Upload
others
View
139
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
1
RisaleSözlügü
Arapca-Türkce
54 000 Başlıq
Turu /- ComTebriz-2012
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
2
A 1928 senesinde alınan Türk alfabesinin "a" harfi,
Osmanlıcadaki elif ve ayın harflerine yakın bir ses verir.
AB f. Su. * Mc : Yağmur. * Letâfet, güzellik. * İtibar. * Irz, nâmus.
* Vakar. * Cilâ. *Keskinlik.
ÂBÂ VE ECDÂD Analar, babalar, dedeler.
ÂBÂ (Eb. C.) Babalar, pederler. * Mc : Mürşidler, ileri gelenler.
A'BA Ağırlıklar, yükler, mes'uliyetler. * Sandık.
ABA' Kaba, ahmak kişi.
ABA Kule.
ABAB (Abb) Suyu nefes almadan içmek. * Işık, nur, ziyâ.
ÂBAB Otu bol olan yerler, çayırlar, otlaklar, mer'alar.
AB'AB Taze civanlık. * İbrişim halı. * Dağ tekesi. * Yumuşak yünden
yapılan kisve.
AB'ÂB Uzun boylu kimse. * Güzel huylu ve sabırlı adam.
ABAD f. Mâmur, şen. * Çok dolu.
A'BAD Köleler.
ABADAN f. Mâmur, şen. İmâr edilmiş.
ABADÎ Bayındırlık, mâmurluk, şenlik. * İmar edilmiş olan. *
Hindistan'ın Devlet-âbad şehrinde ipekden yapılmış bir yazı
kağıdı.
ABÂDİLE Abdullah isimliler.
ABÂDİLE-İ SEB'A Meşhur olan yedi Abdullah isimli sahabe-i kiram (R.A.)
(Abdullah İbn-i Abbas, Abdullah İbn-i Ömer, Abdullah İbn-i
Mes'ud, Abdullah İbn-i Ravâha, Abdullah İbn-i Selam, Abdullah
bin Amr bin As, Abdullah bin ebi Evfâ (R.A.) (Asr-ı saadette
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
3
Abdullah ismiyle anılan ikiyüz yirmi sahabe-i kiram hazerâtı
vardı.)
ABAJUR Fr. Lamba siperi.
ABAK İcab etmek. Lâzım olmak. * Yapışmak.
ABAKİYE Lâzım olmak. * Yapışmak. * Zahmet.
ABAL Dağ kili.
ÂBAL Develer.
ABALET Ağırlık.
ABAM şişman kimse.
ABA-PUŞ f. Aba giyen, derviş. * Fakir.
ÂBAR (Bi'r. C.) Kuyular. Su kuyuları. * f. Hesap defteri.
ABAT Koltuk altları.
ABB Işık, nur, ziya. * Güzelleşme.
ABBAS Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmın amcalarındandır ve
Mekke'nin fethinde Müslüman olmuştur. * Arslan, gazanfer.
ABBASÎ Resul-i Ekrem'in (A. S.M.) amcası Hz. Abbas'ın neslinden gelen
veya aynı sülâleden gelenlerin kurdukları devlete mensup olan.
AB-BERİN f. Akarsu ve şelâle kenarlarında suyun tazyikle akmasından
meydana gelen içi oyuk kovuk.
AB-CAME f. Su kabı.
AB-ÇERA f. Kahvaltı.
ABD Kul, köle, Allah'ın kulu. Mahluk, insan. Hizmetçi. (Hür'ün
zıddı). "Abd kelimesi Allah'ın bazı isimleriyle
birleştirilerek erkek isimleri meydana getirilir. Abdullah
(Allah'ın kulu). Abdulbâki (Ebedi olan Allah'ın kulu) gibi. Bu
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
4
isimleri taşıyan insanlar buna lâyık olmaya
çalışmalıdırlar."
ABDAL t. Safdil, ahmak, bön. * Afganistan'da yaşıyan bir Türk kavminin
adı, bu kavimden olan kimse. * Anadoludaki bazı göçebelerin
adı ve bunlardan olan kimse. * Derviş, ermiş, kalender. Kendini
Allah'a adamış. Ona teslim olmuş, bu yolda çile çekmiş kimse.
(Bak : Ebdal)
ABDAN (Ab. dan) Bahçe kovası, bahçe sulamaya mahsus süzgeçli kova.
* Sidik kesesi, mesane.
ABDAR f. Parlak. * Sağlam vücudlu. * Su veren hizmetçi. * Mc : Ter u
tâze, tap taze.
AB-DEST f. Namaz ve sair dini ibadetler için usulüne uygun olarak, el,
ağız, burun, yüz, dirseklere kadar kolları ve topuk kemiği
üzerine kadar ayakları üçer defa yıkamak ve kulaklara, başa ve
enseye meshetmektir. * Azarlama, paylama.
ABDESTAN f. Su ibriği, abdest ibriği.
ABDEST-HANE f. Ayak yolu, helâ. * Abdest alacak yer.
ABDİYET Kulluk. * Kul olduğunu bilerek dininde, emredildiği üzere
ibâdet ve itaatte bulunmak.
ABDULAZİZ 32. Osmanlı Padişahıdır. Hilâfeti (Hi: 1277-1293) seneleri
arasındadır. Mithat Paşa ve arkadaşları tarafından bilek
damarları kesilerek şehid edilmiştir.
ABDULHAMİD LL (mi: 1842-1918) 34' üncü Osmanlı Padişâhıdır. 33 yıl saltanatta
kalmış olan bu şefkatli Sultan,İslâmiyete son derece bağlı idi.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
5
Yüksek bir siyaset adamı ve devlet işlerini bizzat takibeden bir
zattı. Memlekette bolluk ve refahı te'min için çalıştı. (R.Aleyh)
ABDULKADİR Allah'ın kulu.
ABDULKADİR-İ GEYLANÎ (Bak: Geylânî)
ABDULKAHİR-İ CÜRCANÎ (Bak: Cürcanî)
ABDULLAH İBN-İ ABBAS (R.A) Ashab-ı Kiram'ın fakih ve müctehidlerindendir. Resul-i
Ekrem'in (A.S.M.) amcasının oğludur. Ashâb-ı Kirâm arasında
mümtaz bir mevki'e hâizdir. Sahih-i Buhari'de mezkûr olduğu
üzere Resul-i Ekrem (A.S.M.), Abdullah hakkında : "İlâhi
onu dinde fakih kıl ve kitabını ona öğret!" diye dua
buyurmuştu. Bu âli duaya mazhariyetinden dolayı zamanın en
bilgin şahsiyeti olmuştu. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) hadislerini
ezberlemekte, tefsir, hadis, fıkıh ve ferâiz gibi yüksek ilimlerde
eşsizdir. Hz. Ömer ve Osman'ın (Radiyallahü anhüma)
hilâfetleri zamanında müftülük vazifesini ifâ ediyordu. Kur'anın
tefsirindeki müstesna kudretinden dolayı Habr-ül-ümme,
Tercemân-ül-Kur'an, Sultan-ül-Müfessirin gibi yüksek
lâkablarla Ashab ve Tabiin arasında şöhret buldu. 1640 hadis
rivâyet etmiştir. Hicretin 68. yılında 70 yaşında olduğu hâlde
Tâif'de ebedî hayata kavuşmuştur. (R.A.)
ABDULLAH İBN-İ ÖMER Bi'setten bir yıl önce doğdu. Hicri yetmişüç tarihinde Haccâc-ı
Zalim'in emri ile şehid edildi (R.A.) Sahabe-i Kirâmın ileri
gelenlerinden ve Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâmın çok
bağlılarından ve dâima onun ahlâkını yaşamağa çalışanlardandı.
Hz. Ömer Radıyallahü Anh'ın oğlu idi. Hilâfet ve Valilik işlerine
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
6
hiç karışmadı. Müttaki, cömert, kanaat sahibi, halim bir zat olup
kendini dünyaya bağlaması ihtimali olan bir malı olsa derhal
onu sadaka verir veya hediye ederdi. (R.A.)
ABDULLAH İBN-İ ZÜBEYR Ebu Bekir-i Sıddık'ın kızı Esma'nın oğludur.
Muhacirlerden ilk doğan çocuk olup cesaret, şecaat, ibadet ve
takvası ile meşhurdur. Zübeyr ibn-i Avvam'ın oğludur. Yezid'in
saltanatını kabul etmedi ve Mekke'de dokuz sene halifelik yaptı.
73 yaşında şehid edildi. (R.A.)
ABDULLAH Allah'ın kulu. * Bu isim Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâmın mübarek ve şerefli isimlerindendir. Çünkü, Allah'a
itaat ve ibadette, kulluk yapmada devamlı ve en ileride olup
bütün ömürlerinde Cenab-ı Hakka maddi manevi bütün
hâlâtında itaatttan ayrılmamıştır (A.S.M.). Hem muhterem
babasının adı da Abdullah'tır.
ABDURRAHMAN BİN AVF Aşere-i mübeşşereden ve çok fedakar olan
Sahabelerdendir. İlk müslüman olan sekiz kişiden birisidir.
Bütün ihya-yı din için olan muharebelerde çok fedakârlıkta
bulunmuş, birisinde yirmibir yerinden yaralanmıştı. Bir gazada
oniki dişini birden kaybetmişti. Medine'ye ve Habeşistan'a hicret
edenlerdendi. Çok zengin idi. Bir defa otuz köleyi birden azad
etmişti. Hicri 31 tarihinde 71 yaşında vefat etti.
ABE İşaret, alamet. * Cemaat, topluluk.
ABE' Kıymet. Ehemmiyet. Meta'.
ABECE Ahmak kimse.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
7
ABED Hayâ etmek. Arlanmak. * Hışım etmek, kızmak. * Uyuz
hastalığı.
ABEDE (ÎÂbid. C.) İbadet edenler. Âbidler. Tapanlar.
ABEDE-İ ESNAM f. Puta tapanlar. Putperestler. Heykele baş eğenler.
ÂBEK Sulu, su dolu olan şeyler. * Çıban. * Civa. (Hg).
ABEKET (C.: Abekât) Tâne, az şey. * Tuluk içinde kalan yağ bakiyyesi. *
Ekmek parçası. * Yılan başı dedikleri ufacık akça boncuk.
ABEL (C.: Abâl) Yassı ve enli yaprak.
A'BEL Ak, beyaz. * Ağaç yaprağının dökülmesi.
AB-ENDAM f. Güzellik. Güzel endam.
AB-ENDAZ Su mühendisi.
ABERASYON Fr. Sapma.
ABERAT (Abre. C.) Göz yaşları.
ABES Davarın kuyruğunda kuruyup kalan bevl ve ters.
ABESE İRCA Mantık ve matematikte bir isbat şeklidir. Bir hükmün
doğruluğunu isbat için, bu hükmü inkâr eden diğer hükmün
yanlışlığı isbatlanır. Meselâ: Allah'ın varlığının inkâr
edilmesinin imkânsızlığını veya abesiyetini göstermek, Allah'ın
varlığını isbat yollarından biridir. Bu, "Abese irca"
yolu ile isbat şeklidir.
ABESE SURESİ Kur'an-ı Kerim'de sekseninci surenin ismi olup, Mekke-i
Mükerreme'de nazil olmuştur. Saliha Suresi, Sefere Suresi de
denilir.
ABESE (Abs. den) Çehresini çattı, sureti kerih oldu (meâlinde).
ABESİYAT (Abes. C.) Faydasız ve boş şeyler.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
8
ABESİYYUN Kâinatın ve hâdiselerin başı boş, faydasız ve gayesiz, kendi
kendine, Haliksız olduğuna inanmak isteyen bâtıl yoldaki
felsefeciler. Zamanımızda Ekzistansializm
"Varoluşculuk" adı altında yeniden ortaya çıkan bir
varlık ve hayat felsefesidir. İki kola ayrılmıştır. Bunlardan
uluhiyeti inkâr edenler, hayatın, varlığın ve insanın var oluşunu
abes ve gayesiz sayan ehl-i dalâlet fırkalarından biridir.
Hristiyanlık dünyasında bunlara karşı çıkan ikinci kısım ise:
Allah'a inanılmazsa herşeyin abes olacağını, bu sebeple Allah'a
inanmanın zaruriliğini müdafaa etmektedirler.(Kâinatı abes ve
gayesiz itikat eden felâsife-i abesiyyun gibi kendilerini başıboş,
hikmetsiz, gayesiz, vazifesiz, Haliksız mı zannediyorlar? Acaba
gözleri kör olmuş, görmüyorlar mı ki, kâinat baştan aşağıya
kadar hikmetlerle müzeyyen ve gayelerle müsmirdir. Ve
mevcudat, zerrelerden güneşlere kadar vazifelerle muvazzaftır.
Ve evamir-i İlahiyyeye müsahharlardır.S.)
ABEY-SERAN Fesliğen. * Şiddetli emir. Şer ve mekruh nesne. * Bir dikenli
ağaç.
AB-GAH Fr. Havuz, küçük göl, su biriken yer. * Tıb : Karnın kaburga
kemikleri kıkırdağı ve kısa kaburgalar altında olan kısmı. Böğür.
AB-GİNE Fr. Billur. * Ayna. * Kılınç. * Göz yaşı. * Şişe, sürahi, kadeh.
AB-GİR f. Suyun biriktiği yer, havuz. * Dokumacılıkta kullanılan fırça.
AB-HANE f. Abdest bozacak yer. Helâ, tuvalet.
ABHER Nergis çiçeği, * Dolu kap.
AB-HURDE f. Su içen.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
9
AB-I ÂBİSTENÎ Nebatların beslenip büyümesi için zaruri olan su ve yağmur. *
Gebeliğe sebep olan su, meni.
AB-I ADÂLET Doğruluğun ve adaletin feyz ve bereketi.
AB-I BÂDE-RENG Kanlı göz yaşı.
AB-I BESTE Buz. * Mc : Billur, sırça.
AB-I CİĞER Ciğer suyu. * Göz yaşı.
AB-I ÇEŞM Göz yaşı.
AB-I DEHÂN Ağız suyu, salya.
AB-I HAYAT Kan. Ebedî hayata sebep olan hayat suyu (diye tâbir edilen) bu
kelime, edebiyatta : "çok güzel ifâde, lâtif söz, parlaklık,
letâfet" mânalarında geçer. * Tas : Aşk-ı hakiki, aşk-ı
ilâhi, ilm-i ledün, mârifetullah'tan kinayedir. Âb-ı Hızır, âb-ı
hayvan, âb-ı beka gibi isimlerle de söylenir.
AB-I HUFTE Durgun su. * Buz. * Billur. * Kınında bulunan kılınç.
AB-I HURDENÎ İçme suyu. İçilir su.
AB-I KEVSER Kevser âb-ı hayatı. Kevser letâfeti.
AB-I LEZİZ Leziz, tatlı su.
AB-I MUSAFFÂ Temizlenmiş, tasfiye edilmiş su. Saf su.
AB-I REVAN Akar su. * Kalpteki ferahlık.
AB-I RÛY Yüz suyu, şeref, haysiyet, nâmus.
AB-I ŞOR Acı su. * Göz yaşı.
AB-I YAH Buzlu, soğuk su.
AB-I ZEN f. Küçük havuz. * Su birikintisi. * Yumuşak, lâtif sözlerle hatır
alan ve bu manâda emir. (Bak : Avzen)
ABIK Sebebsiz olarak sahibi yanından kaçan köle.* Civa. (Hg)
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
10
ABÎ f. Ayva. * Suda yaşayan ve suda meydana gelen. * Çok mâvi.
ABİD f. Kıvılcım.
ABÎD Kullar. Köleler.
ABİDANE f. Kul olarak, ibâdet edene yakışır surette.
ABİDAT-I İSLÂMİYE İslâm medeniyeti anıtları.
A'BİDE (Abd. C.) Köleler. Abid.
ABİDE Uzun müddet dillerde destan olup kalan beliye ve dâhiye. * Bir
milletin târihinde büyük bir değeri hâiz olan vak'a. * Fesahat ve
belâgatı dolayısıyle benzeri söylenemeyen şiir. * Tarihte yüksek
ve hâkim bir mevkide olan vak'aları veya büyükleri yaşatmak
için yapılan bina. * Azametiyle, güzelliğiyle insanı hayrete
uğratan mebani. (Süleymaniye ve Ayasofya câmileri gibi.) Uzun
müddet yaşıyan edebî, ilmi, sinai eserler. * Geçmiş devirlerden
kalma tarihi veya bedii kıymeti olan binalar, kaleler ve
harabeleri. * Dikilmiş sütunlar ve bunların üzerindeki resimler,
nakışlar, yazılar. * Abidenin arapçadaki manası bizdekinden
başkadır: Kendisinden nefretle, haşyetle bahsolunan, uzun
müddet dillerde destan olup kalan dâhiye ve beliyyeye denir.
(Türk İslâm Ansiklopedisi)
ABİDEVÎ Abide gibi. Abideyi andıran, âbideye benzeyen şekilde.
ABİL Koyun, at ve deve gibi hayvanlara iyi bakan. * Çayırda
otlayarak suya muhtaç olmayan hayvan.
ABİLE f. Su üzerindeki kabarcık. * Sivilce. Çıban.
ABİR (Ubur'dan) Bir yerden geçen, giden yolcu. Geçen. * Hz.
İbrâhimin (A.S.) dedelerinden birisinin adı.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
11
ABİS Asık suratlı, ekşi yüzlü kimse. * Arslan.
ABÎSE (C: Abayis) Tarhana.
ABİST f. Gebe, hâmile.
ABİSTEN f. Gizli, gizleme. * Gebe. * Dişilik.
ABİSTENÎ f. Hâmilelik, gebelik.
ABİŞHOR f. Hayvan sulama yeri. * İçme kabı. * Dinlenmek için kısa bir
duraklama, teneffüs. * Günlük yiyecek.
ABİŞTGÂH f. Gizlenecek yer, gizli yer.
ABİY Kısmet, nasib,
ABİYE Örtü ile yüzünü örten, utangaç kız veya kadın.
ABKAME f. Anadolunun bazı doğu illerinde ve Bağdat'da yapılan, turşu
veya salataya benzer bir çeşit yiyecek maddesi. * Ekşi hamurdan
pişirilerek sirkeye konulan ve turşu olarak kullanılan bir gıda
maddesi.
ABKARÎ Mutlaka kusuru olmayan. Kâmil. * Bir kavmin seyyid ve şerifi,
efendisi. Beşer san'atı olmayan. * Çok güzellik. * Bir nevi
döşek.(Abkari: Esasen abkar'e mensub demektir. Ebu Suud ve
sair tefsirlerin beyanına göre Abkar: Arabın zu'münce bir Cin
beldesinin ismidir ki, Arablar acib gördükleri her şeyi ona
nisbetle tavsif ederek abkarî derler. Mu'cem-ül Büldan'da şu
tafsil mezkûrdur: Abkar; dolu, yani buluttan inen donmuş sudur.
Ve demişlerdir ki, cinnin sâkin olduğu bir arzdır. Meselde:
"Keennehüm cinn-i abkar: sanki abkar cinni gibi"
denilir...Bazıları da demiştir ki: Abkarinin aslı; vasfına hırs ile
rağbet olunan her şeye sıfattır. Bunun da esası; çünkü Abkar'da
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
12
döşeme ve saire nakışları yapılırdı. Onun için her iyi şey Abkar'a
nisbet edilirdi.)
AB-KEND f. Havuz, dere, su geçidi.
AB-KEŞ f. Delikli kevgir. * Su çeken, sucu, saka. * Kadeh sunucu.
AB-KUR f. Lâğım çukuru. Pisliğin aktığı yol ve delik.
ABL Kalın, büyük nesne. * Bükmek.
ABLA' Ak nesne. * Beyaz taş.
ABLİSE f. Tarlaya tohum atan, ekinci.
ABLUKA İtl. Etrafını sarıp hâriçle alâkasını kesme. Bahren muhasara,
denizden kuşatma.
ABLUKAYI BOZMAK Muhasara hattını yarıp geçmek.
ABLUKAYI KALDIRMAK Muhasarayı bırakmak.
AB-NAK f. Sulu, ıslak, nemli.
ABONE Fr. Gazete ve dergi gibi yayınlara peşin para vererek muayyen
bir zaman için müşteri olan kimse.
ABONMAN Fr. Bir imalâtçı ile müşteri arasında düzenli satın alma için
yapılan anlaşma.
ABORDA İtl. Deniz teknelerinin rıhtıma, iskeleye veya başka bir tekneye
yanlamasına yanaşması.
ABR Rüya tabir etmek. Düş yormak. * Yaş akıtmak. Sudan veya
başka yerden geçmek. * Söylemeden bir şeyi düşünmek.
ABRA Bir değiş-tokuşta üste verilen şey. * Teraziyi ayarlamak için
hafif gelen kefesine konulan ağırlık.
ABRAN Ağlayan, ağlayıcı.
AB-RANE f. Su borularına ve su yollarına bakan mühendis.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
13
ABRAŞ Alaca benekli at. * Klorofil azlığından dolayı açık renkte
lekeleri olan bitki yaprağı.
ABRE Göz yaşı.
ABS Kurumak, katılaşmak.
ABSAL f. Bahçe, koru, park.
AB-SÜVAR f. Su üstünde yüzen. * Sudaki kabarcık.
ABŞ Salâh. * Hüsn. İbâdet. * Gaflet.
AB-ŞAR f. Şelâle, su akarken çıkardığı ses, şırıltı.
AB-ŞİNAS f. Sudan anlıyan. * Gemi kılavuzu.
ABT Deveyi ve koyunu hastalanmadan sağ iken boğazlamak. *
Kazılmamış yeri kazmak. * Yarmak.
ABU f. Nilüfer çiçeği.
ABUS Çatık çehreli. asık yüzlü. Yüzü ekşi.
ABV Yüzün güzel olması. Nizamlı oluş. (Bak: Ta'biye)
AB-VEND f. Maşrapa, bardak, su kabı.
AB-YAR f. Sulayan. * Mc: Bereketlendiren, feyizlendiren.
AB-YARÎ f. (Asıl mânâsı sulama ise de, lisanımızda yalnız mecazi
mânâsiyle bazı eski nesir yazarları tarafından kullanılmıştır).
Yardım, itimat.
AB-YÂRÎ-İ HİMMET Korumak için yapılan yardım, himmet yardımı.
AB-YÂRÎ-İ HİMMETİNİZLE Himmetiniz yardımıyle, himmetiniz sayesinde.
AB-ZEN f. Küçük havuz. * Banyo.
AC Fildişi. * Dolu kap.
AC'AC Çağırış.
ACAC Toz. * Tütün. * Bulut. * Duman.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
14
AC'ACE Uzun uzun çağırmak.
ACAFET Zayıflık. Çelimsizlik.
ACAİB (Acib. C.) Şaşırtacak ve hayret verici şeyler.
ACAİBAT Normale zıt şeyler. Acâib şeyler.
ACÂİB-İ SEB'A-İ ÂLEM Dünyanın yedi tane şaşılacak, acaib şeyi. (Çin seddi bunlardan
biridir.)
ACAİZ (Acuze. C.) Kocakarılar. İhtiyar kadınlar.
ACAK f. Toprak.
ACAL (Ecel. C.) Eceller. Ölümler, vâdeler.
ACALİT Yoğurt.
A'CAM (Acem. C.) Acemler. İranlılar. * Arab olmayanlar.
ACAM (Ecme. C.) Meşelik, kamışlık, ağaçlıklar.
ACAN f. Polis: Emniyet mensubu
ACAR (Ecr. C.) Sevaplar, ücretler, mükâfatlar. * Kiralar.
ACASA Deve sürüsü.
ACB Kuyruk sokumu. "Us'us" denilen küçük kemik. Her
şeyin kuyruk dibi ve nihâyeti. Fâtiha-i hilkat olan küçük
kemik.Acb-üz zeneb diye Hadis-i Şerifte ismi geçen ve insanın
kuyruk sokumundaki en küçük kemik.(Kur'ân-ı Kerim'de
"Sure: 30. âyet: 27" Yani: "Sizin haşirde
iâdeniz, dirilmeniz, dünyadaki hilkatinizden daha kolay, daha
rahattır." Nasıl ki bir taburun askerleri istirahat için
dağılsa, sonra bir boru ile çağrılsa, kolay bir surette tabur
bayrağı altında toplanmaları, yeniden bir tabur teşkil etmekten
çok kolay ve çok rahattır. Öyle de bir bedende birbiri ile imtizaç
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
15
ile ünsiyet ve münasebet peydâ eden zerrat-ı esasiyye, Hz.
İsrâfil'in (A.S.) suru ile Hâlik-ı Zülcelâlin emrine
"Lebbeyk" demeleri ve toplanmaları aklen birinci
icaddan daha kolay, daha mümkündür. Hem bütün zerrelerin
toplanmaları belki lâzım değil. Nüveler ve tohumlar hükmünde
olan ve hadisde "Acb-üz zeneb" tâbir edilen ecza-i
esasiyye ve zerrât-ı asliyye ikinci neş'e için kâfi bir esastır,
temeldir. Sâni-i Hakim beden-i insanîyi onların üstünde bina
eder. S.)(Arkadaş! Zâhire nazaran, haşirde, ecza-yı asliye ile
ecza-yı zâide birlikte iade edilir. Evet, cünüb iken tırnakların,
saçların kesilmesi mekruh ve bedenden ayrılan herbir cüz'ün bir
yere gömülmesi sünnet olduğu ona işarettir. Fakat tahkike göre,
nebatatın tohumları gibi "Acb-üz-zeneb" tâbir edilen
bir kısım zerreler, insanın tohumu hükmünde olup, haşirde o
zerreler üzerine beden-i insanî neşvü nema ile teşekkül eder. İ.İ.)
ACC Yüksek sesle haykırma, * Gürültü çıkarma. Deveyi döğme.
ACC(E) Kalabalık.
ACCAC Fırtınalı, rüzgârlı. * Gürültülü.
A'CEB Çok acâyib. Pek tuhaf olan.
ACEB Taaccüb, şaşma, hayret. * Garib, hoş, lâtif ve nâdir-ül vücud
olduğundan bir şey için inkâr ve istiğrab etme hâli.
A'CEB-ÜL ACÂİB Çok acib ve gülünç olan.
ACED Kuru üzüm.
A'CEF İnce, zayıf.
A'CEL Daha acele, en çabuk. * Acele eden kişi.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
16
ACELE Çabuk, çabukluk. Bir işi çabuk yapmaya ve çabuk bitirmeye
çalışma, ivedilik.
ACEM İranlı. Yabancı. * Arapça konuşmayanlar. Arab olmayanlar. *
Çekirdek.
ACEMÂNE f. Acemlere yakışır suret. Yabancı gibi.
ACEMCEME (C: Acemcemât) Kuvvetli, muhkem deve.
ACEME (C: Acemât) Çekirdek. * Çekirdekten biten hurma ağacı. * Sert
ve sağlam taş.
A'CEMÎ Aceme mensub. * Arapçayı iyi konuşmayan. Dilsiz. *
Beceriksiz.
ACEMÎ Tecrübesiz. * Yabancı. * Yeni. Mübtedi.
ACEMİSTAN f. İran ülkesi.
ACEMİYAN f. (Acemi. C.) İranlılar. Acemler. * Acemiler, tecrübesizler.
ACENTE (Acenta) ing. Bir vapur şirketinin her iskeledeki memuru. * Bir
şirket veya idarenin diğer memleketteki vekili. * Memur veya
vekilin memuriyeti ve idarehanesi.
A'CEZ En âciz. Çok kudretsiz. * Mak'adı etli ve yumru olan.
ACEZE (Âciz. C) Âcizler. * Düşkünler, zayıflar.
ACİB Hayret veren. Şaşılacak şey.
ACÎB Şaşılan ve hayret uyandıran şey. Benzeri görülmeyen. Garib.
Taaccüb olunan şey.
ACÎBE Alışılmış surette olmayan. Çok hârika. Acib ve garip, hayret
verici, şaşılacak şey.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
17
ACİBE-İ HİLKAT Her zaman yaratılan şekilden farklı olarak yaratılmış olan.
(Meselâ: Normalinden çok fazla büyük cüsseli veya üç ayaklı
olmak gibi)
ACİC Sesi yükseltmek.
ÂCİL Aceleci. * Acele eden. Hemen. * Derhal. Peşin. * Çabuk. * Fık:
Dünya.
ACİL Sonraya bırakılmış. Bir vâdeye bağlı. * Ahiret.
ÂCİLANE f. Acele edene ait. Acele olarak. * şimdiki zamana ait.
ÂCİLEN Vakit gelince yapılmak üzere. Bir vâdeye veya bir şarta bağlı
bulunarak.
ACİN Rengi ve tadı değişmiş pis su.
ACİNÎ Hamur gibi yoğurulmuş, macun kıvamında.
ACİNİYET Mâcun halinde olma. Hamur gibi yoğurulmuş olma.
ACİR Elindekini başkasına kiralayan. Kiraya veren.
ACİŞ f. Üşüme, soğuktan üşüme.
ACİYY(E) (c: Acâyâ) Anası öldüğünden, başka kimsenin sütüyle beslenen
çocuk. * Anası sütünü vermeyip yemeği öğrettiği çocuk.
ÂCİZ Beceriksiz. Eli ermez. Kabiliyetsiz. Gücü yetmez olan.
ÂCİZÂN (Âciz. C.) Âcizler, beceriksizler, zayıflar, güçsüzler.
ÂCİZÂNE f. Âciz olarak. Beceriksizce. Tevâzu ile. (Alçak gönüllülük
ifâdesi için söylenir) "Allah'a karşı kusurlarını bilen bir
mü'min âcizâne ancak Allah'tan rahmet diler."
ÂCİZİYYET Acizlik, beceriksizlik, kabiliyetsizlik. * Fakirlik, tevâzu.
ACLED Yoğurt.
ACLEZ Kavi, sağlam nesne.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
18
ACM (C: Ucum) Beş yaşına girmemiş deve. * Kuyruk dibi. * Isırmak.
ACMÎ İnce fikirli. Akıllı, anlayışlı.
ACN Yoğurma. Ma'cun kıvamına getirme.
A'CUBE (Bak : U'cube)
ACUL Çok acele eden sabırsız.
ACULÂNE Acele edene yakışır suretde.
ACULİYET Acelecilik. Sabırsızlık.
ACUR Kabakgillerden bir hıyar cinsi. Üstü hafif olukludur. Bazıları
tüylüce olur.
ACUZ(E) Çok yaşlı kadın. Kocakarı. * Kılıç. * Şarap. * Sırtlan.
ACUZE-İ ŞEMTA Saçı ağarmış kocakarı.
ACÜR Kuyruk.
ACÜRÎ Kiremitçi, tuğlacı.
ACÜS Almak, kabzetmek. * Gecenin sonu.
ACÜZ (C.: Acâz) her nesnenin dibi, kökü ve sonu. * Yay kabzası.
ACV Çocuğa süt içirmek.
ACVE(T) Medine-i Münevvere hurmalarından bir çeşit, iyi hurma.
ACZ Beceriksizlik. İktidarsızlık. Kuvvetsizlik. Güçsüzlük.
Yapamamak. * Zarardan korunmak gücünün olmaması. * Bir
şeyin geri tarafı. (İnsandaki kusur sonsuz olduğu gibi, acz, fakr
ve ihtiyacına da nihayet yoktur. İnsana tevdi edilen açlık ile
nimetlerin lezzetleri tebârüz ettiği gibi: İnsandaki kusur,
kemalat-ı Sübhâniyye derecelerine bir mirsaddır. İnsandaki fakr,
gına-i rahmetin derecesine bir mikyastır. İnsandaki acz, kudret
ve kibriyâsına bir mizandır. İnsandaki tenevvü-ü hâcat, envâ-ı
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
19
niam ve ihsanatına bir merdivendir. Öyle ise fıtratından gaye
ubudiyettir. Ubudiyet ise, dergah-ı izzetine kusurlarını
"Estağfirullah" ve "Sübhânallah" ile ilan
etmektir. M.N.)
ACZA' Dübürü büyük kadın. * Kumdan yığılmış yüksek tepe.
ACZ-ALUD f. Âcizlik, kuvvetsizlik, güçsüzlük.
ACZE (C.: Acâyiz) Her nesnenin sonu. * Kadın dübürü.
ACZ-MEND Acizlik, mahviyet sâhibi.
ACZ-MENDÎ f. Âcizlik, iktidarsızlık. Fakr.
AÇALYA yun. Fundagillerden, güzel çiçekli bir bitki ve çiçeği.
AÇAR f. İştah açmaya yarayan turşu v.s. * İnişli yokuşlu yer. *
Karıştırılmış, birleştirilmiş.
AÇI (Bak: Zâviye)
AÇKI Cilâ, perdah, lostra.
AÇKICI Cilâ ve perdah veren sanatkâr.
ÂD (Âdet. C) Âdetler.
AD İsim, nam, şöhret, şan, itibar, haysiyet.
A'DA (Adüv. C.) Düşmanlar.
ADA Gr : Kendinden sonra gelen ismi cerreder. Harf-i cerr'dir.
"...den başka, ...den gayrı" mânasına gelir. (Bak:
Mâadâ)
ÂDÂB U ERKÂN Edebler, kaideler ve rükünler. Ahlâk ve terbiye kaideleri.
ÂDÂB (Edeb kelimesinin çoğuludur.) Usul, yol, yordam, davranış
kaideleri, terbiye. Ahlâk ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve
hareket tarzı. Adaba uymayanlara edepsiz denir."Edipler
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
20
edepli olmalı" yani yazarlar, edebiyatçılar dine, ahlâka ve
terbiyeye uymalı. Aksi halde edebiyatçı adına lâyık olamazlar,
edepsiz olurlar.(Sünnet-i Seniyyenin meratibi var. Bir kısmı
vâciptir, terkedilmez. O kısım, Şeriat-ı Garrâ'da tafsilâtiyle
beyan edilmiş. Onlar muhkemattır. Hiçbir cihette tebeddül
etmez. Bir kısmı da, nevâfil nevindendir. Nevâfil kısmı da iki
kısımdır. Bir kısım, ibadete tâbi Sünnet-i Seniyye kısımlarıdır.
Onlar dahi Şeriat kitablarında beyan edilmiş. Onların tağyiri
bid'attır. Diğer kısmı, "âdâb" tabir ediliyor ki, Siyer-
i Seniyye kitablarında zikredilmiş. Onlara muhalefete, bid'a
denilemez. Fakat âdâb-ı Nebevi'ye bir nevi muhalefettir ve
onların nurundan ve o hakiki edebden istifade etmemektir. Bu
kısım ise (örf ve âdât), muamelât-ı fıtriyede Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâmın tevâtürle malum olan harekâtına ittiba
etmektir. Meselâ: Söylemek âdâbını gösteren ve yemek ve
içmek ve yatmak gibi hâlâtın âdâbının düsturlarını beyan eden
ve muaşerete taalluk eden çok Sünnet-i Seniyyeler var. Bu nevi
Sünnetlere "âdâb" tabir edilir. Fakat o âdâba ittiba
eden, âdâtını ibadete çevirir. O âdâbdan mühim bir feyz alır. En
küçük bir âdâbın mürââtı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâmı tahattur ettiriyor; kalbe bir nur veriyor. Sünnet-i
Seniyyenin içinde en mühimi İslâmiyet alâmetleri olan ve şeâire
de taalluk eden Sünnetlerdir. Şeâir, âdeta hukuk-u umumiye
nev'inden cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyle o
cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
21
cemaat mes'ul olur. Bu nevi şeâire riya giremez ve ilân edilir.
Nâfile nev'inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.
Sünnet-i Seniyye, edebdir. Hiçbir mes'elesi yoktur ki, altında bir
nur, bir edeb bulunmasın! Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâm ferman etmiş: $ Yâni : "Rabbim bana edebi,
güzel bir surette ihsan etmiş, edeblendirmiş." Evet Siyer-i
Nebeviyyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyyeyi bilen, kat'iyyen
anlar ki: Edebin envâını, Cenab-ı Hak, Habibinde cem'etmiştir.
Onun Sünnet-i Seniyyesini terkeden, edebi terkeder. L.)
ÂDÂB-I MİLLİYE Millete ait edep ve terbiyeler.
ÂDÂB-I MUAŞERET Beraber yaşayışta, hoş ve İslâmca yaşama ve geçinme usulleri.
Peygamberin (A.S.M.) sünnetine uygun olan hareket. İnsanlara
karşı edebli olma, insanca ve İslâmca yaşama âdâbı. Adâba dair
sünnet-i peygamberiyeye uymak.(... İki cihanın rahat ve
selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı
mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muâmele
etmektir. M.)
ÂDÂB-I UMUMİYE Umumi ahlâk kaideleri.
A'DAD İnce ve kısa kollu adam.
ADAHİ (Udhiye. C.) Kurbanlar.
ADAHİK (Udhuke. C.) Şakalar, gülünç şeyler.
ADAK Nezredilen şey. (Bak: Nezr)
ADAKK İnce, dakik.
A'DAL (İdl. C.) Eşitler, denkler, müsaviler.
ADAL Gümüşü az olan para.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
22
ADALAT (Adale. C.) Adaleler.
ADALE Tıb: Bedenin hareketini icra eden ve birbirinden, ince bir perde
ile ayrılan sinirli et kısımlarından her biri. Hepsine birden et
(Lahm) tâbir edilir.
ADALET Zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek ve lâyık olduğu
muâmeleyi yapmak. Mahkeme. Hak kanunlarına uygunluk.
Haksızları terbiye etmek. İnsaf. Mâdelet. Dâd. Cenab-ı Hakk'ın
emrini emrettiği şekilde tatbik etmek. Suçluya Allah'ın emrini
icra etmek.(Adâlet iki şıktır. Biri mübet, diğeri menfidir. Müsbet
ise; hak sahibine hakkını vermektir. Şu kısım adâlet; bu dünyada
bedahet derecesinde ihâtası vardır. Çünkü her şeyin istidat
lisaniyle ve ihtiyac-ı fıtrî lisaniyle ve ıztırar lisaniyle Fâtır-ı
Zülcelâl'den istediği bütün matlubatını ve vücut ve hayatına
lâzım olan bütün hukukunu mahsus mizanlarla, muayyen
ölçülerle bilmüşahede veriyor. Demek adâletin şu kısmı, vücut
ve hayat derecesinde kat'i vardır. İkinci kısım menfidir ki:
Haksızları terbiye etmektir. Yâni, haksızların hakkını, tâzib ve
tecziye ile veriyor. Şu şık ise; çendan tamamiyle şu dünyada
tezahür etmiyor. Fakat, o hakikatın vücudunu ihsas edecek bir
surette hadsiz işarat ve emarat vardır. Ezcümle: Kavm-i Âd ve
Semud'dan tut, tâ şu zamanın mütemerrid kavimlerine kadar
gelen sille-i te'dib ve tâziyâne-i ta'zib, gayet âli bir adâletin
hükümran olduğunu hads-i kat'i ile gösteriyor. S.) (Bak: Fâtih
Sultan Mehmed)
ADÂLET-İ İLÂHİYE Allah'ın adaleti.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
23
ADÂLET-İ İZAFİYE İzafi adalet veya adâlet-i nisbiye de denir. Küll'ün selâmeti için,
cüz'ü feda eden adalet usulüdür.(Cemaat için ferdin hakkını
nazara almaz, "ehvenüş-şer" diye bir nevi adalet-i
izâfiyeyi yapmağa çalışır. Fakat adalet-i mahza kabil-i tatbik ise
"adalet-i izafiye"ye gidilmez, gidilse zulümdür. M.)
ADÂLET-İ MAHZA Adaletin tam hakikisi, tam adalet. (Adâlet-i mahza ile adalet-i
izafiyenin izahı şudur ki: $ âyetin mâna-yı işarisi ile : Bir
mâsumun hakkı, bütün halk için dahi ibtal edilmez. Bir fert dahi
umumun selâmeti için feda edilemez. Cenab-ı Hakkın nazar-ı
merhametinde hak, haktır. Küçüğüne büyüğüne bakılmaz.
Küçük büyük için iptal edilemez. Bir cemaatin selâmeti için bir
ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet
nâmına, rızası ile olsa o başka meseledir. M.)(... Adâlet-i
İlâhiyenin tam mânâsı ile tecelli etmesi için haşre ve Mahkeme-i
Kübrâ'ya lüzum vardır ki, biri cezasını, diğeri mükâfatını
görsün. İ.İ.)
ADALETKÂR f. Adaletli, insaflı, adalet sahibi.
ADÂLETKÂRANE f. Adâletlice. Adalet sahibine yakışır şekilde, insaflı ve haklı
surette.
ADALETPENAH f. Adâletli.
ADALL Çok sapık, çok dalâlette.
ADAM İnsan. * Erkek kişi. * Birinin tarafını tutan kimse. * İyi ve
terbiyeli yetişmiş insan.
ADAMET Ahmaklık, akılsızlık.
ADAN Deniz kenarı.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
24
ADAPTASYON Fr. Tatbik etme işi. Bir şeyin bir başkasına göre ayarlanması. Bir
canlının, yaşadığı muhite uyması işi. * Yabancı dilde yazılmış
bir eseri yerli adlar ile ve yerli hayata uydurarak çevirme.
ADAPTE Fr. Adaptasyonu yapılmış, tamamlanmış.
ADARR En zararlı.
A'DAS (Ades. C.) Mercimekler.
ÂDAT Âdetler. (Bak: Âdet)
ADAVET Husumet, düşmanlık. Kin. buğz. Garaz.(Adâvet ve muhabbet,
nur ve zulmet gibi zıttırlar. İkisi, mâna-yı hakikisinde olarak
beraber cem olmazlar. Eğer muhabbet, kendi esbabının
rüçhaniyetine göre bir kalbde hakiki bulunsa, o vakit adâvet
mecazi olur; acımak suretine inkılâb eder. Evet mümin,
kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır.
Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için nass-ı
hadis ile: "Üç günden fazla, mü'min mü'mine küsüp kat-ı
mükâleme etmeyecek." Eğer esbâb-ı adâvet galebe çalıp,
adâvet, hakikatıyla bir kalbde bulunsa; o vakit muhabbet mecâzi
olur; tasannu ve temelluk suretine girer. M.)
ADAY (Bak: Namzed)
ADB Kılıç. * Kesmek. * Sövmek.* Yardımcı.
ADCEM Eğri burunlu.
ADD Hesablamak. Saymak. Sayılmak. İtibar etmek.
ÂDD Kuvvet, salâbet.
ADDAR Denizci, gemici taifesi.
ADDETMEK Saymak. İtibar etmek. İttihaz etmek.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
25
ÂDE Âdet kelimesinin arabca terkiblerdeki kısalmış şekli. Meselâ:
Harikulâde, alelâde, fevkalâde.
A'DEB Erkeklerden arkadaşı ve yardımcısı olmayan. * Bir boynuzu
kırık hayvan.
ADED Sayı. Tane. Rakam. Miktar.
ADEDEN Sayı bakımından, sayıca.
ADEDÎ (Adediye) Adede yani miktar ve rakama, sayıya mensub.
A'DEL (Adil. den) Adâletli, çok doğru.
ÂDEM İnsan. İlk insan ve ilk peygamber (A.S.)Allah ilk insan olarak
Âdem'i, sonra eşi Havva'yı yaratmıştır. Bugünkü insanlar
onlardan türeyip çoğalmıştır. Bazı dine tâbi olmıyanlar, insanın
maymun soyundan bir hayvandan türediğini iddia ederler. Bu
iddia kasıtlıdır, çünki ilmî isbatı yapılamamıştır. Lâboratuarlarda
küçük canlılar üzerinde yapılan çalışmalar göstermiştir ki,
canlının genetik yapısında meydana gelen değişiklik sonucu
türeyen yeni canlı, ana-babasından daha mükemmel değil;
dejenere olmuş, soysuzlaşmış, bozuk bir şekil almıştır. İnsan ise
en mükemmel mahluktur. Kaldı ki bu güne kadar bir canlının
değişip başka bir canlı haline geldiğini kimse görmemiştir.
Bugünkü maymunlar da hâlâ insan olmamışlardır. Bugünün
psikoloji ve felsefi antropolojisi insanın mahiyetçe, özce
hayvandan farklı olduğunu kabul etmiştir. $ Yani: Cenâb-ı Hak,
Âdem'i (A.S.) bütün kemalâtın mebadisini tazammun eden âli
bir fıtratla tasvir etmiştir ve bütün maâlinin tohumlarına mezraa
olarak yüksek bir istidat ile halketmiştir ve mevcudatı ihata eden
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
26
ulvi bir vicdan ve ihatalı on duygu ile teçhiz etmiştir; ve bu üç
meziyet sayesinde, bütün hakaik-ı eşyayı öğretmeye
hazırlamıştır, sonra bütün esmayı kendisine öğretmiştir. Âdem'i
halketti, tesviye etti, cesedine nefh-i ruh etti, terbiye etti, sonra
esmâyı tâlim etti ve hilâfete namzed kıldı. Sonra vakta ki Âdem'i
melâikeye tercih etmekle rüchan mes'elesinde ve hilâfet
istihkakında ilm-i esmâ ile mümtaz kıldı. İ.İ.)(Hz. Âdem'in
(A.S.) Cennet'ten ihracı ve bir kısım beni-âdemin Cehennem'e
idhali ne hikmete mebnidir?Elcevap: Hikmeti, tavziftir... Öyle
bir vazife ile me'mur edilerek gönderilmiştir ki, bütün
terakkkiyat-ı mâneviye-i beşeriyenin ve bütün istidâdât-ı
beşeriyenin inkişaf ve inbisatları ve mâhiyet-i insaniyenin bütün
Esmâ-i İlâhiyeye bir âyine-i câmia olması, o vazifenin
netayicindendir. Eğer Hz. Adem Cennette kalsaydı; melek gibi
makamı sâbit kalırdı, istidâdât-ı beşeriye inkişaf etmezdi.
Halbuki yeknesak makam sâhibi olan melâikeler çoktur, o tarz
ubudiyet için insana ihtiyaç yok. Belki hikmet-i İlâhiye,
nihayetsiz makamatı kat' edecek olan insanın istidadına muvafık
bir dâr-ı teklifi iktiza ettiği için, melâikelerin aksine olarak
mukteza-yı fıtratları olan mâlum günahla Cennet'ten ihraç edildi.
Demek Hazret-i Adem'in Cennet'ten ihracı, ayn-ı hikmet ve
mahz-ı rahmet olduğu gibi; küffarın da Cehennem'e idhalleri
haktır ve adâlettir. M.) (Bak: Terakkiyat)
ADEM Yokluk, olmama, bulunmama. * Fakirlik. (Vücudun zıddı)(Bir
zaman -küçüklüğümde- hayalimden sordum: "Sana bir
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
27
milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra
ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâki, fakat âdi
ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?" dedim. Baktım
ikincisini arzulayıp birincisinden "Âh!" çekti.
"Cehennem de olsa beka isterim." dedi. R.N.)(Eğer
sen dalâlette boğulup çıkamıyorsan; yine cehennemin vücudu
bin derece idam-ı ebediden hayırlıdır. Ve kâfirlere de bir nevi
merhamettir. Çünkü insan, hattâ yavrulu hayvanat dahi,
akrabasının ve evlâdının ve ahbabının lezzetleriyle ve
saadetleriyle lezzetlenir, bir cihette mes'ud olur. Şu halde, sen ey
mülhid, dalâletin itibariyle ya idam-ı ebedi ile ademe düşeceksin
veya cehenneme gireceksin! Şerr-i mahz olan adem ise, senin
bütün sevdiklerin ve saadetleriyle memnun ve bir derece mes'ud
olduğun umum akraba ve asl ve neslin, seninle beraber idam
olmasından, binler derece cehennemden ziyâde senin ruhunu ve
kalbini ve mâhiyet-i insaniyeni yandırır. Çünkü cehennem
olmazsa cennet de olmaz; herşey senin küfrün ile ademe düşer.
Eğer sen cehenneme girsen, vücud dâiresinde kalsan, senin
sevdiklerin ve akrabaların ya cennette mes'ud veya vücud
dâirelerinde bir cihette merhametlere mazhar olurlar. Demek,
herhalde cehennemin vücuduna taraftar olmak sana lâzımdır.
Cehennem aleyhinde bulunmak ademe taraftar olmaktır ki;
hadsiz dostlarının saadetlerinin hiç olmasına taraftarlıktır. Evet
cehennem ise, hayr-ı mahz olan dâire-i vücudun Hakim-i
zülcelâlinin hakimâne ve âdilâne bir hapishâne vazifesini gören
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
28
dehşetli ve celâlli bir mevcud ülkesidir. Hapishâne vazifesini de
görmekle beraber, başka pek çok vazifeleri var. Ve pek çok
hikmetleri ve âlem-i bekâya âit hizmetleri var. Ve zebâni gibi
pek çok zihayatın celâldarâne meskenleridir. Ş.)
ADEM-ÂBÂD f. Yokluk. Yokluk alemi.
ADEM-İ ABESİYYET Abes olmayış. Faydasız ve boş olmamak.
ADEM-İ BASİRET Basiretsizlik, görüşsüzlük.
ADEM-İ DİKKAT Dikkatsizlik.
ADEM-İ EMNİYET Emniyetsizlik. Güvensizlik.
ADEM-İ HÂRİCÎ İlm-i İlâhide mevcud olup, maddi vücudu olmayan.(Adem-i
mutlak zaten yoktur; çünkü bir ilm-i muhit var. Hem daire-i ilm-
i İlâhînin harici yok ki, bir şey ona atılsın. Dâire-i ilim içinde
bulunan adem ise, adem-i hâricidir ve vücud-u ilmiye perde
olmuş bir ünvandır. Hatta bu mevcudat-ı ilmiyeye bazı ehl-i
tahkik "A'yan-ı sâbite" tabir etmişler. Öyle ise,
fenaya gitmek, muvakkaten haricî libasını çıkarıp, vücud-u
mâneviye ve ilmîye girmektir. Yani, hâlik ve fani olanlar,
vücud-u hâricîyi bırakıp; mâhiyetleri bir vücud-u mânevi giyer,
dâire-i kudretten çıkıp dâire-i ilme girer. M.)
ADEM-İ İHTİLÂF Birlik. Beraberlik. Uyuşma. Anlaşma.
ADEM-İ İKTİDAR İktidarsızlık. Güçsüzlük. Kuvvetsizlikten gelen hastalık.
ADEM-İ İMKÂN İmkânsızlık. Mümkün olmayış.
ADEM-İ İNKÂR İnkâr etmeme. İnkârsızlık.
ADEM-İ İSTİMA' Huk: Mahkemede dâvanın dinlenmemesi.
ADEM-İ İTÂAT İtâatsizlik, emri dinlememek.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
29
ADEM-İ İTİKAD İtikatsızlık.
ADEM-İ İTİLÂF Ülfetsizlik, anlaşmazlık.
ADEM-İ İTTİFAK İttifaksızlık. Uyuşmazlık.
ADEM-İ KABUL İsbatı tasdik etmemek. Şek, hükümsüzlük. İman hükümlerini
lâkaydlıkla karşılamak, nefy ve inkâr etmek, kabul etmemek,
göz kapamak gibi câhilâne bir hükümsüzlük. Bir terk, bir cehl-i
mutlak. (Kabul etmemek başkadır. İnkâr etmek başkadır. Adem-
i kabul, bir lâkaydlıktır, bir göz kapamaktır ve câhilâne bir
hükümsüzlüktür. Bu surette, çok muhal şeyler onun içinde
gizlenebilir. Onun aklı, onlarla uğraşmaz. Amma inkâr ise: O
adem-i kabul değil, belki o kabul-ü ademdir, bir hükümdür.
Onun aklı, hareket etmeye mecburdur. M.) (Bak: Kabul-i adem)
ADEM-İ KİFÂYET Kifâyet etmeme, kâfi gelmeme, yetmezlik.
ADEM-İ MERKEZİYYET Bir idâri taksimattaki parçaların (vilâyet, belediye ve köy)
muayyen hususlarda kendi kendilerine idare yetkileri. Bir yere
bağlı olmaksızın veya bir yerden idare edilmeksizin olan
muamele. Bütün kısım ve şubelerin kendi kendilerini idare tarzı.
ADEM-İ MES'ULİYET Mes'uliyetsizlik, sorumsuzluk.
ADEM-İ MEVCUDİYYET Yokluk. Olmama.
ADEM-İ MUVAFAKAT Râzı olmayış, muvâfakat etmeme.
ADEM-İ MÜBÂLÂT Dikkatsizlik.
ADEM-İ MÜDÂHALE Karışmamazlık.
ADEM-İ MÜSÂADE İzinsizlik, müsaadesizlik
ADEM-İ SALÂHİYET Salâhiyetsizlik, yetkisizlik.
ADEM-İ SIRF Yokluk. Mutlak yokluk.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
30
ADEM-İ TAHAYYÜZ Boşlukta yer kaplamamak. Mekândan münezzeh oluş. Yer ile
bağlı olmamak. Hacmi olmayış.
ADEM-İ TAKAYYÜD Kayıtsızlık. Bir şeye bağlı olmayış. Kıymet vermemek. Üzerine
almamak.
ADEM-İ TA'KİB Takibsizlik. * Huk: Muhakemeye lüzum görmemek.
ADEM-İ TE'DİYE Borcunu ödememe.
ÂDEMÎ İnsanlardan olan, insana âit, insana dair ve müteallik.
ADEMÎ Yokluğa ait. Ademle ilgili (Bak: Vukuât)
ÂDEMİYÂN (Âdem. C.) İnsanlar.
ÂDEMİYÂT (Adem. C.) Yokluklar. Ademler.
ÂDEMİYYET İnsanlık. Namuslu bir insana yakışır hâl ve tavır.
ÂDEM-KÜŞ f. Adam öldüren, katil.
ADER Yel inmekle hayası şişen kimse.
ADES (C. Adâs) Mercimek.
ADESE Mercimek. * Mercek. Uzağı yakın veya yakını uzakta görmeğe
yarayan dürbün veya mikroskop camı.
ADESE-İ AYNİYYE Gözleme merceği.
ADESE-İ MÜTEKARİB Yakınlaştıran mercek.
ADESÎ Mercimeğe benziyen şey.
ÂDET Usul, görenek, alışılmış davranış. Huy, tabiat. Toplumda nesiller
boyunca uyulan ve kamuoyunda (umumî efkârda) saygı ve
müeyyideye sahip hareket kaideleri (Sosyoloji). İslâm
cemiyetinde âdetler de İslâmî olur, İslâma uygun olur.
Müslüman, İslâma aykırı âdetlere uymaz. Cemiyetin yabancı
âdetlerle bozulmamasına gayret gösterir.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
31
ADETÂ Âdet olduğu üzere, her vakitki gibi, alelâde. Bayağı surette, âdi
bir suretle. Düpedüz.
ADETEN Görenek şekliyle, âdet olarak.
ÂDET-İ AGNÂM Keçi ve koyunlar için alınan vergi.
ÂDETULLAH (Sünnetullah da denir.) Tabiatta canlı cansız bütün varlıkların
nasıl hareket edeceklerini belirliyen Allah'ın emirleri, O'nun
koyduğu değişmez düzen. Meselâ oksijenle hidrojenin
birleşmesinden su meydana gelir. Işık, geldiği açıya eşit bir açı
ile yansır ki, bunlar birer âdetullahdır. "Âdetullah"
yerine "tabiat kanunu" demek yanlıştır.(... Esbab-ı
tabiiyyenin üss-ül-esası hükmünde olan cüz-ü lâyetecezzadaki
kuvve-i câzibe ve kuvve-i dâfianın ictimalarının hortumu
üzerinde bir muhaliyet damgası var. Fakat caizdir ki, herbir
şeyin esası zannettikleri olan cezb, def, hareket, kuva gibi
emirler, âdâtullahın kanunlarına birer isim olsun. Lâkin kanun,
kaidelikten tabiîliğe ve zihnîlikten hâricîliğe ve itibarîden
hakikata ve âletiyetten müessiriyete geçmemek şartıyla kabul
ederiz. M.N.)
ADEVÂN (ADV) Sür'atle koşmak.
ADF Yemek.
ADGÂS (Dags. C.) Desteler, demetler. * Karışık rüyalar. * Karışık
söylentiler.
ADGÂSU AHLÂM Karışık rüyâlar. Tâbire değmeyen rüyâlar.
ADHÂ Kurbanlar. Kuşluk vakti kesilen kurbanlar. Kuşluk vakti. (Bak:
Îd)
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
32
ADHAM Yoğun, kaba. * İri cüsseli adam.
ÂDÎ Üstünlük farkı olmayan. Kıymetsiz. * Her zamanki. * Âd
kavmine âid.
ADİD Ağaç kesmek.
ÂDİH Sihirbaz. * Soktuğu saat öldüren yılan.
ADİHE Bühtan, yalan.
ÂDİL (Âdile) Adâlet eden. Allah'ın emirlerini noksansız tatbik eden.
Doğru. Doğruluk gösteren. Adâlet sahibi. (Bak: Adâlet)(Meselâ
bir hükümdâr-ı âdil, ihkak-ı hak için mazlumların hakkını
zâlimlerden almakla ve fakirleri kavilerin şerrinden muhafaza
etmekle ve herkese müstahak olduğu hakkı vermekle lezzet
alması, iftihar etmesi, memnun olması; hükümdarlığın ve
adaletin bir kaide-i esasiyesi olduğundan elbette Hâkim-i
Hakim, Adl-i Âdil olan Zât-ı Hayy-ı Kayyumun bütün
mahlukatına, hususan zihayatlara "hukuk-u hayat"
tabir edilen şerait-i hayatiyeyi vermekle.. ve hayatlarını
muhafaza için onlara cihazat ihsan etmekle ve zaifleri kavilerin
şerrinden Rahimane himaye etmekle.. ve umum zihayatlarda bu
dünyada ihkak-ı hak etmek nev'i tamamen; ve haksızlara ceza
vermek nev'i ise, kısmen sırr-ı adâletin icrasından olmakla.. ve
bilhassa Mahkeme-i Kübrâ-yı Haşirde adalet-i ekberin
tecellisinden hasıl olan ve tabirinde âciz olduğumuz şuunât-ı
Rabbaniye ve maâni-i kudsiyedir ki, kâinatta bu faaliyet-i
daimeyi iktiza ediyor. L.)
ADİL Eş, denk, akran, benzeri. Ölçüde, miktarda eşit olan.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
33
ÂDİLÂNE Adalet sahibi bir adama yakışır surette.
ADÎM Mâlik ve sahib olmayan. Yok olan. Birşeyi olmayan. Fakir.
ADÎM-ÜL İMKÂN İmkânsız. Olamaz.
ADÎM-ÜN NAZÎR Eşi, benzeri olmayan. Eşsiz. Benzersiz.
ÂDİN Otlakta bulunan dişi deve.
ÂDİNE Cuma günü.
ÂDİŞ f. Ateş, nar.
ÂDİYAT SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 100. suresinin ismi olup, Medine-i
Münevvere'de nâzil olmuştur.
ÂDİYAT (Âdi. C.) Her zaman meydana gelen hârikulâde ve birer mu'cize-
i kudret olmakla beraber, insanlarca alışılmış olduğundan
kuymeti bilinmeyen hâdiseler. * Kıymetsiz şeyler. (Kur'an,
âyetleriyle insanların nazarını me'lüfatları olan şeylere çeviriyor.
Âyetler, necimler gibi ülfet perdesini deler, atar. İnsanın
kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havârık-ul
âdât mu'cizeleri o âdiyat içerisinde gösterir. M.N.)
ÂDİYÂT (Adiv. den ism-i faildir) Hızla koşmak, seyirtmek. (At, deve v.s.
koşanların hepsine ıtlak olunabilir.) * Mc: Düşmanlık, zulüm. *
Dâima muharebeye koşup hücum eden cemaat. * Uzaklık.
(Kamus)
ÂDİYÂT-I UMÛR Günlük işler, her zamanki değersiz işler.
ÂDİYE (C: Âdiyat) Gaza yolunda seğirten at.
ÂDİYEN Her zamanki gibi. Adice. Fevkalâde olmayarak.
ÂDİYYE İtiyad edilmiş. Alışılmış.
ÂDİYYET Adilik. Aşağılık.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
34
ADK Vurmak, darp.
ADL Hakkaniyet. Adâlet üzere oluş. Cevr ve zulüm etmeyip
nefislerde ve akıllarda istikameti kaim ve mâlum olan emir ve
hâleti icra etmek. Doğruluk. * Her şeyi yerli yerince yapmak,
beraber etmek. * Meyletmek. (Bak: Adâlet)(Hem istidâd
lisanıyla, ihtiyac-ı fıtri lisanıyla, ıztırar lisanıyla sual edilen ve
istenilen herşeye daimi cevap vermek; nihayet derecede bir adl ü
hikmeti gösteriyor. S.)
ADLA' (Azla') (Dıl'. C.) Kaburgalar. * Mat : Geometrik şekillerin
kenarları, sayı kökleri.
ADLÎ Adâlete mensup, adâletle alâkalı, ilgili.* Sultan II. Bayezid'in
şiirlerinde kullandığı mahlası.
ADLİYE Mahkeme. Muhakeme işleriyle uğraşan daire. (Adliyede, adalet
hakikatı ve müracaat eden herkesin hukukunu bilâ-tefrik
muhafazaya, sırf hak namına çalışmak vazifesi hükmettiğine
binaendir ki; İmam-ı Ali (RA), hilafeti zamanında bir yahudi ile
beraber mahkemede oturup, muhakeme olmuşlar. Ş.)
ADL-PENAH Adâletin barındığı yer, adâlete sığınan kimse.
ADM Gazap etmek, öfkelenmek.
ADMER Arslan. * Şedit, şiddetli. * Belâ. * Çirkin yüzlü şişman kadın.
ADN Vatan tutmak ve mukim olmak. * Cennette bir makam adı.
(Bak: Cennet)
ADRAHŞ f. Yıldırım. * Gökgürültüsü. * Şimşek.
ADRAS (Dırs. C.) Arka dişler, dişler.
ADREFUT Kelerden büyük bir hayvan.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
35
ADRENALİN Fr. Tıb: Böbrek üstü salgısından çıkarılan bir hormon. Sentetik
olarak da yapılır. Damar daraltmak ve kanamayı önlemekte
kullanılır.
ADRENG Fr. Keder, mihnet, sıkıntı.
ADRET Kaşları olmayan kimse.
ADUB Yardımcı.
ADUD Zalim. Iztırab veren. Hunhar. * Bir lokma. * Isırıcı köpek veya
at. * Yavuz kişi. * Dar ve derin olan kuyu. (Bak: Adîd)
ADUDE Yumuşaklık. Tazelik.
ADUDÎ Pazı kemiği ile ilgili.
ADULÎ Gemici, mellah.
ADÜVV Düşman, hasım.
ADÜVV-İ CÂN Can düşmanı.
ADÜVV-İ KADİM Eski düşman.
ADÜVV-ÜD DİN Din düşmanı.(Hem küfranınızla öyle bir Mâlik-i Zülcelâl'in
memleketinde isyan ediyorsunuz ki, ibâdından ve cünudundan
öyleleri var ki, değil sizin gibi küçücük âciz mahlukları, belki
farz-ı muhal olarak dağ ve arz büyüklüğünde birer adüvv-ü kâfir
olsaydınız arz ve dağ büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri,
şuvazlı nühasları size atabilirler, sizi dağıtırlar. Hem öyle bir
kanunu kırıyorsunuz ki, o kanun ile öyleler bağlıdır, eğer lüzum
olsa arzınızı yüzünüze çarpar, gülleler gibi küreniz misillü
yıldızları üstünüze yağdırabilirler. S.)
ADV Yelmek. Seğirtmek. * Hazırlamak.
ADVA Hastalık başkasına bulaşmak.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
36
ADVAN Çok koşan kimse.
ADYA' Boynuzu ufak koyun. * Nebiyyi Zişân Aleyhisselam
Efendimizin devesinin adı.
ADYE Koğuculuk, dedikoduculuk. * Yalan söylemek. * Sövmek.
AFA' Eşek sıpası.
AFAF (Afâfet) Temiz olma. Masumiyet. Günahsızlık.
AF'AF Devedikeni ağacının yemişi.
AFAİF Namus, ırz ve iffet sahibi, şerefli kadınlar.
AFAK Ufuklar. Yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak dâire. * Etraf.
Cihetler. * Mc: Görüş ve dönüş sınırları. (Zıddı: Enfüs'dür.)
AFAKGİR Ufukları tutmuş, âleme yayılmış, şâyi, çok meşhur.
AFAKÎ Kâinat ve içindeki hâdiselere âid. Nefsin haricindeki âleme dair.
* Kıymetsiz sözler ve meseleler. (Enfüsinin zıddı.) (Objektif)
AFAR Arap diyarında çok olan bir yeşil ağaç. * Hurma ağacını islah
etmek. * Katıksız ekmek yemek.
AFARET İfritçe, şeytanî, kötü niyet.
AFARİT (İfrit. C) Şeytanlar. İfritler.
AFAROZ (Bak: Aforoz)
AFAT Afetler. (Bak: Afet)
AFAT-I SEMAVİYE Semavi âfetler. Allah tarafından insanları ikaz ve ceza için
verilen belâ ve musibetler.
AFAZÎ Fr. Tıb: Organlarda bir işleme bozukluğu olmadığı halde, fikri
kelime ile anlatamamak hâli.
AFEN Çürüme, pörsüme. Yemeğin kokması. (Bak: Ufunet)
AFEND f. Harp. Kavga.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
37
A'FER Pek beyaz. * Beyazı kırmızılığına galip olan geyik.
AFER Toprak. Yer. Arz. * Ekin suladıkları vaktin evveli.
AFERCA Yaramaz huylu.
AFERİDE (C: Aferidegân) f. Yaratılmış, mahluk.
AFERİN f. Beğenmek, alkış, yaşa, varol. * Yaratan, yaratıcı.
AFERİN-HÂN f. "Aferin" diyen.
AFERNA' Arslan. * Kuvvetli deve.
AFES Burun eğriliği.
A'FES Çıplak, uryân.
AFET Belâ. Musibet. Büyük felâket. Dâhiye. * Mc: Son derece güzel.
A'FET En güç sey. * Pek akılsız. * Peltek konuşan. Kekeleyen.
AFETZEDE (C: Afetzedegân) f. Bir musibete, bir belâya ve bilhassa yangın,
zelzele gibi bir felâkete uğramış.
AFETZEDEGÂN (Afetzede. C.) f. Afete, belâya, felâkete uğramışlar.
AFF İffet, namus. İffetli olmak. Nefsini haramdan men'etmek.
AFGAN Afganistan. Afgan krallığı, Afganistan milleti.
AFÎ Silen, silinmiş. Affeden, bağışlayan. * Affedilmiş, bağışlanmış.
* Yalvaran. * Uzun saçlı. * Tencere altında artaya kalan.
AFİF Temiz. Güzel. Nezih. İffetli ve namuslu olan. Haramdan
sakınan. * Müstakim.
AFİFÂNE f. İffetlice. Temiz olarak. Nazif olarak.
AFİK Yalancı, iftiracı.
AFİL Uful eden. Gurub eden. Batan. * Görünmez olan. Kaybolan. *
Fâni, geçici.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
38
AFİLÛN (AFİLÎN) (Afil. C.) Gelip geçici, fâni olanlar. * Gözden kaybolup
gidenler. Uful edenler.
AFİN Affedenler.
AFİNİTE (Affinite) (Bak: Aşk-ı kimyevi)
AFİR Çok kötü niyetli.
AFİRE Komşusuna bir şey vermeyen kadın.
AFİŞ Fr. Duvar ilânı.
AFİTAB f. Güneş. * Mc: Pek güzel. * Çok güzel yüz.
AFİTÂBÎ Güneşe âit. * Güzelliğe dâir.
AFİTE Dişi koyun. Koyun güdücü kız.
AFİYET Sağlık, selâmet, sıhhatli olmak.
AFK Rücu etmek, dönmek. * Kaybolmak.
AFLAK Çok gevşek şey.
AFOROZ R. Papa tarafından bir Hıristiyanın kiliseden çıkarılması, dinden
hariç addolunması.
AFRA' Beyazı kızıllığına galip olan geyik. * Ayın onüçüncü gecesi.
AFRAZE f. Nur. Aydınlık, ışık. * Kandil fitili.
AFREYE Horoz ibiği. İnsanın ense saçı. * Davarın alın saçı.
AFRUŞE f. Un helvası.
AFS Hapsetmek. * Deve sürmek. * Arkasına ayağıyla vurmak.
AFSA Boynuzu ardına kayık koyun.
AFSUN (Efsun) f. Büyü, sihir, tılsım. (Büyücülük yapmak ve büyücülere
uymak, Müslümanlıkta yasak ve günahtır.)
AFŞAR Avşar kabilesini meydana getiren Türkmenlerin adı.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
39
AFŞELİL Sırtlan dedikleri canavar. * Yaşlı, eti ve derisi sarkmış kuru
kadın.
AFT Pelteklikten sözü zorlukla söylemek. Kekemelik.
AFTAB f. Güneş. * Pek güzel şahıs. * Çok parlak çehre.
AFTABE f. İbrik. Su kabı.
AFTÂB-GERDAN f. Güneşten korunmak üzere başa giyilen şey. * Avcı kulübesi.
AFTAB-GERDEK f. Kaya keleri. * Ayçiçeği.
AFTAB-GERDİŞ f. Yer yüzü. * Kaya keleri. * Devamlı güneş gören yer.
AFTAB-GİR f. Güneşlik, şemsiye. * Güneş gören yer.
AFTÂB-I KUREYŞ Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz.
AFTABÎ f. Güneşlik, şemsiye, tente. * Güneşe ait, güneşle ilgili.
AFTAB-PEREST f. Nilüfer çiçeği. * Güneşe tapan kimse. * Ayçiçeği.
AFTAB-RU f. Güneş yüzlü, yüzü güneş gibi parlak (güzel). * Sevimli, dilber.
* Güneşe karşı olan (yer).
AFUR Belâ kasırgası.
AFÜVV Affeden, merhametli.
AFV Ayakla basılmadık yer. * Malın iyisi, helâli ve fazlası. *
Terketmek. * Mahvetmek.
AFV-CU Afv isteyen. Afv arayan.
AFV-İ ANİL CERAHA Huk: Kendisine cinayet yapılmış olan kimsenin, yaralanmadan
dolayı malik olduğu kısas, diyet veya hükümet-i adl; yani, ehl-i
vukufca tayin edilen diyet hakkını caniye bağışlamasıdır.
AFV-İ ANİLKAT' Huk: Azalarından biri kesilen bir şahsın, buna karşılık hak
kazandığı diyet veya kısas davalarından vaz geçmesi.
AFYON Lât. Haşhaş sütünün birikmesinden ibaret bir madde.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
40
AGÂH (Ageh) f. Haberdar. Uyanık. Kalbi uyanık. Malumatlı. Basiretli.
Vâkıf. Bilen.
AGÂHÂN (Agâh. C.) f. Agâhlar, bilenler, bilgililer. Âlimler.
AGÂHÎ (AGEHÎ) f. Malumat, vukuf, haberdarlık. Uyanıklık, teyakkuz, basiret.
AGAL Darıltma, kışkırtma. * Çiğnemeden yutma. * Ağıl. * Arı kovanı.
AGALİŞ f. Kışkırtma. * Birşeye saldırmak için kışkırtma.
AGANDE f. Sucuk, yastık, minder gibi zorla doldurulmuş olan şeyler. *
Bir çeşit zehirli olan haşere, böcek.
AGARR Çok sıcak gün. * Kendini beğenmiş. * Asil, âlicenâb. * Beyaz.
AGARR-ÜL EYYÂM En sıcak gün.
AGAŞTE f. Bulaşmış.
AGAVAT (Ağa. C.) Saray hizmetlerinde kullanılan harem ağaları.
AGAYAN Ağalar.
AGAZ f. Başlama. Mübâşeret.
AGBA Daha küt, en küt. * Daha koyu, en koyu.
AGBER Çok tozlu.
AGBEŞ Boz renkli.
AGBİYA (Gabi. C.) Ahmaklar, gabiler.
AGDEF Uzun ve sarkık kulaklı.
AGDİYE (Gada ve Gıda. C.) Yenip içilecek gıdalar.
AGEL (Bak: İkal)
AGENDE-GUŞ f. Söz dinlemeyen, aldırmayan, alçak ve hayırsız kimse.
AGESTE f. Islanmış, ıslak.* Bulaşmış.
AGFER Mağfiret eden, bağışlayan, afveden.
AGFER-ÜL-GAFİRÎN Afvedenlerin en çok afvedeni. (Allah).
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
41
AGIRRA (Garîr. C.) Tecrübesizler, safdiller, acemiler. * Mağrurlar.
AGİN f. Dolu, doldurulmuş.
AGİSNA Bize imdad eyle, yardım ihsan eyle (meâlinde duâ.)
AGİŞ f. İlişik, sarkık. * Uzatılmış.
AGİYYE İçine su biriken çukur.
AGLAK (Galak. C.) Kilitler. * Kapalı, anlaşılmaz şeyler.
AGLAL Ağaçlar arasında akan su. (Bak: Eglâl)
AGLAZ (Galiz. den) kaba ve galiz şeyler.
AGLEB Daha galib. Çok kerre, ekseriya. Çoğu. ("Ağleben -
Ağlebâ" şeklinde de kullanılır.)
AGLEB-İ HÜKEMÂ Hakîmlerin çoğu. Hakîmlerin ekserisi.
AGLEB-İ İHTİMAL Büyük bir ihtimal.
AGLEF Sünnetsiz. * Sandıkta kapalı. * Mc: Katılaşmış, duygusuz kalb.
AGLEZ (Galiz. den ism-i tafdil) Pekçok kaba ve galiz.
AGMA Yıldız. Yıldız akması.
AGMAD (Gımd. C.) Bıçak ve kılıç kınları.
AGMAK Yukarı kalkmak, yükselmek, yukarıya meyletmek. * Buhar olup
yukarı kalkmak, buharlaşmak.
AGMAR (Gamr. C.) Yüce kimseler. * Seller. * (Gumr. C.) Bilgisizler,
cahiller.
AGMAZ (Gamz. C.) Göz yummalar, göz kırpmalar.
AGMAZ-UL AYN (Egmaz-ul ayn) Gözü kapalı kimse. Çok müsamahakâr. Gafil.
AGNA (Gani. den) Çok gani. En zengin.
AGNAM (Ganem. C.) Koyunlar, keçiler. * Hayvanlardan alınan vergi
anlamında kullanılan bir tabirdir.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
42
AGNİYA (Gani. C.) Zenginler, ganiler.
AGNİYE (Bak: Ugniye)
AGNOSTİK fels. Agnostisizm görüşünü benimseyen.
AGNOSTİSİZM fels. Gerçeğin, mutlak hakikatın bilinemez olduğunu; insanın
gerçeği, tam uygun bilgiyi elde edecek yaradılışta olmadığını
kabul eden felsefe görüşü.
AGRA Çok sevimli, yakışıklı.
AGRAFİ yun. Yazma kabiliyetinin kaybedilmesi.
AGRANDİSMAN Fr. Büyütme (Fotoğrafçılıkta kullanılır.)
AGRAR (Gırr. C.) Tecrübesizler. Acemiler. Kolay aldananlar.
AGRAS (Gars. C.) Taze fidanlar, yeni dikilmiş ağaçlar.
AGRAZ (Garaz. C.) Garazlar. Fiil yapılırken gözetilen gayeler. Kasden
ve bilerek yapılan kötülükler.
AGREB (Garib. den) En garib, çok tuhaf.
AGREB-ÜL GARÂİB Şaşılacak şeylerin en garibi.
AGREL (C. Gurl) Sünnet olmamış kişi.
AGSAN (Gusn. C.) Dallar, ağacın dalları. * Mc: Mânanın kısımları.
AGSEM Beyazı siyahından daha fazla olan saç.
AGSER Boz ve esmer renkli, çok tüylü abâ, kilim. * Kurbağa yosunu. *
Karabatak kuşu. * Aşağılık ve âdi (adam).
AGŞA Baygın adam. * Vücudu siyah yüzü beyaz olan hayvan.
AGŞİYE (Gışa. C.) Perdeler, örtüler. * Zarflar, mahfazalar.
AGTAŞ Karanlık. * Zayıf gözlü.
AGTEM Sözü tutkunarak söyleyen. Kekeme.
AGTİYE (Gıtâ. C.) Perdeler.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
43
AGU Zehir, sem.
AGUL f. Hiddetlenerek göz ucuyla bakma.
AGUN f. Baş aşağı, ters. * Uğursuz.
AGUNDE f. Hallaç elinden geçmiş pamuk, atılmış pamuk.
AGUŞ f. Kucak. * Sığınılan yer.
AGÜS f. Taşcıların oymacılıkta kullandıkları demir kalem.
AGVA Dalâlete en fazla sapan, giden. Sapık.
AGVAR (Gar. C.) Mağaralar.
AGVAS (Gavs. C.) Yardım istemek için bağırmalar. İmdat istemeler.
AGYAR Yabancılar. Başkaları. * Rakipler. (Bak: Gayr)
AGYAZ (Gayze. C.) Ağaçlıklar, meşelikler.
AGYED Uykucu, tenbel. * Esmer vücutlu. * Nazik derili.
AGYER (Gayret. den) Çok gayretli adam.
AGZA (Gazâ. C.) Düşmanlarla savaşlar, muharebeler.
AGZEL (C.: Uzelân-Uzul) Eğri kuyruklu at.* Silahsız kimse. *
Yağmursuz bulut.
AGZİYE (Gıdâ. C.) Yenilip içilecek şeyler. Gıdalar, besin maddeleri.
AĞA YERİ Topkapı sarayında hazine kethüdasının oturduğu yer.
AĞDA Bir kapta karıştırılıp pişirilerek koyulaşmış ve lüzucet kazanmış
her nevi şeker vesaire.
AĞIL (AĞL) Koyun, keçi vesair hayvanlara mahsus üstü açık, etrafı çit veya
çalı çırpı ile çevrilmiş yer, mandıra.
AĞIT Mersiye. Ölen kimse için söylenen ve onu öven ve üzüntüyü
anlatan şiir. Ölen için ağlama. (Müslümanlıkta ölenin arkasından
aşırı ağlayıp dövünme iyi değildir.)
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
44
AĞTABAKA Tıb: Görme sinirlerinin göz yuvarlağı içinde dağılmasından
meydana gelen zar.
AH U ENİN Ah deyip inlemek, ağlamak. Ah u fizâr da aynı mânayı ifâde
eder.
AH Maddi veya mânevi bir acı hissolundukta kullanılır. * Nedamet,
pişmanlık ve teessüf beyan eder. * Birine acındığına, keder ve
esef edildiğine delalet eder. Meselâ : Ah! Evladım! gibi.
AHABİR (Ahbâr. C.) Hikâyeler. * Rivayetler.
AHABİŞ (Habeş. C.) Habeşliler.
AHAD (Bak: Ehad)
ÂHÂD Birler. Birden dokuza kadar olan sayılar.
AHADD (Hadd. den) Pek keskin.
ÂHÂD-I NÂS Avam, halktan birisi.
AHADÎ HADİS Rivâyet eden bir veya iki koldan olan veya mütevatir
mertebesinde olmayan hadis demetir. İştihar haddine yetişmeyen
hadistir. Şartları tamam olursa zann-ı galib ifade eder, muktezası
ile amel vâcib olur. (Muvazzah İlm-i Kelâm)
AHADÎ Tek, yalnız. Birlere âid, birlere mensub.
AHADİD Sopa ve kamçı gibi şeylerin vücudda bıraktığı izler. (Bak:
Uhdud)
AHADİS (Bak: Ehâdis)
AHADİYYET (Bak: Ehadiyyet)
AHAFF Pek hafif, çok hafif. * Düşüncesiz.
AHAKK (Bak: Ehakk)
AHAL f. Birşeye yaramıyarak atılacak olan şey, çerçöp.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
45
AHALİ (Ehl. C.) Halk, umum, nâs. * Bir memleketin yerlileri, bir
memlekette oturanlar, yaşayanlar.
AHAMİRE Acem milletinden bir tâife.
AHANN Sözü burun içinden söyleyen. Burnundan konuşan.
AHAR (Aher) Gayrı, başkası. Diğeri.
AHARR Daha sıcak, en sıcak.
AHASS Asılsız, kötü kimse.
AHAVAT (Uht. C.) Kızkardeşler. * Benzer şeyler.
AHAVEYN İki kardeş. * İslam âlimlerinden olan Urfalı Vaiz Mahmud
Kâmil efendinin babası Mustafa Kâmil Efendi ve amcası Urfalı
Mehmed Efendi. (Bak: Ehaveyn)
AHAZZ Pek bahtiyar, mes'ud, şanslı, mutlu.
AHBA (Haba. C.) Saray adamları.
AHBAB Dost. Sevilen dostlar. Sevilenler. Ehibbâ, muhibler.
AHBAR (Haber. C.) Haberler. (Bak: Haber-İhbar)
AHBÂR-I GAYB Bizce bilinmeyen gayb âlemlerine ve geleceğe dâir haberler.(...
Hem de musibetlerin vakti muayyen olsa idi; musibet, başına
gelen adam, musibetin intizarında o gelen musibetin belki on
mislinden ziyade mânevi bir musibet -o intizardan- çekmemesi
için, hikmet ve rahmet-i İlâhiyye tarafından gizli, perdeli
bırakılmış. Ve ekser hâdisât-ı kevniyye-i gaybiyye böyle
hikmetleri bulunduğundandır ki, gaibden haber vermek yasak
edilmiş. $ düsturuna karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek
içindir ki, medar-ı teklif ve hakaik-i imaniyeden başka olan
umur-u gaybiyyeden izn-i Rabbâni ile haber verenler dahi,
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
46
yalnız, işaret suretinde perdeli ve kapalı ihbâr etmişler. Hatta
"Tevrat" ve "İncil" ve
"Zebur" da Peygamberimiz hakkında gelen müjdeler
ve haberler dahi bir derece perdeli ve kapalı gelmiş ki, o
kitabların bir kısım tabileri te'vil edip iman etmediler. Fakat
itikad-ı imâniyyeye giren mes'eleleri tasrih ile ve tekrar ile ihbar
etmek ve açık bir surette tebliğ etmek hikmet-i teklifin
muktezası olduğundan, Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyan ve Tercümân-ı
Zişanı (A.S.M.) umur-u uhreviyeden tafsilen ve hâdisât-ı
istikbâliye-i dünyeviyeden icmâlen haber vermişler. Ş.)
AHBARÎ Rivayetçi, rivayet eden kişi.
AHBAS (Habs. C.) Su bentleri, havuzlar. * Hapisler, zindanlar. * Gayr-ı
meşru vakıf yerler.
AHBAZ (Hubz. C.) Ekmekler.
AHBEL Divane, deli.
AHBEN Çok su içmekten karnın şişip zahmetli olması.
AHBES Pek çok pis, daha murdar. En habis, berbad.
AHBEŞ Habeş, Habeşi.
AHBİYE (Hıbâ. C.) Kıldan yapılmış göçebe çadırı. * Keçe ve kıldan
yapılan evlerde konup göçen Türkler.
AHCAR (Hacer. C.) Taşlar.
AHCEN Burnu eğri kimse.
AHD Ü MİSÂK f. Yemin, anlaşma, sözleşme.
AHD Ü PEYMAN f. Yemin etme, söz verme.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
47
AHD Vâdetme. Söz verme. Vefâ. Yemin. And. Misak. Peymân. *
Asır. Devir. Tevhid. Mukavele. * Vasiyet.
AHDA' Boyun damarlarından bir damar. * Hilekâr, aldatıcı, kandırıcı.
AHDAK (Hadeka. C.) Göz bebekleri.
AHDAN (Hıdn. C.) Dostlar, yoldaşlar.
AHDAR Yeşil, yemyeşil, pek yeşil.
AHDAR-I NÂZIR Çok yeşil, yemyeşil, tam yeşil.
AHDAS (Hades. C.) Yeni hâdiseler, fena şeyler. Dertler, musibetler. *
Gençler.
AHDEB Hiç kimsenin fikir ve düşüncesini beğenmeyen, ahmak. * Uzun
boylu.
AHDEL Boynu önüne eğilmiş olan. * Çok eğik olan şey.
AHDER (C.: Ehadir) Kavi ve galiz olmak. Kaba olmak. * Şaşı adam.
AHDERRÎ Yabani eşek.
AHDES Fikirli kişi.
AHDET (C.: Ahâd) Yağmur yağdıktan sonra yağan yağmur.
AHD-İ ATİK Tevrat, Zebur ve Mezamir'in bazıları, Yahudilerin eski ve
mukaddes kitapları.
AHD-İ CEDİD f. İncil.
AHDÎ Ahde âid, sözleşmeye dâir.
AHD-NAME f. Anlaşmanın şartlarını ve anlaşmayı yapanların imzalarını
taşıyan kağıt.
AHEK-İ SİYAH Rutubete dayanıklı olan bir cins çimento.
AHEK-İ TEFTE Sönmemiş kireç.
AHEN Demir. * Mc: Sert. Zincir. Kılıç.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
48
AHEN-ÂŞİYÂN f. Dikiş yüksüğü.
AHEN-BE f. Dokunacak bezin veya çulhanın iki yanına konan demirli
ağaç. Bu demirli ağaç bezin buruşukluğunu da açar.
AHEN-CÂN f. Demir canlı. * Katı yürekli. * Sabırlı, tahammüllü.
AHEN-DEST f. Demir elli, eli demir gibi olan.
AHEN-DİL f. Demir yürekli, kahraman. * Merhametsiz, acımasız kimse.
AHENE f. Demir halka.
AHEN-GER f. Demirci. Demir yapan veya satan.
AHEN-GERÎ f. Demircilik.
AHENİN Demirden yapılmış, çok kuvvetli, pek sağlam.
AHENK f. Seslerin arasındaki uygunluk. Düzgün tarz ve gidiş.
AHENKDÂR f. Uygun, düzgün, âhenkli, makamlı.
AHEN-KEŞ f. Demiri çeken. Mıknatıs.
AHEN-PUŞ f. Demirler giymiş. Zırh kuşanmış.
AHEN-RÜBÂ f. Demiri kapan, mıknatıs.
AHER Başka, diğer, gayrı.
AHESTE f. Yavaş, ağır.
AHESTEGÎ f. Yavaşlık, acele etmemeklik.
AHESTE-REV f. Aheste âheste yürüyen, acelesiz, yavaş yavaş yürüyen.
AHFA Çok gizli, pek gizli.
AHFAD Torunlar. Hafidler. Evlâd oğulları. Yardımcılar.
AHFAS (Hıfs. C.) İşkembeler, kırkbayırlar.
AHFAZ (Ahfad) Alçak ve çukur yer. * Mc: Çok alçak gönüllü.
Mütevâzi.
AHFEC Ayakları eğri.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
49
AHFEŞ Küçük gözlü, zayıf bakışlı. * Yalnız gece gören kimse. * Üç
büyük Arab âliminin lâkabı. * Bulutlu günde görüp bulutsuz
günde görmeyen.
AHFİYE (Hıfâ. C.) Örtüler, perdeler, gizli şeyler. * Çiçeğin tomurcuğunu
örten kabuk.
AHGER f. Ateş koru. Yanar halde olan kömür.
AHGER-İ SUZAN Yakıcı kor.
AHH Öksürmek.
AHIR t. (Ahur) Hayvanların barındığı yer, dam.
AHİ Kardeşim. * Ahilik ocağından olan kimse. * Eli açık, cömert.
AHİBBA Dostlar, arkadaşlar. (Bak: Habib)
AHİD (Bak: Ahd)
AHİD-ŞİKEN f. Ahdi bozan, anlaşmayı bozan.
ÂHİL Erkeği olmayan kadın. * Fevkinde kimse olmayan yüksek
padişah.
AHİLİK Asırlar önce Anadolu'da gelişen bir halk ocağı. Sosyal bir
kuruluş olan ahilik iş alanında adam yetiştirmek, çalışma
sevgisini aşılamak, istihsali çoğaltmak gibi gayeleri vardı.
Günlük hayatta ise teavün, yoksulları koruma gibi insani
duyguları; ayrıca müzik, silah kullanma, binicilik kabiliyetlerini
geliştirmeye de önem verirdi.
AHİLLA (Ehillâ) Sadık ve samimi arkadaşlar. En sadık dostlar. Haliller.
ÂHİN (C.: Avâhin) Fakir. * Hazır, sabit kimse. * Yumuşak hurma
ağacı.
AHİN (C.: Uhun) Boyalı yün.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
50
ÂHİR Biten. Hitam bulan. Sonra gelen. Son. Sonraki.
AHÎR En son, sonraki.
ÂHİR-BİN f. Sonunu gören, düşünen.
ÂHİRE Zâni, zinakâr.
AHİREN En son, en son olarak. * Son zamanlarda, yakında.
ÂHİRET Bu dünyadan sonra gideceğimiz ebedi âlem. Âhiret, kıyamet
koptuktan sonra, bütün varlıkların ve insanların devamlı
kalacakları yerdir. Orada ölüm yoktur, hayat sonsuzdur; dinin
emirlerine bağlı olanlar için cennet; dine bağlı olmıyanlar için
de cehennem vardır. Âhirete inanmayan insan müslüman
olamaz. Kur'an ve peygamberi inkar etmiş olur. İnsan ölüp
toprak olduktan sonra onu kim diriltecek diyenlere Kur'anın pek
çok cevaplarından biri meâlen şudur: "Onu ilkin kim
yarattı ise, öldükten sonra da yine o diriltecek." (Bak:
Haşir)(Dünya dar-ül hikmet ve ahiret dar-ül kudret olduğundan;
dünyada Hakîm, Mürettib, Müdebbir, Mürebbi gibi çok
isimlerin iktizasıyla, dünyada icad-ı eşya, bir derece tedricî ve
zaman ile olması, hikmet-i Rabbaniyenin muktezasıyla olmuş.
Âhirette ise; hikmetten ziyade kudret ve rahmetin tezahürleri
için maddeye ve müddete ve zamana ve beklemeye ihtiyaç
bırakmadan, birden eşya inşa ediliyor. Burada bir günde ve bir
senede yapılan işler, âhirette bir anda ve bir lemhada inşasına
işareten Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan: $ ferman eder. Ş.)(Mühim bir
taraftan ehemmiyetli bir sual: Rivayette gelmiş ki, Cennette bir
adama beşyüz senelik bir Cennet verilir. Bu hakikat akl-ı
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
51
dünyevinin havsalasında nasıl yerleşir?Elcevap : Nasıl ki bu
dünyada herkesin dünya kadar hususi ve muvakkat bir dünyası
var. Ve o dünyanın direği onun hayatıdır. Ve zahiri ve batıni
duygularıyla o dünyasından istifade eder. Güneş bir lâmbam,
yıldızlar mumlarımdır der. Başka mahlukat ve ziruhlar
bulunmaları, o adamın mâlikiyetine mani olmadıkları gibi,
bilâkis onun hususî dünyasını şenlendiriyorlar,
zinetlendiriyorlar. Aynen öyle de, fakat binler derece yüksek,
herbir mü'min için binler kasır ve hurileri ihtiva eden has
bahçesinden başka, umumi cennetten beşyüz sene genişliğinde
birer hususi cenneti vardır. Derecesi nisbetinde inkişaf eden
hissiyatıyla, duygularıyla cennete ve ebediyete lâyık bir surette
istifade eder. Başkaların iştiraki onun mâlikiyetine ve
istifadesine noksan vermedikleri gibi, kuvvet verirler. Ve hususi
ve geniş cennetini zinetlendiriyorlar. Evet, bu dünyada bir adam,
bir saatlik bir bahçeden ve bir günlük bir seyrangahtan ve bir
aylık bir memleketten ve bir senelik bir mesiregâhta
seyahatından; ağzıyla, kulağıyla, gözleriyle, zevkiyle,
zâikasıyla, sâir duygularıyla istifade ettiği gibi; aynen öyle de
fakat bir saatlik bir bahçeden ancak istifade eden bu fâni
memleketteki kuvve-i şâmme ve kuvve-i zâika, o bâki
memlekette bir senelik bahçeden aynı istifadeyi eder. Ve burada
bir senelik mesiregâhtan ancak istifade edebilen bir kuvve-i
bâsıra ve kuvve-i sâmia orada, beşyüz senelik mesiregâhındaki
seyahattan; o haşmetli, baştan başa zinetli memlekete lâyık bir
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
52
tarzda istifade eder. Her mü'min derecesine ve dünyada
kazandığı sevaplar, haseneler nisbetinde inbisat ve inkişaf eden
duygularıyla zevk alır, telezzüz eder, müstefid olur. L.)
ÂHİRZAMAN Dünyanın son zamanı ve son devresi. Dünya hayatının kıyamete
yakın son devresi. (Rivayette var ki : "Fitne-i âhirzaman o
kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz." Bunun
için, binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberiyle bütün ümmet
o fitneden istiaze etmiş, azâb-ı kabirden sonra ( $ ) vird-i ümmet
olmuş. Allahu a'lem bissavab, bunun bir te'vili şudur ki: O
fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar
ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâb ederler. Meselâ: Rusyada
hamamlarda, kadın- erkek beraber çıplak girerler ve kadın,
kendi güzelliklerini göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından
seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemâlperest
erkekler dahi nefsine mağlup olup o ateşe sarhoşane bir sürur ile
düşer, yanar. İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve
kebâirleri ve bid'aları, birer câzibedarlık ile pervane gibi
nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak
ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz. Ş.)
AHİSSA (Hasis. C.) Cimriler, pintiler, tamahkârlar.
AHİYANE f. Damak. * Tıb: Boğaz.* Beyin kemiği.
AHİYYEN ŞERAHİYYEN (Süryanice) Hannân, Mennân, Rahmân ve Rahim olan. Çok çok
nimet veren.
ÂHİZ (Âhize) Alan. Alıcı. Ahzeden. * Ses alıcı âlet. * Kabul etme,
alma.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
53
AHÎZ (Ahz. den) Esir.
ÂHİZE Fiz : Elektrik enerjisini mekanik enerjiye çeviren alet.
AHKAB Yabani eşek.
AHKAD (Hukd. C.) Kinler, garezler.
AHKAF SURESİ Kur'an-ı Kerim'de kırkaltıncı sure olup Mekke-i Mükerreme'de
nâzil olmuştur.
AHKAF (Hıkf. C.) Eğri büğrü kum tepeleri.
AHKÂM (Hüküm. C.) Hükümler. Kanunlar. Nizamlar.
AHKÂM-I ADLİYE Adaletle alâkalı hükümler, emirler. * Adliye nezaretinin eski
ismi.
AHKÂM-I FER'İYYE VE AHKÂM-I ASLİYYE (Bak: Şeriat)
AHKÂM-I FER'İYYE (Bak: Şeriat)
AHKÂM-I KUR'ÂNİYE f. Kur'ân-ı Kerim'in kat'i olan hükümleri, emirleri. (Bak: Hukuk)
AHKÂM-I ŞAHSİYE Huk: Şahsın kendisini alakalandıran hükümler. (Bak: Hukuk-u
şahsiye)
AHKAR En hakir, pek âciz ve değersiz. (Daha çok tevazu makamında
söylenir.)
AHKAR-UL İBÂD Kulların en hakiri.
AHKEM En sağlam. En kuvvetli. * En çok hükmeden. * En hakim ve
akıllı.
AHKEM-ÜL HÂKİMÎN Hükümdarların hükümdarı. Hâkimlerin en hâkimi. Cenâb-ı Hak
(C.C.)
AHKER f. Ateşli kül, kül ile karışık ince kor.
AHLA En tatlı, çok şirin. Çok tatlı.
AHLAF Yemin edenler. Müttefikler.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
54
AHLAK (Hulk.C.) Huy, tabiat. İnsanın davranış tarzı, tutum ve tavrı, bir
cemiyette makbul ve iyi sayılan davranış kuralları. Bu kural ve
kaideleri inceliyen ilim. Ahlâkın kaynağı ve mahiyetini
inceliyen felsefe.Filozoflar hangi hareketlerin iyi, hangilerinin
kötü olduğu ve insanın neden ahlâk kaidelerine uyması gerektiği
konusunda ortak bir fikre varamadılar. Kimi menfaati, kimi
saadeti, kimi de vazifeyi ahlâkın temeli saydı. İslâm ahlâkı ise
ahlâkın temeli Allah'ın emrine uygunluğu ve gaye olarak da
Allah rızasını almakla insanı şahsi veya içtimâi (toplumsal)
bencillikten kurtarmıştır. Ahlâkı da cemiyetten cemiyete ve
zamanla değişen keyfî ve tesadüfî kaideler yığını olmaktan
çıkarıp Allah'ın emirlerine uygunluğu esas almakla, birlik ve
beraberliği ve devamlılığı sağlamıştır. (Bak: Hulk)
AHLÂK-I FÂZILA İyi ahlâk, faziletli huylar.
AHLÂK-I HAMİDE Beğenilen güzel ahlâk.(Hz. Muhammed (A.S.M.) bütün ahlâk-ı
hamidede en yüksek ve yetişilmeyecek bir dereceye malik
idi...... Onda içtima etmiş ahlâk-ı hamidedir ki her bir haslette en
yüksek tabakada olduğuna dost ve düşman ittifak ediyorlar. M.)
AHLÂK-I HASENE Yüksek ahlâkı en parlak ve ulvi bir şekil ve ruhta gösteren ve
bilfiil yaşayan Peygamberimizin (A.S.M.) ve O'nun yolunda
gidenlerin ahlâkı.(Diyorsun ki: Teklif, saadet içindir. Halbuki
ekser-i nâsın şekâvetine sebeb, tekliftir. Teklif olmasaydı, bu
kadar tefavüt-ü şekavet de olmazdı?C- Cenab-ı Hak, verdiği
cüz'-i ihtiyâri ile ef'al-i ihtiyariye âlemini kesbiyle teşkil etmeğe
insanı mükellef kıldığı gibi, ruh-u beşerde vedia olarak ekilen
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
55
gayr-i mütenâhi tohumları sulamak ve neşv ü nemalandırmak
için de beşeri teklif ile mükellef kılmıştır. Eğer teklif olmasaydı,
ruhlardaki o tohumlar neşv ü nemâ bulamazdı. Evet, nev'-i
beşerin ahvaline dikkatle bakılırsa görülür ki; ruhun mânen
terakkisini, vicdanın tekâmülünü, akıl ve fikrin inkişaf ve
terakkisini telkih eden, yani aşılayan, şeriatlardır; vücud veren,
tekliftir; hayat veren peygamberlerin gönderilmesidir; ilham
eden, dinlerdir. Eğer bu noktalar olmasaydı, insan hayvan olarak
kalacaktı ve insandaki bu kadar kemâlât-ı vicdaniye ve ahlak-ı
hasene tamamen yok olurlardı. Fakat insanların bir kısmı, arzu
ve ihtiyariyle teklifi kabul etmiştir. Bu kısım, saadet-i şahsiyeyi
elde ettiği gibi nev'in saadetine de sebep olmuştur. Amma
insanların büyük bir kısmı, ihtiyarı ile küfrü kabul ve tekâlif-i
İlahiyyeyi reddetmişlerse de teklifin bazı nevilerinden süzülen
terbiyevi, ahlâki vesaire güzel şeyleri aldıklarından, teklifin o
nevilerini zımnen ve ıztıraren kabul etmiş bulunurlar. İşte bu
itibarla, kâfirin her sıfatı ve her hâli kâfir değildir. İ.İ)(Hadsiz
salât ve selâm ol Peygamberimiz Muhammed Mustafa (A.S.M.)
üzerine olsun ki, demiş: $Yani; benim, insanlara Cenab-ı Hak
tarafından bi'setim ve gelmemin ehemmiyetli bir hikmeti, ahlâk-
ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmek ve beşeri
ahlâksızlıktan kurtarmaktır. H.)
AHLÂKIYYÂT Ahlâk ilmi ve düsturlarını ve bunların vasıflarını ve tatbiklerini
inceleyen, öğreten ilim. * Ahlâk ve terbiye ile alâkalı ders ve
bahisler.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
56
AHLÂKIYYUN Ahlâk ilmi ile uğraşan âlimler; bunlar iki kısımdır. Bir kısmı
ahlâk-ı hasene olan İslam ahlâkını telkin eder, diğer kısmı ise,
dine tâbi olmayan ve hakiki ahlâkı bulamamış olanlardır.
AHLÂKÎ Ahlâkla ilgili, ahlâka ait.
AHLAL (Hıll. C.) Samimi dostlar, yâranlar.
AHLAM Rüyâlar. (Bak: Hulm)
AHLAS En hâlis, daha temiz.
AHLAT (Hılt. C.) Çok karıştırılabilir, karıştırılmağa elverişli.
AHLAT-I ERBAA İnsan vücudunda varlığı kabul edilen dört unsur veya üsareler.
AHLEF Solak kimse.
AHLES Kara ile kırmızı arasında olan renk.
AHLET Saçı dökülmüş kişi.
AH-LİÜMM Baba ayrı, ana bir kardeş.
AHLİYA (Hali. C.) Boş şeyler.
AHMA (Hamâ. C.) Kayın biraderler.
AHMAK (Humk. dan) Pek akılsız, sersem, şaşkın. Anlayışsız.
AHMAKANE f. Ahmakçasına, ahmak olana yakışır şekilde.
AHMAKÎ Akılsızlık, ahmaklık.
AHMAKİYET Ahmaklık, akılsızlık.
AHMAK-UL HUMAKA Ahmakların en ahmağı.
AHMAL Ü ESKAL Ağır yükler.
AHMAL (Haml. C.) Yükler. * Ağır şeyler. Eşya, ağırlık.
AHMAS (Hums. C.) Beşte birler, humslar.
AHMAS-ÜL KADEM Ayak tabanı.
AHMED İBN-İ HANBEL (Bak: Hanbelî, İmam-ı Hanbel)
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
57
AHMED Daha çok hamdeden. * Çok övülmeğe ve medhedilmeğe lâyık. *
Çok sevilen. Beğenilmiş. * Hz. Peygamber'in (A.S.M.) bir ismi.
AHMED-İ BEDEVÎ (Seyyid) (Hi. 596-675) Mısır'ın en büyük velilerindendir. Hz.
Ali neslinden gelir. Bir çok lâkabı vardır. Ona Afrika bedevileri
tarzında (yüzü örten peçe) taşıdığından dolayı (el-Bedevi)
deniyordu. 626 yılına doğru onda deruni bir tahavvül vukua
geldi. Yedi kıraat üzere Kur'an okudu ve Şafii fıkhı tahsil eyledi.
Kendisini ibadete vakfeyledi ve kendisine yapılan izdivaç
teklifini reddeyledi. Berlindeki bir yazmada bu hususta şunlar
yazılıdır: "Cennet hurilerinden başka hiçbir kadın ile
evlenmemeğe ahdettim." Kerametler ve harikalar
göstermiştir. Geceleri Kur'an okumak âdeti idi. Aktab-ı
Erbaa'dandır. (R.A.)
AHMED-İ FÂRUKÎ (Hi. 971-1034) (İmam-ı Rabbanî) Hz. Ömer (R.A.) ahfadından
olduğundan Fârukî denilmiştir. Kendisi demiştir ki:
"Hakaik-i imaniyeden bir mes'elenin inkişafını, binler
ezvak ve mevâcid ve kerâmata tercih ederim." Hem demiş
ki: "Bütün tarikatların nokta-i müntehası hakaik-i
imâniyenin vuzuh ve inkişâfıdır." Bu zatın büyük ve çok
kerametleri görülmüş ve müceddidiyet vazifesini bihakkın ifâ
etmiştir. Nakşi tarikatının kahramanı ve bir güneşi hükmünde
olduğu Risale-i Nur'dan "Mektubat" isimli eserde
mezkurdur. (R.A.) (Bak: Müceddid)
AHMED-İ MUHTAR Hz. Muhammed (A.S.M.) Efendimiz.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com-Tebriz-2012
58
AHMED-İ RÜFÂÎ (Hi: 512-578) Büyük bir veliyullahtır. Pek çok kerametleri
görülmüştür. İmam-ı Musa Kâzım Hazretlerinin evlâtlarından
olup, dine büyük hizmetler etmiştir. (R.A.)
AHMED-İ SÜNUSÎ (Bak: Sünusî)
AHMER Kırmızı.
AHMES Kuvvetli, yiğit. Kahraman, cesur, şecaatli, bahadır.
AHMEŞ İnce, dakik.
AHMEZ Daha metin, daha sağlam, daha çetin.
AHNA Çapraz ve birbirine zıt işler. Çarpık, eğri şeyler.
AHNA' Çok alçak gönüllülük, mütevazilik.
AHNAS (Hıns. C.) Yeminden dönmeler. Yalan yeminler.
AHNEF Ayakları çarpık ve eğribüğrü olan.
AHNES Burnu basık ve sivri olan adam.
AHOND f. Tahsil yapmış, hoca. Ulu, büyük.
AHRA Daha lâyık, daha münasib, en elverişli.
AHRAB Kulağı kesik. * Kulaktaki küpe deliği.
AHRAC (Hırc. C.) Hayvanların yular, tasma ve palanlarına dizilen
boncuklar.
AHRAD Pek tamahkâr cimri.
AHRAK Miskin, akılsız adam.
AHRAM (Harem ve Harim. C.) Gizli yerler. Gizli olup herkesin girmesi
serbest olmayan yerler. * Kadınların bulunduğu haremlikler.
AHRAR (Hür. C.) Hürler. Esir veya köle olmayan kimseler. * Silsilesinde
esir veya köle bulunmayanlar. * Hürriyetçiler.
Risale Sözlügü-Arapca-Türkce Turuz-Com