14
BACIYAN-I RÛM’DAN GÜNÜMÜZE ANADOLU KADINININ İKTİSADİ, SOSYAL VE KÜLTÜREL ALANDAKİ YERİ ‘’ESDER GENEL MERKEZİ adına Tebliğ’’ YİĞİT YAVUZ KALCI (PhD) ANKARA 2016

BACIYAN-I RUM'DAN GÜNÜMÜZE ANADOLU KADINININ İKTİSADİ, SOSYAL VE KÜLTÜREL ALANDAKİ YERİ

Embed Size (px)

Citation preview

BACIYAN-I RÛM’DAN GÜNÜMÜZE ANADOLU KADINININ İKTİSADİ,

SOSYAL VE KÜLTÜREL ALANDAKİ YERİ

‘’ESDER GENEL MERKEZİ adına Tebliğ’’

YİĞİT YAVUZ KALCI (PhD)

ANKARA 2016

BACIYAN-I RÛM’DAN GÜNÜMÜZE ANADOLU KADINININ İKTİSADİ,

SOSYAL VE KÜLTÜREL ALANDAKİ YERİ

GİRİŞ

Günümüz medeniyetinin temsilcisi olarak kabul edilen batılı toplumlarda

kadın, beşer adı verilen türün negatif yüzü olarak algılanmış ve özellikle

skolâstik dönemde etkisi artan kilise marifetiyle toplumun her kesimi tarafından,

büyücü, cadı1, veba sebebi, uğursuzluk alameti gibi sıfatlarla nitelendirilmiştir.

Bu gerçeklikten uzak vahim tablonun temeline indiğimizde de görebileceğimiz

gibi Avrupa toplumunun düşünsel yapısını asırlar boyu şekillendirmiş olan İslam

öncesi sami inanç sistemlerinde kadın, yaradılış evresini tamamladığı andan

itibaren ‘’şeytan’’ figürüyle olan münasebetinden ötürü erkeği yoldan çıkaran bir

saptırıcı olarak lanse edilmiştir. Bu anlayışa göre kadın, Şeytan ile Âdem

arasında bir köprü olarak kabul edilmiştir. Bu inanç sistemlerinde kadına

atfedilen rol, inanç sistemlerinin ilahi orijininden bağımsız, insan ürünü bir

algının sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Avrupa, Orta Çağ’ın karanlık atmosferini idrak ettiği hengâmda kadının

toplumdaki yeri ana hatlarıyla bahsi geçen şekildeyken, asırlar önce Arap

Yarımadası’ndan doğan son ilahi mesajın mukaddes peygamberi, kadını cahiliye

bataklığının insanlık dışı muamelelerinden kurtararak yüceltmiş ve ilahi

direktifler doğrultusunda, hak ettiği noktaya eriştirmiştir. Medine merkezli İslam

Devleti, kısa süre içinde geniş bir coğrafyaya yayılmış ve tesir ettiği her noktada

köklü değişimlere imza atmıştır. Ekonomik, hukuki, siyasi, sosyal ve kültürel

hayatta yaşanan değişimler, doğal süreç içinde beşeri ilişkileri ve beşerin toplum

içindeki rolünü de kapsamış, bu bağlamda kadın, dini perspektifin referansları

dâhilinde yeni bir kimlik edinmiştir.

Batının pozitivist dayanakları ve seküler bakış açısı, İslam coğrafyasında,

Kur’an ve sahih sünnet merkezli prensiplerle çelişen temayüller neticesinde

ortaya çıkan pratikleri referansla, İslami düşünce tarzının kadına atfettiği rolün

aslına uygun olmayan bir üslupla yorumlanmasına neden olmuştur. Medya ve

propaganda araçları vasıtasıyla şekillendirilen İslam karşıtı tutumların,

1 Ortaçağ’ın sonu genellikle Avrupa’da Rönesans hareketlerinin başlamasıyla ilan edilir. Ancak ortaçağa ait birçok karanlık uygulama Avrupa haklarının aydınlanması ya da düşüncede, sanatta ve bilimde çoksesliliğin artmasıyla birlikte son bulmamıştır. Avrupa tarihi üzerinden gidecek olursak; kadınlar, bütün Ortaçağ boyunca, erkeklerin mülkü olmayı, şeytanın ruhunu taşımayı ve yeryüzündeki günahların sorumluluğunu almayı sürdürmüşlerdi. Rönesans’la birlikte ama en çok Reform’dan sonra Avrupa halklarındaki Ortaçağ’a ait karanlık düşünce, tutum ve davranışlar tarih olabilmiştir. Bunun en açık ve acı örneklerinden bir tanesi de kadınların maruz kaldıkları olagelmiştir. Kadınların, erkeklerin boyunduruğundan kurtulabilmesi için ise iki yüzyıl daha gerekecek ve sanayileşmenin gerek duyduğu işgücünün sağlanması kadın bilincinin uyanmasıyla noktalanacaktır.(Kaynak: gunceltarih.org / Cadı Avı Yargılamalarında Kadın Tanıklar Üzerine)

uluslararası toplumda karşılık bulması da son derece vahim bir tabloyla karşı

karşıya kalmamıza neden olmaktadır. Enformasyon gücünü elinde bulunduran

organizasyonlar, stratejilerini hayata geçirmekte son derece başarılı

olmaktadırlar. Kadın ve kadının toplumdaki yeri başlığı üzerinden yürütülen

uluslararası ölçekli çalışmalar, Orta Doğu ve İç Asya toplumlarına yönelik algıyı

negatif çerçevede şekillendirmek gayesini taşımaktadır. Bu bağlamda

emperyalizmin tüm tasarıları, uluslararası örgütler vasıtasıyla siyasal arenada

karşılık bulacak ve doğulu toplumlar, ötekileştirilmeye, sömürülmeye, hedef

tahtasına yerleştirilmek suretiyle katledilmeye sonsuza dek mahkûm olacaklardır.

Bu sebeple ülkemizde, kadının İslam toplumundaki yerine yönelik akademik

yayınların ve toplantıların sürekliliği, son derece önem arz etmektedir.

Anadolu’da kadının varoluş hikâyesi, temel hatlarıyla üç ana bölümde ele

alınabilir.

1. ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ DÖNEMİNDE ANADOLU

KADINI

Türklerin siyasal tarihi üzerine yapılan araştırmalar, göçebe ve savaşçı

yaşam tarzının, akademik çalışmaları bir bütün dâhilinde gerçekleştirebilmeyi

zorlaştırdığı yönünde bir bakış açısının ortaya çıkmasıyla neticelenmiştir.

Orta Asya Türklüğü ile Anadolu Türklüğü, iki ana çalışma alanı olmakla

beraber, özellikle Anadolu Türklüğü başlığı altında devam eden mesailer,

birden fazla prensipten istifade etme ihtiyacını da doğurmuştur. Orta Asya

Türklüğü ele alınırken Filolojik ve Antropolojik veriler ön plana çıkmakta

ancak Anadolu Türklüğü ele alınırken Teolojik ve sosyolojik referanslar

önem kazanmaktadır. Bu durum, Türklerin İslam’ı kabulünün ve zaman

içinde kendi örfi havuzu içinde yoğurmasının doğal bir neticesi olarak

yorumlanabilir. Anadolu coğrafyasının sosyal dokusu, orijini Horasan olan

fikir ekolünün inanç ve ahlak ilkeleri çerçevesinde şekillenmiştir.

1.1. Horasan Erenleri

Günümüz İslam coğrafyasını geniş bir perspektiften

değerlendirdiğimizde, karşımıza çıkan tablo, itikadi ve ameli konularda

bütünlük sağlayamamış, emperyalist devletlerin büroları tarafından

koordine edilen, mensuplarının yaşam alanına ilişkin ortak sorunlar

karşısında bile farklı tutum ve tavırlar sergileyen bir ümmet profilini

gözler önüne sermektedir. Ayrılıkçı hareketlerin kökenine indiğimizde,

özellikle Emevi ve Abbasi dönemlerinde ortaya çıkan farklı din

algılarının, siyasal gayelere hizmet maksadıyla güç kazandığını

görmekteyiz. Etkileri günümüzde de gözlemlenebilen, itikadi konulara

ilişkin yorumların, coğrafyanın parçalanmasına yönelik stratejilere

doğrudan veya dolaylı biçimde hizmet ettiği aşikârdır. Riyasetin ve maddi

gücün bekası üzerine kurulu idari yapılar ve bu erki kendi kontrolüne

almayı amaçlayan akımlar doğrultusunda din, her daim sabote ve

suiistimal edilmeye müsait bir araç haline getirilmiştir. Ancak bununla

beraber Anadolu, Arabistan ve Körfez lokasyonlarına nispetle, ahlakı ve

tefekkürü öne çıkaran Ahmet Yesevi2 ekolünün temsilcileri tarafından

daha ferah bir ortamın kurulmasına ev sahipliği yapmıştır.

Siyasal ve toplumsal bütünlüğün sağlanması noktasında önemli rol

oynayan bu ekolün neferleri, dini ve ahlaki temelleri atmakla beraber,

eğitim, kültür, iktisat, savaş taktikleri ve teşkilatlanma konularında da

ciddi faaliyetler gerçekleştirmişlerdir. Toplumun her kesimine ulaşarak,

bireyleri akli ve kalbi yönden doyuran bu büyük akım, hedef kitlesini

belirlerken hiçbir sosyal statüyü görmezden gelmemişlerdir. Devleti idare

eden hükümdardan dağdaki çobana kadar beşerin tamamını kapsamış ve

kucaklamışlardır. Eğitim kurumları ve amaç odaklı teşkilatları

bakımından çağının ötesinde bir toplumsal sistemi de insanlığa armağan

etmişlerdir. Anadolu insanı, yüzyıllar sonra dahi sağlam temeller üzerine

kurulmuş bu sosyal sermayenin izlerini taşımaya devam etmektedir.

1.2. Bacıyan-ı Rûm

Bacıyan-ı Rûm ifadesi günümüz dilinde ‘’Anadolu Kadınları

Teşkilatı’’ şeklinde karşılık bulmaktadır. Anadolu Selçuklu Devleti

sınırları dâhilinde kurulan bu teşkilat, yukarıda bahsi geçen toplumsal

dönüşümün temel taşlarından biridir. Anadolu teşkilatlanma

faaliyetlerinin kadın ayağını oluşturan teşkilata dair yeterli ölçüde

akademik veya bağımsız çalışma olmamakla beraber, temellerinin 13.

Yüzyıla dayandığı görüşü yaygındır. 19. Yüzyılda Batı toplumlarında

yankı bulan Feminizm3 akımı, gerek nitelik bakımından, gerekse tarihi ve

kültürel altyapısı bakımından Anadolu topraklarında kurulan bu teşkilat

ile mukayese edilemeyecek kadar zayıf kalacaktır. Bunun en önemli

sebeplerinden biri, teşkilat mensubu kadınların, tarikat ve tasavvuf

dinamiklerinden beslenmiş olmalarıdır. Düşünsel altyapının niteliği,

teşkilat pratiklerinin işlevselliğini de doğrudan etkilemektedir. Prof. Dr.

Mikail Bayram’ın, Bacıyan-i Rûm’un mensup olduğu tarikata ilişkin

tespiti son derece önemlidir. Bacılar genel olarak Evhadiye tarikatına

mensup idiler. Bunlara Evhadiler denilmekteydi. Bu cemaatin haliyle

kadın mürşideleri ve şeyhleri olacaktı.4 Mevcut tarikat yapısı, mesleki ve

örgütsel meziyetlere ek olarak ilmi konulara ilişkin birikimin varlığına da

dikkat çekmektedir. Cemiyetin erkek mensuplarından oluşan klasik

tarikat yapılanmasının bir benzerini kadınlardan oluşan bu yapılanmada

da görüyoruz. Bu türden bir yapılanmada mürid ile Mürşid ilişkisinin

sağlıklı biçimde sürdürülebilmesi, ilmi yeterlilik ve hiyerarşik yetkinliğin

sağlanması ile mümkündür.

2 Tarihte bilinen ilk büyük Türk mutasavvıfı unvanını taşır. Tam adı: Ahmet bin İbrahim bin İlyas Yesevi idi. Yesevîlik adı verilen

tasavvufî akımının mimârı olan "Hazret-i Türkistan" nâmıyla da meşhur "Hâce Ahmet Yesevi" mürşidi Hâce Yusuf el-Hemedânî gibi Hanefî[2] bir âlimdir. Ortaya koyduğu öğreti yöntemleriyle Sünnî-Nakşibendi ile Alevî-Bektâşî Tarikatı’nı da bir hayli derinden etkilemiş olan bir şahsiyettir.(Kaynak: Vikipedi / Ahmed Yesevi) 3 Feminizm, bir teori olduğu gibi aynı zamanda da “hak eşitliği, insanlık şerefi ve kadınlara karar verme özgürlüğü” amaçlarıyla,

politik bir harekettir. Feminizm, kadınlara cinsiyet hiyerarşisi baskısının sona ermesi ve toplumsal cinsiyet tutumlarının aynı değerde olması için toplumun değişimini amaçlar.(Kaynak: Vikipedi) 4 (Bayram, 2008: 93)

Teşkilatın işlevsel yönü, mesleki ve kültürel çalışmalara

dayanmaktadır. Kayseri’de kurulan bir sanayi bölgesi, teşkilat

mensuplarının çalışma alanını oluşturmaktadır. Moğol saldırıları

sonrasında dağılacak olan teşkilata bağlı kadınlar, ilk etapta dokumacılık

yaparak ekonomik alanda varlık göstermişlerdir. Zaman içinde besicilik,

çiftçilik, terzilik ve tüccarlık gibi iş kollarıyla da ilgilenmişlerdir.

Dönemin şartlarını göz önüne aldığımızda, kadınların hemen hemen her

sahada etkin ve saygın bir yere sahip olduğunu görmek mümkündür.

Anadolu Selçuklu Devleti’nde kadınlar, siyasi, askeri, iktisadi, kültürel,

dini ve sosyal hayatta, kabul gören fıkhın prensipleri çerçevesinde geniş

bir hareket alanına sahiptiler. Bugün birçok vilayetimizde bacıların izine

rastlamak mümkündür. Moğol istilası ve sonrasındaki baskıların Ahi ve

bacıların uç bölgelere göç etmelerine sebep olduğunu belirtmiştik.

Ankara o yıllarda en yoğun göç alan yerlerden biri olmuş, 1330

yıllarında Selçuklu Devleti’nin hâkimiyetinden çıkan bölgeyi, Osmanlı

Devletinin Ankara’yı fethettiği 1361 tarihine kadar Ahi ve Bacılar

yönetmiş, asayişi sağlamış ve ticaret yapmıştır.5

Bacıyan-ı Rum teşkilatına ilişkin değinilmesi gereken en önemli konu,

teşkilatın kuruluşudur. Dönemin konjonktürel yapısı göz önüne

alındığında Anadolu’da nefes alan her bireyin disiplinel teşkilatlanma

yapılarından biri içinde yer alması hayati önem taşımaktadır. Zira

jeopolitik ve tarihsel açıdan bu denli stratejik öneme sahip olan bir

coğrafyada uzun süre varlık gösterebilmek, Anadolu birliğini tesis

etmekle mümkündür. Orta Asya tarihi açısından Çin ve Uygur

medeniyetleri ne denli belirleyici ise Anadolu tarihi açısından Bizans ve

Selçuklu medeniyetleri o denli belirleyicidir. Ahiyan-ı Rum, Gaziyan-ı

Rum, Abdalan-ı Rum ve Bacıyan-ı Rum, Anadolu Selçuklu Devleti

sınırları içinde varlık gösteren başlıca teşkilatlar olarak bilinir. Bu

teşkilatlardan Bacıyan-ı Rum, Fatma Bacı tarafından kurulmuş ve kuruluş

prensiplerine riayet etmek suretiyle faaliyetlerini her alanda sürdürmüştür.

1.2.2. Fatma Bacı

Tarih boyunca kurulmuş teşkilatların neredeyse tamamı, kurucuları ile

birlikte anılmaktadır. Nizamiye Medreseleri6 bahsi açıldığında Sultan

Melikşah ve Nizamülmülk isimleri akla gelir. Osmanlı Devleti, ismini

kurucusundan alan bir teşkilattır. Ahilik, Ahi Evran Hazretleri ile

özdeşleşirken semitik dinler İbrahimi Dinler başlığı altında ele alınır.

Öyle ki açılan her hayırlı yol, kurucusunun asırlar boyunca anılmasına

vesile olmaktadır. Bacıyan-ı Rum teşkilatı ise Ahi Evran’ın zevcesi Fatma

Bacı tarafından kurulmuştur. Fatma Bacı, ilmi konulara hâkim, pratik

zekâ ve entelektüel birikim sahibi olmakla beraber, Ehl-i takva olduğuna

inanılan mütefekkir bir hanımefendi olarak bilinir. Fatma Bacı henüz

5 (Erdem, Yiğit, 2013:36) 6 Nizamiye Medreseleri: Nizamülmük’ün adından dolayı Nizamiye adını alan bu medreseler, Sünni

İslam dünyası adına ciddi tehlike oluşturan Rafızi-Bâtıni düşünceyle, siyasi ve askeri alanda olduğu

gibi ilmi sahada da mücadele etmek ve devletin ihtiyaç duyduğu kadı, muhtesip, müstevfi, müftü,

hatip, vaiz, kâtip vb. görevlileri yetiştirmek amacıyla kurulmuş kurumlardı.(Kaynak:

Tarihvemedeniyet.org/2013/03/Suat Kaymak)

genç bir kızken babasının dergâhında dervişlerin hizmetinde

bulunmaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli, tahminen 1228 yılından itibaren şeyhi

Kirmani’nin Anadolu’dan ayrıldığı 1232 yılına kadar bu dergâhta

yetişmiştir. Vakti gelecek, Fatma Bacı, babasının dergâhında yetişen Hacı

Bektaş’ın himayesinde hizmet ve hürmet görecektir.7

Fatma Bacı kısaca, Anadolu’nun Türkleşmesinde ve kadınların hayatın

her alanında faaliyet imkânı bulmasında önemli yeri olan bir rol model

olarak anılabilir. Günümüzde aydınlanmanın, demokrasinin ve

çağdaşlığın beşiği olarak kabul edilen Avrupa’nın o dönemdeki durumu

göz önüne alındığında, İslam medeniyetinin yeni bir soluk bulduğu

Anadolu toprakları, şüphesiz ki dün olduğu gibi gelecekte de insanlığın

ortak hafızasında hak ettiği yeri alacaktır. Tarihin tozlu sayfalarını

çevirmeye başladığımızda görebileceğimiz gibi Anadolu kadını, en çetin

şartlarda dahi soğukkanlı ve fedakâr bir tutum sergilemiştir. Annelik ve

kadınlık vazifelerinden asla taviz vermemiştir. Devletler kurulur, devletler

yıkılır, saltanatlar bir hanedandan diğerine geçebilir veya rejimler

değişebilir ancak tarihsel genetiğin nesillerden nesillere devrettiği sosyal

sermaye, her dönemde ve her koşulda baki kalacaktır. Bu topraklar,

Fatma Bacı’nın, Nene Hatun’un ve nicelerinin şahs-ı manevisinden aldığı

ilhamla, kadına olan tavır ve tutumunu gözden geçirmeli, gelecek nesilleri

madden ve manen muhafaza edebilmek için gerekli hassasiyeti

göstermelidir. Popüler kültürün empoze ettiği figürleri rol model alan

nesiller, tarih hafızalarını yitirmeye ve zaman içinde asimile olmaya

mahkûmdurlar. Zira manevi değerleri kaybetmek, toprak kaybetmekten

de o topraklar üzerinde nefes alan bedenleri kaybetmekten de daha vahim

bir durumdur.

Fatma Bacı gibi değerleri, genç nesillerle buluşturmak, kişilerin ve

STK’ların olduğu kadar devletin de asli görevlerindendir. Türkiye

Cumhuriyeti Devleti, kökeni Mete Han’a dayanan kadim bir kültürün son

halkası olduğu gibi, tarihten edindiği tecrübeler ve farklı coğrafyalarda

kurduğu kültürel bağlar hasebiyle ümmetin kurtuluşu için yegâne umut

olma niteliğine de sahiptir.

2. OSMANLI DEVLETİ’NDE ANADOLU KADINI

Selçuklu’nun ardından Anadolu toprakları, Beylikler Dönemi olarak

anılan bir vetireye girmiştir. Anadolu’nun siyasal ve toplumsal birliği, yerini

aşılması güç bir kaos ortamına bırakmıştır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna

kadar devam eden bu vetirede Anadolu, Türk-İslam hâkimiyetinden çıkma

tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Osmanlı’nın kuruluşu ve hızla yükselişi

ile Anadolu kısa sürede toparlanarak Selçuklu ve Bizans devlet

sistemlerinden beslenen güçlü bir imparatorluğun beşiği haline gelmiştir.

Birbiri ardına gerçekleştirilen fetih hareketleri, iktisadi ve kültürel

genişlemenin de önünü açmıştır. Zaman içinde Anadolu toprakları,

demografik anlamda dönüşüme uğramış ve çok kültürlü bir hal almıştır. Bu

kültürlerin birbirleriyle olan etkileşimlerinden ortaya çıkan yeni toplumda

kadının sosyal alandaki pozisyonu da farklı bir boyut kazanmıştır.

7 (Erdem, Yiğit, 2013:32)

2.1. Ataerkil Düzene Geçiş

Osmanlı Devleti Türk-İslam devletleri arasında zirveyi temsil eden bir

süper güç olmakla beraber, Türk töresinin ve Orta Asya’dan taşınan

yaşam tarzının ciddi dönüşümlere uğradığı bir dönemi temsil etmektedir.

Sosyolojik bir gerçeklik olarak, bir inanç sistemini kabul eden topluluklar,

o inanç sisteminin temel ilkeleriyle beraber, sistemin doğduğu

coğrafyanın örfi unsurlarını da benimsemektedirler. Örneğin Uygur

Türkleri, yerleşik hayatla beraber tipik Türk özelliklerinden bazılarını

(özellikle askeri alanda) kaybetmişler ve benimsedikleri inanç sisteminin

pratikteki etkilerine maruz kalarak zaman içinde devletlerini

kaybetmişlerdir. Hazar Türkleri de tıpkı Uygurlar gibi yeni coğrafya, yeni

inanç ve yeni yaşam tarzı ile beraber farklılaşmışlardır. Osmanlı Devleti

ise kuruluş evresinde Orta Asya’dan izler taşımakla beraber, zaman içinde

(Yükseliş Dönemi) siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda köklü

değişimler yaşamıştır. Yaşanan bu değişimler dini referanslara

dayandığından, kadının hareket alanı da geçmişe nazaran dar bir

çerçeveye sıkıştırılmıştır. Dinin kurumsallaşmasının ve kurumsal bir

kimlikle yeniden yorumlanmasının neticesinde kadın, sosyal ve siyasi

alanlardan soyutlanarak toplumsal hayattan uzaklaştırılmıştır. Ortaya

çıkan bu tablonun memnun edici olup olmadığı, sübjektif

değerlendirmeler üzerinden belirlenmekle beraber, bu hususa ilişkin ciddi

görüş ayrılıkları yaşanmaktadır.

Kadın, haklar bakımından gerek hukuki gerekse sosyal alanda birtakım

kısıtlamalara maruz kalmıştır. Boşama hakkı elinden alınmış ve sahip

olduğu sosyal hakların büyük bölümü ataerkil prensipler dâhilinde

yeniden düzenlenmiştir.

Sosyal yaşamı sınırlanan şehirli kadının ekonomik hayattaki yeri de

oldukça kısıtlıdır. Buna rağmen az da olsa çalışma imkânı bulabildiğini

söylemek yanlış olmaz. Nitekim geçimini sağlamak için dükkân sahibi

olan, ticaret yapan kadınlar az da olsa mevcuttur. Ayrıca Selçuklu

döneminden itibaren gelenek haline gelen vakıf kurma, okul ve medrese

yaptırma gibi hayırseverlik faaliyetleri üst düzey ailelerin hanımları için

devam etmiştir.8

Buradan çıkan sonuç; Kadının ait olduğu ailenin, cemiyetin ve

sosyokültürel seviyenin durumu, kadının sosyal ve ekonomik hareket

alanını da belirlemektedir. Ulemanın, dinin temel prensiplerini ve

benimsenen fıkhi kaideleri referansla verdiği fetvalar geneli kapsamakla

birlikte, Osmanlı’da kadının durumu, zamana, mekâna ve sahip olduğu

prestije bağlı olarak değişkenlik göstermektedir.

2.2. Sarayda Kadının Yeri

Osmanlı Devleti, imparatorluk vasfı kazanarak yükseliş dönemine

girdiğinde sarayın kurumsal yapısı da büyük ölçüde oturmuştu. Payitaht

olarak anılan İstanbul ile Anadolu şehirleri arasında her anlamda ciddi

farklılıklar vardı. Bizans mirasını devralan II. Mehmed’in döneminde

8 (Erdem, Yiğit, 2013:62)

şehir kozmopolit bir merkez halini almıştı. Kültürel ve bilimsel

faaliyetlere ek olarak ticari faaliyetler de bu merkezde can buluyordu.

Anadolu insanının yaşam tarzı göz önüne alındığında İstanbul adeta başka

bir medeniyetin başkenti gibi algılanabilirdi. Bizans’ın esintileri şehrin

her sokağında kendini hissettiriyordu.

Saray, bürokrasi merkezi olmanın yanında bir tedrisat kurumu olarak

da kabul edilebilirdi. Enderun, devletin en seçkin eğitim merkeziydi.

Saraya alınan çocuklar bu merkezlerde yetiştirilerek bürokraside veya

medreselerde vazifelendirilir, başarılı olanlar vezirlik makamına kadar

yükselebilirlerdi. Pozitif bilimler ve dini ilimler bir arada okutulur ve

mezun olan gençler, devletin hanedandan sonra gelen elit zümresini

oluştururlardı. Harem bölümü ise padişah eşleri ve cariyelerinden

oluşurdu. Harem, padişah ailesinin mahrem alanını ifade etmekteydi.

Haremde bulunan cariyeler harem ağalarının gözetiminde olmakla

beraber, el sanatları, musiki, dini ilimler, edebiyat gibi alanlarda yoğun

eğitimler alırlardı. Bu eğitimlere ek olarak protokol, görgü ve nezaket

kuralları gibi konularda da yetiştirilirlerdi.

Osmanlı’da kadın, genel hatları itibariyle üç kategoride incelenebilir.

Birinci grup reaya denilen alt sınıfa mensup kadınlar, ikinci grup farklı

coğrafyalardan esir olarak getirilen cariyeler, üçüncü grup ise padişahın

validesi, kız kardeşi, kız evladı ve eşlerinden oluşan saraylı grup.

Reaya grubuna dâhil olan kadınlar, şehirli ve taşralı olmak üzere kendi

içinde iki kategoriye ayrılmakla beraber, hukuki açıdan eşittirler.

Günümüz toplumunda da olduğu gibi sadece yaşam tarzı ve geçim

kaynakları açısından farklılık gösterirler. Buna ek olarak kültürel

faaliyetlerden istifade etme olanakları da elbette farklı olacaktır. İkinci

gruba dâhil olan cariyelerden yetenekli, akıllı ve güzel olanlar ise

padişaha nikâh bağı ile bağlanabilir ve ilerleyen dönemlerde valide sultan

olabilirler. Osmanlı kadınının ulaştığı en üst mertebe budur.

2.2.1. Safiye Sultan

Yaşadığı döneme mührünü vuran, vurduğu yerden ses çıkaran,

çıkardığı ses hâlâ kulaklarda çınlayan, Osmanlı Sarayı'nın en kudretli

sultanlarından biridir Safiye Sultan. Venedikli asil bir âileden, Korfu

Adası vâlisi Baffo'nun kızı. Adriyatik Denizi'nde Osmanlı leventlerinin

eline geçti ve şehzâde Murad'a münâsip görüldü. Manisa sarayında

aldığı eğitimle, asil bir soydan geliyor olması da birleşince, tez zamanda

saraylara layık bir sultan oldu.

Nurbânu Sultan, bir yandan gelini Safiye Sultan'la, diğer yandan devlet

işleriyle uğraştı. Nihayet mücadelelerle geçen bir ömür 1583 senesinin

son ayında son buldu. Kayınvalidesi vefat edince haremin yönetimi Safiye

Sultan'a kaldı. Safiye Sultan'ın saltanat devri 3. Murad'ın sönük yıldızıyla

daha bir parladı ve namı alıp yürüdü. O yıllarda kudretli vezirlerin hâlâ

iş başında olmasıyla Devleti Aliye-i Osmaniye zaferden zafere koştu.

Kanuni'nin bıraktığı cihan devletine, bir yarısı kadar daha ülke eklendi.

45 yaşında dul kalan Safiye Sultan, aynı gün vâlide sultan oldu. Ve

başta padişah oğlu 3. Mehmed olmak üzere tüm saray onun emrine

girmişti. 3. Mehmed'in Eğri Seferi'ne gitmesinden itibaren devlet işlerini

eline alan Safiye Sultan, padişahın emirlerini dahi değiştirebilecek

derecede yönetime hâkimdi. Sadaretten azledilen Damat İbrahim Paşa'yı

tekrar Sadarete tayin ettiren de, oğlu 3. Mehmed'i sünnet eden Cerrah

Mehmed Paşa'yı (şimdiki Cerrahpaşa Hastanesi'ni yaptıran) sadrazam

yapan da Safiye Sultan'dır.

Döneminde oğlu 3. Mehmed Eğri Kalesi'ni, Tiryaki Hasan Paşa da

Kanije'yi fethetmişti. Nihayet bir gece yarısı vefât eden Sultan Mehmed'in

ardından torunu 1. Ahmet çıktı tahta 14 yaşında. Önce kocasını, sonra

torununu, şimdi de oğlunu kaybeden Safiye Sultan'ın vâlide sultanlık

makamı da oğluyla birlikte gitmiş oldu. İki sene sonra 10 Kasım 1605'te

yapayalnız vefât etti ve Ayasofya Camii'nin avlusuna, eşi 3. Murad'ın

yanına defnedildi.

2.2.2. Kösem Sultan

Şehid edilen tek vâlide sultandır Kösem Sultan. 1589'da Mora'da

doğan ve bir Rum papazının kızı olan Mahpeyker Kösem Sultan'ın,

Osmanlı sarayına gelmeden önceki ismi Anastasia. Sarayda ona

Mahpeyker (Ay yüzlü) ismini takan Safiye Vâlide Sultan'dı. Kösem

(Kılavuz, Koç) ismini ise, eşi Sultan 1. Ahmet takmıştı. Zamanla sarayda

Mahpeyker ismi unutuldu, Kösem Sultan nâmı yayıldı. Fettan bir

güzelliğe sâhip Kösem Sultan, küçük yaşta öksüz kalmış, 6 yaşındayken

Türk akınlarında Bosna Beylerbeyi'nin eline geçmiş, akabinde saraya

gönderilmişti.

Tahttaki pâdişah beklenmedik bir zamanda vefât edince yerine oğlu

Şehzâde Ahmet pâdişah oldu. O sıralar 14 yaşındaydı ve sünnet merâsimi

dahi padişah olduktan sonra yapıldı. Kendisinden 1 yaş büyük olan

Kösem Sultan'ın zekâsı, güzelliğinin de ötesindeydi. Rakîbesi Hatîce

Mahfiruz Sultan'la birlikte Sultan 1. Ahmet'in hanımı oldu. İkisi de ileride

pâdişah annesi olacaktı. Mahfiruz Sultan; ilk şehîd edilen pâdişah Genç

Osman'ın, Mahpeyker Sultan da 4. Murat ve İbrâhim'in annesi oldular. 2

oğlu ve 1 torununun pâdişahlığını görerek "Vâlide-i Sultân-ı Muazzama"

unvânını alan Mahpeyker Kösem Sultan, bu yüce saltanâtın yanısıra, ilk

şehîd edilen vâlide sultan olma tâlihsizliğini de yaşadı. Kadere bakın ki,

kardeş katline son verip ekber-erşed sistemini getirerek kan dökülmesini

engellemek isteyen Sultan Ahmed'in; oğlu Genç Osman ilk şehîd edilen

pâdişah, hanımı Mahpeyker Kösem Sultan da ilk şehîd edilen vâlide

sultan oldu.

Oğlu 4. Murat'ın 11 yaşında pâdişah olmasıyla Kösem Sultan, artık

vâlide sultandı ve o sıralar 35 yaşındaydı. Tam 9 sene saltanât nâibesi

olarak devleti bilfiil yönetti. Sıradaki pâdişah İbrâhim de kendi oğluydu

ve ikinci defâ vâlide sultanlık kapıları açıldı ardına kadar.

Kösem Sultan'ın gücü ve kudreti Sultan İbrâhim döneminin ilk

yıllarında daha yoğun hissedildi. Sadrazamları dahi Kösem Sultan tâyin

ediyor ve yine kendisi azlediyordu. Bir zaman geldi, 7 pâdişah görmüş

olmanın tecrübesi ile önü alınamaz siyâsî ve idârî dehâsı birleşince,

pâdişahı bile rakip kabul etmeyecek güç ve kudrete ulaştı. Torunu 4.

Mehmed'in pâdişah olduğu gün, annesi Hatîce Tarhan Sultan vâlide

sultan olmuştu fakat, 21 yaşında ve tecrübesiz vâlide sultan yerine, 59

yaşında ve 7 pâdişah görmüş Kösem Sultan baskın geldi. Tecrübeli vâlide

sultana bir de unvan verildi: "Vâlide-i Sultan-ı Muazzama" (2 padişah

annesi ya da oğlu ve torununun padişahlığında vâlide sultanlık yapanlara

verilen unvan). Artık devleti, torunu adına o yönetecekti. 3 yıl da torunu

adına saltanât nâibeliği yapan Kösem Sultan, 1651 Eylülünde çıkan

isyanda ocak ağaları tarafından şehîd edildi. 62 yaşındaydı. Kösem

Sultan'ın ölümüyle Osmanlı sarayında kadınlar saltanâtı da sona ermiş

oldu. Son derece şefkatli bir kadın olan Kösem Sultan, her Recep ayında

hapishâneleri gezer, kâtiller hâriç diğer mahkûmların fidyelerini ödeyip

kurtarır, yetimhânelere gider altın dağıtır, dârüşşafakaya gider huzur

arayan yapayalnız ihtiyarların dertlerine çâre arardı. Birçok eserleri

arasında en meşhuru Üsküdar'daki Çinili Câmi'dir. Tasavvufa da meyilli

olan Kösem Sultan, Aziz Mahmut Hüdâyi'den de feyz almıştı. Yaşadığı

çağa damgasını vuran bu kudretli vâlide sultan, eşi Sultan Ahmet ile

birlikte aynı türbede medfun,

.

2.2.3. Hatice Turhan Sultan

Hatice Turhan Sultan 1627'de Ukrayna'da doğmuş, çok küçük yaşta

Kırımlılar tarafından Osmanlı Sarayı'na getirilmişti. Kör Süleyman Paşa

tarafından Mahpeyker Kösem Sultan'a teslim edildi. Uzun boylu, sarı

saçlı, mavi gözlü, narin yapılı bir hanımefendi idi.

Henüz 13 yaşında iken Sultan İbrahim ile evlenmiş, 14 yaşında 4.

Mehmed'i dünyaya getirmişti. Babasının yerine tahta çıkan 4. Mehmed 7

yaşında, Hatice Turhan Sultan ise 21 yaşında idi. Fakat saltanat nâibesi

makamını gelinine kaptırmak istemeyen Kösem Sultan, 3 yıl daha yönetti

devleti. Asîler tarafından şehit edilince, Hatice Tarhan Sultan 24 yaşında

yönetimi devralabildi ancak.

Osmanlı târihinde en uzun süre vâlide sultanlık makâmında kalan Hatice

Tarhan Sultandır. Tam 35 yıl. Oğlu 4. Mehmet 7 yaşında pâdişah olduğu

için sultan vekili olarak 5 yıl 12 gün o yönetmişti devleti. Hürrem

Sultan'ın başlattığı saray kadınlarının siyasete müdahalelerine Tarhan

Sultan son verdi. En büyük rakibi, kayınvalidesi Kösem Sultan'ın

ölümünden sonra bütün güç ve kudret tamamen kendi eline geçtiği halde,

devlet işlerinden uzak durmayı tercih etti. Gelinlerini de siyasete asla

müdahale etmeyecek şekilde yetiştirdi. Askeri ihtilâllere ve anarşiye son

verdi. Harem-i Hümayun'a getirdiği eğitim sayesinde, kendisinden sonra

gelen padişah eşleri ve anneleri devlet işlerine karışmadı.

Köprülü âilesine vezirlik vererek devletin parlak bir dönem yaşamasını

temin etti. Ömrünün son yıllarını Edirne Sarayı'nda geçiren Hatice

Tarhan Sultan 1683 yazında 56 yaşındayken hastalandı ve aynı yıl Edirne

Sarayı'nda vefat etti. Annesinin vefâtını öğrenen padişahın ağzından şu

cümle dökülmüştü: "Devletin rükn-i âzamı (temel direği) gitti". Nâşı,

Edirne'den İstanbul'a getirilen Hatice Turhan Sultan'ın cenaze namazı da

kendi yaptırdığı Yeni Câmi'de kılınıp, hemen arka tarafındaki türbesine

defnedildi. Mühründe şöyle yazılıydı: " Mazhar-ı lütf-i Samet, Valide-i

sultan Mehmed"9

Osmanlı kültürüne ilişkin farklı bakış açıları olmakla beraber, devletin

kadına karşı olan tutumuna dair de farklı tezler ortaya atılmıştır. Bu tezler ortaya

atılırken, tez sahibinin dünya görüşü, belge analiz gücü, akademik perspektifinin çapı

gibi faktörler belirleyici olmakla beraber, inanç dünyası da önemli rol oynar.

Pozitivist bakış açısıyla ortaya atılan tezler, oryantalist bir üslupla kaleme

alınmışken, kendini milliyetçi muhafazakar olarak tanımlayan bilim insanları ise

zaman zaman duygusal davranarak bilimsellikten uzak bir metodoloji üretmişlerdir.

3. MODERN DÖNEMDE ANADOLU KADINI

Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamlı dönemi son bulurken Avrupa’da

yükselen sanayi ve teknoloji, Osmanlı toprakları üzerindeki enerji

kaynaklarının kullanımını esas alan yeni bir konjonktürel yapının oluşmasına

sebep olmuştur. Bununla beraber tüm dünyada yaygınlaşan pozitivist ve

milliyetçi akımlar, imparatorluk bünyesinde yaşayan etnik ve dini grupların

self-determinasyon talebinin artması üzerine ulus devletler çağına kapı

aralanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu, özellikle İttihat ve Terakki yönetiminin

başarısız politikaları sebebiyle parçalanmış ve imparatorluğun küllerinden

yeni bir devlet doğmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ilk yüzyılını devlet-

yurttaş ilişkisini ideal noktaya getirebilmek ve gerek iktisadi, gerekse kültürel

kalkınmaya yönelik hamleler gerçekleştirebilmek üzerine izlediği

politikalarla geçirmeye devam etmektedir. Milli mücadele dönemini

kapsayan kuruluş evresinde Türk kadını, yüksek fedakârlık örneği göstermiş

ve küllerinden doğan devletin bu sancılı sürecinde üzerine düşen vazifeyi

hakkıyla yerine getirmiştir. Bununla beraber, ülkenin ekonomik, eğitsel ve

kültürel faaliyetlerine de iştirak etmek suretiyle devletin her kurumunda

görev almıştır. Kamuda ve özel sektörde çalışma hayatına atılan kadın, kısa

sürede ülke ekonomisinin vazgeçilmez unsuru haline gelmiştir.

Cumhuriyet aydınlanmasının temel kurumları olarak anılan Köy Enstitüleri,

Devlet Tiyatroları, Halkevleri, Devlet Opera ve Balesi gibi oluşumlarda da

kadının yeri son derece önem taşımaktadır. Yeni devletin kuruluş felsefesi ve

resmi ideolojisi, kadını Batılı anlamda çağdaşlık anlayışının merkezine

oturtmuştur.

1927′de ilk defa bir bayan avukat Bediye Hanım İstanbul Barosu’na kayıt

olmuştur.1928′de İstanbul Fen Fakültesi’nden mezun olan 5 bayan kimyacı

Türkiye için bu dalda ilk örneklerdir. Yine bu yıl ilk kez bir kız öğrenci

Yüksek Mühendislik Okulu’na girmiştir.1928′de çıkarılan "Türk kadın

doktorların on sene müddetle hizmet-i mecburiyeden muafiyetleri hakkında

kanun"10

ile mecburî hizmetten çekindikleri için doktor olmak istemeyen

kadınların tıp mesleğine ilgi göstermeleri sağlanmıştır. Nitekim 1930′dan

9 http://www.yenisafak.com/yenisafakpazar/osmanli-hareminin-en-kudretli-uc-yuzu

10 TBMM Zabıt Ceridesi, c:4, s.239-240, 244-246; Resmî Gazete, 29.5.1928’den akt. Atam.gov.tr

/http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-57/cumhuriyetin-ulkemize-ve-bireylere-ozellikle-turk-kadinina-

kazandirdiklari

itibaren kadın doktorlar görev yapmaya başlamışlardır.1928′de amacı

annelerin sağlık ve sosyal ihtiyaçlarını gidermek ve çalışan anneler için

kreşler açmak olan Himaye-i Etfâl Kadın Cemiyeti kurulmuştur.1933′te Kız

çocuklarına meslekî eğitim vermek amacıyla Kız Teknik Öğretim Müdürlüğü

oluşturulmuştur.1936′da Kadınların çalışma hayatına düzenleme getiren İş

Kanunu yürürlüğe girmiştir. Türk kadınlarının siyasî hayata atılmaları

konusunda da ilk adım III. TBMM döneminde atılmış, 3.4.1930 tarihli 1580

sayılı Belediye Kanunu’yla kadınlara Belediye meclislerine üye seçme ve

seçilme hakkı tanınmıştır.11

Bunu daha sonraki dönemde 1934 yılında yapılan

anayasa değişikliği ile milletvekili seçme ve seçilme hakkının tanıması

izleyecektir. Kadınlar seçme ve seçilme haklarını modern batı toplumları

olan Fransa’da 1946′da, İsviçre’de ise 1971′de elde edebilmişken Türkiye’de

1934′ten itibaren bu hakkı kullanmaya başlamışlardır. Ancak bu hakkı

yeterince kullandıkları söylenemez. Çünkü bu hakkı elde ettikleri 1935

seçimlerinde milletvekili olan 18 kadın üye meclisin %4,8′ini meydana

getirirken bu orana bir daha ulaşılamamıştır.12

Bu durum Türk kadınının elde

ettiği hakları kullanmaktaki isteksizliğini göstermektedir.

Günümüzde ise ülkemizde kadının ekonomiye olan katkısı gözle görülür

biçimde artmıştır. Kadınlarımız tahsil hayatında da iş hayatında da sosyal

hayatta da önemli bir yere sahiptir.

Türkiye İstatistik Kurumunun güncel verilerine göre;

Toplam istihdamın %29,6’sı, toplam işsizlerin %36,5’i kadınlardan

oluşurken, işgücüne dâhil olmayan nüfus içinde kadınların payı %71,3

oldu.13

Türkiye İstatistik Kurumu’nun yürüttüğü Hane Halkı İşgücü

Araştırması’nın 2014 yılı sonuçlarına göre,

Türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki nüfusun %50,6’sını oluşturan kadınlar,

toplam işgücünün %30,3’ünü temsil etti. Kadınların işgücüne katılma oranı

son on yılda önemli bir artış kaydederek, 2014 yılında %30,3 olarak

gerçekleşti. Toplam Erkek Kadın Temel işgücü göstergelerinin cinsiyete göre

dağılımın Hizmet ve tarım kadınlar için en çok istihdam yaratan iki sektör

Kadın çalışanların yaklaşık yarısını oluşturan hizmet sektörü (%49,9) ile üçte

birini oluşturan tarım sektörü (%32,9) kadınlar açısından istihdam yaratan

en önemli iki sektör konumundadır. Kadınların %16,1’i ise sanayi sektöründe

çalışmaktadır. Çalışan kadınların %60,2’si ücretli ve yevmiyeli, % 29,5’i

ücretsiz aile işçisi olarak faaliyet göstermektedir. Türkiye’de ücretsiz aile

işçilerinin %71,8’ini kadınlar oluşturmaktadır. Eğitim kadın istihdamı

açısından önemli bir faktör olup, kadınların eğitim düzeyi arttıkça istihdam

oranının da arttığı gözlenmektedir. Buna bağlı olarak, kadın ve erkek

istihdam oranında gözlenen farklılık eğitim düzeyi arttıkça azalmaktadır.

Kadınlarda işsizlik oranının en yüksek olduğu yaş grubu 20-24 Araştırma

11

Resmî Gazete, 14.4.1930’dan akt. Atam.gov.tr/ http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-57/cumhuriyetin-

ulkemize-ve-bireylere-ozellikle-turk-kadinina-kazandirdiklari 12

Emet Doğramacı, "Siyasette Türk Kadını", Kastamonu’da İlk Kadın Mitinginin 75. Yıldönümü

Uluslararası Sempozyuma, Ankara 1996, s.212.’den akt. Atam.gov.tr/

http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-57/cumhuriyetin-ulkemize-ve-bireylere-ozellikle-turk-kadinina-

kazandirdiklari 13 İşgücü İstatistikleri, 2014

sonuçlarına göre, kadınlarda 20-24 yaş grubu %22,5 ile işsizlik oranının en

yüksek olduğu yaş grubudur. İşsizlik oranı evli kadınlarda %8,3 iken, hiç

evlenmemiş kadınlarda bu oran %19,6’dır.Eğitim durumu itibarıyla, kadın

işsizlerin %34,9’ünü lise altı eğitimliler, %32,6‘sını yükseköğretim mezunları

oluşturmaktadır.14

Ülkemizde özellikle son yıllarda, kadınlar sadece işgücü olarak değil aynı

zamanda işveren olarak da ekonomimize katkı sağlamaktadır. KOSGEB

Girişimci Destek Programı kapsamında, işletme kurmak isteyen kadınlara

yönelik geri ödemeli ve geri ödemesiz kredi temini ile ev hanımları, mesleki

ve teorik eğitim alarak işletmelerini kurmakta, işletmekte hatta işletmelerinin

marka değerini yükseltip devredebilmektedirler. Üniversiteler ve STK’ların,

kamu desteği alarak düzenledikleri Meslek Edindirme Kursları, Uzmanlık

Sertifika Programları, Kişisel Gelişim Seminerleri gibi faaliyetler de kadının

profesyonel ve sosyal hayattaki yerini güçlendirmektedir.

Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen, kadınların çalışma şartlarından doğan

problemlere ilişkin sağlıklı politikaların yürütülmemesi sebebiyle, annelik ve

zevcelik vazifelerini yerine getiremiyor olmaları ise aile kurumunu zedeleyen

ciddi bir problemdir. Özellikle hizmet sektöründe yer alan kadınların çalışma

şartları, tüm STK girişimlerine rağmen iyileştirilememiş ve günümüz

toplumunda kadın kapitalizmin her açıdan sömürdüğü bir obje haline

gelmiştir. Cinsel istismardan uzun mesai sürelerine kadar pek çok sorun,

cumhuriyet kadınının gündeminde kalmaya devam etmektedir. Özellikle

geçmiş dönemlerde kadınlarımızın inançlarından doğan haklarını

kullanmaları, resmi ideoloji eliyle engellenmiş ve dininin gereklerini hayata

taşımak isteyen kadınlarımız kamusal alanda ikinci sınıf vatandaş muamelesi

görmüşlerdir.

KAYNAKÇA

- Güncel Tarih/ http://www.gunceltarih.org/2013/11/cad-av-

yarglamalarnda-kadn-tanklar.html

- Vikipedi/ https://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmed_Yesevi

- Vikipedi/ https://tr.wikipedia.org/wiki/Feminizm

- Bacıyan-ı Rum’dan Günümüze Türk Kadınının İktisadi Hayattaki

Yeri. Dr. Yasemin Tümer Erdem, Halime Yiğit, İTO Yay. 2013

- Fatma Bacı ve Bacıyan-ı Rum, Prof. Dr. Mikail Bayram, NKM

Yayınları,2008

- Yeni Şafak/ http://www.yenisafak.com/yenisafakpazar/osmanli-

hareminin-en-kudretli-uc-yuzu-393284

- T.C. Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu.

Atatürk Araştırma Merkezi/ http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-

57/cumhuriyetin-ulkemize-ve-bireylere-ozellikle-turk-kadinina-

kazandirdiklari

- Türkiye İstatistik Kurumu/

http://www.tuik.gov.tr/basinOdasi/haberler/2015_25_20150505.pdf

14

TÜİK/ http://www.tuik.gov.tr/basinOdasi/haberler/2015_25_20150505.pdf