40
‘’THE SAİNT OF KİŞTİM’’ AND SEMBOLİZM OF SNAKE (MAR) İN THE FAİTH OF RÊYA HEQ Dr Nuri Dersimi; in his books ‘’Kurdistan Tarihinde Dersim’’ and ‘’Hatıratım’’ is writing his memorıes about rituals of Şeyh Hesenan Tribes in the village of ‘’Kiştim’’of Dersim and intervention of Turkish nationalistic party of ‘’İttihat Teraki’’. In the rituel ceremonies of Dersim’s Kurdish mainly Zaza tribes ‘’a blessed rod’’, which was shaped like a snake, was regularly used. The Turkish attitude towards ‘’the blessed rod’’, which called ‘’kiştim Mari’’ indicate a deep teological and political difference between both sides. Under the leadership of Çelebi Efendi, the leader of the Hacı Bektaş Dervish Shrine, through a respected leader (mürşhüd) of Şeyh Hesenan Tribes, Axucanlı seyit Aziz, the Turkish state wished to achıeve not only theological but also political gains by using an interventionist policy towards Dersim. The Purpose of this policy is to dictate a new leadership s.k. ‘’Serçeşme’’ of Hacı Bektaş Shrine Instead of allowing Kurds of Dersim to keep their own faith of ‘’Reya Heq’’ and Seyit Riza as their own saint. Such a policy found necessary to bring the Kurds near to the mainstream Turkish state religion of sunni islam. The Turkish state obviously wanted to have a monopoly of religion by shifting the axis of Dersim’s belief, which had Kurdish motives as dominant character. Such a policy of assimilation, would also have other consequences: to take advantage of Dersim’s Kurds in the war against Russia; to prevent any possible political demand of Dersim in future by undermining their existence as a separate identity; and gradually to add Dersim to the new Turkish nationilistic project, where religion and race were and are at the center. Despite the discourse of secularism, the same monolithic centralist policy would be maintained by the Kemalist state with help of extreme violence and massacre.

doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

  • Upload
    hatruc

  • View
    219

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

‘’THE SAİNT OF KİŞTİM’’ AND SEMBOLİZM OF SNAKE (MAR) İN THE FAİTH OF RÊYA HEQ

Dr Nuri Dersimi; in his books ‘’Kurdistan Tarihinde Dersim’’ and ‘’Hatıratım’’ is writing his memorıes about rituals of Şeyh Hesenan Tribes in the village of ‘’Kiştim’’of Dersim and intervention of Turkish nationalistic party of ‘’İttihat Teraki’’. In the rituel ceremonies of Dersim’s Kurdish mainly Zaza tribes ‘’a blessed rod’’, which was shaped like a snake, was regularly used. The Turkish attitude towards ‘’the blessed rod’’, which called ‘’kiştim Mari’’ indicate a deep teological and political difference between both sides.

Under the leadership of Çelebi Efendi, the leader of the Hacı Bektaş Dervish Shrine, through a respected leader (mürşhüd) of Şeyh Hesenan Tribes, Axucanlı seyit Aziz, the Turkish state wished to achıeve not only theological but also political gains by using an interventionist policy towards Dersim. The Purpose of this policy is to dictate a new leadership s.k. ‘’Serçeşme’’ of Hacı Bektaş Shrine Instead of allowing Kurds of Dersim to keep their own faith of ‘’Reya Heq’’ and Seyit Riza as their own saint. Such a policy found necessary to bring the Kurds near to the mainstream Turkish state religion of sunni islam. The Turkish state obviously wanted to have a monopoly of religion by shifting the axis of Dersim’s belief, which had Kurdish motives as dominant character. Such a policy of assimilation, would also have other consequences: to take advantage of Dersim’s Kurds in the war against Russia; to prevent any possible political demand of Dersim in future by undermining their existence as a separate identity; and gradually to add Dersim to the new Turkish nationilistic project, where religion and race were and are at the center. Despite the discourse of secularism, the same monolithic centralist policy would be maintained by the Kemalist state with help of extreme violence and massacre.

1

Page 2: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

‘’KİŞTIM EVLİYASI’’ VE RÊYA HEQ İNANCINDA MAR ( YILAN) SEMBOLİZMİ

Dr Nuri Dersimi ‘’Kurdistan Tarihinde Dersim’’ ve ‘’Hatıratım’’ adlı eserlerinde, Kiştim köyünde yılan biçimindeki sopa ile Dersim’in Şeyh Hesenan aşiretlerinin gerçekleştirdikleri ritüeli ve buna Türk’çü nayonalist İttihat Teraki’nin müdahalesini konu edinir. ‘‘Kiştim Mar’’ına karşı geliştirilen tavır daha derinlerde duran teolojik ve siyasi bir ayrılığa işaret ediyor.

Hacı Bektaş Dergahı piri olan Çelebi Efendi öncülüğünde, Şeyh Hesenan aşiretlerinin mürşüd’ü Axucanlı Seyid Aziz vasıtasıyla Dersim’de yapılan müdahale ile sadece teolojik değil, siyasal sonuçlarda elde edilmek isteniyor. Buradaki amaç; kendilerine ait olan Seyit Rıza yerine, yeni bir serçeşme olarak ikame edecekleri Hacı Bektaş Dergahı vasıtası ile, Dersim’lileri kendi öz itikatları olan ‘’Reya Haq’’ itiqatından ayırıp, Ehli Beyt üzerinden Sünnü İslam ile yakınlaştırmaktır. Devlet belli ki, Dersim’de sağlıyacağı eksen kayması ile Kürtlükten azade bir inaç tekeline sahip olmak istiyor. Asimilasyon olarak açıklanabilecek olan bu politikanın başka sonuçlarının olması da doğaldır: Rusya ile savaşta Dersim’li Kürtler’den yararlanmak; Dersim’in; ayrı bir kimlik olarak varlığının zayıflatılarak onların olası taleplerinin önüne geçmek; giderek Dersim’i dinin de merkezde olduğu yeni tekçi Türk ulus projesine eklemektir. Aynı tekçi merkezci politika, laiklik söylemlerine rağmen, Kemalist iktidar tarafından aşırı şiddetin ve ve katliamın eşliğinde sürdürülecektir

Değişik ülkelerdeki tabip birliklerince şifanın temsili olarak kullanılan aşağıdaki yılan sembollerinden her birinin arkasında değişik bir efsane bulunmaktadır.

Hermes (Caduceus) Yılanı Asclepius Yılanı

‘’Kiştim Marı’’ son zamanlarda bazı Türk akademisyenlerin de ilgi odağı olmuş bulunmaktadır. Doçent Rıza Yıldırım ‘’ Kiştim Marı: Dersim Yöresi Kızılbaş Ocaklarını Hacı Bektaş Evlâdına Bağlama Girişimi ve Sonuçları’’; Vatan Özgül ise‘’Kiştim Marı (Evliyası) ve Tarîk-Pençe Kavgası ’’ başlığı ile konuya açıklama getirmeye çalışan makaleler kaleme aldılar. Ben de bir adım daha ileriye giderek konuyu derinleştirmeye çalışacağım.

Dr Nuri Dersimi sözü edilen kitabında şunları söyler:

‘’Bu olaylar sırasında Çelebi Efendi beni istemiş ve şöyle demişti:

-işittiğimr göre, Kiştim denilen köyde Mar adlı bir Evliya varmış. Kürtler bu Evliya’ya tapıyorlarmış; bu nedenle ben askeri kumandana söyledim; yarın sizinle gelecek; siz bu birlikle Azizi, Kürtlerİn saldırılarından korumakla

2

Page 3: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

görevlisiniz. Sözkonusu olan Evliya bir ağaç parçasından başka bir şey olmadığını duydum. İşte Aziz Efendi, Tarık adlı bu ağaç parçasını yakacaktır.

Bu teklife kartşılık olarak şunu söyledim:

-Teklif buyurduğunuz bu ödevi ne yazık ki üzerime alamıyacağım ve yapmıyacağım.

Sebebini sordu, kendisine gözlerimle gördüğüm olayları şöyle anlattım:

-Efendim bu mıntıkadaki Kürtler her yıl Ocak ayı sonunda üç gün Hızır Orucu tutarlar; geçen yıl aynı mevsimde Balaban aşiret lideri Gül Ağa beni davet ederek, kendi köyü olan Hızori yakınındaki Kiştim köyüne götürdü. Her yıl binlerce Kürt bu köyde Mar dedikleri Evliya’nın evinde aynı günde büyük bir toplantı yaptıkları için, Gül Ağa’yla biz de toplantı yerine gittik. Büyük bir oda ortasında, büyük ve eski bir direk vardı. Bu direkte yeşil sargıya sarılı bir asa asılmış ve asanın sargıdan dışarıda kalan kısmı büyük bir yılan başı şeklinde görünüyordu. Buna herkes Kiştim Mar yani Kiştim Evliyası diyor. Sözü geçen oda o derece genişti ki, bir iki bin kişi içine sığabilirdi. Buraya toplanan halk, bir taraftan inleyen seslerle Xweda (Huda) ya yalvarıyor ve bir taraftan Mar’a karşı huşuyla boyun eğiyorlardı. Genel bir ağlama baş gösterdi. Ben dahi bu genel heyecan ve heybetten ağlamaktan kendimi alamamıştım. Cemaat birikmişti. Mar’I çıkarmağa yekili aileden çarpık, yarı kötürüm bir zat ortaya gelerek direkte asılı sargıdan Mar’I, ‘’Ya allah’’, diyerek çıkarmış ve yarı ayakta, yarı yerde secdeye gelerek Mar’I insanlar üzerinde uzatmağa ve onlardan günah işlememelerini ve tövbe etmelerini istemişti. Şeyhin elindeki. Mar, bazen uzuyor, bazen kısalıyor ve bazen eğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor ve Şeyh’in feryadı göklere çıkıyordu. Binlerce halkın manevi kuvvetinin tam bir merkezde birleştiği bu anda, ben artık kendimden geçmiştim. Gül Ağa’nın elini tutmuş, karanlık geceden ve bu karanlık içinde nur fışkıran şiddetli ateşten, halkın coşkun çığlığından şiddetli bir heyecana kapılmıştım. Böylece saatler geçti, yüzlerce kurban kesildi, Mar tekrar yerine kondu, tekrar Allaha yalvarmalar oldu ve toplantı dağıldı. Bu toplantıya katılan aşiretler arasında uzaktan gelen pek çok kişi de vardı.

Ertesi gün Gül Ağa’dan ayrıldım Erzincan’a geldim. Şu açıklamam gösteriyor ki, Kiştim Mar’Inı kırmak ve yakmak aşiretleri rahatsızlığa ve husumetine neden olacağı gibi, büyük bir ayaklanma alevlendirmesi de sözkonusu olabilir. Aşiretler benden nefret eder, beni mazur görmenizi rica ediyorum.

Çelebi Efendi derin derin düşündükten sonra, bu konuda Aziz Efendiyle görüşme yapacağını ve sonucunu bana bildireceğini söyledi.

Ertesi gün beni Kiştim’e gitmekten affetmişti.’’ (1)

Dersimi’nin ifadesine göre yukarıdaki olay 1915 yılında vuku buluyor. Yazar aynı kitapta konuya ‘’Birinci Dünya Savaş’ında Çelebi Cemalettin Efendi’nin Dersimlileri Savaşa Sokmak için Gösterdiği Çabalar ve Kiştim Evliyası (1914) (2) başlığını kullanarak giriş yapıyor.

Yazar; Dersimliler’in savaşa katılmak istemediklerini, Osmanlı Hükümeti’nin ise ‘’her ne pahasına olursa olsun Dêrsimlileri Osmanlı Devleti hesabına savaşa sokmak ihtiyacını’’ duyduğunu bu amaçla Elazığ’a gelen Talat ve Enver Paşalar’ın Kangozade Mehmet ve Zeynzade Meço’yla toplantı yaptıklarını ve bunun karşılığında Paşaların bu ikisine ‘’yüklü miktarda para ‘’verdiklerinden bahsediyor.

Sonuçta aşiretlere ve özellikle de seyit Rıza’ya söz geçirmek için seçilen Bektaşi Şeyhi Cemalettin Efendi’nin ‘’Dersim’in seyitlik bakımından Mürşiti olup Koçhisar ilçesinin Yılancık köyünde oturan Axucanlı Seyid Aziz’e Uğramış ve hep birlikte Qoçgiri aşiretlerini ziyaret etmişlerdi. __________________________________________________________________________

1) Kürdistan Tarihinde Dersim: Doz Yayınları 1986, s.107-1082) Age s.104

3

Page 4: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

Koçgırililer, Alişer Efendi’nin Rusya’ya iltica ederek Kürt davası uğrunda çalışması yüzünden kendilerinin Osmanlı Hükümeti nazarında iyi gözle görünmediklerini ve aşiret liderlerinin ordu tarafından göz altında tutulduklarını, bu nedenle ilk önce Dêrsim aşiret liderlerinin savaşa girerlerse sonra Qoçgirililer’in de savaşa katılabileceklerinden şüphe edilmemesinin Şeyh Efendi’ye açıklayıp onu kandırarak Erzincan’a yolcu etmişlerdi.’’ (3) anlatılır.

Kendi ifadesinde o sırada Erzincan merkezinde subay olan Dersim’i ‘’ordunun emriyle Çelebi Cemalettin Efendiye müşavir tayin’’ edilir. (4)

İttihat Teraki’nin Doğu cephesinde Osmanlı Rus savaşının sonucunu değiştirmek için olağanüstü çaba gösterdiğini Dersimi’nin şu ifadeleri yeterince açıklıyor:

‘’Osmanlı Ordusu Genelkurmayı Dêrsimliler’in savaşa katılmalarına büyük ümütler bağlamıştı. Buradan oluşturulacak kuvvetlerin savaşın kaderini büyük oranda etkileyeceği aşikâkardı. İşte bu düşünceyle ve Çelebi efendi’nin müdahalesinden fayda doğar ümüdüyle onu adeta bir ordu komandanı ihtişsamıyla Doğu’ya göndermiş ve geniş yetkiler vermişlerdi’’ (5)

Savaşın sonuçlarını etkilemek için destek arayışlarını anladık. Ancak burada bahse konu olan başka bir şey Bektaşiler ile Dersim itikatı arasında daha derinlerde duran bir farklılığa işaret ediyor. Seyit Aziz ‘’halkı Pencei Ali Aba yoluna davet ediyor’’ (6), ‘’Kiştim Mar’inı tahrip emrini’’ (7) veriyor.

Dersimi aynı konuya ‘’Hatıraratım’’ adlı eserinde de değinmektedir. Konunun iyi anlaşılması için bu konuda söylenenlerin büyük bir kesimini olduğu gibi aktaracağım:

‘’ Seyitler ‘tarik’ denilen bir ağaç parçasıyla tarikata yeni giren kimseleri tarikata girmeye hazırlamakta ve bu suretle ceza ve günahların tövbe ve istiğfar etmektedirler. Seyit Aziz bu meseleye çok karşıydı.

Seyit Aziz şöyle diyordu:

-icrayı ayinde kullanılan şey bir ağaçtan ibarettir. Cahil halk bu ağaç parçasına ‘tarik’ diyor. Ve bir çok bölgede bu ‘tarik’ denilen ağaç parçasını yeşil ve sırmalı ve kıymetli kumaşlara sararak ziyaret diye korumaktadırlar: Bu ağaç parçasının bulunduğu evlere odalara hatta köylere saygı gösterilip bu gibi yerlerde kurbanlar kesilmekte ve icra günlerine kadar saygıyla bir ziyaret gibi saklanmaktadır. Bu suretle kişiler ve aşiret ve halk, hatta yeni neslin zihninde artık her ne varsa bu ağaç parçasındadır. Keramet, harika bundadır diyerek, bu ağaç parçasına kölelik yapılmaktadırlar. Hatta mesela ayin yapıldığında veya herhangi bir gün seyid geliyor denildiğinde insanlar evlerinde ve köylerinde seyidi beklemeye başlarlar. Seyid ‘tarik’le birlikte geliyor, denildiğinde, bütün köy halkı köyün dışına çıkar ve kurbanlar keserler ve ağlayarak, sızlayarak feryat ederler. Bu ağaç parçasını öperek kucaklayarak odalara almakta ve onu en yüksek yere bırakarak, takdis ederler. Dolayısıyla halk seyidten daha çok bu ağaç parçasına ilgi göstermekte, hatta tapmaktadır.’’ (8)

3) Kürdistan Tarihinde Dersim: Doz Yayınları 1986, s.1064) Burada konumuz dışında bir parantez açarak, anlatımlarla Koçkiri’li Alişer Efendi’nin; 1914 yılında,

Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kuruluşu öncesi Kürt davası için faaliyette bulunduğu Nuri Dersimi tarafından teyit ediliyor. Nuri Dersimi o sıralar Osmanlı ordusunda bir subay olarak görev yapmaktadır.

5) Age s.1096) Age s.1067) Age s.1088) Dersimi Nuri, Hatıratım: Doz Yayınları 1977, s.120

4

Page 5: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

Yukarıdaki uzunca alıntıdan ‘’tarik’’ denilen ‘ağaç parçasının’; aslında ‘bir bez parçası’ olan bayrak gibi bir sembol olduğunu, bir çeşit inisiyasyon sembolü olup tarikata girişte insanların ‘’takdiz’’ edilmesinde bir işleve sahip olduğunu anlıyoruz. Yine yılan rituel boyunca var sayılan iyileştirici ve korkutucu kudreti ile katılanları etkileyip kendisinden geçiren bir ectasy rolü görüyor. Hiristiyanlıkta çocukların suya daldırılması veya İslam’da Kelime-i Şahadet getirmek ne kadar işlevsel ise ‘bu ağaç parçası’ da ona inananlar nezdinde o kadar işlevsel bir rol oynuyor. Anlatımdan ‘ağaç parçasına’ gösterilen ilginin Seyid Aziz’e gösterimemiş olmasına da Seyid içerleniyor.

Doc. Rıza Yıldırım’ın Sarı Saltık Dedesi’inden aktardığı sözlerden menfaate yönelik bir göndermenin izlerini görüyouz:

‘’ Ahmet Dede‟nin anlattıklarına gore, bu ziyaretlerden birinde yine tarik-pence tartışması alevlenmiş, Mikdat Dede “tarik puttur” diyerek cıkışmış. Sarı Saltık dedesi de buna karşı “nefis de

ittir” diye cevap vermiş. Sinirler iyice gerilmiş. Munakaşayı izleyen aşiretler silaha sarılmış’’ (9)

Tabiatın bir parçası olan ağaç ve yine ondan yapılan ‘tarik’in insanlardan farklı olarak günah işleme ve kötülük yapma kabiliyetine sahip olmadığını ve bu anlamda ‘pak’ olduğunu anlatmaya gerek yok.

Aynı konuya bir zamanların Erzincan valisi Ali Kemali’de değinir:

‘’Bütün ilkel insanlar gibi, şahıslar, cisimler ve cansızlara tapınırlar. Büyük ağaç diplerindeki fosfor parıldamalarını bir harika sanır, orayı ziyaret yeri tanırlar. Belli başlı olarak Keştim köyünde büyük bir söğüt ağacı vardır, ki 5-6 asırlıktır. Dalları budakları çevreye kol salmış, bir kaç yerinden filizlenerek başka birer ağaç meydana getirmiştir. Buna ‘Keştim Ocağı’ adı verilmektedir. Bu ocağa kutsal gözüyle bakarlar ve dibinde kurban kesip ant içerler, burada verdikleri sözden-sözde- dönmezler. Toprağını-şifa verir diyerek- hastalara içirirler. Aynı şekilde Esesi bucağında ‘Ali Cerrah’ adıyla anılan yer, bazı aşiretlerin ziyaret yeridir. Onlar için kutsaldır. Ermeniler, bunun bir kilise harabesi olduğu iddiasındaydılar, nitekim buna benzeyen diğer yerlerle, bütün eski harabelere hep kendi tarihleri adına sahip çıkarak Ermeniliğe ait adlar veriyorlardı. Bu adları da-yazık ki-Türklere bile kabul ettiriyorlardı. Vank-Manastır adını takarak andıkları yapılarının hemen tümü bu kabildendir. Ali Cerrah kuübesinin içinde bir mezar var; yatana Ali Cerrah denmekle birlikte Hiristiyanlar bile göçten önce, bunu kutsal sayarak ziyaret ederlermiş’’(10)

Ali Kemali’nin anlattıklarından kutsallığın ‘’Keştim Köyünde’’ bulunan ‘’büyük Söğüt ağacı’’ kaynaklı olduğunu ve buna ‘’keştim Ocağı’’ dendiğini öğreniyoruz. Dolayısı ile yaşatılan bir çeşit tabiat tapınmacılığı olup Panteizm içerisinde görülebilecek bir inançtır. İkinci bir husus olarak Dersimliler’in kendi kutsalları dışında başkalarının, örneğin Hristiyanlar’ın kutsallarına da saygılı olduğunu öğreniyoruz, ki yazar buna fena içerlenmiş. Ancak Yazar farklı olarak ‘’Kiştim Mar’’ndan bahsetmemiş.

Her bir yerin kutsallığının, mantıki olsun olmasın, değişik bir nedeni vardır. Örneğin Mekke’de bulunan Kabe başlangıçta düşen gök taşı nedeni ile kutsal sayılmış. Zamanla bir ticaret merkezi haline gelen Mekke; siyasal nedenler ile Arap kavimler için Kudüs’ün alternatifi olarak seçildikten sonra, İslam’ın yayılmasına paralel olarak şöhretini artırmış; merkezdeki Kabe daha geniş toplulukların kutsalı haline gelmiştir.

9) Rıza Yıldırım, Kiştim marı: Dersim Yöresi Kızılbaş Ocaklarını Hacı Bektaş Evladına Bağlama girişimi ve Sonuçları

10) Kemali Ali, (Erzincan, Kaynak Yayınları, s.152-153)

Page 6: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

5

‘’Kiştim köyü’’ kutsallığını pekala bu ihtişamlı ağaçtan alıyor olabilir. Eskiden bütün bir kozmoz Tanrı idi, bu olağanüstü büyüklükte ve dayanıklı ağaç dolaysiz olarak tabiat ananın ‘rahminden’ yükseliyor olup kutsallığı hak etmiştir. Yazılanlardan, yerden ziyade, ritüalde kullanılan yılan biçimindeki işlenmiş ağaç parçası, ‘’Kiştim Marı’’nın öne çıktığını görüyoruz. Nuri Dersimi ile devam edelim:

‘’Seyit Aziz konuşmasını şöyle sürdürüyor idi: ‘tarik’ bir evliya, bir ziyaret olamaz ve cahil halkın bu ağaca köleliği küfürdür. Bu ağaçla ayin yapmak halkı delalete sevk eden seyidler ve de münafıktır. Ağaçta bir keramet yoktur. Her ne keramet varsa ademdedir. Tarık denilen ağaç parçasını tutan eldedir. Bu halin devamı asla uygun değildir. ‘Tarık’ ve evliya zannedilen o ağaç parçasını getiriniz bizzat bütün halkın gözleri önünde ben elimle kırayım, yakayım ve köpeklerin boynuna takayım. Eğer bir keramet varsa köpeklerin ölmesi lazım gelecektir. Aksi taktirde bundan çıkacak keramet yalandır. Buna inanıp saygı ve kölelik edenler de küfür etmiş olurlar. Hak yolundan uzaklaşırlar. Alevi icrayi ayinlerinde bu gibi ağaç parçasının kullanılması da uygun değildir, olamaz da.

Cenabı hakkın nuru insanoğlunda tecelli etmiştir. Her ne gibi keramet ve varlık varsa insandır. Saygı insana yapılır. Sevgi ve saygı insana gösterilmelidir. Şu halde her ne varsa insandır. Alevi tarikatı icrayi ayinlerinde ise, ‘el’ ile icrayi ayin edilmdlidir. Çünkü ‘el’ beş parmaktan ibarettir. Hz. Peygamber muhammed Mustafa Ehlibeytini abaları altında sakladı, bunlar beş candı ki Muhhammed, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma’yı Zöhre’den ibarettiler. Bunlara, Hz. Muhammed, ‘Ehlibeytinm’dir dedi. Dolayısıyla beş parmaktan ibaret olan ‘el pençeyi Ali Aba’dır’ İcrayı ayinde bu ramze istinaden ‘el’ ile yani ‘pençe’ ile işlem yapılmalıdır. İşte bu içtihadlar nedeniyle Batı Dersim’in Şêxhesenan aşiretleri arasında birincisi ‘pençeyi Ali Aba’,yı ikincisi de ‘Tarık’ surteiyle icrayi ayin etmek konusunda şiddetli ve çok belirgin iki akım meydana gelmiştir. Bazı aşiretler ‘pençe’ ve bir kısım aşiretler de ‘tarik’ abidesine bağlandılar.’’ (11)

‘bir ağaç parçası’ ile ayin yapıldığını ve bunun kaldırılması hakkında görüşün; Koçkıri’li Alişan Bey’e kendi geçmiş akrabalarından biri tarafından öneri olarak götürüldüğünü, Derviş Cemal Ocağı’ndan gelipte şu an bir Cem Evi’nde yönetici olan bir arkadaştan duymuş idim. O; biraz ‘ileri iş’ yapılmış edası ile meseleyi anlatıyordu. Mevcut egemen inançların referans oluşturduğu bilinç altına yerleşmiş düşünceler nedeniyle; bana da, ‘ağaç parçasına tapma’, ilk başlarda saçma geldi. Ancak düşünüp araştırınca, yukarıdaki anlatılanlardan da anlaşılacağı gibi, daha derinde duran bir farlılığın var olduğu sonucunu çıkarıyoruz. Nitekim Ateş’in paklığı temsil ettiğini biliyoruz. Ağaçta insanlardan farklı olarak, günahsızlık ve mahsumiyet sembolü olamaz mı? Ama ortada ‘’mar’’ yani yılan var. Onu ilerde açmaya çalışacağız.

Seyit Aziz; tümden tutucu İslam’ın kriterleri ile kendini gerekçelendiriyor.’’küfür’’, ‘’münafık’’; Muhammed, Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatime’yi Zöhre’yi temsilen ‘’pençe’yi Ali Aba’’ gibi...

Kuşkusuz ne ‘’pençe’yi ali aba’’nın, ne de minarelerin ve ne de ‘’tarik’’in bir kerameti var. Bu saydıklarımın hepsinin gösterdiği gibi her inancın mutlak olarak sorgulamaya kapalı doğma ya da doğmaları var. Minarelerin yüksekliği ile kimse Tanrı’ya yakın olmuyor, ancak buna inanılıyor. Bu durum normal ise Dersim’de topluluğu birleştiren ‘’Tarik’’ sembolünün kullanımı ve ona inanılması da normaldir. Savaşlar sırasında bir çok kilise, synagog ve cami yakılıp yıkılmıştır. Savaşı kazananlar güçleri ile kazanmıştır. ‘’Kulları’’ arasındaki çatışmaları önlemek için Tanrı’nın müdahale etmemesi başlıbaşına elbette bir sorun. Savaşta Tanrı’nın taraf tutacağı inancının, herkesin olan evrensel Tanrı teolojisinde yeri olamaz; bu tur tarafgir bir teoloj, ancak milliyetçiliğe ait olan ulusal Tanrı fikriyatına uygun düşer

11) Dersimi N, Hatıratım: 1997, s. 120-121 6

Page 7: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

Karen Armstrong’un aşağıda yazdıkları meseleye bir başka açıdan bakmanın önemli olduğunu gösteriyor:

‘’Yazık ki, tektanrıcılığın bir özelliği olarak ortaya çıkan hoş görüsüzlüğü bugün öylesine kanıksamış bulunuyoeruyz ki diğer tanrılara karşı düşmanlığın yeni bir dinsel tavır olduğunu görermeyebiliyoruz. Paganizm temelde hoşgörülü bir inançtı. Yeni bir tanrının gelişi eski kültler için bir tehdit oluşturmadıkça, mevcut panteonda her zaman başka bir tanrıya yer vardı. Eksen Çağı’nın yeni ideolojileri eski tanrılara yönelik inançların yerini aldığında bile, eski tanrılar böylesine şiddetle reddedilmemişlerdi. Gördük ki Hinduizm’de ve Budizm’de insanlar, tanrıları gönülsüzce kabul etmek bir yana tanrıların da ötesine geçmeleri için teşvik edilmişlerdir. Bununla birlikte, İsrail peygamberleri, Yehova’nın rakibi olarak gördükleri tanrılara karşı büylesi bir soğukkanlılk gösteremediler. Yahudi metinlerinde yeni ‘putprestlik’ günahı, ‘sahte’ tanrılara tapma, insanda kusma hissi uyandıracak derecede olumsuz bir şey olarak geçer. Bu,belki de bazı Kilise Babaları’nın cinsel arzu duymalarının yaratacağı şaşkınlığa benzer bir tepkiydi. Bu ise akılcı, sağduyulu bir tepkiden çok derin endişenin ve bastırılmış bir duygunun dışa vurumuydu. Peygamberler, kendi dinsel tutumlarına yönelik gizli bir kaygı mı beslemekteydiler? Yoksa, pek kolay olmasa da kendi Yehova anlayışlarının paganların putpresliğinden pek de farklı bir şey olmadığının farkında mıydılar? Çünkü ne de olsa, onlar da tanrılarını kendi suretlerinde yaratmaktaydılar’’ (12)

‘’Tarik’’ı kutsayanların Tanrı ve tabiatı bir bütün olarak gördükleri; Seyid Aziz’in ise özellikle de tek tanrılı Semavi dinler mirasından esinlenen tutucu İslam’da olduğu gibii İnsan’ı her şeyin üstüne çıkararak doğal dinlerdeki tabiat ve Tanrı ilişkisine zıt bir teoloji savunduğu anlaşılıyor. Seyit Aziz; Tasavuf’ta bulunan ve köklerini pantaizmden alan, yaratan ve yaratılanın aynı kaynaktan geldiğine inanan ‘’Vahdet-i Vücut’dan’ farklı geleneksel İslam’a özgü argümanları öne sürüyor.

Yine Dersimi anlatıyor: ‘’Yanlız inanılır bir kaynaktan edindiğim bilgiye göre seyitlerimizin arzu ictihadına kesin olarak inanan Karabel aşiret lideri Kangozade Mehmet ve Abbasan aşiret lideri Mıço ve Ferhadan aşiret lideri Diyab Ağa ve diğer bazı yaşlı başlı kâmil şahsiyetlerden ibaret bir meclis Parkini köyünde Seyit Aziz’in riyaseti altında ve pederim İbrahim Efendi’nin de sazla zâkirliği suretiyle çok mühim bir merasim ve ayin yapılmış. Hatta bu mecliste beş ihtiyar kadın ve ihtiyar erkekten oluşan bir semah raksı icra edilerek nefs, şehvet hisleri kırılmak suretiyle (lahmake lahmi, cismeke cisami, demmeke demmi) esrarı keyfiyeti açıklatmak ve mecliste bulunanların kendilerini ölü diye anarak huzuru Hakta ibadet etmekte bulunduklarını zikr etmişlerdir. Bu hadise Garbi Dersim’in Şıxhasanan aşiretleri ser çeşmesi bulunan ve Alevi tarikatı ayin icrsı açıısından da mezkur aşiretlere ‘’Rehber’’ addedilen Seyit Rıza tarafından haber alınmış ve mühüm bir kuvvetle Seyit Aziz’e hücum ederek Seyit Aziz’ imha etmek istemiş ise de ‘’pençei ali aba’’ remzine bağlı olan aşiretler tarafından men edilmiş ve çok büyük bir kıtal ve muharabelere meydan verilmemek üzere Seyit Aziz Dersim’den sıvışarak

Sivas’taki köyüne gitmiştir. İşte bu suretle gerek Dersim’de ve gerekse Alevi tarikatına bağlı diğer bütün mıntıkalarda tarikat bakış açısından ‘’pençeyi ali aba’’-‘’tarik’’ isimleriyle Aleviler iki zümreye ayrılmışlar ve bu

sebepten aralarında fikir ayrılığı hasıl olmuştur. ‘’Tarik’’ taraftarlari olan seyitler de diyorlar ki: Tarik denile gerçi bir ağaç ve bir asadan ibarettir. Ve lakin mezkur asaya bir çok muhterem zevatın, şahsiyetlerin, seyitlerin elleri dokunmuştur. Birçok yüksek dini tarikat âlimlerinin nazarları bu asaya isabet etmiş ve aynı asa ile bir hayli cematlar tarafından âyinler icra edilerek vaaz ve dualar okunmuştur. Binaenaleyh mezkur asa halklarımızın, büyüklerimizin mukkades birer yâdigarıdır. Bu hatıra mukaddestir. Buna hürmet etmek halklarımıza, ecdadımıza hürmet etmek demektir. Ve bu asa ile ayin icra etmek küfür değildir. Bilakis ecdadımızın yadigarını kullanmak da dini bir vecibedir. Ayin icrasında mezkûr asa ile tarikata girecek olan kimselerin mahkum oldukları ceza ve günahlara nisbeten asanın tutulduğu kol yani elin dirsek mafsalı omuzdan yukarı

kaldırılmamamak şartıyla avuç içine asayla kırka kadar vurulması da şeriat-e göre caiz görülmektedir.’’(13)

7

Page 8: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

Doğu cephesinde savaş sürer iken, Bektaşi şeyhinin ‘işini gücünü bırakıp’ Dersimliler’i kendi tarikatına bağlama girişimini neye yormalı? Dersimliler’in inançlarından vaz geçiilmesine neden bu kadar önem veriliyor. Bu durumu İttihat Teraki’nin Türk-İslam temeline dayanan tek ulus yaratma politikası ile açıklamak gerekiyor. Bu konuda çalışma Ittıhatçı olan Baha Said ile başlar. Yusuf Ziya Yirükan ve Fuad Köprülü buna eşlik eder. (14)

Bu konuda Abdulbaki Gülpınarlı şunları söylemektedir:

‘’ İttihad ve Terakki erkânı, bir yandan Mason localarına kaydedilmiş, bir yandan Bektaşiliğe girmiş, bir yandan da üçüncü devre Melamiliğine etmişti. Nerede çevresine adam toplamış, tanınmış, sevilmiş birini duyarlarsa, onu içlerine almaya uğraşıyorlardı. Talat (Paşa), Enver (PaşA), Nesimi ve daha bir çoğu Bektaşi olmuşlardı (...) İttihatçıların tevhid-i anasır (Türk unsurları birleştirme) siyasetinden sonra sarıldıkları milliyet cereyanı kuvvetlendikçe Türk Bektaşiler, Arnavut Bektaşilere karşı cephe almışlar. Bektaşiliğin milli bir tarikat olduğu, hatta Hacı Bektaş’ın-Makalat’ını Arapça yazdığını hatıra bile gertirmeden-bir milliyetçi olduğu, Arap ve Fars harsınıa (kültürüne) karşı Türk harsını koruma gayreti güttüğü gibi gerçekten de hayali ve gülünç davalara

kalkışmışlardı’’ (15)

Markus Dressler’den bir kaç alıntı ile devam edelim:

1) ‘’ Tarihi, kültürel ve hatta dilsel kanıtlara sahip olmamakla birlikte ; Aleviliğin Türk İslam kültürü içerisine alınarak ona münhasırmış gibi ilişkilendirilmesi (contextualization), Türk söylemlerinde pragmatik olarak kurgulanmıştır (alevi söylemleri dahil)’’ (16)

2) ‘‘Aleviliğin modern konseptinin epeyce yeni, nerde ise yüz yıl eski, olduğunu ve bunun Türk milleti inşa

etme projesinin bir parçası olarak oluşturulduğunu iddia ediyorum’’ (17)

‘’Hiristiyanlar, Kürtler ve Kızılbaş-Alevilere yönelik Sosyal ve demografik mühendislik Türk Kurtuluş savaşı ve

sonrası Kemalist Türkiye’de devam edecekti’’ (18)

Mâr Kürtçe’de yılandır.

Tarik: Osmanlıca da yol ve araç anlamına geliyor.

Bu durumda tarik tarikat ile ilişkili olup, tarikat erkanında kullaılan bir araç anlamına geliyor. Örneğin bir nevi kardeşlik olsan musaipler bununla takdis ediliyor. Geleneksel Alevi tarikatlarında yer almanın vaz geçilmez şartı bir musaibe sahip olmaktı. Musaipler kardeştir, dayanışma konusunda kardeşlerden de ileridirler. Onların çocukları birbirleri ile evlenemez.

12) Armstrong Karen,Tanrı’nı Tarihi: Pegasus Yayınları, 2017, s.9113) Dersimi Nuri, Hatıratım: s. 121-12214) Aksüt Hamza, Aleviler: Yurt Yayınları, s.3915) Gülpınarlı Abdulbaki’den aktaran Bayrak Mehmet; Kızılbaşlık, Alevilik, Bektaşilik: iletişim yayınlar

s.54616) Dressler Marcus, ’Writing Religion The Making of Turkish Alevi İslam, Oxford 2013, s.8) 17) Age. S.1518) Age s.25

8

Page 9: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

Vatan Özgül;

‘’’Kiştim Marı -ya da sadece Mar olgusu- esas itibariyle yukarıda zikredilen tarik-ağaç kültü ile doğrudan ilgili olmakla birlikte etimolojik olarak da ilgi çekici bir yönü vardır. Mar, Süryanice ‘Evliya’ demektir. Mar, aynı zamanda Farsça ‘yılan’ demektir. Bu Mar olgusunun Süryaniler'de ‘Saint’ yani ‘Aziz’ kültü ile ilgisi olduğunu tahmin ediyoruz. Nitekim Malatya'nın doğusunda Abdülvahap Gazi'nin bulunduğu yörede yani Eşraf Briha Dağı'nda ‘Mar Ahron Manastırı’ vardır ki ‘Yılanlı Kilise"de denmektedir. Buranın keşişleri uzun asalarla köy köy dolaşırlarmış. İleride Nuri DERSİMİ'den de aktaracağımız üzere Kiştim Marı (Evliyası) olarak anlatılan sopa da yılan şeklinde tasvir edilmektedir.

Dolayısıyla Mar olgusu etimolojik yapı itibariyle iki yönlü olarak etkilenmiş gibi gözükmektedir.

Süryanice'den gelen anlamı itibariyle ‘Evliya’ Farsça anlamı itibariyle ‘Yılan’ olarak algılanmaktadır.

Kısacası bu sebeplerden dolayı Mar'a, ‘yılan şeklinde evliya’ anlamı yüklenmiştir diyebiliriz’’ (19) diyor.

Benim tespit ettiklerim arasında dahası da var: Mar Yuhanna Rum Ortodoks Kilisesi-Hatay, Mar Petyun Keldani Kilisesi –Diyarbakır, Mar Mihail Kilisesi -Mardin gibi….

Mar isminin Süryaniler ve Kürtler tarafında ortak olarak kullanılmasının kökeninde; iki halkıın yerli halk olarak, aynı bölgede asırlarca iç içe yaşamaş olması nedeni ile ortak bir çok inancı ve mitolojileri paylaşıyor olması yatıyor. Nitekim Mandean klisesinin Kürtler’in de inançlarından olan Zerdüştlük benzeri dualist bir teolojiye sahip olduğunu

biliyoruz, ki bu Hristiyan Nasturi Kürtler’I de kapsıyordu

Dersim’li Kürtler’in inancı hakkında bir makale yazılır iken, onların dil ve kültürlerinin ilişkisinin ortaya konması beklenir. Kürtçe ‘’mar yılandır’’ dememek için, ondan kaçıp Farsça’da yılanın mar olduğunu söylemek insanı yapılan araştırmanın niyeti konusunda da ister istemez düşündürüyor. Bunun sonucunda, ‘küsüp ağaca çıkan bir evliya’ hikayesi ile onun ismininin ‘’zaman içinde Küstüm halk dilinde Kiştim’e dönüş’’tüğü türünden fantastic denilebilecek bir iddiaya yer veriliyor. Bu halkın kendi dilinde ‘’küstüm’’ kelimesi yok mu da, Türkçe bir kelimeyi kullansın ve sonra fazla ‘’soylu’’ olan bu kelime ‘’halk dilinde Kiştim’e’’ dönüşsün? Bu bize çokça tanıdık gelen ’karda yürürken çıkan kart-kurt seslerinden Kürt yaratmaya’ benziyor.

___________________________________________________

19) Özgül Vatan, Kiştim Marı (Evliyası) ve Tarîk-Pençe Kavgası

Page 10: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

9

KIZILBAŞLIK

Doçent Rıza Yıldırım ise Dersimliler’in Şah İsmail itikatına bağlı olduğunu belirtitikten sonra;

‘’Yukarıda işaret edildigi uzere, tarik erkanını terk edip penceye donmek, aslında geleneksel Kızılbaş ocak sisteminin kısmen dışına cıkıp Celebi ailesine manen baglanmayı ve onları en yuksek ruhani otorite olarak

kabul etmeyi sembolize etmektedir.’’ (20) diyor.

Riza Yildırım devamla şu tespitleri ekliyor:

‘’Celebilerin mucadelelerinin sembolu cok ilginc bir şekilde bir rituel unsuru olmuştur. Kızılbaş sureklerinde oteden beri manevi arınma ve bir tur inisiyasyon sembolu olarak belirli agaclardan (cogu zaman ardıc agacı) belirli kurallara gore hazırlanmış olan bir cubugun altından gecmek ritueli benimsenmiştir. Degişik yorelerde tarik, erkan, evliya gibi bircok isimlerle anılan bu degnek esasında Hz. Ali‟nin kılıcı Zulfikar‟ı temsil etmektedir. Ritueldeki anlamı ise kişinin manevi arınma icin verdigi sozlerden donecek olursa bu “tarik”in

kendisini Zulfikar gibi kesecegini sembolize etmesidir. Farsca kaynaklarda “Cub-ı Tarik” olarak gecen bu tarik

rituelinin 16. yuzyıldan itibaren Savefi bolgesindeki Kızılbaş cemlerinde nasıl uygulanıp geliştirildigi Alexander Morton‟un guzel bir makalesinde irdelenmiştir (Morton 1993)’’ (21)

Kızılbaş tanımlaması; daha çok dışarıdakilerin Ali’yi sembol olarak seçen, İslam şeriatına aykırı yerli gelenekten muhalif güçler için kullandıkları isimdir. Erdebil tekkesi ismini; kurucusu olan, Şeyh Safi ad-Din (1252-1334) adlı Sincar kökenli bir Kürt’ten alır. Bunun aşiretinin Êzîdî olduğu kendisinin ise Şafi mezhebini benimsemiş olduğundan bahsedilir.

Asıl ismi Kürtçe Ardabil olan Erdebil çevresi Mazdakçı Hüremi (Khurramiya) hareketinin yaygın olduğu bir bölgedir. Bu mıntıkada bulunan bir yerin ismi Hürrem (Khurram) olduğu gibi Mazdak’ın hanımının isminin de Hürreme (Khurrama) olduğu iddia edilir. (22)

Çoğu zaman karalama aracı olarak da kullanılan kırmızı rengin, Erdebil tekkesini etrafında örgütlenmiş olan askeri güçlerce sembol olarak kullanılması, bölgede Erdebil tekkesinin güç aldığı kitlenin geçmişi ve sınıfsal karekter olarak yoksul olması nedeniyledir.

________________________________________________________

20) Yıldırım Rıza, Kiştim marı: Dersim Yöresi Kızılbaş Ocaklarını Hacı Bektaş Evladına Bağlama girişimi ve Sonuçları

21) Yıldırım Rıza, age22) The Cambridge History of İran 3(2): s.1005

Page 11: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

10

Massoud Homayouni the Origin of Persian Gnosis adlı eserinde ‘’Mitra’nın Frigya başlıgı; Konya’nın başkentini oluşturdugu. Mitraizmin merkezlerinden biri olan Frigya’da ortaya cıkmıştır. O azad edilen koleler tarafından taşınıyor ve bu başlıgın taşınması kendini aşagı

gormekten kurtulup ozgurleşmeyi ifade ediyordu’’ (23) demekte.

Yine Payam Nabarz’ın aktardığına göre;

‘’Paul Kriwaczek’18. Yuzyıl Fransız devrimcileri tarafından ozgurluk, eşitlik ve kardeşligi’ temsilen kullanılan Frigya başlıgının izinin Mithraizm’e kadar gittigini belirtiyor. Antik Roma’da azad edilen bir kole bu amacla duzenlenen toren sırasında Frigya başlığı taşıyordu. Bu durum, Mithra’nın Fars originini işaret eden başlıgının

da, azad edilen koleleri sembolize edebilecegi yonunde insanı spekulasyon yapmaya teşvik ediyor’’ (24)

‘’Mitraist kutsal baba kırmızı başlık, elbise ve yuzuk taşıyor ve de yanında bir coban degnegi bulunduruyordu. Hiristiyanlıgın başı bu unvanı kendisine

uyarlayıp kendisini bununla donattı’’ (25)

M.s 488 yılında, Hepthalit olan Hunlular’ın saldırısı nedeni ile artan aşırı yoksullaşmaya karşı bölüşümcü anlayışını Kral Kavad’a kabul ettiren dinsel sosyalist hareket Mazdakçılığın altın

günlerinde Türkler İran’da yok idi. Bugünkü Türkmenistan ve Özbekistan ağırlıklı olarak İrani Sogdiyan ve Bactrialılar’ın yerleşim yeriydi.

______________________

23) Aktaran Nabarz Payam, The Mysteries of Mithras: s.53

24) Nabarz Payam, The Mysteries of Mithras: s.53

25) Nabarz Payam, Mysteries of Mithras s.49

Page 12: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

11

Serdar Karakuş El-Xassi’den aldığım yandaki paylaşım Sasanilerde’de kırmızı’nın sembol olarak kullanıldığını gösteriyor.(Sasani kralı Şahpur’un Romaya yürüyüşü Işık Bahçeleri—Amin Maalouf)

‘’İslam’ın ikinci ve ucuncu yuz yılında Mazdakiler; en fazla kullanılanları Mazdakiyya, Khurramiyya veya Khurramdinniya, Muhammira (Kırmızı-nişanlı veya kızıl elbiseli) ve Mubayyıda veya Sapid Jãmagãn (Beyaz-Elbiseliler) olmak uzere degişik isimler ile anılıyorlardı’’ (26)

Muhammira taraftarları kırmızı giysililer (surkh-jdmagdfi) olarak anılır iken, sıklıkla Huremiler (Khurramiyya b.n) ile bir tutulanlar için de standart-kızıl giyinenler (surkh-: alamdn) adlandırması kullanılıyordu. (27)

Safaviler Moğol işgalinden kaçan Türkler’i savaşçı olarak saflarına katıyor. Şeyh Cüneyt döneminder 12 imam şiiliğe ile Şeyh Cüneyt döneminde ilişkiye geçiliyor ve böylece hem yerelliği ve hem de 12 imamlığı temsil için 12 dilimli kızıl bir başlık resmi ünüforma haline geliyor. Kızıl başlık kullanan önemli kesimi Türkler’den müteşşekül birlikler Qezelbash (kızılbaş) olarak anılıyor. 1449 yılında Şeyh Cüneyt Erdebil’den kovulunca bugünkü Türkiye sınırları içerisinde olan Kürt bölgesine ve Anadolu’ya geçer ve burada halk 12 imamcı tarikat ile tanışır. Kuşkusuz Ali taraftarlığı olarak Şiilik burada da çok daha eskiye dayanır.

Kızılbaş tanımlamasının Türkçe dışında başka bir dilde- örneğin Kürtçe olarak sersor, veya kumsor-olarak kullanılmamış olması esasen bu tür bir sınıflandırma ve sıfatlandırmanın Türk imalatı olduğunu gösteriyor. Demek oluyor ki birilerinin şu veya bu renkte başlık takmasını sorun yapan veya o başlığı takanlar ile sorunu olan tarafın başı Türk.

___________________________________________________________________________

26) The Cambridge History of İran 3(2) s.1003-1004

27) (The Cambridge History of İran 4: s.503)

Page 13: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

12

Bugünkü Anadolu ve Kürt coğrafyasında tarihsel Roma (Bizans) merkezli iktidarlara geleneksel bir tepkinin olduğunu biliyoruz. Osmanlı militarizmine kaynak yaratmak için uygulanan ağır vergilere ve merkezileştirmeye yönelik tepkiler, daha eşitlikçi görünümlü tabandan gelen Safavi kitle hareketine sempatiyi beslemiş; bunda Şah Hatayi’nin geleneksel Doğu’lu İrani-Kürt motifleri kulanarak yaptığı etkin propaganda da önemli bir rol oynamıştır. Ancak iktidar olunduktan sonra diğerlerine benzer otoriter merkezi bir iktidar haline gelinmesinden sonra İran lehine sempatinin sönüşe geçtiğini tahmin edebiliyoruz. Bu Osmanlı imparatorluğuna yönelik tepkilerin yok olması anlamına gelmiyor; aksine her dönemde sınıfsal, inançsal, etnik nedenlerle çoğu zaman ‘’Kızılbaş’’ suçlamasına maruz kalan bir çok gelişme yaşanmıştır. Ben şahsen, bugün Alevi olarak tanımlanan toplulukların, özellikle de Kürt toplumunun, geleneksel Hint İran kültür sahasına ait Mithraizm ve Zerdüştlükten beslenen inanç ağırlıklı itiqat/itiqatlara sahip olduğuna inanıyorum. Bu akımın Şiilik ile ilişkileri karşılıklı korunma ve yararlanmaya dayanan bir tür simbiyoz idi. Zamanla devlet başta olmak üzere, etkin toplumsal kurumlara sahip olan Şiilik, bu ilişkiden doğal olarak karlı çıkan taraf olmuştur.

‘’Pençe ve Tarik kavgası’’ nda göründüğü üzere, o sıralar henüz Osmanlı olan devlet; İttihat ve Teraki Partisi’nin insiyatifi ile Bektaşi Şeyhini kullanarak, Dersimliler’in kendi sembollerinine yer verdikleri geleneksel ritüellerinin terk edilmesini sağlamak için, Şiiliğe ait olupta, Dersimliler nezdinde de kutsal görülen sembolleri (Muhammed, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatima) öne çıkarıp, bu özgün özerk toplululukları, Dersimliler’in serçeşme gördükleri Seyit Rıza yerine kendi kontrollerindeki Çelebiler’e bağlamak istiyorlar..

Bu durum, Kürt coğrafyasında bugün anladığımız şekilde 12 imam vurgulu bir Alevilik temayülünün, toplumun kendisine ait kutsallarının gerisinde olduğunu gösteriyor. Tanrı ile ilişkiler birer ruhunu yüce Tanrı’dan alan bu nedenle birer Avatar olan yerli Tanrı/Tanrılar veya onları temsilen Pirler vasıtası ile sağlanıyor. Kendi kutsalına sahip olmak merkezi iktidarı rahatsız ediyor olmalı ki, onlar Şii sembollerin yaygınlaşmasını geleneksel ve yerel olana tercih ediyorlar. Devlet katında Şeyh, Ağa, Beg, Seyit, Ocak, Dede, Tarikat karşıtlığının temelinde gerek Tanrı ve gerekse devlet ile ilişkilerde aracı olanların kaldırılıp dikey otoritenin sağlanması yeni dönemde tek ulusçuluğun hedefi olmuştur. Çağdaş bir eğitim sistemine geçişte ayak direltilmesi müdahalelerin arkasında duran realiteleri anlamak için yeterlidir. Bu duruma karşılık çevre, kendisini Mir veya Bey’i, onun tasviye edildiği hallerde ise özlemini, dini kurum ve otoriteleri yükselterek ifade etmiştir. Martin Van Bruinessen ‘’Ağa, Şeyh ve Devlet’’ adlı eserini bu konuyu işlemeye hasretmiştir. Nitekim Güneş’e dönerek günde iki kez dua etmek hemen hemen bütün bir Kürt Alevi coğrafyasında 1960’lara kadar en etkin günlük ibadet şekliydi. Onunla parelel olarak özelliklede Dede öncülüğündeki cıvatlarda gündeme gelen 12 imam vurgulu ritueller daha sonraları birincisinin yerine ikame edilip yaygınlaştırılıyor. Güneş onun Tanrı’si Mithra (Mihr) en eski olarak göze çarpıyor.

Page 14: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

________________________________

13

Oruç olarak üç günlük Xızır (Hızır) ve On iki imam (12) orucu tutulurdu. 12 sayısı üzerine yapılan sayısız spekülasyon olduğunu ve bunun 12 imamlardan çok önceye dayandığını

biliyoruz.

Bayram olarak Aralık ayında Mithra’nın doğum günü kaynaklı olarak kutlanan Gaxan anmaya değerdir.

Şimdilerde İşid tarafından kullanılan siyah renk, Abbasiler’in sembol olarak kullandığı bir renk idi. Abbasi ordusunda köle askerler olarak görev yapan Türkler için kara dışında farklı bir rengi kullanmak çok ters geliyor olmalı ki, muarızlarını kendi kullandıkları Safaviler ismi ile anmak yerine, Qezelbash (kızılbaş) olarak adlandırmayı tercih ediyorlar. Zira bir taraf Qezelbash olmaya karar verir iken, diğeri çoktandır ‘’Qerebash’’ sembollerini kullanma geleneğine sahiptir ve bu ikincisi tarihten güç alarak birincisinin alternatifi olarak yükselmektedir. Yavuz döneminde, Safaviler ile yaşanan güç çatışmasında, renk sembolizmi bir ötekileştirme aracı olarak zirve yaptı. O tarihten sonra Sünnü islama dahil olmayan çeşitli toplulukların bertaraf edilmesinde, ‘toplumsal meşruiyet’ sorunu olmayan Kızılbaş suçlaması işlevsel bir rol oynuyacaktır.

Safaviler’e karşı Kürt Mirler’inin bir kısmı ile yaptığı Iktidarının sonlarına doğru Kürtler ile yaptığı anlaşmayı bozan yine Yavuz'un kendisi olacaktır. Büyük bir Kürt nüfusu, Orta Anadolu'ya ve Kuzey Anadolu'ya bu dönemde zoraki Sürgüne tabii tutulur. Bu Kürtler'in tümü bu dönemde Yavuz ile aynı inancı paylaşmıyanlardan oluşuyor. Örneşğn İzolu aşireti bıunlardandır. Yine Huremiler'in mirasçısı olan Kürt Celali aşireti 1519 yılında Osmanlı'ya karşı ayaklanma başlatır. (28)

Merkezi Gtsan’da bulunan Gtsang Çinli kraliyet Dynastisi (1565-1642) Tibet’de bulunan son yerli sekuler (laik) saray idi. 1565 da daha önceki Rin-spung yönetimini devirdikten sonra güçlü Kızıl başlıklı, Karma-pa, Budist mezhebi ile yeni reforme edilen Sari başlıklı Dge-lugs-pa, Budistlerine karşı işbirliği yapıyor. Sarı başlıklılar güçlü Mogol lideri Altan Khan’dan yardım alıyor ve kendilerine bu kişi tarfından Dalai Lama unvanı veriliyor.

Nabarz Fıransız devrimi iconografysinde ‘’phrigiyan şapkası’’ denilen bu kırmızı başlığın yaygın olarak kullanıldığını (29) belirttikten sonra bunun Amerikan devriminde özgürlük kepi olarak kendisini tekrar gösterdiğini söylüyor (30)

Beyaz güneşe inananların, Siyah aysal olanların, Kırmızı ise hem gelenekçi ve hem de değişimci olanların sembolü olarak kullanılmıştır.

_______________________________________________________________________

28) İzady R., the Kurds: s.52

Page 15: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

29) Nabarz Payam, The Mysteries of Mithras: s.54

14

‘’Birçok kaynakta basitleştirilerek, heresiograflarca sıkça ‘beyaz din’ olarak tasvir edilen Zerdüştlük ve öte

yanda Mazdak’ın dininin aksine, İslam bir çok çevrede ‘siyah din’ olarak tanımlanır’’ (31)

Bir çok ordu hala başlık olarak kırmızı başlıklara yer verir. Barzani aşiretinin kullandığı renkde kırmızıdır. Osmanlı’da ve hala birçok Arap ülkesinde kullanılan fesin rengi de kırmızıdır. Bugün Türk imamları beyaz sargılı Kırmızı fesi sembol olarak kullanır.

Kızıl renginin sosyalistlerce seçilmesinin nedeni de onun zamanında değişimci (ilerici) sembolü olarak kullanılmış olmasındandır.

Buradan hareketle, sol kökenli olan birçok insan bir renk sembolizmini hareket noktası olarak ele alarak ötekileştirmenin aracı haline getirilen ‘’Kızılbaş’’ terimine kendi bugünkü duruşlarına uyan anlamlar yükleyip retrospective (geriye doğru) bir tarih yazıcılığına soyunduğunu görüyoruz. İnançlar halkların eseridir ve halkların tarihinin bir parçasıdır, ama o aynı zamanda halkları besleyerek geleceğe de taşır. Halkların inancını araştırmak İnanç tarihi denilen displin ile sağlanır. Retroecptive olarak geriye giderek ayrı halkların ortak inancı paylaşmış olmalarından hareketle inancın tek halkını yaratmak gerçek ile uyuşmaz.

Koçkıri Kadını başını siyah ile bağlar. Dışarıdakiler tarafından Kızılbaş olarak görülse dahi onlar kendilerine hep Kurmanc derlerdi. İnanç burada kimliğin doğal bir bileşeni olarak kendilerini egemen sünnü Türkler’den ayıran bir işlev görüyor.

Bugün siyah renkten hareketle nasıl tarihte her siyah giyinene İşid’ci

diyemiyorsak, her beyaz giyinene Yezidi diyemiyeceğimiz gibi; her kırmızı giyinineni, sonraki tarihte bir siyasal akıma atfen kullanılmış Kızılbaş ismi ile adlandıramayız. Her bir benzerliği, toptancı ve ben merkezci bir anlayış ile, belli tarihsel dönemlere ait anlamlar taşıyan alevi, sünnü, kızılbaş gibi kavramlar çerçevesinde açıklamak Dünya’yı ve tarihi bu topluluklardan müteşekül saymak darlığına düşürür insanı.

Bütün bu şabloncu analizlerin altında farklılıkları tekleştirmeyi amaçlıyan Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi’nin, bazen farkında olmadığımız, monolitik ideolojik sistematiği yatıyor.

30) Nabarz Payam, The Mysteries of Mithras: s.5531) The Cambridge History of İran 4; s.513

Page 16: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

15

KÜRT REYA HEQ ALEVİLERİ

Hatay’dan Sivas ve Erzincan’a uzayan, Dersimi de kapsayan coğrafyada, yaşayan Kürtler 1960’lara kadar kendilerine Kızılbaş demek bir yana Alevi dahi demiyorlardı. Türkçe konuşmayan ve ana dilleri Kürtçe (Kurmanci-Zazaki) olan bölge halkının kendilerini tanımlayacak bir hususta, kendi dillerinden bir sözcüğü seçmesi anlaşılır bir durumdur. Kızılbaş’ın Kürtçe karşılığı; serisur/sor veya taktığı kepin kırmızı olduğunu anlatmak için ise kumsor’dur.

Bir çok Dersim’li yazar inançlarının isim olarak ‘’Rêya Haq’’ olduğunu söylemek ile yetinmiyip ve hatta bu konuda kitaplarda yazıyorlar. Selahattin ali Arik’in yazdığı ‘’Aryan İnançlar ve Rêya/Raa Heqîye’’ bu konuda en son örneklerden biridir. Yine Dılşah Deniz ‘’Yol/Rê: Dersim İnanç Sembolizmi’’ adlı eserinde Ocak, aşiret, Talip, Raywer, Pir ve Mürşid ilişkisini ela alıyor. Bu inanç terimlerinin Kürtçe olması bir yana Ocak ve aşiret ilişkisi başlı başına bir inceleme konusu. Erdoğan Yalgın başka bir isim. Liste uzatılabilir.

Eski zamanlarda evlerin dahi koruyucu Tanrıları vardı. Sonra onun yerini aşiret Tanrıları aldı. Antik Yunan’da bulunan çok Tanrılılığın kökeni değişik bölgelerin kabilelerine ait Tanrılar’ına dek uzanır. Zeus’un üst Tanrı olarak yükselmesi merkezileşme ihtiyacı ve özleminin sonucudur.

Kürtler söz konusu olduğunda tek Tanrılık gökten bir seferde inmemiştir. Kürtler’de üst tanrı yanında kaynağını yine bundan alan Tanrı ve Tanrıçalara sahip olmuştur.. Dersim örneğinde Hızır’ın haricinde gördüğümüz en tanınmışları Baba Mansur ve Baba Kureyş olan Mitler ikinci derecedeki Tanrıları (Avatarlar) temsil ederler. Aynı Avatarlık rolünü, örneğin Kürt Nakşibendi şeyhlerinde de görüyoruz. Esasen daha sonraları üzerinde duracağım Beg ve Mir’in etimolojik kökeni de Tanrı’ya uzanır. Dede İrani (dolayısı ile Kürtçe) Dad’dan gelme olup hukuk anlamına gelir. Mir Mithra kökenli, Beg ise Bagha kökenlidir. Kürt toplumundaki geleneksel Aşiret yapısında gücünü ilahi kaynaktan alan her iki kurum da muteber görülüp kuvveti paylaşırlardı. Beg yürütmenin başı iken, Pir (Dede) yargının başı idi. Bey ve Pir (Dede) hem bir birinin desteğine muhtaç, ancak kendi alanlarında bağımsız olup anı zamanda birbirlerini dengeleyen (bir çeşit kuvvetler ayrımı) kurumlardır bunlar. Hukuk yapımında dedeye önemli görev düşmekle birlikte, esasen sözlü olan hukuk, aşiret mensuplarının geleneği referans alan yaygın mutabakatı ile sağlanırdı.

Bütünü bir binayı temsil eden sosyal yapıda, aşireti çektiğiniz zaman ocak yıkılır. Ocak aradan kalktığında, aşiretleri birbirine talib, rêyber, pir, mürşüd ilişkisi ile bir sarmal biçiminde birbirine bağlayan bağ da ortadan kalkar. Onun yerine başka bir güç olan merkezi devlet gücü tüm haşameti ile tek Tanrı’nın zırhını giyinerek sahaya iner ve kendisine Tanrısal bir rol biçerek bütün bir inancın sınırlarını belirler vede sahipliğini üstlenir.

16

Page 17: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

Yazarların bütün bu anlattıklarımı bilmemesi veya duymaması mümkün görünmüyor. Böyle olmasına rağmen isim koyuculuğu yetkisi yanında, kılıç hikayesine neden ihtiyaç duyduklarını tahmin etmek zor değil. Eskiden sadece yerli halkın yerleşim yerlerinin adı değiştirilir, sonra sıra kişi isimlerine geldi, sonra inançlar, şimdi de mitolojiler ile uğraşılıyor.

Bölge halkı etnik kimliğini tanımlamak için Kurmanc/Kırmanc terimlerini kullanır. Türk teolojisinden farklı olan inançlarının kendi ulusal kimliklerinin bir tamamlayıcısı olduğu fikriyatı Kürt Reya Heq Alevileri arasında yaygın bir inanış idi. Şah İsmail’e dönük sempatinin arkasında Yavuz’un baskıları ve buna karşı gelişen yanında; Şah’ın Kürt,

Yavuz’un ise Türk kökenli olma düşüncesi var idi. Baskı ve zulüm daha ileri giderek onların ‘’72 millete bir nazardan bakan’’, kendilerinin diğer milletlerden ayrı olduğu inançsal ‘’73. Millet’’ teolojisini oluşturmalarına sebep oldu. Tartışılması tabular arasında olduğundan dolayı olmalı ki Kürt Reya Heq Aleviliği ile Türklüğe mal olmuş veya o kulvarda gezinen Alevilik arasında farklara pek değinilmiyor. Bu durum sürekli Reya Heq Aleviliğinin asimilasyonuna sebep oluyor.

Esasen farklı eğilimleri aynı şemsiye isim altında toplamak için alevilik isminin İttahat Teraki tarafından öne çıkarılmasının da nedeni farklı uçları merkeze yaklaştırıp asimile etmekti. Bu konuda Bektaşiliğin seçilmiş olması anlaşılır bir durumdur.

Kürt Reya Heq Aleviliği tamamen kendi geçmiş mirasından besleniyor olup kendisine ait yerel özellikler gösterir; Tanrı ve tabiat birbirinden kopuk değildir; yine insanlar ile Tanrı birbirlerinden uzak değiller. Kürtler’in kendilerine ait; Mithra öncesinden başlayıp, Zerdüştlük ve sonra Zervanizm üzerinden Yunan felsefesi ile ilişkilenmiş, Mani Peygamber vasıtası ile Budizm ile resonans sağlamış, Mazdakçılık ve ardılları ile yoğrulmuş zengin bir felsefe ve inanç mirası var. Tasavuf; gayri memnutsizliğin, resmi islama rağmen engellenemeyen mirasın, kendisini bir biçimde yeni şartlarda ifade etmesinin ürünüdür. Türkler’in müdahalesi öncesi değişik sufi akımlar arasında geçişkenlik olduğunu biliyoruz. Yahudilik, Hristiyanlık, ve İslam’ın Kürtler’i doğrudan etkileyen bölgenin başka bir gerçeği olduğunu biliyoruz. Bu durum, en azından, Kürtler’in farklılıklara ve birlikte yaşama kültürüne alışkın olduğunu gösterir.

Türkler; hem din kelimesi ve hem de yerleşik toplumlarda kural koyucu olan gerçek anlamda tam teşeküllü yüce tanrısı olan din fenomeni ile; İran’a doğudan girince yüz yüze geldiler. Hem İslam’ı ve hem de Abbasiler vasıtası ile etkin olan Hanefiliği seçmeleri tamamen pragmatik nedenlere dayanır. Alevilik benzeri farklı inançları seçmiş olan medrkez dışı Türkler’in Budist inancından olmaları kuvvetle ihtimaldır. Geriye kalan bugünkü Türk Aleviler’in büyük bir kesimini, diğer inançlardan İslam’ı hazmedemeyen asimile edilen kesimler oluşturur. Kanımca asimilasyon sürecinde Semitik İbrahimi din mensuplarının ağırlıklı tercihi düzeni kabullenmek yönünde Hanefilik biçiminde şekillenmiştir. Dolayısı ile Alevilik ile ilişkilere de devlet prağmatik nedenlerle taraf olmuştur. Safaviler’de Kızılbaş birliklerin oynadığı rolü, Osmanlı’da Bektaşi tarikatı yanlısı Yeniçeriler oynamıştır.

Page 18: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

Osmanlı’da Bektaşilik, çok zaman, Roma ordusunda Mitracılığın oynadığı motivasyonu sağlamıştır.

17

ENKERNASYON, REENKERNASYON VE VAHDET-İ VÜCUT

İnançları gereği enkarnasyona (Hulûl) inanan Kürt Reya Heq Alevileri; dolaşımdaki kutsal ruhu ‘’Tevratta Musayım, İncilde İsa, Kuran’da Ali’’ sözleri ile ifade etmek ile yetinmeyip, Araplıktan azade ettikleri Ali’nin ruhunun Kürt Eba Muslim-i Horasani de yeniden zuhur ettiği savını ileri sürerler ve Horasani’nin ‘’Kürtler’in öcünü aldığını’’ iddia ederlerdi. Eba Müslim-i Horasani böylece Hint mitolojisinde olduğu gibi yeni bir Avatar olmuştur.

Dersim özelinde Tanrı’nın ruhu Baba Mansur ve baba Kureyş’te zuhur eder ve onlar birer Avatar olarak birer yerli Tanrı olurlar.

Yeniden yaşamın devri daim olma

özlemini dile getiren bir Koçkıri mezarı

Devriye, Selefi-Vahabi İslam’da

olmamakla birlikte, sünnü ve şii bir çok Tasavuf akımınınca ifade ediliyordu.

Page 19: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

‘’Devri Daim Olsun’’ sözü, ölmeyen, geldiği merkeze yani Tanrı’ya ulaşan Can’ı (Vyana, Djan, Gyan) ifade ediyor. Tanrıdan gelen can vücut ile birleştiğinde Vahdet-i vücut olur ve sonra geldiği kaynağa geri döner. Can kaybolmadığından, tekrar dolaşıma girmesi ile yeni bir bedene girip yeni bir hayatın kaynağı olur. Tamamen Hint-İran kaynaklı olan bu kelime esasen ölümsüzlük özleminin ürünü olup Arapça’da ruh olarak karşılanmak istenmiştir. Reenkernasyon (Ruh göçü) dedikleri şey bu olup Nusayrilik ve Dürzülük’de de bulunur. Zamanında Kürt Reya Heq Alevileri arasında yaygın olduğunu tahmin ediyorum. Bu anlayışın, ölüm ile birlikte yaşamın bitmediği (Ten gider can kalır) anlayışı nedeni ile aşırı tüketimci olmayıp doğa ile daha uyumlu olduğunu (ya da böyle bir amacı olduğunu) tahmin ediyorum. Hayata bir kez geldiğine inanan insanın Dünya’nın nimetlerinden yararlanmak için aceleye ihtiyacı var, bu nedenle daha tüketimci olması muhtemel görünüyor.

Devriye ve sonsuzluk: Kuyruğunu ısıran yılan

18

Dersim Mazgirt Qurqurik/Kurkuruk köyündenbir mezar taşı. (32)

Boğa, Koç ve Tekkeler verimlilik yanında bereket sembolleridir (33)

Yukarıdaki Mezar taşının üzerindeki yuvarlak şekil ilk olarak Güneş’I anımsatmakla birlikte şeklin Budha’nın aşağıda verdiğim aydınlanma öğretisinin semboline benzerliği dikkat çekicidir.

Gautama Budha’nın geçilmesi gereken aydınlanma

öğretisini temsil eden Dhammmachakka.

Page 20: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

TÜRKLÜK VURGUSU

Esasen huzursuz Türk egemen anlayışının sadece Alevilik ile ilgili iddiaları değil, Türklük ile ilgili iddiaları da bilimsellikten uzaktır. Türklüğün ‘’Orta Asya kökenli’’ olduğunu iddia ederek soya dayanan, yani genetik bir ‘’Türklük tanımı’’ yapan bu iddia sahiplerinin Türkiye’nin gen haritasından bihaber oldukları düşünülemez. Orta Asya’dan batıya sarkan yüzde onluk (%10) bir nüfusun bin seneye yakın bir zamanda nasıl bütün karekteristiklerini (genetik dahil) kaybedip Türkleştiği açıklamaya muhtaç bir durumdur. Bunun gibi Büyük Selçuklu olarak Sünnü İslamı seçmiş Türkler’in inanaç değiştirip değiştirmediği, değiştirdi ise hangi oranda değiştirdiği, bilinmiyor.

Sogdian sonrası Orta Hindistan’ı işgal eden Beyaz Hephthalit Hunlular’ı 5. Yüzyılda daha toleranslı olan T’U-CHÜEH (Türkler) halkı yenilgiye uğratıyor. Kore’li gezginci Huei-ch’ao 8. yüzyılda Balk ve Bämiyän bölgesinde T’u-chüeh’in (Türkler) her yerde komandoyu elinde bulundurduklarından bahseder. (34)

19Part İmparatorluğu döneminde Türk kabilelerin yerleşim yerini gösterir harita

Şimdi Türkiye’de yaşayan ve kendisini Türk olarak adlandırıp, Türk sanan kozmopolit topluluk T’U-CHÜEH (Türkler) halkı ile ne kadar genetik ve kültürel ortaklığa sahip?

Ebul Vefa Kurdi tarikatının yayılma sürecine öncelikle Kürtler’den başlamasının pratikliğini göz önünde bulunduracak olursak, bu inacın yayılma alanı bulduğu kesimlerin menşei merak edilmeye değerdir. Anadolu’nun batısı ve doğusu ile büyük ağırlık olarak en genel tabiri ile Hint Avrupai ve de Kafkas kökenli halklara yataklık ettiği konuya vakıf olanların malumu. Tarihsel veriler bunlar içerisinde İrani halkların çok önemli bir yer tutuğunu gösteriyor. (35) Öyle olunca, elbette Vefai tarikatı da özellikle zemin bulduğu yerde örgütlenecektir. Bu topluluklar esas olarak Sünnü islam olarak Alparslan ile 1071 yılında

Page 21: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

doğudan giren Türkler olamıyacağına göre, başkaları ister istemez öne çıkıyor: Kürtler, Pavlukiler, kimi Rumlar ve nihayetinde Orta Asya üzerinden İran’a geçmeden önce ve sonra, özellikle de Moğol saldırıları döneminde Budizm’i benimsemiş ya da onun etkisinde kalmış periferideki Türkmenler. (36)

Bektaşilik üzerine yazan Prof Mehrdad İzady ‘’Yarisanilik, Alevilik Yezidilik’’ başlıklı makalesinde; ‘’Eski Pontus olan bu bölge, ana Kürdistan’dan uzakta ve aslında Alevilerin Doğu Anadolu’da yoğun olarak yaşadıkları alanın da dışındadır. Hal bu ki burası tamamıyla klasik Pontus Zelani Krallığının sınırları içinde ve dinin en önemli tapınak şehri ve merkezi olan Comana Pontica ise (modern Tokat). Zela’ya (modern Zile) neredeyse bir taş atımı mesafededir (bkz. Klasik Tarih: Zelaniler).’’ der.

Din kelimesini Iran’dan alanların sadece kelime ile yetinmeyip bununla ilişkili olan inancı İran sahasında aldıklarını biliyoruz. Nitekim 1000’li yıllarda Türkler Doğudan İran’a girdiklerinde orada sünnülük yaygın iken batı bölgelerinde Şiilik dahil olmak üzere diğer inançlar egemen idi.

__________________________________________________

32) Akrabam Alişan Kaya’nın verdiği bilgiye göre 12 Eylül sonrası kendisinin askerlik yaptığı Tunceli’de görevli olan zamanın valisi bu tür mezar taşlarını toplatıp Munzur nehrine dökmüş.

33) Widengren G, age. s.11834) R.E. Emmerick, Cambridge History of İran 3(2): S.957-958)

2035) Yakın zamanda Ordu'da 2 bin 100 yıllık olduğu tahmin edilen Ana Tanrıça Kibele heykeli

bulundu. Ana Tanrıça'nın tahtta otururken tasvir edildiği 1 metre 10 santim yüksekliğindeki heykel, Türkiye'nin dikildiği yerde bulunan ilk eseri. Gazeteler ‘’Ordu'da 2 bin 100 yıllık Ana Tanrıça Kibele heykeli bulundu. Ordu'nun Altınordu ilçesinde MÖ 120 - MÖ 63 yıllarında hüküm süren Pontus Kralı 6. Mithridates dönemine ait eserler, 4 yıldır süren’ Prof. Dr. Süleyman Yücel Şenyurt ve ekibi tarafından sürdürülen kazı çalışmalarıyla gün ışığına çıkıyor’’ diyerek haberi duyuruyorlardı.6.Mitraides PONTUS VE ERMENISTAN krali idi. Iran prensi olan 6. Mitraides Roma'nin duşmani.Mithra dini egemen din burada.Mahrad R. İzady "The Kurds" adlı kitabında Pontus krallığının ve 6. Mitraides'in Kürt olduğunu söyler (s 36-37))

36) Mehmet Taha Ayar’ın çeviriyle Türkçe olarak yayımlanan NIZAMU'L-MULK’e ait siyasetnameden

alttaki pasajları Cemal Özel paylaşmıştı:

‘’Deylemliler ve zındıkların yeryüzünden köklerini kazısınlar diye üzerlerine pir u pak itikatlı, halis

muhlis müslüman hanefi mezhebinden Türkleri saldım’….. Boşalan görevlere Rafizi, harici ve

batınilerin can düşmanı olup Türkler gibi ehl-i sünnet olan hanefi ve şafi mezhebinden Horasan

hacegan ve mutasarrıflarını getirdim.’’ (Sayfa 88).‘’Yeryüzünde makbul ve dosdoğru yolda ilerleyen,

Allah’ın rahmetinin ikisi üzerine olası Hanefi ve Şafi diye iki mezhep vardır. Sultan şehid (Allah

Page 22: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

Burhanını aydınlatsın) mezhebine tam manasıyla şiddetli bir şekilde öylesine bağlıydı ki, ‘Heyhat! Şu

vezirimin mezhebi Şafii olmasaydı çok daha mütehakkim ve azametli olurdu,’ demeyi dilinde pelesenk

eylemişti. Şafii mezhebini bile ayıplamaya varan mezhebindeki bu katı tutumundan korkup

kaygılanmaktayım’’ (Sayfa 135) ‘’Sultan Alparslan Şafii mezhebini sürekli eleştirmekte ve bundan

dolayı her daim bana serzeniş etmektedir’’ (Sayfa 136) ‘’Sultan Mahmud. oğlu Mesud, Sultan Tuğrul

ve Alparslan (Allah Burhanını aydınlatsın) devirlerinde Gebr olsun, Hiristiyan yahut Rafizi olsun bu

tayfadan hiçbiri ne kamuya ait meşguliyetlere bulaşmaya ne de huzura çıkmaya cüret ederlerdi.

Türklere kethudalık yapanlar, tüm mutassaffırlar ve ileri gelenlerin hepsi mezhepleri Hanefi ve Şafii

Horasan ahalisinden idi’. Hiç bir katip ve gulam sapkın mezheplerin kendilerine yanaşmasına müsade

etmez; hiç bir Türk de onlara vazife verilmesine göz yummuyarak’’’(Sayfa 231) ‘’’Eskiden bir şahıs

…….. vazife için bir Türk’ün huzuruna vardığında ona hangi şehir ve vilayetten olduğu, hangi mezhep

ve millette mensup olduğu sorulurdu. Bu şahıs Hanefi. Şafii mezhebinden ise…… kabul edilirdi. …..

Sultan Tuğrul yahut Sultan Alparslan eger bir Türk’ün bir Rafiziye iş için kabul eyledigini işittikleri vakit

o Türk’e çıkışırlar ve gazaplandırırlardı’’ (Sayfa 232)

21

MİT’İN ÖNEMİ

‘’Mit ritüelin doğal tamamlıyıcısıdır. Ritüel kutsal eylem iken, Mit eylemi izleyen veya açıklayan kutsal sözdür. Ya da tersine eylem olarak ritüel kutsal sözü veya texti betimler: Hocart mitin ritüelin bir parçası, ritüelin de mitin bir parçası olduğunu tespit eder’’(37)

Yaratılış Miti olarak kozmogoni dınsel felsefik spekulatıonlara geçişte önemli bir rol oynar. Yaratılış kozmogonisi olarak ‘’73. Millet’’ MİT’i Reya Heq inancının tam teşeküllü bir din olarak 72 milletten bağımsız olma iradesine bir kanıttır.

Dinler söz konusu olduğunda mit, masallar ve kahramanlar vazgeçilmez birer fenomen olarak karşımıza çıkar. İrani halkların kahramanı Feridun Azhdaha isimli ejderhadan hareme kapatılmış Cemşid’in kız kardeşleri Arnavaz ve Shahrinaz’ı kurtarır. Al-Biruni’nin aynı zamanda İran’ın Türkler’in hakimiyetinden kurtulmasını zikretmesi tarihin efsaneleştirilmesine (mitleştirilmesine) açık bir örnek oluşturur. (38)

Ancak din felsefesi ile uğraşır iken, rasyonel damarların da aradan fışkırması doğaldır. Orta çağda Kliseler sadece dinin değil, eğitimin de kurumları idi. Bu anlamda paradoks olarak ilim de buralarda gelişme imkanı bulmuş. İslam dünyasında medrese ve khanakların da bu misyonu yadsınamaz.

VE MAR (YILAN) SEMBOLİZMİ

Page 23: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

Değişik kültürlerin; tabiattakı gizleri anlamlandırmak, yaratılış ile ilgili inançları anlatmak, tabiat ile ilişkilerini ve esaslı moral değerlerinin açıklamak için kullandıkları değişik mitleri vardır, Bu Mitler sembollerin kullanılmasını gerektirmiştir. Gorulebileceği gibi semboller genellikle soyut şeyleri ifade etmek için kullanılıyor. Öyleyse erkanda kullanılan ‘’Tarik’’ denilen ağaçtan yapılmış bu temsili yılanın bir anlamının olması gerekir. Mitlerin ifadesi olan sözler bu soruya cevap verebilir.

Yılan zehiri sadece zehir değil, yaygın olarak bir çok alanda ilaç olarak ta kullanılmaktadır.

Hamza Aksüt;

‘’Sancak: Her dede ocağının bir sancağı vardır. Sancak bir semboldür. Özellikle 10 Muharrem günü sancak açılır. Örneğin, Hacı Kureyş ve Ali Seydi ocaklarının sancağı Karayılan’dır. Yezidilikte beş bölge vardır. Ve bu bölgelerin ayrı ayrı sancağı vardır’’ (39) der.

Karayılan Yezidiler de semboldür. Kureyşan ocağının sembolü (totemi) ismi Kara Yılan anlamına gelen ‘’Ewliya Çê Morê Şiay’’dır. Bu ocaktan olan Dr Mehmed’in bana verdiği bilgilere göre, Kureyşanlılar; yeşil bir beze sardıkları yılda bir çıkardıkları bu temsili yılana kestikleri kurbanın kanını sürerlermiş. Çarekanlılar’ın sembolü Beyaz Kuzu anlamına gelen ‘’Moreku Spi’’ imiş. Kureyşan ve Çarekan her şeyden önce birer aşiret örgütlenmesi. Çarekan ismi ile ben bir Ocak ismi duymadım Koçkırililer gölden çıktığını iddia ettikleri ‘Kutsal Koçu’ yüceltirler. çünkü Koç daha önce bahsettiğimiz gibi bir üretkenlik ve bereket sembolüdür.

37) Widengren, Religionens värld: s.13238) Widengren, Religionens värld: s.20739) Aksüt Hamza, Alevilik: s.35)

22

.

Kılıç bir yılan kadar rahatlıkla kullanılabilecek ve yine belki de ondan daha fazla çevreye korku yayabilecek bir alettir. Onun öldürme dışında başka bir misyonu yoktur. Sembol olarak kullanıldığında sadece şiddet, kaba güç ve zulmün nişanı olan kılıcın moral olarak hiç bir üstün değeri olamaz. Hz.ali’nin kılıcının bu bakımdan

Page 24: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

diğerlerinden üstünlüğü yoktur. Eğer sınırlı bir zaman ve mekanda boyle bir kullanım var ise bile, bu eski geleneğin devamı için yapılan bir takiyeden başka bir şey ile açıklanamaz.

”Fakat Musa cevap verip dedi, ama onlar bana inanmayacaklar ve sozumu dinlemiyecekler. Cunku, Rab sana gorunmedi, diyecekler. Rab ona, bu senin elindeki nedir, dedi? O da dedi ki, degnek. Dedi, onu yere at. Ve onu yere atınca, degnek yılan oldu ve Musa ondan kactı. Rab Musa’ya dedi, „elini uzat kuyrugundan tut onun”. O, elini uzatıp kuyrugundan tuttu onu ve yine elinde degnek oldu o. Ta ki atalarının Rabbi, İbrahim’in Rabbi, İshak’in Rabbi ve Yakub’un Rabbi sana gorundugune inansınlar.” (40)

Hava’yı Baştan çıkaran yılan

23

‘’Antik Yunan ve Hellen Kültüründe Yılan, antik Yunan’da sağlıkla özdeşleştirilmiş bir hayvandır. Sağlıkla ilintili olaraksa tıp, yer altı sularının bir şifa kaynağı olarak bitkilere öz verdiği ve bu öz vesilesiyle insanların hayat bulduğu mesleğin adıdır. Bu çerçevede Asklepios, Yunan mitolojisinde tıbbın ve sağlığın Tanrısı olarak bilinir (Campbell, 1995b, s. 190). Apollo ve Koronis’in oğlu; Hygeia ve diğer bazı tanrıların babasıdır. Latince adı Aesculapius olan bu Tanrı, yılanlı asa veya asaya dolanmış yılan şeklinde tasvir edilir. Yılanlar sık olarak kabuk döktükleri ve ciltlerinin altında parlak yeni deriler ortaya çıkardıkları için yenilenmenin sembolü olmuştur. Bu özellikleri dolayısıyla yılan, Yunan mitolojisinde “Caduces” adı verilen bir değneğe sarılmış ikizler olarak tasvir edilir. Kültü antik Yunan’da Epidaurus’ta bulunan bu mitolojik Tanrı, hastaları tedavi etmekle ünlüdür. Efsaneye göre Asklepios, bilge ve nazik Kheiron’dan iyileştirme sanatını öğrenir. Asklepios, bu sanatta uzmanlaşır ve ölüleri bile diriltecek bir bilgeliğe ulaşır. Asklepios’un insanları ölümsüz yapmasından endişelenen büyük Tanrı Zeus, bir yıldırım ile onu vurur. Böylece Zeus, onu küçük bir şifa veya tıp uzmanı haline getirmiş olur. Böylesi mitolojik arka planı olan Asklepios, sağlığı sembolize eden yılanlı değnek motifiyle antik dönemden günümüze kadar önemini korumuştur (Daly, 2004, s. 17).’’ (41)

Page 25: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

Ortadoğu’nun yerli halkı olan Kürtler’in yılan sembolinin kullanımını kimlerden aldığı konusunda ancak spekülasyon yapabiliriz. Mısır’dan Antik Yunan’a, oradan Ön Asya, Sümer, İran ve Hindistan’a dek mitolojik bir simge olarak seçilen yılanın Dersimliler tarafından kullanılıyor olması, sadece sözkonusu halkın köklerinin eski ve diğer komşular ile karşılıklı etkileşim içerisinde olduğuna kanıt olabilir.

Birsel Çağlar Abiha konuyla ilgili şunları söyler:

‘’Annemarie Schimmel’e göre Hıristiyan geleneğinde büyük önem taşıyan yılanlar, İslam’da merkezi bir rol oynamazlar. Kuran, yılana dönüşerek Firavun’un büyücülerinin asasını yutan Musa’nın mucizevi asasından üstü kapalı bahseder; çünkü İslamiyet’te yılan bir zümrüde benzeyen ve şeyhin kör ettiği nefsin simgesidir. Ayrıca tavusun ihmalkârlığı yüzünden küçük bir yılan suretinde cennete girip Âdem ve Havva’yı yasak meyveyi yemeye ikna eden İblis’ ti. Bu sebeple yılan ve akrabası ejderle ilgili anlatılar genellikle İran mitolojisi kökenlidir ve harabelerde korunan hazinelerle ilgili halk inanışlarında yaşamaya devam eder. (Schimmel, 2004: 51.)

Kimi kez kutsal yaratıcı bir tanrı, kimi kez bir şeytan olarak karşımıza çıkan yılanın insanlık kültür tarihine yansımalarını şu şekilde özetleyebiliriz:

Yeryüzündeki kültürlerin çoğunda kötülüğü, olumsuzluğu, maddiliği, toprağı, şeytanı ve nefsi simgeler.

____________________________________________________________________

40) Tevrat, M. Cömert’in çevirdiği ‘’Dersim inancında Yılan ve Tarikat Değneği’’ başlıklı yazıdan alınma

41) Yrd. Doç. Dr. Necati SÜMER Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, DİNSEL VE MİTOLOJİK BİR SEMBOL OLARAK YILAN

24

Uroboros adı verilen kuyruğunu ısıran yılan, kozmik gelişimin devri hareketini; doğum ve ölüm çemberi de denilen reenkarnasyonu (ruhun ölümsüzlüğünü) simgeler. Kuyruğunu ağzına almış haliyle yılan; tam bir daire, bu nedenle de tam bir yaşam ve hareket sembolüdür.

Uzun aylar yeraltında, karanlıklar ülkesinde uyuduktan ya da öldükten sonra yeryüzüne çıkar; gömlek (kav) değiştirir. Bu durum, sembolik olarak, ölüp yeniden dirilmeyi temsil eder. Yılan, diğer canlılardan farklı olarak hem erkek hem de dişi imajını yansıtır. Uzunlamasına görünümü ile fallusu, kıvrılıp dairesel duruma girince de dişiliği sembolize eder.

Psikanalist ekole göre, daha çok fallusu andırdığından erkeksi bir simge olarak algılanır. (Ersoy, 2007: 273.)

Mücadele eden iki yılan doğadaki pozitif ve negatif (yin ve yang) ikili karakteri sembolize eder. Yeraltında, karanlıklar ülkesinde sonsuz hayat ve gençlik bitkisine dokunarak yeniden hayat bulmuştur.

Cennette, ebedi hayat sembolü olan elmayı ilk kadına vererek ona doğurganlık, analık yani hayat verici vasfı kazandırmıştır.

Birbirine dolaşmış iki yılan üreme sembolüdür, iki yılanın bellerinden düğümlenip birbirlerini yutmaya çalışmalarını gösteren hareket Hermes'in işaretidir ve ticareti sembolize eder.

Page 26: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

Düzgün bir halka şeklinde çöreklenmiş haliyle, derisindeki halkalar ile hep açık duran gözünün meydana getirdiği halka ile gözünün içindeki halkalarla büyüleme özelliğine sahiptir. (Salt, 2006: 374-375.)’’(42)

Kürtçe de Yılanların Şahı anlamına gelen Şah Maran

Yılan sembolizmi konusunda gerek web üzerinde ve gerekse mitoloji üzerine yazılmış bütün kitaplarda devasa materyal var. Araştırma yapan kimi yazarlar anlaşılan fazla zahmete kapılmak istrmemişler. Ben de fazla zahmetten kaçınmak için yine Birsel Çağlar Abiha’nın sonuç olarak yazdıklarına yer vereyim: ‘’Yılan hemen her kültürde sihir, bilgi ve ölümsüzlüğün kaynağı olan bir tanrı olarak telakki edilmiştir. Arkaik kültürlerde yılan ölümsüzdür, bereket ve bilgi dağıtır; tüm gücünü ise aydan alır. Binlerce yıl

boyunca yılan, kadın ve büyü sözcükleri birlikte kullanılmış; bu birlikteliğin kaynağı ise ay olarak kabul edilmiştir. Yeryüzündeki bitkiler ve hayvanlar bereket için aya gereksinim duymuş, kültürlerde bu durum bereket tanrılarını simgeleyen öküz boynuzları ile ifade edilmiştir. Yılan bu özellikleri aya; yerle özdeşleştiğinde ise Ulu Tanrıçaya borçludur. Mitolojik anlatılarda bir ay gücü hayvanı olarak karşımıza çıkan yılan, bölgemizde bereket sembolü olarak Şahmaran figüründe hayat bulur. Tarsus başta olmak üzere Anadolu’daki tüm cam altı resimlerde, halk sanatı örneklerinde Şahmaran başında ay şeklindeki tacı, bereketini aydan almış bitki figürleri ve boynuzlar ile tasvir edilmektedir. Bu durum ise arkaik kültürlerdeki ay gizemi tanrıçalarının Şahmaran aracılığı ile hala hayatımızda var olmaya devam ettiğinin göstergesidir.’’ (43)

_________________

42) Abiha Birsel Çağlar, Mİtolojiden Tarsus’a bir sembol: Yılan ve Şahmaran başlıklı yazıdanAbiha Birsel Çağlar, Mİtolojiden Tarsus’a bir sembol: Yılan ve Şahmaran başlıklı yazıdan

25

Yılan sembolizmi ile ilgili zengin literatura rağmen yazarların bu sembolleri tarih açısından yeni Şah İsmail Kızılbaşlığı ile ilişkilendirmiş olması başka halklar adına tarih yazıcılığından başka bir şey olmayıp, benzerlerinden farklı bir şeye hizmet etmiyor. Yılan sembolizminde hareket noktasının sözkonusu halkın özgün tarihi olması gerekli iken, tersine çok sonraları kavramlaşan Kızılbaş ve Alevi terimleri ile o halklardan bağımsız bir tarih yazıcılığına soyunulmuştur. Doğru olan halkların inancını araştırmaktır, tersi inancın halkını yaratmaya hizmet eder ki bu esasen monolotik düşünceye, tekleştirmeye ve tarihi karartmaya hizmet eder. Anlaşılan ‘’Kiştim Mari’nı’’ cansız bir metale, sadece öldürme misyonu olan bir kılıca dönüştürülmemesi için, Reya Heq itiqatının mirasçılarının; dost bildiklerine açık bırakılan arka ‘’Tarikat’’ kapısını iyi kontrol etmeleri gerektmektedir.

Bedir savaşında Ebu Süfyan’a ait olup ganimet olarak Hz. Muhamed’in eline geçen, oradan da hediye olarak Ali’ye ve sonrada Abbasi halifelerine geçen Dhu-l-fikar (Zülfükar) adlı kılıcın dahi günümüzde bir çok Alevi çevre tarafından yüceltildiğini düşünürsek (44). Seyit Aziz tarafından, Peygamber Hz. Muhammed ve Ali kültünün merkezde olduğu Ehli Beyt söyleminin öne sürülmüş olmasına rağmen, bunun fazla rağbet görmeyip ‘’Tarik’’ ile ayin edilmeye devam ediliyor olması ilginç bir durum oluşturuyor. Bu , en azından Ehli Beyt dışında daha mühüm bazı şeylerin olduğuna delalettir. İnsan’ın sembol olarak seçilmesi Dersimliler’in mensubu olduğu Aryan (İran)-Kürt eski inançları ile uyuşmuyor (Buna dualist olan Süryani/Arami Mandean klisesini de katmak gerekiyor): Zira iyilik ve aydınlık Tanrısı Hürmüz ile kötülük ve karanlık Tanrısı olan Ahriman ikizdirler. Dolayısı

Page 27: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

Tanrı’dan geldiği var sayılan insanoğlu iyilik ve kötülük gibi karanlık ve aydınlık ‘ikizleri’ kendi içinde barındırıyor.

Tasavufta’ki, ve dolayısı ile Alevilik’teki; Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat; kurallar dahilinde tarikat denilen kurumlar vasıtası ile nefsin terbiyesi ile insanın ahlaken ve bilgi olarak yücelmesini amaçlar. Burada sadece müsbet bilimlerle sınırlı olmayan eğitim önemli bir olgu olarak öne çıkıyor; hakikat’e erenin böylece Tanrı ile bütünleştiğine inanılıyor.

Yılan sembol olarak; Zülfükar’dan , Kızıl başlıktan ve Alevi isminden çok daha eskidir. Dersimliler’in parçasını oluşturdukları Kürtler’de bir çok halk gibi eski bir geçmişe sahiptir. O nedenle Dersim’li de diğer Ortadoğu insanları gibi neden aynı şeyleri his etmesin? Dersimli için yılan pekala kötü ve iyiyi içinde barındıran düalizm içeren inançları için ürkütücü bir örnek olabilir. Hastalar ondan derman arar iken, günahkarlar korkuya kapılabilir. Yaşama dönmek özlemi içerisinde olanlar onun gibi ‘don değiştirmeyi’ arzulayabilir. Kendisine gücünü Tanrı’dan alan bir kişi, bir Avatar gözü ile bakılan Şeyh; yılan sayesinde otoritesini kabul ettirebilir. Mısır’dan, Sümer, İran, Hindistan ve Antik Yunan’a dek bizi çevreleyen bütün halkların kullandığı mar sembolizminin kimden bize geçtiğini bilmiyoruz. Bu fazla önemlide değildir. Kürtler’in bu tür sembolleri kullanması bölgedeki bir çok antik kültür ile hemsal olduğunu gösterir.

Daha öncede değindiğimiz gibi gerek Kızılbaşlık ve gerekse Alevilik yılanın sembol olarak kullanılmasına göre çok yenidir. Alevilik isminin yaygın olarak kullanımı, İttihat Teraki politikasının bir gereği olarak; çeşitli eğilimleri merkeze yaklaştırmak için yaygınlaştırılır. Kızılbaşlık; Sincarlı bir Kürt olan Şeyh Safi’nin, kırmızıya önem atfeden Mazdakçı Huremi hareketi mirasının bulunduğu Erdebil’de tekkesini açması ile, bu rengi araç olarak kullanmanın kitle psikolojisi açısından yararlı bulunması neticesinde ün kazanıyor.

_____________________

43) Widengren Geo, Muhammed hayatı ve inancı: Stockholm 1950, s.211

26

Bahreyn ve Lübnan’dan getirtilen Şii imamların katkısı ile benimsenen 12 imamcı şii teolojinin temsili ile de benimsenen ‘12 dilimli kızıl başlık’ esasen askeri birlikler içerisinde kullanılıyor olup resmi ünüformanın bir parçasını teşkil ediyordu. Sivil halkın ‘’Kızılbaş’’ olarak tanımlanması, esasında sivil halka askeri güçler nazarından bakan, bugün de çeşitli saikler ile devam ettirilen anlayışın ürünüdür.

Yeterince uzayan yazıyı daha fazla uzatmadan, sözü Simon Sebag Montefiore’ye bırakayım:

‘’Küçük bir krallığın başkenti olan Davud’un küçük cıtadel'inin dünyanın dikkatini çekeceği konusunda kesin bir beklenti yoktu. İronik olarak Nebuchadnezzar'ın Jeruselam (Kudüs)’ü yıkması kutsallık şablonunu oluşturacaktı, çünkü bu felaket ile Yahudiler Zionun ihtişamını yazmaya başladılar.. Bu türden katalizatörler, genellikle halkların tarihten silinmesi ile sonuçlanmıştır. Fakat Yahudiler’in coşkun bir şekilde hayatta kalması, onların inatla kendi Tanrı’sına kendilerini adaması ve her şeyden önce, kendi versiyonları bir tarihi Tevrat’da yazıya dökmüş olmaları sayesinde Kudüs kutsallık şöhretine kavuştu. Tevrat Yahudi devletinin ve mabedinin yerini alarak, Henrich Heine’nin deyimi ile , ‘Yahudilerin taşınabilir anavatanı, Portatif Jerusalem’ halini aldı. Başka hiçbir şehir kendi kitabına sahip değil ve başka hiçbir kitap bir şehirin kaderini bu şekilde yönlendirmedi.’’ (44)

Page 28: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

‘’Kiştim Marı’’, Êzîdîler’în yazılı Kûrtçe kutsal kitabi kadar olmasa bile, yine de Dersimliler’in sözlü tarihinin ‘’kayıt edildiği’’ taşınabilir (portatif) ‘’anavatanları’’ idi, çünkü onda bütün bir halkın sözlü hafızası saklıydı. 1938 Dersim katliamı ile o zamanki Dersimliler’in; ‘’büyüklerimizin mukkades birer yâdigarıdır ‘’ dedikleri ‘asası’ elinden alınan halkın geçmişi ile bağı koparıldı. Davud asasız bırakıldı! Davud’un yılanı öldü! Onsuz Davud İsrail halkının birliğini nasıl sağlıyabilirdi?

O nedenle ‘’Tarik-Pençe kavgası’’ madolyonun görünen yüzüdür; öteki yüzde ise İsmet İnönü’nün 21 Ağustos 1933 Şark Seyahati Raporunda ifade ettiği ‘’ Dersim vilâyetinin teşkili ile askerî bir idare kurulması ve Dersim ıslahının programa bağlanması lâzımdır’’ fikri gizlenmektedir.

Özgür Vatan’ın dediği gibi ‘’ Cumhuriyetin ilanından sonra -kabaca 1940'ların başında- Kiştim köyünde Kiştim Marı ile ibadet olayı bitmiştir’’

Sadece o değil, 1921 Koçkıri Katlamı sonrası Seyit Aziz’de derdest edilerek Haydar Beg ile birlikte Sivas Divanı Harb’te idam cezası ile yargılanacaktır.

Ve neticede Kürt Reya Heq Aleviliğinin yerine ikame edilen devletin minare ve karakollarının sayısı artmış; ‘’küstüm’’ kelimesini bu tarihlerde duyan halk, korkunun kudreti sayesinde yabancıya ait yeni sahte bir ‘’Kiştim’’ hikayesi yaratmıştır. ‘’Kiştim Evliyası’’ yerini insan suretinde yeni kültlere bırakmıştır.

Araştırmacının görevi gerçeğin peşinde koşmaktır. Hakikata sadece çaba göstermek ile değil, niyet etmekle ulaşılır. Hakikatı aramak en değerli ibadettir.

__________________________________________________________

44) Montefiore Simon Sebag Jerusalem: 2011, s. Xxviii)

Not: Bu yazımda aydınlanmaya karşıymışım gibi bir sonuç çıkarılmasın. Ben asimilasyoncu olmayan, halkların kendi kimlik ve geçmişi ile ilişkilerinin korunduğu organic bir aydınlanmadan yanayım. Ret ve İnkar politikaları aydınlanma değil, aksine gerçekleri karartmaktır.

27

KAYNAKLAR

Aksüt Hamza, Aleviler: Yurt Kitap 2012 Arık A. Selahattin, Aryan İnançlar ve Rêya/Raa Heqiye Armstrong Karen Tanrı’nın Tarihi: Pegasus Yayınları 2017 Bayrak Mehmet, Alevilik ve Kürtler: Özge yayınları 1997 Berghs, Religions Boken Bidermann Hans, Symbol Lexikonet, Bokförlaget Forum, Stockholm,

1991 Birsel Çağlar Abiha konuyla ilgili ‘’Mİtolojiden Tarsus’a bir sembol: Yılan ve Şahmaran Deniz Dılşah: Yol/Rê: Dersîm Înanç Sembolîzmî Dersimi Nuri: Hatıratım, Doz Yayınları 1997 Dersimi Nuri: Kürdistan Tarihinde Dersim, Doz yayınları 1996

Page 29: doccdn.simplesite.comdoccdn.simplesite.com/d/d7/8d/285134157300993495/faea7ddc... · Web vieweğri vaziyetler alıyor; cemaatı heyecana getiriyor ve bazende sahibini yerlere deviriyor

Cömert M. Dersim’de Yılan sembolizmi ile ilgili http:/zazaki.de/zazakide/itiqad/mcomerd-yilanvetarikat.htm

Doç. Dr. Necati SÜMER Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, DİNSEL VE MİTOLOJİK BİR SEMBOL OLARAK YILAN

Fontanille-Klock İsabella, Hititler: Dost, Ankara, 2005 Gürbey Hüsnü: Kızılbaşlık Kökeni Evrimi ve Felsefesi, Pêri Yayınları 2016 Jo Durden Smith, Buddhism: Eagle Editions ltd 2004 İzady R. Mehrad, A Conciese Handbook The Kurds 1992 Kemali Ali, Erzincan, Erzincan: Kaynak Yayınları,1992 Leeming David, World Mytology, Oxford University Press: Newyork 2009 Montefiore S. Simon, Jerusalem The Bıography 2011 Nabarz Payam, The Mysteries of Mithras: Ph.D 2005 Özgül Vatan, Kiştim Marı (Evliyası) ve Tarîk-Pençe Kavgası Waterhouse W. John, Zoroastrıanısm; The Book Tree 2006 Widengren Geo: Religionens värld, 1953 The Cambridge History of İran 3(2) and 4 Yıldırım Rıza, ‘’ Kiştim marı: Dersim Yöresi Kızılbaş Ocaklarını Hacı Bektaş

Evladına Bağlama girişimi ve Sonuçları’’.