89
Bir Ağacın Dalları Akrabalar 44 06 Sivas’ta Bir Kur’ân Adamı İhramcızâde 118 Dergisi Hediyesi... AĞUSTOS 2010 Fiyatı: 7 TL AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

  • Upload
    others

  • View
    32

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

AY

LIK

İLİM

- KÜ

LT

ÜR

VE

ED

EB

İYA

T D

ER

GİSİ

UST

OS 2010

118

Bir Ağacın Dalları Akrabalar4406 Sivas’ta Bir Kur’ân

Adamı İhramcızâde

118

Dergisi Hediyesi...

A Ğ U S T O S 2 0 1 0Fiyatı: 7 TLAYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Page 2: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Başyazı Sebahaddin ATEŞ

İnsan-ı Kâmİl

Perfect Human Being

İnsanı yaratılanların en üstünü kılan ve en güzel biçimde yaratan Allah (c.c); fert ve toplumun hu-

zuruna yönelik, Peygamberleri aracılığıyla bir takım emir, uyarı ve hatırlatmalarda bulunmuştur. Pey-

gamberler örnek insan modelleri olarak, gönderildikleri toplulukları iyiye, güzele, hak ve hukuka riaye-

te; kısaca örnek birey, temiz toplum olmaya çağırmışlardır.

Peygamberimizin ahlakını kendilerine şiar edinen insan-ı kâmiller, manevî önderler olup, insanla-

rı huzura, mutluluğa ulaştırmaktadır. İnsanların gönlünde maneviyatın yücelmesi, inancının iyice yer-

leşmesi, kötü duygu ve düşüncelerden arınmış kalp sahibi olmalarının sağlanması açısından seçkin

önderlerin toplum hayatındaki rolleri çok büyüktür.

Tasavvufî atmosferde yetişen, manevî pınarlardan içen, Allah’ın sevdiği ve sevdirdiği seçkin kullar,

nefsini bilerek, Allah’ı bilir ve marifetullaha ulaşır. Her zaman ve her işte O’na tevekkül eder, Allah’a

karşı hesap verme sorumluluğu bulunduğunu bildiği gibi etrafındakilere de hatırlatır. Allah’ın; yaptı-

ğı şeylerden haberdar olduğunun bilinci içerisindedir.

İnsan-ı kâmilin terbiyesinden geçmeyen topluluklarda, fertler birbirlerine endişe ve güvensizlik

duygusu ile baktıklarından, o toplumda huzur ve saadetin varlığından söz edilemez hale gelir. İnsan-ı

kâmil, yaşadığı çağa ve insanlık âlemine güven dolu, huzurlu bir hayatın nasıl sürdürülebildiğini göste-

ren örnek şahsiyettir. Seçkin şahsiyetler sade bir vatandaş gibi toplum içerisinde hayatını sürdürürken,

etrafındaki insanlara topluma karşı yükümlülükleri olduğunu da hissetirirler. Birlikte yaşayan insan-

ların, birbirlerinin hak ve hukukuna saygı duymalarını ve böylece toplumun huzurunu tesis ederler.

20. yüzyılda Anadolu’dan, dünyaya manevî ışıklar saçan örnek insanlardan biri de, İhramcızade İs-

mail Hakkı Toprak (k.s) Hazretleridir. Vakfımızın kurucusu Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)’nin

manevî üstadı olan bu yüce şahsiyetin örnek kişiliğini ve hayatını konu edinen makalelerle, onu ahire-

te yürüdüğü (2 Ağustos 1969) bir zaman diliminde minnet ve şükranla anıyoruz. Seçkin silsilenin de-

vam ettiğini, etrafına saçtığı ışıkların sönmediğini, hizmetlerle gönülleri fethettiğini gördükçe, bu gül

bahçesinde her dem taze güllerin açacağına olan inancımızı muhkemleştirmiş oluyoruz. İhramcızade

ve Hulûsi Efendi Hazretlerinin yolundan devam eden gül kokulu bir üslup ve manevî anlayışın güzel-

likler numunesi olarak daima örnek olduğunu, bundan sonra da örnekliğinin devam edeceğini vurgu-

lamakta fayda görüyoruz.

Erenlere selam olsun…

The prophets, as perfect role models, summon people that they were sent to the beauty, honesty,

righteousness and to being a role model as an individual and community.

In the 20th century, İhrmacızade İsmail Hakkı Toprak was among those people as a spiritual lead-

er and role model for everybody around. With the articles in this volume, we would like to commemo-

rate him as the spiritual master of Osman Hulusi Efendi, the founder of foundation, and mention his

perfect personality, in the time period that he passed away (August, 2, 1969). Upon seeing the succes-

sors and their services for the human being, winning the people’s hearts, our belief that there will al-

ways be roses like them strengthens.

Page 3: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

SOMUNCU BABA / AYLIK İLİM - KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır

Kurucusu A. Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

YIL: 17 SAYI: 118 Ağustos 2010 Basım Tarihi: 01 Ağustos 2010

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına

İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Sebahaddin ATEŞ

Yazı İşleri Müdürü Hulûsi YAYLA

Yayın Editörü Musa TEKTAŞ

Kapak Sivas Selçuklu Parkı

Sivas Belediyesi Basın Müşavirliği Arşivi

Yapım ARTWORKS

www.artworks-tr.com

Genel Sanat Yönetmeni İlhan SOYLU

Sanat Yönetmeni Şenol GÜRSOY

Tashih Ali YILMAZ - Vedat Ali TOK - Yusuf HALICI

Arşiv Muharrem AKIN

Abone Ziya TOKSÖZLÜ

Reklam Yusuf YILMAZ

Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 www.somuncubaba.net - [email protected]

Dağıtım Kültür Dergi Dağıtım

CTP - Kalıp Çıkış Bizim Repro: (312) 341 10 20

Baskı & Üretim Kozan Ofset

Büyük Sanayi 1. Cadde Arpacıoğlu 2 İşhanı 95/11 İskitler / ANKARA Tel: (312) 384 20 03

Tek Sayı : 7 TL - Kurum Abone : 120 TL

1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 70 TL Avrupa 1 Yıllık Abone : 72 EURO Avrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO

Avrupa Harici Yurtdışı Abone : 102 USD Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068

Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN – TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01

Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111

Gönderilerin abone adına yatırılması gerekmektedir.

SİVAS’TA BİR KUR’ÂN ADAMI İHRAMCIZÂDE (K.S.)

Ali AKPINAR

İşte kahramanımız da Hz. Peygamber’in sünnetine sıkı sıkıya bağlı, ruhsatlardan çok azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı.

06

SOMALİ DİASPORASIYLA MİNNESOTA

Fatih ERKOÇOĞLU

Pensilvanya hudutları içerisinde sık sık yol kenarlarında geyik ölülerinin yer aldığı geniş otoban yolda uzun süre yolculuk ettikten sonra ilk durağımız olan Columbus şehrine ulaştık.

48

Bir Ağacın Dalları Akrabalar4406 Sivas’ta Bir Kur’ân

Adamı İhramcızâde

118

Dergisi Hediyesi...

A Ğ U S T O S 2 0 1 0Fiyatı: 7 TLAYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

İHRAMCIZÂDE İSMAİL HAKKI TOPRAK - Âşık Osman FEYMÂNÎ (11)

eL-ALİYY - Ramazan ALTINTAŞ (12)

KUTLU AĞUSTOS - M. Nihat MALKOÇ (27)

İHRAMCIZÂDE HAZRETLERİNE YAZILAN ŞİİRLER - Musa TEKTAŞ (28)

TATİL Mİ? - Abdullah KAHRAMAN (32)

HAYIR VE ŞER ALLAH’TAN - Metin ÖZDEMİR (36)

GİZEMLİ GÜZEL - Ahmet Süreyya DURNA (39)

HAZRET-İ PEYGAMBER (S.A.V.)’İN KABİR TOPRAĞI - Resul KESENCELİ (40)

BİR AĞACIN DALLARI AKRABALAR - Mehmet Zeki AYDIN (44)

MUTLULUK ARANIR MI? - Sefa SAYGILI (54)

İSMAİL HAKKI TOPRAK (K.S.)’IN TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ - Halil İbrahim ŞİMŞEK (58)

ADANA 0 322 457 66 54ALANYA 0 242 518 26 18AMASYA 0 533 681 33 82ANKARA 0 312 324 40 75 ANTALYA 0 530 328 82 86BARTIN 0 378 227 30 64BOLU 0 374 217 42 02BURSA 0 532 766 92 56ÇAYCUMA 0 372 615 19 21ELBİSTAN 03444150188G.ANTEP 0342 321 43 34GEREDE 0 530 512 33 10GÖLCÜK 0 216 344 45 30 İSKENDERUN 03266157356İSTANBUL 02164720892

İZMİR 02324359091K.MARAŞ 05446904567KARABÜK 0 542 240 67 63KAYSERİ 03523360329KONYA 0 332 233 38 74MALATYA 0 533 331 88 13MERSİN 03243363109OSMANİYE 03288462139SAKARYA 0 264 339 2365SAMSUN 0 362 238 79 79SİVAS 03462220846TOKAT 0 356 212 24 63TURHAL 0 356 275 86 00TÜRKELİ 03686712450ZONGULDAK 03722532474

Page 4: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

MEKTÛBÂT’DA İHRAMCIZÂDE İSMAİL HAKKI TOPRAK (K.S.)

TASAVVUFA YÖNELİK İÇ TENKİT

Mehmet AKKUŞ

Osman Hulûsî Efendi’nin Mektûbât’ında yer alan 66 mektuptan 3 tanesi doğrudan şeyhi İhrâmcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi’ye yazılmıştır.

16 22

TARİH EDEBİYAT İLİŞKİSİ

HAYAL

Melike GÜNYÜZ

Tarihle edebiyat arasındaki ilişki iki türlüdür. Birincisi geçmişte yazılmış edebiyat metinlerinin bugün yorumlanmayı bekleyen birer tarihî belge olmaları durumu.

Raziye SAĞLAM

Muhtarın odasına girerken duyduğu yufka ekmek kokusuyla birden kendine geldi. Muhtar taze ekmek, peynir, karpuz yiyordu. Arif çok acıkmıştı, ama önce telefon etmeliydi.

66 80

KÂBE’NİN ETRAFI - Enbiya YILDIRIM (62)

ÜÇ BÜLBÜLDEN GÜLLERİN EFENDİSİNE - Vedat Ali TOK (68)

KİTAPLIK (71)

ÂMİR B. ŞEHR - Bünyamin ERUL (72)

KIRK HADİS (73)

ÖĞRENMEYİ ÖĞRENEBİLMEK - M. Emin KARABACAK (74)

SİVAS VELİLERİ - Yusuf HALICI (76)

SIR BENİM... - Rıfat ARAZ (79)

BESİN ZEHİRLENMESİ NEDİR? - Akın DİNDAR (84)

KAYISI - Şifalı Bitkiler (86)

PİLİÇ SARMA - Mesude SARI (87)

Kadir ÖZKÖSE

Gönlün sınır tanımaz dünyasında yaşanan nüktelerle, dinin esasları arasındaki hassas dengeyi gözeten sûfîler, bu konuda meslektaşlarını sürekli ikaz etmişler.

Page 5: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 20104

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

Kırkikinci Mektup

Mektûbât-ıHulûsî-i Dârendevî

Page 6: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

5

Rahman’ın tecelligâhı olan gönlümüzde samimi bir sevgiyle dolaşma şe-

refine sahip olmanız size saadet olarak yetmez mi? (Mutluluğunuz için yeter-

li değil midir?) Benden ne iyilik bekliyorsunuz? İki dünyasını heba etmiş zelil

ve fani bir kulum. (Her iki dünyasını da yokluğa, hiçliğe veren hakîr bir kulum

.) Allah’ın inayet (İyilik) kapısına kul olmayı iki dünya mutluluğuna değiş-

mem. (Hizmeti, kulluğu iki cihana bile değişmem.) Şu hakîr bendelerini ilti-

fat nazarlarına almasalar bile, ihlâs ile onun kapısının dilencisi/kölesi olmayı

katkısız, hâlis lütuf bilirim. Gözlerim, onun güzel hayallerinin hasretiyle, gön-

lüm ona kavuşma isteğiyle geçirdiği anları tarif edemez. Tarifi mümkün değil.

Senin davan-fikrin-, muhabbet yolunda bizden ayrılmamak üzere sabit ol-

man idi. Sevgide, sohbette bizi terk etmemek idi. Vefa bu mu? Gözlerimiz

yolda, sürekli beklemek olursa bu mürüvvet olur mu? Ne mertliğe sığar, ne in-

safa… Aşk kervanı yârin/dostun diyarına gidiyor/gitti. Bu elemli yolda yârsız,

yalnız kalırsan ne olur? Halin nice olur? Halini anlamaz kimse. Halden anla-

mazlar. İyice toparlan ve diril de öyle gel. (Sen dostu görmezsen, gönlün hoş

olmaz. İyice dostsuz kalmadan gözünü aç, kendine gel, dosta gel.)

Not: Bu mektubun birinci kısmı Balabanlı Ömer Koçer’e, ikinci bölümü ise

H. Muhiddin Tütüncü’ye yazılmıştır.

Güncelleme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN

Page 7: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 20106

İlim ve Hayat

Ali AKPINAR*

sİVas’Ta BİR KUR’ân aDamısİVas’Ta BİR KUR’ân aDamı

(K.s.)İHRamCıZâDEİHRamCıZâDE

Page 8: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

7

Son dönemde

Sivas’ta yetişmiş

örnek şahsiyetler-

den biri de İhramcızâde İsmail

Hakkı Toprak’tır. “Anadolu’da

tasavvufu canlandıran adam”,

“Kasketli Şeyh” diye anılan

İhramcızâde’yi de biz bu özel-

liklere büyük ölçüde haiz biri

olarak görmekteyiz. O karşı-

mızda Rabbine karşı görevle-

rini layıkıyla yerine getiren bir

Hak adamı; sevgisiyle gönül-

lerde taht kuran bir gönül ada-

mı; içerisinde yaşadığı toplu-

mun derdiyle hemdert olan,

onların hüzün ve sevincini pay-

laşan, onlarla birlikte yaşayan

mütavazı bir halk adamı; ilim-

irfan-ihlâs ve eylem adamı ola-

rak durmaktadır.

Onunla ilgili yazılanlardan

anladığımız kadarıyla o, anne-

si Aişe Hanım’ın hayır duala-

rı üzerine temeli hacda atılmış

hayırlı bir evlattır. Yetiştiği dö-

nemin mekteplerinde okumuş,

Kâdirî, Rufâî, Şâzelî, Sa’dî ve

Bedevî tarîkatlarından icâzetli

“Arap Şeyh” nâmı ile maruf

Seyyid Abdullah el-Mekkî Rufâî

Hazretlerine yedi yıl hizmet

ederek onun ve Tokatlı Musta-

fa Hâkî Efendi’nin; onun vefa-

tından sonra da Mustafa Takî

Hazretlerinin irfân sofrasında

yoğrulmuştur.

Onun hayatında her zaman

şerîat öncedir, din hâkimdir. O,

hayatını dinin ölçüleriyle şekil-

lendirmiştir. Zira dine göre, din

devre dışı bırakılarak bir yere

varılamaz.

Tokat’ta Müskirat Memur-

luğu, Sivas’ta Düyûn-i Umumi-

ye Memurluğu ve Cedid Tuzla-

sında Müdürlük yaparak elinin

emeği ile maîşetini temin et-

miş bir kimsedir. 1931 yılın-

da emekli olduktan sonra Çitil

Han’da bir süre komisyonculuk

yapmış, bu suretle elde ettikleri

gelirini de insanların hizmeti ve

ihtiyaçları için sarfetmiştir.

Ulu Cami’nin tamir ve iba-

dete açılmasına (1955–1966)

önderlikle birlikte, Sivas

İmam Hatip Lisesi’nin açılma-

sı (1958–1962), Hoca İmam

Camii’nin minaresinin tami-

ri, Hayırseverler Camii (1962),

Sofu Yusuf Camii, Serçeli Ca-

mii, Dikimevi Camii, Zara Cen-

cin Köyü içme suyu ve köprü-

sü, Tozanlı Köprüsü (1943) ile

Sivas ve çevresinde muhtelif

sebil çeşmelerinin yapılması-

na da önderlik etti. Yüzden faz-

la (106 veya 154) eserin yapım

ve tamiratına vesile olmuştur.

Bu maddî eserlerin imarı ya-

nında Cumhuriyet dönemi Si-

vas insanının ve manevî hayatı-

nın inşasında Hazretin ayrı bir

yeri vardır. Onun Yare Yadigâr/

Mevlid-i Nebî adlı (mürşi-

di Mustafa Takî Efendinin

mensûr mevlidinin 191 beyitlik

manzum şekli) eseri dışında ya-

zılı eseri yoksa da o, pek çok ki-

şinin yetişmesine ve istikamet-

te kalmasına vesile olmuştur.

Onun bu eserlerinin başında

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efen-

di gelir.

İhramcızâde, bir çocuğu-

nun dışında beş çocuğunun ce-

nazesinde bulunmuş, hayatın

“İşte kahramanımız da Hz. Peygamber’in sünnetine

sıkı sıkıya bağlı, ruhsatlardan çok azimetlere sarılan,

lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere

düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı.

Onun ibadetlere düşkünlüğünü, vefatından hemen

önce söylediği “Namazınızı kıldınız mı?” sözü

özetlemektedir.”

Page 9: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 20108

cilvelerini birebir yaşamış bir

ermiş kişidir. 90 senelik bere-

ketli bir ömür sürmüş ve öm-

rünü insanlığın hayır ve sala-

hına adamıştır.

Soyadı kanunu ile birlik-

te aldığı Toprak soyadı onun

mütevazılığına; çeşitli vesi-

lelerle kullandığı Garîbullah

(Allah’ın garib kulu) ve

Karîbullah (Allah’a yakın)

mahlasları ise onun irfan yo-

lunda aldığı mesafelere işaret

etmesi bakımından anlamlı-

dır. O, çok konuşmayan, hele

gereksiz hiç konuşmayan, ama

oturuşu, duruşu, mahcup tav-

rı ile kulakları hikmete doy-

muş ancak gözleri hikmete aç

insanlar için canlı bir örnek-

ti. Bütün bunlara rağmen o,

“Gardaşlarım! Adam olama-

dık, adam olmak meğer ne zor

imiş.” diyerek mütevazılığını

ortaya koyarak herkese örnek-

lik etmiştir.

Yukarıda verdiğimiz bilgi-

lerden ve örneklerden anla-

şılacağı üzere Kur’ân’a göre

tarihe mal olmuş gerçek kahra-

manlar, adam gibi adamların

temel özellikleri ışığında ko-

numuz olan İhramcızâde’nin

hayatını inceleyecek olursak

şunları söyleyebiliriz:

Söz konusu ettiğimiz örnek

şahsiyetler, her şeyden önce

Hakk’ın adamıdırlar. O’nun

için yaşamayı ve O’nun için öl-

meyi kendilerine şiar edinmiş

adanmış şahsiyetlerdir, amel

defterlerine sürekli sevap yaz-

dıran vakıf insanlardır.

Onlar, her şeyden önce Yüce

Yaratıcı’ya karşı görevlerini la-

yıkıyla yerine getirmeye çalışır-

lar. İbadetlerini aksatmazlar,

farzlarla yetinmeyip nâfilelerle

O’nun katında değerlerini ar-

tırmaya çalışırlar. O’nun hatı-

rını ve hakkını her şeyden üs-

tün tutarlar. İhramcızâde’nin

bu konudaki tavsiyesi şudur:

“Allah’ın rızasını kazan, gönlü-

nü yap, işini O’na gördür. Neyi

seversen onunla kalırsın, ne ile

meşgul isen, o olursun!”

Onlar, İlim ve İrfan Aşığıdırlar

İman ve amellerini bilgi te-

meli üzerine inşa edenler, ilim

ve ehline sevgi ve saygıyı, onla-

ra hizmeti her şeyin önüne ge-

çirenlerdir. Zâhirî ilimler ya-

nında bâtınî ilimleri, maddî

ilimler yanında mânevî ilimle-

ri de ihmal etmeyip tek kanat-

la uçulamayacağının farkında

olan zü’l-cenaheyn/iki kanatlı

olanlardır. İhramcızâde’nin bu

konudaki düsturu, sohbetle-

rinden seçtiğimiz şu sözleridir:

“Şerîatı gözetiniz, şerîatı ol-

mayanın tarîkatı olmaz… Bizim

yolumuzun evveli şerîat, orta-

sı tarîkat, âhiri yine şerîattir…

Tasavvuf, yok olup, sonra var

olmaktır… Her halini huzur,

ibadetini kusur, her gördüğü-

nü Hızır bileceksin…

Bakarsınız bazı kişiler

tarîkata giriyorlar. Çok geç-

meden acâibden, garâibden

bahsetmeye kalkışıyorlar.

Kendilerinin bir adam olduk-

larını zannediyorlar. Fakat bü-

yük kim, küçük kim, o sonra

belli olur…

İnsan, Muhammedî ahlakla

ahlaklanmalı. Kuldan istenen

budur. İnsan ile ebedî âleme

gidecek olan da budur…

Gardaşlarım! Bizim

tarîkatımız ne kadar büyürse

büyüsün, ne kadar incelirse in-

celsin, şerîattan kıl kadar ayrıl-

masına imkân yoktur…

Şerîatta kıl kadar noksanı

olanın, havada uçtuğunu gö-

rürseniz, vurup kanadını kırın!

İstidractan başka bir şey değil-

dir!

Şerîat, bir dervişin başının

tacı, sırtında abası ve elinde

asası gibidir…

En faziletli ilim ilm-i hâl, en

faziletli amel huzûr-ı hâldir…

Kul râh-ı Hak’ta buluna,

Rahîmdir Allah kuluna…

“Onların hayatında ilim, mâlûmat sahibi olmaktan

ibaret değildir. Onlara göre ilim, eyleme dönüştüğü

ölçüde anlamlı ve değerlidir. Eyleme dönüşmeyen ilim,

sahibinin omuzlarında bir yüktür.”

Page 10: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

9

Kerâmet, insanı yoldan geri

koyar… Mürşid-i hakîkî, Allahu

Teâlâ’dır…”

Onlar İlmi Eyleme Dönüştürenlerdi

Onların hayatında ilim,

mâlûmat sahibi olmaktan iba-

ret değildir. Onlara göre ilim,

eyleme dönüştüğü ölçüde an-

lamlı ve değerlidir. Eyleme

dönüşmeyen ilim, sahibinin

omuzlarında bir yüktür. Bunun

için onlar, ilimle eylemi birlikte

götürenlerdir. İşte kahramanı-

mız da Hz. Peygamber’in sün-

netine sıkı sıkıya bağlı, ruhsat-

lardan çok azimetlere sarılan,

lüksten uzak sade bir hayat ya-

şayan, nâfile ibadetlere düşkün,

dilinden zikir düşmeyen bir

takvâ adamıydı. Onun ibadet-

lere düşkünlüğünü, vefatından

hemen önce söylediği “Nama-

zınızı kıldınız mı?” sözü özetle-

mektedir.

Onlar İhlâs Adamıdırlar

Onlar yaptıkları her şeyi

Allah için yapmayı şiar edin-

mişlerdir. Çünkü onların nez-

dinde Allah’ın rızası, O’nun

hatırı, O’nun hoşnutluğu her

şeyin önünde ve üstündedir. O

bu yoldaki yolculuğunu “Sen

seni sevdiğinle bil. O seninle-

dir” düsturu ile gerçekleştir-

miştir.

Onlar insanlık sevdalısıdır-

lar. İnsanlığa hizmeti kendileri-

ne düstur edinmişlerdir. Hatta

başkalarını kendilerine tercih

etmeyi hayat tarzı edinmiş, baş-

kalarına hizmet ederken çoğu

zaman kendilerini ihmal eden

erlerdir. Onun bu konudaki il-

kesi, “Muhabbeti olan hata gör-

mez, görse de göz yumar.” sö-

züdür. Onun Kasketli Şeyh diye

anılmasına sebep olan kasket

giymesini, iaşesini temin etmek

için görevlendirildiği müskirat

(tekel) memurluğunu, ayyaşla-

ra ders veren, gayr-i Müslim-

lere yardım eden şeyh oluşu-

nu onun yaşadığı şartları ve bu

şartlara göre geliştirip uygula-

dığı siyaseti göz önünde bulun-

durularak değerlendirilmelidir.

Onlar Hayırda Öncüdürler

Önden giden atlılardır on-

lar. Herkes inkâr ederken iman

Asla

n TE

KTAŞ

Page 11: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201010

edenlerin ilki onlardır. Herkes

yanlış yaparken doğru yapan-

lar, kötülüğe iyilik etmeyi er-

dem sayanlardır. Herkes uyur-

ken uyanık olanlar onlardır.

Herkes dururken, hareket ha-

linde olanlar onlardır.

Onlar halk adamıdırlar.

Halkın içinde yaşayan, onların

derdiyle hemdert olan, onların

sevincine ortak olan vefakâr ve

fedakârlık önderleridirler.

Onlar hayattan ve halk-

tan kopuk değildir-

ler. Yaratılan her

şeye değer verirler

ve Yaratandan

ötürü yaratıla-

nı hoş görürler.

Onun bu konu-

daki düsturu şu

sözdü: “İdare il-

mini öğrenin, in-

san kızınca şeyta-

nın malı olur”. O,

politikanın netameli

gidişatı karşısında, “Gar-

daşlarım! Herkesin bir siya-

seti vardır. Bizim siyasetimiz

siyasete karışmamaktır. Bu da

ayrı bir siyasettir.” diyerek şah-

siyetli bir duruş sergilemiştir.

Onlar Zor Zamanların Adamıdırlar

Herkesin yanlış yapmayı

alışkanlık haline getirdiği za-

manlarda doğruların öncüle-

ridirler. İstikamette kalmaya,

hakkı haykırmaya kimsenin

cesaret edemediği anlarda

Hakîkatin tellalıdırlar. Allah

demenin suç sayıldığı dönem-

lerde Allah’a çağırmayı görev

addeden kimselerdir. İrşad fa-

aliyeti yapa geldikleri tekkeler

kapatılınca yeryüzünü dergâh,

gökyüzünü o dergâhın kubbe-

si, semadaki yıldızları ise mek-

tebinin kandilleri olarak göre-

rek durup dinlenmeden yoluna

devam etmiş kahramanlardır.

Onlar hayrın, iyiliğin ve güzel-

liğin öncüleridir. Bu konuda hiç

kim

seyi beklemeden, hiçbir enge-

le aldırmadan canları, malla-

rı ve rahatları pahasına öne çı-

kanlardır.

Onlar da Bizim Gibi İnsandırlar

Sergiledikleri bu kahraman-

lıkları birer insan olarak ger-

çekleştirdikleri için bizlere ör-

nektirler. Onlardan pek çok

kerâmet sâdır olsa bile, onla-

rı yaşanamaz hayatın adamları

olarak tanıtmak doğru değildir.

Zira asıl kerâmet istikamette

olmak, istikamet üzere kalmak,

başkalarını istikamette tutmak

ve istikamete yöneltebilmektir.

Onlar, olgunlaştıkça tevazu

kanatlarını yere indiren kim-

selerdir. İhramcızâde, bu özel-

liğini şu şekilde itiraf ediyor-

du: “Gardaşlarım! Soyadımızı

‘Toprak’ koymuşlar, ama topra-

ğa bakıyorum da utanıyorum.

Dirimizi, ölümüzü, gıdamızı

hep o muhafaza ediyor. Biz,

toprak gibi tevazulu olamı-

yoruz…”

Kendi zamanla-

rında olduğu gibi ve-

fatlarından sonra da

insanlığı aydınlat-

maya devam eden

bu güzel insanları

en veciz şekilde şu

Kur’ân ayeti tanım-

lamaktadır: “Bilesiniz

ki, Allah’ın dostlarına

korku yoktur; onlar üzül-

meyecekler de. Onlar, iman

edip de takvâya ermiş olan-

lardır. Dünya hayatında da

âhirette de onlara müjde var-

dır. Allah’ın sözlerinde aslâ de-

ğişme yoktur. İşte bu, büyük

kurtuluşun kendisidir.”1

Son olarak diyoruz ki bü-

yükleri anmak yetmez, onla-

rı doğru bir şekilde anlamak ve

onların güzelliklerini hayata ta-

şımak gerekir.

*Prof. Dr.

1 Not: 4 Ekim 2009 tarihinde Sivas Belediyesi tarafından düzenlenen “İsmail Hakkı Toprak Sempozyumu”nda sunulan tebliğ metinin özeti-dir.

10/Yûnus, 62–64.

Dipnot

Hat: Cefer KELKİT Tezhip: Ayten AKSU

Page 12: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

11

İHRAMCIZÂDE İSMAİL HAKKI TOPRAK

İlmi, irfanınla İhramcızade Dostça alış-veriş pazarın senin Bir ümitvar lisan, nezih ifade Halim, selim yazmış yazarın senin

Gönül Kâbe’sinde kılardın namaz Naz, niyaz halinden bilmez beynamaz Ateşsiz ocakta kazan kaynamaz Aşkın âlimidir nazarın senin

Bir tuttun Hak için lutfu, kahiri Talim ettin batın ile zahiri Her nesnenin faniliktir ahiri Dünyayı sevenden bîzârın senin

Hikmet mayasını katıp özetir Himmetin âlemi görüp, gözetir Nefsi emmareyi biçip düzeltir Kemalat çarkıdır hızarın senin

İsrafil’le çaldın nefhayı, suru Âleme şefkatin duruda duru Nusretinden yağar rahmet yağmuru Kudret binasıdır üzerin senin

Arifler her işi sanmam güç eyler Dünyayı gönülden siler hiç eyler Arzu gıdasını seçip ceç eyler Vahdet eleğidir gözerin senin

İlim pazarıdır çarşın, dükkânın Hal ehlisin vardır edep, erkânın Ulu Cami bağı kesret mekânın Mânâda gönüldür mezarın senin

Hal ehli bulursan haldaş olursun Yol ehli bulursan yoldaş alırsın Özü sadıkları arar bulursun Cehalet cem’inden hazerin senin

FEYMÂNÎ gönülden sevdi hal aldı Muhabbet gıdanı ehli dil aldı Şahlar gibi uğurlandı yol aldı Bu âlemden geşti güzarın senin

Âşık Osman FEYMÂNÎ

Page 13: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201012

Güzel İsimler Ramazan ALTINTAŞ*

İzzet, şeref ve hâkİmİyet bakımından en yüce, pek yüksek olan:

el-alİyy“Şânı Yüce olan Allah mutlak yücedir. O, ezelî ve ebedî bir hayatla diridir.

Yaratıklara canlılık veren O’dur. Çünkü O, Hayy olup, hayatın kaynağıdır.

Bu bağlamda O, ölümsüz diridir. Ancak bu nitelik mutlak yüce Olan’a özgüdür.”

Page 14: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

13

Arapça’da; yükseklik, yüce-

lik, şan, şeref, kuvvet ve kud-

ret sahibi olmak mânâlarına

gelen el-Aliyy, ulüv ve alâ’ kökünden türemiştir.

Allah’ın isimlerinden biri olarak, “izzet, şeref ve

hükümranlık bakımından en yüce ve en yüksek”

mânâsı taşır. Yarattıkları üzerinde kadri yüce

olan, kudreti büyük olan ancak O’dur.1

Allah’ın en güzel isimleri arasında yer alan el-

Aliyy, Kur’an-ı Kerîm’de sekiz yerde geçer. Bun-

lardan beşinde “el-Aliyy el-Kebîr”2, iki âyette

“el-Aliyy el-Azîm”3 ve bir âyette de “Alî Hakîm”4

şeklinde kullanılır. Bu âyetlerde büyük ve azamet

anlamına gelen el-Kebîr ve el-Azîm, el-Aliyy is-

minin mânâsını kuvvetlendirmekte; Hakîm ise,

çeşitli yollarla peygamberlere bildirilen vahyin

Yüce Allah’ın hikmetine uygun bir şekilde tecellî

ettiğini vurgulamaktadır.5

el-Aliyy, Yüce Allah’ın tenzîhî sıfatlarından

olup, O’nun zat ve sıfat bakımından beşerin kav-

rama gücünü aşan yücelik ve mükemmellikte ol-

duğunu ifade eder. Örf, akıl ve din açısından öv-

güye değer bütün olumlu nitelikleri kendisinde

toplayan yine örf, akıl ve din açısından yerilmiş

ve ulûhiyetle bağdaşmayan bütün olumsuz nite-

liklerden soyutlanmış bulunan yegâne kemal sa-

hibi Yüce Allah’tır.6

Kur’an’da Yüce Allah’ın kendisini “Yücedir,

büyüktür” diye vasfetmiş olması, “Âriflerin bil-

gisi bile O’nu kuşatamaz.” mânâsına gelir.7 Bun-

dan dolayı Kur’an’da Allah’ın yüceliği, insana

özgü tekellüf yoluyla değil de, sadece Kendisine

tahsis edilen tefa’ûl kalıbında “ta’alâ” ile bildiril-

miş olması anlamlıdır. Bu fiil, ekseriyâ Allah’ın,

insanların kendisi hakkında söylediklerinden,

koştukları ortaklardan yüce ve münezzeh oldu-

ğunu belirtmek için kullanılmıştır.8 Aşağıdaki

âyetlerde bunun örneklerini görebiliriz:

“Bir de cinleri Allah’a bir takım ortaklar yap-

tılar. Oysa onları o yarattı. Bilgisizce Allah’a

oğullar ve kızlar da uydurdular. O, onların nite-

ledikleri şeylerden uzaktır, yücedir.”9

“Allah’ın emri gelecektir. Artık onun acele

gelmesini istemeyin. Allah, onların ortak koş-

tukları şeylerden uzaktır, yücedir.”10

“Allah, her türlü eksiklikten uzaktır, onların

söylediklerinin ötesindedir, yücedir.”11

Mutlak Yüce Olan Allah’tır

Yüce Allah, yüceliğin, ululuğun ve büyük-

lüğün yegâne kaynağıdır. Bir Müslüman için

Allah’ın yüceliğinin dışında bütün yüce olma du-

“Her Müslüman kıldığı beş vakit namazın her secdesinde

başını yere koyarak en az üç defa “Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ”

duasını okur. Bunun anlamı: “Ulu Allah’ım! Sen her çeşit

kusurdan münezzehsin!” demektir. Yüceler Yücesi’ne secdede

bu duayı okumak ne kadar anlamlıdır. Bu duayı okumakla,

aslında; âcizliğimizi, kusurlu oluşumuzu ve günahkâr bir insan

olduğumuzu O’na itiraf etmiş oluyoruz.”

Page 15: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201014

rumların izâfîdir. “Onun benzeri hiç-

bir şey yoktur.”12 O, insanın tasavvur ve

hayal edeceği her şeyin üstünde ve fev-

kindedir. Mahlûkatından hiçbir varlık,

O’nu kuşatamaz. Kaldı ki, ontolojik an-

lamda, O’nun ilâhî zât ve mâhiyetini bi-

zim kavramamız mümkün değildir. O,

zât, sıfât ve fiillerinde tektir; ortağı yok-

tur. O, zât, mâhiyet ve sıfatlarıyla her

şeyden yücedir. zatında da ve ne sıfatla-

rında da hiçbir şey O’na benzemez.

Biz Allah’ı tasvîrî olarak değil, tavsîfî

olarak bilebiliriz. Tevkîfî olan ilâhî isim-

ler ve kevnî âyetler, O’nun gücünü, kud-

retini, varlığa olan şefkat ve merhameti-

ni bize açabilir, ilhâm edebilir.

Allah’ın yüceliği mekân bakımın-

dan değil, rütbe bakımındandır. O, yü-

celikte, eşsizdir. O, her şeyden yücedir.

O’nunla kıyaslanacak bir başka yücelik

düşünülemez. O’nun yüceliğini kavra-

mada yine sıfatları bize yardım edecek-

tir.

Şânı Yüce olan Allah mutlak yücedir.

O, ezelî ve ebedî bir hayatla diridir. Ya-

ratıklara canlılık veren O’dur. Çünkü O,

Hayy olup, hayatın kaynağıdır. Bu bağ-

lamda O, ölümsüz diridir. Ancak bu ni-

telik mutlak yüce Olan’a özgüdür.

Mutlak âlimdir O. Her şeyi en ince teferrua-

tına kadar bilir. O’nun ilminde obje ve süje iliş-

kisine ihtiyaç yoktur. Âlimlerin ilmini yaratan

Allah’tır. İşte bu bir yüceliğin alâmetidir.

O, noksanlıkların her çeşidinden soyutlanmış-

tır; münezzehtir, mukaddestir.

Kemal derecesinin zirve noktası: Şanı Yüce

olan Allah’tır. “Yüceliği” böyle anlamak gerekir.

Cisimlerin bir sınırı ve ağırlığı vardır. Bu sa-dece cisimlerin değil, sonradan yaratılan

tüm varlıkların değişmez bir özelliğidir.

Oysa Allah, eşyayı bizzat yaratandır, yöne-

tendir, icat eden, var kılandır. O halde cisim-

leri yoktan var eden Yüce Allah, cisimlere

mahsus olan bütün özelliklerden münez-

zehtir. O’na ne sınır çizilebilir, ne miktar ta-

yin edilebilir. Bunların hepsi beşerî mülaha-

zalardır.

O, bir sonsuzluktur. Allah’ın ebedîliği ve

sonsuzluğu mekâna ait bir sonsuzlukla kı-

yas edilemez. Çünkü mekân ve zamanı ya-

ratan, O’dur. Sonsuzluk ister zamana, ister-

se mekâna ait olsun, mutlak ve kesin olarak

tanımlanamaz. Allah’ın sonsuzluğu, nitelik

bakımından değil, nicelik bakımındandır.

Page 16: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

İnsanın mutlak yüce olması düşünülemez. “Her

ilim sahibinden üstün bir bilen bulunur.”13 Çünkü

mutlaka onun üzerinde birisi vardır. Bu peygam-

berlerle meleklerin derecesidir. Efendimiz Hz. Mu-

hammed (s.a.v), insan cinsinden hiçbir ferdin ula-

şamayacağı bir dereceye ulaşmıştır. Fakat Mutlak

Yücelik derecesine nisbetle bu da noksandır. Çün-

kü bu Yücelik, varlığın bazısına nispetledir. Oysa

Mutlak Yücelik, bir başkasına nisbetle değil, doğru-

dan doğruya, müstakil bir yüceliktir. O yücelik, kı-

yas kabul etmez.14

Her Şey Yüce Allah’ın Tasarrufundadır

Yüce Allah’ın el-Aliyy isminden şunları çıkara-

biliriz:

Yücelik ve kudrette hiçbir şey, Allah’a denk de-

ğildir. İlâhî kudret ve yücelik her şeye hâkimdir. Al-

lah her şeyi fiilen kendi tasarrufu altında bulundu-

rur.

O’nun yüceliği ve kullarının üstünde oluşu

mekân açısından değil, bilgi ve tanıtımların ken-

disini kuşatamaması ve insanın idrak gücünü aşan

bir mükemmellikte olması yönüyledir. İnsan aklı-

nın düşünebileceği bütün yücelikler en mükemmel

derecede Allah’ta mevcuttur.15

O halde;

Yüce Allah, mutlak yücedir.

Bu yücelik bir başkasına nisbetle değildir.

Allah’tan başka bir mutlak yücenin daha bulun-

ması imkân dışıdır.

Yüce Allah, el-Aliyy’dir

Her şey O’nun dûnunda, O’nun emri altında ve

O’nun hükmü altındadır. Bu sebeple, insan, böyle

Yüce bir rabbe sahip olduğu için çok şükretmelidir.

Yüce olan, güçlüdür, yüce olanın her şeye gücü

ve kudreti yeter.

Yüce olan, cömerttir, kullarına ihsanı boldur.

Yüce olan, şefkat ve merhamet sahibidir, kul-

larını bağışlar.

Yüce olan, izzetlidir, onurludur. İzzet ve onur

ancak O’na inanmakla, bağlanmakla ve boyun eğ-

mekle sağlanır.

Yüce olan, bağışlayandır.

Yüce olan her şeye gâliptir, muktedirdir, mün-

takimdir.

Yüce Allah, el-Aliyy’dir.

Her Müslüman kıldığı beş vakit namazın

her secdesinde başını yere koyarak en az üç defa

“Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ” duasını okur. Bunun

anlamı: “Ulu Allah’ım! Sen her çeşit kusurdan

münezzehsin!” demektir. Yüceler Yücesi’ne sec-

dede bu duayı okumak ne kadar anlamlıdır. Bu

duayı okumakla, aslında; âcizliğimizi, kusurlu

oluşumuzu ve günahkâr bir insan olduğumuzu

O’na itiraf etmiş oluyoruz.

Sonuç olarak, Yüce Allah’ın en güzel isimle-

rinden olan el-Aliyy isminin bize kazandıraca-

ğı temel ahlâkî hisse, her Müslüman’ın, Allah’ın

yüceliğine halel getirecek itikadî sapmalardan

gönlünü ve beynini arıtması, O’nun yarattığı can-

lı-cansız tüm varlıklara haksızlık etmekten uzak

bir hayat yaşamasıdır.

15

* Prof. Dr.

1 İsfehânî, el- Müfredat, s. 516, Topaloğul, Bekir-Çelebi, İlyas, Kelam Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 2010, s. 25.

2 Bkz. 22/Hacc, 62; 4/Nisâ, 34; 31/Lokmân, 30; 34/Sebe’, 23; 40/Mü’min, 12.3 Bkz. 2/Bakara, 255; 42/Şûrâ, 4.4 Bkz. 42/Şûrâ, 51.5 Topaloğlu, Bekir, “Alî” DİA, İstanbul, 1989, II, 370.6 Cürcânî, S. Şerîf, et-Ta’rîfât, Beyrut, 1987, s. 202. 7 Krş. İsfehânî, a.g.e., s. 516.8 Yıldurum, Suad, Kur’an’da Ulûhiyet, İstanbul, 1987, s. 134. 9 6/En’âm, 100.10 16/Nahl, 1. 11 17/İsrâ, 43.12 42/Şûrâ, 11.13 12/Yûsuf, 76.14 Gazalî, el-Esna, s. 75–78.15 Topaloğlu, “Alî” II, 371.

Dipnot

Page 17: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201016

Hulûsi Kalb’denMehmet AKKUŞ*

Kem

al U

YSAL

Page 18: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

17

Her ne kadar günümüzde önemini

kaybetmiş görünse de tarih bo-

yunca haberleşme araçlarından

biri olmuştur mektup. Mektuplarla nice dostluk-

lar kurulmuş, nice sevgiler gelişmiştir. Mektuplar

vuslatı zor olanların gönüllerindeki sevgi ve mu-

habbetin tercümanı olmuştur. Birinden mektup

gelmesi sanki onunla kavuşmak gibi anlaşılmış-

tır. Mektuplar ulaşınca nice yanık gönüllere su

serpilmiş, nice hasret ve ayrılıklar, acı ve ızdırap-

lar bir an olsun unutulup, yerine sevinç ve mutlu-

luklar kâîm olmuştur.

Edebiyat tarihimizde birçok şâir ve edi-

bin mektupları ifade ettiğimiz açılardan önemi-

ne binâen neşredilmiştir. Bu mektuplar, zama-

nın birtakım olaylarına ışık tutmakta; bazı tarihî

şahsiyetlerin kimlerle ne derece alâkalı olduğunu

veya olayların meydana gelmesine nelerin hangi

ölçüde sebep olduğunu tespit etme imkânı sağ-

lammaktadır.

Biz bu yazımızda 20. asrın ikinci yarısında ver-

diği eserler ve yaptığı hizmetlerle gönüllerde taht

kuran Osman Hulûsî Efendi’nin Mektûbât’ından,

özellikle de şeyhi İhrâmcızâde İsmâil Hakkı

Toprak’a yazdığı mektuplarından, ona karşı kul-

landığı gâyet samîmî ve hürmetkâr ifadelerinden

söz edeceğiz.

Hulûsî Efendi’nin mektuplarının hitab cüm-

leleri gâyet samîmâne ve içtendir. Çok kullandı-

ğı ifâdelerden bazıları şöyledir:

Babasına: Sebeb-i hayâtımın huzûr-ı

saâdetine; kardeşlerine: Ey aziz kardeş, muhte-

rem kardaşım, Aziz can kardaşım; çocuklarına:

Yavrum, Kerîmem, Nûr-ı ibtihâcım; dostlarına

ve muhiblerine: Aziz rûhum, Huzûr-ı uhuvvet-i

ekremîye, Ey gözüm nûru aziz canım, Ey nûr-ı

dîde ve cân-âferîde, Gül-i gonca, Ey nûr-ı dîde,

Gözüm nuru.

Osman Hulûsî Efendi mektuplarından ana

ve babasına hitab ederken onlara olan hürmet

“Osman Hulûsî Efendi’nin Mektûbât’ında yer alan

66 mektuptan 3 tanesi doğrudan şeyhi İhrâmcızâde

İsmail Hakkı Toprak Efendi’ye yazılmıştır. Bazı

mektuplarda ise şeyhinden söz etmektedir.”

Page 19: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201018

ve şükrân duygularını; çocuklarına yazdıkların-

da sevgi ve şefkatlerini; dostlarına, arkadaşla-

rı ve sevenlerine gönderdiklerinde muhabbet ve

vefâyı; haksızlık ve yanlış işler yapanlara ise hata-

dan dönmeleri için îkâz ve nasîhatları konu edin-

miştir.

Muhabbetnâme

Birçoğu nesir olmakla beraber, nazım ve ba-

zen nazım nesir karışık mektuplarıyla nice gönül-

ler almış, kırgınlıkları ve dargınlıkları gidermek

için onları birer vesile kılmıştır.

Kendisine gönderilen cevaplara son derece se-

vinen Hulûsî Efendi bir mektubunda şöyle de-

mektedir:

“Göndermiş olduğunuz muhabbetnâmenizi

aldım.

Ey nâme sen ol mâh-likâdan mı gelirsin

Ey Hüdhüd-i ümmîd Seb’e’den mi gelirsin

diyerek memnun ve müteşekkirâne okuyup,

Öyle şâd oldum ki ey cismimdeki cân neş’eden

Gözlerim yaş doldu rûhum oldu handân neş’eden

Mektûbunuzun da’vâ-yı muhabbet sene-

di olduğuna fikrimce bir yakîniyyet ve fıtrat-ı

zâtiyyenizin bizi unutmayacak kadar âlî olduğu-

na da kanâat-ı kâmilem hâsıl olduğu şüphesizdir.

Sizi sizden mukaddem yâd etmek şerefine nâil

olamadığıma müteessirim. Mektûbunuzu aldı-

ğımda bu şerefin sizden zuhûruna gönlümün ne

derece mesrûr ve memnûn olduğunu tarif ede-

mem. İşte esâsen şart-ı muhabbet, mektup yaz-

mak değil, belki mahbûbunu bir ân bile hâtırdan

ferâmuş etmemek ve hayâlini bir lahza gözden

götürmeyip rûh rûh ile beraber bir vahdette, ci-

sim ise hayâlen gözde tecessüm etmiş bir hâlde

bulunmaktadır.”1

Diğer taraftan şeyhi İsmail Hakkı Toprak gibi,

yeni inşasına başlanan veya yarım kalan nice ha-

yır eserinin tamamlanması için imkan sahipleri-

ne yazdığı mektuplarla onları hayır ve hasenâta

teşvik etmiştir.

Osman Hulûsî Efendi’nin Mektûbât’ında

yer alan 66 mektuptan 3 tanesi doğrudan şeyhi

İhrâmcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi’ye ya-

zılmıştır. Bazı mektuplarda ise şeyhinden söz et-

mektedir. Meselâ babasına gönderdiği bir mektu-

İhramcızâde Hazretleri’ninH. Hulûsi Ateş ŞeyhzadeoğluÖzel Kitaplığındaki şahsi eşyaları

Page 20: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

19

bun sonundaki manzûmede şöyle demektedir:

“Pîrsin İslâm’da yetmiş yıl sürüp ömr-i azîz

Dâmenin tuttun Garîbu’llâh’a ettin imtisâl

Kim seni incitse yâr-ı ihtiyârın incitir

Kim sana buğz eylese buğzuyla olur pây-mâl

Sen Garîbu’llâh Hakkî’nın gözünün nûrusun

Kim o göz nûruna hürmet eylemez bulmaz visâl

Hasretinizle garîbü’d-diyâr oğlunuz Hulûsî”

İsmail Hakkı Toprak Hazretlerinin vefa-

tı üzerine kaleme aldığı tarih manzûmesi de

Mektûbât’ta yer almaktadır:

Tarîk-ı Nakşıbendî Pîri mürşid-i kâmil

Garîbu’llâh Hakkî Gavs-ı A’zam Şeyh İsmâl

Engin gönlünde nice murâdı hâsıl oldu

Toprağa verildi Hakk’a vâsıl oldu

1. Mektup:

Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi 47. mek-

tubunu2 şeyhi İhrâmcızâde’nin hastalığı

münâsebetiyle kaleme almıştır. Hastalığına geç-

miş olsun temennîlerini ifade ettikten sonra,

“Her ne kadar maddî ve mânevî kusurlarım bu

şerefe ermeye mânî ise de biliyorum ki büyükler

mürüvvet sahibi olup küçükleri şefkat kanatları-

nın gölgesinden uzak tutmazlar; âşıklarını hiçbir

zaman bir nefes bile hatırdan çıkarıp unutmaz-

lar.” diyerek bazı kusurları olsa da bağışlanması-

nı talep etmektedir. Mektubun bugünkü dille ifa-

desi şöyledir:

“Fazîlet Menbaı Efendim!

Fazîletli bakışlarınızla bana bir nazar kılma-

nızı kendime bir övünme vesilesi bilirim. Her

nefes sıhhat haberinizi ve size kavuşma ümîdini

gönlümden geçirirken, âcizâne hastalığınızı du-

yunca hüzün denizinde boğulur gibi oldum. Ben

her zaman hayâlinizle neşelenir, size kavuşmak

arzusuyla şevk ve zevkten dünyâlara sığmaz olu-

rum.

Bu rahatsızlığınız bende tarif edilmez bir

üzüntüye sebep oldu. Bundan dolayı hiç olmazsa

mektuplaşarak hâlinizden mâlûmât sahibi olmak

için bu mektubu yazmaya cesaret ettim ve mek-

tubumun size ulaşarak mübarek ellerinizi öpme

şerefine erecek olmasına sevinmekteyim. Her ne

kadar maddî ve mânevî kusurlarım bu şerefe er-

meye mânî ise de biliyorum ki büyükler mürüv-

vet sahibi olup küçükleri şefkat kanatlarının göl-

gesinden uzak tutmazlar; âşıklarını hiçbir zaman

bir nefes bile hatırdan çıkarıp unutmazlar.

İnşallah sıhhat haberlerinizle gönlüm râhat ve

huzur içinde olurum. Böylece memnûn ve müte-

şekkir olurum ümidiyle mektubuma son veriyo-

rum.

Page 21: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201020

Sıhhat ve âfiyetiniz için âcizâne duâlar ederek,

mübârek ellerinizi öperim Efendim.”

2. Mektup:

Osman Hulûsî Efendi’nin Mektûbât’ında yer

alan aşağıdaki 52. mektubu3 şeyhinin Kurban

Bayramını tebrik etmek üzere yazılmıştır. Bu

mektup sadece bir tebrikten ibaret olmayıp, me-

tinden anlaşıldığına göre İhrâmcızâde’ye yaptığı

bir ziyâret sonra kendisini uzun zamandır göre-

memiş olmaktan hayıflanmakta ve yedi aylık bu

ayrılığın bıraktığı hüznü Mevlânâ Hazretlerinin

Mesnevî’sinden bir beyiti de kaydederek ifade et-

mektedir:

“Fazîlet-meâb Efendim!

Girmiş bulunan Kurban Bayramınızı tebrik

edip kutlayarak, kendime bir vazife saydığım mu-

kaddes ellerinizden öperim. Sizden ayrılmakla

başkalaşmış olan ahvâlimi ha-

ber vermek istiyorum. Yedi aya

yaklaşan ayrılığınız sînemde

öyle yaralar açtı ki, bunun ça-

resi de ancak sizin hayâlinizdir.

Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde

meâlen, “Sana olan iştiyak der-

dini anlatabilmem için ayrılık

sebebiyle şerha şerha olmuş bir

gönül isterim.” dediği gibi, ben

de gönlümdeki hâli size ifâde

etmek istiyorum.

Sabah akşam hayâlimden

hiç gitmeyen hâliniz gözleri-

min önüne geliyor. Bu durum-

da gözüm hayâlinizle hayret-

te şaşa kalmış iken, gönlüm de

o hayâlin zevki ile kendini vus-

latta sayarak, eğleniyor.

Ey sevgisi gönlümde saklı

olan Hocam!

Bazen sizi görmeden ayrıl-

dığım için pişmanlık duyuyor,

bazen de şanssız tâlihime ba-

karak ağlıyorum. Bununla be-

raber hayâlinizin hazîn gönlüme verdiği şevk ile

sizi kendime mağara dostu kabul ederek yüzüm

gülüyor, seviniyorum.

Lutf edip göndereceğiniz bir mektubu gözler-

ken mahzûn gönlümün şenleneceğini ümid edi-

yorum. Ancak gözlerim beklemekten rahatsız ol-

duğundan ümitsiz bir hâlde kalemim gözümün ve

dilimin tercümanı olan şu muhabbet-nâmeyi yedi

aylık bir ayrılığın ardından taraf-ı âlînize gönde-

riyorum.

“Mektuplaşmak, vuslatın yarısı gibidir.” denil-

diği gibi, ben de kendimi bu mektupla hayâlî bir

vuslatta sayıyor ve lutfunuza teşekkürle, karar-

sız olan şu gönlüme ebediyen en güzel teveccühte

Sivas Ulu Camii Kapısı / Bekir SARI

Page 22: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

21

bulunacağınızı ümit ediyorum.

Bu vesile ile âcizâne hakkımda hayır duaları-

nızı bekler, tekrar ellerinizden öperim.”

3. Mektup:

Mektûbât’ta 8. sırada

yer alan bu mektupta4 Os-

man Hulûsî Efendi, şeyhi-

ne olan muhabbetinin hiç

kesilmemesini arzu etmek-

tedir. Bazı dünya ahvâlinin

veya bazı söylentilerin ara-

larında olan muhabbet ve

alâkanın devamına halel

getirmesinden endişe duy-

muş olmalı ki bu satırları

kaleme almıştır. Bu mektu-

bun ser-levhasında Hazret-i

Ebûbekir (r.a.) için kul-

lanılan “Sıddîk” ve “Yâr-ı

Gâr” ifadelerini kullana-

rak, aralarındaki muhab-

betin, Hazret-i Ebûbekir ile

Hazret-i Peygamber (s.a.v.)

arasındaki bağ kadar kuv-

vetli olduğunu belirtmiş ol-

maktadır.

Söz konusu mektubun bazı kısımlarının bu-

günkü dille ifadesi şöyledir:

“Gamımıza her zaman ortak olan dostumuz;

Hz. Ebûbekir’in mağaradaki dosluğu gibi vefalı

sevgilimiz Efendim!

Bu aşağılık dünyanın çeşitli hâlleri nice za-

mandır devâm eden kadîm muhabbetimize aslâ

mânî olamaz. Yine Allah korusun da gönülleri-

mizde ayna gibi karşılıklı olarak aks eden ezelî

muhabbetimiz yok olmaz. Toprağın tozları gökle-

re yükselse de yine ayağın toprağı yerdedir. Bizim

yaratılıştaki mayamız, tâ ezelden beri büyükleri-

mizin tertemiz ayaklarının bastığı topraktandır.

İşte o günden beri sizi büyüğümüz bilir, de-

ğersiz olan şu özümüzü ve yüzümüzü ayaklarını-

zın toprağı kabul eder ve iltifâtınızdan mahrûm

olmaktan Allah’a sığınırız.

Zanneyleme ki kibr ü nahvet bu tab’ımı inhirâf kıldı

Hâşâ ki bî-vefâ bu gurbet ol hubb-ı kadîmi ihtilâf kıldı

“Sen zannetme ki bu kibir ve gurur benim ta-

biatımı değiştirdi…

Allah korusun bu vefâsız gurbet mevcut olan

o eski dostluğumuza zarar vermesin.”

Mektubumun sonunda, benden zuhûr eden

âcizliğimin affını dilerim. Fazîlet yuvası gibi olan

gönlünüze girmek arzusuyla ellerinizden öperim.”

* Prof. Dr.

Not: 4 Ekim 2009 tarihinde Sivas Belediyesi tarafından düzenlenen “İsmail Hakkı To-prak Sempozyumu”nda sunulan tebliğ metinin özetidir.

1 Es-Seyyid Osmân Hulûsî-i Dârendevî, Mektûbât, (Yayına Hazırlayanlar: Prof. Dr. Mehmet Akkuş – Prof. Dr. Ali Yılmaz), Nasîhat Yayınları, İstanbul 2006, s.205–206.

2 Es-Seyyid Osmân Hulûsî-i Dârendevî, a.g.e., 165-167.3 Es-Seyyid Osmân Hulûsî-i Dârendevî, a.g.e., s. 185-186.4 Es-Seyyid Osmân Hulûsî-i Dârendevî, a.g.e., s. 17-20.

Dipnot

Hat: Cefer KELKİT Tezhip: Ayten AKSU

Page 23: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201022

Sufi PerspektifKadir ÖZKÖSE*

TasaVVUFa YÖnElİK

İÇ TEnKİT

Page 24: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

23

Sûfîlerin otokont-

rol mahiyetinde

kendilerine yö-

nelik gerçekleştirdikleri yapıcı

ve uyarıcı eleştirilere iç tenkit

denilmektedir. Tasavvufî dü-

şüncenin kuramcı ve ideolog-

larının her konuda hemfikir ol-

madıkları bir gerçektir. Temel

tasavvufî terimlerin bile detay-

larında birbirinin tam zıddını

savunan mutasavvıflar olduk-

ça fazladır. Bâyezîd-i Bistâmî,

Hallâc-ı Mansûr, Ebû Saîd

Ebü’l-Hayr ve İbnü’l-Arabî

örneğindeki tartışmalı isim-

lerin nasıl bir sûfî oldukla-

rına dair sorulara, sûfîler

farklı cevaplar vermişlerdir.

Kimilerine göre bu isimler,

“büyük sûfîlerdir”, kimileri-

ne göre “yanılmışlardır”, ki-

milerine göre de “onların du-

rumlarını Allah bilir” deyip

geçiştirmişlerdir. “Vahdet-i

vücûd nasıl bir sistemdir?”

şeklinde sorulan soruya da ben-

zer yaklaşımlar sergilemişler-

dir.

Sûfîlerin iç tenkit mekaniz-

ması, tasavvufî düşünce için

bir “emniyet sübabı” olmuştur.

Çünkü kalbî ve hissî tarafı ağır

basan tekke düşüncesinin üze-

rinde böyle bir kontrol olma-

saydı, dinî esasların çok uzağı-

na düşen yorumlara gitmesi söz

konusu olabilirdi.1 İslâmî ilim-

ler mozaiğinin bir parçası olan

tasavvuf anlayışının hakîkîsi de

sahtesi de, ehli de nâ-ehli de,

nâ-ehli yüzünden düşmanı da,

âşığı da, ifrata düşenleri de tef-

ritte kalanları da vardır.

Hallâc-ı Mansûr, İmâm-ı

Gazâlî, İbnü’l-Arabî ve Mevlânâ

Celâleddîn-i Rûmî gibi büyük

mutasavvıflar, zâhir ulemâsı

bir yana bizzat bazı mutasavvıf-

lar tarafından bile eleştirilmiş-

lerdir. Büyük sûfîler arasındaki

görüş ayrılıkları, belli bir usul

dâhilinde mutasavvıfların yek-

diğerini eleştirmelerine sebep

olmuştur. Dolayısıyla tasavvuf-

ta her zaman bir otokritik ve

özeleştiri mevcut olmuştur.2

İnsanda fıtrî bir olgu olan

hakîkati arama mâcerâsını ken-

di şahsî menfaatleri doğrultu-

sunda kullanmaya çalışanlar,

her dönemde bulunabilmekte-

dir. Aslında bu durum, tasav-

vufun kurumsallaşmaya başla-

dığı ilk dönemlerden itibaren

şikâyet konusu olmuştur. Ta-

savvufu kendi şahsî çıkarla-

rı doğrultusunda kullanma ça-

baları, bizzat mutasavvıflarca,

içinde bulundukları dönemler-

de tenkit edilmiş, hatta artık bu

yolun hakîkî erlerinin kalma-

dığı ve isteğin zayıfladığı, neti-

ce olarak da tasavvuf yolunun

soru ve cevap, kitap ve risa-

le şekline dönüştüğü, mânânın

gidip ismin kaldığı, hakîkatin

kaybolup suretin peşine dü-

şüldüğü ileri sürülmüştür. Ta-

savvuftan anlamayanlar sûfîlik

“Gönlün sınır tanımaz dünyasında yaşanan nüktelerle,

dinin esasları arasındaki hassas dengeyi gözeten sûfîler,

bu konuda meslektaşlarını sürekli ikaz etmişler, dengeyi

bozanların dikkatlerini çekmişler, konuyu “iyi bir mü’min

olma” noktasında yoğunlaştırmak istemişlerdir.”

Page 25: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201024

iddiasında bulunmuş, sûfîlik

vasfını haiz olmayanlar tasav-

vufla süslenmeye özenmiş-

tir. Tasavvufu kabul ettiklerini

söyleyenler, davranışlarıyla bu

yolu inkâr etmişlerdir.3

Tasavvuf ilminin gelişme-

si için birinci derecede hisse-

ye sahip olanlar, aynı zamanda

bu düşünce ve yaşama biçimi-

ne tenkit yönelten kimselerdir.

Gönlün sınır tanımaz dünya-

sında yaşanan nüktelerle, dinin

esasları arasındaki hassas den-

geyi gözeten sûfîler, bu konuda

meslektaşlarını sürekli ikaz et-

mişler, dengeyi bozanların dik-

katlerini çekmişler, konuyu “iyi

bir mü’min olma” noktasında

yoğunlaştırmak istemişlerdir.

Sûfîlerin ilk asırlardan beri

yaptıkları tenkitlerin tek hedefi,

dinî sınırları zorlayan tasavvufî

yorumları devre dışı bırakmak

olmuştur. Çünkü her iş ve mes-

lekte olduğu gibi tasavvufî anla-

yışın da ortaya çıkmasıyla bir-

likte, hakîkî olan ve sahte olan

gündeme gelmiştir. İlk asırlar-

dan itibaren tasavvuf klasiklerin-

de zâhid olan, zâhidlik taslayan;

sûfî olan, sûfîlik taslayan gibi ifa-

delerle karşılaşılmaktadır.

Ortaya koymamız gereken

bir diğer gerçek, düşünce sis-

temlerinin gelişmesinde iç ten-

kitlerin oynadığı roldür. Ta-

savvuf gibi, psikolojik hayat ve

duygu derinlikli yaşamla iç içe

olan bir sisteme dışarıdan yö-

neltilen tenkitleri, “men lem

yezuk lem ya’rif” (Tatmayan

anlamaz, bilmez) metoduyla

devre dışı bırakmak mümkün-

se de kimse sûfîlerin tenkitleri-

ni sükût ile geçiştirmeye kolay

kolay cesaret edememişlerdir.

Bu açıdan şu söylenebilir: Ta-

savvufun doğru bir yol takip et-

mesinde, bu iç tenkit mekaniz-

masının payı büyüktür.4

Tasavvuf içi tenkitlerin asıl

hedefi, bâtıl tasavvuf zümreleri-

dir. Sûfîler, bâtıl ve sapık kollara

yönelik eleştiri yöneltirken, alan

dışı çevreler bu tenkitleri gene-

le şâmil kılmaya kalkışmışlar-

dır. “Heretik, anomist, bî-şer’,

bâtıl ve merdûd” şeklinde isim-

ler alan Hurûfîlik, Noktavîlik

ve İbâhîlik gibi birçok sapık

tarîkatın kaynağı, İslâm’ın dı-

şındadır. İslâm’ın yayıldığı yer-

lerde mevcut olan ibtidâî, bâtıl

ve muharref dinlere ait inanç ve

âyinler, bu gibi tarîkatlar içinde

yaşama imkânı bulmuştur. Şa-

manizm, Manizm, Mazdeizm,

Zerdüştlük ve Sâbiîlik, âdetâ

bu gibi tarîkatlar tarafından

yaşatılmıştır. Bâtınîlik bu gibi

tarîkatlar vasıtasıyla varlıkları-

nı devam ettirmişlerdir. Bu gibi

bâtıl tarîkatlar için doğru olan

“Şerîat dışı olma” hükmü hata-

lı bir genelleme ile tarîkatların

bütününe teşmîl edilmiştir.

Hak olan amelî ve itikadî mez-

heplerle bid’at ve dalâlet mez-

hepleri arasında fark görüldü-

ğü halde, hak olan tarîkatlar

ile bâtıl olan tarîkatlar arasın-

daki fark ya hiç görülmemekte

veya aradaki fark ehemmiyetsiz

görülerek buna değer verilme-

mektedir. Hâlbuki hak mezhep-

le bâtıl mezhepler arasında-

ki fark ne ise, hak tarîkatlar ile

bâtıl tarîkatlar arasındaki fark

da odur.5

Sûfîliğin çöküşünden ya-

kınma, sûfîliğin hemen hemen

başlangıcına kadar gider. Yah-

ya b. Muâz (ö. 258/871), mü-

ritlerini şu şekilde uyarmak-

tadır: “Üç insan sınıfından

kaçınınız: Düşüncesiz bilginler-

den, ikiyüzlü hâfızlardan ve bil-

gisiz sûfîlik taslayanlardan.”6

On birinci yüzyıl şairlerinden

biri ise şu şekilde seslenmekte-

dir: “Bugün sûfîlik, hakîkati ol-

mayan bir ad, oysa eskiden adı

olmayan bir hakîkat idi. Sûfîlik

taslayan çok, ama gerçek sûfî

yok.”7

Ebu’l-Abbas ed-Dineverî

aynı sancıyı şu sözleri ile dışa

vurmaktadır: “(Mukallit sofu-

lar) tasavvufun esaslarını boz-

dular, yolunu yıktılar. Uydur-

dukları bir takım isimlerle

tasavvufun mânâsını değiştir-

diler. Meselâ; tamaha ziyade,

edepsizliğe ihlâs, haktan çık-

maya ve uzaklaşmaya şatah,

kötü şeylerden zevk almaya tay-

yibe (hoşluk) ve hevese uymaya

ibtilâ, dünyaya dönüş yapmaya

vasl, ahlâksızlığa savlet, cimrili-

ğe celâdet, dilenciliğe amel, ter-

biyesiz dil kullanmaya melâmet

adını verdiler. Eski sûfîlerin

yolu bu değildi.”8

Şirazlı Ebû Abdillah b. Ba-

keveyh, Ebû Ahmed es-Sağîr’in

şöyle dediğini nakleder: “Gün-

lerden bir gün bir fakir/der-

viş gelmiş ve Ebû Abdillah b.

Hafîf’e; ‘Bende vesvese var’, de-

miş. Şeyh de; ‘Öyle zamana ye-

tiştim ki, o zamanın sûfîleri

şeytanla alay ederlerdi, şimdi

şeytan sûfîlerle alay ediyor.” �

demiştir.

Page 26: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

25

Ebû Bekr Muhammed el-

Vâsıtî (ö.320/941) ise şu tesbit-

te bulunmaktadır: “Sahte sofu-

lar edepsizliği ihlâs, nefislerinin

oburluklarını nimetlerden meş-

ru şekilde faydalanma ve alçak-

lıkları celâdet hâline getirdiler

de, hak olan yolu görmez du-

ruma düştüler ve onun için de

çıkmaza saplandılar. Bunların

müşâhede ettikleri ve gördükle-

ri mânevî hususlardan bir geliş-

me olmadığı gibi, huzur içinde

ve temiz bir şekilde ibadet etme-

leri de mümkün olmaz. Konuş-

tukları zaman hırsla konuşur,

hitap ettikleri zaman kibirli hi-

tap ederler. Nefislerine düşkün-

lükleri, içlerindeki pisliği haber

verir, yenecekler konusunda-

ki oburlukları kalplerinin için-

de neyin bulunduğunu açıklar.

Göz göre göre Hakk’tan dönen

bu kimseleri Allah kahretsin”10

Bu sancıyı Abdülke-

rim b. Hevâzin el-Kuşeyrî (ö.

465/1073) de eserinde dile ge-

tirmektedir: “İslâm’ın başlan-

gıcından bu yana hiçbir asır

yoktur ki, o asırda tarîkat şeyh-

lerinden biri bulunmasın. O

asırlarda tevhîd ilimlerine sa-

hip ve sûfîlerin imâmı olacak

seviyededir. Muhtelif asırlar-

da görülen düşük ahlâklı, şerîat

ile ters düşen, şatahât, türrehât

ve hodfürûşluk yapanlara ge-

lince, onlar aslanların yerini

tutmak isteyen tilkilerdir. Al-

lah onların şerrinden ümmet-i Muhammed’i korusun.”11

Page 27: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201026

Bâtıl anlayış ve hurâfelerin yaygınlaşmasın-

da tasavvuf ilmine yönelik suçlamalar noktasın-

da öncelikli olarak şu tesbiti ortaya koymamız

gerekmektedir: İslâmî ilimler ve sosyal kurum-

lar bileşik kaplar gibidir. Birinin yükselmesi ve

diğerlerinin yerinde sayması veya birinin seviye-

sinin yukarıda kalması mümkün değildir. İslâm

dünyasında gerileme ve çözülme başlayınca bü-

tün ilimler ve kurumlar bundan nasibini almış-

tır. Medrese, tekke ve ordu üçlüsünün oluşturdu-

ğu sosyal müesseseler birbiriyle âhenkli biçimde

çalıştıkları, birbirlerini rakip görüp dışlamadık-

ları zamanlar yüksek seviyede hizmet vermiş-

lerdir. Tekke ve tasavvufî kurumların parlaklı-

ğını kaybettiği dönemde, medrese veya ordunun

hâlâ parlak hizmetler verdiğini söylemek müm-

kün değildir. Bu itibarla gerileme ve çözülme bü-

tün kurumlarda birlikte yaşanmıştır.

Tasavvuf ya da başka İslâmî çevrelerde görülen

bir takım bid’at ve hurâfelerin temel sebebi bilgi

eksikliğidir. Çünkü bugün insanlarda mânevî ha-

yata ilgi, bilginin çok önündedir. Bu ilgiyi doyu-

rup iyiye kanalize edecek gerekli kurumlar olma-

dığı ve dinî bilgilenmede problemler olduğu için

insanlar din adına çoğu zaman hurâfelere takılıp

kalmaktadır. Hurâfe ve bid’atin tek sebebi vardır,

o da cehâlettir. Ehl-i sünnet çizgisinde müteşerri’

ve cehâletten kurtulmayı görev sayan tarîkatlar,

hurâfelerle mücadele etmektedir. Nitekim on do-

kuzuncu yüzyılda başta Nakşibendiyye’nin Ha-

lidiyye kolu olmak üzere pek çok tarîkat, ilim ve

medrese çevrelerinin de desteğiyle bir tecdîd, ye-

nilenme ve ıslahat hareketi başlatmışlardır.

Bütün bilim dallarında ve kurumlarda olduğu

gibi tasavvufta da zaman zaman asıldan uzaklaş-

malar ve bir takım sapmalar olmuştur. Bozulma-

nın temel sebebi liyâkatsizlik ve cehâlettir. Baba-

dan oğula intikal eden şeyhlik anlayışı, liyâkatsiz

ve ehliyetsiz kimselerin kolayca şeyhlik maka-

mına oturmalarını sağlamış, bu da tabii ola-

rak bozulma sürecini hızlandırmıştır. Önceleri

tasavvufî eğitim için belli bir dinî altyapı sağla-

nır, ondan sonra tarîkata girilirdi. Önce, tekke ve

medrese arasındaki soğukluk bu yapıyı belli bir

biçimde menfi olarak etkiledi. Ardından ehliyet

ve liyâkatine bakılmadan ehliyetsiz kimseler tek-

kelere şeyh olmaya başladılar. Liyâkatsizlikler so-

nucunda yanlışlık hızla artmaya başladı.

Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî (ö.295/907) şu sözleri

tesbitlerimizi özetler niteliktedir: “Yamalı elbise

(eskiden hırka) incileri örterdi (içinde cevher bu-

lunan sûfînin sırtında yamalı elbise bulunurdu).

Bugün ise mezbeleliklerdeki leş örtüsü hâline gel-

di.”12

* Prof. Dr.

1 Mustafa Kara, Dervişin Hayatı, Sûfînin Kelâmı Hal Tercümeleri-Tarikatlar-Istılahlar, Dergâh Yayınları, İstanbul 2005, s. 51.

2 Süleyman Uludağ, Tasavvufun Dili 1 Mürşid-Mürid-Yol, Mavi Yayıncılık, İstanbul 2006, s. 164–165.

3 Mustafa Kara, “Sûfîlerin Tenkidleri ve Tasavvufu İhya Faaliyetleri”, Tanımı Kaynakları ve Tesirleriyle Tasavvuf, Sehâ Neşriyat, İstanbul 1991, s. 67–91.

4 Kara, Dervişin Hayatı, s. 213–214.5 Uludağ, “Takdim”, Tekkeler ve Zaviyeler, s. 17–18.6 Annemarie Schimmel, Tasavvufun Boyutları, ter. Ender Güral, Ankara 1982, s.

30.7 Schimmel, Tasavvufun Boyutları, s. 30.8 Ebu’l-Kasım Abdülkerim el-Kuşeyri, er-Risaletu’l-Kuşeyriyye fi İlmi’t-Tasavvuf,

Haz. Ma’ruf Zerrik, Ali Abdulhamid Baltacı, Daru’l-Hayr, Beyrut 1993, s. 412–413.

9 el-Kuşeyrî, er-Risale, s. 420–421. 10 el-Kuşeyrî, er-Risale, s. 439–440. 11 el-Kuşeyrî, er-Risale, s.378.12 el-Kuşeyrî, er-Risale, s. 439.

Dipnot

Page 28: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

27

KUTLU AĞUSTOS

Kutlu Ağustos ayı zafer demektir bizdeCephelerde akan kan yurda emektir bizde

Zafer inananların yüreğinde saklıdırCihana nizam veren ceddin nurlu aklıdır

Viyana önlerinde duyulur ayak sesiDüşmana korku salar Türk’ün sıcak nefesi

Ecdadımın yüreği vahiyle durulandıRahmet yağdı yüzüne sevgiyle kurulandı

Malazgirt’te al kanla çok destanlar yazıldıYurda göz dikenlere ne mezarlar kazıldı

Bir Ağustos sabahı ufuktan doğdu güneşBuz dağını eritti yüreklerdeki ateş

Ey sıradan toprağı vatan eyleyen nefer!...Zulmeti aydınlattı gözünden yansıyan fer

Sana cennetten köşkler muştuladı meleklerGönüllerde yeşerir Hakk’a dair dilekler

Barışa milat oldu kazandığımız zaferSuladı gönülleri alınlardan akan ter

Ağustos’un otuzu doğuşu bir milletinZulmü ve esareti boğuşu bir milletin

Zafer benim diyenin önünde durmaz engelKurtuluş ümidini, şevkini kırmaz engel

Aşk olmayan gönülde erir çelik iradeBağımsızlık aşkını verir çelik irade

Zaferden haber verir hem Ağustos hem cuma…Orta Asya’dan doğdu güneş İklim-i Rum’a…

Ağustoslar titretir gönül tellerimiziCoşturur her bir zafer suskun dillerimizi

M. Nihat MALKOÇ

2

Page 29: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201028

Şiir, hayattır… Bazen olur, bir beyit,

bir dörtlük, can verir hastalara. Ba-

har mevsiminde müjdeler getiren,

bereketler yağdıran, nisan yağmurlarının top-

rağa verdiği hayat gibi samimi duygularla ka-

leme alınan şiirler de hayat bahşeder ölü kalp-

lere.

Asırlardır İslâm coğrafyasında, Anadolu'da

Mevlâna'nın Mesnevî'si, Yunus Emre’nin

Dîvân’ı, Ahmet Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’i,

Niyazi Mısrî'nin eserleri, Muhammediye, Ah-

mediye, Battalnâme başta olmak üzere daha

adını sayamadığımız eserler okunup, hatta ez-

berlenip dilden dile anlatılıp aktarılmıştır. Bi-

zim insanımız bu eserlerdeki şiirleri ve güzel

sözlerin ninni gibi söylenmesiyle beşiklerde

uyumuş; bu öğütlerin, menkıbelerin, hikmet-

lerin sohbetleriyle büyümüştür. Onun için her

mutasavvıfın sohbetinde, her tekke ve dîvân şa-

irinin eserinde, her yazılı metnin içinde bu hik-

met deryalarından damlalar bulunmaktadır.

İHRamCıZâDE HaZRETlERİnE

YaZılan ŞİİRlER

EdebiyatMusa TEKTAŞ

Hat

: Ebu

zer Ö

ZKA

N T

ezhi

p: A

yten

AKS

U

Page 30: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

29

Sivas’ın ufkundan güneş gibi doğan

İhramıcızâde İsmail Hakkı Toprak Efen-

di (k.s) Hazretleri, sohbetlerinde tasavvu-

fi şiirler okutturan, böylece insanların ir-

şadında şiiri araç olarak seçen mürşid-i

kâmillerdendir.

Şiir ile iştigâlinin en büyük delili, man-

zum olarak kaleme aldığı Yâre Yadigâr1

isimli mevlid-i şeriftir. Ayrıca İhramcızâde

(k.s)’nin bilinen şiirleri de vardır. Katre şii-

rin ilk dörtlüğü şöyledir:

Katremizden hisse al bî-ka’r-ı deryâ olmuşuz

Cümle halka bir bakışla çeşm-i bînâ olmuşuz

Gerçi zâhirde lisân-ı nâs ile güftârımız

Ma’ni yüzünden soyunup hep muarrâ olmuşuz2

Dîvân Edebiyatımızın çok müstesnâ bir ese-

ri ve Âşık/Halk Edebiyatımızın yüzlerce şii-

ri tasavvufun tesiriyle kaleme alınmış denilse

sezâdır.

Somuncu Baba Hazretlerinin neslinden,

Darendeli Es-Seyyid Osman Hulûsî Efen-

di (k.s), İhramcızâde (k.s) Hazretlerinin ye-

tiştirdiği önemli bir şahsiyettir. Elbette ki

Dîvân’ının da oluşmasında İsmail Hakkı

Efendi’nin büyük tesiri vardır.

Hulûsi Efendi Hazretleri, 1920’li yıllar-

da İhramcızâde Hazretlerine intisap eder.

İlim sohbetlerine (meclislerine) katılır; sık-

ça Sivas’a mürşidi İhramcı zâde İsmail Hak-

kı Toprak (k.s)’ı ziyarete gider; küçük yaştan

itibaren yazmış olduğu şiirlerini ona tak-

dim eder. İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak

Efendi (k.s) de sohbetlerde bunları defalar-

ca okuturlar, ilâhîlerini muhafaza etmesini ve

bir Divân yazmasını kendisine tavsiye eder-

ler. Bunun üzerine Osman Hulûsi Efendi’nin

Dîvân Edebiyatı tarzındaki yazdığı şiirle-

rinden oluşan, elimizdeki “Divân-ı Hulûsî-i

Dârendevî” ortaya çıkmıştır.

Dîvan-ı Hulûsi-i Darendevî’den birkaç beyit

örnek verelim:

Cân mürgünün ezkârı dîdâr-ı Karîbu’llâh

Her demdeki efkârı dîdâr-ı Karîbu’llâh

Almış ezelî varın kılmış ana ikrârın

Görmüş gül-i ruhsârın dîdâr-ı Karîbu’llâh

Akvâl-i şerîat hep ef’âl-i tarîkat hep

Ahvâl-i hakîkat hep esrâr-ı Karîbu’llâh

Ol ârif-i dânâyî bul menzil-i a’lâyı

Tutmuş iki dünyâyı hoş şân-ı Karîbu’llâh

Bu bende Hulûsî’nin efgende Hulûsî’nin

Dil-bende Hulûsî’nin dîdâr-ı Karîbu’llâh3

Osman Hulûsi Efendi (k.s) de, sohbetlerin-

de mürşidi İhramcızâde (k.s) Hazretlerinin

yolunu takip ederek, genellikle tasavvufî ma-

hiyetli şiir ler/ilâhîler okutturmuştur. Biz bu-

nun sırrını şiir ile irşad yolunu seçtiğine bağ-

lıyoruz.

Kangal Müftüsü bir gün İsmail Hak-

kı Toprak (k.s)’ı ziyaret ettiğinde, “Efendim

Darende’de Hulûsi Efendi (k.s) ile görüştük.

Ne mesele sorduk ise hepsini deliller getire-

rek cevapladılar, hem de kitapları öyle açtılar

ki bir iki yaprak farkı ile sayfaları açarak önü-

müze serdiler. Bu nasıl iştir hayrette kaldım.”

der.

İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s) cevaben,

“O da bizim talebemiz, onu biz yetiştirdik.”

buyurmuşlardır.

Hulûsi Efendi, Dîvân’ında bulunan birçok

şiirinde İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi’yi

zikretmektedir. Bir sohbet esnasında İsmail

Hakkı Efendi; “Hulûsi Efendi oğlumuz, şiir-

lerini Allah ve Rasûlüne yazmışlardır. Ancak

yol bizden geçtiği için edeben bizim ismimizi

de zikretmişlerdir.” buyurarak tevazu göster-

mişlerdir.4

İhramcızâde (k.s)’nin devrinde yaşa-

yan, onun sohbetlerine katılan, Sivaslı Âşık

Feryâdî’nin bir dörtlüğüne kulak veriyoruz:

Page 31: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201030

Dilinden akıyor dînin düzeni

İrşâd eden peşin sıra gezeni

Allah’a kavuşur bulan rızânı

Bulurum ayrılmam sen sultanımdan5

İhramcızâde Hazretleri çeşitli vesilelerle de-

ğişik illere, ilçelere gitmiş, sohbetlerde bulun-

muştur. 1955 yılında Ulu Camii onarımı için

Darende’den sonra K. Maraş’ın Elbistan ilçesi-

ne de uğrar. Bir sahra sohbetinde huzuruna ge-

lip asker gibi selam veren ve tok sesiyle irtica-

len methiyesini okuyan Şair Kâmil Bozkurt’un

şiiri de unutulmayacak derecede mühimdir.

Ey vaktin dâhîsi yüce misâfir

Rûha gıda gülün kokar efendim

Lü’lü ü mercâna benzer kelâmın

Sohbetin sineyi yakar efendim

İrşâd ettin şimdi burada beni

Takdîr etmeyen dil çürüsün seni

Hâk-i pây-ı cehle öğrettin dîni

Bî-hayâ uzaktan bakar efendim6

Sivaslı Âşık Seyit Yalçın da İhramcızâde

(k.s)’nin sohbetine katılan şanslı insanlardan-

dır. Gönülden bağlıdır, mâneviyâtından feyz al-

mıştır. Seyit Yalçın’ın bir dörtlüğü şöyledir:

Kûtu’l-ârif gavsu’l-a’zami delil

Meşâyıh-ı tâmsın ilminle âmil

Mağripten maşrıka mürşid-i kâmil

Sen yâre yar oldun unutma beni

İhramcızâde Hazretleri (k.s)’nin tasavvufî ki-

şiliğiyle paralel olarak hayır işlerindeki önderli-

ği de şiirlerde yer bulmuştur. Sivas’ın son devir-

de yetiştirdiği büyük âşıklardan Sefil Selîmî’nin

İhramcızâde konulu iki şiirinin varlığını biliyoruz.

Birincisi mısra baş harflerinden akrostişli bir şe-

kilde “İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak” imzası-

nı nakş eylediği şiirinin ilk iki dörtlüğü şöyledir:

İzâfe edilen bu Türkçe şiir

Sâhibü'l-hayrâtın cismini söyler

Mâlikü’l-mülkümüz zâtına d3air

Azmini zikreder ismini söyler

İbâdet kabâhat gizli diyen dost

“Lâ” deme “illâ” de eyle beyân dost

Hakki can gözüyle görür ayan dost

Allâh'ı zikreder resmini söyler7

Bu şiirin ilk dörtlüğünü okuyunca hemen Veh-

bi Cem Aşkun’un “Hayırsever Bir Din Adamı”adlı

tarihî makalesini hatırlıyoruz. Şunları söylemişti

Vehbi Cem Aşkun:

“Sivas’ın yıllardan beri harap ve perişan du-

rumdaki Ulu Camii, yeni baştan onarılmak su-

retiyle bayağı ölümden kurtulmuş. Bu, eski bir

Selçuklu eseridir. Minaresi canlı bir anıt hâlinde

yükselir ve Sivas’ın her tarafından görünecek

kadar da yüksektir. Bunu ölümden kurtaran

herhangi bir kurum değildir. Bu doğrudan doğ-

ruya İhramcızâde İsmail Efendi’nin hayırsever-

liğidir.

Bu zat, bundan başka daha pek çok hayır işle-

rine el atmış ve her bakımdan din yoluna hizme-ti amaç edinmiş bir Sivaslıdır. Nitekim son çalış-

malarının canlı bir örneği de İmam-Hatip Okulu

Page 32: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

31

binasıdır. Eski Kız Ortaokulu yerinde yapılan bu

bina bitmek üzeredir. Ferah ferah kalabalık bir li-

seyi içine alacak kadar da büyüktür.

Ben, İsmail Efendi’yi aynen Erzincan uluların-

dan Terzi Baba’ya benzetirim. Bu da onun gibi iyi-

liksever hemşehrilerinin güvenini kazanmıştır.

Herhangi bir hayır işleyici, bu fikrini ona söyler

ve elindeki servetin herhangi bir şekilde hayır işine

harcanmasını ondan ister. Hatta servetini sırf ha-

yır işlerine harcanmak üzere ona verenler de var-

dır. Etrafındaki insanları daima iyi yola götürücü

telkinlerde bulunmuştur. İşte gerçek din adamla-

rı bunlardır. Milletine zararlı değil, daima fayda-

lıdır.”8

Ülkemizdeki yaşan âşıklarımızdan önem-

li simalarından olan Âşık Şeref Taşlıova’nın da

İhramıczâde Hazretleri hakkında “Dal Vermiş” baş-

lıklı şiiri Hazreti gayet güzel tarif ediyor:

Dal Vermiş

Sivas’ta bir Garîbullah yaşamış,

Ağaç gibi filizlenmiş, dal vermiş.

Ecdâdı Kâbe’ye ihram örermiş,

İman bahçesinden gonca gül vermiş.

Hulûsî Efendi göz bebeğimiz,

Sevgi ile çarpar hep yüreğimiz,

‘Onun için fedâ her bir şeyimiz’,

Diyerek inançla istikbâl vermiş..9

Okuduğumuz son dörtlüğü bize, çocukluk yıllar-

dan itibaren Hulûsi Efendi ile olan yakınlığını ha-

tırlatıyor:

“Osman Hulûsi Efendi, daha çocuk denecek

yaşta, mürşidine intisab ettikten belli bir zaman

sonra hastalanır. Bunu duyan İsmail Hakkı Efen-

di (k.s), Hulûsi Efendi’nin babası Hatip Efendi’ye;

‘Müsaade ederseniz oğlu nuz Hulûsi’yi Sivas’a gö-

türüp, tedavi ettireyim’ diyerek, müsaade almış ve

Sivas’a götürmüştür. Hastalığı ile bizzat kendile-

ri ilgilenmiş; hatta ‘Oğlum Hulûsi, sen hiç üzülme,

gömleğimi satar, seni yine tedavi ettiririm’ diye

ona mânevî destekte bulunmuştur. Böylece Osman

Hulûsi Efendi’nin kısa zamanda iyileşmesine vesi-

le olmuşlardır.”10

Kadirlili Âşık Feymânî’nin, Elbistanlı Hani-

fi Kara’nın, Sivaslı Âşık Kadîmî’nin birer şiirleri ol-

duğunu da tespit etmiş bulunuyoruz. Gürünlü Âşık

Gülhânî’nin şu dörtlüğü sanki bugün için söylen-

miş:

Can cânanı bulmak için

Ona mutî olmak için

Bir araya gelmek için

Yerimiz İhramcızâde11

Kadirli’de yaşayan Ozan Dertli Polat’ın şiiri geç-

mişle günümüzü bağlayan bir köprü olan büyükle-

rimize işaret ediyor:

Ben İhramcızâde'yi, Yûnus'a yoldaş bildim,

Önünde diz çöktüm de, gözlerinden yaş sildim.12

Ve sözü, 2 Ağustos 2000 tarihinde kaleme alın-

mış İhramıcızâde Hazretlerine adanan şiirimizin

bir dörtlüğüyle bağlayalım:

İki Ağustos da ukbâya göçdün

Visâl şerbetini o yardan içdin

Bilcümle âleme feyizler saçdın

Tükenmeyen nurdun İhramcızâde

Not: 4 Ekim 2009 tarihinde Sivas Belediyesi tarafından düzenlenen “İsmail Hakkı To-prak Sempozyumu”nda sunulan tebliğ metinin özetidir.

1 İsmail Hakkı Toprak İhrami Sivasi, Yâre Yadigâr, Dizerkonca Matbaası, İstanbul, 1969.

2 Lütfi Alıcı, İhramcızâde İsmail Toprak Efendi, s. 43, Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi Vakfı Yayınları, Ankara, 2001.

3 Ateş¸ Osman Hulûsi¸ Dîvân-ı Hulûsi-î Darendevî (Haz: Prof. Dr. Mehmet Akkuş-Prof. Dr. Ali Yılmaz), s. 273-274, Nasihat Yay.¸Ankara¸ 2006.

4 Duran Bak ile yapılan röportajdan alınmıştır. 5 Alıcı, s.154-155.6 Alıcı, a.g.e, s. 152.7 Akrostişli olan bu şiir; Hürdoğan Gazetesi tarafından 2002 yılında düzenlenen

İhramcızâde İsmail Hakki Efendi (K.S) konulu yarışmada birincilik ödülüne lâyık görülmüştür. Bkz: Somuncu Baba Dergisi, Yıl:10, Sayı:45, s.26.

8 Alıcı, a.g.e, s.148.9 Şeref Taşlıova’dan derlenmiştir. 10 Palakoğlu İsmail, Gönüller Sultanı, s. 102, 11 Somuncu Baba Dergisi, Yıl:10, Sayı:45, s. 39. 12 Somuncu Baba Dergisi, Yıl:10, Sayı:45, s.49.

Dipnot

Page 33: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201032

FıkıhAbdullah KAHRAMAN*

TaTİl mİ?“Ahlâkın değişmeyen değerleri vardır, bunlar bütün zaman ve mekânlarda

geçerlidir: Doğruluk, saygı, iyilik vb. O hâlde, ahlâk eğitimi bir anlamda

değerler eğitimidir.”

Page 34: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

33

Yine bir yaz ayı

geldi. Herkes-

te tatlı bir te-

laş seziliyor. Sorular daha

çok “Bu sene nereye tatile gi-

diyorsun veya tatilini nerede

geçireceksin?” şeklinde olma-

ya başladı. Ara sıra, “Bu sene

tatilde ne yapacaksın?” şek-

linde sorular olsa da, sorular

daha çok tatilin nerede geçiri-

leceğine dairdir. Tatil yapmak

herkesin hakkıdır. Buna itiraz

edilmez. Çünkü bu insanî bir

ihtiyaçtır ve esasen dinimi-

zin mubah olarak kabul etti-

ği hükümler içerisindedir. Fı-

kıh diliyle söylersek; tatilin

bizzat kendisi sevap veya gü-

nah olmaz. Ona olumsuz veya

olumlu bir sıfat verecek olan,

niyetlerimiz ve tatilde yaptığı-

mız eylemlerimizdir. Bu nok-

tada dikkat edilmesi gereken

temel nokta şudur: Adına is-

ter tatil, ister seyahat isterse

istirahat diyelim dinlenmek

için ayırdığımız vaktin içini

Müslüman zihniyeti-

ne ve sorumluluğuna

uygun olarak doldu-

rabiliyor muyuz, dol-

duramıyor muyuz?

Veya böyle bir der-

dimiz ve düşüncemiz

var mı, yok mu?

Müslüman, so-

rumlu ve sorumlulu-

ğunun bilincinde olan

insandır. Kur’ân’da

çokça geçen “müttakî”

kelimesine bu anlamı

veren müfessirlerimiz vardır.

Çünkü o, dağların, yer ve göğün

yüklenmekten kaçındığı ema-

neti yüklenen, “mukaddes yüke

hamal” bir kimsedir. Müslü-

manın sorumluluk sınırı haya-

tın her alanını kapsamaktadır.

Müslümanlar olarak bize veri-

len her nimetten sorumluyuz.

Ömürden, vakitten, nakitten,

sıhhatten sorumlu olmayan

Müslüman düşünülebilir mi?

Peygamberimiz bunların bize

bir gün hesabının sorulacağını

bildirmemiş mi? Aynı zamanda

insanların çoğunun bu nimetle-

rin farkında olamayacaklarını

da biz ondan öğrenmedik mi?

“İki nimet vardır ki insanla-

rın çoğu onlarda aldanmışlar-

dır, bunlar sağlık ve boş vakit-

tir.”1 buyuran Allah Rasulü’nün

bu hikmet, irşat ve ikaz dolu

sözlerini gereği gibi değerlen-

direnlerimizin sayısı gerçekten

merak konusudur. Boş vakit ne

demek? Vakti boşa harcamak

“Ahlâkdışı davranışların çoğalmasındaki diğer bir

neden de aşırı özgürlük anlayışı ve sorumluluk

bilincinin yetersiz olmasıdır. Özgürlük anlayışı,

sorumlulukla doğrudan ilişkilidir. Bu ilişki,

bireylerin yetiştirilmesinde dikkate alınması

gereken oldukça önemli bir husustur.”

Page 35: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201034

demek. Peki, vakti boşa harca-

mak suyu boşa harcamak gibi

bir şey, hatta ondan daha bü-

yük bir israf değil mi? Zira suyu

bulabiliriz ama vakti aslâ! Bize

örnek olan Allah Rasulü’nün

hayatında böyle bir boşluk var

mı? Allah’ın insanlığa en bü-

yük nimeti olan İslâm’ı kalem-

leriyle, gönülleriyle, nefesle-

riyle bize taşıyan âlimlerimizin

hayatında böyle bir boşluk gö-

rebiliyor muyuz? Hiç böyle bir

boşluk olsaydı en büyük imam,

İmâm-ı Âzam Ebû Hanife, “En

büyük musibet vakti boşa har-

camaktır.” der miydi? Şayet

vakti boşlamak caiz olsaydı, bu

âlimler kısacık ömürlerine bu

kadar büyük eserler sığdırabi-

lirler miydi?

Daha iyi işler yapmak için

dinlenmekle vakti boşa har-

camayı birbirine karıştırma-

mak gerekir. Dinimizin bize

yakıştırmadığı vakti boşlamak-

tır. Dinlenmek, istirahat etmek

her şeyden önce vücudumu-

zun bizim üzerimizdeki hak-

larından biridir. Aynı zaman-

da vücudu dinlendirmek bizzat

Peygamberimizin tavsiyesidir.

Bizim kültürümüzde istirahat,

Kur’ân’ımızda seyahat vardır ve

teşvik edilmiştir. Bu seyahatin

temel hedefi kâinâta ibret na-

zarıyla bakmak, Allah’ın yarat-

tığı şeyler hakkında tefekkür

etmek, iyi ve kötü akıbetlilerin

durumunu hatırlamak, böylece

Allah’ın güç ve kudretine olan

imanının nurunu artırmaktır.

Şu âyetlere bir daha bakalım:

“Sizden önce nice hayat

tarzları gelip geçti. Öyleyse,

yeryüzünde dolaşın ve hakika-

ti yalanlayanların sonunun ne

olduğunu görün.2”

“De ki: Yeryüzünde dolaşın,

sonra (peygamberleri) yalan-

layanların sonunun nasıl oldu-

ğuna bakın!”3

“Biz her millete bir peygam-

ber gönderdik. O da ‘Allah’a

ibadet edin, tâğuttan uzak du-

run!’ dedi. Sonra o (milletler)

den bir kısmına Allah hidâyet

nasib etti, bir kısmı hakkında

da sapacaklarına dair hüküm

kesinleşti. İşte gezin dolaşın

dünyayı da peygamberleri ya-

lancı sayanların akıbetlerinin

ne olduğunu görün!”4

“De ki: “Hele bir yeryüzün-

de gezin de, günahkârların

sonu nice oldu, bir bakın!”5

“De ki: “Yeryüzünü dolaşın

ve Allah’ın (insanı) nasıl (hari-

kulade bir şekilde) yoktan var

ettiğini görün! Allah işte bu şe-

kilde ikinci hayatınızı da var

edecektir; çünkü Allah her şeye

kâdirdir!”6

“De ki: “Yeryüzünü dolaşın

ve (sizden) önce yaşamış olan

(günahkâr)ların sonlarının ne

olduğunu görün: onların çoğu

Allah’tan başka varlıklara

veya güçlere ilâhî sıfatlar ya-

kıştırmışlardı.”7

Bizim kültürümüzde içi boş,

sırf vakit geçirmek veya bize

bir fırsat olarak verilmiş vak-

ti boş ve hiçbir değer yükleme-

den geçirmek anlamında bir ta-

til yoktur. Daha doğrusu böyle

bir boşluk zihniyeti yoktur. Ak-

sine vakit fırsatını ganimet bilip

en iyi şekilde değerlendirmek

vardır. Çünkü Müslümanın her

hali ya ibadettir, ya ibadete ha-

zırlıktır. Ya şükürdür, ya zikir-

dir ya da fikirdir veya bunla-

ra hazırlıktır. Bir başka deyişle

namazımız, orucumuz, haccı-

mız, kurbanımız Allah için ol-

duğu gibi, seyahatimiz de Al-

lah için olmalıdır. Yolculuğa

çıkanlarımızı uğurlarken “İn-

şallah sâlimen ve gânimen ge-

lirsin.” deriz. Bunun anlamı ne-

dir? Gânim olarak geri dönmek

seyahatten madden ve mânen

kazançlı çıkarak, gittiğine ve gi-

deceğine pişman olmadan dön-

mektir. Amel-i sâlih adına, din

ve dünyamıza yararı dokuna-

cak bir takım güzel işler yapa-

rak dönmektir.

Biz başkalarının bize bellet-

tiği anlamda tatil yapamayız.

Bir kere “tatil” kelime olarak

olumlu bir anlam içermemek-

tedir. İşlevsiz, geçersiz ve fonk-

siyonsuz kılmak gibi anlamlara

gelen bu kelimenin bizim olum-

lu anlamlar taşıyan seyahatimi-

zin yerine neden kullanıldığı-

nı, dilimize neden sokulduğunu

bilmiyorum. Hem “seyahat”

hem “ta’tîl” Arapça kelime-

lerdir. Ancak birincisi olumlu

ikincisi olumsuz anlam içerir.

Nasıl olmuşsa bize bu kelime-

nin olumsuzu öğretilmiş. Ta-

til, boşa çıkmak/çıkarmak, iş-

levsiz kalmak/kılmak anlamına

gelince, sanki bu bizim zihnimi-

zi örmüş, seyahatimizin olmaz-

sa olmaz şartı haline getirilmiş.

Bunun için de biz tatil deyince

hep çalışmamayı, boş durmayı

Page 36: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

35

ve kabiliyetlerimizi kullanma-

mayı anlar hale gelmişiz. Bizim

tatil ve seyahatlerimiz de hep

ulvî gayeler için olur ve olmalı-

dır. Mesela, sıla-i rahim, bildiği

doğruları başkalarıyla ve fark-

lı kimselerle paylaşmak, yeni

tecrübeler edinmek, farklı şey-

ler öğrenmek, çok amaçlı göz-

lem yapmak, yeryüzü parçası-

nın farklı alanlarında da ibadet

ederek şahitlerimizin sayısını

artırmak, tanımadığımız ve hiç-

bir çıkarımızın bulunmadığı in-

sanlara sırf Allah için iyilikte ve

yardımda bulunmak tatili vakit

israfından ayıran bazı iyi niyet

unsurları olabilir.

Hz. Ömer ne güzel söyle-

miş: “Bu gün Allah için ne yap-

tın?” Bu soruyu her gün, tatil-

de de seyahatte de kendimize

sorabilmeliyiz. Sadece sormak-

la kalmayıp buna uygun cevap

veya cevaplarımız da olmalı.

Bu soruyu sorabilmek sorum-

lu bir zihniyete sahip olmanın

en önemli göstergelerindendir.

Aynı zamanda bu soru, gelişi

güzel, başıboş, gayesiz ve rast-

gele yaşamaya engeldir.

Bizler tatille yani istirahat

ve seyahatle vakit israfını asla

yan yana koyamayız. Tatilimi-

zin vakti boşa harcamak şek-

linde geçmesine gönlümüz razı

olamaz ve olmamalıdır. Çün-

kü vakit bizim için nakitten bile

önemlidir ve bize çok lazımdır.

Müslümanlar olarak insanlık

için yapmamız gerekenin kaç-

ta kaçını yapabildik ki? İyi ta-

raflarımızdan, başarılarımız-

dan kaç kişiyi yararlandırdık?

Kaç iyi insana bakarak kötülük-

lerimizden vazgeçtik? Bize ve-

rilen kabiliyetlerin ne kadarı-

nı insanlık yararına kullandık?

Hani bizim sevgili Peygambe-

rimiz: “Sizin en hayırlınız in-

sanlara en fazla yararı doku-

nandır.”8 buyuruyordu. Onun

için seyahatlerimizi, tatille va-

kit israfını birbirine karıştırma-

dan, tatili başka güzelliklere fır-

sat bilerek ve istirahat ile vakit

israfı arasında olması gereken

dengeyi kurarak yapmaya çalış-

malıyız.

Hikmeti içselleştirmiş olan

büyükler ne güzel söylemiş:

Tatili tahsil olanın tahsili ta-

til olur

Tahsili tatil olanın tatili tah-

sil olur.

* Prof. Dr.

1 Buhârî, Kitâbü’r-Rikâk 1; Ahmed b. Hanbel, I. 344.

2 3/Âl-i İmrân, 1373 6/En’âm, 114 16/Nahl, 365 27/Neml, 696 29/Ankebût, 207 30/Rûm, 428 Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, VI. 117; Taberânî, el-

Mu’cemu’l-Evsat, VI. 58.

Dipnot

“Biz başkalarının bize bellettiği anlamda tatil yapamayız. Bir kere

“tatil” kelime olarak olumlu bir anlam içermemektedir.”

Page 37: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201036

DüşünceMetin ÖZDEMİR*

HaYıR VE ŞER

allaH’TanHaYıR VE ŞER

allaH’Tan

Ahm

ed G

ENCA

L

Page 38: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

37

Her mü’min,

imanını ik-

rar ederken,

“Hayrın ve şerrin Allah’tan ol-

duğuna da iman ederim.” ifa-

desini dile getirir. Aslında bu

ifade, Kadere imanın daha ay-

rıntılı bir şekilde beyan edilme-

sinden ibarettir. Çünkü hayır

ya da şer olarak nitelenebilen

her şey sonuçta kaderin bi-

rer cüzüdür. Genel olarak her

mü’min, kadere iman etmekle

mükelleftir. Kadere iman, çoğu

kez Allah’ın değişmez yazgısı-

na iman olarak anlaşılır. Bu bir

yönüyle doğru olmakla birlikte

kader anlayışının tam bir ifade-

si olarak görülemez. Bu konuda

en çok dikkatlerden kaçan hu-

sus, kaderin insana dönük yö-

nüyle ilâhî ilimle ilişkili boyu-

tunun farklı olduğudur. Çoğu

kimse bu farkı dikkate alma-

dan, kaderi yalnızca tek bir şey

olarak yani Allah’ın yazgısı şek-

linde telakki eder.

Her şey Allah’ın kuşatıcı bil-

gisi içerisinde cereyan ettiğin-

den, yazgı bu bilgiye göre ger-

çekleşir. Bu, kaderin Allah’ın

ezeli bilgisiyle ilişkili olan bo-

yutudur. Bu boyutta zaman

ve tarih, geçmiş, an ve gelece-

ğe bölünmesi mümkün olma-

yan tek bir anın bütün açıklı-

ğıyla yansımasından ibarettir.

Pek çok teolog ve felsefeci, bu

tek bir anı, “daimi bir şimdi”

yani geçmişi ve geleceği söz ko-

nusu olmayan “an” olarak ifa-

de eder. Her şeyi sürekli olarak

geçmiş, an ve gelecek zaman

kategorilerinden birisi içerisin-

de anlama ve değerlendirme

alışkanlığından dolayı zihnin

bu “daimi şimdi”yi kavrama-

sı güçtür. Ancak Allah’ın bilgi-

si söz konusu olduğunda, me-

seleyi başka türlü ifade etmek

de mümkün gözükmemektedir.

Bütün varlığın kaynağı ve yara-

tıcısı olan ezelî bir varlığı, ta-

rihsel bir varlık gibi algılamak,

yani O’nu, geçmiş, an ve gele-

cek gibi zaman kategorileri içe-

risine hapsetmek imkânsızdır.

Bu imkânsızlık ontolojik bir zo-

runluluktan kaynaklanmakta-

dır. Ontolojik açıdan baktığı-

mızda, geçmiş, an ve gelecek

gibi tüm zaman dilimlerinin sa-

hibi olan bir varlığın, yarattığı

varlıkların alanı içerisinde hap-

solduğunu düşünmek, mantık-

sal olarak en küçükten en büyü-

ğe doğru sıralanan bir halkalar

zincirinde, en küçük halkanın

en büyük halkaya kadar tüm

halkaları içine alabileceğini

düşünmeye benzer. Bu itibar-

la Allah, yaşanmış, yaşanan ve

yaşanacak olan tüm tarihi, ob-

jektifin sayısız parçalardan olu-

şan bir fotoğraf karesini yakala-

ması gibi bilir.

Bu bilmenin imkânı ve öz-

gürlük düşüncesine bir kısıtla-

ma getirmediği meselesi, insan

aklını zorlasa da bu böyledir.

Dolayısıyla zamana mahkûm

bir varlığın zaman üstü bir var-

lığı anlamaya çalışırken, ön-

celikle kendi konumunu ve

sınırlarını iyi tespit etmesi ge-

rekmektedir. O, bu sınırı iyi tes-

pit ettiğinde, ötesinin yalnızca

bir iman konusu olduğunu an-

layacak ve böylece kendisini so-

rumluluk alanının ötesine geç-

meye zorlamayacaktır.

Şimdi bu noktayı nazar-ı

dikkate alarak öncelikle, kade-

rin ne anlama geldiğini kısa-

ca belirtelim. Kaderin bir yaz-

gı oluşunu dile getirirken, her

şeyden önce konunun insanî

boyutunu göz önünde bulun-

durmamız gerekmektedir. İn-

sanın sorumluluk alanı içeri-

Page 39: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201038

sinde olan hadiseler söz konusu

olduğunda yazgı, tıpkı bir fotoğ-

raf makinesinin objektifine ta-

kılan nesnelerin görüntülerinin

aynen olduğu gibi kaydedilme-

sine benzer. Bunu güncel bir ör-

nekle şöyle ifade edebiliriz: Bir

grizu patlamasında, eğer patla-

ma, büyük ölçüde bir ihmaller

zincirinin sonucunda gerçekleş-

miş ise, yazgı, bu ihmallerin bo-

yutuna bağlı olarak patlama şu

şiddette gerçekleşecek ve sonuç

da şu ölçüde kötü olacaktır, şek-

lindedir.

Dolayısıyla böyle bir olayda,

yazgının olayı belirlediğini söy-

lemek, fotoğraf makinesinin,

çektiği fotoğrafın içeriğini ken-

disinin belirlediğini söyleme-

ye benzer. Bu açıdan Allah, söz

konusu olayda ihmali bulunan

herkesi, kıyamet gününde hesa-

ba çekebilir ve sorumluluğu öl-

çüsünde cezalandırabilir. Bura-

da herkesin aklına gelebilecek

soru şudur: “Nasıl olur da Allah,

henüz gerçekleşmemiş bir olayı,

gerçekleşmiş gibi yazmakta ya

da takdir etmektedir?” Bu soru-

nun cevabı, yukarıda yaptığımız

analizin içerisindedir.

Bu soruyu soran, geçmiş,

an ve gelecek zaman katego-

rileri içerisine hapsolmuştur.

Hâlbuki yazgı ve takdirde bu-

lunan, zaman üstü, daha doğ-

rusu bütün zamanların sahibi

olan Ezelî ve Ebedî Varlık’tır.

Bizim için henüz gerçekleşme-

miş olan, O’nun için nasıl ger-

çekleşecek ise, öylece gerçekleş-

miş gibidir. Zira her şey O’nun

ilminde, nasıl gerçekleşmiş ya

da gerçekleşecek ise öylece bu-

lunmaktadır. Örneğin O, bü-

yük ölçüde insan iradesine bağlı

olarak hür bir şekilde gerçekle-

şecek bir olayı, ne ise o olarak

yani mahiyetine uygun bir şe-

kilde yazmakta ve kaydetmek-

tedir. Bu yüzden hiç kimse, so-

rumluluğunun faturasını ilâhî

yazgıya ve takdire çıkarma hak-

kına sahip değildir.

Bu açıdan baktığımız-

da, “hayır ve şerrin Allah’tan

olması”nın anlamı, hayır ve şer

bütün varlıkların yaratıcısının

O olması anlamındadır. Daha

doğrusu, hayır ve şerrin varlığı-

nın O’nun varlığına bağlı olma-

sıdır. Çünkü ister hayır ister şer

olsun, hiçbir şey O’na rağmen;

O’nun izni olmadan gerçekle-

şemez. Bunların hiçbirisi ken-

diliğinden var olma imkânına

sahip değillerdir. Diğer bir de-

yişle onlar, bütünüyle ilahi ira-

de ve kudretten bağımsız olarak

var olamazlar. Ancak bu hiç-

bir zaman, insanın sorumluluk

alanında gerçekleşen herhangi

bir şerrin, ona ilişkin ilâhî ira-

de ve kudretten dolayı zorun-

lu olarak gerçekleştiği, dolayı-

sıyla sorumluluğun ilâhî irade

ve kudrete ait olduğu anlamı-

na gelmez. Zira Allah, insan fiil-

leri söz konusu olduğunda, her

şeyi onun iradesine uygun ola-

rak yaratır. Bu itibarla ilâhî ira-

denin, insan fiillerinde belirle-

yici ve zorlayıcı bir rolü olduğu

söylenemez.

Elbette yaratmanın kanun-

ları ve yaratılışın bu kanunlara

uygun olarak gerçekleşmesi bü-

tünüyle Allah’a aittir. O’nun şu

buyruğu bu konuya açıklık ge-

tirmektedir: “Onlara bir iyilik

gelirse: ‘Bu Allah’tandır’ der-

ler, bir kötülüğe uğrarlarsa

‘Bu, senin tarafındandır’ der-

ler. De ki: ‘Hepsi Allah’tandır.”

(4/Nisâ, 78.) Buna karşın, söz

konusu yaratılış kanunları çer-

çevesinde gerçekleşen hür bir

insanî fiilin sorumluluğu ise ta-

mamen insana aittir. Bu bakım-

dan, Allah, söz konusu âyetin

hemen ardından şöyle buyur-

maktadır: “Sana ne iyilik gelir-

se Allah’tandır, sana ne kötülük

dokunursa kendindendir”.

Bu âyetlerin bize gösterdiği

açık sonuç şudur: Allah’ın bü-

tün fiilleri salt hayırdır. Yarat-

ma ve var etme bütünüyle hayır

olan fiillerdir. Hayır ve şer, bu

yaratma sayesinde varlık alanı-

na çıkma fırsatı bulmuş, böyle-

ce iyinin ve hayrın şerre nisbetle

kıymeti anlaşılabilir olmuştur.

İnsan fiilleri söz konusu oldu-

ğunda iyilik ve kötülük, Allah’ın

yaratmasına bağlı olarak de-

ğil, doğrudan insanın niyetine

ve iradesine bağlı olarak orta-

ya çıkar. Bu nedenle aynı tarzda

gerçekleşen iki fiilden birisi iyi,

diğeri ise kötü olabilir. Örne-

ğin vatan savunması esnasında,

düşmanı öldürmek iyi, herhan-

gi bir kimseyi malını gasp et-

mek için öldürmek ise kötüdür.

Elbette her iki fiil de Allah’ın ya-

ratılış kanunlarına bağlı olarak

gerçekleşmiştir. Fiillerin bu bo-

yutlarıyla Allah’a ait oluşu ta-

mamen hayırdır. Ancak onlar,

insanî iradeye bağlı olarak ger-

çekleşmiş olmaları yönüyle ba-

zen iyi bazen de kötü olabilirler.

* Prof. Dr.

Page 40: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

39

GİZEMLİ GÜZEL

Sağır kulağımı beter çınlattın,Yoksa İsrafil’in “sur”u musun sen?Duymadığım şeyi bana anlattın,Mânâ âleminin pîri misin sen? Gölgen üzerimde dolaşır niçin?Tartıda darası olmaz ki hiçin!Gözüme bir şekil gözükmek için,Eşiğimde gezen peri misin sen? Beklediğim vardı, fakat ırakta,Görünce şaşırdım karşı durakta.Sır güzelim koyma beni merakta,De hele gönlümün yâri misin sen?

Alışık değilim böyle döneme,Her zaman yoklama her an deneme.Keskin bakışların batar sineme,Sabrımı sınayan biri misin sen?

Medenî duruşun ve hâlin başka,Kibar davranışın, kemâlin başka,Endamın başkadır, cemâlin başka,Hasıl-ı gerçekten huri misin sen?

Ahmet Süreyya DURNA

Page 41: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201040

Hazret-i Peygamber (s.a.v.),

Hazret-i Âişe (r.a.nhâ.)’ye ait

odala rında vefat etmiş

ve aynı yere defnedilmişti. Daha sonra

Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) ve Hazret-i Ömer

(r.a.) da bura ya defnedildiler. Hazret-i

Hasan (r.a.) Medine’de vefat ettiği zaman

vasiyeti üzere kardeşi Hazret-i Hüseyin

(r.a.) tara fından ilk önce Hücre-i Saâdet’e

götürül dü. Hazret-i Hasan (r.a.)’ın buraya

defnedi leceğini sanan bazı kimseler itiraz

ettiler. Büyüyen tartışmalar, araya giren-

ler tara fından yatıştırıldı ve cenaze Bakî

Kabristanı’na götürüldü. Bir daha böy-

le hadiseler yaşanmaması için de Hücre-i

Saâdet’in kapısı örülerek tamamen kapa-

tıldı. Ömer bin Abdülaziz tarafından bu

oda nın etrafına Kâbe’ye benzememesi için

beşgen şeklinde bir oda daha yapıldı ve

ona da kapı yeri bırakılmadı. Daha sonra ki

asırlarda perde ile örtülen bu odanın dışı

parmaklık ile çevrildi. Ziyaretçiler Kabr-i

Saâdet’i parmaklık dışından ziyaret etmek-

te, parmaklığın içine ise yalnızca hademe-

leri girebilmekteydiler. Kabr-i Saâdet’in

olduğu asıl Hücre-i Saâdet’e gir mek ise

HaZRET-İ PEYGamBER (s.a.v.)’İn

KaBİR TOPRaĞı

HaZRET-İ mUHammED (s.a.V.)’DEn GÜnÜmÜZE mUKaDDEs EmanETlER:

KültürResul KESENCELİ

Page 42: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

41

“Hazret-i Muhammed (s.a.v.)’in kab rinden tamir

sırasında dökülen toprak lara “Gubâr-ı Şerîf”

denmektedir. İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi Hırka-i

Saâdet Dairesi’de 17 cm. yüksekliğindeki beyaz cam

sürahi içerisinde bulunmaktadır.”

mümkün değildir. Fakat Hazret-i Hasan’ın vefa-

tından beri birkaç kez ta mir için Hücre-i Saâdet’e

girilmek mecbu riyetinde kalınmış, tamirattan

sonra du varlar tekrar örülmüştür. Hatıratlarda

Hücre-i Saâdet içindeki kabirlerin kırmızı renk-

li kum ile kaplandığı belirtilmektedir. Yakut ve

zümrütle süslenmiş altın mah fazadaki küçük şi-

şeler içinde korunan iri taneli bir miktar kırmı-

zı kum, tamirler sıra sında Kabr-i Saâdet’ten alın-

mıştır.

Gubâr-ı Şerîf

Hazret-i Muhammed (s.a.v.)’in kab rinden ta-

mir sırasında dökülen toprak lara “Gubâr-ı Şerîf”

denmektedir. İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi

Hırka-i Saâdet Dairesi’de 17 cm. yüksekliğinde-

ki beyaz cam sürahi içerisinde bulunmaktadır.

Yanında bulunan vesikada ise buraya ge liş

hikâyesi şöyle anlatılmaktadır:

“Harem-i Melâikhıdem-i Hazret-i

Nebevî derûnunda Hücre-i Muattarâ

zemîninin döşeme mermerlerini ta-

mir ve icabına göre bazı larının tecdîdi

husûsuna nezâret olunması abd-i

âcizlerine ihâle ve ta’mîre bed’ olun-

duğunun üçüncü günü Kisve-i Şerîfe

çamurdan mugayyir olmamak içün

bir mikdar zeminden ref’i esnâsında

Kisve-i Saâdet derûnunda mermer-

den masnû’ cidâr-ı şerîfin kıyâmında

iki aded seng-i şerîf mahallinden oy-

namış olduğundan kezâlik ta’mî-

ri savb-ı dâiyâneme ihâle ve bu ah-

karları kemâl-i ta’zîm ü tekrîm ile

ol seng-i mübâreki kal’ ve taslîh

icün arkasında mevcûd hâk-i ıtır-

nâk-i mübârekin bir mikdârını

tuhûr idüp mea’t-ta’zîm ü tebcîl

ahz ve ta’tîr ve tebhîr ile hıfz ve

ahcâr-ı mübârekenin çamuru-

nu gülyağı ve gül suyu ve sâir

Page 43: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201042

revâyıh-ı tayyibe ile ba’de’l i’mâl mahalline muh-

kem vaz idüp vâcibü’t-ta’zîm olan türâb-ı serîf-i

mezkûr dahi Hırka-i Saâdet nezdinde hıfz buy-

rulmak üzere Der-saâdet’e götürülmüş ol duğu...

Medîne-i Münevvere’de Tarîkat-i Aliyye-i Mısriy-

ye Meşâyihinden Mehmed Emin Efendi”

Bundan başka Mukaddes Emânet ler arasın-

da müteaddit defalarda ge tirilmiş Kabr-i Şerîfe

ait pek çok tozlar vardır ki, Cevher-i Saâdet

ismiyle anı lırlar. Cevher-i Saâdet’ler

Peygamber Efendimizin kabri-

ni çevreleyen odanın dışına ası-

lı perdenin değiştirilmesi sıra-

sında toplanırdı. Çoğu zaman

otuz-kırk yılda bir değiştirilen

perdelerin yenilenmesi sıra-

sında Harem-i Şerîf hademele-

rinden en yaşlı ve sâlih olan-

lar görev alırdı. Perde ile duvar

arasında biriken ve yıl larca

Hazret-i Rasûlullah (s.a.v.)’a

komşuluk yapan tozlar, Peygamber

âşıkları naza rında çok kıymetliydi.

Hizmetkârları tarafından muay-

yen zamanlarda Hücre-i Saâdet’e

girilerek süpürülen tozlar da

zâyi edilmezdi.

Has Oda’daki Cevher-i

Saâdet’lerden bir

mikdârının üzerin-

de şu yazı bulunmak-

tadır: “Hazret-i Fahr-i

Âlem Sallallahü Teâlâ

Aleyhi ve Sellem Efendi-

miz Hazretleri nin Kabr-i

Şerîfinin üzerinden bin

ikiyüz elli beş târîhi cülûs-ı

hümâyûnda Efendimiz Sal-

lallahü Aleyhi ve Sellem Haz-

retlerinin izn-i şerîfleriyle bir zât

girüp ahz eylediği Cevher-i Saâdet’tir.

Elli yedi senesinde Ravza-i Mutahhare’de

fakîre hediyye eylemişdir. Ahz eyleyen zat, ‘he-

man işbu Cevher-i Saâdet kimsede yokdur, kad-

rini bilüp hıfz oluna’ (dedi). Rabbim şefaatleriyle

cümlemizi mesrur buyursun. Âmîn, bi-hurmet-i

Tâhâ ve Yâsîn. el-Fakîr eş-Şeyh Muhammed Nûrî,

Türbedâr-ı Yahyâ Efendi Kuddise Sırruhü’l-Azîz”

Büyükçe bir şişe üzerindeki kayıtta da, “Rasûl-i

Ekrem Sallallahü Aleyhi ve Sellem Hazretleri’nin

merkad-i şerîfleri gaslolunan su bulunmakta-

dır. İçinde olan suyu mahvolup tûtiyâ-yı dîde-i

ümmet-i rûsiyahkârân olan Gubârı bâkî kalmış-

dır. Pek hıfz ideler. Esb etmeyeler.” denilerek

Kabr-i Saâdet’in yıkandığı su olduğu, za-

manla döküldüğü için yüzü kara üm-

metin gözlerine sürme olan tozları-

nın kaldığı belirtilmektedir.

Osmanlı döneminde Hücre-i

Saâdet Rabîulevvel ayının do-

kuzunda, Receb’in yir mi birin-

de ve Zilkade’nin on

sekizinde olmak üze-

re yılda üç kere yıka-

nırdı. Bu te mizlik sıra-

sında Hücre-i Saâdet’in

Bâb-ı Şâmî isimli ka-

pısı açılır, vazifeli ağa-

lar üç bö lüğe ayrılır, bir

bölüğü bıçak şeklinde

demirlerle kazırlar, bir bölü-

ğü hurma dalından süpürge-

ler ve su ile yıkarlar, bir bö-

lüğü de büyük süngerler ile

silerlerdi. Her bölük birbiri

ardınca bu işleri sırayla ya-

parken bir ağızdan ve yük-

sek sesle “Lâ ilahe illallah,

Muhammedü’r-Rasûlullah”

diye zikrederlerdi. Dışarıda

bulunan ziyaretçiler de bu sı-

rada salât ü selâm ile meşgul

olurlardı. Bu manzara caminin

içinde öyle bir hal meydana geti-

rirdi ki herkesin vücûduna titreme

gelir gözyaşları sel gibi akardı. Hazret-i

Peygamber Efendimizin Kabr-i Şerîflerinden

hâsıl olan suyu dışarıda bekleşen âşıklar şerbet

gibi içerler, bu su ayrıca ağalar tarafından ha-

tırlı kimselere hediye edilirdi.

Page 44: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

4343

Hırka-i Saâdet Dairesi’nde hurma dalından

pek basit tarzda yapılmış küçük süpürgeler de

bulunmaktadır ki, üzerinde kayıt olmamasına

rağmen Hücre-i Saâdet’in yahut Kâbe’nin temiz-

liğinden kaldıkları düşünülebilir.

Medine’nin Şifalı Toprağı

Ashâbdan Sâbit ibni Kays ibni Şemmâs (r.a.)

hastalandığı zaman Rasulullah (s.a.v.) dua etmiş,

Medine’deki Buthan vâdîsinden toprak getirtip

üzerine su döke rek nefes etmiş, suyu hastanın

üzerine serpmişti. Hazret-i Âişe (r.a.)’den ge len

bir rivayete göre de yara veya çıban gibi rahat-

sızlıklardan muzdarip olan kişi ler için Rasulul-

lah (s.a.v.), tükürüğünü sürdüğü şehâdet parma-

ğını toprağa bular ve “Allah’ın ismiyle. Arzımızın

toprağı, bazımızın tükürüğü, Rabbimizin izniy-

le şifa ola caktır.” diyerek yaraya sürerdi. Tıbb-ı

Nebevî üzerinde çalışan bir kısım âlimler, bu ha-

dislerden yola çıkarak, Medine gibi sıcak iklim-

lerde güneşin harâretiyle dezen fekte olmuş temiz

toprağın yaraları kurutup iyileştirmekteki tesi-

ri üzerinde dur muşlar; bir kısım âlimler de bazı-

mızın tükürüğü ile Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’in

tü kürüğünün, arzımızın toprağı ile Medine top-

rağının kastedildiğini, Rasûlullah (s.a.v.)’ın bun-

ları vesile ederek Allah’ın ismiyle şifa taleb ettiği-

ni belirtmişlerdir.

Rasûlullah (s.a.v.)’ın şifa için dua ederek kul-

landığı vadinin toprağından Mukad des Emânetler

Dairesi’nde de bir miktar muhafaza edilmekte-

dir. Kalıplarla tablet şekline getirilen toprakla-

rın üzerinde, “Allah’ın ismiyle; Arzımızın toprağı,

bazımızın

tükürüğü, Rab-

bimizin izniyle şifa

olacaktır.” duası yazılıdır.

(Bkz: Hilmi AYDIN¸ Hırka-i Saadet Dairesi ve Mu-

kaddes Emanetler¸ İstanbul¸ 2004.)

Page 45: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201044

BİR aĞaCın DallaRıBİR aĞaCın DallaRı

aKRaBalaRaKRaBalaR

EğitimMehmet Zeki AYDIN*

Page 46: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

4545

İslâm’a göre, insa-

nın dünyada iki

temel sorumlu-

luğu vardır. Birincisi, onu ya-

ratan, rızıklandıran ve çeşitli

nimetlerle donatan Allah’ı bil-

mek, tanımak, O’na inanmak ve

bildirdiği şekilde kulluk etmek-

tir. İkincisi de beraber olduğu,

hayatın çeşitli alanlarını bir-

likte paylaştığı insanlara kar-

şı olan görev ve sorumluluğu-

nu yerine getirmekdir. Kur’an,

hepimizin hak ve sorumluluk-

larını belirtmiştir. Bunlardan

biri de insanın ailesine, akra-

balarına ve ilişkide olduğu çev-

resine karşı olan görev ve yü-

kümlülükleridir. Çünkü insan

dünyada tek başına olmadığı

gibi, başıboş da bırakılmamış-

tır; her zaman ilişki içinde ol-

duğu anne, baba, eş, evlat, ak-

raba gibi yakınlarıyla karşılıklı

ilişki içinde olması istenmiştir.

Allah, insanları yaratmış, ar-

dından da nesep ve evlilik yo-

luyla aralarında akrabalıklar

oluşturmuştur. İnsana kendi

cinsinden eşler yaratmış, onlar-

dan evlat ve torunlar var ede-

rek birer aile hâline getirmiş-

tir. Birbirleriyle kaynaşıp huzur

ve sükûn bulmaları için de on-

lara sevgi, şefkat ve merhamet

duyguları bahşetmiştir. Sev-

gi, merhamet ve yardımlaşma,

aile bireylerini ve ailenin çevre-

sini meydana getiren akrabala-

rı birbirine bağlayan en önemli

bağ olduğu gibi, aynı zamanda

milletleri var eden ve ayakta tu-

tan en temel değerdir. Toplum-

ların huzurlu ve mutlu olmala-

rının temeli tek tek bireylerin

ve ailelerin mutluluğuna bağlı-

dır. Onun için de İslâm, akraba-

lar arasındaki bağın korunma-

sına çok önem vermiştir.

Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı

Kerim’de kendisine iman ve

ibadetten hemen sonra, ana ba-

baya iyi davranmayı emredip

arkasından da akrabaya karşı

iyilikte bulunarak haklarını îfâ

etmeyi istemesi konunun öne-

mini göstermektedir. Kur’an-ı

Kerim, 4/Nisâ suresi 1. âyette

Yüce Mevlâ’mız şöyle buyurur:

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefis-

ten yaratan ve ondan da eşini

yaratan; ikisinden birçok erkek

ve kadın (meydana getirip) ya-

yan Rabbinize karşı gelmekten

sakının. Kendisi adına birbiri-

nizden dilekte bulunduğunuz

Allah’a karşı gelmekten ve ak-

rabalık bağlarını koparmaktan

sakının. Şüphesiz Allah üzeri-

nizde bir gözetleyicidir.”

Akrabalar arasındaki ilişki-

ye dinî bir terim olarak sıla-i

rahim denir. Sıla-i rahim, akra-

ba ve yakınları ziyaret etme, hâl

hatır sorma ve yardımda bulun-

ma, akrabayı, yani ana, baba,

dede, çocuklar ve torunları; süt

ve evlilik yoluyla olan yakınları

ziyaret etmek, gözetmek ve on-

lara yardım etmek gibi anlam-

lar ifade eder.

İslâm, akrabaları bir ağaca,

akrabalık bağlarını da o ağacın

köklerine benzetmiştir. Ağaç

dalıyla, budağıyla, yaprağıy-

la gür ve güzel görünür; fayda-

lı olur. Dalı yaprağı olmayan bir

ağaç, ağaçlıktan çıkar. Kupkuru

bir odun olarak kalır. Bu ağacın

dalını, budağını, yaprağını ve

meyvesini besleyen, geliştiren

ve onu faydalı bir ağaç hâline

getiren ise o ağacın kökleri-

dir. Ağacın kökleri bakım yapı-

larak korundukça ağaç olarak

“Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim’de kendisine

iman ve ibadetten hemen sonra, ana babaya iyi

davranmayı emredip arkasından da akrabaya

karşı iyilikte bulunarak haklarını îfâ etmeyi istemesi

konunun önemini göstermektedir.”

Page 47: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201046

kalır. İşte insanlar da bir ağacı

meydana getiren dallar, budak-

lar ve yapraklar gibidir. Herkes

birbirlerine bağlı, birbirleriyle

ilişkili ve birbirine destek veren

birer daldır. Bu birliği, beraber-

liği ve dirliği ayakta tutmak için

akrabalık bağlarını sıkı tutmak

ve geliştirmek önemlidir. Allah

Rasulü bu hususu şöyle belirt-

miştir: “Rahim/akrabalık, sık

ağaçların birbirine girmiş kök-

leri gibidir. Rahmân isminden

alınmıştır. Bu nedenle Allah,

‘Kim sana ilgiyi sürdürürse

ben de onunla ilgiyi sürdürü-

rüm. Kim seninle ilgiyi keserse

ben de onunla ilgiyi keserim.’

buyurdu.”1

İslâm dininde, aile, akraba,

komşu ve İslâm kardeşliğinin

gerektirdiği bağları korumak

anlamına gelen sıla-i rahimin

önemini anlamak için şu ha-

dise bakmak yeterlidir: “Ak-

raba ile ilişkiyi kesen cennete

giremez.”2 Bu bakımdan akra-

ba ile bağları ve münasebetle-

ri kesmek haram kabul edilmiş-

tir. İslâm, akrabalığı yalnız kan

bağıyla sınırlamamış, evlilik ve

süt emzirmeyi de birtakım dinî

ve hukukî sonuçlar doğuracak

şekilde akrabalık bağını oluş-

turan unsurlar olarak kabul et-

miştir.

Sıla-i rahim kişinin sade-

ce akrabalarına iyi davranması,

onların acılarını ve mutlulukla-

rını paylaşması ve onlara bel-

li sınırlar içinde yardım etmesi

anlamına gelmez; aynı zaman-

da kişi servetini de imkânları

dâhilinde ve akrabalarının ih-

tiyaçlarına göre onlarla pay-

laşmalıdır. Şu âyette adaletten

sonra ihsanla birlikte akraba-

ya vermeyi zikretmesi bunun

bir ifadesidir. Kur’an’da şöy-

le buyrulur: “Şüphesiz Allah,

adaleti, iyilik yapmayı, yakın-

lara yardım etmeyi emreder;

hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı

da yasaklar. O, düşünüp tutası-

nız diye size öğüt veriyor.”3

İslâm, yakınların ihtiyaçları-

nın karşılanmasını akrabalığın

bir gereği saymaktadır. 17/İsrâ

suresi 26. âyetteki, “Akrabaya,

yoksula ve yolda kalmış yolcu-

ya haklarını ver, fakat saçıp

savurma.” emri, akrabaya ihti-

yaç anında her türlü maddî yar-

dımın ve destekte bulunmanın

sıla-i rahmin gereği olduğunu

ortaya koyar. Aynı şekilde, 2/

Bakara suresi 215. âyet konuyu

daha da açıklar: “Sana Allah yo-

lunda ne harcayacaklarını soru-

yorlar. De ki: ‘Hayır olarak ne

harcarsanız o, ana baba, akra-

ba, yetimler, fakirler ve yolda

kalmışlar içindir. Hayır olarak

ne yaparsanız, gerçekten Allah

onu hakkıyla bilir.”

İnfak yaparken, akrabayı

mahcup etmeyecek ve ihtiyacı-

Page 48: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

47

nı karşılayacak bir şekilde kişi-

nin kendi için ayırdığı, sevdiği

malından verilmesi istenmiş-

tir: “Sevdiğiniz şeylerden Al-

lah yolunda harcamadıkça iyi-

liğe asla erişemezsiniz. Her ne

harcarsanız Allah onu bilir.”4

Bu âyet nazil olunca zengin

sahâbîlerden biri olan Ebû Tal-

ha, Allah’ın Rasulü (s.a.v)’ne

şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasu-

lü! Allahu Teâlâ, “Sevdiğiniz

şeylerden Allah yolunda har-

camadıkça iyiliğe erişemezsi-

niz.” buyuruyor. Benim en se-

vimli şeyim hurma bahçesidir.

O Allah için sadakadır ve onun-

la iyiliğe erişmek ve onun Al-

lah katında bana azık olmasını

istiyorum. Ey Allah’ın Rasu-

lü! Onu, Allah’ın sana göster-

diği yere harca.” Efendimiz bu-

nun üzerine; “Çok güzel, bu

çok kârlı bir mal oldu, bu çok

kârlı bir mal oldu. Söyledikle-

rini duydum ve ben bunu akra-

baların arasında dağıtmanı uy-

gun görüyorum.” buyurdu. Ebû

Talha da: “Ey Allah’ın Rasulü,

söylediğin gibi yaparım.” dedi.

Sonra Ebû Talha o bahçeyi ak-

rabaları ve amcaoğullarına bö-

lüştürdü.5

İslâm akrabaya iyiliği ve ak-

rabalıktan doğan sorumluluk-

ların yerine getirilmesini em-

rederken, câhiliyenin ırkçılık

anlayışını ise kesinlikle reddet-

miştir. Çünkü câhiliyye Arap-

ları akrabalık, nesep ve soy üs-

tünlüğüne dayalı kavmiyetçi

bir anlayışa sahiptir. Câhiliye

Araplarında kabilenin menfaa-

ti söz konusu olduğunda, hiçbir

ilke ve hakkın fazla bir önemi

yoktu. İşte İslâm, câhiliyedeki

bu tarz akrabalık anlayışını ta-

mamıyla reddederek, onun ye-

rine dine dayalı kardeşlik ve

takvâda üstünlük fikrini yerleş-

tirmiştir. Çünkü Kur’an’a göre

bütün insanlar bir ana baba-

dan yaratılmıştır; hiç kimse-

nin diğerinden takvâdan başka

bir üstünlüğü yoktur. Bu konu

şöyle ifade edilmektedir: “Ey

insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi

bir erkek ve bir dişiden yarat-

tık ve birbirinizi tanımanız için

sizi boylara ve kabilelere ayır-

dık. Allah katında en değerli

olanınız, O’na karşı gelmekten

en çok sakınanınızdır. Şüp-

hesiz Allah hakkıyla bilendir,

hakkıyla haberdar olandır.”6

Yüce Rabbimiz, bizi sıla-i ra-

him sevabından mahrum etme-

sin, bize dünya ve âhirette iyi-

likler versin.

* Prof. Dr.

1 Buharî, Edep; Abdullah Feyzi Kocaer, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh, İstanbul 2004, Hadis nu:2007, c.2, s.725.

2 Buharî, Edep; Abdullah Feyzi Kocaer, a.g.e., Hadis nu:2006, c.2, s.724.

3 (16/Nahl, 90)4 (3/Âl-i İmrân, 92)5 Buharî, Zekât; Abdullah Feyzi Kocaer, a.g.e.,

İstanbul 2004, Hadis nu: 740, c.1, s.259–260.6 (49/Hucurât, 13)Ali Abdulhamid Baltacı, Daru’l-

Hayr, Beyrut 1993, s. 412–413. 9 el-Kuşeyrî, er-Risale, s. 420–421. 10 el-Kuşeyrî, er-Risale, s. 439–440. 11 el-Kuşeyrî, er-Risale, s.378.12 el-Kuşeyrî, er-Risale, s. 439.

Dipnot

Page 49: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201048

Somalili ev arkada-

şım Uveys Ali Nur,

New York’tan al-

mış olduğu aracını Minnesota’da

yaşayan en küçük kardeşine ver-

mek ve aracı onun üzerine yap-

mak için Minnesota’ya kadar bir

yolculuk yapmak istediğini ve

bana kendisiyle gelip gelemeye-

ceğimi sordu. Ben de memnu-

niyetle ona eşlik edebileceğimi

söyledim.

Bir sabah Uveys Ali Nur’un

eski model Toyota marka ara-

cıyla New York’tan yola çıktık.

Pensilvanya hudutları içerisin-

de sık sık yol kenarlarında ge-

yik ölülerinin yer aldığı geniş

otoban yolda uzun süre yolcu-

luk ettikten sonra ilk durağımız

olan Columbus şehrine ulaş-

tık. Burada arkadaşımın bir ak-

rabasının bir motelde ayırdı-

ğı odada ilk gecemizi geçirdik.

Arkadaşım Uveys Ali’nin ne-

redeyse Somali’de hiç akrabası

kalmadığını burada anlamış ol-

duğumu belirtmek isterim. Zira

önümüzdeki birkaç gün boyun-

ca beni tanıştırdığı bütün So-

malililer onun akrabasıydılar.

Ertesi günü kahvaltımızı bir

Somali lokantasında yaptık.

Kahvaltımızda Somali mutfa-

ğından muhtelif yemekler var-

mİnnEsOTa sOmalİ DİasPORasıYla

GeziFatih ERKOÇOĞLU*

Page 50: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

49

dı. İri kıyılmış ve soğanla karış-

tırılmış tavuk ve sığır etiyle dolu

iki ayrı tabak yemeği, bizdeki

gözlemeye benzeyen ve Somali-

lilerin Capati dedikleri ekmekle

afiyetle yedik. Uveys Ali bir muzu

yemeğin üzerine kıydı. Ne söyle-

yeyim denemenizi âcizane tavsi-

ye ederim, gayet güzeldi. Lokan-

ta ve çevresindeki birçok dükkân

Somalililere aitti. Birkaç kişi ile

hatıra fotoğrafı çektirdikten son-

ra burada bulunan, Somalililere

ait bir alışveriş merkezine gittik.

Amerikalıların “mall” dedikleri

devasa alışveriş merkezlerine hiç

benzemiyordu. Burası kafeterya,

mescit, kütüphane, anaokulu gibi

bir mekân ve muhtelif eşyaların

satıldığı irili ufaklı dükkânlardan

oluşan, iki kattan ibaret mütevazı

bir yapı idi. Yine de burası Soma-

lili kadın ve erkekler için bir çalış-

ma ve eğitim ortamı sunuyordu.

Arkadaşım burada çok sayıda

arkadaşıyla, akrabasıyla görüş-

tü ve hasret giderdi. Müteakiben

aracımızla Columbus’un merke-

zine doğru hareket ettik. Dışarıda

hafiften yağmur yağmaya başla-

mıştı. Arkadaşım yavaş yavaş yol-

da seyrederken ben de yolculuk

öncesinde almış olduğum Nikon

D60 fotoğraf makinemle vakit-

ten tasarruf ederek aracın pen-

ceresinden fotoğraflar çekiyor-

dum. Columbus Sanat Müzesi ve

yol boyu birkaç kilisenin fotoğra-

fını çektikten sonra, bir yerde in-

dim ve eski bazı yapıların fotoğ-

rafını aldım. Bu esnada Emniyet

Müdürlüğü binası olduğunu zan-

nettiğim ve o an gözüme hoş gö-

rünen yapının fotoğrafını da al-

dıktan sonra hızla diğer taraftaki

başka bir binaya yöneldim. Bu

binayı da fotoğrafladıktan son-

ra aracıma dönerken bir Colum-

buslu ne yaptığımı sordu. Ben de

yabancı olduğumu, hoşuma gitti-

ği için bu binalardan sadece bir

iki fotoğraf aldığımı belirttim ve

hızla arabaya yöneldim. Zira ha-

fif yağmur artık sağanağa dön-

müştü. Hemen arabaya bindim.

Az önceki bey arabamıza yanaş-

tı ve camı açmamızı söyledi. Polis

kimliğini gösterdi. Düşünün ara-

bada her ne kadar Amerikan va-

tandaşı olsa da bir Somalili ile

bir Türk vardı. Arabanın içi çan-

ta ve eşyalarımızla doluydu. Po-

lis memuru hemen bir devriyeye

haber verdi. Filmlerdeki sahne

cereyan etmek üzere idi.

Page 51: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201050

Devriye geldi, aracın için-

deki iki polisten birisi benim

kapıma yöneldi, arkadaşımın

kimliğini ve benim pasapor-

tumu aldı. Kendi aracına dön-

dü. Biz bir müddet bekledik.

Adam tekrar döndü ve bana

bir şeyler sordu. İlginç sorular-

dı. Amerika’da ne yapıp ne et-

tiğimi sorduktan sonra kilomu

ve boyumun ölçüsünü de öğ-

renmek istemişti. Müteakiben

elimdeki makineden az önce

çekmiş olduğum fotoğrafla-

ra önce baktı ve daha sonra da

Columbus’ta çekmiş olduğum

birkaç fotoğrafı sildirdi. Nere-

deyse beş aydır New York’ta ya-

şıyordum. Bol bol siren sesleri-

ni duyuyor ve polis arabalarını

görüyordum. Özellikle Grand

Central denilen ana metro du-

rağında bazen kaskları ve M16

silahları ile özel tim olduğu-

nu sandığım askerlere rastlı-

yordum. Ama şimdiye kadar ne

metroda ne de başka bir yerde

herhangi bir polis beni durdu-

rup sorguya çekmişti.

Columbus’taki bu durum

benim oldukça garibime git-

ti. Zira New York’ta hemen her

yerde fotoğraf çekebiliyordum

ve polis görse bile müdahale et-

miyordu. Pasaportum ve arka-

daşımın kimliği üzerinde ince-

leme sürerken biz de sağanak

yağmurun altında aracımızın

içindeydik. Takriben bir saa-

te yakın bekledik. Bu arada ar-

kadaşım Columbus’tan bir ak-

rabasını aradı ve ondan yine

onun tanıdığı ve burada polis

memuru olan bir arkadaşı ile

bağlantı kurdu. Polisler de yağ-

mur nedeniyle kendi araçların-

daydılar. Arkadaşım beklemek-

ten rahatsız olmuştu ve bir an

arabadan çıkmak için hareke-

te geçti. Polis hemen arkamız-

dan çıkmamamızı belirtti. Ben

dikkatle polise bakıyordum.

Polis tabancasının kılıfını ara-

ladı ve hemen çıkartabileceği

pozisyonu aldıktan sonra yanı-

mıza geldi. Arkadaşım elindeki

telefonu yanımızdaki polis me-

muruna uzattı. Konuşma son-

rasında gidebileceğimizi söyle-

diler. Müteakiben yola çıktık.

Artık hava iyice kararmak üze-

re idi. Neredeyse bir saatten

fazla bir süre orada beklemiş-

tik ve Columbus’ta görebilece-

ğimiz başka yerleri görme fır-

satını kaçırmıştık. Sağlık olsun

diyerek Minnesota yoluna ko-

yulduk. Ben iki de bir “Bu da

Amerika’nın öteki yüzü.” diyor-

dum. Arkadaşımın hoşuna git-

miş olacak ki olay sonrasında

kendisini arayanlara -polis me-

muru tanıdığı da dâhil olmak

üzere- bu sözümü aktardı.

Yol boyu hava hem yağmur-

lu hem de fırtınalı idi. Rüzgâr

estikçe yolda seyreden aracımız

neredeyse yoldan çıkacak gibi

oluyordu. Birden aklıma haber

Page 52: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

51

programlarındaki hortumlarda

havaya uçan araçlar geldi. Ger-

çekten de rüzgâr oldukça sert

esiyordu.

Saatler sonrasında gece geç

vakit ulaştığımız Illinois eya-

letinin üçüncü büyük şeh-

ri Chicago’nun banliyölerinde

bir motele yerleştik. Bu yoldaki

ikinci gecemiz idi. Yol boyunca

yer alan bu moteller genellikle

iki kattan oluşuyordu ve bazı-

larında kahvaltı da ücrete tabi

idi. İstisnasız hemen her oda-

da başucunuzdaki komodinin

çekmecelerinin birinde bir İn-

cil vardı.

Motelden sabah erkenden

Chicago merkezine doğru yol

alırken o kadar çok üst geçit

gördüm ki hayretler içinde kal-

dım. Amerikalı şehrini adam

akıllı planlamış anlayacağınız.

Belki de birkaç kilometre bo-

yunca onlarca üst geçit vardı

ve bunlardan vızır vızır araç-

lar geçmekte idi. Şehir merke-

zine oldukça yakın bir yerde

arkadaşımın küçük kardeşle-

rinden birisinin de bulunduğu

yine Somalililere ait bir mekâna

ulaştık. Çok sayıda Somalili

vardı burada. Somali yemekle-

rinin yenildiği bir lokanta, mes-

cit ve muhtelif ek binalar. Kah-

valtımızı yaptıktan sonra şehir

merkezine gitmek üzere ara-

cımızla yola çıktık. Şehri gez-

mek için akşama kadar vakti-

miz vardı.

Michigan Gölü kıyısın-

da bulunan Chicago, filmler-

den tanıdığımız eski gangster

Al Capone’nin şehriydi. Chi-

cago Nehri’nin etrafında bu-

lunan gökdelenlerin manza-

rası Manhattan’ı aratmayacak

tarzda idi. Şehir merkezi bo-

yunca uzanan kent panorama-

sını görebilmek için gölün dol-

durulmasıyla oluşturulduğunu

zannettiğimiz Adler Rasatha-

ne’sinin bulunduğu yere gittik.

Hava biraz soğuktu ve ortalıkta

bizim gibi ziyarete gelen üç beş

kişi vardı. Buradan şehir harika

görünüyordu. Sol tarafta John

G. Shedd Akvaryumu, Field Ta-

biat Tarihi Müzesi ve 1994 Fifa

Dünya Kupasında kullanılan

Soldier Stadı yer almaktaydı.

Tabii olarak vakit darlığından

bu mekânların birini bile gez-

me imkânı bulamadık. Panora-

mik bakış sonrasında arabamı-

zı uygun bir yere park ettik ve

Michigan Bulvarı’na yürüyerek

gittik. Chicago Sanat Enstitü-

sü Okulunun hemen yanındaki

Millenium adındaki parka gir-

dik. Önce hayli ilginç yapısıyla

Jay Pritzker Konser Salonu’nu

gördük ardından da 2006 yı-

lında bitirilen ve “Bulut Kapı-

sı” denilen eserin yanına gittik.

Devâsâ bir fasulye görünümün-

deki bu sanat eserinin 33 m.

yüksekliği 42 m. Genişliği, 66

m. uzunluğu vardı ve eser 110

ton ağırlığında olup 168 adet

çok parlak ve paslanmaz çelik

levhadan yapılmıştı. Yapının

karşısına geçtiğinizde görüntü-

nüz farklılaşıyordu. Bu yapının

hemen yanı başında ise kış ay-

ları geldiğinde hemen her yer-

de kurulduğu gibi bir buz pate-

ni pisti açılmıştı. Hemen arkası

ise Michigan Caddesi idi. Cad-

de boyunca biraz turladık, hava

soğuktu ve bir şeyler içmemiz

gerekiyordu. Girdiğimiz kahve-

cide almış olduğumuz kahvele-

rin ilk yudumuyla içimiz ısın-

maya başlamıştı. Gayet temiz

ve nezih bir ortamda kahveleri-

mizi yudumlarken, kulaklarıma

etraftan Türkçe kelimeler geli-

yordu.

Sıcak kahve sonrasında Mic-

higan Gölü kıyısındaki Navy

Pier denilen iskeleyi de hızla zi-

yaret ettik ve ardından da ak-

şama doğru yine Somalilile-

rin merkezine gittik. Bu defa

Page 53: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201052

ilk olarak Arapların meşhur

Humus’u ile başladık yemeğe

ve müteakiben de pilav, makar-

na, tavuk (ve sığır) eti ile sala-

tanın bir arada olduğu Somali

mutfağından başka bir yemek

daha yedik. Yemek sonrasın-

da ise Minnesota’ya doğru yola

koyulduk. Milwaukee üzerin-

den Madison’a geçtik, oradan

da sabaha kadar arkadaşım gö-

zünü kırpmadı ve saat dört gibi

Uveys Ali’nin küçük kardeşinin

Minneapolis’teki bir oda ve sa-

londan oluşan (mutfak da salo-

na dâhil) kutu gibi küçük evine

ulaştık. Biraz istirahat sonrası

gezimize başladık.

Minnesota bizdeki “Göl-

ler gölgesi” gibi bir yer olup

10 binin üzerinde göle ev

sahipliği yapmaktadır.

Gece yolculuğumuzda fark

edememiştik ama dönüşü-

müzde yol boyu onlarca iri-

li ufaklı göl görmüştük. Yeri

gelmişken belirtelim, Ame-

rikan eyalet merkezlerinin ve

şehirlerinin birçoğunun ismi

ortadan kaldırılan Amerikan

yerlilerine ait. Mesela Idaho,

Utah, Kuzey ve Güney Dakota,

Alabama, Kentucky, Massac-

husetts, Nebraska, Missouri,

Tennessee, Wyoming ve Min-

nesota bunlardan sadece birka-

çıdır. Minnesotta “Bulutlu su”,

Minneapolis’ten geçen Missis-

sipi Nehri “Büyük su” anlamla-

rına gelmektedir. Yine az önce

zikrettiğimiz Chicago’daki Mic-

higan Gölü de eski yerli dille-

rinde “Büyük su ya da göl” an-

lamında kullanılmaktadır.

Minnesota eyaletinde kaldı-

ğımız birkaç gün boyunca ikiz

şehirler Minneapolis ile hemen

yakınındaki Snt. Paul şehirleri

arasında gidip geldik. Bir gece

donmuş olan Mississipi Neh-

ri üzerindeki köprüden yürü-

yerek karşıya geçtik. Neredeyse

kulaklarımı donduracak kadar

soğuktu. Kanada sınırında yer

alan bu eyalette kışların olduk-

ça soğuk geçtiğini söyledi ar-

kadaşım. Amerikalılar özellik-

le şehir merkezindeki binaları,

araç geçişlerini aksatmaksızın

yerden yüksek cam tünellerle

birbirine bağlamış ve böylece

soğuklarda caddede gezmeksi-

zin binadan binaya geçişi temin

etmişlerdi.

Minneapolis’te çok sayı-

da Somalili ile tanıştım. Daha

önce belirttiğim gibi tanıştıkla-

rımızın neredeyse hemen hepsi

arkadaşımın akrabaları idi. Ar-

kadaşım Minnesota eyaletinde

binlerce Somalilinin yaşadığını

ifade etti. Allah’ın işi Afrika’nın

en sıcak yerlerinden birisi olan

Somali’den kalkacaksın ve

Amerikalıların bile yaşamak is-

temedikleri kuzey yarım kürede

yer alan buraya yerleşeceksin.

Birkaç gün boyunca Soma-

lililerin kurdukları alış veriş

merkezleri, camileri ve yaşadık-

ları mekânları gezdik. Lokan-

talarında yemek yedik, evleri-

ne misafirliğe gittik. Bu arada

Somalililerin birçoğunun ga-

yet güzel Arapça konuştukla-

rını belirtmem gerekir. Bir ak-

şam arkadaşımın burada evli

olan kız kardeşini ziyaret et-

tik. Çocuklardan birisi rahat-

sızdı, fakat ikisi kız ikisi erkek

diğer çocuklarla biraz sohbet

ettik. Özel okula giden çocuk-

lar gayet güzel İngilizce konu-

şuyorlardı. Aynı zamanda on-

lara okullarında Kur’an eğitimi

de veriliyordu. Karşılıklı olarak

birkaç sure okuduk. Küçük yaş-

larına rağmen çocuklar güzel

Kur’an-ı Kerim okuyorlar-

dı.

Arkadaşımın burada ay-

lık kira ödediği küçük bir

deposu vardı. Kapısında

güvenlik görevlisinin ol-

duğu iki katlı depoda hem

arabanızı hem de naklede-

mediğiniz bazı eşyanızı ko-

yabileceğiniz boy boy depo-

lar bulunuyordu. Amerikalılar

bunu da düşünmüşler anlaya-

cağınız. Arkadaşımın ikinci kat-

ta bulunan neredeyse bir metre

genişliğinde ve iki metre yük-

sekliğindeki deposu çok sayıda

kitap, fotoğraf ve satmak için

bastırdığı Somali haritalarıyla

doluydu. Yıllardır Amerika’da

yaşayan arkadaşımın sağdan

soldan topladığı malzemeler

sadece küçük bir depoya sığ-

mıştı. Biraz anılarını tazeledi.

Deponun loş ışığında ben de

bunlardan birkaçının fotoğrafı-

nı çektim. 11 Eylül saldırılarıyla

birlikte yıkılmadan birkaç gün

önce İkiz Kuleler’den birinde

Page 54: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

53

çektirdiği fotoğraf en ilginçle-

rindendi. Somali’den postalan-

mış onlarca mektup, fotoğraf

ve Somali tarihi üzerine kitap-

lar. Bu kitaplardan birisini he-

men oracıkta fotoğrafladım.

Columbus’taki alış veriş mer-

kezinde Somali müzikleri ile il-

gili kaset ve cd’lerin hazırlandı-

ğı küçük bir dükkânda, duvara

asılı olan Somali’nin başken-

ti Mogadişu’nun şehir merkezi

fotoğrafında minaresindeki kü-

lahından Osmanlı eseri olduğu-

nu anladığım bir cami görmüş-

tüm. O zaman bunun bir Türk

Camisi olduğunu arkadaşıma

söylemiştim. Bu kitap ise So-

mali tarihinde Osmanlı Türk-

lerinin bölge üzerindeki faali-

yetlerinden kısaca bahsetmekte

idi. İlginçtir kitap arkadaşımın-

dı, fakat o bu kitabı henüz oku-

mamıştı ve Osmanlıların So-

mali’deki faaliyetlerinden

haberdar değildi. Ben o akşam

o bilgileri hemen bir gözden ge-

çirdim ve arkadaşıma Türkle-

rin Somali’de askerî faaliyet-

lerde bulunduğunu söyledim.

Arkadaşım Uveys Ali hayretler

içinde kalmıştı. Bu bilgiyi arka-

daşım müteakiben Somalili ar-

kadaşlarıyla paylaştı.

Son olarak Minneapolis so-

kaklarında gezerken rastladığı-

mız ilan panolarındaki kırmızı

fesle alakalı bazı hususlara de-

ğinmek istiyorum. Arkadaşım

burada fesi, eğri kılıç ve ay yıl-

dızı amblem olarak kullanan bir

cemaatten bahsetti. Bir akşam

tesadüfen bu cemaatin Zuhrah

Temple (tapınak) isimli bina-

larının önünden geçtik. Ben bi-

nanın caddeye bakan duvarın-

da yer alan yukarıda zikrettiğim

amblemin fotoğraflarını çek-

tim. Arkadaşıma da binaya gir-

mek istediğimi söyledim. Zuh-

rah Temple, 1870 yılında New

York’ta kurulan ve adı Ancient

Arabic Order of the Nobles of

the Mystic Shrine (Mistik Ta-

pınak Soylularının Antik Arap

Tarikatı) olan ve kısaca The

Shriners (Tapınakçılar) deni-

len mason cemaatinin Min-

neapolis şubesi idi. Mabedin

ve Red Fez (Kırmızı Fes) Grill

yazılı olan lokanta tarzı bir eğ-

lence yeri olduğu anlaşılan

mekânın girişinin aynı yerden

olduğunu gösteren bir levha

kapıda asılıydı ve mekânın gi-

rişinden Red Fez’in sıradan

bir lokanta olmadığı hemen

anlaşılıyordu.

Binanın ikinci katında ise

bizi bir sürpriz bekliyordu.

İnanır mısınız tesadüfen So-

malililerin hazırlamış oldukla-

rı bir programa rast gelmiştik.

İçeride kadınlı erkekli yüz-

lerce Somalili bulunuyordu

ve mavi zemin üzerindeki be-

yaz yıldızlı Somali bayrakları

her yere asılmıştı. Kadınların

rengârenk kıyafetleri bir gül

bahçesini hatırlatıyordu. Ar-

kadaşım benim merakım sa-

yesinde kendi ülkesinden bir-

çok arkadaşı ve akrabalarıyla

böylece görüşme fırsatı bul-

muş oldu.

New York’tan Kanada sını-

rındaki Minnesota eyaletine

yapmış olduğumuz yolculuk

boyunca gezip gördüklerimizi

kısaca aktarmaya çalıştığımız

bu notlarımızı bitirirken, bir

sonraki sayıda Amerika notla-

rımızın sonuncusu olan Was-

hington notlarına yer verece-

ğimizi hatırlatmak isterim.

*.Dr.

Page 55: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201054

PsikolojiSefa SAYGILI*

mUTlUlUK

aRanıR mı?“İnsanın mutlaka bir amacı olmalıdır, ama bu yüce bir dava olmalıdır. İnsan,

insanları gözeten, menfaatperestlikten uzak bir dava uğruna yaşamalıdır. Dava,

sıradan ve dünyevî bir amaç gütmemelidir.”

Page 56: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

55

Çoğu insan, bulundu-

ğu hâl içinde mut-

lu olmaya bakaca-

ğı yerde, önüne bir hedef koyar

ve “Şöyle bir duruma gelirsem

veya şunu alırsam mutlu olu-

rum.” şeklinde mutluluğunu er-

teler.

Bazı kişiler için en büyük

hedef, kazançlarındaki artıştır.

“Gelirim şu kadar artsa derdim

kalmaz, o zaman tamam.” der-

ler. Kimileri ise konut almak

için para biriktirir ve “Kendi

evime taşındığımda artık be-

nim için mutluluk yolu açıla-

caktır.” kanaatini taşırlar.

Zihinleri istek listeleriyle

dolu bu kişilerin doyumsuzluk-

ları onları aksine mutsuz ede-

cek, ne kadar çok şeyleri olsa da

imrenecekleri bir şeyler her za-

man olacaktır. Evi olan, bu se-

fer içini döşemeyi düşünecek;

onu da yapacak, fakat bekledi-

ği mutluluk yine gelmeyecektir.

Sebep basittir: Kişinin zihin

yapısı, düşünüş şekli değişme-

miştir. Çünkü mutluluk aran-

maz, yaşanır. Mutluluk yaşa-

nan ve hissedilen bir şeydir,

düşünülen veya tarif edilen bir

şey değildir.

J. Webster, “Mutluluk, kar-

şımıza çıkmasını beklemek-

le değil, karşısına çıkmayı bil-

mekle elde edilir.” derken bu

gerçeğe işaret etmiştir. Biz için-

de bulunduğumuz şu an mut-

lu olabiliriz. Şartlar kötü dahi

olsa, onları mutluluk lehine yo-

rumlayabilir ve çevirebiliriz.

William S. Burroughs, “Ben-

ce mutluluk, yaşananın, amacın

ve zorlukların yan ürünüdür.

Mutluluğu sırf mutluluk olarak

arayanlar, mücadelesiz bir za-

fer istemektedir.” diyerek aynı

gerçeği göstermiştir.

Mutluluk Arayan Adam

Zengin birinin demecini

okumuştum. Mutluluğu nasıl

bilgide, seyahatte, zenginlik-

te aradığını ve sonuçta elinde

sadece hayal kırıklığı kaldığı-

nı anlatıyordu. Bir gün otobüse

binerken hızla geçen bir sahne-

ye tanık olur: Bir kadın ufacık

bir arabada kollarında uyu-

yan bir bebekle oturmaktadır.

Bir adam otobüsten iner, ara-

baya yürür, önce incelikle ka-

dını, sonra uyandırmaktan ka-

çınırcasına bebeği hafifçe öper.

Daha sonra araba uzaklaşırken,

zengin adam bu aileye bakar ve

“Demek ki hayatın tüm normal

faaliyetleri, içinde tad barın-

dırmaktadır. Yeter ki mutluluk

duymasını bilelim.” der.

Evet, aslında mutlu olacak o

kadar çok şeyimiz var ki. Mut-

lu olmaya hemen şimdi baş-

layabiliriz. Önce derin bir ne-

fes alalım, gözlerimizi masmavi

semaya dikelim, beyaz bulut-

ları inceleyelim. Bir gün önce

ölen ülkenin en zengin insa-

nının bile bugün keyfine vara-

mayacağı havayı içimize çeke-

lim. Cenab-ı Hakk’a bize yeni

bir gün bahşettiği için şükrede-

lim ve bugünü yaşayalım. Kaş-

larımızı mümkünse hiç çatma-

yalım, yüzümüzden gülümseme

eksik olmasın.

Bernard Shaw, “Mutsuz ol-

manın en emin yolu, mutlu

olup olmadığımızı düşünebile-

cek kadar bol miktarda vakti-

mizin olmasıdır.” demektedir.

Mutluluğun peşinde koşarken

genellikle mutluluğu yakala-

yamayız. Çoğunlukla kendimi-

zi başka şeylere vermişken bizi

bulan bir taddır, bir hissediştir

mutluluk. Amerikan başkanla-

rından Lincoln’un dediği gibi,

“İnsan ne kadar mutlu olmak

isterse o kadar mutludur.”

Asuman Hanımı, koca-

sı mutsuz ve karamsar olduğu

için muayenehaneme getirmiş-

ti. “Bir probleminiz, derdiniz

var mı?” diye sorduğumda “Ol-

maz mı?” demişti. “12 yıllık ev-

liyim, hâlâ bulaşık makinem

yok. Bütün hanımlar bulaşı-

ğı makineyle yıkadıkları halde

Page 57: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201056

ben elimle yıkıyorum. Bundan

büyük dert olur mu? Bıktım ar-

tık. Makinem olsa mutlu olu-

rum herhalde.” diye eklemişti.

Anlatırken ağlamaklıydı.

Aradan birkaç yıl geçti. Yine

Asuman Hanım gelmişti. Yine

mutsuzdu, karamsardı. Ken-

disine takılmadan edemedim.

“Daha bulaşık makinesi al-

madınız mı yoksa?” Derin bir

iç geçirdi ve “Herkes aldıktan

sonra kıymeti yok. Evet, var;

ama şimdi de bir arabam olsa,

arada canım sıkıldıkça gezsem,

sahile insem diyorum. Herhal-

de o zaman rahatlar, kendimi

daha mutlu hissederim.”

Tabii, Asuman Hanımın

arabası olsa da mutlu olamaya-

cağı açıktır. Bu sefer arabanın

modelini veya başka bir şeyi he-

defleyecek, yine tatminsizlik çe-

kecekti. Mutlu olmak için, dün-

yaya bakış açısını değiştirmesi,

olmayanlarla dünyayı kendine

zindan etmek değil, elindeki ni-

metlerle mutlu olmayı bilmesi

gerekiyordu.

Ünlü yazar Dale Carnegie:

“İçinde bulunduğunuz durum

ve kendiniz için üzgün olmak

sadece bir enerji kaybı değil,

aynı zamanda sahip olabilece-

ğiniz en kötü alışkanlıktır.” de-

mektedir.

Yüce Bir Amaç İçin Çalışmak

İnsanın mutlaka bir ama-

cı olmalıdır, ama bu yüce bir

dava olmalıdır. İnsan, insan-

ları gözeten, menfaatperestlik-

ten uzak bir dava uğruna ya-

şamalıdır. Dava, sıradan ve

dünyevî bir amaç gütmemeli-

dir. Bu amaç, gerçekleşir veya

gerçekleşmez. Ama yüce hede-

fe giden yolda olmak bile mut-

luluktur. Meşhur hikâyedir;

karınca hacca gitmeye niyet et-

miş ve yola çıkmış. Vazgeçir-

meye çalışmışlar, “Bu gidişle

varamadan ölürsün.” demişler.

Karınca ise “Varamasam da

hac yolunda ölmüş olurum.”

cevabını vermiş.

Bernard Shaw’ın deyişiy-

le: “Kendiniz tarafından belir-

lenmiş yüce bir amaç için ça-

lışmak, bu hayatta gerçek bir

hazdır. Sürekli kendi çıkarını

düşünüp hep şikâyet eden biri

olarak, neden dünya beni daha

mutlu etmiyor demek yerine,

tabiatın bir gücü olarak fonksi-

yon görmek gerçek bir mutlu-

luktur.”

Başkalarına iyilik etmek, ki-

şinin kendisine de fayda verir.

Hellen Voller, “Yaşamak heye-

can verici bir iştir.” diyor. “Ve

en çok da başkaları için yaşan-

dığında heyecan verici olur.”

diye ekliyor.

Geçmişte trenle bir yolculu-

ğa çıkmıştım. Yanımda oturan

kişi, “Yolumuz epey uzun sü-

recek. Ne sıkıcı bir yolculuk!”

şeklinde karamsar yorumda

Muhammed GÜLSEREN

Page 58: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

57

bulundu. İşin kötüsü, bu söy-

lediğine inanıyordu da.

Bir Türk masalında, iki köy-

lü karşılaşırlar. Birlikte gider-

lerken önlerine, gidecekleri

köye doğru, uzadıkça uzayan

bir yokuş çıkar. Biri diğerine,

“Bizim köye diyecek yok, ama

ille bu yokuş belimizi bükü-

yor.” der.

Diğeri başını sallar: “Yokuş

olmasına yokuş, ama yarı yere

kadar ben seni taşırım, yarısın-

dan sonra da sen beni taşırsın,

olur biter.” diyerek, karşılıklı

sohbetle yol yorgunluğu

duymadan yokuşu çıka-

rız, demek ister.

Yolculuğumuzda da,

yol arkadaşım, eğer olay-

lara başka bir gözle bak-

mış olsaydı, yapılan

yolculuk en büyük zevk-

lerden biri olarak görü-

lebilirdi. Anadolu’nun

göz alabildiğince uzanan

bozkırları, her tondaki

yeşiliyle ormanları, sarp

ve heybetli dağları seyrine do-

yum olmaz bir güzelliktedir.

Üstelik bu seyir ücretsizdir.

Vadiler, ırmaklar bize zevk ve-

rir. Yeter ki bu zevki çıkarma-

yı bilelim.

Bu uzun yolculukta hem bu

zevki tattım, hem de güzel bir

kitabı bitirdim.

Bir de, emeklilik onları san-

ki mutluluğa boğacakmış gibi

emekliliği bekleyenler var. Soh-

bet sırasında “Beş yılım kaldı.”

veya “Altıbuçuk yıl sonra emek-

liyim.” derler. Aslında hayatla-

rının son dönemine giriyorlar

ve emekli olduklarında yaşa-

yacakları boşluk onlara muh-

temelen mutluluk değil mut-

suzluk verecektir. Gün saymak

yerine, işlerinden zevk almaya,

o günü mutlu ve dolu dolu yaşa-

maya çalışmaları gerekmez mi?

Mutlu olmaya çalışmayı er-

telemek konusunda söylene-

cek bir şey daha var. Okul-

dayken kendimizi okulun

bitmesine şartlandırdık. Okul

bitti, bu defa “İş bulunca mutlu

olurum.” diye düşündük. İş bu-

lunca bu sefer evlenmeye, evle-

nince çocukların oluşuna, son-

ra ev sahibi olmaya, derken de

çocukların evlenip gitmesine

erteledik mutluluğumuzu. Far-

kına bile varmadan yaşlandık

ve hayat geçip gitti. Birçok kişi

kendine göre hayal ettiği “bü-

yük mutluluğu” ararken hayatı-

nı harcıyor ve “küçük mutluluk-

ları” göremiyor.

Hayattan zevk almaya şim-

diden başlayalım. Geçmişte

veya gelecekte yaşamak yeri-

ne şimdi ve burada yaşamaya

başladığımızda bize zevk ve-

recek pek çok şey keşfederiz.

Bunları aramaya gerek yok,

her yerde bulabiliriz.

Başarıyı yakalamak da

aynı mutluluk gibidir. Üni-

versite yıllarında sosyal çalış-

malara gereğinden fazla vakit

ayırdığımdan olacak dersle-

rim kötü gidiyordu. Üst sınıf-

taki İbrahim Rahat adlı bir

büyüğümün fikrini almıştım.

İbrahim Ağabey, tavsiyeleri-

ni sıralayarak başarılı olmak

için değerli bilgiler vermişti.

“Tamam” dedim, “Bir

iki işim daha var, biti-

rip çalışma programı-

na gireceğim.”

Bunun üzerine tıb-

biyeli büyüğüm, “Bak,

kardeşim” diye söze

başlamış ve şu anlamlı

cevabı vermişti: “Prog-

ramı sonraya erteledin

mi başarı yakalanmaz.

Senin yapacağın iş, he-

men başlamak. Şimdi

gidip kitabın başına oturur-

san ancak halledersin. Ertele-

me ertelemeyi getirir, bu işin

sonu gelmez.”

Evet, “Acı kaçınılmazdır,

mutluluk ise seçime bağlıdır.”

diyen Tim Hansel ne kadar

haklı.

Mutluluk, her zaman ve

her yerde bizimledir, yani bi-

zim içimizdedir. Yeter ki ara-

masını ve yakalamasını bile-

lim.* Prof. Dr.

Page 59: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201058

TasavvufHalil İbrahim ŞİMŞEK*

GÖRÜŞlERİTasaVVUFÎ

İsmaİl HaKKı TOPRaK (K.s.)’ın

Page 60: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

59

Elimizdeki verilerden elde ettiğimiz

bilgilere göre İsmail Hakkı Efendi

tasavvufî anlamda ilk dersini Rifaî

şeyhi Abdullah Haşim Efendi’den aldı ve onun

gözetiminde seyr ü sülûkünü bir müddet sürdür-

dü. Daha sonra bazı arkadaşlarının ve bir müride

olan annesinin teşvikiyle Tokat’a giderek bura-

da bulunan Şiranlı Mustafa Efendi’nin (ö. 1989)

halifesi Mustafa Hâkî Efendi’yle (1856–1920) ta-

nışıp ona intisap etti. Mustafa Hâkî Efendi, İs-

mail Hakkı Efendi’nin seyr ü süluküne rehberlik

ederek onu yetiştirdi. Onun üstadı Mustafa Hâkî

Efendi’ye muhabbeti ve saygısı oldukça fazlaydı.

O, her hâlinde ve tavrında üstadını örnek alıyor-

du. Katre başlıklı şiirinde bu durumu şöyle dile

getirmektedir:

Künhünü bilmek istersen sırr-ı Hâkî’dir özüm

Anın etvârıncadır dâimâ özüm sözüm

Her neye baksa basar-ı Hâkî’dir bakan bu gözüm

Zîrâ evvelden anınla tek ü tenhâ olmuşuz.

Burada tasavvufî anlamda bir teslimiyetin ifa-

desini görmekteyiz. Aynı zamanda İsmail Hakkı

Efendi bu ifadeleriyle şeyhe yapılan râbıtanın en

üst düzeyi olan fenâ fî’ş-şeyh, yani şeyhinde ken-

dini yok etmeyi tecrübe etmektedir. Dolayısıyla o,

kendi benliğinden kurtularak her hâliyle şeyhinin

iradesine teslim olduğunu ifade etmektedir. Çün-

kü sûfînin mürşidiyle her hâlinde bütünlük için-

de olması gerekir. Mürid, mürşidinin telkin etti-

ği zikir ve evrâda tam bir şekilde riayet ettiği gibi

onun öğrettiği ve uyguladığı âdâb ve erkâna da

uymalıdır.

İsmail Hakkı Efendi’, Mustafa Tâkî Efendi’nin

vefatından (1925) sonra irşad vazifesini üstlendi

ve ölümüne (1969) kadar bu görevini sürdürdü.

Komisyonculuk yapmak üzere 1941’de Sivas’ta-

ki Çitilin Hanı’nda kiraladığı dükkânı dergâh

(vekâle) gibi kullanarak kendisini ziyarete gelen-

leri irşad etti. Yaz mevsimlerinde ise âdeti oldu-

ğu üzere genellikle mesire yerlerinde sohbet etti.

Semaver çayı sohbet ortamından eksik olmazdı.

Onun bu âdeti müritleri vâsıtasıyla bugün de de-

vam ettirilmektedir.

Bilindiği gibi tasavvufî eğitim, kemâl ma-

kamlarını tecrübe ederek geçip irşada ehil gö-

rülerek tam hilafet icazeti alan kâmil bir mür-

şid gözetiminde alınmaktadır. Bu mürşid-i kâmil

ü mükemmilin silsilesi sahih bir şekilde Hz.

Peygamber(s.a.v)’e kadar ulaşmalıdır. Tasavvufî

tecrübe ancak sözü edilen gerçek mürşidler

vâsıtasıyla mümkündür. İsmail Hakkı Efendi de

sözü edilen bu gerçeğe dikkat çekerek tasavvuf

terbiyesinin mürşidsiz alınamayacağını ifade et-

mektedir.

Page 61: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201060

İsmail Hakkı Efendi’nin tasavvuf anlayışında

istikamet esastır. O, zâhirî haller, rüya ve kevnî

kerâmete gereğinden fazla itibar etmezdi. Ona

göre önemli olan İslâm’ın ahkâmına uygun bir

dinî hayat yaşamaktı. Ayrıca o, tasavvufun ahlâkî

boyutuna çok önem veren bir zâttı. Ona göre gü-

zel ahlâk insanı geçimli kılar. Kulların razı oldu-

ğu böyle bir mü’min insanı Allah(c.c) da sever. Bu

sebeple sûfî olduğunu söyleyen insanlar ahlâkî

özelliklerini güzelleştirmelidir. Çünkü büyükleri

sık sık, “Tasavvuf güzel ahlâktan ibarettir.” denil-

mektedir. O, her işin ya melekî ilham veya şeytanî

vesveselerle ilişkili olduğunu ifade eder. Müridle-

rinden bazısına hitaben yazdığı mektubunda bu

görüşünü şöyle açıklar:

“Her işte melâike de şeytan da müessir-

dir. Adamına göre bazı kimse melâikeden il-

ham ve bazı şahıs şeytandan vesvese alır. Biz ise

muvâzene ile yola gideriz. Her kim melâikeye

mukârin olursa işlerinde ilham, şeytana yaklaşır-

sa vesveseden istilzâm alır…”1

Sûfilerin mücâhedelerinde sabırlı ve azimli ol-

maları gerektiğini söyleyen İsmail Hakkı Efendi,

bazen mânevî hayatları sarsacak olaylarla ve hü-

cumlarla karşılaşsalar da müritlerin bu tür taar-

ruzları kabz ve bast hâliyle yorumlamalarını tav-

siye ederdi. Kabz, yani manevî darlık hâlinde

meydana gelen sıkıntılara sabredilmeli ki, bast/

rahatlık hâline ulaşılabilsin. Dolayısıyla seyr ü

sülûk esnasında sıkıntılarla muhatap olunduğu

zaman ümitsizliğe düşülmemelidir.2

Namazların cemaatla kılınmasına önem veren

İsmail Hakkı Efendi, genellikle sabahları dâhil

her vakitte camiye gitmeyi tercih ederdi.

İsmail Hakkı Efendi’nin kişinin diline sahip

olmasını öğütlediği mısraları şöyledir:

Bu tarîkat âleminden olmak istersen sûd-mend

Sen de bu hâlde olup halktan lisânın eyle bend

İşte budur âcizânem hubb-ı fî’llâh sana pend

Hayr-hahân-ı cihân sîmurg u ankâ olmuşuz.

İsmail Hakkı Efendi, yaratılışın özündeki

hakîkatı keşfetmek için zâhirden kurtulup bâtına

yönelmek gerektiğini belirtmektedir. Böyle bir

hâli elde eden insan Allah’ın yarattıklarındaki ce-

mal nurunu görür. O bir şiirinde şöyle der:

Katremizden hisse al bî-ka’r-ı deryâ olmuşuz

Cümle halka bir bakışla çeşm-i bînâ olmuşuz

Gerçi zâhirde lisân-ı nâs ile güftârımız

Ma’nâ yüzünden soyunup hep mu’arrâ olmuşuz.

Özellikle ilk iki mısrada insanın Rabbine karşı

fakrını/muhtaçlığını anlaması ve O’nun yarattık-

larına Hakk’ın nazarıyla bakarak ayrılıklara takıl-

maması gerektiğine dikkat çekilmektedir. “Gerçi

zâhir lisân-ı nâs ile güftârımız/Ma’nâ yüzün-

den soyunup hep muarrâ olmuşuz” mısraların-

da sûfînin zâhirde halkla bâtında Hak’la bir olma

anlayışı vurgulanmaktadır. İlk dönem mutasav-

vıflarından Bâyezîd-i Bistâmî (ö. 261/874) özü-

nün Allah’la birlikteliğini şöyle ifade eder: “Otuz

seneden beri Hak’la sohbet etmekteyim. Fakat

halk benim kendileriyle sohbet ettiğimi zannedi-

yorlar.”3 İsmail Hakkı Efendi, diğer bir dörtlü-

ğünde halk içinde Hak’la beraberliğe şöyle işaret

etmektedir:

Çünkü Kıtmîr olalıdan bu kapıda bu hakîr

Her işi sırr-ı ezelden bildim ve takdîr-i Kadîr

Ol sebepten işimiz cümleye ta’zîm ü tekrîmdir

Böylelikle halk içinde Hakk’ı ra’nâ bulmuşuz.

Yaratılışın özünde hakîkat-ı Muhammediy-

ye vardır. Ruhlar âleminde Allah(c.c) bu bağlı-

lık için özümüzden söz aldı. Bu sebeple insanda

her zaman ruhlar âleminde verilen o söze sadâkat

özlemi vardır. İçinde bulunduğumuz âlemin

alâkalarından kurtulmak sûretiyle özdeki hakîkat

keşfedilmelidir. İsmail Hakkı Efendi bu durumu

şu dörtlüğünde ifade etmektedir:

Tâ ezelden intisâbım âlemin seyyidine

Düştüm aşkına gelelden bu anâsır bendine

Çok aradım yağladım yüz tutup Hakk’ın kendine

Âlem-i devrân içinde hubb-i Mevlâ bulmuşuz.

Mevlâna yaratılıştaki bu sırrı neyin dilinden

şöyle anlatır: “Dinle neyden nasıl şikâyet ediyor,

Page 62: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

61

ayrılıkları (nasıl) anlatıyor. Özlem derdini anlata-

bilmem için ayrılıktan dilim dilim olmuş bir yürek

isterim. Kendi aslından uzak kalan herkes, yine

kavuşma zamanını arar.”4 Yani her şey aslına öz-

lem duyduğu gibi insan da özüne dönmek için has-

ret çeker.

Kişinin bu âleme inişinden sonra aslına duy-

duğu özlemini ancak zikir ile tatmin edebileceği-

ne işaretle İsmail Hakkı Efendi şöyle der:

Bilmediler zevkimi cümle ins ü cinn ü melek

Derdine düştüm bana neler çektirdi felek

Hâl-i Hakkı bulmaya zikrin beyim dâim gerek

Zikr-i Hak seyr ü sebakla ders-i yektâ bulmuşuz.

Zikrin kalplerdeki öze dönüş özlemini gidere-

rek huzura erdireceğine işaretle âyet-i kerimede

şöyle buyrulmaktadır: “Kalpler ancak Allah’ın zik-

riyle tatmin olur/huzur bulur.”5 Her an Allah’ın

huzurunda olduğunu hissederek hâl ve davranışı-

nı muhafaza etmek zikrin insana sağladığı bir has-

lettir.

İsmail Hakkı Efendi amellerin ihlâs ile yapıl-

masına çok önem verirdi. Dostlarına da böyle ha-

reket etmelerini tavsiye ederek bu uygulamaları-

nı âdet haline getirmelerini öğütlerdi. Bu anlamda

bir dörtlüğünde şöyle der:

Herkesin mikdâr-ı ihlâsınca fi’li eder zuhûr

Sen çalış ol muhlisândan çıkmasın senden kusûr

Gayrıda görsen hatâyı setredip ondan al huzûr

Bunu âdet edinip bir dürr-i yektâ bulmuşuz.

İhlâsın sûfîlerin mânevî seyirlerindeki aşama-

lara göre dereceleri vardır. Ebû İsmail Abdullah

el-Herevî (ö.481/1088) ihlâsı, “Ameli bütün karı-

şımlardan arındırmaktır.” şeklinde tanımlayarak

bunun üç derecesi olduğunu ifade eder. Birinci-

si, amelden ameli beğenmeyi ve arzuyu çıkarmak-

tır. İkincisi, bütün gücünü kullanarak amelini

müşâhededen kaçınmak ve amelini başarılı gör-

mekten kurtulmaktır. Üçüncüsü, Allah’ın kulun

basîretini nurlandırdığı tevfik nuruna sığınmak-

tır. Bu nurun aydınlığında amelin Allah’ın cömert-

liğinden meydana geldiği görülür.6

İsmail Hakkı Efendi’nin bugün çok tartışılan

bir tasavvufî mesele olan râbıta için yaptığı özlü

ve veciz tarifi vererek konumu sonlandırmak isti-

yorum: “Râbıta, mürşidin eliyle müridin kalbin-

den geçirilip dergâh-ı izzete bağlanan haberleş-

me ipidir.” Bu tarif pek çok şeyi açıklamaktadır.

Mürşid-i kâmile yapılan râbıta ile onun boyasına

girip (insibâğ) onun vâsıtasıyla Hakk’ın tecellile-

rine mazhar olunur.

İsmail Hakkı Efendi’ye Allah’tan rahmet dili-

yor, kıymetli okuyucularımıza da hürmetlerimi

arz ediyorum.

* Doc. Dr.

Not: 4 Ekim 2009 tarihinde Sivas Belediyesi tarafından düzenlenen “İsmail Hakkı To-prak Sempozyumu”nda sunulan tebliğ metinin özetidir.

1 Lütfi Alıcı, İhramcı-zâde İsmail Hakkı Toprak Efendi: Hayatı Şahsiyeti ve Eserleri, Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 2001, s. 51.

2 Alıcı, İhramcı-zâde İsmail Hakkı Toprak Efendi, s. 62 (29. Mektup).3 Necmüddin Kübrâ, “Usulü Aşere, Şerh-i Usul-i Aşere”, Tasavvufî Hayat, haz.:

Mustafa Kara, Dergah Yay., İstanbul 1980, s. 52. 4 Mevlânâ Celaleddin Rûmî, Mesnevî, çev.: Derya Örs, Hicabi Kırlangıç, Konya

Büyükşehir Belediyesi Yay., Konya 2008, s. 19.5 13/Ra’d, 286 Ebu İsmail Abdullah el-Herevî, Menâzilü’s-sâirîn, Mısır 1908, ss. 16-17.

Dipnot

Page 63: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201062

KâBE’nİn ETRaFı

KültürEnbiya YILDIRIM*

Page 64: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

İslâm’da ibadetin şekilden

öte bir boyutu vardır. Ku-

lun ibadetini îfâ etmesi is-

tenirken bunun bedenin hareketleriyle

sınırlı kalmaması arzulanır. Zira şeklî ha-

reketler son derece önemli olmakla bir-

likte mânevî ve ruhî boyutun bedene eşlik

etmesi gerekir. Hiç şüphesiz, ibadetler-

de aslolan, insanın kalbini terbiye etmek

ve onu istikamet üzere bulundurmaktır.

Rabbiyle olan bağlantıyı diri tutmaktır.

Bu yüzdendir ki, hangi ibadet olursa ol-

sun, kendini vermeden yerine getirildi-

ğinde sevabı fazla olmayacaktır.

İbadet esnasında dünya ile bağlan-

tıyı kesmek asıl olduğundan, nama-

za duran insanın ellerini tekbir için kal-

dırdığında dünyayı ardında bırakması

beklenir. Mâsivâ ile bağlantısını kesme-

si için duvara yakın durması ve gözleri-

ni secde mahallinin ilerisine taşırma-

ması tavsiye edilir. Hatta başkalarının

önünden geçmesinin muhtemel olduğu

mekânlarda da, Allah Rasûlü’nün tavsiye-

sine uyarak, sütre edinmesi istenir. Böy-

lece hem önünden geçme durumu olan

kişilere bir sınır çizilmiş hem de namaz

kılan kendisine bir alan belirlemiş olur ve

63

Page 65: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201064

bu alanın dışına odaklanmaz.

Huşu ile kastedilen de budur.

İnsanın sadece ibadete kilitlen-

mesidir. Bunu başarabilmesi

için de kendisini namazda meş-

gul edecek her şeyden kopma-

sı icap eder. Meselâ edâ sıra-

sında günümüzün vazgeçilmez

aletlerinden olan cep telefonla-

rının kapatılmasının gerekmesi

de bundandır.

Huşu çok mühim ve ku-

lun rabbi ile olan bağını güç-

lendirmesine yardımcı oldu-

ğundan dolayıdır ki, teheccüd

namazının nâfile ibadetler ara-

sında çok farklı bir yeri var-

dır. Zira gece uykusunu böle-

rek, nefsine rağmen namaza

kalkan insan herkesin uyuduğu

ve riyâ karıştırmanın neredey-

se imkânsız olduğu bir zaman

ve mekânda yaratanının huzu-

runa yönelir. Bu nedenle tehec-

cüd gözyaşının en rahat akıtıl-

dığı namazdır. Bu namazı öven

kutlu elçi şöyle buyurmakta-

dır: “Gece namazına devam

ediniz. Zira bu sizden önce-

ki sâlihlerin ibadetidir. Çünkü

gece ibadeti, Allah’a yakınlık

ve günahlara kefâret vesîlesi

olup insanı bedenî hastalık-

lardan korur ve günahlardan

uzaklaştırır.”(Tirmizi, 3549)

Camilerin ibadetin mânevî

hazzına zarar vermeyecek sade-

likte tezyîn edilmesi ve var olan

süslerin kula sadece Allah’ı ve

kulluğu hatırlatacak bir çerçe-

vede işlenmiş olması huşûyu

muhafaza etmek içindir. İstan-

bul’daki selâtîn camilerin tezyi-

natlarına bakan insanın mânevî

bir haz alması ve camilerdeki

süslemelerin dünyaya sürükle-

mek yerine Allah’a yöneltme-

si bundandır. Levhalara bakıl-

dığında da, tamamen Allah’ın

azametini ve caminin mânevî

havasını yansıtan âyet ve ha-

dislerden veya güzel sözlerden

derlenmiş hatlar oldukları gö-

rülür. Sultanahmed Camii’ni

gezen hiçbir kimse, cami içeri-

sini süsleyen çinilerin kendisi-

ni Allah’tan koparıp dünyaya

yönelttiğini söyleyemez. Tam

tersine, caminin bu güzel süs-

lemeleri bile mü’mini Allah’a

yöneltecek incelikte bir işçilikle

yapılmışlardır. Selçuklu döne-

mi camilerinde ise camiler daha

sadedir ve insan bu mekânlara

adımını atar atmaz dünyayı ge-

risinde bırakır.

Ecdadımız bazı camilerde,

insana kulluğunu daha camiye

girerken hatırlatmak ve edebi-

ni takınmasını sağlamak ama-

cıyla, çok ince bir düşüncenin

sonucu olarak cami girişlerinin

yüksekliğini kısa tutmuş, cami-

ye giren eğilmek zorunda bıra-

kılmıştır. Böylece camiye daha

girişte ilk adımını atan kimse,

Allah karşısındaki küçüklüğü-

nü hatırlayarak kendisini to-

parlar ve içeride edâ edecek ol-

duğu namaz için kendisini hazır

hale getirir.

Osmanlı döneminde hem

Kâbe’ye olan saygıdan hem de

kulun ibadet dışında başka bir

şeyle meşgul olmaması ama-

cıyla, Allah’ın evinin etrafı son

derece sâde bir işçilikle inşâ

edilmişti. Kâbe’nin bulundu-

ğu alana giren bir insanı dünya

ile meşgul edecek ve dikkatini

dağıtacak bir şey bulunmuyor-

du. Altınoluklar bile ortam-

la son derece uyumluydu, in-

sanı ibadetten koparmıyordu.

Mü’minler bakışlarını Kâbe’nin

ötesine uzattıklarında gökyü-

zünden başka bir şey görmez-

lerdi. Zira Kâbe’nin çevresin-

de ondan daha yüksek bir binâ

inşâ edilmemişti. Bunun anla-

mı ise tavaf yapan mü’minlerin

Page 66: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

65

kendilerini ibadete daha fazla

verebilmeleriydi.

Bugün Kâbe’nin etrafında

sözünü ettiğimiz o mânevî at-

mosferin korunduğunu söyle-

memiz zordur. İnsanların gö-

nüllerinin ibadetten başka

şeylere kayması için her tür-

lü imkân hazırlanmış durum-

dadır. Öncelikli olarak Kâbe’yi

muhasara altına almış olan

yüksek binalar ortamı kas-

mıştır. Koca koca binalarla

Kâbe’nin nefes alması engel-

lenmiştir. Küçük birikimleriyle

ömürlerinde belki bir kez bura-

lara gelme imkânına sahip olan

mü’minler, Kâbe’ye dönüp göz-

yaşlarını tam dökecekleri anda

gözlerinin önüne kocaman bi-

nalar dikilir ve kalp huzuru da-

ğılıp gider. Hacıların cepleri-

nin boşaltılması için kurulmuş

tezgâhlar da bu bağlamda zik-

redilebilir. Hacı adayı hacca mı

ticarete veya alış-verişe mi git-

tiğini neredeyse unutur bura-

lardan geçtiğinde.

Sözünü ettiğimiz bu olum-

suz tabloda, hac ve umre

ibadetine bir turizm gibi

bakmanın ve bunu ranta dö-

nüştürme hesaplarının yapıl-

masının çok büyük etkisi var-

dır. Hâlâ medenîleşememiş bir

coğrafyanın “mânevî huzur”un

ne kadar önemli olduğunu he-

sap edemeyecek kadar olayın

maddî boyutuna odaklanmasını

anlamak esasında zor olmamak-

tadır. Zira devre-mülk esasına

göre Kâbe’nin etrafına turizm

yatırımları yapmak başka bir

şeyle izah edilemez. Tüm bun-

lar hac ve umrenin mü’minlerin

gönlündeki büyüsünü zedele-

mekte, ilk kez kutsal beldeye gi-

denler gördükleri manzara kar-

şısında yıkılmaktadırlar.

Ancak, parayı önceleyen, hac

ve umreyi neredeyse sadece bir

turizm olayı olarak gören ve bu

insanların buraya gelme zorun-

luluğunu iyi değerlendiren, iba-

dette asıl olanın ortamın dünyevî

gâilelerden temizlenmesi olduğu

gerçeğini öteleyen bu bakış açı-

sını şöyle bir tehlikenin bekle-

diğine inanıyorm: O da, hac ve

umreyi turizm olarak gören yak-

laşımın aynı bakış açısıyla kar-

şılık bulmasıdır. Şöyle ki; şu an

belki yönetimin zorlamasıyla te-

settür noktasında bir sorun ya-

şanmamaktadır. Ancak bu du-

rumun ilerleyen dönemde nasıl

bir dönüşüm geçireceğini yaşar-

sak hep beraber göreceğiz. Ülke-

mizde zaman zaman cenaze na-

mazlarında görmeye neredeyse

alıştırıldığımız, tesettüre uygun

olmayan giyim tarzıyla namaz

kılınmasına benzer bir duru-

mun Kâbe’nin etrafında yaşan-

mayacağını kim söyleyebilir?

İklimin sıcak olmasının da etki-

siyle birlikte Mekke’nin denizi

olmayan bir turizm beldesi ha-

line gelmeyeceğini kim garanti

edebilir? İnsana hafakanlar bas-

tıran bu muhtemel tablo, ibade-

tin ruhundan uzaklaşan bir zih-

niyetin sonunda varacağı yerdir.

Bu gerçekleştiğinde ise ne gerçek

anlamda bir hac ibadetinden ne

de umreden söz etmek mümkün

olacaktır.

Böyle olunca da buradaki iba-

detler sadece şekilde kalan ve

rutin olarak yerine getirilen tu-

ristik birer gezi haline gelecek-

tir. Bu manzaranın bir eksiği ise

Harem’in etrafında kafelerin ve

diğer eğlence alanlarının açılma-

sı olacaktır. Bunlar da tamam-

landığında tablo tamamlanmış

olacaktır. Ondan sonra ibadeti

Allah’ın istediği gibi yapabilecek-

lere rabbimizin vereceği hac ve

umre sevabı her halde birkaç kat

olacaktır. Umarım bu tahminim-

de yanılırım, ben Müslümanla-

rın bu noktaya gelinmesine izin

vermeyeklerine inanıyorum.*. Prof. Dr.

Page 67: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201066

EdebiyatMelike GÜNYÜZ

TaRİH - EDEBİYaT

İlİŞKİsİ

Page 68: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

67

Tarihle edebiyat

arasındaki ilişki

iki türlüdür. Bi-

rincisi geçmişte yazılmış edebi-

yat metinlerinin bugün yorum-

lanmayı bekleyen birer tarihî

belge olmaları durumu. İkincisi

ise geçmişi konu alan edebiyat

metinlerinin bugünün insanı

tarafından kaleme alınmasıdır.

Her iki durumda da bu edebiyat

metinlerini hangi bakış açısı ile

değerlendirirsek değerlendire-

lim bütün görüşlerin öznellik-

ten sıyrılması mümkün değil-

dir.

Örneklendirecek olursak

Osmanlı dönemi kültür haya-

tını, sanat anlayışını, tarih bi-

lincini, toplumsal katmanlarını

hatta o dönemin bilim anlayışı-

nı kavrayabilmemiz için Divan

Edebiyatı başlı başına bir kay-

naktır. Biz bugünün bilim tas-

nifi ile kendi ontolojimizi bir

kenara bırakmadan bu metin-

leri çözümlemeye kalktığımız-

da ve bu arada o toplumun sos-

yolojisinden habersiz olarak

sözlüklerle bu metinlere yak-

laştığımızda büyük bir kolaycı-

lıkla Divan şiirinin toplumdan

kopuk elit bir şiir olduğu saf-

satasına inanmak zorunda ka-

lırız. Oysa tarihî metinlere yak-

laşabilmek için derin bir bakış

açısı, engin bir bilgi birikimi ve

sağlam bir eleştirel zemine ihti-

yaç vardır.

Öte yandan geçmişi kitap-

lara konu etme nedenimizi,

toplumsal dönüşüm yaşarken

kültürel mirasımızı yeniden de-

ğerlendirme ihtiyacı ile açıkla-

yabiliriz. Tarihi bilmek ihtiyacı

–ki bunu kültürel belleğin akta-

rılması olarak da ifadelendire-

biliriz- kabaca toplumsal olarak

yapabildiklerimizi ve yapabi-

leceklerimizi bize ve yeni nesle

aktarmaya çalışmanın bir sonu-

cudur. Benlik ve kimlik sorunu

ile gelenek öğretimi arasında-

ki sıkı ilişkinin tarih aracılığıyla

sağlandığı ileri sürülebilir. Bu

süreçte edebiyat mükemmel bir

araç konumundadır. Fakat kar-

şımızda duran bir problem var:

21. yüzyılın eşiğinde modern

Türkiye’de benimsenen/daya-

tılan/kabul edilen/var olan bir

tarih ve eğitim anlayışı içinde

geçmişi ve geçmişteki olayla-

rı hangi gözlük ile değerlendi-

receğiz? Bu gözlüğün sunduğu

manzara kime göre sağlıklı bir

bakış açısıdır? Bu defa da geç-

mişin bugüne göre ötekileştiril-

mesi sorunuyla karşılaşıyoruz.

Geçmiş bizim için, çocukları-

mıza vermeye çalıştığımız de-

ğer yargılarımızla kendimizi

yorumlamaya ve tanımlamaya

müsait bir zemindir.

Karşımıza çıkan paradoks

çok trajiktir: Kültürel benliği-

mizi tanımlamak için geçmişten

gelen gelenekleri ve değerler

sistemini bilme ve yorumlama

ihtiyacı içindeyiz, fakat bu bil-

giyi ve aktarımı ise şimdinin ta-

nımları, değerleri ve bakış açısı

ile yapıyoruz.

Edebiyatın kabaca işlevini

göz önüne aldığımızda yazarın

muhayyilesi, betimlemesi, kur-

guladığı dünya açısından sınır-

sız bir özgürlüğe sahip olduğun-

dan hiç şüphemiz yok. Peki, o

zaman geçmişi bir şekilde ken-

dine konu edindiğinde yazarın

özgürlük alanında bir daralma

olacak mıdır? Yazar geçmişte

yaşayanları ve yaşananları dile-

diği gibi kullanabilecek ise oku-

yucunun konumu ne olacaktır?

Tarihi konu edinen bir edebi-

yat metnini okurken oyucunun

beklentisi ne olmalıdır? Bizim

ülkemizde en azından tarihî ro-

man kaleme alındığında kurgu-

lanan öykünün tarihî olaylarla

ne kadar örtüşüp örtüşmedi-

ği tartışma konusu yapılır. Yeni

nesilde bir tarih bilinci uyandır-

mak için dört elle sarıldığımız

tarihî romanlar eğer güdümlü

bir okuma için düşünülüyorsa

çoğu zaman hayal kırıklığı ya-

şanır ve yazarı tarihe sadakat-

sizlikle suçlanır.

Bu durumda belki konuyu

şöyle irdelemek gerekir: Tarihi

konu edinen edebiyat metni iki-

ye ayrılır:

1. Gençlerde tarih şuuru

uyandıracak, kendilerini bilme-

lerine katkıda bulunacak, ken-

dilerinin kişisel olarak farklı-

lıklarını değil aynı zamanda

kendi doğalarını tanımalarına

yardımcı olacak, böylece genç-

lere bir yön ve hedef tayin ede-

cek metinler.

2. Yazarın/şairin tarihten ve

tarihî kahramanlardan esinle-

nerek kaleme aldığı, tür sınırla-

masına girmeksizin (bilim kur-

gu, fantastik vb. türler de dâhil

olmak üzere) kurgulanmış me-

tinler. Bu ikinci tür metinleri

incelerken ve eleştirirken bence

kullanılması gereken tek bir öl-

çüt vardır: Edebîlik.

Page 69: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201068

Darende’de Okunan Üç mevlİd-İ Şerîf

ÜÇ BÜlBÜlDEn

GÜllERİnEFEnDİsİnE

KitapVedat Ali TOK

Page 70: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Arapçada doğuş, doğum gibi

anlamlara gelen mevlid ke-

limesi, dilimizde Peygamber

Efendimizin (s.a.v.) doğumunu ifade eden özel

bir terim hâlini almıştır. Peygamber Efendimi-

zin (s.a.v.) doğum yıldö-

nümlerini özellikle Türk

milleti büyük bir manevî

hava içinde idrak etmekte-

dir. Hatta son zamanlarda

Onun doğumuna tekabül

eden hafta “Kutlu Doğum

Haftası” adıyla bütün ül-

kede çeşitli etkinliklerle

kutlanmaktadır.

Hz. Muhammed’in

(s.a.v.) doğumunu, pey-

gamberliğini, miracını,

mucizelerini en güzel şe-

kilde dile geti-

ren edebî eseri-

miz Süleyman

Çelebi’nin yaz-

dığı Vesiletü’n-

Necat isimli ese-

ridir, fakat bu

eserin halk ara-

sındaki meşhur olan adı

sadece Mevlid’dir. Bu mevlid Türk milletinin o

kadar çok hoşuna gitmiştir ki düğününden ce-

nazesine kadar her önemli ve kendisini etkileyen

hadisede makamla okunur/okutulur hâle gelmiş;

böylece bir bakıma mevlide dinî bir rol de biçmiş-

tir.

Süleyman Çelebi’nin manzume ile Peygamber

Efendimizi (s.a.v.) anlattı-

ğı eserinin çok sevilmesi-

nin ardından çeşitli şairler

tarafından çok sayıda mev-

lid yazılmıştır. Hatta bun-

ların bir kısmının söyleye-

ni farklı olmasına rağmen

Süleyman Çelebi’ye atfedil-

miştir.

Mevlidlerle ilgili geç-

mişte olduğu gibi günü-

müzde de çeşitli araş-

tırmalar yapılmaktadır.

Günümüzdeki önemli ça-

lışmalardan biri Doç. Dr.

M. Fatih Köksal tarafından

yapılmıştır. (Mevlid-Nâme,

Türk Edebiyatında Mev-

lid Türü ve Yeni Mevlid

Metinleri, 906 s.,Kırşehir,

2010) Köksal, bu eserinde

şimdiye kadar tespit edile-

memiş birçok mevlid met-

nini de gün yüzüne çıkarıyor.

Mevlid metinleri üzerinde çalışma yapan

69

“Hz. Muhammed(s.a.v.)’in doğumunu,

peygamberliğini, miracını, mucizelerini en güzel

şekilde dile getiren edebî eserimiz Süleyman

Çelebi’nin yazdığı Vesiletü’n-Necat isimli eseridir,

fakat bu eserin halk arasındaki meşhur olan adı

sadece Mevlid’dir. ”

Page 71: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201070

akademisyenlerimizden biri de Doç. Dr. Alim

Yıldız’dır. Yıldız, eskiden Darende’de okunan üç

mevlid şairini ve eserleri-

ni incelediği çalışmasını “Üç

Bülbülden Güllerin Efen-

disine” adıyla kitaplaştırdı.

Eser, Nasihat Yayınları ara-

sında yayınlandı. (2010)

Doç. Dr. Alim Yıldız, ki-

tabında üç mevlid şairi-

ni inceliyor. Bunlar Şemsî,

Nihânî ve İhramcızâde’dir.

Kitabın başında H. Hami-

dettin ATEŞ’in sunuş kısmı

bulunmaktadır. Ateş, sunu-

şunda mevlid geleneğinden

bahisle özellikle günümüz-

de kutlu doğumla ilgili ya-

pılan etkinlikleri olumsuz

karşılayanlara karşı zama-

nımızın âlimlerinden Es-Seyyid Muhammed ibni

Alevî el-Malikî el-Hasenî’nin mevlid konusunda

yazdığı eserindeki görüşlerini

hatırlatıyor ve şu alıntıyı ya-

pıyor: “Biz mevlid okunması-

nı, Rasûlullah aleyhissalâtü

vessalâmın hayat tarzını öğ-

renmek ve O’nun övgüleri-

ni dinlemek için toplanma-

yı, bu münasebetle yemek

yedirmeyi ve ümmeti sevin-

dirmeyi, caiz görüyoruz. Biz,

bu işlerin yalnız Rasûlullah

aleyhissalâtü vesselâmın

doğduğu gece değil, bütün

sene içinde yapılmasının da

doğru olduğuna inanıyoruz.

Çünkü Peygamberimizi an-

mak, Onunla his ve fikir bağ-

lantısı kurmak ve Onun sev-

gisini yaşamak her zaman

“Kitabın kapağı, adı

ve muhtevasına uygun

bir şekilde hazırlanmış.

Edebiyatımızda gül

ile idealize edilen

Peygamber Efendimizi

temsilen bir gül

figürü çizilmiş. Arka

planda ise yine

Efendimizin mescidi

bulunmaktadır.”

Page 72: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

71

Kitaplık

Battal Gâzi

Ziya Şakir

Kaknüs Yayıncılık

Tel: 0 216 341 08 65

Koruyucu Psikoloji

Kemal Sayar - Feyza Bağlan

Timaş Yayınları

Tel: 0212 511 24 24

Ladikli Âşık Ahmet Hüdai

Ahmet Elma

Ladikli Ahmet Ağa Derneği Yayınları

Tel: 0 332 627 96 00

Gülşehri’nin

Mantıku’t-Tayr’ı

(Gülşen-nâme)

Prof. Dr. Kemal Yavuz

Kırşehir Valiliği Yayınları

Tel: 0386 213 11 25

Mevlid-i Nebî

İhramcızâde İsmâil Hakkı

Toprak

Asitan Yayıncılık

Tel: 0 346 225 03 41

için gereklidir. Mevlid toplantıları; mü-

minleri Allah’a davet etmek, din mevzu-

unda aydınlatmak, şer ve bid’atlere kar-

şı uyarmak, onlara Rasûlullah (s.a.v.)’ın

üstün ahlâkını, üstün edeplerini, üstün

hâl, muamele ve ibadetlerini öğretmek

ve hatırlatmak için önemli fırsatlardır…”

Doç. Dr. Alim Yıldız 205 sayfalık ki-

tabında genel olarak mevlidlerden ve

mevlid geleneğinden bahsediyor. Ele al-

dığı üç mevlidi niçin araştırma konusu

yaptığını ise şöyle izah ediyor: “Edebi-

yatımızda tespit edilen yüz küsur mev-

lidden bu üçünü seçişimizdeki neden

ise her üçünün de Darende’de okun-

muş olmasıdır. Osmanlı döneminde

ve Cumhuriyet’ten sonra da bir süre

Sivas’a bağlı olan Darende, Somuncu

Baba’nın da etkisiyle geçmişten bu güne

dinî ve ilmî faaliyetlerin yoğun olarak

yaşandığı bir ilçe olagelmiştir. İlçeden

çok sayıda ilim adamı, şair, mutasav-

vıf ve devlet adamı yetişmiş, Somuncu

Baba ve ahfadının maneviyatından na-

siptar olmuşlardır.”

Üç Bülbülden Güllerin Efendisi-

ne isimli kitapta Alim Yıldız, üç bül-

bülden biri olarak gördüğü Şemseddin

Sivâsî (k.s)’yi tanıtıyor, diğer şiirlerin-

den örnekler veriyor ve sonra da onun

mevlid metnini sunuyor. Bu usül di-

ğer iki mevlid şairi Salih Nihânî (k.s) ve

İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak (k.s)

için de uygulanıyor. Kitabın sonunda

yazar faydalandığı eserlere dair bir bib-

liyografya koyduktan sonra incelediği

mevlidlerle ilgili fotoğraflarla nüsha ör-

nekleri koymayı da ihmal etmemiş.

Kitabın kapağı, adı ve muhtevasına

uygun bir şekilde hazırlanmış. Edebiya-

tımızda gül ile idealize edilen Peygam-

ber Efendimizi temsilen bir gül figürü çi-

zilmiş. Arka planda ise yine Efendimizin

mescidi bulunmaktadır.

Page 73: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201072

Adı : Âmir

Künyesi : Ebû Şehr (Ebu’l-Kenûd)

Doğum yılı : Tespit edilemedi

Doğum yeri : Hemdân (Yemen)

Baba adı : Şehr el-Hemdânî

Anne adı : Tespit edilemedi

Eş(ler)i : Tespit edilemedi

Akrabaları : Tespit edilemedi

Oğulları : Tespit edilemedi

Kızları : Tespit edilemedi

Kabilesi : Yemen’in Hemdân kabilesi Bekîl

kolundan.

İslâm’a girişi : Kabilesi Âmir’i Peygamber ile

görüşmek üzere Medine’ye göndermiş, bu görüş-

mede İslâm’ı seçen Âmir’in kabilesine dönmesiy-

le birlikte kabilesi de Müslüman olmuşlardır.

Sohbet süresi: Çok kısa

Rivayeti : 3

Yaşadığı yer : Medine, Hemdân, Kûfe

Mesleği : Yöneticilik, askerlik.

Hicreti : Yok

Savaşları : H. 10. yıldan sonra Ye men’de

ortaya çıkan sahte peygamber Esved el-Ansî’ye

karşı bölgesini savundu ve onun ortadan kaldı-

rılmasında önemli rol oynadı. Daha son raları Hz.

Ali’nin saflarında savaşlara katıldı.

Görevleri : Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafın-

dan Hemdân’a yönetici tayin etti.

Fiziki yapı : Tespit edilemedi

Mizacı : Yöneticiliği seven, cesur, neşeli,

kabilesi için de sevilip sayılan biri.

Ayrıcalığı : Esved el-Ansî’ye ilk karşı çıkan

odur. Krallarla samimi ilişkiler içindeymiş.

Ömrü : Tespit edilemedi

Ölüm yılı : Tespit edilemedi

Ölüm yeri : Kufe

Ölüm sebebi : Muhtemelen yaşlılık veya

hastalık

Hakkında : Arkadaşı olan Necaşi’ye uğradı-

ğında, oğlu İncil okuyormuş. Âmir gülmüş, bu-

nun üzerine “Yüce Allah’ın kelamına mı gülüyor-

sun?!” demiş.

Hadisleri : “Kureyş’in sözünü dinleyin ama

yaptıklarını yapmayın!”

Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*

âmİr b. ŞEHR

Kaynaklar: İstîâb, s. 516, no: 1844; İsâbe, II. 251; Üsd, III. 126; DİA, III. 67; Müsned, III. 428; IV. 260; İbn Sa’d, Tabakât, VI. 28.

Page 74: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

73

Kırk HadisOtuzikinci

Hadis

Yorum

“Zulmetmekten kaçınınız. Zira zulüm ahiret günü karanlıklarıdır. Cimrilikten de kaçınınız. Çünkü bu sizden öncekileri helak etmiş, onları birbirlerinin kanlarını dökmeye, haram olan şeyleri helal

görmeye sürüklemiştir.”

(Muslim, Birr, 15)

Türkçe Açıklaması

Tezhib: Şehnaz Özcan

(Şeyh Hamid-i Veli, Kırk Hadis, (Haz: Prof. Dr. Enbiya Yıldırım), Nasihat Yayınları, 2007.)

“Aleyhisselam doğru yolda meşru haddi aşmaktan sakındırmıştır. Haddi aşan, Müslüman kardeşine veya kendisine bu çalışma

yurdunda zulmeden kişi, ceza yurdunda karanlıklara düşer. Hz. Peygamber, ukbâda kahır ateşiyle helak olmamak için, dünyada fesada sürükleyen cimrilikten de sakındırmıştır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Nefsinin hırsından ve cimriliğinden

korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.”

(Haşr 59, 9)

Şeyh Hâmid-i Veli / Somuncu Baba (k.s)

Page 75: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201074

Öğrenmeyİ

ÖğrenebİlmekÖğrenmeyİ

Öğrenebİlmek

EğitimM. Emin KARABACAK

Page 76: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

75

İki işçi ormanda

kesecekleri her

ağaç başına üc-

ret alma koşuluyla bir firmay-

la anlaşarak çalışmaya başlar-

lar. Biri ormana sabah erken

gider, akşam geç dönerdi. Öbür

adam da sabah geç gider, uygun

zamanda dinlenir ve akşam da

evine öbür adamdan erken dö-

nerdi.

Bir hafta sonra kesilen ağaç-

lara bakıldığı zaman ormana

kahvaltısını yapıp, yeri geldi-

ği zaman dinlenen, akşam da

evine erken gelen adamın diğer

adamdan çok daha fazla ağaç

kestiği görüldü. Bunu gören

öbür adam dayanamayarak:

“Nasıl olur, ben senden or-

mana çok erken gidiyorum, hiç

dinlenmeden sürekli ağaç kesi-

yorum ve senden sonra eve dö-

nüyorum yine de sen benden

çok fazla ağaç kesiyorsun” der.

Diğer adam da gayet soğuk-

kanlı bir şekilde:

“Evet, ben senden ormana

geç gidiyorum ve eve senden er-

ken dönüyorum. Sen dinlenme-

den sürekli ağaç keserken ben

oturup dinlenme aralarında

oturup baltamı biliyordum. Bi-

liyorsun keskin baltayla, daha

az çabayla daha çok ağaç kesi-

lir.” der.

Bizi Avrupa ülkelerinden

geri bırakan, muasır medeni-

yetler seviyesine çıkarmayan

sebebin öğrenmeyi öğreneme-

mekten kaynaklandığını düşü-

nüyorum. Bizler Batı devletle-

rinden daha çalışkan ve gayretli

olduğumuz halde onların geri-

sindeyiz. Çünkü zekâmızı plan-

lı ve mantıklı bir şekilde kul-

lanmak yerine kara düzen

dediğimiz babadan görme şek-

liyle devam ettirdiğimizden, za-

man ve enerji kaybediyoruz.

Alvin Tofler: “Yirmi birinci

yüzyılın cahilleri okuma yazma

bilmeyenler değil, öğrenmeyi

öğrenemeyenler olacaktır.” de-

mektedir.

Her öğrenci ders çalışır, ama

teşekkür takdir alamaz. İmkânı

olan herkes esnaf olabilir; ama

satışı artıracak püf noktaları bi-

lemez.

Herkes ziraatçı da olabilir;

ama herkes bağ bahçeden iste-

nilen şekilde ürün kaldıramaz.

Sonuçta herkes her şey olabi-

lir; ama herkes işin ehli olamaz.

İşin ehli olmak için de öğren-

meyi öğrenmek gerekir.

Her işin kendine göre kura-

lı vardır. Onun için her kuralı

her şeye uygulamak zaman ve

enerji kaybına sebep olacaktır.

Amaç yapılacak işte en kısa za-

manda en fazla nasıl verim ala-

bilirim olmalıdır.

Her işin kendine göre kura-

lı vardır. Kuralı bilinmeden ya-

pılacak işte deneme ve yanılma

yöntemi uygulanacağı için bu

da emek ve zaman kaybına se-

bep olacaktır. Deneme yanılma

yöntemi yerine öğrenmeyi öğ-

renmekle yapılmalıdır.

Nedir Bu Öğrenmeyi Öğren-

mek?

“Hikmet ve ilim müminin

yitik malıdır, onu nerede bu-

lursa alır.” (Tirmizî, İlm, 19)

buyurur Sevgili Peygamberi-

miz (s.a.v.).

“Nasıl çalışması gerektiğini

bilmek, öğrenmeyi öğrenmek-

tir. Bence bu, bir insanın ken-

di kendine verebileceği en gü-

zel hediyedir.” der Ron Fry.

“Metotlu çalışma” der

A.Fuat Başgil hocamız öğren-

meyi öğrenmeğe.

Konfüçyüs’ün: “Yoksul bir

gence gerçekten yardım etmek

istiyorsanız ona balık tutup

vermeyin, balık tutmasını öğ-

retin. Balık vererek bir öğün,

balık tutmasını öğreterek bir

ömür boyu karnını doyurabi-

lirsiniz.” demiştir.

Konfüçyüs’ün dediği gibi

başta kendimiz olmak üze-

re amacımız; çocuklarımı-

zın, emrimizde çalışan işçi-

lerimizin, yanımızda çalışan

memurların karnını doyur-

mak olmamalıdır. Amacımız

Konfüçyüs’ün balık tutması-

nı öğretmek dediği, sizin işin

püf noktası dediğiniz ve bizim

de öğrenmeyi öğretmek olma-

lıdır.

Sonuç olarak öğrenmeyi

öğrenerek yapılacak her işte

bir plan dâhilinde nerede, ne

zaman ve nasıl yapılacağını

bilmektir.

Page 77: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201076

Kuşkusuz mekânlara an-

lam kazandıran en önem-

li unsurlardan bir tanesi de o

mekânlarda yaşayan şahsiyetlerdir. Bu mekânlar

ki mesela; Konya Mevlânâ, Ankara Hacı Bayram-ı

Velî, Erzurum İbrahim Hakkı Erzurumî, Kasta-

monu Şaban-ı Velî gibi şahsiyetleri yetiştirmiş ol-

manın şerefiyle anılırlar.

Yüzölçümü itibariyle Türkiye’nin ikinci bü-

yük ili olan Sivas, doğudan batıya, kuzeyden gü-

neye uzanan istikametlerin güzergâhında bulun-

masından ve üzerinde tarih boyu birçok hadise ve

faaliyetlerin yer almasından dolayı Allah dostla-

rının varlıklarıyla en çok şereflenen tarihî illeri-

mizden biridir.

Soğuk Sivas’ta, hangi mevsim yaşanırsa ya-

şansın, her zaman “ilâhî aşk” ve “sükûnet” iklimi

yaşanır. Yürekleri titreten bu yoğun sevgi titre-

şimleri hâle hâle, membaı olan Allah dostlarının

maneviyatından fışkırarak bütün Sivas’ı, Sivaslı-

yı kucaklar.

Abdülvahhab Gazi

Anadolu topraklarının İslâm dini ile tanışma-

sı, Müslümanlaşması ve huzurlu bir hayata ka-

vuşması için Hz. Peygamber (s.a.v.)’in işareti ile

başlayan fetih hareketleri her geçen dönemde

daha da hızlanarak devam etmiş, O’nun (s.a.v.)

gösterdiği hedeflere ulaşabilmek için bu toprak-

lara hizmet amacıyla birçok gönül elçisi gelmiş-

tir. Bu vesile ile nice maneviyat önderleri, tıpkı

İstanbul surlarının önünde şehit düşen Eyyûb el-

Ensarî (r.a.) gibi çeşitli şehirlerin surları önünde

bu uğurda şehadet şerbetini içmiştir.

Bu gönüllü fetih hareketine katılan sayı-

sız isimlerden biri de mücadeleleri neticesinde

Sivas’ta şehadet şerbetini içerek vuslata eren Ab-

dülvehhab Gazidir.

Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle bir-

likte kendisi hakkında tarihî kaynaklarda, Eme-

vi ordusunda büyük kahramanlıklar gösteren Ab-

dullah el-Battal’la silah arkadaşı olduğu hatta

onun da bulunduğu Bizans ile yapılan bir savaş-

ta M. 731 yılında Sivas’ta şehit düştüğü ifade edi-

lir. Şehit düştüğü yerde bedeni yıllarca bir suyun

içerisinde kaldığı, vefatından yıllar sonra salih bir

kulun rüyası üzerine bedeni, içerisinde bulundu-

ğu suların içinden çıkarılarak bugün medfun bu-

lunduğu yere defnedildiği de kaynaklarda zikre-

dilir.

Abdülvehhab Gazi sahabe değil tabiindendir.

Onun halk arasında her ne kadar sahabeden biri-

si olduğu, Hz. Peygamber’in onu ordu komutan-

lığına tayin ettiği, ağzına tükürdüğü ve bu tükü-

Örnek Hayat Yusuf HALICI

sİVasVElİlERİ

Page 78: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

77

rüğün ağzından

çıktığı yerde şehit

düşeceği şeklinde ken-

disi hakkında menkıbeler

anlatılsa da onun gerçekte Hz.

Peygamber (s.a.v.)’i dünya gözü

ile görmediği tarihî veriler ile sabit ol-

muş bir hakikattir.

Şemseddin Sivasî

Şemseddin Sivasî 1519 ‘da Tokat’ın Zile ilçe-

sinde doğdu. Biraz esmer oluşu dolayısı ile Kara

Şems olarak şöhret bulmuştur. Zile’de doğması-

na rağmen, hayatı Tokat’ta ve bilhassa Sivas’ta

geçmiştir.

Başta babası olmak üzere, çevresi maneviyat

ehli insanlarla kuşatılmış olan Şemseddin Sivasî

tahsilini Zile ve Tokat’ta

tamamladıktan son-

ra İstanbul’a gidip, za-

manın gözde medrese-

lerinden Sahn-ı Semân

medreselerinden birin-

de müderrislik yapmaya

başladı.

Gittiği bir kazasker zi-

yaretinde makam, mevki

isteyen müderris ve ka-

dıların küçülmelerini gö-

rerek üzüldü ve bundan

rahatsız olarak müder-

risliği bıraktı. Zile’ye dö-

nerek talebe yetiştirme-

ye, halka vaaz ü nasihat

etmeye başladı.

Yapmaya çalıştığı bu

hizmetleri yanında kalbinde yanan ilâhî aşk onu

tasavvufa yönlendirdi ve Amasya’ya giderek Mus-

lihuddin Efendi’ye biat etti. Hocasının vefatından

sonra da Abdülmecid Şirvanî Hazretleri’ne inti-

sap etti ve onun yanında kısa zamanda kemâle

erip icazet aldıktan

sonra Zile’ye döndü.

Devrin Sivas Valisi Ha-

san Paşa’nın kendisini daveti

üzerine Sivas’a gelip yerleşti. Bir

tekke inşa edip, camide vaaz ü nasi-

hat, tekkede ibadet ve riyazet ile meş-

gul oldu.

Güzel ahlâklı, iyi huylu, fakirlere ve misafir-

lere ikramı seven, sehâ ve ihsan sahibi, özü sözü

doğru, olduğu gibi görünen, mütevazı bir şahsi-

yete sahip olan Şemseddin Sivasî, hayatını insan-

lara hizmete adamış, günün her vaktinde onlara

bir şeyler vermek için uğraşmış, diğer zamanla-

rını da tekkesinde zikir ve tefekkürle geçirmiştir.

Şemseddin Sivâsî Hazretleri, 1597 tarihinde

Sivas’ta vefat etti.

Arap Şeyhi

İsmi Seyyid Ab-

dullah Haşimî el-

Mekki olan Arap

Şeyhi 1829 senesin-

de Mekke’de dün-

yaya geldi. Seyr-i

sülûkünü babasında

tamamlayıp icazeti-

ni aldı. Daha sonra

Medine’ye gidip bu

bölgede Rufâiyye’nin

yayılması için bü-

yük hizmetlerde bu-

lundu. Hicaz’dan

Afganistan’a giden ve

orada 20 sene kalan

Arap Şeyhi daha son-

ra İstanbul’a geldi. Burada Sultan İkinci Abdül-

hamid Han’ın pek çok iltifatlarına mazhar oldu.

Arap Şeyhi Anadolu’nun pek çok yerinde de ir-

şad faaliyetlerinde bulundu. Bu arada İç Anadolu

Page 79: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201078

Bölgesindeki bü-

tün Seyyid’lerin ba-

şına “Nakibü’l-Eşraf”

olarak atandı.

1876’da Sivas’a gelip yerleşe-

rek dergâhını açtı. Siyasî hayatı çok

canlı geçmesine, Sivas’ın idarî amirleriy-

le ve özellikle dönemin Sivas valisi ile iyi mü-

nasebetler içerisinde olmasına rağmen İttihat ve

Terakki Hükümetinin zulmünden kurtulamaya-

rak Mekke’ye sürgüne gönderildi.

Mekke’den dönüş tarihi tam olarak bilinme-

mekle beraber rivayetlerden, Mekke’de yedi sene

kaldığı ve 1. Dünya Savaşı sonlarına doğru Sivas’a

döndüğü anlaşılmaktadır.

Millî Mücadele döneminde ise, Sivas’ta yapı-

lan Sivas Kongresine Sivas temsilcisi olarak ka-

tılan Arap Şeyhi 1922 yılında 92 yaşında olduğu

halde Hakk’a yürüdü.

İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak

Yaşadığı devre maneviyatın mührünü vuran,

kurutulmaya hatta yok edilmeye mahkûm edil-

miş maneviyat ve inanç bağlarını yeşerten ve ha-

yat veren okyanus… Din-i mübîni İslâm’ı gerçek

mahiyetinde yaşayan ve mensuplarını bu yolda

tevazu ve yokluk mektebinde yetiştiren, insanlı-

ğa imanın sevgiden geçtiği gerçeğini öğreten zat-ı

Kâmil... Mükemmelliği ezeliyetten olması hase-

biyle yaşantısında ve öğretisinde örnek bir amil…

İsmail Hakkı Efendi de gönüllerde yaşayan

maneviyat sultanlarındandır. Onun memleke-

te olan hizmetleri, etrafındaki insanlara nasi-

hatleri, sözleri, şiirleri dillerden dillere anlatıl-

makta ve yaşatılmaktadır. 1880 yılında Sivas’ta

dünyaya gelen İsmail Hakkı Efendi, ecdadının

Kâbe’nin örtüsü ile ilgili görevler yerine getirdik-

leri için “İhramcızâde” sıfatı ile anılmıştır. Rüş-

tiye Mektebinde, Sivas Çifte Minare ile Şifahiye

Medreselerinde eğitim gören İsmail Efendi, To-

katlı Mustafa Hâki

Efendi’ye intisaplıdır.

Mustafa Hâki Efendi’nin

vefatından sonra kısa bir

süre Sivas’lı Mustafa Tâki

Efendi’ye biat etmiştir. Tâki

Efendimizin vefatından sonra ir-

şad vazifesini kendisi yürütmüş-

tür. Ağustos 1969 yılında vefat eden

İhramcızâde, 89 yıllık ömrünü insanla-

ra ve insanlığa vakfetmiştir. İnsanların se-

vip saydığı ve hürmet duyduğu ender şahsiyet-

ler yetiştirmiştir. İhramcızâde Altun Silsile’yi

devam ettirecek olan halefi Es-Seyyid Osman

Hulûsi Efendi’ye her sohbette vazifeyi bıraka-

cağına dair birçok söz söylemiş işaretlerde bu-

lunmuştur.

Hulûsi Efendi Hazretleri de, İhramcızâde’nin

manevî vârisi olmuş, ondan devraldığı irşad ve

hizmet vazifesini en güzel şekliyle yerine ge-

tirmiş ve ehil bir ele teslim etmiştir. İhram-

cı Efendimizin teberrükat eşyalarının bazıları

vefatından sonra Hulusi Efendi’ye teslim edil-

miştir. İsmail Hakkı Efendi’nin evlatlarından

Necati Bey, İhramcızâde’nin ahirete irtihalin-

den sonra Hulusi Efendi’ye yazdığı bir mektu-

bunda, “Efendim, Hazretten sonra birine inti-

sab etmemiz gerekiyorsa mutlaka o sizsiniz.”

diye yazmıştır.

Sivas’ta bulunan diğer türbe ve ziyaret yerle-

rinden bazıları da şunlardır:

Ahmet Turan Gazi: Soğuk Çermik’in tepe-

sindedir.

Şeyh Çoban: Şeyh Çoban Mahallesindedir.

Karakaş Baba: Gülyurt Mahallesindedir.

Nur Baba: Selçuk İlköğretim Okulu bahçe-

sindedir.

Aziz Baba: Halifelik Mezarlığındadır.

Page 80: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

79

SIR BENİM...

Can özüme baht okları atılır; Aşk derdiyle güle dönmüş nâr benim! .. Söz gevherim, diyâr diyâr satılır; İnci, mercan, elmas, yakût, dür benim! .. Sel misâli coştum, taştım, duruldum; Kırk menzilde kör nefsimle soruldum! .. Çilem doldu aşk elinden vuruldum; Dört kapıda yanıp tüten kor benim! .. Çektim zaman perdesini edeple; Her ibreti, hikmet bildim sebeple! .. Takvâ gülüm seçilir mi neseple? .. Yazan yazmış hayır benim, şer benim! .. Mâ’rifette bir can eler eleğim; Kara kışta gonca tutar yüreğim! .. Kaç kez doldu bu aşk denen peteğim? .. Ayet ayet bu okunan nûr benim! .. Gam bulutum, rahmet olur dökülür; Can evimden benlik taşım sökülür! .. Vuslât diye can bedenden çekilir; Nefis bende kolay benim, zor benim! .. Sevgi bende, sevda bende, aşk bende; Bir can için ten öğüten çark bende! .. Var içinde bir ilâhî fark bende; Tâ Elest’ten çözülmeyen sır benim! ..

Rıfat ARAZ

Page 81: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201080

HikayeRaziye SAĞLAM

“Muhtarın odasına girerken duyduğu yufka ekmek kokusuyla birden kendine

geldi. Muhtar taze ekmek, peynir, karpuz yiyordu. Arif çok acıkmıştı, ama

önce telefon etmeliydi. Ona müjdeyi verecek olan telefonu.”

hayal

Page 82: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

81

Arif, belini

tutarak doğ-

ruldu. Her

tarafı tutulmuştu. Boynunda-

ki tülbentle alnında biriken teri

sildi.

- Bu ne sıcak ya, yandım val-

la.

Selim de güçlükle doğruldu:

- Gelmeden önce demiştim

değil mi, Çukurova’nın sıcağına

dayanamazsın diye.

- Annemler de söylediler ya

sen de biliyorsun başka çarem

var mıydı? Sonuçları beraber

kontrol ettik, İstanbul’da iste-

diğim bölüme girebiliyorum,

ama hiçbirimizde para yok. Yol

parasını ayarlayabilsem, burs

için başvuru yapacağım.

- Cumhurbaşkanına yazdı-

ğın mektuptan hâlâ bir cevap

yok değil mi?

Arif dudak bükerek;

- Oğlum gökten yağsa bize

düşmez ya benimki de bir umut

işte. Boş bir umut…

Selim içi acıyarak baktı ar-

kadaşına. “Ne vardı sanki üni-

versite sevdasına düşecek.

Bizim gibilerin ne işi var, İstan-

bullarda. Parası olsa hadi ney-

se… Keşke onun için elimden

bir şey gelse.”

Geleli on beş gün olmuş-

tu, ama Arif bu sıcağa hâlâ alı-

şamamıştı. Okuldayken Or-

han Kemal’in “Eskici ve

Oğulları”nda okumuştu pa-

muk toplamanın zorluğunu,

Çukurova’nın sıcağını; ama ba-

şına gelmeyince anlamıyordu

insan işte.

….

- Heyyy! Duymuyon mu ye-

ğen? Sana diyom.

Arif elini güneşe doğru siper

ederek ilerden bağıran adama

döndü:

- Bana mı diyon dayı?

- He ya sana diyom. Koş

aşağı köydeki muhtardan si-

zin köyü ara. Büyük bir yerden

mektup mu gelmiş ne. Çiftliği

aradı muhtar.

Arif heyecandan bir an nefe-

sinin kesildiğini hissetti. Adam

büyük yerden gelen mektuptan

bahsediyordu. Selim’in sesiyle

kendine geldi.

- Haydi oğlum ne duruyon.

Koş! Aşağı köye git bir an önce.

……

Öğle sıcağında bir saatten

fazladır yürüyen Arif, aslında

sıcağın pek de farkında değildi.

Gözünün önüne devamlı İstan-

bul ve üniversitenin büyük taş

kapısı geliyordu.

Arif sanki aşağı köye değil

de o kapıya doğru yürüyordu.

Muhtarın odasına girer-

ken duyduğu yufka ekmek ko-

kusuyla birden kendine gel-

di. Muhtar taze ekmek, peynir,

karpuz yiyordu. Arif çok acık-

mıştı, ama önce telefon etme-

liydi. Ona müjdeyi verecek olan

telefonu.

…..

Bir süre çaldıktan sonra ba-

basının heyecanlı sesini duydu

Arif. Heyecanı bir kat daha art-

tı.

- Oğlum! Reisi cumhur ce-

“Arif heyecandan bir an nefesinin kesildiğini

hissetti. Adam büyük yerden gelen

mektuptan bahsediyordu. Selim’in sesiyle

kendine geldi.”

Page 83: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201082

vap yazmış. Lakin ilçedeki pos-

tanedeymiş. Zarf normal mek-

tup zarfı olmadığı için kafa

kâğıdı ile gidip kendin almalıy-

mışsın.

Babasını dinlerken boğa-

zı kuruyan Arif sadece “Peki

baba.”diyebildi ve telefonu ka-

pattı. Duvara sürtünerek ol-

duğu yere çömeldi. Heyecan,

sıcak ve açlıktan bitkindi. Muh-

tar omzundan tutarak kaldır-

dı ve “Gel yeğen, otur şuraya da

soluklan. Bir iki lokma bir şey

ye.»

Arif karnı tok ve biraz da

dinlenmiş olarak muhtarın ya-

nından ayrıldığında, heye-

candan hâlâ hafif hafif ürpe-

riyordu. Allah’tan kafakâğıdı

yanındaydı. Elini cebine sok-

tu. Sekiz buçuk lirası vardı. Beş

lira buradan ilçeye gidiş, kalan

üç buçuk lira ile de köye dönüş.

Artık pamuk toplamasına da

gerek yoktu.

Yola çıktı. İlçeye giden ara-

balardan birine bindi. Önünde

üç saat yol vardı. Yolda herhan-

gi bir şey olmazsa postane ka-

panmadan yetişebilirdi. Yaşlı

bir adamın yanına oturdu. Bir

süre gittikten sonra gözlerini

kapattı. Yine İstanbul ve oku-

lun büyük kapısı geldi gözleri-

nin önüne. Siyasalda okuyacak-

tı inşallah. Eskilerin deyimiyle

“Mülkiyeli” olacaktı. Farkında

olmadan kendi kendine gülüm-

sedi. Öyle dalmıştı ki, yanın-

daki adamın dürtmesiyle bir-

den neye uğradığını anlamdı.

Adam deliye bakar gibi;

- Bir şey mi oldu evlat. Kendi

kendine gülüyon da...

Oturduğu yerde toparlanan

Arif kekeleyerek:

- Yok dayı, ama inşallah iyi

bir şeyler olacak.

Arif o anda lise yıllarından

bugüne kadar her şeyi anlat-

mak istedi, ama hemen vazgeç-

ti. Mektuptan bahsederse san-

ki büyüsü bozulacakmış gibi

geldi. “Yok yok.” dedi kendi

kendine.”Yok şimdi bir şey an-

latmanın gereği yok.”

Bu arada yaklaşık iki saat sü-

recek olan bozuk taşlı yola gir-

diler. Eski minibüs o kadar çok

sarsılıyordu ki, sanki birazdan

bütün parçaları ayrılacaktı. Bir

süre daha böyle gittikten son-

ra birden durdu. Şoförle mua-

vin hiçbir açıklama yapmadan

indiler. Aradan on dakika geçti.

Ne onlardan bir açıklama geldi

ne yolcularda bir merak uyandı.

Yolcuların çoğu sıcağın etkisiy-

le gevşemiş uyuklamaya başla-

mışlardı. Bu tepkisiz bekleyişe

sinirlenen Arif arabadan indi.

Şoförle muavin kaputu aç-

mış, sanki bakarak tamir ola-

cakmış gibi öylece içine bakı-

yorlardı. Arif yanlarına yaklaştı,

- Abi arıza neymiş anlayabil-

diniz mi?

Şoför yağlı elleriyle kafasını

kaşıyarak,

- Valla motor kapağı oksit-

lenmiş gibi duruyor. Zaten kar-

büratör su kaynattı. Bujilerin

de durumu iyi değil.

Arif postaneye yetişemeye-

cek olmanın telaşıyla,

- Çok sürer mi tamiri?

Şoför çok acayip bir şey duy-

muş gibi bakarak;

- Valla artık bu zor adam

olur.

- Yani ilçeye gidemeyecek

miyiz?

- Of arkadaş ya kasap et der-

dinde koyun can derdinde.

Biraz sonra Arif tek başına

“Yola çıktı. İlçeye giden arabalardan birine bindi. Önünde

üç saat yol vardı. Yolda herhangi bir şey olmazsa postane

kapanmadan yetişebilirdi. Yaşlı bir adamın yanına oturdu.

Bir süre gittikten sonra gözlerini kapattı. Yine İstanbul ve

okulun büyük kapısı geldi gözlerinin önüne.”

Page 84: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

83

ilçe yolundaydı. Bir iki araba-

ya el etti, ama kimse durmadı.

Kendine şöyle bir baktı ve “Kir-

li şalvarın, eski solmuş gömle-

ğinle kim seni arabaya alır ki…”

Arif kestirme olsun diye bah-

çelerin içinden geçerek koşma-

ya başladı. Üç saat kadar kâh

yürüyerek, kâh koşarak ilçeye

vardı. Postanenin kapanması-

na on beş dakika vardı. Kimli-

ğini eline alıp hızlı adım-

larla girdi. Görevli sarı

zarfı vermeden önce,

bir zarfın üzerindeki

yazıya baktı bir Arif’e.

Sonra kafasını salla-

yarak zarfı uzattı. Arif,

zarfı aldığı gibi kapı-

nın önüne çıktı ve he-

men yanındaki tahta

sıraya oturdu. Yavaş-

ça açtı. Sanki bu anı

uzatmak ister gibi

kâğıdı çıkarıp bir süre

elinde tuttu. Son-

ra ağır ağır okumaya

başladı.

“ ….tarihli öğre-

nim için yardım ta-

lebi içeren dilekçeniz

elimize geçmiş bulunmaktadır.

Cumhurbaşkanlığına bu konu-

da birçok başvuru olmakta an-

cak geri ödemeli ya da karşı-

lıksız olmak üzere bu konuda

gerekli ödeneğin olmaması se-

bebiyle bu tür yardım talepleri

karşılanamamaktadır.

Bilginize”

Onu dışarıdan izleyen biri

bir anda omuzlarının çöktüğünü

görebilirdi.

Arif o anda elini cebine sok-

tu. Üç buçuk lirayı avucunun

içinde çevirdi. Bu an umutla-

rının bittiği an olmalıydı. Bu

para köye dönüş parasıydı.

Belki de köye dönecek

ve bir daha oradan

çıkmayacaktı.

Aynı babası, dedesi ve

onun babası gibi. Elini cebin-

den çıkardı, avucundaki pa-

ralara baktı ve sonra hepsini

yere saçtı.

Başını avuçlarının arasına

alarak iki büklüm oldu ve yere

dağılan bozukluklara baktı.

Bunlar bir araya gelerek köye

dönüş parasını oluşturacak-

tı. İstanbul, görkemli kapısıy-

la üniversite hepsi hayaldi ve

hayal olarak mı kalacaktı?

Sonra bir karar verdi.

Oturduğu yerden ağır ağır

kalktı, aynı ağırlıkla paraları

topladı ve biraz ilerdeki ağa-

cın dibine koydu.

Sonra da ilçenin toptancı

haline doğru yürümeye

başladı. Değil mi ki

sınava girmişti

ve istediği

b ö -

lümü kazanıyordu, öyleyse

artık bu hayal olmaktan çık-

mıştı. Geriye kalan sadece

ona ulaşacak yolu açmaktı.

Allah’ın izniyle bundan son-

ra gücü sadece kendine yete-

cekti.

O, karar vermenin rahat-

lığı içinde kendinden emin

yürürken, ağacın dibine top-

lanan çocuklar parayı pay-

laşma kavgasına girmişlerdi

bile.

Page 85: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201084

SağlıkAkın DİNDAR

BEsİn ZEHİRlEnmEsİ

nEDİR?

Page 86: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

85

Son 72 saat içinde,

bir mikroorganiz-

ma veya toksini ile

bulaşmış bir besinin tüketiminin

ardından ishal, bulantı, kusma,

karın ağrıları, karında kramplar

gibi sindirim sistemini ilgilendi-

ren bulguların ortaya çıktığı bir

hastalık tablosudur.

Besin zehirlenmeleri tüm

dünyada yaygın, önemli bir halk

sağlığı sorunudur. Çoğunlukla

hafif seyirli ve kendini sınırlayan

hastalıklardır. Ancak besin ze-

hirlenmesine yol açan etken ve

konakla ilişkili faktörler hastalı-

ğın zaman zaman daha ağır se-

yirli ve hatta ölümcül seyretme-

sine yol açabilmektedir. Besin

zehirlenmeleri çoğunlukla bir-

den fazla kişiyi ilgilendirir. Ba-

zen tek tek olgular, bazen yerel

salgınlar (işyerleri, hastaneler,

lokantalar), bazen de daha bü-

yük çaplı salgınlar şeklinde gö-

rülebilir.

Besin zehirlenmeleri neden, nasıl olur?

Bir gıdaya, besin zehirlenme-

sine yol açan etken 3 yoldan ula-

şır. Birincisi gıdanın kendisi bu

etkeni içerir. Özellikle hayvan

kaynaklı gıdalar, bunlar arasın-

da da özellikle kümes hayvanla-

rı (hayvanların kendileri bu et-

kenlerle hasta olabildikleri için)

bu tür bulaşta rol oynar. İkinci-

sinde işlenmemiş gıdaya katılan

maddeler nedeniyle bulaş olabi-

lir. Üçüncüsünde ise gıdayı ha-

zırlayan kişi veya gıdanın hazır-

landığı çevreden bulaş olabilir.

Bu nedenle ishalli kişiler, özel-

likle ellerinde veya vücutlarının

başka bölümlerinde yara olan

kişiler iyileşene kadar gıda ha-

zırlamamalıdırlar. Çevreden bu-

laşın önlenmesinde ise gıdanın

hazırlandığı ortamın temizliği,

ısıtılmamış yiyeceklerle ısıtılmış

yiyeceklerin aynı ortamda hazır-

lanıp sunulmaması, gıda hazır-

layan kişinin ellerini sıklıkla yı-

kaması önemlidir.

Yukarıda tanımlandığı gibi

asidite, düşük nem gibi gıdaya

ilişkin bazı özellikler de o gıda-

da etkenin var olup olmayacağı-

nı belirler.

Hangi besinlerde dikkatli olunmalı ?

Besin zehirlenmelerinden

özellikle yüksek proteinli gıdalar

(hamburger, kümes hayvanları,

yumurta, kremalı gıdalar vb…),

kirli kullanma suyu veya insan

dışkısının gübre olarak kulla-

nıldığı koşullarda yeterince pi-

şirilmeden tüketilen meyve ve

sebzeler, özellikle fast food res-

toranlarda sunulan ızgara türü

yiyecekler, hazırlanması sırasın-

da çok işlem gerektiren yiyecek-

ler (köfte vb.), pastörize edilme-

miş süt ve bu sütten hazırlanan

süt ürünleri, iki saatten fazla

oda ısısında bekletilmiş ve tü-

ketilmeden önce tekrar ısıtılma-

yan gıdalar ( zeytinyağlı yiyecek-

ler, soğuk sandviçler, salatalar

vb..), özellikle midye gibi kabuk-

lular olmak üzere kirli denizler-

den çıkarılan deniz hayvanla-

rı sorumlu tutulmaktadır. Eğer

kümes hayvanı hasta ise, etken

yumurtlama sırasında özellik-

le yumurtanın dış yüzeyine bu-

laştığından, kabuğu çatlak, kırık

olan yumurtaların ve bunlardan

hazırlanan salata, mayonez türü

gıdaların da riskli olduğunu bir

kez daha anımsatmak gerekir.

Zehirlenen kişi nasıl beslenmeli ?

Besin zehirlenmesi tablo-

su olan kişilerde, ishal sırasında

barsakların dinlenmeye gerek-

sinimi olduğu ve gıda alımının

olayı kötüleştirebileceği tarzın-

daki yanlış inanca bağlı olarak

beslenmenin durdurulması doğ-

ru bir yaklaşım değildir. Tam

tersine harap olan barsak hüc-

relerinin çabuk toparlanması ve

hastalık nedeniyle kaybedilen

enerji açığının kapatılması için

uygun gıdalarla beslenmeye de-

vam etmek gereklidir. İshal sü-

resince süt ve sütte bulunan lak-

tozu içeren diğer gıdaların ve

kafeinli içeceklerin tüketilme-

mesi önerilmektedir. Tuzlu kra-

kerler, çorbalar, yoğurt, kola

türü içecekler, pirinç ve patetes

tarzı besinler, çorbalar ve Oral

Rehidratasyon Sıvısı (ORS) is-

hal sırasında tüketimi önerilen

gıdalardır.

ORS paketleri sağlık ocakla-

rı veya eczanelerden sağlanabi-

lir. ORS, paketlerin üzerindeki

önerilere uygun olarak hazırlan-

malıdır.

Ayrıca ishal için barsak ha-

reketlerini durdurucu ilaçlar

kullanmak genellikle bir yarar

sağlamadığı gibi özellikle ateş,

şiddetli karın ağrıları, karında

kramplar, kanlı ishal gibi bulgu-

ların varlığında tehlikeli bile ola-

bileceği unutulmamalıdır.

Page 87: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201086

KayısıA, B, C ve P vitamini açısından zengin bir

meyve olan kayısı aynı zamanda bol miktar-

da demir içerir. Ayrıca magnezyum, kalsi-

yum, fosfor, kükürt, bakır, krom ve manga-

nez mineralleri açısından da zengindir.

Kayısının Faydaları

Kayısı besleyici ve iştah açıcıdır. Bol mik-

tarda demir içerdiğinden kansızlığa iyi gelir.

Vücuttaki zararlı maddelerin uzaklaştırılma-

sına yardımcı olur. Başta akciğer ve cilt kan-

seri olmak üzere kansere karşı koruyucudur.

Vücuda kuvvet verir. Bedensel ve zihinsel

yorgunluğu giderir. Özellikle gelişme çağın-

daki çocuklara faydalıdır. Raşitizm gibi ge-

lişme bozukluklarını önler. Hastaların iyileş-

mesini hızlandırır. Sinirleri sakinleştirir ve

uyku verir. Migrene karşı da iyi gelir. Ayrıca

cildi besler, nemlendirir ve yumuşatır. Kom-

postosu idrar söktürür ve kabızlığı giderir.

Kayısı kuru ya da taze olarak yenebilece-

ği gibi reçeli ve kompostosu da yapılabilir.

Ayrıca, çekirdeği yağ elde etmek için kul-

lanılır. Kayısının yaprakları da kullanılır.

Kuru kayısı A, B ve C vitaminleri ve potas-

yum minerali açısında oldukça zengindir.

Kayısının yemeklerden sonra yenmesi haz-

mı kolaylaştırmasını sağlar. Bunların dışın-

da, kayısı cilt bakımı için maske yapılarak

yüze sürülebilir.

Şifalı Bitkiler

Page 88: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

87

Gönülden İkramlar Mesude SARI

Piliç SarmaMalzemeler (5 kişilik):5 adet tavukgöğsü2 çorba kaşığı sıvıyağ1 tatlı kaşığı dolmalık fıstık1 tatlı kaşığı kuşüzümü1 çorba kaşığı kıyılmış taze nane1 çorba kaşığı kıyılmış dereotu1 su bardağı baldo pirinç1 su bardağı sıcak su1 adet küçük boy soğan1’er tutam tarçın ve yenibaharTuz, karabiber

Üzeri için:5 çorba kaşığı sıvıyağ2 çay kaşığı toz kırmızıbiberTuz, karabiber

Hazırlanışı:Sıvıyağı bir tencereye alıp dolmalık fıstığı ekleyin ve kavu-run. Üzerine ince kıyılmış soğanı ilave edin. Soğanın rengi dönünce, yıkanmış pirinci ekleyin. Pirinç beyazlaşınca kuşü-zümü, tarçın, yenibahar, karabiber ve tuzu ekleyin. Suyunu ilave edip tencerenin kapağını kapatın ve ağır ateşte 20-25 dakika pişirin. 10 dakika dinlendirdikten sonra dereotu ve naneyi pilava ekleyip karıştırın. Tavuk etlerini döverek in-celtin ve üzeri için hazırladığımız sıvıyağ, toz kırmızıbiber, karabiber ve tuz karışımı sosu bir fırça yardımı ile tavuk et-lerine arkalı önlü sürün ve ılınan pilavı etlerin içine koyarak rulo haline getirin. Artan sosu da tavukların üzerine sürün. Önceden ısıtılmış 180 derece fırında 50-60 dakika pişirin. Kızarmış patates ve haşlanmış sebze veya salata eşliğinde servis yapın. Afiyet olsun!

Bekir SARI

Page 89: 118 - Somuncu Baba Dergisi€¦ · azimetlere sarılan, lüksten uzak sade bir hayat yaşayan, nâfile ibadetlere düşkün, dilinden zikir düşmeyen bir takvâ adamıydı. 06 SOMALİ

Ağustos 201088

Som

uncu

Bab

a De

rgisi

’nin

Ücr

etsiz

Eki

’dir.

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Aralk 2009

Yl: 3 Say: 36

İnsanlarn başna gelen belâlarn çoğu dilindendir.

Dili muhafaza etmek lazmdr. Bir hadis-i şerifte

Peygamberimiz: “Allahu Teâlâ’nn kullarndan

bazs hakkin rzasna uygun bir söz söyler, o söze

kendisi de dikkat etmez. Hâlbuki Allahu Teâlâ o

söz sebebiyle o kimsenin derecesini yükseltir. Ve

kullarndan bazs da rza-î ilâhîye aykr olarak

Allah’ gazaplandracak bir söz söyler ve hem de

söylediği söze zerre kadar ehemmiyet vermeyerek

laubali olarak söyler. Hâlbuki Allahu Teâlâ o kim-

seyi söylediği o fena sözler sebebiyle derecesini

indirir.” buyuruyor.

Müminler söyledikleri sözleri, velev ki latife olsun

laubali olarak söylemeyip sonunu düşünerek söyle-

meleri icap eder. Yine bir hadis-i şerifte Peygam-

berimiz: “İnsanlarn ekserisinin kyamet gününde

günahlar dillerinden çkan malayani sözlerdendir.”

buyuruyor.Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

115

Dergisi Hediyesi...

M A Y I S 2 0 1 0

Fiyat: 7 TL

AYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEB İYAT DERG İS İ

Ümitvâr Olmak3816 Tarihte İstanbul Kuşatmalar ve Fatih

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010

Yl: 4 Say: 3

7

Gerçek Kalp

Dostları4606 Hulûsi Efendi(k.s.)’nin

Tasavvufî Görüşleri

116

Dergisi Hediyesi...

H A Z İ R A N 2 0 1 0

Fiyatı: 7 TL

AYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Derginizin elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir:

Telefon: ( )

Faks: ( )

E-posta: @

Türkiye : 70 TL Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.

Posta Çeki Hesap No: 1361068Ziraat Bankası Darende Şubesi : 26798480-5001 Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz

Vergi Dairesi:

Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi:

İmza

Visan İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]

Çocuk ekiyle birlikte yıllık abone bedeli

70 TL

2010 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.

Onların da abone olmasını sağlayın.