12
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 10/12 Summer 2015, p. 1143-1154 DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.8438 ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY TAHSİN YÜCEL’İN “ARAMAK” ADLI ÖYKÜSÜNÜN YAPISÖKÜMCÜ BİR OKUMASI Özlem TÜRE ABACI ** ÖZET Göstergebilim ve yapısal dilbilim alanında Türkiye’de önde gelen isimlerden olan Tahsin Yücel’in roman ve öyküleri, bir anlamda bu eleştirel yöntemin kuramsal boyutunu ve uygulamasını örneklendirmektedir. Ancak, bu çalışma, Tahsin Yücel’in Komşular adlı öykü kitabındaki üçüncü öyküsü olan “Aramak”ı yapısökümcü bir bakış açısıyla okumayı amaçlamaktadır. Post-yapısalcı felsefe, temel olarak Aydınlanma projesi ve metafiziğine radikal bir eleştiri getirir. Bu felsefenin öncülerinden olan Jacques Derrida’nın post-yapısalcı felsefesine dayanan yapısökümcülük, bir kuram ya da yöntembilim olmaktan çok bir okuma biçimidir. Çünkü her koşulda aynı şekilde uygulanan kurallar bütününe ya da uygulama yöntemine sahip değildir. Yapısökümcülük, belirli bir yordam önermemesine rağmen çalışmanın tutarlılığı için bir yol haritası çıkarılabilir. İnceleme, öncelikle metin içindeki ikili karşıtlıkları ( binary oppositions) saptayıp, bu karşıtlıklar arasındaki sıradüzeni ( hierarchy) yok etmeye ve daha sonra çıkmaza giren noktalara (impasses of meaning) odaklanıp bu noktalar vasıtasıyla metnin kendi mantığını nasıl bozuma uğrattığını anlamaya çalışacaktır. Bu kapsamda, öncelikle Ötegeçe’nin uzamsal çağrışımları, ikili karşıtlıkların arasındaki bağlantılar ve “aramak” eğretilemesinin yol açtığı çok anlamlılık değerlendirilecektir; bununla birlikte, öyküyle ilgili eleştiriler ve yazarın söyleşileri de göz önünde bulundurularak, metin içerisindeki tutarsızlıklar saptanacak ve metnin ulaşmak istediği anlama tam manasıyla neden ulaşamadığı tartışılacaktır. Sonuç olarak, kavramsal karmaşalar yaratarak öyküyü bütüncül ve tutarlı bir anlama indirgemekten kaçınmak, daha önce rahatlıkla kullanılan ikircikli kavramların yer değiştirmesi ve sonucunda eleştirel bir engelin oluşmasını sağlamak Derridacı bir yapısökümün yapmaya çalıştığı şeydir. “Aramak” öyküsüne yapısökümcü bir yaklaşımla getirilen bu okuma, öykü içindeki eleştirel çıkmazlara yeni bir bakış açısı olarak değerlendirilebilir. Çünkü bu yordamla, metnin aktarmak istediklerini aktarmakta yetersiz kaldığı, söyler gibi göründüğünün tersini söylediği ve merkez aldığı güzel/ çirkin, erkeklik/kadınlık gibi Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu tespit edilmiştir. ** Arş. Gör. ODTÜ Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü, El -mek: [email protected]

Turkish Studies TAHSİN YÜCEL'İN \" ARAMAK \" ADLI ÖYKÜSÜNÜN YAPISÖKÜMCÜ BİR OKUMASI Özlem TÜRE ABACI

  • Upload
    comu

  • View
    0

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/12 Summer 2015, p. 1143-1154

DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.8438

ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY

TAHSİN YÜCEL’İN “ARAMAK” ADLI ÖYKÜSÜNÜN

YAPISÖKÜMCÜ BİR OKUMASI

Özlem TÜRE ABACI**

ÖZET

Göstergebilim ve yapısal dilbilim alanında Türkiye’de önde gelen isimlerden olan Tahsin Yücel’in roman ve öyküleri, bir anlamda bu eleştirel yöntemin kuramsal boyutunu ve uygulamasını örneklendirmektedir. Ancak, bu çalışma, Tahsin Yücel’in Komşular adlı öykü kitabındaki üçüncü öyküsü olan “Aramak”ı yapısökümcü bir bakış açısıyla okumayı amaçlamaktadır. Post-yapısalcı felsefe, temel olarak Aydınlanma projesi ve metafiziğine radikal bir eleştiri getirir. Bu felsefenin öncülerinden olan Jacques Derrida’nın post-yapısalcı felsefesine dayanan yapısökümcülük, bir kuram ya da yöntembilim olmaktan çok bir okuma biçimidir. Çünkü her koşulda aynı şekilde uygulanan kurallar bütününe ya da uygulama yöntemine sahip değildir.

Yapısökümcülük, belirli bir yordam önermemesine rağmen çalışmanın tutarlılığı için bir yol haritası çıkarılabilir. İnceleme, öncelikle metin içindeki ikili karşıtlıkları (binary oppositions) saptayıp, bu karşıtlıklar arasındaki sıradüzeni (hierarchy) yok etmeye ve daha sonra çıkmaza giren noktalara (impasses of meaning) odaklanıp bu noktalar vasıtasıyla metnin kendi mantığını nasıl bozuma uğrattığını anlamaya çalışacaktır. Bu kapsamda, öncelikle Ötegeçe’nin uzamsal çağrışımları, ikili karşıtlıkların arasındaki bağlantılar ve “aramak” eğretilemesinin yol açtığı çok anlamlılık değerlendirilecektir; bununla birlikte, öyküyle ilgili eleştiriler ve yazarın söyleşileri de göz önünde bulundurularak, metin içerisindeki tutarsızlıklar saptanacak ve metnin ulaşmak istediği anlama tam manasıyla neden ulaşamadığı tartışılacaktır.

Sonuç olarak, kavramsal karmaşalar yaratarak öyküyü bütüncül ve tutarlı bir anlama indirgemekten kaçınmak, daha önce rahatlıkla kullanılan ikircikli kavramların yer değiştirmesi ve sonucunda eleştirel bir engelin oluşmasını sağlamak Derridacı bir yapısökümün yapmaya çalıştığı şeydir. “Aramak” öyküsüne yapısökümcü bir yaklaşımla getirilen bu okuma, öykü içindeki eleştirel çıkmazlara yeni bir bakış açısı olarak değerlendirilebilir. Çünkü bu yordamla, metnin aktarmak istediklerini aktarmakta yetersiz kaldığı, söyler gibi göründüğünün tersini söylediği ve merkez aldığı güzel/ çirkin, erkeklik/kadınlık gibi

Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu

tespit edilmiştir. ** Arş. Gör. ODTÜ Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü, El-mek: [email protected]

1144 Özlem TÜRE ABACI

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/12 Summer 2015

ikili karşıtlıkların temelsizliği bir nebze kanıtlanmaya çalışılmıştır. İçerik incelemesinin ötesine giden teknik bir okumayı gerektiren bu yöntem metinselliğin vurgulanması açısından da etkin bir yol sunar. Bu inceleme, “Aramak” öyküsünün kolay yorumlanabilir, anlamı kapalı bir sistemden (readerly) çok okuyucunun haz almasını sağlayan, çokanlamlı, çeşitli okumalara açık, çok katmanlı ve bu çok anlamlılığı keşfetme konusunda okuyucunun aktif katılımını gerektiren (writerly) bir metin olduğunu da göstermektedir. Metine bakış açısı hep bir “eleştirel çıkmazı” göz önünde bulundurduğunda, yazarın ulaşmak istediği amaca tam anlamıyla ulaşamamış olduğu gözlemlenmektedir Bu “eleştirel çıkmazı” özendiren yapısökümcü okuma, Türk öykü çalışmalarında çoksesliliği ve üretkenliği sağlayacak bir yaklaşım olma ihtimaline sahiptir.

Anahtar Kelimeler: Tahsin Yücel, “Aramak,” post-yapısalcılık, yapısökümcü okuma, ikili karşıtlıklar, anlam çıkmazları.

A DECONSTRUCTIVE ANALYSIS OF TAHSIN YÜCEL’S SHORT STORY “ARAMAK” (“QUEST”)

ABSTRACT

Tahsin Yücel, a prolific Turkish novelist, essayist, critic and short story writer, is one of the first practitioners of semiotics in Turkey after his close contact with A. J. Greimas. His oeuvre is usually analysed through the lens of semiological principles and structuralist reading regarding Yücel’s writings about the semiological tradition; however, this paper attempts to read Tahsin Yücel’s third short story, “Aramak”—which can arguably be translated as “Quest”—in his short story collection entitled “Komşular” (“Neighbours”) through deconstructive strategies which focus on the instability of meaning within a text, try to dismantle the binary oppositions and question the authority of the writer.

“Aramak” (“Quest”) is about a postman in a remote Anatolian village called Ötegeçe who is in search of a new wife after the death of his father. The story ironically revolves around Postman Münür’s marital life, his declining masculinity and social hypocrisy about the institution of marriage and conception of beauty. The climax of the story takes place when Münür seeks to get married to a woman who looks exactly the same as his first wife who is notoriously ugly. The details that the unreliable narrator of the story provides make a deconstructive reading of the text possible.

The theoretical framework briefly revisits the principles of structuralist reading in order to comment on how deconstruction is both a continuation of and a resistance to Saussurean linguistics which views language as a closed system and semiological analysis which focuses on an inherent, stable structure within a text. Acknowledging the fact that Derrida avoids having a set of rules while deconstructing a text, I follow certain reading strategies used by Derrida himself in his writings: concentrating on the aporias within the text and on the moments when the text undermines its own logic/structure; critiquing

Tahsin Yücel’in “Aramak” Adlı Öyküsünün Yapısökümcü Bir Okuması 1145

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/12 Summer 2015

the hierarchy between binary oppositions—particularly, beauty and ugliness, presence and absence, masculinity and femininity; and finally showing the instability of meaning through textual references. Ötegeçe, not only Yücel’s actual birthplace but also the setting of the story, comes to have a mystical presence with the descriptions of the narrator. The demasculinized body of Postman Münür becomes the locus of the definitions of transcendental beauty, questioning the binary oppositions of beautiful/ ugly, masculine/feminine and presence/absence.

The aporias in the text reveal that the central narrative of the story—the idea of searching a new wife for postman Münür or subverted quest theme—comes to have a meaningless and absurd ground since the narratological ellipses and authorial commentary cancel any accurate meaning to be achieved by textual details. This deconstructive interpretation of “Aramak” has also aimed to open Yücel’s oeuvre to new interpretations along with those which concentrate upon structuralism and semiotics. Such a deconstructive reading does not intent to be conclusive about the particular story analysed; on the contrary, it foregrounds the pleasure that the reader takes while dissecting the text through its minute details, finding the impasses of meaning and showing the defaults in the logical structure of the story.

STRUCTURED ABSTRACT

Tahsin Yücel, a prolific Turkish novelist, essayist, critic and short story writer, is one of the first practitioners of semiotics in Turkey after his close contact with A. J. Greimas. His oeuvre is usually analysed through the lens of semiological principles and structuralist reading regarding Yücel’s writings about the semiological tradition; however, this paper attempts to read Tahsin Yücel’s third short story, “Aramak”—which can arguably be translated as “Quest”—in his short story collection entitled “Komşular” (“Neighbours”) through deconstructive reading strategies which focus on the instability of meaning within a text, which try to dismantle the binary oppositions and question the authority of the writer.

“Aramak” (“Quest”) is about a postman in a remote Anatolian village called Ötegeçe who is in search of a new wife after the death of his father. The villagers, particularly the women who adore Münür’s “strange” beauty, are preoccupied with his search of second. The story ironically revolves around Postman Münür’s marital life, his declining masculinity and social hypocrisy about the institution of marriage and conception of beauty. The climax of the story takes place when Münür seeks to get married to a woman who looks exactly the same as his first wife who is notoriously ugly. The details that the unreliable narrator of the story provides make a deconstructive reading of the text possible.

The theoretical framework briefly revisits the principles of structuralist reading in order to comment on how deconstruction is both a continuation of and a resistance to Saussurean linguistics which views language as a closed system and semiological analysis which focuses on an inherent, stable structure within a text. It is important to note that Derridean deconstruction focuses on the text itself (“there is nothing outside the text”), particularly on the margins of the text and on

1146 Özlem TÜRE ABACI

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/12 Summer 2015

the moments when meaning is delayed or cancelled. Thus, a deconstructive reading requires the active participation of the reader and the act of deconstructing the text becomes a mode of rewriting. Acknowledging the fact that Derrida avoids having a set of rules while deconstructing a text, I follow certain reading strategies used by Derrida himself in his writings: concentrating on the aporias within the text and on the moments when the text undermines its own logic/structure; critiquing the hierarchy between binary oppositions—particularly, beauty and ugliness, presence and absence, masculinity and femininity; and finally showing the instability of meaning through textual references. Ötegeçe, not only Yücel’s actual birthplace but also the setting of the story, comes to have a mystical presence with the descriptions of the narrator. Ötegeçe, which can roughly be translated as “passing/ going beyond,” signifies the beyond, the threshold, and opens itself to a number of interpretations. The demasculinized body of Postman Münür becomes the locus of definitions of unearthly and transcendental beauty. From a structuralist point of view, the opposition of beauty and ugliness is one of the basic elements that support the structure of story. Therefore, the analysis starts by questioning the hierarchy between the conceptions of beauty and ugliness and shows how this opposition works against itself within the plot of the story. Apart from that, the reading aims to elaborate on other binary opposition such as masculine/feminine and presence/absence. The focus of the story—finding a new wife—nonsensically becomes an attempt to redefine Münür’s body through the signifiers of masculinity. This attempt also shows the instability of the binary oppositions of beauty and ugliness through the multiple perspectives of characters. Finally, the central metaphor of the story, the quest, does not follow a logical structure, problematizes the causality and assumed structural relationships. Towards the end of the story, the narrator cancels the meaning by admitting that the story he has just told is absurd and he does not believe in it.

The aporias in the text reveal that the central narrative of the story—the idea of searching a new wife for postman Münür or subverted quest theme—comes to have a meaningless and absurd ground since the narratological ellipses and authorial commentary cancel any accurate meaning to be achieved by textual details. This deconstructive interpretation of “Aramak” has also aimed to open Yücel’s oeuvre to new interpretations along with those which concentrate upon structuralism and semiotics. Such a deconstructive reading does not intent to be conclusive about the particular story analysed; on the contrary, it foregrounds the pleasure that the reader takes while dissecting the text through its minute details, finding the impasses of meaning and showing the contradictions in the logical structure of the story.

Key Words: Tahsin Yücel, “Aramak” (“Quest”), post-structuralism, deconstruction, binary oppositions, impasses of meaning.

Tahsin Yücel’in, Can Yayınları tarafından 1999 yılında yayınlanan öykü kitabı Komşular

ile daha önceki öykülerinde yer verdiği kişi ve uzamlar arasında bir örtüşme görülmektedir. Yücel,

beş öyküden oluşan bu kitabında diğer öykü kitaplarının tersine konu açısından ve izleksel bir çerçeve takip etmemiştir. Bir söyleşisinde, Komşular adlı kitabında, öykülerin arasında aynı kişinin

Tahsin Yücel’in “Aramak” Adlı Öyküsünün Yapısökümcü Bir Okuması 1147

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/12 Summer 2015

elinden çıkmış ve aynı dönemde yazılmış olmalarının dışında bütünleyici bir bağ olmadığını söyler

(Özkan, 2002, s. 120). Öyküler birbirinden bağımsız konulara yer vermekte, farklı ekonomik ve kültürel arka plana sahip kişilerin hayatlarından kesitler sunmakta ve bu kişilerin iç dünyasını

sorgulamaktadır. Göstergebilim ve yapısal dilbilim alanında Türkiye’de önde gelen isimlerden olan

Tahsin Yücel’in roman ve öyküleri, bir anlamda bu eleştirel yöntemin kuramsal boyutunu ve uygulamasını örneklendirmektedir. Tahsin Yücel, Kaan Özkan’ın hazırladığı söyleşi kitabında,

Greimas’ın göstergebilimi “bilimsel iççağrılı bir tasarım” olarak tanımladığını hatırlatıp, kendisinin

de göstergebilimle duygusal bir bağı olduğunu kaydeder (2002, ss. 77-8). Yücel’e göre diğer yöntemlere nazaran daha bilimsel bir çerçeve sunan göstergebilim, Komşular adlı öykü kitabında

da rahatlıkla uygulanabilir. Ancak, öykünün çözümlemesinde yalnızca göstergebilimsel yöntemleri

kullanmak, Tahsin Yücel’in öykücülüğüyle ilgili süregelen yorumların ötesine gidememek ve

metnin kendini farklı okumalara açma ihtimalini göz ardı etmek anlamına gelebilir. Bu nedenle, bu çalışma, Tahsin Yücel’in Komşular adlı öykü kitabındaki üçüncü öyküsü “Aramak”ı yapısökümcü1

bir bakış açısıyla okumayı amaçlamaktadır. Yapısökümcülük, belirli bir yordam önermemesine

rağmen çalışmanın tutarlılığı için bir yol haritası çıkarılabilir. İnceleme, öncelikle metin içindeki ikili karşıtlıkları (binary oppositions) saptayıp, bu karşıtlıklar arasındaki sıradüzeni (hierarchy) yok

etmeye ve daha sonra çıkmaza giren noktalara (impasses of meaning) odaklanıp bu noktalar

vasıtasıyla metnin kendi mantığını nasıl bozuma uğrattığını anlamaya çalışacaktır. Bu kapsamda, öncelikle Ötegeçe’nin uzamsal çağrışımları, ikili karşıtlıkların arasındaki bağlantılar ve “aramak”

eğretilemesinin yol açtığı çok anlamlılık değerlendirilecektir; bununla birlikte, öyküyle ilgili

eleştiriler ve yazarın söyleşileri de göz önünde bulundurularak, metin içerisindeki tutarsızlıklar

saptanacak ve metnin ulaşmak istediği anlama tam manasıyla neden ulaşamadığı tartışılacaktır.

Jacques Derrida’nın yazılarına dayanan yapısökümcülük bir kuram ya da yöntembilim

olmaktan çok bir okuma biçimidir. Çünkü her koşulda aynı şekilde uygulanan kurallar bütününe ya

da uygulama formülüne sahip değildir. Derrida (2003), “Bir Japon Arkadaşa Mektup” isimli yazısında yapısökümün tarifini oldukça zorlaştırır: “Yapısöküm ne değildir? Tabii ki her şey.

Yapısöküm nedir? Tabii ki hiçbir şey” (s. 27). Bu alıntı Derrida’nın üslubunu ve yazılarındaki

kavramlara bir açıklama getirmeyi reddedişini de örneklendirir. Yapısökümcü okumayı

anlamlandırabilmek için öncelikle yapısalcı incelemenin temel aldığı ölçütleri bilmek gerekmektedir. Dursun Ali Tökel (2007), yapısalcı okumayı “bir metni kuran yapının incelenmesi,

bir bütün oluşturan alt elemanlar arası ilişkilerin tespit edilmesi, bir cümle sayılan yapının

öğelerinin bulunması” olarak özetler (s. 784). Aynı şekilde, Kubilay Aktulum (2013) da Saussure’ün çalışmalarının çıkış noktası olan yapısal dilbilimin hedeflerini şu şekilde

detaylandırmaktadır. Bu hedefler:

incelediği nesneyi belirleyerek, hiçbir şeyi dışarıda bırakmadan, bütüncül bir biçimde çözümlemek; incelenecek nesneyi kendi kendisi için ve kendi kendisi içinde; kendi kendine

yeterli bir yapı, bir anlam dizgesi olarak, eşsüremlilik düzleminde ele almak; inceleyeceği

nesneyi anlam açısından kuşatmak için onu hem bir kavram ulamları dizgesi ya da bir anlam

evreni hem de bir eylemler ve deneyler kesiti olarak çözümlemeye yönelmek[tir]. (s. 4)

Başka bir deyişle, yapısalcılığın en temel amacı, metin içindeki yapısal unsurları sistematik bir

şekilde inceleyerek metnin anlama nasıl ulaştığını saptamaktır. Yapısalcı okuma ve yapısökümcü

okuma, metin odaklı yaklaşım2, metnin öğelerinin incelenmesi ve çeşitli kuramcıların geliştirdikleri okuma pratiklerini takip etme açısından benzerlik göstermektedir. Ancak, yapısökümcü okuma

1 “Deconstruction” çoğunlukla yapısökümcülük olarak çevrilmektedir. Kimi felsefe yazılarında yapıbozumculuk ve yapıçözümcülük olarak da kullanılmaktadır. 2 Jacques Derrida (1997/1967), Grammatoloji’de aşkın gösterilene ulaşmanın imkânsızlığından bahsettiği bir noktada “metnin dışında bir şey yoktur” der ve yapısökümcü çözümleme için sadece metni hedef olarak gösterir. (“There is nothing outside of the text [there is no outside-text; il n'y a pas de hors texte”) (s. 158).

1148 Özlem TÜRE ABACI

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/12 Summer 2015

felsefi ve metodolojik anlamda yapısalcı okumaya hem bir karşı duruş hem de yeniden bir okuma

geliştirmiştir. Yapısökümcü okuma, yapısalcı eleştirinin temelindeki metinsel yapının tutarlılığını, bütünlüğünü ve geçerliliğini sorgulamakla birlikte metnin mantığının kendisine nasıl ters

düştüğünü göstermeyi hedeflemektedir. Kendi içinde tutarlı gibi görünen bir metnin, yapısöküm

yoluyla, aslında kendi kendini tutarsızlaştırdığı ve dayandığı düşünce sisteminin gereklerini yerine getiremediği görülür. Bu düşünce dizgesi genellikle iyi/kötü, güzel/çirkin, erkeklik/kadınlık,

efendi/köle, ben/öteki, varlık/yokluk gibi kavramsal ayrımlar üzerine oturtulmuştur. Yapısöküm, bu

kavramsal ayrımların ikircikli kullanımına odaklanıp, metinde öngörülen kıstaslar ve tanımları bozmaya ve bu ayrımlar arasındaki sıradüzeni sarsmaya çalışır. İkili karşıtlıkların kullanımı

genelde bir kavramın diğeri üzerindeki öncelikli durumunu pekiştirir. Yapısökümcülük öncelikle

bu sıradüzene saldırıp, onu ters yüz etmeye çalışır. Bu şekilde sıradüzen tamamen ortadan kalmaz

ancak öncelikli kavram bozuma sokulur. Derrida’nın üstü çizilmiş kelimeleri (sous rature) gibi kâğıt üzerinde var olsa da işlevi/anlamı her zaman sorgulanır ve görevini yerine getiremez.

Yapısökümcü okuma, ciddiyetle takip edilmesi gereken kurallar bütünü içermediği için somut bir

sonuca ulaşmayı hedeflemez, yani teleolojik değildir. Aksine metni bozuma uğratma süreci okuyucudan okuyucuya değişiklik göstereceği için Roland Barthes’ın da tarif ettiği üzere bir haz

alma (pleasure of the text) sürecine dönüşür (1975, s. 3).

Derrida, temel olarak Aydınlanma projesi ve metafiziğine radikal bir eleştiri getirir. Yapısalcılığın, dili kapalı bir sistem olarak görmesini eleştiren Derrida, bunun yerine gösterenler

arasında zincirleme bir bağıntının olduğunu söyler. Hem erteleme hem de ayrılığı/farklılığı ifade

eden ayrımlama (différance) terimini kullanan Derrida, salt anlama ulaşmanın imkânsızlığını

vurgular. “Anlam, değer ve ölçüler, metafiziğe dayalı gerçekçilik geleneğinin ortaya çıkardığı logos’un ürünü” olduğu için özenli bir okur metinde yalnızca “ayrımlamayı” algılar (Doltaş, 2003,

s. 37). Yapısalcı yöntemde, metni düzenleyen ve denetleyen yapı eleştirinin merkezi haline

gelirken, yapısökümcü okuma metni merkezsizleştirmeye (decentring) çalışır. Metni merkezsizleştirme çoğunlukla “metinde olmayanla, söylenmeyenle bağlantılı[dır],” bu nedenle,

yapısöküm yoluyla önemsiz sayılabilecek ayrıntılara odaklanılır ve “söylenenin aksine kastedileni

anlamaya, bulmaya çalışı[lı]r” (Zariç, 2014, s. 758). Yapısökümcülük, sözmerkezci (logocentric)

olan Batı felsefesi ve metafiziğine, bununla birlikte Eflatun’a kadar dayanan bu felsefi geleneğin ikili karşıtlıklar (binary oppositions) üzerine kurulu yapısını sorgulayıp bozar. Böylece bilgi,

gerçek, kimlik ve benlik gibi temel felsefi kavramlar da kökten sorgulanır.

Derrida’nın dil anlayışına göre gösterenle (signifier) gösterilen (signified) arasında direk bir bağ yoktur. Bir gösterge başka bir göstergeye yol açar. Bu arada gösteren ve gösterilen karşılıklı

olarak birbirini dönüştürür ve nihai bir gösterilene ulaşılamaz. Bir gösterenin anlamının diğer

gösterenlerle arasındaki ayrımlamaya (différance) bağlı olduğunu açıklamıştık. Bu durumda, bir gösterenin anlamı hali hazırda kendinde olana değil (presénce), kendinde olmayan (absence) ses

birimlerine de bağlıdır. Bu nedenle, dilden önce kavramın olduğu iddia edilemez, bir kavram ancak

kendisinden ayrımlanan başka göstergelerle tanımlanabilir (Moran, 2007, s. 202). Bu anlamda

Derrida, Batı felsefesinin peşinden koştuğu dilden önce var olduğuna inanılan kavramların (Tanrı, madde, idea ya da doğruluk) yetkesini sekteye uğratır. Derrida’nın yıkmaya çalıştığı sözmerkezci

yaklaşım da bu şekilde işler. Aynı sebepten dolayı söz yazıdan üstün tutulmuştur. Eflatun’dan bu

yana sözün düşünceyi doğrudan aktardığına inanılmıştır. Yazının ise bilinci doğrudan aktarmadığı düşünüldüğünden yazı ikinci plana düşmüştür. Derrida, bunu da ses merkezcilik (phonocentrism)

olarak tarif eder. Grammatoloji isimli kitabında, yapısal dilbilimin ses merkezci yaklaşımını söz

merkezci (logocentric) düşünce sistemiyle ilişkilendiren Derrida (1997/1967), yazıyla konuşma arasındaki sıradüzeni bozuma uğratır (ss. 8-13). Derrida, yapısöküm yöntemiyle metni “didik didik

eder, önemsiz sayılan ayrıntılara eğilerek bunların, metnin kendi mantığını sarstığını, yadsıdığını,

yani metnin söyler göründüğünün tersini de söylediğini belirtir” (Moran, 2007, s. 202). Metin

Tahsin Yücel’in “Aramak” Adlı Öyküsünün Yapısökümcü Bir Okuması 1149

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/12 Summer 2015

içinde tek bir anlamdan söz etmek imkânsızdır, anlam çelişkilerle doludur. Jacques Derrida,

yapısökümün ancak metnin içinde gerçekleştirilebileceğini, okuma stratejilerinin bizzat metnin içinde bulunduğu ve bu stratejileri metnin kendine ihanet etme noktasına gelene kadar kullanılması

gerektiğini söyler (1997/1967, s.24).

İlk olarak, öykünün uzamı Ötegeçe, Tahsin Yücel’in doğup büyüdüğü yer olmaktan daha öteye gidiyor. Söyleşilerinde Ötegeçe’den bir türlü kopamadığını, doğduğu yere geri dönme,

hepsinden çok geçmişe “dönme” arzusunu tetikleyen Ötegeçe, “Aramak” adlı öyküde gerçekten

uzaklaşıp metnin kurgusallığında ayrı bir önem kazanıyor. “Duygusal ve düşünsel derinliğin” merkezi Ötegeçe oluveriyor yazarın kafasında, hatta Yücel bir Kızılderili sözünü hatırlatıp “insan

ana rahmine dönemediği için memlekete dönmek ister” diyor (Sökmen, 2000, s. 288). Öyküsündeki

uzamı bir anlamda kendi hayatında yaşayamadığı fiziksel dönüşün bir telafisi konumuna getiriyor.

Gerçekle kurgusal arasında sıkışan Ötegeçe, değişip “devingenleşiyor” ve “uzak yerlere doğru yol almaya” başlıyor (Yücel, 2007/1999, s. 61). Bu nedenle, Ötegeçe bir yandan Karalbıstan, Andırınlı,

Kızılcoba gibi gerçekte var olan yerlere göre konumlandırılmakla birlikte, dünya üzerinde var

olmayan, algının “Öte”sinde bir yer de işgal ediyor.

“Aramak” üzerine yapılmış ve Tahsin Yücel’in söyleşilerinde belirttiği yorumlar, öykünün

okuyucu tarafından belli bir yönde algılanmasını sağlamaktadır. Babasının ölmesiyle eli biraz para

gören bir adamın yeni bir eş ve hayat arama peşindeki macerasına odaklanan bu yorumlar, Anadolu’da birden fazla eş edinme geleneğine de alaycı bir şekilde yaklaşıyor. Sonuç olarak bu

adamın tıpa tıp ilk eşine benzeyen bir kadınla evlenmek istemesi Anadolu’nun herhangi bir yerinde

“birçok insanın yaptığı, yani oldukça yaygın bir gelenek” olarak değerlendirmek anlamı

“kapatmaya” yönelik bir adımdır. Tahsin Yücel, bunun ötesinde, Münür “[eşinin] benzerini aradığını bilmez; ancak karşısında görünce, aradığının o olduğunu anlar” diyerek “arayış” izleğini

bazı alt anlamlara bağlamaya çalışır (Özkan, 2002, s. 122). Münür’ün ne aradığını bilmediği

doğrudur; ancak bu arayışının içselleştirilmiş bir gelenek, yalnızca sezdirilen bir alt nedenden veya daha önce sahip olunan bir “şey”de (ideal güzel/lik, eş, eksik olan) son bulduğu düşüncesi

yanıltıcıdır. Bu nedenledir ki, “yaşamında karşı cinsle ilişkilerin mutluluğunu yalnızca karısıyla

tanıdığından, kendisi de ayrımında olmadan, çok bulanık bir biçimde, tıpkı ona benzer bir kadın”

(Özkan, 2002, s. 122) aramaktadır yorumu, öykünün sonuna doğru apar topar Münür’ün hareketlerinin nedenini açıklamaya çalışan paragraftaki yoruma benzemektedir. Arındırlı Cemal’in

anlattığına göre Münür, Gülbeyaz’la çocuk yaşta zorla evlendirildiğinden “gerdek gecesinden

sonra, ondan aldığı bedensel tadı yalnız o verebilmiş gibi bir duyguya kapıldığını,” karısına benzeyen biriyle evlenerek “aldığı tadı iki katına çıkarmak” istediğini söyler (Yücel, 2007/1999, s.

74). Ancak öykünün başından beri böyle bir açıklamayı destekleyecek bir durum olmaması, bunun

apar topar eğreti bir biçimde yapılmış bir açıklamaya dönüştüğünü göstermektedir. Bu da öykünün kurgusal mantığında ağır açıklar olduğunu savlar. Bu açıklık, Tahsin Yücel’in Nilgül Sökmen’le

yaptığı söyleşide, öykünün ana olayını gerçekte yaşanmış bir olay olarak tarif etmesiyle daha da

derinleşir: “Ben aşağı yukarı bu olayın aynen gerçekleştiğini gördüm... Bu kişiler annemin yakın

dostlarıydı; bir ara bizim evde de oturdular... Gerçekten açıklanması zor olmuş bir olay” (2000, s. 293). Tahsin Yücel bunun hayatın içinde gerçekleşebilecek bir olgu, her gün yaşanabilecek töresel

bir alışkanlık olduğuna dikkat çekmesine rağmen, Postacı Münür Bey tiplemesi ulaşılmak istenen

bu sonucu bertaraf eder. Bu olgunun toplum tarafından normal karşılanması ve seferberlik halinde Münür’e yeni bir eş aranması da oldukça ironik bir durumdur. Bu açıklama işi daha da

zorlaştırmaktadır; çünkü, aslında ana olayın dayandığı söylenen “arkalarda bir yerde başkasını

isterken bile ilk karısını arıyor” mantığı göz önüne alınırsa, öykünün ilk bölümünde Ötegeçeliler’in “başka bir evrene oturttukları,” dilin ötesinde bir varlıkmış gibi söz ettikleri Münür’ün “büyülü

varlığı” ile daha sonra gelişen olaylar arasında anlam bütünlüğü kurmak zorlaşıyor (Yücel,

2007/1999, s. 60). Öykünün başlarından beri Münür “güzel adam” olarak tarif edilip, erkekliğe ait

1150 Özlem TÜRE ABACI

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/12 Summer 2015

tüm özellikleri silinmektedir. Anlatıcı, Münür’ün kadınlar arasında arzu nesnesine dönüşümünde

aslında erkekliğe ait gösterenlerin silindiğini vurgular. Bu arayışta, Münür aslında kendinde olmayanın peşine düşmüştür, o da zamanla kaybettiği erkekliğidir.

Bu bağlamda, Münür’ün yeniden evlenmeyi isteme sebebi ile ilgili çıkarımlar amacına

ulaşmamakla birlikte, Münür’ün böyle bir karar almaktaki sebepsizliğini karmaşıklaştırma, “saçma”ya (absurd) mantıksal açıklama getirmeye çalışarak metnin labirentinde sıkışılmasına

neden olmaktadır. Bu nedenle, Münür’ün yeniden evlenmek istemesi ne babasından kalan mirasa

(burada anlatıcı bilinçli olarak yanlış yönlendirmektedir), ne karısını sevdiği halde karısının yetersiz kalmasına, ne de zamanında görücü usulü ile bir evlilik yapmasına bağlanmalıdır.

Münür’ün kendisinin de sebeplendiremediği yeniden evlenme isteği, “erkekliği” işaret eden

gösterenleri canlandırma çabası olarak okunabilir.

Yapısökümcü okuma, metni yakın-okuma yöntemiyle sorgulayıp dayandığı temelin ya da aktarmaya çalıştığı temel yargının içten içe tutarsızlığını gösterir ve bu temel yargının ikili

karşıtlıklara dayandığını ortaya çıkarır. Bu karşıtlıkta üstün olan taraf üstünlüğünün diğerine

dayandığını ve varlığının “öteki”ne bağlı olduğunu göstererek aradaki sıradüzen yok edilmeye çalışılır. McQuillan (2000), yapısökümcülük, metin içinde “ötekinin” konuşmasına izin vermektir

der (s. 7). Başka bir deyişle, bir metni sökme ya da “bozuma uğratma” o metni mümkün olan diğer

okumalara açmak, metni şekillendiren ideolojinin yanlılığını saptamaktır. Bu ikili karşıtlıklar arasındaki sıradüzeni yok etmek için iki yol takip edilir. İlki “tersine çevirme” (reversal), diğeri

“yer değiştirme”dir (displacement). İkili karşıtlıklarda, bir kavram bir diğer kavrama hakim

olmaya, onu bastırmaya ve arada içselleştirilmiş bir sıradüzen kurmaya çalışır. İlk hamlede

sıradüzen sarsılır ve baskın kavram “bozuma sokulur.” İkinci hamlede, dışarıda kalanı içeriyle yer değiştirip, “kararsızlık” anı gösterilir ve kavramlar arası sıradüzen yer değiştirir (Sarup, 1998, s.

51).

Bu çerçevede, “Aramak”ta güzellik/çirkinlik ikiliğinin sorunsallaşması incelenebilir. Eleştirmenler, Tahsin Yücel’in “Aramak”ta güzellik kavramına tinsel bir yaklaşım sergilediğini

söylüyor. Ancak öyküde güzellik, ulaşılması gereken aşkın bir gösterilenden çok kendi karşıtlığı ile

gayet somut bir işlev üstleniyor. Öykünün ilk sayfalarından itibaren güzellik ve çirkinlik ikiliği,

kişilerin betimlemelerinde ön plana çıkıyor. Münür’ün “güzelliği” sırasıyla eski postacı Halil Efendi, oğlu ve karısının “çirkinliği” ile karşılaştırılıp, okuyucunun bu karşıtlık düzleminde kişi

betimlemelerini algılaması sağlanıyor. Bu kişilerarası karşılaştırmanın belli bir “ölçü”ye göre

yapılması gerektiğini söyler anlatıcı. Örneğin, hikâyenin başında Postacı Münür’ü Postacı Halil’e “yaklaştırmak” bir anlamda “ölçüsüzlük” ve “haksızlık” gibi algılanmaktadır (Yücel, s. 59).

Münür’e göre daha yaşlı, mektup getirdiğinde soluk soluğa kalan Postacı Halil nedense yeteri kadar

çekici değildir ve göze hitap etmez. Oğul İsmail de babasının yanında oldukça küçük, “kavruk”, öylesine çirkin kalır ki, “bu oğlanın bu adamla bu kadının birleşmesinin bir ürünü olabileceğini

düşünmek bile insanlara aykırı geli[r]” (Yücel, s. 62). Ya da karısı Gülbeyaz “kara kuru” haliyle

“Postacı Münür’ün güzelliğinin benzerlerinden çok karşıtlarına yönelen, kuşkulu bir güzellik

olduğu” sezdirir (Yücel, s. 64). Anlatıcının da söylediği gibi Münür’ün farkı “görünüşü”ndedir, “genç kızından kocakarısına, herkesin dediği gibi, ‘güzel adam’” olmasındadır, “Hem de nasıl

güzel bir adam!” (Yücel, s. 60). Münür’ün güzelliği karşısında anlatıcı çoğu zaman coşkusunu

saklayamaz. Bu ikircikli özelliklerin birbiri ardına sıralanmasından sonra, anlatıcı bir noktada Münür’ü “olağandışı bir varlık” olarak tarif eder. Çirkinliğe üstünlük sağlayan güzellik kavramı

“silinme” (erasure) tehlikesiyle baş başadır. “Güzellik” yerini sağlamlaştırmak için ihtiyaç

duyduğu “cinselliğin silinmesiyle” (Yücel, s. 62) kâğıt üzerinde varlığını koruma mücadelesi vermekte ancak işaret etmeye çalıştığı anlama ulaşmaya çalışırken hep bir sorgulamaya tabi

tutulmaktadır. Başka bir deyişle, gösterilen gösterenlerden özgür bir şekilde hâkimiyetini

sağlamaya çalışırken, dilin ötesinde bir eğretilemeye takılı kalmaktadır. Münür, “cinselliği

Tahsin Yücel’in “Aramak” Adlı Öyküsünün Yapısökümcü Bir Okuması 1151

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/12 Summer 2015

silinmiş,” “cinsellikten soyutlanmış” bir ucubeye dönmüştür aslında, “olağandışı varlık”

adlandırması da tarif edilmezliğinden kaynaklanmaktadır.

Münür’ün güzelliği değişik bir çekim alanı yaratır ve mıknatıs gibi etrafındaki insanları

kendine doğru çeker. “Uzun boyu, alabildiğine düzgün yüz ve beden çizgileri, hep gülümseyen

gözleri, yanakları, çenesi, dudakları ve dişleriyle,” Münür erotik bir anlatının merkezi haline gelmeyi başarır. Hayranlıkla iç geçiren kadınlar, Münür’e yaklaşır, “uçup gitmesinden korkarmış

gibi” birbirlerini sıkıştırıp, Münür’ün çevresindeki çemberi “mengeneye dönüştürürler” (Yücel, s.

60). Öykünün başlarında bu tarifler yapılırken anlatıcı Münür’ü “bizden biri olmadığı sıralarda” diye tarif eder. Yani Münür etrafındakilerin ulaşamadığı bir güzellik ideasına dönüşür ve bu

nedenle dışarıdadır (outside). Ötegeçeliler için Münür çirkinliğin içerisine (inside) nüfuz etmeye

çalışırken, güzellikse bir anlamda “taşar” (spillage). Münür dışında kalan her şey—özellikle karısı

ve Münür’ün bir parçası olan oğlu—çirkinlikle özdeşleştiği için, “güzellik” hâkimiyet kurar. “Ağır ter kokusu” ve “görüntüsüyle bağdaşmayan incecik sesi” de çirkinliğe işaret eden bir gösteren

olmaktan çıkar, işlevlerini yerine getiremez. Güzelliğini pekiştiren başka bir durum ise, günlük

okuma, dinleme ve yazma ayininin, izleyici ve dinleyicilerini kendinden geçiren sessiz bir coşkuya—“tefekküre”— dönüştürüyor olmasıdır. Yaşlı bir kadın Münür’ü dinlerken oldukça garip

bir şehvetle “Diline kurban olduğum! Öyle de güzel okur ki” diye söylenir ve anlatıcının deyimiyle

neredeyse o kadınsı sesiyle “ağır ağır mektup okurken, uzaklarda buralara sesleneni, sözünü ettiği kişileri, yerleri ve olayları da kendi varlığına katan aşkın bir kaynaşma” gerçekleştirir (Yücel, s. 60-

1).

Sorgulanması gereken başka bir konuysa, öykünün geçtiği sosyal ve ekonomik bağlam göz

önünde bulundurulduğunda, insanların sözcük düzeyinde “güzellik” kavramını bir erkeğe yakıştırması öyküdeki toplumsal cinsiyet ikiliklerinin de sorunsallaşmasını sağlıyor. “Güzel adam”

kavramı ortaya çıktığı söyleme yabancı olması gerekirken, ataerkil bir topluma sahip görünen

Ötegeçe’nin “erkek-egemen” söylemini içten içe tehdit etmektedir. Ötegeçe’nin halkının normalde erkeği “yakışıklı” yerine “güzel” diye çağırması zamanla Münür’ün cinsiyetini tehlikeye sokar,

erkeklik ekseninden çıkıp kadınlara ait ve kadınlar için kullanılan söylemle tarif edilmesine neden

olur. Aslında Münür ne erkek ne de kadın olarak algılanır; onu herhangi bir cinsiyete

sınıflandırmak zorlaştığı gibi tarif edilemeyen bir düzleme oturur: “hiç kimse... gene de erkekler arasında bir erkek gibi görmez olmuştu Postacı Münür’ü... genç kadınlar, hatta en ateşlileri...

yüzüne ve bedenine hiçbir zaman alıcı gözle bakmazlardı” (Yücel, s. 61). Güzellikle çirkinliğin iç

içe geçmesi öykünün sonlarına doğru Münür’ün güzellik algısındaki çelişkiyle ifadelendirilmektedir: Münür “kendisine gösterilen her kıza bakıyor, ama aralarında hiçbir ayrım

görmüyor, çünkü onun beynindeki güzel kadın imgesi yalnızca Gülbeyaz’ın çirkinliği ile

çakışıyordu” (Yücel, s. 74).

Öykü, güzellik kavramını başlarda Münür’ün etrafında tarif ederken, daha sonra bu

kavramı anlaşılması ve kavranması güç bir konuma taşıyarak açıklanmayan bir göreceliğe

oturtmaktadır. Kendisine gösterilen onca “güzel” kızı bir türlü beğenmeyen Münür’e,

pabuçtekilikte ün salan Urup Fadime sonunda dayanamayarak güzellik tarifini sorar. Münür’ün verdiği cevap oldukça ironiktir: “Evet, boyu bosu, kaşı gözü gibi huyu da güzel olsun” (Yücel, s.

67). Metin bu noktada kilitlenir, “kararsız” bir değişime uğrayan güzellik artık karşıtıyla var

olamaz duruma gelmiştir, çünkü güzellik kavramının içi boşalmıştır; Münür’ün ağzında bu kavramın uçuşan gösterenlerden öteye gitmediği görülür. Aynı nedenle Urup Fadime, Münür’ün

“kafayı üşütmüş olmasından” kuşkulanmaktadır (Yücel, s.67).

Ayrıca, toplum Münür’ün beğeneceğine garanti gözüyle baktığı kadınların reklamını yaparken aslında güzellik kavramına yüklemeye çalıştığı anlamla kendi ikiyüzlülüğünü su yüzüne

çıkarmaktadır. Toplum tarafından belirlenmiş kurallarla, Postacı Münür’ün karısına tıpatıp

1152 Özlem TÜRE ABACI

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/12 Summer 2015

benzeyen, güzellikte ondan “çirkin” kalmayan başka bir kadını seçmesiyle güzel/çirkin karşıtlığı

arasındaki sıradüzen sekteye uğrar. Tercih edildiği için “çirkin” “güzel”in içine nüfuz edip, güzelin çirkin olarak tarifini değiştirir. Güzellik ve çirkinlik arasındaki ikili karşıtlık, içerideki/ dışarıdaki

(inside/ outside) arasındaki sınırın aşılmasıyla bir anlamda etkisiz hale getirilmiş olur. Münür’ün en

sonunda kendi eşine benzeyen bir kadın seçmesi ve güzelliği bu şekilde tarif etmesi çirkinlik kavramının içindekini, dışında yer alan güzellik kavramının öğeleriyle bir birine karıştırır. Bu

bakımdan güzellik ve çirkinlik ile ilgili genel kanılar işlevini kaybetmiş olur. Eski eşin çirkinliği

bir anlamda güzellik olarak geri döner. Burada başka bir ikiliğin devreye girdiği de söylenebilir: uzaklık ve yakınlık. “Çifte avrat almanın” doğallığı tartışma konusu olur bir mektup okuma

seremonisinde. Minever Bacı, “çifte avrat almayı” ayıplarken, tartışma kadının bir meta olarak

alınıp satılmasını normalleştiren bir söyleme doğru kaymaktadır. Bu aşamada kadınların

çoğunlukta olduğu bir ortamda bulunan Postacı Münür, etrafındaki kadınlara daha bir uzak gelir. Belki kadınlar “ikinci eş olmayı içgüdüleriyle” bağdaştıramadıklarından, belki de Münür’ün

güzelliğini işaret eden gösterenlerin anlık olarak defo sayılabilecek başka gösterenlerle—ince sesi

ve “kuşkulu beğenisi”—yer değiştirmesi ile kadınlar Münür’e “daha soğuk, daha uzak gözle” bakarlar. Ancak Ötegeçeliler bu uzaklığı çok uzun sürdüremezler ve Münür, “artık evlendirilmesi

gereken bir oğula, bir küçük kardeşe ya da ağabeye” dönüşüverir (Yücel, s. 65).

Yapısökümcü okuma yapanlar metnin tutarlılığı ile ilgili sorularla birlikte “metindeki çelişkilere, tutarsızlıklara, bozguncu bir rol oynayan metin parçalarına, ayrıntılara parmak basar ve

böylece metin tarafından nasıl çelme takıldığını ve bu yüzden anlamın nasıl tökezlediğini ortaya

koymak ister” (Moran, 2007, s. 205). Metin içerisindeki en önemli tutarsızlık da “aramak”

eğretilemesindedir. “Aramak” hem Tahsin Yücel hem de diğer eleştirmenler tarafından merkezi yapıyı ayakta tutmaya çalışan bir eğretileme olarak yorumlansa da metnin merkezsizleşmesini

sağlayan en önemli unsurdur. “Aramak” mantıksal bir örüntü izlememekte, neden-sonuç ilişkilerini

karmaşıklaştırmakta ve ikili karşıtlıkları sorusallaştırmaktadır. “Aramak” bir süreç içinde gerçekleşmemekte, metnin dayandığı izlenceyi yerle bir edecek “kararsız” (undecidable) bir anın

içine sıkışıp kalmakta ve metnin tüm mantığını alaşağı etmektedir. Tahsin Yücel, aramayı bir

“tutku, aşırılık, aykırılık” olarak değerlendirip kişinin dönüşümüne giden bir yol olarak

göstermiştir. Dahası, aramak idealize edilmesi gereken “macera-arayış”tan (quest) çok “absürd” bir duruma dönüşüyor öyküde. Böyle bir arayış, Ahsen Erdoğan’ın iddia ettiği gibi “ikinci bir eş

sevdasına düşme” sebebinden çok bir sebepsizlikten kaynaklanmaktadır (Yücel, s. 89). İşte bu

sebepsizlik, arayışın merkezi bir konuma oturmasını engellemektedir. Arayış eğretilemesinin çıkmaza girdiği, en hatırda kalacak anlardan biri Urup Fadime’nin Münür’ün yeni bir eş arama

sebebini karısındaki muhtemel bir eksikliğe bağlayıp şu soruyu sorduğu andır: “Peki karının nesini

beğenmiyorsun?” sorusunu da, hiç kızarıp bozarmadan, “Her şeyini beğeniyorum” diye yanıtlamıştı (Yücel, s. 63). Olumsuz bir cevap beklentisi ve etki yaratmak için sorulan bir soru karşılığında

verilen cevap, Münür’ün yeni bir eş arayışının neden-sonuç düzlemini reddeden bir algılama süreci

gerektirdiğini göstermektedir. Bu nedenle, Ahsen Erdoğan’ın “Aramak” “evli barklı, karısını çok

seven bir adamın ikinci bir eş sevdasına düşmesini anlatır” demesi Münür’ün arayışını tarif etmekte yetersiz kalır (Yücel, s. 89). Arama düzleminde, zaman kavramı da kendi içince tutarlıktan

yoksundur. Zaman geçmiş, şimdi ve gelecek doğrusallığında hareket etmez ve nedensellikten uzak

bir anlatı sunar. Birkaç satırda aylar ve yıllar atlamakta (“aramıza katılmasından dört beş ay sonra”, “Birkaç yıl sonra”), zamansal boşluk (ellipsis) sınırların neden sonuç ilişkisini gittikçe daha da

fazla sorunsallaştırmaktadır.

Ötegeçelileri, özellikle Urup Fadime’yi, bıktırana kadar devam eden, Gülbeyaz yerine Gülbahar’da son bulan, ilk eşe tıpa tıp benzeyen birini bulana dek süren bu arayışın son bölümdeki

usa vurumu metnin tüm mantığını tutarsızlaştırmaktadır. Gülbeyaz ve Gülbahar’ı yan yana

getirerek birbirlerine ne kadar benzediklerini bir kez daha doğrulamaya çalışan son sahne oldukça

Tahsin Yücel’in “Aramak” Adlı Öyküsünün Yapısökümcü Bir Okuması 1153

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/12 Summer 2015

iveğen bir yorumla bitirilmektedir: “İnsanlar çift yaratılmış derlerdi de inanmazdım” (Yücel, s. 75).

Münür, kendisinin dâhil olmadığı bir arayış ve dönüşümmüş gibi gösterilmeye çalışılan bir devinimin kahramanı oluverir, çünkü “ülküsel güzeli iki kez üst üste bulmanın ve her ikisini bir

arada, kendi evinde, kendi yatağında tutabilmenin mutluluğunu kesintisiz bir biçimde, tüm

doluluğuyla” yaşamaktadır (Yücel, s. 75). Münür’ün hikâyesini ikinci ağızdan duyan anlatıcının verdiği tepki de (“Çok saçma! İnanamıyorum!”) aslında tüm metnin temelini oluşturan arayışın

“saçma”lığına dikkat çekmektedir. Aldığı cinsel hazzı ikiye katlamak için karısına benzer biriyle

evlenmesi, öykü boyunca cinsiyetsizleştirilmiş, erkekliğini işaret eden gösterenlerin yok edilmiş bir adamın birdenbire cinsel gücüne dayalı çıkarımlara yönlendirilmesi hikâyenin bütünlüğünü

bozuma uğratmaktadır.

Sonuç olarak, kavramsal karmaşalar yaratarak öyküyü bütüncül ve tutarlı bir anlama

indirgemekten kaçınmak, daha önce rahatlıkla kullanılan ikircikli kavramların yer değiştirmesi ve sonucunda eleştirel bir engelin oluşmasını sağlamak Derridacı bir yapısökümün yapmaya çalıştığı

şeydir. “Aramak” öyküsüne yapısökümcü bir yaklaşımla getirilen bu okuma, öykü içindeki eleştirel

çıkmazlara yeni bir bakış açısı olarak değerlendirilebilir. Çünkü bu yordamla, metnin aktarmak istediklerini aktarmakta yetersiz kaldığı, söyler gibi göründüğünün tersini söylediği ve merkez

aldığı güzel/ çirkin gibi ikili karşıtlıkların temelsizliği bir nebze kanıtlanmaya çalışılmıştır. İçerik

incelemesinin ötesine giden teknik bir okumayı gerektiren bu yöntem metinselliğin vurgulanması açısından da etkin bir yol sunar. Bu inceleme, “Aramak” öyküsünün kolay yorumlanabilir, anlamı

kapalı bir sistemden (readerly) çok okuyucunun haz almasını sağlayan, çokanlamlı, çeşitli

okumalara açık, çok katmanlı ve bu çok anlamlılığı keşfetme konusunda okuyucunun aktif

katılımını gerektiren (writerly) bir metin olduğunu da göstermektedir. Metine bakış açısı hep bir “eleştirel çıkmazı” göz önünde bulundurduğunda, yazarın ulaşmak istediği amaca tam anlamıyla

ulaşamamış olduğu gözlemlenmektedir. Bu “eleştirel çıkmazı” özendiren yapısökümcü okuma,

Türk öykü çalışmalarında çoksesliliği ve üretkenliği sağlayacak bir yaklaşım olma ihtimaline sahiptir.

KAYNAKÇA

AKTULUM, K. Tahsin Yücel’in Yalan Adlı Romanında Yapısal Dilbilimin ve Göstergebilimin İzleri. Turkish Studies-International periodical for the languages, literature and history of

Turkish or Turkic Volume 8/13 Fall 2013, ss. 1-11. ISSN: 1308-2140,

www.turkishstudies.net, DOI Number: 10.7827/TurkishStudies.207, Ankara-TURKEY.

BARTHES, R. (1975). The pleasure of the text. (Richard Miller, Çev.) New York: Hill&Wang.

DERRİDA, J. (2003). Letter to a Japanese Friend. Jonathan Culler (Ed.). Deconstruction (ss. 23-7).

London & New York: Routledge.

DERRİDA, J. (1997). Of Grammatology. (Gayatri Spivak, Çev.) Baltimore: John Hopkins UP. (İlk

Basım 1967)

DOLTAŞ, D. (2003). Postmodernizm ve eleştirisi: Tartışmalar/uygulamalar. İstanbul: İnkılap.

ERDOĞAN, A. (2003). On Yıl Sonra Yeniden Öykü. Feridun Andaç (Ed.). Sözcüklerin diliyle konuşmak: Tahsin Yücel ile yüz yüze. İstanbul: Dünya Kitapları.

MCQUİLLAN, M. (2000). Introduction: Five strategies for Deconstruction. Martin McQuillan

(Ed.). Deconstruction: A reader (ss. 1-46). Edinburgh: Edinburgh UP.

MORAN, B. (2007). Edebiyat kuramları ve eleştiri. İstanbul: İletişim Yayınları.

NORRİS, C. (1993). Deconstruction theory and practice. London & New York: Routledge.

1154 Özlem TÜRE ABACI

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/12 Summer 2015

ÖZKAN, K. (2002). Görünmez adam: Tahsin Yücel kitabı. İstanbul: İş Bankası Yayınları.

SARUP, M. (1998). An introductory guide to post-structuralism and postmodernism. New York: Harvester Wheatsheaf.

SÖKMEN, N. (2000). Bilim ve Yazın Adamı Prof. Dr. Tahsin Yücel ile Bir Söyleşi. Mustafa

Durak (Ed.). Her yönüyle Tahsin Yücel (ss. 283-94). İstanbul: Multilingual.

TÖKEL, D. A. (2007). Sevdâkâr Şah ve Gülenaz Sultan Hikâyesi: Yapısal Açıdan Bir İnceleme.

Turkish Studies-International periodical for the languages, literature and history of

Turkish or Turkic Volume 2/4 Fall 2007, ss. 783-794. ISSN: 1308-2140, www.turkishstudies.net, DOI Number: 10.7827/TurkishStudies.207, Ankara-TURKEY.

YÜCEL, Tahsin. (2007). Aramak. Komşular (ss. 59-75). İstanbul: Can Yayınları. (İlk Basım 1999)

ZARİÇ, M. (2014). Göstergebilim ve Yapıbozumdan Postmodernist Yapısal Eleştiriye. Turkish

Studies-International periodical for the languages, literature and history of Turkish or Turkic Volume 9/12 Fall 2014, ss. 751-767. ISSN: 1308-2140, www.turkishstudies.net,

DOI Number: 10.7827/TurkishStudies.207, Ankara-TURKEY.

Citation Information/Kaynakça Bilgisi

TÜRE ABACI, Ö., (2015). “Tahsin Yücel’in “Aramak” Adlı Öyküsünün Yapısökümcü Bir

Okuması / A Deconstructive Analysis Of Tahsin Yücel’s Short Story “Aramak”

(“Quest”)”, TURKISH STUDIES -International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic-, ISSN: 1308-2140, (Prof. Dr. Şefik Yaşar Armağanı),

Volume 10/12 Summer 2015, ANKARA/TURKEY, www.turkishstudies.net, DOI

Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.8438, p. 1143-1154.