View
9
Download
0
Category
Preview:
Citation preview
‘ALAK
22/01/2011
NUZUL: 2
MUSHAF: 96
MEKKİ BİR SUREDİR 19 AYETTİR.
Sure adını 2. Ayetinden alır. ‘Alak, insanın müstesna oluşuna dair bu bağlamda “ alâka, ilgi, sevgi”
anlamına, embriyolojik süreçlerle ilgili bağlamlarda ise “ ana rahmine düşmüş ceninin ilk hali,hücre”
anlamına gelir. İlk kuşaklar tarafından adı ilk ayetinin tamamıyla anılmaktaydı.
Kur’an Rabbimizin insanlığın son çevriminde indirdiği, insanlıkla yaşıt vahyin son halkası. Allah
insanla çok kez konuştu, fakat vahiy sürecinin kemali olan Kuran vahyi kendinden öncekilerin hem
zirvesi hem de özetini ifade eder. İnsanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir dönüm noktası
başladı. İşte bu zirve vahyin ilk ayetlerini burada işlemeye çalışacağız. Kuran kendisinden;
“kendinden öncekiler üzerinde otorite” diye bahseder. İşte bu vahiy insanlığın son çevriminde
Rabbimizin gönderdiği bir ilahi inşa modelidir.
Kuranda giriş-gelişme-sonuç şeklinde bir anlatım yoktur. Ayetler olayların üzerine inmiş ve Allah
Rasulü onları yine Allah dan aldığı emirle surelere yerleştirmiştir. Bakara suresi gibi birçok surede
ilk bakışta çok karışıktır. Bu karışıklığa rağmen muhteşem bir iç örgüyle bütün ayetler mucizevi bir
düzende birbirine bağlıdır. Peki Kuran neden karışıktır? Çünkü hayat karışıktır. Hayata inen kitap da
hayat gibidir. Âlimlerimiz “Kur’an’ın tümü bir ayet gibi, bir ayeti de Kur’an gibi okunmalıdır”
derler.
Surenin girişi, gerçek anlamda insanlığın dönüm noktası olan Kur’an vahyinin ilk inen ayetleridir.
Hz. Aişe ve Ebu Musa rivayetlerinde, vahiy, Mekke’ de, “arayış” anlamına gelen Hıra mağarasında
düşünce çilesi çeken Abdullah oğlu Muhammed’e (a) Fil olayından yaklaşık 40 yıl sonra bir
Ramazan gecesinde indirilen bu surenin ilk beş ayetiyle başlamıştır. Rivayetlere göre vahiy güneş
takvimine göre 610 yılının Ağustos ayında inmeye başlamıştır. Vahyin doğumunun Hz.
Peygamber’in doğumuyla aynı gün olan Pazartesi’ne denk geldiğini, Hz. Peygamber’in niçin
pazartesi günlerini neden oruçlu geçirdiği sorusuna , “ o gün ben doğdum, o gün Kur’an doğdu”
cevabından öğreniyoruz.
Bu konudaki sahih rivayetlerin özeti şudur; 40 yaşına doğru Hz. Muhammed’e yalnızlık sevdirildi.
Hıra dağındaki aynı adlı mağarada kendini tefekkür ve ibadete veriyordu. Hıra (arayış) mağarası,
ismiyle müsemma bir mağara. Hira “taharri” anlamında aramak demektir, taharri; aradığınız şeyi
bilerek aramak demektir. Çok önemli bir arayış. Hira peygamberlikten öncede kullanılmış. Zeyd bin
Amr Bin Nüfeyl Allah Rasulunun kendisine cennet duası yaptığı nübüvete yetişmemiş bir hanif
(muvahhid)di, hıristiyan değil dikkat buyurun, hanif. Varaka hiristiyan, aslında İsevi idi. Ama bu zat
hanifdi. Hz. Ömer ‘in amcası olur, Hz Ömer’in babası Hattab ın kardeşi. Bu zat Hirada tek bir
Allah’a ibadete çekilirdi. Mekke nin şirkinden ve günahından illallah etmiş, güç yetiremeyince de
ben sizden değilim diyerek Hiraya çekilmişti. Fakat onu bırakmadılar bizzat Hattap işkenceyle bu
kardeşini çöle sürdü ve çölde şehit oldu. İşte Hanif geleneğin arayış yaptığı, düşünce ve varlık
sancıları çektiği bir mağaraydı. Aslında mağara deyince büyük falan bir yer değil, granit taşların üst
üste geldiği 20 kişinin zar zor sığabildiği bir kovuk. İşte orda bir gece aniden vahiy meleği geliyor.
“İnsanların peygamberine meleklerin peygamberi geldi”; Ve “Oku” dedi. “Benim okumam
mümkün değil!” diye cevapladı, zira o zamana kadar okumuş-yazmış değildi (Ankebut:48). “Oku”
emriyle kastedilen anlaşılmamış, yani yanlış anlama var. Rasulullah şöyle nakleder: “Melek beni
öyle bir sıktı ki tüm gücüm gitti.” Aynı şey üç kez tekrarlandı. Sonuncusunun ardından bu surenin ilk
beş ayeti nazil oldu.
Peygamberimiz için müşrikler “el emin” diyorlardı, yani Mekke nin “En Emin” insanı. Bunun
nedenlerinin başında da ticaretle uğraşmasıdır. Hakemlik için gittikleri tek adresti. Ama son yıllarda
ticareti de bırakmıştı. İnsanoğlunun vahşiliğini görüp dayanamıyordu. Vicdanı o kadar güçlüydü ki,
o toplumu değiştiremiyorsa onların arasında bulunmayı da kendine yediremiyordu. “Bana yalnızlık
sevdirildi” diyor Peygamberimiz. Allah’ın kendisini seçeceğine dair hiç bir şey de bilmiyordu. Hatta
beklemiyordu, rivayetlere göre (eğer doğruysa) istemiyordu. Dünyanın en nazik, en kibar, en naif
insanı, hiç kimseyle kavga etmemiş ama vahyi savunmaya başlayınca dünya kendisiyle kavgaya
başlamış. Onun için çok zor bir görevdi. Çünkü bir din adamı değildi, şair hiç değildi, hatta şiir bile
okumazdı. Zaten “ sağ elinle yazmış değilsin” diyen ayetin şahadetiyle okuma yazması da yoktu.
Peygamberlikten önce onda hiç olağanüstü bir olay olmamıştı. Bu konuda delilimiz ise şudur;
peygamberlikten sonra sihirbaz diyorlardı müşrikler, örnek verecekler, vere vere şunu gösteriyorlar;
“evladı anasından, babasından ayıran” eğer olağanüstü bir hadise olmuş olsaydı onu sihirbazlığını
bahane için tepe tepe kullanırlardı. Zaten Allah Resulünün gençliğine dair rivayetlerinin bir
güvenirliği de yoktur. Ve 40 yaşına geldiğinde o mağarada vahiy geliyor, ve bu dünyanın şahit
olduğu en büyük iman hamlesi oluyordu.
23 yıllık vahiy surecinin ilk kelimesi “oku” dur. Ve bu emirle karanlık çağ bitti, aydınlık çağ başladı.
Bu bir “yap” emridir ve her emir bir inşadır. Amaç vahyin muhataplarını inşa etmesidir. İlk beş
ayetin konusu insanın öğrenme yeteneğidir. Vahiy açılışı bilgiye, insanın öğrenme yeteneğine ve
araçlarına dikkat çekerek yapmıştır. Bu, insanın en temel sorununun, doğru bilgi elde etmek, üretmek
ve iletmekle ilgili talim ve terbiye, eğitim ve öğretim süreci olduğunu gösterir.
İlk indirilen pasaj ve surelerin konuları arasındaki bilinçli bağlantı hayli anlamlıdır. Gerçek bir
“önsöz” olan Fatiha’yı dışarıda tutarsak, nüzulde ilk beş sıra ve konuları şöyledir.
1- ‘Alak suresinin ilk 5 ayeti düşüncenin ve bilginin inşasıyla, 2- Müzzemmil suresinin ilk 11 ayeti, duygunun ve ahlakın inşasıyla, 3- Müddessir suresinin ilk 7 ayeti, misyon ve vizyonun inşasıyla, 4- Duha suresinin tamamı teşvik ve motivasyonla, 5- İnşirah suresinin tamamı azim ve kararlılıkla ilgilidir.
İnen ilk ayet, Allah adına/adıyla okuma emridir. Bu emir, karşılığını İslamın şiarı olan besmelede
bulur. İlk beş ayetin ardından, gelen ayetler daha sonraki bir zamanda inmiştir. Bu zaman,
engellemenin başladığı 3.yılın başına tekabül etse gerektir. Usul gereği “bu sure falan zamanda indi”
demek, o surenin başının indiği zamanı gösterir. Bu kural ‘Alak suresi içinde geçerlidir.
Sonra inen pasajda Allahın vahiyle kendisine tenezzül buyurduğu insanın, en temel zaafına atıf
yapılır: “ Evet, evet; insan kendi kendine yettiğini sandığında mutlaka azar”(6-7). İnsan azınca
ibadete engel olur, hakikati yalanlar ve ona sırt döner(9-13). Bütün bunların temelinde görmeyen bir
tanrı tasavvuru yatar: “Kendisi bilmez mi ki, Allah görür mutlaka”(14). Sure, muhatabını inşa
edicilik vasfını haykırırcasına, tevhid kelimesinin çatısıyla uyumlu olan bir nehiy ve iki emirle son
bulur. “Asla o(azgın) insana uyma, imdi (Rabbine) secde et ve yaklaşmaya devam et.”
Vahiy mümkün müdür? Vahiy nedir? Biz iman ettik, vahye iman şartlardan biridir zaten vahye iman
etmeden hiçbir şeye iman edemeyiz. Ama “kalbim yatışsın” diye böyle bir sual gelirse eğer; Allahın
ezeli hakikate dair insanoğluyla konuşmasıdır, şer’an tarifi “ilahi hakikatleri dil dışı bir yöntemle
muhatabın kalbine ilka edilmesine vahiy denir.” Vahiy kelimesi iki asla dayanır “sürat (çok hızlı)
ve ihva (çok gizli). Çok hızlı ve çok gizlidir vahiy. Vahiy aslında Allahın ilgisidir. Yaratanın ilgisi
kadar doğal ne olabilir ki? Varlığı yarattı varlığın içinden insanı özel olarak yarattı. Hele bu yaratılan
varlığın şaheseri, göz bebeğiyse. Göz bebeğine Arap dilinde şöyle denir; “ insan’ül ayn”, “gözün
insanı” o zaman insanda kainatın göz bebeğidir. Rabbimiz kainatın göz bebeğini adeta çöpten
sakınıyor. Dolayısıyla vahiy Allahın insana olan ilgisidir. Vahyi inkâr etmek, Allahın insana olan
ilgisini inkar etmektir. Metafizik olarak Allah vahiy ilişkisi böyle izah edilir. Gelelim fizik olarak
izahına;
Alem kategorileri şöyledir; Alem-i Mülk; Maddi alem. Alemlerde kendi aralarında ayrılırlar.
- Cemadat Âlemi : taşlar, dağlar vs. yani camit varlıklar , cansız manasına gelmez. Bizde
cansız varlık yoktur, donuk varlık vardır. Katı maddeler âlemi. Dıştan durağan gibi görünen
varlıkların âlemi. - Nebatat Âlemi : bitkilerin oluşturduğu alem, alemler arasında geçişler olur, cemadat
aleminin en üst üyesi nebatat aleminin en alt üyesidir. Bakarsınız işte mercanlar, taş büyür
mü? Büyür, doğurur mu? Doğurur. İşte en takvalısı, müttakisi bir üst varlıkla ilişkiye geçiyor.
- Hayevan Âlemi : hayvanlar alemi, nebatat aleminin en müttakisi de bir üst alem olan
hayvanlar alemine geçiş yapar, bazı çiçekler böcek yer, bazı deniz bitkileri yürür,beslenir, yer
değiştirir. - İnsan Alemi : insanların oluşturduğu görünen şuurlular alemi, hayvanlar aleminden de
bazıları insanla yoğun ilişkidedir, Atlar mesela, ünsiyet kesp edebiliyorlar, bazı hayvanlar
terbiye sonucu basit zekaya sahip olabiliyorlar. Peki ya insan? Maddi alemde böyle
yükselmeler olurken sadece maddi alemde mi bitecek bu yükselme? O zaman materyalist
olursunuz. Maddi âlemin en zirvesi manevi alemin eline değecek, ve Rabbimiz tabiî ki
seçecek. Alttan yükselirde Rabbimiz seçmezse eğer, o Allah dostu olur, sufi olur, müctehit
olur. O aşağıdan yükseleni Rabbimiz seçtiğinde Peygamber olur. Sen benim elçimsin
dediğinde bir üst aleme değmiş olur. İşte insan aleminin bir üst aleme yaklaşması da
nübüvettir. Peygamberler bir üst aleme yaklaşan insanlardır. Cebrail; Ruhul Emin, ruh diye
Kur’an da anılır. Vahiy meleğidir, “ söze hayat veren” melektir.
Alem-i Melekut: meleklerin bulunduğu alem
Alem-i Ervah: ruhlar alemi
Alem-i Lahut: Allah’ a ait…..
Bismillahirrahmanirrahim RAHMAN RAHİM ALLAH’IN ADIYLA
- Rahman Allah’ın zatından eşyanın cevherine, Rahim Allah’ın fiilinden eşyanın fiiline. Rahman
Allah’ın Zatına dönüktür, Rahim İnsana dönüktür. Onun için Rahman tecellisinde Müslüman, kafir
fark etmez, her şeye ve herkese iner. Ama Rahim ineceği insanın fiiline bakar. İşte Allahın fiilinden,
insanın fiiline olmasının nedeni budur. Rahman Allahın zati sıfatı, Rahim fiili sıfatıdır.
Eylemlerimizle Rabbimizin Rahim ismini harekete geçiririz. Onun için Rahim’in rahmetinden bir
pay düşsün için gayret ederiz.
1. Ikra' bismi rabbikelleziy halak
“OKU yaratan Rabbin adına,”
- İlk emri “oku” olan bir kitabın muhataplarına ölünce ilk sorulacak sual ne olabilir? Elbette “ Okudun mu?” olacaktır.
- İlk vahyin ilk kelimesi “Oku”. Bu müthiş, hele bizim gibi okumayan insanlar için çok önemli. Bu
“oku” ne manaya gelir kitap oku, bir metni oku, önünde ki herhangi bir şeyi oku manasına gelir mi?
Gelmez. Çünkü o manada efendimiz okuma bilmez. İkincisi okuyacak bir şey yok önünde,
unutmayalım hira mağarasında ve karanlık bir ortamda. Üçüncüsü vahiy kitap olarak gelmiyor, Hitap
olarak geliyor, sözlü olarak geliyor, yazılı olarak değil. Peki ne manaya gelir? indirdiğimiz vahyi oku
manasına elbette ki gelebilir ama henüz ortada vahiy de yok. Vahiy emir ile başlıyor. İnsanların ilk
konuştukları kelimelerde emir formundadır, gel, git, bak, ye gibi. Dolayısıyla vahiyde emirle
başlıyor, çünkü vahiy ilahi bir inşa projesidir. Yeryüzünü inşa edecek olan insanın ustasıdır
vahiy, “bende seni inşa edeceğim ey insan” diyor. Onun için emirle başlıyor. Ve ilk emri de oku,
vahyi oku. Bu nasıl bir okumadır? Bunu bazıları ilet manasına almışlar, ikra ilet manasına Arapçada
kullanılır, hatta Türkçede de kullanılır, düğün okumak tabiri düğüne davet anlamına gelir mesela.
Okumanın birçok anlamı var, canına okumak, meydan okumak, gazel okumak gibi. Ama burada
başkasına ilet anlamına gelemez, çünkü iletilecek daha bir şey yok, bu ayetlerde 3. Şahıslar yok, ilet
anlamına gelen ilk vahiy müddessir suresinin 2. Ayetinde gelecek. Peki ne olabilir? İkra; okumanın
tüm anlamlarıyla oku, yani varlığı oku, Allah’ ı oku, kendini oku, kainatı oku, hadisatı oku ve bu
okumayı yaparken de bunu Kur’an dan öğren. Nasıl okuyacağını Kur’ an öğretsin sana, önce Kur’anı
oku sonra başkalarını oku. - İki köke nisbet edilir ikra; KRE ve KRN. Kre; yan yana dizdi, birleştirdi demektir, krn de bitiştirdi
demektir. Yakınlaştırdı demektir. Tercihimiz Kre den geldiğidir. Aslında cem ve içtimayı ifade eder.
Karye şehir anlamındadır, insanlar toplandığı için, evler yan yana toplandığı için. İkra = icma,
birleştir demektir. Neyi birleştir? Kainattaki parçaları birleştir. Hakikatin parçalarını birleştir.
Satırlara yazılmış bu ayetleri al, bunla kainat ayetlerini, insanı, hadiseleri ve Allah ı oku. Ne kadar
varlık varsa hepsi ayettir, ne kadar varlık varsa okunmayı bekleyen kitaptır ve sende öğrencisin.
Dolayısıyla “ikra” okumanın tüm olumlu anlamlarıyla okumaktır. “kalbine yazdığımızı kalbinden oku.” Demektir. Allahu alem vahyin kaynağından çıkışı lisana bürünmeden muhatabın
kalbine inmesi, oradan kelimelere dönüşmesidir ki biz bilmiyoruz. - Bismi rabbikelleziy halak; Rabbinin adıyla bu emrin karşılığı “bismillahirrahmanirahim”dir. Elleziy
halak; o Rabb ki yarattı. Allah veya ilah gelebilirdi burada neden Rabb geldi ? ilk inen otuz surede
Allah ismi 20 kez geçerken Rabb ismi tam 80 kez geçiyor. Çünkü problem rububiyet, Allahın
uluhiyeti ile insanın hiçbir zaman problemi olmadı sorun rububiyetle, Allahın insan üzerindeki
müdahalesini reddetmeye kalkmaktadır insanoğlu. Allahın terbiyesi ile alakalı, 2.si vahyin
indirilmesi rububiyetinin tecellisidir. Çünkü bir ilahi terbiye var, vahyin maksadı budur. Neden
Rabbül Alemin değil? Aslında öylede gelebilirdi. Ama gelmemiş, buda önemli bir nükte, bir de
neden yaratıcı Rabbin isim olarak değil de, Yaratan Rabbin diye gelmiş, fiil olarak gelmiş, fiil
teceddüt ve istimrar bildirir, aynı zamanda tekamül bildirir. Ne demektir? Yarattı, yaratışı yenileyip
duruyor, ve kemale doğru ulaştırıyor. Terbiye etmek bir şeyi en alt noktadan alıp zirveye doğru
götürmektir. Yani yaratılış amacına doğru götürmektir. Elleziy le gelmesi de şöyle bir nükte,
başından beri böyle yaptı yani hiç emekli olmadı demektir. Hiç insandan ümit kesmedi, yüz
çevirmedi demektir. O yarattı diye geliyor, neyi yarattı? yok, külli şeyin gelmemiş, her şeyi yarattı
diye gelmemiş yani. Ama bir sonraki ayetten her şeyi yarattığını anlıyoruz. Böyle gelmesinin bir
sebebi de “ ondan başka yaratıcı mı varda? Onu yarattı, şunu yarattı diye gelsin. Yani yarattı dedin
mi akla Allah gelir.
- İlk muhatap için dolaylı olarak "vahyi Allah adına ilet", tüm muhataplar için "İletileni Allah adına al
ve oku" anlamına gelir. Varlığı Allah adına okuma çabası, onu Allah'a referansla anlama çabasıdır.
Fakat okuma her şeyden önce zihinde olanı dile dökme işidir. Zira el-kırae: "Kalpte yazılı veya
kayıtlı olanı bilinen bir lisanda dillendirmek" (nutkun bi-kelâ-min muayyenin mekttûbin ev mahfûzin
'alâ zahri kalb) anlamına gelir (İbn Aşur).
- Bu ayet şöyle bir anlamı da zımnen barındırıyor; “ oku, Yaratan Rabbin adını” Rabbinin adını, yani
esmasının tecellilerini gör. Kainata tecelli etmiş Allahın isimlerinin farkında ol. Aslan onun “Celal”
ismini, ceylan “Cemal” ismini yansıtıyor, bunun gibi tecellileri oku ve hakikatler arasında
bağlantıları yakala. Bununla adeta puzzle ‘ın parçalarını birleştirerek kemale doğru yol almaya
devam et, bu parçaları birleştirebildiğin kadar insan-ı kamil olacaksın. İşte o yolun ucunda cennet
var, Allah var. “Son okuduğun ayet cennetteki makamındır” sözü işte bunu söylüyor, ne kadar bağ
kurarsan o kadar makamın artar.
2. Halekal'insane min 'alak
“ O insanı sevgi ve alakadan yarattı.”
- Neyi yarattı? Her şeyi yarattı da, asıl karşılığı geldi, “insanı”. Bu iki ayetin ifadesine göre varlık bir
tarafa insan bir tarafadır. “halakal insan”. İnsan soyunu yarattı, neden? “Min alak”; burada ki min
aslında; yaratılış sürecinin başlangıcını ifade eder dil kuralları gereği. Bu başlangıç nerden alınmalı?
Eğer fiziki ve embriyolojik süreçler olarak okuyacaksak bu ayeti o zaman hücreden, bir hücreden
yarattı. Alak tutunup asılan et parçası fakat et manası bunun içinde yok. Fakat öteden beri insanın
anne karnında ki süreçlerinin başlangıcını temsil ediyor. Fakat biz bunu metafizik manada
okuyacaksak “alâka” olarak okuyacağız. Alak kelimesinin kök manası da arap dilinde sevgiymiş.
Mekayisi luga; sözlükler içinde en çaplı, en geniş “kök” sözlüğüdür, etimolojik sözlüktür, İbni
Farisindir. Orada ki “alak” kelimesinin karşılığı; “ kalp için gerekli olan sevgi.” 'Alak ve 'alaka
maddî olarak "embriyo ve hücre", mânevî olarak "sevgi ve ilgi-alaka" anlamına gelir. Doğru tercih
ikincisidir. Zira hem bu pasaj insanın embriyolojik kökenini değil mânevî boyutunu ele almaktadır,
hem de âyetin başındaki el-insan'dan dolayı buradaki 'alak'ın, sadece insan soyuna ait bir şey olması
gerekir. Oysa embriyolojik mânada 'alak (embriyo, hücre) diğer memeli canlıları da kapsayan ortak
bir özelliktir. İbn Fâris el-'alâka'yı el-hubbu'l-lazım li'l-kalb (kalb için gerekli olan sevgi) diye
tanımlar (Mekâyîs). İnsanın anne karnındaki embriyolojik gelişim sürecini ele alan Hac 5, Mü'minûn
14, Mü'min 67, Kıyame 37'den farklı olarak bu bağlamda, embriyolojik olmaktan çok ontolojik
olmak durumundadır. Bunu destekleyen bir husus da geçtiği tüm diğer yerlerde (5 kez) dişil formda
'alakâ olarak gelirken sadece burada 'alak formunda gelir. İlginç bir tevafuktur ki, Allah isminin
mücerredi olan e-le-he'nin tüm formlarının ortak anlamı "sevgi"dir. Bu, gerçekten dikkat çekicidir.
- Burada ki ayet insanın fiziki yaratılışına mı? Manevi yaratılışına mı atıf yapar? Hangi bağlamda
geliyor. Fiziki bağlamda gelen ayetler Kuran da var, anne karnında oluşum süreçlerinin hemen
hemen hepsi başka ayetlerde anlatılıyor, ama burada farklı. Burada tamamen manevi yönü
anlatılıyor. Çünkü oku diyor, insan diyor, ikram diyor, allem e diyor, kalem diyor böyle bir bağlamda
insanın fiziki değil çok daha derin bir boyutu ele alınıyor. Bu nedenlerden dolayı tercihimiz “Allah
insanı sevgiden yarattı” oluyor, Allahu alem. Bunu söylemek için başka nedenlerimizde var, burada
“El insan” diyor, yani köken olarak insan soyunun aslını verir. Allah rasülü hekim değil ki?
Embriyolojik süreci düşünsün, hatta insana kızıyor gönül koyuyor da hira da zamanını geçiriyor.
Adeta efendimize “ ben insanı sevgiden yarattım sende sev” dercesine. Böyle ince bir de uyarı var.
Dahası min ‘alak belirsiz geliyor, tarifsiz bir şekilde yarattı oysaki o günde de anne karnında ki
oluşumlar biliniyordu. Tarifsiz bir yaratış, yani tarifsiz tanımlanamayan bir sevgi, aklın almayacağı
bir sevgi.
3. Ikra' ve rabbükel'ekrem
“OKU! Zira Rabbin sonsuz kerem sahibidir,”
- İkra; burada ki “ikra” tekit içindir. Yani bütün bunlardan sonra hala okumayacak mısın? Vurgusuna
sahiptir. İkra ‘ya tercihen verilen mananın haklılığı ortaya çıkmaktadır. Bütün bunlardan sonra NEYİ
okuyacağını hala soracak mısın? Hala ben okuma bilmem diyecek misin? Anahtar kelimeleri
sayalım; “oku, Rabb, Halak, insan, alak” anahtar kelimeler bunlar, okunacaklar, bağlanacaklar yani.
Değilmi ki Rabbin Ekrem’dir, sonsuz ikram sahibidir, sonsuzca cömertdir, o zaman bu insanı
sevgiden yaratmış olmasını ifade etmez mi? Hayvanlarda “alak”tan yaratılır, memeli canlıların
tamamı “alak” dan yaratılıyor, embriyo manası verilemeyeceğinin bir delilide budur. Çünkü insana
özgü bir yaratılış olmuyor o zaman. İnsana has bir şey olması lazım, burayı embriyo diye çevirmek
maksadı vermiyor.
- Rabbukel’ekrem; senin Rabbin lafzını müşrikler o zaman anlayamadılar ve “Muhammed’in Rabbi”
dediler, oysa ki burada Allahın Rasulüne olan muhabbeti vurgulanıyordu. Bu hitab zamirinden
anlaşıldığına göre “ikra” ilet manasına gelemez, çünkü hitab direk Allah Rasulüne, ilet manasına
gelseydi “sen” kipinden “onlar” kipine göre değişmesi lazımdı. Burada onlarla ilgili hiçbir zamir
gelmiyor, hitab senin Rabbin, direk ilk muhataba.
- el-Ekrem: "Herhangi bir karşılık almadan ve beklemeden sınırsızca veren". Zımnen: İnsan Allah'a
borçlu olarak doğar, bu yüzden dîn "borçluluk bilinci"dir. Bu âyete kadar Rab, elle-zi halaka, ellezi
alleme gibi eylem sıfatlarından sonra, Ekrem ile kemal sıfatlarına geçti. Öncesiyle birlikte: Yoktan
var eden de O, var ettikten sonra aşama aşama kemale ulaştıran da...
- İkram ne demek; karşılık beklemeden sınırsızca veren EKREM’dir. Karşılık istemeyecek, verecek,
sınırsızca verecek. Kemal sıfatıdır. Halaka, Halik fiil sıfatıdır, ama burada kemal sıfatı geliyor. Yani
Allah kemale doğru yarattığı insanı ulaştırıyor. Kemale ulaştırmak için önce fiil sıfatını devreye
soktu, sonra kemal sıfatını demektir. Fiil sıfatıyla başlattı, kemal sıfatıyla sürdürüyor. “ ey insanoğlu bu kadar cömert olan Rabbine karşı seni bu kadar gururlu kılan nedir? Ki seni o yarattı, seni yaratmakla kalmadı yaratılış amacını da yerleştirdi, sadece onla da kalmadı seni muhteşem bir dengede yarattı, (duygu-düşünce, dünya –ahiret, beden ruh) seni istediği bir muhteşem surette terkip etti, yapma böyle ey insanoğlu, gel yapma!” (ayet)
4. Elleziy 'alleme bilkalem
“ O insana (bilgiyi) kalemle (kaydetmeyi) öğretti,”
- Alleme; öğretti, Allah için muallim kullanılmaz, öğretti kullanılır, ama muallim kullanılmaz. Çünkü
muallim; öğrendiğini öğretir, Allah ise öğrettiğini öğrenmiyor, bizatihi varlığıyla biliyor. Elleziy
‘alleme; o öğretti, yukardan yola çıkarak (elleziy halak) yine fiil kullanılmış, fiil kullanılması
yenilenme bildirir. Allahın öğretmesi bir sefer değil süreklidir de ondan. Sonsuzca devam eder. “ ve
Adem’e isimleri öğretti” yani eşyaya isim verme yeteneğini verdi, melekler neden Ademe secde
edeceklerini böyle anlayabildiler. Yeryüzüne halife olabilmek için eşyaya isim koyabilmeliydi. “Siz
bunu yapamazsınız ey melekler, onun için insana boyun eğin.” Talimullah budur, insanın isim
koymayı Rabbinden öğrenmesidir. Talimullah 2’ye ayrılır, huduri bilgi ve husuli bilgi. Huduri bilgi;
peşinen verilmiş bilgidir. Fıtrat budur. İman fıtratta yazılıdır aslında, inkar eden vicdanını inkar eder
aslında. Bu bilgi temel bilgidir. Beynimize, kalbimize nasıl çalışacağını öğretmeyiz, bir şeyi düşünüp
dile dökmeyi kim öğretti, görmek o kadar karmaşık süreçlerle olur, ve bunları biz farkında olmadan
çok hızlı, saniyelerle yaparız. Bütün bunlar huduri bilgidir işte, verilmiş bilgi. Aklınızı bir organınıza
taksanız o organ tekler, yürürken hangi elinizi sallayacağınızı düşünseniz şaşırırsınız. Bu huduri bilgi
asla unutulmaz, aklını kaybeder huduri bilgiyi kaybetmez. Hiçbir deli yiyeceğini burnuna götürmez,
intiharda etmez. Akıllılar intihar ederler. Husuli bilgi ise sonradan edindiğimiz bilgidir. Din husuli
bilgiye girer. Aslında huduri dine biz fıtrat diyoruz, husuli fıtrata biz din diyoruz. Fıtrat alt
yapı, vahiy üst yapı. Fıtrat cıvata, vahiy somun.
- Kalembir semboldür. Hem bilginin kayıt altına alınmasını, hem de öğrenme araçlarını simgeler.
Daha ilk inen vahiyle "sözlü kültürden yazılı kültüre geç" işaretini alan Nebi, mesajı aldığını vahyi
yazdırarak ortaya koyacaktır. Kalem yazıyı temsil eder. Yazı ise bilgiyi kayda alıp, bu kayda kalemi,
kağıdı, eli, zamanı, mekânı, okuyan ve okuyacak her insanı şahit tutmaktır. Söz uçucu yazı kalıcıdır.
Onun için demişlerdir ki; ilim avlamak, yazı ise avı bağlamaktır.
- Kalem ; “naht” yontmak manasına gelir, yontulduğu için kalem denmiştir. Alleme bil kalem; Kalemi
isim olarak alabiliriz. Nedir kalemle öğretti? 1- Allah ın öğretme iradesinin ilk tecellisi kalem oldu.
Bizim kelamcılarımız bunu müstakil bir varlık olarak görmüşlerdir arz, kürsi gibi. Fakat kalemin
müstakil bir varlık olması için elimizde naslardan yeterli bir done yoktur. Bu kelami bir bakış
açısıdır. 2- alleme bilkalem; öğrenmeyi öğrenme araçlarıyla öğretti manasına gelir ki en tutarlı mana
budur. Ne demek? Yani öğrenmek araçlarla olur demektir. Bu ayetteki kaleme bütün öğrenme
araçlarıda dahildir. Bilgisayar, kara tahta, hesap makinesi, akıllı telefonlar vs. bilgiyi öğrendiğiniz
her araç bu ayetteki kalem kavramının içindedir. - Orda ki “b” tıpkı besmeledeki gibi insak içindir burada araca delalet eder. Onsuz yapılamayan şeydir.
Yani bu ayet, kalemsiz öğrenilmez, araçsız öğrenilmez demektir. Efendimize burada şu mesaj
vurgulanıyor; Mekke ve Arap kültürü şifahi kültürdü, yani sözlü kültürdü. Bu sözlü kültürde kalem
kullanılmıyor. Efendimiz “ biz ümmi bir toplumuz” diyordu. İşte bu ayetle Rabbimiz rasulüne sözlü
geleneği bırakmasını, kalemle yazılı kültüre geçmesini emretti. Bu mesaj aslında Allah rasulü
tarafından hemen alındı ve “vahiy katibi” müessesesi hemen kuruldu. Bu mesaj bize de aynen
geliyor. Akıl defter değil, unutuyoruz. Onun için kayıt yapmak ilahi bir emirdir. - Allahın kalemle öğretmesi; kalem “naht” yontmak anlamına geldiği için önce sahih olmayan bilgiyi
yontun, ümmüleşin sonra sahih bilgiyi koyun. Seçici davranmamızda burada aslında zımnen
vurgulanıyor. Çağınızın bagajlarından, gelenekten önce bir kurtulun, kafanızı bir temizleyin sonra
Kur’an a yer açın. Kuran çağın en güzel yemeğidir, fakat köpek çanağına dönmüş zihinlerde
kirleniyor. O zaman önce bir “istiaze” çekin, zihninize bir abdest aldırın, işte abdestsiz Kuran
okumamak da budur aslında, aklınıza zihninize, kalbinize bir abdest aldırın sonra vahye açılın.
5. Allemel'insane ma lem ya'lem
“ O insana bilmediklerini öğretti.”
- Hem fıtratına fıtri bilgiyi nakşetti, hem vahiy (zikr) ile nakşedileni hatırlattı, hem de bilmediklerini
öğretti. Yani hem huduri hem de husuli bilgiyi verdi. Allahın insana öğretmesi vahiyledir. “ Er
Rahman, Kur’anı o öğretti, insanı o yarattı” (Rahman 1-2-3). Adeta insana öğretmek için yarattı
vurgusu da taşımaktadır.
- Allah Rasulü "Arayış" (Hırâ' mağarasından bu vahiylerle endişeli bir halde dönünce Hz. Hatice onu
şöyle teselli eder: Vallahi Allah seni kesinlikle mahcup etmez! Çünkü sen sözüne sadık bir adamsın,
akrabalık bağlarını gözetirsin, kimsesizleri korursun, konuğa ikram edersin, haklının hakkını
almasına yardım edersin!" (İbn Hanbel VI, 223).
- Oku; “anla”yı içerir. Oku dedikten sonra birde anla denilmez. Oku anlamaktır aslında. Kuran
okumayı aslında kainatta ki hakikatin şifrelerini çözücü olarak oku, Kuranı şifre diye görme, kainatta
ki hakikatin şifrelerini çözücü olarak gör. Kuran şifre değildir, bizatihi şifre çözücüdür. Bu inen ilk
beş ayet varlık sorusunun cevabıdır. Allah rasulunün kafasının içinde ne vardı sorusunun da
cevabıdır.
6. Kella innel'insane leyatğa
“ EVET, evet; insan mutlaka azar,”
- İlk 5 ayetten sonra, ses değişiyor, kafiye uyum farklı hale geliyor. İlk inen 5 ayet miydi? 7veya 8ayet
mi? Kuran anlayamayanın bile okunuşunu hayranlıkla dinlediği bir hitaptır. İslam ses sanatlarının
kaynağı Kurandır. İslam güzel sanatlarının temeli Kurandır. Her yol bizde Kurana çıkar. İşte ayetleri
okuyunca ses değişiyorsa o pasaj sonra inmiştir denebilir, burada da böyle. Buna fasıla veya icaz
denir.
- Kellâ: Muhtemelen edatın ilk geçtiği yer. Dilciler farklı mânalara geldiğini söylemişlerdir.
Basralılara göre "Yoo, hayır, asla" veya paragraf başı; Kisai'ye göre "gerçekten de, hakikat şu ki",
Sa'leb'e göre "değil mi ki", Ferrâ'ya göre "evet, kesinlikle" mânasına gelir. Bizce edat bağlamına göre
bu işlev ve anlamlardan bir veya bir kaçını kazanır. Tercüme boyunca tercihimiz de budur. Bir ara
cümle gibi öncesini de sonrasını da görür.
- Dilde okullar vardır, ilk okullar Basra okulu ve kufe okulu. Basra okulunun kurucusu “Kisai” dir.
Kufe okulunun kurucusu ise “Ferra” dır. Bu iki okul iki ayrı dil görüşünü savunurlar. Daha sonra
Bağdat dil okulu kurulunca bu iki okul Bağdat ta birleşmiştir. Bu iki okuldan bir tanesi dilin,
uydaşım sonucunda oluştuğu görüşündedir, yani konuşarak insanların dili ortaya koymalarıdır, öbürü
de bunun sınai olduğu, yani verildiği görüşünü ortaya koymuştur. Bu iki okul dil üzerinde tatlı bir
rekabet halindedir. Bizler bu iki okuldan öğreniriz Arap kelimelerinin ne manaya geldiğini.
Basralılar “kella”ya “yoo”, “hayır hayır” manası vermişler, bazıları “gerçektende” demiş, yine
bazıları “ değilmi ki” manası vermişler, ferra “ evet, kesinlikle öyle” demiş, peki hangisi? Tercihimiz
Kur’an da nerde gelmişse bağlamına göre bunlardan birini tercih etmek. Hem üstü görür, hem altı
görür, üsttekini nehy ederken alttakini isbat eder. “Harfi red” dir. Burada gelmesinin sebebi; Allah
insana öğretmiştir, insana öğrenme yeteneğini vermiştir, yaratmıştır fakat insan Allah’ a küfr
etmiştir, nankörlük etmiştir. İşte burada kella “yapma ey insanoğlu” anlamındadır. - Tağa, tağut, tuğyan aynı kökten, aslında bir suyun yatağını taştığında bu kelimeyi kullanırlar.
Etrafına zarar veriyorsa “tağalma” derler, yani insanın haddini aşmasıdır. Bu bir sonuçtur, sebep
sonraki ayette;
7. Erra a hustağna
“ kendi kendine yettiğini sandığında!”
- Kendi kendine yeten tek zat Allah’tır. Oysa bizler her şeye muhtacız. Kendi kendine yettiğini
zanneden nimetin kaynağını aramaz, bu kaynak Allah’tır. Yani kendi kendine yettiğini sanan
Allahsızlaşır. Kuranda bu durum 3 şekilde gelir, 1 akletmezler; bağ kurmazlar, düşünmezler, 2
şükretmezler; düşünmeyince şükretmezler, 3 iman etmezler; şükretmeyince de iman etmezler.
- İnsanın kendi kendisine yettiğini zannetmesi tuğyanın sebebidir. Zira insan, ancak kendini
kaybettiğinde bu zanna kapılır.
- Sebep; kendi kendine yettiğinde. Erra; zannettiğinde, sandığında. İnsan kendi kendine yeter mi?
Yetmez. Ama düşünür. İşte o zaman mutlaka azar. İnsanı Allahtan öğreniyoruz, “yaratan bilmez mi?
Dolayısıyla şirkin tarifi “ kendi kendine yettiğini sanmaktır.” İnsan kendine yetmez, kalbine bile söz
geçiremez. İşte asıl problem bu, bununda temelinde bir şey var mı? Sonraki ayet;
8. İnne ila rabbikerrü'ca
“ Ne ki insanın Rabbine dönüşü muhakkaktır.”
- Yolların sonu Allaha çıkar. İnsanın rabbine dönüşü 2 şekildedir; 1- sırt üstü sürüyerek götürürler, 2-
yüzünü dönüp koşarak varırsın. “Kaçış nereye? Allaha kaçın” zaten kaçmak mümkün değil,
kaçamazsın, yapılan kaçmak değil kaçmaya çalışmak. “En doğrusu Allaha kaçış.”
- Püf nokta burada, “ Innalillahi ve innaileyhi raciun” “ Allaha aidiz ve ona döneceğiz” Allahtan
bağımsız bir ahlak asla olamaz, ahlakın referansı Allah tır diyor burada, eğer bir insan kendisini
Allahtan koparırsa, onun ahlaki davranışında söz edilemez çünkü ahlakın anlamı kalmaz. Her şeyin
temeline Allah ‘ı Rabb sıfatıyla getirdi yerleştirdi. Yani insan oğlunun Allaha olan nankörlüğü
aslında rububiyete nankörlüğüdür. Dolayısıyla “ beni terbiye etme” diyor insan, zımnen. Bu ayet
Alak suresinin berceste ayetidir. İnsan Allahtan koptumu, kendinden kopar. Dolayısıyla Allahtan
kopmamak zorunda insan, “bu vahyi niye gönderdim; Allahtan kopmayın diye” zımni bir vurguya
sahip bu ayetler. “Allahın yok neyin var, Allahın var neye muhtaçsın.” Dolayısıyla Rabbe dönüş
hesap vermeye dönüştür. - Bu üç âyet bütün ahlâkî davranışın kaynağına dikkat çekmektedir. Zımnen: Ahlâkın referansı
kalplerin özünü gören ve bilen Allah değilse, ahlâk hasbi olmaktan çıkar hesabi olur. Bu da ahlâkın
anlamını kaybetmesidir. Zira bu takdirde ahlâkî davranışın anlamını onu yapan kişinin kalbindeki
niyette bulan 'garantisi' ortadan kalkar.
- Özetlersek; varlık bir okuldur ey insan, insan varlık okulunun öğrencisidir, vahiy ebedi mutlak bir
derstir, vahiy bu okulun, hayat okulunun en temel dersidir, bu dersten geçemezsen, hiçbir dersten
geçemezsin. Sınıftan kaçamazsın, Allahın öğrencisi ol, kaçmaya kalkmak haddini bilmemektir,
haddini bilmeyen azar..
9. Eraeytelleziy yenha
“ Ama (ey muhatap!) baksana şu engel olmaya kalkışana,”
- Bu ve devamındaki âyet Kur'an'daki hitap zamirlerini Allah Rasulü'ne hasretmenin yanlışlığını
gösterir. Zira namazı engellenen kul zaten Allah Rasulü'dür. O halde "Baksana" denilince dönüp
bakması gerekenler, her çağda Kur'an'a muhatap olanlardır.
- Eraeyte; bu kalıp Kuranda sık gördüğümüz bir kalıp aslında. Hayret ifade eder yani şaşkınlık.
Şaşırmamak mümkün mü? Böyle birine vurgusuna sahiptir. Bazen intikal de ifade eder. Böyle biri
bunu nasıl yapar bir düşün anlamında olur o zaman. Bazen de bizzat görmeyi ifade eder, gördün mü?
Böyle birini gördün mü? Bazen tekit ifade eder; böyle biri olabilir mi? Böyle birinin var olduğunu
düşünebilir misin? Yani “red” ifade eder. Bir çok vurgusu var eraeyte’nin.
10. Abden iza salla
“ ibadete kalkan bir kula!”
- Veya: "namaza". Bir insanı meşgul ederek ibadetten alıkoymak da bu kapsama girer.
- Abden: bir kul. Bu kul Allah rasulü, sebebi nuzul rivayetlerinde “ ebu cehil (amr bin hişam) yemin
etmiş; gelir Kabe de namaz kılmaya kalkarsa boynuna ayağımla basacağım diye, bunu başaramamış,
etrafındakilere bir güç gösterisi olarak yapıyor bunu. Darul nedve de yapıyor bu yemini, darul nedve
Mekke’nin senatosu. Orda bir güç yarışı var. Ebu cehil, cahiliye’nin babası demek ama bu adamlar
düşündüğümüz anlamda cahil değiller, ebu cehil 2 yabancı dil biliyor, uluslar arası ticaret yapıyor,
özellikle deri ve şarap tüccarıydı. Mekke de 17 okuma yazma bilenden biriydi. Zamanın iki
imparatorluğu ile de ticareti olan bir adam bu. Cahiliye kavramı Kuran da bizim anladığımız manada
bilgisiz anlamına gelmez, haddini bilmez anlamındadır yani haddini bilmezler, ebu cehilde bu
haddini bilmezlerin babası. Ama Kuran kime cahil diyor çok ilginç, 2 diplomam var, cahilsin. Master
yaptım dahada cahilsin. Cehalet tahsil etmişsin. Bir ilim ki sana Allah ‘ı buldurmuyorsa cehalettir.
Kuranın ilm ve cehalet kavramlarını buluyoruz burada. İlm tarifide bilgi değildir, data değildir, veri
değildir. Nedir ya? İlm; bir hakikati hakikate dahil olmayan şeylerden ayıklamak ve onu hak olarak
görmektir. Ona ulaştıran iz dir, alamettir. Alem aslında ilme konudur. “ ilm çok şey bilmek değildir,
ilm Allah’a karşı esas duruşunu bozmamaktır.” İbni Mesud. “ Allah tan en çok kulları içinde alimler
yani bilenler haşyet eder.” Ayet. Kuranın tarifi bu. Kuranın alim tarifini öğrenmeden kimseye alim
dememek lazım. İşte o ebu cehil “Boynuna basacağım” dedi ama yapamadı, dediğini
gerçekleştiremedi. Bu ayetler aslında bu sebebi nuzul ile sınırlandırılamaz, bu gün birebir karşılığı
olan ayetler. Ne söylüyor bu ayetler; buradaki salla namaz anlamında değil ibadet anlamında dır, ve
dinin görünürlüğünü engellemektir ebu cehilin yaptığı. Bu günkü karşılığı başörtü yasağına denk
gelmektedir. Tesettür düşmanlığı, cinsi latif olan hanım, estetik form olan kadın, erkeklerle olan
ilişkide kadının şahsiyeti öne çıksın, cinsiyeti değil. Müslüman kadın toplum içerisinde cinsiyeti ile
değil şahsiyeti ile yer bulsun diye tesettür emredilmiştir. Bu ilişkiyi tamamen koparmak yerine
sağlıklı bir zeminde kurmayı amaçlar tesettür emri. Yoksa duvarlara karşı kapanmak gerekmez ki.
Örtünme emrinin arka planında yatan cinsel kimlik özeldir ve kamulaştırılamaz. Kamusal alana mal
edilemez. Korunmalı ve özele açılmalıdır. Bu günkü ebu cehillikte budur, dinin sosyal alan içinde
görünmesine engel olmak. Allah rasulünün kabenin etrafında namaz kılmasına niye rızası yok? Dinin
görünmesini istemiyor. Gitsin evde kılsın, tamda bugünküler gibi. Sen günahını sokakta işliyorsun
ama! İman gömlek mi ki? Dışarı çıkarken çıkarıp da çıksın. İman içinde her yere gider, kamusal alan
falan dinlemez. Dolayısıyla imanını okula getirme, ticarete getirme, siyasete getirme vs. ama bu
alanlarda en çok iman lazım, şeytanların en çok olduğu alanlar oralar. Güç – iktidar – servet; bu
üçünün olduğu yerde en çok iman lazım, çünkü bu üçünün olduğu yerde en zararlı ahlaksızlıklar
işlenir, güç var güç ahlakı yok, iktidar var ahlakı yok, servet var servet ahlakı yok. Sıkıntılarda
buralardan çıkmıyor mu? İman nerde lazım? Rabbimiz neden bu alanda müdahildir. Ebu Cehilin
yaptığı Allahsızlaştırma operasyonudur. Kamusal alanı Allahsızlaştırmak, ne olacak böyle olunca
anlamsızlaşacak, o zaman ebu cehiller atlarını oynatsınlar, 1 e alsınlar bin’e satsınlar, gücü yettiğinin
malına konsun. Böyle bir yerde ne ticaretinden bahsediyoruz, fiyatı kim belirleyecek? Tabii ki Ebu
Cehiller belirleyecek.
11. Eraeyte in kane 'alelhüda
“ (ve sen ey ibadete engel olan!) hiç o hidayet üzeremidir diye geldi mi aklına?”
- Burada ki eraeyte; zihni intikal manasına gelir. Tefekkür et, bir düşün. Birinci eraeyte ile buradakinin
vurgusu farklıdır. Birinci eraeytenin muhatabı hepimize, oradaki kul peygamberimizse ona bakması
gerekenlerde bizleriz. Hitap peygambere gönderilince bizler hiç üzerimize alınmıyoruz. - Fiil zamirlerinin ibadeti engelleyene gittiğinden yola çıkarak (Keşşaf).
- Zımnen: Bir kez olsun önyargısız bakmak aklına gelmedi mi?
- Ey ebu cehil kafalılar o hidayet üzerinde midir? Diye bir düşensenize. Ebu cehilden kurtulmak, ebu
cehillikten kurtulmak anlamına gelmiyor. Bir kafanı kullansana, ya o doğru yolda da sen yanlış
yoldaysan, neden tek taraflı düşünüyorsun. Şu Kuran’ın muhteşemliğine bakar mısınız? Fikr etme
tefekkür et diyor, daha ağır sözlerde kullanabilirdi ama, bir düşün hele diyor. Önyargılı olma.
12. Ev emara bittakva
“ yahut da çağırmakta mıdır diye sorumluluğa?”
- Buradaki emrin "buyruk ve talimat" anlamına gelmediği açıktır, zira sahibi âmir makamında değildir.
Emr, tıpkı el-emr bi'l-ma-ruf'taki gibi bir öneri ve davet ifade eder.
- Allah’a karşı sorumlu davranıyorsa? Ve bunu söylüyorsa bunda ne suç var? Bunu söylüyorsa, böyle
davranıyorsa ne suç işliyor? Ebu Cehillere söylüyor bunu. - Yani: İbadeti engelleyen, hidayeti engellemiş ve sorumsuzluğa çağırmış olur.
13. Eraeyte in kezzebe ve tevella
“ Düşündün mü hiç: Eğer o hakikati yalanlasa ve sırt dönmüş olsa Allah’a,”
- Tut ki yalanladı ve sırt döndü. Takva ve hüdanın zıttıdır kezzebe ve tevella, hüda hakikatı söylemek,
kezzebe hakikati yalanlamak. Takva da tevella nın zıttı tevella hakikate sırt dönmek, takva da
hakikate yüz dönmektir hakikate.
14. Elem ya'lem biennallahe yera
“ kendisi bilmez mi ki, Allah görür mutlaka.”
- Tutki o Allah ’ı yalanladı ve sırt döndü. Sen Allah ı görmez mi zannediyorsun? Öyle yapsa Allah
onu enselemez mi? Yakalamaz mı? Temel de sizin sorununuz ey ebu cehil tipleri; görmeyen bir
Allah tasavvuru. Ebu Cehil Allaha inanırdı, ama uzak bir Allaha, onun için müşrikler dua etmezlerdi.
Çünkü Allah uzak Allah ’tır ve aracılar lazımdır. Batan bir gemide olmadığı sürece dua etmezlerdi.
Kuran ise yakın bir Allah tasavvuru inşa eder ve duayı ön plana çıkarır. Dua ibadetin beynidir der
efendimiz. “ ben yakınım, dua edenin duasına icabet ederim” diyen bir Allahımız var. O halde “sizde
benim davetime icabet edin.” Her namazdan sonra efendimizin “ayetel kürsi” yi okumasının sebebi “
uyumayan ve unutmayan bir Allah”, sen unutursun Allah unutmaz, “zaman geçsin Allah unutur” sil
akılından yok böyle bir şey. Bu ayet’i Kürsi yapan budur “uyumayan ve unutmayan bir Allah”
tasavvuru, tevhid kısmı Kuranın her yerinde var. Efendimizin ayetel kürsi için “ Kur’anın atan kalbi”
demesi boşuna değil. Bir insan günaha karşı aşılanmak istiyorsa Allah ‘ın her an gördüğü konusunda
kalbi mutmain olmalı. İşin mirengi noktasıda budur, Allahın her an gördüğü. İhsan da budur; Allah ‘ı
görüyormuş gibi ibadet etmendir, bu imanın ikan noktasıdır. Allah ı görür gibi yaşamak.
15. Kella lein lem yentehi lenesfe'an binnasıyeh
“ Yoo! Eğer o buna bir son vermediyse, elbet perçeminden yakalayacağız, ”
- Zımnen: Günahkar yüzünü sakladığı, maske gibi kullandığı perçeminden.
- Bu Ebu Cehiller bu tavırlarına bir son vermezlerse “nasiyeh” alınlarına dökülmüş kaküllerinden
sürükleyeceğiz. Birini aşağılamak istiyorsanız onu saçından sürüklersiniz. Kakül yüzü kapatan saç
aslında, yüzünü, gerçek yüzünü örten maskesini sıyıracağız, gerçek yüzünü ortaya çıkaracağız.
Ahrette insan gerçek suretinde çıkacak. Gerçekten neyse, ahlakının suretini alacak. İnsan olmak ve
insan ölmek tüm dava insan olma davası.
16. Nasıyetin kezibetin hatıeh
“ O pek sahtekar, bir o kadar da günahkar perçeminden;”
- O sahtekar maskesinden. Meğer yüzü değil maskesiymiş. Failin bir fiil, ismi olabilmesi için huy
haline gelmesi lazım, yerleşik olması lazım. Günahkar ara sıra günah işleyene değil, günahı ahlak
haline getirendir. İman da öyle, mümin; bazen iman edip unutan değil, imanını ahlak haline
getirendir.
17. Felyed'u nadiyehu.
“ haydi o kendi örgütünü çağırsın,”
- Müşrik Mekke'nin şehir senatosu Daru'n-Nedve'ye bir gönderme. Bu bağlamda örgütlü küfrü ifade
eder.
- Nadiye: klüp, taraftarların toplandığı yer. O taraftarlarını çağırsın, örgütünü çağırsın. Darul nedve;
Mekke senatosu, bütün kararlar orda alınıyor, efendimize karşı kararlarda orda alınıyor. Darul nedve;
küfr evi, darul erqam; iman evi. Efendimizde darul erqam da yetiştiriyor. Darul erqam da aslında
Darul İslam.
18. Sened'uzzebaniyete.
“ Bizde zebanileri çağıracağız.”
- Büyük bir tehdit, o örgütünü, taraftarlarını çağırsın bizde zebanileri çağıracağız. "Cehennem
muhafızları" olarak kullanılan zebâni, zâbin, zebine, zibniyye ya da zib-niy kelimesinin çoğuludur.
Kökeni Adnanî Araplara uzanan Vâ'il kabilesinin bir kolu olduğu belirtilen Benu Zebine oymağıyla
da muhtemel bir anlam ilişkisi bulunan zebani kelimesi, klasik Arapça'da "kolluk kuvvetleri" (surât)
anlamında kullanılmış; ayrıca son derece saldırgan ve elinden kaçıp kurtulması mümkün olmayan
insanlar zebani diye nitelenmiştir (Lisân ve Kurtubî). Bu kabileden kralların korumaları çıkarmış.
Adeta cehennemin bodyguardları. Tahrim sûresinin 6. âyetinde bunların Allah'ın görevlendirdiği
melekler olduğu ifade edilmektedir. Bu durumda, bu görevlilerin "korkunç, çirkin" değil, "güçlü,
kuvvetli" varlıklar olduğu sonucuna ulaşılır.
- Onların taraftarları varsa, Allahın da taraftarları var, ahirete gitmeden dünyada düşünsünde ahrete
temiz gelsin diye rabbimizin bir rahmeti.
19. Kella la tütı'hü vescüd vakterib
“ Hayır o (azgın) insana uyma, imdi (Rabbine) secde et ve yaklaşmaya gayret et.”
- Yo böyle yapmayın, Allah sizi cennet için yarattı, cennet için çalış öyle yapma. - Çağının ebu cehiline uyma, onu tesbit et, teşhis et ona uyma. O nerden gidiyorsa sen gitme. Bu tipe
uyma. - Vescüd: secde et, secde kayıtsız şartsız teslim olmaktır. Eğer İslamı bir harekete çevirirsek bu secde
olur. Tam teslim olmayı hareket olarak göster deseler yapılacak hareket secdedir. Teslimiyetin
harekete dönüşme halidir. Secde müstakil olarak şeriatta ibadet olarak yapılır, fakat rüku yapılmaz.
Şükr secdesi, dua secdesi, sehv secdesi gibi. Şükr secdesi; ben nimetin sahibini unutmadım demektir.
Ben bu başarımı Allah a borçluyum, demektir. Burada ki anlamı “ ebu cehil tipine değil, kayıtsız
şartsız Allah a teslim ol” demektir. - Vakterib: yaklaş, iftial babı zahmet çekmeyi ifade eder. Yaklaşmak için bedel öde, gayret et, çaba
harca.
“ ve ahuru davana, en elhamdülilahi Rabbil Alemin.”
İddiamızın, davamızın tüm hasılatı ve son sözümüz rabbimize Hamd’dir.
Recommended