24
Aydınlık BU SAYIDA 34 KİTAP TANITILIYOR 25 Ocak 2013 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 48 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 1596 Yeni bir Dan Brown mu? Modern sanat öcü değil bazen, cici Tüm yeryüzünü yaşama katma sevinci Arşivlerden süzülmüş gerçekler Kitap yasak değil, sakıncalı! Kitap yasak değil, sakıncalı! Kitap yasak değil, sakıncalı! Kitap yasak değil, sakıncalı! Kitap yasak değil, sakıncalı! Kitap yasak değil, sakıncalı! Kitap yasak değil, sakıncalı! Kitap yasak değil, sakıncalı! Dahiyane notalar Mozart 257 yaşında

Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

  • Upload
    others

  • View
    4

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

AydınlıkBU SAYIDA

34KİTAP

TANITILIYOR

25 Ocak 2013 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 48

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

KITAP.

Toplam: 1596

Yeni bir Dan Brown mu?

Modern sanat öcüdeğil bazen, cici

Tüm yeryüzünü yaşamakatma sevinci

Arşivlerden süzülmüşgerçekler

Kitap yasak değil,

sakıncalı!Kitap yasak değil,

sakıncalı!Kitap yasak değil,

sakıncalı!Kitap yasak değil,

sakıncalı!Kitap yasak değil,

sakıncalı!Kitap yasak değil,

sakıncalı!Kitap yasak değil,

sakıncalı!Kitap yasak değil,

sakıncalı!

Dahiyane notalar

Mozart 257 yaşında

Page 2: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra
Page 3: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

25 OCAK 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP

27 Ocak Mozart’ın doğumgünü. Bu vesileyle hazırladığımız kapsamlıMozart dosyasını iç sayfalarımızda bulacaksınız.

“Çok sesli müziği 18. yüzyılda Avrupa’da doruğa taşıyan büyük bir bes-teci Mozart. Bir müzik dahisi. Yapıtları, özellikle de operaları yaşadığı dö-neme yenilik getirmiş. Türkler açısından da ayrıca önem arz ediyor. Türk-lerin Avrupa’daki görünüşlerine katkı sunar Mozart. “Saray’dan Kız Kaçırma”bu toplumun değerlerine benzer değerleri anlatır. Yine “Türk Marşı” adınıverdiği bestesi vardır Mozart’ın. Kültürel etkileşimin göstergesidir bunlar. Os-manlı ile dönemin Avrupası arasında kurulan bir köprüdür, bir aktarım işl-evi görür. Özellikle “Saray’dan Kız Kaçırma” sanıldığı gibi aleyhte bir ça-lışma değildir. Saray yaşantımızla ilgili konulara tanık oluruz. Yine kendiezgilerimize yakın ezgiler görürürüz bunlarda. Mozart bugünün insanınında tanıması, bilmesi gereken önemli bir değerdir.”

Bu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait.

Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra şefi Gürer Ay-kal da kendisiyle yapılan söyleşilerde çok sesli müziğin ve özellikle de Mo-zart’ın önemine ve büyüklüğüne sıklıkla değinir. Bir söyleşide şöyle diyor:

“Tamamen Mozart dinleyen, Mozart anlayan bir insan savaşmaz.”“İnsan Mozart’sız kaldı mı, bitti, her şeyi bitti. Gerçekten her şeyi bitti.

Bunu birçok yerde söylüyorum.” Türkiye’nin her yerinde çok sesli müziği halkla buluşturan orkestra şefi

Anadolu insanının çok sesli müziğe duyarlılığını da dile getiriyor. Buradanhareketle “Anadolu’da en çok sevilen müzisyen Beethoven’dır” diyor Gü-rel.

Mozart’ın son operası “Sihirli Flüt” Fransız Devrimi’nden iki yıl sonratamamlanır ve sahne sanatlarında Aydınlanma felsefesinin en önemli tem-sillerinden kabul edilir.

1789 ile 1848 tarihleri arasında yetişen yazarların, müzisyenlerin, res-samların, şairlerin, düşünürlerin her birinin ölümsüzlüğe ulaşmaları kuş-kusuz sadece yetenek ve dahilikle açıklanamayacak bir olaydır.

Bir cümlenin, bir ezginin, bir resmin, bir mısranın dünyanın en büyükdevletleri ve onların ordularını yerinden ettiği bu dönemin en güçlü imge-lerinden biri de Mozart’dır.

Operaların siyasal manifestolar biçiminde yazıldığı ya da öyle görüldü-ğü ve devrimin tetiğini çektikleri tarihteki tek dönem bu dönem olmuştur.Özellikle “Sihirli Flüt” ile Mozart bu döneme kusursuz şekilde ruhunu ver-miştir. Son derece siyasal bir niteliğe sahip Farmasonluk için propagandaamaçlı bir opera olduğu bilinen “Sihirli Flüt” bir anlamda Beethoven’in “Ero-cia”sını hazırlamıştır. Diğer bir deyişle devrimin müziğini...

Mozart’ın doğumgünü dolayısıyla hakkında yazılmış kitaplar yenidenbasılıyor, yazılar yazılıyor. Biz de bu büyük besteci ve devrimciyi okurları-mıza hatırlatmak ve çok sesli müziğin önemine bir kez daha dikkat çekmekiçin hazırladığımız dosyayı ilginize sunuyoruz.

Haftaya görüşmek dileğiyle...

İÇİNDEKİLER SUNU

Haftanın Portresi: Neyzen Tevfik s. 4

Modern sanat öcü değil bazen, cici s. 5

Kapak: Yasak değil, uygunsuz! s. 6

Tüm yeryüzünü yaşama katma sevinci s. 7

Fantezinin söz hakkı s. 8-9

Kitleleri kahramanlaştıran bilge: MAO s. 10

Arşivlerden süzülmüş gerçekler s. 11

Dosya: Dâhiyane Notalar s. 12-13

Güngör Gençay’ın şiiri s. 14

Çarklara rağmen nefes alabilmek s. 15

Namık Kemal’in özeleştirisi s. 16

Paralel zamanlarda birbirine zıt kadınlar s. 17

Yeni Çıkanlar s. 18-19

Çocuk-Genç: Küçük beyaz avuçta siyah burun s. 20

s. 21

Alıntı Test-Bulmaca s. 22

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan BollukSorumlu Müdür:

Mehmet Bozkurt

Genel Müdür Yardımcısı (Reklam):Saynur Okuroğlu

Müşteri Temsilcisi (Reklam):Kamile Karakadılar

Aydınlık

KITAP.

Sayfa Sekreteri: Alev Özgenç - Ebru Baysan

Editör: Pınar Akkoç

Yazıişleri: İrem Halıç, Deniz Antepoğlu, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü: Damla Yazıcı

Sahaf: Derslerle dolu Osmanlı'nın Balkanları

Page 4: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

25 OCAK 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP

Kanadalı yazar D. J. McIntosh’un ilk

romanı “Babil Cadısı” raflardaki yerini

aldı. Doğan Kitap’tan çıkan kitap, yaza-

rın “Mezopotamya Üçlemesi” ismini ver-

diği serinin ilk kitabı. Roman polisi-

ye/gerilim türünde. Önemli bir tarihi

eserden yola çıkarak tarihi eserin kay-

bolmasıyla peşi sıra gelen ölümleri, gi-

zemleri ve bulmacaları içeren roman, ta-

rih ve sanat tarihinden yola çıkılarak

kurgulanmış.

Yazardan bahsetmek gerekirse ülke-

mizde tanınmıyor ve yayımlanan ilk kitabı

“Babil Cadısı”. Daha evvel iki öykü kitabı

yayımlanmış ve bun-

lardan biri ödül almış.

Yazarın en iddialı ese-

ri kuşkusuz ki bu ro-

manı ve yazacağı seri-

nin devam kitapları. Ya-

zarın, yurtdışında oldu-

ğu gibi kitabın arka ka-

pağında da Dan

Brown’un tahtına aday

olduğu söyleniyor. Ro-

man gerçekten de

Brown’un kitaplarıyla

benzer özellikler taşıyor

ve onun tahtına adaylık-

tan ziyade bir farklılık yaratmayarak tah-

ta ortaklıkla yetineceğini gösteriyor. Tabi

Brown’un edebiyattaki tahtı da tartışılması

gereken ayrı bir nokta.

TAR�H�NDENKOPARILANLAR

Romanın konusu ABD’nin Irak işga-

linin hemen öncesine dayanıyor. ABD’li

bir arkeolog Bağdat müzesine yapılan yağ-

malamadan önemli bir tarihi eseri savaş

bittikten sonra iade etmek üzere ABD’ye

götürür. Tarihi eserden ve değerinden ha-

berdar olanlar arkeologdan çalmak için

harekete geçerler. Ancak arkeolog kar-

deşiyle beraber bir trafik kazası geçirir ve

ölür. Kardeşi hastanedeyken, en yakın ar-

kadaşı eserden haberdar olur ve eseri sat-

maya çalışır. Ancak işler istediği gibi ge-

lişmez ve öldürülür. Tehlikenin daha

önce farkına vardığı için eseri saklar ve ar-

keologun kardeşine bulmacalar bırakarak

eseri bulmasını ister. Kurgu bol bol tari-

hi olaylarla özellikle de Mezopotamya uy-

garlıklarının efsaneleri ile örülmüş. Aynı

zamanda sanat tarihi, simya, cadılık gibi

konularda olay örgüsünü destekleyici ni-

telikte. Kitapta bahsedilen sanat eserle-

ri ve tarihi eserlerle ilgili resim-

ler de mevcut. Konu ve bulma-

calardan da anlaşılacağı üzere

kitap “Da Vinci Şifresi”, “Me-

lekler ve Şeytanlar” gibi tüm

dünyada oldukça popüler olan

kitapları anımsatıyor.

Bu tarz romanlar, çok satan

“sabun köpüğü” kitaplar ara-

sından bir nebze sıyrılıyor. Kıs-

men tarihi gerçeklere dayan-

ması, sanat eserlerinden örnekler vermesi

bilgilendirici özellikler göstermesi bir

fark yaratıyor muhakkak. Ancak yine de

okunması ve çok satması için tamamen

buna dayalı, bilgilendirmeyi amaçlamaları

mümkün değil gibi gözüküyor. Çünkü sa-

dece olay odaklı okumak istiyorsanız,

bilgilendirme kısımlarını atlayarak da ki-

tabı rahatlıkla bitirebilirsiniz. Belki de iki

tip okuyucuyu da kazanabildiğini söyle-

yebiliriz: hem macera okumak isteyenler

hem de kısmen daha nitelikli kitap oku-

mak isteyenler. Bu tarz kitapların daha çok

yazılması ve okunması iki okuyucuyu da

kapsayan bir piyasa anlayışından ileri

geliyor olabilir. Özellikle yayınevleri için

ikinci Dan Brown vakası kuşkusuz kârlı

olacaktır. Hatta film sektörüne yansıma-

larını da düşünürsek kârlı ayrılacak bir

sektörden daha bahsedebiliriz.

Sonuç olarak keyifli bir kitap okuya-

bileceğiniz ortada. Eğer tarih, sanat tari-

hi, simya gibi konular ilginizi çekiyorsa kıs-

men ilginç bilgiler dahi öğrenebilirsiniz.

Beğenenler içinse ikinci kitabın yolda

olduğunu da belirtmekte fayda var.

(Babil Cadısı, D.J. McIntosh, Doğan Kitap, Çev: Yeşim Seber Kafa, 444 s.)

K�smen tarihî gerçeklere dayanmas�, sanateserlerinden örnekler vermesi, bilgilendirici

özellikler göstermesi bir fark yarat�yor muhakkak

Yeni bir Dan Brown mu?

DENİZ ANTEPOĞ[email protected]

HAFTANIN PORTRES�

Neyzen Tevfik(24 MART 1879 - 28 OCAK 1953 )

Osmanl� döneminde istibdata kar��, Cumhuriyety�llar�nda ise devrimlere kar�� gelenlere yazd���ta�lamalar�yla tan�nm��; haks�zl��a, yolsuzlu�a

ve yozla�m��l��a kar�� �iirler yazm��t�r

Tevfik Kolaylı, bi-

linen adıyla Neyzen

Tevfik, taşlamalarıy-

la tanınan neyzen

ve şairdir. Taşlama

eserlerinin yanı sıra,

çeşitli taksimler ve saz

semailerinin besteci-

si olarak da bilinir.

Osmanlı döneminde

istibdata karşı, Cum-

huriyet yıllarında ise

devrimlere karşı ge-

lenlere taşlamalarıyla

tanınmış; haksızlığa,

yolsuzluğa ve yozlaş-

mışlığa karşı şiirler

yazmıştır. Birçok defa

tutuklanmış, ama kısa

süre sonra serbest bı-

rakılmıştır.

Bodrum doğumlu şair, Bektaşi tek-

kesine mensup olmuş ve hayatının büyük

bölümünü İstanbul’da çeşitli hanlarda ge-

çirmiştir. Son dönemlerinde Bakırköy

Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde

kendine ayrılan 21. koğuşta kalmıştır.

1930’larda kısa süreyle kendine aylık

bağlanmıştır, ancak bu süreç haricinde dü-

zenli bir geliri olmamıştır. Hayatı boyun-

ca sara nöbetleri ile uğraşmıştır, aynı za-

manda çok içki içtiği bilinmektedir.

Bodrum’da geçirdiği çocukluk yılla-

rında neye ilgi duymaya başladı, ancak ba-

bası izin vermedi. 13 yaşında Urla’ya ta-

şındıktan sonra Neyzen Kazım’dan ders-

ler almaya başladı ve ilk sara nöbetini ge-

çirdi. Okulu bırakmasına sebep olan ve ilk

önce neyin sesi yüzünden olduğu sanılan

hastalığının tedavisi için annesi birçok dok-

tora ve hocaya danıştı fakat sonuç alamadı.

İstanbul’daki bir doktor sayesinde hasta-

lığını kontrol altına alabildi ve ney çal-

masına izin verildi. Eğitimini bitirmesi için

babası tarafından yatılı olarak İzmir İda-

disi’ne gönderildi fakat sara nöbetleri yü-

zünden eğitimini tamamlayamadı. İzmir

Mevlevihanesi’ne giderek kendini neyine

verdi. İzmir’in bu yıllarda istibdat yöne-

timi tarafından sürgün yeri olarak kulla-

nılmasının neticesinde, kovulan aydınla-

rın uğrak yeri olan bu mevlevihane-

de Tokadizade Şekip, Tevfik Nevzat, Şair

Eşref ve Ruhi Baba gibi ünlü kişilerle ta-

nıştı. Türkçe, Arapça

ve Farsça dersleri al-

dığı bu kişilerden Şair

Eşref aynı zamanda

ona hicvi öğretti. Bu

sayede 13 Mart

1898’te Muktebes der-

gisinde ilk şiirini ya-

yımlattı.

19 yaşındayken

babası eğitim için bu

sefer İstanbul’a gön-

derdi. Burada zama-

nının çoğunu Galata

ve Yenikapı mevlevi-

hanelerinde geçiren

Tevfik, Mehmet Akif

Ersoy’la ve onun yar-

dımıyla dönemin seç-

kin sanatçılarıyla da

tanıştı; Mehmet Akif Ersoy’dan Fransız-

ca, Arapça ve Farsça dersleri aldı, aynı za-

manda ona ney öğretti. 1900’de bir plak

doldurma girişiminde bulundu. Gülistan

Plak Mağazası’nın sahibi Hafız Aşir

Bey’le beraber yaptıkları denemelerde çok

içkili olduğu için plaklar zar zor doldurulsa

da yine de piyasaya sürüldü. Bu dönem,

saray çevresince bile davet edilen, köşk,

yalı ve konaklara çağırılan meşhur bir ney-

zen olmuştu. 1902 yılında bektaşi dervi-

şi oldu. Sütlüce Bektaşi Tekkesi’ne devam

ettiği bu zamanlarda Şeyh Mümin Pa-

şa’dan nasip aldı ve hayatının geri kalanını

da şekillendirecek bu inancı ve biçimi be-

nimsedi. Cumhuriyetin ilanı sıralarında

kardeşinin yanına Ankara’ya gitti ve 1926

yılında tanışacağı Mustafa Kemal’i ve Kur-

tuluş Savaşı’nı yücelten şiirler yazdı.

1940’larda valinin izni ve doktor

olan bazı dostlarının yardımı ile Bakırköy

Akıl Hastanesi’nde 21 numaralı koğuşa

tam anlamıyla yerleşti. Otel odası gibi kul-

landığı bu koğuşta ve hastanede çevresi-

ne yine şiir ve felsefe ile ilgilendi. 9 Mart

1946’da basın yararına bir konser ver-

di. İhsan Ada, sonunda 1949 yılında,

onun gözetimi altında, eserlerini “Azâb-

ı Mukaddes” adı altında kitaplaştırdı.

1950’de “Onu Affettim” ve sonra “Ağla-

yan Şarkı” adındaki 2 filmde rol aldı. Ar-

kadaşlarının ısrarı üzerine, ölümünden

önce son yıl olan 1952’de Şehir Komedi

Tiyatrosu’nda jübilesini yaptı.

D.J. Mclntosh

Page 5: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

25 OCAK 2013 CUMA 5Aydınlık KİTAP

Modern sanat öcü değil bazen, cici�nkâra gerek yok, ço�umuz modern sanat�n pek çok i�ini sevmemi� ve bunu dile getirmeye zaman

zaman çekinmi�izdir. Hele hele sanat kuramlar�n� su gibi içti�imize inanm�yorsak, ço�u zamansessizli�i seçmi�izdir. ��te bu kitap, bu s�k�nt�ya kap�lan sanat merakl�lar�n�n yüre�ine su serpiyor

MURAT HATUNOĞ[email protected]

İlginç davranışları olan varlıklarız biz in-

sanlar. Bir toplantıya katıldığımızda, bu

sevdiğimiz bir yazarın ya da yönetmenin söy-

leşisi olabilir mesela, konuşmacıyı uslu uslu

dinleriz. Söyleşinin sonunda yapılan

soru-cevap kısmına

geldiğimizdeyse uslu-

luğumuz minik bir te-

dirginliğe dönüşür. Zira

konuşmacı ya da su-

nucu, “sorusu olan var

mı” diye sorup etrafa

bakar ve biz çok da bel-

li etmemeye çalışarak

etrafı izleriz. Sorumuz

varsa da, yoksa da. So-

rumuz yoksa, “bir soru

sormalıyım, ayıp olacak

konuşmacıya” diye dü-

şünürüz; sorumuz varsa, bir öncüyü bekle-

riz, içimizden, “birileri sorularını sorsa da, ben

de sorumu soruversem” diye geçiririz. Son-

ra o öncü -muhtemelen ya o söyleşinin ko-

nusunda deneyimli olduğunu düşünen biri-

dir, okuldaysak da muhtemelen hocamızdır-

sorusunu sorar. Konuşmacının yanıtıyla or-

tam ılımaya başlar ve sorusu olan herkes el-

lerini pıtır pıtır kaldırıp sorularını sormaya

başlar. Hatta çoğu zaman soru sorma kısmı

iş sıkıcılaşmaya başlayana kadar da uzar.

Bu huyumuz başka konularda da belirir.

Mesela bir klasik müzik konserinde ça-

lınan her eserden sonra da benzer bir

sessizlik oluşur. O şarkıyı bilen ve

kendine güvenen birisinin ellerini ilk

iki çırpışından sonra salonu ölçülü bir

alkış merasimi doldurur. Salon ısın-

dıktan sonra da iş bise, hatta ikinci

bise, bazen de üçüncü bise kadar gi-

der.

Bunun gibi durumlara sadece

salonlarda gerçekleşen etkinlerde

rastlanmaz. Örneğin bir resim ser-

gisinde de benzer şeyler yaşanır. İlk

önce grubun öncüsü eserle ya da sa-

natçıyla ilgili kısa bir yorum yapar, ar-

dından da diğer katılımcılar. İş modern sa-

nata dair bir sergiye geldiğindeyse durum bi-

raz daha garip bir hâl almaya başlar. Zira de-

neyimli ya da bilgili denilebilecek kimseler

dahi modern sanat eserleri karşısında “aciz”

kalabilir. Bahsettiğimiz acz tırnak içinde bir

acz, zira takdir edersiniz ki, modern sanatın

ürünlerini anlama yolu klasik ürünlerden

farklıdır. Ya eserin kendinden öncekilere dair

bir birikiminiz olmalıdır ya da o esere dair

ön okumanız. Ya da belki de birkaç anah-

tar kelimeyi içeren sağlam bir “sallama” be-

ceriniz. Alırsınız anahtar kelimelerinizi eli-

nize, oynar durursunuz afili sözcüklerinizle.

Tabii biliyoruz, siz bunu yapmazsınız, ama

çoğu “sanatsever” için vazgeçilmezdir bu tak-

tik. Hayır, bunu sadece ben söylemiyorum;

düşüncelerimi “Bunu Ben de Yaparım! -

Modern Sanat Kullanma Kılavuzu” kitabı-

nın yazarları Christian Saehrendt ve Steen

T. Kittl ile paylaşıyorum. Kendileri hatrı sa-

yılır işler yapmış sanat tarihçileri. Çekin-

memişler, söyleşide ilk soruyu soran ve

konserde ilk alkışı patlatan kişiler olmuşlar

ve okurlarına, “kral çıplak!” demişler. Hem

de bunu öyle boğucu bir dille, sıkıcı ve bü-

yük bir ön okuma gerektiren bir şekilde yap-

mamışlar. Tatlı dilleri haklı eleştirilerini

öyle güzel anlatmış ki, kitapta -hayatında bir

kere bile modern sanatın zırvalarına maruz

kalmış olan bir insanda bile oluşabilecek

olan- bir sarılma duygusu yaratmış.

İnkâra gerek yok, çoğumuz modern sa-

natın pek çok işini sevmemiş ve bunu dile ge-

tirmeye zaman zaman çekinmişizdir. Hele

hele sanat kuramlarını su gibi içtiğimize inan-

mıyorsak, çoğu zaman sessizliği seçmişizdir.

İşte bu kitap, bu sıkıntıya kapılan sanat me-

raklılarının yüreğine su serpiyor. Tabii, “Al-

lah bu modern sanatı icat edenin de onu icra

edenin de topunun belasını versin” demiyor.

Sadece, “sakin olun” diyor, çok büyük “sa-

nat markalarının” bile size sunduğu “eser-

ler” aslında o kadar da iyi olmayabilir. Son-

ra da, şu veya bu sebeple krala çıplak diye-

meyenlerin de etkisiyle bu işin cılkının na-

sıl çıktığını anlatıyor. Ve okura bir tür “sa-

nat diyeti” yapmasını öneriyor.

Bu diyette neleri yiyip neleri yemeyece-

ğimizi ise fevkalade eğlenceli örneklerle an-

latıyor. Bu sayede görüyoruz ki, aslında

modern sanata tatlı bir giriş de mümkünmüş

meğer. Ve kitabın sonuna geldiğimizdeyse,

modern sanat akımlarından keyifle haber-

dar olmanın, sanat ticaretinin oyunlarına

kanmamanın, sapla samanı ayırt edip dışı ci-

lalı içi boş sergilerden uzak durmanın müm-

kün olduğunu görüyoruz bizler.

(Bunu Ben De Yaparım, ChristianSaehrendt/ Steen T. Kittl,

Ayrıntı Yayınları Çev: Zehra AksuYılmazer)

Page 6: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

Yasak değil, uygunsuz!ARTIK RACON DEĞİŞTİ

Bugün Türkiye'nin yay�n hayat�, yaz�l� olmayan yasak ve sansürlerin uyguland��� bir dönemi ya��yor. Bu racondur

25 OCAK 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP

MEHMET BOZKURT

-Şeker Portakalı, Fareler ve İnsanlar

ve Zıkkımın Kökü. Yasak mı bu kitaplar?

-Olur mu öyle şey!

-Bu kitaplar uygunsuz görülmüş.

-Aman efendim, 128 sayfanın üçü

beşi.

-Kitap yasak mı yani?!

-Yoook canım, artık yasak kalktı.

-Bu kitaptan çocuklara ödev verece-

ğim.

-O ödev uygun olmaz.

-Neden? Bir karar mı var?

-Yooo, racon böyle!

Artık yasak kitap yok, uygunsuz bir-

kaç sayfa var.

3. yargı paketi mecliste kabul edildi,

453 kitap, 645 gazete, dergi üzerindeki ya-

sak kalktı. Kalktı dediysek, artık herhangi

bir belgenin üzerinde “bu kitap yasaktır”

diye yazmıyor. Ama kitaplar “uygun-

suz” görülüyor. Yazılı olmayan yasaklar

devrede. Racon böyle.

Bir veli çocuğunun elinde bir kitap gö-

rüp Başbakanlık İletişim Merkezi’ne he-

men bir e-posta gönderirse, o ödevi ve-

ren öğretmen hakkında soruşturma baş-

latılabiliyor. Kitap yasak mı? Değil. Ya da,

İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü Kitap İn-

celeme ve Değerlendirme Komisyonu,

John Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar”

adlı kitabının bazı bö-

lümlerini sakıncalı bu-

labiliyor. Kitap mı sa-

kıncalı? Değil. Sadece

birkaç sayfa.

Olaylar şöyle gelişti:

2013’ün ilk günle-

rinde, 1937 yılında John

Steinbeck tarafından

kaleme alınan ve dünya

klasikleri arasında yer

alan “Fareler ve İnsan-

lar” adlı kitap bir velinin

şikayeti üzerine, İzmir İl Milli Eğitim Mü-

dürlüğü kitapları İnceleme ve Değer-

lendirme Komisyonu tarafından sakıncalı

bulundu. İzmir İl Milli Eğitim Müdürü

Vefa Bardakçı basına, kararın bir velinin

şikayeti üzerine alındığını söyledi. Bar-

dakçı yasak kararını savunarak, “Kitabı

okumadım ama o bölümleri okudum

valla bir gencin çok da bilmesi gereken

şeyler değil bunlar diye düşünüyorum”

dedi.

��KAYET BA�BAKANLI�Aİstanbul Bahçelievler’de Behiye Dok-

tor Nevhiz Işıl İlköğretim Okulu’nda

görev yapan 7. sınıf Türkçe öğretmeni-

ne “Şeker Portakalı” kitabını okuttuğu

için soruşturma açıldı. Çocuğunun “Şe-

ker Portakalı” isimli kitabı okuduğunu

gören bir veli öğretmen hakkında Baş-

bakanlık İletişim Mer-

kezi’ne (BİMER) yazdı-

ğı şikayet dilekçesinde

kitabın Türk örf ve adet-

lerine aykırı olduğunu

ve argo kelimeler içerdi-

ğini belirtti. BİMER’in

talimatı üzerine Bahçe-

lievler İlçe Milli Eğitim

Müdürlüğü, kitabı ödev

olarak veren Türkçe öğ-

retmeni hakkında so-

ruşturma başlattı.

ZIKKIMIN KÖKÜBütün bunlar medyanın, “Yasak ki-

taplar özgürlüğüne kavuştu” haberleri-

ni yayımladığı sırada oluyordu. Aziz

Nesin öyküsü gibi... Bursa’nın Osmangazi

İlçesi’nde Ziya Gökalp İlköğretim Oku-

lu Türkçe Öğretmeni Saadet Kermen, 7.

sınıf öğrencilerine Muzaffer İzgü’nün

“Zıkkımın Kökü” adlı kitabını okuyup

özetlemelerini performans ödevi olarak

verdi. Bir velinin konuyla ilgili “şikaye-

tini” değerlendiren Osmangazi İlçe Mil-

li Eğitim Müdürlüğü, Kaymakamlık olu-

ruyla komisyon oluşturdu. Komisyon,

“Zıkkımın Kökü” adlı eseri inceleyerek

“Bahsi geçen okul öğrencisinin sınıf dü-

zeyi dikkate alındığında, ergenlik döne-

minin ve cinsel gelişimin ön plana çıktı-

ğı bu dönemde, her bireyin hazır bulu-

nuşluk ve algılama düzeyi farklılık ya-

rattığından 7. sınıf seviyesine uygun

farklı bir kitap önerilmesinin daha yararlı

olacağı” kararına vardı.

CENNET CENNETDED�KLER�

Yunus Emre’nin yüzlerce yıllık şiiri-

ni bile sansürlediler. 10. sınıf “Türk

Edebiyatı Ders Kitabı”nda yer verilen

“Cennet cennet dedikleri/Birkaç köşkle

birkaç huri/İsteyene ver onları/Bana

seni gerek seni” dörtlüğü yayınevi Fırat

Yayıncılık tarafından “sansürlendi”. Ki-

tapta Yunus’un söz konusu şiiri 8 kıta-

dan oluşmasına karşın 7 kıta olarak ki-

taba yansıdı. Kitabı inceleyen Milli Eği-

tim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu

da sansürlenmiş haline “beklenen ka-

zanımlar sağlandığı” görüşüyle onay

vermiş.

“Şeker Portakalı”, “Fareler ve İn-

sanlar” ve “Zıkkımın Kökü”. Bu üç ki-

tapla ilgili herhangi bir toplatma kararı

yok. Kitaplar “yasak” değil! Peki, bu

olanlardan sonra öğretmenler öğrenci-

lerine bu kitaplarla ilgili ödev verirken

kaç kere düşünür?

RACONA UYMAYANK�TAPLAR DÖNEM�

Bugün Türkiye’nin yayın hayatı yazılı

olmayan yasak ve sansürlerin uygun-

landığı bir dönemi yaşıyor. Bu racondur.

Yasak kararı, beğenelim ya da be-

ğenmeyelim bir gerekçeye dayanır. O ge-

rekçe yasal düzenleme çerçevesindedir.

İtiraz yolu açıktır. Bugün, kitapların ya-

saklanmasını bırakın, yasaklar kalkıyor.

Ama hukuk dışı, yazılı olmayan bir ya-

sakçılık devreye giriyor. Bunu kim uy-

guluyor? Raconu bilenler. Yazılı hukuk

kurallarına karşı yazılı olmayan raconun

kuralları. Yayıncılık, fikir işçiliği bu teh-

likeyle karşı karşıya.

Yasaklı kitap yok ama örgütsel dö-

küman olarak toplatılan kitaplar var.

Hem de basılmadan. Bir yazar düşünce

suçundan cezaevine atılmıyor artık. Gü-

nümüz yazarlarının “terörist” olduğu

ortaya çıkıyor.

En çok tutuklu gazetecinin olduğu ül-

keler sıralamasında birinciyiz. 2012’nin

en çok satanları cezaevinden yazıldı.

Uygunsuz görülen “Şeker Portakalı”,

“Fareler ve İnsanlar” ve “Zıkkımın

Kökü” internetten en çok siparişi veri-

len kitaplar oldu.

Artık “yasak” kalktı. Racona uyma-

yan kitaplar dönemindeyiz.

KAPAK

Page 7: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

7Aydınlık KİTAP

Okurken insan sankiözüne, do�aya dönüyor.

Giono, zengin hayalgücünü bu çal��mas�ndada hayranl�k uyand�racakdüzeyde ortaya koyuyor

Tüm yeryüzünüyaşama katma sevinci

Büyükşehirlerin keşmekeşi, kalabalığı

ve curcunası ortasında boğulan, beton ve cam

köşklerden kendine az da olsa yer bulabilen

birkaç parça yeşile ve arada sıkışıp kalan ma-

viye bile hasret modern zamanların insanı-

nın sıklıkla duyduğu özlemin bir diğer adı de-

ğil midir doğa?

Hızla gelip geçen yaşama kısa bir ara “ya-

vaş” dedirten bir kitap okudum.

Sayfalarda sakin, huzurlu bir yolculuğa

çıktım.

Yemyeşil kırlarda, mavi bir sonsuzluk al-

tında, kadim dostuyla buluşmanın mutlulu-

ğu gözlerine yansıyan insan-

la tanıştım. Tıpkı küçük bir

çocuk gibi; saf, umutlu, mut-

lu bir insanla…

İşte doğa tutkunu Fransız

yazar Jean Giono’nun “Se-

vincim Eksilmesin Yeter Ki”

romanını okurken insan san-

ki özüne, doğaya dönüyor.

Genellikle Fransa’nın Pro-

vence bölgesinden seçtiği ko-

nuları işleyen Giono, zengin

hayal gücünü bu çalışmasında

da hayranlık uyandıracak dü-

zeyde ortaya koyuyor.

Kendisi de bir dağ kasabasında doğan ve

yazlarını çoban ailesinin yanında geçiren Gio-

no, kimilerine yurt olan Gremone yaylasına

götürüyor bizi.

Tarlaların açıklarından ve içerisinden ma-

ral, yavru geyik sürülerinin geçtiği, gölgeli, gi-

zemli havasıyla “Gremone Ormanı”; her

mevsim başka bir duyguyu bağrında filiz-

lendiren bir orman. Uzun bir zaman sonra,

bir şeylerin değiştiği orman. Ormanda daha

şimdiden büyülü bir sevinç vardı. İlkbaharın

gece şenliği başlamıştı.

Açılan tomurcukların ışığında yeni yeni

odalar, yeni yeni filayakları, yeni yeni kori-

dorlar, yeni yeni dal iskeleleri seçiliyordu. Her

yerde tomurcuklar açıyordu. Tüm ağaçlar

yeni yeni yapraklarıyla balkıyordu.

Yılın ilk şarkısını tutturan bir ormanda

kimi zaman bir geyik gülümsüyor, kimi za-

man yeller konuşuyor. Akağaçların zaman za-

man ağladığını da şahit oluyorsunuz. Ka-

dınların gizemli dilini ise ilginç hikâyelerle an-

latan romanda bazen de akağaçların ağla-

dığını görüyorsunuz.

BAMBA�KA B�R HAYATAMERHABA

Ve bir gün kendi başlarına küçük dün-

yalarında yaşayan, yaşadığı gibi düşünen in-

sanların hayatını değiştiren bir olay gelişir.

Romanımızın kahramanları Jourdan ve ka-

rısı Marthe’yi Bobi isminde bir

şair ziyaret eder. Bir insan ba-

zen çok şeyi değiştirebilir evet,

ama bazen de her şeyi değiş-

tirir. Bobi de işte böyle bir in-

sandır. Bambaşka bir hayatın

da olabileceğini gösterme

gayretindedir, küçük dünya-

larında yaşayan insanlara.

İnsanın özünü, doğayı,

yaşamı ve umudu yüceltme

peşindedir Bobi. Özgürdür

çünkü düşleri vardır.

Ve düşünü düşler. Ta-

sarısını düşünür. Geyik,

marallar, çiçekler, sevinç arayışı… Sevin-

ci ekecek, köklendirecek, toprakta mil-

yonlarca kökle, havada milyonlarca yap-

rakla, tek bir çayıra dönüşmesini sağlaya-

caktı. Dans eden deniz, dans eden ırmak,

dans eden kan, dans eden otlar, durmak-

sızın dönüp duran tüm yeryüzü gibi yaşa-

ma katılmasını sağlamalıydı.

Fransa’nın güneyinde, 19. yüzyılın baş-

larında, Provence’ın ılık Akdeniz iklimin-

de taptaze bir rüzgârı duyumsadığınız

oluyor yüzünüzde.

Kimi yerinde insanın basitliği sergile-

nirken kullanılan cümlelerin konunun önü-

ne geçer gibi olmasına rağmen insanı in-

sanlaşmış doğasıyla buluşturuyor “Sevincim

Eksilmesin Yeter Ki”. Düş gücünü zorlayan,

edebi tadın damağınızda kalacağı bir roman

aynı zamanda.

(Sevincin Eksilmesin Yeter Ki, JeanGiono, YKY, Çev: Orçun Türkay, 385 s.)

ŞENOL Ç[email protected]

J. Giono

Page 8: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

25 OCAK 2013 CUMA

“İnsanlığın başardığı her şey yaratıcı fan-tezinin sonucudur, öyleyse hayal gücünü kü-çümsemeye ne hakkımız var?”

Carl Gustav Jung

Elimden geldiğince, incelemeye değer

eserler de yayıncılar tarafından raflara ta-

şındıkça, bu güne kadar fantastik kurgu,

bilim kurgu, çizgi roman ve korku edebi-

yatı eserlerine değinmeye gayret gösterdim.

Alt türleri, yazarları okurlara tanıtmaya ça-

lıştım. Elbette haftalık, bir gün var olup er-

tesi gün rahatlıkla unutulacak bir yayının

içerisinde düzenli yazmanın ortaya çıkar-

dığı sorulardan bazıları şunlardır; söyle-

diklerinizi gerektiğinde tekrar etmeli mi-

siniz? Hangileri okuyucuda yer etmiş,

hangileri çoktan unutulmuştur? Refe-

rans göstereceğiniz yazı, okurun yüzde ka-

çına daha önce ulaşmıştır? Bütün bu so-

rular sonrasında, belirli şeyleri ele almak

itiraf etmeliyim ki zorlaşıyor. Bunun al-

tından, aynı şeyleri tekrar etmemek, yeni

şeyleri söylemeye de fırsat tanımak adına

sıklıkla yazılarımda falanca tarihteki yazıma

yönelik düştüğüm kısa notlarla kalkmaya

çalışıyorum. Şu ana kadar, en azından ge-

len e-postalar doğrultusunda okurun da

bundan memnun olduğunu söylemem

mümkün. Ancak öyle durumlar oluyor ki

dilim döndüğünce her şeyin en başına dö-

nüp, bir kez daha hatırlatmak, farklı un-

surları da barındıran yeni bir üslupla sı-

kılmadan tekrar anlatmak zorunda kalı-

yorum. Son bir ay içerisinde, fantastik kur-

gu, bilim kurgu, korku edebiyatı ve çizgi ro-

manlara yönelik, üzerine titrenmesi ge-

reken pek bir kitabın raflarda yerini al-

maması sebebiyle ortalama çizgimin dı-

şında farklı türlerde yine değerli gördüğüm

eserleri, yazarları tanıttım. Farklı türlerde

yazarları tanıtmamın okurum üzerinde

olumsuz izlenim oluşturacağından çeki-

niyordum fakat sizlerden gelen tepkiler bü-

tün bu şüphelerimi dağıttı. Bu süre içeri-

sinde –aslında ta başından beri- Aydınlık

Kitap dahil, diğer dergi, kitap eki ve plat-

formlarda gerek fantastik kurgu, gerek bi-

lim kurgu alanında yazılan yazıları sıklık-

la takip ettim. Verilen hatalı bilgilerin, yan-

lış ve eksik yorumların, kitaplar ve yazar-

lar hakkında eksik bilgilerin sınırı yoktu.

Özensizce yapılmış internet aramalarında

karşılarına çıkan ilk cümleler aceleyle ya-

zıların mottosu haline getirilmiş, yazılar

daha doğmadan sakat bırakılmıştı. Hep-

sinin ötesinde, kurguların alt ve üst türle-

rine yönelik yansıtılan bilgisizlik sonsuz bir

uçurumdu. Yine bu yazıları kaleme alan

yazarların bir kısmı hiç olmazsa okura say-

gı kapsamında, bahsi geçen türlerde uzman

olmamasına karşın, yalın bir okur gözüy-

le kitabı veya yazarı incelediğini dile geti-

riyordu. Bu elbette mümkündü. Ancak gö-

rüşlerinin yanına eksik ve hatalı bilgileri ek-

lemelerinin (bunlardan örnekleri yazı

içinde sıkça göreceksiniz) pek de affedi-

lir yanı ne yazık ki yoktu. Esasında bir açı-

dan, bu tip yazıların, türle daha önce kar-

şılaşmamış “yalın okur” üzerinde, bir de

eksik bilgiyle nasıl etki yaratacağını bizle-

re gösteren değerli, incelemeye değer bir

yanı da mevcuttu. İşte tam da bu değer

üzerine, belirli sisleri dağıtmak amacıyla,

fantezinin başlangıcına ve tür ayrımına yö-

nelik temel bilgileri kısaca ele almaya ça-

lışan bir yazıyı kaleme almak zorundaydım

çünkü karşılaşılan hatalı çıkarımlar ve

tür üzerine yanlış anlaşılmalar pek çok açı-

dan ürkütücüydü…

“ZAN”DAN “B�LG�”YEHemen, karşılaştığım bir yazıdaki ek-

sikliklerle başlayarak, konuyu “zan”dan

“bilgiye” taşıyalım. Karşılaştığım yazıda, ya-

zar, “fantastik” kelimesinin Türk Dil Ku-

rumunda bulunan anlamından yola çıka-

rak tür olarak fantezi edebiyatının (veya

fantastik kurgu) kendince tanımına varı-

yordu. Efendim, birkaç farklı yazıda daha

önce de rastladığım bu düşüncenin çar-

pıklığı şöyle ki; bu mantık silsilesiyle bilim

kurgu edebiyatını tanımlamak için de

“bilim” kelimesinin anlamına bakıp, için-

de bilimsel herhangi bir veriyi bulunduran

her kitabı da bilim kurgu eseri olarak ele

almak gerekir -bu durumda kitapta biri-

nin damdan düşmesi de bilim kurgu ese-

ri olması için yeterlidir, yerçekimi kanuna

uymaktadır ne de olsa. Bu savını destek-

lemek amacıyla da Ursula K. Le Guin’den

yaptığı “fantezi iç benliğin dilidir” alıntı-

sını öne sürerek Kafka’nın “Dönü-

şüm”ünün dahi bir fantastik kurgu sayı-

labileceğine yönelik savıyla ilerliyordu.

Öncelikle bu alıntının, fantezinin tanımı-

nı yapmaya yönelik olmadığı, fantezinin iç-

eriğine yönelik bir ayrımsama olduğu

açıktır. Eğer alıntı, “fantezi sadece” şek-

linde (sadece kelimesine dikkat) başlıyor

olsaydı hatalı çıkarımına yönelik hiç ol-

mazsa somut bir done elinde bulunacak-

tı. Kaldı ki içerisinde belirli katmanlarda

fantastik kurgu öğeleri bulunduran her ki-

tap da fantezi edebiyatı kapsamında de-

ğerlendirilmemelidir, değerlendirilemez.

Kafka’nın “Dönüşüm”ü, bir tür ayrımına

indirgenemeyecek bir klasik olmasının

ötesinde, yine de yapılacaksa içerisinde fan-

tezi unsurları da bulundurduğu için fan-

tastik kurgu değil, daha yoğun tema ve ka-

lıplarını içerdiği “grotesk korku” edebiyatı

kapsamında değerlendirilebilir. Yine ya-

zarın örneklediği ve cüzi miktarda fante-

zi unsurları içeren George Orwell’in “Hay-

van Çiftliği” klasik bir distopyadır ve bir bi-

lim kurgu eseridir. Fantezinin hayal gü-

cünden besleniyor olması, bir edebiyat türü

olarak kalıp ve formlarının da hayali ol-

duğu veya yok olduğu anlamını taşımaz.

Tür ayrımına yönelik daha pek çok yazı-

da karşılaşılan bu karışıklığın, yazarlar ve

eleştirmenler dâhil elbette pek çok so-

rumlusu mevcuttur. Ancak birincil so-

rumlu aranacaksa, so-

rumlu, fantezi eserleri-

ne yıllarca burun kıvı-

rarak (ülkemizde buna,

bir de geçmişimizden

gelen fazlaca yazarına

rastlamadığımız bir tür

olması engeli de çıkı-

yor) ciddi bir araştırma-

ya girmeyen akademis-

yenlerdir. Neyse ki dün-

yada sayılı da olsa, fantezi

edebiyatı üzerine eğilen,

makaleler ve araştırmalar

yayınlayan akademisyen-

ler ve üniversiteler –iyi ki-

varlar da her fırsatta hasıraltı edilmeye ça-

lışılan bir tür ve tarihi hakkında bilgiye ka-

vuşabiliyoruz.

FANTEZ� EDEB�YATI NED�R?NEREDEN BA�LAR?

Fantastik kurgunun proto ve öncül ver-

siyonları üzerine yazılı sayısız makale var-

dır. Aralarında Gılgamış Destanı’nı baş-

langıç alan da mevcuttur, Sanskrit des-

tanlarından “Mahabharata” ve “Rama-

yana”yı alan da mevcuttur. Yine mevcut

tezlerde daha fazla öykü formu içerdiği için

Homeros’un “Odysseia”ni başlangıç alan

da Kral Arthur efsanelerini başlangıç

alan da mevcuttur. Dante’nin “İlahi Ko-

medya”sı da yine belirli tezlerde, barın-

dırdığı epik unsurlarla erken dönem fan-

tezinin bir örneği olarak sunulmaktadır.

Ancak bahsedildiği gibi bütün bu eserler,

modern fantastik kurgunun sadece ön-

cülleridir. Modern fantastik kurgunun

oluşumu edebi anlamda iki yönlü tartış-

manın ortasındadır. Bir kısım tezler,

“Grimm Masalları” dahil, masal formun-

daki pek çok eserin de modern fantastik

kurgunun çatısında bulundu-

ğunu savunurken, bunun kar-

şısındaki tez ise modern fan-

tezinin, dünya ve alternatif

gerçeklik yaratmaya yönelik

unsurların ve bu unsurların

edebi etkinliğinin tartılması

gerektiğini savunur. Bu has-

sas terazi neticesinde de mo-

dern fantezinin başlangıcı

olarak genel anlamda tar-

tışmalar iki yazar ve iki kitap

etrafında şekillenir. Biri

John Ruskin’in 1841 tarih-

li, “The King of The Gol-

den River”ıdır. Kitabı baş-

langıç kabul etmeyen tezler

özetle, Ruskin’in eserinin bir peri masalı

kurgusuyla örülü olduğu, metaforlarının

kolay duyumsandığı ve epik unsurları ba-

rındırmadığını savunmaktadır. Karşıt tez-

ler ise –yine özetle- eserde kurgulanmış eti-

yolojik bir mitin varlığının göz ardı edil-

memesi gerektiğine yöneliktir. Modern

fantezinin başlangıcı için tartışılan ve

daha genel bir kanıyla kabul gören isim ise

George MacDonald ve 1858 tarihli “Phan-

tastes: A Faerie Romance for Men and

M. SALİH [email protected]

BABİL BALIĞI8 Aydınlık KİTAP

Fantezinin söz hakkı

Page 9: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

Women” kitabıdır. MacDonald’ın gerek

Tolkien gerek C.S.Lewis’a büyük bir esin

kaynağı olması, bu kanıyı perçinlemekte-

dir. Başlangıç için bu iki tezin hangisini

onaylarsanız onaylayın, türün çatı ve sı-

nırlarının belirlenmesinde, ayrıca geniş

okur kitlelerine yayılmasında Lord Dun-

sany’nin (Edward Plunkett) eserleri ayrı bir

önem teşkil eder. Yine aynı dönemde Kip-

ling, Burroughs, Haggard gibi çok okunan

yazarların da devreye

girmesiyle fantezi ede-

biyatı, kurgu çatısın-

daki çeşitlilik ve ku-

ramsal yoğunluk bakı-

mından gelişim göste-

rir. Bu gelişim, incele-

me aşamasında fantas-

tik kurgu kapsamında

alt türlere bölümleme-

leri de zorunlu kılar.

Öte yandan, daha ön-

cesindeki çocuk edebi-

yatı eserlerinin çatıları

modern fantastik kurgu

ile bağdaştırılmazken

aynı yıllarda modern çatıları kapsayan ço-

cuk edebiyatı örnekleri yazılmaya başlanır.

En önemli kırılma noktası şüphesiz 1865

yılında “Alice Harikalar Diyarında” ile ger-

çekleşir ve erken dönem 20. yy. eserleri

“Peter Pan”, “Oz Büyücüsü” gibi çocuk

edebiyatı klasikleri ile bu yeni form arayışı

ete ve kemiğe bürünür.

TOLK�EN ALGISIYine pek çok yazıda karşılaştığım ilginç

bir unsurda, yazarlar ağız birliği etmiş gibi

aynı cümleyi kurmaktaydılar. Serzeniş

hep aynıydı: “Tolkien ile birlikte günü-

müzde fantastik kurgu farklı bir yere

oturtulmaya çalışılıyor.” Bu söylem, bana

kendi kendine sorun yaratıp çözme yolu-

na gitmeyi çağrıştırıyor. Çünkü Tolki-

en’in bu türün veya herhangi bir alt türün

başlangıcında olduğuna dair ne bir yazı, ne

bir makale, ne de akademik bir çalışma-

ya rastlamadım. Tolkien, fantastik kurgu

çatısı içinde Yüksek Fantezi alt türünün

(high fantasy, aynı zamanda epik fantezi

adıyla da anılır) bir yazarıdır. Alt türün dahi

kurucusu değil, sadece önemli aktörle-

rinden biridir. “Sanırım bu serzenişleri, Tol-

kien’in daha popüler şekilde bilinmesin-

den kaynaklanıyor olmalı,” diyerek, önce

kendimce bu duruma iyimser yaklaşmaya

çalıştım. Ancak konuyu oradan, bütün bir

edebi türü, sinema ve bilgisayar oyunlarıyla

küresel sermayeye hizmet eder

duruma sokmalarını, lafı ol-

madık yerlere getirmelerini

görünce deyim yerindeyse zı-

vanadan çıktım. Öncelikle

şunu belirtmekte fayda var ki

ister sinema, ister bilgisayar

oyunları, karşılığında kazanı-

lan paraları bir kenara bıra-

karak rahatlıkla söyleyebiliriz

ki birer sanat dalı ve birer

öykü anlatım formudur

(özellikle bilgisayar oyunla-

rının da nitelikli edebiyat

barındırdığı örnekler ne-

dense görmezden gelinir).

Elbette onların da içerisinde daha fazla ka-

zanca yönelik, ucuz eserler de mevcut ola-

caktır. Ancak kötü örneklerden yola çı-

karak, ne bütün bir edebi tür, ne tamamen

sinema, ne tamamen bilgisayar oyunları

eleştirilebilir; özellikle de söz konusu olan

bir eserin başka sanat formlarında uyar-

lamaları olunca. Bu mantıkla, herhangi kla-

sik bir romanın tiyatro uyarlaması kötü oy-

nanmışsa, o eserin veya edebi türün, hat-

ta tiyatronun sermayeye hizmet ettiği ve al-

dattığı çıkarımına varabilir miyiz? Yine

aynı yazıda, fantastik kurgunun orta çağ de-

korlarını kullandığından bahsediliyordu.

Fantastik kurgu çeşitli alt bölümleri içerir

ve ne gariptir ki hani yüzdeye vursak, fan-

tastik kurgunun yüzde beşi ancak orta çağ

dekorlarına sahiptir. Yine bir alt akım olan

“Kılıç ve Büyü”nün –ki kılıç ve büyü de de-

ğil orta çağ, daha eski, hatta medeniyetin

ilk çağlarına kadar taşan dönemleri daha

çok fonunda taşır- fantastik kurgunun

tamamı olduğunu düşünüyor olmalı. Şim-

dilik kısmen değinilen, fantezinin tüketi-

me yakınsandığı konu, başka bir yazıda baş-

tan sona ele alınacaktır.

FANTAST�K KURGUDA ALT TÜRLER

Neyse ki bu vesileyle, araştırması ek-

sik mevzubahis yazarların Tolkien’e yönelik

önermelerle devam eden bu tuhaf serze-

nişlerden yola çıkarak alt türlere de bir göz

atalım. 1923 yılında yayın hayatına başla-

yan Weird Tales dergisi ile birlikte özellikle

Britanya ve Amerika’da okur adedi kadar

yazar ve akım adedini de katlayan fantastik

kurgu edebiyatı, artık tek bir kurgu türü ol-

maktan çıkıp, alt türleriyle de anılan bir

kurgu türü haline gelmiştir. 1950’lerde özel-

likle Robert E. Howard’ın “Conan”ıyla (İt-

haki Yayınları) anılan “Kılıç

ve Büyü” alt türü yaygınla-

şır. 1960’larda yükselişe ge-

çecek olan “Epik Fantezi” alt

türünün aksine, “Kılıç ve

Büyü” daha çok kişisel mü-

cadelelerle ilgilidir ve önem-

li isimleri arasında, R.E.Ho-

ward dışında Fritz Leiber,

Michael Moorcock, Clark

Ashton Smith, Sprague de

Camp, Poul Anderson, Char-

les Saunders ve daha pek çok

isim sayılabilir. “Yüksek Fan-

tezi” (Epik Fantezi) türünün

başlangıcına yönelik ise çeşit-

li tezler sunulmuştur ve en

yaygın olarak kabul göreni, Lewis Caroll’un

(gerçek adı Charles Dodgson) “Alice Ha-

rikalar Diyarında” kitabı olduğuna yöne-

liktir. Bu alt türün geniş kitlelere yayıl-

masında katkısı olan, en bilinen isimler ara-

sında C.S.Lewis (Narnia Günlükleri),

J.R.R.Tolkien (Yüzüklerin Efendisi seri-

si), Robert Jordan (Zaman Çarkı serisi),

Lloyd Alexander (Prydain serisi) ve daha

pek çok örnek bulunur. Yüksek Fantezi

eserleri temel olarak gerçek dünyadan

farklı, tamamen kurgusal başka bir dün-

yayı içeren eserlerdir. Alt türün öncesin-

de yazılan eserlerden temel ayrılma nok-

tasını da bu oluşturur. Yeni yapılandırılmış

bir dil (bir kısmında mevcuttur), yeni

canlılar ve ırklar (ister mitolojiden öykü-

nülmüş, ister tamamen yeni yaratılmış),

büyü, hedefe yönelik maceralar, doğaüs-

tü ve şeytani güçlere karşı bir mücadele,

olgunlaşma ve kendini keşfetme serü-

venleri, epik bir anlatımla bezeli çoklu ka-

rakter yapısı, kültürler ve ırklar arası ça-

tışmalar, kurgu çatısında görülen done-

lerden birkaçıdır. Kendi içinde de -Nikki

Gamble’ın sınıfladığı ve kısmen katıldığım

fakat eksik bulduğum- üç alt türe ayrılır.

Bunlar; a) gerçek dünyanın bulunmadığı,

sadece alternatif kurgusal bir dünyada ge-

çen eserler (Yüzüklerin Efendisi gibi), b)

gerçek dünyadan bir geçit aracılığıyla ge-

çilen alternatif/paralel

bir evren (Narnia Gün-

lükleri ve S.King’in Kara

Kule serisi gibi), c) ger-

çek dünyanın bir parça-

sı halinde içinde bulu-

nan bir başka dünya

(Harry Potter gibi).

Gamble’ın bu ayrımını

neden eksik bulduğum,

Yüksek Fantezi alt tü-

rünü işleyeceğim bir

başka yazının konusu-

dur. Karakter sayısını

fazlasıyla geçmiş bu-

lunmaktayım. Diğer

alt türleri, özellikle Hiromi Goto incele-

melerinde de karşılaştığım üzere, Karan-

lık Fantezi alt türünün eserlerinin anla-

şılmasındaki güçlüğü de ortadan kaldıra-

cak (Japon mitolojisinden beslenen eser-

ler ise daha da başka bir konudur) yazının

devamı ilerleyen tarihlerde yayınlana-

caktır. O zamana kadar bazı kafa karışık-

lıklarını ortadan kaldırabildiysek ne mut-

lu. Ayrıca bütün bu alt türleri, türlerde

eserler geldikçe detaylı şekilde ele alma-

ya da önceki yazılarda olduğu gibi devam

edeceğim. Haftaya görüşmek dileğiyle…

25 OCAK 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAPBABİL BALIĞI

George MacDonald John Ruskin Lord Dunsany

Page 10: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

25 OCAK 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP

Kitleleri kahramanlaştıran bilge: MAOMao bir ki�i de�ildir, �nsanl���n büyükdavas�na küçük ve sab�rl� ad�mlarlayürüyen milyonlarca insan�n ilhamkayna��, onlar�n yüre�i ve akl�d�rCENK ÖZDAĞ[email protected]

YEN� B�R MAO ÇEV�R�S�Çin Devriminin, Uzun Yürüyüşün ve

Büyük Kültür Devriminin önderi Maonun

seçme sözlerinin toplamı olarak bilinen

“Küçük Kırmızı Kitap” Duygu Aydının çe-

virisiyle Epos Yayınları tarafından 2012 yı-

lında yayımlandı.

Kitabın adının ilginç bir öyküsü var. Ka-

pitalist Dünya, Maoyu ve önderlik ettiği dev-

rimi küçümsemek için kitabın adını küçük

kırmızı kitap adıyla andı. Batının küçüm-

seyici tavrı 68 hareketi tarafından tersine

çevrildi. Küçük Kırmızı Kitap 68 hareketiyle

birlikte kitlelerin rehber kitabı olmaya

başlamıştı. 68 hareketi derken Türkiyenin

bağrında yetişen hareketten çok Batının

68ini kastediyoruz.

MAONUN BATIYA M�RASI:DÜ�ÜNCEDEN EYLEME GEÇ��

Parisin 68 Mayısında tanıklık ettiği ha-

reketlerin odak noktasını liberalizme ve

Sovyet revizyonizmi-

ne karşı duruş oluştu-

ruyordu. Vietnam kur-

tuluş savaşı ile Mao-

nun bilimsel sosyalizme

katkıları 68 hareketine

katılan gençlere reh-

berlik ediyordu. Mao-

nun etkisi o derece ba-

rizdi ki bir Bertolucci fil-

mi olan “The Drea-

mers”ta devrimci hare-

ketin simgesi Mao ola-

rak sunuluyordu. Bugün

hala Paris banliyölerinde

Mao simgeleri geniş yer bulmakta, Maocu

düşüncenin bayraktarlarından Alain Ba-

diounun felsefesi göçmenler cephesinde be-

nimsenmektedir.

68 Hareketi sadece doğuda yaşanan ulu-

sal kurtuluş savaşlarının değil aynı zaman-

da Frankfurt Okulu filozoflarının Sovyet

sosyalizmine ve Batılı liberal yaşam tarzı-

na karşı tepkilerin de sonucuydu. O dö-

nemde kültür endüstrisi kavramıyla kitle-

lerin sanata, bilime ve felsefeye yabancı-

laşmasını konu edinen Adornonun işaret et-

tiği gerçeklik Çinli Büyük Devrimci Mao-

nun Büyük Kültür Devrimi hareketiyle

değişmeye başlamıştı. Kitleler sadece siyasi

harekette değil, sanat ve felsefede de etkin

olmaya başlamış, kafa emeği ile kol eme-

ği, öncü ile kitle çelişmesini aşmaya yö-

nelmişti. Batının tahayyül ettiğini Doğu ger-

çekleştiriyordu.

“KEND�N� GERÇEKLE�T�RMEN�N” �K� B�Ç�M�

Marksist söylemde geniş yer bulmuş ya-

bancılaşma ve gerçekleştirme kavramları Ba-

tıda kendini gerçekleştirme biçiminde kişi-

sel gelişim programları tarafından soğu-

rulmuştu. O günden bugüne kendini ger-

çekleştirme, “Doğu mistisizmi”, secret,

dost kazanmanın yolları, başarılı olmanın

yolları gibi adlar altında tanışık olduğumuz

kişisel gelişim söylemi yaygınlaştı. Geçmiş-

te, egemenlere karşı savaşmış feodal un-

surların sözleri ya da feodallere

üstü kapalı eleştiri getirmiş bilgele-

rin yaşam düsturları, yalnız, çaresiz

metropol insanının yaşamına yol

göstermeye başladı. Böylesi bir or-

tamda egemen sınıflar geçmiş düş-

manlarının söylemlerini eğip bük-

mekte çekinmediyse de çağdaş

düşmanlarının sözlerini olanca

güçleriyle marjinalleştirmeye ça-

lışmıştır. Oysa, günümüz insanının

dertleri ve ihtiyaçları geçmiş dü-

şüncelerle yakalanamayacak öl-

çüde karmaşıklaşmıştır. Maonun

seçme sözleri salt devrimciler için

değil, günümüzde özgün bir yaşam tarzını

düşleyen hemen herkes için olağanüstü

tavsiyeler içeriyor.

�KT�DARIN VE DEVR�MC�L���NÖLÇÜTÜ: K�TLEYLE B�RLE�MEKVE K�TLEYE ÖNDERL�K

Mao, Marx, Engels, Lenin ve Stalinle

birlikte Bilimsel Sosyalizmin büyük ustaları

arasına adını yazdırmış bir devrimci ön-

derdir. Bununla birlikte, Gramsci, Lukacs,

Badiou gibi devrimci filozofların çözüm ara-

dığı güncel sorunlara yönelik esaslı yanıt-

lar vermiş büyük bir filozoftur. Ama belki

de en önemli özelliği, kitleleri kitlelerle bir-

likte ve kitlelerle birleşerek seferber etme

sanatının en büyük sanatçısı olmasıdır. Sa-

natının en üstün unsurları bir toplam ha-

linde sözünü ettiğiniz kitabında bir seçki ha-

linde sunulmaktadır.

Kitleye önderlik etmenin, parti ile kit-

le çelişmesinin, parti içi mücadelenin, dost

ve düşman ayrımının incelikli bir biçimde ele

alındığı kitapta, Mao, aynı zamanda devrimci

yaşam tarzını da ustalıklı bir biçimde be-

timliyor. Vatanseverlik ile enternasyonalizm,

disiplin ile özgürlük, demokrasi ve merke-

ziyetçilik gibi kavram çiftlerinin diyalektik

ilişkisi halk dilinin olanca zenginliği içeri-

sinde başarılı bir biçimde sunuluyor.

1. YÜZYILIN BÜYÜK GERÇE��Mao’nun “Seçme Sözler”i 20. yüzyılın

gerçeklerini özlü bir biçimde toparlıyor. Düş-

manın, son tahlilde, halkla birleşemeyece-

ğini [Onlar (ABD Emperyalizmi) hiçbir şe-

kilde, beyazların ezici çoğunluğunu oluştu-

ran işçileri, çiftçileri, devrimci aydınları ve

diğer açık fikirli insanları temsil edemezler

(s. 20)], işçi sınıfı önderliğinin gerisinde bir

sınıf ittifakına (işçi-köylü-küçük burjuvazi ve

diğer milli sınıflar) önderlik ettiğini, müca-

delede parti ile halkın birliğinin sağlanma-

sı gerektiğini (s. 45), halk kuyrukçuluğuyla

halkçılığın farklı olduğunu (s. 53), haklı sa-

vaş ile haksız savaş ayrımını (ss. 59-60) ve

emperyalizmin kağıttan kaplan olduğunu (s.

69) net bir dille getirmiştir. 20. yüzyılın ger-

çeği emperyalizmin kağıttan kaplan oldu-

ğu ve bu kağıdı yakacak olanın kitleyle bir-

leşen devrimci bir önderliğin olduğudur.

Benzer bir betimleme İstiklal Marşı şairimiz

Mehmet Akif tarafından tek dişi kalmış ca-

vanar sözleriyle dile getirilmiştir. Dolayısıyla,

20. yüzyılın gerçeği evrenseldir, uluslar-

arasıdır, enternasyonaldir. 20. yüzyılın ger-

çeği devrimcilerin vatansever ve enternas-

yonalist olma zorunluluğudur. Dahası, en-

ternasyonalist olmanın anlamının emper-

yalizme karşı vatan savunmasında birleşmek

olduğu gerçeğidir. Bu savunmanın ve dev-

rimin kitlelerin eseri olacağı gerçeği 20. yüz-

yıla damgasını vurmuş ve 21. yüzyılda da ge-

çerlidir. Devrim ve ilerleme kitlelerin ese-

ridir. Zizek, Maoyu andığı bir yazısında bu

gerçeği şu sözlerle dile getiriyor:

Maonun adı emekleriyle tarihsel geliş-

menin görünmez özünü, arkaplanını sağ-

layan yüz milyonlarca adsız Üçüncü Dün-

ya emekçisinin seferberliğini temsil eder. (s.

11). Mao, bu yönüyle bir kişinin adı ol-

maktan çok yüzyılımızın sorunlarının anah-

tarını kitlelere sunan kitlelerin adıdır. Mao

bir kişi değildir, insanlığın büyük davasına

küçük ve sabırlı adımlarla yürüyen mil-

yonlarca insanın ilham kaynağı, onların yü-

reği ve aklıdır. Sözünü ettiğimiz kitap bu ak-

lın süzgecinden geçmiş deneyimlerin bir

toplamıdır.

(Seçme Sözler-Küçük Kırmızı Kitap, Mao Zedung, Epos Yayınları,

Çev: Duygu Aydın, 251 s.)

Page 11: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

25 OCAK 2013 CUMA 11Aydınlık KİTAP

Arşivlerden süzülmüş gerçeklerBİLAL ŞİMŞİR’İN SON ÇALIŞMASI: “LOZAN GÜNLÜĞÜ”

Bilal N. �im�ir, “Lozan Günlü�ü” adl� son çal��mas�nda Lozan konferans�n� gün gün ortayakoyarken, ya�anan gerginlikleri, konular�n perde arkas�n�, “kelle koltukta” görev yapan �smet

Pa�a’ya yönelik (Ermeni teröristlerin suikast haz�rl��� da dahil) tertipleri anlatmaktad�rBARIŞ DOSTER

baskıların mali ve iktisadi yönde ol-

duğunu vurgulamaktadır. Lozan

şartlarını kabul eden emperyalist

devletler, Türkiye’nin bu şartları

koruyup geliştirebileceğine aslında

inanmadıklarından, yaşamak ve

kurtulmak için genç Cumhuriyet’in

kısa zamanda onlara avuç açaca-

ğını, böylece de Lozan’da kazan-

dıklarını kısa süre sonra kaybede-

ceğini düşünmektedirler.

Lozan konferansını, “Milleti-

mizin Avrupa ortasına davet olun-

duğu büyük bir imtihan” olarak ni-

teleyen İsmet Paşa, Lozan’ı ve

sonrasını bir bütün olarak değer-

lendirmek gerektiğini vurgular.

“Harbi Umumi’den sonra gördü-

ğümüz antlaşmalarla yakından veya

uzaktan benzerliği olmayan bir

antlaşma” şeklinde tanımlar. Dün-

ya tarihinde nadir görülen örnek-

lerden olduğunun altını çizer.

Atatürk ise Nutuk’ta Lozan’ı şu

sözlerle değerlendirir:

“Lozan Barış Antlaşması’nda-

ki hükümleri, öbür barış önerisiy-

le (Sevr Antlaşması’ndaki hü-

kümleri kastediyor) daha çok kar-

şılaştırmanın yersiz olduğu dü-

şüncesindeyim. Bu antlaşma, Türk

ulusuna karşı yüzyıllardan beri

hazırlanmış ve Sevr Antlaşması

ile tamamlandığı sanılmış büyük

bir yok etme girişiminin yıkılışını

bildirir bir belgedir. Osmanlı tari-

hinde benzeri görülmemiş bir siyasi

zafer eseridir”.

Açılımların, kukla Kürt devle-tinin, özerkliğin, federasyonun,kısacası bölünmenin “demokrasi ve

özgürlük” adı altında ülkemize

dayatıldığı, Sevr’i Lozan’a tercihedenlerin gemi azıya aldığı, Ata-türk’e, Cumhuriyet’e saldırmanın

ün ve zenginlik kaynağı haline

geldiği günümüzde, Lozan’a sahipçıkmak Türkiye’ye sahip çıkmak-tır. İmzalanmasından 90 yıl sonra,

dışarıdan onca saldırıya, içeriden

bunca ihanete rağmen yaşamaktaolan Lozan’ı savunmak Cumhuri-

yet’i savunmaktır.

(Lozan Günlüğü, Bilal N.Şimşir, Bilgi Yayınevi, 725 s.)

Kitapta �smetPa�a’n�n

�ngilizlerin ba�delegesi

Rumbold’udize

getirmesinden,Türkiye

üzerindekibask�lara vekopar�lmak

istenenödünlere dek

çok ilginçbilgiler,

belgeleriylebirlikte yeralmaktad�r

Lozan Barış Antlaşması, her daim

ülkemizin gündeminde olan konu-

lardan biridir. Tarihi emperyalistlerin

mürekkebiyle yazan günümüzün res-

mi tarihçileri, dolmakalemleri, nu-

maracı cumhuriyetçileri, Soros sol-

cuları, Amerikan İslamcıları arasın-

da, özellikle Musul ve Kerkük’e atıf-

ta bulunarak, “Lozan’ın hezimet ol-

duğunu” öne sürenler çoktur. Os-

manlı tarihini, Rus, İngiliz, Fransız,

Alman, İtalyan, Avusturya arşivleri-

ne girmeden, Osmanlı’dan kopan

Balkan ve Ortadoğu ülkelerinin ar-

şivlerinde çalışmadan, hatta ve hatta

Osmanlı arşivlerine bile girme gere-

ği duymadan yazanlar açısından, Ata-

türk ve İsmet Paşa’ya saldırmanın ara-

cıdır Lozan. Değerli ustam Attila İl-

han’ın sık sık vurguladığı gibi, “hain

kontenjanı yüksek olan Türkiye’de”

Lozan’a saldırmak, Atatürk’e ve

Cumhuriyet’e saldırmanın diğer yo-

ludur. Kuvvet tahlili, iktisadi tahlil, sı-

nıfsal tahlil yapmayan, “emperya-

lizm” kavramını ağzına almayanların

yöntemidir.

Bu tiplere göre,

Lozan’da gizli mad-

deler vardır, aynen

henüz açıklanmayan

Atatürk’ün gizli vasi-

yeti gibi! Ve bunlar,

Atatürk’ün gizli vasi-

yetini gören (!) on-

larca cumhurbaşka-

nı, başbakan, Türk

Tarih Kurumu Baş-

kanı’nın, dedikodunun

çok sevildiği ülkemiz-

de çok ketum, ağzı sıkı,

sır tutan ve bu büyük

devlet sırrını tek bir

yakınıyla bile paylaşmayan üstün ni-

telikli insanlar olduğuna inanırlar! Lo-

zan’daki gizli belgeleri ise hadi bizim

devletimizi geçtik, emperyalist dev-

letlerin henüz neden açıklamadıkla-

rını bir türlü izah edemezler. Arşiv-

lerinin tamamını, en gizli bölümleri-

ni değil, uygun görülen bölümlerini

30-40-50 yıl sonra açıklayan emper-

yalist devletlerin, Lozan arşivlerini

açıklamamalarını ise komplo teori-

leriyle yorumlarlar.

Oysa Lozan belgeleri arşivler-

dedir. Ali Naci Karacan’dan Cemil

Bilsel’e, İsmail Soysal’dan Salahi

Sonyel’e dek çok sa-

yıda araştırmacı ve bi-

lim insanı çok farklı

yönleriyle Lozan’ı

elen alan, ayrıntılı,

kapsamlı, değerli

eserler ortaya koy-

muşlardır. Seha Me-

ray’ın çalışması da

özellikle önemlidir.

Lozan’la ilgili daha

önce de kitap yaz-

mış olan ve tek ba-

şına adeta bir üni-

versite gibi çalışan

emekli diplomat-

yazar Bilal N. Şim-

şir de, “Lozan Günlüğü” adlı son

çalışmasında konuyu belgesel bo-

yutta ve derinlemesine ele almak-

tadır. Lozan konferansını gün gün

ortaya koyarken, yaşanan gergin-

likleri, konuların perde arkasını,

“kelle koltukta” görev yapan İsmet

Paşa’ya yönelik (Ermeni terörist-

lerin suikast hazırlığı da dahil) ter-

tipleri anlatmaktadır.

Şimşir, kamuoyunda yanlış bili-

nen bir bilgiye de dikkat çekerek,

Lozan’da ABD ile imzalanan iki ta-

raflı antlaşmaya değinmektedir.

ABD ile imzalanan ve ABD sena-

tosunda reddedilen antlaşmanın,

çok taraflı Lozan Barış Antlaşma-

sı ile karıştırılmaması gerektiği ko-

nusunda uyarmaktadır.

LOZAN HAKKINDAHER �EY…

Lozan ile Ankara arasında o dö-

nemde bin 600 kadar telgraf gidip

gelmiştir. Konferans telgraflarla

yürütülmüştür. Şimşir, “Lozan Kon-

feransı boyunca bizim şifrelerin

karşıtlarımız tarafından açılmış ol-

duğu söylenemez. Ama konferan-

sın sonuna doğru Ankara’dan çe-

kilen bazı şifre telgrafların İngiliz-

ler tarafından İstanbul’da açılmış

olduğu anlaşılmaktadır. Bu bir is-

tisnadır. İngiliz Yüksek Komiserliği,

açılan telgrafları hemen Londra’ya

ve Lozan’a yetiştirmiştir,” demek-

tedir.

Kitapta İsmet Paşa’nın, “Tür-

kiye, bir elinde Misak-ı Milli, diğer

elinde kılıçla Lozan’a gidiyor,” di-

yen İngilizlerin baş delegesi Rum-

bold’u dize getirmesinden, Türkiye

üzerindeki baskılara ve koparıl-

mak istenen ödünlere dek çok ilginç

bilgiler, belgeleriyle birlikte yer al-

maktadır. İsmet Paşa, en büyük

Page 12: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

DOSYA

“Bütün dâhiler göklere uzanır. Mozart ise gökten inmiştir.”

Albert Schweitzer

Karlı bir Salzburg günüydü. Takvimler

tarih olarak 27 Ocak 1756’yı gösteriyordu.

Şehrin sakinleri her günkü olağan yaşan-

tılarını sürdürmeye hazırlanırken, o sabah

hiç de sıradan olmayan bir

güne uyandıklarını henüz

bilmiyorlardı. Sadece saat-

ler kalmıştı Salzburg’lu bir

bebeğin doğmasına. Şehir-

de tüm doğa adeta havada-

ki büyüyü hissetmiş gibi, de-

rin bir sessizlik içinde ve

saygıyla beklemekteydi bu

yeni küçük dünya misafirini.

Nihayet saat 20:00 sularında,

oldukça zor bir doğumun ar-

dından Salzburg semaları al-

tında hayata merhaba dedi bu

küçük melek. O zamana ka-

dar dünyaya gelen altı çocuğundan sade-

ce biri (daima Nannerl diye anılacak olan

Maria Anna) hayatta bulunan aileyi büyük

bir sevince boğmuş ve her zaman olduğu

gibi bu sevimli bebeğe de sağlıklı ve uzun

ömür dilekleri yağmıştı. Oysa bu güzel açık

tenli, açık renk gözlü sevimli

bebek dünyamızda sadece

otuz beş yıl gibi çok kısa bir

süre misafir kalacak ve en az

üç ömre ancak sığdırılabilecek

devasa başarıları o minicik

otuz beş yılda tamamlayacak

ve tüm insanlığa armağan ede-

cekti. Doğumunun ertesi günü

28 Ocak 1756’da kent kated-

ralinde vaftiz edilen bebeğe

“Johannes Chrysostomus Wolf-

gangus Theophilus” adı konul-

du. Fakat çok değil, birkaç yıl

sonra dünya onu Wolfgang

Amadeus Mozart adıyla anacaktı.

Wolfgang’ın babası Salzburg Başpis-

koposluk Sarayı Orkestrası’nın kemancı-

sı olan Leopold Mozart dönemin şartlarına

göre oldukça iyi bir eğitim almıştı. Pek çok

konuyla yakından ilgilenen biriydi. Sosyal

bilimler ve fen alanında temel eğitimi

vardı. Ayrıca astronomi çok ilgilendiği bir

konuydu. İtalyanca, Fransızca, İngilizcenin

yanı sıra Latince ve Eski Yunanca da ko-

nuşabiliyordu. Masraflarını kendi üstle-

nerek bastırdığı “Versuch einer gründlic-

hen Violinschule” (Temel Nitelikte Bir Ke-

man Okulu Denemesi) adlı kitabı, onun

aynı zamanda iyi bir eğitici ve öğretici ol-

duğunu da göstermektedir ki sözü edilen

kitap basıldıktan kısa bir süre sonra Fran-

sızca ve Hollandacaya da çevrilecek ve

uzun yıllar müzik dünyasında

temel başvuru kaynakları ara-

sında sayılacaktır.

OYUNCA�IKLAVSEN OLANÇOCUK

Wolfgang’ın en büyük

şansı, böyle bir babanın oğlu

olarak dünyaya gelmek ve

onun gözetiminde yetiş-

mekti. Doğumundan itiba-

ren ablası Nannerl ile bir-

likte küçük Wolfgang mü-

zikle çevrili bir dünyada

yaşamaya başladı. Daha çok küçük yaş-

larda ablası Nannerl klavsen başına geçi-

yor ve küçük Wolfgang hemen onu dinle-

meye koyuluyordu. Ve daha üç yaşınday-

ken oyuncak yerine klavseni kullanmaya,

altı yaşına geldiğinde ise

çoktan kendi çapında bes-

teler yapmaya başlamıştı.

Minik Wolfgang’ın ola-

ğanüstü yeteneği, bitmez

tükenmez coşkusu, mü-

zikte daima daha çok şey

öğrenme tutkusunun or-

taya çıkması, yaşamının

henüz tek haneli sayılarla

söylenen ilk yıllarına rast-

lar. Ablası da onun gibi

çok yetenekli bir çocuk

olmasına rağmen, küçük

Wolfgang’ın yeteneği çok

kısa zamanda onu gölgede bırak-

mıştı. Baba Leopold Mozart çocuklarının

bu yeteneği karşısında tabii ki ilgisiz kal-

mayacak ve bunu değerlendirecekti. Böy-

lece başpiskopostan izin alarak çeşitli Av-

rupa şehirlerine çocukları için geziler dü-

zenledi. Ailece önce Münih’e, arkasından

Prag’a ve Viyana’ya, sonra yine Münih,

Manheim, Ausburg, Frankfurt, Brüksel,

Paris ve nihayet Londra’ya vardılar. Bu ge-

zilerde soylular tarafından dinlenip bolca

MÜZİĞİN HARİKA ÇOCUĞU MOZART 257 YAŞINDA

Dâhiyane NotalarÖlümünden bu yana geçen iki buçuk as�rl�k zaman içinde, her ku�ak onun eserlerinde bir

ba�ka anlam ve özellik bulmu�tur. Yap�tlar�ndaki bu derin anlam ruhlara i�ledikçe Mozart'�ninsanl��a yard�m� sonsuza dek sürecek ve ça�lar boyunca daha da önem kazanacakt�r

ASYA KAFKASYALI

25 OCAK 2013 CUMA12 Aydınlık KİTAP

Söz Mozart’tan açılmışken, bestecihakkında yakınlarda raflara çıkmış olaniki kitaptan bahsetmekte fayda var. İlkiCan Yayınları'nın çıkardığı genişletilmişüçüncü baskısı yapılan, İstanbul DevletSenfoni Orkestrası Flüt Sanatçısı AydınBüke tarafından yazılan “Mozart - Bir Ya-şam Öyküsü” adlı kitap. Türkiye'de bu-güne kadar Mozart hakkında yazılmış enprofesyonel yapıt olma özelliğine sahip.Bestecinin hayatına ait tüm ayrıntılarçok yalın ve samimi bir üslupla yazılmış vegerçek bir biyografi olmasına rağmenroman tadında kurgulanabilmiş. Kitabı eli-nize alır almaz Mozart'ı adeta dokunacakmesafede yanınızda hissediyorsunuz. Kâhonun mutluluğuyla seviniyor, kâh acılarıylaüzülüyorsunuz. Mozart Mannheim'dahaftalarca iş için gittikçe umutlarını yiti-rerek beklerken, sizin de boğazınız dü-ğümleniyor. Yani Mozart’la birlikte nefes

alıyorsunuz adeta. Bu derece okuyucuyusaran, içine çeken bir üslup kullanılmış.Ayrıca yazar, o devrin yaşam biçimini, ebe-veyn çocuk ilişkilerini, terbiye ve saygı sis-temini, Mozart'ın yapıtlarının sergilendi-ği yılların eş zamanlı siyasal ve sosyal olay-larını profesyonelce okuyucuya aktar-mayı başarmış. Çok başarılı, takdire de-ğer bir çalışma.

İkinci kitabımız Yapı Kredi Yayınla-rı’ndan çıkmış. Yazarının adı Michel Pa-routy. Görsel yönüyle daha dikkat çekengüzel bir cep kitabı. Mozart'ın operala-rından “Figaro’nun Düğünü”, “Don Gio-vanni”, “Cosi Fan Tutte” ve “SihirliFlüt”ten en önemli parçaların isimlerinin,ilgili sahnelerinin sembolik figürlerinin al-tına yazıldığı ilk sayfalar çok ilginç ve se-vimli. Mozart hakkında daha yüzeysel bo-yutta bilgiyle yetinmek isteyecekler için gü-zel bir başvuru kaynağı.

MOZART’I ANLATAN İKİ KİTAP

Page 13: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

takdir topluyordu küçük Mozart. Viya-

na’da Schönbrunn Sarayı’nda İmparato-

riçe Maria Theresia’nın ve İmparator I.

Franz’ın huzurunda tüm hünerlerini gös-

terdi. Ama o aynı zamanda altı yaşında bir

çocuktu ve kendisine ilgi gösteren impa-

ratoriçenin kucağına atlayıp boynuna sa-

rılıvermişti. Ve tabii ki imparatoriçe de hoş-

nutlukla karşılamıştı minik Wolfgang’ın bu

hareketini. Ne de olsa kendisi de o güne

kadar tam on altı kez doğum yapmış bir

anne idi. Schönbrunn’da yere düşünce aya-

ğa kalkmasına yardım eden yaşıtı küçük bir

kıza “Çok nâziksiniz, büyüyünce sizinle ev-

leneceğim,” der. Geleceğin Fransa Krali-

çesi Arşidüşes Marie Antoinette böylece

hayatının ilk evlenme teklifini almış olur.

Daha sonra Paris’te Madame de Pompa-

dour’un huzuruna kabul edilirler. Ama bu

turnelerin Leopold’ün ailesine getirdiği pa-

rasal kazanç çok yeterli değildir. Dükler,

prensler ve diğer soylu kişiler paradan zi-

yade altın tabaka, yüzük ve prenslere ar-

tık küçük gelen sırmalı giysiler gibi hedi-

yelerle yetinmektedirler. Küçük Wolf-

gang’ın bu işte en büyük kazancı ise, dün-

yayı görmek, çağın müzik akımlarını ye-

rinde tanımak, gittiği yerlerdeki büyük mü-

zisyenlerle tanışmak ve onların derslerin-

den yararlanmaktır. Nitekim Londra’da

büyük Bach’ın oğlu Johann Christian

Bach’ı tanır ki kendisi dokuz yaşındayken

otuz yaşında olan C. Bach onu melodik sti-

lin güzellikleriyle tanıştıracaktır. Bolog-

na’da ise besteci ve müzikolog Padre

Martini’yle tanışacaktır. Wolfgang bu de-

ğerli kişilerden çok yararlanmış ve onların

bir hayli etkisinde kalmıştır. Hayatındaki

bir diğer şansı da Haydn ile tanışmak olur.

Ve bu geziler sırasında Mozart bir yandan

da durmaksızın yeni eserler bestelemek-

tedir. Dönüşünde Salzburg başpiskoposu

Mozart’ı resmen “Kapellmeister” (orkes-

tra şefi) yapar. Kısa süre sonra da sadece

baba oğul İtalya gezisine çıkarlar. Mantua,

Milano, Bologna, Floransa ve Roma. Her

yerde büyük alkış alır. Roma’da Papa Al-

tın Mahmuz nişanıyla onurlandırır Mo-

zart’ı. Bologna Filarmoni Akademisi ken-

disini üyeliğe seçer. Verona Akademisi Mo-

zart’a Kapellmeister rütbesi verir ve so-

nunda yeniden Salzburg’a dönüş zamanı

gelir ama bu sefer işler pek yolunda git-

meyecektir. Yeni gelen başpiskopos aksi bir

adam olup Mozart’a karşı hiç hoşgörülü

değildir. Konser turneleri için kendisine

izin vermez. Bu sebeple Mozart görevin-

den istifa etmek zorunda kalır ve bu sefer

annesiyle birlikte yollara düşer. İlk dura-

ğı Münih olacaktır ama ne yazık ki bir tür-

lü iş bulamaz. Üstelik annesini de kaybe-

der ve tekrar Salzburg’a dönmek zorunda

kalır.

Artık o parlak çocukluk günleri geri-

de kalmış, hayatının tüm sorumluluğu

omuzlarına yüklenmiştir. Bu arada Cons-

tanze’ye aşık olmuştur ve babası hiç iste-

mediği halde onunla evlenir. Ne yazık ki

Constanze Mozart’ın dehasını kavrayabi-

lecek yetenekte bir kadın değildir. Belki de

Mozart’ın yaşarken olduğu gibi, ölümün-

den sonra bile yakasını bırakmayan şans-

sızlığı olacaktır bu evlilik. (Bugün Mo-

zart’ın mezarının yerinin kaybolmasını

maalesef Constanze’nin ilgisizliğine borç-

luyuz.)

KARANLIK YILLARDA E�S�Z BESTELER

Mozart hesap işlerinden hiç anlamaz-

dı. Eh Constanze de “yuvayı yapan dişi

kuş” türünden bir kadın olmadığı için, karı

koca daima günü gününe yaşıyor ve çoğu

zaman masrafları gelirlerini aştığı için

Mozart çevresinden borç almak zorunda

kalıyordu. Bir zamanların ayakta alkışla-

nan harika çocuğu artık yorgun, küskün ve

tam çocukluktan çıkıp gerçek bir müzisyen

olarak üretmeye başladığı anda yalnız bı-

rakılan, umutsuz bir genç adamdı. Hayat

onu daha genç yaşında yormaya başlamıştı.

Buna rağmen en muhteşem eserlerini bu

en karanlık yıllarında yarattı.

1787 yılında henüz on yedi yaşında olan

Beethoven Viyana’ya geldi. Ölümüne

dört yıl kala tanışıp dinlediği Beethoven

için “Dikkat edin, ileride bu delikanlı

kendinden çok söz ettirecek,” demişti.

Tüm yorgunluğuna ve hızla sıhhatinin

bozulmasına rağmen her an var gücüyle ça-

lışarak dünyaya 620’den fazla eser bırak-

tı Mozart. Bunlar “Idomeneo”, “Saraydan

Kız Kaçırma”, “Figaro’nun Düğünü”,

“Don Giovanni”, “Sihirli Flüt” ve “La Cle-

menza di Tito” gibi en tanınmışlarının da

içinde olduğu 22 opera, 41 senfoni, 30’a ya-

kın piyano konçertosu, keman için 5 kon-

çerto, flüt, klarinet, fagot, korno için 10

konçerto, missalar, kantatlar, serenatlar,

oda müziği eserleri, sonatlar, liedler, ko-

rolu parçalar, divertimentolar, çeşitleme-

ler, danslar, menuettolar, konser aryaları,

dinsel eserler ve o muazzam “Requiem”.

Ayrıca biz Türkler tarafından çok sevilen

“Rondo Alla Turca “(La Major Piyano So-

natı K.331) yani “Türk Marşı”nı da özel-

likle unutmamak gerekir. Ve de tüm bun-

lar topu topu otuz yıllık kısacık bir zaman

diliminin ürünleriydiler.

HER KU�A�I BESLEYEN NOTALAR

Son yıllarında artık Viyana’dadır.

1791’in Kasım ayında hastalığı çok artar.

Mozart’ın bütün hayali sevgili “Re-

quiem”ini bitirebilmektir ama ne yazık

ki kısmet olmaz. (Ölümünden sonra

öğrencisi Süssmayer tarafından tamam-

lanacaktır.) Elleri ve ayakları şişmiştir.

Kısmen felç olmuş durumdayken bile

yazmaya çalışır ama “Lacrymosa”nın

başında artık kalemi elinden düşer. Ve

1791 yılının 5 Aralık gecesi saat 01:00 su-

larında hayata gözlerini kapatır Mo-

zart. On yıl kadar önce büyük aşkı Cons-

tanze’siyle evlenmek için mutluluktan

uçarcasına girdiği, Viyana’nın sembolü

ve gururu olan Saint Stephan Katedra-

li’nden bu sefer 7 Aralık günü çok kuv-

vetli bir kar fırtınası nedeniyle oldukça

ağır ilerleyebilen bir cenaze arabasıyla

uğurlanarak, ebediyen uyuyacağı Saint

Marx Mezarlığı’na doğru sonsuz yolcu-

luğuna çıkar, kimsesiz ve yapayalnız

olarak.

Ölümünden bu yana geçen iki buçuk

asırlık zaman içinde, her kuşak onun son

derece duygulu, cıvıl cıvıl, uçarı, dinle-

yiciyi sürükleyen öykülerle dolu eserle-

rinde bir başka anlam ve özellik bul-

muştur. Yapıtlarındaki bu derin anlam

ruhlara işledikçe Mozart’ın insanlığa

yardımı sonsuza dek sürecek ve çağlar

boyunca daha da önem kazanacaktır.

25 OCAK 2013 CUMA 13Aydınlık KİTAPDOSYA

Mozart herhalde en

çok yazılan kompozitör-

lerden biri. Çünkü bir fe-

nomen. Müzik tarihinde

gelmiş geçmiş en iyi mü-

zisyenlerden biri Mozart.

Liszt de tıpkı Mozart ka-

dar dâhiyane bir çocuk,

onu da söylemek lazım.

Fakat Mozart’ın yeri ayrı,

çünkü her müziğinde ina-

nılmayacak bir ilham var,

bazı eserleri biraz şablon

gibi görünse de... Mesela

ben Mozart’ın özellikle

bazı eserlerini tercih edi-

yorum. Bunların en

önemli kısmı oda müziği,

operalar ve piyano kon-

çertolarının birçoğu...

Hepsi kelimeyle tarif edi-

lemeyecek kadar ola-

ğanüstü.

Aslında Mozart’ı çok

da iyi tanıdığımızı söyle-

yemem. Yani o kadar çok

eseri var ki, ne kadarını

biliyoruz? Mozart ko-

nuşmakla bitmez. Bu ka-

dar zengin ve geniş bir

dünyası olan bir kompo-

zitörü çok daha detaylı ve

kapsamlı araştırmak la-

zım. Hakikaten büyük bir

fenomen o.

Ülkemizde klasik mü-

zik hala toplumun geniş

bir kesimine yayılmış de-

ğil gibi duruyor ama “40.

Senfoni”yi herkes biliyor.

Eğer bu kitapları oku-

yan insanlar varsa tabii.

Çünkü kitap okumak da

tarihe karışıyor. Artık

teknolojik aletlere kitap-

ları yükleyip okuyorlar,

sanırsın ki içinde mil-

yonlarca kitap var. Ama

kitabın yerini tutmaz. O

yüzden kitap okuyan

azaldı, yazık. Halka ulaş-

tırmak, mal etmek bir

yerde iyi, bir yerde tehli-

keli. Çünkü bence ideal

bir kitabın insanlara şunu

vermesi lazım, okuduğu-

nuz zaman bahsedilen

müzisyeni ya da kimseyi

daha iyi tanıma ihtiyacı

hissedip, neden bu ope-

raları yazmış, neden böy-

le yazmış, bunları araş-

tırmaya yöneltmesi ge-

rekir. Böyle meraklı in-

sanlar da fevkalade in-

sanlardır. Kitaplar her

zaman önemlidir, sadece

biraz tembel olmayacak-

sınız, okuyacaksınız.

Ben yazarın bu son

kitabını okumadım, ama

ondan önceki, gerek

Chopin, gerek Clara

Schumann üzerine yaz-

dığı kitapların tümünü

okudum ve hepsi son de-

rece güzel yazılmış, iyi

araştırmalar yapılmış ve

ortaya faydalı kitaplar

çıkmış. Kendisine de teb-

rik ettiğimi söyledim.

Yine de dediğim gibi

Mozart'ı tam olarak ta-

nımak imkansız. Araştır-

dıkça yeni şeyler keşfe-

diyorsunuz. Opera bakı-

mından, armoni bakı-

mından bazı eserleri ina-

nılmayacak kadar ileri ve

modern.

İDİL BİRET

Mozart müziğin pey-

gamberidir bana göre;

müzikle aramızdaki en

dolaysız elçidir. Mo-

zart'ın eserlerinde bir

hayat boyunca hissedi-

lebilecek her türlü duy-

gu en katıksız, en güçlü

ve kalıcı şekilde ifade

edilmiştir. Ne zaman

Mozart çalsam veya din-

lesem, içimdeki tüm

olumsuz duygular, hu-

zursuzluklar kaybolup

gider. Mozart'ın deha-

sına taparcasına bir hay-

ranlıkla ve neredeyse

bağımlılığa dönüşen bir

tutkuyla dinliyorum tüm

eserlerini.

Klasik dönemin ro-

mantik bestecisi de di-

yebiliriz Mozart için. Pi-

yano konçertolarında ör-

neğin, kristal berraklık

ve ritmik kesinliğin yanı

sıra kalıpların içerisinde

esnek bir ifade de kulla-

nabiliriz. Opera her za-

man baskın çıkmıştır

Mozart'ın eserlerinde;

sopranonun şarkısını

klavyede çıkarırken ise

sonoritenin aşırı kuru

ya da çığırtkan olma-

ması için dengeyi sağla-

mak önemlidir. Onun

eserlerine en tecrübeli-

lerimiz aşkla olduğu ka-

dar temkinli yaklaşır-

ken, en genç müzisyen-

ler cesurca atılırlar.

GÜLSİN ONAY

Page 14: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

25 OCAK 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP

Güngör Gençay’ın şiiriGençay’�n �iiri bir yenilik içermez. Fakat içerik alan�nda ufkunun geni�ledi�ini,

temalar�n�n zenginle�ti�ini görürüz. Duru�unu edinmi�, kararl�l���n� ku�anm�� ve sözüolan, sözünü söylemek isteyen bir �airdir

CAFER [email protected]

“Ak saçları, mavi bakışlarındaki yor-

gunluk hareleri ile onu çoğu zaman Ga-

lata’daki ofisinde çalışırken bulurdum. Ya-

şamı, gençliğinden yaşlılığına bitmemiş bir

şiirin öyküsüdür. Bu öylesine yalın, katı-

şıksız bir çabayla sürüklenen ve aşkla

kuşatılmış bir öyküdür ki biteceğe de

benzemiyor.”

Güngör Gençay’la ilgili bu satırları

1998 yılının Nisan ayında, İnsancıl dergi-

sinde yazmışım.

Aradan on dört yıl geçti. O aşkla, inan-

la akan ırmak 2012’nin Nisanında dindi,

ebediyetteki yerini aldı.

Güngör Gençay; yazı, kitap ve yazın

dünyasına, ilk kez 1952 yılında şiirle adım

atıyor. Daha sonra şiir yayımlamıyor, fa-

kat genç şairlerin şiirlerinin yer aldığı bir

antolojiyi yayımlayarak edebiyatla ilişki-

sini sürdürüyor.

Güngör Gençay’ın “Genç Şairler An-

tolojisi-1”in basım tarihi 1955’tir. Bir ki-

tap bütünlüğü içinde kendi şiirlerini ise

tam on yıl sonra, 1965’te yayımlıyor.

Bu tutumundan, adım atmak istediği

dünyanın onu ürküttüğünü, onun için

umut var olmadığını çıkarsayabileceğimiz

gibi yolunda donanımlı bir biçimde iler-

lemek için zamana ihtiyaç duyduğu fikri-

ne de ulaşabiliriz. Kendi anlatımı ikinci

olasılığa işaret ediyor: “İlk şiirimle ilk ki-

tabımın yayımlanışı arasında on üç yıl var.

Benim koşullarımda, yolunu el yordamıyla

bulmaya çabalayan bir şair adayı için bu

staj süresi çok uzun değil kanımca.” (Kar,

Sayı 1, 2010).

Güngör Gençay şiir vasıtasıyla sesini

dünyaya düşürmeye karar verdiğinde tam

otuz bir yaşındadır. Bu geç bir yaş mıdır?

Yatılı okullarda okuyacak çocukların da-

vul zurna ile köylerden toplandığı, üni-

versitelerde kontenjanların dolmadığı, sı-

raların boş kaldığı, Türkiye’nin o günkü ko-

şullarında, yani altmışlı yıllarda tabii ki geç

bir yaştır. Fakat o alçakgönüllü biriydi ve

hiç kıskanç değildi. Bu iki hassası da

onun onca uzun zaman ortaya çıkmama-

sının, kendi ruhunun ikliminde sabırla bek-

lemesinin sebebi olabilir.

Güngör Gençay’ın ilk telif eseri “Sa-

bah Rıhtımı”dır ve yayım tarihi 1965’tir.

“Sabah Rıhtımı” bireysel duyarlıkların şii-

ridir. Uzak bağdaştırmalara başvurma

özentisi taşıyan, anlamdan anlamsızlığa

akan ya da anlamsızlıkla anlam iletmeye

çabalayan tarzıyla bir bakıma İkinci Ye-

ni'nin gölgesi altındadır.

Güngör Gençay’ın bu kitabındaki

“Yörünge” şiiriyle kendine özgü bir an-

latım alanına girmeye çabaladığını görü-

yoruz. Duyuş biçiminde ve bakış pers-

pektifinde ise henüz bir değişimin işaret-

leri söz konusu değildir.

İkinci kitabı “Oğul (1967)”da içerik ba-

kımından bir farklılık belirginleşmesi ol-

mamakla birlikte bu yönde “Balıklar

Ovası”nı önceleyen bir gülümsemeden söz

edebiliriz.

“Balıklar Ovası (1967)”nda şairimiz şii-

rini bireyin iç yaşantısından çıkarmıştır. Ya-

şantı deneyimlerine ve gözlemlerine ağır-

lık vermeye başlamıştır. Bu, onun şiirinin

etrafıyla ilgilenmesi anlamına da gel-

mektedir. Fakat olayları ve olguları bireysel

bakışın dışında bir anlamlandırmaya tabii

tutacak bilincin ideolojik yapısı henüz bü-

tünselliğe sahip değildir . Yine de “Balıklar

Ovası” toplumsallığa açılan ilk izleklerin

yer aldığı bir kitaptır. “Grev, patron, savaş,

barış, hürriyet, düzen” gibi sözcükler

Güngör Gençay’ın şiirine ilk kez bu kita-

bında girmiştir.

Sonra “Dövülü Yürek (1968)” geliyor.

Bu süreçte şairimiz belli bir politik yöne-

lim içindedir ve Amerika karşıtlığı doğ-

rultusunda bu tercihi hayli birikimle bes-

lenmiş bir aşamadadır. “Dövülü Yürek”te

baştan sona Amerikan emperyalizminin

sorgulaması yapılır. Emperyalizm karşı-

sında, mağlup insanlık değerleri yücelti-

lir:

“bu kenti gözlerim gördü dedi adamhani kızanlar kısraklar hani bahçede hayat hani yüzbin askerden bir tek geriye kalanhani ses hani ışık”

“Dövülü Yürek”ten sonra şairimiz

yirmi yıllık bir suskunluk dönemime giri-

yor. Geniş zamanlı etütlerde, Güngör

Gençay’ın gündelik hayatının sergüzeşti

ile bu yirmi yıllık şiirsizlik dönemi karşı-

laştırılmalıdır ki hayatı ile sanatının etki-

leşim boyutu görülebilsin.

Güngör Gençay tam yirmi yıl sonra

“Vurgunsuz Sabahlara Uyanmak”la dö-

nüş yapıyor edebiyat dünyasına. İyi de kar-

şılanıyor. MeselaTalat Sait Halman şöy-

le yazıyor: “ ‘Vurgunsuz Sabahlara Uyan-

mak’ beni sevindirdi, duygulandırdı. İçin-

de ne güzel sevgi, barış, ülkü, adalet ve za-

fer şiirleri var. Okumak müstesna bir

zevk oldu. Elleriniz dert görmesin.”

Yılmaz Odabaşı’nın yazdıkları Güngör

Gençay’ın konumunu belirgin biçimde ak-

settirmesi açısından daha önemlidir: “Bir

sevdayı iliklerinize, atardamarlarınıza ka-

dar duyumsayarak gerçek bir kararlık ve

inançla ve zorlamasız yazdığınız şiirleri-

nizdeki ideolojik perspektifi bu aşamada

bir başka güzel kazanım olarak niteliyor,

sizi bir kavganın-sevdanın şairi olarak

selamlıyorum.”

Güngör Gençay yirmi yıllık bekleyiş-

ten sonraki dönüşünde toplumcu gerçekçi

şiirin sade dil, serbest ölçü ve toplumsal

sorumluluk olarak özetlenebilecek te-

mel ilkelerinin dışına çıkmaz. Bu anlam-

da şiiri bir yenilik içermez. Fakat içerik ala-

nında ufkunun genişlediğini, temalarının

zenginleştiğini görürüz. Artık duruşunu

edinmiş, kararlılığını kuşanmış ve sözü

olan, sözünü söylemek isteyen bir şairdir:

“Çocuklar uykuya vardığı zamanGözkapaklarındaPostalların ağırlığı olmasınGörmesinler düşlerindeNe güdümlü mermiyiNe de götürülüşünüİtiş kakış babalarınınSevince yaslansın sabahlarıGüzelliğe yaslansınBırakın çocuklar

Özgürlüğünce gönüllerininÇocukluğunu yaşasın (Güzel çocukluk)”

“Vurgunsuz Sabahlara Uyanmak”la

birlikte Güngör Gençay’ın üretimindeki

yoğunluk dikkat çekmeye başlar. Artık her

yıl bir şiir kitabı bazen de bir yılda iki tane

yayımladığı olur. 1989’da “Annem Beni

Yetiştirdi” okurla buluşur. Şairimizin

“Anne Şiirleri” antolojisi yaptığını da

göz önüne alırsak anne temi onun başat

temlerinden biridir. Kadir İncesu’nun

kendisiyle yaptığı bir mülakatta bu du-

rumla ilgili ipuçları da veriyor: “…babam

çok sert bir adamdı. Zaman zaman an-

nemin çığlık ve ağlamalarına ablamla

birlikte uyanır, onu, annemi döverken gö-

rürdük.” (Kar, Sayı 1, 2010)

“Annem Beni Yetiştirdi”de toplumsal

içerikli şiirlerindeki öğretici, öğütleyici, bil-

gilendirici edanın hayli törpülenmiş ve li-

rizme yaslanmış olduğunu görürüz.

“Dünyanın ağrılı kasığındaSuskunluğa sarılıpsarmalanmak istenenAcıyla akraba çocuklarım,Çocuklarım merhaba.Hangi yalın özel isminSahiplik ekinde boylanırsanız boylanınGün ışığıyla aranıza girenPerdeleri kaldıran ellerinize,Yüreklerinize, çocuklarım,çocuklarım merhaba. (Merhaba)”

Sonrasında “Kısacalar” (1990), “Sa-

taşmalar” (1992), “Ağmalar” (1995), “De-

nize Akan Yangın” (1995), “Yaşam Umu-

da Uyarlı” (2000), “Yaşam Çavlanında”

(2005) ve “Dolunay Üstü Görüntüler”

(2009) var.

Bütün bu yapıtlar, insana yaraşır bir

dünya tasavvurunun dışında kalan açlık,

yoksulluk, işkence, adaletsizlik, eşitsizlik

gibi değerlerin karşısında duran, emper-

yalizm ve onun uzantısı düzenlerle müca-

delede emekçilerin birliği özlemiyle yanıp

tutuşan bilinç ve vicdanın ürünüdür. B. Sa-

dık Albayrak’ın deyişiyle, “Dostluk ve de-

ğerbilirlik onun kişiliğinin ana çizgisiydi. Ya-

şamı ve yazdıklarıyla sosyalist mücadele-

nin insanlarını ve anılarını buluşturan bir

çınardı. Dallarının ve gövdesinin boşluğunu

hep duyacağız.

“Güngör Gençay’ın Edebiyatımızdaki Yeri”

adıyla bir etkinlik gerçekleştirilecektir.Yer: Avrupa Pasajı, Kat:2 - Galata

Tarih: 26 Ocak 2013 Saat: 14.00

ETKİNLİK

Page 15: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

25 OCAK 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAP

Çarklara rağmen nefesalabilmek

AYDOĞAN YAVAŞLI

Alman yazar Hermann Hesse, yur-

dumuzda özellikle “Bozkırkurdu” adlı

muhteşem romanıyla tanınır. Ünlü ro-

mancı, Birinci Dünya Savaşı’nda Al-

man militarizmine karşı çıkmış, protes-

to için İsviçre’ye taşınmıştır. İkinci Dün-

ya Savaşı’ndan sonra ailevi sorunları

yüzünden (burada “Rosshalde” adlı ro-

manını anımsayalım) çok ağır bunalım-

lar geçirmiş, tanınmış bir psikanalistten

destek görmüştür. Hesse, 1946’da Nobel

Edebiyat Ödülü’nü aldı. Barışseverliği,

insan yaşamını derinlemesine irdeleyen

felsefesi ve Doğu’nun mistik düşün dün-

yasına olan düşkünlüğü, onu özellikle

hippi gençliğin en çok okuduğu yazarlar

arasına sokmuştur.

Korku filmlerinin babası ünlü yö-

netmen Alfred Hitchcock’un çok bilinen

bir özelliği de, yönettiği filmlerin küçük

bir karesinde yüzünü

göstermesidir. O

kare, sanki bir imza

gibidir. Hermann

Hesse’in de yazdık-

larında bunu tıpkı

Hitchcock gibi yaptı-

ğını “Çarklar Arasın-

da” adlı romanında

bir daha görüyoruz.

Hermann Hesse, ro-

manında bu kez Her-

mann Heilner olarak

karşımıza çıkmaktadır:

Kendini tutsak hisset-

tiği okulunda kuralları

zorlayan, birçok kez de yıkan, başlarını

derslerden bir türlü kaldıramayan diğer

öğrencilerin korka çekine izledikleri,

okul yönetiminin baş belası, şair Her-

mann Heilner!

Çarklar arasında sıkışıp kalmayı yad-

sıyan, bu yüzden de aforoz edilen, fakat

bütün bu dışlanmalara karşın onurundan

kesinlikle ödün vermeyen, kendini ez-

dirmeyen, romanımızın kahramanı taş-

ralı gencin hayranlığını kazanan Heilner!

Gerçekten de öğretmenler, sınıfla-

rında böyle bir öğrenciyle karşılaşmak-

tansa o sıralara bağlı birkaç eşeği görmeyi

yeğlerler. Aslında bu tutumlarında hak-

sız da sayılmazlar. Ne de olsa görevleri,

olağandışı ve (Heilner gibi) acayip kişi-

leri değil, iyi Latince ve matematik bilen

dürüst ve efendi orta sınıf insanlarını ye-

tiştirmektir. (s.134-135) “Dahi öğrenci-

lerle öğretmenler arasında oldum olası

bir uçurum vardır, okullarda boy göste-

recek böyle kişilere öğretmenler baş

belası gözüyle bakarlar.” (s.134)

�A�R RUHLU ARKADA�Romanın kahramanı Hans Gieben-

rath, küçük bir Alman kasabasında ya-

şayan genç bir oğlandır. Kasabadaki

günleri, genellikle ırmak kenarında ba-

lık avlayarak ya da ayakkabıcı Flaig Us-

ta’nın dini konulardaki soh-

betlerine katılarak geçmekte-

dir. Kasaba okulundaki başa-

rısından dolayı devletin açtığı

parasız yatılı okul sınavına

girmeye hak kazanmıştır.

Hans Giebenrath’ın böyle bir

sınava girecek olması, kendi

halinde yaşayan kasaba hal-

kının yaşamına renk getirir.

H. Giebenrath birden, kasa-

banın en çok sevilen, umut

bağlanan ve tanınan kişisi

olur.

Stuttgart’taki sınavı ba-

şarı ile veren Hans, yeni

okuluna başlar başlamaz

hummalı bir şekilde derslerine sarılır ve

kısa bir zaman içinde öğretmenlerinin

dikkatini çeker. O, başarmak zorundadır.

Ailesi, yakınları, hatta bütün kasaba, on-

dan başarılarla dolu güzel haberler bek-

lemektedir.

Fakat kimsenin Hermann Heil-

ner’den haberi yoktur. Hemen her dav-

ranışı ve sözüyle farklı biri olduğu ça-

bucak anlaşılan Heilner, Hans’a dost ol-

muştur bile! “Ne acayip bir çocuktu şu

Heilner! Romantik biri, bir şair! Şimdi-

ye kadar onun davranışlarına şaşmaktan

kendini alamamıştı. Herkesin de gördüğü

gibi, kendini vererek ders çalıştığı pek

yoktu Heilner’in, öyleyken çok şeyi bili-

yor, sorulan sorulara akıllıca cevaplar ve-

riyor ama yine de kafasındaki bilgileri kü-

çümsüyordu.” (s.101)

ÖLÜMCÜL DE����Mİlerleyen zaman içinde bu şair ruhlu

dostundan çok etkilenen Hans’ın ders-

lerden giderek koptuğunu ve en sonun-

da okulu terk etmek zorunda kaldığını gö-

rüyoruz. Kasabaya dönen Hans, tıpkı

eski günlerdeki gibi, bir süre balık avla-

yıp Flaig Usta’nın hoş sohbetlerine ka-

tıldıktan sonra bir torna atölyesinde işe

başlar. Artık her şey geride kalmıştır:

Umutlar, Latince, matematik, Homeros

ve şımartıldığı o pembe günler… Vefasız

Emma, bu örseleyici yalnızlığı birazcık ol-

sun parçalayacağı anda çıkar gider

Hans’ın yaşamından. Aşkı ve cinselliği he-

nüz tanımaya başlayan Hans artık iyice

dağılmıştır. Atölye arkadaşlarıyla komşu

bir kasabada zil zurna oluncaya dek içip

sarhoş olduktan sonra, arkadaşlarının

telkinlerine aldırmadan kasabaya yalnız

başına dönmek isteyecek ve…

Ve cansız bedeni, akıp giden bir ır-

mağın kenarında bulunacaktır!

Hermann Hesse, bir betimleme us-

tası, bir ayrıntı virtüözü… “Sütunlar

halinde art arda dizilmiş alaçamlar, san-

ki uçsuz bucaksız bir salon üzerinde

maviye çalan yeşil renkli bir kubbe oluş-

turmaktaydı. Görünürde pek çalılık yok-

tu, yer yer sık bir ahududu çalılığına rast-

lanıyordu, o kadar. Buna karşılık hayli ge-

niş bir alan içinde yerler yumuşak yosunla

kaplıydı, bodur yabanmersinleri ve sü-

pürgeotları yosunlu toprağı bir kürk

gibi yumuşacık örtmüştü.” (s.60)

“Çarklar Arasında”, Kâmuran Şi-

pal’in dil işçiliğinden ödün vermeden

yaptığı enfes çevirisiyle daha bir okunur,

daha bir değerli olmuş. Eğitim-öğretim

sorunlarının bir türlü bitmediği, bol bol

konuşulup yaz-boz tahtası haline geti-

rildiği ülkemizde özellikle öğretmenle-

rin ve çocuklarından yalnızca okul ba-

şarısı bekleyen ebeveynlerin dikkatle

okuması gerekir, diye düşünüyorum.

(Çarklar Arasında, Hermann Hesse, Can Yayınları,

Çev: Kâmuran Şipal, 256 s.)

Hermann Hesse, roman�nda bu kez Hermann Heilner olarakkar��m�za ç�kmaktad�r: Kendini tutsak hissetti�i okulundakurallar� zorlayan, birçok kez de y�kan, ba�lar�n� derslerden birtürlü kald�ramayan di�er ö�rencilerin korka çekine izledikleri,okul yönetiminin ba� belas�, �air Hermann Heilner!

H.Hesse

Page 16: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

25 OCAK 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP GÜLDEN TERAZİ

Namık Kemal’in özeleştirisi ROMANDAN ELEŞTİRİYE, “İNTİBAH”TAN “MUKADDİME-İ CELAL”E…

MECİT Ü[email protected]

Telefondaki arkadaş sesi, birlikte

birkaç akşam geçirdiğimiz bir tanıdığın

ölüm haberini verdiğinde günlerdir sü-

ren fırtına henüz dinmiş, yağmur kesil-

mişti. Ölünün şansına olacak, ardından

hava da açıverdi.

Cenaze uzakça köylerden birindeydi.

Daracık, döşeme yolları ve irili ufaklı taş-

tan yapılmış evleriyle fırtına sonrası gü-

neşin ışıkları altında türlü renklere bü-

rünen köy, çok eski zamanlardan, Ho-

meros çağından kalmış gibiydi. İnsanlar

ve eşyalar değişmişti yalnız; güneş aynı

güneş, rüzgâr aynı rüzgâr, bulutlar aynı

bulutlar, selviler içinde Midilli’ye bakan

denize nazır mezarlık aynı mezarlık,

boğazın tam ortasındaki gemi aynı gemi,

kasvet aynı koyu kasvet…

Bir gün önce güçlükle kazılan çuku-

ru yağan yağmur doldurmuş, kenara

atılan toprak balçık yığını olmuştu. Me-

zarın başında suyu boşaltmaya çalışan-

lar sıradan, herhangi bir işi yapar gibiler.

Kısa, basit, emir kipli cümlelerle konu-

şuyorlar. İş ağır yürüyünce üçer beşer sel-

vilerin arasına dağılan cemaat, kendi ara-

sında geceki fırtına, günü gelmiş borçlar,

ödenecek işçi ücretleri, zeytinyağı fiyat-

ları gibi gündelik konulardan söz ediyor.

Dünyayla işi bitmiş olan mevta ise, ta-

butun içinde, bir kenarda unutulmuş bir

halde çukurdaki suyun boşaltılmasını

bekliyor. Karşı kıyı Midilli’yle aramızdaki

boğazdan geçen gemi sanki gitmiyor

da, tam ortada kalmış, uzaktan, ölünün

toprağa verilişini izliyor gibi.

Çukurun suyu ve dipteki çamur güç-

lükle boşaltılabildi sonunda. Cenaze ça-

mura bulanmasın diye de alta naylon

branda serildi. Toprak örtülüp hoca son

duasını yapıncaya dek kürekler hızlı

hızlı çalıştı. Son kürek toprak, duanın

amin faslına denk geldi. Bu tür işlerin ya-

bancısı olmadığı anlaşılan yaşlıca bir

adam özel yapılmış iki tahtadan birini

alışkın hareketlerle baş, diğerini de ayak

kısmına yerleştirmişti ki yağmur yeniden

başladı.

“�NT�BAH”IN A�K �EH�D�“Iyd-i ekberdir şehîd-i aşkına derse o mahBir nigâh-i rahm edip biçâre kurbânımmıdır”

“O ay yüzlü güzel, aşk şehidine acı-

yan bir gözle bakarak ‘Bu zavallı benim

kurbanım mıdır?’ derse bu onun için bü-

yük bayram olur” anlamındaki, ölenin

eşini görünce aklıma gelen bu beyit, ‘İn-

tibah’ın -diğer bir adıyla Ali Bey’in Se-

güzeşti- son bölümünün başına konul-

muş hem Dilaşub’un hem Ali Bey’in

ölümlerine yazılmış bir hecetaşıdır as-

lında.

Namık Kemal’in Magosa’da sür-

gündeyken yazdığı bu roman, basımına

izin alınmak üzere Maarif Nezare-

ti’nin denetim kuruluna “Son Pişman-

lık” adıyla verilmiş, ancak adı kurulca

“İntibah”(uyanış) olarak değiştirilme-

sinden sonra yayımlanabilmiştir. Her

bölümü, okuyucuyu o bölümde anla-

tılacak olaylara hazırlayan, bu olayla-

rı kendinde toplayan bir beyitle baş-

layan 1876’da yayımlanmış bu roman,

ilk Türk romanlarından biridir. Beyitler

sıraya di-

zi ldiğinde

ortaya bütün-

lüklü bir şiir çık-

maktadır.

�LK TÜRK ROMANIVE �LK TÜRK ROMANCI

“Edebiyat Üzerine Makaleler”de

Ahmet Hamdi Tanpınar, “Bizde ilk ro-

man Namık Kemal’in ‘İntibah’ıdır” di-

yor. “Bundan evvel bazı garp eserlerinin

tercüme ve hülâsalarıyle Ahmed Mithat

Efendi’nin Letâif-i rivayat’ının ilk cü-

zü’leri vardır. Emin Nihad Bey’in ‘Mü-

sameretname’si İntibah’la hemen hemen

aynı senelerdedir. Her üçü de 1870’ten

sonra olduğuna göre, roman nev’ini

Türk edebiyatının en genç mahsulü say-

mak icap eder.” (Edebiyat Üzerine Ma-

kaleler, Dergah Yayınları, 2. Basım, Ey-

lül 1977, İstanbul, s. 56).

Tanpınar,

“Bu üç muhar-

rirden -Namık Ke-

mal, Ahmed Mithat

Efendi ve Emin Nihad

Bey’den- Namık Kemal’i daha

garba yakın bulmaktdadır. “Bununla

garp milletlerinin bu alanda verdikleri-

ni yakından tanıdığını, iddia ve idealle-

rini benimsediğini iddia etmiyorum”

der, “Sadece şark hikayesi karşısındaki

vaziyetinin daha kesin olduğunu, onun

unsurlarından istifadeye kalkmadığını

söylemek istiyorum. ‘İntibah’ta her şey

ibdâ değilse bile şahsi icadıdır.”(Age., s.

56).

Öte yandan da, ilk Türk romanı ka-

bul ettiği “İntibah”ın yazarını romancı-

lığı bakımından değerlendirirken, onun

romancı muhayyilesinden mahrum bu-

lunduğunu ileri sürmektedir. Şunları

“Bendeniz de ‘Son Pi�manl�k’ ad� ile bir hikâye yazm�� ve maarif taraf�ndan ad� �ntibah olarakde�i�tirildikten sonra yay�m�n� sa�layabilmi�tim. Hikâye, dilin mahiyetinin o yoldaki

yeteneklerini deneme yolunda düzenlenmi�se de tasavvur ve tasvirde bir güçlü�e dü�memekiçin konusunu gayet sade tuttu�um halde, yine de yetenek azl��� nedeniyle gönlümün istedi�i

dereceye götüremedim.”

Nam�k Kemal

Ahmet HamdiTanp�nar

Page 17: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

25 OCAK 2013 CUMA 17Aydınlık KİTAPGÜLDEN TERAZİ

yazar:

“Namık Kemal’e gelince, romanda

da rolüne ve şahsiyetine sâdıktır. Zen-

gin bir tabiatın hiçbir nizamsız ve başı-

boş gelişmesi. Bir yığın zaaf ve boşluk

ve bir o kadar aydınlık. Namık Kemal’in

Mithat Efendi’ye üstün olan tarafı bazı

eksikliklerinin farkında olmasıdır. Ah-

met Mithat Efendi’nin dolu dizgin atıl-

dığı birçok yerde Namık Kemal sakın-

masını bilir.

“Her ikisinin de hakikî romancı

olarak ve romancı muhayyilesi ile doğ-

madıkları muhakkaktır. (…) Bununla

beraber yeni devir Türk hikâyeciliğinin

onlarla başladığı ve uzun zaman onla-

rın mirasını kullandığı da inkâr edile-

mez.” (Age., s. 57)

İlerde bu yazının ikinci bölümünde

yeri geldikçe değineceğim gibi Tanpı-

nar’ın Namık Kemal’in romancılığına

ilişkin değerlen-

dirmesi bu ka-

darla sınırlı de-

ğil. Tanpınar’ın

bütünlüklü bir

Namık Kemal

değerlendirmesi

ise başlı başına

ayrı bir yazı-ince-

leme konusudur.

NAMIKKEMAL’�N“�NT�BAH”ELE�T�R�S�

Roman sanatı-

nı bildiğini “İnti-

bah” ile “Celâled-

din Harzemşah”

oyununun başına

yazdığı mukaddi-

meden -Mukaddi-

me-i Celâl- anladı-

ğımız Namık Ke-

mal, edebiyatımızda eleştirinin ilk ör-

neklerinden kabul edilen bu yazıda

1880’lerdeki Türk romanının durumu-

nu şöyle saptıyor:

“İbrete şayandır ki, Victor Hu-

go’nun Les Miserables –Sefiller- adlı hi-

kâyesi daha yazılırken dokuz dile çev-

rilmiş ve Fransızca birkaç defa, birkaç

şekilde basıldıktan sonra, bir de büyü-

cek boyda resimli basılarak, bu çeşitten

150 bin nüsha satılmıştır.

“Bizde ise hikâye kısmı edebî ürün-

lerimizin en eksik yönüdür. Dilimizde

tatla okunacak belki üç hikâye bulun-

maz. Batı dillerinden aldığımız ro-

manlar çoğunlukla fena çevrilmiş, mil-

li eserlerden sayılan hikâyeler ise, ne ka-

dar fena yazılmış ise, birkaç kat fena dü-

şünülmüştür.” (Namık Kemal, Şükran

Kurdakul, Altın Kitaplar, İstanbul 1991,

s. 52-53).

Namık Kemal bu önsözde, on yıl

önce yayımladığı “İntibah”tan söz ede-

rek bir de edebi özeleştiri yapıyor:

“Bendeniz de ‘Son Pişmanlık’ adı ile

bir hikâye yazmış ve maarif tarafından

adı İntibah olarak değiştirildikten son-

ra yayımını sağlayabilmiştim. Hikâye, di-

lin mahiyetinin o yoldaki yeteneklerini

deneme yolunda düzenlenmişse de ta-

savvur ve tasvirde bir güçlüğe düşme-

mek için konusunu gayet sade tuttuğum

halde, yine de yetenek azlığı nedeniy-

le gönlümün istediği dereceye götüre-

medim.” (Age. s. 53).

“B�R YI�IN ZAAF VE NOKSAN, B�R O KADAR PARILTI”

Tanpınar, Namık Kemal’in ilk ro-

mancımız olduğu konusundaki görü-

şünü, eleştiri alanına da taşımıştır. Ona

göre, “bugünkü anlayışımıza oldukça ya-

kın tenkidin bizde ilk görünüşü Namık

Kemal’den sonra”dır.

Şair Namık Kemal’i ayrı tuttuğunu

anlayacağımız Tan-

pınar, eleştirmen

Namık Kemal’in,

romancı, tiyatrocu

ve gazeteci Namık

Kemal ile aynı ol-

duğu kanısındadır:

“Bir yığın zaaf ve

noksan, bir o ka-

dar parıltı”!

Devamı, be-

nim “ilk olmanın

özverisi” olarak

nitelediğim hata

ve kusurların top-

lu bir açıklaması

niteliğindeki şu

cümle:

“Bu muhar-

ririn büyük tara-

fı hayat ve ede-

biyatı birbirin-

den ayırmaması

ve tekliflerini

her ikisi için beraber yapmasıydı. Zayıf

tarafı ise her ikisini de lâyıkıyle ve ya-

şadığı devrin istediği gibi tanımaması idi.

Kendisinde her ikisinin de, tabir caiz-

se, sezişi yoktu. İnsanoğlunun zaafları-

na karşı merhametsizdi. Zihni hayatı

tahmin edildiğinden fazla dardı. Sanatçı

ve tenkitçi için elzem olan felsefi yara-

tılıştan mahrumdu.” (Age., s. 75)

(Konuyu haftaya “İntibah” roma-nıyla sürdüreceğim).

Bana Gelen Kitaplar: “Sergüzeşt”,Roman, Samipaşazade Sezai, Kapı Ya-yınları, Ocak 2013 İstanbul; “Lal Kitap”,Roman, Nur Yazgan, Kırmızı Kedi Ya-yınevi, 2012 İstanbul; “Anadolu Yakası”,Nehir Söyleşi, Mustafa Kutlu, Dergah Ya-yınları, Mayıs 2012 İstanbul; “DenizKokusu”, Öykü, Can Göknil, Can Ya-yınları, Aralık 2012 İstanbul; “Ucu-be/Yeni Türkiye’nin Anatomisi”, OrhanGökdemir, Destek Yayınevi, Eylül 2012İstanbul; “Türkçe Ölüm”, Siir, SabriKuşkonmaz, Berfin Yayınları, Kasım2012 İstanbul; “Rüzgârın Teninde KemanSesleri”, Şiir, Taylan Koryürek, SoneYayınları, 2011 İstanbul.

Kitap, ya�ayanbir kad�n�ngüçlü duru�unuvurgulayarak,zay�f olan�nasl�nda her�eye sahipmi�gibi görünenzamane kad�n�m� oldu�unusorgulat�yorokura

Paralel zamanlardazıt kadınlar

Yirmi bir yaşındaki taşralı genç kadın,

asi Alexandra, sanat dergisi editörü Innes

Kent’le evinin bahçesinde tanışır. Tüm

olacaklardan habersiz, bu ilginç adamın kar-

tını alır ve ona bir yemek sözü verir. Innes’in

önce ismini, sonra da bütün hayatını de-

ğiştireceğinden haberi yoktur henüz. Yeni

ismiyle Lexie, Innes’le birlikte bohem ga-

zetecilerin mekânı Soho’da yaşamaya baş-

lar. Üniversiteyi bitirmiş kadınların yalnız-

ca sekreter olmayı hayal edebilecekleri bir

zamanda -evet, 1950’lerden bahsediyoruz-

Innes’in entellektüel çevresine giren Lexie,

kısa bir süre sonra yeni mesleği ve yeni gö-

rüntüsüyle karşımıza çıkar.

ZAMANLAR ARASI GEÇ��Maggie O’Farrell’ın, Dilek Şendil çevi-

risiyle, Turkuvaz Kitap’tan çıkan “Elimi İlk

Tutan El” adlı eseri Lexie’nin hikâyesini an-

latırken paralel akışta günümüze dönüyor,

zorlu bir doğum yapan ve bunalıma sürük-

lenen Elina ve kendi sorunlarıyla boğuşan

sevgilisi Ted’in hayatlarına bir göz atıyor. Le-

xie’nin peri masallarını andıran macerala-

rına ara vermek istemeyen okur için biraz

can sıkıcı bir durum, çünkü Elina ve Ted’in

yaşadıkları oldukça sıradan. Lexie’li hare-

ketli ve heyecanlı bölümleri, Elina’lı ve kas-

vetli bölümler izliyor. Yine de bu çelişki,

okuru düşünmeye sevk ediyor. Kitap, geçen

yüzyılın ortasında -okuyan kadınların koca

bulamayacağı düşünülen zamanlarda- ya-

şayan bir kadının güçlü duruşunu vurgula-

yarak, zayıf olanın aslında her şeye sahip-

miş gibi görünen zamane kadını mı oldu-

ğunu sorgulatıyor okura.

Kitabı ilk elime aldığımda okuyup oku-

mamakta ka-

rarsız kaldım.

İsmi, kapağı ve

kadın bir yazar

tarafından yazılmış olması faz-

lasıyla “çok satan genç kız romanları” sını-

fından olabileceğini gösteriyordu. Arka

kapağı ve okumaya başladığım ilk sayfala-

rı ise bu önyargımı kırdı. Yazarı biraz araş-

tırdığımda, elimdekinin iyi bir kitap olabi-

leceğine ikna oldum.

Eserlerinde genellikle bireyin hayatın-

da yaşadığı kayıplar ve bu kayıpların birey

üzerindeki psikolojik etkileri üzerine yo-

ğunlaşan İrlandalı yazar Maggie O’Farrell,

genç yaşına rağmen yazın alanında olduk-

ça başarılı oldu. İlk romanı “After You’d

Gone” (Sen Gittikten Sonra) ile ilk eseri-

ni yayımlayan genç yazarlara verilen Betty

Trask ödülüne layık görüldü. Yayımlanan

üçüncü kitabı “The Distance Between Us”

(Aramızdaki Uzaklık) ile 2005 yılında So-

merset Maugham ödülünü aldı.

Tekrar kitaba dönelim dilerseniz. Elina

doğum sırasında çok kan kaybettiği için bel-

lek kayıpları yaşıyor. Ancak romanın ilk elli

sayfasından sonra okur onun için endişe-

lenmeyi bırakıyor. Çünkü daha büyük so-

runları olan biri var: Ted. Ted oğlunun do-

ğumuyla, kendi çocukluk hatıralarına dö-

nüyor. Fakat bu hatıralar hiç de annesinin

ona anlattıklarına benzemiyor. Böylelikle bir

film montajcısı olan Ted için hayatının en

büyük işi başlıyor; kendi geçmişini hatıra-

larıyla montajlamak.

(Elimi İlk Tutan El, Maggie O'Farrell, Turkuvaz Kitap,

Çev: Dilek Şendil, 343 s.)

MELİS YALÇ[email protected]

Page 18: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

25 OCAK 2013 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Naz�m’�n Sanat�,Sanatç�lar�n Naz�m’�

Tamer Abuşoğlu’nun kitabında,

çok tartışılan Kürt meselesine ilişkin

farklı görüşler yeralıyor. Kitabın ismi-

nin çağrıştırdığı şekilde, Kürtleri Türk-

leştirmekten ziyade; birlik ve bera-

berlik duygusu vurgulanıyor ve sorunun

arkasındaki emperyalist güçlere işaret

ediliyor. “Kürtleri başkalaştırarak ve asıl

kimliğinden uzaklaştırarak, başta bü-

yük ağabey Türkler olmak üzere, bü-

tün Ortadoğu halklarının karşısına di-

kerek öngörülen ileri karakol devleti-

nin jandarması haline getirmeye matuf

bu projeye direnmek bir insanlık gör-

evidir. ‘Açılım’ bölge haklarıyla en-

tegrasyona ve barışa değil, savaşa ve

kaosa kapı aralamaktır”

Kürtlerin (Kürt Türklerinin)Sosyo-Politi�i

“Ölüm ve sonluluk üzerine düşün-

mek Montaigne’den bu yana unu-

tulmuş bir meseleydi Batı sanatı ve

felsefesi için. Hermann Broch bu

durumu tersyüz eden kişidir. Tüm

yapıtı sonlu, ölümlü varlığın, insa-

nın odağında yer aldığı bir çabanın

ürünüdür. Sadece ölüm ve sonlu-

luktan hareketle bilgiyi, felsefeyi ve

sanatı birbirinin nesnesi kılar

Broch. Her üç alanın da ayrıcalıklı

bir bilgi nesnesine ve kesin bilgiye

sahip olduğunu savunanlara inat...

Dolayısıyla, ‘Bilinmeyen Değer’, te-

masıyla da bir Broch klasiğidir!”

-Ahmet Öz-

Bilinmeyen De�er

Hıfzı Topuz’un 90 yıllık yaşamına

bir armağan... Cumhuriyetimizle

yaşıt bir kişilik, 90 yıla sığan dolu

dolu bir yaşam... Hıfzı Topuz için

Galatasaray Lisesi’nde başlayan öğ-

renim, İstanbul ve Strasbourg

Hukuk Fakültelerinde devam etti.

Sonra gazetecilik, ünlülerle ta-

nışma ve yakın diyaloglar... Ardın-

dan Paris... Unesco’daki görev

nedeniyle Latin Amerika’da ve

özellikle Kara Afrika’da iletişim uz-

manlığı... Ardından İstanbul’a

dönüş ve biyografik roman yazar-

lığı... İşte “Ardından Yıllar Geçti”,

böylesi bir tanıklık ve renkli bir ya-

şamöyküsü...

Ard�ndan Y�llar Geçti

Hilmi Ziya Ülken, imparatorluğun

yıkılışından başlayıp yeni Tür-

kiye’nin kuruluşuna kadar uzanan

büyük bir yorum bileşiği olan

"İnsan Meddücezri”dizisini 1939

yılında kaleme almaya başlar. Dizi-

nin yayımlanan ilk kitabı olan

“Yarım Adam”mütarekenin ilk ay-

larında geçer. “Yarım Adam”aydın

yalnızlığını, umarsızlığını, mutsuz-

luğunu, inançla inançsızlık arasın-

daki kararsızlığını başarıyla

anlatıyor. Bu eserle Hilmi Ziya

Ülken, güçlü betimleme üslubu ve

psikolojik derinlikler arayışıyla usta

romancı kişiliğiyle öne çıkıyor.

Yar�m Adam

“Özgür iradenin kaynağı sapmadır.”

Lucretius’un “Evrenin Yapısı”adlı,

bin yıldan uzun geçmişi olan kadim

şiiri, tarihin her dönemi için tehlikeli

ve aykırı fikirlerle doludur. “Batı kül-

türünün unutulmuş iki kahramanını

yıldızlaştıran olağanüstü çekici bir

kitap. Dünyanın atomlardan oluştu-

ğunu ve ölümden korkmanın akıl kârı

olmadığını savunan Romalı şair Luc-

retius ile modern dünyayı sayısız en-

telektüel sonuyla karşı karşıya bırakan

İtalyan politikacı ve hümanist Poggio

Bracciolini. Stephen Greenblatt bir

zafere daha imzasını atıyor.”

-Prof. Dr. Mary Beard,

Cambridge Üniversitesi-

Sapma

12 Eylül öncesi, bizim için bir nostalji

konusu değil, gölgesi bugünlere

kadar düşen özel bir zamandır. Yıl-

maz Aysan’ın aşkla yürüttüğü bir bel-

geleme çalışmasına dayanan Afişe

Çıkmak, “60”ların, “70”lerin

“aura”sını gözümüzün önüne getiri-

yor. O dönemin genç insanlarının an-

latma, müdahale etme, ses çıkarma,

bir şeyler yapma, kısacası dünyaya ka-

tılma iştahını gösteriyor bize. Televiz-

yonun siyah beyaz tek kanal,

bilgisayar teknolojisinin laboratuvar

aşamasında, sosyal medyanın olsa

olsa hayal hanesinde olduğu bir za-

manda, mütevazı iletişim yollarını

kullanmaktaki yaratıcılığı hatırlatıyor.

Afi�e �kmak

Çağdaş edebiyatın en önemli sesle-

rinden Nobel ödüllü yazar Herta

Müller’den sorularla dolu ve soru

işaretlerinden yoksun bir roman:

“Tek Bacaklı Yolcu”. Müller’in

benzersiz dili ve anlatımı eşliğinde

sert, soğuk ve müdanasız bir ahir

zamanlar portresi. Bir kadın ve üç

erkek; bir kadın, birkaç ülke, bir

deniz, dört duvar ve bitimsiz kent-

ler... Aştıkça yenileri keşfedilen sı-

nırların üzerinde bir denge

mücadelesi, kuşatan korkular, ıssız

odalar. Herta Müller, “Tek Bacaklı

Yolcu”da yalnızlığı taştan bir duvar

gibi örüyor önümüze; taş kadar

soğuk, taş kadar somut.

Tek Bacakl� Yolcu

Kolektif, Yap� Kredi Yay�nlar�, 112 s.

Nâzım Hikmet’i kişisel olarak tanıma-

mış ama yapıtlarından ve kişiliğinden

etkilenerek tuvallerinde yansıtan

Ömer Uluç, Sezai Özdemir ve Caner

Karavit gibi ressamlar, Nâzım Hik-

met’in sürgün gibi hayatını konu edi-

nip yapıtlarına taşımışlar. Nâzım’ın

esinlendirici gücü, yalnızca kendi ülke-

sinin insanları ya da uzun yıllar yaşa-

dığı Sovyetler Birliği’yle sınırlı kalmadı.

Japonya’dan Afrika’ya, Küba’dan Ar-

jantin’e, tüm yeryüzüne dağıldı. “Nâ-

zım’ın Sanatı, Sanatçıların Nâzım’ı

Sergisi”nin amacı Nâzım Hikmet’in

eserlerini bir katalogda toplamak ve

sonra kurulabilecek bir Nâzım Hikmet

müzesi için kaynak temin etmek.

Hermann Broch, �thaki Yay�nlar�,Çev: Saliha Nazl� Kaya 248 s.

Herta Müller, Siren Yay�nlar�,Çev: Ça�lar Tanyeri, 158 s.

Tamer Abu�o�lu, Y�ld�zlarYay�nc�l�k, 112 s.

H�fz� Topuz, Remzi Kitabevi,342 s.

Hilmi Ziya Ülken, �� Bankas�Kültür Yay�nlar�, 265 s.

Y�lmaz Aysan, �leti�im Yay�nevi, 469 s.

Stephen Greenblatt, Can Yay�nlar�,Çev: Suat Ertüzün, 264 s.

Page 19: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

25 OCAK 2013 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Vampirin Kültür Tarihi

Orhan Bursalı “Ulusalcılık artık savu-

nulmaması gereken, kötü bir şey

mi?”sorusuna yanıt arıyor ve günü-

müz dünyasında ulusalcılığı irdeliyor.

Bu kitap, günümüzde ulusalcılık için

bir manifesto denemesi. Küreselliğin

mihverinde, ulusalcılık ve devlet olgu-

suyla güncel ve tarihsel bir hesap-

laşma. “Orhan Bursalı ulusal ve

ulusalcı karşıtı olarak tanınan bir

yazar grubunun yanıltıcı ve kirletici ve

temel amacı Cumhuriyet Devrimi’ni

yıkmayı amaç edinmiş düşüncelerini

yıkamak için sağlam bir yapıt hazırla-

mış. Bu analitik ve bütünleyici yapıtın

yararlı olacağına inanıyorum.”

Ulus Y�k�c�l���Zamanlar�

Krishnamurti, hayatını dünyayı

dolaşarak, insanlarla yaşama ve dün-

yaya dair konuşarak geçirdi. Kendisi-

ne mesihlik yakıştırılmış olmasına

rağmen bunu hiçbir zaman kabul et-

medi. Onun için, karşılaştığı herkes

başlı başına bir “birey”di. Bu neden-

le öğretmekten çok paylaşmayı ilke

edindi. Yine de dünya üzerindeki mil-

yonlarca kişi ondan çok şey öğrendi.

“Geçmişte neler yaşamış olursanız

olun, eğer siz şimdi hayata yeterli

özeni ve ilgiyi gösterirseniz, o da size

çiçek açmaya hazır bir tomurcuk gibi

tazelik getirecektir. Bunu yaptığınızda,

geçmişi ait olduğu yerde bıraktığınız-

da özgür olduğunuzu hissedeceksiniz.”

Ya�amla Bulu�mak

Deniz Gürsoy, baharatın serüvenini

masal tadında anlatıyor “Baharat ve

Güç”te. Baharatın savaşlar çıkartan

gizemini tadında, kokusunda, şifa-

sında ve elbette tarihin derinlikle-

rinde araştırıyor... "Nefis kokulu ve

katıldığı yiyecek ve içeceklere hoş tat

veren baharatın kültürü, dolayısıyla

da hikâyesi çok zengin olduğu gibi,

baharatın, tarihin akışının yönünü

değiştirebilecek kadar da stratejik, ti-

cari bir önemi vardır. Baharat uğruna

servetler kaybedilmiş, servetler kaza-

nılmış, imparatorluklar çökmüş, im-

paratorluklar yeşermiş ve sonunda,

yanlışlıkla da olsa, onun sayesinde

yeni bir kıta keşfedilmiş.”

Baharat ve Güç

Piri Reis Haritası üzerine yapılan

yedi senelik çalışmaların ürünü olan

bu kitapta, tüm dünyanın bildiği bir

haritadan yola çıkılarak bilim çev-

relerini bile şaşkınlığa düşüren ger-

çeklere ulaşılıyor. Metin Soylu'nun

yıllar önce bir hobi olarak başlayan

Piri Reis Haritası incelemeleri, Tür-

kiye'de Millî Eğitim ve Dışişleri Ba-

kanlığı'na, oradan da Amerikan Ulu-

sal Havacılık Dairesi NASA'ya kadar

ulaşan bir serüvene dönüşüyor. Bu

serüvende esas olaylar parçalanmış

haritanın Metin Soylu tarafından

dünyada ilk defa tamamlanmasıyla

başlamış, ortaya çıkan sonuçlar yazarı

dahi şaşkına çevirmiştir.

Piri Reis Haritas�'n�n �ifresi

Sedat Ölçer kitabının ilk kısmında

evrim kuramının doğuşuna tanıklık

ettikten sonra günümüze dönüp bazı

önemli soruların izini takip ediyor.

Türkiye’de bilim insanları kendi alan-

larındaki bilgi birikimini kamuyla

paylaşmayı genellikle küçümserler;

bu yüzden de meydanı genellikle bi-

limi dogmatik veya spekülatif amaç-

larla manipüle etmeye çalışanların

kitapları doldurur. Türkçe bilim ya-

zarlığının gelişmesi yönünde, Metis

Bilim’de Sedat Ölçer’in güzel yazıl-

mış, kolay okunan, ama ele aldığı ko-

nunun karmaşıklığının da hakkını

veren bu çalışmasına yer vermekten

mutluluk duyuyoruz.

Evrim Serüveni

1929’da yayımlandığından bu yana

hem bahçıvanlar hem de olmayan-

lar “Bahçıvanın Bir Yılı”nın nükte-

danlığını, lirizmini ve iyimserliğini

takdirle karşılamışlardır. Bahçeci-

liğin meraklıları, Çapek’in bahçı-

vanının tutkularını, zayıf yanlarını

ve tuhaflıklarını fark ettikçe güle-

ceklerdir. Bahçecilikle ilgisi olma-

yanlar bile Çapek’in ele aldığı

konunun kapsamı ve doğayı gözle-

minden kaynaklanan iyimserliği ile

büyüleneceklerdir. Okuyucu kita-

bın yeni kurulan ve liberalleşen

Çek Cumhuriyeti halkı için zekice

hazırladığı olumlu örneklere hay-

ran kalacaklardır.

Bahç�van�n Bir Y�l�

"Baba Evinde Bana Yer Yok",

Asiya Cebbar’ın kendi kadın ve

yazar kimliğini ilk kez anlattığı oto-

biyografik bir roman. Burada öz-

gürlüğe susamış, atalardan miras

kalan gelenekler ve bilgi birikimiyle

zenginleşmiş, Cezayir ile Fransa

arasında bölünmüş bir çocuk, daha

sonra da bir genç kız görüyoruz.

Yazar, utangaç ve heyecan dolu

mahrem hikâyesinin ötesinde,

sanki bir zamanlar kendini bulmak,

kendisi olmak adına koparmak zo-

runda kaldığı bağları yeniden sağ-

lamlaştırmak için Arap-Berberi bir

geçmişe, bir ülkeye, bir babaya say-

gılarını sunuyor.

Baba Evinde Bana Yer Yok

Gülay Er Pasin, Ayr�nt�Yay�nlar�, 480 s.

Marx, kapitalist sistemde emekçinin

sömürülmesini vampirin kan em-

mesi metaforuyla açıklayarak vam-

pir imgesini olağanüstü zengin bir

alana taşımıştır. Vampir gibi ser-

maye de yaşayan ölüdür, emekçilere

geçirdiği dişleriyle artı-değeri emer

damarlarından. Kanını emdiği kişi

üzerinde hipnotik etki yapar.

“Vampirin Kültür Tarihi”, ölüm

korkusu, ölüm ötesi, ruhun biricik-

liği, ölümsüzlük düşü gibi insanın en

temel korkularını ve arzularını sim-

geleyen vampir karakterinin hangi

kültür örüntüleriyle bugünkü kavra-

nışına vardığını anlama çabasının

ürünüdür.

Jiddu Krishnamurti, OmegaYay�nlar�, Çev: Orhan Düz, 240 s.

Orhan Bursal�, CumhuriyetKitaplar�, 196 s.

Deniz Gürsoy, O�lak Yay�nc�l�k, 224 s.

Metin SoyluTruva Yay�nlar�, 344 s.

Karel Çapek, Alt�k�rkbe� Yay�nlar�,Çev: Gonca Gülbey, 152 s.

Sedat Ölçer Metis Yay�nlar�, 320 s.

Asiya Cebbar, K�rm�z� KediYay�nevi, Çev: Aysel Bora, 280 s.

-Doğan Kuban-

Page 20: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

Kocaman bembeyaz bir kitaptan bah-

sedeceğim bu hafta ama önce unutmadan,

“Sidikli Kasabası Müzikali”ni hala izleme-

diyseniz izleyin derim, ben ancak gidebildim.

Solumda oturan arkadaş (9 yaş) küçük

Sally'nin oyunculuğunu çok başarılı buldu-

ğunu söyledi annesine, ben de tamamını ba-

şarılı buldum.

Beyaz kitaba gelince; İthaki Yayınla-

rı’ndan çıkan “Kutup Ayısı Koda”, Güney

Koreli yazar Rury Lee’nin öyküsüyle, Woory

Bae’nin çizimlerinin birleştiği, yasak avlan-

ma yüzünden soyları tükenmekte olan hay-

vanlara dikkat çeken, ayrıca orijinal ismiyle

(Coda the Polar Bear) kısa bir animasyon fil-

mi de bulunan bir kitap. Kitap hakkında fi-

kir edinmeniz için yaklaşık on iki dakikalık

bu çizgi filmi mutlaka izlemenizi öneririm.

Basit bir İngilizce ve yumuşak müziklerle, yine

aynı çizer tarafından kitaptaki çizimlere

benzer, sevimli ve duygusal bir animasyon.

Ama kitaptan iyi değil.

Resimli çocuk kitaplarının nasıl olması

gerektiği konusunda çeşitli kaynaklardan, ya-

yınevlerinden, bloglardan okumalar yapı-

yorum uzun süredir. Farklı örnekler üzerin-

den hepsi aynı kapıya çıkan fikirler, araştır-

malar var. Öncelikle konusu bakımından ço-

cuk okurun ilgi alanları kapsamında olma-

sı, dilinin sade ve anlaşılır, anlatımın nasi-

hatten uzak olması, büyük, renkli çizimler ve

çizimlerle yazıların uyumu, metinlerin büyük

resimlerin yanında kısa kısa verilmesi gibi et-

menler, çocuğun kitapla bağını belirlemede

önemli rol oynuyor. İşte bahsettiğim kitap

“Kutup Ayısı Koda”, tam bu özellikleri ba-

rındıran, resimli çocuk kitabı kültürüne iyi ör-

nek olabile-

cek bir kitap.

Ayrıca Koreli

bir yazardan

okuduğum ilk

çocuk kitabı.

1969 Seul

doğumlu yazar

Rury Lee,

Kore Üniversi-

tesi’nde Almanca okumuş. Resimli çocuk ki-

taplarına ilgisi olan yazar, hatta editörünün

deyimiyle resimli çocuk kitaplarını diğer

her şeyden çok seven yazar, aynı üniversite-

de öğretmenlere resimli çocuk kitabı eğiti-

mi vermiş. İngilizceden ve Almancadan bir-

çok çocuk kitabını Koreceye çevirerek, dün-

ya masallarını, öykülerini Kore kütüphane-

lerine taşımış. Aynı şekilde Woory Boe de

Güney Kore'de sevilen bir çizer. Rury Lee ana

dilinde yazdığı bu kitabını Brad Curtin yar-

dımıyla İngilizceye çevirmiş. Siz de Şeyda İş-

ler'in net ve akıcı Türkçesiyle okuyacaksınız.

Kitap, bir avcı tarafından takibe alınan iki

kutup ayısının kısa macerasını anlatıyor.

Minik Koda ve annesi karlarda oynarken,

dürbünüyle onların bembeyaz karlar arasında

seçilebilen siyah burunlarını izleyen bir ya-

bancı var. Fakat bir müddet sonra dürbün-

deki siyah noktalar önce bire düşüyor, son-

ra hepten kayboluyor. Bu sahnelerin çizim-

lerdeki anlatımı neredeyse sözcüklerdeki an-

latımdan daha iyi. Dolaysız yoldan direkt ço-

cuğun zihnini ve hayal gücünü hedef alıyor

ve tahminimce hedefine ulaşıyor.

(Kutup Ayısı Koda, Rury Lee, İthakiYayınları, Çev: Şeyda İşler, 44 s.)

25 OCAK 2013 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ

İREM HALIÇ[email protected]

Ke�fedin - Roma �mparatorlu�u

Tarihteki en büyük uygarlıklardan biri

olan Roma İmparatorluğu çağına geri git.

Günlük yaşamın içine dalıp Romalıların

neler giydiklerini, en çok hangi yiyecekleri

sevdiklerini, nasıl eğlendiklerini gör. Ro-

malıların mimarlık ve mühendislik alanındaki

başarılarını, heybetli Pantheon'u hayranlık-

la izle. Küçücük bir kentin nasıl olup da mu-

azzam ve güçlü bir imparatorluğun merke-

zi haline geldiğini anla. Bir dizi pratik pro-

je geçmişi bugüne taşımana yardım edecek,

bir aktör maskı yapacak ve Roma usulü bir

gösteri düzenleyecek, hazırladığın Roma

yemekleriyle ziyafet verecek ve yüzlerce yıl

önce kullanılanlara benzeyen bir yazılı tab-

let hazırlayacaksın.

-Adım adım ilerleyen 15 proje ile geçmişi

yeniden yaratma olanağı bulacaksın

-Gerçek olayların konu edildiği kutular, geçmişin içyüzünü iyice kavra-

manı ve bugünle bağlar kurmanı sağlayacak

-300'den fazla renkli fotoğraf ve illüstrasyon, tarih haritaları ve resimli

bir zaman çizelgesi

Philip Steele, �� Bankas�Kültür Yay�nlar�, Çev: Ali

Berktay, 64 s.

Çizimlerdeki anlat�m, neredeyse sözcüklerdeki anlat�mdandaha iyi. Dolays�z yoldan direkt çocu�un zihnini ve hayal

gücünü hedef al�yor ve tahminimce hedefine ula��yor

Küçük beyazavuçta siyah burun

Garfield ile Arkada�lar� 6 -Garfield Anne

Garfield çizgi filmlerinden çizgi roman

haline getirilen dizinin altıncı kitabı “Garfi-

eld Anne”de aslında erkek olan kedimiz anne

oluyor! Üstelik yavruları da kuş! Aslında her

şey, anneleri yuvadan ayrı kalan kuş yu-

murtalarını, sokak kedisi Harry'ye yem ol-

maktan kurtarmaya karar vermesiyle başlı-

yor. Anne kuş saatlerce dönmeyip yumur-

tadan çıkan yavrular Garfield'i anneleri sa-

nınca işler iyice karışıyor... Acımasız ve ben-

cil gibi görünen Garfield'in aslında ne kadar

yufka yürekli olduğuna tanık olduğumuz sı-

cacık maceralardan biri.

Jim Davis, Yap� KrediYay�nlar�, Çev: Elif

Gökteke, 32 s.

Gevrekçiii“Aydede Her Yerde” kitabıyla kıtaları

aşan Hacer Kılcıoğlu, bu kez İzmir'in çalışan ço-

cuklarını konu ediyor. Fransa'dan bir konuk, bir

de simitçi çocuk! Büyüme sorunlarını zekice

kurgular ve ince bir mizahla ele alan Hacer Kıl-

cıoğlu, sevilen öykü kitabı “Aydede Her Yer-

de”den sonra yine sınırları aşan evrensel bir ar-

kadaşlık hikâyesi anlatıyor. Okuru, Fransız

bir belgeselci ve küçük bir simit satıcısının pe-

şinden İzmir'in ara sokaklarında gezintiye çı-

karan kitap, farklı kültürleri ortak bir duygu di-

linde buluşturuyor. Umudun, neşenin ve zor-

lukların birbirine dolandığı yaşamları yan yana

getiren hikâye, hayvan sevgisinden çocuk işçi-

lerin sıkıntılarına, kişisel keşiflerin coşkusun-

dan hasta bir ebeveynle yaşamanın zorlukları-

na kadar pek çok konuda düşündürüyor.

Hacer K�lc�o�lu, Gün�����Kitapl���, 152 s.

Page 21: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

‘Açılım’ ve ‘Analar ağlamasın’ tür-

külerinin söylendiği şu günlerde, Os-

manlı’nın nice açılımlara rağmen kay-

bettiği Balkanlardan bahsetmek istiyo-

rum. Milliyetçiliğin geliştiği yıllarda,

Balkanları da hızla elimizden kaybettik.

Osmanlı’nın dağılma süreci, bugüne de

acı bir derstir. Ama ders almasını bile-

ne! Yoksa Osmanlı sadece birilerinin iyi

yönlerini görerek ‘ecdadımız’ dediği

geçmişimiz değil, bir yüzü kan ve göz-

yaşıyla sulanan akılsızlık ve acizlik der-

leryile dolu bir trajedidir.

DÜNÜN ISLAHATIBUGÜNÜN REFORMU

Son yüz yıl Balkan tarihi, onun mer-

kezinde yeralan Makedonya üzerine

Avrupa’nın sanayileşmiş kapitalist/em-

peryalist ülkelerinin, Osmanlı’nın top-

raklarına göz diktikleri dönemde çevri-

len dolaplar ve oyunlarla doludur. Bu

oyun genellikle kanlıdır. Sanayileşeme-

yen, askeri ve siyasi yönden de hızla ge-

rileyen İmparatorluk, artık uzak diyar-

lardaki topraklarını koruyamaz olmuş-

tu. Günlük harcamaları için borç olmak

zorunda da kalınca, oralara çare de

üretemedi. Batılı ülkeler bu zayıflıktan

yararlanarak Türkleri, Avrupa’dan ta-

mamen silmeye çalıştı. Bunu Sırplar, Yu-

nanlılar, Bulgarlar, Arnavutlar ve Ma-

kedonyalılar üzerinden yürütttü. İçerde

de Ermeniler ve Rumlar üzerinden... Bu-

nun aracı da ‘ıslahatlar’dı! Bunu bugün

‘reform’ adı altında yürütüyorlar.

KÜRT AÇILIMINDAHATIRLANMASI GEREKENDERSLER

Şu günlerde Kürt açılımının sar-

hoşluğuyla hatırlatmak istediğimiz ki-

tap, Süleyman Kâni İrtem’in yazdığı

"Osmanlı Devleti’nin Makedonya Me-

selesi Balkanlar’ın Kördüğümü" isim-

li kitap. 304 sayfalık kitabı, araştırma-

cı yazar Osman Selim Kocahanoğlu, ya-

zarın 1933-45 yılları arasında Akşam ga-

zetesinde yayımladığı tefrikalardan ha-

zırlamış. Kocahanoğlu Hocamız, çok

değerli kitapları yayın dün-

yamıza kazandırdı. Temel

Yayınları tarafından 1999

yılında basılan kitap, Bal-

kan meselesine ışık tutuyor

ve okuru aydınlatıyor.

Dünü ve bugünü anlama

açısından çalışılması ge-

reken bir ders kitabı gibi...

Bu kitabı okuduğunuzda,

bugünkü ‘Kürt meselesi’nin de ne ka-

dar dünkü ‘sorun’lara benzediğini gö-

rürsünüz. Çünkü perde gerisindeki

güçler değişmemiş. Olanca çirkinlik-

leriyle sırıtıyorlar. Sadece maşalarla

onların yardımcıları değişmiş...

HERKES�N GÖZÜNÜNOLDU�U YER

Makedonya meselesinin tam mer-

kezinde 1896-1909 yılları arasında kay-

makam olarak görev yapan Süleyman

Kâni İrtem, bölgedeki olayları yaşamış

ve bölgeyi çok iyi analiz etmiş. Bunları

da eserinde ayrıntılarıyla anlatmış. İtti-

hat ve Terakki üyesi olan

İrtem, ıslahat çalışmaları-

nı da yürütmüş. Dolayı-

sıyla bölgeye Saray’dan

bakanlardan değildir. Ay-

rıca o dönemki Abdülha-

mit ve Saray’ın bakışını da

eserinde yeri geldiğinde

çok iyi tarif ediyor. Meke-

donya, Türkler, Bulgarlar,

Yunanlılar, Sırplar, Arnavutlar ve Ulah-

lar’ın birlikte yaşadığı ortak yerdir. Her-

kesin de gözü vardır. Özellikle Bulgar-

lar ve Yunanlılar kıyasıya mücadele et-

mektedir. Avrupalılar da yeri geldiğinde

birini, yeri geldiğinde hepsini harekete

geçirip Makedonya’yı kaynayan kazana

çevirir. Çok ilginç ve derslerle dolu bil-

giler var. Hele bugüne... İrtem Bey, İs-

tanbul vali iken Damat Ferit tarafından

görevden alınır. 1924 yılında emekli

olur. Eğitimcilik ve gazetecilik de yapar.

Çok sayıda başka eseri vardır. 30 Kasım

1945 günü de İstanbul’da 74 yaşında ha-

yata veda eder. Saygıyla anıyoruz.

Albert Camus’nun yaşamı

ve intiharı sorguladığı dene-

me kitabı “Sisifos Söyleni”,

bir müzisyenin intiharının ön-

cesinde okuduğu son kitap

olmuştu. Nick Drake yaşa-

mında kavuşamadığı şöhrete

ölümü sonrası kavuşacaktı.

Nick Drake, Britanya’nın

müzik dünyasına bıraktığı

önemli bir figürdür. Müziğiy-

le pek çok kişinin yaşamını

değiştirmiş ve ilhamı olmuş-

tur. Güzel bir İngiliz köyünde

mutlu bir çocukluk geçiren

Drake, müziğe ilgi duymaya

başlamış ve Bob Dylan, Phil

Ochs, Tim Burcley, Van Mor-

rison gibi gibi isimleri dinle-

meye başlar. Sakin, sessiz ve

melankolik bir kişiliğe sahip-

ti. Gitarına yaptığı farklı

akord ile birkaç kişi aynı

anda çalıyormuş havası olu-

şurdu.

20 yaşındayken ilk albümü

“Five Leaves Left” (1969) bir

yıl sonra da “Bryter Layter”

(1970) isimli ikinci albümü pi-

yasaya çıktı. Fazlasıyla çekin-

gen olan Drake bu yapısından

dolayı birkaç dönemin halk

müziği sanatçılarıyla birlikte

çıktığı konserler hariç turnele-

re çıkmayı reddedip evine ka-

palı bir yaşam sürmeyi tercih

etmişti. Bu onun tanınmasının

önündeki önemli engellerden

biriydi.

Bugün barok-folk’un en

büyük isimlerinden biri ola-

rak kabul edilen Drake’in

okumayı sevdiği, özellikle de

William Blake, W. Butler Ye-

ats ve Fransız sembolist şair-

lerden etkilendiği biliniyor.

25 kasım 1974’te kendi

kararı ile hayattan ayrılmıştır.

Aşırı dozda anti depresan al-

mış ve sabah uyanmamıştır.

Başucunda Camus’nun “Sisi-

fos Söyleni”si vardır. “Sisifos

Söyleni”deTanrıları kızdır-

ması sonucu bir kayayı dağın

tepesine çıkarmakla cezalan-

dırılan Sisifos, taşı taşıma sü-

resinde yaşadığı kısır döngü-

yü anlatarak “saçma”ya ula-

şır. Fakat “tepelere doğru tek

başına didinmek bile bir insa-

nın yüreğini doldurmaya ye-

ter.” diyerek intiharı haksız

çıkartır. Buna rağmen pek

çok kişi saçmada kalır ve ha-

yatın anlamsızlığında çivile-

nir. Belki Drake de bu çivile-

nenlerden olmuştu.

Bu sürükleniş albümleri-

nin başarı kazanmaması ile

başlamış ve büyük bir bunalı-

ma doğru gitmiştir. Hazırladı-

ğı son albümü “Pink Moon”

kaydı 1 hafta boyunca Island

Records`un masasında kimse

fark etmeden kalmıştır. “Pink

Moon” parçası yıllar sonra

bir vosvos reklamıyla ünlene-

cektir. Zamanla kötüleşmeye,

içine kapanmaya başlayan

Drake’in artan depresyonu

onu ölüme götürmüştür.

25 OCAK 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF

SES - SÖZ

EMEL TELCİ

Sisifos’un intiharı: Nick Drake

ERCAN DOLAPÇI

Derslerle dolu Osmanlı’nın Balkanları

Camus

N. D�rake

Page 22: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

25 OCAK 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP

“Siz de bilirsiniz, anlatmaya değer şeyleri-niz olduğunu, bir gün bunları anlatacağınızıdüşünmek ne güzeldir ve bu düşünce birkez yer etti mi nasıl da perişan eder insanı!Şu dünyadaki en yüksek mertebe olanokurluk mertebesi size yetmemeye başlar.Dünya olmak istersiniz.”

1 “Sayfaların üst köşelerinde Arap sayıları yer alıyordu.Asıl ilgimi çeken, örneğin çift sayfalardan birinin 40514numarasını, karşısındaki tek sayfanın ise 999 numara-sını taşıması oldu. O sayfayı çevirdim; arkasındaki sekizhaneli bir sayıydı. Sözlüklerde olduğu gibi bir resimlesüslüydü; bir çocuk elinden çıkmış gibi, mürekkep kale-miyle beceriksizce dizilmiş bir çapa resmi vardı.”

“Sevdiğimiz bir insanı kaybettiğimizde, hiç de-ğilse ona ait bir giysiyi, kaybettiğimiz kişininkokusunu giyside aldığımız sürece tutarız vegerçekten de kendi ölümümüze kadar tutarız,çünkü onun kokusunu bu giysinin bugüne ta-şıdığına inanırız her ne kadar çoktandır artıkyalnızca bir hayal olsa da.”

3

a)

b)

c)

d)

e)

a)

b)

c)

d)

e)

a)

b)

c)

d)

e)

Benim Lokantalarım - Artun Ünsal

Sinek Isırıklarının Müellifi - Barış Bıçakçı

İstanbul: Zamanın Suya İzi - Tuncer Erdem

Yokluk - Coşkun Yerli

Bakır Çalığı - Güven Turan

Kum Kitabı - Jorge Luis Borges

Sınırda Bir Ülke - Emil Tode

Cinnet - Vladimir Nabokov

Adsız Sansız Bir Jude - Thomas Hardy

Dublinliler - James Joyce

Cumartesi - Ian McEwan

Kapı - Magda Szabo

Beton - Thomas Bernhard

Bir Başka Ülke - James Baldwin

Klingsor’un Son Yazı - Hermann Hesse

2

Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(b) 2-(a) 3-(c)

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

Soldan sa�a1. Resimdeki ikinci yeninin önemli

�airlerinden - Paraguay çay�2. Azotlu besinlerin vücutta yanmas�yla

olu�an azotlu madde - Rusça’da“evet”- K�s�rl�k, verimsizlik

3. Ürdün Bat� �eria’da 1967’den beri�srai i�gali alt�nda olan kent -Kabaca i�te orada - Bir yüzölçümübirimi

4. Kuma� - Türk Standartlar� Enstitüsü(k�sa) - Yabanc� bir uzunluk ölçüsübirimi - Niyobyum’un simgesi

5. Belli bir anlam� olan iz, i�aret -Molibden’in simgesi - �ki yan�a�açl�, do�rusal, geni� yaya caddesi- Yunanca’da bir harf

6. Köpek yiyece�i - Sofa - Gelecek - Atyavrusu

7. Fas’�n plakas� - Çok eski vebilinmeyen bir tarihi anlatan bir söz- Tavlada “iki”say�s�

8. Milattan Sonra (k�sa) - Saz�n en kal�nteli ya da kiri�i - Dul kalan kad�n�nsadakatini göstermek üzere kendinikurban etmesi �eklinde bir Hindu

gelene�i9. �imdi, �u anda - Beyaz - Yabanc� bir

a��rl�k ölçüsü birimi10. Yüce, yüksek, ulu - Gümü�’ün

simgesi - Afrika kökenli birAmerikan müzi�i - Sümerler’de sutanr�s�

11. Letonya’n�n ba�kenti - Kap�lar� aç�pkapamaya yarayan, iki parçadanibaret demir mente�e - Genellikleuluslararas� karayolu ta��mac�l���ndakullan�lan büyük kamyon

12. Tak�m (k�sa) - Büyük Britanya’da

akarsu - Rubidyum’un simgesi -Dünya zevklerini ho�gören,dünyaya önem vermeyen, kalender

13. Bir haber ajans� - Bir binek hayvan�- Eski bir a��rl�k ölçüsü birimi -Ayak

14. Favori - Diki�te kullan�lan pamukipli�i - Mesaj

15. Hristiyanl�kta papaz�n yard�mc�s�olan din adam� - ��lemeli, büyükboyutlu mendil

Yukar�dan a�a��ya1. Resimdeki yazar�n bir eseri - Geri;

pe� - Ate�2. Tümör - Japonya’da buda rahibesi -

Güzel yazma ya da söylemeyetene�i

3. Gerçek - Lümen (k�sa) - Küme -Bölü�ülmü� bir bütündenbölü�enlerin her birine dü�en k�s�m,hisse

4. Boyun e�en - Yünden dövülerekyap�lan kaba ve kal�n kuma� - Birhaber ajans� - Bir dilek �art eki

5. Ut çalan kimse - Bir sevinç ünlemi -Çocu�u olan kad�n - Voltamper(k�sa)

6. Hükümdarlar�n oturdu�u büyük,süslü koltuk veya hükümdarl�kmakam� - Fizikte direnç birimi -Yapay ma�ara

7. Esasi - Geni�lik - Alamet, ni�an8. Bir hayret ünlemi - Yabanc� - Ordu

(k�sa)9. “... Gündüz Kutbay”(ney üstad�) -

Lantan’�n simgesi - �ki ya��ndanbüyük enenmi� erkek keçi

10. Birinin suçunu ba���lama,merhamet etme - Yass� demirürünü - Berkelyum’un simgesi

11. Mavi - Hastal�ktan kurtulma,iyile�me - �li�kin

12. Kuzu sesi - Lavrensiyum’un simgesi- Köpek - Saz�n en ince teli -Lityum’un simgesi

13. Cet - Argoda “esrar”- Jüpiter’in biruydusu - Genellikle bir traktörünarkas�na monte edilen ve zeminiderince kazmaya yarayan bir alet

14. Radon’un simgesi - �sim - Bir sorusözü - “... King Cole”(Amerikal� cazpiyanocusu ve �ark�c�)

15. Bir seslenme sözü - Resimdekiyazar�n bir eseri - Küçük ma�ara

Page 23: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra
Page 24: Mozart 257 yaşında Dahiyane notalar - AydınlıkBu sözler sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı’ya ait. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçılardan ünlü orkestra