24
Aydınlık BU SAYIDA 36 KİTAP TANITILIYOR 14 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 42 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 1391 İnsana karşı cepheden bakmak Türk Çağdaşlaşmasının Kadın Tahayyülü Ananın yazısı kızaymış Arada kalanlar Özgürlüğün bedeli ve körlük “Star değil, emekçiyim” Türkan Şoray’la, kitabı “Sinemam ve Ben” üzerine

KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

  • Upload
    others

  • View
    4

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

AydınlıkBU SAYIDA

36KİTAP

TANITILIYOR

14 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 42

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

KITAP.

Toplam: 1391

İnsana karşıcepheden bakmak

Türk ÇağdaşlaşmasınınKadın Tahayyülü

Ananın yazısıkızaymış

Aradakalanlar

Özgürlüğün bedelive körlük

“Star değil, emekçiyim”

Türkan Şoray’la, kitabı“Sinemam ve Ben” üzerine

Page 2: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı
Page 3: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

İsterdik ki Orhan Pamuk bugünlerde yeni bir eser versin, biz de bir gü-

zel masaya yatıralım, edebi yönden inceleyelim. Nasıl günümüzün en bü-

yük eleştirmenlerinden Tahsin Yücel yaptıysa öyle irdeleyelim yeni eseri-

ni. Yakında “Kafamda Bir Tuhaflık Var” isimli kitabının çıkacağı söyle-

niyor. Kitap henüz ortada yok ama tuhaflık çok; Orhan Pamuk ve ben-

zeri dört yazarın Esad’a açık mektubu Fransız Liberation gazetesinde ya-

yımlandı. Her ortamda insan hakları, demokrasi gibi lafları diline dola-

yanlar bu kez ölüm naraları atıyorlar. Pamuk, mektubunda Esad’ı açık-

ça tehdit etmekten çekinmiyor. “Dikkat et, sonun Kaddafi gibi olur” di-

yor. Alın size Nobel’in büyüklüğü. Alın size Nobel meşruluğu. Nobel’in tem-

sil ettiği sözüm ona entelektüel birikime bakın siz! Yazarlar ne zaman hay-

dutluğa soyundu?

* * *

İstanbul’un Kadıköy ilçesinde birkaç yıldır ufak çaplı bir kitap fuarı

düzenleniyor. Bu yıl altıncısı gerçekleşecek olan Kadıköy Kitap Günleri 13-

16 Aralık tarihleri arasında Caddebostan Kültür Merkezi’nde kitapseverlere

ev sahipliği yapacak.

Etkinliğin bu yılki onur konuğu Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ. Bir-

çok yayınevinin katılacağı ve çok sayıda söyleşi ve imza gününün ger-

çekleşeceği etkinlikte Çığ’ın yanı sıra Öner Yağcı, Cüneyt Ülsever, Seyyit

Nezir, Orhan Koloğlu, Eray Cenberk, Bilgesu Erenus, Hüsnü Mahalli, Bed-

ri Baykam, Emre Kongar, Alev Coşkun, Orhan Bursalı, Mustafa Mutlu

ve Orhan Karaveli gibi birçok isim kitaplarını imzalayacak ve söyleşiler

düzenleyecek.

* * *

30 Kasım 2012 tarihli sayımızda yer alan “Büyükşehir yaşamında göç-

men sorunsalı” başlıklı yazıda Yrd. Doç. Dr. Bora Ataman’ın kitabından

bahsediyoruz. Yazıdaki Bora Ataman fotoğrafı yanlış kullanılmıştır. Sa-

yın Ataman’dan ve okurlarımızdan özür diliyoruz.

Haftaya görüşmek dileğiyle...

Tuhaflık mı?

İÇİNDEKİLER SUNU

Haftanın Portresi: Wilhelm Karl Grimm s. 4

İnsana karşı cepheden bakmak s. 5

Türk çağdaşlaşmasının kadın tahayyülü s. 6

Ölüş s. 7

Ananın yazısı kızaymış s. 8

Arada kalanlar s. 9

Özgürlüğün bedeli ve körlük s. 10

s. 12

s. 14

Mimarların Dünyasından Kesitler s. 15

s. 16

s. 17

Yeni Çıkanlar s. 18-19

Çocuk: Doğadan beslenen kitaplar s. 20

s. 21

Alıntı Test-Bulmaca s. 22

14 ARALIK 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAP

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk

Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt

Genel Müdür Yardımcısı (Reklam):Saynur Okuroğlu

Aydınlık

KITAP.

Sayfa Sekreteri: Alev Özgenç

Editör: Pınar Akkoç

Yazıişleri: İrem Halıç, Deniz Antepoğlu, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü: Damla Yazıcı

Sahaf: Gizli belgelerdekiİsmet Paşa politikaları

Marsilya rıhtımındaki Fransız işçi: “İnönü,milletini harp cehennemine sokmadı.”

Umudun ve direncin şairi:Hüseyin Haydar

Kadir Aydemir’le “Tuhaf AlışkanlıklarKitabı” üzerine söyleşi:

Kapak: Türkan Şoray Aydınlık Kitap’a ko-nuştu: “Star değil, emekçiyim”

Page 4: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

Oyuncu ve yazar Yılmaz Gruda, “Sul-

tan Abdülaziz Vak'ası” isimli yeni romanıyla

okuyucuyla buluştu. Bilgi Yayınevi’nden çı-

kan kitapta Sultan Abdülaziz’in intihar mı

ettiğini yoksa suikaste kurban gittiğini mi

sorgulayan Gruda, kitabının kapağında da

belirttiği üzere “çağcıl, hızlı yaşama uygun

ancak piyasadaki romanlara karşı-roman”

yazdığını belirtiyor. Sultan peki öldü mü öl-

dürüldü mü? Cevabı okuyucuya bırakmak

en iyisi.

Yılmaz Gruda’nın bu romanı ilk kitabı

değil. Daha evvel yayımlanan “Bir Başka O

- Oratoryo”, “Marathon ‘Bir Uzun Koşu’ ”,

“Çarmıhtaki Yeni Mehmet”, “Bir Çürümüş

Kent Belgeseli” ve “Şu Bizim Tiyatro-

muz” gibi eserleriyle tanıdığımız Gruda,

aynı zamanda Attila İlhan ile beraber şiir-

de mavi hareketinin öncülerindendir. Tür-

kiye’de ilk kez “Çağdaş Meddah”ı sahne-

ye koymuştur. Tiyatro oyunları yazan ve çe-

viriler de yapan Gruda’nın eserlerinde ge-

leneksel Türk tiyatrosundan izler ve Çe-

hov’dan etkiler görmek mümkündür.

Romanın konusu belirtildiği üzere Sul-

tan Abdülaziz’in ölümündeki sır perdesini

aralamak ve bunu yapan ana karakterleri-

miz de Abdülhamid devrinin vakanüvisle-

ri Tarih Efendi ile Kâtip Efendi. Her iki ka-

rakter de Abdülaziz devrinde de görevle-

rini sürdürmüş ve padişahla çalışma imkâ-

nı bulmuştur. Hatta kendileri de tarihe pa-

dişahın intihar ettiğini yazmışlardır, on

dokuz doktordan alınan rapor doğrultu-

sunda… Ancak Abdülhamid döneminde

Yıldız Mahkemeleri ile beraber olayın tek-

rar sorgulanması ve Tarih Efendi’ye araş-

tırması için emir verilmesi ile Tarih Efen-

di’nin de içine kurt düşer. Tarih gerçekten

nasıl yazılır?

“Tarihin onda dokuzunu egemen yazdı-

rır. Cesaretin varsa sen yazarsın! Tıpkı bir sa-nat yapıtı gibi! Bir başına belge toplar, tanıkdinlersin. Ama boşunadır! O kelle koltuktayazdıkların ya elinden alınıp yok edilir ya daarşivlerin insana geçmez, el değmez raflarınbirinde toz-ufak olmaya bırakılır… Üstelik buegemeni de, ortalıkta dolaşan yöneticiler fi-lan sanırsın!”

Yani yazar esas olarak romanda tarihin

ele alınışını ve tarih yazımındaki yanlılığı

yansıtmakta. Zira Tarih Efendi tarihi ya-

zarken şüphe duymamış ve sorgulamadan

eldeki görünür verilerle yetinmiştir. Hem de

yanı başında gerçekleşen bir olayda! Hal-

buki sultanın karakterini bilecek kadar ya-

kınındadır. Sultanın intihar edip etmeye-

ceğini raporlara rağmen bilebilecek du-

rumdadır.

Yazar, tarihin oluşumuyla ilgili vurgu-

lardan sonra değişimin ve getirilen yeni-

liklerin yerleşmesinin zorluğunu sultanın

ölümü ile beraber sorguluyor. Zira sultanın

ölümü ile kimlerin fayda sağlayabileceğini

irdeleyerek, sultanın getirdiği yenilikleri tek

tek hatırlatıyor. Bu hatırlatmaların peşi sıra

Osmanlı’daki yenilikçi padişahlarının, mo-

dernleşmeye çalışmaları sebebiyle ölüme

gittiğini gözler önüne seriyor ve değişimin

daimi zorluklarını anımsatıyor bizlere.

Sonuç olarak roman, son dönemde ol-

dukça tartışılan ve dizilere, filmlere ve ki-

taplara konu olan Osmanlı İmparatorluğu

ile ilgili bir karşı-roman niteliğinde. Yazar,

Osmanlı padişahından yola çıkarak esas ola-

rak tarih algımızı ve modernleşmeye, daha

ileriye gitme çabasındaki her insanın kar-

şısına çıkan sindirilmenin ölümle sonuç-

lanmasını, faile meçhule gitmesini anım-

satıyor tekrardan.

(Sultan Abdülaziz Vak’ası,Yılmaz Gruda, Bilgi Yayınevi, 167 s.)

“Tarihin onda dokuzunu egemen yazd�r�r. Cesaretin varsasen yazars�n! T�pk� bir sanat yap�t� gibi! Bir ba��na belgetoplar, tan�k dinlersin. Ama bo�unad�r! O kelle koltukta

yazd�klar�n ya elinden al�n�p yok edilir ya da ar�ivlerin insanageçmez, el de�mez raflar�n birinde toz-ufak olmaya b�rak�l�r”

Faili meçhul padişah14 ARALIK 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP

DENİZ ANTEPOĞ[email protected]

Y�lmaz Gruda

HAFTANIN PORTRES�

Wilhelm Karl Grimm(24 ŞUBAT 1786 - 16 ARALIK 1859)

Grimm Karde�ler çe�itli mahalli lehçeleriincelemi�ler, daha sonra köy köy, kasaba kasaba

dola�arak, yüzy�llardan beri anlat�lagelen eski Alman�iirlerini, efsanelerini ve masallar�n� derleyip, edebi

bir üslupla yeniden yazm��lard�r

Ünlü Alman masal toplayıcısı ve ya-

yımlayıcısı Grimm kardeşlerden Wil-

helm Grimm, 1786’da Almanya’nın

Hanau kentinde doğdu. Babasının işi se-

bebiyle gençlik yılları Steinau’da geç-

miştir. Kardeşiyle beraber gittiği Kas-

sel’deki Friedrich Lisesi’nden mezun

olunca Marburg Üniversitesi’ni kaza-

narak Friedrich Carl von Savigny’nin ya-

nında hukuk eğitimi almıştır. Eğitimi-

ni tamamladıktan sonra çeşitli sağlık so-

runları nedeniyle istikrarlı bir memu-

riyet görevi sürdürememiştir. 1806 yı-

lından itibaren kardeşi Jacob ile bera-

ber masallar toplamışlar ve daha son-

ra bu masalların üzerinde çalışarak ya-

yımlamışlardır. Meşhur “Grimm Ma-

salları” 19. yüzyılda yayımlanmış Ger-

men dünyasından derlenmiş masallar

olma özelliğini taşımaktadır.

Daha sonra Göttingen Üniversite-

si’nde kütüphaneci olarak görev yapmış-

tır. 1835 yılında profesör olmuştur. 1837

yılında Hannover kralı tarafından görevi

yükseltilmiş ve ülkesinde tanınan bir kişi

olmuştur. 1841 yılında Prusya kralı Fri-

edrich Wilhelm IV. tarafından Berlin’e da-

vet edilmiş, buraya yerleşmiştir. Aynı yıl

içinde Prusya Akademisi’nin üyeliğine

yükselen Wilhelm Grimm, ölümüne ka-

dar 18 yıl boyunca Berlin Üniversitesi’nde

eğitim vermiş ve kardeşi ile beraber “Al-

man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır.

Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-

ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-

lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

üzerine yoğunlaşmış ve dramatik ma-

sallar da yayımlamıştır. Kardeşi ile be-

raber Alman Arkeoloji Bilimi’ni, Alman

Dil Bilimi ve Alman Dili ve Edebiyatı

Bilimi’ni kurmuştur. Wilhelm Grimm 16

Aralık tarihinde vefat etmiştir. Kendi-

si Akademi’nin bir üyesi, Alman Dil-

bilimcisi, Alman şiirlerini ve efsanele-

rini toplayan bir kişi olarak akıllarda kal-

mıştır. Alman halkı genellikle onu kar-

deşi Jacob Grimm ile birlikte anmıştır.

“Grimm Masalları” olarak bildiği-

miz eser 1812’de Almanya’da “Çocuk

ve Yuva Masalları” ismiyle yayımlan-

mıştır. Grimm Kardeşler çeşitli mahalli

lehçeleri incelemişler, daha sonra köy

köy, kasaba kasaba dolaşarak, yüzyıl-

lardan beri anlatılagelen eski Alman şi-

irlerini, efsanelerini ve masallarını der-

leyip, edebi bir üslupla yeniden yaz-

mışlardır. Tüm dünyaca bilinen bu ma-

sallar, Alman dilinin tüm inceliklerini

yansıtmaktadır. Çünkü Alman diline

dair araştırmalar da yapan Grimm

Kardeşler masal derlemeleri esnasında

da bu titizliklerini sürdürmüşlerdir. Al-

mancanın bugünkü duruma gelmesin-

de büyük katkıları olmuştur.

Page 5: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

John Gardner

İnsana karşıcepheden bakmak

Gardner, Grendel’e bir içdünya ve ruh katm��.Böylelikle Grendel romanboyunca t�pk� saf birçocuktan gittikçecanavarla�an bir yeti�kinedönü�üyor

Eski kıta Avrupa’nın bilinen en eski des-

tanlarından biri olan “Beowulf”u bir de kar-

şı cepheden okumaya var mısınız? İnsanı, va-

roluşu üzerinden sorgulamak, iyi ve kötü kav-

ramlarını bir de Beowulf’un alt etmeye çalıştığı

Grendel’in gözünden bakmak isterseniz John

Gardner’ın romanı “Grendel”i okumadan

geçmeyin.

Azize Özgüven’in çevirisiyle kasım ayın-

da Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Gren-

del”de, İngiliz edebiyatının bilinen en eski ve

en ünlü sözlü destanı Beowulf’un karşıt ka-

rakteri (antagonist) Grendel’in hem insan-

larla savaşını hem de bu savaşla birlikte ken-

di içindeki serüvenini belki deyim yerindey-

se kendi var oluşunu okuyoruz. Peki bunun

neyi mi ilginç?

CANAVARIN BAKI�AÇISIYLA �NSANO�LU

Amerikan yazar Gardner; 1971’de “Beo-

wulf”a paralel olarak yazdığı romanda, bildi-

ğimiz destanın aksine canavar Grendel’in

karşısında sadece Beowulf’u

görmüyoruz. Romanda Beo-

wulf’un ne Anne Grendel’le ne

de Ejderha ile savaşını görü-

yoruz. Aslına bakarsanız, Beo-

wulf hâlâ Grendel’le savaşabi-

len tek insanoğlu olmasına

karşın, Beowulf’un kendisi bile

küçük bir öneme sahip hikâ-

yenin bu karşı cepheden ya-

zılmış hikâyesinde.

Gardner’ın romanın ana

karakterinin karşısında bu

kez tümüyle insanoğlu, onun

yapısı ve dünyayla olan iliş-

kisi var. Yazar bunu yapar-

ken de canavar Grendel’e bir iç dünya ve ruh

katmış. Böylelikle Grendel roman boyunca

tıpkı saf bir çocuktan gittikçe canavarlaşan bir

yetişkine dönüşüyor. İnsanları anlarken in-

sanlar tarafından anlaşılmayan ancak kor-

kularak dışlanan, yalnız ve ötekileşen bir kah-

raman var karşınızda.

Roman boyunca göçmen topluluklar-

dan mükemmeleşen araçlar, savaş ve siyasetler

giderek karmaşık bir uygarlık kurmaya doğ-

ru ilerleyen insanoğlunun da gelişimini izle-

yebilirsiniz. Hrothgar’ın insanları üzerinden

izleyebileceğiniz bu gelişim, Grendel’e insa-

noğluyla ilgili çok çarpıcı gerçekleri de öğ-

retebilir mi? Bunun en güzel örneklerinden

biri Grendel’in Beowulf’un gözlerinde gör-

düğü duygu hali.

Ejderha’nın Grendel’e aktardığı katı ger-

çeklik onu insanoğlu ve dünyaya bakış ko-

nusunda ikna edebilecek mi? Yoksa yaşa-

dıkları mı Grendel’e belli bir gerçeklik da-

yatacak? Bu ve benzeri ipuçlarının yanıtı bul-

mayı da siz okurlara bırakalım.

SANAT �NSANI �NSAN KILARMI? YOKSA...

Sanat insanı insan kılar mı? Sanatın var

oluşu basit bir estetik ihtiyacı mı yoksa ondan

ötesi mi? Sanatçının sanat ve insan arasındaki

ilişkide sorumluluğu ne kadardır? Gren-

del’in sorgulamaları arasında en büyük pay-

lardan biri de sanatla ilgili olanlar kuşkusuz.

Hrothgar’ın köyündeki Ozan’ın Gren-

del’i nasıl etkileyebildiğinden söz etmeden geç-

mek olmaz. Ozan’ın dilin araçları (şiir) ve mü-

ziği kullanarak insanları yaptıklarına dair

adeta büyülü bir “yeniden tanımlamaya” sev-

ketmesi ve Grendel gibi farklı yaratılışta olan

bir canavarı bile etkilemesi sanatın özelliği olsa

gerek. Romanın yazarı Gardner, romanında

sanata da böylelikle farklı bir

özellik yüklemiş. Bunu da sa-

natçının üretimi üzerinden de-

ğil “güzellik” (estetik) kavramı

üzerinden sorgulatarak yapıyor.

Sanıyoruz bunu en iyi özetleyen

şu cümlelere bakmakta yarar

var: “Eğer sanatın fikirleri gü-

zel idiyse bu sanatın kabahatiy-

di, Ozan’ın değil. Bir kör seçici,

neredeyse bir çılgın: Bir kuş. Or-

manda tatlı tatlı şakıyan kuşlar

var diye insanlar birbirlerini

daha nazikçe mi öldürdüler?”

Grendel’in bakış açısından

tekrar yaptığımız bu okumada; Grendel’de vü-

cuda eren yazar Gardner’ın bakış açısını

antihümanist bir cephede, katı da olsa salt ger-

çekle nihilizm arasında bir yere oturtabilirsiniz.

Gardner’ın sadece korkunç görüntüsünden

ibaret bir varlığı bir karaktere dönüştürme-

si büyük bir başarı açıkçası. Dünyanın anla-

mı, edebiyatın ve mitolojinin gücü, iyi ve kö-

tünün dünyası üzerine sıkı bir sorgulama olan

romanın Gardner’a dünya çapında* ün ka-

zandırmasının asıl nedeni de bu olsa gerek.

* Roman öyle bir ün kazanır ki, 1981 yı-

lında “Grendel Grendel Grendel” adıyla

bir animasyona uyarlanmıştır.

(Grendel, Yapı Kredi Yayınları, JohnGardner, Çev: Azize Özgüven, 142 s.)

SEZA ÖZDEMİ[email protected]

5Aydınlık KİTAP

Page 6: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

Ulus-devletlerin inşa süreçle-

rinde aileye önemli roller yüklenmesi

ve dönüşümün aileden başlayarak di-

ğer toplumsal alanlara aktarılmak is-

tenmesi yeni bir uygulama değildir.

Türk çağdaşlaşması toplumu şekil-

lendirmek için aileyi yeniden dü-

zenleme gerekliliğini duymuştur.

Bu bağlamda erkeklere olduğu ka-

dar kadınlara da rol biçilmiştir. An-

cak bu rol uzun bir süre ev içinde “iyi

bir eş ve iyi bir anne” rolleri ile sınırlı

kalmıştır.

�DEAL KADIN MODEL� Kadın, “eş” ve “anne”den sonra

1908 Devrimi sonrasında ve Milli

Mücadele yıllarında hızlanarak,

daha çok koşulların zorlamasıyla

işçi olarak toplumsal hayata dâhil ol-

maya başlamıştır. Kadınların evden

çıkması başta muhafazakâr aydınlar

olmak üzere pek çok kesimden er-

kek tarafından eleştiri yağmuruna tu-

tulmuştur. Kadın için evden çık-

mak “kötü yola” düşmek için bir

adım demektir. Dışarısı kadınlar

için pek çok tehlike barındırmakla

beraber, kadın doğası gereği “erke-

ği cezbeden yaratık” olması bakı-

mından da toplum için bir tehdittir.

Dönemin ileri diye nitelendirebile-

ceğimiz aydınları da kadınların eve

kapatılmasından rahatsız olmakla

beraber şöyle bir ara formül üret-

mişlerdir: “Kadın Batılı tarzda eği-

tim görecek ama Batı’nın ahlaki

değerlerinden uzak duracak, sınırları

çizilmiş alanlarda çalışacak. Örneğin

öğretmen, hemşire olacak ancak

bu alanlarda aseksüel olarak yer

alacak ve her şeyden önce de evin-

de iyi bir anne ve iyi bir eş olacak.”

Çizilen bu ideal(!) kadın tipi daha

sonra büyük ölçüde Cumhuriyet

kadrolarınca da benimsenmiştir.

“M�LL� VE MUHAFAZAKÂRMODERNLE�ME”

Serpil Sancar tarafından kaleme

alınan “Türk Modernleşmesinin

Cinsiyeti” adlı araştırma eserin öz-

gün kısmı muhafazakâr-modernlik

dönemi olarak adlandırdığı 1945-65

dönem ile ilgili dört farklı gazeteyi

tarayarak yürüttüğü çalışmayı de-

ğerlendirdiği üçüncü kısımdır. Bu dö-

nemde aile odaklı bir modernleşme

yaşandığını anlatan Sancar, bu dö-

nemin iki özelliği üzerinde durur. Bi-

rincisi erken Cumhuriyet dönemin-

de romanlarda tahayyül edilen ai-

lenin artık orta sınıf üzerinde şekil-

lenmiş olması ikincisi ise köyden

kente yaşanan göç neticesinde ortaya

çıkan köylü gerçeğinin orta sınıf

Türk ailesinde yarattığı endişedir.

Kitabın ilk iki bölümü ise yaza-

rın milli modernleşme diye adlan-

dırdığı Osmanlı ve Türk çağdaşlaş-

masının 1945’lere kadar gelen sü-

reçte kadına yüklediği rol modellerle

ilgili. Sancar, daha önce bu konuda

yapılmış pek çok feminist yazarın

araştırmalarına da değinmiş. Diğer

feminist yazarların Tek Parti Dö-

nemi’ne yönelik eleştirilerini San-

car’da da görmek mümkün: “Hiçbir

konuda gericileri dinlememeye azim

gösteren Cumhuriyetçiler neden

kadınları devlet yönetimine alma ve

siyasal haklar tanımada onların dü-

şüncelerini karşılarına almak iste-

miyorlar acaba?”(s.156)

POSTMODERN�STLER�NKADIN �LG�S�

Şunu belirtmek de fayda var:

1980’lerden sonra gelişen postmo-

dern söylemler ka-

dın araştırmaları-

na bir devinim ka-

zandırmakla be-

raber toplumsal

sorunları dışla-

ması yönüyle

olumsuz bir rol

oynadı. Feminist

araştırmacılar

postmodern söy-

lem içinde din ve

kültür gibi öğe-

leri öne çıkara-

rak sınıfsal so-

runları hemen

hemen hiç tar-

tışmadılar. Üretime aktif olarak ka-

tılan kadınların yaşadıkları sorunlar,

seçme-seçilme hakkının neden

1924’te değil de 1934’te verildiği

meselesi kadar tartışılmaya değer gö-

rülmedi. Hâlâ daha öyle. Feminist

araştırmacılar cumhuriyetin otoriter

olduğu gerekçesi ile eleştirilen Tek

Parti Dönemi’nde kadınların sustu-

rulduğunu, genellikle partileşmesi-

ne izin verilmemesi ve Türk Kadın-

lar Birliği’nin (TKB) kapatılması

ile açıklamaya çalıştılar.

III. Selim’den başlayarak Cum-

huriyet Devrimi de dâhil tüm yeni-

leşme adımlarında baş gösteren di-

renmeler karşısında “kadının statü-

sü” konusunun feda edilebilir bir

alan olarak görüldüğü bir gerçektir

ve bu anlamda eleştirilmelidir de.

Ancak unutmamalıdır ki yüzyıllarca

süren bir devlet geleneğinin bir

anda silinip gitmesi beklenemez ki

bu gelenek bir devletin hukuk ku-

rallarını oluşturmuş, toplum yaşamı

o geleneğe göre şekillenmişti. Ayrı-

ca değişime en dirençli olan kat-

manlar ki halkın büyük

çoğunluğunu oluştu-

ran gruptur bu, değişim

ve dönüşümlerde gele-

neklere daha sıkı bağ-

lanır, kurtuluş yolunu

geleneklerin daha da

yerleşmesinde görür. Bu

da uygulanmak istenen

reformların, getirilmek

istenen yeniliklerin hız

kesmesine neden olur.

CUMHUR�YETVE KADIN

Cumhuriyet Devrimi

Medeni Kanun’un kabulü ve seçme-

seçilme hakkı ile kadınlar açısından

ileri bir adım atmıştır. Ancak genel

kabul gören bu hakların “bir avuç

kurucu kadro tarafından bahşedil-

diği” yönündeki görüşün gerçekçi ol-

madığı, aksine kadınların bu hakla-

rı elde edebilmek için uzun soluklu

bir mücadele yürüttüğü aşikârdır.

Türk siyasi tarihinin mücadele çiz-

gisine uygun olarak erkekler gibi ka-

dınlar da kurdukları dernekler ve çı-

kardıkları gazete-dergiler aracılı-

ğıyla hak arama mücadelesine gi-

rişmiş ve toplumsal alana atıldıkla-

rı oranda da başarılı olmuşlardır.

Medeni ve siyasi hakları için müca-

dele eden, eve kapatılmaya karşı çı-

kan, peçesini atmak için savaşan

kadınların torunlarının yüz sene

sonra atılan peçeyi takmayı talep et-

mesi de demokrasinin sadece de-

mokrasi olmadığının bir kanıtıdır.

Kadınların, Tanzimat’la başlayıp,

II. Meşrutiyet ve özellikle Birinci

Dünya Savaşı sırasında yüklendikleri

sorumluluklar ve başarıları cumhu-

riyetle birlikte kendilerine “eşit yurt-

taş” olmanın yolunu açacak olan ye-

niliklerin yapılmasına vesile olmuş-

tur. Bugün gelinen noktada kadın-

ların, eleştiri yağmuruna tutulan

Tek Parti Dönemi’nde elde ettikle-

ri haklar üzerinden onlarca yıl geç-

mesine rağmen yeni hiçbir şey yok-

tur. Karşı devrimin ve gericiliğin

öncelikli hedefinin kadın olduğunu

unutmadan cumhuriyet kazanım-

larının her alandan büyük oranda si-

lindiği günümüzde, kadınların top-

lumsal ve siyasal alana katılımlarının

son derece kısıtlı olduğunu söylemek

yanlış olmaz. Cumhuriyetle beraber

“eşit yurttaş”lık hakkını sadece hu-

kuki düzlemde de olsa elde edebilen

kadınların gerçekten “eşit” olabil-

meleri yine kendi mücadelelerinin

sonucu olacaktır.

(Serpil Sancar, TürkModernleşmesinin Cinsiyeti,

İletişim Yayınları, 339 s.

Türk çağdaşlaşmasınınkadın tahayyülü

Türk siyasi tarihinin mücadele çizgisine uygun olarak erkekler gibi kad�nlar da kurduklar�dernekler ve ç�kard�klar� gazete-dergiler arac�l���yla hak arama mücadelesine giri�mi� ve

toplumsal alana at�ld�klar� oranda da ba�ar�l� olmu�lard�r

CANSU YİĞİ[email protected]

Medeni vesiyasi haklarıiçin mücadele

eden, evekapatılmayakarşı çıkan,

peçesini atmakiçin savaşan

kadınlarıntorunlarının

yüz sene sonraatılan peçeyi

takmayı talepetmesi de

demokrasininsadece

demokrasiolmadığının bir

kanıtıdır

14 ARALIK 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP

Page 7: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

Ölüş Kitapta, ölümcül bir hastal��ayakalanan ve üç ayl�k ömrü

kald��� söylenen resimö�retmeni Zahit �lo�lu’nun içdünyas�na giriyoruz. Haliyle,

yo�un, çok yo�un birsorgulama süreci görüyoruz.

Ölüm korkusu, ya�amkorkusu, ölümünden sonra

ya�ayacak olanlara dairkorkular, art�k hastal�k

yüzünden ac� çekmeyecekolman�n verdi�i “umut” ve

daha nicesi dönüp duruyorZahit’in beyninde

Bir röportajında, “benim için önemli

olan -her zaman- sayı değil kaliteydi. Bütün

Türkiye tanımasın, yüz kişi bilsin, ama ben

kalitemi hep artırayım o yüz kişinin gö-

zünde.” dediğini okudum Bülent Ortaçgil’in.

Ve genellikle “iyi” olanın “az popüler”

olan olduğu fikrine bir destek daha bulmuş

oldum. Bu durumun farklı disiplinlerde

farklı farklı açıklamaları mevcut elbet,

ama belki de, işin temelinde “kendini ta-

nımak” ile beraber gelen tevazu yatıyor.

Malumdur, “kendini tanı” Sokrates’ten

beri söylenegelir. İki binlerde ise, akla

“Dunning-Kruger sendromu”nu getirir.

Yetkin olmayan insanların sahici bece-

riyi idrak edemediklerini, kendi “becerile-

rine” aşırı değer biçtiklerini ve kendi ek-

sikliklerini fark edemediklerini söyler, Cor-

nell Üniversitesi’nin iki psikologu David

Dunning ve Justin Kruger. Ancak şayet bu

yetkin olmayan insanlar becerilerini geliş-

tirmek üzere eğitilirlerse, geçmişteki ek-

sikliklerini fark edip kabul edebilirler, diye

de ekler.

Bu mevzunun toplumsal gölgesi, aslın-

da “iyi” olmayanı popüler eder. “İyi” ise bir

yerlerde keşfedilmeyi ya da hatırlanmayı

bekler. Bunun edebiyat dünyasındaki ör-

neklerinden biri, Erhan Bener.

1945’te başladığı yayın yaşamına,

2007’de vefat ettikten sonra da devam

eden, zira kimi eserleri ölümünün ardından

yayıma giren bir yazar Erhan Bener. Kırk-

tan fazla edebi eseri olan, bunların içinde

yirmi beş tane roman bulunan ve kimi

eserleri yabancı dillere çevrilen Bener, ha-

yatında sadece edebiyata yer vermez;

1950’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgi-

ler Fakültesi’nden, 1956’da Ankara Üni-

versitesi Hukuk Fakültesi’nden diploma alır;

maliye danışmanlığından, Emekli Sandığı

Genel Müdürlüğü’ne kadar pek çok ko-

numda görev yapar. Görevleri icabıyla

Belçika’da, Fransa’da ve pek çok şehirde bu-

lunur. Bunca işin arasında, çocuk kitapla-

rı, radyo oyunları, maliye ve iktisat kitapları

da yazar, ayrıca çeviriler yapar. Pek çok ese-

ri sinemaya ve tiyatroya uyarlanır.

Ayrıntı Yayınları güzel bir şey yapmış,

Erhan Bener’in bütün eserlerini basmaya

başlamış. Serinin başına da, ilk olarak 1961

yılında “Ara Kapı” adıyla yayımlanan “Kedi

ve Ölüm” adlı romanı almış. “Kedi ve

Ölüm” Erhan Bener’in ödüllü romanla-

rından; Fransız-Türk Kültür Cemiyeti Bü-

yük Roman Ödülü’ne layık görülüp “Le

Chat et la Mort” ismiyle Fransız okurlara

sunulan kitabıdır.

ÖLÜM �HT�MAL�YLE GELENSORULAR

Kitapta, ölümcül bir hastalığa yakalanan

ve üç aylık ömrü kaldığı söylenen resim öğ-

retmeni Zahit İloğlu’nun iç dünyasına gi-

riyoruz. Haliyle, yoğun, çok yoğun bir sor-

gulama süreci görüyoruz. Ölüm korkusu, ya-

şam korkusu, ölümünden sonra yaşayacak

olanlara dair korkular, artık hastalık yü-

zünden acı çekmeyecek olmanın verdiği

“umut” ve daha nicesi dönüp duruyor Za-

hit’in beyninde. O kadar çok dönüyor ki

bunlar, bir süre sonra iş kabusa dönüşüyor.

Uyanınca geçen kabuslara. Ama uyanıkken

zihnini saran iç sesler, onların yarattığı

gürültü ve o gürültünün yalnızlıkta yankı-

lanışı gittikçe şiddetleniyor Zahit’in. Çün-

kü, anlamak çözmeye yetmiyor. Derken, işe

uyanınca da geçmeyen kabuslar, yani san-

rılar dahil oluyor. Ve Zahit’i savurup du-

ruyor. Okur bu savrulmaların ortasında, Za-

hit’in fırçasının ucunda buluyor kendini. Za-

hit’in aslında çok da güzel olmayan resim-

lerine dokunuyor. Adeta onun vücudu-

nun ve ruhunun vücuduna dokunuşunun

sentetik bir uzantısı oluyor. Ve manzarayı

hem çok yakından hem de çok çeşitli açı-

lardan görüyor.

Bunu yaparken metinden hiç kopmuyor

okur, sıkılmıyor; aksine algısı metinle be-

raber akıyor, konular değişirken, virajlar kes-

kinleşirken satırlara tutunuşu daha da güç-

leniyor. İşin şaşırtıcılığı da burada belir-

ginleşiyor, zira akla, bundan elli bir sene ev-

vel yayımlanmış bir anlatı nasıl olur da, gün

gibi açık, bugün gibi duru bir dile sahip olur,

sorusu geliyor.

Ve bu soru, insanı bir başka Erhan Be-

ner romanı okumaya itiyor.

(Kedi ve Ölüm, Erhan Bener,Ayrıntı Yayıncılık, 128 s.)

MURAT HATUNOĞ[email protected]

7Aydınlık KİTAP

Page 8: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

14 ARALIK 2012 CUMA8 Aydınlık KİTAP

“Ananın yazısı kızaymış,” der

annem birçok anne gibi. Ben ise

bunu annemin tamamen annelik iç-

güdülerine ve benim geleceğime kar-

şı duymuş olduğu endişeye bağlar ve

bunun gerçeklik payını her zaman göz

ardı ederdim. Lakin İnci Aral’ın an-

lattıklarını okuduğumda bu sefer

böyle olmadı. İnci Aral yeni kitabı

“Unutmak”ta kendi çocukluğunu,

deneyimlerini, aşklarını kısaca ha-

yatının birçok karesini çok açık yü-

reklilikle okuyucuları ile paylaşıyor.

Kitap, Kırmızı Kedi Yayın-

evi’nden çıktı. İnci Aral’ın da söyle-

diği gibi tam bir “nehir söyleşi”

özelliği gösteriyor. Aslında yazarımız

daha önce gelen “nehir söyleşi”

önerilerine sıcak bakmadığını, çün-

kü varoluşuna, yazarak anlam ve ger-

çeklik kazandırmış bir insan olarak

dünyaya bakışının kapsayıcı özünü

alışılmış soru-yanıt yöntemiyle ve

gündelik dilin yetersizlik ve yavan-

lığıyla dile getiri-

l emeyeceğ ine

olan inancına bağ-

lamakta olduğu-

nu kitabın sunu

bölümünde söylü-

yor bizlere. Ancak

Tolga Meriç’in ya-

kın arkadaşı olma-

sı gerekçesi ve

onun dilinin şifre-

lerini çözdüğüne

olan inancı bu söy-

leşi konusunda İnci

Aral’ın ikna olma-

sını sağlıyor.

Hemen söyle-

meliyim ki Tolga Meriç yaptığı işin

hakkını veriyor. Sorduğu sorular,

üzerinde iyice düşünülmüş aklın ve

kalbin süzgecinden geçirilmiş sorular.

Bir insanın sırf insan olmasından

ötürü sahip olduğu tüm zaafları bil-

mesinin verdiği farkındalık ile yaza-

rımızın belki de cevap verirken en çok

zorlanacağı veya cevap vermekten ka-

çınacağı veyahut kendisinin bile bu-

güne kadar itiraf etmekte zorlandı-

ğı tüm soruları en kuytu köşelerden

çıkartıp hiç çekinmeden yazarımızın

önüne koyuyor.

Ve hemen bu aşamada yazarın

başarısı dikkat çekiyor. Çünkü yaza-

rımız bütün bu sorulara tüm içtenli-

ği ile cevap veriyor. Kitabı okurken

kendimi İnci Aral’ın yerine koyma-

dan edemedim. Tam emin olma-

makla birlikte büyük ihtimalle bu ki-

tabın yazarımızı bugüne kadar çı-

kardığı bütün roman ve öykülerden

daha çok yormuş olduğunu düşün-

mekteyim.

SÖYLE��DEN ROMANAEvet, bütün roman ve öyküler

hatta edebi açıdan ortaya çıkartılan

her bir ürün büyük sancılara doğ-

muştur. Doğru, yalnız ben her zaman

edebi açıdan yazılması en çok zor

olan ürün olarak yazarın kendi ha-

yatını konu olarak işlediği eserler ol-

duğunu düşünürüm. Bunun nedeni

ise yazdığının bir türlü içine sinme-

mesi veya yazara çok basit gelmesi-

dir bence. Belki de korkularının, se-

vinçlerinin, hüzünlerinin kısacası

tüm mahreminin tanımamış olduğun

insanlar ile paylaşmış olmanın ver-

diği zorluktur.

Kitabın bu kadar güzel olmasının

temel sebebi de bu bence. Aslında ki-

tabı söyleşi gözüyle okumadığınızda

bir roman havası yaşatmıyor değil.

Çünkü İnci Aral’ın ha-

yatından zaten bir ro-

man çıkarmış. Ve oku-

dukça sizde göreceksi-

niz ki zaten yazarımı-

zın bugüne kadar çı-

karmış olduğu tüm o

beğendiğimiz eserler-

de onun hayatının be-

lirli kesitleri yer alıyor.

Bazen ana karakter

olarak çıkıyor yazarı-

mız karşımıza bazen

ise o öyküye konu

olan olay, onun yaşa-

mış olduğu bir olayın

parçası oluyor aslında.

�NSAN �U YA DA BU�EK�LDE UNUTAMAZSAHAYATTA KALAMAZ

Ve “Unutmak”... “İnsan unut-

mak zorundadır. Ama bu unutmanın

kendisi değildir. Unutmak yoktur.”

diyor İnci Aral. Hep zor bir hayatı ol-

muş İnci Aral’ın. Çok küçük yaşta

babasını ve babasının ölümünün

üzerinden birkaç sene sonra da an-

nesini kaybetmiş. Üç kardeş ayrı ayrı

şehirlerde büyümüş. Halasının ve

eniştesinin yanında büyüyen yazarı-

mız evin en küçük çocuğu olmasının

verdiği rahatsızlığı hep duymuş ha-

yatında. Belki de en çok kızgınlığı an-

nesine duymuş yaşamı boyunca, la-

kin bu kızgınlığın temelinde aslında

ona olan sevgi, özlem ve hasret yat-

makta olmuş hep.

Ne trajedidir ki yazarımızın an-

nesinin de İnci Aral’ın hayatına çok

benzeyen bir hayatı olmuş. O da ev-

lenmeden önce küçük denilebilecek

bir yaşta annesini ve babasını kay-

betmiş. Okudukça annemin sözünü

yâd edemeden duramadım. Ananın

yazısı kızaymış...

Ve aslında okudukça yazarımızın

unutmaya çalıştığı birçok şeyi ger-

çekten unutmak istemediğinin far-

kına varıyorsunuz. Çünkü unutma-

ya çalıştığı birçok şey onun çocuk-

luğuna ait. Yazarımız yaşadığı olay-

ları anlatırken bir taraftan da o dö-

nemin koşularını ayrıntılı olarak

anlatıyor bizlere. Bu da kendimizi

onun yerine koyabilmemizi ve olay-

ları o günün koşulları içinde değer-

lendirerek daha aklıselim şekilde de-

ğerlendirme yapabilme imkânı sağ-

lıyor biz okurlara.

BEN�M CENNET�M VECEHENNEM�M YAZININ��NDE

Zor hayat koşullarına rağmen

okumayı hiç bırakmamış İnci Aral.

Taşındıkları bir evin çatı katında bul-

duğu kitaplar onun hayatının dönüm

noktası olmuş. Her ne olursa olsun,

ne yaşarsa yaşasın okumaya devam

etmiş. Durmadan, dinlenmeden

okumuş. Ve onun bu tutkusu mes-

leği olan resim öğretmenliğinden ya-

zarlığa kadar taşımış.

“İflah olmaz bir yazma tutkusu-

nun acınası kölesi gibi hissediyorum

kendimi. Nasıl öldürücü bir zehri

seçmiş olduğumu bilen ağır madde

bağımlısı biri gibi...”

Lisede ve öğretmen okulunda

uzun uzun mektuplar yazmış İnci

Aral arkadaşlarına. Aşkı anlatmanın

en uygun yöntemi olarak görmüş

çoğu zaman yazmayı. Karşındakine

söylemek istediklerini anlatamadı-

ğında hep yazmayı seçmiş çünkü

böylelikle daha kolay anlatabiliyor-

muş hissettiklerini karşısındakine.

Hatta yaptığı ilk evliğin temelini

yazdığı mektuplar oluşturuyormuş.

Yazmayı şöyle tanımlıyor usta ya-

zarımız: “Gerçekten başkalarının

ne dediğine ve yergilere olduğu ka-

dar övgülere de fazla önem verme-

mek gerekir, çünkü alkışlar en küçük

hatada yuhalamaya dönüşebilir. Yaz-

mak güncel bir uğraş değil, uzun yol

hayalidir. Başarı gelir ya da gelmez,

hayal gerçek olur ya da olmaz, ye-

terince emek vermeden, işin çilesiyle

pişmeden ve güçlükleri sabırla yen-

meden bilemezsiniz bunu. Farklı

bakışlar, edebi anlayışlar olduğunu

da akılda tutmak gerekir. Birileri sizi

kendi tarzına yakın bulup beğene-

bilir, öteki de hiç beğenmez.”

Toparlamak gerekirse kitabı bir

haftadır başucumda tutuyorum ve

odamda benimle birlikte dolaşan bir

kişi daha var. Açtığım her yeni say-

fada kendi hayatımın bir anına tanık

oldum. Çok hoş sohbet bir dostumu

dinlemiş gibi hissediyorum kendimi.

Bu uzun saatlerce yapılan konuşma-

dan yorulmuş, lakin mutlu. İnci Aral

hayranları kitabı zaten bir an önce

okuyacaklardır, fakat benim sözüm

henüz onunla tanışmamış olanlara.

Kendinize bir dost daha edinin...

(Unutmak, İnci Aral, KırmızıKedi Yayınevi, 372 s.)

Ananın yazısı kızaymışKitab� söyle�i gözüyle okumad���n�zda bir roman havas� ya�atm�yor de�il. Çünkü �nci Aral’�n

hayat�ndan zaten bir roman ç�karm��. Ve okudukça siz de göreceksiniz ki zaten yazar�m�z�n bugünekadar ç�karm�� oldu�u tüm o be�endi�imiz eserlerde onun hayat�n�n belirli kesitleri yer al�yor

BURCU ÖZÜPEK [email protected]

Kitabı birhaftadır

başucumdatutuyorum ve

odamdabenimle

birlikte dolaşanbir kişi dahavar. Açtığım

her yenisayfada kendihayatımın bir

anına tanıkoldum. Çok hoş

sohbet birdostumu

dinlemiş gibihissediyorum

kendimi. Buuzun saatlerce

yapılankonuşmadan

yorulmuş, lakinmutlu

�nci Aral

Page 9: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

“Peri masalları çocuklara ejderhalarıngerçek olduğunu anlatmaz. Çocuklar onlarınvar olduğunu zaten bilir. Peri masalları ço-cuklara, ejderhaların da yenilebileceğinianlatır.”

G.K. Chesterton

Bir haftalık aranın ardından tekrar be-

raberiz. Nadiren de olsa yazımın ekte

bulunmadığı haftalar için, özellikle köşe-

yi düzenli takip eden okurdan özür dile-

rim. Nedenlerini sıralamaya gerek yok. Ge-

nel olarak, kitap fuarının da bitmesiyle yeni

yayımlanan eserlerde bir durgunluk ya-

şandığını belirtmek gerekir. Madem bir

hafta kaybettik, telafi edelim. Bu hafta

farklı tatları ve farklı okuma serüvenleri-

ni sunan üç kitabı beraberce inceleyeceğiz.

BAS�T D�YALOGLAR VEHAVADA KALAN ÖYKÜLER

Vakit kaybetmeden, ilk kitaba geçelim.

İlk kitabımız Maceraperest Çizgiler’den

(Oğlak Yayınları) bir çizgi-roman. Al-

man çizgi-roman yazarı Peter Wiech-

mann’ın kaleme aldığı (aynı zamanda

Andrax ve Dietrich von Bern adında iki

farklı seri ile Thomas der Trommler’in de

aralarında bulunduğu bir hayli fazla sayı-

da çizgi-romanın yazarıdır) ve İspanyol Ra-

fael Méndez’in çizdiği Hombre. 2 ciltten

oluşan serinin yayımlanan ilk cildinin ter-

cümesini Kerem Sanatel üstlenmiş. Çevi-

ri oldukça kolay bir okuma sunmasına kar-

şın, Alman bir yazarın kaleme aldığı ve be-

nim de Almanca (ve bir kaynakta da İs-

panyolca ve Fransızca tercümelerine ulaş-

tım) dışında bir baskısına ulaşamadığım

çizgi-romanın, ciltte bulunan “İtalyanca as-

lından çeviren,” ibaresi biraz tuhaf ve

sorgulamaya yol açacak bir ibare olmuş.

Serinin yayın hakları ise ilk olarak Ervin

Rustemagiç tarafından Bosna-Hersek’te

kurulan, fakat savaş sonrası Slovenya’ya ta-

şınmak zorunda kalan SAF’ın (Strip Art

Features) elinde bulunuyor. İngilizce ter-

cümesine rastlamadığım,

2009 yılı gibi yakın bir za-

manda oluşturulan, wes-

tern çizgi-roman Hom-

bre’yi keşfettikleri ve dili-

mize kazandırdıkları için

Oğlak Yayınları’nı kutla-

yalım. Çizgi-romana gelir-

sek, her ne kadar Wiech-

mann’ın vahşi batı tarihi ve

öyküleriyle ilgili engin bir

birikimi olduğunu bilsek

ve fark etsek de öykücülü-

ğünün pek de elle tutulur

yanı olduğunu söylemek

mümkün değil. Bir çizgi-

roman için bile fazlaca ba-

sit kaçacak (hatta pek çok gerçek-dışı iz-

leğin peşini süren western fumettilerde bile

rastlayamayacağınız kadar yalın) diya-

loglarını göz ardı etsek dahi, bu sefer de

öykülerinin izlediği yol ve çözümlemele-

rinin havada kalmışlığına takılıyoruz. Cid-

di anlamda bir çizgi-öykü senaryosu oluş-

turmak yerine, aklında kalan vahşi batı öy-

külerinin çarpıcı olabilecek doneleri et-

rafında gezinip duruyor gibi bir izlenim söz

konusu. Yazarın, okurun serüvenine yap-

tığı tek katkı, öyküler arasında sunduğu

okuma parçaları. Bu parçaları okurken ke-

yif aldığımı ve hiç olmazsa öyküleri imgesel

anlamda okurun bir yerlere oturtmasına

yardımcı olduğunu söylemeliyim. Rafael

Méndez’in çizimi ve anlatımı ise yazarının

aksine olağanüstü ve açıkçası Hombre’yi

okumaya iten, taşıyan ana faktör de Mén-

dez’in sanatı. Biraz ağır olabilir belki ama

eleştirmenin gereği olarak o kadar da söz

söyleme hakkımız bulunsun; kişisel görü-

şüm, Weichmann’ın bir yazar olarak Mén-

dez gibi bir çizeri kesinlikle hak etmediği

yönünde. Hombre harika sanatıyla, yeni bir

western arayışındaki çizgi-roman okuru-

nu bekliyor.

YEN�DEN MASALLARLABULU�MAK

İkinci kitabımız, Ev-

rensel Basım Yayın’dan.

Melek Özlem Sezer imza-

lı “Masal Masal Matitas”

kitabı. Yazarının derlediği,

başlıklara böldüğü ve har-

manladığı, yetişkinlere yö-

nelik bir masal antolojisi.

En azından iddiası bu yön-

de. Halbuki yazarının da üs-

tünde durduğu, masalların

sadece çocuklar için olma-

dığı yönündeki serzenişin-

deki haklılığı kadar, çocu-

ğun anlayabileceği her-

hangi bir kitabın da aynı zamanda çocuk-

lar için de olabileceğinin ayırdına varmak

gerekir. C.S. Lewis’in “sadece çocuklar ta-

rafından keyfine varıla-

bilecek bir çocuk öyküsü,

zerre kadar bile iyi bir ço-

cuk öyküsü değildir,”

sözlerini hatırlayalım.

TRT Radyolarına ma-

sal programları da ha-

zırlamış olan 1971 do-

ğumlu Melek Özlem Se-

zer’in şiir (Derin, Yusuf

ile Zeliha, Söğüt Sefası

Meyhanesi, Söğüt Sefa-

reti, Sözcük Dülgeri Ali),

çocuk (Yokoko, Sincap

Evi, Sakız Çiğneyen Kedi

vb.) kitapları ve bunların

yanında “Masallar ve

Toplumsal Cinsiyet” adında bir inceleme

kitabı bulunuyor. Masalların yetişkin ha-

yatına nasıl etki ettiği ile ilgili fikirlerine ki-

taplarında (Masal Masal Matitas’ın baş-

langıcında da görüşlerine yer vermiş) rast-

lamak mümkün. Bu an-

lamda harmanladığı bu

antoloji, Melek Özlem

Sezer’in masalları yeni-

den insanlarla buluştur-

ma, farklı yönlerini işleme

çalışması için tamamlayı-

cı bir rol de oynuyor. An-

tolojiye dâhil ettiği ma-

salları okumak ve veriler

çevresinde tartışmak ol-

dukça zevkli. Pek çok

farklı yaklaşımı oldukça

keyifli ve sorgulayıcı bir

okuma serüvenine yol

açsa da ne yazık ki stereo-

tipleştirilen, “masalları

sadece küçük çocuklar için sanan” ucube

okur tiplemesinin çok fazla etrafında dön-

düğü izlenimine kapılıyorum (-ki aslında

klasik masalların Grimm yanına ve karanlık

yönlerine yaklaşımı, pek çok Batılı yazar ta-

rafından defalarca irdelenmiştir, bu ne-

denle pek de orijinal yaklaşımlar olduğu-

nu söylemek mümkün

değil). Yazılarında sık-

lıkla eksikliğini hissetti-

ğim şeyler, çocuk ve ço-

cuğun barındırdığı “ma-

cera” duygusudur. Beni

bazı kolaycı yaklaşımlar

zaman zaman rahatsız

ediyor. Yazarın belirttiği

Hansel ve Gratel’in “ha-

neye tecavüz, yamyamlık,

cinayet, hırsızlık” gibi ve-

rilerine dikkat çekmek,

bunları yazmak, istediği-

niz meselelere yaymak

kolaydır. Esas olan, Han-

sel ve Gratel’deki, edebi anlamda, korku

yazınındaki “çaresizlik” duygusunun nasıl

su yüzüne çıkartıldığına ve modern za-

manın zombi öykülerinden tutunda, apo-

kaliptik bilim-kurgudaki “çaresizlik” his-

sine nasıl ön-ayak teşkil ettiğine, dolayısıyla

“çaresizlik” duygusuna duyulabilecek öz-

lem veya nefrete dikkat çekmektir. Yine ya-

zarın değindiği, rızası dışında öpülen ölü

Pamuk Prenses’in karşısında dehşete ka-

pılmamız gerekirken hissettiğimiz ro-

mantik duygular üzerinden masalın gücü-

ne göndermeler veya övgüler de yine ko-

laycı bir yaklaşımdır. Asıl olan, meseleyi

oradan Erich Fromm’un “Sevginin ve Şid-

detin Kaynağı” (1964) kitabında ele aldı-

ğı nekrofiliye taşıyarak, karşılaştırma ya-

pabilmektir. Yani, örnekte değindiğim

gibi nekrofilinin psikolojideki yerinden

emin olmadan, karşısında “dehşete düş-

mek” tanımlamasına indirgeyerek, masa-

lın ergen ve yetişkin yaşantısındaki psiko-

lojik açılımını yapmak, oldukça havada ka-

lan bir çabalamadır. Bu örnekleri çoğalt-

mak elbette mümkün ancak unutmamamız

gereken bütün bu incele-

meleri Melek Özlem Se-

zer’den beklemenin hak-

sızlık olacağıdır. Masalla-

ra sırtını dönen okuru (sa-

dece masallara değil el-

bette, bu sorun, hayal gü-

cünün bütün eserlerine

sırtını dönen tüm okurla-

rı kapsar) yeniden masal-

larla buluşturduğu, ma-

sallara farklı bakış açıları-

nın yolunu açtığı için ona

teşekkür borcumuz var.

Okuması ve üzerine dü-

şünüp tartışması bir hayli

zevkli olan bu antolojiyi

kaçırmamanızı öneririm.

KURGUDAN FELSEFEYEÜçüncü kitabımız, İthaki Yayınla-

rı’ndan: Gregory Bassham ve Eric Bron-

son’un derlediği, “Hobbit ve Felsefe”.

Gregory Bassham’ın imzası bulunan, aynı

şekilde pek çok popüler fantastik kurgu

eseri felsefeye yakınsandığı çalışması mev-

cut (bkz. Narnia and Philosophy, Lord Of

The Rings and Philosophy ve Harry Pot-

ter and Philosophy). Kitabın adını duyar

duymaz, işte bir eseri daha sömürmeye ça-

lışan “falanca filanca ve felsefe” veya

“bilmem ne’nin şifresi,” gibi bir kitapla kar-

şı karşıya olduğum önyargısına kapıldım

ve kitabı okudukça da bu önyargımdan do-

layı utandım. Felsefeyi daha geniş kitlelere,

popüler bir kitabın öykü dağarcığından

yola çıkarak, akıcı bir dille aktarmaları ol-

dukça değerli bir çalışma. Hobbit’i tekrar

elinize alıp, felsefi keşiflerle beraber bir yol-

culuğa çıkmanız elbette keyifli. Ancak göz-

den kaçabilecek bir başka can alıcı noktaya

değinmek istiyorum. Yazar olmak gayre-

tindeki genç arkadaşlar (özellikle de fan-

tastik kurgu alanında eser vermek isteyen

kardeşlerimiz) bu kitabı özellikle oku-

sunlar. Öykücülüğün norm, kurgu ve alt

metin oluşturma yönlerine farklı bakışlar

edinecekleri gibi, aynı zamanda başlangıçta

mutlaka her yazar gibi öykünecekleri usta

yazarların yaratımlarını incelemede ve

okumada hangi faktörlerin üzerinde dur-

maları gerektikleri hakkında ipuçlarına da

ulaşacaklardır. Kitabın bir başka kullanım

alanı da bahsedilen başlıklar üzerinden, ki-

tabı okuyan başka arkadaşlarınızla yapa-

bileceğiniz tartışmalar olacaktır (özellik-

le, 292. sayfadaki, ‘Tolkien’in Boethiusvari

Çözümü’ne tekrar göz atınız). Özetle

herhangi bir kurgu eserin, farklı şekiller-

de nasıl okunabileceğine dair bir kılavuz

olarak da değerlendirebilirsiniz.

Haftaya görüşmek dileğiyle…

M. SALİH [email protected]

Arada kalanlar

14 ARALIK 2012 CUMA 9Aydınlık KİTAPBABİL BALIĞI

Page 10: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

Metis Yayınları 2012’nin kasım

ayında Susan Buck-Morss’un “He-

gel and Haiti” adlı eserini, “Hegel,

Haiti ve Evrensel Tarih” başlığıyla

Türk okuruna sundu. Kitabın adına

“Evrensel Tarih” adının eklenmesi-

nin nedeni kitabın iki makaleden

oluştuğunu vurgulamak olsa gerek.

Kitap iki ayrı ama birbiriyle ilişkili

makaleden oluşuyor. Makalelerden

ilki “Hegel ve Haiti”, ikincisi ise “Ev-

rensel Tarih” adını taşıyor. Yazarın,

“Hegel ve Haiti” adlı makalesi (2000

yılının yazında Critical Inquiry der-

gisinde yayımlanmış ve bu makale il-

kin Monokl dergisi tarafından çev-

rilmiş fakat çeşitli nedenlerle ya-

yımlanamamış) beraberinde birçok

tartışmayı getirmiş. Bu makaleye

yöneltilen eleştilere yanıt vermek, il-

kinde yazarın ele almadığı başka kay-

nakları da değerlendirmek ve tar-

tışmayı derinleştirmek amacıyla “Ev-

rensel Tarih” başlıklı ikinci makaleyi

kaleme almış yazar.

AVRUPA’NIN KORKAKLARI:GERÇE�� GÖREMEYENKORKAR, KORKANGERÇE�� GÖREMEZ!

İki makalenin de ana ekseni,

Avrupa merkezci, ırkçı, korkak ve

uysal tarih yazımı ve tarih felsefesi-

nin eleştirilmesidir. Eserde adı geçen

Hegel, bu ırkçı, ayrımcı ve korkak ta-

rih felsefesi yazınının gerçeğe en ya-

kın filozofu olarak ele alınmakta.

Hegel’in yakaladığı onca bağlantıyı

nasıl olup da soyut bir dille sundu-

ğunun, filozofun devrimci yaklaşı-

mını neden sürdüremediğinin (de-

yim yerindeyse Burjuvazinin ilerici

hamlesini neden sürdür(e)meyip

gerici bir şekilde kendi ideallerinden

çark ettiğinin), Avrupa’nın evren-

sellik idealinin nasıl olup da Haiti

gibi bir ülkede daha da ileriye ta-

şındığının ve Avrupa’nın bu ilerici

hamleye karşı duruşunun hikayesi ki-

tabın merkezini oluşturuyor. Ay-

dınlanma’nın filozoflarının (Hobbes,

Rousseau, Locke, Hegel, vb.) ırkçı

yaklaşımlarının, kolonileştirilmiş

halkların mücadelesine karşı tepki-

siz kalışlarının, Avrupa’nın merke-

zi siyasetinin sınırlarına hapsoluşla-

rının nedenleri bir bir ele alınıyor.

Avrupa’nın tarih yazımının ideo-

lojik karakteri her iki makalede de

başarılı bir şekilde sunuluyor. Bir

yandan, oldukça yanlı ve tarafını

açıkça belirten bir ideolojik tutum

gözlenirken, öte yandan pozitivizmin

Aydınlanma dönemindeki etkisiyle

birlikte “tarafsızlık”, “nesnellik”

adına yeni bir ideolojik tutum beli-

riyor. İkinci tutumun örneğini Al-

manya menşeili Minerva dergisinde

görebiliyoruz. Bu dergi dünyada

olup bitenleri “olduğu gibi”, “taraf-

sız” bir şekilde aktarırken, hakkını

teslim edelim, devrimci olgu ve

olayları da Avrupalı aydınların dik-

katine sunuyor. Yazarın iddiası bu

derginin Hegel üzerinde büyük bir

etkide bulunduğudur. Hegel’in, ala-

bildiğine soyut anlatımının ardında,

Haiti’de olanları “Köle-Efendi Di-

yalektiği”nde sunduğu iddia ediliyor.

Kojeve’den Frankfurt Okulu’na,

Hegel’in “Tinin Görüngübilimi”

adlı eserinde (Türkçesi Aziz Yar-

dımlı, İdea Yayınevi) köle ile efen-

di arasındaki tanınma mücadelesine

dair yazdıkları hep Fransız Devri-

mi’yle sınırlandırılmıştı. Yazar, aka-

deminin bu sığ okumasını eleştiriyor

ve Hegel’in sözü edilen metinde

Haiti ile koloniciler arasındaki iliş-

kiyi betimlediğini belirtiyor.

AVRUPALILA�TIKÇABA�NAZLIK,DÜNYALILA�TIKÇADEVR�MC�L�K

Ne var ki, Hegel, konu ırk ay-

rımcılığına gelince Avrupa’nın geri

kalanından nitelik açısından çok da

ayrılmıyordu. Onların aksine siyah

ırkın doğuştan aşağılık olmadığını

düşünmekle beraber, siyah ırkın öz-

gürleşmesi söz konusu olduğunda

aşamacı bir çizgi izliyordu. Soy bağı

üzerinden biyolojik bir ayrımcılık ye-

rine kültürel bir ayrımcılığa saplanan

Hegel, alalade ırkçı-

lıktan farklılaşsa da

son kertede Avrupa-

lı’nın bakışına uyu-

yordu: “Hegel belki

de daima biyolojik

değilse de kültürel

bir ırkçıydı.” (s. 87).

Yazar, Hegel’in bu

tutumunu, onun

temkinli oluşuna ve

akademisyen ola-

rak varlığını sür-

dürmek için dü-

şünsel iklimle ça-

tışmaktan kork-

masına bağlıyor.

Şu devrimci sözlerin yazarı bu kor-

kaklığın sonucu köşesine sinmiş:

“Dolayısıyla, özgürlük için mü-

cadele edilmesi... kişinin kendisini

tıpkı başkalarını attığı gibi

ölüm tehlikesine atması

gerekir.” (s. 74, Hegel’den

aktaran Buck-Morss).

Hegel başka bir yerde,

yine şunları söylemişti:

“Özgürlük ancak tehli-

keye atılırsa kazanılır...

Hayatını ortaya koyma-

mış olan birey, hiç şüp-

hesiz, bir kişi olarak tanı-

nabilir, ama bu tanınma-

nın bağımsız bir özbilinç

mahiyetindeki hakikati-

ne ulaşmamıştır.” (s. 68).

“İşin ironik ama acı yanı

şu ki, Hegel’in bu dersle-

ri Afrika toplumu konu-

sundaki konvansiyonel

uzmanlık bilgisini daha

sadık bir şekilde yansıt-

tıkça, daha az açık fikirli

hale gelip daha çok bağ-

nazlaşıyordu.” (s. 86).

Öteden beri tarihin ama-

cını “özgürlük” olarak

koyan Hegel, bağımsızlı-

ğın ve emeğin hakkını

teslim etmişti: “Kölelere

sahip olan sınıf, zenginli-

ğini oluşturan “bolluk”

için, kendi varoluşunu or-

tadan kaldırmadan, ta-

rihsel ilerlemenin bir fai-

li olamaz.” (s. 66). Avru-

palı’nın maddi gücünün

dayandığı plantasyonla-

rını kaybetmemek için

yarattığı ırkçılık ve ırkçı-

lığa dayalı düşünsel iklimden so-

yutlanmamak için Hegel’in de uy-

duğu “ortak akıl” onu kölelerin öz-

gürleşmesi konusunda ahmaklaş-

tırdı.

SEZAR’INHAKKISEZAR’A

Yazar bütün bu

eleştirileriyle birlikte,

Hegel’in Aydınlan-

ma dönemi filozof-

larıyla arasındaki far-

kı da unutmuyor:

“(Hegel), Hobbes’tan

Rousseau’ya kadar

pek çok kişinin yaptı-

ğı gibi, kölelik karşı-

sında bir tür mitik

doğa durumu metaforuyla değil,

kölelere karşı efendiler metaforuy-

la yola çıkıyor ve böylece, eserini gö-

rünmez bir mürekkep gibi sarıp sar-

malayan çağdaş, tarihsel gerçeklik-

leri bu metne (Tinin Görüngübilimi)

dahil ediyordu.” (s. 64). Avrupalı li-

berallerin ve demokratların günü-

müzde de pompaladığı gibi özgür-

lüklerin bahşedilerek geldiği ya da

tesadüf sonucu oluştuğu yalanına

karşı bir safta durur Hegel de. Yazar

bu konuda kendi duruşunu çok net

bir biçimde belirtir: “Köleliğin ilga-

sı evrensel özgürlük idealinin müm-

kün olan tek mantıksal sonucu olsa

da, kölelik devrimci fikirler, hatta

Fransızların devrimci eylemleri sa-

yesinde değil, bizzat kölelerin ey-

lemleri sayesinde kaldırıldı.” (s. 48).

Her ne kadar Fransız devrimciler ve

devrime önderlik eden Burjuvazi öz-

gürlük duaları etmiş olsalar da zen-

ginliklerinin kaynağının Afrika’da,

Karayipler’de ve dünyanın geri ka-

lanında kurdukları plantasyonlar

olduğunu fark ettikleri ölçüde kö-

leliği savundular, buna uygun yasa-

Özgürlüğün bedeli ve körlük“Köleli�in ilgas� evrensel özgürlük idealinin mümkün olan tek mant�ksal sonucu olsa da, kölelikdevrimci fikirler, hatta Frans�zlar�n devrimci eylemleri sayesinde de�il, bizzat kölelerin eylemleri

sayesinde kald�r�ld�.”CENK ÖZDAĞ[email protected]

Yazar çok netbir dille

Aydınlanmadönemi

filozoflarınınekonomik ve

sosyal açıdangirdikleri

ilişkileri ortayakoymakta ve bu

ilişkilerifilozofların

ırkçıtutumlarının

nedeni olaraksunmaktadır

Hegel

14 ARALIK 2012 CUMA10 Aydınlık KİTAP

Page 11: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

lar yaptılar ve dahası köle isyanlarını kan-

lı bir şekilde bastırmaya çalıştılar.

AYDINLANMAF�LOZOFLARININIRKÇILI�ININ NEDENLER�

Yazar çok net bir dille Aydınlanma dö-

nemi filozoflarının ekonomik ve sosyal açı-

dan girdikleri ilişkileri ortaya koymakta ve

bu ilişkileri filozofların ırkçı tutumlarının

nedeni olarak sunmaktadır. Irkçılık, yazara

göre, koloniciliğin nedeni değildir, aksine

ırkçılığın nedeni kolonicilik ve kolonileri

sömürme politikasıdır. Yazarın bu ma-

teryalist duruşunu destekleyen olgulardan

bazıları şunlardır: Hobbes’un ırkçılığı sa-

vunmasının nedeninin hamisi Lord Ca-

vendish üzerinden Amerika’da bir koloni

yöneten Virginia Şirketi’yle bağlantısının

olması (ss. 38-39); İngiltere’de direnme

hakkını açıkça savunan ve köleciliğe kar-

şı nutuk atan Locke’un, Carolina’daki

Amerikan koloni yönetimiyle bağları olan

Royal African Şirketi’nin hissedarı ol-

ması (s. 40).

YAZARIN “EVRENSELTAR�H”E BAKI�I

Yazar, akademik çalışmayı şu şekilde

betimlemektedir: “Akademik tartışma-

nın maksadı, düşünce alanının belli bir kav-

ramını savunmak yerine, tarihsel tahay-

yülün ufkunu genişletmek olmalıdır. Böy-

le bir kolektif akademik uğraşın siyasi bir

yanı vardır. Amacı, tanımlayıcı sınırların ta-

rihin galiplerinin bilgi üzerindeki tekelci

denetiminin bir sonucu olarak önceden be-

lirlenmediği, adına yaraşır bir küresel ka-

musal alan için bilgi üretmektir.” (s. 25).

Dolayısıyla, yazar, ideolojik örtüyü kaldı-

rıp ardındaki gerçeği bulmayı sadece ya-

lanları ve yanlışları ifşa etmekle sınırlı tut-

mayıp karartılan gerçekliğin yeniden bir in-

şasını kurmakla mümkün görmektedir. Ta-

rihin gerçekçi yazımı salt bu nedenle bile

olsa yine ideolojik olmaktadır: “Tarihsel

tahayyülün ufkunu genişletmek”.

Yazara göre evrensel tarih anlayışı, ba-

zılarının (Frankfurt Okulu ve Postmo-

dernistler gibi) savunduğu gibi yerle bir

edilmesi gereken bir anlayış olmaktan çok

bir tarih yazım (ya da tarih felsefesi) yön-

temi olarak anlaşılmalıdır: “Evrensel ta-

rih içerikten ziyade yönteme gönderme-

de bulunur.” (s. 10). “Hegel ve Haiti” baş-

lıklı makalesinin hakim anlayış tarafından

eleştirilmesinin nedeni olarak yazar şun-

ları söylüyor: “Batı modernliğinin mira-

sını merkezinden ediyordu etmesine (ve

bundan dolayı methediliyordu), ama bir-

çok alternatif modernlik olduğu beya-

nında bulunmaktansa, daha az rağbet gö-

rebilecek bir hedefe yönelip modernliğin

evrensel yönelimini kurtarmayı öneri-

yordu.” (s.9). Dolayısıyla, yazar, halkla-

rın ilerlemesinin ve özgürlük mücadele-

sinin (dolayısıyla da tarihlerinin) yazıl-

masında Avrupa-merkezci yanın evrensel

tarih anlayışından ya da yönteminden de-

ğil de bu yöntemin içeriğinde yattığını dü-

şünmektedir. Devrimci yaklaşım, evren-

sel tarihi ya da tarihin (ve toplumun) ya-

salarını yerle bir etmek yerine onları ha-

kikate uygun bir biçimde belirlemek ol-

malıdır. Yapılması gereken, olguları ye-

rele özgü olarak ele almak ama bütüncül

bir yöntemde kurgulamaktır.

(Hegel, Haiti ve Evrensel Tarih,Susan Buck-Morss, Metis Yayıncılık,

Çev: Erkan Ünal, 176 s.)

Yazarın, başka bir eserini de Türk-

çeye çeviren Tuncay Birkan, “Hegel

ve Haiti”yi Özge Çelik ile birlikte ya-

yıma hazırlamış. Eserin çevirisini ise

Erkal Ünal yapmış. Böylesine zor bir

eseri böyle duru bir Türkçeyle okumak

gerçekten bir şans. Çeviride karşıla-

şılan güçlüklerin (yazarın kullandığı

kimi terimlerin tarihsel imlemlerini

okuyucuya sezdirme sorunu) gideri-

lebilmesi için fazlaca dipnot kullan-

mak gerekebilirdi. Kendi payıma böy-

lesi bir düzenlemeyi isterdim ancak

eserin özgün haliyle Türkçesini kar-

şılaştırınca böyle bir düzenlemenin ki-

tabın Türkçe baskısını şişirmesi kaçı-

nılmaz olurdu. Söz konusu sorunlara

bir örnek vermek için “boudoir” söz-

cüğünün “özel oturma odası” şeklin-

de çevrilmesine dikkat çekmek isti-

yorum: Fransızca boudoir sözcüğünün

işaret ettiği oda tipi, bildiğim kadarıyla,

Türk kültürüne ve tarihine oldukça ya-

bancı. Bu ve bunun gibi terimlerin,

sözcüklerin anlaşılabilmesi için ol-

dukça uzun dipnotlara gerek olabili-

yor. Benzer bir durum, yazarın andı-

ğı bölgeler, halklar ve yasalar için de

geçerli. Bu örneklerle yazıyı daha

fazla genişletmemek için böylesi bir ki-

tabın çevirisinin zor olduğunu söyle-

yerek bu bahsi kapatalım.

“ABD’li yazar ve akademisyen

Susan Buck-Morss, Cornell Üniversi-

tesi, Kamu Yönetimi bölümünde Si-

yaset Felsefesi ve Toplumsal Teori, Sa-

nat Tarihi bölümünde de Görsel Kül-

tür dersleri vermektedir. Frankfurt

Okulu, özellikle de Adorno ve Ben-

jamin’in eserleri hakkındaki özgün

çalışmaları çok yankı uyandırmış ve bir-

çok dile çevrilmiştir. Metis’te “Rüya

Alemi ve Felaket” (2004) ve “Gör-

menin Diyalektiği” (2010) adlı eserleri

yayımlanmış. Yazarın bir başka eseri

“Küresel Bir Karşı Kültür” adıyla

Versus tarafından 2007 yılında ya-

yımlanmış. Buck-Morss ayrıca “The

Origins of Negative Dialectics: Theo-

dore W. Adorno, Walter Benjamin and

the Frankfurt Institute” (2007) adlı ki-

tabın yazarıdır.” (Kitaptan)

Çeviriye dair

Susan Buck-Morss kimdir?

11Aydınlık KİTAP

Page 12: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

Türkan Şoray’ın 60’larda “Köyde Bir Kız Sev-

dim” filmiyle başlayan sinema serüveni bugün ona

“Türk Sinemasının Sultanı” ünvanını kazandırdı. Bu

süreçte onlarca kadın rolünü üstlenen Şoray, 70li yıl-

lara geldiğinde melodramların “salon kadını” rol-

lerinden mücadeleci, emekçi, baş kaldıran, edilgen

değil etken kadın rollerine geçiş yaptı. “Kamera” ve

“stop” sözcüğü arasında yaşanan onlarca hayat Tür-

kan Şoray’ın yaşamı. Yıldız oyunculuktan yorum-

cu oyunculuğa ulaştığında sinema artık Türkan Şo-

ray için bir “aşk”tı. “Dönüş” filmiyle erkek egemen

sinema sektöründe kadın yönetmen olarak yer bul-

du. Daha sonra yönettiği üç filmle de bu konumu-

nu sağlamlaştırdı. Sinema emekçilerinin hak mü-

cadelesinde başı çekenlerden oldu. Sansür, telif hak-

ları, çalışanların sigorta hakkı gibi konular üzerine

kurulan örgütlü mücadelenin içindeydi. Onun

ağzından sinema serüvenini dinlediğimiz “Sinemam

ve Ben” isimli kitabı Sultan’ın

bir “güzellik fenomeni”nin öte-

sinde olduğunun en güzel ka-

nıtı. Seyircisine sarılmaktan

korkmayan, sinema uğruna her

türü zorluğa göğüs germiş, oy-

nadığı karakterlerle gönlümüze

taht kurmuş olan Türkan Şo-

ray'ın kendiyle barışık, dalga ge-

çer hali ve mizahi yönü kitapta

dikkat çekiyor. Bütün şaşaalı ya-

şam sunusuna rağmen sadelikte

kendini ifade etmeyi seçmiş, şöh-

retin rüzgarına kapılmayıp mü-

tevazılığını muhafaza edebilmiş,

geldiği noktada kendi emeğinin ve

terinin yanında seyircinin de payı

olduğunu en derininden görebil-

miş nadir sanatçılardan. Yapma-

cıklığın ve yabancılaşmanın giderek arttığı günü-

müzde “samimiyet” sözcüğü oldukça değer kaza-

nıyor. Kitabı okuduğumuzda Türkan Şoray'ın bu ka-

dar sevilmesinin anahtar sözcüğü “samimiyet” ola-

rak karşımıza çıkıyor.

“Oyuncu öncelikle kendini tanımalı, kendi ek-

siklerini, zaaflarını bilmeli, en önemlisi egosunu yok

etmeli, sırça köşkte yaşamamalı, toplumda yaşa-

nanlara, kendi dünyası dışında yaşanan dramlara du-

yarlı olmalı, sorgulamalı, meraklı olmalı, kültürel bi-

rikime sahip olmalı. Ben de sanatımla olduğu ka-

dar kişiliğimle de oyuncu sıfatını taşımalıydım,” di-

yor Türkan Şoray kitabında. “Bana hayatı tanıtan

oyunculuğu bir yaşam felsefesi olarak benimsedim,”

diye de ekliyor.

Aydınlık Kitap olarak “Türk Sinemasının Sul-

tanı” Türkan Şoray ile son kitabı “Sinemam ve Ben”

üzerine konuştuk.

“BU K�TAP BEN�M SEY�RC�LER�MLESOHBET�MD�R”

Türkan Şoray’ı başkalarının kaleminden oku-muştuk fakat ilk defa sinema hayatınızı sizin ka-leminizden okuyoruz. Sinemadan sonra kitapdünyasında da bir Türkan Şoray imzası görüyo-ruz. Size bu kitabı yazdıran neydi?

Ben sinemamı yazdım. Benim buradaki amacım

şuydu; bana yıllardır filmlerimi nasıl çevirdiğim so-

ruluyor, ben de anlatıyorum başıma şunlar geldi, bun-

lar oldu diye. Bu kitap benim seyircilerimle bir soh-

betimdir. Aslında edebiyat ve sine-

ma temelde aynı şeyler. Dünyayı an-

lama, anlatma, kendini ifade etme,

hayatta biriktirdiklerini ifade etme

sinemada kamerayla perdeye ak-

tarımla oluyor, yazar da anlatmak

istediklerini kalemle kağıda akta-

rıyor. Bu kitapta ben kendimi ifa-

de etmeye çalıştım, sinemamı an-

latmaya çalıştım. Sinemanın benim

için ne ifade ettiğini, hayatımı na-

sıl etkilediğini bütün samimiye-

timle yazdım. Yani ben yazar

dünyasındayım gibi bir şeyi ke-

sinlikle söylemiyorum. Zaten bu

kitabın ne edebi bir değeri var, ne

de benim bir yazarlık amacım var.

Ben kesinlikle böyle bir şey at-

fetmiyorum bu kitaba. Devrik

cümleler, yarım cümleler ile doğal

bir akış var. Aman çok güzel cümleler olsun, şöyle ede-

bi olsun diye hiç düşünmedim. Benim yazar dünya-

sına girmem gibi bir şey mümkün değil. Ülkemizde

saygı duyduğum çok değerli yazarlarımız var, asla o

alana girme gibi bir hedefim olmadı, haşa yani. Be-

nim mesleğim sinema. Sinema anılarımı ve sinemayla

büyüyen kendimi anlattım ben.

“DÜ�LED���M BUYDU”Kitabı okuyan sevenlerinizle son dönemde sık

sık imza günlerinde buluşuyorsunuz. Tüyap, An-kara Kitap Fuarı, çeşitli kitabevlerindeki imza gün-leri... Muazzam bir ilgi var bu günlere. Neler his-

“Bu kitap benim seyircilerimle bir sohbetimdir. Asl�ndaedebiyat ve sinema temelde ayn� �eyler. Dünyay�

anlama, anlatma, kendini ifade etme, hayattabiriktirdiklerini ifade etme sinemada kamerayla perdeye

aktar�mla oluyor, yazar da anlatmak istediklerinikalemle ka��da aktar�yor. Bu kitapta ben kendimi ifade

etmeye çal��t�m, sinemam� anlatmaya çal��t�m.”

14 ARALIK 2012 CUMA12 Aydınlık

TÜRK SİNEMASININ “SULTAN”I TÜRKAN ŞORAY İLE “S

“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi“Star değil, emekçiyi

KAPAK

DAMLA [email protected]

Page 13: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

settiriyor bu size?Düşlediğim buydu. Yani yıllarca filmlerimi sey-

reden o seyirciyle buluşmak, onların kalbine do-

kunabilmek, onlarla göz göze gelebilmek... Kitap

buna imkan sağladı. Benim için bu imza günleri

mutluluk kaynağı. Seyircilerimle o kadar mutlu-

luk yaşıyorum ki. Birbirimize sarılıyoruz hasret gi-

deriyoruz. Öyle özel bir bağ ki onlarla aramızda

var olan. O yüzden bu günler benim için unutul-

maz ve heyecan verici günler oluyor.

“KIRGINLIKLARI �Ç�MDEHALLETT�M”

Peki her şeyi anlattı mı Türkan Şoray bu ki-tapta? Yoksa meslek hayatında olan bazı kır-gınlıkları, anlaşmazlıkları ya da özel hayatına dairparçaları kendine mi sakladı? Bir otosansürdenbahsedebilir miyiz?

Şimdi öncelikle şunu söylemek isterim, bu be-

nim özel yaşamımı anlattığım bir kitap değil. Ben

özel yaşamımı yazmayı düşünmem. İnsanın ken-

dine saklayacağı birtakım şeyleri, bir mahremiyeti

olmalı düşüncesindeyim. Kitapta yer yer özel ya-

şama dokunuluyorsa da, sinemamdan dolayıdır.

Hayatımın o dönemi sinemayla bağlantılıdır ve o

yüzden yazmışımdır. Örneğin mesleğimden ayrı

kalmışımdır ya da mesleğimin bana kattığı gü-

zelliklerdir. Bu çerçevede özel hayatımdan parçalar

var. Sinemanın özel yaşamıma değdiği dönem yani.

Meslek yaşamım için bakarsak da, herkesin ka-

riyerinde mutlaka iniş çıkışlar, kırıcı olaylar, üzen

olaylar olmuştur. Benim de kolay olmadı tabi si-

nema hayatım. Tek başınıza bir mücadele veri-

yorsunuz. O dönemde de beni üzen tatsız olaylar,

kırıldığım insanlar oldu tabii ki. Zaman zaman ba-

zıları anılarını yazıyorlar, yirmi sene önce olmuş bir

şeyi böyle pat diye gündeme getiriyorlar. Ben

bunu gereksiz buluyorum. Kötü şeyler yaşanmış-

sa bile, yıllar sonra o insanı yargılamaya, rencide et-

meye gerek yok. Bunlar benim karakterime uygun

şeyler değil. Onun için ben, empati kurabiliyorum,

affediciyim. Yani bazen çok affedemesem bile içim-

de halletmeye çalıştım. Ayrıca ben hayata ve in-

sanlara sevgiyle bakan biriyimdir. Bu meslekte ol-

duğu gibi tabii her meslekte olabilir böyle şeyler.

Hatta benim mesleğimde en az olur herhalde diye

düşünüyorum. Çünkü biz yıllarca sinema dünya-

sında birbirimize o kadar kilitlendik ki. Benim sev-

gi dünyasındaki sevgi sözcüklerimin hepsi gerçek-

tir, hepsi yüreğimdendir. Çok köklü aile bağlarımız

vardır bizim sinemada. Bazen birbirimizi görme-

sek de o benim canımdır, ben onun canıyımdır. Böy-

le bir dayanışma,dostluk, kenetlenme oluştu bizim

sinema dünyasında. Onun için pek otosansür de-

nemez buna, çünkü ben zaten bütün kırgınlıkları

yıllar öncesinde kendi içimde hallettim, çözümle-

dim, sansürlememe gerek yoktu.

“BEN�M �Ç�N �ÖHRET; PARA,PUL, �A�AALI YA�AM DE��L,SEY�RC�M�N SEVG�S�D�R”

Türk Sinemasının Sultanı ünvanıyla yıllardırşöhretin zirvesindesiniz, fakat halkınıza sarıl-maktan hiç vazgeçmediniz. Sanatçının toplum-daki konumu ve şöhreti doğru sindirmesi konu-sunda neler düşünüyorsunuz? Özellikle egoları-mızın bu kadar kaşındığı bir dönemde siz bununasıl başardınız?

Aslında şöhret tabii çok tehlikeli bir olgu. Eğer

“ben şöhretim” duygusuna kapılırsanız, zaten o bir

süre sonra biter, şöhret kalıcı bir şey değil. Ben ken-

dimi hiçbir zaman şöhretliyim diye görmedim.

Ben mesleğimi seviyorum, mesleğime emek veri-

yorum, mesleğime aşığım. Ben bir “star” değil, bir

“emekçi”yim. Çünkü ben emek veriyorum sinemeya.

On sekiz saat çalışıyorum, dağlarda, kar, tepe, so-

ğuk demeden. Güneşin kavurucu sıcağının alnın-

da çalışıyorum. O zaman ben de bir emekçiyim.

Bir de şu var tabii; on dört, on beş yaşlarım-

da tanınmaya başladım ben ve “şöhret olacağım,

star olacağım” gibi bir hedefim hiç olmadı, şöh-

ret nedir bilmediğim için ve dolayısıyla süreç içe-

risinde şöhret ile tanıştığım için, anlayamadım tam

olarak şöhret miyim neyim (gülüyor) Böylece

onunla bütünleştim, kaynaştım, bu benim hayat

tarzımmış demek ki dedim. Çünkü birdenbire şöh-

ret ile tanışanlar “ayy ben neymişim” havasına gi-

rebiliyor. Ben bir anda şöhret olmadım. Daha ha-

yatı tanımadığım, kişiliğimin gelişmediği dö-

nemlerde, kendimi keşfederken hepsi birbirine

kaynaştı, ben onu üstüme yavaş yavaş giydim. Bir

de beni mutlu eden tanınmak, çok para kazanmak,

süslü elbiseler giymek, lüks arabalara binmek de-

ğildi. Tanınmaya başlayınca fark ettim ki, bizlere

o şöhreti veren seyircidir ve ben seyircimle sev-

gi bağımı keşfettim böylece. Demek ki şöhret gü-

zelmiş dedim, yani benim için şöhret para, pul,

şaşaalı yaşam değil, seyircimin sevgisidir.

�LK VE SON Başka bir kitap daha gelir mi Türkan Şo-

ray’dan?Sanmıyorum. Herhalde hayatta ilk ve son ki-

tabım bu olacak.

Nezaketiniz ve zaman ayırdığınız için çok te-şekkürler Türkan Hanım.

Ben teşekkür ederim, bütün Aydınlık çalı-

şanlarına sevgilerimi yolluyorum.

(Sinemam ve Ben, Türkan Şoray,NTV Yayınları, 388 s.)

14 ARALIK 2012 CUMA 13lık KİTAP

“SİNEMAM VE BEN” ADLI KİTABI ÜZERİNE KONUŞTUK

im”im”im”im”im”im”im”im”im”

Damla Yaz�c�Türkan �orayile birlikte

KAPAK

Page 14: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

“80’lerde Çocuk Olmak Kitabı” ve “90’lar

Kitabı” gibi bir hayli ilgi gören kitaplar ka-

leme alan Kadir Aydemir, bu kez “Tuhaf

Alışkanlıklar Kitabı” ile okurlarının karşı-

sında. 80’ler kitabı 90; 90’lar kitabı ise 111 ya-

zara sahipti. Bu son kitap ise 126 kişilik ya-

zar kadrosuyla bir rekor kırdı. Tuhaf olma-

sının yanı sıra bir o kadar da neşeli takıntı-

ların bir araya geldiği bu kitap okurun yüzüne

bir gülücük konduruyor. Neşeli ve moral ve-

ren bir kitap ortaya koymayı hayal ederek

derlenmiş kitaptaki tüm yazılar. İyi kötü, acı

tatlı, komik ya da ilgi çekici pek çok takın-

tının bu kitapta bir araya geldiğini belirten

Aydemir; “Türkiye’nin içinde bulunduğu

saçma sapan dönemde, her şeyin çiğnenip in-

sanların özgürlüklerinden edildiği, üçüncü

sayfa haberlerine ya da magazine hapsedil-

diğimiz bu yıllarda kırık bir gülümseme de

olsa yüzümüzde, insanlar neşelensin iste-

dim… Tabii bir yönüyle hem psikolojik

hem de sosyolojik bir çalışma ‘Tuhaf Alış-

kanlıklar Kitabı’” diyor…

Öncelikle böyle “tuhaf bir kitap” hazır-lama fikri nasıl doğdu diye sormak istiyo-rum. Kitabın ortaya çıkış hikâyesini dinle-yebilir miyiz?

Bugüne dek kurucusu ve editörü oldu-

ğum Yitik Ülke Yayınları için çok çeşitli ki-

taplar hazırladım; “Tuhaf

Alışkanlıklar Kitabı” da

zincirin şimdilik son hal-

kası oldu. “Cunda Öykü-

leri” ile başlamıştım çok

yazarlı kitapların ilkine,

20 küsür yazar bir ara-

daydı orada; zamanla

“Bozcaada Öyküleri”,

“Olimpos Öyküleri” der-

ken 2010 yılının sonunda

90 yazarlı dev bir kuşak

kitabı olan “80’lerde Çocuk

Olmak Kitabı”nı projelen-

dirip yayımladım. 80’ler ki-

tabı oldukça ilgi çekti, çün-

kü türünün ilk örneğiydi.

Sonrasında 111 yazarlı “90’lar Kitabı” oluş-

tu, o da oldukça ses getirdi. Bu iki kitap gün-

dem yaratıp gazete ve televizyon haberleri-

ne konu olunca yayınevimiz de tanınmaya,

bilinmeye başlamış oldu. Yitik Ülke proje-

si benim için büyük bir düş sonuç olarak...

Derken yayınevimiz için “farklı” ve “daha

önce yapılmamış” olmasını kerteriz alarak sü-

rekli kitap projeleri düşünen ben “tuhaflık-

lar” üzerine kafayı taktım. Yazarken, okur-

ken, birisiyle konuşurken hep bizimle bera-

ber olan, ikili sohbetlerimize neşe katan ga-

riplikleri, absürd alışkanlıkları zihnimde not

almaya başladım. “Tuhaf Alışkanlıklar Ki-

tabı-Beni hiç tanımıyorsun!” başlığıyla çık-

tı kitabımız. 126 yazar bir araya geldi ve sa-

nırım oldukça komik bir itiraflar kitabına

dönüştü bu eser.

Doğru kullanıldığında pek çok fayda, ko-laylık sağlıyor internet/sosyal medya. Hat-ta görüldüğü üzere bir kitap yazmaya bileolanak sağlıyor. Sosyal medyanın rolü çokbüyük bu kitabın hazırlanmasında… Bu sos-yal medya aşaması üzerine konuşabilir mi-yiz biraz?

Yitik Ülke, 1997 yılında internet üzerinde

kurulan ilk şiir/edebiyat penceresiydi desem

yeridir. Dal.net server üzerinde MiRC prog-

ramında #yitikulke sohbet kanalını açarak

çıktım bu yolculuğa. Aynı yıl Kadıköy’de bir

grup arkadaşımla beraber “BaşkA” isimli bir

şiir dergisini de yayına hazırlamaya başladım.

Sonra yavaştan web tasarımına merak sardım,

www.yitikulke.com sitesini 2000 yılında ku-

rup yayına açmamla işin rengi daha da de-

ğişti. Hayatımızda internet, bilgisayar, internet

kafe, modem gibi şeyler geniş

yer kaplamaya başlıyordu ve

Yitik Ülke’yi geliştirip daha ge-

niş kitlelere duyurmayı he-

defliyordum. Yitik Ülke in-

ternetin en çok izlenen ve zi-

yaret edilen şiir/edebiyat der-

gilerinden biri olmuştu. Ay-

larca elde şiir kitapları ve

dergiler, oralardan bakıp ba-

kıp şiirler, yazılar dizdim ve si-

teye ekledim. Sosyal medya

üzerinde kurulan ilk dergi-

lerden biri olan Yitik Ülke,

yine sosyal medya yani in-

ternet yayıncılığı üzerinden

basılı/matbu yayına geçen

kurulu “ilk yayınevi” olma özelliğini ka-

zandı. Bugünün dünyasında Twitter ve Fa-

cebook sayfalarımızda binlerce takipçimiz-

le yolumuza devam ediyoruz.

Nasıl seçtiniz bu 126 kişiyi; bu insanla-rın anlatabileceği tuhaf alışkanlıkları ol-duğunu biliyor muydunuz? İsimleri belir-leme sürecinden bahseder misiniz?

126 yazarın tamamını sosyal medya üze-

rinde Twitter’dan seç-

tim. Takip ettiğim ve

yazılarını, paylaşımları-

nı, tuttuğu bloglardaki

yazıları takip ettiğim in-

sanları tek tek davet et-

tim. Yazar seçiminde

dile ve üsluba dikkat et-

tim. Bazı arkadaşlar da

diğer yazarlarımızın

önerileriyle kitaba alın-

dı. Kitaptaki tüm isim-

lerle Twitter üzerinden

yazışıp maillerini aldım,

gerekli ön bilgileri pay-

laşıp projeye uygun ya-

zılar istedim. “Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı”

böyle dayanışma duygusuyla, tam da Yitik

Ülke’ye yaraşır şekilde ortaya çıktı.

Kitabın son bölümü çok ilgimi çekti; bu-rada Schiller, Balzac, Dickens, VirginiaWoolf gibi yazarların yazma sürecindeki tu-haflıklarına tanık oluyoruz. Kadir Ayde-mir’in yazmakla ilgili tuhaf bir takıntısı varmı diye sorsam?

Kitabın son bölümünü, yani ünlü yazar

ve düşünürlerin takıntılarını, garip alışkan-

lıklarını sevgili Güncem Topçu Güzel ha-

zırladı. Burada amaç Türkiye’den 126 yaza-

rın yanında dünyadan da bilenen isimlerin ne

gibi huylarının olduğunu okurlarımızla pay-

laşmaktı. Bu bölüm oldukça ilgi çekti diye-

bilirim.

Ne tuhaftır ki hiçbir tuhaf alışkanlığım ol-

madığını düşünüyordum. Ama kitabı oku-

maya başlayınca hiç de farkında olmadığım

tuhaf alışkanlıklarım olduğunun farkına

vardım. Bu kitap, çoğu insana böyle bir far-

kındalık kazandıracak, bir parça daha ken-

dini tanımasını sağlayacaktır desem abartmış

olmam sanırım…

Kitabın özelliği aslında neşeli takıntıla-

rın bir araya gelmiş olması. 126 yazarıyla sa-

nırım bir rekora da imza atan bir kitap oldu

“Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı”. İyi kötü, acı tat-

lı, komik ya da ilgi çekici pek çok takıntı bir

araya gelmiş oldu bu kitapta. Kim ne hisse-

der bilmem ama ben neşeli, moral veren bir

kitap olması hayaliyle derledim tüm bu ya-

zıları. Türkiye’nin içinde bulunduğu saçma

sapan dönemde, her şeyin çiğnenip insanların

özgürlüklerinden edildiği, üçüncü sayfa ha-

berlerine ya da magazine hapsedildiğimiz bu

yıllarda kırık bir gülümseme de olsa yüzü-

müzde, insanlar neşelensin istedim… Tabii

bir yönüyle hem psikolojik hem de sosyolo-

jik bir çalışma “Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı”.

Umarım “80’lerde Çocuk Olmak Kitabı” ve

“90’lar Kitabı” gibi sevilir, benimsenir ve za-

manlar üstü bir eser olup uzun yıllar okunur,

kitaplıklarda/kütüphanelerde saklanır…

Kitapta anlatılan bazı alışkanlıklar faz-lasıyla tuhaf ve insan gerçek olabileceğineinanamıyor; “yok artık” derken buluyor ken-dini. Kitapta paylaşılan alışkanlıklardan entuhaf bulduğunuz alışkanlık hangisi acaba?

Benim en tuhaf bulduğum alışkanlığı seç-

mek zor; hepsini beğendiğim ve ilginç bul-

duğum için kitaba aldım desem yeridir.

Ama sanırım Ece Dorsay’ın her şeyi tersten

okuması benim için en ilginçlerden biri.

Şimdi siz bir anda sorunca şaşırıp kaldım; bu

kitabı okuyanlar karar versin en ilginç ta-

kıntıya… 126 ayrı konu var sayfalarda, biri-

ni seçsem diğerlerinin hatrı kalır. Her kitap

gibi bu da benim ruhumun bur parçası.

Her sayfası, her yazısı özel.

Ufukta yeni bir kitap var mı? Belki de birşiir kitabı?

70. kitabına ulaşan Yitik Ülke Yayınla-

rı için yeni kitaplar hazırlıyorum, bu proje-

lerin neler olduğunu da www.yitikulke.com

sitemizde paylaşıp, yazılar yazan herkesi ki-

taplara davet ediyorum. Aşk öyküleri kita-

bının yanında bir de blog kitabı hazırlıyorum.

“Sonsuz Unutuş” adlı öykü kitabım birkaç ay

önce yayımlandı, ilk öykü kitabım “Aşksız

Gölgeler” de yeniden yayımlanacak. Bir

şiir dosyam var; hazır ama hâlâ sihirli bir isim

bulamadım… Bulamadım… 2013’ten umut-

luyum; Yitik Ülke için üretken, paylaşımcı,

güzel bir yıl olur umarım.

“Komik bir itiraflarkitabına dönüştü bu eser”“Yay�nevimiz için ‘farkl�’ ve ‘daha önce yap�lmam��’ olmas�n�

kerteriz alarak sürekli kitap projeleri dü�ünen ben ‘tuhafl�klar’üzerine kafay� takt�m. Yazarken, okurken, birisiyle konu�urken hep

bizimle beraber olan gariplikleri zihnimde not almaya ba�lad�m”ELİF ŞAHİN HAMİDİ[email protected]

Kadir Aydemir

14 ARALIK 2012 CUMA14 Aydınlık KİTAP

KADİR AYDEMİR’LE “TUHAF ALIŞKANLIKLAR KİTABI” ÜZERİNE SÖYLEŞİ:

Page 15: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

14 ARALIK 2012 CUMA 15Aydınlık KİTAP

Bizim kahraman�m�z ne“dudaklar�yla sevi�ipyumruklar�yla dövü�en”Mike Hammer’a, ne katilinsaç telinden ayakkab�numaras�n� ç�karan SherlockHolmes’e, ne de süreklikafas�na vurarak “grihücreler” diye say�klayanHercule Poirot’a benziyor

MELİS YALÇ[email protected]

Artık kimse Türkiye’de polisiye ya-

zılmadığını iddia edemez sanırım. Ahmet

Ümit, Celil Oker, Osman Aysu, Emrah

Serbes, Algan Sezgintüredi, Esmahan

Aykol, Armağan Tunaboylu ve Murat So-

mer gibi yazarların adlarını sık sık duymaya

başladık son zamanlarda. Hatta Emrah

Serbes’in hoyrat karakteri Behzat Ç.’nin

bir dizide oynamaya başlamasıyla polisi-

yenin tür olarak popülerleşmeye başladı-

ğını bile söyleyebiliriz.

“ON PARALIKÖYKÜLER”DEN B�R�NC�SINIF POL�S�YEYE

Ancak polisiye romanın Türkiye’deki

tarihine baktığımızda geçmişte, çevirileri

okurlar tarafından sevilerek okunmuş

olsa da, polisiyenin Türk yazarları arasında

pek tutulmadığını görüyoruz. Kuşkusuz

bunun nedeni 1880’li yıllarda Osmanlıca’ya

çevrilen kitapların Amerikalıların “dime

novels” dediği, bizdeki adıyla “on paralık

öyküler” olmasıydı. Bu dönemde Peyami

Safa’dan siyasi hasmı Nazım Hikmet’e,

Halide Edip’ten “Kesik Baş”ıyla Hüseyin

Rahmi Gürpınar’a bize tanıdık gelen bir-

çok yazar “kolay para kazanmak için” po-

lisiye yazmaya karar verdi, ancak eserle-

rinin “ikinci sınıf edebiyat” olarak görül-

mesi üzerine bu sevdadan vazgeçti.

Sevinerek belirtmek istiyorum ki, o

köprünün altından çok sular aktı. Polisi-

ye türü hak ettiği değere kavuştu, hem Tür-

kiye’de hem de dünyada, nihayetinde

Edgar Allan Poe’nun kitapları da polisi-

ye değil miydi? Polisiye Kraliçesi Agatha

Christie’nin “On Küçük Zenci” adlı kita-

bının yüz milyonun üzerinde satarak, lis-

telerde “Küçük Prens”, “İki Şehrin Hi-

kâyesi” gibi klasiklerin arasına girmesi de

bunu gösterir. Kesinlikle halk tarafından

tutulmanın kaliteyi belirlediğini söylemi-

yorum, ancak Christie’nin başarısı birçok

yazarın ilgisini çekti ve onları yazmaları için

yüreklendirdi. Bu çeşitlilikten de bir sürü

yerli ve yabancı iyi yazar çıktı. Artık şöy-

le de diyebiliriz, “ikinci sınıf edebiyat” yok,

birinci sınıf polisiyeler var!

BA�KOM�SER GAL�PK�MSEYE BENZEM�YOR

Oğlak Yayınları’nın Maceraperest Ki-

taplar serisinden çıkan “Bir Başkomiser Ga-

lip Polisiyesi – Kadıköy Cinayetleri”, yazar

Çağatay Yaşmut’un dördüncü kitabı. Ya-

zarın “Başkomiser Galip Polisiyeleri” dizi-

sinin ilk üç kitabı, “Beyoğlu Çıkmazı”,

“Şarkılar Susunca” ve “Beni Yavaş Öldür”.

Sıkı bir polisiye ve sinema tutkunu olan Yaş-

mut, polisiye tutkusunu roman yazarak, si-

nema tutkusunu ise Beykent Üniversitesi Si-

nema Bölümü’nde yüksek lisans yaparak gi-

deriyor. Gelelim Başkomiser Galip’e, bi-

zim kahramanımız ne “dudaklarıyla sevişip

yumruklarıyla dövüşen” Mike Hammer’a,

ne katilin saç telinden ayakkabı numarası-

nı çıkaran Sherlock Holmes’e, ne de sürekli

kafasına vurarak “gri hücreler” diye sayık-

layan Hercule Poirot’a benziyor. Evet, bel-

ki onlar gibi hayatta kaybetmiş biri. Hem de

en sevdiğini, Aylin’i. Ama görevini yaparak

acısını unutmaya çalışıyor. Tam olarak da

yalnız sayılmaz, iş arkadaşları Komiser

Serdar, Komiser Melike, Mustafa ve ona

âşık bir kadın var hayatında, Oya.

�HANET VE ÇATI�MA DOLUORTAM

Aylin’i kaybettiğinden beri depres-

yonla mücadele eden Başkomiser Galip’in

artık başka sorunları da var, Kurbağalı De-

re’de bulunan başsız bir ceset gibi. Baş-

komiser, katilin izini sürerken bir yandan

da kendini ihanet ve çatışmalarla dolu bir

ortamda bulacak. Başı fena halde dertte

çünkü yakasını kadınlardan da kurtara-

mayacak zira bilindiği üzere çapkın bir

adam bizim Başkomiser.

“Kadıköy Cinayetleri”, üçüncü sayfa ha-

berinden bozma kuru bir polis hikâyesi ol-

maktan ziyade, kadın-erkek ilişkilerini sor-

gulamamıza neden olabilecek bir kitap. Baş-

komiser Galip ise alışılageldik soğuk poli-

siye karakterlerinden çok daha farklı, her-

kes onda kendinden bir parça bulabilir.

(Kadıköy Cinayetleri-BirBaşkomiser Galip Polisiyesi, Çağatay

Yaşmut, Oğlak Yayıncılık, 376 s.)

Hercule Poirot değilo, Başkomiser Galip Hercule Poirot değilo, Başkomiser Galip Hercule Poirot değilo, Başkomiser Galip Hercule Poirot değilo, Başkomiser Galip

MimarlarınDünyasından

Kesitler Hasol kitab�nda, ya�ad�klar�n�anlat�rken yak�n tarihimizetan�kl�k ediyor. Güneydo�u’dahalk�n Coca-Cola’ya “karagazoz” deyi�inden k�rk y�ll�kmimarinin ad�n�n “Arkitekt”olarak de�i�tirilmesine kadarpek çok ilginç olay�an�msat�yor

Mimar, yönetici, kültür insanı Doğan

Hasol’un “İlginç Öyküler” alt-başlıklı “Mi-

marlar Dik Durur” kitabı 4. baskısını yap-

tı. Hasol, eski baskıları yeni öykülerle zen-

ginleştirdiği kitabında içinde yaşadığı çev-

renin insanlarını, onlarla ilgili anekdotları tat-

lı tatlı anlatıyor okurlara. Bir

geçit töreni adeta… Renkli si-

malar, ünlü şahsiyetler, Ha-

sol’un yakınları, dostları, ta-

nıdıkları vb. sıra ile geçiyor

okurun önünden.

M�MAR VE KENT Çoğumuz mimar dendi-

ğinde omuz silkip geçeriz.

“O da mesleklerden biri”

diye geçiririz içimizden. Oysa

mimar, içinde yaşadığımız

mekanları tasarlayan, yara-

tan kişidir. Mimar, modern

insanın içinde yaşadığı ve

sistemin içinden çıkılmaz

hale getirdiği dev mega-

kentte insanların toplu/bireysel serüveni-

nin bir bakıma şekillendiricisidir. Tasarı-

mı bizi mutlu edebilir, ferahlatabilir, ya da

tersi olabilir; yaratılan basık, kasvetli me-

kanlar yaşama sevincimizi etkileyebilir.

Hasol kitabında, İTÜ yıllarından baş-

layarak yaşadıklarını, gördüklerini anlatı-

yor. TBMM projesini kazanan ünlü Avus-

turyalı mimar Holzmeister’in yanında ça-

lıştığı günleri de anlatıyor, ressam Cihat

Burak’ı da; İTÜ’deki hocalarını da anla-

tıyor, Demirtaş C eyhun’un Adana’da be-

lediye başkanlığına adaylığını koyuşunu

da… Diğer bir deyişle, Hasol yaşadıkla-

rını anlatırken yakın tarihimize tanıklık edi-

yor. Güneydoğu’da halkın Coca-Cola’ya

“kara gazoz” deyişinden

kırk yıllık mimarinin adının

“Arkitekt” olarak değişti-

rilmesine kadar pek çok il-

ginç olayı anımsatıyor, dik-

katimize sunuyor.

Hasol’un öykülerinin

bazıları insanı gülümseti-

yor, bazıları öfkelendiri-

yor.

“Mimarlar Dik Durur!”

keyifle okunuyor.

Hasol her zamanki yu-

muşak, zarif üslübuyla

okurlara sıcak, yumuşak,

eğitici mesajlar veriyor.

“Anlayana sivrisinek saz, anla-

mayana davul zurna az”.

Bazı öyküler vinyetlerle, çizimlerle,

karikatürlerle, fotoğralarla süslenmiş. Ki-

tabın boyutlarından kaynaklandığı belli

olsa da, bazı çizimlerin, fotoğraflarının kü-

çük tutulmuş olması bir eksiklik olarak dik-

kati çekiyor.

(Mimarlar Dik Durur, Doğan Hasol,YEM Yayın, 176 s.)

CÜNEYT AKALIN

Mimar Doğan Hasol’ın hazırladığı

“Mimarlık Cep Sözlüğü”nün gözden ge-

çirilmiş 2. Baskısı çıktı.

TÜBA (Türkiye Bilimler Akade-

misi) için hazırlanmış Ansiklopedik Mi-

marlık Sözlüğü’nün damıtılmış bir özü

niteliğindeki “Cep Sözlüğü”, temel mi-

mari kavramların yanısıra, kavramları

açan çizimlerle ve fotoğraflarla des-

teklenmiş. Baskı temiz, özenli anlatım,

okumayı kolaylaştırıyor.

1998’de İTÜ tarafından “fahri dok-

tor”, 1999’da Yıldız Teknik Üniversite-

si tarafından “onursal doktor” ünvanı-

na layık görülen, 2000’de Mimarlar

Odası’nca “Mesleğe Katkı Başarı Ödü-

lü” ile ödüllendirilen görmüş geçirmiş

mimar, yayıncı Doğan Hasol’ca hazır-

lanan sözlük, hem teknik kişilerin ihti-

yaçlarına karşılık veriyor hem de mi-

marlık konularına genel olarak ilgi du-

yanlara yol gösteriyor.

“Mimarl�k Cep Sözlü�ü”

Page 16: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

14 ARALIK 2012 CUMA16 Aydınlık KİTAP

Birçok şair ilk şiirlerine uzak du-

rur. Bunun nedeni bu şiirlerin fazla-

sıyla acemilikle yüklü olması ya da şai-

rimizin ilk şiirlerinden sonra sanat ve

estetik anlayışının değişmesidir.

Hüseyin Haydar ilk şiir kitabıyla

ödül almış şairlerdendir. İlk kitabıy-

la 1981 Akademi Kitabevi Şiir Ödü-

lü’nü kazandığı kitabının 2012’de

yapılan ikinci baskısıyla Troya Folk-

lor Araştırma Derneği ödülünü al-

ması şiir adına hem not edilecek bir

gelişme hem de Hüseyin Haydar şii-

ri adına belirleme olanağı sunan bir

durumdur. Demek ki Hüseyin Hay-

dar ilk şiirlerinden itibaren disiplin-

li bir çalışma içindedir. Sanatta ser-

keşlik değil esas olan disiplindir.

Şairimizin ilk eseri olan “Acı

Türkücü”, Türkiye toplumsal tarihi-

nin özel bir kesitinin türküsüdür.

Devrimci halk muhalefetinin devle-

tin bütün militarist aygıtları kullanı-

larak ve faşist yöntemlerle bastırıldığı

bu dönemin türkücüsünün görevi

de tabii ki acıların estetik tarihini şiir

sanatı üzerinden yansıtmaktır:

“Gece üstüme attı ölüm ağını, Hangi yana dönsem ağu yağmuru. Artık içime akıyor kanım, Acı, göğsümde unuttu bıçağını. Bağışlamasınlar isterse beni, Yakıyorum işte sevgilerimi. Gençliğime aldanmasınlar sakın, Gençliğim hasat mevsimi. Doldurdum içime isyan günlerini, Göğsümüz çatlamış acı küpü. Damlar duru yiğitlik yollara şıp şıp Dalına yabancı incirin sütü. Ben bir acı türkücüyüm, Taşıdığım acı yükü.”

Fakat kendi döneminin belirgin

eğiliminin aksine onun şiirinde hüz-

nün dozu oldukça düşük, direncin

sesi ise yeterince diktir. Söyleyişindeki

bu farklılık, anlatımındaki sadelik ve

şiirselliği, bu sadelik üzerinden sağ-

lama başarısını yakalamış olmasıyla

onu döneminin şairlerinden farklı bir

kulvara taşımaktadır.

Hüseyin Haydar’ın “Acı Türkü-

cü”deki bu belirgin tutumunun daha

sonraki eserlerinde daha bir olgun-

laşmış halini ve bu halin üretime yan-

sımış sonuçlarını görüyoruz.

Sayıklamaktan, kâbus görmekten

bitkin düşmüş, hastalıklı bir sesle ök-

sürüp duran son dönem şiiri içinde

onun konuşan, söyleyen, başkaldı-

ran, umut veren bir şiiri dolaşıma sok-

muş olması şiirimizin tarihini yazan-

lar için bir uğrak noktası olmalıdır.

Kim ne derse desin Hüseyin Hay-

dar, şiirin toplumsal mücadelenin

bir parçası haline gelmesinde önem-

li katkılarda bulundu. Araçlarını da

kendi çabası, iradesi ve kararlılığıy-

la yarattı. Belki de, büyük ihtimal,

Hüseyin Haydar gazetede şiir köşe-

si olan ilk şairimizdir. Şiirleri usta bir

spiker tarafından televizyon ekra-

nında hiçbir ticari kaygı güdülmeden

okunan ilk şairimiz de odur.

Ve onun şiirleri her sözcüğüne

devrimci romantik heyecanın sindi-

ği bir çağrı metnidir. Günceli tarih-

sel arka planıyla ya da tarihseli gün-

celin buğusu üzerinde tüten tazeliği

üzerinden yansıtan anlatımı, tok

uyakların sesini olduğu kadar halk di-

linin sıcak tadını da taşımaktadır.

Bizim edebiyatımızda toplum-

sallık Tanzimat’la başlar. Tanzimat

edebiyatçılarının ilk kuşağı görücü

usulüyle evliliğin kötülüğü gibi sosyal,

vatanın kurtuluşu gibi milli ya

da kölelik kurumuna kar-

şı durma biçiminde ev-

rensel temaları işle-

mişlerdir. Onların

toplumsallığı sos-

yal, milli ve ev-

rensel temaları

kapsayan bir içe-

riğe sahiptir.

H ü s e y i n

Haydar gıdasını,

ilhamını Şinasi,

Namık Kemal ve

Ziya Paşa’dan alıyor.

Bununla yetinmiyor, bu

toplumsallığı sosyalist, dev-

rimci bir Türkiye ideali ve umuduy-

la da donatıyor.

Hüseyin Haydar’ı, şiiri bir silah

olarak kullanmakla suçlayanlar var.

Onun için güncel olaylar üzerine

köşe yazısı gibi şiir yazılır mı, diyen-

ler var.

Ben bu tarz eleştiriler karşısında

Namık Kemal’in, Nazım Hikmet’in,

hatta Tevfik Fikret’in en kalıcı şiir-

lerini böylesi dönemlerde ve böyle-

si bir anlayışla yazdıklarını anımsat-

makla yetineceğim.

Toplumcu gerçekçi şiirin amacı

kitlelere ulaşmak ve onların yaşam

mücadelesinde etkili olmak değil

midir? Bireylerin tepki ve yönelişle-

rinin görsel medya tarafından belir-

lendiği koşullarda, bir şair bunu üs-

telik şiir üzerinden ve şiir adına taviz

vermeden gerçekleştirebiliyorsa, ge-

riye konuşacak ne kalır?

Hüseyin Haydar’ın “Sudan Göv-

de”si 1993’te yayımlanıyor. Uzun bir

aradan sonra, 2011’de “Zor Günle-

rin Şiirleri” ve “Doğu Tabletleri”

geliyor. “Zor Günlerin Şiirleri” Cum-

huriyetin ele geçirilip tasfiye edildi-

ği son dönemin olay ve olgularına ta-

nıklık ediyor. Her zaman olduğu

gibi Hüseyin Haydar’ın tanıklığı hay-

kırış, uyarı ve ve çağrıyı içinde taşıyan

etkin bir tanıklık olarak gerçekleşiyor.

“Doğu Tabletleri” aslında çeşit-

li edebiyat dergilerinde 1993’ten iti-

baren parça parça yayımlanmaya

başlıyor. “Doğu Tabletleri”nde geç-

mişin egzotizmi üzerinden bugünün

sömürü ve emperyalizm dünyasının

bütün berraklığıyla yansıdığını gö-

rüyoruz. Ve şairimizin dili kullanma

hünerinin bütün incelikleri her di-

zesinde âdeta bir kanaviçe

gibi okuyucunun algı

evrenine seriliyor.

Aynı zamanda ya-

şadığımız hayat,

içinde bulun-

duğumuz dö-

nem mitoloji,

tarih ve gün-

celin bileşkesi

üzerinden en

yalın ve estetik

haliyle özetleni-

yor.

Bir şairden bun-

dan daha fazlası bekle-

nebilir mi?

“Doğu Tabletleri”nin Yunus Nadi

ve Ahmet Necdet şiir ödüllerine de-

ğer görülmesini de ayrıca önemli

buluyorum. Hüseyin Haydar’la bir-

likte artık ödüllerin de ibresi toplu-

ma yönelik, toplumcu içeriğe sahip

eserlere dönmüş oldu. Bu süreç ge-

riye işlemeyecektir.

Hüseyin Haydar’ın yüreğine ve

kalemine sağlık. Yolu açık, atı rahvan

olsun.

Yazımı “AdanışVI” şiirinden bir bölümle bitirmek isterim: “Emeğin yüceliğine, insanın yaşam direncine,

Yerin ve göğün varlıklarına ve bütünlüğüne, Bilgelik yüklü geleceğin kurucularına, Ceylanlı dağlara, buğday saçan ovalara, Balık taşan derelere, kuş dolusu göklere, Ve yetiştiren, yettirten ulusların analarına, Döven çekice, biçen orağa ve işleyen akla, Kendini halka adayan berk oğullara, Günışığı gibi parıldayan ipek kızlara… Mağara taşına çizene, balçığakazıyana, Kaşgarlı’ya, Balasagunlu’ya, Dedem Korkut’a, Karacaoğlan’a ve Köroğlu’na ve Emrah’a Ve şiirin kızıl güneşi Nazım’a… Adıyorum bu sözleri, tutulmuş dilimle, Yetkinleşen insanlığa, çocuk kalmış aklımla. … Sana adıyorum, bu tedbirsiz sözleri, Yeri soğutanı unut, asi başını dik tut.”

Hüseyin Haydar, �iirin toplumsal mücadelenin bir parças� haline gelmesinde önemli katk�lardabulundu. Araçlar�n� da kendi çabas�, iradesi ve kararl�l���yla yaratt�. Belki de, büyük ihtimal,

Hüseyin Haydar gazetede �iir kö�esi olan ilk �airimizdir

Umudun ve direncin şairi:Hüseyin Haydar

CAFER [email protected]

Hüseyin Haydar’ı,şiiri bir silah

olarakkullanmakla

suçlayanlar var.Ben bu tarz

eleştirilerkarşısında NamıkKemal’in, NazımHikmet’in, hatta

Tevfik Fikret’in enkalıcı şiirlerini

böylesi dönemlerdeve böylesi bir

anlayışlayazdıklarını

anımsatmaklayetineceğim

Hüseyin Haydar

Onun�iirleri hersözcü�üne

devrimci romantikheyecan�n sindi�i bir

ça�r� metnidir. Anlat�m�,tok uyaklar�n sesinioldu�u kadar halk

dilinin s�cak tad�n� da

ta��maktad�r

Page 17: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

14 ARALIK 2012 CUMA 17Aydınlık KİTAPARAKABLO

Başbakan Erdoğan, geçen hafta İnö-

nü için “faşist” nitelemesinde bulunun-

ca, Sönmez Targan’ın gönderdiği metin

birden güncelleşmişti; bu nedenle, bir

hafta beklemesin diye, Ahmet Hamdi

Tanpınar’ın yazısını Aydınlık’a gönder-

dim... “Yakın Tarihimiz Üzerinde Dik-

katler”i o kapsamda değerlendirip iyice

kısaltarak Kültür Sanat sayfasında ya-

yımlamışlar (06.12.12). Bu arada yazının

ilk yayımlandığı gazete ve tarihi güme git-

miş: Cumhuriyet, 27 Temmuz 1960. Elli

iki yıl yok sayılmış bir yazı için buna da

şükür! “Suçüstü”nden daha şanslı...

1960’larda TİP’in Eminönü örgü-

tünde çalıştığı günlerden tanıdığımız

İlat Yenidoğan’ın getirdiği “Suçüstü” ya-

zısı (Cumhuriyet, 14.06.1960), yönetmeni

geçtik, KültürSanat mümeyyizine bile te-

meyyüz edememiş de Aydınlı Kitap’ta

ağırlanmıştı (19.10.12). Fehmi Özdoğan

da, “haftalarca

böyle uğraşın-

caya kadar ki-

tabını hazırla şu-

nun!” demekte

çok haklıydı el-

bette ama haf-

talık o yazılar

olmasaydı, hak-

çası bu yazılara

ulaşamayacak-

tık. İşte Osman

Erbil’in de SBF

Gazete Arşivi’nden fotokopisini sağlayıp

gönderdiği, Ulus’ta çıkan (15 Ekim

1960) yazısıyla birlikte, ölümünden bir yıl

önce yayımladığı yazıların çoğuna ulaş-

mış bulunuyoruz*. Tanpınar, bu yazı-

sında, İnönü’ye yurtta ve dışarıdaki yay-

gın yaklaşımı yansıtırken, Erdoğan ve

yandaşlarının da Menderes ölçekli kafa

çaplarını daha o günlerden veriyor:

HATIRA VE DÜ�ÜNCELERA. H. TANPINAR

1951 yılında Park Otel’in kahvesin-

de aşırı Demokrat bir mebusa: “Dostum,

demiştim, siyasi bir teşekkül her şeyden

evvel millî hayatı bütünüyle içine alan

plan ve program meselesidir. Bu hem si-

yasî hayatın mutlak icabı, hem de sizle-

ri bu mevkiye getiren demokrasinin ilk

şartıdır. Kaldı ki, iktisadî vaziyetimiz

artık tesadüf denen şeyi kabul etmeye-

cek kadar sıkışıktır. Nerden geliyorsu-

nuz? Hangi fikir limanlarından kalktınız

ve bizi nereye götürmek istiyorsunuz?

Bunu memlekete söylemeniz lazım. Hü-

kümet olarak da meclis olarak da işini-

ze yarar. Hükümet olarak yapacağınız

şeyleri bilirsiniz, sıraya koyarsınız ki

muvaffakıyetin başlıca sırrıdır. Meclis ola-

rak hükümeti murakabenizde size yol

gösterir, işin riyaziyesini verir.”

Muhatabım, “Biz kendimizi bağla-

mak istemiyoruz. Şartlara ve imkânlara

göre iş göreceğiz.” cevabını verdi.

“Halledilecek, acil çare bekleyen

bu kadar iş varken bunu yapamazsınız.

Kalkınma diye bir meseleniz var. Her şey

ona bağlı. Programsız, hatta ciddî etüt-

süz nasıl altından çıkarsınız?”

Bana tekrar aynı cevabı verdi: “Bey-

hude kendinizi yormayın. Biz kendimi-

zi bağlamak istemeyiz. Hem ne diye ıs-

rar ediyorsunuz? Bizim programımız var.

Hem de mükemmel bu program... Halk

Partisi’nin yaptıklarını yapmamak bize

yeter hatta artar bile...”

Yüzü, karşısındakini susturmak için

en itiraz götürmez formülü bulmuş

olanların sevinç ve gururuyla parlıyordu.

İlk önce aklımdan Cumhuriyet, Hilâfe-

ti kaldırma, iyi kötü bir sanayi hareketi

vb. şeyler geçti. Fakat kırmamak için baş-

ka türlü cevap verdim: “Şimdi söyledi-

ğiniz söz en ağır ve en doğru tenkidi bile

şamil olsa gene program olmaz, çünkü

menfidir. Halbuki devlet idaresi müspet

iştir. Halk Partisi’nin kendisine göre bir

yolu vardır. Oraya gitmeyeceksiniz. Ka-

bul ettim. Fakat bu kendinize muayyen

bir yol seçmeniz ihtiyacından sizi kur-

tarmaz. Günün birinde dört yol ağzında

kalırsınız.”

İki elini düzlemesine kaldırarak:

“Hayır, hayır, bize bu kadarı yeter.”

diye cevap verdi.

“Siz sinizm yapıyorsunuz. Sinizm

ile devlet idare edilmez ancak münaka-

şa kapatılır.” diyerek sözü kestim. Ha-

yatımda pek az meclisten bu kadar ha-

yal kırıklığı ile ve iyi niyetimden utana-

rak ayrılmıştım. Arkamdan atacakları

kahkahaları o kadar iyi hissediyordum ki

kahveden çıkarken omuzlarım kendili-

ğinden küçülmüş ve çökmüştü.

Demokrat Parti’nin mahkeme kararı

ile kapandığını gazetelerde okuduğum

gün bu konuşmayı ister istemez hatırla-

dım. Sözlerini gerçekten tutmuşlar ve

programlarını takip etmişlerdi. Fakat bu

konuşmanın bende başka ağızlardan

gelmiş bütün bir cevap serisi vardır.

“TÜRKLER ONU HERHALDEÇOK SEVER”

1953 senesinde Paris’te ressam Léo-

pold Lévy’ye rastladığım zaman ilk sözü,

“İnönü ne yapıyor?” suali oldu. “Çalışı-

yor” dedim.

“Kendi kurduğu demokrasinin, mu-

halefet lideri sıfatıyla murakabesini ya-

pıyor. Bilirsiniz yorulmaz adamdır.”

O zaman ihtiyar dostum bana şu fık-

rayı anlattı: “Marsilya’da arabamı va-

purdan çıkardıkları zaman yanıma bir

amele yaklaştı. Güçlü kuvvetli, tam bir

Fransız amelesiydi. Fakat bir ayağından

sakattı. ‘Arabanızın künyesini tanımı-

yorum, nerenindir?’ diye sordu. ‘İstan-

bul’dan geliyorum!’ diye cevap verdim.

O zaman meraklı muhatabım birdenbi-

re düşündü. İstanbul, İstanbul... Demek

Türkiye’den geliyorsunuz. İşte bir mem-

leket ki başında işten anlayan bir devlet

adamı var. Milletini bu harbin cehen-

nemine sokmadı... Ve bana İnönü’nün

adını söyleyerek, ‘herhalde Türkler onu

çok severler!’ diye sözünü bitirdi. Şim-

di memleketinizdeki siyasi mücadelele-

ri gazetelerde okurken veya burada

rastladığım eski talebelerimden dinler-

ken hep bu Marsilyalı amelenin hük-

münü hatırlıyor ve şaşırıyorum. Sağdu-

yusuna o kadar inandığım milletiniz

nasıl oldu da İnönü’yü feda etti? İşleri-

nize karıştığım için affınızı rica ederim.

Fakat ömrümün mühim bir kısmını

memleketinizde geçirdim. Atatürk ve

İnönü’nün memleketinizde yaptığı işi siz

Türkler kolay kolay anlayamazsınız.

Günlük işlerin içinde kaybolur. Ben de

orada iken anlayamamıştım. Şimdi bu-

radan daha iyi görüyorum. Eski Reisi-

cumhurunuz beni daima muvazene kud-

retiyle şaşırtmıştı. Fakat işittiğime göre

bu işi biraz da kendisi istemiş. Elbette

hakkı vardır.”

�NSAN DENEN �EY VE“HIRSIZ FENER�”

Aynı seyahatte Türkiye’de uzun za-

man kalmış bir Alman bana şöyle söy-

lemişti: “Sizin en büyük hatanız, Millî

Mücadele’yi ve İstiklâl Zaferi’nizi her-

hangi bir muharebe ve her milletin ta-

rihindeki zaferlerden biri, belki en müb-

rem ve zarurisi [gerekli ve zorunlu] gibi

almanızdır. Halbuki o aynı zamanda

memleket içinde yaşadığınız ilk Avrupalı

tecrübe oldu. Realite duygunuz onunla

başladı. Onun için Atatürk ve arkadaş-

ları tarihinizde yepyeni bir insan tipinin

başlangıcıdır.”

İnsan denen şeyden bir eski Halk Fır-

kası mebusunun hiç utanmadan ve sı-

kılmadan Adnan Bey’i “Siz Atatürk’e

benziyorsunuz, nasiyenizde [alın] ve

gözlerinizde onun zekâsı ve ruhu parlı-

yor.” (Belki sözler bire bir aynı değildir)

diye övdüğünü gazetelerde okuduğum

zaman utanmıştım. Vakıa bu mebusu hiç

gözüm tutmamıştı. Meclis koridorla-

rında rastladıkça üzerimde çok aşağılık

şeylerin simsarı hissini bırakırdı. Siyasi ha-

yata öz dayısını jurnal ederek girmiştir.

Anlaşılan hayatını başladığı gibi bitirmesi

gerektiğini sanıyordu. Atatürk’ü Tarih

Darphanesi’nin lüzum gördükçe bastı-

ğı bir sikke veya esham [hisse] senedi ad-

dedenler çoktu. Ve bir başka nüshasını

bulduklarını zannettikleri için mesuttu-

lar. Çünkü Atatürk onlar için sadece yük-

sek gelirli bir yatırımdı. Kaç münevver ta-

nıdım ki, Millî Mücadele’nin ve kurtu-

luş yıllarının en tabii şekilde tasfiye et-

tiği birtakım biçare artıklarını ciddiye al-

dılar ve etrafında pervane gibi dolaştılar.

Değiştirilmiş hatıralarını en sahih şaha-

det diye kabul ettiler ve meclis meclis an-

lattılar. Yüzen yosunla köklü düşünce

arasındaki fark...

Fakat daha garibi var. Adnan Bey’in

kendisi de Atatürk’e benzediğine inan-

mıştı. Hugo’nun tabiriyle bu “hırsız fe-

neri” kendisini güneş addediyordu. Hiç

olmazsa zaman zaman İnönü’nün henüz

hayatta olduğunu unuttuğu anlarda...

Evet, iktisadî enflasyonun yanı ba-

şında bu çok vahim değer enflasyonu var-

dır. Yassıada’nın temelleri asıl onun

üzerinde kuruldu.

* Yazı Erbil’den geldikten iki gün

sonra, son yıllarında Tanpınar’ın asis-

tanlığını da yapmış olan Turan Alptekin,

benim imeceyle ulaştığım bu metinlerin

10 yıl önce Mücevherlerin Sırrı (YKY,

2002) kitabında yer aldığı bilgisini ilet-

ti. Basımı bitmiş olan bu kitabın

YKY’den fotokopisini Alptekin’in uya-

rısıyla edindiğimde, Aydınlık okurlarını

buluşturduğumuz bu yazılardan birka-

çının gerçekten de adı geçen kitapta yer

aldığını, Aralık 2004’teki basımından

sonra kitabın yayımının kimi hukuki

nedenlerle durdurulduğunu anlamış bu-

lunuyorum. Bu kitabı vaktiyle atladığım

için kendimi bağışlayamıyorum. Ama ki-

tap binlerce kişiye ulaştığı halde Tanpı-

nar’ın Atatürkçü kişiliğinin atlanması ya

da gizlenmesi konusundaki genel ısrar

çözümlenmeye değer. Durumu bilmek-

le birlikte, sözgelimi Alptekin, “Ahmet

Hamdi Tanpınar: Bir Kültür, Bir İnsan”

kitabının hiç değilse son basımında (İle-

tişim Y., 2010) bu bilgilere yer verme-

mekle, toplumsal sorumluluktan geçtik,

hocasına karşı doğru mu yapmıştır?

Özdoğan, hazırlayacağımız kitaba “Han-

gi Tanpınar” adını öneriyor. “Gizledik-

leri Tanpınar” adından daha iyisi mi

olur?

[Tanpınar tutkunlarını bugün (14

Aralık 2012, cuma) CKM’de, Emine Er-

baş’la birlikte yer aldığımız, “TANPI-

NAR’DA ZAMAN VE UYGARLIK

ÖRTÜŞMESİ” etkinliğine (saat 16:00-

17:30) bekliyorum.]

Tanp�nar, “Deniz Feneri”ne uzanan yolculu�u daha o y�llarda i�aret ediyordu:“Adnan Bey, Atatürk’e benzedi�ine inanm��t�. Hugo’nun tabiriyle bu ‘h�rs�z feneri’

kendisini güne� addediyordu.”

Marsilya rıhtımındaki Fransızişçi: “İnönü, milletini harpcehennemine sokmadı.”

[email protected]

SEYY�T NEZ�R

�smet inönü

Page 18: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

14 ARALIK 2012 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Ay�

Sinestezi, algılamada duyuların bir-

leşmesi anlamına gelir. Sinestezikler ger-

çeği, farklı duyusal algılamaları birbiriyle

karıştırarak görür. Kimi için “E” harfi

yeşildir örneğin. Bazısına göre “R”nin

tiz bir sesi vardır ya da “5” rakamı sarı

renktir, “Fa” notası çikolata tadındadır.

Bazı araştırmacılar tarafından “hasta-

lık” olarak kabul edilen Sinestezi, ba-

zılarına göre mucize, hatta mistik bir in-

san yeteneğidir. İşin ilginç yanı, sines-

tezikler çoğu zaman farklılıklarının far-

kında bile değildir. “Sinestezya” dünya

çapında bir bilim adamının notlarına ve

onunla birlikte çalışan dört sinesteziğin

günlüklerine dayanan, zihnin kimya-

sından ruhun simyasına, sinesteziden

Alzheimer’e, Batı felsefesinden “1001

Gece Masalları”na uzanan, unutulma-

sı zor, kışkırtıcı bir roman.

Sinestezya

Osmanlı topraklarında üstünlük,

etki ve çıkar sağlamak için yarışan ve

çatışan yayılmacı devletler, Büyük

Savaş’tan yenik çıkan İstanbul Hü-

kümeti’ne Mondros Bırakışması’nı

dayatmışlardı. Amaç Anadolu’nun

işgali ve Türklerin geldikleri bölgeye,

Orta Asya’ya sürülmesiydi. Sevr An-

tlaşması’yla ise can çekişen Osmanlı

Devleti’ne son darbenin vurulması

planlanmıştı.

Ancak Türk ulusal güçleri, kor-

kunç bir tehdit oluşturan bu oldu-

bittiye karşı halkı coşturarak direnişi

başlatacaktı.

Anadolu’da yaşanan bu kaygılı

yılları, gizli İngiliz belgelerine da-

yanarak ele alan Salâhi Sonyel’in

yeni araştırması, yakın tarihimize ışık

tutuyor.

Kayg�l� Y�llar

Hande Gündüz’ün ilk öykü kita-

bı “Çaparide Çırpınmak”ta on beş

öykü yer alıyor. Doğayı kucaklayan bu

öykülerde kimi zaman cümle arala-

rına hayali öğeler serpiştiriliyor kimi

zaman da sevecen bir romantizme yer

veriliyor.

Yazar, kaleminin mürekkebini,

gündelik yaşantımızdaki gizli çatış-

maların, açığa çıkarılmayı bekleyen iç

gerginliklerin hokkasından alırken,

sırtımızda bir yük gibi duran aile içi

öğrenilmişliklere naif ve sıcak tara-

fından da bakmayı ihmal etmiyor.

Hande Gündüz, duru bir suyu

renklendirir gibi yazdığı öyküleriyle,

öykü dünyamızdaki özgün yerini ala-

cağı kuskusuz.

Çaparide Ç�rp�nmak

Çekes Adil Paşa’nın “Tahsildar-

lık Günleri” romanı ile başlayan

“Mahmudiye Üçlemesi”nin ikinci

kitabı olan “Capon Çayevi”nde naif

bir insan üzerine bir o kadar naif bir

hikâye anlatıyor Mahmut Şenol.

Biga yöresindeki Çerkes bir deli-

kanlının hayatı ekseninde bütün bir

tarihsel toplumsal yapıyı ince ve çar-

pıcı ayrıntılarıyla gözler önüne seren

Şenol, dönemin atmosferini önce

dili sonra anlatı tarzı ve kurgusu, ni-

hayetinde insan manzaralarıyla ek-

siksiz yansıtmış.

Şenol romanlarında sanki Brue-

gel’in tablolarını kağıda aktarıp te-

mize geçer gibidir. Berbat ile şahane,

zor ile kolay, yalan ile dürüstlük,

ihanet ile sadakat, alay ile gurur, adi

ve yüce, hatta dev ve cüce iç içedir...

Capon Çayevi

Devrim bir başlangıçtır; fakat şid-

detle yoğrularak savaşa yaklaşan ve si-

yasal alanın dışına itilen bir devrim,

yıktığı tiranlığın yerine yeni bir ta-

hakküm odağını geçirmekten kaçabilir

mi? Devrim, halkın iktidarını getire-

cek bir araçtır; fakat halkın tam katı-

lımını engelleyen ve yeni güç odakla-

rı yaratmaktan öteye gitmeyen bir

devrim hareketi kamusal mutluluğu ve

iktidarı yaratabilir mi? Fransız ve

Amerikan Devrimlerini karşılaştırarak

devrim olgusunu modern perspektif-

te değerlendiren Hannah Arendt,

devrim hareketlerinin amaçlarıyla

vardıkları nokta arasındaki uçurum-

da bugünün yakıcı sorunlarının kök-

lerini ortaya koyarken, gerçek bir

devrim ihtimaline uzanan yollara da

ışık tutuyor.

Devrim Üzerine

Kendi zihninizde savaş varsa ba-

rışın hüküm sürdüğü bir dünyada ya-

şamanın anlamı yoktur.

Dedektif Fiona Griffiths’in ilk ci-

nayet vakası tüyler ürperticidir; bir ka-

dın ve altı yaşındaki kızı köhne bir dai-

rede vahşice öldürülmüştür.

Tek ipucu ölü bir işadamının olay

yerinde bulunan banka kartıdır.

Fiona kendini mesleğine adamış,

son derece zeki bir polistir fakat göz-

ler önüne sermekten hoşlanmadığı

başka yanları da vardır.

Fiona geçmişini ardında bırakma

derdindedir fakat cinayetler vahşi-

leştikçe o da merhametsiz bir şekilde

zihninin karanlık köşelerine sürükle-

nir, üstelik orada başka bir ölü kız

daha vardır: Kendisi...

Ölülerle Konu�mak

İspanya, İran, Danimarka ve Tür-

kiye’nin, Almadóvar, Kiarostami, Lars

von Trier, Zeki Demirkubuz, Nuri

Bilge Ceylan gibi öne çıkan yaratıcı-

yönetmenleri tarafından üretilmiş ka-

dın merkezli filmlerin ortak özellikle-

ri üzerine yetkin bir inceleme. Peker-

man, hikâyelerin merkezinde yer alan

kadınlara odaklanıyor ve bu karakter-

lerin film mekânıyla kurduğu bağlara

bakıyor. Bu hikâyelerdeki kadınlar

kendine ait huzurlu bir evi olmayan, ya

yaşanmaz bir evden nasıl çıkacağını bi-

lemeyen ya da erkek egemen kamu-

sal/ulusal alanda bir köşeye kıstırılmış

kadınlar. Pekerman, film mekânıyla

kurduğu bir tür bağın, kadına, içinde

bulunduğu alanda var olabilmesini ve

ataerkil baskılara direnebilmesini sağ-

layan bir yer açtığını ileri sürüyor.

Film Dilinde Mahrem

Hannah Arendt, �leti�imYay�nevi, Çev: Onur Kara, 398 s.

Anton Çehov, �� Bankas� KültürYay�nlar�, Çev: Tansu Akgün, 220 s.

Bu kitapta yer alan dokuz kısa

oyununun altısı komedi, üçü dramdır.

Başta “Ayı” olmak üzere komedileri

tüm dünyada defalarca sahnelenmiş,

büyük beğeniyle karşılanmıştır.

Dramlardan “Kuğunun Şarkısı” ve

“Şehir Yolunda” kendi hikâyelerin-

den, “Tatyana Repina”ysa Suvorin’in

bir oyunundan ilhamla yazılmıştır.

Çehov kısa oyunlarında da tıpkı hi-

kâyelerindeki gibi ilk bakışta önemsiz,

gülünç ya da tuhaf görünen günlük

olayları işlemiştir.

Yaşamın sıradan olaylarını ken-

dine has, sade fakat bir o kadar çar-

pıcı üslubuyla sahneye aktararak Tols-

toy’un onun için söylediği “Çehov eş-

siz bir yaşam ressamıdır” sözlerinin

doğruluğunu kanıtlamıştır.

Salahi R. Sonyel, RemziKitabevi, 480 s.

Serazer Pekerman, MetisYay�nlar�, 264 s.

Jeffrey Mppre, April Yay�nc�l�k,Çev: Ergin Kaptan, 528 s.

Hande Gündüz, AlakargaSanat Yay�nlar�, 120 s.

Mahmut �enol,Ayr�nt� Yay�nlar�, 320 s.

Harry Bingham, �thaki Yay�nlar�,Çev: �lker Sönmez, 336 s.

Page 19: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

On �kinci Bilgi Zalimlik �lkesi

Mozart Tanrı’nın mucizesiydi. Her

ne kadar besteci bir babanın çocuğu,

öğrencisi ve ideali olsa da çocuk yaş-

larında parlayan dehasının karşısında

imparatorlar, imparatoriçeler eğile-

cek, çağdaşı meslektaşları bestelerine

duydukları hayranlığı dile getirmekten

yüksünmeyecekti. Daha 6 yaşında ilk

defa gördüğü notaları yanlışsız çalabi-

liyordu. 35 yıllık yaşamında olağanüs-

tü besteler üretti, soluk almadan çalıştı.

Çevresinde bulunanlara günde onlar-

ca defa, kendisini sevip sevmedikleri-

ni sorar, şaka için bile olsa cevap olum-

suz olursa derin bir korkuya kapılır ve

hemen gözleri dolardı. Hep çocuk

kaldı. Yaşamını mektuplara sığdıracak

kadar çok yazdı. Ama yaşamı yarım kal-

dı, yaş 35, yolun sonuydu, ortası değil...

Mozart - Bir Ya�amÖyküsü

Yolculuk üstüne düşüncelerin ve

yolculuğun şiirinin yer aldığı yazıların

yanı sıra yolculuk gerçeğinin de anla-

tıldığı bu yazıların her biri, aslında

hem bir taşıtın hem onunla yapılan yol-

culuğun hem de şehirlerin ve en an-

lamlısı da bir insanın hikâyesini getir-

di bize. Genellikle şehirlerarası oto-

büslerle yapılan yolculukların anlatıl-

dığı yazılarda taşradan İstanbul’a, ço-

ğunda ilk kez yapılan yolculukları oku-

duk... Babalar ve oğullar, çocukluk ve

gençlik izlenimleri, hepsi bu otobüs ki-

tabına konuk oldular. “Cümleten İyi

Yolculuklar” adlı bu ilk kitabımızı se-

fere çıkarırken, yazıları ve fotoğrafla-

rıyla katkı veren tüm yazarlarımıza, şa-

irlerimize, bu yolculukta bizi seçtikle-

ri için teşekkür ediyoruz.

Le Guin’in “Yerdeniz” kitapları

“Yerdeniz Büyücüsü”, “Atuan Me-

zarları”, “En Uzak Sahil”, “Tehanu”,

“Yerdeniz Öyküleri” ve “Öteki Rüz-

gâr” Metis Edebiyat koleksiyonunun

en sevilen kitaplarından oldu, yıllar

içinde birer kült kitap haline geldiler.

Metis’in 30. kuruluş yıldönümünde bu

altı kitabı tek ciltte toplayarak, sert ka-

paklı bir özel basım yapıldı. Serinin ilk

kitabı “Yerdeniz Büyücüsü”, Le Gu-

in’e göre büyüme temasını işleyen bir

romandır. İkinci kitap “Atuan Me-

zarları”, Le Guin’e göre cinsellik, do-

ğum, yeniden doğum, yıkım ve öz-

gürlük temalarını ele alırken, üçüncü

kitap “En Uzak Sahil” ölüm temasını

işlemektedir. Serinin diğer kitapları

“Tehanu” ve “Öteki Rüzgâr” uzun ara-

lardan sonra yazılırlar.

Yerdeniz

Ursula K. Le Guin,Metis Yay�nlar�, Çev: Çi�dem

Erkal �pek, 944 s.

James Redfield, Alt�n Kitaplar,Çev: Zeliha �yido�an

Babayi�it, 248 s.

Clement Rosset, Pinhan Yay�nc�l�k,Çev: Kübra Gürkan, 88 s.

Yirmi birinci yüzyılın ikinci on yı-

lında sessizce yaklaşan bir tehlikeyi işa-

ret eden antik ve gizemli bir elyazma-

sının parçalarını ele geçiren iki dost, içer-

diği anlamı çözebilmek amacıyla mesajın

tamamını bulmak için bir araştırmaya gi-

rişirler. Ancak karşılarında devasa güç-

lerle hemen hemen her dine mensup fa-

natikleri bulurlar. İnsanlık adına neyin

doğru neyin yanlış olduğuna karar ver-

meleri için ne zamanları ne de yeterli bil-

gileri vardır. James Redfield “On İkin-

ci Bilgi”de dinler arasında var olan

benzerliklerle farklılıkları temel aldığı

yepyeni bir yöntemle, bunların içinde ba-

rınan ve ruhsal deneyimlerimize ener-

ji katan, hayatlarımızı, dünyamızı dön-

üştürebilme potansiyeline sahip ebedi,

ezoterik bir gücün varlığını tüm ger-

çekliğiyle gözler önüne seriyor.

“Zalimlik İlkesi”, filozofun gerçek

karşısındaki tutumunun kısa ve öz ha-

lini sunmaktadır. Gerçeğin akıl almaz

ve bir o kadar da inatçı boyutunu vur-

gulayan Rosset'in zalimlikten kastı

sadist bir haz değil, gerçekliğin en çiğ,

en ham halidir ki gerçeğin bu zalim-

liğini bir türlü hazmedemeyen akıl dur-

maksızın yaratmakta olduğu yanılsa-

malar silsilesine bırakır kendini.

Rosset, gerçeğin tam gözümüzün

önünde durduğu ve sırf bu yüzden de

zalim olduğunu dile getirdiği bu eser-

de gerçek olanın, akıl tarafından na-

sıl da var olmayan, yanıltıcı ve niha-

yetinde de gerçekdışı olarak addedil-

diğini inceler. Rosset bu incelemesinde

“gerçek” karşısında kör kalmayı ter-

cih ederek öylesine yaşayan insanı da

eleştirir.

Ayd�n Büke,Can Yay�nlar�, 338 s.

Kolektif,K�rm�z� Kedi Yay�nevi, 280 s.

Cümleten �yiYolculuklar

Kuram ile KlinikBulu�unca

Bella Habip, Yap� KrediYay�nlar�, 148 s.

“Kuram ile Klinik Buluşunca”,

psikanalist Bella Habip’in “Psikana-

lizin İçinden” adlı kitabının devamıdır.

Bu kitapta da okur, yazarın mesleki ge-

lişimine vesile olan bilimsel etkinlik-

lerinin yazıya geçirilmiş halini bula-

caktır.

Söz konusu bilimsel etkinlikler

2002-2011 yıllarını kapsamakta, ruh

sağlığı profesyonellerine yönelik psi-

kanalizi tanıtmayı hedefleyen seminer

notlarını, konferans bildirilerini içer-

mektedir.

Ayrıca daha önce farklı dergi ve ya-

yınlarda yayımlanmış makaleler bu ki-

tapta yeniden derlenerek yayına ha-

zırlanmıştır. Makaleler psikanaliz ku-

ramı ile psikanaliz tedavisini buluştu-

ran deneyimleri içermektedir.

Dunhuang’�n Renkleri

Caner Karavit, Mimar Sinan GüzelSanatlar Üniversitesi, 116 s.

Dunhuang Mağaraları çölün kal-

bindeki sessiz ve gizemli bir müzedir.

1600 yıllık Dunhuang mağara tapı-

nakları, İpek Yolu üzerindeki önem-

li bir ticaret ve ulaşım merkezi olma-

sının yanında dört uygarlığın, altı di-

nin ve onlarca etnik kültürün buluş-

tuğu bir yer olarak Dünya'nın görül-

mesi gereken en önemli kültürel ha-

zineleri arasındadır. Katalogda yer

alan Dunhuang'daki duvar resimleri;

Budaların, Budizm'in önemli figürle-

rinin tasvirleri, Budizm'in Çin'e gir-

mesi, rahiplerin faaliyetleri, kutsal fi-

gürler, çiçek, hayvan, geometrik şe-

killer gibi motiflerin betimlendiği Süs

Motifleri, Çin'de büyük Budist olayları

kutlamak için şarkı söyleyen, dans

eden ve çiçekler saçan kutsal varlıklar

olan Apsaraslar'ı konu edinir.

Neden (Sizden Ba�ka)Herkes �kiyüzlüdür

Robert Kurzban, Alfa Bas�mYay�m Da��t�m, Çev: Zafer

Av�ar, 320 s.

Robert Kurzban, tutarsız davra-

nışlarımızı anlamanın yolunun, aklın

kurgusunu anlamaktan geçtiğini gös-

teriyor. Zihnimiz, evrim sürecinde

doğal seçilimin tasarlamış olduğu,

kendi alanında uzmanlaşmış, modül

adı verilen küçük birimlerden oluşur.

Sabırlı mı olalım deli fişek mi, kendi-

mizi dev aynasında mı görelim, uy-

mamız gereken ahlaki kuralları mı bo-

zalım, bunları bilemez, bocalayıp du-

ruruz. Modülarite “ben” kavramını

reddeder, bunun yerine, ayrı ama et-

kileşim içinde çalışan sistemlerin top-

lamından oluşan “biz” kavramını ge-

tirir. Bu sistemlerin süregiden çatış-

maları, birbirimizle ve dünyayla olan

ilişkilerimizi biçimlendirir.

14 ARALIK 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Page 20: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

Doğadanbeslenen kitaplar

Aysun Berktay Özmen’i araştırırken, ya-

zarın “Bir Ressamın Bahçe Güncesi” isim-

li kitabıyla, resimle ve bahçe sanatıyla ilgi-

lenen okurların gönlünü fethettiğini öğ-

rendim. Bense yazarı elimdeki “Küçük

Ressam ile Kral Salyangoz” kitabıyla keş-

fettim bugün. Elimdeki büyük boy, ışıltılı ve

renk cümbüşü kitaplar arasından bunu

seçmemin nedeni, bir çocuk kitabı olarak

kusursuz denebilecek bir kapak tasarımına

sahip olması. Hem içeriği hakkında doğru

bilgi veren, hem yakaladığı renk uyumlu-

luğuyla göz yormayan, aynı zamanda bir ço-

cuk okurun dikkatini çekebilecek bir kapak.

Kitaptan önce, yazarı tanıma fırsatı bula-

mayanlar için kısaca bahsedelim:

Aysun Berktay Özmen 1952 Kocaeli do-

ğumlu bir ressam. 1976’da Devlet Tatbiki

Güzel Sanatlar Yüksek

Okulu Resim Bölümü'nden

mezun olduktan sonra, bir

süre yurtiçi ve yurtdışında

kişisel sergiler açıp, önem-

li karma sergilere katılmış.

Ardından yirmi yıl boyunca

resim öğretmenliği yapmış.

Şu an İznik Gölü manzara-

lı evinde, doğadan aldığı il-

hamla resim çalışmalarına

devam eden ressam, kale-

miyle fırçasını bütünleştirip

birbirinden güzel çocuk kitapları yazmış. İn-

kılap Kitabevi, İş Bankası Kültür Yayınla-

rı, Tudem Yayınları, Altın Kitaplar gibi fark-

lı yayınevleriyle çalışan Özmen’in son iki ki-

tabı Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkmış:

“Tavşan Çiko’nun Dileği” ve “Küçük Res-

sam ile Kral Salyangoz”

Aysun Berktay Özmen bütün kitapla-

rında insanları, hayvanları ve doğayı iç içe

sunmuş okuyucuya. İlk kitabı “Bahçemdeki

Çiçekler”de, büyük bir emekle can verdiği

bahçesini anlatan yazar bahçeler hakkında

şöyle demiş: “Bahçede yaşamak bir yaşam

biçimi… Bahçeyi sadece evinizi çevreleyen

bir toprak parçası olarak görmeyin. O ya-

şayan, soluk alan bir varlık. Sevdiklerime an-

latırken güzel bir yaşam bahçe yaşamı; fa-

kat zorluğunu da bilin diyorum. Eğer bah-

çeden, çiçeklerden, ağaçlardan siz sorum-

luysanız bir sürü yaşamı omuzluyorsunuz

demektir.” Yazar için bahçesi, çiçekler-

den ve böceklerden değil; “bir sürü ya-

şam”dan oluşuyor. Bunun idrakında olan bir

insanın yazdıklarından ya da çizdiklerinden

hiçbir çocuğa zarar gelmez.

Bahçe sanatıyla ilgili hem yazar hem res-

sam gözüyle bir kitap daha yazan Özmen,

kalan zamanını çocuklar için yazıp çizme-

ye ayırmış. Elbette yerdeki çöpü almaktan

aciz insanların öğütlerinden çok daha sa-

mimi doğayla iç içe yaşayan ve doğaya emek

veren bir insanın paylaştıkları. İlk olarak,

bahçıvan bir köstebekle sevimli bir kanat-

lı karıncanın dostluğunu anlattığı “Bahçı-

van Köstebek ve Uçan Karınca Kıvırcık”ı

yazmış Özmen ve kitabı 2010 Tudem Ede-

biyat Ödülleri yarışmasında “yılın en güzel

resimli kitabı” seçil-

miş. Birbirinden güzel

kitaplar yazmaya de-

vam eden yazar, diğer

kitaplarında halkına

doğayı nasıl koruya-

caklarını öğreten kur-

bağa kralları, yalnız-

lıktan sıkılıp bir kış

günü “kardan tavşan”

yapıp onunla arkadaş-

lık eden tavşanları an-

latmış. Elimdeki kita-

bın kahramanı ise küçük bir kız çocuğunun

fırçası sayesinde kral olan salyangoz.

Küçük ressam Ayça, bahçesinde buldu-

ğu bir salyangoz kabuğunu eve getirip ren-

garenk boyuyor. (Kapaktaki güzel resim de

salyangozun boyalı kabuğuyla verdiği bir poz).

Sanatsal çalışması esnasında uyuyakalan

Ayça uyandığında bir de bakıyor ki, kabuk

canlanmış kaçıyor! Meğer Ayça içi boş bir ka-

buğu değil, canlı bir salyangozu boyamış! Ta-

bii ki küçük vücuduna göre büyük bir deği-

şim geçiren salyangozun bu renkli hali ar-

kadaşlarıyla olan ilişkilerinin değişmesine yol

açıyor. Hatta onu görkemli bir kral zanne-

denler bile oluyor. Peki ya yağmur yağarsa?

Eğlenceli okumalar diliyoruz.

(Küçük Ressam ile Kral Salyangoz,Aysun Berktay Özmen,

Yapı Kredi Yayınları, 36 s.)

14 ARALIK 2012 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ

Yirmi y�l boyuncaresim ö�retmenli�iyapan Özmen,do�adan ald���ilhamla, kalemiylef�rças�n� bütünle�tiripbirbirinden güzelçocuk kitaplar� yazm��

İREM HALIÇ[email protected]

A�açtaki Ev

Aglaia da, Bianca da şehirde apartman dai-

resine tıkılı yaşamaktan sıkılmışlardı. Aglaia

sekiz yaşındaydı, Bianca ise bir yetişkindi. Ko-

caman bir meşenin dallarında kendilerine sı-

cak bir yuva kurdular ve kedileri Mürdüm’le

birlikte keyifli bir yaşama başladılar. Ağaçta-

ki evi başka bilen yoktu. Daha doğrusu, on-

lar öyle sanıyordu. Ağaca ne zaman yerleşti-

ği bilinmeyen tuhaf komşuları Çalçene Boş-

boğaz Bey’le tanıştıkları gün, huzurlarını ka-

çıran olaylar da başladı...

Sosyal sorunları sıradışı bir hayal gücü ve

masalsı bir mizahla ele alan, İtalyan çocuk ede-

biyatının klişelere düşman yazarı Bianca Pit-

zorno ilk kez Türkçede. Biri çocuk diğeri ye-

tişkin iki insanın şehirden uzak ama sevdik-

lerine yakın yaşamını anlatan bu sıradışı ro-

man, insanlarla iç içe yaşamaktan bıkıp da kır-

salda huzur arayan günümüz insanına büyü-

lü bir gerçeklikle bakıyor. Canlıların bir ara-

da yaşama durumunu hem karikatürize eden

hem de sıradan durum ve diyaloglarla kurgulayan Pitzorno, insanın yaşadığı

doğayı değiştirici özelliğine de vurgu yapıyor, toplumsallaşan bireyin doğadan

kopuşuna da eleştirel bir gözle yaklaşıyor. Hayvanların uyum sağlama yetile-

riyle, insanların bulundukları ortamları uyarlayıcı yönleri arasında mizah dolu

bir zıtlık yaratan kitapta, uçan köpekler, konuşan kediler, miyavlayan bebek-

ler, etobur bitkiler, usta sanatçı Quentin Blake’in neşeli desenleriyle canlanıyor.

�lg�nlar S�n�f� - Dinozor Tak�m�

Çocuk edebiyatının bol ödüllü yazarı Ma-

visel Yener, “Çılgınlar Sınıfı”nın soluk kesen

serüvenleriyle okurlarını heyecanlı bir yolcu-

luğa davet ediyor. “Çılgınlar Sınıfı” hayran-

larına müjde! Dinozor Takımı ile tanışmaya

hazırlanın. Gizemli kemiklerin peşinde müt-

hiş bir serüven yaşamaya var mısınız? 125 mil-

yon yıllık fosilin sırrı ne? Dikkat edin, siz di-

nozorların izini sürerken otobur koca bir ya-

ratık kitaptan fırlayıvermesin! Çocuk yazını-

nın en önemli yazarlarından olan Mavisel Ye-

ner'in, çok beğenilen “Dolunay Dedektifleri”

dizisinden sonra çocukları çılgın serüvenlere

sürükleyen ve pek çok şey öğreten yeni dizi-

si “Çılgınlar Sınıfı”.

Uygulamal� Bilim - Ses ve I��k

Işığı bükmeyi öğrenin! Kendi gökkuşağı-

nızı yaparak arkadaşlarınızı hayrete düşürün!

Ayakkabı kutusu ve paket bantlarıyla gitar ya-

pın! Kesme şekerlerin ışık yayabildiğini keş-

fedin! Heyecan verici ve yararlı 20 deneyle bi-

limin nasıl işlediğini anlayacaksınız. Bilimsel

ilkeler ve etkileyici gerçekler kitapta, sıradan

araç gereçlerin kullanıldığı etkinliklerle çok ze-

kice ortaya konuyor. Bilim daha önce hiç bu

kadar eğlenceli anlatılmamıştı! Kitapta bazı-

ları klasikleşmiş, bazıları da yepyeni olan de-

neyler adım adım anlatılıyor. Etkinliklerin yö-

nergeleri oldukça açık, illüstrasyonları göz alı-

cı. 8 yaş ve üzerindeki bilim adamı adayları için

ideal bir kaynak. Kitapta küçük bir sözlüğün

yanı sıra, yararlı internet sitelerinin adresle-

ri de veriliyor.

Mavisel Yener,Bilgi Yay�nevi, 112 s.

Jack Challoner, ��Bankas� Kültür

Yay�nlar�, Çev: Ça�larSunay, 32 s.

Bianca Pitzorno,Gün����� Kitapl���, Çev:

Nilüfer U�urDalay, 120 s.

Page 21: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

Eski Türkler “öldü” yerine “uçtu” di-

yorlarmış; çünkü insan ruhunu bir kuş ola-

rak tasavvur ediyorlarmış. Ruhun gidece-

ği yerin de gökyüzü olmasını temenni edi-

yorlarmış.

Dilbilimci Prof. Dr. Emine Gürsoy

Naskali’nin yeni çalışması “Defin”in giri-

şinde rastladığım bu bilgi hayli ilginç geldi

bana, tıpkı kitabın konusu ve adı gibi.

“Ölüm olmasa yaşam tanımlanabilir

miydi?” sorusuyla giriş yapıyor Naskali. Ve

bir süre sonra soruyu bu kez de tersten so-

ruyor: “Yaşam olmasa ölüm tanımlanabi-

lir miydi?”

Yaklaşık elli kitaba, onlarca makaleye

imza atan ve halen Marmara Üniversitesi

Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Ede-

biyatı Bölümü Yeni Türk Dili Anabilim Da-

lı’nda öğretim üyeliğini sürdüren ve aynı za-

manda Celal Bayar’ın torunu olan Naskali,

yine ilginç bir konuyu; Türklerde ölüm,

ölü gömme, cenaze merasimleri ve mezar

taşları ve motiflere ilişkin gelenekleri işlemiş.

ESK� TÜRKLERDEGELENEKSEL �NANÇLAR

“Hunlarda defin merasimi, 359 Amida

Kuşatması’ndaki örneğe göre” inceleme-

siyle başlangıç yapılan çalışmada özellikle

eski Türklerin defin âdetleri anlatılıyor. Her

zaman bir dinin indeksi olan ve her top-

lumda en eski gelenekleri yansıtan bu

âdetlere ilişkin ilginç notlar yer alıyor.

Eski Türklerde ve Hunlardaki defin me-

rasimleri ve ölüm sonrası uygulamalara bak-

tığımızda; definlerin zaman içinde ve coğ-

rafyadan coğrafyaya, kabileden kabileye,

hatta ölen kişinin zengin, soy-

lu ve fakir olmasına göre bazı

önemli değişiklikler gösterdiği

bilgisine ulaşıyoruz.

Mazdaizm ve İran tesir-

lerinin incelendiği çalışmada

Kuman-Kıpçaklarda ölü

gömme ile ilgili inanç ve

adetlere, Yoğ (yuğ) yani

matem törenlerine rastlı-

yoruz. Yas alametlerinden

biri olan saç kesme adetinin

eski Türklerde (Kıpçaklar-

da da) yaygın olduğunu gö-

rüyoruz.

Güney Sibirya’da yaşayan Türk halkla-

rından olan Hakas Türkleri’nin geleneksel

inancına göre ölüm, ruhun insan vücudunu

terk ederek başka bir dünyaya gitmesi ola-

rak algılanıyor. Hakasların ölen kişiyi mezara

en iyi kıyafetiyle gömdüğü, ölüye hiç giyil-

memiş elbise giydirilmediği ve bununla bir-

likte mevsimlerden yaz ise yazlık, kış ise kış-

lık kıyafetinin ters olarak ölüye giydirildiği

bilgisine de bu çalışmada rastlıyoruz.

Defin ile ilgili törenler, ölü yemeği, me-

zar, mezarlık, cenazenin evden çıkarılması

ve gömülmesi ile ilgili geleneksel uygula-

malara ilişkin farklı bilgiler göze çarpıyor.

Alevi geleneğinde “ölüm” yerine Hakk’a

yürümek, gerçeklere kavuşmak, kalıbı de-

ğiştirmek, kalıbı dinlendirmek, emaneti

teslim etmek ve don değiştir-

mek gibi deyimlerin kulla-

nıldığının belirtilmesinin ya-

nında ayrıca Almanya’daki

Türklerin cenaze ritüeli, şii-

rimizde ölüm yolculuğu ve ta-

but istiarelerinin yanı sıra

eski Türklerde başka bir dün-

yada yaşantı mekânı olarak

mezar (defin) odası “kurgan-

lar”dan da söz ediliyor. (Kur-

gan: Ölen kişilerin eşyaları, ba-

zen atı ve hizmetkârlarıyla bir-

likte gömüldüğü defin odası).

Öte yandan kurgan gele-

neğinin Türklerin yerleşik ha-

yata geçmelerinden ve İslamiyet’i kabul et-

melerinden sonra daha da geliştirilerek “tür-

be” , “kümbet” adları verilerek yeni şekil-

leriyle devam ettiği ekleniyor.

�LG�NÇ B�LG�LER…Mezar taşları üzerindeki sembolik ifa-

deler, motifler, Tuva, Altay Türkleri’nin des-

tanları, Kutadgu Bilig’deki ölüm kavram-

ları ve halk müziğinde ölüm üzerine yakı-

lan ağıtlarla birlikte Türk dünyasında ölüm-

lük halı, düz dokuma, yaygı ve keçe geleneği

yani bir bütün halinde ölüm olgusunun Türk

dokumasına yansımasına dair bilgilerin de

yer aldığı “Defin”de Emine Gürsoy Naskali,

ayrıca yakın tarihimize ilişkin Anıtkabir’in

tarihçesini de kendi arşivinden fotoğraflarla

aktarıyor.

Bundan önce Veda, Ağıt, Çoban, Kasap,

Hakaret, Lânet, Temizlik, Uçmağa Varmak,

Beden, İğdiş, Sünnet, Bedene Şiddet, Av ve

Avcılık, Kültür Tarihimizde Gizli Dişler ve

Şifreler, Hediye, Meyve, Zindanlar ve

Mahkumlar, Hapishane, Saç, Tuz Ayakkabı,

Tütün gibi birçok konuya dair çalışmalara

da imza atan Naskali’nin derlediği “Defin”

Tarihçi Kitabevi etiketiyle raflardaki yeri-

ni aldı.

Mehmet Tezcan, Ahmet Gökbel, Gül-

süm Killi, Harun Yıldız, Ahmet Atilla Do-

ğan, Mehmet Türenek, Yaşar Çoruhlu,

Cengiz Alyılmaz, Ali Rıza Özcan, Svetlana

Çervannoya, R. Eser Gültekin, Mehmet

Aça, Mustafa Aça, Hülya Arslan Erol,

Nesrin Kaya, Sema Uğurcan, Mehmet Ali

Özdemir, Bekir Deniz ve Filiz Nurhan Öl-

mez’in makale ve incelemeleriyle katkıda

bulunduğu oldukça ilginç bir çalışma. He-

vesle okunabilecek birçok bilgiyi içerisinde

barındıran tarihi bir belge niteliğinde.

(Defin, Emine Gürsoy Naskali,Tarihçi Kitabevi, 544 s.)

14 ARALIK 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF

Gizli belgelerdeki İsmet Paşa politikalarıBu ara Cumhuriyet dönemine ve şah-

siyetlerine saldırmak, modanın ötesinde bir

politika olduğu apaçık ortada. Oysa Cum-

huriyet’in kurucu kadrosunu anlamak ve öğ-

renmek bir ders! Nedense saldıranlar, on-

ların zıddı politikalar uyguluyor ve Cum-

huriyeti adım adım buduyor. Ortaya ise Os-

manlı döneminin kötü politikalarının iz-

lendiği dönem çıkıyor. Buna da süslü söz-

lerle “Yeni Osmanlıcılık” diyorlar.

ALMAN AR��VLER�NDENBELGELER

Son günlerde tekrar İsmet Paşa ve

dönemi hedefte. Faşizmin baskısına maruz

kalan İsmet Paşa’ya bir de “faşist” demezler

mi... Ne diyelim ki... İsmet Paşa’nın 1938-

50 dönemine, soldan da eleştiriler olmuş-

tur. En çok da İkinci Dünya Savaşı politi-

kaları yerilmiştir. Oysa o dönem incelen-

diğinde İsmet Paşa’nın ne kadar ağır bas-

kılar altında olduğu ve bunları göğüslemek

için zahmetlere katlandığı görülür. Onun

dönemini anlamak açısından “İkinci Dün-

ya Savaşı’nın Gizli Belgeleri” isimli kitabı

mutlaka okumak gerekiyor. May Yayınla-

rı tarafından 1968 yılında yayımlanan eser,

230 sayfadan oluşuyor. Kitapta Alman

Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nden, Alman-

ya’nın Türkiye politikalarına ilişkin seçme

belgeler yer alıyor. Bu belgeler döneme ışık

tutuyor. Aslında bizde İkinci Dünya Savaşı

üzerine yeterince araştırma eser yoktur.

Ama öylesine laflar edilir ki, mangalda kül

bırakılmaz. Oysa önce bilgi, sonra da fikir

sahibi olmak gerikiyor. Bunun için de bel-

gelere dayalı eserleri incelemek şart.

ALMANLARLA KOM�UOLDU�UMUZ GÜNLER

Eserdeki belgeler, 1941-43 yıllarını

kapsıyor ve Editions Paul Dupont’un ya-

yımladığı kitaptan derlenmiş. Muammer

Sencer’in çevirisiyle sunulmuş. İkinci bö-

lümde de Mehmet Ali Yalçın’ın değer-

lendirmesi yer alıyor. Belgeler, savaşın kri-

tik dönemine ilişkin. Almanlar, Haziran

1941’de Sovyetler Birliği’ne saldırmış ve

bundan önce de Yunanistan ve Bulgaris-

tan işgal edilmiş. Artık Alman baskısı ka-

pımıza dayanmış. Bunu belgelerde de

görüyorsunuz. O dönem Almanya’nın

Ankara’daki Büyükelçi-

si Von Papen! Papen’e

bir de suikast düzenlen-

di. Türkiye bir hayli sı-

kıntıya düştü. Sovyet El-

çiliğindeki suikasta ka-

rışanlar da teslim alındı.

Dolayısıyla Sovyet den-

gesi de önemli. Bir de

Almanların, Sovyetler-

le aramızı bozma ça-

bası var. İsmet Paşa’nın

üzerindeki baskıyı tah-

min edersiniz.

TÜRK�YE’DEK�DOSTLARA MARKLAR

Belgelerin genelini incelediğinizde

dikkatinizi çeken, Almanların Türkiye’nin

“tarafsızlık” politikasına dikkat etmeleri

ve Türkiye’yi fazla sıkıştırarak karşı kam-

pa itmek istememeleri. Bu dengede süren

ilişkiler, yine de zaman zaman sıkıntıya gi-

riyor. Tabi aynı ölçüde yanıtını da alıyor.

O dönem ilgi çeken bir konu da, Alman-

ların Türkiye’de para karşı-

lığı basından devşirdiği kişi-

lere propaganda yaptırma-

ları. Bunu da “Turancı-

lık”üzerinden yapıyorlar.

Sovyetlerin işgali sırasında

bu politika doruğa çıkıyor.

“Esir Türkler” muhabbeti.

Bakın Alman Dışişleri Bakanı

Ribbentrop, Ankara’daki Bü-

yükelçiliğe gönderdiği tel-

grafta ne diyor: “Türkiye’de-

ki dostlarımızı destekleyebil-

meniz için size beş milyon al-

tın Richsmark gönderilmesi-

ni emrettim. Bu parayı rahatça ve bol bol

kullanmanızı ve kullanma yeri hakkında

bana bilgi vermenizi rica ederim. Daha

nice ilginç belge... Bu belge, 2003 Irak iş-

gali öncesi, “ABD, Türkiye’de bazı gaze-

tecilere 125 milyon dolar dağıttı” iddia-

larını hatra getirdi... Yıllar değişse de, bu

yöntem değişmiyor demek...

ERCAN DOLAPÇI

ŞENOL Ç[email protected]

“Ölüm olmasa yaşam tanımlanabilir miydi?”Eski Türklerde ve Hunlardaki defin merasimleri ve ölüm sonras� uygulamalara bakt���m�zda; definlerinzaman içinde ve co�rafyadan co�rafyaya, kabileden kabileye, hatta ölen ki�inin zengin, soylu ve fakir

olmas�na göre baz� önemli de�i�iklikler gösterdi�i bilgisine ula��yoruz

Page 22: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

SOLDAN SA�A1. Resimdeki �air2. Hitit - Sodyum’un simgesi - Tavlada “üç” say�s� - Bir bulunma

hali eki - Berilyum’un simgesi3. Giyside boyun bölümü - Fransa’n�n para birimi - Do�an�n

sebep oldu�u y�k�m, k�ran4. Bir tap�nak ya da kutsal alan�n yaln�z din adamlar�n�n

girmesine izin verilen bölümü - Ak�l - Ut çalan kimse5. Geni�lik - “... Güler” (foto�rafç�) - Donanma6. Baya��, s�radan - Lantan’�n simgesi - Do�al, tabi7. Daha uzak olan yer veya �ey, mavera - E�ek sesi - Pi�irilerek

haz�rlanm�� yemek - Bir cetvel türü8. Kil ile kar���k kireçli toprak - Gezegenimizin uydusu - Y�lan

9. Eyere al��t�r�lmam�� binek hayvan� - Bir renk10. Numara (k�sa) - Yünden dövülerek yap�lan kaba ve kal�n

kuma� - Üye - Sümerler’de su tanr�s�11. Konya’da bir baraj - Arnavutluk’un plakas� - Aklama - Kar� ile

kocadan her biri12. Gümü�’ün simgesi - Bir renk - �nci Aral’�n “Orhan Kemal

Roman Ödülü”ne lay�k görülmü� kitab�13. Belli bir anlam� olan iz, i�aret - A��r� dereceye varan

al��kanl�klar - Milimetre (k�sa) - Din ile devlet ve yönetimi�lerini birbirinden ayr� tutan, dini kurulu�lar�n yetkisi d���ndakalan

14. �ncelikten yoksun, terbiyesi, görgüsü k�t, nezaketsiz -Lityum’un simgesi - Mezopotamya panteonunda tüm tanr�lar�n

babas� ve kral� olan gök tanr�s� - Bir geçmi� zaman eki15. ( DOKT�LOYA ) Resimdeki �airin bir eeri

YUKARIDAN A�A�IYA1. Dokumac�lar�n kulland��� kam�� - Tedavisi mümkün olmayan

ölümcül, a�r�l� bir hastan�n veya kendi ba��na ya�am�n�sürdüremeyecek kadar sakat olan bir ki�inin ya�am�na ac�s�zcason vermeyi sa�layan t�bbi yöntemlerin tümü

2. Verme, ödeme - “... King Cole” (Amerikal� caz piyanocusu ve�ark�c�) - Beynin parçalar�, bölümleri - Makine KimyaEndüstrisi (k�sa)

3. Mürekkep hokkalar�na konulan ham ipek - Bir damla gözya�� -Bir haber ajans� - Beyaz

4. K�laptan ipekle i�lenmi�, kal�n ve iri desenli bir tür kuma� -Ak�am yeme�i - Benzer

5. �öhret - Bir yüzölçümü birimi - Dört tekerlekli bir kara ta��t� -Parlak, saydam k�rm�z� renkte de�erli bir ta�

6. Kuma�lar� güvelerden korumakta ve t�pta kullan�lan, özelkokulu kat� bir hidrokarbon - �ki yan� a�açl�, do�rusal, geni�yaya caddesi

7. Yunanca’da bir harf - Nedensel8. Eski bir Hindu tap�na�� tipi - Vilayet - Çal��ma, meslek9. Evcil bir geyik türü - Radon’un simgesi - Saz�n en kal�n teli ya

da kiri�i10. Arap edebiyat�nda bir �iir türü - Becerikli, giri�ti�i her i�i

ba�ar�yla sona erdiren kimse - Mavi11. �sim - Malezya ve Endonezya’da odun kömüründe pi�irilen

çok baharatl� �i� et - Bir �eyin fiyat�n� art�rma - Nikel’in simgesi12. Satürn gezegeninin be�inci uydusu - Rüya - Baryum’un

simgesi - “Peki” anlam�nda bir sözcük13. Belli zamanlarda, belli yerlerde mal sergilemek için aç�lan

büyük pazar - Kuzu sesi - Seciye, karakter14. Kötü, çirkin - Üst üste raflardan olu�an ayakl� ya da duvara

çak�lm�� küçük mobilya - Fikir, dü�ünce15. Resimdeki �airin bir eseri - Askerler

14 ARALIK 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP

“Edebiyatçının eseri kalır, okuyucu ise ölür... Oku-dukça zevkleriniz incelir, daha tuhaf, daha rafine ki-taplara, yazarlara el atmaya başlarsınız, bu meşgalesırasında muhtemelen hayat gailesi bakımından dibedoğru kaymaktasınızdır... Okuduklarınızı, müstesnaolduğunu düşündüğünüz satırları birilerine anlatmakistersiniz, zira şahsa mahsusun hazzı kısa sürer, ömrüuzun olan paylaşmaktır...”

1 “İstiyordum ki, adamakıllı kaybolayım or-manda... Bazen bana bir aslanın kükreyişi, birkertenkelenin renkten renge akışı, bir ceylanınbaşını çevirip bakışı, ya da çilleri birbirine ka-rışmış kocaman bir keklik sürüsünün anidenhavalanışı gibi gözüken zamanların içinde, hiçgözükmeyen, ama hiç mi hiç gözükmeyen birzaman olayım sözgelimi.”

“insansız adalet olmazadaletsiz insan olur mu?olur, olmaz olur mu!ama, olmaz olsun”

3

a) Murat Uyurkulak - Bazuka

b) Emrah Sebes – Erken Kaybedenler

c) Hakan Günday – Az

d) Murat Gülsoy – Karanlığın Aynasında

e) Murat Menteş – Korkma Ben Varım

a) Bilge Karasu - Göçmüş Kediler Bahçesi

b) Oğuz Atay – Tutunamayanlar

c) Osman Şahin – Kolları Bağlı Doğan

d) Hasan Ali Toptaş - Bin Hüzünlü Haz

e) Tarık Buğra - Dönemeçte

a) Attila İlhan – An Gelir

b) Turgut Uyar – Denge

c) Özdemir Asaf – Adalet

d) Ataol Behramoğlu – Eski Nisan

e) Ahmet Güntan – Aklımın Buzulları

2

Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(a) 2-(d) 3-(c)

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

Page 23: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı
Page 24: KITAP Aydınlık · man Sözlüğü” üzerine çalışmıştır. Kardeşi ile ortak çalışmalarının ha-ricinde Wilhelm Grimm, Alman yiğit-lik destanları gibi ortaçağ edebiyatı