Upload
dinhbao
View
272
Download
3
Embed Size (px)
Citation preview
1
ĠKTĠSADIN GĠZEMĠ, ĠKTĠSADIN GELECEĞĠ
Metin Sarfati
Doç. Dr.
Marmara Üniversitesi – Fransızca Kamu Yönetimi
Özet
Ekonomi politiğin doğuşu ve gelişimi, siyasetin ve dinselin ötesinde bir özgürleşme arayışı
olarak da yorumlanabilir. Bununla birlikte, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızlanan bir
süreç içinde iktisat, siyaseti dışlayarak ( veya kendine tabi kılarak ) sahnenin tek egemeni
olmaya aday olmuştur.
Bu aşamada siyasi yönetimler, piyasaların, daha somut olarak finans piyasalarının
buyruğuna girmişlerdir. “Yönetim”, iktisadın mantığı uyarınca “insansızlaştırılma” sürecine
girmiş, şeylerin ve işaretlerin büyülü dünyası insanı dışlamıştır.
İktisat, sofistike formülasyonları, gizleri ve simgeleri ile yeni bir kutsaldır artık. Bir anlamda
Feuerbach‟ın dediği gibi: ”İnsan kendi yarattığına yabancılaşarak onu kutsallaştırmıştır”.
Heidegger‟in tabiri ile “hiper individüler” de Camus‟nün “Yabancı”sını hatırlatırcasına
birbirlerine yabancılaşmışlar, hatta tek iletişim biçimi olarak rekabetin kurumsallaştığı
iktisadın düzeninde birbirlerine düşmanlaşmışlardır.
Öte yandan iktisadi düzeyi aşan bunalım ağırlaşmaktadır. Doğanın tahribinin - krizinin,
“rasyonalist-prodüktivist” bir kültürden bağımsız olduğu düşünülemez. Yabancılaşmış ve bir
diğerine şiddet uygulayan bireyler aynı şiddeti doğaya da uygulayacaklardır.
Bu aşamada iktisadın perspektifleri artık sorgulanmalı, “iktisat bilimi sosyal gerçekliği
algılamakta yeterli midir?” sorusu derinliğine irdelenmelidir.
İktisat Marcel Mauss‟un deyişiyle kendine söylenmiş bir kolektif yalan haline mi
dönüşmüştür?
2
Tebliğde, iktisat ve söylemi bu perspektifte, iktisat felsefesi projeksiyonu ile ele alınıp,
bunalımın yaygınlaşıp derinleşmesi ile ilişkisi araştırılacaktır.
Nihayet, “iktisadın geleceği var mı?” sorusuna yanıt aranacaktır.
Anahtar Kelimeler: İyi, kötü, çıkar, sempati, kutsal
Jel Kodu: B-29
Mystery of Economics, Future of Economics
Abstract
Economy can be interpreted as the birth and development of politics, a pursuit of freedom
beyond diplomacy and religion. In addition, since the second half of 20th
century within a
rapid process, economy has been a candidate for being single hegemon of the stage by
excluding diplomacy (or subordinating it).
In this process, political administrations were put under the command of markets; more
concretely financial markets. According to the logic of economics, “administration” has
entered in the process of “dehumanization”, magical world of things and signs have cast
people out.
After all, economics is a novel divinity with its sophisticated formulations, mysteries and
symbols. In other words as Feuerbach stated: “Men have sanctified the things they have
created by way of alienating from them”. “Hyper individuals” according to the description of
Heidegger have been alienated from each other in a way as reminding Camus‟ “The
Stranger”, they have even been enemies towards each other in the order of economics which
was institutionalized by the only way of communication; which is competition.
On the other hand, the depression which exceeds economic level is becoming more serious.
Damage – crisis of the nature cannot be regarded independent from a “rationalist-productive”
culture. Individuals who are alienated and commit violence towards each other would commit
the same deed on the nature as well.
3
At this stage, perspective of economy should be questioned, the question of “whether
economics is sufficient in comprehending social reality” should be examined thoroughly.
As the expression of Marcel Mauss; has economics become a collective lie which was told to
economics itself?
In this paper, economic and discourse will be discussed with the projection of philosophy of
economics in this perspective; its relation with depression which becomes widespread and
deepened will be analyzed.
Finally, the question of “whether economic has future” will be answered.
Key Words: Good, bad, interest, syhmpathy, sacred
JEL Kodu: B-29
GĠRĠġ
En büyük yalnızlıklar, en büyük kentlerde hissedilenlerdir.
Racine
İktisatçıların aslında çok da açığa vurmadıkları, muhtemelen bütün dünyalarını üzerine inşa
ettikleri, iki temel postülaları vardır. Öncelikle, gelecek iktisatçı için endişe içermemektedir.
Gelecek belirgin, net ve açıktır, anahtarları insan rasyosunun elindedir. Hemen ardından
iktisatçının algısında dünya yuvarlak değil düzdür. Kartezyen algının perspektifindeki
iktisatçı, bu postülalara dayanarak bugünün ve geleceğin dünyasının yapıcısı olmaktan da öte,
büyücüsü ve hatta sihirbazı olmaya soyunmuştur. Bitmez bir ütopyanın pazarlayıcısıdır.
Yeryüzü cennetine giriş vizesi onun elindedir. Yol üzerinde ortaya çıkabilecek engeller veya
krizler kendi teorik kurgusuna ait değildir. Teknik deyişle, iktisat yazını –en azından bir kısmı
- istikrarsızlık gerçeğini yok sayacaktır. Finansal istikrarsızlık iktisatçının ütopyasında yapısal
değildir, gerçek değildir hatta. Piyasanın bir norm olarak alındığı iktisat kuramında bilim
soyut ve teorik bir düzlemde var olacaktır. Finansal krizler ve piyasa işleyişinden beslenen
doğal istikrarsızlıklar, iktisatçının sofistike, soyutun soyutu, göz kamaştırıcı süper
matematiksel modellerinde bir gerçek olarak algılanmayabilecektir.
4
Buradan bakınca şaşılacak bir şey olmayacaktır. 2011 yılında Nobel ödülü alan iki ünlü
ekonomistin -Christopher Sims ve Thomas Sargent- Avrupa ve Euro krizi için söyledikleri
“doğal” karşılanmalıdır‟ Şöyle diyeceklerdir: “Bu krizin iktisat teorisi açısından hiçbir
yeniliği yoktur” (Le Monde, 2011).
İktisat kuramı, bırakalım artık bir uygarlık krizinin tüm ipuçlarını veren genel bunalımdan
kendine pay çıkarmasını, pür iktisadi olduğunu önerdiği bir krizden bile hiç mi sorumlu
değildir? Nobelliler şöyle devam edeceklerdir küçümseyerek: “Euro bölgesinin krizini, daha
doğrusu kamu borcu krizini çözmek bizler için bir çocuk oyuncağıdır. En azından iktisadi
açıdan bu çok kolaydır. Tüm sorun, politik düzeyden kaynaklanıyor”.
İktisadi kriz, iktisadi kriz olmayı çoktan aşmış görünüyor. İktisadi kriz, iktisadın şiddetini,
iktisadın artık içselleştiremediği şiddetin zirvedeki görüntüsünü veriyor. Ekonominin şiddeti,
ekonominin “kendiliğindenliğiyle” yan yana konulduğunda ortaya Nobelli iktisatçının kriz
tahlilinin anlamsızlığı çıkıyor.
Sorun bu soruya verilecek cevapta somutlaşacak gibi görünüyor; kriz veya şiddet siyaset
düzeyinden mi kaynaklanıyor, ekonominin kendiliğindenliğinin sonucu olarak mı ortaya
çıkıyor? Nobelli iktisatçılara göre sorun politik düzeyden kaynaklandığına göre kriz ve şiddet
siyaset düzeyinden kaynaklanıyor olmalı. Bu durumda siyaset düzeyi şiddet ürettiğine göre
“kötünün” kaynağıdır. Çözüm bu durumda siyasanın veya somut insanın olmadığı bir yerde
aranacaktır. Besbelli ki bu yer soyut ve görkemli modellerin dünyasıdır. Genel olarak
söylersek iktisat teorisinin dünyasıdır. Çözüm yeri orasıdır. Bu durumda iktisatçının artık pek
ilgilenmediği kavramı kullanırsak, iktisat teorisi “a priori” iyinin dünyasıdır. Bu önermeden
yola çıkıldığında her şey açıktır. Kurtuluş yolu, iyinin yolu ve nihayet cennete varış yolu
belirgin olacaktır. İktisadın dünyası iyinin dünyası olacaktır, bolluğun dünyası olacaktır.
Bolluğun ve iyinin mekânı bilindiği gibi cennettir. İktisatçı cennete açılan kapının
anahtarlarını elinde tutacaktır.
Günümüz cennetinin anahtarlarını dağıtan rahibidir, büyücüsüdür iktisatçı. Yarattığı gizemin
sisli bulutlarının arasında aslında tepeden bakmaktadır insana aynen bir büyücü gibi. Büyücü,
kristal küresinden geleceği inşa edeceğini vaat etmektedir. Gelecek rasyolu bireyin rekabet
koşulları altında etkin olabileceği, demek ki zamandan tasarruf edebileceği ve böylece
ilerleme sağlayabileceği bir dünyanın üzerinde inşa edilecektir.
5
Nobelli iktisatçılardan da anlaşılabildiği gibi iktisadın vaat ettiği cennet için bir temel koşul
vardır. Dünya veya iktisadın dünyası reel insandan soyutlanacaktır, insansızlaştırılacaktır bu
anlamda. Diğer bir deyişle politik düzey dışlanacaktır.
Nobellilerde somutlaşan öneri, iktisadın gizeminin, şiddetinin bugünkü dünyayı kuşatmış
olduğunun bir göstergesidir. Ama ya diğer şık doğru olacaksa, kriz iktisadın bizzat
kendisinden, kendi düzeninden kaynaklanıyorsa… Önerilerinin tersine, şiddet iktisadın
dünyasından kaynaklanıyor gibi görünmektedir. Şiddet iktisattan kaynaklanarak dünyayı
kuşatmıştır. Kriz, uygarlığın krizi iktisadın kaçınılmaz bunalımının yapısallaşmış şiddetinin
doğal bir sonucu olarak görünmemekte midir?
Mağrur iktisatçının önerileri aslında ve tam tersine iktisadın şiddetinin siyasayı da dışlayarak
tüm dünyayı kuşattığının bir göstergesi değil mi? İktisadi kriz, iktisadın yapısallaşmış
bunalımının, yapısallaşmış şiddetinin aslında kaçınılmaz bir ürünü değil mi?
İktisat bizzat kendisi bu haliyle kötünün kaynağı mı olmuştur?
1. Smithyen Ekonomi Politik ve Etiğin Kaynağı
Modernitenin rasyo temelli ufuklarında ekonomi politik aynen romantik söylem gibi bir
parantez ve hatta bir kesin yol ayrımı olarak belirecektir. Kurucuları Hume için de, Smith için
de ekonomi politik bir bilim olacak ama bu kartezyen bir algının ötesinde, insan tahayyülünü
de içeren ve bilinmeyene de yer bırakacak bir söylem içerecektir (Sarfati, 2011: 106).
Belirsizlik “a priori”, bu bilimin özünü oluşturacaktır. Karar süreci determinizmle belirsizlik
arasında durmaksızın bir gidiş geliş de oluşturacaktır. Bilinebilir olan, bilinmezin ve
bilinemeyecek olanın hemen yanı başında belirecektir. Böylece determinizm ve
endeterminizm bir sarmal halinde, bu bilimin özünü oluşturacaktır (Sarfati, 2011)
Ekonomi politik modernitenin, kutsal olanın ötesinde oluşturmak istediği dünyasının
somutlaştığı mekân olacaktır. Gauchet‟in deyişiyle; bu dönemde kutsal olan
uzaklaştırılacaktır (Gauchet 2007, 60), siyasa tanrısızlaştırılacaktır. Fakat ekonomi politiğin
modernitenin içindeki yol ayrımı asıl bundan sonra başlayacaktır; tanrının tahtının tümüyle
insanın rasyosuna devredilmesinden kaçınılacaktır. Eş bir deyişle, ekonomi politiğin
kurucuları için rasyonun ufukta gözüken despotizminin önlenmesi de amaç olacaktır. Bu
6
durumda ekonomi politikteki arayış ister istemez etik bir kurgu içinde olacaktır. Tanrının
ötesinde yeni ve özgün bir etik oluşturma işlevi yüklenecektir. İnsan davranışı da bu süreç
içinde Humeyen bir kurgu içinde duygusalla rasyonalitenin kavşağında oluşacaktır (Deleule,
1979).
Öte yandan tanrının yeryüzünden uzaklaştırılırken, yer üzerinde yeni bir etik oluşturma
aşamasında yeni soru işaretleri çıkacaktır ortaya. Problem, dinselden devralınan temel bir
sorunu kapsayacaktır. Önce, kötünün kaynağı tanrının olmadığı bir dünyada nerede olacaktır?
Hemen ardından tanrının tahtına göz diken insanın çıkarı tarafından ele geçirilmesi nasıl
önlenecektir?
Etiğin kaynağının sadece tanrısal olduğu eski dünyada, düzenleyici buyrukların sadece tanrı
tarafından verilebildiği bu dünyada, kötünün kaynağının da tanrı mı olabileceği sorusu
metafizik düzeyde de, felsefi düzeyde de uzunca bir süre tartışıla gelmiştir. Dünya üzerinde
kötülük niye vardı ve bu kötülük nasıl önlenecekti sorusunu, tanrıya yeryüzünden el çektiren
modern dönem devralacaktı. Modern dönemin içinde büyük bir yol ayrımı olan ekonomi
politiğin felsefesi de kaçınılmaz olarak temelde bu soruya cevap arayacak ve var oluşunun
anlamını öncelikle burada belirginleştirecektir. Bu da zaten zorunlu ve kaçınılmazdır. Kötü,
niçin vardı ve kaynağı neresi idi sorularına cevabı ne olacaktır. Ekonomi politik yeni düzenin
asli unsuru olurken, aslında bu soruların yanıtlarıydı asıl bulması gereken.
Felsefedeki, metafizikteki ve dinseldeki kadim soru bütün ağırlığıyla gündemdedir. Kötülük
bir panzehir olarak tanrısal tehdit olmadan nasıl engellenecektir.
Smithyen ekonomi politik bu sorulara yanıtı Leibnizyen perspektif içinde verecektir: Leibniz
için tanrı “a priori” vardır (Leibniz, 1880: 165). Leibniz‟e göre tanrı, mümkün dünyaların en
iyisini yaratmıştır. Fakat orada bir nebze olsun kötülük bırakmıştır. Aksi takdirde, eğer
bırakmamış olsaydı gerçek dünya daha da kötü olacaktı. Bu düzen “a priori” olarak vardır,
önceden tasarlanmıştır ve mükemmel olan değil, tanrının yapabilecekleri arasında en iyi
olandır.
Leibniz‟de, kendilerini gerçekleştirme peşindeki “monad”lar arasındaki inter subjektivite veya
birliktelik “Théodicée” tarafından sağlanacaktır. Bu birliktelik “olabileceklerin arasında en
iyisi olan” (Leibniz, 1880: 168) kozmik düzen içinde, kaostan uzak bir ortamda
gerçekleşecektir. Bu “genel iyiliği sağlayacak olan tarafından düşünülmüştür” (Leibniz,
7
1969: 432). “Monad”ları, en büyük “monad” birbirine bağlayacaktır. “Tanrı aracılığı ile
monadlar birbirlerine bağımlı olacaklardır” (Leibniz, 1880: 169) diyecektir Leibniz.
Çünkü tanrı “a priori” vardır ve iyidir (Sarfati, 2010: 95).
Leibniz‟e göre “Tanrı genel olarak şeylerin mükemmeliyetini, özel olarak tüm zeki unsurların
mutluluğunu ve erdemini arar. Kendi iyiliğinin ötesinde ister bunu” (Leibniz, 1969:451).
İradenin mantığı, ancak iyi olarak algılanabilir Leibniz‟in dünyasında (Sarfati, 2010: 95). Bu
durumda, bireysel monad açısından bir kötülük olarak görünen bütün açısından, bütünün
iyiliği açısından gerekli bir fedakarlık olacaktır. Bu durumda kötü sadece bir görüntü olarak
kalacaktır.
Smithyen ekonomi politiğin temel çerçevesi bu etik perspektif içinde oluşacaktır. “A priori”
iyi olanın gücüne inançta Smith, Leibniz‟in takipçisidir. Fakat bir adım ötesine geçecektir
Smith ve iyi olanın gücüne olan inancı dinin içinde değil, ötesinde arayacaktır. İyinin
çerçevesi “tanrının öteleneceği” bir çerçevede, dinin ötesinde çizilecektir. Teolojik çerçevesi
Smithyen algıdaki teizmle deizmin gelgitinde inşa edilecektir. Bu içerikte, Lebnizyen iyi
kurgusunun takipçisi olacaktır Smith; iyi olanın Leibniz‟in deyişiyle mükemmeli ve erdemi
aramaması mümkün olmayacaktır. Kötülük olabilecektir ama buna belki gerektiği için göz
yumulacaktır (Sarfati, 2010: 96). Smith bu yaklaşımdan hareket edecektir “sisteminde”.
İyi olan Smith‟te “sistemin” bizzat kendisi olacaktır (Sarfati, 2010: 96).
Eş bir deyişle “çıkar” olacaktır ama bu tek başına sistemin temel dinamiğini
oluşturmayacaktır.
Smithyen etik açısından temel sorun genel anlamda aşılmış görünmektedir. Fakat “Ulusların
Zenginliğinde” “çıkarın temel aks olduğu iddia edilen iktisadi yaşamda”, bu sorun
çözümlenebilecek midir?
Ekonomi politik, bir anlamda Montesquieu‟yü hatırlatırcasına, asgari “kötünün” kabul
edilerek önlenebileceği, toplam iyinin buna rağmen egemen olabileceğinin tezi olacaktır.
2. Öz Çıkardan Öz Sevgiye veya Ekonomi Politik de ġiddetin ĠçselleĢtirilmesi
8
“Ekonomi şeytanın şeytanı kovmasıdır”.
Dupuy
Dupuy‟a göre ekonomi, modern ve tanrısız dönemde kutsalın başka araçlarla takibinden
ibarettir (Dupuy, 2012). Hegel bunun için şöyle diyecektir: “Ekonomi bu dünyanın temel
şeklidir”.
Ekonominin bu dünyanın temel şekli olduğu önerisine göre; modernite toplumsal
biçimlenmenin ekonomi merkezli olduğu bir süreç olacaktır. Bu sürecin asli unsuru da
temelde çıkar olacaktır. Ayrıca öneriye göre insan iradesi ekonominin biçimlenmesi sürecinde
etkin olacaktır.
Rousseau ünlü ve korkunç Lizbon depreminden sonra Voltaire‟e şöyle yazacaktır; ”Ey
insanoğlu! Kötünün kaynağını arama artık. Onun yapıcısı bizzat sensin. Kötü ancak senin
eserin olabilir, kendi üzüntülerinin kaynağı sensin” (Dupuy, 2005: 47).Voltaire‟in “ben hiçbir
şey bilmeyen zavallı bir doktorum” yanıtı şimdilik bir yana modernitenin “constructiviste”
(yapılandırmacı) Rousseau‟su için kötü ilkel hali içindeki insanın ürünü olmayacaktır. İlkel
tutkular, kendi çıkarını gözetmez, çünkü Rousseau„ya göre sevecen, hoş ve iyidirler. Bu
tutkular onları taşıyanlarla ilgilidir sadece. Rousseau buna öz sevgi “amour de soi” (kendine
sevgi diyecektir). Fakat diye ekleyecektir Rousseau, bu tutkular başka biri ile karşılaşma
aşamasında engellendiğinde artık onların tek amacı bunları aşmak olacaktır. Olanca
enerjilerini bunları aşmaya harcayacakları için artık kin ve nefret yüklü olmaya
başlayacaklardır. O zaman Rousseau için olumlu “amour de soi”, kin ve nefret yüklü “amour
propre “ (salt kendine dönük sevgiye) dönüşecektir. Artık diye yazacaktır Rousseau; ”Biz
ancak başka birinin kötü duruma düşmesi ile tatmin olup mutlu olabilecek duruma gelmiş
olacağız”.
Kötünün kaynağı burada besbelli ki ekonomin modernitedeki toplumsal biçimidir. Rekabet
(öyleyse hırs, nefret ve alt etme duygusu) ve çıkar üzerinde yükselecek bu toplumsal
yapılanma biçimi kötünün üreticisidir ve yıkıcıdır. Yıkıcılığı içinde taşır ve üretir.
Toplumsallaşma süreci böylece şiddet üretecektir. Ekonomi de bu sürecin etkin bir unsuru
olduğuna göre şiddetin kaynağı olabilecektir.
9
Smithyen ekonomi politik ve etik Rousseauyen bakışın tersi bir perspektiften
değerlendirecektir toplumsallaşma sürecini. Ekonomiyi de, tanrının ötelendiği bir dünyada
şiddetin şiddet yoluyla içselleştirilip, etkisizleştirilmesi çabası olarak algılayacaktır. Ekonomi
şiddeti ve kötüyü üretebilecektir ama onun aynı zamanda bunları (bastırarak değil)
içselleştirip dizginleyebileceğini, bir anlamda karşıt gücünü de üretip dengeleyebileceğini ileri
sürecektir (Dupuy, 2012: 53). Eski dönemin kutsalını ve kurbanını ikame edecektir böylece
ekonomi. Kutsallaştırılmış kötü asıl kötüyü dengeleyecektir. Kurban, kötünün egemenliğine
karşı gerekli bir kötülüktür (Dupuy, 2012: 53).
Ünlü Smith problemi bir anlamda bu problemin tartışılması olacaktır. Kötünün, ekonominin
üzerinde yükselemeye başlayacağı, modernin dünyasında içselleştirilip içselleştirilemeyeceği
ve bu yolla engellenebileceği 1739‟da yazılmış “Ahlaki Duygular” ile daha sonra yazılmış
“Ulusların Zenginliği”nin analizinin eklemleştirilebilip eklemleştirilememesinde
düğümlenecektir. “Ahlaki Duygular”ın bireyinin sempati temelli eylemi ile “Ulusların
Zenginliği”nin çıkar temelli olduğu izlenimini veren insan eylemi arasında bir çelişme var
mıdır? “Ulusların Zenginliği”, kötünün ve şiddetin ufukta görünen modern dünya üzerindeki
zaferi midir?
Eğer Smith‟in “Moral Felsefesi” ile “Ulusların Zenginliği” arasında geçişlilik varsa şiddet
içselleştirilip dizginlenebilecektir.
Rousseau da “Çıkar takibi başka birinin elenme isteğine yol açacağı için ve ötekine karşı
yıkıcı tutkuları kışkırtacağı için kötünün kaynağıdır” tezi Smithyen ekonomi politikte
aşılmaya çalışılacaktır.
Smith “Ahlaki Duygular”da temel eylem nedeni olarak insanın var olma isteğini ve
durumunu iyileştirmeyi koyar. Genel insan mutluluğu arayışı, “Ulusların Zenginliği”nde
somutlaşmıştır; bireyin temel amacı, temel eylem nedeni var olmaktır ve varlığının durumunu
iyileştirmektir (Sarfati, 2009). Smithyen ekonomi politiğin insanı var olmayı, temel olarak
toplum içinde var olmaya bağlayacağından toplumsalı oluşturma peşinde olacaktır aynı
zamanda. Bu durumda ilk eylemi “ötekine” gidişin yolunu bulmak olacaktır. Ötekine gitmek
ona kendini beğendirmek, hatta sevdirmek olacaktır. Ekonomi politiğin insanı öteki ile
sempati oluşturmak isteyecektir. Birey bu asıl amacını, bireysel ve toplumsal olarak var
olmasını gerçekleştirebilmek için en kolay yola başvuracaktır, zenginleşmeye çalışacaktır.
“Zenginleşme” doğal olarak hayatını sürdürmesini sağlarken, hayatını kolaylaştırırken aynı
zamanda beğeni toplamasını sağlayacağını hissetmektedir. İmrenilecek, takdir toplayacaktır o
10
zaman (Biziou, 2005). Smith‟e göre yaratılış insanı böyle kılmıştır. Sistem insanı bu amacını
takip etmesi için gerekli araçlarla da donatacaktır hiç kuşkusuz; doğanın iktisadi düzeni
bireyi, bir amacı takip etmek için gereksinim duyduğu araçları ondan esirgemeyecektir. Diğer
bir deyişle bu nitelikler bireyde güdüsel ve sezgisel (intuitionnel) olarak mevcut olacaktır. Öz
çıkar (self-interest) güdüsel ve sezgisel olarak var olacak ve asıl tutkunun, bir diğeri ile
birlikte var olabilme tutkusunun, türevlerinden biri olarak insanın sahip olduğu temel
araçlardan biri olacaktır. Bu durumda çıkar asıl olarak maddi boyutlara sahip olsa bile temel
amacı diğerinin gözünde seçkinleşmektir. Diğer bir deyişle imrenilmektir, hayran kalınmaktır.
Bu da bilindiği gibi önce sempati oluşturmaktan geçmektedir. Smith için çıkar takibi (self
interest), sempati oluşturmanın araçlarından biri olarak belirecektir (Sarfati, 2012: 41-66). İlk
bakışta çelişkili görülen, Smithyen felsefenin optiğinden bakıldığında son derece net
olacaktır.
Öz çıkarın ekonomi politiğin temel araçlarından biri yapılmasının kavranılması için önce
Humeyen saptamalardan geçmek gerekecektir. Humeyen deyimle çıkar; “Şiddet açısından
tutkular arasında en az yoğun olanıdır” (Hume, 1983: 76). Fakat bununla birlikte en süreli
olanıdır. Bir ömür boyu insana egemen olan bu tutku, diğerlerine göre en güçlüsü olduğundan
değil, en sürelisi olduğundan ve insan doğasının ortak bir paydası olduğundan Hume‟dan
sonra Smith onu eylemin ve öncelikle iktisadi eylemin temel unsuru olarak düşünecektir.
Çıkar arayışı (self-interest) daha temel bir olgunun -temel bir ekonomi politiğin insanına-
insana özgü bir tutkunun, sempatinin bir alt öğesi olarak belirecektir (Sarfati, 2012: 41-66).
Smith‟in aynen çıkar gibi insan doğasında güdüsel olarak var gördüğü mübadele eğilimi de,
öz çıkar takibi ile birlikte diğer insanlarla ilişki kurmanın unsurları olarak
değerlendirilecektir. Bu iki güdüsel eğilim sempatinin oluşmasında kendiliğinden araçlar
olacaklar ve ekonomi politiğin insanının temel arayışını belirginleştireceklerdir.
“Ulusların Zenginliği”nde ünlü; “Bana istediğimi ver, ben de sana istediğini vereyim” derken
Smith karşılıklı bağımlılığın bir zorunluluk olarak tüm türler içinde yalnız insana özgü
olduğunu ileri sürecektir (Prévost, 2000: 18). Diğer yandan da tek tek herkese böyle bir öneri
götürme olanağı olmayan bireyler işbölümüne gitmeyi, toplumsal açıdan avantajlı
göreceklerdir (Barrére, 1976: 132). Bunun için etkin bir toplumsal organizasyona gereksinme
vardır. Doğal olarak bu bir iktisadi organizasyon niteliği taşıyacaktır ve böylece tabii iktisadi
düzenin filzofisine ve ruhuna uygun davranılmış olunacaktır.
11
Kısaca bakınca bile “Ahlaki Duygular”ın (Smith, 2011) örgüsü ile “Ulusların Zenginliği”nin
ki birleşmektedir. “Ulusların Zenginliği”ndeki (Smith, 2009) öz sevgi (self love,) “Ahlaki
Duygular”ın sempatisi ile çelişmemektedir, bütünleşmektedir. Sempati bu durumda öz
sevginin (self-love) karşıtı değildir. Öz sevgi sempatinin unsurlarından biri olacaktır.
Bu ortaya konulduğunda sırası ile iki şey ortaya çıkacaktır: Önce öz sevgi reddedilmeyecek
ama asıl olan temel eylem nedeni sempati olacaktır, hemen ardından öz sevgi toplumsal bağın
çürütücüsü değil oluşturucusu olacaktır.
Bu çözümlemeden çıkan sonuç, ekonomi politiğin bu döneme ilişkin temel anlamını da
verecektir. Rousseau ile Smithyen perspektif arasındaki önce benzerlik sonra ise karşıtlık
açıktır. Öz çıkar takibi ikisi için de çürütücüdür ve ekonomi bu unsuru içermektedir. Fakat
buradan sonra ayrışma başlayacaktır. Rousseau için çıkar takibi başka biri ile karşılaştığı
andan itibaren ona karşı bir mücadele içine girmeyi gerektirecektir ve o andan itibaren
dejenere olacak, kötünün bizzat kendisi olacaktır. Ekonomi bir ilişkiler toplamı olarak,
örneğin rekabet ile kötünün ve şiddetin bizzat kendisi olacaktır.
Smith ise ekonomiyi iyimser bir yaklaşım içinde ele alacaktır. Rousseau‟nun tersine kendine
sevgi (self love), sempatinin bir unsuru olacak ve toplumsalın var olma nedeni olarak ortaya
konacaktır. Kendine sevgiyi toplumsalın çatlama nedeni olarak gören Rousseau‟nun tersine
Smith için öz sevgi (self love) toplumsalın nedenidir. Ötekine gitme isteğindeki ve
zorunluluğundaki birey kendini denetleyerek, çıkar tutkusunu geriletmeye çalışacaktır. Asıl
olan öteki tarafından beğenilmek ve istenmektir çünkü.
Şu açıktır; Smithyen ekonomi politikte şiddet, yeni iktisadi düzenin ürünü olma tehlikesini
içermektedir. Fakat Smithyen perspektif sempatiyi, öz çıkarı da içeren ve ama böylece şiddeti
aşan bir düzenek olarak düşünmüş olmayacak mıdır?
Dupuy için ekonomi, tanrılı dönemin kutsalının ve kurbanının yeni dönemdeki biçimi olma
anlamını taşıyacaktır (Dupuy, 2012).
Ekonomi, Smithyen ekonomi politikte şiddetin üreticisi olma riskini taşıyacak, bu durumda
kötü var olacak ama aynı Leibnizyen tanrısal düzendeki gibi sistemin bizzat kendisi iyi olduğu
için, kötüyü egemenliğine izin vermeden yok edecektir.
12
Fakat burada piyasa daha sonra örneğin, Hayekyen anlamda bir kendiliğinden şiddetin
önlenme kurgusu olarak değil, tersine kötünün ve şiddetin egemen olamayacağı bir sistemin
var olabilmesi için insan bilincinin sürekli etkinliğini arayacaktır.
İdeal olan kendiliğinden var olmayacağı için ideale ulaşma sürecinde -kötünün ve şiddetin
önlenmesinde- ekonomi politiğin insanı hiç durmadan etkin olacaktır.
3. Bir Kırılma: Ġktisat Bilimi
“Ekonomi bu dünyanın temel biçimidir”.
Hegel
1870‟den itibaren ekonomi politiğin ömrünü tamamlamış olduğu ilan edilecektir. İktisat
Walras‟la birlikte artık saf bilim olmaya soyunacaktır. İdeal tiplemelerden yola çıkılarak,
teorem inşa edilip akıl yürütülecektir (Walras, 1926: 29). Belirsizlik dışlanacak, rasyonalite
rekabet, etkinlik ve çıkar iktisat teorisinin dünyasını oluşturacaktır
İdeal insan artık salt kendi ile ilgili olan olacaktır. “İktisat biliminin” kurucularından
Menger‟e göre örneğin; birey için ihtiyaç kendi tabiatının simgesidir. Salt çıkar motifli
eylemin, psikolojik temeli inşa edilecek ve iktisat teorisinin insanı kendi için şey olacaktır.
İnsan olanın çıkarının takibi de ancak rasyonel davranışına bağlanınca, kendi için var olmak
da kaçınılmaz olarak rasyonel davranış varsayılacaktır. Çıkar önce faydaya ama daha sonra
artık açıkça hazza indirgenecektir.
Ekonomi politiğin nedretinin de tanımı değişecektir artık. Nedret, bireyin hazzıyla
ilişkilendirilecektir sadece (Sarfati, 2011). Bu durumda birey için gerçeklik hep kaçan doyum
noktasıdır. Tatmin sürekli olmamalıdır çünkü. İstek hiç bitmeyen bir hayal haline gelecek ve
gerçeğin yerini de kaplayıverecektir. İstek sonsuza kadar üretilebilecek bir duygu olacaktır
iktisatta. Aristo‟nun veya Smith‟in temkini söz konusu dahi edilmeyecektir. Kendinin,
hazzının peşinde olan egosuna teslim olacaktır. Haz odaklı bir felsefenin, uyumun değil
dengenin amaçlandığı bir süreçte, rasyonalitenin tabiat üzerinde egemenlik kurma isteği ile
sonuçlanması kaçınılmaz olacaktır. “Kendi için” var olanın rekabet sonucunda insan ve tabiat
üzerinde tahakküme girişmesi kaçınılmaz olacaktır. İktisat teorisinin bireyi, tabiatı ve
13
toplumsal olanı ya görmezden gelecek ya da gözaltına alacaktır. Walras‟tan itibaren hızlanan
süreç içinde iktisat teorisi kendi egemenliğini perçinlerken onu sadece teknolojiyle
paylaşacaktır. İnsanı da, egemenliğini ve kaçınılmaz olarak yalnızlığını, teknolojinin hiç
durmadan ürettiğinin tüketiminde arayacaktır.
Çıkarının peşinde hazzını doruğa çıkarabilen rasyonel olur önermesi, kendi tersi ile birlikte
doğru ilan edilecektir. Rasyo, artık Smithyen ekonomi politiğin duygusal rasyonalite algısını
öteleyerek, dinselin despotizmi yerine kendininkini inşa edecektir (Sarfati, 2010). İktisat sanki
iktisadi değerin ve iktidarın dinsel değerle, dinsel kaynakla koşut olduğunu gösteren
(Durkheim, 1979: 598) “Dukheimyen” bir perspektif içinde, kendini yeni bir din haline
getirmenin uğraşısı içinde olacaktır. Bireyin kendine indirgendiği, sağduyunun da olmadığı
dünyada rasyonalitenin egemenliği tahayyülün dahi sınırlarını biçimlendirecektir. Tahayyül
teknokratik bir tanımla rasyonaliteye indirgenecektir.
Ekonominin ilk dönemlerinde “var olmak”, “sahip olmaya” dönüşmüştür. İktisadın toplumsal
yaşamın tümüne egemen olduğu bu aşama, sahip olmaktan görünür olmaya geçileceği dönem
olacaktır (Debord, 1992: 16). Görüntünün anlık olması değerin değersizleşip ana indirgendiği,
içeriğinden boşaltıldığı iktisadın dünyasında yerini bulacaktır.
Görüntü böylece varlığın yerine de geçebilecektir. Kutsallaşacaktır böylece görüntü. Eski
kutsalın yerini kaplayacaktır. Feuerbach‟ın çok önce dediği gibi: “Gerçek azaldıkça kutsal
olan ve hayal olan büyüyecektir” (Feuerbach, 1992). Gerçek olanla olmayanın, reel ile
sürrelin ayırdı giderek zorlaşacaktır. Var olma biçimi, tüketen olma biçimine, görüntüye
indirgenecektir. İktisadın dünyası Debord‟un deyişi ile gösteri toplumunu oluşturacaktır.
Görünülebildiği oranda ve anda varlık gerçeklik kazanabilecektir. Hayalin bu durumda gerçek
olarak algılanmasına şaşmamak gerekecektir.
Heidegger‟in “tasarlanmış dünyası” (Heidegger, 1962), iktisadın dünyasına mı gönderme
yapıyor bilinmez ama ekonominin metodolojik yaklaşımının reel olanla ilişkisini en azından
kuşkulu hale getirdiği artık saklanamayacak duruma gelmiş olacaktır. Nobel ödüllü ve aslen
matematikçi-mühendis Allais‟nin deyişiyle teorem, reelin yerini alacaktır.
Kendi hazzına ve onu gerçekleştirme arzusuna sıkışmış, iktisadın hayali dünyasının vaatleri
tarafından büyülenmiş insan için en büyük yardımcısı ve güvencesi rasyosu olacaktır. Kendi
dışındaki insan ötekileştirilip, ancak rekabet edilecek kişi konumuna getirilecektir. Rekabet
çünkü iktisadın dünyasında, yalnız bireyin bildiği tek ilişki biçimidir ve çıkarını en yükseğe
14
çıkarmak onun koşullarından geçecektir. Rekabetin dünyası herkesin birbirini düşman
bellediği dünya olacaktır. Fakat bu düşmanlık açık seçik yürütülmeyecek, iktisadın büyülü
sürreel portreleri tarafından icra edilecektir. Yine de rekabet herkesin birbirini dışladığı ve
ötekileştirdiği bir dünyanın mimarı olacaktır (Sarfati, 2011).
Rekabet bir yandan da dengeyi mümkün kılacaktır. Denge iktisadın ütopyası olacaktır. Bu
durumda tüm ütopyalar gibi iyi olanın simgesi olacak mıdır? Denge, ideal durumsa daha
doğrusu ütopyaysa ve bu ütopya için rekabet temel koşulsa, rekabet de Rousseau‟nun dediği
gibi bir diğerini alt etmekse, bu istek de Rousseau için örneğin; kötülüğün kendisiyse,
iktisadın bu en temel ütopyası kötünün bizzat kendisi mi olacaktır? Denge bu durumda,
birbirine kötülük yapmak isteyen insanların savaşımının sonucu mu olacaktır? İktisadın temel
direği olarak rekabet de kötünün ve şiddetin bizzat yapıcıları mı olacaklardır?
Kötülüğü yapanın somut olarak bilinemediği iktisadın dünyasında piyasa Smithyen ekonomi
politikteki anlamından uzaklaşarak sürreel savaşımın verildiği yer olmayacak mıdır?
Felsefenin-metafiziğin temel problemi geri gelmiştir; kötünün kaynağı yine saklanmıştır, bu
kez iktisadın büyüsünün ardına gizlenmiştir.
İktisadın dünyası tümü ile virtüel bir dünyaya geçişi hazırlayacaktır.
Rekabet şartları altında dengeye ulaşılacaktır ama iktisadın temel problematiği olan etkinliktir
asıl olan. İktisat etkinlik vaat edecektir. Etkinlik sonucunda optimizasyon sağlanacaktır
çünkü. Optimizasyon, tanrılı kutsalın ötelendiği dünyadaki yeni kutsalın temel unsurudur.
Optimizasyon, en kısa zamanda en az girdiyle en çok çıktıyı temin etmek olduğuna göre ilk
sorun en kısa zamanı mümkün kılmak olacaktır. En kısa zaman an dersek üretim sürecinde
temel endişe zaman kazanmak olacaktır. Kazanılan zaman sonra tasarruf edilecektir. İktisadın
baş tacı edildiği dünyada kazanmak asıl olan olduğu için zaman da kaybedilmeyecekler
arasındadır. Zaman kazanılmalıdır! Tanrısalın ve etiğinin egemen olduğu dönemde, zaman
üzerinde tasarruf hakkı bir tek onun yetkisindeyken bugünün egemeni ve yapıcısı iktisat
zamanın kazanılabileceğini ileri sürecektir.
* * *
15
Kendi için şey olan ekonominin ajanı (insanı) için artık etik düzeyde bir sorun kalmamıştır.
Kurucusu Walras‟ın da temel önermesi budur: ”Bilim a moraldir” (Walras, 1926) Başka biri
ile ilişki kurma endişesi taşımayacak olanın zaten etiğe gereksinmesi kalmayacaktır. Denge
arayışı uyumu gerektirmeyecektir. İnsan insanla ve tabiatla uyum sağlama endişesi
taşımayacaktır artık.
İktisadın sorunu sadece rekabet aracılığıyla etkinlik sağlanıp en çok faydanın edinilmesine
indirgenmiştir.
İktisadın tüm sofistike ve göz kamaştırıcı görüntüsüne rağmen sert çekirdeği Rousseauyen ve
Smithyen kurguda ki kötünün ve bizzat şiddetin üreticisi mi olmuştur? Rousseau öz sevgi
başka birini alt etmeye çalıştığı andan itibaren meşruiyetini ve masumiyetini kaybeder
demişti. İktisat Smith‟i bir anı haline dönüştürüp, Rousseau‟dan hiç bahsetmeyecektir. Buna
karşılık referans vermeden de olsa Mandevilleyen perspektif benimsenmiş olacaktır. Çok
özetle, “Bırakalım herkes kendi kötülüğün peşinden koşsun” diyecektir Mandeville
(Mandeville, 2002). Bu ön kabullerin üzerine temellenecektir iktisadın dünya ve insan
kurgusu.
İktisat, ekonomi politiğin insanından ayrı “yeni” bir insan projesinin içindedir artık.
İktisat artık kötüye ve şiddete tanrısal düzeyde şiddet ve kötü ile cevap arandığı dönemi de,
“gerekli asgari kötülüğün” içselleştirilerek toplamın iyiliğine dönüştürülme çabası olan
Smithyen ekonomi politik sürecini de geride bırakmış hatta reddetmiştir. İktisat artık kendi
kavramlarının içinde yeni bir dünyanın ideolojisini oluşturacaktır. İdeoloji ötesi olmaya
soyunmuşken katı bir ideolojizme düşecektir. İdeoloji rekabetin, etkinliğin, ilerlemenin ve
nihayet hızın övgüsü üzerinde yükselmekte ve şiddetin ördüğü bir dünyayı mümkün
kılmaktadır.
Şiddet üstelik “kendiliğinden sistemin”, “kendiliğinden” bir sonucu haline getirilecektir.
Kendiliğindenlik bir anlamda insansızlaştırmaya denk düşecektir. Reel olan kötü dahi, sürreel
konuma taşınacaktır.”Gerçek olan buharlaşırken”, var olduğunu duyumsamak isteyen insan
16
da ancak anlık görünmelere sığınacaktır. Gerçekliğin insan yüzü portreleri de, sürreel
resimdekilerin aynısı olacaktır (Sarfati. 2012: 41-66). Gerçeklik, bir hayaldir artık fakat şiddet
gerçektir.
Fiyat örneğin, kutsal ve üzerine sofistike tüm analizlerin yapıldığı bir kavram olacaktır. Ama
bu aynı zamanda temel bir paradoks içerecektir. Fiyat dışsal(etkilediğinin etkileyemediği) bir
gerçeklik olarak değil, bir kutsal hayal olarak algılanmayacak mıdır? Böylece o fiyat
düzeyinde oluşabilecek kötü ve şiddetin de (işsizlik gibi örneğin) sorumlusu olmayacaktır.
Kötü, insanın sorumlu olmadığı bilinmez bir kaynağa bağlanacaktır böylece.
Bu bilinmezlik temel bir yabancılaşma kaynağı olacaktır. İnsansız bir düzen büyünün düzeni
olacaktır. Dupuy buna, iktisadın büyüsünün sistemi diyecektir (Dupuy, 2005).
Ekonomi gerçekten tanrısalın yerine geçerek, tanrısalın vaatlerini içinde taşıyarak, yeni bir
gizemli güç haline gelmiştir. Ekonomi tanrısal hayalin bizzat kendisini oynamaktadır.
Feuerbach‟ın dediği gibi; üretilen hayalden tanrı oluşturulacaktır (Feuerbach, 1992).
Hayal toplumu gösteri toplumuna ihtiyaç duyar. Debord‟un deyişiyle; “Egemen olan
ekonominin yansıması, gösteriyi oluşturacaktır” (Debourd, 1992:21). İmge ile şeyin kendisi iç
içe geçecek, reel olanla sürreel olan birbirine karışacaktır. Bu toplumun insanı ancak
tükettiğinin ve hazzının içinde var olabilecektir veya öyle sanacaktır.
4. Ġktisadın Büyüsündeki “Yabancı”
Charles Gide: “Gece gördüğüm parıldayan yıldızlar sabah nasıl kayboluyorsa, isteklerimin
pırıltısı da her an değişiyor. Şu an istediğimi bir an sonra istemiyorum.” derken iktisadın
özünü ortaya koymuş olmayacak mıdır (Gide2012)?
Faydacılık da hazcılığa giden bir süreç içinde iktisadın büyüsü, bugünün insanını pençesine
almış durumda. Rekabet, fiyat, borsa, finans, denge, piyasa, hız, zaman… İktisadın kavramları
tahayyül dünyasının içeriğini ve sınırını oluşturuyor. Sıradan bir gözlem bu kavramların
virtüel bir dünyaya denk düştüklerini gösterecektir. Gerçek olanın bu olduğu, illüzyonu içinde
kaybolacaktır iktisadın büyüsündeki insan. Godelier “İktisat teorisi de insanı biçimlendirir”
derken haklı olacaktır. İktisat da (kendisi diğer şartların sonucu olup) düşünsel ve maddi
17
varoluşu biçimlendirmektedir. Malraux‟nun ünlü “İnsanlık Durumu” bugün iktisadın
biçimlendirdiğidir. Gide, isteğin ve zevkin üstünde yükselen iktisadın “uçuculuğunu” çok
güzel anlatacaktır. Condillac, Mandeville, Hayek çizgisinin dahi ötesine geçilecektir, bugün
sanal âlemde yaşayacaktır artık iktisat. Sanal âlemin kavramları ile neredeyse tanısal bir
kimliğe bürünecektir. Bir giz perdesi olacaktır onun gerçek olarak sunduklarının üzerinde.
Ekonominin aslında Durkheim‟in dediği gibi dinsel niteliğinin var olduğu önerisi değişik bir
düzlem de olsa devam ettirilecektir böylece (Durkheim, 1979).
Tanrısalın arkasındaki daha önceki dönemde bilinemeyendi, iktisat da bugün bilinemeyendir.
“Piyasa güçleri” bilinemez olunca kötünün kaynağı da bilinemez olacaktır.
Krizin nedeni piyasa güçleri midir, ekonominin önerildiği gibi kendini kendiliğinden
düzenleyememesinin sonucu mudur? Eğer öyle ise ekonomi kendini düzenleyemiyor demek,
totolojik olacak kadar yalın bir çıkarsama olacaktır. Bu durumda öneri iflas edecektir. Eğer
ekonomi kendi kendini düzenleyebiliyorsa ve bu olamıyorsa, insan olan da bunu bilecek
durumda değilse bu trajiktir. İnsan kendisinin etkin olmadığı bir düzenin ve onun sınırlarının
içinde yaşamak zorundadır çünkü. Sistemin bizzat özü insanın dışında oluşuyorsa
yabancılaşma sorunu tüm trajedisi ile gündemdedir. Camus‟nün trajedisini hatırlatmaktadır
(Camus, 1984).
Camus‟nün Mersault‟su artık iktisadın, insanıdır. Bugün artık herkes birbirinin yabancısıdır.
Herkes hayallerini hızlı ve tek başına yaşayacaktır.
Bugün iktisat teorisinin yalnız ve yabancılaşmış insanları sanal âlemde hayallerini,
şiddetlerinin biçimlendirdiği şekliyle tatmin etmeye çalışmaktadırlar. Bu insanlar birbirleriyle
ancak iki şekilde iletişime geçeceklerdir: para ve rekabet iletişim araçları olacaktır. İktisadi
ajanlar bu şekilde birbirleriyle hiç konuşmayacaklardır, otistik bir görüntü vereceklerdir.
Bireysel strateji her şey olacak ama bu aslında, toplumsal yalanın bir parçasını oluşturacaktır.
Marcel Mauss da iktisat toplumsal yalanın bir parçasıdır diyecektir.
“Kendi özüne indirgenmiş şekilde ve varlığın tek amacı olarak kendini konumlandırmak, yeni
zamanlara ait” diyecektir Heidegger (Heidegger, 1962: 120). Yeni zamanların, iktisadi olanın
perspektifinde belirlendiğine kuşku var mıdır? Kendine indirgenmiş olanın, iktisat teorisinin
kendi için şey olanın, sübjektif faydasına indirgenmiş olanın olduğuna işaret etmek istemiştir
Heidegger. Yeni olanı da şöyle açıklayacaktır: “ 'Yeni olmak' tasarlanmış bir hayal olarak
18
algılanan dünyaya ait olmaktır” (Heidegger, 1962: 121). İktisat egemenliğini, hayallerini
benimseterek kuracaktır. Yeni olanın özünü iktisadın gizemi belirleyecektir.
Ekonomi, böylece dünyaya bakışta temel bir perspektif olmayı da aşıp, yarının tek egemeni
veya despotu olmaya mı soyunacaktır? Durkheim‟ın deyişiyle: ”dinsel kaynaklı olan
ekonominin insanı artık aşkınlığı” dinselde değil, ekonomide mi yakalamaya çalışacaktır.
Fakat iktisadın özünde dinselin gizi muhafaza edilecektir. İktidarı ele geçirdiği illüzyonu
içindeki iktisadın insanı bu gücü bu kez rasyoya ama aslında onun mağrurluğundaki
iktisatçıya, teknisyenlere, teknolojiye ve ürünlerine teslim edecektir? İktisadın yakın
dönemdeki örnek tapınağında, borsada özgür oldukları ve iktidara sahip oldukları illüzyonu
içinde olacaktır insan. Walras da iktisadın bir ”bilim” olarak “saf” halini burada yazmayacak
mıdır (Walras, 1926)?
“İktisadın himayesindeki” finansın dünyası borsada, sanal âlemle özdeşleşecektir. Reel ile
sürrelin örtüştüğü, gerçekle hayalin birbirine girdiği, insanın iktidarda olmadığı bir yeni
tapınak olacaktır borsa.
Racine eski zamanda: “En büyük yalnızlık en kalabalık kentlerde hissedilir” diyecektir.
Yalnızlık ve yabancılık bugün finansın kalbinde yoğunlaşacaktır.
Borsa kendine özgü işaretlerle kendine özgü bir haberleşme dilinin türetildiği ve zamanın
hızlandığı bir yer olacaktır. Hız borsanın özüdür çünkü. Burada “gerçek zaman” değil an var
olacaktır (Virilio, 2010). Yabancılaşma buradan da kaynaklanacaktır. Borsada zenginlik gibi
zaman da kazanılabilenlerin arasında yer alacaktır. Bununla birlikte ekonomi bilimi kaynaklı
olmak savı ile yaşam bulan finansla iktisat, Jeremy Rifkins‟e göre birbiriyle çelişen bir
ilişkinin içinde olacaklardır. “Ekonominin zamana ihtiyacı var” diyecektir Rifkins (Rifkins,
2011) ve ilave edecektir: ”Finans ise bir an evvel eyleme geçmeyi gerektiriyor”.
Finans bir değil iki temel çelişki içerecektir. Birincisi, iktisadın kutsal kriterinin optiğinden
kaynaklanacaktır. Rasyosunu kuşanmış insan hatta iktisatçının beyin fizyolojisi, borsadaki
devinimleri, hareketleri takip etme gücüne sahip olamayacaktır. Ulaşan bilgiyi tahlil etme
imkanı ve zamanına sahip olamayacaktır. Bir saniyede onlarca defa yapılan mübadeleye
“muhteşem” insan zihni yetişememektedir. İnsan beyni, kendi başlattığı işlemleri takip
edememektedir. Onları takip edebilecek olan sadece sanal âlemdir, bilgisayarlardır.
Kendiliğinden düzen gerçekleşecek midir böylece? İnsan –paradoksal olarak iktisatçı dâhil-
karar sürecinden tümü ile dışlanmış olacaktır böylece. Yönetici dahi bilinmez olacaktır,
19
sürreel olacaktır. En güçlü devletler bile iktisadın düzenine teslim olmuş durumdadırlar.
İktidar artık onların değildir, tanrıdan devralınan rasyoya verilirken başka bir yere verilmiş
görünmektedir.
İktidar, iktisadın veya piyasanın dendiğinde ise kastedilen tanrının bizzat kendisinden daha
somut olmayacaktır…
Çünkü piyasa artık bir büyüdür. Gerçek insan algılamakta güçlük çekecektir, yalnızlığına
çekilecektir. Yabancısı olacaktır ne olduğunu bilmediği bu soyut âlemin. Çünkü sofistike ve
göz kamaştırıcı analizlerden sonra dahi insan tahayyülünün sınırlarının dışındadır iktisadın
büyülü kavramları; piyasa kimdir? Walras‟ın tellalı mıdır, herkes midir? İktidar kime aittir,
herkese mi? Bu durumda karar sürecinde etkin olan insan değil teknolojidir. Denetiminde
olmadığı teknolojili dünya, insan için endişe kaynağı olacaktır. Yabancısı olacaktır bu
dünyanın.
Finansın ana, iktisadın ise zamana, düşünmeye ihtiyacı olması finansın ikinci temel
çelişkisini oluşturacaktır (Rifkins, 2011). Bugün iktisat teorisi artık gereksindiği zamanı bile
dışlamış durumda. İktisat hızlı olmak için, “zaman kazanmak” için düşünmeyi dışlayacaktır.
Hıza ve ana övgü (Virilio, 2010) iktisadın kendisini dahi dönüştürecektir. İktisat teorisi
finansa dönmüş durumda olacaktır.
Borsa ve gösteri toplumu bugünün iktisadının eseri olacaktır. Borsadaki fiyatla, gösteri
toplumunda ki görüntü anlık olacaktır. Anlık olması, illüzyon kuşkusu dahi
uyandırmadığından borsada böylece hayal ticareti yapılacaktır. Sanal ve hayal birbirlerini
çağrıştıracaktır.
Hayalin ardından gerçek göründüğünde, örneğin kriz olduğunda bunun hayal olduğu bile ilan
edilebilecektir.
5- HiroĢima Her Yerde
Camus‟nün “Yabancı”sı iktisadın “ajanına" benzemektedir. Ekonomi bugünkü dünyanın
mimarı ve rekabet, etkinlik, ilerleme mitleri ile bugünkü dünyanın yapıcısıdır. Politik alan
veya insan tümüyle dışlanmış durumdadır.
Anders‟i hatırlatıyor günümüzün bu resimleri. “Hiroşima Her Yerdedir”de (Anders, 2008)
Anders, Hiroşima‟yı ziyaretini şaşkınlık içinde şöyle anlatacaktır: “Her yerde, her tarafı
katillerle ama kötülük gütmeyen katillerle, kurbanlarla ama nefret gütmeyen kurbanlarla dolu
20
olan bir dünyaya benzemektedir dünyamız”. Devam ediyor Anders: “Atom bombasından
sonra hala yaşayabilenler bu korkunç felaketten bir doğal felaketmiş gibi bahsediyorlar,
suçlulardan bahsetmiyorlar, bunun sorumlularının insanlar olduğunu bile söylemiyorlar, bu
kadarı katlanılacak bir şey değil”(Dupuy, 2005: 16).
Hiroşima‟nın suçlusu kimdir? Arta kalanlar kimseyi göstermiyorlar. Reel insanın eseri midir
Hiroşima bilinmiyor. Kötü kimdi burada, suçlusu yok! Shoah‟ın1, altı milyon kişinin
sistematik olarak yok edilişinin sorumlusu kimdir, Hitler midir sadece? 11 Eylül 2001‟in
sorumlusu kim bilinebildi mi? Depremin sorumlusu kim? Finansal krize niye finansal deprem
deniliyor, sorumlusu olmadığı için mi?
Bugünün dünyası kontrolümüzden tamamen çıkmış görünüyor. Bu çağda hiçbir şey
bilinmiyor (Valéry, 1945). Her şeyden haberdar olunan dünyada, derinliğine düşünmek için
zaman yok. İktisat düşünmeyi engelliyor çünkü. İktisadın özgürlüğü, iki mal demetinin
arasında seçim yapmak olarak sunulacaktır bireye. Denge durumunda şiddet varsa, insanlar
işsizse, bunların sorumlusu olmayacaksa denge birbirini görmeden birbirine kötülük
yapanların dünyası mı olacaktır? Hiroşima‟nın suçlusunu ve kötünün kaynağını kimse
gösteremiyor. Birileri kötülük yapmak için gökyüzünde buluşmuşlar sanki. İktisadın büyülü
dünyasının kavramlarında da aynı giz var. Kutsal piyasa dengesi kötünün kaynağı da
olabilecektir ama sonucunda şiddet gören varsa dahi sorumlusu Hiroşima‟da ki gibi sürreel bir
portrede saklı kalacaktır.
İktisat her şeyi öngörebilecek bir bilim olmaya soyunurken aslında bilinmeyeni de sürreele
itmeyi mi öngörecekti bilinmez, ama bugünün dünyası “yüz”süz portrelere benzeyecektir.
Hiroşima, Nagazaki, Shoah diye belirtiyor Dupuy, bu anlamda ilginç bir ortak paydaya sahip.
Buna krizi de ilave etmek gerekecektir. İktisadın kutsalları etkinliğin ve rasyonun krizi de
olabilecektir ortak payda.
1 2. Dünya Savaşında, altı milyon Yahudi’nin sistemli olarak ortadan kaldırılmasına, İbranicede verilen isim.
21
6. Kapitalizmden mi Çıkmak, Ġktisadın Gizeminden mi Sıyrılmak?
“Eğlenen çocuklar için sineklerin anlamı ne ise tanrılar için bizim
değerimiz o kadar. Bizi kendi, zevkleri için öldürüyorlar”.
Nobelli iktisatçılar yanılıyor olmasın! Temel sorun, krizin temel nedeni, tespitlerinin tersine
politik olanın diğer bir deyişle insanın tümüyle dışlanmış olması görünüyor. Hayallerin,
simgelerin ve nihayet hızın dünyasında yaşıyoruz. Bu dünya bu durumda muhtemel
felaketlerin de dünyası Virilio‟ya göre. Daha vahimi bu felaketlerin kaynağının, reel ile
sürrelin iç içe geçtiği iktisadın dünyasında somutlaşamıyor olması. Marcel Mauss: “Bu
dünyaya sahte bir dünya” diyor. Bu iktisat teorisi Marcel Mauss‟nin deyişiyle kendine karşı
söylenmiş bir yalana dönüşmüştür, kolektif bir yalana dönüşmüştür (Mauss, 2012). İktisadi
davranışın artık iktisadi bir anlamı olmadığı, maddi ihtiyaçlarımızın bitmediği ve tatmin
noktamızın hep yukarı doğru kaydığı bu dünyada ekonomi artık istekle koşuk demektir. Bu da
ekonominin maddi içeriğini kaybetmiş olması demektir. Ekonomi hiç durmadan sonsuz bir
büyüme amacındadır. Maddesel olarak tüketeceğimiz besin miktarı sınırlı olmasına rağmen,
sürekli büyüme amacı ancak isteğin maddi boyutunu kaybedip, başkaları tarafından
beğenilme, imrenilme isteğiyle koşut olduğu anlamın taşıyacaktır. Smith‟ten beri belli olan bu
gerçek iktisat tarafından tamamen unutulmuşa benziyor. Temel paradigma nedreti artık
içermiyorsa, iktisat zevki ve faydayı mı ölçmeye çalışmaktadır sadece? Mauss‟un yalan
dediğine benzer bu yalan, Rousseau‟ya göre de kötünün kaynağı olacaktır.
Kötü yanı başımızdadır bugün. Dupuy‟un dediği gibi doğal felaket, teknolojik felaket
birleşmiş durumda, atom bombası sıradan artık. İktisatçı ne yapıyor, riskler üzerinde çalışıyor.
Tekrarlama pahasına, hepimiz Camus‟nün “Yabancı”sı olduk. Kendimizin yabansıyız! İktisat
teorisinin öğrettiği gibi zamanı öteleyerek zaman kazanmak istiyoruz, ölümden kaçmak için.
Ölüm ise orada! Biz hızlandıkça o da hızlanıyor. Biyolog Jared Diamond eski uygarlıkların
nasıl öldüğünü anlatır. Yöneticilerin, elitlerin temkinsizliği ve kısa görüşlülükleri yüzünden
veya başka çıkarları yüzünden önlem almaktan kaçınmalarını anlatır. Tabiat dünyasında
22
intihar edici davranışlar az değildir. Biyoloji hücrelerin programlı ölümlerini bilir. Kaçınılmaz
ölümden önce kimi hücreler ölümü öncelerler.
Arnold Toynbee şöyle diyor: “Uygarlıklar öldürülerek ölmezler, intihar ederler”.
Jared Diamond, insanı intihara eğilimli bir hayvan olarak nitelendiriyor. Diyor ki: “Uygarlık
sürecinde insanlar tabiatı tahrip ettikçe, savaş birlikleri kurdukça çökmeye başlamışlardır”.
İnsanın bütün hayvanlar içinde katliama en yatkın olduğunu anlatıyor Carent Diamond
tezinde.
Bugün dünden farklı, kıyametin olabileceği açık! Şiddet her an içimizde ama büyüğü kapıda
bekliyor. Ekonomi şiddet üretiyor ve şiddete karşı çözümü yok etti. İletişim gerekli, iktisat
yeni baştan tanımlanmalı. Ontolojik sorunu giderilmeli. Hız bizi gerçek üzerine düşünmekten
mahrum ediyor. İktisat düşünmeyi gerektirse bile finans hızı gerektiriyor. Gerçek ilişki,
kültürü ve sosyal bağı gerektirir, sanal bağ ve ilişki saniyenin de altında bir hızı gerektirir.
Zaman üzerine yeniden düşünmek, iktisat üzerine yeniden düşünmeyi gerektiriyor. Zamanı
ışık hızına göre düzenlemekten kurtarmak gerekiyor. Çünkü deneyimle iletişim hızı
birbirinden kopmuş durumda, yabancılaşmanın temel nedenlerinden biri burada gibi
gözüküyor.
Sonuç
Böylece anlıyoruz ki tüm bilgimiz, geleceğin kapıları kapandığında ölmüş
olacak.
Sorun ve çözüm iflası zaten açık olan kapitalizmden çıkmak mı, yoksa aslında iktisadın
gizeminden sıyrılmak mı?
Kapitalizmden çıkılırsa eğer iktisadın egemenliğinden ve kültüründen çıkılmış olunur mu?
Kapitalizmden çıkılırsa eğer tekrar onu arayacak duruma gelinir mi?
23
Bu sorulara karşılık acil olan felaketlerin en büyüğü gelmeden, olabilecekler olabilir duruma
gelmeden önlem almaktır. İktisat ve finans hızı ve temkini dışladı, önlem önce yavaşlamayı ve
temkini içermemeli mi?
İktisadı bunun için yeni baştan düşünmek gerekecektir.
KAYNAKÇA
24
Anders, G. (2008), Hiroshima est partout, Seuil, Paris.
Barrére, A. (1976) Histoire de la pensée économique et analyse contemporaine, Ed
Montchrestien, Paris.
Biziou, M. (2005) Adam Smith et l‟orgine du libéralisme, Ed PUF, Paris.
Camus, A. (1984) L’Etranger, Reclam Fremdsprachentexte, Paris.
Debord, G. (1992) La Société du Spectacle, éditions gallimards, Paris.
Deleule, D. (1979) Hume et la Naissance du libéralisme économique, Aubier Montaigne,
Paris.
Diamond, J. (2009), Effondrement, Folio, Paris,
Dupuy, J. P. (2005) Petite Métaphyssique Des Tsunamis, alıntı Lettre à Voltaire, in Œuvres
complétes, op. cit. , p. 1060-1061, Éditions du Seuil, Paris.
Dupuy, J. P. (2012) L’avenir de L’économie, Flammarion, Paris.
Durkheim, E. (1979) les formes élémentaires de la vie religieuse, 6e édition, PUF, Paris.
Feuerbach, L. (1992) L’Essence du christianisme, Gallimard, Paris.
Gauchet, M. (2007) La révolution moderne I, Gallimard, Paris.
Gide, C. (2012) Principes d’économie politique, Collection Etudes, Paris.
Heidegger, M. (1962) Chemins qui ne ménent nulle part, Gallimard, Paris.
Hume, D. (1983) Enquéte sur l’entendement humain, Flammarion, Paris.
Le monde, 10 Octobre 2011.
Leibniz, G. W. (1969) Essais de Théodicée, Flammarion, Paris.
Leibniz, G. W. (1880) La Monadologie, Delagrave, Paris.
Mandeville, B. (2002) La fable des abeille: Deuxiéme partie, VRIN, Paris.
Mauss, M. (2012) Essai sur le don, Ed PUF, Paris.
25
Prévost, B. (2000) “ Adam Smith: Vers la fin d‟un malentendu”, Eco politique No:9, Paris.
Rifkin, J. (2011) Une nouvelle conscience pour un monde en crise, LES LIENS QUI
LIBERENT EDITIONS, Paris.
Sarfati, M. (2009) “İktisadın Etiği”, (ed. Ali Vahit Turhan, Ayşegül Yaraman, Deniz Vardar,
Metin Sarfati, Esra Hatipoğlu, Ümit Yazmacı), içinde Tarabya Çalışmaları 20. Yıl Armağan
Kitap, Marmara Üniversitesi Nihad Sayar Eğitim Vakfı Yayınları, İstanbul, s. 317-330.
Sarfati, M. (2010) Ekonomi Politiğin İnsanı Kimdir? , Derin Yayınları, İstanbul.
Sarfati, M. (2011) “Spinoza-Smith ve İktisat Teorisine Bir Eleştiri”, Ercan Eren ve Metin
Sarfati der. , içinde İktisatta Yeni Yaklaşımlar, İletişim, İstanbul.
Sarfati, M. (2012) “1870‟lerdeki Kırılmadan Bugünü Okumak”, İktisat Felsefesi Dergisi,
Bahar/Sayı1, s. 41-66.
Smith, A. (2009) La richesse des nations, Flammarion, Paris.
Smith, A. (2011) Théorie des sentiments moraux, Ed PUF, Paris.
Valéry, P. (1945) Regards sur le monde actuel, Ed. Gallimard, Paris.
Virilio, P. (2010) Le Grand Accélérateur, Galilée, Paris.
Walras, L. (1926) Eléments d’économie politique pure, ou Théorie de la richesse sociale, Ed
R. Pichon et R. Durand-Auzias,Paris.