” adlı şiir kitabı, Yunanistan’ın Arap Emirlikleri Büyükelçisi, Dimitris İliopoulos tarafından Grekçe'ye kazandırıldı (European Art Center, Atina 2000). “Dört Damla Bahar Yağmuru” ile “Tuz Çizgisi” şiir kitapları da, 2005 yılında, yine Dimitris İliopoulos tarafından Grekçe’ye çevrildi ve Atina'daki Avrupa Sanat Merkezi'nce yayınlandı.

Bu arada “Altmış Beş Yıl Beklemek Gerek” ile “Dört Damla Bahar Yağmuru” (Toplum Yayınları, Ankara 1998, 2000) kitapları bir cilt olarak, Montréal’de, Veniard Press tarafından İngilizce olarak yayınlandı.

“Altmış Beş Yıl Beklemek Gerek” kitabının Arapça ve Fransızca çevirileri 2002 yılında yayımlandı. Ayrıca bu kitaptan 17 şiir, Suudi Arabistanlı şair Abdel Mecit tarafından Arapça'ya çevrildi.

Michel Naggar'ın Arapça'ya “Mühendis Aranıyor” adıyla çevirdiği seçme öyküler Grey Press tarafından yayımlandı.

“Mühendis Aranıyor” adlı öykü English Saloon dergisinde de Çince yayımlandı. İlyas Halil’in bir şiiri Ukrayna dilinde şarkı sözü oldu. Prof. Joseph S. Jacobson’un çevirdiği ve Amerika’da Southmoore Studios tarafından yayınlanan öykü kitapları ise şunlar: Unregulated Chicken Butts and Other Stories (Utah University Press), Temple for Rent, Wanted Infidel Employees, Shoeshine Ramadan, The Drunken Grass, House of Cards, Dog Hunt, Naked Yula.

46 AKOB

Page 47: İBRAHİM YAZICI
Page 48: İBRAHİM YAZICI