113
www.atsizcilar.com Sayfa 1

1968 âli bibliyografyası 113

Embed Size (px)

DESCRIPTION

ghrhjer

Citation preview

Page 1: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 1

Page 2: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 2

Âlî'nin en mühim eseri Künhü’ul-Ahbâr'dır. Kendisinin devlet adamı olması, imparatorluğun birçok yerlerinde görevle bulunması ve yaşadığı zamanın olaylarını da kaleme alması bakımından bu eser faydalı bir kaynaktır. Duygularına kapılan garezkâr bir adam olduğu için Alî'nin hükümlerine inanmak doğru değilse de görüp tanık olduğu yılların tarihi bakımından Künhü'l-Ahbâr'ın değeri de inkâr olunamaz. Bunu göz önünde bulundurarak bibliyografyanın sonuna tarihinin orijinal bölümünü eklemeyi uygun gördüm. Ancak eseri fazla uzatmamak için yalnız III. Mehmed zamanına ait parçayı almakla yetindim. III. Mehmed Hicri 1003-1012 (= 1595-1603) arasında padişahlık etmişse de Âlî bunun yalnız 1003-1005 (= Ocak 1595-Ekim 1596) arasını yazmıştır. Âlî'nin dili, özellikle Osmanlı Tarihi bölümlerinde çok ağdalı olduğundan bunu sadeleştirerek bugünkü Türkçeye çevirdim. Sadeleştirirken kelimeleri değil, mânâyı göz önünde bulundurdum. Eldeki nüshalardan hiçbirinin, esas nüsha olmak bakımından, ötekilerine üstünlüğü yoktu. Esad Efendi Kütüphanesindeki 2162 numaralı nüshayı temel nüsha sayarak, sadeleştirmede bu nüshanın yaprak numaralarını köşeli parantez içinde gösterdim. Fatih (4225), Hamidiye (914) Hâlet Efendi (598) nüshalarını da yardımcı olarak kontrol için kullandım. III. Mehmed çağının en son bölümleri, yerinde de işaret edildiği gibi, yalnız Hâlet Efendi nüshasından alınarak sadeleştirilmiştir. Çünkü diğer nüshalarda bu parça yoktur.

Atsız 10 Haziran 1967

Page 3: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 3

Mustafa Âlî (948-1008)

2 Muharrem 948 Pazartesi (= 25 Nisan 1541) gecesi saat 1 de Gelibolu'da doğdu. Babası Ahmed adında bir tüccardır. Abdullah veya Abdülmevlâ diye söylenen dedesinin bir Devşirme olduğu anlaşılıyor. Bu devşirmenin Boşnak-Hırvat soyundan olması kuvvetli bir ihtimal dahilindedir. Çünkü Alî, Künhü'I'Ahbâr’ın dördüncü rüknünün başında (basma V. cilt, s. 9—18) türlü milletlerden bahsettiği sırada Arnavutları yerin dibine batırdığı(1), Çerkes'lerin aleyhinde bulunduğu, Firenk'lerle Macar'lar ve Almanlar hakkında mutedil davrandığı halde Hırvat ve Boşnaklar'ı çok övmektedir. Âlî, 6 yaşında okula başladı. İlk zamanlarda dersleri çabuk kavrayamadığı için öğretmenden çok dayak yedi. 960 (= 1553) ta, 12 yaşında iken Arap sentaksına başlayıp Habib-i Hamidi'den Kâfiye'yi okudu. 964 (= 1557) te, 16 yaşında iken Çeşmî mahlesiyle ilk şiirlerini yazdı ve 760 (= 1359) ta ölmüş olan Hüsameddin Hasan el-Kâti'nin mantıka ait İsaguci şerhine bir haşiye yazdı. (1) 1001 (—1593—1594) yılındaki seferi anlattığı sırada da büyük vezir olan Arnavut Sinan Paşa'yı. Kırım Hanı karşısındaki terbiyesizliğinden dolayı hicvederken Arnavutluğunu da başına kakmaktadır (Künhü'l-Ahbâr, Esad Efendi, 2162 numaralı nüsha, yaprak: 596):

Mâkâdir-i nası ne bilsün o şûm. Ne anda hüner var, ne 'akl ü 'ulûm. İşi lece idi, kendi şahsı 'anûd. Huşûşâ ki cinsi ola Arnabüd. Şu kim rûzı seçmez şeb-i târdan Ne hazz alur ol müşk-i Tatardan? Bunamış, mavıkmış ‘akılsuz koca Sanur rütbesin kadr-i handan yüce. Bu 'akl ile serdâr-i İslâm olur; Anuñçün ki 'asker hezimet bulur.

Aynı nüshanın biraz daha aşağısında (613) ise Arnavut'lar hakkında şu hükmü vermektedir: Hafi olmaya ki tâyife-i Arnavudda muhanneşlık mukarrerdür ve mahall-i iktizâsına göre anlardan şeca'at ve cür'et gayr-i müyesserdür. Zira ki bu zümre-i zemimede istihyâ nâdirdür amma buhl ile meşhur ihtivası vâfirdür. Amma laklaka-i lisânda her biri güya Rüstem-i şânidür.

Page 4: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 4

965 ( = 24 Ekim 1557— 13 Ekim 1558) te. 17 yaşında iken Gelibolulu Sürûrî (ölümü: 969 = 11 Eylül 1561 - 30 Ağustos 1562) den tefsir ve fıkıh dersleri aldı. <Vücüd-i Zihni> ( = Zihnî Varlık) risalesini okudu. Bu sıralarda Çesmî mahlesini değiştirerek Alî adını aldı. 968 (= 22 Eylül 1560- 10 Eylül 1561) de, 20 yaşında iken kâtip olarak Şehzade Selim’in maiyetine verildi. 969 ( = 11 Eylül 1561-30 Ağustos 1562) da 21 yaşında iken Mıhr ü Mäh adlı ilk eserini şehzadeye takdim etti. Bunu vermekten maksadı müderrislik veya kadılık koparmaktı. O sırada 38 yaşlarında olan şehzade, bu 21 yaşındaki muhteris kâtibin dileğini nükteli sözlerle reddetti. Alî aynı yılda Tuhfetü’l- Uşşâk'ın ilk şeklini yazdı. Yine aynı yılda ve belki de müderrislik, kadılık gibi aşırı isteklerinin reddedilmesine karşılık taviz olmak üzere kendisine başkâtiplik verildi. Şehzadenin yanındaki hizmeti 970 (= 31 Ağustos 1562—20 Ağustos 1563) yılı içine kadar sürmüş, telif yılları kesin olarak belli olmayan Eni sü'l-Kulûb ve Mihr ü Vefa adlı eserlerini bu süre İçinde yazmış, 970 te yazmaya başladığı Riyäzä's-Sälikin'i bitirememiştir. Kâtipliği sırasında bir kış günü şehzadenin maiyetinde ava çıkarken şehzade, atını ve kolundaki doğanını göstererek duruma uygun bir matla' söylemesini emretti. Alî hemen:

Şâhbaz-i himmetüñ destüñde olsun ber-karâr, Olur elbette hümay-i saltanat bir gün şikâr

matla'ını yazarak vasıta ile takdim edince bu dalkavukça beyitten memnun olan şehzade kendisine 100 altın sikke ihsan etti. 21 yaşında iken müderrislik veya kadılık istemesinden yükselme ihtirası içinde kıvrandığı anlaşılan Alî, bir aralık İstanbul'a gelerek Kanunî Sultan Süleyman'a kendi erdemlerinden ve eserlerinden bahs ile mağdur olduğunu bildiren yazılar yazdıysa da yüz bulamadı, İstanbul'da durmayarak maiyetinde bulunduğu şehzadenin yanına gitmesi emrolundu. 970 te, 22 yaşında iken Şehzade Selim'in lalası Tütünsüz Hüseyin Beğ adındaki sancak beği ile arası açıldığından, evvelce tanıştığı Şam Beğlerbeği Mustafa Paşa'nın daveti üzerine Şam'a gitti. Mustafa Paşa'nın divan kâtibi olarak 6 yıl Şam'da kaldı. 976 (=26 Haziran 1568 — 15 Haziran 1569) da, 28 yaşında iken Mustafa Paşa'nın Yemen fethi serdarlığına tayini üzerine onunla birlikte

Page 5: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 5

Mısır'a gitti. Mısır'a varışlarının ertesi günü, padişahın kendisine verilen emirlerini Mısır ileri gelenlerine okudu. Mısır Beğlerbeği Sinan Paşa, Mustafa Paşa'nın Yemen'e gitmek istemediğine dair maruzatta bulununca Mustafa Paşa azlolundu ve işi incelemek için müfettişler gönderildi. İdamdan korkan Mustafa Paşa, devlete gizlice gönderilmek üzere Alî'ye bir mektup yazdırdı. Sonra İstanbul'a geldi. Bazı kimselerin yardımıyla kendisine vezirlik verildi. Âlî ise Manisa'ya giderek Veliahd Şehzade Murad (= Üçüncü Murad) a sığındı. Çünkü Mustafa Paşa'nın teftişe uğraması Alî yüzündendi. Bunun nasıl olduğu bilinmiyorsa da Alî'nin kalemiyle yazılan yazılardan ötürü olabilir. Âlî, veliahde, 970 (= 31 Ağustos 1562— 20 Ağustos 1563) te kaleme almış olduğu Mihr ü Vefâ'yı sundu. 977 (= 16 Haziran 1569 — 4 Haziran 1570) de şehzadenin emriyle Rucû’u'ş-Şeyh ilâ Şabâh'ı Râhatu'n-Nufûs adıyla tercüme etti. 978 (= 5 Haziran 1570 -25 Mayıs 1571) de Nâdirü’l-Mahârib adlı eserini yazarak şehzadeye takdim etti. 969 (= 11 Eylül 1561 — 30 Ağustos 1562) da ilk şeklini yazmış olduğu Tuhfetü’l ‘Uşşâk'ı aynı yılda kesin şekle ulaştırdı. 980 (= 14 Mayıs 1572 - 2 Mayıs 1573) de, belki de veliahdin şefaati ve korumasıyla İstanbul'a gelerek aynı yılda yazmış olduğu Heft Meclis'i Şeyh Muslihiddin aracılığı ile Büyükvezir Sokullu Mehmed Paşa'ya takdim etti. Bununla 30 — 40 bin akçalık bir zeamet umuyordu. Halbuki Bosna'ya gönderilerek Bosna Beğlerbeğisi Ferhad Paşa'nın divan kâtibi oldu. Yıllarca bu görevde kaldı. Bu sırada, 982 (=23 Nisan 1574 — 11 Nisan 1575) de şair Yahya (ölümü: 990= 1582) ile tanıştı. Veliahdliği sırasında tanışmış olduğu III. Murad'ın 22 Aralık 1574 te padişah olmasından sonra Türkçe ve Farsça kasidelerle halinden yanıp yakılan gazeller yolladıysa da umduğunu bulamadı. Bu sefer Musâhib Şemsi Paşa'ya <şems> redifli bir kaside takdim etti. Bundan da bir şey çıkmadı. 983 (= 12 Nisan 1575 — 30 Mart 1576) te Macaristan'daki Pojega kasabasına uğradı. Aynı yılda Riyâzü’s-Sâlik’in ilk şeklini yazdı. 984 (=31 Mart 1576 — 20 Mart 1577) te Bosna'daki Kilis'te ocakları olan Malkoçoğulları'na (İbrahim, Ömer, Ali, Osman) konuk oldu.

Page 6: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 6

986 Saferi başında (= Nisan 1578) Lala Mustafa Paşa. Gürcistan ile Azerbaycan ve Şirvan taraflarına serdar tayin olununca Alî'nin münşîliğe, yani divan kâtipliğine tayinini Hoca Sa’deddin aracılığı ile padişahtan istedi. Padişah da bir hatt-ı hümayunla Âli'yi bu göreve tayin etti. İki yıl bu hizmette kaldıktan sonra defterdarlıklardan birini istedi. Onun bu isteğini Lala Mustafa Paşa da destekleyerek İstanbul'a yazdıysa da bir şey çıkmadı. Bu sefer kendisi padişaha bir gazel yazarak nişancılık istedi. Buna da cevap gelmedi. Nihayet Şirvan fethinde, münşîlikte yaptığı hizmetlere karşılık kendisine Haleb tımar defterdarlığı verildi. Fakat Haleb'e gidemedi. Serdar Mustafa Paşa'nın buyruğu ile Erzurum'da görevli bulunduğu sırada, 19 Zilkade 987 (=7 Ocak 1580) de, Lala Mustafa Paşa'nın yerine Doğu Serdarlığına tayin olunan Sinan Paşa'nın selâm çavuşu Erzurum'a gelip emirler gelirdi. Alî de bu emirlere uyarak Trabzona gidip mavnalarla gelen zahirenin ambarlara yerleştirilmesi işiyle uğraştı. Kışın Erzuruma dönüp kışlamak istiyordu. Fakat yeni serdar gelinceye kadar serdar kaymakamı (= kumandan vekili) tayin olunan Van Beğlerbeğisi Hüsrev Paşa'nın buyruğu ile kâtiplik hizmetinden başka gemilerle gönderilen un, arpa ve başka levazım ve mühimmatın Trabzon'da mahzenlere konup saklanması, bunların taşınması için hayvan bulunması ve yolların temizlenmesi için vazifeye devam etti. Eski serdara mensup olması dolayısıyla bu sıralarda pek de gözde olmayan Alî, Haleb tımar defterdarlığının kendisinden alınmasından korktu. Fakat korktuğuna uğramadan Trabzondaki görevini bitirerek Haleb'e gitti. 988 (= 17 Şubat 1580 —4 Şubat 1581) de Menşe’ü’l-İnşa'yı yazdı. 977 (—16 Haziran 1569 — 4 Haziran 1570) de yazmış olduğu Râhatü’n-Nufûsu yeniden düzenledi. Aynı yılda Tuhfetü’ş-Şulehâ, Zübdetüt-Tevârih, Hilyetü’r-Ricâl ve Nuşretrtâme'yi yazdı. Haleb defterdarlığında bulunduğu sırada, 989 yazında (= 1581) Haleb ve Arap askerleriyle birlikte Van sınırı savunma kuvvetine katılmak üzere oraya gitti. Naşihatü's-Selâtin adlı mühim eserini bu defterdarlığı sırasında yazdı. Defterdarlığı sırasında da daima halinden yanıp yakılarak başka ve üstün görevler istediği, bu yüzden bazı büyüklere mektuplar yazıp sonuç alamadığı için İstanbul'a geldi. Yanında Üveys Paşa'nın padişaha

Page 7: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 7

ve Veliahd Şehzade Mehmed'e yazdığı tavsiyenameler vardı. Âlî'yi öven bu tavsiyeler onun kendi kaleminden çıkmıştı. Âlî, doğu seferlerine dair yazdığı Nuşretnâme ile Şehzade Mehmed'in 990 (= 1582) deki sünnet düğününe dair vazdığı Cami’ü’l-Hubûr der Mecâlis-i Sûr adlı eserlerinin takdiminden bir şeyler umuyordu. Padişah Nusretnâme'yi beğenmişti. Buna rağmen kendisine yine istediği ve umduğu bir görev verilmedi. Bilâkis Haleb defterdarlığından da azledildi (991 = 1583). İki yıl açıkta kaldı. Öteye beriye yoksul düştüğünden bahseden ve liyakatlerini sayan manzum mektuplar göndermekte devam etti. 993 (= 1585) te Erzurum Mal Defterdarlığına tayin edildi. Altı ay burada kaldıktan sonra aynı yılın sonlarında (= Mart 1576) Bağdad Mal Defterdarlığına naklolundu. Az bir süre sonra buradan da azledilerek İstanbul'a geldi. 995 Recebinde (= Haziran 1587 Kavâ’idiü’l-Mecâlis'i yazdı. 997 (= 20 Kasım 1588 - 9 Kasım 1589) de Sivas Defterdarlığına tayin olundu. Bu yıl içinde Nevadirü’l Hikem'i yazdı. 998 (=10 Kasım 1589 — 29 Ekim 1590) de, 970 (= 31 Ağustos 1562 — 20 Ağustos 1563) te başlayıp 983 (= 12 Nisan 1575 — 30 Mart 1576) te bitirmiş olduğu Riyâzü’s-Salikin’i düzelterek kesin şekilde bitirdi. 1000 Şevvalinde (= Temmuz 1592) Yeniçeri Kâtipliğine tayin olundu. 1001 Muharremi başında (= Ekim 1592) Fatih civarından geçen 111. Murad'ın, yapılmakta olan bir evde 300 kadar Yeniçeri ve Acemi Oğlanı görerek evin kime ait olduğunu sorması ve Âli'ye ait olduğunu öğrenmesi üzerine azlolundu. Bunun üzerine doğum yeri olan Gelibolu'ya gitti. Bir süre sonra Defteremini olduysa da bilinmeyen bir sebeple buradan da azledildi. Bundan sonra ikinci defa Yeniçeri Kâtibi oldu. Bunun tarihi belli değildir. Ancak 16 Cümâzelevvel 1003 (= 28 Ocak 1595) te, III. Mehmed'in tahta çıkışında bu görevde idi. Padişahın tahta çıkışında kanun gereğince kendisine verilen bir hil'at ile 1000 akçayı az olduğu için almadı. Bu, padişaha arzolununca ertesi günü kendisine bir hil’at ile 50.000 akça verildi.

Page 8: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 8

Padişah, büyük şairlerden Bakî ve Nev’i’ye ihsanlarda bulunduğu gibi Âlî'ye de isterse Yeniçeri Kâtipliğinden tekaüdle 200.000 akçalık has tayin edilsin diye teklifte bulundu. Alî, Künhü’l-Ahbâr'ı yazmakta olduğu için daha kolay çalışacağını umduğu Mısır Defterdarlığını istedi ve dilekçe mahiyetinde altı beyitlik bir manzume gönderdi. Padişah, Mısır Defterdarlığını verecekti. Fakat bazı nüfuzlu kimseler engel oldular. Bunun üzerine 1004 Muharreminde (= Eylül 1595) Sivas Defterdarlığına, aynı zamanda Amasya Sancak Beğliğine tayin olundu. Aynı yıl içinde iki defa Kayseri Sancak Beği oldu. Bu görevler çok kısa sürdü. Birincisinde 28, ikincisinde 42 gün görevde kalarak azlolundu. Kayseri Beği iken bir ayda Mahasin’ül-Âdâb'ı yazdı. 1006 Cemaziyelâhırında ( = Ocak 1598) padişaha verdiği bir manzume ile kendisine biraz tekaüdiyye bağlanmasını, bununla Mekke'ye yerleşeceğini söyledi. 1007 sonu veya 1008 başında (= Ağustos 1599) kendisine Cidde Sancak Beğliği verildi. Bu görevine giderken Kavâ’id'ül-Mecâlis'in genişletilmiş şekli olan Mevâ’idü’n-Nefa’is fi Kavâ’idi’l-Mecâlis'i yazdı. 1008 Rebiülevvelinin sonunda (= 1599 Eylülü ortası) Hâlâtü’l-Kahire min el-Âdâti’z-Zahire'yi yazdı. 1008 Rebiülâhırından (= 18 Kasım 1599 dan) sonra Cidde'de öldü. Nereye gömüldüğü belli değildir. FazluIIah adında bir oğlu olduğu biliniyor. Fazlullah'ın 976 (= 26 Haziran 1568 — 15 Haziran 1569) veya 984(= 31 Mart 1576—20 Mart 1577) doğumlu olduğu anlaşılıyor. Alî, kendi çağının bilginlerinden ve oldukça iyi şairlerinden olmakla beraber özellikle tarihçi olarak ün yapmıştır. Hattâ, resmî görevi bakımından maliyeci olmasına rağmen bu alanda hiç tanınmamıştır. Fakat Âlî’nin tarihçiliğine de tamamiyle güvenilemez. Duygularına mağlûp, kendi sözlerini çelen bir adamdır. Meselâ Çengiz ve Temir hakkında, başka İslâm müverrihlerinde görülmeyen bir şekilde, düşmanlıktan uzak bir muhakeme yürütmeye çalışması, tarafsızlığına tanık olur.

Page 9: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 9

gibi gözükmekte ise de(1)eserinin başka bir yerinde Temir'i bütün müteassıp İslam müverrihleri gibi batırması(2)Âlî'nin gerçek mahiyetini ortaya koymaktadır. Türkler hakkındaki düşüncesi olumsuzdur (3)Türkçeyi kaba, Arapça ve Farsça ile karışık Türkçeyi güzel saymakta, âdet olduğu üzere Arapça ve Farsçayı üstün görmektedir (4). (1) Çengiz Han ve Aksak Temir hakkındaki saygılı dili, Osmanlıları boşlamadan önce hükümdar unvanlarını anlatırken şöylece göstermektedir: Târih-i hicretden sonra zuhûr eden havâkinûñ bir şâhib-kırânı Cengiz-î ruşen-tebar ve birisi dahi Timûr-i büzürgvârdur (Künhü’l-Ahbâr, V, 17), Ayrıca Temir hakkındaki şu satırlarıyla da kendisinin ne kadar tarafsız olduğunu ortaya koymak istemektedir: Egerçi müverrih 'Arab-şâh ahval-i Timûrı ta’n u kadh ile yazmışdur ve Mirhônd müverrih. Timur neslinden olan Hüseyin Mirza ki Sultân Baykara’dur. anuñ 'asrında te'lif etmekle Timur meda’yihinde mübalağa etmişdür. Amma müverrihan-i Rûmt Timûr’a gadr-i kabih ve Sultan Bayezid Han'a vaşf-i şarih ile yazmışlardur. Bu hakir izhâr-i hakk edüp her ne yazdumsa eşahh ve rast yazdum ve nakl eyledümse bi-kem ü kast takrir eylemedüm. Zira ki müellife bundan ziyade 'ayb olmaz ki hakkını ketm eyleye. Kimine gadr ve kimine vaşf ihtiyar eyleye ve garez ile söz söyleye. Mütalaa edenlere malum olur ki aşla garez ve ta'aşşub semtine gitmedüm ve hakşinasana mefhûm olur ki kizb ü iftiraya cüret etmedüm (Künhü’l-Ahbâr, V, 103). (2) Temir'le Yıldırımın mektuplafmalarını anlatırken yazdığı bîr manzumede Temir tahkir olunmaktadır: Kanda vardıysa leşker-i Timûr Kildi ant harabe mâr ile mûr. Şûm-i cennet-meşama yetdi o şûm; Yıkdı her kanda kondıyise o bûm. Başmasun haşılı bu mülke kadem, Şalmasun seyl-i kahr, hışm-ı haşem. Ne ise hacetin revâ buyuruñ. Ğarezi cifedür, ‘ata buyuruñ. Padişâh oldur, ede re'y-i kavim. Koymaya milketine cünd-i ğarim. Ola baği ‘al’el-huşûş Tatar, Rûz’i pür narı gösterür ele târ (Künhü’l -Ahbár, V, 85). (3) Kudretli Türk hanlarını çapulcu olarak kabul etmektedir- <......ol zümreden (yani Türk'lerden) zuhûr eyleyen mülûk ve hânan-i şâhib-kırân-i ğâret-sülûk kemâyenbagi yazılmışdur (Künhü'l-Ahbár, l, 15). (4)<Çerkes> adının sözde <Serakeysu> dan gelmiş olduğu hakkında uydurma bîr iştikak yaparken Türkçenin kabalığını şu şekilde ileri sürmektedir: "Sonra lisán-i ğaliz-i Etrâk’e düşüp Çerkeş itlâk olundı, (Künhü’l -Ahbár, V. 10). Biraz aşağıda yine Türkçenin kabalığından bahsetmekte ve Türkiye'de kendi zamanında kullanılan dört

Page 10: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 10

Âlî hattattır, İstanbul'un tanınmış hattatlarından olan Şükrullah oğlu Pir Mehmed Dede'den sülüs ve nesih dersi almıştır. Eserlerinden anlaşıldığına göre kendisini çok erdemli ve bilgili saymaktadır(1). Fakat Osmanlı imparatorluğunun seçkin ve muhtarîyetli bir parçası olan Kırım'ı şehir sanacak kadar cahildir(2). Daha ilk eserlerinden başlayarak durumundan şikâyet etmiş, 21 yaşında iken müderrislik veya kadılık isteyecek kadar küstahlık göstermiştir. En ciddî eserlerinde bile kendi şahsına, değerinin bilinmediğine yahut haksızlığa uğradığına dair bölümler, satırlar vardır. Çevresindeki herkesin aleyhinde bulunmuştur. Aleyhtarlığı edepsizlik derecesine vardırmaktan çekinmemiştir(3). Hırs ve gururu yüzünden dilden mürekkep acayip dilin edipler orasında bekalarından tatlı sayıldığını söylemektedir. Dört dilden maksadı Türkçe, Arapça ve Farsçadan başka olarak Doğu Türkçesi yani Çağatayca olmalıdır:

Müceltedat-i tevarihe hic nihâyet yok, Suhan ne ma’den imiş, cevherine gâyet yok. Egerçi Türki vû Tâzi vü Fârsi güftar Kitâblar düzilüp dizdi dürlerin aşar; Veli anuñ kimi muğlak, kiminde hâlet yok; Kiminde Türki eda kubhı var. selâtet yok. Ne muğlakından otur Ehl-i Rûm’a fethü’l-bab Ne Türki dilden okur, hazz alur uli’l-elbab

Fi’l-vaki fi zamaninâ vilayet-i Rûm'da câri olan lisân-i bu’l-aceb elsine-i çardan mürekkeb bir nutk-i pâk-mezhebdür kî ehl-i diller tekellüminde güya ki sa’irinden a'zebdür. Faraza lisân-i ‘Arabi tekellümi farz veya vâcib olsa ve zebân-i Fârsi isti’mali sünnet-i seniyye makamında kıyam bulsa beyan olınan halâvetden mürekkeb lisân-i Türki telaffuzı müstehab ve basitinde Türki fuşahâ kavlince nehy-i vâcibdur (Künhü'l Ahbâr. I, 11). (1)Âli gibi ferid-i cihanun reva mıdur 'Azl ile kapu kapu gezüp mübtezelligi beyti ile <bu fazılumuzla ki biz ser-bülend-i afâkız> veya <Bir gevherüm ki kıymet ü kadrim bilinmedi> mısraları övünmekte ne kadar ileri gittiğini gösterir, Âli'nin bunun gibi övünme mısraları çoktur. Bunların bazıları gülünçtür, İbnülemin Mahmud Kemal'in özel kütüphanesindeki bir dergide bulunan bîr manzumesinde şu beyitler vardır (Bak: İbnülemin Mahmud Kemal, Mustafa Âlî, s. 114):

Ma’ârife göre olsa manâşıb-i dünyâ Benüm olırdı cihan begligi bi-hakk-i Hudâ Eger bu devrden evvel cihana gelseydüm Ya Hüsrev olur idüm ben ya Hazret-i Monlâ.

(2)Bak: Naşihatü’s-Selâtin. Hüsrev Paşa 311, 9a — 9b. (3) Trabzon Beği Ömer Beğ hakkındaki gayet iğrenç ve bayağı manzum hicviyesi bunu gösteriyor (Bak: Naşihatü’s-Selâtin, Hüsrev Paşa 311, 85a — 85b).

Page 11: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 11

daima kendisinden tiksinilmiş, bu kadar hırs ve gururu olduğu halde de dalkavukluk ve dilencilik etmekten; beğlerbeğilik, reîsülküttablık ve nişancılık istemekten asla vazgeçmemiştir. Tanınmış bir tarihçi olduğu halde sağlam bir tarih muhakemesi yoktur. Bunun en iyi tanığı, Kâtib Çelebi taralından bilgisizlik ve akılsızlıktan doğan kuruntu ve safsatalar mahsulü olarak vasıflandırılan (Keşfü'z-Zunûn, II, 1649) Mir'atü’l-‘Avâlim adlı eseri, dalkavukluğunun en kesin tanığı da III. Murad hakkındaki makaleleridir. Ali hakkında en güzel etüdü yapmış olan İbnülemin Mahmud Kemal'in de işaret ettiği gibi, şiirlerindeki istiğna sahibi olduğunu bildiren mısralara rağmen, davranışlarında hiç istiğna göstermemiş, aksine, bir bilim adamına asla yakışmayan bir açgözlülük göstermiştir. Şairliği hakkındaki övünmeleri için de aynı şeyler söylenebilir. Nazını tekniği bakımından oldukça kusursuz, ikinci sınıf bir şair olduğu halde, kendisini Nev'î'den ve hele Bâkî'den üstün görmesi ve en üstün şair sayması da eski edebiyatta usulden olan <şairce övünme>nin çok ilerisinde bir haddini bilmemezliktir. Bunların dışında bir de sosyal kusuru vardır ki o da Türk milleti hakkındaki çirkin ve kötü düşünceleridir. Türkler aleyhindeki sözlerinin «Türk» kelimesiyle «köylü» kasdediliyor diye teviline imkân yoktur. Bunun sebeplerinden birisi kendisinin bir Devşirme torunu olması ise biri de âdeti üzre kıskançlık ve ihtiras yüzünden her yükselene karşı duyduğu kindir. 989 (= 5 Şubat 1581 — 25 Ocak 1582) da yazdığı Naşihatü’s-Selâtin'de Türkler'in huyunu <şirret> ( = kötülük) ve <fesâd> ( = bozgunculuk, karıştırıcılık) kelimeleriyle anlattıktan sonra eski padişahlar zamanında Türkler'e beğlerbeğilik verilmezdi diyerek de bir yalan söylemektedir. Bütün bunlar Alî'nin huysuz ve ahlâksız <bir fâsık-ı mahrum> olduğunu gösteriyor. O zamanda birçoklarının da haksızlığa uğramış olduğu bilinmekte ise de Âlî gibi her görevinden atılan görülmemiştir. Bunların hepsinin 'Alî'ye karşı yapılmış haksızlıklar olduğu, tabiî söylenemez. Nitekim meslekdaşları arasındaki ünlü tarihçi Peçevî İbrahim Efendi (— 1061) onun için <’ Âlî hôd bir küfrânü’n-ni'me âdem idi> diyerek ahlâksızlığını belirtmektedir(1). İbnülemin Mahmud Kemal'in de yazdığı gibi insanlara yararlı olmak gibi yüce bir düşünceyle yazılan eserlerinin çoğunda ilk bolüm zamanın (1) ibnülemin Mahmud Kemal. Mustafa Alî, s. 11,

Page 12: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 12

büyüklerine, ikinci bölüm ise talihinin kötülüğüne ayrılmıştır. Eserlerinin bir kısmını bilim ve erdemine rağmen rağbet görmediğini anlatmak, bir kısmını lütuf istemek, bir kısmını marifet göstermek, bir kısmını da ilme hizmet için yazmıştı(1). Aynı adam hakkında birbirinin tamamen aksi mütalealar yürütmesi, yani önce övdükten sonra yermesi, yahut yerdikten sonra övmesi de Alî'nin özelliklerindendir (Sinan Paşa, Sokullu Mehmed Paşa ve Lala Mustafa Paşa hakkında böyle davranmıştır). Bu kadar huysuzluğuna rağmen III. Mehmed'e verdiği bir gazelde kendisini <melek huylu> olarak vasıflandırması da huysuzluğun orijinal bir şeklidir. Âlî, başka kusurlarına ek olarak müsrifti. Bunu Peçevî alaylı bir dille söylediği gibi(2) III. Murad tarafından Yeniçeri kâtipliğinden azlolunmasına sebep olan olay da yine gösteriş merakı ve israftır.

Âlînin Eserleri Âlî, son eserlerinden olan Künhü'l-Ahbâr'ın başlangıcında 50 tane eseri olduğunu söylüyorsa da bunların bazıları ortada yoktur. Elde bulunan eserlerine göre Alî'yi her şeyden önce bir müverrih saymak gerekmektedir. Çünkü en ciddî ve değerli eserleri tarih ve biyografyaya ait olanlardır. Bunlar arasında Mır’atü'l-'Avâlim gibi hurafelerden mürekkep bir risale bulanmasına ve Âlî'nin şahsî kin ve garezlerine çok yenilmiş bir adam olmasına rağmen Osmanlı tarihçileri arasında mühim bir yeri olduğu muhakkaktır. Fakat Süssheim'ın iddia ettiği gibi (İslâm Ansiklopedisi, I, 304—306) Müneccİmbaşı ile asla ölçüştürülemez. Âlî'nin eserlerini konuya göre üç büyük bölüme ayırmak mümkündür: 1 — Tarihî eserler. 2 —Edebî eserler. 3 — Diğer konulardaki eserler. 1 — Tarihi Eserleri Tarih ve onun bir dalı olan biyografyaya ait eserleri 13 tanedir. Kâtip Çelebi (Keşfü’z-Zunûn, II. 1512) ve ondan alarak İbnülemin Mahmud Kemal (Mustafa Âlî, s. 62) tarafından Kenzü’l -Ahbár ve Lâkıhi’l-

Efkâr adlı, 6 yılda yazılmış ve 1000 (= 19 Ekim (1) Aynı eser. s. 106. (2) İbnülemin Mahmud Kemal, Mustafa Âlî, s. 111.

Page 13: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 13

1591-7 Ekim 1592) yılında bitirilmiş Türkçe bir genel tarihi olduğu, sonra bunu kısaltarak Fuşûlüyl-Halli ve’l-‘Akd'i meydana getirdiği ileri sürülüyorsa da kendini övmekte pek aceleci olan Alî böyle bir eserinden bahsetmediğine göre bunun Künhü’l-Ahbar'dan galât olduğu anlaşılmaktadır. Yazılış tarihlerine göre bu 13 eser şunlardır: 1) Nâdirü’l-Maharib ………. 978 (= 5 Haziran 1570 — 25 Mayıs 1571) 2) Heft Meclis................... 980 {=14 Mayıs 1572 — 2 Mayıs 1573) 3) Zübdetü’t-Tevârih …….. 988 (=17 Şubat 1580 — 4 Şubat 1581) 4) Nuşretnâme................. 988 {=17 Şubat 1580 — 4 Şubat 1581) 5) Furşatnme................... 989 (=5 Şubat 1581 — 25 Ocak 1582) 6) Câmi’ü’l – Hubûr der Mecalis-i Sûr………......... 990 (=26 Ocak 1582 — 25 Ocak 1583) 7) Menakib-i Hünerverân.. 995 (=12 Aralık 1586 — 2 Aralık 1587) 8) Mir’atû'l-'Avalim………… 995 (=12 Aralık 1586 —2 Aralık 1587) 9) Mirkâtü’l-Cihad……...... 997 (=20 Kasım 1588— 10 Kasım 1589) 10) Künhü’l-Ahbâr…………. 1000-1007 (=19 Ekim 1591 — 23 Temmuz 1599) 11) Fuşûlü'l - Halli ve’l- ‘Akd ve Usûli’l-Harci Ve’n-Nakd………………… 1007 (=4 Ağustos 1598 — 23 Temmuz 1599) 12) Hâlâtü’l-Kahire min et-'Âdati'z-Zahire…….. 1008 Rebiülevveli sonu (=1599 Eylülü) 13) Müşkât.......................? Bu 13 eserin hepsi Türkçe olup Nâdirü’l-Maharib ile Câmi’ü’l – Hubûr der Mecalis-i Sûr manzumdur. Furşatnme ile Müşkât bugün ortada yoktur. 2 — Edebî Eserler: Edebî eserleri 20 tane olup telif yıllarına göre şunlardır: 1) Mihr-ü Mâh....... 969 (=11 Eylül 1561 — 30 Ağustos 1562) 2) Mihrü Vefâ ....... 970 ( =31 Ağustos 1562 — 20 Ağustos 1563) 3) Tuhfetü’l-‘Uşşak 978 (=5 Haziran 1570 — 25 Mayıs 1571) 4) Farsça divan...... 988 (=17 Şubat 1580 — 4 Şubat 1581) 5) Türkçe divan..... 989 (= 5 Şubat 1581 — 25 Ocak 1582) 6) Riyâzü’s-Sâlikin. 998 (=10 Kasım 1589 — 29 Ekim 1590)

Page 14: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 14

7) Şadef-i Şad-gûher……….. 1001 (= 8 Ekim 1592 — 26 Eylül 1593) 8) Subhatü'l-Abdâl………….. 1002 (=27 Eylül 1593 — 15 Eylül 1594) 9) Bedi'ü’r-Rukûm …………… 1003 (=16 Eylül 1594 — 5 Eylül 1595) 10) [Manzum kırk hadîs tercümesi] ............... 1005 ( = 25 Ağustos 1596 — 13 Ağustos 1597) 11) Gül-i Şad-berk..............? 12) Hulâşatü’l-Ahval der Letafet - i Mevâ’iz – i Sahihü l-Me'âl............ ? 13) Ravza-i ‘İrfan............... ? 14) Ravzatü l-Leta'if.......... ? 15) Subhatü'l-lnâbe.......... ? 16) Nikâtü’l-Kâl fi Taz- mini’l-Makâl.............. ? 17) [Dakâ’ikü’t- Tevhid] .. ? 18) Ma’âlimü't-Tevhid ….?

19) Bedâyi’ü’l-Matâli’ ...? 20) [Cami'nin bir beyti- nin şerhi] ...............? Farsça divan ve Bedi'ü’r-Rukûm 'dan başka hepsi Türkçe olup <Mihrü Vefâ>, <Ravza-i ‘İrfan> ve <Ravzatü l-Leta'if > ortada yoktur. 11 — 20 numaralı son 10 eserin telif yılları belli değildir. 3-Diğer Konulardaki Eserler: Âlî'nin diğer konularda 22 eseri vardır. Bazıları değersiz makaleler olan bu eserler, yazılış tarihi belli olanlar başta bulunmak üzere şunlardır: 1) Enisü'l-Kulûb........... 971 (—21 Ağustos 1563 — 8 Ağustos 1564) 2) Râhatü’n-Nufûs……. 977 (=16 Haziran 1569 — 4 Haziran 1570) 3) Hilyetü'r-Ricâl •....... 985 (=21 Mart 1577 — 9 Mart 1578) 4) Naşihatü's-Selâtin.. 969 (= 5 Şubat 1581 — 25 Ocak 1582) 5) Câmi’ü’l-Kemâlât…. 992 (=14 Ocak 1584 — 2 Ocak 1585) 6) Vakfname.............. 994 (=23 Aralık 1585—11 Aralık 1586) 7) Kavâ’idü’l-Mecâlis 995 (=12 Aralık 1586 — 2 Aralık 1587) 8) Ferâ'idü'l-Vilâde…. 995 (=12 Aralık 1586 — 2 Aralık 1587)

Page 15: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 15

9) Nevâdırü’l-Hikem…………… 997 { — 20 Kasım 1588 — 10 Kasım 1589) 10) [Risale-i Zırgâmiyye]…….. 999 ( = 30 Ekim 1590 — 78 Ekim 1591) 11) Mahâsinü’l-Âdâb…………. 1004 (= 6 Eylül 1595 — 24 Ağustos 1596) 12) Mevâ’idü’n-Nefâ’is fi Kavâ’idi'l-Mecâlis…………. 1007 veya 1008 ( = 4 Ağustos 1598 — 23 Temmuz veya 24 Temmuz 1599— 12 Temmuz 1600) 13) Tuhfetü'ş-Şulehâ..............? 14) [III. Murad'ın 120 yıl yaşayacağına dair risale] ? 15) Dürer-i Menşûre ? 16) Zübdetü'l-Evrâd …………... ?, . 17) Hakâyikü’l-Ekâlim………… ? 18) Menşe’ü’l- İnşa .............. ? 19) Münşe’ât........................? 20) Ma’âyibü'l-Erzal ………….? 21) Nüzhet veya Nüzheü’l- Mecalis........................ ? 22) Şad Kışşa ve Şad Hişşe ..? Bunlardan <Enisü'l-Kulûb>, <Dürer-i Menşûre>, <Ma’âyibü'l-Erzal>, <Nüzhet> ve <Şad Kışşa ve Şad Hişşe> ortada yoktur.

Page 16: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 16

Nâdirü'l-Mahârib: Kanunî Sultan Süleyman'ın şehzadeleri olan Selim'le Bayazıd'ın Konya savaşını anlatan manzum ve mensur bir eserdir. II. Selim'in tahta çıkmasıyla biter. Manzumelerin çoğu Farsçadır. 976 Recebinde (=20 Aralık 1568—19 Ocak 1569) yazılmıştır.

Eserin adının Nâdirü'l-Mahârib olması da mümkündür. Mehreb

<sığınacak yer> demektir. Mehârib bunun çoğuludur. Mahârib ise <mihrab>ın çoğuludur ki eserin adında biraz aykırı kaçmaktadır. Tumturaklı ve ağdalı bir dille yazılan bu eserde Â|î dışardan hiçbir manzuma almadığını iddia etmektedir. Başlangıç:

Yazma 1) Revan 1290 (1b — 25a). Heft Meclis: Kanunî Sultan Süleyman'ın son seferi olan Sigetvar seferinin tariidir. Padişahın 9 Şevval 973 (=2 Mayıs 1566) perşembe günü sefere çıkışını, ordunun yürüyüşünü, savaşı, Kanunî'nin ölümünü ve II. Selim'in 9 Rebiülevvel 974 ( 23 Eylül 1566) Pazartesi günü tahta çıkışını anlatır. <Meclis> adını verdiği 7 bölümden ibarettir. 980 ( = 14 Mayıs 1572-2 Mayıs 1573) de yazılmış ve Sadırazam Sokullu Mehmed Paşa'ya sunulmuştur. Alî bu eserini tarih yazmaktan çok inşadaki ustalığını göstermek için kaleme

almıştır. Başlangıç:

Basma 1) İstanbul 1316, İkdam Matbaası, 55 sayla (İkdam külliyatı). Yazmalar 1) Esad Efendi 2086 (1a —24a). 1115 istinsahlı. 2) Revan 1290 (26b — 40a). Zübdetü't-Tevârih: 756 da ölen Kazi ‘Azud'un İşraku't-Tevârih adlı din tarihi kitabının genişletilmiş tercümesidir. Bosna Sancağı Begi Ferhad Paşa'nın is-

Page 17: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 17

teği üzerine tercüme edilmiştir. Bosna'nın Banaluka kasabasında 982 Şevvalinde (=Ocak 1575) tercümeye başlayıp 983 Muharreminde (Nisan 1575) bitirmiştir. Bunu Alî, kitabının sonunda söylemektedir (Bak; Hamidiye 943, yaprak: 214b; Reşid Efendi 663, yaprak: 202b; Hazine 1330, yaprak: 134b—135a). Fakat Âlî, kendi biyografisi hakkında geniş bilgi verdiği Nasihatti's-Selâtin adlı eserinde Zübdetüt-Tevarih'i 40 yaşında iken yazdığını bildiriyor (Bak: Yeni Cami 1014, yaprak: 132b — 133b). Âlî 948 de doğduğuna göre 40 yaşında iken 988 yılında bulunuyor demektir. İkisi de Âlî'nin kaleminden çıkan ve 983 ile 988 gibi beş yıllık fark gösteren bu rakkamlardan ikincisini, Zübdetü't-Tevârih'-in yeniden gözden geçirilerek kesin şeklini almasının tarihi olarak kabul etmek doğru olur sanırım. Eser, bir başlangıç ile Alî'nin <tabaka> dediği 4 bölümden ibarettir: Birinci Tabaka: Âdem'den İsâ'ya kadar, Muhammed'den önceki peygamberler. İkinci Tabaka: Muhammed, çocukları, evdeşleri, amcaları. Üçüncü Tabaka: On Müjdeliler, Peygamberin arkadaşları (Sahabeler). Dördüncü Tabaka: Büyük imamlar. Başlangıç:

Yazmalar 1) Hacı Mahmud Efendi 4505 195 yaprak. 1263 istinsahlı. 2) Hamidiye 948 216 yaprak. 3) Hazine 7330 137 yaprak. 4) Müze 433 192 yaprak. [Sonu eksik]. 5) Müze 434 161 yaprak. [Sonu eksik].

Page 18: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 18

6) Reşid Efendi 663 204 yaprak. Nuşretnâme: Lala Mustafa Paşa'nın 986— 987 yıllan içinde milâdî 5 Nisan 1578 e 7 Ocak 1580 arasında devam eden Azerbaycan ve Şirvan seferlerinin tarihidir. 988 ( = 17 Şubat 1580 - 4 Şubat 1581) de yazılmıştır. Başlangıç:

Yazmalar 1) Esad Efendi 2433 147 yaprak. 2) Hazine 1365 264 yaprak. [Baştan bir yaprak eksik. Bu yaprakta 12 satır olması gerektiğinden 12 satır eksik demektir. Güzel ciltli, tezhipli bir nüshadır. 992 Recebi ortasında (=1584 Temmuzu ortası) istinsah olunmuştur. Birçok minyatürleri vardır. Fakat arada da bazı yaprakların eksik olduğu, eseri daha Önce inceleyen biri tarafından tesbit olunmuştur. Bununla beraber, galiba en iyi nüsha budur]. 3) Nuruosmaniye 4350 263 yaprak. 4) Revan 7298 229 yaprak. Furşatnâme: Nuşretnâme'de anlatılan olayların yani 986 — 987 yılları içinde milâdî 5 Nisan 1578 ile 7 Ocak 1580 arasında vuku bulan Azerbaycan ve Gürcistan savaşları tarihinin tamamlayıcısıdır. Lala Mustafa Paşa'dan sonra serdarlığa tayin olunan Sinan Paşa'nın emriyle yazıldığına göre 989 (=5 Şubat 1581 - 25 Ocak 1582) de telif edilmiş olmalıdır. Şimdiye kadar nüshası bulunmamıştır. Revan Kütüphanesinin 1290 numaralı cildindeki son eserin (41b— 87b) Furşatnâme olmasından şüphelenilmiştir. Çünkü o cildin başında Alî'nin diğer iki eseri bulunmaktadır: 1b — 25a yapraklarında da Nâdirü’'l-Mahârib ve 26b — 40a yapraklarında da Heft Meclis vardır. Fakat bu üçüncü eserin Furşatnâme olmasına imkân yoktur. Çünkü eser 1012 olaylarıyla başlamaktadır. Âlî ise 1008 de ölmüştür.

Page 19: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 19

Cami’ü’l-Hubûr der Mecâlis-i Sûr; III. Murad'ın, oğlu Mehmed (=III. Mehmed) için 1 Haziran 1582 ile 31 Temmuz 1582 arasında yaptırdığı büyük ve eşsiz sünnet düğününü anlatan eser. O sırada Haleb Tımar Defterdarı bulunan Alî de düğüne davet olunmuş, türlü vezinlerde manzum, küçük bir bölümü de mensur olan bu eserini sünnetin yapıldığı 990 yılı içinde ( = 26 Ocak 1582 — 25 Ocak 1583) altı ayda bitirmiştir. Başlangıç:

Yazmalar 1) Bağdat Köşkü 203 109 yaprak. 2) Nuruosmaniye 4318 107 yaprak. [Son yapraklarından bazıları yanlış ciltlenmiştir] 3) Veliyeddin Efendi 1916 (107b – 182a) Menâkıb-i Hünerveân: Âli'nin 995 Rebiülâhırının sonunda (=1587 Nisanı başları) yazdığı bu mühim eser hat tarihinden; Ünlü hattatlar, nakkaşlar, mücellitler ve-sair sanatkârlardan bahseder. Bir mukaddeme, beş fasıl, bir hatimeden mürekkeptir. Iraklı Kutbeddin Muhammed Yezdî nin 50 hattat hakkında yazdığı eserle divan kâtiplerinden ünlü Hattat Kırımlı Abdullah'ın özel olarak verdiği bilgiye dayanılarak yazılmıştır.

Başlangıç:

Basma 1) İstanbul 1926, Matbaa-i Âmire, 92 sayfa (Türk Tarih Encümeni Külliyatı: 9). Eserin başında ayrıca İbnülemin Mahmud Kemal tarafından Âlî'nin hayatı ve eserleri hakkında yazılmış 135 sayfalık bir inceleme vardır. Yazmalar 1) Ali Emîrî Efendi (Tarih) 801 104 sayfa. 17 Zilhicce 1335 istinsahlı.

Page 20: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 20

2) Emanet Hazinesi 1231 74 yaprak. 10 Cemaziyelâhır 1010 istinsahlı. 3) Emanet Hazinesi 1232 (1b—63a) Safer 1151 istinsahlı. 4) Esad Efendi 2211 62 yaprak. 1042 istinsahlı. 5) Hacı Selim Ağa 757 (1b — 47a) 6) Hazine 1291 64 yaprak. 7) Müze 1302 32 yaprak. 1009 istinsahlı. 8) Müze 1305 (1b—64b) 1304 istinsahlı. 9) Revan 1504 67 yaprak Mir'âtü'I- ‘Avalim: Dünyanın yaratılmasına ve Adem'den önceki yaratıklara dair hurafelerden ibaret bir eser olup Kâtib Çelebi'nin şiddetli tenkidlerine uğramıştır (Keşfü’z-Zunûn, II, 1649). 995 ( =12 Aralık 1586 — 2 Aralık

1587) de yazılmış olup iki fasıldan ibarettir. Başlangıç:

Basma 1) İstanbul 1287, Çemberlitaş'ta Ahmed Efendi Basmahanesi, 40 sayfa [Bu basmanın bir nüshası: Hüdâî 1118]. Bu basmada eserin başlangıcı ile hatimenin bir bölümü yoktur. Yazmalar 1) Ali Emîrî Efendi (Şer'iye) 905 (27a — 38b). 2) Ali Emîrî Efendi (Tarih) 535 23 yaprak. 3) Âtıf Efendi 2823 (85b — 92a).

Page 21: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 21

4) Ayasofya 3100 (154a — 171b) 1048 istinsahlı. 5) Bağdatlı Vehbi 2085 (45a — 50a) 1176 istinsahlı. 6) Çelebi Abdullah 263 [Mükerrer] (57b — 68a) 1186 istinsahlı. 7) Düğümlü Baba 444 (153a — 170b) 1150 istinsahlı. 8) Esad Efendi 1826 (161b— 774a) 9) Esad Efendi 2338 (22b — 33b) 10) Esad Efendi 3384 (31b — 39b) 11) Esad Efendi 3782 (118b —123a) 1002 istinsahlı. 12) Fatih 3710 (77b — 88b) 13) Fatih 5427 (66b — 74b) 14) Hacı Mahmud Efendi 2726 (81a —85b) 15) Hacı Mahmud Efendi 5543 (1b— 17a) 1120 istinsahlı. 16) Hacı Mahmud Efendi 4396 23 yaprak. 17) Hacı Mahmud Efendi 4738 (1b — 9b) 1165 istinsahlı. 18) Hacı Mahmud Efendi 4973 16 yaprak. 19) Hacı Mahmud Efendi 5015 (1b — 12b) 1200 istinsahlı. 20) Hacı Mahmud Efendi 6304 (200b — 213b) Ramazan 1048 istinsahlı. 21) Hâlet Efendi 618 (85b — 93b) 1055 istinsahlı. 22) Hâlet Efendi 827 (143b — 152b) 23) Hasan Hayri-Hoca Abdullah 146 (140b — 152b) 1055 Hezargrad istinsahlı.

Page 22: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 22

24) Hasan Hüsnü Paşa 340 (65b —73a) 25) Hasan Hüsnü Paşa 748 (1a — 20a) 1066 istinsahlı. 26) Hüdâî 1223 32 yaprak. 27) İsmihan Sultan 344 (71a — 76b) [Sonu eksik]. 28) Lâleli 1183 (68b— 102b) 1031 istinsahlı. 29) Lâleli 3774 (1b — 19b) 30) Murad Molla 1439 (173b — 186a) 1133 istinsahlı. 31) Müze 451 30 yaprak. 1253 istinsahlı. 32) Reşid Efendi 1146 (80b — 101b) [Müellif yazısı]. 33) Şehid Ali Paşa 2810 (319b — 321b) 1087 istinsahlı. [Parça]. 34) Şehid Ali Paşa 2819 (4b — 18a) 35) Üniversite (Türkçe) 3543 (68b — 90b) Mir'kâtü'l-Cihad: Danişmend Gazi'nin savaşlarından bahseden yarı destanî bir tarihtir. Bu eser ilkönce Selçuklu padişahı II. İzzeddin Keykâvûs'un buyruğu ile 642 (=9 Haziran 1244—28 Mayıs 1245) de İbn-i ‘Alâ tarafından münşiyâne bir Türkçe ile yazılmış, 762 (=11 Kasım 1360 — 30 Ekim 1361) de Osmanlı I. Murad Beğ'in buyruğu ile Tokat Dizdarı Ali Arif tarafından açık Türkçeye çevrilmiş ve eklentiler yapılmıştır. Ali 997 (=20 Kasım 1588 — 9 Kasım 1589) de Niksar'da azledilmiş olarak bulunduğu sırada bazı tarihî eklentilerle bu nüshayı meydana getirmiştir. İfade oldukça münşiyânedir. Kâtib Çelebi'ye göre eser Çorum otlağında (herhalde yayla kasdolunmuştur) 40 günde yazılmıştır (Keşfü’z-Zunûn, II, 1656).

Page 23: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 23

Yazmalar 1) Reşid Efendi 678 278 yaprak. 997 istinsahlı. [İstinsah eden İbniyâmin Çavuş, Âlî'nin kardeşidir]. 2) Revan 364 139 yaprak. [Başından belki bir yaprak, sonundan hayli eksik], Künhü’l-Ahbar: Alî'nin en büyük ve değerli eseri olan Künhü’l-Ahbar. Türkçe bir genel tarihtir. Yirmi yıldan beri yazmayı düşündüğü bu esere İstanbul' da 1000 yılında (=19 Ekim 1591-7 Ekim 1592) başladı. 1007 (=4 Ağustos 1598 — 23 Temmuz 1599) de bitirdi. Âdet olduğu üzere münşiyâne bir dille yazılan başlangıç bir tarafa bırakılırsa, dil oldukça sadedir. Başlangıçta kaynak olarak gösterdiği 130 eser arasında Osmanlı Tarihi'ni ilgilendiren tek kitap Şakâyiku’n-Nu'mâniyye'dir. Birde Ebussuud'un kitabından bahsediyorsa da bunun ne olduğu belli değildir. Ancak, adını söylememekle beraber birçok Osmanlı kaynaklarına başvurduğu muhakkaktır. Netekim Ankara Savaşı'ndan sonra Temir'le Yıldırım'ın konuşmasını anlatırken «.... Cami’ü’l-Meknûnât nâm kitabda ve Ahmedi karındaşı Molla Hamza’nuñ tarihinde yazılmışdur ki... >diyerek bir veya iki kaynağını daha söyler (Künhü'l-Ahbâr, V, 94). Künhü’l-Ahbâr'ın Osmanlılar bölümü, özellikle bu bölümün Alî ile çağdaş son yılları anakaynak niteliğindedir. Alî burada da, yaratılışı iktizası, garezkârlıktan kurtulamamışsa da, bazen de kendisinden umulmayacak kadar doğrulukla tenkid ve açıklamalar yapmaktan geri kalmamıştır. Osmanlılar bölümü 1005 Saferi başlarında ( = Ekim 1596) biter. Künhü'l-Ahbar bir başlangıçla müellifin <rükn> dediği dört bölümden ibarettir. Rüknler şöyledir: Birinci Rükn: Kâinatın yaratılışı, Cân kavmi. Âdem. İkinci Rükn: Peygamberler. Muhammed. Arap tarihi. Üçüncü Rükn: Türk ve Tatar kavımları. Dördüncü Rükn: Başlangıçtan 1005 Saferine kadar (=Ekim 1596) Osmanlı tarihi.

Page 24: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 24

Basma 1) Künhü’l-Ahbâr’ın İstanbul'da yapılmış eksik bir basımı vardır. 5 cilt halideki bu basımın yalnız ilk cildinde 1277 tarihi bulunmaktadır. Basım iyi değildir ve eserin başlangıcında tasnifi yapılan dört rükne pek uyamamaktadır. I. Cilt) Matbaa-i Âmire, 1277 Zilkade ortası (=1861 Mayıs sonu), 5 + 328 sayfa [Kâinatın, meleklerin, cinlerin, şeytanların yaratılışı. Denizler, adalar ve karalar. Âdem'den önceki Can kavmi. Âdem]. Bu cilt Birinci Rüknü almaktadır. II. Cilt) Tarihsiz. 4 + 245 sayfa [Şît, İdris, Nuh, efsanevî Mısır kıralları. Nuh'un çocuklarından türeyen milletler, Hûd, Salih, Iskender-i Zülkarneyn, Ye'cüc Me'cüc, İbrahim, Nemrud, Lût, İshak, İsmail, Mekkenin yapılması, Yakub, Yusuf'un Yakub'dan ayrılması). Bu cilt İkinci Rüknün bir bölümüdür. III. Cilt) Tarihsiz. 2 + 440 sayfa [Başında Üçüncü Cilt olduğu halde, 104. sayfanın başında 4. Cildin 1. Cüzü olduğu, 250 sayfanın başında İse 2. Rüknün 2. Cüzü olduğu yazılıdır. Eserin başlangıcında ikinci Rüknün peygamberlerden ve Arap tarihinden bahsedeceği bildirildiğine göre bu kayıtlar doğrudur. Yani bu cilt İkinci Rüknün devamıdır, içinde şunlar vardır: Yusuf'un macerası, Eyüb, Şuayb, Musa, Yunus, Davud, Süleyman, Zekeriya, Yahya, Isa, Muhammed. Muhammed'in mucizeleri, miraç Muhammed'in yakınları ve silâhları, Dört Halife, On Müjdeliler, Eshab, büyük imamlar ve muhaddisler. On İki İmam, Mehdi'nin çıkacağının belirtileri]. IV. Cilt) Tarihsiz. 8+218 + 58 78 sayfa [Baştaki 8 sayfalık fihristin 1. 4. ve 7. sayfalarının başında Üçüncü Rüknün birinci, ikinci, üçüncü cüzülerinİn fihristi olduğu yazılı ise de bu tamamiyle doğru değildir. Çünkü eserin başlangıcındaki tasnife göre Üçüncü Rükn, Türk Tarihidir. Bu ciltteki 218 sayfalık ilk bölüm Emevî ve Abbasî'leri anlattığı için İkinci Rüknün devamı ve sonu, 58 ve 78 sayfalık İkinci ve Üçüncü Cüzüler İse Türk Tarihini anlattığı için Üçüncü Rüknün bütünüdür. Dördüncü cildin içinde şunlar vardır: Birinci Cüz (218 sayfa): Emevîler, Abbasîler İkinci Cüz (58 sayfa): Tolunlular, Ahşıdlılar, Fatimîler, Eyyubîler, Türk Kölemenler, Çerkes Kölemenler. Üçüncü Cüz (78 sayfa): Baykara ve halefleri, Safevîler, Buhara ve Semerkand hanları, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Dulkadırlılar, Hind

Page 25: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 25

hükümdarları, Geylân ve Mazenderan hâkimleri, Ramazanoğulları, Şirvan hâkimleri, Hind Türk Kölemenleri], V. Cilt) Tarihsiz. 2 + 280 sayfa [Cildin başında Dördüncü Rüknün Birinci Cüzü olduğu yazılı ki doğrudur, ilk sayfalarda Arap, Çerkes, Arnavut, Hırvat-Boşnak, Frenk, Macar ve Almanlar hakkında bilgi verildikten ve türlü hükümdarların unvanları zikredildikten sonra (s. 2—18) Osmanlı Tarihine geçilmektedir. Bu cilt İstanbul'un fethiyle bilmektedir. Sonunda İstanbul'un kuruluşu hakkındaki efsanevî bilgi tekrarlanmaktadır]. Yazmalar 1) Bağdat Köşkü 238 98 yaprak. [Tolunlular, Ahşıdhlar, Fatımîler, Eyyubîler, Türk Kölemenler, Çerkeş Kölemenler, Emevîler, Abbasîler]. 2) Bayazıd 14.024 304 yaprak. 1065 istinsahlı. [Osmanlılar bolümü]. [Eski numarası: Hasan Fehmi Paşa 354]. 3) Emanet Hazinesi 1392 4 + 516 yaprak. [Osmanlılar bölümü]. 4) Esad Efendi 2161 470 yaprak. [Başlangıçtan Yakub'un sonuna kadar]. 5) Esad Efendi 2162 622 yaprak. [Osmanlılar bölümü]. 6) Fatih 4225 501 yaprak. 1029 istinsahlı. [Osmanlılar bölümü]. 7) Fatih 4465 277 yaprak. 1093 istinsahlı. [926 da Yavuz'un ölümüne kadar Osmanlılar bölümü].

Page 26: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 26

8) Hacı Selim Ağa 765 585 yaprak. [Osmanlılar bölümü]. 9) Hacı Selim Ağa 843 360 yaprak. [Başlangıçtan Yakub'un sonuna kadar]. 10) Hâlet Efendi 598 450 yaprak. 1082 istinsahlı. [Kanunî'nin tahta çıkışından eserin sonuna kadar].

11) Hamidiye 911 233 yaprak. [Başlangıçtan Yakub'un sonuna kadar].

12) Hamidiye 912 201 yaprak.

Dördü 13) Hamidiye 913 bir 148 yaprak. Takım [Tolunlular, Ahşıdlılar, Fatımîler, Eyyubîlcr, Türk Kölemenler, Çerkeş Kölemenler, Emevîler, Abbasîler, Baykara ve halefleri, Safevîler, Buhara ve Semerkand hanları, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Dulkadırlılar. Hinci hükümdarları, Ramazanogulları,

Şirvan hâkimleri]. [Sonu eksik].

14) Hamidiye 914 8 + 545 yaprak. [Kanunî'nin tahta çıkışından eserin sonuna kadar].

15) Hasan Hüsnü Paşa 839 197 yaprak. 1093 istinsaha [Başlangıçtan Yakub'un ortalarına kadar]. 16) Hasan Hüsnü Paşa 839 [Mükerrer] 407 yaprak. [Kanunî'nin tahta çıkışından eserin sonuna kadar]. 17) Hasan Hüsnü Paşa 915 203 yaprak. [Osmanlı'ların başlangıcından Fatih'in Belgrad seferine kadar]. 18) Hazine 1358 260 yaprak.

Page 27: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 27

[Sahabeler, İmamlar, Iran padişahları, Batlamyuslar, Tolunlular, Ahşıdlılar, Fatımîler. Eyyubîler, Türk Kölemenler, Çerkes Kölemenler, Emevîler, Abbasîler, Baykara ve halefleri, Safevîler, Buhara ve Semer-kand hanları, Akkoyunlular, Karakoyunlular. Dulkadırlılar, Hind hükümdarları, Samanlılar, Tahirîler, Gazneliler, Selçuklular, Danişmendlıler, Atabeğler, Harzemşahlar, Muzafferîler, İlhanlılar, Gorlular, Batınîler. Çengizliler, Kırım hanları, Temirlıler, Anadolu Selçukluları]. 19) Hazine 1359 275 yaprak. [Osmanlılar'ın başından 921 yılına kadar].

20) Hekimoğlu Ali Paşa 795 516 yaprak.

İkisi [Osmanlılar'ın başlangıcından Yavuz'un ölümüne kadar]. Osmanlı tarihi 21) Hekimoğlu Ali Paşa 796 takımı 628 yaprak.

1090 istinsahlı. [Kanuni'nin tahta çıkışından eserin sonuna kadar).

22) Lala İsmail 365 225 yaprak.

[Başlangıçtan 'Üc b. ‘Anak masalının sonuna kadar]. 23) Müze 361 830 sayfa. 1158 istinsahlı. [Osmanlılar'ın başlangıcından Yavuz'un sonura kadar]. 24) Nuruosmaniye 3406 595 yaprak. 1082 istinsahlı. [Osmanlılar bolümü]. 25) Nuruosmaniye 3407 617 yaprak. 1095 istinsahlı. [Osmanlılar bölümü].

Page 28: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 28

26) Nuruosmaniye 3408 456 yaprak. [Başlangıçtan Abbasîler'in sonuna kadar]. 27) Nuruosmaniye 3409 459 yaprak. [Kanunî'nin tahta çıkışından eserin sonuna kadar] 28) Revan 1117 663 yaprak. [Osmanlılar bölümü]. 29) Revan 1118 510 yaprak. [Osmanlılar bölümü]. 30) Revan 1119 625 yaprak. [Başlangıç, peygamberler ve Muhammed ile sahabeleri bölümleri]. 31) Revan 1120 210 yaprak. 1084 istinsahlı. [Fatih'in Ölümüne kadar Osmanlılar bölümü]. 32) Revan 1121 264 yaprak. [Başlangıçtan Yakub'un sonuna kadar]. 33) Revan 1122 403 yaprak. 1143 istinsahlı. [Yavuz'un ölümüne kadar Osmanlılar bölümü] 34) Revan 1123 292 yaprak. [Yusuf'tan başlayarak peygamberler, Muhammed, sahabeleri. On iki imam, İran şahları, Tolunlular, Ahşıdhlar, Fâtımîler, Eyyubîler, Türk Kölemenler, Çerkeş Kölemenler, Emevîler, Abbasîler, Buhara ve Semerkand hanları, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Dulkadırlılar, Hind sultanları, Ramazanoğulları Şirvan hükümdarları, Aksak Temirliler, Samanlılar, Tâhirliler, Büveyhliler Gazneliler, Selçuklular, Harzemşahlar, Ilkenliler, Gorlular, Bâtınîler, Çcngizliler. Kırım hanları, Danişmendliler, Anadolu Selçukluları].

Page 29: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 29

35) Revan 1124 300 yaprak. 1097 istinsahlı. [Kanuni'nin tahta çıkışından eserin sonuna kadar] 36) Revan 1125 184 yaprak. [İkinci Selim'in tahta çıkışından eserin sonuna kadar]. 37) Revan 1126 362 yaprak. 1094 istinsahtı. [Kanunî'nin tahta çıkışından eserin sonuna kadar]. 38) Üçüncü Ahmed 3083 (2b — 546a) [Kanunî'nin tahta çıkışından eserin sonuna kadar]. Fuşûlü Hall ü ‘Akd ve Usûli Harc ü Nakd: Bir mukaddeme. 32 fasıl, tezyîl ve hatimeden mürekkep bir tarih özetidir. Mukaddemede Âdem'den başlayarak Zahhâk'in ölümüne kadar olan olaylar, 32 fasılda hicrî 1000 yılına (19 Ekim 1591 — 7 Ekim 1592) kadar gelen İslâm ve Türk devletleri, tezyîlde Osmanlılar, hatimede de Anadolu belliklerinden bahseder. İstanbulda 1007 Saferinde (= Temmuz 1598) yazdığı bu eserinde Alî, İslâm devletlerinin yükseliş ve batış sebeplerini anlatmak istemişse de avâmîlikten kurtulamamış, ancak Osmanlı Devletinden bahsettiği tezyîlde cesur tenkidlerden de geri kalmamıştır. Başlangıç:

Basma 1) İbnülemin Mahmud Kemal, Âlî hakkındaki eserinde (s. 62) Fuşûlü Hall ü ‘Akd’ın 30 küçük sayfadan ibaret, basım yılı ve matbaası belirsiz, eksik bir basımının bulunduğunu söylüyor. Yazmalar 1) Ali Emîrî Efendi (Tarih) 243 42 yaprak. 1144 istinsahlı. 2) Ali Emîrî Efendi (Tarih) 244 151 yaprak. 1088 istinsahlı. [Baştan eksik].

Page 30: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 30

3) Ali Emîrî Efendi (Tarih) 245 195 sayfa. 1157 istinsahlı.

[Sonunda kayıt: 4) Bayazıd 5027 141 yaprak. 1055 istinsahlı. 5) Bayazıd 5028 123 yaprak. 1160 istinsahlı. 6) Bayazıd 5195 (1a — 64a) 1 Muharrem 1057 istinsahlı. 7) Esad Efendi 1803 (95b — 150b) 8) Esad Efendi 1818 (57b — l06b) Recep 1237 istinsahlı. 9) Esad Efendi 2067 (29b — 96b) 10) Esad Efendi 2335 (1b — 67b) 1092 istinsahlı. 11) Esad Efendi 2389 60 yaprak. 1083 istinsahlı. 12) Fâzıl Ahmed Paşa 249 162 yaprak. 1145 istinsahlı. [İyi nusha]. 13) Hacı Mahmud Efendi 5288 79 yaprak. [Sonu biraz eksik]. 14) Hacı Mahmud Efendi 6344 (1b — 30b) 15) Hamidiye 974 (1b — 88b) 16) Hekimogtu Ali Paşa 786 68 yaprak. 1077 istinsahlı. 17) Hekimoğlu Ali Paşa 787 (1b — 61b) [Sonu eksik].

Page 31: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 31

18) Hekimoğlu Ali Paşa 788 (124b — 189b) 19) Lala İsmail 235 (200b — 265b) 5 Cemaziyelevvel 1167 Perşembe istinsahlı. 20) Mihrişah Sultan 443 (84b — 88b) [Sayfa kenarında bir parça]. 21) Müze 485 128 yaprak. 22) Nuruosmaniye 3399 2 + 296 yaprak. Recep ortası 1007 istinsahtı. [İyi nüsha]. 23) Pertev Paşa 468 153 yaprak. 24) Pertev Paşa 472 [Mükerrer] 65 yaprak. 25) Revan 413 100 yaprak. 26) Revan 1321 116 yaprak. 27) Revan 1322 1 + 107 yaprak. 28) Revan 1482 [Mükerrer] 107 yaprak. 29) Veliyeddin Efendi 2441 (1b — 134b) Hâlâtü'l-Kâhire min el- Âdâti’z-Zâhire: Mısır'ın eski ve yeni tarihinden, Mısırlıların âdetlerinden, Mısır'daki Türk'lerin ikinci, üçüncü kuşakta bozulduğundan bahseden bir eserdir. Mısır'daki Osmanlı beğlerbeğilerini de sırayla anlattığı için Osmanlılar çağının da bakılması gereken kaynaklarındandır. Ali'nin en ciddî eserlerinden biridir. 1008 Rebiülevvelinin sonunda (= 1599 Eylülünün ortası) yazılmış ve Dârussaâde Ağası Gazanfar Ağa'ya ithaf olunmuştur. 1 Mukaddeme, 2 fasıl, 1 hatimeden mürekkeptir. Mukaddeme: Mısır'ın Tufandan önceki ve sonraki efsanevî tarihi. Birinci fasıl: Mısır'ın övülecek halleri ve yerleri. İkinci fasıl: Mısır'ın kınanacak halleri.

Page 32: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 32

Hatime: Tolunlular, Ahşıdlılar, Fatımîler, Eyyubîler, Türk Kölemenler, Çerkeş Kölemenler hakkında çok kısa bilgiden sonra Osmanlı valileri üzerinde biraz daha etraflı bir özet. 923 Recebinde (= 20 Temmuz - 18 Ağustos 1517) nasbolunan Hayırbay ile 1 Rebiülevvel 1008 (= 21 Eylül 1599) de vali olan Hızır Paşa arasındaki bütün valiler. Başlangıç:

Yazmalar 1) Esad Efendi 2407 44 yaprak. 1259 istinsahlı. 2) Fatih 5427 (36b — 66a) Şaban 1034 istinsahlı. [1008 Rebiülevvelinin sonunda istinsah edilmiş bir nüshadan, müellifin kölesi Rahşan b. ‘Abdullâh tarafından istinsah edilmiştir]. 3) Hacı Setim Ağa 757 (49b — 91b) Müşkat: Bunun adı Şadef-i Şad-Güher’de geçiyor. Mirkâtü'l-Cihâd ile ilgisi bulunan bir eserdir. Belki onun bir özetidir.

Page 33: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 33

2 — Edebi Eserler 1) Mihr-ü Mâh....... 969 (=11 Eylül 1561 — 30 Ağustos 1562) 2) Mihrü Vefâ ....... 970 ( =31 Ağustos 1562 — 20 Ağustos 1563) 3) Tuhfetü’l-‘Uşşak 978 (=5 Haziran 1570 — 25 Mayıs 1571) 4) Farsça divan...... 988 (=17 Şubat 1580 — 4 Şubat 1581) 5) Türkçe divan..... 989 (= 5 Şubat 1581 — 25 Ocak 1582) 6) Riyâzü’s-Sâlikin. 998 (=10 Kasım 1589 — 29 Ekim 1590) 7) Şadef-i Şad-gûher……….. 1001 (= 8 Ekim 1592 — 26 Eylül 1593) 8) Subhatü'l-Abdâl………….. 1002 (=27 Eylül 1593 — 15 Eylül 1594) 9) Bedi'ü’r-Rukûm …………… 1003 (=16 Eylül 1594 — 5 Eylül 1595) 10) [Manzum kırk hadîs tercümesi] ............... 1005 ( = 25 Ağustos 1596 — 13 Ağustos 1597) 11) Gül-i Şad-berk..............? 12) Hulâşatü’l-Ahval der Letafet - i Mevâ’iz – i Sahihü l-Me'âl............ ? 13) Ravza-i ‘İrfan............... ? 14) Ravzatü l-Leta'if.......... ? 15) Subhatü'l-lnâbe.......... ? 16) Nikâtü’l-Kâl fi Taz- mini’l-Makâl.............. ? 17) [Dakâ’ikü’t- Tevhid] .. ? 18) Ma’âlimü't-Tevhid ….?

19) Bedâyi’ü’l-Matâli’ ...? 20) [Cami'nin bir beyti- nin şerhi] ...............?

Page 34: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 34

Mihr ü Mâh: Âlî'nin ilk eseridir. 969 ( = 11 Eylül 1561 — 30 Ağustos 1562) da yazılmıştır. Nailler ve kasidelerden mürekkeptir. O sırada Şehzade Selim'in maiyetinde divan kâtibi olan Alî bu eserini şehzadeye sunarak müderrislik veya kadılık istedi ise de şehzade henüz 21 yaşında olan Âlî'nin bu isteğini nükteli cevaplarla reddetti. Başlangıç:

Yazma 1) İsmihan Sultan 342 43 yaprak. 971 Zilhicce sonu istinsahlı. Mihr ü Vefa Âlî'nin ilk eserlerindendir. 970 (=31 Ağustos 1562—20 Ağustos 1563) te yazılmıştır. Mefâîlün mefâîlün feûlün vezninde 7000 beyitlik bir mesnevi, konu bakımından da klâsik tarzda bir aşk romanıdır. Âlî, tercümei haline dair geniş bilgi verdiği Naşihatü's-Selâtin adlı eserinde (Hüsrev Paşa 311, yaprak: 111b) Mihr ü Vefa için Yusuf ve Zelîhâ'nın ikincisi, Leylâ ve Mecnûn'un üçüncüsüdür diyip örnek olarak da 9 beyit zikrediyor. Eserin tamamı henüz bulunmamıştır. Tuhfetü’l- ‘Uşşak: Türk ırkından Iran şairi olan Hüsrev-i Dehlevî (651 — 725 = 1253 — 1325) nin Farsça manzum Matla’ü’l-Envar adlı eserine naziredir. <Feilâtün feilâtün feilün> vezninde 3006 beyitlik Türkçe mesnevidir, içinde terciler de bulunan ahlâkî bir eserdir, iki ayda yazılmıştır. Son beyti olan:

Beytindeki kelimelerinin telif tarihi olduğu anlaşılıyor. Bunun ebcedle karşılığı 969 dur. Halbuki Âlî, kendi biyografisi hakkında mühim bilgiler verdiği Naşihatü's-Selâtin 'de (Yeni Cami 1014, 129b) Tuhfetü’l-‘Uşşak’ı 30 yaşında iken yazdığını söylüyor. Âlî 948 de doğduğuna göre 30 yaşında iken içinde bulunduğu yıl 978 dir. Eserin 969 da

Page 35: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 35

yazıldığı, fakat 978 de düzeltme ve eklemelerle kesin şeklini aldığı anlaşılıyor. Başlangıç:

Yazma 1) Çelebi Abdullah 277 105 yaprak. Farsça Divan: Âlî bazı eserlerinde (Künhü’l-Ahbar, Şadef-i Şad-Güher, Manzum Kırk Hadîs Tercümesi) Farsça bir divanı olduğunu söylüyorsa da bu divan şimdiye kadar ele geçmemiştir. Farsça Divan 988 (=17 Şubat 1580 — 4 Şubat 1581) de tertip olunmuştur. İbnülemin Mahmud Kemal, özel kütüphanesindeki dergilerde Alî'nin 105 ve 42 beyitli iki Farsça kasidesine rastladığını söylüyor (Mustafa Âlî, s. 73). Türkçe Divan: Âlî, 1001 (=8 Ekim 1592 -26 Eylül 1593) de yazdığı Şadef-i Şad-güher’de ikisi Türkçe, biri Farsça olmak üzere üç divanı, 1005 ( = 25 Ağustos 1596 — 13 Ağustos 1597) te yazdığı Manzun Kırk Hadîs Tercumesi'nde ve 1007 (=4 Ağustos 1598 — 23 Temmuz 1599) de bitirdiği Künhü’l-Ahbâr'da da üçü Türkçe, biri Farsça olmak üzere dört divanı olduğunu söylüyor. Şadef-i Şad-güher'de yazdığına göre bu üç Türkçe divandan ikisi Vâridâtü’l-Anika ve Latyihâtü’l-Hakika adlarını taşıyormuş. Elde bulunan divanlar arasında bu iki adı taşıdığı açıklanmış olan yoktur. Zaten Âlî'nin üç divanı olduğu hakkındaki iddiasında bir özenme havası vardır. Şiirleri üç divan dolduracak kadar çok değildir. Bu sebeple aşağıdaki listede, dîvan nüshalarının farklarına bakılmaksızın Âlî'nin divan veya şiirlerini alan bütün eserler gösterilmiştir. Divanının tertip yılı hakkında Âlî'nin söylediği son tarih 989 (=5 Şubat 1581—25 Ocak 1582) dur. Yazmalar 1) Ali Emîrî Efendi (Manzum) 271 155 yaprak. 975 istinsahlı. [Âlî'nin el yazısı nüshadan kopya edilmiştir].

Page 36: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 36

2) Bayazıd 5665. 178 yaprak. 3) Esad Efendi 3384 (20b) Mîrac kasidesinin ilk 20 beyti. 4) Esad Efendi 3423 (126a— 127b). [4 gazel ve On İki İmam kasidesi] 5) Esad Efendi 3436 (71b — 72a) [143 beyitli bir kaside]. 6) Esad Efendi 3447 (178b — 179a). [Na't]. 7) Fatih 3852 (264b — 380b) [Bazı sayfalar yanlış ciltlenmiştir]. 8) Hâlet Efendi Eki 245 (138b — 139b) [Usûlî'nin bir gazelinin tahmisi]. 9) Hamidiye 1107 212 yaprak. 1055 istinsahlı. [982 Şevvalinde tertib edildiği kayıtlı]. 10) Müze 274 (17b — 40a). 11) Üniversite (Türkçe) 651 101 yaprak. [Eksik]. 12) Üniversite (Türkçe) 695 233 yaprak. Rebiülevvel 1054 istinsahlı. 13) Üniversite (Türkçe) 768 94 yaprak. 14) Üniversite (Türkçe) 1699 (187b — 302b). 15) Üniversite (Türkçe) 2789 (82b—115b, 120a— 172a) [Arada bir yanlış ciltleme var]. İkinci sınıf bir şair olan Âlî'nin nazım tekniği bakımından başarılı bir manzumesi aşağıdadır:

Page 37: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 37

Metin

Transkripsiyon

Yâd elde neler çekdügümi yad edeyin mi? Dünyâdaki ğamnâkleri şâd edeyin mi? Bednâm-i cihan olmağa meyi eyledi tab’um; Ey dost! Ne dersin, bir eyü ad edeyin mi? Epsem turamam, sabr edemem cevr ü cefâña; Bilmem yine senden saña feryâd edeyin mi? Ta’n ede ede ehl-i riyâ gönlümi yıkdı; Bir câm içeyin mi, yine âbâd edeyin mi? ‘Ali gibi divâne, saçın bendine düşmiş; Bîkayd olayın mı, anı âzâd edeyin mi?

Riyâzü’s-Sâlikin: Dinî, tasavvufî, ahlâkî bir mesnevidir. Arada küçük bir bölüm de mensurdur. <Müfteilün müfteilün fâilün> veznindedir. Eser 3 <ravza> dan, Her ravza da 10 <devha> dan mürekkeptir. Âlî'nin birçok eserlerinde olduğu gibi bunun da telif yılım kesinlikle anlamak mümkün değildir. Eserin başlangıcında bunu 22 yaşında iken (yani 970 yılında=31 Ağustos 1562 — 20 Ağustos 1563) Şam'da yazmaya başladığını, fakat yoksulluk ve üzüntü yüzünden bitiremediğini söyler. Naşihatü's-Selâtin 'de ise (Yeni Cami 1014, 131a) Riyâzü’s-Sâlikin 'i 35 yaşında iken (yani 983 yılında=12 Nisan 1575— 30 Mart 1576)

Page 38: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 38

yazdığını kaydeder. Halbuki yine Riyâzü’s-Sâlikin başlangıcında eseri 998 (=10 Kasım 1589 — 29 Ekim 1590) de bitirdiğini yazar. Buna göre esere 970 te başlayıp bitirememiş, 983 te bitirmiş, 998 de ise gözden geçirip kesin şeklini vermiş olmalıdır. Başlangıç:

Yazma 1) Veliyeddin Efendi 7916 (5b — 106b) Şadef-i Şad-güher : Türlü yerlerin ve çağların şairlerinden ve meşhurlarından bahseden ve kendisinin eserleri hakkında bilgi veren <feilâtün mefâilün feilün> vezninde bir medhiyedir. 1001 ( = 8 Ekim 1592 -26 Eylül 1593) yılında yazılmıştır. Başlangıç:

Yazmalar 1) Ali Emîrî Efendi (Manzum) 978 (s. 233-285) 2) Müze 274 (6—17) Subhatü’l-Abdâl: Alî'nin türlü tarihlerde yazdığı mersiyelerden mürekkeptir. 1002 (=27 Eylül 1593- 15 Eylül 1594) de tertib olunmuştur. Başlangıç:

Yazmalar 1) Ali Emîrî Efendi (Manzum) 1108 (s. 292 — 303) 2) Müze 274 (1b — 6a) Bed’ü’r-Rukûm: 1003 (=16 Eylül 1594—5 Eylül 1595) te telif olunmuş Farsça eser. Edebiyata dairdir. Mensur olmakla beraber arada Türk ve Fars şairle-

Page 39: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 39

rinden parçalar ve Âlî'nin bunlara nazireleri vardır. Âlî, bu eseriyle Farsça ve Arapça şiir yazmaktaki kabiliyetini ortaya koymak istemiştir. Bu arada İstanbul'un ilk kadısı olan Hızır Beğ Çelebi'nin çok tanınmış Arapça müstezadına bir nazire yazmıştır (Kadızâde Mehmed 429 yaprak: 115b —116b). Âlî'nin başka yerlerde de Arapça manzumeleri vardır. Sinan Paşa'nın köşkü için yazdığı tarih şiiri bunlardan biridir. 999 (=30 Ekim 1590-18 Ekim 1591) da yazdığı bu 15 beyitlik manzume ile Âlî. karaktersizliğini bir kere daha göstermiştir. Aynı Sinan Paşa hakkında daha önce hicivler yazmıştı. 15 beyitlik tarih manzumesi için bak: Esad Efendi 3436, yaprak: 20).

Bedi'ü'r-Rukûm’un başlangıcı:

Yazma 1) Kadızâde Mehmed 429 (82b — 123a) [Manzum Kırk Hadîs Tercümesi]: 1005 (=25 Ağustos 1596—13 Ağustos 1597) te telif olunmuştur. Müellif tarafından ad konmamıştır. Osmanlı Müellifleri'nde (III, 90) Subhatü’ ‘Uşşak adı ile gösterilmesi yanlıştır. Subhatü’l ‘Uşşak, Latîfî'nin manzum yüz hadîs tercümesinin adıdır. Kırk Hadis tercümesi'nin başlangıcı:

Yazmalar 1) Âli Emîrî Efendi (Manzum) 815 8 yaprak. 2) Fatih 5427 (156b — 159a) [Sayfa kenarında]. 3) Şehid Ali Paşa 2791 (56b — 74a) Gül-i Şad-Berk: Yüz gazelinin matlalarından mürekkep bir derleme eser. Âlî'nin kendi kendisine büyük değer biçmesinin tanıklarından biridir. Yazmalar 1) Ali Emîrî Efendi (Manzum) 1108 (s. 286 — 290) 2) Müze 274 [Yalnız son sayfası].

(1) Metinde:

Page 40: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 40

Hulâşatü’l-Ahval der Letâfet-i Mevâ’iz-i Sahihi’l-Hâl: <Feilâtün mefâilün feilün> vezninde 12 bendli bir tercî-i benddir. Her bend 21 beyitlidir. Padişah, vezir, şeyhülislâm, beğlerbeği, defterdar, şeyh, şair, tımarlı asker, imam, hatip, müezzin, kâtip, mütevelli öğretmen ve tüccar gibi sosyal sınıfların durumu hakkında iğneleyici bir manzumedir. Her mesleğin güçlüğünü, uğrayacağı haksızlıkları ve haksız tenkidleri anlatmaktadır. Başlangıç:

Yazma 1) Fatih 5427(36b — 40a) [Sayfa kenarında]. [1 nci, 5 nci bendler birer beyit, 7 nci bend üç beyit eksiktir]. Ravza-i ‘İrfân: Âlî'nin kendisi tarafından hem Ravza-i ‘İrfân, hem de Riyâz'ü'l-İrfan şekillerinde kaydedilen (Bak: İbnülemin Mahmud Kemal, Mustafa Alî, 81) bu manzum eserin nüshası bulunamamıştır. Ravzatü’l-Letâ’if: Tasavvufî olan bu 3000 beyitlik eserin de nüshası bulunamamıştır (Bak: İbnülemin Mahmud Kemal, Mustafa Âlî, 82). Subhatü’l-İnâbe: <Müstef'ilâtün müstef'ilâtün> vezninde ve terkibibend tarzında 90 beyitlik manzume. Başlangıç:

Yazmalar 1) Bağdatlı Vehbi 2085 (75a — 76a) 12 Recep 1178 istinsahlı. 2) Sâliha Hatun 746 (51b—53b) Nikatü'I-Kâl fi Tazmini’l-Makâl: III. Murad'ın:

Page 41: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 41

<Hudâvendâ baña lutfuñ erişdürgil ‘inâyetden> mısraı ile başlayan güzel bir gazelinin şerhidir. Âlî bu şerhle kendisinin bir vazifeye tayini için âdeta bir dilekçe vermiştir. Başlangıç:

Yazmalar 1) Reşid Efendi 1146(113b— 116b) [Müellif yazısı]. 2) Üniversite (Türkçe) 3543 (32b — 36a) [Dakâyikü’t-Tevhid]: III. Murad'ın:

diye başlayan gazelinin şerhidir. Dakâyikü’t-Tevhid adı müellif tarafından verilmiş olmayıp

yakıştırmadır. Başlangıç:

Yazma 1) Üniversite (Türkçe) 3543 (41b —48a) Ma’alimü’t Tevhid; III. Murad'ın

diye başlayan gazelinin şerhidir. Başlangıç: Yazma 1) Üniversite (Türkçe) 3543(109b— 120a) Bedâyi’ü’l-Matâli’: Bu da III. Murad'ın bir şiirinin şerhidir. Nüshası bulunmamıştır. Şadef-i Şad-Güher ile Ni kâtü'l-Kal fi Tazmini'l-Makâl'de adı geçmektedir. [Cami'nin bir beytinin şerhi]: Câmi'nin:

beytinin şerhidir. Başlangıç: Yazma 1) Üniversite (Türkçe) 3543 (90b — 93a)

Page 42: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 42

3-Diğer Konulardaki Eserler: 1) Enisü'l-Kulûb........... 971 (—21 Ağustos 1563 — 8 Ağustos 1564) 2) Râhatü’n-Nufûs……. 977 (=16 Haziran 1569 — 4 Haziran 1570) 3) Hilyetü'r-Ricâl •....... 985 (=21 Mart 1577 — 9 Mart 1578) 4) Naşihatü's-Selâtin.. 969 (= 5 Şubat 1581 — 25 Ocak 1582) 5) Câmi’ü’l-Kemâlât…. 992 (=14 Ocak 1584 — 2 Ocak 1585) 6) Vakfname.............. 994 (=23 Aralık 1585—11 Aralık 1586) 7) Kavâ’idü’l-Mecâlis 995 (=12 Aralık 1586 — 2 Aralık 1587) 8) Ferâ'idü'l-Vilâde…. 995 (=12 Aralık 1586 — 2 Aralık 1587) 9) Nevâdırü’l-Hikem…………… 997 { — 20 Kasım 1588 — 10 Kasım 1589) 10) [Risale-i Zırgâmiyye]…….. 999 ( = 30 Ekim 1590 — 78 Ekim 1591) 11) Mahâsinü’l-Âdâb…………. 1004 (= 6 Eylül 1595 — 24 Ağustos 1596) 12) Mevâ’idü’n-Nefâ’is fi Kavâ’idi'l-Mecâlis…………. 1007 veya 1008 ( = 4 Ağustos 1598 — 23 Temmuz veya 24 Temmuz 1599— 12 Temmuz 1600) 13) Tuhfetü'ş-Şulehâ..............? 14) [III. Murad'ın 120 yıl yaşayacağına dair risale] ? 15) Dürer-i Menşûre ? 16) Zübdetü'l-Evrâd …………... ?, . 17) Hakâyikü’l-Ekâlim………… ? 18) Menşe’ü’l- İnşa .............. ? 19) Münşe’ât........................? 20) Ma’âyibü'l-Erzal ………….? 21) Nüzhet veya Nüzheü’l- Mecaıis........................ ? 22) Şad Kışşa ve Şad Hişşe ..?

Page 43: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 43

Enisü'l-Kulûb: Âlî'nin inşâya ait bir eseridir. 971 ( = 21 Ağustos 1563—8 Ağustos 1564) de Şam'da yazılmıştır. Şimdiye kadar bir nüshası bulunamamıştır. Râhatü’n-Nufûs: Tifaşi'nin eserinin değişik ve ilaveli tercümesidir. 977 ( = 16 Haziran 1569 — 4 Haziran 1570) de Şehzade Mehmed (=111. Mehmed) için yazılmıştır. İki cüzden ibaret olup her cüz dört babdır. Eserin mukaddemesinden Âlî'nin 977 yılında Aydın'daki Boz Dağ'da bulunduğu anlaşılıyor. Râhatü’n-Nufûs tıbbî çeşnisi olan bir bahnamedir. Âlî, Arap kadınlarını övüp Türk kadınlarını yermekte, ancak <Rûmiyye> dediği Osmanlı şehir kadınlarının temiz olduğunu söylemektedir. Başlangıç:

Yazmalar 1) Esad Efendi 2475 83 yaprak. [Bazı kelime atlamaları var]. 2) Şehid Ali Paşa 2014 109 yaprak. Hilyetü'r-Ricâl: 822 (=28 Ocak 1419- 16 Ocak 1420) de ölen Hace Muhammed Parsa'nın Faşlü'l-Hıtâb adlı kitabından alınmış ve 3 bab üzerine tertib olunmuştur: Birinci Bab) Kutbü'I-Aktab ve kutublar; İkinci Bab) Evliyalar; Üçüncü Bab) Melâmîler, muhaddisler, Tanrıya yakın olan evliyalar. Eser, III. Murad'ın buyruğu ile 985 Ramazanında (=12 Kasım —11 Aralık 1577) İstanbul'da telif olunmuştur. Müellif yazısıyla olan nüshada (Reşid Efendi 1146) böyledir. Fakat, Âlî kendi biyografisi hakkında bilgi verdiği Naşihatü's-Selâtin adlı eserinde (Yani Cami 1014, yaprak: 132b — 133b) Hilyetü'r-Ricâl 40 yaşında iken, yani 988 ( = 17 Şubat 1580—4 Şubat 1581) de yazdığını söyler. Ancak Naşihatü's-Selâtin eserlerini toparlak hesapla 30, 35, 40 yaşında iken yazdığını söylemesi bu yaşların kesin değil de <aşağı yukarı> olarak zikredildiğini gösterse gerektir. Bu sebeple Hilyetü'r-Ricâl telif tarihini 985 Ramazanı ( = 12

Page 44: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 44

Kasım — 11 Aralık 1577) olarak kabul ediyorum. Başlangıç

Yazmalar 1) Düğümlü Baba 267 40 yaprak. 2) Esad Efendi 1317 (59b —82a) 3) Esad Efendi 1400 21 yaprak. 1107 istinsahlı. 4) Hacı Mahmud Efendi 2814 31 yaprak. 5) Hacı Mahmud Efendi 2847 33 yaprak. 6) Hacı Mahmud Efendi 2992 40 yaprak. 1160 istinsahlı. 7) Hacı Mahmud Efendi 4654 24 yaprak. 1213 istinsahlı. 8) Halet Efendi 804 (143b — 175b) 9) Hüsrev Pasa 150 (1b — 14a) 11 Muharrem 1028 istinsahlı. 10) İbrahim Efendi 879 (41b —67b) 11) Lâleli 1359 (1b — 54b) 12) Nuruosmaniye 237 140 yaprak. 13) Reşid Efendi 137 (97b — 127a) 1126 istinsahlı. 14) Reşid Efendi 1146 (1b — 46b) [Müellif yazısı]. 15) Revan 465 64 yaprak

Page 45: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 45

Naşihatü’s-Selatin: Padişahlara yol gösterici ahlâk ve siyaset kitabı olup 3 Zilkade 989 Perşembe günü ( = 8 Aralık 1580) Haleb tımar defterdarı iken yazmıştır. Çağının siyasî ve sosyal durumunu gösteren mühim bir eserdir. Fakat bunda da yine haksızlıklara uğradığını ve değerinin bilinmediğini yazmaktan geri kalmamıştır. 1 mukaddeme, 4 bab, bir hatimeden mürekkeptir. Salâhaddin Eyyubî'nin bilginlerinden Şirazlı Abdurrahman'ın aynı konudaki eserinden çok faydalanmış, fakat eserinin sonunda, bunun tercüme olmadığını iddia etmiştir. Mukaddeme: Padişahların devlet işlerini yapmaları, gerekli şeyleri elde etmeleri ve siyasetleri. Birinci Bab: Padişahlara gerekli olan işler. İkinci Bab: Kanuna aykırı olarak ortaya çıkan karışıklıklar. Üçüncü Bab: Bazı yakışıksız durumlardan ötürü devletin aczi. Dördüncü Bab: Müellife karşı yapılan sayısız eziyetler. Hatime: Faydalı sözler ve öğütler.

Başlangıç: Yazmalar 1) Fatih 3522 206 yaprak. 2) Hüsrev Paşa 311 162 yaprak. [Müellif yazısı]. 3) Nuruosmaniye 4347 134 yaprak. 4) Nuruosmaniye 4348 163 yaprak. 5) Revan 406 182 yaprak. [Minyatürlü nüsha. Bozulmaya yüz tutmuş]. 6) Yeni Cami 1014 188 yaprak. Âli'nin Türkler hakkındaki düşüncesini gösteren ve eski Osmanlı tarihine vukufsuzluğunun tanıklarından biri olan bir parçayı aşağıya alıyorum:

Page 46: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 46

Metin

Transkripsiyon Tavâyif-i muhtelifeden ba'zı milel-i mütenevvi'a vardur ki mutlaka hükümete lâyık olmazlar ve melâz-i nâs olacaklayın devlete liyâkat ve istihlâk bulmazlar. Anlar gibilere zi'âmet mertebesiyile ri’âyet kâfidür. Ziyâdesi ‘işyân ve tuğyanlarına sâzkâr-i vâfidür. Ol zümreden biri Ekrâd-i bed-nihâddur ki cibilletleri mahz-i lecc-ü ‘inâddur. ikinci Etrâk-i kalilü'l-İttihâddur ki hilkatleri mahz-i şirret ü fesâddur. Bâ’is budur ki selâtin-i sabıka zamanlarında Ekrâd ve Etrâke beglerbegilikler verilmezdi ve ebâ 'an cedd begzâdelerinden gayrısına beglik bile lâyık görülmezdi. Ammâ fi zamâninâ ol güne tabakât ri’âyeti meslûbdur. Etrâk ve Ekrâd mâlik-i sîm-ü dinâr olduğı takdirce dilirân-i Hâşimiden bile merğûbdur... (Hüsrev Paşa 311, yaprak: 49b — 50a; Nuruosmaniye 4347, yaprak: 46; Yeni Cami 1014, yaprak: 54b — 55a). Cami’ü’I-Kemâlât: III. Murad'ı övmek için yazılmış, manzumeler serpili mensur bir eserdir. Ciddî veya ilmî bir tarafı olmayıp III. Murad'ın büyüklüğünü ebced hesaplarından, rakkam tesadüflerinden çıkaran dalkavukça bir eserdir. III. Murad on ikinci padişah sayıldığı için eser on iki bölüme ayrılmış ve her bölümde padişahın bir erdemi anlatılmıştır. 992 (=14 Ocak 1584 — 2 Ocak 1585) de telif edilmiştir. Başlangıç:

Yazma 1) Reşid Efendi 1146 (50b — 78b) [Müellif yazısı].

Page 47: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 47

Vakfnâme: Âlî, Bağdat mal defterdarlığından azledildiği 994 (= 23 Aralık 1585— 11 Aralık 1586) te Kerbelâ'da İmam Hüseyn'in ve öteki Kerbelâ şehidlerinin türbelerini ziyaret ettikten sonra burada bir sebil yaptırdı. Sebilin idaresi hakkında bir vakfnâme yazdı ki tarihi 994 Cemazielevveli başlarıdır (=1586

Nisan sonları). Başlangıç:

Yazma 1) Üniversite ( Türkçe) 3543 (94b — 109a) Kava’idü’l-Mecâlis: Görgüye dair. 995 Recebinin başlarında (=1587 Haziran başları) İstanbul'da yazılmıştır. Başlangıç:

Yazmalar 1) Esad Efendi 2086 (24b—38b) 1087 istinsahlı. 2) Esad Efendi 3384 (21b — 30b) 3) İbrahim Efendi 878 (77b — 89b) 4) Reşid Efendi 1146 (119b — 142a) [Müellif yazısı]. 5) Üniversite (Türkçe) 3543 (1b — 27b) Fera’idü’l-Vilâde: III. Murad'ın oğullarından Osman'ın 15 Rebiülevvel 995 pazartesi (=23 Şubat 1587) deki doğumunun eşref saate tesadif ettiğine ve yıldızlar bilgisi bakımından mânâsına dair dalkavukça bir eserdir, aceleyle yazılmış kısa bir makaledir. Zaman, Âlî'nin dalkavukluğunu yüzüne çarpmış. Şehzade Osman 1003 ( = 16 Eylül 1594—Eylül 1595) te ölmüştür (Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, I, 56). Âlî, bu makalesinin sonunda da mutad dilenciliğini yapmış ve padişahın, bunu okuyunca kendisini

sevindirmesini dilemiştir. Başlangıç:

Yazma 1) Üniversite (Türkçe) 3543 (28b—32a).

Page 48: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 48

Nevâdirü’I-Hikem: 1 mukaddeme, < nâdire> adı verilen 7 bölüm ve 1 sonuçlan ibarettir. Her asırda yetişmiş olan bazı ünlü bilgin ve mutasavvıflardan, halifeler ve hilâfet meselesinden, hadîsin inceliklerinden, kendince aklî ve İlmî bazı meselelerden bahseder. 997 ( = 20 Kasım 1588— 10 Kasım 1589) de Tokat'ta telif ettiği bu eseri III. Murad'a sunarak son görevi olan Cidde beğliğine tayin olunmuştur. Başlangıç:

Yazmalar 1) Bağdatlı Vehbi 2085 (37a — 44b) 1176 istinsahlı.

2) Esad Efendi 2211 (1b — 21b) 1043 istinsahtı. [Sayfa kenarında]. 3) Esad Efendi 3455 (64b — 95a). 4) Hekimoğlu Ali Pasa 817 33 yaprak. 5) Nafiz Pasa 1064 19 yaprak. [Risâle-i Zırgâmiyye] : III. Murad'ın sarayında harem kethüdası olup büyük nüfuz kazanan Canfedâ Hatun'un kardeşi Deli İbrahim Paşa hakkında yazılmış bir eserdir. Canfedâ Hatun'un iltiması ile beğlerbeğiliklere kadar yükselen Deli İbrahim Paşa'nın Rakka beğlerbeği bulunduğu bir sırada, Arap'ların hayvanlarını öldüren bir arslanı öldürmesi hakkındadır. <Zırgam> arslan demektir. Müellif, eserine ad vermemiş, tek nüsha fihristine böyle kaydolunduğu için Risale-i Zırgâmiyye denmiştir. Alî, bu eserinde de dalkavukluk edip İbrahim Paşa'yı bu cesaretiyle padişahın namusunu kurtarmış bir kahraman diye övmüş ve padişahın da bunu dikkate alması gerektiğini ileri sürmüştür. Halbuki Deli İbrahim Paşa kötü bir adam olup kıyıcılığından dolayı 1003 (=16 Eylül 1594 — 5 Eylül 1595) le idam olunmuştur. Risale-i Zırgâmiyye 999(=30 Ekim 1590-18 Ekim 1591) da yazılmıştır. Başlangıç:

Page 49: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 49

Yazma 1) Üniversite (Tükçe) 3543 (49b — 63b) Mahasinü’l Âdâb: Bir nevi siyasetnâme ve görgü kitabıdır. 1004 (=6 Eylül 1595 — 24 Ağustos 1596) te Kayseri Sancak Beği iken bu eseri yazarak III. Mehmed'in sadırazamlarından Damad İbrahim Paşa'ya sundu. 250 (=13 Şubat 864 — 1 Şubat 865) veya 255 (=20 Aralık 868-9 Aralık 869) te ölmüş olan ünlü Arap edibi Câhiz'in Minhâcü’s'Sülûk ilâ Âdâbi Şohbeti'l-Mülûk adlı eserinin bazı yerleri çıkarılmak, bazı eklentiler yapılmak suretiyle tercümesidir. 1136 (=1 Ekim 1723 — 19 Eylül 1724) da ölen Osmanzâde Tâib bu eseri özetlemiş ve Alî'den iğneli bir dille bahsetmiştir. Bu özetin bir nüshası Esad Efendi 1895 (57b —96a) tedir. Mahâsinü’l-Âdâb, Alî'nin <fasıl> dediği 15 bölümden ibarettir. Başlangıç:

Yazma 1) Nuruosmaniye 4225 142 yaprak. Meva’idü’n-Nefa’is fi Kava’idi’l-Mecâlis: Kavâ’idü'l-Mecalis’in genişletilmiş şeklidir. Başta Hoca Sadeddin olmak üzere bazı kimselerin teşvikiyle Kavâ’idü'l-Mecalis 'i genişleterek bu eseri vücuda getirmiştir. Bunu, son görevi olan Cidde Beğliğine giderken yazdığına göre telifi ya 1007 sonları (= Haziran - Temmuz 1599), ya da 1008 başları (=Temmuz - Ağustos 1599) alacaktır. Basma 1) İstanbul 1956, Osman Yalçın Matbaası, XVll + 304 sayfa (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Numara: 679; Yayınlayan: Yeniçağ Tarihi Kürsüsü; tıpkıbasım). Yazmalar 1) Raif Yelkencinin özet nüshası (Yeniçağ Tarihi Kürsüsü tarafından yayınlanan nüsha). 2) Bursa, Orhan Gazi Kütüphanesi 1214 (basma nüshada Prof Cavid Baysun tarafından bildirilmiştir).

Page 50: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 50

Tuhfetü’ş-Şulehâ: Gazâlî (450 —505 = 28 Şubat 1058—21 Ağustos 1107) nin Eyyühel-Veled risalesinin tercümesi.

Başlangıç: Yazmalar 1) Hacı Beşir Ağa 343 (1b — 144a) 2) Hacı Mahmud Efendi 2083 49 yaprak. 1038 istinsahlı. 3) Hamidiye 387 (36b — 44b) [Sonu eksik]. [III. Murad'ın 120 yıl yaşayacağına dair risale]: Cami’ü’l-Kemâlât'ta III. Murad'ın 120 yıl yaşayacağını yazması üzerine padişah bunun neye dayanarak söylendiğini sormuş, Alî de padişahın sorusuna bu risale ile cevap vermiştir. Saçma ve dalkavukça bir eserdir. Alî'nin 120 yıl ömür biçtiği Murad, hicrî hesapla 50 yaşında ölmüştür. Başlangıç:

Yazma 1) Reşid Efendi 1746 (102b — 108a). [Müellif yazısı]. Dürer-i Menşûre: Şadef-i Şad Güherde adı geçiyor. Nüshası bulunamamıştır. Zübdetü’l-Evrad:

Dürer-i Menşûre'den seçmelerdir. Başlangıç:

Yazma 1) Üniversite (Türkçe) 3543 (120b — 128b) [Hakâyikü’l-Ekâlim]: III. Murad'ın geniş ülkesinde kullanılacak memurların hangi vasıflarda olması gerektiğine dair makaledir. Hakâyikü’l-Ekâlim, müellitin

Page 51: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 51

verdiği ad olmayıp yakıştırmadır. Başlangıç:

Yazma 1) Üniversite (Türkçe) 3543 (36b — 39a) Menşe’ü’l -İnşâ : Bazı büyükler ve kendisi için yazdığı mektuplardır. <Fasıl> dediği 5 bölümden ibarettir. Kendi biyografisinin de kaynaklarındandır. Elli yaşlarına doğru yani 998 (=10 Kasım 1589—29 Ekim 1590) den bir iki yıl önce tertip olunmuştur. Beş bölüm dostluk mektupları, durum bildiren mektuplar, iş isteme mektupları, tebrik mektupları ve taziyet mektuplarından ibarettir. Başlangıç:

Yazmalar 1) Esad Efendi 3436 (79b — 80a) [Yemen ıslâhatına giden Lala Mustafa Paşa azlolununca onun maiyetinde olan Âlî'nin II. Selim'e yazdığı mektup Bu mektup, Menşe’ü'l – İnşa’nın tam nüshası olan Veliyeddin Efendi nüshasının 192a — 194a yapraklarındadır]. 2) Veliyeddin Efendi 1916 (183b — 282a) 4 Ramazan 1004 istinsahlı. Münşe’ât: Türkçe ve Farsça mektup ve tasvir örnekleri. Ayrıca tarih belgesi olan mektuplar. Yazmalar 1) Halet Efendi Eki 245 (3b — 4b) [<Yanık» fethi hakkında Serdar Sinan Paşa'ya yazılan fetihname]. 2) Halet Efendi Eki 245 (6b — 7b)

Page 52: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 52

[Yine <Yanık > fethi hakkında bir paşaya yazılan mektup. Yoksulluktan şikâyet ediyor. Geçim istemek için yazılmıştır Bu mektupta Künhü’l-Ahbâr adlı bir eser yazdığından bahsetmesine göre 1007 yılında (=4 Ağustos 1598 — 23 Temmuz 1599) veya 1008 başında (=Temmuz — Ağustos 1599) yazılmış olmalıdır]. 3) Lala ismail 601 178 yaprak. [Bu eser baştanbaşa mektup örnekleriyle doludur. Metinde Alî'ye ait olduğunu gösteren bir kayıt

yoktur. Zahriyede numarasız ilk yaprağın a yüzünde de

kayıtları bulunmaktadır]. 4) Müze 323 16 yaprak. [Tarihî mektuplar dergisi]. Ma’âyibü’l-Erzâl: Böyle bir eseri olduğunu Şadef-i Şad-Güher mukaddemesinde söylüyor. Adına göre sosyal bîr hiciv olduğuna ve Ali'nin yine herkesin aleyhinde bulunduğuna hükmolunabilır. Nüzhet veya Nüzhetü’l-Mecâlis: Bunun adı da Şadef-i Şad-Güher’de geçiyor. Şad Kışsa ve Şad Hisse: Humâyûnnâme'ye benzeyen, ahlâkî hikâyelerden mürekkep bir eserse de nüshası bulunamamıştır.

Page 53: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 53

EK Künhü’l-Ahbar’ın Osmanlı Tarihi bölümünden III. Mehmed çağına ait parçanın sadeleştirilmiş şekli.

Page 54: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 54

Sultan Mehmed Han'ın Tahta Oturması Dokumları Manisa'da 964(1) tarihindedir. 990 da İstanbul'daki At Meydanı Sarayı'nda sünnet olunup 60 gün halk türlü eğlencelerle eğlendi. Başlıca ileri gelenler düğün şölenlerinin güzelliklerini tamamlamaya kalkıştılar ki tafsili Câm’ü'l-Buhûr adlı manzum kitabımızda yazılmıştır. Düğün bittikten sonra, doğum yeri olan Manisa Sancağı kendisine mülk tayin olundu. Sahn-i Semân müderrislerinden Nevâlî, hoca olarak verildi. Lalası ve öteki [608b] maiyet erkânı mükemmel tertip edilmiş olarak ve bütün vezirlerle devlet ileri gelenleri atlanarak kendisini kadırga ile Üsküdar'a geçirdiler. Bir iki gün orada çadırlarda kaldılar. O sırada ben de şu matla'ı söyledim:

Hemân ki oldı mukarrer cülûs-i sultanı Oturdı yerine güya ki 'âlemüñ canı. Muhammed ibn-i Murâd ibn-i Şeh Selim'e dedüm Semiyy-i Fahr-i Cihan, vâriş-i Süleymâni.

Görünüşleri: Çatık kara kaşlı, düzgün dişli, değirmi yüzlü, semiz, orta boylu, kadınlara düşkün, temiz yürekli, nazik, yaratılışının zenginliği yaygın ve aklının erdiği maddelerde hakkı teslim edici padişahtır. 1003 Cemaziyelevvelinin 16 ncı Cuma günü (=27 Ocak 1595) İstanbul'da, akşam ve yatsı namazları arasındaki zamanda tahta oturdu. Bütün ülemâ ile askerlere bahşiş verip gönüllerini hoş etti. Zamanın şairleri nice tarihler söylediler.

Padişahın Bahşişleri Hakkında Tafsilât Önce, âdet olduğu üzere Yeniçeri askerine sayısız bahşiş verip altı kere yüz bin ve altmış bin dinar ihsan ettiler. Bu kitabın müellifi o tarihte Yeniçeriler Kâtibi idi. Ne dağıtıldı ise kendi kalemi ile oldu. Önce Yeniçeri Ağası'na bir hil’at ile 100.000 akça, Sekbanbaşı'ya bir hil'at ile 30.000 akça, Zağarcılar'a üçer bin yüz altmış akça, Kâtiplere kanun üzre bir hil'at ile 9000 akça verildi. Yaşlı olmakla bu hakîre dahi o mikdar teklif olundu. Lâkin ondan önce kaç kere Bağdat ve Erzurum hazinelerine Defterdar olmuş bulunduğum için bu parayı az olması dolayısıyla almadım. Ertesi günü padişaha arzolundu. Bir hil'at ile 50.000 akça ihsan buyuruldu. Bostancıbaşılar'ın ve Kethüdaları'nın bahşişleri Ocak halkı ile birlikte çıkıp İstanbul'daki Bostancıbaşı'ya 6000 akça ihsan edildi ve 2000 akça da hil'at karşılığı verildi. Edirne Bostancıbaşısı'na toplam 7000 akça verildi. Has Bahçe Bostancısı'na 2000 akça, (1) Bu tarih yanlıştır. 973 olacaktır.

Page 55: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 55

Edirne Bahçesi Kethüdası'na 1500 akça verildi. Yeniçeri Kethüdası'na 7000 akça ile bir hil'at, İstanbul ve Gelibolu Acemiler Ağaları'na altışar bin akça ile birer hil'at, Rumeli ve Anadolu Ağaları'na beşer bin akça ile birer hil'at ve yahut hil'at karşılığı ikişer bin ve 101 Yayabaşılar'a hil'at karşılığına mahsuben üçer bin dörder yüz akça ve 61 Bölükbaşılar'a hil'at karşılığı(1) Zağarcılar'a üçer bin yüz altmışar akça, Atlı Sekbanları'na üçer bin yüz kırkar akça, Solaklar'a ve her bir Yeniçeri'ye üçer bin akça ki yirmi beşer dinar olmuştur. Gerek istanbul, gerek Gelibolu Acemileri ve Bostancılaradır, her Acemiye üçer hasene(2) ki üçer yüz altmış akça hesap edilmiştir. Bundan önce tahta çıkan bunca Osmanlı Padişahları 1000 kişi olan foduladaki Yeniçeri yetimlerine(3) bahşiş vermemişlerdi. Bu riyasız kul, Yeniçeri Ağası'na söyledim: <Dünyada ihsan ve sadaka ile sevinmeye lâyık olanlar herkesten önce yetimlerdir. Onlar şimdiki halde bu bağış yağmasından pay almıyorlar. Bari onlara da ikişer filöri verilsin. Saadetli [609a] Padişaha sayısız ahret mükâfatı hasıl olsun> diye arzettirdim. Bunun üzerine onlara dahi ihsan buyuruldu. Bu kulun akılsızca olmayan düşüncesi uygun görüldü. Kıyamete kadar, o güzel ihsanlar eserimiz oldu. Bundan sonra, Padişahın tahta çıktığı o sevinçli günü kutlamak için bu hakîr müellif, sonsuz ve zahmetli hizmetlerimin arasında yeni icad ve büyüklerin beğeneceği güzel bir kaside nazmettim. Yeni tarzdaki güzelliğini hakkı ile anlayanlar ve bilhassa o tarihte Şeyhülislâm olan mollalar mollası: <İlk padişah olan Keyûmers'in tahta çıkışından bu âna gelinceye kadar büyük sultanların cüluslarına gerçi bilgili ve zarif ediplerden ve Acem edebiyatçılarından Hâkâni, Zahir ve Selmân(4) nice güzel kasideler söyleyip değerli caizeler almışlarsa da bu tarzda bütün şartlarıyla cülûsiyye denmeye lâyık ve bütün ediplerin kasidelerine üstün böyle güzel bir kaside söylenmemiştir > dediler. Lâyık olduğu üzere onun güzel mazmununu incelediler. O parlak kaside şu ruh verici nazımdır ki buraya yazıldı:

Gel ey tinin-i kader-beyza, bende ferman ol. Kaza fezasına geh gûy ü gâh çevgân ol.

(1) Burada hil'at karşılığı olan rakkam eksiktir. (2) Para cinsî. (3) Devletten fodula alan yetimler. Fodula, pideye benzer bîr nevi ekmek. (4) Alî'nin mutad küstahlıkla kendisini daha üstün gördüğü bu ünlü Acem şaîrlelerinden Hâkâni 582, Zahir-i Fâryâbi 598 ve Selmân-i Sâveci 769 hicrîde ölmüştür.

Page 56: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 56

O asrın eski şairlerinden olup Rumeli Kazaskerliğinden azledilmiş olan Bakî ve mollalar zümresinden olup şehzadelerin hocalığında bulunan Molla Nev'î de cülûsiyye kasideleri yazmış olan şairlerdendir. Bu ikisi seçme ve parlak şiirler yazan kimseler olup bu hakirin yaşına göre onlar aksakallı ve güngörmüş kocalardır. Bu duacı onlara nisbetle iki defa ağlayıp sızlayarak kendiliğinden köşeye çekilmiştir. Onlar yalnız divan ve birer tane kitap telifi ile ün kazanmışlardır. Bu değersiz, Farsça ve Türkçe beğenilmiş dört divan, kitap ve risalelerden elli taneye yakın eser ile yüksek şöhret sahibi oldum. Ulemâ zümresinden Mevlânâ Tab'f <her aksakallıya marifet yolunda uymak diye bir şey yoktur> diyerek onların kasidelerini ehemmiyetsiz bulmakta, ancak cülusa ait beşer, onar beyitleri olup benim kasideyi baştan sona cülusa müteallik beyitler ve saltanat tebrikine ait kelimelerden ibaret görmekle tarafımdan aşağıdaki kıt'anın yazılması uygun görüldü:

Pirân-i hânkâh-i belagat ki hâliyâ Birisi Nev'i'dür biri Bâki-i nâmdâr Vaşf-i cülüsda şâh-i civânbaht-i ‘aşr ile Her biri bir kaşide deyüp buldı iştihar Bir şâb-i kâmil anlara gâlib gelüp veli ‘Alilik étdi anda hiredmend-i rüzgâr Tab’ın pesend edüp dedi bir ehl-i tab’ anuñ Zâtı ‘ülüvvin eyler ise iktizâ ne var ‘Âli ki şimdi hüsrev-i mülk-i sühandurur Eş'âri pâki sikke-i nazma yeter şi’âr Hikmet nedür dedüm, dedi pir-i hired baña: Efzûn olur cevaza(1) bile kadr-i i’tibâr.

O Günlerde Mevlânâ Abdülbâkî'nin [609b] Saltanat Makamına Kasidelerinin Verilmesi Kasideler padişaha vardı. Yüksek caizeleri ve riayetleri kasideyi tertip edenin himmetine göre olup yani cihan padişahı, sözün güzel mânâsını başkalarından ayırmak için bir saatlik düşünce tutsaklığına düşmeyi lâyık görmediler(2). Her ne kadar kaside gönderdilerse o suretle itibar ettiler. Rumeli Kazaskerliğinden azledilmiş olan Mevlânâ Bâkî'ye mansıbı yine verildi. Molla Nev'î'ye de, Osmanlı kanunu ile tekaüd iken şehzadelerin öğretmenliğindeki gündelik maaş, irsâliyye ve sâlyânelerini (1) Nüshaların birinde cevazında ( ), birinde civarında ( ) şeklindedir. Vezin bakımından yukarıdaki şekilde düzelttim. (2) Metinde şöyle: Ya'ni ki sultâñ-i cihândâr temyiz-i mazmûn-i güftâr içün bir sâ'atlik tâb’iat-i fikriyye intibâsına giriftârligi revâ görmediler.

Page 57: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 57

tamamlamak suretiyle tayin ederek inayetlerinin çokluğundan dolayı değer vermiş oldular. Şanlı babalarının birkaç hazineye defterdar kıldığı bu duacıya ki, sonradan buyruğa uyarak iki kere Yeniçeri Kâtipliğini bir defa Defter Eminliğini kabul edip cülus sırasında da yine kâtiplikte bulunmuştum, <isterse o kâtiplikle mütekaid olsun ve 200.000 akçalık haslar tayini ile değeri yükselsin > diye buyurdular. Fakat bu iş Künhü’l-Ahbar'ın telifine engel olacağı ve çok meşguliyeti bulunacağı için ister istemez vazgeçip Mısır Defterdarlığını istedim ve saygıdeğer Haremlerine şu manzumeyi gönderdim:

Ey ‘azîz-i dü cihân, Yûsuf-i şıddik-nişân! Eyle ‘Âli kuluñı memleket-i Mışr'a revân. Haşm-i rübâh-şıfat reşk ü hasedden ölsün, Kurd Paşa'ya refik eyle ol arslanı hemân. Şekkeristânına Mışr'uñ yaraşur defterdâr Öyle şîrin-sühan ü şâ’ir-i şâhib-divân(1). Bâhuşûş anı kaşâyidle recâ etmiş idüm Dahı sancakda iken Pâdişeh-î ‘âli-şân. Hamdüliilah ki dem-i lutf u keremdür şimdi, Eyle Hassân-i şenâkâruña anı ihsân. Şekkeristânı sakın zağa düşürme şâhum, ‘Adl ü dâduñ ede tâ ehl-i dilân istihsân.

Bu manzumeyi görünce hemen ihsan buyurup tereddütsüz verdiler. Lâkin Harem hizmetinde bazılarının bendeliğini kazanmış olan kuvvetli ve azgın devletliler razı olmadıkları için ondan vazgeçip Rumeli Vilâyeti Defterdarlığı ve Amasya Sancağı ile kanaat ettim ki o sancak Osmanlı sultanlarından çoğuna şehzadelikleri sırasında payitaht olmuştur ve nicesinin saltanat doruğuna o sancaktan yükseldiği bilinmektedir. Bundan sonra bazı kadılar ve müderrisler Mevlânâ Bâkî'den şikâyetle durumlarını bildirdiler. Hatta padişaha birkaç defa yazılar sundular. Bundan dolayı azlolundu. Kuvvetlen düşmüş bir ihtiyar olduğu için kanunları üzere 150 akça gündelikle tekaüd buyuruldu. Bununla beraber <insanoğlu yaşlandıkça hırsı ve isteği gençleşir> hadîsi(2) gereğince azlinden dolayı huzursuz oldu. O sırada saltanat makamına tariz ile şöyle bir gazel söyleyip edepten dışarı çıktı diye vezirler arasında kınandı. (1) Bir nüshada biraz başka türlü: Öyle şirin-zebân, şalir-i şâhib-divân.

(2) Hadîsin aslı şudur:

Page 58: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 58

Bâkî'nin Gazeli

Müşkil imiş ki dilrübâ tıfl ola, dilsitân ola, 'Aşık-i zâr-i mübtelâ pir ola, ñâtüvân ola. Yaşıma bakmaz ol peri, bilmedi kadr-i gevheri. Tâlib ola bu demleri, bulmaya çok zamân ola. Gûş tutup münâfıka, cevri ko yâr-i şâdıka, Dilber odur ki 'âşıka müşfik ü mihribân ola. Hayl-i şirâr-i nâr-i dil cünd-i nücûma muttaşil Böyle kalursa şöyle bil: Gökde niçe kırân ola. Bâki'ye sâkiyâ ferah ver ki fenâ bula terah Şol meyi şun ki bir kadeh, pir içe, nevcivân ola.

Padişahın Tabta Çıkışında Osmanlıların Lütuf Kanunu Gereğince Devlet İlerigelenlerinin Hakanın

İhsanlarından Payları Önce sadırazam cenabına üç kere yüz bin akça, hil'at ve öteki [610a] vezirlere ikişer kere yüz bin ile hil'at ihsan edildi. Şeyhülislâma 30.000 akça, 2 ak sof; iki kazaskere yirmişer binle birer tane sof ve mollalık ile payitaht kadısı olup sonradan azlolunmuş olanlara 15.000 akça ile birer sof ve ülyâ payesindeki müderrislere onar bin akça ile birer sof; <Miftâh> ve <Tecrîd Hâşiyesi> müderrislerine üçer bin akça ile birer sof verildi. Bu hediyelerle her feylesofun meramı hâsıl olduktan sonra(1) şeyhler ve vaizler dahi üst, orta, aşağı itibar olunarak üstlere üçer bin, ortalara ikişer bin ve aşağılara biner akça gönderildi. Bundan sonra öteki Divan mensupları ihsana boğulup defterdarlar ile tuğrakeşler 40.000 akça, başçavuşlarla kapıcılar kethüdaları 15.000 akça ile birer serâser hil'at, rikâb-i hümayun ağalan on biner akça, Defter-i hakanî emini 5000 akça, Divan kâtipleri reisi 7000 akça, başruznâmeci ve iki muhasebeci beş biner akça ile birer mîr-i âhûrî câme(2). Küçük ruznâmeci 2000 akça, Anadolu muhasebecisine, evkaf haracı muhasebecilerine, bütün mukataacılara, kaleler(3) tezkereci teriyle teşrifatçılara üç biner akça ile birer orta derecede câme verildi. Bütün ahkâm kâtipleri, sadırazam ruznâmecisi de mukataacılarla bir tutuldu ve nihayet vezir-i azam mu- (1) Metinde şöyledir: Bu yüzden ‘atâyâ ile huşûli merama her feylesof mukarrer oldukdan sonra... (2) Fatih nüshasında: Mir-i âhur-i haşşa hil’ati. (3) Metinde: Kıla'.

Page 59: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 59

kataacısına ve ruznâmecisine birer elbiselik kemha hil'atin bedeli verildi. Ondan sonra mevkufatçılar, varidatçılar, teslîmatçılar ve mevcûdatçılar iki biner akça aldılar. Ahkâm-i mâliyye ve ulufeye mutasarrıf olan hazîne şâkirdânı biner akça ile memnun edilmek emrolunduysa da hazîne şâkirdânı biner, ahkâm-İ dîvânî kâtipleri bin beş yüzer, ahkâm-i mâliyye şâkirdânı ve maaşsız hizmet eden hazîne şâkirdleri yüzer akça bahşişle hissedar kılınmak emrolundu.

Müellifin Manzumesi

Garib dâd ü dihişdür, ‘acib yağmâdur, Ne özge himmet ü bahşiş, ne hoş 'atâyâdur. Celâl ü câhına nisbet âtâsı cüz'idür Ki taht-i mülke geçen pâdişâh-i yektâdur. Egerçi nâm ile sultân-i Rûm'dur ammâ Hakikaten şeh-i iklim-i heft-pehnâdur.

Padişahın Cülûs Sırasındaki Bazı Bayrakları

Saltanat veraseti müjdesiyle Manisa'ya gitmiş olan Bostancıbaşı Ferhad Ağa, kışın şiddetli günleri olduğu için yolda karlar ve buzlar üstünde rikâb-i hümayunlarında bulunup çok hizmet etmiştir. Gerçi kaba yaratılışına göre ona liyakati yoktu; faraza yüksek bir kalenin dizdarlığı, halinin alçaklığına göre onun için pek fazlaydı; lâkin Osmanlı kanununda bostancıbaşılara sancak beğliği verilmek padişahların inayetleri çokluğundan olup böylelerine bir iki defa da beğlerbeğilik verilmiş olmakla Ferhad Ağa'ya da yolda gelirken Mısır beğlerbeğiligini verdi. Mısır gibi zengin bir yer onun gibi bir iblise lâyık görüldü ama kabul etmedi. Daimî olarak bostancıbaşı olmayı istedi. Dileğine müsaade olundu. Mansıbını Ömrü boyunca kabul ettikten sonra [610b] fazla olarak yolda ve tahta oturdukları sırada 20.000 filöri para ihsan ettiler. Mudanya yöresinden girip İstanbul yakasına geldikleri kadırganın deniz ümerâsından olan sahibine Kıbrıs beğlerbeğliği verildi. O kadırganın küreğini çeken kadanalı(1) 100 Kâfirin hepsi azad olundu. O gemilerdeki gemicilere gerektiği gibi itibar edildi. Mudanya iskelesinde yaya askerlerden(2) bazıları cülus sezinledikleri için kondukları haremsaraya gelip küstah bir şekilde inayet dileyip onlara da koruculuklar verildi. (1) Bir nüshada: <Kadınalı> ( ). (2) Metinde: Zümre-i râcilin.

Page 60: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 60

Ayın 23 ncü cuma gününün gecesi (=3 Şubat 1595) çavuşbaşı gönderilerek merhum padişahın Diyarıbekir eyaletinden azlederek Yedikule'de hapsetmiş olduğu Deli İbrahim Paşa, ki Harem Kethüdası Çantada Hatun'un kardeşiydi, yukarda anlatılan(1)küstahlık ve kıyıcılıkları dolayısıyla o gece boğdurulup siyaset kılındı ve kıyıcının cezası budur diye boynuna taş bağlanıp ölüsü Yedikule civarında denize atıldı. Ertesi günü (24 Cemaziyelevvel 1003=4 Şubat 1595), merhum padişah zamanından kalıp onun huzurunda yüz bulmuş ve her biri nice mansıblara sahib olup memleket işlerine karışmış bulunan bazı ağalar, cüceler, dilsizler ve maskaraları topyekûn Haremden dışarı sürdü. Bunlara birer mikdar ulufe tayin buyurdu ve oturdukları odaların bile yakılıp yıkılması ve yerle bir edilmesi reva görüldü. Doğrusu bu ki bu tedbirler pek yerinde idi ve işe başlarken kutluluk alâmetleri ile itibar kazanmıştı.

Ferhad Paşa'nın Vezirliği ve Sinan Paşa'nın Mağalgara'ya Gitmesi 6 Cemaziyelâhır Perşembe günü (=16 Şubat 1595) mühr-i hümayun, merhum padişah zamanında büyükvezir iken azlolunup sonra ikinci vezirliğe tayin buyurulan Ferhad Paşa'ya verildi. Serdar Sinan Paşa kışlaktan İstanbul'a gelirken mühür alınıp kendisi Mağalgara'ya gönderildi. 20 Cemaziyelâhır Perşembe günü (=2 Mart 1595) merhum padişahın kırkı olduğu için Ayasofya Camisinde bütün devlet erkânı toplanıp mevlût okundu. O gün yoksullar doyuruldu. 12 Şaban Cumartesi günü (=22 Nisan 1595) Büyükvezir Ferhad Paşa, padişah divanından kendi sarayına gelirken, seferde ulufelerinin serdar yanında verilmesi buyurulmuş olan Bölük halkı, kanunsuz olarak devlet kapısına gelip emir dışı davranışlarından başka: <Bize burada ulufe verin> diye direnip vezirin atının yularını tutarak sövüp saydılarsa da o gün kargaşalıkları yatıştırıldı. Fakat ertesi günü (=23 Nisan 1595 Pazar) yine toplu olarak Ayasofya Önüne geldiler. <Bize sövdü. Ferhad Paşa'nın başını isteriz> diye vükelâya haber gönderdiler. Her ne kadar vezirlerden [611a] Halil Paşa İle Mehmed Paşa bu büyük karışıklığın yatıştırılması için o serkeşler güruhuna karşı çıkıp öğüde başladılarsa da fayda etmedi. Onların da haysiyetini kıracak nice şeyler oldu. Daha sonra Yeniçeri Ağası Ahmed (1) Bizim almadığımız III. Murad çağına ait bölümde.

Page 61: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 61

Ağa'ya haber gönderildi. Atlanıp geldi. Eli değnekli Yeniçerilerle o alanı çevirdi. Fakat Sipahiler takımı ona da karşı koyup el uzatmak ve kötü sözler söylemekten başka taşlamaya dahi kalkıp: <Yıkıl git; bize karışma> dediler. Ağa hemen Yeniçeriler'e: <Bre, şu uğursuzlara vurun> diye buyurdu. O anda değnek şaklamaları dört bir yana yayıldı ve serkeş takımı cezalarını bulup ümitsizliğe düşerek dağıldı. Ertesi günü (=24 Nisan 1595 Pazartesi) Yeniçeriler'e 120.000 akça ihsan olundu. Ağalarından 10 kişiye de yarar hil'atler giydirilerek itibarları yükseltildi.

Azıtmış Sipahilerdin Bela Oluşları Bölük halkı dedikleri kınanmış güruh ve Sipahi Oğlanları, Silâhdarlar, Ulûfeciler ve Garibler denilen alçak zümre. Altı Bölük Ağalarının buyruğunda bulunan neferlerdir ki zamanımızda çoğu âsi, yol kesici, saldırıcı bir bölük edepsizlerdir. Onların bir kısmı padişah Hareminden çıkanlardır. İkincisi Yeniçeri ocağında hâsıl olup onlara eklenenlerdir. Üçüncüsü kendilerinin oğulları olup başlangıçta onar akça İle Bölüğe kaydedilenlerdir. Dördüncüsü topçuluktan ve cebecîlikten gelenler ve büyüklerin kullarından; Mısır, Şam ve Bağdat kullarından bir yolla Bölüğe geçenlerdir. Karışıklıkların ve isyanların çoğu dördüncü kısımdan olan edepsizlerin ve nimettepenlerin işidir ki aslında çoğu reziller sınıfındandır(1). Uğursuzlukları ve belâları işaret edilmiş olan azgın Sipahiler çoğunlukla bu aşağılıklardandır.

Müellifin

Yokdur anlarda zerre deñlü edeb, Ekseri erzel ü zemim-neseb. İşleri güçleri fesâd etmek; Cümle hükm ehline ‘inâd etmek. Şûretâ ñâkes ü muhakkardur, Zulm ile şan vebâ-yi ekberdür. Götürür gönder ile bayrağını; Eridür niçe biñ yürek yağını. Biri bir karyeyi harâb eyler. Kavmini ehl-i ıztırâb eyler.

(1) Fatih nüshasında sınıflandırma biraz değişiktir: 1) Padişah Hareminden çıkanlar. 2) Kendi oğulları. 3) Yeniçeri ocağından hâsıl olup onlara katılanlar ve başlangıçta onar akça gündelikle Bölüğe kaydolanlar. 4) Topçuluk ve cebecilikten gelenler.

Page 62: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 62

İkisi bir ‘azîm şehre belâ. Bir güruh olduğunda dehre belâ. Pâdişâheyne eldiler 'işyân. Cümlesi oldı lâyik-i nirân. İki şâhenşeh-i veli-ni’met Bed-du’â etdi anlara kat kat. Ba’d ezin oldı ol gürûha muhâl İntizâm-i ma’îşet ü ahvâl. Ol sebebdendür anlara nekbet Fakr ü iflâs ü fısk ile şöhret(1)

Gerçekten üç dört akça ile bir Yeniçerinin durumu düzgün olur. Başında zerrin üsküfü ve gümüş yünlüğü, belinde gümüşlü kılıcı, hayatında düzeni bulunur. Ama kırk elli akça ulufe yiyen Sipahiler nimeti tepen ve kötü yürekli kişiler olduğu için nerde bir başı dertli(2) kimse görsen onlarda bulunur. Nerde bir elbisesi bozuk(3) ve sarığı kirli bir sefil(4) görülüp kim olduğu sorulsa mutlaka Bölük halkından olduğu ortaya çıkar. Sultan Murad Han zamanında Rumeli Beğlerbeğisinın öldürülmesi sırasında bir defa Divan-i Hümayunu bastılar. Vezirleri taşlayıp ister istemez Beğlerbeğinin ölümüne sebep oldular, ikinci defasında yine yakışmaz işler yaptılar. Yani yine önceki gibi Divanı basıp Başdefterdar olan Seyid Mehmed'in başını istediler. Şimdiki halde cezalarını bulup çoğu öldürüldü. Kefenlenmeyip ve cenaze namazları kılınmayıp hayvan leşi sayılır diye [611b] denize atıldılar. Sultan Mehmed Han'ın padişahlığı zamanında olan üçüncüsünde Ferhad Paşa'yı istemeye gelip Divan civarında iki gün derece derece edepsizlikler ettiler. Bu kınanmış zümrenin çoğu, karışıklık ve alçaklık vadisinde birer uğursuzluk yıldızıdır. Bunlar önce Şirvan vilâyetini savunmak sonra Tebriz ve Revan'ı korumak için yazılan rezil ve aşağılıklardır ki o sınırı korumak için yazıp birer ikişer yıl orada alıkoydular. O baskıdan kurtulunca hemen Müslümanların azık ve mallarını vurmaya koyuldular. Hep birden sefere gittikleri zaman yollarda bedava geçindiklerinden başka rast geldikleri namuslu insanların malını mülkünü yağma ederek giderler ve vardıkları seferlerde başarı ve zafer umarlar. Paşalardan ve Ağalardan kimse bunların disiplinine dikkat etmez. Sanki İslâm padişahının kılıç ve hüküm kuvveti yoktur da her ettikleri yanlarına kalır. (1) Bu mısra bir nüshada şöyledir: Fakr ü fâke ve fısk ile şöhret. (2) Metinde başı dertli yerine: «Nekbeti». (3) Metinde: «Deli». (4) Metinde : «Oñmaduk».

Page 63: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 63

Onun için bunların karıştırıcılık ve bozgunculuk aleşleri alevlenir oldu.

Buğdan Karışıklığının önlenmesi için Ferhat Paşa'nın Serdar Olması Yeryüzünün ilkbahar ile yeşillenmiş olduğu 17 Şaban Perşembe günü (=27 Nisan 1595) şehirde bütün devlet erkânı atlandı. Ferhad Paşa ve öteki vezirlerle diğerleri Bâb-i Hümâyûna vardı. Büyük ikram ve aşırı ululama ile paşaya kıymetli hil'atler ve sarık giydirilerek saygı gösterildi. Serdarlığı müjdelendi. Yüzüne karşı söylenecek din ve devlet işleri orada konuşuldu. Ondan sonra davul, zurna ve boru takımı ile; tuğ ve sancak ile gönderilip Edirne Kapısı'ndan çıkıldı. Konulması âdet olan o yöredeki konağa konuldu. Askerin o günkü bezenmişliği, özellikle Yeniçeri alayının türlü türlü değerleriyle niteliğini göstermesi değme zamanda görülmüş değilmiş.

Nazım

Yeñiçeri ki gazânuñ odur kadimleri, Cihâd umûrına her yerde müstedımleri. Silâha rağbet edüp ‘arz-i gurbet eylediler. Kemâl-i zinet ile bast-i şöhret eylediler. Hüdâ o kavma mu’in ü zahir ola her dem. Sipâhi gibi degüldür ‘uşata piş-i kadem. İçinde kemleri var ise çok degül, kemdür. Eyünüñ eylügi yanında ol da mübhemdür.

Fakat paşanın şöhretle çıktığı gün garip bir gizli işaret oldu: Otağının yanına vardığı sırada daha önce götürülen iki tuğdan biri yıkılıp altın yaldızlı topu kırıldı. Hattâ tuğ taşıyıcı olan Kapıcı, bindiği atı ile yıkılıp yere düştü ve tuğun tozlanmış durumunu gören kimse bunu hayra yormadı. <Bu, serdarın uğursuzluğuna sebeptir> diye iyi görmedi. Gerçekten de uğursuz saydıkları fal, olaya uygun düştü. Paşanın son seferi olup azil ve hapisle, kellesini yitirmekle sonuçlandı. Ertesi günü İslâm askeri ile kalkıldıkta, askerin gönlünü serdara çekmek için bir mektup gönderildi. Sınıra varıldığı zaman askeri toplayarak yüzlerine karşı okunması emrolundu. Sözün kısası: Sefer işi için kalkıp yavaş yavaş Hezargrad yakınına dek vardı ve İslâm askerinden kimse gelmedi diye yakınmaktan geri kalmadı. Sanki Buğdan'a varmayı ve savaşmayı istemiyordu. Gece gün-

Page 64: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 64

düz durmaksızın <yanımda asker yok> diye boşuna vakit öldürmekten vazgeçmedi. Bu sırada Sinan Paşa [612a] taraftarları fırsat buldular. <Hem Buğdan karışıklığına sebep kendisidir; hem de yok etmek için gitmek istemez> diye gizli gizli suç bulmaya ve aleyhinde söylemeye koyuldular. Serdar sınıra vardığı ve köprü yapmak için adamlar tayin edip bitmesini beklediği sırada zaman zaman Devlet Kapısına arzlar gönderip <yazılan askerin daha yüzde biri gelmedi> diye bildiriyordu. <Girmeden önce nasıl çıkacağını düşün> nassına uyuyordu.

Sinan Paşa'nın Tekrar Başvezir olması Kötü yürekli garez sahiplerinin sözleri padişahın kulağına varınca hemen Kerhad Paşanın azli ve Sinan Paşa'nın nasbi işi oldu. Ne dedilerse dediler; padişahı kandırdılar.

Nazım

Yine ma’zûl kıldı Ferhad'ı Şaldı ardınca haşm-i Horyâd'ı, Biri birine düşdi ol iki şûm. Arnavud fitnesiyle toldı kurûm. Ol iki sâlhorde ehl-i garaz Cevheri, ‘arz içinde yazdı ‘araz. Tâ ki germ oldı âteş-i ğavğâ, Düşdi te’hire yine hedm ü veğâ.

Hep birden padişahı yine doğru yoldan çıkardılar. <Elbette Sinan Paşa serdar olmak ve Ferhad'ın kara talihli başı yüksek huzurunuza gelmek gerek> diye öfkelendirdiler. Sonra, Şaban ayının son günü ki pazartesi (=8 Mayıs 1595) idi(1) vezirlik mühürü yine uğursuz Sinan Paşa'ya verildi. Beş aydan beş gün eksik olarak mazûl durup yine vezirlik sandalyasına yükseldi. Buyruğa uyarak Devlet kapısına geldi. On gün kalıp aceleyle 9 Zilkade Pazartesi günü (=17 Temmuz 1595) alayla dışarıya çıktı. Buğdan Kâfirleri karışıklığını gidermeye memur edildi. (1) Fatih nüshasında (Nu. 4225) gün olarak düşenbih (=pazartesi) yazılmaktadır (yaprak: 494a). Esad Efendi (Nu, 2162. yaprak: 612a) ve (Hamidiye Nu. 914, yaprak: 534b) nüshalarında şenbih ( = cumartesi), (Halet Efendi nushasındu (Nu. 598, yaprak: 425a) sebt (=cumartesi) günü kaydedilmektedir. 1003 Şabanının 29. son günü 9 Mayıs salıya rasladığından, bu da hilâli görme gecikmesinden olacağından, karşılığını 8 Mayıs olarak aldım. Hafta günlerinin kaydedilmesi bazen 3 güne çıkan takvim yanlıklarını önlemektedir.

Page 65: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 65

Lâkin Ferhad Paşa ile eski düşmanlığı vardı. Bu fırsatta onun başını almayı murad edindi. <O hayatta oldukça ben hizmet yapamam> diye mızıklanmaya başladı. Kendi ayıplarını hüner diye salarken onun doğudaki fütuhatını sırf kusur diye gösterdi. Ne dediyse dedi. Kapıcılar Kethüdası Ahmed Ağa'yı ondaki mühürü almak ve fırsat bulursa başını alıp kanını toprağa dökmek için emirlerle gönderdi.

Şamlılar'ın Devlet Kapısına Gelmesi 1000 kişiden çok olan Şam vilâyeti Yeniçerileri ki çoğunun yiğitlik ile ün salmış savaşçılar, çöl süvarileri ve yarar kişiler olduğu o ülkenin sakinleri tarafından bilinmektedir, Peygamberdin sancağı ile 500 güçlü er, 1002 tarihinde (=27 Eylül 1593—15 Eylül 1594) Yanık kalesi fethine gelmişler ve umulandan çok yiğitlikler etmişlerdi ki yerinde anlatılmıştır. Bundan dolayı 1003 tarihinde ( = 16 Eylül 1594—5 Eylül 1595) onlardan tamam 1000 yiğitin yine Rumeli'ye gazaya gelmesi ve özellikle Peygamber'in sancağı ile getirilmesi, fakat geçen yılki gibi Gelibolu geçidinden geçilmeyip Üsküdar'dan Devlet Kapısına gelmeleri emrolunmuştu. Çünkü evvelce Gelibolu'dan geçirildikleri için hepsi incinip: <Bize rağbet olunmadıysa Muhammed'in sancağına saygı farzdı. Bizim Devlet Kapısına varmamız neden uygun görülmesin? Bin yere israfları varken kutlu Peygamber sancağına saygı göstermeyi her şeyden üstün tutmalıydılar > diye söylenmişlerdi. Bu defa hatırlarını hoş tutmak uygun görüldü. Devlet Kapısına geldikleri gibi 6000 filöri ihsan olundu, özellikle Mehmed Ağa adlı subaylarına ve başka ilerigelenlerİne 30 tane altınlı hil'at ile İkramda bulunuldu. Atları için de bir gemi yükü arpa verildi. Peygamber [612b] sancağı Harem'e alınıp ziyaret olundu. Hikâye olunur ki Ulu Peygamber'in sancağı İzingimid kasabasından geçerken erkekler, kadınlar, kızlar ve bütün büyüklerle küçükler görmek isteyip ve bir gören bir daha görmek dileyip içlerinden bir kadın görmek bahtiyarlığına kanaat edip: <Yeter, gördük, yeter. Kendimizi bu merama eriştirdik > diye geri döndüğü gibi havadan bir taş peyda olup kadının yüzüne değer. Kan içinde bırakıp yaralar. O taşı kimin attığı bilinmez.

Nazım

Resûlüñ râyetin tahfif eden zen Görür kendüye dest-i ğaybı rehzen. Kazâ bir zahm urur çirkin yüzine, O zarbdan kan oturur her gözine.

Page 66: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 66

Ferhad Paşa'nın Hazırlığı Her ne kadar Kapıcılar Kethüdası hızlı gittiyse de Ferhad Paşa'nın adamları ondan daha önce gittiler. Vezirlik mühiirünün alınacağını ve kendisinin öldürülmesi için emirler verildiğini bildirdiler. Devlet Kapısında konuşulanları, tutuklanma ve hapsedilme kararını birer birer anlattılar. Paşa da hemen adamlarını toplayıp Ordu-yi Hümâyundan ayrıldı. <Ben mazûl olmuşum > diye Devlet Kapısına gitti. Ondan sonra Kapıcılar Kethüdası geldi. Ancak iki adam ile buluşturulup mühür ona teslim edildi. Ferhad Paşa, adamları ile, yakıcı ateş, azgın yılan, sel ve fırtına gibi gelen uğursuz kaatil Sinan Paşa'nın korkusundan, doğru yola yönelmişken Karapınar adlı konaktan atını ters yöne döndürdü. 3000 kadar adam ile geriye dönüp Uzun Mehmed Paşa'nın oğlu ibrahim Paşa adlı yüce ağanın çiftliğine varıp kondu. Sinan Paşa, Kapıcılar Kethüdasının idama kıyışamadığını işitince tersine basmış ayı gibi homurdandı. Aceleyle Şam Yeniçerileri'ni Süleyman adlı ağalarıyla, Ferhad Paşa'nın mallarını yağma ve kendisini öldürmek üzere emirler verip gönderdi.

Nazım

Tahtında pâdidâr olan tâze şehriyâr Lâyık mıdur alup vere bir ‘abd-i hâksâr? Şeh var iken vezirlerüñ cengi fi'l-meşel: Arslan yanında ede iki dilki kârzâr. Çünkim siyâset olmağa ol müstehikdürür Sen Öldür anı, katline ğayruñ ne cânı var? Bir saltanatda kuvvet olunca benüm begüm Mümkin mi eyleye zu'afâ birbirîn demâr? Sultân-i rüzgârda aşla günâh yok. İlka édendür aña bu şun'ı günahkâr.

Şam kulları bir bölük kan içici meteliksizlerdi. Bir serdarın mülkünün yağma edileceğini duyunca hızla yürüdüler. Bir sabah vezirin ağırlığı katar olup düzeniyle giderken yağmaya koyuldular. Ferhad Paşa yüksek bîr tepeden bakıyordu. Askerlerin yaptığını gördükçe pişmanlıkla göğsünü dövüyordu. İç Oğlanlarını soyulmuş, sarıkları dağılmış gördükçe içi yanıyordu. Fütuhat hizmetlerinin karşılığında kendisine yapılan ihaneti düşündükçe ah ateşinin dumanı göğe çıkıyordu. Gerçe, adamlarını yanına toplasa, her birini vuruşa kandırıp öğütler verse, <öldürülmeme buyruk veren padişah değil, düşman olan hain vezirdir>

Page 67: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 67

[613a] dese, <göreyim sizi, dem bu demdir> diye söylese yağma emri alan asker böyle ileri gidemezdi. <Bizim bir vezirin malını yağma etmek neyimize yarar > diye dönüp giderlerdi. Gizli kalmaya ki Arnavut kavminde alçaklık yer etmiştir. Gerektiği yerde onlardan yiğitlik ve atılganlık çıkmaz. Bu aşağılık takımın utanması az, takat pintiliği çoktur. Laf ebeliğine gelince her biri sözde ikinci Rüstem'dir.

Ferhad Paşa'nın Sonu Ferhad Paşa. Şamlılar'ın yağmasından kaçarak 30 atlı ile kurtuldu. Istıranca adlı sarp dağın ormanına düşüp kendisini kurtardı. Sonra Devlet Kapısına yönelip Valide Sultan cenabına başvurdu. Hattâ Valide Sultan kendisine arka olup yardım etsin diye para ve mücevher olarak nesi varsa hepsini verdi. Valide Sultan ona çiftliğinde oturması için izin aldı. Lehinde bir hatt-ı hümayun alıp gönderdi. Paşada melûl mahzun, başkente yakın olan çiftliğine gizlice gelip durdu ve dünyanın savulması imkânsız kazasına göğsünü siper ederek oturdu. Fakat Sinan Paşa gece gündüz çalışıp çabalayarak ve verilecek yerlere bol bol mal vererek padişahın huzurunda söz söyleyebilecek olanları birer yolla kandırdı. O tarihte şeyhülislâm olan Bostanoğlu Mevlânâ Muhiddin ki, Ferhad Paşa ile düşmanlığı ve Sinan Paşa ile eskiden beri dostlukları akıl sahiplerince biliniyordu, bu fırsatta hem ulemânın başkanı, hem de yüce padişahın sır ortağı bulunmakla onun eteğine yapıştı. Hattâ ilerigelenlerden ve erkândan çoğunun inancına göre 30.000 dinar ve bazı hediyeleri rişvet yolu ile gönderip fetva makamını rişvet kabul etmekle mülevves kıldı.

Nazım

Saydı bir şûret-i fetvâya otuz biñ dinâr. Şeyhülislâma ğanâ verdi tamâm ol mekkár. Rişvet ahzına eden cür'eti kâziler iken İrtişâ almağı müfti de edindi derkâr. Aña bir şûret-i fetvâya otuz biñ hasene, Gabn-i fâhiş gibi olmaz mı ‘acab bu bâzâr? ‘Ülemâ zümresinüñ böyle olıcak hâli Mürteşİ olsa ‘acab mı ümerâ leyi ü nehâr?

Fetva şu sebeple yazdırıldı: Bir vezir Kâfirler tarafına yardım ettikten sonra Ulemâ, imamlar, hatipler ve mücahidlerle gaza ehlinden bazı Müslümanlar şikâyetle kendisine gelseler. Buğdan kâfirleri kadın

Page 68: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 68

ve kızlarımızı tutsak eyleyip günah ve zina meclislerinde sâkîlik ettirip namusumuzu lekeledi diye ağlaşsalar, bilgisiz ve akılsız vezir yani Ferhad Paşa öfke halindeki sertlikle doğru olmayan bir cevap vermiş olsa yani <siz Kâfirin çoluk çocuğunu tutsak edip kullandığınız zaman hoş muydu ? Onların dahi sizin kız ve kadınlarınızı kullanması garip midir> diye söylemiş olsa... Gerçi Ferhad Paşa'nın yaratılışındaki kabalık doğrudur ve öfkelendiği zaman bunun gibi yakışıksız söz söyleyeceği ve bunun küfre sebep olacağını anlayamayacağı aşikârdır. Fakat bunun gareze [613b] hamlolunacağı anlaşılıyor, llerigelen adamlarından çoğunun cevaplarından paşanın böyle bir şey söylemesinin imkânsız olduğu beliriyor. Zamanın müftüsünün böyle bir felvası ve Sinan Paşa taraftarlarının her günkü telkinleri, özellikle Sinan Paşa'nın türlü türlü iftiralarla öldürülmesinin gerektiğini bildirmesi saf yürekli olan saadetti Padişahı razı etti, öldürülmesi kararlaştırılarak Ferhad Paşa'yı çiftliğinden kaldırıp Yedikule'nin hapishanesine getirdiler. Ve hiç beklenmediği halde. Dördüncü Vezir Sinan Paşa ki Cağalaoğlu diye tanınmıştır, ona sefere çıkması ve Ferhad Paşa'nın bütün deve, at ve katırları ile hademelerinin ona teslim olunması emrolundu. Ferhad Paşa, akıl sahiplerince bilinen inadı, pervasız huyu ve Cağalaoğlu ile aralarındaki düşmanlık dolayısıyla Padişahın buyruğuna uymadı. Bu buyruğu kaldırmak için Valide Sultan cenaplarına durumu bildiren bir yazı gönderdi. Valide Sultan da Cağalaoğlu Sinan Paşa'ya onun canını sıkacak bir emir yollayıp Ferhad Paşa'nın hayvanlarına asla dokunmamasını buyurdu. Cağalaoğlu şaşırıp bu iki buyruktan hangisine uyacağını bilmeyerek Valide Sultan'ın tezkeresini Padişaha gönderdi; Ferhad Paşa'yı koruduğunu olduğu gibi bildirdi.

Müellif tarafından

Âteş-i fitne şu'leler şaldı; Yakayazdı cihânı az kaldı. 'Akıbet işti’âl edüp ol nâr Zât-i Ferhâd'ı kıldı kati ü demâr. Kühkenlikler eyleyen zişân Cân-i şirini etdi anda revân. Zât-i Ferhâd'ı şâh-i şirin-kâr Binişân etdi, yıkdı üstüne yâr.

Hemen o gece Çavuşbaşı gönderildi Yedikule'de hapis iken boğduruldu.

Page 69: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 69

Kötü Tedbîr Bütün aklı başında olanlar müttefiktir ki Ferhad Paşa'nın bu türlü ızdıraba uğratılarak öldürülmesi doğru değildi. Tek dururken 5000 kişilik kapısını dağıtmaları ve Acem ülkesinde bunca hizmetleri geçmişken iyiliğe kötülükle karşılık vermeleri cidden uygun değildi. Merhum Sultan Murad Han bu türlü hilelere rağbet etmezdi. Ne denli kışkırtsalar böyle kötü tedbire izin vermezdi. Zira paşa hiçbir işe yaramasa bile doğu seferlerinin uzmanı ve muzaffer serdar olarak Kızılbaşlar karşısındaki hizmeti, korunmasına sebep olmak gerekti. Doğu taraflarında bir karışıklık çıkarsa yine onu kullanırız diye elde hazır bulundurulması lâzımdı. Bundan başka fetih ve zafer hizmetleri karşılığında hapis, işkence ve idam eski padişahlar zamanında insanlığa aykırı görülür ve kuvvetli bir düşmanın azdırmasıyla yüce bir vezirin malını yağmalamak ve adamlarını hapsetmek makbul tedbir sayılmazdı.

Serdar Sinan Paşa'nın Sınıra Varması ve Köprüden Geçmesi Devlet Kapısı'ndan çıkan Sinan Paşa, konakları hızla geçerek Buğdan sınırına erdi. Ferhad Paşa'nın yaptığı [614a] köprü yakınına vardı. Ona olan düşmanlığını ortaya dökerek ve yaratılışmdaki inadı ve zıt gitmeği meydana koyarak onun yöneldiği yola gitmedi. Düşman ülkesine başka bir yolla girmeye karar verdi. Rusçuk adlı kasaba yakınına gelince, papazları ile diri tutulan Horyatlar'ının davul çaldığı 3000 kadar tutsak Kâfir'le karşılaştı. Herkes: <Uğurumuz hayrı ile zafer kazanıldı diye serdarın talihine verdi. Meğer o talih Hasan Paşa'nın talihi imiş: 8000 Buğdanlı, paşayı vurmak için geldiği zaman Haydar Paşa oğlu Ali Beğ ki Dergovişte'de şişe çevirdikleri Ali Paşa'dır, Hasan Paşa' nın yanında bulunuyormuş, iki üç yüz atlısı ile öncü olarak yetişip Kâfir'in yüzünü döndürmüş. Hemen Hasan Paşa da 1000 kadar Sipahi ile yetişip nicesini kılıçtan geçirmiş, çoğunu da tutsak edip getirmişti. Cehennemlik Kâfirler'den az kimse kurtulmuştu. Köprüden geçilince Sultan Mehmet Han'ın büyük adaşı olan dedesinin eserlerinden Yergöğü kalesi altına konuldu ve ordunun ileri gelenleriyle konuşulup danışıldı. Üç konak gidildikten sonra bir bataklı konağa gelindi. Kimi konmuş, kimi de konmak üzere iken Buğdan Kâfirlerinden gösterişsiz bir yığın, domuz sürüsü gibi o batağın çevresinde savaşa başladılar. Mücahitler takımı da dövüş ve kırışa koyuldular.

Page 70: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 70

Kocakuşluk zamanında akşamla yatsı arasındaki zamana kadar iyice savaşıldı. 3000 mikdarı Kâfir'e 300 bahadır karşı olup zafer buldu. Nicesi gazi ve nicesi şehit olduktan sonra Kâfirler bozulup zafer mücahitlerde kaldı. 12 tane topları alındı. Sonra orada iki köprü daha geçildi. Üçüncü köprüye varıldıkta, meğer Kâfir'in orman içinde birkaç yüz tüfekliden mürekkep pususu varmış, birdenbire askerin önüne çıktılar, İslâm askerinin arasına girip birbirinden ayırdılar. Burası Bükreş karşısında bir küçürek bataklı azmak(1) idi. 1004 Muharreminin başlarında ( 6 — 10 Eylül 1595) o konağa varılıp askerin ağırlığından bir mikdarı konup, bir mikdarı da arkadan gelirken Kâfir'in bazı fedaî tüfekçileri domuzlar gibi ormandan çıkıp yağma ve savaşa başladı. <Kâfir çıktı; bir mikdar at oğlanını tutsak aldı> diye asker arasına söz düşünce mücahitlere şaşkınlık geldi. Basiretleri bağlandı. Öldürücü arslanlar iken bir sürü yolunu azmış domuzdan yüz çevirip serdarın da şaşkınlığını görünce büsbütün âciz ve kuvvetsiz kaldılar. Bu halde kimi önde, kimi artta savaşmak suretiyle üçüncü köprü de geçildi. Gâh ormandan, gâh harman yeri kadar yerlerden geçildi. Ne zaman öyle bir meydancığa gelinse Kâfirden bir güruh savaşa girişiyordu. Günlerin en uzun olduğu bu günlerde büyük kuşluktan ikindiye dek [614b] bu türlü vuruşmalarla yürünüldü. Kâfirler'in karargâhı ve yığınağı(2) olan yere yakın gelinip konuldu. Tanrı'nın lütfü ile o yörede birçok zahire kuyuları bulundu. Asker, istenildiği gibi azıktandı. O gece Mihail tutsak alıp konuşturdu. <Sayısız askerle geldik> dediği için boynunu vurdurdu. Bir başka tutsak daha getirtip sordu. <Asker pek çok değil ama Hasan Paşa burada beraberdir. Hattâ sizin arkanızı çevirmeye gitmiştir> dediği için korktu. O gece mel'unlar takımı tersine dönüp gitti. Ertesi gün yerinde yeller estiği görüldü. Fakat cehennemlik Kâfirler iyice gayret gösterip karargâhları(3) üzerine çıkmaya yol vermedi. Türlü türlü saldırışlarla gazilerin yüzlerini döndürdü. Bu sırada mücahitler takımının veziri ile Mehmed Paşa oğlu Hasan Paşa düşman askerinin arkasını çevirmiş diye bir haber yayıldı ve mücahitlerin atılganlıklarının çoğalmasına sebep oldu. Hattâ Kâfir'in (1) Yolundan azmış suyun yaptığı bataklık. (2) Metinde: Taburı ve derneği. (3) Metinde: Taburları.

Page 71: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 71

asker arasındaki casusu bu haberi işitip hemen giderek din düşmanlarının başına bildirdi, O da doğru sanıp içine ürküntü düşerek savaştan biraz sakınır oldu. Meğer o yayılan haberin aslı yokmuş. Hasan Paşa'ya serdar tarafından asla iltifat olunmayıp her doğıu işi yanlış sayılmakla o da vazifesine karşı biraz kayıtsız imiş. O haber, Müslümanları boşu boşuna tehlikeye atarak gazilerden birçoğunun ölümüne sebep oldu. İslâm ordusu serdarının ise nâmı, nişanı yoktu. Mücahitlerin ne belâlara katlandığından habersiz olarak aklı şaşmış bir halde dururken Perviz Çavuş adlı tanınmış bir çavuş gidip kendisini kaldırdı, İslâm askeri toplandı. Onları Kâfir'in yol vermediği bataklı boğaza götürdü. Rumeli Beglerbeğisi Haydar Paşa herkeslen önce şehitliğe doğru giderek kalkanı kolunda olduğu halde düşman alayına at sürdü ve hemen şehitlik bahtiyarlığına erişti. Hemen vezirlikle Eflak Beğlerbeğliği verilen Mehmed Paşa, Kâfir'in hücumunu görünce içindeki dönekliği iktizasınca derhal düşmandan yüz döndürdü. Bir fedaî Kâfir yetişip arkasından birkaç ejderser(1) vurup paraladı.

Müellif tarafından

Arnavud zümresinden idi o şûm; Oldı bed-dilligi anuñ ma'lûm. Çerkesi-aşl Mir Haydar yâr Etdi anda şecâ’atin izhâr. Gerçi noksandur öyle serdâra At bırağup ‘adûsına vara. Kendüsin yok yere helâk edeler; Zümre-i Müslimini çâk edeler. Bir Levendüñ işidür ol cür’et. Yoksa serdâra ‘aybdur o şıfat. Server-i nâmdâr olunca emir. Tiğ-i tiz aña besdürür tedbir.

Bu sırada Kâfirler 5 tane top hazırlayıp o boğaza koydular ve hep birden serdara doğru ateş ettiler, önce serdarın, sonra namlı gazilerin yüzleri döndü. Her biri kaçmaya yöneldi. Fakat kalabalıktan kaçmak imkânsız ve kurtulmak güç olmakla bu da mümkün olmadı. Bu arada serdarın kardeşi oğlu olup...(2) beglerbeğisi olan Mustafa Paşa [615a] b. Ayas Paşa ve evvelce Trabzon beğlerbeğisi iken (1) Yılan başına benzeyen bir gürz olta gerek. (2) Noktalarla gösterilen yer metinde de boştur.

Page 72: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 72

Kızılbaşlar'a tutsak düşen ve sonra Musul beğlerbeğiliğine getirilen ve daha sonra nice zaman mazûl kalıp en sonra Niğebolu Sancağına tayin edilen Hüseyin Paşa ki Harem'den çıkma, Macar asıllı, marifetlice bir kimse idi, bu iki beğlerbeğiyi askere çiğnetti. Fakat mağrur serdar atından ve hademelerinin çoğundan uzak düşüp bir batağa batarak bitkin bir halde dururken Rumeli yiğitlerinden biri yetişip o uğursuz baykuşu at çekip kurtardı. Askerin serdarı bu zillete düşerse onlardan çoğunun toprağa düşüp şehit gövdelerinden tepeler peyda olmasına, o balaklarda ne yarar kişilerin helâk olup can vermesine şaşılır mı? Hele o savaşta düşman tarafından bir de bayrak alındı ve Kâtirler'e müjde haberleri salındı. Göze göstermedikleri Milhal(1) bu türlü imkânsız marifetler gösterdi. Adam yerine koymayıp hor baktıkları o kötü kişi öyle ağır bir orduyu bozdu. Daha sonra, sapık Kâfirler, çok doyumluk aldıkları için bu ağır yükü taşıyamayarak bırakıp gittiler. Serdar da o bozgunlukla o aralıkta iki gün oturdu. Sonra kalkıp Bükreş adlı kale yakınına vardıkta şaşkınlıktan on beş gün çalışıp orada bir palanga yani bir küçürek kale yaptı.

Müellif tarafından

'Âkil deyelüm mî biz o serdâra ki bi-neng Serverleri tar yerde helâk etdüre bi-ceng? Atluyı anuñ gibi batağa ileden(2) şûm Labüdd ola serdârlar içre katı mezmûm. Yüz biñ eri üç biñ hara şındurdı o murdar; Allâh anı mağbûn ede, rüsvây ede her bâr.

Anadolu(3) Ülkeler(4)inde Acayip Bir Belânın Zuhuru

1000 (=19 Ekim 1591-7 Ekim 1592) tarihinde Deşt-i Kıpçak ve herkesçe bilinen Maveraünnehir'in son ucu ve İran sınırı taraflarında bir inek, bir buzağı ile bir oğlan doğurmuş. O ülkenin, bilginleri bunun gizli hikmetine şaşıp kalmışlar. Kimi. <o ineğe nefsine yenilen bir adam sataşmıştır da onun menisinden bu oğlan doğmuştur> demiş. Kimi de <dünya var olalı böyle bir doğum olmadı. Şimdi de nice sığır çobanları bu suçu işlemektedir. 1000 yılının başında olması tanıktır ki Ulu (1) Aynı ad daha yukarda Mihail şeklinde geçti. (2) Bir nüshada: Anları anuñ gibi batağa ilede. (3) Metinde: Rûm. (4) Metinde: Bilâd.

Page 73: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 73

Tanrı, kullarına şiddet şeklinde ibret göstermiştir. Ola ki ibret alıp günahlarından pişmanlık duysunlar diye böyle görülüp işitilmemiş bir olay meydana getirmiştir. Bazı hikmet kitaplarında da tufandan önce böyle bir hal olduğu yazılıdır. Mutlaka birinin boğazlanması lâzımdır diye Yunan filozofunun sözü üzerine o zamanda oğlan boğazlanmış. Şimdiki halde koskoca dünyadaki insanoğullarının üçte biri helak olmuştur. Bu takdirde insan öldürmekten sığır kırgını yeğdir> diye düşünmüşler(1). İnekten oğlanla birlikte doğan buzağıyı boğazlamışlar. Herhalde o vadilerdeki öküz, koyun ve sığır cinsi baştanbaşa kırılıp leşleri kara toprağa karışmaktadır. Gerçekten başkent İstanbul'a 1001 (=8 Ekim 1592 — 26 Eylül 1593) ve 1002 ( = 27 Eylül 1593— 15 Eylül 1594) tarihlerinde sade yağı gelmez oldu. Kıtlığın sebebi sorulduğu zaman o ülkelerde inek ve sığır kalmayıp kırgın olduğu ortaya çıktı. Sonra o yörelerden Acem ülkesine gelmiş [615b] ve dolaşak dördüncü yılda İrak-ı Araptan beri zuhur eylemiş olacak, önce Diyarıbekir'e, sonra Dulkadır Eline ve Rûm'a(2) ulaşıp 1004 Muharreminin içinde (=6 Eylül 1595 — 5 Ekim 1595) bu yoksul yanı kusurlu müellif Amasya(3) hazinesine defterdar ve Amasya sancak beği olup o iki hizmete memur iken o bulaşıcı âfetin bu yörelere geldiğine üzülüyordum. Hattâ haksızlıkları teftiş için memleketi dolaşmaya çıktığım sırada uğradığım köy ve kasabalarda taze kemiklerden yapılmış sur izlerini buldum. Öyle köyler vardı ki bir tane danası kalmamıştı. Bazı köyler ise dört beş yüz inekten bir iki tanesi kaldığı için keyifliydiler.

Müellif tarafından

Şöyle yatur laşeler, şöyle kırılmış devâb; Kalb-i re’ayada hiç kalmamış ümmıd-i âb. Sâhil-i deryâya şan tolmış idi üstühân. Bahr idi sahrâ-yi Rûm, düşmiş aña ıztırâb. Hayret ile ellerin bögrine urmış zenân. Oldı(4) dihkân hazin, hâl-i ra'iyyet harâb.

(1) Metin bîraz karanlıktır. Hâlâ ki âdem kirgunı basit-i arzdaki beni âdemüñ sülüsi helak olmış. Bu takdirce beni âdem helakinden şığır kırğunı yegdür deyü re’y etmişler. (2) Buradaki Rûm kelimesinden maksat, sözün gelişinden anlaşıldığı üzere bütün Anadolu olmayıp Sivas ve Amasya yöreleridir. (3) Metinde: Rûm. (4) Metinde: Oldum.

Page 74: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 74

Bu genel belâ; zengin, yoksul herkese bulaşınca sığır kırgını halkın yoksulluktan müteessir olmasına, tımar sahiplerinin gelirlerine zarar erişip yoksullaşmalarına, memleketin Öteki halkının ve tüccarların geçinmede zorluk çekmelerine sebep oldu. Gerçi halk bunu yukarıdan beri bulaşıp gelir, sanki kendilerine inmiş bir belâ değildir, sanırsa da böyle değildir. Bulaştığı yerin reayası, Sipahileri, Zaîmleri ve muhteris tüccarları birer sebeple günahkârdır. Bu yüzden kıtlığa lâyıktırlar. Zira reâyâ kısmında iyilik, diyanet ve ve insaf kalmadı. Sipahiler, Zaîmler ve emîrler merhamet ve adalet İle insaf tarafına bakmaz oldu. Tüccarlar ve pazar halkı ise nerhe riayet etmeyip bir akçalık nesneyi beşe satmaya başladı. Özellikle ihtisâb(1) siyaseti büsbütün yok oldu. Sipahi ve Yeniçeriler çarşı adamı olup istediği gibi alıp satmaya başladı. Şüphesiz bu yüzden Tanrı, itaatsiz kullarının erzakını kıtlaştırdı. Sığır kırgını ile yoğurt, peynir ve yağ azaldıktan başka vücudun asıl besini olan arpa ve buğday da ortalıkla kalmadı. Rûm vilâyetinde(2) bazı reâyânın çifte koşulup çift süraüğünü, bazısının da el çapacığı ile yerleri kazıp buğday ve arpa tohumu ektiklerini gördüm.

Müellif tarafından

El ile kazmadan ne hâşıl olur? Ol ekinden saña ne vâşıl olur? Andan 'ibret al vâki’de(3) yoksa Dahı bir özge fitne nazil olur.

Kahraman Ordunun Doyumluk Olması

Bükreş'e varılınca askerin 100.000 kişi olduğu anlaşıldı. Hemen gayrete gelerek kaybedileni yerine koymak hazırlığına giriştiler. Takım takım akınlar ve bölük bölük çapullar(4) etmekle yüz bine yakın tutsak aldılar ve nice Horyad'ın kanını kara toprağa kardılar. Gerek onlardan, gerekse azık bulmaya giden bizimkilerden çok kimse öldüyse de Kâfirler'in varlığı iyice alçaltılmış oldu. Erdel ülkesi sınırından içeri girilmedi. Savaşçıları hazır olduğu için onların yağması mümkün olmadı. (1) İnzibat ve âsâyiş anlamında kullanılmıştır. İhtisap siyaseti demekle muhtekirlerin idamını kastettiği düşünülebilir. (2) Rûm vilâyeti ile bütün Anadolu değil, Amasya bölgesi kastedilmiştir. (3) Bu şekliyle vezin bozuktur. Andan ‘ibret alup da bak gibi bir ibare olması gerekmektedir. (4) Metinde: Çapkunlar.

Page 75: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 75

Sonra [616a] altıncı günde Dergovişte(1) adlı kalenin yakınına varıldı.Tamam bir ay orada dinlenilip oturuldu. Haydar Paşa oğlu Ali Beğ ki Çorum Sancağı Beği idi, Trabzon eyaleti ile orada muhafazaya alıkonuldu. Amasya Sancağı Beği Rum Ali Beğ(2) ile Dergovişte Sancağı Beği Koçı Beğ orada kaldılar. Sonra o konaktan göçülüp kuşlaklık(3) olan yere konuldu. O yöredeki ormanda meğer alçak Mihail(4) hazırmış. Ali Paşa dahi 100 atlı ile çıktı. Biraz elleştiler Mücahitler birkaçını attan yıktı. Fakat onlar çok, gaziler az olduğu için yine kaleye girdiler. Kaleye tayin olunmuş olan 300 Yeniçeri yoklandı. Ancak 30 tanesi vardı. O kalenin korunmasına Köstendil, Avlunya ve Delvina sancak beğleri memur edildi. Sonra o iki sancak Arnavutluk'ta olduğu için onları karavula tayin edip kaleye Köstendil Sancağı askeri girsin denildi. Onlar ise <biz göz göre göre kanımıza susamadık > diye girmediler ve hiçbirisi kalmaya razı olmadılar. Bunun üzerine Köstendil Sipahiieri'ne kılıç atmak için Bölük Halkı'na izin verildi. Fakat hepsi iyice hazır olup gece gündüz atları eyerli ve silâhları korkutucu <her kim gelirse savaşırız> diye beklediklerinden bu istek de yerine gelmedi. Nihayet Kâfirler gelip Dergovişte'yi aldı. Ali Paşa'yı ve içinde olan beğleri şişe geçirip ateşte çevirdi ve çekilip gitti. Sonra tekrar Bükreş'e varıldı. Dergovişte'ye(5) dönülmek ve içindeki Müslümanlar'ın feryatlarına yetişilmek düşünülürken karargâha(6) yakın bir ormandan bir mikdar Kâfir belirdi. Rumeli askerinden 6000 yarar, kargıları tehlikeli, can avlayıcı arslan hazırlanıp vardıklarında, ne gariptir ki, 300 Kâfir, 6000 namlı yiğiti yüzgeri ettirdi. Sanki andlaşmayı bozmak evvelce bizim tarafımızdan olmakla işimizin rastgitmediği bu acıklı olay dolayısıyle de belli oldu. Hattâ mücahitlerden çoğunun yaralı bereli gelmesi herkesin hayret gözüne çarptı. (1) imlâsı ile yazılmıştır. Bazı nüshalarda Duguşta ( ) şeklindedir. (2) Bazı nüshalarda: Paşa.

(3) Hamidiye Nushasındaki (Nu 914) imlâsına göre (538b) Kuşluklak diye de okunabilir. Kuşun çok olduğu yer demek olsa gerek. (4) Bazı nüshalarda: Mihal. (5) Metinde: Orduya. (6) Metinde: Birgovişte.

Page 76: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 76

Nazım

Uğurı olmayınca serdâruñ ‘Askerüñ hâli böyle müşkil olur. Meymenet olmayınca ka’bında Payı anuñ hemişe der-gil olur. Cünd-i İslâm'ı hep hebâ kıldı; Böyle serdârdan ne hâsıl olur?

Bükreş Kalesinin Yakılması ve Askerin Kaçması

Nazım

Garez ehli olunca bir serdâr Râst gelmez işi leyâl ü nehâr. Şol kesüñ kim dili müşevveş ola, Yeri dünyâ evinde âteş ola. Eşer-i dûd-i âh-i mazlûmin Zâlimi eyler özge nâra karin. Hânumânın söyündürür ol nâr; Görinür kâr ü bârı mişl-i şirâr(1)

Anlayışsız başkumandan yani bilgisiz Sinan Paşa Dergovişte'ye dönmek niyetiyle Bükreş kalesine kondu. Henüz orada iken alçak Mihail gelip Dergovişte’ye ateşe verdi, içindeki ilerigelenleri şişe geçirip sair neferleri de kılıçtan geçirdi. Bu haber üzerine serdarın ve askerin yüreğine öyle bir korku düştü ki hiçbir hazırlık yapamadılar. Kendi yapmış oldukları Bükreş kalesini ateşe yakıp kaçmaktan [616b] başka çare bulamadılar. Utanç verici bir saldırışla o kaleye ateş vurdular. Çadırlarını bozup <ateşe düşmek suç işlemekten iyidir > mefhumunu bilmeyerek kaçtılar. O memleketlere beğlerbeği nasbettikteri mendebur(2) ki pis soyu Arnavut olan inatçı bir kimse idi, kaleyi ateşe vurmada ve çadırını bozup kaçmada sanki herkes o şuursuzca işi kendisinden öğrensin diye başkalarından önce davrandı. Hattâ öyle kaçmışlardı ki hazineler ve ağırlıklar yerde kalmıştı. Serdar ve defterdar kendi adamları ile yüklemeye uğraşmıştı. Serdar bütün hazine ve topları yüklettikten sonra askerin ardına düşüp ağırlıklarını almaksızın kaçtı. Bozgun yeri olan ba- (1) Bir nüshada: Demar. (2) Metinde: Merdûd.

Page 77: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 77

tağa geldikleri sırada çok değerli bir topu, gecikmeye sebep olur diye bırakıp gitti. Sözü geçer bir kişi olan Hasan Paşa artçı idi. Öyle bir topun din düşmanına kalmasına acıyıp kendi adamları ve Şam kulları ile çalışıp çabaladı, o topu bataktan çıkarıp geceleyin orduya iletti. Bu sıralarda Tatar Hanı Ilgar ile Buğdan Ellerine girmişti. Han tarafından serdara Buğdan reayasının itaat arzettikleri ve karışıklığa sebep olan Mihal ile mürted Rıdvan'ı teslim etmeye söz verdikleri, ancak <bize sancak beği Talar beğlerinden verilsin, Türk beğlerinden kimseye verilmesin> diye şart koştukları hakkında haber geldi. Fakat sancak beğinin Kırımlılar tarafından nasbedilmesi devletin şerefine lâyık olmadığı için bu şartla başeğmeleri bilmemezlikten gelindi. O tarihe kadar tabiiyette kusur etmemiş olan Erdel kâfirleri ülkesine alçak Mihail ile mürted Rıdvan adlı aşağılığın girdiği serdar tarafından duyulunca emir ile bir çavuş gönderdi: <Buyruğumuza başeğiyorsa o iki kötü bozguncuyu bize versin> diye bildirdi. Fakat alçak Erdel isyan ederek giden çavuşa ihanet eyledi. <Bundan sonra aramızı keskin kılıç ayırır> diye açıkça başkaldırıp içinde saklı olan şeyi bildirdi. Hattâ yakınındaki Tımışvar'a askerini gönderip kuşatmaya uğraşarak beğlerbeğisi Üveys Paşa oğlu Mehmed Paşa'yı baskıya aldı. Serdar her yönden üzüntülü ve gamlı olarak konak konak kışlağa geçmek isteğinde iken oğlu Mehmed Paşa ve damadı Ramazanoğlu diğer Mehmed Paşa'dan mektup ve adamlar gelip Estergon'un kuşatıldığı haberini bildirdiler ve Müslüman askerlerini canlarından bezdirip kederlendirdiler.

Estergon Kalesinin Kuşatılması 1004 tarihinde ( = 6 Eylül 1595 — 24 Ağustos 1596) Kâfirler savaş niyetiyle 50.000 mikdarı tüfekçi Macar savaşçısı, 10.000 den çok zırhlı süvari ve Frengistan'dan yardıma gelen 20.000 e yakın silâhlı yiğitle birleşip gelerek Estergon kalesini kuşattılar. <Nice yerden Estergon kalesini ve bir iki tarafından Ciğerdelen adlı kaleyi dövmek üzeredirler. Estergon Sancağı Beği Kara Ali Beğ buyruğundaki askerle kuşatılmıştır> diye Budun tarafına yardım isteyiciler yetişip Budun Beğlerbeğisi Sofu Sinan Paşa ve Anadolu Beğlerbeğisi Bosna asıllı Mehmed Paşa'ya haber göndererek yardım ve destek istediler. [617a] Onlar da gelip Eski Budun'da çadırlarını kurdular. Tımışvar Beğlerbeğisi olan Mıhaliçlı

Page 78: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 78

Ahmed Paşa dahi 2000 kişiyle yardıma geldi. Budun'a tâbi beğlerden Hatvan(1), Sonluk(2), Mohaç ve Çorum(3) beğleri ve öteki beğler o kuşatmada bulundular. Serdar yerinde olan Sinan Paşa oğlu Vezir Mehmed Paşa hemen Sipahi Oğlanları ve Silâhdarlar ağaları ile aşağı yukarı 3000 kadar Kapıkulu ile gelip kondu. Daha sonra 3000 kadar yarar askerle Yanık Beğlerbeğisi Osman Paşa yetişti. Toplamı 20.000 kadar asker olup toplar âdet özere, Tanrı'nın yardım ettiği askerin önüne geçirilip türlü süslerle kalktı. Önce Kızılhisar adlı yere konuldu. Kâfirler'in durumunu öğrenmek için Yanık Beğlerbeğisi Osman Paşa çarhacı olarak ileri gönderildi.

Müellif tarafından

Başladı İşti’ale âteş-i ceng; Kimsede kalmadı mecâl-i direng Yarar atlar kemin gördi müdâm; Deşnelerden tolardı gûş-i enâm. Tiğler muttaşıl çekinmekde; Tirler dembedem gerinmekde. Olmak(4) isterdi tiğ, hûn-âşâm. İstemezdi ki ola habs-i niyâm. Mâhaşal her tarafda cünbişler, Na'ralar, şadmeler, gurînişler.

Osman Paşa, Estergon yakınına varınca Kâfir ıstaburuna yakın bir yerde pusuya girdi. Birkaç atlısı ileri gidip din düşmanı ordusunun karavulu İle buluştu. Bir iki yüz Kâfiri yok edip bir yığınını da elleri bağlı tutsak edip birçok başlar ve tutsaklarla geri döndü. Sorguya çekilen her tutsak: <Dokuz kıralın askeri toplanmıştır. Bu kaleyi almadan gitmeleri imkânsızdır> diye cevap verdi. Din düşmanının kötü niyeti bilinince ertesi günü alaylar bağlanıp vezir ile öteki beğlerbeğîler ve beğler hep birden yürüdüler. Kötü Kâfirlerin ıstaburu üstüne gittiler. Kâfir askeri bu gayreti görünce Ciğerdelen fethi için çabasını arttırdı. Lâkin İçindeki gaziler, mücahitler ordusunun geldiğini öğrenince kaleyi elleriyle ateşe vurup gemilerle Estergon kalesine yardıma gittiler. Bütün bu sayılan asker, Estergon karşı- (1) İmlâsı: (2) İmlâsı : (3) İmlâsı: Fatih nushasında: (4) Fatih nushasında: Ola.

Page 79: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 79

sında görünmeden önce alçak günahkârlar(1) kaleyi almak için çok uğraşıp bir günde 1800 top atmış, duvarlarını kalbura döndürüp dış kalesini almışlardı. Ancak narin kale yani iç kale dedikleri yüksek burç kalmıştı. Hele sancağı beğine top dokunup şehit olmakla kaledeki gaziler kumandansız kalmışlardı. Bundan başka bu defa, bizim asker varmadan Estergon kalesi karşısında beş tane gözcü kulesi yapıp içine top ve adam koymuşlardı. İslâm askeri gelirse toplardan faydalanıp onları püskürtmeyi düşünmüşlerdi. Fakat o kulelerden atılacak topun ereceği yere konulmadı. Başka taraftan işe başlamak uygun görüldü. Aşağılık Kâfirler o günlerde taburdan asla baş çıkarmadı. O tilki gibi kurnaz çakallar bizim orduya vurup savaşa girişmedi. Orada bulunan Tatar atlılarından birkaç yüz yarar okçu gazi, tabur yakınına vardı. Buldukları atlardan [617b] ve adamlardan tutsak alıp döndüler. Kâfir serdarı bunu öğrenince 10.000 silâhlı askeri onların püskürtülmesine memur etti. Elleştiler, vuruştular. Tatar askeri az olmakla kovarak orduya kadar getirdiler. Hemen, serdar vekili(2) Serdarzâde Mehmed Paşa, öteki beğler ve beğlerbeğiler, bunca Sipahiler ve Zaîmler, ağalarıyla Bölük Halkındaki savaş kurtları atlanıp Kâfir askerine karşı oldular. Deli İbrahim Paşa'nın kardeşi olmakla dünyaya ün salmış olan Halep Beğlerbeğisi Çerkeş Mahmud Paşa herkesten önce Kâfir askerine dokundu. Adamlarını savaşa kışkırtıp çok yiğitlik gösterdi. Fakat Kâfir askeri kalabalık olduğu için püskürtüldü. Biraz bozgunluk görüldü. Derhal, Yanık Beğlerbeğisi Osman Paşa 4000 kadar namlı, denenmiş savaşçı ile yanbeğiden(3) geldi ve sazlık tarafından vuruşa başladı. Davul ve boru gürültüsüyle, İsrafil'in düdüğü gibi tesir eden zurna feryatlarıyla savaşıp nice erlikler gösterdi. Hatta Halep Beğlerbeğisi dahi tekrar gayrete gelip at saldı. Kılıç, balta(4) ve kargı(5) ile Kâfirler'i ele aldı. Akşam oluncaya kadar savaş pazarı kızıştı. Böylece akşam namazı vaktinde Kâfirlerin yüzü döndü. Mücahitler onları taburlarına kadar kovarak gitti. (1) Metinde: Fecere-i li'âm. (2) Metinde: Serdâr yerine olan.

(3) Metinde: nin bir yer adı mı, yoksa bir taktik mi olduğu kesinlikle anlaşılamıyor. (4) Metinde: Teber. (5) Metinde: Nize.

Page 80: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 80

Eğer o gün Tımışvar Beğlerbeğisi ile sair yiğit askerler ve Sigetvar Beğlerbeğisi düşmanı bozguna uğratmak maksadı ile atlanmış olsaydılar, aklı erenlerden çoğunun sözüne göre Kâfirlerin atlısı, belki taburundaki iyisi ve kötüsü de tamamen bozulup ortadan kaldırılırdı. Kılıç arslanının pençesinden kurtulsa da az kimse kurtulurdu. Ertesi günü İslâm askeri yine atlandı. Taburun karşısına varıp Kâfir’in çıkmasını beklediler. Kimse belirmediği için dönüp geldiler. Üç gün bu şekilde boş yere davranıp yürüdüler. Dördüncü günü Serdar Vekili(1) Mehmed Paşa atlanıp gaza meydanına ün saldı. Kuşatılmış olan Müslümanların karşı koyma yükünü kaldırmak ve fırsat bulursa içlerine çok sayıda asker koyup onlar içerden, kendisi dışardan savaşmak üzere sağ ve sol alaylarını bağlayıp Kâfirlerin metrisleri üzerine yürüdü. Kahramanlıkla ünlü olan Yanık Beğlerbeğisi Osman Paşa, Serdar Mehmed Paşa'ya kılavuz oldu. Ne hal ise iyice gayret gösterip metrislerini basmaya doğruldu. Osman Paşa ilerden ayrılmayıp yerinde kaldı. Ardından giden Mehmed Paşa ise ona uymakta beceriklilik gösteremeyip onun yaptığını yapamadı. Onun gittiği vuruş yerine, özellikle top ve tüfek menziline gidemedi. Zavallı Osman Paşa üç dört bin kişiyle vuruşa vuruşa şehit oldu. Onunla birlikte giden 4000 ünlü kişiden 1000 kişi güçlükle kurtuldu. Gerçi yanar ateşe girmek akla uygun değildir. Onun gibi bahadırın kendisini top ve tüfeğe kalkan etmesi geniş düşünceyle bağdaşmaz. Yararlıkla şehit oldu diye ün kazanmasından namdarlıkla şu denli gaza etti diye söylenmesi daha iyiydi. Kendisini tehlikeli yere altı diye sonunu anlatmaktansa, <savaş hilyedir> sözüyle iş kılıp hem düşmanı ezdi, hem kendisi kurtuldu denmesi tercih olunurdu. <Kahramanlık deliliğin bir türlüsüdür> sözü bu yaratılıştaki [618a] bahadırlara yaraşan bir hikmettir. Oğuzlar dilinde <erin korkağı, atın ürkeği> sözünden anlaşılan mâna buna tıpatıp uygundur(2). Sözün kısası: Osman Paşa'nın şehitlik rütbesine ermesi şu sonucu verdi ki Anadolu Beğlerbeğisi Mehmed Paşa ve mazûl beğlerbeğilerden Bolu Sancağı Beği Şemsi Paşa Oğlu Mahmud Paşa birlikte Estergon kalesine kapandılar. İçindeki çaresizleri kurtarmak ümidiyle sanki yanar ateşe yandılar. Şu şartla ki Sinan Paşa Oğlu Mehmed Paşa dışardan, bunlar içerden savaşsın. Halbuki böyle olmadı. Bunlar kapandığı gibi Budun'u korumak için çekilip gitti dedirtip gitmeyi aklına koydu. Fakat kader bırakmadı. Sözünden döndüğü için Bu- (1) Metinde: Serdâr nâmındaki. (2) Metinde şöyle: Oğuzlar lisanında erüñ korkağı, atuñ ürkeği fetvâsı buña muvâfık meşhûndur.

Page 81: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 81

dun yöresine yol vermedi. Alçak Kâfirler, Osman Paşa'nın şehit olduğunu ve Anadolu Beğlerbeğisi Mehmed Paşa ile Mahmud Paşa gibi yararların kaleye girdiğini işitti. <Sinan Paşa Oğlu her zaman bizim yaralı avımızdır. Döneklik kime sanat ise ona mirastır> diye atlanıp üstüne yürüdü. Sinan Paşa Oğlu bir saat bile dayanamayıp yüz döndürdü. Hatta otağına bile gitmeyip nerdesin Budun diyip kaçmaya başladı. O döneğin kaçmasıyla 15.000 kadar asker perişan olup çoğu alçak Kâfirler elinde şehit oldu. Bazısı kurtulup kaçarak Budun'a erişti. Kâfirlerin serdarı bunca ağırlığı ele geçirip Sinanoğlu kaçağının otağına girdi. O kadar eşyalar ile güzel köleleri hizmetinde kullandı. Üç gün yiyip içerek dünyanın tadını çıkardıktan sonra yine Estergon ile uğraşmaya başladı. 30 gün daha devamlı kuşatma oldu. Kalenin suları kesildiği için İslâm askeri arasında bir içim su beş kırmızı altına satılır oldu. Gün oldu ki kaleye 1500 top vuruldu. Şart ile kaleye kapanmış olan Mehmed Paşa gâh Serdar Sinan Paşa'ya mektup ve adam saldı, gâh o bölgenin kumandanı olan oğluna(1) mektuplar gönderdi. <Bir iki yıldan beri kuşatılıp her gün binden çok top yiyen kalenin hali ve içindeki çaresizlerin ümitsizliği bellidir. Din gayretine bir çareniz varsa yetişin. Yoksa vire ile kaleyi verip bunca Müslümanın kanına girmemek için bize bir temessük(2) gönderin> diye bildirdi. Oğlu tarafından serdara Bostancı Ali Paşa(3) gelince serdar: <Yardım istiyorlar; gidip kaleye kapan> buyruğunu verdi. Ali Paşa eskiden beri sevmediği adam olduğu için maksadı onun da kaleye girip yok olmasıydı; kaledeki müslümanları kurtarmak değildi. Sonra Mehmed Paşa, serdarın oğlunun mektubunu senet edinip Estergon kalesini teslim etti. İçindeki yaralıları koçulara bindirip karınlarını doyurarak Budun'a gönderdi. Kâfir askerleri hemen mescitlerin ve camilerin minarelerini yıktılar. Yerine çanlıklar yapmaya başlayıp her birini kilise haline getirdiler. Kalesini onarıp 10.000 yarar asker ile korunması tedbirini alarak yiyeceğini umulan mertebede çoğalttılar. Tann'nın laneti üzerlerine olsun. [618b] Kuşatmada bulunan gazilerden biri şunu anlatmıştır: Kalenin teslimine (1) Sinan Paşa'nın oğluna. (2) Yetki senedi. (3) Bu isim bir nüshada (Esad Efendi 2162) Bostancı ‘Ali Paşa seklindedir. Başka bir nüshada (Hâlet Efendi 598) Bosnancı 'Ali Paşa diye yazılmışsa da bunun Bostancı olduğu bellidir. Başka bir nüshada (Hamidiye 914) Buzhâneci Ali Paşadır. Başka bir nüshada (Fatih 4225) hepsinden farklı olarak Bosna Sancağı Beglerbegisi 'Ali Paşa şeklindedir.

Page 82: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 82

karar verilince Kâfir serdarı, Anadolu Beğlerbeğisi'ni yanına çağırmak için adam gönderir. Fakat o <ben öyle bir Kâfirin ayağına mı gideyim> diye büyüklenir. Aracı olan Kâfir yerinde bir söz söyleyip: <Şimdi siz onların yenik ve boynu bağlı kulları gibi mahbussunuz. Hâlâ kendinizi eski durumda mı sanıyorsunuz? Gitmezsiniz ama zorla götürürler. Sonra utanırsınız> der. Bu direnme ve ululanmaya Şemsipaşaoğlu doğru bir hükümle son vererek: <O gitmezse ben giderim> diye Kâfir serdarına gider. Kâfir serdarı, Şemsipaşaoğlu'na çok iltifat edip bağışlarda bulunur. Soyunu sopunu öğrenerek: <Siz asil olduğunuzu ispat edip geldiniz. O, soylu olmadığını ispat edip gelmedi > der. Yine onu da yoksun bırakmayıp bir miktar dünya leşi mal gönderir.

Başkumandanın Askeri Disipline Alması Hakkında Akıl sahipleri mültefiktir ki disipline alınmayan askerin kumandanı muzaffer olmaz. Disiplinsiz olan kalabalığın kumandanı hiçbir zaman zafer bulmaz. Osmanlı Devleti'nin başlangıçlarında Yeniçeri zümresinden biri azıcık bir suç işlese beratını verir, tımar eri, kale eri yaparlardı. Bozgunculuk edenleri ise aman vermeyip geceleyin denize atarlardı. Bölük Halkı da çok disiplinli idi. En küçük suçla beğlerin ve beğlerbeğilerin hapsine girerlerdi. O derece sıkı idiler. Şimdi Yeniçeri zabitleri bile zaptedemez oldu. Hattâ zaptetmesi gerekenlerin kendileri <biz bunu istemeyiz> diye azlettirir oldular. Bölük Halkı ise âlemi zulümle doldurdu. <Bizi hâkimler hapsedemez, tutuklayamaz> diye mamur memleketleri harap ettiler. Geçen yılki düşman serdarı, Sinan Paşa'ya kınayıcı ve öğüt verici bir mektup gönderip <askerini zaptedemeyen serdar nasıl serdarlık eder ve askerini kullanmaya gücü yetmeyen başkumandan nasıl yüz aklığı kazanır> demişti. Zaîmlerden biri anlatır ki: Yağma ve çapula hazır elli altmış bin süvari ve piyade Kâfir, Estergon yöresinde gözüktükleri bunca gün, bütün bağlar ve bahçeler mamur ve yemişli binlerce ağaç türlü türlü meyvelerle dolu iken Kâfirlerin serdarı <kale bizim olmayınca kimse bağlardan içeri girmesin; kale içindeki halkın mallarının kendilerine haram olduğunu bilip el uzatmasın; yoksa hakaret eder ve her birini bir türlü ölümle öldürürüm > diye yasak eyledi. Bunca askerinden bir fert bağlara el uzatmadı. Ağzının suyu akarak gezdi. Fakat hiçbir yemişi yemedi. Kaleyi aldıktan sonra bağların yemişlerini doyumluk etmek için saldırdılar.

Page 83: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 83

Müellif tarafından

Riyâset siyâsetsiz olmak muhâl; Siyaset cerâ’etsiz olmak muhâl. Baña şor ceri olmayan serveri: Ya vérür seri, yâ gezer serseri. Şu kim emr-i sultâna eyler ‘inâd, Gerekdür ola tige gerden-nihâd. ‘Adûdur sözüñ tutmayan kavm-i şûm; Anı nâr-i tîg eylesün hemçü mûm. Dilerseñ ki kâruñ müheyyâ ola, Muhâliflerüñ ğark-i deryâ ola, Sözüñ tutmayan kimsenüñ başın al; Ahibbâsın ağlat, gözi yaşın al.

Alçak Mihail'in Yergöğü Kalesini Alması ve Köprü Başında Pek Çok Müslüman'ı Öldürmesi. Serdarın

Şaşkınlık İçinde Sabır Göstermesi(1) ve Müslüman Askerinin Kaçması

[619a] Güvenilmez serdar Bükreş kalesini ateşe yaktıktan sonra kışlamak niyetiyle iç Ellere gitti. Konak konak, evvelce anlatılmış olan Yergöğü kalesine vardı. Şaşkınlığından gâh onu genişletip sağlamlaştırarak onaracak, gâh daha asker yazıp akına gönderecek oldu. Yergöğü yakınındaki köprünün iki tarafı tutulup <pençik yılman alınsın, sonra geçilsin> diye emrolundu. Bu sırada casuslar gelip <Erdel Kâfirlerinin yardımı ile Mıhail gelip askeri burada basmaya ve Yergöğü kalesini almaya karar vermiştir> haberini verince pençik sevdasından vazgeçti. Perşembe günü idi. Akşam ve yatsı namazları arasındaki vakitte Rusçuğ'a gitti. Ne sancak açıldı, ne nöbet vuruldu. Otakları ve başkalarının çadırları öte yakada döküldü, kaldı. Ertesi günü çadırları geçirdiler. Müslüman askerleri can korkusundan çabuk geçmek tedarikinde oldular. Fakat at ve insan kalabalığı o derecede idi ki üç gün, üç gece yük atları yüklü, atları eyerli olarak köprü başında sıra bekleyip durdular. Her ne hal ise perşembe ve cumartesi günlerinde gece gündüz uğraşılarak geçildi. Korkusundan ve hamiyetsizliğinden malını verdi. Beri yakaya, kale altındaki adaya can attı. Bozgun yüzünden, denizler gibi asker, bir köprü sıkıntısından damla gibi görünmez oldu. Bir avuç Káfir'in korkusu 100.000 den ziyade insanı gölgeye çevirdi. (1) Esad Efendi nushasında <bed-nâm olması, şöhretini kaybetmesi>.

Page 84: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 84

Osmanlı Devletinde böyle bîr bozgun daha olmuş değildi. Aklı erenlerin çoğu bunu serdarın uğursuzluğu ile utanmazlığına, askerlerimizin kıyıcılığına, ulemâmızın cahiller olarak çoğaltılmaya çalışılmasına, esnafın narh gözetmeyen insafsızlığına verdiler. Yoksa din gayreti varken Müslümanlarda böyle yüreksizlik görülmüş değildir diye söylediler. Bütün Kâfirler ‘in geleceği haberi yayıldı. Hattâ Hasan Paşa'ya da haberler vardı. O da geldi. Pençik bid'atini kaldırdı. Askerin geçmesine engel olup para isteyen ve hiçbir şeyle kanmayan Bölük Halkı'nı ve Yeniçeriler'i bundan alıkoydu. Askeri dikkat ve emekle geçirdi. O cumartesi günü, ikindiden önce düşmanın öncüsü(1) İslâm askeri öncüsü(1) ile buluştu. Sert bir savaş olup yaralı, bereli Sipahiler haber getirdi. Bu tarafta Hasan Paşa köprüden asker geçirmek işiyle uğraşırken Kâfirler'in serdarı geldi; onun otağını alıp yerine oturdu. Bu sırada Macar atlısından 300 kadar kisi köprüyü basıp Hasan Paşa'ya hücum ettiler. Anlayışlı vezir, suda boğulmaktansa ovada şehid olmak yeğdir diye yanındaki 70-80 tüfekli ile hayli çarpıştı. İster istemez sapık Kâfirler'in yüzünü tersine döndürdü. Fakat Kâfir'in gittikçe arkası geldi. Kalenin altı, atlı ve yayası ile dopdolu oldu. Velhasıl Hasan Paşa, yanında duran iki genç adamı düşünceye ve 70-80 kişiden ancak 15 kadar yaralı kalıncaya kadar savaş ve vuruştan el çekmedi. İslam askerinin maneviyatını kuvvetlendirmek için dayandı [619b], durdu. Daha sonra alay beğlerinden birisi, atının yularını tutarak: <Sen yalnız başına bunca Kâlir'e karşı ne yapabilirsin > diye çekip beri yakaya geçirdi. Her ne kadar Hasan Paşa düştü diye haber yayılıp islâm askeri cansız kalmış cesede döndüyse de olup biten derhal öğrenildi. Şehid olanın iki genç adamı olduğu ve kendisinin sağ salim beriye geçtiği bilinip sevince sebep oldu. Sözün kısası: Kötü adlı Mihail ve Erdel banının kardeşi olan alçaklar başkanı kalenin altına girdiler. Çabucak beş yerden metris kurup top getirdiler ve Müslümanlar'ın gözlerine karşı dövmeye başladılar. Sanki o toplarla mücâhitlerin namus ve arları şişesini taşladılar. Köprüden ötede buldukları Müslümanların kimini kılıçla öldürüp kimini suya döktüler; kimini de tutsak ettiler. Fakat acayiplik şunda ki Kâfirlerdin elinden cankurtaran zavallıları kendi askerlerimiz dinsizleri soyup varını yoğunu yağma ediyorlardı. Beriden Müslümanların askerleri, öteden Kâfirler takımı karşılıklı top atıyorlar ve zafer yellerinden bir eser belirmediğine şaşıyorlardı. (1) Metinde: Karavul

Page 85: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 85

Bu hal ile üçüncü günü Yergögü kalesini Kâfir aldı. İçindeki Müslümanlar'ı kılıçtan geçirip eşya ve silâhını aldıktan sonra kaleyi yıkıp yerle bir etti. Hasan Paşa üzgün ve bezgin, bugünlerde bir lokma yemek bile yemeyerek üzüntü ve şaşkınlık İçinde duruyordu. En sonunda, Kâfirler'in kalkıp gitmediğini, serdarın ise rey ve tedbir ile bir iş yapmadığını görünce Han Hazretlerinin ağzından: <İşte biz de geldik; hemen Kâfirler'in durumunu ögrenin> diye bir mektup uydurdu. Bu mektubu bir tertiple Mihail'in eline geçirdi. Mihail, Han'ın mektubunu görünce korktu. Dergovişte'den aldığı lopları derhal suya atıp Yergöğü kalesinden aldığı 40 tane topu yanına aldı. Köprüden ötede bulduğu Müslümanların kılıç artıklarından kendisi ve Erdelli kardeşleri, Tanrı yolunda şehid olanlardan başka, sayısız tutsak alıp 5000 seçme Müslüman'ı Ongürüs kalesine, kirala peşkeş gönderdi ve Han Gazi Girey'in korkusundan çekilip gitti. Bu fırsatta serdar dahi Ruscuğ'a çekildi. Fakat henüz Kâfirler kaleyi döverken Kapıcıbaşı olan İbrahim Ağa ılgarla geldi. Serdara asla iltifat etmeyip doğru Hasan Paşa'nın çadırına indi. O saat iki kapıcıyı döndürüp saltanat makamına durumu bildirdi. İki gün sonra kendisi dahi çekilip gitti. Asker darmadağınık, yürekler korku içinde, erler kaçmakta, düşmanlar aceleci... Subhânallah! Serdarın gafleti, tedbirsizliği ve cihaleti ne derecede idi ki Han adına yazılan bir düzme mektupla bozulan aşağılık Kâfirler'i, rüzgâr gidişli Tatar askeri ile, özellikle düşman avlayan Han'ın davranmasıyla yok etmek mümkün iken, sırf şeref onun olmasın diye gelmesine engel olsun ve işin sonunda bu türlü rezillikler ortaya çıksın…

Müellif Tarafından

Böyle serdârı pâdişâh-i cihân Farzdur etse hâk ile yeksân. Nesl-i nâpâkini helâk etse; Yerlerin cümle zir-i hâk etse. Kesse dirliklerin tevâbi'inüñ. Aña uyan dahı mütâbi'inüñ. Tâ ki serdârlar [620a] alup 'ibret Böyle derilmeyeydi biğayret. Cünd-i İslâmı şınduran nâmerd Ne revâdur ki kendü kurtıla ferd. Tama’-i hâmı yakdı dünyâyı; Ol bedid eyledi bu ğavğâyı. Hak Ta’âlâ anı helâk etsün. Ölicek togrı dûzaha gitsün.

Page 86: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 86

Bu uğursuz seferinde toplam olarak 4 beğlerbeği ve 3 sancak beği şehid oldu. Netekim Yanık yöresindeki dolaşmada da 1 beğlerbeği ile 10 sancak beği şehidlik bahtiyarlığına erişmişti. Bundan sonra askeri kışlağa gönderdi. Kimse bu buyruğa uymayıp çekildi gitti. Vezir Cafer Paşa'nın Rumeli'ye geçtiğini işitti. Her ne kadar bu tarafa gelip serdar olsun diye istekte bulunduysa da o dahi anlamsız sözlerine kulak asmadı. Bu hal ile çekilip devlet kapısına gitti. Bozuk düzen yalanlarla saadetti padişahı ve mal sarfı ile mahrem olarak sarayı aldatmayı kurdu.

Müellif tarafından

İlerü gelmesün işi anuñ; ‘Irzını yıkdı Âl-i ‘Oşmân'uñ. Cünd-i İslâmı pâymâl ètdi; Ne turuşdı, ne hod kıtâl etdi.

Serdarın Devlet Kapısına Varması. Sedaret Mührünün Kendisinden Alınması. Lala Mehmed Paşa'nın

İsteğinin Yerine Gelmesi ve Hemen O Haftada Ölmesi ve Yerine O Uğursuzun Sedaretle Mevkiinin Yükselmesi.

Nazım

Tutsa yüz ihtilâle bir kişver Edemez muntazam niçe biñ er. Baht ü devlet ki kılmaya yâri Bahtı bergeşte ola serdârı. Şınduran kimse cünd-i İslâmı Ne revà dehrden ala kâmı.

Yüksek payitahta can atan Serdar Sinan Paşa, saf yürekli padişah hazretlerini düzme haberlerle inandırmaya kasdetti. Lâkin, kethüdasının çiftliğine konduğu gibi kaldırdılar. Vezirlik mühürünü elinden alıp geriye Mağalgara(1) ya gönderdiler. O uğurlu gün 16 Rebiülevvel 3004 Pazar (=19 Kasım 1595) günü idi ki o şeytan suratlı gulyabani, padişah kapısından sürüldü. Vezirlik mühürü yine, o gün en aşağıda vezir olan Lala Mehmed Paşa'ya gönderildi. O gece saraya getirilip serdarlığın da verilmesiyle değeri daha üstün edildi. Padişahın nice ihsan ve nimetleriyle bu iltifatlara lâyik kılındı. (1) Bazı nushalarda: Malgara.

Page 87: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 87

Kendisinde hastalık belirtileri vardı. Hatta iki katlı zayıflığı, kuvvetsizliği açıkça gözüküyordu. Öteki vezirler o gün gelerek tebrik ettiler. Ertesi günü divana gelip göreve başladı. Kanun üzre padişahın elini öpüp çekildi. Hemen o gece şirpençe hastalığı belli oldu. Bir daha divana gelmeye gücü yetmeyip İkinci Vezir ibrahim Paşa dokuz gün vekâletle divanı yaptı. Dokuzuncu günü ki salı (25 Rebiülevvel = 28 Kasım 1595) idi, o öldürücü hastalıktan öldü. Ölüsü çarşamba günü çıkarılıp Şeyh Vefa'da gömüldü. Anlayışlı padişah üzüntüsünü açığa vurup nice günler onun matemini tuttu. On yıldan beri hizmetlerinde olup yıldızları barışık olduğu için ondan ayrılıkla epey elem duydu. Sinan Paşa'nın kafadarları olan harem ağaları, özellikle Bâbüssaâde Ağası olan Gazenfer Alem yine padişaha telkinlerde bulundular; "iş bilir, tecrübeli vezirdir" diye överek mühürü yine ona [620b] gönderttiler. Büyük, küçük herkes doğru olmayan bu hale hayret etti. İlerigelenler "bu nasıl iş" diye şaşıp kaldı. Sözün kısası: Acele İle devlet kapısına geldi ve Müslümanlar'dan öç almak için bu sefer çok gayret gösterdi. Garez sahiplerini musallat edip ırz ehli olan akıllıları kötülere çiğnetti. Kendi yüz karalıklarını türlü başarı ve zafer gibi bildirip doğru olmayan sözlerle kendisini sattı, özellikle bu sefer yüksekten alarak her işe karışır oldu.

Müellif tarafından

Bir belâdur, musallat oldı yine; Her umûr ihtilâl buldı yine.

Lala Paşa 'nın Ortaya Çıkması ve Ülkeler Açan Padişahın Durumu

Yukarda anlatılan Lala Mehmed Paşa ancak bir gün büyükvezir olmuş ve kendisinden yukarı beş vezir daha varken sedarete yükselmişti. Aslında Saruhan vilâyetinde bir zaîmin oğlu idi. Bilgisi ve güzel konuşması yoktu. Cesur da değildi. Merhum Sultan Murad Han şehzade iken onun kapısına çavuş olmuştu. Tahta çıkışından sonra o zümreye katılıp çavuşlukla askerin talihlisi olmuştu. 990 yılında Sultan Mehmed, Mağnisa sancağına verilince o dahi "vatan sevgisi imandan gelir" sözüne göre ve sancak beğliği rütbesiyle sancağa beraberce vardı. Onunla bir ilişki kurup ikbal sahibi şehzadenin emikdeşi yani sütkardeşi olan yüce kızı evdeş edindi. Yani dışarıdan iken o marifetle evden oldu. Aralarına karışması dolayısı ile sonunda beğlikle lalalık rütbesine yükseldi. Tahta çıkış sırasında da padişahın lalası olmakla vezirlik mertebesi

Page 88: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 88

lâyık görüldü Sinan Paşa'dan mühür alınınca, hiçbir tarihte olmamış olduğu ve <daha eski olan öne geçirilir> sözüyle iş görüldüğü halde büyükvezirlik mühürü ona verildi. Gerçi niyeti büyükmüş. Kasdı damad olan vezirleri ve Bâbüssaâde Ağası'nı, hattâ padişahın yüce annesini birer köşeye sürdürmek, ondan sonra âlemi düzeltmeye başlamak İken zaman bu düzene rıza göstermedi. "Dünyanın bozduğu şeyi attardaki ilaçlar düzeltebilir mi" mazmununa göre yokluk yoluna gönderdi.

Nazım

Dehri ışlâh edem dedi Lala; Hâtif-i ğayb aña dedi: Lâ, lâ. Şimdi gevher hazef yerin {utmaz, Tutalum ola Iü’lü’-i lâlâ, Hak degül mi sözüm? Ne dersin sen? Görelüm sen de söyle ya lâ, lâ.

Lala Mehmed Paşa'nın çavuşlar arasında şöhreti <Tekeli Mehmed Paşa> değil, <Tekeli Mehmed Çavuş> idi. Evvelce, Kâbe'ye gelen su yolunun hizmetinde, ondan sonra Cidde Emaneti Kâtipliğinde kullanılmış olmakla o suretle tanınmıştı. On iki yılda çavuşluk gibi aşağı bir dereceden büyükvezirlik gibi yüksek bir rütbeye çıkması herhalde Mekke hizmetinde iken duasının kabul olunmasından ve hırsının çokluğu dolayısıyla <bir güncük büzükvezir olayım da ölürsem ondan sonra öleyim> demiş olmasındandır. Yoksa bu mertebelere cidden liyakati yoktu. Lalalıktan yukarıya yükselmesi halkın tasavvurunun üstünde idi. Yattığı yer nur olsun.

Müellif tarafından

Tez bitdi ve yine tez yétdi; Ya'ni yerin ısıtmadın gitdi. Gelecek yerine [621a] çün ol seg idi. Zinde turması kendüye yeg idi.

Sinan Paşa'nın Uygunsuz Davranışları ve Yokluk Diyarına Gitmesi(1)

Beş kere sadırazam olan Sinan Paşanın sonraki vekâletleri öncekilerden kötü idi. Gittikçe huysuz, ağzı bozuk olup bir iş için yanına (1) Hâlet Efendi nüshasında: Sinan Paşa'nın Beşinci Vezareti ve Altı ay sonra ölümü.

Page 89: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 89

gidenlere karşı ağzından çıkan söz <toprak başına> sözü idi. Bilgi ve hünerini arzeden filozoflara kelime sorarak aşağı görmek lüzumsuz bir maşgelesiydi.

Nazım

‘Aceb galiz ü gabi, bed-hişâl merdek idi; ‘Adâveti 'ülemâ zümresine bi-şek idi. İşi heman yapu yapmak, göñül harâb etmek. Dil ehlini çevirüp şişlere kebâb etmek. Ne vaz’ eserse görinürdi, 'akile ma'kûs, Kelâmı bârid idi, şüret-i kerihi ‘abûs

Garabet şunda ki evvelki sadırazamlığında divanhanesinin takına <Tanrı rişvet alana da, verene de lanet etsin> hadîsini yazdırdı. Rişvet almakla şöhret bulduğu zaman yazdığına pişman olup onu kazıyarak büsbütün yoldan çıktı. Bu sefer sarayının kitabesini <açgözlü zelil olur> sözüyle taşlaşmış yüreğine kazdırdı. Sözün kısası: Beş aydan fazlaca sadırazamlık edip 5 Şaban Çarşamba (=3 Nisan 1596) günü öldü. Fakat ölümü, uzun ömründe hastalık belirtisi göstermeden yaşayan sapık Firavun'un ölümü gibi başka bir ölüm oldu.

Müellif tarafından

İşidenler anı inanmadılar; Mevt-i kec-rey'i toğrı şanmadılar; Dediler bir belâ-i dâ'îmdür. Güyiya haşr olunca kâ’imdür. Kimi derdi budur meğer Deccâl; Zâhir oldı berây-i kahr-i ricâl. Kimi derdi meğer budur Şeytân; Mübtelâdur belâsına insân. Niçe kerre çıkup gidüp ma'zûl Yine şadrında bulınur ol ğül(1). Şâhib-i hâtem oldı bir koca div, Nevcivân pâdişâha etmede riv.

Velhasıl o vezir ölerek dağılmış toz gibi oldu. Yüce devletin başkentinde, İstanbul'da Parmak Kapısı'ndaki türbesine gömüldü. Hatta akıllı şairler orada gömülmesine şöyle bir kıt'a söyleyip evvelce esas kubbesi kazılırken bir Kâfir mezarının yanında olduğuna işaret ettiler. (1) Halet Elendi nushasında: Yine şadrında bulınurdı o gûl.

Page 90: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 90

Nazım

Yerin âteş kuyusı etdi Hüdâ, Arnavud'uñ; Yine Parmak Kapu semtine bir âteş düşdi. Hemcivâr oldı çü pâzârına ırgadlaruñ. Toprak ugrıları bu hâle müşevveş düşdi. Kazılurken temeli kubbesinüñ zâhir olan Gür-i ruhbân o següñ merkadine eş düşdi. Kabri bîr çâh-i ‘avân oldı cehennemden anuñ, Derk-i esfel dibine gitdi, necis-veş düşdi. Çeşme-i pâk-i <tevekkeltü’ale'llâh> uñ dün Sanki âhûrına har mürdesi bir leş düşdi.

Bazı tanınmış edebiyatçılar ve tatlı sözlü şairler o nâmerdin gazi sultanlar gibi tahtta oturmasını ve ünlü hakanlar gibi türbede yatmasını lâyık ve yakışır görmeyip şöyle bir manzume yazmışlar ve doğrusu gerçeği yazıp isabet etmişlerdir.

Nazım

Dehr-i dünperverüñ bu kârını gör; Ya’ni nadâna i’tibârını gör. Pâdişahlar gibi yatur o pelid, Ölüsinüñ de iktidarını gör. Künbed-i merkadin temâşâ kıl; Gerçek er gibi türbedârını gör. Ele toprak başına derdi, veli Toprak altında şimdi varını gör. Gitdi yük yük günahlar ile bile, Seyyi'âtıyla kâr [621b] ü bârını gör. Sanki Behrâm-i Gûr'dur, gelmiş; Yatışın seyr kıl, mezârını gör. Katı çok yaşadı, geç öldi deyü Herkesüñ tab’-i inkisârını gör Nola yer yutsa anı Kârûn-vâr? Haddi yok mal-i bi-şumârını gör. Öyle bir mühmilüñ vücûdı ile Mühmelâtınuñ iftihârını gör. Kıll nazar yakduğı çerâğlara Âteş-i fitnenüñ şirârını gör. Gerçi mürd oldı, gitdi ol nâmerd, Kabr içinde ‘azab-i nârını gör. Deme devletle geldi, gitdi; hele Bu güni ko efendi, yarını gör.

Page 91: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 91

Özellikle evvelce Ferhad Paşa'nın öldürülmesine bunun sayısız hiylesi ve parayı bol bol saçması sebep olmakla, namertliğine ve çok yaşlı kocakarı gibi yüzü buruşup salyalarının akmasıyla pisliğine bakarak Ferhad öldüren devin Ölümüne tarih düşürdüler. Yasını tutmakla(1) yani hasr ile on bir sayıyı indirdiler ki o tarih budur:

Nazım

Vay Sinan Paşa'ya, toprak başına Oldı ol tezvire şûret bulduran. Arnavudlar'dan tutupdur mâtemin Her odun yaran, döşekler tolduran. Mekr edüp Ferhâd Paşa katline Öyle bir ‘âkil veziri öldüren. Düşmeninüñ fevtine şâdân olup Kendüye halk-i cihânı güldüren. Pirezen-şûret muhannişdür(2) o div Kâfir'e saçın, sakalın yolduran. Tutdılar yâsın sorup târihini; Dedi hatif: Gitdi Ferhad öldüren.

Sonra, ölümü herkesçe öğrenilince, karanlık gövdesinden ruhunun kara karga gibi uçtuğu haberi yayıldı. Dilinden incinmiş, muamelesinden korkmuş olan irfan sahiplen <sen yapabileceğini yaptın. Ondan sonra yıkıldın, gittin. Şimdi nöbet bize geldi> diye türlü türlü tarihler, güzel kıtalar ve kasideler söylemeye başladılar. Onlardan biri, söyleyeni bilinmeyen, sanki Cebrail'in dilinden alınmış bir kaside idi:

Nazım

Geliñüz, yüz tutalum Zü’l-Kalem-i Lemyezel’e; Müjde ahkâmını nakş eyledi levh-i ezele.

(1) <Yasını tutmakla> ( ) <ya> ( ) harflerini tutmakla yani ebced hesabından çıkarmakla demektir. <Ye> ( ) harfi ebced hesabında 10, <elif> ( ) harfi de ettiğinden, bulunan sayıdan 11 çıkarmak suretiyle Sinan Paşa'nın ölüm tarihi bulunacak demek istiyor Son mısraın tarih bölümü olan gitdi Ferhad öldüren eski harflerle şeklinde yazılmakta ve bunun ebcedle karşılığı 1015 tutmaktadır. Bundan 11 çıkarılınca geriye kalan 10 4 Sinan Paşa’nın Ölüm tarihini göstermektedir. (2) <Muhanneş> diye de okunabilir.

Page 92: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 92

Sultan Murad Han'ın Damadı Tecrübeli İbrahim Paşa'nın Büyükvezir Olması Yeryüzünün, yukarlardaki cennet gibi yemyeşil olup suya kandığı ve göklerle yerlerin güneşle arkadaşlık saadetine erdiği, parlak yıldızların ve ışık saçan güneşle ayın doğuyu ve batıyı ışıkla doldurduğu güzel bir günde, 5 Şaban Çarşamba günü ( — 3 Nisan 1596) Sinan Paşa öldü. Vezirler ve öteki büyükler, namazını kılmak için Ayasofya Camisi'nde hazır iken vezirlik mühürü İbrahim Paşa'ya orada erişti. Bütün müneccimler ve uzağı göre akıllılar mühürün camide varmasını dirlik düzenlikle sadırazamlık etmesine, bütün vezirler bir yerde iken gelmesini de hepsinin kendisine yardımcı olmasına yordular. Büyük, küçük herkes <Tanrı uğurlu etsin> sedalarını yükselttiler. Bu kitabın müellifi başkentte bulunmamakla bir kutlama yazısı ile hizmeti yerine getirdi ki sureti şudur:

Tehniyetnâme Südde-i seniyye-i ’uzmâ ki mânend-i Mekke-i mükerreme-i [622a] ‘ülya kıblegâh-i sükkân-i ‘âlem-i ğabrâ ve matâf-i tavâ’if-i nufûs-i zü'nnühâ olup her seng-i ruhâmesi Hacerül-Esved gibi añen fe-ânen lutf u keremde izhâr-i yed-i beyzâ kılan yed-i beyzalar ki dibâpüş olduğı hâlde Altun Oluk gibi hüveydâ oldukdan mâ’adâ murâdât-i ‘âmme-i berâyâ ol’atebe-i kerem-güsterde haşıl ve kâffe-i derdmendân-i re’âyâ şifâ-i derde ol derde vâşıl idügi mukarrerdür(1)

Müellif tarafından

Eşk-i çeşmüm edüp o yolda sebil Kevkeb-i nâr-i âhum olsa delil. Hâk-i dergâha çehresây olsam; Eylesem her taşını biñ takbi.

Tanrı'ya hamd olsun, < işi yapabilecek olana ver> sözünce Ulu Tanrı dilek okunu nişana eriştirdi. Padişah vekilliğinin kanunları binlerce cildin sayfalarına yazılmış gibi onun makbul çalışmalarının yapraklarında göze çarpmaktadır. <Sayfayı okuyana ver> sözü gereğince büyükvezirlik mühürü kudretli eline sunuldu. (1) Tehniyetnamenin eski harflerle olan metnini veriyorum:

Page 93: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 93

Müellif tarafından

Halil-i server-i ‘âlem, semiyy-i İbrâhim; Mişâl-î hilkat-i Yûsul'da bir vezir-i kerim. Kemâl-i rıfk ile mazlûm-i dâdhâha mu’in; Fakire ma’il-i müşfik, dil-i hazine râhim. Şunuldı hatm-i vekâlet kef-i kifâyetine. Kılındı şadr-i vezâret cenâbına teslim. Mişâl-i hatm-i Süleymân, meşelde hâtem-i şâh; Geh oldı dest-i melekde, geh aldı div-i racim. Bişâret eyleriz erkâna, müjde âfâka Ki geçdi sadrına destûr-i şâhibüt-tekrim İşitdügi gibi ‘ÂIi katı sevindi, dedi: Vezir-i a'zammı şimdi buldı şâh-i ‘azim

Doğrusu kifayetli elleri halkın rızkının üleştiricisi ve insanların iyiliğine uzanmış parmakları işlerdeki güçlüklerin anahtarı olduğu için, âlemlerin övüncünün o adaşı, Muhammed ümmetine iyilik edicidir. Değer tanıyan asil karakteri de millet kıymetinin ölçüsüdür ki bu riyasız kulları gibi marifet denizi denmeye lâyık temiz yüreklilerin tozlu çirkeflere bulaştırılmamasını ve saf duacıları gibi bilgi ve erdem denizi olan parlak mücevherlerin taş parçası gibi kenara atılmamasını gerektirmektedir.

Nazım

'Ahdüñde toğrılar ki ola ok gibi nezil. Olmaya hamm-i tir-i kazâdan saña kuyûd. Şâhib-kemâle rağbet ile iltifât kıl; Sev ehl-i fazlı tâ ki seve hazretüñ Vedûd. Eksüklügine kılma kemâl ehlinüñ nazar; Derseñ kemâl-i kadrüne ta’n etmeye hasûd.

Gerçekte Osmanlı Saltanatı kudret denizinde sağlam yelkenli bir gemi gibidir ki ülkeler alıcı padişah hazretleri onun başkanlığında Nuh neslinden şanlı bir kaptan olup sadırazam o geminin reisi; yüce şeriatin ehli olan ve denizden en iyi anlayan hâkim, yelkencisi; Başdefterdar, zahireyi saklayan güzel ahlâklı odabaşısı; Reîsülküttâb, dümen kullanan lengercisi; Yeniçeri Ağası, gemiyi kullanan gemicisi; öteki devlet ilerigelenleri de gök mertebesindeki o gemi içinde âletleri kullanan himmet sahibi kimseler gibidir ki rüzgâr ne kadar aykırı olsa reis ve yelkenci ile dümenci usta oldukları takdirde dalgalardan korku

Page 94: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 94

gemidekiler için azdır ve zahireyi [622b] saklayan odabaşı, işinin ehli oldukça kumanya tedariki kolaydır.

Müellif tarafından

Beş kişidür muhaşşıl ey ğâfil Kullanan saltanat sefinesini. Göre anlar havâşş-i hams mişâl Cesed-i zevrakuñ sefinesini. Sâdis etmez misin o kavma şehâ İşbu fazl-ü hüner definesini?

Yüksek bilgilen kavramıştır ki ilmimiz ve yüksek derecemiz babında 12 yıl önce merhum Çivioğlu şeyhülislâm iken <Rûm ülkesi peyda olalı nesirde ve Farsça, Arapça, Türkçe nazımda Alî herkesten üstündür> diye bütün mollalar imza etmişlerdir. Bundan sonra, iyilik edici yüce şanınıza lâyık olan ne ise ona riayet buyurulsun. Daha fazla uzatmak yüce şerefli zata baş ağrısı vereceğinden tafsilden çekinilerek devlet ve ululukları duasıyla sözü özetlemek, yapılacak ilk iştir.

Müellif tarafından

Zât-i ma'mûruñ etdi ‘adl ile dâd, Beyt-i ma'mûr gibi hôş âbâd. Vaşf-i şânuñda yazdı levh ü kalem: Âşaf-i a'zam-i sütûde-nihâd. Rûzgâr el verince hazretüñe Dedi bâd-i şabâ: Mübârek bâd. Şadr-i devletde müstedam olasın. Budurur ‘abd-i nâmurâda murâd

Sadırazam İbrahim Paşa Hakkında

Aslı Bosnalıdır. Terbiyeli bir soydan, şanı yüce, cömert, himmet eli inci saçan, övülen bir zattır ki merhum Sultan Murad Han saltanat tahtına oturduğu sırada onun rikâbdarı idiler. Daha sonra Silâhdar olup Yeniçeri Ağalığı ile saraydan dışarı çıktılar. 990 yılındaki sûr-i hümayun sırasında Rumeli Beğlerbeğiliği ile, sonra vezirlikle Mısır eyaletini birleştirip bir süre saltanat civarından uzakta kaldı. Mehmed Paşa adındaki maktul beğlerbeği de yine kendilerinin iyi yetiştirmesiyle ortaya çıkmıştır. Nihayet büyükvezirlerin azlolunduğu, onun öldürülmesi hususundaki vartada paşa da birlikte bulundu. Onun öldürülmesi

Page 95: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 95

çok defa ibrahim Paşa'dan bilindi. Padişahın damadı iken beş yıl kadar azledilmiş olarak durdu. Sinan Paşa büyükvezir olduğu zaman üçüncü vezir olmaları emrolundu. Her ne kadar Lala Paşa'ya sedaret verildikte hak İbrahim Paşa'nın idiyse de, birkaç gün gecikti, saati şimdi imiş ki yine usulünce vezirlik mühürü gönderildi. Cömert, ihsanı bol, herkese karşı iyi ve eli açık, saygıya lâyık bir kimsedir ki kendisinde gurur ve kendini beğenmişliğin zerresi yoktur. Belki nefsini kırması ve dervişliği, hiçbir şeyi bulunmayan bir yoksuldan daha çoktur. Merhum padişahın sayısız iltifatını görüp yüce hanedanına iyilik edici bir damad oldu. Yeniçeri Ağası iken kendilerine olan itibarları büyükvezirlerinden hiçbirisi hakkında gösterilmiş değildi. Böyle olduğu halde durumunda ve davranışında asla bir değişiklik görülmemiştir. Daha önceleri hanedana damad olanlar gibi kendini büyük görme şeklindeki yakışıksız halleri olmadı(1). Sadırazam olunca dervişliğini arttırdı. Bu tarzda, adaletle din ve devlet hizmetinde çalışıp ve divana zinet verip herkesin hatırını almak üzere iken sınırlardaki ünlü gazilerden ürkütücü haberler geldi: Yedi kıral yani Leh, Buğdan, Eflak, Erdel, Nemçe, Macar ve França kıralları ittifakla Budun üzerine yürümeye karar verdiler diye ardı ardına haberler erişti. İbrahim Paşa bu haberleri alınca devlet ilerigelenleri ve kazaskerlerle toplanıp konuşarak bunu padişaha arzettiler. Padişah, İbrahim Paşa'yı serdar yapıp göndermeye karar verdi. Fakat bütün devlet ilerigelenlerinin. padişahın bizzat gitmesini uygun bulup arzetmeleriyle saadetli padişah. Sultan Mehmed Han Hazretleri kendi gitmeyi kararlaştırdı. Bütün memlekete haberler gönderip padişahın bu sefere katılacağı dellâllarla bildirildi. Sefere çıkacaklar hazırlığa başladı.

Cihan Padişahı Sultan Mehmed Han'ın Eğri Kalesinin Fethine Gitmesi Zafer müjdecileri <Tanrı savaşanları savaşa gitmeyenlerden üstün kılmıştır> âyetini yüce bir müjde ile belli etti ki kudretli kalem, ülkeyi süsleyen sağlam düşünce demek olan kılıcın kınından çıkıp Kâfir askerlerinin kara kanı ile yeryüzünü en güzel nakışlarla süslediğini yazmıştır(2). (1) Sadeleştirmeye esas alınan Esad Efendi nüshası burada bitiyor. Bundan sonrası Hâlet Efendi nüshasından alınmıştır, (2) Çapraşık metnin aslı şöyledir:

Page 96: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 96

Müellif tarafından

Katre katre dökilen hûn-i siyâhuñ heycâ Eylemiş her birini mâ-şadak-i harf-i hecâ.

Ve üstün değerli eserlerin müverrihleri <yeryüzünde geziniz de suçluların sonunun nice olduğunu görünüz> âyetini benzersiz bir hediye olarak beyan eyledi ki savaşçıların can alıcı kargılarının üstünlüğü en güzel ifadeyi gösterip küfür ve sapıklık üzerine kahramanları ölümsüz ve sağlam kılmakla din sahiplerinin durumlarındaki düzeni ve inanmışların gönüllerini dünyayı parlatan güneş gibi güzel kokulu otlarla dolu bahçelere benzetmiştir(1).

Müellif tarafından

Ravza-i şer’e verüp hûn-i gazâ neşv ü nemâ Kılmış İslâm'ı gül-i tâze mişâl-i hamrâ.

Sevindirici mânânın özeti <inanmışlar bununla sevinir> âyetine uygundur. Olaylar şu şekilde kendini gösterdi ki Üngürüs ülkesinde duran ve yolsuz inançlarına göre Bahrâm-i Gûr zamanından beri hükümeti yaşamakta olan ve rezil silsilesi Kâfirler üzerine buyruk bulunan, Beç adıyla anılan sapıtmış kıral ile civarındaki kötü mezhepli Eflak, Buğdan ve Erdel Kâfirleri, padişah hazretlerinin kapısına atalarından beri haraç veren ve her yıl cizye göndererek rahat yaşayanlar zümresinden iken bir iki yıldan beri inat ve bozgunculukta birleştiler. İtaat etmek ve bağdaşmak vadilerinde koşarken düzene karşı koyma ve düşmanlık yollarına gittiler. Hattâ yüce padişahın ülkelerinden Budun, Bosna ve Tımışvar sınırlarında bazı kale ve köylere el uzattılar. Bundan dolayıdır ki ulu padişah <sefer, zafere yol açar> sözüne uygun düşen 1004 yılı Şevvalinin başlarında (=29 —31 Mayıs 1596) yüce başkentlerinden Kâfir ülkesi sınırına yürüdü. Müslüman askerleri ve zafere erİştirici mücâhitler sapık kıralın uğursuz karargâhı olan Beç kalesinin fethi niyetiyle ilerledi. Birçok konak ve durakları aşarak 1005 yılı Muharreminin sonlarında ( = 20— 23 Eylül 1591) doğru yoldan sapmış olanların kalelerinden Eğri adlı sağlam kale yöresine kondular. Doğrusu yüksek ve enli kale imiş. Dayanıklılığı Kaf Dağı gibiydi. Sağlamlığı ve yapısı (1) Bu metnin aslı da şöyledir:

Page 97: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 97

çelik kaleler gibi, kapısı sert yapılı burçlardan numune, hendeğinin derinliği Havarnak Köşkü(1) nün ayakları gibi toprağın altında kuleleriyle burçları dokuz katlı gök kubbe gibi Ülker yıldızının tepesinde yani yüksek gökle aynı hizada ve ince kalesi de güneşten daha yüce ve üstündü.

Müellif tarafından

Anı İcad eden bennâ vü mi’mâr Sezâdur olsa ger üstâd Sinmâr(2). Mühendisler olur şun’ında mezdûr; Halelden pây-best ü pesti mehcûr. Ana bâd-i vezândan özge girmez. İçin şems ü kamerden ğayrı görmez.

Silâhları kara sevda gibi çok, toplarına ve bacaluşka(3)larına son yoktu. İçindeki karganmışların bayrak ve silâhı hazırlanmış bir deliğe benziyordu ki içi yılan, çıyan ve akreple dopdolu idi. Yükseklik ve metanette benzeri azdı ama padişahın nazarında düz bir toprak gibi olduğu belli idi. Çünkü kasabalar alan askerleri Nuh tufanının dalgaları gibiydi. Atalardan kalan büyük şan ve yüksek mekân göklerin gökleri derecesinde görünüyordu. Ulu vezirler ve büyük vekillerden Sadırazam İbrahim Paşa, ikinci Vezir Cerrah Mehmed Paşa, Dördüncü Vezir Cağalaoğlu Sinan Paşa, Altıncı Vezir Cafer Paşa, Yedinci Vezir olan vezir oğlu vezir Hasan Paşa, bunlardan başka eyaletleri başında bulundukları zaman vezir denilmelerine izin verilen Sinan Paşa oğlu Mehmed Paşa, Satırcı Mehmed Paşa, Anadolu Beğlerbeğiliği ile vezir denilmesi caiz olan Bosna asıllı Mehmed Paşa, Beğlerbeğilerden Diyarıbekir Beğlerbeğisi Murad Paşa, Sivas Beğlerbeğisi Mahmud Paşa, Karaman Beğlerbeğisi Hızır Paşa, Zülkadriye Beğlerbeğisi Ferhad Paşa oğlu Mehmed Paşa, Halep Valisi Mahmud Paşa, Rakka Beğlerbeğisi Bostancı Ali Paşa ve bu sayılan eyaletlerdeki beğlerin çoğu, bütün zaîmler ve tımar erleri, özellikle eski askerlerin en tanınmışı Yeniçeriler, Sipahi Oğlanları, Silâhdarlar, Sağ ve (1) <Havarnak> Irak'ta Necef civarında bir kasabadır. Orada Sâsânlılar için yıktırılıp sonra Abbâsîler taralından genişletilen Köşk Câhibiye şairlerine konu olmuştur. İlk mimarı Sinmar (veya Sinimmar) imiş. (2) Efsânevî ünlü mimar (Z. Th. Zenker, Dictionnaire Turc-Arabe-Persan, S. 521; Leipzig 1866). (3) Bîr nevi top. Zeki Pakalın< Becaleşka, <Bedoluşka>, <Becelûşka> şekillerinden babsediyor (Tarih Deyimleri ve Tarihleri Sözlüğü, I. 184).

Page 98: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 98

Sol Ulûfeciler, Sol ve Sağ Garibleri beğlerinin mevâciblileri, bütün ulufe ve tımar müteferrikaları, çavuşlar ve divan kâtipleri, bütün Cebeciler, bütün Topçularla Arabacılar ve sair Padişah Kapıcıları, padişah ahırlarının Saraçları padişah hizmetindeki yerlerine geçtikten başka Cengiz Hanedanından olup Tatar askerine buyuran Gazi Girey Han kardeşi İslâm Girey Sultan hazırdılar.

Müellif tarafından

Şir-i jiyân-i bişe-i rezm oldı bigümân; Buğdan anuñ yanında siyehgûş olur hemân. Kûbâh şaydgâhı Noğay mirzâları; Gürgân turme-hârı dilirân-i Kûregân(1). Gûyâ ki güy-i ‘arşasıdur haşm kellesi, Çalsa ru’ûs-i Rus'a ne dem tig-i hevl-i cân.

Şüphesiz, Eğri adındaki berkitilmiş hisar Kâfirler'e göre Beç kalesinin anahtarı ve Üngürüs ülkelerine girmenin açılması gerekli kapısı sayılmakla, savaş kitabının fasıl ve bablarına <evlere kapılarından giriniz> sözünce oradan girildi; fetih ve zafer sarayına o kapıdan girilmek uygun görüldü. Safer ayının ilk gününde ( = 24 Eylül 1596) fetih işlerine başlandı, önce kendi kulları ve Dergâh-i Âlî Çavuşları, Divan Kâtipleri ve Müteferrika Kulları ile Sadırazam İbrahim Paşa, ikinci olarak Cerrah Mehmed Paşa kendi adamları ile, üçüncü olarak Cafer Paşa kendi Levendleriyle, dördüncü olarak Hasan Paşa Rumeli eyaletinin Sipahi ve Zaîmleriyle, beşinci olarak Anadolu Beğlerbeğisi Mehmed Paşa o vilâyetin tükenmez Türkleriyle, altıncı olarak Yeniçeri Ağası Veli Ağa yayalar grupunun yiğit askerleriyle hendekler kazıp metrisler yapmaya başladılar. Kaleyi altı cihetin her birinden günde kırkar, ellişer kere taşladılar. Ünlü yiğit arslan, düşmana yürüyen kahraman savaşçı asker, işi gücü zafer olan Cağalaoğlu Sinan Paşa, yola çıkıldığı gibi padişah buyruklarını baş üstünde tutan o bahadır, Çarhacılar grupuna ve Şam askerinden kılıç gibi yarar, çoğu Kirmâni kılıç gibi namlı ve gayretli, kavgacı ve tüfek atıcı atlılar takımına kumandan kılınmıştı. Sınıra varıncaya kadar savaş kılığında olarak silâhşorluk fenninde heybet gösterip padişahın rikâbında koşmuş, gâh padişahın yanında yürümüş, gâh tarihlerden savaşa dair konuşmalar yaparak her gün hakanın iltifatı ile şanı yükselmiş, her saat padişaha yaklaştığı için akranı tarafından (1) Temir’in lâkabı olan <Kûregân> (= damat) kelimesinden.

Page 99: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 99

kıskanılmıştı. Gün olmazdı ki müjde eriştirici sesler talih güneşini şeref burcuna yaklaştırmasın. Yer olmazdı ki belâgatli ilham alıcı o yüce değerli, eşsiz devlet adamının övgüsünde şu beyitleri söylemesin:

Müellif tarafından

Ey çeken gûy-i ser-i hasma kılıçdan çevgân Ur zafer gûyına çevkân-i Skender-meydân. Gûy-i çevgân-sitân ya’ni Sinan Paşa kim Kûy-i hükminde kazâ-gûy ü kaderdür çevgân. Çala gûy-i seri bed-hâhuña, çevgân kılıcuñ, Gûy-u çevgân sana mahşûş ola bâzide hemân. Gûy-ü çevgân ile serdâr-i zafer-yâr olasın; Gûy-i peykânına çevgân ola destüñde sinân.

Bundan dolayı padişah ona metris hizmetini lâyık görmedi. İslâm askeri kaleyi almakla uğraşırken düşman, padişahın ordusuna ( = karargâhına) saldırmasın yahut azıkla dinç atlı asker gelip ansızın kaleye girmesin diye ihtiyat olarak o cesur veziri ve buyruğundaki gözüpek Şam askerini padişahın otağı çevresinde tutmak uygun görüldü. Safer ayının ilk gününden ( = 24 Eylül 1596) kalenin dövülmesine başlandı. 18 inci günü (=11 Ekim 1596) kale tamamen fetholundu. Dört beş gün içinde de kale onarılması, beğlerbeğiliğinin eski serhad beğlerinden Sofu Sinan Paşa'ya verilmesi, kale muhafazasında kalacak asker ve mühimmat işleri, kalede bulunan âletlerin ve levazımın, erzakın ve hesapsız hazinelerin nakil işi tamamlandı. Bu sırada Kâfir diyarının durumunu iyi bilen, doğru sözlü bazı tutsaklar alınmıştı. Bunlar, Kâfirlerin topyekûn silâhlanarak yaya ve atlı 300.000 kişinin Tokay adlı geniş ovada savaş düzeni aldığını, İslâm askerine karşı gelip vuruşmalarının hesaplandığını, hep birden saldırmalarının tahmin olunabileceğini haber vermişlerdi. Böylece toplanıp hep birden saldırmalarına sebep şu imiş: <Onların cehennemde yatağı vardır > âyetince, sapık kıratlarının bâtıl kanununu ileri süren hâkimlerinin inancına göre 1500 yıldan beri kesilmeden devam eden bir sülâlenin hükümdarı olarak anılan, o yok edilmesi gerekli kuduz it ve kan dökücü domuz, padişahın ileri atıldığını ve âdetleri zafer kazanmak olan sonsuz askerle geldiğini iştince, korkusu, onu gururundan uyandırmış ve kırallıktan çekilmiş.

Page 100: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 100

Müellif tarafından

Şîr-i ner hamlesine niçe tayansun rübâh? Niçe şabr edebilür pençe-i şehbâza zağan? Ferd-i neberd olduğı-çün Rüstem-i Zâl(1) Zen-i bitâkat olur aña mukâbil Bijen.

Yani kendisi hastalıklı olup yaratılışındaki zayıflık yenileceğine delil bir korkak Gayrimüslim olduğunu anlayıp mevrus tacını kardeşi Maksimyanoş'a giydirmiş ve kalabalık askerinin idaresini o kahrolasıya verip işi hastalığa vurmuş.

Ansızın akla gelen

Çıkmağ ile başından ol kurine(2) Başdan çıkmayub biraz korına. Girmese cerre, giymeye efser; Zen gibi başa çadırın bürine. Bu imiş kaşdı ol bed-endişünñ: Ne çıka ortaya ne hod görine.

Maksimyanoş mağrur, kendini beğenmiş bir kıral olduğu için, savaş isteyen bir bölük akılsız, sarhoş değersiz ve beyinsiz Kâfir'in toplanmasına gururlanarak Tokay kalesi karşısında savaş düzenini kurdu. Her ne kadar <Kâfirler'in beldelerde başkalaşmalarına aldanma> âyeti kulağına değdi, arkadan da <dünyadaki azıcık kazançlarından sonra cehenneme gideceklerdir> âyeti gelip yaptığı işten vazgeçmesine çalışıldı ise de fayda sağlamadı. Böylelikle <Tanrının yanlış yolda bıraktığına kimse doğru yolu bulduramaz> âyeti anlaşılmış oldu. Casusların haberlerinin doğruluğu anlaşılınca padişahın yüce buyruğu gereğince Vezir Cafer Paşa ve o sıralarda Rumeli Beğlerbeğiliğinden mazûl olan Veli Paşa, beşer günlük azıkları hazır olan otuz kırk bin yiğitle düşman tarafına gitti. Ovayı geçmeleri buyurulmuştu. Düşmanın ıstaburlarına temas etmek gerekirse alay bağlayıp savaşa girmesi emrolunmuştu. Adı geçen kumandan eskiden o serhadların beğlerinden olduğu için, oraları bilen kişidir diye padişah ve bütün vükelâ tarafından seçilmişti. Her ne kadar her zümrenin fedailerinden otuz binden çok adamla gitmiş idiyse de geceleri dönenler ve Kâfirler'in çokluğunu işitip <çıkılan yere dönmek daha iyidir» sözüne rağbet eden kötü yürekliler tekrar orduya geldikleri için adı geçen vezirin yanında (1) Veznin bozukluğundan başta üç hecenin eksik olduğu anlaşılıyor. (2) Tac demek olan Almanca <Krone> nin Osmanlılar'daki yazılışı.

Page 101: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 101

ancak dört beş bin adam kalmıştı; onlarla gitti. Böylelikle iki üç konaktan sonra yollan çamurlu, güç yürünür bir yere erişti. Kâfirler'le mücâhitler o zahmetli yerde karşılaşacaklardı. Cafer Paşa ve yanındakiler ovayı hızla yürüyüp o sarp yeri geçtiler. Öte tarafa konup tutsaklar aldılar. Bu tutsaklar 300.000 Tanrısız'ın, sapıp kanunlu Maksimyanoş'un, başkumandanları adına nice bozguncu serserinin bu geniş ovaya gelip ıstaburlarını kuracaklarını, sonra Eğri'yi kuşatan deniz damlaları kadar çok askeri kovmak için saldıracaklarını, büyük bir ihtimalle kıralın bugün askeriyle bu ovaya ineceğini ve ağırlıklarını bırakarak padişahın ordusuna ılgar edeceklerini haber verdiler. Bunun üzerine adı geçen vezir, yakınlarından bazı doğruluktan çıkmış Türkler'in(1) telkinleri tesiriyle o konaktan göçüp dönerek yolun gerisine geçti ve çadırlar kuruldu. İğrenç Kâfir güruhuna ihtiyatla gidilmek uygun görüldü. Fakat bu aksi durum, uğursuz kalabalığın gürültüsüne sebep oldu. Hattâ kendi askerindeki döneklerin korkusu evvelkinden daha çok oldu. Aklı erenlerin çoğu bu durumu beğenmeyip <giderken durmak bozgunluktur> sözü bilinirken, göz göre geri dönmek, korkunun neticesi ve bozgunun belirtisidir dediler. Sözün kısası: O gün ikindi zamanında din düşmanının alayları geldi. Casusların haberlerindeki tahminden daha çok olarak ovaya indi. Fakat meydanda az bir asker görünce <bu bir tuzaktır; yakın yerde sayısız askerleriyle pusu kurmuş olmaları muhtemeldir; ihtiyatlı davranılmazsa bozguna sebep olur> diyerek derhal savaşmayı doğru buldular. Üç dört bin vurucu Macar savaş için yürüdüler. Müslümanlar kendi tarafından, karganmış Kâfirler o batağın ötesinden bazen kılıç, balta ve tüfekle; bazen zenberek, süngü ve taş atıcı sapanlarla vuruştular. Zaman zaman bu veya o taraf üstünlük gösterdi. Bu suretle çarpışıp savaştılar. Yiğitçe davranışlar oldu.

Müellif tarafından

Deh ü nüh şıytı çalmış âvâze, Kih ü mih cenge kılmış âğaze. Serv olup nize her siper hûnriz Gül-i hamrâya döndi tamtâze. Hayl-sâzân içinde şavt-i tüfenk Vay ne beñzerdi turfa bir saza.

Özellikle merd, savaşçı ve güçlükleri yenen serdarları Cafer Paşa, Zâl gibi erlikler ve kahramanlıklar ederek güneş batıncaya kadar da- (1) Metindeki şekil. Etrâk-i Zühre-çâk.

Page 102: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 102

Yandı, durdu. Gecenin büyük perdesi ikiasker arasına inince karanlığın gözbebeği çekildi. Ertesi günü, padişahın otağı önüne kargısı gibi dikildi. Velî Paşa ile birlikte padişahın huzurunda düşmanın durumunu bir bir anlattılar. Bildiklerini, gördüklerini gerektiği gibi söylediler. Ertesi günü, Rebiülevvelin ilk günü idi ( = 23 Ekim 1596) Dünyayı parlatan güneş doğduğu sırada saadetli padişah atlandılar. Sayısız askerle düşmana doğru yürüdüler. Her halde din ve devlet düşmanını böylece karşılamak zaferi sağlar diye ıstaburlarına yöneldiler.

Müellif tarafından

Sultan Muhammed ibn-i Murâd ibn-i Selim kim Egri fethi himmetinüñ râst kârıdur. Künyet o şâha olsun ebu’n-naşr-i zü’I-cihâd, Ecdâdınuñ hidiv-i bülend-iştihârıdur. Evvel ğazâsıdur o dilir-i mücâhidüñ; Dendân-i şire kan bulaşılmak şi’ârıdur. Bir kuyruğı yoluk kara kartal gibi kıral Şâhin şıfatlu şâhumuzuñ cân-nişârıdur. Zâg ü zağan hücûmına ey dil ne i’tibâr? Zİrâ ki seyf-i şâhinüñ evvel şikârıdur.

Sözün kısası: Adı kötü Kâfir alçakları ıstabur kurup çadır diktikleri Tokay kalesi yöresinde Karşaşub(1) adıyla tanınan ovada İslâm arslanları giyimi, kuşamı, silahıyla yürüyüp ikindi zamanı konak başına geldi. Boyunlarında murdarlık asılı olanların alayları görüldü. Yani yedi kalabalık iğrenç güruh gözüktü ki birincileri silâhlı ve kargılı olarak kaplan postları ile süslü, aç kurt gibi nice bin itten mürekkepti. Sekizer tüfekleri ve ellişer akçaları tayin edilmiş, boş inançlarına göre Behrâm-i Gûr zamanından beri oklarının nişanları kararlaştırılmış <Kayures>(2) unvanı ile tanınmış, kötü yaratılışlı ve dev suratlılardı. Bir takımı da dörder tüfekle süvari olarak ve ellerinde büyük bayrakları bulunarak otuzar akça maaşları olan, bölüklerinin adı <Katına>(3) olan suratsızlardı. (1) Metindeki imlâsı: (2) Metindeki imlâsı:

(3) Metinde imlâsı:

Page 103: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 103

Müellif tarafından

Bu iki zümre-i menhûsaya lutf etdi(1) kıral, İkide birde varur bunlar o şûmuñ katına. Nekbe-i nekbete şâyeste Kayures bölügi; Olsa pâ-beste revâdur Katına'yla katana.

Bunlardan başka bir kısım dahi genellikle sarı renkli çuhalardan kaplan resmi basmalı giyimleri olan kılıç ve tüfekle mükemmel silâhlı büyük bir bölük ki Erdeloğlu unvanını taşıyordu ve 60.000 neferden fazla idi. Öteki bölükleri de Eflak ve Buğdan Kâfirleriyle iç(2) Frengistan'dan isteyerek ve itibar görerek gelen iyiyi, kötüyü ayıramaz kimselerden mürekkepti. Padişah Hazretleri, düşman alayları gözüktüğü gibi alay alaya ve Müslümanlarda Müşrikler birbirlerine karşı olsunlar diye niyet ettiler, özellikle <Müşrikler'in hepsini öldürünüz> buyruğuna uyarak düşmanlığın hemen o gün güneş balıncaya kadar savaşla bitmesini istediler. Fakat aradaki bataklık girdabı muzaffer bir saldırışa imkân vermedi. Çarhacılardan bazı fedailerin güçlükle geçmelerinden önce genel bir saldırışın mümkün olmadığını herkes anladı. Ancak iki tarafın yiğitleri yani Müslümanlar'la kötü mezheplilerin fedaileri o dar yerde ölesiye savaşa giriştiler. Temiz yürekle savaş bahtiyarlığı ve şehitlik rütbesi kutluluğuna ermeye çabalayıp uğraştılar. Hatta örnek vâız Sübaşıoğlu Hızır Efendi ve müridlerinden kırk elli Yeniçeri yiğiti o vartada şehit oldular.

Müellif tarafından

Başka vezinde

İskender-i zamâne, şehinşâh-i rûzgâr Kesdi ‘adü boğazını, gösterdi iktidâr. Bahri Siyâh'a Akdeñiz'i katdı tig ile, Emlâk-i Kaytafâ(4) gibi gark oldı ol diyâr. Âb-i hayâtı seyf-i ğazâ farz edüp o şâh

(1) Metinde <etdi> yoktur. Vezin ve mânâ zaruretiyle tarafımdan eklenmiştir. (2) Metinde: Dib (3) Türkçesi: Oturdukları yer Padişah yanı olsun; mezarlarını Tanrı nurlandırsın.

(4)

Page 104: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 104

Zulmet içine kıldı Sikender gibi güzâr. Vâki’de bunlaruñ dahı Hızr idi rehberi; Olmışdı Hızr Efendi huzûrında berkarâr. Hattâ ol içdi âb-i hayâtı Hızır gibi; Ya’ni şehid olupdur o şeyh-i büzürgvâr.

Sözün kısası: Doğru sözlü ulu padişah, himmet yayı güçlü kollarında ve sadakları bellerinde olduğu halde top menzili içinde, iki su arasındaki bir ok atımı yerde durup savaşı gozlüyorlardı.

Müellif tarafından

Bu esnâlarda İbrahim Paşa ‘Adü def’ine kılmış re'y ü tedbir. Alaylar bağlayup ehi-i cihâda Tolaşmış ol şufûf-i rezmi bed-sir. Geçid başın tonatmış toplarıyla, Bahâdırlarla kılmış anı tedvir, Üşenmezmiş tüfenk ü zarbzenden; Gögüs germiş kazâ sırrına ol şir.

Fakat asker saflarını düzene sokmak asla mümkün olmadı ve kimse intizama girmedi. Sözün özeti: Sinan Paşa, kendi kulları ve ağaları ile herkesten çok direndi, Şam Yeniçerileri yiğitleri, o kan içici arslanlar türlü savaş ve vuruşla Sinan Paşa arslanına uydular. Her zümrenin yiğitlerinden bazı kahramanlar akşama kadar gaza meydanında direndiler. Toplar yıldırım gibi gürler, tüfek fındıkları yağmur gibi yağar, askerin silâhları şimşek gibi ışık verirken gökle yer arasında Müslüman ve Müşrik savaşçılarının çarpışma gürültüsü <gökten belli bir dumanın geldiği günü bekleyiniz > âyetine uygun düşüp tozların yükselmesi ve ateşlerin birbiri ardınca gelmesiyle gözsüz kötü yürekliler birbirlerini görmediler, <Görebilenler için bunda mutlaka bir ibret vardır> âyetinin doğruluğu gözüküp nice nice iyiyi, kötüyü görmüş bahadırlar dumanın arkasındaki Kâfirlerdi iki veçhile göze göstermediler. Özellikle topların gürültüsünden insanlar söz işitmez oldular. O kargaşalık <hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın işitmedîği> âyetine uygun olarak kıyamet belirtilerinin aynı olmakla kendileri de hayret ve dehşet içinde kaldılar. Sonunda tek Tann'ya inananların şanlı takımı ve adı geçen kahraman kumandan, evliyalar(1) ın yardımı ile <yardım ettiklerimiz üstün gelir> âyetine uygun düştüler. Netekim Müşrikler'in (1) Metinde: Ricâl-i güzin.

Page 105: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 105

kötü takımı da <yenildiler ve oradan zelil olarak döndüler> âyetine uygun olarak bozuldular.

Müellif tarafından

Hûn-i gülgûnda yüzerdi niçe yüz ten bicân; Kelleler hâk-i siyâh içre serâser pâmâl. Böyle tûfânı, bu yüz akluğını görmedi hiç Akdeñiz'de karada cenge girenler şad sal. Ekşeri lâşe-i Kâfir, şühedâ key nâdir; Gark-i nûr azı, çoğı sûhte-i nâr-i celâl. Şübhesüz hâzır idi anda mahâmidlerle Meded-i leşker-i ğaybi, zafer-i ‘avn-i ricâl.

Bu hal ile geceye kadar vuruşuldu. Şanlı kumandanları olan ululanması gerekli paşa <inanmışları savaşa kışkırt> âyetine uygun davranmakla yiğitler can ve gönülden çalıştılar ve savaşçılar gaza meydanında uğraştılar; Tanrı'nın hikmetidir: O gün öteki vezirler ve bazı beğlerbeğiler, özellikle Vezir Cafer Paşa ve vezir oğlu vezir olan Hasan Paşa bellibaşlı bir hizmet göremediler. Savaşanlardan çoğunun tahminleri üzere zafer kazanmak bahtiyarlığına eremediler. Şu sebepten ki: Hasan Paşa sol kolda alayını bağlayıp durdu. O taraftan bir ürküntüye sebep olmasın diye Nemçe Kâfirleri'ne karşı Rumeli eyaleti alayı ile durup beklemeyi daha doğru buldu.

Yeni manzume

Dediler üç vezirin cenge göndermiş şeh-i ‘âlem; Biri Ca'fer, iki dahı Hasan Paşa, Sinân Paşa. Biri hancer, biri ok, birisi bir rumh-i düşmen-küş; Dedüm: Manşûr olan kankısıdur, kimdür Sinân Paşa? Dediler: Tir ü hançerle şavaşda biridür nize; Ğazâlarda kılıc gibi sınanmışdur Sinân Paşa. Şecâ’at Yûsufi-hilkat, Hasan-şûret civân olsa Dil ehli ğayrı ol hubuñ libâsı tut Sinân Paşa. Vezir-i a’zam olmışdur ‘ülüvv-i kadr ü himmetle, Miyân-i sırr-i hancerden görünmişdür Sinân Paşa. Dedi taşdik edüp 'Âlî düşümde Yûsuf-i şıddik Kerim ibnü'l-kerim ibn-i re'isi'l-muhsinân paşa.

Gece olunca sessizliğin kösü çalındı. Alçak Kâfirler ıstaburlarına, İslâm gazileri ordularına çekildiler. Ertesi gün, güneş doğmadan önce.

Page 106: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 106

dün olduğu gibi yine alaylar bağlandı. Sağ ve sol taraftaki döneklerin ciğerleri dağlandı. Kötü huylu yeni kıral, yeni devletinin sevinci ve mânâsız hükümetinin gururu ile, Erdeloğlu dedikleri inatçı rezil, Kara Hersek adındaki murdar, Netaşlı(1) diye ünlü olan dehkan ve sapık Masimyanoş'un hizmetinde vezir ve fesatçı vekil olan <Gümüş Ayaklı> adındaki azgın, garip bir gürültüyle yürüdüler. 150.000 den çok, tüfek atıcı yaya kavuşmak isteğiyle gelirken 200.000 silâhlı süvari birbirine tam bir birleşiklikle uyarak ve 6000 den çok, iyi silâhlı ve çok atılgan Nemçe atlısı hep birden tüfek ata ata ve savaş denizine bata bata yürüdüler. Yukarda anlatılan bataklı geçide gelince atbaşı beraber aynı hizade oldukları halde savaş alanına vardılar. Sanki savaşın inceliklerini cihad sahiplerinden Önce onlar öğrenmişlerdi. Müslüman saflarının ilerisinde, onların bayrakları gibi gözüken Sinan Paşa'yı ve onun buyruğu altındaki kan içici Şamlılar alayını geçitten geçmiş görünce onları büyük bir saldırışla karşıladılar. Topuz ve kılıçla bir hamlede yok edilmeleri için bin türlü hazırlıkla düzene sokulmuş olan İslâm alayları bozuldu. Hep birden kaçmaya başladılar. Önce Anadolu kolundaki korkmuş Türkler kaçtı. Onların ardınca yağmacı Tatarlar'la Kapıkulu ve Yeniçeri adındaki yüreksiz korkaklar ve o kaçanlara uyanlar orduya doğru çekildi. Yiğitlik gösteren Sinan Paşa her ne kadar <askerimiz onları mutlaka yenecektir> âyeti ile öğüt verdiyse de dinlemediler. Ne kadar feryad edip: <Bire dönekler! Kaçmayın! Namusunuzun yüz suyunu kara toprağa saçmayın> diye ve <Tanrı dilerse mutlaka doğru yolda oluruz> âyeti ile kendine çekmek istediyse de kulak asmadılar. Böylece bütün Müşrikler mal yağmalayıp adam öldürerek karargâha(2) daldılar. Çadıra sığınanların bozgununu ve dışarı gidenlerin kaçışını görerek kovalamaya çalıştılar. Hatta dünyanın kutbu olan ulu padişah, otağında dururken karşısına tuğ ve bayrak dikip alaylarını bağladılar. İlkönce <başını kurtaran kazanır> fehvasınca kaçanların ardından bazıları, işin sonunu düşünerek <ateşte yanmak kepaze olmaktan iyidir> diye tereddüt ettiler. Gördüler ki ulu padişah, otağlarındadırlar ve seccadeleri üzerinde dua etmektedirler. Sırtlarında peygamberin hırkası vardır. Karşılarında peygamberin sancağı bulunmaktadır. Önlerinde rahle ile Kur'an, dizlerinin üstünde de peygamberin kılıçlarından <Kadîb> adındaki keskin kılıç durmaktadır. Kendileri kılıçlı ve kemerli bir dağ gibi gösterişliydiler, İslâm askerinin kazanması için yakarıp <Yârabbi! (1) Yazılışı: (2) Metinde: Ordû-yi hümâyûna.

Page 107: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 107

Muhammed ümmetini yendirme> diye ağlıyordu. Durdukları yerden bir an ayrılmamışlardı. Büyük küçük ötekiler gibi ibadeti terketmemişlerdi. Yanlarında bulunan yüce vekiller ve şerefli babaları merhum Sultan Murad Han'ın hocaları olan Mevlânâ Sadeddin, iki kazasker çoğu zaman padişahın gözleri önünde oldukları halde nihayet aradabir öteyi beriyi de araştırmaya başladılar. Yani durumu öğrenmek için biraz ayrıldılar, Vekarlı ve ağırbaşlı ulu padişahın direnmesini ve yalvarıp yakarmısındaki büyüklüğü görüp güya şöylece bir güzel şiirle onu övmeye koyuldular:

Müellif tarafından

Ey mir-i gırdâr-i hüner ber beyân-i ceng! Vey Ardeşir-i ma’reke, şir-i jiyân-i ceng! Rüstem-kemend ü Sâm-semend ü Peşeng-i kinedâr(1) ……………………………………………………. (2) Geh rahş-i kudretüñle kader hem-rikâb-i rezm; Geh hink-i şavletüñle kazâ hem-inân-i ceng. Sensin o şehsuvâr-i Feridûn-licâm kim Destüñde seyf-i şârim olur tâziyân-i ceng. Da'im himâyet eyleye zatüñ ricâl-i ğayb; Kutb-i murâduñ üzre döne âsmân-i ceng.

Her ne kadar bazı bozguna uğramış beğlerbeğiler <dayanılmayan şeylerden kaçmak peygamberlerin sünnetlerindendir> hadisini padişaha telkin ettilerse de padişah dönen feleğin mihveri ve pergelin merkez noktası gibi zafer durağında durup direndi. İkindi zamanı geçince İslâm askeri içinde zafer belirtileri görüldü. Yüce padişah atına binip içoğlanları takımına savaşa gir buyruğunu verdi ve vuruşulmak üzere Cebehâne-i Amire karşısında tuğ ve sancak diken Kâfirler'i işaret buyurdu. Gaza sevaplarının bu seferde onlara mukadder olduğu gaibden gelen sesin sezdirmesiyle sultanın dilinden o zümreye duyuruldu. Hemen o an padişah buyruğu dolayısıyla padişah kapısındaki ağa ki Odabaşılık hizmetiyle de rütbesi yükseltilmişti, Harem'deki kölelere padişahın yüce müsaadesini bildirdi. Dört beş yüz kadar yiğit ile Hadımlar zümresindeki ağalar türlü silâhlarla Harem'den dışarı fırladılar. Baltacılar'la yarışarak gürültüyle ortada göründüier. Bir başka gösterişle savaşa koyuldular. (1) Vezin bozuk.

(2) Mânâ çıkmıyor. Şöyle:

Page 108: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 108

Bir iki saatte yüz binden çok atlı ve yaya kaçmaya başladılarsa da çoğu öldürüldü. Kana bulanmış laşeleri yığın yığın ortada kaldı. Padişah otağını yağma etmeye gelen kötü mezhepliler kılıç ve okla yere serildi. Yaralı, ölmüş, cansız kelleleri toprak ve kan içinde yuvarlanır oldu. İki üç yüz bin yiğit gazinin başaramadığı o büyük zaferi o basit gençler kazandı. Sözün kısası: Harem dairesinin sadık adamları olup Osmanlı kanunu üzere Baltacılar diye anılan yiğitler kılıç ve baltalarla ortaya atılarak öyle bir savaştılar ki dünya bir eşini görmemişti. Öyle bir sevap kazandılar ki ömrünü cihada sarfedenler onların payesine erememişti.

Müellif tarafından

Şeyâtini kırdı melekler tamâm; Yalıñ yüzlüler yakdı harb âteşi. Teberdârlar başlayup kırmağa Serinden cüdâ kıldı her serkeşi.

Böylece günahkâr Kafirler'in durumu <zulümlerine göre cezalandırdık> âyetine, Harem’e mensup şanlı yiğitlerin durumu da <bu, doğruların faydalandığı gündür > âyetine uygun düştü. Sözün kısası: Baltacılar o cehennem kütüklerini ateş saçan kazmalarla yarmakta ve cehenneme lâyık olan odunlara balta çalmakta iken ansızın <Yusuf mutlaka size gelmıştir> âyetındeki müjdeyi duydular. Yani Yusuf-i Sıddîk'in adaşı olan Sinan Paşa cesur bir grupla dünyaların kutbu ve cihan ülkesinin padişahı ne haldedir diye araştırarak o savaşa girdi. Gerektiği üzre gaza tebriki ile padişahın elini öptükten sonra padişah otağının sağında mal çapıp adam öldürmekle uğraşan dinsiz Müşrik askerlerinin üzerine saldırdı. Bir anda 20.000 Kâfir'i kılıçtan geçirip padişahın gözü önünde erlik ve yiğitlik gösterdi. Ondan sonra Kâfirler'deki bozgun ve mücahitlerdeki zafer belirtilerini bir bir arzedip <birbirimize yardım eden topluluğuz> ve <biz onları galibiyet ve kudret azabı ile yendik> âyetleriyle müjdeler verdi. Düşmanın güçsüzlüğünü anlatıp <onlar için ne bir kuvvet, ne de yardımcı vardır> âyetiyle benzetme yaptıktan sonra o yöredeki savaş ateşinin kılıç suyu ile söndürülmesine gitti. Yolunu şaşırmış kötü düşünceliler ne zaman top ve tüfekle İslâm askerini bozmaya kasdettilerse <savaş ateşini her yaktıkları zaman Tanrı onu söndürmüştür> âyetinin doğruluğu tasdik olundu. Böylelikle Kâfirler bozuldu. Güneş batmadan önce zafer kesinleştikçe Cağalaoğlu Sinan Paşa

Page 109: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 109

atı üstünde, giyimleri kan içinde, parmakları yaralı, kana bulaşmış haliyle şan kazandı. Ordudan kaçanlara karşı dağ gibi direnip büyük bir dayanıklılık ve yiğitlikle şerefli olduklarını gösteren gaziler, korku ile savaş alanından kaçan sebatsız korkaklara <nereye gideceksiniz> âyeti ile hakarette bulundular. Saflar arasında dehşetle şaşkına dönenler ise <söz söylemeyecekleri gün bu gündür> âyetince kendilerini sadakatin delili bildiler.

Müellif tarafından

Gerdûn-i sâlhûrde gibi rûz-dide merd Seyr etmedi bunuñ gibi bir âteşin neberd. Zengi-i şeb ki var niçe biñ çeşm-i rûşeni, Görmiş degül bu gûne sitiz neverd(1). Germ oldı kine, âteş-i serd oldı gürz ü tig; Görmiş degül bu rezmi, gören niçe germ ü serd. Etrâfın aldı ceng ile pergâr-veş ‘adü; Kutb-i ğuzât ol ortada mânend-i nokta ferd. Şan hizmet-i sinân ile eylerdi naşb-i rumh, Yerden direk dikilürdi sipihr gerd(2). Bundan mukaddem olmasa hilkatda nerre şir Havfından oldı derdüm anuñ rûy ü mûyı zerd. Hurşid o cengi seyr edicek(3) ters ü biniden Teb tutdı, vardı, hem(4) şararup oldı ehl-i derd. Peykân müzeyyen eyledi hûnin siperleri; Açıldı bâğ-i ma’rekede jâle-çide verd. Germ oldı şöyle âteş-i harb ile rûzgâr. Kalmadı şan havâ küresinde nişân-i berd.

Bu tafsilâttan maksat budur ki Eğri kalesi sağlam, büyük, rüzgârdan başka kimsenin giremediği ve alınması ancak Tanrı'nın yardımına bağlı bir yerdi. Tanrı'ya hamd olsun, alınması ve içindeki uğursuzlarla aletlerin ve yöresindeki bölgelerle kalelerin padişah eline geçmesi mümkün oldu. Yüzlerce top, tüfek ve şakalos(5), biriktirilmiş olan sayısız yiyecek ve hayvan yemi ile dolu olan Kâfir ıstaburu İslâm askerinin eline geçti. (1). (2) Vezin bozuk. Mânâ çıkmıyor. (3) Metinde: Edince. (4) Metinde <hem> yok. (5) Daha sonraki çağlarda çakaloz denilen top.

Page 110: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 110

Müellif tarafından

Hamdüllilah ki şeh-i devrâna Eğri fethini Hüdâ kıldı ‘atâ(1). Ba’d ezin ıstaburuñ ğâretini Gördi Hak ‘asker-i manşûra revâ. Rûhını reddi Ebü’l-feth'üñ o şâh Kıldı bu feth ile tekrâr ihyâ; Cümle kerrûb-i melâ’ik dediler: Kutlu olsun bu ğazâ-i ğarrâ.

Birer yolla yakınlık ve kulluk iddia eden ve padişahın yüksek huzurunda can ve baş vermek, varını yoğunu feda etmek davasıyla nice sözler söyleyen vekiller ve vezirlerin yukarda anlatılan savaştaki yüksek hizmetleri malûmdu. Bu büyük kimselerin <işte, yüksek dereceler onlarındır> âyetine uygun düştükleri belliydi. Korku ile ağlamaları sanki <ağlarlar ve alçak gönülle edepli durumları artar> âyetini onlar için inmişe benzetmişti. Savaş meydanında, kılıç ve kalem hususundaki güzel tedbir ve düşünceleri görünmüştü. Savaş meydanında direnen, düşmanları yok etmede can alıcı kargı ve yaralıyıcı ok gibi herkesten önde bulunan, hele tecrübesi sağlam olan ve savaş idaresinde her işi sonuna erdiren, Yusuf'un adaşı muzaffer Sinan Paşa vezirlerin çoğundan kıdemliydi. Merhum Gazi Sultan Süleyman'ın yetiştirmesi soylu bir kişiyken zamanın iktizası ile kendisine saygı gösterilmez olmuştu. Öne geçirilmesi ve sayılması dünya düzeni için gerekli iken olayların öyle istemesiyle kaç kere hiçbir mazeret adan mağdur kılınmıştı. Şimdi, âdil padişah, işleri düzeltmekte ve rekenleri yüceltmekte eşsiz, hak sahiplerinin hakkını vermekte geniş davranışlı olmakla onu büyükvezirlik rütbesine lâyık gördüler. Hizmet ve sadakat alâmeti olan vekâlet mühürünü ona, o gazalardaki oku gibi kanlı ve savaş bahçesinde bitmiş kızıl gül koncası gibi renkli olan yaralı parmağına verip vezirler arasında onu bu yüceltme ve imtiyazla ünlü kıldılar. Sanki iş buyurucu ulu padişah <eyvah, keşke onu dost edinmeseydim> âyeti ile sabık sadırazamı ima ettiler ve Sinan Paşa'yı <onu vekil et> âyetine yakıştırdılar. (1) Metinde: İ’ta,

Page 111: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 111

Müellif tarafından

Vazâret hâlemi alındı İbrâhim Paşa'dan; Sinân Paşa'ya teslim etdiler ta’zimden soñra. Dedüm: Bâ'iş neyidi bunca te’hire? Dedi hatif: Gelüpdür Hazret-i Yûsuf çü İbrâhim'den soñra. Sinân Paşa bu sa’yi Han Selim’e etmedi; zirâ Alındı taht-i Yûsuf cânını teslimden soñra.

İnsanlar ve melekler tebrik vazifesini yapıp haşmetini bu belâgatli kıt'a ile söylediler ve savaş meydanında eline tapşırılan(1) yüksek vekâlet mühürünü böyle nazma çekmeyi himmet borcu bildiler:

Müellif tarafından

Çalışup uğrına Sultân Muhammed Han'uñ Hak budur düşmene merdâne kılıçlar çalduñ. Geh kapudan ü gehi çarhacı serdârı olup Kurıda, yaşda savaş bahrına vâfir talduñ. Vüzerâ şâhini, ‘aşruñ Cağalazâdesisin; Şokınup başa cağalar niçe başlar alduñ. Ot tıkup çañlarına dir-neşin a'danuñ 'Ömri harmanlarına Kâfir'üñ âteş şalduñ. Şaf-i düşmende çatıldı niçe yüz biñ nize; Şir-i ner gibi sen ol mişe içinde kalduñ. Ol ğazâ içre saña degdi vezâret mühri; Şadr-i a’lâyı eminim kılıcuñla alduñ.

Ulu Tanrı bu sadırazamlık bahtiyarlığının başlangıcını uğurlu ve sonunu <daha fazlası var mı> âyeti ile türlü fütuhata yakın edip din ve devlet düşmanlarını daima perişan ve kederli, saltanat vekillerinin sadık dostlarını nimet mertebelerinin artmasıyla muzaffer edip berkitsin ve gününü aydın etsin. Bu ruh verici nesir ki mânâsı belagat ile karışık, incileri eda ediliş bakımından emsaline üstün, her satırı taze fikirlerin gerdanlığı ve tıpkı inci gibi olan mücevher değerindeki meali akıl ve itibar kulağına küpedir. Özellikle sayfalarının, altın işlemeli nefîs levhaların zihinde doğan suretleri olduğu bellidir. Zaman zaman padişahın o yüce ve essiz vekilinin yüksek hatırına getirip münşîsinin aşağı mansıplarda unutulmuş olmasının büyük bir kıyıcılık ve haksızlık olduğunu, eskiler arasında az raslanan, sonrakilerin ediplerinin en büyüklerinden olan; Firdevsî, Hafız ve (1) Metinde böyledir; <emanet edilen> demektir.

Page 112: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 112

Câmî gibi. Yüzyılların delile muhtaç olmayan biricik adamı, bütün ülkeler erdemlilerinin tek kişisi iken, arınmış yaratılışının akranları çirkefiyle bulanmasının kıyamet alâmeti ve dünyanın sonu örneği olduğunu yüksek huzurlarına duyursun. Tâ ki adalet hükümlerini yerine getirmeye ve hak sahibi olan erdemlilere saygı göstermeye başlamaları bu eski kulları yüzünden olsun.

Müellif tarafından

Gizli değildir ki dünya düzeninin sebebi ve insanoğullarının intizamla idare edicisi olmak ancak divan hizmetlerine alınıp yüceltilmekle olur. O yüksek mertebelerde bulunan cahilleri, muhasiplerin sayfa kenarına yazdığı müsvedde rakkamları gibi kenar mansıplarına atmak lâzımdır. Destekleyicilerin doğruluğu ile tekrar girenleri derhal kabul etmelidir. Zira İster iyi, ister kötü herkesin her türlü işinden ve sözünden sorumlu olacağı, hükmü yürüyen hâkimlerin adalet ve zulmünün sorulacağı bir mahşer divanı vardır. Madem ki İnsanların durumu, olayların aynasında adalet yönünden değerlenecektir, o halde bütün işler <hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu> âyeti gereğince sona erdirilmelidir. (1) Bu Farsça manzumenin 7. 10, 15, mısraları vezin ve mânâ bakımından yanlıştır. Yanlışlar şüphesiz müstensihe aittir.

Page 113: 1968 âli bibliyografyası 113

www.atsizcilar.com Sayfa 113

Müellif tarafından

Hüner eşhâbına rağbet fazilet 'add olınurmış; ‘Aceb himmetlü şehler var imiş şâhib-kırânlarda. Hakîm-i nüktedândan ğayr ile hiç ülfet etmezdi; Odur söyletdiren İskender'üñ şânın nişânlarda. Hüseyn-i Baykarâ hôş tutmağın erbâb-i ‘irfânı Niçe vaşf olınur gör pâdişâh-i kâmrânlarda. Çekerlerdi kemâlât ehlini elbette erkâna; Vezir ü şâha ‘âdet buyidi evvel zamânlarda. Buña divân-i mahşerde cevâbuñ var mı sultânum? Deniler tuta divânı, kala ‘Ali yabanlarda.