Upload
others
View
5
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
2015-2016 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI
HALK KÜLTÜRÜ DERSİ
7.SINIF I.DÖNEM DERS NOTLARI
http://eba.gov.tr
HALK KÜLTÜRÜNÜN KAYNAKLARI
Halk kültürü nedir?
Bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve
manevi özelliklerin bütününe kültür denir.
Halk kültürü halkın ortak olarak dilden dile kuşaktan kuşağa yüzyıllardır sözlü olarak aktarmış
ürünlerini içine alır.
Türk halk kültürü halkın dil, kültür, duygu, düşünce ve beğenisiyle oluşturup yaşatılan,
geçmişten günümüze gelmiş, toplum, insan ve doğa gerçeğiyle şekillenmiştir.
Halk kültürünün sözlü kaynakları nelerdir?
Mitler, efsaneler, masallar, halk hikayeleri, tekerlemeler, atasözleri, bilmeceler, deyimler,
şarkı türkü sözleri, alkışlar, kargışlar, şakalar, incitmeler, atışmalar, alaylar, selamlar,
vedalaşma sözleri, kişi hayvan ve yer adları ile mani, ninni, ağıt gibi halk şiiri ürünlerinden
oluşan sözlü anlatımlar.
Halk kültürünün yazılı kaynakları nelerdir?
Semai, gazel, rubai vb. halk kültünün kaynağı halk'ın kendisi olduğu için halk kültürünün
kaynakları sınırlı kalmayacaktır
Halk Kültürünün Görsel Kaynakları Nelerdir
Bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve
manevi özelliklerin bütününe kültür denir Halk Kültürünün Görsel Kaynakları Nelerdir
Halk kültürü halkın ortak olarak dilden dile kuşaktan kuşağa yüzyıllardır sözlü olarak aktarmış
ürünlerini içine alır.
Türk halk kültürü halkın dil kültür duygu düşünce ve beğenisiyle oluşturup yaşatılan
geçmişten günümüze gelmiş toplum insan ve doğa gerçeğiyle şekillenmiştir.
ÜNİTE 2
BAYRAMLAR, KUTLAMALAR
Dini Bayramlar
“Bayram” sözcüğünün Türk Dil Kurumu sözlüğünde ve diğer birçok kaynaktaki ortak
anlamı “sevinç, neşe, eğlence” dir. Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügat’it Türk adlı eserinde de
“bayram” sözcüğü aynı anlamda verilmiştir. Kaşgarlı Mahmud, sözcüğün aslının “bedhrem”
olduğunu, bu sözcüğü Oğuzların “beyrem” şekline çevirdiklerini belirtir.
Dini bayramların günleri "kameri takvim"e göre hesaplandığı için, şu an kullanılan takvimde
her yıl aynı tarihe rastlamaz. Her yıl onar günlük gerilemeyle gelen ramazan ve kurban
bayramları böylece değişik mevsimlerde kutlanabilmektedir. Ramazan bayramı Kameri
takvime göre Şevval ayının ilk üç günü, Kurban bayramı ise Zilhicce ayının onuncu gününden
itibaren dört gün süreyle kutlanır. Bu bayramlar halk geleneklerinde eskisi kadar olmasa da
hala canlı bir şekilde varlıklarını sürdürmektedirler.
Anadolu’da dini bayramların bir hazırlık süreci vardır. Bayramdan önce evlerde uzun uzun
temizlikler yapılır; köy ve kasaba evlerinin ön kısımları, bahçeleri temizlenir ki, buna “bayram
temizliği” adı verilir. Çocuklar başta olmak üzere bayramlıklar alınır ve bayram gününden
önce giysiler mutlaka hazır olur. Bayram günleri için özel yemekler ve tatlılar hazırlanır.
Özellikle arife gününde hamama gidilir veya evde yıkanılır, temizlenilir. Bazı yerlerde buna
“bayram suyuna girmek”, “arife suyuyla yıkanmak” denir. Arife suyuyla yıkanmanın bereket
ve sağlık getireceğine inanılır.
Bayram namazından önce tatlı yenmesi bayram gelenekleri arasında yer alır. Erkekler camide
kılınacak olan bayram namazına gitmeden önce ve geldikten sonra temiz ve yeni elbiseler
giyerler. Bayram namazından çıkan erkekler namazdan sonra cami önünden önce
birbirleriyle bayramlaşırlar. Bayram sabahı kahvaltıda akrabaların bir araya gelmesine özen
gösterilir. Bazı köy veya kasabalarda varlıklı ailelerin kahvaltı yerine yemek hazırladıkları ve
bayram yemeği olarak kalabalık bir gruba yemek verdikleri görülür. Bazen de cami
avlularında topluca yemek verildiği olabilmektedir.
Ramazan ve Kurban bayramlarının başlıca özelliği komşuların, dost ve akrabaların ziyaret
gezileriyle bir araya gelmeleridir. Kimi zaman kentlerde yaşayanlar bayram günlerini fırsat
bilerek, köylerde yaşamakta olan büyükleri ve akrabaları ziyaret ederler. Gençler yaşlıların
ellerini öperek onların hayır dualarını alırlar. El öpen çocuklara para ve hediye vermek de
gelenektendir. Ziyarete gelenlere Ramazan bayramında şeker ikram edilir. Bunun içindir ki,
Ramazan bayramının bir adı da "Şeker Bayramı"dır. Kurban bayramında yalnızca şeker değil,
kesilen kurbanın etinden de ikram edilir. X. yüzyılda yaşamış Harezmli bilgin Birûnî'nin verdiği
bilgilere göre, bayramlarda şeker ikramı, Cem'in, şeker kamışındaki tatlı özsuyu bir nevruz
günü bulmuş ve bundan şeker çıkarmayı yaymış olmasına bağlanır. Eskiden yalnızca nevruz
günü tatlı şeyler ikram edilirken, sonradan aynı gelenek diğer bayramlarda da uygulanmıştır.
Kurban bayramı Türkiye'de eğlenceler yönünden Ramazan bayramına oranla daha sönük
geçmektedir. İbrahim Peygamberin oğlunu, Tanrıya kurban etmek üzere keseceği sırada
gökten inen bir koçun Tanrının emriyle oğlunun yerine geçmesinin bir anısı olarak İslam
dinine geçmiştir.
Kurban bayramının birinci günü, Mekke'de Mina denen yerde hacıların kurban
kestikleri gündür. İslam dinine göre kurban kesmek maddi gücü yerinde olan her kul için
"borç"tur. Kurban olarak koyun, sığır, deve kesilebilir. Kurban edilecek hayvan sağlıklı olmalı,
dişi ise hamile olmamalıdır. Kurban kesiminde uygulanan bazı gelenekler vardır.
Bunların bir kısmı İslam dininin getirdiği şeyler bir kısmı da uluslara ve bölgelere göre değişen
geleneklerdir. Örneğin bazı yörelerimizde kurbanlık koçları yıkama, kınalama ve gelin telleri,
kurdelelerle süsleme adetleri vardır.
Kurbanlık hayvanın satın alınmasından kesilmesine kadar geçen süre belli kurallar dahilinde
gerçekleştirilir. Kurban kesimi ya işinin ehli tecrübeli kişiler veya kasaplar tarafından yapılır.
Kurban bayramının bir amacı da, bayrama kadar et yeme şansı olmayan fakir kişilere etlerin
dağıtılmasıdır. Bu sebeple kurban etinin üçte biri kesilen evde kalır; diğer kısımlar komşu,
akraba ve fakir insanlara dağıtılır. Kurban etlerinin dağıtılacak kısmı yeri eşit parçaya
bölünerek dağıtılır. Bu şekilde en az yedi kişiye pay dağıtılmış olur.
Kurban Bayramı da Ramazan Bayramı gibi bir aile büyüğünün evinde toplanılarak bayram
yemeği ile başlar. Kurban Bayramı’nın özelliği, tatlı dışında önceden yemek hazırlanmaz;
çünkü kurban kesilir ve dört gün boyunca kurban eti yenir. Kurban kesen kişi oruç tutar ve
orucunu kurbanın böbreği ile açar. Sonra kalan etler külbastılık dövülerek öğlen yemeğine
hazırlanır. Kurban Bayramı’nda ilk gün hemen herkes kurban kestiği ve kurbanı halletmekle
meşgul olduğu için bayram ziyaretleri ikinci günden itibaren yapılır.
Ramazan ve kurban bayramlarının ortak özelliklerinden biri de toplu eğlencelere sahne
olmasıdır. Kasaba ve şehirlerde özellikle, çocuklar ve gençler bayram yerlerinde buluşup
eğlenirler. Bayram yerleri aynı zamanda küçük bir panayır görünümü kazanır.
Anadolu’da, evde nişanlı kız varsa erkek tarafı mutlaka gelin kıza hediye olarak bir koç
gönderir. Koç, grapon kağıtlarıyla, yazmalarla, süslenebildiği kadar süslenir. Boynuzlarına
varlığa göre bilezikler veya alnının ortasına bir beşibirlik ya da altın takılır; bir tepsi baklava ve
hediyelerle kız evine götürülür... Götüren kişiye kız evinden münasip bir hediye verilir. Ayrıca,
kız evi kurban etiyle mükellef bir sofra hazırlayarak erkek tarafını davet eder. Baklava
tepsisini ise boş göndermez, bir tatlı ve diğer hediyelerle gönderir.
Ramazan bayramı bir aylık bir oruç tutma döneminin sonunda kutlanan bir bayramdır.
Ramazan ayı olarak tanımlanan bu döneme de çeşitli gelenekler eşlik etmektedir. Ramazan
süresince aileler birbirlerini akşam yemeğine davet eder. Bu yemeklerde ramazana özgü
yiyecekler, iftariyelikler ve tatlılardan oluşan zengin sofralar hazırlanır.
Eskiden oruç tutanlar, hele gecelerin kısa olduğu yaz mevsimine rastlayan
ramazanlarda uyumayıp sabaha karşı yenen sahur yemeğini beklerlerdi. Böyle olunca da
gecenin teravih namazından sahur zamanı arasındaki süresi türlü eğlencelerle geçirilirdi.
İstanbul'un Şehzadebaşı'nda Direklerarası, Çemberlitaş tarafında Divanyolu adeta bayram
yeri görüntüsünü alırdı. Ramazan gecelerine özgü gösterilerin başında karagöz ve ortaoyunu
gelirdi. Taşra kasaba ve şehirlerinde de, evlerde düzenlenen toplantılarından başka,
kahvehanelerde aşıklar çalıp söylerlerdi. Ramazan ayı boyunca kahvehane toplantılarında
aşıklar saz ve türkü fasıllarından başka çoğu kez birkaç gece süren halk hikâyeleri anlatırlardı.
Milli Bayramlar
Şehir ve kasabalarda bir şenlik havası içinde kutlanan bu bayramların (30 Ağustos Zafer
Bayramı, Cumhuriyet Bayramı, Kurtuluş Bayramları gibi) özelliği; askeri geçitler, fener alayları
v.b. "resmi" gösterilere seğmenler, zeybeklerin ve diğer halk oyunları ekiplerinin özel
kıyafetleriyle katılmalarıdır. Ama bu bayramlar nedeniyle resmi gösteriler bittikten sonra,
kimi yerlerde gece geç vakitlere kadar işçilerin, esnafın kendi aralarında hükümet ya da
belediye meydanında düzenledikleri eğlenceler bu şenliklere farklı bir anlam katmaktadır.
Bu eğlencelere davul, zurna takımları da katılır. Anadolu kasabalarında her yerin kendi
oyunları oynanmasına karşılık, İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde bu toplantılara farklı
gruplar gösterileriyle katıldıklarından, eğlenceler bir tür "halk dansları festivali"
görünümündedir. Resmi bayramlarda birçok yerlerde resmi törenlerden sonra bayram yeri
olarak nitelendirilen çayırlarda güreşler, koşular ve başka çeşit yarışmalar düzenlenir.
Geçmiş yıllarda siyasi partiler resmi bayramlarda davullu zurnalı eğlenceler düzenleyerek bir
yandan bayramların daha canlı geçmelerini sağlamış bir yandan da diğer partilerle bir
yarışma ortamına girmişlerdir. Böylece bayram gelenekleri de değişimden payını almışlardır.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
30 Ağustos Zafer Bayramı
19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı
Mevsimlik Bayramlar
Mevsimlik bayramların kutlama zamanları doğa, iklim ve ekoloji koşullarına bağlı olarak
farklılık gösterebilmektedir. Örneğin koç katımı kışın kısa sürdüğü baharın erken geldiği
bölgelerde güz başlarında, baharın geç geldiği yerlerde güz sonlarında yapılır. Buna karşılık
nevruz, hıdrellez gibi bayramlar her yerde aynı tarihlerde kutlanır. Kimi bayramların zamanını
yerli üretim şartları, bazılarını ise genel bir "takvim geleneği" belirler. Böylece mevsimlik
bayramları şöyle gruplamak mümkündür:
Genel Mevsimlik Bayramlar
Bahar Bayramları: Nevruz, Çiğdem, Hıdrellez.
Yaz, Gündönümü Bayramları
Kış Yarısı
Özel Mevsimlik Bayramlar
Çoban Bayramları Zinciri: Koç Katımı, Davar Yüzü veya Döl Bayramları
Ekinci, Meyveci, Bağcı Bayramları
Göç Bayramları
Hıdrellez Bayramı
Nevruz Bayramı
Çoban Bayramı
HIDRELLEZ BAYRAMI
Hıdrellez Bayramı
Hıdrellez, bütün Türk dünyasında bilinen mevsimlik bayramlarımızdan biridir. Ruz-ı Hızır
(Hızır günü) olarak adlandırılan hıdrellez günü, Hızır ve İlyas Peygamber’in yeryüzünde
buluştukları gün olması nedeniyle kutlanmaktadır. Hızır ve İlyas sözcükleri birleşerek halk
ağzında hıdrellez şeklini almıştır. Hıdrellez günü, Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs eskiden
kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen Julyen takvimine göre 23 Nisan günü olmaktadır.
Halk arasında kullanılan takvime göre eskiden yıl ikiye ayrılmaktadır: 6 Mayıs’tan 8 Kasım’a
kadar olan süre Hızır Günleri adıyla yaz mevsimini, 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a kadar olan süre ise
Kasım Günleri adıyla kış mevsimini oluşturmaktadır. Bu yüzden 6 Mayıs Günü kış mevsiminin
bitip sıcak yaz günlerinin başladığı anlamına gelir ki, bu da kutlanıp bayram yapılacak bir
olaydır.
Hızır ve Hıdrellezin kökeni hakkında çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Bunlardan bazıları
Hıdrellezin Mezopotamya ile Anadolu kültürlerine ait olduğu; bazıları ise İslamiyet öncesi
Orta Asya Türk kültür ve inançlarına ait olduğu yolundadır. Oysaki Hıdrellez Bayramı’nı ve
Hızır inancını tek bir kültüre mal etmek olanaksızdır. İlk çağlardan itibaren Mezopotamya,
Anadolu, İran, Yunanistan ve hatta bütün Doğu Akdeniz ülkelerinde bahar ya da yazın
gelişiyle ilgili bazı tanrılar adına çeşitli tören ve ayinlerin düzenlendiği görülmektedir.
Hızır, yaygın bir inanca göre, hayat suyu (ab-ı hayat) içerek ölmezliğe ulaşmış; zaman zaman
özellikle baharda insanlar arasında dolaşarak zor durumda olanlara yardım eden, bolluk-
bereket ve sağlık dağıtan, Allah katında ermiş bir ulu kişidir. Hızır’ın hüviyeti, yaşadığı yer ve
zaman belli değildir. Hızır, baharın, baharla vücut bulan taze hayatın sembolüdür.
Ülkemizde Hıdrellez Bayramı 6 Mayıs tarihinde kutlanır. Bugün Hıristiyanlarca da baharın ve
doğanın uyanmasının ilk günü olarak kabul edilir; bu günü Ortodokslar Aya Yorgi, Katolikler
St.Georges Günü olarak kutlamaktadırlar.
Mevsimlik bayramlarımızdan biri olan Hıdrellez, ülkemizde etkin bir biçimde kutlanmaktadır.
Büyük şehirlerde daha az olmak üzere, kasaba ve köylerde hıdrellez için önceden hazırlıklar
yapılır. Bu hazırlıklar, evin temizliği, üst-baş temizliği, yiyecek-içeceklerle ilgili hazırlıklardır.
Hıdrellez gününden önce evler baştanbaşa temizlenir. Çünkü temiz olmayan evlere Hızır’ın
uğramayacağı düşünülür. Hıdrellez günü giyilmek üzere yeni elbiseler, ayakkabılar alınır.
Anadolu’nun bazı yerlerinde Hıdrellez Günü yapılan duaların ve isteklerin kabul olması için
sadaka verme, oruç tutma ve kurban kesme adeti vardır. Kurban ve adaklar “Hızır hakkı” için
olmalıdır. Zira tüm bu hazırlıklar Hızır’a rastlamak amacına yöneliktir.
Hıdrellez kutlamaları daima yeşillik, ağaçlık alanlarda, su kenarlarında, bir türbe ya da yatırın
yanında yapılmaktadır. Hıdrellezde baharın taze bitkilerini ve taze kuzu eti ya da kuzu ciğeri
yeme adeti vardır. Baharın ilk kuzusu yenildiğinde sağlık ve şifa bulunacağına inanılır.
Bugünde kırlardan çiçek veya ot toplayıp onları kaynattıktan sonra suyu içilirse bütün
hastalıklara iyi geleceğine, bu su ile kırk gün yıkanılırsa gençleşip güzelleşileceğine inanılır.
Hıdrellez gecesi Hızır’ın uğradığı yerlere ve dokunduğu şeylere feyiz ve bereket vereceği
inancıyla çeşitli uygulamalar yapılır. Yiyecek kaplarının, ambarların ve para keselerinin ağızları
açık bırakılır. Ev, bağ-bahçe, araba isteyen kimseler, Hıdrellez gecesi herhangi bir yere
istedikleri şeyin küçük bir modelini yaparlarsa Hızır’ın kendilerine yardım edeceğine inanırlar.
Hıdrellezde baht açma törenleri de oldukça yaygın olarak uygulanan geleneklerimizdendir.
Bu törene İstanbul ve çevresinde “baht açma”, Denizli ve çevresinde “bahtiyar”,Yörük ve
Türkmenlerde “mantıfar”, Balıkesir ve çevresinde “dağara yüzük atma”, Edirne ve çevresinde
“niyet çıkarma”, Erzurum’da “mani çekme” adı verilir.
Törenler baharda doğanın ve tüm canlıların uyanmasıyla eş anlamlı olarak insanların da
talihlerinin açılacağı inancıyla, şanslarını denemek için yapılır. Hıdrellezden bir gece önce
bahtını denemek ve kısmetlerinin açılmasını sağlamak isteyen genç kızlar yeşillik bir yerde
veya bir su kenarında toplanırlar. İçinde su bulunan bir çömleğe kendilerine ait yüzük, küpe,
bilezik gibi şeyler koyarak ağzını tülbentle bağladıktan sonra bir gül ağacının dibine bırakırlar.
Sabah erkenden çömleğin yanına giderek sütlü kahve içip ağızlarının tadının bozulmaması
için dua ederler. Ardından niyet çömleğinin açılmasına geçilir. Çömlekten içindekiler
çıkarılırken bir yandan da maniler söylenir. Buna göre eşyanın sahibi hakkında yorumlar
yapılır. Hıdrelleze özgü bu uygulama temelde bu şekilde yapılmakla birlikte, yörelere göre
bazı farklılıklar da gösterebilmektedir.
Sonuç olarak, Anadolu’da hala görkemli törenlerle kutlanan Hıdrellez Bayramı insanlık
tarihinde çok eski zamanlardan beri kutlanmaktadır. Farklı zamanlarda, farklı isimler altında
kutlansa da Hıdrellez motiflerine pek çok yerde rastlamak mümkün olmaktadır. Baharın gelişi
ve doğanın canlanması insanlar tarafından bayramlarla kutlanması gereken bir durum olarak
algılanmıştır. Böylece bir bahar bayramı olan Hıdrellez evrensel bir nitelik kazanmıştır.
Hıdrellez Ateşi Hıdrellezde Mezarlık Ziyareti Niyet Çömleğinin Manilerle Açılması Tunca
Nehrinin Kıyısında Hıdrellezi Karşılama Niyet Çömleğinin Koruya Getirilmesi Niyet Çömleği
Niyet Çömleği Ateş Üzerinden Atlama Niyet Çömleği ve Kadınlar Hıdrellez Kuzusunun
Çevrilmesi Hıdrellezde Atıştan Atlama Hıdrellezde Salıncakta Sallanma Hıdrellez Etkinliği
Hıdrellez Eğlencesi Niyet Çömleğinin Gül Ağacının Dibine Gömülmesi
Nevruz Bayramı
Nevruz sözcüğü Farsça nev (yeni) ve ruz (gün) sözcüklerinin birleşmesinden meydana
gelmiş olup yeni gün anlamına gelmektedir. Eski İran takvimine göre yılın ilk günüdür ve
güneşin Koç burcuna girdiği ilkbaharın başlangıcı sayılan bir gündür. Güneş 21 Marta kadar
güney yarımküreye daha çok ışık ve ısı verirken, 21 Mart tarihinden itibaren kuzey yarımküreye
daha çok ısı vermeye başlar. Bu nedenle kuzey yarımkürede yaşayan bazı halklar için 21 Mart
günü uyanış ve yaradılışın sembolü olarak kutlanmaya değer bir gün anlamı taşımaktadır.
İran mitolojisine göre Tanrı dünyayı, insanı ve güneşi bu günde yaratmıştır. İran’ın
efsanevi padişahı Kiyumers tahta oturarak bugünü bayram ilan etmiştir. İran’da ihtişamın
sembolü olan Cemşid de aynı gün tahta oturmuştur. Ayrıca Hz. Adem’in 7. torunu olan Cem
21 Mart günü Azerbaycan’a gelmiş ve bugünü bayram ilan etmiştir.
Anadolu’da Nevruz-i Sultan, Sultan Nevruz, Navrız, Mart dokuzu gibi adlar verilen
Nevruz, farklı yörelerde değişik biçimlerde kutlanır. Tarımsal uğraşın yoğun olduğu yörelerde
bir tür bolluk ve bereket töreni olma özelliği de taşımaktadır. Alevi-Bektaşi topluluklarda ise
inanca dayalı bir anlam da ifade etmektedir. Bu topluluklarda Nevruz, Hz. Ali’nin doğum
günüdür, Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın evlendikleri gündür, Hz. Muhammed’in veda haccı dönüşü
Hz. Ali’yi kendine halife tayin ettiği gün olması özelliğini de taşımaktadır. Bu günün sabahı
mürşidin okuduğu duadan sonra süt içilir; Nevruziye adı verilen şiirler, nefesler ve Hz. Ali’nin
Mevlidi okunur. Nevruzda önceden hazırlanmış olan çöreklerle mezarlık ziyaretine gidilir,
ölüler ziyaret edildikten sonra orada çörekler yenilir.
Osmanlı Devleti zamanında Nevruz gününe özel bir önem verilmiştir. Padişahlara
Nevruz günleri “nevruziye” adı verilen kasideler sunulurdu. Bu kasidelerde ağaçların
yeşermesi, çiçeklerin açması, havanın ısınması gibi konulara yer verilirdi. Nevruz günü Adem’in
yaratıldığı, Nuh’un gemisinin karayı bulduğu, Hz. Ali’nin doğduğu, halife olduğu anlatılırdı.
Nevruz gecesi bütün yaratıkların Tanrı’ya secde ettiği, dileklerin yerine getirildiği belirtilirdi.
Nevruz günlerinde müneccimbaşı, yeni takvimi padişaha sunar, bahşişini de alırdı. Buna da
“nevruziye bahşişi” adı verilirdi.
Saray hekim başıları tarafından hazırlanan ve Nevruziye denen çeşitli baharatlardan
yapılmış macunlar, padişah ailelerine ve büyüklere sunulurdu. Bugün için yapılmış macunlar,
porselen kapaklı kaseler içinde sunulur ve günün hangi saatinde yenmesi gerektiğini yazan bir
kağıt da kaselere iliştirilirdi. Nevruziye adı verilen macunun kökeni, kimi araştırmacılar
tarafından Persler dönemine kadar götürülebilmektedir. Persler zamanında Nevruz günlerinde
hekimler ve eczacılar toplanarak bu özel macunu hazırlamışlardır. Bu macundan yiyenin bütün
yıl boyunca hastalıklardan korunacağına inanılmıştır. Zamanla bu gelenek değişime uğramış ve
Nevruziye, Nevruz günlerinde yenen özel bir tatlının adı olmuştur. Son zamanlarda bu
geleneğin bir uzantısı olarak 21 Mart günü Manisa’da mesir macunu halka dağıtılmaktadır.
Doğu Anadolu halkı için sadece Nevruz günü değil, Nevruz gecesi de kutsallık
taşımaktadır. Bu gece canlı cansız bütün varlıkların Tanrı’ya secde ettiğine inanılır. O gün
herkesin bir yıllık kısmeti ve geleceği belirlenir. Herkes güzel ve yeni elbiseler giyerek yeni yıla
hazırlanır. Evlerde yemekler yapılır, karşılıklı ziyaretlerde bulunulur.
Mart ayı içerisinde Anadolu’nun bazı yörelerinde görülen bir diğer gelenek de “kara
Çarşamba” geleneğidir. Mart ayının ilk çarşambası olan bu günde çeşitli törenler yapılır, çeşitli
yiyecekler hazırlanarak birlikte yenir. Gençler bir dilek tutarak komşuların kapısını dinlerler.
Nevruzla ilgili geleneklerden biri de “mart ipliği” adı verilen uygulamadır. 21 Marttan
itibaren ısınmaya başlayan havalar nedeniyle ağaçların güneşten etkilenmemesi için bez
bağlanır. Giresun’da uygulanmakta olan “Mart bozumu” adı verilen gelenek de Nevruzla ilgili
önemli geleneklerden biridir. Mart bozumunda akarsulardan alınıp getirilen su evlere serpilir.
Ayağı uğurlu bir misafirin gelmesi ve “martınızı bozuyorum” demesi beklenir.
Nevruz İç Anadolu Bölgesi’nde “Mart dokuzu” olarak bilinmektedir.21 Mart günü sabah
erken kalkılır, mezarlık ziyareti yapılır, niyet tutulur. Niyetlenecek kişi mezarlardan birer taş
alarak kırka tamamlar. Bir torbaya doldurup evinin duvarına asar ve bu arada bir niyet tutar.
Bir yıl sonra torbaya baktığında taşlar kırk bir olmuşsa niyetinin gerçekleşeceğine inanır. Bir
daha ki Mart Dokuzunda taşlar iade edilir.
Nevruz günü ziyaretler esnasında çeşitli yemeklerden oluşan sofralar hazırlanır,
oyunlar oynanır, eğlenceler düzenlenir, boyalı yumurtalar yenir ve büyük ateşler yakılır. Her
toplumun kendine özgü nedenlerle kutladığı Nevruz, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan,
Türkmenistan, Özbekistan, Tataristan, Uygur Bölgesi, Anadolu ve Balkanlarda geleneksel
kutlamalarla canlılığını günümüzde de sürdürmektedir. Çoban Bayramı
Koç Katımı
İnsanoğlu, ilk dönemlerden itibaren doğadaki değişimleri gözlemiş; bu değişimleri
açıklamak ve kendi lehine çevirmek için çabalamıştır. Doğadaki değişimlerin zararlı
etkilerinden korunmak, yağmur yağdırmak, güneşi çıkarmak, hayvanların üremesini sağlamak,
bolluk ve bereketi arttırmak için içerisinde bazı işlemlerin de yer aldığı törenler düzenlemiştir.. Koç katımı, kışın kısa sürdüğü, baharın erken geldiği yerlerde güz başlarında, baharın geç
geldiği yerlerde ise güz sonlarında yapılır. Buna göre Koç katımının yapıldığı tarih aralığı 1
Ekim-20 Kasım olarak belirlenebilir. Koç katımının yapılacağı tarihten bir-bir buçuk ay
öncesinden itibaren koçlar sürüden ayrılır. Koç katımı gününde, katım yapılan yerlerde tam
bir bayram havası eser. Yalnızca sürü sahipleri değil tüm köy halkı koç katımının yapılacağı
köy meydanı veya harman yerinde toplanır. Bu kalabalığa yer yer çalgılar da eşlik eder. Koçlar
çeşitli renklere boyanır, boynuzlarına elma, nar gibi bereket sembolü yiyecekler takılır.
Önceden süslenmiş, kınalanmış olan koçlar dualarla sürünün içine bırakılır.
Koç katımı geleneği içerisindeki kimi inanışlar da dikkat çekicidir. Katımdan önce koçların üstüne erkek
çocuk bindirilirse kuzunun erkek olacağı, kız çocuk bindirilirse dişi kuzu olacağına inanılır. Koçlar katım için
götürülürken yolda erkeğe rastlanırsa kuzunun erkek, kadına rastlanırsa kuzunun dişi olacağına inanılır. İlk olarak
sürüye katılan koç bir kara koyun seçerse kışın yumuşak, ak koyun seçerse şiddetli geçeceğine inanılır. Koç
katımının ardından sürü içinde boş bir kapla dolaşmanın koyunların sütünü azaltacağına inanılır.
ÜNİTE 3
GELENEKSEL HALK SANATLARI İşleme
İşleme; ipek, yün, keten, pamuk, metal vb. ipliklerle, çeşitli iğneler, uygulama biçimleri
aracılığıyla; keçe, deri, dokuma vb. materyaller üzerinde yapılan bezemelerdir. Türk işleme
sanatı çok eski tarihlere dayanmaktadır.
"Bezemek" sözcüğü, giyim kuşam, ev eşyalarının süslenmesinde kullanılmıştır. Sarayda
başlayan işleme sanatı, daha sonraları gerçek bir halk süsleme sanatı haline gelmiştir. İşleme
teknikleri, iğneler coğrafi, sosyal, ekonomik şartlar, estetik değerler doğrultusunda yüzyıllardır
değişiklik göstererek günümüze ulaşmıştır.
Türk işlemeleri teknikleri uygulanan iğne biçimine göre; dokumanın iplikleri üzerinde
yürütülen (Çin iğnesi, Romanya iğnesi, Girit iğnesi, Fransız düğümü, hesap iğnesi, balıksırtı,
susma, civan kaşı vb.), dokumanın iplikleri çekilerek (fisto nakışı, ciğer deldi çeşitlemeleri),
dokumanın iplikleri kapatılarak (Buhara atması, Jakobyen atması, Maraş işi, aplike, boncuk işi,
pul işi vb.), dokumaların iplikleri bağlanarak (yama işi, kumru gözü, Antep işi, geçme işi vb.)
yapılan iğneler olmak üzere gruplanabilir.
Hammaddesi Hayvansal Deri vb. Olan Geleneksel El Sanatları
Hayvandan elde edilen el sanatları, deri, kürk, boynuz, kemik gibi kullanılan malzemelerine
göre ve kullanım alanlarına vb. sınıflandırmak mümkündür.
Yemenicilik
Ayağa giyilen yemeniler, çok çeşitlidir. Daha çok kulaklı yemeni, Halep annubi, kara yemeni,
gül şeftali yemeni vb. çeşitleri bulunmaktadır. Yemeniler, zahtiyanın rengine göre siyah, annabi
(mor), gül şeftali adı verilen parlak kırmızı renklerde olmaktadır. Şekil bakımından halebî,
merkup, burnu sivri, kulağı uzun, eğri simli olmak üzere beş çeşidi bulunmaktadır;
Çarık
Günümüzde ustalar tarafından yapılan çarıklar halk oyunları veya gösterilerde
kullanılmaktadır. Eskiden kadın, erkek tarafından giyilen kendilerinin yaptıkları çarıklar
genellikle manda, öküz derilerinden yapılmaktadır. Ayak ölçüsünde kesilip, kenarlarına açılan
deliklerden geçirilen sırımla bağlanarak kullanılmaktadır. Kürk giyim eşyaları, post yapımı
geleneksel sanatlarda yer almamaktadır.
Saraçlık:
Koşum takımlarının yapımı, tamiri ve süsleme işlerine saraçlık denilmektedir. Atın boyuna
uygun olarak yapılan koşum takımları, onun doğal hareketlerini kolaylaştırmak onu
rahatsızlıktan, incinmekten, zararlı çarpmalardan korumak için yapılmaktadır. Koşum; paldum,
başlık, gem, çeki kayışı, yan kayış, ok kayışı, yular, dizgin gibi parçalardan oluşmaktadır.
Koşumculukta genellikle manda derisi kullanılmaktadır. Yağlı deri, kromlanmış deriler sepici
bıçağı ile kesildikten sonra, tıraşlanmakta, mumlu iplik, biz, ucu kütleşmiş iki iğne ile veya sırım
iğnesiyle dikilmektedir. Bütün bu parçalar kıtıkla doldurulmaktadır. Atın boynuna geçirilen
koşum takımlarının göğüs kayışı, yan kayışı, ok kayışı, sedemka gibi parçaların hamuta
bağlanarak atın arabayı çekmesi sağlanmaktadır.
Hamut iki ağaç parçasının (Hamut ağacı) birleştirilerek sırayla üzerine simit, fitil, dolma, kapak
gibi bölümlerin yapılması ile oluşmaktadır. Palduma atın gömleği de denilmektedir. Koşum
veya çekim atlarında kullanılmaktadır.
Cilt İşleri
Gölge Oyunu Tipleri
Karagöz bir "gölge oyunu”dur. Bu oyun, deriden kesilmiş bir takım şekillerin (insan, hayvan,
bitki, eşya vb.) arkadan ışık verilerek beyaz bir perde üzerine yansıtılması temeline
dayanmaktadır.
Karagöz oyunundaki kişiler, şekiller deriden yapılan tasvir, suret veya figür ismi verilen
şekillerle canlandırılmaktadır. Tasvirler cam deri tekniği ile tabaklanan, şeffaflaştırılmış deve,
düve, at, eşek derilerinden yapılmaktadır. Tasvir için hazırlanan deriden, yapılacak tasvir
büyüklüğündeki deri, bahçıvan makası ile kesilip nemlendirilerek kaba kâğıt altında bir süre
bekletilir. Nemlendirilen deri kalıbın üzerine konulup çini mürekkebi kullanarak rapido kalemle
çizilir, çizginin dışından makasla kesilir, kenarları çekiçle dövülerek yassılaştırılarak kalıp
hazırlanmaktadır."Nevregan" adı verilen büyüklü küçüklü çeşitli boyutlardaki özel kesme
bıçakları ile işlenmektedir. İşlenen deri cam parçası delikler açılış yönünde temizlenmektedir.
Tasvirler için kök boya da denilen doğal katkı maddeleri nar şerbeti, bal, ağaç kabukları, ceviz
kabuğu vb. bunların yanı sıra ekolin boyalar, çini mürekkebi kullanılmaktadır. Tasvirler çift
taraflı boyanıp, çini mürekkebi ile kontur çekilerek hazırlanmaktadır. Daha sonra
sopaların takılacağı delikler "çiçek zımbası" adı verilen bir aletle delinerek üstüne düğme adı
verilen deri parçası dikilerek hazırlanmaktadır. Hazırlanan parçalar birbirine "kat küt" adı
verilen ameliyat ipliği ile özel bir bağlama yöntemi kullanılarak birleştirilmektedir. Hammaddesi Ağaç-Ahşap Olan Geleneksel El Sanatları
Geçmişten günümüze sürüp gelen, maddi kültür ürünleri arasında yer alan ağaç işçiliğinin
geleneksel sanatlarımız arasında önemi büyüktür. Türkler İslamiyet'ten önce Orta Asya'da
ağacı kutsal saymış, bunu sanat yapıtlarında kullanmışlardır. Kurganlardayapılan araştırmalar
sonucu ağaç işi buluntuların yanı sıra at eğer, koşum takımlarında kullanılan ağaç parçaları
bulunmuştur. Zamanın tahribine karşı fazla dayanıklı bir madde olmayan ahşap sanat
eserlerinden günümüze pek örnek kalmamıştır.
Ağaç-Ahşap İşçiliği; Anadolu'da Selçuklu döneminde gelişmiş, kendine özgü bir şekil almıştır.
Selçuklu, Beylikler dönemi ağaç eserleri daha çok mihrap, cami kapısı, dolap kapakları gibi
mimari elemanlar olup gerçekten çok üstün işçilik göstermektedir. Osmanlı Dönemi ahşap
işçiliğinde sadelik hakim olmuş, çeşitli teknikler daha çok sehpa, kavukluk, yazı takımı,
çekmece, sandık, kaşık, taht, rahle, Kuran muhafazası gibi kullanım eşyası, pencere, dolap
kapağı, kiriş, konsol, sütun başlığı, tavan, mihrap, minber (vaaz kürsüsü) , sanduka gibi mimari
öğelerde uygulanmıştır. Ağaç işçiliğinde en çok ceviz, elma, armut, sedir, abanoz, gül ağacı
kullanılmakta, kakma, boyama, kündekari, kabartma-oyma, kafes gibi teknikler
uygulanmaktadır.
Baston Asa; Bu teknikler Zonguldak, Bitlis - Ahlat, Gaziantep, Bursa, İstanbul -Beykoz, Ordu
illerinde halen devam eden baston yapımcılığı ile günümüze ulaşmıştır. Ülkemizde baston, asa
yüzyıllar boyunca kullanılmış, 19. Yüzyılda yaygınlaşmıştır. İşçiliğinin yanı sıra hammaddesine
göre değer kazanan bastonların sap kısımları gümüş, altın, kemik, sedef gibi malzemelerden;
gövde kısımları gül, kamış vb. ağaçlardan yapılmaktadır.
Müzik Aletleri Yapımı; Müzik aletleri yapımı eskiden beri devam eden bir sanattır. Bu aletler
ağaç, bitki, hayvan bağırsakları, kıl, kemik, boynuzlardan yararlanılarak yapılmaktadır. Telli
çalgılar, nefesli çalgılar, vurmalı çalgılar gibi gruplandırılmaktadır.
Semercilik: Yük taşımak amacıyla eşek, katır, beygir gibi binek hayvanlarının sırtına
yerleştirilen ağaç iskeleti yastığa semer denilmektedir. Ağaç, metal, saz, deri, dokuma gibi
malzemelerden hazırlanmaktadır. Semeri bağlamak için kolan, kayış veya kaytan gibi sağlam
şeritler kullanılmaktadır.
Kaşıkçılık: Kaşıkçılık, Anadolu'nun bazı yörelerinde günümüzde de sürdürülen el
sanatlarındandır. Özellikle Konya'da Selçuklular döneminden bu yana sürdürülen tahta kaşık
yapımı birçok ilimizde devam etmektedir. Tahta kaşık yapımında genellikle şimşir, meşe veya
armut gibi ağaçlar kullanılmaktadır. Küçük keser, törpü yardımıyla şekillendirilen kaşıklar
genellikle Akseki, Gediz, Taraklı bucaklarında yapılmaktadır. Günümüzde yemek kaşıkları
yanında süs, oyun kaşıkları da yapılmaktadır. Zımpara ile temizlenen kaşıklar üzerine çeşitli
resimler, bezemeler, yazılar basılıp, boyanır cilalanarak satışa sunulmaktadır. Hammaddesi Taş Olan Geleneksel El Sanatları
Türk sanatında geniş bir alanı içine alan dekoratif taş işçiliği, başlangıcından bu yana devirlerin
üslubuna uygun olarak bazı değişimler göstermiş olsa da ustalıkta yüksek kalitesini her zaman
korumuştur.
Taş işçiliğinin en güzel örneklerini; Anadolu Selçuklu, Beylikler, Osmanlı Devri mimarisinde
görmek mümkündür. Taş yalnızca yapım aşamasında değil, iç ve dış dekorasyonda da ana
malzemeyi teşkil etmektedir.
Taş işçiliğimizin en güzel örneklerini; anıtsal taç kapılarda, şehir, saray duvarlarında, cami,
medrese gibi yapıların avlu, ana kapılarında, sütun başlıkları, minare şerefeleri, mihrap,
minber, çeşme, sebil ve şadırvanlarda görmek mümkündür.
Geometrik örgüler, geçmeler, bitkisel bezemeler, alçak-yüksek kabartma hayvan figürleri,
palmetler en çok rastlanan bezemelerdir. Mimaride kullanılan tuğlalarla da duvarları değişik
şekillerde işlemişlerdir. Bu süslemeler daha çok açık koyu renkli tuğlaların geometrik şekillerde
yerleştirilmesi ile gerçekleşmektedir.
Cami, türbe, kale gibi yapıtların dış duvar örgülerinde güzel örnekleri görülmektedir.
Hammaddesi taş olan el sanatı ürünlerinin yapımında kullanılan taşlar, kullanım alanlarına,
yapım tekniklerine göre aşağıdaki şekilde sınıflanmaktadır:
Geleneksel mimaride dış cephe ve iç mekan yapımı, süslemesinde taş işçiliği önemli bir yer
tutmaktadır. Taş işçiliğinin mimari dışında en çok kullanım alanı mezar taşlarıdır. Taş işçiliğinde,
oyma, kabartma, kazıma (profito) gibi teknikler uygulanmaktadır. Kullanılan süsleme öğeleri;
bitkisel, geometrik motifler ile yazı figürleridir. Hayvansal figür azdır, insan figürlerine ise
Selçuklu Dönemi eserlerde rastlanılmaktadır.
Taş İşçiliği (Mimaride kullanılan Taş İşçiliği, Çeşmeler, Mezar Taşları)
Mermer İşçiliği: Mermer; başkalaşıma uğramış kireçtaşı olan, güzel bir parlaklık verilebilen,
çeşitli sanat dallarında kullanılan bir çeşit taştır. Ana kütleden sarmal telle kesilerek ayrılan
kütle, genellikle basınçlı havayla çalışan delici matkapla parçalanmaktadır. Makineli keskiyle
veya elmas diskli testereyle ocaktan çıkarıldığı yönde kesilen mermer levhalar, işlenecek yere
göre biçimlendirilmektedir. Sünger taşı, zımpara tozu çamuruyla yumuşatılarak kalay pasta
emdirilmiş kumaş tamponlarla cilalanmaktadır. Süs Taşları İşçiliği:Takılar, tespihler, ağızlık, pipo, baston vb. aksesuar, günlük kullanım eşyaları yapımında kullanılan taşlar olarak sıralamak mümkündür. Lüle Taşı İşçiliği;Günümüzde Eskişehir'de tütün çubuğu, pipo, nargile vb. uçlarının yapımında kullanılan lüle taşından eskiden kap-kacak, kutu, fincan, heykel yapıldığı bilinmektedir.
Oltu Taşı İşçiliği; Oltu taşı; siyah, tıkız, parlak, kavlı biçiminde kırıkları olan, parlatılabilir,
tıraşlanabilir bir linyit türüdür. Orta çağda tespihler, kutsal emanet sandıkları, heykelcilik
yapımında kullanılmıştır. XIX. yüzyılda ise mücevher yapımında kullanılmaya başlanmıştır.
Türkiye'de Erzurum'un Oltu ilçesinde üç yüzü aşkın ocaktan çıkarılan ve yörede Erzurum
kehribarı olarak adlandırılan, Oltu taşından sigaralık, tespih yapılmakta; altın, gümüşle birlikte
kullanılarak takı (kolye, broş, küpe, yüzük, bilezik vb) yapımında kullanılmaktadır. Hammaddesi Toprak Olan Geleneksel El Sanatları
SERAMİK - ÇİNİ
Toprak, endogen granit kayaların doğanın aşındırmasıyla ufalanması sonucu meydana
gelmektedir. Toprağın her türü seramik için uygun değildir. Kullanıma elverişli toprak ise kildir.
Kil, dünyanın ana maddesidir. Killerin plastik özellikleri nedeni ile şekillendirme imkânlarına
sahip bulunmaları ve şekillerini pişirme sureti ile koruyabilmeleri esasına dayanan seramik
endüstrisi dünyanın en eski endüstrilerinden sayılmaktadır. Seramik hammaddesi kil olup elde, kalıpta veya tornada biçimlendirilmiş, fırınlanmış her tür
eşyanın genel adıdır. Seramiğin tarihçesi insanların ateşi bulmaları ile başlamaktadır. Suyu
taşımak, muhafaza edebilmek için kaplar yapma zorunluluğundan seramik doğmuştur.
Yüzyıllar boyunca, kap kacak yapımında kullanılmış, gerek eski çağlarda gerekse günümüzde
yapı tuğlası üretiminde yararlanılan bir gereç olmuştur
Çeşitli kültürlerin yaşadığı bir bölge olması sebebiyle Anadolu'da yapılan birçok arkeolojik kazı
sonucu tarihe ışık tutan seramik eserlere rastlanmıştır. İlk kez yeni taş döneminde çıkan
seramiğin en eski örnekleri Anadolu'da, Hacılar, Çatalhöyük, Beyce Sultan, Demirci höyük vb.
arkeoloji kazılarında bulunan seramik kaplardır. Bu yapıtlar bezemelerinin yanı sıra biçimleri
ile de dikkat çekmektedirler. M.Ö. 3500 Kalkalitik devir, M.Ö. 2500-1000 Truva, Hitit, M.S.11.
ve 13.Yüzyıllarda Selçuklu,10.Yüzyılda Anadolu'ya gelen Osmanlılar, Selçuklulardan kalan
seramik kültürünü sürdürerek 15. Yüzyılda kendi özelliğini oluşturmuş, belli dönemlere
damgalarını vurmuş ve hepsi birbirinden güzel örnekler bırakmışlardır.
İlk kaynaklarını Anadolu dışındaki Türk seramiğinden alan Anadolu seramik sanatı, Osmanlı
devrinde tamamen kendine özgü bir gelişme göstermiş, tercih edilen, ihraç edilen eserler
vererek ilgi görmüştür. Hokka, kase, ibrik, sürahi, kadeh, kandil, kupa, gülabdan, buhurdanlık,
tütsü kabı vb. tabaklar sert beyaz hamur, sır altı tekniğiyle yapılmıştır. Seramik malzeme
üretiminde kullanılacak olan kil, üretilecek malzeme türüne göre, karıştırıcı, ıslatıcı
makinelerde şekillendirilebilmeleri için gerekli su miktarı ilave edilmek suretiyle homojen bir
hamur elde edilmeye çalışılır. Seramik malzemesielle, kalıplama, presleme, döndürme, filaj
veya etraj, döküm teknikleri ile şekillendirilmektedir. Pişirilen ürünlere bisküvi adı
verilmektedir. Bisküvi halindeki yarı mamul üzerine; yapılacak desen, şekil veya yazıların
sınırları (kontürler) özel olarak hazırlanmış aydınger (iğnelenmiş desenli) şablonlar yardımı ile
odun kömürü tozu ile desen işlenmektedir. Bu desen tahrirlenip (çinilerde bezeme örgelerinin
çevresini dolanan ince kontur) içleri boyanmaktadır. Seramik yapıtlar üzerine çeşitli usullerle
kaplanan şeffaf sırlarda; Metal oksitler katılarak hazırlanan sır reçeteleri değişen yüksek
derecelerde renk veren sır tipleri kullanılmaktadır. Renk veren metal oksitler tek başlarına
kullanıldığı gibi, bir kaçı bir arada kullanılarak hazırlanan reçetelerle değişik renkler veren sırlar
elde edilebilir.
Renklendirmede kullanılan metal oksitler; krom, demir, kalay, bakır, kobalt, manganez, zirkon,
nikel, vanadyum, rutil olup tek veya karışım halinde kullanılır. Kalay, titanyum, antimuanopak
sır elde etmek için kullanılan üç maddedir. Bir parçayı sırlamadan önce sırrın yüzeye çok iyi
tutunması yüzeyin temizliği ile doğrudan doğruya ilgilidir. Bu amaçla bisküvi akarsu altında kısa
bir süre tutularak temizlenir. Sır tabakası 1,5 milimetre kalınlığında olmalıdır. Sırrın kalınlığı
kabarcıkların oluşması gibi kusurlara yol açabilmektedir. Yeterince kalın olmayan sırlar ise kel
alanlar oluşturur. Sır ürüne fırça, dökme, daldırma, majolika gibi tekniklerle sürülmektedir.
Desenlenmiş (dekorlanmış) ve sırı sürülmüş yarı mamuller geleneksel yöntemlerle fırınlarda
pişirilir. Şekillendirilen, kurutulan parçalardan çanak, çömlekler açık ateşte, ince ürünler örtülü
fırınlarda pişirilmektedir.
Çini genellikle mimariye bağlı yapıtlarda kullanılmaktadır. Günlük yaşamda kullanılan kap vb.
ise seramik denilmektedir."ÇİNİ" kelimesinin 'i' ilgi harfiyle türetilmiş olması ilk bakışta
çiniciliğin Çin'den geldiği kanısını uyandırmaktadır. Çiniciliğin Türklere özgü bir sanat olduğu
sanat tarihi uzmanlarınca kabul edilmektedir.
Mimaride kullanılan çiniye 18. Yüzyıla kadar "Kaşi", çini eşyaya (tabak, vazo, kâse vb.) de
"EVANİ" (kapkacak) adı verilmekteydi. O dönemde Çin'den ithal edilen porselenlerin ün
kazanmalarından ötürü, Türk yapısı "Kaşi" ye kalitesinin yüksekliğini vurgulamak için "ÇİNİ"
denmeye başlanmıştır. Orta Asya'da gelişen seramik sanatının bir kolu olan çinicilik,
Selçuklularla Anadolu'ya girmiştir. Osmanlılarda mimari süslemede çok önemli yeri olan çini,
cami, medrese, türbe, sarayları süslemekte kullanılmıştır. İlk Osmanlı devri çinileri Selçuklu
geleneğinin devamıdır. Figürlü geometrik yazı, nebati süslemelerle sarı, yeşil renkler farklı
kullanılmıştır. Bizanslılar zamanında bir seramik merkezi olan İznik, Osmanlı İmparatorluğunun
da en önemli çini merkezi olarak 14. Yüzyıldan, 18. Yüzyıla kadar üstünlüğünü korumuştur.
17.yüzyılda önemini yitiren İznik atölyeleri yanında Kütahya'da İznik tekniğine erişememekle
beraber 15.yüzyıldan itibaren bir çini, seramik merkezi olarak varlık göstermiştir. Kütahya işi
seramikler mavi, kırmızı, sarı, mor, yeşil renklidir.
18. yüzyılda bölgesel özellik gösteren Çanakkale seramikleri ortaya çıkmıştır. Osmanlı
döneminde daha çok saray, cami, medrese, türbeler için üretilen seramikler, 17. Yüzyıldan
sonra yozlaşmaya başlamıştır. Cumhuriyet dönemine kadar Kütahya, Çanakkale seramikleri,
Fransa'dan çamuru getirilerek yapılan Yıldız Porselenleri görülmektedir. 18. yüzyılda İznik'teki
çinicilik sanatı tamamen kaybolmuştur. Aynı yüzyılda en güzel örneklerini veren Kütahya
çinileri, bu yüzyıl sonunda gerilemeye başlamış,19.-20 yüzyılda eski İznik çinileri motiflerinin
taklitlerine dönülmüştür. Günümüzde çini merkezi Kütahya’dır. Burada daha ziyade Selçuklu
renk, desenler taklit edilerek üretim yapılmaktadır.
ÇÖMLEKÇİLİK
Çömlekçilik, Anadolu'da çok eskiden beri yapıla gelmiş el sanatlarından biridir. Çamur,
kolaylıkla elde edilen hammaddelerin en eski, kullanışlı olanıdır. Yumuşakken kırılmadan
biçimlendirilebilir. Çömleklerin elle yapımında uygulanan temel yöntemler; çimdik, fitil, levha,
modeldir. Özlü çamurdan elle veya çömlekçi çarkından geçirilerek çeşitli ölçülerdeki kalıplara
dökülüp form kazandırılmaktadır. Fırınlarda pişirilerek, sırlanan veya sırlanmadan yapılan
toprak çanak, çömlek, testi, vazo, küp vb. yapma sanatı olarak tanımlanabilir.
Anadolu'da üretilen çömlekler genellikle sulandırılmış çamurla sırlanmakta, çömlekler açık
ateşte pişirilmektedir. Günümüzde fonksiyonel olarak yapısı kaybolmaya başlayan, ancak
kullanım alanlarında değerlendirilen çömlekçilik sanatı birkaç yörede az sayıda ustasıyla
devam etmektedir. Hammaddesi Metal Olan Geleneksel El Sanatları
Hammaddesi metal olan geleneksel sanatları, kullanılan madene, kullanım alanına,
tekniklerine vb. sınıflandırmak mümkündür. Anadolu’da Tunç çağında bakıra kalay katılarak
tuncun elde edilmesinden sonraki dönemlerde bakır, altın, gümüş gibi madenler de dövme,
dökme tekniğiyle işlenmişlerdir. Roma, Bizans dönemlerinde Anadolu'nun gelişmiş maden
sanatı atölyelerinin bulunduğu bilinmektedir.
Büyük Selçuklular ile birlikte İslam maden sanatında önemli gelişme görülmektedir. Selçuklular
sanatın birçok dalında olduğu gibi maden sanatının gelişiminde de önemli rol oynamışlardır.
Bu dönemlerde gelişmiş maden sanatı atölyelerinin bulunduğu; Konya, Mardin, Hasankeyf,
Diyarbakır, Cizre, Siirt, Harput, Erzincan, Erzurum gelmektedir. Osmanlı döneminde
Anadolu'da, Balkanlarda maden sanatının doruk noktasına ulaştığı bilinmektedir.
Gaziantep, Kahramanmaraş, Mardin, Diyarbakır, Siirt, Tokat, Malatya, Elazığ, Erzurum,
Trabzon, Giresun, Ordu, Sivas, Tokat, Kayseri, Çankırı, Çorum, Amasya, Kastamonu, Konya,
Burdur, Denizli, Afyon, Kütahya, Balıkesir, Bursa, İstanbul, Edirne Osmanlı döneminde
günümüzde maden sanatının merkezi olan illerdir. Maden işçiliğinde dövme, telkari, kazıma
(kalemkar), çekiç işi, kakma, küftgani, savatlama, ajur kesme gibi teknikler kullanılmaktadır. Demircilik
Demir, kapı tokmakları, mutfak araçları, tarım araçları, hayvan koşumları, mimaride kullanılan
araçlar, müzik aletleri vb. yapımında kullanılmaktadır. Bakırcılık
Yapılan araştırmalar, Anadolu'da bakırcılığın gelişiminin, çok eski tarihlere dayandığını, bakır
cevher yataklarının eskiden beri işletildiğini doğrulamaktadır. Anadolu sanatında önemli bir
yeri olan bakır, süslemeye de çok elverişli bir madendir. Günlük kullanımda kap-kacak, takılar,
miğferler, kapılarda, kapı süslemelerinde, yapı unsuru olarak kullanılmıştır. En çok kullanılan
maden bakırdır. Bakır kap yapım teknikleri; dövme, dökme, sıvama (tornada çekme), preste
basma olarak dört çeşittir. Günümüzde en çok kullanılan maden işleme olarak bakır,
kalaylanarak mutfak eşyası yapımıyla geniş bir şekilde sürdürülmektedir. Altın - Gümüş İşleri
Altın ve gümüşten kuyumculuk, takı, günlük kullanım eşyaları ve aksesuarlar telkari, savat,
dövme, dökme vb. teknikler kullanılarak yapılmaktadır.
Telkari; İnce altın veya üçboyutlu nesne oluşturacak biçimde, çeşitli desenler yaratarak, henüz
ısıyla edindiği plastik niteliği kaybetmeden işleme tekniğidir. Telkari takılar, fincan zarfları,
kutular, sürmedanlar Bıçakçılık
Bir sapla keskin bir ağızdan oluşan kesme aygıtı olan bıçağın, Anadolu'da tarih öncesi
dönemlerden beri kullanıldığı bilinmektedir. Bıçağın biçimsel olarak geçirdiği değişimlere ilişkin
yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bıçaklar biçimlerine göre; pala, hançer, gaddare, saldırma vb. isimler
almaktadır. Sapları; abanoz, fildişi, gümüş, altın kaplama olan bu bıçakların elmas, mercan, yakut,
zümrüt vb. taşlarla süslü olanlarına saray için yapılanlarda görmek mümkündür. XIX. yüzyıl ortalarından
itibaren el işçiliğinin yerini makinelerin almasıyla bıçak yapımcılığı da gelişmiştir. Günümüzde
paslanmaz çelikten yapılan sabit saplı sofra bıçakları ile açılır kapanır cep çakıları görülmektedir.
Anadolu’nun bazı yörelerinde sap kısımları çeşitli işlemlerle süslü bıçak el işi bıçak yapımı sürmektedir.
KASTAMONUDA EL SANATLARI
Dokuma El Sanatları Kastamonu ve yöresi geleneksel el sanatları yönünden çeşitlilik ve zenginlik gösterir.Her ne kadar son yıllarda şehirlere sürekli göçler , teknolojik gelişmeler , hızlı ve ucuz üretim el sanatlarının giderek azalmasına karşın yine de Kastamonu ve çevresinde geleneksel el sanatlarının yaşadığını görmekteyiz.İşte bunlardan birkaçı:
Kastamonu ve İlçelerinin en yaygın gelir getirici olan el sanatı Çarşaf Bağı özellikle yerli dokuma "sarı kıvrak" yatak çarşaflarının iki uzun kenarına veya dört kenarına pamuk
ipliğinden alet kullanılmaksızın kadınların parmak uçları tırnakları marifetiyle düğümler atılarak yapılan süslemelerdir.
Cide,Şenpazar,Küre,Azdavay,Pınarbaşı ilçelerinde keten dokumalarına rastlanılmaktadır. üz ve renkli dokuma olarak yatak çarşafı,en böze (kadın iş önlüğü,başörtüsü.peşkir, göynek) dokumalarına sık olmasa da rastlanmaktadır. Tosya ilçemizdeki tela imali giyim sektörünün
ihtiyacı için yaşamaktadır.Düz, beyaz tiftikten iç kuşağı ve renkli üç dilim kuşağı, hamam kesesi Türkiye çapında aranmaktadır. Kastamonu Merkez , Daday ve Devrekani ilçelerinde düz beyaz patiska bez üzerine , ıhlamur ağacı üzerine elle oyma veya kabartma olarak yapılmış bitkisel , geometrik motif işli , değişik boyutlarda ki ahşap kalıpların özel hazırlanmış tek renkli boyaya batırılıp basılması suretiyle Sofra Bezi "sini bezi" yapılmaktadır.
Çağımızdaki gelişmeler nedeni ile pek çok sanat dalı kaybolmaktadır. Bunlardan biri de oya sanatıdır. Kastamonu'da iğne oyacılığını geçim kaynağı olarak kullanan sanatkârlar hayatta iken bilgi ve görgülerini belgelemek amacıyla, bu araştırmaya başlanmıştır. Kastamonu merkez ilçesi Topcuoğlu, İsfendiyarbey, Aşağıİmaret, Kırkçeşme, Hisarardı, Beyçelebi, Ayalar mahallelerinde yaşamakta olan, 45-80 yaşları arasındaki 42 oya ustasına ulaşılmıştır. Yapılan görüşmeler sonunda, eserleri incelenmiş, örnekler alınmıştır.
İğne oyası, mendil, yazma, göynek yakası üzerine ipek İpliği ve iğne kullanılarak örülen veya örüldükten sonra dikilen düğümlü örgü sanatıdır.
Kastamonu'da hatıra iğne oyaları gelenek olarak, kutular içinde ve sandıklarda saklanıp nesilden nesile aktarılmaktadır. 80 yaşındaki oyacının anneannesinin annesinden kalma oya örneği, en az 150-200 yıllık oyadır. Kastamonu'da oyacılığın daha eski yıllardan bu yana var olduğu tahmin edilmektedir, iğne İle yapılan örgülerin XII. yüzyılda Anadolu'dan Yunanistan'a, oradan da Avrupa'ya geçtiği belirtilmektedir (Özben, 1948:4). Ulaşılan canlı kaynaklardan sağlanan bilgilere göre, Osmanlı'nın son döneminde de erkekleri savaşa giden kadınların tüccarlar aracılığı ile Avrupa'ya oya sattığı ve geçimini sağladığı öğrenilmiştir. Günümüzde az da olsa bu sanatı devam ettirenler bulunmaktadır.
Kadının önem verdiği bir konu da süslenmektir. İpeğin üretimi, oyanın yapılması tamamen kendi eseri olduğundan, daha ucuz bir şekilde süslenmesini sağlamakta; aynı zamanda
sanat yönünü ortaya çıkardığından, ona toplumda bir statü kazandırmaktadır. Ayrıca, kadının ekonomik bağımsızlığını da sağlamaktadır.
KASTAMONU EL SANATLARI EĞİTİM MERKEZİ
MÜDÜRLÜĞÜ
Yalçın Cad. No:5 İnönü Mah. Kastamonu Merkez, Kastamonu
Telefon : 0366 214 14 40
ÇORUM EL SANATLARI 1-Sepetçilik
İskilip İlçesinde az miktarda yapılmaktadır. Fındık ağacı ve ak söğüt denilen söğüdün bir türünden yapılan sepetler; he, çit, zembil, el sepeti, sele, sepet, kadın sepeti, çocuk sepeti olarak adlandırılmaktadır.
2-Semercilik
Yük hayvanlarının sırtına yerleştirilen semer çok eskilerden beri İskilip’ de yapılmaktadır. Keçi derisi ve kamıştan (saz) yapılan semer, seri bir çalışmayla bir ustanın elinden bir günde çıkmaktadır. Semerlerin; palan, çatal semer, sele semer, katırlara takılan kara semer şeklinde çeşitleri vardır.
3-Bakırcılık
Bakırcılık 1910 yılından beri Çorum merkez ve İskilip İlçemizde devam ettirilmektedir. Bakır yaprak halinde alınıp ,ölçülerine göre kesilip,kaynağa girer.Kaynaktan çıktıktan sonra her şekle girebilen bakır çekiçle, ağaç tokmaklarla şekli verilir.Daha önceden dibi de usta kendi eliyle yaparken artık fabrikalar hazır olarak dip çıkarmaktadır.Usta da bunları birleştirmektedir.Son yıllarda artık üretim oldukça düşmüştür.
4-Kargı Bezi
Günümüzde unutulmaya yüz tutmuş mahalli el sanatlarımızdan olan Kargı Bezi dokumasının tarihinin; en az 80 – 100 yıl öncesine kadar gittiği tahmin edilmektedir. Kargı bezinin tamamen yöre halkının
temel giysi ihtiyaçlarına yönelik olarak, ilçemiz merkezi ve Kızılırmak vadisindeki yerleşim birimlerinde(Gökçedoğan, Bağözü, Köprübaşı, Karacaoğlan köylerinde) dokunduğu tespit edilmiştir.
Yapılan araştırmalardan elde edilen bilgilere göre ;1950 ve 1960’ lı yıllarda her ailede bir düzen ( işlik
) olduğu anlaşılmaktadır. Kargı bezi bu yıllarda altın devrini yaşamıştır. Bilim ve teknolojinin hızlı gelişmesi sonucunda makinelerin seri üretime geçmesi ve daha ucuz maliyet ile üretim yapması neticesinde kargı bezi dokumacılığı duraksama dönemine girmiştir. Şu anda yapmış olduğumuz araştırma neticesinde 1 – 2 yaşlı ninenin bu işi devam ettirdiği tespit edilmiştir. Bu günlerde yaşlı ninelerimizin sandıklarında ve gelin olan genç kızlarımızın çeyizlerin de bu dokumalardan az da olsa bazı örnekler görülmektedir.
Kargı bezi dokumacılığı; eskiye oranla özelliğini kaybetmiş durumdadır. Çeyizlerdeki malzemeler önceki yıllarda dokunan toplardan yapılmaktadır. Ancak Kargı bezi dokuması, Gökçedoğan köyümüzde birkaç aile tarafından da olsa eski usul ve yöntemler ile kollektif olarak sürdürülmeye çalışılmaktadır. Dokumanın yoğun ve parlak olduğu yıllarda halk pamuk ve ipek böcekçiliği ile uğraşmış ve dokumada kullanılan ip ve ipeği kendi üretme cihetine gitmiştir. Son yıllarda ise üretimde kullanılan ip pazardan hazır olarak satın alınmaktadır.
5-Dokumacılık
Ağırlıklı olarak İlimiz Ortaköy İlçesinde yapılmakta olup , halen sürdürülmektedir.
1- Çanta dokumacılığı
2- Çorap örücülüğü
3- Kilim dokumacılığı
4- Duvar yastığı dokumacılığı
a) Çanta dokumacılığı: Azık çantası Kare veya dikdörtgen şeklinde olup iki yüzü de tezgah dokumalı çevreye özgü desenli kenarları püsküllü ve boncuk süslemelidir.
b) Çorap örücülüğü: 5 şiş ile örülür yün ipinden çevreye özğü desenli olup bağcıklı ve kenarlarında püskül vardır. Dize kadar örülenleri de vardır. c) Kilim dokumacılığı : Yünden yapıldığı gibi keçi kılından da yapılanları vardır. Çevreye özgü nakış ve desenleri vardır. 5-6 m2 olduğu gibi yolluk şeklinde de tezgahlarda dokunur.
d) Duvar Yastığı : Yer minderlerinin arkasına konulur. Yün ipinden kök boyalı iplerle çevreye özgü desenlerle tezgahlarda dokunur. İçleri kamış veya mısır sapı ile doldurulur.Bir yüzlüdür. İstenirse bunlar iki yüzü de dokuma yapılabilir.
ÜNİTE 4 HALK ŞİİRİ
Halk şiiri, halk kültürünün en etkin, en yaygın ve özgün kollarındandır. Halk şiirinin genellikle sözlü bir
etkinlik olması ve egemen çevrelerce küçümsenmesi onun yazılı kaynaklara geçmesini kısıtlamıştır. Bu
nedenle halk, onu yüzyıllarca gözü gibi korumuş, kulaktan kulağa ve kuşaktan kuşağa aktararak
bugünlere getirmiştir.
Halk edebiyatındaki coşku ve heyecana bağlı metinler ürünlerin sahibi, işlediği konular gibi özellikler
dikkate alınarak üç ayrı kolda incelenmiştir:
1. Anonim Halk Şiiri
2. Âşık Tarzı Halk Şiiri
3. Dini-Tasavvufi Halk Şiiri
SEHER VAKTİ ÇALDIM YÂRİN KAPISIN
Seher vakti çaldım yârin kapısın
Baktım yârin kapıları sürmeli
Boş bulmadım otağının yapısın
Çıkageldi bir gözleri sürmeli
Açtırdım kapıyı girdim içeri
Aklımı başımdan aldı o peri
Dedim sende buldum hâlis gevheri
Dedi yok yok bir mehenge sürmeli
Dedim hiç yapı yok senin yapında
Oynanılmaz urganınla ipinde
Dedim dahi çok mu duram kapında
Dedi yok yok seni burdan sürmeli
Dedim ki ne kadar yüzümden bezdin
Etim kebab ettin derimi yüzdün
Âşık katletmeye silah mı dizdin
Martini mavzeri bir dem sürmeli
Şu kevn ü mekânı tutmuş ışığın
Nöbeti bekleyen alır keşiğin
Beklemeli o sultanın eşiğin
Günde yüz bin kerre yüzler sürmeli
Agâhî karıştır’ kanı yaş ile
Dost bulunmaz hayal ile düş ile
Yetilmez menzile bu gidiş ile
Hemen aşk atına binip sürmeli
ÂGÂHÎ
ÜNİTE 5
FIKRALAR
Bir yazarın, günlük olaylara ya da ülke ve toplum sorunlarına ait herhangi bir konu üzerinde kişisel görüş ve düşüncelerini, akıcı bir dille anlatan düz yazılara fıkra denir.
Fıkralar küçük öykü niteliğindeki nükteli ve "güldürü fıkraları" ile "gazete fıkraları" olmak üzere iki türlüdür.
Güldürü Fıkraları
Belli bir amacı, savunulan bir düşünceyi ele alan ve bunu en kısa yoldan anlatan, mizah ve hiciv unsurlarını da içinde barındıran sözlü ya da yazılı hikâyelerdir. Bu fıkralar daha çok, sözlü kültürde gelişmiştir.
Güldürü fıkraları, tanınmış kişileri ya da hayvanları ele alır. Kısa öykü niteliği taşır, içinde zekâ oyunları vardır. Nükteli bir dille, sohbet biçiminde, bir sonuca bağlanarak oluşturulur. Nasrettin Hoca fıkraları ile Bektaşî fıkraları bu türdendir.
Nasrettin Hoca bir gün kedisini yıkıyormuş. Yoldan geçen arkadaşı Hoca'ya: "Hocam kediyi yıkama, öldürürsün." demiş. Hoca, aldırış etmemiş ve yıkamış. Arkadaşı dönüşte, kedisinin ölümüne üzülen Hoca'yı görmüş. Adam: "Hocam, ben size kediyi yıkamayın, kedi ölür demedim mi?" demiş. Hoca: "Yıkarken ölmedi ki sıkarken öldü!" demiş.
Yukarıdaki fıkranın güldürü yönü ağır basmaktadır.
Gazete Fıkraları
Yazarların herhangi bir konu hakkında kişisel görüş ve düşüncelerini fazla derinliğe girmeden ortaya koydukları fikir yazılarıdır. Bu yazılar dergilerin ya da günlük gazetelerin belirli köşelerinde yayımlanır. Bu yazılarda kısa, yalın ve akıcı bir üslup kullanılır.
Fıkralarda Konu: Fıkralarda yazar, konu seçiminde serbesttir. Konular özel bir görüşle incelenip eleştirilir. Yazar kişisel görüş ve düşüncelerini içten bir şekilde açıklar. Toplumu ilgilendiren güncel konuları anlatır. Günlük siyasi, sosyal ve kültürel olayları ele alır. Fıkralarda toplumsal sorunlar, okuru biraz olsun rahatlatacak, ona geçici de olsa dertlerini unutturacak üslupla işlenir. Bu arada da konuyla ilgili bilgi verilir. Başlangıçta sadece siyasi ve sosyal konular etrafında yazılan fıkralar, zaman içinde sınırlarını genişletmiş, bugün sanattan spora, ekonomiden siyasete kadar toplumun bütün günlük sorunlarını kuşatmıştır.
Fıkralarda Dil ve Anlatım: Fıkralar iğneleyici, alaycı bir dille bazen eleştiri bazen de sohbet tarzında yazılır. Fıkralarda yazar inandırıcı, etkileyici ve dokunaklı bir anlatımı benimser. Anlatım, senli benlidir. Okurla sohbet havası hâkimdir. Bu nedenle fıkraların; insanı saran, tatlı, samimi, sıcak bir havası vardır. Fıkralarda genel olarak akıcı, duru, açık ve yalın bir anlatım söz konusudur. Yazar; konuyu çoğunlukla konuşma diliyle kaleme alır. Cümleler kısa ve anlaşılır niteliktedir. Yazının kolay anlaşılması için uzun cümlelerden kaçınılır. Devrik cümleler kullanılabilir. Okuyucunun zevki ön planda tutulur. Fıkraların en önemli özellikleri arasında dilinin sade, üslubunun serbest olması gelir.
Fıkraların Amacı: Günlük konular üzerinde kişisel görüşleri belirtmek, belli bir okuyucu kitlesi kazanmak, görüşleri bu kitleye benimsetmeye çalışmak fıkra yazarının amacıdır. Fıkra kısa ve öz yazıldığından bu yazılarda yargılamaya, ispatlamaya, tanıtmaya ve ayrıntılara yer verilmez. İspatlama yoluna gidilmez. Kesin bir iddia havası hâkim değildir. Kesin bir sonuca varılmak istenmez, özel bir inandırma çabası görülmez. Yazar bir sonuca ulaşır; ancak okuru ikna etme amacı taşımaz. Onu etkilemeyi, konu hakkında düşünmeye sevk etmeyi yeterli görür. Konu ile ilgili olarak bir kamuoyu oluşturmayı amaçlar. Yazar bunu yaparken duygusal, içten bir anlatım kullanır. Gerçeklerden ayrılmaz. Yanlış bilgi vermez. Yanlış belgelere dayanmaz. Tutarsız düşüncelere başvurmaz.
Fıkrada Kullanılan Anlatım Biçimleri: Fıkralarda özellikle açıklama, örneklendirme, karşılaştırma, ta-nımlama, öyküleme gibi anlatım yollarına başvurulur. Anlatımda küçük hikâyelere yer verilebilir. Gözlemlerden ve anılardan yararlanılabilir.
Gazete Fıkralarının Planı: Fıkralar giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur. Giriş bölümünde konu ortaya konur. Gelişme bölümünde düşünceler ilginç örneklerle açıklanır. Sonuç bölümünde ise görüşler etkileyici bir sonuca bağlanır.
Gazete Fıkralarının Ortak Özellikleri: Konu, okurun ilgisini çekecek şekilde ele alınır. Herkesin anlaya-bileceği açık, sade, yalın bir dil kullanılır. Hoş, dokunaklı bir sonuca ulaşılır ve okuyucu bu sonuçla ilgili olarak düşünmeye sevk edilir. Aynı konular yerine değişik ve güncel konular işlenir. Konu tarafsız bir gözle ele alınır.
Fıkra - Sohbet Farkı: Fıkrada her türlü güncel konu; sohbette daha çok, sanatla ilgili konular ele alınır. Sohbette soru cevap yöntemine dayalı anlatım ağırlıktadır. Fıkrada ise serbest bir anlatım vardır. Fıkrada yazar, okuru etkilemeyi amaçlar. Okurun, konuyu düşünmesini amaçlar. Sohbetin okuru etkileme amacı yoktur. Sohbette sadece dikkatler konuya odaklanmaya çalışılır.
Fıkra Yazarının Özellikleri
Gazete ve dergilerde sürekli bir yazı köşesi olan yazarların kendilerine ayrılan bölümlerde yazdıkları, günlük olaylar, ekonomi, politika gibi konuları okuyucuları ile paylaştığı günübirlik yazılara köşe yazısı
denir. Fıkralar, gazete ve dergilerde yayımlanan süreli yayınlardır. Fıkraların kalıcılık özelliği zayıftır. Köşe yazıları güncel konuları işlediği için uzun ömürlü olamaz.
Fıkra, gazete veya dergilerin belirli sütunlarında genel bir başlık altında (Şehir Mektupları, Bize Göre, Pencere) günlük herhangi bir olayı, bir görüş ve düşünceye bağlayarak yorumlayan kısa yazılardır.
Günümüzde gazete fıkra yazarları, ekonomi ve istatistik bilgilerine de yer vererek bilimsel metotlarla çalışırlar.
Fıkra yazarları kısa, özlü, derin anlamlar taşıyan yazılar kaleme alabilecek donanıma sahip olmalıdır. Okuyucunun ilgisini canlı tutabilmelidir. Konularında tekrarlara düşmemelidir. Kapsamlı bir kavrayış gücüne sahip olmalıdır. Derin bir kültür zenginliği bulunmalıdır. Geçmişle günlük olayları kaynaştırabilmede ustalık göstermelidir. Yazısını okura zevkle okutabilmelidir. Duygu ve düşüncelerini inandırıcı, etkileyici, akıcı bir dille anlatabilmelidir.
Türk Edebiyatında Fıkra
Fıkra türü yazılar Türk edebiyatında Tanzimat döneminde Batı'dan geçmiştir. 1908'den sonra bu yazı türü Türk edebiyatında görülmeye başlanmıştır.
Türk edebiyatında özellikle Ahmet Rasim fıkralarıyla tanınmıştır. Ahmet Haşim, Falih Rıfkı Atay, Refik Halit Karay, Orhan Seyfi Orhon, Peyami Safa, Burhan Felek, Ahmet Kabaklı ve Çetin Altan da fıkralarıyla öne çıkmıştır.
Fıkra Türünün Genel Özellikleri
Düşünce yazılarıdır. Giriş, gelişme ve sonuç şeklinde bölümleri vardır. Toplumu yakından ilgilendiren günlük olaylar işlenir. Konu kısa, yüzeysel; ama ustaca bir üslupla işlenir. Konu hakkında bilgi vermek değil, okuru düşündürmek esastır. Yazar kişisel görüşlerini ileri sürdüğü için ispatlama gereği duymaz. Serbest bir üslubu vardır, okuyucuyla içten bir bağ kurularak rahat bir anlatım yolu izlenir. Etkileyici bir anlatım kullanılır. Kolay anlaşılan ve okunan gazete yazılarıdır. Örneklemeden olabildiğince yararlanılır.