Upload
others
View
24
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
1
YeniOsmanlıca
TürkceSözlük60 000 Başlıq
Turuz-Tebriz-2012
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
2
A "1928 senesinde alınan Türk alfabesinin ""a"" harfi, Osmanlıcadaki
elif ve ayın harflerine yakın bir ses verir."
Ab Kusur, ayıp, noksanlık.
âb su.
Âbâ ve ecdâd Analar, babalar, dedeler.
Âbâ (Eb. C.) Babalar, pederler. * Mc : Mürşidler, ileri gelenler.
A'ba Ağırlıklar, yükler, mes'uliyetler. * Sandık.
âbâ babalar, atalar.
Aba Ekseriyetle yünden yapılmış, bol giyimli bir libas, elbise. (Peygamber
Efendimiz de (A.S.M.) bu libası giyerlerdi.)
Aba' Kaba, ahmak kişi.
aba yünden yapılmış kaba kumaş.
Abab (Abb) Suyu nefes almadan içmek. * Işık, nur, ziyâ.
Âbab Otu bol olan yerler, çayırlar, otlaklar, mer'alar.
Ab'ab Taze civanlık. * İbrişim halı. * Dağ tekesi. * Yumuşak yünden yapılan
kisve.
Ab'âb Uzun boylu kimse. * Güzel huylu ve sabırlı adam.
âbâd ebedler, sonsuz gelecek zamanlar.
Abad Ebedler. Sonsuz gelecek zamanlar.
A'bad Köleler.
Abadan f. Mâmur, şen. İmâr edilmiş.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
3
Abadî Bayındırlık, mâmurluk, şenlik. * İmar edilmiş olan. * Hindistan'ın
Devlet-âbad şehrinde ipekden yapılmış bir yazı kağıdı.
Abâdile Abdullah isimli sahabeler.
Abâdile-i seb'a Meşhur olan yedi Abdullah isimli sahabe-i kiram (R.A.) (Abdullah
İbn-i Abbas, Abdullah İbn-i Ömer, Abdullah İbn-i Mes'ud, Abdullah
İbn-i Ravâha, Abdullah İbn-i Selam, Abdullah bin Amr bin As,
Abdullah bin ebi Evfâ (R.A.) (Asr-ı saadette Abdullah ismiyle anılan
ikiyüz yirmi sahabe-i kiram hazerâtı vardı.)
Abajur Fr. Lamba siperi.
Abak İcab etmek. Lâzım olmak. * Yapışmak.
Abakiye Lâzım olmak. * Yapışmak. * Zahmet.
Abal Dağ kili.
Âbal Develer.
Abalet Ağırlık.
Abam şişman kimse.
Aba-puş f. Aba giyen, derviş. * Fakir.
Âbar (Bi'r. C.) Kuyular. Su kuyuları. * f. Hesap defteri.
Abat Koltuk altları.
Abb Işık, nur, ziya. * Güzelleşme.
Abbas Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmın amcalarındandır ve
Mekke'nin fethinde Müslüman olmuştur. * Arslan, gazanfer.
Abbasî Resul-i Ekrem'in (A. S.M.) amcası Hz. Abbas'ın neslinden gelen veya
aynı sülâleden gelenlerin kurdukları devlete mensup olan.
Ab-berin f. Akarsu ve şelâle kenarlarında suyun tazyikle akmasından meydana
gelen içi oyuk kovuk.
Ab-came f. Su kabı.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
4
Ab-çera f. Kahvaltı.
Abd "Kul, köle, Allah'ın kulu. Mahluk, insan. Hizmetçi. (Hür'ün zıddı).
""Abd kelimesi Allah'ın bazı isimleriyle birleştirilerek erkek isimleri
meydana getirilir. Abdullah (Allah'ın kulu). Abdulbâki (Ebedi olan
Allah'ın kulu) gibi. Bu isimleri taşıyan insanlar buna lâyık olmaya
çalışmalıdırlar."""
abd kul, köle.
abdal dünya ile ilgisini kesen mânevî makam sahibi kişi.
Abdal t. Safdil, ahmak, bön. * Afganistan'da yaşıyan bir Türk kavminin adı,
bu kavimden olan kimse. * Anadoludaki bazı göçebelerin adı ve
bunlardan olan kimse. * Derviş, ermiş, kalender. Kendini Allah'a
adamış. Ona teslim olmuş, bu yolda çile çekmiş kimse. (Bak : Ebdal)
Abdan (Ab. dan) Bahçe kovası, bahçe sulamaya mahsus süzgeçli kova. *
Sidik kesesi, mesane.
Abdar f. Parlak. * Sağlam vücudlu. * Su veren hizmetçi. * Mc : Ter u tâze,
tap taze.
Ab-dest f. Namaz ve sair dini ibadetler için usulüne uygun olarak, el, ağız,
burun, yüz, dirseklere kadar kolları ve topuk kemiği üzerine kadar
ayakları üçer defa yıkamak ve kulaklara, başa ve enseye
meshetmektir. * Azarlama, paylama.
abdest su ile temizlik ibadeti.
Abdestan f. Su ibriği, abdest ibriği.
Abdest-hane f. Ayak yolu, helâ. * Abdest alacak yer.
abdiyet kulluk.
Abdiyet Kulluk. * Kul olduğunu bilerek dininde, emredildiği üzere ibâdet ve
itaatte bulunmak.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
5
Abdulaziz 32. Osmanlı Padişahıdır. Hilâfeti (Hi: 1277-1293) seneleri arasındadır.
Mithat Paşa ve arkadaşları tarafından bilek damarları kesilerek şehid
edilmiştir.
Abdulhamid ll (mi: 1842-1918) 34' üncü Osmanlı Padişâhıdır. 33 yıl saltanatta kalmış
olan bu şefkatli Sultan,İslâmiyete son derece bağlı idi. Yüksek bir
siyaset adamı ve devlet işlerini bizzat takibeden bir zattı. Memlekette
bolluk ve refahı te'min için çalıştı. (R.Aleyh)
Abdulkadir Allah'ın kulu.
Abdulkadir-i geylanî (Bak: Geylânî)
Abdulkahir-i cürcanî (Bak: Cürcanî)
Abdullah ibn-i abbas (r.a) "Ashab-ı Kiram'ın fakih ve müctehidlerindendir. Resul-i
Ekrem'in (A.S.M.) amcasının oğludur. Ashâb-ı Kirâm arasında
mümtaz bir mevki'e hâizdir. Sahih-i Buhari'de mezkûr olduğu üzere
Resul-i Ekrem (A.S.M.), Abdullah hakkında : ""İlâhi onu dinde fakih
kıl ve kitabını ona öğret!"" diye dua buyurmuştu. Bu âli duaya
mazhariyetinden dolayı zamanın en bilgin şahsiyeti olmuştu. Resul-i
Ekrem'in (A.S.M.) hadislerini ezberlemekte, tefsir, hadis, fıkıh ve
ferâiz gibi yüksek ilimlerde eşsizdir. Hz. Ömer ve Osman'ın
(Radiyallahü anhüma) hilâfetleri zamanında müftülük vazifesini ifâ
ediyordu. Kur'anın tefsirindeki müstesna kudretinden dolayı Habr-ül-
ümme, Tercemân-ül-Kur'an, Sultan-ül-Müfessirin gibi yüksek
lâkablarla Ashab ve Tabiin arasında şöhret buldu. 1640 hadis rivâyet
etmiştir. Hicretin 68. yılında 70 yaşında olduğu hâlde Tâif'de ebedî
hayata kavuşmuştur. (R.A.)"
Abdullah ibn-i ömer Bi'setten bir yıl önce doğdu. Hicri yetmişüç tarihinde Haccâc-ı
Zalim'in emri ile şehid edildi (R.A.) Sahabe-i Kirâmın ileri
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
6
gelenlerinden ve Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâmın çok
bağlılarından ve dâima onun ahlâkını yaşamağa çalışanlardandı. Hz.
Ömer Radıyallahü Anh'ın oğlu idi. Hilâfet ve Valilik işlerine hiç
karışmadı. Müttaki, cömert, kanaat sahibi, halim bir zat olup kendini
dünyaya bağlaması ihtimali olan bir malı olsa derhal onu sadaka verir
veya hediye ederdi. (R.A.)
Abdullah ibn-i zübeyr Ebu Bekir-i Sıddık'ın kızı Esma'nın oğludur. Muhacirlerden ilk doğan
çocuk olup cesaret, şecaat, ibadet ve takvası ile meşhurdur. Zübeyr
ibn-i Avvam'ın oğludur. Yezid'in saltanatını kabul etmedi ve
Mekke'de dokuz sene halifelik yaptı. 73 yaşında şehid edildi. (R.A.)
Abdullah Allah'ın kulu. * Bu isim Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın
mübarek ve şerefli isimlerindendir. Çünkü, Allah'a itaat ve ibadette,
kulluk yapmada devamlı ve en ileride olup bütün ömürlerinde Cenab-ı
Hakka maddi manevi bütün hâlâtında itaatttan ayrılmamıştır (A.S.M.).
Hem muhterem babasının adı da Abdullah'tır.
Abdurrahman bin avf Aşere-i mübeşşereden ve çok fedakar olan Sahabelerdendir. İlk
müslüman olan sekiz kişiden birisidir. Bütün ihya-yı din için olan
muharebelerde çok fedakârlıkta bulunmuş, birisinde yirmibir yerinden
yaralanmıştı. Bir gazada oniki dişini birden kaybetmişti. Medine'ye ve
Habeşistan'a hicret edenlerdendi. Çok zengin idi. Bir defa otuz köleyi
birden azad etmişti. Hicri 31 tarihinde 71 yaşında vefat etti.
Abe İşaret, alamet. * Cemaat, topluluk.
Abe' Kıymet. Ehemmiyet. Meta'.
Abece Ahmak kimse.
Abed Hayâ etmek. Arlanmak. * Hışım etmek, kızmak. * Uyuz hastalığı.
Abede (ÎÂbid. C.) İbadet edenler. Âbidler. Tapanlar.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
7
Abede-i esnam f. Puta tapanlar. Putperestler. Heykele baş eğenler.
Âbek Sulu, su dolu olan şeyler. * Çıban. * Civa. (Hg).
Abeket (C.: Abekât) Tâne, az şey. * Tuluk içinde kalan yağ bakiyyesi. *
Ekmek parçası. * Yılan başı dedikleri ufacık akça boncuk.
Abel (C.: Abâl) Yassı ve enli yaprak.
A'bel (C: A'bile) Çok sert taş ki, kırmızı, beyaz veya siyah renkli olur. *
Taşlık dağ.
Ab-endam f. Güzellik. Güzel endam.
Ab-endaz Su mühendisi.
Aberasyon Fr. Sapma.
Aberat (Abre. C.) Göz yaşları.
Abes Oyuncak kabilinden faydasız ve boş amel. Lüzumsuz ve gayesiz iş.
Tesadüfi. (Bak: Gaye)
abes saçma, gayesiz, hikmetsiz, gereksiz.
Abese irca "Mantık ve matematikte bir isbat şeklidir. Bir hükmün doğruluğunu
isbat için, bu hükmü inkâr eden diğer hükmün yanlışlığı isbatlanır.
Meselâ: Allah'ın varlığının inkâr edilmesinin imkânsızlığını veya
abesiyetini göstermek, Allah'ın varlığını isbat yollarından biridir. Bu,
""Abese irca"" yolu ile isbat şeklidir."
Abese suresi Kur'an-ı Kerim'de sekseninci surenin ismi olup, Mekke-i
Mükerreme'de nazil olmuştur. Saliha Suresi, Sefere Suresi de denilir.
Abese (Abs. den) Çehresini çattı, sureti kerih oldu (meâlinde).
Abesiyat (Abes. C.) Faydasız ve boş şeyler.
abesiyet abeslik, saçmalık.
Abesiyyun "Kâinatın ve hâdiselerin başı boş, faydasız ve gayesiz, kendi kendine,
Haliksız olduğuna inanmak isteyen bâtıl yoldaki felsefeciler.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
8
Zamanımızda Ekzistansializm ""Varoluşculuk"" adı altında yeniden
ortaya çıkan bir varlık ve hayat felsefesidir. İki kola ayrılmıştır.
Bunlardan uluhiyeti inkâr edenler, hayatın, varlığın ve insanın var
oluşunu abes ve gayesiz sayan ehl-i dalâlet fırkalarından biridir.
Hristiyanlık dünyasında bunlara karşı çıkan ikinci kısım ise: Allah'a
inanılmazsa herşeyin abes olacağını, bu sebeple Allah'a inanmanın
zaruriliğini müdafaa etmektedirler.(Kâinatı abes ve gayesiz itikat eden
felâsife-i abesiyyun gibi kendilerini başıboş, hikmetsiz, gayesiz,
vazifesiz, Haliksız mı zannediyorlar? Acaba gözleri kör olmuş,
görmüyorlar mı ki, kâinat baştan aşağıya kadar hikmetlerle müzeyyen
ve gayelerle müsmirdir. Ve mevcudat, zerrelerden güneşlere kadar
vazifelerle muvazzaftır. Ve evamir-i İlahiyyeye müsahharlardır.S.)"
Abey-seran Fesliğen. * Şiddetli emir. Şer ve mekruh nesne. * Bir dikenli ağaç.
Ab-gah Fr. Havuz, küçük göl, su biriken yer. * Tıb : Karnın kaburga kemikleri
kıkırdağı ve kısa kaburgalar altında olan kısmı. Böğür.
Ab-gine Fr. Billur. * Ayna. * Kılınç. * Göz yaşı. * Şişe, sürahi, kadeh.
Ab-gir f. Suyun biriktiği yer, havuz. * Dokumacılıkta kullanılan fırça.
Ab-hane f. Abdest bozacak yer. Helâ, tuvalet.
Abher Nergis çiçeği, * Dolu kap.
Ab-hurde f. Su içen.
Ab-ı âbistenî Nebatların beslenip büyümesi için zaruri olan su ve yağmur. *
Gebeliğe sebep olan su, meni.
Ab-ı adâlet Doğruluğun ve adaletin feyz ve bereketi.
Ab-ı bâde-reng Kanlı göz yaşı.
Ab-ı beste Buz. * Mc : Billur, sırça.
Ab-ı ciğer Ciğer suyu. * Göz yaşı.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
9
Ab-ı çeşm Göz yaşı.
Ab-ı dehân Ağız suyu, salya.
Ab-ı hayat "Kan. Ebedî hayata sebep olan hayat suyu (diye tâbir edilen) bu
kelime, edebiyatta : ""çok güzel ifâde, lâtif söz, parlaklık, letâfet""
mânalarında geçer. * Tas : Aşk-ı hakiki, aşk-ı ilâhi, ilm-i ledün,
mârifetullah'tan kinayedir. Âb-ı Hızır, âb-ı hayvan, âb-ı beka gibi
isimlerle de söylenir."
Ab-ı hufte Durgun su. * Buz. * Billur. * Kınında bulunan kılınç.
Ab-ı hurdenî İçme suyu. İçilir su.
Ab-ı kevser Kevser âb-ı hayatı. Kevser letâfeti.
Ab-ı leziz Leziz, tatlı su.
Ab-ı musaffâ Temizlenmiş, tasfiye edilmiş su. Saf su.
Ab-ı revan Akar su. * Kalpteki ferahlık.
Ab-ı rûy Yüz suyu, şeref, haysiyet, nâmus.
Ab-ı şor Acı su. * Göz yaşı.
Ab-ı yah Buzlu, soğuk su.
Ab-ı zen f. Küçük havuz. * Su birikintisi. * Yumuşak, lâtif sözlerle hatır alan ve
bu manâda emir. (Bak : Avzen)
âbıhayat hayat suyu.
Abık Sebebsiz olarak sahibi yanından kaçan köle.* Civa. (Hg)
âbıkevser Kevser adlı cennet havuzunun suyu.
Abî f. Ayva. * Suda yaşayan ve suda meydana gelen. * Çok mâvi.
Abid f. Kıvılcım.
âbid ibadet eden.
Abîd Kullar. Köleler.
Abidane f. Kul olarak, ibâdet edene yakışır surette.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
10
âbidane ibadet eden gibi.
Abidat-ı islâmiye İslâm medeniyeti anıtları.
A'bide (Abd. C.) Köleler. Abid.
abide anıt.
Abide Uzun müddet dillerde destan olup kalan beliye ve dâhiye. * Bir
milletin târihinde büyük bir değeri hâiz olan vak'a. * Fesahat ve
belâgatı dolayısıyle benzeri söylenemeyen şiir. * Tarihte yüksek ve
hâkim bir mevkide olan vak'aları veya büyükleri yaşatmak için
yapılan bina. * Azametiyle, güzelliğiyle insanı hayrete uğratan
mebani. (Süleymaniye ve Ayasofya câmileri gibi.) Uzun müddet
yaşıyan edebî, ilmi, sinai eserler. * Geçmiş devirlerden kalma tarihi
veya bedii kıymeti olan binalar, kaleler ve harabeleri. * Dikilmiş
sütunlar ve bunların üzerindeki resimler, nakışlar, yazılar. * Abidenin
arapçadaki manası bizdekinden başkadır: Kendisinden nefretle,
haşyetle bahsolunan, uzun müddet dillerde destan olup kalan dâhiye
ve beliyyeye denir. (Türk İslâm Ansiklopedisi)
Abidevî Abide gibi. Abideyi andıran, âbideye benzeyen şekilde.
Abil Koyun, at ve deve gibi hayvanlara iyi bakan. * Çayırda otlayarak suya
muhtaç olmayan hayvan.
Abile f. Su üzerindeki kabarcık. * Sivilce. Çıban.
Abir (Ubur'dan) Bir yerden geçen, giden yolcu. Geçen. * Hz. İbrâhimin
(A.S.) dedelerinden birisinin adı.
Abis Denizlerdeki dokuzbin metreyi geçen derinlikler.
Abîse (C: Abayis) Tarhana.
Abist f. Gebe, hâmile.
Abisten f. Gizli, gizleme. * Gebe. * Dişilik.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
11
Abistenî f. Hâmilelik, gebelik.
Abişhor f. Hayvan sulama yeri. * İçme kabı. * Dinlenmek için kısa bir
duraklama, teneffüs. * Günlük yiyecek.
Abiştgâh f. Gizlenecek yer, gizli yer.
Abiy Kısmet, nasib,
Abiye Örtü ile yüzünü örten, utangaç kız veya kadın.
Abkame f. Anadolunun bazı doğu illerinde ve Bağdat'da yapılan, turşu veya
salataya benzer bir çeşit yiyecek maddesi. * Ekşi hamurdan pişirilerek
sirkeye konulan ve turşu olarak kullanılan bir gıda maddesi.
Abkarî "Mutlaka kusuru olmayan. Kâmil. * Bir kavmin seyyid ve şerifi,
efendisi. Beşer san'atı olmayan. * Çok güzellik. * Bir nevi
döşek.(Abkari: Esasen abkar'e mensub demektir. Ebu Suud ve sair
tefsirlerin beyanına göre Abkar: Arabın zu'münce bir Cin beldesinin
ismidir ki, Arablar acib gördükleri her şeyi ona nisbetle tavsif ederek
abkarî derler. Mu'cem-ül Büldan'da şu tafsil mezkûrdur: Abkar; dolu,
yani buluttan inen donmuş sudur. Ve demişlerdir ki, cinnin sâkin
olduğu bir arzdır. Meselde: ""Keennehüm cinn-i abkar: sanki abkar
cinni gibi"" denilir...Bazıları da demiştir ki: Abkarinin aslı; vasfına
hırs ile rağbet olunan her şeye sıfattır. Bunun da esası; çünkü Abkar'da
döşeme ve saire nakışları yapılırdı. Onun için her iyi şey Abkar'a
nisbet edilirdi.)"
Ab-kend f. Havuz, dere, su geçidi.
Ab-keş f. Delikli kevgir. * Su çeken, sucu, saka. * Kadeh sunucu.
Ab-kur f. Lâğım çukuru. Pisliğin aktığı yol ve delik.
Abl Kalın, büyük nesne. * Bükmek.
Abla' Ak nesne. * Beyaz taş.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
12
Ablise f. Tarlaya tohum atan, ekinci.
Abluka İtl. Etrafını sarıp hâriçle alâkasını kesme. Bahren muhasara, denizden
kuşatma.
abluka kuşatma, etrafını çevirme.
Ablukayı bozmak Muhasara hattını yarıp geçmek.
Ablukayı kaldırmak Muhasarayı bırakmak.
Ab-nak f. Sulu, ıslak, nemli.
Abone Fr. Gazete ve dergi gibi yayınlara peşin para vererek muayyen bir
zaman için müşteri olan kimse.
Abonman Fr. Bir imalâtçı ile müşteri arasında düzenli satın alma için yapılan
anlaşma.
Aborda İtl. Deniz teknelerinin rıhtıma, iskeleye veya başka bir tekneye
yanlamasına yanaşması.
Abr Rüya tabir etmek. Düş yormak. * Yaş akıtmak. Sudan veya başka
yerden geçmek. * Söylemeden bir şeyi düşünmek.
Abra Bir değiş-tokuşta üste verilen şey. * Teraziyi ayarlamak için hafif
gelen kefesine konulan ağırlık.
Abran Ağlayan, ağlayıcı.
Ab-rane f. Su borularına ve su yollarına bakan mühendis.
Abraş Alaca benekli at. * Klorofil azlığından dolayı açık renkte lekeleri olan
bitki yaprağı.
Abre Göz yaşı.
Abs Kurumak, katılaşmak.
Absal f. Bahçe, koru, park.
Ab-süvar f. Su üstünde yüzen. * Sudaki kabarcık.
Abş Salâh. * Hüsn. İbâdet. * Gaflet.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
13
Ab-şar f. Şelâle, su akarken çıkardığı ses, şırıltı.
Ab-şinas f. Sudan anlıyan. * Gemi kılavuzu.
Abt Yalan, Şübhe uyandırıcı hareket.
Abu f. Nilüfer çiçeği.
Abus Çatık çehreli. asık yüzlü. Yüzü ekşi.
abus somurtan, surat asan.
Abv Yüzün güzel olması. Nizamlı oluş. (Bak: Ta'biye)
Ab-vend f. Maşrapa, bardak, su kabı.
Ab-yar f. Sulayan. * Mc: Bereketlendiren, feyizlendiren.
Ab-yarî f. (Asıl mânâsı sulama ise de, lisanımızda yalnız mecazi mânâsiyle
bazı eski nesir yazarları tarafından kullanılmıştır). Yardım, itimat.
Ab-yârî-i himmet Korumak için yapılan yardım, himmet yardımı.
Ab-yârî-i himmetinizle Himmetiniz yardımıyle, himmetiniz sayesinde.
Ab-zen f. Küçük havuz. * Banyo.
Ac Fildişi. * Dolu kap.
Ac'ac Çağırış.
Acac Toz. * Tütün. * Bulut. * Duman.
Ac'ace Uzun uzun çağırmak.
Acafet Zayıflık. Çelimsizlik.
Acaib (Acib. C.) Şaşırtacak ve hayret verici şeyler.
acaib şaşırtıcı, acayip.
Acaibat Normale zıt şeyler. Acâib şeyler.
Acâib-i seb'a-i âlem Dünyanın yedi tane şaşılacak, acaib şeyi. (Çin seddi bunlardan
biridir.)
Acaiz (Acuze. C.) Kocakarılar. İhtiyar kadınlar.
Acak f. Toprak.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
14
Acal (Ecel. C.) Eceller. Ölümler, vâdeler.
Acalit Yoğurt.
A'cam (Acem. C.) Acemler. İranlılar. * Arab olmayanlar.
Acam (Ecme. C.) Meşelik, kamışlık, ağaçlıklar.
Acan f. Polis: Emniyet mensubu
Acar (Ecr. C.) Sevaplar, ücretler, mükâfatlar. * Kiralar.
Acasa Deve sürüsü.
Acb "Kuyruk sokumu. ""Us'us"" denilen küçük kemik. Her şeyin kuyruk
dibi ve nihâyeti. Fâtiha-i hilkat olan küçük kemik.Acb-üz zeneb diye
Hadis-i Şerifte ismi geçen ve insanın kuyruk sokumundaki en küçük
kemik.(Kur'ân-ı Kerim'de ""Sure: 30. âyet: 27"" Yani: ""Sizin haşirde
iâdeniz, dirilmeniz, dünyadaki hilkatinizden daha kolay, daha
rahattır."" Nasıl ki bir taburun askerleri istirahat için dağılsa, sonra bir
boru ile çağrılsa, kolay bir surette tabur bayrağı altında toplanmaları,
yeniden bir tabur teşkil etmekten çok kolay ve çok rahattır. Öyle de
bir bedende birbiri ile imtizaç ile ünsiyet ve münasebet peydâ eden
zerrat-ı esasiyye, Hz. İsrâfil'in (A.S.) suru ile Hâlik-ı Zülcelâlin
emrine ""Lebbeyk"" demeleri ve toplanmaları aklen birinci icaddan
daha kolay, daha mümkündür. Hem bütün zerrelerin toplanmaları
belki lâzım değil. Nüveler ve tohumlar hükmünde olan ve hadisde
""Acb-üz zeneb"" tâbir edilen ecza-i esasiyye ve zerrât-ı asliyye ikinci
neş'e için kâfi bir esastır, temeldir. Sâni-i Hakim beden-i insanîyi
onların üstünde bina eder. S.)(Arkadaş! Zâhire nazaran, haşirde, ecza-
yı asliye ile ecza-yı zâide birlikte iade edilir. Evet, cünüb iken
tırnakların, saçların kesilmesi mekruh ve bedenden ayrılan herbir
cüz'ün bir yere gömülmesi sünnet olduğu ona işarettir. Fakat tahkike
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
15
göre, nebatatın tohumları gibi ""Acb-üz-zeneb"" tâbir edilen bir kısım
zerreler, insanın tohumu hükmünde olup, haşirde o zerreler üzerine
beden-i insanî neşvü nema ile teşekkül eder. İ.İ.)"
acb kuyruk sokumundaki küçük kemik.
acbüzzeneb ölümden sonra dirilişin tohumu sayılan madde.
Acc Yüksek sesle haykırma, * Gürültü çıkarma. Deveyi döğme.
Acc(e) Kalabalık.
Accac Fırtınalı, rüzgârlı. * Gürültülü.
aceb acaba, hayret.
A'ceb Çok acâyib. Pek tuhaf olan.
Aceb Taaccüb, şaşma, hayret. * Garib, hoş, lâtif ve nâdir-ül vücud
olduğundan bir şey için inkâr ve istiğrab etme hâli.
A'ceb-ül acâib Çok acib ve gülünç olan.
Aced Kuru üzüm.
A'cef İnce, zayıf.
A'cel Daha acele, en çabuk. * Acele eden kişi.
Acele Çabuk, çabukluk. Bir işi çabuk yapmaya ve çabuk bitirmeye çalışma,
ivedilik.
Acem Arap olmayan, iranlı.
Acemâne f. Acemlere yakışır suret. Yabancı gibi.
Acemceme (C: Acemcemât) Kuvvetli, muhkem deve.
Aceme (C: Acemât) Çekirdek. * Çekirdekten biten hurma ağacı. * Sert ve
sağlam taş.
A'cemî Aceme mensub. * Arapçayı iyi konuşmayan. Dilsiz. * Beceriksiz.
acemi işin yabancısı, tecrübesiz.
Acemî Tecrübesiz. * Yabancı. * Yeni. Mübtedi.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
16
Acemistan f. İran ülkesi.
Acemiyan f. (Acemi. C.) İranlılar. Acemler. * Acemiler, tecrübesizler.
Acente (Acenta) ing. Bir vapur şirketinin her iskeledeki memuru. * Bir şirket
veya idarenin diğer memleketteki vekili. * Memur veya vekilin
memuriyeti ve idarehanesi.
A'cez En âciz. Çok kudretsiz. * Mak'adı etli ve yumru olan.
Aceze (Âciz. C) Âcizler. * Düşkünler, zayıflar.
aceze âcizler, güçsüzler.
acîb benzeri görülmeyen, şaşırtıcı.
Acib Hayret veren. Şaşılacak şey.
Acîb Şaşılan ve hayret uyandıran şey. Benzeri görülmeyen. Garib. Taaccüb
olunan şey.
Acîbe Alışılmış surette olmayan. Çok hârika. Acib ve garip, hayret verici,
şaşılacak şey.
Acibe-i hilkat Her zaman yaratılan şekilden farklı olarak yaratılmış olan. (Meselâ:
Normalinden çok fazla büyük cüsseli veya üç ayaklı olmak gibi)
Acic Sesi yükseltmek.
âcil acele eden.
Âcil Aceleci. * Acele eden. Hemen. * Derhal. Peşin. * Çabuk. * Fık:
Dünya.
Acil Sonraya bırakılmış. Bir vâdeye bağlı. * Ahiret.
Âcilane f. Acele edene ait. Acele olarak. * şimdiki zamana ait.
âcilen acele olarak.
Âcilen Acele olarak. Serian, derhal, müstâcelen.
Acin Rengi ve tadı değişmiş pis su.
Acinî Hamur gibi yoğurulmuş, macun kıvamında.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
17
Aciniyet Mâcun halinde olma. Hamur gibi yoğurulmuş olma.
aciniyyet mâcun halinde olma, yoğurulmuşluk.
Acir Elindekini başkasına kiralayan. Kiraya veren.
Aciş f. Üşüme, soğuktan üşüme.
Aciyy(e) (c: Acâyâ) Anası öldüğünden, başka kimsenin sütüyle beslenen çocuk.
* Anası sütünü vermeyip yemeği öğrettiği çocuk.
Âciz Beceriksiz. Eli ermez. Kabiliyetsiz. Gücü yetmez olan.
âciz güçsüz.
Âcizân (Âciz. C.) Âcizler, beceriksizler, zayıflar, güçsüzler.
Âcizâne "f. Âciz olarak. Beceriksizce. Tevâzu ile. (Alçak gönüllülük ifâdesi
için söylenir) ""Allah'a karşı kusurlarını bilen bir mü'min âcizâne
ancak Allah'tan rahmet diler."""
âcizane güçsüzce.
âcize güçsüz.
âcizem güçsüzüm.
Âciziyyet Acizlik, beceriksizlik, kabiliyetsizlik. * Fakirlik, tevâzu.
Acled Yoğurt.
Aclez Kavi, sağlam nesne.
Acm (C: Ucum) Beş yaşına girmemiş deve. * Kuyruk dibi. * Isırmak.
Acmî İnce fikirli. Akıllı, anlayışlı.
Acn Yoğurma. Ma'cun kıvamına getirme.
A'cube (Bak : U'cube)
acûbe şaşılacak şey.
acul aceleci.
Acul Çok acele eden sabırsız.
Aculâne Acele edene yakışır suretde.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
18
aculiyet acelecilik.
Aculiyet Acelecilik. Sabırsızlık.
Acur Kabakgillerden bir hıyar cinsi. Üstü hafif olukludur. Bazıları tüylüce
olur.
Acuz(e) Çok yaşlı kadın. Kocakarı. * Kılıç. * Şarap. * Sırtlan.
acûze güçsüz kocakarı.
Acuze-i şemta Saçı ağarmış kocakarı.
Acür Yoğunluk, semizlik, besililik. * Yoğun. * Her nesnenin hacmi ve
cüssesi olmak.
Acürî Kiremitçi, tuğlacı.
Acüs Almak, kabzetmek. * Gecenin sonu.
Acüz (C.: Acâz) her nesnenin dibi, kökü ve sonu. * Yay kabzası.
Acv Çocuğa süt içirmek.
Acve(t) Medine-i Münevvere hurmalarından bir çeşit, iyi hurma.
Acz "Beceriksizlik. İktidarsızlık. Kuvvetsizlik. Güçsüzlük. Yapamamak. *
Zarardan korunmak gücünün olmaması. * Bir şeyin geri tarafı.
(İnsandaki kusur sonsuz olduğu gibi, acz, fakr ve ihtiyacına da nihayet
yoktur. İnsana tevdi edilen açlık ile nimetlerin lezzetleri tebârüz ettiği
gibi: İnsandaki kusur, kemalat-ı Sübhâniyye derecelerine bir
mirsaddır. İnsandaki fakr, gına-i rahmetin derecesine bir mikyastır.
İnsandaki acz, kudret ve kibriyâsına bir mizandır. İnsandaki tenevvü-ü
hâcat, envâ-ı niam ve ihsanatına bir merdivendir. Öyle ise fıtratından
gaye ubudiyettir. Ubudiyet ise, dergah-ı izzetine kusurlarını
""Estağfirullah"" ve ""Sübhânallah"" ile ilan etmektir. M.N.)"
acz güçsüzlük.
Acza' Dübürü büyük kadın. * Kumdan yığılmış yüksek tepe.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
19
Acz-alud f. Âcizlik, kuvvetsizlik, güçsüzlük.
aczâlûd güçsüzlükle karışık.
Acze (C.: Acâyiz) Her nesnenin sonu. * Kadın dübürü.
Acz-mend Acizlik, mahviyet sâhibi.
Acz-mendî f. Âcizlik, iktidarsızlık. Fakr.
Açalya yun. Fundagillerden, güzel çiçekli bir bitki ve çiçeği.
Açar f. İştah açmaya yarayan turşu v.s. * İnişli yokuşlu yer. * Karıştırılmış,
birleştirilmiş.
Açı (Bak: Zâviye)
Açkı Cilâ, perdah, lostra.
Açkıcı Cilâ ve perdah veren sanatkâr.
Ad Hud aleyhisselâmın kavmi.
Âd Hz. Hud Peygambere (A.S.) isyan ettiklerinden gazab-ı İlâhiyyeye
uğrayan ve helâk olan, Yemen tarafında yaşamış bir kavmin adı.(Şirk
ve küfür cinayeti, kâinatın bütün kemalâtına ve ulvi hukuklarına ve
kudsi hakikatlarına bir tecavüz olduğu cihetledir ki, ehl-i şirk ve küfre
karşı kâinat kızıyor ve semavat ve arz hiddet ediyor ve onların
mahvına anâsır ittifak edip, kavm-i Nuh (Aleyhisselam) ve Âd ve
Semud ve Fir'avun gibi ehl-i şirki boğuyor, gark ediyor. $ âyetinin
sırriyle cehennem dahi ehl-i şirk ve küfre öyle kızıyor ve kızışıyor ki,
parçalanmak derecesine geliyor. ş.)
âda düşmanlar.
A'da En zâlim, en çok düşmanlık eden.
Ada Etrafı su ile çevrili kara parçası. * Etrafı yollarla çevrili arsa ve binalar
takımı.
Âdâb u erkân Edebler, kaideler ve rükünler. Ahlâk ve terbiye kaideleri.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
20
Âdâb "(Edeb kelimesinin çoğuludur.) Usul, yol, yordam, davranış kaideleri,
terbiye. Ahlâk ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve hareket tarzı.
Adaba uymayanlara edepsiz denir.""Edipler edepli olmalı"" yani
yazarlar, edebiyatçılar dine, ahlâka ve terbiyeye uymalı. Aksi halde
edebiyatçı adına lâyık olamazlar, edepsiz olurlar.(Sünnet-i Seniyyenin
meratibi var. Bir kısmı vâciptir, terkedilmez. O kısım, Şeriat-ı
Garrâ'da tafsilâtiyle beyan edilmiş. Onlar muhkemattır. Hiçbir cihette
tebeddül etmez. Bir kısmı da, nevâfil nevindendir. Nevâfil kısmı da iki
kısımdır. Bir kısım, ibadete tâbi Sünnet-i Seniyye kısımlarıdır. Onlar
dahi Şeriat kitablarında beyan edilmiş. Onların tağyiri bid'attır. Diğer
kısmı, ""âdâb"" tabir ediliyor ki, Siyer-i Seniyye kitablarında
zikredilmiş. Onlara muhalefete, bid'a denilemez. Fakat âdâb-ı
Nebevi'ye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakiki
edebden istifade etmemektir. Bu kısım ise (örf ve âdât), muamelât-ı
fıtriyede Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tevâtürle malum
olan harekâtına ittiba etmektir. Meselâ: Söylemek âdâbını gösteren ve
yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlâtın âdâbının düsturlarını beyan
eden ve muaşerete taalluk eden çok Sünnet-i Seniyyeler var. Bu nevi
Sünnetlere ""âdâb"" tabir edilir. Fakat o âdâba ittiba eden, âdâtını
ibadete çevirir. O âdâbdan mühim bir feyz alır. En küçük bir âdâbın
mürââtı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı tahattur ettiriyor;
kalbe bir nur veriyor. Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimi İslâmiyet
alâmetleri olan ve şeâire de taalluk eden Sünnetlerdir. Şeâir, âdeta
hukuk-u umumiye nev'inden cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin
yapmasıyle o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de
umum cemaat mes'ul olur. Bu nevi şeâire riya giremez ve ilân edilir.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
21
Nâfile nev'inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.
Sünnet-i Seniyye, edebdir. Hiçbir mes'elesi yoktur ki, altında bir nur,
bir edeb bulunmasın! Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman
etmiş: $ Yâni : ""Rabbim bana edebi, güzel bir surette ihsan etmiş,
edeblendirmiş."" Evet Siyer-i Nebeviyyeye dikkat eden ve Sünnet-i
Seniyyeyi bilen, kat'iyyen anlar ki: Edebin envâını, Cenab-ı Hak,
Habibinde cem'etmiştir. Onun Sünnet-i Seniyyesini terkeden, edebi
terkeder. L.)"
âdâb edepler, ahlâk kuralları.
Âdâb-ı milliye Millete ait edep ve terbiyeler.
Âdâb-ı muaşeret Beraber yaşayışta, hoş ve İslâmca yaşama ve geçinme usulleri.
Peygamberin (A.S.M.) sünnetine uygun olan hareket. İnsanlara karşı
edebli olma, insanca ve İslâmca yaşama âdâbı. Adâba dair sünnet-i
peygamberiyeye uymak.(... İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf
tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve
düşmanlarına sulhkârâne muâmele etmektir. M.)
Âdâb-ı umumiye Umumi ahlâk kaideleri.
A'dad İnce ve kısa kollu adam.
Adahi (Udhiye. C.) Kurbanlar.
Adahik (Udhuke. C.) Şakalar, gülünç şeyler.
Adak Nezredilen şey. (Bak: Nezr)
Adakk İnce, dakik.
A'dal (İdl. C.) Eşitler, denkler, müsaviler.
Adal Gümüşü az olan para.
Adalat (Adale. C.) Adaleler.
adale kas.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
22
Adale Tıb: Bedenin hareketini icra eden ve birbirinden, ince bir perde ile
ayrılan sinirli et kısımlarından her biri. Hepsine birden et (Lahm) tâbir
edilir.
Adalet "Zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek ve lâyık olduğu
muâmeleyi yapmak. Mahkeme. Hak kanunlarına uygunluk. Haksızları
terbiye etmek. İnsaf. Mâdelet. Dâd. Cenab-ı Hakk'ın emrini emrettiği
şekilde tatbik etmek. Suçluya Allah'ın emrini icra etmek.(Adâlet iki
şıktır. Biri mübet, diğeri menfidir. Müsbet ise; hak sahibine hakkını
vermektir. Şu kısım adâlet; bu dünyada bedahet derecesinde ihâtası
vardır. Çünkü her şeyin istidat lisaniyle ve ihtiyac-ı fıtrî lisaniyle ve
ıztırar lisaniyle Fâtır-ı Zülcelâl'den istediği bütün matlubatını ve vücut
ve hayatına lâzım olan bütün hukukunu mahsus mizanlarla, muayyen
ölçülerle bilmüşahede veriyor. Demek adâletin şu kısmı, vücut ve
hayat derecesinde kat'i vardır. İkinci kısım menfidir ki: Haksızları
terbiye etmektir. Yâni, haksızların hakkını, tâzib ve tecziye ile veriyor.
Şu şık ise; çendan tamamiyle şu dünyada tezahür etmiyor. Fakat, o
hakikatın vücudunu ihsas edecek bir surette hadsiz işarat ve emarat
vardır. Ezcümle: Kavm-i Âd ve Semud'dan tut, tâ şu zamanın
mütemerrid kavimlerine kadar gelen sille-i te'dib ve tâziyâne-i ta'zib,
gayet âli bir adâletin hükümran olduğunu hads-i kat'i ile gösteriyor. S.)
(Bak: Fâtih Sultan Mehmed)"
adalet hak sahibine hakkını vermek, doğruluk.
Adâlet-i ilâhiye Allah'ın adaleti.
Adâlet-i izafiye "İzafi adalet veya adâlet-i nisbiye de denir. Küll'ün selâmeti için, cüz'ü
feda eden adalet usulüdür.(Cemaat için ferdin hakkını nazara almaz,
""ehvenüş-şer"" diye bir nevi adalet-i izâfiyeyi yapmağa çalışır. Fakat
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
23
adalet-i mahza kabil-i tatbik ise ""adalet-i izafiye""ye gidilmez, gidilse
zulümdür. M.)"
Adâlet-i mahza Adaletin tam hakikisi, tam adalet. (Adâlet-i mahza ile adalet-i
izafiyenin izahı şudur ki: $ âyetin mâna-yı işarisi ile : Bir mâsumun
hakkı, bütün halk için dahi ibtal edilmez. Bir fert dahi umumun
selâmeti için feda edilemez. Cenab-ı Hakkın nazar-ı merhametinde
hak, haktır. Küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük büyük için iptal
edilemez. Bir cemaatin selâmeti için bir ferdin rızası bulunmadan
hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet nâmına, rızası ile olsa o başka
meseledir. M.)(... Adâlet-i İlâhiyenin tam mânâsı ile tecelli etmesi için
haşre ve Mahkeme-i Kübrâ'ya lüzum vardır ki, biri cezasını, diğeri
mükâfatını görsün. İ.İ.)
Adaletkâr f. Adaletli, insaflı, adalet sahibi.
Adâletkârane f. Adâletlice. Adalet sahibine yakışır şekilde, insaflı ve haklı surette.
adaletname mahkemeye davet yazısı.
Adaletpenah f. Adâletli.
adaletperver adaletsever.
adaletullah Allahın adaleti.
Adall Çok sapık, çok dalâlette.
adall iyice sapıtmış.
Adam İnsan. * Erkek kişi. * Birinin tarafını tutan kimse. * İyi ve terbiyeli
yetişmiş insan.
Adamet Ahmaklık, akılsızlık.
Adan Deniz kenarı.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
24
Adaptasyon Fr. Tatbik etme işi. Bir şeyin bir başkasına göre ayarlanması. Bir
canlının, yaşadığı muhite uyması işi. * Yabancı dilde yazılmış bir
eseri yerli adlar ile ve yerli hayata uydurarak çevirme.
Adapte Fr. Adaptasyonu yapılmış, tamamlanmış.
Adarr En zararlı.
A'das (Ades. C.) Mercimekler.
âdât âdetler, alışkanlıklar.
Âdat Âdetler. (Bak: Âdet)
Adavet "Husumet, düşmanlık. Kin. buğz. Garaz.(Adâvet ve muhabbet, nur ve
zulmet gibi zıttırlar. İkisi, mâna-yı hakikisinde olarak beraber cem
olmazlar. Eğer muhabbet, kendi esbabının rüçhaniyetine göre bir
kalbde hakiki bulunsa, o vakit adâvet mecazi olur; acımak suretine
inkılâb eder. Evet mümin, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı
için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun
için nass-ı hadis ile: ""Üç günden fazla, mü'min mü'mine küsüp kat-ı
mükâleme etmeyecek."" Eğer esbâb-ı adâvet galebe çalıp, adâvet,
hakikatıyla bir kalbde bulunsa; o vakit muhabbet mecâzi olur; tasannu
ve temelluk suretine girer. M.)"
adavet düşmanlık.
adavetkârane düşmancasına.
Aday (Bak: Namzed)
Adb Kılıç. * Kesmek. * Sövmek.* Yardımcı.
Adcem Eğri burunlu.
Add Hesablamak. Saymak. Sayılmak. İtibar etmek.
Âdd Kuvvet, salâbet.
add sayma.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
25
Addar Denizci, gemici taifesi.
addetmek saymak.
Addetmek Saymak. İtibar etmek. İttihaz etmek.
Âde Âdet kelimesinin arabca terkiblerdeki kısalmış şekli. Meselâ:
Harikulâde, alelâde, fevkalâde.
A'deb Erkeklerden arkadaşı ve yardımcısı olmayan. * Bir boynuzu kırık
hayvan.
aded sayı, tane.
Aded Sayı. Tane. Rakam. Miktar.
Adeden Sayı bakımından, sayıca.
Adedî (Adediye) Adede yani miktar ve rakama, sayıya mensub.
A'del (Adil. den) Adâletli, çok doğru.
Âdem "İnsan. İlk insan ve ilk peygamber (A.S.)Allah ilk insan olarak
Âdem'i, sonra eşi Havva'yı yaratmıştır. Bugünkü insanlar onlardan
türeyip çoğalmıştır. Bazı dine tâbi olmıyanlar, insanın maymun
soyundan bir hayvandan türediğini iddia ederler. Bu iddia kasıtlıdır,
çünki ilmî isbatı yapılamamıştır. Lâboratuarlarda küçük canlılar
üzerinde yapılan çalışmalar göstermiştir ki, canlının genetik yapısında
meydana gelen değişiklik sonucu türeyen yeni canlı, ana-babasından
daha mükemmel değil; dejenere olmuş, soysuzlaşmış, bozuk bir şekil
almıştır. İnsan ise en mükemmel mahluktur. Kaldı ki bu güne kadar
bir canlının değişip başka bir canlı haline geldiğini kimse görmemiştir.
Bugünkü maymunlar da hâlâ insan olmamışlardır. Bugünün psikoloji
ve felsefi antropolojisi insanın mahiyetçe, özce hayvandan farklı
olduğunu kabul etmiştir. $ Yani: Cenâb-ı Hak, Âdem'i (A.S.) bütün
kemalâtın mebadisini tazammun eden âli bir fıtratla tasvir etmiştir ve
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
26
bütün maâlinin tohumlarına mezraa olarak yüksek bir istidat ile
halketmiştir ve mevcudatı ihata eden ulvi bir vicdan ve ihatalı on
duygu ile teçhiz etmiştir; ve bu üç meziyet sayesinde, bütün hakaik-ı
eşyayı öğretmeye hazırlamıştır, sonra bütün esmayı kendisine
öğretmiştir. Âdem'i halketti, tesviye etti, cesedine nefh-i ruh etti,
terbiye etti, sonra esmâyı tâlim etti ve hilâfete namzed kıldı. Sonra
vakta ki Âdem'i melâikeye tercih etmekle rüchan mes'elesinde ve
hilâfet istihkakında ilm-i esmâ ile mümtaz kıldı. İ.İ.)(Hz. Âdem'in
(A.S.) Cennet'ten ihracı ve bir kısım beni-âdemin Cehennem'e idhali
ne hikmete mebnidir?Elcevap: Hikmeti, tavziftir... Öyle bir vazife ile
me'mur edilerek gönderilmiştir ki, bütün terakkkiyat-ı mâneviye-i
beşeriyenin ve bütün istidâdât-ı beşeriyenin inkişaf ve inbisatları ve
mâhiyet-i insaniyenin bütün Esmâ-i İlâhiyeye bir âyine-i câmia
olması, o vazifenin netayicindendir. Eğer Hz. Adem Cennette
kalsaydı; melek gibi makamı sâbit kalırdı, istidâdât-ı beşeriye inkişaf
etmezdi. Halbuki yeknesak makam sâhibi olan melâikeler çoktur, o
tarz ubudiyet için insana ihtiyaç yok. Belki hikmet-i İlâhiye,
nihayetsiz makamatı kat' edecek olan insanın istidadına muvafık bir
dâr-ı teklifi iktiza ettiği için, melâikelerin aksine olarak mukteza-yı
fıtratları olan mâlum günahla Cennet'ten ihraç edildi. Demek Hazret-i
Adem'in Cennet'ten ihracı, ayn-ı hikmet ve mahz-ı rahmet olduğu
gibi; küffarın da Cehennem'e idhalleri haktır ve adâlettir. M.) (Bak:
Terakkiyat)"
Adem ilk insan ve ilk peygamber.
adem yokluk, olmama, bulunmama.
ademabâd ebediyyen yok olma.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
27
Adem-âbâd f. Yokluk. Yokluk alemi.
ademâlûd yoklukla karışık.
Adem-i abesiyyet Abes olmayış. Faydasız ve boş olmamak.
Adem-i basiret Basiretsizlik, görüşsüzlük.
Adem-i dikkat Dikkatsizlik.
Adem-i emniyet Emniyetsizlik. Güvensizlik.
Adem-i hâricî "İlm-i İlâhide mevcud olup, maddi vücudu olmayan.(Adem-i mutlak
zaten yoktur; çünkü bir ilm-i muhit var. Hem daire-i ilm-i İlâhînin
harici yok ki, bir şey ona atılsın. Dâire-i ilim içinde bulunan adem ise,
adem-i hâricidir ve vücud-u ilmiye perde olmuş bir ünvandır. Hatta bu
mevcudat-ı ilmiyeye bazı ehl-i tahkik ""A'yan-ı sâbite"" tabir etmişler.
Öyle ise, fenaya gitmek, muvakkaten haricî libasını çıkarıp, vücud-u
mâneviye ve ilmîye girmektir. Yani, hâlik ve fani olanlar, vücud-u
hâricîyi bırakıp; mâhiyetleri bir vücud-u mânevi giyer, dâire-i
kudretten çıkıp dâire-i ilme girer. M.)"
Adem-i ihtilâf Birlik. Beraberlik. Uyuşma. Anlaşma.
Adem-i iktidar İktidarsızlık. Güçsüzlük. Kuvvetsizlikten gelen hastalık.
Adem-i imkân İmkânsızlık. Mümkün olmayış.
Adem-i inkâr İnkâr etmeme. İnkârsızlık.
Adem-i istima' Huk: Mahkemede dâvanın dinlenmemesi.
Adem-i itâat İtâatsizlik, emri dinlememek.
Adem-i itikad İtikatsızlık.
Adem-i itilâf Ülfetsizlik, anlaşmazlık.
Adem-i ittifak İttifaksızlık. Uyuşmazlık.
Adem-i kabul İsbatı tasdik etmemek. Şek, hükümsüzlük. İman hükümlerini
lâkaydlıkla karşılamak, nefy ve inkâr etmek, kabul etmemek, göz
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
28
kapamak gibi câhilâne bir hükümsüzlük. Bir terk, bir cehl-i mutlak.
(Kabul etmemek başkadır. İnkâr etmek başkadır. Adem-i kabul, bir
lâkaydlıktır, bir göz kapamaktır ve câhilâne bir hükümsüzlüktür. Bu
surette, çok muhal şeyler onun içinde gizlenebilir. Onun aklı, onlarla
uğraşmaz. Amma inkâr ise: O adem-i kabul değil, belki o kabul-ü
ademdir, bir hükümdür. Onun aklı, hareket etmeye mecburdur. M.)
(Bak: Kabul-i adem)
Adem-i kifâyet Kifâyet etmeme, kâfi gelmeme, yetmezlik.
Adem-i merkeziyyet Bir idâri taksimattaki parçaların (vilâyet, belediye ve köy) muayyen
hususlarda kendi kendilerine idare yetkileri. Bir yere bağlı olmaksızın
veya bir yerden idare edilmeksizin olan muamele. Bütün kısım ve
şubelerin kendi kendilerini idare tarzı.
Adem-i mes'uliyet Mes'uliyetsizlik, sorumsuzluk.
Adem-i mevcudiyyet Yokluk. Olmama.
Adem-i muvafakat Râzı olmayış, muvâfakat etmeme.
Adem-i mübâlât Dikkatsizlik.
Adem-i müdâhale Karışmamazlık.
Adem-i müsâade İzinsizlik, müsaadesizlik
Adem-i salâhiyet Salâhiyetsizlik, yetkisizlik.
Adem-i sırf Yokluk. Mutlak yokluk.
Adem-i tahayyüz Boşlukta yer kaplamamak. Mekândan münezzeh oluş. Yer ile bağlı
olmamak. Hacmi olmayış.
Adem-i takayyüd Kayıtsızlık. Bir şeye bağlı olmayış. Kıymet vermemek. Üzerine
almamak.
Adem-i ta'kib Takibsizlik. * Huk: Muhakemeye lüzum görmemek.
Adem-i te'diye Borcunu ödememe.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
29
Âdemî İnsanlardan olan, insana âit, insana dair ve müteallik.
Ademî Yokluğa ait. Ademle ilgili (Bak: Vukuât)
ademî yoklukla ilgili, olmama.
ademistân yokluk ülkesi.
Âdemiyân (Âdem. C.) İnsanlar.
Âdemiyât (Adem. C.) Yokluklar. Ademler.
ademiye yoklukla ilgili.
âdemiyet insanlık.
ademiyet yokluk.
Âdemiyyet İnsanlık. Namuslu bir insana yakışır hâl ve tavır.
Âdem-küş f. Adam öldüren, katil.
ademnüma yokluk gösteren.
Ader Çok su.
Ades (C. Adâs) Mercimek.
adese mercek.
Adese Mercimek. * Mercek. Uzağı yakın veya yakını uzakta görmeğe
yarayan dürbün veya mikroskop camı.
Adese-i ayniyye Gözleme merceği.
Adese-i mütekarib Yakınlaştıran mercek.
Adesî Mercimeğe benziyen şey.
âdet görenek, alışkanlık.
Âdet Usul, görenek, alışılmış davranış. Huy, tabiat. Toplumda nesiller
boyunca uyulan ve kamuoyunda (umumî efkârda) saygı ve
müeyyideye sahip hareket kaideleri (Sosyoloji). İslâm cemiyetinde
âdetler de İslâmî olur, İslâma uygun olur. Müslüman, İslâma aykırı
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
30
âdetlere uymaz. Cemiyetin yabancı âdetlerle bozulmamasına gayret
gösterir.
Adetâ Âdet olduğu üzere, her vakitki gibi, alelâde. Bayağı surette, âdi bir
suretle. Düpedüz.
âdeta sanki.
Adeten Görenek şekliyle, âdet olarak.
Âdet-i agnâm Keçi ve koyunlar için alınan vergi.
Âdetullah "(Sünnetullah da denir.) Tabiatta canlı cansız bütün varlıkların nasıl
hareket edeceklerini belirliyen Allah'ın emirleri, O'nun koyduğu
değişmez düzen. Meselâ oksijenle hidrojenin birleşmesinden su
meydana gelir. Işık, geldiği açıya eşit bir açı ile yansır ki, bunlar birer
âdetullahdır. ""Âdetullah"" yerine ""tabiat kanunu"" demek
yanlıştır.(... Esbab-ı tabiiyyenin üss-ül-esası hükmünde olan cüz-ü
lâyetecezzadaki kuvve-i câzibe ve kuvve-i dâfianın ictimalarının
hortumu üzerinde bir muhaliyet damgası var. Fakat caizdir ki, herbir
şeyin esası zannettikleri olan cezb, def, hareket, kuva gibi emirler,
âdâtullahın kanunlarına birer isim olsun. Lâkin kanun, kaidelikten
tabiîliğe ve zihnîlikten hâricîliğe ve itibarîden hakikata ve âletiyetten
müessiriyete geçmemek şartıyla kabul ederiz. M.N.)"
âdetullah Allahın yaratıklardaki kanunları.
Adevân (adv) Sür'atle koşmak.
Adf Yemek.
Adgâs (Dags. C.) Desteler, demetler. * Karışık rüyalar. * Karışık söylentiler.
Adgâsu ahlâm Karışık rüyâlar. Tâbire değmeyen rüyâlar.
Adhâ Kurbanlar. Kuşluk vakti kesilen kurbanlar. Kuşluk vakti. (Bak: Îd)
Adham Yoğun, kaba. * İri cüsseli adam.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
31
âdi bayağı, aşağı, sıradan.
Âdî Üstünlük farkı olmayan. Kıymetsiz. * Her zamanki. * Âd kavmine
âid.
Adid Hasım. * Arkadaş. * Isırma. Bir ısırımlık lokma. (Bak: Adûd)
Âdih Sihirbaz. * Soktuğu saat öldüren yılan.
Adihe Bühtan, yalan.
Âdil "(Âdile) Adâlet eden. Allah'ın emirlerini noksansız tatbik eden.
Doğru. Doğruluk gösteren. Adâlet sahibi. (Bak: Adâlet)(Meselâ bir
hükümdâr-ı âdil, ihkak-ı hak için mazlumların hakkını zâlimlerden
almakla ve fakirleri kavilerin şerrinden muhafaza etmekle ve herkese
müstahak olduğu hakkı vermekle lezzet alması, iftihar etmesi,
memnun olması; hükümdarlığın ve adaletin bir kaide-i esasiyesi
olduğundan elbette Hâkim-i Hakim, Adl-i Âdil olan Zât-ı Hayy-ı
Kayyumun bütün mahlukatına, hususan zihayatlara ""hukuk-u hayat""
tabir edilen şerait-i hayatiyeyi vermekle.. ve hayatlarını muhafaza için
onlara cihazat ihsan etmekle ve zaifleri kavilerin şerrinden Rahimane
himaye etmekle.. ve umum zihayatlarda bu dünyada ihkak-ı hak
etmek nev'i tamamen; ve haksızlara ceza vermek nev'i ise, kısmen
sırr-ı adâletin icrasından olmakla.. ve bilhassa Mahkeme-i Kübrâ-yı
Haşirde adalet-i ekberin tecellisinden hasıl olan ve tabirinde âciz
olduğumuz şuunât-ı Rabbaniye ve maâni-i kudsiyedir ki, kâinatta bu
faaliyet-i daimeyi iktiza ediyor. L.)"
Adil Eş, denk, akran, benzeri. Ölçüde, miktarda eşit olan.
Âdilâne Adalet sahibi bir adama yakışır surette.
âdilane âdilce.
âdiliyet âdillik.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
32
Adîm Mâlik ve sahib olmayan. Yok olan. Birşeyi olmayan. Fakir.
Adîm-ül imkân İmkânsız. Olamaz.
Adîm-ün nazîr Eşi, benzeri olmayan. Eşsiz. Benzersiz.
Âdin Otlakta bulunan dişi deve.
Âdine Cuma günü.
Âdiş f. Ateş, nar.
Âdiyat suresi Kur'an-ı Kerim'in 100. suresinin ismi olup, Medine-i Münevvere'de
nâzil olmuştur.
Âdiyat (Âdi. C.) Her zaman meydana gelen hârikulâde ve birer mu'cize-i
kudret olmakla beraber, insanlarca alışılmış olduğundan kuymeti
bilinmeyen hâdiseler. * Kıymetsiz şeyler. (Kur'an, âyetleriyle
insanların nazarını me'lüfatları olan şeylere çeviriyor. Âyetler,
necimler gibi ülfet perdesini deler, atar. İnsanın kulağından tutar,
başını eğdirir. O ülfetin altındaki havârık-ul âdât mu'cizeleri o âdiyat
içerisinde gösterir. M.N.)
Âdiyât (Adiv. den ism-i faildir) Hızla koşmak, seyirtmek. (At, deve v.s.
koşanların hepsine ıtlak olunabilir.) * Mc: Düşmanlık, zulüm. *
Dâima muharebeye koşup hücum eden cemaat. * Uzaklık. (Kamus)
âdiyât her zaman olagelen alışılmış şeyler.
Âdiyât-ı umûr Günlük işler, her zamanki değersiz işler.
Âdiye (C: Âdiyat) Gaza yolunda seğirten at.
Âdiyen Her zamanki gibi. Adice. Fevkalâde olmayarak.
Âdiyye İtiyad edilmiş. Alışılmış.
Âdiyyet Adilik. Aşağılık.
Adk Vurmak, darp.
adl hak gözetme, tarafsız hüküm, doğruluk.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
33
Adl Mâni olmak. Men etmek.
Adla' (Azla') (Dıl'. C.) Kaburgalar. * Mat : Geometrik şekillerin kenarları,
sayı kökleri.
Adlî Adâlete mensup, adâletle alâkalı, ilgili.* Sultan II. Bayezid'in
şiirlerinde kullandığı mahlası.
adlî adaletle ilgili.
Adliye "Mahkeme. Muhakeme işleriyle uğraşan daire. (Adliyede, adalet
hakikatı ve müracaat eden herkesin hukukunu bilâ-tefrik muhafazaya,
sırf hak namına çalışmak vazifesi hükmettiğine binaendir ki; İmam-ı
Ali (RA), hilafeti zamanında bir yahudi ile beraber mahkemede
oturup, muhakeme olmuşlar. Ş.)"
adliye adalet yeri, mahkeme binası.
Adl-penah Adâletin barındığı yer, adâlete sığınan kimse.
Adm (C: İdâm) Yay tutamağı. * Deve kuyruğu. * Saban eğiği ki, ucunda
demiri vardır. * Harman savurdukları yaba.
Admer Arslan. * Şedit, şiddetli. * Belâ. * Çirkin yüzlü şişman kadın.
Adn cennette bir bölüm.
Adrahş f. Yıldırım. * Gökgürültüsü. * Şimşek.
Adras (Dırs. C.) Arka dişler, dişler.
Adrefut Kelerden büyük bir hayvan.
Adrenalin Fr. Tıb: Böbrek üstü salgısından çıkarılan bir hormon. Sentetik olarak
da yapılır. Damar daraltmak ve kanamayı önlemekte kullanılır.
Adreng Fr. Keder, mihnet, sıkıntı.
Adret Kaşları olmayan kimse.
Adub Yardımcı.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
34
Adud Pazı. Kolun omuzdan dirseğe kadar olan kısmı. * Mc: Yardımcı.
İstinadgâh.
Adude Yumuşaklık. Tazelik.
Adudî Pazı kemiği ile ilgili.
Adulî Gemici, mellah.
Adüvv Düşman, hasım.
adüvv düşman.
Adüvv-i cân Can düşmanı.
Adüvv-i kadim Eski düşman.
Adüvv-üd din Din düşmanı.(Hem küfranınızla öyle bir Mâlik-i Zülcelâl'in
memleketinde isyan ediyorsunuz ki, ibâdından ve cünudundan öyleleri
var ki, değil sizin gibi küçücük âciz mahlukları, belki farz-ı muhal
olarak dağ ve arz büyüklüğünde birer adüvv-ü kâfir olsaydınız arz ve
dağ büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri, şuvazlı nühasları size
atabilirler, sizi dağıtırlar. Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki, o
kanun ile öyleler bağlıdır, eğer lüzum olsa arzınızı yüzünüze çarpar,
gülleler gibi küreniz misillü yıldızları üstünüze yağdırabilirler. S.)
Adv Yelmek. Seğirtmek. * Hazırlamak.
Adva Hastalık başkasına bulaşmak.
Advan Çok koşan kimse.
Adya' Boynuzu ufak koyun. * Nebiyyi Zişân Aleyhisselam Efendimizin
devesinin adı.
Adye Koğuculuk, dedikoduculuk. * Yalan söylemek. * Sövmek.
Afa' Eşek sıpası.
Afaf (Afâfet) Temiz olma. Masumiyet. Günahsızlık.
Af'af Devedikeni ağacının yemişi.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
35
Afaif Namus, ırz ve iffet sahibi, şerefli kadınlar.
âfâk ufuklar, taraflar, yönler.
Afak Ufuklar. Yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak dâire. * Etraf.
Cihetler. * Mc: Görüş ve dönüş sınırları. (Zıddı: Enfüs'dür.)
Afakgir Ufukları tutmuş, âleme yayılmış, şâyi, çok meşhur.
âfâkî dışımızda olanlar.
Afakî Kâinat ve içindeki hâdiselere âid. Nefsin haricindeki âleme dair. *
Kıymetsiz sözler ve meseleler. (Enfüsinin zıddı.) (Objektif)
Afar Arap diyarında çok olan bir yeşil ağaç. * Hurma ağacını islah etmek. *
Katıksız ekmek yemek.
Afaret İfritçe, şeytanî, kötü niyet.
Afarit (İfrit. C) Şeytanlar. İfritler.
Afaroz (Bak: Aforoz)
âfât afetler, belâlar.
Afat Afetler. (Bak: Afet)
Afat-ı semaviye Semavi âfetler. Allah tarafından insanları ikaz ve ceza için verilen belâ
ve musibetler.
Afazî Fr. Tıb: Organlarda bir işleme bozukluğu olmadığı halde, fikri kelime
ile anlatamamak hâli.
Afen Çürüme, pörsüme. Yemeğin kokması. (Bak: Ufunet)
Afend f. Harp. Kavga.
A'fer Pek beyaz. * Beyazı kırmızılığına galip olan geyik.
Afer Toprak. Yer. Arz. * Ekin suladıkları vaktin evveli.
Aferca Yaramaz huylu.
Aferide (C: Aferidegân) f. Yaratılmış, mahluk.
âferin beğenme sözü.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
36
Aferin f. Beğenmek, alkış, yaşa, varol. * Yaratan, yaratıcı.
Aferin-hân "f. ""Aferin"" diyen."
Aferna' Arslan. * Kuvvetli deve.
Afes Burun eğriliği.
A'fes Çıplak, uryân.
âfet başa gelen üzücü hâl.
Afet Belâ. Musibet. Büyük felâket. Dâhiye. * Mc: Son derece güzel.
A'fet En güç sey. * Pek akılsız. * Peltek konuşan. Kekeleyen.
Afetzede (C: Afetzedegân) f. Bir musibete, bir belâya ve bilhassa yangın,
zelzele gibi bir felâkete uğramış.
Afetzedegân (Afetzede. C.) f. Afete, belâya, felâkete uğramışlar.
Aff İffet, namus. İffetli olmak. Nefsini haramdan men'etmek.
Afgan Afganistan. Afgan krallığı, Afganistan milleti.
Afî Silen, silinmiş. Affeden, bağışlayan. * Affedilmiş, bağışlanmış. *
Yalvaran. * Uzun saçlı. * Tencere altında artaya kalan.
afif iffetli, namuslu, temiz.
Afif Temiz. Güzel. Nezih. İffetli ve namuslu olan. Haramdan sakınan. *
Müstakim.
Afifâne f. İffetlice. Temiz olarak. Nazif olarak.
Afik Çok aptal.
âfil gurub eden, batan.
Afil Uful eden. Gurub eden. Batan. * Görünmez olan. Kaybolan. * Fâni,
geçici.
Afilûn (afilîn) (Afil. C.) Gelip geçici, fâni olanlar. * Gözden kaybolup gidenler. Uful
edenler.
Afin Affedenler.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
37
Afinite (Affinite) (Bak: Aşk-ı kimyevi)
Afir Güneşte kum üstünde kurutulan et.
Afire Komşusuna bir şey vermeyen kadın.
Afiş Fr. Duvar ilânı.
Afitab f. Güneş. * Mc: Pek güzel. * Çok güzel yüz.
âfitâb güneş.
Afitâbî Güneşe âit. * Güzelliğe dâir.
Afite Dişi koyun. Koyun güdücü kız.
âfiyet esenlik, sıhhat ve selâmet.
Afiyet Sağlık, selâmet, sıhhatli olmak.
Afk Akılsız olmak. Sözünü tam söylememek.
Aflak Çok gevşek şey.
Aforoz R. Papa tarafından bir Hıristiyanın kiliseden çıkarılması, dinden hariç
addolunması.
Afra' Beyazı kızıllığına galip olan geyik. * Ayın onüçüncü gecesi.
Afraze f. Nur. Aydınlık, ışık. * Kandil fitili.
Afreye Horoz ibiği. İnsanın ense saçı. * Davarın alın saçı.
Afruşe f. Un helvası.
Afs Hapsetmek. * Deve sürmek. * Arkasına ayağıyla vurmak.
Afsa Boynuzu ardına kayık koyun.
Afsun (Efsun) f. Büyü, sihir, tılsım. (Büyücülük yapmak ve büyücülere
uymak, Müslümanlıkta yasak ve günahtır.)
Afşar Avşar kabilesini meydana getiren Türkmenlerin adı.
Afşelil Sırtlan dedikleri canavar. * Yaşlı, eti ve derisi sarkmış kuru kadın.
Aft Pelteklikten sözü zorlukla söylemek. Kekemelik.
Aftab f. Güneş. * Pek güzel şahıs. * Çok parlak çehre.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
38
Aftabe f. İbrik. Su kabı.
Aftâb-gerdan f. Güneşten korunmak üzere başa giyilen şey. * Avcı kulübesi.
Aftab-gerdek f. Kaya keleri. * Ayçiçeği.
Aftab-gerdiş f. Yer yüzü. * Kaya keleri. * Devamlı güneş gören yer.
Aftab-gir f. Güneşlik, şemsiye. * Güneş gören yer.
Aftâb-ı kureyş Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz.
Aftabî f. Güneşlik, şemsiye, tente. * Güneşe ait, güneşle ilgili.
Aftab-perest f. Nilüfer çiçeği. * Güneşe tapan kimse. * Ayçiçeği.
Aftab-ru f. Güneş yüzlü, yüzü güneş gibi parlak (güzel). * Sevimli, dilber. *
Güneşe karşı olan (yer).
Afur Belâ kasırgası.
afüvkâr affedici.
Afüvv Affeden, merhametli.
afüvv affeden.
Afv "Bağışlamak. Kusur ve günâhı affetmek.(Şeytanın mühim bir desisesi:
İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiaze yolunu
kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, ta ki, nefis
kendini avukat gibi müdafaa etsin; adeta taksiratından takdis etsin.
Evet şeytanı dinliyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de
yüz te'vil ile te'vil ettirir. ( $ )sırrıyla: Nefsine nazar-ı rıza ile baktığı
için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar
etmez, istiaze etmez; şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf
Aleyhisselâm gibi bir Peygamber-i Alişan, $ dediği halde nasıl nefse
itimat edilebilir. Nefsini ittiham eden kusurunu görür. Kusurunu itiraf
eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın
şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
39
kusurdur. Kusurunu itiraf etmemek büyük bir noksanlıktır. Ve
kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar, itiraf etse, afva müstahak
olur. L.)(İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye
şudur ki: Bir mü'minin bir tek seyyiesiyle bütün hasenatını örter.
Şeytanın bu desisesini dinliyen insafsızlar, mü'mine adâvet ederler.
Halbuki : Cenab-ı Hak Haşirde adâlet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde
a'mâl-i mükellefini tarttığı zaman, hasenatı seyyiata galibiyeti,
mağlubiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiatın esbabı çok ve
vücudları kolay olduğundan bazen bir tek hasene ile çok seyyiatını
örter. Demek bu dünyada, o adâlet-i İlâhiyye noktasında muamele
gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenâlıklarına kemmiyeten veya
keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır.
Belki, kıymetdar bir tek hasene ile, çok seyyiatına nazar-ı afv ile
bakmak lâzımdır. Halbuki: İnsan, fıtratındaki zülum damarıyla,
şeytanın telkiniyle bir zatın yüz hasenatını bir tek seyyie yüzünden
unutur, mü'min kardeşine adâvet eder, günahlara girer. Nasıl, bir sinek
kanadı göz üstüne bırakılsa; bir dağı setreder, göstermez. Öyle de:
İnsan garaz damariyle, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi
hasenatı örter, unutur, mü'min kardeşine adâvet eder. İnsanların hayat-
ı içtimaiyesinde bir fesad âleti olur. L.)"
afv bağışlama.
Afv-cu Afv isteyen. Afv arayan.
afvcûyem af diliyorum.
Afv-i anil ceraha "Huk: Kendisine cinayet yapılmış olan kimsenin, yaralanmadan dolayı
malik olduğu kısas, diyet veya hükümet-i adl; yani, ehl-i vukufca tayin
edilen diyet hakkını caniye bağışlamasıdır."
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
40
Afv-i anilkat' Huk: Azalarından biri kesilen bir şahsın, buna karşılık hak kazandığı
diyet veya kısas davalarından vaz geçmesi.
afyon ilaç.
Afyon Lât. Haşhaş sütünün birikmesinden ibaret bir madde.
Agâh (Ageh) f. Haberdar. Uyanık. Kalbi uyanık. Malumatlı. Basiretli.
Vâkıf. Bilen.
âgâh haberli, uyanık.
Agâhân (Agâh. C.) f. Agâhlar, bilenler, bilgililer. Âlimler.
Agâhî (agehî) f. Malumat, vukuf, haberdarlık. Uyanıklık, teyakkuz, basiret.
Agal Darıltma, kışkırtma. * Çiğnemeden yutma. * Ağıl. * Arı kovanı.
Agaliş f. Kışkırtma. * Birşeye saldırmak için kışkırtma.
Agande f. Sucuk, yastık, minder gibi zorla doldurulmuş olan şeyler. * Bir çeşit
zehirli olan haşere, böcek.
Agarr Çok sıcak gün. * Kendini beğenmiş. * Asil, âlicenâb. * Beyaz.
Agarr-ül eyyâm En sıcak gün.
Agaşte f. Bulaşmış.
Agavat (Ağa. C.) Saray hizmetlerinde kullanılan harem ağaları.
Agayan Ağalar.
Agaz f. Başlama. Mübâşeret.
Agba Daha küt, en küt. * Daha koyu, en koyu.
Agber Çok tozlu.
Agbeş Boz renkli.
Agbiya (Gabi. C.) Ahmaklar, gabiler.
Agdef Uzun ve sarkık kulaklı.
Agdiye (Gada ve Gıda. C.) Yenip içilecek gıdalar.
Agel (Bak: İkal)
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
41
agel sarık.
Agende-guş f. Söz dinlemeyen, aldırmayan, alçak ve hayırsız kimse.
Ageste f. Islanmış, ıslak.* Bulaşmış.
Agfer Mağfiret eden, bağışlayan, afveden.
Agfer-ül-gafirîn Afvedenlerin en çok afvedeni. (Allah).
Agırra (Garîr. C.) Tecrübesizler, safdiller, acemiler. * Mağrurlar.
Agin f. Dolu, doldurulmuş.
Agisna Bize imdad eyle, yardım ihsan eyle (meâlinde duâ.)
Agiş f. İlişik, sarkık. * Uzatılmış.
Agiyye İçine su biriken çukur.
Aglak (Galak. C.) Kilitler. * Kapalı, anlaşılmaz şeyler.
Aglal Ağaçlar arasında akan su. (Bak: Eglâl)
Aglaz (Galiz. den) kaba ve galiz şeyler.
Agleb "Daha galib. Çok kerre, ekseriya. Çoğu. (""Ağleben - Ağlebâ""
şeklinde de kullanılır.)"
Agleb-i hükemâ Hakîmlerin çoğu. Hakîmlerin ekserisi.
Agleb-i ihtimal Büyük bir ihtimal.
Aglef Sünnetsiz. * Sandıkta kapalı. * Mc: Katılaşmış, duygusuz kalb.
Aglez (Galiz. den ism-i tafdil) Pekçok kaba ve galiz.
Agma Yıldız. Yıldız akması.
Agmad (Gımd. C.) Bıçak ve kılıç kınları.
Agmak Yukarı kalkmak, yükselmek, yukarıya meyletmek. * Buhar olup
yukarı kalkmak, buharlaşmak.
Agmar (Gamr. C.) Yüce kimseler. * Seller. * (Gumr. C.) Bilgisizler, cahiller.
Agmaz (Gamz. C.) Göz yummalar, göz kırpmalar.
Agmaz-ul ayn (Egmaz-ul ayn) Gözü kapalı kimse. Çok müsamahakâr. Gafil.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
42
Agna (Gani. den) Çok gani. En zengin.
Agnam (Ganem. C.) Koyunlar, keçiler. * Hayvanlardan alınan vergi
anlamında kullanılan bir tabirdir.
Agniya (Gani. C.) Zenginler, ganiler.
Agniye (Bak: Ugniye)
Agnostik fels. Agnostisizm görüşünü benimseyen.
Agnostisizm "fels. Gerçeğin, mutlak hakikatın bilinemez olduğunu; insanın gerçeği,
tam uygun bilgiyi elde edecek yaradılışta olmadığını kabul eden
felsefe görüşü."
Agra Çok sevimli, yakışıklı.
Agrafi yun. Yazma kabiliyetinin kaybedilmesi.
Agrandisman Fr. Büyütme (Fotoğrafçılıkta kullanılır.)
Agrar (Gırr. C.) Tecrübesizler. Acemiler. Kolay aldananlar.
Agras (Gars. C.) Taze fidanlar, yeni dikilmiş ağaçlar.
Agraz (Garaz. C.) Garazlar. Fiil yapılırken gözetilen gayeler. Kasden ve
bilerek yapılan kötülükler.
Agreb (Garib. den) En garib, çok tuhaf.
Agreb-ül garâib Şaşılacak şeylerin en garibi.
Agrel (C. Gurl) Sünnet olmamış kişi.
Agsan (Gusn. C.) Dallar, ağacın dalları. * Mc: Mânanın kısımları.
Agsem Beyazı siyahından daha fazla olan saç.
Agser Boz ve esmer renkli, çok tüylü abâ, kilim. * Kurbağa yosunu. *
Karabatak kuşu. * Aşağılık ve âdi (adam).
Agşa Baygın adam. * Vücudu siyah yüzü beyaz olan hayvan.
Agşiye (Gışa. C.) Perdeler, örtüler. * Zarflar, mahfazalar.
Agtaş Karanlık. * Zayıf gözlü.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
43
Agtem Sözü tutkunarak söyleyen. Kekeme.
Agtiye (Gıtâ. C.) Perdeler.
Agu Zehir, sem.
Agul f. Hiddetlenerek göz ucuyla bakma.
Agun f. Baş aşağı, ters. * Uğursuz.
Agunde f. Hallaç elinden geçmiş pamuk, atılmış pamuk.
Aguş f. Kucak. * Sığınılan yer.
Agüs f. Taşcıların oymacılıkta kullandıkları demir kalem.
Agva Dalâlete en fazla sapan, giden. Sapık.
Agvar (Gar. C.) Mağaralar.
Agvas (Gavs. C.) Yardım istemek için bağırmalar. İmdat istemeler.
Agyar Yabancılar. Başkaları. * Rakipler. (Bak: Gayr)
Agyaz (Gayze. C.) Ağaçlıklar, meşelikler.
Agyed Uykucu, tenbel. * Esmer vücutlu. * Nazik derili.
Agyer (Gayret. den) Çok gayretli adam.
Agza (Gazâ. C.) Düşmanlarla savaşlar, muharebeler.
Agzel (C.: Uzelân-Uzul) Eğri kuyruklu at.* Silahsız kimse. * Yağmursuz
bulut.
Agziye (Gıdâ. C.) Yenilip içilecek şeyler. Gıdalar, besin maddeleri.
Ağa yeri Topkapı sarayında hazine kethüdasının oturduğu yer.
ağaz başlama.
Ağda Bir kapta karıştırılıp pişirilerek koyulaşmış ve lüzucet kazanmış her
nevi şeker vesaire.
ağdiye tekelcilik.
Ağıl (ağl) Koyun, keçi vesair hayvanlara mahsus üstü açık, etrafı çit veya çalı
çırpı ile çevrilmiş yer, mandıra.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
44
Ağıt Mersiye. Ölen kimse için söylenen ve onu öven ve üzüntüyü anlatan
şiir. Ölen için ağlama. (Müslümanlıkta ölenin arkasından aşırı ağlayıp
dövünme iyi değildir.)
ağleb daha galib, ekseriyet, çok defa.
ağleben ekseriyetle, genellikle.
ağlebî ekseriyetle ilgili.
ağmaz kolay anlaşılmayan, pek derin.
ağniya ganiler, zenginler.
ağrâz garazlar, kötü niyetler.
ağrube en garip.
ağsan dallar.
Ağtabaka Tıb: Görme sinirlerinin göz yuvarlağı içinde dağılmasından meydana
gelen zar.
ağuş kucak.
ağyâr başkalar, yabancılar.
Ah u enin Ah deyip inlemek, ağlamak. Ah u fizâr da aynı mânayı ifâde eder.
Ah Kardeş, birader. * Dost.
Ahabir (Ahbâr. C.) Hikâyeler. * Rivayetler.
Ahabiş (Habeş. C.) Habeşliler.
Ahad (Bak: Ehad)
ahad birler.
Âhâd Birler. Birden dokuza kadar olan sayılar.
Ahadd (Hadd. den) Pek keskin.
Âhâd-ı nâs Avam, halktan birisi.
Ahadî hadis Rivâyet eden bir veya iki koldan olan veya mütevatir mertebesinde
olmayan hadis demetir. İştihar haddine yetişmeyen hadistir. Şartları
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
45
tamam olursa zann-ı galib ifade eder, muktezası ile amel vâcib olur.
(Muvazzah İlm-i Kelâm)
ahadî bir iki koldan nakledilen hadîs türü.
Ahadî Tek, yalnız. Birlere âid, birlere mensub.
Ahadid Sopa ve kamçı gibi şeylerin vücudda bıraktığı izler. (Bak: Uhdud)
Ahadis (Bak: Ehâdis)
Ahadiyyet (Bak: Ehadiyyet)
Ahaff Pek hafif, çok hafif. * Düşüncesiz.
Ahakk (Bak: Ehakk)
Ahal f. Birşeye yaramıyarak atılacak olan şey, çerçöp.
Ahali (Ehl. C.) Halk, umum, nâs. * Bir memleketin yerlileri, bir memlekette
oturanlar, yaşayanlar.
ahâlî halk.
Ahamire Acem milletinden bir tâife.
Ahann Sözü burun içinden söyleyen. Burnundan konuşan.
Ahar (Aher) Gayrı, başkası. Diğeri.
âhar başkaları, diğerleri.
Aharr Daha sıcak, en sıcak.
Ahass Asılsız, kötü kimse.
Ahavat (Uht. C.) Kızkardeşler. * Benzer şeyler.
Ahaveyn İki kardeş. * İslam âlimlerinden olan Urfalı Vaiz Mahmud Kâmil
efendinin babası Mustafa Kâmil Efendi ve amcası Urfalı Mehmed
Efendi. (Bak: Ehaveyn)
Ahazz Pek bahtiyar, mes'ud, şanslı, mutlu.
Ahba (Haba. C.) Saray adamları.
Ahbab Dost. Sevilen dostlar. Sevilenler. Ehibbâ, muhibler.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
46
ahbâb sevilenler, dostlar.
Ahbar (Bak: Ehbâr)
ahbâr haberler.
Ahbâr-ı gayb "Bizce bilinmeyen gayb âlemlerine ve geleceğe dâir haberler.(... Hem
de musibetlerin vakti muayyen olsa idi; musibet, başına gelen adam,
musibetin intizarında o gelen musibetin belki on mislinden ziyade
mânevi bir musibet -o intizardan- çekmemesi için, hikmet ve rahmet-i
İlâhiyye tarafından gizli, perdeli bırakılmış. Ve ekser hâdisât-ı
kevniyye-i gaybiyye böyle hikmetleri bulunduğundandır ki, gaibden
haber vermek yasak edilmiş. $ düsturuna karşı hürmetsizlik ve
itaatsizlik etmemek içindir ki, medar-ı teklif ve hakaik-i imaniyeden
başka olan umur-u gaybiyyeden izn-i Rabbâni ile haber verenler dahi,
yalnız, işaret suretinde perdeli ve kapalı ihbâr etmişler. Hatta
""Tevrat"" ve ""İncil"" ve ""Zebur"" da Peygamberimiz hakkında
gelen müjdeler ve haberler dahi bir derece perdeli ve kapalı gelmiş ki,
o kitabların bir kısım tabileri te'vil edip iman etmediler. Fakat itikad-ı
imâniyyeye giren mes'eleleri tasrih ile ve tekrar ile ihbar etmek ve
açık bir surette tebliğ etmek hikmet-i teklifin muktezası olduğundan,
Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyan ve Tercümân-ı Zişanı (A.S.M.) umur-u
uhreviyeden tafsilen ve hâdisât-ı istikbâliye-i dünyeviyeden icmâlen
haber vermişler. Ş.)"
Ahbarî Rivayetçi, rivayet eden kişi.
Ahbas (Habs. C.) Su bentleri, havuzlar. * Hapisler, zindanlar. * Gayr-ı meşru
vakıf yerler.
Ahbaz (Hubz. C.) Ekmekler.
Ahbel Divane, deli.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
47
Ahben Çok su içmekten karnın şişip zahmetli olması.
Ahbes Pek çok pis, daha murdar. En habis, berbad.
Ahbeş Habeş, Habeşi.
Ahbiye (Hıbâ. C.) Kıldan yapılmış göçebe çadırı. * Keçe ve kıldan yapılan
evlerde konup göçen Türkler.
Ahcar (Hacer. C.) Taşlar.
ahcâr taşlar.
Ahcen Burnu eğri kimse.
Ahd ü misâk f. Yemin, anlaşma, sözleşme.
Ahd ü peyman f. Yemin etme, söz verme.
ahd söz verme, sözleşme, ahit.
Ahd Vâdetme. Söz verme. Vefâ. Yemin. And. Misak. Peymân. * Asır.
Devir. Tevhid. Mukavele. * Vasiyet.
Ahda' Boyun damarlarından bir damar. * Hilekâr, aldatıcı, kandırıcı.
Ahdak (Hadeka. C.) Göz bebekleri.
Ahdan (Hıdn. C.) Dostlar, yoldaşlar.
Ahdar Yeşil, yemyeşil, pek yeşil.
Ahdar-ı nâzır Çok yeşil, yemyeşil, tam yeşil.
Ahdas (Hades. C.) Yeni hâdiseler, fena şeyler. Dertler, musibetler. * Gençler.
Ahdeb Hiç kimsenin fikir ve düşüncesini beğenmeyen, ahmak. * Uzun boylu.
Ahdel Boynu önüne eğilmiş olan. * Çok eğik olan şey.
Ahder (C.: Ehadir) Kavi ve galiz olmak. Kaba olmak. * Şaşı adam.
Ahderrî Yabani eşek.
Ahdes Fikirli kişi.
Ahdet (C.: Ahâd) Yağmur yağdıktan sonra yağan yağmur.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
48
Ahd-i atik Tevrat, Zebur ve Mezamir'in bazıları, Yahudilerin eski ve mukaddes
kitapları.
Ahd-i cedid f. İncil.
Ahdî Ahde âid, sözleşmeye dâir.
Ahd-name f. Anlaşmanın şartlarını ve anlaşmayı yapanların imzalarını taşıyan
kağıt.
Ahek-i siyah Rutubete dayanıklı olan bir cins çimento.
Ahek-i tefte Sönmemiş kireç.
Ahen Demir. * Mc: Sert. Zincir. Kılıç.
Ahen-âşiyân f. Dikiş yüksüğü.
Ahen-be f. Dokunacak bezin veya çulhanın iki yanına konan demirli ağaç. Bu
demirli ağaç bezin buruşukluğunu da açar.
Ahen-cân f. Demir canlı. * Katı yürekli. * Sabırlı, tahammüllü.
Ahen-dest f. Demir elli, eli demir gibi olan.
Ahen-dil f. Demir yürekli, kahraman. * Merhametsiz, acımasız kimse.
Ahene f. Demir halka.
Ahen-ger f. Demirci. Demir yapan veya satan.
Ahen-gerî f. Demircilik.
Ahenin Demirden yapılmış, çok kuvvetli, pek sağlam.
Ahenk f. Seslerin arasındaki uygunluk. Düzgün tarz ve gidiş.
âhenk uyum, düzen.
Ahenkdâr f. Uygun, düzgün, âhenkli, makamlı.
Ahen-keş f. Demiri çeken. Mıknatıs.
Ahen-puş f. Demirler giymiş. Zırh kuşanmış.
Ahen-rübâ f. Demiri kapan, mıknatıs.
Aher Başka, diğer, gayrı.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
49
âher başka, diğer.
Aheste f. Yavaş, ağır.
âheste yavaş.
Ahestegî f. Yavaşlık, acele etmemeklik.
Aheste-rev f. Aheste âheste yürüyen, acelesiz, yavaş yavaş yürüyen.
Ahfa Çok gizli, pek gizli.
ahfâ çok gizli.
ahfâd torunlar.
Ahfad Torunlar. Hafidler. Evlâd oğulları. Yardımcılar.
Ahfas (Hıfs. C.) İşkembeler, kırkbayırlar.
Ahfaz (Ahfad) Alçak ve çukur yer. * Mc: Çok alçak gönüllü. Mütevâzi.
Ahfec Ayakları eğri.
Ahfeş Küçük gözlü, zayıf bakışlı. * Yalnız gece gören kimse. * Üç büyük
Arab âliminin lâkabı. * Bulutlu günde görüp bulutsuz günde
görmeyen.
Ahfiye (Hıfâ. C.) Örtüler, perdeler, gizli şeyler. * Çiçeğin tomurcuğunu örten
kabuk.
Ahger f. Ateş koru. Yanar halde olan kömür.
Ahger-i suzan Yakıcı kor.
Ahh Öksürmek.
Ahır t. (Ahur) Hayvanların barındığı yer, dam.
ahî kardeşim
Ahi Kardeşim. * Ahilik ocağından olan kimse. * Eli açık, cömert.
Ahibba Dostlar, arkadaşlar. (Bak: Habib)
Ahid (Bak: Ahd)
ahid verilen söz, andlaşma.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
50
Ahid-şiken f. Ahdi bozan, anlaşmayı bozan.
Âhil Erkeği olmayan kadın. * Fevkinde kimse olmayan yüksek padişah.
Ahilik "Asırlar önce Anadolu'da gelişen bir halk ocağı. Sosyal bir kuruluş
olan ahilik iş alanında adam yetiştirmek, çalışma sevgisini aşılamak,
istihsali çoğaltmak gibi gayeleri vardı. Günlük hayatta ise teavün,
yoksulları koruma gibi insani duyguları; ayrıca müzik, silah kullanma,
binicilik kabiliyetlerini geliştirmeye de önem verirdi."
Ahilla (Ehillâ) Sadık ve samimi arkadaşlar. En sadık dostlar. Haliller.
Âhin (C.: Avâhin) Fakir. * Hazır, sabit kimse. * Yumuşak hurma ağacı.
Ahin (C.: Uhun) Boyalı yün.
Ahîr En son, sonraki.
Ahir herşeyden sonra da var olan, varlıkların sonrasına da hâkim.
âhir sonraki.
Âhir Zina işleyen. Fasıklık yapan. * Tembel kimse.
Âhir-bin f. Sonunu gören, düşünen.
Âhire Zâni, zinakâr.
Ahiren En son, en son olarak. * Son zamanlarda, yakında.
âhiren sonradan.
Âhiret "Bu dünyadan sonra gideceğimiz ebedi âlem. Âhiret, kıyamet
koptuktan sonra, bütün varlıkların ve insanların devamlı kalacakları
yerdir. Orada ölüm yoktur, hayat sonsuzdur; dinin emirlerine bağlı
olanlar için cennet; dine bağlı olmıyanlar için de cehennem vardır.
Âhirete inanmayan insan müslüman olamaz. Kur'an ve peygamberi
inkar etmiş olur. İnsan ölüp toprak olduktan sonra onu kim diriltecek
diyenlere Kur'anın pek çok cevaplarından biri meâlen şudur: ""Onu
ilkin kim yarattı ise, öldükten sonra da yine o diriltecek."" (Bak:
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
51
Haşir)(Dünya dar-ül hikmet ve ahiret dar-ül kudret olduğundan;
dünyada Hakîm, Mürettib, Müdebbir, Mürebbi gibi çok isimlerin
iktizasıyla, dünyada icad-ı eşya, bir derece tedricî ve zaman ile olması,
hikmet-i Rabbaniyenin muktezasıyla olmuş. Âhirette ise; hikmetten
ziyade kudret ve rahmetin tezahürleri için maddeye ve müddete ve
zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakmadan, birden eşya inşa ediliyor.
Burada bir günde ve bir senede yapılan işler, âhirette bir anda ve bir
lemhada inşasına işareten Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan: $ ferman eder.
Ş.)(Mühim bir taraftan ehemmiyetli bir sual: Rivayette gelmiş ki,
Cennette bir adama beşyüz senelik bir Cennet verilir. Bu hakikat akl-ı
dünyevinin havsalasında nasıl yerleşir?Elcevap : Nasıl ki bu dünyada
herkesin dünya kadar hususi ve muvakkat bir dünyası var. Ve o
dünyanın direği onun hayatıdır. Ve zahiri ve batıni duygularıyla o
dünyasından istifade eder. Güneş bir lâmbam, yıldızlar mumlarımdır
der. Başka mahlukat ve ziruhlar bulunmaları, o adamın mâlikiyetine
mani olmadıkları gibi, bilâkis onun hususî dünyasını şenlendiriyorlar,
zinetlendiriyorlar. Aynen öyle de, fakat binler derece yüksek, herbir
mü'min için binler kasır ve hurileri ihtiva eden has bahçesinden başka,
umumi cennetten beşyüz sene genişliğinde birer hususi cenneti vardır.
Derecesi nisbetinde inkişaf eden hissiyatıyla, duygularıyla cennete ve
ebediyete lâyık bir surette istifade eder. Başkaların iştiraki onun
mâlikiyetine ve istifadesine noksan vermedikleri gibi, kuvvet verirler.
Ve hususi ve geniş cennetini zinetlendiriyorlar. Evet, bu dünyada bir
adam, bir saatlik bir bahçeden ve bir günlük bir seyrangahtan ve bir
aylık bir memleketten ve bir senelik bir mesiregâhta seyahatından;
ağzıyla, kulağıyla, gözleriyle, zevkiyle, zâikasıyla, sâir duygularıyla
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
52
istifade ettiği gibi; aynen öyle de fakat bir saatlik bir bahçeden ancak
istifade eden bu fâni memleketteki kuvve-i şâmme ve kuvve-i zâika, o
bâki memlekette bir senelik bahçeden aynı istifadeyi eder. Ve burada
bir senelik mesiregâhtan ancak istifade edebilen bir kuvve-i bâsıra ve
kuvve-i sâmia orada, beşyüz senelik mesiregâhındaki seyahattan; o
haşmetli, baştan başa zinetli memlekete lâyık bir tarzda istifade eder.
Her mü'min derecesine ve dünyada kazandığı sevaplar, haseneler
nisbetinde inbisat ve inkişaf eden duygularıyla zevk alır, telezzüz
eder, müstefid olur. L.)"
âhiret öbür dünya.
âhirîn sonrakiler.
Âhirzaman "Dünyanın son zamanı ve son devresi. Dünya hayatının kıyamete
yakın son devresi. (Rivayette var ki : ""Fitne-i âhirzaman o kadar
dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz."" Bunun için, binüçyüz
sene zarfında emr-i Peygamberiyle bütün ümmet o fitneden istiaze
etmiş, azâb-ı kabirden sonra ( $ ) vird-i ümmet olmuş. Allahu a'lem
bissavab, bunun bir te'vili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine
çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâb ederler.
Meselâ: Rusyada hamamlarda, kadın- erkek beraber çıplak girerler ve
kadın, kendi güzelliklerini göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından
seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemâlperest erkekler
dahi nefsine mağlup olup o ateşe sarhoşane bir sürur ile düşer, yanar.
İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebâirleri ve
bid'aları, birer câzibedarlık ile pervane gibi nefisperestleri etrafına
toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz, günah
dahi olmaz. Ş.)"
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
53
âhirzaman dünyanın son zamanları.
Ahissa (Hasis. C.) Cimriler, pintiler, tamahkârlar.
Ahiyane f. Damak. * Tıb: Boğaz.* Beyin kemiği.
Ahiyyen şerahiyyen (Süryanice) Hannân, Mennân, Rahmân ve Rahim olan. Çok çok nimet
veren.
Âhiz (Âhize) Alan. Alıcı. Ahzeden. * Ses alıcı âlet. * Kabul etme, alma.
Ahîz (Ahz. den) Esir.
âhize alan, alıcı.
Âhize Fiz : Elektrik enerjisini mekanik enerjiye çeviren alet.
Ahkab Uzun zamanlar.
Ahkad (Hukd. C.) Kinler, garezler.
Ahkaf suresi Kur'an-ı Kerim'de kırkaltıncı sure olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil
olmuştur.
Ahkaf (Hıkf. C.) Eğri büğrü kum tepeleri.
Ahkâm (Hüküm. C.) Hükümler. Kanunlar. Nizamlar.
ahkâm hükümler, kanunlar.
Ahkâm-ı adliye Adaletle alâkalı hükümler, emirler. * Adliye nezaretinin eski ismi.
Ahkâm-ı fer'iyye ve ahkâm-ı asliyye (Bak: Şeriat)
Ahkâm-ı kur'âniye f. Kur'ân-ı Kerim'in kat'i olan hükümleri, emirleri. (Bak: Hukuk)
Ahkâm-ı şahsiye Huk: Şahsın kendisini alakalandıran hükümler. (Bak: Hukuk-u
şahsiye)
Ahkar En hakir, pek âciz ve değersiz. (Daha çok tevazu makamında
söylenir.)
Ahkar-ul ibâd Kulların en hakiri.
ahkem en çok hükmeden.
Ahkem En sağlam. En kuvvetli. * En çok hükmeden. * En hakim ve akıllı.
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
54
Ahkem-ül hâkimîn Hükümdarların hükümdarı. Hâkimlerin en hâkimi. Cenâb-ı Hak (C.C.)
Ahker f. Ateşli kül, kül ile karışık ince kor.
Ahla En tatlı, çok şirin. Çok tatlı.
ahlâf halefler, öncekilerin yerine geçenler.
Ahlaf Halefler. Sonra gelenler. Zürriyetler. Evvelkilerin yerine geçenler.
Nesil. Evlâdın evlâdları. Nesl-i âti.
Ahlak (Hulk.C.) Huy, tabiat. İnsanın davranış tarzı, tutum ve tavrı, bir
cemiyette makbul ve iyi sayılan davranış kuralları. Bu kural ve
kaideleri inceliyen ilim. Ahlâkın kaynağı ve mahiyetini inceliyen
felsefe.Filozoflar hangi hareketlerin iyi, hangilerinin kötü olduğu ve
insanın neden ahlâk kaidelerine uyması gerektiği konusunda ortak bir
fikre varamadılar. Kimi menfaati, kimi saadeti, kimi de vazifeyi
ahlâkın temeli saydı. İslâm ahlâkı ise ahlâkın temeli Allah'ın emrine
uygunluğu ve gaye olarak da Allah rızasını almakla insanı şahsi veya
içtimâi (toplumsal) bencillikten kurtarmıştır. Ahlâkı da cemiyetten
cemiyete ve zamanla değişen keyfî ve tesadüfî kaideler yığını
olmaktan çıkarıp Allah'ın emirlerine uygunluğu esas almakla, birlik ve
beraberliği ve devamlılığı sağlamıştır. (Bak: Hulk)
ahlâk insanın iyi veya kötü hâlleri, bunlarla ilgili ilim.
Ahlâk-ı fâzıla İyi ahlâk, faziletli huylar.
Ahlâk-ı hamide Beğenilen güzel ahlâk.(Hz. Muhammed (A.S.M.) bütün ahlâk-ı
hamidede en yüksek ve yetişilmeyecek bir dereceye malik idi......
Onda içtima etmiş ahlâk-ı hamidedir ki her bir haslette en yüksek
tabakada olduğuna dost ve düşman ittifak ediyorlar. M.)
Ahlâk-ı hasene "Yüksek ahlâkı en parlak ve ulvi bir şekil ve ruhta gösteren ve bilfiil
yaşayan Peygamberimizin (A.S.M.) ve O'nun yolunda gidenlerin
Yeni Osmanlıca-Türkce Sözlük 60 000 Başlıq Turuz-Tebriz-2012
55
ahlâkı.(Diyorsun ki: Teklif, saadet içindir. Halbuki ekser-i nâsın
şekâvetine sebeb, tekliftir. Teklif olmasaydı, bu kadar tefavüt-ü
şekavet de olmazdı?C- Cenab-ı Hak, verdiği cüz'-i ihtiyâri ile ef'al-i
ihtiyariye âlemini kesbiyle teşkil etmeğe insanı mükellef kıldığı gibi,
ruh-u beşerde vedia olarak ekilen gayr-i mütenâhi tohumları sulamak
ve neşv ü nemalandırmak için de beşeri teklif ile mükellef kılmıştır.
Eğer teklif olmasaydı, ruhlardaki o tohumlar neşv ü nemâ bulamazdı.
Evet, nev'-i beşerin ahvaline dikkatle bakılırsa görülür ki; ruhun
mânen terakkisini, vicdanın tekâmülünü, akıl ve fikrin inkişaf ve
terakkisini telkih eden, yani aşılayan, şeriatlardır; vücud veren,
tekliftir; hayat veren peygamberlerin gönderilmesidir; ilham eden,
dinlerdir. Eğer bu noktalar olmasaydı, insan hayvan olarak kalacaktı
ve insandaki bu kadar kemâlât-ı vicdaniye ve ahlak-ı hasene tamamen
yok olurlardı. Fakat insanların bir kısmı, arzu ve ihtiyariyle teklifi
kabul etmiştir. Bu kısım, saadet-i şahsiyeyi elde ettiği gibi nev'in
saadetine de sebep olmuştur. Amma insanların büyük bir kısmı,
ihtiyarı ile küfrü kabul ve tekâlif-i İlahiyyeyi reddetmişlerse de
teklifin bazı nevilerinden süzülen terbiyevi, ahlâki vesaire güzel
şeyleri aldıklarından, teklifin o nevilerini zımnen ve ıztıraren kabul
etmiş bulunurlar. İşte bu itibarla, kâfirin her sıfatı ve her hâli kâfir
değildir. İ.İ)(Hadsiz salât ve selâm ol Peygamberimiz Muhammed
Mustafa (A.S.M.) üzerine olsun ki, demiş: $Yani; benim, insanlara
Cenab-ı Hak tarafından bi'setim ve gelmemin ehemmiyetli bir
hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmek ve beşeri
ahlâksızlıktan kurtarmak