Upload
others
View
4
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
AydınlıkBU SAYIDA
34KİTAP
TANITILIYOR
25 Ocak 2013 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 48
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
KITAP.
Toplam: 1596
Yeni bir Dan Brown mu?
Modern sanat öcüdeğil bazen, cici
Tüm yeryüzünü yaşamakatma sevinci
Arşivlerden süzülmüşgerçekler
Kitap yasak değil,
sakıncalı!Kitap yasak değil,
sakıncalı!Kitap yasak değil,
sakıncalı!Kitap yasak değil,
sakıncalı!Kitap yasak değil,
sakıncalı!Kitap yasak değil,
sakıncalı!Kitap yasak değil,
sakıncalı!Kitap yasak değil,
sakıncalı!
Dahiyane notalar
Mozart 257 yaşında
25 OCAK 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP
27 Ocak Mozart’ın doğumgünü. Bu vesileyle hazırladığımız kapsamlıMozart dosyasını iç sayfalarımızda bulacaksınız.
“Çok sesli müziği 18. yüzyılda Avrupa’da doruğa taşıyan büyük bir bes-teci Mozart. Bir müzik dahisi. Yapıtları, özellikle de operaları yaşadığı dö-neme yenilik getirmiş. Türkler açısından da ayrıca önem arz ediyor. Türk-lerin Avrupa’daki görünüşlerine katkı sunar Mozart. “Saray’dan Kız Kaçırma”bu toplumun değerlerine benzer değerleri anlatır. Yine “Türk Marşı” adınıverdiği bestesi vardır Mozart’ın. Kültürel etkileşimin göstergesidir bunlar. Os-manlı ile dönemin Avrupası arasında kurulan bir köprüdür, bir aktarım işl-evi görür. Özellikle “Saray’dan Kız Kaçırma” sanıldığı gibi aleyhte bir ça-lışma değildir. Saray yaşantımızla ilgili konulara tanık oluruz. Yine kendiezgilerimize yakın ezgiler görürürüz bunlarda. Mozart bugünün insanınında tanıması, bilmesi gereken önemli bir değerdir.”
Bu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait.
Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra şefi Gürer Ay-kal da kendisiyle yapılan söyleşilerde çok sesli müziğin ve özellikle de Mo-zart’ın önemine ve büyüklüğüne sıklıkla değinir. Bir söyleşide şöyle diyor:
“Tamamen Mozart dinleyen, Mozart anlayan bir insan savaşmaz.”“İnsan Mozart’sız kaldı mı, bitti, her şeyi bitti. Gerçekten her şeyi bitti.
Bunu birçok yerde söylüyorum.” Türkiye’nin her yerinde çok sesli müziği halkla buluşturan orkestra şefi
Anadolu insanının çok sesli müziğe duyarlılığını da dile getiriyor. Buradanhareketle “Anadolu’da en çok sevilen müzisyen Beethoven’dır” diyor Gü-rel.
Mozart’ın son operası “Sihirli Flüt” Fransız Devrimi’nden iki yıl sonratamamlanır ve sahne sanatlarında Aydınlanma felsefesinin en önemli tem-sillerinden kabul edilir.
1789 ile 1848 tarihleri arasında yetişen yazarların, müzisyenlerin, res-samların, şairlerin, düşünürlerin her birinin ölümsüzlüğe ulaşmaları kuş-kusuz sadece yetenek ve dahilikle açıklanamayacak bir olaydır.
Bir cümlenin, bir ezginin, bir resmin, bir mısranın dünyanın en büyükdevletleri ve onların ordularını yerinden ettiği bu dönemin en güçlü imge-lerinden biri de Mozart’dır.
Operaların siyasal manifestolar biçiminde yazıldığı ya da öyle görüldü-ğü ve devrimin tetiğini çektikleri tarihteki tek dönem bu dönem olmuştur.Özellikle “Sihirli Flüt” ile Mozart bu döneme kusursuz şekilde ruhunu ver-miştir. Son derece siyasal bir niteliğe sahip Farmasonluk için propagandaamaçlı bir opera olduğu bilinen “Sihirli Flüt” bir anlamda Beethoven’in “Ero-cia”sını hazırlamıştır. Diğer bir deyişle devrimin müziğini...
Mozart’ın doğumgünü dolayısıyla hakkında yazılmış kitaplar yenidenbasılıyor, yazılar yazılıyor. Biz de bu büyük besteci ve devrimciyi okurları-mıza hatırlatmak ve çok sesli müziğin önemine bir kez daha dikkat çekmekiçin hazırladığımız dosyayı ilginize sunuyoruz.
Haftaya görüşmek dileğiyle...
İÇİNDEKİLER SUNU
Haftanın Portresi: Neyzen Tevfik s. 4
Modern sanat öcü değil bazen, cici s. 5
Kapak: Yasak değil, uygunsuz! s. 6
Tüm yeryüzünü yaşama katma sevinci s. 7
Fantezinin söz hakkı s. 8-9
Kitleleri kahramanlaştıran bilge: MAO s. 10
Arşivlerden süzülmüş gerçekler s. 11
Dosya: Dâhiyane Notalar s. 12-13
Güngör Gençay’ın şiiri s. 14
Çarklara rağmen nefes alabilmek s. 15
Namık Kemal’in özeleştirisi s. 16
Paralel zamanlarda birbirine zıt kadınlar s. 17
Yeni Çıkanlar s. 18-19
Çocuk-Genç: Küçük beyaz avuçta siyah burun s. 20
s. 21
Alıntı Test-Bulmaca s. 22
Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34
Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04
Faks: 0212 252 51 22
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.
adına sahibi:Mehmet Sabuncu
Genel Yayın Yönetmeni:Serhan BollukSorumlu Müdür:
Mehmet Bozkurt
Genel Müdür Yardımcısı (Reklam):Saynur Okuroğlu
Müşteri Temsilcisi (Reklam):Kamile Karakadılar
Aydınlık
KITAP.
Sayfa Sekreteri: Alev Özgenç - Ebru Baysan
Editör: Pınar Akkoç
Yazıişleri: İrem Halıç, Deniz Antepoğlu, Cenk Özdağ
Yazıişleri Müdürü: Damla Yazıcı
Sahaf: Derslerle dolu Osmanlı'nın Balkanları
25 OCAK 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP
Kanadalı yazar D. J. McIntosh’un ilk
romanı “Babil Cadısı” raflardaki yerini
aldı. Doğan Kitap’tan çıkan kitap, yaza-
rın “Mezopotamya Üçlemesi” ismini ver-
diği serinin ilk kitabı. Roman polisi-
ye/gerilim türünde. Önemli bir tarihi
eserden yola çıkarak tarihi eserin kay-
bolmasıyla peşi sıra gelen ölümleri, gi-
zemleri ve bulmacaları içeren roman, ta-
rih ve sanat tarihinden yola çıkılarak
kurgulanmış.
Yazardan bahsetmek gerekirse ülke-
mizde tanınmıyor ve yayımlanan ilk kitabı
“Babil Cadısı”. Daha evvel iki öykü kitabı
yayımlanmış ve bun-
lardan biri ödül almış.
Yazarın en iddialı ese-
ri kuşkusuz ki bu ro-
manı ve yazacağı seri-
nin devam kitapları. Ya-
zarın, yurtdışında oldu-
ğu gibi kitabın arka ka-
pağında da Dan
Brown’un tahtına aday
olduğu söyleniyor. Ro-
man gerçekten de
Brown’un kitaplarıyla
benzer özellikler taşıyor
ve onun tahtına adaylık-
tan ziyade bir farklılık yaratmayarak tah-
ta ortaklıkla yetineceğini gösteriyor. Tabi
Brown’un edebiyattaki tahtı da tartışılması
gereken ayrı bir nokta.
TAR�H�NDENKOPARILANLAR
Romanın konusu ABD’nin Irak işga-
linin hemen öncesine dayanıyor. ABD’li
bir arkeolog Bağdat müzesine yapılan yağ-
malamadan önemli bir tarihi eseri savaş
bittikten sonra iade etmek üzere ABD’ye
götürür. Tarihi eserden ve değerinden ha-
berdar olanlar arkeologdan çalmak için
harekete geçerler. Ancak arkeolog kar-
deşiyle beraber bir trafik kazası geçirir ve
ölür. Kardeşi hastanedeyken, en yakın ar-
kadaşı eserden haberdar olur ve eseri sat-
maya çalışır. Ancak işler istediği gibi ge-
lişmez ve öldürülür. Tehlikenin daha
önce farkına vardığı için eseri saklar ve ar-
keologun kardeşine bulmacalar bırakarak
eseri bulmasını ister. Kurgu bol bol tari-
hi olaylarla özellikle de Mezopotamya uy-
garlıklarının efsaneleri ile örülmüş. Aynı
zamanda sanat tarihi, simya, cadılık gibi
konularda olay örgüsünü destekleyici ni-
telikte. Kitapta bahsedilen sanat eserle-
ri ve tarihi eserlerle ilgili resim-
ler de mevcut. Konu ve bulma-
calardan da anlaşılacağı üzere
kitap “Da Vinci Şifresi”, “Me-
lekler ve Şeytanlar” gibi tüm
dünyada oldukça popüler olan
kitapları anımsatıyor.
Bu tarz romanlar, çok satan
“sabun köpüğü” kitaplar ara-
sından bir nebze sıyrılıyor. Kıs-
men tarihi gerçeklere dayan-
ması, sanat eserlerinden örnekler vermesi
bilgilendirici özellikler göstermesi bir
fark yaratıyor muhakkak. Ancak yine de
okunması ve çok satması için tamamen
buna dayalı, bilgilendirmeyi amaçlamaları
mümkün değil gibi gözüküyor. Çünkü sa-
dece olay odaklı okumak istiyorsanız,
bilgilendirme kısımlarını atlayarak da ki-
tabı rahatlıkla bitirebilirsiniz. Belki de iki
tip okuyucuyu da kazanabildiğini söyle-
yebiliriz: hem macera okumak isteyenler
hem de kısmen daha nitelikli kitap oku-
mak isteyenler. Bu tarz kitapların daha çok
yazılması ve okunması iki okuyucuyu da
kapsayan bir piyasa anlayışından ileri
geliyor olabilir. Özellikle yayınevleri için
ikinci Dan Brown vakası kuşkusuz kârlı
olacaktır. Hatta film sektörüne yansıma-
larını da düşünürsek kârlı ayrılacak bir
sektörden daha bahsedebiliriz.
Sonuç olarak keyifli bir kitap okuya-
bileceğiniz ortada. Eğer tarih, sanat tari-
hi, simya gibi konular ilginizi çekiyorsa kıs-
men ilginç bilgiler dahi öğrenebilirsiniz.
Beğenenler içinse ikinci kitabın yolda
olduğunu da belirtmekte fayda var.
(Babil Cadısı, D.J. McIntosh, Doğan Kitap, Çev: Yeşim Seber Kafa, 444 s.)
K�smen tarihî gerçeklere dayanmas�, sanateserlerinden örnekler vermesi, bilgilendirici
özellikler göstermesi bir fark yarat�yor muhakkak
Yeni bir Dan Brown mu?
DENİZ ANTEPOĞ[email protected]
HAFTANIN PORTRES�
Neyzen Tevfik(24 MART 1879 - 28 OCAK 1953 )
Osmanl� döneminde istibdata kar��, Cumhuriyety�llar�nda ise devrimlere kar�� gelenlere yazd���ta�lamalar�yla tan�nm��; haks�zl��a, yolsuzlu�a
ve yozla�m��l��a kar�� �iirler yazm��t�r
Tevfik Kolaylı, bi-
linen adıyla Neyzen
Tevfik, taşlamalarıy-
la tanınan neyzen
ve şairdir. Taşlama
eserlerinin yanı sıra,
çeşitli taksimler ve saz
semailerinin besteci-
si olarak da bilinir.
Osmanlı döneminde
istibdata karşı, Cum-
huriyet yıllarında ise
devrimlere karşı ge-
lenlere taşlamalarıyla
tanınmış; haksızlığa,
yolsuzluğa ve yozlaş-
mışlığa karşı şiirler
yazmıştır. Birçok defa
tutuklanmış, ama kısa
süre sonra serbest bı-
rakılmıştır.
Bodrum doğumlu şair, Bektaşi tek-
kesine mensup olmuş ve hayatının büyük
bölümünü İstanbul’da çeşitli hanlarda ge-
çirmiştir. Son dönemlerinde Bakırköy
Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde
kendine ayrılan 21. koğuşta kalmıştır.
1930’larda kısa süreyle kendine aylık
bağlanmıştır, ancak bu süreç haricinde dü-
zenli bir geliri olmamıştır. Hayatı boyun-
ca sara nöbetleri ile uğraşmıştır, aynı za-
manda çok içki içtiği bilinmektedir.
Bodrum’da geçirdiği çocukluk yılla-
rında neye ilgi duymaya başladı, ancak ba-
bası izin vermedi. 13 yaşında Urla’ya ta-
şındıktan sonra Neyzen Kazım’dan ders-
ler almaya başladı ve ilk sara nöbetini ge-
çirdi. Okulu bırakmasına sebep olan ve ilk
önce neyin sesi yüzünden olduğu sanılan
hastalığının tedavisi için annesi birçok dok-
tora ve hocaya danıştı fakat sonuç alamadı.
İstanbul’daki bir doktor sayesinde hasta-
lığını kontrol altına alabildi ve ney çal-
masına izin verildi. Eğitimini bitirmesi için
babası tarafından yatılı olarak İzmir İda-
disi’ne gönderildi fakat sara nöbetleri yü-
zünden eğitimini tamamlayamadı. İzmir
Mevlevihanesi’ne giderek kendini neyine
verdi. İzmir’in bu yıllarda istibdat yöne-
timi tarafından sürgün yeri olarak kulla-
nılmasının neticesinde, kovulan aydınla-
rın uğrak yeri olan bu mevlevihane-
de Tokadizade Şekip, Tevfik Nevzat, Şair
Eşref ve Ruhi Baba gibi ünlü kişilerle ta-
nıştı. Türkçe, Arapça
ve Farsça dersleri al-
dığı bu kişilerden Şair
Eşref aynı zamanda
ona hicvi öğretti. Bu
sayede 13 Mart
1898’te Muktebes der-
gisinde ilk şiirini ya-
yımlattı.
19 yaşındayken
babası eğitim için bu
sefer İstanbul’a gön-
derdi. Burada zama-
nının çoğunu Galata
ve Yenikapı mevlevi-
hanelerinde geçiren
Tevfik, Mehmet Akif
Ersoy’la ve onun yar-
dımıyla dönemin seç-
kin sanatçılarıyla da
tanıştı; Mehmet Akif Ersoy’dan Fransız-
ca, Arapça ve Farsça dersleri aldı, aynı za-
manda ona ney öğretti. 1900’de bir plak
doldurma girişiminde bulundu. Gülistan
Plak Mağazası’nın sahibi Hafız Aşir
Bey’le beraber yaptıkları denemelerde çok
içkili olduğu için plaklar zar zor doldurulsa
da yine de piyasaya sürüldü. Bu dönem,
saray çevresince bile davet edilen, köşk,
yalı ve konaklara çağırılan meşhur bir ney-
zen olmuştu. 1902 yılında bektaşi dervi-
şi oldu. Sütlüce Bektaşi Tekkesi’ne devam
ettiği bu zamanlarda Şeyh Mümin Pa-
şa’dan nasip aldı ve hayatının geri kalanını
da şekillendirecek bu inancı ve biçimi be-
nimsedi. Cumhuriyetin ilanı sıralarında
kardeşinin yanına Ankara’ya gitti ve 1926
yılında tanışacağı Mustafa Kemal’i ve Kur-
tuluş Savaşı’nı yücelten şiirler yazdı.
1940’larda valinin izni ve doktor
olan bazı dostlarının yardımı ile Bakırköy
Akıl Hastanesi’nde 21 numaralı koğuşa
tam anlamıyla yerleşti. Otel odası gibi kul-
landığı bu koğuşta ve hastanede çevresi-
ne yine şiir ve felsefe ile ilgilendi. 9 Mart
1946’da basın yararına bir konser ver-
di. İhsan Ada, sonunda 1949 yılında,
onun gözetimi altında, eserlerini “Azâb-
ı Mukaddes” adı altında kitaplaştırdı.
1950’de “Onu Affettim” ve sonra “Ağla-
yan Şarkı” adındaki 2 filmde rol aldı. Ar-
kadaşlarının ısrarı üzerine, ölümünden
önce son yıl olan 1952’de Şehir Komedi
Tiyatrosu’nda jübilesini yaptı.
D.J. Mclntosh
25 OCAK 2013 CUMA 5Aydınlık KİTAP
Modern sanat öcü değil bazen, cici�nkâra gerek yok, ço�umuz modern sanat�n pek çok i�ini sevmemi� ve bunu dile getirmeye zaman
zaman çekinmi�izdir. Hele hele sanat kuramlar�n� su gibi içti�imize inanm�yorsak, ço�u zamansessizli�i seçmi�izdir. ��te bu kitap, bu s�k�nt�ya kap�lan sanat merakl�lar�n�n yüre�ine su serpiyor
MURAT HATUNOĞ[email protected]
İlginç davranışları olan varlıklarız biz in-
sanlar. Bir toplantıya katıldığımızda, bu
sevdiğimiz bir yazarın ya da yönetmenin söy-
leşisi olabilir mesela, konuşmacıyı uslu uslu
dinleriz. Söyleşinin sonunda yapılan
soru-cevap kısmına
geldiğimizdeyse uslu-
luğumuz minik bir te-
dirginliğe dönüşür. Zira
konuşmacı ya da su-
nucu, “sorusu olan var
mı” diye sorup etrafa
bakar ve biz çok da bel-
li etmemeye çalışarak
etrafı izleriz. Sorumuz
varsa da, yoksa da. So-
rumuz yoksa, “bir soru
sormalıyım, ayıp olacak
konuşmacıya” diye dü-
şünürüz; sorumuz varsa, bir öncüyü bekle-
riz, içimizden, “birileri sorularını sorsa da, ben
de sorumu soruversem” diye geçiririz. Son-
ra o öncü -muhtemelen ya o söyleşinin ko-
nusunda deneyimli olduğunu düşünen biri-
dir, okuldaysak da muhtemelen hocamızdır-
sorusunu sorar. Konuşmacının yanıtıyla or-
tam ılımaya başlar ve sorusu olan herkes el-
lerini pıtır pıtır kaldırıp sorularını sormaya
başlar. Hatta çoğu zaman soru sorma kısmı
iş sıkıcılaşmaya başlayana kadar da uzar.
Bu huyumuz başka konularda da belirir.
Mesela bir klasik müzik konserinde ça-
lınan her eserden sonra da benzer bir
sessizlik oluşur. O şarkıyı bilen ve
kendine güvenen birisinin ellerini ilk
iki çırpışından sonra salonu ölçülü bir
alkış merasimi doldurur. Salon ısın-
dıktan sonra da iş bise, hatta ikinci
bise, bazen de üçüncü bise kadar gi-
der.
Bunun gibi durumlara sadece
salonlarda gerçekleşen etkinlerde
rastlanmaz. Örneğin bir resim ser-
gisinde de benzer şeyler yaşanır. İlk
önce grubun öncüsü eserle ya da sa-
natçıyla ilgili kısa bir yorum yapar, ar-
dından da diğer katılımcılar. İş modern sa-
nata dair bir sergiye geldiğindeyse durum bi-
raz daha garip bir hâl almaya başlar. Zira de-
neyimli ya da bilgili denilebilecek kimseler
dahi modern sanat eserleri karşısında “aciz”
kalabilir. Bahsettiğimiz acz tırnak içinde bir
acz, zira takdir edersiniz ki, modern sanatın
ürünlerini anlama yolu klasik ürünlerden
farklıdır. Ya eserin kendinden öncekilere dair
bir birikiminiz olmalıdır ya da o esere dair
ön okumanız. Ya da belki de birkaç anah-
tar kelimeyi içeren sağlam bir “sallama” be-
ceriniz. Alırsınız anahtar kelimelerinizi eli-
nize, oynar durursunuz afili sözcüklerinizle.
Tabii biliyoruz, siz bunu yapmazsınız, ama
çoğu “sanatsever” için vazgeçilmezdir bu tak-
tik. Hayır, bunu sadece ben söylemiyorum;
düşüncelerimi “Bunu Ben de Yaparım! -
Modern Sanat Kullanma Kılavuzu” kitabı-
nın yazarları Christian Saehrendt ve Steen
T. Kittl ile paylaşıyorum. Kendileri hatrı sa-
yılır işler yapmış sanat tarihçileri. Çekin-
memişler, söyleşide ilk soruyu soran ve
konserde ilk alkışı patlatan kişiler olmuşlar
ve okurlarına, “kral çıplak!” demişler. Hem
de bunu öyle boğucu bir dille, sıkıcı ve bü-
yük bir ön okuma gerektiren bir şekilde yap-
mamışlar. Tatlı dilleri haklı eleştirilerini
öyle güzel anlatmış ki, kitapta -hayatında bir
kere bile modern sanatın zırvalarına maruz
kalmış olan bir insanda bile oluşabilecek
olan- bir sarılma duygusu yaratmış.
İnkâra gerek yok, çoğumuz modern sa-
natın pek çok işini sevmemiş ve bunu dile ge-
tirmeye zaman zaman çekinmişizdir. Hele
hele sanat kuramlarını su gibi içtiğimize inan-
mıyorsak, çoğu zaman sessizliği seçmişizdir.
İşte bu kitap, bu sıkıntıya kapılan sanat me-
raklılarının yüreğine su serpiyor. Tabii, “Al-
lah bu modern sanatı icat edenin de onu icra
edenin de topunun belasını versin” demiyor.
Sadece, “sakin olun” diyor, çok büyük “sa-
nat markalarının” bile size sunduğu “eser-
ler” aslında o kadar da iyi olmayabilir. Son-
ra da, şu veya bu sebeple krala çıplak diye-
meyenlerin de etkisiyle bu işin cılkının na-
sıl çıktığını anlatıyor. Ve okura bir tür “sa-
nat diyeti” yapmasını öneriyor.
Bu diyette neleri yiyip neleri yemeyece-
ğimizi ise fevkalade eğlenceli örneklerle an-
latıyor. Bu sayede görüyoruz ki, aslında
modern sanata tatlı bir giriş de mümkünmüş
meğer. Ve kitabın sonuna geldiğimizdeyse,
modern sanat akımlarından keyifle haber-
dar olmanın, sanat ticaretinin oyunlarına
kanmamanın, sapla samanı ayırt edip dışı ci-
lalı içi boş sergilerden uzak durmanın müm-
kün olduğunu görüyoruz bizler.
(Bunu Ben De Yaparım, ChristianSaehrendt/ Steen T. Kittl,
Ayrıntı Yayınları Çev: Zehra AksuYılmazer)
Yasak değil, uygunsuz!ARTIK RACON DEĞİŞTİ
Bugün Türkiye'nin yay�n hayat�, yaz�l� olmayan yasak ve sansürlerin uyguland��� bir dönemi ya��yor. Bu racondur
25 OCAK 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP
MEHMET BOZKURT
-Şeker Portakalı, Fareler ve İnsanlar
ve Zıkkımın Kökü. Yasak mı bu kitaplar?
-Olur mu öyle şey!
-Bu kitaplar uygunsuz görülmüş.
-Aman efendim, 128 sayfanın üçü
beşi.
-Kitap yasak mı yani?!
-Yoook canım, artık yasak kalktı.
-Bu kitaptan çocuklara ödev verece-
ğim.
-O ödev uygun olmaz.
-Neden? Bir karar mı var?
-Yooo, racon böyle!
Artık yasak kitap yok, uygunsuz bir-
kaç sayfa var.
3. yargı paketi mecliste kabul edildi,
453 kitap, 645 gazete, dergi üzerindeki ya-
sak kalktı. Kalktı dediysek, artık herhangi
bir belgenin üzerinde “bu kitap yasaktır”
diye yazmıyor. Ama kitaplar “uygun-
suz” görülüyor. Yazılı olmayan yasaklar
devrede. Racon böyle.
Bir veli çocuğunun elinde bir kitap gö-
rüp Başbakanlık İletişim Merkezi’ne he-
men bir e-posta gönderirse, o ödevi ve-
ren öğretmen hakkında soruşturma baş-
latılabiliyor. Kitap yasak mı? Değil. Ya da,
İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü Kitap İn-
celeme ve Değerlendirme Komisyonu,
John Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar”
adlı kitabının bazı bö-
lümlerini sakıncalı bu-
labiliyor. Kitap mı sa-
kıncalı? Değil. Sadece
birkaç sayfa.
Olaylar şöyle gelişti:
2013’ün ilk günle-
rinde, 1937 yılında John
Steinbeck tarafından
kaleme alınan ve dünya
klasikleri arasında yer
alan “Fareler ve İnsan-
lar” adlı kitap bir velinin
şikayeti üzerine, İzmir İl Milli Eğitim Mü-
dürlüğü kitapları İnceleme ve Değer-
lendirme Komisyonu tarafından sakıncalı
bulundu. İzmir İl Milli Eğitim Müdürü
Vefa Bardakçı basına, kararın bir velinin
şikayeti üzerine alındığını söyledi. Bar-
dakçı yasak kararını savunarak, “Kitabı
okumadım ama o bölümleri okudum
valla bir gencin çok da bilmesi gereken
şeyler değil bunlar diye düşünüyorum”
dedi.
��KAYET BA�BAKANLI�Aİstanbul Bahçelievler’de Behiye Dok-
tor Nevhiz Işıl İlköğretim Okulu’nda
görev yapan 7. sınıf Türkçe öğretmeni-
ne “Şeker Portakalı” kitabını okuttuğu
için soruşturma açıldı. Çocuğunun “Şe-
ker Portakalı” isimli kitabı okuduğunu
gören bir veli öğretmen hakkında Baş-
bakanlık İletişim Mer-
kezi’ne (BİMER) yazdı-
ğı şikayet dilekçesinde
kitabın Türk örf ve adet-
lerine aykırı olduğunu
ve argo kelimeler içerdi-
ğini belirtti. BİMER’in
talimatı üzerine Bahçe-
lievler İlçe Milli Eğitim
Müdürlüğü, kitabı ödev
olarak veren Türkçe öğ-
retmeni hakkında so-
ruşturma başlattı.
ZIKKIMIN KÖKÜBütün bunlar medyanın, “Yasak ki-
taplar özgürlüğüne kavuştu” haberleri-
ni yayımladığı sırada oluyordu. Aziz
Nesin öyküsü gibi... Bursa’nın Osmangazi
İlçesi’nde Ziya Gökalp İlköğretim Oku-
lu Türkçe Öğretmeni Saadet Kermen, 7.
sınıf öğrencilerine Muzaffer İzgü’nün
“Zıkkımın Kökü” adlı kitabını okuyup
özetlemelerini performans ödevi olarak
verdi. Bir velinin konuyla ilgili “şikaye-
tini” değerlendiren Osmangazi İlçe Mil-
li Eğitim Müdürlüğü, Kaymakamlık olu-
ruyla komisyon oluşturdu. Komisyon,
“Zıkkımın Kökü” adlı eseri inceleyerek
“Bahsi geçen okul öğrencisinin sınıf dü-
zeyi dikkate alındığında, ergenlik döne-
minin ve cinsel gelişimin ön plana çıktı-
ğı bu dönemde, her bireyin hazır bulu-
nuşluk ve algılama düzeyi farklılık ya-
rattığından 7. sınıf seviyesine uygun
farklı bir kitap önerilmesinin daha yararlı
olacağı” kararına vardı.
CENNET CENNETDED�KLER�
Yunus Emre’nin yüzlerce yıllık şiiri-
ni bile sansürlediler. 10. sınıf “Türk
Edebiyatı Ders Kitabı”nda yer verilen
“Cennet cennet dedikleri/Birkaç köşkle
birkaç huri/İsteyene ver onları/Bana
seni gerek seni” dörtlüğü yayınevi Fırat
Yayıncılık tarafından “sansürlendi”. Ki-
tapta Yunus’un söz konusu şiiri 8 kıta-
dan oluşmasına karşın 7 kıta olarak ki-
taba yansıdı. Kitabı inceleyen Milli Eği-
tim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu
da sansürlenmiş haline “beklenen ka-
zanımlar sağlandığı” görüşüyle onay
vermiş.
“Şeker Portakalı”, “Fareler ve İn-
sanlar” ve “Zıkkımın Kökü”. Bu üç ki-
tapla ilgili herhangi bir toplatma kararı
yok. Kitaplar “yasak” değil! Peki, bu
olanlardan sonra öğretmenler öğrenci-
lerine bu kitaplarla ilgili ödev verirken
kaç kere düşünür?
RACONA UYMAYANK�TAPLAR DÖNEM�
Bugün Türkiye’nin yayın hayatı yazılı
olmayan yasak ve sansürlerin uygun-
landığı bir dönemi yaşıyor. Bu racondur.
Yasak kararı, beğenelim ya da be-
ğenmeyelim bir gerekçeye dayanır. O ge-
rekçe yasal düzenleme çerçevesindedir.
İtiraz yolu açıktır. Bugün, kitapların ya-
saklanmasını bırakın, yasaklar kalkıyor.
Ama hukuk dışı, yazılı olmayan bir ya-
sakçılık devreye giriyor. Bunu kim uy-
guluyor? Raconu bilenler. Yazılı hukuk
kurallarına karşı yazılı olmayan raconun
kuralları. Yayıncılık, fikir işçiliği bu teh-
likeyle karşı karşıya.
Yasaklı kitap yok ama örgütsel dö-
küman olarak toplatılan kitaplar var.
Hem de basılmadan. Bir yazar düşünce
suçundan cezaevine atılmıyor artık. Gü-
nümüz yazarlarının “terörist” olduğu
ortaya çıkıyor.
En çok tutuklu gazetecinin olduğu ül-
keler sıralamasında birinciyiz. 2012’nin
en çok satanları cezaevinden yazıldı.
Uygunsuz görülen “Şeker Portakalı”,
“Fareler ve İnsanlar” ve “Zıkkımın
Kökü” internetten en çok siparişi veri-
len kitaplar oldu.
Artık “yasak” kalktı. Racona uyma-
yan kitaplar dönemindeyiz.
KAPAK
7Aydınlık KİTAP
Okurken insan sankiözüne, do�aya dönüyor.
Giono, zengin hayalgücünü bu çal��mas�ndada hayranl�k uyand�racakdüzeyde ortaya koyuyor
Tüm yeryüzünüyaşama katma sevinci
Büyükşehirlerin keşmekeşi, kalabalığı
ve curcunası ortasında boğulan, beton ve cam
köşklerden kendine az da olsa yer bulabilen
birkaç parça yeşile ve arada sıkışıp kalan ma-
viye bile hasret modern zamanların insanı-
nın sıklıkla duyduğu özlemin bir diğer adı de-
ğil midir doğa?
Hızla gelip geçen yaşama kısa bir ara “ya-
vaş” dedirten bir kitap okudum.
Sayfalarda sakin, huzurlu bir yolculuğa
çıktım.
Yemyeşil kırlarda, mavi bir sonsuzluk al-
tında, kadim dostuyla buluşmanın mutlulu-
ğu gözlerine yansıyan insan-
la tanıştım. Tıpkı küçük bir
çocuk gibi; saf, umutlu, mut-
lu bir insanla…
İşte doğa tutkunu Fransız
yazar Jean Giono’nun “Se-
vincim Eksilmesin Yeter Ki”
romanını okurken insan san-
ki özüne, doğaya dönüyor.
Genellikle Fransa’nın Pro-
vence bölgesinden seçtiği ko-
nuları işleyen Giono, zengin
hayal gücünü bu çalışmasında
da hayranlık uyandıracak dü-
zeyde ortaya koyuyor.
Kendisi de bir dağ kasabasında doğan ve
yazlarını çoban ailesinin yanında geçiren Gio-
no, kimilerine yurt olan Gremone yaylasına
götürüyor bizi.
Tarlaların açıklarından ve içerisinden ma-
ral, yavru geyik sürülerinin geçtiği, gölgeli, gi-
zemli havasıyla “Gremone Ormanı”; her
mevsim başka bir duyguyu bağrında filiz-
lendiren bir orman. Uzun bir zaman sonra,
bir şeylerin değiştiği orman. Ormanda daha
şimdiden büyülü bir sevinç vardı. İlkbaharın
gece şenliği başlamıştı.
Açılan tomurcukların ışığında yeni yeni
odalar, yeni yeni filayakları, yeni yeni kori-
dorlar, yeni yeni dal iskeleleri seçiliyordu. Her
yerde tomurcuklar açıyordu. Tüm ağaçlar
yeni yeni yapraklarıyla balkıyordu.
Yılın ilk şarkısını tutturan bir ormanda
kimi zaman bir geyik gülümsüyor, kimi za-
man yeller konuşuyor. Akağaçların zaman za-
man ağladığını da şahit oluyorsunuz. Ka-
dınların gizemli dilini ise ilginç hikâyelerle an-
latan romanda bazen de akağaçların ağla-
dığını görüyorsunuz.
BAMBA�KA B�R HAYATAMERHABA
Ve bir gün kendi başlarına küçük dün-
yalarında yaşayan, yaşadığı gibi düşünen in-
sanların hayatını değiştiren bir olay gelişir.
Romanımızın kahramanları Jourdan ve ka-
rısı Marthe’yi Bobi isminde bir
şair ziyaret eder. Bir insan ba-
zen çok şeyi değiştirebilir evet,
ama bazen de her şeyi değiş-
tirir. Bobi de işte böyle bir in-
sandır. Bambaşka bir hayatın
da olabileceğini gösterme
gayretindedir, küçük dünya-
larında yaşayan insanlara.
İnsanın özünü, doğayı,
yaşamı ve umudu yüceltme
peşindedir Bobi. Özgürdür
çünkü düşleri vardır.
Ve düşünü düşler. Ta-
sarısını düşünür. Geyik,
marallar, çiçekler, sevinç arayışı… Sevin-
ci ekecek, köklendirecek, toprakta mil-
yonlarca kökle, havada milyonlarca yap-
rakla, tek bir çayıra dönüşmesini sağlaya-
caktı. Dans eden deniz, dans eden ırmak,
dans eden kan, dans eden otlar, durmak-
sızın dönüp duran tüm yeryüzü gibi yaşa-
ma katılmasını sağlamalıydı.
Fransa’nın güneyinde, 19. yüzyılın baş-
larında, Provence’ın ılık Akdeniz iklimin-
de taptaze bir rüzgârı duyumsadığınız
oluyor yüzünüzde.
Kimi yerinde insanın basitliği sergile-
nirken kullanılan cümlelerin konunun önü-
ne geçer gibi olmasına rağmen insanı in-
sanlaşmış doğasıyla buluşturuyor “Sevincim
Eksilmesin Yeter Ki”. Düş gücünü zorlayan,
edebi tadın damağınızda kalacağı bir roman
aynı zamanda.
(Sevincin Eksilmesin Yeter Ki, JeanGiono, YKY, Çev: Orçun Türkay, 385 s.)
ŞENOL Ç[email protected]
J. Giono
25 OCAK 2013 CUMA
“İnsanlığın başardığı her şey yaratıcı fan-tezinin sonucudur, öyleyse hayal gücünü kü-çümsemeye ne hakkımız var?”
Carl Gustav Jung
Elimden geldiğince, incelemeye değer
eserler de yayıncılar tarafından raflara ta-
şındıkça, bu güne kadar fantastik kurgu,
bilim kurgu, çizgi roman ve korku edebi-
yatı eserlerine değinmeye gayret gösterdim.
Alt türleri, yazarları okurlara tanıtmaya ça-
lıştım. Elbette haftalık, bir gün var olup er-
tesi gün rahatlıkla unutulacak bir yayının
içerisinde düzenli yazmanın ortaya çıkar-
dığı sorulardan bazıları şunlardır; söyle-
diklerinizi gerektiğinde tekrar etmeli mi-
siniz? Hangileri okuyucuda yer etmiş,
hangileri çoktan unutulmuştur? Refe-
rans göstereceğiniz yazı, okurun yüzde ka-
çına daha önce ulaşmıştır? Bütün bu so-
rular sonrasında, belirli şeyleri ele almak
itiraf etmeliyim ki zorlaşıyor. Bunun al-
tından, aynı şeyleri tekrar etmemek, yeni
şeyleri söylemeye de fırsat tanımak adına
sıklıkla yazılarımda falanca tarihteki yazıma
yönelik düştüğüm kısa notlarla kalkmaya
çalışıyorum. Şu ana kadar, en azından ge-
len e-postalar doğrultusunda okurun da
bundan memnun olduğunu söylemem
mümkün. Ancak öyle durumlar oluyor ki
dilim döndüğünce her şeyin en başına dö-
nüp, bir kez daha hatırlatmak, farklı un-
surları da barındıran yeni bir üslupla sı-
kılmadan tekrar anlatmak zorunda kalı-
yorum. Son bir ay içerisinde, fantastik kur-
gu, bilim kurgu, korku edebiyatı ve çizgi ro-
manlara yönelik, üzerine titrenmesi ge-
reken pek bir kitabın raflarda yerini al-
maması sebebiyle ortalama çizgimin dı-
şında farklı türlerde yine değerli gördüğüm
eserleri, yazarları tanıttım. Farklı türlerde
yazarları tanıtmamın okurum üzerinde
olumsuz izlenim oluşturacağından çeki-
niyordum fakat sizlerden gelen tepkiler bü-
tün bu şüphelerimi dağıttı. Bu süre içeri-
sinde –aslında ta başından beri- Aydınlık
Kitap dahil, diğer dergi, kitap eki ve plat-
formlarda gerek fantastik kurgu, gerek bi-
lim kurgu alanında yazılan yazıları sıklık-
la takip ettim. Verilen hatalı bilgilerin, yan-
lış ve eksik yorumların, kitaplar ve yazar-
lar hakkında eksik bilgilerin sınırı yoktu.
Özensizce yapılmış internet aramalarında
karşılarına çıkan ilk cümleler aceleyle ya-
zıların mottosu haline getirilmiş, yazılar
daha doğmadan sakat bırakılmıştı. Hep-
sinin ötesinde, kurguların alt ve üst türle-
rine yönelik yansıtılan bilgisizlik sonsuz bir
uçurumdu. Yine bu yazıları kaleme alan
yazarların bir kısmı hiç olmazsa okura say-
gı kapsamında, bahsi geçen türlerde uzman
olmamasına karşın, yalın bir okur gözüy-
le kitabı veya yazarı incelediğini dile geti-
riyordu. Bu elbette mümkündü. Ancak gö-
rüşlerinin yanına eksik ve hatalı bilgileri ek-
lemelerinin (bunlardan örnekleri yazı
içinde sıkça göreceksiniz) pek de affedi-
lir yanı ne yazık ki yoktu. Esasında bir açı-
dan, bu tip yazıların, türle daha önce kar-
şılaşmamış “yalın okur” üzerinde, bir de
eksik bilgiyle nasıl etki yaratacağını bizle-
re gösteren değerli, incelemeye değer bir
yanı da mevcuttu. İşte tam da bu değer
üzerine, belirli sisleri dağıtmak amacıyla,
fantezinin başlangıcına ve tür ayrımına yö-
nelik temel bilgileri kısaca ele almaya ça-
lışan bir yazıyı kaleme almak zorundaydım
çünkü karşılaşılan hatalı çıkarımlar ve
tür üzerine yanlış anlaşılmalar pek çok açı-
dan ürkütücüydü…
“ZAN”DAN “B�LG�”YEHemen, karşılaştığım bir yazıdaki ek-
sikliklerle başlayarak, konuyu “zan”dan
“bilgiye” taşıyalım. Karşılaştığım yazıda, ya-
zar, “fantastik” kelimesinin Türk Dil Ku-
rumunda bulunan anlamından yola çıka-
rak tür olarak fantezi edebiyatının (veya
fantastik kurgu) kendince tanımına varı-
yordu. Efendim, birkaç farklı yazıda daha
önce de rastladığım bu düşüncenin çar-
pıklığı şöyle ki; bu mantık silsilesiyle bilim
kurgu edebiyatını tanımlamak için de
“bilim” kelimesinin anlamına bakıp, için-
de bilimsel herhangi bir veriyi bulunduran
her kitabı da bilim kurgu eseri olarak ele
almak gerekir -bu durumda kitapta biri-
nin damdan düşmesi de bilim kurgu ese-
ri olması için yeterlidir, yerçekimi kanuna
uymaktadır ne de olsa. Bu savını destek-
lemek amacıyla da Ursula K. Le Guin’den
yaptığı “fantezi iç benliğin dilidir” alıntı-
sını öne sürerek Kafka’nın “Dönü-
şüm”ünün dahi bir fantastik kurgu sayı-
labileceğine yönelik savıyla ilerliyordu.
Öncelikle bu alıntının, fantezinin tanımı-
nı yapmaya yönelik olmadığı, fantezinin iç-
eriğine yönelik bir ayrımsama olduğu
açıktır. Eğer alıntı, “fantezi sadece” şek-
linde (sadece kelimesine dikkat) başlıyor
olsaydı hatalı çıkarımına yönelik hiç ol-
mazsa somut bir done elinde bulunacak-
tı. Kaldı ki içerisinde belirli katmanlarda
fantastik kurgu öğeleri bulunduran her ki-
tap da fantezi edebiyatı kapsamında de-
ğerlendirilmemelidir, değerlendirilemez.
Kafka’nın “Dönüşüm”ü, bir tür ayrımına
indirgenemeyecek bir klasik olmasının
ötesinde, yine de yapılacaksa içerisinde fan-
tezi unsurları da bulundurduğu için fan-
tastik kurgu değil, daha yoğun tema ve ka-
lıplarını içerdiği “grotesk korku” edebiyatı
kapsamında değerlendirilebilir. Yine ya-
zarın örneklediği ve cüzi miktarda fante-
zi unsurları içeren George Orwell’in “Hay-
van Çiftliği” klasik bir distopyadır ve bir bi-
lim kurgu eseridir. Fantezinin hayal gü-
cünden besleniyor olması, bir edebiyat türü
olarak kalıp ve formlarının da hayali ol-
duğu veya yok olduğu anlamını taşımaz.
Tür ayrımına yönelik daha pek çok yazı-
da karşılaşılan bu karışıklığın, yazarlar ve
eleştirmenler dâhil elbette pek çok so-
rumlusu mevcuttur. Ancak birincil so-
rumlu aranacaksa, so-
rumlu, fantezi eserleri-
ne yıllarca burun kıvı-
rarak (ülkemizde buna,
bir de geçmişimizden
gelen fazlaca yazarına
rastlamadığımız bir tür
olması engeli de çıkı-
yor) ciddi bir araştırma-
ya girmeyen akademis-
yenlerdir. Neyse ki dün-
yada sayılı da olsa, fantezi
edebiyatı üzerine eğilen,
makaleler ve araştırmalar
yayınlayan akademisyen-
ler ve üniversiteler –iyi ki-
varlar da her fırsatta hasıraltı edilmeye ça-
lışılan bir tür ve tarihi hakkında bilgiye ka-
vuşabiliyoruz.
FANTEZ� EDEB�YATI NED�R?NEREDEN BA�LAR?
Fantastik kurgunun proto ve öncül ver-
siyonları üzerine yazılı sayısız makale var-
dır. Aralarında Gılgamış Destanı’nı baş-
langıç alan da mevcuttur, Sanskrit des-
tanlarından “Mahabharata” ve “Rama-
yana”yı alan da mevcuttur. Yine mevcut
tezlerde daha fazla öykü formu içerdiği için
Homeros’un “Odysseia”ni başlangıç alan
da Kral Arthur efsanelerini başlangıç
alan da mevcuttur. Dante’nin “İlahi Ko-
medya”sı da yine belirli tezlerde, barın-
dırdığı epik unsurlarla erken dönem fan-
tezinin bir örneği olarak sunulmaktadır.
Ancak bahsedildiği gibi bütün bu eserler,
modern fantastik kurgunun sadece ön-
cülleridir. Modern fantastik kurgunun
oluşumu edebi anlamda iki yönlü tartış-
manın ortasındadır. Bir kısım tezler,
“Grimm Masalları” dahil, masal formun-
daki pek çok eserin de modern fantastik
kurgunun çatısında bulundu-
ğunu savunurken, bunun kar-
şısındaki tez ise modern fan-
tezinin, dünya ve alternatif
gerçeklik yaratmaya yönelik
unsurların ve bu unsurların
edebi etkinliğinin tartılması
gerektiğini savunur. Bu has-
sas terazi neticesinde de mo-
dern fantezinin başlangıcı
olarak genel anlamda tar-
tışmalar iki yazar ve iki kitap
etrafında şekillenir. Biri
John Ruskin’in 1841 tarih-
li, “The King of The Gol-
den River”ıdır. Kitabı baş-
langıç kabul etmeyen tezler
özetle, Ruskin’in eserinin bir peri masalı
kurgusuyla örülü olduğu, metaforlarının
kolay duyumsandığı ve epik unsurları ba-
rındırmadığını savunmaktadır. Karşıt tez-
ler ise –yine özetle- eserde kurgulanmış eti-
yolojik bir mitin varlığının göz ardı edil-
memesi gerektiğine yöneliktir. Modern
fantezinin başlangıcı için tartışılan ve
daha genel bir kanıyla kabul gören isim ise
George MacDonald ve 1858 tarihli “Phan-
tastes: A Faerie Romance for Men and
M. SALİH [email protected]
BABİL BALIĞI8 Aydınlık KİTAP
Fantezinin söz hakkı
Women” kitabıdır. MacDonald’ın gerek
Tolkien gerek C.S.Lewis’a büyük bir esin
kaynağı olması, bu kanıyı perçinlemekte-
dir. Başlangıç için bu iki tezin hangisini
onaylarsanız onaylayın, türün çatı ve sı-
nırlarının belirlenmesinde, ayrıca geniş
okur kitlelerine yayılmasında Lord Dun-
sany’nin (Edward Plunkett) eserleri ayrı bir
önem teşkil eder. Yine aynı dönemde Kip-
ling, Burroughs, Haggard gibi çok okunan
yazarların da devreye
girmesiyle fantezi ede-
biyatı, kurgu çatısın-
daki çeşitlilik ve ku-
ramsal yoğunluk bakı-
mından gelişim göste-
rir. Bu gelişim, incele-
me aşamasında fantas-
tik kurgu kapsamında
alt türlere bölümleme-
leri de zorunlu kılar.
Öte yandan, daha ön-
cesindeki çocuk edebi-
yatı eserlerinin çatıları
modern fantastik kurgu
ile bağdaştırılmazken
aynı yıllarda modern çatıları kapsayan ço-
cuk edebiyatı örnekleri yazılmaya başlanır.
En önemli kırılma noktası şüphesiz 1865
yılında “Alice Harikalar Diyarında” ile ger-
çekleşir ve erken dönem 20. yy. eserleri
“Peter Pan”, “Oz Büyücüsü” gibi çocuk
edebiyatı klasikleri ile bu yeni form arayışı
ete ve kemiğe bürünür.
TOLK�EN ALGISIYine pek çok yazıda karşılaştığım ilginç
bir unsurda, yazarlar ağız birliği etmiş gibi
aynı cümleyi kurmaktaydılar. Serzeniş
hep aynıydı: “Tolkien ile birlikte günü-
müzde fantastik kurgu farklı bir yere
oturtulmaya çalışılıyor.” Bu söylem, bana
kendi kendine sorun yaratıp çözme yolu-
na gitmeyi çağrıştırıyor. Çünkü Tolki-
en’in bu türün veya herhangi bir alt türün
başlangıcında olduğuna dair ne bir yazı, ne
bir makale, ne de akademik bir çalışma-
ya rastlamadım. Tolkien, fantastik kurgu
çatısı içinde Yüksek Fantezi alt türünün
(high fantasy, aynı zamanda epik fantezi
adıyla da anılır) bir yazarıdır. Alt türün dahi
kurucusu değil, sadece önemli aktörle-
rinden biridir. “Sanırım bu serzenişleri, Tol-
kien’in daha popüler şekilde bilinmesin-
den kaynaklanıyor olmalı,” diyerek, önce
kendimce bu duruma iyimser yaklaşmaya
çalıştım. Ancak konuyu oradan, bütün bir
edebi türü, sinema ve bilgisayar oyunlarıyla
küresel sermayeye hizmet eder
duruma sokmalarını, lafı ol-
madık yerlere getirmelerini
görünce deyim yerindeyse zı-
vanadan çıktım. Öncelikle
şunu belirtmekte fayda var ki
ister sinema, ister bilgisayar
oyunları, karşılığında kazanı-
lan paraları bir kenara bıra-
karak rahatlıkla söyleyebiliriz
ki birer sanat dalı ve birer
öykü anlatım formudur
(özellikle bilgisayar oyunla-
rının da nitelikli edebiyat
barındırdığı örnekler ne-
dense görmezden gelinir).
Elbette onların da içerisinde daha fazla ka-
zanca yönelik, ucuz eserler de mevcut ola-
caktır. Ancak kötü örneklerden yola çı-
karak, ne bütün bir edebi tür, ne tamamen
sinema, ne tamamen bilgisayar oyunları
eleştirilebilir; özellikle de söz konusu olan
bir eserin başka sanat formlarında uyar-
lamaları olunca. Bu mantıkla, herhangi kla-
sik bir romanın tiyatro uyarlaması kötü oy-
nanmışsa, o eserin veya edebi türün, hat-
ta tiyatronun sermayeye hizmet ettiği ve al-
dattığı çıkarımına varabilir miyiz? Yine
aynı yazıda, fantastik kurgunun orta çağ de-
korlarını kullandığından bahsediliyordu.
Fantastik kurgu çeşitli alt bölümleri içerir
ve ne gariptir ki hani yüzdeye vursak, fan-
tastik kurgunun yüzde beşi ancak orta çağ
dekorlarına sahiptir. Yine bir alt akım olan
“Kılıç ve Büyü”nün –ki kılıç ve büyü de de-
ğil orta çağ, daha eski, hatta medeniyetin
ilk çağlarına kadar taşan dönemleri daha
çok fonunda taşır- fantastik kurgunun
tamamı olduğunu düşünüyor olmalı. Şim-
dilik kısmen değinilen, fantezinin tüketi-
me yakınsandığı konu, başka bir yazıda baş-
tan sona ele alınacaktır.
FANTAST�K KURGUDA ALT TÜRLER
Neyse ki bu vesileyle, araştırması ek-
sik mevzubahis yazarların Tolkien’e yönelik
önermelerle devam eden bu tuhaf serze-
nişlerden yola çıkarak alt türlere de bir göz
atalım. 1923 yılında yayın hayatına başla-
yan Weird Tales dergisi ile birlikte özellikle
Britanya ve Amerika’da okur adedi kadar
yazar ve akım adedini de katlayan fantastik
kurgu edebiyatı, artık tek bir kurgu türü ol-
maktan çıkıp, alt türleriyle de anılan bir
kurgu türü haline gelmiştir. 1950’lerde özel-
likle Robert E. Howard’ın “Conan”ıyla (İt-
haki Yayınları) anılan “Kılıç
ve Büyü” alt türü yaygınla-
şır. 1960’larda yükselişe ge-
çecek olan “Epik Fantezi” alt
türünün aksine, “Kılıç ve
Büyü” daha çok kişisel mü-
cadelelerle ilgilidir ve önem-
li isimleri arasında, R.E.Ho-
ward dışında Fritz Leiber,
Michael Moorcock, Clark
Ashton Smith, Sprague de
Camp, Poul Anderson, Char-
les Saunders ve daha pek çok
isim sayılabilir. “Yüksek Fan-
tezi” (Epik Fantezi) türünün
başlangıcına yönelik ise çeşit-
li tezler sunulmuştur ve en
yaygın olarak kabul göreni, Lewis Caroll’un
(gerçek adı Charles Dodgson) “Alice Ha-
rikalar Diyarında” kitabı olduğuna yöne-
liktir. Bu alt türün geniş kitlelere yayıl-
masında katkısı olan, en bilinen isimler ara-
sında C.S.Lewis (Narnia Günlükleri),
J.R.R.Tolkien (Yüzüklerin Efendisi seri-
si), Robert Jordan (Zaman Çarkı serisi),
Lloyd Alexander (Prydain serisi) ve daha
pek çok örnek bulunur. Yüksek Fantezi
eserleri temel olarak gerçek dünyadan
farklı, tamamen kurgusal başka bir dün-
yayı içeren eserlerdir. Alt türün öncesin-
de yazılan eserlerden temel ayrılma nok-
tasını da bu oluşturur. Yeni yapılandırılmış
bir dil (bir kısmında mevcuttur), yeni
canlılar ve ırklar (ister mitolojiden öykü-
nülmüş, ister tamamen yeni yaratılmış),
büyü, hedefe yönelik maceralar, doğaüs-
tü ve şeytani güçlere karşı bir mücadele,
olgunlaşma ve kendini keşfetme serü-
venleri, epik bir anlatımla bezeli çoklu ka-
rakter yapısı, kültürler ve ırklar arası ça-
tışmalar, kurgu çatısında görülen done-
lerden birkaçıdır. Kendi içinde de -Nikki
Gamble’ın sınıfladığı ve kısmen katıldığım
fakat eksik bulduğum- üç alt türe ayrılır.
Bunlar; a) gerçek dünyanın bulunmadığı,
sadece alternatif kurgusal bir dünyada ge-
çen eserler (Yüzüklerin Efendisi gibi), b)
gerçek dünyadan bir geçit aracılığıyla ge-
çilen alternatif/paralel
bir evren (Narnia Gün-
lükleri ve S.King’in Kara
Kule serisi gibi), c) ger-
çek dünyanın bir parça-
sı halinde içinde bulu-
nan bir başka dünya
(Harry Potter gibi).
Gamble’ın bu ayrımını
neden eksik bulduğum,
Yüksek Fantezi alt tü-
rünü işleyeceğim bir
başka yazının konusu-
dur. Karakter sayısını
fazlasıyla geçmiş bu-
lunmaktayım. Diğer
alt türleri, özellikle Hiromi Goto incele-
melerinde de karşılaştığım üzere, Karan-
lık Fantezi alt türünün eserlerinin anla-
şılmasındaki güçlüğü de ortadan kaldıra-
cak (Japon mitolojisinden beslenen eser-
ler ise daha da başka bir konudur) yazının
devamı ilerleyen tarihlerde yayınlana-
caktır. O zamana kadar bazı kafa karışık-
lıklarını ortadan kaldırabildiysek ne mut-
lu. Ayrıca bütün bu alt türleri, türlerde
eserler geldikçe detaylı şekilde ele alma-
ya da önceki yazılarda olduğu gibi devam
edeceğim. Haftaya görüşmek dileğiyle…
25 OCAK 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAPBABİL BALIĞI
George MacDonald John Ruskin Lord Dunsany
25 OCAK 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP
Kitleleri kahramanlaştıran bilge: MAOMao bir ki�i de�ildir, �nsanl���n büyükdavas�na küçük ve sab�rl� ad�mlarlayürüyen milyonlarca insan�n ilhamkayna��, onlar�n yüre�i ve akl�d�rCENK ÖZDAĞ[email protected]
YEN� B�R MAO ÇEV�R�S�Çin Devriminin, Uzun Yürüyüşün ve
Büyük Kültür Devriminin önderi Maonun
seçme sözlerinin toplamı olarak bilinen
“Küçük Kırmızı Kitap” Duygu Aydının çe-
virisiyle Epos Yayınları tarafından 2012 yı-
lında yayımlandı.
Kitabın adının ilginç bir öyküsü var. Ka-
pitalist Dünya, Maoyu ve önderlik ettiği dev-
rimi küçümsemek için kitabın adını küçük
kırmızı kitap adıyla andı. Batının küçüm-
seyici tavrı 68 hareketi tarafından tersine
çevrildi. Küçük Kırmızı Kitap 68 hareketiyle
birlikte kitlelerin rehber kitabı olmaya
başlamıştı. 68 hareketi derken Türkiyenin
bağrında yetişen hareketten çok Batının
68ini kastediyoruz.
MAONUN BATIYA M�RASI:DÜ�ÜNCEDEN EYLEME GEÇ��
Parisin 68 Mayısında tanıklık ettiği ha-
reketlerin odak noktasını liberalizme ve
Sovyet revizyonizmi-
ne karşı duruş oluştu-
ruyordu. Vietnam kur-
tuluş savaşı ile Mao-
nun bilimsel sosyalizme
katkıları 68 hareketine
katılan gençlere reh-
berlik ediyordu. Mao-
nun etkisi o derece ba-
rizdi ki bir Bertolucci fil-
mi olan “The Drea-
mers”ta devrimci hare-
ketin simgesi Mao ola-
rak sunuluyordu. Bugün
hala Paris banliyölerinde
Mao simgeleri geniş yer bulmakta, Maocu
düşüncenin bayraktarlarından Alain Ba-
diounun felsefesi göçmenler cephesinde be-
nimsenmektedir.
68 Hareketi sadece doğuda yaşanan ulu-
sal kurtuluş savaşlarının değil aynı zaman-
da Frankfurt Okulu filozoflarının Sovyet
sosyalizmine ve Batılı liberal yaşam tarzı-
na karşı tepkilerin de sonucuydu. O dö-
nemde kültür endüstrisi kavramıyla kitle-
lerin sanata, bilime ve felsefeye yabancı-
laşmasını konu edinen Adornonun işaret et-
tiği gerçeklik Çinli Büyük Devrimci Mao-
nun Büyük Kültür Devrimi hareketiyle
değişmeye başlamıştı. Kitleler sadece siyasi
harekette değil, sanat ve felsefede de etkin
olmaya başlamış, kafa emeği ile kol eme-
ği, öncü ile kitle çelişmesini aşmaya yö-
nelmişti. Batının tahayyül ettiğini Doğu ger-
çekleştiriyordu.
“KEND�N� GERÇEKLE�T�RMEN�N” �K� B�Ç�M�
Marksist söylemde geniş yer bulmuş ya-
bancılaşma ve gerçekleştirme kavramları Ba-
tıda kendini gerçekleştirme biçiminde kişi-
sel gelişim programları tarafından soğu-
rulmuştu. O günden bugüne kendini ger-
çekleştirme, “Doğu mistisizmi”, secret,
dost kazanmanın yolları, başarılı olmanın
yolları gibi adlar altında tanışık olduğumuz
kişisel gelişim söylemi yaygınlaştı. Geçmiş-
te, egemenlere karşı savaşmış feodal un-
surların sözleri ya da feodallere
üstü kapalı eleştiri getirmiş bilgele-
rin yaşam düsturları, yalnız, çaresiz
metropol insanının yaşamına yol
göstermeye başladı. Böylesi bir or-
tamda egemen sınıflar geçmiş düş-
manlarının söylemlerini eğip bük-
mekte çekinmediyse de çağdaş
düşmanlarının sözlerini olanca
güçleriyle marjinalleştirmeye ça-
lışmıştır. Oysa, günümüz insanının
dertleri ve ihtiyaçları geçmiş dü-
şüncelerle yakalanamayacak öl-
çüde karmaşıklaşmıştır. Maonun
seçme sözleri salt devrimciler için
değil, günümüzde özgün bir yaşam tarzını
düşleyen hemen herkes için olağanüstü
tavsiyeler içeriyor.
�KT�DARIN VE DEVR�MC�L���NÖLÇÜTÜ: K�TLEYLE B�RLE�MEKVE K�TLEYE ÖNDERL�K
Mao, Marx, Engels, Lenin ve Stalinle
birlikte Bilimsel Sosyalizmin büyük ustaları
arasına adını yazdırmış bir devrimci ön-
derdir. Bununla birlikte, Gramsci, Lukacs,
Badiou gibi devrimci filozofların çözüm ara-
dığı güncel sorunlara yönelik esaslı yanıt-
lar vermiş büyük bir filozoftur. Ama belki
de en önemli özelliği, kitleleri kitlelerle bir-
likte ve kitlelerle birleşerek seferber etme
sanatının en büyük sanatçısı olmasıdır. Sa-
natının en üstün unsurları bir toplam ha-
linde sözünü ettiğiniz kitabında bir seçki ha-
linde sunulmaktadır.
Kitleye önderlik etmenin, parti ile kit-
le çelişmesinin, parti içi mücadelenin, dost
ve düşman ayrımının incelikli bir biçimde ele
alındığı kitapta, Mao, aynı zamanda devrimci
yaşam tarzını da ustalıklı bir biçimde be-
timliyor. Vatanseverlik ile enternasyonalizm,
disiplin ile özgürlük, demokrasi ve merke-
ziyetçilik gibi kavram çiftlerinin diyalektik
ilişkisi halk dilinin olanca zenginliği içeri-
sinde başarılı bir biçimde sunuluyor.
1. YÜZYILIN BÜYÜK GERÇE��Mao’nun “Seçme Sözler”i 20. yüzyılın
gerçeklerini özlü bir biçimde toparlıyor. Düş-
manın, son tahlilde, halkla birleşemeyece-
ğini [Onlar (ABD Emperyalizmi) hiçbir şe-
kilde, beyazların ezici çoğunluğunu oluştu-
ran işçileri, çiftçileri, devrimci aydınları ve
diğer açık fikirli insanları temsil edemezler
(s. 20)], işçi sınıfı önderliğinin gerisinde bir
sınıf ittifakına (işçi-köylü-küçük burjuvazi ve
diğer milli sınıflar) önderlik ettiğini, müca-
delede parti ile halkın birliğinin sağlanma-
sı gerektiğini (s. 45), halk kuyrukçuluğuyla
halkçılığın farklı olduğunu (s. 53), haklı sa-
vaş ile haksız savaş ayrımını (ss. 59-60) ve
emperyalizmin kağıttan kaplan olduğunu (s.
69) net bir dille getirmiştir. 20. yüzyılın ger-
çeği emperyalizmin kağıttan kaplan oldu-
ğu ve bu kağıdı yakacak olanın kitleyle bir-
leşen devrimci bir önderliğin olduğudur.
Benzer bir betimleme İstiklal Marşı şairimiz
Mehmet Akif tarafından tek dişi kalmış ca-
vanar sözleriyle dile getirilmiştir. Dolayısıyla,
20. yüzyılın gerçeği evrenseldir, uluslar-
arasıdır, enternasyonaldir. 20. yüzyılın ger-
çeği devrimcilerin vatansever ve enternas-
yonalist olma zorunluluğudur. Dahası, en-
ternasyonalist olmanın anlamının emper-
yalizme karşı vatan savunmasında birleşmek
olduğu gerçeğidir. Bu savunmanın ve dev-
rimin kitlelerin eseri olacağı gerçeği 20. yüz-
yıla damgasını vurmuş ve 21. yüzyılda da ge-
çerlidir. Devrim ve ilerleme kitlelerin ese-
ridir. Zizek, Maoyu andığı bir yazısında bu
gerçeği şu sözlerle dile getiriyor:
Maonun adı emekleriyle tarihsel geliş-
menin görünmez özünü, arkaplanını sağ-
layan yüz milyonlarca adsız Üçüncü Dün-
ya emekçisinin seferberliğini temsil eder. (s.
11). Mao, bu yönüyle bir kişinin adı ol-
maktan çok yüzyılımızın sorunlarının anah-
tarını kitlelere sunan kitlelerin adıdır. Mao
bir kişi değildir, insanlığın büyük davasına
küçük ve sabırlı adımlarla yürüyen mil-
yonlarca insanın ilham kaynağı, onların yü-
reği ve aklıdır. Sözünü ettiğimiz kitap bu ak-
lın süzgecinden geçmiş deneyimlerin bir
toplamıdır.
(Seçme Sözler-Küçük Kırmızı Kitap, Mao Zedung, Epos Yayınları,
Çev: Duygu Aydın, 251 s.)
25 OCAK 2013 CUMA 11Aydınlık KİTAP
Arşivlerden süzülmüş gerçeklerBİLAL ŞİMŞİR’İN SON ÇALIŞMASI: “LOZAN GÜNLÜĞÜ”
Bilal N. �im�ir, “Lozan Günlü�ü” adl� son çal��mas�nda Lozan konferans�n� gün gün ortayakoyarken, ya�anan gerginlikleri, konular�n perde arkas�n�, “kelle koltukta” görev yapan �smet
Pa�a’ya yönelik (Ermeni teröristlerin suikast haz�rl��� da dahil) tertipleri anlatmaktad�rBARIŞ DOSTER
baskıların mali ve iktisadi yönde ol-
duğunu vurgulamaktadır. Lozan
şartlarını kabul eden emperyalist
devletler, Türkiye’nin bu şartları
koruyup geliştirebileceğine aslında
inanmadıklarından, yaşamak ve
kurtulmak için genç Cumhuriyet’in
kısa zamanda onlara avuç açaca-
ğını, böylece de Lozan’da kazan-
dıklarını kısa süre sonra kaybede-
ceğini düşünmektedirler.
Lozan konferansını, “Milleti-
mizin Avrupa ortasına davet olun-
duğu büyük bir imtihan” olarak ni-
teleyen İsmet Paşa, Lozan’ı ve
sonrasını bir bütün olarak değer-
lendirmek gerektiğini vurgular.
“Harbi Umumi’den sonra gördü-
ğümüz antlaşmalarla yakından veya
uzaktan benzerliği olmayan bir
antlaşma” şeklinde tanımlar. Dün-
ya tarihinde nadir görülen örnek-
lerden olduğunun altını çizer.
Atatürk ise Nutuk’ta Lozan’ı şu
sözlerle değerlendirir:
“Lozan Barış Antlaşması’nda-
ki hükümleri, öbür barış önerisiy-
le (Sevr Antlaşması’ndaki hü-
kümleri kastediyor) daha çok kar-
şılaştırmanın yersiz olduğu dü-
şüncesindeyim. Bu antlaşma, Türk
ulusuna karşı yüzyıllardan beri
hazırlanmış ve Sevr Antlaşması
ile tamamlandığı sanılmış büyük
bir yok etme girişiminin yıkılışını
bildirir bir belgedir. Osmanlı tari-
hinde benzeri görülmemiş bir siyasi
zafer eseridir”.
Açılımların, kukla Kürt devle-tinin, özerkliğin, federasyonun,kısacası bölünmenin “demokrasi ve
özgürlük” adı altında ülkemize
dayatıldığı, Sevr’i Lozan’a tercihedenlerin gemi azıya aldığı, Ata-türk’e, Cumhuriyet’e saldırmanın
ün ve zenginlik kaynağı haline
geldiği günümüzde, Lozan’a sahipçıkmak Türkiye’ye sahip çıkmak-tır. İmzalanmasından 90 yıl sonra,
dışarıdan onca saldırıya, içeriden
bunca ihanete rağmen yaşamaktaolan Lozan’ı savunmak Cumhuri-
yet’i savunmaktır.
(Lozan Günlüğü, Bilal N.Şimşir, Bilgi Yayınevi, 725 s.)
Kitapta �smetPa�a’n�n
�ngilizlerin ba�delegesi
Rumbold’udize
getirmesinden,Türkiye
üzerindekibask�lara vekopar�lmak
istenenödünlere dek
çok ilginçbilgiler,
belgeleriylebirlikte yeralmaktad�r
Lozan Barış Antlaşması, her daim
ülkemizin gündeminde olan konu-
lardan biridir. Tarihi emperyalistlerin
mürekkebiyle yazan günümüzün res-
mi tarihçileri, dolmakalemleri, nu-
maracı cumhuriyetçileri, Soros sol-
cuları, Amerikan İslamcıları arasın-
da, özellikle Musul ve Kerkük’e atıf-
ta bulunarak, “Lozan’ın hezimet ol-
duğunu” öne sürenler çoktur. Os-
manlı tarihini, Rus, İngiliz, Fransız,
Alman, İtalyan, Avusturya arşivleri-
ne girmeden, Osmanlı’dan kopan
Balkan ve Ortadoğu ülkelerinin ar-
şivlerinde çalışmadan, hatta ve hatta
Osmanlı arşivlerine bile girme gere-
ği duymadan yazanlar açısından, Ata-
türk ve İsmet Paşa’ya saldırmanın ara-
cıdır Lozan. Değerli ustam Attila İl-
han’ın sık sık vurguladığı gibi, “hain
kontenjanı yüksek olan Türkiye’de”
Lozan’a saldırmak, Atatürk’e ve
Cumhuriyet’e saldırmanın diğer yo-
ludur. Kuvvet tahlili, iktisadi tahlil, sı-
nıfsal tahlil yapmayan, “emperya-
lizm” kavramını ağzına almayanların
yöntemidir.
Bu tiplere göre,
Lozan’da gizli mad-
deler vardır, aynen
henüz açıklanmayan
Atatürk’ün gizli vasi-
yeti gibi! Ve bunlar,
Atatürk’ün gizli vasi-
yetini gören (!) on-
larca cumhurbaşka-
nı, başbakan, Türk
Tarih Kurumu Baş-
kanı’nın, dedikodunun
çok sevildiği ülkemiz-
de çok ketum, ağzı sıkı,
sır tutan ve bu büyük
devlet sırrını tek bir
yakınıyla bile paylaşmayan üstün ni-
telikli insanlar olduğuna inanırlar! Lo-
zan’daki gizli belgeleri ise hadi bizim
devletimizi geçtik, emperyalist dev-
letlerin henüz neden açıklamadıkla-
rını bir türlü izah edemezler. Arşiv-
lerinin tamamını, en gizli bölümleri-
ni değil, uygun görülen bölümlerini
30-40-50 yıl sonra açıklayan emper-
yalist devletlerin, Lozan arşivlerini
açıklamamalarını ise komplo teori-
leriyle yorumlarlar.
Oysa Lozan belgeleri arşivler-
dedir. Ali Naci Karacan’dan Cemil
Bilsel’e, İsmail Soysal’dan Salahi
Sonyel’e dek çok sa-
yıda araştırmacı ve bi-
lim insanı çok farklı
yönleriyle Lozan’ı
elen alan, ayrıntılı,
kapsamlı, değerli
eserler ortaya koy-
muşlardır. Seha Me-
ray’ın çalışması da
özellikle önemlidir.
Lozan’la ilgili daha
önce de kitap yaz-
mış olan ve tek ba-
şına adeta bir üni-
versite gibi çalışan
emekli diplomat-
yazar Bilal N. Şim-
şir de, “Lozan Günlüğü” adlı son
çalışmasında konuyu belgesel bo-
yutta ve derinlemesine ele almak-
tadır. Lozan konferansını gün gün
ortaya koyarken, yaşanan gergin-
likleri, konuların perde arkasını,
“kelle koltukta” görev yapan İsmet
Paşa’ya yönelik (Ermeni terörist-
lerin suikast hazırlığı da dahil) ter-
tipleri anlatmaktadır.
Şimşir, kamuoyunda yanlış bili-
nen bir bilgiye de dikkat çekerek,
Lozan’da ABD ile imzalanan iki ta-
raflı antlaşmaya değinmektedir.
ABD ile imzalanan ve ABD sena-
tosunda reddedilen antlaşmanın,
çok taraflı Lozan Barış Antlaşma-
sı ile karıştırılmaması gerektiği ko-
nusunda uyarmaktadır.
LOZAN HAKKINDAHER �EY…
Lozan ile Ankara arasında o dö-
nemde bin 600 kadar telgraf gidip
gelmiştir. Konferans telgraflarla
yürütülmüştür. Şimşir, “Lozan Kon-
feransı boyunca bizim şifrelerin
karşıtlarımız tarafından açılmış ol-
duğu söylenemez. Ama konferan-
sın sonuna doğru Ankara’dan çe-
kilen bazı şifre telgrafların İngiliz-
ler tarafından İstanbul’da açılmış
olduğu anlaşılmaktadır. Bu bir is-
tisnadır. İngiliz Yüksek Komiserliği,
açılan telgrafları hemen Londra’ya
ve Lozan’a yetiştirmiştir,” demek-
tedir.
Kitapta İsmet Paşa’nın, “Tür-
kiye, bir elinde Misak-ı Milli, diğer
elinde kılıçla Lozan’a gidiyor,” di-
yen İngilizlerin baş delegesi Rum-
bold’u dize getirmesinden, Türkiye
üzerindeki baskılara ve koparıl-
mak istenen ödünlere dek çok ilginç
bilgiler, belgeleriyle birlikte yer al-
maktadır. İsmet Paşa, en büyük
DOSYA
“Bütün dâhiler göklere uzanır. Mozart ise gökten inmiştir.”
Albert Schweitzer
Karlı bir Salzburg günüydü. Takvimler
tarih olarak 27 Ocak 1756’yı gösteriyordu.
Şehrin sakinleri her günkü olağan yaşan-
tılarını sürdürmeye hazırlanırken, o sabah
hiç de sıradan olmayan bir
güne uyandıklarını henüz
bilmiyorlardı. Sadece saat-
ler kalmıştı Salzburg’lu bir
bebeğin doğmasına. Şehir-
de tüm doğa adeta havada-
ki büyüyü hissetmiş gibi, de-
rin bir sessizlik içinde ve
saygıyla beklemekteydi bu
yeni küçük dünya misafirini.
Nihayet saat 20:00 sularında,
oldukça zor bir doğumun ar-
dından Salzburg semaları al-
tında hayata merhaba dedi bu
küçük melek. O zamana ka-
dar dünyaya gelen altı çocuğundan sade-
ce biri (daima Nannerl diye anılacak olan
Maria Anna) hayatta bulunan aileyi büyük
bir sevince boğmuş ve her zaman olduğu
gibi bu sevimli bebeğe de sağlıklı ve uzun
ömür dilekleri yağmıştı. Oysa bu güzel açık
tenli, açık renk gözlü sevimli
bebek dünyamızda sadece
otuz beş yıl gibi çok kısa bir
süre misafir kalacak ve en az
üç ömre ancak sığdırılabilecek
devasa başarıları o minicik
otuz beş yılda tamamlayacak
ve tüm insanlığa armağan ede-
cekti. Doğumunun ertesi günü
28 Ocak 1756’da kent kated-
ralinde vaftiz edilen bebeğe
“Johannes Chrysostomus Wolf-
gangus Theophilus” adı konul-
du. Fakat çok değil, birkaç yıl
sonra dünya onu Wolfgang
Amadeus Mozart adıyla anacaktı.
Wolfgang’ın babası Salzburg Başpis-
koposluk Sarayı Orkestrası’nın kemancı-
sı olan Leopold Mozart dönemin şartlarına
göre oldukça iyi bir eğitim almıştı. Pek çok
konuyla yakından ilgilenen biriydi. Sosyal
bilimler ve fen alanında temel eğitimi
vardı. Ayrıca astronomi çok ilgilendiği bir
konuydu. İtalyanca, Fransızca, İngilizcenin
yanı sıra Latince ve Eski Yunanca da ko-
nuşabiliyordu. Masraflarını kendi üstle-
nerek bastırdığı “Versuch einer gründlic-
hen Violinschule” (Temel Nitelikte Bir Ke-
man Okulu Denemesi) adlı kitabı, onun
aynı zamanda iyi bir eğitici ve öğretici ol-
duğunu da göstermektedir ki sözü edilen
kitap basıldıktan kısa bir süre sonra Fran-
sızca ve Hollandacaya da çevrilecek ve
uzun yıllar müzik dünyasında
temel başvuru kaynakları ara-
sında sayılacaktır.
OYUNCA�IKLAVSEN OLANÇOCUK
Wolfgang’ın en büyük
şansı, böyle bir babanın oğlu
olarak dünyaya gelmek ve
onun gözetiminde yetiş-
mekti. Doğumundan itiba-
ren ablası Nannerl ile bir-
likte küçük Wolfgang mü-
zikle çevrili bir dünyada
yaşamaya başladı. Daha çok küçük yaş-
larda ablası Nannerl klavsen başına geçi-
yor ve küçük Wolfgang hemen onu dinle-
meye koyuluyordu. Ve daha üç yaşınday-
ken oyuncak yerine klavseni kullanmaya,
altı yaşına geldiğinde ise
çoktan kendi çapında bes-
teler yapmaya başlamıştı.
Minik Wolfgang’ın ola-
ğanüstü yeteneği, bitmez
tükenmez coşkusu, mü-
zikte daima daha çok şey
öğrenme tutkusunun or-
taya çıkması, yaşamının
henüz tek haneli sayılarla
söylenen ilk yıllarına rast-
lar. Ablası da onun gibi
çok yetenekli bir çocuk
olmasına rağmen, küçük
Wolfgang’ın yeteneği çok
kısa zamanda onu gölgede bırak-
mıştı. Baba Leopold Mozart çocuklarının
bu yeteneği karşısında tabii ki ilgisiz kal-
mayacak ve bunu değerlendirecekti. Böy-
lece başpiskopostan izin alarak çeşitli Av-
rupa şehirlerine çocukları için geziler dü-
zenledi. Ailece önce Münih’e, arkasından
Prag’a ve Viyana’ya, sonra yine Münih,
Manheim, Ausburg, Frankfurt, Brüksel,
Paris ve nihayet Londra’ya vardılar. Bu ge-
zilerde soylular tarafından dinlenip bolca
MÜZİĞİN HARİKA ÇOCUĞU MOZART 257 YAŞINDA
Dâhiyane NotalarÖlümünden bu yana geçen iki buçuk as�rl�k zaman içinde, her ku�ak onun eserlerinde bir
ba�ka anlam ve özellik bulmu�tur. Yap�tlar�ndaki bu derin anlam ruhlara i�ledikçe Mozart'�ninsanl��a yard�m� sonsuza dek sürecek ve ça�lar boyunca daha da önem kazanacakt�r
ASYA KAFKASYALI
25 OCAK 2013 CUMA12 Aydınlık KİTAP
Söz Mozart’tan açılmışken, bestecihakkında yakınlarda raflara çıkmış olaniki kitaptan bahsetmekte fayda var. İlkiCan Yayınları'nın çıkardığı genişletilmişüçüncü baskısı yapılan, İstanbul DevletSenfoni Orkestrası Flüt Sanatçısı AydınBüke tarafından yazılan “Mozart - Bir Ya-şam Öyküsü” adlı kitap. Türkiye'de bu-güne kadar Mozart hakkında yazılmış enprofesyonel yapıt olma özelliğine sahip.Bestecinin hayatına ait tüm ayrıntılarçok yalın ve samimi bir üslupla yazılmış vegerçek bir biyografi olmasına rağmenroman tadında kurgulanabilmiş. Kitabı eli-nize alır almaz Mozart'ı adeta dokunacakmesafede yanınızda hissediyorsunuz. Kâhonun mutluluğuyla seviniyor, kâh acılarıylaüzülüyorsunuz. Mozart Mannheim'dahaftalarca iş için gittikçe umutlarını yiti-rerek beklerken, sizin de boğazınız dü-ğümleniyor. Yani Mozart’la birlikte nefes
alıyorsunuz adeta. Bu derece okuyucuyusaran, içine çeken bir üslup kullanılmış.Ayrıca yazar, o devrin yaşam biçimini, ebe-veyn çocuk ilişkilerini, terbiye ve saygı sis-temini, Mozart'ın yapıtlarının sergilendi-ği yılların eş zamanlı siyasal ve sosyal olay-larını profesyonelce okuyucuya aktar-mayı başarmış. Çok başarılı, takdire de-ğer bir çalışma.
İkinci kitabımız Yapı Kredi Yayınla-rı’ndan çıkmış. Yazarının adı Michel Pa-routy. Görsel yönüyle daha dikkat çekengüzel bir cep kitabı. Mozart'ın operala-rından “Figaro’nun Düğünü”, “Don Gio-vanni”, “Cosi Fan Tutte” ve “SihirliFlüt”ten en önemli parçaların isimlerinin,ilgili sahnelerinin sembolik figürlerinin al-tına yazıldığı ilk sayfalar çok ilginç ve se-vimli. Mozart hakkında daha yüzeysel bo-yutta bilgiyle yetinmek isteyecekler için gü-zel bir başvuru kaynağı.
MOZART’I ANLATAN İKİ KİTAP
takdir topluyordu küçük Mozart. Viya-
na’da Schönbrunn Sarayı’nda İmparato-
riçe Maria Theresia’nın ve İmparator I.
Franz’ın huzurunda tüm hünerlerini gös-
terdi. Ama o aynı zamanda altı yaşında bir
çocuktu ve kendisine ilgi gösteren impa-
ratoriçenin kucağına atlayıp boynuna sa-
rılıvermişti. Ve tabii ki imparatoriçe de hoş-
nutlukla karşılamıştı minik Wolfgang’ın bu
hareketini. Ne de olsa kendisi de o güne
kadar tam on altı kez doğum yapmış bir
anne idi. Schönbrunn’da yere düşünce aya-
ğa kalkmasına yardım eden yaşıtı küçük bir
kıza “Çok nâziksiniz, büyüyünce sizinle ev-
leneceğim,” der. Geleceğin Fransa Krali-
çesi Arşidüşes Marie Antoinette böylece
hayatının ilk evlenme teklifini almış olur.
Daha sonra Paris’te Madame de Pompa-
dour’un huzuruna kabul edilirler. Ama bu
turnelerin Leopold’ün ailesine getirdiği pa-
rasal kazanç çok yeterli değildir. Dükler,
prensler ve diğer soylu kişiler paradan zi-
yade altın tabaka, yüzük ve prenslere ar-
tık küçük gelen sırmalı giysiler gibi hedi-
yelerle yetinmektedirler. Küçük Wolf-
gang’ın bu işte en büyük kazancı ise, dün-
yayı görmek, çağın müzik akımlarını ye-
rinde tanımak, gittiği yerlerdeki büyük mü-
zisyenlerle tanışmak ve onların derslerin-
den yararlanmaktır. Nitekim Londra’da
büyük Bach’ın oğlu Johann Christian
Bach’ı tanır ki kendisi dokuz yaşındayken
otuz yaşında olan C. Bach onu melodik sti-
lin güzellikleriyle tanıştıracaktır. Bolog-
na’da ise besteci ve müzikolog Padre
Martini’yle tanışacaktır. Wolfgang bu de-
ğerli kişilerden çok yararlanmış ve onların
bir hayli etkisinde kalmıştır. Hayatındaki
bir diğer şansı da Haydn ile tanışmak olur.
Ve bu geziler sırasında Mozart bir yandan
da durmaksızın yeni eserler bestelemek-
tedir. Dönüşünde Salzburg başpiskoposu
Mozart’ı resmen “Kapellmeister” (orkes-
tra şefi) yapar. Kısa süre sonra da sadece
baba oğul İtalya gezisine çıkarlar. Mantua,
Milano, Bologna, Floransa ve Roma. Her
yerde büyük alkış alır. Roma’da Papa Al-
tın Mahmuz nişanıyla onurlandırır Mo-
zart’ı. Bologna Filarmoni Akademisi ken-
disini üyeliğe seçer. Verona Akademisi Mo-
zart’a Kapellmeister rütbesi verir ve so-
nunda yeniden Salzburg’a dönüş zamanı
gelir ama bu sefer işler pek yolunda git-
meyecektir. Yeni gelen başpiskopos aksi bir
adam olup Mozart’a karşı hiç hoşgörülü
değildir. Konser turneleri için kendisine
izin vermez. Bu sebeple Mozart görevin-
den istifa etmek zorunda kalır ve bu sefer
annesiyle birlikte yollara düşer. İlk dura-
ğı Münih olacaktır ama ne yazık ki bir tür-
lü iş bulamaz. Üstelik annesini de kaybe-
der ve tekrar Salzburg’a dönmek zorunda
kalır.
Artık o parlak çocukluk günleri geri-
de kalmış, hayatının tüm sorumluluğu
omuzlarına yüklenmiştir. Bu arada Cons-
tanze’ye aşık olmuştur ve babası hiç iste-
mediği halde onunla evlenir. Ne yazık ki
Constanze Mozart’ın dehasını kavrayabi-
lecek yetenekte bir kadın değildir. Belki de
Mozart’ın yaşarken olduğu gibi, ölümün-
den sonra bile yakasını bırakmayan şans-
sızlığı olacaktır bu evlilik. (Bugün Mo-
zart’ın mezarının yerinin kaybolmasını
maalesef Constanze’nin ilgisizliğine borç-
luyuz.)
KARANLIK YILLARDA E�S�Z BESTELER
Mozart hesap işlerinden hiç anlamaz-
dı. Eh Constanze de “yuvayı yapan dişi
kuş” türünden bir kadın olmadığı için, karı
koca daima günü gününe yaşıyor ve çoğu
zaman masrafları gelirlerini aştığı için
Mozart çevresinden borç almak zorunda
kalıyordu. Bir zamanların ayakta alkışla-
nan harika çocuğu artık yorgun, küskün ve
tam çocukluktan çıkıp gerçek bir müzisyen
olarak üretmeye başladığı anda yalnız bı-
rakılan, umutsuz bir genç adamdı. Hayat
onu daha genç yaşında yormaya başlamıştı.
Buna rağmen en muhteşem eserlerini bu
en karanlık yıllarında yarattı.
1787 yılında henüz on yedi yaşında olan
Beethoven Viyana’ya geldi. Ölümüne
dört yıl kala tanışıp dinlediği Beethoven
için “Dikkat edin, ileride bu delikanlı
kendinden çok söz ettirecek,” demişti.
Tüm yorgunluğuna ve hızla sıhhatinin
bozulmasına rağmen her an var gücüyle ça-
lışarak dünyaya 620’den fazla eser bırak-
tı Mozart. Bunlar “Idomeneo”, “Saraydan
Kız Kaçırma”, “Figaro’nun Düğünü”,
“Don Giovanni”, “Sihirli Flüt” ve “La Cle-
menza di Tito” gibi en tanınmışlarının da
içinde olduğu 22 opera, 41 senfoni, 30’a ya-
kın piyano konçertosu, keman için 5 kon-
çerto, flüt, klarinet, fagot, korno için 10
konçerto, missalar, kantatlar, serenatlar,
oda müziği eserleri, sonatlar, liedler, ko-
rolu parçalar, divertimentolar, çeşitleme-
ler, danslar, menuettolar, konser aryaları,
dinsel eserler ve o muazzam “Requiem”.
Ayrıca biz Türkler tarafından çok sevilen
“Rondo Alla Turca “(La Major Piyano So-
natı K.331) yani “Türk Marşı”nı da özel-
likle unutmamak gerekir. Ve de tüm bun-
lar topu topu otuz yıllık kısacık bir zaman
diliminin ürünleriydiler.
HER KU�A�I BESLEYEN NOTALAR
Son yıllarında artık Viyana’dadır.
1791’in Kasım ayında hastalığı çok artar.
Mozart’ın bütün hayali sevgili “Re-
quiem”ini bitirebilmektir ama ne yazık
ki kısmet olmaz. (Ölümünden sonra
öğrencisi Süssmayer tarafından tamam-
lanacaktır.) Elleri ve ayakları şişmiştir.
Kısmen felç olmuş durumdayken bile
yazmaya çalışır ama “Lacrymosa”nın
başında artık kalemi elinden düşer. Ve
1791 yılının 5 Aralık gecesi saat 01:00 su-
larında hayata gözlerini kapatır Mo-
zart. On yıl kadar önce büyük aşkı Cons-
tanze’siyle evlenmek için mutluluktan
uçarcasına girdiği, Viyana’nın sembolü
ve gururu olan Saint Stephan Katedra-
li’nden bu sefer 7 Aralık günü çok kuv-
vetli bir kar fırtınası nedeniyle oldukça
ağır ilerleyebilen bir cenaze arabasıyla
uğurlanarak, ebediyen uyuyacağı Saint
Marx Mezarlığı’na doğru sonsuz yolcu-
luğuna çıkar, kimsesiz ve yapayalnız
olarak.
Ölümünden bu yana geçen iki buçuk
asırlık zaman içinde, her kuşak onun son
derece duygulu, cıvıl cıvıl, uçarı, dinle-
yiciyi sürükleyen öykülerle dolu eserle-
rinde bir başka anlam ve özellik bul-
muştur. Yapıtlarındaki bu derin anlam
ruhlara işledikçe Mozart’ın insanlığa
yardımı sonsuza dek sürecek ve çağlar
boyunca daha da önem kazanacaktır.
25 OCAK 2013 CUMA 13Aydınlık KİTAPDOSYA
Mozart herhalde en
çok yazılan kompozitör-
lerden biri. Çünkü bir fe-
nomen. Müzik tarihinde
gelmiş geçmiş en iyi mü-
zisyenlerden biri Mozart.
Liszt de tıpkı Mozart ka-
dar dâhiyane bir çocuk,
onu da söylemek lazım.
Fakat Mozart’ın yeri ayrı,
çünkü her müziğinde ina-
nılmayacak bir ilham var,
bazı eserleri biraz şablon
gibi görünse de... Mesela
ben Mozart’ın özellikle
bazı eserlerini tercih edi-
yorum. Bunların en
önemli kısmı oda müziği,
operalar ve piyano kon-
çertolarının birçoğu...
Hepsi kelimeyle tarif edi-
lemeyecek kadar ola-
ğanüstü.
Aslında Mozart’ı çok
da iyi tanıdığımızı söyle-
yemem. Yani o kadar çok
eseri var ki, ne kadarını
biliyoruz? Mozart ko-
nuşmakla bitmez. Bu ka-
dar zengin ve geniş bir
dünyası olan bir kompo-
zitörü çok daha detaylı ve
kapsamlı araştırmak la-
zım. Hakikaten büyük bir
fenomen o.
Ülkemizde klasik mü-
zik hala toplumun geniş
bir kesimine yayılmış de-
ğil gibi duruyor ama “40.
Senfoni”yi herkes biliyor.
Eğer bu kitapları oku-
yan insanlar varsa tabii.
Çünkü kitap okumak da
tarihe karışıyor. Artık
teknolojik aletlere kitap-
ları yükleyip okuyorlar,
sanırsın ki içinde mil-
yonlarca kitap var. Ama
kitabın yerini tutmaz. O
yüzden kitap okuyan
azaldı, yazık. Halka ulaş-
tırmak, mal etmek bir
yerde iyi, bir yerde tehli-
keli. Çünkü bence ideal
bir kitabın insanlara şunu
vermesi lazım, okuduğu-
nuz zaman bahsedilen
müzisyeni ya da kimseyi
daha iyi tanıma ihtiyacı
hissedip, neden bu ope-
raları yazmış, neden böy-
le yazmış, bunları araş-
tırmaya yöneltmesi ge-
rekir. Böyle meraklı in-
sanlar da fevkalade in-
sanlardır. Kitaplar her
zaman önemlidir, sadece
biraz tembel olmayacak-
sınız, okuyacaksınız.
Ben yazarın bu son
kitabını okumadım, ama
ondan önceki, gerek
Chopin, gerek Clara
Schumann üzerine yaz-
dığı kitapların tümünü
okudum ve hepsi son de-
rece güzel yazılmış, iyi
araştırmalar yapılmış ve
ortaya faydalı kitaplar
çıkmış. Kendisine de teb-
rik ettiğimi söyledim.
Yine de dediğim gibi
Mozart'ı tam olarak ta-
nımak imkansız. Araştır-
dıkça yeni şeyler keşfe-
diyorsunuz. Opera bakı-
mından, armoni bakı-
mından bazı eserleri ina-
nılmayacak kadar ileri ve
modern.
İDİL BİRET
Mozart müziğin pey-
gamberidir bana göre;
müzikle aramızdaki en
dolaysız elçidir. Mo-
zart'ın eserlerinde bir
hayat boyunca hissedi-
lebilecek her türlü duy-
gu en katıksız, en güçlü
ve kalıcı şekilde ifade
edilmiştir. Ne zaman
Mozart çalsam veya din-
lesem, içimdeki tüm
olumsuz duygular, hu-
zursuzluklar kaybolup
gider. Mozart'ın deha-
sına taparcasına bir hay-
ranlıkla ve neredeyse
bağımlılığa dönüşen bir
tutkuyla dinliyorum tüm
eserlerini.
Klasik dönemin ro-
mantik bestecisi de di-
yebiliriz Mozart için. Pi-
yano konçertolarında ör-
neğin, kristal berraklık
ve ritmik kesinliğin yanı
sıra kalıpların içerisinde
esnek bir ifade de kulla-
nabiliriz. Opera her za-
man baskın çıkmıştır
Mozart'ın eserlerinde;
sopranonun şarkısını
klavyede çıkarırken ise
sonoritenin aşırı kuru
ya da çığırtkan olma-
ması için dengeyi sağla-
mak önemlidir. Onun
eserlerine en tecrübeli-
lerimiz aşkla olduğu ka-
dar temkinli yaklaşır-
ken, en genç müzisyen-
ler cesurca atılırlar.
GÜLSİN ONAY
25 OCAK 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP
Güngör Gençay’ın şiiriGençay’�n �iiri bir yenilik içermez. Fakat içerik alan�nda ufkunun geni�ledi�ini,
temalar�n�n zenginle�ti�ini görürüz. Duru�unu edinmi�, kararl�l���n� ku�anm�� ve sözüolan, sözünü söylemek isteyen bir �airdir
CAFER [email protected]
“Ak saçları, mavi bakışlarındaki yor-
gunluk hareleri ile onu çoğu zaman Ga-
lata’daki ofisinde çalışırken bulurdum. Ya-
şamı, gençliğinden yaşlılığına bitmemiş bir
şiirin öyküsüdür. Bu öylesine yalın, katı-
şıksız bir çabayla sürüklenen ve aşkla
kuşatılmış bir öyküdür ki biteceğe de
benzemiyor.”
Güngör Gençay’la ilgili bu satırları
1998 yılının Nisan ayında, İnsancıl dergi-
sinde yazmışım.
Aradan on dört yıl geçti. O aşkla, inan-
la akan ırmak 2012’nin Nisanında dindi,
ebediyetteki yerini aldı.
Güngör Gençay; yazı, kitap ve yazın
dünyasına, ilk kez 1952 yılında şiirle adım
atıyor. Daha sonra şiir yayımlamıyor, fa-
kat genç şairlerin şiirlerinin yer aldığı bir
antolojiyi yayımlayarak edebiyatla ilişki-
sini sürdürüyor.
Güngör Gençay’ın “Genç Şairler An-
tolojisi-1”in basım tarihi 1955’tir. Bir ki-
tap bütünlüğü içinde kendi şiirlerini ise
tam on yıl sonra, 1965’te yayımlıyor.
Bu tutumundan, adım atmak istediği
dünyanın onu ürküttüğünü, onun için
umut var olmadığını çıkarsayabileceğimiz
gibi yolunda donanımlı bir biçimde iler-
lemek için zamana ihtiyaç duyduğu fikri-
ne de ulaşabiliriz. Kendi anlatımı ikinci
olasılığa işaret ediyor: “İlk şiirimle ilk ki-
tabımın yayımlanışı arasında on üç yıl var.
Benim koşullarımda, yolunu el yordamıyla
bulmaya çabalayan bir şair adayı için bu
staj süresi çok uzun değil kanımca.” (Kar,
Sayı 1, 2010).
Güngör Gençay şiir vasıtasıyla sesini
dünyaya düşürmeye karar verdiğinde tam
otuz bir yaşındadır. Bu geç bir yaş mıdır?
Yatılı okullarda okuyacak çocukların da-
vul zurna ile köylerden toplandığı, üni-
versitelerde kontenjanların dolmadığı, sı-
raların boş kaldığı, Türkiye’nin o günkü ko-
şullarında, yani altmışlı yıllarda tabii ki geç
bir yaştır. Fakat o alçakgönüllü biriydi ve
hiç kıskanç değildi. Bu iki hassası da
onun onca uzun zaman ortaya çıkmama-
sının, kendi ruhunun ikliminde sabırla bek-
lemesinin sebebi olabilir.
Güngör Gençay’ın ilk telif eseri “Sa-
bah Rıhtımı”dır ve yayım tarihi 1965’tir.
“Sabah Rıhtımı” bireysel duyarlıkların şii-
ridir. Uzak bağdaştırmalara başvurma
özentisi taşıyan, anlamdan anlamsızlığa
akan ya da anlamsızlıkla anlam iletmeye
çabalayan tarzıyla bir bakıma İkinci Ye-
ni'nin gölgesi altındadır.
Güngör Gençay’ın bu kitabındaki
“Yörünge” şiiriyle kendine özgü bir an-
latım alanına girmeye çabaladığını görü-
yoruz. Duyuş biçiminde ve bakış pers-
pektifinde ise henüz bir değişimin işaret-
leri söz konusu değildir.
İkinci kitabı “Oğul (1967)”da içerik ba-
kımından bir farklılık belirginleşmesi ol-
mamakla birlikte bu yönde “Balıklar
Ovası”nı önceleyen bir gülümsemeden söz
edebiliriz.
“Balıklar Ovası (1967)”nda şairimiz şii-
rini bireyin iç yaşantısından çıkarmıştır. Ya-
şantı deneyimlerine ve gözlemlerine ağır-
lık vermeye başlamıştır. Bu, onun şiirinin
etrafıyla ilgilenmesi anlamına da gel-
mektedir. Fakat olayları ve olguları bireysel
bakışın dışında bir anlamlandırmaya tabii
tutacak bilincin ideolojik yapısı henüz bü-
tünselliğe sahip değildir . Yine de “Balıklar
Ovası” toplumsallığa açılan ilk izleklerin
yer aldığı bir kitaptır. “Grev, patron, savaş,
barış, hürriyet, düzen” gibi sözcükler
Güngör Gençay’ın şiirine ilk kez bu kita-
bında girmiştir.
Sonra “Dövülü Yürek (1968)” geliyor.
Bu süreçte şairimiz belli bir politik yöne-
lim içindedir ve Amerika karşıtlığı doğ-
rultusunda bu tercihi hayli birikimle bes-
lenmiş bir aşamadadır. “Dövülü Yürek”te
baştan sona Amerikan emperyalizminin
sorgulaması yapılır. Emperyalizm karşı-
sında, mağlup insanlık değerleri yücelti-
lir:
“bu kenti gözlerim gördü dedi adamhani kızanlar kısraklar hani bahçede hayat hani yüzbin askerden bir tek geriye kalanhani ses hani ışık”
“Dövülü Yürek”ten sonra şairimiz
yirmi yıllık bir suskunluk dönemime giri-
yor. Geniş zamanlı etütlerde, Güngör
Gençay’ın gündelik hayatının sergüzeşti
ile bu yirmi yıllık şiirsizlik dönemi karşı-
laştırılmalıdır ki hayatı ile sanatının etki-
leşim boyutu görülebilsin.
Güngör Gençay tam yirmi yıl sonra
“Vurgunsuz Sabahlara Uyanmak”la dö-
nüş yapıyor edebiyat dünyasına. İyi de kar-
şılanıyor. MeselaTalat Sait Halman şöy-
le yazıyor: “ ‘Vurgunsuz Sabahlara Uyan-
mak’ beni sevindirdi, duygulandırdı. İçin-
de ne güzel sevgi, barış, ülkü, adalet ve za-
fer şiirleri var. Okumak müstesna bir
zevk oldu. Elleriniz dert görmesin.”
Yılmaz Odabaşı’nın yazdıkları Güngör
Gençay’ın konumunu belirgin biçimde ak-
settirmesi açısından daha önemlidir: “Bir
sevdayı iliklerinize, atardamarlarınıza ka-
dar duyumsayarak gerçek bir kararlık ve
inançla ve zorlamasız yazdığınız şiirleri-
nizdeki ideolojik perspektifi bu aşamada
bir başka güzel kazanım olarak niteliyor,
sizi bir kavganın-sevdanın şairi olarak
selamlıyorum.”
Güngör Gençay yirmi yıllık bekleyiş-
ten sonraki dönüşünde toplumcu gerçekçi
şiirin sade dil, serbest ölçü ve toplumsal
sorumluluk olarak özetlenebilecek te-
mel ilkelerinin dışına çıkmaz. Bu anlam-
da şiiri bir yenilik içermez. Fakat içerik ala-
nında ufkunun genişlediğini, temalarının
zenginleştiğini görürüz. Artık duruşunu
edinmiş, kararlılığını kuşanmış ve sözü
olan, sözünü söylemek isteyen bir şairdir:
“Çocuklar uykuya vardığı zamanGözkapaklarındaPostalların ağırlığı olmasınGörmesinler düşlerindeNe güdümlü mermiyiNe de götürülüşünüİtiş kakış babalarınınSevince yaslansın sabahlarıGüzelliğe yaslansınBırakın çocuklar
Özgürlüğünce gönüllerininÇocukluğunu yaşasın (Güzel çocukluk)”
“Vurgunsuz Sabahlara Uyanmak”la
birlikte Güngör Gençay’ın üretimindeki
yoğunluk dikkat çekmeye başlar. Artık her
yıl bir şiir kitabı bazen de bir yılda iki tane
yayımladığı olur. 1989’da “Annem Beni
Yetiştirdi” okurla buluşur. Şairimizin
“Anne Şiirleri” antolojisi yaptığını da
göz önüne alırsak anne temi onun başat
temlerinden biridir. Kadir İncesu’nun
kendisiyle yaptığı bir mülakatta bu du-
rumla ilgili ipuçları da veriyor: “…babam
çok sert bir adamdı. Zaman zaman an-
nemin çığlık ve ağlamalarına ablamla
birlikte uyanır, onu, annemi döverken gö-
rürdük.” (Kar, Sayı 1, 2010)
“Annem Beni Yetiştirdi”de toplumsal
içerikli şiirlerindeki öğretici, öğütleyici, bil-
gilendirici edanın hayli törpülenmiş ve li-
rizme yaslanmış olduğunu görürüz.
“Dünyanın ağrılı kasığındaSuskunluğa sarılıpsarmalanmak istenenAcıyla akraba çocuklarım,Çocuklarım merhaba.Hangi yalın özel isminSahiplik ekinde boylanırsanız boylanınGün ışığıyla aranıza girenPerdeleri kaldıran ellerinize,Yüreklerinize, çocuklarım,çocuklarım merhaba. (Merhaba)”
Sonrasında “Kısacalar” (1990), “Sa-
taşmalar” (1992), “Ağmalar” (1995), “De-
nize Akan Yangın” (1995), “Yaşam Umu-
da Uyarlı” (2000), “Yaşam Çavlanında”
(2005) ve “Dolunay Üstü Görüntüler”
(2009) var.
Bütün bu yapıtlar, insana yaraşır bir
dünya tasavvurunun dışında kalan açlık,
yoksulluk, işkence, adaletsizlik, eşitsizlik
gibi değerlerin karşısında duran, emper-
yalizm ve onun uzantısı düzenlerle müca-
delede emekçilerin birliği özlemiyle yanıp
tutuşan bilinç ve vicdanın ürünüdür. B. Sa-
dık Albayrak’ın deyişiyle, “Dostluk ve de-
ğerbilirlik onun kişiliğinin ana çizgisiydi. Ya-
şamı ve yazdıklarıyla sosyalist mücadele-
nin insanlarını ve anılarını buluşturan bir
çınardı. Dallarının ve gövdesinin boşluğunu
hep duyacağız.
“Güngör Gençay’ın Edebiyatımızdaki Yeri”
adıyla bir etkinlik gerçekleştirilecektir.Yer: Avrupa Pasajı, Kat:2 - Galata
Tarih: 26 Ocak 2013 Saat: 14.00
ETKİNLİK
25 OCAK 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAP
Çarklara rağmen nefesalabilmek
AYDOĞAN YAVAŞLI
Alman yazar Hermann Hesse, yur-
dumuzda özellikle “Bozkırkurdu” adlı
muhteşem romanıyla tanınır. Ünlü ro-
mancı, Birinci Dünya Savaşı’nda Al-
man militarizmine karşı çıkmış, protes-
to için İsviçre’ye taşınmıştır. İkinci Dün-
ya Savaşı’ndan sonra ailevi sorunları
yüzünden (burada “Rosshalde” adlı ro-
manını anımsayalım) çok ağır bunalım-
lar geçirmiş, tanınmış bir psikanalistten
destek görmüştür. Hesse, 1946’da Nobel
Edebiyat Ödülü’nü aldı. Barışseverliği,
insan yaşamını derinlemesine irdeleyen
felsefesi ve Doğu’nun mistik düşün dün-
yasına olan düşkünlüğü, onu özellikle
hippi gençliğin en çok okuduğu yazarlar
arasına sokmuştur.
Korku filmlerinin babası ünlü yö-
netmen Alfred Hitchcock’un çok bilinen
bir özelliği de, yönettiği filmlerin küçük
bir karesinde yüzünü
göstermesidir. O
kare, sanki bir imza
gibidir. Hermann
Hesse’in de yazdık-
larında bunu tıpkı
Hitchcock gibi yaptı-
ğını “Çarklar Arasın-
da” adlı romanında
bir daha görüyoruz.
Hermann Hesse, ro-
manında bu kez Her-
mann Heilner olarak
karşımıza çıkmaktadır:
Kendini tutsak hisset-
tiği okulunda kuralları
zorlayan, birçok kez de yıkan, başlarını
derslerden bir türlü kaldıramayan diğer
öğrencilerin korka çekine izledikleri,
okul yönetiminin baş belası, şair Her-
mann Heilner!
Çarklar arasında sıkışıp kalmayı yad-
sıyan, bu yüzden de aforoz edilen, fakat
bütün bu dışlanmalara karşın onurundan
kesinlikle ödün vermeyen, kendini ez-
dirmeyen, romanımızın kahramanı taş-
ralı gencin hayranlığını kazanan Heilner!
Gerçekten de öğretmenler, sınıfla-
rında böyle bir öğrenciyle karşılaşmak-
tansa o sıralara bağlı birkaç eşeği görmeyi
yeğlerler. Aslında bu tutumlarında hak-
sız da sayılmazlar. Ne de olsa görevleri,
olağandışı ve (Heilner gibi) acayip kişi-
leri değil, iyi Latince ve matematik bilen
dürüst ve efendi orta sınıf insanlarını ye-
tiştirmektir. (s.134-135) “Dahi öğrenci-
lerle öğretmenler arasında oldum olası
bir uçurum vardır, okullarda boy göste-
recek böyle kişilere öğretmenler baş
belası gözüyle bakarlar.” (s.134)
�A�R RUHLU ARKADA�Romanın kahramanı Hans Gieben-
rath, küçük bir Alman kasabasında ya-
şayan genç bir oğlandır. Kasabadaki
günleri, genellikle ırmak kenarında ba-
lık avlayarak ya da ayakkabıcı Flaig Us-
ta’nın dini konulardaki soh-
betlerine katılarak geçmekte-
dir. Kasaba okulundaki başa-
rısından dolayı devletin açtığı
parasız yatılı okul sınavına
girmeye hak kazanmıştır.
Hans Giebenrath’ın böyle bir
sınava girecek olması, kendi
halinde yaşayan kasaba hal-
kının yaşamına renk getirir.
H. Giebenrath birden, kasa-
banın en çok sevilen, umut
bağlanan ve tanınan kişisi
olur.
Stuttgart’taki sınavı ba-
şarı ile veren Hans, yeni
okuluna başlar başlamaz
hummalı bir şekilde derslerine sarılır ve
kısa bir zaman içinde öğretmenlerinin
dikkatini çeker. O, başarmak zorundadır.
Ailesi, yakınları, hatta bütün kasaba, on-
dan başarılarla dolu güzel haberler bek-
lemektedir.
Fakat kimsenin Hermann Heil-
ner’den haberi yoktur. Hemen her dav-
ranışı ve sözüyle farklı biri olduğu ça-
bucak anlaşılan Heilner, Hans’a dost ol-
muştur bile! “Ne acayip bir çocuktu şu
Heilner! Romantik biri, bir şair! Şimdi-
ye kadar onun davranışlarına şaşmaktan
kendini alamamıştı. Herkesin de gördüğü
gibi, kendini vererek ders çalıştığı pek
yoktu Heilner’in, öyleyken çok şeyi bili-
yor, sorulan sorulara akıllıca cevaplar ve-
riyor ama yine de kafasındaki bilgileri kü-
çümsüyordu.” (s.101)
ÖLÜMCÜL DE����Mİlerleyen zaman içinde bu şair ruhlu
dostundan çok etkilenen Hans’ın ders-
lerden giderek koptuğunu ve en sonun-
da okulu terk etmek zorunda kaldığını gö-
rüyoruz. Kasabaya dönen Hans, tıpkı
eski günlerdeki gibi, bir süre balık avla-
yıp Flaig Usta’nın hoş sohbetlerine ka-
tıldıktan sonra bir torna atölyesinde işe
başlar. Artık her şey geride kalmıştır:
Umutlar, Latince, matematik, Homeros
ve şımartıldığı o pembe günler… Vefasız
Emma, bu örseleyici yalnızlığı birazcık ol-
sun parçalayacağı anda çıkar gider
Hans’ın yaşamından. Aşkı ve cinselliği he-
nüz tanımaya başlayan Hans artık iyice
dağılmıştır. Atölye arkadaşlarıyla komşu
bir kasabada zil zurna oluncaya dek içip
sarhoş olduktan sonra, arkadaşlarının
telkinlerine aldırmadan kasabaya yalnız
başına dönmek isteyecek ve…
Ve cansız bedeni, akıp giden bir ır-
mağın kenarında bulunacaktır!
Hermann Hesse, bir betimleme us-
tası, bir ayrıntı virtüözü… “Sütunlar
halinde art arda dizilmiş alaçamlar, san-
ki uçsuz bucaksız bir salon üzerinde
maviye çalan yeşil renkli bir kubbe oluş-
turmaktaydı. Görünürde pek çalılık yok-
tu, yer yer sık bir ahududu çalılığına rast-
lanıyordu, o kadar. Buna karşılık hayli ge-
niş bir alan içinde yerler yumuşak yosunla
kaplıydı, bodur yabanmersinleri ve sü-
pürgeotları yosunlu toprağı bir kürk
gibi yumuşacık örtmüştü.” (s.60)
“Çarklar Arasında”, Kâmuran Şi-
pal’in dil işçiliğinden ödün vermeden
yaptığı enfes çevirisiyle daha bir okunur,
daha bir değerli olmuş. Eğitim-öğretim
sorunlarının bir türlü bitmediği, bol bol
konuşulup yaz-boz tahtası haline geti-
rildiği ülkemizde özellikle öğretmenle-
rin ve çocuklarından yalnızca okul ba-
şarısı bekleyen ebeveynlerin dikkatle
okuması gerekir, diye düşünüyorum.
(Çarklar Arasında, Hermann Hesse, Can Yayınları,
Çev: Kâmuran Şipal, 256 s.)
Hermann Hesse, roman�nda bu kez Hermann Heilner olarakkar��m�za ç�kmaktad�r: Kendini tutsak hissetti�i okulundakurallar� zorlayan, birçok kez de y�kan, ba�lar�n� derslerden birtürlü kald�ramayan di�er ö�rencilerin korka çekine izledikleri,okul yönetiminin ba� belas�, �air Hermann Heilner!
H.Hesse
25 OCAK 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP GÜLDEN TERAZİ
Namık Kemal’in özeleştirisi ROMANDAN ELEŞTİRİYE, “İNTİBAH”TAN “MUKADDİME-İ CELAL”E…
MECİT Ü[email protected]
Telefondaki arkadaş sesi, birlikte
birkaç akşam geçirdiğimiz bir tanıdığın
ölüm haberini verdiğinde günlerdir sü-
ren fırtına henüz dinmiş, yağmur kesil-
mişti. Ölünün şansına olacak, ardından
hava da açıverdi.
Cenaze uzakça köylerden birindeydi.
Daracık, döşeme yolları ve irili ufaklı taş-
tan yapılmış evleriyle fırtına sonrası gü-
neşin ışıkları altında türlü renklere bü-
rünen köy, çok eski zamanlardan, Ho-
meros çağından kalmış gibiydi. İnsanlar
ve eşyalar değişmişti yalnız; güneş aynı
güneş, rüzgâr aynı rüzgâr, bulutlar aynı
bulutlar, selviler içinde Midilli’ye bakan
denize nazır mezarlık aynı mezarlık,
boğazın tam ortasındaki gemi aynı gemi,
kasvet aynı koyu kasvet…
Bir gün önce güçlükle kazılan çuku-
ru yağan yağmur doldurmuş, kenara
atılan toprak balçık yığını olmuştu. Me-
zarın başında suyu boşaltmaya çalışan-
lar sıradan, herhangi bir işi yapar gibiler.
Kısa, basit, emir kipli cümlelerle konu-
şuyorlar. İş ağır yürüyünce üçer beşer sel-
vilerin arasına dağılan cemaat, kendi ara-
sında geceki fırtına, günü gelmiş borçlar,
ödenecek işçi ücretleri, zeytinyağı fiyat-
ları gibi gündelik konulardan söz ediyor.
Dünyayla işi bitmiş olan mevta ise, ta-
butun içinde, bir kenarda unutulmuş bir
halde çukurdaki suyun boşaltılmasını
bekliyor. Karşı kıyı Midilli’yle aramızdaki
boğazdan geçen gemi sanki gitmiyor
da, tam ortada kalmış, uzaktan, ölünün
toprağa verilişini izliyor gibi.
Çukurun suyu ve dipteki çamur güç-
lükle boşaltılabildi sonunda. Cenaze ça-
mura bulanmasın diye de alta naylon
branda serildi. Toprak örtülüp hoca son
duasını yapıncaya dek kürekler hızlı
hızlı çalıştı. Son kürek toprak, duanın
amin faslına denk geldi. Bu tür işlerin ya-
bancısı olmadığı anlaşılan yaşlıca bir
adam özel yapılmış iki tahtadan birini
alışkın hareketlerle baş, diğerini de ayak
kısmına yerleştirmişti ki yağmur yeniden
başladı.
“�NT�BAH”IN A�K �EH�D�“Iyd-i ekberdir şehîd-i aşkına derse o mahBir nigâh-i rahm edip biçâre kurbânımmıdır”
“O ay yüzlü güzel, aşk şehidine acı-
yan bir gözle bakarak ‘Bu zavallı benim
kurbanım mıdır?’ derse bu onun için bü-
yük bayram olur” anlamındaki, ölenin
eşini görünce aklıma gelen bu beyit, ‘İn-
tibah’ın -diğer bir adıyla Ali Bey’in Se-
güzeşti- son bölümünün başına konul-
muş hem Dilaşub’un hem Ali Bey’in
ölümlerine yazılmış bir hecetaşıdır as-
lında.
Namık Kemal’in Magosa’da sür-
gündeyken yazdığı bu roman, basımına
izin alınmak üzere Maarif Nezare-
ti’nin denetim kuruluna “Son Pişman-
lık” adıyla verilmiş, ancak adı kurulca
“İntibah”(uyanış) olarak değiştirilme-
sinden sonra yayımlanabilmiştir. Her
bölümü, okuyucuyu o bölümde anla-
tılacak olaylara hazırlayan, bu olayla-
rı kendinde toplayan bir beyitle baş-
layan 1876’da yayımlanmış bu roman,
ilk Türk romanlarından biridir. Beyitler
sıraya di-
zi ldiğinde
ortaya bütün-
lüklü bir şiir çık-
maktadır.
�LK TÜRK ROMANIVE �LK TÜRK ROMANCI
“Edebiyat Üzerine Makaleler”de
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Bizde ilk ro-
man Namık Kemal’in ‘İntibah’ıdır” di-
yor. “Bundan evvel bazı garp eserlerinin
tercüme ve hülâsalarıyle Ahmed Mithat
Efendi’nin Letâif-i rivayat’ının ilk cü-
zü’leri vardır. Emin Nihad Bey’in ‘Mü-
sameretname’si İntibah’la hemen hemen
aynı senelerdedir. Her üçü de 1870’ten
sonra olduğuna göre, roman nev’ini
Türk edebiyatının en genç mahsulü say-
mak icap eder.” (Edebiyat Üzerine Ma-
kaleler, Dergah Yayınları, 2. Basım, Ey-
lül 1977, İstanbul, s. 56).
Tanpınar,
“Bu üç muhar-
rirden -Namık Ke-
mal, Ahmed Mithat
Efendi ve Emin Nihad
Bey’den- Namık Kemal’i daha
garba yakın bulmaktdadır. “Bununla
garp milletlerinin bu alanda verdikleri-
ni yakından tanıdığını, iddia ve idealle-
rini benimsediğini iddia etmiyorum”
der, “Sadece şark hikayesi karşısındaki
vaziyetinin daha kesin olduğunu, onun
unsurlarından istifadeye kalkmadığını
söylemek istiyorum. ‘İntibah’ta her şey
ibdâ değilse bile şahsi icadıdır.”(Age., s.
56).
Öte yandan da, ilk Türk romanı ka-
bul ettiği “İntibah”ın yazarını romancı-
lığı bakımından değerlendirirken, onun
romancı muhayyilesinden mahrum bu-
lunduğunu ileri sürmektedir. Şunları
“Bendeniz de ‘Son Pi�manl�k’ ad� ile bir hikâye yazm�� ve maarif taraf�ndan ad� �ntibah olarakde�i�tirildikten sonra yay�m�n� sa�layabilmi�tim. Hikâye, dilin mahiyetinin o yoldaki
yeteneklerini deneme yolunda düzenlenmi�se de tasavvur ve tasvirde bir güçlü�e dü�memekiçin konusunu gayet sade tuttu�um halde, yine de yetenek azl��� nedeniyle gönlümün istedi�i
dereceye götüremedim.”
Nam�k Kemal
Ahmet HamdiTanp�nar
25 OCAK 2013 CUMA 17Aydınlık KİTAPGÜLDEN TERAZİ
yazar:
“Namık Kemal’e gelince, romanda
da rolüne ve şahsiyetine sâdıktır. Zen-
gin bir tabiatın hiçbir nizamsız ve başı-
boş gelişmesi. Bir yığın zaaf ve boşluk
ve bir o kadar aydınlık. Namık Kemal’in
Mithat Efendi’ye üstün olan tarafı bazı
eksikliklerinin farkında olmasıdır. Ah-
met Mithat Efendi’nin dolu dizgin atıl-
dığı birçok yerde Namık Kemal sakın-
masını bilir.
“Her ikisinin de hakikî romancı
olarak ve romancı muhayyilesi ile doğ-
madıkları muhakkaktır. (…) Bununla
beraber yeni devir Türk hikâyeciliğinin
onlarla başladığı ve uzun zaman onla-
rın mirasını kullandığı da inkâr edile-
mez.” (Age., s. 57)
İlerde bu yazının ikinci bölümünde
yeri geldikçe değineceğim gibi Tanpı-
nar’ın Namık Kemal’in romancılığına
ilişkin değerlen-
dirmesi bu ka-
darla sınırlı de-
ğil. Tanpınar’ın
bütünlüklü bir
Namık Kemal
değerlendirmesi
ise başlı başına
ayrı bir yazı-ince-
leme konusudur.
NAMIKKEMAL’�N“�NT�BAH”ELE�T�R�S�
Roman sanatı-
nı bildiğini “İnti-
bah” ile “Celâled-
din Harzemşah”
oyununun başına
yazdığı mukaddi-
meden -Mukaddi-
me-i Celâl- anladı-
ğımız Namık Ke-
mal, edebiyatımızda eleştirinin ilk ör-
neklerinden kabul edilen bu yazıda
1880’lerdeki Türk romanının durumu-
nu şöyle saptıyor:
“İbrete şayandır ki, Victor Hu-
go’nun Les Miserables –Sefiller- adlı hi-
kâyesi daha yazılırken dokuz dile çev-
rilmiş ve Fransızca birkaç defa, birkaç
şekilde basıldıktan sonra, bir de büyü-
cek boyda resimli basılarak, bu çeşitten
150 bin nüsha satılmıştır.
“Bizde ise hikâye kısmı edebî ürün-
lerimizin en eksik yönüdür. Dilimizde
tatla okunacak belki üç hikâye bulun-
maz. Batı dillerinden aldığımız ro-
manlar çoğunlukla fena çevrilmiş, mil-
li eserlerden sayılan hikâyeler ise, ne ka-
dar fena yazılmış ise, birkaç kat fena dü-
şünülmüştür.” (Namık Kemal, Şükran
Kurdakul, Altın Kitaplar, İstanbul 1991,
s. 52-53).
Namık Kemal bu önsözde, on yıl
önce yayımladığı “İntibah”tan söz ede-
rek bir de edebi özeleştiri yapıyor:
“Bendeniz de ‘Son Pişmanlık’ adı ile
bir hikâye yazmış ve maarif tarafından
adı İntibah olarak değiştirildikten son-
ra yayımını sağlayabilmiştim. Hikâye, di-
lin mahiyetinin o yoldaki yeteneklerini
deneme yolunda düzenlenmişse de ta-
savvur ve tasvirde bir güçlüğe düşme-
mek için konusunu gayet sade tuttuğum
halde, yine de yetenek azlığı nedeniy-
le gönlümün istediği dereceye götüre-
medim.” (Age. s. 53).
“B�R YI�IN ZAAF VE NOKSAN, B�R O KADAR PARILTI”
Tanpınar, Namık Kemal’in ilk ro-
mancımız olduğu konusundaki görü-
şünü, eleştiri alanına da taşımıştır. Ona
göre, “bugünkü anlayışımıza oldukça ya-
kın tenkidin bizde ilk görünüşü Namık
Kemal’den sonra”dır.
Şair Namık Kemal’i ayrı tuttuğunu
anlayacağımız Tan-
pınar, eleştirmen
Namık Kemal’in,
romancı, tiyatrocu
ve gazeteci Namık
Kemal ile aynı ol-
duğu kanısındadır:
“Bir yığın zaaf ve
noksan, bir o ka-
dar parıltı”!
Devamı, be-
nim “ilk olmanın
özverisi” olarak
nitelediğim hata
ve kusurların top-
lu bir açıklaması
niteliğindeki şu
cümle:
“Bu muhar-
ririn büyük tara-
fı hayat ve ede-
biyatı birbirin-
den ayırmaması
ve tekliflerini
her ikisi için beraber yapmasıydı. Zayıf
tarafı ise her ikisini de lâyıkıyle ve ya-
şadığı devrin istediği gibi tanımaması idi.
Kendisinde her ikisinin de, tabir caiz-
se, sezişi yoktu. İnsanoğlunun zaafları-
na karşı merhametsizdi. Zihni hayatı
tahmin edildiğinden fazla dardı. Sanatçı
ve tenkitçi için elzem olan felsefi yara-
tılıştan mahrumdu.” (Age., s. 75)
(Konuyu haftaya “İntibah” roma-nıyla sürdüreceğim).
Bana Gelen Kitaplar: “Sergüzeşt”,Roman, Samipaşazade Sezai, Kapı Ya-yınları, Ocak 2013 İstanbul; “Lal Kitap”,Roman, Nur Yazgan, Kırmızı Kedi Ya-yınevi, 2012 İstanbul; “Anadolu Yakası”,Nehir Söyleşi, Mustafa Kutlu, Dergah Ya-yınları, Mayıs 2012 İstanbul; “DenizKokusu”, Öykü, Can Göknil, Can Ya-yınları, Aralık 2012 İstanbul; “Ucu-be/Yeni Türkiye’nin Anatomisi”, OrhanGökdemir, Destek Yayınevi, Eylül 2012İstanbul; “Türkçe Ölüm”, Siir, SabriKuşkonmaz, Berfin Yayınları, Kasım2012 İstanbul; “Rüzgârın Teninde KemanSesleri”, Şiir, Taylan Koryürek, SoneYayınları, 2011 İstanbul.
Kitap, ya�ayanbir kad�n�ngüçlü duru�unuvurgulayarak,zay�f olan�nasl�nda her�eye sahipmi�gibi görünenzamane kad�n�m� oldu�unusorgulat�yorokura
Paralel zamanlardazıt kadınlar
Yirmi bir yaşındaki taşralı genç kadın,
asi Alexandra, sanat dergisi editörü Innes
Kent’le evinin bahçesinde tanışır. Tüm
olacaklardan habersiz, bu ilginç adamın kar-
tını alır ve ona bir yemek sözü verir. Innes’in
önce ismini, sonra da bütün hayatını de-
ğiştireceğinden haberi yoktur henüz. Yeni
ismiyle Lexie, Innes’le birlikte bohem ga-
zetecilerin mekânı Soho’da yaşamaya baş-
lar. Üniversiteyi bitirmiş kadınların yalnız-
ca sekreter olmayı hayal edebilecekleri bir
zamanda -evet, 1950’lerden bahsediyoruz-
Innes’in entellektüel çevresine giren Lexie,
kısa bir süre sonra yeni mesleği ve yeni gö-
rüntüsüyle karşımıza çıkar.
ZAMANLAR ARASI GEÇ��Maggie O’Farrell’ın, Dilek Şendil çevi-
risiyle, Turkuvaz Kitap’tan çıkan “Elimi İlk
Tutan El” adlı eseri Lexie’nin hikâyesini an-
latırken paralel akışta günümüze dönüyor,
zorlu bir doğum yapan ve bunalıma sürük-
lenen Elina ve kendi sorunlarıyla boğuşan
sevgilisi Ted’in hayatlarına bir göz atıyor. Le-
xie’nin peri masallarını andıran macerala-
rına ara vermek istemeyen okur için biraz
can sıkıcı bir durum, çünkü Elina ve Ted’in
yaşadıkları oldukça sıradan. Lexie’li hare-
ketli ve heyecanlı bölümleri, Elina’lı ve kas-
vetli bölümler izliyor. Yine de bu çelişki,
okuru düşünmeye sevk ediyor. Kitap, geçen
yüzyılın ortasında -okuyan kadınların koca
bulamayacağı düşünülen zamanlarda- ya-
şayan bir kadının güçlü duruşunu vurgula-
yarak, zayıf olanın aslında her şeye sahip-
miş gibi görünen zamane kadını mı oldu-
ğunu sorgulatıyor okura.
Kitabı ilk elime aldığımda okuyup oku-
mamakta ka-
rarsız kaldım.
İsmi, kapağı ve
kadın bir yazar
tarafından yazılmış olması faz-
lasıyla “çok satan genç kız romanları” sını-
fından olabileceğini gösteriyordu. Arka
kapağı ve okumaya başladığım ilk sayfala-
rı ise bu önyargımı kırdı. Yazarı biraz araş-
tırdığımda, elimdekinin iyi bir kitap olabi-
leceğine ikna oldum.
Eserlerinde genellikle bireyin hayatın-
da yaşadığı kayıplar ve bu kayıpların birey
üzerindeki psikolojik etkileri üzerine yo-
ğunlaşan İrlandalı yazar Maggie O’Farrell,
genç yaşına rağmen yazın alanında olduk-
ça başarılı oldu. İlk romanı “After You’d
Gone” (Sen Gittikten Sonra) ile ilk eseri-
ni yayımlayan genç yazarlara verilen Betty
Trask ödülüne layık görüldü. Yayımlanan
üçüncü kitabı “The Distance Between Us”
(Aramızdaki Uzaklık) ile 2005 yılında So-
merset Maugham ödülünü aldı.
Tekrar kitaba dönelim dilerseniz. Elina
doğum sırasında çok kan kaybettiği için bel-
lek kayıpları yaşıyor. Ancak romanın ilk elli
sayfasından sonra okur onun için endişe-
lenmeyi bırakıyor. Çünkü daha büyük so-
runları olan biri var: Ted. Ted oğlunun do-
ğumuyla, kendi çocukluk hatıralarına dö-
nüyor. Fakat bu hatıralar hiç de annesinin
ona anlattıklarına benzemiyor. Böylelikle bir
film montajcısı olan Ted için hayatının en
büyük işi başlıyor; kendi geçmişini hatıra-
larıyla montajlamak.
(Elimi İlk Tutan El, Maggie O'Farrell, Turkuvaz Kitap,
Çev: Dilek Şendil, 343 s.)
MELİS YALÇ[email protected]
25 OCAK 2013 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR
Naz�m’�n Sanat�,Sanatç�lar�n Naz�m’�
Tamer Abuşoğlu’nun kitabında,
çok tartışılan Kürt meselesine ilişkin
farklı görüşler yeralıyor. Kitabın ismi-
nin çağrıştırdığı şekilde, Kürtleri Türk-
leştirmekten ziyade; birlik ve bera-
berlik duygusu vurgulanıyor ve sorunun
arkasındaki emperyalist güçlere işaret
ediliyor. “Kürtleri başkalaştırarak ve asıl
kimliğinden uzaklaştırarak, başta bü-
yük ağabey Türkler olmak üzere, bü-
tün Ortadoğu halklarının karşısına di-
kerek öngörülen ileri karakol devleti-
nin jandarması haline getirmeye matuf
bu projeye direnmek bir insanlık gör-
evidir. ‘Açılım’ bölge haklarıyla en-
tegrasyona ve barışa değil, savaşa ve
kaosa kapı aralamaktır”
Kürtlerin (Kürt Türklerinin)Sosyo-Politi�i
“Ölüm ve sonluluk üzerine düşün-
mek Montaigne’den bu yana unu-
tulmuş bir meseleydi Batı sanatı ve
felsefesi için. Hermann Broch bu
durumu tersyüz eden kişidir. Tüm
yapıtı sonlu, ölümlü varlığın, insa-
nın odağında yer aldığı bir çabanın
ürünüdür. Sadece ölüm ve sonlu-
luktan hareketle bilgiyi, felsefeyi ve
sanatı birbirinin nesnesi kılar
Broch. Her üç alanın da ayrıcalıklı
bir bilgi nesnesine ve kesin bilgiye
sahip olduğunu savunanlara inat...
Dolayısıyla, ‘Bilinmeyen Değer’, te-
masıyla da bir Broch klasiğidir!”
-Ahmet Öz-
Bilinmeyen De�er
Hıfzı Topuz’un 90 yıllık yaşamına
bir armağan... Cumhuriyetimizle
yaşıt bir kişilik, 90 yıla sığan dolu
dolu bir yaşam... Hıfzı Topuz için
Galatasaray Lisesi’nde başlayan öğ-
renim, İstanbul ve Strasbourg
Hukuk Fakültelerinde devam etti.
Sonra gazetecilik, ünlülerle ta-
nışma ve yakın diyaloglar... Ardın-
dan Paris... Unesco’daki görev
nedeniyle Latin Amerika’da ve
özellikle Kara Afrika’da iletişim uz-
manlığı... Ardından İstanbul’a
dönüş ve biyografik roman yazar-
lığı... İşte “Ardından Yıllar Geçti”,
böylesi bir tanıklık ve renkli bir ya-
şamöyküsü...
Ard�ndan Y�llar Geçti
Hilmi Ziya Ülken, imparatorluğun
yıkılışından başlayıp yeni Tür-
kiye’nin kuruluşuna kadar uzanan
büyük bir yorum bileşiği olan
"İnsan Meddücezri”dizisini 1939
yılında kaleme almaya başlar. Dizi-
nin yayımlanan ilk kitabı olan
“Yarım Adam”mütarekenin ilk ay-
larında geçer. “Yarım Adam”aydın
yalnızlığını, umarsızlığını, mutsuz-
luğunu, inançla inançsızlık arasın-
daki kararsızlığını başarıyla
anlatıyor. Bu eserle Hilmi Ziya
Ülken, güçlü betimleme üslubu ve
psikolojik derinlikler arayışıyla usta
romancı kişiliğiyle öne çıkıyor.
Yar�m Adam
“Özgür iradenin kaynağı sapmadır.”
Lucretius’un “Evrenin Yapısı”adlı,
bin yıldan uzun geçmişi olan kadim
şiiri, tarihin her dönemi için tehlikeli
ve aykırı fikirlerle doludur. “Batı kül-
türünün unutulmuş iki kahramanını
yıldızlaştıran olağanüstü çekici bir
kitap. Dünyanın atomlardan oluştu-
ğunu ve ölümden korkmanın akıl kârı
olmadığını savunan Romalı şair Luc-
retius ile modern dünyayı sayısız en-
telektüel sonuyla karşı karşıya bırakan
İtalyan politikacı ve hümanist Poggio
Bracciolini. Stephen Greenblatt bir
zafere daha imzasını atıyor.”
-Prof. Dr. Mary Beard,
Cambridge Üniversitesi-
Sapma
12 Eylül öncesi, bizim için bir nostalji
konusu değil, gölgesi bugünlere
kadar düşen özel bir zamandır. Yıl-
maz Aysan’ın aşkla yürüttüğü bir bel-
geleme çalışmasına dayanan Afişe
Çıkmak, “60”ların, “70”lerin
“aura”sını gözümüzün önüne getiri-
yor. O dönemin genç insanlarının an-
latma, müdahale etme, ses çıkarma,
bir şeyler yapma, kısacası dünyaya ka-
tılma iştahını gösteriyor bize. Televiz-
yonun siyah beyaz tek kanal,
bilgisayar teknolojisinin laboratuvar
aşamasında, sosyal medyanın olsa
olsa hayal hanesinde olduğu bir za-
manda, mütevazı iletişim yollarını
kullanmaktaki yaratıcılığı hatırlatıyor.
Afi�e �kmak
Çağdaş edebiyatın en önemli sesle-
rinden Nobel ödüllü yazar Herta
Müller’den sorularla dolu ve soru
işaretlerinden yoksun bir roman:
“Tek Bacaklı Yolcu”. Müller’in
benzersiz dili ve anlatımı eşliğinde
sert, soğuk ve müdanasız bir ahir
zamanlar portresi. Bir kadın ve üç
erkek; bir kadın, birkaç ülke, bir
deniz, dört duvar ve bitimsiz kent-
ler... Aştıkça yenileri keşfedilen sı-
nırların üzerinde bir denge
mücadelesi, kuşatan korkular, ıssız
odalar. Herta Müller, “Tek Bacaklı
Yolcu”da yalnızlığı taştan bir duvar
gibi örüyor önümüze; taş kadar
soğuk, taş kadar somut.
Tek Bacakl� Yolcu
Kolektif, Yap� Kredi Yay�nlar�, 112 s.
Nâzım Hikmet’i kişisel olarak tanıma-
mış ama yapıtlarından ve kişiliğinden
etkilenerek tuvallerinde yansıtan
Ömer Uluç, Sezai Özdemir ve Caner
Karavit gibi ressamlar, Nâzım Hik-
met’in sürgün gibi hayatını konu edi-
nip yapıtlarına taşımışlar. Nâzım’ın
esinlendirici gücü, yalnızca kendi ülke-
sinin insanları ya da uzun yıllar yaşa-
dığı Sovyetler Birliği’yle sınırlı kalmadı.
Japonya’dan Afrika’ya, Küba’dan Ar-
jantin’e, tüm yeryüzüne dağıldı. “Nâ-
zım’ın Sanatı, Sanatçıların Nâzım’ı
Sergisi”nin amacı Nâzım Hikmet’in
eserlerini bir katalogda toplamak ve
sonra kurulabilecek bir Nâzım Hikmet
müzesi için kaynak temin etmek.
Hermann Broch, �thaki Yay�nlar�,Çev: Saliha Nazl� Kaya 248 s.
Herta Müller, Siren Yay�nlar�,Çev: Ça�lar Tanyeri, 158 s.
Tamer Abu�o�lu, Y�ld�zlarYay�nc�l�k, 112 s.
H�fz� Topuz, Remzi Kitabevi,342 s.
Hilmi Ziya Ülken, �� Bankas�Kültür Yay�nlar�, 265 s.
Y�lmaz Aysan, �leti�im Yay�nevi, 469 s.
Stephen Greenblatt, Can Yay�nlar�,Çev: Suat Ertüzün, 264 s.
25 OCAK 2013 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR
Vampirin Kültür Tarihi
Orhan Bursalı “Ulusalcılık artık savu-
nulmaması gereken, kötü bir şey
mi?”sorusuna yanıt arıyor ve günü-
müz dünyasında ulusalcılığı irdeliyor.
Bu kitap, günümüzde ulusalcılık için
bir manifesto denemesi. Küreselliğin
mihverinde, ulusalcılık ve devlet olgu-
suyla güncel ve tarihsel bir hesap-
laşma. “Orhan Bursalı ulusal ve
ulusalcı karşıtı olarak tanınan bir
yazar grubunun yanıltıcı ve kirletici ve
temel amacı Cumhuriyet Devrimi’ni
yıkmayı amaç edinmiş düşüncelerini
yıkamak için sağlam bir yapıt hazırla-
mış. Bu analitik ve bütünleyici yapıtın
yararlı olacağına inanıyorum.”
Ulus Y�k�c�l���Zamanlar�
Krishnamurti, hayatını dünyayı
dolaşarak, insanlarla yaşama ve dün-
yaya dair konuşarak geçirdi. Kendisi-
ne mesihlik yakıştırılmış olmasına
rağmen bunu hiçbir zaman kabul et-
medi. Onun için, karşılaştığı herkes
başlı başına bir “birey”di. Bu neden-
le öğretmekten çok paylaşmayı ilke
edindi. Yine de dünya üzerindeki mil-
yonlarca kişi ondan çok şey öğrendi.
“Geçmişte neler yaşamış olursanız
olun, eğer siz şimdi hayata yeterli
özeni ve ilgiyi gösterirseniz, o da size
çiçek açmaya hazır bir tomurcuk gibi
tazelik getirecektir. Bunu yaptığınızda,
geçmişi ait olduğu yerde bıraktığınız-
da özgür olduğunuzu hissedeceksiniz.”
Ya�amla Bulu�mak
Deniz Gürsoy, baharatın serüvenini
masal tadında anlatıyor “Baharat ve
Güç”te. Baharatın savaşlar çıkartan
gizemini tadında, kokusunda, şifa-
sında ve elbette tarihin derinlikle-
rinde araştırıyor... "Nefis kokulu ve
katıldığı yiyecek ve içeceklere hoş tat
veren baharatın kültürü, dolayısıyla
da hikâyesi çok zengin olduğu gibi,
baharatın, tarihin akışının yönünü
değiştirebilecek kadar da stratejik, ti-
cari bir önemi vardır. Baharat uğruna
servetler kaybedilmiş, servetler kaza-
nılmış, imparatorluklar çökmüş, im-
paratorluklar yeşermiş ve sonunda,
yanlışlıkla da olsa, onun sayesinde
yeni bir kıta keşfedilmiş.”
Baharat ve Güç
Piri Reis Haritası üzerine yapılan
yedi senelik çalışmaların ürünü olan
bu kitapta, tüm dünyanın bildiği bir
haritadan yola çıkılarak bilim çev-
relerini bile şaşkınlığa düşüren ger-
çeklere ulaşılıyor. Metin Soylu'nun
yıllar önce bir hobi olarak başlayan
Piri Reis Haritası incelemeleri, Tür-
kiye'de Millî Eğitim ve Dışişleri Ba-
kanlığı'na, oradan da Amerikan Ulu-
sal Havacılık Dairesi NASA'ya kadar
ulaşan bir serüvene dönüşüyor. Bu
serüvende esas olaylar parçalanmış
haritanın Metin Soylu tarafından
dünyada ilk defa tamamlanmasıyla
başlamış, ortaya çıkan sonuçlar yazarı
dahi şaşkına çevirmiştir.
Piri Reis Haritas�'n�n �ifresi
Sedat Ölçer kitabının ilk kısmında
evrim kuramının doğuşuna tanıklık
ettikten sonra günümüze dönüp bazı
önemli soruların izini takip ediyor.
Türkiye’de bilim insanları kendi alan-
larındaki bilgi birikimini kamuyla
paylaşmayı genellikle küçümserler;
bu yüzden de meydanı genellikle bi-
limi dogmatik veya spekülatif amaç-
larla manipüle etmeye çalışanların
kitapları doldurur. Türkçe bilim ya-
zarlığının gelişmesi yönünde, Metis
Bilim’de Sedat Ölçer’in güzel yazıl-
mış, kolay okunan, ama ele aldığı ko-
nunun karmaşıklığının da hakkını
veren bu çalışmasına yer vermekten
mutluluk duyuyoruz.
Evrim Serüveni
1929’da yayımlandığından bu yana
hem bahçıvanlar hem de olmayan-
lar “Bahçıvanın Bir Yılı”nın nükte-
danlığını, lirizmini ve iyimserliğini
takdirle karşılamışlardır. Bahçeci-
liğin meraklıları, Çapek’in bahçı-
vanının tutkularını, zayıf yanlarını
ve tuhaflıklarını fark ettikçe güle-
ceklerdir. Bahçecilikle ilgisi olma-
yanlar bile Çapek’in ele aldığı
konunun kapsamı ve doğayı gözle-
minden kaynaklanan iyimserliği ile
büyüleneceklerdir. Okuyucu kita-
bın yeni kurulan ve liberalleşen
Çek Cumhuriyeti halkı için zekice
hazırladığı olumlu örneklere hay-
ran kalacaklardır.
Bahç�van�n Bir Y�l�
"Baba Evinde Bana Yer Yok",
Asiya Cebbar’ın kendi kadın ve
yazar kimliğini ilk kez anlattığı oto-
biyografik bir roman. Burada öz-
gürlüğe susamış, atalardan miras
kalan gelenekler ve bilgi birikimiyle
zenginleşmiş, Cezayir ile Fransa
arasında bölünmüş bir çocuk, daha
sonra da bir genç kız görüyoruz.
Yazar, utangaç ve heyecan dolu
mahrem hikâyesinin ötesinde,
sanki bir zamanlar kendini bulmak,
kendisi olmak adına koparmak zo-
runda kaldığı bağları yeniden sağ-
lamlaştırmak için Arap-Berberi bir
geçmişe, bir ülkeye, bir babaya say-
gılarını sunuyor.
Baba Evinde Bana Yer Yok
Gülay Er Pasin, Ayr�nt�Yay�nlar�, 480 s.
Marx, kapitalist sistemde emekçinin
sömürülmesini vampirin kan em-
mesi metaforuyla açıklayarak vam-
pir imgesini olağanüstü zengin bir
alana taşımıştır. Vampir gibi ser-
maye de yaşayan ölüdür, emekçilere
geçirdiği dişleriyle artı-değeri emer
damarlarından. Kanını emdiği kişi
üzerinde hipnotik etki yapar.
“Vampirin Kültür Tarihi”, ölüm
korkusu, ölüm ötesi, ruhun biricik-
liği, ölümsüzlük düşü gibi insanın en
temel korkularını ve arzularını sim-
geleyen vampir karakterinin hangi
kültür örüntüleriyle bugünkü kavra-
nışına vardığını anlama çabasının
ürünüdür.
Jiddu Krishnamurti, OmegaYay�nlar�, Çev: Orhan Düz, 240 s.
Orhan Bursal�, CumhuriyetKitaplar�, 196 s.
Deniz Gürsoy, O�lak Yay�nc�l�k, 224 s.
Metin SoyluTruva Yay�nlar�, 344 s.
Karel Çapek, Alt�k�rkbe� Yay�nlar�,Çev: Gonca Gülbey, 152 s.
Sedat Ölçer Metis Yay�nlar�, 320 s.
Asiya Cebbar, K�rm�z� KediYay�nevi, Çev: Aysel Bora, 280 s.
-Doğan Kuban-
Kocaman bembeyaz bir kitaptan bah-
sedeceğim bu hafta ama önce unutmadan,
“Sidikli Kasabası Müzikali”ni hala izleme-
diyseniz izleyin derim, ben ancak gidebildim.
Solumda oturan arkadaş (9 yaş) küçük
Sally'nin oyunculuğunu çok başarılı buldu-
ğunu söyledi annesine, ben de tamamını ba-
şarılı buldum.
Beyaz kitaba gelince; İthaki Yayınla-
rı’ndan çıkan “Kutup Ayısı Koda”, Güney
Koreli yazar Rury Lee’nin öyküsüyle, Woory
Bae’nin çizimlerinin birleştiği, yasak avlan-
ma yüzünden soyları tükenmekte olan hay-
vanlara dikkat çeken, ayrıca orijinal ismiyle
(Coda the Polar Bear) kısa bir animasyon fil-
mi de bulunan bir kitap. Kitap hakkında fi-
kir edinmeniz için yaklaşık on iki dakikalık
bu çizgi filmi mutlaka izlemenizi öneririm.
Basit bir İngilizce ve yumuşak müziklerle, yine
aynı çizer tarafından kitaptaki çizimlere
benzer, sevimli ve duygusal bir animasyon.
Ama kitaptan iyi değil.
Resimli çocuk kitaplarının nasıl olması
gerektiği konusunda çeşitli kaynaklardan, ya-
yınevlerinden, bloglardan okumalar yapı-
yorum uzun süredir. Farklı örnekler üzerin-
den hepsi aynı kapıya çıkan fikirler, araştır-
malar var. Öncelikle konusu bakımından ço-
cuk okurun ilgi alanları kapsamında olma-
sı, dilinin sade ve anlaşılır, anlatımın nasi-
hatten uzak olması, büyük, renkli çizimler ve
çizimlerle yazıların uyumu, metinlerin büyük
resimlerin yanında kısa kısa verilmesi gibi et-
menler, çocuğun kitapla bağını belirlemede
önemli rol oynuyor. İşte bahsettiğim kitap
“Kutup Ayısı Koda”, tam bu özellikleri ba-
rındıran, resimli çocuk kitabı kültürüne iyi ör-
nek olabile-
cek bir kitap.
Ayrıca Koreli
bir yazardan
okuduğum ilk
çocuk kitabı.
1969 Seul
doğumlu yazar
Rury Lee,
Kore Üniversi-
tesi’nde Almanca okumuş. Resimli çocuk ki-
taplarına ilgisi olan yazar, hatta editörünün
deyimiyle resimli çocuk kitaplarını diğer
her şeyden çok seven yazar, aynı üniversite-
de öğretmenlere resimli çocuk kitabı eğiti-
mi vermiş. İngilizceden ve Almancadan bir-
çok çocuk kitabını Koreceye çevirerek, dün-
ya masallarını, öykülerini Kore kütüphane-
lerine taşımış. Aynı şekilde Woory Boe de
Güney Kore'de sevilen bir çizer. Rury Lee ana
dilinde yazdığı bu kitabını Brad Curtin yar-
dımıyla İngilizceye çevirmiş. Siz de Şeyda İş-
ler'in net ve akıcı Türkçesiyle okuyacaksınız.
Kitap, bir avcı tarafından takibe alınan iki
kutup ayısının kısa macerasını anlatıyor.
Minik Koda ve annesi karlarda oynarken,
dürbünüyle onların bembeyaz karlar arasında
seçilebilen siyah burunlarını izleyen bir ya-
bancı var. Fakat bir müddet sonra dürbün-
deki siyah noktalar önce bire düşüyor, son-
ra hepten kayboluyor. Bu sahnelerin çizim-
lerdeki anlatımı neredeyse sözcüklerdeki an-
latımdan daha iyi. Dolaysız yoldan direkt ço-
cuğun zihnini ve hayal gücünü hedef alıyor
ve tahminimce hedefine ulaşıyor.
(Kutup Ayısı Koda, Rury Lee, İthakiYayınları, Çev: Şeyda İşler, 44 s.)
25 OCAK 2013 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ
İREM HALIÇ[email protected]
Ke�fedin - Roma �mparatorlu�u
Tarihteki en büyük uygarlıklardan biri
olan Roma İmparatorluğu çağına geri git.
Günlük yaşamın içine dalıp Romalıların
neler giydiklerini, en çok hangi yiyecekleri
sevdiklerini, nasıl eğlendiklerini gör. Ro-
malıların mimarlık ve mühendislik alanındaki
başarılarını, heybetli Pantheon'u hayranlık-
la izle. Küçücük bir kentin nasıl olup da mu-
azzam ve güçlü bir imparatorluğun merke-
zi haline geldiğini anla. Bir dizi pratik pro-
je geçmişi bugüne taşımana yardım edecek,
bir aktör maskı yapacak ve Roma usulü bir
gösteri düzenleyecek, hazırladığın Roma
yemekleriyle ziyafet verecek ve yüzlerce yıl
önce kullanılanlara benzeyen bir yazılı tab-
let hazırlayacaksın.
-Adım adım ilerleyen 15 proje ile geçmişi
yeniden yaratma olanağı bulacaksın
-Gerçek olayların konu edildiği kutular, geçmişin içyüzünü iyice kavra-
manı ve bugünle bağlar kurmanı sağlayacak
-300'den fazla renkli fotoğraf ve illüstrasyon, tarih haritaları ve resimli
bir zaman çizelgesi
Philip Steele, �� Bankas�Kültür Yay�nlar�, Çev: Ali
Berktay, 64 s.
Çizimlerdeki anlat�m, neredeyse sözcüklerdeki anlat�mdandaha iyi. Dolays�z yoldan direkt çocu�un zihnini ve hayal
gücünü hedef al�yor ve tahminimce hedefine ula��yor
Küçük beyazavuçta siyah burun
Garfield ile Arkada�lar� 6 -Garfield Anne
Garfield çizgi filmlerinden çizgi roman
haline getirilen dizinin altıncı kitabı “Garfi-
eld Anne”de aslında erkek olan kedimiz anne
oluyor! Üstelik yavruları da kuş! Aslında her
şey, anneleri yuvadan ayrı kalan kuş yu-
murtalarını, sokak kedisi Harry'ye yem ol-
maktan kurtarmaya karar vermesiyle başlı-
yor. Anne kuş saatlerce dönmeyip yumur-
tadan çıkan yavrular Garfield'i anneleri sa-
nınca işler iyice karışıyor... Acımasız ve ben-
cil gibi görünen Garfield'in aslında ne kadar
yufka yürekli olduğuna tanık olduğumuz sı-
cacık maceralardan biri.
Jim Davis, Yap� KrediYay�nlar�, Çev: Elif
Gökteke, 32 s.
Gevrekçiii“Aydede Her Yerde” kitabıyla kıtaları
aşan Hacer Kılcıoğlu, bu kez İzmir'in çalışan ço-
cuklarını konu ediyor. Fransa'dan bir konuk, bir
de simitçi çocuk! Büyüme sorunlarını zekice
kurgular ve ince bir mizahla ele alan Hacer Kıl-
cıoğlu, sevilen öykü kitabı “Aydede Her Yer-
de”den sonra yine sınırları aşan evrensel bir ar-
kadaşlık hikâyesi anlatıyor. Okuru, Fransız
bir belgeselci ve küçük bir simit satıcısının pe-
şinden İzmir'in ara sokaklarında gezintiye çı-
karan kitap, farklı kültürleri ortak bir duygu di-
linde buluşturuyor. Umudun, neşenin ve zor-
lukların birbirine dolandığı yaşamları yan yana
getiren hikâye, hayvan sevgisinden çocuk işçi-
lerin sıkıntılarına, kişisel keşiflerin coşkusun-
dan hasta bir ebeveynle yaşamanın zorlukları-
na kadar pek çok konuda düşündürüyor.
Hacer K�lc�o�lu, Gün�����Kitapl���, 152 s.
‘Açılım’ ve ‘Analar ağlamasın’ tür-
külerinin söylendiği şu günlerde, Os-
manlı’nın nice açılımlara rağmen kay-
bettiği Balkanlardan bahsetmek istiyo-
rum. Milliyetçiliğin geliştiği yıllarda,
Balkanları da hızla elimizden kaybettik.
Osmanlı’nın dağılma süreci, bugüne de
acı bir derstir. Ama ders almasını bile-
ne! Yoksa Osmanlı sadece birilerinin iyi
yönlerini görerek ‘ecdadımız’ dediği
geçmişimiz değil, bir yüzü kan ve göz-
yaşıyla sulanan akılsızlık ve acizlik der-
leryile dolu bir trajedidir.
DÜNÜN ISLAHATIBUGÜNÜN REFORMU
Son yüz yıl Balkan tarihi, onun mer-
kezinde yeralan Makedonya üzerine
Avrupa’nın sanayileşmiş kapitalist/em-
peryalist ülkelerinin, Osmanlı’nın top-
raklarına göz diktikleri dönemde çevri-
len dolaplar ve oyunlarla doludur. Bu
oyun genellikle kanlıdır. Sanayileşeme-
yen, askeri ve siyasi yönden de hızla ge-
rileyen İmparatorluk, artık uzak diyar-
lardaki topraklarını koruyamaz olmuş-
tu. Günlük harcamaları için borç olmak
zorunda da kalınca, oralara çare de
üretemedi. Batılı ülkeler bu zayıflıktan
yararlanarak Türkleri, Avrupa’dan ta-
mamen silmeye çalıştı. Bunu Sırplar, Yu-
nanlılar, Bulgarlar, Arnavutlar ve Ma-
kedonyalılar üzerinden yürütttü. İçerde
de Ermeniler ve Rumlar üzerinden... Bu-
nun aracı da ‘ıslahatlar’dı! Bunu bugün
‘reform’ adı altında yürütüyorlar.
KÜRT AÇILIMINDAHATIRLANMASI GEREKENDERSLER
Şu günlerde Kürt açılımının sar-
hoşluğuyla hatırlatmak istediğimiz ki-
tap, Süleyman Kâni İrtem’in yazdığı
"Osmanlı Devleti’nin Makedonya Me-
selesi Balkanlar’ın Kördüğümü" isim-
li kitap. 304 sayfalık kitabı, araştırma-
cı yazar Osman Selim Kocahanoğlu, ya-
zarın 1933-45 yılları arasında Akşam ga-
zetesinde yayımladığı tefrikalardan ha-
zırlamış. Kocahanoğlu Hocamız, çok
değerli kitapları yayın dün-
yamıza kazandırdı. Temel
Yayınları tarafından 1999
yılında basılan kitap, Bal-
kan meselesine ışık tutuyor
ve okuru aydınlatıyor.
Dünü ve bugünü anlama
açısından çalışılması ge-
reken bir ders kitabı gibi...
Bu kitabı okuduğunuzda,
bugünkü ‘Kürt meselesi’nin de ne ka-
dar dünkü ‘sorun’lara benzediğini gö-
rürsünüz. Çünkü perde gerisindeki
güçler değişmemiş. Olanca çirkinlik-
leriyle sırıtıyorlar. Sadece maşalarla
onların yardımcıları değişmiş...
HERKES�N GÖZÜNÜNOLDU�U YER
Makedonya meselesinin tam mer-
kezinde 1896-1909 yılları arasında kay-
makam olarak görev yapan Süleyman
Kâni İrtem, bölgedeki olayları yaşamış
ve bölgeyi çok iyi analiz etmiş. Bunları
da eserinde ayrıntılarıyla anlatmış. İtti-
hat ve Terakki üyesi olan
İrtem, ıslahat çalışmaları-
nı da yürütmüş. Dolayı-
sıyla bölgeye Saray’dan
bakanlardan değildir. Ay-
rıca o dönemki Abdülha-
mit ve Saray’ın bakışını da
eserinde yeri geldiğinde
çok iyi tarif ediyor. Meke-
donya, Türkler, Bulgarlar,
Yunanlılar, Sırplar, Arnavutlar ve Ulah-
lar’ın birlikte yaşadığı ortak yerdir. Her-
kesin de gözü vardır. Özellikle Bulgar-
lar ve Yunanlılar kıyasıya mücadele et-
mektedir. Avrupalılar da yeri geldiğinde
birini, yeri geldiğinde hepsini harekete
geçirip Makedonya’yı kaynayan kazana
çevirir. Çok ilginç ve derslerle dolu bil-
giler var. Hele bugüne... İrtem Bey, İs-
tanbul vali iken Damat Ferit tarafından
görevden alınır. 1924 yılında emekli
olur. Eğitimcilik ve gazetecilik de yapar.
Çok sayıda başka eseri vardır. 30 Kasım
1945 günü de İstanbul’da 74 yaşında ha-
yata veda eder. Saygıyla anıyoruz.
Albert Camus’nun yaşamı
ve intiharı sorguladığı dene-
me kitabı “Sisifos Söyleni”,
bir müzisyenin intiharının ön-
cesinde okuduğu son kitap
olmuştu. Nick Drake yaşa-
mında kavuşamadığı şöhrete
ölümü sonrası kavuşacaktı.
Nick Drake, Britanya’nın
müzik dünyasına bıraktığı
önemli bir figürdür. Müziğiy-
le pek çok kişinin yaşamını
değiştirmiş ve ilhamı olmuş-
tur. Güzel bir İngiliz köyünde
mutlu bir çocukluk geçiren
Drake, müziğe ilgi duymaya
başlamış ve Bob Dylan, Phil
Ochs, Tim Burcley, Van Mor-
rison gibi gibi isimleri dinle-
meye başlar. Sakin, sessiz ve
melankolik bir kişiliğe sahip-
ti. Gitarına yaptığı farklı
akord ile birkaç kişi aynı
anda çalıyormuş havası olu-
şurdu.
20 yaşındayken ilk albümü
“Five Leaves Left” (1969) bir
yıl sonra da “Bryter Layter”
(1970) isimli ikinci albümü pi-
yasaya çıktı. Fazlasıyla çekin-
gen olan Drake bu yapısından
dolayı birkaç dönemin halk
müziği sanatçılarıyla birlikte
çıktığı konserler hariç turnele-
re çıkmayı reddedip evine ka-
palı bir yaşam sürmeyi tercih
etmişti. Bu onun tanınmasının
önündeki önemli engellerden
biriydi.
Bugün barok-folk’un en
büyük isimlerinden biri ola-
rak kabul edilen Drake’in
okumayı sevdiği, özellikle de
William Blake, W. Butler Ye-
ats ve Fransız sembolist şair-
lerden etkilendiği biliniyor.
25 kasım 1974’te kendi
kararı ile hayattan ayrılmıştır.
Aşırı dozda anti depresan al-
mış ve sabah uyanmamıştır.
Başucunda Camus’nun “Sisi-
fos Söyleni”si vardır. “Sisifos
Söyleni”deTanrıları kızdır-
ması sonucu bir kayayı dağın
tepesine çıkarmakla cezalan-
dırılan Sisifos, taşı taşıma sü-
resinde yaşadığı kısır döngü-
yü anlatarak “saçma”ya ula-
şır. Fakat “tepelere doğru tek
başına didinmek bile bir insa-
nın yüreğini doldurmaya ye-
ter.” diyerek intiharı haksız
çıkartır. Buna rağmen pek
çok kişi saçmada kalır ve ha-
yatın anlamsızlığında çivile-
nir. Belki Drake de bu çivile-
nenlerden olmuştu.
Bu sürükleniş albümleri-
nin başarı kazanmaması ile
başlamış ve büyük bir bunalı-
ma doğru gitmiştir. Hazırladı-
ğı son albümü “Pink Moon”
kaydı 1 hafta boyunca Island
Records`un masasında kimse
fark etmeden kalmıştır. “Pink
Moon” parçası yıllar sonra
bir vosvos reklamıyla ünlene-
cektir. Zamanla kötüleşmeye,
içine kapanmaya başlayan
Drake’in artan depresyonu
onu ölüme götürmüştür.
25 OCAK 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF
SES - SÖZ
EMEL TELCİ
Sisifos’un intiharı: Nick Drake
ERCAN DOLAPÇI
Derslerle dolu Osmanlı’nın Balkanları
Camus
N. D�rake
BULMACA
ALINTI-TEST
Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?
25 OCAK 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP
“Siz de bilirsiniz, anlatmaya değer şeyleri-niz olduğunu, bir gün bunları anlatacağınızıdüşünmek ne güzeldir ve bu düşünce birkez yer etti mi nasıl da perişan eder insanı!Şu dünyadaki en yüksek mertebe olanokurluk mertebesi size yetmemeye başlar.Dünya olmak istersiniz.”
1 “Sayfaların üst köşelerinde Arap sayıları yer alıyordu.Asıl ilgimi çeken, örneğin çift sayfalardan birinin 40514numarasını, karşısındaki tek sayfanın ise 999 numara-sını taşıması oldu. O sayfayı çevirdim; arkasındaki sekizhaneli bir sayıydı. Sözlüklerde olduğu gibi bir resimlesüslüydü; bir çocuk elinden çıkmış gibi, mürekkep kale-miyle beceriksizce dizilmiş bir çapa resmi vardı.”
“Sevdiğimiz bir insanı kaybettiğimizde, hiç de-ğilse ona ait bir giysiyi, kaybettiğimiz kişininkokusunu giyside aldığımız sürece tutarız vegerçekten de kendi ölümümüze kadar tutarız,çünkü onun kokusunu bu giysinin bugüne ta-şıdığına inanırız her ne kadar çoktandır artıkyalnızca bir hayal olsa da.”
3
a)
b)
c)
d)
e)
a)
b)
c)
d)
e)
a)
b)
c)
d)
e)
Benim Lokantalarım - Artun Ünsal
Sinek Isırıklarının Müellifi - Barış Bıçakçı
İstanbul: Zamanın Suya İzi - Tuncer Erdem
Yokluk - Coşkun Yerli
Bakır Çalığı - Güven Turan
Kum Kitabı - Jorge Luis Borges
Sınırda Bir Ülke - Emil Tode
Cinnet - Vladimir Nabokov
Adsız Sansız Bir Jude - Thomas Hardy
Dublinliler - James Joyce
Cumartesi - Ian McEwan
Kapı - Magda Szabo
Beton - Thomas Bernhard
Bir Başka Ülke - James Baldwin
Klingsor’un Son Yazı - Hermann Hesse
2
Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(b) 2-(a) 3-(c)
GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ
Soldan sa�a1. Resimdeki ikinci yeninin önemli
�airlerinden - Paraguay çay�2. Azotlu besinlerin vücutta yanmas�yla
olu�an azotlu madde - Rusça’da“evet”- K�s�rl�k, verimsizlik
3. Ürdün Bat� �eria’da 1967’den beri�srai i�gali alt�nda olan kent -Kabaca i�te orada - Bir yüzölçümübirimi
4. Kuma� - Türk Standartlar� Enstitüsü(k�sa) - Yabanc� bir uzunluk ölçüsübirimi - Niyobyum’un simgesi
5. Belli bir anlam� olan iz, i�aret -Molibden’in simgesi - �ki yan�a�açl�, do�rusal, geni� yaya caddesi- Yunanca’da bir harf
6. Köpek yiyece�i - Sofa - Gelecek - Atyavrusu
7. Fas’�n plakas� - Çok eski vebilinmeyen bir tarihi anlatan bir söz- Tavlada “iki”say�s�
8. Milattan Sonra (k�sa) - Saz�n en kal�nteli ya da kiri�i - Dul kalan kad�n�nsadakatini göstermek üzere kendinikurban etmesi �eklinde bir Hindu
gelene�i9. �imdi, �u anda - Beyaz - Yabanc� bir
a��rl�k ölçüsü birimi10. Yüce, yüksek, ulu - Gümü�’ün
simgesi - Afrika kökenli birAmerikan müzi�i - Sümerler’de sutanr�s�
11. Letonya’n�n ba�kenti - Kap�lar� aç�pkapamaya yarayan, iki parçadanibaret demir mente�e - Genellikleuluslararas� karayolu ta��mac�l���ndakullan�lan büyük kamyon
12. Tak�m (k�sa) - Büyük Britanya’da
akarsu - Rubidyum’un simgesi -Dünya zevklerini ho�gören,dünyaya önem vermeyen, kalender
13. Bir haber ajans� - Bir binek hayvan�- Eski bir a��rl�k ölçüsü birimi -Ayak
14. Favori - Diki�te kullan�lan pamukipli�i - Mesaj
15. Hristiyanl�kta papaz�n yard�mc�s�olan din adam� - ��lemeli, büyükboyutlu mendil
Yukar�dan a�a��ya1. Resimdeki yazar�n bir eseri - Geri;
pe� - Ate�2. Tümör - Japonya’da buda rahibesi -
Güzel yazma ya da söylemeyetene�i
3. Gerçek - Lümen (k�sa) - Küme -Bölü�ülmü� bir bütündenbölü�enlerin her birine dü�en k�s�m,hisse
4. Boyun e�en - Yünden dövülerekyap�lan kaba ve kal�n kuma� - Birhaber ajans� - Bir dilek �art eki
5. Ut çalan kimse - Bir sevinç ünlemi -Çocu�u olan kad�n - Voltamper(k�sa)
6. Hükümdarlar�n oturdu�u büyük,süslü koltuk veya hükümdarl�kmakam� - Fizikte direnç birimi -Yapay ma�ara
7. Esasi - Geni�lik - Alamet, ni�an8. Bir hayret ünlemi - Yabanc� - Ordu
(k�sa)9. “... Gündüz Kutbay”(ney üstad�) -
Lantan’�n simgesi - �ki ya��ndanbüyük enenmi� erkek keçi
10. Birinin suçunu ba���lama,merhamet etme - Yass� demirürünü - Berkelyum’un simgesi
11. Mavi - Hastal�ktan kurtulma,iyile�me - �li�kin
12. Kuzu sesi - Lavrensiyum’un simgesi- Köpek - Saz�n en ince teli -Lityum’un simgesi
13. Cet - Argoda “esrar”- Jüpiter’in biruydusu - Genellikle bir traktörünarkas�na monte edilen ve zeminiderince kazmaya yarayan bir alet
14. Radon’un simgesi - �sim - Bir sorusözü - “... King Cole”(Amerikal� cazpiyanocusu ve �ark�c�)
15. Bir seslenme sözü - Resimdekiyazar�n bir eseri - Küçük ma�ara