259

bilalhattab.files.wordpress.com · Çatalçeşme Sok. No: 46 Yücer Han Kat: 3 Daire: 10 CAĞALOĞLU - İSTANBUL ... CERH VE TA'DİL DERECELERİ 171 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM RİVAYET VE

Embed Size (px)

Citation preview

Dr. Mahmud TAHHAN

Yeni hadis usûlü ( T e y s î r u M u s t a l a h i ' l - H a d î s )

Türkçesi:

Cemal AĞIRMAN

R A Ğ B E T Y A Y İ N L A R İ

Yeni hadis usûlü (Teysîru Mustalahi'l-Hadîs)

Dr. Mahmud Tahlıân

Türkçesi: Cemal Ağırman

istanbul, 2010

ISBN : 978-605-4074-37-2

Kültür vc 'runzm Baknnlığı Sertifika No: 17032

Yayınevi Editörü Hasan Lütfı Ramazanoğlu

Sayfa Düzeni Osman Arpaçukuru

Kapak Tasarımı Abdüsselam Ferşatoğlu

Baskı - Cilt Karmat

RAĞBET YAYINLARI

Çatalçeşme Sok. No: 46 Yücer Han Kat: 3 Daire: 10 CAĞALOĞLU - İSTANBUL

Telefon: 0212 528 85 19 Faks: 0212 528 85 20 www.ragbetyayinlari.com

Dr. Mahmud TAHHAN

Yeni hadis usûlü ( T e y s î r u M u s t a l a h i ' l - H a d î s )

Türkçesi:

Cemal AĞIRMAN

R A Ğ B E T

Cemal AĞIRMAN:

Trabzon/Çaykara'da doğdu. Ortaöğrenimini 1981 yılında Erzumm İmam-Hatip Lisesi'nde tamamladı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. 1988 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Hadîs Bilim Dalında Yüksek Lisansını bitirdi. 1985-1995 yıllan arasında Diyanet Teşkilatının çeşit­li kademelerinde görev yaptı. 1988-1991 yıllarında Diyanet İşleri Başkanlığı İstanbul Haseki Eğitim Merkezi İhtisas Kursu­na katıldı. 1995 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Hadîs Bilim Dalından dokto­rasını tamamladı. 1996'da Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Hadis Bilim Dabnda Yardımcı Doçent olarak atandı. 2002'de doçent, 20O8'de Profesör oldu.

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER 5 KİSALTMALAR 11

ÇEVİRENİN ÖNSÖZÜ ....13 YAZARIN ÖNSÖZÜ 17 KİTAPTAKİ YENİLİKLER 21

GİRİŞ

HADÎS USÛLÜ İLMİNİN DOĞUŞU VE BU SAHADA

TELİF EDİLEN EN IVIEŞHUR ESERLER

I. HADÎS USÛLÜ İLMİNİN DOĞUŞU VE TARİHÎ GELİŞİMİ 25 II. HADÎS USÛLÜ SAHASİNDA TELİF EDİLEN EN MEŞHUR

ESERLER 27

IIL ÖNCELİKLİ TARİFLER 29

BİRİNCİ BÖLÜIVI

HABER

I. BİZE ULAŞMASI AÇISINDAN HABERİN KISIMLARI 35 A. MÜTEVÂTİR HABER 35 B. ÂHÂD HABER 38

1. Meşhur 39 2. Azîz 42 3. Garîb 44

II. KUVVET VE ZAYIFLIK AÇISINDAN ÂHÂDHABERİN KISIMLARI 48

A. MAKBUL HABER 48 1. Makbul Haberin Kısımları 49

a^ahîh 49 b. Hasen 61 c. Sahîh li-Gayrihi 67 d. Hasen li-Gayrihi 68 e. Üstün Özellikli Makbul Âhâd Haber 69

2. Makbul Haberin "Ma'mûlun bih" ve "Gayr-i ma'mûlun bih"e Taksimi 70 a. Muhkem ve Muhtelifu'l-Hadis 70 b. Nâsih ve Mensûh Hadis 74

B. MERDÛD HABER 77 Giriş: Merdûd Haber ve Red Sebepleri 77 L Zayıf Hadis 78 2. İsnadından Herhangi Bir Râvînin Düşmesi Sebebi İle Merdûd Olan Haber 81

a. Muallak 83 b. Mursel 85

c. Mu'dal 89

d. Munkatı' 90 e. Mudelles 92 f. Mursel-Hafî 99 g. Mu'an'an ve Muennen 100

3. Râvînin Ta'n Edilmesi Sebebi ile Merdûd Olan Haber 103 a. Mevzu 103 b. Metruk 108 c. Münker 110 d. Ma'rûf 113 e. Mu'allel 113

f. Sika Râvîlere Muhalefet 117 g. Müdrec 118 h. Maklûb 122 1. Mezîd fî muttasıliM-esânîd 125 i. Muztarib 127 j . Musahhaf 130 k. Şâz ve Mahfuz 133 1. Cehâletü'r-Râvî 135 m. Bid'at 139 n. SÛ'u'l-Hıfz 140

111. MAKBUL İLE MERDÛD ARASİNDA MÜŞTEREK OLAN

HABER 142 A. KAYNAĞINA GÖRE HABERİN KISIMLARI 142

l.Kudsî hadis 142

2.Merfû' 143 3. Mevkuf 145

4. Maktu 149

B. MAKBUL İLE MERDÛD ARASINDA MÜŞTEREK OLAN DİĞER HABER ÇEŞİTLERİ 151

l.Müsned 151

2. Muttasıl 151

3. Ziyâdâtü's-Sikât : 152

4. İ'tibâr - Mütâbi' - Şâhid 157

İKİNCİ BÖLÜM RİVAYETİ KABUL EDİLENLERİN SIFATLARI VE. CERH VE TADİL AÇISINDAN BUNUNLA İLGİLİ DURUMLAR

I. RÂVÎ VE RÂVÎNİN KABUL ŞARTLARİ 163

II. CERH VE TADIL KITAPLARf HAKKINDA GENEL

DÜŞÜNCELER 169

III. CERH VE TA'DİL DERECELERİ 171

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

RİVAYET VE RİVAYETİN ÂDABI. KEYFİYETİ VE ZAPTI

I. RİVAYET ZABTININ KEYFİYETİ VE TAHAMMÜL YOLLARI... 177

A. HADİSİ SEMA YOLUYLA ALMANIN KEYFİYETİ,

TAHAMMÜLÜ VE ZABTI 177

B. TAHAMMÜL YOLLARI VE EDÂ SIĞALARI 179

1. Semâ' 179

2. Kıraat 180

3. İcf.....i 181

4. Münâvele 183

5. Kitabet 184

6. İ'lâm 185

7. Vasiyyet 186

8. Vicâde 186

C. HADÎSLERİN YAZILMASI, ZABTI VE TASNÎFİ 187

D. HADİS RİVAYETİNİN KEYFİYETİ 192

E. GARÎBU'L HADİS 195

IL RİVAYETİN ÂDABI 197

A. MUHADDİSLERİN ÂDABI 197

B. HADİS ÖĞRENCİSİNİN ÂDABI 199

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

İSNAD VE İSNADLA İLE İLGİLİ MESELELER

L İSNADIN İNCELİKLERİ 203

A. ÂLÎ ve NAZİL İSNÂD 203

B. MÜSELSEL 207

C. RİVÂYETÜ'L-EKÂBİR ANİ'L-ESÂĞIR 211

D. RİVÂYETÜ'L-ÂBÂ ANİ'L-EBNÂ 213

E. RİVÂYETÜ'L-EBNÂ ANİ'L-ÂBÂ 213

F MUDEBBEC VE RİVÂYETÜ'L-AKRÂN 215

G. SABIK ve LÂHİK 216

II. RÂVÎLERİ TANIMAK 218

A. SAHABE 218

B. TABİÎLER 222

C. KARDEŞ VE KİZ KARDEŞLER 224

D. MÜTTEFİK ve MÜFTERİK 225

E. MUTELİF VE MUHTELİF 227

FMÜTEŞABİH 229

G. MÜHMEL 231

H. MÜBHEMLER 232

i. VUHDÂN 234

J. MUHTELİF İSİM VE SIFATLARLA ANILAN RÂVİLER....235

K. MÜFREDAT [TEK İSİM, KÜNYE VE LAKABLILAR] 236

L. KÜNYELERİYLE ŞÖHRET BULANLARIN İSİMLERİ 238

M.LAKABLAR 240

N. BABASINDAN BAŞKASINA NİSBET EDİLENLER 241

O. HAKİKİ OLMAYAN ARIZÎ NİSBELER 242

P. RÂVİLERİN TARİHÇELERİ 243

R. SİKALARDAN İHTİLAT EDENLER 246

S. RÂVÎ VE ÂLİMLERİN TABAKALARI 247

Ş. RÂVÎ VE ÂLİM OLAN MEVÂLÎLER 249

T SİKA VE ZAYIF RÂVÎLER 250

U. RÂVÎLERİN VATAN VE BELDELERİ 251

BİBLİYOGRAFYA 255

Kısaltmalar

bk. Bakınız

bs. Basım, baskı, tab' byy. Baskı yeri yok c. Cüd çev. Çeviren dn. Dipnot R , h. Hicrî had: Hadis Hz. Hazreti M. Milâdî no. Numara nşr. Neşreden ö. Ölümü r.a. Radıyallahu anh r.ah. Radıyallahu anha s. Sayfa s.a. Sallcllahu aleyhi ve sellem th. Tahkik ts. Tarihsiz vb. Ve benzeri vd. Ve devamı v.s. Ve şâir

Çevirenin Önsözü

Pi\;asada matbu pek çok Hadis Usûlü kitabı varken bizi böyle bir eseri tercüme etmeye sevk eden temel sebebin; eserin kapsa­mı, konuların işleniş tarzı ve sistematiği olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim eserde detay bilgiden ziyade, Hadis Usûlünün bütün ko­nuları hakkında özlü bir bilgi verilmektedir.

Ülkemizdeki Hadis Usûlü eserleri genelde ya İlahiyat Fa­kültelerinin müfredat programları veya bağımsız bir şekilde bir bilim dalı disiplini çerçevesinde bilimsel gerekler dikkate alınarak hazırlandığı için daha ziyade belli kesimlere hitap etmektedirler Bu nedenle doğal olarak bazılarında ders programı çerçevesin­de verilebilecek en öncelikli bilgilerin aktanmı düşünüldüğü için muhteva oldukça sınırlı tutulurken, bazılarında da usûlü gere­ğince her konu hakkında doyurucu bilgi verildiği için kapsamlı tutulmuştur

Elinizdeki bu eser ikisinin ortasını bulma noktasında bize göre oldukça başarılı gözükmektedir Yazarın da belirttiğine göre bu iki noktanın ortasını bulmak eserin oluşumunda etkin rol oy­namıştır

Eserin en önemli özelliği, konuların, hadis kültürü çerçeve­sinde akla gelebilecek muhtemel her çeşit sorunun önce sorulup sonra da cevap verilmesi şeklinde işlenmiş olmasıdır Eğitim ve öğretimde bu metodun son derece önemli olduğu herkesçe bi­linmektedir

Diğer bir özelliği, konular hakkında geniş bilgi edinmek is-

MAHMUD TAHHÂN-

te\)en\erin başvurabilecekleri kaı^nak niteliğindeki eser isimlerine yer vermiş olmasıdır Her bahsin sonunda konu ile ilgili en meş­hur bir ueya bir kaç eser, müellif adları ile birlikte yer almaktadır Böylece hem konu hem literatür zenginliği açısından okuyucu­larda temel bir hadis kültürü oluşturmak hedeflendiği gözükmek­tedir. Eserin diğer bir özelliği de, her konu ile ilgili bol bol hadis örneklerinin verilmiş olmasıdır

Bütün bu güzelliklerin yanında eserde göze çarpan en büyük eksiklik; verilen hadis örneklerinin yer aldığı kaynaklardaki yer­lerinin modern hadis tekniklerine göre gösterilmemiş, ayrıca her konunun sonunda verilen örnek eserlerin yazarlarının ve metin içinde geçen şahısların vefat tarihlerinin verilmemiş olmasıdır

Tercümede bu eksiklikleri gidermeye çalıştık. Anca/c bütün şahısların vefat tarihlerini vermek gibi bir yol izlemedik. Mesela, fazla bir fayda ummadığımız için, örnek sunulan hadislerin ri­vayet zincirlerinde yer alan şahısların vefat tarihlerini vermedik; bunun dışında diğer bütün şahısların vefat tarihlerini vermeye çalıştık.

Dipnotları kısmen zenginleştirmeye çalıştık. Yazar referans gösterdiği yerlerde bile genelde "Buhârî" veya "Buhârî ve Müs­lim tahriç etti" şeklinde yerini belirtmeksizin sadece bir veya iki kaynak ismini vermekle yetinmiştir Biz bütün hadislerin yerlerini bulup Concordance'a uygun bir şekilde gösterdikten sonra şayet hadis başka kaynaklarda da yer alıyorsa kısmen onlan da belirt­meye çalıştık.

Yazar muhtemelen ihtisar düşüncesiyle kitap müelliflerini, tanındıkları en kısa isimleri ile verdiği için zaman zaman 'hangi şahıs' diye tereddüde düşülmektedir. Bu eksikliği ihtisar amacını bozmadan müelliflerin vefat tarihlerini vermek suretiyle şahısla­rın belirginleşmesini sağlayarak giderdik. Ayrıca geniş bir'"Kar-ma Kelimeler İndeksi" ekleyerek eserden daha kolay yararlanma imkânı sağlamaya çalıştık.

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 15

Eklediğimiz yeni dipnotlara çeviren notuyla işaret ettik. Vefat tarihlerinin ilki hicrî sonrası milâdî tarihi göstermektedir.

Eserin ders kitabı veya en azından yardımcı ders kitabı olabi­leceğini düşünerek dezavantaj ve zorluklannı yaşamakla beraber metne sadık kalmaya çalıştık.

Orijinal terimleri fazla zorlamak istemedik. Özellikle baş­lıklarda yer alan terimleri Türkçeleştirme yoluna gitmedik. Zira yazar başlığın hemen altında zaten terimleri açıklamaktadır Za­man zaman metin dışı bazı açıklamalan dipnotta yapmaya çalış­tık. İçindekiler kısmında yer alabilecek şekilde oldukça fazla ara başlıklar vardır Esere özellik kazandıran da bu ara başlıklardır Yazar bunların çoğunu soru şeklinde yapmıştır Bizler, çok azı dışında bunların hemen hemen tümünü başlık şekline soktuk. Ancak yorucu ve sıkıcı olur düşüncesiyle bunları içindekiler kıs­mına yansıtmadık.

Muvaffakiyet Allah 'tandır!

Prof Dr. Cemal AĞIRMAN

SİVAS

Yazarın Önsözü

Bismijlâhirrahmânirrahîm!

Yedinci Baskının Önsözü

Bize İslâm nimetini bahşeden ve yine bizi Nebîsi Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellemin sünnetine hizmetçi kılan Allah'a hamd olsun!

Salât ve selâm yaratılanların en şereflisi, nebilerin sonuncu­su. Efendimiz Muhammed b. Abdullah'ın, âlinin, ashabının ve onlan takip edenlerin üzerine olsun!

Genelde ilim taliplerinin, özelde de hadîs ve hadîs ilimleri ile uğraşanların, bu kitaba teveccühlerini ihsan eden Allah Teâlâ'ya hamd ve şükürler olsun!. Kitabm, H.1397- M.1977 yılından bu güne kadar yapılan altı baskısı da bitti. Bu sebeple Riyâd'da bulunan Mektebetu'l-Maarif'in, kitabın 7. baskısını yapmasını uygun gördüm.

Yüce Allah'tan bu kitabın yararlı ve faydasının devamlı ol­masını, ayrıca onu rızâsını kazanmaya vesile kılmasını dilerim! Salât ve selâm Efendimiz, Peygamberimiz Muhammed'e, âl ve ashabına ve kıyamete kadar onlara hakkıyla tâbi olanlara olsun!

Kuveyt, Cemâziye'l-âhir, 1405 H. 21 Şubat 1985 M. Sonsuz merhamet sahibi Rabbinin affını dileyen zayıf kul

Ebû Hafs Mahmud b. Ahmed et-Tahhân.

Bismillâhirrahmânirrahîm!

Kur'ân-ı Kerîm'i Müslümanlara indirme lütfunda bulunan, onun kıyamete kadar gönüllerde ve satırlarda muhafazasını üst­lenen, sünnetin muhafazasını Kur'ân'ın korunmasında tamamla­yıcı unsur kılan Allah'a hamd olsun!

Salât ve selâm; "Sana da bu zikri[Kur'an'ı], insanlara ne in­dirildiğini açıklamasın diye indirdik. Umulur ki düşünürler^", sö­züyle, Yüce Allah'ın zikr-i hakîm olan Kur'an'da ne murat ettiğini açıklama görevini kendisine havale ettiği Efendimiz, Peygamberi­miz, Muhammed'e olsun! Gerçekten de o; söz, fiil ve ta/afrleriyle Kur'an'ı apaçık bir üslûpla açıklamıştır.

Allah'ın rızâsı; nebevî sünneti yüce Peygamber'den alan, kavrayan, onu tahrif ve tebdîl şaibesinden uzak bir şekilde, ay­nen duydukları gibi Müslümanlara nakleden sahâbîlerin üzerine olsun!

Rahmet ve mağfiret; pak sünneti nesilden nesile nakleden, rivayet ve naklinin selameti için kaideler koyan, sünneti yalan­cıların tahriflerinden kurtarmak için ince prensipler oluşturan selef-i sâlihîn üzerine olsun!

Hayırlı mükâfat; sünneti rivayet etmenin kaide ve prensiple­rini seleften alıp daha ileriye götürerek geliştiren, tanzim ve tertîp eden, sonra "İlmu Mustaleıhil Hadîs"^ adı altında müstakil eserierde toplayan seleften sonrakilerin üzerine olsun!

1 en-NahI (16), 44. 2 Bu ilme, "'İlmu'lhadîs dirâyeten [Dirayet Hadis İlmi]", "Ulûmu'l-hadîs [Ha-

20 MAHMUD TAHHAN-

İmdi: Medîne-i Münevvere İslâm Üniversitesi Şeria Fakül-tesi'nde "Hadîs Usûlü" derslerini uzun süre okutmayı üstlendi­ğim sırada, idare İbnu's-Salâh'm "Ulûmu'l-hadîs"in[ okutmayı kararlaştırmıştı. Daha sonra bunun yerine, özeti durumunda olan en-Net;euf'nin et-Takrîb"ı okutulmaya karar verildi. Bu iki eser düzenli bir şekilde okutulduğunda büyük faydalar sağlama­sına rağmen okutma esnasında öğrencilerle biriikte bazı zoriuk-larla karşılaştım. Bu zorluklardan bir kaçı; bazı konuların uzun , diğer bazılarının kısa olması'', ibare zoriuğu ve bazı konuların tam olmayışı^ şeklinde ifade edilebilir. Konuların tam olmayışı da; ta­nımların terkedilmesi, örneklerin ihmal edilmesi, konuların sağ­ladığı faydaların zikredilmemesi, konularla ilgili belli başlı meşhur eserlerin belirtilmemesi ve buna benzer şekilde olmaktadır.

Hadis usûlü ilmiyle ilgili diğer eski eserleri de bu tarz üzere buldum. Özellikle bu eserlerden bazıları, hadis ilimlerinin tama­mını kapsamamaktadır. Bazıları da sistematik değildir. Müellif­lerinin bu noktadaki mazeretlerini; ya kendilerinden önceki âlim­lerin ele almadıkları konularda, onlara oranla konuyu daha fazla uzatmak durumunda kalmaları veya bazı konularda zamanlarına göre konuyu uzatmak ihtiyacını hissetmeleri ya da daha bilip bil­mediğimiz başka nedenlerin olabileceğini düşünerek izah etmek mümkündür.

İşte bütün bu nedenlerden dolayı Şerîa Fakültesi'nde öğren-

dislhmteh]", "Usûlu'l-hadîs [Hadîs Usûlü]" da denir. Bazı Itonuların uzun uzadıya anlatımı özellikle İbnu's-Salâiı'ın kitabı için söz konusudur. Mesela; hadisi "semâ [duyarak alma]nın keyfiyetini, tahammülü­nü, sıfatını ve zaphnı bilmek" bahsi böyledir. Tam 46 sayfa yer almaktadır. Bazı konuların kısa tutulması özellikle Nevevî'nin kitabı için söz konusudur. Mesela "zayıf hadis" bahsi böyledir. Konunun anlatmı 19 kelimeyi geçme­mektedir. Nevevî'nin maklûb bahsi böyledir. Nitekim Nevevî maklûb bahsinde şu ifa­delerle yetinmiştir: "Maklûb hadis; Sâlim'dcn geldiği meşhur olduğu halde rağbet edilmek için Sâlim'in yerine Nâfi'in yerleştirilerek nakledilen bir hadis ile; Bağdat ehlinin Buhârî'yi imtihan etmek için bibirine karıştırıp sordukları, sonra da Buhârî'nin, her senedi yerii yerine yerleştirdiği ve bu şekilde onlara üstünlüğünü kabul ettirdiği yüz hadis gibi hadislerdir".

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 21

6 Konulan paragraflara ayırmada büyük hocalarımdan son derece istifade et­tim. Meselâ; Prof. Dr. Mustafa Zerkâ'nın "el-Fıkhu'l-İslâmîfî seubihi'l-cedîd"

çilerin önüne Hadîs İlimleri ve Hadîs Istılahları konusunda, bu ilmin kaide ve ıstılahlarmı rahat anlıyabilecekleri kolay bir kitap koymayı planladım. Bunu da ancak, her konuyu rakamlaria pa­ragraflara ayırmak, konuya önce tanımını yaparak başlamak, sonra örneklendirmek, daha sonra kısımlarını belirterek devam etmek..., sonunda da konu ile ilgili telif edilmiş en meşhur eser­leri vermek suretiyle yaptım. Bütün bunlar; karmaşık ve kapalı ibarelerle değil; kolay, ilmî ve açık bir üslûpla mümkün olur. Şerîa Fakülteleri ile İslâm Araştırmaları Fakültelerinde Hadis Usûlü il­mine tahsis edilen ders saatlerinin azlığını gözönünde bulundu­rarak bir çok ihtilaf ve görüşlerin üzerinde durmadım, meseleleri de fazla açmadım.

Kitabın adını "Teysîru mustalahi'l-hadîs" koydum. Kita­bın, okuyucuyu bu sahada eser vermiş önceki âlimlerin eserle­rinden müstağni kılmasını amaçlamadım. Onun bir anahtar ni­teliğinde olmasını, bu ilimde ne var ne yok onları hatırlatmasını, ayrıca okuyucuyu konuları kolay bir şekilde anlamaya ulaştırma­sını amaçladım. Önceki otorite ve âlimlerin eserleri bu ilmde mü­tehassıs olan her âlim için birer kaynak konumundadır; gerektiği şekilde ve bolca o kaynaklardan istifade edebilirler.

Şunu da belirtmeden geçemiyeceğim: Son zamanlarda bazı araştırmacıların, özellikle müsteşrik ve batıl inanca sahip olanlann şüphelerini reddetme sadedinde, çok faydalı eserleri yayımlan­mıştır. Ancak bazıları çok uzun, bazıları son derece kısa, bazılan da doyurucu değildir. Bu nedenle bu kitabın uzun ile kısa arasın­da ve bütün konuları kapsayıcı nitelikte olmasını arzu ettim.

Kitaptaki Yenilikler

1. Konuyu bölerek vermek, bütün konuları, öğrencinin anla­masını kolaylaştıracak şekilde numaralı paragraflara ayırmak^.

22 MAHMUD TAHHÂN-

2. Tarifler yapmak ve örnekler zikretmek... suretiyle genel hatlarıyla her konuyu kemâle erdirmek.

3. Özet bir şekilde ıstılahla ilgili konuların tamamını kapsa­mak.

Başlıklandırma ve tertip konusunda, İbn Hacer'in (0.852/ 1448), en-Nuhbe isimli eseri ve onun şerhinden yararlandım. Onun bu eseri şimdiye kadar ulaşılan en güzel tertibe sahiptir. İlmî konuda ise en büyük dayanağım İbnu's-Salâh'ın (0.643/ 1245) Ulûmu'l-hadis'i ve muhtasarı niteliğinde olan en-Neve-vî'in (Ö.676/1277) et-Takrîb'i, ve bunun şerhi olan es-Suyûtî'nin (Ö.911/1505) et-Tedrîb'i olmuştur.

Kitap bir giriş ve dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm haber, ikinci bölüm cerh ve ta'dîl, üçüncü bölüm rivayet ve usûl­leri, dördüncü bölüm ise isnâd ve râvilerin bilinmesi hakkındadır.

Bu mütevazı gayreti öğrenci yavrularımıza takdim ederken bu ilmin hakkını vermede acziyet ve noksanlığımı peşinen itiraf ediyorum. Nefsimi yanılma ve hata yapmaktan temize çıkarmı­yorum. Burada, yanlış ve hatalara muttali olanlardan ricam, beni uyarmalarıdır. O hatayı düzeltmek ümidiyle, onlara buradan şükranlarımı sunuyorum. Bu eserin. Yüce Allah'tan, öğrencilere ve hadîsle meşgul olan herkese faydalı olmasını ve ayrıca onu rızâsına muvafık kılmasını diliyorum.

adb eseri ile Prof. Dr. Maruf Devâlîbî'nin "Usûlü'l-fıkh" adlı eseri ve Prof. Dr. Mufıammed Zekî Abdulberr'in, Dıma§k Üniversitesi Şerîa Fakültesi'nde, öğrenci iken, bize verdiği Mcrğmânî'nin Hidâye isimli kitabı ile ilgili ders not-lannda yer alan taksimatlar gibi. Bu sahadaki ilimleri anlama ve kavrama konusunda katlandığımız bunca zorluklardan sonda, bu orjinal taksimin, söz konusu ilimlerin kolayca anlcişılmasında önemli derecede katkısı olmuştur.

G İ R İ Ş

I. HADÎS USÛLÜ İLMİNİN D O Ğ U Ş U VE TARİHİ GELİŞİMİ

II. HADÎS USÛLÜ SAHASINDA TELİF EDİLEN EN MEŞHUR ESERLER

III, ÖNCELİKLİ TARİFLER

I. HADÎS USÛLÜ İLMİNİN D O Ğ U Ş U VE TARİHÎ GELİŞİMİ

Ciddi bir araştırmacı, "rivayet ilmi" ve "haber nakli"nin temel prensip ve esaslarının, Kur'ân-ı Kerîm ve nebevi Sünnet'te yer aldığını açıkça görebilir. Zira Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de, "Ey iman edenler! Size bir fâsık bir haber getirdiğinde onu araşbrmız!"'' buyurmaktadır. Hz. Peygamber de; "Bizden bir şey işitip de onu duyduğu gibi aktaranın Allah yüzünü ağartsın! Nice [sözümüzün] kendisine aktarılan kimseler vardır ki onlar ilk du­yandan daha anlayışlıdırlar"^, buyurmaktadır. Bir başka rivayet de; "Nice fıkıh nakledenler vardır ki onu kendisinden daha anla­yışlı kimselere nakleder Yine nice fıkıh taşıyiaları vardır ki, ger­çekten fakîh değildirler"'^, şeklindedir.

Bu âyet-i kerîme ve hadîs-i şerifler, haberi alırken kaynağını iyice araştırma prensibine; zabt ederken de dikkatli olmak, onu iyi bellemek, başkasına naklederken alan kişiyi iyice araştırmak gibi haber zabtının keyfiyetine dikkat çekmektedir.

Sahâbîler, -özellikle nakledenin doğruluğunda şüphe ettikle­rinde-, Allah'ın ve O'nun elçisinin emrine uyarak haberierin nakli ve kabulünde son derece titiz davranmışlardır. Onların bu titiz davranışlarının neticesinde haberin kabul veya reddinde isnâd ve isnadın değeri gibi hususlar ortaya çıkmıştır. Sahîh-i Müslim'in (Ö.261/874) mukaddimesinde İbn Şîrîn'den (ö. 110/728) şöyle

7 el-Hucurât (49), 6. 8 Tırmizî, İlm 7. Tırmizî lıadisin "hasen sahih" olduğunu söylemiştir. 9 Ttrm'tzt, İlm 7. Tirmizî hadisin "hasen" olduğunu söylemiştir. Hadis için aynca

bk. Ebû Dâvûd, İlm 10; İbn Mâce, Mukaddime 18, Menâsik 76; Ahmed b. Hanbel, I, 437, III, 225, IV, 80, 82, V, 183.

26 MAHMUD TAHHAN-

bir haber nakledilir. O şöyle der: "Önceleri kimse isnâddan sor­muyordu. [Hz. Osman'm katliyle neticelenen] fitne olayı ortaya çıkınca bize, 'hadisi aldığınız kişilerin adlarını söyleyiniz', deme­ye başladılar Bakıyor, ehli sünnet olanların hadisini alıyor, bid'at ehli olanların hadisini almıyorlardı"^^.

"Senedi bilinmedikçe haberin kabul edilmeyişi" esasına da­yalı olarak "cerh ve ta'dîl", "râvîleri değerlendirme", "muttasıl veya munkatı' senetleri bilme", "gizli illetleri bilme" gibi ilimler ortaya çıktı. Ancak başlangıçta mecruh râvilerin sayısı az olduğundan râvîler hakkında menfî değeriendirmeler de tabiî olarak az oldu.

Daha sonra bu sahada âlimler yetiştikçe hadisin zaptı, ta­hammül ve eda keyfiyeti; nâsih ve mensûhunu bilme, garip keli­melerini açıklama ve daha başka branşlarda araştırmalar ortaya çıktı. Fakat âlimler bu bilgilerini sözlü olarak naklediyorlardı.

Bilahare durum daha da gelişti; söz konusu ilimler yazılarak kayda geçirilmeye başladı. Fakat bu bilgiler; usûl, fıkıh ve hadîs ilmi gibi ilimlerde karışık halde yazılmış kitapların farklı yerierin-de yer almaktaydı. Mesela burada İmâm eş-Şâfiî'nin (Ö.204/819) er-Risâle ve el-Umm isimli eserierini örnek olarak zikredebiliriz.

Netice olarak ilimler olgunlaşıp ıstılahlar yerli yerine oturun­ca ve bütün ilimler diğerierinden ayrılarak müstakil hale gelince -ki bu da h. IV asırda gerçekleşmiştir- âlimler Hadis Usûlü İlmini müstakil bir kitapta topladılar. Bu konuda ilk müstakil eser veren, Kâdî Ebû Muhammed el-Hasan b. Abdurrahman b. Hallâd er-Râmehurmuzî'dir. Eserinin adı el-Muhaddisu'l-fâsıl beyne'r-râvî ve'l-vâ'î 'dir.

Şimdi de bugüne kadar Hadîs Usûlü İlmi sahasında telif edi­len en meşhur müstakil eserleri zikredelim.

10 Müslim, Multaddime 7, "Bâbu beyâni 'enneV-isnâde dinun...'', bâb no: 5, [i, 15]. •

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 27

H. HADIS USULÜ SAHASıNDA TELIF EDILEN EN MEŞHUR ESERLER

I. el-Muhaddisu'l-fâsü beyne'r-râvî ve'l-uâ'î: Eseri, Kâdî Ebû Muhammed el-Hasan b. Abdurrahmân b. Haliâd er-Râ-mehurmuzî (0:360/970) tasnif etmiştir. Ancak kitap, hadis usûlü konulannm tamammı içermemektedir. Hangi ilmî sahada olursa olsun, ilk telif edilen eserlerin genel durumu böyledir.

2. Ma'rifetü ulûmi'l-hadîs: Müellifi, Ebû AbdiUah Muham­med b. Abdillah el-Hakîm en-Neysâbûrî'dir (Ö.405/1014). Konu­lar uygun bir ilmî tertip ve düzene sahip değildir.

3. el-Müstahrec 'alâ Ma'rifeti 'ulûmi'l-hadîs: Müellifi, Ebû Nu'aym Ahmed b. Abdullah el İsbahânî'dir (Ö.430/1038). El-Hâkim'in, "Ma'rifetü 'ulûmi'l hadîs" adlı eserinde, hadis usûlü il­minin kaidelerinden gözden kaçırdığı konulan tamamlayıcı nite­liktedir. Ancak yine de daha sonra geleceklerin tamamlayacağı pek çok eksiği vardır.

4. el-Kifâye fî 'ilmi'r-riuâye: Eseri, Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Sabit el-Hatîb el-Bağdâdî (Ö.463/1070) telif etmiştir. Hadis usûlü ilminin problemlerini ortaya koyan ve rivayet kaidelerini açıklayan bügilerie doludur. Hadîs usûlü ilminin en önde gelen kaynaklarından biri olarak kabul edilir.

5. el-Câmi' li-ahlâh'r-râuî ve âdâbi's-sâmi': Eseri yine, Ebû Bekr Ahmed b. Alîb. Sabit el-Hatîb el-Bağdâdî telif etmiştir. İsmin­den de anlaşıldığı gibi rivayet âdabından bahseden bir kitaptır. Sahasında tektir. Konu ve muhteva açısından kıymetli bir eserdir. Hatîb'in, hadis ilmi sahasında müstakil eser vermediği branş yok denecek kadar azdır. Hafız Ebû Bekr b. Nukta'nın (Ö.629/1231) dediği gibi; "İnsaflı olan herkes bilir ki, el-Hatîb'den sonra gelen bütün hadisçiler onun kitaplarına muhtaçtır".

6. el-İlmâ' ilâ ma'rifeti usûli'r-riüâye ve takyidi's-semâ': Mü­ellifi Kâdî 'lyâz b. Mûsa el-Yahsubî'dir (Ö.544/1149). Usûl bilgi­lerinin tamamını kapsamamaktadır. Özellikle tahammül ve edâ keyfiyeti ve bunun teferruatı ile ilgili konularda eksiktir. Fakat açıklamalan iyi, söz dizimi ve tertibi güzeldir.

28 MAHMUD TAHHAN-

7. Mâ/â yese'ü'l-muhaddise cehluh: Müellifi, Ebû Hafs Ömer b. Abdülmecîd el-Meyâned'dir (Ö.580/1184). Faydası sınırlı muhtasar bir çalışmadır.

8. Ulûmu'l-hadîs: Müellifi, Ebû 'Amr Osmanb. Abdurrahmân eş-Şehrezûrfdir (ö.643/1245). Kendisi âlimler arasında İbnu's-Salâh; eseri de Mukaddimetü İbni's-Salâh diye meşhurdur. Usûl alanında telif edilen eserierin en güzelidir. Müellif, eserinde, Hatîb'in eserleri ile ondan önce telif edilen eserlerdeki farklılıkları bir araya getirmiştir. Son derece faydalı bir eserdir. Ancak müellif onu parça parça yazdığı için eseri uygun bir şekilde tertip ede­memiştir. Buna rağmen kendisinden sonra gelen âlimlerin temel başvuru kaynağı olmuştur. Kimi onu ihtisar etmiş, kimi nazma çevirmiş, kimi itiraz yazmış kimi de daha iyi hale getirmeye ça­lışmıştır.

9. et-Takrib ue't-teysîr li-ma'rifeti suneni'l-beşîri'n-nezîr. Mü­ellifi, Muhyiddîn Yahya b. Şeref en-Nevevî'dir (Ö.676/1277). İbnu's-Salâh'ın Ulûmu'l-hadîs'inin ihtisarıdır. Güzel bir kitaptır; fakat bazı ibareleri muğlâktır.

10. Tedribu'r-râuîfîşerhi Takribi 'r\-Nevevî: Müellifi Celalüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr es-Suyûtî (Ö.911/1505). İsminden an­laşıldığı gibi Nevevî'nin Takrib adlı eserinin şerhidir. Müellif bu eserde oldukça faydalı bilgileri bir araya getirmiştir.

11. Nazmu'd-dürer fîilmi'l-eser. Müellifi Zeynuddîn Abdur­rahmân b. el-Hüseyn el-'lrâkî'dir (Ö.806/1403). Eser, "Bfiyyetü'l-IrâkS" diye meşhurdur. Müellif bu eserde İbnu's-Salâh'ın Ulûmu'l-hadîs'ini nazma çevirmiştir. Ona birtakım ilâveler de yapmıştır. Çok güzel ve faydalı bir eserdir. Pek çok şerhi vardır. Müellifin kendisi de iki şerh yazmıştır.

12. Fethu'l-muğîs fî şerhi Elfiyyeti'l-hadîs: Müellifi Muham­med b. Abdurrahmân es-Sehâvî (Ö.902/1496). Irakî'nin "Elfiy-y e "sine yazılmış bir şerhtir. Elfiyye'ye yazılan şerhlerin en iyi ve en doyurucu olanıdır.

13. Nuhbetü'l-fiker fîmus<.alahi ehli'l-eser: Müellifi Hafız İbn Hacer el-'Askalânî (Ö.852/1448). Oldukça muhtasar ve küçük bir

- YENt HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 29

eserdir. Ancak tertip bakımından muhtasarların en güzeli ve en faydalısıdır. Müellif tertip ve bölümlendirmede daha önce uygu­lanmamış bir metot sergilemiştir. İbn Hacer, bunu yine kendisi "Nüzhetü'n-nazar" adıyla şerh etmiştir. Eseri başkaları da şerh etmiştir.

14. el-Manzûmetü'l-Beykûniyye: Müellifi, Ömerb. Muham­med el-Beykûnî (ö.1080/1669). Muhtasar manzumlardan olup otuz dört beyti aşmamaktadır. Faydalı ve genel kabul görmüş ihtisariardan biri olarak kabul edilir. Birçok şerhi vardır.

15. Kavâidü't-tahdîs: Müellifi Muhammed Cemalüddîn el-Kâsimî'dir (ö. 1332/1913). Faydalı bir eserdir. Hadîs Usûlü ala­nında telif edilmiş daha pek çok eser vardır. Ancak konu uzama­sın diye meşhurlarını zikretmekle yetindim. Allah onlardan da bizden de razı olsun!

III. ÖNCELİKLİ TARİFLER

1. Hadîs Usûlü İlmi [İlmu'l-mustalah]:

Hadis Usûlü, kabul ve red yönünden senet ve metnin duru­munu bildiren usûl ve kaideler ilmidir.

a. Konusu: Hadîs Usûlü İlminin konusu kabul ve red yönün­den senet ve metindir.

b. Annaa: Hadîs Usûlü İlminin amacı, sahih olan hadisi sahih olmayandan ayırt etmektir.

2. Hadîs:

a. Sözlük anlamı: "Hadîs: kelimesi sözlükte yeni de­mektir. Kıyasa muhalif olarak çoğulu, "ehâdîs: ^ J U Î " olarak kul­lanılır.

b. Terim anlamı: Terim olarak hadîs; Hz. Peygambere izafe edilen söz, fiil, takrir veya vasıf demektir.

30 MAHMUD TAHHAN-

3. Haber:

a. Sözlük anlamı: "Haber" kelimesi sözlükte haber vermek demektir. Çoğulu "ahbâr: jU-î"dır.

fa. Terim anlamı: Haber sözcüğünün terim anlamı konusun­da üç görüş ileri sürülmüştür:

1. Haber hadisin eşanlamlısıdır: Bu görüşe göre; haber ile hadis terim olarak aynı anlama gelmektedir.

2. Haber hadisten farklı bir anlam taşır: Bu görüşe göre; Pey-gamber'den (s.a.) gelene hadîs, başkasından gelene haber denil.

3. Haber hadisten daha genel bir anlam taşır: Bu görüş sa­hiplerine göre de hadis sadece Peygamber'den (s.a.) gelene, haber ise hem Peygamberden hem Peygamberin dışmdakilerden gelene denir.

4. Eser:

a. Sözlük anlamı: "Eser" kelimesi sözlükte bir şeyin geri bı­raktığı IZ, kalıntı demektir.

b. Terim anlamı: Eser sözcüğünün terim anlamı konusunda iki görüş ileri sürülmüştür:

1. Eser hadisin müradifidir: Bu görüşe göre eser ile hadîsin terim anlamlan aynıdır.

2. Eser hadisin müradifi değildir: Bu görüş sahiplerine göre eserin terim anlamı, söz ve fiil olarak sahabe ve tabiîne izafe edi­len şeydir.

5. İsnâd:

İsnad sözcüğünün iki mânâsı vardır:

a. İsnâd, sözü ilk söyleyene ulaştırıp nispet etmek demektir.

b. İsnâd, bizi metne ulaştıran râvîler zinciri demektir. Bu mânâda isnâd, senedin müradifidir.

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 31

8. Sened:

a. Sözlük anlamı: "Sened" kelimesi sözlükte güvenilen de­mektir. Sened, hadis kendisine dayanıp onunla güven kazandığı için böyle isimlendirilmiştir.

fa. Terim anlamı: Sened sözcüğü, terim olarak bizi metne ulaştıran râvîler zinciri demektir.

9. Metin:

a. Sözlük anlamı: "Metin" kelimesi sözlükte kuvvetli ve sert olan, yerden kaldırılan şey demektir.

fa. Terim anlamı: "Metin" sözcüğü terim olarak "senedin ken­disinde son bulunduğu, varıp dayandığı söz" demektir.

10. Müsned:

a. Söz/ü/c anlamı: "Müsned" kelimesi sözlükte dayandır­mak, nispet etmek anlamına gelen ((iLiî»: "es-ne-de" fiilinin ism-i mef uludur.

b. Terim anlamı: Müsned kelimesinin terim olarak üç mânâsı vardır:

1. Müsned, belli bir sistem dâhilinde bütün sahâbîlere ait ri­vayetlerin toplandığı kitap demektir.

2. Müsned, senedi muttasıl olan merfû hadis demektir.

3. Müsned kelimesi ile "sened" yani "destek, dayanak" anla­mı kastedilir. Bu mânâda müsned mimli masdar olur.

11. Müsnid:

-Hadis hakkında bilgisi olsun veya olmasın- hadisi senediyle birlikte rivayet eden kişiye müsnid denir. Hadisi sırf rivayet etmiş olması yeterlidir.

32 MAHMUD TAHHAN-

12. Muhaddis:

Rivayet ve dirayet olarali hadis ilmi ile uğraşan, rivayetlerin bir çoğunu bilen, râvilerden de bir çoğunun haline vakıf olan kimseye muhaddis denir.

13. Hafız:

Bu terimin tanımı konusunda iki görüş ileri sürülmüştür.

a. Bir çok hadisçiye göre hafız, muhaddis'm eş anlamlısıdır.

b. Bazılarına göre hafız, her tabakadan bildikleri bilmedikle­rinden daha fazla olacak şekilde tabaka tabaka hocalarını, hoca­larının hocalannı bilecek kadar hadis ilminde geniş bilgiye sahip olan hadis âlimi demektir. Bundan dolayı hafızm muhaddisten daha üstün bir derece olduğu söylenmiştir.

14. Hâkim:

Bazı ilim adamlarına göre hâkim; -pek azı hariç- bütün ha­disleri metin ve senetleriyle bilen hadis âlimi demektir.

***

Birinci Bölüm

H A B E R

ı. BIZE ULAŞMASı AÇıS ıNDAN HABERIN KıSıMLARı

ıı. KUVVET VE ZAYıFLıĞıNA GÖRE Â H Â D HABERIN KıSıMLARı

I. BIZE ULAŞMASI AÇISINDAN HABERİN KISIMLARI

Bize kadar geliş şekli bakımından haber ikiye ayrılır:

1. Bir haber, belli bir sayı ile sınırii olmaksızın bir çok rivayet yolu ile gelmişse, bu habere müteuâtir adı verilir.

2. Bir haber, belli bir sayı ile sınırlı rivayet yollan ile gelmişse, bu habere de âhâd adı verilir.

Söz konusu her iki haber çeşidinin kendilerine has kısımları ve ayrıntıları vardır. İnşallah bunları zikredip yeterince açıklama­ya çalışacağız. Açıklamalara mütevâtir haber konusuyla başlaya­biliriz.

A. MÜTEVÂTİR HABER (j\jzJ\ >J i )

1. Tanımı:

a Sözlük anlamı: "Mütevâtir" kelimesi, "tevatür": «jj-ı Ji» kö­künden türemiş ism-i faildir. Tevatür sözlükte, "ardarda gelmek, peş peşe olmak" anlamındadır. Nitekim ( ( y i j j » ifadesi Arap-çada, "sürekli yağdı, yağmur damlaları peşpeşe indi" anlamına gelmektedir.

b. Terim anlamı: Terim olarak, yalan üzere birieşmeleri âde-ten mümkün olmayan kalabalık bir grup tarafından rivayet edilen habere müteuâtir haber denir.

Tanımın Açıklaması: Mütevâtir, senedinin her tabakasında, haber uydurmak üzere bir araya gelip ittifak etmelerini aklın

36 MAHMUD TAHHAN-

âdeten mümkün görmediği kalabalık bir râvi grubu tarafından rivayet edilen hadis veya haber demektir.

2. Şartları: Tanımın açıklamasından anlaşıldığına göre bir haberin mütevâtir olması, ancak şu dört şartın bir arada bulun­masıyla gerçekleşir:

a. Oldukça kalabalık bir grup tarafından rivayet edilmiş ol­ması: Çokluğun en azının ne kadar olduğu noktasında çeşitli gö­rüşler ileri sürülerek ihtilaf edilmiştir. Tercih edilen görüşe göre, söz konusu grubun en azının on kişi olması gerekir^^;

fa. Bu çokluğun senedin her tabakasında mevcut olması;

c. Yalan üzere ittifak etmelerinin âdeten imkânsız olması^^;

d. Verdikleri haberin hislere [duyulara] dayalı olması: "Duy­duk, gördük, dokunduk" demek gibi. Şayet verdikleri haber akla dayanıyorsa bu habere mütevâtir adı verilmez. Mesela âlemin sonradan yaratılması ile ilgili sözler böyledir.

3. Hükmü: Mütevâtir haber zarurî ilim ifade eder. Yani bir olayı bizzat müşahade etmek gibi insanı kesin olarak tasdik etme­ye mecbur eden yakînî bir ilim ifade eder. İnsan, görerek müşaha­de ettiği bir haberi doğrulamada tereddüt etmez. Mütevâtir haber de böyledir. Onun için bütün mütevâtir habeder makbuldür. Râvîlerinin durumlarını araşürmaya da gerek yoktur.

4. Kısımları: Mütevâtir haber lafzı ve mâneuî olmak üzere iki kısma ayrılır:

11 Suyûti, Tedrtbu'r-râuî, II, 177. 12 Söz konusu ittifakın imkânsızlığı; bu kişilerin muhtelif bölgelerden, farklı cins

ve sınıflardan, değişik mezheplerden vb. olmaları ile meydana gelir. Buna binaen bazan haberi nakledenlerin sayısı çok olmakla beraber haber için tevatür hükmü sabit olmaz. Bazan da habercilerin sayısı -göreceli olarak- az olmakla beraber haber için tevatür hükmü sabit olur. Bu, râvilerin durumu­na göredir.

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 37

13 Buhârî, İlm 38, Ccnâiz 33, Enbiyâ 50, Edeb 109; Müslim, Zühd 72; Ebû Dâvûd, İlm 4; Tirmizt, Fıten 70, İlm 8, 13, Tefsîr 1, Menâkıb 19; İbn Mâce, Mukaddime 4; Dârimî, Mukaddime 25, 46; Ahmed fa. Hanbel, II, 47, 83, 123, 150, 159, 171, 202, 214, 410, 413, 469. 519, lil, 13, 39, 44, 46, 56, 98, 113, 116, 166, 167, 203, 209, 223, 278, 280, 303, 422, IV, 47, 100, 156, 201, 267, V, 245, 292, 412. (çev)

14 Suyûtî, Tedrîbu'r-râuî, II, 180. 15 Ebû Dâuûd, İlm 10; Tirmizı, İlm 7; İbn Mâce, Mukaddime 18, Menâsik 76;

Dârimî, Mukaddime 24; Ahmed fa. Hanbel, I, 437, III, 225, IV 80, 82, V, 183...

a. Lafzı Mütevâtir: Hem lafzı hem mânâsı mütevâtir olarak gelen habere lafzî mütevâtir adı verilir.

:ı(jL!l « J j v i . ÎJ-:JLİ I .U^.'a t j i î j ^ H

"Kim bana bile bile yalan isnâd ederse Cehennemdeki ye­rine hazırlansın!"^^ hadisi buna örnektir. Bu hadisi 70 küsur sa­habe rivayet etmiştir.

fa. Manevî Mütevâtir: Lafzı değil de, sadece mânâsı mütevâtir olarak gelen habere manevî mütevâtir denir. Duada elleri kaldır­makla ilgili hadisler buna örnektir. Duada elleri kaldırmakla ilgili Hz. Peygamber'den yaklaşık yüz kadar hadis gelmiştir. Bu hadis­lerin herbirinde Hz. Peygamber'in duada ellerini kaldırdığı olayı geçer. Fakat bu hadislerde anlatılan olaylar birbirinden farklıdır ve herbir hadiste geçen olay tek başına mütevâtir değildir. Ha­disler arasındaki ortak nokta olan, duada elleri kaldırmak, bütün hadislerin tarikleri birlikte dikkate alındığında mütevâtir olmak-tadıri4.

5. Mütevâtir Hadislerin Sayısı: Mütevâtir hadisler sa­yıca küçümsenmeyecek kadar çoktur. Örnek olarak havz, mest­ler üzerine mesh etme, namazda iki elleri kaldırma hadisleri ile, "Kim benden bir şey işitip de onu duyduğu gibi beller ve başka­sına naklederse Allah onun yüzünü ağartsm!"^^ hadisini bura­da zikredebiliriz. Buna benzer hadislerin sayısı oldukça fazladır.

38 MAHMUD TAHHAN-

Ancak âhâd hadislerin sayısına baktığımızda, mütevâtir hadisle­rin onlara oranla gerçekten az olduğunu görürüz.

6. Mütevâtir Hadislerle İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler: Alimler mütevâtir hadisleri bir araya getirmeye çok önem vermiş, müracaat etmek isteyene kolaylık olsun diye on­lan müstekil eserierde toplamışlardır. Bu eserlerden bir kaçı şöy­ledir:

a- es-Suyûtî (Ö.911/1505): el-Ezhâru'lmutenâsira fî'l-ah-bâri'l-mütevâtira. Eser bablara göre tertip edilmiştir.

b- es-Suyûtî: Katfu'l-ezhâr. Önceki kitabın özetidir.

c- Muhammed b. Ca'fer el-Kettânî (Ö.1345/1926): Nazmu'l-mütenâsir mine'l-hadîsi'l-mütevâtir.

B. Â H Â D HABER ( . ı ^ V i ^ i )

1. Tanımı:

a. Sözlük anlamı: "Âhâd": « iU - î » sözcüğü, "bir tek" anlamı­na gelen "ahad": KO^ÎU kelimesinin çoğuludur "Haber-i vâhid" ise, bir tek kişinin rivayet ettiği haber demektir.

b. Terim anlamı: Hadis terminolojisinde mütevâtir haber şartlannı taşımayan habere âhâd haber denirim.

2. Hükmü: Âhâd haber nazarî ilim ifade eder. Yani ifade ettiği ilim nazar ve istidlale, araştırma ve delillendirmeye muh-taçtıri7.

3. Rivayet Edenlerin Sayısına Göre Âhâd Haberin Kısımları: Âhâd haber, rivayet edenlerin sayısına göre üç kısma ayrılır.

16 İbn Hacer, Nüzhetü'n-nazar, s. 26. 17 Âhâd haberin ifade ettiği ilim nazar ve istidlale dayanır. Yani araştırma ve

delillerle ispat edildikten sonra ilim ifade eder. (çev)

- YENt HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS] 39

a. Meşhur b. Azîz c. Garîb

Âhâd haber çeşitlerinden ayrı ayrı müstakil birer konu ola­rak şöylece bahsedebiliriz.

1. Meşhur o^^JLJl)

a. Tanımı:

aa. Sözlük anlamı: "Meşhur" kelimesi, yaymak, ilân etmek, bilinmek, tanınmak anlamına g e l e n « f i i l i n i n ism-i mef'ûludur. Bir şey ilân edilip açığa çıkarıldığında Arap dilinde «^'Vi o j ^ r . olayı yaydım, denir. Meşhur haber de, olayın açığa çıkıp yaygın­laşmasından dolayı böyle isimlendirilmiştir.

ab. Terim anlamı: Terim olarak, tevatür derecesine çıkmak­sızın -her tabakada- en az üç ve daha fazla kişinin rivayet ettiği hadise meşhur hadis denir.

b. Örnek:

lî; .uiiJı ^ ^ 1 ^ ^ıJı lii j iı ^ v

'İA//ah i/mi kullann[ın hafızaların]dan çekip alarak değil, âlimleri aralarından çekip almak suretiyle yok eder. Nihayet hiç­bir âlim kalmaz, bu kez insanlar birtakım cahil kimseleri kendile­rine rehber edinirler Bunlara birtakım sorular sorulur, onlar da ilimleri olmadığı halde fetva verirler de hem kendileri saparlar, hem halkı saptmrlar"'^^. hadisi buna örnektir.

18 Buhârî, İlm 34; Müslim, İlm 13; Tirmizî, İlm 5; İbn Mâce, Mukaddime 8; Ahmed fa. Hanbel, II, 162, 190.

40 MAHMUD TAHHAN-

c. Müstefîz: ( ^_a -„ . J l )

ca. Söz/ü/c anlamı: "Müstefiz" kelimesi sözlükte bol olmak, yayılmak, taşmak anlamma gelen « ^ U i - i » fiilinden ism-i faildir;

fiilinden türemiştir. Müstefiz haber, yayılmış olma özelliğin­den dolayı böyle isimlendirilmiştir.

cb. Terim anlamı: Müstefiz hadisin terim anlamı konusunda üç görüş ileri sürülerek ihtilaf edilmiştir:

1. Müstefiz hadis, meşhur hadisin müradifidir.

2. Müstefiz hadis, meşhur hadisten daha husûsî bir anlam taşır. Çünkü müstefîz haberin inşadında, her iki tarafın[ucun] da eşit olması şart koşulurken, meşhur haberde bu şart koşulma-mıştır.

3. Müstefiz hadis, meşhur hadisten daha genel bir anlam ifade eder. Yani ikinci görüşün tersidir.

d. Meşhur Kavramının Terim Anlamı Dışında Kullanı­mı: Bununla, terminolojik mânâda gözetilen muteber şartlar dik­kate alınmaksızın, dillerde dolaşan meşhur [şöhret bulma) kavra­mı kastedilmiştir. Şu çeşitleri kapsar:

a. Tek isnadı olan meşhur hadis;

b. Birden çok isnadı olan meşhur hadis;

c. Hiç isnadı olmayan meşhur hadis.

e. Istılahî Olmayan Meşhur Hadis Çeşitleri: Istılahî olmayan meşhur hadisin bir çok çeşidi vardır. En meşbudan şun­lardır:

ea. Özellikle hadisçiler arasında meşhur olan^'^ hadis:

Örnek: Enes'den (r.a.) gelen şu hadis buna örnektir:

19 Buradal^i şöhretlik ısülahî mânâda değildir. Yaygın olma; yaygın halde dil­lerde dolaşma, rağbet görme, bilinir olma anlamındadır.

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 41

js. JLİ; (Juij 4 J i M ^ \ dil JIJ ilp '-il ^Jî

"RasûlüHah (s.a.) bir ay boyunca [namazda] Ri'l ve Zekvân kabilelerine rukûdan sonra kunut yaparak beddua etti 20"21

eb. Hadisçiler, âlimler ve halk arasmda meşhur olan hadis:

Örnek: ««Jüj » jUJ 5 j i L i i İ l |iLi |U-:uJl)): "Müslüman, dilin­den ve elinden Müslümanların emniyette olduğu kimsedir^'^".

ec. Fıkıhçılar arasından meşhur olan hadis:

Örnek: «.üji Jl J ^ l JÛ 'k Jj= ^ \ ji^ yii ^\ ji^ j ^ ı Jui)i: 'A//ah'ın en buğzettiği helâl, talak^Hıt^'^".

ed. Usûlculer arasında meşhur olan hadis:

Örnek: «^i^ U j ÎUJl^ij ly j ı ^^ î ^ ^ j » : "Ümmetim­den hata, unutma ve zorla yaptırılan şeyler(in cezası) kaldınlmış-(.r25".

İbn Hibbân (Ö.354/965) ve el-Hâkim (Ö.405/1014) haciisin 'sahih' olduğunu söylemişlerdir.

ee. Nahivciler arasında meşhur olan hadis:

Örnek: « ^ . ^ *ul ^^ ^-••A-" -V^' (-~»- "Suheyb ne güzel kuldur! O Allah'tan korkmasaydı yine de O'na isyan etmezdi^^".

20 Buhârî, Vitr, 7 İ'tisâm 16; Müslim, Mesâcid 299, 300. 21 Buhârî, Vitr, 7 İ'tisâm 16; Müslim, Mesâcid 299, 300. 22 Buhârî, İmân 4, 5, Rikâk 26; Müslim, İmân 64, 65. 23 Talak, kişinin eşini boşamasıdır. 24 El-Hâkim (Ö.405/1014) Müstedrek'inde hadisin sahih olduğunu söylemiştir.

Zehebî de (Ö.748/1347) sahih olduğunu söylemektedir. Ancak Zehebî ha­disi şu lafızlarla zikretmiştir: (iJ:>ÜıJI *JI ,_^î aiıl ^ \ U»: "Allah talaktan [boşanmaktan] başka kendisine daha sevimsiz gelen hiçbir jeyi helâl kılma-mıştır".

25 İbn Mâce, Talâk 16. (çev) 26 El-Aclûnî, Keşfu'l-hafâ, 11, 428, no: 2831. (çev)

42 MAHMUD TAHHAN-

Bu hadisin aslı yoktur.

e/. Halk arasında meşhur olan hadis:

Örnek: «ûUı-iJl y> i L ^ l » : "Acele etmek şeytandandır^''".

Bu hadisi Tirmizî (ö.279/859) rivayet etmiş ve 'hasen' oldu­ğunu söylemiştir.

f. Meşhur Hadisin Hükmü: -İster ıstılahı mânâdaki meş­hur olsun, ister ıstılah anlamı dışındaki meşhur olsun-, bir hadis sırf meşhur olduğu için sahîh veya gayr-i sahîh diye nitelenemez. Bilakis onun sahîh, hasen, zayıf hatta meuzû olanı bile vardır. Ancak ıstılahî mânâda meşhur olan bir hadisin sahîh olması du­rumunda, onun azîz ve garîb hadise tercih edilecek bir üstünlüğü vardır.

g. Meşhur Hadisler Hakkmda Tasnif Edilen En Meş­hur Eserler: Burada, meşhur hadislerie ilgili tasnif edilmiş eser­lerden kastımız, ıstılahî mânâdaki meşhur hadisleri ihtiva eden eserler değil, dillerde yaygın olarak dolaşan hadisleri içeren eser­lerdir. Bu tür eserlerden bir kaçı şöyledir:

1- es-Sehâvî (Ö.902/1496): el-Mekâsıdu'l-hasene fî mâ 'şte-hera ala'l-elsine.

2- el-Aclûnî (ö. 1162/1748): Keşfu'l-hafâ ve muzîlu'l-ilbâs fî ma'ştehera mine'l-hadîs alâ elsineti'n-nâs.

3- İbnu'd-Deyba' eş-Şeybânî (Ö.944/1537): Temyîzu't-tayyib mine'l-habîs fî mâ yedûrü alâ elsineti'n-nâs mine'l-hadîs.

2. Azîz Oi>Ji)

a. Tanımı:

aa. Sözlük anlamı: '''Aziz": «jijJl» kelimesi ya "az ve nadir oldu" anlamına gelen «j^ : ji-» fiilinden; veya "kuvvetli ve şiddetli

27 Tirmizî, Birr 66. (çev)

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 43

oldu" anlamına gelen ji^» fiilinden sıfat-ı müşebbehedir. Azîz haber, ya az ve nadir bulunduğu için veya başka bir tarikten de gelerek kuvvet kazandığı için böyle isimlendirilmiştir.

ab. Terim anlamı: Terim olarak azîz, senedinin her tabaka­sında râvî sayısının ikiden az olmadığı hadis demektir.

b. Tanımın Açıklaması: Tanımın anlamı, azîz hadisin senedinde yer alan rivayet tabakalarının hiç birinde râvî sayısı ikiden az olmayacak demektir. Her tabakada en az iki kişinin bulunması şartıyla, bazı tabakalarda üç veya daha fazla râvînin bulunması fark etmez. Çünkü kural, senette yer alan râvî tabaka­larının en azma göre konmuştur.

İbn Hacer'in (Ö.852/1448) belirttiği gibi, tercih edilen tarif budur s. Bazı âlimler, "azîz, iki veya üç kişinin rivayet ettiği hadis­tir", diyerek onu meşhurun bazı şekillerinden ayırma yoluna git­memişlerdir.

c. Örnek: Buhârî (Ö.256/869) ve Müslim'in (Ö.261/874) birlikte Enes'ten keza Buhârî'nin Ebû Hureyre'den rivayet ettik­leri şu hadis buna örnektir:

( ( 5 ^ 1 ^ U l j o j j j j .Jjlj ^ * J I öjS] ^ J ^ î ^ j i

"Sizden hiç biriniz, ben kendisine babasından, çocuğundan ue bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça'^'^ (kâmil mânâda) imân etmiş olamaz-^^".

Bu hadisi, Katâde ve Abdulaziz b. Suheyb > Enes'ten; Şu'ayb ve Saîd > Katâde'den; İsmail b. 'Uleyye ve Abdulvâris

28 Bk İbn Hacer, Nuhbe ue şerhi, s. 21, 24. 29 Türkçemizde "sevimli olmadıkça" gibi bir ifade kullanmayız. Hadisten de

kastedilen mânâ "sevimli olmak" değil, "sevmedikçe" anlamıdır. Metinden biraz koparak, kastedilen mânayı yansıtmak gerekirse şöyle söylemek daha uygun düşer: "Sizden hiç biriniz beni babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe (kâmil mânâda) imân etmiş olamaz".

30 Buhârî, İmân 8; Müslim, İmân 69, 70.

44 MAHMUD TAHHAN-

> Abdulazîz'den ve bunların her birinden de bir topluluk rivayet etmiştir.

d. Azîz Hadis İle İlgili Telif Edilen En Meşhur Eser­ler: Alimler azîz hadis için müstakil bir eser telif etmemişlerdir. Bunun sebebinin azîz hadislerin azlığından ve bu tür eserlerin pratikte bir faydası bulunmadığından dolayı olduğu açıktır.

3. Garîb (^ .>Jl )

a. Tanımı: aa. Sözlük anlamı: "Garîb: ^.>Jl" kelimesi sözlükte, "tek

başına yalnız kalan" veya "yakmlanndan uzak kalan" anlamına gelen sıfat-ı müşebbehedir.

ab. Terim anlamı: Terim olarak garîb; bir râvinin, rivayetinde tek kaldığı hadis demektir.

b. Tanımın Açıklaması: Garîb hadis, bir şahsın, rivayetinde tek başına kaldığı hadis demektir. Râvinin rivayetinde tek kalma­sı; senedin ya her tabakasında ya da -tek tabaka dahi olsa- bazı tabakalarında olur; senedin diğer tabakalarında râvînin birden fazla olması fark etmez. Çünkü kaide, en aza göre geçerii olmak­tadır.

c. Garîb Hadisin Başka Bir Şekilde İsimlendirilmesi: Bir çok âlim garîb hadise, aynı anlama gelen "ferd" adını verir­ken, bazılan da anlamca bu iki terimin arasını ayırmakta, her birini müstakil bir hadis çeşidi olarak kabul etmektedirler. Fakat İbn Hacer (ö.852/1448) bu iki sözcüğün sözlük ve terim olarak eş anlamlı olduklarını kabul etmekte; ancak, ıstılah âlimlerinin, kullanım çokluğu ve azlığına göre bu iki sözcüğün arasını ayırdık­larını,/erdi daha çok mutlak ferd, garîb'ı de nisbîferd için kullan­dıklarını belirtmektedir^!.

31 İbn Hacer, Nüzhetü'n-nazar, s. 28.

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 45

d. Kısımlan: Teferrüdün^^ bulunduğu yere göre garîb hadis iki kısma ayrılır: "Mutlak garîb", "nisbîgarîb".

a. Mutlak Garîb: [Veya Mutlak Ferd: ] (jikjı v i> ' i )

aa. Tanımı; Râvînin rivayetinde tek kalma durumu senedinin aslında (sahabe tarafında)''^ bulunursa böyle bir hadise mutlak garîb adı verilir. Yani mutlak garîb, senedinin aslında^'' yer alan bir şahsın rivayetinde tek kaldığı hadis demektir.

bb. Örr\ek: « o U L JU^Vı L j I » : "Ameller niyetlere göre (değer­lendirilecek) dir^^", hadisi buna örnektir. Bu hadisin rivayetinde Ömer b. el-Hattab (r.a.) tek kalmıştır. Buradaki teferrüt bazen senedin sonuna kadar deveım eder, bazen de tek kalan kişiden bir çok râvî rivayet etmiş olur.

b. NisbîGarib: [Veya Nisbî Ferd: ] ^ . > J l )

ba. Tanımı: Râvînin rivayetinde tek kalma durumu senedin ara kısmında olursa, bu hadise nisbîgarîb adı verilir. Yani hadisi,

32 Râvînin rivayetinde tek kalması, (çev.) 33 Bu şahıs her zaman sahâbî olmayabilir. İlk kaynağından alan şahıs kaste­

dilerek senedin aslındaki; yani baş tarafındaki şahıs ifadesi kullanılmıştır. Senedin başı ise senedin, haberin kaynağma ulaştığı yani bitiştiği yerdir. Bazen tersi olarak da kullanılır (çev.)

34 Senedin aslı yani başı sahâbînin bulunduğu taraftır. Sahâbî senedin hal-kalanndan biridir Yani sahâbî hadisin rivayetinde teferrüt ederse hadis mutlak garîb adını alır. Molla Alî el-Kârî (Ö.1014/1605), Hafız İbn Hacer'in (ö.852/1448) "senedin aslı" ile ilgili sözünü açıklarken ondan ne anladı­ğını şöyle belirtir: "İsnadın mihveri, üzerinde dönüp durduğu merkezi -ki ona ulaşan rivayet yollan birden fazla da olsa- sahâbînin bulunduğu ta­raftır. Bundan dolayı sahâbînin teferrütü gariblik sayılmaz. Bunun sebebi, sahabede cerhi gerektiren bir şeyin bulunmaması veya sahâbînin tümünün âdil kabul edilmesidir. İbn Hacer'in bundan bunu kastettiğini zannetmiyo­rum, doğrusunu Allah bilir ya. Buna delil olarak onun garib hadisi, "Senedin hangi yerinde olursa olsun, bir şahsın rivayetinde teferrüt ettiği [tek kaldığı] hadistir", şeklindeki tarifini sunabiliriz. Yani teferrüt sahâbînin bulunduğu yerde de olsa (gariblik vasfı gerçekleşir) demektir. Çünkü sahabî de senedin halkalanndan biridir Hakikât Allah'ın katındadır

35 Buhârî, Bed'u'l-vahy 1, İmân 41, İkrah [tercemede]. Nikâh 5, Talâk 11, Menâkıbu'l-Ensâr 45, Itk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâre 155.

46 MAHMUD TAHHAN-

senedin başında birden çok kişi rivayet eder; ancak hadis, daha sonra bu râvilerden tek bir kişi tarafından rivayet edilmiş olur.

bb. Örnek: Mâlik'in > ez-Zührî'den > o da: Enes'ten (r.a.) > o da: Peygamber'den (s.a.) rivayet ettiği şu hadis buna ör­nektir: « 4 - . î j Jj-j m. ^y-i ^ 1 îı : "Peygamber (s.a.), başı miğferli iken Mekke'ye girdi". Bu hadiste Mâlik (ö. 179/795), Zührî'den (ö. 124/741) rivayetinde tek kalmıştır.

bc. İsimlendirmenin Sebebi: Garîb hadisin bu çeşidi; teferrüt muayyen şahsa nispetle meydana geldiği için "e/-garfbL('n-nisbf" diye isimlendirilmiştir,

c. Nisbî Garibin Bazı Çeşitleri: Garibin veya teferrü-dün bazı türieri vardır ki, onları nisbî garîb olarak değerlendirmek mümkündür. Çünkü onlarda garîb olma hâli mutlak değil, muay­yen bir şahsa nispetle meydana gelmiştir. Bu neviler şunlardır:

ea. Hadisin riuâyetinde herhangi güvenilir bir râvinin tek kalması: Alimlerin, hakkında, "bu hadisi filandan başka sika bir kimse rivayet etmedi", şeklinde bir ifade kullandıkları hadis böy­ledir.

eb. Muayyen bir râvînin diğer muayyen bir râviden riva­yetinde tek kalması: -Hadis, başka bir kanaldan ve bir başka­sından rivayet edilmiş olsa da-; âlimlerin, hakkında, "bu hadiste filan falancadan teferrüt etti" şeklinde bir ifade kullandıkları hadis böyledir.

ec. Bir belde veya belli bir yöre halkının rivayetlerinde tek kalmaları: Alimlerin, hakkında, "bu hadiste Mekke halkı veya Şam halkı teferrüt etti" şeklinde bir ifade kullandıkları hadis böyledir.

ed. Bir belde veya yöre halkının diğer bir belde veya yöre halkından rivayetlerinde tek kalmaları: Âlimlerin, hakkında "Bas­ra halkı Medine halkından teferrüt etti. Veya Şâm halkı Hicaz

-YENİ HADlSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 47

halkından teferrüt etti" şeklinde bir ifade kullandıklan hadis böy-ledir36.

f. Garîb Hadîsin Başka Bir Taksimi: Âlimler garib ha­disi, teferrüdün sened veya metinde bulunmasına göre ikiye ayı­ndan

fa. Hem metin hem de isnâd açısından garîb: Bu, bir tek râ­vinin bir metnin rivayetinde tek kaldığı hadistir.

fb. Sadece isnâd açısından garîb: Meselâ metni bir grup sahâbî tarafından rivayet edilmiş iken sonradan bir râvinin bun­lardan başka bir sahâbîden tek başına rivayet ettiği hadis böy­ledir. Tirmizî böyle bir hadis hakkında "bu hadis bu uecihten garîbtir", ifadesini kullanır.

g. Garib Hadîsin Bulunduğu Kaynaklar:

Burada, garîb hadis örneklerinin bolca bulunduğu kaynak­lan kastediyoruz:

1- Bezzâr (ö .292/904): el-Müsned.

2- et-Taberânî (Ö.360/971): el-Mu'cemu7-eı;sâf.

h. Garîb Hadîs İle İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler:

1- ed-Dârekutnî (Ö.385/995): Garâibu Mâlik

2- ed-Dârekutnî - el-Efrâd.

3- Ebû Dâvûd es-Sicistânî (Ö.275/888): es-Sünen elletîtefer-rede bi-külli sünnetin minhâ ehlü belde.

36 Kısa tutmak amacıyla örnek vermedim.

48 MAHMUD TAHHAN-

II. KUVVET VE ZAYIFLIK AÇISINDAN Â H Â D HABERİN KISIMLARI

Meşhur, azîz, garîb kısımlarından meydana gelen âhâd ha­ber, küvet ve zayıflık açısından iki kısma ayrılır:

a. Makbul Haber: Yüksek seviyede doğruluk vasfına sahip olan bir habercinin verdiği habere makbul haber denir. Böyle bir haberi hükme mesned olarak kullanmak ve onunla amel etmek vaciptir.

b. Merdûd Haber: Yüksek seviyede doğruluk vasfma sahip olmayan bir habercinin verdiği habere de merdûd haber denir. Böyle bir haber hükme mesned olamaz, onunla amel de edil­mez.

Makbul ve merdûd haberlerden her biri kendine özgü kısım­ları ve ayrıntıları vardır. İnşallah onlan müstakil iki bölüm halinde ele almaya çalışacağız.

A. MAKBUL HABER

1. Makbul Haberin Kısımları:

Makbul haber derece farklılığına göre iki ana kısma ayrılır: Sahih, Hasen. Her biri ayrıca kendi arasında li-zâtihi ve li-gayrihi olmak üzere iki kısma aynlır. Netice itibarı ile makbul haber dört kısım olmaktadır:

a. Sahîh li-zâtihi: [Bizzat kendiliğinden sahîh] b. Hasen li-zâtihi: [Bizzat kendiliğinden hasen] c. Sahîh li-gayrihi: [Başkasından dolayı sahîh] of. Hasen li-gayrihi: [Başkasından dolayı hasen]

Bunlardan her birini tafsilatlı bir şekilde ele alalım.

- YENt HADlS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 49

a. Sahih ( j v * ^ ' )

aa. Tanımı:

aal Sözlük anlamı: "Sahîh" kelimesi sözlükte hastalığın zıddı demektir. Ancak bu sağlamlık vücûtlarda hakiki mânâda, hadis ve sair mânâlarda mecazî anlamdadır.

aa2. Terim anlamı: Adalet ve zabt sahibi râvilerin, kendile­ri gibi adalet ve zabt sahibi râvilerden, başından sonuna kadar muttasıl bir senedle, şâz ve illetli olmaksızın rivayet ettikleri hadi­se sahîh hadis denir.

ab. Tanımın Açıklaması: Yukarıdaki tarife göre, bir ha­disin sahih olabilmesi için onda tam olarak bulunması gereken birtakım özellikler vardır. Onlar da şunlardır:

abl. Senedinin muttasıl (kopuksuz) olması: Bunun mânâsı; senedde yer alan râvilerden herbirinin, hadisi, senedin başından sonuna kadar bir üst râviden bizatihi alması demektir.

ab2. Râvilerin adaletli olması: Bunun anlamı; hadisin sene­dinde yer alan her bir râvinin; Müslüman, buluğ çağına ermiş ve akıllı olmak, fâsık ve kişiliksiz olmamak gibi sıfatlaria muttasıl olması demektir.

ab3. Râvilerin zabt sahibi olması: Bunun anlamı, -ister ezber­den olsun ister kitaptan olsun- senedde yer alan bütün râvilerin rivayetlerini zapt u rapt altına almada mükemmel olmaları de­mektir.

ab4. Hadisin şâz olmaması: Bunun anlamı, hadiste şâzlık gibi bir kusurun bulunmaması demektir. Şâzlık ise, güvenilir bir râvinin kendisinden daha güvenilir bir râviye muhalefet etmesi demektir.

abS. Hadisin illetli olmaması: Bunun anlamı, hadisin kusurlu olmaması demektir. İllet ise, -zahirde kusursuz gözükmekle bera­ber- hadisin sıhhatini zedeleyen kapalı ve gizli bir kusurdur.

50 MAHMUD TAHHAN-

ac. Hadisin Sıhhat Şartları: Tarifin açıklamasından an­laşıldığına göre bir hadisin sahih olabilmesi için onda tam ola­rak bulunması gereken şartlar beştir: "Senedin muttasıl olması", "râuilerin adaletli olması", "râuilerin zabt sahibi olması", "hadisin illetli olmaması", "hadisin şâz olmaması".

Bu şartlardan biri eksik olursa, o hadise sahih adı verilmez.

ad. Örnek: Burada Buhârî'nin (Ö.256/869) es-Sahîh'inde tahric ettiği şu hadis zikredilebilir: Buhârî dedi ki: > Bize Ab­dullah b. Yûsuf tahdis etti. > O da dedi ki: Bize Mâlik > İbn Şihâb'dan > O da: Muhammed b. Cubeyr b. Mut'im'den > O da: babasından haber verdi. Demiş ki; m\ öj^j o........ ; Jli -wl ^ jjiıil j i J l ^ îy ( ^ ) ) ) : "Resûlüllah'm (s.a.) akşam namazında Tûr sûresini okuduğunu duydum"^''.

Bu hadis sahihtir. Çünkü:

a. Senedi muttasıldır: Zira bütün râvîleri, hadisi bizzat hoca­larından işitmişlerdir.

Mâlik (Ö.179/795), İbn Şihâb (Ö.124/741) ve İbn Cübeyr'in (ö. 150/767) hadisi "an'ane"^^ yoluyla nakletmeleri durumuna ge­lince: Adı geçen bu râvîler müdellis olmadığı için an'ane yoluyla rivayet ettikleri hadis muttasıl olarak kabul edilir. Çünkü müdellis olmayanların "an'ane'leri ittisale yani bocalan ile görüşmüş ol­maya yorumlanır.

b, c. Râvîleri adalet ve zabt sahibidirler: Cerh ve ta'dîl âlimle­rinin nezdinde bu hadisi nakleden râvîler adalet ve zabt sahibi­dirler. Şöyle ki:

37 Buhârî, Ezan 99, Cihâd 172.

38 "An'ane" ; hadisin, hocadan "an" : lafzıyla rivayet edilmesidir Böyle bir lafızla hadis rivayet etmenin hükmü tafsilatlı bir şekilde mu'an'an hadis kısmında gelecektir

-YENİ HADİS USÛLÜ [TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) Sİ

1. Abdullah b. Yûsuf (Ö.218/833): Sika [güvenilir] ve mutkın [sağicim] bir râvîdir^^.

2. Mâlik b. Enes (Ö.179/795): Hadiste imâm^o ve hâfız^i-dıt z.

3. İbn Şihâb ez-Zührî (ö.124/741): Fakîh ve hafızdır. İlimdeki yüceliği, sağlam ve güvenilir kişiliği üzerinde ittifak edilmiştir*'.

4. Muhammed b. Cubeyr (Ö.100?/718?)'": Sika [güvenilir] bir râvîdir^^.

5. Cubeyr b. Mut'im: Sahâbîdir.

d. Hadis şâz değildir: Çünkü daha sağlam olan bir hadis bu hadisle çelişmemektedir.

e. Hadiste herhangi bir illet de bulunmamaktadır

ac. Sahîh Hadisin Hükmü: Sahîh hadisle amel etmek; hadis, usûl ve fıkıh âlimlerinin icmâi ile vaciptir; şer'i delillerden biri olup bjir müslümanın onunla cimel etmeyi terketmesi caiz de­ğildir.

af. -.K^y^ ^ . j ü - I I*)) "bu sahih bir hadistir" veya li»))

jj. bu sahih olmayan bir hadistir" Sözlerinden Ne Kastedildiği:

a. "Bu sahih bir hadistir" ifadesinden âlimler, yukarıda sözü geçen beş sıhhat şartının söz konusu hadiste tam olarak gerçek-

39 Hakkında daha geniş bilgi için bk. İbn Hacer, Tehzib, VI, 79-80. (çev.) 40 Önder, önde gelen, otorite demektir (çev.) 41 Hadiste hafız olmak önemli bir payedir. Istılahın anlamı için Önce/iWi Tari/-

/er kısmına bk. s. 26. (çev.) 42 Hakkında daha geniş bilgi için bk. İbn Hacer, Tehzib, X, 5-8. (çev.) 43 Hakkında daha geniş bilgi için bk. Zehebî, Nübelâ, V, 326-350. (çev.) 44 Ömer b. Abdülaâz'in (ö. 101/719) halifeliği döneminde vefat ettiği rivayet

edilmektedir. Bk. İbn Hacer, Tehzib, IX, 80. (çev) 45 Hakkında daha geniş bilgi için bk. İbn Hacer, Tehzib, IX, 80. (çev.)

52 MAHMUD TAHHAN-

leştiğini kastetmişlerdir. Ancak bu, böyle bir hadisin her halükârda sahih olduğu anlamma gelmez. Çünkü sika dediğimiz güvenilir bir râvînin hata edip unutması caiz ve mümkündür.

b. "Bu sahih olmayan bir hadistir" ifadesinden de âlimler, yukanda geçen beş sıhhat şartının tamamının veya bir kısmı­nın kendisinde gerçekleşmediği hadisi kastetmişlerdir. Böyle bir hadis de ilk etapta yalan değildir. Çünkü çok hata yapan birinin doğruyu isabet ettirmesi de caiz ve mümkündür''^.

ag. Bir İsnad Hakkında Kesin Olarak "En sahih isnâd budur!" Denebilir mi?: Bir isnadın, mutlak mânâda "esah-hu'l-esânîd: en güvenilir sened" olduğunu kesin olarak ifade etmek, tercih edilen görüşe göre doğru değildir. Çünkü sıhhat derecesindeki farklılık, isnadın sıhhat şartlarını taşıma oranına bağlıdır. Sıhhat şartlarının tümünde, sıhhatin en üst derecede gerçekleşmesi ise nâdirdir. Tercihe şayan olan yaklaşım, bir isnâd hakkında "bu, isnâdlarm en sahihidir" hükmünü vermekten ka­çınmaktır. Bununla beraber bazı imamlardan "esahhu'l-esânîd şudur" diye nakledilmiş görüşler vardır. Anlaşılan o ki, her imam kendine göre en kuvvetli olanı, "esahhu'l-esânîd" diye tercih et­miştir. Bu görüşlerin en güvenilir olanlarından bir kaçı şöyledir:

a. Zührî > Sâlim'den > o da: babasından''''.

Bu görüş, İshâk b. Râhûye (Ö.238/852) ve Ahmed b. Hanbel'den (Ö.241/855) rivayet edilmiştir.

b. İbn Şîrîn > Ubeyde'den > o da: Hz. Ali'den (r.a.j^s.

Bu görüş, İbnu'l-Medînî (Ö.234/848) ve Fellâs'tan (0.249/ 863) rivayet edilmiştir.

46 Suyûtî, Tedrîbu'r-râuî, I, 75, 76. 47 Babası Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb'dır. 48 Alib. EbîTâlib'dir

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTAUHİ'L-HADÎS) 53

c. A'meş > İbrahim'den > o da: Alkame'den > o da Abdul-lah'tan* . Bu görüş, İbn Maîn'den (Ö.233/847) rivayet edilmiştir.

d. Zührî > Ali b. el-Hüseyn'den > o da: babasmdan > o da: Hz. Ali'den.

Bu görüş, Ebu Bekr b. Ebî Şeybe'den (Ö.235/849) rivayet edilmiştir.

e. Mâlik > Nâfî'den > o da: İbn Ömer'den.

Bu görüş Buhârî'den (Ö.256/869) rivayet edilmiştir.

ah. Sadece Sahîh Hadisler İçin İlk Tasnif Edilen Eserler: Sadece sahih hadisleri toplamak için tasnif edilen ilk eser, Buhârî'nin Sahîh'idir; daha sonra Müslim'in (Ö.261/874) Sahîh'i gelir. Bu iki eser, Kur'an'dan sonra en güvenilir kitaplar olarak kabul edilmiştir. Ümmet, bu iki kitabı kabul ile karşılama­da icmâ etmiştir.

')ahl. Bu iki eserden hangisinin daha sahih olduğu konusuna gelince: Buhârî'nin Sahîh'i Müslim'in Sahîh'inden daha güvenilir ve daha faydalıdır. Bu da, Buhârî'de yer alan hadislerin daha fazlasının muttasıl, râvilerinin de daha güvenilir olmasından­dır Ayrıca Buhârî'de bulunan fıkhî istinbat ve hükmî nükteler, Müslim'in Sahîh'inde yoktur.

Diğer taraftan, Buhârî'nin Sahîh'i, Müslim'in Sahîh'inden daha güvenilir olmeısı genele göredir; yoksa Müslim'de bulunan bazı hadisler, Buhârî'deki bazı hadislerden daha sahihtir. Bunun­la beraber Müslim'in Sahîh'i Buhârî'ninkinden daha sahih oldu­ğu da söylenmiştir. Ancak doğru olan görüş, birinci görüştür.

ah2. Buhârî ve Müslim'in Sahihleri bütün sahih hadisleri kapsıyor mu; veya onlar eserlerinde bütün sahih hadisleri bir araya getirmek mi istediler?: Buhârî ve Müslim, sahihlerinde bütün sahih hadisleri bir araya getirmediler; böyle bir amaçlan

49 Abdullah b. Mcs'ud'dur.

54 MAHMUD TAHHAN-

da yoktu. Bu durumu Buhârî şöyle ifade eder: "Sahih olandan başkasmı kitabım Câmî'ye sokmadım. Uzatma endişesiyle de birçok sahih hadisi eserime almadım"''''.

Müslim de (Ö.261/874) şöyle demektedir: "Sahih olarak gör­düğüm her hadisi eserime almış değilim. Sadece âlimlerin üze­rinde icma ettikleri^ihadisleri aldım!^^"

ah3. Buhâri ve Müslim'in, Câmî'lerine almadıkları sahih hadisler çok mudur, az mıdır? :

1. Hafız İbnu'l-Ahrâm (ö. 1091/1680) şöyle der: "Buhârî ve Müslim'in, eserierine almadıklan sahih hadisler pek azdır". Ancak İbnu'l-Ahrâm'ın bu görüşü tenkid edilmiştir.

2. Buhârî'den nakledildiğine göre eserine almadığı hadisler çoktur. O şöyle demektedir: "Eserime almadığım hadisler daha çoktur", "yüzbin sahih, iki yüz bin de sahih olmayan hadis ezber­lemiş bulunmaktayım"^^.

ah4. Buhârî ve Müslim 'in Sahih 'terinin her birinde kaç hadis vardır?

a. Buhârî'de: Tekrarları ile birlikte Buhârî'de bulunan hadis­lerin tamamı 7275, tekrarsız 4000'dir.

b. Müslim'de: Müslim'deki hadislerin tamamı tekrarlan ile biriikte 12000'dir. Tekrariar atıldığında yaklaşık 4000 hadis içer­mektedir.

50 Bazı rivayetlerde "uzatmanın usançtık vereceğinden dobyı" diye geçmekte­dir. Bunun mânâsı, uzatma vc insanları usandırma endişesiyle bir çok sahih rivayeti eserine almamıştır, demektir.

51 Yani kendisine göre, üzerinde icmâ edilen sahih hadis şartlarını taşıyan ha­disleri eserine almıştır.

52 Müellif bu sözün kaynağını vermemiştir. Ancak Müslim'in Sahîh'inin mu­kaddimesinde buna benzer ifadeler mevcuttur. Bk. Müslim, Sahîh, I, 4-5. (çev.)

53 İbnu's-Salâh, Ulûmu l-hadîs, s. 16.

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 55

ah5. Buhârî ve Müslim'in almadıkları, geri kalan sahih ha­disleri nerede bulabiliriz?: Buhârî ve Müslim'in, eserlerine alma­dıkları sahih hadisleri, İbn Huzeyme'nin (Ö.311/923) Sahîh'i, İbn Hibbân'ın (Ö.354/965) Sahîh'i, Hâkim'in (Ö.405/1014) Müs-tedrek'i, dört Sünen, Dârekutnî'nin (Ö.385/995) Sünen'i, Bey-hâkî'nin (ö.458/1066) Sünen'i ve diğer güvenilir meşhur eserler­de bulabiliriz.

Bir hadisin sadece bu eserlerde bulunması, sıhhati için elbet­te yeterli değildir; bilakis sahih olduğunun açıkça ifade edilmesi gerekir. Ancak İbn Huzeyme'nin Sahîh' i gibi, kitabında sadece sahih hadisleri almayı prensip edinen kimsenin kitabında bulu­nan hadisler bundan istisna tutulabilir.

aî. Hâkim'in Müstedrek'i, İbn Huzeyme'nin Sahîh'i ve İbn Hibbân'm Sahîh'i Hakkmda Yapılan Değerlendirme­ler:

ail. Hâkim'in Müstedrek'i: Hadis eserleri içerisinde oldukça hacimli bir kitaptır. Müellif bu eserde Buhârî ve Müslim'in, ya her ikisinin veya sadece birisinin sıhhat şartlarına uyduğu halde eserlerine almadıkları hadisleri bir araya getirmeye çalışmıştır. Ancak Buhârî ye Müslim'den herhangi birisinin şartlarına uyma­dığı halde kendi değerlendirmelerine göre sahih kabul ettiği bir takım hadisleri de, senedlerinin sahih olduğunu zikrederek eserine almıştır. Bunun yanısıra sahih olmayan hadisler de almış, ancak sahih olmadıklarına dikkat çekmiştir. Hâkim, hadislerin sahih olup olmadıkları konusundaki değerlendirmelerinde "mütesâhil" yani gevşektir. Müstedrek'teki hadisler hakkında, araştırma yap­tıktan sonra ortaya çıkan duruma göre bir hüküm vermek gere­kir Zehebî (Ö.748/1347) bunları araştırmış ve durumlarına göre bir çokları hakkında gereken hükmü vermiştir. Yine de kitabın üzerinde çalışmaya ihtiyacı devam etmektedir^''.

54 Şu anda Dr. Muhammed el-Mîre kitabm, Zehebî'nin, hakkmda hiçbir hüküm vermediği hadislerini araştırıyor ve durumlarına göre gereken hükmü ver­meye devam ediyor. Bu gayretli çalışmayı bitirdikten sonra Müstedrek'i ye-

56 MAHMUD TAHHAN-

ai2. ibn Hibbân'm Sahîh'i: Bu kitap karışık bir tertibe sahip­tir. Ne ale'l-ebvâb ve ne de müsned [ale'r-ricâl] tertibine sahiptir Bundan dolayı eserine "et-Tekâsîm ve'l-envâ'" adını vermiştir. Kitabında bir hadisi bulmak gerçekten zordur. Sonradan gelen bazı âlimler^s onu ale'l-ebuâb tertibe sokmuşlardır. Musannif, ha­disleri değeriendirme konusunda "mütesâhı/"dir. Fakat gevşekli­ği Hâkim'den daha azdır^ .

ai3. İbn Huzeyme'nin Sahîh'i: Araştırmadaki titizliğinden dolayı İbn Huzeyme'nin Sahîh'i, güveniriilikte İbn Hibbân'ın Sahîh'inden daha üstündür. Zira o isnâd hakkında söylenen en küçük bir sözden dolayı sahih hükmünü vermede acele etmez, araştırmalarına devam ederdi^^.

aı. Sahihayn'a Yapılan Müstahrecler:

aıl. Müstahrecin konusu: Herhangi bir musannifin hadis kitaplarından birini ele alıp, hadislerini, kitap sahibinin tariklerin­den başka kendine ait senedlede bir kitapta toplamasına istihraç denir. [Böyle bir çalışma neticesinde meydana gelen esere de müstahrec adı verilir] Müstahric, musannifin hocası veya daha yukandaki birinde mussanifle birleşir.

aı2. Sahihayn'a yapılan en meşhur müstahrecler:

1- Ebu Bekr el-İsmâîlî (Ö.371/982): Buhârî'ye Müstahrec

2- Ebû 'Avâne el-İsferâyînî (ö.316/928): Müslim'e Müstah­rec.

niden bashrmayı düşünmelitcdir Allah, Müslümanlara yönelik bu çalışma­larından dolayı onu hayırla mükâfatlandırsın!

55 Suyûtî, Tedrîbu'r-râuî, I, 109 56 Eseri ale'l-ebvâb tertibe sokan âlim el-Emîr, Alâuddîn Ebu'l-Hasen Ali b.

Belbân'dır (Ö.739/1338). Yaphğı yeni düzenleme sonucunda kitaba "e/-İhsân ft takribi [Sahîhi] fbn Hibbân" adını vermiştir

57 Suyûtî, Tedrîbu'r-râüî, 1, 109.

-YENİ HADİS USÛLÜ [TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 57

3- Ebû Nu'aym ei-lsbehânî (Ö.430/1038): Sahîhayn'a Müs-tahrec.

aı3. Müstahrec sahipleri lafızlarda Sahihayn'a muvafakat et­meyi zorunlu gördüler mi?: Müstahrec sahipleri eserlerini oluştu­rurlarken lafız olarak Sahîhayn'a tıpatıp uymayı zorunlu görme­diler. Çünkü onlar, eserini ele aldıkları musannifin hocalarına ait rivayet yollarından kendilerine ulaşan lafızları rivayet etmişlerdir. Bunun için bazı lafızlarda az da olsa farklılıklar mevcuttur.

Önceki müelliflerin, müstakil olarak tasnif ettikleri kitapla-nnda, başkalarından tahric ettikleri hadisler de böyledir. Meselâ, Beyhâkî, Beğâvî ve buna benzer musanniflerin, eserlerinde yer alan bazı hadisler hakkında, "bunu Buhârî rivayet etti" veya "bunu Müslim rivayet etti" deyip de bazılarının mânâsında ve lafzında farklılığın bulunması böyledir. Onların "bu hadisi Buhârî ve Müslim rivayet etti" sözlerinden maksat, Buhârî ve Müslim'in hadisin aslını rivayet etmiş olmasıdır.

aı4. Hadisi bu tür eserlerden nakledip de onu Buhârî ve Müslim'e nisbet etmek caiz midir?: Yukarıda geçenlere binaen, bir şahsın bir hadisi müstahrecden veya mesela az önce zikredi­len Beyhâkî (Ö.458/1065) ve Beğâvî'nin (Ö.516/1122) kitaplan gibi sonradan telif edilen eserlerinden nakledip de, "bunu Buhârî veya Müslim rivayet etti" demesi, şu iki esas haricinde doğru de­ğildir:

1. Müstahrec veya başka eserlerde yer alan hadisin, Buhârî veya Müslim'deki rivayetin tam karşılığı olması gerekir;

2. Veya müstahrec sahibi veya başka musannifin, hadis hakkında "Buhârî veya Müslim bu hadisi bu lafızla rivayet etti" demesi gerekir.

aı5. Sahihayn üzerine yapılan müstahreclerin faydaları: Su-

58 MAHMUD TAHHAN-

yûtî'nin Tedrîb'inde^^ zikrettiğine göre Sahiiıayn üzerine yapılan müstahreclerin on'a yakın faydası vardır. En önemlileri şunlar­dır:

1. Uluvvu'l-isnâd elde etmek: [hadisin kaynağına daha kısa yoldan ulaşan sened bulmak]: Çünkü müstahrecin musannifi, mesela bir hadisi kendine ait senedle değil de Buhârî'nin tarikiy­le rivayet etseydi, bu sened, kendisine ait senedden daha nâzif olacaktı.

2. Sahih hadislerin miktannı artırmak: Zira bu yöntemle, bir tarikle gelen bir metinde bulunmayıp da diğer tarikle gelen me­tinde bulunan zâid ve bazı hadisleri tamamlayıcı nitelikte lafızlar bulunabilmektedir.

3. Riuâyet yollarının çokluğuyla hadisi kuvvetlendirmek: Bunun faydası, hadislerin çelişmesi durumunda birini diğerine tercih etme imkânı sağlamaktır.

aj. Buhârî ve Müslim'in Rivayetlerinden Sıhhatine Hüküm Verilmiş Hadislerin Durumu: Daha önce belirttiği­miz gibi Buhârî ve Müslim Sahîh adlı eserlerine sadece sahih ni­teliği taşıyan hadisler almışlardır. Ümmet de bu iki müellifin söz konusu eserierini kabul ile karşılamıştır. Sahih hükmü verilmiş ve ümmetin de kabul ile karşılamış olduğu bu hadislerin durumu nedir acaba?

Cevap şudur: Buhârî ve Müslim'in muttasıl bir senedle rivayet ettikleri bir hadis, o artık, sıhhatine hüküm verilmiş bir hadistir. Senedinin başından bir veya daha fazla râvînin düşü­rüldüğü hadislerin hükmü ise aşağıda gelecektir. Ancak burada anti parantez olarak şunları da ifade edelim ki: Bu tür hadislere "muallak" adı verilir^^. Muallak hadisler Buhârî'de oldukça fazla­dır. Lakin bunlar "bab başlıkları" ve "bablann giriş kısımları" nda

58 i, 115,116. 59 Dalla sonra bahsi genişçe gelecektir.

— YENİ HADlS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 59

yer almaktadır. Bablann asıl kısmında kesinlikle bu tür hadisler yoktur. Müslim'de ise teyemmüm bahsinde yer alan bir hadisten başka muallak bir hadis yoktur. Bu hadisi başka bir yerde mevsûl bir şekilde de zikretmemiştir.

Buhârî'de geçen muallak hadislerin hükmü:

a. Cezm sigasıyla rivayet edilenler: « J * ıj^i i^ln gibi lafızlara cezm sîgası denir. Haberin naklinde bu lafızlardan birinin zikredil­miş olması, o haberin, kendisine izafe edilenden gelişinin doğru olduğu hükmünü ifade eder.

b. Cezm sığası ile rivayet edilmeyenler: ı^ i i ••iŞjj i^in gibi lafızlar cezm sîgası olmayan lafızlardır; [bunlara temrîz sîgası denir]. Naklinde bu lafızlardan birinin kullanıldığı haber, o habe­rin kendisine izafe edilenden gelişinin kesin olarak doğru olduğu hükmünü ifade etmez. Bununla beraber, onu sadece sahih olan hadislerden deriediği için, Buhârî'nin Sahîh 'inde vâhî [büsbütün zayıf] denecek derecede zayıf bir hadis de yoktur.

ak. Sahih Hadisin Dereceleri: Yukarda belirtildiği gibi, bazı âlimler kendilerine göre esahhu'l-esânîd in, yani en güvenilir sened in hangisi olduğunu zikretmişlerdir. Esahhu'l-esânîde ve geri kalan sıhhat şartlarını bünyesinde taşımasına bağlı olarak bir hadisin sıhhat derecesi hakkında şunları söylemek mümkündür:

akl. Sıhhat derecesi en yüksek olan hadis: Bu kategoriye giren hadisler, "esahhu'Z-esânrd" olan bir senedle rivayet edi­len hadislerdir: "Mâlik > Nâfî'den > oda: İbn Ömer'den" gelen hadis böyledir.

ak2. Bunun daha alt derecesinde [ikinci derecede yer alan] hadisler: Bunlar, birinci derecede yer alan isnâddaki râvilerden daha alt derecede yer alan râvilerden rivayet edilen hadislerdir. "Hammâd b. Seleme > Sabit'ten > o da: Enes'ten" gelen hadis böyledir.

ak3. Bundan da daha alt derecede [üçüncü derecede] yer

60 MAHMUD TAHHAN-

alan hadisler: Bu kategorideki hadisler, sika vasfina tam uyan­lardan sonra gelenlerin de altında bulunan üçüncü derecedeki râvilerin rivayet ettiği hadislerdir. "Sehl b. Ebî Salih > Babasın­dan > o da: Ebû Hureyre'den" gelen hadis böyledir.

Bu tafsilata ayrıca sahih hadisin taksim edildiği şu yedi de­rece de ilâve edilebilir:

1. Buhârî ve Müslim'in ittifak ettikleri hadisler (Bu en yüksek derecedir);

2. Buhârî'nin tek başına rivayet ettiği hadisler;

3. Müslim'in tek başına rivayet ettiği hadisler;

4. Buhârî ve Müslim'in şartlarına uyduğu halde eserierine almadıkları hadisler;

5. Buhârî'nin şartlanna uyduğu halde eserine almadığı ha­disler;

6. Müslim'in şartlarına uyduğu halde eserine almadığı ha­disler;

7. Buhârî ve Müslim'in şartlarına uymadığı halde bunların dışında İbn Huzeyme ve İbn Hibbân gibi imamlarca sahih kabul edilen hadisler.

1. Buhâri ve Müslim'in Şartlan: Buhârî ve Müslim, ha­disin sahih olmasında üzerinde ittifak edilmiş şartlara ilâve ola­rak, ileri sürdükleri herhangi bir şart açıklamamışlardır. Ancak bu durumu araştıran âlimler, yaptıkları araştırma ve mukayeseler neticesinde üslûplarından hareketle ya birinin veya her ikisinin birden dikkate aldıklarının izlenimini edindikleri bir takım şeırtlar ortaya çıkarmışlardır.

Bu konuda söylenen en güzel ifade şudur: Buhârî ve Müs­lim'in veya ikisinden birinin şartından maksat, bu iki müellifin bir hadisi rivayet ederken dikkate aldıklan hususları gözetmek

- YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 61

suretiyle, söz konusu hadisin bu iki kitabın veya birisinin râvîleri yoluyla rivayet edilmiş olmasıdır.

m. "Müttcfckun Aleyh" Sözünün Mânası: Hadis âlim­leri, bir hadis hakkında kullandıkları "muttefekun aleyh" ifadesi ile, Buhârî ve Müslim'in o hadisin sıhhati üzerinde ittifak ettikle­rini kastetmişlerdir; yoksa ümmetin ittifakı değildir. Ancak İbnu's-Salâh (Ö.643/1245) bu konuda şöyle demektedir: "Fakat Buhârî ve Müslim bir hadisin sıhhati üzerinde ittifak etmişse, onların bu ittifakından dolayı ümmetin de ittifak etmesi gerekir ki, Buhârî ve Müslim'in sıhhati üzerinde birieştikleri bir hadisi ümmet ittifakla kabul ettiği için de bu ittifak zaten gerçekleşmiş olmaktadır"6°.

n. Hadisin Sahih Olmasında "Azîz" Olma Şartının Koşulup Koşulmadığı: Doğru kabul edilen görüşe göre bir hadisin sahih olabilmesi için onun "iki isnadı bulunan hadis" an­lamına gelen "azîz" olma şartı koşulmaz. Çünkü garîp olduğu halde Buhârî ve Müslim'in Sahih'Ierinde ve bu iki sahîhin dışın­daki diğer eserlerde sahih hadisler bulunmaktadır. Bu görüş Ebû Ali el-Cubbâî el-Mu'tezüî (Ö.321/933) ve Hâkim (Ö.405/1014) gibi bazı âlimlere aittir. Ancak onların bu görüşü ümmetin ittifak ettiği görüşün aksinedir.

b. Hasen

ba. Tanımı:

bal Sözlük anlarnj: Hasen kelimesi sözlükte güzellik anlamı­na gelen «^w^i)) kökünden sıfat-ı müşebbehedir.

ba2. Terim anlamı: Hasen sözcüğü terim olarak sahih ile zayıf arası, orta derecede bir anlam ifade ettiği için tanımında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Zira bazıları hasen hadisi tarif ederken onun iki kısmından birinizi tarif etmidprdir. Bu tariflerin

60 İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-hadîs, s. 24. 61 Ya hasen li-zâtihiyl veya hasen /t-gayrifiiyi tarif emişlerdir, (çev.)

62 MAHMUD TAHHAN-

bazılarını zikredeceğim sonra hangisini diğederinden daha uygun gördüğümü belirteceğim.

1. Hattâbî'nin tanımı: Hattâbî'ye (Ö.388/998) göre hasen hadis "kaynağı bilinen, ricali şöhret bulan hadis "tir. Hadislerin çoğu bu tür hadislerdir. Alimlerin çoğu bu tanımı kabul etmişler­dir. Fıkıhçıların geneli de bu tanımı kullanmışlardır^^

2. Tirmizî'nin tanımı: Tirmizî (ö.279/892) hasen hadisin ta­nımı hakkında şöyle söylemektedir: "isnadında yalancılıkla itham edilmiş biri bulunmayan, aynı zamanda şâz olmayan ve benzer bir şekilde başka bir tarikle rivayet edilen her hadis bana göre hasen hadistir"^.

3. İbn Hacer'in tanımı: İbn Hacer de (Ö.852/1448) hasen hadisin tanımı konusunda şunları söylemektedir: "Tam âdil ve zabt sahibi râvilerin muttasıl bir sendte muallel ve şâz olmaksızın naklettikleri âhâd haber sahîh li-zâtihidir^. Eğer senedinde zabtı hafif zayıf biri bulunursa, bu hadis de hasen li-zâtihi dir"^^.

Kanaatimce İbn Hacer'e göre hasen hadis, râvisinin zabtı biraz zayıf olan yani ezberlediğini kuwetle tutamayan râvînin rivayet ettiği sahih hadis olmaktadır. Hasen hadisin en güzel ta­nımı da budur. Hattâbî'nin tarifine çok tenkitler yöneltilmiştir. Tirmizî de basenin iki kısmından birini tarif etmiştir; o da hasen li-gayrihi dir. Halbuki hasen in tanımında asi olan, hasen li-zâtihi nin tanımıdır. Çünkü hasen li-gayrihi aslı itibari ile zayıf olan bir hadistir. Rivayet yollannın birden çok olması desteği ile hasen derecesine yükseltilmiştir.

4. Hasen hadisin tercih edilen tanımı: İbn Hacer'in tanımına dayalı olarak hasen hadis i şu şekilde tarif etmek mümkündür:

62 Meâlimu's-sünen, 1, 11. 63 Câmiu't-Tırmizî, şerhi Tuhfetul-ahvezı ile beraber- Kitâbu'l-ilel, X, 519 \el-

Câmf'inin sonunda]. 64 İbn Hacer, Nuhbe ve ğerhi, s. 29. 65 İbn Hacer, a.g.e., s. 34.

• YENt HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 63

66 Müteşeddid; "katı, sert, müsamahasız, tolerans göstermeyen" demektir, (çev)

67 Bk. Suyûtî, Tedribu'r-râui, 1, 160 68 .Tirmizî, Fedâilü'l-dhâd 23 [Şerhi Tuhfetu'l-ahvezî ile beraber, V, 300].

Hasen;"Zabtı hafif zayıf olan adalet sahibi râvilerin, senedin başından sonuna kadar kendileri gibi râvilerden, şâz ve illetti ol­maksızın, muttasıl bir senedle rivayet ettikleri hadistir".

bb. Hükmü: Hasen hadis, kuvvet bakımından sahihin bir alt derecesinde yer almış olmakla beraber hükme delil olma açı­sından sahih hadis gibidir. Onun için bütün fıkıh âlimleri hasen hadisi delil olarak kullanmış ve onunla amel etmişlerdir. Müte-şeddidlerden^ aykın görüşe sahip olanlar hariç, hadis ve usûl âlimlerinin çoğu da hasen hadisin delil olarak kullanılmasını ge­rekli görmüşlerdir. Hâkim (Ö.405/1014), İbn Hibbân (Ö.354/965) ve İbn Huzeyme (ö.Sl 1/923) gibi bazı mütesahiller (toleranslı davrananlar), öncelikle, yukarıda açıklanan sahih hadisin alt de­recesinde yer aldığını kabul etmekle beraber, hasen hadisi sahih hadis gmbuna dahil etmişlerdir^^.

bc. Örnek: Hasen hadise Tirmizî'nin rivayet ettiği şu hadis örnek verilebilir:

Bize Kuteybe tahdis etti. [Dedi ki] > bize Ca'fer b. Süleyman ed-Dubal > Ebû 'İmrân el-Cevnî'den, > o da: Ebû Bekr b. Ebî Mûsa el-Eş'arî'den tahdis etti. Dedi ki: Babamı düşmanın kar­şısında şöyle söylerken işittim (Dedi ki): Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurdu:

«oj-Ji J-jUi öJl ü!-.)): "Cennetin kapıları kılıçlann gölgesi altındadır..."^^ Tirmizî (Ö.279/892) bundan,"fau hadis hasen-gariptir" diye bahseder.

Hadis basendir. Zira Cafer b. Süleyman ed-Dubaî hariç, isnâdmdaki dört râvî de sika dır. Cafer b. Süleyman ed-Dubaî

64 MAHMUD TAHHAN-

İse, "hasenü7 hadis"^^dir™. Bundan dolayı hadis sahih mertebe­sinden hasen mertebesine inmiştir.

bd. Mertebeleri: Sahihin kendi arasında farklı dereceleri olduğu gibi basenin de kendi arasında farklı dereceleri vardır. Zehebî (ö.748/1347) hasen i iki dereceye ayırarak şöyle der:

bdl. En yüksek mertebede olanlar: Behz b. Hakîm > ba­basından > o da: dedesinden; ve Amr b. Şuayb > babasından > o da: dedesinden ve İbn İshak'm > et-Teymî tarikiyle ve buna benzer tariklerle gelen sahih nitelikli hadislerdir. Ki bu da sahihin en alt mertebesidir.

bd2. İkinci derecede olup hasen ue zayıflığında ihtilaf edi­lenler: Haris b. Abdillah, 'Asım b. Damre ve Haccâc b. Ertât gibi râviler yoluyla gelen hadisler.

be. «jb-^fı ^y>^ k i o - L ^ » : "Hadîsun sahîhu'l-isnâd" veya V I O J ^ d : "Hadîsun hasenu'l-isnâd" Sözlerinin De­

recesi:

a. Muhaddislerin,"fau hadis sahîhu'l-isnâddır" ifadesi, "bu hadîs sahihtir" ifadesinden daha alt derecede bir anlam ifade eder.

b. Aynı şekilde hadisçilerin "bu hadis hasenu'l-isnâddır" ifadesi, "bu hadis basendir" ifadesinden daha alt derecede bir anlam ifade eder. Çünkü bazen isnâd sahih veya hasen iken metin şâz veya illetli olabilir. Bu sebeple bir hadisçi, "bu hadis sahihtir" dediğinde, adeta bize bu hadisin sıhhat şartlarının be-

69 Yani rivayet ettiği hadis hasen derecesindedir [bit. Ahmet Yücel, Hadis Is-tılahlannın Doğuşu ue Gelişimi, s. 131], Hicrî II. Asırda kelime anlamıyla kullanılan bu terim [İbn Ebî Hatim, Cerh, I, 146J, daha sonra H. III. Asırda hadisi takviye amacıyla yazılan (bk. a.g.e. II, 166-167], hadisiyle ihticac edilmeyen (a.g.e., IV, 356) zayıf raviler hakkında kuilanılmışbr Irâkî'ye göre ta'dilin 4., Schâvî'ye göre 6. mertebesinde bulunan bir râvî hakkında kulla­nılan bir sığadır. Böyle bir râvinin rivayet ettiği hadis itibar [başka bir hadisi takviye] için alınıt-(çev.)

70 İbn Hacer, Tehzîbu't-Tehzîb, II, 96. Bunu Ebû Ahmed'den nakletmiştir.

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 65

71 Kitabm tam ismi "Mesâbîhu's-sunne''dir. Müellifi kitapta Buhârî ve Müslim'in iki sahihi, dört sünen ve Dârimî'nin süneninden seçtiği hadisleri bir araya getirmiştir. Halîb el-Tebrizî buna bazı ilâve ve düzenlemeler yapmış, esere "Mişkâtu'l-mesâbîh" adını vermiştir.

şini de tam olarak taşıdığını; "bu hadis sahîhu'I-isnâddır" dedi­ğinde, sıhhat şartlarından sadece üçünü taşıdığını tekeffül etmiş olmaktadır ki onlar da; senedin ittisali (kopuksuzluğu), râvilerin adalet ve zabt sahibi olduklarıdır. Hadiste şâz ve illet gibi bir ku­surun bulunmadığını tekeffül etmemiştir. Çünkü bu durumları araştırmamıştır. Ancak hafız güvenilir birisi, "bu hadis sahîhu'I-isnâddır" demekle yetinir, hadis için bir illet zikredilmezse, bunun zahirinden o metnin sahîh olduğu anlaşılır. Çünkü asi olan illet ve sazlığın bulunmamasıdır.

bf. Tirmizî ve Diğerlerinin a^^..^ ^^j^r. "Bu Hadis Hasen-Sahihtîr" Sözlerinin Mânâsı: Görünürde bu ifade­de problem vardır. Çünkü hasen, sahihin daha alt derecesinde yer almaktadır. Dereceleri farklı olmakla beraber bu iki terim bir arada nasıl bağdaştırılacaktır? Tirmizî'nin bu ifadeden ne kastet­tiği ile ilgili olarak âlimler çeşitli yorumlar yapmışlardır. En güzel yorumu İbn Hacer (Ö.852/1448) yapmış, Suyûtî (Ö.911/1505) de bunu benimsemiştir. Özeti şöyledir:

a. Bu hadisin iki veya daha fazla senedi varsa bunun mânâsı, "bir isnada göre hasen, diğer bir isnada göre sahihtir" demektir.

b. Eğer tek bir isnadı varsa bunun mânâsı, "bazı âlimlere göre hasen diğer bazılanna göre sahihtir" demektir.

Sanki söz konusu ifadeyi kullanan kimse, böyle bir hadisin hükmünde âlimler arasında ihtilaf olduğuna işaret etmektedir. Veya kendi kanaatine göre iki hükümden birini tercih edeme­mektedir.

bg. Beğavî'nin, "el-Mesâbîh" Adlı Eserindeki Hadis­lerinin Taksimimi; Beğavî (Ö.516/1122), hadisleri, kitabı "el-Mesâbîh"e kendine has özel bir ıstılah yöntemi ile dercetmiş, Buhârî ve Müslim'in sahihlerinden ikisi veya birine ait hadis-

66 MAHMUD TAHHAN-

lere"sahı7ı", dört sünendeki hadislere "hasen" terimiyle işaret et­miştir. Bu terim hadisçiler nezdinde genel bir ıstılah olmakla bera­ber isabetli değildir. Çünkü Sünen-ı erbaa dediğimiz dört sünen­de sahih, hasen ve zayıf, hatta münker hadisler bile vardır. Bun­dan dolayı İbnu's-Salâh (0.643/ 1245) ve Nevevî (Ö.676/1277) bu noktaya dikkat çekmiştir. Onun için, "e/-Mesâbfh "i okuyan bir okuyucunun, Beğâvî'nin, bu kitabında hadisler hakkında kullan­dığı "sahih" veya "hasen" gibi özel terimlerinin ne anlama geldi­ğini iyi bilmesi gerekir.

bh. Hasen Hadisin Bulunduğu Kaynak Kitaplar: Alim­ler bir kısım sahih hadisleri bir araya getirerek müstakil eserler oluştururlarken, bu mânâda hasen hadisleri bir araya getirerek müstakil bir eser oluşturmamışlardır. Ancak burada hasen ha­dislerin çokça bulunduğu eserierden söz etmek mümkündür Bunların en meşhurian şunlardır:

a, Tirmizî'nin (Ö.279/859) Câmi"i: Tirmizî'nin Câmi"i "Sü-nenu't-Tirmizî" diye şöhret bulmuştur. Hasen hadisin tanınma­sında temel kaynaktır. Bu itibaria Tirmizî, hasen kavramını ese­rinde çokça zikreden ve böylece onu yayan ve kavram olarak yaygınlaştıran kişi olmuştur.

Fakat burada "hasen-sahih" ve bunun gibi ifadelerin, Câ-mi"in farklı nüshalarında farklı bir tarzda yer aldıkları noktasına dikkat çekmek gerekir. Hadis talibinin, güvenilir asıl nüshalada karşılaştırılmış ve tahkik edilmiş nüshalara baş vurması gerekir.

b. Ebû Davud'un (Ö.275/888) Sünen'i: Ebû Dâvûd, Mekke halkına gönderdiği mektupta, Sünen'ine sahih, sahihe benzer ve ona yakın olan hadisleri aldığını, vâhî derecede şiddetli zayıf olanları beyan ettiğini, hakkında bir şey söylemediklerinin salih olduğunu belirtmiştir. Buna binaen Ebû Davud'un, Sünen'inde zayıf olduğunu belirtmediği ve güvenilir imamlardan herhangi birinin de sahih olduğunu ifade etmediği bir hadis bulduğumuz­da bu hadisin Ebû Davud'a göre hasen olduğu hükmüne vara­biliriz.

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 67

72 Tirmizî, Taharet 18; Buhârî, Cumua 8 ve Müslim, Taharet 42'de Ebu'z-Zinâd > A'rec'den > o da: Ebû Hureyre'den gelen bir tarîkle rivayet etmişlerdir.

73 İtkân ehli: Ehl-i vukuf, yetenekli, kabiliyetli, işin ehli demektir 74 İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-hadis, s. 31-32.

c. Dârekutnî'nin (Ö.385/995) Sünen'i. Dârekutnî bu eserin­deki hadislerin çoğunun hasen olduğunu ifade etmiştir.

c. Sahîh li-Gayrihi

ca. Tanımı: Hasen li-zâtihi, kendisi gibi veya kendisinden daha kuvvetli başka bir tarikle rivayet edildiğinde, bu hadis sahih li-gayrihi adını alır. Çünkü sahihlik senedin bizzat kendisinden değil, başka bir senedin kendisini desteklemesiyle meydana gel­miştir.

cb. Mertebesi: Sahih li-gayrihi, derece olarak, hasen li-zâtihinin üstünde, sahih li-zâtihinin altınde yer alır.

cc. Örnek: Muhammed b. Amr > Ebû Seleme'den > o da: Ebû Hureyre tarikiyle naklettiği bir hadiste Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurdu:

oıp i)ı_^L ^ ^ \ JiP j i î öî V_^))

"Ümmetimi zora koşmayacağımı bilseydim, her namaz (ön-cesinjde misvak kullanmalarını emrederdim!"

İbnu's-Salâh (Ö.463/1070) şöyle demektedir: "Muhammed b. Amr b. Alkame doğruluk ve saygınlıkla şöhret bulmuş kişi­lerdendir, fakat itkân ehli' ^ değildir. Hatta bazıları onu sû-ı hıfz yönüyle zayıf kabul ederken diğer bazıları da sıdk ve yüceliğiyle tevsîk etmişlerdir. Bu yüzden hadisi basendir. Buna 'başka bir vecihten rivayet ediliş' ilâve edildiğinde, bununla, söz konusu râvinin sû-i hıfz mdan dolayı taşıdığımız endişe giderilmiş olmak­ta; bu küçük eksiklik bu şekilde giderilmek suretiyle isnâd sahih, hadis de sahihlik derecesine yükseltilmiş olmaktadır" '*.

68 MAHMUD TAHHAN-

d. Hasen li-Gayrihi o - ^ ' )

da. Tanımı: Bir hadis temelde zayıf olup rivayet yolları bir­den fazla olursa, zayıflığın sebebi de/ıs/cu'r-râur veya kizbu'r-râuî değilse, bu hadis hasen li-gayrihi adını alır.

Bu tanımdan hareketle, zayıf bir hadisin iki sebeple hasen li-gayrihi derecesine çıküğı sonucunu elde etmek mümkündür,

a. Hadisin, kendi seviyesinde veya daha üstün bir seviyede,

başka bir veya birden çok tarikle rivayet edilmiş olacak.

b. Hadisin zayıf olma sebebi de; ya râvîsinin sû-ı hı/zmdan veya senedindeki kopukluk tan veya râvinin cehaleti [bilinme-mesijnden dolayı olacak.

db. Mertebesi: Hasen li-gayrihi, hasen li-zâtihinin daha alt derecesinde yer alır.

Buna dayalı olarak şunu söyleyebiliriz: Hasen li-zatihi ile hasen li-gayrihi tearuz ederse hasen li-zatihinin takdim edilmesi gerekir.

dc. Hükmü: Hasen li-gayrihi kendisi ile ihticac edilen

makbul hadis çeşitlerinden biridir.

dd. Örnek: Tirmizî'nin > Şu'be teırikıyle > 'Âsim b. Ubey-dullah'tan > o da: Abdullah b. 'Âmir b. Rabîa'dan > o da: babasından rivayet edip hasen dediği şu hadis örnek verilebi­lir: "Fezâre oğullanndan bir kadın iki terlik karşılığında evlendi. ResûluUah (s.a.) ona: «jU-'u :oJl3 >iÜUj jJL_i; o_i.jî)):

"(Mihir olarak) şu iki terlik karşılığında (evlenmeye) razı oldun mu?" buyurdu, O da: "Evet" dedi ve Hz. Peygamber bu evliliği onayladı".

Tırmizî (ö.279/859) şöyle demektedir: "Bu konuda Ömer,

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 69

Ebû Hureyre, Aişe ve Ebû Hadrad'dan (r.a.) gelen rivayetler vardır"75.

'Âsim, sû-ı hıfzından dolayı zayıftır. Tirmizî 'Âsım'dan gelen bu hadisi, başka bir vecihten geldiği için hasen diye değerlendir­miştir.

e. Üstün Özellikli Makbul Âhâd Haber:

ea.Giriş: Makbul hadis çeşitlenni bitirdikten sonra, şimdi de güveniriiliği bir takim ekstra özelliklerle daha da güçlendirilmiş makbul hadislerden bahsedeceğim. Üstün özellikli makbul hadis­ten maksat, makbul hadis için gerekli olan şartlara ilâve olarak "makbul hadiste bulunan ekstra özellikler" demektir.

Makbul haberde bulunan bu zâid özellikler, hadisin kuvveti­ni artırır. Söz konusu zâid özelliklerden birine sahip olan makbul bir haber, sahip olmayana göre üstün bir meziyete sahiptir, bu da onun diğerine tercih edilmesini sağlar.

eb. Çeşitleri: Hadisin sıhhati için gerekli olan şartlara ilâve olarak ekstra özelliklere sahip olan habeder çeşitlidir. En meşhur­ları şunlardır:

eba. Şeyhânm"^^, sahihlerinde tahric edip tevatür derecesi­ne ulaşmayan hadisler: Bu tür bir rivayetin bünyesinde taşıdığı üstün özellikler şunlardır:

1. Seyhan'ın hadis ilmindeki üstün konumları;

2. Sahih hadis seçiminde diğerlerinden önde gelmeleri;

3. Âlimlerin, bu iki müellifin kitaplarını kabul ile karşılama­ları: Âlimlerin, Buhârî ve Müslim'in kitaplarını böyle bir kabul ile karşılamaları hususu, başlı başına ilim ifade etmede, tevatüre

75 Tirmizî, Nikâh 22. 76 Hadis terminolojisinde "jeyhân" ifadesi Buhârî ve Müslim'in ikisini birden

ifade eden bir terimdir, (çev.)

70 MAHMUD TAHIIÂN-

ulaşmamış, sadece rivayet yolu [tarik] çokluğuna sahip bir habe­rin ifade ittiği ilimden daha kuvvetlidir

ebb. Farklı tariklere sahip olmakla beraber, râvilerinin tama­mı zayıf olmaktan uzak olan ve illeti de bulunmayan meşhur ha­ber;

ebe. Garîb olmamakla beraber, mutkın hafız imamlar yoluy­la gelen müselsel haber:

İmâm Ahmed'in (Ö.241/855) İmâm Şafiî'den (Ö.204/822), İmâm Şafiî'nin de İmâm Mâlik'ten (ö. 179/795) rivayet ettiği hadis böyledir. İmâm Ahmed'e İmâm Şafiî'den gelen rivayete başkaları iştirak ederken, İmâm Şafiî'ye de İmâm Mâlik'ten gelen rivayete başkalan iştirak etmektedir.

cc. Hükmü: Bu tür bir haber, makbul olan herhangi bir âhâd haberden tercihe daha şayandır. Üstün özellikli bir haber, diğer makbul bir haberie çeliştiği zaman, üstün özellikli haber di­ğerine tercih edilir.

2. Makbul Haberin "Ma'mûlun bih" ve "Gayr-i ma'mûlun bih"c Taksimi:

Makbul haber iki kısma ayrılır: "Mamulün bih", "gayr-i ma­mulün bih". Makbul haberin bu durumundan iki çeşit hadis ilmi ortaya çıkmıştır; "Muhkem veMuhtelifu'l-hadis", "en-Nâsih ve'l-Mensûh " ilimleri.

a.Muhkem ve Muhtelifu'l-Hadis ^ i U i ^ j ^Ji>^\)

aa. Muhkem Hadîsin Tanımı:

aal. Sözlük anlamı: Muhkem kelimesi, sözlükte "sağlam ue muhkem yaptı" anlamına gelen a^Ji^])) fiilinden ism-i mef'uldür

aa2. Terim anlamı: Terim olarak, kendi ayarında herhangi

YENt HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 71

77 Müslim, Selâm 102-109, 111, 114-116. [ Ayrıca bk. Tirmizî, Siyer 46, Kader 9 (çev.)].

78 Tıyere: Teşe'um yani bir şeyi uğursuzluk sebebi saymak demektir [Cahiliye devri Arapları kuşlarla ve geyiklerle vb. teşe'umde bulunur, bu da onlan işlerinden alıkordu bk. İbnu'l-Esîr, en-Nihâye, 111. 152; (çev.)]

79 Meczüm: Cüzzam hastalığına yakalanan kimse demektir. Ona yakalananın azaları yavaş yavaş çöker ve dökülür.

bir hadisle çelişki halinde bulunmayan makbul hadise, muhkem hadis denir.

Hadislerin çoğu bu tür muhkem hadislerdir. Birbiri ile çeli­şen hadisler ise hadislerin tümüne nispetle azdır.

ab. Muhtelifu'l-Hadîsin Tammı:

abl. Sözlük anlamı: "Muhtelif" kelimesi, "ittifak" : JUb)" sözcüğünün zıddı anlamına gelen "ihtilaf": a^-^h kökünden is­m-i faildir. "Muhtelifu'l-hadis"in mânâsı ise; "mânâlan birbiri ile çelişik halde bulanan hadisler" demektir. Yani mânâları birbirine zıt olan iki hadis demektir.

ab2. Terim anlamı: Terim olarak muhtelif hadîs; aralarını cem etme imkânı bulunmakla beraber kendisi gibi bir hadisle çelişki halinde bulunan makbijl hadis demektir.

Yani bu hadis sahih veya basendir; derece ve kuvvet bakı­mından kendisi gibi olan, fakat zahirde bu hadisin mânâsını nakzeden başka bir hadis vardır; ancak mütehassıs âlimlerin, bu iki hadisin delâlet ettiği hükümlerin arasını makbul bir yöntemle bulmaları mümkündür.

ac. Muhtelifu'l-Hadîse Örnek:

1. Müslim'in tahric ettiği: «i^^Vj ı_5jJiV...»: "(Hastalığın) si-rayet(i) yoktur, uğursuzluk da yoktur" , hadisi ^ ile;

2. Buhârî'nin rivayet ettiği: «JLİVI'^^^ iljly ( . j l ^ ı - ^ ^ yiı: "As­landan kaçtığn gibi cüzamlıdan''^ da kaç!" hadisi.

72 MAHMUD TAHHAN-

Bu iki hadis sahihtir. Zahirde birbirlerine zıddırlar. Çünkü bi­rinci hadis, "sirayet yoktur" derken, ikincisi "vardır" demektedir Âlimler bu iki hadisin ifade ettiği mânâlarmm arasmı çeşitli şekil­lerde cem ve te'lif etmişlerdir. Burada İbn Hacer'in (Ö.852/1448) tercih ettiği görüşü zikredeceğim. İçeriği aşağıdaki gibidir:

ad. Ccm'in Keyfiyeti: Bu iki hadisin arası nasıl buluna­cağı konusunda şöyle bir yorum yapılabilir: Hz. Peygamber'in "hiç bir şey diğer bir şeye sirayet etmez!"^^ sözü, hem sirayetin olmadığını hem de böyle bir şeyin sabit olmadığını gösterir. Bu söze, "uyuz/u deve sağlam develerle karıştığında uyuz sağlam de­velere de bulaşır" şeklinde itiraz eden kimseye Hz. Peygamber şu soru ile cevap vermiştir: "İlkine kim sirayet ettirdi? "^^ Bu cevabın anlamı; Allah Teâlâ bu hastalığı ilk başta birincisine başlattığı gibi ikincisine de başlatmıştır, demektir. Cüzamlıdan kaçma emrine gelince, bu, sedd-i zerâi'^^ denen vesile ve vasıtaların önünü ka­pamaya yöneliktir. Yani cüzamlı hasta ile bir arada bulunan bir ş,ahsın, aynı hastalığına ilk başta Allah'ın takdiri ile yakalanması durumu, cüzamlı hasta ile bir arada bulunma anına denk gel­mesin, diyedir. Yoksa cüzamlı ile bir arada bulunan şahısta olu­şan bu hastalık, yoktur denen sirayetten dolayı değildir. Fakat o, bunun cüzamlı ile bir arada bulunmasından dolayı olduğunu zanneder de sirayetin doğru olduğuna inanır. Neticede günaha girer. Bundan dolayı günaha girmeye sebep olan böyle bir inanca düşmekten kurtulmak için cüzamlıdan sakınmak öngörülmüştür

80 Tirmizî, Kader, 9; Ahmed b. Hanbel, 1, 174, 180, 269, 440, II, 24, 153, 222...

81 Buhârî, Tıb, 19, 25, 43-45, 53, 54 [Fethu'l-bârî ile beraber, X, 171]; Müs­lim, Selâm 102-109, 111, 114-116; Ebû Dauûd, Tıb 24; Ahmed b. Hanbel, 1, 174, 180, 269, 328. 440, II, 24, 153, 222...

82 Şer'an yasak olan bir şeye vesile teşkil eden mubah fillerin de men edilmesi demektir (çev.)

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 73

ae. Mütearız İki Sahih Hadisle Karşılaşan Bir Kim­senin Ne Yapması Gerektiği: Böyle bir durumla karşılaşan kimse aşağıdaki merhaleleri takip etmesi gerekir:

ael. Bu iki hadisin arasını cem etme [bulma] imkânı varsa: Bu durumda cem etme yoluna gitmek gerekir ve her iki hadis ile de amel etmek vacip olur.

ae2. Bu iki hadisin arasını herhangi bir şekilde cem etme imkânı yoksa:

a. İkisinden birinin nâsih olduğu bilinirse: Nâsiha öncelik ve­rip onunla amel eder, mensûhu terk ederiz.

fa. Eğer nâsih olan hadis bilinmezse: Bu durumda, tercih sebeplerinden herhangi birisi ile, hadislerden birini diğerine ter­cih ederiz. Söz konusu tercih sebepleri elli veya daha fazladır. Bu aşamadan sonra tercihe daha layık olanla amel ederiz.

c Biri diğerine tercih edilemezse: -Ki bu nadirdir- bizi tercihe sevk edecek herhangi bir tercih sebebi buluncaya kadar amelden tevakkufa ederiz.

af. Konunun Önemi Ve Bu Sahada Söz Sahibi Olan­lar: Muhtelifu'l-hadis ilmi en önemli hadis ilimlerinden biridir. Zira bütün âlimler, bu sahada marifet sahibi olmada hayli zorlan­mışlardır. Hadis ve fıkıh ilmini kendisinde birieştiren imamlar ile ince mânâlara vâkıf olabilen usûlculer ancak, bu sahada kemâle ererek söz sahibi olmuşlardır. Bunlar, -çok azı hariç- muhtelifu'l-hadis ilmi konulannın kendileri için bir problem teşkil etmediği kimselerdir.

Delillerin tearuzu âlimleri hayli meşgul etmiştir. Bu vesile ile, âlimlerin sahasına dalan bazı yetersiz kişilerin ayakları kaydığı

83 Tevakkuf etmek, hadisle amel etmeden araştırmaya devam etmek demektir, (çev)

74 MAHMUD TAHHAN-

gibi, bazı âlimlerin de vehbî yetenekleri, ince anlayış ve tercihle­rinin güzelliği ortaya çıkmıştır.

ag. Muhtelifu'l-Hadîs Konusunda Telif Edilen En Meşhur Eserler:

1- İmâm Şafiî (Ö.204/819): İhtilâfu'l-hadîs. İmâm Şafiî bu konuda ilk söz eden ve aynı zamanda ilk eser veren kişidir.

2- Abdullah b. Müslim b. Kuteybe (Ö.276/889): Te'vîlu Muhtelifi'l-hadîs.

3- Ebû Ca'fer Ahmed b. Selâme et-Tahâvî (Ö.321/933): Müşkilü'l-âsâr^.

b. Nâsih ve Mensûh Hadis (o:-^_ı.j ^.ij>^\

ba. Neshin Tanımı:

bal. Sözlük anlamı: "Nesh" sözcüğünün sözlükte iki anla­mı var: Biri; 'güneşin gölgeyi kaldırması, yok etmesi' gibi, "izâle etmek, durdurmak, yok etmek, gidermek" anlamı; diğeri de, 'ki­tabın içindekileri başka bir yere aktarmak' anlamına gelen "ne-sehtü'l-kitâbe": i(ci.lŞ3l U^)> gibi "nakletmek" anlamıdır. Sanki 'nâsih', 'mensûh'u yok edip ortadan kaldırmakta veya başka bir hükme aktarmaktadır.

ba2. Terim anlamı: Terim olarak nesh; Şârî'in daha önceki hükmünü, yine kendisinin yeni bir hükümle kaldırması demek­tir.

bb. Önemi, Zorluğu ve Bu Sahada Söz Sahibi Olan­ların En Meşhurian: Hadisin nâsih ve mensûhunu bilmek son derece önemli ve bir o kadar da zordur. Zührî (ö. 124/741),

84 Ayrıca İsmail Lütfi Çakan Bey'in Hadislerde Görülen İhtilaflar ve Çözüm Yollan adlı eserini de burada zikretmek gerekir (çev.).

- Y E N İ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ 'L-HADÎS) 75

"fukahayı en çok yoran, onları en âciz bırakan şeyin, hadisin nasibini mensubundan ayırt edip bilmek, onu tanımak olduğu­nu" söylemiştir.

Hadîsin nâsih ve mensubunu bilme alanında en önde ge­lenlerden biri İmâm Şafiî (ö.204/819). Bu alanda büyük bir birikime sahip olup sahanın ilk otoritesidir. Ahmed b. Hanbel (Ö.241/855), Mısır'dan gelen İbn Vâre'ye: "Şafiî'nin kitaplarını yaz[ıp al]dın mı?" diye sormuş; "Hayır!" cevabını alınca: "Çok şey kaybettin. Şafiî ile beraber oturmadıkça mücmeli^^ mufes-serden^, hadisin nasibini mensubundan ayırt edip bilemeyiz", karşılığını vermiştir.^'''^

bc. Nâsihi Mensûhtan Ayırt Edip Tanıma Yolları: Bir hadisin nasibini mensubundan ayırt edip tanımak şu hususlar­dan biri ile olur:

bel. Resûlüllah'm (s.a.) açıklamasıyla: Müslim'in Bureyre'den naklettiği şu hadis buna örnektir:

"Sizi kabir ziyaretinden sakmdırmıştım. Artık onları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü âhireti hatırlatırlar^^".

85 Mücmel sözlükte; kısa, öz, genel; sözü az, mânası çok demektir, (çev.) 86 Müfesser sözlükte; tefsir edilmiş, izah ve beyan edilmiş; mânâsı izah edilerek

bildirilmiş, açıklanmış demektir, (çev.) 87 Mücmel sözlükte; kısa, öz, genel; sözü az, mânası çok demektir, (çev) 88 Müfesser sözlükle; tefsir edilmiş, izah ve beyan edilmiş; mânâsı izah edile­

rek bildirilmiş, açıklanmış demektir, (çev) 89 Yazar hadisi Müslim'den aldığını ifade etmiş, ancak yerini belirtmemiştir.

Büreyde'dcn geldiği ifade edilen bu hadis Müslim'in iki yerinde geçmek­tedir Ancak iki yerde de, uzunca bir hadisin sadece bir kısmını oluşturan bu hadisin "Çünkü o âhireti hatırlatır' kısmı yer almamaktadır. Bk. Müs­lim, Cenâiz 106, Edâhî 37. Metinde geçen lafız için bk. İbn Mâce, Cenâiz 47, Ayrıca bk. Ebû Dâuûd, Cenâiz 77, Eşribe 7; Tirmizî, Cenâiz 60; Nesâî, Cenâiz 100, Dahâyâ 36, 39, Eşribe 40; Ahmed h. Hanbel, I, 145, 452, III 63, 66, 237, 250, V, 350, 355-357, 359, 361.(çev.)

76 MAHMUD TAHHAN-

bc2. Sahâhîsözüyle: Câbir b. Abdillah'tan (r.a.) gelen şu ha­dis buna örnektir: Câbir şöyle demiştir:

"Resûlüllah'm (s.a.) iki işinin (iki uygulamasmm) sonuncusu, ateşin dokunmasmdan dolayı abdest almayı terketmesi olmuş­tur". Bu hadisi Sünen sahipleri tahric etmiştir^.

bc3. Vurûd [söyleniş veya meydana geliş] tarihlerinin bilin-mesiyle: Şeddâd b. Evs'den gelen şu hadis buna örnektir:

"Kan alan ue aldıran orucunu bozmuştur"^K

Bu hadis, İbn Abbas'ın: jÂj ^,J^\ sil ğ^ı ii

ç^La»: "Peygamber (s.a.) ihramlı ue oruçlu iken kan aldırdı^" ha­disi ile nesh edilmiştir.

Şeddâd'dan gelen hadisin bazı tariklerinde belirtildiğine göre; söz konusu olay fetih zamanında olmuştur. İbn Abbâs ise Hz. Peygamber'e Veda Haccında arkadaşlık yapmıştır^^

bc4. İcmâ'ın delaletiyle: Şu hadis buna örnektir:

"Kim içki içerse ona sopa atınız. Dördüncü kez tekrar içerse onu öldürünüz!'"^'^

90 Ebû Dâuûd, Taharet 74; Neser, Taharet 123. (çev.) 91 Buhârî, Savm 32; Ebû Dâuûd, Savm 28; Tirmizî, Savm 60. (çev.) 92 Buhârî, Tıb 11, 12; Müslim, Hac 87, 88. (çev.) 93 Dolayısıyla neshedici konumda olan ikinci hadiste geçen olay zaman itibar

ile birinci hadisten sonra olmuştur. Zira Mekke'nin fethi M. 630; Vcdâ Haccı M. 632'de gerçekleşmiştir.

94 Ebû Dâuûd, Hudûd 36; Tirmizî, Hudûd 15; Nesâî, Eşribe 42; İbn Mâce, Hudûd 17, 18.

- YENt HADtS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 77

Nevevî (ö.676/1277); "Bu hadisin neshine icmâ delâlet et­miştir", demektedir.

İcmâ ne nesh eder, ne de nesh olunur, fakat nâsiha delâlet eder; yani hangisinin nesh edici olduğunu açıklar.

bd. Nesh Alanında Telif Edilen En Meşhur Eserler:

1-Ebû Bekr Muhammed b. Mûsâ el-Hâzimî (Ö.548/1153): el-İ'tibâr fi'n-nâsih ve'l-mensûh mine'I-âsâr .

2- Ahmed b. Hanbel (Ö.241/855): en-Nâsih ve'l-mensûh.

3-İbnü'l-Cevzî (Ö.597/1200): Tecrfdü7-efıâdfs/7-mensûha

B. MERDÛD HABER

Giriş: Merdûd Haber ve Red Sebepleri

a. Tanımı: Doğruluk vasfı üstün olmayan kimselerin verdiği habere merdûd haber denir.

Haberin red edilme durumu, sahih bahsinde geçen kabul şartlarından birini veya birden fazlasını kaybetmesiyle meydana gelir

b. Merdûd Haberin Kısımları ve Red Sebepleri: Âlim­ler merdûd haberi bir çok kısımlara ayırmış^^, bir çoğuna özel isimler verirken, bir kısmını da, özel isim vermeden genel bir isimlendirme ile zayıf adı altında zikretmişlerdir.

Bir hadisi red etmenin sebepleri oldukça çoktur. /\ncak bun­ların tümü şu iki ana sebepten birine dayanır:

a. İsnadda herhangi bir kopukluğun bulunması;

b. Râvı'nin ta'n edilmiş olması.

95 Bazılan bunların adetini kırk küsura çıkarmaktadır.

78 MAHMUD TAHHAN-

Bu iki sebebe dayedı pek çok zayıf hadis çeşidi vardır. Bun­lardan, merdûd türünün genel adı olan zayıf bahsinden başla­yarak müstakil konular halinde mufassal bir şekilde bahsetmeye çalışacağım.

1. Zayıf Hadis O-J.'.JJM)

a. Tanımı:

aa. Sözlük anlamı: Zayii kelimesi sözlükte, "kuwetli"nin zıd­dı anlamına gelir. Bu zayıflık, maddî ve manevî olabilir. Ancak burada kastedilen zayıflık, manevî mânâdadır.

ab. Terim anlamı: Terim olarak zayıf hadis, şartlarından her­hangi birini kaybetmek suretiyle hasen sıfatını taşımayan hadis demektir.

Beykûnî (ö. 1080/1669) manzumesinde şöyle demektedir:

"Hasen derecesinin altında bulunan her hadis - Zayıftır ve kısımları çoktur".

b. Farklı Dereceleri: Sahih hadisin dereceleri farklı ol­duğu gibi zayıf hadisin zayıflık derecesi de, râvîlerinin zayıflık şiddeti ve hafifliğine göre farklıdır. Zayıf, büsbütün zayıf, vâhî, münker... zayıf hadisin çeşitlerindendir. Zayıf türierinin en kötüsü de mevzu' olanıdır^^.

c. Evha'l-Esânid [Sent^dlerin en zayıfı]: Âlimler sahih hadis bahsinde geçen "esahhu'l-esânîd"e karşılık, zayıf bahsin­de de "evhâ'l-esânîd" den bahsetmişlerdir. Hâkim cn-Nisâbûrî (Ö.405/1014) bazı sahâbîlere veya bazı cihet ve beidelere nisbet-le "evhâ'l-esânîd"den uzunca bahsetmiştir.^'' Hâkim'in kitabı ile diğer kitaplardan bazı örnekler verebiliriz:

96 Bk.İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-hadîs, "Ma'rifetü'l-mevzû [Uydurma Hadisin Bi­linmesi]" başlığı, s. 86.

97 Hâkim, Ma'rifetu Ulûmi'l-hadis, s. 71-72.

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 79

"Kim eşine hayızlı iken veya arka mahalden yaklaşırsa veya bir kahine giderse Muhammed'e indirilenleri inkar etmiştir ".

Tirmizî (Ö.279/892) hadisi tahric ettikten sonra, "Bu hadi­si, Hakîm el-Esram'ın > Ebû Temîme el-Hüceymî'den > o da: Ebû Hureyre'den gelen bu tarîkinden başka bir tarikle bilmiyo-aız" demekte; sonra da, Muhammed el-Buhârî'nin (Ö.256/869) bu hadisi isnadından dolayı zayıf kabul ettiğini belirtmektedir^°2. Ben de şunu diyebilirim ki isnadında Hakîm el-Esram var; âlimler

98 Hâkim, ag.e., s. 71-72. 99 Hâkim, ag.e., s. 71-72 100 Bk. Suyûtî, Tedribu'r-râvî, I, 181. 101 Tirmizî, Taharet 102; İbn Mâce, Taharet 122; Dârimî, Vudû' 114; Ahmed

b. Hanbel, II, 408, 476. (çev.) 102. Tirmizî, Taharet 102, Radâ' 12 (ğerhi Tuhfe ile beraber I. 419. 420].

a. Ebû Bekr es-Sıddık'a (ra.) nisbetle euha'l-esânîd: "Sa-daka b. Mûsa ed-Dakîkî > Ferkad es-Sebehî'den > o da: Murre et-Tayyib'den > o da: Ebû Bekr'den gelen tarîk"98.

b. Şamlıların evha'l-esânîdi: "Muhammed b. Kays el-Maslûb > UbeyduUah b. Zahr'dan > o da: Ali b. Yezîd'den > o da: el-Kâsım'dan > o da: Ebû Umâme'den gelen tarîk"^ .

c. İbn Abbas'ın (r.a.) evha'l-esânîdi: es-Suddî es-Sağîr Mu­hammed b. Mervân > el-Kelbî'den > o da: Ebû Sâlih'den > o da: İbn Abbas'dan gelen tarik". İbn Hacer (Ö.852/1448) buna, "silsiletü'z-zeheb [altm silsile] değil, silsiletü'l-kizb [sahte süsile]"ioo, demektedir.

d. Zayıf Hadise Örnek: Tirmizî'nin "Hcikîm el-Asram" ta­nkıyla Ebû Temîme el-Hüceymî'den > o da: Ebû Hureyre'den > o da: Peygamber'den (s.a.) tahric ettiği şu hadis, zayıf hadise örnektir:

80 MAHMUD TAHIIÂN-

onu zayıf kabul etmişlerdir. İbn Hacer ondan bahisle Takrtbu't-Tehzîb'de "leyyin" değerlendirmesini yapmıştır.

e. Zayıf Hadisi Rivayet Etmenin Hükmü: Muhaddis ve diğer âlimlere göre uydurma hadisin aksine -ki onu uydurma ol­duğunu beyan etmeksizin rivayet etmek caiz değildir- zayıf hadis­leri rivayet etmek, zayıf olduğunu beyan etmeksizin senedlerinde gevşeklik göstermek, şu iki şartla ancak caiz olur:

a. Hadisin Allah'ın sıfatları gibi akâid ile alakalı olmaması;

b. Hadisin helâl ve haram ile ilgili şer'î bir hükmün beyânı hakkında olmaması.

Yani öğüt, terğîb, terhîb, kıssa ve buna benzer konularda zayıf hadislerin rivayeti caiz olmaktadır. Süfyân es-Sevrî (ö. 161/777), Abdurrahman b. Mehdî (ö. 198/814) ve Ahmed b. Hanbel (Ö.241/855) zayıf hadis rivayetinde müsamaha gösteren âlimler­dendirler

Zayıf hadis senedsiz rivayet edildiğinde "Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurdu" ifadesini kullanmamaya özen gösterilmelidir. An­cak "Resûlüllah'dan (s.a.) şöyle rivayet o/undu" veya "Resûlül-lah'dan (s.a.) bize şöyle ulaştı" ve buna benzer ifadeler kullanıla­bilir. Böylece hadis, zayıf olduğu bilindiği halde, kesin ifadelerie ResûlüUah'a nispet edilmemiş olur!

f. Zayıf Hadisle Amel Etmenin Hükmü: Âlimler zayıf hadisle amel etme meselesinde ihtilaf etmişlerdir. Cumhur de­diğimiz âlimlerin çoğunluğu amellerin fazileti ile ilgili konularda zayıf hadisle amel etmeyi müstehap görmüşlerdir. Ancak söz ko­nusu hadiste, İbn Hacer'in (0.852/1448)^°'' ortaya koyduğu şu üç şartın bulunması gerekir:

103 Bk. İbnu's-Salâh, Lf/ûmu'/-hadîs, s. 93; Hatîb Bağdadî, Kı/âye, s. 133-134 "bâbu't-teşeddüdi fi ehâdîsi'l-ahkâm ve't-tecevvuzi fi fedâil'l-a'mâl".

104 Bk.Suyûtî, Tedrîbu'r-râvî, I, 298-299; Sehâvî, Fethü'l-muğîs, 1, 268.

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 81

a. Hadisteki zayıflık şiddetli olmayacak,

b. Hadis, amel edilmekte olan temel bir esasın hükmü dahi­linde olacak,

c. Amel esnasında hadisin sübûtuna inanmayıp ihtiyaten emel ettiğine inanacak.

g. Zayıf Hadislerin Çokça Bulunduğu En Meşhur Kaynaklar:

ga. Zayıf râvilerin durumunu beyan etmek için telif edilen eserler: İbn Hibbân'ın (Ö.354/965) Kitâfau'd-Dtıa/â'sı, Zehebî'nin (ö.748/1347) Mîzânü'/-i'tıdâ/'i zayıf râvilerin dumunu açıklamak için telif edilmiş eserlerdendir. Bu tür eserlerin müellifleri, zayıf râvilerden bahsederken onların zayıf sayılmalarına sebep olan hadislerden de örnekler vermişlerdir.

gb. Özellikle zayıf hadis çeşitleri hakkında telif edilen eser­ler: Merâsil, İlel, Mudrec ve diğer zayıf hadis çeşitleri vb. konu­larda telif edilen eseder. Burada Ebû Davud'un (Ö.275/888) el-Merâsîl'i ve ed-Dârekutnî'nin (Ö.385/995) Kitâbu'l-İlel'i örnek olarak zikredilebilir.

2. İsnadından Herhangi Bir Râvînin Düşmesi Sebebiyle Merdûd Olan Haber:

a. İsnaddan Herhangi Birinin Düşmesinden Maksat: İsnaddan herhangi birinin düşmesinden maksat, -kasıtlı veya ka­sıtsız, açık veya gizli- senedin başından, ortasından veya sonun­dan, bir veya birden çok râvînin düşmesi suretiyle isnâd zinciri­nin kopuk hale gelmesidir.

b. Senedde Meydana Gelen Kopma Çeşitleri: İsnad-daki kopukluk, açık ve gizliliğine göre iki kısma ayrılır:

ba. Açık kopukluk: Hadis ilmiyle uğraşan herkes -otorite olsun veya olmasın- bu tür bir kopukluğu büebilir. Râvî ve hocası

82 MAHMUD TAHHAN-

arasında karşılaşmanın gerçekleşme meşinden dolayı meydana gelen bu tür kopukluk, ya hocasının çağına ulaşmadığının veya çağma yetişip de onunla bir araya gelmediğinin ortaya çıkma­sı ile bilinir (-ki aynca ondan kendisine verilen bir icazet veya vicâde de bulunmamaktadır-1^"''. Bundan dolayı senedlede ilgi­li araştırma yapan bir kimsenin râvîler tarihini bilmeye ihtiyacı vardır. Çünkü râviler tarihi; râvilerin doğum ve vefat tarihlerini, öğrenim yıllannı, vefatlarını ve buna benzer diğer durumlarını tespiti kapsamaktadır.

Hadis âlimleri hadisin senedindeki zahirî kopukluklara isim veririerken, râvînin düşüş yerine ve düşen râvtlerin sayısına göre dört ıstılahî isim vermişlerdir. Bu isimler şunlardır:

1. Muallak 2. Mursel 3. Mu'dal 4. Munkaü'

bb. Gizli kopukluk: Gizli kopukluğu ancak hadis tariklerine ve senedlerin illetlerine vakıf olan mütehassıs otoriteler anlaya­bilir. Senedlerinde gizli kopukluk bulunan hadislerin iki ismi var­dır:

1. Mudelles 2. Mursel-Hafî

Senedindeki kopukluk nedeni ile bu şekilde isimlendirilen altı hadis çeşidinin geniş izahı şöyledir:

105 İcazet; rivayet izni demektir. Râvi bazan bunu karşılaşmadığı bir şeyhten elde eder. Meselâ bazan şeyhin, "zamanımda yaşayanlara bütün duy­duğum hadisleri rivayet etme izni verdim" demesi, böyledir Vicâde; bir râvinin, yazısını tanıdığı şeyhinin kitabını bulması ve şeyhinden gelen bu kitaptakileri rivayet etmesi demektir. İcazet ve vicâde hakkında tafsilatlı bilgi "tahammül yolları ve edâ sığaları" bahsinde gelecektir.

a. Muallak (jUJl)

aa. Tanımı:

-YENİ HADlS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 83

aal. Sözlük anlamı: "Muallak" kelimesi sözlükte, "bir şeyi bir şeye bağlamak, asmak" anlamına gelen «jU» fiilinden ism-i mef'uldur. Yani bir şeyi herhangi bir şeye takmak ve bağlamak suretiyle asılı hale getirmek demektir. Böyle bir sened, sadece üst tarafa bitişik olup alt taraftan kopuk olduğu için muallak olarak isimlendirilmiştir. Bu haliyle tavana veya benzeri bir şeye asılı bir şey gibi olmuştur.

aa2. Terim anlamı: Terim olarak, senedinin başından peş peşe bir veya daha çok râvînin düşürüldüğü hadise muallak hadis denir.

ab. Bazı Şekilleri:

a. Bütün sened hazfedilir; sonra, meselâ "Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurdu" denir.

b. Ya sadece sahâbî dışında veya sahâbî ve tabiî dışında bütün sened hazfedilirim' .

ac. Örnek: Buhârî'nin "Uyluk hakkında zikredilenler babı" nm mukaddimesinde rivayet ettiği şu hadis buna örnektir: Ebû Mûsâ şöyle dedi: « Î U İ P j i î <kŞj J L İ ^ \

"Osman (r.a.) içeri girince Peygamber (s.a.) dizlerini örttü" ı* .

Bu hadis muallâktır. Çünkü Buhârî, sahâbî olan Ebû Mûsâ el-Eş'arî dışında, senedin tamamını hazfetmiştir.

ad. Hükmü: Muallak hadis reddedilir, onunla amel edil­mez. Çünkü hadisin kabul şartlarından biri olan senedin "mutta­sıl olma şartı" nı, isnadında yer alan râvîlerden bir veya birden

106 İbn Hacer, Nüzhetü'n-nazar, s. 42. 107 Buhârî, Salât 12.

84 MAHMUD TAHHAN-

fazlasının düşürülmesiyle kaybetmiştir. Dolayısıyla düşen bu râvînin durumunu bilememekteyiz.

ae. Sahîhânda Yer Alan Muallak Hadislerin Hükmü: "Muallak hadis reddedilir, onunla amel edilmez" hükmünün mu­allak hadisler için söz konusu olması mutlak mânâdadır. Ancak muallak hadis, -Sahîhayn gibi- sırf sahih hadislerden oluştuml-mak amacıyla telif edilen bir eserde yer alıyorsa, bunun için özel bir hüküm söz konusudur. Daha önce sahih bahsinde bu konu geçmişti^"^. Ancak konuyu burada tekrar ele almanın bir sakın­cası olmasa gerektir. Şöyle ki:

ael. Cezm sığası ile zikredilen muallâk hadisler: Kale: Jli, zekere: / j , hakâ: gibi [etken (malum) lafızlara cezm sîgası denir]. Bu lafızlar, senedin, haberin izafe edildiği kaynağa ulaştı­ğına dâir kesin bir hüküm ifade eder.

ae2. Temrîz sîğasi ile zikredilen muallak hadisler: Kîle: JJ , zukire: J i , hukiye: gibi [edilgen (meçhul) lafızlara temrîz sı­ğası denir]. Bu lafızlar, haberin, izafe edildiği kaynağa ait olduğu­na dâir kesin bir hüküm ifade etmez. Temrîz sîgası ile nakledilen bir haber sahîh, hasen veya zayıf olabilir; ancak böyle bir hadis, sadece sahih hadislerin yer aldığı "sahîh" isimli bir kitapta yer alı­yorsa bu tür eserlerde vâhî derecede zayıf hadis yer almaz. Sahih olan bir hadisi sahih olmayandan ayırt etmenin yolu, bu hadisin isnadını araştırmaktır; hükmü de araştırma neticesinde ulaşılan sonuca göre verilir^*^.

108 Bk. s. 49. "Buhârî ve Müslim'in Rivayet Edip Sıhhatine Hüküm Verilmiş Hadislerin Durumu" şeklindeki başlık.

109 Âlimler Sahih-i Buhârî'de yer alan muallâk hadisleri araştırmış, isnâdlarını muttasıl olarak zikretmişlerdir. Bunun en güzel örneğini İbn Hacer Tağ-lîku't-Ta'lîk isimli eseriyle vermiştir.

b. Mursel (J- j -J i )

ba. Tanımı:

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 85

bal. Sözlük anlamı: "Mursel" kelimesi sözlükte, "serbest bıraktı" anleımma gelen "ersele: J-jî" fiilinden ism-i mef'uldür. Mursil adeta, senedi serbest bırakmış, onu tanınıp bilinen bir râvî İle bağlamamış olmaktadır.

ba2. Terim anlamı: Terim olarak mursel, isnadının son tarafın­dan tabiîden sonra gelen râvinin düşürüldüğü hadise denirdi''.

bb. Oluşma Şekli: Mursel hadis, tabiînin -küçük olsun büyük olsun- "Resûlüllah söyle dedi" veya "şöyle yaptı" veya "huzurunda şöyle yapıldı" demesi şeklinde oluşur. Murselin bu şekli hadisçilere göredir.

bc. Örnek: Müslim, Sahîh'inde Kitâbu'l-buyû'da rivayet et­tiği şu hadis buna örnektir: Müslim dedi ki: > Bana Muhammed b. Râfi' tahdis etti. > (O da dedi ki:) Bize el-Leys > Ukayl'den > o da; İbn Şihâb'dan > o da: Saîd b. el-Müseyyeb'den nak­len tahdis etti. (Dedi ki:): « o l j U l ^ ^ (Juj -çii- M ^ la\ ^jlj ÖÎ

«iijJO»: "Resûlüllah (s.a) müzabeneden [bir şeyi kabala satmak­tan] nehyetti"^^^.

Saîd b. Müseyyeb (ö.94/713) büyük tabiîlerdendir. Bu hadi­si, kendisi ile Hz. Peygamber arasındaki vasıtayı zikretmeksizin, Peygamber'den naklen rivayet etmiş, hadisin isnadının sonunda, tabiîden sonra gelen râvîyi düşürmüştür. Bu düşüşün daha az vuku bulanı, sahabenin düşmüş olmasıdır. Ancak mesela tabiî gibi, sahâbî ile beraber başkasının düşmesi de muhtemeldir.

bd. Fıkıh ve Usûl Âlimlerine Göre Mursel: Murselin "oluşum şekli" bahsinde zikrettiğimiz mursel, hadisçilere göre-

110 ibn Hacer, Nüziıetun-nazar, s. 43. Tabiî; Müslüman olarak sahâbî ile kar­şılaşan ve Müslüman olarak ölen kimse demektir

111 Müslim, Buyu' 59, 68, 70, 72, 73, 74, 75, 81-85, 103-105. (çev)

86 MAHMUD TAHHAN-

dir. Fıkıh ve usûl âlimlerine göre mursel, bundan daha genel bir anlam ifade eder. Onlara göre kopukluğu ne şekilde olursa olsun her munkatı hadis murseldir. Hatîb'in (Ö.463/1070) görüşü bu istikamettedir.

bc. Hükmü: Aslında, hadisin sıhhat şartlarından bin olan senedin muttasıl olma şartını kaybettiği, düşen râvinin hâli bilin­mediği, yine düşen râvînin sahâbî dışında birinin olma ihtimali bulunduğu, netice itiban ile de bütün bu durumlarda zayıf olma ihtimeıli söz konusu olduğu için, mursel hadis zayıftır, merdud-dur.

Lakin muhaddis ve diğer âlimler mursel hadisin hükmünde ve onunla ihticac etme konusunda ihtilaf etmişlerdir. Çünkü bu nevi bir kopukluk, senedin başka herhangi bir yerinde meydana gelen kopukluktan farklıdır. Öyle ki bu nevi kopuklukta, sened­den düşen şahıs çoğu kez sahâbî olmaktadır. Sahâbîlerin tümü de âdildir; onlar hakkında bilgi sahibi olmamak hadisin sıhhatine zarar vermez.

Âlimlerin mursel hakkındaki görüşleri üç noktada özetlene­bilir. Şöyle ki:

a. Mursel hadis zayıftır; onunla amel edilmez: Hadisçilerin çoğunluğu, usûlcü ve fıkıhçıların bir çoğu bu görüştedir. Bunların delili, düşen râvînin, sahâbîden başka biri olma ihtimali bulun­duğu için, halinin bilinmemesidir.

fa. Mursel hadis sahihtir; onunla ihticac edilir: Bu görüş, üç imâm -Ebû Hanîfe (Ö.150/767), Mâlik (Ö.179/795) ve meşhur rivayete göre Ahmed b. Hanbel'e (Ö.241/855)- aynca; mursel ha­disi, irsali yapanın sika olması ve irsali de yalnız sikadan yapmış olması şartıyla sahih kabul eden bir grup âlime göredir. Delilleri ise; sika bir tabiînin bir başka sikadan duyduğunda, "Resûlüllah (s.a.) şöyle dedi" demesinin caiz görülmesidir.

c. Mursel hadis bir takım şartlarla kabul edilir: Yani mursel

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 87

hadis, belli bir takım şartlar dahilinde sahih olarak kabul edilir. Şâfiî (ö.204/819) ve bazı âlimler bu görüştedir.

Söz konusu olan bu şartlar dörttür: Üçü irsali yapan râvî hakkındadır, biri de mursel hadis hakkındadır. Şöyle ki:

1. İrsali yapan râvî büyük tabiîlerden olacak,

2. Kendisinden irsal yaptığı râvî sika olacak,

3. Güvenilir hâhzlar rivayetine iştirak ettiklerinde, ona ters düşmeyecek,

4. Bu şartlara ilâve olarak aşağıdaki şartlardan biri buluna­cak. Hadis:

a. Ya başka bir tarîkten müsned olarak rivayet edilmiş ola­cak,

b. Ya ilk murselin râvileri dışında başka bir tarîkten mursel olarak rivayet edilmiş olacak,

c. Ya bir sahâbînin sözüne uygun düşecek,

d. Ya da âlimlerin çoğu, hadisin muktezasınca fetva vermiş olacakii2.

Bu şartlar gerçekleştiğinde murselin ve ona destek veren hadisin kaynağının sahih olduğu ortaya çıkar. Bu durumda her iki hadis de sahihtir. Tek kanaldan gelen bir sahih hadis, bu iki hadis ile tearuz etse, aralarını cem etmenin mümkün olmaması durumunda, birden çok tarîkin bulunması nedeniyle bu iki hadis tercih edilir.

bf. Sahâbî Murscli: Sahâbînin, kendisinden duyduğu başka sahabeyi zikretmeksizin Peygamberden duymadığı veya müşahade etmediği, ancak doğrudan Resûlüllah'tan naklettiği söz veya fiile sahabe murseli denir. İbn Abbas, İbnü'z-Zübeyr

112 Bk. Şâfiî, er-Risâle, s. 461.

88 MAHMUD TAHHAN-

ve daha başkaları gibi, küçük sahâbîlerden gelen bu tür hadisler çoktur.

Sahabe murseli; -ya yaşının küçük oluşundan ya İslama geç girişinden veya yanında bulunmayışından dolayı-, sahâbînin bizzat duymadığı veya müşahade etmediği ancak doğrudan Peygamberden naklettiği bir söz veya fiildir. İbn Abbas, İbnü'z-Zübeyr ve daha başkaları gibi küçük sahâbflerden bu tür hadisler çoktur.

bg. Sahabe Murselinin Hükmü: Cumhur dediğimiz âlim­ler çoğunluğunun görüşüne göre sahabe murseli sahihtir, delil ola­rak kullanılabilir. Çünkü sahabenin tabiîlerden rivayeti nadirdir Onlardan rivâjj^t ettiklerinde de bunu açıklamışlardır. Herhangi bir açıklama yapmaksızın "Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurdu" de­melerinde asi olan durum, onu başka bir sahâbîden duymuş ol­malarıdır. Daha önce belirtildiği gibi sahâbînin düşmüş olması da hadisin sıhhatine zarar vermemektedir.

Hüküm noktasında, sahabenin murseli diğerlerinin murseli gibidir, diyenler de vardır. Ancak bu görüş zayıftır ve kabul gör­memiştir.

bh. Mursel Hadis Hakkmda Tasnif Edilen En Meşhur Eserler:

1- Ebû Dâvûd (Ö.275/888): el-Merâsîl.

2- İbn Ebî Hatim (Ö.327/939): el-Merâsîl.

3- 'Alâî (ö.761/1359)"3: Câmiu't-tahsîl li-ahkâmi'l-rr^erâsîl.

113 Kettânî, er-Risâletû'l-müstetrafe, s. 85-86. 'Alâî; hafız, muhakkılt Salahud-dîn Ebû Saîd Halîl b. Keykeldî el-'Alâî'dir Hicrî 694 senesinde Dımaşk'la doğmuş; 761 senesinde Kudüs'te vefat etmiştir.

c. Mu'dal (J-iı*Jl)

ca. Tanımı:

-YENİ HADtS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 89

cal. Sözlük anlamı: "Mu'dal" kelimesi, güç ve karmaşık olmak, çok kötü olmak, tedavisi imkansız olmak, âciz bırakmak, ];ormak, yorulmak gibi mânalara gelen "j-î^î" fiilinden ism-i mef'uldür.

ca2. Terim anlamı: Terim olarak, isnadından peşpeşe iki veya daha çok râvînin düştüğü hadise mu'dal hadis denir.

cb. Örnek: Hâkim'in (Ö.405/1014) "Ma'rifetü Ulûmi'l-hadîs" inde el-Ka'nebî'nin > Mâlik'ten > ona da: Ebû Hureyre'­den ulaşan tarîkiyle rivayet ettiği şu hadis örnek verilebilir. "Ebû Hureyre (r.a.) Resûlüllah'm (s.a.) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Meşru bir şekilde yediritip giydirilmek kölelerin hakkıdır Ona gücü yetmediği bir iş yaptırılamaz^^'^".

Hâkim (Ö.405/1014) şöyle demektedir: "Bu hadis, Mâlik'ten mu'daldır. Onu Muvattâ'da**^ bu şekilde mu'dal olarak rivayet etmiştir" 116.

Bu hadis mu'daldır. Çünkü senedinde Mâlik ile Ebû Hurey­re arasında peşpeşe iki râvî düşmüştür. Biz burada peşepeşe iki kişinin düştüğünü Muvattâ dışında gelen şu şekildeki rivayetten öğreniyoruz: "...Mâlik'ten > o da: Muhammed b. Aclân'dan > o da: babasından > o da: Ebû Hureyre'den""^.

cc. Hükmü: Mu'dal, zayıf bir hadis çeşididir. Durumu, isnadında düşen râvî sayısının fazla olması nedeniyle mursel ve

114 Hâkim, Ma'rifetü Ulûmi'l-hadîs, s. 46. 115 Muvattâ', İsti'zân 40. (çev) 116 Hâkim, a.g.e., s. 46. 117 Hâkim, a.g.e., s. 48.

90 MAHMUD TAHHAN-

munkatı dan daha ağırdır^ı^. Mu'dal hadisin bu hükmü âlimlerin ittifak ettiği durumdur.

cd. Mu'dal Hadîsin, 'Muallâk Hadîsin Bazı Şekille­ri İle Çakışması: Mu'dal ile muallak arasında bir nevi umum husus vardır; yani biri diğerini kapsarken, diğeri onu kapsama­maktadır:

cdl. Muallâk ile mu'dal bir tek şekilde çakışır Şöyle ki: Bir hadisin senedinin başında peşpeşe iki râvî düştüğü zaman mudal ile muallâk aynı olmaktadır.

cd2. Mu'dal muallâktan iki şekilde ayrılır:

1. İsnadın ortasından peşpeşe iki râvî düştüğünde bu hadis mu'daldır, muallâk değildir.

2. Senedin başından bir râvî düştüğü zaman bu hadis mual­laktır, mudal değildir.

ce. Mu'dal Hadisin Bulunduğu Kaynaklar: Suyûtî (ö. 911/1505) şöyle demektedir: Aşağıdaki eserler mu'dal, munkatı ve mursel hadisin bolca bulunduğu kaynaklardır:

a. Saîd b. Mansûr (Ö.229/843): Kitâbu's-Sunen.

b. İbnEbî'd-Dünyâ'nm (Ö.281/894) esederi"9.i2o

d. Munkatı' (^Ja iUl )

da. Tanımı:

dal. Sözlük anlamı: "Munkaü"' kelimesi sözlükte, ittisalin yani kopuksuzluğun zıddı olan "inkıta"': " ^ L k i V l " kelimesinden ism-i faildir.

118 Bk. Hatîb Bağdadî, Ki/âye, s. 21; Suyûtî, Tednbu'r-râuî, I, 295. 119 Suyûtî, Tedrîbu'r-râuî, I, 214. 120 Suyûtî, Tedrîbu'r-râuî, I, 214.

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 91

121 Neveî, Takrîb [Tedrîb ile beraber], I, 208 122 İbn Hacer, Nüzhetü'n-nazar, s. 44 123 İbn Hacer, Nüzhetü'n-nazar, s. 44

da2. Terim anlamı: Terim olarak munkatı', kopukluğu hangi tarafta olursa olsun, isnadı muttasıl olmayan hadistir.

db. Tanımın Açıklaması: Bunun anlamı, -kopukluk se­nedin hangi yerinde olursa olsun, yani ister başında, ister so­nunda, ister ortasında olsun- "senedinde kopukluk bulunan her hadis munkatıdır" demektir. Bu durumda mursel, muallak ve mu'dal hadis çeşitleri munkatı gurubuna dahil olmaktadır. Ancak muteahhirîn dediğimiz sonra gelen mustalah âlimleri munkatı'ı mursel, muallak ve mu'dal nevileri dışında kalan senedi kopuk hadis çeşitlerine has kıladar; mutekaddimîn dediğimiz önceki âlimler de, munkaü' terimini çoğunlukla bu mânada kullanmış­lardı. Bu sebeple Nevevî (Ö.676/1277); "Mâlik'in, İbn Ömer'den rivayeti örneğinde olduğu gibi munkatı' teriminin, tabiînin alt tabakasında yer alan birinin [etbâu tabiînin, tabiîyi atlayarak di­rekt) sahâbîden yaptığı rivayeti hakkında kullanımı daha yaygın-dıri2i", demektedir,

dc. Muteahhirîn Hadisçilere Göre Munkatı Hadis: Muteahhirîn hadisçilere göre munkatı, mursel, muallakveya mu'­dal dışında isnadı muttasıl olmayan hadise denir. Burada adeta munkaü; inkıta şekillerinden senedin başından veya sonundan birinin ya da isnadının herhangi bir yerinde peşpeşe iki râvinin düşmesi suretiyle oluşan üç munkaü hadis şekillerinin dışında, seneddeki bütün inkıta şekillerini kapsayan bir terim olmaktadır. Bu görüşü Hafız İbn Hacer (ö.852/1448), en-Nuhbe ve şerhinde ifade etmektediri22.i23

Aynca inkıta isnadın bazan bir yerinde, bazan da, mesela iki veya üç gibi birden çok yerinde olabilmektedir.

dd. Örnek: "Abdurrezzâk'ın > es-Sevrî'den > o da: Ebû İshak'tan > o da: Zeyd b. Yuseyc'den > o da: Huzeyfe'den

92 MAHMUD TAHHAN-

gelen tarîkle merfu olarak rivayet ettiği şu hadis buna örnektir: «^.--î tşjü U W ^ j ü]»: "Onu Ebû Bekr'e havale ederseniz, o sağlam ve emindir"^^'^.

Bu isnadın ortasından bir râvi düşmüştür, o da "Şerîk"tir Bu şahıs Sevrî ve Ebû İshâk arasından düşmüştür. Çünkü Sevrî, Ebû İshâk'tan doğrudan bizzat hadis işitmemiştir. O bu hadisi, Serik'ten, Şerîk de Ebû İshâk'tan işitmiştir.

Bu inkıtâ'a mursel, muallak ve mu'dal çeşitleri mutabık düş­memektedir. İşte munkatı' budur.

dc. Hükmü: Munkatı hadis, âlimler nezdinde ittifakla zayıf­tır. Bu da, senedten düşmüş olan râvînin halinin bilinmemesin­den kaynaklanmaktadır.

e. Mudelles ( j ^ J - J l )

ea. Tedlîsin Tanımı:

cal. Sözlük anlamı: "Mudelles" kelimesi, "tedlîs: ^ j d l " ke­limesinden türemiş ism-i mef'uldür. Tedlîs, sözlükte, malın ayı­bını müşteriden gizlemek, saklamak demektir. Tedlisin aslı, ka­ranlık anlamına gelen "deles": n^jSb kelimesinden türemiştir Kâmûs'tai25 belirtildiği gibi karanlık veya karanlığın zifirleşmesi, alaca karanlık demektir. Müdellis adeta, hadise vâkıf olmak iste­yene karşı kapalılık meydana getirdiği için onun işini gölgelemiş olmakta, böylece hadis mudelles olmaktadır.

ca2. Terim alamı: Terim olarak tedlîs, isnâdda yer alan bir ayıbı gizlemek ve zahirini güzel göstermek demektir.

124 Hâkim, Marifetli Ulûrr\i'l-hadîs, s. 36. Ayrıca Ahmed b. Hanbel, Bezzâr, Evsatta Taberânî bu mânâda tahric etmişlerdir Bk. Heyscmî, Mecmeu'z-zeüâid, V, 176.

125 Rrûzâbâdî, Kâmûs, II, 224.

YENİ HADtS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 93

126 İrâltî, ğerhu Elfıyyeti'l-lrâkî, 1, 180.

eb. Tedlîsin Kısımları: Tedlis başlıca iki kısma ayrılır: İsnad tedlisi, şuyûh tedlisi.

ebl. İsnad Tedlisi (:>'^y\ ^ - C ) : Hadis âlimleri tedlîsin bu çe­şidini farklı şekillerde tarif etmişlerdir. Kendime göre en doğru ve en uygununu seçtiğim, iki imâm Ebû Ahmed b. Amr el-Bezzâr (Ö.292/904) ve Ebu'l-Hasen b. el-Kattân'm (0.628/ 1230) yaptığı şu tariftir:

a. İsnad tedlîsinin tanımr. İsnâd tedlisi; bir râvînin, normalde hadis aldığı bir râvîden duymadığı bir hadisi, duyduğunu zikret­meksizin rivayet etmesidir^^ö.

b.Tanımın açıklaması: Bu tanımın mânası şudur: İsnad ted­lisi, râvînin bazı hadisleri bizzat kendisinden duyduğu hocadan rivayet etmekle beraber, ondan duymadığı bir hadisi tedlis ya­parak [ondan duyduğu izlenimini vererek] yine ondan rivayet etmesidir. O bu hadisi, tedlis yaparak kendisinden rivayette bulunduğu hocayı işiten başka bir hocadan duymuş, fakat bu hocayı düşürnriüş, üstelik "kale": « J U i ) veya "an": « z ^ » gibi hem semaya hem başka bir rivayet şekline aynı anda ihtimali olan ve başkasına sema yoluyla alındığı izlenimini veren bir lafızla, ötekisinden rivayet etmektedir. Fakat bu hadisi ondan işittiğini açıkça belirtmemekte ve bununla da yalancı olmamak için "se-mitü : ((oi^))veya "haddescnî": « ^ ' l ^ » lafızlarını kullanmamak­tadır. Ayrıca düşürdükleri şahıslar bazan bir bazan da daha fazla olabilmektedir.

c. İsnâd tedlisi ile gizli irsal [irsâl-i hafi] arasındaki fark: Ebu'l-Hasen b. el-Kattân (Ö.628/1230) yukarıdaki tarifi zikret­tikten sonra şöyle demektedir: "İsnâd tedlisi ile irsâl-i hafî ara­sındaki fark şudur: İrsal, râvinin, hadisi kendisini hiç işitmediği bir râviden rivayet etmesidir". Bunun anlamı şudur: Müdellis ve gizli irsal yapanlardan herbiri, bir hocadan, işitmedikleri bir ha-

94 MAHMUD TAHHAN-

disi semâ' ve başka bir rivayet şekline ihtimali olan bir lafızla rivayet eder. Lakin mudellis, söz konusu hocadan tedlis yaparak rivayet ettiği hadisler dışında başka hadisler işitmiş iken; irsâl-i hafî yapan mursil rivayette bulunduğu hocadan hiçbir şey -ne irsalde bulunduğu hadisleri ne de başka hadisleri- işitmemiştir. Fakat onunla aynı asırda yaşamış veya onunla karşılaşmıştır.

d. Örnek: Hâkim'in^^? kendisinin, Ali b. Haşrem'e ulaşan se­nediyle rivayet ettiği şu hadis buna örnektir. Ali b. Haşrem şöyle demiştir: "Bize İbn Uyeyne, Zührî'den rivayetle şöyle dedi". Ona dendi ki: Bunu Zührî'den bizzat kendin mi duydun? Hayır, ne Zührî'den duydum ne de ondan duyandan. Bana > Abdurrez-zak > Mamer'den > o da: Zührî'den tahdis etti" demiştir. Bu örnekte İbn Uyeyne (Ö.198/813), kendisi ile Zührî (0.124/ 741) arasında iki kişiyi düşürmüştür.

eb2. Tesviye Tedlisi ( ö ^ ı ^x-y. Tedlîsin bu türü, aslında isnâd tedlîsi çeşitlerinden biridir.

a. Tanımı: Râvînin, hocasından rivayet ettiği bir hadisin isnadında, birbiri ile karşılaşan iki sika râvî arasında yer alan zayıf bir râvîyi düşürmesine tesviye tedlisi denir. Bunun oluşum şekli şöyledir: Râvî, bir hadisi sika bir râvîden, bu sika râvî de, başka sika bir râviden alan zayıf bir râviden rivayet eder. Bu iki sika da birbirieri ile karşılaşmış oluriar. Hadisi birinci sikadan işiten mu­dellis, gelir, seneddeki bu zayıf râvîyi düşürür; daha sonra hadisi, semaya ihtimali olan bir lafızla, sika olan hocasının diğer sikadan aldığını gösterecek bir şekle sokarak, isnadın tamamını sikalar olarak düzeltir s

127 Hâkim, Ma'rifetu Uiûmi'l-hadîs, s. 130. 128 Örneğin hadisi A (sika) > B'den (zayıf) > (B de): C'den (sika) almış olsun.

Sika (güvenilir) olan A ve C birbirieri ile karşılaşan çağdaş iki râvidir Tedlis yapan râvi, A ve C arasında yer alan zayıf B'yi düşürerek hadisi Anın C'den aldığı izlenimini verecek bir lafızla rivayet eder Böylece hadisin râvîlerinin tamamının sika olduğu izlenimini verir (çev).

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 95

129 Zehebî, Mkânü'l-ftidâl, 1, 332. 130 Irâkî, ğerhu Elfıyyeü'l-lrâkî, I, 190; Suyûtî, Tedrîbu'r-râvî, I, 225.

Bu tür bir tedlis, tedlis çeşitlerinin en kötüsüdür. Çünkü bi­rinci sikanın tedlis yaptığı bazan bilinmeyebilir. Tesviyeden sonra senede bu halde -görünür şekliyle- vâkıf olan bir kimse isnadı "bir sikanın diğer bir sikadan rivayeti" şeklinde algılar ve onun sıhhatine hükmedebilir. Bunda da şidetli bir yanılma söz konusu olur.

b. Tesviye Tedlisi Yapanların En Meşhurları:

1. Bakıyye b. el-Velîd (Ö.197/812): Ebû Mushir (0.218/ 833) Bakıyye'nin rivayet ettiği hadislerin pek güvenilir olmadıklannı belirterek onlardan uzak durmayı tavsiye etmiştir^^ .

2. Velîd b. Müslim (ö. 195/810).

c. Tesuiye Tedlisine Örnek: İbn Ebî Hatim'in (Ö.327/938) el-İlel' de rivayet ettiği şu hadis buna örnek verilebilir: İbn Ebî Hatim "Babamı şöyle derken işittim" dedi -ve İshak b. Râhuye'nin [82] Bakıyye'den rivayet ettiği şu hadisi zikretti: (Bakıyye demiş ki:) Bana Ebû Vehb el-Esedî > Nafi'den > o da: İbn Ömer'den;

\^yC ^ ljx»>j^f)): 'görüşünün sağlamlığını bil­medikçe kişinin müslümanlığmı övmeyiniz' hadisini tahdis etti-. (İbn Ebî Hatim demiş ki:) Babam şöyle dedi: Bu hadisin çok az kişinin anladığı bir problemi vardır. Bu hadisi UbeyduUah b. Amr (sikadir) > İshak b. Ebî Ferve'den (zayıftır) > o da: Nâfî'den (sikadır) > o da: İbn Ömer'den > o da: Nebî'den (s.a.) rivayet etmiştir. UbeyduUah b. Amr'ın künyesi Ebû Vehb'dir. Esedlidir. Onu, Bakıyye, künyesiyle zikretmiş, anlaşılmaması için Esed oğullarına nisbet etmiştir; çünkü Bakıyye, İshak b. Ebî Ferve'yi düşürdüğü zaman sened kendisine ulaşamayacak, böylece mun­katı durumuna düşecektir" ı^".

eb3. Şuyûh Tedlisi: ( j ^ ^ l ^ - ı - ' )

a. Tanımı: Râvînin, hocasından işittiği bir hadisi, hocasının

96 MAHMUD TAHHAN-

tanınmaması için, onu bilinmeyen bir isim, bir künye, bir nisbe veya bir sıfatla anarak rivayet etmesine şuyuh tedlîsi denir ' ^

fa. Örnek: Kıraat imamlarından biri olan Ebû Bekr b. Mücahid'in şu sözü buna örnekür: O, "Bize Abdullah b. Ebî Ab­dillah tahdis etti" demiş, bununla Ebû Bekr b. Ebî Dâvûd es-Sicistânî'yi kastetmiştir.

ec. Tedlîsin Hükmü:

ecl. Isnad Tedlisinin Hükmü: Bu tür bir tedlis gerçekten çok çirkin bir olaydır. Alimlerin çoğu bu işi kötülemişlerdir. Bu tür bir tedlisi en çok kötüleyenlerden biri de Şu'be'dir. Tedlis hakkında çeşitli sözler söylemiş, netice itibari ile tedlisin yalanın kardeşi ol­duğunu ifade etmiştir.

ec2. Tesviye Tedlisinin Hükmü: Bu ilkinden de kötüdür. Hat­ta İrâkî (Ö.806/1403) şöyle demektedir: "Tesviye tedlîsi, kasıtlı yapanın itibarını zedeler".

ec3. Şuyûh Tedlîsinin Hükmü: Bunun keraheti, isnâd ted-lîsinden daha hafiftir. Çünkü mudellis senedten kimseyi düşür­memiştir. Hoş karşılanmayışı ise kendisinden rivayette bulunulan hocanın ihmal edilmesi ve işitene onu tanıma yollarının zoriaştı-rılması sebebiyledir. Şuyûh tedlîsinde bulunanın maksadına göre kerahet durumları da farklı olmaktadır.

ed. Tedlîse Yönelten Maksatlar:

eda. Şuyûh tedlîsine yönelten maksatlar dörttür:

1. Şeyhin zayıf olması veya sika olmaması,

2. Hadisin semâ' yoluyla alınışında kendisi gibi başkalarının da mevcut olup şeyhin geç vefat etmesi.

3. Hadis aldığı hocanın yaşı kendi yaşından daha küçük ol­ması.

131 İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-hadîs, s. 66.

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 97

132 Bk. Hatîb Bağdadî, Ki/âye. s. 358.

4, Şeyhten yaptığı rivayetlerin sayıca çok olması. Böyle bir durumda râvi, hocasının isminin tek bir şekilde çokça zikredilme­sinden hoşlanmamaktadır.

edb. İsnad tedlisine yönelten maksatlar beştir:

1. Senedin âlî olduğu zannını uyandırmak;

2. Birçoklarının hocadan işittikleri bir hadisten bir şey sak­lamak;

3. 4, 5. Şuyûh tedlisinde zikredilen ilk üç maddedeki mak­satlar.

ee. Müdellislerin Eleştirilme Sebebleri: Tedlîs yapan­ların eleştirilmesinin üç sebebi vardır:

a. Kendisinden hadis işitmediği bir kimseden, semâ' yoluyla hadis aldığı izlenimini vermesi;

b. Râvîyi araştırma imkânına sahipken tedlis yaparak bunu ihtimalî bir konuma düşürmesi;

c. Tedlîs yaptığı kimseyi zikredecek olsa onun kabul görme­yeceğini bilmesii-'^.

ef. Müdellisin Rivayet Ettiklerinin Hükmü: Müdellisin rivayetini kabul etme konusunda âlimlerin farklı görüşleri vardır. Bunlardan en yaygın olan ikisi şudur:

efa. -Rivayetini semâ' yoluyla aldığını beyan etse de- mü­dellisin rivayeti mutlak olarak reddedilir. Çünkü tedlis olayının bizatihi kendisi râviyi yeıralayan bir sebeptir. (Bu görüş güvenilir değildir).

efb. Konunun açık bir şekilde izaha ihtiyacı vardır: (Bu görüş doğrudur).

1. Eğer rivayetini semâ' yoluyla aldığını açıkça belirtmiş ise

98 MAHMUD TAHHAN-

rivayeti kabul edilir. Yani rivayet esnasında "semi'tü : o - ^ " ve buna benzer semâ'a delalet eden lafızlar kullanmışsa rivayeti kabul edilir.

2. Eğer rivayetini semâ' yoluyla aldığını açıkça belirtme-mişse rivayeti kabul edilmez. Yani rivayet esnasında "an: y " ve buna benzer semaya açıkça delalet etmeyen lafızlar kullanmış ise rivayeti kabul edilmez^^.

eg. Tedlîs in Bilinme Yolları: Tedlîs iki şekilde bilinebilir

egl . Sorulduğunda müdellisin bizzat kendisinin haber ver­mesiyle. İbn Uyeyne örneğinde cereyan eden durum böyledir.

eg2. Konunun uzmanlarından herhangi birinin araştırma ve inceleme neticesinde meseleyi beyan etmesiyle.

eh. Tedlîs ve Müdellis Hakkında Telif Edilen En Meş­hur Eserler: Bu alanda telif edilmiş pek çok eser vardır. En meş­budan şunlardır:

1- Hatîb Bağdadînin (Ö.463/1070) bu konuda üç eseri var­dır. Biri müdellislerin isimleri hakkındadır. Eserin adı, "ef-Tebym li-esmâi'l-mudellisîn" diri**. Diğer ikisinden biri, tedlîs çeşitlerin­den biri olan isnâd tedlîsinin, diğeri de şuyûh tedlisinin açıklama­sı hakkındadır^^s.

2- Burhaneddîn b. el-Halebî (5.841/1437): et-Tehym li-beyâni'l-mudellisîn. (Bu risale basılmıştır).

3- Hafız İbn Hacer (ö.852/1448):Ta'rî/ii ehli't-takdîs bi-merâtibi'l-mevsûfine bi't-tedlîs. (Bu da basılmıştır).

133 İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-hadîs, s. 67-68. 134 Hatfb Bağdadî, Kı/âye, s. 361 135 Hafib Bağdadî, a.g.e., s. 357.

-YENt HADtSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 99

f. Mursel-Hafî J-^i)

fa. Tanımı:

fal. Sözlük anlamı: Mursel, sözlükte "serbest bırakmak" anlamına gelen "irsal: JUjSfl" kökünden ism-i mef'uldur. İrsa­li yapan kimse adeta isnadı serbest bırakmış, onu birleştirme-yip kaynağına ulaştırmamış olmaktadır. Hafî ise celî nin; yani aşikârın zıddıdır. Çünkü irsalin bu türü açık ve net değildir. Ancak araştırma neticesinde farkedilebilir.

fa2. Terim anlamı: Bir râvinin karşılaştığı veya çağdaşı ol­duğu bir râvîden işitmediği bir rivayeti "kale: Jli" gibi semâ'a ve başka bir tahammül [hadisi alma] yoluna ihtimali olan bir lafızla rivayet etmesine irsâl-hafî, rivayet ettiği hadise de mursel-hafî denir.

fb. Örnek: "İbn Mâce'nin Ömer b. Abdülazîz tarikiyle Ukbe b. Amir'den merfû olarak rivayet ettiği şu hadis buna örnektir: "•o'j^^ *ııl »: Allah koruma bekçesine merhamet etsin!" Mizzî'nin (Ö.742/1341) el-Etrâf da belirttiğine göre Ömer, Ukbe üe karşılaşmamıştır.

fc. Mursel-Hafî nin Bilinme Yollan: Mursel-hafî şu üç yoldan biri ile bilinir:

a. İrsal yapan râvînin kendisinden rivayette bulunduğu râvî ile karşılaşmadığı veya o rivayeti ondan mutlak olarak işitmediği gerçeği, bazı imeımlann belirtmesi yoluyla bilinir.

b. İrsal yapan râvînin, kendisinden rivayette bulunduğu şa­hısla karşılaşmadığını veya ondan hiçbir şey işitmediğini bizzat kendisinin haber vermesi yoluyla bilinir.

c. Hadisin, irsal yapan ile kendisinden rivayette bulunduğu

136 İbn Mâce, Cihâd 8 [II, 925, had. no: 2769].

100 MAHMUD TAHHAN-

şahıs arasında başka bir râvinin bulunduğunu gösteren bir başka vecihle gelmesi yoluyla bilinir.

Bu üçüncü durum hakkında âlimlerin farklı görüşleri vardır Çünkü bu bazan "e/mezrd jî muttasıli'l-esânîd^^'^" kabilinden bir fazlalık da olabilir.

fd. Hükmü: Mursel-hafî zayıf bir hadis çeşididir. Çünkü munkatı hadis çeşitlerinden biridir. Kopukluk hâli ortaya çıktığın­da hüküm olarak munkatı hadis hükmüne tâbi olur.

fe. Mursel-Hafî Konusunda Telif Edilen En Meşhur Eserler:

-Hatîb el-Bağdâdî (Ö.463/1070) : Kitâbu't-Tafsîl li-mubhe-mi'l-merâsîl.

g. Mu'an'an ve Muennen j j"^^)

ga. Giriş: İsnadından herhangi birinin düşmesi sebebi ile kabul edilmeyen altı hadis çeşidi burada bitmiştir. Ancak mu'an'an ve muennen hadis çeşitlerinin "munkah türünden mi yoksa mut­tasıl türünden mi?" olduğu konusunda ihtilaf edildiğinde; bu iki hadis çeşidini "isnâdındaki kopukluk nedeniyle merdud sayılan zayıf hadis çeşitleri"ne katmayı uygun gördüm.

gb. Mu'an'an m Tanımı: ( j ^ o ^ l )

gbl. Sözlük anlamı: "Mu'an'an" kelimesi, sözlükte, "an, an [je- söylemek" anlamına gelen "'an'ane: fiilinden ism-i mef'uldur.

gb2. Terim anlamı: Bir râvînin, rivayet esnasında « j j * 0% ü!Ai)]: "filan falandan [rivayet etmiştir]" şeklinde bir ifade kuUan-

137 Hadisin senedine yanlışlıkla bir râvinin ilâve edilmesine denir. Daha geniş izahı ve terimsel açıklaması ileride gelecektir. Bk. s. 102. (çev.)

-YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 101

masına 'an'ane, bu ifadelerle rivayet ettiği hadise de nnu'an'an hadis denir.

gc. Örnek: İbn Mâce'nin rivayet ettiği şu hadis buna ör­nektir.

lir* '••JIJ ı>! «-"L-"' ^ ıjliLi UİOJ- ıpLİ* ÂJjLii IJİjii- |_5JÎ üUİt liîJİj-))

ûl j l j j L i j 4iU illi ıJLö J J J - J J Û c J Û İ-İJU JI- 1.1 JY- JI- <• j y ^ ; V o U i i -

İbn Mâce dedi ki: > "Bize Osman b. Ebî Şeybe tahdis etti. > (o da dedi ki): Bize Muaviye b. Hişâm tahdis etti. > (o da dedi ki): Bize Sufyan > Usame b. Zeyd'den > o da: Osman b. Ur-ve'den > o da: Urve'den > o da: Aişc'den (r.a.) rivayetle tahdis etti. (Aişe) Dedi ki: Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurdu: "Allah ve me­lekler, safların sağ tarafında duranlara dua ederler" i-' .

gd. Mu'an'an Hadisin, Muttasıl Hadis Çeşitlerinden mi Yoksa Munkatı Hadis Çeşitlerinden mi Olup Olmadı­ğı: Bu konu hakkında âlimlerin ileri sürdükleri iki görüş vardır:

a. Mu'an'an hadis muttasıl olduğu ortaya çıkıncaya kadar munkatı kabul edilir.

b. Hadis, fıkıh ve usûl âlimlerinden çoğunluğun benimsediği ve üzerinde amel edildiği sahih görüşe göre bir takım şartlann bulunması halinde mu'an'an hadis muttasıl kabul edilir. Alimler söz konusu şartlardan ikisi üzerinde ittifak, diğerleri üzerinde ih­tilaf etmişlerdir. İttifakla mutlak bulunması gereken -ve Müslim'in de yeterii gördüğü- bu iki şart şunlardır:

1. 'An'ane ile rivayet eden râvinin tedlisçi olmaması;

2. Birbirleri ile karşılaşma imkânının bulunması. Yani 'an'ane

138 İbn Mâce, İkâme 55, [I, 321, had. no: İ]

102 MAHMUD TAHHAN-

İle rivayet eden râvinin, kendisinden 'an'ane ile rivayette bulun­duğu kimse ile karşılaşma imkanının bulunması gerekir.

Bu iki şarta ilâve olarak aranmasında âlimlerin ihtilaf ettikle­ri diğer şartlar ise şunlardır:

1. Karşılaşnnanm sabit olması: Bu; Buharı (ö.256/869), İb­nu'l-Medînî (ö.234/848) ve muhakkiklerin görüşüdür.

2. Sohbet uzunluğunun bulunması: Yani 'an'ane ile rivayet edenle kendisinden rivayet edilen arasında uzun bir sohbet ve beraberliğin bulunması: Bu, Ebu'l-Muzaffer es-Sem'ânî'nin (0.614/ 1217) görüşüdür.

3. Ondan riuâyetinin bilinmesi: Yani 'an'ane ile rivayet eden râvinin kendisinden 'an'anede bulunduğu râviden hadis aldığı­nın bilinmesi gerekir. Bu, Ebû Amr ed-Dânî'nin (Ö.444/1052) gö­rüşüdür.

ge. Muennen in Tanınıı:(^3^i)

gel. Sözlük anlamı: "Muennen" kelimesi, "enne, enne:[cöî ü\] söylemek" anlamına gelen "ennene [ ^ \ ] " fiilinden ism-i mef'uldur.

ge2. Terim anlamı: Bir râvînin, rivayet esnasında "haddese-nafulânun ennefulânen /câ/e...[... Jli ö'\ Ü ^ Ü b ' j^]" şeklinde bir ifade kullanmasına en'ene, bu ifadeleri kullanarak rivayet ettiği hadise de muennen hadis denir.

gf. Muennen Hadisin Hükmü:

a. Ahmed b. Hanbel (Ö.241/855) ve bir grup âlim, muennen hadis in kopuksuzluğu açıkça ortaya çıkıncaya kadar munkatı' olduğu görüşündedirier.

b. Alimlerin çoğunluğu "enne[ÖÎ]"nin "an [jt^]" gibi oldu­ğu görüşündedirler. Herhangi bir şeyle kayıtlanmaksızın mutlak bir ifade ile kullanıldığında, 'an'ane bahsinde yukarda zikredilen şartların bulunması halinde semâ'a hamledilir.

-YENİ HADtS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 103

3. Râvînin Ta'n Edilmesi Sebebi ile Merdûd Olan Haber:

3.1. Râvînin Ta'nından Ne Kastedildiği: Râvînin ta'nın-dan maksat; onu dil ile yaralamak; adaleti, dinî yaşayışı, zabtı, hıfzı ve uyanıklığı hakkında sözetmektir.

3.2. Râvînin Ta'n Sebepleri: Râvîyi ta'n etme sebepleri ondur. Beşi adalet, beşi de zabt ile alakalıdır.

a. Adaletle ilgili ta'n noktaları:

1. Râvînin yalancı olması [Kizbu'r-râvî] 2. Yalancılıkla itham edilmesi [İttihâmu'r-râvî bi'l-kizb] 3. Günahkâr olması [Fısku'r-râvî] 4. Bidatçı olması [Bid'atu'r-râvî] 5. Râvînin bilinmemesi [Cehâletü'r-râvî]

fa. Zabt ile ilgili ta'n noktalan:

1. Çokça yanılması [Fuhşu'l-ğalat] 2. Hafızasının zayıf olması [Sû'u'l-hıfz] 3. Çok dalgın olması [Gaflet] 4. Fazla şüpheci olması [Kesretü'l-evhâm] 5. Güvenilir râvilere muhalefet etmesi [Muhalefetü's-sikât]

Burada, ta'n noktaları sebebi ile kabul edilmeyen hadis ne­vilerini, sıra ile, en şiddetli olanından başlayarak şu şekilde zik­redebiliriz.

a. Mevzu ( j ^ ^ j J l )

Râvînin güvenidiliğini zedeleyen sebeb, ResûlüUah'a (s.a.) yalan isnâd etmek olursa böyle bir râvinin rivayet ettiğ hadise mevzu hadis adı verilir.

aa. Tanımı:

aal. Sözlük anlamı: "Mevzu" sözcüğü, sözlükte; bir şeyi koymak, atmak, indirmek, alçaltmak, uydurmak, bırakmak an-

104 MAHMUD TAHHAN-

lamına gelen "ve-da-a: fiilinden ism-i mef'uldür. Hadisin seviyesini düşürdüğü için bu adı almıştır

aa2. Terim anlamı: Mevzu hadis, Hz. Peygamber'e nisbet edilmiş, uydurulmuş bir yalandır.

ab. Derecesi: Zayıf hadislerin en şerlisi ve en kötüsüdür. Bazı âlimler bunu zayıf hadis türlerinden biri olarak değil, müsta­kil bir tür olarak kabul ederier.

ac. Rivayetinin Hükmü: Alimler, Müslim'in rivayet ettiği; "Kim yalan olduğunu bildiği bir sözü, hadis diye benden nakle­derse, o yalancılardan biridir"'^^'^ hadisine dayanarak, -uydurma olduğunu açıklaması haricinde- hangi amaçla olursa olsun, ha­disin durumunu bilen hiç kimseye uydurma bir hadisi rivayet etmenin helâl olmadığı görüşü üzerinde icma etmişlerdir.

ad. Uydurmacılann Hadis Uydurma Yolları:

adi. Uydurmacı ya bizatihi kendisi bir söz uydurur; sonra ona bir sened yamar ve rivayet eder;

ad2. Ya da bazı hikmetli söz söyleyenlerden veya başkaların­dan bir söz alır ve ona bir isnâd uydurarak nakleder.

ae. Mevzu Hadisin Bilinme Yollan: Mevzu hadis şu yol-lada bilinir:

ael. Uydurmacının bizzat kendisinin hadis uydurduğunu ikrar etmesi ile bilinir: Kur'an sûrelerinin fazileti ile ilgili ve herbir sûre için tek tek İbn Abbas'tan naklen hadis uydurduğunu söyle­yen Ebû İsmet Nûh b. Ebî Meryem örneğinde olduğu gibi.

ae2. Uydurmacının ikrarı mesabesinde olan bir durumla bi­linir: Şöyle ki: Bir kişi bir şeyhten [hocadan] bir hadis nakleder. Ona kaç yılında doğduğu sorulur, o da, hadisi aldığı hocanın vefat tarihinin sonrasına denk düşen bir tarih söyler, ayrıca bu

139 Müslim, Mukaddime, 1, 9 [Nevevî ğerhi ile beraber, I, 62].

YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 105

140 Suyûtî, Tedrîbu'r-râuî, 1, 283.

hadis kendisinden başkası tarafından da bilinmez ise, ikrarı me­sabesinde yalancılığı apaçık ortaya çıkmış olur.

ae3. Râuîde bulunan bir karine ile bilinir: Râvînin râfizî, rivayet ettiği hadisin de ehl-i beytin fazileti hakkında olması böy­ledir.

ae4. Rivayet edilen hadiste [mervîde] bir karinenin bulunma­sı ile bilinir: Hadisin bozuk lafızlı olması, duyulara veya Kur'an'a açık şekilde ters düşmesi, böyledir.

af. Hadis Uydurma Sebepleri ve Hadis Uyduran Gruplar:

afi. Allah'a yaklaşma gayesi: Bu da insanları hayra teşvik eden, münker fiilleri işlemekten sakındıran hadisler uydurmak suretiyle olur. Bu tür uydurmacılar zühd ve salaha intisab eden bir topluluktur. Bunlar uydurmacıların en şerlileridirler. Çünkü insanlar onlara güvendiği için uydurmalarını kabul ededen

Meysere b. Abdirebbih bu guruptandır. İbn Hibbân (0.354/ 965) ed-Duafâ' da İbn Mehdî'den şöyle rivayet eder: İbn Mehdî: "Meysere b. Abdirebbih'e dedim ki: 'Kim şu kadar (Kur'an) okur­sa ona şu kadar sevap vardır!' gibi hadisleri nereden getirdin?!." Dedi ki: 'Onlan insanları rağbet ettirmek için uydurdum'" ı^o.

a/2. Mensubu bulunduğu mezhebi üstün kılma çabalan: Özellikle fitnenin. Haricî ve Şiâ gibi siyasi grupların ortaya çıkı­şından sonra her grup kendi mezhebini güçlendirecek hadisler uydurmuştur.

Örneğin; ny6 iJ ^ ^ ^jŞ- l^r. "Ali beşerin en hayırlısı-dır Kim bundan şüphe ederse küfre girer" sözü böyledir.

afS. İslâmiyeti kötüleme gayretleri: Böyle bir gayrete girişen­ler, İslâmiyetin aleyhine açıktan tuzak kuramayan zındıklardır. O

106 MAHMUD TAHHAN-

yüzden böyle habîs bir yola baş vurmuşlcurdır. İslâmiyeti kötüle­mek, kötü göstermek kastıyla bir çok hadis uydurmuşlardır. Zın­dıklığı sebebiyle asılmış olan Muhammed b. Saîd eş-Şâmî bun­lardan biridir. O > Humeyd'den > o da: Enes tarîkiyle merfû olarak şöyle bir rivayet nakletmiştir:

((4İ1İ OÎ J * ; Uλ

"Ben nebilerin sonuncusuyum. Allah'ın dilemesi müstesna benden sonra nebî yoktur" i'' .

Allah'a hamd ve şükürler olsun ki, mütehassıs hadis âlimleri bu tür hadislerin durumlarını ortaya çıkarıp açıklamışlardır.

af4. İdarecilere yaklaşmak gayesi: Bazı imanı zayıf olan­lar, idarecilerin sapmalarına uygun düşen hadisler uydurmak suretiyle, onlara yakın olmuşlardır. Gıyâs b. İbrahim en-Nehâî el-Kûfî'nin, halife Mehdî ile biriikte cereyan eden olayı buna ör­nektir: Bir defasında Mehdî'nin huzuruna çıktığında, Mehdî gü­vercinle oynuyormuş. Hemen orada senedini kesintisiz olarak Peygambere kadar ulaştırdıktan sonra şu hadisi nakletmiş: Pey­gamber (s.a.) şöyle buyurdu:

"Ok, deve, at veya kuş yarışlarından başkası için ödül almak helal olmaz".

Gıyas b. İbrahim buradaki "ev cenâhin : / { » kelimesini Mehdî için ilâve etmiştir. Daha sonra Mehdî bunu öğrenmiş ve; "Onun böyle yapmasına ben sebep oldum!", diyerek güvercinin kesilmesini emretmiştir.

a/5. Kazanç ve rızık talebi: Kazançlarını insanlara hikaye anlatmakla elde eden bazı kıssacılar böyledir. Dinleyenler tarafın­dan kendilerine bir takım hediyelerin verilmesi için teselli edici ve

141 Suyûtî, a.g.e.; I, 284.

-YENİ HADtS USÛLÜ [TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 107

hayranlık uyandıran kıssalar naklederierdi. Ebû Saîd el-Medâinî bunlardan biridir.

a/6. Şöhret kastı: Bu da, hadis hocalarından hiç birinde bulunmayan garib [tek onda bulunan] hadisler nakletmek sure­tiyle olur. Bunlar, o rivayetin sadece kendisinde bulunduğu zan-nını uyandırmak için hadisin senedini kalbederler. Netice itibarı ile hadisi ondan duymak için bir çoklarından rağbet görürier. İbn Ebî Dihye ve Hammâd en-Nasîbî böyledir^''^

ag. Hadis Uydurma Konusunda Kerrâmiye'nin Gö­rüşleri: Bid'atçı mezheplerden biri olan ve Kerramiye adı veri­len bu hrka, terğîb ve terhîb konularında hadis uydurmanın caiz olduğunu iddia etmiştir. Bu iddialarına da ^ ^'ss ^r. "kim bana bile bile yalan isnâd ederse..." hadisinin bazı tarîklerinde K.^UI J_iJ)): "insanları saptırmak için" ziyadesiyle gelen rivayetini delil olarak kullanmışlardır '' . Fakat bu ziyâde hadis hafızları nezdinde sabit değildir.

Bazıları da; "biz onun lehine yalan uyduruyoruz aleyhine değil", diyerek kendilerini savunmuşlardır. Hadisten böyle bir sonuç çıkarmak tamamen bir saçmalıktır. Hz. Peygamber'in Al­lah'tan getirdiği dinin, ona rağbeti artırmak veya yaymak için yalancılara ihtiyacı yoktur.

Böyle bir iddia müslümanların icmâina da ters düşmektedir. Hatta Şeyh Ebû Muhammed el-Cüveynî (Ö.438/1046) daha da ileri giderek hadis uydurmacılarının kesin küfrüne kail olmuştur.

ah. Bazı Müfessirlerin Uydurma Hadisleri Zikretme Hataları: Bazı müfessirier, tefsirlerinde, mevzu olduğunu beyan etmeksizin uydurma hadisler naklederek hata etmişlerdir. Özellik-

142 Suyûti, Tedrtbur-râvî, 1, 286. 143 Mefhûm-u muhalifinden hareketle "saptırmak için olmazsa uydurulabibir"

hükmünü çıkarmaktadırlar. Ki bunun da kabul görecek hiçbir tarafı yoktur, (çev.)

108 MAHMUD TAHHAN-

le her sûre hakkında tek tek Kur'ân'ın faziletleri hakkında Ubeyy b. Ka'b'dan rivayet edilen hadislerde!..

Aşağıdaki tefsirciler bu grupta yer alan müfessirierdendirier:

a. Sa'lebî (Ö.427/1036) b. Vahidî (Ö.468/1075) c. Zemahşerî(ö.538/1143) d. Beydâvî (Ö.685/1286) e. Şevkânî (Ö.1250/1834)

ai. Uydurma Hadislerle İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler:

1- İbnu'l-Cevzî (Ö.597/1200): Kitâbu'l-meuzûât. Bu sahada telif edilen en eski eserierden biridir. Ancak müellif hadislere uy­durma hükmünü vermede mütesâhil dir. Bundan dolayı âlimler onu tenkid etmiş ve eleştirmişlerdir.

2- Suyûtî(ö.911/1505): e/-Leâ/îu'/-masnûa/ı'/-ehâdrsi'/-meu-zûa. Bu eser İbnu'l-Cevzî'nin adı geçen eserinin bir özeti ve ten­kidi mahiyetindedir. Esere, İbnu'l-Cevzî'nin zikretmediği bazı ilâ­veler de yapmıştır.

3- İbn Arrâk el-Kinânî (ö.907/1501):7enzrhu'ş-şerrati'/-mer-fûa an ehâdîsi'ş-şenîati'l-mevzûa. Bu eser kendisinden öncekile­re ait eserlerin bir özetidir. Kapsamlı, tertibi güzel ve faydalı bir eserdir.

b. Metruk

Râvînin ta'n sebebi, yalancılıkla itham [el-ittihâmu bi'l-kizb] olduğunda -ki bu ikinci ta'n sebebiydi- böyle bir râvinin rivayet ettiği hadise metruk adı veriliri*'.

144 Bu çeşit hadisi Hafız İbn Hacer en-Nuhbe adlı eserinde zikretmiştir. Kendi­sinden önce İbnu's-Salâh ve Nevevî bunu zikretmediler.

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 109

ba. Tanımı:

bal. Sözlük anlamı: "Metruk" kelimesi, "terk: iJ^Ul" kökün­den ism-i mef'uldur. Araplar, civciv yumurtadan çıktıktan sonra geriye kalan yumurta atığına "tcrîke: iSCjJl" adını verirler. Yani metrukedir, hiçbir faydası yoktur'*^.

ba2. Terim anlamı: Senedinde yalancılıkla itham edilmiş bir râvînin bulunduğu hadise metruk hadis denir.

bb. Râvînin Yalancılıkla İtham Edilmesinin Sebeple­ri: Râvînin yalancılıkla itham edilmesi iki sebepten biri ile olur:

1. Bir hadisin, bilinen kaidelerei''^ muhalif olarak yalnız bu râvî kanalıyla rivayet edilmiş olması.

2. Nebevî hadiste yalan söylediği bilinmemekle beraber, normal konuşmalarında yalancılıkla tanınması.

bc. Örnek: Amr b. Şemir el-Cu'fî el-Kûfî eş-Şîî'nin > Câbir'den > o da: Ebu't-Tufeyl'den > o da: Ali ve Ammar'dan naklettiği şu hadis buna örnektir: (Ali ve Ammar) Demişler ki:

"Nebi (s.a.) sabah namazında kunut yapardı. Arafa günü sabçh namazından başlayarak tekbir getirir, teşrik günlerinin son günü ikindi namazında keserdi".

Nesâî (Ö.303/915), Dârekutnî (Ö.385/995) ve daha başka­ları Amr b. Şemir'den "metrukü l-hadis [hadisi terkedilen]" diye bahsededer''* .

bd. Metruk Hadisin Derecesi: Zayıf hadis çeşitlerinin en şedisinin "uydurma" sözlerin olduğunu daha önce belirt-

145 Bk. Rrûzâbâdî, Kâmûs, III. 306. 146 Malum (bilinen yaygın] kaideler; âlimlerin "beraatı zimmet asıldır" kaidesi

gibi genel sahih naslardan istinbat ettikleri evrensel kaidelerdir. 147 Zehebî, MîzQnü'/-i'tidâ/, III, 268.

110 MAHMUD TAHHAN-

mistik. Onu "metruk" hadis takip eder. Sonra sıra ile münker, muallel, müdrec, maklûb, muztarib hadis gelir. Hâhz İbn Hacer (Ö.852/1448) zayıf hadis çeşitlerini böyle sıralamıştır'-'s.

c. Münker (^ScJl)

Râvînnin ta'n sebebi; "fuhşu'l-ğalat", "kesretu'l-ğaflet" veya "fısk" olursa -bunlar da üçüncü, dördüncü ve beşinci ta'n sebep­leridir- böyle bir râvînin rivayet ettiği hadise "münker" adı verilir.

ca. Tanımı:

cal. Sözlükanlamı: "Münker" kelimesi sözlükte "ikrar" ın zıddı anlamına gelen "el-inkârijisCVi» " kökünden ism-i mef'uldur.

ca2.Terim anlamı: Hadis âlimleri münker hadisi çeşitli şekil­lerde tanımlamışlardır. En yaygın iki tarif şöyledir:

1. Münker hadis; senedinde; çok hata yapan [fuhşu'l-ğalat], aşırı derecede dikkatsiz dauranan [kesretu'l-ğaflet] ve fışkı zahir olan bir râvînin bulunduğu hadistir

Bu tanımı zikreden İbn Hacer (Ö.852/1448) onu başkalarına nisbet eder^''^.

Beykûnî (0,1080/1669), Manzûme'sinde bu tarifi benimse­yerek şöyle der:

"Münker hadis, adalet vasfını taşımayan bir râvînin [sikanın rivayetine muhalefet ederek] rivayetinde tek kaldığı hadistir".

2. Münker hadis; zayıf olan bir râvînin, sika olan bir râvînin rivayetine muhalif olarak rivayet ettiği hadistir

Bu tanım, İbn Hacer'in zikredip benimsediği tanımdır. Bu-

148 Bk. Suyûtî, Tedrîbu'r-râuî, I, 295; İbn Hacer, Nüzhetü'n-nazar, s. 46 vd. 149 Bk. İbn Hacer, Nüzhetü'n-nazar, s. 47.

YENt HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 111

150 Burada "makbul"dan kasıt, sahih ve hasen râuiler idir. (Yani adaleti ue zaptı tam -veya zaptı hafif zayıf olan âdil râviler demektir.)

151 Bk. İbn Hacer, Nüzhetü'n-nazar, s. 37. Bu sözüyle şunu kastetmiştir: İbnu's-Salâh şâz ve münker hadis arasında fark görmeyip eşit olduklannı kabul eder. Bk. Ulûmu'l-hadîs, s. 72. İbnu's-Salâh orada şöyle demekte­dir: "ğâz bahsinde zikrettiğimiz üzere münker iki kısma ayrılır; şâz, münker mânasındadır".

nun birinci tanıma göre bir fazlalığı vardır O da, "zayıfın, sikanın rivayetine muhalefeti", kaydıdır.

cb. Münker ile Şaz Arasındaki Fark:

1. Şâz, makbul bir râvînin^™ kendisinden daha makbul olan bir râviye muhalif olarak rivayet ettiği hadistir.

2. Münker ise zayıfın sikaya muhalif olarak rivayet ettiği ha­distir.

Buradan, bu iki hadis türünün muhalefet şartında ortak; şazda râvînin makbul, münkerde râvînin zayıf olduğu noktasın­da da farklı oldukları görülmektedir. İbn Hacer, "Bu iki hadisi eşit görenler yanılmışlardır"^^!, demektedir.

cc. Örnek:

a. Birinci tarife örnek: Nesâî ve İbn Mâce'nin > Ebû Zükeyr Yahya b. Muhammed b. Kays'ın > Hişâm b. Urve'den > o da: babasından > o da: Aişe'den (r.ah.) gelen bir tarîkle merfû ola­rak rivayet ettikleri şu hadis buna örnektir:

« i l k l l l J j î lil J.İÎ 5^1 OLs IJS))

"Yaş hurmayı kuru hurma ile beraber yeyiniz! Çünkü Ade­moğlu onu yediği zaman şeytan kızar!"

Nesâî (ö.303/915) şöyle demektedir: "Bu, münker bir hadis­tir Zira Ebû Zükeyr bu hadisin rivayetinde tek kalmıştır. Ebû Zü­keyr, salih bir şeyhtir. Müslim ondan mutâbaat kabilinden hadis

112 MAHMUD TAHHAN-

tahric etmiştir; ancak onu 'teferrütü alınabilir râviler' seviyesine çıkarmamıştır"

b. İkinci tarife örnek: İbn Ebî Hatim'in > Hubeyyib b. Habîb

ez-Ziyât tankıyla > Ebû İshak'tan > oda: el-'Ayzârb. Hureys'den

> o da: İbn Abbas'tan > o da: Peygamber (s.a.)'den rivayet et­

tiği hadis. Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:

"Kim namazı kılar, zekâtı verir, beyti hacc eder, orucu tutar

ve misafire ikram ederse'cennete girer".

Ebû Hatim (Ö.277/890) şöyle der: "Bu hadis münkerdir.

Çünkü başka sika râvîler bu hadisi Ebû İshak'tan mevkuf olarak

rivayet etmişlerdir ki sika râvilerin bu rivayeti de 'maruf olmak­

tadır".

cd. Derecesi: Yukarda zikri geçen iki tariften anlaşıldığı­

na göre münker hadis son derece zayıf hadis türlerinden biridir

Çünkü mühker hadis; ya fuhşu'l-ğalat [rivayette çok yanlış yap­

mak], kesretü'l-ğafle [aşırı gafil ve dikkatsiz olmak] veya fısk [gü­

nahkar olmak] gibi sıfatlarla muttasıf zayıf bir râvînin rivayetidir;

ya da rivayetlerinde, sikanın rivayetlerine muhalefet eden zayıf

bir râvînin rivayetidir. Her iki kısımda da şiddetli zayıflık söz ko­

nusudur. Bunun için, daha önce zikri geçen metruk bahsinde be­

lirttiğimiz gibi münker hadis, zayıflık derecesinde metruk hadis

seviyesinden sonra gelir.

152 Suyûtî, Tedrîbu'r-râuî, 1, 240.

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 113

d. Ma'rûf ( ^ j ^ ^ l ) » "

da. Tanımı:

dal. Sözlük anlamı: Ma'rûf l<eiimesi, sözlükte "bilmek, tanı­mak" anlamına gelen "arefe: >J>" fiilinden ism-i mef'uldür.

da2. Terim anlamı: Sika bir râvînin zayıf olan bir râviye mu­halif olarak rivayet ettiği hadise ma'rûf hadis denir. Ma'rûf bu mânada münkerin karşıtı olmaktadır. Veya daha anlaşılır bir ifade ile ma'rûf, Hafız İbn Hacer'in münker için benimsediği tari­fin zıddı olmaktadır.

db. Örnek: Münker kısmında geçen ikinci misal buna ör­nektir. Ancak bu hadis, sika râvîlerin İbn Abbas'tan mevkuf ola­rak rivayet ettikleri bir tarikten gelmektedir Çünkü İbn Ebî Hatim (Ö.327/938), merfû olarak gelen İbn Hubeyyib'in hadisini naklet­tikten sonra; "O münkerdir; çünkü bir başka sika râvî bunu Ebû İshâk'tan mevkuf olarak rivayet etmiştir, bu da 'mâruf olmakta­dır" demektedir.

e. Mu'allel ( J i ^ l )

Râvînin ta'n sebebi "uehm [doğru sanarak hata yapmak]" ol­ması durumunda, böyle bir râvinin rivayet ettiği hadise"mua//e/" adı verilir, ki vehm de ta'n sebeplerinin altıncısı olmaktadır.

ea. Tanımı:

eal. Sözlük anlamı: "Muallel" kelimesi, sözlükte, "kusurlu yapmak, hastalandırmak" anlamına gelen "e'alle: ji-î" fiilinden ism-i mef'uldür. Aslında "e'alle: Ji-Î"nin ism-i mef'ulü, "mu'allun:

şeklindedir. Kelimenin bu şekli, yaygın kelime türetme me-

153 "Mâruf hadis burada, merdûd hadis çeşitlerinden biri olduğu için değil, münker hadisin karşıtı olduğu için zikredilmiştir. Bilindiği gibi "mâruf hadis", kendisiyle ihticac olunan makbul hadis çeşitleripden biridir

114 MAHMUDTAHHÂN-

totlan ile ilgili bir kıyasa, yani fasih dile göredir. Hadisçilerin "muallel: j İ i i " şeklindeki ifadeleri yaygın olmayan lehçeye gö-redir^^. Hadisçilerden bunu "ma'lûl" şeklinde ifade edenler de vardır; ancak bu uygulama Arap Edebiyatçıları ve filologlarınca kabul edilmeyen zayıf bir görüştür ^ .

ea2. Terim anlamı: Terim olarak muallel hadis, görünürde salim [kusursuz] gözükmesine rağmen, kendisinde sıhhatini ya­ralayan gizli bir kusurun farkedildiği hadistir.

cb. "İllcf'in Tcuııtnı: İllet; hadisin sıhhatine zarar veren kapalı, gizli ve yaralayıcı bir sebeptir. İlletin bu tarifinden şu sonu­cu çıkarmak mümkündür: Hadis âlimleri nezdinde illette iki şar-tin gerçekleşmesi gerekir:

a. Kapalılık ve gizlilik,

b. Hadisin sıhhatini yaralayıcı özelliğe sahip olması

Bu iki özellikten biri bulunmazsa -yani illet açık olur veya yaralayıcı özelliğe sahip olmazsa-, bu durumda buna terminolo­jik mânada illet adı verilmez.

ec. 'lllet'in Bazan Terim Anlamı Dışında Bir Mânâda Kullanımı: Yukardaki paragrafta ifade ettiğim "illet", hadisçile­rin terminolojisinde yer alan illetin tanımıdır. Fakat onlar, gizli ve yaralayıcı olmasa da, illeti bazan "hadise yöneltilen herhangi bir yaralayıcı unsur" olarak ifade ederier:

ecl. Hadisin sıhhatini yaralayıcı türden olan bazı illetler: Râ­vinin yalancılık [kizbu'r-râvî], gaflet [ğafletü'r-râvî], hafıza zayıf­lığı [sû'u'l-hıfz] veya buna benzer ta'n noktalarıyla kusurlu kabul edilmesi. Hatta Tirmizî neshi bile illet olarak değerlendirmiştir.

154 Çünkü "mu'allel: JU."; "meşgul etti, oyaladı, unutturdu" anlamına ge­len "'a//efe; jU"den ism-i muf'uldur Annenin çocuğunu oyalaması bu kök­ten gelir.

155 Çünkü rubainin [dört harfli kök kelimelerin] ism-i mef'ulu, "mcf'û!" vez­ninde gelmez. Bk. İbnu's-Salâh, U/ûmu7-/ıadîs, s. 81.

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎSJ 115

ec2. Hadisin sıhhatini yaralayıcı türden olmayan bazı illetler: Râvinin, hadisin sıhhatine zarar vermeyecek türden bir muha­lefet sebebiyle kusurlu kabul edilmesi. Sikanın mevsul olarak rivayet ettiği bir hadisi mursel olarak rivayet etmesi böyledir. Buna dayalı olarak bazıları: "Sahih-muallel hadis, sahih kabul edilen hadislerdendir" demişlerdir.

cd. Hadîs illetleri //minin Büyüklüğü, İnceliği ve Bu Alanda Söz Sahibi Olanlar: Hadisin illetlerini bilmek, hadis ilimlerinin en büyük ve en hassas branşlarından biridir. Çünkü bu ilmin, hadis ilminde mütehassıs olanlardan başkasına kapa­lı ve gizli kalan kusuriarı keşfetmeye gerçekten ihtiyacı vardır. Hadisteki bu gizli illetleri de ancak hafız, mütehassıs ve isabetli görüş ve anlayışa sahip âlimler bilebilir. Bundan dolayı bu ilmin derinliklerine, ilim otoritelerinden İbnu'l-Medînî (Ö.234/848), Ahmed b. Hanbel (Ö.241/855), Buhârî (Ö.256/869), Ebû Hatim (Ö.277/890) ve Dârekutnî (Ö.385/995) gibi pek az âlim inebil-miştir.

ee. İllet Aramak İçin Ele Alınacak İsnadlar: Görünür­de sıhhat şartlarını bünyesinde toplamış gözüken bir isnâd için illet arama yoluna gidilir. Zayıf olan bir hadisin kusudannı araş­tırmaya ise gerek yoktur; çünkü o zaten merduddur; onunla amel edilmemektedir.

ef. İlleti Tesbit Etmek İçin Yararlanılan Unsurlar: İl­letin farkına varmak için bir takım hususlardan yararianılabilir. Şöyle ki:

a. Râvînin rivayetinde tek kalması;

b. Başkasının kendisine muhalefet etmesi;

c. Yukarda a ve fa şıklarında geçen iki maddede toplanan başka karineler.

Hadis İlletleri İlmini iyi bilen otoritelerin tahmin üzere muttali

116 MAHMUD TAHHAN-

oldukları şu hususlar, hadisi râviyet eden râviden kaynaklanan illetlerdir: Şöyle ki: Râvinin;

-Mevsûl olarak rivayet ettiği bir hadisin mursel olduğunu tes­bit etmek,

-Merfû olarak rivayet ettiği bir hadisin mevkuf olduğunu tes­bit etmek,

-Hadisi başka bir hadise sokuşturduğunu tesbit etmek,

-Veya bunlardan başka yanılmalar tesbit etmek...

Otoriteler, bütün bu tesbitlerini zann-ı galiplerine göre yapar, sonra da hadisin sahih olmadığına hükmederier.

eg. Muallel Hadisi Bilmenin Yolu: Mualleli bilmenin yolu, hadisin bütün tariklerini toplamak, râvilerinin ihtilaflarına bakmak, zabt ve itkanlannı karşılaştırmaktan geçer; daha sonra illetli rivayete hüküm vermek gelir.

eh. İlletin Bulunduğu Yerler:

ehl. İllet çoğunlukla isnâdda bulunur: Senedin vakf ve irsal gibi bir illetle kusurlu olması böyledir. Yani hadis mevkuf iken merfû veya mursel iken doğrudan peygamberden rivayet edil­mesi gibi bir kusurun bulunması buna örnektir.

eh2. İllet bazan metinde bulunur: Namazda besmelenin okunmayacağını ifade eden hadis buna örnektir

eı. İsnadda Bulunan İlletin Metni Yaralayıp Yaralamadığı Meselesi:

1. Bazan isnâdda bulüjıan illet, senedi yaraladığı gibi metni de yaralar. Bir hadisi irsal sebebi ile illetli kabul etmek buna ör­nektir.

2. Bazan, isnâdda bulunan .bir illet, metin sahih olduğu halde, sadece isnadı yaralar. [102] Ya'lâ b. Ubeyd'in > Sevrî'den > o da: Amr b. Dinar'dan > o da: İbn Ömer'den merfû olarak

- YENİ HADlS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 117

rivayet ettiği, « j U J L ö U J i » : "Satışta her iki taraf vazgeçme mu­hayyerliğine sahiptirler" hadisi böyledir.

Ya'lâ, Süfyân es-Sevrî'nin "Amr b. Dînâr" ifadesinde yanıl­mıştır. Çünkü o Amr b. Dînâr değil, Abdullah b. Dînâr'dir. İs-nadda fahiş bir illet bulunsa da bu metin sahihtir. Çünkü Amr b. Dînâr ile Abdullah b. Dînâr'ların her ikisi de sikadır. Bir sikanın diğer bir sika ile değiştirilmesi, isnadın nakli hatalı da olsa, met­nin sıhhatine zarar vermez.

ei. İlelu'l-Hadis Hakkında Telif Edilen En Meşhur Eserler:

1- İbnu'l-Medînî (Ö.234/848): Kitâbu'l-'ilel.

2- İbn Ebî Hatim (Ö.327/939): İlelü'l-hadîs.

3- Ahmed b. Hanbel (0.241/055): e/-7/e/ ve ma'rifetü'r-ricâl.

4- Tırmizî (Ö.279/892): el-'İlelu'l-kebîr ve el-'İlelu's-sağîr.

5- Dârekutnî (Ö.385/995): el-'İlelü'l-vâride fî'l-ehâdisi'n-Nebeviyye. Bu eser, en kapsamlısı ve en geniş olanıdır.

f. Sika Râvîlere Muhalefet ( o U ı U i Ü U J l )

Râvînin ta'n edilme sebebinin, ta'n noktalarının yedincisi olan "sika râvilere muhalefet etme" nin olması ile alâkalı beş çeşit hadis çeşidi ortaya çıkmıştır. Onlar da şunlardır: "Mudrec, maklûb, el-mezîd fî muttasıli'l-esânîd, muztarib, musahhaf".

1. Eğer muhalefet, sened naklinin akışını değiştirmek veya mevkufu merfû'a dönüştürmek şeklinde olursa buna "müdrec" adı verilir.

2. Eğer muhalefet, takdim ve te'hir şeklinde olursa buna "maklûb" adı verilir.

156 Buhâri, Buyu 43, 44.

118 MAHMUD TAHHÂN-

3. Eğer muhalefet, hadisin senedine bir râvî eklemek şeklin­de olursa buna "el-mezîd fî muttasıli'l-esânîd" adı verilir.

4. Eğer muhalefet, iki râvînin yer değiştirmesi veya metinde bir aykırılığın bulunması şeklinde olur da ikisinden binni tercihe sevkedecek bir sebep bulunmazsa buna "muztarib" adı verilir

5. Eğer muhalefet, sözün asıl şekli bakî kalmakla beraber lafızda yapılan bir değişiklik şeklinde olursa buna da"musafıfıa/" adı verilir^^^.

g. Müdrec (^JJ-JI)

ga. Tanımı:

gal. Sözlük anlamı: "Müdrec" kelimesi, sözlükte "bir şeyi diğer bir şeye dahil edip içine koymak, sokuşturmak" anlamına gelen "ed-re-ce: ^jlV fiilinden ism-i mef'uldür.

ga2.Terim anlamı: İsnadının akışı değiştirilmiş veya metne ait olmayan bir şeyin, metinden ayırt edilmeksizin, metnine dahil edilmiş hadise müdrec hadis denir.

gb. Kısımları: Mudrec hadis iki kışıma ayrılır; Mudrecu'l-isnâd [İsnadı müdrec], mudrecu'l-metn [metni müdrec].

gbl. İsnadı müdrec hadis (iL-)lı ^jj^y.

1. Tanımı: İsnadının akışı değiştirilmiş hadise isnadı müdrec hadis [müdrecu'l-isnâd] denir.

2. Oluşum Şekillerinden Biri: Râvî isnadı zikrederken o an onun için arızı bir durum ortaya çıkar; bu durum karşısında ken­diliğinden bir söz söyler; bazı işitenler onu isnadın metninden zennededer ve bunu ondan öylece rivayet ederier.

3. Örnek: Sabit b. Mûsâ ez-Zâhid'in, JJJL AJ^IU» y

157 Bk. İbn Hacer, Nüzhetü'n-nazar, s. 48-49.

— YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 119

158 İbn Mâce, İkâme 174 [Babu kıyâmi'i-leyl, I, 422, had. no: 1333]. 159 Müstcmlî, meclisteki talebeler çok olduğunda, hocanın söylediklerini tekrar

ederek söylenilenleri uzaktakilere duyuran kimseye denir

jl^L : "Kim geceleyin namaz kılmayı çoğaltırsa gündüz-leyin yüzü güzel olur"'^^^ şeklindel<i rivayeti ile ilgili kıssa buna örnektir. Kıssanın aslı şöyledir: Sabit b. Mûsâ, talebelerine hadis yazdırmakta iken Kâdı Şerîk b. Abdillah'ın huzuruna çıkmış. O an Şerîk şöyle diyormuş: "Bize A'meş > Ebû Süfyân'dan > o da: Câbir'den rivayet etti". Şerîk b. Abdullah, "Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurdu..." demiş ve müstemlinin^^^ yazdırması için sus­muş; Sâbit'e bakınca "Kimin gece namazı çok olursa gündüzle-yin yüzü güzel olur" demiş; bununla zühd ve verâsından dolayı Sâbit'i kastetmiş; Sabit de bu ifadeyi isnadın metni sanmış; ve bunu, hep böyle rivayet etmiştir.

gb2. Metni müdrec hadis ( j ^ l ^j^y.

1. Tanımı: Aslına ait olmayan bir şeyin, ona ait olmadığı ayırt edilmeksizin metnine sokuşturulmuş hadise metni müdrec hadis [mudrecü'l-metn] denir.

2. Kısımları: Metinde idrac üç şekilde olur.

2a. İdrac hadisin başında olur: İdracm baş tarafta olması az olan bir durumdur. Ancak baş tarafta meydana gelişi, ortada meydana gelişinden daha çoktur.

2b. İdrac hadisin ortasında olur: İdracın hadisin ortasında meydana gelmesi baş tarafta meydana gelmesinden daha azdır.

2c. İdrac hadisin sonunda olur: idrac en çok hadisin sonun­da meydana gelir.

3. Örnekler:

3a. idracm hadisin başında olmasına örnek: İdracın hadisin başında meydana gelmesinin sebebi şudur: Râvî bir söz söyler; hadisi de o söze delil olarak getirir; ancak kendi sözü ile hadi-

120 MAHMUD TAHHAN-

sin arasını ayırt etmeksizin zikreder. Sonuçta dinleyenler, söyle­nilenlerin tümünün hadis olduğunu zanneder. Hatîb'in, > Ebû Katan ve Şebâbe kanalıyla > Şu'be'den > oda: Muhammed b. Ziyâd'dan > o da: Ebû Hureyre'den (r.a.) naklettiği şu rivayet buna örnektir: Ebû Hureyre demiş ki: Resûlüllah (s.a.) şöyle bu­yurdu: (ijûl ^ ıjlii-bû J^j ^ı-j^^\ \jLl-\)) : 'jAfadestinizi tam abnız! Ateşte yanacak ökçelerin vay haline!.." Buradaki « » j ^ ^ ı

sözü, Buhârî'nin, > Adem'in > Şu'be'den > o da: Muham­med b. Ziyâd'dan, > o da: Ebû Hureyre'den gelen rivayetinde açığa çıktığı üzere'^°, Ebû Hureyre'nin sözüdür. Dolayısıyla bu rivayette bu ifade müdrecdir. Çünkü söz konusu rivayette Ebû Hureyre şöyle demektedir:

"Abdestinizi tam alınız! Muhakkak Ebu'l-Kâsım şöyle bu­yurdu: "Ateşte yanacak ökçelerin vay haline!.. "^^^

Hatîb (Ö.463/1070) şöyle demektedir: "Ebû Katan ve Şebâ­be, ifade ettiğimiz şekilde, rivayetlerinde yanılmışlardır. Büyük bir çoğunluk bu hadisi Şu'be'den Adem'in rivayeti gibi naklet-mişlerdir"i62.

3b. idracm hadisin ortasında olmasına örnek: Vahyin baş­langıcına dair Hz. Aişe'den (r.ah.) gelen şu söz buna örnektir:

«ilijl o l j i Jkİll -Jİici\ f l j^ jÛ J M ^ 1 û&

"Peygamber (s.a.) Hirâ Mağarası'nda müteaddid gecelerde tahannus ederdi -ki ibâdet demektir-"^^^. Metinde geçen «jİcJi j*j (( sözü, Zührî'nin bir açıklaması olarak müdrectir.

160 Buhârî, Vudû 29. 161 Buhârî, Vudû 29. 162 Suyûtî, Tedrîbu'r-râuî, I, 270. 163 Buhârî, Bed'u'l-vahy 3.

YENt HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 121

164 Buhârî, İtk 16.

3c. İdracm hadisin sonunda uukû bulmasına örnek: Ebû Hureyre'nin (r.a.) merfû' olarak rivayet ettiği şu hadis:

J 'yi ^ I j J-J. j . ':>\^\ VjJ ^ t^JJlj ül>^î j ^ U J l i ) 4 İ İ İ J ) )

"Sa/ih kö/enin ifci ecri vardır: Nefsim kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki Allah yolunda cihâd, hacc ve anneme itaat olma­saydı köle olarak ötmeyi isterdim" ı ^ .

"Nefsim kudretinde olan Allaha yemin olsun ki..." sözü, sonuna kadar Ebû Hureyre'nin sözüdür. Çünkü bu sözün Re-sûlüllah'tan çıkmış olması imkânsızdır. Zira onun köleliği temen­ni etmesi mümkün değildir. Ayrıca annesi de sağ değildi ki ona iyilik etsin!

gc. İdrac Sebepleri: İdrac sebepleri çoktur. En yaygın olanları şunlardır:

a. Şer'î bir hükmü açıklamak;

b. Hadisi tamamlamadan hadisten şerî hüküm istinbat et­mek;

c. Hadisteki garib bir sözü açıklamak.

gd. Idraca Vakıf Olmanın Yolları: İdrac çeşitli şekillerde anlaşılabilir. Şöyle ki:

a. Başka bir rivayette hadisin metni ile hadise ait olmayan metnin birbirinden ayrılmış bir vaziyette rivayet edilmesi;

b. Duruma vâkıf olan bazı imamlardan gelen yazılı metinler­de durumun belirtilmiş olması;

c. Râvînin bizzat kendisi bu sözü idrac ettiğini ikrar etmesi;

122 M A H M U D T A H H A N -

d. Böyle bir sözü Resûlüllah'm söylemesinin mümkün ol­maması.

ge. Idracın Hükmü: Muhaddis, fukaha ve diğer âlimlerin icmâ'ı ile idrac haramdır. Ancak garip, anlaşılması zor olan keli­melerin tefsiri için yapılmış açıklamalar bundan istisna edilmiştir Bu yasak değildir. Onun için imamlardan Zührî ve diğerleri bu tür açıklamaları yapmışlardır.

gf. İdrac Konusunda Te'lif Edilen En Meşhur Eserler;

1- Hatîb el-Bağdî (Ö.463/1070): el-FasI li-l'uasli'l-mudrec fi'n-nakl.

2- İbn Hacer (Ö.852/1448): Takrîbu'l-menhec bi-terttbi'l-mudrec. Bu eser Hatîb'in yazdığı kitabın bir özetidir. Kitaba bir takım ilâveler de yapmışür.

h. Maklûb ^ U J i )

ha. Tanımı:

hal. Sözlük anlamı: "Maklûb" kelimesi, "Ka lb r^ ı " kökün­den ism-i mef'uldür. Bir şeyi bir şekilden başka bir şekle çevir­mek demekür^^ .

ha2. Terim anlamı: Bir hadisin sened veya metninde yer alan bir lafzı takdim veya tehir vb. yoluyla başka bir lafızla değiştirme­ye kalb, bu şekilde rivayet edilen hadise de meklûb hadis denir

hb. Kısımları: Maklûb hadis iki ana kısma ayrılır: Senedi kalbedilmiş hadis, metni kalbedilmiş hadis.

hbl Senedi kalbedilmiş hadis: Değişikliğin [ibdâÜn] sene­dinde meydana geldiği hadise senedi maklûb hadis denir İki şekli vardır:

165 Bk. Rrûzâbâdî, Kâmûs, I, 123.

: YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 123

166 Hadisin metni için bk. Ahmed b. Hanbel, 11, 263, 444, 525.

1. Râvînin, hadisi rivayet eden râvîlerden birinin ismi ile babasının ismi arasında takdim ve tehirde bulunması. "Ka'b b. Mürre"den rivayet edilen bir hadis buna örnektir. Râvî bunu "Mürre b. Ka'b" şeklinde rivayet etmiştir.

2. Râvînin, hadisi sadece kendisi rivayet ediyormuş izleni­mini vermek amacıyla bir şahsın adını diğer bir şahsın adı ile değiştirmesi. "Salim"den gelen şu meşhur hadis buna örnektir. Râvî onu "Nafi"den" diye nakletmiştir.

Râvîlerden "Hammâd b. Amr en-Nasîbî" maklûb yolla hadis nakledenlerden biridir. Bu şekilde rivayet ettiği hadislerine bir örnek şudur: Hammâd en-Nasîbî > A'meş'den > o da: Ebû Sâ-lih'den > o da: Ebû Hureyre tarikiyle merfu olarak rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

"Yolda müşriklerle karşılaşbğmız zaman onlarla [konuşma-ya] selamla başlamaym [ilk selam veren siz olmaym!]".'^^^

Bu hadis maklûbdur. Hammâd bunu kalbetmiş ve onu A'meş'ten aldığını göstermiştir. Hâlbuki bu hadisin, Süheyl b. Ebî Salih'ten > o da: babasından > o da: Ebû Hureyre'den geldiği büinmektedir. Bunu Müslim Sahih'inde böyle rivayet etmiştir.

Maklûbun bu türünü yapan râvîye "hadis hırsızı" denir.

hb2. Metni kalbedilmiş hadis: Değişikliğin [ibdalin] metin­de meydana geldiği hadise metni maklûb hadis denir. Bunun iki şekli vardır.

1. Râvînin, hadis metninin bir kısmında takdim ve tehirde bulunması.

Örnek: Müslim'in Ebû Hureyre'den rivayet ettiği, kendisinin gölgesinden başka hiçbir gölgennin bulunmadığı bir anda Al-

124 MAHMUD TAHHAN-

lah'ın gölgelendireceği yedi grup insanla ilgili hadiste: «Jj-â: J>-3j İJU_: JiL' U iLû (di; UÛİlî Ü J L İ ^ » : "sol elinin verdiğini sağ

eli bilmeyecek şekilde gizli sadaka veren kimse" kısmında bazı râvîler değişiklikte bulunmuşlardır. Aslında «UÛi-U ûl^ J l i ; j i j j iL^, Jij U iJU-î jdi; V t/i-»: "sağ e/inin verdiğini sol eli bilmeyecek şekilde..."^^'^ olacakta.

2. Râvînin, bir hadisin metnini başka bir isnada, isnadını da başka bir metne eklemesidir. Bu da ya imtihan veya başka bir maksatla yapılır.

Örnek: Bağdat âlimlerinin İmâm Buhârî'ye yaptıkları uy­gulama buna bir örnektir. Hahza gücünü denemek amacıyla, Buhârî'ye yüz hadisi birbirine karıştırarak sormuş, o da bunların tümünü, hiç birinde hata yapmaksızın kalbedilmeden önceki hal­lerine çevirmişti'^s

hc. "Kalb"e Sevkeden Sebepler: Bazı râvîleri kalbe [yer değişikliğine] sevkeden çeşitli sebepler vardır. Bu sebepler şun­lardır:

a. Hadisini alıp nakletmede insanları kendisine rağbet et­tirmek, bu hadisi rivayet edenin sadece kendisi olduğu [iğrab] izlenimini vermek isteği;

b. Bir hadisçinin ezber kabiliyetinin ve ezberlediğini mu­hafaza etme gücünün tam olup olmadığını test ve te'kit etmek amacı;

c. Kasıtsız olarak hata ve yanılmanın olması.

hd. Kalbetmenin Hükmü:

1. Eğer kalb kendine rağbet ettirmek[iğrâb] kastı ile yapıl­mışsa, bunun caiz olmadığında şüphe yoktur. Çünkü bu işlemde

167 Hadisin metni için bk. Buhârî, Ezan 36, Zekât 13, 16, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91; Tirmizî, Zühd 53; Nesâî, Kudât2; Muvattâ, ği'r 14.

168 Bk. Hatîb Bağdadî, Târîhu Bağdâd, II, 20.

YENİ HADtS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 125

hadisi değiştirmek söz konusudur. Bu da hadis uyduranlann işi­dir

2. İmtihan kastı ile yapılan değişiklik [kalb] ise, imtihanın yapıldığı meclis dağılmadan önce doğrunun açıklanması şartıyla, hadisçilerin hıfz ve ehliyetini araştırmak için caizdir.

3. Hata ve yanılma yoluyla olursa şüphe yok ki faili hata­sında mazurdur. Ancak böyle bir râvide bu tür hata yapma du­rumu fazla olursa zabtına halel getirir, onu zayıf râvî konumuna düşürür.

Maklûb hadise gelince bilindiği gibi bu, merdûd zayıf hadis türlerindendir.

he. Konu İle İlgili Telif Edilmiş En Meşhur Eserler:

a. Hâtîb el-Bağdâdî: Râfiu'l-irtiyâb fî'l-maklûb min-e'l-esmâî ve'l-elkâb. İsminden de anlaşıldığı gibi kitap, sadece senedde meydana gelen bir takım kalbedilmiş isimlere mahsustur.

I. Mezîd fî muttasıli'l-esânîd (j^\J^\ J - ^ J ^_^\)

la. Tanımı:

lal. Sözlük anlamı: "Mezîd: Ji>Jl" kelimesi, sözlükte fazla­lık anlamına gelen "ziyâde: SJLJJI" mastarından ism-i mef'uldür "Muttasıl" kelimesi, kopukluk anlamına gelen "munkaü'"ın zıddı-dır. "Esânîd: aJUSll" kelimesi de "isnâd" kelimesinin çoğuludur.

ıa2. Terim anlamı: Görünürde muttasıl[kopuksuz] olan bir senedin ara kısmında bir râvînin ziyâde edilmesine el-mezîd fî muttasıli'l-esânîd denir.

ıb. Örnek: İbnu'l-Mubârek'in rivayet ettiği şu hadis buna örnektir:

126 MAHMUD TAHHAN-

«l iU lyLlAJ Vj j j i i J l Jı\ \j)l h' V |jLJ.j A i i  İlli J U s 4) 4)1

İbnu'l-Mubârek dedi ki: > Bize Süfyân > Abdurrahmân b. Yezid'den tahdis etti. > O da dedi ki: Bana Büşr b. UbeyduUah tahdis etti. > O da dedi ki: Ebû İdris'i işittim. > O da dedi ki: Vâsile'yi işittim. > O şöyle diyordu: Ebu Mersed'i işittim: > O da şöyle diyordu: ResûlülUah'ı şöyle söylerken işittim: "Kabirler üze­rine oturmayın; onlara doğru namaz da kılmayın!"

ic. Bu Örnekteki Ziyâde:

Bu örnekte iki yerde ziyâde vardır. Birincisi "Süfyân", ikincisi "Ebû İdrîs" lafzının bulunduğu yerdir. Her iki yerde de ziyâdenin sebebi yanılmadır.

a. "Süfyân" ziyâdesine gelince: Bu, İbnu'l-Mubârek'ten son­ra gelen râviden kaynaklanan bir yanılgıdır. Zira bir grub sika râvî hadisi > İbnu'l-Mubârek'ten > o da: Abdurrahmân b. Yezîd'den rivayet etmişlerdir. Bu sika râvîlerden bir kısmı, senedin ilgili ye­rinde, rivayetin bu şekilde olduğunu semâ'a delalet eden lafızlar­la açıkça belirtmişlerdir.

fa. "Ebû İdrîs" ziyâdesine gelince: Bu, İbnu'l-Mubârek'in ya-nılgısıdır. Çünkü bir grub sika râvî, bu hadisi Abdurrahmân b. Yezid'den rivayet etmiş ancak "Ebû İdrîs" i zikretmemişlerdir. Söz konusu sika râvilerden bazıları bu rivayeti, Busr'un Vâsıle'den semâ yoluyla aldığını açıkça belirtmişlerdir.

ıd. Ziyâdeyi Reddetmenin Şartları: Yanılarak ziyâde yapan birinin yaptığı ziyâdeyi red etmek veya kabul etmek için iki şart ileri sürülmüştür. Şöyle ki:

a. Ziyâde yapmayan râvînin, ziyâdeyi yapandan daha güve­nilir olması;

169 Müslim, Cenâiz 97, 98; Tirmizî, Cenâiz 57; [ikisi de Ebû İdrîs'in ziyadesi ve hazfıyla].

-YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTAUHİ'L-HADÎS) 127

fa. Ziyâdenin bulunduğu yerde açık bir semâ' lafzının bulun­ması durumunda ziyâde red edilir. Bu iki şarttan biri veya her ikisi birden mevcut değilse ziyâde tercih edilir ve kabul edilir; ziyâdenin bulunmadığı isnâd da munkatı kabul edilir. Ancak ko­pukluğu gizlidir ve ona "mursel-hafî" adı verilir.

le. Senedde Ziyâde Yapıldığı İddialarına Yöneltilen İtirazlar: Senedde ziyâdenin bulunduğu iddiasına iki itiraz yö­neltilmiştir:

a. Ziyâdenin bulunmadığı isnadın ziyâde yapılan yerinde "an: j * " lafzı varsa, bunun munkatı sayılması gerekir.

b. Ziyâdenin bulunmadığı isnadın ziyâde yapılan yerinde açıkça semâ' ifade eden bir lafız kullanılmışsa, râvî bu hadisi önce bir üst hocadan duyan birinden işitmiş, daha sonra da söz konusu üst hocadan bizzat kendisinin işitmiş olma ihümali vardır. Buna şu şekilde cevap vermek mümkündür:

a. Birinci itiraza gelince: Buradaki durum, itiraz edenin söy­lediği gibidir, sened munkatı sayılır.

b. İkinci itiraz ise; burada zikredilen ihtimal mümkündür. Ancak âlimler yanılmaya delalet eden bir karine bulunmadıkça ziyâdenin yanılma eseri olduğu hükmüne varmamışlardır.

ıf. "Mezîd jî muttastli'l-esânîd" Hakkında Telif Edilen En Meşhur Eserler:

-Hatîb el-Bağdâdî (Ö.463/1070): Temytzü'l-mezîd fi mut­tasıli'l-esânîd.

i. Muztarib > i ı J i )

ia. Tanımı:

ial. Sözlük anlamı: "Muztarib" kelimesi "ıztırâb: ^\jkJ,y\" kökünden ism-i faildir. Bir işi ve o işin düzenini bozmak demek­tir. Kelimenin kökü, dalganın hareketinden türetilmiştir. Arap-

128 MAHMUD TAHHAN-

çada dalgalardaki hareketin fazla olup birbirlerine çarpmasına "ıztırâbu'l-mevc" denir.

ia2. Terim anlamı: Terim olarak, kuvvetçe birbirine eşit farklı şekillerde rivayet edilen hadislere muztarib hadis denir.

ib. Tanımın Açıklaması: Aralarını ebedî olarak bulma imkânı olmayan, birbirine zıt şekillerde rivayet edilen hadislere muztarib hadis denir. Ayrıca bütün bu rivayetler, geldikleri bütün vecihlerde kuvvet yönünden birbirierine eşittirier. O kadar ki, ter­cih esaslarından herhangi biri ile dahi, birini diğerine tercih etme imkanı da yoktur.

ic. Iztırabın Gerçekleşme Şartları: Muztarib hadisin tanım ve açıklamasına baktığımızda ortaya çıkan sonuca göre iki şart tahhakkuk etmedikçe bir hadise muztarib adı verilemez. Onlar da şunlardır:

a. Hadisin, aralarını cem etme imkanı olmayacak şekilde, farklı [zıd iki yönde] rivayetlerinin bulunması.

b. Bir rivayeti diğerine tercih etme imkanı olmayacak şekil­de, rivayetlerin kuvvetçe eşit olması.

Ancak şu kadar var ki, rivayetlerden birini diğerine tercih etme veya makbul herhangi bir yöntemle aralarını cem etme im­kanı bulunması durumunda hadisten muztarib olma sıfatı kalkar. İkisinden birini tercih etme imkânı bulunması halinde tercih edi­len rivayetle; aralannı cem etme imkânı bulunması halinde de, bütün rivâyetlerie amel edilebilir.

id. Kısımları: Muztarib hadis, ızürabın bulunduğu yere göre iki kısma ayrılır: Muztaribu's-sened [sened açısından muz­tarib], muztaribu'l-metn [metin açısından muztarib]. Iztırabın se­nedde meydana gelmesi daha çoktur.

idi. Muztaribu's-sened [sened açısından muztarib]:

Örnek: Ebû Bekr'in (r.a.) rivayet ettiği şu hadis buna örnek­tir. Ebû Bekr (r.a.) şöyle demiş: « Sji ^;çt.t oı-i İJ13Î 1 J ^ j , L;

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 129

170 Tirmizî, Tefsîr sûre 56, 6 [Tuhfe şerhi ile beraber, IX, 184]. Fakat Tirmizî hadisi şu sözlerle rivayet etmiştir: « . . . o ^ ^ l j iJljJlj jy» U: "Beni Hûd, e/-Vâkı'a, el-Mürselât,... (sûreleri) ihtiyarlattı". Hadis hakkında Hasen-Carip değerlendirmesini yapmıştır.

171 -nrmizî. Zekât 27; Dârimî, Zekât 13. 172 İbn Mâce, Zekât 3.

îlıly-îj iiil^Jlj»: 'Ey Allah'ın Resulü! Seni saçı ağarmış [ihtiyarla­mış] göniyorum'. Buyurdu ki: "Beni Hûd ue onun gibi sûreler ihtiyar/attı " 1 ™ .

Dârekutnî (ö.385/995) şöyle demektedir: "Bu hadis muzta-ribtir Zira sadece Ebû İshâk tarikiyle gelmesine rağmen yaklaşık olarak on farklı şekilde rivayet edilmiştir. Kimileri onu mursel, kimileri de mevsul olarak rivayet etmiş; kimileri Ebû Bekr'e, ki­mileri Sa'd'a, kimileri Aişe'ye vs. isnâd ederek rivayet etmişler­dir Râvîleri sikadır. Birini diğerine tercih etmek mümkün değildir. Hepsi de mazurdur".

id2. Muztaribu'l-metn [metin açısmdan muztarib]:

Örnek: Tirmizî'nin > Şerîk'ten, > o da: Ebû Hamza'dan, > oda: Şa'bî'den, > o da: Patıma bnt. Kays'tan (r.ah.) rivayet ettiği şu hadis buna örnektir. (Patıma bnt. Kays) demiş ki: Resûlüllah'a (s.a,) zekâttan soruldu da şöyle buyurdu:

:«;i<rj)i ıkj juJı j h\ jûî ı\s'ji\ ^ ^ M J - i . j ı j . »

"Zekâtm dışında malda bir hak uardır"'^'''^. İbn Mace bunu bu tarîkten şu lafızlarla rivayet etti ^^

iG\Sji\ ı^j.- ji- JUJl J) jJr. "Malda zekâttan başka bir hak yo/-tur". Irakî hadisin bu dunamu hakkında şöyle demektedir: "Bu, te'vil ihtimali bulunmayan bir ıztıraptır".

ie. Iztırabın Kimden Meydana Geldiği:

a. Iztırab bazan bir tek râvîden meydana gelir; bu da aynı hadisi farklı şekillerde rivayet etmesi şeklinde olur.

130 MAHMUD TAHHAN-

b. Iztırab bazen de bir cemaatten meydana gelir. Bu da aynı hadisi rivayet eden râvilerden herbirinin, hadisini, diğer râvilerin rivayetine muhalif olarak rivayet etmesi şeklinde olur.

if. Muztarib Hadisin Zayıf Sayılmasının Sebebi: Muz­tarib hadisin zayıf kabul edilme sebebi, râvilerinin zabt sıfatları­nın yeterli olmadığı izlenimini vermesidir.

ig. Muztarib Hadis Konusunda Telif Edilen En Meşhur Eserler:

-İbn Hacer (ö.852/1448):e/-Mufcferib fî beyâni'l-muztarib.

j . Musahhaf

ja. Tanımı:

jal. Sözlük anlamı: Musahhaf sözcüğü, "tashîf: U:^>J^f mastarından ism-i mef'uldür. Yazılı bir sahifede meydana gelen hata demektir. Yazılı bir sahifeyi okumada hata yapan anlamına gelen "es-sahafiyyu: , > . w J ı " da bu kökten gelir"^. Ki sahafı, okuyuşu esnasında yaptığı yanlışlardan dolayı bazı lafızları de­ğişikliğe uğratır.

ja2. Terim anlamı: Hadiste yer alan bir kelimeyi, lafız veya mâna olarak, sika râvilerin rivayet ettiklerinden başkası ile de­ğiştirmeye tashîf, böyle rivayet edilen hadise de musahha/denir

jb . Önemi ve İnceliği: Tashîfi bilmek, son derece büyük ve ince bir ilimdir. Önemi bazı râvîlerin düştüğü hataların keşfin­de saklıdır. Öneminin bu büyüklüğünden dolayıdır ki, Dârekutnî (ö.385/995) gibi en yetenekli hafızlar ancak bu sahada kanat açabilmişlerdir.

jc. Kısımları: Alimler musahhaf hadisi üç kısma ayırıdar. Herbir kısım belli bir şeye göre taksim edilmiştir. Şöyle ki:

173 Rrûzâbâdî, Kâmûs, 111, 166.

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSlRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 131

jca. Bulunduğu yer itibari ile musahhaf: Musahhaf hadis, tashifin bulunduğu yere göre iki kısma ayrılır. Şunlardır:

1. İsnadda tashîf [hata]: Örnek: Şu'be'nin > "el-'Avvâm b. Murâcim: f l r ^ ı " kanalıyla naklettiği hadis buna örnektir. Hadisin senedinde yer alan bu ismi İbn Maîn yanlış okuyarak tas-hifte bulunmuş, söz konusu şahsın adını "el-'Awâm b. Müzâhim:

("ij Ji" diye okumuştur.

2. Metinde tashîf [hata]: Örnek: Zeyd b. Sabit'in şu hadisi buna örnektir. «JL^J-Jı ^ 'j^l C^^) Ctr^^ o î . .» : "Nebi (s.a.) mescid-de kendine oda edindi... "'^'''^ ifadesinde İbn Lehî'a yanlış yaparak bunu, vjs>^\ j : j ^^^ i^ l . . . » : "Mescidde hacamat yaptırdı... "^'^ şek­linde ifade etmiştir.

jcb. Meydana geliş itibari ile musahhaf: Musahhaf hadis, tas­hifin meydana gelişine göre de iki kısma ayrılır. Şöyle ki:

1. Görme hatası: (Yanlışların çoğu görme hatası olmaktadır): Burada, ya yazının bozukluğundan veya noktalama işaretleri bulunmadığından, okuyucu yazıyı yanlış görür.

Örnek: « J l ^ 1- 'iJ^Vj İÜJj ^^...r.'^''^ hadisi buna ör­nektir. Bunu, Ebû Bekr es-Sûlî tashifte bulunarak;)) öl^j ^ L i ^ J13İ ^ \ ^ 'i^Vj... ((1^^ şeklinde okumuş, "sitten: iL" kelimesini, "şey'en: U l i " kelimesine çevirmiştir.

2. İşitme hatası: Bu da işitme bozukluğundan veya işitenin uzakta bulunmasından vs. kaynaklanan bir tashiftir. Böyle bir pozisyonda olan dinleyici, aynı çekim veznine sahip olduğundan bazı kelimeleri yanlış duyar.

174 Ahmed fa. Hanhel, V, 187. 175 Ahmed b. Hanbel, V, 185. 176 Müslim, Sıyâm 204; Tirmizî, Savm 52; İbn Mâce, Sıyâm 52; Dârimî, Savm

44; Ahmed b. Hanbel, V, 417, 419. "Kim Ramazan orucunu tutar ue peşin­den de ğeuual ayından altı gün oruç tutarsa..." (çev)

177 "Kim Ramazan orucunu tutar ue arkasından da ğeuual ayından başka günle takib ederse..."

132 MAHMUD TAHHAN-

Örnek: "'Âsim el-Ahvel [Jy-''^^ (^li.]"den gelen bir hadis buna örnektir: Bazıları bunda tashifte bulunarak; "Vâsıl el-Ahdeb [^j^Sfl ^yj>\jl'den" diye rivayet etmişlerdir.

jcc. Lafzı veya mânâsı açısından musahhaf: Lafzı veya mânası açısından musahhaf hadis iki kısma ayrılır. Şöyle ki:

1. Lafızda tashif [hata]: En çok meydana gelen bir hata çeşi­didir. Yukarda geçen örneklerdeki hatalar böyledir.

2. Mânâda tashif [hata]: Hata yapan râvînin, lafzı hâli üzere bırakması, fakat mânasını, murat edilenin dışında bir mâna ile anladığı için onu anlayışına delalet eden bir tefsirie açıklaması­dır.

Örnek: Ebû Mûsâ el-'Anezî'nin şu sözü buna örnektir:

"Biz şerefli bir kavimiz. Biz Aneze'deniz. Resûlüllah bize doğru namaz kıldı".™ Bununla şu hadis kastedilmiştir:

"Peygamber (s.a.) Aneze'ye doğru namaz kıldı".

Ebû Musa el-'Anezî, Peygamber (s.a.)'in kendi kabilelerine doğru namaz kıldığını sandı. Hâlbuki buradaki "'aneze" namaz kılanların önüne dikilen harbe dir.

jd. Hafız İbn Hacer'in Musahhaf Taksimi: Hafız İbn Hacer (Ö.852/1448) tashifi başka bir şekilde taksim ehniş ve iki kısma ayırmıştır. Şöyle ki:

1. Musahhaf: Yazı şekli değişmeksizin aynı kalmakla beraber, harflerin noktalama işaretlerinde meydana gelen değişikliktir.

178 Müs/im, Salât 250.

YENİ HADlS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 133

2. Muharref: Bu da yazı şekli değişmeksizin aynı kalmakla beraber, harflerin şeklinde meydana gelen değişikliktir.

je. Tashifin Râvîyi Yaralayıp Yaralamadığı Meselesi:

a. Tashif hatası râvîden nâdir olarak meydana geliyorsa bu durum onun zabtına zarar vermez. Çünkü az oranda meydana gelecek hata ve tashiften hiç kimse kurtulamaz.

b. Râvîde, tashif hatası çok olursa bu durum zabtına zarar verir. Böyle bir durum onun zabtının hafifliğine delalet eder. Zabt hafifliği ise güvenilir hadis ehlinin şanından değildir.

jf. Râvînin Çokça Tashife Düşmesinin Sebebi: Çoğu kez râvînin tashife düşmesinin sebebi, hadisi kitap ve sahifelerden alması, şeyh ve hocalardan bizzat işiterek almaması olmaktadır. Bundan dolayı hadis otoriteleri, hadisi kitap ve sahifelerden alan râvilerden hadis almaktan hep sakınmışlardır. Onlar hakkında şöyle demişlerdir: "Sahafîden hadis ahnmaz". Yani hadisi sahife­lerden alanlardan hadis alınmaz demektir.

jg. Tashîf İle İlgili Telif Edilmiş En Meşhur Eserler:

1-, Dârekuhıî (Ö.385/995): et-Tashîf

2- Hattâbî (Ö.388/998): Islahu hatai'l-muhaddisîn.

3- Ebû Ahmed el-Askerî (Ö.382/992): Tashîfâtü'l-muhad-disîn.

k. Şâz ve Mahfuz 0 > ^ l j iLiJl)

ka. Şâzzın Tanımı:

kal. Sözlükanlamı: Şâz sözcüğü, sözlükte, "tekkaldı" anla­mına gelen "şezze: JLi" fiilinden ism-i faildir. "Şâz"ın sözlük anla­mı ise "çoğunluktan aynidı, tek kaldı" demektir.

ka2. Terim anlamı: Hadis terminolojisinde, makbul olan bir

134 MAHMUD TAHHAN-

râvînin kendisinden daha makbul olan bir râvîye muhalif olarak rivayet ettiği hadise şâz denir.

kb. Tanımın Anlamı: Makbul râvî; "zabtı tam olan âdil" veya "zabtı hafif eksik olan âdil" râvi demektir. Tanımda geçen "kendisinden daha makbul kimse" demek; râvinin zabtının daha güçlü olması veya hadisi rivayet edenlerin sayılannın çok olması veya buna benzer tercih yönlerinin bulunması nedeni ile rivayetin daha çok tercihe şayan olması demektir.

Bununla beraber âlimler şâz hadisin tanımı konusunda ih­tilaf etmiş, farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Ancak yukarıdaki tanım Hâfız İbn Hacer'in (ö. 852/1448) tercih ettiği tanımdır O bu konuda: "İstılah yönünden şâz hususunda güvenilen tanım budur" " 9 , demektedir.

kc. Sazlığın Bulunduğu Yerler: Şâzlık, metin ve senedde olur.

a. Senedteh sazlığa örnek: "Tirmizî, Nesâî, ve İbn Mâce'nin > İbn Uyeyne tankıyla > Amr b. Dinar'dan > o da: Avsece'den > o da: İbn Abbas'tan naklettiği şu hadis buna örnektir:

"Resûlüllah (s.a.) döneminde bir adam vefat etti. Geriye, azat ettiği kölesinden başka bir varis bırakmadı".'^^'^

İbn Uyeyne muttasıl bir senedle İbn Cüreyc ve diğerierine mutabaat etmiş, Hammâd b. Zeyd ise bunlara muhalefet etmiş­tir. Hammâd bu hadisi > Amr b. Dînâr'dan > o da: Avsece'den İbn Abbas'ı zikretmeden munkatı olarak rivayet etmiştir.

Bundan dolayı Ebû Hatim (Ö.277/890), "mahfuz olan İbn

179 Bk. İbn Hacer, en-Nuhbe ve ğerhi, s. 37. 180 Ebû Dâvûd, Ferâiz 8; Tirmizî, Fcrâiz 14; İbn Mâce, Ferâiz 11; Ahmed h.

Hanbel, V, 347.

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 135

181 Ebû Dâvûd, Tatavvu' 4; Tirmizi, Mevâliît 194. 182 Râvinin ta'n sebeplerinin ikincisidir. 183 Râvinin ta'n sebeplerinin ikincisidir.

Uyeyne'nin hadisidir", demei<tedir. Hammâd b. Zeyd, adalet ve zabt sahibi râvîlerden biridir. Ancak buna rağmen Ebû Hatim sayı olarak daha çok olanların rivayetini tercih etmiştir.

b. Metindeki sazlığa örnek: Ebû Dâvûd ve Tirmizî'nin > Ab-duivâhid b. Ziyâd tarîkiyle > el-A'meş'ten > o da: Ebû Salih'ten > o da: Ebû Hureyre'den merfu olarak rivayet ettiği şu hadis buna örnektir:

K * ^ . ji- y:J^\ j^l ^ lll)i: "Sizden biriniz sabah na­mazını kıldığı zaman sağ yanı üzerine yatsın!"'^^'^

Bu hadisle ilgili Beyhâkî (Ö.458/1065) şöyle demektedir: Abdulvâhid burada birçok kişinin rivayetine muhalefet etmiştir. Halbuki âlimler bunu Peygamber'in (s.a.) sözü değil, fiili olarak rivayet etmişlerdir. Abdulvâhid A'meş'in sika arkadaşları arasın­da bu lafızla rivayetinde tek kalmıştır.

1. Cehâletü'r-Râvî (^şj\Jl ;Jl^l)i82-i83

la. Tanımı:

lal. Sözlükanlamı: "Cehalet" sözcüğü, sözlükte "bildi" anla­mına gelen « lOi^Mfi i l in in zıddı olan « j ^ u fiilinin mastarıdır. "Cahil olmak, bilmemek" demektir. "el-Cehâletü bi'r-râvî: « ı ^ j l Ü L f ^ b ) ,

râvîyi bilmemek, tanımamak demektir.

Ia2. Terim anlamı: Hadis terminolojisinde "cehâletü'r-râvî" demek, râvînin zâtını veya hâlini bilmemek, tanımamak, [zâü veya hâli hakkında bilgi sahibi olmamak] demektir.

Ib. Râvîyi Tanımamanın Sebepleri: Râvîyi tanımama­nın üç sebebi vardır:

136 MAHMUD TAHHAN-

Ibl. Râvîyi tanıtıcı sıfatlarının çok olması: İsim, künye, lakab, sıfat, zanaat, neseb gibi râvîyi tanıtıcı sıfatlar fazla olur, ancak on­lardan sadece biri ile meşhur olursa, fakat herhangi bir maksatla meşhur olduğu iş veya sıfatla değil başkası ile anıirsa; bu durum­da onun başka bir râvî olduğu sanılır. Netice itibarı ile râvînin halini bilememe gibi bir durum ortaya çıkar.

Ib2. Rivayetlerinin az olması: Rivayetlerinin az olması nede­ni ile ondan hadis alımı pek olmaz; hatta bazan ondan sadece bir kişi rivayet etmiş olur.

Ib3. İsminin açıkça belirtilmemiş olması: Bazan ihtisar ve benzeri sebeplerle râvînin ismi açıkça belirtilmemiş olur. İsmi açıkça belirtilmemiş olan râvîye "mübhem" denir.

Ic. Örnekler:

Icl.. Râvînin sıfatlarının fazla olmasına örek: "Muhammed b. es-Sâib b. Bişr el-Kelbî" buna bir örnektir. Şöyle ki: Bazıları bu şahsı dedesine nisbet ederek "Muhammed b. Bişr" demişler; bazıları da "Hammâd b. es-Sâib" diye isimlendirmişlerdir. Yine bazıları onu "Ebu'n-Nasr", bazıları "Ebû Saîd", bazılan da "Ebû Hişâm" diye künyelemişlerdir. Böylece bir şahsı temsil eden bir­den çok isim ve künyenin bir cemaat olduğu sanılmıştır, halbuki o bir kişidir.

Ic2. Râvînin rivayetinin ve kendisinden rivayet edenlerin az­lığına örnek: "Ebu'l-Aşara ed-Dârimî" buna örnektir. Bu şahıs tabiîlerdendir. Kendisinden Hammâd b. Seleme'den başkası rivayette bulunmamışür.

Ic3. Râvinin isminin açıkça belirtilmemiş olmasına örnek: Bir râvînin, "Fi/an bana haber verdi" veya "bir adam bana haber verdi" veya benzeri ifadeler kullanarak yaptığı rivayetler buna örnektir.

İd. Meçhulün Tanımı: Meçhul, zâtı veya sıfaü bilinmeyen kimse demektir. Bunun mânası şudur: Râvinin ya zâtı veya şah-

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 137

siyeti bilinmiyor; Veya şahsiyeti biliniyor fakat sıfatı yani adaleti ve zabtı hakkında bir şey bilinmiyor demektir.

Ic. Meçhul Çeşitleri: Meçhulün üç çeşidi bulunduğunu söylemek mümkündür. Şöyle ki:

lel.. Meçhûl'ü'l-'Ayn:

1. Tanımı: İsmi bilinen fakat bir tek kişiden başka râvisi bulunmayan kimseye mechûlü'l-'ayn denir.

2. Rivayetinin Hükmü: Meçhûlü'l-'ayn vasfına sahip olan bir râvînin, tevsîk edilmedikçe rivayeti kabul edilmez.

3. Nasıl Tevsîk Edildiği: Meçhûlü'l-'ayn olan bir râvî, iki yol­dan biri ile tevsîk edilir:

a. Onu ya kendisinden rivayette bulunandan başka birisi tevsîk eder.

b. Ya da cerh ve tadîl ehli olmcik şartıyla kendisinden rivayette bulunan birisi tevsîk eder.

4. Rivayet Ettiği Hadisin Özel Bir İsmi Var mı?: Meçhûlü'l-'ayn olan bir râvinin rivayet ettiği hadisin özel bir ismi yoktur; ancak rivayet ettiği hadis, zayıf hadis türlerinden biridir.

Ie2. Meçhulü'l-Hâl: (Buna mestur adı da verilir): ( J U i J

1. Tanımı: Kendisinden iki veya daha çok kişinin rivayette bulunduğu halde tevsîk edilmemiş râviye mechûlü'l-hâl denir.

2. Rivayetinin Hükmü: Cumhurun benimsediği doğru görü­şe göre meçhûlü'l-hâlin rivayeti reddedilir, kabul edilmez.

3. Rivayet Ettiği Hadisin Özel Bir İsmi Var mı?: Mechûlü'l-hâlin rivayet ettiği hadisin özel bir ismi yoktur; ancak rivayet etti­ği hadis, zayıf hadis tüderinden biridir.

Ie3. Mübhem:

Hadis âlimleri ona her ne kadar özel bir isim veriyor ise-

138 MAHMUD TAHHAN-

1er de, aslında mübhem i meçhul nevilerinden biri olarak kabul etmek mümkündür. Zira onun gerçek durumu meçhulün gerçek durumuna benzemektedir.

1. Tanımı; Hadiste ismi açıkça belirtilmeyen kimseye müb­hem denir,

2. Rivayetinin Hükmü: Kendisinden rivayette bulunan râvî, onun adını açıkça belirtmedikçe yahut isminin açıkça yer aldı­ğı başka bir rivayet kanalıyla adı bilinmedikçe, mübhem râvînin rivayet ettiği hadis kabul edilmez.

Rivayetinin red edilme sebebi, zatının bilinmemesidir. Çünkü adı bilinmeyen bir râvînin, zâtı ve adaleti hiç bilinmez. Netice itibarı ile böyle bir durumda olan bir râvînin de rivayeti kabul edilmez.

3. Ta'dîl Lafzı ile Kapalı Geçilen Bir Şahsın Rivayeti Kabul Edilir mi?: Kendisinden rivayette bulunan râvinin, "ahberenî es-sika: «oUıiı j ^ î » : bana sika rivayet etti" gibi bir ifade kullanması buna örnektir.

Bunun cevabı şudur: Sahih olan görüşe göre böyle bir râ­vînin rivayeti kabul edilmez. Çünkü bu râvî, bazan ta'dilde bu­lunana göre sika olmakla beraber başkasının nezdinde sika ol­mayabilir.

4. Rivayet Ettiği Hadisin Özel Bir İsmi Var mı?: Evet, müb­hem râvinin rivayet ettiği hadisin özel bir ismi vardır; ve ona "mübhem" adı verilir. Mübhem hadis, senedinde ismi açıkça belirtilmeyen bir râvînin bulunduğu hadis demektir. Beykûnî (ö. 1080/1669) Manzûme'sinde şöyle demektedir:

"Mübhem, senedinde adı belirtilmemiş râvînin bulunduğu hadistir".

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 139

If. Râvînin Bilinmeme Sebepleri Hakkmda Telif Edilen En Meşhur Eserler:

Ifl. Sıfatlan çok olan râuilerle ilgili olanlar: Hatîb (Ö.463/1070) bu konuda "Mûdihu evhâmi'l-cem' ue't-tefrîk" adlı bir eser telif etmiştir.

1/2. Rivayetleri az olan râvilerle ilgili olanlar: Bu sahada "Kitâbu7-ı;uhdân" adı verilen eserler yazılmıştır. Kendisinden sa­dece bir kişinin rivayette bulunduğu râvîleri ihtiva eder. İmâm Müslim'in (ö.261/874)"eZ-Viihdân" isimli eseri bunlardan biridir.

//3. Adları açıkça belirtilmemiş râvilerle ilgili olanlar: Bu ko­nuda da "el-Mübhemât" adı altında eseder te'lif edilmiştir.

-Hatîb el-Bağdâdî'nin (Ö.463/1070) - "el-Esmâu'l-mübheme fî'l-enbâi'l-muhkeme"si,

-Veliyyuddîn el-lrâkî'nin (Ö.826/1422)- "el-Müstefâd min müb-h°mâti'l-metni ve'l-isnâd"ı birer örnektirler.

m. Bid'at (^^JJI)

ma. Tanımı:

mal. Sözlük anlamı: Bid'at sözcüğü "bede'a: j j b " fiilinden mastardır. Kâmus'ta belirtildiği üzere "ibteda'a: ^âLV' fiili gibi "imal etmek, üretmek" anlamındadır.

ma2. Terim anlamı: Kemale erdikten sonra dinde oluşturu­lan yenilik veya Hz. Peygamber'den sonra imaledilen arzu ve amellere bid'at denir.

mb. Çeşitleri: Bid'at iki çeşittir.

mbl. Küfre Götüren Bid'at: Yani böyle bir bid'aün sahibi bu bid'aü sebebiyle tekfîr edilir [küfre girer]. Mesela küfrü gerek-

184 Ravinnin ta'n sebeplerinin dokuzuncusudur

140 MAHMUD TAHHAN-

tiren bir şeye inanması böyledir. Burada kesin olan şudur: Kim mütevâtir bir yolla gelen ve dinden olduğu zarurî olarak bilinen şer'i bir meseleyi inkar ederse veya aksine inanırsa böyle bir kim­senin rivayeti reddedilir, kabul edilmez'^^.

mfa2. Fısfca Düşüren Bid'at: Böyle bir bid'aü işleyen kimse, işlediği bu bid'at küfrünü kesinkes gerektirmediği halde onun fa-sıklıkla [günahkârlıkla] itham edilmesine sebep olur.

mc. Bid'atçının Rivayet Ettiği Hadisin Hükmü:

a. İşlediği bid'at küfrü gerektiren bir bid'at ise; rivayeti red­dedilir.

b. İşlediği bid'at fıska düşürücü bir bid'at ise; cumhurun benimsediği sahih görüşe göre rivayeti ancak iki şartla kabuledi-lebilir. Şöyle: Bid'atçı:

1. Bid'atına davet edici olmayacak,

2. Bid'aüna özendirici rivayetlerde bulunmayacak.

md. Bid'atçmm Rivayet Ettiği Hadisin Özel Bir İsmi Olup Olmadığı: Bid'atçının rivayet ettiği hadisin özel bir ismi yoktur. Ancak bilindiği gibi rivayet ettiği hadis, kabul edilmeyen hadis tüderindendir. Onun rivayetleri az önce zikrettiğimiz şart-laria ancak kabul edilir.

n. SÛ'u'l-Hıfz (İLUJI .^)186-187

na. Seyyiu'l-Hıfzın Tanımı: Rivayetinde isabet ettikleri­nin hata ettiklerinden daha fazla olduğuna ihtimal verilmeyen kimseye seyyiu'l-hıfz denir.

185 Bk. İbn Hacer, en-Nuhbe ue ğerhi, s. 52. 186 Râvinin ta'n sebeplerinden onuncu ve sonuncusudur. 187 Râvinin ta'n sebeplerinden onuncu ve sonuncusudur.

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 141

nb. Çeşitleri: Seyyiu'l-hıfz iki şekilde olur:

a. Hafızanın yetedi olmama hâli râvide ya hayatının ba­

şından beri mevcut olur ve bu durum bütün hallerinde devam

eder. Bazı hadisçilere göre bu şekilde hafızası yeterli olmayan bir

râvinin verdiği habere şâz adı verilir.

b. Ya da; hafızanın yeterli olmama hâli râvîde sonradan

meydana gelir. Bu da ya yaşlılığından veya görme duyusunu

kaybettiğinden veya kitaplarını yaktığından dolayı olur ki bu du­

ruma "el-muhtelat" adı verilir.

nc. Rivayetinin Hükmü:

a. Hafızasının yeterli olmama hâli hayatının başından beri mevcut olan bir râvinin rivayet ettiği hadisin hükmü: Bu şahıs

sû'u'l-hıfz üzere yetişen bir kimsedir. Onun için rivayeti reddedi­

lir, kabul edilmez.

b. Hafızasının yeterli olmama hâli sonradan meydana gelen râvînin [muhtelitin] rivayet ettiği hadisin hükmü: Muhtelitin

rivayeti hakkındaki hükmün ayrıntıları vardır? Şöyle ki:

1. Râvinin, ihtilafa uğramadan önce rivayette bulunup da

söz konusu edilen rivayeti ihtilattan önce yapıldığı açıkça belli

ise, bu rivayet makbuldür.

2. Râvinin ihtilattan sonra yaptığı rivayetler merduttur, kabul

edilmez.

3. Rivayetin ihtilattan önce mi yoksa sonra mı gerçekleşti­

ği kesin belli değil ise bu durum açıkça ortaya çıkıncaya kadar

böyle bir râvinin rivayetleri hakkında tevakkuf edilir.

142 MAHMUD TAHHAN-

ni. MAKBUL İLE MERDÛD ARASINDA MÜŞTEREK O L A N HABER

A. KAYNAĞINA GÖRE HABERİN KISIMLARI

Kaynağına göre haber dört kısma ayrılır: Kudsî, merfû, mev­kuf, maktu.

Bu kısımlar burada tafsilatlı bir şekilde sırayla ele alınacaktır.

1. Kudsî hadis ( ^ A Ü I ^ > > J l )

a. Tanımı:

aa. Sözlük anlamı: Kâmus'ta belirtildiği gibi^^^ el-kudsiyyu: ((j*j--JİJb): kudsilik, "el-kuds: ^JJ^\"e yani "nezih, temiz olan" a nis-betledir. Kudsî hadis, sözlükte "kudsî zâta ait olan söz" demektir O kudsî zât da subhân olan Allah Tealâ'dır.

ab. Terim anlamı: Resûlüllah'm Rabb'ine (azze ve celle) isnâd ederek söyleyip, Hz. Peygamber'den bize nakledilen hadi­se Kudsî hadis denir.

b. Kudsî Hadis ile Kur'an Arasındaki Fark: Kudsî hadis ile Kur'an arasında birçok farklar vardır. En yaygın olanları şunlardır.

1. Kur'ân'ın lafzı ve mânâsı Allah'tandır. Kudsî hadisin mânası Allah'tan lafzı Peygamber'dendir.

2. Kur'ân'ın tilâvetiyle ibâdet edilir, kudsî hadisin tilâvetiyle taabbud olunmaz.

3. Kur'ân'ın subûtunda tevatür şart koşulur; hadis-i kudsînin subûtunda tevatür şartı koşulmaz.

c. Kudsî Hadislerin Sayılan: Nebevî hadislerin sayısına

188 1,248

-YENİ HADlS USÛLÜ {TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 143

oranla kudsî hadislerin sayısı fazla değildir. Kudsî hadislerin sayısı 200'den fazladır.

d. Örnek: Müslim'in, Sahîh'inde tahnc ettiği şu hadîs kudsî hadise bir örnektir: Ebû Zer > Nebî (s.a.)'den > o da: Allah Tebâreke ve Tealâ'dan rivayetle şöyle buyurdu:

"£y kullarım. Ben zulmü kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Birbirinize zulmetmeyiniz... "^^^

e. Rivayet Lafızları: Kudsî hadisi rivayet eden râvînin kullanacağı iki siga vardır; Hadisi dilediği ile rivayet edebilir. Şunlardır:

1. « J ^ j y- 'ij ^ ^jy. (»J—j ı*! j J ^ » : "Peygam­ber (s.a.) Rabbi Azze ve Celle'den rivayetle şöyle buyurdu";

. I j j U-J JUJ M JU»: 'A//ah Tea/â, Resû/ünün kendisinden rivayetle şöyle buyurdu".

f. Kudsî Hadis Konusunda Telif Edilen En Meşhur Eserler:

-Abdurraûf el-Münâvî (Ö.1031/1622): el-İthâfâtü's-seniyye bi'l-ehâdîsi'l-kudsiyye. Münâvî bu kitapta 272 hadisi bir araya getirmiştir.

2. Merfû' ( ^ y ^ l )

a. Tanımı:

aa. Sözlük anlamı: Merfû sözcüğü, "re-fe-'e: ^ j » " fiilinden ism-i mef'uldur. İndirmek, aşağı bırakmak, yere koymak anla­mına gelen "va-da-'a: fiilinin zıddıdır. Sanki merfû hadis, yüksek makam sahibine nisbetle bu kelime ile isimlendirilmiştir. Söz konusu yüksek makam sahibi de Hz. Peygamber'dir .

189 Müs/im, Bin-55; (Nevevî şerhi ile beraber], XVI, 131 vd.

144 MAHMUD TAHHAN-

ab. Terim anlamı: Hadis terminolojisinde Hz. Peygamber'e izafe edilen söz, fiil, takrîr veya sıfat a merfû hadis denir.

b. Tanımın Açıklaması: Merfû tâbiri, Peygamber'e (s.a.) izafe edilen şey demektir. Peygamber'e (s.a.) izafe edilen şey; ister söz, ister fiil, ister takrîr, ister sıfat olsun; izafe eden de ister sahâbî, ister sahâbînin altında biri olsun; bu isnâd ister muttasıl, ister munkatı olsun farketmez. Merfû kapsamına mevsûl, mur­sel, muttasıl, munkatı dahildir. Gerçekte yaygın olan uygulama budur Burada, merfû'un neliği ve tanımı konusunda başka gö­rüşler de vardır.

c. Çeşitleri: Tariften de anlaşıldığı gibi merfûun dört çeşidi vardır. Şöyle ki:

1. Kavlî merfû [sözlü-merfû],

2. Fiilî merfû [fiil-merfû], 3. Takrîrî merfû [takrîr-merfû], 4. Vasfı merfû [sıfat-merfû].

d. Örnekler:

da. Kavlî merfû'a örnek: Sahâbî veya sahâbî dışında biri­sinin, « l i s ' pJ_-j ALIL 41İ J ^ J J L : . . . ) ) : "Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurdu..." diyerek naklettiği söz buna örnektir.

db. Fiilî merfû'a örnek: Sahâbî veya sahâbî dışında birisinin i(\JS pJL.j *ııl 4DI Jj^j Jiî...)): "Resûlüllah (s.a.) şöyle yaptı..." diyerek naklettiği fiil buna örnektir.

dc. Takrîrî merfû'a örnek: Sahâbî veya ondan başka birisinin ıdi^ (JL-J «Jl* ALIL ^ \ jJ...))-. "Peygamber (s.a.)'in huzu­runda şöyle yapıldı..." deyip de ondan bu fiili kabul etmediğine dair bir şey nakletmemesi buna örnektir.

dd. Vasfî merfû'a örnek: Sahâbî veya sahâbî dışında biri­sinin ((Ui^ ıj-ÜI j ^ ^ î |JL_J « J * *ul 4ÜI J_^j ö\S...)): "Peygamber (s.a.) insanlann en güzel ahlâklısı idi..." diyerek bir vasfını zikret­mesi buna örnektir.

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 145

3. Mevkuf

a. Tanımı:

aa. Sözlükanlamı: "Mevkuf" sözcüğü sözlükte, durmak, dikil­mek anlamına gelen "vakf: <ji^ı" kelimesinden ism-i mef'uldur. Adeta râvî hadisi sahâbîde durdurmuş, isnâd silsilesinin geri kalan kısmını zikretmemiş olmaktadır.

ab. Terim anlamı: Sahâbîye izafe edilen söz, fiil veya takrir e meukûf hadis denir.

b. Tanımın Açıklaması: Mevkuf hadîs, bir veya bir grup sahâbîye izafe edilen şeydir. Onlara izafe edilen bu şey söz, fiil veya takrîr olabilir; senedi muttasıl veya munkatı olabilir, sonuç değişmez.

c. Örnekler:

ca. Kaulî meukûfa örnek: Râvînin; "Ali b. Ebî Tâlib (r.a.); «i l^j j İ l ^'jSZ üi üjljJÎ üjiJî U J IJJJ-n: 'İnsanlara anlayabile­cekleri şeyleri anlatınız. Allah'ın ve O'nun Resulünün yalanlan­masını ister misiniz?''^^ dedi", diyerek naklettiği Hz. Ali'ye ait bu söz, buna örnektir.

cb. Fiilî meukûfa örnek: Buhârî'nin, <(^^ ytj ,^1 (.î» : "İbn Abbas teyemmümlü iken imamlık yapmıştır"'^', şeklindeki sözü buna örnektir.

cc. Takrîrî mevkufa örnek: Bazı tabiîlerin "sahâbîlerden biri­nin önünde şöyle yaptım da bana bir itirazda bulunmadı." gibi sözleri buna örnektir.

d. Mevkuf Tabirinin Başka Bir Mânâda Kullanımı: "Mevkuf" tabiri, takyîd edilmek sureüyle sahabe dışmdakiler-den gelen haberier için de kullanılır. Mesela, «üt ti <aj vioj^ ll*

190 Buhârî, İlm 49. 191 Buhârî, Teyemmüm 6 [bab başlığı].

146 MAHMUD TAHHAN-

. lU ^ j î ^ _ ^ J \ Jj^r. "Bu fülânm Zuhn'ye vakfettiği veya Ata'da ' durdurduğu hadistir", gibi ifadelerle yapılan nakiller böyledir

e. Horasan Fâkihlerinin Kullandıkları Terim: Horasan fâkihleri: a) 'Merfû"a haber, b) 'Mevkufa eser adını vermişler dir.

Muhaddislere gelince, onlar bunların hepsine "eser: «^'î adı­nı verirler. Çünkü eser tabiri, "onu rivayet ettim" yani "naklettim" anlamına gelen "esertü'ş-şey': -jlıi] CJJV ifadesinden alınmıştır,

f. Hükmen Merfû'a Taalluk Eden Bazı Ayrıntılar: Bu rada, lafız ve şekil olarak mevkufun bazı şekilleri söz konusudur, Fakat hakikatlerini inceleyen bir müdekkik onların merfû hadis anlamında olduklarını görür. Bundan dolayı âlimler bunlara "hükmen merfû" adını vermişlerdir. Yani lafzan mevkuf, hükmen merfû duriar.

Hükmen murfûnun bazı şekilleri şöyledir:

a. Kitap ehlinden nakiller yapmakla maruf olmayan bir sahabenin, içtihada elverişli olmayan bir konuda veya dil ile ala­kalı bir beyana yahut garip bir şeyin izahına taalluk etmeyen bir hususta söylediği sözler.

Örneğin:

1. Sahabenin geçmiş olaylardan haber vermesi: Yaratılışın başlangıcından bahseden sahabe sözleri buna örnektir.

2. Sahabenin gelecek olaylardan haber vermeksi: Melâhim [savaş], fitne ve kıyamet gününün ahvâlinden söz eden sahabe sözleri buna örnektir.

3. Sahabenin bir şeyin yapılmasıyla özel bir sevabın ueyo özel bir cezanın taalluk edeceğinden haber vermesi: Kim şöyle

192 Zührî ve 'Atâ tabiîlerdendirler.

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 147

193 Buhârî, Nikâh 96; Müslim, Talâk 26-28. 194 Buhârî, Cihâd 132, 133. 195 Buhârî, Ezan 1-3, Enbiyâ 50; Müslim, Salât 2,3, 5; Ebû Dâvûd, Salât 29;

Tirmizî, Salât 27; Nesâî, Salât 2; İbn Mâce, Ezan 6; Dârimî, Salât 6; Ahmed b. Hanbel, 111, 103, 189.

yaparsa şu kadar sevap kazanır kabilinden sahabe sözleri buna örnektir.

b. Sahâbînin ictihâd alanına girmeyen bir konuda bir uygu­lamada bulunması.

Hz. Ali'nin, kıldığı kusûf namazının her rekatında iki rukûdan daha fazla rukûda bulunması buna örnetir.

c. Herhangi bir sahâbînin, aralarında şöyle şöyle söyledikleri veya şöyle şöyle yaptıkları veya şunda sakınca görmedikleri şek­linde verdiği habeder:

1. Eğer sahâbî haberi Peygamber'in (s.a.) zamanma izafe ediyorsa sahih olan görüşe göre o merfûdur. Câbir'in (r.a.); «1:5 |Ju.j iBi J l ^ 41İ J j . - j ^ Jjj Jn: "Biz Resûlüllah'm zamamnda azil yapardık"'^^ şeklindeki sözü buna örnektir.

2. Eğer sahâbî haberi Peygamber'in (s.a.) zamanına izafe etmiyorsa cumhura göre o haber mevkuftur. Câbir'in (r.a.); «1:5

lilj c U ü j b ^ lil»: "Bizler (yolculuğumuzda) bir yükseğe çıktığımız zaman tekbir getirirdik. Yüksek bir yerden aşağa indi­ğimiz zaman da 'subhânellah' derdik"'^^* şeklindeki sözü buna örnektir.

d. Sahâbînin, «llî iıJl <\JS ıliiC Uyh): Şöyle şöyle emrolunduk, şöyle şöyle yapmaktan nehyedildik, şöyle yapmak sünnettir" gibi ifadeleri kullandığı hususlar.

Mesela bazı sahâbîlerin « ^ l i ) ( ı yy_j ı j i i V l ö\ 0"% >î)): "Bilâl ezanı çifter çifter söylemekle, ikâmeti de teker teker söyle­mekle emrolundu" gibi sözleri ile; Ümmü Atıyye'nin (r.ah.); «Uf. ^jjL' j J j ı > ' l > J i ^Ul JC- L ^ ' d : "Cenazenin peşinden gitmekten

148 MAHMUD TAHHAN-

nehyolunduk. Ve bu bize kesin olarak emrolunmadı"'^^^ sözü; Ebû Kılâbe'nin Enes'ten (r.a.) naklettiği; « 'jkj\ J^^ı ^jy: lîl ;!iJl ^

LÂÖIt ^liî L- iJl Jii)): "Dulun üzerine bekârla evlenen kimsenin onun yanında yedi gün kalması sünnettir"'^'^'' sözü, bu konuya örnektirler.

e. Râvînin, bir hadiste sahâbîyi zekrettiğinde şu dört kelime­den birini kullanması: "i'ljj _,î iA^_ J lÜî^J".

Örnek: « ^ V l JLLJ Ujî ö : i l j j îy._^ j_j;î jt- ^y^Vl»: A'rec'in > Ebû Hureyre'den (r.a.) rivayetle naklettiği; "Gözleri küçük[çekik] olan bir kavimle savaşacaksınız" ı^ , hadisi buna örnektir.

f. Bir sahâbînin bir âyetin nuzûl sebebi ile ilgili yaptığı açıkla­malar. Mesela Câbir'in (r.a.) şu sözü buna örnektir:

"Yahijdîler şöyle diyordu: 'Kim bir kadına arka taraftan ön mahaline yaklaşırsa doğacak çocuk şaşi olur'. Daha sonra Allah Teala şu ayeti indirdi: 'Kadınlarınız sizin tarlalarmızdır..'"

g. Mevkuf Hadisin Delil Olarak Kullanılıp Kullanıl­mayacağı: Mevkuf hadis -bilindiği gibi- bazen sahih, bazen hasen, bazen de zayıf olabilir. Ancak sıhhati sabit olursa onun­la ihticac edilebilir mi sorusu söz konusudur. Bunun cevabı, "mevkufta asi olan onunla ihticac edilmez" şeklindedir Çünkü mevkuf hadis, sahabenin söz ve fiilleridir. Ancak -mursel bahsin­de belirtildiği gibi- sıhhati sabit olursa bazı zayıf hadisleri kuvvet­lendirebilir. Çünkü sahabe sünnetle amel etme durumundadır.

196 Buhârî, Hayz 12, Cenâiz 29, İ'tisâm 28; Müslim, Cenâiz 34, 35; Ebû Dâ­vûd, Salât 241; İbn Mâce, Cenâiz 50; Ahmed b. Hanbel, VI, 408, 409, V, 85.

197 Buhâri, Nikâh 100, 101; Müslim, Radâ' 43-45. 198 Buhârî, Cihâd 95, 96, Menâkıb 25; Ebû Dâvûd, Melâhim 9. 199 Müslim, Nikâh 117.

-YENİ HADlS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 149

Şu kadar var ki, mevkuf hadisin bazı zayıf hadisleri kuvvetlen­dirme meselesi, onun hükmen merfû olmaması durumundadır. Yoksa merfû hükmünde olması halinde o zaten merfû gibi hüccet kabul edilir.

4. Maktu (f^>iJi)

a. Tanımı:

aa. Sözlük anlamı: "Maktu" sözcüğü sözlükte ; bir şeyi kes­mek, kesip koparmak, yarmak, ayırmak anlamına gelen "ka-ta-'a: ^ " fiilinden ism-i mef'uldur. "Birleştirmek, bir araya getir­mek" anlamına gelen "va-sa-la: J^j)" fiilinin zıddıdır.

ab. Terim anlamı: Terimsel mânâda, tabiîye^"" veya tabiîden daha aşağıdakine izafe edilen söz veya fiile maktu hadis denir.

b. Tanımın Açıklaması: Maktu hadis; tabiîye veya tebe-i tabiî ye yahut daha aşağıdaki birine nisbet ya da isnâd edilen söz veya fiil e denir. Maktu hadis bir munkatı hadis çeşidi değildin Çünkü maktu, metnin sıfatı; munkatı' ise isnadın sıfatıdır. Yani maktu hadis, tabiî veya daha sonraki tabakada yer alan birinin sözüdür ve sened de bu tabiîye pek alâ muttasıl olarak ulaşmış olabilir. Munkatıda ise, hadisin isnadı muttasıl değildir. Kesintisiz bir şekilde metinle bağlantısı yoktur.

c. Örnekler:

ca. Kavlî maktu a örnek: Bid'atçının arkasında namaz kıl­makla ilgili Hasan el-Basrî'nin, « İ İ P İ *JLtj jj.»: "Kıl! [Arkasında namaz kıldığın şahsın] Bid'atı devam ediyor olsa da!" ^oı sözü buna örnektir.

cb. Fiilî maktû'a örnek: İbrahim b. Muhammed b. el-Mun-

200 Tabiî, salıâbî ile müslüman olarak karşılaşan ve müslüman olarak ölen kimse demektir. Nitekim daha önce geçmişti.

201 Buhârî, Ezan 56.

150 MAHMUD TAHHAN-

teşir'in, «pj LJij -C^LÖ ^ J - i j < U İ J ö l ^ » :

"Mesruk kendisi ile ailesi arasındaki perdeyi sarkıtırdı [onlardan uzak dururdu]. Namaza yönelir ue onları dünyaları ile başbaşa bırakırdı"^^^, sözü buna örnektir.

d. Maktu Hadisle İhticac Etmenin Hükmü: -Söyleye­

nine nisbeti kesin de olsa- şer'î hükümlerin hiç birinde maktu ha­

disle ihticac edilmiz. Çünkü maktu hadis, müslümanlardan her­

hangi birinin sözü veya fiilidir. Fakat burada, mesela bazı râvîler

tabiîyi zikredederken gibi bir ifade kullanır ve bu şekilde

merfûa delalet eden herhangi bir karine bulunursa, o zaman bu

maktûa 'hükmen merfû mursel' olarak kabul edilir.

e. "Mevkuf" Tabiri İle "Munkatt" nm Kastedilmesi:

Şafiî (Ö.204/819) ve Taberânî (Ö.360/970) gibi bazı muhaddisler "maktu" lafzını mutlak zikrederek onunla isnadı muttasıl olma­yan munkatı' hadisi kastetmişlerdir. Ancak onların bu terimi bu mânada kullanmaları, yaygınlık kazanmamış bir ıstılahtır. Şafiî, ıstılah henüz yerieşmeden önce bunu söylemiş olmasından dola­yı mazur görülebilir. Ancak Taberânî'nin bunu böyle kullanması, onun ıstılaha göz yumduğu olarak kabul edilir.

f. Mevkuf ve Maktû'un Çokça Bulmıduğu Kaynaklar:

1- İbn Ebî Şeybe (Ö.235/849): Musannef

2- Abdurrezzâk (ö.211/827): Musannef

3- İbn Cerîr (Ö.310/922), İbn Ebî Hatim (Ö.327/939) ve İbnu'l-Mubârek'in (ö. 181/797) -Tefsirleri.

202 Ebû Nuaym, Hilyetu'l-eulivâ, II, 96.

-YENİ HADlS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 151

B. MAKBUL İLE MERDUD ARASINDA MÜŞTEREK O L A N DİĞER HABER ÇEŞİTLERİ

1. Müsned (Oi—Jl)

a. Tanımı:

aa. Sözlük anlamı: "Müsned" sözcüğü, sözlükte "izafe et­mek" veya "nisbet etmek" anlamına gelen "es-ne-de:İL:.!" fiilin­den ism-i mef'uldur.

ab. Terim anlamı: Merfû [kesintisiz] olarak senedi Peygam-ber'e (s.a.) ulaşan hadise müsned hadis denir^o .

b. Örnek: Buhârî'nin tahric ettiği şu hadis buna örnektir: (Buhârî dedi ki:) "Bize Abdullah b. Yûsuf tahdis etti. > O da: Mâlik'ten > o da: Ebû Zinâd'dan > o da: A'rec'den > o da: Ebû Hureyre'den almış. > Dedi ki: Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurdu:

« l i f i i i - i i l i M j 0 j l ı l ı»

"Köpeksizden birinizin kabından içerse, onu yedi kere yıka-s,n/"204

Bu hadis, senedi başından sonuna kadar muttasıl [kopuk­suz] ve Peygambere ref edilmiş [nisbet edilmiş] bir hadistir.

2. Muttasıl ( J - ^ i )

a. Tanımı:

aa. Sözlük anlamı: Muttasıl sözcüğü sözlükte; bideşmek, bağlanmak, temas halinde olmak anlamına gelen "it-te-sa-le:

203 Bu tarif, Hâkim'in ileri sürdüğü tariftir. İbn Hacer de bunu benimseyerek Nuhbe'de kesin bir üslûpla ifade etmiştir. Burada müsncdin başka tarifleri de vardır.

204 Buhârî, Vudû 33.

152 MAHMUD TAHHAN-

" fiilinin ism-i failidir. Kopukluk anlamına gelen "in-ka-ta-a: .Jaii))" fiilinin zıddıdır. Bu türe ayrıca "mevsûl" da denir.

ab. Terim anlamı: -Merfû olsun mevkuf olsun- senedi mutta­sıl [kopuksuz] olan hadise muttasıl hadis denir.

b. Örnek:

ba. Merfû-muüasıla örnek: Mâlik > İbn Şihâb'dan > o da: Salim b. Abdullah'tan > o da: babasından > o da: Resûlüllah'tan; "O şöyle buyurdu: ' '".

bb. Mevkûf-muttasıla örnek: Mâlik > Nâfî'den > o da: İbn Ömer'den: "O şöyle dedi: '... '".

c. Tabiînin Sözüne Muttasıl Adı Verilir mi?: Irâkî (Ö.806/1403) şöyle demektedir: "Senedler muttasıl bir şekil­de tabiîlerin sözlerine bitiştiğinde, onlar bu sözlere, mutlak bir ifade ile muttasıl adını vermezlerdi. Ancak, tabiî sözlerine kayıtlı bir şekilde muttasıl adını vermek caizdir. Nitekim onların ifade­lerinde de bu böyle yer almaktadır. Mesela 'bu söz Saîd b. el-Müseyyeb'e veya Zührî'ye veya Mâlik'e... muttasıldır' şeklindeki ifadeleri böyledir. Buradaki inceliğin tabiî nin sözlerine "mekâtî"' adının verilmesinde saklı olduğu söylenmektedir. Nitekim onlara, mutlak olarak muttasıl adını vermek, sözlüksel mânada zıt olan iki şeyi tek bir şeyle vasfetmek gibi olur".

3. Ziyâdâtü's-Sikât ( o L U l o b L j )

a. Ziyâdâtü's-Sikâttan Maksat: "Ziyâdât: oljLj" sözcü­ğü, "ziyâde: ;ibj"nin çoğulu; "sikât: ol i ' " da "sika: ai'"nın ço­ğuludur. Sika "adalet" ve "zabt" sahibi râvîlere denir. Sikanın ziyâdesinden maksat, bazı sika râvîlerin rivayet ettikleri bir ha­disi, diğer bazı sikalar da rivayet ederken bunların rivayetinde gördüğümüz ziyâde leıfızlardır.

b. Sika Râvilerin Ziyâdelerinin Bilinmesine Özen Gösterenlerin En Meşhurleırı: Bazı sika râvîlerin bazı hadis-

YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 153

205 Bk. İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-hadîs, s. 77; Hatîb, cZ-Ki/âye, s. 424. vd.

lerde yaptıkları ziyâdeler, âlimlerin hayli dikkatini çekmiştir. Bu durum onları araştırmaya sevketmiş, söz konusu ziyâdeleri bir araya getirip bilinmelerine özen göstermişlerdir. Bu alanda şöh­ret bulan bazı otoriteler şunlardır:

a. Ebû Bekr Abdullah b. Ziyâd en-Nîsâbûrî;

b. Ebû Nu'aym el-Cürcânî;

c. Ebu'l-Velîd Hasan b. Muhammed el-Kureşî.

c. Ziyâdelerin Bulunduğu Yerler:

1. Ziyâde Metinde Bulunur: Metindeki bu ziyâde, bir kelime ya da bir cümle ziyâdesi şeklinde olabilir.

2. Ziyâde İsnadda Bulunur: İsnâddaki bu ziyâde, mevkuf hadisin merfû veya mursel hadisin mevsûl olarak gösterilmesi şeklinde olabilir.

d. Metindeki Ziyâdenin Hükmü: Âlimler, metindeki zi­yâdenin hükmü konusunda farklı görüşler ileri sürerek ihtilaf et­mişlerdir. Şöyle ki:

1. Metindeki ziyâdeyi mutlak olarak kabul edenler vardır.

2. Metindeki ziyâdeyi mutlak olarak reddedenler vardır.

3. Râvîsi hadisi önceleri ziyâdesiz, daha sonra ziyâdeli rivayet etmişse; böyle bir râviden gelen ziyâdeyi reddedip başkalarından gelen ziyâdeyi kabul edenler vardır^"^.

İbnu's-Salâh (Ö.643/1245), kabul ve red açısından ziyâdeyi üç kısma ayırır. Bu güzel bir taksimdir. Nevevî (ö.676/1277) ve başkaları da bu taksime kaülmışlardır. Taksim şöyledir:

1. Sika râvîlerin -veya daha sika bir râvînin- rivayetine ters düşmeyen ziyâde: Böyle bir ziyâdenin hükmü kabul yönündedir.

154 MAHMUD TAHHAN-

Zira bu, sika bir râvînin, bir rivayetin tamamında yalnız kaldığı [teferrüt ettiği] hadis gibidir.

2. Sika râvîlerin -veya daha sika bir râvînin- rivayetine ters düşen ziyâde: Şâz bahsinde geçtiği gibi bunun hükmü reddir, kabul edilmez.

3. Sika râvîlerin -veya daha sika bir râvînin- rivayeti ile bir nevi zıtlık teşkil edip bu zıtlığın iki noktaya münhasır olduğu ziyâde:

a. Bu zıtlığın mutlakın takyîdi şeklinde olması,

b. Bu zıtlığın âmmın tahsîsi şeklinde olması.

Bu kısmın hükmünde İbnu's-Salâh susmuştur. Nevevî ise ondan şöyle bahseder: "Doğru olan, bu sonuncuyu kabul etmektir"206.

e. Metindeki Ziyâdeye Örnekler:

1. Kendisinde zıtlık bulunmayan ziyâdeye örnek: Müslim^"' > Ali b. Müshir kanalıyla > el-A'meş'ten > o da: Ebû Zer ve Ebû Salih'ten > o da: Ebû Hureyre'den; köpeğin kabı yalaması ile ilgili rivayet ettiği hadis, "felyunkhu: « Â İ ^ » : onu akıtsın!" kelimesinin ziyadesiyle gelmiştir. A'meş'in arkadaşlanndan sair hafızlar bu kelimeyi zikretmemişlerdir. Onlar bu hadisi şu şekilde rivayet ettiler:

"Köpek sizden birinizin kabını yaladığı zaman onu yedi kere

206 Bk. Nevevî, Takrîb [Tedrîb le birlikte], 1, 247. Nevevî'nin ifade ettiği bu görüş, ğâfıî ve Mâlik'in de benimsediği görüştür. Buna göre onlar ziya­denin bu türünü kabul etmektedirier. Hanefîler'in görüşü ise bu tür bir ziyadeyi reddetme yönündedir.

207 Hadisin rivayetleri için bk. Müs/im, Talıâret 89-93, [Nevevî ğerhi ile bera­ber bk. m, 182 vd.].

208 Müs/im, Taharet 89.

-YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 155

[jıkasm!" ^09 Böylece bu ziyâde, Ali b. Müshir'in teferrüt ettiği, tek kaldığı bir haber gibi olmaktadır. Çünkü Ali b. Müshir sikadır. Bundan dolayı da bu ziyâde kabul edilir.

2. Kendisinde zıtlık bulunan ziyâdeye örnek:

; K ^ ^ j jirî Jiî l ire J i j ^ l Ç^Jj (-İîj f>: ^ !»

'Are/e günü kurban kesme günüdür Teşrik günleri, bizim bayramımızdır ey İslâm ehli! Bunlar yeme ve içme günleridir"^'^°, hadisinde yer alan «iiy^ (.^> ziyâdesi buna örnektir. Hadisin hiç­bir tarikinde bu ziyâde yer almamaktadır. Bu ziyâdeyi, Mûsâ b. Ali b. Rebâh > babasından > o da: Ukbe b. 'Amir'den gelen rivayetinde yapmıştır. Hadisi Tirmizî, Ebû Dâvûd ve başkaları tahric etmiştir.

3. Bir nevi kendisinde zıtlık bulunan ziyâdeye örnek: Müslim > Ebû Mâlik el -Eşca'î tarîkiyle > Rib'î'den > o da: Huzeyfe'den rivayet etmiştir. Huzeyfe demiş ki: Resûlüllah (s.a.) şöyle buyur­du:

: "...Bütün yeryüzü bize mescid kılındı; toprağı da bize temiz kılındı" ^^ı. Ebû Mâlik el-Eşca'î, Ljiy'»" ziyâdesinde yalnız kalmış­tır. Zira bir başka râvî bu ziyâdeyi zikretmemiştir.

Başka râvîler bu hadisi: <(ljj4İ \ 1 > ^ J^j^^ ^ «- -M-i"- "Veryü-zü bize mescit ue temiz kılındı" , şeklinde rivayet etmişlerdir^ı^.

f. İsnaddaki Ziyâdenin Hükmü: İsnaddaki ziyâde konu­sunda çokça meydana gelen iki ana mesele karşımıza çıkmak­tadır: Biri "irsal ue uaslm tearuzu", diğeri de "vakf ile ref'in tea-

209 Müslim, Taharet 90-93. 210 Nesâî, Menâsik 195. 211 Müs/im, Mesâcid 4. 212 Bk. Müs/im, Mesâcid 3-5, [Nevevî şerhi ile birlikte, V, 4, vd]

156 MAHMUD TAHHAN-

ruzu". İsnaddaki ziyâdelerin geri kalan şekilleri için âlimler, "el-mezîd fi muttasıli'l-esânîd" gibi, özel bahisler açmışlardır.

Bunun yanısıra, âlimler ziyâdenin kabulü ve reddi ile ilgili dört ayn görüş ileri sürerek ihtilaf etmişlerdir. Şöyle ki:

a. Hüküm ziyâdeyi vasi veya ref edene göredir^ıs: (Yani ziyâde vasi [mevsûl olarak gelmiş] veya ref [merfû olarak] edil­mişse kabul edilir). Bu da fâkihlerin ve usûlculerin cumhurunun görüşüdür

b. Hüküm ziyâdeyi irsal veya vakfedene göredir: (Yani ziyâde irsal [mursel olarak gelmiş] veya vakfedilmişse [mevkuf olarak gelmişse] reddedilirdik). B U da hadisçilerin çoğunluğunun görüşüdür.

c. Hüküm çoğunluğa göredir: Yani çoğunluğun rivayeti esas alınır. Bu da bazı hadis âlimlerinin görüşüdür.

d. Hüküm daha hâfız olanlara göredir: Yani hafızların rivayeti esas alınır. Bu da yine bazı hadis ehlinin görüşüdür. Örnek: "Ve/i­siz yapılan nikah geçerli değildir", hadisi buna örnektir Bu hadisi Yunus b. Ebî İshak es-Sebî*! ve oğlu İsrâîl ve Kays b. er-Rebî' > Ebû İshâk'tan müsned muttasıl olarak rivayet etmişlerdir. Yine Süfyân es-Sevrî ve Şube b. el-Haccâc > Ebû İshâk'tan mursel olarak rivayet etmişlerdir^ı^.

213 Vasi; hadisi ilk kaynağına kadar, râviler zincirinde bir atlama yapmaksızın [muttasıl olarak] rivayet etmektir Ref; bir hadisi, senedi nasıl olursa olsun mutlak olarak Resûlüllah'a nisbet ederek rivayet etmek; veya [irsalin kar­şıtı olarak kullanıldığında] hadisi muttasıl olarak rivayet etmektir. Burada "ziyade mevsûl [muttasıl] veya merfû olarak [peygambere izafe edilerek rivayet edilmişse kabul edilir" denmektedir (çev.)

214 Hafib şöyle demektedir: "Bu görüş bize göre doğrudur" (Ki/âye, s. 411]. 215 Ziyâde mürsel veya mevkuf [sahabe sözü] olarak rivayet edilmişse redde­

dilir, [çev.] 216 Râvilerin irsal ve vasida ihtilaf ettiklerinin örneği için bk. Ki/âye, s. 409.

YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 157

4. İ'tibâr - Mütâbi' - Şâhid (AALÜIJ ^t^Jlj

a. Tanımlar:

1. el-İ'tibâr: ( J U P > I )

la. Sözlük anlamı: "İ'tibâr" sözcüğü, "i'-te-be-ra: ^ ı " fii­linden mastardır. İtibarın mânâsı, kendi cinsinden başka bir şey, kendisi vasıtasıyla bilinsin diye bir şeye bakmak, araştırmak de­mektir.

Ib. Terim anlamı: Bir râvinin rivayetinde tek kaldığı bir hadi­sin, bir başka râvînin ona iştirak edip etmediğini ortaya koymak için, tarîklerini araştırma işlemine i'tibâr denir.

2. el-Mutâbi' ( ( ^ l ^ i ) : Buna et-tâbî' da denir.

2a. Sözlükanlamı: "Mutâbi'" sözcüğü, "tâ-be-'a": " ^ : L - " fii-lindan ism-i faildir. Sözlükte; uymak, aynı fikirde olmak, uygun olmak, denk gelmek... anlamına gelen "vâ-fe-ka: «jilj» anlamın­dadır.

2b. Terim anlamı: Sahâbî râvîleri aynı olmakla beraber, râvîleri, araştırılan ferd hadisin râvîlerine, lafız ve mânada veya sadece mânada ortak olarak rivayet ettikleri hadise mutâbi' denir.

3. Şâhid: (AA\J^\)

3a. Sözlük anlamı: "Şâhid" sözcüğü, "şehâdet: o L ^ ^ I » " ke­limesinden ism-i faildir. Normalde şâhid, iddia sahibinin sözünü kuvvetlendirip desteklediği gibi, şâhid konumunda olan hadis de, ferd olan bir hadîsin aslı olduğuna şehadet edip onu kuvvet­lendirdiği için böyle isimlendirilmiştir.

3b. Terim anlamı: Sahâbî râvîleri farklı olmakla beraber, râvîleri, araştırılan ferd hadisin râvîlerine, lafız ve mânada veya sadece mânada ortak olarak rivayet ettikleri hadise şâhid den-nir.

158 MAHMUD TAHHAN-

b. İ'tibâr, Tabî ve Şahidin Bir Şekli Değildir: Bazan bir şahıs i'tibârın, tabî ve şahidin bir şekli olduğu zannına kapı­labilir. Fakat işin aslı öyle değildir. İ'tibâr, tabî ve şahide ulaşma durumudur. Yani tabî ve şahidi araştırma işlemidir.

c. Tabî ve Şâhid İçin Kullanılan Başka Bir Terim:

Yukarda tabî ve şâhid için zikredilen tarifler, çoğunluğun benimsediği tariflerdir; yaygın kullanımları da böyledir. Fakat onlar için başka tanımlar da vardır. Şöyle ki:

ca. Tabî u^b]]))-. -Sahâbî râvîleri aynı olsun farklı olsun-, ferd hadisin râvîlerine ortak olma noktasının lafızda meydana gelme­sidir.

cb. Şâhid «jUbUJl»: -Sahâbî râvîleri aynı olsun farklı olsun-, ferd hadisin râvîlerine ortak olma noktasının mânâda meydana gelmesidir. Böyle olmakla beraber birinin ismi diğerine verilebü-mektedir. Bu durumda şahidin ismi tâbîye, tâbînin ismi de şahide verilmiş olur. Hafız İbn Hacer'in (Ö.852/1448) ifade ettiği gibi, aslında iş o kadar da zor değildir^ı^. Çünkü ikisinde de hedef aynıdır. O da hadisin başka bir rivayetine muttali olmak suretiyle hadisi kuvvetlendirmektir.

d. Mutâbaat (Â lıJI)

da. Tanımı:

dal. Sözlük anlamı: "Mutâbaat" sözcüğü, "tâ-be-'a: ^û" fii­linden mastardır. Uymak, uyuşmak, aynı fikirde olmak, uygun olmak, denk gelmek... mânâsına gelen "vâ-fe-ka: «jilj» anlamın­dadır. Şu halde mutâbaat, muvafakat etmek demektir.

da2. Terim anlamı: Mutâbaat terim olarak; bir râvînin, bir hadisin rivayetinde başka bir râvîye ortak olması demektir.

db. Çeşitleri: Mutâbaat iki çeşittir.

217 İbn Hacer, ğerhu'n-Nuhbe, s. 38.

YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS)

218 İbn Hacer, age., s. 37. 219 Buhârî, Savm 11. 220 Buhârî, Savm 11.

dbl. Tam mutâbaat (İ.L- öu>.): Râvînin ortaklığı senedin ba­şında meydana gelmişse, buna tam mutabaat denir.

db2. Noksan mutâbaat ^b^y. Râvînin ortaklığı sene­din ara kısmında meydana gelmişse, .buna da noksan mutâbaat denir.

e. Örnekler: Burada, tam mutâbaat, noksan mutâbaat ve şâhid gibi üç durumu bünyesinde taşıyıp Hafız İbn Hacer'in de (ö.852/1448) örnek olarak sunduğu^ı^ bir örnek zikredeceğim:

Şâfiî (Ö.244/819) d-Umm isimle eserinde > Mâlik'ten > o da: Abdullah b. Dînâr'dan > o da: İbn Ömer'den rivayet etti. > Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurdu:

"A\) 29 gündür. Hilâli görmedikçe oruç tutmayın ve yine hilâli görmedikçe bayram etmeyin. Eğer hava kapalı olursa sayıyı otuza tamamlayın".

Bazıları bu hadiste, Şafiî'nin, Mâlik'ten bu lafızla rivayetinde tek kaldığını sanarak bunu onun garib leri arasında saymışlardır. Çünkü Mâlik'in arkadaşları onu ondan bu isnâdla ve: ^C,S^ ^ oli

1 JJJSM)) : "Eğer ay size kapalı olursa, onu sayı ile tamamlayınız. "^ı^ lahzlarıyla rivayet etmişilerdir. Fakat araştırma neticesinde Şafiî için hem tam mutâbaat, hem nakıs mutâbaat ve hem şâhid bul­duk. Şöyle ki:

a. Tam mutâbaata gelince: Buhârî > Abdullah b. Mesleme el-Ka'nebî'den > o da: Mâlik'ten kendi isnâdıyla şu lafızlarla rivayet etmiştir: a^":^ s U l \jLS\i ^ ÖU»: "Eğer hava kapalı olursa sayıyı otuza tamamlayın!" 220

160 MAHMUD TAHHAN-

b. Nakıs mutâbaata gelince: İbn Huzeyme > Âsim b. Muhammed'den > o da: babası Muhammed b. Zeyd'den > o da: dedesi Abdullah b. Ömer'den şu lafızlarla rivayet etmiştir: (i^yi IJjJ:î)>: "Otuza tamamlayın!"^2'^

c. Şahide gelince: Nesâî > Muhammed b. Huneyn tarîkiyle > İbn Abbas'tan > o da: Peygamber'den (s.a.) rivayet etti. Rivayet burada da; (f^yi iUı ^J:^ ^ ö^r. "Hava kapalı olursa sayıyı otuza tamamlayın!" şeklindedir^^z.

***

221 Aynı lafız için bk. Nesâî, Sıyâm 8, 13. 222 Nesâî, Sıyâm 13.

ikinci Bölüm

RİVAYETİ K A B U L EDİLENLERİN SIFATLARI VE CERH VE TA'DÎL

A Ç I S I N D A N B U N U N L A İLGİLİ D U R U M L A R

I. RÂVÎ VE RÂVÎNİN KABUL ŞARTLARI

II. CERH VE TADİL KİTAPLARI HAKKINDA

GENEL DÜŞÜNCELER

III. CERH VE TA'DİLİN DERECELERİ

1. RAVI VE RAVININ KABUL ŞARTLARI

1.Giriş: Resûlüllah'm hadisleri bize râvîler yoluyla ulaş­maktadır. Hadisin sahih olup olmadığını bilmek konusunda ilk başvuru kaynağımız onlardır. Bu sebeple hadis âlimleri râvflere çok önem vermiş, rivayetlerinin kabulü için onların ne derece ileri görüşlü, sağlam fikirli ve doğru yolda olduklannı gösteren ince ve güvenilir şartlar ortaya koymuşlardır.

Âlimlerin, râvîlerin kabulü yanısıra hadis ve haberierin ka­bulü için de ortaya koydukları şartlar, günümüze kadar tarih boyunca hiçbir milletin ulaşamadığı bir hususiyettir. Halbuki gü­nümüz insanı içinde yaşadığımız asn, metod ve hassasiyet çağı olarak nitelemektedir. Buna rağmen günümüz insanı, haber nak­linde, ıstılah âlimlerinin hadis râvîleri hakkında öne sürdükleri şartları ortaya koyamadılar. Bırakalım aynı düzeyde prensipler koymayı, onların daha alt seviyesinde kalan kriterler dahi oluş­turamadılar. Resmi haber ajanslarının naklettikleri haberierin çoğu güvenilmez, doğruluğu kabul edilmez niteliktedir. Bu da râvilerinin bilinmemesinden kaynaklanıyor. Haberierin felakete dönüşmesi şüphesiz muhabirieri sebebiyle olmaktadır. Zira çoğu kez kısa bir müddet sonra bu haberlerin doğru olmadığı ortaya çıkmaktadır.

2. Râvîlerin Kabul Şartları: Hadis ve fıkıh otoritelerinin çoğu, râvîler hakkında iki temel esasın şart koşulduğu noktasında görüş biriiğine varmışlardır: Adalet ve zabt.

a Adalet ( JijuJi): Âlimler bununla râvînin müslüman, âkil, baliğ, fıska düşürücü sebeplerden uzak ve kişiliği zedeleyen dav­ranışlardan berî olmasını kastetmişlerdir.

164 MAHMUD TAHHÂN-

b. Zabt (iı_Âİl): Bununla da râvînin sika râvîlere muhalefet etmemesi, hafızasının fazla zayıf olmaması [seyyiu'l-hıfz], fazlaca hata yapmaması [fâhişu'l-ğalat], çokça dalgın olmaması [mu-ğaffil], yine fazlaca evham sahibi olmamasını [kesîru'l-evhâm] kastetmişlerdir.

3. Adalet Vasfının Ne İle Sabit Olduğu: Râvinin adâleü iki şeyden biri ile sabit olur:

a. Ta'dîl alanında otorite olan mütehassıs âlimlerin râuîyi ta'dîl eden açıklamaları ile: Yani ta'dîl otoritelerinin veya onlar­dan sadece birinin, râvînin adalet vasfına sahip olduğunu söyle­mesi ile sabit olur.

fa. Râvinin adaletinin yayılması ve şöhret bulması ile: Bi­rinin adaleti ilim erbabı arasında şöhret bulur ve ona övgüler yayılırsa ta'dîli için bu yeteriidir. Bundan başka herhangi bir muaddilin ta'dîl yönündeki açıklamalarına gerek yoktur. Dört mezhep imâmı, Süfyân es-Sevrî (ö.161/777), Süfyân b. Uyeyne (ö. 198/813), Evzâî (ö. 159/775) ve daha başkaları gibi meşhur imamlar bu kabil râvîlerdendir.

4. İbn Abdilberr'in Adalet Vasfının Subûtu İle İlgili Görüşleri:

İbn Abdilber (Ö.463/1071), ilimle meşguliyeti bilinen bir ilim adamının, cerhi ortaya çıkıncaya kadeır âdil kabul edilmesi ge­rektiği görüşündedir. Buna delil olarak da şu hadisi nakleder:

"Bu ilmi, her neslin âdil olanları birbirlerinden (bir sonraki nesil bir öncekinden) alıp nakleder O ilimde aşm gidenlerin aşı­rılıklarını, asılsız iddialarda bulunanlann iddialarını ve cahillerin yanlış te'villerini bertaraf ederler" ^23.

223 Hadisi, el-Kâmil 'inde İbn Adiy ve başkaları rivayet etmişlerdir. IrâM, ha-

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 165

Bu S Ö Z âlimler nazarında kabul görmüş bir söz değildir. Çünkü hadis sahih değildir. Fakat hadisi sahih farz edecek olur­sak, mânası şöyle olur: "Bu ilmi, her neslin âdil olanları alıp (yine adil olanlara) nakletsinler!" Bu söz, bu ilmin âdil olmayan nakil-cilerinin bulunduğunu gösterir.

5. Râvînin Zabt Vasfının Bilinme Yolları: Râvînin zab­tı, rivayetinde güvenilir sika râvîlere muvafakat etmesi ile bilinir. Eğer rivayetlerinin çoğunda güvenilir sika râvîlere muvafakat ederse, o râvî zabt sahibi kabul edilir. Sika râvîlere nâdir olarak muhalefet etmesi zabt sıfaüna zarar vermez. Sika râvîlere muha­lefeti çok olursa zabt sıfatını kaybeder ve rivayet ettiği hadislerle ihticac edilmez.

6. Sebebi Açıklanmayan Cerh ve Ta'dîlin Kabul Edilip Edilmeyeceği Meselesi:

a. Meşhur o/an sahih görüşe göre sebebi zikredilmeksizir\ \;apılan ta'dîl kabul edilir Zira ta'dîl sebepleri çoktur; onları tek tek saymak zor olur. Çünkü bu durumda ta'düde bulunan şahıs, söz konusu şahıs hakkında mesela; "şöyle yapmadı, şunu irtikâp etmedi veya böyle yaptı, şöyle şöyle yaptı..." deme ihtiyacını du-yacakür (ki bu da zordur).

b. Cerh, sebebi açıklanmaksızm kabul edilmez. Çünkü cer­hin sebebini zikretmek zor değildir. Ayrıca âlimler cerh hususla­rında farklı görüşlere sahiptirler. Nitekim bazan içlerinden biri, cerhedici olmayan bir şeyle cerhte bulunabilmektedir. Bu konu­da İbnu's-Salâh (Ö.643/1245) şöyle demektedir: "Sebebi açık­lanmayan cerhin kabul edilmeme hususu, fıkıh ve fıkıh usûlünde açık ve kesin bir şekilde ifade edilmiştir. Hatîb bunu Buhârî, Müslim ve diğer hadis otoriteleri ve münekkidlerin görüşü ola-

disin çeşitli kanallardan rivayet edildiğini, hepsinin de, ondan hiçbir şeyin sabit olamıyacağı derecede zayıf olduğunu söylemiştir Fakat bazı âlimler, rivayet kanallannın çokluğu dolayısıyla hasen olduğunu söylemişlerdir. Daha geniş bilgi için bk. Suyûtî, Tedrîbu'r-râuî, 1, 302, 303.

166 MAHMUD TAHHAN-

rak nakleder. Bundan dolayı Buhârî; İkrime ve Amr b. Merzûk gibi daha önce başkaları tarafından cerh edilen bir çok râvînin rivâyetleriyle; Müslim de Süveyd b. Saîd ve haklarında ta'nın yaygın olduğu bir cemaatın rivâyetleriyle ihticac etmişlerdir. Ebû Dâvûd da böyle yapmıştır. Netice itiban ile bu durum, âlimlerin, sebebi açıklanmayan cerhin kabul edilmeyeceği görüşünde ol­duklarını göstermektedir"22'i.

7. Cerh ve Tadilin Bir Kişinin Beyanı İle Sabit Olup Olmayacağı Meselesi:

a. Sahih olan görüşe göre cerh ve ta'dîl bir kişinin beyanı ile sabit olur.

b. Diğer bir görüşe göre cerh ve ta'dîl en az iki kişinin beyanı ile sabit olur.

8. Bir Râvinin Hem Cerh Hem Ta'dîl Edilmesi: Bir râvî hem cerh hem ta'dîl edildiği zaman:

a. Tercih edilen görüşe göre sebebi açıklandığında cerh tak­dim edilir [cerhe uyulur].

b. Ta'dîl edenler cerh edenlerden fazla olursa ta'dîl takdim edilir. Bu da güvenilir olmayan zayıf bir görüştür.

9. Adalet Sahibi Bir Râvinin Herhangi Bir Şahıstan Rivayetinin Hükmü:

a. Âlimlerin çoğunluğuna göre, adalet vasfına sahip bir râvînin bir şahıstan rivayet etmiş olması, o şahsı ta'dîl ettiği anla­mına gelmez. Doğru olan görüş de budur. Ancak kimine göre bu durum o şahıs için ta'dü sayılır.

b. Bir âlimin bir hadîse uygun amel edip fetva vermesi, o hadisin sıhhatine hüküm teşkil etmediği gibi, muhalefeti de ha­disin sahih olmadığına ve râvilerinin yaralanmasına [güvenilirii-

224 İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-hadîs, s. 96 [az bir kısaltma ile].

-YENİ HADİS USÛLÜ [TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 167

ğinin zedelenmesine] hüküm teşkil etmez. Diğer bir görüşe göre, bir âlimin bir hadîse uygun amel edip fetva vermesi o hadisin sıhhatine hüküm teşkil eder. Amidî (ö.631/1234) ve diğer bazı usûlculer bu görüşün doğru olduğunu söylemişlerdir. Konu hak­kında çeşitli görüşler ve uzun uzadiye tartışmalar vardır.

10. Fısktan Tevbc Edenin Rivayetinin Hükmü:

a. Fısktan tevbe edenin rivayeti kabul edilir.

b. Peygamber adına hadis uydurup da tevbe edenin rivayeti kabul edilmez.

11. Hadis Rivayetinden Ücret Alanların Rivayetinin Hükmü:

a. Bazılarına göre böyle bir kimsenin rivayeti kabul edilmez, Ahmed b. Hanbel (Ö.241/855), İshâk b. RâhÛye (Ö.238/852) ve Ebû Hatim er-Râzî (Ö.277/890) bu görüştedir.

b. Diğer bazılarına göre böyle bir kimsenin rivayeti kabul edilir. Ebû Nuaym Fadi b. Dukeyn (ö.219/834) bu görüştedir.

c. Ebû İshak eş-Şirâzî (ö.960/1552); hadis rivayeti bir kimse­nin geçimini çalışarak elde etmesine engel teşkil ediyorsa, böyle bir kimsenin hadis rivayetinden ücret almasının caiz olduğu yö­nünde fetva vermiştir.

12. Gevşekliği veya Telkin Kabul Ettiği veya Çokça Yanıldığı Bilinen Bir Râvînin Rivayetinin Hükmü:

a. Kendisi okuyup talebeleri dinlerken veya talebeleri oku­yup kendisi dinlerken gevşek davranmakla bilinen bir kimsenin rivayeti kabul edilmez. Meselâ semâ' yoluyla hadis naklederken uyumaya aldırış etmemek veya asıl nüsha ile karşılaştırılmamış bir kitaptan rivayet etmek böyledir.

b. Hadiste telkin etmeyi kabul etmekle bilinen bir kimsenin rivayeti kabul edilmez. Hadiste telkîn ise; bir kimseye bir şey telkîn edilip [yani kendi rivayeti olduğu söylenen bir şey batıda-

168 MAHMUD TAHHAN-

tılıp], O da onu, kendi rivayeti olduğunu bilmeden kendi rivayeti olarak nakletmesi şeklinde olur.

c. Rivayetinde çokça yanümakla tanınan bir kimsenin rivayeti kabul edilmez.

13. Rivayet Edip de Unutanın Rivayetinin Hükmü:

a. Rivayet edip de unutan kimsenin tanımı: Öğrencisinin kendisinden naklettiği bir rivayeti hocanm hatırlayamaması-na,"râuinin rivayet edip unutması"; böyle bir râvîye de "rivayet edip unutan kimse" denir.

fa. Rivayet ettiğini unutan râvinin rivayet ettiği hadisin hük­mü:

1. Öğrencinin hocasından rivayet ettiği bir hadisi hocanın hatıriayamaması durumunda; eğer hoca kesin bir ifade ile, "faen faunu rivayet etmedim" veya "o bana yalan isnad ediyor" diyerek inkar ediyorsa, bu rivayet reddedilir, kabul edilmez.

2. Eğer hoca "bilmiyorum" veya "hatırlamıyorum" gibi ifa-delerie rivayeti kesin olarak inkar etmiyorsa, bu tür rivayetler kabul edilir.

c. Hoca veya talebeden biri diğeri hakkında ta'nda bulunur­sa hadis reddedilir mi?

Hoca veya talebeden biri diğeri hakkında ta'nda bulunursa hadisin reddine gidilmez. Çünkü onlardan biri ta'n etmeye diğe­rinden daha layık değildir.

d. Örnek: Ebû Dâvûd (Ö.275/888), Tirmizî (Ö.279/890) ve İbn Mâce'nin (Ö.273/886) > Rabîa b. Ebî Abdirrahman'dan > o da: Süheyl b. Ebî Salih'ten > o da: Ebû Hureyre'den rivayet ettiği şu hadis buna örnektir. Ebû Hureyre şöyle dedi:

"Resûlüllah (s.a.) bir şahitle birlikte yeminle [davacı lehine]

YENİ HADtS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 169

225 Ebû Dâuûd, Akdıye 21; Tirmizî, Ahkâm 13; İbn Mâce, Ahkâm 31; Muua-ta', Akdıye 5, 6, 7.

hüküm verdi"^'^. Abdulazîz b. Muhammed ed-Derâverdî şöyle dedi: "Bana bunu Rabîa b. Ebî Abdirrahmân > Süheyl'den rivayet etti. Daha sonra Süheyl ile karşılaşüm. Ona bu hadisten sordum fakat bilemedi. Döndüm dedim ki, "Rabîa bana bunu senden şöyle rivayet etti". Bu kez Süheyl şöyle dedi: Bana Abdu­lazîz > Rabîa'dan > o da: benden tahdis etti > ki ben de onu ona Ebû Hureyre'den merfuan şöyle rivayet etmiştim...."

h. Rivayet Edip Unutanlar Konusunda Telif Edilen En Meşhur Eserler

-Hatîb (Ö.463/1070) -Ahhâru men haddese ve nesiye.

II. CERH VE TA'DÎL KİTAPLARI HAKKİNDA GENEL DÜŞÜNCELER

Bir hadisin sahih veya zayıf olduğu hakkında hüküm ver­mek, râvînin adalet ve zabt sahibi olması veya adalet ve zabtının ta'n edilmiş olması gibi esaslara bağlıdır. Bunun için âlimler, gü­venilir muaddil otortelerden naklederek, râvîlerin adalet ve zabt yönünü beyan eden kitaplar tasnif etmişlerdir. Bu işleme "ta'dîl" adı verilir. Bunun gibi bazı râvîlerin adalet vasıflarına yönelik ta'n noktalarını beyan eden, onların zabt veya hıfzını yine taassuptan uzak otorite imamlardan nakleden eseder oluşturmuşlardır. Bu işleme de "cerh" adı verilir. İşte buradan hareketle bu tür eser­lerin her birine "Kitabu'l-cerh ve't-ta'dîl [Cerh ve Ta'dîl Kitabı]" denmiştir.

Bu tür eseder çok ve çeşitlidir. Bir kısmı sadece sika [güve­nilir] râvîleri ele alırken bir kısmı sadece zayi/ ve cerh edilmiş râvîleri, bir kısmı da sıka ve zayıf râvîleri birlikte ele almaktadır. Ayrıca bu kitapların bir kısmı hadis râvilerinin genelinden bahse­der Bu mânâda genel nitelikli eserler ya hiçbir ayırım yapmak-

170 MAHMUD TAHHAN-

sızın bir kitabın bütün râvîierinden veya hadis kitapları içerisinde belli bir özelliğe sahip kitapların râvîierinden bahseder. Hadis ki­tapları içerisinde belli bir kitabın veya belli kitapların içinde yer alan râvilerin biyografilerinden bahseden eseder bu kabil eser­lerdir.

Buraya kadar saydıklarımız bir yana, bu kitapların tasnifin­de cerh ve ta'dîl âlinnlerinin yaptıkları işlem, gerçekten olağanüs­tü bir iş olarak kabul edilir. Çünkü onlar, öncelikle, bütün hadis râvilerinin biyografilerini serdetmek ve onlara yöneltilen cerh veya ta'dîl ile ilgili hususları açıklamak için dakik ölçüler ortaya koymuş; daha sonra râvîlerin kimden hadis alıp kime verdikleri­ni, nereye yolculuk yaptıklarını, hangi hocalaria ne zaman karşı­laştıklarını ve buna ilâveten -ömürlerini aşmayacak şekilde- yaşa­dıkları ömrün ne zaman sona erdiğini tesbit edip açıklamışlardır Hatta yaşamakta olduğumuz şu asırda bile hiçbir millet, hadis âlimlerinin, hadis râvfleri ve rical terâcimi ile ilgili oluşturdukları geniş hacimli eseder gibi bir esere ulaşabilmiş değillerdir. Onlar bu yolla asırlar boyu hadis râvîleri ve nakilcilerinin tam olarak ta­nınıp bilinmelerini temin etmişlerdir. Allah onlardan razı olsun!

Bu eserierden bir kısmının adları şöyledir;

1. Buhârî (Ö.256/869): et-Târihu'l-kebîr. Bu eser hadis râvîierinden sika ve zayıf olanlarını biriikte ele alır.

2. İbn Ebî Hatim (Ö.327/938): el-Cerh ve't-ta'dîl. Bu da Buhârî'nin et-Târîhu'l-kebîr'i gibi hadis râvilerinin zayıf ve sika olanlarını biriikte ele alır.

3. İbn Hibbân (Ö.354/965): es-Sikât. Sadece sika râvîleri ele alır.

4. İbn Adiy (Ö.365/1072): el-Kâmil fi'd-du'afa Bu da ismin­den de anlaşıldığı gibi sadece zayıf râvîlerin biyografisini ele alır

5. Abdulğanî el-Makdisî (Ö.600/1203): el-Kemâl fî esmâî-r-

YENİ HADtS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 171

226 Tevsîk, râvinin güvenilir olduğunu söylemek, buna hükmetmek demektir, (çev)

hcâl. Bu eser, genel muhtevalıdır, her türiü râvîyi ele alır. Kütüb-i sitte ricaline tahsis edilmiştir.

6. Zehebî (Ö.748/1347): Mîzânü'l-i'tidâl. Zayii ve metruk râvîlere has bir eserdir. (Yani râvîye yöneltilen cerh herkes tara­fından kabul görmese de cerhe uğrayan her râvîyi ele alır.)

7. İbn Hacer (Ö.852/1448): Tehzîbu't-Tehzîb. Bu eser, e/-Kemâl fî esmâî'r-ricâl adlı eserin tehzîbi ve ihtisarı mahiyetinde­dir.

III. CERH VE TADİL DERECELERİ

İbn Ebî Hatim (Ö.327/938) "el-Cerh ve't-ta'dîl" adlı eseri­nin mukaddimesinde cerh ve ta'dîl in her birini dört mertebeye ayırmış ve her dört mertebenin hükmünü de açıklamıştır. Daha sonra âlimler cerh ve ta'dîl mertebelerinin her birine iki derece daha ilâve etmişlerdir. Böylece cerh ve ta'dîlin herbir kesiminin altışar dereceleri ortaya çıkmıştır. Bu dereceler lafızlanyla birlikte şu şekildedir:

1. Ta'dîl Dereceleri Vc Lafızları:

a. Tevsîkte226 mübalağa ifade eden lafızlar veya «j^iî)) vez­ninde olan tevsîk lafızları: Bunlar en yüksek derecede güvenilidik ifade eden lafızlardır: "o-tJi j -«Ji ö:>ü: "Fülan güvenilir ve sağlamlığın zirvesindedir" veya c-îî o ^ : Fülan râvilerin en sağlamıdır", gibi lafız ve ifadeler.

b. Güvenilirlik ifade eden şifalardan bir veya ikisinin birlikte kullanılarak yapılan tekid lafızları: gibi lafızlar.

c. Güvenilidik ifade eden şifalardan birinin, te'kid edilmeksi­zin tek olarak kullanılması: ((iaî» veya « i ^ ) ! gibi lafızlar.

172 MAHMUD TAHHAN-

d. Râvînin zabtı hakkında bir bilgi veya kanaat hissettirme­den ta'dîle delalet eden lafızlar: njjj^ cjj^aJl -lU^.» ve («o ylyn

lafzı gibi. Yahya b. Maîn ise (Ö.233/847) bir râvî hakkında n^ly ifadesini kullandığı zaman, ona göre bu râvî sika demektir.

e. Tevsike de cerhe de delalet etmeyen lafızlar: «j^-t j^ü» veya (jj j» gibi lafızlar.

f. Cerhe yakın bir anlam hissettiren lafızlar:))vi..iJ:Jl ^ J L ^ ü jU»

veya « 4 , 0 ^ 4 ^ ' » Sibi lafızlar.

2. Ta'dîl Derecelerinin Hükmü:

a. İlk üç derecede yer alan kriterierden biriyle tavsif edilen­ler, biri diğerine oranla daha kuvvetli olmakla beraber, rivayetleri ihticaca elverişli olan kimselerdir.

b. Beşinci derecede olanlar dördüncü derecede olanlardan daha aşağı seviyede olmakla beraber, dördüncü ve beşinci de­recede yer alan râvîlerin rivayeti ile ihticac edilmez. Fakat hadisi tetkik etmek için yazılır ve araştınlır227.

c. Altıncı mertebede yer alanların rivâyetiyle ihticac edilmez. Bu gibilerin hadisleri, tetkik ve araştırmak için değil sadece itibar için yazılır. Bu da zabt sıfatlarının yokluğu açıkça belli olduğu içindir.

227 Yani hadisleri, zabt sahibi sika râvîlerin hadislerine arzedilerek zabt sıfatlan imtihan edilir Rivayet ettikleri hadisler, zabt sahibi sika râvîlerin rivayet­lerine uygun düşerse onlarla ihticac edilir, değilse ihticac edilmez. Bu tür araştırmalardan, hakkında « JJJl^» ifadesi kullanılan bir râvînin, denenme­den ve araştınimadan hadisiyle ihticac edilmeyeceği ortaya çıkmaktadır Hakkında «JJ-L.^» ifadesi kullanılan kimsenin hadisinin hasen olduğunu zannedenler yanılmış, hata etmişlirdir. Çünkü hasen, kendisiyle ihticac edilen bir hadistir; ve bu ısılah, cerh ve ta'dil alimlerinin kabul edip be­nimsedikleri bir ıstılahhr. Fakat İbn Hacer'in Takrîbu't-Tehzîb adlı eserinde «jjju^)) kelimesine nisbetle kendine has özel bir ıstılahı vardır. Yine de en iyisini Allah bilir!..

YENt HADtS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 173

3. Cerh Mertebeleri ve Cerh Lafızları:

a. Yumuşak cerhe delâlet eden lafızlar: (Bunlar da cerh ifade eden en hafif lafızlardır): «JU.. <j ı^.a^l ^ gibi lafızlar.

b. Kendisiyle ihticac edilemiyeceğini açıkça belirtilen veya buna benzer lafızlar: « « J » j ; . . , ^ ö ü ı , yı^y j^tî» gibi la­fızlar böyledir.

c. Hadisini yazmaya bile değmediğini açıkça belirten lafızlar:

lafızlar böyledir. d. Yalancılıkla ithamı ifade eden veya buna benzer laftzlar:«

o:>(j)i gibi lafızlar böyledir.

e. Râvînin yalan uydurduğunu ifade eden ve buna betzer lafızlar: ( ( ^ . IL_.J5L ı^Uj ıJL^j .«- . l l î» gibi lafızlar böyledir.

f. Yalancılıkta mübalağaya delalet eden lafızlar. (Bu da cerh­lerin en kötüsüdür): ö'ii ^^isGl J «Jl ı ^ U l jt>U

y j^ l jjîj» gibi lafızlar böyledir.

4. Cerh Mertebelerinin Hükmü:

a. ikinci mertebe birinci mertebenin daha alt derecesinde yer almakla beraber, ilk iki derecede yer alanların hadisiyle tabiî olarak ihticac edilmez. Fakat hadisleri sadece itibar için yazılabi­lir.

b. Son dört mertebede yer alanlardan hiç birinin hadisi ile ihticac edilmez, hadisleri yazılmaz ve onlara hiçbir şekilde itibar edilmez.

üçüncü Bölüm

R İ V A Y E T VE R İ V A Y E T İ N Â D Â B l , K E Y F İ Y E T İ VE Z A P T I

I. RİVAYET ZABTININ KEYFİYETİ VE T A H A M M Ü L YOLLARI

II. RİVAYETİN Â D A B I

ı. RIVAYET ZABTıNıN KEYFIYETI VE TAHAMMÜL YOLLARı

A. HADISI SEMA YOLUYLA ALMANıN KEYFIYETI, TAHAMMÜLÜ VE ZABTı

1. Giriş:

"Hadisi semâ' yoluyla almamn keyfiyeti"nden maksat, bir hadisi, daha sonra bir başkasına nakletmek üzere, bizzat hocalar­dan duyarak almak isteyen bir kimse için gerekli olan hususlar ile bu hususlaria ilgili şartları açıklamaktır. Mesela hadis alıp naklet­meye ehil olabilmek için zorunlu veya ihtiyarî belli bir yaşın şart koşulması gibi bir husus bir örnektir.

"Tahammül [hadisi elde etmek]"den maksat, hadisi elde etme yollarını ve onu elde ederken hocadan ders alma şekille­rini açıklamakür. "Zaptmm beyanı "ndan maksat, bir öğrencinin, daha sonra makbul görülen bir yöntemle bir başkasına naklet­mek üzere, elde ettiği bir hadisi uygun bir zapt yöntemiyle nasıl zaptettiğini açıklamaktır.

Mustalah âlimleri, hadis ilimlerinden biri olan semâ'a büyük önem vermişler; onun için hadisin semâ yoluyla alınmasına yö­nelik olağanüstü ve ince bir anlayış çerçevesinde çeşitli kaideler, prensip ve şartlar ortaya koymuşlardır. Hadis tahammül yolları­nın arasını temyiz edip onları birbiHerinden üstün gelecek şekilde çeşitli derecelere ayırmışlardır. Bunu da, Resûlüllah'm hadisini korumayı sıkı tutmak ve hadisin şahıstan şahısa intikalini güzel­leştirmek için yaptılar. Ta ki müslümanın, nebevî hadise ulaşma vasıtası hakkında kalbi mutmain olsun, hadîse ulaştığı bu yolun da en salim ve en hassas bir yol olduğuna yakînen inansın!..

178 MAHMUD TAHHAN-

2. Hadis Almak İçin İslâm ve Bulûğ Şartmın Aranıp Aranmadığı Meselesi: -Daha önce râvînin şartları bahsinde değindiğim gibi- sahih görülen görüşe göre, hadis almak [ta­hammül] için râvide müslüman ve bulûğ çağına ermiş olma şartı aranmaz; fakat nakli esnasında her iki şart da aranır^^s. Buna binaen bulûğ çağına ermiş bir müslümanın, müslüman olmadan veya bulûğ çağına ermeden önce duyduğu bir hadisi rivayet et­mesi kabul edilir. Ancak yinede -baliğ olmamakla beraber-, tem­yiz çağına ve kabiliyetine ulaşmış olması gerekir.

Bazılarına göre hadisin tahammülü için bulûğ çağına ulaş­mış olmak şarttır. Fakat bu görüş yanlıştır. Zira müslümanlar; bulûğdan önce mi aldı yoksa sonra mı aldı gibi bir ayınm gözet­meksizin Hasan ve İbn Abbâs gibi küçük sahâbîlerin rivayetlerini kabul etmişlerdir.

3. Hadis Öğrenimine Başlamanın Ne Zaman Uygun Olacağı Meselesi:

a. Kimine göre hadis öğrenmeye otuz yaşında başlamalı uygun olur. Şâm âlimleri bu görüştedir.

b. Kimine göre yirmi yaşında başlamak uygun olur. Küfe âlimleri bu görüştedir.

c. Kimine göre on yaşında başlamak uygun olur. Basra âlim­leri bu görüştedir.

d. Son dönemlerde, kişinin, duyduğunu veya öğrendiğini doğru bir şekilde muhafaza edebilme çağını, hadis öğrenimine başlamanın en erken çağı olarak kabul etmek doğru olur. Çünkü hadisler kitaplarda zapt u rapt alüna alınmış bulunmaktadır.

4. Küçüklerin Hadis Öğrenmelerinin Sahih Olması İçin Belli Bir Yaşın Gerekip Gerekmediği Meselesi:

a. Bazı âlimler bunu beş yaşla sınıdamışlardır. Hadis ehli arasında yedeşik uygulama da bu istikamette olmuştur.

228 Talıammül; hadisi öğrenmek ve onu hocadan almak demektir. Edâ i's; hadisi rivayet etmek ve öğrencilere vermek, nakletmektir.

-YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 179

b. Bazıları da "temyiz yaşına itibar etmek doğru olur; eğer söylenileni anlar ve hitaba cevap verebilirse mümeyyiz sayılır, semâ'ı sahih olur; değil ise olmaz", demişlerdir.

B. TAHAMMÜL YOLLARI VE EDÂ SIĞALARI

Hadis tahammül yolları sekizdir. Şunlardır:

1. Sema': Hocanın ağzından dinlemek. 2. Kıraat: Talebenin hocaya okuması. 3. İcazet 4. Münâvele 5. Kitabet 6. İ'lâm 7. Vasiyyet 8. Vicâde

Bunlardan özetle, her biri için söz konusu olan edâ lafızlan ile birlikte bahsetmeye çalışacağım.

1. Semâ' ( ^ U J l ) [Hocanın Ağzından Dinlemek]:

a. Şekli: Semâ', hocanın okuması, talebenin de hocayı din­lemesi şeklinde olur. Hoca ya ezberden veya yazılı bir kitaptan okur. Talebe de ya dinlediklerini yazar veya yazmadan sadece dinler.

fa. Derecesi: Semâ', âlimlerin çoğunluğuna göre tahammül yollarının en üstün derecesidir.

c. Edâ Lafızları:

1.Tahammül yollarından herbirine ait bazı lafızlar, hususiyet kazanıp yaygınlık kazanmadan önce, hocayı bizzat duyan öğren-dnin edâ esnasında şu lafizlardan birini kullanması caiz olur:

180 MAHMUD TAHHAN-

2. Tahammül yollarmdan her birine ait bazı lafızlar hususiyet kazanıp yaygınlık kazandıktan sonra edâ lafızları aşağıdaki şekil­de olur:

-Semâ' için: o**— veya j ^ ^ ^ .

-Kıraat için: j

-İcazet için:^L;î

-Müzakere yoluyla semâ' ^^ için: c J veya ı J / j kulla­nılır.

2. Kıraat ( 5 . ^ 1 i ) [Hocaya Okumak]:

Muhaddislerin çoğu buna "arz" admı veririer.

a. Şekli: Kıraat, talebenin okuyup hocanın dinlemesi^^o şek­linde olur. Okumayı ya bizzat talebenin kendisi yapar veya başka birisi okurken kendisi dinler. Okuma ya ezberden veya bir ki­taptan yapılır. Hoca, okuyan talebeyi ya ezberinden veya bizzat kendi elinde bulunan bir kitaptan yahutta güvenilen başka biri­nin elindeki kitaptan takip eder.

b. Kıraatla Rivayetin Hükmü: Hocaya okuma yoluyla riva­yet, -bu görüşleriyle müteşedditlerden [tenkidde aşırı gidenler­den] bile sayılmayan bazıları hariç-, istisnasız, zikredilen bütün şekilleriyle sahih bir rivayet usûlüdür.

c. Derecesi: Kıraat yoluyla rivayet şeklinin derecesi hakkında ihtilaf edilerek, üç feırklı görüş ortaya çıkmıştır:

229 Müzakere yoluyla semâ', tahdîs yoluyla semâ' değildir Çünkü tahdis yo­luyla semâ'da, meclise gelmeden önce hoca ile talebe, semâ'ın gerçekle­şip duyulanları zapt etmek için bizzat hazırlık yaparlar. Müzakere yoluyla semâ'da bu hazırlıklar yoktur.

230 Bundan kasıt, talebe, hocanın merviyyatından olan hadisleri okumasıdır; yoksa dilediği hadisleri okuması değildir. Çünkü talebenin hocaya oku­masından amaç, bunları hocadan zabt etmiş olması için hocanın bunları talebeden dinlemesidir.

— - - - - Y E N İ HADlS USÛLÜ CTEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 181

231 Edâ, hadisi nakletmek demekler. Edâ lafızları hadisi naklederken kullanı­lacak lafızlar demektir. Buradaki anlamı ise; kıraat yoluyla alınan bir hadisi naklederken kullanılacak lafızlar, demektir, (çev.)

232 Hocanın kendi rivayetlerini talebesine, rivayet etmeye izin vermesidir, (çev.)

cl. Kimine göre kıraat semâ'a eşittir: Mâlik (0,179/795), Buhârî (Ö.256/869), Hicaz ve Küfe âlimlerinin çoğu bu görüş­tedir.

c2. Kimine göre kıraat semâ'dan daha alt seviyededir: Maş-n k l d a n n çoğu bu görüştedir; doğru olan görüş de budur.

c3. Kimine göre kıraat semâ'dan daha üstündür: Ebû Hanife (0.150/767), İbn Ebî Zi'b (Ö.158/775) bu görüştedir. Bu görüşte olduğuna dair Mâlik'ten de bir rivayet vardır.

d. Edâ Lafızları: 23i

Kıraat yoluyla alınan bir hadis şu lafızlarla nakledilir:

1. En yaygın olanlar: K Ö ^ J ı * jn veya «yti UÎj *;« lafızlarıdır.

2. Kıraat lafzıyla kayıtlı semâ' lahzlarıyla rivayet etmenin caiz olduğu lafızlar: (cU* i l J bîju^n lafzı buna örnektir.

3. Muhaddislerin çoğu arasında en yaygın olarak kullanılan lafız: Muhaddislerin çoğu, nllafzını sadece kıraat için kullan­mışlardır.

3. İcazet (Sjl^rV')

a. Tanımı: İcazet, sözlü veya yazılı olarak rivayete izin ver-mektir232.

b. Şekli: Hocanın talebelerinden birine meselâ, "Sahîhu'l-Buhârî'yi benden rivayet etmene izin verdim" demesi şeklinde gerçekleşir. ,

182 MAHMUD TAHHAN-

c. Çeşitleri: İcazetin birçol< çeşidi vardır. Onlardan sadece beşini zikredeciğim. Şunlardır:

1. Hocarım; muayyen bir metni, muayyen bir şahsm rivayet etmesine izin vermesi: Meselâ hocanın talebesine "Sahîhu'l-Buhârî'yi rivayet etmene izin verdim", demesi böyledir. Bu, mü-naveleden tecrid edilmiş mücerred icazet çeşitlerinin en üstünü­dür.

2. Hocanm; belli olmayan bir metni, belli bir şahsa rivayet etmeye izin vermesi: Mesela hocanın talebesine "Sana bütün mesmuatımı rivayet etmene izin verdim", demesi böyledir.

3. Hocanm, belli olmayan bir metni, belli olmayan bir şahsa rivayet etmeye izin vermesi: Meselâ hocanın, "bütün mesmûâtımı [işittiğim bütün hadisleri], zamanımda yaşayan herkese rivayet etmeye izin verdim" şeklinde bir ifade kullanması böyledir.

4. Bilinmeyen bir metni, bilinen bir şahsa veya tam tersi bilinen bir metni bilinmeyen bir şahsa rivayet etmeye izin ver­mesi: Meselâ hocanın, bir kaç tane sünen rivayet ettiği halde talebesine "sana sünen kitabını rivayet etmene izin verdim" de­mesi, veya belli bir metni, birçok kişi için müşterek bir isim olan "Muhammed b. Halid ed-Dımaşkî'ye rivayete izin verdim" de­mesi böyledir.

5. Henüz hayyatta olmayana rivayete izin vermek: Bu ya, "fülâna ve onun dünyaya gelecek çocuğuna izin verdim" şeklin­de hayatta olan birisine bağlı olarak olur veya"/ü/ânın dünyaya gelecek çocuğuna izin verdim" şeklinde, hayatta olmayan birisi­ne izin vermek şeklinde olur.

d. İcazetle Rivayetin Hükmü: İcazetin birinci şekli, cumhu­run da paylaştığı bir görüş olarak sahih bir rivayet şeklidir. Yay­gın uygulamaya göre; icazetin bu şekliyle hadis rivayet etmek ve rivayet edilen hadisle amel etmek, caizdir; ancak bazı âlimler bunu kabul etmemektedirier. Şafiî'den (Ö.204/819) rivayet edi­len iki görüşten birinin bu istikamette olduğu söylenmektedir

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 183

233 Kitabın yazarı, Ebu'l-Abbas el-Velîd b. Bekr cl-Ma'merî'dir. Kitabının tam ismi e/-Vicâze fi tecvizi'l-icâze dir

İcazetin geri kalan şekilleriyle hadis alıpvermenin cevazı konusunda şiddetli ihtilaflar vardır. Fakat her hal ü kârda bu yolla (icazetle) hadis alıp rivayet etmek, tasâhülü gerektiren çok zayıf bir tahammül şeklidir.

e. Edâ Lafızları:

İcazet yoluyla alınan bir hadis şu lafızlardan biri ile nakledi­lir:

1. En uygun olan edâ lafzı: «j- U J jU-î» demektir.

2. Semâ' ve kıraat lafızlan ile kayıtlı olarak kullanılması caiz olan lafızlar: ((SjU-l b i j ^ » veya «sjU-l L-^î» gibi lafızlar.

3. Müteahhirîn [sonraki] âlimlerin ıstılahı: «uLÎMdir. "el-Vıcâze'"^'^ adlı kitabın yazarı da bu lafeı tercih etmiştir.

4. Münâvele (üjLJl)

a. Çeşitleri: Münâvele iki çeşittir:

al. İcazetli münâvele: Mutlak mânada icazet çeşitlerinin en üstünüdür. Gerçekleşme şekillerinden biri şöyledir: Hoca kitabı­nı öğrencisine; "fau benim fülândan rivâyetimdir; onu benden rivayet et!" diyerek verir; sonra kitabı ya temliken veya istinsah etmesi için emaneten öğrencisine bırakır.

a2. İcâzetsiz münâvele: Bu da, hocanın kitabını öğrencisine, sadece, "fau benim duyduklarımdır" diyerek vermesi şeklinde olur.

fa. Münâvele İle Rivayetin Hükmü:

1. İcazetli münâvele ile rivayet etmek caizdir. Semâ'dan ve kıraattan daha alt seviyededir.

184 MAHMUD TAHHAN-

2. İcazetsiz münâvele ile rivayet, kabul edilen görüşe göre caiz değildir.

c. Edâ Lafızları:

Münâvele yoluyla alman bir hadisi rivayet ederken şu lafızlar kullanılır:

1. En güzeli, eğer icazetli münâvele ise, nj^jl)' veya «jJjU J jU-î j» ifadelerini kullanmaktır.

2. Semâ' ve kıraat lahzlarıyla kayıtlı olarak kullanılması caiz olan lafızicir: «i!jb. IUJJ-)) veya «ijU-lj ÂJJI:. U_ î)) şeklinde münâvele kaydıyla semâ' ve kıraat lafızlanyla rivayet etmek de caizdir.

5. Kitabet (i biCl)

a. Gerçekleşme Şekli: Hoca mesmûâhnı [elde ettiği hadis­lerini] hazırda veya gaibte bulunan birisi için bizzat kendisi veya başka birine emrederek yazdırması şeklinde olur.

b. Çeşitleri: Kitabet iki şekilde olur.

bl. İcazetli Kitabet: İcazetli kitabet, ((jJJ ^ U ^ - ^ î » "sana yazdığımı riuâyet etmene izin verdim" veya « ^ l o - ı î U ü J j ^ Î » :

"senin için yazdırdığımı rivayet etmene izin verdim!" vb. ifade­lerie gerçekleşir.

b2. İcazetsiz Kitabet: Bu da hocanın birisi için bazı hadisler yazdırıp rivayetine icazet vermeksizin göndermesi şeklinde olur

c. Kitabet Yoluyla Rivayetin Hükmü:

1. "İcazetti kitabet" yoluyla rivayet etmek sahihtir; sihhat ve kuvvet bakımından icazetli münâvele gibidir.

2. "İcazetsiz kitabet" ile rivayeti bazı âlimler caiz görmezken bazıları caiz görmektedirler. Muhaddisler, icazet mânâsı çağrıştır­dığı için icazetsiz kitabetle rivayetin caiz olduğu görüşündedirler.

d. Yazıya Güvenmek İçin Delil G"*--'"'' '^nrh Var mı?:

- Y E N İ HADİS USÛLÜ [TEYSÎRU MUSTALAHİ 'L-HADÎS) 185

1, Bazı âlimler yazmm hocaya ait olduğuna dair delil geti­rilmesini şart koşarlar. Zira onlar yazmm yazıya benzeyebileceği iddiasındadıriar. Bu görüş, zayıf bir görüştür.

2. Yazının kendisi için yazılan kişinin kâtibin yazısını tanıma­sı yetedidir diyenler vardır. Çünkü onlara göre bir insanın yazısı diğerlerine benzemez. Doğrusu da budur.

e. Edâ Lafızları:

Kitabet yoluyla alınan bir hadisi rivayet ederken şu lafızlar kullanılır:

1. Kitabet lafzını açıkça ifade etmek şeklinde olur: «Jl ^ o:>ü)i lafzı gibi.

2. «ı,\sS ö>ü ^^'a^.jveya »i.bs jt>ü j , ^ î » şeklinde semâ' ve kıra­at lafızlarını kitabet lafzıyla kayıtlı olarak getirmek şeklinde olur.

6. İ'Iâm

a. Şekli: Hocanın talebeye "şu hadis" veya "şu kitap benim duyduklanmdır" diyerek haber vermesi şeklinde olur.

b. İ'lâmla Rivayetin Hükmü: Alimler i'lâm ile rivayet etme konusunda ihtilaf etmiş, neticede iki farklı görüş ortaya çıkmış­tır:

1. İ'lâmla rivayet etmek caizdir: Hadis, fıkıh ve usûlculerin çoğu bu görüştedir.

2. İ'lâmla rivayet etmek caiz değildir: Hadisçilerden ve ha­disçilerin dışmdakilerden pek azı bu görüştedir. Doğrusu da budur. Çünkü bazen hoca bir hadisin kendi rivayeti olduğunu bildirdiği halde, zayıflığından dolayı o kişiye söz konusu hadisin rivayetini caiz görmez. Eğer rivayetine icazet vermişse böyle bir hadisin rivayeti caiz olur.

186 MAHMUD TAHHAN-

c. Edâ Lafızları:

Râvî, i'lâm yoluyla aldığı bir hadisi rivayet ederken; KJ^AA

IJSC : "hocam bana şöyle bildirdi" ifadesini kullanır.

7. Vasiyyet

a. Şekli: Hoca ölümü anında veya yolculuğa çıkacağı esna­da rivayet ettiği kitaplardan birini, bir şahsa vasiyet etmesidir.

b. Vasiyet İle Rivayetin Hükmü:

Vasiyet yoluyla alınan bir hadisin rivayeti konusunda iki görüş vardır:

1. Vasiyet yoluyla hadis rivayet etmek caizdir: Bazı selef âlimleri bu görüştedir. Bu bir yanılgıdır. Çünkü vasiyet usûlünde kitab vasiyet edilmiş, rivayeti vasiyet edilmemiştir.

2. Vasiyet yoluyla hadis rivayet etmek caiz değildir: Doğrusu da budur.

c. Edâ Lafızlan:

Bir râvi vasiyet yoluyla aldığı bir hadisi rivayet ederken, «ıJK; Ö:)U J! ^j\r."fülan bana şunu vasiyet etti" veya «j^Aj ji^' i^j)) -."fülan bana vasiyet yoluyla tahdis etti" gibi ifadeler kulla­nır.

8. Vicâde (;JU-JJI)

Vicâde sözcüğü, ve-ce-de: j ^ j fiilinin masdarıdır. Bu masdar Araplardan işitilmeksizin ortaya çıkmıştır; semaî değildir,

a. Gerçekleşme Şekli: Vicâde, talebenin, hocasının rivayet ettiği hadisleri bizzat hocanın yazısıyla yazılı olarak bulması şek­linde olur. Ki talebe hocasının yazısını tanır; ancak hocasından semâ'ı ve icazeti yoktur.

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 187

b. Vicâde Yoluyla Elde Edilen Hadisleri Rivayet Etmenin Hükmü: Vicâde yoluyla gelen rivayetler munkatı sayılır. Fakat vicâdede bir nevi ittisal da vardır.

c. Edâ Lafızları: Bir hadisi vicâde yoluyla elde eden bir râvî, rivayet esnasında; « o ^ ^J^ j» : "bunu fülanın yazısıyla bul­dum" veya (diS' o î y » : "fülanın yazısıyla şöyle okudum" der; sonra sened ve metni nakleder.

C. HADÎSLERİN YAZILMASI, ZABTI VE TASNÎFİ234-235

1. Hadîsleri Yazıya Geçirmenin Hükmü: Sahabe ve tabiînden oluşan selef, hadislerin yazıya geçirilmesi konusunda ihtilaf etmiş, neticede çeşitli görüşler ortaya çıkmıştır:

a. Bazılan hadislerin yazılmasını hoş karşılamadılar: İbn Ömer (ö.74/693), İbn iviesud (Ö.32/652) ve Zeyd b. Sabit (Ö.45/665) hadislerin yazılmasını hoş karşılamayanlardandır.

b. Bazıları hadislerin yazılmasında sakınca görmeyip hoş karşıladılar: Abdullah b. Amr (Ö.65/684), Enes (Ö.93/711) Ömer b. Abdulazîz (ö. 101/719) ve ashabın çoğu bu görüştedir.

c. Daha sonra hadislerin yazılmasının caiz olduğu konusunda âlimler görüş birliğine vardılar: Böylece ihtilaf da kalkmış oldu. Eğer hadisler kitaplarda tedvîn edilmemiş olsaydı daha sonraki asıriarda hadis yok olup giderdi; özellikle de bu çağımızda.

234 Bu konuyu özetle ele alıyorum. Çünkü yazma ve düzeltme kaidelerinin çoğu, muhakkikin önemli konularındandır, tabiî ki, özellikle de bu zaman­da. Bu tafsilâtı eski yazma nushalann yazımında âlimlerin ıstılah ve diğer ifadelerini bilmek için ilmin mütehassıslanna bırakmak gerekiyor.

235 Bu konuyu özetle ele alıyorum. Çünkü yazma ve düzeltme kaidelerinin çoğu, muhakkikin önemli konularındandır, tabu ki, özellikle de bu zaman­da. Bu tafsilâta eski yazma nushalann yazımında âlimlerin ıstılah ve diğer ifadelerini bilmek için ilmin mütehassıslanna bırakmak gerekiyor

188 MAHMUD TAHHAN-

2. Hadislerin Yazılması Hükmünde İhtilafın Sebep­leri: Hadislerin yazıya geçirilmesi konusunda farklı hüküm ver­meye, yasak ve izin şeklinde zıt iki yönde mevcut olan hadisler sebep olmuştur. Onlardan bir kaçı şöyledir:

a. Yasak ile ilgili hadis: Müslim'in rivayet ettiği şu hadis:

:» jT_)âJl jlp l î i Ç i ^ ^ ö î^ l l î ^ y İ P 1 jiÜ »

"Benden Kur'an'dan başka bir şey yazmayın! Kim bende. Kur'an'dan başka bir şey yazmışsa onu imha etsin!"^^

b. İzin ile ilgili hadis: Buhârî ve Müslim'in rivayet ettiği §ı hadis:

((.Li \yşS'\)y. "Ebû Şâh için yazmız!"^'^

Bu arada hadislerin yazılmasının mübâh [serbest] olduğunu belirten başka hadislerin de bulunduğunu belirtmek gerekir. Ab­dullah b. Amr'a izin verme hadisesi bunlardan biridir.

3. İzin ve Yasak ile İlgili Hadislerin Arasını Bulmak: Alimler yasak ve izin ile ilgili hadislerin arasını çeşitli şekillerde bulmaya çalışmışlardır: Şöyle ki:

a. Bazıları bu konuda şöyle bir görüş ortaya koymuştur: Kitabet izni, hadisi unutmasından korkulanlar içindir. Yasak ha­disi de; yazdığında, unutmaktan kendisini emniyette hissedip ya­zıya güvenmesinden korkulan kimseler içindir.

fa. Diğer bazılan şöyle demişlerdir: Yasakla ilgili hadis, hadis­lerin Kur'an'a kanşma endişesinin bulunduğu zaman söylenmiş­tir; bundan emin olunduğu zaman yazma izni verilmiş, böylece yasakla ilgil hadis neshedilmiştir.

236 Müs/im, Zülid 72. 237 Buhur!. İlim 39, Lukata 7; Ebû Dâvûd, Menâsik 89, Diyât 4; Tırmizî, İlim

12; Ahmed b. Hanbel, II, 238. (çev)

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 189

238 Yani hocadan aldığı rivayetlerin bulunduğu, hocanın asıl nüshası demektir

4. Hadis Yazan Bir Kimsenin Dikkat Edeceği Husus­lar: Hadis yazan bir kimse, şekil ve noktalama olarak karışıklık­tan emin olacak şekilde bütün gücünü hadisin zabtına ve tah­kikine sarfetmesi gerekir. Karışıklık özellikle özel isimlerde mey­dana gelir. Çünkü öncesi ve sonrasına yani siyak ve sibakına bakarak doğrusunu kestirme imkânı bulunmamaktadır. Aynca yazısı, yaygın yazı kaidelerine göre açık olması, âlimlerin bilme­diği kendisine has özel remizler, ıstılahlar edinmemesi gerekir. Hz. Peygamber'in her zikredilişinde ona salât ve selâmı yazma­sı, tekrardan usanmaması gerekir. Azze ve Celle: «J^j ^P» gibi, Allah'a yapılan senalarda da böyle yapmeısı gerekir. Sahabe ve âlimler için kullanılan "radiyellahu anh: Allah ondan razı olsun!", "rahimehullah: Allah ona merhamet etsin!" gibi hürmet lafızlan kullanmada da böyle davranılmalı. Sadece "salât" veya sade­ce "teslim " ifadelerinin kullanılması hoş karşılanmadığı gibi K ^ » ve ^ ^ ^ ) ) gibi kısaltmaların kullanılması da hoş karşılanmamıştır. Hadis yazanlar bunları tam yazmaları gerekir.

5. Mukabele vc Keyfiyeti: Hadis yazan bir kimse, hoca­nın kitabını icazet yoluyla almış olsa da, bitirdikten sonra yazdık­larını hocasının asıP^^ nüshası ile karşılaştırması gerekir.

Mukabelenin keyfiyetinde, öğrenci ve hocasının semâ' anın­da kitaplarını ellerinde bulundurmaları gerekir. Okuma anında veya daha sonra herhangi bir zamanda, hoca ile başka bir si­kanın mukabele etmesi de mukabele için kafidir. Mukabelenin, daha önce hocanın asıl nüshası ile karşılaştırılmış bir başka nüsha ile yapılması da yeterlidir.

6. Edâ ve Diğer Lafızlann Yazımında Kullanılan Is­tılahlar: Hadis yazanların ekserisi, edâ lafızlarını kısaltmada en çok kullandıkları mmuzlar şunlardır:

190 MAHMUD T A H H A N -

a. biA=-: ((fâ) veya «1)).

b. U_r î: (dîi) veya «Ujl».

c. Bir isnaddan diğer bir isnada geçişte âlimler «^)) rumuzunu kullanmışlardır. Okuyucu onu ( ( U » şeklinde okur.

d. Senedde yer alan râvîler arasında geçen «Jli» ve benzeri kelimeleri yazı olarak yazmamak âdet olmuştur. Bu uygulama, kısaltma amacıyla yapılmaktadır. Fakat okuyucunun bu tür keli­meleri telaffuz etmesi gerekir.

Mesela okuyucu; «viUU U ' J ^ j t 4)i j l * b'jb^» şeklindeki bir senedi «lülU U J l î ^ *ui j u * bl j^^» şeklinde okuması gere­kir. İsnadın sonunda ihtisar amacıyla k^jλ ifadesini yazmamak da âdet olmuştur. Mesela: «JU ı^y je^n ifadesinde okuyucu ««jî» ifadesini ekleyerek k J U ^jλ demesi gerekir. Bu işlem i'rab yönün­den sözü düzeltmek için yapılmalıdır.

7. Hadis Tahsili İçin Yapılan Yolculuklar: Selef dedi­ğimiz önceki âlimler hadise eşi ve benzeri görülmemiş bir önem atfettiler; toplanması ve muhafazasına neredeyse akıl almaz bir tarzda ihtimam ve gayret sarfettiler, bu uğurda zamanlarını ola­ğanüstü bir şekilde harcadılar. Bulundukları yerdeki hocaların hadislerini aldıktan sonra, başka yerierde bulunan otoritelerin hadislerini de almak için uzak ve yakın bütün belde ve bölge­lere yolculuklar yapülar. Yolculuğun meşakkatlerine ve geçim şartlarının zorluklarına gönül nzâsıyla göğüs gerdiler. Bağdadî (Ö.463/1070) bu konuda"er-Rih/e/î talebi'l-hadîs" adlı bir kitap tasnif etti. Kitapta; sahâbî, tabiî ve tabiînden sonra gelenlerin hadis elde etmek için, duyanları hayretler içerisinde bırakacak şe­kilde yaptıkları yolculuklardan bahseder. Bu konudaki heyecanlı haberieri duymak isteyenler bu kitaba müracaat edebilirier. Zira bu haberler hem ilim talibini gayrete getirip arzu ve gayretlerini keskinleştirecek, hem de azimlerini daha da güçlendirecektir

8. Hadis Tasnif Türleri: Hadiste -veya başka bir dalda-kendisinde kitap tasnif etme gücü gören bir kimse; dağınık olan

YENİ HADtS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 191

malzemeyi bir araya getirmek; kapalı, anlaşılması zor olan nokta­ları açıklamak; topladığı dağınık malzemeyi belli bir tertib ve dü­zene sokmak; hadis talibine en kolay ve en kısa zamanda istifade edebilecek şekilde bir fihrist hazırlamak gibi hususları yerine ge­tirmesi gerekir. Kitabını güzelleştirip redâkte etmeden ve gereken bütün kontrolleri yapmadan piyasaya çıkarmamalıdır ki, tasnif ettiği eserin faydası bol ve herkese şâmil olsun.

Bütün bunlar bir tarafa, hadis âlimleri çeşitli tarzlarda eseder tasnif etmişlerdir. Hadiste tasnif çeşitlerinin en meşhurian şun­lardır:

a. Camiler: Akâid, ibâdet, muamelât, siyer, menâkıb, rikâk, fiten ve kıyametle ilgili haberler gibi bütün İslâmî konuları, mü­ellifin bir araya getirip telif ettiği hadis eserlerine cami' denir. Buhârî'nin (ö.256/869) Câmiu's-sahîh'i buna örnektir.

b. Müsr\edler: Konularına bakılmaksızın, herbir sahâbînin tek başına rivayet ettiği hadislerin, kendi isimleri alünda sıralan­mak suretiyle bir araya getirilerek oluşturulan eserlere müsned denir. Ahmed b. Hanbel'in (ö.241/855) Müsned'i örneğinde ol­duğu gibi.

c. Sünenler: Hüküm istinbat etmek için ftkıhçılara kaynaklık teşkil etsin diye hkıh bablarına göre tasnif edilen [hadis] kitapları­na sünen denir. Sünenler; akâid, siyer, menâkıb ve buna benzer konulan ihtiva etmemekle cami lerden ayrılıriar. Sünenler özel­likle hkıh konularına ve ahkâm hadislerine hasredilmişlerdir. Ebû Davud'un (ö.275/888) Sünen'i buna örnektir.

d. Mu'cemler: Mu'cemler; müellifin, çoğu kez hadisleri, alfa­betik bir sıralama ile ele aldığı hocalarının isimlerine göre tertip ettiği hadis kitaplarıdır. Taberânî'nin (Ö.360/970) Mu'cemu'l-kebîr, Mu'cemu'l-eusât ve Mu'cemu's-sağîr adları ile tasnif ettiği üç mu'cem buna örnektir.

e. 'İlel kitaplan: İlel kitaplan, illetli hadisleri bir araya geti­rip onların illetlerini açıklayan eserierdir. İbn Ebî Hatim'in

192 MAHMUD TAHHAN-

(Ö.327/938) ve Dârekutnî'nin (Ö.385/995) 'İlel adlı eserleri birer örnektirler.

/. Cüzler: Ya hadis râvilerinden birinin rivayet ettiği hadisler; veya araştırma neticesinde bir konu ile ilgili hadisler bir araya ge­tirilmek suretiyle oluştumlan küçük çaplı esedere cüz denir. Me­sela Buhârî'nin, "Namazda iki eli kaldırmakla ilgili cüz" ü buna örnektir.

g. Etraf kitapları: Bu tasnif türünde musannif, önce herbir hadisin, geri kalan kısmına işaret edecek şekilde belli bir kısmı­nı zikreder, sonra her metnin ya geniş tarzda veya esas alınan belli kitaplarda yer alan senedlerini zikreder ve yerierini belir­tir. Mizzî'nin (Ö.742/1343) Tuhfetü'l-eşrâf bi-ma'rifeti'l- etraf ad\\ eseri buna bir örnektir.

h. Müstedrekler: Bir müellifin, şartlarına uyduğu halde göz­den kaçırıp eserine almadığı hadisleri, başka bir müellifin bir araya getirmesi suretiyle meydana getirilen eserlere müstedrek denir. Ebû Abdillah el-Hâkim'in (Ö.405/1014) el-Müstedrek ala's-sahıhayn'ı buna örnektir.

i. Müstahrecler: Bir müellifin, başka bir müellifin eserinde yer alan hadisleri, ilk müellifin senedlerinin dışında, kendine ait senedlede tahric etmesi suretiyle oluşan eseriere müstahrec denir. Müellif bazen ilk müellifin hocasında veya hocasının hocasında kendisiyle birieşir. Ebû Nuaym el-îsbehânî'nin (Ö.430/1038) el-Müstahrec ala-s-sahîheyn'i buna örnektir.

D. HADİS RİVAYETİNİN KEYFİYETİ

1. Bu Başlıktan Ne Kastedildiği: Bu başlıklandırma ile hadisin rivayet edilme keyfiyeti, âdabı ve bununla ilgili husus-lann açıklaması kastedilmiştir. Daha önceki bahislerde konu ile ilgili açıklamalar geçmiştir. Geriye kalan ilgili diğer hususlar da şöyledir:

-YENİ HADtS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 193

2. Râvînin Ezberinde Olmayan Kitabmdem Rivayet Etmesinin Caiz Olup Olmadığı Meselesi: Bu konu, âlimlerin ihtilaf ettiği bir meseledir. Onlardan bir kısmı aşırı giderek ifrata düşmüş, bir kısmı mütesâhil davranarak tefrîte düşmüş, bir kısmı da mutedil davranarak orta bir yol takip etmiştir.

a. Muteşedditler [aşınlarjin görüşü: Bunlar, "Bir râvî rivayet ettiği hadisi hıfzından rivayet etmedikçe, o hadis hüccet olmaz" görüşündedirler. Mâlik (ö. 179/795), Ebû Hanîfe (ö. 150/767) ve Ebû Bekr es-Saydelânî eş-Şâfiî'nin bu görüşte olduğu nakledilir.

b. MütesâhiUer [geuşek davranarılarjin görüşü: Bunlar, aslı ile karşılaştırılmamış nüshadan rivayet [etmeyi kabul] eden bir gmp âlimdir. İbn Lahî'a (ö. 174/790) bu görüşe sahip olanlar­dandır.

c. Orta yolu takip ederi mu'tediUerin görüşü: Bunlar, cum­hur dediğimiz âlimlerin çoğunluğunu teşkil ederler. Şöyle demek-tedirier: "Râvînin, tahammül ve mukabelede, daha önce zikredi­len şartları yerine getirmesi durumunda kitaptan rivayet etmesi caiz olur. Hatta kitabı yanında olmadığı zaman, daha sonra eline geçtiğinde, galib zann ile onda herhangi bir tebdîl ve tağyîrin yapılmadığı kanaati hasıl olması durumunda bile kitaptan rivayet etmesi caiz olur. Özellikle de yapılacak değişiklerin çoğunlukla kendisine gizli kalmayacak düzeyde kendine hakim biri ise".

3. Duyduğunu Hıfzedemeyen Görme Özürlünün Rivayetinin Hükmü: Duyduğunu sağlam bir şekilde hafıza­sında tutamayan görme özüdünün, duyduğu hadisin yazımında, zabtında ve kitapta muhafazasında yardım aldığında ve yazı­lanlar kendisine okunduğunda dikkatli olur, zann-ı galip üzere onlarda herhangi bir değişikliğin yapılmadığı kanati hasıl olursa, âlimlerin çoğunluğuna göre böyle bir kimsenin rivayeti sahihtir. Bu kişi gözleri görüp hıfzedemeyen ummî gibidir.

194 MAHMUD TAHHAN-

4. Hadislerin Mânâ İle Rivayeti ve Şartları: Selef âlimler, hadislerin mâna ile rivayeti konusunda ihtilaf etmiş, bir kısmı bunu menederken, bir kısmı da caiz görmüştür.

a. Hadisin mâna ile rivayetini hadis, hkıh ve usûlculerden bir grup âlim menetmiştir. İbn Şîrîn ve Ebû Bekr er-Râzî bu bu gruba dahil olanlardandır.

b. Muhaddis, fıkıhçı ve usûlculerden halef ve selef âlimlerin çoğunluğu bunu caiz görmüşlerdir. Dört mezhep imâmı bunlar­dandır. Ancak râvînin mânâyı tam olarak yansıtması gerekir.

Ayrıca mânâ ile rivayeti caiz görenler bazı şartlar ileri sür­müşlerdir. Bunlar şunlardır:

1. Râvî lafızları ve lafızlardan ne kasdedildiğini iyi bilmeli;

2. Lafızların mânalarını karşılayacak kelimeleri [eş anlamlı­ları] iyi bilmeli.

Bütün bu söylenenler, tasnif edilmiş kitapların haricinde söz konusudur. Yoksa tasnif edilmiş bir kitaptan herhangi bir şeyin mâna ile rivayeti, aynı mânâyı taşısa bile lafzların değişimi caiz değildir. Çünkü mânâ ile rivayetin cevazı, râvînin herhangi bir kelimeyi hahriayamaması gibi bir zaruret durumunda söz konu­sudur. Ancak hadisler kitaplarda kayd edildikten sonra mânâ ile rivayeti zorunlu kılacak herhangi bir durum söz konusu değildir

Bütün bunların yanısıra mânâ ile rivayet eden bir kimsenin, hadisi rivayet ettikten sonra, «JU US' jî» , « . j î » veya J Î h demesi gerekiyor.

5. Hadiste Lahn ve Sebepleri: Hadiste lahn, okumada yapılan hata demektir. Hata yapma sebeplerinin en bariz olanları şunlardır:

a. Nahiu ve dil kurallarım bilmemek: Hadis öğrencisinin, kendisini lahn ve tashîften kurtaracak kadar nahiv ve dil kuralla­rını bilmesi gerekir. Hatîb (Ö.463/1070), Hammâd b. Seleme'den (ö.167/783) şöyle bir söz nakleder: "Hadis tahsil edip de nahvi

-YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 195

bilmeyen bir kimse, boynunda heybe olup da içinde arpa bulun­mayan merkep gibidir^^^".

b. Hocalarla karşılaşmadan kitap ue sahifelerden hadis almak: Daha önce değindiğimiz gibi hocadan hadis almanm çe­şitli yolları vardır. Ve bunlardan bir kısmı diğerinden daha kuv­vetlidir. Bu yolların en kuvvetlisi "hocadan bizzat işitmek" olan semâ ile "talebenin hocaya okuması" olan kıraat tır. Hadisle uğ­raşan kimse, Resûlüllah'm hadisini marifet ve tahkik ehli birisinin ağzından alması gerekir ki tashîf ve hata yapmaktan uzak kalsın. Hadis talibinin, kitap ve sahifelere güvenerek onlardan hadis alıp nakletmesi ve onları hocaları konumuna getirmesi uygun olmaz. Çünkü böyle yapanın hata ve tashîfleri çok olur. Onun için eski âlimler; "Kur'an'ı mushafîlerden, hadisi de sahafîlerden alma! 240" demişlerdir.

E. GARÎBU'L HADİS

1. Tanımı:

a. Sözlük anlamı: "Garîp" sözcüğü sözlükte, akrabalarından uzak olan kimse demektir. Burada söz konusu olan "garip"ten maksat, mânâsı kapalı olan lafızlar dır. Kâmûs sahibi de, m^'J ölçüsünde olan i(^'J-)> fiilinin kapalı ve gizli anlamında olduğunu belirtmektedir '*!.

b. Terim anlamı: Terim olarak, hadis metinlerinde, az kul­lanımdan dolayı anlaşılmaktan uzak kapalı lafızların bulunması­na garibu'l-hadîs denir.

239 Suyûtî, Tednbu'r-râm, II, 106. 240 "Mushâfî", Kur'an'ı kurra ve hocalardan değil de mushaflardan öğrenen

kimse demektir "Sahâfî" ise hadisi hocalardan değil de, sahifelerden alan kimse demektir.

241 Rrûzâbâdî, Kâmûs, I, 115.

196 MAHMUD TAHHAN-

2. Önemi ve Zorluğu: Garîbu'l-hadîs gerçekten önemli bir ilimdir. Hadis ehlinin onu bilmemesi hoş olmaz. Fakat bu ilme dalmak da oldukça zordur. Garîbu'l-hadîs ilmine girişecek olanlar son derece araştırmacı olması gerekir ki Peygamberinin sözünü açıklarken mücerred zannı ön plana çıkarmaktan sakına­bilsin! Selef bu konuda son derece tedbirii davranmıştır.

3. Garîbu'l-Hadisi En İyi Tefsir Etmenin Yolu: Garibu'l-hadisin en iyi tefsiri, aynı hadisin başka bir rivayette müfesser olarak gelmesidir. İmrân b. Husayn'dan (r.a.) gelen hastanın na­mazı ile ilgili hadis bu örneklerden biridir. Hadis şöyledir:

"Ayakta kıl! Gücün yetmezse oturarak kıl, buna da gücün

yetmezse yan üstü yatarak kıl!"

Bu hadiste geçen J i » ifadesini, Hz. Ali kanalıyla «J* Kf^y iLiil J.S:... jVr«j'VI v ^ » : "Yüzünü kıbleye çevirmiş bir vaziyette sağ yanı üzere yatarak (kıl)!" şeklinde gelen hadis tefsir etmiştir

4. Garibu'l-Hadis Konusunda Telif Edilen En Meşhur Eserler:

a- Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm (Ö.223/838): Garîbu'l-hadîs,

b- İbnu'l-Esîr (Ö.606/1209): en-Nihâye fi garîbi'l-hadis ve'l-eser'i. Garîbu'l-hadisle ilgili eserlerin en iyisidir.

c- Suyûtî (ö.911/1505): ed-Dürru'n-nesîr. Bu eser, en-Nihâ­

ye'nin bir özetidir.

d- Zemahşerî (Ö.538/1143): el-Fâik.

242 Buhârî, Taksîr 19; Ebû Dâuûd, Salât 175; Tirmizî, Salât 157; İbn Mâce, İkâme 139.

243 Dârekutnî, Sünen, II, 42, 43.

-YENİ HADtS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 197

II. RIVAYET ADABI

A. MUHADDİSLERİN ÂDABI

1. Giriş:

Hadisle meşgul olmak, Allah'a en faziletli yaklaşım vasıtala­rından ve en şerefli mesleklerden biridir. Bundan dolayı hadisle meşgul olup onu halka yayanların, mekârîm ahlâk ile ahlâk-lanmaları, güzel huylar la donanmalan gerekir. Netice itibarı ile insanlara öğrettikleri konusunda güzel bir örnek olmalı, bir şeyi başkalarına emretmeden önce kendi nefsinde tatbik etmelidir.

2. Muhaddiste Bulunması Gereken En Önemli Hususlar:

a. Doğru ve samimi bir niyete sahip olmak; makam veya şöhret gibi dünyevi amaçlardan kalbini temizlemek;

b. Çok sevap kazanma ümidi ile en büyük gayretini hadisin yayılmasına ve Hz. Peygamber'den tebliğde bulunmaya sarfet-mek;

c. Yaş ve ilimce kendisinden daha üstün olanların yanında rivayette bulunmamak;

d. Kendisine hadisten bir şey soran kimseyi, sorulan bilginin başkasında olduğunu bilmesi durumunda ona göndermek;

e. İyi niyete sahip değildir diye, herhangi birisine hadis nak­letmekten kaçınmamak; çünkü o kimsenin niyetinin iyi olması umulur;

f. Yetedi olması durumunda hadis yazdırmak ve öğretmek için bir meclis oluşturmak.

Bu ve buna benzer özellikler hadisçide bulunması gereken hususiyetlerdir

198 MAHMUD TAHHAN-

3. İmlâ Meclisinde Hazır Bulunmayı Arzu Edenlerin Ne Yapmaları Gerektiği Hususlar: Hoca konumunda hadis yazdırma meclisinde bulunacak kimsenin:

a. Sakalını temiz tutması, kokulanması ve taranması,

b. Güzel, şanına layık bir yerde, vakar ve heybetle oturması, Resûlüllah'm hadisine saygılı bir vaziyet içinde bulunması,

c. Huzura gelen herkesi kabul etmesi, yardım ve himmetini belli kimselere tahsis etmemesi,

d. Meclisini Allah'a hamd, RasûlüUuh'a salât ve selâm ve o anki hale uygun bir dua ile açıp kapatması,

e. Mecliste bulunanların akıllarının kaldıramayacağı ve anlayamayacaklan hadisleri nakletmeken sakınması,

f. Kalpleri rahatlatmak, bıkkınlığı üzerlerinden atmak için yazdırma işini, hikaye ve nadir olaylar anlatarak bitirmesi müs-tehaptır.

4. Hadis Rivayetine Hangi Yaşta Kalkışmalı: Hadis rivayetine hangi yaşta başlanması gerektiği konusunda ihtilaf edilmiştir: Şöyle ki:

a. Hadis rivayetine başlama yaşı hususunda; kimileri elli, ki­mileri kürk, kimileri de beışka yaşları söylemişlerdir.

b. Doğrusu, ne zaman kendini ehil görür ve kendisindeki bilgiye ihtiyaç duyulursa, hangi yaşta olursa olsun, işte o zaman hadis rivayeti için bir meclis oluşturabilir.

5. Hadisçilerin Âdabı Konusunda Telif Edilen En Meşhur Eserler:

a. Hatîb el-Bağdâdî (Ö.463/1070): e/-Câmr/i-âh/âfcı'r-râurüe âdâbi's-sâmi'.

b. İbn Abdilberr (Ö.463/1070): Câmıu beyâni'l-ilm ue fadlih.

-YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 199

B. HADIS ÖĞRENCISININ ADABI

1. Giriş

Hadis öğrencisinin âdabından maksat, öğrencinin öğrenme çabası içinde bulunduğu ilmin şerefine uygun bir şekilde, yüksek edeb ve kerîm ahlâkla vasıflanmasının gerektiğidir. Çünkü öğren­me çabasında olduğu ilim, Resûlüllah'ın hadisidir. Burada öğ­rencinin hoccisıyla beraber ortaklaşa sahip olması gereken âdâb vardır, münferit olarak sahip olması icap ^den âdâb vardır.

2. Öğrencinin Hocası İle Birlikte Sahip Olması Ge­reken Edebler: Hadis ilmiyle meşgul olup da hoca ve öğrenci konumunda olan herkes:

a. Öğreniminde iyi niyet sahibi olmalı, niyetini yalnız Allah'a hasretmeli [samimi niyet ve ihlas];

b. Öğreniminde, dünyevî hedeflere ulaşma gayesinden uzak olmalıdır.

Bu konuda Ebû Dâvûd (Ö.275/888) ve İbn Mâce'nin (Ö.273/886) Ebû Hureyre'den tahric ettikleri bir hadiste Hz. Pey­gamber şöyle buyurmaktadır:

((iiUiJi ^y i»«Ji >-*j*

"Kim, Allah'ın rızasını gerektiren bir ilim öğrenmeye koyulur da, onu sadece dünyevî hedeflere ulaşmak için elde ederse kıya­met gününde cennetin kokusunu (bile) alamaz"^'^.

c. Elde ettiği hadislerie amel etmelidir.

3. Hocadan Ayrı Olarak Öğrencide Bulunması Gere­ken Edebler: Hadis ilmiyle uğraşan her öğrenci:

a. Hadisi zabdetme ve anlama konusunda Allah'tan muvaf­fakiyet, doğruluk, kolaylık ve yardım dilemeli,

244 Ebû D&vûd, İlim 12.

200 MAHMUD TAHHAN-

b. Bütün benliğiyle hadise yönelmeli, bütün gücünü ve gay­retini hadis tahsiline ayırmalı,

c. Semâ' yoluyla hadis almaya; bulunduğu beldenin isnâd, ilim ve din açısından en önde gelen hoccJarından başlamalı,

d. Hocasına ve kendisinden hadis duyduğu kimselere saygı gösterip hürmet etmeli. Bu hem ilmi yüceltmenin ve hem de hocadan daha çok istifade etmenin sebeplerinden biridir. Ayrı­ca hocanın hoşnutluğunu kazanmanın yollarını aramalı, -şayet olursa- eziyetlerine sabretmelidir.

e. Meslekdaşlarına ve talebe arkadaşlarına elde ettiği faydalı bilgileri göstermeli, onlardan bir şey saklamamalı. İlmî faideleri talebelerden saklamak, kendisinde cehalet zafiyeti bulunan öğ­rencilerde göriilen bir eksikliktir. Çünkü ilim elde etmenin gayesi onu yaymaktır.

f. Haya ve kibir, hadis dinlemekten ve tahsiline koşmaktan, yaşça veya ilimce kendisinden daha alt seviyede olanlardan ilim almeıktan alıkoymamalıdır.

g. Hadisi iyice öğrenip anlamadan sadece hadis dinlemek ve yazmakla yetinmemelidir. Aksi takdirde fazla bir şey elde et­meden kendisini yormuş olur.

h. Semâ', zabt ve anlamada Buhârî (ö.256/869) ve Müslim'in (Ö.261/874) Sahîh' lerine öncelik tanımalı, sonra Ebû Dâvûd (Ö.275/888), Tirmizî (Ö.279/890) ve Nesâî'nin (Ö.303 /915) Sünen'lerini, daha sonra Beyhâkî'nin (Ö.458/1065) Sünen'ini ele almalı, daha sonra ihtiyaca göre Ahmed b. Hanbel'in (0.241/ 855) Müsned'i, Mâlik'in (Ö.179/795) Muvattâ' ı gibi müsned ve câmî leri; ilel kitaplarından Dârekutnî'nin (ö.385/995) İlel' ini, Buhârî'nin Tarîhu'l-kebîr'mi, İbn Ebî Hâtim'in (0.327/ 938) el-Cerh ve't-ta'dîl'ini, İbn Mâkûlâ'nın (Ö.475/1082) isimlerin zabtı ile ilgili el-Mu'telif ve'l-muhtelif mine'l-esmâ ve'l-künâ adlı kitabı­nı, İbnu'l-Esîr'in (Ö.606/1209) en-Nihâye'sini ele almalıdır.

***

Dördüncü Bölüm

İ S N A D VE İ S N A D İLE İLGİLİ MESELELER

I. İ S N A D I N İNCELİKLERİ

II. RÂVÎLERİN BİLİNMESİ

ı. ISNADıN INCELIKLERI

A. ÂLÎ vc NAZİL İSNÂD ( J jU i j J U i

1. Giriş:

İsnâd sistemi, geçmiş milletlerden hiçbirine nasip olmayan, sadece bu ümmete has üstün bir meziyettir. Bu sistem son derece güvenilir bir metoddur. Müslümanlarm, hadis ve haber naklin­de bu metoda güvenmeleri gerekir. İbnu'l-Mubârek (ö. 181/797) isnâd hakkmda; "İsnâd dindendir. İsnâd olmasaydı dileyen iste­diğini söylerdi" ifadesini kullanırken, Sevrî (ö.161/777) de;"/snad müminin silahıdır" demektedir. Ayrıca burada ulüvv isnâd iste­menin öncekilerin bir âdeti olduğunu da ifade etmek gerekir. Nitekim Ahmed b. Hanbel (Ö.241/855); "âli isnâd istemek ön­cekilerin âdetidir" demektedir. Çünkü Abdullah b. Mes'ûd'un ar­kadaşları Kûfe'den Medîne'ye yolculuk yapıyor, Ömer'den hem hadis öğreniyor hem hadis dinliyoriardı. Bu sebeple hadis elde etmek için yolculuk yapmak müstehaptır. Nitekim sırf âlî isnâd elde etmek için yolculuk yapan birkaç sahâbî vardır. Ebû Eyyûb ve Câbir (r.a.) bu sahabüer arasında yer alır.

2. Âlî İsnadın Tanımı:

a. Sözlük anlamı: "Âlî: JUJi" sözcüğü sözlükte; yükseklik, yü­celik, ululuk, büyüklük anlamına gelen'U/UUD; «jlill» kelimesinden türemiş ism-i faildir; "nüzûl"un zıddı anlamındadır. "Nazil: J jUi" de nüzul: «Jj^Jhı kelimesinden türemiş ism-i faildir.

204 MAHMUD TAHHAN-

b. Terim anlamı:

ba. Âlî isnâd: Bir hadisin senedinde yer alan râvî sayısının, aynı hadisin rivayet edildiği başka bir senedde yer alan râvî sayı­sından daha az olmasına âlî isnâd denir.

bb. Nazil isnâd: Bir hadisin senedinde yer alan râvî sayı­sının, aynı hadisin nakledildiği diğer bir senedde yer alan râvî sayısından daha çok olmasına nazil isnâd denir.

3. Ulüvv un Kısımları: Ulüvv beş kısma ayrılır. Biri "mut­lak ulüvu", diğerieri de"Nisbî Ulüvv" olmaktadır. Onlar da şun­lardır:

a. Şaibesiz sahih bir isnâdla ResûlüUah'a yakın olmak: Bu yakınlığa mutlak ulüvv denir; bu da ulüvv çeşitlerinin en üst se­viyede olanını teşkil eder.

b. Hadis imamlarından birine yakın olmak:. Söz konusu imamlardan sonra ResûlüUah'a uzanan kısmında râvî sayısı fazla da olsa bu tür bir yakınlık ulüvvdur. Mesela A'meş, İbn Güreye, Mâlik ve bunun gibi önde gelen diğer hadis imâmlanna yine sahih ve şaibesiz bir senedle yakın olmak da böyledir.

c. Kütüb-i sitte veya bunun gibi diğer güvenilir hadis eser­lerinden birinde yer alan bir rivayete yakın olmak: Bu da müte-ahhirûn ulemânın [son devir âlimleri] çokça önem verdiği bir ulüvvdur. Muvafakat, ibdâl, musâvât ve musâfaha gibi çeşitleri vardır. Şöyle ki:

ca. Muvafakat: Musanniflardan birinin hoceısına, musannifin senedinden başka bir tarîkle, daha az bir râvî adedi ile ulaşmaya muvafakat denir. Şayet bu hadisi musannif kanalıyla rivayet ede­cek olsak musannifin hocasına ulaşmak, daha fazla bir râvî adeti ile mümkün olacaktır.

Örnek: Burada, İbn Hacer'in (Ö.852/1448) "Şerhu'n-Nuh-be" de zikkettiği şu örneği verebiliriz: "Buhârî > Kuteybe b.

-YENİ HADtS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 205

Mâlik'ten bir hadis rivayet etti. Biz bu hadisi onun tariki ^s üe rivayet edecek olsak, bizimle Kuteybe arasında sekiz kişi vardır. Mesela bu hadisi bizzat Ebu'l-Abbâs > es-Serrâc^^^ > Kutey­be tarîkiyle rivayet edecek olsak bizimle Kuteybe arasında yedi kişi vardır. Böylece Buhârî ile bizim aramızda, hocasında bizzat muvafakat hasıl olmuştur. Bu, Buhârî'nin isnadı üzerine '' bir ulüvvdur.

cb. Bedel: usannıflardan birinin hocasının hocasına, mu­sannifin senedinden başka bir tarîkle, daha az bir râvî adedi ile ulaşmaya bedel denir. Şayet bu hadisi musannif kanalıyla rivayet edecek olsak musannifin hocasının hocasına ulaşmak, daha fazla bir râvî adeti ile mümkün olacaktır.

Örnek: Yine burada, İbn Hacer'in zikrettiği şu örneği verebili­riz: "Sanki bizzat bu [yukardaki] isnâd, bize, başka bir tarîkten Mâlik'ten > Ka'nebî'ye^''^ gelmiştir. Böylece burada Ka'nebî, Kuteybe'den bedel olmuştur.

cc. Musâvât: Müsavatın söz konusu olduğu râvîden başlayıp senedin sonuna kadar râvî adedinin sayısı, musanniflaırdan biri­nin râvî adedine eşit olmasına musâuât denir.

Örnek: Burada İbn Hacer'in zikrittiği şu örneği verebiliriz: Mesela Nesâî'nin rivayet ettiği bir hadiste kendisi ile Peygamber (s.a.) arasında on bir kişi olsun. Bu hadis bize beışka bir isnâdla bizimle Peygamber (s.a.) arasında bizzat on bir kişi ile gelmiş olsun. Böylece râvî adedi bakımından Nesâî ile bizim aramızda eşitlik vâkî olmuş olur.

cd. Musâfaha: Musâfahanın söz konusu olduğu râvîden baş­layıp senedin sonuna kadar mevcut râvîlerin sayısı, musanniflar-

245 Yani Buhârî'nin tarîkiile. 246 Buhârî'nin İTocaiarından biridir. 247 İbnHacer, Şerfıu'n-Nuhbe, s. 61. 248 Ka'nebî Buhârî'nin hocasının hocasıdır.

206 MAHMUD TAHHAN-

dan birinin öğrencisinin isnâdındaki râvî sayısı ile eşit olmasına musâfaha denir. Bu durum musâfaha olarak isimlendirilmiştir Çünkü âdet olarak, çoğu kez karşılaşan iki kişi arasında musâfaha gerçekleşmiş olur.

d. Râvînin ölümünün daha önce olması ile oluşan ulüuv: Burada, Nevevî'nin (Ö.676/1277) zikrettiği şu örneği verebili­riz: "Bir hadisin > üç kişiden > onlar da: Beyhâkî'den > o da: Hâkim'den gelen rivayeti; yine aynı hadisin > üç kişiden > onlar da: Ebû Bekrb. Halef den > o da: Hâkim'den gelen rivâyeünden daha üstündür. Beyhâkî'nin (Ö.458/1065) vefaü İbn Halef'den (Ö.487/1094) daha önce olduğu için birincisi, ikincisinden daha ulüwdur249.

e. Semâ'm daha önce gerçekleşmesi ile oluşan ulüvv: Bu ulüvv, hadisin hocadan daha önce işitilmesi ile oluşur. Kim ondan daha önce semâ'da bulunursa, onun bu semâ' önceliği, daha sonra semâda bulunandan daha üstündür.

Örnek: Bir hocadan iki şahıs semada bulunur. Mesela birinin semâ'ı altı seneden beri, diğerinin ise dört seneden beri devam

' etmektedir. Her ikisine de ulaşmada râvî sayısı eşittir. Bu durum­da birincisi ikincisinden daha ulüvdur. Bunun önemi, şeyhi ihtilaf eden veya bunayan kimselerde ortaya çıkar.

4. Nuzûl un Kısımları: Nuzûlun kısımları beştir ve herbiri

zıddıyla bilinir. Ulüvva ait herbir kısmın zıddı, nüzulün kısımlarını teşkil eder.

5. Ulüvv mu Efdaldır Nuzûl mu?:

a. Cumhurun benimsediği doğru görüşe göre ulüvv nazilden daha üstündür. Çünkü ulüvv, hadisi, sıhhatine zarar verecek ih­timallerin daha çok olma durumundan uzaklaştırmış olur. Nuzûl

249 Nevevî, Takrib [şerhi Tedrîb ile beraber], II, 168. Beyhâkî H. 458'de, İbn Halef H. 487'de vefat etmiştir.

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 207

250 Nazil seneddeki ricalin, âlî isnaddaki ricalden daha güvenilir, daha hafız veya daha fâkih olması durumunda nazil isnad âlî isnaddan daha efdal-dır.

İse, tercih edilmeyen bir durumdur. İbnu'l-Medînî (Ö.234/848) şöyle demektedir: "Nuzûl bir şansızlıktır". Ancak bu durum, is­natlar kuvvet bakımından eşit oldukian zaman söz konusudur.

b. Nazil isnâd, faydalı bir yönü ile ön plana çıkarsa âlî isnaddan daha üstün olur^^o.

6. Ali ve Nazil İsnâd Konusunda Tasnif Edilen En Meşhur Eserler: Âlî ve nazil isnâdlada ilgili özel olarak tasnif edilmiş eseder bulunmamaktadır. Ancak âlimler sülâsiyyât adını verdikleri özel bir takım cüzler oluşturmuşlardır. Sülâsiyyât ifa­desiyle, musannif ile Resûlüllah arasında üç kişinin bulunduğu hadisleri kasdetmişlerdir. Bu da âlimlerin âlî isnâdlara önem ver­diklerinin bir işareti olmaktadır.

Aşağıdakiler sülâsiyyâtla ilgili eserlerdir:

1- İbn Hacer (Ö.852/1448) : Sülâsmâtü'l-Buhârî.

2- Leffârînî (ö. 1188/1774) -.Sülâsi^âtü Ahmed b. Hanbel.

B. MÜSELSEL ( j . , ı Jl)

1. Tarifi:

a. Sözlük anlamı: "Müselsel" kelimesi sözlükte, bir şeyin bir şeye bitişmesi anlamına gelen "sel-se-le": «iLJLİibjden masdardır. "Silsiletü'l-hadîd: demirden zincir" bu kökten gelir. Sanki müsel­sel hadis bu adı, cüzler arasındaki bağlantı ve uygunluk yönüyle zincire benzediğinden dolayı almıştır.

b. Terim anlamı: İsnadındaki râvîlerin, bazan râvilerin bazan da rivayetin belidi hal veya sıfatını peşpeşe sürdürerek rivayet ettikleri hadise müselsel hadis denir.

208 MAHMUD TAHHAN-

2. Tanımın Açıklaması: Müselsel, hadisin isnadında yer alan râvîlerin kendilerinde bulunan:

a. Ya tek bir sıfata iştirak ederek,

b. Ya tek bir hale işürak ederek,

c. Veya rivayette yer alan tek bir sıfata iştirak ederek birbir­lerini takip etmeleridir.

3. Çeşitleri: Tanımın açıklamasından anlaşıldığı üzere mü­selsel hadis üç çeşittir. Râuilerin hallerinde teselsül, râuilerin sıfat-lannda teselsül, rluâyetin sıfatlarında teselsül. Bunlan şu şekilde açıklayabiliriz:

a. Râuilerin Hallerindeki Müselsellik:

Râvilerin hallerindeki teselsül ya sadece sözlerde, ya sadece fiillerde ya hem söz ve fiillerde biriikte olur.

aa. Râuilerin sözlü hallerindeki müselsellik: Burada, Muaz b. Cebel'den gelen şu hadis örnek verilebilir: Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: jk J,} J ; jîi SişÂ J \ liUi Um: "Ey Muaz! Seni seuiyorum. Her namazın arkasında: KJJJ-J Îİ Jiîj hj->,Jj^ Jj^\ ^ \ iijSbç.)) de!" Her râvînin sözünde^^ı (c j i j İJ^Î Jy,)-. "seni seuiyo-rum; şöyle de!" sözü tekrar edilmiştir.

ab. Râvîlerin fiilî hallerindeki müselsellik: Ebû Hureyre'den gelen şu hadis buna örnektir: Ebû Hureyre şöyle dedi:

"Ebu'l-Kâsım (s.a.) elimi sıkarak şöyle dedi: 'Allah yeryü­zünü Cumartesi günü yarattı'". Herbir râvi hadisi naklederken kendisinden rivayet edenin elini sıkarak müteselsil bir şekilde "el sıfcma işi" ni tekrar etmiştir^^z.

251 Ebû Dâuûd, Vitr 26; Nesâî, Sehv 60; Ahmed b. Hanbel, II, 299, V 245,247. 252 Hâkim bunu Marifetu ulûmi'l-hadis' inde müselsel bir şekilde tahric eder,

s. 42.

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 209

253 Hâkim bunu Marifetu ulûmi'l-hadis' inde muselsel bir şekilde tahric eder, s. 40.

ac. Râuîlerin sözlü ve fiilî hallerindeki müselsellik: Enes'den gelen şu hadis buna örnektir: Enes (r.a.) Resûlüllah'ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etti:

«eyıj sji^ j cj-i-îJL jJiJL o'.^l :Jlîj *_>J ,_yU- (r-L-j a J l p ^J~.i>

Peygamber (s.a.): "Ku/, kadere, onun hayrma ue şerrine, tat­lısına ue acısına iman etmedikçe imanın hzzını tadamaz!" dedik­ten sonra sakallarını tutarak: "Kadere, hayrına ue şerrine, tatlısı­na ue acısına iman ettim! 2^3" buyurdu. Hadisi birbirinden rivayet eden her râvî rivayet esnasında sakallarını tutarak, : «jHil CJJ tyj jjiil)) "Kadere, hayrına ue şerrine, tatlısına ue acısına iman ettim!" sözünü müteselsil bir şekilde tekrar ettiler.

fa. Râuîlerin Sıfatlanndaki Müselsellik:

Râvîlerin sıfatında müselsellik ya sözlü olur, ya fiilî olur.

ba. Râuîlerin sözlü sıfatlanndaki müselsellik: Saff sûresinin okunuşu ile ilgili müselsel hadis örneğinde olduğu gibi. Bu hadis­te ((iJı<* j^Ü UÎjiin kısmı her râvînin sözünde tekrar edilmiştir.

Bu konuda Irâkî (Ö.806/1403) şöyle der: "Râvîlerin sözlü sıfatları ile sözlü halleri birbirine yakındır, hatta birbirierinin benzerieridir",

bb. Râuîlerin fiilî sıfatlanndaki müselsellik: Râvîlerin isimleri müteselsil bir şekilde "Muhammedler" gibi bir isimde bideşmele-ri veya isimlerinin fukaha, hafız gibi bir sıfatta birieşmelcri veya Dımaşkî, Mısrî gibi nisbelerde birleşmeleri böyledir.

c. Riuâyetin Sıfatlanndaki Müselsellik:

Rivayetin sıfatları ya edâ sîgaları, ya rivayetin zamanı veya rivayetin mekânı ile alakalıdır:

210 MAHMUD TAHHAN-

ca. Edâ sîgalarmda müselsellik: Râvîierinden her birinin Kc-vw)) veya «1 î » lafızlannı söylemeleri şeklinde oluşan müsel­sel hadis böyledir.

cb. Rivayet zamanmda müselsellik: Bayram gününde rivayet

edilmesi şeklinde oluşan müselsel hadis böyledir.

cc. Rivayet mekânmda müselsellik: Multezem'de duanın

kabulü ile ilgili müselsel hadis böyledir.

4. Müselsel Hadisin En Efdalı: Hadisin bizzat karşılaşıla­

rak sama' yoluyla alındığına ve tedlîs yapılmadığına delalet eden

teselsül en üstün teselsüldür.

5. Bazı Faydaları: Müselsel hadisin faydası, senedinde

zabtı çok güçlü râvilerin bulunmasıdır.

6. İsnadın Tamamında Teselsülün Varlığı Şart Koşu­lur mu?: İsnadın tamamında teselsülün bulunması şart koşul­

maz. Çünkü teselsül, bazen senedin orta yerinde veya son kıs­

mında kesilebilir. Fakat bu durumda: "Bu hadis, fülana kadar

müselseldir" denir.

7. Teselsül İle Sıhhat Arasında Bir Bağlantı Yoktur:

Çünkü -hadisin aslı, müselsel olarak geldiği tarîkin dışında, başka

bir senedle sahih olarak gelmiş olsa bile- müselsel tarîk, teselsül­

deki bozukluklardan veya zayıf olmaktan pek az uzak olabilir.

8. Müselsel Hadisle İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler:

a- Suyûtî (Ö.911/1505) : e/-Müse/se/âtü'/-A:übrâ. Seksen beş

hadis ihtiva etmektedir.

b- Muhammed Abdulbâkî el-Eyyûbî : el-Menâhilü's-selsele

fi'l-ehâdîsi'l-müselsele. 212 hadis ihtiva eder.

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 211

C. RİVAYETÜ'L-EKABIR ANİ'L-ESAĞIR c^^l/Vi i j j j

1. Tanımı;

a Sözlük anlamı: "Ekâbir":)) ^jl/Vl» sözcüğü, sözlükte; daha büyük, daha yaşlı, kıdemli, üst anlamına gelen "ekber": HjŞU)

kelimesinin çoğuludur. "Esâğır: y-L^Vl" de, daha küçük, daha ufak, daha genç anlamına gelen "esğar: « k e l i m e s i n i n ço­ğuludur. Buradaki mânâ; "büyü/c/erin, küçüklerden rivayeti" de­mektir.

fa. Terim anlamı: Bir şahsın yaş ve tabakada veya.ilim ve hafızlıkta kendisinden daha alt seviyede olan birisinden rivayette bulunmasına, nuâyetüV-ekâfaır ani'l-esâğîr denir.

2. Tanımın Açıklaması: Rivâyetü'l-ekâbir ani'l-esâğîr, bir râvînin, ya kendisinden yaşça daha küçük, tabaka olarak da daha aşağı olan birisinden yahut da ilim ve otoridede daha alt seviye­de olan birisinden hadis rivayetinde bulunması demektir. Tabaka açısından daha aşağı olmak, sahabenin tabiînden rivayette bu­lunması veya bunun benzeri şeklinde olur. İlim ve ihtisas sahibi olmada daha alt seviyede olmak -yaşça kendisinden daha büyük de olsa- râvinin sıradan herhangi bir hocadan rivayet eünesi şek­linde olur. Burada yaşça büyük olmaya veya sadece tabakadaki kıdeme dikkat çekmek gerekir. Yani râvinin kendisinden rivayette bulunduğu kimse ile ilimde eşit olmamasını, "büyüklerin küçük­lerden rivayeti" şeklinde isimlendirmek için kâfi değildir. Gelecek misaller bunu daha güzel bir şekilde ortaya koyacaktır.

3. Kısımları vc Örnekler: Büyüklerin küçüklerden riva­yetini üç kısma ayırmak mümkündür. Şöyle ki:

a. Râvînin kendisinden rivayette bulunduğu kimseden, yaşça daha büyük ve tabaka olarak daha önde olması: (Ancak burada ilim ve otarite bakımından da öndedir).

fa. Râvînin, rivayette bulunduğu kimseden yaşça değil, müte­hassıslıkta daha üstün olması: Hâfz ve âlim birinin, hafız olmayan fakat yaşça daha büyük bir hocadan rivayet etmesi böyledir. Me-

212 MAHMUD TAHHAN-

sela: Mâlik'in (Ö.179/795) > Abdullah b. Dinar'dan (Ö.127/744) rivayeti buna örnektir^s^.

c. Râvînin, kendisinden rivayette bulunduğu kimseden yaşça ve ilim bakımından daha büyük olması: Yani daha yaşlı ve daha âlim olması. Örnek: Berkânî'nin (Ö.425/1033) > Hatîb'den (ö. 463/1070) rivayeti buna örnektir^ss.

4. Büyüklerin Küçüklerden Rivayet Örnekleri:

a. Sahabenin tabiînden rivayeti: Abâdile^s^ ve diğerlennin Ka'bu'l-ahbâr'dan rivayeti böyledir.

b.Tâbiînin etbâu't-tâbiîden rivayeti: Yahya b. Saîd el-Ensârf-nin Mâlik'ten rivayeti böyledir.

5. Büyüklerin Küçüklerden Rivayet İlminin Bazı Fay­daları:

a. Büyüklerin küçüklerden rivayetini bilmenin faydalarından biri, kendisinden rivayet edilenin, rivayet edenden daha faziletli ve daha üstün olduğu düşüncesinin önüne geçmek; ki genelde böyle düşünülmektedir; diğeri de;

b. Senedde yer değişikliği olduğu zannına engel olmaktır. Çünkü gelenek, küçüğün büyükten rivayet etmesi şeklinde ce­reyan eder.

6. Büyüklerin Küçüklerden Rivayeti İle İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler:

-Hafız Ebû Ya'kûb İshâk b. İbrahim el-Verrâk (Ö.403/1012): Mâ revâhu el-kibâr ani's -sığar ve'l-âbâ ani'l-ebnâ.

254 Mâlik imâm ve iıâfızdır. Yaşça Mâlik'ten daha büyük olmasına rağmen Ab­dullah b. Dînâr sadece hoca ve râvîdir.

255 Çünkü Berkânî, Hatîb'den yaşça daha büyük, ilimce daha üstündür. Çün­kü onun şeyhi ve öğretmenidir; dolayısıyla ondan daha âlimdir.

256 Abdullahlar demektir. Şunlardır: Sahâbe-i kiramdan Abdullah b. 'Amr İb-ni'l-'As (Ö.65/684), Abdullah b. Abbâs (Ö.68/687), Abdullah İbnü'z-Zübeyr (Ö.73/692), ve Abdullah b. Ömer (Ö.74/693). (çev)

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 213

E. RİVÂYETÜ'L-EBNÂ ANİ'L-ÂBÂ (.iy\^ . L V I i i j j )

1. Tanımı:

Hadisin senedinde, hadisi ya sadece babasından veya; ba­basından, babası da dedesenden rivayet eden bir oğulun bulun­masına rivâyetu'l-ebnâ ani'l-âbâ denir.

2. Önemi: Bu bilim dalının önemi, senedde yer alan baba veya dedenin adının zikredilmemiş olmasından kaynaklanmakta­dır. Çünkü "baba" veya "dede" diye kapalı geçilen şahsın adının bilinmesi için araştırmaya ihtiyaç vardır. [Bu bilim dalı "baba" veya "dede"nin kim olduğunu araştırıp ortaya koyduğu için bu kişilerin tanınmasını sağlamaktadır].

D. RİVÂYETÜ'L-ÂBÂ ANİ'L-EBNÂ (.bSlı . l 'Vi i.b^)

1. Tanımı:

Bir hadisin senedinde, o hadisi oğlundan rivayet eden bir babanın bulunmasına rivâyetu'l-âbâ ani'l-ebnâ denir.

2. Örnek: «üJijJL j^^K~ai\ ^ ^ .tAcM JL^O 4iıl J_^j j î»: "Resûlüllah (s.a.), Müzdelifede iki namazı (akşam ile yatsıyı) bir­leştirerek kıldı", hadisini, Abbas b. Abdulmuttalib, oğlu Fadl'dan rivayet etmiştir.

3. Bu İlmin Bazı Faydaları: Senedde isimler arası yer de­ğişikliği ve hatanın bulunmadığını bilmeye yardımcı olur. Çünkü aslolan oğulun babadan rivayet etmesidir. Hadis ilimlerinin bu ve bir önceki türü, âlimlerin tevazuuna, yaş ve ilimce kendile­rinden daha düşük olsa bile herkesten ilim aldıklarına delalet et­mektedir.

4. Babaların Oğullardan Rivayeti Konusunda Telif Edilen En Meşhur Eserler:

-Hatîb el-Bağdâdî (Ö.463/1070) :Rivâyetü'l âbâ ani'l-ebnâ.

214 MAHMUD TAHHAN -

3. Çeşitleri: Oğulların babalardan rivayeti iki sekile olur:

a. Râvinin, dede olmaksızın, sadece babasından rivayeti şeklinde olur. Bu tür rivayetler çoğunluktadır.

Örnek: Ebu'l-'Uşerâ'nın > babasından rivâyeti^s'? buna ör­nektir.

b. Râvînin babasından, onun da dedesinden veya babasın­dan, onun da dedesinden ve daha yukarıdan rivayeti şeklinde olur.

Örnek: Amr^^^ \j Şu'ayb'ın > babasından > onun da dede­sinden rivayeti buna örnektir.

4. Oğulların Babalardan Rivayeti İlminin Bazı Fay­daları:

a. İsmi açıkça belirülmediği zaman baba ve dedenin adlarını bilmek için araştırma yapmak,

b. "Dede" ifadesinden kimin kastedildiğini; oğulun dedesi mi, yoksa babanın dedesi mi kastedildiğini açığa çıkarmak.

5. Oğulların Babalardan Rivayeti Konusunda Telif Edilen En Meşhur Eserler:

a- Ebû Nasr Ubeydullah b. Saîd el-Vâilî (Ö.444/1052) -.Rivâ-yetü'l-ebnâ an âbâihim.

h- İbn Ebî Heyseme (ö.279/892): Cüz'ün men reva an ebîhi an ceddihi.

257 Bunun ve babasının isminde iiıtilaf edilmiştir. İleri sürülen görüşlerin en yaygınına göre, o, Usâme b. Mâlik'tir.

258 Bu Amr'ın nesebi; "Amr b. Şu'ayb b. Muhammed b. Abdullah b. Amr b. el-'Asî" şeklindedir. 'Amr'ın dedesi Muhammed'dir. Lakin âlimler çeşitli araştrmalar netincesinde ((.jöndeki zamirin Şu'ayb'a ait olduğunu tesbit etmişlerdir. Bu durumda dedesinden murat meşhur sahâbî olan Abdullah b. Amr'dır.

YENİ HADtS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 215

1. Akranın Tanımı:

a. Sözlük anlamı: "Akran": « j l y ' i ı l l i ) sözcüğü, "karîn": « ^ . ^ i l »

kelimesinin çoğuludur. Kâmus'ta belirtildiği gibi sözlükte "dost­luk kuran, arkadaşlık yapan" anlamındadır^s^.

b. Terim anlamı: Hadis terminolojisinde akran, yaşta ve isnâdda birbirierine yakın olan kimseler demektir^^o.

2. "Rivâyctü'l-Akrân"ın Tanımı: Çağdaş iki râvîden biri­nin diğerinden rivayette bulunmasına rivâyetü'l-akrân denir.

Örnek: Süleyman et-Teymî'nin > Mis'ar b. Kidâm'dan riva­yeti buna örnektir. İkisi de çağdaştır. Ancak Mis'ar'in > et-Tey-mî'den herhangi bir rivayetini bilmemekteyiz.

3. "Mudcbbec"in Tanımı:

a. Sözlük anlamı: Mudebbec sözcüğü, sözlükte, tezyîn etmek, süslemek anlamına gelen "tedbîc": « j ^ - ' ^ ' » kelimesinden ism-i mef'uldür. Tedbîc kelimesi, "yüzün iki yanağı" sözcüğün­den türetilmiştir. İki yanak eşit olduğu gibi, rivayet edenle kendi­sinden rivayet edilen de adeta eşit gibi olduğundan birbirieriden rivayetlerine mudebbec adı verilmiştir.

fa. Terim anlamı: Çağdaş iki râviden her birinin diğerinden hadis rivayet etmesine mudebbec adı verilir.

259 Rrûzâbâdî. Kamus, IV, 260. 260 "İsnadda tekârub [yakın olmak]", söz konusu râvilerin aynı tabakada yer

alan hocalardan hadis almış olmalandır

c- Hâfız el-'Alâî (ö.761/1359) : el-Veşyü'l-mu'hm fîmen reva an ebîhi an ceddihi ani'n-Nebiyyi sallallhu aleyhi ve sellem.

E MUDEBBEC VE RİVÂYETÜ'L-AKRÂN ( i i j j j ^_xJ\

216 MAHMUD TAHHAN-

4. Mudebbec Örnekleri:

a. Sahabeden ömek: Hz. Aişe'nin > Ebû Hereyre'den, Ebû Hureyre'nin de > Hz. Aişe'den rivayeti.

fa. Tâfaıînden örnek; Zührî'nin > Ömer b. Abdulazîz'den, Ömer b. Abdulazîz'in > Zührî'den rivayeti.

c. Etbâu't-tâbiînden örnek: Mâlik'in > Evzâî'den, Evzâî'nin > Mâlik'den rivayeti.

5. Mudebbec ve Rivâyetu'l-akran İlminin Bcizı Fay­dalan: Çağdaş olup birbirierinden veya birinin diğerinden rivayetini bilmek bize şu faydaları sağlar:

a. İsnadda ziyade olduğu zannına kapılmamak^^ı.

b. Kje-)) lafzının « j » harfine dönüştürüldüğünü sanmamak^^z.

6. Mudebbec ve Rivâyetu'l-akran Konusunda Telif Edilen En Meşhur Eserler:

a- Dârekutnî (Ö.385/995) : el-Mudebbec.

b- Ebu'ş-Şeyh el-İsbahânî (Ö.369/979) : /îiı;âyetü'/-akrdn.

G. SABIK ve LÂHİK j . U i )

1. Tanımı:

a. Sözlük anlamı: Sabık: «j -Jl» kelimesi, "sebk": «jJi» kö­künden ism-i faildir. Sözlükte, öne geçen veya önde gelen an­lamındadır. "Lâhık": «j t>Ui)) ise "Lehâk": «JUJJinkökünden ism-i

261 Çünkü as) olan teamül öğrencinin hocasından rivayet etmesidir; akranın­dan rivayet ettiği zaman, bunu bilmeyenler, kendisinden rivayette bulunu­lan akranın zikredilmesini müstensihin eklediği bir fazlalık zannedebilir

262 Böyle bir senedi işiten veya okuyan kimse, isnadın asıl rivayeti; Uio»-» «ü iü (j) şeklinde olduğunu, hata yapılarak «Ü"^ {jt-) d"^ LÎJ»-» şekline dö­nüştürüldüğünü zannetmesin.

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 217

faildir. Söslükte; sonra gelen, geciken anlamındadır. Burada sabık ve lâhıktan, önce ölen râvî ile sonra ölen râvî kastedilmiştir.

fa. Terim anlamı: İki râvînin aynı hocadan rivayette bulun­makla beraber vefatlarının farklı zamanlarda meydana gelmesi­ne sâbıfc ve lâhık denir.

2. Örnek:

a. Buhârî ve Haffâf, her ikisi de, Muhammed b. İshâk es-Serrâc'dan263 rivayet etmişlerdir. Buhârî ile Haffâf ın vefatları arasında 137 sene veya daha fazla bir zaman vardır^^.

b. Zührî ve Ahmed b. İsmâîl es-Sehmî'nin her ikisi de İmâm Mâlik'ten rivayette bulunmuşlardır. Zührî ile Sehmî'nin vefatları arasında 135 sene vardır. Çünkü Zühri'nin vefatı H. 124, Sehmî'nin vefaü H. 259'dur. Bu da Zührî'nin Mâlik'ten (ö. 179/795) yaşça daha büyük olduğunu göstermektedir. Çünkü Zührî tabiîlerden. Mâlik de etbâu't-tâbiîdendir.

Zührî'nin Mâlik'ten rivayeti, daha önce geçtiği gibi, büyükle­rin küçüklerden rivayeti türünden kabul edilir. Sehmî, Mâlik'ten yaşça daha küçüktür. Bir de Sehmî uzun sene yaşamıştır. Çünkü ömrü 100 seneye yaklaşmıştı. Böylece Zührî ile kendisinin vefaü arasında büyük bir fark doğmuştur.

Daha a ç ı k bir ifade ile, daha önce vefat eden Zührî, kendi­sinden ris/âyette bulunduğu Mâlik'in hocasıdır; daha sonra vefat eden Mâlik de Zührî'ye öğrenci olmuş, ancak bu öğrenci uzun sene yaşamışür.

263 Serrac H. 216'da doğmuş, 313'de vefat etmiştir. 97 yıl yaşamıştır. 264 Buhârî H. 256'da, Ebu'l-Hüseyn Ahmed b. Muhammed el-Haffâf en-

Nîsâbûrî H. 393 senesinde vefat etmiştir 394 veya 395'de vefat ettiğini söyleyenler de vardır.

218 MAHMUD TAHHAN-

3. Sabık ve Lâhıkı Bilmenin Bazı Faydalan:

Sabık ve lâhıkı bilmenin;

a. Alî isnâddan duyulan hazzın kalplerde yer edinmesi [âli isnâd elde etmenin zevkine varmak];

b. Sonra gelen "lâhık" ın senedinde inkıta bulunduğunun sa-nılmaması gibi faydaları vardır.

4. Sabık ve Lâhıkla İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler

-Hatîb el-Bağdâdî (Ö.463/1070) :Kitâbu's-sQfaık ve'l-lâhık.

II. RÂVÎLERİ TANIMAK

A. SAHABE ( i U ^ l )

1. Sahabenin Tanımı:

a. Sözlük anlamı: "Sahabe": aiA>^\)) sözcüğü, sözlükte, "sohbet": ( ( ^ - ^ 1 1 » anlamında masdardır. "Sahâbî": ( ( ^ ^ U ^ l » ve "Sâhib": n^La}\)) sözcükleri de "sohbet": ni-^^b kökünden türe­miştir. Çoğulu "ashâb": « t - ı U ^ Î » ve "sehb": şeklinde gelir "Ashâb": K^u^Sfl» manasında "sahabe": «İU^JIM şeklindeki kul­lanımı daha çoktur.

b. Terim anlamı: Peygamber (s.a.) ile müslüman olarak karşı­laşan ve müslüman olarak ölen kimseye sahâbî denir. Sahih olan görüşe göre bu araya ridde yani dinden çıkmak gibi bir durum girse de durum böyledir.

2. Önemi ve Faydası: Sahabenin tanınması büyük ve fay­dalı bir ilimdir. Muttasılı mürselden ayırt edip bilmek bu önemli faydalardan biridir.

3. Sahâbînin Bilinme Yolları: Sahâbîlik şu beş yoldan biri ile bilinir:

YENt HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 219

a. Tevatür yoluyla: Ebû Bekr es-Sıddîk, Ömer b. el-Hattâb ve cennetle müjdelenenlerden geri kalanlar böyledir.

b. Şöhret yoluyla: Dımâm b. Sa'lebe ve Ukkâşe b. Mihsan böyledir.

c. Bir sahâbînin haber vermesiyle.

d. Tabiîlerden sika birinin haber vermesiyle.

e. Âdil olmak şartıyla, bizzat sahâbî olduğunu iddia eden şahsın bitdirmesiyle: Sahâbî olma iddiasmm mümkün ve makbul olabilmesi için iddia sahibinin âdil olması gerekir^^s.

4. Bütün Sahâbîlerin Âdil Kabul Edilmesi: -Fitne olayına karışmış olsun veya olmasın- sahabenin tümü âdildir. Güvenilen âlimlerin icmâina göre bu böyledir. Sahâbîlerin adil olmalarının mânası, hadis rivayetinde kasten yalan uydurmak­tan sakınmaları ve rivayetin reddini gerektirecek bir şey irtikab ederek hadisin sıhhatini bozacak hususlardan uzak olmaları demektir. Bu durumdan, adaletlerini araştırmaya zorlanmadan bütün rivayetlerini kabul etme neticesi doğmaktadır. Onlardan fitne olayına karışanların durumu hüsn ü zanla karşılanarak, icti-hadlarından dolayı ecir alacakları hükmüne varılır. Çünkü onlar dinin nakilcileri, nesillerin de en hayıriilarıdırlar.

5. En Çok Hadis Rivayet Eden Sahâbîler: Çok hadis rivayet edenler anlamına gelen muksirûn sahâbîler altı kişidir. Onlar da şunlardır:

a. Ebû Hureyre (Ö.58/677): 5374 hadis rivayet etmiştir. Ken­disinden 300 kişi hadis rivayet etmiştir.

265 Hz. Peygamber'in vefatından sonra 100 seneden önce sahâbî olma id­diasında bulunması gibi. Eğer bu tarihten sonra sahâbî olma iddiasında bulunursa bu haberi kabul edilmez; "Reten el-Hindî" gibi. Retcn el-Hindî, H. 600'den sonra Peygamberle sohbet etme iddiasında bulunmuştur. Zehebî Mîzân adlı eserinde belirttiği gibi bu şahıs gerçekte bir deccaldır. Bk. Zehebî, Mîzân, 11, 45.

220 MAHMUD TAHHAN-

b. İbn Ömer (ö.74/693): 2630 hadis rivayet ehniştir.

c. Enes b. Mâlik (Ö.93/711): 2286 hadis rivayet etmiştir.

d. Aişe Ümmü'l-mü'minîn (Ö.58/677): 2210 hadis rivayet etmiştir.

e. İbn Abbas (Ö.68/687): 1660 hadis rivayet etmiştir.

f. Câbir b. Abdillah (ö.78/697): 1540 hadis rivayet etmiştir.

6. En Çok Fetva Verenler: Sahâbîlerden en çok fetva ve­renin İbn Abbâs olduğu söylenir; daha sonra sahabenin önde gelenleri gelir. Mesrûk'un ifadesi ile bunlar altı kişidir. Mesrûk (ö.63/683) şöyle demektedir: "Sahabenin ilmi altı kişiye daya­nıp zirveye ulaşmıştır: Ömer, Ali, Ubey b. Ka'b, Zeyd b. Sabit, Ebu'd-Derdâ, İbn Mes'ûd. Bu altı kişinin ilmi de Ali ve Abdullah b. Mes'ud'a vanp dayanır".

7. Abâdile [Abdullahlar]: Ashnda "Abâdile"den maksat, sahabeden ismi "Abdullah" olanlardır. Yaklaşık Abdullah isimli 300 sahâbî vardır; lakin burada Abâdile kavramı ile Abdullah isimli dört sahâbî kastedilmiştir. Onlar da şunlardır:

a. Abdullah b. Ömer (Ö.74/693) b. Abdullah b. Abbas (Ö.68/687) c. Abdullah b. ez-Zübeyr (ö.73/692) d. Abdullah b. Amr b. el-As (Ö.65/684)

Bunların özelliği şudur: Bunlar, geç vefat eden dolayısıyla ilimlerine ihtiyaç duyulan âlim sahâbîlerdendir. Bu durum onla­rın öne çıkıp şöhret bulmalarına vesile olmuştur. Bir fetvada icmâ ettiklerinde "bu Abâdilenin görüşüdür" denir.

8. Sahabenin Sayısı: Burada sahabenin sayısı için net bir rakam söz konusu değildir. Ancak bu konuda ilim erbabının ileri sürdüğü istifade edilecek bir çok görüş vardır. Âlimler 100 binden fazla sahâbî olduğunu söylemektedirier. Bu görüşlerin en yaygı­nı Ebû Zür'a er-Râzî'nin (Ö.264/877) görüşüdür. O, "Resûlüllah

- YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 221

(s.a.), kendisinden rivayet eden ve kendisini dinleye 114 bin sahâbî varken vefat etmişt", demektedir^^s.

9. Sahabe Tabakalarının Sayısı: Sahabe tabakalarının sayısında ihtilaf edilmiştir. Bunda kimileri sahâbîlerin müslüman olma, hicret etme veya fazilet ehli kişilerin katıldıkları şeylerde bulunma önceliğini esas almış, kimileri de başka kriterleri esas alarak tabakalandırma yoluna gitmişlerdir. Her bir tabakalandır-ma, yapanın değeriendirmesine göre yapılmıştır.

a. İbn Sa'd (Ö.230/844) sahabeyi beş tabakaya ayırmış,

b. Hâkim de (Ö.405/1014) on iki tabakaya ayırmıştır.

10. Sahabenin En Faziletlileri: Ehl-i sünnetin icmâina göre mutlak mânâda en üstün olanlar, sırayla, Hz. Ebû Bekr es-Sıddîk ve Hz. Ömer'dir. Bunların ardından Hz. Osman ve Hz. Ali gelir. Daha sonra aşere-i mübeşşerenin tamamı, Bedir Savaşına katılanlar, Uhud Savaşına katılanlar, bey'atı'na katılanlar gelir".

11. İlk Müslüman Olanlar:

a. Hürierden: Ebu Bekr es-Sıddîk (r.a) b. Çocuklardan: Ali b. EbîTâlib (r.a) c. Kadınlardan: Hatîce Ümmü'l-Mü'minîn (r.ah) d. Mevâlilerden [azadlı kölelerden]: Zeyd b. Harise (r.a.) e. Kölelerden: Bilâl b. Rabâh (r.a)

12. En Son Ölen Sahâbîler: Ebu't-Tufayi 'Âmir b. Vasile el-Leysî H.IOO tarihinde Mekke'de vefat etmiştir; daha sonra vefat ettiği de söylenmiştir. Sonra, ondan önce Basra'da en son vefat eden Enes b. Mâlik'tir; H. 93'de vefat etmiştir.

13. Sahâbîlerle İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler:

a. İbn Hacer el-Askalânî (Ö.852/1448) : el-İsâbe fî temyîzi's-sahâbe.

266 Nevevî, Takrîb [şerhi et-Tedrîb ile beraber], II, 220.

222 MAHMUD TAHHAN-

b. Ali b. Muhammed el-Cezerî [İbnu'l-Esîr diye meşhurdur] (Ö.630/1232) -.Ûsdü'l-ğâbefîma'rifeti's-sahâbe.

c. İbn Abdilberr (Ö.463/1070) :el-İsti'âb fî ma'rifeti'I-ashâb.

B. TABİİLER ( ^ U i )

1. Tabiînin Tanımı:

a. Sözlükanlamı: "Tâbi'ûn": «o^UiMsözcüğü, "tabiî": «^^i ;» v e y a "tâbi'": K^ L"» kelimesinin çoğuludur. "Tâbi"': ((^^Ui», "tebie":

fiilinden ism-i faildir. "Tebie" fiilinin sözlük anlamı, "arkasın­

dan yürümek" demektir.

b. Terim anlamı: Sahâbî ile müs lüman olarak karşılaşan ve

müs lüman olarak ölen kimseye tâbif denir. Sahâbîye arkadaşlık

yapan kimse an lamına geldiğini söyleyenler de vardır.

2. Tabiîyi Tanımanın Bazı Faydaları: Tabiîyi tanımanın

en önemli faydalarından biri murseli muttasıldan ayırt etmektir.

3. Tabiîlerin Tabakaları: Tabiîlerin kaç tabaka olduğu

k o n u s u n d a ihtilaf edilmiştir. Her âlim kendine göre bir tabaka-

landırma yapmıştır.

a. Müslim (Ö.261/874) tabiîleri üç tabakaya ayırmışhr.

b . İbn Sa'd (Ö.230/844) dört t abakaya ayırmıştır.

c. Hâkim de (Ö.405/1014) on beş tabakaya ayırmıştır. Bu

tabakalardan birincisi sahâbîlerden aşere-i mübeşşereye yetişen­

lerdir.

4. Muhadramlar: Câhiliye d ö n e m i n d e yaşamakla beraber

Hz. Peygamber'in zamanına yetişerek müs lüman olan ancak Hz.

Peygamber'i g ö r m e d e n vefat eden kimselere muhadram denir.

Sahih o lan görüşe göre muhadramlar , tabiîlerdendirler.

İmâm Müslim'in (ö.261/874) yaptığı say ıma göre muhad­

ramlar yaklaşık 20 kişidirler. Ancak d o ğ r u olan, muhadramların

—YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 223

267 İbnu'l-Mübârek, "Salim b. Abdullah b. Ömer'i, "Ebû Seleme"nin yerine, Ebu'z-Zinâd da bu ikisinin yerine, [yani "Salim ve Ebû Seleme" nin yerine] "Ebu Bekr b. Abdurrahmân'ı saymıştır

268 Bu Ümmü'd-Derdâ küçük Ümmü'd-Derdâ'dır İsmi Huceyme'dir. Cu-heyme de denir Ebu'd-Derdâd'nın zevccsidir. Büyük Ümmü'd-Derdâ da Ebu'd-Derdâ'nın karışıdır İsmi Hayra olup sahâbr/cdir.

daha fazla olduklarıdır. Ebû Osman en-Nehdî ve el-Esved b. Yezîd en-Nah'î muhadramlardandır.

5. Fukahâ-i Seb'a [Yedi Fıkıhçı]: Fukahâ-i Seb'a tabiîlerin büyüklerindendir. Bunlar tabiîlerin önde gelen büyük âlimleridir. Hepsi de Medînelidir. Şunlardır:

Saîd b. el-Museyyeb (Ö.105/723), Kasım b. Muhammed b. Ebî Bekr es-Sıddîk (Ö.107/725), Urve b. ez-Zübeyr (Ö.94/712), Hârice b, Zeyd (ö. 100/718), Ebû Seleme b. Abdirrahmân (ö. 104/722), UbeyduUah b. AbdiUah b. 'Utbe (Ö.98/716) ve Süleyman b. Yesâr (ö.l04/722)"267.

6. Tabiîlerin En Faziletlileri: Tabiîlerin en faziletlileri konusunda âlimlerin farklı görüşleri vardır. En meşhur görüşe göre en faziletlileri Saîd b. el-Müseyyeb'dir. Ebû Abdillah Mu­hammed b. Hafîf eş-Şîrâzî (Ö.371/981) şöyle demektedir:

a. Medinelilere göre en faziletli tabiî: Saîd b. el-Müseyyeb'dir (Ö.94/713).

b. Kûfelilere göre en faziletli tabiî: Üveys el-Karanî'dir (ö.85/ 704),

c. Basralılara göre de en faziletli tabiî: Hasan el-Basr^dir (Ö.110/728).

7. En Faziletli Kadın Tabiîler: Ebû Bekr b. Ebî DâvÛd (ö.316/928) şöyle demektedir: "Önde gelen hanım tabiîlerimiz Hafsa bt. Şîrîn (ö. 1017/719), Amra bt. Abdirrahmân (Ö.98?, 106?/717?, 724?) ve bu ikisini takip eden Ummu'd-Derdâ'dır (ö.81/700'den sonra)"^^».

224 MAHMUD TAHHAN-

8. Tabiînin Tanınması ile ilgili Telif Edilen En Meş­hur Eserler:

-Ebu'l-Mutarrif b. Futays el-Endelusî (Ö.402/1011): Ma'rife-tü't-tâbiîn^^'^.

C. KARDEŞ VE KIZ KARDEŞLER

1. Giriş:

Bu ilim, hadisçilerin önem verdikleri ve eser tasnifinde ayn tuttukları özel vukûfiyet alanlarından biri olup her tabakada râvilerden erkek ve kız kardeşleri bilme ilmidir. Bu branşın araş­tırma ve tasnifte ayrı tutulması, hadis âlimlerinin râvîlere, râvîlerin neseblerini, kardeşlerini ve bu bahisten sonra zikri gelecek buna benzer râvîlerle ilgili diğer hususları bilmeye son denece önem verdiklerini gösterir.

2. Erkek ve Kız Kardeşlerin Bilinmesinin Bazı Fayda­ları: Bu ilim, bir babanın ismini paylaşmada, kardeş olmayan bi­rinin kardeş olduğu zannına kapılmanın önlenmesi gibi bir görevi ifa etmektedir. Bu husus, söz konusu ilmin önemli faidelerinden biridir. Mesela, "Abdullah b. Dînâr" ve "Amrb. Dînâr"ı; bilmeyen birisi kardeş zannedebilir. Halbuki babalarının ismi aynı olmakla beraber kardeş değildirler.

3. Örnekler:

a. İki Kişiye Örnek: Sahabeden Ömer ve Zeyd. Bunlar el-Hattâb'ın iki oğluduriar.

b. Üç Kişiye Örnek: Sahabeden Ali, Ca'fer ve 'Ukayl. Bunlar Ebû Tâlib'in oğuUarıdıriar.

c. Dört Kişiye Ömek: Etbâu't-tâbiînden Sehl, Abdullah, Mu­hammed ve Salih. Bunlar Ebû Salih'in oğullarıdırlar.

269 Kettânî, er-Risâletü'l-Mustatrafe, s. 205.

'• YENt HADtS UStJLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS)

270 Yani bu kardeşlerden başka, sahâbîlerden muhacir olan betşka yedi kardeş yoktur.

271 Serrâc, semerci mesleğine nisbetle verilmiş bir lakabdır Dedelerinden biri bu işi yapıyormuş. Bu zât, Ebu'l-Abbâs Muhammed b. İshâk b. İbrahim es-Sakafî'dir Sakaflılann mevlâsıdır. Nîsâbûr'da döneminin muhaddisidir Buhârî ve Müslim ondan rivayet etmişlerdir. H. 313'te vefat etmeştir

d. Beş Kişiye Örnek: Etbâu't-tâbiînden Süfyân, Adem, İmrân, Muhammed, İbrahim. Bunlar Uyeyne'nin oğullarıdıriar.

e. Altı Kişiye Örnek: Tabiîlerden Muhammed, Enes, Yahya, Mabed, Hafsa ve Kerîme. Bunlar Sîrîn'in çocuklarıdırlar.

/. Yedi Kişiye Örnek: Sahabeden Nu'mân, Ma'kıl, 'Ukeyl, Suveyd, Sinan, Abdurrahman ve Abdullah. Bunlar Mukarrin'in oğullarıdırlar.

Bu yedi kişinin tamamı muhacir sahâbîlerdendir. Onlardan başka hiç kimse bu şerefe nail olamamıştır^''". Hepsinin de Hen­dek savaşına kaüldıları söylenmektedir.

4. Erkek ve Kız Kardeşlerin Tanınması İle İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler

a- Ebu'l-Mutarrif b. Futays el-Endelûsî (Ö.402/1011): Kitâbu'l-ihve.

b- Ebu'l-Abbâs e s -Se r râc27 i (Ö.313/925) : Kitâbu'l-ihve.

D. MÜTTEFİK ve MÜFTERİK (j>Jij jiıJi)

1. Tanımı:

a. Sözlük anlamı: "Müttefik": «jikJbı sözcüğü, "ittifak": ((ı3U;)li)) kökünden türetilmiş ism-i faildir. "Müfterik": «JJLUJI» söz­cüğü de, "iftirâk": «jljaVI» kökünden türetilmiş ism-i faildir. İftirâk sözlükte; biriik, anlaşma, uyuşma anlamına gelen ittifak sözcüğü­nün zıddıdır.

226 MAHMUD TAHHAN-

fa. Terim anlamı: Râvîlerin, şahıs olarak farklı olmakla birlikte kendi isimleri ile babalarının ve daha yukardakilerin isimlerinin yazı ve lafız olarak aynı olmasına müttefik ve müfterik denir. İsim ve künyelerinin veya isim ve nisbelerinin vb. aynı olması da müt­tefik ve müfterik gurubuna dahildir^^z.

2. Örnek:

a. el-Halîl b. Ahmed ( x ^ î ^ JJ^l): Bu isintide alh kişi vardır. Bunlann ilki, Sîbeveyh'in hocasıdır.

b. Ahmed b. Ca'fer b. Hemedân {j\x^ ^ ju^^î): Aynı dönemde yaşamış bu isimde dört kişi vardır.

c. Ömer b. el-Hattâb (^IkkJl ^ ^ ^ j : Bu isimde altı şahıs var-dır273.

3. Önemi ve Faydası: Bu konuyu bilmek gerçekten önem­lidir. Pek azı hariç, bu konuyu bilmediğinden nice büyük âlimin ayağı kaymıştır. Bu konuya vakıf olmanın bazı faydaları şunlar­dır:

a. Bir topluluk olmalarına rağmen, aynı isimde olanlann bir kişi olduğunu zannetmemek. Bu, aslında bir kişi olup iki kişi ol­duğunun zannedilmesinden korkulan "mühmel" in tersidir^ ''.

fa. Aynı ismi paylaşanların arasını ayırt etmek. Çünkü bazen bunlardan biri sika, diğeri zayıf olabilir. Böylece bazen sahih olan bir hadis zayıf kabul edilmiş, zayif olan bir hadis de sahih kabul edilmiş olur.

272 Yalnız isimlerin aynı olmasında problem son derece azdır. Tanım, problem konusu olan galib duruma göre yapılmıştır. Konu, daha aynnülı bir şekilde, genellikle kitaplarda zikredilir; fakat çoğu zaman bu ayrınh ihmal edilmek­tedir.

273 Bu, Hatîb'in "el-Müttefık ue'l-müftenk" isimli kitabında gördüğüm en ga­rib örnektir. Bu kitapta râvîler arasında isimlerinin aynı olduğu belirtilen şahıslann en çok onyedi kişi olduğu belirtilmiştir.

274 Bk. İbn Hacer, Serhu'n-Nuhbe, s. 68.

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 227

4. Müttefik ve Müfterika Örnek Getirilmesi Ne zaman Güzel Olur?: Çağdaş olan iki veya daha çok râvînin aynı ismi paylaşmaları durumunda örnek getirmek güzel olur. Bunlar bazen aynı hocalardan ders aldıkları veya onlardan rivayet eden râvîlerden hadis aldıkları olur. Asırları farklı olursa isimlerinde problem olmaz.

5. Müttefik ve Mufterikle İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler:

a- Hatîb el-Bağdâdî (Ö.463/1070): el-Müttefik ve'l-müfterik. Çok güzel faydalı bir eserdir^^s

b- Hafız Muhammed b. Tâhir (0,507/1113) : el-Ensâbu'l-müttefika. Sadece müttefik isimlere ayrılmış bir kitaptır.

E. MU'TELİF VE MUHTELİF ( ^ i h ^ i j ^ > J i )

1. Tanımı:

a. Sözlük anlamı: "Mu'telif": ( (^->Jl ) ) sözcüğü, "i'tilaf": « o ^ ' V i » kökünden ism-i faildir. İ'tilâf, sözlükte; "bir araya gel­mek ve karşılaşmak" anlamındadır; nefretin zıddıdır. Muhtelif: «^jJbkJiM ise "ihtilâf": ıı^ycj^yh kökünden ism-i faildir. İttifakın zıddı anlamındadır.

fa. Terim anlamı: Hadis râvilerinden isim, lakab, künye veya neseb lerinin yazı olarak aynı olmakla birlikte lafız olarak farklı olmasına, hadis terminolojisinde mu'telif ue muhtelif denir^'^.

275 İstanbul'da tam olmayan yazma bir nüshası bulunmaktadır. Esad Efendi kütüp-hanesl no: 2097; 239 vr Onuncu cüzün başından başlıyor, onscki-zinci cüzün sonuna kadar devam ediyor; bu da kitabın sonudur. Sekizinci cüzün başından dördüncü cüzün sonuna kadar olan kısmı Şeyh Abdullah b- Hamîd'de mevcut bulunmaktadır

276 Farklılığın kaynağı lafızdaki nokta veya şekil olsun aynıdır

228 MAHMUD TAHHAN-

2. Örnekler:

a. "Selâm": «^İjC)) ve "selâm": «(.^ü.» . Birincisinde lâm şed-desiz, ikincisinde şeddelidir.

b. "Misver": ve "musevver": «jj—I» . Birincisinde mfm esreli, sfn cezimli, vâv şeddesizdir. İkincisinde mîm ötreli, sîn fet-halı, uâv şeddelidir.

c. "Bezzaz" : «ji^tovc "Bezzâr" : «jijJi». Birincisinin sonun­daki "ze", harfi ikincisinin sonu "ra" harfidir.

d. "Sevrî": «^ jJiJiMve "Tevvezî": «cşj^in. Birincisinde peltek "se, vâv, ra", ikincisinde "te, vâv, ze" harfleri vardır.

3. Bunların Kaidesi Var mı?:

a. Çok yaygın olduğu için çoğunun kaidesi yoktur. Her isim kendi başına ezber yoluyla zaptedilir.

b. Kaidesi olanlar vardır. Onlar da iki kısımdır.

1. Öze} bir kitaba veya özel kitaplara r\isbetle kaidesi olanlar:

Mesela; Sahîhayn'da ve Muvattâ'da yer alan her «jU:», -"Muhammed b. Beşşâr: <(JLL> hariç-, hepsi; "ye" ardından "sîn" iledir. Beşşar, "be" sonra "şfn" iledir.

2. Genel bir kaideye tabî olanlar: Yani, özel bir kitap veya kitaplara nisbetle değil, "Sellâm" örneğinde olduğu gibi, beşi hariç bütün "Sellâm"larda "lâm" harfi şeddelidir. /

4. Mu'telif ve Muhtelifi Bilmenin Önemi ve Fayda­sı: Bu konuyu bilmek, rical ilminin önemli hususiyetlerinden-dir. Hatta Ali b. el-Medînî (ö.234/848), "tashîf en çok isimlerde meydana gelir" demektedir. Çünkü tashîf öyle bir şeydir ki onda kıyas söz konusu olmaz; nasıl okunacağına delâlet edecek ne ön­cesinde ne de sonsasmda bir şey vardır^^^.

277 Bk. İbn Hacer, en-Nuhbe, s.68.

-YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS)

Bu İ lmin faydası, kişiyi yanlış yapmaktan ve hataya düşmek­ten korumasında saklıdır.

5. Mu'telif ve Muhtelif İle İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler:

a- Abdulğanî b. Saîd (Ö.409/1018): el-Mu'telif ue'l-muhtelif.

b- İbn Makûlâ (Ö.475/1082): el-İkmâl Ayrıca Ebû Bekr b. Nukta'nın (Ö.629/1231) İkmâl'e yaptığı Zey/.

E MÜTEŞABİH27» (^\^\) 27?

1. Tanımı:

a. Sözlük anlamı: "Müteşâbih" sözcüğü, "Teşâbuh": «-JL Jl» kelimesinden ism-i faildir. Sözlükte "benzedik" anlamına gelir. Buradaki müteşabihten, "birbirine karışma" anlamı kastedilmiş­tir. Kur'an'daki müteşabihler bu türdendir. Yani, mânâsı karışık olan demektir.

b. Terim anlamı: Hadis terminolojisinde; râvî isimlerinin lafız ve yazı şeklinin aynı olması, baba adlarının ise yazılış şekli ola­rak aynı, lafız olarak farklı olmasına; veya tersine ^ o müteşâbih denir

2. Örnekler:

a. Muhammed b. Ukeyl: « j d i JUJ.^» ; bu isimde "ayn" zammelidir. Muhammed b. Akîl: «J-ii- y_ JL^U ; bu isimde ise "ayn" fethalıdır. Burada râvîlerin ismi aynı, babalarının ismi fark­lıdır.

278 Daha önce geçen iki türden meydana gelir Yani "el-Müttefik ve'l-müf­terik" ile "el-Mu'telif ve'l-muhtelif" den mürekkeptir.

279 Daha önce geçen iki türden meydana gelir Yani "el-Müttefik ve'l-müf­terik" ile "el-Mu'telif ue'l-muhtelif" den mürekkeptir

280 Söyleyişte râvî isimleri farklı; baba isimlerinin yazıda ve okunuşta aynı olması gibi.

230 MAHMUD TAHHAN-

b. Şureyh b. en-Nu'mân: «OL^l ^_ ^.'j^ı^ ve Sureye b. en-Nu'mân: « j U ^ ı Burada râvîlerin isimleri farklı, baba isimleri aynıdır.

3. Bu İlmin Sağladığı Faydalar: Bu ilmin faydası, râvî isimlerini doğru zabtetmek, telaffuzunda karışıklığa meydan ver­memek, tashîf ve yanılgıya düşmemek gibi noktalarda saklıdır.

4. Müteşabihin Başka Çeşitleri: Müteşabihin başka çe­şitleri de vardır. En önemlileri şunlardır:

a. Râvî isimlerinin aynı olup, baba isimlerinin de bir veya iki harf dışında aynı olması, «^jli j . ^ » ve « a ^ ^ » örneği böyledir.

b. Kendi isimleri ile baba isimlerinin yazı ve telaffuzda aynı olması, takdim ve tehirde farklılığın olması:

1. Ya iki ismin tamammda olur: uju^ y ijJ^lh ve «^^Vı U j y . »

örneğinde olduğu gibi^^ı.

2. Veya bazı harflerde olur: ((jlll ve «jLJ ^ ^^J» ör­neğinde olduğu gibi.

5. Müteşabihler Hakkında Telif Edilen En Meşhur Eserler:

a- Hatîb el-Bağdâdî (Ö.463/1070) -.TeMsu'l-müteşabih fi'r-resm ve himâyetü ma-eşkele mir\hu an bevâdiri't-tashîf ve'l-vehm'.

h- Hatîb el-Bağdâdî (Ö.463/1070) :Tâ/iyyu't-Te/hfs. Bu, ön­ceki kitabın tekmilesinden veya zeylinden ibarettir. İkisi de çok nefis kitaplardır. Bu konuda bunlar gibisi tasnif edilmemiştir^^z.

281 Bu çeşide bazılan "el-Müştebihu'l-maklûb" adını verirler Burada kanşıklık yazıda değil zihinde vâkî olmaktadır; bazen isim, bazı râvîlere dönüşmüş olur. Hatîb bu dalda "Râfiü'l-irtiyâb fi'l-maklub mine'l-esmâi ue'i-ensâb" adlı bir eser tasnif etmiştir.

282 Bunlardan iki tam nüsha Dâru'l-Kütübi'l-Mısrıyyede bulunmaktadır.

-YENt HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS] 231

G. MÜHMEL ( j ^ i )

1. Tanımı:

a. Sözlük anlamı: "Mühmel" sözcüğü, "ihmâl" : KJUA)/!)) kö­künden ism-i mef'uldür. Sözlükte "terk etmek" anlammdadır. Râvî âdeta, başkasmdan ayırt edemediği ismi zikretmeksizin ter-ketmiş olmaktadır.

b. Terim anlamı: Râvînin, ya sadece aynı ismi paylaşan iki kişiden veya kendi isimleriyle beraber babalarının vs. isimleri de aynı olan iki kişiden rivayet esnasında neyin kime ait olduğunu ayırt edememesine mühmel denir.

2. İhmâlin Ne Zaman Zarar Verdiği Meselesi: Ayırt edilemeyen iki şahıstan biri sika, diğeri zayıf olursa o zaman za­rarlı olur. Çünkü burada kendisinden rivayet edilen şahsın kim olduğunu bilemeyiz. Bazen içlerinden biri zayıf olur ve bu du-mmda hadis de zayıf konumuna düşmüş olur.

Ayır edilemeyen her iki şahıs da sika olduğunda ihmal ha­disin sıhhatine zarar vermez. Çünkü söz konusu hadis onlardan hangisinden rivayet edilirse edilsin, sahihtir.

3. Örnek:

a. Her iki râuinin sika olmasına örnek: Buhârî'de -nisbesi belirtilmeksizin- Ahmed'den > o da: İbn Vehb'den gelen rivayet böyledir. Bu ya Ahmed b. Salih'tir veya Ahmed b. îsâ'dır. Her ikisi de sikadır.

b. Biri sika diğeri zayıf olmasına örnek: İki Süleyman b. Dâvûd var. Eğer bu kişi el-Havlânî ise sikadır, el-Yemânî ise za­yıftır.

4. Mühmel İle Mübhem Arasındaki Fark: Mübhem ile mühmel arasındaki fark şudur: Mühmelde şahsın ismi zikredili­yor; fakat kim olduğu başkalarından ayırt edilemiyor. Mübhem-de ise şahsın ismi zikredilmiyor.

232 MAHMUD TAHHAN-

mel.

5. Mühmel İle İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler:

-Hatîb el-Bağdâdî (Ö.463/1070) lel-Mükmelfi beyâni'l-müh-

H. MÜBHEMLER ( o L ^ l )

I . Tanımı:

a. Sözlüm anlamı: Mübhemât: «c^^U-j-Ji» sözcüğü, mübhem: ( ( ^ ) ) sözcüğünün çoğuludur. Mübhem, ibhâm: ı<^\^yh kökünden ism-i mef'uldur. Sözlükte bir şeyi netleştirmek, açıklamak, açığa çıkarmak, ortaya koymak... anlamına gelen "îzâh": «^UL;)^!» söz­cüğünün zıddıdır.

fa. Terim anlamı: Metinde adı geçip veya senedde yer alıp veya rivayetle alakası bulunup da adı kapalı geçilen şahsa müb­hem denir.

2. Mübh^min Araştırılmasının Bazı Faydaları:

a. Kapalılık Senedde İse: Senedde kapalı geçilen şahısla­rı araştırıp ortaya çıkarmak, hadisin sahih veya zayıf olduğuna hüküm vermede kilit rol oynayan râvinin sika veya zayıflığının bilinmesini sağlar.

fa. Kapalılık Metinde İse: Metinde kapalı kalan şahıslan bil­menin faydaları çoktur. En barizi, kıssa sahibini veya soru soranı bilmek gibi faydaları vardır; böylece, hadiste menkıbesi [hikâyesi] yer alan şahsın faziletini de öğrenmiş oluruz. Eğer menkıbeden bahsedilmiyorsa, bu kez onu tanımakla, sahabî olmayan bir şah­sın sahabenin en faziletlilerinden biri olduğu zannından kurtul­muş oluruz.

3. Mübhemi Bilmenin Yolları: Mübhem iki yolla biline­bilir:

a. Kapalı geçilen şahsın, başka rivayetlerde ismin zikredile­rek rivayet edilmesi yoluyla.

YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 233

283 Nesâî, Menâsik 1; Ahmed b. Hanbel, II, 508 284 Ümmü Atiyye şöyle demiştir: Bizler, kızmı yıkamakta olduğumuz sırada

Resûlüllah (s.a.) yanımıza girdi ve "Onu su ve sidr ile üç, yahut beş, yahut da bundan daha fazla yıkayınız..." buyurdu [Buhâri, Cenâiz 9] .

b. Biyografi yazarlannın belirtmesi ile ki, çoğuda bu yolla bilinmektedir.

4. Mübhetnin Kısımları: Kapalılığm çok veya azlığına göre dört kısma ayrılır. Kapalılığın en çok olanından başlayarak mübhemin kısımlarını şöyle sıralamak mümkündür:

a. «J^rj»: bir adam; veya«;!^^1»: bir kadın, şeklinde kapalı ge­çilenler: İbn Abbas'dan nakledilen bir hadiste şöyle geçer:

((?j.u J 5 j j J i 1*1)1 J _ ^ j L :Jl3 o l» : "Bir adam Resûlüllah'a; 'Ey Allah'm Resulü! Hacc her sene midir?' diye sordu^^s". Bu adam Akra' b. Hâbis'dir.

b))jV^)/ı» : oğul ve « o ı J l » : kız şeklinde kapalı geçilen şahıslar: Şu lafızlar da buna dahildir: « ^ V l » : kardeş, ( ( t ^ V l » : kız kardeş, «j-Vı ^ 1 » : erkek kardeşin oğlu; ((>^'y\ yhy. kız kardeşin oğlu, ^ S f l » : erkek kardeşin kızı, « ^ ı ^ ^ V l kız kardeşin kızı. Ummu Atıyye'nin, Hz. Peygamber'in kızı ının su ve sidp ile yıkanması ile ilgili hadis284 buna örnektir. Hadiste geçen kız, Zeynep'tir (r.ah).

c. n^hr. amca ve hala şeklinde kapalı geçilen şahıslar: « J U J l i ) : dayı, « ^ l l i J l » : feyze, « j ^ l ^ l » : amca oğlu, y^r. amca kızı, i w J l y\ : hala oğlu, « i^^Jl o j o d : hala kızı, « J U J l ^ l » : dayı oğlu, « J U J l o : . j m : dayı kızı, « Ü U J l j^\)): teyze oğlu, « ; l U J l o.;.^»: teyze kızı da bu guruba dahildir. Râfi' b. Hadîc'in "amca"sından rivayet ettiği, muhabereden [yazışma, mektuplaşma] yasaklama ile ilgili hadis buna örnektir. Amcasının ismi Zuheyr b. Râfi"dir. Câbir'in "hala"sının rivayet ettiği hadis de başka bir örnek teşkil eder. Ba­bası Uhut Savaşında öldürüldüğü için ona ağlamıştı. Halasının ismi Faüma bnt. Amr'dır.

d. « ^ j j J l » : koca ve « ; ^ j j J l » : kan şeklinde kapalı geçilen şahıs-

234 MAHMUD TAHHAN-

lar:.Buhârî ve Müslim'de geçen Subey'a'nm "koca"smm vefatı ile ilgili hadis buna örnektir. Kocasınm ismi Sa'd b. Havle'dir. Abdurrahman b. ez-Zubeyr'in karısı ile ilgili hadis de başka bir örnek teşkil eder. Bu kadın Rifâ'a el-Kurezâ'nın nikâhlısı idi. Daha sonra onu boşamışü. İsmi Temîme bt. Vehb'dir.

5. Mübhem İle İlgili Telif Edilen En Meşhur Eser­ler: Bir çok âlim bu konuda eser tasnif etmiştir. Abdulğanî b. Saîd (Ö.409/1018), Hatîb (Ö.463/1070) ve Nevevî (Ö.676/1277) bunlardandır. En güzeli ve en kapsamlısı Veliyuddîn el-'irakî'nin (ö.826/1422) el-Müstefâd min mübhemâti'l -metni ve'İ-isnâd adlı eseridir.

i. V U H D Â N ( ü i J L - ^ i )

1. Tanımı:

a. Sözlük alamı: Vuhdân: ((oli: _pl» sözcüğü, sözlükte; "bir, tek, yalnız, ayn..." anlamlarına gelen vâhid: «A^IJ» kelimesinin çoğuludur.

b. Terim anlamı: Kendilerinden yalnız bir tek râvînin rivayette bulunduğu râvîlere vuhdân denir.

2. Faydası: Vuhdân ilminin, mechûlü'l-'ayn^^ olan bir râviyi tanımak, kapalı geçilen şahsın sahâbî olmaması durumun­da rivayetini reddetmeye imkân vermek gibi faydaları vardır. Çünkü bütün sahâbîler udûl kabul edilmişlerdir.

3. Örnekler:

a. Sahabeden örnek: 'Urve b. Müdarris. Bu sahâbîden Şa'-

285 Râvinin zabnın bilinmemesi elemektir Kendisinden rivayette bulunan ta­rafından ismi ve sika olduğu söylenmiş olsa da kendisinden sadece bir kişinin hadis rivayet etmiş olduğu, dolayısıyla âlimlerin tanımadığı râvi demektir Böyle bir râviyi cerh ve ta'dil âlimlerinden biri sika olduğunu söylerse râvinin cehaleti kalkar, ma'ruf biri olmuş olur. (çev.)

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 235

bî'den başka hiç kimse rivayette bulunmamıştır. Müseyyeb b. Hazn isimli sahâbîden de oğlu Saîd'den başka rivayette bulunan yoktur.

fa. Tabiîlerden örnek: Ebu'l-Uşerâ'. Bu tabiîden, Hemmad b. Seleme'den başkası rivayette bulunmamıştır.

4. Buhârî ve Müslim Sahih'Ierinde Vuhdândan Hadis Tahric Ettiler mi?

a. Hâkim (Ö.405/1014), Medhal' de Buhârî ve Müslim'in bu çeşit rivayetlerden hiç tahric etmediklerini zikretmektedir.

b. Fakat muhaddislerin cumhuruna göre Buhârî ve Müslim'in vuhdân sahabîlerden bir çok tahricleri vardır. Aşağıdakiler bun­lardandır:

1. Ebu Tâlib'in ölümü hakkında Museyyeb'in hadisi. Bu ha­disi Buhârî ve Müslim tahric etmiştir.

2. Kays b. Ebî Hâzim'in Mirdâs el-Eslemî"den rivayet ettiği; "Bu ümmetin salihleri birbiri ardmca bu hayattan çekip gi­derler.." hadisi. Mirdâs'ın Kays'dan başka râvîsi yoktur. Ha­disi Buhârî tahric etmiştir.

5. Vuhdân İle İlgili Tasnif Edilen En Meşhur Eserler:

-Müslim (Ö.261/874): el-Münferidât ve'l-vuhdân .

J. MUHTELİF İSİM VE SIFATLARLA A N I L A N RÂVİLER (ülik.. j \ P U - I jSi j.)

1. Tanımı: Bir şahıs veya bir topluluk tarafından muhtelif isim, lakap veya künyelerie vasıflandırılan râviye muhtelif isim ue sıfatlarla anılan râvi denir.

2. Örnek: Muhammed b. es-Sâib el-Kelbî'yi bazıları Ebu'n-

286 Buhâri, Rikâk 9. (çev)

236 MAHMUD TAHHAN-

Nasr, bazıları Hammâd b. es-Sâib, bazıları da Ebû Saîd diye isimlendirmişlerdir.

3. Muhtelif İsim ve Sıfatlarla Anılan Havileri Tanı­manın Bazı Faydaları:

Muhtelif isim ve sıfatlarla anılan râvileri bilmek:

a. Bir şahsın isimleri hakkında karışıklık yapmamak, müte­addid şahıslar olduğunu sanmamak,

b. Şuyûh tedlisini tesbit etmek gibi faydaları vardır.

4. Hatîb'in, Hocaları İçin Birden Çok İsim, Lakab ve Künyeyi Kullanması: Mesela Hatîb kitaplarında Ebu'l-Kâsım el-Ezherî'den, Abdullah b. Ebi'l-Feth el-Fârisî'den ve Abdullah b. Ahmed b. Osman es-Sayrafî'den rivayette bulunur; halbuki bunların hepsi bir kişidir.

5. Muhtelif İsim ve Sıfatlarla Anılanlar Hakkında Telif Edilen En Meşhur Eserler:

a- Hafız Abdulğanî b. Saîd (Ö.409/1018): îzâhu't-işkâl.

b-Hatîb el-Bağdâdî (Ö.463/1070): Mûdihu evhâmi'l-cem'

ve't-tefrîk.

K. MÜFREDAT [TEK İSİM, KÜNYE VE LAKABLILAR] (c^ulSfij . t ^ ' V i ^ o b > J i )

1. Müfredatla Ne Kastedildiği: Müfredat ifadesi ile; sahabe, râvî veya âlimlerden herhangi birinin taşıdığı isim, lakab veya künyeyi, râvî ve âlimlerden başka birisinin taşımaması kas­tedilmektedir. Çoğu kez bu müfredatlar, telaffuzu zor garip isimler olmaktadır.

2. Müfredatları Bilmenin Faydaları: Müfredatları bilme­nin faydası, söz konusu garip isimlerde tashîf ve tahrîf yapmanın önüne geçmektir.

- YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 237

3. Örnekler:

a. İsimlerden örnekler:

1. Sahabeden örnekler: "Ahmed b. 'Ucyân", "'Üleyyân",

"Sender".

2. Sahabe dışmdakilerden örnekler: "Evsat" b. 'Amr, "Du-

reyb" b. Nukeyr b. Sumeyr.

fa. Kufvj^elerden örnekler:

1. Sahabeden örnek: Resûlüllah'm mevlâsı "Ebu'l-Hamrâ",

ismi Hilâl b. el-Hâris'tir.

2. Sahabe dışmdakilerden örnek: Ebu'l-'Ubeydeyn. İsmi,

Mu'âviye b. Sebre'dir.

c. Lakablardan örnekler:

1. Sahabeden örnek: Resûlüllah'm mevlâsı "Sefîne". İsmi

Mihrân'dır.

2. Sahabe dışmdakilerden ömek: "Mendel". İsmi "'Amr b.

Ali'el-Gazzîel-Kûfî'dir.

4. Müfredatla İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler:

Bu alanla ilgili tek eser, Hâfız Ahmed b. Hârûn el-Berdîcî'nin

(Ö.301/913) e/-£smâu'/-mü/rede'sidir.

Ayrıca râvîlerin biyografileri hakkında te'lif edilen eserierin

sonunda bu tür şahıslar hakkında büyük oranda bilgi bulmak

mümkündür. Örneğin İbn Hacer'in (Ö.852/1448) Takrtbu't-

Tefazîb'inde olduğu gibi.

238 MAHMUD TAHHAN-

L. KÜNYELERİYLE ŞÖHRET BULANLARIN İSİMLERİ (^l^ i j ^ ı ^ ^U-,î)

1. Bu Konu İle Ne Kastedildiği: Bu konudan maksat, künyesiyle şöhret bulan herbir şahsm meşhur olmayan ismini tesbit edene dek araştırma yapmaktır.

2. Künyeleri İle Şöhret Bulcuılann İsimlerini Bilme­nin Bazı Faydaları: Künyeleri ile şöhret bulanlann isimlerini bilmek, bir şahsın iki kişi olduğunu sanmanın önüne geçmek gibi bir faydası vardır. Çünkü bu şahıs bazan meşhur olmadığı ismiyle anıldığı gibi meşhur olduğu künyesiyle de anılabilir. Bu durumu bilmeyen için iş içinden çıkılmaz bir hal alır ve bu şahsı iki kişi zanneder, halbuki o bir kişidir.

3. Künyeleri İle Şöhret Bulanların İsimlerini Bilmek Konusunda Kitap Tasnif Etme Metodu: Künyeler hakkında eser verecek musannif, önce künyeleri alfabetik olarak sıralar; sonra da künyenin karşısına künye sahibinin ismini zikreder. Ör­neğin "hemze" harfi bölümünde Ebû İshâk yazar, sonra da ismi­ni zikreder; "ba" harfi bölümünde Ebû Bişr'i yazar, karşısında da ismini zikreder ve bu tertip üzere devam eder.

4. Künye Sahiplerinin Çeşitleri ve Örnekler:

a. İsmi künyesinden ibaret olup künyesinden başka ismi olmayanlar: Ebu Bilâl el-Eş'arî böyledir. İsmi ve künyesi birdir.

b. Künyesi ile tanınıp da, ismi olup olmadığı bilinmeyenler: Bir sahâbî olan Ebû Ünas böyledir.

c. Bir künye ile lakaplanıp da bundan başka isim ve künyesi de bulunanlar: Ebû Turâb böyledir. Bu Ali b. EbîTâlib'in lakabı­dır. Künyesi Ebu'l-Hasan'dır.

d. İki veya daha fazla künyesi olanlar: İbn Güreye böyledir. Ebu'l-Velîd ve Ebu'l-Hâlid'le künyelenir.

e. Künyesinde ihtilaf edilenler: Üsâme b. Zeyd böyledir. Ebû

-YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 239

Muhammed, Ebû Abdullah ve Ebû Hârice gibi künyelerle de anılmıştır.

/. Künyesi bilinip de isminde ihtilaf edilenler: Ebû Hureyre böyledir. Ebû Hureyre'nin kendisinin ve babasının ismi üzerinde ihtilaf edilmiştir. Bu konuda 30 görüş ileri sürülmüştür. En yaygın görüşe göre adı Abdurrahmân b. Sahr'dır.

g. İsim ve künyesinde ihtilaf edilenler: Sefîne böyledir. İsmi­

nin 'Umeyr, Salih, Mihrân; künyesinin de, Ebû Abdirrahmân ve

Ebu'l-Behterî olduğu söylenmiştir.

h. İsim ve künyesiyle tanmıp da her ikisi ile birden şöhret bu­lanlar: Ebû Abdillah künyeleri yanında isimleriyle meşhur olan Süfyân es-Sevrî, Mâlik, Muhammed b. İdrîs es-Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve Ebû Hanîfe en-Nu'man b. Sabit böyledir.

i. İsmi bilinmekle beraber künyesiyle şöhret bulanlar: Ebû İdrîs el-Havlânî böyledir. İsmi 'Aizullah'dır.

k. Künyesi bilinmekle beraber adı ile meşhur olanlar: Talha b. 'UbeyduUah et-Teymî, Abdurrahmân b. 'Avf ve Hasan b. Alî b. Ebî Tâlib böyledir. Hepsinin künyesi Ebû Muhammed'dir.

5. Künyeleri İle Şöhret Bulanların İsimlerini Bil­mek Konusunda Telif Edilen En Meşhur Eserler: Alimler künyelerie ilgili bir çok eser tasnif etmişlerdir. Ali b. el-Medînî (Ö.234/848), Müslim (Ö.261/874), Buhârî (Ö.256/869) bu konu­da eser verenlerdendir. Bu konuda tasnif edilip basılı olan eser­lerin en meşhuru:

-Ebû Bişr Muhammed b. Ahmed ed-DÛlâbî'in (Ö.310/922) -el-Künâ ve'l-esmâ adlı eseridir.

240 MAHMUD TAHHAN-

M. LAKABLAR (vU)'"^i)

1. Sözlük Anlamı: Elkâb: « ^ U J V I » sözcüğü, lakab: kelimesinin çoğuludur. Lakab; yüce veya âdi bir vasfı hatırlatan, ya da övgüye veya yergiye delalet eden her vasıftır.

2. Lakabları Bilinmekten Ne Kastedildiği: Lakabları bilmekten maksat, öğrenip zapdetmek amacıyla muhaddislerin ve hadis râvîlerinin lakablannı araştırıp ortaya koymaktır.

3. Lakabları Bilmenin Faydası: Lakabları bilmenin iki faydası vardır:

a. Lakabın isim olduğunu zannetmemek, bazen ismiyle bazen de lakabıyla zikredilen bir şahsın iki şahıs olduğunu san­mamak.

b. Râvînin taşıdığı lakabın takılma sebebini öğrenmek ve bu yolla, çoğu zaman zahirî mânasına muhalefet edilen lakaptan hakiki maksadın ne olduğunu anlamak.

4. Lakabın Kısımları: Lakablar iki kısımdır.

a. Onunla tanıtmanın caiz olmadığı lakablar: Bunlar, lakab-lananın hoş görmediği lakablardır.

b. Onunla tanıtmanın caiz olduğu lakablar: Bunlar da lakab-lananın hoş gördüğü lakablardır.

5. Örnekler:

a. "ed-DâlI [Şaşkın]": Muâviye b. Abdulkerîm'ın lakabı "Şaşkın"dır. Mekke yolunda şeışırdığı için "Şaşkın" diye lakab-landırılmışhr.

b. "ed-Daîf [Zayıf]": Abdullah b. Muhammed'in lakabı "za-yıf"tır. Hadiste değil, bedenen zayıf olduğu için böyle lakablan-dırılmıştır. Abdulğanî b. Saîd (Ö.409/1018): "İki büyük adam iki kötü lakabla anılmıştır: Şaşhn ve Zayıfl " demiştir.

c. "Ğunder": Manası Hicaz lügatma göre "kavgacı, geçim-

-YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİL-HADÎS) 241

siz" demektir. Şu'be'nin (ö. 160/777) arkadaşı Muhammed b. Ca'fer el-Basrî'nin (ö. 193/809) lakabıdır. Bununla lakablandı-rılmasının sebebi şudur: İbn Cüreyc (ö. 150/767) Basra'ya gelir. Hasan el-Basrî'den (ö. 110/728) bir hadis nakleder. Oradakiler bu hadisi kabul etmezler; hatta karşı çıkarak münakeışa ederier. Muhammed b. Ca'fer, İbn Cüreyc'ie fazlaca münakaşa edince İbn Cüreyc ona: "Sus ey Gunder!" der.

d. "Ğuncâr": İsâ b. Mûsâ et-Teymî'nin lakabıdır. İki yanağı­nın kırmızılığından dolayı "Guncâr" diye lakablandırılmıştır.

e. "Sâ'ıka": Muhammed b. İbrahim el-Hâfız'ın lakabıdır. Buhârî bundan rivayet etmiştir. Ona bu lakab, hafızası güçlü olup olayları çok iyi hatıriadığı için verilmiştir.

/. "Müşküdâne": Abdullah b. Ömer el-Emevî'nin lakabıdır. Manası farşçada "misk tohumu" veya "misk kabı" demektir.

g. Mutayyen: Ebû Ca'fer el-Hadramî'nin lakabıdır. Küçük­ken suyun içinde çocuklarla oynar, sırtını çamura bulariardı. Bundan dolayı böyle lakablandırılmıştir. Ebû Nu'aym ona: "Ey Mutayyen! Niçin ilim meclisine gelmiyorsun?" demiştir.

6. Lakablarla İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler: Önceki [mütekaddimûn] ve sonraki [müteahhirûn] âlimlerden bir grup, bu konuda eser vermişlerdir. Bu kitapların en güzeli ve en özlüsü İbn Hacer'in (Ö.852/1448) -Nüzhetü'l-elbâb'ıdır.

N. B A B A S I N D A N BAŞKASINA NİSBET EDILENLER ( ^ L Î ^ J

1. Bu Bahisten Ne Kastedildiği: Burada, babanın dı­şında anne -e dede gibi akrabaların nisbesi ile veya -el-Mürebbî, vb. gibi-, akrabaları dışında yabancı birinin nisbesi ile şöhret bu­lanların bilinmesi kast edilmiştir. Bu bahsin bir amacı da, baba­sından başka bir neseb ile şöhret bulanların babalarının adını öğrenmektir.

242 MAHMUD TAHHAN-

2. Babasından Başkasına Nisbet Edilenleri Bilme­nin Faydası: Babasından başkasına nisbet edilenleri bilmenin faydası, söz konusu şahısların babalarına nisbet edilmeleri duru­munda farklı şahıslar olduklarını zannetmemektir.

3. Kısımları ve Örnekler:

a. Annesine nisbet edilenlere örnek: 'Afrâ'nın oğulları Mu'az, Mu'avviz ve 'Avz [yani Mu'az b. 'Afra', Mu'avviz b. 'Afra', 'Avz b. 'Afra'] böyledir; babalan el-Hâris'tir. Bilâl b. Hamâme; ba­bası Rebâh'tır. Muhammed b. el-Hanefiyye; babası Ali b. Ebî Tâlib'dir.

b. -Yakın veya uzak- nineye nisbet edilenlere örnek: Ya'lâ b. Münye; Münye, Ya'lâ'nm baba-annesidir; babası ise Ümeyye'dir. Beşîr b. el-Hassâsiyye. el-Hassâsiyye, Beşîr'in üçüncü dedesinin annesidir; babası Ma'bed'dir.

c. Dedesine nisbet edilenlere örnek: Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh; ismi 'Amir b. Abdullah b. el-Cerrâh'tır. Ahmed b. Han­bel; o da Ahmed b. Muhammed b. Hanbel'dir.

d. Herhangi bir sebepten dolayı bir yabancıya nisbet edi­lenlere ömek: el-Mikdâd b. 'Amr el-Kindî; ona el-Mikdâd b. es-Esved deniyor; çünkü o, el-Esved b. 'Abdi Yeğûs'un evinde ye-tiştmiştir. Onu evlâtlık edinmişti.

4. Babasından Başkasına Nisbet Edilenlerle İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler: Bu konu ile ilgili özel tasnif edilmiş bir eser bilmiyorum. Fakat genel içerikli terâcim [biyog­rafi] kitapları, her râvînin nisbesini de zikrederler; özellikle geniş kapsamlı terâcim kitapları böyledir.

O. HAKİKİ OLMAYAN ARIZÎ NİSBELER ( >

1. Giriş: Bir mekâna, bir fetihe, bir kabiliye veya bir sana­ta nisbet edilen pek çok râvîler vardır. Fakat bu nisbeler, gerçek

YENİ HADİSUSÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 243

mânâda murad edilen nisbeler değildider. Vakıa bunlar, ya o mekâna gidip yerleşmelerinden veya o sanat erbabı ile beraber olmalarından vb. dolayı arızı bir sebeple verilmiş nisbelcrdir.

2. Arızî Nisbeleri Bilmenin Faydası: Bu bahsin fayda­sı, söz konusu nisbelerin hakiki bir nisbe olmadıklarını bilmektir; çünkü bu nisbe, sahibine arızî bir sebepten dolayı verilmiştir. Do­layısıyla bu bahsin faydalarından biri de, bu nisbelerin sahipleri­ne verildiği arızî durum veya sebepleri bilmek olmaktadır.

3. Örnekler:

a. Ebû Mes'ud el-Bedrî: Bu şahıs Bedir Savaşı'na kaülma-mıştır. Orada konakladığından o bölgeye nisbet edilmiştir.

b. Yezîd el-Fakîr: Bu kişi aslında fakir değildir; "fekâr" denen sırt omurlannda [bel kemiğinde] meydana gelen bir rahatsızlığın­dan dolayı böyle anılmıştır.

c. Hâlid el-Hazzâ: Hazza', ayakkabıcı demektir; aslında ayakkabıcı değildir. Ancak ayakkabıcılarla oturup kalkardı.

4. Nesebler Hakkında Tasnif Edilen En Meşhur Eser­ler:

a- Sem'ânî (0.562/1166): d-Ensâb.

b- İbnu'l-Esîr (Ö.630/1232): el-Lübâb fî tehzîbi'l-Ensâb. Yu­karıdaki eserin özetidir.

c- Suyûtî (ö.911/1505): Lübbü'l-Lübâb. Suyûtî bu eserinde, üstteki özet eseri özetlemiştir.

P. RÂVİLERİN TARİHÇELERİ

1. Tanımı:

a. Sözlük anlamı: Tevârîh:i)^.jlj;)i sözcüğü, "errehe": u^jU fi­ilinin masdarı olan "târîh": ((^j t» kelimesinin çoğuludur. Sözlük-

244 MAHMUD TAHHAN-

te, "bir şeye tarih atmak, tarih düşmek, tarihiyle kaydetmek, bir şeyin tarihçesini yazmak" gibi mânâlara gelir.

b. Terim anlamı: Tarih; doğum, ölüm, olay vb. gibi durumla-nn kayda geçildiği vakit [an] olarak tarif edilmiştir.

2. Burada Havilerin Tarihçesinden Ne Kastedildiği: Râvilerin tarihçesini bilmek demek; onlarm doğum tarihlerini, hocalanndan semâ'lannm gerçekleştiği tarihi, bazı bölgelere geliş tarihleri ile ölüm tarihlerini bilmek demektir.

3. Önemi ve Faydası: Râvîlerin tarihini bilmek, önemli bir ilimdir. Süfyân es-Sevrî (ö. 161/777) şöyle der: "Râutler yalanı kullanınca biz de onlara karşı tarihi kullanmaya başladık". Bu ilmin faydasmdcin biri de, senedin muttasıl mı veya munkaü' mı olduğunu bilmeye yardımcı olmasıdır.

Nitekim bir grup insan diğer bir grup inşamdan rivayet id­diasında bulunmuş, ancak tarihe bakılmış, vefatlarından yıllar sonra o râvîlerden rivayet etme iddiasında bulundukları ortaya çıkmıştır.

4. Tarih Kaynaklarından Örnekler:

a. Efendimiz Muhammed (s.a.) ve iki arkadaşı Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer'in (ra.) yaşları, verilen doğru bilgiye göre 63 idi.

1. Resûlüllah (s.a.) her iki arkadaşından da daha önce, H. 11. senesinin Rebiu'l-evvel ayının 12. gecesinde vefat etmiştir.

2. Ebû Bekr H. 13. senesinin Cemâziye'l-evvel ayında vefat etmiştir.

3. Hz. Ömer H. 23. senesinin Zilhicce ayında vefat etmiştir

4. Hz. Osman 82 veya 90 yaşında iken H. 25. senesinin Zilhicce ayında şehit edilmiştir.

5. Hz. Ali 63 yaşında iken H. 40. senesinin Ramazan ayında şehit edilmiştir.

YENt HADtS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 245

287 Doğum tarihinde ihtilaf edilmiştir Tarihçilerin çoğu doğduğu seneyi tam olarak tesbit edememişlerdir. Doğumunun III. asrın başlarında olduğunu söylemişlerdir. Fakat bazı müteahhir [son dönem] âlimler H. 209 senesin­de doğduğunu söylemişlerdir. Şemail sarihi Muhammed b. Kasım Casus bunu söyleyenlerdendir. Bk. I, 4.

b. Şu İki sahâbî cahiliye döneminde 60, İslâmiyet dönemin­de de 60 sene yaşamış, Medine'de H. 54'de vefat etmişlerdir:

1. Hakîm b. Hizam 2. Hassan b. Sabit

c. Kendilerine uyulan mezhep sahipleri:

Dgg, yg Ol. Tar, fHiçril 1. Nu'mân b. Sabit [Ebû Hanîfe] 80-150 2. Mâlik b. Enes 93-179 3. Muhammed b. İdrîs es-Şâfiî 150-204 4. Ahmed b. Hanbel 164-241

d. Güvenilir hadis kitaplarının müellifleri

1. Muhammed b. İsmail el-Buhârî 194-256

2. Müslim b. el-Haccac en-Nîsâbûrî 204-261 3. Ebû Dâvûd es-Sicistânî 202-275 4. Ebû İsâ et-Tirmizî287 209-279

5. Ahmed b. Şu'ayb en-Nesâî 214-303 6. İbn Mâce el-Kazvînî 207-275

5. Râvilerin Biyografileri İle İlgili Tlif Edilen En Meş­hur Eserler:

a-İbnZebrMuhammedb.'Ubeydullaher-Raba'î(ö.379/989): el-Vefeyât. Yazar Dımaşk muhaddislerindendir. Eser vefat tarihle­rine göre tertip edilmiştir.

b- Önceki eser el-Vefeyât'a, önce Kettânî (Ö.466/1073), sonra Ekfânî (Ö.514/1120), daha sonra 'Irâkî (Ö.806/1403) ve daha başkalarmın yazdıklan Zeyl 1er.

246 MAHMUD TAHHAN-

R. SİKALARDAN İHTİLAT EDENLER (.oUiJi ^ iJ^ı j.)

1. İhtılatın Tanımı:

a. Sözlük anlamı: "İhtilât": n^':k^y\)) sözcüğü, sözlükte aklın bozulması demektir. Kâmus'ta belirtildiği üzere, ab'^ Jab^l>ı: "fülan ihtilat etti" demek, aklı bozuldu demektir.

b. Terim anlamı: Terim olarak ihtilât; aklın bozulması veya bunamak, kör olmak, kitapları yakmak veya başka bir sebepten dolayı ifadelerdeki intizamın bozulması demektir.

2. İhtilâtın Çeşitleri:

a. Bunaklıktan dolayı ihtilât edenler: Atâ b. es-Sâ'ib es-Sa-kafî el-Kûfî böyledir.

b. Gözlerini kaybetme sebebiyle ihtilat edenler:

Abdurrezzâk b. Hammâm es-San'ânî böyledir. Gözlerini kaybettikten sonra hadisleri kendisine telkîn edilmiş; yani okun­muş, o da bunları onaylamıştır.

c. Başka bir sebeple ihtilat edenler:

Râvinin, kitaplannı herhangi bir felakette yaktırması böyle­dir. Abdullah b. Lahî'a el-Mısrı buna örnektir

3. Muhtelitin Rivayetinin Hükmü:

a. İhtilafından önce muhtelitten rivayet edilen hadisler kabul edilir.

b. İhtilafından sonra muhtelitten rivayet edilen hadisler kabul edilmez. Rivayetlerinin ihtilat öncesine mi veya sonrasına mi ait olup olmadıkları şüphe edilen rivayetleri de kabul edilmez.

4. İhtilât Edenleri Bilmenin Önemi ve Faydası: İhtilât edenleri bilmek gerçekten önemli bir ilimdir. Çünkü bu ilim, sika bir râvinin ihtilattan sonra rivayet ettiği hadisleri red etmek için, onları diğerierinden ayırt etmeye imkân sağlar.

YENİ HADlS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 247

288 Buhârî ve Müslim ikisine birden Şeyhân veya Şeyheyn denir(çev). 289 Bk.Suyûtî, Tedrîbu'r-râvî, U, 381.

5. Şeyhân288 Sahîh'lerinde İhtilat Etmiş Sikalardan Hadis Tahric Ettiler mi?: Evet, Şeyhân yani Buhârî ve Müslim, ihtilâl etmiş sika râvilerden hadis tahriç etmişlerdir. Ancak onlar bu tür râvilerden ihtilatlarmdan önce tahdis ettikleri rivayetleri tahric etmişlerdir.

6. İhtilât Etmiş Râvilerle İlgili Telif Edilmiş En Meşhur Eserler: Bir çok âlim bu konuda eser vermiştir. 'Alâî (Ö.761/1359), Hâzimî (Ö.548/1153) bunlardandır. Hafız İbrahim b. Muhammed Sıbt İbnu'l-'Acemî'nin (ö. 841/1437) el-İğtibât bi-men rûmiye bil-ihtilât adlı eseri, bu tür eserlerden biridir.

S. RÂVÎ VE ÂLİMLERİN TABAKALARI (.ULJi oUJ,

1. Tabakanın Tanımı:

a. Sözlük anlamı: Sözlük anlamda, râviler tabakası demek, birbirine benzeyen râvî veya âlimler demektir.

b. Terim anlamı: Yaşta ve isnâdda veya yalnız isnâdda bir­birine benzeyen râvî veya âlimlere, terminolojik mânâda âlimler tabakası veya râviler tabakası denir^^ .

İsnadda birbibirine yakın olmanın mânası: İsnadda yer alan hocaların, aynı zamanda isnâd sahibinden başkasının da hocala­rı veya hocalarına yakın kimselerin olması demektir.

2. Râvi Takalarının Bilinmesinin Faydaları:

a. Râvi tabakalarını bilmenin faydası, isimde veya künyede veya benzeri şeylerde birbirine benzeyenleri karıştırmaktan emin olmaktır.

Çünkü bazen iki isim lafızda aynı olur ve sonuçta biri diğe-

248 MAHMUD TAHHAN-

ri olduğu sanüabilir. Ancak bu iki râvinin tabakalarını bilmekle durum açığa kavuşturulabilir.

b. "'An'ane"den ne kastedildiğinin hakikatına vakıf olmak^^o.

3. İki Râvînin Bazen Bir Yönüyle Bir Tabakadan,

Başka Bir Yönüyle de İki Ayrı Tabakadan Olması: Mesela

Enes b. Mâlik ve buna benzer küçük sahâbfler buna örnektir.

Sahâbî olmaları itibariyle aşere-i mübeşşere ile aynı tabakaya ait­

tirler. Bu mânâda bütün sahâbîler aynı tabakaya mensuptur.

"Sahâbîler" bahsinde geçtiği gibi, sahâbîler İslama giriş ön­

celiğine göre de on küsur tabakaya ayrılırlar.

Enes b. Mâlik ve buna benzer diğer sahâbîler, İslama giriş zamanına göre ise aşere-i mübeşşere tabakasından değildirler.

4. Tabakaları Bilme İlmi İle İlgilenenlere Ne Gerek­tiği : Tabakalar ilmi ile ilgilenenlere, râvîlerin doğum ve ölüm ta­rihlerini, onlardan kimlerin rivayet edip onların kimden rivayet ettiklerini çok iyi bilmesi gerekir.

5. Tabakalarla İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler:

a- İbn Sa'd (Ö.230/844) -.Tabakâtü'l-kübrâ.

b- Ebû Amr ed-Dânî (Ö.444/1052) -.Tabakâtü'l-kurrâ.

c-Abdulvahhâbes-Subkî(ö.771/1369);TabafcâtüŞâ/iîyyefi'/-kübrâ.

d- Zehebî (Ö.748/1347): Tezkiretü'l-huffâz.

290 Yani sened muttasıl mı munkatı mı; ya da "an" ifadesi semâ mı yoksa başka bir şey mi ifade ettiğini keşfetmek gibi. (çev.)

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHt'L-HADÎS) 249

291 Bk. Rrûzâbâdî, Kâmûs, IV, 404.

Ş. RÂVÎ VE ÂLİM O L A N MEVÂLÎLER (.ij^ı ^ j ı ^ ı •LJUJlj)

1. Mevlânın Tanımı:

a. Sözlük anlamı: Mevâlî: ((Jijjı» sözcüğü, mevlâ: « J ^ l ) ) kelimesinin çoğuludur. "Mevlâ": «Jj-Ji», zıd manâlı terimlerden­dir. Mâlik ve abd, yani efendi ve köle; yani âzâd eden ve edilen için de kullanılmaktadır^^^.

b. Terim anlamı: Mevlâ, terim olarak, anlaşmalı şahıs veya âzâd edilmiş köle yahut başkasının elinde müslüman olmuş kişi demektir.

2. Mevlâ Çeşitleri: Üç çeşit mevlâ vardır. Şöyle ki:

a. Anlaşmalı meulâ: İmâm Mâlik b. Enes Asbahî et-Teymî böyledir. O kanbağı itibari ile Asbahî, anlaşmalı olma itibari ile Teymî'dir. Çünkü Mâlik'in kavmi "Asbah", anlaşma yoluyla Ku-reyş kabilesinden Teym oğullarının azadlı [anlaşmalı akraba]sı, mevlâsı olmuştur.

b. Meulâ'l-'atâke [azadlı köle]: Tabiî olan Ebu'l-Behterîet-Tâî buna örnektir. İsmi Saîd b. Fîrûz'dur. Tayyî kabilesinin mevlâsıdır. Çünkü efendisi Tayy kabilesinden biriydi. Onu âzâd etmiştir.

c. İslâm'ın mevlâsı: Muhamme b. İsmail el-Buhârî el-Cu'fî buna örnektir. Çünkü dedesi el-Muğîre Mecûsî idi. Yemân b. Ahnes el-Cu'fî'nin elinde müslüman oldu. Bu sebepten dolayı el-Cu'fî diye nisbelenmiştir.

3. Mevâlîleri Bilmenin Bîizı Faydaları: Karışıklıktan emin olmak, birinin neseb veya velâ olarak mensub olduğu ka­bileyi bilmek; ayrıca, yine buradan hareketle velâ olarak bir kabi­leye mensub olup aynı isme sahip olan birini, neseb olarak aynı

250 MAHMUD TAHHAN-

kabileye mensub olan diğer bir kişiden ayırt etmek gibi faydaları vardır.

4. Mevâlilerle İlgili Telif Edilen En Meşhur Eserler: Bu konuda Ebû Ömer el-Kindî sadece Mısıriiların nisbelerini bir araya getiren bir eser tasnif etmiştir.

T. SİKA VE ZAYIF RÂVÎLER ^ . u ^ i j oLsüi)

1. Sika ve Zayıfın Tanımı:

a. Sözlük anlamı: 'es-Sika': «üiil» sözcüğü, sözlükte güveni­len demektir. 'ez-Zaîf: « ^ i - ^ l » ise "kuwetli"nin zıddı demektir Bu zayıflık mefhumu maddî ve manevî olabilir.

b. Terim anlamı: Terim olarak "sika", adalet ve zabt sahibi râvîlere denir; "zayıf" genel bir ifadedir; zabt veya adalet sıfatın­da ta'na uğramış herkesi içine alır.

2. Sika ve Zayıf Hâvileri Bilmenin Önemi ve Faydası: Sika ve zayıf râvileri bilmek. Hadis İlmi branşlarının en önemli­lerinden biridir. Çünkü hadisin sahihini zayıfından ayırt edip bil­mek ancak bu bilgi sayesinde mümkün olabilmektedir.

3. Sika ve Zayıf Hâvilerle İlgili Telif Edilmiş En Meş­hur Eserler:

a. Sadece sika râvîlere tahsis edilmiş eserler: İbn Hibbân (Ö.354/965): es-Sikt; el-'İclî (Ö.261/875): es-Sikât.

b. Sadece zayıf râvîlere tahsis edilmiş eserler: Bu konuda telif edilmiş eserler oldukça fazladır. Buhârî (Ö.256/869), Nesâî (Ö.303 /915), 'Ukaylî (Ö.323/934) ve Dârekutnî'nin (Ö.385/995) ed-Dua/d'lan bu kabil eserierdir. Ayrıca İbn Adiyy'in (Ö.365/975) -el-Kâmil fi'd-duafâ'sı, Zehebî'nin (Ö.748/1347) -el-Muğnî fi'd-duafâ 'sı da buna dahildir.

c. Sıka ve zayıf râvîleri ortak alarak içeren eserler: Bu alanda te'lif edilen eseder de çoktur. Buhârî'nin (Ö.256/869) -Tarîhu'l-

YENt HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 251

292 Arap olmayan lierkese Acem denir, (çev)

kübrâ' sı; İbn Ebî Hâtim'in (0.327/938/-el-Cerh ve't-ta'dil'i bu l<abil eserlerdendir. Bunlar tüm râvîlere şâmil olan eserlerdir. Abdulğanî el-Makdisî'nin (Ö.600/1203) -el-Kemâl fî esmâi'r-ricâl adlı eseri ile, Mizzî (Ö.742/1341), Zehebî (Ö.748/1347), İbn Hacer (Ö.852/1448) ve Hazrecî'nin (Ö.923/1517) buna yaptıkları -Tehzîb' 1er gibi, bazı hadis kitaplanna tahsis edilen eseder de bu gruba dahildir.

U. RÂVÎLERİN VATAN VE BELDELERİ ı\jj\ oU,jî)

1. Bu Bahisten Ne Kastedildiği:

Evtân: ((jU»jVl» sözcüğü, vatan: ^h) kelimesinin çoğuludur. İnsanın doğduğu veya ikamet ettiği bölge veya mahalle demek­tir. Büldân: ((jiJİJl)), "beled": «JİJi» kelimesinin çoğuludur. İnsanın doğduğu veya ikamet ettiği şehir veya köy demektir.

Bu bahisten, râvflerin doğduğu veya ikamet ettiği bölge ve şehideri bilmek kastedilmiştir.

2. Râvilerin Vatanlarını Bilmenin Bazı Faydaları: Muhtelif iki beldeye ait olup lafız olarak aynı isme sahip olan iki râvîyi ayırt etmek, râvilerin vatanlarını bilmenin sağladığı fayda­lardan biridir. Bu da hadis otoritelerinin, tasarruflarında ve eser oluşturmalarında muhtaç oldukları bir konudur.

3. Arab ve Acemlerin^^ Nereye Nisbet Edildikleri:

a. Araplar eskiden kabilelerine nisbet edilirlerdi. Çünkü on­ların çoğu gezgin, göçebe bedevilerdi. Onların kabilelerie olan irtibattan yere olan bağlılıklarından daha güçlüdür. İslâmın gel­mesiyle belde ve köylere yerleşmeleri daha yaygın hale gelince belde ve köylere nisbet edilir olmuşlardır.

252 MAHMUD TAHHAN-

b. Acemler ise, onlar eskiden beri şehir ve köylerine nisbet edilmektedirler.

4. Beldesinden Göç Edenlerin Nasıl Nisbet Edileceği:

a. İki nisbe bir araya getirilmek istendiğinde: Böyle bir du­rumda ilk belde ile başlanır, ikinci olarak, daha sonra göç ettiği yere nisbet edilir; ikinci nisbenin başına y ' » : sonra lafzını koymak güzel olur.

Halep'te doğup, Medine'ye göç eden biri için « J -UJl j As "Fülan Halebli, sonra Medinelidir" denir. Çoğu âlimler bu

metodu takip etmişlirdir.

b. İki nisbe bir araya getirilmek istenmediğinde: Bu durum­da söz konusu râviyi istediğine nisbet eder, fakat bu uygulama yaygın değildir, azdır.

5. Bir Beldeye Bağlı Bir Köyden Olan Birinin Nasıl Bir Nisbe İle Anılacağı:

a. Bu şahıs bu köye nisbet edilebilir. b. Bu köyün bağlı olduğu beldeye nisbet edilebilir. c. Yine bu beldenin bağlı olduğu nahiyeye nisbet edilebilir.

Örnek: Bir şahıs e/Bâfa'dan olsa; el-Bâb, Haleb şehrine bağ­lıdır. Haleb de Şâm' a bağlıdır. Bu kişiyi nisbet etmede "fülân el-Bâbî: fülan Bablıdır" veya "fülân el-Halebî: fülan Haleblidir" veya "fülân eş-Şâmî: fülan Şamlıdır" denebilir.

6. Bir Yere Nisbet Edilebilmek İçin Orada Ne Kadar Oturulması Gerektiği: Bir şahsın bir yere nisbet edilebilmesi için orada en az dört sene oturması gerekir. Bu da Abdullah b. el-Mubârek'in (ö. 181/797) görüşüdür,

7. Râvilerin Vatanları İle İlgili Telif Edilmiş En Meş­hur Eserler:

a- Sem'ânî'nin (Ö.562/1166) -el-Ensâb' mı bu sahanın en

YENİ HADİS USÛLÜ (TEYSÎRU MUSTALAHİ'L-HADÎS) 253

Önde gelen eseri olcurak ele almak mümkündür. Çünkü müellif bu eserde vatan ve bunun gibi diğer nisbeleri de zikreder.

b. Râvîlerin vatan ve beldelerinin çoğunlukla zikredildiği eserler. İbn Sa'd'm (Ö.230/844) et-Tabakâtü'l-kübrâ'sı bunlardan biridir.

Allah'm muvaffak kıldığı bu kitabımız son buldu. Efendimiz Muhammed sallallâhu aleyhi ve selleme'e ve ashabına salât ve selâm olsun! Hamd olsun âlemlerin Rabbine!

***

BIBLIYOGRAFYA

KUR'AN-I KERİM

BUHÂRÎ, Sahîhu'lSuhârî, (sade metin) Bulak 1296 h.

Sahîhu'I-Buhâri, (şerhi Fethu'l-Bârî ile beraber), th. eş-Şeyh Abdulaziz b. Bâz, (es-Selefîye matbaası) Ka­hire 1380 h.

DÂREKUTNÎ: Sünenü'd-Dârekutnî, th.ve nşr., es-Seyyid Abdul­lah Hâşim el-Yemânî el-Medenî.

EBÛ DÂVÛD: Sünen-i Ebî Dâuûd, (Taş baskı), Hindistan.

FÎRÛZÂBÂDÎ: e/-Kâmûsu7-muhîf, Mısır.

HÂKİM en-NÎSABÛRJ: el-Müstedrek ala's-Sahîhavr^, (Mekte-betü'n-Nasri'l-hadîse), Riyad.

--: Ma'rifetü ulûmi'l-hadîs, nşr. Dr. es-Seyyid Muazzam

Huseyn, (Dâiretü'l-Mearifi'l-Osmaniyye).

HATÎB el-Bağdâd: el-Muttefık ue'l-muftenk, (Mahtût).

- -: el-Kifâyefî 'ilmi'r-rivâye, (Dâiretü'l-Meârif el-Osmaniyye) Hindistan, 1357 h.

: Tarîhu Bağdâd, (Dâru'l-Küttâbi'l-Arabî neşri), Beyrut.

HATTÂBÎ: Me'âlimu's-Sünen, th. Ahmed Muhammed Şâkir ve Muhammed Hâmid el-Fakkî, (Matbaatu Ensâri's-Sunneti'l-Muhammediyye), 1367 h.

256 MAHMUD TAHHAN-

İBN HACER: Nuhbetü'l-fiker maa şerhi Nüzhetünnazar, (Mek-tebetü'l-imiyye) Medine..

—: Nüzhetü'n-nazar Şerhu nuhbeti'l-fiker, (Mektebetü'l-imiyye) Medine.

İBN MÂCE: Sünen-i İbn Mâce, th. Muhammed Fuat Abdulbâkî, İsâ el-Bâbî el-Halebî ve ortaklan tab'ı,1372 h.

İBNU'S-SALÂH:'a/ûmu7-hadîs, th. Dr. Nurettin Itr, (el-Mektebe-tü'l-İlmiyye) Medine 1386 h.

IFÎÂKÎ: Şerhu Elfiyeti'l-İrâkt, (Mağrib baskısı).

KETTÂNÎ: er-Risâletü'I-Müstatrafe li-beyâni meşhûri kütübi's-sünnetil-müşerrefe, th. eş-Şeyh Muhammed el-Muntasar el-Kettânî (Daru'l-Fikr neşri)

MÂLİK: Muuattâ , th. Muhammed Fuad Abdulbâkî, (îsâ el-Bâbî el-Halebî ve şirketi tab'ı), 1370 h.

MÜSLİM, Sahîhu Müslim, (Nevevî şerhi ile beraber) 1. baskı, Mısır 1347.

NEVEVÎ: et-Takrîb (şerhi et-Tedrîb'le beraber), th. Abdulvahhab Abdullatif, 2. bs. 1385 h.

SAHÂVÎ: Fethu'l-muğîs şerhu elfiyetil hadis, th. Abdurrahman Muhammed Osman, (el-Mektebetü's-Selefiyye), Me­dine.

SUYÛTÎ: Tedribu'r-râut ft şerhi Takribi'n-Neueuî, tk. Abdulvah­hab Abdullatîf, 2. tab', 1385 h.

ŞÂFİÎ: er-Risâle, th. Ahmed Muhammed Şâkir.

TİRMİZÎ: Sünenü'f-Tırmizî, (şerhi Tuhfetu'l-ahuezî ile beraber), nşr. Muhammed Abdulmuhsin el-Kütübî, Mısır.

ZEHEBÎ: Mîzânu'l-i'tidâl fi nakdi'r-ricâl, th. Ali Muhammed el-Bicâvî, (îsâ el-Bâbî el-Halebî tab'ı), 1382 h.