230

18. SUALTI BİLİM VE TEKNOLOJİ TOPLANTISI

Embed Size (px)

Citation preview

I

18. SUALTI BİLİM VE TEKNOLOJİ TOPLANTISI

14-15 KASIM 2015

DÜZENLEYEN Ege Üniversitesi, Urla Denizcilik Meslek Yüksekokulu

(Sualtı Teknolojisi Programı)

TOPLANTI BAŞKANI Cengiz METİN

EDİTÖR

F. Ozan DÜZBASTILAR

DESTEKLEYEN KURUM ve KURULUŞLAR Ege Üniversitesi

Urla Kaymakamlığı Urla Belediyesi

İMEAK Deniz Ticaret Odası İzmir Şubesi NEOKS Hiperbarik Oksijen Tedavi Merkezi

Ege Barakuda

Ege Üniversitesi İzmir 2015

II

Ege Üniversitesi E.Ü. Kampüsü 35100 Bornova-İZMİR 0 232 311 10 10

Basım Kasım 2015, İzmir

Baskı Ege Boyut Baskı Merkezi E.Ü. Kampüsü 35100 Bornova-İZMİR

Kapak ve Afiş Tasarım Levent YURGA

SBT2015 Logo Tasarım F.Ozan DÜZBASTILAR Levent YURGA

SBT2015 Web Sayfası Tasarım Levent YURGA F.Ozan DÜZBASTILAR

Editör F.Ozan DÜZBASTILAR

Örnek kaynak gösterimi Tosunoğlu, Z., Sarı, H.M., Kaykaç, M.H., Ünal, V., 2015. Bir devrin sonu: Sakızburnu Dalyanı. Sualtı Bilim ve Teknoloji Toplantısı, 2015, İzmir, Bildiri Kitabı, F.O. Düzbastılar (Ed.), 139-160.

III

DÜZENLEME KURULU BAŞKANI Cengiz METİN

DÜZENLEME KURULU Ali ULAŞ (Ege Üni.)

Altan LÖK (Ege Üni.) Cengiz METİN (Ege Üni.)

F. Ozan DÜZBASTILAR (Ege Üni.) Levent YURGA (Ege Üni.)

BİLİM KURULU BAŞKANI Cengiz METİN

BİLİMSEL DANIŞMA KURULU A. Harun ÖZDAŞ (Dokuz Eylül Üni.)

A. Kaan ŞENOL (Ege Üni.) Abdullah ARSLAN (Necmettin Erbakan Üni.)

Akın Savaş TOKLU (İstanbul Üni.) Ali ULAŞ (Ege Üni.)

Altan LÖK (Ege Üni.) Bülent CİHANGİR (Dokuz Eylül Üni.)

Cengiz METİN (Ege Üni.) Deniz ACARLI (Çanakkale Onsekiz Mart Üni.)

F. Ozan DÜZBASTILAR (Ege Üni.) Figen AYDIN (Özel Neoks Hiper. Oks. Ted. Mer.)

Nihal GÜNEŞ ÇEVİK (İzmir Bozyaka Eğ. ve Araş. Has.) Oğuz ATİK (Dokuz Eylül Üni.)

S. Murat EGİ (Galatasaray Üni.) Vasıf ŞAHOĞLU (Ankara Üni.)

SEKRETERYA F. Ozan DÜZBASTILAR

IV

ÖNSÖZ

Sualtı Bilim ve Teknoloji Toplantıları (SBT) Türkiye’de, 1995 yılından beri çok farklı disiplinlerden ancak ortak paydası “Sualtı” olan belki de tek toplantı olma özelliğini halen korumaktadır. Bu toplantıların en önemli özellikleri; her yıl (ki şimdiye kadar çeşitli nedenlerle sadece 3 kez gerçekleştirilememiştir) farklı bir birim tarafından düzenlenmesi, bildiri kitabının toplantı günü hazır olması, katılım ücretinin bulunmaması, düzenlenmesinde sualtı öğrenci toplulukları ve sualtı teknolojisi programı öğrencilerinin bulunmasıdır. Ancak 18. si yapılan, SBT2015’in de içinde olduğu, son yıllarda yapılan toplantılarda gözlemlediğimiz ve çok çeşitli nedenleri olduğunu düşündüğümüz, genel bir ilgi eksikliği kanaatini taşımaktayız. Bu toplantıların düzenlenmesinde yıllardır çok büyük emekleri geçen deneyim sahibi herkesin, bu toplantıda ve ilerleyen günlerde yapacakları görüş alışverişleri ile Sualtı Bilim ve Teknoloji toplantılarını çok daha nitelikli yönde geliştireceğine inancımız tamdır.

Son yıllarda SBT toplantılarında hayatta olan veya sonsuzluğa intikal etmiş, sualtı çalışmalarına büyük katkıları olan, sualtına gönül vermiş kişilerin anılarını bildiri kitapları ve duyurularımız ile yaşatmaya çalışıyoruz. Biz de SBT2015’de elim bir kaza sonucu çok genç yaşta kaybettiğimiz, sevgili dostumuz ve çok değerli sualtı insanı Necat COŞKUN’u sevgi ve saygı ile anıyoruz.

SBT2015’de sunulan bildiriler, “Sualtı Fizyolojisi”, “Deniz Biyolojisi ve Balıkçılık”, “Sualtı Arkeolojisi”, “Çevre”, “Bilimsel Dalış, Dalış Eğitimi ve Teknoloji” konularını kapsamaktadır. Bu kitapta sunumu yapılacak biri çağrılı toplam 28 sözlü bildiri, 9 poster bildiriye programa göre yer verilmiştir. Ayrıca toplantıda fotoğraf ve video sunumu da yapılacaktır.

Toplantının sonunda panel şeklinde değerlendirme ve 19. SBT toplantısına ev sahipliği yapacak kurum tespit edilecek ve ilanı gerçekleştirilecektir.

Ege Üniversitesi’nin kuruluşunun 60. yılını kutladığımız bu yıl “Sualtı Bilim ve Teknoloji Toplantısı” nın 18. sine ev sahipliği yapmaktan büyük gurur duyuyoruz. Katılım ücreti bulunmayan bu toplantının düzenlenmesinde desteği olan tüm kişi, kurum ve kuruluşlara düzenleme kurulu olarak bir kez daha sonsuz teşekkürlerimizi sunarız.

SBT2015 bildiriler kitabının, ilgili herkese kaynak olması dileğimizle.

Prof. Dr. Cengiz METİN

SBT2015 Düzenleme Kurulu Adına

V

NECAT COŞKUN’UN ANISINA…

Necat Coşkun 1961 yılında İzmir’de doğdu. İlk tahsilini Güzelyalı Müdafaai Hukuk Mektebi’nde, bilahare orta ve lise eğitimini Karataş Lisesi’nde tamamladı. Doğayı çok seviyordu. Çevreciliğe, spora, dağcılığa ve denize ilgi duyuyordu. 15-16 yaşlarında Karşıyaka Dağcılık ve Doğa Sporları Derneği’ne üye oldu. Türkiye’de bazı dağlara tırmanışlar yaptı. Uçmaya da çok hevesi vardı. 1981 yılında Eskişehir Türk Kuşu paraşüt atlama kursuna katıldı ve belge aldı. Ancak denize ve dalmaya olan arzusu ve hevesi hepsinden fazlaydı. Ailesinin İzmir Kemeraltı’nda, Egebarakuda isimli bir işyeri vardı. Burada sualtı dalış ekipmanları ticareti yapıyorlardı. Ailede büyük bir deniz sevgisi ve tutkusu vardı. Babası ve annesi kişisel dalıcıydılar. Babası ona da dalmayı öğretmişti. İlk tüplü dalışını daha 10 yaşlarındayken Seferihisar’da yaptırmıştı. Sonra İzmir Amerikan Kültür Derneği’ndeki kurslara katıldı ve İngilizce’yi öğrendi. 1981 yılında dilini daha da ilerletmek için İngiltere’ye gitti. Orada bir süre eğitim gördü. Döndükten sonra askerliğini yaptı. Sonra, Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu’nun düzenlediği bütün kurslara ve seminerlere katıldı. Başarısından dolayı kendisine farklı görevler verildi. 1984 yılında Amerika’ya gitti. Orada deniz araştırmacısı, dünyaca ünlü Jacques-Yves Cousteau ile tanıştı. Cousteau’nun oğlu Jean-Michel onu çok sevdi ve yardımcı oldu. Yan yana fotoğraflar çektirerek, dostluklarını pekiştirdiler. Onu Haiti’deki dalış eğitim merkezlerine misafir ettiler. Cousteau’ya ait dalış okullarından eğitim aldı. Daha sonra da PADI Türkiye temsilciliği ve eğitim görevliliğini alarak Türkiye’ye geri döndü. İzmir’de Karataş semtinde bir dalış eğitim merkezi açarak görev yapmaya başladı. Bir yıl sonra tekrar Amerika’ya giderek Cousteau’nun U.S. Divers, Aqua-lung firması ile anlaşma yaparak onların ürettikleri sualtı dalış malzeme ve ekipmanlarını ithal edip Türkiye’ye getirdi. İşyerlerinde bu sporun meraklılarına hizmet vermeye başladılar. 1992 yılında Neslihan Hanım ile hayatını birleştirdi. Oğuz isminde bir oğlu oldu. O da oğluna deniz sevgisini aşıladı. Oğuz 7 yaşındayken dedesi ona ilk tüplü dalışını yaptırdı. Amerika ile irtibatı hiç kesilmeden hep devam etti. Daha sonraki yıllarda yurt içinde ve yurt dışında pek çok fuarlara, sergilere, seminer ve toplantılara katıldı. Konusunda bir hayli gelişme ve ilerleme gösterdi. Bu sahadaki faaliyetlerinden bazıları:

(TSSF) Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu’ndaki çalışmaları PADI Course hocalığı CMAS 3 yıldız hocalığı Cankurtarma hocalığı

Son döneminde Mısır’a gitti. Oradan Rebreather unvanını aldı. Direktör oldu. Teknik dalış, (trimix) konusunda eğitimler aldı ve verdi. Konusunda birçok öğrenci yetiştirdi. Takdire mazhar oldu. Hayatı boyunca doğruluktan, samimiyet, iyi niyet ve hoşgörü çizgisinden ayrılmadı. Çok dostları oldu. Sevgilerini, saygılarını ve gönüllerini kazandı. Bütün bu güzellikler ve dünya saadeti 2013 yılındaki o meşum kaza gerçekleşene kadar sürdü. O andan sonra her şey bitti. Hayat defteri kapandı ve arkasında silinmeyecek bir iz bırakıp hepimize veda ederek aramızdan ayrıldı. *Necat Coşkun’a ait kısa özgeçmişin hazırlanmasındaki katkılarından dolayı ailesine teşekkür ederiz.

VI

İÇİNDEKİLER

SÖZLÜ BİLDİRİLER 1

ÇAĞRILI KONUŞMACI* Avrasya Tüneli saturasyon dalışları 3 Akın Savaş Toklu*, Bengüsu Mirasoğlu, Abdullah Arslan, Şamil Aktaş

SUALTI FİZYOLOJİSİ 5

Dalış sonrası uçuş ile ortaya çıkan dekompresyon hastalığı: Bir olgu sunumu 7 Mehmet Ali Kaplan, Akın Savaş Toklu Serbest dalışta fizyoloji ve Dünya rekorları 10 Yavuz Aslan, Ayşe Sena Yumbul, Akın Savaş Toklu, Şamil Aktaş Dalgıçların veri madenciliği teknikleri kullanılarak sınıflandırılması 16 Cüneyt Yavuz, Massimo Pieri, Tamer Özyiğit, S. Murat Egi

Aletli dalış öncesi yapılan tüm vücut titreşimli egzersizin venöz gaz kabarcıklarına etkisi 22 Serap Özgül, Zeki Özkol, Erkan Kısmalı, Bahtiyar Özçaldıran

DENİZ BİYOLOJİSİ VE BALIKÇILIK 23

Türkiye denizlerinde dağılım gösteren Hint Pasifik kökenli balık türleri ve etkileri 25 Deniz Ergüden, Okan Özdemir

Synaptula recprocans (Forskal, 1775)’ın toplam saponin düzeyleri üzerine bir araştırma 36 Nazlı Mert, Nurçin Gülşahin, Murat Çelik, Levent Çavaş

İçi temiz dışı temiz denizlerimiz projesi: U20 Alman denizaltısı 38 Tahsin Ceylan, Murat Kulakaç

Dip trol ağlarında balık davranışları: Mersin Körfezi’nden kayıtlar 39 Ebrucan Kalecik, Yeliz Özbilgin, Hüseyin Özbilgin, Gökhan Gökçe, Ahmet Raif Eryaşar, Adem Sezai Bozaoğlu

Saros Körfezi’nde tespit edilen balık türleri 41 Cem Dalyan, Suna Tüzün, Aslı Özlem Horasanlı Trol seçicilik çalışmalarında sualtı görüntüleme tekniğinin kullanımı ve önemi 50 Adnan Tokaç

SUALTI ARKEOLOJİSİ 55

Leto kutsal alanı 2015 yılı çalışmaları 57 Ceren Özkesen, Yağmur Halulu

Ptolemais antik kenti limanı ve fotogrametri çalışmaları 65 Celil Samet Harmandar, Mehmet Bezdan

Liman tepe / Klazomenai antik limanı çalışmaları 74 İrfan Tuğcu, Hayat Erkanal

Arkeoloji ve deneysellik 80 Osman Erkurt

VII

SUALTI FİZYOLOJİSİ 89

Dekompresyon hastalığı bağışıklık bırakır mı? 91 Figen Aydın

Salyangoz dalgıçlarında dekompresyon hastalığı: 3 olgu sunumu 95 Emine Gül, Handan Öztürk, Selin Gamze Sümen, Akın Savaş Toklu

Rebreatherla dalışlarda karşılaşılabilecek sağlık sorunları 99 Selin Gamze Sümen

Ülkemizde deniz hıyarı avcılığı ve dalgıçların sağlığı üzerine etkileri (üç olgu sunumu) 105 Figen Aydın, Nihal Güneş Çevik, Huriye Çınar

BİLİMSEL DALIŞ, DALIŞ EĞİTİMİ VE TEKNOLOJİ 111

Bilimsel dalışın gelişimi 113 Mustafa Tuğrul Avcı, Volkan Demir

Sualtı araştırmalarında bilimsel dalışın önemi 123 Volkan Demir, Nazlı Demirel, Emine Şükran Okudan Aslan

IMCA nedir? 129 Ozan Durmuş

Bizler de sualtında varız 130 Urla Denizcilik MYO, Sualtı Teknolojisi Programı Öğrencileri

ÇEVRE 131

Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü: Tanıtım 133 Mustafa Yıldırım

Bir devrin sonu: Sakızburnu Dalyanı 139 Zafer Tosunoğlu, Hasan M. Sarı, M. Hakan Kaykaç, Vahdet Ünal

Posidonia oceanica L. (Delile) sualtı araştırma istasyonu kurulumu ve izlenmesi: Aliağa Star Rafinerisi örneği 161 Barış Akçalı, Vahit Alan, K. Can Bizsel, Fethi Bengil, Remzi Kavcıoğlu, Gökhan Kaboğlu, Harun Güçlüsoy

Sualtı biyoçeşitliliği koruma projesi 167 H. Barış Özalp, Murat Yiğit, Volkan Demir, Kaan R. Gürses, Malik Selek

Carboncomp Projesi kapsamında gerçekleştirilen yapay sinir ağları ile modelleme çalışmaları 175 Pelin Gökfiliz, George Tsiakatouras, Stephanos Nitodas, Z. Burcu Bayboğan-Işılak, Ali Akçalı, Çağın Kandemir-Çavaş, Levent Çavaş

POSTER BİLDİRİLER 177

İzmir Körfezi'nde kefal balığı avcılığı 179 Gülnur Metin, Benal Gül, İlker Aydın

Sualtı haberleşme ve görüntüleme sistemlerine örnek: DS 26-08 prototipi 185 Çetin Kedioğlu, Deniz Acarlı

Tam ve yarı kapalı rebreather sistemlerin teknik özellikleri ve kullanım amaçları 188 Çetin Kedioğlu

VIII

Balıkçı gemilerinin emniyetine ilişkin uluslararası düzenlemeler 192 Ejbel Çıra Duruer, Şule Şumlu

Ulusal yapay resif programı Edremit Körfezi yapay resif projesi 193 Altan Lök, Aytaç Özgül

Balıklar ağdan kaçtıktan sonra yaşar mı? 197 F. Ozan Düzbastılar

Ahtapot yetiştiriciliği 208 Halil Şen, Oğuzhan Takıcak, Selim Serezli

Doğu Ege Denizi’nde bilinen ve varlığı düşünülen sıcak noktalar: bunların belirlenmesinde bentik foraminiferlerin önemi 209 Engin Meriç, M. Baki Yokeş, Bora Sonuvar

Akuakültür tesislerinde su altı ve su üstü izleme yöntemleri 216 Ali Yıldırım Korkut, Levent Yurga

1

SÖZLÜ BİLDİRİLER

2

3

AVRASYA TÜNELİ SATURASYON DALIŞLARI

Akın Savaş Toklu1, Bengüsu Mirasoğlu1, Abdullah Arslan2, Şamil Aktaş1

1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fak., Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp ABD, İstanbul, Türkiye 2Necmettin Erbakan Üniversitesi, Mevlana Tıp Fakültesi, Konya, Türkiye

ÖZET

30 Haziran 2008 tarihinde T.C. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından ihalesi yapılıp 19 Nisan 2014 tarihinde tünel kazısı başlayan Avrasya Tüneli Projesi, Asya ve Avrupa’yı ilk kez deniz tabanının altından kara yolu ile birleştirecektir. Projenin deniz tabanının altından geçen kısmı da kapsayan 5,4 km’lik tünel bölümü, son yıllarda tünel kazılarında kullanılan TBM (Tünel Boring Machine-Tünel Delme Makinesi) ile tamamlanmıştır. Tünel kazılırken bu projeye özel yapılmış 13,7 metre çapında kazı yapabilen bir TBM makinesi kullanılmıştır. Söz konusu TBM 11 barlık çalışma basıncı ile dünyada 2. sırada, çapı itibari ile de 6. sıradadır. Normal şartlarda TBM makinesi, herhangi bir personelin basınç altına girmesine gerek olmaksızın çalışacak şekilde tasarlanmıştır. Ancak bazı beklenmedik arızalarda TBM in basınçlı kısımlarına dalgıçların girmesi gerekmektedir. Projenin tünelin kısmının İstanbul Boğazı’nın altından geçen 3.340 metrelik kısmı tamamlanmış durumdadır. TBM in çalışmaya başlamasından bu yana dalgıçlar dokuz kez gözlem, bakım ve onarım için basınçlı ortama girmiştir. İlk ve son müdahale 1-4,6 bar basınç değerinin altındaki basınçlarda yapılmış olup herhangi bir gaz karışımı ya da dalış donanımı kullanılmaksızın, hava ortamında gerçekleşmiştir. Diğer yedi bakım ve onarımda 9-10 bara yapılan satürasyon dalışları gerekmiş olup, 10 barda yapılan satürasyonlar için Helyum ile tamamlanmış % 2 Oksijen, % 6 Nitrojen içeren trimiks kullanılmıştır. Bakım ve onarımda dip karışımı olarak kullanılan trimiks ise çalışılan basına göre % 4-6-12 Oksijen içermiş olup, çalışma esnasında satıhtan destekli, bu projeye özgü dalış ekipmanları kullanılmıştır. Satürasyonlardan en uzunu 97 saatlik dekompresyon zamanını da içermek üzere 16 gün sürmüştür. Basınç altına girecek dalgıçlar satürasyon öncesi ve sonrası muayene edilmiş olup, bir dalgıcın tespit edilen üst solunum yolu enfeksiyonu, bir dalgıcın da hemogloninürisi nedeniye satürasyona girmesine izin verilmemiştir. Satürasyon esnasında dış kulak ve üst solunum yolları ile ilgili basit sağlık sorunları dışında herhangi bir problem yaşanmamıştır. Saturasyon dekompresyonu bittikten sonraki 30 dakika içinde dalgıçlarda doppler tetkiki ile kabarcık tespit incelemesi yapılmış, ancak herhangi bir kabarcık sinyaline rastlanmamıştır. 10 bara yapılan satürasyonun dekompresyonu esnasında solunan oksijen oranı bulunulan derinliğe bağlı olarak % 4,5 ile % 23 arasında tutulmuştur. Avrasya Tüneli projesinin tamamının 2016 yılında tamamlanması planlanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Avrasya Tüneli, Saturasyon dalışı, Karışım gaz, Doppler

4

5

SUALTI FİZYOLOJİSİ

6

7

DALIŞ SONRASI UÇUŞ İLE ORTAYA ÇIKAN

DEKOMPRESYON HASTALIĞI: BİR OLGU SUNUMU

Mehmet Ali Kaplan, Akın Savaş Toklu

İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fak., Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp ABD, İstanbul, Türkiye

ÖZET

Dekompresyon hastalığı (DH), basınç değişimi nedeniyle serbestleşen inert gaz kabarcıklarının yol açtığı bir rahatsızlıktır. DH, dalışın son aşamasındaki çıkış sırasında veya dalış sonrası satıhta ortaya çıkabileceği gibi, dalış sonrası irtifaya çıkmakla da tetiklenebilir. Bu olgu sunumunda dalış sonrası uçuş ile ortaya çıkan bir dekompresyon hastalığı olgusu ele alınmıştır.

41 yaşında erkek, daha önceden bilinen bir hastalığı olmayan ve 21 yıldır ticari dalgıçlık yapan hasta, bir gün önce 8 metre derinliğe 80 dakikalık dalış yapmıştır. Aynı gün dalış sonrası uçak yolculuğu yapan, uçuş esnasında fenalaşarak baygınlık geçiren hastaya maske ile oksijen verilmiş. İniş sonrası İstanbul Tıp Fakültesi, Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp Anabilim Dalı’na başvuran hastanın yatışı yapılarak Hiperbarik Oksijen Tedavisi (HBOT)’ne alındı. 2 seans HBOT sonrası semptomları geçen hasta şifa ile taburcu edildi.

Dalış sonrası uçuş, dekompresyon hastalığı açısından risk oluşturmaktadır. Bu riski azaltmak amacıyla, dalış sonrası uçuş için bekleme süreleri belirlenmiştir. Bu bekleme sürelerine özen göstermek, dalış güvenliğini artıran bir önlem olarak dalıcıların yararına olacaktır.

GİRİŞ

Dekompresyon hastalığı, inert gaz kabarcıklarının dokularda veya kanda mekanik stres oluşturması ve vücutta buna bağlı gelişen ikincil olaylar sonucu ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. DH, ortam basıncındaki azalma sebebiyle, dalışın son aşamasındaki çıkış sırasında, hızlı irtifa değişimine bağlı uçuşlarda veya herhangi bir nedenle basınç odasında ortaya çıkabilir. Kabarcık formasyonu, vücutta süpersatüre olan inert gazın, yetersiz dekompresyon ve hızlı çıkış sırasında, dokudaki parsiyel basıncının ortam basıncını aşması sonucu oluşur. DH klinikte eklem ağrıları (lökomotor sistem DH-Tip 1), deri döküntüleri (kutanöz DH-Tip 1), nörolojik disfonksiyon (nörolojik DH-Tip 2), kardiyorespiratuvar semptomlar, pulmoner ödem ve şok ile ölüme kadar uzanan bir yelpazede karşımıza çıkabilir.

DH’nın ortaya çıkışını kolaylaştıran veya tetikleyen bazı fizyolojik ve çevresel faktörler vardır. Dalış sırasında veya sonrasında yapılan egzersiz, ileri yaş, dehidratasyon, alkol kullanımı, yorgunluk, obezite, dalıştan sonra irtifaya çıkma bunlardan bazılarıdır. Dalış sonrası uçuş sırasında maruz kalınan azalmış ortam basıncı, dekompresyon hastalığı açısından risk oluşturmaktadır. Bu riski en aza indirebilmek için dalış sonrası uçuş için yüzey bekleme süreleri belirlenmiştir.

Bu olgu sunumunda İstanbul Tıp Fakültesi Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp Anabilim Dalı’na başvuran, dalış sonrası uçuş ile ortaya çıkan bir dekompresyon hastalığı olgusu ele alınmıştır.

OLGU 41 yaşında erkek, daha önceden bilinen bir hastalığı olmayan ve 21 yıldır ticari dalgıçlık yapan hasta, kliniğimize başvurmasından bir gün önce 8 metre derinliğe 80 dakikalık dalış yapmıştır. Gün içinde ve

8

önceki gün başka dalış yapmadığını belirten hasta son 6 aydır Türkmenistan’ın Türkmenbaşı bölgesinde dalış yapmakta olduğunu bildirmiştir. Son dalışını Türkmenistan yerel saatine göre 13.10-14.30 (saat.dakika) arasında yapmış ve aynı gün 21.20’de uçak yolculuğuna çıkmıştır. Uçuş esnasında fenalaşarak baygınlık geçiren hastaya uçakta maske ile oksijen verildiği bildirilmiştir. Oksijen uygulamasıyla bilinci açılan hastada baş dönmesi, baş ağrısı, bulantı, yürüme güçlüğü şikayetleri ortaya çıkmış, uçuş sonrası şikayetlerinin devam etmesi nedeniyle de kliniğimize başvurmuştur. Hastanın kliniğimizde değerlendirmesi yapılarak rekompresyon tedavisi amacıyla 28.05.2015 tarihinde yatışı yapılmıştır.

Hastanın özgeçmişinde, 2008’de rekompresyon tedavisi sırasında Oksijen İntoksikasyonu, 40 paket/yıl sigara kullanımı, ara sıra alkol kullanım öyküsünün mevcut olduğu tespit edilmiştir. Yapılan fizik muayenesinde hastanın sol uyluk ve omuz bölgesinde yüzeyel duyuda azalma ve yürüme güçlüğü tespit edilmiştir. Laboratuvar değerlerinde kan glukoz değerinde hafif yükselme (148 mg/dl), sedim ve CRP değerlerinde hafif yükselme (sırasıyla 10 mm/sa ve 13 mg/l) dışında patolojik bulgu saptanmamıştır. Kliniğimize yatışı yapılarak rutin tetkikleri istenen hastanın ilk rekompresyon tedavisi kliniğimizde saat 8.50’de HBOT şeklinde yapılmıştır. Tedavi sırasında ilk oksijen periyodu sonrası sol uyluk ve omuzdaki uyuşmaları geçen hastanın, yüzeyel duyu muayenesi de normale dönmüştür. İkinci oksijen periyodu sonrası hastanın yürüme güçlüğünde de belirgin düzelme tespit edilmiştir. Seans sonrası değerlendirilen hastada subjektif olarak ifade ettiği iç sıkıntısı dışında herhangi bir bulgu saptanmamıştır. Bu esnada hasta, yaklaşık 3 aydır olan kulakta çınlama, baş dönmesi, bulantı şikayetleri olduğunu da belirtmiştir. Sorgulandığında dekompresyon hastalığının ortaya çıkmasından 1 gün önce ise şiddetli bulantı, baş dönmesi, çınlama şikayetleri olduğunu belirtmiştir. Hasta bu nedenle son dalışından önceki gün dalış yapmadığını ifade etmiştir. Yatışının 2. gününde hastaya bir seans daha HBOT uygulanmıştır. Şikayetleri kaybolan hastanın tedavisi 2 seans HBOT’den sonra sonlandırılmıştır. Hastada olası bir akciğer problemi nedeniyle Akciğer Tomografisi, Patent Foramen Ovale (PFO) ihtimali için Ekokardiyografi istekleri yapılmıştır. Açlık kan şekeri yüksekliği saptanan hastaya İTF, İç Hastalıkları Diyabet Bölümü konsültasyonu istenmiştir. Üç günlük kan şekeri takibi yapılan hastanın kan şekerindeki yükselme diyete bağlanarak diyabetik diyet takibi önerilmiştir. Çekilen Ekokardiyografisi’nde PFO ya da benzer bir sorun olduğu düşünülen hastaya Transözefageal Ekokardiyografi önerilmiş, ancak bu tetkikle herhangi bir patoloji saptanmadığı görülmüştür. Şikayetleri tamamen geçen hasta kliniğimizden şifa ile taburcu olmuştur.

TARTIŞMA Dalış yapılan bölgeyi terk ederken, yüksek rakımlı bir bölgeden geçerek yapılan karayolu yolculuğu veya havayolu ile seyahat etmek suretiyle, dalış sonrası belirli bir süre irtifaya maruz kalınabilmektedir. Dalış sonrası çıkılan irtifa, çevre basıncının daha da düşmesine neden olarak dekompresyon hastalığı riskini artırmaktadır.

DH riskini azaltmak amacıyla, gerçekleştirilen dalış profiline göre uçuş öncesi gereken yüzey bekleme süreleri belirlenmiştir. Amerikan Donanması tarafından hazırlanan tablolara göre; ticari uçuşlar için izin verilen kabin içi maksimum basınç 8.000 feet olarak kabul edilirse, bizim olgumuz için, gerçekleştirilen dalış profiline göre, uçuş öncesi önerilen yüzey bekleme süresi 9.13’tür. Bu konuda bir diğer rehber olan Divers Alert Network (DAN)’a göre minimum bekleme süresi 12 saattir.

Bu bilgiler ışığında hastanın önerilen yüzey bekleme sürelerine uymadığı görülmektedir. Ayrıca buradaki kritik bir nokta da dalış yapılan bölgenin (Hazar Denizi) deniz seviyesine göre 28 metre daha alçakta olduğudur. Hastada yapılan laboratuvar incelemelerde başka bir risk faktörünün bulunmaması, dekompresyon hastalığının uçuşa bağlı ortaya çıktığını düşündürmektedir.

9

Dalış sonrası gerçekleştirilen uçuşun, dekompresyon hastalığı riskini artırdığı bilinmekle birlikte, bu konuda yapılan araştırmalara her geçen gün yenileri eklenmektedir. Elde ettiğimiz veriler bu konuda bazı noktaları tekrar vurgulamıştır. Bu noktalardan birincisi dalış sonrası uçuş öncesi bekleme süreleri konusunda uluslararası bir uzlaşmanın henüz oluşmamış olduğudur. İkinci bir nokta, hastamızda dikkatimizi çeken görece risksiz dalış profiline ve görece uzun uçuş öncesi bekleme süresine rağmen dekompresyon hastalığının ortaya çıkmasıyla, bu konunun ciddiyetinin bir kez daha vurgulandığıdır. Bu konuda daha fazla çalışma yapılması ve uluslararası bir uzlaşma belirlenmesine ihtiyaç olduğu açıktır. Daha önce yapılan çalışmalar ve klinik tecrübelerimiz göstermektedir ki, dalış sonrası uçuş için belirlenen sürelere uymak dekompresyon hastalığını önlemek açısından son derece önemlidir.

KAYNAKLAR

[1] Undersea and Hyperbaric Medical Society (UHMS), 2014. Decompression Sickness. In L.K. Weaver, M.D. (Ed.). Hyperbaric Oxygen Therapy Indications 13th Edition (12-105).

[2] U.S. Navy Diving Manual (Rev. 6), 2008. Ascent to Altitude After Diving/Flying After Diving. In Air Diving Operations (Volume 2, 9-57), Direction of Commander, Naval Sea Systems Command, USA. [3] Cimşit, M., 2009. Hiperbarik Tıp. Eflatun Yayınevi.

[4] Butler, W.P., 2002. Epidemic decompression sickness: case report, literature review, and clinical commentary. Aviation, Space, and Environmental Medicine, 73(8): 798-804.

[5] Freiberger, J.J., Denoble, P.J., Pieper, C.F., Uguccioni, D.M., Pollock, N.W., Vann, R.D., 2002. The relative risk of decompression sickness during and after air travel following diving. Aviation, Space, and Environmental Medicine,73(10):980-4.

[6] Auten J.D., Kuhne, M.A., Walker H.M. , Porter, H.O., 2010. Neurologic decompression sickness following cabin pressure fluctuations at high altitude. Aviation, Space, and Environmental Medicine, 81(4):427-30.

[7] DAN, 1995. Hyperbaric researchers shed new light on the risks of flying after diving by Anthony K. Almon. http://www.diversalertnetwork.org/medical/articles/flying_after_diving_cracking_the_dcs_code (erişim: 17 Ekim 2015)

[8] DAN, 2004. Flying After Recreational Diving Workshop Proceedings. In R.D. Vann (Ed.), Durham, NC: Divers Alert Network, 2004.https://www.diversalertnetwork.org/files/FADWkshpBook_web.pdf (erişim: 17 Ekim 2015)

10

SERBEST DALIŞTA FİZYOLOJİ VE DÜNYA REKORLARI

Yavuz Aslan, Ayşe Sena Yumbul, Akın Savaş Toklu, Şamil Aktaş

İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fak., Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp ABD, İstanbul, Türkiye

ÖZET

Tarihi sualtı avcılığı ile başlayan serbest dalış (apnea), günümüzde sualtı avcılığının çok ötesine geçip sınırlarını keşfetmek isteyen bir grup serbest dalıcı tarafından farklı bir boyut kazanmıştır. Serbest dalış herhangi sualtında bir hava kaynağı kullanmaksızın yapılan dalıştır. Serbest dalıştaki fizyolojik adaptasyon mekanizmalarını, serbest dalış kategorilerini ve günümüzde bu kategorilere ait dünya rekorlarını kapsamlı olarak derlemeyi amaçladık.

Fransa’da 1992’de kurulan AIDA dünyada serbest dalış konusunda söz sahibi olan en önemli kurumdur. AIDA serbest dalış rekorlarının tanınmasını, yarışmaların organize edilmesini ve serbest dalış eğitim standartlarının belirlenmesini düzenlemektedir. CMAS bünyesinde de aynı kategorileri içeren organizasyonlar ve serbest dalış yarışmaları yapılmaktadır. Veriler ilgili kurumların en güncel bilgileri ile literatürler ve kitaplardan taranarak toplanmıştır.

Serbest dalışta vücudun artan basınca karşı oluşturduğu en önemli adaptif cevap memeli dalış refleksidir. Bradikardi, periferik vazokonstriksiyon ve vücuttaki hava boşluklarına kan transferinden oluşan adaptasyonları içerir. 1949 yılında ilk kırılan rekor 30 metre iken günümüzde rekorlar 200 metre derinlikleri geçmiştir.

Serbest dalışta bu rekorların kırılmasında, dalış fizyolojisiyle ilgili bilgilerin artması, antrenman tekniklerindeki gelişmeler, teknolojik gelişmelerin kullanıldığı ekipmanlar önemli rol oynar. Serbest dalışta antrenmanlar, nefessiz kalma ve oksijensizliğe tahammül ile anaerobik ortamda çalışma süresini ve kapasiteyi artırmayı hedefler. Sonuç olarak, prensipte iyi bir serbest dalıcı olmak kişinin vücuduna oksijensiz veya çok düşük seviyede oksijen ile çalışmayı öğretebilmesi anlamına gelmektedir.

Anahtar kelimeler: Serbest dalış, Apnea, Dünya rekorları

GİRİŞ

İnsanoğlunun tahmin edilmesi güç derinliklere nefesini tutarak daldığı serbest dalış (apnea) sporunun tarihi çok eskilere dayanır. İnsanların geçimini sürdürme amacıyla sualtı avcılığı ile başlayan serbest dalış, sualtı avcılığının çok ötesine geçip günümüzde sınırlarını keşfetmek isteyen bir grup serbest dalıcı tarafından farklı bir boyut kazanmıştır. Adrenalin peşindeki bu dalgıçların tek nefesle ulaştıkları derinlikler bilim insanlarını dehşete düşürmektedir.

Nasıl oluyor da normal insan fizyolojisi bu derinliklere uyum sağlayabiliyor? Sualtında limitlerini zorlayan ve inanılmaz derinliklere inmeyi başaran dalgıçlar, aynı yunus ve balinalarda bulunan, basınç altında vücudun hasar görmesini engelleyen çok farklı bazı adaptasyon mekanizmaları geliştirmişlerdir. Bundan dolayı rekortmen serbest dalgıçlar sadece yetenekli birer sporcu değil, kendi içlerinde farklılaşmış fizyolojik yapıya da sahiptirler. Aslında anne karnındaki bir bebek hayatının ilk 9 ayını deniz suyuna çok benzeyen kapalı bir sıvı ortamında geçirir. Eğer yeni doğan bir bebek sualtına batırılacak olursa, refleks olarak 40 saniyeye kadar nefesini tutar ve yüzme hareketleri yapmaya başlar. Bununla beraber bu refleks yürümeyi öğrendikten sonra hızla unutulur [1].

Apnea kelimesi Latin terminolojisinde nefessiz kalma anlamına gelen a-pnoia teriminden gelmektedir. Kelimenin çıkış noktasında su ile bir bağlantı olmamasına rağmen, günümüz modern atletik

11

terminolojisinde sualtında nefes almayı sağlayacak bir ekipman kullanmadan tek nefes ile yapılan serbest dalış ile eşanlamlı olarak kullanılmaktadır.

Serbest dalış sualtında herhangi bir hava kaynağı (tüp gibi) kullanmaksızın yapılan dalıştır. Yani dalgıç yüzeyde tek bir nefes alır ve dalışının tamamını bu nefesle yapar. Tüplü dalış yapan dalgıçların bile çok fazla bilgi sahibi olmadığı serbest dalıştaki fizyolojik adaptasyon mekanizmalarını, serbest dalış kategorilerini ve günümüzde bu kategorilere ait dünya rekorlarını kapsamlı olarak derlemeyi amaçladık.

MATERYAL VE YÖNTEM

Dünya rekorları resmi olarak 1949 yılında başlamıştır, bu zamana kadar çok az sayıda erkek ve bayan sporcu rekorlar kitabına isimlerini yazdırmayı başardılar. İnsanlık tarihinin gördüğü ilk rekor 30 metre iken, bundan 66 yıl sonra şu an rekorlar 200 metre derinliği geçmiş bulunmaktadır. Bu ilerlemede antrenmanlar ve donanımlardaki gelişmelerin büyük payı vardır.

Fransa’da 1992’de kurulan AIDA (Association Internationale pour le Développement de l’Apnée – Uluslararası Serbest Dalış Geliştirme Birliği), dünyada serbest dalış konusunda söz sahibi kurumlardan en ön planda olanıdır. AIDA serbest dalış rekorlarının tanınmasını, yarışmaların organize edilmesini ve serbest dalış eğitim standartlarının belirlenmesini düzenlemektedir. AIDA’da serbest dalış 8 kategoriye ayrılır. Kurulduğu günden bugüne 230 resmi dünya rekorunu tescillemiştir.

Buna ek olarak sadece serbest dalışla kalmayıp dünyadaki tüm sualtı faaliyetleri ile ilgilenen ve kuruluşu daha eskiye dayanan CMAS (Confédération Mondiale des Activités Subaquatiques – Dünya Sualtı Etkinlikleri Konfederasyonu) bünyesinde de aynı kategorileri içeren organizasyonlar ve serbest dalış yarışmaları yapılmaktadır. Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu’nun bağlı bulunduğu kurum CMAS olduğu için ülkemiz serbest dalgıçlarının kırdığı rekorlar da CMAS rekorlarıdır.

Her kurum, birbirinden bağımsız olarak kendi dünya rekortmenini belirler. Kısaca, bir kategorinin, aslında iki adet dünya rekortmeni mevcuttur.

Serbest dalış rekor kategorileri; statik apnea, paletli dinamik apnea ve paletsiz dinamik apneayı içeren 3 havuz disiplini ile serbest immersiyon, paletsiz sabit ağırlık, paletli sabit ağırlık, değişken ağırlık ve limitsiz kategorilerini içeren 5 açık su disiplininden oluşmaktadır. CMAS’ta ek olarak küp apnea kategorisi mevcuttur.

Veriler ilgili kurumların en güncel bilgileri taranarak toplanmıştır. Sualtı fizyolojisi ile ilgili kitaplardan faydalanılmıştır. Statik apnea zaman olarak, diğer disiplinler metre olarak derecelendirilmiştir. Rekorların kırıldığı tarih, dalış bölgesi ve dalıcının milliyeti her kategori için ayrı ayrı belirtilmiştir.

BULGULAR

Serbest dalış rekor kategorilerinde, yarışmacılar su altında tek nefesle açık sularda veya havuzlarda yüksek derinliklere, zaman ya da mesafelere ulaşmaya çalışmaktadırlar. Serbest dalışta vücudun artan basınca karşı oluşturduğu en önemli adaptif cevap memeli dalış refleksidir. İlk tepki bradikardi, kalp hızının yavaşlamasıdır. Yüzün suyla teması, basıncın artması ve ısının azalması gibi dalışa başlama sinyalleri alan beyin, kalbi yavaşlatır. Bu yavaşlama, %10 ile %25 arasında izlenir. Kalp vücutta devamlı olarak çalışan kastır ve tükettiği enerji ve oksijen miktarı fazladır, kalp atış frekansının düşmesiyle, oksijen kullanımında büyük bir düşüş sağlanabilir [1]. Sualtında kalma uzadıkça ve daha

12

derine gidildikçe kalp daha da yavaş atmaya başlar ve vücudun bu olağandışı şartlara adapte olmasını sağlar [2].

Serbest dalışa bağlı diğer bir adaptasyon mekanizması ise periferik vazokonstriksiyon, uç organlardaki damarların büzüşmesi ile kanın kol ve bacaklar gibi ikincil organlardan çekilmesidir. Önce ayak ve el parmaklarında, daha sonra el ve ayaklar sonrada kol ve bacaklardaki kan dolaşımı kısıtlanarak bu bölgelerdeki dolaşım minimal bir şekle dönüştürülür. Bunun sebebi, vücutta daha fazla oksijene ihtiyaç duyan beyin gibi önemli organları besleyebilmektir [3].

Memeli Dalış Refleksi ile gelen, en inanılmaz adaptasyon ise vücuttaki hava boşluklarının yüksek basınç altında çökmesini engellemek için kanın bu boşluklara yönlenmesi olarak tanımlanan kan transferi dir. Kesinlikle hayat kurtaran bir adaptasyondur. Derinlere inildikçe akciğerlerdeki damarlar genişler ve göğüs bölgesine daha fazla miktarda kan yönlenir. Bazen akciğerlerdeki alveollerin duvarlarındaki kan plazması alveoller içine sızabilir. Akciğelerdeki damarların genişlemesi ve bu bölgeye kan transferi sayesinde rezidüel akciğer hacmi (kuvvetli bir nefes verme sonrası akciğerde kalan hava) azalır, bu sayede serbest dalgıcın akciğerler ile çevre basıncını eşitleyerek dokularda hasar görülmeksizin daha derine dalabilmesi mümkün olur. Kan transferi, suya girildiği an değil, derinlik belirli bir seviyenin üzerine çıkınca gerçekleşir. Antrenmansız biri için bu derinlik yaklaşık olarak 30 metreden sonra başlar. Bu değişim çıkış sırasında geri dönüşür [4].

Serbest dalış dünya rekorları ulusal, uluslararası ve dünya şampiyonası yarışmaları ile beraber bireysel dünya rekoru denemelerinde kırılabilir. Erkek ve kadınlar ayrı olarak derecelendirilir. Göl, soğuk su, irtifa vb. alt kategori yoktur. Dünya rekoru onayı için;

En az 2 uluslararası yetkili, resmi AIDA veya CMAS hakemi Resmi video kaydı Doping testi sonucu gereklidir.

Serbest dalgıcın en az 18 yaşında olması veya ebeveyn izni ile en az 16 yaşında olması gerekmektedir. Birleşmiş Milletler tarafından tanınan bir ülke pasaportuna ve son bir yıl içinde alınmış İngilizce yazılmış; serbest dalış yapmasında bir kontraendikasyon olmadığına dair sağlık raporuna sahip olması gerekmektedir. Tüm bu şartlar yerine getirildikten sonra ilgili kurumların komiteleri incelemeleri tamamlayıp rekor onayını verir.

Öncelikli olarak AIDA rekorlarına göz atacak olursak; havuz disiplinlerinden ilki ve tek süre ile derecelendirilen kategori Statik Apnea’dır. Tüm solunum yolları suya battıktan sonra suyun altında zamana karşı en uzun süre nefes tutmak olarak tanımlanır. Her ne kadar bir havuz disiplini olarak geçse de açık sularda, göllerde ve nehirlerde de performans gerçekleştirilebilir ve resmi olarak tanınır. Bu kategoride dünya rekoru 11 dk 35 s ile Fransız Stephane MIFSUD’a, kadınlarda ise 9 dk 2 s ile Rus Natalia MOLCHANOVA’ya aittir.

Diğer bir havuz disiplini Paletsiz Dinamik Apnea’dır. Burada amaç hiç bir itici güç yardımı almadan horizontal pozisyonda tek nefesle sualtında en uzun mesafeyi katetmektir. Yardımcı bir ekipman kullanılmadığı için çok iyi bir teknik gerektirir. En az 25 metre derinliğindeki havuzlarda gerçekleştirilen performanslar resmi olarak tanınır. Bu kategorideki dünya rekoru erkeklerde 226 metre ile Polonyalı Mateusz MALINA’ya, kadınlarda 182 metre ile Rus Natalia MOLCHANOVA’ya aittir.

Başka bir havuz disiplini ise Paletli Dinamik Apnea’dır. Kurallar paletsiz dinamik apne ile aynı olup, amaç tek nefesle sualtında en uzun mesafeyi katetmektir. Tek fark dalgıcın palet kullanmasıdır. Bu kategorideki dünya rekorunun sahibi erkeklerde 281 metre ile Hırvat Goran COLAK, kadınlarda 237 metre ile Rus Natalia MOLCHANOVA’dır.

13

Açık deniz yani derinlik disiplinlerinden ilki Serbest İmmersiyon’dur. Dalgıcın daha önceden belirlenen derinliğe, herhangi bir itici ekipman yardımı olmadan iniş ve çıkışta sadece halatı eliyle çekerek yaptığı dalıştır. Erkeklerde dünya rekoru 121 metre ile Yeni Zellandalı William TRUBRIDGE’e, kadınlarda ise 91 metre ile Rus Natalia MOLCHANOVA’ya aittir.

Paletsiz Sabit Ağırlık disiplini serbest dalgıcın iniş ve çıkışta halatı çekmeden ve palet gibi bir itici ekipman kullanmadan, tamamen kendi kas gücüne dayanarak yaptığı dalıştır. Dalgıç itici bir materyal olmadan belirlenen derinliğe iniş ve çıkışı tamamen kendi gücüyle yaptığı için en zor serbest dalış kategorisidir. Bu disiplin itici hareketler, kulak eşitlemesi, teknik ve yüzerlilik konularında mükemmel bir koordinasyon gerektirir. Bu kategorideki dünya rekorunun sahibi erkeklerde 101 metre ile Yeni Zellandalı William TRUBRIDGE, kadınlarda ise 71 metre ile Rus Natalia MOLCHANOVA’dır.

Paletli Sabit Ağırlık disiplinde ise serbest dalgıç paletlerini veya monopaletini kullanarak hat boyunca halatı eliyle çekmeden iniş ve çıkışını belirlenen derinliğe yapar. Ayrıca uluslararası müsabakalarda statik apnea ve paletli dinamik apneayla beraber takım yarışmaları için organize edilir. Erkeklerde dünya rekoru 128 metre ile Rus Alexey MOLCHANOV’a, kadınlarda ise 101 metre ile Rus Natalia MOLCHANOVA’ya aittir.

Değişken Ağırlıklı Apnea kategorisinde ise serbest dalgıç inişi sabit ağırlıklı bir kızak yardımıyla yapar, çıkışta omuzlarını ve bacaklarını yani kendi kas gücünü kullanır. Halatı çekmek serbest dalgıcın kendi tercihine bırakılmıştır. İniş esnasında kızak kullanılan ilk derinlik kategorisidir. Sadece rekor denemelerinde performans gösterilir. Bu kategorideki dünya rekorunun sahibi erkeklerde 145 metre ile Kanadalı William WINRAM, kadınlarda ise 127 metre ile Rus Natalia MOLCHANOVA’dır.

Son kategori olan Limitsiz disiplininde serbest dalgıç yine sabit ağırlıkla bir kızak yardımıyla önceden belirlenen derinliğe inişini yapar. Çıkışta ise tercih serbest dalgıcın kendisine bırakılmıştır. Balon, bir dalış kıyafeti, şişirilebilir bölümleri olan bir yelek veya kendi için tasarlanan özel bir ekipman yardımıyla çıkışı yapabilir. Limitsiz mutlak derinlik disiplinidir ve sadece rekor denemeleri için yapılır. Erkeklerde dünya rekoru 214 metre ile dünyanın en derin adamı olarak bilinen Avusturyalı Herbert NITSCH’e, kadınlarda ise 160 metre ile Amerikalı Tanya STREETER’a aittir.

Kendisi ayrıca bir uçuş pilotu olan Herbert NITSCHi 2012 yılında limitsiz kategorisindeki rekorunu geliştirmek için Atina’da 249 metreye torpido tipi tasarlanmış bir kızak vasıtasıyla iniş yapmış, dipteki markırı almış fakat çıkışta “Kendi ifadesine göre 100 metre civarında narkoza bağlı yaşadığı bilinç kaybı nedeniyle kızağı yavaşlatması gerekirken bunu başaramamış ve 10 metre derinliğe ulaştığında güvenlik serbest dalgıçlarının yardımı ile su yüzeyine çıkarılmış. 10 metre derinlikte yapmayı planladığı bir dakikalık dekompresyon durağını kaçırdığını, bunun sonucu olarak da beyni de etkileyen ciddi dekompresyon hastalığı bulguları yaşadığını belirtmiştir.” [5]. Acil olarak Atina’daki bir basınç odasında rekompresyon tedavisine alınmış ve ileri tedavileri Viyana’da devam etmiştir. Eski rekorunu geliştirmesine rağmen çıkışın son metrelerinde aldığı yardımdan dolayı rekoru hakemler tarafından kabul edilmemiştir. Tablo 1’de AIDA Dünya serbest dalış rekorları özetlenmiştir [6].

CMAS daha eski bir kuruluş olmasına rağmen onaylanmış serbest dalış rekorları AIDA rekorlarından süre, mesafe ve derinlik olarak daha geridedir. Burada sadece Türk serbest dalgıçlarının kırmış olduğu rekorlardan bahsedilecektir.

Kadınlarda CMAS dünya rekoru; serbest immersiyon kategorisinde 72 metre ile paletli sabit ağırlıklı apnea kategorisinde 72 metre ile ve paletsiz değişken ağırlıklı apnea kategorisinde 91 metre derinlik ile Şahika ERCÜMEN’e aittir.

Erkeklerde CMAS dünya rekoru; serbest immersiyon kategorisinde 81 metre ile ve değişken ağırlıklı apnea kategorisinde 81 metre derinlik ile Devrim Cenk ULUSOY’a aittir [7].

14

Tablo 1 AIDA Dünya serbest dalış rekorları

DİSİPLİN ERKEKLER KADINLAR

STATİK APNEA

11 min 35 sec

Stéphane MIFSUD (FRA)

2009-06-08

Hyères, France

9 min 02 sec

Natalia MOLCHANOVA (RUS)

2013-06-29

Belgrade, Serbia

PALETLİ DİNAMİK APNEA

281 m

Goran ČOLAK (CRO)

2013-06-28

Belgrade, Serbia

237 m

Natalia MOLCHANOVA (RUS)

2014-09-26

Sardinia, Italy

PALETSİZ DİNAMİK APNEA

226 m

Mateusz MALINA(POL)

2014-11-09

Brno, Czech Republic

182 m

Natalia MOLCHANOVA (RUS)

2013-06-27

Belgrade, Serbia

SERBEST İMMERSİYON

121 m

William TRUBRIDGE (NZL)

2011-04-10

Long Island, Bahamas

91 m

Natalia MOLCHANOVA (RUS)

2013-09-21

Kalamata, Greece

PALETLİ SABİT AĞIRLIK APNEA

128 m

Alexey MOLCHANOV (RUS)

2013-09-19

Kalamata, Greece

101 m

Natalia MOLCHANOVA (RUS)

2011-09-23

Kalamata, Greece

PALETSİZ SABİT AĞIRLIK APNEA

101 m

William TRUBRIDGE (NZL)

2010-12-16

Long Island, Bahamas

71 m

Natalia MOLCHANOVA (RUS)

2015-05-13

Dahab, Egypt

DEĞİŞKEN AĞIRLIK APNEA

145 m

William WINRAM (CAN)

2013-09-03

Sharm el Sheik, Egypt

127 m

Natalia MOLCHANOVA (RUS)

2012-06-06

Sharm el-Sheikh, Egypt

LİMİTSİZ

214 m

Herbert NITSCH (AUT)

2007-06-14

Spetses, Greece

160 m

Tanya STREETER (USA)

2002-08-17

Turks & Caicos

TARTIŞMA VE SONUÇ

Serbest dalışta bu tahmin edilmesi güç rekorların kırılmasında, sualtı fizyolojisiyle ilgili gelişmeler, gelişmiş antrenman teknikleri, gelişen teknolojilerle üretilen ekipmanlar büyük önem taşır. 1950’lere kadar memeli dalış refleksinin sadece balinalar gibi deniz canlılarında olduğu sanılıyordu ki bu fizyolojik adaptasyonun insanda da mümkün olduğunun keşfinden sonra serbest dalışla sualtındaki ulaşılması güç derinliklerin keşfi de gecikmemiştir.

Her ne kadar ekstrem bir spor olarak gözükse de serbest dalışta en çok dikkat edilen husus güvenliktir. Rekor denemeleri sırasında güvenlik serbest dalgıçları, eş ağırlık sistemi ve scuba dalgıçları gibi

15

birden çok kontrol mekanizmasıyla dalış güvenliği sağlanmaktadır. AIDA verilerine göre rekor denemelerinde şu ana dek sadece bir ölümlü kaza gerçekleşmiştir.

Serbest dalışta antrenmanlar, nefessiz kalma ve oksijensizliğe tahammül ile anaerobik ortamda çalışma süresini ve kapasiteyi artırmayı hedefler. Antrenmanlar nefes alıp verme teknikleri, konsantrasyon ve gevşeme yanında değişken ağırlık ve yüzerlik çalışmalarını içerir. Özellikle ilk antrenmanlar nefes tutarak yürüme ile bacak ve kol kaslarını anaerobik ortamda çalışmaya zorlayarak başlar.

Detaylı olarak belirlenmiş serbest dalış antrenman programlarıyla daha önceden hiçbir deneyimi olmayan biri başlangıçta sadece 1-1,5 dk suyun altında nefessiz kalıp ve sadece 4-5 metreye serbest dalış yapabilirken; bir haftalık eğitim sonunda sualtında nefes tutmasını 4-5 dakikaya, serbest dalışını ise 15-20 metrelere çekecek seviyeye gelebilmektedir.

Sonuç olarak, prensipte iyi bir serbest dalıcı olmak kişinin vücuduna oksijensiz veya çok düşük seviyede oksijen ile çalışmayı öğretebilmesi anlamına geliyor. Biz bu bildiride serbest dalışla ilgili tarihçeyi, genel bilgileri, fizyolojisini ve dünya serbest dalış rekorlarını toplu bir halde sunmak istedik.

KAYNAKLAR

[1] Pedroso F.S., Riesgo R.S., Gatiboni T., Rottai N.T., 2012. The diving reflex in healthy infants in the first year of life. J Child Neurol February 2012 27: 168-171.

[2] Panneton, W. M., 2013. The mammalian diving response: an enigmatic reflex to preserve life?. Physiology 28.5: 284-297.

[3] Wierzba, T.H., Ropiak, A., 2011. Complex profile of the reflex diving response. Kardiol Pol. ;69 Suppl 3:104-14.

[4] Liner, M.H., 1994. Cardiovascular and pulmonary responses to breath-hold diving in humans. Acta Physiol Scand Suppl. ;620:1-32.

[5] Deeper Blue, 2013. Herbert Nitsch Talks About His Fateful Dive and Recovery https://www.deeperblue.com/herbert-nitsch-talks-about-his-fateful-dive-and-recovery/

[6] AIDA, 2015. World records. http://www.aidainternational.org/competitive/worlds-records

[7] CMAS, 2015. Apnea records http://www.cmas.org/apnoea/records

16

DALGIÇLARIN VERİ MADENCİLİĞİ TEKNİKLERİ

KULLANILARAK SINIFLANDIRILMASI

Cüneyt Yavuz1, Massimo Pieri2, Tamer Özyiğit1, S. Murat Egi1

1Galatasaray Üniversitesi, Bilgisayar Müh. Bölümü, Çırağan Cad., 36 Ortaköy, İstanbul, Türkiye 2Divers Alert Network Europe, P.O. Box DAN, Roseto - Teramo, 64026, İtalya

ÖZET

Divers Alert Network (DAN) Dalış Güvenlik Laboratuvarı projesi kapsamında 1994 yılından beri toplandığı verilerle büyük bir dalış veri tabanı oluşturmuştur. Bu çalışmada, DAN Avrupa veri tabanı üzerinde veri madenciliği teknikleri kullanılarak dalış ve dalıcılar ile ilgili ve güvenlik açısından faydalı bilgiler ortaya çıkarmak amacıyla yapılan analizlerin ilk aşaması olan dalıcıların sınıflandırılması konu alınmıştır.

Değişkenlerin zaman etkilerinden arındırılması için DAN Avrupa veri tabanında kayıtlı toplam 3097 dalıcıdan sadece tek dalışı olanlar ve tek dalış etkinliğine katılmış olanlar seçilmiş ve sırasıyla 864 (tek dalışı olan) ve 1.666 (tek etkinliğe katılmış) dalıcının verileri kullanılarak, İki Adımlı Analiz, Gower Uzaklıkları ve K-Ortalamaları yöntemleri ile kümeleme analizleri gerçekleştirilmiştir. Bu analizler sonucu her dalıcılar 4 farklı gruba ayrılmış ve bu grupların ayırt edici özellikleri ortaya koyulmuştur.

Tek dalışı olan ve tek etkinliğe katılmış dalıcı gruplarının özellikleri birbirleriyle benzerdir. Analizler sonucu İki Adımlı Analiz ve Gower Uzaklıkları yöntemleri aynı sonuçları vermiş, sayısal veriler için etkin olan K-Ortalamaları yöntemi ile yapılan gruplar ise yaş ve dalış tecrübesi verilerine göre oluşmuştur. Projenin bundan sonraki aşamasında dalıcı gruplarının dalışları ile ilgili verileri incelenecek ve dalış alışkanlarında anlamlı farklar olup olmadığı incelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Veri madenciliği, Kümeleme analizi, Dalıcı sınıflandırılması

GİRİŞ

Divers Alert Network (DAN) Avrupa dalış güvenliği ile ilgili araştırmalar kapsamında 1994 yılından beri dalış verileri toplamaktadır. Bu verilerin toplanmasının amacı, dalış alanındaki bilimsel araştırmaları desteklemek amacıyla güvenilir ve çok sayıda veriden oluşan bir veri tabanı oluşturmaktır. Gönüllü dalıcıların topladığı ve gönderdiği verilerle oluşturulmaya başlayan bu veri tabanı, topluma yayılmış araştırma uygulamalarının dalış alanındaki ilk örneğidir.

Bu proje başlangıçta Güvenli Dalış (Safe Dive) olarak adlandırılmış ve veriler elle not tutularak toplanmaya başlamıştır. Elle tutulan notların yerini 2000 yılından itibaren dalış bilgisayarları almış ve proje “Dalış Güvenliği Laboratuvarı” (Dive Safety Laboratory – DSL) olarak anılmaya başlamıştır. 2013 yılında dalıcıların dalış bilgisayarlarında kayıtlı profillerini ve diğer bilgileri çevrimiçi olarak DAN’a gönderebilmesini sağlayan sistem hayata geçirilmiştir.

Bu çalışmaya başlandığı sırada veri tabanında 3.097 dalıcı ve 50.151 dalış kaydı bulunmaktadır ve bu sayılar her geçen gün artmaktadır. Bu büyük veri tabanından dalış, dalıcı ve dalış güvenliği ile faydalı bilgiler elde etmek için günümüzde birçok alanda yaygın şekilde kullanılmaya başlayan veri madenciliği tekniklerinin kullanımını gerektirmektedir. Çalışmanın ilk amacı, dalıcılar ile ilgili genel bilgileri ortaya çıkarmak, dalış yapan insanların demografik/fiziksel profillerini incelemek ve veri madenciliğinin en sık kullanılan yöntemlerinden biri olan kümeleme analizi ile dalıcılar arasında belli özelliklere sahip farklı gruplar olup olmadığını araştırmaktır.

17

Dalış alanındaki çok değişkenli istatistiksel çalışmaların ve veri madenciliği uygulamalarının son derece yeni olduğu söylenebilir. Geçmişte yapılan çalışmaları inceleyecek olursak; Özyigit ve diğerleri, DAN Amerika’nın dalış kazası verileri üzerinde kümeleme analizi uygulayarak dekompresyon hastalığının sınıflandırmasını istatistiksel olarak gerçekleştirmişlerdir [1]. Bir diğer çalışma, insanlı sualtı operasyonlarında personel seçimi için çok kriterli karar destek yöntemlerinin kullanılmasıdır [2]. Bunların dışında, DAN, topladığı verilerle dalış kazaları ve dekompresyon hastalığı ile ilgili yıllık raporlar yayınlamaktadır [3].

Bu bildirinin konusu Dalış Güvenliği Laboratuvarı verileri kullanılarak çok değişkenli istatistiksel analizler ve veri madenciliği uygulamalarının ilk aşaması olan dalıcıların gruplandırılmasıdır. Bildirinin bir sonraki bölümünde veri tabanı ve analizin gerçekleştirilmesi için bu veri tabanı üzerinde yapılan çalışmalar, kullanılan yöntemler ve analize dahil edilen verilerle ilgili genel istatistikler açıklanmıştır. Bulgular bölümünde kümeleme analizlerinin sonuçları ve dalıcı gruplarının belli başlı özellikleri verilmiştir. Bildirinin son bölümünde ise sonuçlar yorumlanmış, dalış veri tabanı oluşturulması ile ilgili önerilere, çalışmanın gelecekteki aşamalarına yer verilmiştir.

MATERYAL VE YÖNTEM

Analiz edilmek üzere toplanan veriler, ilişkisel bir veri tabanı olan MSSQL’de tutulmuştur. Veriler iki gruba ayrılmıştır. Bunlardan ilki dalıcılara ait demografik veri ve sağlık geçmişine ait bilgilerden oluşmaktadır. Diğer veri grubunu ise dalış öncesi ve dalış sonrasında doldurulan formlar ve dalış bilgisayarlarından alınan sayısal veriler oluşturmuştur.

Temel olarak kayıtlar, dalıcı, dalış ve dalış etkinliği değişkenlerine bağlı olarak tablo haline getirilmiştir. Her dalıcı ve dalış için bir kimlik değişkeni (sırasıyla DiverID ve DiveID) bulunmaktadır. Benzer olarak dalış etkinlikleri için de bir kimlik değişkeni mevcuttur (EventID). Bir dalış etkinliği 48 saat içinde gerçekleştirilen dalışlar grubundan oluşmaktadır. Dolayısıyla bir dalış etkinliğinde birden fazla dalış bulunmaktadır.

Bir dalıcının bir etkinlikte birden fazla dalışı olabilmesi ve her dalış için formların tekrar doldurulmuş olması, verilerin tekrarlanmasına yol açmıştır. Verilerin bu şekilde kaydedilmiş olması, değişkenlerin analiz için hazırlanmasında çeşitli sorunlar ortaya çıkarmıştır. Bunlardan en önemlisi, dalıcının demografik verilerinin dökümü yapılırken bu tekrarlanan verilerin etkisinin giderilmesi gerekliliğidir.

Bir diğer sorun, bir dalıcı için farklı tarihlerde birden fazla dalış ve etkinlik kaydı olduğu ve her ayrı kayıtta dalıcı verileri ayrı tutulduğu için, dalıcı ile ilgili tekrarlanan verilerin (yaş, dalış sayısı gibi) zaman içerisinde değişebilmesidir. Bu yüzden, dalıcı sınıflamasında değişken değerlerinin zaman etkilerinden arındırılması gerekmiş ve analizlere sadece tek dalışı olan ve tek dalış etkinliğe katılmış olan dalıcılar dahil edilmiştir.

Veri tabanının ham halinde dalıcı, dalış ve etkinlik verilerinin kaydedildiği 13 adet tablo mevcuttur. Bunlar; dalış kayıt, dalış etkinliği, kayıt başlığı, dalıcı kimliği ve demografik verileri, dalış başlangıç kaydı, dalış bitiş kaydı, dalıcı profili, dalış detay kayıtları, dalış güvenlik kayıtları, dalıcı sağlık durum verileri, dalıcı ek verileri, dalıcı ek problemleri, dalıcı ilaç kullanımı tablolarıdır. Analizde kullanılacak veriler bu farklı tablolara dağılmış olduğundan, verilerin tutarlı olabilmesi için farklı tabloların içinde yer alan ve analizde kullanılmak üzere seçilen değişkenlerin tek bir tabloda toplanması gerekmiştir.

Analiz için öncelikle bütün bu tablolar ve barındırdıkları değişkenler incelenmiş, dalıcı sınıflaması için kullanılacak değişkenler seçilmiştir. Bu seçimler yapılırken göz önünde bulundurulan ölçüt dalıcıların dalış yapma eğilimlerine ait (dalış tecrübesi) ve bu eğilimleri etkileyebileceği düşünülen

18

değişkenlerin seçilmesidir. Çok sayıda eksik verisi olan değişkenler, analiz için değerli bulunsa da (boy ve kilo) , veri sayısını çok azaltacağı ve analizin güvenilirliğini düşüreceği için elenmiştir.

Analizde kullanılan değişkenler: yaş, cinsiyet, kaç yıldır dalış yaptığı (dalış tecrübesi), alerji, astım, sırt ağrısı, sigara kullanımı, diyabet, kulak/sinüs problemleri, kalp problemleri, sinir sistemi bozuklukları, damar problemleri, akciğer problemleri, deniz tutması, kas ağrısı ve bel ameliyatıdır. Bunlardan yaş ve dalış tecrübesi sayısal değişkenler, diğerleri 0-1 değişkenlerdir. Güncel ve geçmişteki hastalık bilgilerini tutan değişkenler dalıcının o hastalığa sahip olup olmadığını ifade eden tek bir değişken olacak şekle dönüştürülmüştür. Bu değişkenlerin dökümü ve tek tabloda toplanması için MS Excel formatındaki tablolar Mongo DB v3.0[4] veri tabanı yazılımına transfer edilmiş ve değişik tablolardaki değişkenlerin tek bir tabloda toplanması bu yazılımla gerçekleştirilmiştir. Analiz için kullanılan tek dalışı olan ve tek dalış etkinliğine katılmış olan dalıcılardan oluşan iki tablo DiverID değişkeni temel alınarak elde edilmiştir.

Bir sonraki aşamada verileri tutarsız ve yanlış kaydedilmiş olan dalıcılar ayıklanmıştır (örneğin yaşı 150 olarak kaydedilmiş, dalış tecrübesi 70 yıldan fazla olarak kaydedilmiş dalıcılar, cinsiyeti tanımsız olan dalıcılar gibi…). Son olarak yaş aralığı 12 ile 70 arasındaki dalıcılardan oluşan ayıklanmış bir veri kümesi ile analizler gerçekleştirilmiştir.

Verilerin ayıklanmasından önce veri tabanında toplam 3.097 dalıcı ve katıldığı 50.151 dalış kaydı mevcuttur. Toplam etkinlik sayısı ise 2.052’dir. Dalıcı başına ortalama 16,19 dalış ve 6, 48 dalış etkinliği düşmektedir. Etkinlik başına dalış sayısı ise 2,5’tir.

Verilerin ayıklanmasından sonra ise sadece tek dalışı olan dalıcıların sayısı 864 (119 kadın, 745 erkek), tek etkinliğe katılmış dalıcıların sayısı 1.666’dır (285 kadın, 1381 erkek). 12 ile 70 yaş arasındaki dalıcılar analize dahil edilmiştir ve tek dalışı ve tek etkinliği olan dalcılar için yaş ortalamaları sırasıyla 37,52 ve 37,28’dir.

Analizde bu dalıcıların seçilmiş değişkenlere göre İki Adımlı (TwoStep), K-Ortalamaları (K-Means) ve Gower Uzaklıkları (Gower Distances) yöntemleri ile kümeleme analizi gerçekleştirilmiştir. TwoStep ve Gower Uzaklıkları, 0-1 verilerin olduğu çok değişkenli analizlerde etkili yöntemlerdir ve analizin güvenilirliği açışından bu yöntemlerin karşılaştırılması yapılmıştır. Kümeleme analizine farklı bir bakış açışı getirmek için sayısal veriler üzerinde etkin olan K-Means kümeleme analizi de ayrı bir gruplama olarak gerçekleştirilmiştir.

İki Adımlı Yöntem, ön gruplar oluşturarak bunların tekrar sınıflanması ve bir küme ağacının oluşturulmasına dayanır [5, 6]. K-Ortalamaları, noktaları k adet gruba bölümlendirmek için lokal arama yaklaşımını kullanır. İlk olarak k adet ön küme rastgele seçilir ve bunların merkez noktaları temel alınarak daha az sayıda küme oluşturulur [7]. K-Ortalamaları, günümüzde biyolojiden bilgisayar grafiklerine kadar geniş bir kullanım alanına sahiptir [8]. Gower Uzaklıkları, J.C. Gower tarafından geliştirilmiş, 0-1 veriler üzerinde kümeleme analizi için etkin olan bir nokta uzaklığı belirleme yöntemidir [9]. Kümeleme analizleri sonucu elde edilen dalıcı grupları bir sonraki bölümde verilmiştir.

BULGULAR

Her iki dalıcı grubu (tek dalışı olanlar ve tek etkinliğe katılanlar) 3 kümeleme analizi yöntemine göre de optimum olarak 4 gruba ayrılmıştır. Aşağıda verilen dalıcı grupları tablolarında, her gruptaki öne çıkan değişkenler kalın rakamlarla gösterilmiştir.

Tablo 1’de görüleceği gibi “İki Adımlı Kümeleme” tek dalışı olan dalıcılar ve tek etkinliğe katılmış dalıcılar için benzer gruplar oluşturmuştur. Birinci grup tamamı erkek, üçüncü grup kadın dalıcılardan

19

oluşmaktadır. İkinci grubun özelliği, sigara içen dalıcıların bu grupta toplanmış olmasıdır. Dördüncü gruptaki dalıcılarda ise alerji, kulak/sinüs problemleri ve akciğer problemleri sıklıkla görülmektedir.

Tablo 1. İki adımlı kümeleme dalıcı grupları

İki Adımlı Kümeleme

Tek Dalışı Olan Dalıcılar Tek Etkinliğe Katılmış Dalıcılar

GR1 GR2 GR3 GR4 GR1 GR2 GR3 GR4

Sayı Ort. Sayı Ort. Sayı Ort. Sayı Ort. Sayı Ort. Sayı Ort. Sayı Ort. Sayı Ort. Erkek 563

142

0

40 945

355 0

81 Kadın 0

15

90 14

0

41 215

29 Alerji 0

0

0

54 0

0 0

110 Astım 3 0 0 4 0 6 0 7 Sırt Ağrısı 0

14

0

2

0

23 3

5

Sigara 0 112

0

14

0 236 0

24

Diyabet 0

1

0

0

0

5 0

0 Kulak/Sinus 0

0

0

54 0

0 0

110 Kalp Prob. 0

12

0

1

0

27 0

2

SS Bozukluğu 2 0 0 0 0 3 0 0 Damar Prob. 2

0

0

1

0

3 0

1

Akciğer Prob. 0

0

0 44

0

1 1 95

Deniz Tutması 0

15

2

4

0

25 4

6 Kas Ağrısı 0

11

0

2

0

25 2

7

Bel Ameliyatı 0

3

1

1

0

7 1

1 Yaş

38 39 34 34 37 40 34 36 Dalış (yıl)

10

12

7

9

9 14

7 9

Tablo 2. K-Means kümeleme dalıcı grupları

K-Means Kümeleme

Tek Dalışı Olan Dalıcılar Tek Etkinliğe Katılmış Dalıcılar

GR1 GR2 GR3 GR4 GR1 GR2 GR3 GR4

Sayı Ort. Sayı Ort. Sayı Ort. Sayı Ort. Sayı Ort. Sayı Ort. Sayı Ort. Sayı Ort. Erkek 260 190 67 228 314 583 169 315 Kadın 67 18 3 31 108 124 8 45 Alerji 28 14 2 10 33 52 8 17 Astım 5 2 0 0 3 9 0 1 Sırt Ağrısı 6 5 2 3 8 12 5 6 Sigara 62 28 7 29 82 108 24 46 Diyabet 0 0 0 1 0 0 2 3 Kulak/Sinus 28 14 2 10 33 52 8 17 Kalp Prob. 0 1 6 6 1 6 10 12 SS Bozukluğu 1 1 0 0 1 2 0 0 Damar Prob. 2 1 0 0 1 3 0 0 Akciğer Prob. 22 12 1 9 28 47 7 15 Deniz Tutması 9 4 0 8 12 15 1 7 Kas Ağrısı 4 2 1 6 10 9 7 8 Bel Ameliyatı 1 0 1 3 0 1 2 6 Yaş

29 37 52 45 26 36 48 48 Dalış (yıl)

5 15 27 7 5 9 26 8

Gower Uzaklıkları Yöntemi ile yapılan kümeleme analizi “İki Adımlı” kümeleme analizi ile çok yakın sonuçlar vermektedir. Bunun nedeni her iki yöntemin de 0-1 değişkenler için etkin olmasıdır.

20

Sonuçların benzer olması ve yer kısıtından dolayı Gower Uzaklıkları ile ortaya çıkan gruplara bu bildiride yer verilmemiştir.

Tablo 2’de görüleceği gibi, K-Means kümeleme gruplarında, grupların oluşmasında önemli rol oynayan değişkenler, sayısal değerler olan yaş ve dalış tecrübesidir. K-Means kümeleme analizi sayısal veriler için daha etkili olduğu için bu sonuç doğaldır.

Gruplara baktığımızda birinci grubun nispeten genç ve ortalama 5 yıldır dalan dalıcılardan oluştuğunu görmekteyiz. Üçüncü grup yaşlı ve tecrübeli dalıcılardan, dördüncü grup ise nispeten yaşlı ama dalışa başlayalı çok olmamış dalıcılardan oluşmuştur. Dördüncü grubu ise dalışa geç başlamış dalıcılar olarak nitelendirebiliriz. İkinci grupta ise herhangi bir belirgin özelliğe rastlanmamıştır.

TARTIŞMA VE SONUÇ

Kümeleme analizi sonuçlarını incelediğimizde, tek dalışı olan ve tek etkinliğe katılmış dalıcıların gruplarının benzer şekilde oluştuğunu gözlemlemekteyiz. İki Adımlı ve Gower Uzaklıkları yöntemleri, 0-1 değişkenlere göre gruplama yapmakta, K-Ortalamaları ise sayısal değişkenlere göre (yaş ve dalış tecrübesi) gruplar oluşturmaktadır.

İki Adımlı ve Gower Uzaklıkları yöntemleri analizlerinde tümü erkek, tümü kadın sigara içenler grupları göze çarpmaktadır. Bir diğer grup ise, alerji, kulak sinüs problemi, akciğer problemi olan yani nispeten sağlık problemleri olan gruptur. Bu problemlerin birbirleriyle ilişkisi olup olmadığı ayrıca araştırılmalıdır.

K-Ortalamaları yöntemine göre ise, göreli olarak yaşlı ve çok dalışı olan, yaşlı ve az dalışı olan ve genç dalıcılardan oluşan gruplar ortaya çıkmıştır. Dördüncü grubun belli bir özelliği tespit edilmemiştir.

Dalıcılarla ilgili yöntem bölümünde ayrıntılı olarak bahsedilen sorunların gelecek veri toplama çalışmalarında ortaya çıkmaması için verilerin mümkün olduğu kadar tek tabloda toplanması, her dalıcı için özellikle demografik veriler kaydedilirken tek bir kayıt tutulması yararlı olacaktır. Bir dalıcı için kayıt açıldığında, o dalıcının dalışı ile ilgili veri toplanırken bu kayıt kullanılmalı ve veriler kronolojik olarak verinin alındığı tarihle beraber kaydedilmelidir.

Veri tabanının fizyolojik analizlerde etkin olarak kullanılabilmesi için kilo, boy gibi önemli verilerin eksik kalmamasına özellikle dikkat edilmelidir. Ayrıca mevcut veri tabanında demografik veri ağırlıklı olarak sağlık durumu ile ilgilidir. Daha kapsamlı ve etkili veri madenciliği çalışmaları için dalıcıların sosyo-ekonomik verilerinin de toplanması yararlı olacaktır.

Dalış öncesi ve sonrasındaki fizyolojik veriler, dalış sağlığı araştırmaları açısından son derece önemlidir. Özellikle dalış profili - kabarcık ölçümü ile ilgili ayrıntılı çalışmalar gerçekleştirebilmek için bu verilerin toplanmasına özellikle dikkat edilmelidir. Bunların yanında su kaybı ölçümleri, damar ölçümleri gibi daha ayrıntılı fizyolojik istatistikler, her ne kadar dalış bölgesinde bulundurulması güç olan cihazlar gerektirse de belli bir dalıcı grubuna uygulanabilir.

Mevcut veri tabanı ile ilgili gelecek araştırmalar, ortaya çıkan dalıcı gruplarının özelliklerinin, genel nüfusun benzer değişkenleri ile karşılaştırılması olmalıdır. Dalıcıların, dalış yapmayan insanlara göre farklı sağlık, sigara kullanımı, ilaç kullanımı, alkol kullanımı gibi değişkenlere göre farklılık gösterip göstermediği incelenmelidir.

Kümeleme Analizleri sonucu ortaya çıkan gruplar arasında dalış alışkanlıklarına göre (derinlik, dalış zamanı, dalışta ortaya çıkan problemler, dalış öncesi alkol ve ilaç kullanımı, dalış tipi, kullanılan malzeme gibi) anlamlı farklar olup olmadığının ve dalış profilleri – kabarcık ölçümü ilişkilerinin

21

incelenmesidir. Bu şekilde dalıcı gruplarının temel özellikleri ve dalış alışkanlıkları ortaya çıkarılacak ve daha riski grupların belirlenmesi mümkün olabilecektir.

Teşekkür

Bu çalışma, Galatasaray Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonu tarafından, 15.401.001 no’lu “Dalgıçların Veri Madenciliği Teknikleri Kullanılarak Sınıflandırılması” başlıklı araştırma projesi kapsamında desteklenmiştir.

KAYNAKLAR

[1] Ozyigit, T., Egi, S.M., Denoble, P., Balestra C., Aydin, S., Vann, V., Marroni, A., 2010. Decompression Illness Medically Reported by Hyperbaric Treatment Facilities: Cluster Analysis of 1929 Cases. Aviation, Space, and Environmental Medicine, 81(1): 1-5.

[2] Özyigit, T., Egi, S.M., 2014. Commercial Diver Selection Using Multiple-Criteria Decision-Making Methods. Undersea and Hyperbaric Medicine, 41(6): 565-572.

[3] Divers Alert Network, 1988 - 2011 Annual Diving Reports. https://www.diversalertnetwork.org/ medical/report/ (erişim: 15 Ekim 2015)

[4] Mongo DB Inc., 229 W 43rd Street, NY 10036, 2015.

[5] Chang, H.L, Yeh, T.H., 2007. Motorcyclist Accident Involment by Age, Gender and Risky Behaviors in Taipei. Taiwan. Transportation Research Part F, 10: 109-22.

[6] Chiu T, Fang D, Chen J, Wang Y, Jeris C. A robust and scalable clustering algorithm for mixed type of attributes in large database environment. Proceedings of the 7th ACM SIGKDD International Conference on Knowledge Discovery and Data Mining: 2001 Aug 26-29: San Fransisco, California, USA 2001:263-8.

[7] Lloyd., S.P., 1982. Least Squares Quantization in PCM. IEEE Transactions on Information Theory, 28(2): 129-137.

[8] Aggarwal, C.C., Yu, P.S., 1999. Data Mining Techniques for Associations, Clustering and Classification. in Proceedings of the Third Pacific-Asia Conference on Methodologies for Knowledge Discovery and Data Mining. Springer-Verlag.

[9] Gower, J.C., 1971. A General Coefficient of Similary and Sme of Its Properties, Biometrics, 27(4): 857-871.

22

ALETLİ DALIŞ ÖNCESİ YAPILAN TÜM VÜCUT TİTREŞİMLİ

EGZERSİZİN VENÖZ GAZ KABARCIKLARINA ETKİSİ

Serap Özgül1, Zeki Özkol2, Erkan Kısmalı3, Bahtiyar Özçaldıran2

1Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hareket ve Antrenman Bilimleri ABD, İzmir, Türkiye 2Ege Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Antrenörlük Eğitimi Bölümü, İzmir, Türkiye

3Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Radyoloji Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye 2Ege Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Antrenörlük Eğitimi Bölümü, İzmir, Türkiye

ÖZET

Aletli dalışlarda basınç altında nitrojen gazının solunulması ve sonrasında derinlik ve zaman limitlerine uyulmadığında ortaya çıkan rahatsızlık Dekompresyon Hastalığı olarak isimlendirilmektedir. Bu rahatsızlığın önlenmesi için sportif amaçlı dalışlarda dalış tabloları kullanılmaktadır. Ancak profesyonel amaçlı dalışlarda bu risk dalış tablolarıyla engellenebilecek boyutta değildir. Son zamanlarda yapılan bilimsel çalışmalarda dalış öncesinde akut olarak uygulanan sub-maksimal aerobik egzersizin ve akut olarak uygulanan 30-40 Hz’lik tüm vücut titreşiminin venöz gaz kabarcıklarını küçültmede etkili olduğu gözlenmiştir. Bu çalışmada dalış öncesinde uygulanan egzersiz ve titreşim uygulamalarının venöz gaz kabarcıkları üzerine olan etkisini incelemek amaçlanmaktadır. Dalış öncesinde uygulanan egzersiz ve titreşimin dalış öncesi ve sonrasındaki kan akımı değerleri ve kanın ultrasonik yansıtıcılığa bağlı parlaklık değeri üzerine olan etkisi de bu çalışma kapsamında incelenmiştir. Elde edilen veriler SPSS 15.00 istatistik programı ile One-Way Anova ve Paired-Samples "t" testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Sonuçların anlamlılık dereceleri (p<0,05) seviyesinde kabul edilmiştir. Dalışta meydana gelen venöz gaz kabarcıklarının azaltılmasında Power Plate My 3 İle uygulanan titreşimin etkisinin istatistiksel olarak anlamlı olmasa da bir etkisinin olduğu fakat dalıştan önce yapılan sub-maksimal egzersizin anlamlı bir etkisi olduğu tespit edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Egzersiz, Titreşim, Doppler, Scuba, Dalış, Dekompresyon

23

DENİZ BİYOLOJİSİ VE

BALIKÇILIK

24

25

TÜRKİYE DENİZLERİNDE DAĞILIM GÖSTEREN HİNT PASİFİK

KÖKENLİ BALIK TÜRLERİ VE ETKİLERİ

Deniz Ergüden, Okan Özdemir

İskenderun Teknik Üniversitesi, Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi, İskenderun, Hatay, Türkiye

ÖZET

Süveyş Kanalı’nın 19. yüzyıl sonlarına doğru açılması ve Aswan Barajı’nın Nil nehri üzerinde kurulması sonucunda, tropikal özellikli Kızıldeniz ile subtropikal özellikli Akdeniz arasındaki coğrafik engeller kalkmış ve böylece Hint-Pasifik kökenli türler Doğu Akdeniz’e göç etmeye başlamıştır. 1900’lü yıllardan itibaren Süveyş Kanalı vasıtasıyla Akdeniz ekosistemi, yeni göçmen balık türlerinin başarılı bir şekilde yurt edinmesine sahne olmakta ve bu göçler nedeniyle Akdeniz’in denizel biyoçeşitliliği hızlı bir değişim göstermektedir. Türkiye denizlerimizde 2015 yılı itibariyle Hint Pasifik kökenli toplam 41 familyaya dahil 64 balık türü bulunmaktadır. Denizlerimize göre dağılımlara bakıldığında bu türler, Akdeniz de; 39 familya, 61 tür, Ege Denizi’nde 27 familya, 38 tür, Marmara Denizi’nde 3 familya, 3 tür ve Karadeniz de 1 familya, 1 tür ile temsil edilmektedir. Bu makalede Türkiye denizlerinde dağılım gösteren Hint Pasifik kökenli balık türlerinin denizlerimize göre son dağılımları yeniden gözden geçirilerek aynı zamanda etkileri konusunda bilgiler verilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Türkiye Denizleri, Yabancı balık türleri, Dağılım, Etki

GİRİŞ

Akdeniz ile Hint Okyanusu arasındaki ticaret yollarını kısaltmak amacıyla 1869 yılında açılan Süveyş Kanalı, biyo-ekolojik özellikler bakımından bazı benzerlikler gösteren Kızıldeniz ile Akdeniz arasındaki coğrafi engeli kaldırmış ve böylece çoğunlukla Kızıldeniz’den Akdeniz’e doğru bir göç başlamıştır [1]. Bu göç ile birlikte özellikle Akdeniz’in doğu bölgesinde büyük bir biyo-ekolojik değişim başlamış ve tuzluluk, sıcaklık gibi başlıca abiyotik faktörlere geniş toleranslar gösteren ekolojik uyumu yüksek, birçok omurgalı ve omurgasız canlı grubu Doğu Akdeniz ve Ege kıyılarına doğru göç etmeye başlamıştır.

Süveyş kanalı bilindiği gibi, sularının fiziksel, kimyasal ve biyolojik bakımlardan büyük farklılıklar gösteren iki denizi ve hatta ilgileri dolayısı ile iki ayrı okyanusu birleştirmiştir. Kanalın Kızıldeniz ucunda deniz suyunun tuzluluğu (‰ 42-43) daha yüksek iken, buna karşılık Nil nehri sularının etkisi altında kalan Akdeniz ucunda suyun tuzluluğu (‰ 33,5) daha düşük değerde bulunmaktadır. Kanal üzerinde bulunan göllerde ise tuzluluk ‰ 60’ın üzerine çıkabilmektedir. Aynı zamanda sıcaklık bakımından olan farklar da tuzluluk farklarından aşağı değildir. Buna rağmen Süveyş kanalı aracılığı ile özellikle Kızıldeniz’den Akdeniz istikametine devamlı bir fauna göçü meydana gelmektedir.

Coğrafik engellerin kaldırılması, Kızıldeniz ve Akdeniz su kütleleri arasındaki periyodik ve sürekli göçü olanaklı kılmıştır. Aswan Barajı’nın yapılmasından sonra Nil nehrinin tatlı su baskısı hafifletilmiş ve nihayetinde periyodik ve sürekli göç pozitif yönde etkilenmiştir [2]. Hint Pasifik kökenli türler Atlantik-Akdeniz kökenli türlere nazaran çeşitli ekolojik çevrelerin şartlarına daha fazla uyum sağlayabilmektedir [3]. Por [3] aynı zamanda Kızıldeniz’de yaşayan türlerin genellikle subtropikal şartlar altında yaşama yetenekleri olduğunu da ifade etmiştir.

Adaptasyon sürecini iyi geçirebilen bir canlı genetik varyetesi de eğer göç yapabilmesine olanak sağlıyorsa kolaylıkla Kızıldeniz’den Akdeniz’e göç yapabilmektedir. Kızıldeniz’den Akdeniz’e giriş

26

yapan bu türlerin yayılma hızı; sıcaklık rejimi, substrat, akıntılar, kıta sahanlığının uzantısı, kolonize türlerin sıcaklık toleransı, besin durumu, yerli türler, yerel patojenler, yumurtlama sezonunun uzatılması, yeni türlerin davranış ve kendi beslenme alışkanlıkları ve yerel türlerin aşırı avlanması ile oluşturulmuş serbest niş durumu ile rekabet gibi, biyotik veya abiyotik faktörlere bağlı olarak değişebilmektedir.

Bilindiği üzere 1900’lü yıllardan itibaren Süveyş Kanalı vasıtasıyla Akdeniz ekosistemi, yeni göçmen balık türlerinin başarılı bir şekilde yurt edinmesine sahne olmakta ve bu göçler nedeniyle Akdeniz’in denizel biyoçeşitliliği hızlı bir değişim göstermektedir. Kızıldeniz’den giriş yapan türler İsrail, Filistin, Lübnan, Suriye yollarını izledikten sonra Türkiye kıyılarına ulaşmaktadır [4].

Bu makalede Türkiye denizlerinde dağılım gösteren Hint Pasifik kökenli balık türlerin denizlerimize göre son dağılımları yeniden gözden geçirilerek ülkemiz sularına giriş yapan bu türlerin sebep olabileceği olumlu ve olumsuz etkiler hakkında bilgiler verilmeye çalışılmıştır.

MATERYAL VE YÖNTEM

Çalışma kapsamında ülkemizde 1943 yılından 2015 yılına kadar rapor edilen Hint Pasifik kökenli balık türlerini kapsayan literatürler incelenmiş ve aynı zamanda 2015 yılının ilk yarısına kadar bu türler ile ilgili yapılan çalışmalar (tür kaydı, biyolojik, ekolojik vb.) gözden geçirilerek Hint Pasifik kökenli balık türlerinin Türkiye’deki son dağılım durumu ortaya konulmuştur. Türlerin sistematik sıralamasında ve türlerin adlandırılmasında Golani ve ark. [5] ve CIESM [6]’a uyulmuştur.

Hint-Pasifik ve Atlantik-Akdeniz kökenli türlerin göç nedenleri

Süveyş Kanalı’nın 19. yüzyıl sonlarına doğru açılması ve Aswan Barajı’nın Nil nehri üzerinde kurulması (1964-1970) sonucunda, tropikal özellikli Kızıldeniz ile subtropikal özellikli Akdeniz arasındaki coğrafik engeller kalkmış ve böylece Hint-Pasifik orijinli türler Doğu Akdeniz’e göç etmeye başlamıştır [7]. Quignard and Tomasini [8]’e göre yaklaşık 650 balık türüne ev sahipliği yapan Akdeniz, Kızıldeniz balık türlerinin baskınına uğramıştır. Bu türler, akıntılarında etkisiyle Lübnan-Suriye-Türkiye kıyılarını izleyerek daha sonra da Ege kıyılarına doğru yayılma göstermektedir. Hint-Pasifik ve Atlantik-Akdeniz kökenli balıkların Türkiye kıyılarına geliş yollarında birden fazla etken rol oynamaktadır. Bu etkenler; Doğal yolların açılması, Gemilerin balans suları ile taşınım, Akvaryum faaliyetleri ile taşınım, Gemilerin karinaları ile taşınım ve küresel ısınma ile iklim değişikliği olarak sıralanmaktadır.

Hint-Pasifik kökenli balıkların Akdeniz’e geçmesi insan eli değerek (Süveyş kanalının açılması ile) doğal engellerin kaldırılması sonucu büyük yoğunluk göstermektedir. Hint-Pasifik kökenli balıkların Akdeniz ekosistemine yerleşmelerinde fazla olumsuz bir etki olmamaktadır. Bunun sebebi Kızıldeniz ile Akdeniz’in su parametreleri, içerdikleri besin miktarı ve besin türünün birbirine çok yakın olmasıdır.

Hint-Pasifik ve Atlantik-Akdeniz kökenli balık türlerinin göç etme nedenleri olarak abiyotik faktörler, genetik varyetelerinin güçlü olması, üreme kapasitesi ve şartlarının güçlü olması, adaptasyon geçirme olanağının yüksek olması gibi birçok etmen bulunmaktadır. Sıcaklık, tuzluluk, pH, salinite, oksijen, karbondioksit, besin miktarı, besin çeşidi, korunma alanı, yumurta bırakabilme yerleri vb. durumlar, göçün yapıldığı Kızıldeniz ile Akdeniz suları açısından birbirine yakın benzerlik gösterdiğinden, balıkların zorluk çekmeden göç etmelerini ve rahatlıkla yerleşmelerine olanak sağlamaktadır.

27

Ülkemiz denizlerimizde bulunan Hint Pasifik kökenli türlerin dağılımı

Türkiye denizlerimizde 2015 yılı itibariyle Hint Pasifik kökenli toplam 41 familya ile 64 balık türü bulunmaktadır. Denizlerimize göre dağılımlara bakıldığında bu türler; Akdeniz’de 39 familya, Ege Denizi’nde 27 familya, Marmara Denizi’nde 3 familya ve Karadeniz de 1 familya ile temsil edilmektedir. Bu familyaların tür sayılarına bakıldığında ise Akdeniz’de 61 tür, Ege Denizi’nde 38 tür, Marmara Denizi’nde 3 tür ve Karadeniz’de 1 kayıtlı tür bulunmaktadır. Şekil 1’de familyaların denizlerimize göre dağılım oranları görülmektedir. Şekil 2’de ise bu familyalara dâhil olan balık türlerinin sayılarının yine denizlerimize göre sayısal dağılımları gösterilmiştir.

Şekil 1. Hint-Pasifik kökenli türlerin denizlerimize göre familyalarının dağılım oranları

Şekil 2. Hint-Pasifik kökenli türlerin denizlerimize göre sayısal dağılımı

Hint Pasifik kökenli türlerin Akdeniz Bölgesi’ndeki dağılımı

Türkiye’nin Akdeniz bölgesinde Hint Pasifik kökenli türlerin familyalara göre dağılımına bakıldığında Kardinal balıklarının dahil olduğu Apogonidae ve balon balıklarının dahil olduğu Tetraodontidae familyaları 5 tür ile ilk sırayı paylaşmaktadır. Bu familyaları sırasıyla; Clupeidae, Carangidae, Mullidae, Champsodontidae, Gobiidae ve familyaları 3 tür ile izlemektedir. Sphyraenidae, Blennidae

28

Callionymidae ve Siganidae, familyaları ise 2 tür ile üçüncü sırada yer almaktadır (Şekil 3). Türkiye’nin Akdeniz kıyıları geneline bakıldığında 39 familyaya ait 61 Hint Pasifik kökenli türün sadece 21 (% 34 )’i ekonomik değer olarak pazarlarda yer bulabilmekte iken geriye kalan 40 (% 66) tür ekonomik bir değer taşımamaktadır (Şekil 4). Akdeniz’deki yaşam alanına bakıldığında bu türlerin yaşam alanlarının aynı olmadığı görülmektedir. Bu türlerin yaşam alanı olarak dağılımlarına bakıldığında ise; 21 tür kumlu bölgede dağılım gösterirken, 7 tür vejetasyon karakterli bir yaşam alanını tercih ederek kayalık üzerindeki bitki bulunan alanlarda yaşayabilmektedir. 13 tür kayalık alanda bulunurken, 20 tür ise pelajik olarak yaşamını sürdürmektedir (Şekil 5).

1940’lı yıllardan itibaren kaydı yapılan bu türlerin on yıllık dönemlere göre dağılımına bakıldığında 2000 yılına kadar 28 türün Akdeniz’e giriş yaptığı görülmektedir (Şekil 6). Son on beş yılda ise tür sayısının altmış yıla göre yaklaşık %54 (33 tür) oranında bir artış gösterdiği görülmektedir.

Şekil 3. Akdeniz’de familyalara göre Hint Pasifik kökenli türlerin dağılımı

Şekil 4. Yabancı türlerin Akdeniz’deki ekonomik önem durumu

29

Şekil 5. Yaşama alanlarına göre Akdeniz’de bulunan Hint Pasifik kökenli türlerin dağılımı

Şekil 6. Yıllara göre Akdeniz’e giriş yapan Hint Pasifik kökenli türlerin sayısal dağılımı

Hint Pasifik kökenli türlerin Ege Bölgesi’nde dağılımı

Türkiye’nin Ege Bölgesi kıyılarında Hint Pasifik kökenli türlerin familyalara göre dağılımına bakıldığında Tetraodontidae familyasının 4 tür ile ilk sırada olduğu görülmektedir. Bu familyayı yine Apogonidae familyasını 3 tür ile ikinci sırada temsil etmektedir. Mullidae, Mugilidae, Champsodontidae, Gobiidae ve Siganidae familyaları 2’şer tür ile üçüncü sırada yer almaktadır (Şekil 7). Ege Bölgesi genelinde şimdiye kadar 27 familya ya ait 38 türün kaydı yapılırken, bu 38 türlerden; 16 (% 42) tür, ekonomik değer göstermekte geriye kalan 22 (% 58) türün ise ekonomik değeri bulunmamaktadır (Şekil 8). Ege bölgesindeki türlerin yaşam alanına bakıldığında 4 tür kayalık, 19 tür kumlu, 13 tür pelajik, 2 tür vejetasyon ile dağılım göstermektedir (Şekil 9). 1940’lı yıllardan itibaren kaydı yapılan bu türlerin on yıllık periyotlara göre dağılımına bakıldığında 2010’li yıllardan itibaren 10 türün Ege’ye giriş yaptığı görülmektedir (Şekil 10).

30

Şekil 7. Ege Denizi’nde familyalara göre Hint Pasifik kökenli türlerin dağılımı

Şekil 8. Hint-Pasifik kökenli, türlerin Ege Denizi’nde ekonomik önem durumu

Şekil 9. Yaşama alanlarına göre Hint Pasifik kökenli türlerin Ege Denizi’nde dağılımı

31

Şekil 10. Yıllara göre Ege Denizi’ne giriş yapan Hint Pasifik kökenli türlerin sayısal dağılımı

Hint Pasifik kökenli türlerin Marmara Bölgesi’nde dağılımı

Marmara Bölgesi’nde bulunan Hint Pasifik kökenli balık türleri 3 familyaya ait 3 türden oluşmaktadır. Marmara Denizi’nde şimdiye kadar kaydı yapılan Monacanthidae, Tetraodontidae, Mugilidae familyalarına dâhil 1’er tür bulunmaktadır. Ekonomik değer olarak yetiştiricilik yolu ile sularımıza gelen Mugilidae familyasına ait Liza haematocheila türü ekonomik değer göstermektedir. Diğer türler olan çütre Stephanolepis diaspros, ve balon balığı, Lagocephalus spadiceus türleri ise ekonomik bir değer taşımamaktadır (Tablo 1). Genel yayılış alanları olarak Stephanolepis diaspros kumlu bölgede, Lagocephalus spadiceus ve Liza haematocheila pelajik olarak dağılım göstermektedir (Tablo 1).

Tablo 1. Marmara’da dağılım gösteren Hin-Pasifik kökenli türler

Familya Tür Yazar İlk Kayıt Tarihi Habitat Ekonomik Değer

Monacanthidae Stephanolepis diaspros Bilecenoğlu ve ark. [9} 2013 Kumlu Yok

Tetradontidae Lagocephalus spadiceus Tuncer ve ark. [10] 2008 Pelajik Yok

Mugilidae Liza haematocheila Ünsal [11] 1992 Pelajik Var

Hint Pasifik kökenli türlerin Karadeniz Bölgesi’nde dağılımı

Karadeniz Bölgesi’nde Mugilidae familyasına ait tek tür olan ve Rus kefali olarak bilinen Liza haematocheila türü bulunmaktadır. Yetiştiricilik yolu ile Rusya’daki balık çiftliklerinden kaza sonucu kaçıp Karadeniz’e yerleşen bu tür ekonomik değeri olan bir tür olarak bilinmektedir (Tablo 2).

Tablo 2. Karadeniz’de dağılım gösteren Hint-Pasifik kökenli türler

Familya Tür Yazar İlk Kayıt Tarihi Habitat Ekonomik Değer

Mugilidae Liza haematocheila Ünsal [11] 1992 Pelajik Var

32

Türkiye denizlerine son yıllarda giriş yapan Atlantik kökenli türler

Türkiye kıyılarına son yıllarda sadece Kızıldeniz‘den Süveyş Kanalı aracılığı ile gelen Hint-Pasifik kökenli türlerin yanında aynı zamanda Atlantik-Akdeniz kökenli balık türlerinin de giriş yaptığı görülmektedir. Şu ana kadar 8 familyaya dâhil 8 tür Akdeniz ve Ege Denizi’nden çeşitli araştırmacılar tarafından bildirilmiştir (Tablo 3). Bu türlerin yine ülkemiz sularında 1990’lı yıllardan itibaren kaydının yapıldığı görülmektedir.

Tablo 3. Akdeniz ve Ege Denizi’nden bildirilen Atlantik-Akdeniz kökenli balık türleri

Familya Tür İlk Kayıt Yılı Habitat Bulunduğu Bölge Ekonomik Değer Carcharhinidae Carcharhinus altimus 2000 Pelajik Doğu Akdeniz Var

Dasyatidae Taeniura grabata 1996 Kumlu Doğu Akdeniz Yok Ophichthidae Pisodonophis semicinctus 2009 Kumlu Güney Ege Var Muraenidae Enchelycore anatina 2002 Kayalık Akdeniz, Ege Var Carangidae Seriola fasciata 2014 Pelajik Batı Akdeniz Var Syngathidae Syngnathus rostellatus 2004 Vejetasyon Batı Akdeniz Yok

Bregmacerotidae Bregmaceros atlanticus 2004 Pelajik Akdeniz Yok Tetraodontidae Sphoeroides pachygaster 1999 Pelajik Doğu Akdeniz, Ege Yok

Hint Pasifik kökenli balık türlerinin ekosisteme etkileri

Hint Pasifik kökenli göçmen balık türlerinin denizlerimize yerleşmesi ile sularımızda büyük bir etki oluşturabilmektedir. Ekonomik, ekolojik, biyolojik-istila (Bioinvasyon) gibi etkilerin oluşumu söz konusu olabilmektedir.

Ekonomik etki

Günümüzde Levantin kıyılarındaki bazı türlerin son derece yüksek ekonomik durum gösterdikleri ve bu nedenle bölgesel balıkçılığı yoğunlaştırdığı görülmektedir. Son on yılda ülkemiz kıyılarında ticari trol ve gırgır tekneleri en az 15 türü düzenli olarak yakalamakta ve bunların arasında önem sırasına göre; Saurida undosquamis, Sphyraena chrysotaenia, Upeneus pori, Upeneus moluccensis, Sillago sihama, Siganus luridus, Siganus rivulatus, Liza carinata, Nemipterus randalli, Pomadasys stridens, Dussumieria elopsoides, Etrumeus teres, Hemiramphus far, Scomberomorus commerson ve Herklotsichthys punctatus türleri ekonomik değer taşımaktadır. Genellikle göçmen türler yerel türlere göre düşük ekonomik öneme sahip olduklarından ekonomik değeri daha yüksek yerel türlerin yerini alması nedeniyle, balıkçılar açısından ekonomik bir gelir kaybına sebep olmaktadır. Ayrıca bu türler yerli türlere kıyasla daha ince uzun vücut yapısından dolayı yüksek ağ seçiciliği değerine sahip olduklarından, yerli türlere göre daha düşük avlanmakta ve balıkçılık baskısından daha az etkilenebilmektedir. Göçmen türlerin özellikle doğu Akdeniz’e olan etkileri 1950’li yıllardan beri biliniyor olmasına rağmen, şu ana kadar bu balıklarla ilgili olarak, herhangi bir balıkçılık istatistiği halen ülkemizde düzenli olarak tutulamamaktadır.

Ekolojik etki

Ekolojik anlamda etki, işgalci türlerin, doğal türlerin biyolojik çeşitliliği ve ekolojik dağılımlarını etkileyip azalttığı durum olarak bilinmektedir. Hint Pasifik kökenli türler yerli türlerin yaşam alanlarını istila ederek ve besinlerine ortak olmak suretiyle yerli türler üzerinde olumsuz etki yapabilmektedir. Göçmen türler özellikle, Akdeniz ve Ege Denizi’nin kıyılarına yerleşerek daha baskın bir özellik gösterebilmekte ve aynı besin ile beslendikleri yerli türler üzerinde baskı kurarak

33

yerli türleri daha derin sulara gitmelerini sağlayabilmektedir. Genel olarak göçmen türlerin yerleşmeleri ve yayılmalarıyla birlikte, bazı yerli türlerin bolluk derecelerinin etkilendiği artık aşikardır [12, 13]. Hatta Hoşsucu ve ark. [14] besin zincirinin aynı halkasında bulunan canlılar arasında görülebilen besin rekabetinden, göçmen türlerin galip çıkması durumunda, yerli türlerin bolluk derecelerinde değişimler söz konusu olabileceğini belirtmektedir. Ben Yami ve Glaser [15], bentik omurgasızlarla beslenen iki Kızıldeniz göçmeni barbun türü, Upeneus muluccensis ve Upeneus pori‘nin Akdeniz’e yerleşmesinin ardından; Akdeniz’in yerli barbun türü olan; Mullus barbatus ve Mullus surmuletus’un aynı tür bentik omurgasızlarla beslendiklerinden dolayı av miktarlarında değişimler gözlendiğini rapor etmişlerdir.

Golani [1] ise Argyrosomus regius ve Scomberomorus commerson türünün nektonik organizmalarla besleniyor olmasından dolayı İsrail kıyılarında bol bulunan Argyrosomus regius’un, Scomberomorus commerson’un bölgeye yerleşmesinin ardından dikkat çekici miktarlarda azaldığını belirtmiştir. Bu durum; türler arasındaki ekolojik etkileşimin, besin rekabeti şeklinde gerçekleşmiş olabileceğini düşündürmektedir. Günümüzde artık göçmen türler ile yerli türler arasında habitat paylaşımı şeklinde bir etkileşimden de söz etmek olasıdır. Göçmen barbun türleri aynı ekolojik nişi paylaştıkları yerli barbun türleri ile yaşam alanı kullanımı bakımından da rekabet içerisinde olmaktadır. Saurida undosquamis ile Merluccius merluccius, Sphyraena viridensis ile Sphyranena chrysotaeina ve Nemipterus randalli ile Pagellus eryhtrinus arasında da benzer bir rekabetin geliştiğinden söz edilmekte ve bu göçmen türlerin başta Doğu Akdeniz’e yerleşmelerinin ardından; sözü edilen yerli türlerin yaşam alanı olarak daha başka bölgelere veya derin suları tercih etmeye başladıkları bilinmektedir. Golani ve Ben-Tuvia [16] ise bu durumu, Akdeniz’de yeterli düzeyde değerlendirilmeyen bazı ekolojik nişlerin göçmen türlerce değerlendirilmesinin göçün olumlu bir sonucu olarak değerlendirilebileceğini ifade etmişlerdir.

Biyolojik-istila (bioinvasyon) etkisi

Ülkemizin jeopolitik konumu ile birçok ülkeleri birleştiren bir güzergâh halinde olması koy, körfez, liman bakımından olumsuz hava şartlarında barınma imkânı sağlayabilen ve ticari bakımdan gelişmekte olan sanayi envanterin güçlü olmasından dolayı, gemilerin yoğunlukla giriş çıkış yaptığı bir ülkedir. Bu gemilerin aldıkları yük ile paralel geldikleri yerlerde aldıkları balans sularını ülkemiz sularına boşaltması ile birçok canlı türünün taşınması gerçekleşebilmektedir. Ayrıca akvaryum yetiştiriciliği yapmak için ülkemize getirilen bazı türlerin denizlerimize karışması sonucunda, üreme özelliği göstermesi ve çoğalması yoluyla da bir taşınım olabilmektedir. Aynı zamanda gemilerin karinalarına yapışan bazı türlerin sularımıza geldiğinde kendilerini bırakması ya da insan tarafından bırakmaya zorlanması sonucu ile de yine taşınım veya bir yayılım meydana gelebilmektedir.

Bilindiği üzere biyolojik istilanın yararlı ve zararlı etkileri bulunmaktadır. Genellikle zararlı etkileri bulunurken, yararlı etki olarak bölgedeki tür çeşitliliği bakımından bir artış göstermesi söylenebilir. Zararlı etkiler olarak bakıldığında; yeni gelen türlerin üzerinde bulunan parazitler vasıtasıyla genel hastalık durumunun ortaya çıkması, yerli türlerin yaşam alanını kısıtlaması, besin rekabetinin artmasına olanak sağlaması, yerli türlerin göçe zorlanması, yerli türlerin sayılarının azalması sonucu, neslinin tehlike altına girmesi gibi birçok olumsuz etkiler bulunabilmektedir.

Denizlerdeki istilacı türlerin büyük oranda ekonomik ve çevresel etkileri bulunurken insan sağlığına da ciddi şekilde tehdit oluşturabileceği aşikardır. İstilacı türler, denizleri tehdit eden en büyük tehlikelerden biri olarak değerlendirilmektedir.

34

TARTIŞMA VE SONUÇ

Hint-Pasifik kökenli ve Atlantik Akdeniz kökenli türlerin, Akdeniz ekosistemine göçlerinin sürekli devam ettiği görülmektedir. Mısır devleti tarafından mevcut bulunan kanalın genişletilmesi ve yeni yapılan kanalın açılması ile birlikte bu göçün daha da hız kazanacağı anlaşılmaktadır. Biyotik ve abiyotik faktörlerin her iki ekosistem olarak birbirine yakın olması, besin miktarının fazla olması ve küresel ısınmanın da etkisi ile Hint-Pasifik kökenli türlerin göçünün süreklilik göstereceği şimdiye kadar yapılan çalışmalardan görülmektedir. Türkiye sularına giren Hint-Pasifik kökenli türler ülkemizin yerli türlerine baskı uygulayarak ekolojik ve ekonomik yönde etkiler doğurabilmektedir. Akdeniz ekosistemine giriş yapan Hint-Pasifik kökenli, yerli türlerin değerlendirmediği ekolojik nişleri değerlendirmesi bu göçün sürekliliğinin sağlanacağının sağlam bir göstergesi olarak yorumlanmaktadır. Akdeniz’e giriş yapan bazı göçmen türlerin bölge halkı tarafından etinin lezzetli olarak değerlendirilmesi sonucu bu türler, ekonomik olarak değer kazanmakta ve yerli türlerle birlikte balıkçı tezgâhlarında yer bulabilmektedir. Hint-Pasifik kökenli türlerin kolay populasyon oluşturması ve ikili rekabette yerli türler üzerinde baskın olması bu türlerin Akdeniz ekosistemini daha fazla işgal edeceğinin bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir.

Ülkemiz sularında bulunan ve populasyon oluşturan yerli türlerin stok durumu, avcılık ekonomisine katkısı ve ikili rekabette gösterebileceği direnç, balıkçılık biyolojisi ve sürdürülebilir avcılık kaynakları için oldukça büyük önem taşımaktadır. Yapılacak izleme çalışmaları ile Hint-Pasifik kökenli türler; Akdeniz ekosistemine dâhil olduğundan itibaren gözetim altına alınmalı ve balıkçılık biyolojisi açısından incelenmelidir. Ülkemizde sürdürülebilir avcılık açısından denizlerimizde büyük populasyonlar oluşturabilen bu türlerin stok durumu tespit edilmeli ve Akdeniz’in yerel türleri üzerindeki etkileri sürekli incelenmelidir.

KAYNAKLAR

[1] Golani, D., 1998. Impact of Red Sea fish migrants trough the Suez Canal on the aquatic environment of the Eastern Mediterranean. Yale F and S Bulletin, 375-387.

[2] Oren, O.H., 1970. The Suez Canal and the Aswan High Dam. Their effect on the Mediterranean. Underwater Science Technology, 2: 222-229.

[3] Por, D., 1978. Lessepsian Migration. The Influx of Marine Biota into the Mediterranean by Way of the Suez Canal. Ecological Studies, 23, Springer Verlag.

[4] Ergüden, D., Filiz, H., Turan, C., 2013. Türkiye denizlerindeki Hint Pasifik kökenli lesepsiyen balık türlerinin 2013 revizyonu ve geçiş yolları. XVI. Sualtı Bilim ve Teknolojisi Toplantısı, İstanbul, 34-43.

[5] Golani, D., Orsi Relini, L., Massuti, E., Quignard, J.P., 2002. CIESM Atlas of Exotic Species in the Mediterranean. F., Briand (Ed). Fishes (Vol. 1. pp: 1-256), CIESM Publishers, Monaco.

[6] CIESM, 2015. Atlas of Exotic Fishes in the Mediterranean. http://www.ciesm.org/atlas/appendix1. html (erişim 07 Ağustos, 2015)

[7] Ben-Tuvia, A., 1973. Man-made changes in the eastern Mediterranean Sea and their effect on the fishery resources. Marine Biology 19: 197-203.

[8] Quignard, J.P., Tomasini, J.A., 2000. Mediterranean fish biodiversity. Biologia Marina Mediterranea, 7:1-66.

35

[9] Bilecenoğlu, M., Alfaya, J.E.F., Azzurro, E., Baldacconi, R,, Boyacı, Y.Ö., Circosta, V., Compagno, L.J.V., Coppola, F., Deidun, A., Durgham, H., et al. 2013. New Mediterranean marine biodiversity records (December, 2013). Mediterranean Marine Science, 14: 463-480.

[10} Tuncer, S., Aslan Cihangir, H., Bilecenoğlu, M., 2008. First record of the Lessepsian migrant Lagocephalus spadiceus (Tetraodontidae) in the Sea of Marmara. Cybium, 32: 347–348.

[11] Ünsal, S., 1992. Türkiye denizleri icin yeni bir kefal balığı türü: Mugil so-iuy Basilewsky. Doğa Turkish Journal of Veterinary and Animal Science, 16: 427-432.

[12] Cirik, Ş., Akçalı, B., 2002. Denizel ortama yabancı türlerin taşınıp yerleşmesi: Biyolojik işgalin kontrolü, hukuksal, ekolojik ve ekonomik yönleri. Ege Üniversitesi Su Ürünleri Dergisi, 19(3-4): 507-527.

[13] Güneş, Ş., 2001. Karadeniz’de çevresel işbirliği, 1992 Bükreş Sözleşmesi. ODTÜ Gelişme Dergisi, 28(3- 4): 311-337.

[14] Hoşsucu, H., Kınacıgil, T., Kara, A., Tosunoğlu, Z., Akyol, O., Ünal, V., Özekinci, U., 2001. Türkiye balıkçılık sektörü ve 2000’li yıllarda beklenen gelişmeler. Ege Üniversitesi Su Ürünleri Dergisi, 18(3-4): 593-601.

[15] Ben-Yami, M., Glaser, T., 1973. The invasion of Saurida undosquamis (Richardson) into the Levant basin an example of biological effect of interoceanic canals. Fishery Bulletin, 72(2): 359-373.

[16] Golani, D., Ben-Tuvia, A., 1989. Characterization of Lessepsian (Suez Canal) Fish Migrants. In E. Spanier, Y. Steinberger, M. Luria (Eds.). Environmental Quality and Ecosystem Stability, (Vol 4-B, pp 235–243), ISEEQS, Jerusalem, Israel.

36

SYNAPTULA RECIPROCANS (FORSKAL, 1775)’IN TOPLAM SAPONİN

DÜZEYLERİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA

Nazlı Mert1, Nurçin Gülşahin2, Murat Çelik3, Levent Çavaş1,4

1Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Bilimleri Ens., Biyoteknoloji ABD, Kaynaklar, İzmir, Türkiye 2 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, Su Ür. Temel Bil. Böl., Muğla, Türkiye 3 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Su Ürünleri Fak., Su Ür. Avl.ve İşl. Tek. Böl., Muğla, Türkiye

4Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Fakültesi Kimya Bölümü Biyokimya ABD, Kaynaklar, İzmir, Türkiye

ÖZET

İndo-Pasifik kökenli bir deniz hıyarı türü olan Synaptula reciprocans (Forskål, 1775), Süveyş Kanalı yolu ile Akdeniz’e giriş yapmış ve Levantin kıyılarında dağılım göstermiştir [1]. Kızıldeniz’de yaygın olarak bulunmakla birlikte, İsrail, Kıbrıs, Lübnan, Türkiye ve Yunanistan’da çeşitli yıllarda rapor edilmiştir [2-10]. Organizmalar kendilerini dış etmenlerden koruma ve savunma amacıyla sekonder metabolit olarak allelokimyasallar salgılarlar. Deniz hıyarlarında bulunan sekonder metabolitlerden biri triterpen glikozidlerdir [11]. Deniz hıyarı triterpen glikozidleri, 18 (20) lakton içeren lanostan tip aglikon zinciri ve ksiloz, kinovoz gibi şeker birimlerinden oluşan bir glikon zincirinden oluşmaktadır [11]. Yapılan çalışmada istilacı S. reciprocans (Forskål, 1775) örnekleri iki farklı tarihte Güllük Körfezinden, kıyıdan el kepçesiyle toplanmıştır. Deniz hıyarı örnekleri, yapısındaki triterpen glikozidlerin HPLC-UV metoduyla profillerinin incelenmesi için Bondoc vd. (2013) metoduyla ekstrakte edilmiştir [11]. Ekstraksiyonun ardından Güllük istasyonundan toplanan örneklerin toplam saponin düzeyleri vanilin-sülfürik asit kolorimetrik testiyle [12] 3018,02 ± 954,89 ve 1611,45 ± 260,47 mg/L olarak tespit edilmiştir. Ayrıca HPLC-UV çalışmaları Van Dyck vd. (2011) metoduna göre gerçekleştirilmiştir [13]. Saponinler deniz hıyarlarının sekonder metabolitlerini oluşturmaktadır. Yeni bir habitata adaptasyonunda önemli roller oynayan moleküllerdir. Bu bağlamda ülkemiz sahillerine yeni giriş yapan yabancı deniz hıyarları türünde toplam saponin düzeylerinin takip edilmesi önem taşımaktadır. Öte yandan saponinlerin farmakolojik özelliklerinden dolayı bu türün sayısının istenmeyen düzeyde artması ile bu canlılardan saponinlerin izolasyonu alternatif olarak düşünülebilir.

Anahtar Kelimeler: HPLC-UV, Synaptula reciprocans, Triterpen glikozid, Toplam saponin

KAYNAKLAR

[1] Antoniadou, C., Vafidis, D. (2009). Updated distribution of the holothuroid Synaptula reciprocans (Forskal, 1775) in the Mediterranean: does it follow shallow-water circulation patterns?. Aquatic Invasions, 4(2), 361-363.

[2] Clark, A.M., Rowe, F.E.W. (1971). Monograph of shallow-water Indo-West Pacific echinoderms. British Museum, Natural History, London, 238 pp.

[3] Cherbonnier, G. (1986). Holothuriens de la Méditerranée et du nord de la mer Rouge. Bulletin du Muséum National d'Historie Naturelle 8: 43-46.

[4] Zibrowius, H., Bitar, G. (2003). Invertébrés marins exotiques sur la côte du Liban. Lebanese Science Journal 4: 67-74.

[5] Bitar, G., Dupuy de la Grandrive, R., Foulquie, M. (2003). Second mission relating to the development of marine protected areas on Syrian coasts. Technical Report, 40 pp.

[6] Pancucci-Papadopoulou, M.A., Zenetos, A., Corsini-Foka, M., Politou, C.Y. (2005). Update of marine alien species in Hellenic waters. Mediterranean Marine Science 6: 147- 157.

37

[7] Öztürk, B., Özgür, E., Ürün, A. (2005). Ölüdeniz Lagünü Denizel Biyoçeşitliliği Üzerine Bir Ön Çalışma. Ölüdeniz Lagünü Sürdürülebilir Yönetim Sempozyumu; 27–28 Ekim 2005; Ölüdeniz, Antalya, Turkey pp. 64–83 (in Turkish).

[8] Çınar, M.E., Bilecenoğlu, M., Öztürk, B., Can, A. (2006). New records of alien species on the Levantine coast of Turkey. Aquatic Invasions 1: 84-90 doi:10.3391/ ai.2006.1.2.6.

[9] Galil, B.S. (2006). The marine caravan - The Suez Canal and the Erythrean Invasion. In: Gollasch S, Galil BS, Cohen AN (eds), Bridging divides maritime canals as invasion corridors. Springer, Netherlands, pp 207-300.

[10] Koukouras, A., Sinis, A.I., Bobori, D., Kazantzidis, S., Kitsos, M.S. (2007). The echinoderm (Deuterostomia) fauna of the Aegean Sea, and comparison with those of the neighbouring seas. Journal of Biological Research 7: 67- 92.

[11] Bondoc, K.G.V., Lee, H., Cruz, L.J., Lebrilla, C.B., Juinio-Meñez, A. (2013). Chemical fingerprinting and phylogenetic mapping of saponin congeners from three tropical holothurian sea cucumbers. Comparative Biochemistry and Physiology, Part B 166 (3-4):182-193.

[12] Hiai, S., Oura, H., Nakajima, T. (1976). Color reaction of some sapogenins and saponins with vanillin and sulfuric acid. Planta Medica (29): 116-22.

[13] Van Dyck, S., Caulier, G., Todesco, M., Gerbaux, P., Fournier, I., Wisztorski, M., Flammang, P. (2011). The triterpene glycosides of Holothuria forskali: usefulness and efficiency as a chemical defense mechanism against predatory fish. The Journal of Experimental Biology 214(8): 1347-1356.

38

İÇİ TEMİZ DIŞI TEMİZ DENİZLERİMİZ PROJESİ:

U20 ALMAN DENİZALTISI

Tahsin Ceylan1, Murat Kulakaç2

1Kırım Cad., No.60 C Blok 13 Emek, Ankara, Türkiye 2Yalı Mah., Zeytinoğlu Sok., No. 6, Değirmendere, Gölcük, Kocaeli, Türkiye

ÖZET

05 Nisan 2015 tarihinde 4 kişilik bir dalış ekibiyle Karasu Sakarya Nehri’nden hareketle denizaltının ilk keşfi yapılmıştır.6 Nisan 2015 tarihinde denizaltıya aynı gün içinde iki dalış yapılarak haritası çıkartılmış, kirleticilerin yoğun olduğu bölgeler tespit edilmiştir. Denizaltının 4,1 metre genişliğinde, 42,7 metre uzunluğunda, kıyıdan 2 mil açıkta, kule derinliğinin 18 metre, dip derinliğinin 23 metre olduğu ve üzerinin kirletici deniz çöpleri ve ağlarla örülü olduğu görülmüştür. 13 - 20 Nisan tarihleri arasında 6 kişilik dalış, 2 kişilik sualtı görüntüleme, 2 kişilik su üstü görüntülüme, 3 kişilik satıh destek ekibi olmak üzere toplam 13 kişilik ekip ile yasal izinler alınarak temizlik ve görüntüleme işlemine başlanmıştır. Temizleme çalışmalarında biri ağ sarabilme özelliği de olan gırgır teknesi ve bir 175 BG’nde çekebilme kabiliyeti yüksek zodyak bot kullanılmıştır. Sualtı işçiliği Profesyonel Balıkadam Yönetmeliği kapsamında planlanmış ve uygulanmıştır. Kirleticilerin askıya alınması, kesilmesi ve satha çıkartılması için 2 adet 1000’er kg’lık 5 adet 500 kg’lık ve 4 adet 200 kg’lık kaldırma balonları kullanılmıştır. Çelik tellerin kesilmesi için de hidrolik sualtı makası kullanılmıştır. Her gün beş dalış gerçekleştirilmiştir. Temizlik öncesi, temizlik esnası, temizlik sonrası sualtı, su üstü fotoğraf ve video çekimleri sürekli yapılmıştır. U20 Denizaltı üzerinde biriken ve gövdesinin aşınmasına, parçalanmasına yol açan ağlar çıkartılarak sergilenmek üzere sahilde depolanmıştır. Tüm çalışmayı kapsayacak şekilde video, fotoğraf düzenlenmesi, broşür ve katalog çalışması yapılmıştır. Denizaltının temizlik öncesi, temizlik anı ve temizlik sonrası halini gösteren fotoğraf sergisi hazırlanmıştır. Denizaltının temiz olduğu 2010 yılına ait görüntüler ise arşivimizden kullanılmıştır. 31 fotoğraftan oluşan sergi her biri 70x100 ebadında 10 mm foto-blok kaplama olarak hazırlanmıştır. Denizaltının temizlenmesi sonucu ortaya çıkan deniz çöpleri ve ağlar belediye meydanında kurulan düzenek ile tüm vatandaşlara sergilendi.

Anahtar Kelimeler: U20 Denizaltı, Çevre, Sualtı temizliği, Balık ağı

39

DİP TROL AĞLARINDA BALIK DAVRANIŞLARI:

MERSİN KÖRFEZİ’NDEN KAYITLAR

Ebrucan Kalecik1, Yeliz Özbilgin1, Hüseyin Özbilgin1, Gökhan Gökçe2, Ahmet Raif Eryaşar3, Adem

Sezai Bozaoğlu4

1Mersin Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, Yenişehir, Mersin, Türkiye 2Çukurova Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, Balcalı, Adana, Türkiye

3Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, Fener, Rize, Türkiye 4Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, Merkez Kampüs, Van, Türkiye

ÖZET

Dip trol ağı balık, karides ve diğer deniz tabanında veya yakınında yaşayan türleri avlamak için kullanılan dipten sürüklenerek çekilen etkin bir av aracıdır. Trol balıkçılığı dünyadaki su ürünleri üretiminin yaklaşık %22’sini oluşturmaktadır. Dip trolleri ile yakalanan avın %50’sinden fazlası hedeflenmeyen türler ya da hedeflenen türlerin küçük bireyleri olduğu için denize geri atılmaktadır. Günümüzde ticari balıkçılık genellikle tam ya da aşırı kullanılmış alanlarda gerçekleştirilmektedir. Kaynakların bu denli kullanılması, hedef olmayan türlerin yüksek yakalanma oranları ve yakalanan ürün başına tüketilen fosil yakıtların miktarı araştırmacıların çoğunu hedef dışı avı azaltma konusuna yönlendirmiştir.

Sucul canlılar trol ağının içine girme ve yakalanma sürecinde av aracının kısımlarına ve balıkçı gemisine karşı farklı davranışlar sergilemektedirler. Dip trollerinde seçiciliği arttırabilmek için hedef olan ve olmayan türlerin davranışlarının detaylı olarak bilinmesi büyük önem arz etmektedir. Fakat literatürde Akdeniz’de yapılmış, avlama teknolojisinde kullanılabilir nitelikteki davranış çalışması çok az sayıdadır. Çalışmanın amacı; operasyon sırasında, av aracının etki alanına giren canlıların, dip trol takımının farklı bölgelerine karşı gösterdikleri belirgin davranış kalıplarının olup olmadığını araştırmaktır.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Deniz Bilimleri Enstitüsü’ne ait LAMAS (16m; 240HP) ve ticari balıkçı teknesi SEÇER (7,5 m; 75 HP) ile Ocak 2011- Mayıs 2013 tarihleri arasında gözlem seferleri gerçekleştirilmiştir. Mersin Körfezi’nin 3 - 400 m derinliklerinde yirmi altı bin dakikadan fazla video kaydı elde edilmiştir. Farklı teknik özelliklere sahip olan Bowtech (Explorer ve LCC -600), GoPro (Hero, Hero2, Hero3 Black Ed.) ve RD 32 sualtı kameraları dip trolünün ağız, tünel ve torba kısımlarına özel bağlantı aparatlarıyla monte edilmiştir. Her trol çekiminde derinliğe bağlı olarak kullanılan kamera sayısı 1-5 arasında değişmiştir.

Gözlem bulguları aşağıda kısaca özetlenmiştir.

Ağın ağız kısmından elde edilen kayıtlarda;

*Düşük çözünürlük ve düşük kontrasttan dolayı yalnızca iri balıkların net olarak görülebildiği,

*Kemane ve vatozların kurşun yaka önünde bir süre yüzdükten sonra altından kaçmaya çalıştıkları ve birçok denemede rahatlıkla kaçabildikleri,

*Sübyelerin kurşun yakanın önünde bir süre yüzdükleri ve yükselmeden ağın torba kısmına doğru geriledikleri,

*Ahtapot ve kalamarların kurşun yakanın yaklaşmasıyla yükseldikleri ama ağın içinde kaldıkları,

*Torbada ağ çekim hızından daha hızlı yüzen balıkların kolaylıkla ağın ağız kısmından kaçabildikleri,

*Küçük pelajik balıkların homojen yapıda sürü oluşturarak uzun süre yüzdükleri,

*Küçük demersal balıkların nadiren ve kısa süreli yüzdükleri tespit edilmiştir.

40

Ağın kurşun yakasının gerisinde oluşan kum ve çamur bulutu sebebiyle torbaya kadar olan bölümlerde balık görmek pek mümkün olmamıştır. Ancak ağın tünel kısmında yapılan bazı çekimlerde ağ kaldırılırken, ağın arka bölümlerindeki küçük demersal balıkların sürüler halinde ağın tünel kısmına kadar ilerledikleri görülmüştür.

Trol torbasından elde edilen verilerin birçoğunda analiz edilebilir video kayıtları çekim sonuna aittir. Ağın torbasındaki video kayıtlarında;

* Nispeten büyük balıkların sakin bir şekilde yüzdükleri,

*Küçük demersal balıkların düzgün bir sürü oluşturarak torbada yüzmeye devam ettikleri,

*Afalina bireylerinin ağın etrafında yüzdükleri ve ara ara ağı ısırarak içerideki balıklara ulaşmaya çalıştıkları gözlemlenmiştir.

Çalışmadaki gözlemler tür gruplarına ait genel davranış kalıplarını sunmaktadır. Örneğin; kemane ve vatozların davranış farkından yararlanarak bu türlere özel av aracında değişiklik yapılabilme potansiyeli vardır. İleride yapılacak çalışmalarda, hızla gelişen aksiyon kamera teknolojisi ile türe özgü davranış verilerinin analiz edilerek sayısallaştırılması gerekmektedir.

Bu çalışma “Mersin Körfezi Trol Balıkçılığında Tür ve Boy Seçiciliğini Arttırmaya Yönelik Araştırmalar” adlı 109O684 kodlu TÜBİTAK projesinde elde edilen video kayıtları kullanılarak hazırlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Dip trolü, Balık davranışları, Sualtı kamerası, Mersin Körfezi

41

SAROS KÖRFEZİ’NDE TESPİT EDİLEN BALIK TÜRLERİ

Cem Dalyan, Suna Tüzün, Aslı Özlem Horasanlı

İstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Böl., Hidrobiyoloji ABD, 34452 Fatih, İstanbul, Türkiye

ÖZET

Bu çalışma Saros Körfezi’nde, 2013-2014 yıllarında 0-194 m arası derinliklerde gerçekleştirilmiştir. Balık türleri aletli dalış yöntemi ile sualtında görsel olarak tespit edilmiş ve ayrıca trol ve algarna ile örneklenmiştir. Araştırma süresince 60 grup dalışı gerçekleştirilmiş ve bununla birlikte üç trol, on algarna çekimi yapılmıştır. Sonuçta 44 familyaya ait 107 balık türü tespit edilmiş, bunlardan altısının kıkırdaklı balıklara ait olduğu belirlenmiştir. Sparidae ve Labridae, en fazla tür ile temsil edilen familyalar olmuştur. Çalışmada elde edilen Labrus viridis türünün IUCN kriterlerine göre hassas statüde olduğu, Raja clavata ve Raja asterias türlerinin ise tehlikeye yakın kategoride yer aldıkları görülmüştür. Dalışlar ile 72, trol çekimleri ile 39 ve algarna çekimleri ile 25 balık türü elde edilmiştir. Bu çalışma, Saros Körfezi’nde hem av araçları hem de sualtı gözlem yöntemi kullanılarak balık türlerinin tanımlanmasını amaçlamış ilk çalışmadır.

Anahtar Kelimler: Saros Körfezi, Kuzey Ege Denizi, Deniz balıkları

GİRİŞ

Ege Denizi’nin sahip olduğu biyolojik kaynaklar, çok zengin ve dinamik bir yapı sergilemektedir. Bu zengin yapının sebeplerinden biri de, Ege Denizi’nin boğazlar sistemiyle Marmara ve Karadeniz’e olan bağlantısı ve bu denizlerden de beslenmesidir. Ayrıca, Levant ve İyon Denizleri gibi farklı ekosistemlere komşu olması; bu denizi, demersal ve pelajik türler için barınma, beslenme ve yumurtlama alanı yapmaktadır. Kuzey Ege Denizi, Karadeniz ve Marmara’dan gelen periyodik balık göçüne de ev sahipliği yapmaktadır 1].

Çanakkale Boğazı yoluyla Kuzey Ege Denizi’ne ulaşan Karadeniz suları, verimliliği olumlu yönde etkiler. Buna paralel olarak, nütrient konsantrasyonu, planktonik ve bentik organizmaların yoğunluğu ile avlanan balık miktarı, Ege Denizi’nin kuzeyinden güneyine doğru azalma göstermektedir 2].

Saros Körfezi, uzun kıta sahanlığına sahip Kuzey Ege Denizi’nin en kuzeydoğu ucunu oluşturur. Yaklaşık 60 km uzunluktaki körfez, güneybatı-kuzeydoğu istikametinde uzanır (Şekil 1). 2000 yılından bu yana trol avcılığına kapalıdır 3] ve bu özelliği ile popülasyon dinamiği araştırmalarına kaynak sağlayabilecek daha az sömürülmüş stoklara sahip olduğu söylenebilir.

Körfezin balıklarını ortaya koyan kapsamlı çalışmaların sayısı son derece azdır. Torcu-Koç ve diğ. (2004) Saros Körfezi’nden elde ettikleri 3’ü kıkırdaklı, 27’si kemikli olmak üzere toplam 30 balık türünün metrik ve meristik karakterlerini incelemiştir 4]. Türlerin dağılımlarına değinilmemiştir. Bu çalışmadan sonra İşmen ve diğ., (2007), 2005-2006 yıllarında körfezden 28-370 m derinlik aralığında elde ettikleri 63 balık türünün boy-ağırlık ilişkisini incelemişlerdir 5]. Bu türlerin sekizi, boy-ağırlık ilişkisi ilk defa ortaya koyulmuş olan türlerdir. Çalışma sınırlı balıkçılık faaliyetinin yürütüldüğü bir bölgede yapılmış olması açısından son derece önemlidir. 2011 yılında yayınlanmış başka bir çalışmada Marmara ve Kuzey Ege Denizi’nde bulunan denizel canlılık incelenmiştir 6]. Saros Körfezi’nden de 5 noktanın bulunduğu çalışmada trol çekimleri sonucunda 63 balık türü

42

belirlenmiştir. Aynı yıl Cengiz ve diğ. (2011), körfez içinde kalan bölgede gerçekleştirdikleri aylık trol çekimleri sonucunda elde ettikleri 59 familyaya ait 124 balık türünden bahsetmiştir 7]. Bu çalışmalar haricinde balık türlerini içeren kapsamlı herhangi bir çalışmaya rastlanamamıştır.

Bu çalışmada, “Saros Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi Karasal ve Denizel Biyolojik Çeşitliliğin Tespiti Projesi” kapsamında, 2013 ve 2014 yıllarında toplam iki sene, 0-194 m arası derinliklerde bulunan balık türleri, aletli dalış (SCUBA) metodunun yanı sıra algarna ve dip trol ağları kullanılarak tespit edilmeye çalışılmıştır.

MATERYAL VE YÖNTEM

Dalış örneklemesi

25 Mayıs-06 Haziran 2013 tarihleri arasında 17 noktada ve 09-13 Haziran 2014 tarihleri arasında 13 noktada aletli dalış yöntemi (SCUBA) ile bölgede var olan balık türleri gözlenmiştir (Tablo 1). Bu tarihlerde, kiralanan dalış teknesi ile dalıcılar belirlenen noktalara taşınmış ve her noktada iki dalıcıdan oluşan 2 ya da 3 grup, dalışları gerçekleştirmiştir. Tekne üzerinde planlanan dalışların süresi, derinlik ve ortam şartlarına bağlı olarak 75 ile 125 dk arasında değişmiştir. 10-12 tecrübeli dalıcıdan oluşan bilimsel ekip, proje boyunca toplamda 60 grup dalışı ile 100 saatten fazla su altında incelemeler yapmıştır.

Her dalıcı, gözlemlerini pleksiglas sualtı yazı tahtalarına kurşun kalem ile yazarak, gözledikleri türleri derinlik bilgisi ile kaydetmiştir. Bu gözlemler tekne üzerinde veri formlarına kaydedilmiştir. Ayrıca dalıcılar sualtında tayin edemedikleri balık türlerini eğer mümkünse yanlarında bulunan plastik poşetler ile yakalamış ve kaplara alarak tekneye çıkartmışlardır. Örneklenen türler, canlı grubuna özgü fiksatiflerin yardımı ile etiketlenerek uygun kaplarda muhafaza edilmiştir. Laboratuvar ortamına getirilerek incelenen örnekler İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Hidrobiyoloji Müzesi’nde depolanmıştır. Bunlar dışında profesyonel sualtı görüntüleme sistemleri ile elde edilen video ve fotoğraf görüntüleri her dalış sonrasında uzman ekip tarafından bilgisayar ortamında incelenerek bulgular not edilmiştir.

Şekil 1. Çalışma alanı: Saros Körfezi

43

Tablo 1. Saros Körfezi’nde 2013 ve 2014 yıllarında gerçekleştirilen dalışların detayları

TARİH YER - DALIŞ KODU KOORDİNAT

1 25.05.2013 Kömür Limanı 20130525_01 40°27'24.39"K 26°30'36.82"D

2 26.05.2013 Bakla Koy içi 20130526_01 40°33'44.35"K 26°47'27.04"D

3 27.05.2013 Leştepe 20130527_01 40°30'35.16"K 26°38'25.44"D

4 27.05.2013 Bakla Koy içi 20130527_02 40°33'40.90"K 26°46'08.53"D

5 28.05.2013 Üç Adalar (Büyükada) 20130528_01 40°37'07.07"K 26°44'21.44"D

6 28.05.2013 Üç Adalar (Büyükada) 20130528_02 40°36'46.06"K 26°44'25.19"D

7 28.05.2013 Üç adalar (Küçük ada) 20130528_03 40°37'14.59"K 26°45'49.76"D

8 28.05.2013 Üç Adalar (İkinci ada - Doğu) 20130528_04 40°37'11.38"K 26°45'28.14"D

9 28.05.2013 Üç Adalar (İkinci ada - Batı) 20130528_05 40°37'17.89"K 26°45'20.53"D

10 03.06.2013 Bakla Koy dışı 20130603_01 40°32'50.25"K 26°43'54.01"D

11 03.06.2013 Bakla Koy dışı 20130603_02 40°33'23.91"K 26°44'41.86"D

12 04.06.2013 Despot 20130604_01 40°28'49.44"K 26°33'00.24"D

13 04.06.2013 Minnoş 20130604_02 40°28'31.25"K 26°32'26.11"D

14 05.06.2013 Kömür Limanı 20130605_01 40°27'28.33"K 26°30'38.99"D

15 05.06.2013 Kömür Limanı 20130605_02 40°27'30.28"K 26°30'36.90"D

16 06.06.2013 Manda Limanı 20130606_01 40°24'40.20"K 26°24'24.52"D

17 06.06.2013 Koyun Limanı 20130606_02 40°23'19.67"K 26°21'44.39"D

18 09.06.2014 Bakla Koy dışı 20140609_01 40°33'17.97"K 26°44'19.81"D

19 09.06.2014 Kalemli Koyu 20140609_02 40°31'46.20"K 26°42'46.68"D

20 10.06.2014 Bahçeler 20140610_01 40°30'32.87"K 26°39'43.72"D

21 10.06.2014 Leş Tepe 20140610_02 40°30'33.90"K 26°40'26.37"D

22 10.06.2014 Güneyli Limanı 20140610_03 40°30'36.83"K 26°41'40.59"D

23 11.06.2014 Despot 20140611_01 40°28'51.88"K 26°33'14.61"D

24 11.06.2014 Kömür Limanı 20140611_02 40°27'31.34"K 26°30'39.19"D

25 12.06.2014 Karaağaç 20140612_01 40°26'07.14"K 26°26'28.10"D

26 12.06.2014 Çıralık 20140612_02 40°24'34.38"K 26°23'45.90"D

27 12.06.2014 Ece Limanı Dış 20140612_03 40°22'27.30"K 26°20'22.90"D

28 12.06.2014 Kömür Limanı 20140620_04 40°27'26.91"K 26°30'36.30"D

29 13.06.2014 Kocaçeşme 20140613_01 40°38'26.00"K 26°48'13.39"D

30 13.06.2014 Koruköy 20140613_02 40°34'24.90"K 26°48'52.33"D

44

Trol örneklemesi

14 Haziran 2014 tarihinde, 23 m uzunluğunda, 44 mm göz açıklığına sahip trol ağı kullanan bir balıkçı teknesi kiralanarak, üç trol çekimi gerçekleştirilmiştir. Tür listesinin mümkün olduğunca arttırılması amacıyla üç farklı derinlik konturu incelenmiştir. Çekimlere ait detaylı bilgi Tablo 2’de gösterilmiştir.

Tablo 2. Saros Körfezi’nde 14.06.2014 tarihinde gerçekleştirilen trol çekimlerinin detayları

Tarih Başlangıç Koordinat N/E Bitiş Koordinat N/E Derinlik Baş./Bitiş (Ort.) (m) Hız (knot) Süre (dk)

14.06.2014 40° 35' 37'' / 26° 45' 10'' 40° 35' 30'' / 26° 43' 20'' 59/58 (59) 2,6 31

14.06.2014 40° 31' 53'' / 26° 34' 39'' 40° 31' 13'' / 26° 34' 23'' 185/194 (190) 2,6 25

14.06.2014 40° 32' 55'' / 26° 19' 46'' 40° 32' 01'' / 26° 28' 11'' 82/88 (85) 2,6 20

Algarna örneklemesi

Çalışma alanını kapsayacak şekilde planlanan algarna çekimleri teknik şartnameye uygun olarak 10 ayrı noktada gerçekleştirilmiştir (Tablo 3). Bu noktaların biri hariç (bu istasyon yoğun deniz çayırı (Posidonia oceanica) habitatı olduğundan çekim kısa tutulmuştur) tümünde 10 dakika boyunca çekim yapılmıştır.

Çekim sonrasında elde edilen balık örnekleri türlerine göre ayrılıp fikse edilmiştir. Laboratuvar ortamına getirilen materyal, gerekli incelemelerin ardından İstanbul Üniversitesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Anabilim dalı müze koleksiyonunda depolanmıştır.

Tablo 3. Saros Körfezi’nde 07.06.2013 tarihinde gerçekleştirilen algarna çekimlerinin detayları

Tarih Başlangıç Koordinat N/E Bitiş Koordinat N/E Derinlik Baş./Bitiş

(Ort.) (m)

Hız

(knot)

Süre

(dk.)

07.06.2013 40° 33' 19'' / 26° 45' 40" 40° 33' 30'' / 26° 46' 05" 6 - 23 (15) 2,2 10

07.06.2013 40° 34' 03'' / 26° 48' 02" 40° 34' 15'' / 26° 48' 22" 22 - 21 (22) 2,2 10

07.06.2013 40° 36' 23'' / 26° 49' 20" 40° 36' 48'' / 26° 49' 12" 17 - 19 (18) 2,2 10

07.06.2013 40° 37' 22'' / 26° 47' 58" 40° 37' 20'' / 26° 47' 29" 31 - 33 (32) 2,2 10

07.06.2013 40° 37' 05'' / 26° 44' 38" 40° 37' 31'' / 26° 44' 41" 28 - 18 (23) 2,2 10

07.06.2013 40° 28' 55'' / 26° 33' 32" 40° 29' 03'' / 26° 33' 54" 13 - 20 (17) 2,2 10

07.06.2013 40° 29' 51'' / 26° 35' 17" 40° 29' 27'' / 26° 35' 35" 17 - 26 (22) 2,2 5

07.06.2013 40° 30' 29'' / 26° 37' 16" 40° 30' 40'' / 26° 37' 42" 18 - 35 (27) 2,2 10

07.06.2013 40° 30' 50'' / 26° 42' 11" 40° 31' 14'' / 26° 42' 30" 10 - 9 (10) 2,2 10

07.06.2014 40° 32' 44'' / 26° 43' 37" 40° 33' 05'' / 26° 44' 02" 11 - 22 (16) 2,2 10

45

BULGULAR

Saros Körfezi balık türlerinin belirlenmesi amacıyla, aletli dalış yöntemiyle gözlemler yapılmış ve bunun yanında algarna ve trol araçları ile örneklemeler gerçekleştirilmiştir. Toplam 44 familyaya ait 107 balık türünün elde edildiği ve Tablo 4’te listelendiği bu araştırmada Sparidae (15) ve Labridae familyaları (14) en fazla tür ile temsil edilen familyalardır ve elde edilen toplam balık türlerinin % 27’sini oluşturmaktadır. Kemikli balıkların ağırlıklı olduğu gözlem ve örneklemelerde sadece altı kıkırdaklı balık türüne rastlanmıştır. Bu türlerden beşi trol çekimlerinden elde edilirken sadece Dasyatis pastinaca türü dalışlar sırasında gözlenmiştir, algarna ile herhangi bir kıkırdaklı balık türü elde edilememiştir. Tüm araştırma boyunca yapılan sualtı gözlemlerinde 72, trol çekimlerinde 39, algarna çekimlerinde ise 25 balık türü elde edilmiştir.

Tablo 4. Saros Körfezi’nde trol ile avlanan türlerin alfabetik listesi ve familyaları

Aidablennius sphynx (Valenciennes, 1836) BLENNIIDAE

Argentina sphyraena Linnaeus, 1758 ARGENTINIDAE

Arnoglossus thori Kyle, 1913 BOTHIDAE

Atherina boyeri Risso, 1810 ATHERINIDAE

Boops boops (Linnaeus, 1758) SPARIDAE

Callionymus maculatus Rafinesque, 1810 CALLYONIMIDAE

Capros aper (Linnaeus ,1758) CAPROIDAE

Cepola macrophthalma (Linnaeus 1758) CEPOLIDAE

Chelidonichthys cuculus (Linnaeus ,1758) TRIGLIDAE

Chelidonichthys lucerna (Linnaeus, 1758) TRIGLIDAE

Chromis chromis (Linnaeus, 1758) POMACENTRIDAE

Citharus linguatula (Linnaeus, 1758) CITHARIDAE

Clinitrachus argentatus (Risso, 1810) CLINIDAE

Coelorinchus caelorhincus (Risso, 1810) MACROURIDAE

Conger conger (Linnaeus, 1758) CONGRIDAE

Coris julis (Linnaeus, 1758) LABRIDAE

Dasyatis pastinaca (Linnaeus, 1758) DASYATIDAE

Dentex dentex (Linnaeus, 1758) SPARIDAE

Diplodus annularis (Linnaeus, 1758) SPARIDAE

Diplodus puntazzo (Cetti, 1777) SPARIDAE

Diplodus sargus (Linnaeus, 1758) SPARIDAE

Diplodus vulgaris (Geoffroy St. Hilaire, 1817) SPARIDAE

Echichthys vipera (Cuvier, 1829) TRACHINIDAE

Eutrigla gurnardus (Linnaeus, 1758) TRIGLIDAE

Gadiculus argenteus Guichenot, 1850 GADIDAE

Gobius auratus Risso, 1810 GOBIIDAE

Gobius bucchichi Steindachner, 1870 GOBIIDAE

Gobius cruentatus Gmelin, 1789 GOBIIDAE

Gobius geniporus Valenciennes, 1837 GOBIIDAE

Gobius niger Linnaeus, 1758 GOBIIDAE

Gobius paganellus Linnaeus, 1758 GOBIIDAE

46

Tablo 4 (devam)

Gobius vittatus Vinciguerra, 1883 GOBIIDAE

Helicolenus dactylopterus (Delaroche, 1809) SCORPAENIDAE

Labrus bergylta Ascanius, 1767 LABRIDAE

Labrus merula Linnaeus, 1758 LABRIDAE

Labrus mixtus Linnaeus, 1758 LABRIDAE

Labrus viridis Linnaeus, 1758 LABRIDAE

Lepadogaster lepadogaster (Bonnaterre, 1788) GOBIESOCIDAE

Lepidorhombus boscii (Risso, 1810) SCOPHTHALMIDAE

Lepidotrigla cavillone (Lacepède, 1801) TRIGLIDAE

Lithognathus mormyrus (Linnaeus, 1758) SPARIDAE

Liza aurata (Risso, 1810) MUGILIDAE

Liza sp. MUGILIDAE

Lophius budegassa Spinola, 1807 LOPHIIDAE

Macroramphosus scolopax (Linnaeus, 1758) CENTRISCIDAE

Merlangius merlangus (Nordmann, 1840) GADIDAE

Merluccius merluccius (Linnaeus, 1758) MERLUCCIDAE

Micromesistius poutassou (Risso, 1826) GADIDAE

Mugil cephalus Linnaeus, 1758 MUGILIDAE

Mullus barbatus Linnaeus, 1758 MULLIDAE

Mullus surmuletus Linnaeus 1758 MULLIDAE

Muraena helena Linnaeus, 1758 MURAENIDAE

Oblada melanura (Linnaeus, 1758) SPARIDAE

Ophidion barbatum Linnaeus, 1758 OPHIDIIDAE

Ophisurus serpens Linnaeus, 1758 OPHICHTHIDAE

Pagellus acarne (Risso, 1827) SPARIDAE

Pagellus bogaraveo (Brünnich, 1768) SPARIDAE

Pagellus erythrinus (Linnaeus, 1758) SPARIDAE

Pagrus pagrus (Linnaeus, 1758) SPARIDAE

Parablennius gattorugine (Linnaeus, 1758) BLENNIIDAE

Parablennius tentacularis (Brünnich, 1768) BLENNIIDAE

Phycis blennoides (Brünnich, 1768) PHYCIDAE

Phycis phycis (Linnaeus, 1766) PHYCIDAE

Pomatoschistus bathi Miller, 1982 GOBIIDAE

Pomatoschistus quagga (Heckel, 1839) GOBIIDAE

Raja asterias Delaroche, 1809 RAJIDAE

Raja clavata Linnaeus, 1758 RAJIDAE

Raja miraletus Linnaeus, 1758 RAJIDAE

Sardina pilchardus (Walbaum, 1792) CLUPEIDAE

Sarpa salpa (Linnaeus, 1758) SPARIDAE

Sciaena umbra Linnaeus, 1758 SCIAENIDAE

Scophthalmus rhombus (Linnaeus 1758) SCOPHTHALMIDAE

47

Tablo 4 (devam)

Scorpaena maderensis Valenciennes, 1833 SCORPAENIDAE

Scorpaena porcus Linnaeus, 1758 SCORPAENIDAE

Scorpaena scrofa Linnaeus, 1758 SCORPAENIDAE

Scyliorhinus canicula (Linnaeus, 1758) SCYLIORHINIDAE

Serranus cabrilla (Linnaeus, 1758) SERRANIDAE

Serranus hepatus (Linnaeus, 1758) SERRANIDAE

Serranus scriba (Linnaeus, 1758) SERRANIDAE

Solea solea (Linnaeus, 1758) SOLEIDAE

Solea sp. SOLEIDAE

Sparus aurata Linnaeus, 1758 SPARIDAE

Spicara flexuosa Rafinesque, 1810 CENTRACANTHIDAE

Spicara maena (Linnaeus, 1758) CENTRACANTHIDAE

Spicara smaris (Linnaeus, 1758) CENTRACANTHIDAE

Spondyliosoma cantharus (Linnaeus, 1758) SPARIDAE

Squalus blainville (Risso, 1827) SQUALIDAE

Symphodus cinereus (Bonnaterre, 1788) LABRIDAE

Symphodus doderleini Jordan, 1890 LABRIDAE

Symphodus mediterraneus (Linnaeus, 1758) LABRIDAE

Symphodus melanocercus (Risso, 1810) LABRIDAE

Symphodus ocellatus (Linnaeus, 1758) LABRIDAE

Symphodus roissali (Risso, 1810) LABRIDAE

Symphodus rostratus (Bloch, 1791) LABRIDAE

Symphodus tinca (Linnaeus, 1758) LABRIDAE

Synchiropus phaeton (Günther, 1861) CALLYONIMIDAE

Syngnathus acus Linnaeus, 1758 SYNGNATHIDAE

Thalassoma pavo (Linnaeus, 1758) LABRIDAE

Trachinus draco Linnaeus, 1758 TRACHINIDAE

Trachinus radiatus Cuvier, 1829 TRACHINIDAE

Trachurus trachurus (Linnaeus, 1758) CARANGIDAE

Trigla lyra Linnaeus, 1758 TRIGLIDAE

Trigloporus lastoviza (Bonnaterre, 1788) TRIGLIDAE

Tripterygion delaisi Cadenat & Blache, 1970 TRIPTERYGIIDAE

Tripterygion tripteronotum (Risso, 1810) TRIPTERYGIIDAE

Uranoscopus scaber Linnaeus, 1758 URANOSCOPIDAE

Zeus faber Linnaeus 1758 ZEIDAE

TARTIŞMA VE SONUÇ

Türkiye denizlerinde yaşadığı bilinen 512 balık türünün 449’u Ege Denizi kıyılarımızda bulunmaktadır 8]. Sularımızda bulunan yüksek çeşitliliğe sahip familyalar arasında yer alan Sparidae (21 tür) ve Labridae (20 tür) familyası üyelerine, çalışmada gerçekleştirilen gözlem ve örneklemeler esnasında da rastlanmıştır. Çalışmada tanımlanan 44 familya arasında 15 tür ile Sparidae ve 14 tür ile Labridae çeşitliliği en yüksek familyalar olmuştur (Şekil 2). Söz konusu familyalara ait bu türlerin,

48

tüm çalışma alanında kıyıdan 30 m ye kadar olan derinlik konturunda en yaygın türler oldukları saptanmıştır. Labrus türlerinin tümü dalışlar sırasında gözlenmiştir. L. viridis, IUCN (2015)’e göre hassas tür kategorisinde yer almaktadır 9]. Gobiidae familyası sularımızda 43 tür ile temsil edilir, bunların 36’sı Ege Denizi kıyılarımızdan rapor edilmiştir 8]. Bu çalışmada, en yüksek tür sayısı ile temsil edilen bu familyaya ait yalnızca 9 türe rastlanmıştır. Cengiz ve diğ. (2011) ise elde ettiği türler arasında 3 Gobiid türünden bahsetmektedir 7]. Sualtı gözlemlerinde tür tayininin zor olmasının ve algarna-trol kullanımının sınırlı olmasının, bu araştırmadaki Gobiid sayısı yetersizliğine neden olduğu düşünülmektedir.

Ege Denizi’nde 64 adet kıkırdaklı balık türü olduğu Bilecenoğlu ve diğ. (2014) tarafından bildirilmiş, çalışmada bu türlerden 6 tanesine rastlanmıştır. Rastlanan türler arasında yer alan R. clavata ve R. asterias IUCN (2015)’e göre tehlikeye yakın kategoride değerlendirilmektedir 9]. Bunun dışında kalan türler için ya kategori atanmamıştır ya da en düşük tehlike düzeyi işaret edilmiştir.

Trol ve algarna örneklemelerinin sadece yumuşak zeminlerde yapılabiliyor olması ve dalış bölgelerinin genellikle deniz çayırlarının olduğu kumluk alanlardan oluşması, tür listesindeki balıkların daha çok yumuşak zeminde yaşayan türlerden ibaret olmasına neden olmuştur.

Literatür incelendiğinde, araştırmalarda elde edilen balık türü sayılarının, bir av aracına bağlı kalındığından, harcanan çabaya oranla düşük olduğu görülmüştür. Bu çalışma, sualtı gözlemlerini de içeren, bölgedeki tek çalışmadır. Listelenen 107 balık türünün 72’sinin sualtı gözlemi ile tespit edilmesi, yöntemin etkinliğini ortaya koymaktadır. Körfezden rapor edilmiş olan tür sayısına bu çalışmadan elde edilen türler de eklendiğinde, bölgeden bugüne kadar yaklaşık 200 balık türünün bildirildiği hesaplanmıştır. Bu sayının, Ege Denizi’nin 449 olan toplam balık türü sayısına oranla düşük olduğu görülmektedir. Ancak şu ana kadar tüm av araçları kullanılarak, sualtı gözlemleri yapılarak ve derinlik konturları dikkate alınarak yapılmış kapsamlı bir çalışma olmadığından, tür sayısı hakkında doğru bir sonuca varmak mümkün değildir.

Şekil 2. Gözlenen ve örneklenen balık türlerinin ait olduğu 44 familyanın tür sayılarına göre dağılımı ve en fazla türle temsil edilen üç familya

49

KAYNAKLAR

1] Kocatas, A., Koray, T., Kaya, M., Kara, O. F., 1993. Fisheries and environment studies in the Black Sea system. 3. A review of the fishery resources and their environments in the Sea of Marmara. Studies and Reviews of the General Fisheries Council for the Mediterranean/FAO, 64: 87–143.

2] Siokou-Frangou, I., Bianchi, M., Christaki, U., Christou, E., Giannakourou, A., Gotsis, O., Ignatiades, L., Pagou, K., Pitta, P., Psarra S., Souvermezoglou, E., Van Wambeke, F., Zervakis, V., 2002. Carbon flow in the planktonic food web along a gradient of oligotrophy in the Aegean Sea (Mediterranean Sea). J.Marine Systems 33(34): 335-353.

3] Cengiz, Ö., İşmen, A., Özekinci, U. 2014. Reproductive biology of the spotted flounder, Citharus linguatula (Actinopterygii: Pleuronectiformes: Citharidae), from Saros Bay (northern Aegean Sea, Turkey). Acta Ichthyol. Piscat. 44 (2): 123-129.

4] Torcu-Koç, H., Aka, Z., Türker-Çakır, D., 2004. An Investigationon Fishes of Saros Bay. BAÜ Fen Bil. Enst. Dergisi, 6 (2), 4-12.

5] İşmen, A., Özen, O., Altınağaç, U., Özekinci, U., Ayaz, A., 2007. Weight–length relationships of 63 fish species in Saros Bay, Turkey. J. Appl. Ichthyol. 23, 707–708.

6] Altuğ, G., Aktan, Y., Oral, M., Topaloğlu, B., Dede, A., Keskin, Ç., İşinibilir, M., Çardak, M., Çiftçi, P., 2011. Biodiversity of the northern Aegean Sea and southern part of the Sea of Marmara, Turkey. Marine Biodiversity Records, 4 (e65), 1-17.

7] Cengiz, Ö., İşmen, A., Özekinci, U., Öztekin, A., 2011. Saroz Körfezi (Kuzey Ege Denizi) Balık Faunası Üzerine Bir Araştırma. AKÜ-FEBİD, 11 (3), 31-37.

8] Bilecenoğlu, M., Kaya, M., Cihangir, B., Çiçek, E., 2014. An updated checklist of the marine fishes of Turkey. Turk. J. Zool., 38, 1-29.

9] IUCN, 2015. The IUCN Red List of Threatened Species. Version 2015-3. <http://www.iucnredlist.org>. Downloaded on 23 Ekim 2015.

50

TROL SEÇİCİLİK ÇALIŞMALARINDA SUALTI GÖRÜNTÜLEME

TEKNİĞİNİN KULLANIMI VE ÖNEMİ

Adnan Tokaç

Ege Üniversitesi, Su Ürünleri Fak., Avlama ve İşleme Tek. Böl., 35100 Bornova, İzmir, Türkiye

ÖZET

Trol seçicilik çalışmaları, ülkemizde yaklaşık son yirmi yıldan günümüze kadar çeşitli Üniversitelerin Su Ürünleri Fakültelerinde Avlama Teknolojisi konularında çalışan akademisyenler tarafından üzerinde yoğun olarak çaba sarf edilen bir araştırma alanı olmuştur. Bu alanda Türkiye’de üretilen çalışmalar gerek nicelik ve gerekse nitelik bakımından dünya literatüründe belirli bir yere sahip olmuştur. Ancak yapılan bu çalışmaların neredeyse tamamı deneysel saha (deniz) çalışmaları ve bu çalışmalardan toplanan veri analizine dayalı olarak yapılan çalışmalardır. Torba seçiciliğini artırmak için değişik ağ göz şekil ve büyüklükleri başta olmak üzere poliamid, polietilen gibi farklı ağ materyalleri, ip kalınlıkları ve torba tasarımları gibi seçiciliğe doğrudan etki eden etmenler üzerinde deneysel çalışmalar yapılmış ve trol torba seçiciliği üzerinde değerlendirmelerde bulunulmuştur. Bu tür deneysel çalışmalarda esas olan trol operasyonu sonrasında teknenin güvertesine alınan trol torba ve örtü torbadaki verilerdir.

Son yıllarda bu deneysel deniz çalışmaları yerine trol torba seçiciliğinin mekanizmasını anlamaya çalışan ve böylece seçicilik sonuçlarının matematiksel modelleme ile önceden tahminini olası hale getiren teorik seçicilik çalışmaları da az da olsa yapılmaya çalışılmıştır. Ancak bu tür teorik seçicilik çalışmalarında deneysel deniz çalışmalarından farklı olarak trol torbasının sualtı geometrisi ve torba gözlerinin açılım derecelerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle teorik esasa dayalı yapılacak bir trol seçicilik çalışmasında sualtı görüntüleme tekniklerinin kullanılması kaçınılmaz olmaktadır. Bu çalışmada trol seçicilik çalışmalarında sualtı görüntüleme tekniğinin yeri ve önemi konusunda örnekler verilerek genel bir değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Dip trolü, Sualtı görüntüleme, Seçicilik, İzmir Körfezi

GİRİŞ

Trol torbasının özellikleri ile balık davranışları arasındaki ilişki temel olarak seçiciliği belirleyen en önemli etmenlerdir. Bu karmaşık ilişkiyi anlayabilmek için özellikle trol içindeki balık davranışlarını izlemeye yönelik olarak av aracına bağlanan uzaktan kontrol edilebilen kamera 1, 2, 3] ve video 4, 5] kullanımı ile çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bu teknikler ile ağın içindeki balık davranışları hakkında önemli bilgiler elde edilmiştir. Bu şekilde yapılan doğrudan gözlemlerin yanı sıra echo-sounder 6, 7], sektör tarayıcılar 8] ve sonarlar 9] ile yapılan dolaylı gözlem teknikleri ile av aracına karşı olan balık davranış reaksiyonları incelenmeye çalışılmıştır. Av araçları ile balık davranışları arasındaki ilişkiyi anlamak için yapılan bu ilk sualtı gözleme çalışmaları sonrasında, gelişen teknolojiye paralel olarak kullanılan görüntüleme cihazları teknik açıdan oldukça gelişmiştir. Örneğin çok daha az ışıklı ortamlarda ve daha derin sularda yüksek çözünürlüklü görüntüler elde etmek mümkün olmuş ve aynı zamanda bu cihazların temini son derece kolaylaşmıştır. Son yıllarda trol seçiciliğinin önceden tahmin edilmesine yönelik yapılan teorik seçicilik çalışmalarında da av aracının sualtı görüntülerinden yararlanılmıştır. 10, 11].

51

MATERYAL VE YÖNTEM

Sualtı görüntüleme çalışmaları İzmir Körfezi Gülbahçe açıklarında Ege Üniversitesi Araştırma Gemisi R/V EGESÜF ile 17 Ekim 2012 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmalarda ticari trol ağına takılan deneysel trol ağlarının sualtı çekim koşullarındaki görüntülemeleri yapılmıştır. Trol torbasının görüntülenmesi ve ağ gözlerinin şekli ve açıklıklarının tespit edilebilmesi amacıyla ışık kullanılmadan GoPro Hero 2 sualtı kamerası kullanılmıştır. Kamera torbanın ön üst tarafına iki farklı yöntem kullanılarak yerleştirilmiş (Şekil 1) ve kamera çalıştırılarak trol ağı denize bırakılmıştır. Operasyonel çekim koşulları altında yapılan trol ağı torba görüntüleme çalışmaları sırasıyla 2,3-2,7 mil/saat trol çekim hızlarında ve 30-35 m derinlikler arasında gerçekleştirilmiştir. Çekim sonrası sualtı video görüntüleri bilgisayara aktarılarak çözümlenmiş ve torbadaki ağ gözlerinin imaj analizi FISHSELECT yazılımı kullanmak sureti ile yapılmıştır.

Şekil 1. Trol torbasının görüntülenmesinde kullanılan sualtı kamera ve görüntüleme tekniği

BULGULAR

Sualtı kamerası video görüntülerinin çözümlenmesi sonucu trol ağının torba kısmındaki ağ gözlerinin farklı çekim koşulları altındaki birçok görüntüsü elde edilmiştir (Şekil 2). Bu görüntülerden hem torba içindeki balık davranışları hakkında bilgi sahibi olmak ve hem de torbadaki ağ gözlerinin çekim koşulları altında göstermiş olduğu şekil ve açılım derecelerini tespit etmek mümkündür. Bu kapsamda yapılan inceleme neticesinde geleneksel dip trol ağlarının trol çekimi esnasındaki torba gözlerinin açılım açısı 39° olarak tespit edilmiştir (Şekil 3). Bu oldukça önemli bir bulgudur ve bu değer üzerine dayanılarak trol seçiciliği üzerine teorik çalışma ve modelleme yapılabilmektedir.

Şekil 2. Trol torba ağ gözlerinin sualtı görüntüleri

52

Şekil 3. FISHSELECT imaj analiz aracı kullanılarak modellenen ideal bir rombik ağ gözü modelinin trol operasyonu esnasındaki sualtı görüntüsü (Açılım açısı = 39°) 11]

TARTIŞMA VE SONUÇ

Teorik esasa dayalı trol seçicilik çalışmaları yapabilmek ve bunun sonucunda yapılacak modelleme ile trol torba seçiciliğinin önceden tahmin edilebilmesi için trol torba ağ gözlerinin trol çekimi esnasında gösterdiği davranış ve şeklin çok iyi bilinmesi gerekmektedir. Rombik ağ gözünün dörtkenarı da çekim esnasında yüke bindiğinden göz şeklini koruyacak ve çoğunlukla tespit edilen yaklaşık 40° açılım açısı gösterecektir. Bu değer esas alınarak, Akdeniz de kullanılan rombik gözlü trol torba ağlarının seçicilik modellemesi için minimum ve maksimum ağ gözünün açılım dereceleri 25° ile 65° arasında olduğu kabul edilebilir. Kuzey Avrupa’da kullanılan rombik gözlü trol torbaları için yaptıkları seçicilik modellemesi çalışmasında bu değerler araştırıcılar tarafından 15° ile 75° arasında kabul etmişlerdir 12]. Bu farklılık Akdeniz ile Kuzey Avrupa’da kullanılan trol ağları ve torbaları arsındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Sonuç olarak, son yıllarda yapılan teorik trol seçicilik çalışmaları kapsamında sualtı görüntüleme tekniğinin çok önemli bir yeri ve önemi bulunmaktadır.

Teşekkür

Bu çalışmada bahsedilen sualtı görüntüleme seferine katılan ve önemli katkılarda bulunan çalışma arkadaşlarım Doç. Dr. F. Ozan Düzbastılar, Doç. Dr. Ali Ulaş, Doç. Dr. Celalettin Aydın ve Doç. Dr. M. Hakan Kaykaç’a çok teşekkür ederim. Ayrıca EGESÜF Araştırma Gemisi personeline de göstermiş oldukları özverili çalışmalarından dolayı teşekkür ederim.

KAYNAKLAR

[1] Craig, R.E., Priestley, S. 1963. Undersea photography in marine research. Marine Research 1963 (1), 24pp.

[2] Beamish, E W. H. 1967. Photographic observations on reactions of fish ahead of otter trawls. FAO Fisheries Reports (62) 3, 511-521.

[3] Parrish, B.B., Blaxter, J.H.S., Pope, J.A., Osborne, R.H., 1967. Underwater photography of fish behaviour in response to trawls. FAO Fisheries Reports (62) 3, 873-884.

[4] Sand, R.F. 1957. Applications of underwater television to fishing gear research. Transactions of the American Fisheries Society 59: 158-160.

[5] Livingstone, R.1959. Television observations of the behaviour of marine fish in a trawl net. Bulletin of the Ecological Society 40 (3): 86-87.

53

[6] Okonski, S., 1967. Echosounding observations of fish behaviour in the proximity of the trawl. FAO Fisheries Reports (62) 2, 377-388.

[7] Chapman, C.J., Hawkins, D., 1967. The importance of sound in fish behaviour in relation to capture by trawls. FAO Fisheries Reports (62) 3, 717-729.

[8] Hemmings, C.C., 1974. The feasibility of studying demersal seine-net efficiency using an acoustic sector scanner. OAFS Marine Laboratory Internal Report IR 74-4, 7pp.

[9] Mohr, H., 1967. Detection of fish and observation of fish behaviour by echo analysis and passive listening. FAO Fisheries Reports (62) 2, 101-113.

[10] Herrmann, B., Priour, D., Krag, L.A., 2006. Theoretical study of the effect of roundstraps on the selectivity in a diamond mesh cod-end. Fisheries Research 80: 148-157.

[11] Tokaç¸ A., Herrmann, B., Gökçe, G., Krag, L.A., Nezhade, D.S., Lök, A., Kaykaç, H., Aydın, C., Ulaş, A., 2016. Understanding the size selectivity of red mullet (Mullus barbatus) in Mediterranean trawl codends: A study based on fish morphology. Fisheries Research, 174: 81-93.

[12] Herrmann, B., Krag, L.A., Frandsen, R.P., Madsen, N., Lundgren, B., Staehr, K.J., 2009.Prediction of selectivity from morphological conditions: methodology and a case study on cod (Gadus morhua). Fisheries Research, 97: 59-71.

54

55

SUALTI ARKEOLOJİSİ

56

57

LETO KUTSAL ALANI 2015 YILI ÇALIŞMALARI

Ceren Özkesen1, Yağmur Halulu2

¹Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Ens., Sualtı Arkeolojisi Y. Lisans Prog., Bornova, İzmir, Türkiye ²Uni des Saarlandes Altertumswissenschaften Klassische Archäologie, Saarbrücken, Deutschland

ÖZET

Leto Kutsal Alanı'nın ölçüm, belgeleme ve kazı çalışmaları 2001-2005 yılları arasında Kaunos kazısının bir sektörü olarak Sualtı Arkeoloğu Serdar Akerdem önderliğinde yapılmıştır. 10 yıl aradan sonra 2015 yılında Fethiye Müzesi denetiminde Serdar Akerdem başkanlığında Leto Kutsal Alanı için çalışmalar yeniden başlamıştır. Bu çalışmalara ek olarak kazı evi, aynı zamanda sualtı arkeolojisi ölçüm ve belgeleme çalışmaları için bir eğitim merkezine dönüştürülmüştür. Oluşturulan bu eğitim merkezi ile Leto Kutsal Alanı için aktif bir şekilde veri elde edilirken, aynı zamanda Türkiye’de henüz yaygın hale gelmeye başlamış bir bilim dalı olan sualtı arkeolojisinin geleceği için uzmanlar yetiştirilmektedir. Sualtında tespit edilen mimari ve malzemenin bir bütün olarak analiz edilebilmesi için 3 boyutlu ölçme ve belgeleme çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalarda total station kullanılarak mimari çizim için veri toplanmış, bunun yanında sondaj uygulamaları ve fotogrametri vb. teknikler kullanılmıştır. Bu çalışmalar sayesinde yapının mimarisi, bu yapının kullanıldığı tarih aralığı, bu yapının neden sular altında kaldığı gibi vb. sorulara yanıt aranmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Kaunos, Leto Kutsal Alanı, Köyceğiz Gölü

LETO KUTSAL ALANI

Leto Kutsal Alanı, Muğla İlinin Köyceğiz İlçesi’ne bağlı Sultaniye Köyü’nde, Ölemez Dağı eteklerinde Köyceğiz Gölü’nün güney kıyısında, kaplıca alanında yer almaktadır. Sualtında da yapıları bulunan bu alanın antik bir hidroterapi merkezi olduğu düşünülmektedir (Şekil 1, 2). Bu alanın Leto Kutsal Alanı olduğu düşüncesi Kaunos stoasının batısındaki Quintus Vedius Capito anıtı üzerinde yer alan yazıta dayanmaktadır. Yazıtta Quintus Vedius Capito’nun kaynak kenarında yer alan Tanrıça Leto’ya ait kutsal bir alanın başrahibi olduğu anlatılmaktadır. Kaunos kenti sınırlarında bu duruma uygun bir alan tespit edilememiştir ve Kaunos Kenti’ne en yakın yer olarak Sultaniye bölgesinde kaynak suyu çıkmaktadır. 2000 yılında Sultaniye kaplıcalarında havuz yapımı sırasında ele geçen Flavia Maxima'nın heykel kaidesinden anlaşılan annesinin Lykia Birliği'nin baş rahibesi Vedia Tertulla olduğudur. Quintus Vedius Capito ile başlayan başrahiplik görevi aynı sülalenin bireyleri tarafından devam ettirilmiş olmalıdır. Dolayısıyla, Sultaniye Kaplıcaları'nda ele geçen Flavia Maxima'nın heykel kaidesi ve bu alanda bulunan kompleks yapıların varlığı ve bu yapıların Arkaik Dönem'den Roma Dönemi'ne kadarki süreçte inşa edilmiş olmaları, bu alanın Leto Kutsal Alanı olduğu düşüncesini akla getirmektedir 1]. Total station cihazı ile yapılan çalışmalar, sondaj çalışmaları ve fotogrametri çalışmaları sonucundaki verilerle başlanacak olan kazı çalışmaları bu alan hakkındaki soru işaretlerini aydınlatacaktır.

58

Şekil 1. Sultaniye Köyü

Şekil 2. Leto Kutsal Alanı'nın hava fotoğrafı

LETO KUTSAL ALANI'NDA TEKNİK ETÜDLER

ROV (Remotely Operated Underwater) sualtında çalışmayı kolaylaştıran uzaktan kumandalı bir robottur. Sualtında genelde tehlikeli çalışma alanlarında kullanılmaktadır ve ROV’ler 100 m ile 6000 m arasındaki derinliklerde görev yapma kapasitesine sahiptir. Sualtı arkeolojisinde kullanımı yaygın hale gelmeye başlamıştır (Şekil 3).

2004 yılında, Köyceğiz Gölü ile Köyceğiz Limanı içinde yapılan sualtı araştırmaları T. C. Deniz Kuvvetleri tarafından sağlanan ROV cihazı ile Dz. Yrb. Cemal İnce komutasındaki SAT, SAS komandoları ve dalgıçlardan oluşan ekip ve Kaunos Kazı Ekibinden Sualtı Araştırmaları Projesi yöneticisi Serdar Akerdem ile yardımcısı Sabahat Erdönmez tarafından gerçekleştirilmiştir (Şekil 4).

Çalışmalar ROV cihazının kazı alanında denenmesi ile başlamıştır (Şekil 4). Daha sonra balıkçılar tarafından "ada" olarak adlandırılan ve Leto Kutsal Alanı'nın yaklaşık 400 m kuzey batısında 3-8 m derinliklerde yer alan oluşumu görüntülemek amacı için kullanılmıştır. 2002 yılında çekilen hava

59

fotoğraflarında görülebilen bu "ada", görüş yokluğu nedeniyle ROV cihazı ile tespit edilememiştir (Şekil 5). Fakat yapılan dalışlarda çok büyük olasılıkla yapısal bir kalıntı olduğu saptanmıştır (Şekil 6). ROV taramaları sonucunda Şeytancık Koyu girişinde, yaklaşık 30 m derinlikte seramik parçaları (Şekil 7) ve Bozburun'da yaklaşık 12 m derinlikte tama yakın bir amphora tespit edilmiştir.

Göl tabanındaki yoğun mil tabakası ve bölgedeki tektonik hareketler nedeniyle görüş mesafesi en fazla 1,5 m'ye ulaşmıştır. Bu şartlar ROV cihazı ile çalışmayı engellemiştir. Bu yüzden çalışmalar denizde belirlenen noktalara kaydırılmıştır. ROV cihazı ile Köyceğiz Gölü'nde ve denizde yapılan çalışmaları kıyaslayacak olursak denizde yapılan çalışmalar daha verimli olmuştur. Side-scan ya da multibeam sonar taramaları ile saptanabilecek denizdeki olası batık çalışmalarının ilerleyen aşamalarında ROV cihazı çok verimli olacaktır.

Şekil 3. ROV cihazı

Şekil 4. Ekibin monitörleri takip etmesi ve cihazın denenmesi

Şekil 5. Göl tabanındaki yapı kalıntısının hava fotoğrafı ile belgelenmesi

60

Şekil 6. Dalışlardan görünüm

Şekil 7. Şeytancık Koyu'nda ROV cihazı ile tespit edilen buluntu örnekleri

2002-2005 yılları arasında yapılan Total Station çalışmalarında ölçüm yapılarak kaplıca alanının ayrıntılı bir topografik haritası elde edilmiş ve sualtında oluşturulan mevzi ölçme noktaları memleket koordinat sistemine bağlanmıştır. Total station ile yapılan ölçüm çalışmaları sayesinde tespit edilen mimari yapı 3B olarak belgelenmiş ve ilerideki yapılacak olan çalışmalar için zemin oluşturmuştur (Şekil 8).

Şekil 8. Topografik harita

61

Teras duvarı önündeki yıkıntı dolgusunun niteliğini saptamak amacıyla bir kenarları duvara paralel olmak üzere 2.00 x 2.00 m. ölçülerinde sondaj kareleri açılmıştır. Karelerin kenarları 30mm çapındaki galvaniz borular arasına gerilen iplerle belirlenmiştir. A-01, A-02, A-03, A-04, A-05, A-06, A-07 sondajlarından elde edilen taş, kireç, tuğla, harç gibi mimari buluntular ile cam, seramik fresco gibi buluntular belgelenip çizimleri yapılmış ve bu buluntuların bir kısmı yayınlanmıştır (Şekil 9, 10).

Şekil 9. Sondaj karelerinin teras duvarına göre konumları

Şekil 10. Sondaj karelerinin teras duvarına göre konumları

2015 YILI ÇALIŞMALARI

Alan çalışmaları

Alanda sabah ve öğleden sonra olmak üzere günde toplam 4 saat suyun altında çalışma yapılmaktadır. 2015 sezonunda fotogrametrik çalışma ve önümüzdeki kazı sezonlarında yapılacak sualtı ölçüm çalışmaları için network referans noktaları oluşturulmuştur. Network referans noktaları mimari yapıların sualtında uzandığı yön göz önünde bulundurularak konumlandırılmıştır. Bu noktaların derinliği 0,80 m ile 8 m arasındadır (Şekil 11). Suyun altında şerit metre ile network referans nokta aralıkları ve bu noktaların derinlikleri ölçülerek not edilip, veriler akşam çalışmalarında, açık kaynak kodlu bir programa aktarılmıştır. Böylece, elde edilen 3B veriler, çalışmaların zeminini oluşturmuş ve fotogrametrik çalışma yapılırken bu network referans noktaları baz alınmıştır (Şekil 12, 13). İki boyutlu çizimler, batimetrik ölçümlerle konumlandırılmış, arkeolojik verilerin üç boyutlu dokulandırılması yapılmış ve mimari yapılar GPS koordinatlarına göre lokalize edilmiştir.

62

Şekil 11. Çalışma alanına inmeden önce yapılan son brifing

Şekil 12. Sualtındaki network referans noktaları

Şekil 13. Çalışma alanı

63

Eğitim çalışmaları

2002 yılında kazı evi eğitim merkezine dönüştürülmüştür ve işlevine 2015 sezonunda da aktif olarak devam etmiştir. Bu merkez bu süre zarfında sualtı arkeolojisi ile ilgili teknolojik gelişmeleri ve yazılımları takip etmiştir. Eğitim çalışmalarımızın temel hedefi, nesnel, çeşitli yorumlara olanak tanıyan entegre bir ölçme ve belgeleme yönteminin ve açık kaynak kodlu bir yazılım paketinin geliştirilmesi ve bu amaçla kullanılan yöntem, donanım ve yazılımları verimli olarak kullanabilen genç uzmanların yetiştirilmesidir. Eğitim programının ilk aşaması konvansiyonel ölçüm yöntemlerinin (şerit metre ile bağlama, dik ayak) ve çeşitli ölçme araçlarının (Şerit metre, şakül, jalon, pusula, alidad, sextant, transit, total station vb.) ve çalışma ilkelerinin tanıtımından oluşmuştur (Şekil 14). İkinci aşamada şerit metre ile bağlama ve dikayak ölçülerinin 3B koordinatlara dönüştürülerek açık kaynak kodlu Ttrimble Sketchup uygulamasına aktarılmış ve kazı evi bahçesinde oluşturulan uygulama alanının 3B modeli yapılmıştır (Şekil 15). Üçüncü aşamada Gauss yöntemine dayalı sualtı koşullarında şerit metre ile alınan ölçüler 3B veriye dönüştürülüp, bu verileri hassaslaştıran bilgisayar uygulaması tanıtılmış ve kazı evi bahçesindeki çalışma alanında uygulanmıştır. Ayrıca eğitim merkezinde verilen uygulamalı ölçüm eğitimi sırasında, sanal bir arkeolojik sit alanı oluşturulmuştur ve böylece öğrenilen çalışma yöntemleri sualtındaki çalışma sahasında çok daha rahat uygulanabilir hale gelmektedir. Ölçüm ve belgeleme çalışmaları için kullanılan ve ileride yapılacak olan kazı için farklı sektörlerin oluşma ihtimaline karşı kullanılması gerekecek diğer programlar, eğitim programı çerçevesinde öğretilmiştir.

Şekil 14. Konvensiyonel ölçümün tanıtımı

Şekil 15. Ttrimble Sketchup uygulamasında yapılan alıştırmalar

64

SONUÇ

Kaunos Antik Kenti ile ilişki olduğu bilinen Leto Kutsal Alanı'nın olduğu bölgede mimari öğeler tespit edilmiştir. Sualtında yapılan araştırmalarda monolit sütunlar, sütun tamburları, bol miktarda çatı kiremidi, pişmiş toprak tuğlalar ve mimari yapılar ile bu mimari yapıların yakınlarında dağınık vaziyette seramik parçaları saptanmıştır. Mimari yapıların göl kıyısına paralel iki adet teras duvarı olduğu belirlenmiştir. Teras duvarlarındaki taş dizilerinin aralarına pişmiş toprak plakalar yerleştirildiği tespit edilmiştir. Bu teras duvarlarının henüz ne tür bir yapı ile ilişkilendirilebileceğine dair yeterli veri yoktur.

Eğitim merkezindeki çalışmalarda, uygulanan ve geliştirilen yüksek teknolojik metotların (DSM, fotogrametri, GIS, toprakaltı radar taraması, sonar taramaları, ROV kullanımı, modern dokümantasyon metotları vb.) genç arkeologlara aktarımı sağlanarak, hem karada hem de sualtında aynı verimlilikte çalışabilen ve teknolojiyi yüksek oranda kullanabilen uzmanların yetişmesi hedeflenmektedir. Arkeolojik sondajlar ile elde edilen verilerin belgelenip değerlendirilmesi bu alanla ilgili tarihsel süreci anlamamıza yardımcı olurken bunun yanı sıra yapılacak sualtı karot örneklemeleri, organik ve jeolojik malzeme örneklemelerinin korelasyonu deltanın gelişimini ve bölgedeki arkeolojik sit oluşum süreçlerini tümüyle aydınlığa kavuşturacaktır.

KAYNAKLAR

1] Çörtük, U., 2013. Kaunos’taki Quintus Vedius Capito Anıtı. Cedrus 1 (2013), 241-260.

2] Öğün, B., Işık, C., Diler, A., Schmaltz, B., Marek, C., Zäh, A., 2001. Kaunos 2000. 23. Kazı Sonuçları Toplantısı 2. Cilt (28 Mayıs-1 Haziran 2001), 365-372.

3] Işık, C., 2002. Kaunos 2001 Yılı Çalışmaları. 24. Kazı Sonuçları Toplantısı 1. Cilt (27-31 Mayıs 2002), 219-225.

65

PTOLEMAİS ANTİK KENTİ LİMANI VE FOTOGRAMETRİ

ÇALIŞMALARI

Celil Samet Harmandar, Mehmet Bezdan

Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Ens., Sualtı Arkeolojisi Y. Lisans Prog., Bornova, İzmir, Türkiye

ÖZET

Bronz çağda Tarhuntassa, Klasik dönemde Pamphylia olarak bilinen günümüz Antalya körfezinde konumlanan Ptolemais Antik Liman kenti Hellenistik dönemden Roma İmparatorluk dönemine uzanan süreçte Doğu Akdeniz rotasında ilerleyen gemilere ev sahipliği yapmış bir yerleşimdir. Antik yerleşimde kent makroformu taşıması gereken öğeler günümüzde turizm amaçlı inşa edilen tesislerle önemli oranda kaplanmış durumdadır. Buna rağmen kentin liman yapısı ile ilişkilendirilen mimari yapılar günümüze kadar kısmen korunagelmiştir. Bu sebeple günümüzde Fığla burnu yarımadası olarak bilinen alanda liman odaklı hazırlanan araştırma planı çerçevesinde antik mendirek ve çevresinde sualtı ve kara yüzey araştırmaları yapılmıştır. Araştırma sonucu elde edilen veriler kronolojik veriler ışığında incelenmiştir. Edinilen sonuçlar, kent hakkında 1817’li yıllardan günümüze uzanan öncül araştırmalarla karşılaştırılarak değerlendirilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Pamphylia, Ptolemais, Antik liman, Mendirek, Kırlangıç kuyruğu kenet bağlantısı

GİRİŞ

Hellenistik dönem Doğu Akdeniz’de sınır değişimleriyle birlikte yeni politik oluşumların gözlemlendiği bir süreçtir. Özellikle Büyük İskenderin ölümü sonrası vasal krallıklara bölünen Hellenistik İmparatorluk coğrafyasında mevcut kentlerin isimlerinin değiştirilmesinin yanısıra stratejik noktalara yeni yerleşimler kurulduğu da bilinmektedir. Doğu Akdeniz’deki deniz ticaret rotalarını hâkimiyet altına alma çabası İskender ardılı oluşan krallıklar içinde en çok Ptolemaioslar ve Seleukoslar arasında yaşanmıştır. Mısır, Kıbrıs, Rhodos ve Güney Anadolu sahillerinde net olarak gözlemlenen iktidar mücadelesi, Roma İmparatorluğunun bölgede kendini hissettirmesine kadar birbirini izleyen sınır değişimleriyle sonuçlanmıştır. Önem arz eden liman kentlerinin kontrol altında tutulması stratejik noktalara konumlandırılan yeni yerleşimlerle desteklenilerek sağlanmıştır. Pamphylia ve Kilikia bölgelerinde antik dönem boyunca siyasi bir birliğin sağlanamamış olması farklı otoritelerin bölgeye yaptıkları istikrarlı müdaheleler ile açıklanabilir. Hellenistik dönemde Mısır merkezli Ptolemaios hanedanlığının Ptolemais isimli 19 yerleşiminden 5 tanesinin Doğu Akdeniz kıyı şeridinde konumlandırıldığı bilinmektedir [1]. Kuzey Afrika [2], Fenike bölgesi [3], Pamphylia [4], İonia [5] ve Troas bölgesinde [6] yer alan bu yerleşimler Ptolemaioslar hanedanlığının bölgeye verdiği önemi gösterirken Berenike ve Arsinoe gibi hanedanlık isimleriyle ilişkilendirilen diğer yerleşimler mevcut durumu destekler niteliktedir.

MATERYAL VE YÖNTEM

Antalya ili, Alanya ilçesi, Fığla Burnu yarımadasında konumlanan Ptolemais antik liman kenti ilk olarak 1817 yılında Francis Beaufort tarafından Güney Anadolu sahillerinde yapılan hidrografi çalışmaları sırasında keşfedilmiştir. Beaufort yaptığı keşfi Strabon’u referans göstererek Ptolemais kenti olarak isimlendirmiştir [7]. Fığla Burnu’nda tespit ettiği ve kiklopik olarak tanımladığı mimari yapıları hazırladığı haritada yarımada üzerinde konumlandırmıştır (Şekil 1). Beaufort sonrası bölgede

66

araştırma yapan gezginler [8] ve araştırmacılar [9] Ptolemais konumlandırması üzerine önemli oranda birbirileri ile tutarlı değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Arkeolojik anlamda ilk değerlendirme ve belgeleme çalışmaları Tigrel (1975) tarafından 1974 yılında gerçekleştirilmiştir [10]. Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Erdoğan Aslan 2009 yılında, Hakan Öniz 2011 yılında bölgede arkeolojik araştırmalar gerçekleştirmişlerdir [11].

Şekil 1. Beaufort’un 1817 tarihli Fığla Burnu ve çevresi çizimi 7]

Ptolemais antik liman kentine dair karelaj ve koordinat planı hazırlanırken Beaufort’un Fığla Burnu’nun batısında belirttiği muhtemel antik limanın lokasyonu ve muhtemel nehir limanı güzergahları göz önünde bulundurularak Kargı Çay baz alınmıştır. Böylece Fığla Burnu yarımadası kıyı şeridinin taranması sağlanmıştır. Karelaj sisteminde belirtilen noktalar derinlik ve gps koordinatları alınarak taranılan alanın sualtı arkeolojik haritası çıkartılmıştır (Şekil 2). Karelaj ve koordinat planı hazırlanırken Google Earth Pro ve Mapsend Bluenav Europe verilerinden yararlanılmıştır (Kişisel görüşme: Cengiz Metin ve Altan Lök).

Şekil 2. Sualtı arkeolojik yüzey araştırması -2015- karelaj ve koordinat planı

67

BULGULAR

Fığla Burnu ve Malta Burnu’nda yapılan kıyı jeomorfolojisi çalışmaları sırasında saptanan kıyı platformlarının biyo-erozyonla şekillenen doğal konglomeradan oluşan bir yapıya sahip olduğunu belirtilmiştir [12]. Kentin limanı inşa edilirken kullanılan bloklarda bu doğal kaynaktan yararlanıldığı açıktır.

Doğudan batıya yaklaşık 240°’lik açıyla kavisli bir formu olan Aynalıgöl koyu, ilk bakışta doğal bir liman olduğu izlenimi vermektedir (Şekil 3). Güneydoğu yönünden gelen samyeli ve imbat rüzgârlarına açıktır. Modern yelkenciler, Fığla burnuna yaklaşırken deniz topuklarına dikkat edilmesi gerektiğini belirtmektedirler. Ek olarak deniz melteminin, burnun batısında demirlerken rahatsız edici boyutlara ulaşabileceğini de hatırlatmaktadırlar [13]. Aynalıgöl koyunun doğu ucundan yaklaşık 1 radyanlık yay uzunluğuyla güneybatıya uzanan, önemli ölçüde korunmuş ve büyük bir kısmı suyun üzerinde duran bir mendirek yer alır. Mendirek yapısı, koy içini korunaklı bir liman haline getirmektedir (Şekil 4).

Şekil 3. Aynalıgöl Koyu ve Mendirek Platformu’nun kuşbakışı görünümü (Ege Üniversitesi, Sualtı Arkeolojisi Yüksek Lisans Programı Arşivi-2015)

Şekil 4. 28 Şubat 2015 tarihinde mendirek içi ve dışı deniz durumunu gösteren Photosphere çalışması (Harmandar C.S., Ege Üniversitesi, Sualtı Arkeolojisi Yüksek Lisans Programı Arşivi-2015)

68

Mendireğin koy içinde dönüş yaptığı düzleme dik olarak uzanan ikinci mendirek yapısı 2007 yılına kadar varlığını koruyabilmiştir (Şekil 5, 6). Bu iki mendirek yapısına ek olarak koyun batı kesiminde; kayaların doğal uzantısı şeklinde bir takım taş dizisinin yer aldığı fakat bu taş dizisinin doğu kesimde yer alan mendirekte bulunan düzgün kesilmiş ve üst üste oturtulmuş bloklarla ilişkilendirilemeyeceği ve doğal formlu taşlar oldukları 1974 yılında yapılan araştırmada belirtilmiştir (Şekil 3). Günümüzde mevcudiyetini koruyamamış olan ikinci mendirek, Tigrel’in aktarımlarından hareketle; diğer mendireğe oranla daha küçük çapta olmakla beraber 20-25 m arasında bir uzunluğa sahiptir. En itibariyle birinci mendireğe oranla daha dardır. Ortalama genişliği 1,20 metre kadardır. İkinci mendireğin blokları yine konglomera olmakta beraber büyük mendireğinkilere oranla çok daha aşınmış durumdadırlar. Kumsalın ortasında yer alması ve su seviyesinin sığ olması sebebiyle büyük bir kısmı kumla örtülmüş bir haldedir. İkinci mendirekte diğerine kıyasla sistemli olarak düzenlenmiş taş dizilerini ve kenet yerlerini basit bir gözlemle tespit etme olanağı yoktur (Şekil 5, 6) [10].

Şekil 5. Liman yapısının kuzeybatıdan ve güneydoğudan görünümü -1974 (Tigrel 1975, Res.4, 12)

Şekil 6. Mendireklerin koy içi konumlarını gösteren topografik plan – 1974. (Tigrel 1975, Res. 2) ve Aynalıgöl Koyu ve Mendirek platformları – 2006 (Ege Üniversitesi, Sualtı Arkeolojisi Yüksek Lisans Programı Arşivi-2015)

Ölçüleri 214 cm x 118 cm ve 96 cm x 82 cm arasında değişen mendirek bloklarının üstüste dört sıralık bir düzen oluşturduğu saptanmıştır (Şekil 7). Doğudan ve kuzeyden uzanan iki mendirek Aynıgöl koyu içinde daha korunaklı bi limanağzı oluşturmuştur. Doğu mendireğinin dalgakırıcı özelliği, güneyine dik olarak yerleştirilen bloklarla kuvvetlendirilmeye çalışılmıştır (Şekil 15). Antik liman günümüzde izlenebilen mendirek formu ve çevresinde tespit edilen amphora formları ile birlikte 4 ayrı

69

evrede kullanım gördüğünü düşündürmektedir (Şekil 8). İlk evre, kırlangıçkuyruğu kenet bağlantılarının kullanıldığı ve eskiçağ tarihi verileri ile desteklenen Hellenistik dönemdir (Şekil 9). İkinci evre limana yakınlığı ile dikkat çeken zeytinyağı üretim atölyeleri ile birlikte sualtı arkeolojik yüzey araştırmasında tespit edilen amphora gurubu ile desteklenerek tarihlenebilen Roma İmparatorluk Çağı dönemidir (Şekil 10). Üçüncü evre muhtemel deniz seviyesi ile ilişkili olarak 3. ve 4. sıra bloklar arasında gözlemlenen harç izlerine dayanarak önerilen Proto Bizans dönemidir (Şekil 11). Şekil 8’de görüldüğü gibi dördüncü evre amphora grubu ile desteklenerek önerilen Geç Bizans dönemidir.

Şekil 7. Mendirek bloklarının yan kesit çizimi (Ege Üniversitesi, Sualtı Arkeolojisi Yüksek Lisans Programı Arşivi-2015)

Mevcut limanda yer alan mimari öğelerin belgelebilmesi amacıyla form veren tüm blokların ölçümleri yapılmış ve total station koordinatları alınmıştır. Bu verilerin cors koordinatları ile senkronize edilmesi sonucu fotogrametri çalışmasının referans noktalarına konumlandırılabilmesi sağlanmıştır (Şekil 12). Karada ve Sualtında 45°-90° lik açılarla çekilen fotoğraflardan elde edilen fotogrametri çalışması ile birlikte mendirek yapısının sualtında ve karada yer alan parçalarının bir bütün olarak değerlendirilebilmesi sağlanmıştır (Şekil 13, 14, 15, 16, 17).

Şekil 8. Mendirek çevresinde tespit edilen amphora formları

70

Şekil 9. Kırlangıç kuyruğu kenet bağlantısı, kalıp alma çalışması (Elmalı G. Ege Üniversitesi Sualtı Arkeolojisi Yüksek Lisans Programı Arşivi)

Şekil 10. Türkler Mesire Yeri mevkiinde yer alan zeytinyağı üretim atölyesi (Bezdan M., Ege Üniversitesi, Sualtı Arkeolojisi Yüksek Lisans Programı Arşivi-2015)

Şekil 11. 3. - 4. sıra blokların arasında tespit edilen harç izleri (Elmalı G., Ege Üniversitesi, Sualtı Arkeolojisi Yüksek Lisans Programı Arşivi-2015)

SONUÇ

Hellenistik dönemde stratejik önemi nedeniyle Fığla Burnu Yarımadası üzerine kurulduğu düşünülen liman kenti; Roma İmparatorluğu döneminde talep edilen zeytinyağı ya da şarap ihtiyacını karşılamaya yönelik ürünlerin ihraç edildiği bir liman konumuna gelmiş olmalıdır. Bizans döneminde deniz seviyesi değişimi ile ilgili olarak yükseltilme ve yenilenme ihtiyacı duyulan kent limanı

71

akarsuların biriktirdiği alüvyon ve deniz yoluyla biriken kumların günümüzde Aynalıgöl olarak isimlendirilen koya dolması ile birlikte ticari liman özelliğini yitirmiş olup, günümüzde kısa karinalı turistik teknelerin koy içine demirleyebilmesine halen olanak sunmaktadır.

Şekil 12. Total Station ve Cors ile yapılan ölçümlerin ‘’ITRF-WGS84’’e göre konumlandırıldıması

Şekil 13. Ptolemais güney mendireği ve kuzey mendireğinin sualtında kalan kısımları – Fotogrametrik kesit

Şekil 14: Ptolemais güney mendireğinin kuzeyden görünümü – Fotogrametrik kesit

72

Şekil 15. Ptolemais kuzey mendireğinin güneyden görünümü – Fotogrametrik kesit

Şekil 16. Ptolemais kuzey mendireğinin sualtında kalan kısımlarından fotogrametrik kesit

Şekil 17. Ptolemais antik kenti limanının hipotetik illüstrasyon önerisi (Harmandar C. S. Ege Üniversitesi, Sualtı Arkeolojisi Yüksek Lisans Programı Arşivi-2015)

73

KAYNAKÇA

[1] Mueller, K., 2006. Settlements of the Ptolemies: City Foundations and New Settlement in the Hellenistic World, Leuven.

[2] Kraeling, C. H., 1960. Ptolemais City of The Libyan Pentapolis, Chicago.

[3] Berlin A. M., 1997. Archaeological Sources for the History of Palestine: Between Large Forces: Palestine in the Hellenistic Period, Biblical Archaeologist 60:1, 2-51.

[4] Cohen, G. M., 1995. The Hellenistic Settlements in Europe, the Islands, and Asia Minor, Oxford.

[5] Bagnall R. S., 1999. The Administration of the Ptolomaic Possessions Outside Egypt, Leiden.

[6] Akalın A. G., 1991. Troas Limantepe Larisa’sının Tarihi ve Arkeolojik Araştırmaları, A.Ü. DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, XV, 26, 3-25, Ankara.

[7] Beaufort, F., 1817. Karamania, or A Brief Description of the South Coast of Asia-Minor and of the Remains of Antiquity , London.

[8] Heberdey, R., Wilhelm, A., 1896. VI. Reisen in Kilikien. In: Denkschriften / Akademie der Wissenschaften, Philosophisch-Historische Klasse. Band 44.

[9] Van Den Hout, M. P. J., 1999. A Commentary on the Letters of M. Coelius Fronto, Leiden.

[10] Tigrel G., 1975. Alanya Yöresinde Antik Bir Liman, Belleten, Sayı: 156, Cilt: 39, Ankara, 1975, 613-632. [11] Öniz, H., 2012. Konumlarına ve Kullanımlarına Göre Antalya İli Kıyılarında Antik Limanlar ve Demirleme Yerleri (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya.

[12] Kelletat, D., Kayan, İ., 1983. Alanya batısındaki kıyılarda ilk 14C tarihlendirmelerinin ışığında Geç Holosen tektonik hareketleri’’, Türkiye Jeoloji Bülteni Cilt 26, 1983, 83-87.

[13] Heikel, R., 2008. Türkiye ve Kıbrıs Deniz Klavuzu – Yatçılar için, Marmara, Ege, Akdeniz, Karadeniz ve Kıbrıs Kıyıları Rehberi (Çev. H. Doğan), İstanbul.

74

LİMAN TEPE/KLAZOMENAI ANTİK LİMANI ÇALIŞMALARI

İrfan Tuğcu1, Hayat Erkanal2

1Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü, Osmaniye, Türkiye 2Ankara Üniversitesi, Mustafa V. Koç Deniz Arkeolojisi Araştırma Merkezi, Urla, İzmir, Türkiye

ÖZET

Üç tarafı denizlerle çevrili Anadolu, karada olduğu kadar su altında da önemli oranda kültür envanterine sahiptir. Özellikle Ege Bölgesi ve Batı Anadolu sahil şeridinde yer alan kıyı yerleşimlerine yönelik kara ve sualtı çalışmaları son yirmi yılda sayıca çoğalmış ve elde edilen sonuçlar itibariyle de özellikle kıyı yerleşimlerin çok boyutlu araştırılmalarının gerekliliği ortaya konmuştur. Bu yerleşimlerden biri de Liman Tepe'dir. Klazomenai antik kentinin erken dönemlerini temsil eden Liman Tepe'de 1992 yılında kara kazıları, 2000 yılından itibaren ise sualtı kazılarına başlamıştır. Bu tarihten itibaren kara ve sualtı kazıları olmak üzere iki ayrı sektörde çalışmalar devam etmektedir. Su altında yürütülen çalışmalarla Liman Tepe / Klazomenai antik limanının kullanım evreleri ve olası kültürel ilişkileri açığa çıkmaya başlamıştır.

Anahtar Kelimeler: Sualtı Arkeolojisi, Kıyı yerleşimi, Liman Tepe/Klazomenai, Arkaik dönem

LİMAN TEPE KARA VE SUALTI KAZILARININ TARİHSEL SÜRECİ

İzmir Körfezi’nin güneyinde, Urla ilçesi İskele mahallesinde bulunan Liman Tepe, aslında Klazomeai antik kentinin prehistorik dönemlerini temsil etmektedir. Günümüzde modern yerleşimin içinde kalan Liman Tepe, Çeşmealtı-İzmir karayolu tarafından ikiye ayrılmaktadır. (Şekil 1).

Liman Tepe’de Klasik Çağ öncesi kültürlerin varlığından ilk olarak Ekrem Akurgal bahsetmiştir 1]. Klasik çağ öncesi döneme ait mimari kalıntılar ise 1979 yılında Çetin Anlağan yönetiminde başlayan kurtarma kazılarıyla açığa çıkmıştır 2]. 1980-1981 yılı kazılarının protohistorik dönem çalışmaları Hayat Erkanal ve Armağan Erkanal tarafından yürütülmüştür. Bu tarihten itibaren on yıl ara verildikten sonra 1992 yılında Hayat Erkanal başkanlığında yeniden başlayan Liman Tepe kazısı, 2000 yılından itibaren kara ve sualtı olmak üzere iki ayrı sektörde devam etmektedir. Hayat Erkanal başkanlığında 1992 yılında yeniden başlayan Liman Tepe kazısı aynı zamanda tarafımızdan yürütülen İzmir Bölgesi Kazı ve Araştırmalar Projesi (İzmir Region Excavations and Research Project-IRERP)’nin temelini oluşturmuştur.

On iki İon kentinden biri olan Klazomenai antik kentinin erken dönemlerini temsil eden Liman Tepe kara kazılarında Kalkolitik Dönem’den, Roma Dönemi’ne kadar devam eden mimariye bağlı tabakalar açığa çıkarılmıştır 3]. Liman Tepe’nin ve doğal olarak Urla’nın yerleşim tarihi Kalkolitik Dönemi’n de öncesini gitmektedir. Neolitik Dönem’e ait mimari, taban suyunun yüksek olması nedeniyle şuan için tespit edilememiş olsa da bu dönemin varlığını gösteren seramik örnekleri ikincil durumda ele geçmektedir. Bu saptamada Liman Tepe’nin kronolojisini Neolitik Çağ’a kadar indirmesi gerekmektedir 4].

Sualtına yönelik kazı ve araştırmalar ise üç aşamalı olarak gelişim göstermiştir. Urla Belediyesi’nin çektirmiş olduğu bir hava fotoğrafından Liman Tepe’nin kuzeyinde deniz içinde mimari bir düzenlemenin varlığı belirlenmiştir. Bunun üzerine su altında 1995-96 yıllarında kısa süreli dokümantasyon çalışması yapılmıştır 5]. Kısa süreli olan bu çalışmada mimari düzenlemenin bir mendirek ve batı ucunda ona dik bağlanan bir dalgakırandan oluştuğu tespit edilmiştir. 2000-2007

75

yılları arasında ise İsrail Hayfa Üniversitesi ile ortak yürütülen proje kapsamında, mendirek ve ona bağlı gelişim gösteren dalgakıranın inşaat tekniği ve yapım evrelerinin tespitine yönelik çalışmalar yapılmıştır 6]. 2007 yılından itibaren ise su altında yürütülen çalışmaların amacı ve kapsamı değişmiştir. Ortak yürütülen proje tamamen Ankara Üniversitesi’nin bilimsel ve teknik koordinatörlüğünde devam etmiştir/etmektedir. Bu tarihten itibaren mendireğin güneyinde (liman içinde) çalışılmıştır. Bu çalışmalar Liman Tepe / Klazomenai limanının kullanım evrelerini tespite yönelik olmuştur. 2015 yılından itibaren ise liman içinde yürütülen çalışmalarla eşzamanlı olarak mendireğin kuzeyinde de (liman dışında) kazılar yürütülmüştür.

Şekil 1. Liman Tepe / Klazomenai antik limanı ve modern Urla Limanı genel görüntüsü

LİMAN TEPE/KLAZOMENAI LİMAN KAZILARI

Tespit ve kayıt altına alma olarak başlayan çalışmalar bugün çok boyutlu olarak devam etmektedir.

1995-1996 yılları arasında yürütülen çalışmalar

Urla Belediyesi’nin çektirmiş olduğu bir hava fotoğrafı Liman Tepe kazılarının seyrini değiştirmiştir. O gün için var olan imkanlar dahilinde ve tamamen zor şartlar altında yürütülen çalışmalarla daha çok kalıntıların işlevsel özellikleri ve ölçüleri üzerinde çalışılmıştır. Karadan denize doğru doğu-batı doğrultusunda uzanan mimari kalıntının yaklaşık 100 m uzunluğunda ve 35 m genişliğinde olduğu tespit edilmiştir 7]. Bu kalıntı antik limana ait mendirek olarak tanımlanmıştır. Mendireğin kuzeybatı ucuna yakın bir noktada ona dik bağlanan ve kuzey–güney doğrultusunda ve yaklaşık 25 m uzunluğunda dalgakıran da bu çalışmalar esnasında kayıt altına alınmıştır (Şekil 2). Su altında detaylı bir çalışma yapmak için gerekli olan altyapı ve yetişmiş insan gücünün olmayışı sualtı çalışmalarına ara verilmesine neden olmuştur.

2000-2007 Yılları Arasında Yürütülen Çalışmalar

İsrail – Hayfa Üniversitesi ile ortaklaşa yürütülen çalışmalar; tespit edilmiş olan mendirek ve ona bağlı olan dalgakıranın yapısal ve işlevsel özelliklerini ortaya koymaya yönelik olmuştur. Bu doğrultuda mendireğin güneyinde (liman içinde), mendirek ve dalgakıranın kesiştiği noktada ve mendireğin kuzeyinde (liman dışında) olmak üzere üç ayrı noktada beş açma açılmıştır. Mendirek ve dalgakıranın bağlantı noktasında olanlar A, A1 ve A3, mendireğin en üst noktasında orta kısmında açılan D, liman dışında açılan ise C olarak adlandırılmıştır (Şekil 3). Bu alanlarda yürütülen çalışmalarla mendirek ve dalgakıranın yığma şeklinde yukarıdan aşağıya (tabana doğru genişleyerek) genişleyerek rampa oluşturur şekilde inşa edildiği saptanmıştır. Mendirekte içten dışa doğru taş boyutları küçülmektedir

76

8]. Kara kazılarında açığa çıkarılan ve Erken Tunç Çağı II’ye tarihlenen savunma sistemindeki bastiyonda olduğu gibi, mendireğinde dış yüzü bir manto şeklinde taşlarla kaplanmıştır 9].

Şekil 2. Mendireğin ilk görüntüsü

Şekil 3. Sualtı kazı alanları

2007-2015 Yılları Arasında Yürütülen Çalışmalar

Antik limanın kullanım evrelerini saptamak amacıyla mendireğin iç yüzünde ve hemen önünde 2007 yılında başlayan çalışmalar günümüzde de devam etmektedir. Liman Tepe genel karelaj sisteminde E ve F olarak adlandırılan plankarelerde kazılmaktadır. Mendirek ve dalgakıranın kesiştiği alanda yürütülen çalışmalarda açığa çıkaran pithos parçaları E ve F alanlarında da tespit edilmiştir. 40 m uzunluğunda bir alanda yayılımı devam eden pithos parçaları mendirek üzerinden deniz içine doğru yayılım göstermektedir. (Şekil 4).

2012 yılında yürütülen havadan tespit çalışmaları esnasında mevcut mendireğin yaklaşık 400m batısında, ikinci bir mendireğin varlığı tespit edilmiştir. Bu Antik mendirek kısmen modern Urla limanı mendireğinin altında kalmıştır. Şu andaki durumu nedeniyle bu menderiğe yönelik geniş kapsamlı bir çalışma yapılamamıştır.(şekil 5).

77

Şekil 4. Pithos parçalarının sualtındaki yayılımı

Şekil 5. Modern Urla Limanı ve altındaki antik mendirek

Liman içinde bugüne kadar yürütülen çalışmalar limanın M.Ö. 6. yy ve M.Ö. 4. yy da kullanıldığı ortaya konmuştur 10]. Liman tabanlarında tarihlendirmeyi ve kültürel etkileşimi ortaya koyan birincil buluntu grubu seramiktir. Bunlar ticari amphoralardan günlük kullanıma kadar uzanan geniş bir yelpazede ve farklı formlardadırlar (Şekil 6). Klazomenai özellikle M.Ö. 6. yy’da bölgesindeki önemli zeytinyağı ve şarap üretim merkezidir 11-14]. Bunun organik izleri liman tabanlarında açığa çıkarılan yoğun şekildeki zeytin çekirdeklerinden görülebilmektedir. Ahşap ve metallerde liman tabanlarında açığa çıkarılan diğer kültürel buluntuları oluşturmaktadır. Su altında yürütülen çalışmalar ilerledikçe limanın kapasite büyüklüğünün yanı sıra daha erkene giden kullanım detayları da belirlenmiş olacaktır.

78

Şekil 6. Sualtından çıkarılan seramik örnekler

Teşekkür

Liman Tepe kara ve sualtı kazıları İzmir Region Excavations and Research Project (IRERP) kapsamında, Prof. Dr. Hayat Erkanal’ın başkanlığında Ankara Üniversitesi Mustafa V. Koç Deniz Arkeoloji Araştırma Merkezi koordinatörlüğünde yürütülmektedir. Bu kapsamda yürütülen tüm çalışmalar Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, Vehbi Koç Vakfı, Ankara Üniversitesi, Türk Tarih Kurumu, TÜBİTAK (Proje No: 108K263), İnstitute for Aegean Prehistory (INSTAP), INSTAP-SCEC, Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı (TINA) ve Urla Belediyesi tarafından desteklenmektedir. Bildiride kullanılan tüm görseller İRERP arşivi ve Prof. Dr. Hayat Erkanal’ın özel arşivine aittir.

KAYNAKLAR

1] Akurgal, E., 1950. Bayraklı Kazısı Ön Rapor. Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi, Cilt VIII, Sayı 1-2, 1-51.

2] Bakır, G., Anlağan, Ç., 1981. 1979 Yılı Klazomenai Kazısı. II. Kazı Sonuçları Toplantısı, 87-90.

3] Erkanal, H., Günel, S., 1996. 1994 Liman Tepe Kazıları. XVII. Kazı Sonuçları Toplantısı – Cilt I, 305-329.

4] Aykurt, A., 2010. İzmir Bölgesi Orta Tunç Çağı Seramiği. Belleten, Cilt LXXIV, Sayı 269, 1-69.

5] Kouka, O., 2002. Siedlungsorganisation in der Nord- und Ostaegaeis waehrend der Frühbronzezeit (3. Jt. V. Chr.).

6] Şahoğlu, V., 2005. The Anatolian Trade Network and the İzmir Region during the Early Bronze Age”, Oxford Journal of Archaeology 24 (4), 339-361.

7] Erkanal, H., 2008. Geç Tunç Çağı’nda Liman Tepe. A. Erkanal-Öktü vd. (ed.), Batı Anadolu ve Doğu Akdeniz Geç Tunç Çağı Kültürleri Üzerine Yeni Araştırmalar, Ankara, 91-101.

8] Erkanal, H., Günel, S., 1997. 1995 Yılı Liman Tepe Kazıları. XVIII. Kazı Sonuçları Toplantısı – Cilt I, 231-261.

9] Erkanal, H., Artzy, M., 2002. 2000 Yılı Liman Tepe Kazı Çalışmaları. 25. Kazı Sonuçları Toplantısı, Cilt 1, 375-389.

10] Erkanal H., 1998. 1996 Liman Tepe Kazıları. XIX. Kazı Sonuçları Toplantısı, Cilt I, 379-398.

79

11] Erkanal, H., Artzy, M., vd., 2009. Liman Tepe Sualtı Kazıları. 30. Kazı Sonuçları Toplantısı, Cilt 1, 299-322.

12] Erkanal, H., Artzy, M., vd. 2003. 2001 Yılı Liman Tepe Kazıları. 24. Kazı Sonuçları Toplantısı, Cilt 1, 423-426.

13] Erkanal, H., Aykurt, A., vd. 2014. Liman Tepe 2013 Yılı Kara ve Sualtı Kazıları. 36. Kazı Sonuçları Toplantısı, 3. Cilt, 473-494.

14] Koparal, E., 2014. Klazomenai Khora’sında Arazi Kullanımı ve Tarımsal Potansiyeli-Land Use and Agricultural Potential in Klazomenian Khora. Arkeolojide Bölgesel Çalışmalar Sempozyumu, Yerleşim Arkeolojisi Serisi Sempozyum Bildirileri 4, 125-135.

80

ARKEOLOJİ VE DENEYSELLİK

Osman Erkurt

360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği, İskele Mah. 2129 Sok., No:5, Urla, İzmir, Türkiye

ÖZET

360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği’nin amaçlarından biri, ülkemizde, arkeolojide yeni bir kavram olan, Deniz Arkeolojisi’nin bilimsel sınırlarının üniversal bilgi teorisi ve disiplini içinde yerleşmesini sağlamak ve uygulama alanlarını açmaktır.

Kendini daha çok, ‘’Batık Uzmanlığı’’ şeklinde de gösteren bu disiplin, ülkemizde ağır ve hantal işleyen üniversite sisteminin içine tam olarak girememiştir. ‘’Nautic’’ kelimesinin, dilimizdeki karşılığı da, hala tam olarak oturmamıştır.

‘’Sualtı Arkeolojisi’’ terimi, elbette doğrudur. İşaret ettiği fiil açısından da her hangi bir sorun yoktur. Ancak, su altında bulunan batıkların, daha önce yüzüyor olması gerçeği, genellikle batığa duyulan heyecan ve ilgi kadar değildir. Batıkların yapım teknolojileri, malzeme bilgileri, teknelerin yürütücü güçleri, yelken ve kürek teknolojileri ve bilgileri, navigasyon, göksel seyir bilgileri, oşinografik bilgiler, akıntılar, klimatolojik bilgiler, özellikle kıyı seyrinde çok önemli olan cephe rüzgarları bilgileri, limanlar, denizciler, kaptanlar yani deniz yaşamının tamamı ve deniz insanlarının kim oldukları konusunda yapılan araştırmalar çok azdır. Bu bilgilerin tamamı görüldüğü gibi ‘’Nautical’ Archaeology’’ nin konusu ve değişmezleridir.

Amacımız tüm bu bilgilerin, ‘’Nautical Archaeology’’ kavramı altında toparlanıp eğitim programlarına girmesidir. Bu konu eksik kaldığı takdirde, edinilen bilgiler yetersiz ve hatta yanlış olacaktır. Belki de bu yüzden, su altında yapılan kazıların, daha ziyade gemi yükü uzmanlığı olarak kalmaktadır.

Genel anlamda arkeolojinin, özelde deniz arkeolojisinin multi disipliner olması nasıl ki modern bilimlerin değişmezi ise, ‘’Deneysel Arkeoloji’’ kavramına da özel ve değişik bir yer vermek yerine, modern arkeolojinin temel ve değişmez olgusu olarak kabul etmek gerekmektedir. İşte o zaman, özellikle Mısır İkonografilerinde gördüğümüz ‘’serenler üzerinde yürüyen’’ denizcilerin ne yaptığı, ‘’yıldızlara bakarak gidiyorlardı’’, ‘’yelkenlerini açarak gidiyorlardı’’ ya da ‘’madenleri eritiyorlardı’’ önerisinin ne demek olduğu konusunda çok daha bilimsel sonuçlar almak mümkün olacaktır.

Gene çok önemli bir kavrama daha dikkat çekmek isterim. ‘’Deneysel Arkeoloji’’ kavramı sanki farklı bir ara disiplinmiş gibi algılanmaktadır. Bu konuda yapılan çalışmalar, deneyler ve bunlara ait sonuçlar pozitif bir bilim olan arkeolojinin kendisini oluşturmaktadır. Yani, deney ve laboratuvar sonuçları alınmadan bir bilgiyi bilim dünyasına sunmak ciddi bir sorumluluk gerektirir kanısındayım.

Bu özel konular üzerine geliştirilmiş deneysel yöntemler ve sonuçları, gerçek bilimsel bilgiye ulaşmamızı sağlayacaktır.

Anahtar Kelimeler: Arkeoloji, Deneysellik, Çok disiplinlilik

GİRİŞ

Tüm bu önerilerden yola çıkarak 2004 yılından bu yana uyguladığımız projelerde üniversite ve sivil toplum kuruluşlarıyla ortak çalışmalar yaparak birçok konuda deneyler yapılmıştır. Antik dönem deniz araçları ve objeleri birebir yapılarak mümkün olduğunca aynı şartlarda denenmiş ve birçok sonuç elde edilmiştir. Çok disiplinli çalışma esas alınarak yapılan bu çalışmalar uluslararası boyutta da ilgi görmüştür. Antik çağlarda farklı yapım teknikleri kullanıldığından teknelerin yapımında Gemi Mühendisleri Odasıyla çalışılmış, her türlü olasılık değerlendirilmiştir. Uluburun II Reanimasyon

81

Projesi, İzmir Kayıkları Projesi, Foça-Marsilya Tarihe Yolculuk Projesi, Kiklad Kayıkları Projesi, Saz Tekne Projesi bazı örneklerdir

MATERYAL VE YÖNTEM

Seçilen konuyla ilgili olarak yapılan çok disiplinli araştırma sonuçları önce bir proje haline getirilmektedir. Antik dönemde kullanılan yapım teknikleri, kullanılan malzemeler ve fiili şartlar mümkün olduğunca sağlanmaya çalışılmaktadır. Önce maket, daha sonra bir prototip yapılıp imalat yöntemleri hakkında daha geniş bir bakış açısı ve uygulama kolaylığı oluşturulmaya çalışılmaktadır.

BULGULAR

Uluburun II reanimasyon projesi

2004 yılında başyan bu projede 15m boyunda 5m eninde M.Ö. 3.300 yılında kullanıldığı düşünülen ticaret teknlerinin bir benzeri yapılmıştır. İkonografik bilgiler ışığında planları çizilip imal edilen bu tekne 3.000 deniz mili yol yapmıştır. Yapılan araştırma ve sonuçlar şöyledir:

Antik denizcilik ve teknede yaşam

Antik dönem ticaret gemisi ambarlarının yükle dolu ve alçak olması gemi personeline yeterli yaşam alanı bırakmıyordu. Bu konu, güvertesi açık teknelerde daha da önemli hale geliyordu. Muftak ve tuavaletin olmaması, tekne yaşamında sağlık sorunlarınıda beraberinde getirmektedir. Hava şartları ya da istenmeyen bir durumdan dolayı, uzun süren deniz yolculukları, gemi personelinin olumsuz yönde etkilemesine neden olmaktadır (Şekil 1). Kuru gıda tüketilemesi, içme suyunun az ve beklemiş olamasına vitamin eksiklikleri de eklenince ciddi sağlık sorunları gemi personelini etkilemesi muhtemeldir.

Şekil 1. Doğu Akdeniz de ölü dalgalar

Navigasyon

Navigasyonun temelini oluşturan gök cisimlerinin hareketlerinin incelenmesi ve mesafe ölçme bilgileri en eski çağlardan beri denizciler tarafından az ya da çok bilinmekteydi. Bu bölüme kısa konu başlıkları halinde değinilebilir.

82

Kıyı navigasyonu Sığlıklar, topuklar, akıntılar, ters rüzgarlar, büyük dalgalar gibi son derece tehlikeli riskler içeren bu seyir türü gemilerin batış nedenlerinin başında gelir.

Açık deniz navigasyonu Kıyı navigasyonuna gore çok daha az riskli fakat, göksel seyir bilgisi ve tecrübe geketiren bir seyir çeşididir (Antik dönemin en önemli ticaret rotalarından biri olan, 300 deniz mili Girit-İskenderiye rotası bu bilgilerle yapılmıştır). Her iki navigasyon çeşidinde de gece ve gündüz farkı önemli sonuçlar doğurmaktadır (kıyı seyrinde gündüz avantajı, açık deniz seyrinde gece avantajı). Navigasyon konusuda, geliştirdiğimiz çeşitli ölçüm aletleriyle, çalışmalarımız devam etmektedir.

Yürütücü güç yelken

Uluburun II nin yelken donanımı 3.300 yıl sonra ilk defa denenen çift serenli bir Mısır yelkenidir. Kullanılması tek serenli yelkene göre zor olan bu yelkenin bilgilerine Mısır Kenamun Mezar ikonografisinden ulaşılmıştır. Teknenin bilinen genel boyutlarından direğin boyunu tahmin edebilmek mümkün olmuştur. Direk boyu 12,5 m olarak belirlenmiştir. 13,5 m boyunda tahmin edilen serenlerden sonra, yelkenin boyutu da ortaya çıkmıştır. 87,5 m2 yelken alanı eldeki verilere göre belirlenmiştir. Kanvas ketenden imal edilen yelken bezi küflenmeye ve çürümeye çok yatkındır. Bu tür ağır ve büyük bir yelken donanımında en önemli parçalardan biride makara ve palanga sistemleridir. Ancak Uluburun kazısında makara bulunamaması, özellikle bulunduğu tarihsel evrede makaraya rastlanılmaması bizi doğal olarak makarasız bir donamım yapmaya zorlamıştır. Makara yerine tek delikli, oval, ahşap, yönlendirici ve kaydırıcı takozlar kullanılmıştır (Şekil 2).

Şekil 2. Yelkenin basılması

83

Zor olsa da yelkenlerin makarasız kullanmanın olanaklı olduğunu görülmüştür. 4 ya da 6 personelle yelkeni basmakta çok zorlanılmıştır. Ancak pupa rüzgarlarında bu işlemin daha kolay olduğu görülmüştür. İtiş prensibine göre çalışan Uluburun II nin yelkeni, pupa ve geniş apazda çok verimli sonuçlar vermiştir. 4-6 beaufort rüzgarda 6-7 knot sürate çıktığı tespit edilmiştir (Şekil 3)

Şekil 3. Pupa seyri

Taş çıpalar

Çıpa taşları, levha, piramit yada yumurta biçiminde büyük taşlardır. Bu çıplarda halatı geçirmek için bir delik bulunur. (Şekil 4) Çıpa taşlarının deniz dibindeki kayalara takılarak sabitlenmesi ve böylece geminin çıpa atılan yerde kalması amaçlanırdı. Uluburun Batığında bulunan çıpaların çokluğu bize bu çıpaların aynı zamanda balast ağırlığı olarak kullanıldığını düşündürmektedir. Çeşitli deniz dibi oluşumlarında farklı özellikler gösteren bu çıpaların en iyi sonuç verdiği dip şekli çamur olanıdır. Diğer dip şekillerinin tamanında taramaktadır (bundan dolayı zamanla formlarında değişiklikler olmuştur).

Şekil 4. Taş çıplar

Dümenler ve manevra

Uluburun II nin, pupa seyrinde hızlı bir tekne oluşu dümenleri çok önemli bir hele getirmektedir. Çift dümen küreği ile donanmış teknenin manevrası çok güçlüdür (Şekil 5) Yolculuk boyunca, dümenler tekneyi çok dikkatli kullanmamız adına uyarıcı olmuşlardır. Çünkü, birkaç kez dalganın şiddetinden dümenler yerlerinden çıkmışlardır. Yanaşma sırasında geminin üzerindeki hızın azalması dümenleri devre dışı bıraktığından, yanaşma riskli hale gelmektedir (yanaşma manevrasında ikinci bir hakkın olamaması bu durumu daha da ciddi hale getirmektedir).

84

Şekil 5. Dümen küreği

Rota ve harita

Doğal ortam ve Akdeniz’in ortalama rüzgar ve akıntı koşulları göz önünde tutularak arkeolojik buluntulardan, ikonografik kaynaklardan bir genel izlenim elde edilmeye çalışıldığında Tunç Çağı’nda deniz yolculuklarının genelde kıyıları izleyerek yapıldıkları anlaşılmaktadır. (Şekil 6) Çok sayıda liman içeren Filistin ve Suriye kıyıları boyunca ilerlendiğinde Mısır, Batı Önasya’ya bağlanmaktadır

1-28]. Ana deniz yolları, Levant Bölgesi’nin batısında bulunan ve önemli bir yükleme noktası olan Kıbrıs’ı hedefler. Daha sonra Anadolu kıyıları boyunca uzanırdı. Rodos Adası sıkça uğranılan bir limandı. Daha sonra Ege Adaları, kuzeye doğru çıkarak Troya önünden Çanakkale ve İstanbul Boğazı’na, oradan da Karadeniz’e açıldığı gözlenmektedir.

Şekil 6. Kıyı rotaları

Tüm bu rotalarda kullanıldığı varsayılan deniz krokileri günümüz haritalarından çok farklıydı. Ortak ölçüm ve notasyonun gelişmediği bu dönem her kaptanın kendi özel bilgileriyle varettiği krokilerdi. Bu bilgiler ise hakim rüzgarlar, kıyı profilleri, akıntılar, mesafeler ve özel alametleri içermekteydi.

İzmir kayıkları projesi

2005 yılında uygulanan, İzmir Kayıkları Projesi Fransız Amiral François Edmond Paris’in 1880 yılında çizdiği plandan yola çıkılarak bir kayak yapıldı (Şekil 7). Yapılan ilk kayık kullanım amacına uygun olarak Gemi Mühendisleri Odası tarafından değiştirilen plana göre imalata devam edildi (Şekil 8). 15 adet kayak, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından ücretsiz olarak kürek ve yelken kurslarıyla

85

halkın kullanımına açıldı. Yelken ve kürek performansı çok verimli olan bu kayıklar, İzmir’in denizle olan tarihsel geçmişi için önemli bir unsurdur.

Şekil 7. Kayık planı

Şekil 7. İzmir kayığı

Foça-Marsilya tarihe yolculuk projesi

2008 yılında uygulanan bu proje, Anadolu’da yaşayan insan topluluklarının Batı Avrupa’nın kuruluşundaki yeri ve önemini anlatmaktadır. Gemi Mühendisleri Odasının planlarını çizdiği ve Türk Loydu’nun denetiminde yapılan döneme ait Breme adı verilen savaş teknesi imal edilmiş 64 günlük yolculukla İzmir’den Marsilya’ya gidilmiştir (Şekil 8). Bu yolculukta İon Koloni göçünde kullanıldığı söylenen bu teknelerin, ince uzun bir yapıya sahip oldukları için dalgalı denizde burulmalara neden olduğunu görülmüştür (kırılıp batma nedeni) (Şekil 9). Alçak ve dar oluşundan dolayıda yaşamın çok zor olduğu tespit edilmiştir. Çift dümenden dolayı pupalı denizle de dümen tutmanın zor olduğu görülmüştür. Tek serenli yelkenin kullanımının çitf serenli yelkene göre daha kolay olduğu görülmüştür. Küreklerin sürekli çekilemediği, uygun rüzgarda yelkene yardımcı olmak için, yanaşma ve manevra sırasında kullanılabileceği gözlemlenmiştir. 19 m boyunda, 6 m eninde ve 24 ton ağırlığında bir teknenin ise geceleri karaya çekilebilmesinin mümkün olmadığı görülmüştür.

86

Şekil 8. İzlenen rota

Şekil 9. Kybele teknesi

Kiklad kayıkları projesi

2010 yılında, Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi ve derneğimizin işbirliği ile yapılan bu proje, M.Ö. 4500’lü yıllarda Kiklad Adaları’nda kullanılan dikişli teknelerin yapımını içermektedir (Şekil 10). İkonografik bilgilerden yola çıkarak Gemi Mühendisleri Odası ile planları hazırlanan bu tekneler tamamen ahşapların birbirine ip ile bağlanmasıyla oluşmaktadır. Bu teknelerin bordalarının kısa oluşu dalgalı denizde sorun yaratmaktadır. (içine su dolmaktadır) Altının düz olması stabilite açısından iyi fakat hız açısından bir dezavantajdır. Bu teknelerle dalgalı denizde kürek çekme olanağı yoktur.

Şekil 10. Kiklad kayığı

87

TARTIŞMA VE SONUÇ

Deneysel sonuçlar bize gösteriyor ki; antik döneme ait denizcilik bilgilerimiz çok az ve yetersiz. ‘’Yıldızlara bakarak gidiyorlardı’’, ‘’kıyıları görerek gidiyorlardı’’ ‘’gece seyri yapmıyorlardı’’ tüm bu görüşler, yanlış ve eksiklerle doludur. Bu yanlış ve eksikleri gidermek, ancak çok disiplinli çalışma ile mümkündür. Deniz arkeolojisi söz konusu olduğunda öne sürülen tezlerin sağlıklı olabilmesi için önerilen çalışma guruplarında, arkeologların yanı sıra denizciler, gemi mühendisleri, ağaç tekne yapımcıları, oşinograflar, bölge balıkçıları, beslenme uzmanları ve daha sayabileceğimiz birçok bilimsel disiplin bir arada olmalıdır 1-28].

KAYNAKLAR

1 Wachsmann, S., 1997. Seagoing Ships And Seamanship İn The Bronze Age Levant. Texas A&M University Press, ISBN. 1-86176-068-X, Texas.

2 Matthaus, H., 2006. Geç Tunç Çağı'nda Akdeniz'de Kültürler Arası İlişkiler ve Ticaret Seferleri. Uluburun Gemisi Üçbin Yıl Önce Deniz Ticareti 335-368, (Yaz: Ü. Yalçın – C. Pulak – Rainer Slotta),Deutsche Bergbau Museums Bochum, Sergi Kataloğu, 15 Temmuz 2005 - 16 Temmuz 2006.

3 Höckmann, O., 2006. M.Ö. 2. Binde Doğu Akdeniz'de Gemi Yolculuğu. Uluburun Gemisi ve 3000 Yıl Önce Deniz Ticareti, (Yaz: Ü. Yalçın – C. Pulak – Rainer Slotta), 311-326, Deutsche Bergbau Museum Bochum, Sergi Kataloğu, 15 Temmuz 2005 - 16 Temmuz 2006.

4 Murray, M.W., 1995. Ancient Sailing Winds İn The Eastern Mediterranean: the Case For Cyprus. Cyprus And The Sea, Nicosia.

[5] Casson, L., 1995. Ships And Seamanship İn The Ancient World. The Hopkins University Press, ISBN. 0-8018-5130-0, London.

6 Greenhill, B., Morrison, J., 1995. The Archaeology Of Boats And Ships an Introduction, Conway Maritime Press, ISBN. 0-85177-652-3, Basi Greenhill.

7 Mc Grail, S., 2001. Boats Of The World, Oxford Universty Press, ISBN. 0-1814468-7, New York.

8 Casson, L., 1994. Travel In The Ancıent World, The Johns Hopkins University Press.

[9] Basch, L., 1987. Le Muse’e İmaginaire de la Marina Antique, Institut Hellenique Publication, Athens.

[10] Basch, L., 1969. Phoenician Oared Ships, Mariners Miror.

[11] Landström, B., 1961. The Ship, Doubleday&Company, Inc. Garden City, New York.

[12] Morisson, J.S., Coates, J.F., Rankov, N.B., 2000. The Athenian Trieme, Cambridge University Press, ISBN. 0-521-56456-5, Cambridge.

[13] Steffey, J.R., 1993. Wooden Ship Bullding and Tae Interpretation, Texas A&M University Press.

[14] Steffey, J.R., 1985. The Kyrenia Ship: An Interim Report on its Structure, American Journal of Archaeology.

[15] Severin, T., 1985. The Jason Voyage, Hutchinson&Co. Ltd, ISBN 0-09-161880-8, London.

[16] Wachsmann, S., 1981. The Ships of the Sea People. International Journal of Nautical Archaeology.

[17] Pridemore, G. M., 1996. The Form, Function, And Interrelationships of Naval Rams: A Study of Naval Rams Form Antiquity, Master of Arts, Texas A&M University.

[18] Nowak, J. T., 2006. Archaelogical Evidence, For Ship Eyes: An Analysis of Their Form and Function, Master of Arts, Texas A&M University.

88

[19] Geannette, M. A., 1983. Mast Step and Keelson: The Early Development of a Shipbulding Technology, Master of Arts, Texas A&M University.

[20] Basch, L., 1995. Le Muse’e İmaginaire de la Marina Antique. Institut Hellenique Publication, Athens.

[21] Wachsmann, S., 1995. Paddled and Oared Ships Before the Iron Age’’ R. Gradiner (ed.) The Age of the Galley Mediterranean Oared Vessels Since Pre-classical Times. Naval Institute Press, London.

[22] Liritsiz, V.M., 1988. Seafaring, craft and cultural contac in the Aegean during the 3rd millennium BC, The International of Nautical Archaeology and Underwater Exploration, Nautical Archaeology Society by Academic Press, ISSN03057445, Volume 17, Number 3.

[23] Fitton, J.L., La Niece, S., 1989. Esse Quam Videri: A Reconsideration of the Kythnos Hoard of Early Cycladic Tolls, American Journal of Archaeology. Vol. 93, No. 1, 31-39.

[24] Agouridis, C., 1997. Sea Routes and Navigation in the Third Millennium Aegean, Oxford Journal of Archaeology, 16 (1), 1-24.

[25] Tutin, T.G. , Heywood, V.H.,Burges, N.A., Valentine, D.H., Walters, S.M., Webb, D.A., 1964. Flora Europea, Volume 1, Cambridge at the University Press, Wolfson College, Oxfort Library.

[26] Papageorgiou, D., 2008. Sea Routes in the Prehistoric Cyclades. In N. Brodie, J. Doole, G. Gavalas, C. Renfrew (Eds.). A Collogium on the Prehistory of the Cyclades (Chap. 1, pp: 9-13 McDonald Institute for Archaeological Research, University of Cambridge, Downing Street, Cambridge, UK.

27 Pulak, C., 2001. 3300 Yılın Tanığı. National Geographic, Sayı: Kasım, 2001, 116.

[28] Bass, G., Pulak,C., 2001. Tunç Çağının İhtişamı. National Geographic.

89

SUALTI FİZYOLOJİSİ

90

91

DEKOMPRESYON HASTALIĞI BAĞIŞIKLIK BIRAKIR MI?

Figen Aydın

Neoks Hiperbarik Oksijen Tedavi Merkezi, İzmir, Türkiye

ÖZET

Çalışmaya konu olan dalgıç, ilk olarak 2007 yılında liman başkanlığına başvurarak aday dalgıç belgesi almıştır. 2009 yılında sağlık durumunun saptanması için merkezimize başvuran dalgıcın anamnezinden 6 ay önce iç kulak barotravması/iç kulak dekompresyon hastalığı geçirdiği anlaşılmıştır. O dönemde uygun tedavi edilemediği için kalıcı işitme kaybı oluşan ve ardından labirent fistülü operasyonu geçirdiği öğrenilen hastanın dalış yapması tarafımızdan yasaklanmıştır. Ancak dalışa devam eden dalgıç 2010 ve 2012 yıllarında 2 kez daha dekompresyon hastalığı geçirmiş ve kliniğimizde acil rekompresyon tedavileri gerçekleştirilmiştir. 2015 yılında dalgıçla görüşüldüğünde halen turizm sektöründe sportif dalış limitlerinde dalışlar yapmakta olduğunu bildirdi.

Anahtar Kelimeler: Dekompresyon hastalığı, Rekompresyon tedavi tabloları

GİRİŞ

Dekompresyon hastalığı, gerek sportif gerekse profesyonel amaçla yapılan dalışlarda sıklığı giderek azalan bir dalış acilidir. Ancak özellikle kaçırılmış dekolar, uygunsuz dalış malzemelerine bağlı sorunlar ve dalış kurallarının ihlal edilmesi durumlarında önemli klinik sonuçlar doğurabilmektedir 1, 2].

YÖNTEM VE BULGULAR Olgumuz dalışa 15 yaşında başlamış, aday dalgıç belgesini ise 2007 yılında 26 yaşında iken almıştır. Dalgıcın kliniğimize ilk başvurusu bu belge öncesi sağlık muayenesi amacıyla gerçekleşmiş, sonraki 3 başvurusu ise dalış kazaları nedeniyle olmuştur.

1. Başvuru: İç kulak barotravması - İç kulak dekompresyon hastalığı sonrası

Dalgıç 29.10.2008 tarihinde iki dalış yapmıştır. 1. dalış 27 metre derinliğe dip zamanı 20 dk olan dalıştır. 1 saatlik satıh fasılasının ardından 2. dalışını 35-40 metreye 10 dk dip zamanı ile gerçekleştirmiştir. Bu dalışta tüpün o-ring’i bozulunca yaklaşık 40 metreden 40-45 saniyede satha gelmiş ancak klinik olarak herhangi bir belirti oluşmamıştır. Ertesi gün akşam saatlerinde 40 metre derinliğe dip zamanı 25-30 dk olan bir dalış daha yapmış ve dalışı dekosuz tamamlamıştır. Çıkıştan 2 saat sonra baş dönmesi, bulantı ve kusma yakınmaları olan hastaya üniversite hastanesinin acil servisinde gıda zehirlenmesi tanısıyla tedavi başlanmıştır. Yakınmaları devam edince nöroloji ve KBB konsültasyonları sonucu hastaya ani idiopatik işitme kaybı tanısı konarak kortikosteroid tedavisine başlanmıştır. Ayrıca hastaya başka bir merkezde 6 seans hiperbarik oksijen (HBO) tedavisi uygulanmış, yarar görmediği için bu tedaviye devam edilmemiştir. Üniversite hastanesinden haliyle taburcu edilen hasta bir eğitim araştırma hastanesi KBB servisine başvurmuş ve burada hastaya labirent fistülü tanısıyla fistül onarım operasyonu yapılmıştır. Hasta 5 ay sonra kalıcı iş göremezlik raporu almak için sağlık durumunun tespiti amacıyla merkezimize başvurduğunda sol kulağında ileri derecede işitme kaybı saptanmış olup (saf ses ortalaması 88 dB) dalış yapmasının sakıncalı olduğu bildirilmiştir.

92

2.Başvuru: Dekompresyon hastalığı

11.10.2010 tarihinde saat 05.30-06.15 saatleri arasında zıpkınla balık avlamak için scuba ile maksimum derinlik 40 m. dip zamanı (DZ) 30 dk olan dalış yapmış. Satıh fasılası 1,5 saat. İkinci dalış 30 metreye 30 dk dip zamanlı ve toplam dalış zamanı (TDZ) 45 dakikadır. Son dalıştan 2 saat sonra sağ diz ve baldırında ağrı yakınması olan hasta kliniğimize başvurdu. US Navy Hava Dekompresyon Tablolarına bakıldığında hastanın bu iki dalıştan 105 dk’lık kaçırılmış dekosu olduğu anlaşıldı. Sağ diz eklemi ile baldırında ağrısı ve sağ tarafta hafif güç kaybı dışında nörolojik bulgu saptanmayan hasta klinik belirtilerin ortaya çıkışından yaklaşık 3 saat sonra, 60 feet’te rekompresyon tedavisine alındı (Şekil 1) 3]. İlk oksijen periyodundan sonra yakınmaları gerileyen hastanın tedavisi TT-5 şeklinde tamamlandı. Tedavi devam tedavisi gerekmeden şifa ile sonlandırıldı. Hastaya dalış yapmasının yasaklandığı anımsatıldığında ekonomik nedenlerle dalış yapmak zorunda kaldığını bildirdi.

Şekil 1. Amerikan Donanması tedavi tablosu-6 3]

3.Başvuru: Dekompresyon hastalığı

11.06.2015 tarihinde saat 01.00 sıralarında yine scuba ve zıpkınla balık avlamak için 56 metre derinliğe DZ:22 dk TDZ: 58 dk olan dalış yapmış. 2 gün önceki dalışında dalış bilgisayarı kilitlendiği için cihazı bu dalışlarında kullanamamış. Çıkışta 15 metrede 3, 12 m’de 4, 9 m’de 3, 6 m’de 8 ve 3 m’de 6 dk deko yapmış. Dalış sonrası bacaklarında uyuşma başlayınca 10-15 dk içinde kaçırdığı dekoları Nitrox’la tamamlamak için 22 metreye toplam 110 dk süren dalış yapmış. Nitrox’la dekodan sonra uyuşmalar kısmen gerilemiş ancak kısa sürede yeniden başlayınca klinik belirtilerin ortaya çıkışından yaklaşık 6 saat sonra acil olarak kliniğimize başvurmuş. Hastanın muayenesinde yürüyemediği gözlendi. Kas gücü sağ alt ekstremite kaslarında 2-3/5, solda 3-4/5 seviyelerinde idi. İdrar ve gaita çıkışı olmamış. Sonda takılıp medikal tedavisi düzenlenerek hemen basınç odasına alınan hastaya US Navy TT-6 rekompresyon tedavisi başlandı. Tabloya 60 ve 30 feet’te birer oksijen periyodu eklendi. Ancak çıkış muayenesinde hastanın kliniğinde düzelme olmadığı saptandı. Tedavisinin yataklı sualtı hekimliği kliniğinde devam ettirilmesi önerildi. Tedavisi tamamlandıktan 1 yıl sonra ziyaret amacıyla kliniğimize başvuran hastanın kontrol muayenesinde herhangi bir nörolojik patoloji saptanmadı.

93

TARTIŞMA

Dalgıcın ilk olaya konu olan dalışı değerlendirildiğinde, 1. dalışının dekosuz, ancak ikinci dalışından kaçırılmış 12 dk dekosunun olduğu anlaşılmaktadır. Ertesi günkü dalışından da 24 dakikalık kaçırılmış dekosu mevcut. Dalgıcın başka dalış yapıp yapmadığı kuşkuludur. Ancak bir gün öncesinden kalan kabarcıklar da hesaba katıldığında bu dalışların iç kulak dekompresyon hastalığına yol açabileceği düşünülmelidir. Dalışlarında herhangi bir kulak ya da dengeleme sorunundan sözetmediği için barotravma düşünülmedi. Hastanın dalış anamnezine rağmen ne acil servis hekimince ne de daha sonra hastayı değerlendiren nöroloji ve KBB uzmanlarınca dalış hastalıkları düşünülmüştür. Bunun yerine hastaya ani idiopatik işitme kaybı tanısıyla kortikosteroid tedavisi ile 6 seans HBO tedavisi uygulanmıştır. Üniversite hastanesinde fistül testi (-) olarak bildirilen hastaya daha sonra başvurduğu eğitim ve araştırma hastanesinde labirent fistülü tanısıyla operasyon yapılmıştır. Oysa hasta HBO tedavisi seansları sırasında basınç altında iken herhangi bir yakınmadan söz etmemiştir. Bu durum da bizi yine iç kulak barotravmasından uzaklaştırmaktadır. Kliniğimizdeki muayenesinde ve odiyolojik incelemesinde ise hastada sol kulakta kalıcı işitme kaybı saptanmış ve dalış yapamayacağı kendisine bildirilmiştir.

2. olaya konu olan dalışlarına bakıldığında, aslında dalışı kesin yasaklandığı halde hastanın zıpkınla balık avladığı anlaşılmaktadır. Zıpkınla balık avı ise Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu tarafından ‘nefes tutularak ve başka bir hava kaynağından yararlanmadan yapılan’ bir spor dalı olarak kabul edilmektedir. Dalgıcımız zıpkınla balık avını ticari amaçla ve scuba donanımı kullanarak yapmış, bu dalışlarında idarenin herhangi bir müdahalesi ile karşılaşmamıştır. US Navy hava dekompresyon tablolarına göre hastanın bu dalışlarından kaçırılmış toplam 130 dakika dekosu mevcuttu. Medikal tedavisi düzenlenerek acil rekompresyon tedavisine alınan dalgıcın 60 feet’teki ilk oksijen periyodundan itibaren kliniğinde düzelme olduğu için tedavi, TT-5 olarak devam ettirilmiş ve devam tedavisi gerekmeden tedavisi sonlandırılmıştır. Hastanın rekomptresyon tedavisine klinik belirtilerin ortaya çıkmasından sonraki 3. saatte alınması da tedavinin başarısını etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.

3. olay da dalgıcın dalışlarına devam etmekte olduğunu göstermektedir. Olay yine scuba donanımı ile zıpkınla balık avı sırasında gerçekleşmiştir. Dalış profili incelendiğinde bir gün önceki dalışından dalış bilgisayarının kilitlenmiş olduğu, yani aslında bu dalışı planlayamayacağı görülmektedir. Buna rağmen dalgıç 56 metreye 22 dakikalık dalış yapmıştır. Eğer dalış planlanabilir olsaydı bile hasta bu dalışını US-Navy hava dekompresyon tablolarına uygun yapmamıştır. Tabloya göre 53 dk olması gereken dekoların eksik olduğu ve ayrıca US-Navy’nin hava dekompresyon tablolarına uygun derinliklerde yapılmadığı görülmektedir. Kaçırılmış dekoları tamamlayabilmek için nitrox ile 22 metreye 110 dk deko yaptığını ifade eden dalgıcın % kaçlık nitrox kullandığı ve deko stopları hakkında kesin bilgi edinilemedi. Ancak nitrox’la dekodan kısa süre sonra kliniğin daha şiddetlenerek devam etmesi, iki periyot uzatılmış TT-6 rekompresyon tedavisine rağmen klinik düzelme sağlanamayışı, aslında dalış yapmaması gereken zaman diliminde yapılan bu derin dalışın, eksik dekoların ve ardından denenen su içi rekompresyonun klinik sonucu olarak görülmelidir. Ayrıca rekompresyon tedavisine klinik belirtilerin ortaya çıkmasından 6 saat sonra başlanmış olması da tedaviden yanıt alınamayışının bir diğer etkeni olabilir. Hastanın sualtı hekimliği kliniğinde yatırılarak ve ancak uzun süren HBO ve rehabilitasyon tedavilerinin ardından iyileşebildiği öğrenilmiştir.

94

SONUÇ

Tedavisi gecikmiş ya da yeterli tedavi edilememiş dalış hastalıkları kimi zaman kalıcı iş göremezliklerle sonuçlanabilir. Bu çalışmaya konu olan dalgıcın ilk dalış kazasından sonra dalışı süresiz yasaklanmış olmasına rağmen dalgıç, kurallara aykırı dalışlar yapmaya devam etmiş ve sonucunda iki kez daha dekompresyon hastalığı yaşamıştır. Son olaydan sonra her ne kadar sportif dalış limitlerinde kaldığını ve scuba ve zıpkınla balık avı yapmadığını ifade etse de dalıştan vazgeçmemiştir. Sonuçta bu hasta için geçirdiği dekompresyon hastalıklarının vücudunda kalıcı hasar bırakmasına rağmen, dalış alışkanlıklarında kısa ya da uzun süreli bağışıklık bir bırakmadığından söz edilebilir.

KAYNAKLAR

1] Okuturlar, B., 2008. Ülkemizde Basınç Odasında tedavi Edilen Dekompresyon Hastalarının Retrospektif İncelemesi, Uzmanlık Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi.

2] Aktaş, Ş., ( ). Sualtı Hastalıkları İstanbul Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu, Sualtı Teknolojisi Programı Ders Notları.

3] US Navy Diving Manuel, 2005. (Rev-6) SS521-AG-PRO-010, Washington, USA.

95

SALYANGOZ DALGIÇLARINDA DEKOMPRESYON HASTALIĞI:

3 OLGU SUNUMU

Emine Gül1, Handan Öztürk1, Selin Gamze Sümen2, Akın Savaş Toklu1

1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fak., Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp ABD, İstanbul, Türkiye 2Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araş. Hast., Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp, İstanbul, Türkiye

ÖZET

Dekompresyon hastalığı (DH), dalıcılarda ve daha nadiren havacılarda görülen bir disbarik hastalık olup en önemli dalış hastalıklarındandır. DH, dalış sırasında vücut sıvı ve dokularında gaz kanunlarına uygun olarak çözünen inert gazın (Nitrojen, Helyum) hızlı çıkış ve yetersiz dekompresyonu nedeniyle serbestleşmesi, kanda ve dokularda kabarcıklar oluşturması sonucu meydana gelir.

Bu bildiride İstanbul Tıp Fakültesi Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp AD’de son bir yılda DH nedeniyle tedavi edilen 3 salyangoz dalgıcı değerlendirildi. Olguların dalış hikayeleri, dalış profilleri, gelişen semptomlar, basınç odasına ulaşıncaya dek uygulanan tedaviler, rekompresyon tedavileri ve sonuçları incelendi.

Salyangoz dalgıçlarının mükerrer dalış uyguladıkları ve yetersiz dekompresyon yaptıkları, yetersiz dekompresyon içeren dalış profillerinin dekompresyon hastalığı gelişiminde riski önemli ölçüde arttırmış olduğu gözlendi.

Olguların üçünde de DH’nın gelişmesinde yetersiz dekompresyon ve hızlı çıkış önemli bir yer tutmuştur. Yetersiz dekompresyonun yanı sıra DH oluşumunu kolaylaştıran veya olgunun ağırlık derecesini etkileyen bir takım fizyolojik ve çevresel faktörler de vardır. Bunlar; dalış süresince eforlu aktivite, dekompresyon sırasında veya izleyen saatlerde egzersiz, ileri yaş, dehidratasyon, dalış öncesinde alkol alımı, yorgunluk, obezite, dalıştan sonra irtifaya çıkma şeklinde sıralanabilir. Tedavide hastanın zaman kaybetmeden %100 oksijen ve sıvı tedavisiyle basınç odası olan bir merkeze yönlendirilmesi prognozu önemli ölçüde etkilemektedir. Olgularda rekompresyon tedavisi uygulanana kadar gerekli medikal tedavi ve ilkyardımın uygulanmaması DH’nın ciddiyetini etkilemiştir.

Anahtar Kelimeler: Dekompresyon hastalığı, Riskli dalış profili, Salyangoz dalgıçları

GİRİŞ-AMAÇ

Dekompresyon hastalığı (DH), dalıcılarda ve daha nadiren havacılarda görülen bir disbarik hastalık olup en önemli dalış hastalıklarındandır. DH, dalış sırasında vücut sıvı ve dokularında gaz kanunlarına uygun olarak çözünen inert gazın (Nitrojen, Helyum) hızlı ve yetersiz dekompresyonu nedeniyle serbestleşmesi, kanda ve dokularda kabarcıklar oluşturması sonucu meydana gelir. Herhangi bir dalış sonrası yüzeye gelindiğinde, vücutta çözünmüş olan inert gazın tamamen dışarı atılabilmesi için, dalış derinliği ve süresine de bağlı olarak yüzeyde belirli bir sürenin geçmesi gerekir. Bu süre geçmeden yapılan ikinci bir dalışta, vücutta bir önceki dalışta çözünmüş olan inert gazın üzerine eklenme söz konusu olacağından, tekrarlayan dalışlar güvenlik için daha uzun dekompresyon sürelerini gerektirecektir. Bu nedenle iki dalış arasında yüzey bekleme süresini mümkün olduğunca uzun tutmak dalış güvenliği açısından önem taşımaktadır.

DH sadece eklemler, kas-iskelet sistemi veya derinin tutulduğu Tip 1 DH ve başta merkezi sinir sistemi olmak üzere diğer sistemlerin tutulduğu daha ağır form olan Tip 2 DH olarak 2 gruba ayrılır. Dekompresyon kurallarına uymamak esas olmak üzere hastalığın oluşumunu kolaylaştıran veya olgunun ağırlık derecesini etkileyen bir takım fizyolojik ve çevresel faktörler vardır. Bunlar; dalış

96

süresince eforlu aktivite, dekompresyon sırasında veya izleyen saatlerde egzersiz, ileri yaş, dehidratasyon, dalış öncesinde alkol alımı, yorgunluk, obezite, dalıştan sonrası irtifaya çıkma şeklinde sıralanabilir.

Dekompresyon hastalığının tanısı dalış hikayesi, şikayetlerin ortaya çıkış şekli ve klinik bulgular ile konur. Acil tedavide ve ilk yardımda esas olan hastaya yüzeyde %100 oksijen solutulması ve sıvı tedavisiyle birlikte rekompresyon tedavisi için basınç odası bulunan bir merkeze ivedilikle transferinin sağlanmasıdır. DH’nın temel tedavisi basınç odasında uygulanan rekompresyon tedavisidir. Rekompresyon tedavisinde hastaya, bir basınç odasında basınç altına alınarak %100 oksijen solutulur. Rekompresyon tedavisi sırasında vücutta bulunan gaz kabarcıklarının hacimce küçülmesi, çözünen oksijen sayesinde gaz kabarcığı içinde bulunan inert gazın dışarı atılması, dolaşımın bozulması nedeniyle ortaya çıkan hipoksi ve ödemin gerilemesi sağlanır. Birçok olguda rekompresyonla beraber şikayet, bulgu ve belirtilerin hızla gerilediği veya ortadan kalktığı gözlenir 1].

OLGULAR

Olgu 1

S.B. 45 yaşında, 20 yıldır herhangi bir belgesi olmaksızın nargile ile salyangoz avcılığı yapan erkek dalgıç, salyangoz avcılığı amacıyla 14.10.2014 tarihinde, saat 11.00 civarında 29 metreye 50 dakika dip zamanlı bir dalış yaparak 3 dakika içinde dekompresyon durağı yapmaksızın yüzeye gelmiş. Dalgıç aynı gün saat 15.35’te 29 metreye dip zamanı 70 dakika olan 2. dalışını gerçekleştirerek yine 3 dakikada yüzeye gelmiş. Yüzeye geldikten birkaç dakika sonra dalgıcın önce karın bölgesinde gerginlik, ardından ayaklarında güçsüzlük gelişmiş. Ortaya çıkan şikayetler nedeniyle ikinci bir dalgıç eşliğinde tekrar dalış yaparak 21 metreye inmiş. Ardından 18 metrede 2 dakika (dk), 15 metrede 4 dk, 12 metrede 8 dk, 9 metrede 16 dk, 6 metrede 32 dk, 3 metrede 64 dk olacak şekilde toplam 126 dakika hava ile su içi rekompresyon uygulamış. Yüzeye geldiğinde şikayetlerinde gerileme olmayan hasta yaklaşık 2 saatte karaya ve buradan da ambulans eşliğinde 2 saatte Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi’ne ulaştırılmış. Burada hastaya 23.30’da Amerikan Donanması Rekompresyon Tedavi Tablosu 6 (TT-6)’ya göre rekompresyon tedavisi uygulanmış. Şikayetleri devam eden hastaya 15.10.2014’te bir kez TT-5 ile ertesi gün de bir kez TT-6 ile rekompresyon tedavisi uygulanmış, hasta idame tedavisi ve rehabilitasyonu için kliniğimize sevk edilmiştir. Kliniğimize yatışı yapılan hastanın yapılan nörolojik muayenesinde alt ekstremitelerde bilateral total güç kaybı, symphysis pubis seviyesinden başlayan yamalı tutulum gösteren duyu kaybı tespit edilmiştir. Hastada istemli idrar ve gaita çıkışının mevcut olmadığı gözlenmiştir. Hastaya kliniğimizde TT-9 ile günde 1 seans olmak üzere toplam 40 seans hiperbarik oksijen tedavisi(HBOT) uygulanmıştır. Bu dönemde hastaya rehabilitasyon amacıyla her iki alt ekstremiteye pasif eklem hareketleri, her iki üst ekstremiteye aktif güçlendirme egzersizleri ve mesane egzersizleri uygulanmıştır. Bası yarası oluşmaması için havalı yatakta yatırılan hastaya uygulanan tüm tedavilere rağmen belirgin iyileşme gözlenmemiştir. Bacak kaslarındaki güç kaybı kısmen düzelen hasta rehabilitasyon tedavilerine devam etmek üzere taburcu edilerek bir rehabilitasyon merkezine sevk edilmiştir.

Olgu 2

H.A. 39 yaşında erkek dalgıç, salyangoz toplamak amacıyla 10.07.2015 tarihinde saat 08.30’da nargile ile 25 metreye yüzey beklemesi beşer dakika süren 25’er dakikalık ardışık toplam 6 dalış yapmış, çıkış esnasında dekompresyon durağı uygulamamış. Altıncı dalışından 3 saat sonra sağ omuz ve sağ bacağında ağrı hissetmesi üzerine dalgıç kliniğimize başvurdu. Polikliniğimizde değerlendirilen

97

hastaya Tip 1 DH tanısı konularak saat 17.20’de TT-5 ile rekompresyon tedavisine başlandı. Hastanın basınç odasındaki sorgusunda ilk oksijen periyodu sonrası bacağındaki ağrının kaybolduğu, omzundaki ağrının azaldığı öğrenildi. Rekompresyon tedavisine TT-5 ile devam edilen hastanın şikayetleri 85. dakikada tamamen geçti ve tedavi TT-5’e uygun biçimde sonlandırıldı. Tedavi sonrası herhangi bir sorun yaşamayan dalgıç şifa ile taburcu edildi.

Olgu 3

R.A. 29 yaşında erkek dalgıç, 08.07.2015 tarihinde saat 09.30’da 25 metreye nargile ile salyangoz toplamak için dalış yaparak bu derinlikte 1 saat kalmış, çıkış esnasında dekompresyon durağı uygulamamış. Çıkışta esnasında 2 metre civarında sağ kolda ağrı hisseden dalgıç yüzeye geldikten 2 saat sonra 25 metreye 10 dakikalık ikinci bir dalış gerçekleştirmiş. Çıkış esnasında tekrar sağ kolda ağrı gelişen dalgıç Şile Devlet Hastanesi’ne başvurmuş. Burada ağrı kesici verilen dalgıcın şikayetleri hafiflemiş, ancak ertesi gün akşam dalgıcın şikayetleri tekrar artmış. 10.07.2015 tarihinde polikliniğimize başvuran hastaya Tip 1 DH tanısı konularak TT-5 ile rekompresyon tedavisi uygulandı. Birinci oksijen periyodundan sonra ağrısında azalma tarif eden hastanın tedavisine TT-5 ile devam edildi. Tedavi sonrası şikayetleri tamamen kaybolan hasta şifa ile taburcu edildi.

TARTIŞMA

Her üç olguda gelişen DH’nın ortaya çıkışında yetersiz dekompresyon ve hızlı çıkışın önemli bir yer tuttuğu düşünülmektedir. Olgu 1’in dalış profili incelendiğinde, Amerikan Donanması hava dekompresyon tablosuna göre bu dalgıcın ilk dalışında 6 metrede 47 dakika dekompresyon yapması ve toplamda 50 dakikada yüzeye ulaşması gerekirken, dekompresyon durağı uygulamadan yüzeye toplamda 3 dakikada çıkmıştır 2]. İleri düzeyde kaçırılmış dekompresyon durağı bulunan dalgıcın kaçırılmış dekompresyon kurallarını uygulaması ve ikinci bir dalış yapmaması gerekirken, 4,5 saat sonra tekrar dalış yapmıştır. Dekompresyon tablosu incelendiğinde, ilk dalışında yapması gereken dekompresyon duraklarına uyması halinde dahi dalgıcın ikinci dalışını yapacağı derinlikte 33 dakika rezidüel nitrojen zamanı bulunduğu, bu durumda 70 dakika olan dip zamanına bu sürenin eklenmesiyle ikinci dalışının dip zamanının 103 dakika olarak hesaplanması gerektiği, 29 metrede böyle bir dip zamanından sonra dalgıcın 12 metrede 14 dakika, 9 metrede 28 dakika, 6 metrede 278 dakika dekompresyon durağı uygulaması gerektiği gözlenmektedir. Ancak dalgıç ikinci dalışından sonra da dekompresyon amaçlı herhangi bir bekleme yapmayarak yüzeye gelmiştir. İleri düzeyde kaçırılmış dekompresyon durağı olan olgunun yüzeye ulaştıktan birkaç dakika sonra şikayetlerinin başlamış olması beklenmedik bir olay değildir. Hastanın tedavi umuduyla yaptığı hava ile su içi rekompresyon ise hem nitrojen yükünü arttırmış, hem de tedaviyi 2 saatten daha uzun bir süre geciktirmiştir. Bu olgu ileri düzeyde kaçırılmış dekompresyon ve hava ile yapılan su içi rekompresyonun DH’nı ağırlaştırdığına bir örnektir.

İkinci olguda hasta yüzeyde 5’er dakika beklemeli, ardışık 25’şer dakikalık 6 dalış yapmıştır. Bu dalışlar mükerrer dalış olarak değil, toplamda 175 dakika dip zamanı olan tek bir dalış olarak değerlendirilmelidir. Bu durumda Amerikan Donanması hava dekompresyon tablosuna göre dalgıç 12 metrede 11 dakika, 9 metrede 34 dakika 6 metrede 378 dakika dekompresyon durağı uygulaması gerekirken herhangi bir bekleme yapmadan yüzeye gelmiştir. Bu olgu da da ciddi kaçırlmış dekompresyonun söz konusu olduğu aşikardır.

Üçüncü olguda dalgıç ilk dalışında 6 metrede 56 dakika dekompresyon durağı uygulaması gerekirken herhangi bir bekleme yapmadan yüzeye çıkmıştır. 2 saat sonra gerçekleştirdiği dalışında gerçek dip zamanı 10 dakika olsa da mükerrer dalış olduğundan, dekompresyon tablosuna rezidüel nitrojenin de

98

dip zamanına eklenerek bakılması gerektiği, buna göre 6 metrede 56 dakikalık dekompresyon durağı uygulaması gerektiği anlaşılmaktadır. Bu olguda da kaçırılmış dekompresyon etkili olup dalgıcın şikayetleri çıkış esnasında yüzeye yaklaştığı anda başlamıştır.

Her üç olguda da ileri düzeyde kaçırılmış dekompresyonun söz konusu olduğu görülmektedir. Okuturlar ve Aktaş’ın yaptığı çalışmada, sıfır dekompresyon limitlerini aşan dalışlarda yeterli dekompresyonun yapılmaması, dekompresyon hastalığını provake eden başlıca faktör olarak gösterilmiştir 3]. İlk olguda hastanın tedavi umuduyla yaptığı hava ile su içi rekompresyon hastanın tedavisinin gecikmesine, ek nitrojen yükünün ortaya çıkmasına yol açmıştır. Rekompresyon tedavisinden minimal fayda gören hastanın kliniğinde belirgin düzelme olmamasında, geçirdiği dekompresyon hastalığının ağırlığı kadar, su içi rekompresyonun da etkili olduğu düşünülmektedir.

Ülkemizde planlı bir eğitim programına dahil olmayıp, usta-çırak ilişkisiyle dalışı öğrenip hayatını dalgıçlıkla kazanan ilk dalgıçlar, özellikle Ege ve Akdeniz kıyılarında dalış yapan sünger dalgıçlarıdır. Ampirik yöntemlerle dalış yapan sünger dalgıçlarında, güvenli dalış kurallarına uyulmadan yapılan dalışlar nedeniyle DH insidansının yüksek olduğu, DH ya da disbarik osteonekroz nedeniyle sakat kalanların bulunduğu bilinmektedir. Bu grupta da kaçırılmış dekompresyon, su içi rekompresyon ve rekompresyon tedavisinde gecikme prognozu etkileyen önemli bir faktördür 4]. 1980’li yıllarda süngerin bakteriyel bir hastalık nedeniyle ticari değerini kaybetmesi sonucu sünger dalgıçları azalmış, bu esnada Hint Okyanusu’ndan kıyılarımıza ulaşarak çoğalan deniz salyangozunun (Rapana Venosa) ticari bir değer kazanmasıyla salyangoz dalgıcı sayısı artmıştır. Düzenli bir eğitimle belgelendirilmeyen salyangoz dalgıçlarında da DH insidansının sık olduğu bilinmektedir. Kaçırılmış dekompresyon durağı söz konusu olan her dalıştan sonra DH gelişmeyebileceği bilinmektedir. Dekompresyon kuralları konusunda yeterli bilince sahip olmayan salyangoz dalgıçları, sorun yaşamadıkları kaçırılmış dekompresyonlu dalışlar nedeniyle durumu kanıksamakta ve yersiz bir güven duygusu yaşamaktadırlar. Her üç olgudaki ileri düzeydeki kaçırılmış dekompresyon, bu durumun bir göstergesi olarak ele alınabilir.

SONUÇ

Olgulardaki dalış profillerinde kaçırılmış dekompresyon, DH hastalığının ortaya çıkmasında ana nedendir. Geleneksel yöntemler ile yıllardır yetersiz dekompresyon uygulayarak dalış yapan dalgıçlarda gerçekleştirdikleri sorunsuz dalışlar, bu dalışların güvenli olduğu algısını oluşturmaktadır. Ancak ciddi kaçırılmış dekompresyon durakları söz konusu olduğunda çok ciddi DH ortaya çıkabilmektedir. DH söz konusu olduğunda %100 oksijen ve sıvı tedavileri uygulayarak hastanın bir an önce basınç odası bulunan bir merkeze transferinin sağlanması yaklaşımda esastır. Basınç odasına erken başvuru hastalığın prognozunu etkileyen en önemli faktördür. Ciddi dekompresyon hastalığı gelişenlerde rekompresyon tedavisine rağmen sekeller kalabilmektedir. İlkyardımda uygun yaklaşım, hızlı transfer ve uygun rekompreyon tedavisi sekel olasılığını azaltacaktır.

KAYNAKLAR 1] Cimşit, M., 2009. Hiperbarik Tıp. Eflatun Yayınevi.

2] US Navy Diving Manuel (Revision 6), SS521-AG-PRO-010, Washington 2015

3] Okuturlar B., 2008. Ülkemizde Basınç Odasında Tedavi Edilen Hastaların Retrospektif İncelemesi, Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp Anabilim Dalı, 2008.

4] Toklu, A.S., Cimşit M., 2009. Sponge Divers of the Aegean and Medical Consequences of Risky Compressed-Air Dive Profiles. Aviat Space Environ Med., 80:414-417.

99

REBREATHERLA DALIŞLARDA KARŞILAŞILABİLECEK

SAĞLIK SORUNLARI

Selin Gamze Sümen

Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araş. Hast., Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp, İstanbul, Türkiye

ÖZET

Yeni teknolojinin geliştirdiği Rebreatherlar (yeniden solumalı dalış sistemi) rekreasyonel amaçlı dalışları da etkileyerek dalış sektöründe artık kullanıcı sayısının artmasıyla yerini almaya başlamıştır. Sualtında yeni keşiflerde bulunma ihtiyacındaki balıkadamlar, belgeselciler, arkeologlar, bilim insanları, fotoğrafçılar kullanılan bu ekipmanların gelişmiş teknik özellikleri nedeniyle tercih etmektedirler. Teknolojik açıdan gelişmiş ekipmanlarla da olsa dalışın kendisine ait risklerine ilave sağlık açısından zararlı olabilecek koşullarla karşılaşılabilir. Rebreatherler için bilinmesi gereken özel tıbbi durumlar vardır. Hipoksi, yüksek oksijen düzeyinin toksik etkileri, karbondioksit zehirlenmesi, kostik kokteyl, orta kulak hiperoksi absorbsiyon sendromu, allerjik reaksiyon rebreather kullanımında karşılaşılabileceklerden başlıcalarıdır. Ayrıca bilimsel yayınlarda rebreather kullanan dalıcılarda ölümle sonuçlanan dalış kazalarından da bahsedilmektedir. Dalgıç kapalı devre, karışım gaz içeren rebreather kullansa da, dekompresyon hastalığı, emboli, barotravma gibi bilinen dalış hastalıkları görülme olasılığı mevcuttur. Dalışların emniyet kurallarını bilmek ve uygulamak oldukça önemlidir. Ek olarak karşılaşıldığında sağlığımızı etkileyebilecek rebreatherla dalışla ilgili risklerin varlığından ve nasıl yönetileceği konusunda bilgi sahibi olunmalıdır.

Anahtar Kelimeler: Rebreather, Teknik dalış, Karışım gaz dalış, Oksijen toksisitesi

GİRİŞ

Sualtı dünyasını daha çok keşfetme isteğiyle sualtı ortamını, canlıları yakından inceleme şansı bulup, uzun ve sessiz dalış yapmak arzusunda olan dalıcılar arayış içindeydiler. Mağara dalışlarının ilgi çekiciliği, sualtında arama ve kurtarma çalışmalarının başarıyla sonuçlanabilmesi isteği, dalışta açık devre dalış donanımları dışındaki sistemlere de ilgi duyulmasına yol açmıştır. Rebreather olarak bilinen bu ekipmanlar oldukça gelişmiş teknik özelliklere sahip cihazlardır. Açık devre skuba ekipmanı kullanırken her bir nefesten sonra verdiğimiz kirli hava kabarcık olarak suya karışır, rebreather kullanımında ise dışarı verdiğimiz soluk havasındaki kirli havanın içindeki karbondioksit (CO2) bir uygun kimyasal tarafından emilir ve tüketmiş olduğunuz oksijen ekipmandaki sistem tarafından yerine konur. Bu şekilde uygun soluma gaz karışımlarıyla dalış derinliğini, dalış süresini uzatarak ve çok daha az kabarcık oluşturarak doğal ortamla adeta bütünleşilir. Böylece merak edilen derinliklerde yeni keşifler yaparak, sualtında farklı derinliklerdeki canlıları ürkütmeden dalışlar sürdürülebilir. Bilim insanları, biyologlar, fotoğrafçılar ve arkeologlar derinlerdeki ortamı kişisel olarak gözlemleyebilmek, belgeleyebilmek için yeniden solunum teknolojisinden faydalanırlar. Teknik dalışlarda yarı açık veya kapalı devre karışım gaz ekipmaları ile dalış kullanılmaktadır. Kullanılan gazın hacimsel veya maliyet açısından tüketim avantajlarından faydalanılır. Böyle bir ekipman solumak için ideal bir sıcaklıkta soluma gazını, her derinlikte solumaya en uygun gaz karışımını dalıcıya sunar. Bunun sonucunda dalıcıya uzayacak olan dekosuz dalış limitleri, verimli gaz kullanımının avantajlarını sunar. Bilimsel yayınlarda rebreather kullanan dalıcılarda da oksijen toksisitesi, karbondioksit zehirlenmesi dekompresyon hastalığı, emboli, gibi dalış hastalıklarından bahsedilmektedir 1].

100

MATERYAL VE YÖNTEM - BULGULAR

Rebreatherla yapılan dalışlarda oksijen zehirlenmesi, karbondioksit zehirlenmesi, hipoksi, kostik kokteyl solunması gibi teknik ekipmandan kaynaklanabilecek veya dalışın doğasında var olan sağlıkla ilgili riskler konusunda bilimsel yayınlar incelenmiştir. Bu risklerin en aza indirgenmesi konusunda alınması gereken önlemlerden ve belirmesi durumunda yaklaşımdan bahsedilmiştir.

TARTIŞMA

Başlıca riskler konusunda ekipmanların üretici firmalarının belirttiği güvenlik sınırlarının dışına çıkabileceği, hatalı sonuçlardan dalıcının zarar görebileceği bilimsel araştırmalarda bildirilmiştir 2]. Bahsedilen riskler sualtında daha olumsuz sonuçlar oluşturabilir.

Hiperoksi

Hiperoksi, dokulardaki oksijen miktarındaki artıştır. Oksijenin potansiyel etkileri ve yan etkilerinin neler olabileceğine dikkat edilmelidir. Yüksek kısmi basınçlarda solunan oksijenden kaynaklanan zehirlenmeler olabilir. Özellikle beyin ve uzantılarından oluşan sinir sistemi ve solunum sistemimiz artmış oksijen kısmi basıncından daha çok etkilenip zehirlenme belirtileri görülen organlardır.

Merkezi sinir sistemi (MSS) oksijen zehirlenmesi

MSS’nin etkilendiği oksijen toksisitesi kapalı devre rebreatherlarla dalışta en büyük risklerdendir. Solunan oksijenin derinlikle artan kısmi basıncı ve oksijene maruz kalınan süre MSS toksik etkilerinin oluşma riskini arttırır. Teorik olarak pp O2 (oksijen kısmı basınç) 1,6 ATA’yı aşmadıkça genellikle MSS oksijen zehirlenmesi görülmez. Soğuk ortam ve aşırı egzersiz gibi çevresel faktörlerle dalıcı oksijenden daha kolay etkilenebilir. Ekipmanla ilgili oksijen sensörü veya oksijen regülatöründeki arıza, oksijen düzeyinin tehlikeli seviyelere ulaşmasına neden olabilir. Oksijen beslemesindeki valf, mikroişlemci ve/veya sensör arızalarından kaynaklanabilen ekipmanın hatalı çalışmasından kaynaklanabilecek okisjen (O2) yüksekliği, hipovantilasyon, CO2 tutucu filtrede arıza, dikkatsizlikle uygunsuz dalış derinliğinde bulunulması, yeterli termal korunma olmamasına bağlı aşırı soğuk ve egzersiz, oksijene bağlı toksik etkileri kolaylaştırabilir. MSS toksisitesi ile ilgili belirti ve bulgular; kaslarda istemsiz kasılmalar, bulantı, görme bozukluğu, kulaklarda çınlama, sersemlik, şuur kaybı ve huzursuzluktur. Kasılma nöbeti aniden ortaya çıkabilir. Bu belirtiler görülmeye başladığında kontrollü yüzeye çıkış yapılmalıdır. Dalış eşi uygun yaklaşımla yardımcı olarak dalıcının zarar görmesine engel olabilmelidir 1].

Akciğer oksijen zehirlenmesi

Oksijenin kısmi basıncının 0;6 bar (atm)’dan yüksek olan gaz karışımlarının uzun süreli solunmasıyla oluşan zehirlenmedir. Daha çok sualtında uzun süre kalan dalgıçlar ya da basınç odalarında tedaviye alınan olgularda görülür. Belirtileri ortaya saatler ya da günler sonra çıkabilir. Belirtiler; boğaz ağrısı, göğüs ağrısı, öksürük, nefes darlığı olarak ortaya çıkar. İlerlemeden oksijene maruz kalma kesilirse, yakınmalar geriler 3].

Hipoksi

Oksijen yaşamın devamı için gerekli, eksikliğinde ölümle sonuçlanabilecek önemli bir gazdır. Solunum havasında oksijen azlığı, vücudumuzun yeterli oksijen sağlayamaması hipoksi olarak

101

tanımlanır. Hipokside, vücudumuzda dokularda oksijen oranı azalmaktadır. Oksijenin irtifaya çıkıldığında etrafımızı çevreleyen atmosferde azalmasıyla, solunumun derinliği ve hızı ile kalp atışının artması, baş ağrısı, baş dönmesi, dikkat toplayamama gibi belirtilere yol açar. 6.000 metre üzerinde bilinç kaybı ortaya çıkar ve hemen oksijen verilmezse, ölümle sonuçlanır.

Hipoksi, dalışta gaz karışımından solunduğunda ise vücudun metabolik gereksinimini karşılamak için gerekli düzeyden çok düşük kısmi basınçta oksijenin solunmasından meydana gelir. Hipokside yakınmaların şiddeti, ortaya çıkma sırası ve hızı kişiden kişiye değişebilir. Önde gelen belirtiler; görme bozukluğu, baş dönmesi, baş ağrısı, yorgunluk, uyuşukluk, yargı ve bellek bozuklukları, koordineli kas hareketleri güçsüzlüğüdür. Hipoksi belirtileri kişi tarafından fark edilmeyebilir. Aşırı güven hissi, yargı bozuklukları, tehlikelerden kaçınmama, mantıksız düşünceler ve uyuklama kontrolsüz gülme, şarkı söyleme, gibi davranış bozuklukları ile bilinç kaybına hatta ölüme kadar gidilebilir. Kişisel farklılıklar olabileceği gibi, egzersiz toleransın düşüklüğü, yorgunluk, alkol kullanımı, uykusuzluk, tütün ve ilaç kullanımı hipoksi kliniğini ağırlaştırabilir. Kapalı devre rebreather dalışında derinlik arttıkça oksijenin parsiyel basıncı da artacağından hipoksinin belirtileri daha çok dalışa başlarken yüzeyde görülebilir. Dalışın sonlarında çıkış esnasında çevre basıncının azalmasıyla solunan oksijen kısmi basıncı tekrar azalacağından oksijen düzeyi dikkatle izlenmelidir. Gerekli kısmi oksijen basıncını sağlayacak şekilde ilave oksijen ekleme ihtiyacı doğabilir 4].

Hipoksi tedavisinde eğer hipoksi belirtileri erken farkedilirse; dalgıç oksijen kısmi basıncını arttırmaya çalışmalıdır. Şuursuz bir dalıcıya ise dalış eşi, oksijen göstergesini izlerken donanıma oksijen ilave etmelidir. Dekompresyon gerekmezse, diğer dalgıç zarar gören dalgıcı su yüzeyine çıkarmalı, ağızlığını veya maskesini çıkararak hava almasını sağlamalıdır. Dalgıç, su yüzeyinde hava soluduktan sonra tam olarak normal vücut fonksiyonlarını yerine getirebiliyorsa gaz embolisi şüphesinden uzaklaşılabilir. Eğer dalgıca dekompresyon beklemesi gerekirse, dalış eşi zarar gören dalgıcı ilk dekompresyon derinliğine getirmelidir. Şuur yerine gelirse, normal dekompresyona devam edilir. Şuur kaybı devam ederse, kontrollü bir hızla su yüzeyine getirilip, acil tıbbi destekle hava yolu açıklığı sağlanmalıdır. Maskeyle %100 oksijen tedavisi uygulanmalı ve kaçırılan dekompresyon belirtileri nedeniyle tedavi için sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır 5].

Karbondioksit zehirlenmesi (Hiperkapni)

Kanda karbondioksit miktarının aşırı artışı ve vücut sıvılarında karbondioksit birikmesi durumudur. Sualtında aşırı efor, nefes tutma gibi sebeplerle kandaki karbondioksit seviyesinin artması ile meydana gelebilir. Rebreather kullanımında hiperkapni yapan nedenler; CO2 emici filtrede arıza, aşırı egzersiz, filtrenin kullanım süresinin aşılması gibi filtrenin yetersiz kaldığı durumlarda rebreather da solunum ortamında CO2 birikimi ile karşılaşılabilir. Klinik belirtiler hızla ilerleyebilir. Derin ve hızlı soluk alıp verme ilk belirtilerden olabilir. Farklı egzersiz koşullarında solunumdaki kısmı CO2 basıncının 30 mm-Hg üzerine çıktığında dakikada solunum derinliği ve hızının arttığı araştırmalarda gösterilmiştir. 6]. Akıntılı ortamda ve aşırı egzersiz yapmak zorunda kalındığında benzer belirtiler de görülebildiğinden dalgıç hiperkapni olabileceğini düşünmeden dalışta yanlış yorumlayabilir. Bulantı, titreme, güçsüzlük, sersemlik, baş ağrısı gibi belirtilerle ortaya çıkar 7]. CO2 düzeyi % 5-10 arasında solunum sıkıntısı ve zonklayıcı baş ağrısı, % 10 üzerinde ise şaşkınlık ve bilinç bozukluğu görülür. Bazı durumlarda kapalı devre rebreatherda, hiperkapniyle oksijen toksisitesinin şiddetlendirerek istemsiz kasılma nöbeti ilk belirti olabilir 5].

Hiperkapni belirtileri fark edildiğinde, dalgıç oksijen baypası aktive etmeli, derin düzenli nefes alıp burundan soluk verilmelidir. Maskeden dışarı verilen CO2 böylece kapalı devre sisteminde uzaklaştırılır. Böylece donanım içindeki ve akciğerlerdeki karbondioksit seviyesi düşürülecektir. Dikey pozisyonda yüzeye kontrollü yükselme sağlanarak CO2 kısmi basıncının azaltılması sağlanır.

102

Deniz yüzeyine ulaşıldığında ağızlık çıkartılarak temiz ortam havası solunur. Şuur kaybı gelişmesi durumunda, dalış eşi hipokside bahsedildiği gibi yardımcı olmalıdır 5].

Kostik çözelti soluma ve kimyasal hasar - kostik kokteyl

Rebreather ekipmanında soluk verdiğimiz havadaki CO2 tutucu yani absorbe eden hidroksit bileşenlerinden oluşan kimyasal bir filtre vardır. Filtre içindeki kimyasal madde herhangi bir nedenden dolayı su/deniz suyu ile temas edecek olursa yakıcı özellikte bir kostik alkali çözelti oluşur. Dalgıç yatay veya baş aşağı bir pozisyonda ise filtrenin sızdırması durumunda solunum hortumuna giren kostik kokteyli istemeden soluyabilir. Tahriş edici etkisi yüksek olan bu solüsyon üst solunum yolunda dokulara hasar verir. Hasarın şiddeti solüsyon miktarına ve yayılmasına bağlıdır.

Kostik solüsyonu daha solumadan önce dalgıç, bazen nefes alma güçlüğü veya baş ağrısından yakınabilir. Bunlar solunan gazdaki emilemeyen karbondioksit birikmesinin belirtileridir. Alkalin solüsyonun solunum hortumundan solunabilir veya yutulabilir. Yakıcı özellikteki kimyasal çözelti ağız içi, yutak, yemek borusu ve solunum sistemine temas ederek dokularda kimyasal yanık gelişir. Dalgıçta boğazda şiddetli ağrı, öğürme, ağızda kötü tat, tıkanma hissi, nefes alma güçlüğü yakınmaları gelişir. Böyle bir durumda yapılması gereken, ekipmandaki bypass valf hızla aktive edilmelidir. Burundan soluk verilmeli, özellikle dikey pozisyon korunarak kontrollü yüzeye çıkış sağlanmalıdır 5, 8].

Kontrolsüz hızlı yüzeye çıkış durumunda dalgıçta arteryal gaz embolisi riski olabileceği akılda tutulmalıdır. Deniz yüzeyine gelindiğinde yapılması gereken eğer yüzeyde tatlı su varsa, ağız birkaç kez çalkalanmalı kostik madde hızla temas ettiği dokulardan uzaklaştırılmalıdır. Ardından birkaç ağız dolusu su yutulmalıdır. Yalnızca deniz suyu varsa, ağız çalkalanmalı, ancak yutulmamalıdır. Kusma doku hasarını arttırabilir. Alkali olan kostik çözelti, asidik solüsyonlarla nötralize edilmemelidir. Kimyasal hasarın bir sonucu olarak dalgıç yukarı çıkarken solunum güçlüğü çekebilir. Herhangi bir emboli belirtisine karşı dikkatle izlenmeli ve gerekirse mutlaka tedavi edilmelidir. Kimyasal hasara uğrayan dalgıç bir sağlık kuruluşuna en kısa zamanda götürülmelidir 8].

Orta kulak oksijen emme sendromu/rahatsızlığı

Orta kulağın dalıştan etkilendiği bilinmektedir. Uzun bir dalış sonrasında orta kulakta oluşabilecek negatif basınç durumudur. Oksijenle dalış sırasında yüksek orandaki oksijen orta kulak boşluklarına girer ve dalış süresince dokular tarafından emilir. Eğer östaki kanalları sürekli olarak açılmaz ise, orta kulak boşluklarında çevre basıncına nazaran negatif basınç oluşur. Yakınmalar genellikle uzun bir oksijen dalışından sonraki sabah uyanıldıktan sonra farkedilir. Ağrısız işitme güçlüğü, hafif kulakta dolgunluk, çıtırtı hissi başlıca yakınmalardır. Orta kulakta basınç farkından dolayı toplanan bir sıvı oluşabilir. Dalgıç yutkunma, esneme ile valsalva kullanarak orta kulaktaki basıncı eşitlemeye çalışarak semptomların ortadan kalkmasını sağlar. Ağrı ve duyma kaybı çabuk geçer ancak orta kulağın içindeki sıvının geri emilmesi daha yavaş olur. Eğer semptomlar devam ederse sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır 4].

Hiperoksik miyop (Uzağı net görememek)

Miyop sıklıkla uzağı net görememek olarak tanımlanan gözde görme kusurudur. Miyop bir gözün ön arka çapı kırma gücüne göre daha uzundur. Sıklıkla hiperbarik oksijen tedavisi uygulanan hastalarda tekrarlamalı uygulamalardan sonra geri dönüşümü olan bir sağlık sorunu olarak bildirilmiştir 9]. Kapalı devreyle 1,3 ata PO2 nitroks karışım gaz kullanan dalgıçlarda miyop gelişimi literatürde bildirilmiştir. Dalışlardan birkaç hafta sonra ortaya çıkan yakın görmenin bozulmadığı, fakat her iki

103

gözünde etkilendiği, ilerleyici uzak görme kusuru tariflemişlerdir Hiperoksik miyopide oksijenin toksik etkilerinden kaynaklanan göz küresindeki kristal lensin kırıcı özelliğinin değişmesi sorumlu tutulmaktadır 10].

Allerjik reaksiyon

Allerjik reaksiyon, ekipmanda kullanılan malzemelerin veya dezenfeksiyonunda ve temizliğinde kulanılan sıvı solüsyonların içeriğindeki maddelerin deri ve eklerine teması ile oluşabilecek aşırı duyarlılıkla ilgili sağlık sorunudur. Temas sonrasında ciltte kızarıklık, şişlik, yanma ve cilt lezyonları, nezle, nefes darlığı gibi yakınmalar oluşabilir. Bu yakınmalarla ilgili sağlık kuruluşunda tedaviye başlanıp, malzemeler tekrar gözden geçirilmelidir 1].

Dalış kazası ve ölüm olguları

Dalış kazalarına bakıldığında, 2008 yılında yayınlanan bir makalede kapalı devre, karışım gaz içeren rebreather kullanan iki dalgıçta eklem tutulumlu ve görme alanında yakınmalarla ilgili dekompresyon hastalığı olgulardan bahsedilir 11]. Aynı yıl yayınlanan başka bir olgu sunumunda kapalı devre, karışım gaz içeren rebreather kullanan dalgıçta 5-6 m’den acil çıkış sonrasında arteryal gaz embolisi bildirilmiştir 12]. 2013 yılındaki bilimsel yayında 1998-2010 yılları arasında rekreasyonel amaçlı kapalı devre rebreather kullanan dalgıçlarda dalış kazasına bağlı ölümlerin analizi değerlendirilmiştir. Rebreatherla 185 ölüm vakasının verilerinin değerlendirilmesi sonucunda açık devre skuba ekipmanı ile dalışlardan daha fazla ölümle karşılaşıldığı ve çift tüplü açık devre sistemle karşılaştırıldığında kapalı devre rebreather ekipmanla ilgili arıza oluşumunun 25 kat daha fazla olduğu sonucuna varılmıştır. Ölümlerin 2/3’si riskli dalış profili ve riskli davranışla ilişkilendirilmiştir 13].

SONUÇ

Sonuç olarak rebreather ile yapılan dalışlarda emniyeti arttıracak teorik, deneysel, uygulamalı kaynaklardan ortaya çıkarılmış emniyet kurallarını bilmek ve uygulamak çok önemlidir. Ekipmanla ilgili üreticilerin de dalıcıların eğitimi ve beceri geliştirmeleri konusunda çaba sarfetmeleri gereklidir. Gelişmiş teknoloji ürünü olsalar da riskler tamamen uzaklaştırılamaz. Ek olarak beklenmedik koşullarda karşılaşıldığında sağlığımızı etkileyebilecek riskler konusunda bilgi sahibi olunmalıdır. Sağlığımızı nasıl etkileyebileceğini ve neler yapılması gerektiğinin bilinmesi, deneyimlerin kazanılması son derece önemlidir.

KAYNAKLAR

1] David A.D., Jeffrey E. B., 2013. Rebrethers In NOAA Diving Manual. Diving for Science and Technology. 5th edition. Best Publishing Company, USA.

2] Franberg O., Ericsson M., Larsson A., Lindholm, P., 2011. Investigation of a demand-controlled rebreather in connection with a diving accident. Undersea hyperbaric Medicine. 38 (1);61-72.

3] Çimşit, M., 2009. Oksijen Toksisitesi. M. Çimşit (Eds.). Hiperbarik Tıp. (1.6 Bölüm 71-86)

4] Frank K. B., David J. S., 2008. U.S. Navy Diving Equipment and Techniques. In A. Bove (Eds.). Bove and Davis’ Diving Medicine (Chap. 29, 547-571), Saunders Press, USA.

5] Carl E., 2005. Technical diving problems. In C. Edmonds, C. Lowry, J. Pennefather and R Walker (Eds.). Diving and Subaquatic Medicine (Chap. 63, 625-633), Hodder Arnold Press, UK.

104

6] Menn, S.J., Sinclair, R.D., Welch, B.E., 1970. Effect of CO2 up to 30 mmHg on response of normal man to exercise. J Appl Phys 28: 663-671.

7] Edward, H., L., Jolie B., 1999. Carbon Dioxide Retention. In C.E.G. Lundgren, J. N. Miller (Eds.). The Lung at Depth (Chap. 6, 211-236), Marcel Dekker Press, USA.

8] USA Navy Diving Manual, 2008. Revision 6.

9] Butler, F.K., 1995. Diving and hyperbaric ophtalmology. Surv Ophtalmol 39;347-366.

10] Butler, F.K., White, E., Twa, M.,1999. Hyperbaric myopia in a closed-circuit mixed-gas scuba diver. Undersea Hyperbaric Medicine 26: 41-45.

11] Fock, A., Millar, A., 2008. Two unusual presentations of probable decompression sickness after deep mixed-gas recreational diving. Diving and Hyperbaric Medicine. 38 (1): 40-42.

12] Chong, S,J,, Tan, T.W., 2008. Cerebral arterial gas embolism in a diver using closed circuit rebreather diving apparatus. Diving and Hyperbaric Medicine. 38 (1): 46-47.

13] Fock, A.W., 2013. Analysis of recreational closed-circuit rebreather deaths 1998-2010. Diving and Hyperbaric Medicine. 43 (2): 78-85.

105

ÜLKEMİZDE DENİZ HIYARI AVCILIĞI VE DALGIÇLARIN SAĞLIĞI

ÜZERİNE ETKİLERİ (ÜÇ OLGU SUNUMU)

Figen Aydın1, Nihal Güneş Çevik2, Huriye Çınar1

1Neoks Hiperbarik Oksijen Tedavi Merkezi, İzmir, Türkiye 2İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp, İzmir, Türkiye

ÖZET

Bu çalışmada denizhıyarı avcılığı için dalış yaptıkları sırada Tip-II Dekompresyon Hastalığı gelişen üç dalgıcın sevk edildikleri Neoks Hiperbarik Oksijen Tedavi Merkezi’ndeki acil tedavi sonuçları ışığında, deniz mahsulleri avcılığı yapan dalgıçların eğitim, sağlık ve sektörel sorunlarının tartışılması amaçlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Dekompresyon hastalığı, Deniz hıyarı, Rekompresyon tedavi tabloları

GİRİŞ

Bilindiği gibi deniz hıyarları (Holothuria sanctori) deniz diplerindeki ölü organizmalarla beslenmeleri nedeniyle ekosistem üzerinde önemli rollere sahiplerdir. Dünya genelinde farklı kaynaklarda 1400-1700 kadar türü olduğu bildirilen deniz hıyarlarının 37 türü Akdeniz’de saptanmıştır (Şekil 1, 2) 1]. Ülkemizde ticari değeri olmamakla birlikte Asya ülkelerinde gıda olarak, Avrupa ülkelerinde ise tıp, farmakoloji ve kozmetik sektöründe kullanılmaktadır. Deniz hıyarlarının biyolojik özelliklerini içeren ayrıntılı bir çalışma Aydın ve diğ. (2013) tarafından yayımlanmış ve bu çalışma ile türün ekosistem üzerindeki rolü araştırılmıştır 1].

Şekil 1. Deniz hıyarı

Şekil 2. Deniz hıyarının morfolojisi 2]

106

Ülkemizde deniz mahsulleri avcılığı ilk olarak 1971 yılında çıkarılmış olan Su Ürünleri Kanunu ile düzenlenmiş olup, avlanma alanları ve kısıtlamalar Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından yayımlanan sirkülerler ve tebliğlerle değişiklik göstermektedir 3, 4, 5]. Ancak tüm yasal düzenlemelere rağmen su ürünleri avcılığı konusunda zaman zaman yasadışı ve kontrolsüz avcılık haberleri basına yansımaktadır.

Sualtında deniz mahsulü avcılığı yapacak olan dalgıçlar için, 2014 yılında, mevcut Profesyonel Sualtı Adamları Yönetmeliği’nde değişiklik yapılmıştır. İlgili mevzuata göre daha önceden 40 yaş olan üst sınır 65 yaşından gün almamış olmak şeklinde değiştirilmiş ve 30.06.2014 tarihinden önce “idarece uygun görülen bir dalış eğitimini tamamlamış ve bunu belgelemiş olanların Liman Başkanlıklarına müracaat etmeleri durumunda; üzerinde Liman Başkanlığı/İdare tarafından sadece bireysel su ürünleri istihsali amacıyla dalış yapabilir. ibaresi bulunan aday dalgıç yeterliği belgesi verilir hükmü getirilmiştir 6].

Bu alanda çalışan dalgıçların demografik özellikleri incelendiğinde genellikle aynı yöreden göç etmiş ailelere ait bireyler oldukları, eğitim düzeylerinin düşük, çoğunlukla dalışla ilgili yeterli teorik eğitimi de almadıkları gözlemlenmektedir. Bu sektörde dalış için kullanılan malzemelerin ve kompresörlerin bakımlarının zaman zaman ihmal edildiği ya da eski malzemeler kullanıldığı bilinmektedir. Dalıcılar nargile denilen satıhtan destekli sistemler ile dalış yapmaktadırlar. Dekompresyon hastalığını belirleyen en önemli faktörler solunan havanın basıncı (dalış derinliği) ile dip zamanıdır 7]. Yeterli dalış bilgisine sahip olmayan bu dalgıçların gerek nargile ile dalış limitlerinin çok üzerinde ve uzun sürelerde dalış yapmaları sonucunda, gerekse malzeme sorunları nedeniyle zaman zaman dekompresyon hastalığı tanısıyla çeşitli kliniklere başvurdukları görülmektedir.

YÖNTEM VE BULGULAR

Bu çalışmamızda kliniğimiz Neoks Hiperbarik Oksijen Tedavi Merkezi’ne 26.04.2015 tarihinde Aydın İli Didim İlçesi Akbük Limanı açıklarında dalış yaptıkları bölgeden dekompresyon hastalığı tanısıyla acil olarak sevk edilen 3 dalgıca ait klinik veriler ile tedavi sonuçları paylaşılmıştır. Çalışmamızın amacı sektördeki dalgıçların eğitim ve sağlık koşulları ile güvenlik ihlallerine dikkat çekmektir.

Olgu-1: 35 y erkek, Bodrum Liman Başkanlığı’ndan 12.08.2014 tarihinde alınmış

bireysel su ürünleri dalgıç belgesi sahibi

26.04.2014 tarihinde Didim Akbük Limanı açıklarında nargile ile deniz hıyarı toplamak üzere, 26-27 metre derinliklere her biri 1’er saat süren 2 dalış yapmıştır. Dalışlar arası satıh fasılası yaklaşık 15 dakika olarak tanımlandı. Dalışlarda herhangi bir deko durağı yapmayan hastanın yüzeye çıkışı her dalış için 1-2 dk sürmüştür. Dalgıç, deniz hıyarlarını 45-50 kg’lık filelere doldurarak çıkardıkları için yorulduğunu ifade diyor. Dalış öncesi alkol öyküsü yok. Ancak dalışlar arasında sigara içmiş. Son dalışından sonra her iki omuz, kalça ve diz eklemlerinde ağrı yakınması olan hasta önce sıcak su ile banyo yapmış. İzleyen saatlerde omuz ve diz eklem ağrılarının artması ve yürüyememesi üzerine hasta acil servise başvurmuş. Yapılan ilk muayenesinde Tip-II dekompresyon hastalığı (DH) tanısı konan hasta rekompresyon tedavisi amacıyla kliniğimize sevk edilmiş. 112 ambulansı ile normal maske ile oksijen solutularak kliniğimize saat 21.30’da getirilen hastanın muayenesinde hastanın oturamadığı, her iki alt ekstremitede kas gücü kaybı ile yüzeyel ve derin duyu kaybı olduğu ayrıca Aşil refleksinin alınamadığı saptandı. Medikal tedavisi düzenlenen hasta, Amerikan Donanması (US Navy) Rekompresyon Tedavisi Tablosu-6 uyarınca tedaviye alındı (Şekil 3) 8]. Hastanın tedavi sonucunda nörolojik bulgularının kaybolduğu, dengeli yürüyebildiği ancak Romberg testi pozitifliğinin devam

107

ettiği gözlendi. Tedavinin günde 2 seans ek hiperbarik oksijen tedavisi (TT9) ile sürdürülmesi planlandı. Hastaya toplam 5 seans devam tedavisi uygulandı. Hafif denge kusuru dışında nörolojik belirtisi kalmayan hasta tedavisine devam etmedi.

Şekil 3. Amerikan Donanması tedavi tablosu-6 8]

Olgu-2: 27 y, e, Bodrum Liman Başkanlığı’ndan 16.09.2014 tarihinde alınmış bireysel su

ürünleri dalgıç belgesi sahibi

Olgu-1 ve 3 gibi, 26.04.2014 tarihinde Didim Akbük açıklarında nargile ile denizhıyarı toplamak üzere, 26-27 metre derinliklere her biri 1’er saat süren 3 dalış yapmış. İlk ve ikinci dalış arası satıh fasılası 15 dk ikinci ve üçüncü dalış arası satıh fasılası ise 1 saat kadardır. Dalışlarda herhangi bir deko durağı yapmayan hastanın yüzeye çıkışı her dalış için 1-2 dk sürmüştür. Dalışlarda ağır yük kaldırma ve dalış aralarında sigara içme öyküsü var. Dalış öncesi alkol öyküsü yok. Son dalışından sonra her iki omuz ekleminde ağrı yakınması olan hasta 5-6 dk içinde aksuna yapmak için aynı derinliğe tekrar dalmış. Ancak bu derinlikte 2-3 dakika kalabilmiş, üşüdüğü için çıkmış. 3-5 dakika sonra bu kez 15 metreye inmiş. 15-20 dakika burada hava soluyunca yakınmaları geçmiş. Satha dekosuz gelen hasta aralarda yine sigara içmiş. Çıkışta tekrar yakınmaları olunca bu kez dip diye tarif ettiği 27 metreye dalmış. Çapaya tutunarak burada 15-20 dk kalmış ve dekosuz çıkmış. Tekne limana geldiğinde üzerine sıcak su dökmüş. Baş dönmesi ve mide bulantısı yakınması olunca diğer arkadaşı (olgu-3) ile birlikte acil servise başvurmuşlar. Burada Tip-II DH tanısıyla ve 112 ambulansla maskeden oksijen solutularak kliniğimize sevk edilen hastanın başvurusunda belirgin denge kaybı, bulantı, kusma ve yürüyememe yakınmalarına nistagmus eşlik ediyordu. Medikal tedavisi düzenlenen hasta iç kulak dekompresyon hastalığı tanısıyla acil olarak US Navy Tedavi Tablosu-6 rekompresyon tedavisine alındı. Çıkış muayenesinde baş dönmesi, bulantı ve kusma yakınmaları azalmış, denge kaybı devam etmekle birlikte hasta yürüyebiliyordu. Hastanın Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi nöroloji servisine yatışı sağlandı. Ertesi günden itibaren TT9 ile devam tedavisi planlandı. Aynı serviste yatışı devam eden hastanın kraniyal, servikal, torakal ve lomber MR incelemeleri normal olarak rapor edildi. Ekokardiyografide hafif pulmoner HT tanımlandı. EF %62, PDO ise saptanmamıştı. Ayrıca hastaya transözefageal ekokardiyografi yapılmamış. 20 seans TT9 sonrasında hastada nörolojik herhangi bir sekel kalmadı. Tedavi şifa ile sonlandırıldı. Hastaya 6 hafta süre ile dalış yasağı kondu. Tedavi sonrası birkaç aydan beri süregelen sol omuz ağrısı bildiren hastanın yapılan MR incelemesinde eski dalışları ile ilgili olarak disbarik osteonekroz lezyonu saptanmış olup, hasta 6 aylık dönemlerde radyolojik incelemeye alınmıştır.

108

Olgu-3: 27 y, e

Aynı bölgede, farklı teknede 26-27 metrelere ardışık her biri yaklaşık 1 saat süren 3 dalış yapmış. 1. ve 2. dalış arası satıh fasılası yaklaşık 15 dakika, 2. ve 3. dalış arası ise yemek yedikleri için yaklaşık 1 saatmiş. Dalışlar dekosuz yapılmış. Dalışlarda 40-50 kg’lık fileleri kaldırdığı için yorulduğunu, ayrıca dalış aralarında da sigara içtiğini ifade ediyor. Son dalışını tamamladıktan sonra eklem ağrıları oluşan hasta önce Olgu-2 gibi aksunayı denemiş. 23-25 metreye 30-45 dakikalık dalış yapmış. Çıkışı 1-2 dk’da gerçekleştirmiş. Ancak çıkışta yakınmalarının artması üzerine acil servise başvuran hasta dekompresyon hastalığı tanısı ile kliniğimize acil olarak sevk edilmiş. Başvuru muayenesinde alt kas gruplarında kas gücü kaybı olduğu, sol tarafta belirgin olmak üzere her iki omuz ağrısından yakındığı, denge kaybı varlığı ve yürürken makaslama yakınması olduğu gözlendi. İdrar/gaita çıkışında sorun yoktu. Hasta diğer arkadaşları ile birlikte medikal tedavisi düzenlenerek US Navy Tedavi Tablosu-6 rekompresyon tedavisine alındı. Tabloda uzatma yapılmadı. Çıkışta denge kaybının oldukça gerilediği ve makaslamadığı gözlendi. Ancak omuz ağrısı devam eden hastanın ertesi sabahtan itibaren devam tedavileri TT-9 ile sürdürüldü. Bu sırada göğüs ağrısı olan hasta acil sevişe yönlendirildi. Laboratuvar testlerinde kardiyak enzimlerinde yükseklik saptandı. Kardiyoloji takibinde CK-MB ve kreatin kinaz değerleri düşen hastanın tedavisi 20. seans TT-9 sonunda şifa ile sonlandırıldı.

TARTIŞMA

Olgu-1’in dalış profili, Amerikan Donanması (US Navy) hava dekompresyon tablolarına 27 metreye karşılık gelen 90 ft ve 60 dk ile girildiğinde ilk dalış sonunda yinelenen grup harfi ‘O’; rezidüel nitrojen zamanı ise 57 dk olarak bulundu. RNZ ile yinelenen dalışın dip zamanı toplandığında muadil tek dalış zamanı olarak 57+60= 117 dk bulundu. Dalgıcın yinelenen dalış sırasında hava dekompresyon tablosunda 90/117 programına göre 286 dakikalık dekompresyona tabi tutulması gerekirdi. Hastanın ilk dalıştan da 56 dk kaçırılmış dekosu mevcuttur.

Olgu-2’nin dalış profili ilk iki dalış için Olgu-1 ile aynıdır. Burada kaçırılmış toplam 342 dakikalık dekoyla ve 1 saatlik satıh fasılası ile üçüncü dalışa başlamıştır. Üçüncü dalış için tabloya baktığımızda ise yeni bir dalış planlanamayacağını görüyoruz. Oysa dalgıç 60 dk dip zamanlı dalışını yine dekosuz olarak yapmış, daha sonra eklem ağrıları olunca da iki kez askuna yapmayı denemiştir. Bu girişimler, tedavinin gecikmesine, kliniğin daha ağırlaşmasına ve iç kulak tutulumuna neden olmuştur.

Olgu-3’ün dalış profili de olgu-2 ile benzerdir. Tabloya bakıldığında dalgıcın ciddi miktarda kaçırılmış dekoları ve 3. dalış için ise plan yapamayacağı görülmektedir. Buna rağmen 3 dalışı da yine dekosuz gerçekleştirmesi, ek olarak aksuna amaçlı 4. dalışı yapmış olması hem tedavide gecikmeye, hem de kliniğin daha da ağırlaşmasına neden olmuştur. Nitekim olay aslında merkezimize 1-1,5 saat uzaklıktaki bir yerde gerçekleşmesine rağmen, hastaların tedaviye alınması yaklaşık 6 saati bulmuştur.

Bilindiği gibi dekompresyon hastalığını belirleyen en önemli faktörler solunan havanın parsiyel basıncı yani derinlik ile dip zamanıdır 6]. Ayrıca vücutta çözünen inert gazın solunum yoluyla atılabilmesi için belirli bir çıkış süresi ve hızına da uyulması gereklidir. Ardışık dalışlarda ise ilk dalıştan kalan sessiz kabarcıkların, yinelenen dalışlarla akciğer filtresini aşarak atardamar dolaşımına katıldığı bilinmektedir. Ayrıca ağır egzersizler de dekompresyon hastalığına hazırlayıcı faktörlerdendir. Dalışlar arasında sigara içilmesi kliniği kötüleştiren bir diğer unsurdur. Dekompresyon hastalığı durumunda aksuna yapmak ise kliniği daha da ağırlaştırmakta, ayrıca zaman kaybına neden olduğu için tedavi sonuçlarını da olumsuz etkilemektedir.

Çalışmamızda bildirilen dalgıçların dalışla ilgili yeterli bilgiye sahip olmamaları ardı ardına hatalar yapmalarına neden olmuştur. Bu dalgıçlar dalış tablolarını bilmemektedirler. Ayrıca dalış bilgisayarı

109

da kullanmadıkları için yaptıkları dalışların ne kadar tehlikeli olduğundan habersizlerdir. Öte yandan yaptıkları aksuna girişimleri ise kliniğin ağırlaşmasına ve olgu-2’deki iç kulak tutulumuna zemin hazırlamıştır. Tartışılması gerekli bir başka konu da idare açısından dalış derinliği kontrolleridir. Profesyonel Sualtı Adamları Yönetmeliği Ek-1’e göre nargile takımı ile normal çalışma limiti 12 metre ile sınırlandırılmış olmasına rağmen bizim olgularımız 26-27 metrelere dalış yapabilmişlerdir 5]. Üstelik olayın gerçekleştiği Didim Akbük açıklarında, onlarca tekne haftalarca ve idare tarafından hiçbir müdahale olmaksızın aynı derinliklerde denizhıyarı avcılığı yapmaya devam etmiştir.

SONUÇ

Bu çalışmada, özellikle deniz mahsulü avcılığı yapan dalgıçların uygun dalış eğitiminden geçmeden dalgıçlık belgesi aldıkları, dalışın riskleri konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıkları için de zaman zaman çok riskli dalışlar yapabildikleri konusuna dikkat çekmek amaçlanmıştır. Nitekim dalgıçlarımız ciddi miktarda kaçırılmış dekoları olmasına rağmen bu konuda herhangi bir bilgiye sahip olmadıklarını ifade etmişlerdir. Zamanında ve uygun tedavi ile neyse ki her üç olgunun da tedavisi şifa ile sonlandırılabilmiştir. Ancak çalışmaya konu edilen olayların tekrar yaşanmaması açısından, sektörde çalışan dalgıçların düzenlenecek seminerlerle dalış hastalıkları ve dalış tabloları konusunda bilgilendirilmeleri gerekmektedir. Öte yandan İdarenin de gerek aşırı avlanma sonucu sualtı canlılığına verilecek geri dönüşümsüz hasarların önlenmesi, gerekse dalıcıların sağlığının korunması açısından, mevcut yasaklar ve sınırlamalar konusunda su ürünleri mahsulü yapılan tekneleri kontrol etmesi, buralarda işçi sağlığı ve güvenliği kurallarına uyulup uyulmadığını denetlemesi son derece önem taşımaktadır.

ŞİMDİ NE YAPIYORLAR?

Olgu-1, olaydan sonra mesleği bıraktığını ve tekrar dalışa dönmeyeceğini ifade etti. Olgu-2 ve Olgu-3, halen deniz mahsulü avcılığı için İstanbul Boğazı’nda, -kendi ifadeleriyle- 7-8 metrelere günlük 8-9 saat süren dalışlar yapmaktadırlar.

KAYNAKLAR

1] Aydın, M., 2013. Some biological characteristics of the sea cucumber Holothuria (Platyperona) sanctori Delle Chiaje, 1823 (Echinodermata: Holothuroidea). Biological Diversity and Conservation, 6/3, 153-159.

2] Purcell, S.W., Samyn, Y., Conand, C. 2012. Commercially important sea cucumbers of the world. FAO Species Catalogue for Fishery Purposes. No. 6. FAO, Rome, 150 pp.30 colour plates.

3] Su Ürünleri Kanunu, Resmi Gazete 04.04.1971/13799

4] BSGM, 2007. 37/2 Numaralı Ticari Amaçlı Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen Tebliğ (2006-2008 Av Dönemine Ait 37/2 Numaralı Sirküler Resmi Gazete 23.05.2007/26530).

5] BSGM, 2012. 3/1 Numaralı Ticari Amaçlı Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen Tebliğ (Tebliğ No: 2012/65) Resmi Gazete 18.08.2012/28388. 6] Profesyonel Sualtı Adamları Yönetmeliği Resmi Gazete, 02.09.1997/23098 sayı (Değişik:RG-24/7/2014-29070). 7] Okuturlar B., 2008. Ülkemizde Basınç Odasında Tedavi Edilen Dekompresyon Hastalarının Retrospektif İncelemesi, Uzmanlık Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp ABD., İstanbul. 8] US Navy Diving Manuel, 2005. (Rev-6) SS521-AG-PRO-010, Washington, USA.

110

111

BİLİMSEL DALIŞ, DALIŞ EĞİTİMİ

VE TEKNOLOJİ

112

113

BİLİMSEL DALIŞIN GELİŞİMİ

Mustafa Tuğrul Avcı, Volkan Demir

İstanbul Üniversitesi, Deniz Bilimleri ve İşletmeleri Enstitüsü, Denizel Çevre Anabilim Dalı, İstanbul

ÖZET

İlk çağlardan bu yana insanlar sualtını keşfetmek için birçok çaba göstermiştir. Bu süreçte elde edilen kazanımlar ve ilerlemeler neticesinde günümüz dalış teknolojisi oluşmuştur. Bunundevamında ise sualtı çalışmaları çeşitli kollara ayrılmıştır. Bu çalışmada, dalış ana başlığı altında ülkemizdeki ve dünyadaki bilimsel dalış süreci hakkında bilgiler verilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Bilimsel dalış, Dalış, Dalış tarihi

GİRİŞ

Dalgıç ve/veya herhangi bir cihaz tarafından techizatlı ve/veya techizatsız olmak üzere su kesimi altında icra edilen her türlü faaliyet dalış olarak kabul edilmektedir. Tarih boyunca, nefesini tutarak dalan ilk dalgıçtan bugünün satürasyon dalgıcına kadar olan sürede dalgıçlığın genel amaçları hep aynı kalmıştır. Bunlar askeri, ticari ve bilimsel amaçlardır. İlk dalıştan günümüze kadar devamlı değişen ve bundan sonra da değişecek olan tek şey dalgıçlık teknolojisidir.

Deniz ile ilgili araştırmalara artan ilgi ve ihtiyaç, sualtında yapılacak çalışmaların bilimsel nitelikte ve kalitede olması gerekliliğini getirmiştir. Araştırıcılar sportif veya profesyonel dalgıçlar olarak sualtında araştırma metodolojileri geliştirip bilimsel dalış kavramının oluşmasını sağlamışlardır. Bilimsel dalış, teknoloji ve imkanlar ile birlikte geliştirilmekte ve bilimsel sualtı araştırmaları yapan ülkelerin çoğunda resmi yönetmelikler ve yasalar tarafından bilimsel dalgıçlık tanımlanmaktadır.

Dalış tarihi

Dalgıçlığın başlangıcı insanların sualtı ile ilgili merakı, askeri faaliyetler, kurtarma operasyonları, sualtı ürünlerinin ticareti ve bilimsel çalışmalar yapma istek ve ihtiyaçlarının ortaya çıktığı tarihlere rastlar (Şekil 1, 2).

İnsanoğlunun suya ne zaman daldığı tam olarak bilinmemekle beraber profesyonel dalgıçlığın başlangıcı zamanımızdan 5000 yıl öncesinden daha eskilere uzandığı bilinmektedir. İlk dalma denemeleri 10 m’den az sığ sularda yapılmıştır ve bu dalışlarda inci, sünger, mercan gibi ticari değeri yüksek mallar sualtından çıkartılmıştır. Yunan’lı tarihçi Heredot Pers Kralı Xerxes’in M.Ö. 5’inci yüzyılda batık bir defineyi bulması için Seyllis adlı bir dalgıcı görevlendirildiği ve sonrasında bu dalgıcın yüzerek kaçtığından söz edilir [1].

Dalgıçlık bir süre sonra savaşlar için gizli ve etkili bir silah olarak kabul gördü ve ilk çağlarda dalgıçlık askeri alanlarda kullanılmaya başlandı. Düşman gemilerinin zincirlerini kesmek, gemilerin altına delik açmak, düşman limanlarını tahrip etmek ve dost ülkede liman inşa etmek ilk faaliyetler olarak sıralanabilir. Tarihi kayıtlara göre Büyük İskender M.Ö. 332 yılında karadan kuşattığı Tire (şimdiki adıyla Lübnan) şehrinin limanına, sualtı engellerinin kaldırılması için bir dalgıç grubu göndermiştir. Yine aynı bölgede bizzat Büyük İskender tarafından dalış çanı ile dalış yaptığı bilgisine ulaşılmaktadır.

114

Şekil 1. M.Ö 9.Y.Y'dan kalma bir Asur freski [1]

Şekil 2. 1511 yılına ait resimde dalgıç deri başlık ve başlığa takılı boru kullanılıyor [1]

Bu çağlarda özellikle Doğu Akdeniz’deki limanların çevrelerinde aktif kurtarma endüstrisi gelişmeye başlamıştır. M.Ö. 1. YY’da kurtarma operasyonları o kadar iyi organize olmuştur ki, derinlik arttıkça kurtarma operasyonlarının riski de artacağı göz önüne alınarak, ücret cetvellerinin kanun kapsamına alınarak belirlendiği bölgeler kurulmuştur [1].

Büyük Aleksander'ı bir kenara koyarsak ilk modern dalış çanı 1531 yılında İtalyan fizikçi Guglielmo de Lorena tarafından tasarlanmış ve Roma yakınlarındaki Nemi Gölü’nde etkili bir biçimde kullanılmıştır [2].

Sualtına duyulan ilgi birçok bilim adamının sualtının ileride keşfine yönelik çalışmaların yapılacağına olan inancını belirtmesine ve bu konuda teoriler ve fikirler üretmesine neden olmuştur. Bu kapsamda 1200' lü yıllarda Roger Bacon, “Epistola de Secretis Operibus Artis et Naturae et de Nullitate Magiae” adıyla yazdığı kitabında geleceğin dalış sistemleri ile ilgili öngörüde bulunmuş ve bu konuda ki çalışmalar için bir örnek teşkil etmiştir. Öngörüsünde dalışların dalgıcın sualtının herhangi bir dış

115

etkisine maruz kalmayacağı cihazlar ve araçlarla dalışlar icra edeceğini ifade etmiştir. Daha sonra ilerleyen yüzyıllarda bu ve buna benzer konularda çalışmalar yapmıştır.

Yine 1667 yılında İrlandalı fizikçi Robert Boyle küçük bir alçak basınç odası yaparak iki yıl boyunca bir dizi deneyler yapmış deneylerden bazıları hayvanlarla ilgiliydi. Bir deneyinde kullandığı yılanın gözünde baloncuk fark etmiş ama o dönemde buna henüz bir anlam getirememiştir [3].

Dalış tarihine bir göz gezdirdiğimizde solunum boru ve çantalarıyla başlayan, dalış çanları ve elbiselerinin geliştirilmesi ile devam eden dalgıçlık, Jacques-Yves Cousteau ve Emile Gagnan önderliğinde geliştirilen SCUBA (Self Contained Underwater Breathing Apparatus) ile pratiklik ve yaygınlık kazanmıştır (Şekil 3). Doktor George Bond tarafından Amerikan Donanmasınca başlatılan “Genesis” adı verilen proje ile 1962 yılında Edwin A. Link çalışmalara başlamış ve 200 feet (61 m) derinlikte 24 saat geçiren Robert Stenuit dünyanın ilk satürasyon dalgıcı ünvanını almış ve [4] bu kapsamda devam eden teknolojik gelişmeler vasıtasıyla satıhtan ikmalli hava ve karışım gaz dalışları, açık kapalı/devre SCUBA ekipmanı kullanılarak icra edilen karışım gaz dalışları da dahil olmak üzere birçok çeşit dalış ekipmanı ve yöntemiyle dalışlar icra edilmeye başlanmış ve Derinsu Dalış Sistemleri ile günümüzdeki son haline ulaşmıştır (Şekil 4, 5, 6).

a b c

Şekil 3a. FriedrichvonDrieberg (1808) tarafından tasarlanan “Triton” dalış giysisi, b. MK-5 derin su dalış giysisi, c. Zırhlı dalış giysisi [1]

Şekil 4. Robert Stenuit [4]

116

Şekil 5. Karışım gaz (Trimiks) dalışı (M.T. Avcı)

Şekil 6. SEALAB-II- Derinsu Dalış Sistemleri Örneği [1]

Türk dalgıçlığı ve gelişimi

Türk dalgıçlığını incelemek için önce Osmanlı Donanması’nın incelenmesiyle başlamak doğru olacaktır. Osmanlı’da dalgıçlığın 1600’lerde başladığı bilinir. Belgeler incelendiğinde bu dönemde Osmanlı Devleti için çalışan dalgıçların ilkel aletler kullanarak dalışlar icra ettikleri bilgisine ulaşılmaktadır. Evliya Çelebi, bel bölgelerinde taşıdıkları bıçaklarından başka aletleri olmayan inci ve sünger dalgıçlarının deniz dibinde ayna etkisi yaratması için ağızlarına zeytinyağı alarak dalışlar icra ettiklerini belirtiyor [5].

Osmanlı’da Tersane-i Amire de genellikle Mağrip, Reşit ve İskenderiyelilerden oluşan gavvas adı verilen dalgıçlar bulunmaktaydı [5, 6, 7]. Bu dalgıçlar sefer zamanı donanma ile birlikte denize açılırken yaşı ilerlemiş olan birkaç dalgıç, ihtiyaç olabileceği değerlendirilerek tersanede bırakılıyordu [8]. Gelibolu tersanesinde de ulufeli dalgıçlar bulunmaktaydı [9]. Ancak devlet bu tür çalışmalar için donanma personeli olmayan dalgıçlarından da faydalanıyordu. Tersane-i Amire bünyesinde istihdam edilen dalgıçların görevleri sadece batık çıkarmak ile sınırlı değildi. Bunlar Akdeniz seferi sırasında donanma ile birlikte yola çıkıyorlar, tersanede tamire ihtiyaç duyan gemilerin hizmetinde [8], çeşitli tersanelerde inşa edilen gemilerin denize indirilmesi [10] ve yolculukları sırasında kaza yapan gemilerdeki personel veya yolcuların kurtarılmasında görev alıyorlardı [11].

117

Sultan Abdülaziz devrinde denizaltı ve dalgıçlık teknolojileri yakından takip edilmiş, tecrübeli dalgıçlar yetiştirilmiştir. Sultan II. Abdülhamid döneminde ise İngiltere ve Almanya’dan getirilen tulumbalar sayesinde daha derin ve uzun süreli dalışlar yapılabilmiştir [12-13] (Şekil 7).

Şekil 7. Osmanlı dönemi Türk dalgıçlarının dalış icra etmesi [13]

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla gerçek anlamda dalgıçlığın temelleri 1923 yılında Azapkapı’da Yüzbaşı Ahmet Bey komutasında “ Dalgıç Bölüğü” nün kurulmasıyla atılmıştır. Personel olarak 1 subay, 10 erden, araç olarak ise bir filikadan ibaretti. 1955 yılında Malta’da açılan kurbağaadam kursuna personel gönderilmiş ve bu personelin yurda dönüşlerinde açtıkları kurslar ile Türk Deniz Kuvvetleri’nde ilk kurbağaadamlar görev yapmaya başlamıştır [14].

1954 yılında Türk Balıkadamlar Spor Kulübü kurulmuş, amatör dalgıçlık gelişmeye başlamıştır. 1963 yılından itibaren Türkiye’deki ilk EOD (Explosive Ordnance Disposal) ve UDT (Underwater Demolition Team) ve Nisan 1964’de ilk mezunlarını vermiştir. Ayrıca 1963 yılından itibaren ABD’de açılan EOD, UDT ve 1. Sınıf Dalgıç kurslarına personel gönderilmiş ve dalgıçlıkta çağdaş teknolojiye ayak uyduran bir kuruluş haline gelmiştir. Dalış sistemlerinde çağdaş teknoloji takip edilmiş ve 1973 yılında Derin Dalış Simülatörü Alman Drager firmasından alınarak montesi gerçekleştirilmiştir [14].1982 yılında kurulan TSSF (Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu) ile amatör dalgıçlar tek çatı altında toplanmıştır. 2006 yılında Türk Deniz Kuvvetleri envanterine giren 1200 ftdalış limitli “Atmosferik Dalış Sistemi” (ADS) ile derin ve teknik dalışlar gerçekleştirilmiştir (Şekil 8). Günümüzde gelişen teknoloji ile zenginleştirilmiş hava (nitrox), karışım gaz (trimix vb.), yarı ve tam kapalı devre sistemleri ile dalgıçlar daha uzun dip zamanları ve daha rahat imkanlarla dalışlarını gerçekleştirebilmektedirler.

Şekil 8. Atmosferik Dalış Sistemi (ADS) [14]

118

Bilimsel dalış nedir?

Bilimsel dalış, dalgıçlığın bilimsel amaçla kullanılmasıdır. Bu anlamda bilimsel dalış bir araştırma aracıdır. Bilimsel dalış bilimsel araştırma ya da eğitimsel faaliyetlerin gerçekleştirilmesinin önemli bir bölümü ve çok gerekli bir parçasıdır [15].

Bilimsel dalgıçların birincil rolü doğal hayatı ve sualtını gözlemlemek, araştırmaları için örnekler toplamak, yaşayan organizmaların nitelik/nicelik olarak gözlemlenmesi, sualtı sörveyi, sualtı fotoğrafçılığı ve bilimsel ekipmanların sualtına yerleştirilmesini de kapsayan bir dalış icra etmektir [16]. Bu kapsamda biyoloji, kimya, jeoloji, arkeoloji ve paleontoloji başta olmak üzere birçok bilim dalı bilimsel dalıştan çok yaygın bir şekilde faydalanmaktadır. Bilimsel dalış icrası bilimsel uzmanlık ve özel eğitim gerektirmektedir bu nedenle bilimsel dalgıçlar bu konuda özel olarak yetiştirilmiş bilim insanlarından seçilir [17]. Tabi ki en büyük sorun dip zamanının derinlikle ters orantılı olarak azalması ve bu sebeple araştırmalar için daha fazla eğitimli bilimsel dalgıca ihtiyaç duyulmasıdır [18].

Son dönemde çoğu bilim kurumu ve üniversite bünyesinde bilimsel dalgıç bulundurmaya ve/veya yetiştirmeye başlamıştır. Günümüzde bilimsel dalış, araştırma kurumları, devlet ve vakıf/özel üniversiteler, müzeler, akvaryumlar ve genellikle jeolojik, arkeolojik ve çevresel araştırmalar icra eden danışmanlık şirketleri tarafından icra edilir [17].

Sanayi dalgıçlığının ve teknik dalgıçlığın birçok hedefi vardır ancak bilimsel dalışın sadece tek bir amacı vardır o da bilimsel araştırma yapmaktır [17].

Bilimsel dalışlar genellikle sub-tropikal denizler, ılıman sular, tatlı su akarsuları ve göller, karstik oluşumlar, polar ortamlar, açık denizler, denizaltı kanyonları, haliçler ve açık deniz platformlar da icra edilir [17].

Bilimsel dalış tarihi

Bilimsel dalış tarihi ile ilgili birçok kaynaktan erişilebilecek farklı bilgiler bulunmaktadır. Ancak ilk resmi kayıtlar ve ilk bilimsel dalış organizasyonlarının kuruluşu ve yayımları incelendiğinde ilk kayıt altına alınmış bilimsel dalışın Sicilya’da 1844 yılında Henry Milne Edwardtarafından sanayi dalışlarında kullanılan ekipmanlar ile 25 feet derinlikte icra edildiği anlaşılmaktadır. Ardından1944 yılında II. Dünya Savaşı sırasında Çinli biyolog C.K Tseng tarafından satıhtan ikmalli dalış sistemleri kullanılarak San Diego’da liman algleri hakkında araştırma dalışları icra edilmiştir (Şekil 9). Daha sonra bu bilimsel dalışlar 1947 yılında FrankHaymaker ile yine satıhtan ikmalli sistemler kullanılarak Kaliforniya’da Dr.FrancisShepard için yapılan araştırma dalışları ile devam etmiştir [18].

Şekil 9. Cheng Kwai Tseng [18]

SCUBA sisteminin pratik anlamda kullanımı ile birlikte bu sistem Kaliforniya Üniversitesi, Zooloji Bölümü öğrencisi ConradLimbaugh’ın dikkatini çekmiş ve bu sistemin bilimsel çalışmalarda da kullanılacağını ileri sürerek Dr. BoydWalker’ı ikna etmiştir. Daha sonrasında yakın arkadaşı olan

119

AndreasRechnitzer ile hiçbir klavuz ve eğitim olmadan SCUBA sistemini bilimsel amaçlarla kullanmaya başlamıştır (Şekil 10). O sırada yeterli SCUBA eğitiminin bulunmaması ve SCUBA ile temel dalış prensip ve eğitimlerinin tam olarak oluşturulmamış olması sebebiyle birkaç bilimsel dalgıç adayı 1951 yılında Kaliforniya Üniversitesi’nin icra ettiği dalış eğitimleri sırasında hayatını kaybetmiştir. Kaliforniya Üniversitesi başkanı Revelle‘nin zorunlu kılmasıyla 1952 yılında ilk yazılı SCUBA eğitim müfredatı geliştirilmiştir [19].

Şekil 10. SCUBA’yı bilimsel amaçlarla kullanan Conrad Limbaugh ve Andreas Rechnitzer [18]

SCUBA kullanarak yapılan araştırmalar sonucunda ilk basılı yayım AlemAnwarAbdel tarafından 1956 yılında Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılmıştır [20].

20 Mart 1960 tarihinde soğukkanlı ve çok iyi bir dalgıç olarak bilinen ConradLimbaugh’un Marsilya’nın 20 mil yakınlarında bulunan Port Miou’da gerçekleştirdiği bir mağara dalışı sırasında hayatını kaybetmesi sualtı dünyasında bir şok dalgası yaratmıştır. Bunun üzerine yakın arkadaşı James Stewart tarafından bir dalış güvenlik ve eğitim rehberi hazırlanarak kullanılmaya başlanmış, bu rehber bilimsel dalış ve dalış tekniklerinin uygulanması ve geliştirilmesi konusunda bir temel ve başlangıç olmuştur [19].

İlerleyen dönemde Amerikan Donanmasında görevli GeorgeBond’ un çalışmaları ve araştırmaları ile başlayan satürasyon dalışları bilimsel amaçlarla da kullanılmaya başlandı ilk sualtı yaşam alanı1969 ile 1970 yılları arasında Amerika’ da General Electric Corporation tarafından dizaynedilip, NASA tarafından finanse edilen “Tektite” isimli 4 adet odası bulunansualtı yaşam ortamıdır(Şekil 11). 1969 yılında Tektite-I Karayipler, Virgin Adaları mevkisi 50 feet’te (15 metre) konuşlandırılmıştır [21].

Tektite ile başlayan bilimsel amaçlı satürasyon dalışları birçok sualtı yaşam alanı ve programı ile devam etmiştir, SCUBA, Nitrox, ROV, küçük denizaltı kapsülleri ve sualtı yaşam alanı Aquarious ile desteklenen The National Undersea Research Program (NURP) isimli programın 2012 yılı Eylül Ayı’nda sona erdirilmesi ile NURP en uzun süreli sualtı çalışması ünvanını almıştır [22].

Yıllardır bilimsel dalış çalışmaları icra edilmesine rağmen 1982 yılına kadar hiçbir ülkede bilimsel dalışın kendine özgü amaçlar, esaslar ve gereklilikler taşıyan bir yöntem olduğu kabul edilmemiştir. İlk olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde 1982 yılında OSHA (İş Sağlığı ve Güvenliği İdaresi) bilimsel dalış yöntemini, emniyet ve güvenlik gerekliliklerini sanayi dalışları altında kabul etmiş ve tanımını yapmış daha sonra özerk bir kuruluş olan AAUS’yi (Amerikan Sualtı Bilimleri Akademisi) bilimsel dalış standartları belirleme kuruluşu olarak kabul etmiştir.

İlk olarak bahsedildiği gibi OSHA bilimsel dalış operasyonlarını sanayi dalgıçlığı ana başlığı altında toplamıştır ancak bilimsel dalış çalışmaların şekli gereği sanayi dalgıçlığına göre daha farklı araştırma, inceleme ve çalışma yöntemleri içermekteydi. Sanayi dalgıçları sualtında çalışan işçilerdi ve onlar için amaç belirli noktalarda çalışıp, işleri bittiğinde ise satıhta dinlenmekti. Ancak bilimsel dalgıçlar bilim

120

adamlarından oluşmakta ve çalışmalar minimum risk ve maksimum verimlilik amaçlı su altı ve su üstü evrelerinden oluşmaktaydı. Bu sebepten aynı ana başlık altında değerlendirilmesi doğru değildi.

Çeşitli tartışmalar ve kanuni süreç sonunda 1985 yılında OSHA tarafından bilimsel dalışın sanayi dalışlarına göre bazı farklı kuralları ve emniyet gereklilikleri olan bir dalış yöntemi olduğuna karar vermiştir. Bu karar ile bilimsel dalış varlığını yazılı olarak belgelemiştir [23].

Bugün dünyada 1979 yılında kurulan AAUS (American Academy of Underwater Sciences), 1987 yılında kurulan ADAS (Australian Diver Accreditation Scheme), 1959 yılında kurulan CMAS (Confédération Mondialedes Activités Subaquatiques) ve 2007 yılında kurulan ESDP (European Scientific Diving Panel) gibi birçok kuruluş bilimsel dalış eğitimi ve sertifikaları vermektedir. Bu dalış eğitim kuruluşları genel olarak uluslararası kabul görmüş kuruluşlardan alınmış en azından başlangıç seviyesi dalış sertifikası, sağlık raporu, ilk yardım yeterliliği gibi temel yeterliliklerin üzerine bilimsel dalış eğitimini vermektedir. PADI ve NAUI gibi kuruluşlar da rekresyonel dalışlarla kombine edilmiş şekilde bilimsel amaçlı dalışlar için sertifikalar vermektedir ama profesyonel anlamda bilimsel dalgıç eğitimleri ve sertifikaları mevcut değildir [17].

Şekil 11.Tektite sualtı yaşam alanı [21]

Türk bilimsel dalış tarihi

Ülkemizde bilimsel dalış ile ilgili çalışmalar dalgıçlık ile birlikte gelişim göstermiştir. Münferit veya topluluk olarak birçok araştırma gerçekleştirilmiş ve bilimsel yayınlar yapılmıştır. Bu açıdan net bir başlangıç tarihi bilinmemektedir. Deniz biyolojisi ve sualtı arkeolojisi alanlarında odaklanan çalışmalar günümüze değin artarak devam etmiştir. Bilimsel dalış eğitimi ile ilgili genel kapsamlı ilk kurs 1991 yılında İstanbul Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi ile FreeUniversity of Brussels, Earth TechnologyInstitute tarafından Çanakkale-Gökçeada’da gerçekleştirilmiştir. 10 yabancı eğitmen ile yapılan eğitimler sonucu bilimsel dalgıç sertifikası almaya hak kazanmışlardır. 1997 yılında Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) tarafından açılan bilimsel dalış kursları birkaç yıl daha devam

121

ederek bilimsel dalgıçların yetiştirilmesine katkıda bulunmuştur. 2007 yılında Mersin-Taşucu ve 2008 yılında Antalya ili Kaş İlçesi’nde TÜBİTAK tarafından organize edilen Sualtı Bilim Kampları sualtı bilimleri ile ilgilenenleri bilimsel dalışın temelleri verilerek, bilimsel dalgıçlığın yayılmasında önemli etkileri olmuştur. 2010 yılında önceki yıllarda yapılan görüşmeler sonucunda Avrupa Bilimsel Dalış Paneli’ ne (European Scientific Diving Panel-ESDP) davet edilerek panele üye olma ve Türk Bilimsel Dalgıçlığı’nın uluslararası integrasyonu konusunda görüşmeler gerçekleştirilmiş ve aday üye statüsünde panele giriş yapılmıştır. Avrupa Bilimsel Dalış Paneli bilimsel dalış ile ilgili dünyada bulunan birkaç önemli topluluktan birisi olup ülkelerin bilimsel dalış standardizasyonu ve uluslararası harmonizasyonu ile ilgilenmektedir. Ülkemizin bilimsel dalış ile ilgili resmi ve organizasyonel gelişimi üzerine çalışmalar ESDP rehberliğinde yürütülmektedir.

TARTIŞMA VE SONUÇ

Bilimsel dalış, bilim insanları tarafından kullanılan ve bilimsel birikim ve tecrübe gerektiren önemli bir araştırma aracıdır. Teknolojinin ulaştığı son durumda bilimsel dalgıçlık halen sualtı araştırmaları için yoğun olarak kullanılmaktadır. Sualtında makine ve robotların halen yapamadığı pek çok araştırmayı bilimsel dalgıçlar yapabilmektedir. Bilimsel bir dalgıcın yetişmesi dalış tecrübesi ile birlikte bilimsel birikimi ile ilgili olduğundan, maliyetli sualtı araştırmaları ve çalışmaları için bilimsel dalgıçlığın bir standardizasyona ve bir eğitim dizgesine ihtiyacı vardır. Bu sayede yeni bilimsel dalgıçlar yetişerek bilimsel dalgıca olan ihtiyaç eksikliği giderilmelidir. Çevre felaketi olabilecek deniz kazalarının denetimi, çevre ile ilgili çalışmalar, sörvey ve denetimler de bilimsel dalgıçların çalışma alanları olup bu konuda bir yönetmelik ile düzenleme yapılması ihtiyacı vardır. Ülkemizin sualtı çalışmaları ve araştırmaları için bilimsel dalgıçlık konusunda daha fazla çalışma ve dayanışma gerekmektedir.

KAYNAKLAR

[1] US Navy Dalış Manueli, 2008. Revizyon 6. Amerika Birleşik Devletleri.

[2] Marx, R.F., 1990. The History of Underwater Exploration. Newyork.

[3] Dreher, R., 2011. TDI Decompression Procedures Student Manuel: A Complete Guide to Decompression Diving. Florida.

[4] Holland. S., 1999. Immersed–International Technical Diving Magazine, Salvor, Archeologist Robert Stenuit, 10-15.

[5] Özdemir. Ş., 2006.Osmanlı Denizciliğinde Gemi Kazaları ve Dalışlar., Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi OTAM, 19

[6] Bostan, İ., 1993. Osmanlı Bahriye Teşkilatı: XVII. Yüzyılda Tersane-i Amire, Türk Tarih Kurumu, Ankara

[7] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Cevdet Bahriye Belge No: 11927 (1792).

[8] Evliya Çelebi Seyahatnamesi, (5. Cilt), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

[9] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Cevdet Bahriye Belge No: 7313 (1736).

[10] Ahmet Vasıf, Tarih-i Vasıf Efendi, C. I, Bulak Matbaası, Kahire 1246.

[11] Strohmeier, M., 1997. ‘Namık Kemal und die Schwammtaucher in der Agais’, Das Osmanische Reich in seinem Archivalien und Chroniken, Nejat Göyünç zu Ehren, (Herausgegeben von Klaus Kreiser und Christopher K. Neumann), İstanbul.

122

[12] Müller-Wiener, W., 1998. Bizans’tan Osmanlı’ya İstanbul Limanı, Çev. Erol Özbek, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.

[13] Erenoğlu, C., Karaer, O., 1996. Askeri Dalgıçlık Eğitimi. Sualtı Bilim ve Teknoloji Toplantısı, İstanbul, Bildiriler Kitabı, 157-162.

[14] Cemil Şen, Fazıl Erdem Kırcı. Atmosferik Dalış Sistemi. 15. Sualtı Bilim ve Teknoloji Toplantısı, İstanbul, Bildiriler Kitabı, 34-38.

[15] Occupational Safety and Health Administration (Yönetmelik), Amerika Birleşik Devletleri, 29 CFR 1910.402

[16] Heine, J.N. 1999. Scientific Diving Techniques: A Practical Guide for the Research Diver. Best Publiching, Flagstaff.

[17] Egi, S.M., Yokeş, B., 1996. Bilimsel Dalış Eğitimi. Sualtı Bilim ve Teknoloji Toplantısı, İstanbul, Bildiriler Kitabı, 152-153.

[18] Hanauer, E., 2003. Scientific Diving at Scripps Oceanograpy. Vol.16. No:3/2003.San Diego, California, 88-92.

[19] A Biography of ConradLimbaugh by Mary Lynn Price, 2008. http://scilib.ucsd.edu/sio/biogr/Limbaugh_Biogr.pdf (erişim: 20 Ekim, 2015)

[20] Mills, E. L., 2004. International Union of the History and Philosophy of Science. Division of the History of Science Commission of Oceanography. Halifax. Canada.

[21] Collette, B.B., 1996. Result of TheTektite Program: Ecology of Coral-ReefFishes. Washington D. C.: USA.

[22] Clarke, D., 2012. Satürasyon Dalışının Kısa Tarihi, Günümüz Uygulamaları ve Sualtında Yaşam. İstanbul Üniversitesi Sualtı Bilimleri ve Teknolojileri Toplantısı Bildiriler Kitabı, 17-26.

[23] Butler,S.,1996. Exclusions and Exeptions From OSHA’s Commercial Diving Standards.Washington D.C, USA., 39-45.

123

SUALTI ARAŞTIRMALARINDA BİLİMSEL DALIŞIN ÖNEMİ

Volkan Demir1, Nazlı Demirel2, Emine Şükran Okudan Aslan3

1İstanbul Üniversitesi, Deniz Bilimleri ve İşletmeleri Enstitüsü, Denizel Çevre Anabilim Dalı, İstanbul 2İstanbul Üniv., Deniz Bilim. ve İşl. Ens., Fiziksel Oşinografi ve Deniz Biyolojisi ABD, İstanbul

3Akdeniz Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi, Temel Bilimler Bölümü, Antalya

ÖZET

Günümüzde bilimsel dalış halen sualtı araştırmalarında kullanılan en önemli araç olarak kabul edilmektedir. Bilimsel dalış pek çok ülkede yasal düzenlemeler ile tanımlanmakta ve ilgili sualtı araştırmaları için yetki bilimsel dalgıçlara verilmektedir. Denizel biyoçeşitlilik araştırmaları, sualtı arkeolojisi, deniz koruma planlaması ve deniz kazalarında bilimsel dalgıçlar tüm dünyada yetkili olarak hassas çalışmalarda bulunmaktadırlar. Özellikle son dönemlerde yapılan sualtı araştırmalarına eğitimli bilimsel dalgıçlar kabul edilmekte, sertifikalandırma ve eğitim için ulusal ve uluslararası organizasyonlar kurulmaktadır. Bu çalışmada bir sualtı araştırma aracı olarak bilimsel dalışın önemi, uluslararası araştırmalar ile Türkiye’de bilimsel dalışın dünya ile entegrasyonu konularında bilgiler verilecektir.

Anahtar Kelimeler: Bilimsel dalış, Dalış, Sualtı araştırmaları

GİRİŞ

Tarih boyunca insanoğlu ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını rahat karşılayabildiği kıyı bölgelerinde yerleşimler kurmayı tercih etmiştir. Günümüzde yeryüzündeki karasal alanların %20’si kıyı bölgesi olmasına rağmen, dünya nüfusunun yaklaşık %50’si 200 km enindeki kıyı şeridinde yaşamaktadır [1]. Dünya yüzeyinin %70’inin kaplı olduğu denizler gezegenimizin yaşam kaynağıdır. Hava durumunu, sıcaklığı ve canlılığı kontrol eden denizler aynı zamanda besin, ticaret, ulaşım ve toplumların gelişimi için hayati önemi olan bir kaynaktır [2] buna rağmen halen denizlerin %95’i henüz el değmemiş ve insan gözü ile görülmemiş, deniz tabanının %99’u da henüz keşfedilememiştir. Sadece tür bazında 1 ile 10 milyon tür olduğu sanılan denizlerde şu ana kadar yaklaşık 250 bin tür tespit edilebilmiştir [3].

Deniz ve su kaynaklarına yakın olma ihtiyacı hem yaşamsal ihtiyaçlarını hem de jeopolitik konumlarını güçlendirmek isteyen toplumlar için önemli bir tercih nedeni olmuştur. Bu tercihler doğrultusunda M.Ö. 5000 yıllarına dayanan sualtı merakı insanoğlunun bir sualtı kâşifi olma yolundaki gelişimini günümüze kadar getirmiştir.

Bilimsel dalış

Bilimsel dalış yüksek verimi ve ucuz maliyeti ile sualtı araştırmalarını geliştiren ve destekleyen “in situ” araştırma aracıdır [4]. Dalgıçlığın bilimsel amaçla kullanıldığı bilimsel dalış, sualtı araştırma ve eğitim faaliyetlerinin gerçekleştirilmesinde önemli bir bölümü kapsamaktadır [5].

Bilimsel dalgıcın sualtındaki önceliği doğal hayatı gözlemlemektir. Bu bağlamda sualtına inen ilk insandan bugüne neredeyse tüm dalgıçlar bilimsel dalgıç sayılabilir. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte sualtının sırlarını, yaptıkları görsel paylaşımlar ile amatör dalgıçlar gün yüzüne çıkarmış, pek çok yeni keşfe yardımcı olmuşlardır.

Bilimsel dalgıçlar konusunda uzman ve özel olarak yetiştirilmiş bilim insanları arasından seçilir. Sportif, Sanayi ve Teknik dalgıçlığın birçok hedefi olmasına rağmen bilimsel dalgıcın tek amacı

124

bilimsel araştırma yapmaktır. Bilimsel dalgıçlar sualtı gözlemi, örnekleme, bilimsel ekipmanlar ile ölçümler, görüntüleme gibi yöntemler kullanırlar (Şekil 1). Bu kapsamda biyoloji, kimya, fizik ve yer bilimleri gibi pek çok bilim dalı bilimsel dalıştan faydalanmaktadır [6]. Sualtı araştırmalarının çeşitliliği ve henüz keşfedilmemiş alanların çok olması, yetişmiş bilimsel dalgıçlara her zaman ihtiyaç olduğunun önemli bir göstergesidir [7].

Şekil 1. Sualtı araştırmaları sırasında bilimsel dalgıçlar

Bilimsel dalışın sualtı araştırmalarındaki önemi

Eski çağlardan bu yana sualtı yaşamı insanın ilgisini çekmektedir. Besin ve süs eşyası olarak faydalandığı sualtını keşfetmeye devam eden insanoğlu günümüze kadar pek çok türü gözlemlermiş ve kayıt altına alarak yaşam alanları, dağılımları, birbirleri ile etkileşimleri, yaşamsal döngüleri ve onları etkileyen faktörleri araştırmıştır. Günümüzde halen bu konuda araştırmalar devam etmektedir. Yakın dönemde ön plana çıkan küresel ısınma ve okyanusların asidifikasyonu konularında bilimsel dalgıçlar önemli araştırmalarda bulunmuşlardır.

İklim değişikliği birçok bilimsel disiplini kapsayan bir konudur ancak çoğunlukla değişim ve etkiler okyanuslarda görülmektedir. Bilimsel dalış iklim değişikliğinin okyanuslarda araştırılması için kullanılan önemli bir araçtır. Küresel ısınmanın önemli etkilerinden biri mercanların renklerini kaybetmesi, ağarmasıdır. 1974 yılında Paul Jokel’in mercanlar üzerinde termal stresi araştırdığı makalesi [8] ile önem kazanan mercan ağarması günümüzde 1500’e yakın yapılmış yayın ile araştırılmaya devam etmektedir. Son on yılda mercan ağarması hakkında yazılan makale sayısı 5 kat artmıştır (Şekil 2). Bu konuda yapılmış araştırmalarda ağırlıklı rolü bilimsel dalış almaktadır. Çoğu çalışmada mercanlar bilimsel dalış ile toplanmış ya da bilimsel dalış ile yerinde ölçümler yapılmıştır [9-11]. Araştırmalarda bilimsel dalış olmadan net olarak hasarın etkilerini gözlemlemek mümkün olmamaktadır.

125

Şekil 2. Mercan ağarması konusunda SCI indekslerinde taranan yayınların 5 yıllık ortalama sayıları

Andropojenik CO2 emisyonunun okyanuslarda bulunması ve fauna ve floraya etkilerini bilimsel dalgıçlar keşfetmiş ve Okyanusların asidifikasyonu konusunda öncü yayınlar yaparak önemli bulgulara ulaşmışlardır. Şekil 3’deki verilere göre okyanus asidifikasyonu araştırmaları son 5 senede önemli artış göstermiş ve bu araştırmalarda bilimsel dalgıçlar en önemli çalışmaları gerçekleştirmişlerdir [12, 13].

Şekil 3. Okyanus asidifikasyonu ile ilgili yıllık SCI endekslerinde taranan makale sayıları

Dünya tarihinin en eski dönemlerindeki iklim koşullarının araştırılmasını sağlayan Paleoklimatoloji bilim dalı son dönemlerde doğa tarihini anlamamızda önemli rol oynamıştır. Ölçümlerin titizlikle yapılmasını gerektiren çalışmalarda bilimsel dalgıçlar özellikle mercanlarda yaptıkları hassas çalışmalar sonucunda hem yapıya en az zarar vererek hem de sonuçları önemli olan bu çalışmalarda kilit rolü üstlenerek gelecek iklim kondüsyonları için önemli ipuçları toplamaktadırlar. Bu tür hassas çalışmalar sadece konusunun uzmanı bilimsel dalgıçlar tarafından yapılabilmektedir [14, 15].

Gelişen teknoloji ile her ne kadar sualtı robotlarını ulaşılabilir kılsa da 30-100 m aralığındaki mezofotik kuşakta halen bilimsel dalgıçların hassasiyetine erişebilmiş bir sualtı robotu bulunmamaktadır. Kapalı devre ve karışım gazlar ile ulaşılan bu derinliklerde yapılan araştırmalar ile okyanuslar hakkında önemli bilgilere ulaşılmış araştırma kapasitesi ve sınırlarının genişlemesi ile kıyı bölgelerindeki yaşamı da anlamamız daha kolay hale gelmiştir [16, 17].

126

Kıyı bölgelerindeki sığ sularda bentik kominitelerin dinamiklerini ve fonksiyonlarını anlama üzerine yapılan çalışmalar deniz biyolojisi için önemli bir dönüm noktasıdır. Bentik üretim, nütrient dinamikleri, mineralizasyon, besin ve etkileşimler konusunda en çok araştırma yapılan litoral ve sublittoral zonlarında bile bilgimiz sınırlıdır. Balıkçılık, yetiştiricilik ve rekreasyonel faaliyetlerin doğru analiz edilmesi için gerekli olan bu veriler konusundaki bilgimiz derin bölgelere inildikçe azalmaktadır. Bilimsel dalış habitat fonksiyonlarını araştırma konusunda elimizdeki en güçlü araçtır (Şekil 4). Bilimsel dalış sayesinde örnekleme yapılırken örnekleme ve ölçüm cihazları doğru bir şekilde bölgeye yerleştirilip sökülmektedir.

Şekil 4. Bentik habitat araştırmaları sırasında bilimsel dalgıçlar

Kutuplar bölgesi var olan doğal kaynakları ve ekosisteme etkileri ile sürekli araştırılan alanlardır. Bilimsel dalgıçlar, teknolojinin gelişmesi ile zorlu şartlarda detaylı araştırmalar yaparak bu bölgeler hakkında önemli veriler elde etmektedirler [18].

Deniz ekosistemleri kötü kullanım, kirlilik, habitat kaybı ve iklim değişikliğinin etkileri ile tehdit altındadır. Bunlarla birlikte istilacı türler ekosistem için önemli bir tehlike olarak ön plana çıkmaktadır [19, 20]. Özellikle kıyı bölgelerinde görülen bu tehlike için bilimsel dalış en önemli önleme ve mücadele aracıdır. Türlerin yayılımını en erken bilimsel dalgıçlar görmekte ve üzerinde detaylı çalışmalar yapmaktadırlar. Buna en iyi örnek Caulerpa taxifolia’nın Akdeniz’den sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde bilimsel dalgıçlar tarafından yerel bir tür üzerinde çalışırken tespit edilmesi ve ilgili makamlara yapılan hızlı başvuru ile yine bilimsel dalgıçlar tarafından organize edilen bir proje ile yok edilmesi çalışmasıdır. Bu sayede türün hızlı yaylımı engellenmiştir [21].

Bilimsel dalış günümüzde deniz kazalarında hasar tespit ve ekosistem hasarının gözlemlenmesinde, deniz koruma alanları için hassas noktaların belirlenmesinde, askeri araştırmalarda, deniz kirliliği ile ilgili çalışmalarda ve rekreasyonel aktivitelerin takibi gibi pek çok sualtı araştırmasında aktif olarak kullanılmaktadır. Nitelikli bilimsel dalgıç sayısı arttıkça araştırma alanları ve kapasitesi de artacaktır.

127

Dünya’da bilimsel dalış ile ilgili önemli organizasyonlar

Modern Bilimsel Dalış ile ilgili çalışmalar 18. yüzyılın sonlarında başlamış, günümüze kadar gelişimini göstermiştir. Dünya Sualtı Federasyonu olan CMAS, 1959 yılında aslında bilimsel bir dalgıç olan Jacques-Yves Cousteau‘nun da katıldığı kurucular tarafından kurulmuş ve bilimsel komitesi, bilimsel dalgıçlığın gelişmesi konularında çalışmalar gerçekleştirmiş, kurslar ve seminerler düzenlemiştir. 1977 yılında organize olup 1983 yılında resmi statüye kavuşan AAUS (American Academy of Underwater Sciences bilimsel dalışın özellikle Amerika kıtasında ve dünyada yayılmasında önemli çalışmalar gerçekleştirmiştir. 2007 yılında kurulan Türkiye’nin de üyesi olduğu ESDP (European Scientific Diving Panel) Avrupalı ve Avrupa’ya komşu ülkelerin bilimsel dalgıçlarını tek çatı altında toplayan ve standartların oluşumu ve gelişmesinde çalışmaları olan bir kurumdur. Bu organizasyonlara üye olan federasyon ve kurumlar eğitimler ve seminerler ile bilimsel dalgıç yetiştirmekte ve sualtı araştırmalarının önemli bir aracı olan bilimsel dalışı geliştirmektedirler. Bunların yanında rekreasyonel dalış organizasyonlarının da giriş seviyesinde sayılabilecek bilimsel dalış sertifika programları bulunmaktadır.

TARTIŞMA VE SONUÇ

Bilimsel dalış sualtı araştırmaları için önemli bir araçtır. Günümüzde çoğu araştırma kurumu ve üniversiteler bilimsel dalgıç personeli yetiştirmeye ve bulundurmaya başlamıştır. Sualtı araştırmalarındaki önemli rolleri ile bilimsel dalgıçlar, öncelikle bilimsel altyapılarının olması ve konularında yaptıkları çalışmaları sualtında yapabilecek dalış bilgisi ve eğitimine sahip olmaları gerekmektedir. Bilimsel dalgıçlar sualtı ekosistemi araştırmaları, deniz koruma planlaması, deniz kazaları, deniz kirliliği ve sualtı arkeolojisi gibi özellikle kıyı bölgelerinde gerçekleştirilen araştırmaların önemli parçalarıdır. Teknoloji gelişmiş olsa da sualtı robotları bilimsel dalgıçların hassasiyetine ve muhakeme yeteneğine ulaşabilmiş değildir. Deniz çayırlarının üzerinde yaşayan türler, kovuk ve mağara ekosistemleri, mikroskobik türler ve daha birçok konu halen bilimsel dalgıçların yapabileceği araştırmalardır. Okyanus ve denizlerin dünya için öneminin büyük olması, bu konuda araştırmalar yapan bilimsel dalgıçların da önemini arttırmaktadır. Ülkemizde son dönemlerde organizasyonel çalışmalar ile ilginin arttığı bilimsel dalış ile ilgili daha fazla eğitim, seminer ve desteğe ihtiyaç duyulmaktadır. Avrupa Bilimsel Dalış Paneli standartlarına uyumlu bir bilimsel dalış yönetmeliği ile denizlerimizde yapılacak ulusal ve uluslararası araştırmalar nitelikli bilimsel dalgıçlar tarafından gerçekleştirilerek özellikle denizlerimizin korunması konusunda önemli çalışmalar gerçekleştirilebilir. Denizlerimiz hakkında bilimsel verilere doğru şekilde ulaşılabilmesi ve uluslararası platformlarda yayınlanabilmesi için daha fazla bilimsel dalgıca ve bilimsel dalgıçların yetiştirildiği kurumlara ihtiyacımız vardır.

KAYNAKLAR

[1] UN Atlas of the Oceans, 2002. http://www.oceansatlas.org/ (erişim tarihi: 20 Ekim, 2015)

[2] National Oceanic and Atmospheric Administration, 2015. http://oceanservice.noaa.gov/facts/exploration.html (erişim: 20 Ekim 2015)

[3] First Census of Marine Life, 2010. Highlights of a Decade of Discovery. ISBN: 978-1-4507-3102-7.

[4] European Scientific Diving Panel, 2011. Consultation Document Number 2: The delivery of science through diving.

128

[5] Heine, J.N., 1999. Scientific Diving Techniques: A Practical Guide for the Research Diver. Best Publishing, Flagstaff. pp. 225.

[6] Egi, S.M., Yokeş, B., 1996. Bilimsel Dalış Eğitimi. Sualtı Bilim ve Teknoloji Toplantısı, İstanbul, Bildiriler Kitabı, 152-153.

[7] Hanauer, E., 2003. Scientific Diving at Scripps. Oceanograpy.Vol.16. No:3.San Diego, California, 88-92.

[8] Jokiel, P.L., Coles, S.L., 1974. Effects of Heated Effluent on Hermatypic Corals at Kahe ‐ Point, Oahu. Pacific Science, 28 (1): p. 1-18.

[9] Kushmaro, A., Loya, Y., Fine, M., Rosenberg, E., 1996. Bacterial Infection and Coral Bleaching. Nature. 380 (6573): p. 396 ‐ 396.

[10] Fine, M., Oren, U., Loya, Y., 2002. Bleaching effect on regeneration and resource translocation in the coral Oculina patagonica. Marine Ecology‐Progress Series, 234: p. 119‐125.

[11] Loya, Y., Sakai, K., Yamazato, K., Van Woesik, R., 2001. Coral bleaching: the winners and the losers. Ecology Letters, 4(2): p. 122‐131.

[12] Orr, J.C., Fabry, V.J., Aumont, O., Bopp, L., Doney, S.C., Feely, R.A., Gnanadesikan, A., et al. 2005. Anthropogenic ocean acidification over the twenty‐first century and its impact on calcifying organisms. Nature, 437(7059): p. 681‐686.

[13] Feely, R.A., Sabine, C.L., Lee, K., Berelson, W., Kleypas, J., Fabry, V.J., Millero, F.J., 2004. Impact of anthropogenic CO2 on the CaCO3 system in the oceans. Science, 305(5682): p. 362‐366.

[14] Siddall, M., Rohling, E.J., Almogi-Labin, A., Hemleben, Ch., Meischner, D. Schmelzer, I. et al., 2003. Sea‐level fluctuations during the last glacial cycle. Nature, 423(6942): p. 853‐ 858.

[15] Stuiver, M., Grootes, P.M., Braziunas, T.F., 1995. The GISP2 delta O‐18 climate record of the past 16,500 years and the role of the sun, ocean, and volcanoes. Quaternary Research, 44(3): p. 341‐354.

[16] Lesser, M.P., Slattery, M., Leichter, J.J., 2009. Ecology of mesophotic coral reefs. Journal of Experimental Marine Biology and Ecology, 375 (1‐2): p. 1‐8.

[17] Lugo‐Fernandez, A., Gravois, M., 2010. Understanding impacts of tropical storms and hurricanes on submerged bank reefs and coral communities in the northwestern Gulf of Mexico. Continental Shelf Research, 30(10‐11): p. 1226‐1240.

[18] Lang, M.A, Sayer, M.D.J. (eds.) 2007. Scientific diving under ice: Proceedings of the international polar diving workshop, Svalbard. Smithsonian Institution: Washington, 213.

[19] Nentwig, W. 2007. Biological invasions: why it matters. In: Nentwig, W.s (Ed.), Biological Invasions, Berlin, pp. 1‐6.

[20] Pimental, D., Lach, L., Zuniga, R., Morrison, D. 2000. Environmental and economic costs of nonindigenous species in the United States. Bioscience 50, 53‐64.

[21] Poorter, M., Darby, C., Mackay, J., 2009. Marine Menace ‐ Alien invasive species in the marine environment. In: IUCNs (Ed.). IUCN.

129

IMCA NEDİR (WHAT’S IMCA) Ozan Durmuş

EKD Endüstriyel Deniz Malzemeleri Sualtı Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti., İzmir, Türkiye

ÖZET

-What’s IMCA?

Objectives: Brief summary of technical work programme

Structure: Schematic of IMCA Structure

History: Brief summary of milestones in IMCA history

Overall Management Committee: Who is managing the organization?

-IMCA Divisions

Divisions: Brief summary of Marine, Diving, Remote Systems & ROV, Offshore Survey

Membership: Brief summary of membership categories

-Competence Assurance and Assessment

Brief summary of competence assurance and assessment

DESIGN (Diving Equipment Systems Inspection Guidance Note) : Brief Summary

FMEA (Failure Mode Effect Analysis: Brief Summary

Competence Assessment Portfolio – Diving Positions: D01 – Diving Superintendent, D02 – Bell Diving Supervisor, D03 – Air (Surface Supplied) Diving Supervisor, D04 – Bell (Saturation) Diver, D05 – Air (Surface Supplied) Diver, D06 – Life Support Supervisor, D07 – Life Support Technician, D08 – Assistant Life Support Technician, D09 – Tender, D10 – Senior Dive Technician, D11 – Senior Dive Technician (Surface Supplied Only), D12 – Dive Technician

-Diver and Diving Supervisor Certification

-Questions

Anahtar Kelimeler: IMCA, Commercial diving, Certification

130

BİZLER DE SUALTINDA VARIZ

Urla Denizcilik MYO, Sualtı Teknolojisi Programı Öğrencileri

Ege Üniversitesi, Urla Denizcilik Meslek Yüksekokulu, 35440, İskele, Urla, İzmir, Türkiye

ÖZET Bu çalışmada ülkemizdeki sualtı teknolojisi programları, iş imkanları, profesyonel sualtı adamları yönetmeliği ve aday dalgıçlık sisteminin yetersiz oluşu, mesleğin ülkemizde nasıl uygulandığı, bireysel ve sektörel meydana gelen sorunlara nasıl çözümler üretildiği derlenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Profesyonel dalgıç, Sualtı Teknolojisi, Sorunlar

131

ÇEVRE

132

133

KIYI EMNİYETİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ: TANITIM

Mustafa Yıldırım

KEGM, Kemankeş Karamustafa Paşa Mah., Kemankeş Cad. No: 63 Beyoğlu-İstanbul, Türkiye

ÖZET

Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü (KEGM), Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’na bağlı seyir, can, mal ve çevre emniyeti konusunda otor ve sorumlu bir kuruluştur. Telsiz İşletme, Gemi Trafik ve Kılavuzluk Hizmeti, Seyir Yardımcıları, Tahlisiye Hizmetleri, Deniz Hizmetleri, Uluslararası Faaliyetler, Tarihi Fenerler ve Turizme Açılan Fenerler faaliyet alanları içindedir.

Anahtar Kelimeler: KEGM, Kıyı emniyeti, Gemi seyri, Kılavuz, Dalış

GİRİŞ

Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü (KEGM), Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’na bağlı olup, 233 sayılı kanun hükmünde kararname hükümleri kapsamında faaliyet göstermektedir. Merkezi İstanbul’da olan KEGM’nün başlıvca amacı; denizlerimizde ve karasularımızda seyir yapan Türk ve yabancı bayraklı gemilerin seyir güvenliğine yardımcı olmaktır. Kıyı emniyeti ve gemi kurtarma hizmetleri ile kılavuzluk, römorkörcülük hizmetleri vermek ve bu hizmetler ile ilgili cihaz ve tesislerini kurmak diğer görevleri arasındadır. Denizde can, mal ve gemi kurtarmak, yardım, çeki, batık çıkarmak ve bunlarla ilgili römorkaj ve dalgıçlık hizmetlerini yürütmek te görevlerini oluşturur. Ayrıca güvenli seyre yönelik kurulmuş ve kurulacak olan sahil telsiz istasyonları, Otomatik Tanımlama Sistemi, dGPS ve benzeri sistemlerle ilgili her türlü yatırımı yapmak ve tekel şeklinde işleterek seyir emniyetini artırmak KEGM’nin kuruluş hedeflerinden bazılarıdır 1].

GENEL TARİHÇE

Türkiye kıyılarında ilk fener kurulması 1856 yıllarına rastlamaktadır. Bu tarihte Osmanlı Devleti ile Fransızlar arasında fenerlerin işletilmesi konusunda bir imtiyaz sözleşmesi imzalanmıştır. “Fenerler İdaresi Umumiyesi Müdürlüğü” adı altında yürütülen bu hizmet 01.01.1938 tarihinde 3302 sayılı kanunla satın alınarak Denizbank’a bağlanmıştır. Tahlisiye hizmetleri, Osmanlı Devleti’nce 1869 tarihinde “Tahlisiye İdaresi” adı altında kurulmuş ve 1881 yılına kadar Osmanlı Bahriyesi bünyesinde yürütülmüştür (Şekil 1). 1883 yılında Avrupa devletlerinin müdahalesiyle (bir yönetmelik düzenlenerek) seçilen Avrupa delegesi (İstanbul İngiliz Konsolosu) yönetiminde “Liman Riyaseti”nce yürütülmeye devam olunmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla 1915 yılından 1920 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin idaresinde yürütülen tahlisiye hizmetleri, savaş sonunda 05.11.1920 tarihinde İngiliz, Fransız ve İtalyan murahhaslardan oluşan heyet tarafından idare edilmeye başlanmıştır. Kurtuluş Savaşı sonrası 09.06.1923 tarihinde tahlisiye teşkilatının yönetimi Türkiye’nin idaresi altına girmiş ve Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde faaliyet göstermiştir 1].

134

Şekil 1. Dönemin tahlisiye hizmetleri

14.04.1925 tarih ve 617 sayılı kanunla bağımsız bir Genel Müdürlük olarak faaliyet gösteren tahlisiye teşkilatı 1938 yılında Denizbank bünyesine alınmıştır. 30.06.1939 tarih ve 3633 sayılı kanunla Denizbank kapatılmış ve Fener ve Tahlisiye hizmetleri 01.07.1939 tarihinde kurulan “Devlet Deniz Yolları ve Devlet Limanları İşletmesi Umum Müdürlüğü”ne bağlanmıştır. 4517 sayılı kanunla bu Genel Müdürlük kapatılmış 01.02.1944 tarihinden itibaren “Devlet Deniz Yolları ve Limanlar Umum Müdürlüğü” adı altında kurulan teşkilata Kıyı Emniyeti İşletmesi olarak bağlanmıştır. 01.03.1952 tarih ve 5842 sayılı kanunla bu Genel Müdürlük de kapatılmış ve bu hizmetler Denizcilik Bankası T.A.O. bünyesinde işletme olarak yürütülmeye başlanmıştır 1].

Gemi Kurtarma hizmetleri 1926 yılında İngilizlerce kurulan “Kilcker and Walkers Co.” isimli kumpanya ile başlamıştır. 1930 yılında Kabotaj Kanununun yürürlüğe girmesiyle kumpanya “Türk Kurtarma Ltd.” adını almıştır. 1952 yılında 5842 sayılı kanunla Denizcilik Bankası T.A.O.’ nın kurulmasıyla kurtarma faaliyetleri bu şirket bünyesinde devam etmiştir 1].

Yukarıda belirtilen fener, tahlisiye ve gemi kurtarma faaliyetleri; 10.10.1983 tarihinde Türkiye Denizcilik Kurumu (TÜDEK) adı altında teşkilatlanmıştır. 08.06.1984 tarih ve 233 sayılı kanun hükmünde kararname ile Türkiye Denizcilik İşletmeleri haline getirilen teşekkül bünyesinde, kıyı emniyeti hizmetleri olarak faaliyet göstermeye devam etmiştir. Kurum faaliyetlerini sürüdürken 08.06.1984 tarih ve 233 sayılı kamu iktisadi teşebbüsleri hakkında kanun hükmünde kararname hükümlerine tabi olarak ve söz konusu kanun hükmünde kararname çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere, Bakanlar Kurulunun 12.05.1997 tarih ve 97/9466 sayılı kararı ile “Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma İşletmeleri Genel Müdürlüğü” adı altında bir kamu iktisadi kuruluşu olarak teşkil olunan kuruluş bünyesine alınmıştır 1].

Türk Boğazları Gemi Trafik Hizmetleri (TBGTH), Milli Güvenlik Kurulu’nun tavsiye kararına istinaden Bakanlar Kurulu Kararı ile Denizcilik Müsteşarlığı yatırım programına alınmış, sistemin işletme, bakım-onarım ve idamesi Bakanlar Kurulu Kararı ile kuruluşumuza verilmiştir 1].

İstanbul Boğazı, Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’nden oluşan Türk Boğazları’nda belirlenen hizmet alanı içinde; deniz trafik emniyetini arttırmaya yönelik bilgi hizmeti, seyir yardımı hizmeti ve trafik organizasyonu hizmeti vermek amacıylaTBGTH sistemi projesi gerçekleştirilmiştir. İlk aşamada; 01.07.2003 tarihinde fiziki açılışı ve ikinci aşamada; 30.12.2003 tarihinde sistem testleri ve operatörlerin görev başı eğitimleri tamamlanarak sistem devreye alınmıştır. Üçüncü aşamada; 02.07.2008 tarihinde sistemin Marmara Denizi ilavesi fiziki açılışı yapılmış ve son aşamada; 31.12.2008 tarihinde Marmara Denizi ilavesi devreye alınarak Ege Deniz’inden Karadeniz’e kadar Türk Boğazları’nda kesintisiz GTH verilmesi projesi gerçekleştirilmiştir 1].

135

Bakanlar Kurulu’nun 21.10.2013 tarihli ve 5498 sayılı kararı ile Türk Boğazları Gemi Trafik Hizmetleri Sisteminin taşınırları ile İzmit, İzmir ve Mersin Gemi Trafik Hizmetleri Sistemlerinin İşletme yetkisi kuruluşumuza verilmiştir 1].

Telsiz İşletme Müdürlüğü, “Yurtdışı Muhabere” adıyla Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında yurtdışı yazılı haberleşme (mors yoluyla telgraf) ihtiyacını karşılamıştır (Şekil 2). “PTT İdaresi” adı altında bu hizmeti geliştirerek Telsiz telefon ve telex hizmetini de vermeye başlamıştır. Uydu ve Radyo link sistemlerinin gelişmesi sonucu yurtdışı muhabere hizmetinin bu sistemlere kayması ve bu arada uzak mesafe deniz haberleşme ihtiyacının artması sonucu buradaki sistemler deniz telsiz haberleşmesine kaydırılmıştır 1].

Şekil 2. Haberleşme faaliyetleri

1994 yılında Türk Telekom A.Ş.’nin kurulması ile deniz haberleşmesi “Telsiz İşletme Müdürlüğü” adıyla hizmetine Türk Telekom bünyesinde devam etmiştir. Deniz haberleşmesinin artan öneminden dolayı bu birim Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne bağlı “Müstakil Ünite” haline getirilmiştir. Telsiz İşletme Müdürlüğü (Türk Radyo) 5189 Sayılı Kanun ile 01.07.2005 tarihinde fiilen Kuruluşumuza bağlanmıştır. Ayrıca 05.11.2008 tarih ve 27050 sayı ile resmi gazetede yayınlanıp yürürlüğe giren 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’nun 42. ve 43. maddeleri ile sahil telsiz istasyonları, her çeşit deniz ve hava bandı telsiz haberleşme sistemlerini ve sahil telsiz istasyonları üzerinden yapılan seyir güvenliği haberleşmesi dâhil telsiz haberleşme sistemlerini kurma, kurdurma, kullanma izinlerini verme, deniz bandı telsiz haberleşme ve seyrüsefer cihazlarına çağrı kodu ve benzeri tahsis ve tescil işlemleri yürütme, Amatör Telsizcilik Belgesi verilmesi ve LRIT Ulusal veri merkezinin işletilmesi, Kuruluşumuza devredilmiştir 1].

Kuruluşumuz unvanı hizmet alanının genişlemesi nedeni ile akden ve hukuken kazanılmış hak ve yetkileri ile sorumlulukları saklı kalmak şartıyla, Yüksek Planlama Kurulu’nun 07.02.2007 tarih ve 2007/T-3 sayılı kararı ile Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü olarak değiştirilmiş ve 27.03.2007 tarih ve 26475 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir 1].

Osmanlı’dan bugüne kılavuzluk hizmetleri

Kılavuzluk hizmetlerinin Osmanlı Devleti’nde modern yöntemler ve işletmecilik anlayışı ile gerçekleştirilmesi düşüncesi, ilk kez XIX. Yüzyılın sonlarında gündeme gelmiştir. Artan deniz trafiğine bağlı olarak kimi sermayedarlar, kılavuzluk hizmeti verecek işletmelerin karlı bir yatırım alanı olacağını düşünerek, Osmanlı Devleti’nden kılavuzluk imtiyazları talebinde bulunmuşlardır. Bu talep, Kılavuzluk imtiyazı verilmesinin devletin çıkarları açısından özellikle “Boğazlar Payitaht-ı Saltanat-ı Seniyenin kapıları hükmünde olup” ifadesi ile İstanbul’un güvenliği açısından sakıncalı bulunmuştur 1].

136

13.01.1924 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye sahillerinde kılavuzluk imtiyazı Türkiye Seyr-i Sefain İdaresi’ne verilmiştir. Bu amaçla Kılavuzluk ve Römorkörcülük Müdüriyeti adıyla bir şube kurulmuştur. Türkiye Seyr-i Sefain İdaresi’ne verilen imtiyazı, diğer yasal düzenlemeler izlemiştir. 14 Nisan 1925’de yürürlüğe giren 618 sayılı Limanlar Kanunu ile kılavuzluğun kayıt altına alınabilmesi söz konusu olmuştur. 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe giren 815 sayılı Kabotaj Kanunu ile kılavuzluk Türk Vatandaşlarına hasredilmiştir 1].

1930’larda Dünya barışını tehdit eden gelişmelerin belirmesi, Lozan Antlaşması ile boğazlar üzerinde elde etmiş olduğu haklarını güvenliği için yetersiz bulan, yani boğazların silahsızlandırılmasını ve “Boğazlar Komisyonu”nun egemenlik haklarını sınırlandırdığını düşünen Türkiye, boğazlar rejiminin yeniden düzenlenmesi için bir konferans toplanmasını talep etmiştir. Bu bağlamda toplanan Montrö Konferansı’nın sonunda imzalanan ve 09 Kasım 1936’da yürürlüğe giren “Montrö Boğazlar Sözleşmesi” ile Türk Boğazları’nın bugün de geçerli olan statüsü belirlenmiştir. Buna göre ticaret gemileri kılavuz kaptan alma zorunluluğu olmaksızın Boğazlardan geçiş serbestîsi kazanmışlardır 1].

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya deniz ticaret hacminde ve gemi filosunda büyüme kaydedilmiş, bu gelişme Türk Boğazları’ndan geçen gemi trafiğine yansımıştır. Deniz trafiğindeki yoğunluk, beraberinde kazaları getirmiş, Türkiye bu süreçte boğazlar trafiğine yönelik yeni düzenlemeler yapmak gerekliliğini hissetmiştir. Bu bağlamda 11 Ocak 1994’de resmi gazetede yayınlanarak 1 Temmuz 1994’de yürürlüğe giren Boğazlar ve Marmara Bölgesi Deniz Trafik Düzeni hakkında tüzük yayınlanmıştır. Bu tüzüğü, 1998’de yürürlüğe giren “Türk Boğazları Deniz Trafik Düzeni Tüzüğü” izlemiştir 1].

Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 04.05.2010 tarih ve 2010/29 sayılı kararı gereği Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü’nün Türk Boğazları’nda ve İzmir’de vermekte olduğu kılavuzluk ve römorkaj hizmetleri 15.06.2010 tarihi itibariyle kuruluşumuz tarafından verilmeye başlanmıştır 1].

Can, mal, seyir ve çevre emniyetini; konuyu düzenleyen mevcut mevzuat ve uluslararası anlaşmalar, Deniz Hukuku Kuralları ve Kuruluş Ana Statüsünün 4. maddesiçerçevesinde, karlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda sağlamaktır 1].

DENİZ HİZMETLERİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI

Genel Müdürlüğümüzün Ana statüsünden kaynaklanan görevleri kapsamındaki mal ve gemi kurtarma hizmetleri Deniz Hizmetleri Dairesi Başkanlığı bünyesinde verilmekte olup, Türkiye'de bu hizmetlerin başlangıcı, 1926 yılında İstanbul'da kurulan "Kilcher & Walkers Co" isimli İngiliz kumpanyasına dayanmaktadır. Bu şirketin, adları "La Nina", "La Valetta", "Cleopatra", "Cesar", "Kicknar", "Sanbel Parados" ve "Belos" olmak üzere sekiz adet Kurtarma Gemisi/Römorkörü bulunmaktaydı (Şekil 3) 1].

Bu gemilerden "Sambel Parados" Danimarka, "Belos" Yunan, diğerleri İngiliz bayrağı taşımaktaydı. 1930 tarihli Kabotaj kanununun çıkması ve Türk karasularındaki kurtarma hizmetlerinin millileştirilmesi ile bu kumpanya Türk Kurtarma Ltd. şeklini almış ve römorkörler Türk bayrağına geçmiştir 1].

"AKBAŞ", "HORA", "KİLYOS" ve "SAROS" adlarını alan adlı kurtarma gemileri/ römorkörler 1940 yılından itibaren Deniz Yolları Genel Müdürlüğüne bağlı Kurtarma İşletmesi bünyesinde hizmet vermeye başladılar. Kurtarma İşletmesi 1952 tarih ve 5842 nolu kanun ile T.C. Denizcilik Bankasına bağlanarak hizmet vermeye başlamış ve Kuruluşa 1967 yılında "ALEMDAR II" kurtarma gemisi

137

yanında, "DALGIÇ 1" dalgıç ve destek botu ve 1974 yapım tarihli "SÖNDÜREN-1" yangın botu kazandırılmıştır. Kuruluş, 1985 yılında "ISU" Uluslararası Kurtarma Birliği'ne tam üye olmuştur 1].

Şekil 3. Kilcher & Walkers Co. isimli İngiliz kumpanyasına ait gemiler

Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. içerisinde 1984 tarih ve 233 nolu kanun ile "Kurtarma ve Çeki İşletmesi" şeklinde hizmetine devam eden kuruluş daha sonra “Kıyı Emniyeti İşletmesi” ile 1994 yılında birleşerek “Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma İşletmesi” adı altında hizmet vermeye başlamış ve 1995 yılında "TDİ KURTARAN" isimli açık deniz kurtarma gemisi işletme filosuna katılmıştır (Şekil 4) 1].

Şekil 4. Kurumun envanterindeki Türk bayraklı gemiler

Kuruluş, 12.05.1997 tarih ve 9466 Bakanlar Kurulu kararı ile Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş.'den ayrılmış olup, Kamu İktisadi Teşekkülü statüsünde ve "Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü" adı altında hizmetlerine devam etmekte ve kurtarma hizmetleri kuruluşun “Deniz Hizmetleri Dairesi Başkanlığı” birimleri tarafından verilmektedir 1].

Karadeniz’de Şile Feneri ile Karaburun Feneri arasındaki Türk karasuları ile Ege Denizi’nde, Bozcaada ve Gökçeada (İmroz) sahilleri de dahil olmak üzere Bababurnu ile Saroz Körfezi’nde Kemikli mevkii arasında kalan Türk karasularında ve bu iki sınır arasındaki Karadeniz ve Çanakkale Boğazları ve Marmara Denizi’nde; kurulmuş ve kurulacak olan cankurtarma (deniz-kara tahlisiye) istasyonlarını tekel şeklinde işletmek ve harp ve yardımcı gemiler hariç kazaya uğrayan 300 Rusum tonilatodan yukarı gemilerin ve yüklerin kurtarma ve yardım işlerini tekel şeklinde olmak üzere, bütün denizlerde gemi kurtarma, yardım ve çeki (cer) işlerini yapmak görevleri arasındadır 1].

138

Kılavuzluk transferi, römorkörcülük, palamar ve dalgıçlık hizmetlerini yapmak, işletmecilik esasları çerçevesinde batık çıkartmak, çıkarttırmak kurumun diğer hizmetlerini teşkil eder. Gemi kurtarma operasyonlarında olası bir çevre kirliliğine müdahale etmek amacıyla kuruluş bünyesinde; açık deniz ve liman bariyerleri, yangın bariyerleri skimmer, sea sluglar ve barç gibi ekipmanlar bulunmaktadır 1]. Kurumun güncel faaliyetleri Şekil 5’teki deniz araçları sürdürülmektedir.

a b

c d

Şekil 5a. Kıyı Emniyeti 4 b. Seyit Onbaşı (yakıt gemisi) c. Zodyak (Tahlisiye botu) d. Nene Hatun

KAYNAKLAR

1] Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü, 2015. https://www.kiyiemniyeti.gov.tr/Default.aspx?pid=47 (Erişim: 22 Ekim 2015)

139

BİR DEVRİN SONU: SAKIZBURNU DALYANI

Zafer Tosunoğlu, Hasan M. Sarı, M. Hakan Kaykaç, Vahdet Ünal

Ege Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, 35100 Bornova, İzmir, Türkiye

ÖZET

Çalışmanın amacı, Sakızburnu Dalyanı’nın (Aydın) geçmişteki ve günümüzdeki durumunu ortaya koymak, sona ermesine neden olan sorunları irdelemek ve tekrar faaliyete geçebilmesi için öneriler getirmektir. Veriler, 2013 ve 2014 yıllarında gerçekleştirilen saha çalışmalarının yanı sıra, geçmişte bu dalyanda çalışan kişilerle yapılan yüz yüze görüşmelerden, önceki çalışmalardan ve resmi kayıtlardan elde edilmiştir. Büyük Menderes Nehri üzerinde ve havzasında yapılan bazı projeler (Barajlar, Sedde, Şişme Savak ve Serçin Prizi) ve Söke Ovası’ndaki sulama programı, Bafa Gölü’ne giren suyun hidrolojisinde ve gölde önemli değişikliklere neden olmuştur. Bu değişimler, gölde tuzluluk seviyesinin artışı, tatlı su formlarının yok oluşu ve balık üretiminin hızla düşmesidir. Son yıllarda birçok araştırıcı, Büyük Menderes’in kirli suları ve çevre işletmelerden gelen atık suların da, Bafa Gölü’nü kirlettiğini belirtmektedirler. Tüm bu hidrolojik değişimler ve antropojenik faaliyetler nedeniyle bozulan Bafa Gölü’nün tuzlu ve kirli sularının, Büyük Menderes Nehri’ne karışmasını önlemek amacıyla, Söke Ovası Sulama Birliği tarafından dalyan kanalının 2011 yılında kapatıldığı ve dalyan faaliyetinin sonlandırıldığı tespit edilmiştir. Sonuç olarak, Büyük Menderes Nehri su akışında, göl ve dalyan için bir düzenleme yapılmadığı ve Bafa Gölü’ne akan sular temizlenmedikçe, Sakızburnu Dalyanı’nda 1980’lerde olduğu gibi bir balıkçılık yapılması beklenemez. Ekolojik ve ekonomik açıdan son derece önemli bu alanda sürdürülebilir dalyancılık için geniş paydaş katılımlı yönetim planı hazırlanması ve bunun acilen uygulamaya geçirilmesi şarttır.

Anahtar Kelimeler: Sakızburnu Dalyanı, Bafa Gölü, Sedde, Şişme savak, Yönetim planı

GİRİŞ

Büyük Menderes Nehri’nin uzun yıllar boyunca taşıdığı alüvyonlar ile delta önünde ve gerisinde önemli sulak ve karasal alanlar oluşmuştur. Bu oluşumların en önemlisi, bir zamanlar Latmos Körfezi’nin (Ege Denizi) önünün dolması ve denizle bağlantısının kesilmesi sonucunda Bafa Gölü’nün ortaya çıkmasıdır. Diğer önemli oluşumlar ise deltanın uç kısmında Karina ve Akköy (Arapça, Karaca, Bölme Kabahayıt) lagünleri ile nehir boyunca uzanan Söke Ovası’dır (Şekil 1).

Sakızburnu Dalyanı, diğer kıyı lagünü dalyanlarından farklı olarak, Bafa Gölü ile Büyük Menderes Nehri arasında insan eliyle açılmış bir kanal üzerine sonradan inşa edilmiş bir yapıdır. Yaklaşık 3,5 km uzunluğundaki bu kanalın, 150 yıl önce kazma-kürek ile açıldığı bilinmektedir (Kişisel görüşme; A. Koralp). Kanal, kuzulukta sıkışan balığın hareketlenmesi sonucu oluşacak gürültü veya çevredeki diğer gürültüler nedeni ile kanalda biriken balığın göle geri kaçmasını engellemek için sürekli S’ler oluşturacak şekilde inşa edilmiştir. Ayrıca iki yerde, dalyan kanalına giren balığın tekrar göle kaçışını engellenmek amacı ile setler (beton, demir ızgara) inşa edilmiştir. Bunlardan ilki, kuzuluklardan yaklaşık 1 km uzaklıkta, diğeri de Dalyan Kanalı’nın Bafa Gölü’ne açıldığı yerdedir. Arada kargı setlerden oluşan yapılar da mevcuttur. Başlangıçta 6 km olduğu bilinen kanal mesafesi, zaman içinde arazi sahiplerinin toprak kazanmak amacı ile bazı yerleri doldurması nedeniyle kısalmıştır.

140

Şekil 1. Büyük Menderes Deltasında oluşan lagünler ve Bafa Gölü (Google Earth, 2014)

Çalışma, Sakızburnu Dalyanı’nın geçmişteki ve günümüzdeki durumunu ortaya koymayı, faaliyetinin sona ermesine neden olan sebepleri irdelemeyi ve tekrar faaliyete geçebilmesi için öneriler getirmeyi amaçlamaktadır. Ancak dalyanı, lagün sahası olan Bafa Gölü ile tatlı su girişi ve denizle bağlantısını sağlayan Büyük Menderes Nehri’ni de dahil etmeden ayrı incelemek ve değerlendirmek mümkün değildir. Bu nedenle, Sakızburnu Dalyanı, Bafa Gölü ve Büyük Menderes Nehri ile ilgili veriler, 2013 ve 2014 yıllarında gerçekleştirilen saha çalışmalarından, geçmişte bu dalyanda ve gölde çalışan kişiler ile yapılan yüz yüze görüşmelerden, önceki çalışmalardan ve resmi kayıtlardan elde edilmiştir. Çalışma, yöntem olarak mevcut durum analizi, izleme, problemlerin tespiti ve önerilerin geliştirildiği aşamaları içermektedir.

SAKIZBURNU DALYANI VE BAFA GÖLÜ

Dalyan ve göl işletmecileri

Sakızburnu Dalyanı, Osmanlı döneminde Rum kökenli bir kişi tarafından kurulmuş ve zamanla sahipleri değişse de 2011 yılına kadar işletilmiştir. Dalyanın ne zaman kurulduğu yönünde net bir bilgi mevcut değildir. Dalyan, Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduktan sonra yaklaşık 10 yıl daha Rum dalyancı tarafından çalıştırılmış, daha sonra dalyanının muhasebecisine devredilmiştir (Kişisel görüşme; A. Koralp). Hemen ardından Hüseyin Avni Özbaş (Beyler Dönemi; dalyanların su ürünlerine kooperatiflerine devrinden önceki dönem) ve devamında gölün sahibi olan Halil Özbaş (Son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in torunu Hümeyra Sultan’ın eşi) 1978 yılına kadar dalyan da dahil olmak üzere gölün avcılık hakkına sahip olmuştur. 18 Haziran 1978 yılında Hüseyin Avni Özbaş Vereselerine (varis) ait olan Bafa Gölü ve gölün uzantısı olan Sakızburnu Dalyanı, dönemin Ecevit Hükümeti (42. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti, 5 Ocak 1978-12 Kasım 1979) tarafından önce kamulaştırılmış ve daha sonra da gölün o zamanki sahibine, 25 yıllık ürün bedeli karşılığı olan 24,5 Milyon Lira ödenerek hemen teslim alınmıştır [1]. Aynı yıl içinde göl çevresindeki Bafa, Serçin, Kapıkırı, Sarıkemer, Bucak, Ak-Yeniköy köylüleri, iktidarın da desteğiyle kooperatif kurarak, “Bafa Gölü Çevre Köyleri Su Ürünleri Kooperatifi” adı altında örgütlenmişlerdir [2]. Bafa Gölü’nden balık avlama hakkı ve dalyan tesisleri, yasalar uyarınca bu kooperatife verilmiştir. Sakızburnu Dalyanı ve

141

Bafa Gölü’nü işletmek amacı ile 725 ortak ile kurulan ve 1978’de faaliyete geçen Bafa Gölü Çevre Köyleri Su Ürünleri Kooperatifi ortaklığı 1993 yılında feshedilmiştir. Son olarak, 1994 yılından itibaren 30 ortaklı Ak-Yeniköy Su Ürünleri Kooperatifi, dalyanı işletmeye başlamıştır. 28 Ağustos 2006 tarihinde 3 yıllık bir sözleşme yapılmış, sözleşme sonrası ödenmesi gereken kiralama ücretleri gelir sağlanamadığından ödenememiş, 2011 yılında da dalyan kuzuluklarında üretim sonlandırılmıştır.

Su ürünleri üretimi

Bu simge dalyan, hem Beyler döneminde (~1940-1978) hem de S.S. Bafa Gölü Çevre Köyleri Su Ürünleri Kooperatifi çatısı altında uzun yıllar verimli bir şekilde işletilmiş, üretim 1980’li yıllarda göldeki avcılık ile birlikte 500 tonlara kadar çıkmıştır (Tablo 1). S.S. Serçin Köyü Su Ürünleri Kooperatif Başkanı, dalyandan ve gölden, bu rakamın çok daha üzerinde balık yakalandığını ancak bunların resmi kayıtlara girmediğini ifade etmektedir (Kişisel görüşme; H. Bilal Şen).

Tablo 1. 1947-1993 yılları arasında Bafa Gölü’nde yakalanan balık miktarları (kg)

1950’li yıllarda Bafa Gölü’nde iktisadi bir değer taşıyan kefal (Mugil spp.), sazan (Cyprinus carpio), yayın (Silurus glanis), levrek (Dicentrarchus labrax) ve yılan (Anguilla anguilla) balığı bulunmakta, kefal yumurtası ve sazan havyarı istihsal edilmektedir [3]. Avcılık, göl ile Menderes Nehri’ni birleştiren kanal üzerinde kurulan kaldırma ağı ve kamış dalyanla ve gölde galsama ve fanyalı ağ kullanarak yapılmaktadır. Turgutcan [3], Hüseyin Avni Özbaş döneminde, Bafa Gölü’nün balıklarından 195,6 ton kefalin Yunanistan’a, 14,8 ton yılan balığının da Hollanda gemilerine canlı olarak satıldığını rapor etmektedir. Araştırıcıya göre; “Yılan balıklarından 15 ton civarındaki miktar primsiz, 123,20 kuruştan, kefal ise primsiz 90 Krş. civarında ihraç edilmektedir, ihraç, başka yol olmadığından Kovelâ limanına (bugünkü Mavişehir, Didim) kadar gayet bozuk olan yol üzerinden kamyonlarla yapılmaktadır. Bu nakil şekli canlı olarak ihracı gereken balıkların bir kısmının yolda ölümüne sebep olmaktadır. Dahilde (iç piyasada) satış hemen yok gibidir. Çünkü dalyandan Sarıkemer köyüne kadar develerle, Sarıkemer’den, Söke’ye kadar Menderes üzerinden motorlarla, Söke’den muhtelif mıntıkalara kamyonlarla nakil müşkilâtı vardır. Zaten muhitte de yılan balığına rağbet

Kefal Levrek Yılan Sazan Yayın Toplam Kaynak1947 90000 100 15000 500 105600 Artüz, 19581948 100000 600 30000 1400 132000 Artüz, 19581949 200000 100 40000 500 240600 Artüz, 19581950 1300 22000 1000 243001951 1200 4000 200 54001954 221296 370 2590 34112 1745 260113 Turgutcan, 19571955 89441 133 7510 18513 457 116054 Turgutcan, 19571956 59167 348 14800 25764 461 100540 Turgutcan, 19571978 41400 800 34700 124600 400 201900 Balık ve Ustaoğlu, 19841981 151900 10100 15300 234800 412100 Balık ve Ustaoğlu, 19841982 75700 800 41200 76200 193900 Balık ve Ustaoğlu, 19841983 145000 8000 40000 150000 500 343500 Balık ve Ustaoğlu, 19841984 121000 5000 64000 103000 293000 Kasperek, 19881985 164000 8000 62000 116000 350000 Kasperek, 19881986 133400 7425 39964 71700 252489 Selçuk, 19881987 307000 13000 48000 101000 469000 Kasperek, 19881988 117000 11200 17800 41200 187200 Aydın Tarım İl Müd.1989 51500 1400 12700 9800 75400 Aydın Tarım İl Müd.1990 62200 1070 5060 110 68440 Aydın Tarım İl Müd.1991 17100 900 18000 Aydın Tarım İl Müd.1992 15100 15100 Aydın Tarım İl Müd.1993 5000 200 5200 Aydın Tarım İl Müd.

142

edilmemektedir”. Limana daha süratli ve güvenli balık taşınması için yaklaşık 20 km uzunluğundaki farklı bir yol, özel olarak taş döşenerek yapılmış ve uzun süre kullanılmıştır.

Beyler (Halil Bey) döneminde, dalyan ve göldeki balıkçılığın sürdürülebilirliği adına birçok şey anlatılır. Bunlardan biri de; bazı dönemlerde dalyan kuzulukları ve kapaklarının açılarak anaç (yumurtalı) balıkların kaçışının sağlanmasıdır. Böylelikle kaçan balıkların, denizde üreme faaliyetini gerçekleştirdikten sonra yavruları ile birlikte tekrar göle göç ettiklerine inanılırdı. Anaç balıkların denizde, göldeki kadar bol besin bulamadıkları için Bafa Gölü’ne geldiği, yavruların da bunları takip ettiği söylenmektedir. Göldeki besin bolluğu ve korunaklı alanlar, yavru balıklar için oldukça caziptir.

Bafa Gölü’nde, 1978 öncesinde yıllık 3895 kg yumurta elde edilirken, 1983 yılında diğer türlere ilaveten 50 ton da Ulubat balığı (Acanthobrama mirabilis) yakalanmıştır [4]. 1978’den sonra kooperatif, gölde balık üretimini en üst seviyelere çıkarmış ancak sedde yapımından sonraki yıllarda (1989), üretimde sürekli bir düşüş yaşanmıştır (Tablo 1). 1978-1988 arası 10 yıllık dönemde daha çok kefal türleri ve sazan av vermiştir.

Selçuk [5], kooperatifin 1986 yılı faaliyet raporunda; 90 ton kefal, 685 kg yılan balığı ve 105 kg levreğin kuzuluklar ile, 43400 kg ceran kefal (Liza ramada), 71.700 kg sazan, 7.325 kg levrek ve 39.279 kg yılan balığının avcı balığı (uzatma ağı, pinter) olarak yakalandığını belirtmiştir. Sonuç olarak, toplam 252,5 ton balığın 1/3’ü kuzuluklar, diğer 2/3’lük oranı da göl ve kanalda av araçları ile yakalanmıştır.

Artüz [6], Büyük Menderes’in taşkın döneminde göl seviyesinin yaklaşık 2 m kadar yükseğinden aktığından dolayı, göl suyunun soğuması ve aşırı mil içeren suların göle girmesi ve bu olayın göçmen balıkların kanala girmesini engellediğinden bahsetmiştir. Araştırıcı, taşkınların önlenmesi için nehir kıyısında o dönemdeki taşkını büyük ölçüde önleyemeyen setin sağlamlaştırılması gereğini ifade etmiştir. Bu öneri 1985 yılında gerçekleşmiş ve etkisi de 1988 yıllından itibaren görülmeye başlamıştır. Tablo 1’de görüleceği gibi 1988’den sonra göldeki balık verimi hızla azalmaya başlamış ve 1994 yılında yaklaşık 22 ton’a kadar inmiştir. Tuzluluk artışından dolayı tatlısu balıklarının hızla azalması ticari açıdan önemlerini azaltmıştır. 1991 yılından itibaren, eskiden gölde önemli av veren sazan ve yayın stokları yok denecek kadar azalmıştır. Su seviyesinin düşmesini takiben, balıkların doğal üreme sürecine engel oluşturacak şekilde göl ve nehir arasındaki bağlantının zarar görmesi ve aşırı balıkçılık sonucu, gölün balık stoklarında çok büyük düşüşler meydana gelmiştir [7].

TKB [8] raporuna göre, 1987’de toplam avlanan balık miktarı 445 ton iken, 1991 yılında 14 ton, 1994’te sadece 22 ton’dur, bunun 20.360 kg kefal, 1290 kg yılan balığı ve 395 kg levrektir. Van den Berk [9], Bafa Gölü’nde avlanan türlerin oranlarını sazan için % 46,5, kefaller için % 34,6, yılan balığı için % 16,5 ve yayın için % 2,4 olarak, DSİ kayıtlarına göre de Bafa Gölü’nün balık besleme kapasitesini 781 ton, Serçin Gölü’nün de 19 ton olarak bildirmiştir [10].

S.S. Ak-Yeniköy Su Ürünleri Kooperatifi, 2007 yılında Bafa Gölü’ne bağlantı sağlayan dalyan kanalında 15 ton kefal balığının ancak 2 tonunu tutabilmiş, 13 ton balık ise kirlilik ve oksijensizlik nedeni ile ölmüştür [11].

Son beş yılda küçük ölçekli av araçları (uzatma ağları, paragat, pinter vb.) ile Bafa Gölü’nde yakalanan balık miktarları Tablo 2’de verilmiştir. Gölde avlanan ticari türler kefaller, levrek, çipura (Sparus aurata), yılan balığı ağırlıklıdır. Son yıllarda, Büyük Menderes Nehri’nin taşkınlarıyla, gölün kuzeyine (Serçin kısmında) yerleşmiş olan egzotik balık türlerinden gümüşi havuz balığı (Carassius gibelio) ve güneş balığı (Lepomis gibbosus) türleri de yakalanmaktadır. 1995 ve 2009 yılları arası üretim verilerine ulaşılamamıştır ancak son yıllardaki üretim verilerinin 80’li yıllara göre oldukça düşmüş olduğu görülmektedir.

143

Tablo 2. Son yıllarda Bafa Gölü’nde yakalanan balık miktarları (kg) [12]

S.S. Serçin Köyü Su Ürünleri Kooperatifi, balıkçılık yapmak üzere Bafa Gölü’nü beş yıllığına (15 Eylül 2014 - 14 Eylül 2019) Aydın Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünden 191.000 TL karşılığında kiralamıştır. Gölde toplam 181 ton yakalanacak balık miktarı hesaplanmış olup bunun türlere göre dağılımı 150 ton ceran kefal, 20 ton topan kefal, 7 ton yılan balığı, 2 ton levrek ve 2 ton çipuradır. 2015 yılı itibariyle gölde, 60-70 tekne aktif olarak küçük ölçekli balıkçılık yapmakta, diğer üyeler kooperatifi yaşatmak ve sürdürmek amacı ile destek olmakta, yılda ancak 3-5 kez yemeklik balığa çıkmaktadır (Kişisel görüşme; H. Bilal Şen). Kooperatif yöneticileri gölü kiralamanın diğer nedenleri arasında; büyük bir uğraş sonucu kooperatife devredilen göldeki balıkçılık haklarının devamının sağlanması, göldeki yasa dışı ve kuralsız avcılığın önlenmesini saymaktadır.

Dalyanın çalışma prensibi (Dalyan kanalının hidrolojisi ve hidroliği)

Dalyan kanalı vasıtası ile kuzuluklardan geçen Bafa Gölü’nün düşük tuzluluktaki suyu Büyük Menderes nehrine karışmaktaydı. Bu sayede, göldeki balıklar üreme amaçlı olarak Ege Denizi’ne bu nehir vasıtası ile ulaşmakta ayrıca denizdeki yavru balıklar da yine bu nehir vasıtası ile göle gelmekteydi. Kuzuluklardan hemen sonra bir kapak sistemi, sonra kanal ile Büyük Menderes nehrinin birleştiği nokta ve sonrasında bir kapak sistemi daha mevcuttu. Ancak bu son kapağın görüntüleri ve varlığı artık mevcut değildir (Kişisel görüşme; H. Turan). Göle tatlı su ve balık; Menderes Nehri üzerinde eski kapaklar kapatıldığında, dalyan kanalı vasıtası ile kuzuluk kapakları ve kuzuluktan geçerek girmekteydi. Kuzuluk kapakları kapatıldığında, göle su giriş ve çıkışı kesilirdi. Kapakların her ikisinin de açık olduğu durumda ise gölden su çıkışı ve kuzuluklara balık girişi olmaktaydı.

Göl suyunun tuzluluğu düşük olduğu zamanlarda, Büyük Menderes nehrine karışması herhangi bir sorun yaratmamaktaydı. Günümüzde tuzluluğu artmış göl suyu, Büyük Menderes nehri vasıtasıyla Söke Ovası’ndaki tarımsal üretimi olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle, 2011 yılından itibaren, Haziran başından Eylül ortalarına kadar, gölün nehirle bağlantısı engellenmektedir. Bu dönemde, kuzuluk kanalının önü Büyük Menderese bağlandığı noktada, toprak bir set ile kapatılmakta, diğer zamanlarda açılmaktadır. Haziran başından Eylül ortalarına kadar, Bafa Gölü’nün dalyan kanalı üzerinden Büyük Menderes nehri ile (dolayısıyla Ege Denizi ile) herhangi bir alış verişi yoktur.

Bafa Gölü’ne su girişi, 2008 yılında açılan Serçin Prizi besleme kanalı, çıkışı ise dalyan kanalı vasıtası ile olmaktadır. Bu iki kanal saat yönünde işlemektedir. Her iki kanalın da önü Söke Ovası’nda tarlaların sulandığı dönemde kapatılmakta, diğer zamanlarda açılmaktadır. Özellikle su kalitesinin bozulduğu ve düştüğü yaz aylarında gölün, ana su kaynağı olan Büyük Menderes’ten su girişi ve çıkışı olmamaktadır.

Kuzuluk ve kanalda avcılık

Düşük tuzluluk ve bol besin içeren Bafa Gölü, bazı deniz balıkları üzerinde cezbedici rol oynamaktadır. Denize göre daha zengin besinlerin bulunduğu göle ulaşmak isteyen balıklar (yılan, levrek ve kefaller), Büyük Menderes Nehri yoluyla gelmekteydi [4, 13]. Dalyanda avlanan balıklar arasında büyük çoğunluğu kefaller oluşturmakta, yaz ve kış kefalleri yumurta bırakmak amacı ile

Kefal Levrek Çipura Yılan Balığı Diğer Toplam2010 120000 13000 7000 600 1406002011 130000 6000 4000 500 1405002012 110000 20000 2000 1000 1000 1340002013 170000 3000 1000 2000 1000 1770002014 183000 11000 8000 2000 1000 205000

144

denize doğru yaptıkları toplu göçlerde, kuzuluklarda tonlarca av vermekteydi. Levrekler ise yılın belirli zamanlarında (Ocak-Şubat) kısa periyotlar için gölü ziyaret ettiklerinden, diğer balıklara nazaran daha az yakalanmaktaydı. Sazan, Yayın ve Ulubat balıkları ise tüm yaşamlarını bu gölde geçiren ticari tatlı su türleriydi.

Önceleri, ağaç malzeme ile desteklenmiş kargı setten oluşan Sakızburnu dalyan kuzulukları için daha sonraları beton kolonlar ile desteklenmiş demir ızgara setler tercih edilmiştir. Kanala giren balıkların tekrar göle girişini ve kuzuluklardan uzaklaşmasını engellemek amacı ile kanal başlangıcında ve kuzuluklara yaklaşık 1 km’lik mesafede beton set ile desteklenmiş kaldırılabilir çerçeveye sahip demir ızgara setlerin olduğu kapatma noktaları kullanılmıştır.

Selçuk [5], gölden Büyük Menderes’e kadar uzanan kanalda, genelde kuzulukta olan balık avcılığını şu şekilde anlatmaktadır:

Suyun bol olduğu kış aylarında akıntı yönü gölden nehire doğrudur. Bu mevsimde dalyan kuzuluğu ile rahatça balık avlanabilmektedir. Bol miktarda avlanan balıklar M. cephalus, L. ramada, C. carpio, az miktarda avlananlar ise A. anguilla ve D. labrax’dır. Balıkların akıntıya karşı yüzme eğilimlerinden de yararlanılarak, yaz sonunda gölden nehire doğru akıntı azaldığından, motopomplar ile nehirden kanala su verilerek göle doğru bir akıntı oluşturulur ve balıkların kuzuluklara gelmesi sağlanır. Bu dönemde kanal içerisinde kurulu bulunan iki kapı (A ve D) kapalıdır ve her iki yöne de su akışı yoktur (Şekil 2). Doğal eğim nedeniyle Büyük Menderes’ten kanala su almak mümkün olmadığından, güçlü motorlar ile iki kapı arasına, sabahın erken saatlerinden akşama kadar, 13-14 saat süreyle su basılır. Akşam olunca gözlemciler “D” kapısını açarak göle ters su akışı başlatılır. Bu sayede göle Büyük Menderes’ten taze su geliyormuş hissi verdirilir. Akşamüzeri, göl çıkışı kanalına “K” yaklaşmış olan balıklar, bu su akıntısına doğru harekete geçerler. Bu akıntıya doğru ilk gelen balıklar genel olarak az miktarda yılan balığı ve ceran kefaldir. “D” kapısında, balıkların sürü halinde girdiğini gören gözleyici kapıyı hemen kapatır. Akıntıya karşı hareket eden balıklar kuzuluğa gelir ve buradan kepçeler ile alınır. Bazı durumlarda, “D” kapısından çok fazla balığın kanal içerisine girmiş olduğu gözlenir. Kuzuluğa aşırı miktarda balık geldiğinde, kuzuluğa giremeyen balıklar demir parmaklıklar ile karşılaşır ve bir çıkış yolu bulamayınca, bu kez kanal boyunca geri dönme eğilimi gösterirler. Ancak “D” kapısı kapatılmış, ayrıca gölün hemen girişinde “F” ile belirtilen ve sadece demir ızgaralar ile kontrolde tutulan kapı da ızgarayla kapatılmış bulunduğundan balıklar bu alanda tutulur. Çok uzun olan kanal içerisinde kalan balıkların yakalanması için çeşitli yollar denenir. “C” ve “E” yerlerine kargı setler (kapılar) kurulmaktadır. Kanala giren balığın çok olması durumunda, kargı kapılar kapatılmakta, böylece balıklar kanalın 4 ayrı kısmına bölünerek dağıtılmış olur. Önce kuzuluklar ile 1. kargı set “C” arasında kalan balıkların, kuzuluğa girmesi sağlanır. “F” ve “E” arasında kalan balıklar azalınca kargı kapı bir yerinden açılarak “E” ve “D” arasındaki balıkların kuzuluğa doğru hareket etmesi sağlanır, bu sayede kademeli olarak kanala giren balıkların bir kısmı yakalanmış olur. Kanalın çukur yerlerinde kalıp, kuzuluğa gitmeyen balıklar daha sonra ağlar ile yakalanır.

Sakızburnu bariyer tuzak sistemi (kuzuluk) ile karşılaşan balıklar ana makastan (“V” geçiş) giriş yaparak, avluya, daha sonra ise tek ambar makasından geçerek, her iki taraftaki haznelerde toplanmakta, hasat buralardan kepçeler yardımıyla yapılmaktaydı. Ambar dolu olduğu ve önünde aşırı balık biriktiği zamanlarda, sıkışmayı engellemek için avluda ığrıp çekilerek balıklar buradan alınırdı. Yılan balıklarının yakalanmasında, kuzuluğun arka tarafına geliş yönüne ters olarak yerleştirilen pinterlerden de faydalanılmaktaydı. Kuzuluklar, balık türlerinin göç hareketlerinden faydalanarak, basit düzenekler ile çok fazla miktarda avın yapıldığı yerlerdir. Kuzuluklardaki avcılık, diğer küçük boyutlu tuzakların çalışma prensibi ile hemen hemen aynıdır. Kuzuluğa veya tuzağa “V” girişinden (makas) giren balığın, çıkışı oldukça zordur [14].

145

Şekil 2. Dalyan kanalı ve üzerindeki yapıların yeniden çizimi (1986 yılında A. Alpbaz tarafından çizilmiştir [5])

Bafa Gölü ve Büyük Menderes Nehri

Sakızburnu Dalyanı’nın lagün alanı olan Bafa Gölü, batı Anadolu’nun Aydın ili Söke ilçesi ile Muğla ilinin Milas ilçe sınırları içinde yer almaktadır. Doğu-batı yönünde uzayan gölün uzunluğu 16 km, genişliği 6 km’dir. Gölün deniz seviyesinden ortalama yüksekliği 2 m, maksimum derinliği 21 m, yüzey alanı 6.708 ha, hacmi 692,42 hm3, yağış alanı ise 315 km2’yi kaplar. Kurak dönemlerde Bafa Gölü’nden tamamen ayrılan kuzeyindeki Serçin Gölü’nün ise derinliği 2 m, yüzey alanı ise 673 ha’dır. Bafa Gölü yüzeyine düşen ortalama toplam yağış miktarı yıllık 38,09 hm3, yüzeyde oluşan buharlaşma miktarı ise 64,59 hm3’tür. Bafa Gölü havzasına ulaşan ortalama akış miktarı ise 78,11 hm3’tür (10,8-161,8) [10]. Göl, bazı noktalardan gelen küçük hacimli tuzlu su kaynaklarıyla da beslenmektedir [15].

Bafa Gölü, günümüzden yaklaşık 2050-2300 yıl önce Latmos Körfezi önünün Büyük Menderesin taşıdığı alüvyonlarla dolup Ege Denizi’nden ayrılmasıyla oluşmuştur [16]. Bir delta ovası şeklinde oluşan Söke Ovası’nın alüvyonlarla yükselmesi sonucu, göl seviyesi deniz seviyesinin üstüne çıkmıştır [17]. Göle su girişi, ana kaynak Büyük Menderes Nehri ile bağlantılı Serçin Prizi besleme kanalı vasıtasıyla ve etrafındaki dağlardan gelen yer altı ve yer üstü sularıyla, çıkış ise yine Büyük Menderes bağlantılı dalyan kanalı (yaklaşık 3 km uzunluk, 3-5 m genişlik) vasıtasıyla olmaktadır.

Gölde iki noktada derin çukurlar vardır ve bunlar göl tabanında önemli bir düzensizlik oluşturmaktadır [18]. Gölün, orta ve güney kısmına yakın yerdeki bu çukurlar 25 m derinliğe kadar ulaşmakta ve göldeki su hareketleri üzerinde oldukça etkilidir.

Bafa Gölü’nün su seviyesini kontrol etmek için inşa edilen iki regülatörün, gölde saat yönünde bir su sirkülasyon yarattığı DSİ yetkilileri tarafından ifade edilmektedir [19]. Araştırıcıya göre gölün topoğrafik yapısı, bu su sirkülasyonunu engelleyerek gölün kendi kendini temizlemesine engel oluşturmaktadır. Göl seviyesi, şişme savaktan gönderilen suyun Serçin Prizi ve besleme kanalından girişiyle, dalyan kanalından da suyun çıkışıyla dengelenmektedir. Göle her daim su girişi ve çıkışı olmadığı için su parametrelerinin optimal seviyelerde kalması mümkün değildir. Gölde kararlı bir hidrokimyasal yapının eksikliği ve düzensiz dip topoğrafyası, göldeki değişimlerin ana nedenlerini oluşturmaktadır. Göle su girişi ve çıkışını sağlayan regülatörler, gölün batimetrik ve hidrokimyasal özelliklerini dikkate alan bir plan çerçevesinde çalıştırılmalıdır [19].

Bafa, akışın yüksek olduğu dönemlerde Büyük Menderes’ten beslenmekteydi. 1985 yılında yapımına başlanan set Bafa Gölü’ne, Büyük Menderes Nehrinden su girişini engellemiştir. 1990’da göldeki su seviyesi 80’li yıllardaki kuraklığın da etkisiyle en düşük seviyesine ulaşmıştır. 1993’de çeşitli sivil toplum örgütlerinin girişimi sunucu, Devlet Su İşleri göle nehirden su pompalamış ve 1996’da, yağışlı

146

geçen bir kış sonrasında göl, eski doğal seviyesine yeniden ulaşmıştır [7]. Bafa Gölü’nün maksimum su seviyesi 1967-2000 arası Şubat ayında 5,08 m rakımına kadar yükselmiş, 1990 yılı Ekim’inde deniz seviyesinden 24 cm aşağı düşmüş ve ortalama seviye Mart ve Nisan aylarında 2,35 m rakımında seyretmiştir [10]. Çalışmada, 1990’da Serçin Gölü’nün tamamen kuruduğu, Bafa Gölü’nün yüzey alanının da 10 ha daraldığı da belirtilmiştir. Büyük Menderes Nehri havzasına yapılan birçok baraj, gölet ve havzada yağışların azalması, Söke ovasına gelen tatlı su miktarını iyice azalmış, bunun sonucu olarak ta Söke ovasında tuzlu yeraltı suları yüzeye doğru yükselmiştir. Bafa Gölü’nde su kolonunun büyük bir kısmı (gölün maksimum derinliği deniz seviyesinin 19 m altında) deniz seviyesinin altında olmasından dolayı, tuz seviyesi artan yeraltı suları, gölün sularının tuzlanmasının en büyük nedeni olmuştur. Bafa Gölü, Demir [20]’e göre hyposaline, Sarı ve diğ. [21]’ne göre miksooligohalin ve Altınsaçlı [22]’ya göre mesosaline özelliğindedir.

Göl ve çevresi, 8 Temmuz 1994 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile Tabiat Parkı ilan edilmiştir [23]. 1986 yılı sayımlarından elde edilen bilgilere göre bu park, az bozulmuş 1. Sınıf bir sulak alan olarak tanımlanmıştır. Alan 1989 yılında 1. Derecede Sit Alanı ve Heraklia Antik kenti de 1. Derece Arkeolojik Sit alanı olarak ilan edilmiştir.

Bafa Gölü, Büyük Menderes Deltası’nın sahip olduğu ekosistem özelliklerini bünyesinde barındırmakta ve nesli tehlike altında bulunan birçok kuş türüne, üreme ve kışlama ortamı yaratmaktadır [24-26].

Gölün fitoplankton topluluğunu, tatlı su ve deniz orijinli 45 tür oluşturmaktadır [20]. Fitoplankton, zooplankton ve su bitkileri açısından da göl oldukça zengindir [27].

Kültürel değerler açısından, Bafa Gölü adacıkları ve civarında önemli tarihi ve doğal yapılar bulunmaktadır. Bafa Gölü’ndeki adacıklarda ve Latmos Dağı kayalıklarında birçok manastır bulunmaktadır. Bizans döneminde keşişlere sığınak olan kent aynı zamanda bir piskoposluk merkezi de olmuştur. Kapıkırı Köyü sınırları içinde yer alan Herakleia Antik Kenti, M.Ö. 7. yüzyıla uzanmaktadır. Bir liman kenti olan Herakleia, deniz ticaretiyle zenginleşmiş, Bizans döneminde ise piskoposluk merkezi ve keşişlere sığınak olmuştur. Antik kent içinde Athena Tapınağı, Tiyatro, Endymion Tapınağı, Agora ve Konsey Binası vardır. Limanın arkasında, yamaçta bulunan Athena Tapınağı kentin en iyi korunmuş yapısıdır. Bölgede birçok prehistorik mağara da bulunmaktadır. İçlerinde kaya resimleri bulunan bu mağaralar aynı zamanda Hıristiyan keşişlere ev sahipliği de yapmıştır [7].

Büyük Menderes Nehri, 584 km uzunluğunda olup Ege Bölgesi’nin en uzun akarsuyudur. İç Batı Anadolu’da Sandıklı ve Dinar (Afyon) arasındaki platolar ile Çivril ve Honaz (Denizli) yakınlarından sızan kaynaklardan doğar. Işıklı gölünü dolduran sularla beslenir. Uşak’tan katılan Banaz Çayı ve Muğla’dan Çine Çayı sularını bünyesine katarak 2.600.967 hektarlık bir havzaya adını verir [28]. Nazilli, Aydın ve Söke ovalarını besleyip, yolculuğunu Söke Dipburun Mevkii’nde Ege Denizi’ne dökülerek tamamlar. Nehri çok sayıda yan dere (Çine, Banaz, Akçay, Küfi, Madran, Emir, Karacasu) beslemekte olup yıllık su kapasitesi yaklaşık 3,25x109 m3’dür. Su tutma kapasiteleri yaklaşık 1 milyar metreküp olan Adıgüzel barajı, kollarında ise Çine çayı üzerinde Topçam barajı, Akçay üzerinde de Kemer barajı bulunmaktadır [29]. Anadolu’nun en önemli ekosistemlerini ve üretim alanlarını barındıran havzada, çok sayıda ilçe merkezi ile birlikte, büyüklü küçüklü 165 belediyelik yerleşim yeri bulunur. Öte yandan Denizli, Uşak ve Aydın illerinde bulunan deri ve tekstil fabrikalarının atıkları, evsel atıklar ve kanalizasyonların yanında pestisit (zirai ilaçlar) kaynaklı kirlilik, büyük ihmaller ve hatalı yönetimlerle zaman içinde katlanarak Büyük Menderes’in aşağı havzasında büyük bir çevre felaketine kapı aralamıştır [11].

147

Gölde yaşayan balık türleri

Set kurulduktan hemen sonra yapılan çalışmalarda Kasparek [16] ve [13] gölde toplam 17 balık türü, Sarı ve diğ. [21, 30] ile Kuru ve diğ. [31] 20 balık türü saptamışlardır (Tablo 3). Bu balıklardan 9’u tatlı su balığı diğerleri ise denizeldir. Günümüzde ise göl suyundaki aşırı tuzluluk artışı ile birlikte tatlı su balıklarından C. carpio, Gambusia affinis ve Salaria fluviatilis hariç diğerleri elimine olmuştur. Bu üç türden C. carpio sadece tatlı suların göle giriş yaptığı bölgelerde çok nadir olarak ve G. affinis ise sadece bol olarak dalyan ağzında ve gölün kuzeyinde bulunabilmektedir. Bununla birlikte, gölde gerçekleştirilmek istenen kültür balıkçılığı nedeniyle göle bir kaç tür de taşınmıştır. Bu türlerden Diplodus sargus, göle bu yolla taşınmış olabilir. Ancak Gobius niger ve Syngnathus abester’in bu göle yukarıda bahsedilen faaliyetlerle girdiği konusu şüphelidir. Bu türler ya Büyük Menderes Nehri yoluyla göle girmiş olabilir ya da gölde daha önce varlıkları saptanamamış olabilir [32]. Gölde son yıllarda az da olsa egzotik türlerden olan gümüşi havuz balığı ve güneş balığı da yakalanmaktadır [12].

Diadrom balık popülasyonlarının, bir nehir aracılığıyla denize veya denizden de tatlısu ve lagünlere doğru göçü kirlilik, herhangi bir engel veya aşırı predasyonla engellenirse, bu populasyonlardan bazıları yok olma durumuyla karşı karşıya kalabilir [33]. Eskiden gölde mevcut olan potamodrom balıklar (Chondrostoma nasus syn: C. meandrense, Barbus pectoralis syn: Luciobarbus kottelati, Acanthobrama mirabilis) sedde ve şişme savak nedeniyle Büyük Menderes’e geçemedikleri için populasyonları zayıflamış ve buna tuzluluk artışının da eklenmesiyle, zaman içinde yok olmuşlardır [30]. Son yıllarda, tatlı su balıklarının elimine olduğu bunların yerine örihalin türlerin gölde bulunduğu görülmektedir (Tablo 3).

Göldeki tuzluluk artışına karşı, sadece toleransı olan türler varlıklarını koruyabilmişlerdir. Gölde daha önce mevcut olan tatlısu midyesi (Dreissenia polymorpha) ortamdan elimine olmuş veya oldukça azalmış, bunun yerini daha tuzlu sularda yaşayabilen bir acısu formu niteliğindeki midye türü (Mytilaster marioni) almıştır. Bu türün aşırı şekilde çoğalarak, gölün zeminini, yer yer midye tarlaları şeklinde kapladığı gözlenmiştir [35].

DALYANI SONA GÖTÜREN NEDENLER

Havzada ekosistem yaklaşımlı bir yönetim anlayışının olmaması sonucu ortaya çıkan sorunlar ve dalyanı verimsizleştiren süreç, beş ana başlık altında özetlenebilir.

Büyük Menderes Havzası yağış rejimi ve yapılan barajlar, göletler ve regülatörler

Bafa Gölü, Büyük Menderes Nehri’nin mansap bölgesinde yer alan ve bu nehirden beslenen bir göldür. Göl, 5-6 ayı yağışsız olarak geçen Akdeniz semiarid iklim bölgesinde bulunmaktadır [36]. Bafa göl ekosistemi, iklim şartlarının değişmesi ve nehir su yönetim planının olumsuz etkileri nedeniyle oldukça etkilenmiştir. Büyük Menderes Nehri’nin 4 büyük kolu bulunmaktadır, bunlar; Banaz çayı, Çürüksu çayı, Çine çayı ve Akçay’dır. Nehrin yıllık ortalama akış hacmi 3,02 milyar m3 civarındadır [37].

Büyük Menderes havzasında, 20. yüzyılın ikinci kısmında yüzey suyu miktarının %5 civarında azaldığı belirlenmiş, 2030 yılında ise bunun %20 civarında olacağı öngörülmektedir [38]. Yağış miktarı Nisan-Kasım arasında diğer döneme göre %80 azalmaktadır, ancak yaz aylarında (özellikle Temmuz ve Ağustos) sulama suyu miktarı arttırılmaktadır [39].

148

Tablo 3. Bafa Gölü’nde yaşayan balık türleri

Balık ve Ustaoğlu

[13]

Sarı ve diğ.

[30]

Güçlü ve diğ.

[34]

Şaşı ve Yabanlı

[12]

Anguilla anguilla + + + +

Acanthobrama mirabilis +

Luciobarbus kottelati +

Carassius gibelio +

Chondrostoma meandrense + +

Cyprinus carpio + + +

Silurus glanis +

Aphanius fasciatus + + +

Gambusia affinis + + +

Lepomis gibbosus +

Atherina boyeri + + + +

Liza ramada + + + +

Mugil cephalus + + +

Chelon labrosus + +

Dicentrarchus labrax + + +

Diplodus sargus +

Sparus aurata +

Syngnathus abaster + + +

Salaria fluviatilis +

Salaria pavo +

Knipowitschia caucasica + + +

Gobius niger +

Pomatschistus marmoratus +

Büyük Menderes nehrinin suları öncelikli olarak sulama ve içme amaçlı kullanılmaktadır. Bu nedenle, nehrin sularını kontrol etmek için üzerine birçok rezervuar yapılmıştır. Büyük Menderes ve kolları üzerinde, çoğu sulama ve taşkın önleme amaçlı yapılmış, 11 baraj ve 7 gölet bulunmaktadır. Yapım aşamasında olan 3 baraj ve 17 gölet daha bulunmaktadır. Nehrin kendisi ve kollarındaki yüzey sularının neredeyse tamamı bu baraj ve göletler ile zapt edilmiş durumdadır. İklim değişikliği ve küresel ısınma süreci düşünülürse, havzanın farklı bölgelerinde ve yükseltilerinde hapsedilmiş bu su kütlesinin nehrin aşağı havzalarına ulaşması oldukça zor görünmektedir. Havzadaki yağış rejimi ve

149

miktarı geçmişteki gibi olsa bile barajlar, göletler ve regülatörler nedeniyle artık Büyük Menderes’in, Bafa Gölü’nü eskisi gibi beslemesi mümkün değildir.

Kazancı ve Dügel [40]’e göre, Türkiye’de sucul ekosistemler üzerine iklim değişikliğinin etkisi, Akdeniz iklim bölgelerindeki nehirlerde kuvvetli bir ısınma eğilimi ve ortalama akış hızlarında düşüş ile görülmektedir. İklim değişikliği senaryolarına göre, Büyük Menderes Nehri havzasında, ortalama yıllık sıcaklık değerlerinde 2030 yılında 1,2 °C’lik artış ve yıllık ortalama yağışta % 5’lik bir azalma, 2050 yılında ise ortalama yıllık sıcaklık değerlerinde 2 °C civarında artış ve yıllık ortalama yağışta % 10 civarında bir düşüş beklenmektedir. Bu senaryolara göre, 2030 ve 2050 yıllarındaki sıcaklık artışları (1,2 - 2,0 °C) ve bu artış nedeniyle oluşacak kimyasal değişkenlerden etkilenen taksonlardan, tolerans değeri düşük olanlar ortamdan eleneceklerdir. Sonuçta, Bafa Gölü’nün jeomorfolojik özelliğine bağlı olarak yoğunluk tabakalaşması ve biyotasında ortaya çıkan değişiklikler, iklim değişikliğinin göl ekosistemi üzerine etkisini göstermektedir [41].

Sedde yapımı ve tuzluluğun artışı

Devlet Su İşleri (DSİ), 1985 yılında Bafa Gölü ve en büyük su kaynağı olan Büyük Menderes Nehri arasına 6 metre yüksekliğinde, 6 km uzunluğunda toprak bir sedde inşa etmiştir (Şekil 3). Bundaki amaç, balıkçı köyü Serçin’i Menderes’in kış taşkınlarından korumaktır. Büyük Menderes, kış taşkınları ile Bafa Gölü’ne önemli bir tatlı su girdisi sağlamaktaydı ve Sedde’den önce balıklar da genellikle bu alanlarda toplanmaktaydı. Göl’ün, en önemli su kaynağı olan Nehirden bir setle ayrılması, göldeki su seviyesinin büyük ölçüde düşmesine neden olmuş ve bu tarihten itibaren gölde bir takım ekolojik değişimler meydana gelmeye başlamıştır. Gölün ekolojik yapısındaki değişimlerin hızlanmasına, 1985 sonrası inşa edilmiş ve hizmete girmiş rezervuarlar da etkili olmuştur.

1990’da, göldeki su bugüne kadar görülen en düşük seviyesine ulaşmış, tuzluluk artış göstermeye başlamıştır. 1993’te, çeşitli Sivil Toplum Örgütlerinin girişimi sunucu Devlet Su İşleri göle, nehirden su pompalamıştır. Setin kurulmasından önceki dönemlerde, gölde su seviyesi 50-100 cm, yağışlı dönemlerde ise 300-320 cm arasında değişirken, 1985’ten sonra maksimum su seviyesi 100 ile 120 cm arasında olmuştur. Göl seviyesindeki 2 m’lik düşüş, gölün yüzey alanı ve hacminin de düşmesine, dolayısı ile fiziksel ve kimyasal değişimlere neden olmuştur. Göl su seviyesinde 1994 yılından sonraki artış, alanda yaşanan yağışlı dönemlerden kaynaklanmaktadır. Bu artışla beraber, göl seviyesi ~100-200 cm seviyelerine çıkmasına rağmen, 1985’den önceki seviyesine ulaşamamıştır [23].

Şekil 3. Büyük Menderes Nehri ile Bafa Gölü arasındaki Sedde (Google Earth, 2014)

150

Bafa göl suyu tuzluluk değerlerine ait ölçümler kronolojik sıraya göre Tablo 4’teki gibidir. 1950’lilerde ‰4-5’ler seviyesinde olan tuzluluk, 2013 yılında yapılan ölçümlerde ‰18,4’e kadar yükselmiştir.

Tablo 4. Yıllar itibari ile Bafa Gölü tuzluluk (‰) değerleri

Ölçüm Yılı Tuzluluk (‰) Kaynak

- 5,4 [3]

- 3,5 [6]

- 4,5 [16]

1986 4,5 [13]

1986 5,4 [42]

1988 7,5 [27]

1992 9,3 [41]

1993 13,2 [42]

1995 15,0 [43]

1997 14,8 [22]

1997 14,0 [21]

2000 13,1 [20]

2006 16,2 [44]

2010 17,4 [45]

2013 18,4 [46]

1985 yılında, Büyük Menderes ile arasında engel olacak şekilde sedde yapımından sonra göl suyunun tuzluluğunda sürekli bir artış gözlenmiştir. Kuraklık ve sedde nedeniyle, 1985 yılından sonra su seviyesinde azalma ve bazı su kalite parametrelerinde bozulmalar görülmüştür [40]. Sedde inşaatı döneminde, Anadolu’nun genelinde gözlenen aşırı kuraklık ve 1980’li yıllarda Büyük Menderes üzerine inşa edilen barajlar nedeniyle, Söke ovasındaki tatlı su özelliğindeki taban suyunun azalması, ovadaki taban suyunun tuzlanmasına neden olabilir [21]. 1997 yazında, yoğun buharlaşma ve gölü besleyen su kaynaklarının azalması sonucu, göldeki tuzluluk oranının ‰14’e ulaştığı aynı çalışmada rapor edilmiştir. 2006 yılında, gölün Kapıkırı’ya yakın kesimlerinde alınan örneklerde, tuzluluğun ‰16,2’ye çıktığı tespit edilmiştir [40]. Son olarak Kesici ve diğ. [46], göldeki tuzluluk oranlarının dönemsel olarak değişkenlik gösterdiğini ve bu değerlerin ‰7,9-18,4 arasında değiştiğini bildirmiştir.

Şişme Savak ve Serçin Prizi

Gölde yaşanan sorunlar hem sivil toplum örgütlerinin hem de DSİ’nin dikkatini çekmiştir. 1996 yılında DSİ tarafından nehirden göle su pompalamak için Menderes Nehrinin ucuna baraj vazifesi gören dev bir şişme savak/lastik baraj (Şekil 4), 2008 yılında da göle su girişini sağlayan Serçin Prizi ve besleme kanalı (Şekil 5) inşa edilmiştir. Kuraklık ve aşırı buharlaşma nedeniyle göldeki su seviyesinin düşmesi durumunda, bu yapılar sayesinde Büyük Menderes suları maksimum 30 m3/s hızla göle verilebilmektedir. Bu sayede, göldeki su seviyesi +2,00 m kotunda muhafaza edilerek balık

151

ve yaban hayatının zarar görmesi önlenmektedir. Lastik barajın bir başka amacı ise Söke Ovası’nda +3,00 m kotunda bulunan tarlaları Büyük Menderes taşkınlarından korumaktır. Normal debilerin üzerinde gelecek debi durumlarında veya feyezan (taşkın) halinde gelebilecek daha büyük debilerde savak sistemi otomatik olarak söneceğinden, toplam debi yatak içinde akışa geçecektir. Barajın bir diğer amacı da deniz suyunu kontrol altında tutmaktır. Gel-git ile oluşabilecek yükselmeler neticesinde deniz suyunun ovanın iç taraflarına geçişi bu baraj sayesinde engellenmektedir. Şişme baraj Türkiye’de ilk uygulanan projedir ve boyut olarak dünyada ilk on arasındadır [10].

Şekil 4. Büyük Menderes Nehri üzerine baraj vazifesi gören Şişme Savak

DSİ tarafından, Menderes nehrinin göle yakın olduğu Sarıkemer bölgesinde 2008 yılında yapılan Serçin Priz Yapısı ve Bafa Gölü Besleme Kanalı vasıtası ile göle Eylül ortasından Mayıs sonuna kadar (Ocak ayında kapalı) su verilmektedir (Şekil 5). Şişme Savak Menderes’in su yüksekliğini arttırmakta, bu sayede Serçin Prizi’nden geçen Menderes’in suyu besleme kanalı vasıtası ile göle bırakılmaktadır. Yaz aylarında (Haziran başından Eylül sonuna kadar) Serçin Prizinden gelen suyun önü, balıkçı teknelerinin barındığı yere yakın bir noktada toprak dolgu ile kapatılmaktadır. Bu sayede besleme kanalındaki su, etraftaki tarlaları sulamak için kullanılmaktadır. Bu lastik baraj ve Serçin Prizi daha çok Söke Ovası’ndaki tarımsal faaliyetlere hizmet etmektedir. Göle özellikle yaz ve sonbahar aylarında ihtiyacı olan su, çok kısıtlı miktarlarda verildiğinden balıkçılık adına çok fayda sağladığı düşünülmemektedir. Bunun yanı sıra, yaz aylarındaki yetersiz su girişi, gölün ekolojik dengesini olumsuz etkilemektedir.

Bafa Gölü’ne, yaz ayları dışında Serçin Prizinden su girişi olmakta, Dalyan Kanalı’ndan ise yine bu aylarda su çıkışı olmaktadır. Bu özellikleri ile göl, lagüne benzemekte ve bu nedenle hidrolojik ve kimyasal değişimlere karşı hassas ve kırılgan bir durum sergilemektedir. Göle yavru balık girişi ve denize anaç balık çıkışı eskisi gibi Dalyan Kanalı’ndan olmaktadır. Kanalların yılın belli dönemlerinde bu şekilde bile çalışması, Bafa Gölü balıklarının ve balıkçılığının devam etmesine olanak sağlamaktadır. Priz yapısının olduğu noktaya yakın bir yerde, 259 ortağı olan S.S. Serçin Köyü Su Ürünleri Kooperatifi’nin yeni bir dalyan kurma düşüncesi vardır.

152

Şekil 5. Serçin Prizi (Büyük Menderes suyunun Bafa Gölü’ne ulaştığı tek besleme kanalı)

Büyük Menderes Nehri ve çevreden gelen kirlilik yükleri

Bafa Gölü’ne, yaz ayları dışında Serçin Prizinden su girişi olmakta, Dalyan Kanalı’ndan ise yine bu aylarda su çıkışı olmaktadır. Bu özellikleri ile göl, lagüne benzemekte ve bu nedenle hidrolojik ve kimyasal değişimlere karşı hassas ve kırılgan bir durum sergilemektedir. Göle yavru balık girişi ve denize anaç balık çıkışı eskisi gibi Dalyan Kanalı’ndan olmaktadır. Kanalların yılın belli dönemlerinde bu şekilde bile çalışması, Bafa Gölü balıklarının ve balıkçılığının devam etmesine olanak sağlamaktadır. Priz yapısının olduğu noktaya yakın bir yerde, 259 ortağı olan S.S. Serçin Köyü Su Ürünleri Kooperatifi’nin yeni bir dalyan kurma düşüncesi vardır.

Bafa Gölü, nüfus artışı ve Büyük Menderes Nehri‘nde meydana gelen miktar ve kalite değişimlerinden olumsuz yönde etkilenmiştir. Bafa Gölü büyük ölçüde değiştirilmiş doğal göl olmasının yanı sıra su kalitesi açısından da zayıf olarak sınıflandırılmaktadır. Göl noktasal, yayılı kaynaklı ve morfolojik baskıların her üçü açısından da risk altındadır [7].

Yaz aylarının kurak geçmesi, barajlardaki su seviyesinin düşmesi, barajlardan aktarılan suyun tarımda kullanılması sonucunda yaz aylarında göle su girişi çok yetersizdir. Bafa Gölü’nde genellikle yaz aylarında sirkülasyon olmadığı için azot ve fosforca zengin olan evsel atık suları, tarımsal drenaj suları ve endüstriyel atıklar, gölde bazı kimyasal değişiklikler meydana getirmektedir.

Şişme Savak ile tutulan Büyük Menderes Nehri’nin kirli suyu Serçin Prizi ve besleme kanalı vasıtasıyla Bafa Gölü’ne aktarılmaktadır. Göl’e yüzey akışın hiç ulaşmadığı Menderes’ten verilen bu kirli su, kirlilik düzeyini artırmaktadır. Gölün fazla suları ise dalyan kanalı vasıtası ile Büyük Menderes’e deşarj edilmektedir.

Son 20-30 yıl içinde havzada, sanayi kuruluşlarından gelen atık sular, özellikle nüfusu yoğun büyük şehirlerin evsel atık suları ve tarımda kullanılan pestisit atıkları nedeniyle Büyük Menderes Nehri’ne atık alıcı ve taşıyıcı bir rol verilmiştir [46]. Bafa Gölü’nün Serçin, Gölyaka, Kapıkırı kesimlerinde ve Büyük Menderes’ten gelen sularda kirliliğin hat safhada olduğu, bu kesimlerde sularda oksijen

153

seviyeleri düşük, pH seviyesi yüksek ve göldeki tuzluluk oranları çok değişkenlik göstermektedir. Bu durum, gölde yaşayan canlı türleri için tehdit oluşturmasının yanı sıra, azot ve fosfat vb. besi yüklerinin artışı ile göldeki farklı türdeki mavi-yeşil alglerin artışını hızlandırmaktadır. Kesici ve diğ. [46] ve Kesici [47], gölde bazı kesimlerde yeşil alglerin, bazı kesimlerde mavi-yeşil alglerin ve yüksek yapılı bitkilerin aşırı oranda ve türsel artış göstermesini, göldeki besi yüklerinin ve su kalitesi sonuçlarının farklılıklarından kaynaklanmakta olduğunu bildirmektedir. Bu durum göldeki farklı kesimlerde kirlilik etkenlerinin farklı olduğunu göstermektedir.

Bafa Gölü’nü kirleten etkenler birkaç başlık altında toplanabilir. Serçin Prizi’nden göle verilen Büyük Menderes suyu, içerdiği azot ve fosfor miktarı ile önemli bir kirletici unsurdur. Diğer bir etken ise, yakın çevrede yer alan ve kanalizasyon alt yapıları olmayan yerleşimlerden (Kapıkırı, Gölyaka, Serçin köyleri gibi) gelen evsel atıklardır. Göl çevresinde nispeten sınırlı alanda yer alan düzlüklerdeki tarımsal faaliyete kullanılan gübre, zirai ilaç gibi kimyasalların sulama suyu fazlası ile yıkanarak göle ulaşması da gölde nitrit (NO2), nitrat (NO3) ve pestisit kirlenmesine yol açabilmektedir. Bafa Gölü’nü olumsuz etkileyen diğer bir kirletici kaynağı ise, özellikle alanın güney doğusunda yoğunluk kazanmış olan zeytin işleme tesislerinden gelen ve bölgede karasu olarak adlandırılan tesis işletme atıklarıdır. Gölün çevresinden geçen anayol üzerinde bulunan akaryakıt istasyonları, restoran ve çay bahçelerinin atıksuları da gölün kirlenmesine neden olmaktadır [7].

ÇOB [7] raporunda, Bafa Gölü’ne dalyan kanalı ile günlük toplam 130.204 m3 atık sularını bırakan iki adet balık üretim tesisinin, kirlilikte önemli derecede olumsuz etkisi olduğu ve aşırı organik ve kimyasal madde içeren yemlerin, sığ sularda ötrifikasyona (alg patlamasına) neden olduğu da belirtilmektedir. Bununla birlikte, Bafa Gölü Kirliliğinin Araştırılması Komisyonu sonuç raporunda [48], göl etrafındaki balık üretim tesislerinin, gölün tuzluluğu ve organik madde artışına olan katkısının diğer faktörlere göre en düşük seviyede olacağı kanaatine varmıştır. Yer altından ‰29 tuzlulukta elde edilen deniz suyu, yavru balık üretim tesislerinde kullanıldıktan sonra dalyan kanalına deşarj edilmektedir.

Koç [10], Bafa Gölü’ne şişme savak vasıtası ile Serçin Prizi’nden verilen Büyük Menderes suyu ile Bafa Gölü’nün tuzlu ve kalitesi düşük suyunun dalyan kanalı ile Büyük Menderes Nehri’ne uzaklaştırılması projesinin, göl suyu tuzluluğunu düşürdüğünü, ancak elektrik geçirgenliği, Na+, Mg+2, Ca+2, Cl-, CO3

2-, HCO3- ve askıda madde yükü değerlerinin balıkçılık için uygun değerlerin üzerinde

olduğunu tespit etmiştir. Araştırıcı, Bafa Gölü’nde su seviyesi dikkate alınarak, gölden denize Menderes Nehri vasıtası ile su akışının 20 Mart - 20 Haziran tarihleri arasında olması gerektiğini bu sayede göle taze su girişi olacağı ve yavru balıkların da göle giriş yapabileceğini belirtmektedir.

Yılmaz ve Koç [37], Bafa Gölü’nde turizm aktivitelerinin en üst noktada olduğu Ağustos ayında, evsel atıkların kirlilik yükünü arttırdığı, Şubat ayında sadece balıkçı teknelerinin çalıştığı gölde kirlilik oranının Ağustos’taki kadar olmadığı tespit edilmiştir.

Bafa Gölü’nde kirlilikle ilişkili olarak en son yapılan çalışmalar, birkaç lokasyon dışında ciddi bir mikrobiyal kontaminasyon söz konusu olmadığını göstermektedir [49]. Ancak kirlilik indikatörlerinin gölde sürekli izlenmesi gerektiği belirtilmiştir.

Kesici [47], Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca belirlenen ötrofikasyon sınır değerleri açısından Bafa Gölü’nün Nisan ayında toplam azot miktarının sınır değerden 140 kat, fosfor miktarının limit değerlerden 100 kat fazla olduğunu tespit etmiştir. Minimum 7,5 mg/L olması gereken çözünmüş oksijen miktarı da 2,9 mg/L seviyesindedir. Ani alg çoğalması, hava sıcaklığında az bir artışla beraber başlamaktadır. Gölün büyük kesiminde gelişim gösteren bu alg türü, akıntının olduğu kıyılarda kitleler halinde toplanmış ve yığınlar oluşturmuştur. Özellikle Kapıkırı ve Gölyaka bölgelerinde alg kitlesinden dolayı suyu görmek imkânsız hale gelmiştir. Bafa gölünde son 10 yıldır yoğun bir şekilde

154

ani alg çoğalması görülmektedir. Tespit edilen türün (Nodularia spumigena), yapılan analizler sonucunda toksik olduğu belirlenmiştir. Ani alg çoğalması, Bafa Gölü’nde de bu yıl binlerce Polychaete üyesinin ve yüzlerce balığın ölümüne neden olmuştur. Araştırıcıya göre göldeki ölüm nedeni, sudaki oksijen miktarının düşüklüğü veya toksinin etkisi olarak açıklanmaktadır.

Bafa Gölü’nden yakalanan levreklerin solungaç, kas ve karaciğer dokuları ile göl suyu örneklerinde ağır metal (Al, Cr, Ni, Cu, As, Cd, Hg, Pb) varlığı incelenmiş, her üç dokuda da en çok Cu, Cd ve Pb birikimi, en az da Hg birikimi tespit edilmiştir [50]. Araştırıcılar, kas dokusundan elde edilen ortalama ağır metal yoğunluklarının ulusal/uluslararası sınır değerleri aşmadığı, dolayısıyla da halk sağlığı açısından bir risk oluşturmadığını belirtmişlerdir. Dolayısıyla göl suyu balıklar için zehirlenmeye neden olabilecek seviyelerde ağır metal içermemektedir. Koç [10] tarafından, 2000 ve 2007 yıllarında yapılan örneklemelerde çinko, bakır, arsenik ve civa düzeylerinin göl için problem oluşturmayacak seviyelerde olduğu tespit edilmiştir. Ancak, Aydın-Önen ve diğ. [45]’nin Bafa Gölü’nde yaptıkları son ağır metal çalışmasında, Hediste diversicolor ve M. cephalus kasında Hg ve Zn, M. cephalus karaciğerinde ise Hg, Cd, Cu ve Zn ağır metallerinin sedimente göre daha fazla biriktiği, ulusal ve uluslararası düzenlemelere göre ise dalyan kanalına yakın ve hemen altındaki istasyonlardan toplanan balıkların kasında Pb ve Zn değerlerinin gıda güvenlik limitlerini aştığı tespit edilmiştir.

Yabanlı ve diğ. [44], 2006 yılında toplu balık ölümlerinin görüldüğü Bafa Gölü’nün Kapıkırı mevkiinde yaptıkları örneklemelerde, Escherichia coli ve Klebsiella pneumoniae koliform grubu bakterileri teşhis etmiş, su ve balık örneklerinin 27 pestisit yönünden yapılan toksikolojik muayenelerinde pestisit kalıntısı bulamamıştır. Bafa Gölü, Kapıkırı mevkiinde çözünmüş oksijen değerinin derinlik arttıkça azaldığı da saptanmıştır. Sonuç olarak toplu balık ölümleri; su kalitesi ile ilgili olarak tuzluluk seviyesindeki artışa, çözünmüş oksijen miktarının düşük olmasına, nitrit ve amonyum miktarlarının balıkta sublethal etkiler meydana getirebilecek seviyelerde olmasına ve aşırı alg çoğalmasına neden olan Cyanopyta grubundan organizmaların suda bol miktarda bulunmasıyla balık solungaçlarının tıkanmasına bağlanmıştır.

Bafa Gölü’ne verilen kirli Büyük Menderes suyu, gölün su kalitesini bozmakta, gölde yeterli su sirkülasyonunun olmayışı da azot ve fosfat yükünü artırmaktadır. Erdoğan [19]’a göre göl tabanındaki iki çukur, nütrient kapanları gibi rol oynamakta ve organik birikimin yoğunlaştığı yerler olarak gösterilmektedir. Çukurlarda biriken nütrient ani alg patlamasına, sonrasında çözünmüş oksijen seviyesinde ani düşüşe neden olmaktadır. Çözünmüş oksijen yetersizliği, oksijen konsantrasyonlarının daha düşük olduğu dip kesimlerde ölümcül etkiye sahiptir. Atherina boyeri ve Gobius niger gibi demersal türlerin kitle balık ölümleri bu görüşü doğrularken, gölün geri kalan kısmında balık ölümleri gözlenmemiştir. Ekim 2006’da yaşanan bu toplu balık ölümlerinin sebebinin, insan kökenli bir zincir reaksiyonunun (yoğunluk tabakalaşmasından dolayı gölün alt tabakasında birikmiş zehirli gazların kuvvetli rüzgarlar sonucu gölün üst tabakasına çıkması) yerel oksijen yetersizliği ile sonuçlanmasından kaynaklandığı ortaya konulmuştur.

Kesici ve diğ. [46] balık ölümlerini, havzada topoğrafik yapının değiştirilmesine, yer altında suyun depolanmasına olanak sağlayan akiferlerin kapanmasına veya yapılarının değişmesine, yağışlarla oluşan yüzey sularının yer altında depolanmasına, göllere denizlere taşınmasına engel olunmasına bağlamıştır. Havzada dere yataklarının işlevsel olmayışı, taşkınların oluşmasına neden olmaktadır. Yağışlarla oluşan taşkın suları, tarım alanlarındaki topraklarda dış besi elementleriyle mil taşınmaları sonucunda, su kaynaklarında kirlilik artışına neden olmaktadır. Sel sularının getirdiği atıkların çok yoğun olması nedeniyle toprağın ve sulak alandaki suyun bunu çok kısa zamanda absorbe veya filtre etmesi söz konusu olmayacağından, sulardaki kirlilik, renk değişimi, köpüklenme ve koku ile belirgin olarak gözlenebilmektedir. Renk değişimi sonucu, kırılgan ve bulanıklığın oluştuğu sularda, oksijen seviyesinin düşmesi de söz konusudur. Balıklar, sudaki çözünmüş oksijenin azalması sonucunda su

155

yüzeyinde toplanmaktadır. Su kolonunda askıdaki mil vb. atıkların artışı, bazı balık türlerinin ve yavrularının solungaçlarının tıkanması ve oksijensizlik (anoksi), kitle balık ölümlerine neden olmaktadır [46].

Büyük Menderes Havza’sındaki topoğrafik yapının değiştirilmesi, nehrin mansap bölgelerine yeterli suyun gelmemesine ve Söke Ovası’nın yer altı sularının tuzlanmasına neden olmuştur. Bunların sonucunda gölde oluşan azoik tabakanın genişlemesine bağlı olarak sonbahar aylarında kuvvetli rüzgarların suyu karıştırdığı dönemde, tabanda birikmiş hidrojensülfür ve metan gazları yüzeye doğru karışarak kitle balık ölümlerine sebebiyet vermektedir.

Başarısız balıkçılık yönetimi

Sakızburnu Dalyanının sonunu getiren sebeplerin başında kooperatifin (Bafa Gölü Çevre Sahil Köyleri Su Ürünleri Kooperatifi) kötü yönetilmesi de gelmektedir. Kooperatif ortaklarınca Bafa Gölü ve dalyanda, aşırı avcılık ve yasadışı avcılık faaliyetleri gerçekleştirilmiş, neredeyse hiçbir denetim yapılmamıştır. Milliyet Gazetesi’nde [51], “Bafa Gölü Bitti” başlıklı yazıda Bafa’da sirküler düzenlemelerine riayet edilmediği, yılın 12 ayında yasak olmasına rağmen projektörle balık avcılığı yapıldığı kooperatif ortağı Mehmet Şahin tarafından ifade edilmiştir. Bir başka ortak Mustafa Yalçın da, yasal 20-28 mm göz genişliğinde ağlar yerine 20-22 mm göz genişliğindeki ağlar kullandıklarını ve bunlar ile yavru balıkları yakaladıklarını beyan etmektedir. Kooperatifin ilk başkanı ve 1. numaralı ortağı olan Ferit Özcan ise, “Kooperatifin birinci hatası dürüst olmamaktır. Kooperatifi babamın çiftliği gibi yönettim, kimse de karışmadı” şeklinde ifadesi vardır. Kendilerinden sonra gelen yöneticilerin de benzer şekilde davrandığını belirten ilk başkan, kuzuluktan 150 ton balık çıktığında, 30 tonu fatura ile satış gösterilip, 120 tonunun ceplere indirildiğini açık yüreklilikle itiraf etmiştir. Kötü yönetim nedeniyle, görevi ihmal ve zimmet suçlarından kooperatif başkanı 6 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Başkan, dalyanda çalışan sigortalı işçilerin de kuzuluktan balık çalıp Söke’de sattıklarını itiraf etmektedir.

SONUÇ VE ÖNERİLER

Sakızburnu Dalyanı’nı sona götüren nedenler; başarısız yönetim ve kirlilik yanında dalyan lagün alanını oluşturan Bafa Gölü ve Büyük Menderes Nehrine yapılan müdahaleler olmuştur. Türkiye’de bir çok dalyanın faaliyeti çeşitli nedenlerden dolayı sonlanmış durumdadır [14]. Lagüner alanları ve dalyanları etkileyen faktörlerin başında havzada yağış rejimlerinin değişmesi ve nehirler ile buralara yeterli tatlı su girdisinin olmayışıdır. Lagün hidrodinamiğindeki bu değişimler, sığlaşma ve boğazların kapanması şeklinde kendini göstermektedir. Antropojenik faaliyetlerden şehirleşme ve kirlilik (evsel, sanayi ve zirai atıklar) bu alanlar üzerindeki en büyük insan kaynaklı olumsuzluklardandır. Lagünlerde tek tip avcılık faaliyetinin yapılması da bu alanların korunmasında etkili olamamaktadır.

Bafa Gölü’ne Büyük Menderes Nehri’nden gelen suyun rejimindeki değişiklikler (yağışların azalması, barajlar, regülatörler ve sedde yapımı) gölün su seviyesinin düşmesine ve tuzluluğunun artışına neden olmuştur. Büyük Menderes Nehri ve çevreden gelen endüstriyel, evsel ve tarımsal atıklar da gölün ciddi bir şekilde kirlenmesine neden olmuştur. Havzadaki su yönetimi ile birlikte balıkçılık yönetiminde yaşanan olumsuzluklar ve kirlilik sadece dalyanı bitirmekle kalmayıp göldeki canlı yaşamı ve balıkçılığı da ciddi şekilde tehdit etmektedir. Bafa Gölü’nün ekolojik kalitesindeki bozulmalar nedeniyle yaşanan trajedi, Milliyet Gazetesi’nde [52] Bafa Çölü başlığı altında ele alınırken, bu ve buna benzer bir çok haber de, yazılı ve görsel basında sık sık yer almaktadır.

Bafa Gölü’ndeki yoğun kirliliğin ana kaynağı olan, Uşak, Denizli ve Aydın havzalarının tüm kirletici unsurlarını toplayan Büyük Menderes Nehri’nin kirli sularının temiz akması için, acil olarak

156

arıtmaların tamamlanması, düzenli olarak çalıştırılması ve kontrollerin yapılması gerekir. Göl kıyısındaki kuruluşların atık sularının, göle girmesi engellenmelidir. Göle su girişini sağlayan Serçin Prizi’ne ve su çıkışını sağlayan doğal Sakızburnu Dalyan kanalına müdahale yapılmadan, su sirkülasyonunun devam etmesi sağlanmalıdır. Bafa Gölü’ndeki doğal yaşamın devamlılığı, Büyük Menderes’in getireceği temiz sulara bağlı olup bu suların bir plan dahilinde verilmesi gerekmektedir. Bafa gölünün su hakkının, somut kriterlerle ve temiz su temin edilecek şekilde, hukuki bir sisteme bağlanması gerekmektedir. Daha da önemlisi, getirdiği gerek sanayi gerekse evsel atıklarla tüm havzanın ekolojik dengesinin bozulmasına yol açan, Bafa Gölü’nün pis su çukuru haline gelmesine neden olan ve nehir ekosistemini tahrip eden Büyük Menderes’in kirli suları, bir an önce temiz akmalıdır. Bunun için de, kamu kurum ve kuruluşları, sanayiciler, yerel yönetimler, tarım sektörü, sivil toplum kuruluşları, yöre insanları bir araya gelerek, bu sorunların çözüme kavuşması için harekete geçmeli ve kalıcı çözümler üretmelidir [11]. Bafa Gölü, fiziksel ve kimyasal özellikleri ile birlikte tüm sucul yaşamı, bunların etkileşimlerini ve habitat ihtiyaçlarını da göz önünde bulunduran bir ekolojik plan (Ekosistem Yaklaşımlı Yönetim) dahilinde yönetilmelidir [19].

Gölde insanoğlunun müdahalesi sonucu büyük bir ekolojik değişim meydana gelmiştir. Bu değişim bazı türleri elimine ederken, daha önce gölde çok küçük populasyonlar oluşturan veya bu dönemde göle değişik yollarla girmiş türlerin, baskın populasyonlar oluşturmasıyla gözlenmektedir. Bafa Gölü’ne eskisi kadar tatlı su ve nütrient girişi olmayışı, tuzluluk ve kirliliğin de artmasıyla, diadrom balıklar topan kefal, ceran kefal ve levrek balığı için göl cazip olmaktan çıkmış, bunlara ilaveten şişme savak da bir tür engel teşkil ederek bu türlerin girişini güçleştirmiştir.

Gölün balıkçılığı da, kirlenme ve tuzluluk artışına paralel olarak azalmıştır. 1990 öncesi, denizle doğrudan bağlantısı olan göl, yüzey suyunun azalmasına karşın, balıkçılığın ana türü olan ceran kefalin göle girmesine engel olmuyordu. Ancak şişme barajın yapılması bu türün göle ulaşmasına engel olmuştur. Her ne kadar bu baraj, gölün su kalitesini arttırmak için kullanılıyorsa da balıkçılığı olumsuz etkilemiştir.

Sakızburnu Dalyanı’nın, Büyük Menderes suyunun belli dönemlerde dalyan kanalına (kuzuluk kapakları kapatılarak) verilmesiyle eskiden olduğu gibi üretime başlamasında bir problem görülmemektedir. Ancak, dalyana su vermede bir sıkıntı olmayacağı düşünülürken, en büyük sorun gölden gelen tuzlu suyun bu kanal vasıtasıyla Menderes’e karışmasıdır. Bafa Gölü’nün tuzlu suları Menderes Nehri boyunca Ege Denizi’ne ulaşıncaya kadar başka bir yerden açılacak tahliye kanalı ya da boruları ile bu sorun aşılabilir. Bafa Gölü’ne, turistik teknelerin açılacak büyük bir kanaldan getirilmesi projesi beraberinde birçok değişimi getirebilir. Bunların başında yüksek oranda deniz suyu ve habitatı özelliği gösterecek gölde, tür çeşitliliğinin değişmesi ve göçmen türlerin üretim miktarlarının düşmesi gelmektedir. Benzer uygulamalar genellikle bu tür olumsuz sonuçlar getirmiştir [53].

Kooperatif, 90’lı yıllara gelinirken Sakızburnu Dalyanı’nda bir kuzuluk ıslah projesi geliştirmiştir. Proje kapsamında, kanalda her yönde çalıştırılabilecek, istenildiğinde kolayca değiştirilebilecek 3 adet modern kuzuluk kurulması öngörülmüştür. Bunlara ilave olarak balık geçitleri, soğuk hava tesisleri, yılan balığı stok havuzu ve kanala su alma düzenleri de planlanmıştır. Fakat proje bir türlü uygulamaya alınamamıştır. Proje gerçekleşmiş olsaydı, dalyanı sahiplenme daha güçlü olacağından dalyanın kaderi bu şekilde olmayabilirdi. Bu örnek model tüm Türkiye dalyanları için de bir umut olabilirdi. Dalyanın yer aldığı lagün ekosisteminin korunmasında en etkili unsurlar; lagünde küçük ölçekli sürdürülebilir balıkçılık ve dalyancılık ile birlikte, ekstansif ve semi-entansif balık veya kabuklu yetiştiriciliğidir [53]. Vallikültür adıyla anılan lagün balık yetiştiriciliği, Türkiye’de uygulamayan bir yetiştiricilik şeklidir. Oysa Mısır ve birçok Kuzey Akdeniz ülkesinde bu yöntem çok uzun zamandır uygulanmaktadır. Lagüner alanlardaki dalyancılık ve küçük ölçekli balıkçılıktan daha

157

çok Vallikültür üretime katkı sağlamaktadır. İtalya’nın Sardunya Adası’ndaki Tortoli Dalyanı’nda bu şekilde hektara 600 kg balık ve kabuklu üretimi gerçekleşmektedir. Bu oran ülkemiz dalyanlarında 50 kg’mı geçmemektedir. Mısır, yaklaşık 600 ton lagün üretiminin büyük miktarını (496 ton) yetiştiricilik faaliyetlerinden elde etmektedir [54].

Faaliyeti sonlanan Sakızburnu Dalyanı ilerleyen dönemlerde Söke Ovası pamuk tarlalarında, Vallikültür dalyancılığı şeklinde yaşam bulabilir. İklim değişikliği nedeniyle ilerleyen dönemlerde su bütçesindeki azalmalar, nehir suyuna hem içme hem de tarımsal amaçlı ihtiyacın artması, gelecekte Söke Ovası’nda sulu tarımı güçleştirebilir. Civardaki yavru balık üretim tesisleri, düşük tuzlulukta (‰15-20) ve sabit sıcaklıkta (23 °C) kuyu suları ile üretimi daha zor olan larva yetiştiriciliğini başarılı bir şekilde gerçekleştirmektedir. Söke Ovası’ndaki pamuk tarlaları, Büyük Menderes Nehri ve Söke Ovası yer altı sularıyla Vallikültür dalyanlarına dönüştürülerek, ekstansif ve semi-entansif balık yetiştiriciliği için alternatif üretim sahası olabilir. Bu faaliyet, yeni sulak alanların oluşturulmasına, bu alanların birer filtre görevi görerek suların temizlenmesine, dolayısıyla da hayvansal protein üretimine katkıda bulunabilir.

KAYNAKLAR

[1] Milliyet Gazetesi, 1978. 23 Ağustos 1978 tarihli baskı, sayfa 14.

[2] Milliyet Gazetesi, 1978. 21 Eylül 1978 tarihli baskı, sayfa 6.

[3] Turgutcan, B., 1957. Bafa Gölü. Balık ve Balıkçılık, 5: 19-22.

[4] Balık, S., Ustaoğlu, M.R., 1984. Ege Bölgesi Dalyanlarında Balıkçılık Faaliyetleri ve Verime Tesir Eden Faktörler. Ege Denizi ve Civarı Kıyı Sorunları Sempozyumu, 28-29 Kasım 1984, İzmir.

[5] Selçuk, B., 1988. Bafa Gölü’nde balıkçılık ve dalyan sorunları. Ege Üniversitesi Su Ürünleri Yüksek Okulu, Lisans Tezi, İzmir, 34 s.

[6] Artüz, M.İ., 1958. Bafa Gölü’nde balıkçılık araştırmaları. Balık ve Balıkçılık, 6: 2-9.

[7] ÇOB, 2008. Bafa Gölü Tabiat Parkı Uzun Devreli Gelişim Planı. Çevre ve Orman Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, Ankara, 495 s.

[8] TKB, 1997. Türkiye Kıyılarındaki Lagünlerin Yönetim ve Geliştirme Stratejileri ve Islahı. Cilt I-II. T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü. ST Servizi Tecnici in Maricoltura.

[9] Van den Berk, V., 1991. The likely environmental impact of world bank support project in Büyük Menderes River Basin. Santa Barbara: ICB.

[10] Koç, C., 2008. The effects of the environment and ecology projects on lake management and water quality. Environmental Monitoring and Assessment, 146: 397-409.

[11] www.ekodosd.org, 2014 (erişim: 24 Aralık 2014).

[12] Şaşı, H., Yabanlı, M., 2015. Bafa Gölü’nün biyo-çeşitliliği ve çevresel sorunları. Bafa Gölü Havzasında Toplum Destekli Ekoturizm Faaliyetlerinin Belirlenmesi, Güney Ege Kalkınma Ajansı (GEKA) TR32-14/DFD/0043 No’lu Proje, Muğla, 96-132 ss.

[13] Balık, S., Ustaoğlu, M.R., 1989. Bafa Gölü’ndeki Ulubat balığı (Acanthobrama mirabilis Ladiges, 1960)’nın biyoekolojik ve ekonomik yönlerden incelenmesi. Doğa Zooloji, 13: 141-174.

[14] Tosunoğlu, Z., Ünal., V., Kaykaç., M.H., Mermer, A., Önem, R., 2015. Ege dalyanlarının güncel durumu. 2013/SUF/006, Ege Üniversitesi Bilimsel Araştırma Proje Kesin Raporu, Bornova, İzmir, 332 s.

[15] Sarıgül, N., 1991. Bafa Gölü Jeolojik Araştırma Raporu. Devlet Su İşleri XXI. Bölge Müdürlüğü, Aydın.

158

[16] Kasparek, M., 1988. Bafasee. Natur und Geschichte in der Türkischen Ägäis. Max Kasparek Verlag, 174 pp, Heidelberg.

[17] Müllenhoff, M., Handl, M., Knipping, M., Brückner, H., 2004. The evolution of Lake Bafa (Western Turkey) - Sedimentological, microfaunal and palynological results. G. Schernewski und T. Dolch (Hrsg.): Geographie der Meere und Küsten, Coastline Reports 1, ISSN 0928-2734, 55- 66 pp.

[18] Doğdu, M.Ş., 2007. Bafa Gölü Tabiat Parkı Uzun Devreli Gelişme Planı, Analitik Etüd ve Sentez Raporu. II.4. Hidrojeolojik Yapı ve Limnolojik Özellikler. AKS Planlama Ltd. Şti, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, Ankara, 66-97 ss.

[19] Erdoğan, S., 2011. A chemical reaction to a physical impact: Lake Bafa wetland ecosystem (Turkey) Case. Ankara Üniversitesi Çevrebilimleri Dergisi, 3: 1-8.

[20] Demir, N., 2007. Changes in the phytoplankton community of a coastal, hyposaline lake in western Anatolia, Turkey. Limnology, 8: 337-342.

[21] Sarı, H.M., Balık, S., Aygen, C., Bilecenoğlu, M., Türe, G., Kızılkaya, Z., Kıraç, C.O., Metinkaya, C., Kiremitçi, A., Kıraç, T., 1999. Bafa Gölü biyo-ekolojik özelliklerinin sualtı limnolojisi açısından incelenmesi. 1997/SÜF/003, Ege Üniversitesi Araştırma Fonu Projesi, Bornova, İzmir, 49 s.

[22] Altınsaçlı, S., 2014. Species diversity and distribution of Ostracoda (Crustacea) in mesosaline Lake Bafa (Aegean Region, Turkey). Journal of Entomology and Zoology Studies, 2: 16-32.

[23] Esbah, H., Kara, B., Deniz, B., Kesgin, B., 2008. Bafa Gölü Tabiat Parkının Geçirdiği Değişim. Türkiye’nin Kıyı ve Deniz Alanları VII. Ulusal Kongresi, 27-30 Mayıs, Ankara. Balas, L. (Editör), Türkiye Kıyıları’08 Kongresi Bildiriler Kitabı, 271-278 s.

[24] Onmuş, O., 2007. The results of National Waterbird Census in 2007. Doğa Derneği, Ankara, Turkey, 37 p.

[25] Onmuş, O., Sıkı, M., Sarıgül, G., Crivelli, A., 2011. Status and development of the threatened Dalmatian Pelican Pelecanus crispus, in Turkey. Zoology in the Middle East, 54: 3-17.

[26] Balkız, Ö., Onmuş, O., Sıkı, M., Döndüren, Ö., Gül, O., Arnaud, A., Germain, C., İsfendiyaroğlu, S., Özbek, M., Çağlayan, E., Araç, N., Parmak, B., Özesmi, U., Béchet, A., 2015. Turkey as a crossroad for Greater flamingos Phoenicopterus roseus: evidence from population trends and ring-resightings (Aves: Phoenicopteridae). Zoology in the Middle East, 61: 201-204.

[27] Cirik, S., Metin, C., Cirik, Ş., 1989. Bafa Gölü planktonik algleri ve mevsimsel değişimleri. Çukurova Üniversitesi V. Bilimsel ve Teknik Çevre Kongresi Tebliğleri, Adana, 604-613.

[28] Ayaz, S. ve diğ., 2010. Havza Koruma Eylem Planlarının Hazırlanması - Büyük Menderes Havzası. TÜBİTAK MAM Çevre Enstitüsü. 5098115 proje nihai raporu, Cilt I, 495 s.

[29] Munsuz, N., Ünver, İ., 1983. Türkiye Suları. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları No. 882, Ankara, 392 s.

[30] Sarı, H.M., Balık, S., Bilecenoğlu, M., Türe, G., 1999. Recent change in the fish fauna of Lake Bafa, Aegean region of Turkey. Zoology in the Middle East ,18: 67-76.

[31] Kuru, M., Balık, S., Ustaoğlu, M.R., Ünlü, E., Taşkavak, E., Gül, A., Yılmaz, M., Sarı, H.M., Küçük, F., Kutrup, B., Hamalosmanoğlu, M., 2001. Türkiye’de Bulunan Sulak Alanların Ramsar Sözleşmesi Balık Kriterlerine Göre Değerlendirilmesi Projesi, T.C. Çevre Bakanlığı Çevre Koruma Genel Müdürlüğü, Kesin Rapor, 289 s.

[32] Sarı, H.M., Bilecenoğlu, M., 2000. Sualtı destekli bir eko-biyolojik çalışma örneği; Bafa projesi. II. Sualtı Bilim ve Teknoloji Toplantısı, 5-6 Şubat 2000, İstanbul, 29-36.

[33] Maitland, P.S., 1995. The conservation of freshwater fish: past and present experience. Biological Conservation, 72: 259-270.

159

[34] Güçlü, S.S., Küçük, F., Ertan, Ö.O., Güçlü, Z., 2013. The Fish Fauna of the Büyük Menderes River (Turkey): Taxonomic and Zoogeographic Feature. Turkish Journal of Fisheries and Aquatic Sciences, 13: 685-698.

[35] Öztürk, B., Poutiers, J.M., Sarı, H.M., Özbek, M., 2002. On the occurrence of Mytilaster marioni (Locard, 1889) (Mollusca; Bivalvia; Mytilidae) in Bafa Lake (Turkey), with a redescription of the species. Hydrobiologia, 485: 123-131.

[36] Knipping, M., Müllenhoff, H., Brückner, H., 2008. Human induced landscape changes around Bafa Gölü (western Turkey). Vegetation History and Archaeobotany, 7: 365-380.

[37] Yılmaz, E., Koç., C., 2014. Research on water quality of Lake Bafa in Turkey. Environmental Engineering and Management Journal, 13: 153-162.

[38] Yeşilırmak, E., Akçay, S., Dağdelen, N., 2011. Büyük Menderes Havzası’nda yıllık toplam yağışların zamansal değişimleri. ADÜ Ziraat Fakültesi Dergisi, 8: 37-46.

[39] Yeşilırmak, E., 2010. Seasonal and spatial variations of water quality for irrigation in Büyük Menderes River, Turkey. Fresenius Environmental Bulletin, 19: 3073-3080.

[40] Kazancı, N., Dügel, M., 2008. Prediction of global climate change impact on structure of aquatic insect assemblages by using species optimum and tolerance values of temperature. Review of Hydrobiology, 2: 73-80.

[41] Kazancı, N., Girgin, S., Dügel, M., 2008. Climate change impacts on Lake Bafa in Mediterranean climate region in Turkey. BALWOIS 2008, Ohrid, Republic of Macedonia, 27-31 May 2008, 6 p.

[42] DSİ, 1994. Bafa Gölü Limnolojik Araştırma Raporu, Devlet Su İşleri, Ankara.

[43] Ustaoğlu, M.R., Özdemir-Mis, D., Aygen, C., 2012. Observations on zooplankton in some lagoons in Turkey. J. Black Sea/Mediterranean Environment, 18: 208-222.

[44] Yabanlı, M., Türk, N., Tenekecioğlu, E., Uludağ, R., 2011. Bafa Gölü’ndeki toplu balık ölümleri üzerine bir araştırma. SAÜ Fen Bilimleri Dergisi, 15: 36-40.

[45] Aydın-Önen, S., Küçüksezgin, F., Koçak, F., Açık, Ş., 2015. Assessment of heavy metal contamination in Hediste diversicolor (O.F. Müller, 1776), Mugil cephalus (Linnaeus, 1758), and surface sediments of Bafa Lake (Eastern Aegean). Environmental Science and Pollution Research, (in press).

[46] Kesici, K., Kesici, E., Sukatar, A., 2013. Büyük Menderes nehrindeki kirlilik ve balık ölümleri. Tabiat ve İnsan, 47: 3-10.

[47] Kesici, K., 2014. Bafa Gölü’nde su çürüdü. Akdeniz Koruma Derneği Aylık Bülteni Sayı 4, Haziran 2014, 3 s.

[48] Anonim, 2012. Bafa Gölü Kirliliğinin Araştırılması Komisyonu Sonuç Raporu. T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 21. Bölge Müdürlüğü, Aydın, 15 s.

[49] Kaçar, A., 2015. Investigation of heavy metal-resistant sediment bacteria and some water quality parameters: a case study of Lake Bafa (Turkey). International Journal of Environmental Research, 9: 813-822.

[50] Yabanlı, M., Coşkun, Y., Öz, B., Yozukmaz, A., Sel, F., Öndeş, S., 2013. Bafa Gölü’nden elde edilen levreklerde (Dicentrarchus labrax) ve göl suyunda ağır metal içeriğinin belirlenmesi ve balık/halk sağlığı açısından durum değerlendirilmesi. Bornova Veteriner Bilimleri Dergisi, 35: 15-23.

[51] Milliyet Gazetesi, 1993. 24 Mart 1993 tarihli baskı, sayfa 16.

[52] Milliyet Gazetesi, 2006. 24 Ekim 2006 tarihli baskı, sayfa 13.

[53] Cataudella, S., Crosetti, D., Ciccotti,E., Massa, F., 2015. Sustainable Management in Mediterranean Coastal Lagoons: Interactions among Capture Fisheries, Aquaculture and the Environment. In: Mediterranean Coastal Lagoons: Sustainable Management and Interactions among Aquaculture, Capture Fisheries and the Environment. Cataudella, S., Crosetti, D., Massa, F., (Editors.) FAO Studies and Reviews No. 95, Rome. 7-49 pp.

160

[54] Abdal Rahman, S.H., 2011. Egypt Country Report. GFCM - The Committee on Aquaculture (CAQ), LaMEd-2 Meeting on the interaction between aquaculture and capture fisheries (IACF) in the Mediterranean coastal lagoons. Cagliari, June 28th-30th 2011.

161

POSİDONİA OCEANİCA L. (DELİLE) SUALTI ARAŞTIRMA

İSTASYONU KURULUMU VE İZLENMESİ:

ALİAĞA STAR RAFİNERİSİ ÖRNEĞİ

Barış Akçalı¹, Vahit Alan¹, K. Can Bizsel¹, Fethi Bengil², Remzi Kavcıoğlu¹, Gökhan Kaboğlu¹,

Harun Güçlüsoy¹

¹Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü, İzmir, Türkiye ²Girne Amerikan Üniversitesi Denizcilik ve Ulaştırma Yüksekokulu, Girne, KKTC

ÖZET

Deniz çayırları Posidonia ocenica L. (Delile), Akdeniz Havzasındaki en zengin ve yaygın olarak dağılan türlerden (Magnoliophyta)’dir. Bu çiçekli deniz bitkisi 0-40 m aralığındaki derinliklerde yoğun çayırlar oluşturmaktadır. P. oceanica çok yavaş büyüyen (3 cm yılˉ¹) ve üremesini nadir olarak tohumlarla sağlayan bir fanerogam (=Çiçekli Bitki) türüdür. Deniz çayırları, insan faaliyetleri (kıyısal yapılaşma, kirlilik, bulanıklık, demirleme, vs.) sonucu ortamda oluşan değişimlere karşı son derece hassastır. Bu nedenle Akdeniz genelinde olduğu gibi, ülkemizde de birçok yörede giderek azalmaktadır. P. oceanica’nın ekolojik önemi ve büyüme durumu göz önüne alınarak, tüm Akdeniz kıyı ülkelerinde, ve dolayısıyla, Türkiye kıyılarında da şu anda koruma altına alınmıştır. Bu çalışma ile Aliağa Star Rafinerisi içerisinde yapılacak olan mendirek inşaatının bu canlılar üzerinde ne gibi etkileri olacağını izlemek amaçlanmış ve bu bağlamda P. oceanica çayırları için izleme istasyonları kurulmuştur. Bölgenin belirlenen noktalarında deniz çayırlarının sona erdiği derinliklerdeki sınır hatları Küresel Yer Belirleme Sistemi (GPS) yardımıyla belirlenerek, bu sınır hattında 50 metre uzunluğundaki bir segment beton işaretler ile tespit edilmiştir. İşaretleme yapılan bölgede başlangıç olarak sayısal çekimler ve fenolojik ölçümler yapılmıştır. Bu izleme çalışmaları ile her yıl düzenli olarak (en az 2 sefer/yıl) çayırların gelişim hız ve eğilimlerinin belirlenmesi amaçlanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Posidonia oceanica, Deniz çayırları, İzleme, Dağılım

GİRİŞ Akdeniz için endemik bir deniz bitkisi olan Posidonia oceanica sistematikte Magnoliophyta (Kapalı tohumlular) alt sınıfı içerisinde yer almaktadır. Ülkemiz kıyılarında sığ sulardan başlayıp 40 m derinliğe kadar dağılım gösterir. P. oceanica denizel ekosistemde birincil üreticiler arasında yer alarak fotosentez yolu ile oksijen üretmesinin yanı sıra; balıklar ve diğer deniz canlılarına yumurtlama ve barınma alanı sunmaktadırlar. P. oceanica çayırlarında 50 tür balık tespit edilmiştir. Bunların %56’sı kalıcı, %22’si geçici diğer %22 ise ara sıra görülen türlerdir. En önemli familyalar Labridae, Scorpenidae, Serranidae ve Centracanthidae’dir (Harmelin-Vivien 1982,1989). Ayrıca, deniz içerisinde kökleri ile deniz tabanına tutunmaları ve ölü yaprakların kıyıda birikmesi sayesinde kıyı erozyonunu engel olabilmektedirler (Boudouresque, Meinesz 1982, Cirik Ş., Cirik S.,1999). Tüm bu özellikleri göz önünde bulundurulduğunda Akdeniz ekosistemi için en önemli türler arasında yer almaktadırlar. Ancak, günden güne artan insan nüfusuna bağlı olarak artan kirlilik, sanayileşme, kıyılarda yasa dışı yapılan trol ve benzeri avcılık gibi etkenler yüzünden bu türlerin yaşam ortamları zarar görmektedir. Bu nedenle tür “nesli korunması gereken türler grubuna” alınmıştır (Jeudy de Grissac, 1989, Meinesz ve diğer. 1991, Boudouresque ve diğer. 1994). Bu nedenle, Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler P. oceanica çayırlarını haritalarını çıkararak izleme istasyonları oluşturmaktadırlar.

162

Bu çalışma "DBTE-224 Star Rafinerisi Denizel Biyo-çeşitlilik ve Sediman Kalitesi İzleme Projesi" kapsamında yapılan P. oceanica çayırlarının alandaki dağılımlarının belirlenmesi, haritalanması kısımlarını içermektedir.

MATERYAL VE YÖNTEM

Çalışma, 14-18 Haziran 2015 tarihlerinde Aliağa ilçe sınırları içerisinde yer alan Star Rafinerisinde yeni kurulacak mendirek sahasını kapsamaktadır (Şekil 1). Bu alanda P. oceanica dağılım alanları sualtı çalışmaları ve GPS yardımı (Şekil 2) ile belirlenmiş ve dağılım alanı içerisinde 4 ayrı izleme istasyonu kurulmuştur.

Şekil 1. Çalışma alanı ve P. oceanica’nın kurulduğu 8, 9, 10 ve 11 nolu istasyon noktaları

Şekil 2. P. oceanica dağılım alanı belirlenmesi

Posidonia oceanica çayırları izleme sistemleri MedPosidonia programı protokolüne göre kurulmuştur.

163

İzleme istasyonu kurulumu

İlk olarak aletli dalış ekipmanı kullanılarak dalgıçlar tarafından bölge incelenerek izleme istasyonunun kurulacağı uygun alan taranarak tespit edilmiştir. Seçilen alanda 50 metrelik ip yardımı ile blokların yerleştirileceği noktalar işaretlenmiş, bloklar P. oceanica çayırlarının sığ alandaki başlangıç ve derindeki bitiş noktalarına araları 5 metre olacak şekilde yerleştirilmiştir. Yerleştirilen beton bloklar her birine 3 adet olmak üzere 14’lük 1 metre uzunluğundaki demir çubuklar ile tabana sabitlenmiştir (Şekil 3). Böylece blokların ortam şartları ve diğer deniz faaliyetlerinden dolayı yerinden oynamasının engellenmesi amaçlanmıştır. Her bir bloğun üzerine sırasıyla 1’den 11’e kadar numara yazılı levhalar ile birer adet de küçük şamandıra bağlanmıştır. Böylece ileride blokların daha rahat görülebilmesi ve düzenli takibi sağlanmıştır. Bloklar yerleştirildikten ve sabitlendikten sonra her bloğun 1 metre önüne birer adet 14’lük 1,5 metre uzunluğunda demir çubuk (fotoğraf çubuğu) 0,5 metresi dışarıda kalacak şekilde çakılmıştır. Bu çubuklar çayırın derin sınırının görsel olarak tespit edilebilmesi amacıyla yerleştirilmiştir.

Şekil 3. İşaretleme blokları ve sabitleme sistemi

İzleme istasyonu izleme çalışmaları

P. oceanica çayırının sınırlarına yerleştirilen izleme istasyonunda önce beton blokların tabandan 2 metre üzerlerinden fotoğrafları çekilmiştir. Ardından fotoğraf çekimi için her bloğun 1 metre önüne çakılmış olan nirengi demirlerinin yardımıyla her bloğun bir sağından bir de solundan fotoğrafları çekilmiştir. Son olarak da tüm hattın videosu 2 metre üstünden çekilerek görsel veri toplama işlemi tamamlanmıştır (Şekil 4). Toplanan bu görsel veriler bilgisayar yardımı ile birleştirilerek çayırın derin sınırının genel yapısı ve beton blokların durumu belirlenmiştir.

Şekil 4. İzleme istasyonunda P. oceanica çayırlarının durumunun izlenmesi için çekilen görüntüler (Sırasıyla; sola açılı, sağa açılı görüntü ve bu karelerden oluşturulan panoramik görüntü)

Görsel veri toplamanın ardından her bloğun derinlikleri dalış bilgisayarı yardımı ile ölçülerek kaydedilmiştir. Bloklar arasındaki açı ve her blok ile fotoğraf çubuğu arasındaki açı pusula yardımı ile ölçülerek not edilmiştir. Kuadrat yardımı ile çayırın kaplayıcılık yüzdesi ve yoğunluğu hesaplanmıştır. Yatay gelişen (plagiotrofik) sürgünlerin yüzdesi de hesaplanmıştır. Ayrıca rizomun (gövde) sedimana göre konumu cetvel yardımıyla ölçülmüştür. Substrat tipi not edildikten sonra, her bir beton bloğun yaklaşık 2 metre arkasından 2 adet dik (ortrotrofik) sürgün fenolojik ölçümler için toplanmıştır.

164

Toplanmış olan sürgünlerin laboratuarda yetişkin, intermediate, juvenil yaprakları sırası ile ayrılmış, hepsinin uzunluk ve genişlikleri ölçülmüş ve yaprak uçlarının durumu not edilmiştir. Ayrıca yetişkin yaprakların kın boyu da ölçülmüştür. Yine Medposidonia yönergesi baz alınarak her sürgünde eski yaprak ve rizom (gövde) kalıtı üzerinden yapılan lepidokronolojik inceleme değerleri not edilmiştir.

BULGULAR

Çalışma kapsamında, izleme istasyonları için 2 adet sığ ve 2 adet derin P. oceanica çayırı sınır alanları belirlenmiş ve toplam 4 adet P. oceanica çayırı izleme istasyonu kurulmuştur (Şekil 5). Kurulan istasyonların ilk izleme çalışması yapılmış ve fenolojik ölçümler için örnekler alınmıştır. Fenolojik ölçümler sonucunda çayırın nispi kalitesi belirlenmiş ve gelecek araştırma sezonlarında yapılacak ölçümlere referans olacak bilgiler kaydedilmiştir.

Posidonia oceanica çayırı izleme istasyonlarında ölçülen parametrelerin ortalamaları Tablo 1'de verilmiştir.

Şekil 5. İzleme istasyonunun kurulduğu yerler ve istasyon şekilleri

Tablo 1. P. oceanica çayırı izleme istasyonlarında ölçülen parametrelerin ortalamaları

MBI_MON_PO_01 MBI_MON_PO_ 02 MBI_MON_PO_ 03 MBI_MON_PO_ 04 Derinlik (m) 7,1 ±0,3 20,8 ±0,6 8,7 ±0,3 19,3 ±0,5 Yoğunluk (sürgün sayısı/m2) 275,9 ±112,4 75,2 ±17,4 221,1 ±76,9 100,8 ±32,3

Kaplayıcılık (%) 78,41 ±18,8 17,61 ±15,7 64,16 ±19,1 27,27 ±18,5 Plagiotrofik Rizom (%) 27,9 ±0,1 74,5 ±0,2 22,4 ±0,1 75,2 ±0,2

Fenolojik analizler sonucu elde edilen biometrik parametreler aşağıdaki tablolarda verilmiştir. MBI_MON_PO_01 izleme istasyonuna ait ölçülen parametreler Tablo 2, Tablo 3 ve Tablo 4'te gösterilmektedir. Analizler sonucu diğer izleme istasyonları için de benzer tablolar oluşturulmuş ve bu verilerin gelecek dönemde yapılacak ölçümler ile karşılaştırmalı olarak analiz edilmeleri sağlanacaktır.

165

Tablo 2. MBI_MON_PO_01 izleme istasyonunda ölçülen parametreler (38,7898 K 26,91391 D)

İşaret Numarası B1 B2 B3 B4 B5 B6 B7 B8 B9 B10 B11 Derinlik (m) 7,1 6,7 6,8 6,5 7,0 7,1 7,2 7,3 7,3 7,2 7,4

İşaret Planları (Yönelimler) İşaretten İşarete B1->B2 B2->B3 B3->B4 B4->B5 B5->B6 B6->B7 B7->B8 B8->B9 B9->B10 B10->B11 B11->B10

Açılar 270 120 210 100 120 150 180 120 190 85 265 Fotograf

Çubukları P1->B1 P2->B2 P3->B3 P4->B4 P5->B5 P6->B6 P7->B7 P8->B8 P9->B9 P10->B10 P11->B11

Açılar 210 60 60 50 350 40 90 30 100 60 340 İşaret Numarası B1 B2 B3 B4 B5 B6 B7 B8 B9 B10 B11 Kaplayıcılık (%) 87,5 87,5 81,25 81,25 81,25 25 81,25 87,5 87,5 93,75 68,75

Yoğunluk (sürgün sayısı/m2)

320 187 336 331 464 48 379 261 251 288 171

Plagiotrofik Rizom (%)

26,7 8,6 25,4 11,3 14,9 0,0 31,0 8,2 6,4 16,7 25,0

Erozyon/Gömülü (cm)

2 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0

Substrat kumlu-çakıl

kumlu-çakıl

kumlu-çakıl

kumlu-çakıl

kumlu-çakıl

kumlu-çakıl

kumlu-çakıl

kumlu-çakıl

kumlu-çakıl

kumlu-çakıl

kumlu-çakıl

Sınır Tipi Sharp (keskin) Açıklamalar C. racemosa var. Cylindracea, P. oceanica çayırı üst limitinde gözlendi. Stypopodium schimperi bireyleri gözlendi.

Tablo 3. MBI_MON_PO_01 istasyonu alt limit fenolojik parametreleri (ortalama + 95% CI)

Yetişkin Ortanca Hepsi Ortalama yaprak sayısı. demet -1 2,6 ±0,8 3,0 ± 1,0 5,6 ±1,4 Ortalama uzunluk (mm.) 331,5 ±107,1 311 ±101,5 321,2 ±103,5 Ortalama genişlik (mm.) 7,6 ±0,7 7,4 ±0,6 7,5 ±0,7 Ağırlık A (% demet -1) 11,7± 18,8 70,8 ±27,9 42,5 ±18,3 Yaprak İndeksi (cm² demet -1) 71,3 ±43,3 67,2 ±30,5 138,5 ±59,0 LAI (m².m-2) 2,0 ±1,2 1,9 ±0,9 3,8 ±1,9

Tablo 4. MBI_MON_PO_01 istasyonu alt limit lepidokronolojik parametreleri. N: tekrar sayısı (ort. + 95% CI)

Lepidokronolojik Yıl N Skala Sayısı Rizom Büyümesi (mm) 2014 10 6 ±2,6 7,4 ±4,2 2013 2 3,5 ±0,7 6,5 ±2,5

TARTIŞMA VE SONUÇ

Elde edilen sonuçlar 3 yıllık bir izleme çalışmasının ilk ölçüm sonuçlarıdır ve çalışma başındaki mevcut durumu göstermektedir. Bölge hali hazırda uzun zamandır sanayi tesislerinin etkisi altında olduğu için ilk sonuçlarda da süregelen bir etki olduğu gözlemlenmiştir. P. oceanica çayırlarının özellikle çalışma sahasının doğusundaki tesislere yaklaşıldıkça derin sınır değerlerinin azaldığı tespit edilmiştir. Bu noktalarda sınırın daha önceki yıllarda daha derinlerde olduğunu gösteren çayır kalıntıları gözlemlenmiştir. Derin sınır kuzeyde 22 metre derinliklerde iken doğuya doğru 12 metrelere gerilemektedir. Ayrıca yaprakların üzerindeki epifit miktarları güneye gidildikçe artmakta ve çayır sıklığı da azalmaktadır. Sonuç olarak bu bölgedeki çayırlar bir süredir etki altındadır.

"Derin sınır limiti", suyun berraklığı ve besin tuzu konsantrasyoları ile ilişkili olduğu için su kalitesini gösteren iyi bir gösterge olarak kabul edilmektedir (Pergent ve diğer., 1995, Borum ve diğer., 2004). Ayrıca metrekaredeki biyokütle yoğunluğu da ekosistemin durumunu gösteren diğer bir parametredir. Çalışma alanındaki ilk ölçümlerde UNEP/MAP-RAC/SPA, (2011) kriterlerine göre derin sınır dikkate alındığında "kötü durum", derin sınır tipine bakıldığında "zayıf", metrekaredeki biyokütleye göre "zayıf" derin sınırdaki kaplayıcılık ise "makul" ölçülerdedir. Özellikle kıyı alanlarında yapılacak inşaat çalışmaları sırasında ortamdaki sedimantasyona dikkat edilmesi gerekmektedir. Sedimantasyondaki artış suyun ışık geçirgenliğini azaltabilir, bulanıklık ve ortamdaki besin tuzları arttırabilir. Bu durumun uzun süreli olması ise çayırları olumsuz etkileyebilir. Bu çalışma ile ülkemiz kıyılarında yapılmış ve yapılmakta olan sanayi tesislerinin kıyısal biyoçeşitliliğe etkileri bu tarz izleme istasyonlarının

166

kurulumu ile izlenebilecektir. Yapılan çalışma, ilk araştırma sezonu için ön sonuç ortaya koymuş olmakla birlikte daha sonraki araştırma sezonlarında elde edilecek bulguları karşılaştırmak için bir referans sağlamaktadır.

Teşekkür

Bu çalışma "DBTE 224 STAR Rafinerisi Denizel Biyolojik Çeşitlilik ve Sediman Kalitesi İzleme Projesi" kapsamında yapılmıştır. Denizel izleme çalışmasını bir sosyal sorumluluk olarak benimseyen STAR Rafinerisi Projesi ilgili yöneticileri ile çalışmaya en başından beri desteğini esirgemeyen ilgili personeli Bahar Ubay ve Erdal Kahya’ya teşekkür ederiz. Özdenizcilik A.Ş.’nin lojistik desteği ile çevre mühendisleri Didem Girgin ve Gökçe Karaca bu çalışmanın yapılmasını daha da kolaylaştırmıştır. Posidonia izleme istasyonları altyapı hazırlıkları Cemal İmdat, Murat Yavuz ve Yusuf Tuncer’in katkıları ile yapılmıştır.

KAYNAKLAR

[1] Borum, J., Duarte, C.M., Krause-Jensen, D., Greve, T.M., 2004. European Seagrasses: An introduction to monitoring and management. The M&MS project. ISBN: 87-89143-21-3.

[2] Boudouresque, C.F., Gravez, V., Meinesz, A., Pergent, G., Vitiello, P., 1994. L'herbier a Posidonia oceanica en Méditerranée : Protection legale et gestion. OKEANOS 94, Colloque scientifique international "Villes des rivages et environnement littoral en Méditerranée, Montpellier, Avril 1994.

[3] Boudouresque, C.F., Meinesz, A., 1982. Découverte de l'herbier de Posidonie. Cah. Parc Nation. Port-Cros, Fr., 4: 1-79.

[4] Cirik Ş., Cirik S., 1999. Su Bitkileri (Deniz Bitkilerinin Biyolojisi, Ekolojisi, Yetiştirme Teknikleri) Ders Kitabı. Ege Üniversitesi Basımevi Bornova, İzmir.

[5] Diaz-Almela, E., Duarte C.M., 2008. Management of Natura 2000 habitats. 1120 *Posidonia beds (Posidonion oceanica). European Commission. Technical Report 2008 01/24. ISBN no: 978-92-79-08314-3.

[6] Jeudy de Grissac, A., 1989. Comte rendu de la reunion du groupe d’experts sur le livre rouge “Gerard Vuignier” des végètaux, peu1plements et paysages marins menacés de Méditerranée. Posidonia Newsletter, 2, (2): 29-34.

[7] Meinesz, A., Caye, G., Loques, F., Molenaar, H., 1991. Restoration of Damaged areas with transplantation of seagrasses in the mediterranean: review and perspectives. I. Marine Phytobenthos Studies and Their Applications, Oebalia, 17 (I. Suppl.) 131-142.

[8] Harmelin-Vivien M.L., 1982. Ichtyofaune des herbiers de posidonies du parc national de port-Cros: I. Composition et variations spatio-temporelles. Travaux scientifiques du Parc national de Port-Cros 8: 69–92.

[9] Harmelin-Vivien M.L., 1989. Ichtyofaune des herbiers de posidonies du parc naturel r´egional de Corse. In: BoudouresqueCF, Meinesz A, Fresi E and Gravez V (eds) International Workshop on Posidonia Beds, pp 291–301. GIS Posidonie publ, France II.

[10] Pergent, G., 2007. Protocol for the setting up of Posidonia meadows monitoring systems. «MedPosidonia» Programme RAC/SPA - TOTAL Corporate Foundation for Biodiversity and the Sea; Memorandum of Understanding No: 21/2007/RAC/SPA_MedPosidonia Nautilus-Okianos: 24p + Annexes.

[11] Pergent, G., Pergent-Martini, C., Boudouresque, C.F., 1995. Utilisation de l’herbier { Posidonia oceanica comme indicateur biologique de la qualité du milieu littoral en Méditerranée: état des connaissances. Mésogée 54: 3-29. [12] UNEP/MAP-RAC/SPA, 2011. Draft Guidelines for the Standardization of Mapping and Monitoring Methods of Marine Magnoliophyta in the Mediterranean. Tenth Meeting of Focal Points for SPAs Marseilles, France, 17-20 May 2011, RAC/SPA Publ., , UNEP(DEPI)/MED WG 359/9. 1-63.

167

SUALTI BİYOÇEŞİTLİLİĞİ KORUMA PROJESİ

H. Barış Özalp1, Murat Yiğit1, Volkan Demir2, Kaan R. Gürses1, Malik Selek1

1Çanakkale Onsekiz Mart Üni., Deniz Bil. ve Teknolojisi Fak., Terzioğlu Kam., Çanakkale, Türkiye

2İstanbul Üniversitesi, Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü, 34134, Vefa/Fatih, İstanbul, Türkiye

ÖZET

Çanakkale Boğazı, dip omurgasız canlı popülasyonları bakımından zengin bir ekosisteme sahiptir. Sert mercan kolonilerinin, yelpaze mercanlarının ve süngerlerin oluşturduğu bentik habitat birçok denizel tür için önemli barınma, beslenme ve üreme ortamlarından birini oluşturur. Son yıllarda bölgede yapılan izleme çalışmalarında bazı komünitelerin, atılan çapalar nedeniyle tahribat gördüğü ve türlerde ölümlerin olduğu tespit edilmiştir. Türk Boğazlar Sistemi için ilk olan Çanakkale Valiliği destekli, Onsekiz Mart Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi ile Sahil Güvenlik Grup Komutanlığı ortaklığında yürütülen bu projede temel amaç, Çanakkale Boğazı'nın denizel biyoçeşitliliğinin en yüksek olduğu alanlarda yapılan çapa atım faaliyetlerinin belirli yönetmeliklere göre yasal düzene alınması ve denizel çevrede kilit rol üstlenen canlıların korunmasının sağlanmasıdır.

Anahtar Kelimeler: Biyoçeşitlilik, Sert mercan, Sünger, Gorgon, Çanakkale Boğazı

GİRİŞ

Deniz canlılarının yaşamsal sürdürülebilirliklerinin sağlanması son yıllarda daha hassas düzeyde değerlendirilen bir konum almıştır. Çünkü geç de olsa, tahrip eden insan bu biyoçeşitliliğin bir parçası olduğunu, kendi yaşamının devamlılığını sağlayabilmek adına doğal ekosistemleri koruması gerektiğinin farkına varmıştır 1]. Endüstriyel gelişimin yanlış bölgelerde uygulanması, kıyısal alanlardaki yapılaşmalar, yönetim stratejisi olmaması nedeniyle doğrudan denize bırakılan atık sular, genel kirlilik artışı, belirsiz balıkçılık politikaları, hassas ekosistemlerde avcılık, aşırı avlanma, çapa atımı, dip trolü kullanımı, denizaltı kablo çalışmaları, yanlış metotlarla avcılık, nesli tehlike altındaki türlerin ticareti, kumsal alanlarının yapay tekniklerle genişletilmesi, bilimsel bilgiyi umursamama ve hiçe sayma gibi sebeplerin ilk kaynağı hep insan olmuştur. Okyanus ve denizlerdeki en zengin canlı topluluklarını barındıran alanların yok olmasını hızlandıran, küresel ısınma gibi bir sorunun ortaya çıkmasında bile ne yazık ki insanlığın kendi isteğiyle değiştirdiği ve halen de değişmesi için çaba harcadığı çevresel şartların etkili olduğunu söyleyebiliriz 2, 3, 4, 5].

Gelinen noktada koruma biyolojisi çalışmalarına ihtiyacımız olduğu açıktır. Son yıllarda birçok ülkede bu araştırmalar kapsamında farklı yöntemlerin geliştirildiği ve doğal habitatların sürdürülebilir yaşamının desteklendiği görülmektedir. Tropikal bölgelerde yapılan bilimsel çalışmaların odağını mercan resifleri oluştururken; Akdeniz'de ilk sıralarda yer alan hedef canlılar, zengin biyoçeşitlilik oluşturan sert mercan komüniteleri, gorgon habitatları, süngerler, koralijen fasiyesler ve Posidonia oceanica yayılım alanları olarak belirtilmektedir 6 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22].

Çapaların bentik omurgasızlar üzerindeki tahribat düzeyi yüksektir. Yapılan çalışmalarda sürekli aynı bölgelerde devam eden çapalama faaliyetinin belirli bir süre sonra alanda ciddi popülasyon kayıpları oluşturduğu belirtilmektedir 23, 24, 25, 26]. Akdeniz sualtı ekosistemi'nin, yapılan son güncel çeşitlilik çalışmalarına göre 17.000 tür barındırdığı bildirilmiştir. Bununla birlikte biyoçeşitliliğe en önemli katkıyı veren dip omurgasız canlı grubunun dış etkilere karşı oldukça hassas olduğu

168

bulunmuştur. Bu araştırmalarda ayrıca çeşitliliğin yok olmasına neden olan etmenlerin başında habitat bozulumu ilk sırada yer almakta, etkilenen grup omurgasızlar 3. risk grubu olarak gösterilmektedir 27].

Tropik ve subtropik denizel ekosistemleri baz alan ve bentik biyoçeşitliliğin çapalama nedeniyle bozulmasının engellenmesini hedefleyen çalışmalarda, koruma şamandırası en yaygın kullanılan alternatif yöntemlerden biridir. Bu konuda standart yönetim planları ile yürütülen projelerin olumlu sonuçlar verdiği görülmüştür. Bununla birlikte denizel koruma alanı (MPA) ya da ulusal park statüsünde olan bölgelerdeki yönetim ve planlamanın çeşitliliğin korunmasına önemli katkı sağladığı bildirilmektedir 28, 29, 30]. Artık, Akdeniz'de sayısı 700'ün üzerinde olan tüm koruma alanlarında, biyoçeşitliliğin sürdürülebilirliğini destekleyen şamandıraların kullanıldığı ve idari yönetmeliklere göre izleme çalışmalarının yapıldığını söylemek mümkün 31]. Şamandıra uygulamalarını içeren biyoçeşitlilik koruma çalışmaları Türkiye'de ilk kez 2008 yılında Kaş-Kekova Özel Çevre Koruma Bölgesinde başlatılmıştır 4, 32, 33]. Bu amaçla ülkemiz kıyılarında ilk kez Kaş bölgesinde 5 adet tonozlu şamandıra sistemi sabitlenmiş ve tekne çapalarının Posidonia oceanica deniz çayırlarına verdiği tahribat azaltılmıştır. İlerleyen yıllarda hazırlanan ve 2014'te tamamlanacak olan Türkiye'nin Deniz ve Kıyı Koruma Alanları Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi kapsamında da ÖÇK bölgelerinde şamandıra sistemlerinin işletilmesi planlanmaktadır 34]. Ayvalık Adaları Tabiat Parkında yapılan biyoçeşitlilik çalışma raporuna göre de tekneler tarafından çapa atılmaksızın sürekli kullanılacak sistemlerin kurulması hedeflenmiştir 35]. Foça ÖÇK alanı yönetim planı raporuna göre aynı şekilde sistemlerin kurulması ve teknelere çapa yasağı getirilmesi planlanmıştır 36].

Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi “Fethiye-Göcek Özel Çevre Koruma Bölgesi Göcek Deniz Üstü Araçları Taşıma Kapasitesinin Belirlenmesi Projesi” Final Raporu'na göre; teknelerin kısmen mecburiyetten kısmen bilinçli şekilde çapa atarak demirleme yaptığını, dibi tarayarak denizaltı çeşitliliğini bozan bir durum teşkil ettiğini ve bu yöntemin asgari düzeye indirilebilmesi için mapa ve/veya şamandıra arttırımı ile alanların korunması gerektiğini bildirilmiştir 37].

Türk Boğazlar Sisteminde yer alan Çanakkale Boğazı, bentik omurgasız biyoçeşitliliğinin yüksek olduğu önemli alanlara sahiptir. Bu bölgelerde sürekli devam eden çapa atım faaliyetlerinin, belirli bir süre sonra mevcut doğal ekosistemde ciddi kayıplara neden olacağı öngörülmektedir. İlk basamak çalışmaları gerçekleştirilen bu projede, boğazın kilit öneme sahip doğal yaşam alanlarının korunması ve çapa atım faaliyetlerinin sınırlandırılması hedeflenmiştir. Boğaz ekosisteminde ÖÇK ve DKKA stratejilerinde ortaya konulan hedeflere benzer planlamalarla gerçekleştirilen bu çalışmanın, ilerleyen yıllarda boğazın en önemli biyoçeşitlilik bölgelerinin korunmasına büyük katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

MATERYAL VE YÖNTEM

Projenin oluşum öncesi ilk aşaması 2013 yılında başlatılmıştır. UNDP-GEF/SGP destekleriyle gerçekleştirilen bilimsel araştırmalarda, Çanakkale Boğazı denizel biyoçeşitliliğinin yüksek olduğu ve aynı zamanda çapa atımından en çok etkilenen Anadolu kıyısında 1, Avrupa kıyısında 3 istasyon bölgesi belirlenmiştir. 2014-2015 Yaz dönemlerinde Ç.O.M.Ü. Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi destekleriyle gerçekleştirilen izleme çalışmalarında çapa atımının etkisi altında olan koloni alanları belirlenmiş ve koruma şamandırası için uygun yerler tespit edilmiştir (Şekil 1). Bununla birlikte önceki sene sayımı yapılan çapaların son durumu kontrol edilmiştir. 0-40 m derinlik aralığında fakülte fiber botu kullanılarak Scuba ve serbest dalış destekli manta-tow uygulanmış ve tahribat alan kolonisel sert mercanların sağlığı kontrol edilmiştir.

169

İkinci aşamada projenin, Çanakkale Savaşlarının 100. yılı anı etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilmesi planlanmış, bu amaçla, Çanakkale Valiliği ve projede ortak yürütücü kurum olan Sahil Güvenlik Grup Komutanlığı ile toplantılar gerçekleştirilmiştir. Bunlara müteakip projenin resmi izinlerinin alımı amacıyla Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı'na, Kıyı Emniyeti, Doğa Koruma ve Milli Parklar ile Koruma Kontrol Genel Müdürlüklerine başvuru yapılmıştır. 2013 yılında yapılan balıkçı bilgilendirme toplantılarının ikinci kısmı, idari izinlerin beklenmesi süresince gerçekleştirilmiş ve bölgede sürekli tekne ile olta avcılığı yapan balıkçılarla görüşülmüştür. Bu toplantılarda şamandıra sabitlenecek koordinatlar ile balıkçıların tam olarak av yaptığı bölge konumları tekrar incelenmiştir. Bunlara ek olarak şamandıra ve destekleme tonozu temin edilen şirketlerle görüşmeler yapılmış, şamandıra ve tonoz özelliklerinin 5 knot akıntıya dayanıklı olması ve 6-8 m uzunluklarında maksimum 10 balıkçı teknesinin kullanımına imkan vermesi kararlaştırılmıştır.

Şekil 1. Biyoçeşitlilik koruma şamandıralarının sabitlendiği istasyonlar

Tonozlu şamandıra sistemlerinin bağlama, yükleme ve belirlenen istasyonlara taşınması işlemlerini kapsayan son aşama çalışmaları, bölgenin tek gümrük limanı olan Çanakkale Liman İşletmeciliği A.Ş. tarafından gerçekleştirilmiştir.

İlk olarak, proje süresince kullanılacak teknenin kıç tarafına, tonozların denize bırakılmasını kolaylaştıracak bir rampa düzeneği hazırlanmıştır. Hazırlanan rampa'da 4 kanal sistemli demir çubuklar kullanılmıştır. Ağırlıkları 3500, 1200, 1000 ve 800 kg olan tonozların denize kaydırılarak bırakılmasını sağlamak için rampada kullanılan kanalların içersine uzunluğu 10 cm, kalınlığı 4 mm olan demir borular kesilerek yerleştirilmiştir. Sonraki aşamalar, Çanakkale Belediyesi resmi araçlarıyla limana getirilen 4 tonozlu şamandıranın büyük ebatlı-tekerlekli vinç yardımıyla tekneye yüklenmesini, rampa üzerine tehlike oluşturmayacak şekilde yerleştirilmesini ve sabitleme işlemlerini kapsar. Kalın halatlarla güvenliğe alınan tonozlar ve bu tonozları kenar bölgelerden destekleyerek sarsılmasını engelleyen demir çubuklar kaynak yapılarak gemiye tutturulmuş ve gemi denize çıkışa hazır hale getirilmiştir. Atım koordinatlarında aksaklık yaşanmasını önlemek amacıyla daha önceki zamanda belirlenen tüm istasyonlarda proje başlangıç günü öncesi dalışlar yapılmış ve işaret şamandıraları konumlandırılmıştır. Bununla birlikte Dardanos dışındaki diğer istasyonlarda 0-9 m derinlik aralığında sürekli etkin yüzey akıntısı olması sebebiyle şamandıralara bağlanan çelik halatlara elektriklenmeyi en aza indirme amaçlı tutya sabitlenmiştir. Belirli zamanlarda 4,8 knot'a kadar yükselen akıntı hızına dayanması için ayrıca çelik halatların omega kilit ve radansa bağlantıları kaynak yapılarak güvenliğe alınmıştır (Şekil 2).

170

Şekil 2. Koruma şamandırası lojistik uygulamalar ve tonozların yerleştirilmesi

BULGULAR

Yapılan bilimsel dalışların, habitattaki canlılığın tespiti ve ölçümü dışında aynı zamanda konumlandırma bölgesi seçiminde de fayda sağladığı görülmüştür. Dört istasyonda da korunması hedeflenen kayalık bölgeler ile şamandıranın sabitleneceği alanlar arasında 30 ile 70 m uzaklık belirlenmiştir. Buna göre, şamandıraların konumlandırıldığı bölge kayalığa belirli mesafede olup,

171

yerleştirildiği substrat tamamen kumdur. Burada temel amaç, tonozların bentik ekosisteme zarar vermesini önlemektir. Bununla birlikte, şamandıra koordinatları dip bölgede yapılan detaylı incelemelerle tespit edildiğinden, tekne ile bağlanma esnasında halat boyu istenildiği gibi ayarlanabilmekte ve direk kayalık ekosistem üzerinde olta avcılığına imkan sağlamaktadır. Bu sayede balıkçıların sürekli av yaptıkları sahanın da değişmediği görülmüştür.

Dardanos, Baykuşfener, Kesikfener ve Eceabat bölgeleri kolonisel sert mercanların yoğun dağılım alanları olduğundan temel olarak bu komünitelerin yaşamsal devamlılıklarının sağlanması hedeflenmiştir. Dardanos bölgede korunması hedeflenen tür Cladocora caespitosa'dır. Burada şamandıra 9 m derinliğe sabitlenmiştir. Madracis pharensis ve Phyllangia mouchezii türlerinin yaygın olduğu Baykuşfener ve Kesikfener istasyonlarında tonozlar 23 ve 28 m derinliklere; Polycyathus muellerae kolonilerinin yoğun olduğu Eceabat'ta ise 35-37 m aralığına yerleştirilmiştir. 2015 yaz dönemi izleme çalışmalarında, daha çok Polycyathus muellerae ve Cladocora caespitosa kolonilerinde komünite kaybı yaşadığı belirlenmiştir (Şekil 3).

Şekil 3. Bölgelerde korunması hedeflenen kolonisel sert mercanlar (A: Madracis pharensis, B: Cladocora caespitosa, C: Phyllangia mouchezii, D: Polycyathus muellerae)

TARTIŞMA VE SONUÇ

En kritik bilimsel soru, Çanakkale Boğazı'nda zengin biyoçeşitlilik oluşturan ve diğer canlıların yaşamında kilit rol üstlenen doğal sert mercan habitatlarının kaç yıl daha çapa etkisi nedeniyle kırılmaya ve ölmeye devam edeceğidir. 2013-2015 yılları arasında yapılan izleme çalışmaları ağır tahribatın kaçınılmaz olduğunu göstermiştir. Boğaz, büyük bir çoğunluğunu Akdeniz türlerinin oluşturduğu bir ekosistem meydana getirir 38]. Berraklığı ve su kalitesiyle bilinen Akdeniz'de bile genel anlamda sert mercanların yıllık ortalama büyüme oranı 0,4-0,6 cm aralığında verilmektedir. Cladocora caespitosa türü üzerinde ilk yapılan popülasyon çalışmaları boğazda 0,2 cm'den düşük bir büyüme gösterdiğinden (Özalp, basılmamış ön araştırma sonuçları), buradaki habitatların 1 m genişlikte ve içersinde yaklaşık olarak 2000'den fazla koralite sahip olduğu yetişkin boya ulaşması için yıllar alan bir sürecin geçmesi gerektiği görülebilir. Bununla birlikte türler üzerinde olumsuz etki gösteren sudaki oksijen, kirlilik, insan kaynaklı tahribat vb. etkenlerin yüksek olduğu boğazlarda türlerin yaşam alanlarının korunması daha elzem önem taşımaktadır.

Bu çalışma, Türk Boğazlar Sisteminde gerçekleştirilen ve bentik omurgasız biyoçeşitliliğinin sürdürülebilirliğini hedefleyen ilk koruma projesi özelliğindedir. Her ne kadar belirli aşamalarda başarı sağlanmış olsa da balıkçıların bilinçlendirilmesi kesintisiz yapılması gereken faaliyetler arasında yer almalıdır. Sadece sert mercanlar değil, sünger ve gorgon habitatları ile ilgili de farkındalığın yükseltilmesi ve ilerleyen dönemde şamandıra sayılarının arttırılarak seviyenin yükseltilmesi gerekmektedir.

Bugüne kadar yapılan projelerden çıkan sonuçlara göre, Akdeniz ve Ege kıyılarımızda ÖÇKB ve DKKA alanlarının oluşturulması boğaz ekosistemine nazaran biraz daha sorunsuz olduğu bilinir. Boğazlar ekosistemi iç hat gemi geçiş bölgesi ve aynı zamanda transit geçişlere açık konumdadır.

172

Bununla birlikte, akıntı kuvvetlidir ve bölgelerde sabitlenmeyi zorlaştırır. Ek olarak koruma bölgeleri Akdeniz ve Ege kıyılarımızdaki gibi kapalı koy özelliği göstermemektedir. Bu gibi şartlar her ne kadar alanlara ilişkin idari uygulamaları bugüne kadar geri planda bırakmış olsa da Çanakkale Boğazı'ndaki en zengin biyolojik çeşitliliğin olduğu alanların korunmasında ÖÇKB ve DKKA alanlarına benzer yönetim planları hazırlanmasının ve acilen yürürlüğe konmasının büyük bir gereklilik olduğu görülmektedir.

Yaptığımız çalışmalar korunması hedeflenen bölgelerde yoğun olarak yapılan avcılığın tekneli olta balıkçılığı olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte boğazda ÖÇKB ve DKKA alanları stratejilerinin uygulanmasını kolaylaştıran diğer önemli göstergeler, biyoçeşitliğin en yüksek olarak tespit edildiği bu bölgelerin kıyıya oldukça yakın olması, gemi geçişlerini engellememesi, gırgır vb. avcılığın yapılmadığı sahalar içersinde yer alması ve derinlik bakımınından da sürekli bilimsel gözlem altında tutulabilecek bir konumda olmasıdır. Bugüne kadar koruma önlemlerinin alınamaması, akıntı, derinlik, balıkçılık faaliyetleri vb. gibi zorlayıcı şartlar nedeniyle bölgelerde bentik omurgasızlarla ilgili bilimsel araştırma yapılamamış olmasıyla doğrudan ilişkilidir. 2013 yılında boğazda 200 istasyonda gerçekleştirilen doktora çalışmasıyla, sert mercan ekosistemlerinin en zengin olduğu alanla ortaya çıkarılmıştır 39]. Bu sayede sünger ve gorgon habitatları gibi bentik biyoçeşitliliğin yüksek olduğu bölgeler de kayıt altına alınmıştır.

Bundan sonraki aşamada, elde edilen bilimsel bilgi hassasiyetle değerlendirilecek ve boğazda çok az sayıda olan bu gibi alanların yönetimsel plana alınması için çaba gösterilecektir. Bu alanların adeta bir Sualtı Milli Parkı özelliği teşkil ettiği hiçbir zaman unutulmamalıdır.

Teşekkür

Çanakkale Savaşlarının 100. yılı anısına gerçekleştirilen Çanakkale Valiliği destekli, Ç.O.M.Ü. Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi ile Çanakkale Sahil Güvenlik Grup Komutanlığı ortaklığında yapılan projemizde; Çanakkale Liman İşletmeciliği A.Ş, Çanakkale Belediyesi, Refleks Arama ve Kurtarma Derneği, ADR Türk, Gestaş ve Çetinkaya İnşaat A.Ş'ye katkılarından dolayı teşekkür ederiz. Bununla birlikte projemizin mimarlarından olan emekli sahil güvenlik grup komutanı Albay Hasan Tunay'a, Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Sebahattin Ergün'e, proje danışmanımız Prof. Dr. Murat Yiğit'e, yardımcı danışmanımız Yrd. Doç. Dr. Volkan Demir'e, Ç.O.M.Ü. Yapı İşleri Daire Başkanı Sayın Doç. Dr. Güven Ünal'a ve peyzaj mimarı Can Kuzeci'ye, Çanakkale Liman İşletmesi A.Ş. Genel Müdürü Sayın Ali Aktoprak'a, Liman Müdürü Evren Beceren'e, Teknik Müdürü Engin Tekkalmış'a ve Enspektör Metin Abay'a, ADR Türk temsilcisi Sayın Evren Göçen'e, Çanakkale Belediyesi adına sonsuz desteklerini gördüğümüz Sayın Rebiye Ünüvar ve Devrim Gürkan'a, proje gününde bizi yalnız bırakmayan Doç. Dr. İhsan Çelik, Doç. Dr. Mehmet Akbulut, DBTF Fakülte Sekreteri Zeki Sönmez, Uzm. Heikki Turunen ve yüksek lisans öğrencilerimiz Malik Selek ve Kaan R. Gürses'e, Atölyesel Sanat Evi sahibi Emk. Öğrt. Sayın Selahattin Demiroğlu'na gönülden teşekkürü bir borç biliriz.

KAYNAKLAR

[1] Ergin, E., 2014. Biyoçeşitlilik ve Koruma Biyolojisi. http://www.bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/biyocesitlilik-ve-koruma-biyolojisi (erişim: 20 Ekim 2015)

2] Fine, M., Mordechay, T., 2008. Mediterranean corals under global warming and ocean acidification. CIESM Congress, Monte-Carlo. 65-69.

3] Otero, M., Garrabou, J., Vargas, M. 2013. Mediterranean Marine Protected Areas and climate change: A guide to regional monitoring and adaptation opportunities. Malaga, Spain.

173

4] WWF, 2015. Coral Reefs: Threats. http://wwf.panda.org/about_our_earth/blue_planet/coasts/coral_reefs/coral_threats/ (erişim: 10 Eylül, 2015)

5] NOAA, 2015. Threats to Coral Reefs. http://oceanservice.noaa.gov/education/kits/corals/lessons/corals_tutorial.pdf (erişim: 10 Eylül, 2015)

6] Bavestrello, G., Cerrano, C., Zanzi, D., Catteneo-Vietti, R., 1997. Damage by fishing activities to the Gorgonian coral Paramuricea clavata in the Ligurian Sea. Aquatic Conservation: Marine and Freshwater Ecosystems, 7 (3): 253-262.

7] Bryant, D., Burke, L., McManus, J.W., Spalding, M., 1998. Reefs at Risk: A map-based indicator of threats to the world’s coral reefs. World Resources Institute, Washington-USA.

8] Kelleher, G., 1999. Guidelines for Marine Protected Areas. IUCN, Cambridge-UK.

9] Tratalosa, J.A., Austin, T.J., 2001. Impacts of recreational SCUBA diving on coral communities of the Caribbean island of Grand Cayman. Biological Conservation, 102: 67-75.

10] OCEANA, 2004. The corals of the Mediterranean. Annual report. OCEANA. Italy.

11] Dural, B., Aysel, V., 2007. Role of Benthic Algae and the Seagrasses in the Biodiversity of the Turkish Aegean and Mediterranean Seas. Acta Pharmaceutica Sciencia, 49: 85- 118.

12] Crawley, N, 2008. Conservation and Management Plan For Abu Dhabi and Eastern Qatar Coral Reefs. Abu Dhabi-Egypt.

13] Campbell, J.S., Simms, J.M., 2009. Status Report on Coral and Sponge Conservation in Canada. Fisheries and Oceans. Canada.

14] Okudan, E.S., Demir, V., Kalkan, E., Karhan, S.U., 2011. Anchoring Damage on Seagrass-Meadows (Posidonia oceanica (L.) Delile) in Fethiye-Göcek Specially Protected Area (Eastern Mediterranean Sea, Turkey). In: Micallef, A. (ed.), MCRR3-2010 Conference Proceedings, Journal of Coastal Research, Special Issue, No. 61, pp. 417-420. Grosseto, Tuscany, Italy, ISSN 0749-0208.

15] UNEP-MAP-RAC/SPA, 2003.: Strategic Action Programme For The Conservation Of Biological Diversity (SAP BIO) In The Mediterranean Region, Tunis.

16] UNEP-MAP-RAC/SPA, 2012. Action Plan for the conservation of marine vegetation in the Mediterranean Sea. Tunis.

17] Fraschetti, S., Guarnieri, G., Bevilacqua, S., Terlizzi, A., Boero, F., 2013. Protection Enhances Community and Habitat Stability: Evidence from a Mediterranean Marine Protected Area. PLoS ONE, 8(12): e81838.

18] Sansgaard, J., 2013. Management Options to Prevent Anchoring, Grounding, and Accidental Impacts to Coral Reef and Hardbottom Resources in Southeast Florida – Phase III. Florida Department. Miami, USA.

19] Ponti, M., Perlini, R.A., Ventra, V., Grech, D., Abbiati, M., Cerrano, C., 2014. Ecological Shifts in Mediterranean Coralligenous Assemblages Related to Gorgonian Forest Loss: Plos One, 9 (7): e102782.

20] Kružic, P., 2014. Bioconstructions in the Mediterranean:present and future. The Mediterranean Sea: its history and present challenges. Springer. Dordrecht.

21] SEFCRI, 2015. Reefs conservation tips fot recreational users. http://southeastfloridareefs.net/conservation/recreational-users/ (erişim: 5 Mayıs, 2015)

22] GBRMPA, 2015. Anchoring and Mooring. http://www.gbrmpa.gov.au/visit-the-reef/responsible-reef-practices/anchoring-and-mooring (erişim: 24 Mayıs 2015)

23] Abdulla, A., Linden, O., 2008. Maritime traffic effects on biodiversity in the Mediterranean Sea: Review of impacts, priority areas and mitigation measures. IUCN. Malaga-Spain.

174

24] Flynn, R.L., 2015. Boat anchoring contributes to coral reef degradation in the British Virgin Islands. (PhD Thesis). University of Rhode Island.

25] Anderson, M., Ring, M., 2013. The Need for Permanent Mooring Buoys in the Gulf of Thailand A Minor Field Study. Thailand.

26] Newton, J., 2011. The Impacts of commercial anchoring on maerl beds in Falmouth Bay. http://www.falmouthport.co.uk/commercial/html/documents/AnchoringStudyJoeNewton.pdf (erişim: 2 Şubat, 2014)

27] Coll, M., Piroddi, C., Steenbeek, J., Kaschner, K., Ben Rais Lasram, F., et al. 2010. The Biodiversity of the Mediterranean Sea: Estimates, Patterns, and Threats. PLoS ONE, 5(8): e11842.

28] Van der Meeren, S., Thuy Phan, N.H., 2009. Coastal and Marine Biodiversity Conservation and Sustainable Use in the Con Dao islands region. UNDP / GEF project report, Con Dao National Park. USA.

29] MCMC, 2002. Permanent Mooring Buoys and Community Based Marine Environment Monitoring. Ministry of Tourism funded pilot project Biodiversity Project. https://www.sgp.undp.org/index.php?option=com_sgpprojects&view=projectdetail&id=5732&Itemid=205 (erişim: 4 Ekim, 2013)

30] NEPA, 2013. Negril marine park conservation projects. http://www.nepa.gov.jm/projects/inventory/project-inventory.pdf (erişim: 21 Kasım, 2015)

31] Casier, R., 2011. Marine Protected Areas in the Mediterranean Sea. EUROPARC Federation report. EUROPARC. France.

32] DKKA, 2013. Kaş-Kekova Özel Çevre Koruma Bölgesi Denizel Yönetim Planı ve Uygulaması Güney MedPAN Türkiye Pilot Projesi raporu. Ankara.

33] WWF, 2014. Doğal Koruma Alanları Kaş-Kekova bölgesi. http://www.wwf.org.tr/ne_yapiyoruz/doga_koruma/doal_alanlar/ka_kekova/ (erişim: 12 Ocak, 2014)

34] MedPAN, 2009. Türkiye'nin Deniz ve Kıyı Koruma Alanları Sisteminin Güçlendirilmesi Proje kitabı. Ankara.

35] Yokeş, M.B., Demir, V., 2013. Ayvalık Adaları Tabiat Parkı Denizel Biyolojik Çeşitlilik Çalışması. Teknik Rapor Serisi, 20: 104.

36] Göktan, S., Hatipoğlu, A., Üncü, H., Misirlioğlu, M., Deliçay, D., Manap, E., Reyhan, N., Müftüoğlu, U., Ekici, S., Şen, N., Güçlüsoy, H., 2011. Foça Özel Çevre Koruma Bölgesi Yönetim Planı Raporu. İzmir.

37] SUEKOS, 2014. Fethiye-Göcek Özel Çevre Koruma Bölgesi raporu.

38] Özalp, H.B., Alparslan, M., 2015. Distribution and Morphology of the Colonial Scleractinian Madracis pharensis (Cnidaria, Anthozoa) in the Dardanelles (Marmara Sea, Turkey). Acta Zoologica Bulgarica, 67(3): 429-434.

39] Özalp, H.B., 2013. Çanakkale Boğazı’nda dağılım gösteren sert mercan türlerinin (Cnidaria, Anthozoa, Scleractinia) taksonomik ve ekolojik özellikleri. (Doktora Tezi). Çanakkale Onsekiz Mart Universitesi.

175

CARBONCOMP PROJESİ KAPSAMINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN

YAPAY SİNİR AĞLARI İLE MODELLEME ÇALIŞMALARI

Pelin Gökfiliz1, George Tsiakatouras2, Stephanos Nitodas2, Zeynep Burcu Bayboğan-Işılak3, Ali

Akçalı3, Çağın Kandemir-Çavaş4, Levent Çavaş1,5

1Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Bilimleri Ens., Biyoteknoloji ABD, Kaynaklar, İzmir, Türkiye

2Glonatech S.A., Agia Paraskevi, Athens 15310, Greece 3Moravia Boya ve Kimya San.Tic.Ltd.Şti., Sefaköy, Küçükçekmece, İstanbul 34295, Türkiye

4Dokuz Eylül Üniv., Mühendislik Fak., Bilgisayar Müh. Böl., Kaynaklar, İzmir, TürkiyeTürkiye 5Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Fakültesi Kimya Bölümü, Biyokimya ABD, Kaynaklar, İzmir, Türkiye

ÖZET

Biyofouling olayı sucul ekosistemlerde meydana gelen bir doğa olayı olmasına rağmen, fouling organizmaların yapay yüzeylere tutunmaları ciddi ekonomik problemlere neden olmaktadır. Biyofouling olayından en çok etkilenen alan deniz taşımacılığıdır. Gemilerin sualtında kalan yüzeylerinin fouling organizmlar tarafından kaplanması yakıt tüketimini ve dolayısıyla CO2 salınımını arttırmaktadır. Ayrıca, deniz araçlarının manevra kabiliyetinin ve hızının azalmasına neden olmaktadır. Günümüzde gemilerin sualtında kalan yüzeylerine fouling organizmaların tutnmasını engellemek amacıyla gemi yüzeyleri toksik biyosit içeren antifouling boyalar ile boyanmaktadır. Fakat son yapılan çalışmalar bu boyalardan salınan biyositlerin sucul ekosistemdeki diğer, hedef olmayan canlılara da zarar verdiğini göstermektedir. Bu nedenle, çevre dostu antifouling / fouling release (yüzeye tutunan fouling organizmaların yüzeyden uzaklaştırılması kolaylaştıran) boyaların geliştirlmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmada, 7. Çerçeve Programı kapsamında desteklenen ve endüstri-sanayi ortaklı (IAPP) bir proje olan “CARBONCOMP” akronimli ve “High-throughput development of carbon-polymer nanocomposites for marine applications” başlıklı Avrupa Birliği projesinin tanıtılması amaçlanmaktadır. Ayrıca, proje kapsamında yapay sinir ağları kullanılarak gerçekleştirilen modellleme çalışmaları da gösterilmektedir. Yoğun deniz trafiğinin yaşandığı Ege Denizi’nde antifouling boyalardan biyosit salınımı deniz ekosistemini etkilemektedir. Bu nedenle, Türkiye ve Yunanistan kıyılarındaki sucul ekosistem sağlığını korumak amacıyla gemi araçlarında yeni nesil fouling release tip kompozitler kullanılmalıdır.

Anahtar Kelimeler: Antifouling, Biyofouling, Yapay sinir ağları, Fouling release

Teşekkür

Yazarlar, Avrupa Birliği 7. çerçeve programı kapsamında desteklenen CARBONCOMP projesine (286413) sağlanan finansal destekten ötürü Avrupa Birliği’ne teşekkür eder.

176

ARTIFICIAL NEURAL NETWORK MODELLING STUDIES UNDER

CARBONCOMP PROJECT

Pelin Gökfiliz1, George Tsiakatouras2, Stephanos Nitodas2, Zeynep Burcu Bayboğan-Işılak3, Ali

Akçalı3, Çağın Kandemir-Çavaş4, Levent Çavaş1,5

1Dokuz Eylül Univ., Grad. Sch. of Nat. and App. Sci., Dep. of Biotechnology, İzmir, Turkey 2Glonatech S.A., Agia Paraskevi, Athens 15310, Greece

3Moravia Boya ve Kimya San.Tic.Ltd.Şti., Sefaköy, Küçükçekmece, İstanbul 34295, Turkey 4 Dokuz Eylül University, Faculty of Engineering, Dep. of Computer Sci., İzmir, Turkey 5 Dokuz Eylül University, Faculty of Sciences, Department of Chemistry, İzmir, Turkey

ABSTRACT

Although biofouling is a natural process in the aquatic ecosystems, settlement of fouling organisms on the artificial surfaces causes great economic problems. One of the most affected areas is marine transportations. Coverage of ships’ hull by marine fouling organisms increases fuel consumption, CO2 release and also it decreases maneuvrability and speed of the vehicle. Antifouling paints including toxic biocides have been used in this area to prevent settlement of marine fouling organisms on ships’ hulls. However, the recent reports have revealed the leached biocides are very toxic for many non-target marine organisms. Therefore, there is a great need for developing eco-friendly version of antifouling / fouling-release paints. In this study, we aim at introducing an Industry-Academia Partnerships and Pathways (IAPP) project entitled as “High-throughput development of carbon-polymer-nanocomposites for marine applications” which was funded under 7th Framework Programme (Project acronym: CARBONCOMP, Grant agreement no.: 286413). The present study also give examples regarding modelling studies by artificial neural network. The Aegean Sea is exposed to heavy marine traffic and biocides released from antifouling paints. Therefore, in order to protect ecosystem health of Turkish and Greek coastlines, the new generation fouling release type composites should be used in marine vehicles.

Key Words: Antifouling, Biofouling, Artificial neural network, Fouling release

Acknowledgement

The authors thank European Commission for financial support to CARBONCOMP project (286413) which was funded under Seventh Framework Programme.

177

POSTER BİLDİRİLER

178

179

İZMİR KÖRFEZİ'NDE KEFAL BALIĞI AVCILIĞI

Gülnur Metin, Benal Gül, İlker Aydın

Ege Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, Avlama ve İşl. Teknolojisi Böl. Bornova, İzmir, Türkiye

ÖZET

Bu çalışmada, İzmir Körfezi’nde dağılım gösteren kefal balığı türleri ve avcılığı üzerine araştırmalar yapılmıştır. Körfezde avcılık yapan balıkçılardan yapılan örneklemeler sonucunda, en fazla avcılığı yapılan türlerin, Chelon labrosus, Mugil cephalus, Liza aurata, Liza ramada, Lisa saliens olduğu belirlenmiştir. İzmir Körfezi’nde Kefal türlerinin avcılığının genelde dönek olarak tabir edilen uzatma ağlarıyla yapıldığı, bunun yanında, çevirme ağları ve özellikle Karaburun, Mordoğan arasındaki bölgede ağ dalyanların kullanıldığı tespit edilmiştir. İzmir Körfezi’nde, C. labrosus ve L. saliens’in yaz sonu, M. cephalus’un Nisan-Eylül, L. aurata’nın Eylül-Ekim, L. ramada’nın yaz aylarında üreme özelliği gösterdiği görülmüştür. Nisan döneminden başlayarak, özellikle Temmuz-Kasım ayları arasında hatta Aralık ayına kadar uzanan süreç içerisinde kefal türlerinin avcılığının körfezde yoğun olarak yapıldığı belirlenmiştir. 2014 yılı itibariyle en fazla avcılık yapılan ilçenin 43.000 kg/yıl değeri ile Güzelbahçe olduğu belirlenmiştir.

Anahtar Kelimeler: İzmir Körfezi, Avcılık, Chelon labrosus, Mugil cephalus, Liza aurata, Liza ramada, Lisa saliens

GİRİŞ

Kefal balıkları, tüm denizlerimizde dağılım gösteren, ekonomik değeri yüksek türlerdendir. Katadrom olan kefaller, tropikal ve subtropikal denizlerin kıyı kesimlerinde, körfez, lagün alanlarında dağılım gösterirler. Geniş tuzluluk değişimlerine dayanıklı yani Eurihalin türler olmaları nedeniyle lagün alanları ve acı su ortamlarında rahatlıkla bulunabilirler. Beslenme dönemlerini geçirdikleri bu alanlardan üremek amacıyla denize göç etmeleri sırasında, çit dalyanlar ile avcılığı yoğun şekilde yapılabilmektedir. Et kalitelerinin yüksekliği, ısıya ve tuzluluğa karşı toleranslı olmaları ve beslenme özellikleri nedeniyle kefal balıkları yetiştiricilik açısından önemli türler sınıfına girmekte [1] ve Chelon labrosus, Liza ramada, Mugil cephalus türlerinin yetiştiriciliğe uygun türler olduğu belirtilmektedir [2]. Mugilidae familyası, dünyada 17 genus ve 72 türle temsil edilmekte [3], ülkemiz denizlerinde 8 türü bulunmaktadır [4]. Kefal türlerinin avcılığı, fanyalı ağlar, kargılı ağlar, çit dalyanlar ve kuzulukları, çökeltme ağı, alamana ve gırgır ağlarının yanında, oltalar ile yapılabilmektedir [5]. Ülkemizde toplam avlanan deniz balıkları içinde 2013 yılında 2.504,9 ton ile onuncu sırada yer alan kefal balıklarının üretimi, 2014 yılında 1.721 tona düşmüş ve bu değerle avlanan deniz balıkları içinde onikinci sırada yer almıştır [6]. Yıllara göre toplam kefal üretim miktarlarına bakıldığında, 2002-2013 yılları arsında en fazla avcılık değeri 2004 yılında (12.424 ton) olup, bu yıldan itibaren düşüş göstermektedir [6] (Şekil 1).

Avcılık miktarlarının bölgeler açısından dağılımına bakıldığında, en fazla avcılık yapılan bölge 789 ton ile Akdeniz Bölgesi’dir (Şekil 2). 2013 yılı verilerine göre, kefal balığının ortalama kg fiyatı 6,34 TL olup, 15.881.066 TL gelir elde edilmiştir [6]. Bölgelere göre, Ege Bölgesi Akdeniz Bölgesi’nden sonra en fazla avcılık yapılan ikinci bölgedir. İzmir Körfezi sahip olduğu lagüner alanlar ile birlikte kefal türlerinin dağılımı açısından özellikle beslenme ve üreme faaliyetleri için uygun bir ortam niteliğindedir. Geldiay (1969) [7], İzmir Körfezi’nde dağılım gösteren beş kefal türünün; tanınması, yaşama yayılma alanı, üreme gelişmesi ve avlanma özellikleri ile ilgili bilgiler vermiştir. Çoker ve Mater (2006) [8], İzmir Körfezi’nde dört kefal türünün ihtyoplankton örneklerini tespit etmişlerdir.

180

Ege Denizi toplam kefal avcılık miktarı açısından önemli paya sahip olan denizdir. Özellikle körfezde yer alan, Homa Dalyanı kefal türlerinin yoğun olarak tercih yaptığı alanlardan biridir [9] ve bu alanda avcılığı yapılan en önemli tür olma özelliği taşımaktadır [5].

Şekil 1. Yıllara göre kefal balığı avlanma değerleri [6]

MATERYAL VE YÖNTEM

Çalışma sahası olan İzmir Körfezi, toplam 200 km2’lik alanı ve 11,5 milyar m3’lük su kapasitesi ile Akdeniz’in en büyük körfezlerinden biridir (Şekil 3). Avcılığı yapılan kefal türleri, Eylül 2011-Temmuz 2013 tarihleri arasında alamana ve uzatma ağı kullanan yöre balıkçılarından elde edilmiştir.

Şekil 2. 2013 yılı bölgelere göre toplam kefal balığı avlanma değerleri [6]

Şekil 3. Çalışma Sahası

0

2000

4000

6000

8000

10000

12000

14000

2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014

Ton

Yıl

0

500

1000

1500

2000

D. Kar. B.Kar. Marmara Ege Akdeniz

Ton

Bölge

201120122013

181

BULGULAR

Körfezde avcılık yapan balıkçılardan yapılan örneklemeler sonucunda, en fazla avcılığı yapılan türlerin, Chelon labrosus, Liza aurata, L. ramada, L. Saliens ve Mugil cephalus, olduğu belirlenmiştir. Kefal balığı avcılığının İzmir Körfezi’nde genellikle dönek yöntemiyle uzatma ağları (Şekil 4), alamana ağları (Şekil 5), çevirme ağları ile yapıldığı tespit edilmiştir. Çökeltme yöntemi ile avcılığın, Mordoğan-Karaburun arasındaki bölgede yapıldığı görülmüştür. Bunun yanında Homa Dalyanı içinde kuzuluklarda, uzatma ağları ve kargılı ağlarla avcılık yapılabilmektedir. Kefal türlerinin körfezin tamamında bulunabildiği görülmüştür. M. cephalus’un özellikle Kırdeniz ve Homa Dalyan ağzında yoğun bulunduğu ve Ağustos-Eylül dönemlerinde üremek amacıyla körfeze yayıldığı gözlenmiştir. L. ramada türünün Kasım-Aralık döneminde yer değiştirmeye başladığı ve Tuzla Sahili - Yeni Liman açıklarında daha bol bulunduğu görülmüştür. L. saliens ise Urla adalar civarı ve Özbek’te yoğun görülmekte, Eylül-Ekim aylarında körfezin tüm alanında dağılım göstermektedir.

Şekil 4. Kefal fanyalı uzatma ağı: Mordoğan örneği [10]

TARTIŞMA VE SONUÇ

Kefal balıkları, türlerine göre değişmekle beraber üreme amacıyla; lagüner alanlardan, acı sulardan denizel ortamlara göç ederler. Bu göçler, türlere göre az çok farklı olmakla beraber Haziran’dan Eylül’e hatta Kasım-Aralık’a kadar sürmektedir [11]. Geldiay (1969) [7], İzmir Körfezi’nde, C. labrosus ve L. saliens’in yaz sonu, M. cephalus’un Nisan-Eylül, L. aurata’nın Eylül-Ekim, L. ramada’nın yaz aylarında üreme özelliği gösterdiğini belirtmiştir. Yaptığımız gözlemler sonucunda, Nisan döneminden başlayarak, özellikle Temmuz-Kasım ayları arasında hatta Aralık ayına kadar uzanan süreç içerisinde kefal türlerinin avcılığı körfezde yoğun olarak yapılmaktadır. Tablo 1’de 2012-2014 yıllarına ilişkin, T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı (TCGTHB) İzmir İl

182

Müdürlüğü kayıtlarından yararlanarak, İzmir ili ilçelerinin toplam kefal avcılık miktarları verilmiştir. Tablodan görüldüğü gibi 2014 yılı itibariyle en fazla avcılık yapılan ilçe Güzelbahçe olup onu Foça izlemektedir. Güzelbahçe için önceki yıllara ait kayıtların olmaması nedeniyle, avcılıktaki artış ya da azalışı kıyaslayamamaktayız. Ancak Foça, Urla ve Menderes’de avcılık miktarının arttığı, Karaburun ve Çeşme’de düştüğü görülmektedir. Özellikle artış olan ilçelerde bunun nedeni olarak, kefalin hedef tür olarak seçilmesi, avcılığın özellikle göç esnasında gerçekleştirilmesi, bu ilçelerde avcılığın fazla olması ile balığın diğer alanlara geçememesi de bir diğer neden olarak söylenebilir.

Şekil 5. Alamana ağı: Urla-İskele örneği [10]

İzmir Körfezi’nde Kefal türlerinin avcılığının genelde dönek olarak tabir edilen uzatma ağlarıyla yapıldığı, bunun yanında, çevirme ağları ve özellikle Karaburun, Mordoğan arasındaki bölgede ağ dalyanların kullanıldığı tespit edilmiştir. M. cephalus, olgun gonadlarının havyar olarak değerlendirilmesi ve önemli gelir getirmesi nedeniyle, balıkçılar tarafından en çok tercih edilen tür niteliği taşımaktadır. Kooperatiflerin balık mezatlarında, türün dişi ve erkek bireyleri arasında satış fiyatları açısından önemli ölçüde farklar bulunmaktadır. Olgun yumurtalı dişi bireyler 50-60 TL/kg olarak satılırken erkek bireyler 20-25 TL/kg olarak satılmaktadır. Çoğu kez dişi bireylerin gonadları çıkarılarak, içi boşaltılmış şekilde satışa sunulmaktadır. Özellikle üreme döneminde avcılığının yapılması, kefal türlerinin sürdürülebilirliği açısından önlemler alınması gerektiğini göstermektedir. Bu konuda 3/1numaralı su ürünleri avcılığını düzenleyen tebliğde, 7 kefal türüne ilişkin boy yasağı sınırlaması bulunmakatadır. Tebliğde boy yasağı değerleri, Mugil soiuy için 35 cm, Oedalechius labeo, Chelon labrosus, Liza ramada ve L. saliens için 20 cm, M. cephalus ve L. aurata için ise 30 cm olarak belirtilmiştir [13]. Ancak, kooperatif kayıtlarında kefal balıkları türlerine göre sınıflandırılmayıp tek bir isim “kefal” olarak değerlendirilmektedir. Bu durum, türlere göre av istaistik sonuçlarının verilememesine neden olmaktadır. Kefal balığı avcılığı düzenlenmesine ilişkin olarak tebliğde ayrıca:

183

Lagün ve dalyan kuzuluklarına gelen yumurtalı kefallerin % 10’unun il müdürlüğü görevlilerinin nezaretinde deniz tarafına salınmasının mecburi olduğu,

Lagün ve dalyan kuzuluklarının çit aralıklarının dik konumda, Akdeniz Yardımcı Burnu’ndan Suriye sınırına kadar olan lagün ve dalyanlarında 1,7 cm, diğer lagün ve dalyanlarda 3 cm’den az olmaması gerektiği,

Lagün ve dalyan ağızlarının açık olduğu tarihlerde ağızdan itibaren 1 mil, kapalı olduğu tarihlerde 500 m yarıçaplı mesafe içerisinde, bakanlıkça verilen izinler hariç su ürünleri ihtisalinin yasak olduğu,

Bafa lagün gölünde yılan balığı hariç, 1 Mayıs-31 Temmuz tarihleri arasında su ürünleri avcılığının yasak olduğu,

Kaldırma ağlarının kurulması ve avcılık faaliyetinde bulunması için bakanlıktan izin alınması gerektiği,

Alamana ağları ile avcılığın, 15 Nisan-31 Ağustos tarihleri arasında yasak olduğu,

Lagünlerde, ışık ve zıpkın kullanılarak su ürünleri avcılığı yapılmasının yasak olduğu belirtilmektedir.

Tablo 1. İzmir ili yıllara bağlı kefal balığı avcılık miktarları [12]

İLÇE Avlanan kefal balığı miktarı (kg/yıl)

2012 2013 2014 Menemen 1200 2350 2150

Dikili 1500 2830 3600 Bergama 1100 950 480 Aliağa 2560 3840 3220 Foça 12400 18800 32500 Urla 870 1050 4090

Karaburun 7750 4150 2500

Çeşme 5100 17440 4215

Seferihisar 1460 1650 1390 Menderes 2300 2400 8100

Güzelbahçe - - 43000 Toplam 36240 45460 105245

Bu maddelerin dışında, tebliğde bazı bölgesel düzenlemelerin de yapıldığı görülmektedir. Özellikle İzmir Körfezi’nin iç körfez olarak adlandırılan kesiminde (Şekil 1), avcılık faaliyetleri yasaklanmıştır ve bu alan kefal balıklarının yoğun bulunduğu alanlardan birisidir. Yasal düzenlemeler incelendiğinde, kefal türlerinin avcılığının sınırlandırılmasına yönelik çalışmaların yapılmış olduğu görülmektedir. Bu noktada en önemli konu yasadışı avcılık faaliyetlerinin engellenmesidir. Özellikle İzmir Körfezi içerisinde yoğun şekilde yasa dışı avcılığın yapıldığı görülmektedir. Bunun sonucunda, yasakların düzenlenmesinin tek başına yeterli çözüm olmadığı, mutlaka etkili bir denetleme mekanızmasının işletilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

Teşekkür

Bu çalışmanın gerçekleşmesi için maddi destek sağlayan Ege Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Başkanlığına (2011/SÜF/013 nolu Proje), sahip oldukları verileri paylaşma konusunda yardımını esirgemeyen Gıda Tarım Hayvancılık İzmir İl Müdürlüğü’ne, bilgi ve katkılarından dolayı Çeşmealtı Balıkçı Kooperatifi Müdürü Güven Konuk’a şükranlarımızı sunarız.

184

KAYNAKLAR

[1] Atay, D., 1985. Deniz balıkları ve üretim tekniği. Ankara Ü. Ziraat Fak. Yayınları: 943, Ders Kitabı No: 268, Ankara.

[2] Bouchot, M.L. 1987. Mugilidae. In: Mediterranee ét mer Noire, Zone de pêche 37, Révision 1, Volume II, Vertebres (ed. W. Fischer, M. Schneider and M.-L. Bouchot), FAO, Rome, pp.1190-1194.

[3] Turan, C., Gürlek, M., Ergüden, D., Yağlıoğlu, D., Öztürk, B., 2011. Systematic Status of Nine Mullet Species (Mugilidae) in the Mediterranean Sea Turkish. Journal of Fisheries and Aquatic Sciences 11: 315-321.

[4] Bilecenoğlu, B., Kaya, M., Cihangir, B., Çiçek, E., 2014. An updated checklist of the marine fishes of Turkey. Turk J Zool., 38: 901-929

[5] Akyol, O., 1999. Homa Dalyanı (İzmir Körfezi) kefal (Mugilidae) türlerinin demekolojisi. E.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi, Bornova, İzmir.

[6] TÜİK, 2011-2015. Su Ürünleri İstatistikleri. Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, Ankara.

[7] Geldiay, R., 1969. İzmir Körfezi’nin balıkları ve muhtemel invasyonları. E. Ü. Monografiler Seri: 11, İzmir.

[8] Çoker, T., Mater, S., 2006. İzmir Körfezi İhtiyoplanktonu (1974-2005) türleri. E.U. Journal of Fisheries & Aquatic Sciences, 23, (3-4): 463-472.

[9] Acarlı, D., Kara, A., Bayhan, B., Çoker, T.,2009. Homa Lagünü’nden (İzmir Körfezi, Ege Denizi) yakalanan türlerin av kompozisyonu ve av verimi. E.U. Journal of Fisheries & Aquatic Sciences, 26 (1): 39-47.

[10] Tokaç, A., Ünal, V., Tosunoğlu, Z., Akyol, O., Özbilgin, H., Gökçe, G., 2010. Ege Denizi balıkçılığı. IMEAK Deniz Ticaret Odası İzmir Şubesi Yayınları, İzmir.

[11] Geldiay, R., Balık, S., 1996. Türkiye Tatlısu balıkları. E.Ü. Su Ürünleri Fak. Yayınları No:46, Ders Kitabı No:16, İzmir.

[12] TCGTHB, 2015. İzmir ili kefal balığı avcılık miktarları. Gıda Tarım Hayvancılık il Müd., İzmir ili avcılık kayıtları 1 S.

[13] TCGTHB, 2012. T.C. Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığı, 3/1 Numaralı Ticari Amaçlı Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen Tebliğ. Tebliğ No: 2012/65, Değişiklik, 2012/68.

185

SUALTI HABERLEŞME VE GÖRÜNTÜLEME SİSTEMLERİNE

ÖRNEK: DS 26-08 PROTOTİPİ

Çetin Kedioğlu1, Deniz Acarlı2

1Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Deniz Bilim. ve Teknolojisi Fak., Çanakkale, Türkiye 2Çanakkale Onsekiz Mart Üni., Gökçeada Uyg. Bilimler YO, Balıkçılık Tek. Böl., Çanakkale, Türkiye

ÖZET

Bu çalışmada, sualtı sektöründe önemli bir yere sahip sualtı haberleşme sistemlerine alternatif ve daha düşük maliyete sahip ilk örnek yapılmıştır. Sualtı haberleşme sistemleri Türkiye’de düşük maliyetle üretilmesi, dalışlarda ve sualtı projelerinde daha yaygın halde kullanılması, projelerin daha kapsamlı ve verimli hal almasını sağlayacağı gibi dalıcılar açısından güvenli ve sağlıklı dalış yapılmasına olanak sağlayacaktır.

Anahtar kelimeler: Dalış, Sualtı haberleşme sistemleri, Kapalı devre görüntüleme

GİRİŞ

Sualtı haberleşme sistemleri dünyada birçok dalgıçlık faaliyetlerinde kullanılmakta, Türkiye’de ise ağırlıklı olarak sanayi sektöründe kullanılmaktadır. Sualtı haberleşme sistemleri yurtdışından ithal edilmekte olup Türkiye’de patenti alınmış ve seri üretime geçmiş haberleşme sistemi bulunmamaktadır. Bu çalışma ile ilk kez Türkiye’de Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesinde tarafımızdan sualtı haberleşme çalışmaları yürütülmeye başlanmıştır. Bu çalışmalarda, DS 26-08 isimli sualtı haberleşme sistemi üzerinde çalışmalar yapılmakta olup, bir prototip haberleşme ve sualtı kapalı devre görüntüleme üretilmiştir. DS 26-08 isimli haberleşme sistemini veya yurtdışında üretilmiş haberleşme sistemlerinin sualtında Full Face Mask (Tam Yüz Maskesi) ile birlikte birçok alanda kullanılması dalgıcın güvenli bir dalış yapmasına imkan sağlayacaktır. Ülkemizde halen, sualtı sanayi sektöründe, sualtı kesim- kaynak, arama-kurtarma, derin dalış, boru montajları, tarama, gemi altı sörveyi gibi birçok alanda bu ekipmanlardan yararlanılmaktadır. Ancak bu ekipmanlar oldukça yüksek maliyetlere ithal edilmektedir. Bu çalışma kapsamında üretilen DS 26-08 sayesinde, özellikle sualtı bilimsel çalışmalarında görüntüleme, tür kompozisyonun tespiti ve sayımı, doğal ve yapay resif alanlarında yapılan çalışmalarda ve akuakültür alanında, balık çiftliklerinde sualtı kontrolleri, ağ kafeslerinin kurulması ve kaldırılmasında, balıkçılıkta av araçları (trol, gırgır, sepet, pinter, uzatma ağları, olta, paragat vb.) ve sualtının doğrudan gözlenmesi ile ilgili çalışmalarda kullanılabileceğini söyleyebiliriz.

MATERYAL VE YÖNTEM

Bu çalışmanın materyalini DS 26-08 isimli (Şekil 1, 2) haberleşme sistemi oluşturmaktadır. Sistem bir adet çanta (suya ve dışarıdan gelebilecek darbelere dayanıklı), güç aküsü (12 Volt) ve Voltaj göstergesi, harici elektrik girişi (220 Volt), ses alıcı-verici elektronik board, entegre hoparlör, entegre mikrofon, ses kablosu bağlantı girişleri, bas konuş buton ve harici mikrofon, ses ayar düğmeleri, harici mikrofon girişi, harici hoparlör çıkışı bulunmaktadır. Kapalı devre görüntü sistemini LCD TFT ekran, güç aküsü (12 Volt) ve harici kamera girişi (USB) bölümlerinden meydana gelmektedir. Bu haberleşme sisteminin bir araya getirilme aşaması yaklaşık olarak iki ay sürmüştür.

186

Şekil 1. Yapım aşaması

Şekil 2. DS 26-08 prototip

TARTIŞMA VE SONUÇ

Tam yüz maskesi, dalış başlıkları ile birlikte kullanılan sualtı haberleşme sistemleri, sualtı ile su üstünün anlık konuşmasına olanak tanıdığı gibi yapılan çalışmalarda kayıt altına alınabilir. Sualtı konuşma sistemine ek olarak kapalı devre görüntüleme sistemlerinin de kullanılması mümkündür. Haberleşme üst ünitesi yurtdışından temin edilmek istediğinde 5.000-49.000 TL arasında değişmektedir. Fakültemizde üretilen prototip haberleşme sisteminin maliyeti ise 1.250 TL gibi çok cüzi bir fiyata imal edilmiştir. Böylece çok geniş bir alanda kullanıma sunulması mümkün olacaktır. Bunlar, sualtı haberleşme sistemlerinin Türkiye’de düşük maliyetle üretilmesi bu sistemlere kolay ulaşılmasını sağlayacak ve kullanımını yaygın hale getirecektir. Ayrıca, iş yükünü azaltacak ve bu sistemle entegre görüntüleme sistemleri sayesinde dalgıç ve/veya dalgıçların, proje yürütücülerinin sualtında yapılacak çalışmaların takibini kolaylaştıracak ve dalgıçların sualtında karşılaşabileceği problemlerinde çözümünde etkin bir rol alacaktır.

Sualtı sanayi sektöründe, yapılan işlerin niteliğine göre, dalgıcın veya yüzeydeki herhangi bir makinanın yönlendirilmesinde önemli bir rol almaktadır. Buna ilave olarak, dalgıcın ve/veya dalgıçların dalış amiri idaresinde kalmalarını sağlayacak ve dalış sağlığı risklerini minimize edecektir. Bir diğer önemli problem dalgıçların sualtındaki bir takım kurallara harfiyen uymamaları (dip zamanı, limitleri, deko zamanı, yeri vb.), beklenmedik kazalar, dalınan ortam (bulanık su, deniz, tatlı su, kirli

187

su, kapalı alan v.b) şartlarındaki elverişsizlikler gibi bir takım iş kazalarının önlenmesine yardımcı olacaktır. Yukarıda bahsettiğimiz sebeplerden dolayı, sualtı haberleşme ve görüntüleme sistemlerinin kullanımı önemlidir. Bu amaçla yapılan prototip, düşük maliyetle üretilmesi hem Ülke ekonomisine katkı sağlayacak hem de sualtı sektörüne kazandırılması ile yaygınlaştırılmış olacaktır.

188

TAM VE YARI KAPALI REBREATHER SİSTEMELERİN TEKNİK

ÖZELLİKLERİ VE KULLANIM AMAÇLARI

Çetin Kedioğlu

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Deniz Bilim. ve Teknolojisi Fak., Çanakkale, Türkiye

ÖZET

Son yıllarda özellikle sualtı çalışmalarında daha uzun dalış ve dip sürelerine ulaşabilmek için birçok farklı teknolojiler geliştirilmektedir. Bunlar içerisinde en fazla dikkat çeken dalış sistemlerinin başında tam ve yarı kapalı Rebreather’lar gelmektedir. Bu çalışma ile tam ve yarı kapalı rebreather sistemleri ve filtreleme kimyasalları hakkında bilgiler derlenmiştir. Ayrıca, risk içeren spor dallarındaki ile bu sistemlerde görülen ölüm oranları ve sayıları kıyaslanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Tam ve yarı kapalı dalış sistemleri, Rebreather, Karbondioksit absorbanları

GİRİŞ

Sualtı dalış teknolojisinde “Rebreather”ın Türkçe karşılığı “yeniden solunabilir hale getiren” şeklindedir. Çalışma prensibi ise soluduğumuz havanın, karbondioksit gazını absorbe eden filtrelerden geçirilerek ve bazı sensörler vasıtasıyla gaz karışımı belirlendikten sonra oksijen veya diğer gazların ilavesi ile tekrar solunabilir hale gelmesine dayanmaktadır. Rebreather sistemlerinin kullanım alanları içerisinde; sportif dalış, teknik derin dalış, bilimsel araştırmalar, ticari dalgıçlık, askeri operasyonlar, sualtı fotoğraf ve videoculuğu sayılabilir. Açık devre (SCUBA) dalış sisteminde solunum sadece tüp içerisindeki havanın alınıp bir kısmı kullanıldıktan sonra dış ortama bırakılması üzerine kurulmuştur. Tam veya yarı kapalı devre sistemlerinde ise alınan hava dış ortama kısmen veya bırakılmadan tekrar kullanımını sağlamaktadır. Örneğin deniz seviyesinde (1 ATA basınçta) her nefes alışımızda havanın içerisinde bulunan oksijenin % 29’lık bir kısmını kullanılmakta ve geriye kalan kısmı da dışarıya salmaktayız. Otuz metre derinlikte (4 ATA basınçta) ise solunulan oksijenin yalnızca % 24 kullanılmaktadır ki buda büyük bir kayıptır. Kapalı devre sistemlerin diğer sistemlere göre en büyük avantajı; solunum sistemimizden körüklü hortumlar sayesinde yeniden kapalı sistem içerisine alınan havanın filtrelenerek ve oksijen ile zenginleştirilerek tekrar kullanılabilmesini sağlamasıdır. Böylece dalgıcın SCUBA’ya oranla dört kat daha uzun dalış süresine ulaşması sağlanır. Ayrıca bu sistemlerin daha uzun sıfır dekompresyon limitleri sunması ve sıcak-nemli hava sağlaması tercih sebeplerindendir 1].

MATERYAL VE YÖNTEM

Kapalı devre dalış sistemlerini üç ana başlık altında toplayabiliriz. Bunlar, yalnız saf oksijen ile kullanılan, yarı kapalı ve tam kapalı sistemlerdir.

Yalnız saf oksijen (%100) ile kullanılan rebreather

Yalnız saf oksijen ile kullanılan (oksijen rebreather) sistemde dalgıcın metabolizmasında harcadığı oksijen kadar sistem içerisine saf oksijen takviyesine dayanır. Bu sistemde sadece saf oksijen kullanılmasından dolayı oksijenin kısmi basıncının yüksek veya az olması bazı riskler doğurabilir.

189

Beyin ve vücut dokularında oksijen miktarının azalması, hipoksi veya oksijenin kısmi basıncının artmasından dolayı “Merkezi Sinir Sistemi Oksijen Zehirlenmesi” görülebilir 2, 3].

Kapalı devre sistemler

Kapalı devre sistemler sığ ve derin sularda kullanılabilecek şekilde tasarlanmıştır. Bu sistemlerde kullanılan solunum gazı bir döngü içerisinde tekrar kullanıma alınır. Elektronik donanıma sahip sistem sensörleri sayesinde devamlı ölçümler yaparak elektronik valf sistemleri sayesinde dalınan derinliğe ve dalgıcın kullanıma bağlı olarak özel yazılımları sayesinde sistem oksijen yüzdesini dalınan derinliğe göre ayarlar. Kapalı devre sistemlerde, dalınılacak derinliklere göre nitrox (oksijen+nitrojen), heliox (oksijen+helyum) ve trimix (oksijen+nitrojen+helyum) gibi karışım gazları da kullanılabilir. Bu sistemlerde derinlik limitleri yüksek olması ve herhangi bir teknik arıza ile karşılaşılabileceğinden acil durumlar için yedek bir açık devre hava kaynağı bulundurmak mecburidir. Böylece kapalı devre sistemleri acil durumlarda değişken regülatörleri sayesinde açık devre şeklinde de kullanılabilirler.

Yarı kapalı sistemler

Yarı kapalı sistemler içerisine devamlı karışım gazlarının verilmesi prensibine dayanmaktadır. Karışım gazları, sistem içerisine zamana bağlı olarak dakika/litre ölçütü ile verilmektedir ve kullanılan karışım gazlarının niteliğine göre dalış limitleri belirlenir. Kapalı devre sistemlerinden farkı kullanılan solunum gazının belli aralıklar ile dış ortama bırakılmasıdır. Yarı kapalı sistemler kapalı devre sistemlerdeki gibi nitrox (oksijen+nitrojen), heliox (oksijen+helyum) veya trimix (oksijen+Nitrojen+helyum) karışım gazları ile kullanılabilmektedir.

Rebreather sistemlerinde ilk basamağını oluşturan gaz filtre yapısı

Karbondioksit absorbanları, tam ve yarı kapalı devre dalış sistemleri içerisinde önemli yere sahiptir. Absorban granülleri, bir tavan ve bir taban kısmından oluşan metal parçalar arasına sıkıca yerleşen bir veya iki adet kanisterin içine yerleştirilir ve filtre edilecek gazın buradan geçmesi sağlanır. Filtre içinden geçen karışım gazı içerisindeki karbondioksit kimyasal absorban (soda lime veya bora lime) sayesinde tutulur. Karbondioksit kimyasal absorbanlarının içerikleri;

SODALIME % 80-88 CaOH (kalsiyum hidroksit ) % 3,5-4 NaOH (sodyum hidroksit) % 14-15 H2O (su) 2].

BARALYME % 80 CaOH (kalsiyum hidroksit) % 20 BaOH (baryum hidroksit) 4, 5, 6].

Bugün tüm dünyada en çok kullanılan CO2 absorbanları sodalime ve baralyme’dır. Sodalime silika eklenmesi ile sertliği artar, sodyum hidroksit tuzlarının inhalasyonu azalır. Baralyme, yapısında kristalizasyon suyu içerdiğinden silika eklenmeden de serttir. Her iki absorbana karbonik asit oluşumunda ideal şartları sağlamak için fazladan su eklenir. CO2 kimyasal olarak su ile birleşerek karbonik asit oluşturur. CO2 absorbanları karbonik asidi nötralize edebilen hidroksit tuzları içerir. Silikat eklenmesi ile karışımın sertliği artırılır. Böylece alkali tozları minimale indirilir. Her 100 g absorban 26 litreye kadar CO2 absorbe etme yeteneğine sahiptir 2, 3, 4, 7, 8].

Tüm absorbanların CO2’i absorbe etmelerinden sonra sistemin ikinci basamağında oksijen sensörleri vasıtasıyla ölçülen değere göre sistem içerisine saf oksijen enjekte edilmektedir. Fakat bu aşama tam kontrollü olmalıdır aksi takdirde dalacı üzerine saf oksijenin zararlı etkileri oluşabilir. Aşağıdaki Tablo 1’de farklı kısmi basınca sahip oksijenin insan vücudu üzerine etkileri verilmiştir 9].

190

Tablo 1. Farklı kısmi basınçtaki oksijenin insan vücudu üzerine etkileri

PO2 (bar) Uygulama ve Etkisi <0,08 Koma ve ölüme yol açan sonuç

0,08-0,10 Çoğu insanda bayılma 0,09-0,10 Ciddi bulgular / hipoksi belirtileri (beden dokularında oksijen oranının azalması) 0,14-0,16 İlk işaretler / hipoksi belirtileri (bazı çok normal ortam oksijen yüksek irtifa alanlarında)

0,21 Normal ortamdaki oksijen (deniz seviyesi ) 0,35-0,40 Normal dalış doygunluğu PO2 seviyesi

0,50 Tüm vücut etkileri için eşik; Dalışta maruz kalınan maksimum doyma 1,0-1,20 Sportif kapalı devre orta aralık set noktasına

1,40 Açık devre alt sektörü için önerilen sınır 1,60 NOAA dalgıç için çalışma limiti / dekompresyon için dinlenme / teknik sınırı 2,2 Ticari / askeri yüzey dekompresyon odası 12 msw, % 100 O2 2,4 Basınç odası tedavisinde kullanılmak üzere nitrox gazı 50 msw % 40 O2 2,8 Basınç odasında kullanılmak üzere tedavi gazı 18 msw, % 100 O2 3 Basınç odasında kullanılmak üzere nitroks tedavi gazı 50 msw, % 50 O2

Fock tarafından 2013 yılında yapılan bir araştırmada tehlikeli sayılabilecek halatlı atlama (bungee jumping), paraşütle atlama, yelken kanat uçuşu ve at binme gibi spor dalları ile kapalı devre rebreather dalış sistem aktiviteleri arasında bir kıyaslama yapılmıştır 10] (Tablo 2).

Tablo 2. Çeşitli yüksek riskli spor ölüm oranlarının karşılaştırması 10]

Spor Etkinlik başına ölüm 100.000’de aktivite başına ölüm Halatlı Atlama 1/2.317 atlama 43,16 Kapalı devre (CCR) 1/18.750 dalış 5,33 Paraşütle Atlama 1/101.000 atlama 0,99 Yelken Kanat Uçuşu 1/116.000 uçuş 0,86 At Binme 1/175.418 binme 0,57

TARTIŞMA VE SONUÇ

Kapalı devre dalış sistemlerini genel olarak avantaj ve dezavantajlarını değerlendirecek olur isek düşük gaz kullanımı, dekompresyon süresinin uzatılması, sessiz çalışma, derinlik limitlerini arttırma gibi avantajlar sıralanabilir. Dezavantajları veya riskleri ise dalış sistem ve ekipmanlarının pahalı olması, iyi bir eğitim ve disiplinli kullanım gerektirmesi, filtrelerin ve oksijen sensörlerinin belirli bir zaman sonra değiştirme zorunluluğudur.

Teşekkür

Bu çalışmanın hazırlanmasında katkılarından dolayı Prof. Dr. Olcay Hisar’a teşekkürler.

KAYNAKLAR

1] Rebreather Turkey, 2015. http://www.rebreatherturkey.com (erişim: 20 Ekim, 2015)

2] KNGMED, 2015. http://www.kngmed.com/index.php?option=com_content&view=article&id=9&Itemid=14 (erişim: 20 Ekim, 2015)

3] TIPLOPEDİ-Tıp ansiklopedisi, 2015. http://www.tiplopedi.com/Karbondioksit_(CO2)_absorbanlar%C4%B1 (erişim: 20 Ekim, 2015)

4] Morgan, G.E., Mikhail, M.S., Murray, M.J. 2004. Klinik Anesteziyoloji (3. Baskı). (Çev: M. Tulunay, H., Cuhruk), Güneş Kitabevi, Ankara.

191

5] Baum, J.A., 2002. Düşük akımlı anestezi, minimal akımlı ve kapalı sistemle anestezide kuram ve uygulama. (Çev: E.,Tomatır) Nobel Tıp Kitapevleri, İstanbul.

6] Saunders Kapsamlı Veteriner Sözlük, 2007. (3 ed.), Elsevier, Inc.

7] Barash, P.G., Cullen, B.F., Stoelting, R.K., Günaydın, B., Demirkıran, O., 2012. Klinik Anestezi. Nobel Tıp, İstanbul.

8] Prof. Dr. Geylan Işık (homepage), 2015. http://sahiner.8m.com/OPIOIDLER%20VE%20ANESTEZI.htm (erişim: 20 Ekim, 2015)

9] NOAA Diving Manual, 2002. Diving for Science and Technology (4th ed.), USA.

10] Fock, A.W., 2013. Analysis of recreational closed-circuit rebreather deaths 1998-2010. Diving and Hyperbaric Medicine, 43 (2): 78-85.

192

BALIKÇI GEMİLERİNİN EMNİYETİNE İLİŞKİN

ULUSLARARASI DÜZENLEMELER

Ejbel Çıra Duruer, Şule Şumlu

Sahil Güvenlik Komutanlığı, Dikmen Cad., Merasim Sok., No:10, Bakanlıklar, Ankara, Türkiye

ÖZET

Ticari balıkçılık en tehlikeli insan aktiviteleri ve en az emniyetli meslekler arasında gösterilmekte olup kaza sayısı yılda yaklaşık 24.000 olarak rapor edilmektedir. Balıkçı gemilerinin emniyeti uzun yıllardır Birleşmiş Milletler Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO)’nün çalışma alanları içinde yer almakla birlikte konuya ilişkin ilk uluslararası sözleşme 1977 tarihli “Balıkçı Gemilerinin Emniyetine İlişkin Torremolinos Sözleşmesi” dir. 1977 “Torremolinos Sözleşmesi” ile lgili “1993 Protokolü” hükümlerinin uygulanmasına ilişkin “Cape Town Anlaşması” ise 2012 yılında kabul edilmiştir. Dünya üzerinde 30 milyondan fazla balıkçı vardır ve bunların yaklaşık 15 milyonu balıkçı gemilerinde tam zamanlı olarak çalışmaktadır. Ülkemizde ise 33.000’den fazla kişi balıkçılık ile uğraşmaktadır. Bu çalışmada, balıkçı gemilerinin emniyetine ilişkin uluslararası düzenlemeler, Avrupa Birliği (AB) mevzuatı ve AB’ye üyelik sürecinde ülkemizdeki uygulamalar incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Balıkçılık, Uluslararası sözleşmeler, Balıkçı gemilerinin emniyeti

193

ULUSAL YAPAY RESİF PROGRAMI

EDREMİT KÖRFEZİ YAPAY RESİF PROJESİ

Altan Lök, Aytaç Özgül

Ege Üniversitesi, Sualtı Araştırma ve Uygulama Merkezi, Urla, İzmir, Türkiye

ÖZET

Yapay resifler, balıkçılık yönetiminde bir araç olarak uzun yıllardır kullanılmaktadır. Türkiye’deki ilk kayıtlı uygulamalar da1989 yılında başlamıştır. İlk bilimsel çalışma ise 1991 yılında gerçekleştirilmiştir. Yapay resiflere olan ilgi hızla artmış ve 2010 yılına gelindiğinde, tüm Türkiye denizlerine yayılmış 40 a yakın yapay resif projesi gerçekleştirilmiştir.

Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü bu gelişmeleri dikkate alarak 2009 yılında konuyu “Ulusal Yapay Resif Mastır Planı” hazırlama boyutuna taşımıştır. Bu Plan çerçevesindeki ilk pilot proje ise Edremit Körfezi’nde Eylül 2011 ve Şubat 2013 tarihleri arasında tamamlanmıştır.

Bu çalışmada, Edremit Körfezi Yapay Resif Projesi’nin amacı, kullanılan malzeme ve tasarımlar, yerleştirme planı ve alanda yürütülen çalışmalar hakkında bilgiler verilmesi amaçlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Yapay resif, resif tasarımı, Edremit Körfezi, Ege Denizi

GİRİŞ

Son yirmi yıl içinde, farklı amaçlar için yapay resif kullanımı dünya çapında büyük oranda artış göstermiştir 1]. Yapay resifler 1980’li yıllara kadar balık üretimini arttırmak için inşa edildi. Son yıllarda ise su kalitesini geliştirme 2] ve ekosistemi yenileme 3] gibi çevreci ve korumacı konular, yapay resif projelerinin amaçlarının belirlenmesinde öncelik kazanmaktadır.

Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri, dünyada en eski uygulamalara sahip, en iyi yazılı metinlerin bulunduğu ve yapay resif uygulamalarının en yoğun yapıldığı iki ülkedir 4]. Avrupa’daki resif çalışmaları ise son 30 yılda gelişmiş olup, her ülke yapay resif kullanımında farklı ihtiyaç ve yaklaşımlara sahiptir 5].

Türkiye’deki ilk bilimsel yapay resif projesi 1991’de başladı. Bu projede ulaşılan başarı, resif uygulamalarına ilgiyi çekti ve yerel yönetimler, balıkçı kooperatifleri ve üniversiteler arasında ortak projelerin başlamasına yol açtı 6].Yapay resiflere olan ilgi hızla artmış ve 2010 yılına gelindiğinde, tüm Türkiye denizlerine yayılmış 40’a yakın yapay resif projesi gerçekleştirilmiştir.

Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü bu gelişmeleri dikkate alarak 2009 yılında konuyu “Ulusal Yapay Resif Mastır Planı” hazırlama boyutuna taşımıştır. Bu Plan çerçevesindeki ilk pilot proje ise Edremit Körfezi’nde Eylül 2011 ve Şubat 2013 tarihleri arasında tamamlanmıştır. Bu projenin amaçları, biyolojik çeşitliliği korumak ve küçük ölçekli balıkçılığı desteklemek olarak belirlenmiştir.

194

MATERYAL

Yapay resif alanı

Edremit Körfezi, Türkiye’nin kuzey Ege Denizi sahillerinde yer alan, kuzeyde Babakale, güneyde ise Ayvalık ve Adaları ile sınırlandırılmaktadır. Körfezin açıldığı batı yönünde ise Midlli Adası yer almaktadır. Yapay resif alanları, Körfezin kuzey kıyısında yer alan, batıda Küçükkuyu, ortada Altınoluk ve doğuda Güre kasabaları sahillerinde yer almaktadır (Şekil 1).

Şekil 1. Yapay resif alanı

Yapay resif tasarımları

Projede iki farklı tasarımda yapay resif ünitesi kullanılmıştır. Bunlardan ilki üretim amaçlı resif tasarımı (Şekil 2) olarak tanımlanan, dairevi pencereleri olan kübik yapılı resif ünitesidir. Bu tasarım, barındırdığı pencereler, yarattığı karanlık alanlar ve düz yüzey alanları ile fito ve zoo bentik canlılar ile balıklar için uygun yaşam ortamı sağlamaktadır. Bu ünitelerin 30 adedinin serbest düşme ile yerleştirilmesi sonucu oluşan kümeler, farklı biyolojik ve çevresel ihtiyaçlara sahip pek çok canlı için uygun ortamlar sağlamaktadır.

Şekil 2. Üretim amaçlı yapay resif üniteleri ve inşa aşamaları

Projede kullanılan diğer resif tasarımı ise koruma amaçlıdır (Şekil 3). Koruma amaçlı resif tasarımları, Posidonia oceanica gibi hassas ekosistemleri veya üretim amaçlı resif alanlarının yakın çevresini,

195

yasadışı avcılık faaliyetlerinden (özellikle yasadışı dip trollerinden) korumak için kullanılır. Bu projede koruma amaçlı resifler, üretim amaçlı resif alanını yasadışı balıkçılık faaliyetlerinden korumak için kullanılmıştır.

Şekil 3. Koruma amaçlı yapay resif üniteleri ve inşa aşamaları

Yerleştirme planı

Edremit Körfezi Yapay Resif Projesi çerçevesinde toplamda 7 farklı dikdörtgen alanda (Şekil 1), her biri 30 adet beton bloktan oluşan 115 adet resif kümesi bulunmaktadır (Şekil 4). Yaklaşık 10 km’lik alanı kaplayan alan kıyıya paralel olarak uzanmakta ve 17 – 32 m arasındaki derinlikleri içermektedir.

Şekil 4. Yerleştirme planı

SONUÇ

Edremit Körfezi Yapay Resif Projesi, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yapılmış ve Kalkınma Bakanlığı tarafından finansmanı sağlanmıştır. Yaklaşık 1,5 yılda tamamlanan proje, Türkiye kıyılarında toplam hacim bakımından en büyük proje olmasının yanında, Marsilya’daki yapay resif projesi ile Akdeniz’in en büyük projesi olma onurunu paylaşmaktadır.

Toplamda yaklaşık 7000 adet yapay resif bloğu içeren projenin toplam maliyeti 6 milyon TL civarında gerçekleşmiştir.

Projenin amaçlarına ulaşıp ulaşmadığını tespit için 2013 yılında izleme projesi başlatılmıştır ve izleme çalışmalarının 2017 yılının sonuna kadar (5 yıl) devam ettirilmesi hedeflenmiştir.

196

KAYNAKLAR

1] Seaman Jr., W., Sparague, L.M., 1991. Artificial habitat practices in aquatic systems. In Seaman Jr. W., Sparague, L.M.(Eds.), Artificial Habitats for Marine and Freshwater Fisheries. Academic Press, pp.1-29.

2] Angel, D.L., Spanier, E., 2002. An application of artificial reefs to reduce organic enrichment caused by net-cage fish farming: preliminary results. ICES Journal of Marine Science, 59: 324-329.

3] Rilov, G., Benayahu, Y., 2000. Fish assemblage on natural versus vertical artificial reefs: the rehabilitation perspective. Marine Biology, 136: 931-942.

4] Stone, R.B., McGurrin, , J.M., Sprague, L.M., Seaman Jr., W., 1991. Artificial habitats of the world: synopsis and major trends. In Seaman Jr. W., Sparague, L.M.(Eds.), Artificial Habitats for Marine and Freshwater Fisheries. Academic Press, pp.31-60.

5] Jensen, A., 2002. Artificial reefs of Europe: perspective and future. ICES Journal of Marine Science, 59: 3-13.

6] Lök, A., Metin, C., Ulaş, A., Düzbastılar, F.O., Tokaç, A., 2002. Artificial reefs in Turkey. ICES Journal of Marine Science, 59: 192-195.

197

BALIKLAR AĞDAN KAÇTIKTAN SONRA YAŞAR MI?

F. Ozan Düzbastılar

Ege Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, 35100 Bornova, İzmir, Türkiye

ÖZET

Ağdan kaçan balıkların %100’ünün yaşadığı kabul edilir ve stok tahmin çalışmaları yapılırken, ağdan kaçan balıklarla av sahasında yakalanmayan balıklar aynı grupta değerlendirilir. Ancak gerçekte durum farklıdır, çünkü balıklar ağdan kaçışları sırasında ağ gözlerine sürtünerek geçerken sürtünme etkisiyle derilerinde meydana gelen yaralanmalar sonucu vücutlarında oluşan ikincil enfeksiyonlardan dolayı ölürler. Bazıları da trol gibi av araçlarının torba kısmındaki baskı ve yaralanmalar sonucu ölür. Av sırasında av aracından kaçan balıklara ait ölüme veya oransal değere; kaçış mortalitesi veya ölüm oranı denmektedir. Bir başka ifadeyle, ağdan kaçan balıkların hangi oranlarda yaşadığı sorusuna da yaşama oranı kavramı ile cevap verilmektedir. Yapılan çalışmalarda ortak amaç yavru ve küçük bireylerin kaçışına izin vererek balık stoklarının verimli bir biçimde kullanılmasına katkı sağlamaktır. Son 45 yıldır gırgır, pelajik ve demersal trol, galsama ağları ve tuzaklarla ilgili kaçış mortalitesi çalışmaları İngiltere, İskoçya, Rusya, Norveç, Finlandiya, İzlanda, ABD, Avustralya ve Türkiye’de yapılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Kaçış mortalitesi, Yaşama oranı, Avcılık, Ağdan kaçış, Trol

GİRİŞ

Balıkçılık yönetiminin temel sorunlarından birisi, zamanla sömürülen balık stokları üzerindeki av baskısını tahmin etmektir. Popülasyondaki -balıkçılık kaynaklı ölümleri- (F) tespit etmek için çok farklı bileşenleri bir arada düşünmek zorunluluğu vardır. Bu amaçla sekiz farklı bileşen tanımlanmıştır 1]. Bunlar: FC, ticari ve sportif balıkçılığın avladığı miktar (catch mortality), FB, eksik ya da hatalı rapor edilen ile rapor edilmeyen av miktar (misreported catch mortality), FD, av bittikten sonraki ıskarta ölüm miktarı (discard mortality), FE, av aracından kaçtıktan sonra ölen miktar (escape mortality), FO, ağ tekneye alındıktan sonra ölen ve denize atılan miktar (drop out mortality), FG, hayalet avcılık miktarı (ghost fishing mortality), FA, av aracından kaçmaya çalışan canlıların ölüm miktarı (avoidance mortality), FH, av sırasında av takımının habitata zarar vermesiyle ortaya çıkan ölüm miktarı (habitat degradation mortality) olarak tanımlanmıştır. Bunların dışında, balıkçılık ölümlerinin ana nedenlerinden farklı olarak alt sebeplerin de olabileceği kanısına varılmıştır. Bunlar ise; FP, predatörlerin (kuşlar, deniz memelileri, diğer balıklar vb.) neden olduğu ölüm miktarı (predation mortality) ve FI, ikincil enfeksiyonlardan ileri gelen ölüm miktarı (infection mortality) olarak belirtilmiştir 1].

Balıkçılık yönetiminde avcılığa sınır getirilmesi balıkçılıktan kaynaklanan ölümü kontrol edebilir. Balıkçılığın neden olduğu ölümleri hesaplamak için farklı yöntemler kullanılmaktadır. Önemli olan balık stoklarından çekilen miktar ile hesaplanan miktar arasında fark olmamasıdır ki bu da mümkün olamamaktadır. Bu farkın nedenleri arasında su ürünleri istatistiklerinin gerçeği yansıtmaması, yasal olmayan avcılık, balıkların karaya çıkarılmaları sırasında eksik veya hatalı yapılan bildirimler, hayalet avcılık ya da ıskarta ürün sayılabilir 2, 3, 4, 5]. İnsan kaynaklı tüm bu faktörlerin neden olduğu ölümler; -hesaplanamayan ölümler- olarak ifade edilmektedir.

Doğadaki popülasyonlar arasında meydana gelen çeşitli ölüm nedenleri (predetasyon, kanibalizm, hastalık, yaşa bağlı ölüm, yumurtlama stresi, açlık, kirlilik, doğal afet ve kazalar) -doğal ölümler- (M)

198

olarak adlandırılır. Sonuçta toplam ölümler (Z) insan kaynaklı ve doğal ölümlerin bir bileşkesidir (Z=F+M) 4, 5].

Balıkçılıktan kaynaklanan ölümlerin azaltılması için yıllardır bilim insanları çeşitli çalışmalar yapmıştır. Özellikle av araçlarının en büyük sorunlarından birisi yan av (by-catch) ve ıskarta (discard) üründür. Örneğin, karides ve dip trolü avcılığında her yıl yan avın (by-catch) dörtte biri (7,3 milyon ton) ıskarta olarak denize atılmaktadır 7].Burada yan av; diğer türlerin hedef tür ile birlikte avlanması sonucu ortaya çıkmaktadır ki bu türler hedef türe göre genelde daha az ekonomik değer taşıdığı gibi ekonomik değeri yüksek olup pazara da sunulabilir. Yan avın bir kısmı da avlanabilir asgari boyun altındaki bireylerden oluşmaktadır. Bu bireyler yasal olarak pazarlanamadığı için denize atılarak ıskarta edilir ve bu da hesaplanamayan balık ölümleri adı altında incelenir.

Balıkçılıktan kaynaklanan ölümleri azaltmak için bir yol da av aracından kaçan veya yakalanan ve daha sonra denize bırakılan canlıların hangi oranlarda yaşayabildiği olgusunu cevaplayabilmek ve mümkün olduğu kadar fazla türü yaşatmaktır (Şekil 1). Av aracıyla yakalandıktan sonra ıskarta kabul edilip denize bırakılan canlıların yaşayıp yaşayamadıkları sorusunu cevaplayabilmek için –ıskarta mortalitesi- üzerine araştırmalar yapılmaktadır. Avcılık sırasında herhangi bir şekilde av aracından kaçan bireyler için de –kaçış mortalitesi- üzerine çalışmalar yapılmaktadır. Her iki ölüm nedenini araştırmak için yüzlerce çalışma yapışmış ve 120’den fazla tür incelenmiştir. Bunlar arasında midyeler, kafadanbacaklılar, kabuklular, derisidikenliler, keskisolungaçlılar, sürüngenler ve kemikli balıklar sınıflarına ait yüzlerce tür vardır 8]. Balıkçılıktan kaynaklanan ölümlerin nedenlerini ve sonuçlarını araştırmak için yapılan çalışmalar dip (demersal) ve pelajik türler olarak incelenebilir. Demersal türlerin avcılığı için son derece verimli bir av aracı olan dip trol ağlarında çalışmalar daha çoktur 9, 10, 11]. Ancak diğer av araçları da (ortasu trolü, gırgır, galsama ağları vb.) bilim insanları tarafından kaçış mortalitelerini hesaplamak amacıyla çalışılmaktadır 12].

Şekil 1a. Yakalandıktan sonra denize bırakılan balıklar (ıskarta) b. Trolün ağ gözlerinden kaçan balıklar c. Trol ağının içine girmeden kaçan balıklar

Ağlardan kaçan balıkların hangi sebeplerden ötürü öldükleri sorusunu cevaplamak son derece zordur. Öncelikle ağdan kaçan balıkları bir başka ağ ile tekrar yakalamak zorunluluğu vardır. Bu ağ kaçan balıklara zarar vermeden sualtında bir süreliğine tutsak edilmelerine olanak sağlayacak boyutta ve hacimde olmalıdır. Balıkadamlar tarafından belli süre ve periyotlarda ziyaret edilerek balıklarda meydana gelen deformasyonlar ve ölümler tespit edilir (Şekil 2). Bu ölümlerin ise birçok faktörün etkisiyle meydana geldiği bilinmektedir 13].

199

Şekil 2a. Örtünün trol torbasından çıkarılması b. Örtünün zemine sabitlenmesi c. Örtünün gözlem için balık kafesi olarak kullanılması

YAŞAMA ORANINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER

Bilim insanları son 45 yıldır balıkların veya diğer türlerin av araçlarından kaçmalarıyla ilgili soru işaretlerini çözmeye çalışmaktadırlar. Balıklar ağdan kaçtıktan sonra yaşayabilir mi? sorusu cevaplaması çok zor bir sorudur. Özellikle ekonomik değeri yüksek türleri yakalamak için kullanılan dip trol ağları, yaşama oranı çalışmalarının en fazla yapıldığı av aracı olmuştur. Ağdan kaçan balıkların ölümlerini etkileyen bazı faktörler olduğu araştırmacılar tarafından belirlenmiştir.

Türün yaşama oranına etkisi

Çalışmalarda farklı türlerin birbirine oranla ağdan kaçarken geçirdikleri mekanik, fiziksel ve fizyolojik etkilere daha dayanıklı oldukları bilinmektedir. Özellikle pelajik, bento-pelajik ve demersal türlerin kaçış sırasında ve sonrasında gösterdikleri davranışlar çok farklıdır. Örneğin; dip trol ağlarından kaçan Gadus morhua türüne ait ölüm yokken (%100) 10] Merlangius merlangus türü için yaşama oranı (%73) olmuştur 14]. Benzer bir sonuç Diplodus annularis için ölüm ihmal edilebilir düzeyde olmasına rağmen, küçük pisi balığı Arnoglossus laterna türünde ağdan kaçtıktan sonra yaşayan birey yoktur 11]. Türün pelajik olması yaşama oranlarını etkileyen bir başka faktördür. Özellikle Clupea harengus gibi bazı küçük pelajiklerle yapılan çalışmalarda %70-100 arasında kaçış mortalitesi tespit edilmiştir 16]. Buna karşın diğer pelajiklerde (Coregonus albula, Theragra chalcogramma vb.) yaşama oranı %50’lere yakın bulunmuştur 17, 18]. Bazı yassı balık türlerinde (Pseudopleuronectes americanus, Limanda ferruginea, Hippoglossoides platessoides vb.) düşük mortalite (<%10) tespit edilmesine rağmen 19, 20], bazı yassı balık türlerinde (A. laterna) ölüm oranı daha yüksek olmuştur 15]. Türün davranış özelliği, vücut şekli ve yapısı, yüzme hızı, dayanıklılığı gibi özellikleri ağdan kaçarken yaşama şansını etkileyen değişkenlerdir. Bu konuyla ilgili çalışmaların çoğu Melanogrammus aeglefinus, M. merlangus ve G. morhua türlerinin dahil olduğu gadoidler üzerine Baltık veya Kuzey Denizi’nde yapılmıştır 21, 22, 16, 9, 10]. Akdeniz’de ise benzer çalışmalarda (dip trol ağıyla-40 mm kare torba) yapılan denemelerde yaşama yüzdeleri şu şekilde hesaplanmıştır: Mullus barbatus (95,1), Spicara maena (96,5), D. annularis (100), Pagellus erythrinus (100) ve Serranus hepatus (96,7) 11]. Farklı türler için yürütülen yaşama oranı çalışmalarında genel olarak boy, yaşama oranını etkileyen önemli bir faktör olmuştur. Bunun yanında birçok çalışmada aynı tür için yapılan benzer denemelerde kaçış mortalitesi değerleri arasında tam olarak açıklanamayan yüksek varyasyon saptanmıştır 16, 23, 24].

200

Ağ göz boyutu ve şeklinin yaşama oranına etkisi

Bu çalışmalarda genel beklenti, trol torbasının ağ göz boyutunun artmasıyla, yaralanma ve ölümün azalacağı şeklindedir (Şekil 3). Daha büyük ağ gözleri balıkların zorlanmadan ve hasar almadan ağdan geçmelerini sağlar 13]. Ağ göz büyüklüğü ile ölüm oranları arasında ters ilişki vardır 14, 24, 25]. Ancak yine de ağ göz boyutu ile torbadan kaçan balıkların yaşama oranları arasında pozitif bir ilişki açıklanamamıştır. Bu durum ağ göz boyutunun balık ölümlerinde etkisiz olduğu anlamına gelmemekle beraber, diğer faktörlerle birleşince etkisinin olabileceği öne sürülmektedir 13]. Araştırıcılar farklı göz şekli ve büyüklüklerinin yaşama oranlarına olan etkisini incelemişlerdir. Örneğin; M. aeglefinus ve M. merlangius bireylerine ait yaşama oranlarını deneme grupları için sırasıyla; % 48-67 ve % 52-60 (70 mm torba), % 79-82 ve % 73-78 (90 mm torba), % 73-83 ve % 67-77 (100 mm torba), % 85-89 ve % 83-86 (110 mm torba) olarak tespit etmişlerdir 14].

Şekil 3. M. barbatus bireylerinin rombik ağ gözlerinden geçerek ağdan kaçmaya çalışması

Ağ göz şekli, boyutuna göre daha önemli bir faktör olarak tanımlanmaktadır 13]. Örneğin; M. aeglefinus ve M. merlangius türleri için yapılan çalışmada kare gözlü torbadan kaçanlar rombik gözlü torbaya göre daha düşük ölüm oranı vermişlerdir 21, 25]. Akdeniz’de S. hepatus türü için 40 mm kare ve 40 mm nominal rombik gözlü torbadan kaçan bireylere ait ortalama mortaliteler sırasıyla %17,1 ve %1,9 olarak bulmuştur 24]. Akdeniz’de M. barbatus için 40 mm kare gözlü ağ için yaşama oranı %95,1’ken, 40 mm rombik gözlü torbayla yapılan denemelerde bu değer %81,2 olmuştur 11]. Bunun nedeni çekim sırasında rombik gözlerin kareye göre daha çok kapanması ve balıkların kaçışına izin vermemesidir 13].

Balık boyunun yaşama oranına etkisi

Araştırıcılar balıkların ağdan kaçışından kaynaklanan mortalite ile balık boyu arasındaki ilişkiyi tam olarak ispat edemeseler de genel gözlem ölümün balık boyu arttıkça azaldığı yönünde olmuştur 13]. Örneğin; M. aeglefinus türü için yapılan trol denemelerinde, torbadan kaçan küçük bireyler büyük bireylere göre daha yüksek ölüm oranına sahip olmuştur 4, 10, 24]. Son yıllarda yapılan çalışmalarda balık ölümlerinin genelde küçük ve erginliğe ulaşmamış bireylerde yoğunlaştığı kanısına varılmıştır 26, 13]. Bazı yaşama oranları çalışmalarında balık boyu ile ölüm arasındaki önemli bir ilişki olmadığını ifade etmişlerdir 23]. Ancak balıkların yaralanmaları ve balık boyu ile ters ilişki olduğu farklı araştırıcılar tarafından saptanmıştır 14, 10, 24].

Diğer taraftan, büyük bireylerin ağdan geçerken zorlanıp yaralanmaları mantığa daha yakın gelmektedir. Ancak büyük boylu bireylerin daha yüksek ölüm oranına sahip olduğunu belirleyen

201

çalışmalar son derece azdır 9, 27]. Birçok çalışma yaralanmalar ile balık boyu arasında ters ilişki olduğunu göstermiştir 9, 28, 29, 30]. Küçük bireylerde yüksek düzeyde yaralanmalar oluşmaktadır. Bu bireylerin yüzme yeteneklerinin ve fiziksel dayanımlarının büyük bireylere göre daha düşük olması ağdan kaçış sırasında tükenmelerine, daha fazla pul ve deri kaybına uğramalarına neden olmaktadır 24, 28, 29]. Ancak bazı çalışmalar vücut büyüklüğü ile deri yaralanmaları arasında ikna edici bir ilişki kuramamıştır 18, 22, 23].

Kaçış mortalitesini etkileyen bir başka faktör ise yaştır. Yaş grupları arasında ölüm oranları arasında fark olup olmadığına ilişkin çalışmalar yapılmıştır. Özellikle yavaş büyüyen M. aeglefinus ve M. merlangius türleri için yürütülen çalışmada 1 yaş grubunda kondisyonu iyi olan bireyler, 2 yaş gurubunda daha az kondisyona sahip bireylere göre yüksek yaşama oranı vermişlerdir. Bu nedenle sadece boy değil, balığın yaşı ve kondisyonu da son derece önemlidir 13, 14, 24, 31].

Deri yaralanmasının yaşama oranına etkisi

Balıkların derilerinin yaşamları için son derece önemli olduğu çok iyi bilinmektedir. Mekanik koruma, osmoregülasyon kontrolü, patojenlerden koruma, iletişim kurma, deri duyu organları (yanal çizgi), avdan ve avcılardan korunma işlevi dahil çok farklı fonksiyonları vardır. Dolayısıyla balıklarda deri hasarı tüm bu hayati fonksiyonların yitirilmesine neden olmaktadır. Av sırasında balıkların ağ içinde maruz kaldıkları mekanik hasarlara (atık maddeler, kabuklular, diğer balıkların ışınları vb.) ağdan kaçarken ağ ipinin sürtmesi de eklendiğinde, deri ve pul yaralanmaları kaçınılmaz olmaktadır (Şekil 4).

a b c

d

Şekil 4. M. barbatus bireylerinde oluşan deformasyonlar: a. Deri kaybı b. Kuyruk yüzgecinde yırtık ve ışın kırılması c. Baş bölgesinde hasar d. Vücudunun büyük bir kısmında pul kaybına uğramış birey

Balıkların ağdan kaçmaya çalışırken karşı karşıya kaldıkları yaralanmalar (pul, deri ve doku kaybı, yüzgeç ve ışın deformasyonları) ile balık boyu ile ters ilişki olduğu farklı araştırıcılar tarafından saptanmıştır 10, 14]. Yapılan bir çalışmada, balıkların yüzme ve deri yaralanmaları üzerine fizyolojik bulgular elde etmiş ve bunlar ölümler ile ilişkilendirmiştir 4]. Bir başka çalışma, ağdan kaçan balıkların ölümlerine neden olan hasarları pul kaybı ve ağ izi olarak iki gruba ayırmıştır. Pul kayıpları ölçülmüş, görsel olarak incelenmiş ve bilgisayar analizleri için fotoğraflanmıştır. Bu çalışmada farklı torbalar için deri yaralanmaları ve boy dağılımı arasında açık bir fark bulunamamıştır 23]. Ancak bazı araştırıcılar deri yaralanmaları ile balık boyu arasında ciddi bir ilişki olduğu kanısındadırlar 9, 14,

202

18]. Akdeniz’de barbunya trolden kaçan M. barbatus bireylerinin pul, doku ve deri kaybı üzerine incelemeler yapılmıştır. Kaçan balıkların %93,5’inde pul kaybına rastlanmıştır. Özellikle en fazla hasar karın çevresi ve kuyruk yüzgecinde meydana gelmiştir. Ayrıca ağdan kaçan M. barbatus bireylerinin yüzgeçleri de incelenmiş, üçte ikisinde yırtık, yarıya yakınında kırık, çok azında da (<%7) yüzgeç kaybına rastlanmıştır 30]. Genel eğilim ağdan kaçan balıklarda pul kaybının çok yaygın olduğudur. Her ne kadar küçük yaraların zamanla iyileştiğine dair çalışmalar varsa da, özellikle sıcak sularda lezyonların artığına ilişkin kanıtlar da bulunmaktadır. Ancak pul kaybının ve deri yaralanmalarının ölüme neden olan birincil faktör olmayıp, sonradan gelişen ikinci nedenlerden (bakteri, mantar vb.) ötürü balıkların öldüğü ifade edilmektedir 13, 32].

Yüzmenin/tükenmenin yaşama oranına etkisi

Balıkların yüzme yetenekleri, göç, dağılım, beslenme ve çeşitli avcılardan veya aktif av araçlarından korunma ve kaçma davranışları için son derece önemlidir 33]. Özellikle trol gibi belli bir hızda çekilen ağ boyunca balıkların tükenene kadar yüzmesi ve daha sonra kaslarındaki enerji tükendikten sonra geriye düşüp ağın torba kısmında birikmeleri gerçek bir olgudur. M. aeglefinus türü için trolden kaçarken teorik olarak tahmin ettikleri maksimum hıza (avcılardan kaçarken veya avını yakalarken ulaştığı hız) çok yakın bir hızla yüzdüklerini bulmuşlardır 34]. Balıklardaki hız boy ve su sıcaklığı ile doğrudan ilişkilidir. Küçük bireyler daha hızlı yüzerken, sıcak sulardaki bir tür soğuk sudakine göre daha hızlı yüzmektedir 23, 34]. Bu da yüksek çekim hızlarında küçük balıkların büyüklere göre daha şanslı olduğu algısını artırır. Ancak, yüzme hızı boy olarak değil de birim zamanda yüzülen mesafe olarak ölçülürse, büyük bireyler daha hızlı ve sürekli bir yüzme yeteneğine sahiptirler. Aynı hıza ulaşmak için küçük bireyler daha fazla kuyruk çırpmak zorunda kalır, kırmızı kasların yanı sıra beyaz kasları da kullanmak zorunda kalır ve daha hızlı tükenir 4, 34]. C. albula türünde küçük bireylerin büyüklere nazaran trol ağından kaçarken daha fazla tükendikleri tespit edilmiştir 35]. C. harengus türüne ait küçük bireylerde ise ağdan kaçarken karaciğerdeki glikojen seviyesinin çarpıcı bir şekilde azaldığı bildirilmiştir 16]. Tank ortamında M. aeglefinus ve G. morhua türleriyle yüksek hızlarda yapılan yüzme deneylerinde, her iki tür de hayatta kalmayı becermiştir 29]. Ancak, trol hızının yaşama oranına etkisine ilişkin herhangi bir saha çalışması yoktur. Trol hızı, tükenme, su sıcaklığı, kaçış ve yaralanma kavramları arasında etkileşimler çok karmaşıktır 13].

Av miktarının yaşama oranına etkisi

Genel olarak av miktarının artması (Şekil 5) balıklarda meydana gelen yaralanmaları da artıracaktır. Bunun nedeni ağın torba kısmında hedef balıklar dışında katı atık, diğer balıklar, kabuklular, akıntı, ağla temas gibi faktörlerdir. Ancak şimdiye kadar av miktarı ile balıkların yaşama oranları arasındaki ilişki ispat edilememiştir 13, 18, 23, 24]. Bunun nedenlerinden biri de genellikle yaşama oranları çalışmalarında çekim sürelerinin az olması, ticari balıkçılık koşullarını tam olarak yansıtmaması ve av miktarının da fazla olmamasıdır 11, 13, 15, 23, 24]. Özellikle av miktarının artması seçiciliği azaltır ya da başka bir ifadeyle küçük balıkların ağdan kaçmasına engel olur 13, 31]. Bu da ağdan kaçışın zor olması ve ağdan kaçanlarda da yüksek ölüm oranı anlamına gelmektedir 13]. Bir başka durum ise torbanın iyice dolması sonucu ağ gözlerinin daha çok açılması ve kaçışın kolaylaşmasıdır 31]. Av miktarı ile yaşama oranı arasındaki ilişki çok açık olmamakla beraber, daha fazla araştırılması gereken bir konudur.

203

Şekil 5. Torbadan örtüye geçen bireylerin kafes içinde yoğunluğu

Deniz durumunun yaşama oranına etkisi

Denizin durumu balıkçı teknesinin trol çekmesini zorlaştıran bir durumdur. Hava şartlarının kötü olması trol seçiciliğini etkileyen bir faktördür 36]. Buradan yola çıkarak, deniz koşullarının elverişsiz olmasının ağdan kaçan balıkların yaşama şanslarını da etkileyebileceği düşüncesini ortaya çıkartabilir. Özellikle akıntının artması balıkların yüzmesini ve ağdan kaçmasını zorlaştırabilir. Balıklar strese girebilir, ağa gözleyebilir ve yaralanabilir. Diğer taraftan da trol çekimi sırasında ve ağın toplanması sırasında dalga etkisiyle balık kaçışı artabilir 13]. M. merlangius türüyle yapılan bir çalışmada hava şartlarının ağır olmasının ağdan kaçan balığının yaşama oranını azalttığı belirlenmiştir 24]. Ancak bu konuda tatmin edici miktarda çalışma yoktur.

Ağın toplanmasının yaşama oranına etkisi

Trol ağı çekilirken ağ ve donamları üzerindeki gerilim çok yüksektir 37]. Torbadaki ağ gözleri neredeyse tamamen kapanır ve balık ağ tekneye alınmaya başlayana kadar kaçış imkansız hale gelir 38]. Ağın hızla yukarıya gelmesi bazı türlerin hava keselerinin aşırı şişmesine sebep olur ve su üzerinde asılı kalırlar ve kuşlar tarafından avlanırlar 4, 13]. Torbanın içindeki yoğunluk geriye doğru artar, oksijen tükenir, ağ özellikle kötü hava koşullarında daha fazla aşındırıcı olur ve balıkların yaralanmasına neden olur. Ayrıca sıcaklık, tuzluluk ve basınç değişimleri de balığın fizyolojik durumunu etkileyebilir. Genel kanı şudur ki; bu tip çalışmalarda balıklardaki kaçışı ağ tekneye alınırken veya yüzeye gelirken değil, trol çekimi sırasında kabul edilmelidir 13].

Su sıcaklığının yaşama oranına etkisi

Kaçış mortalitesi ve su sıcaklığı ile ilgili tatmin edici miktarda çalışma yoktur. G. morhua bireylerine ait ölüm oranları, su sıcaklığı, balık boyu ve av miktarı ile olan ilişkilendirilmiştir. Trol denemeleri arasında çok fazla varyasyon olsa da, 10 ºC’nin altındaki su sıcaklığında ölüm daha az, 15 ºC’nin üzerindeki sıcaklıklarda ise daha fazla bulunmuştur 23]. Akdeniz’de S. hepatus türü için 40 mm rombik gözlü torba ile farklı su sıcaklıklarında yaptığı (kış, 2007-13 °C ve yaz, 2008-24 °C) çalışmada ortalama yaşama oranlarında mevsimsel farklılık olmadığını tespit edilmiştir 24]. Soğuk sularda

204

balıkların dayanımları ve yüzme yetenekleri azalacak, ağdan kaçmaları daha zor olacaktır 39]. Sıcak sularda daha hızlı yüzmelerine rağmen, ağdan kaçarken vücutlarında oluşan deformasyonlar bakteri ve mantarlara karşı daha korumasız olacaktır 4]. Mevsimsel farklılığın mortalite üzerine etkisi çok boyutlu olarak incelenmelidir.

Diğer faktörlerin yaşama oranına etkisi

Zaman ve ortam ışığının etkisi

Görüş balıkların trole karşı tepkisinde önemli bir rol oynar 40, 41]. Karanlıkta kalan balıkların ağın çekim yönünden farklı taraflara yüzdüğü ve oryantasyonlarını kaybettikleri ve daha yavaş yüzdükleri gözlenmiştir 13, 40, 41]. Bulanık, derin ve geceleri karanlık sular ticari balıkçılığın yapıldığı ortamlardır ve araştırmalarla tezat oluşturur. Bu ortamlarda balığın duyusal yetenekleri nispeten azalacağından ağdan kaçışında da azalmalar olacak ya da ağı göremediği için ağ gözlerinden kaçmaya çalışırken daha çok zarar görecektir. Gece yapılan bir çalışmada, pelajik trolden kaçan C. albula bireylerinde ölüm oranının, gün ışığında yapılan çekimlere göre daha yüksek olduğu bulunmuştur 17]. Gün ışığında bile olsa, torbaya doğru olan kısımlar çamurla kaplı, kapıların kaldırdığı toz bulutuyla bulanmış bir ağda görsel olarak gözlerden kaçan bireylerin tespit edilmesi son derece zordur 13, 40].

Çekim süresinin etkisi

Çekim süresi balıklar üzerindeki stresi, yaralanmaları ve ölümü artıran önemli bir faktördür. Uzun süreli çekim, av miktarının artması anlamına gelir. Bu da torbada balık ve diğer deniz canlılarının sayısının artmasına ve diğer etkenlerin (yüzerek tükenme, ağın sürtmesi, atık maddeler, kabuklar vb.) yaşama oranlarını etkilemesine neden olur. Ancak bununla ilgili yapılan bazı çalışmalarda çekim süresinin kaçış mortalitesine etkisi olmadığı ortaya konmuştur 24]. Genel kanı, balığın torbaya ulaştıktan sonra kaçtığıdır ki bu da çekim süresinden bağımsızdır. Mortalitenin çekim süresi tarafından etkilenmesinin yanı sıra, av miktarı, balık boy ve kompozisyonu, çekim hızı ve ağ malzemesi, ağ çekimi ve toplanması daha önemli faktörler olarak göze çarpmaktadır 13].

Cinsiyetin etkisi

Cinsiyetin etkisini inceleyen çok az çalışma vardır. Bunlardan birisinde M. aeglefinus ve M. merlangius türlerine ait cinsel olgunluğa ulaşmamış bireylerde kaçış mortalitesi üzerine cinsiyetin bir etkisi olmadığı ortaya konulmuştur 24]. Ancak cinsiyet olgun bireylerde özellikle yumurtlama dönemi boyunca morfolojik olarak aynı boydaki erkeklere göre daha geniş olan dişi bireylerin ağdan kaçmalarında farklılık olabilir. Ancak genelde cinsi olgunluğa ulaşmayan veya yasal yakalanma boyutunun altındaki bireylerin ağdan dışlanmaları söz konusudur 13].

Avcıların etkisi

Ağ çekilirken ağın arkasından kaçan balıkları izleyen avcılar (kuşlar, deniz memelileri, diğer balıklar) olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak yaşama oranları çalışmalarında ağdan kaçan balıklar tekrar bir başka ağ veya düzenekle yakalanıp, dibe indirildiklerinden avcıların etkisini araştırmak mümkün olmamaktadır. Bu tip çalışmalar belki uzun süreli gözlemler ile yapılabilir 13].

Tekrarlanan kaçış ve balıklarda öğrenmenin etkisi

Balıklar, özellikle genç bireyler, avcılık faaliyetlerinin yoğun olduğu sahalarda aynı av aracıyla fazla sayıda karşılaşabilir. Eğer daha önce ağdan kaçarken bir yaralanma meydana geldiyse, bir sonraki sefer balık için ölümcül olabilir. Başka bir bakış açısı da balıkların av aracıyla birden fazla karşılaştıklarında öğrenme iddiasıdır 13]. Örneğin ağa yakalanıp kaçan M. aeglefinus bireylerinin,

205

tekrar yakalandığında ağ gözlerinden daha rahat geçebildikleri ifade edilmiştir 42]. Ancak bu konuda çok sınırlı çalışma vardır.

Av aracının zemine çarpma etkisi Balıkların zemine değen trol takımlarının çarpma sonucu zarar görmesi olasıdır. Bazı takımlarda zemindeki sürtünmeyi ve takılmayı azaltan tekerlek, role gibi yardımcılar vardır. Bu sayede dip balıklarının üzerinden geçerek zarar azaltılabilir 13].

SONUÇ Dip trollerinden kaçan demersal türlerin yaşama oranlarının belirlenmesi için kuzey denizlerinde birçok çalışma yapılmıştır 10, 14, 21, 23]. Genellikle yaşama oranı çalışmaları; M. merlangus, M. aeglefinus, G. morhua ve P. virens demersal türleri üzerine yoğunlaşmıştır 14, 21, 23, 25]. Bu türler üzerine bir yönetim stratejisi oluşturabilmek için çok sayıda araştırma özellikle büyük bütçelerle desteklenerek yürütülmüştür 13]. Akdeniz’de de yaşama oranları çalışmalarının tek yürütüldüğü ülke Türkiye’dir. Özellikle M. barbatus, S. maena, P. erythrinus, D. annularis, S. hepatus vb. türler için yaşama oranı değerleri farklı çalışmalarda elde edilmiştir. Genel olarak çalışmalar demersal türler üzerine yoğunlaşsa da bazı pelajikler için de sonuçlar vardır.

Yaşama oranları çalışmalarının zorluklarından birisi, ölüme neden olan tek bir sebep olmamasıdır. Ayrıca ölüme neden olan faktörler yıldan yıla popülasyonun değişmesiyle de farklılık gösterebilmektedir. Her şeye rağmen balık boyu, ağ özellikleri (göz şekli ve boyutu), tür, sıcaklık ve örneklenen popülasyonun durumu en önemli faktörler arasında sayılabilir. Bir başka problem, ağdan kaçan balıkların örneklenmesi için ağdan kaçan balıkların tekrar yakalanıp deniz zeminine indirilmesidir. Burada belli bir süre izlenen balıklarda ölümler azalmaya başladığında veya durduğunda denemeler sonlandırılmaktadır. Ancak bu süre her zaman yeterli olmamaktadır. Çalışmalarda kullanılan yöntem de farklılıklar vardır. Akustik sistemlerle balıkadamlar olmadan kullanılan pahalı sistemler ve daha geleneksel tamamen balıkadamların trol ağına dalmalarını gerektiren yöntemler arasında fark olup olmadığı tartışma konusudur. Çekimler arasındaki varyasyon, yıllar arasındaki değişiklikler gibi sonuçların değişmesine neden olan değişkenler de soru işareti olarak kalmaya devam etmektedir.

KAYNAKLAR 1] ICES., 2004. Report of the Study Group on Unaccounted Fishing Mortality, ICES CM 2004/B 9, pp: 3.

2] Brown, J., Macfadyen, G., Huntington, T., Magnus, J., Tumilty, J., 2005. Ghost Fishing by Lost Fishing Gear. Final Report to DG Fisheries and Maritime Affairs of the European Commission. Fish/2004/20. Institute for European Environmental Policy/Poseidon Aquatic Resource Management Ltd joint report, UK, pp: 132.

3] FAO, 2003. Fish Stock Assessment Manual by Emygdio L. Cadima. Fisheries Technical Paper 393, Rome, pp: 66.

4] Breen, M., 2004. Investigating of the mortality of fish escaping from towed fishing gears-a critical analysis, (PhD thesis). University of Aberdeen.

5] ICES., 2005. Joint Report of the Study Group on Unaccounted Fishing Mortality (SGUFM) and the Workshop on Unaccounted Fishing Mortality (WKUFM), Aberdeen, UK. ICES CM 2005/B:0, 8pp: 68.

6] Avşar, D., 2005. Balıkçılık Biyolojisi ve Popülasyon Dinamiği, Nobel Kitabevi.

7] Kelleher, K., 2005. Discards in the World’s Marine Fisheries, An Update, FAO Fisheries Technical Paper 470, Roma, pp: 131.

206

8] Broadhurst, M.K., 2006. Estimating Collateral Mortality from Towed Fishing Gear, Fish and Fisheries, 7, 180-218.

9] Ingólfsson, O.A., Soldal, A.V., Huse, I., 2002. Mortality and Injures of Haddock, Cod and Saithe Escaping Through Codend Meshes and Sorting Grids, ICES CM 2002/V: 32, pp: 22.

10] Ingólfsson, O.A., Soldal, A.V., Huse, I., Breen, M., 2007. Escape Mortality of Cod, Saithe, and Haddock in a Barents Sea Trawl Fishery, ICES Journal of Marine Science, 64, 1836-1844.

11] Düzbastılar, F.O., Özbilgin, H., Aydın, C., Metin, G., Ulaş, A., Lök, A., Metin, C., 2010. Mortalities of Fish Escaping from Square and Diamond Mesh Codends in the Aegean Sea, Fisheries Research, 106, 386-392.

12] Misund, O.A., Beltestad, A.K., 2000. Survival of Mackerel and Saithe that Escape through Sorting Grids in Purse Seines, Fisheries Research, 48, 31-41.

13] Suuronen, P., 2005. Mortality of fish escaping trawl gears, FAO Fisheries Technical Paper 478.

14] Sangster, G.I., Lehmann, K., Breen, M., 1996. Commercial Fishing Experiments to Assess the Survival of Haddock and Whiting After Escape from Four Sizes of Diamond Mesh Cod-ends, Fisheries Research, 25, 323-345.

15] Düzbastılar, F.O., Aydın, C., Metin, G., Lök, A., Ulaş, A., Özgül, A., Gül, B., Metin, C., Özbilgin, H., Şensurat, T., Tokaç, A., 2010. Survival of Fish After Escape from a 40 mm Streched Diamond Mesh Trawl Codend in the Aegean Sea, Scienta Marina, 74 (4), 755-761.

16] Suuronen, P., Perez-Comas, J.A., Lehtonen, E., Tschernij, V., 1996. Size-related mortality of herring (Clupea harengus L.) escaping through a rigid sorting grid and trawl codend meshes. ICES J. Mar. Sci., 53: 691–700. 17] Suuronen, P., Turunen, T., Kiviniemi, M., Karjalainen, J., 1995. Survival of vendace (Coregonus albula L.) escaping from a trawl codend. Can. J. Fish. Aquat. Sci., 52(12): 2527-2533.

18] Pikitch, E, Erickson, D., Suuronen, P., Lehtonen, E., Rose, G., Bublitz, C., 2002. Selectivity and mortality of walleye pollock escaping from the codend and intermediate (extension) section of a pelagic trawl. ICES CM 2002/V:15. 29 pp.

19] DeAlteris, J.T., Reifsteck, D.M. 1993. Escapement and survival of fish from the codend of a demersal trawl. ICES Marine Science Symposia, 196: 128–131.

20] Robinson, W.E., Carr, H.A., Harris, J., 1993. Juvenile bycatch and codend escape survivability in the Northeast US groundfish fishery – second year study. A report of the New England Aquarium to NOAA. NOAA Award No. NA26FD0039-01.

21] Main, J., Sangster, G.I., 1990. An Assessment of the Scale Damage to and Survival Rates of Young Gadoid of Fish Escaping from a Demersal Trawl, Scottish Fisheries Research Report No. 46/90, pp: 28.

22] Sangster, G.I., Lehmann, K., Breen, M., 1996. Commercial Fishing Experiments to Assess the Survival of Haddock and Whiting After Escape from Four Sizes of Diamond Mesh Cod-ends, Fisheries Research, 25, 323-345.

23] Suuronen, P., Lethonen, E., Jounela, P., 2005. Escape Mortality of Trawl Caught Baltic Cod (Gadus morhua) – The Effect of Water Temperature, Fish Size and Codend Catch, Fisheries Research, 71 151-163.

24] Wileman, D.A., Sangster, G.I., Breen, M., Ulmestrand, M., Soldal, A.V., Harris, R.R., 1999. Roundfish and Nephrops Survival After Escape from Commercial Fishing Gear, Final Report, EC Contract FAIR-CT95-0753, Brussels, EC.

24] Düzbastılar, F.O., Özgül, A., Aydın, İ., Gül, B., Soykan, O., 2010. A Preliminary Study on the Survival of Brown Comber, Serranus hepatus (Actinopterygii, Perciformes, Serranidae), Escaping from the Codend of a Bottom Trawl, Acta Ichthyologica et Piscatoria, 40, 27-36.

207

25] Main, J., Sangster, G.I., 1991. Do Fish Escaping from Codends Survive? Scottish Fisheries Research Report No. 18/91, pp: 15.

26] Lehman, K.M., Sangster, G.I., 1994. Assessment of the Survival of the Fish Escaping from Commercial Fishing Gears, EC Contract Final Report No TE 3.741.

27] Efanov, S.F., 1981. Herring in the Gulf of Riga: the problem of escapement and mechanical impact of the trawl. ICES CM 1981/J:7. 16 pp.

28] Soldal, A.V., Isaksen, B., Marteinsson, J.E., Engås, A., 1991. Scale damage and survival of cod and haddock escaping from a demersal trawl. ICES CM/B:44. 7 pp.

29] Soldal, A.V., Isaksen, B., Engås, A. 1993. Survival of gadoids that escape from demersal trawl. ICES Marine Science Symposia, 196: 122–127.

30] Düzbastılar, F.O., Laleli, T., Özgül, A., Metin, G. (2015). Determining the severity of skin injuries of Red mullet, Mullus barbatus (Actinopterygii: Perciformes: Mullidae), inflicted during escape from trawl codend. Acta Ichthyologica et Piscatoria 45 (1): 75-83.

31] Lowry, N., Sangster, G.I., Breen, M., 1996. Codend selectivity and fish mortality. Final Report of the European Commission Study Contract No. 1994/005. Brussels, EC.

32] Olsen, E., Oppedal, F., Tenningen, M., Vold, A., 2012. Physiological Response and Mortality Caused by Scale Loss in Atlantic Herring, Fisheries Research, 129-130 21-27.

33] Özbilgin, H., Kınacıgil, H.T., Doğanyılmaz Özbilgin, Y., 2004. Balıklarda Yüzme Davranışı ve Trol Operasyonu Açısından Önemi. E.Ü. Su Ürünleri Dergisi, Cilt 21, Sayı (3-4): 355-359.

34] Özbilgin, H., Wardle, C.S., 2002. Effect of seasonal temperature changes on the escape behaviour of haddock, Melanogrammus aeglefinus, from the codend. Fish. Res., 58: 323-331.

35] Turunen, T., Suuronen, P., Hyvärinen, H., Rouvinen, J., 1996. Physiological status of vendace (Coregonus albula L.) escaping from a trawl codend. Nordic J. Freshw. Res., 72: 39-44.

36] Wileman, D.A., Ferro, R.S.T., Fonteyne, R., Millar, R.B., 1996. Manual of Methods of Measuring the Selectivity of Towed Fishing Gears. Copenhagen, ICES Cooperative Research Report No. 215., pp: 126.

37] Düzbastılar, F.O., Tosunoğlu, Z., Kaykaç, H., 2003. Geleneksel ve kesimli dip trol ağları ile donam dirençlerinin teorik olarak hesaplanması. E.Ü. Su Ürünleri Dergisi, Cilt 20, Sayı : 1-2, 15-25.

38] Tschernij, V., Suuronen, P., 2002. Improving trawl selectivity in the Baltic – Utökning av trålselektion i Östersjön. TemaNord 2002, 512. 56pp.

39] He, P., Wardle, C.S., 1988. Endurance at intermediate swimming speeds of Atlantic mackerel, Scomber scombrus L., herring, Clupea harengus L., and saithe, Pollachius virens L. J. Fish Biol., 33: 348-360.

40] Özbilgin, H., Kınacıgil, H.T., İlkyaz, A.T., 2002. Dip Trol Ağlarında Balık Davranışları. E.Ü. Su Ürünleri Dergisi, Cilt 19, Sayı: 1-2, 259-266.

41] Glass, C.W.,Wardle, C.S., 1989. Comparison of the reactions of fish to a trawl gear, at high and low light intensities. Fisheries Research, 7: 249-266.

42] Özbilgin, H., Glass, C.W., 2004. Role of learning in mesh penetration behaviour of haddock (Melanogrammus aeglefinus). ICES J. Mar. Sci., 61: 1190-1194.

208

AHTAPOT YETİŞTİRİCİLİĞİ

Halil Şen1, Oğuzhan Takıcak2, Selim Serezli2

1Ege Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, Yetiştiricilik Bölümü, 35100, Bornova, İzmir, Türkiye 2Ege Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Yetişticilik ABD, 35100, Bornova, İzmir, Türkiye

ÖZET

Ahtapot (Octopus vulgaris, Cuvier 1797) dünya üzerinde geniş dağılım gösteren ekonomik bir kafadanbacaklı türüdür. Yetiştiricilik koşullarına kolay adapte olması, yüksek gelişim oranı, ekonomik değeri düşük doğal besinlerle beslenmesi, yüksek fekonditesi ve yüksek ticari değeri ile akuakültür sektörü için aday bir türdür. Ahtapotun yumurtadan anaç olana kadar yetiştiriciliği ticari olarak şimdiye kadar yapılamasa da, laboratuar ortamında bu sağlanmıştır ve gelecek çalışmalar için ümit vericidir.

Anahtar Kelimeler: Ahtapot, Yetiştiricilik, İstatistik

209

DOĞU EGE DENİZİ’NDE BİLİNEN VE VARLIĞI DÜŞÜNÜLEN

SICAK NOKTALAR: BUNLARIN BELİRLENMESİNDE

BENTİK FORAMİNİFERLERİN ÖNEMİ

Engin Meriç1, M. Baki Yokeş2, Bora Sonuvar3

1Moda Hüseyin Bey Sokak No: 15/4, 34710 Kadıköy, İstanbul, Türkiye 2Haliç Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fak., Moleküler Biyoloji Böl., Kağıthane, İstanbul, Türkiye

3Tramola Uluslararası Deniz Araş. Hiz. İnş. Müh. ve Tic. Ltd. Şti., Konak, İzmir, Türkiye

ÖZET

Ege Denizi’nde bentik foraminifer topluluklarını belirlemek amacı ile yapılmış olan araştırmalarda (Saros, Edremit, Dikili, Çeşme, Kuşadası körfezleri ve Karaburun Yarımadası kuzeybatı kıyıları) incelenen bölgelere özgü farklılıklar gözlenmiştir.

Doğu Ege Denizi’nde muhtelif bölgelerden yüzey ve kor sediment örnekleri derlenmiştir (Saros Körfezi Harmantaşı mevkii’nde deniz altındaki kaynak çevresi, Edremit Körfezi kuzeybatı ve güneydoğu kıyıları, Ayvalık Alibey ve Maden adaları çevresi, Dikili Körfezi, Karaburun Yarımadası’nın kuzeybatısı, Çeşme-Ilıca Koyu’ndaki 2,5 m derinlikte bulunan bir sıcak su kaynağı çevresi, Kuşadası Körfezi’nde deniz içi kaynak çevresi). Bu sediment örneklerinde çok sayıda göçmen bentik foraminiferlere rastlanılmıştır. Bunlar Atlantik Okyanusu, Pasifik Okyanusu ve Kızıldeniz kökenlidir (İridia diaphana Heron-Allen ve Earland Nodopthalmidium antillarum (Cushman), Spiroloculina antillarum d’Orbigny, Triloculina fichteliana d’Orbigny, Euthymonacha polita (Chapman), Coscinospira acicularis (Batsch), Peneroplis arietinus (Batsch), Amphisorus hemprichii Ehrenberg, Sorites orbiculus Ehrenberg, S. variabilis Lacroix, Cymbaloporetta plana (Cushman) C. squammosa (d’Orbigny), Amphistegina lobifera Larsen).

Bu göçmen cins ve türlerini başlıcalarının coğrafi dağılım şu şekilde belirtilebilir:

Euthymonacha polita (Chapman), Türkiye kıyılarında ilk kez Kuşadası Körfezi’nde bulunmuş olup Ilıca Körfezi ile Karaburun Yarımadası kuzeybatı kıyılarında da yaygındır. Coscinospira acicularis (Batsch), GB Pasifik Okyanusu kökenli olup, en yakın Kızıldeniz’in kuzeyinde Akabe Körfezi’nde ve Doğu Ege Denizi’nde Çeşme-Ilıca Koyu’nda yaşamını sürdüren ve çok sayıda bireyle temsil edilen tipik bir göçmen olarak gösterilebilir.

Yerel foraminifer cins ve türlerinde gözlenen dikkat çekici özellikler ve coğrafi dağılımlar ise şu şekilde belirtilebilir: Renkli kavkılara sahip foraminiferelerin bolluğu, çok sayıda morfolojik bozukuluk sunan bentik foraminifer bireylerinin bölgedeki yaygınlığı; Peneroplis pertusus ile Coscinospira hemprichii, Peneroplis planatus ile Coscinospira hemprichii, Peneroplis planatus ve Peneroplis pertusus, Vertebralina striata ile Coscinospira hemprichii bireylerinin oluşturmuş olduğu birliktelikler; Amphistegina lobifera bireylerinin Kuşadası Körfezi’nde kaynak çevresi ile Karaburun Yarımadası kuzey kıyılarında çok bol olarak gözlenmesine karşılık, Ilıca Koyu’ndaki kaynak çevresinde hiç rastlanılmamış olması; Vertebralina striata d’Orbigny bireylerinde farklı ağız şekillerinin varlığı; bazı hauerinidlerin iki ağızlı olması.

Elimizde, örnekleme alanlarının bazılarında sıcak su kaynağının varlığına yönelik bilgi bulunmaktadır. Öte yandan, diğer örneklem alanları açısından, Ege Denizi’nin aktif tektonik yapısı göz önüne alındığında, bu alanlarda da çeşitli sıcak su kaynakların varolabileceği bir varsayım olarak düşünülmelidir.

Anahtar Kelimeler: Foraminifer, Anormal birey, Renkli birey, Anormal birliktelik, Ege Denizi

210

GİRİŞ

Ege Denizi’nin doğu kıyı şeridi ile deniz içinde varlığı belirlenmiş, çok sayıda sıcak ve soğuk su kaynağı bulunmaktadır (Şekil 1) 1].

Belirli alanlarda gözlenen göçmen cins ve türler ile yerel topluluklardaki çeşitli anormallikler sayesinde, bilinen sıcak su kaynakları dışında yeni kaynaklar ile kırık sistemlerinin tespit edilebileceği sözkonusudur.

Batı Anadolu’nun kıyı kesiminde yaklaşık doğu-batı uzanımlı çok sayıda fay bulunmaktadır (Şekil 2) 2]. Bu fayların deniz içinide de batıya doğru devam ettikleri bilinen bir gerçektir. Bu çalışmaya konu olan foramifer toplulukları, yukarıda değinilen özellikleri ve coğrafi yayılımları dikkate alınarak, kuzeyden güneye doğru şu şekilde izlenebilir:

Göçmen Foraminiferler

Edremit Körfezi kuzeybatısında Peneroplis pertusus (Forskal), P. planatus (Fichtel ve Moll) bireyleri bulunmuştur. Körfezin kuzeybatı ve güneydoğu kesimlerinden derlenmiş olan 18 örnek üzerinde yapılan çalışmada cins ve tür çeşitliliği açısından büyük bir fark gözlenmiştir. Kuzeybatıda 57 cins, 97 tür; güneydoğuda 32 cins 48 tür belirlenmiştir 3, 4]. Bu durum iki bölge arasındaki ekolojik koşulların farklılığını açık bir şekilde işaret etmektedir. Biga Yarımadası güney kıyı şeridinde çok sayıda kaplıcanın bulunması ile yarımada üzerinde faal jeotermal alanlarının varlığı, deniz içinde de benzer özelliklerin bulunduğunu gösterir 3, 4].

Ayvalık’ın batısında Alibey ve Maden adaları çevresinde İridia diaphana Heron-Allen ve Earland, Spiroloculina antillarum d’Orbigny, Peneroplis pertusus (Forskal), P. planatus (Fichtel ve Moll), Acervulina inhaerens Schultze, Amphistegina. lobifera Larsen gibi göçmen foraminiferler belirlenmiştir 5].

Dikili kuzey ve güney kesimlerinde bazı noktalarda Peneroplis pertusus (Forskal), P. planatus (Fichtel ve Moll) ile Cibicidella variabilis (d’Orbigny) bireyleri gözlenmiştir 6].

İzmir Karaburun Yarımadası kuzeybatısı’nda göçmen foraminiferlerden İridia diaphana Heron-Allen ve Earland, Nodopthalmidium antillarum (Cushman), Triloculina fichteliana d’Orbignyi, Euthymonacha polita (Chapman), Peneroplis arietinus (Batsch), Sorites variabilis Lacroix, Cymbaloporetta plana (Cushman), C. squammosa (d’Orbignyi), Amphistegina lessonii d’Orbigny ve çok sayıda A. lobifera Larsen bulunmuştur. Güneybatı Pasifik kökenli göçmen foraminiferlerden Euthymonacha polita (Chapman)’nın varlığı bu alanda da sıcak su çıkışlarının bulunabileceğini işaret eder 7].

Yine İzmir Ilıca Körfezi’nde kaynak çevresinde göçmen foraminiferlerden Nodopthalmidium antillarum (Cushman), Articulina carinata Wiesner, Euthymonacha polita (Chapman), Coscinospira acicularis (Batsch), Amphisorus hemprichii Ehrenberg, Peneroplis arietinus (Batsch), Cymbaloporetta plana (Cushman) saptanmıştır. Bu cins ve türlere ait çok sayıda bireylerin varlığı bölge için özel bir durumu sergilemektedir. Söylenebilecek diğer bir ayrıcalık da yaklaşık 2,5 m derinlikte, 28,4 C sıcak su kaynağının varlığıdır 8]. Ek olarak Ilıca Koyu çevresi kara alanında da çok sayıdaki termal kaynak bulunduğu göz önünde tutulmalıdır.

Kuşadası Körfezi’nde ise İridia diaphana Heron-Allen ve Earland, Haddonia sp., Nodopthalmidium antillarum (Cushman), Hauerina diversa Cushman, Triloculina affinis d’Orbigny, Euthymonacha polita (Chapman), Sorites orbiculus Ehrenberg, S. variabilis Lacroix, Pyramidulina catesbyi

211

(d’Orbigny), Brizalina simpsoni (Heron-Allen ve Earland), Amphistegina lessonii d’Orbigny, A. lobifera Larsen bireylerine rastlanmıştır 9].

Şekil 1. Ege Denizi Türkiye kıyılarında kara ve deniz alanlarındaki başlıca termal mineralli su kaynakları: 1. Küçükçetmi, 2. Güre, 3. Bostancı, 4. Zeytinpınarı, 5. Bademli, 6. Ilıcaburun, 7. Balçova, 8. Urla, 9. Gülbahçe, 10. Şifne, 11. Seferhisar, 12. Kuşadası, 13. Güzelçamlı, 14. İçme, 15. Tavşanburnu, 16. Karaada, 17. Orakada, 18. Sultaniye. Deniz içinde 19. Dikili, 20. Foça, 21. Çeşme-Ilıca Koyu, 22-23-24-25. Güllük Körfezi, 26. Gökova Körfezi, 27. Datça Körfezi, 28. Kuşadası Körfezi, 29. Saros Körfezi-Harmantaşı (Meriç vd., 2010, kısmen değiştirilmiştir)

212

Şekil 2. Batı Anadolu’daki başlıca fay sistemleri (Şaroğlu vd., 1992)

Morfolojik bozukluklar

Ege Denizi-Saros Körfezi’nde Harmantaşı mevkiinde, 20 m derinlikte deniz tabanında bir kaynak bulunmaktadır (1). Bentik foraminiferlerden Textularia bocki Höglund, Adelosina duthiersi Schlumberger, Spiroloculina ornata d’Orbigny, Rosalina bradyi Cushman, R. globularis d’Orbigny, R. floridensis (Cushman), Lobatula lobatula (Walker ve Jacob), Elphidium cf. depressulum Cushman, E. macellum (Fichtel ve Moll) kavkılarında morfolojik bozukluklar saptanmıştır. Bunun nedeni kaynak suyunda bulunan ağır metallerdir 10, 11].

213

Alibey ve Maden adaları çevresinden alınmış olan korlarda saptanan Adelosina duthiersi Schlumberger, Peneroplis pertusus (Forskal), P. planatus (Fichtel ve Moll), Lobatula lobatula (Walker ve Jacob), Cibicidella variabilis (d’Orbigny), Ammonia compacta Hofker, A. parkinsoniana (d’Orbigny), A. tepida Cusman, Challengerella bradyi Billman, Hottinger ve Oesterle, Elphidium advenum (Cushman), E. complanatum (d’Orbigny), E. crispum (Linne), E. macellum (Fichtel ve Moll) bireylerinde rastlanan morfolojik bozukluklar da örnek olarak gösterilebilir 5].

Bu verilerin dışında Karaburun Yarımadası kuzeybatısında Peneroplis pertusus (Forskal), P. planatus (Fichtel ve Moll). Cibicidella variabilis (d’Orbigny) (7); Çeşme Ilıca Koyu’nda Coscinospira acicularis (Batsch), C. Hemprichii Ehrenberg, Peneroplis pertusus (Forskal), P. planatus (Fichtel ve Moll), Sorites orbiculus Ehrenberg, Cibicidella variabilis (d’Orbigny) (8); Kuşadası Körfezi’nde Adelosina pulchella d’Orbigny, Peneroplis planatus (Fichtel ve Moll), Lobatula lobatula (Walker ve Jacob), Planorbulina mediterranensis d’Orbigny, Cibicidella variabilis (d’Orbigny), Elphidium crispum (Linne) bireylerinde morfolojik bozukluklar gözlenmiştir 9].

Kavkılarda renklenme

Gökçeada güneydoğusundan derlenmiş olan 6 örnekte oldukça fazla sayıda Peneroplis pertusus (Forskal) ile P. planatus (Fichtel ve Moll) bireylerine rastlanılmıştır. Peneroplis’lerin bulunması ve kavkıların çoğunun kızılımsı kahverenkli olması bölgede sıcak su çıkışlarından ve bunların içermiş olduğu demirli minerallerden kaynaklanmaktadır 12].

Alibey ve Maden adaları çevresinide alınmış olan bir korda gözlenen kızılımsı kahverenkli Peneroplis’lerin hem kavkılarındaki renklenme hem de birey sayısındaki aşırılık bu bölge için dikkat çekici bir özelliği ortaya koymaktadır 5].

Karaburun Yarımadası kuzeybatısından derlenmiş olan örneklerde oldukça fazla sayıda, genelde kızılımsı kahverengi ve sarı renkli kavkılara sahip Adelosina mediterranenesis (Le C alvez J. ve Y.), Cycloforina villafranca (Le Calvez, J. ve Y.), Siphonaperta aspera (d’Orbigny), Quinqueloculina bidentata (d’Orbigny), Q. lamarckiana d’Orbigny, Sigmoilinita costata (Schlumberger), S. edwardsi (Schumberger), Peneroplis pertusus (Forskal), P. planatus (Fichtel ve Moll), Rosalina bradyi Cushman, Ammonia parkinsoniana (d’Orbigny), Elphidium aculeatum (d’Orbigny), E. crispum (Linne), E. complanatum (d’Orbigny) bireyleri bulunmuştur 7].

Çeşme-Ilıca Koyu’nda da kızılımsı kahverengi ve sarı renkli kavkılara sahip, sayıca bol Textularia bocki Höglund, Vertebralina striata d’Orbigny, Adelosina cliarensis (Heron-Allen ve Earland), A. mediterranensis (Le Calvez J. ve Y.), Spiroloculina angulosa Terquem, S. antillarum (d’Orbigny), Siphonaperta aspera (d’Orbigny), Cycloforina rugosa (d’Orbigny), Massilina secans (d’Orbigny), Quinqueloculina bidentata d’Orbigny, Triloculina marioni Schlumberger, Coscinospira acicularis (Batsch), C. hempricihii Ehrenberg, Peneroplis pertusus (Forskal), P. planatus (Fichtel ve Moll), Ammonia compacta Hofker, A. parkinsoniana (d’Orbigny) bireyleri gözlenmiştir 8].

Farklı cins ve türler arasındaki birliktelikler

Alibey ve Maden adaları çevresinden alımış örneklerde Peneroplis pertusus (Forskal), Coscinospira hemprichii Ehrenberg ve Peneroplis planatus (Fichtel ve Moll), Coscinospira hemprichii Ehrenberg gibi iki farklı cins ve tür arasındaki sıradışı birleşme bu alandaki sıcak su çıkışının/çıkışlarının bir belirteci olarak gösterilebilir 5].

Çeşme-Ilıca Koyu örnekleri arasında gözlenen Peneroplis pertusus (Forskal) ile P. planatus (Fichtel ve Moll) birlikteliği bölge için ilginç bir oluşum olarak gösterilebilir 8].

214

Kuşadası Körfezi’nde, sıcak su çıkışı çevresinden alınan örneklerde gözlenen Vertebralina-Coscinospira cinsleri arasındaki birliktelik olağanüstü bir durumdur 13].

Ağızlarda gözlenen anormal gelişmeler

Alibey ve Maden adaları çevresin elde edilen Adelosina mediterranensis (Le Calvez J. veY.) Spiroloculina angulosa Terquem; Dikili Körfezi’nde çok sayıda, farklı özellikte ağızlar içeren Peneroplis planatus (Fichtel ve Moll); Karaburun Yarımadası kuzeydoğu ve kuzeybatısı ile Çeşme-Ilıca Koyun’nda gözlene Vertebralina striata d’Orbigny; Çeşme Ilıca Koyu’nda bulunan Spiroloculina ornata d’Orbigny; Kuşadası Koyu’nda rastlanılan Spiroloculina angulosa Terquem bireyleri iki veya çok farklı ağız şekillerine sahiptir 5, 7, 8, 9, 14].

Jips kristallerinin varlığı

Alibey ve Maden adaları çevresinde 2,7 m derinlikten alınan 45 cm boyundaki 3a korunda, 28-45 cm arasında gözlenen tekçe jips kristalleri ile Challengrella bradyi Billman, Hottinger ve Oesterle, Elphidium crispum (Linne), Posidonia parçaları çevresinde gelişmiş kristaller, bu alanda yakın bir geçmişte sıcak su çıktısının varlığını kanıtlamaktadır 5].

TARTIŞMA VE SONUÇ

Üzerinde çalışılan ve bilinen deniz dibi kaynakları Kuşadası ve Ilıca körfezleri ile Saros Körfezi’nde Harmantaşı mevkiidir. Yukarıda coğrafi yayılım ve özellikleri belirtilen tüm bentik foramiferlerin ışığında, Doğu Ege Denizi’nde varlığı kesin olarak bilinmeyen sıcak su noktalarının bulunabileceği düşünülmektedir.

Özellikle Edremit Körfezi’nin KB kesiminde, 82 m’den alınmış olan bir örnekte 15], foraminifer olarak 67 cins ile 107 türün gözlenmesi; yine aynı örnekte bryozoon cins ve türlerine ait çok sayıda bireyin bulunması; bazı foraminifer kavkılarındaki aşırı büyüklük (0,5 mm’den büyük) bu alanda da bazı sıcak su çıkışlarının olduğunu desteklemektedir.

KAYNAKLAR

[1] Meriç, E., Avşar, N., Yokeş, B., Barut, İ. F., Dinçer, F., 2010, Denizlerde ortamsal özelliklerdeki lokal değişimlerin bentik foraminiferler ile belirlenmesi: Doğu Ege Denizi’nden bazı örnekler. TPJD Bülteni, 22 (1), 23-42, Ankara.

[2] Şaroğlu, F., Emre, Ö., Kuşçu, A., 1992, 1:100.000 ölçekli Türkiye’nin Diri Fay Haritası, MTA Genel Müdürlüğü, Ankara.

[3] Meriç, E., Avşar, N., Bergin, F., Barut, İ. F., 2003, Edremit Körfezi (Kuzey Ege Denizi, Türkiye) güncel çökellerindeki bentik foraminifer topluluğu ile ekolojik koşulların incelenmesi. Yerbilimleri (Geosound), 43, 169-182, Adana.

[4] Meriç, E., Avşar, N., Nazik, A., Koçak, F., Yücesoy-Eryılmaz, F., Eryılmaz, M., Barut, İ. F., Yokeş, M. B., Dinçer, F., Esenli, F., Esenli, V., Özdemir, Z., Türker, A., Aydın, Ş., 2012, Edremit Körfezi (Balıkesir) kıyı alanlarında oşinografik özelliklerin bentik foraminifer, ostrakod ve bryozoon toplulukları üzerindeki etkileri ile ilgili yeni veriler. TPJD Bülteni, 24 (2), 31-77, Ankara.

[5] Meriç, E., Avşar, N., Mekik, F., Yokeş, B., Barut, İ. F., Dora, Ö.,Suner, F., Yücesoy-Eryılmaz, F., Eryılmaz, M., Dinçer, F., Kam, E., 2009, Alibey ve Maden adaları (Ayvalık-Balıkesir) çevresi genç çökellerinde gözlenen bentik foraminifer kavkılarındaki anormal oluşumlar ve nedenleri. TJB 52 (1), 31-84, Ankara.

215

[6] Meriç, E., Avşar, N., Barut, İ. F., Eryılmaz, M., Yücesoy-Eryılmaz, F., Yokeş. M. B., Dinçer, F., 2014, Edremit Körfezi ve Dikili Kanalı (KD Ege Denizi) kıyı alanlarında jeolojik yapı özelliklerinin belirlenmesinde bentik foraminiferlerin önemi. MTA Dergisi, 148, 61-67, Ankara.

[7] Meriç, E., Avşar, N., Nazik, A., Yokeş, B., Dora, Ö., Barut, İ. F., Eryılmaz, M., Dinçer, F., Kam, E., Aksu, A., Taşkın, H., Başsarı, A., Bircan, C., Kaygun, A., 2012, Karaburun Yarımadası kuzey kıyılarının oşinografik özelliklerinin bentik foraminifer ve ostrakod toplulukları üzerindeki etkileri. MTA Dergisi, 145, 22-47, Ankara.

[8] Meriç, E., Avşar, N., Nazik, A., Yokeş, B., Barut, İ. F., Eryılmaz, M., Kam, E., Taşkın, H., Başsarı, A., Dinçer, F., Bircan, C., Kaygun, A., 2012, Ilıca Koyu (Çeşme-İzmir) bentik foraminifer-ostrakod toplulukları ile Pasifik Okyanusu ve Kızıldeniz kökenli göçmen foraminiferler ve anormal bireyler. MTA Dergisi, 145, 62-78, Ankara.

[9] Meriç, E., Avşar, N., Yokeş, M. B., Barut, İ., Taş, S., Eryılmaz, M., Dinçer, F., Bircan, C., 2014, Opinions and comments on the benthic foraminiferal assemblage observed around the mineral submarine spring in Kuşadası (Aydın, Turkey). Marine Biological Association of the United Kingdom, 1-17, doi:10.1017/S1755267214000840, vol. 7, e103; 2014, published on line.

[10] Meriç, E., Avşar, N., Nazik, A., Tunoğlu, C., Yokeş, B., Barut, İ. F., Yücesoy-Eryılmaz, F., Tuğrul, B., Görmüş, M., Öncel M. S., Orak, H., Kam, E., Dinçer, F., 2008, Harmantaşı mevkii (Saros Körfezi-Kuzey Ege Denizi) deniz içi kaynakları çevresindeki foraminifer ve ostrakod topluluğuna bu alandaki çevresel koşulların etkisi. MTA Dergisi, 136, 63-84, Ankara.

[11] Eryılmaz, F. Y., Eryılmaz, M., Meriç, E., Avşar, N., 2007, Saros Körfezi kuzeyi Harmantaşı mevkii denizaltı yükseltisi, yeraltı su kaynağı ve çökellerinin özellikleri. TJB, 50 (3), 176-195, Ankara.

[12] Meriç, E., Avşar, N., Kılınçaslan, Y., 2001, Gökçeada (Kuzey Ege Denizi) bentik foraminifer faunası ve bu toplulukta gözlenen yerel değişimler. TJB, 44 (2), 39-63, Ankara.

[13] Meriç, E., Yokeş, M. B., Avşar, N., Bircan, C., 2009, A new observation of abnormal development in benthic foraminifers: Vertebralina-Coscinospira togetherness. Marine Biological Association of the United Kingdom, 2, e167, 1-6, published online.

[14] Meriç, E., Avşar, N., Bergin, F., Barut, İ. F., 2003, Dikili Körfezi’nde (Kuzeydoğu Ege Denizi) bulunan üç anormal bentik foraminifer örneği: Peneroplis planatus (Fichtel ve Moll), Rosalina sp., Elphidium crispum (Linne) hakkında. MTA Dergisi, 127, 67-81, Ankara.

[15] Meriç, E., Avşar, N., Nazik, A., Koçak, F., Yücesoy-Eryılmaz, F., Eryılmaz, M., Barut, İ. F., Yokeş, M. B., Diniçer, F., Esenli, F., Esenli, V., Özdemir, Z., Türkker, A., Aydın, Ş., 2012, Edemit Körfezi (Balıkesir) kıyı alanlarında oşinografik özelliklerin bentik foraminifer, ostrakod ve bryozoon topluluktları üzerindeki etkileri ile ilgili yeni veriler. TPJD Bülteni, 24 (2), 31-77, Ankara.

216

AKUAKÜLTÜR TESİSLERİNDE SU ALTI VE SU ÜSTÜ İZLEME

YÖNTEMLERİ

Ali Yıldırım Korkut, Levent Yurga

Ege Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, 35100 Bornova, İzmir, Türkiye

ÖZET

Akuakültür ülkemizde özellikle son 10 yıl içerisinde büyük gelişmeler göstermiştir. Özellikle deniz balıkları yetiştiriciliğinde açık denizlere alınan sistemler ile büyük ölçüde kontrol olarak değerlendirme ön plana çıkmaktadır. Mekanizasyon gelişmelerine bağlı olarak, açık denizlerdeki sistemlerin kontrolü, izlenmesi, bunların değerlendirmesi için otomasyon sistemine geçilmek zorunda kalınmıştır. Bu amaçla su koşullarının, balıkların büyüme performanslarının, mevsim şartlarının izlenmesi yönünde büyük çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Dalgıçlar, kamera sistemleri, suüstü (İHA) ve hava destekli görüntüleme izleme sistemleriyle bunlar gerçekleştirilmektedir. 4 ya da 6 pervaneli olabilen İHA’lara takılan HD ve ultra HD (4K) kameralar sayesinde, oldukça detaylı video kayıtları ve fotoğraflama yapılabilmektedir. Yarı-profesyonel ve profesyonel İHA’ların hemen hepsinde GPS teknolojisi mevcuttur. Bu teknoloji sayesinde aracın uçacağı ve çekim yapacağı bölgenin koordinatını vererek, programlı uçuşlar yapılabilir. Ayrıca, GPS teknolojisi sayesinde, İHA havada sabit durumda belirlenen bölgenin çekimini yaparken, esen rüzgârın itme etkisinden etkilenmeden, belirlenmiş koordinatın üzerinde durmayı otomatik olarak kendi sağlamaktadır. IOC (Intelligent Orientation Control) özelliği sayesinde, uzaktan kumanda pilinin tükenmesi ya da başka bir sebepten olabilecek iletişim kesilmesinde, İHA ilk kalktığı yere dönerek, inişini kendi gerçekleştirebilmektedir. Özetle, balık üretim tesislerinin ve ağ kafeslerin havadan çekimleri, İHA’lar sayesinde düşük maliyette, çabuk ve etkin bir şekilde yapılabilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Akuakültür, Mekanizasyon, Sualtı ve suüstü izleme sistemleri, İHA, GPS