9
ÜÇ DAMLA GÖZYAŞI Ö y k ü c ü Müzik: “Something” Beatles

ÜÇ DAMLA GÖZYAŞI

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Müzik: “Something” Beatles. ÜÇ DAMLA GÖZYAŞI. Ö y k ü c ü. “Ya Japon! Şu bisikletini ver de bineyim biraz.” “Kırık kolunla nasıl binecen lan? Öbürünü de kırma sonra.” - PowerPoint PPT Presentation

Citation preview

ÜÇ DAMLA GÖZYAŞI

Ö y k ü c ü

Müzik: “Something” Beatles

“Ya Japon! Şu bisikletini ver de bineyim biraz.”“Kırık kolunla nasıl binecen lan? Öbürünü de kırma sonra.”“Yok devenin nalı! İki elimi bırakarak bile binebiliyorum oğlum! Zaten senin

bisikletin boyu iki karış, sıkıştım mı koyarım ayağımı yere. Bu kolla basket, misket oynayacak halim kalmadı ki, bari senin düldül bir işe yarasın. Yoksa kızlarla seksek oynayacağım çaresizlikten.”

“Peki, peki! Yalnız trafiğe çıkma bak! Okulun bahçesinde turla, ya da Bayındır Sokak boşken yokuş aşağı salarsın tamam mı?”

“Tamam oldu. Zaten, Tülin sokağa çıkana kadar bineyim yeter. Sonra meşgulüm.”

“Yok ya! Oğlum, Tülin mahalleye çıkınca meşgul olmayan var mı? Kim biner bisiklete o saatten sonra lan? Neyse al hadi, at birkaç tur…”

* * *

Mahallede günün birinde aniden bir Tülin fırtınası esmeye başlamıştı. Onun gelmesiyle gelişen şeyler baharda tomurcukların çiçek açması gibi birdenbire olmuştu. Önceleri herkes biliyordu ki; Filiz, Meraklı’nın, Selma, Afacan’ın, Japon, Sarı Ayla’nın, Semih Rais, Tijen’in, Bilgiç Memo ise Leyla’nın peşindeydi. Fakat Tülin gelince her şey değişmişti. Koştuğu zaman arkasında dalgalanan uzun simsiyah deniz kokulu saçları, esmer teni, ela gözleri, hokka burnuyla Tülin bütün mahallenin rüyalarına girivermişti. Tatlı dilli, güler yüzlü, ceylan gözlü Tülin’e mahallede vurulmayan kalmamıştı. Bütün merak edilen ise onun kimi seçeceğiydi. Günler, haftalar geçiyor, heyecandan kalpler pıt pıt atıyor; herkes futbolda, yakan topta, baskette ne kadar hünerli olduğunu Tülin’e göstermeye çalışıyordu.

Sokağa çıkılmadan önce ayna karşısında dakikalarca süsleniliyor, en güzel kokular sürülüp duvarda Tülin’e en yakın yere oturulmaya çalışılıyor, en iyi beyazlatılmış kot pantolonlar, pazıları en iyi gösteren kısa kollu tişörtler özenle seçiliyor; fakat o, kimi sevdiğini, kimseye belli etmiyordu. Ama mutlaka vardı bir sevdiği, yoksa böyle aniden ortaya çıkıp her gün mahalleye gelmesinin başka bir izahı yoktu. Afacan, Meraklı ve Bilgiç her sabah onunla okula beraber yürüyebilmek için saat sekizde oturduğu binanın giriş kapısının önünde soluğu alır olmuşlardı. Ve her sabah sekizi beş geçe, yüzünde güller açan Tülin kapıda belirip hayranlarının kendisini beklediğini görünce memnun oluyor, sohbet uzasın diye yavaş yavaş okula doğru yürünürken kimin daha akıllı, daha espritüel ya da daha entelektüel olduğuna Tülin karar versin diye kıyasıya bir yarış başlıyordu. O büyük bir neşeyle cıvıldarken, üç çocuk çiçeğin etrafındaki arılar gibi en güzel, en ilgi çekici, Tülin’in en çok seveceği hikâyeyi ona anlatma yarışına giriyorlardı.

Akşamüstü olunca, okulun çıkış kapısında yine Tülin bekleniyor, sonra yol uzasın diye çok yavaş tempoyla mahalleye doğru yürünürken aynı yarış yine başlıyordu. Mahalleye gelince herkes sokağa çıkmadan önce hazırlanmak ve süslenmek için evlerine dağılıyor, geç kalmamak için her türlü hazırlık aceleyle bitiriliyor, güzel kokular sürülüp mahalle duvarında Tülin’in yanında yer kapabilmek için dışarı fırlanıyordu. Duvarda otururken okula gidiş dönüşlerden çok daha geniş bir hayran kitlesi, Tülin’in hoşuna gidecek şeyleri yapmaya çabalıyordu. Sohbet devam ederken, eğer onun keyfi yerindeyse, herhangi bir oyuna, söz gelimi şişe çevirmece oynamaya karar verebiliyordu. O zaman hemen boş bir gazoz şişesi bulunuyor ve Filizlerin arka bahçesindeki sahanlıkta daire şeklinde yere oturulup oyun başlıyordu. Şişeyi kim kapmışsa önce o çeviriyor, durduğunda ucu kimi işaret ediyorsa çeviren onu öpme hakkını elde ediyor, sonra şişeyi çevirme sırası öpülene geliyordu. Ya da Tülin eğer yakan top oynayalım demişse; hemen bir top bulunuyor, sokağın orta yerine oyun sahasının çizgileri tebeşirle çiziliyor, takımlar kuruluyor ve oyun başlıyordu.

O sene okulların kapanıp herkesin yazlıklara gideceği, mahallenin boşalacağı günler yaklaşırken; bir akşamüstü Japon aniden, ipe dizili çirozlar gibi yan yana oturulan o mahalle duvarından ayağa kalkıp, Tülin’in önüne dikildi:

“Söyle artık, yetti bu kadar!” diye yüksek sesle çıkıştı. Şaşkınlıktan yutkunup duran Tülin’in gözlerinin içine bakarak; kararlı, sert bir sesle devam etti sözlerine:

“Kimi seviyorsun açıkça söyle artık, sevdiğin öğrensin, diğerleri de umutlarını kessin, oynama bizimle bu kadar.” Bir anda Tülin’in güleç yüzü soldu, başını hafifçe öne eğdi, güzel gözlerinden üç damla yaş süzülüp yere döküldü, sonra yutkundu ve hiçbir şey söylemeden durdu kaldı öylece. Neden sonra çok yumuşak, sevecen bir sesle:

“Evet, seviyorum içinizden birini, ama söyleyemem kimseye; çünkü çok uzaklara gideceğim yakında… Sevdiğim ardımdan üzülsün istemem… O incinirse ben hiç dayanamam,” dedi. Herkes donup kalmıştı. Kimseden çıt çıkmıyordu. Tülin devam etti o sessizlikte:

“Babamın İstanbul’a tayini çıktı ama günlerdir söyleyemedim size. Haftaya on beş günlüğüne yaz tatili için kampa gidiyoruz. Kamp dönüşü, belki çoğunuz tatildeyken, eşyalarımızı toparlamak ve taşınmak üzere Ankara’ya geri geleceğiz. Hüzünlü bir ayrılık istemiyorum. Sanki mahalleye yine geri gelecekmişim, hatta hiç ayrılmayacakmışım gibi davranırsanız, belki daha az üzülürüm o zaman.” dedi.   * * *

Tülin’e daha fazla bir şey sormaya cesaret edebilen olmadı. Güzel gözlerinden dökülen o üç damla gözyaşı, Afacan, Meraklı ve Bilgiç’in yüreklerine düşen birer ışıltılı metal küre gibi zihinlerinin mahalle kıvrımlarında o günden beri öylece çakılı kalakaldı. 

Ö y k ü c ü

İstanbul, Temmuz 2011

www.oykucu.net

Öykü, sunum ve fotoğraf: Ö y k ü c ü C a n Ö z o ğ u z