78
5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

5. Bölüm:Odamıza,

Mesleğimize ve Ülkemize

Sahip Çıkıyoruz

Page 2: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

TMMOB Mitingi (1990’lar)

Page 3: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

253

İMO 1984-1999

1984-1985… ÖZALLI YILLAR

1983 yılında yapılan seçimlerde iktidara gelen Turgut Özal Başkanlığındaki Anavatan Partisi, hükümet olduğu andan itibaren, çok daha önceden detaylı biçimde hazırlanmış bir programı hayata geçirmeye başlamıştır. Bu program, temelleri 24 Ocak Kararları ile

atılan “neo-liberalizm”den başkası değildir. 1979 yılında İngiltere’de Başbakan olan Margaret Thatcher ve 1980 yılında ABD Başkanı olan Ronald Reagan ile özdeşleşen neo-liberal politikaların Türkiye’deki ilk temsilcisi Turgut Özal olmuştur.

Darbe döneminin yoğun baskıları altında ezilen ve sindirilen kamuoyu, ekonomik ve sosyal yaşamda büyük dönüşümlere neden olan bu politikalara teslim olmuştur. İlerici, devrimci kadroların cezaevlerinde tutulduğu bu dönemde toplumun geniş kesimleri adeta “afyonlanmış” gibi tepkisizlikle, içine girilen süreci izlemiştir.

Özal’ın 1970’li yılların sonundan itibaren sermaye çevreleri ve uluslar arası finans kuruluşlarıyla kurduğu yakın ilişkiler içerisinde benimsediği “serbest kambiyo rejimi”, “ithalatın ve ihracatın liberalleştirilmesi”, “ihracat seferberliği”, “konvertibiliteye geçiş”, “toplu konut”, “serbest faiz ve serbest fiyat”, “özelleştirme” gibi ekonomi politikaları birbiri ardına uygulanmaya başlanmıştır. Bu politikaların inşaat sektörüne yansıması ise, sektörde yer alan firmaların yurt dışına yönlendirilmesi olmuştur. Bu dönemde inşaat firmaları yurt dışında çalışmaya teşvik edilmiş, çok sayıda inşaat mühendisi ve ara teknik eleman yurtdışına çıkmıştır.

Page 4: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

254

29. Gene Kurul, üyelermizin katılımı ve etkinliğiyle, bir

dönemin geride kaldığının ilk habercisi olmuştur...

Odamızın 29. Genel Kurulu, bir yıllık gecikmenin ardından, Özal Hükümeti’nin ilk adımlarını atmaya başladığı dönemde, 18-19 Şubat 1984 tarihlerinde gerçekleştirilmiştir. 1979 yılında faaliyeti durdurulan Samsun Şubemiz dışındaki şubelerimizin Genel Kurullarında seçilen 500’ü aşkın delegenin katılımıyla gerçekleşen Genel Kurul, gerek katılımı gerekse havasıyla Odada bir dönemin geride kaldığının göstergesi olmuştur. Genel Kurulumuzu yönetmek üzere oluşturan Divan Kurulu’nun Başkanlığına Fikri Kaya, yardımcılıklarına ise Mahmut Nedim Özalhas ve Önder Tuncalp seçilmişlerdir.

Divan Kurulunun seçilmesinden sonra kürsüye gelen Oda Başkanımız Güney Özcebe, “Olağanüstü koşulların gerekliliği olan iki yıllık çalışma dönemimizi geride bırakıyoruz.” diyerek Genel Kurulu açmıştır. Konuşmasında, Odamızın kuruluşunun 30. yılı içerisinde olduğuna dikkat çekerek, “30 yılda 30 bin üyeye ulaşan Odamızın daha güçlü ve etkin bir kuruluş haline getirmek için 29. Genel Kurulumuzun bir olanak olarak değerlendirilmesini” istemiştir.

Özcebe’nin konuşmasının en önemli vurgusu, TMMOB Kanunu’nda değişiklik yapan “66 ve 85 Sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameler” üzerine olan kısımlar olmuştur. Söz konusu kararnamelerle kamu kesiminde görev yapan mühendis ve mimarların meslek Odalarına üye olmalarını isteğe bağlı hale getirmesine rağmen “Odamızdan istifa eden kamu görevlisi üye sayısının 50’yi aşmamasını sevindirici bir durum” olarak değerlendirilmiştir.

Özcebe konuşmasında İnşaat Sektörünün yüz yüze olduğu sorunlara, “İmar Affı Kanununa”, “Ortak Mesleki Denetim Uygulamasına” da değinmiş ve Odamızın görüşlerini aktarmıştır. Son olarak ise Oda-Üye ilişkilerinin önemine dikkat çeken Özcebe, “30 bin kişilik topluluğumuzun Oda faaliyetlerine daha etkin katılımının sağlanması için çaba harcayacaklarını” dile getirmiştir.

Protokol konuşmaları ve kutlama mesajlarının ardından, 28. Dönem Çalışma Raporu, Yönetim Kurulu adına Erdal Bingöl tarafından delegelere sunulmuştur. Delegelerin ülke, meslek ve meslektaş sorunlarını dile getiren konuşmalarından

sonra ise 1984-1985 yılları bütçe önerileri görüşülüp karara bağlanmıştır.

TMMOB Kanunu’nda değişiklik yapan 66 ve 85 Sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameler gereğince Genel Kurul’un ikinci günü seçimlere ayrılmıştır. 19 Şubat’ta Oda Genel Merkezi’nde yapılan seçimlerde Yönetim Kurulumuz ve Oda organlarımız seçilmiştir. Yönetim Kurulu üyeliklerine Selahattin Seyis, Güney Özcebe, Nurettin Karacadağ, Nejat Bayülke, Hasan Çetinkaya, Mustafa Ş. Turan ve Sadettin Uçkun seçilmişlerdir. Yapılan görev dağılımı sonucunda Güney Özcebe bir kez daha Yönetim

252525444

Odamızın zor günleri geride bırakmasında en fazla emeği

geçen isimlerden birisi Güney ÖZCEBE’dir...

Page 5: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

255

Turgut Özal, 12 Eylül Darbesi’nin yarattığı baskı ortamını fırsat bilerek, muhalefeti olmayan bir iktidar sürmüştür...

Kurulu başkanlığına seçilmiştir. Hasan Çetinkaya 2. Başkan, Nejat Bayülke Sekreter Üye ve Nurettin Karacadağ da Sayman üye olarak görev almışlardır.

İmar Aff ı Kanunu ve Özal Popülizmi

Genel Kurulumuzun gerçekleştiği dönemde kamuoyunda en fazla tartışılan konulardan birisi “İmar Affı” kanunudur. 1960’lardan itibaren kamuoyu gündeminde yer almaya başlayan, 1970’li yıllarda siyasal bir içerik kazanan gecekondu meselesi, 12 Eylül döneminin öncelikli meselelerinden birisi olmuştur. İlk olarak 1983 yılı Mart ayı içerisinde 2805 Sayılı Kanun ile gecekondulara yönelik bir “imar affı” kanunu düzenlenmiştir. Özal hükümeti de iktidara geldikten kısa bir süre sonra 1984 yılı Mart ayı içerisinde 2981 Sayılı Kanunu çıkartarak yeni ve daha geniş bir imar affı düzenlemesine gitmiştir.

2981 Sayılı Kanun, gecekondular da dâhil olmak üzere imar mevzuatına aykırı tüm yapıları kapsamıştır. Özal hükümeti, kendisi için hiçbir maliyeti olmayan bu uygulamayla bir yandan geçmişten beri devrimcilerle yakın ilişki içerisinde olan gecekondu bölgelerinin “yasa dışılığını” ortadan kaldırmış, diğer yandan da uygulamakta olduğu politikalara ilişkin kent yoksullarının desteğini kazanmıştır.

Bu afla birlikte bir yandan özellikle İstanbul’da kamu ve özel arazileri zor yoluyla sahiplenerek rant sağlayan “Arazi Mafyası” ortaya çıkmış, diğer yandan da gecekondularını kat karşılığında pazarlayarak durumunu düzelten ve böylelikle ücretlerde yaşanan büyük aşınmaya duyarsızlaşan bir işçi sınıfı profili ortaya çıkmıştır. Özal daha sonra buralarda biriken rantı, Toplu Konut projelerine yönlendirerek ekonomik hacmin büyümesi için kullanmıştır. 1984 yılı içerisinde gerçekleştirilen yerel seçimlerde belediye yönetimlerinin çoğunu kazanan ANAP, bunun da avantajıyla toplumsal etkinliğini daha da pekiştirmiştir.

1984 yılı başındaki bu “imar affı” sonrasında, uzun bir zamandır kriz içerisinde olan İnşaat Sektörü nispi bir canlanma içine girmiştir. Odamız, özellikle gecekondu bölgelerinde “arazi karşılığı kat” ya da “ev üzerine kat çıkma” şeklinde yaygınlaşan inşaatların emniyetli ve sağlıklı olabilmesi için Meslek Odalarının bu sürece katılımının altını çizmiştir. Hükümet de bu konuda mühendis ve mimarlardan oluşan Yeminli Özel Teknik Büroların (YÖTB) kurulmasını sağlayarak, sürecin başıbozuk biçimde işlemesinin önüne geçmeye çalışmıştır. Buna göre “iki katlılardan sonraki binaların mühendis ve mimarlarca yapılması ön koşul” haline getirilmiştir.

Özal Hükümeti’nin bu dönemdeki en önemli adımlarından bir tanesi de yine 1984 yılı Mart ayı içerisinde çıkarttığı “2983 Sayılı Kanun” olmuştur. Bu yasa, “Özelleştirme” uygulamalarına imkân sağlamak yolundaki ilk girişim olarak ekonomi tarihimizde önemli kararlardan birisidir. Kanun, özelleştirme uygulamalarına ilişkin geniş bir hareket alanı belirlemiş ve özelleştirmenin

Page 6: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

256

kurumsal mekanizmasını oluşturmuştur. Bu çerçevede, “gelir ortaklığı senedi”, “hisse senedi” ve “işletme hakkı devri”nden oluşan özelleştirme yöntemleri tanımlanarak, “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu”, “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi” ve “Kamu Ortaklığı Fonu” kurulmuştur. Daha sonra 2985 Sayılı Kanun ile “Toplu Konut Fonu” kurularak, Fonun, “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu” ve “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi” ile ilişkileri tanımlanmıştır. Bu kanunlarla birlikte, Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile bunlara ait tesislere, hisse senedi ihracı yoluyla gerçek ve tüzel kişilerin ortak olabilmesi veya bu tesislerin işletme hakkının belli sürelerle devri mümkün hale gelmiştir.

Sendikaların ve demokratik kamuoyunun baskı altına alındığı, halkın örgütlü kesimlerinin cezaevlerinde tutulduğu, antidemokratik baskı yasalarıyla tüm kamuoyunun zapturapt altına alındığı bir dönemde çıkartılan bu yasalar, ilerleyen dönemlerde halkın gündelik yaşamında büyük bir tahribat yaratacak büyük bir dönüşümün sessiz sedasız gerçekleştirilmesine yol açmıştır. Ne yazık ki, bu dönemde Odamız ve TMMOB de gereken duyarlılıkla bu yasaların üzerine gidememiştir.

Aydınlar Dilekçesi

Toplumsal muhalefetin tam anlamıyla baskı altında tutulduğu bu dönemde, darbe döneminin antidemokratik ve baskıcı uygulamalarına karşı geliştirilen en önemli tepkilerden birisi Aziz Nesin’in önderliğinde başta aydın ve sanatçılar olmak 2000’i aşkın kişi tarafından imzalanan “Aydınlar Dilekçesi” olmuştur. “Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler” başlıklı dilekçe 5

2525256666

AYDINLAR DİLEKÇESİ DAVASI SAVUNMASI

Türkiye’deki toplumsal muhalefetin 1970’li

yılların ikinci yarısında eriştiği örgütsel düzeyle, 12 Eylül Darbesi’ne karşı direnç gösterebilme düzeyi birbiriyle aynı orantılı olmamıştır. Oldukça sınırlı kalan silahlı direniş eğilimlerini bir kenara koyarsak eğer, geniş kitleleri kapsayan açık ve kitlesel bir direniş geliştirilememiştir. Bu durum, darbenin şiddetinin ne denli büyük olduğunu gösterdiği kadar, darbecileri daha da

pervasızlaştıran bir etki yapmıştır.

1984 yılı içerisinde Aziz Nesin öncülüğünde hazırlanan Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından önem taşımaktadır. Bu dilekçe başta Kenan Evren olmak üzere dönemin yetkililerini oldukça rahatsız etmiştir. Aşağıda, Aydınlar Dilekçesi ile ilgili açılan davada Aziz Nesin tarafından yapılan savunmanın bir bölümüne yer veriyoruz. Bu bölüm, dilekçenin ortaya çıkış koşullarını ve Kenan Evren’in dilekçeyi nasıl karşıladığını anlayabilmemiz açısından önemli bilgiler sunmaktadır.

Sayın Yargıç,

… Bu davanın, Devlet Başkanının, 21 Mayıs 1984 tarihinde yüzüncü kuruluş yıldönümü dolayısıyla İstanbul Erkek Lisesi’nde ve 28 Mayıs 1984 tarihinde TRT’de yayınlanan Manisa’daki konuşmalarından sonra, o konuşmaların verdiği işaret doğrultusunda açıldığını sanıyorum. Aynı gün (21 Mayıs 1984) Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Aydınlar Dilekçesi’yle ilgili dosyayı imzacıların ifadesi alınması için Askeri Savcılığa gönderdi.

Bu dilekçeyi imzalayanlar, Devlet Başkanına göre “kendilerini aydın zanneden bazı kişiler”dir. Aydın olanlar, aydınım diye ortaya çıkmamalıdırlar. Bizler bu dilekçeyi yazar ve imzalarken bunun karşılığında aydın

ye

ddoOsbgagBşok

Aziz

NES

İN

Page 7: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

257

Mart 1984’te Cumhurbaşkanlığı ve Meclis Başkanlığı’na sunulmuştur. Özellikle cezaevlerinde her türden hukuk dışı olayın yaşandığı, işkencenin sistematik olarak uygulandığı, insanların her türden özgürlüğünün yok sayıldığı bu dönemde böylesi kapsamlı bir dilekçenin verilmesi demokratikleşme yolunda oldukça cesur bir adım olmuştur. Aydınlar Dilekçesinde demokratik düzen için talepler sıralanmış, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne vurgu yapılmıştır.

Beklendiği gibi Aydınlar Dilekçesi başta Kenan Evren olmak üzere “devlet büyüklerince” hoş karşılanmamıştır. O dönemdeki tüm demokratik girişimler gibi aydınlar dilekçesi de cezasız kalmamış ve dilekçenin hazırlanmasına önayak olanlar yargılanmıştır.

Köprü Gelirleri Satılıyor

Özal Hükümeti’nin özelleştirme yolundaki ilk ve en yankı getiren projelerinden birisi Boğaziçi Köprüsü’nün gelirlerinin “Gelir Ortaklığı Senetleri” yoluyla satılması olmuştur. Büyük bir yankı uyandıran “Köprü Geliri Satışı” dönemin popüler kültür öğelerinden birisi haline gelmiştir.

Boğaz Köprüsünün Gelir Ortaklığı Senetleri 3 Aralık 1984 tarihinde satışa sunulmuş ve yaklaşık 1 saat içinde tamamı satılmıştır. Kamusal gelirlerin özel ranta dönüştürülmesinin en çarpıcı örneği olan bu yöntem, daha sonraki yıllarda barajlara ve otoyollara da uygulanmıştır. Böylelikle, Özallı yıllarla birlikte üretimden kopuk fakat giderek zenginleşen büyük bir “rantiye sınıfı” ortaya çıkmıştır.

Boğaz Köprüsü’nün hükümet için büyük bir kazanç kapısı haline gelmesi,

2252525777

olduğumuz için bir minnet beklemiyorduk ve aydın olmanın ayrıcalıklarından yararlanmaya kalkmış değildik. Emekli olduktan sonra holdinglerin yönetim kurullarında ve büyük sermayeli ticaret kuruluşlarında ve bankalarda ve benzeri büyük sermaye gruplarında ve özel girişim kuruluşlarında ve dış alım-satım fi rmalarında, yüksek çıkarlar karşılığında hiç anlamadıkları işlerde ve hiç çalışmadan görev alan ve aç gözleri hiç doymayan yaşlı kişilerin aydın olduklarını söylemelerinden utanmaları nasıl gerekirse, bu dilekçeyi yazıp imzalamak karşılığında -bugünkü yönetimin tutumunu bildiğimizden- nimet değil külfet, ödül değil ceza bekleyen bizler de kendimizi aydın sanmaktan onur duymaktayız.

Bu dilekçeyi imzalayanlar arasında salt ulusal düzeyde değil uluslararası düzeyde sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, bilimciler, hukukçular, eski bakanlar vardır. Bunlar aydın değillerse, Türkiye’de Aydın ilinden başka aydın kalmaz.

Sayın Devlet Başkanı “Kefi l olduğum 1982 Anayasası’nın değiştirilmesine sonuna kadar karşı çıkarım. Kefi l olduğum Anayasa’nın orasından burasından delik açtırmam.” buyurdular.

YÖK Üniversitesi’nin fahri hukuk profesörü Devlet Başkanı çok iyi bilirler ki, anayasalar o ülke yurttaşlarının haklarının en büyük kefaletnamesidir. Ama diktatörler ve monarşiler dışında hiçbir yurttaş, hatta bu yurttaş Kenan Evren bile olsa, anayasaya kefi l olamaz ve dünya tarihinde anayasaya kefi l olmuş bir insan da görülmemiştir. Anayasa’nın değiştirilmesine gelince, Anayasa’nın orasından burasından delik açtırmamak nasıl Devlet Başkanı’nın görevi ise bizim de böyle bir Anayasa’yı değiştirmeye çalışmak görevimizdir.

Bu Anayasa, yine Anayasa’da yazılı olduğu biçimde değiştirilecektir. Çünkü utku zamanındır. “Biz çok aydınlar gördük, vatan hainliği yaptılar. Ben ne yapayım böyle aydını?” diye buyuruyor Devlet Başkanı. Tekil birinci ağzından konuşma alışkanlığındaki Devlet Başkanı, bizi bir şey yapsın diye aydın olmadık.

“Bu millete hükmetmek için aydın olmak gerekmez ki.” sözlerine katılıyoruz. Hatta bugünkü siyasal görünüme bakılırsa, millete hükmetmek için aydın olmak değil, aydın olmamak gerekiyor. Çünkü gerçek aydınlar millete hükmetmezler, millete hizmet ederler; çünkü demokrasilerde hâkimiyet milletindir.

Devlet Başkanı “Son padişah Vahdettin aydındır. Ama memleketi düşmanlara teslim etti. Ne yapayım böyle aydını!” diyerek anayasal hakkımızı kullanarak dilekçe verdiğimiz için, vatan hainliğiyle suçladığı bizleri

Page 8: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

258

1970’li yılların ikinci yarısında itibaren konuşulmaya başlayan 2. Köprü çalışmalarının hız kazanmasına neden olmuştur. 1960’lı yıllarda Boğaziçi Köprüsü’nün yapımı öncesinde, Odamız “Köprü yerine geniş halk kesimlerinin kolayca ulaşımının sağlanmasına yönelik çözümler üretilmesi gerektiği, boğaza yapılacak bir köprünün kısa bir zaman sonra yenilerini zorunlu kılacağı” yönünde görüş bildirmiş ve bu görüşlerinde ne kadar haklı olduğu kısa zamanda ortaya çıkmıştır.

1973 yılında Boğaziçi Köprüsü’nün trafiğe açılmasının birkaç yıl sonrasında yeni bir köprü tartışması gündeme gelmiş, projenin gerçekleştirilmesi ise darbe sonrasında mümkün olmuştur. Adının Fatih Sultan Mehmet Köprüsü olmasına karar verilen 2. Köprü’nün temeli de İstanbul’un fethinin yıldönümü olan 29 Mayıs 1985 tarihinde atılmıştır.

1985 yılında kamuoyunun gündemine giren en önemli konu ise Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığa karşı uygulanmaya başlayan “Bulgarlaştırma” politikaları olmuştur. Daha önceki yıllarda ülkedeki diğer azınlıklara karşı uygulanan Bulgarlaştırma politikaları 1985 yılından itibaren aktif olarak Türk azınlığa karşı da uygulanmaya başlamıştır. Buna göre Türkçe yasaklanmış, Türk isimler değiştirilmiş, ibadet özgürlüğü ortadan kaldırılmış ve bütün bunlara karşı çıkanlar ise zorla tutuklanarak kamplara gönderilmeye başlanmıştır.

1989 yılına kadar şiddeti daha da artarak devam eden bu politikalar, Türkiye’de büyük bir tepki yaratmıştır. Bir yandan hükümet nezdinde girişimlerle Bulgaristan Hükümeti’nin politikalarını değiştirmesi için çaba harcanırken, diğer yandan da özellikle şehir merkezlerinde düzenlenen mitinglerle Bulgaristan

22525258888

Vahdettin’e benzetiyor. Vatan hainliği zamana ve kişilerin değerlendirmelerine göre değişen görece bir kavramdır. Padişah Abdülhamit, Mithat Paşa’yı vatan haini ilan ederek mahkûm etmiştir. Aradan bunca zaman geçtikten sonra bugün düşünelim, vatan haini olan hangisidir? Abdülhamit mi? Mithat Paşa mı?

Bir arkadaşımızın dediği gibi, Vahdettin’in aydın olup olmadığı tartışılabilir, ama devlet başkanı olduğu kesindir.

Bu davanın özünün anlaşılması için, bu dilekçeyi hangi koşulların zorlaması ve hangi gerekçelerle yazdığımızın bilinmesinde yarar vardır. 12 Eylül 1980’de askerlerin yönetimi ele geçirmesiyle, Türkiye’de anarşi ve terörün durdurulmuş olmasından kıvanç duymayan hiçbir namuslu ve aklı başında yurttaş düşünülemez. Ancak çok kısa bir süre sonra, Cumhuriyet tarihimizde bir eşi daha görülmemiş oranda yönetsel baskı, antidemokratik gidiş, insan haklarını çiğneyen davranışlar ve insan onurunu hiçe sayan eylemler başladı. Politik hukuksal ve kurumsal uygulamalar temel insan haklarına aykırıydı.

Aydınlar demokratik ilkelere aykırı ve ters düşen bu davranışlardan tedirgin olmaya ve acı duymaya başladılar. Öyle ağır bir baskı vardı ki aydınlar bu acılarını hiçbir biçimde dile getiremiyorlardı. Uygulanan ağır baskının gerekçesi olarak, terör ve anarşi olsa daha mı iyi olacağı varsayımını ortaya konuluyordu. Yani, ya bu ağır baskıya razı olacak, ya terör ve anarşiye katılacaktık.

Terör ve anarşinin tek seçeneği baskıydı. Yönetsel baskının da terör ve anarşi kertesinde, hatta daha çok zararlı olduğunu anlatabilmek için eleştiri olanağı yoktu, düşünce özgürlüğü yoktu. Ancak aramızdaki özel söyleşilerimizde bu yurt sorununu konuşabiliyorduk. Bu söyleşilerimizde, dertlerimizin, sorunlarımızın ortaklaşalığı ortaya çıkınca, bu konuya ağırlık veren özel toplantılar yapmaya başladık. …

Bu savunmamı yazarken konuşmama bütünüyle izin verilip verilmeyeceğini bilmiyorum. Ama ben konuşabilirim düşüncesiyle yazdım. Bu savunmam salt mahkeme ve savcı için değildir. Asıl okumaları gerekip yararlanacakların okumalarını dilerim.

Bu davayı açan ve açtıranlara, bana bu konuşma fırsatını verenlere, söylemek istediklerimin pek azını bile olsa açıklama şansını verenlere çok teşekkür ederim.

Saygılarımla,

Aziz NESİN, 5 Mart 1984, ANKARA

Page 9: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

259

8. Teknik Kongre, daha önceki kongrelerle kıyaslandığında, akademik bakımdan oldukça zayıf kalmıştır...

Hükümeti’nin tutumu protesto edilmiştir. Bu mitingler, 12 Eylül sonrasındaki ilk toplumsal gösteriler olmuştur.

Oda Faaliyetleri

12 Eylül Darbesi’nin ardından demokratik kamuoyunun kendi kabuğuna çekilmesi, merkezi düzeydeki Oda faaliyetlerinin azalmasına neden olmuştur. Ülkenin genel sorunları üzerine söz söyleyebilme imkânı 12 Eylül Anayasası tarafından elinden alınan Odamızın faaliyetleri daha çok şube faaliyetleri düzeyine inmiştir. Bu dönemde Odamızın gerçekleştirdiği merkezi faaliyetlerden bir tanesi sekizincisi gerçekleştirilen İnşaat Mühendisliği Teknik Kongresi olmuştur. 8. Teknik Kongre 15-18 Ekim 1985 tarihleri arasında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Konferans Salonu’nda gerçekleştirilmiştir. 7 yıllık bir aradan sonra toplanan Teknik Kongre’ye ilgi daha öncekilere göre az olmuştur.

İnşaat Mühendisliği 8. Teknik Kongresi, Oda Başkanımız Güney Özcebe’nin açılış konuşması ile başlamıştır. Özcebe, inşaat mühendislerinin ve yapı sektörünün sorunlarına değinen bir konuşma yapmıştır. Konuşmanın ardından davetli protokolün konuşmaları yapılmış ve hükümet yetkililerinin gönderdiği mesajlar okunmuştur. Açılışın hemen ardından Atatürk Köprüsü’nün yapım aşamalarını gösteren bir film gösterimi gerçekleştirilmiştir.

Teknik Kongre’nin iki oturumu “Teknolojik Gelişmeler” başlığını, taşımıştır ve bu konuda 22 tebliğ sunulmuştur. İnşaat mühendisliği alanında özellikle bilgisayar teknolojisinin kullanılmaya başlamasıyla yaşanan hızlı teknolojik dönüşümü de gözler önüne seren bu oturumlar, teknik kongrenin en dikkat çeken oturumları olmuştur. Bu oturumların ardından “Günümüzde Bilgisayar” isimli bir belgesel film gösterilmiştir. Kongre kapsamında yer alan diğer oturumları ise “Konut Sorunları, Üretim Metotları ve Yapım Teknolojisi”, “Eğitim, Meslek Sorunları ve İnşaat Sektörünün Yapısal Sorunları” başlıklarını taşımıştır. Kongre’de aynı zamanda “Bilgisayar ve Mühendislik Eğitimi” ve “Konut” başlıklarını taşıyan iki adet panel de düzenlenmiştir. Kongrenin son günü ise Batıkent ve OR-AN’daki yapılaşmalara teknik gezi düzenlenmiştir.

Teknik Kongre başarıyla tamamlanmış olsa da Odamızın Yönetim Kurulu, ortaya çıkan tablodan hoşnut kalmamıştır. Bu hoşnutsuzluğun en büyük nedenlerinden birisi, kongreye sunulan 37 tebliğin sadece 15’inin akademik çevrelerden gelmesidir. 1978 yılında gerçekleştirilen Teknik Kongre’ye sunulan 41 akademik tebliğ ile kıyaslandığında ortaya çıkan bu dramatik düşüş, 12 Eylül darbesinin, YÖK Yasasının ve 1402 Sayılı Kararnamenin Üniversitelerde yarattığı tahribatın en büyük göstergesi olmuştur. Bu tahribat, ilerleyen yıllarda daha da derinleşmiştir.

Odamız, darbe döneminde yüz yüze geldiği derin mali krizi, Yönetim Kurulu’nun ve Şubelerimizin büyük disiplin içinde uyguladıkları ekonomik

Page 10: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

2606262626000

30. Genel Kurulumuzu takip eden üyelerimiz...

tedbirlerle aşmayı başarmıştır. Öyle ki, 1985 yılı sonunda Genel Merkezimizin bitişiğinde bulunan bir daire satın alınmış ve Ankara Şubemizin yaşadığı yer sorunu çözümlenmiştir. Aynı dönemde İzmir Şubemiz ve Bursa Temsilciliğimizde çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak için daire satın almışlardır.

1986-1987… NEO-LİBERALİZM TAM GAZ

Toplumsal muhalefetin baskı altına alınması, antidemokratik bir Anayasanın hayata geçirilmesi ve TMMOB Kanunu’nda yapılan düzenlemeler 1970’li yıllarda güçlü üye bağları olan Odaların bu özelliğinin gerilemesine neden olmuştur. Kamuda çalışan mühendislerin Odalara üye olma zorunluluğunun ortadan kaldırılarak Odaların adeta dernek haline getirilmeye çalışılması, Odaların geleneksel üye tabanının erozyona uğramasına neden olmuştur.

Bu durum TMMOB’nin en büyük örgütlülüğü durumunda olan Odamız için de geçerlidir. Oda üye ilişkilerindeki tahribatın en gözle görünür olduğu yerler, Genel Kurullar olmuştur. 12 Eylül öncesinde üyeleri sığdırabilecek salon bulmakta zorluk çekilirken, 12 Eylül sonrasındaki Genel Kurullar boş salonlarda gerçekleştirilmiştir. Çoğunlukla üst kurul delegelerinin bile gelmediği, üyelerin gıyabında yapılan seçimlerle tamamlanan Genel Kurullar, bu dönemde odamızın yaşadığı kan kaybını gözler önüne sermiştir.

1986 yılı içerisinde yapılan Genel Kurulda da açıkça gözlenen bu durum, Yönetim Kurulumuz tarafından öncelikli sorunlardan birisi olarak tespit edilmiştir. Oda-üye ilişkilerinin biran önce tesis edilmesi, Oda faaliyetlerine ve Genel Kurullarına daha fazla sayıda üyenin dahil edilmesi için bu dönemden itibaren daha yoğun bir çaba gösterilmiştir.

Odamızın 30. Genel Kurulu, 22-23 Şubat 1986 tarihinde Ankara’da SSK Genel Müdürlüğü Konferans Salonu’nda gerçekleştirilmiştir. Genel Kurulu idare etmek üzere yapılan Divan Kurulu seçimlerinde Başkanlığa Ertuğrul Tığlay, yardımcılıklarına ise Hikmet Özgöbek ve Hüseyin Akdağ seçilmişlerdir. Saygı duruşunun ardından Oda Başkanımız Güney Özcebe Genel Kurulun açılış konuşmasını yapmıştır. Özcebe konuşmasında mesleki ve örgütsel sorunlara değinerek İMO’nun yasal statüsü üzerinde durmuştur. Odamızın başarılı çalışmalara üretebilmesinin örgütlülük düzeyimizle yakından ilgili olduğunu

dile getiren Özcebe, “örgütlülük düzeyini yükseltecek temel öğenin örgütümüze ve mesleki sorunlarımıza sahip çıkma bilinci olduğunu” vurgulamıştır.

Özcebe’nin açılış konuşmasının ardından, sırasıyla protokol konuşmaları, komisyon seçimleri ve çalışma raporu üzerine görüşmeler yapılmıştır. Genel Kurul’un ikinci günü ise seçimler gerçekleştirilmiştir. Oldukça çekişmeli geçen seçimleri küçük bir farkla da olsa, Çağdaş Mühendislerin listesi kazanmıştır. Odamızın yeni Yönetim

Page 11: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

261262626261111

Çernobil Nükleer Santrali’nde yaşanan patlamayla açığa çıkan radyasyon, Tüm Avrupa’yı etkilemiştir...

Kurulu Güney Özcebe, Erdal Bingöl, Fikri Kaya, Oktay Öğünç, Sadettin Uçkun, Abdullah Bakır ve Hakkı Çelebi’den oluşmuştur. Yapılan görev dağılımı sonrasında ise Güney Özcebe bir kez daha Başkanlığa getirilmiştir. Erdal Bingöl İkinci Başkan, Fikri Kaya Sekreter Üye, Oktay Öğünç de Sayman üye olarak görevlendirilmiştir.

Toplumsal Duyarsızlaşma

1986 yılı, darbeyle birlikte fütursuzca uygulamaya konulan emek düşmanı ekonomik programa karşı işçilerin de ilk kez kitlesel olarak seslerini çıkarmaya başladıkları yıl olmuştur. Darbe sonrasında uygulanan ekonomi politikalarıyla birlikte büyük bir ücret ve hak kaybına uğrayan işçiler bu duruma tepkilerini Balıkesir’de düzenlenen bir protesto yürüyüşüyle göstermişlerdir. Daha sonra ise İzmir’de yaklaşık 50 bin kişinin katıldığı işçi mitingi, 6 yıllık bir aradan sonra işçilerin haklarına sahip çıkma iradelerini yavaş yavaş da olsa göstermeye başlamaları açısından önemli bir adım olmuştur. Ne var ki, kamuoyu, emekçilerin talepleriyle değil, aynı günlerde Türkiye’den de gözlemlenebilen “Halley Kuyruklu Yıldızıyla” ilgilenmeyi tercih etmiştir.

12 Eylül Darbesinin yarattığı bu apolitik ortam, ANAP Hükümeti’nin neo-liberal programını hayata geçirmesini oldukça kolaylaştırmıştır. Birbiri ardına çıkartılan yasalar, bu yasalardan yararlanarak türeyen yeni zenginler, yolsuzluklar, hayali ihracatlar ve her türden “rezillik” içerisinde Türkiye bambaşka bir hal almaya başlamıştır. Vurdumduymazlık, duyarsızlık, boş vermişlik, bireycilik, iş bitiricilik, kaypaklık, rekabetçilik ve pişkinlik toplum arasında yaygınlaşmış ve toplumcu-dayanışmacı anlayış bastırılmıştır. Yaşanan bu yozlaşma, mahallelerden işyerlerine, edebiyattan sanata, idari yapıdan siyasete kadar her alana sirayet etmiştir. Bu durumun en önemli sonuçlarından birisi toplumsal etkinliğin gücünün azalması olmuştur. Daha 5 yıl öncesine kadar Türkiye’yi sallayan kitlelerin tüm gücü elinden alınmıştır. İktidara ve sermayeye hükmeden bir avuç kişi, toplumu her söylediğine ikna eder, her türlü dolambaçlı işin altından kolaylıkla sıyrılır hale gelmiştir.

Bunun en çarpıcı örneklerinden bir tanesi 26 Nisan 1986 tarihinde gerçekleşen Çernobil Faciası olmuştur. O dönemde Sovyetler Birliği topraklarında yer alan Çernobil Nükleer Santrali’nde gerçekleştirilen bir deney sırasında yaşanan kaza sonucunda, Santralde patlama olmuş ve önemli miktarda radyasyon atmosfere yayılmıştır. Yaşanan bu kaza Sovyetler Birliği yönetimi tarafından gizlenmeye çalışılsa da, Nükleer kalıntıların ürettiği radyoaktif bulut patlamadan sonra tüm Avrupa üzerine yayıldığı için Çernobil’den yaklaşık 1100 km uzaklıktaki İsveç’te yapılan gözlemler sonucunda Çernobil’den yayılan radyasyon tespit edilmiştir.

Radyasyon kısa sürede başta Karadeniz ülkeleri olmak üzere İngiltere’ye kadar tüm Avrupa’yı etkilemiştir. Radyasyon’dan en fazla etkilenen ülkelerden birisi

Türk İş tarafından 22 Şubat 1986 tarihinde gerçekleştirilen miting, 80’li yılların ilk önemli işçi eylemlerinden birisi olmuştur...

Page 12: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

262

“Radyasyonlu çay içme” konusu, siyasal-toplumsal

tarihimizin en önemli ibret vesikalarından birisi

olmuştur...

de Türkiye olmuştur. Özellikle Karadeniz ve Trakya kıyıları, yoğun biçimde radyasyona maruz kalmıştır. Hem bölgede yaşayan insan ve hayvanlar, hem de yörenin bitki örtüsü radyasyondan etkilenmiştir. Fındık ve çay gibi Doğu Karadeniz’in en önemli iki tarımsal ürünü radyoaktif serpintiye uğramıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamaları ve uyarılarına rağmen Türkiye radyasyonlu fındık ve çayları imha etmemiş, farklı ürünlerle harmanlayarak piyasaya sürmüştür.

Dönemin Sağlık Bakanı Cahit Aral’ın, çayda radyasyon olmadığını ispat etmek için, basın önünde çay içmesi, dönemin en çarpıcı karelerinden birisi olarak hafızalarda yer edinmiştir. Toplumun bu faciaya ve hükümetin bu pişkinliğine tek tepkisi ise, çaylarını daha demsiz ve küçük bardaklarda içmek olmuştur. Aradan geçen 25 yıla yakın döneme rağmen Çernobil kazasının etkileri hala devam

etmektedir. Binlerce yurttaşımız kanser nedeniyle hayatını kaybetmiştir, yüz binlercesi de hastalıkla boğuşmaktadır.

Odamız da Çernobil kazasının ardından yayınladığı değerlendirmelerde ne yazık ki, sorunu “nükleer savaş tehdidi”ne indirgeyerek ele almıştır. Nükleer enerjinin taşıdığı kalıcı çevresel ve ekolojik riskleri göz ardı edilerek tartışılmıştır. O dönemde Çevre Mühendisliği de Odamız bünyesinde yer alan alt dallardan biri olmasına rağmen, sorunun bu yönü üzerine ciddi bir çalışma yapılmamıştır.

Özelleştirmelerin Hukuki Zemini

1986 yılı Türkiye’deki özelleştirmelerin hukuki altyapısının oluşturulması bakımından önemli bir yıl olmuştur. Daha önce 2983 Sayılı Kanun ile özelleştirme yolunda atılan adımın ardından, 1986 yılı Haziran ayında 3291 Sayılı Kanun çıkartılarak, kamu kuruluşlarının özelleştirme kapsamına alınması ve uygulanmaların yürütülmesine ilişkin esaslar belirlenmiştir.

Bu Kanuna göre, “233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede (KHK) adı geçen, tamamı devlete ait ve kamu iktisadi teşebbüsü statüsünde faaliyet gösteren kuruluşların özelleştirme kapsamına alınmasına Bakanlar Kurulu; KİT’lerin müessese, bağlı ortaklık, işletme ve işletme birimleri ile iştirakleri ile iştiraklerindeki payların özelleştirme kapsamına alınmasına da Yüksek Planlama Kurulu yetkili kılınmıştır.”

Özelleştirme programının yürütülmesi konusunda ise, 2983 Sayılı Kanunla oluşturulan “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi” görevlendirilmiştir. Bu idare, özelleştirme programının yanı sıra, toplu konut uygulamalarının yürütülmesi, Kamu Ortaklığı Fonu’nun yönetimi ve Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı’nda biriken paraların nemalandırılması gibi görevler de üstlenmiştir.

Page 13: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

263

Bu yasa doğrultusunda oluşturulan “Özelleştirme Programı”, Ekim ayı içerisinde açıklanmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kurulmaya başlayan KİT’ler, 80’li yılların ikinci yarısından itibaren birer birer satılmaya başlanmıştır. 1980’li yıllarda başlayan bu süreç 1990’lı yıllarda Sendika ve Odaların yürüttüğü muhalefetin önemli direniş hatlarından birini oluşturacaktır. Ne var ki, bu muhalefet, hukuki yollarla özelleştirmeleri geciktirmeyi başarsa da, toplum içinde özelleştirme karşıtı bir bilinç yaratamadığı için 2000’li yıllardan itibaren tüm kamusal kaynakların satılmasına engel olamayacaktır.

Bu dönemde Odamızın da içinde yer aldığı demokratik kitle örgütlerinin yaşanan dönüşüme yeterince müdahale edememesinin nedeni, yöneticilerinin “art niyetleri” ya da “beceriksizlikleri” değil, darbe sonrasında toplumda yaşanan inanılmaz değişimdir. Kitlelerin örgütlü yaşam bilinci adeta ortadan kaldırılmış, tüm toplumsal hafıza silinmiştir.

12 Eylül Darbesi ardından toplumsal yapıya karşı başlatılan bu topyekun saldırı ve yarattığı tahribat, Odamız Yönetim Kurulu tarafından da oldukça yerinde bir şekilde tespit edilmiştir. Yönetim Kurulu tarafından hazırlanan 30. Dönem Çalışma Raporu’nun Genel Değerlendirme kısmında, yaşanan gelişmeler şu şekilde dile getirilmiştir:

“Ülkemiz 12 Eylül askeri müdahalesi ile başlayan süreçte toplumsal, ekonomik ve siyasal yapımızı derinden etkileyen oluşumlar içine girmiştir. Bu süreç içinde bireyler ve toplumsal örgütlenmeler bir biçimde ‘depolitizasyona’ uğratılmış; siyasal, ekonomik ve toplumsal kararlar tartışmasız ortamda, tek yanlı tercihlerle üretilmiştir. Bu durum askeri yönetimlerin doğal karakteridir denilebilir ama 1983 sonrası parlamenter dönemde de söz konusu dönemin uygulamaları büyük ölçüde benimsenmiştir. 1983 ile yeniden kurulmaya çalışılan demokrasinin en önemli açmazlarından biri buradadır.

Bireylerin düşüncesinde edilgenlik, haklarının ve kişiliğini korunmasında çekingenlik biçiminde kendini gösteren olumsuzluklar, örgütlü demokratik baskı unsuru olma bilincini de etkileyerek ‘kendini koruma ve kurtarma’ çözümlerine yöneltmiştir. 1980 sonrası gelişmelerden kaçınılmaz olarak üst birliğimiz olan TMMOB ve dolayısıyla Odamız da etkilenmiştir. Çünkü yaşamda hiçbir örgütlenme -onu oluşturan temel unsur insan da içinde olmak üzere- çevresinden soyutlanmış ayrı bir konumda düşünülemez. Anayasanın 135. Maddesi, 6235 Sayılı Kanun ile 66 ve 85 Sayılı Kanun hükmündeki kararnamelerin içeriği ve konuya yaklaşım biçimleri söz konusu etkilenmenin açık kanıtıdır.

30 dönemdir örgütsel varlığımızı koruma ve savunmada geçen, özellikle son yıllarda çekilen sıkıntılar, meslektaşlarımızca bilinmektedir. Bu süreç içinde örgütsel varlığımızın korunabilmiş olması bile, başlı başına bir kazanımdır ve mesleki bir görevdir.”

Bu uzun alıntı, 1980’li yıllardaki Odaların durumunu özetler niteliktedir. Darbe sonrasında Odamız yönetim kurullarının temel önceliği “Odamıza,

Page 14: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

2646262626444

Ankara Şubemiz tarafından 1986 yılı içerisinde

gerçekleştirilen “Büyük Yatırımlar” konferans

dizisinde SüleymanDEMİREL Güneydoğu Anadolu

Projesi’ni anlatırken...

mesleğimize ve ülkemize sahip çıkmak” olmuştur. Darbenin ve darbe ardından dayatılan neo-liberal politikaların aşındırıcı, yozlaştırıcı ve yok edici etkilerine karşı korunmaya çalışılan değerler, Odamızın bu süreçten en az tahribatla ayrılmasında büyük rol oynamıştır.

Meslek Alanındaki Gelişmeler ve Oda Faaliyetleri

Odamız bu dönem içinde mesleki alandaki değişimleri ve yenilikleri takip edebilmek için yoğun bir çaba harcamıştır. Özellikle bilgisayar teknolojisinin inşaat sektörüne uygulanmaya başlamasıyla hızlı bir değişim yaşanmış, Odamız da yaşanan bu değişimin yarattığı olanakları üyeleriyle paylaşmaya çalışmıştır. Şubelerimiz, sistemli olarak düzenledikleri panel ve söyleşiler aracılığıyla üyelerini haberdar etmiştir.

Bu dönemde Türkiye’de geliştirilen en önemli ve kapsamlı yapı projesi, “Güneydoğu Anadolu Projesi” (GAP) olmuştur. Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Mardin, Siirt ve Şanlıurfa illerini kapsayan proje kapsamında Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde sulama ve hidroelektrik enerji üretimine yönelik 13 proje demetinin toplamı olarak planlanmış ve kapsamında 22 baraj ve 19 hidroelektrik santrali inşası öngörülmüştür.

GAP, zaman içerisinde bir yapı projesi olmaktan çıkıp bölgesel dönüşümü içeren büyük bir projeye dönüşmüştür. Projenin temel hedefleri, Güneydoğu Anadolu Bölgesi halkının gelir düzeyi ve hayat standardını yükselterek bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını ortadan kaldırmak, kırsal alandaki verimliliği ve istihdam imkânlarını arttırarak, sosyal istikrar, ekonomik büyüme gibi milli kalkınma hedeflerine katkıda bulunmak olarak belirlenmiştir. Kökeni 60’lı yıllara kadar uzanan bir çaba ve birikime dayanan proje, inşaat sektörü açısından Cumhuriyet tarihinin en önemli projelerinden birisi olmuştur.

Odamız, 1986 yılı sonunda İnşaat Mühendisleri Günü kutlamaları kapsamında bir panel düzenleyerek, Türkiye çapındaki farklı inşaat mühendisliği örneklerini ele almıştır. “Türk İnşaat Mühendisliğinin Güncel Büyük Uygulamaları” başlıklı paneli Erhan Karaesmen yönetmiş, Aydın Bingöl, Gürcan Erdem de konuşmacı olarak katılmışlardır. Konuşmacılar, Türkiye’deki inşaat sektörünün yapısı

ile büyük projelerin uygulanması arasındaki ilişkileri, uygulamalarda karşılaşılan zorlukları ve bunların nasıl giderileceği, uygulama örnekleri ve teknoloji kullanımı gibi konuları anlatmışlardır.

Odamızın mesleki alandaki gelişmelere dair bu ilgisi 1987 yılına girildiğinde artarak devam etmiştir. 1987 yılının Birleşmiş Milletler (BM) tarafından “Konut Yılı” olarak ilan edilmesi, bu alandaki çalışmaların öne çıkmasına yol açmıştır.

Odamız, şubelerimizle koordineli bir çalışma yürüterek

Page 15: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

2656262626555

Tarihi Taşkışla Binasının rant kapısı haline dönüştürülmeye çalışılmasına karşı odamız kararlı bir tutum takınmıştır...

9. Teknik Kongre, hem gönderilen tebliğ sayısı hem de gösterilen ilgi bakımından oldukça verimli geçmiştir...

1987 yılı içerisinde Konut Yılı çalışmalarını planlamıştır. Çeşitli sempozyumlar, paneller ve sergilerle Türkiye’deki Konut sektörü tüm yönleriyle incelenmiştir.

TMH dergisi de, 1987 yılı içerisinde Konut Sorunu üzerine çok sayıda yazı ve incelemeye yer vererek, konunun farklı boyutlarıyla irdelenmesine yardımcı olmuştur.

Konut Sorununun yoğun olarak tartışıldığı bu dönemde Odamız, İTÜ Taşkışla Binası’nın “Otel” yapılmaya çalışılmasına karşı yoğun bir mücadele vererek, mesleki birikimini sosyal yaşama müdahale aracı olarak kullanım konusunda 1970’li yıları anımsatır bir deneyim yaşamıştır. 40 yıl boyunca binlerce mühendise okulluk etmiş, binlerce bilim insanı ve sanatçıyı yetiştirmiş Taşkışla Binasına sahip çıkma yönündeki bu çaba, neo-liberalizmin “para hırsına” karşı “toplumsal-tarihsel” değerlerin korunması mücadelesinin sembolü olmuştur.

1980’li yılların ikinci yarısında İnşaat Sektörünün genişlediği en önemli alanlardan birisi “karayolu yapımı ve otoyollar” olmuştur. Dönemin Başbakanı Turgut Özal, özellikle karayolu ulaşımına büyük bir ağırlık vererek kamu yatırımlarının büyük bir bölümünün yol yapımına ayrılmasını sağlamıştır. Ne var ki, belirli bir plan dahilinde olmayan ve ekonominin bütünü gözetilmeden gerçekleştirilen bu yatırımlar, kısa zamanda büyük bir enflasyonun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kronik yüksek enflasyon, 2000’li yıllara kadar Türkiye’nin en büyük ekonomik sorunu haline gelmiştir.

Dokuzuncu Teknik Kongre

Ülkemiz inşaat sektöründe büyük yatırımların gerçekleştiği dönemde Odamız İnşaat Mühendisliği 9. Teknik Kongresi gerçekleştirilmiştir. 16-20 Kasım 1987 tarihlerinde Milli Kütüphane Oditoryum ve Sergi Salonlarında gerçekleştirilen Kongre’ye oldukça yoğun ilgi olmuştur. İlgi sadece dinleyicilerin sayısına değil, Kongreye sunulan tebliğlerin sayısına da yansımıştır. Bir önceki kongreye sunulan tebliğ sayısı 37 ile sınırlı kalırken, bu sefer 83 tebliğ sunulmuştur.

9. Teknik Kongrenin Yürütme Kurulu Başkanlığını Uğur Ersoy yapmıştır. Ersoy Başkanlığındaki Kurul, titiz bir çalışmanın sonunda Kongreye sunulacak tebliğlerin dört başlıkta toplanmasını sağlamışlardır: Deprem Mühendisliği, Su Kaynakları Mühendisliği, Toplu Konutlar ve Ulaştırma Yapıları. Bu başlıklar, o dönemde Türkiye’deki yapı sektörünün güncel başlıklarını da oluşturmaktadır.

Kongre boyunca düzenlenen sergiye katılan çok sayıda imalatçı firma, sektöre ilişkin ürünlerini sergileme olanağını bulmuştur. Türkiye’de inşaat sektöründe gerçek anlamıyla bir atılım ve büyümenin yaşandığı, Teknik Kongreden de açık biçimde gözlemlenmiştir. Kongreye uluslararası bir nitelik kazandırmak için yurt dışında

Page 16: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

266

31. Genel Kurulumuzda Yönetim Kurulu üyelerimiz...

yatırımcı veya akademik araştırma vasfıyla bulunan çok sayıda mühendis ve bilim insanı da kongreye davet edilmiştir. Güncel büyük yatırımlar konusunda teorik açıklamalar ve uygulama örnekleri kongreyi zenginleştirmiştir.

Kongre beklentilerin çok üzerinde bir ilgiyle karşılanmıştır. Yaklaşık 750 delege 5 gün boyunca oturumları takip etmiş, sergileri gezmiştir. Kongreye sunulan tebliğler iki cilt halinde kitaplaştırılmış ve katılan delegelere ulaştırılmıştır. Mali sorunların aşılmasıyla birlikte yayın faaliyetleri daha düzenli hale gelen Odamızın 1987 yılında yayınladığı bir diğer kitap da “1986-1987 İnşaat Katalogu” olmuştur.

1987 yılında Türkiye siyaseti açısından en önemli olaylardan bir tanesi, 12 Eylül’den sonra siyasi yasaklı duruma düşen politikacıların yasakların kaldırılıp kaldırılmaması yolunda gerçekleştirilen referandumdur. Referandum teknik olarak 1982 Anayasası’nda yapılacak olan ilk değişiklik olacaktır çünkü bahse konu olan siyaset yasağı 1982 Anayasası’nın Geçici 4’ncü maddesi ile getirilmiştir. Ve sadece bu maddede düzenlenen 5 ve 10 yıllık siyasi yasaklarını kapsamaktadır.

İktidarda olan ANAP, siyasi yasaklı liderlerin siyasete dönmesini kendisi açısından bir tehlike olarak görmüştür. Esas olarak, Süleyman Demirel’in geçmişten gelen siyasal gücüyle merkez sağı etrafında toplayacağından çekinerek referandumda “hayır” oyu kullanılması gerektiğini savunmuştur. Tıpkı Cuntacıların 1982 yılındaki referandumda halkı terörle tehdit etmesi gibi Özal da siyasal huzurun bozulacağı gerekçesini öne sürmüştür. Ne var ki referandumda yüzde 50,16’lik ‘Evet’ oyu çıkmış ve böylece Ecevit, Demirel, Erbakan ve Türkeş gibi 12 Eylül öncesi dönemin isimleri siyasete yeniden dönme imkânı bulmuştur.

1988-1989… TOPLUMSAL MUHALEFETİN UYANIŞI

1987 yılı Kasım ayı sonunda gerçekleştirilen erken genel seçimlerde, iktidar partisi ANAP, yüzde 36’lık oy oranıyla birinci olmuştur. Fakat bu sonuç, Özal’ın siyaset yasağı sona eren liderlerin muhalefetinin güçlenmemesi için erkene aldığı seçimlerdeki beklentilerini karşılamamıştır. Yine de seçim sisteminde yapılan

düzenlemeler sonucunda, ANAP, aldığı oy oranının çok üzerinde milletvekili çıkartarak iktidarını sürdürmeyi başarmıştır.

1988 yılına girilirken 2. Özal Hükümeti de Meclis’ten güvenoyu almış ve kaldığı yerden icraatlarını sürdürmeye başlamıştır. Ne var ki bu dönemden itibaren Özal Hükümeti, darbe döneminin tüm gücünü arkasına alarak yürüttüğü politikalarda eskisi kadar rahat olamayacaktır. Sırtını yasladığı desteğin aşındığını fark eden Özal, neo-liberal programını uygularken biraz daha popülist bir

62626266666

Page 17: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

267

ekonomi politikasına yönelmiştir.

Bu yönelimin ilk uygulamalarından birisi 1988 yılı başındaki memur maaş katsayılarının yüksek belirlenmesi olmuştur. Böylelikle darbe sonrası dönemde sürekli olarak ücret kaybına uğrayan devlet memurları bir nebze rahat nefes almışlardır. Fakat bu rahatlama yüksek enflasyon nedeniyle kısa zamanda yerini hayal kırıklığına bırakmıştır. 80’li yıllarda yapılan ekonomik tercihler, kamuda çalışan mühendisler ile piyasaya iş yapan mühendisler arasındaki uçurumun büyümesine neden olmuştur.

Odamızın 31. Genel Kurulu 27-28 Şubat 1988 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilmiştir. Genel Kurul’un ilk gününde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Toplantı Salonu’nda bir araya gelen delegeler, Genel Kurulu yönetmek üzere Divan Başkanlığına Ertuğrul Tığlay’ı getirmişlerdir. Sonrasında Oda Başkanımız Güney Özcebe kürsüye gelerek açılış konuşması yapmıştır. Özcebe konuşmasında, 12 Eylül sonrasında getirilen yapılanma içerisinde başta TMMOB olmak üzere meslek Odalarının, çalışma alanlarına ilişkin tartışma platformlarından dışlandığının altını çizmiştir. “Siyasal iktidarın meslek Odalarına yaklaşımının seçici ve ayrımcı olduğunu” ifade eden Özcebe, “aynı statüdeki meslek Odalarına farklı yaklaşımların olmasının demokratik teamüllerle bağdaşmayacağını” dile getirmiştir.

Özcebe konuşmasında, “enflasyonist politikaların, ücretli inşaat mühendislerinin yaşamlarına getirdiği zorluklara” da değinmiştir. “Ücretli çalışan inşaat mühendislerinin yaşam koşullarındaki bu kötüleşme nedeniyle meslek dışı çalışma eğiliminin arttığına” da dikkat çeken Özcebe son olarak “üniversitelerimizdeki eğitim düzeyinin gerilediğini” dile getirerek YÖK ve uygulamalarını eleştirmiştir.

Açılış konuşmasının ardından Genel Kurulumuza katılan konukların konuşmalarına geçilmiştir. Hükümetin ve bürokrasinin ilgi göstermediği Genel Kurul’da ana muhalefet partisi Sosyal Demokrat Halk Partisi (SHP) Diyarbakır Milletvekili ve Odamız üyesi Fuat Atalay ve TMMOB Genel Sekreteri Bülent Tanık birer konuşma yapmışlardır.

İlk günün öğleden sonrasında ise Genel Kurul komisyonları seçimleri gerçekleştirilmiş ve Çalışma Raporu’nun okunmasına geçilmiştir. Raporla ilgili konuşmalar yapıldıktan sonra yapılan oylamada Yönetim Kurulu oy birliği ile aklanmıştır. 31. Genel Kurul’da alınan en önemli örgütsel kararlardan birisi, Örgütlenme Komisyonu’nun hazırladığı rapor uyarınca Antalya, Bursa ve Konya temsilciliklerinin Şube haline dönüştürülmesi olmuştur.

Genel Kurul’un ikinci günü ise Oda Genel Merkezimizde seçimler yapılmıştır. Seçimlere yaklaşık 350 delege katılmıştır. İki listenin yarıştığı seçimleri Çağdaş Mühendisler Grubu kazanmıştır. Güney Özcebe, Erdal

6262626777

31. Genel Kurulumuzu takip eden delegeler...

Page 18: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

2686262626888

Irak tarafından Halepçe’ye düzenlenen kimyasal saldırı,

binlerce kişinin ölümüne neden olurken, uluslararası

kamuoyundan hiçbir ses çıkmamıştır...

Bingöl, Fikri Kaya, Rahmi Löker, Alaettin Duran, Sadettin Uçkun ve Cemal Gökçe Yönetim Kurulu üyeliklerine seçilmişlerdir. Görev dağılımı sonucunda Güney Özcebe bir kez daha Başkan seçilmiştir. Erdal Bingöl 2. Başkan, Fikri Kaya Sekreter Üye ve Rahmi Löker de sayman olarak görevlendirilmiştir.

Yeni seçilen Yönetim Kurulumuzun ilk kararı yeni kurulan şubelerimizin kurucu yönetim kurullarının atanması olmuştur. Bu illerde Kurucu Yönetim Kurulları temsilcilik ve temsilcilik Yönetim Kurulu üyeliği yapan üyelerin yeni üyelerle takviye edilmesiyle oluşturulmuştur.

ANAP İktidarına Demokratik Tepkiler

80’li yılların ikinci yarısından itibaren 12 Eylül’ün yarattığı baskı ortamı da yavaş yavaş dağılmaya başlamıştır. Odamız da bu dönemden itibaren gerek mesleki konularda gerekse toplumsal konulardaki eleştirilerini daha güçlü biçimde dile getirmeye başlamıştır. YÖK Yasasından, Yap-İşlet-Devret Modeline, Kamu İhale Düzeninden, Kamu Emekçilerinin Grevli-Toplu Sözleşmeli Sendika haklarına kadar çeşitli alanlarda isteklerini daha cesur biçimde açıklamıştır.

1988 yılı içerisinde üniversitelerde de demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılması yolunda eylemler yapılmaya başlanmıştır. Özellikle İstanbul’daki üniversitelerde dernekler etrafında bir araya gelen öğrenciler, üniversiteler üzerindeki polis ve YÖK baskısına karşı tepkilerini dile getirmeye başlamışlardır. 28 Nisan’da İstanbul Üniversitesi’nde, 1 Mayıs’ta İstiklal Caddesinde gerçekleştirilen kitlesel eylemler, 12 Eylül Darbesinin ardından büyük baskı altına alınan gençlerin kendilerini ifade etme yolundaki ilk önemli kitlesel girişimleri olarak kayda geçmiştir. Aynı dönemde cezaevlerindeki koşulların düzeltilmesi yolundaki mücadeleler ve özellikle Kürtlerin yoğun yaşadığı illerde gerçekleşen kitlesel gösteriler toplumsal muhalefetin birbirinden güç alarak ayağa kalkmasında önemli rol oynamıştır. 1988 yılında gerçekleşen bu ilk eylemler, 1989 yılındaki kitlesel gösterilerin de hazırlayıcısı olmuştur.

1988 yılı içerisinde Türkiye’yi yakından ilgilendiren önemli bölgesel gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerden ilki 16 Mart 1988 tarihinde gerçekleşen Halepçe Katliamı’dır. 1980 yılından beri devam eden İran-Irak Savaşı sırasında Irak’ın

kuzeyinde yaşayan Kürtler, İran’la işbirliği yaparak Halepçe kentinde ayaklanma başlatmıştır. Bu ayaklanmayı bastırabilmek için Irak Lideri Saddam Hüseyin, zehirli gaz bombaları kullanılması emrini vermiştir. 16 Mart’ta Irak Hava Kuvvetlerine bağlı uçaklardan atılan zehirli gaz bombaları sonucunda 5 binin üzerinde peşmerge ve sivil ölmüş, on bine yakın kişi ise ileri derece kimyasal yanıkla yaralanmıştır. Kimyasal saldırının etkileri, uzun süre sonra bile bölgeyi etkilemeye devam etmiştir. Bu katliama Türkiye de dâhil, bölgedeki ve dünyadaki hiçbir ülkeden tepki verilmemiştir.

Page 19: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

269

Bölge halkına yönelik bu saldırının ardından, 19 Ağustos tarihinde İran-Irak arasında ateşkes ilan edilmesiyle, Irak Ordusu bölgeye yeni bir saldırı başlatmıştır. Bu saldırıda pek çok kişi yaşamını yitirmiş, hayatını kurtarmak isteyen yüz binlerce kişi de Türkiye ve İran Sınırına doğru kaçmaya başlamıştır.

Türkiye 29 Ağustos 1988 tarihinde sınırlarını savaştan kaçan mültecilere açarak, yüz bini aşkın kişinin ölümden kurtulmasını sağlamıştır. Türkiye’ye göz eden 100 bine yakın Kürt Mültecinin durumu o dönemde dünyanın en öncelikli gündemlerinden birisi haline gelmiştir. 6 Eylül’de Saddam Hüseyin’in af ilan etmesiyle göç dursa da, Irak’a dönmeyen mültecilerin durumu daha uzun süre belirsizliğini korumuştur.

1988 yılı içerisinde Kuzey Irak’tan gelen mültecilerin durumu kesinlik kazanmadan, Türkiye 1989 yılı Haziran ayında büyük bir göç dalgasına daha sahne olmuştur. Bu sefer göçün kaynağı Bulgaristan olmuştur. 1980’li yılların başlarından itibaren Bulgaristan Hükümeti tarafından uygulanan politikaların dayanılmaz hale gelmesiyle birlikte yüz binlerce Türk, bulabildikleri tüm yöntemlerle Türkiye’ye kaçmaya başlamıştır. Türkiye’ye göç edenlerin sayısı birkaç ay içerisinde 300 bini aşınca Hükümet, sınırı kapatma kararı almıştır. Göç edenlerin yurt içindeki ikametini sağlayabilmek için Marmara Bölgesi ve civarındaki 16 il “Geçici İskân Bölgesi” ilan edilmiştir.

1988 yılı içerisinde Odamızın örgütsel yapılanmasında yaşanan en önemli gelişme Odamıza üye olan Çevre Mühendisleri’nin görev ve yetki alanlarının belirlenmesi olmuştur. Çevre Mühendisliği alanında görev yapan üniversitelerin ve çevre mühendisi üyelerimizin görüşleri alınarak yapılan değerlendire sonucunda bir rapor hazırlanmış ve bu rapor YÖK Başkanlığına iletilmiştir.

Raporda Çevre Mühendisleri, “çevre kirlenmesinin önlenmesi veya kirlenerek bozulan çevresel sistemlerin tekrar sağlıklı hale getirilmesi için gereken her türlü mühendislik yapı ve sisteminin tasarımı, işletilmesi, kontrolü ve inşaatında görev alabilen ve bu konuda hazırlanan projeleri kontrol edebilen yetkilere sahip eleman” olarak tanımlanmıştır.

Türkiye’de yeni gelişmeye başlayan Çevre Mühendisleri, kurdukları dernek bünyesinde de çeşitli çalışmalar yaparak mesleki haklarını genişletmeye, alanlarına ilişkin bilgi birikimini arttırmaya çalışmışlardır.

1989 yılında yaşanan iki önemli gelişme 12 Eylül sonrası Türkiye siyasetinin tek hakimi konumunda olan ANAP’ın hükümranlığının sonuna gelindiğini göstermiştir. Bu gelişmelerden ilki 26 Mart 1989 tarihinde yapılan yerel seçimlerdir. 1984 yılında yapılan yerel seçimlerde yüzde 41’in üzerinde oy alan ANAP, bu kez yüzde 21 oranında kalmıştır. Başta büyük şehirler olmak üzere belediye yönetimlerinin pek çoğunu kaybetmiştir.

Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, 1988 yılı içinde trafi ğe açıldı...

262626269999

Bahar Eylemleri sırasında polisle işçiler sürekli karşı karşıya geldiler...

Page 20: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

270

1989 yılında gerçekleştirilen Bahar Eylemleri, özellikle

işçilerin yoğun olduğu kentlerde büyük bir

kitlesellik kazanmıştır...

Bahar Eylemleri

Yıla damgasını vuran asıl gelişme ise Mart ayından itibaren yükselmeye başlayan işçi eylemleri olmuştur. 600 bin kamu işçisinin toplu sözleşmelerinde uzlaşma sağlanılamaması, işçilerin haklarını aramak için meydanlara çıkmasına neden olmuştur.

Mart, Nisan ve Mayıs aylarında Türkiye’nin her yerinde farklı eylem biçimleriyle sokağa çıkan yüz binlerce işçi, yıllardır bastırdıkları öfkelerini ve taleplerini açığa çıkartmışlardır. Bu yıl içerisinde 30 binin üzerinde kamu işçisi greve gitmiştir. Grevdeki işçiler ve onlara destek verenler, fabrikalarının önünde oturmakla yetinmemiş, kent merkezlerinde yaptıkları kitlesel gösterilerle ülkenin gündemini bir anda değiştirmişlerdir. Vizite eylemleri, yemekhane boykotları, uzun yürüyüşler, iş yavaşlatma, sakal bırakma, servis boykotu, yol kesme hatta toplu boşanma eylemleri gibi birbirinden farklı yöntemlerle mücadele eden işçiler 12 Eylül sonrasındaki umutsuzluk havasını birden bire değiştirmişlerdir.

Kamu işçilerinin başlattıkları bahar eylemlerine, özel sektörde çalışan sendikalı ve sendikasız işçilerin de çalışma ve yaşam koşularının düzeltilmesi talepleriyle katılmaları, eylemleri gitgide genişletmiştir. Nisan 1989’da başlayan bahar eylemlerine 1,5 milyon civarında işçi katılmıştır. 1988-92 tarihleri arasında geçekleşen grevler, katılan işçi sayısı ve kaybolan işgünü sayısı bakımından 1980 öncesinde yapılan grevleri dahi aşmıştır.

Emekçilerden yana esen bu güçlü hava içerisinde emekçiler 12 Eylül döneminde kaybettikleri haklarını kazanabilmek için büyük çaba harcamışlardır. Grev yasağından gösteri yasaklarına kadar pek çok yasak, fiilen delinmiştir.

Emekçilerin geri almak için uğraştıkları bir diğer hak da 1 Mayıs’ın yeniden meydanlarda kullanılması olmuştur. Türk İş’e bağlı bazı sendikalar, bağımsız sendikalarla birlikte 1 Mayıs 1989’u yasal olarak kutlamak için İstanbul Valiliğe başvuru yapmışlardır. Valilik 1 Mayıs kutlamasına izin vermemiş, dönemin Başbakanı Turgut Özal da “kanunsuz gösteriler engellenecektir” diyerek, 1 Mayıs kutlamasına engel olmak istemiştir.

Buna rağmen Mecidiyeköy, Çağlayan ve Taksim’de fiili olarak 1 Mayıs kutlamaları gerçekleştirilmiştir. Polis, 1 Mayıs kutlamalarına katılmak isteyenlere çok sert biçimde müdahalede bulunmuştur. Yüzlerce kişi gözaltına alınmış, işçilerin üzerine ateş açılarak yürüyüşleri engellenmeye çalışılmıştır.

OdOdOddddadadOddadOdO mızmızmıza,a,a, MesMesMesMM leğleğeğeğle imiimiimiize ze ze ze ze ve ve veve ve ve ve ve ve ve veveeveveve ve eeÜlÜlÜllllkkkllÜlÜllkll emiemiemize ze ze SahSahSahahhhhhhhhhhhhahSahip ip ip ip ip ip ipip ip ip ip ip ip ip ip p ÇıkÇıkÇıkÇıkÇıkÇıkÇıkÇıkÇıkÇıkÇıkÇıkÇıkÇıkÇıkÇıkÇıkÇ ıyoıyoıyoıyoıyoıyoıyoıyoıyoıyoıyoıyoyy ruzruzruzruzruzruzruzruzruzruzruzruzuz

1981981989 9 y9 y9 y9 yılıılındanda gegeg rçerçeç klekleştiştiş rililrilenenen Bahar Eylemleri, özellikle

BaBBaBahahahaharrrr EyEyEyEylelelemlmlmlerereriii

272727000

1 Mayıs 1989’da polis kurşunuyla ölen Mehmet Akif DALCI’nın cenazesi...

Page 21: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

271

11 Nisan 1989 tarihli Milliyet Gazetesi haberi...

Açılan ateş sırasında Mehmet Akif Dalcı adında bir genç vurularak hayatını kaybetmiştir.

İşçilerin bu güçlü direnişi üniversitelerde yükselmeye başlayan gençlik mücadelesine ve kamu emekçileri hareketine de büyük bir cesaret aşılamıştır. Kamu emekçileri derneklere fiili olarak üye olmaya başlamış, 1989 yılının sonuna doğru da sendikalaşma yolunda çabaları ortaklaştırabilmek için “Eşgüdüm Komiteleri” oluşturmuşlardır. Kamu emekçisi teknik elemanlar da bu sendikalaşma mücadelesi içinde yer almıştır. 12 Eylül darbesiyle yarım kalan grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı mücadelesi, bir kez daha kamu emekçilerinin gündemine girmiştir.

Aynı dönemde Hakkari, Van, Adıyaman, Şırnak, Siverek gibi kent merkezlerinde de halk kitlesel gösteriler düzenleyerek olağanüstü halin kaldırılması, demokratik hak ve özgürlüklerinin tanınması için büyük çaplı gösteriler düzenlemiştir. Fakat ne bu gösteriler ne de işçilerin talepleri hükümet tarafından dikkate alınmıştır.

Bölgede yükselen çığlığa hükümetin cevabı olağanüstü hal şartlarını daha da ağırlaştırmak olurken, işçilerin taleplerini de zor yöntemleriyle ve işten atmalarla bastırmaya çalışmıştır. Kürt Sorunu özellikle 90’lı yıllar boyunca derinleşmiş ve terörize edilmiştir. Sorunun çözümünü, baskıları daha da arttırmakta bulan hükümetler, en temel insan haklarını, özgürlükleri ve demokratik teamülleri göz ardı eden, insanların yaşam haklarını bile tanımayan yöntemlerle sorunu çözümsüzlüğe itmişlerdir.

Özelleştirme Karşıtı Muhalefet

1989 yılında yaşanan tüm bu gelişmeler, 12 Eylül’ün yarattığı psikolojik havanın dağılmasını, topluma sirayet eden sinmişliğin parçalanmasını kolaylaştırmıştır. Hem 12 Eylül darbesi ve uygulamaları, hem de Turgut Özal’ın uyguladığı politikalara karşı daha yüksek sesle muhalefet edilmeye başlanmıştır. Odamız da bu dönemde Özelleştirme uygulamalarına karşı açıktan tavır alarak hükümetin bu uygulamasını eleştirmiştir.

TMH Dergisinin 346. sayısında Yönetim Kurulu imzasıyla yayınlanan başyazıda şu ifadeler yer almıştır:

“Kamuoyu tarafından kısaca ‘özelleştirme’ olarak adlandırılan konu, gerçekte ülkemizde yıllar yılı kalkınma ve sanayileşmenin motoru olmuş çok sayıda KİT’in, yerli ya da yabancı özel sermayeye satılması; yani mülkiyetlerinin el değiştirmesi uygulamasıdır. Bugünkü iktidarın sözcüleri, uygulamayı yalnızca ekonomi politikalarının ve sistemin kaçınılmaz bir gerekliliği olarak gösterirlerken; halkımızın nice yoksunluklar pahasına elde ettiği maddi birikimin özel mülkiyete, üstelik de yabancı sermayenin

272727111

Odamız, KİT’lerin satışı ve özelleştirmelere karşı demokratik muhalefeti örgütleyebilmek için büyük çaba harcamıştır...

Page 22: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

272

Odamız, 1980’li yılların sonuna doğru, 12 Eylül’ün

etkilerinden önemli ölçüde sıyrılarak, mesleki ve

toplumsal alanda daha etkin hale gelmiştir...

KİT’ler Sempozyumu’nda bir oturum...

mülkiyetine dönüştürülmesini bilinçli olarak gözden kaçırmaya çalışmaktadırlar.”

Özelleştirme karşıtı bu tutum 1970’li yıllardan itibaren Odamızda yerleşiklik kazanan toplumcu bakış açısının ve duyarlılığın 1980 sonrasında da muhafaza edildiğini, 12 Eylül’ün yozlaştırıcı liberal etkilerinin Odamızı teslim alamadığının en somut göstergesi olmuştur. Emekten yana ve toplumsal olanı savunan bu söylem 90’lı yıllardan itibaren daha da derinleşerek günümüze kadar etkinliğini sürdürmüştür.

Odamız tarafından düzenlenen 10. Teknik Kongre, özelleştirme karşıtı görüşlerimizi kamuoyuyla paylaşmak için önemli bir olanak sağlamıştır. Oda Başkanımız Güney Özcebe Kongre’de yaptığı açılış konuşmasında bu konudaki görüşlerimizi paylaşmış hem hükümet yetkilileri hem de basın mensupları görüşlerimizi dikkatle dinlemiştir. 9-12 Ekim 1989 tarihlerinde Ankara’da Milli Kütüphane Salonlarında düzenlenen 10. Teknik Kongre’ye yoğun bir ilgi olmuştur.

Başkanlığını Uğur Ersoy’un yaptığı Teknik Kongre Yürütme Kurulu, 10. Teknik Kongre’nin ana temasını “İnşaat Mühendisliğinde İleri Teknoloji Uygulamaları” olarak belirlemişlerdir. Bu konu altında ilk gün “Tasarım Teknolojileri”, ikinci gün “Yeni Malzemeler ve Yeni Kullanım Alanları”, üçüncü gün “İleri Yapım Yöntemler” ve son gün de “Teknoloji Geliştirmeye Yönelik Araştırmalar” başlıklı oturumlar düzenlenmiştir. Kongre boyunca aynı zamanda çok sayıda firmanın katılımcısı olduğu teknik sergi de düzenlenmiştir.

Bu yıl içerisinde TMMOB Bünyesinde bir de “KİT’ler Sempozyumu” düzenlenmiştir. Düzenleme Kurulu içinde Odamızın da bulunduğu sempozyum hem basından hem de siyasi partilerden yoğun ilgi görmüştür. 25 Kasım 1989 tarihinde Türk İş Toplantı Salonu’nda gerçekleştirilen sempozyum, bir oturum ve panelden oluşmuştur. Oda Başkanımız Güney Özcebe’nin yönettiği sempozyumda TMMOB Başkanı Teoman Alptürk, SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel, Türk İş Başkanı Şevket Yılmaz,

Ege Bölgesi Sanayi Odası Başkanı Ersin Faralyalı, Odamızın Genel Sekreteri Fikri Kaya, EMO 2. Başkanı Nadir Kibar, KMO Başkanı İhsan Karababa, MMO Başkanı Rıza Çebi, Enerji ve Tabii Kaynaklar Eski Bakanı Ahmet Topaloğlu birer konuşma yapmışlardır.

Konuşmaların ortak noktası “KİT’lerin ülke ekonomisinde ve insanların yaşamında önemli bir yere sahip olduğu ve özelleştirmelerinin doğru olmayacağı” vurgusu olmuştur. Öğleden sonra yapılan ve TMMOB Başkanı Teoman Alptürk’ün yönettiği panelde ise SHP adına Onur Kumbaracıbaşı, DYP adına Mehmet Gölhan, Mümtaz

272727222

Page 23: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

273272727333

Soğuk Savaş dönemi ile özdeşleşleşen Berlin Duvarı’nın yılıması, 20. yüzyılın en önemli dönüm noktalarından birisi olmuştur...

Soysal ve Burhan Şenatalar konuşmacı olarak yer almışlardır. Sempozyumda yapılan konuşmalar geniş özetler haline TMH dergisinde yayınlanmıştır.

Teknik Dergi

Yönetim Kurulumuz 1989 yılı içerisinde yeni bir yayın çıkartılması için hazırlıklara başlamıştır. İlk olarak 1988 yılında gerçekleştirilen danışma kurullarında gündeme gelen, teknik içerikli yazılardan oluşan derginin hazırlıkları için bir Yayın Kurulu oluşturulmuştur. Atilla Ansal, Ersin Arıoğlu, Ender Arkun, Aydar Ertepınar, Metin Ger, Tuğrul Tankut ve Ali Terzibaşoğlu’ndan oluşan Yayın Kurulu yoğun bir çalışma yürütmüştür. Bu çalışmalar sonucundan derginin yayın danışmanlığına Vahdi Bingöl’ün getirilmesine karar verilmiştir.

“Teknik Dergi’nin hem yurt içinde uygulamadaki mühendislere yararlı olabilecek bir içerik taşıması, hem de yurt dışında kendisini duyurabilecek ve zaman içinde uluslararası kataloglara girebilecek bir düzeyde olması” amaçlanmıştır. Derginin, 1970’li yıllardaki “Teknik Bülten”den farklı olarak “hakemli” usulle çalışması benimsenmiş ve gönderilen yazıların en az iki danışmanca incelenmesine karar verilmiştir. Teknik Dergi’nin ilk sayısı 1990 yılı Ocak ayı içerisinde yayınlanmıştır.

Soğuk Savaşın Sonu

Türkiye’de yoğun gelişmelerin yaşandığı 1989 yılı, dünya siyaseti açısından da bir dönüm noktası olmuştur. İkinci Dünya Savaşından itibaren uluslar arası siyasetin üzerine inşa edildiği iki kutuplu dünya, 1989 yılı sonlarında yaşanan gelişmelerle yıkılış sürecine girmiştir. Sosyalist ve kapitalist iki kutbu birbirinden ayıran bir simge haline gelen Berlin Duvarı’nın 9 Kasım 1989 tarihinde yıkılması, “yeni dünya düzeni”nin kuruluşunun simgesi olmuştur.

46 km uzunluğundaki Berlin Duvarı, Soğuk Savaşın en etkili olduğu yıllarda Doğu ve Batı Almanya’yı ayırmak üzere Berlin’de inşa edilmiştir. 1989 yılı başından itibaren sınır geçişinin serbest bırakılmasıyla birlikte işlevini yitirmesi üzerine, Doğu Almanya Hükümeti Duvarı yıkma kararı almıştır. 9 Kasım 1989’da bu kararı halka açıklamak için düzenlenen basın toplantısı sırasında duvarın iki tarafında yüz binlerce insan birikmeye başlamıştır. Gece yarısına doğru hükümetin barikatları ve geçiş önlemlerini kaldırmasıyla birlikte her iki Almanya tarafından yaklaşan insanlar duvarın üzerinde buluşmuştur. İnsan seli bir saat içinde yüz binlere ulaşmış ve bulabildiği tüm aletlerle duvardan bir parça koparmaya çalışmıştır. Alman Demokratik Cumhuriyeti duvarın yıkılmasından sonra çok fazla dayanamamış, 13 Ekim 1990´da Batı Almanya ile birleşerek resmen ortadan kalkmıştır.

Page 24: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

274

Sembolik değeri oldukça büyük olan bu gelişmenin ardından, 3 Aralık 1989 tarihinde ABD Başkanı George Bush ve SSCB Başkanı Mihail Gorbaçov bir araya gelerek “Soğuk Savaşın resmen sona erdiğini” dünyaya ilan etmişlerdir. Berlin Duvarının yıkılış görüntüleri “bir dönemin sonu ve kapitalist dünyanın zaferi” olarak tüm televizyonlarda yayınlanmıştır. Bu tarihten itibaren “Duvarın yıkılışı”, hem İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin ekonomik ve sosyal düzeninin sona erdiğini, hem de sosyalizmin sonunun geldiğini ilan etmek için tam bir ideolojik saldırı aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

1990-1991… TÜRKİYE’NİN ALACAKARANLIĞI

12 Eylül Darbesinin yarattığı siyasal ve toplumsal ortam, 1980’li yıllara damgasını vurmuştur. Siyasette baskıcılığın, ekonomide neo-liberalizmin, toplumsal yaşamda ise parçalanmanın belirleyici olduğu bu dönem, 80’li yılların sonundan itibaren önemli bir kriz içerisine sürüklenmeye başlamıştır. Kriz, kısa zamanda derinleşmiş ve ortaya çıkan yeni siyasal ve toplumsal aktörlerin de etkinliğiyle Cumhuriyet Rejimi’nin üzerine inşa edildiği temel dinamikleri yerinden oynatan bir boyuta ulaşmıştır.

1990’lı yıllar, ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda kelimenin tam anlamıyla sarsıcı bir rejim krizinin hüküm sürdüğü dönem olmuştur. Bu büyük çaplı rejim krizin gündelik yaşama yansıması ise faili meçhuller, siyasi cinayetler, karanlık çete ilişkileri, derin devlet, anti demokratik uygulamalar biçiminde olmuştur. 90’lı yıllar boyunca Türkiye tam bir “alacakaranlık kuşağı” içinden geçmiştir.

Politik Cinayetler

12 Eylül öncesinde iç savaşın ve kontrgerilla faaliyetlerinin ayrılmaz parçalarından biri olan “sansasyonel faili meçhuller”, 1990’lı yılların başından itibaren adeta hortlamıştır. Saldırıların hedefi bir kez daha tanınmış gazeteci-yazarlar ve öğretim üyeleri olmuştur. Saldırıların meçhul failleri, 12 Eylül Darbesi sonrasında benimsenen “Türk-İslam Sentezi” ideolojisi çerçevesinde palazlandırılan, “gerici akımlar” olmuştur. Ne var ki, bu cinayetlerin üzerine gerçek anlamda gidilmemiş ve perde arkasındaki sorumlular ortaya çıkartılmamıştır.

Faili meçhul cinayetlerin ilki 31 Ocak 1990 tarihinde Ankara’nın Bahçelievler semtindeki evinin önünde kurşunlanarak öldürülen Muammer Aksoy olmuştur. Atatürkçü Düşünce Derneği Kurucu Genel Başkanı Muammer Aksoy’un öldürülmesinden kısa süre sonra 7 Mart 1990 tarihinde Hürriyet Gazetesi Genel Yayın yönetmeni Çetin Emeç yine evinin önünde öldürülmüştür. Bu iki cinayet açıklığa kavuşturulmadan 4 Eylül’de araştırmacı yazar Turan Dursun ve 6 Ekim’de de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi eski öğretim üyesi Bahriye Üçok öldürülmüşlerdir.

Dinsel bağnazlığa karşı “laiklik” eksenindeki çalışmalarıyla tanınan aydınlara

Mua

mm

er A

KSOY

Çetin

EM

Tura

n DU

RSUN

Bahr

iye

ÜÇO

K

Page 25: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

275

32. Genel Kurul, saygı duruşu..

karşı girişilen bu suikastları açıklığa kavuşturmak için herhangi ciddi bir girişim olmamıştır. 12 Eylül öncesi döneminin anıları hala taze olan toplumda, birbiri ardına işlenen bu cinayetler oldukça tepki yaratmıştır. Hem cinayetlere hem de bunlara seyirci kalan hükümete yönelik ciddi bir toplumsal tepki ortaya çıkmıştır. Odamız bu dönemde birbiri ardına gerçekleşen siyasi cinayetlere, basın açıklamalarıyla tepkisini göstermeye çalışmıştır. Cinayetlerle ilgili olarak 8 Ekim 1990 tarihinde yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yer verilmiştir.

“Son bir yıl içinde yaşadığımız, Prof Dr. Muammer Aksoy, Çetin Emeç ve Turan Dursun ve son olarak da Doç. Dr. Bahriye Üçok’un yaşamlarını yitirmelerine neden olan terör eylemlerine kaynaklık eden, gerici fanatik ve bağnaz düşünce, mevcut antidemokratik yapıların koruması altındaki ortamda yeşertilmektedir. Bu konuda söz konusu yapıları korumada ve kalıcılaştırmada ısrarlı görünen siyasal iktidarın sorumluluğu büyüktür.

Bu nedenle zaman geçirilmeden yapılması gereken şey bellidir: Laikliği düşüncenin ve bireyin özgürleştirilmesi çerçevesinde yeniden değerlendirerek hoşgörü, insan sevgisi ve barış düşüncesi üzerinde temellendirilen demokratik–çağdaş devleti ve toplumsal düzeni yapılandırmaktır. Bunun biran önce gerçekleştirilebilmesi için tüm demokrasi güçlerini, bir demokrasi programı üzerinde mutabakata ve bu doğrultuda girişimde bulunmaya çağırıyoruz. Unutulmamalıdır ki gerçek dindarların da en çok ihtiyaç duydukları şey demokrasidir.”

Otuz İkinci Genel Kurul

Odamızın 32. Genel Kurulu 3-4 Mart 1990 tarihlerinde Ankara’da SSK Genel Müdürlüğü Salonu’nda gerçekleştirilmiştir. Genel Kurul, Oda Başkanımız Güney Özcebe’nin yaptığı açılış konuşması ile başlamıştır. Özcebe konuşmasında ilk olarak Berlin Duvarının yıkılması ve soğuk savaşın sona ermesi sonrasında dünyada yaşanan gelişmelere değinmiştir.

Savaş tehdidinin ortadan kalkmış olmasının sevindirici olduğunu dile getiren Özcebe, silahlanmaya aktarılan payın eğitim ve sağlık koşullarının iyileştirilmesi için harcanması gerektiği çağrısını yapmıştır. Özcebe, “dünyanın hızla değiştiğini ve İMO’nun içinde bulunduğu demokratik kitle örgütlerinin bu değişime uygun örgütsel gelişim geçirmelerinin gerekli olduğunu” dile getirmiştir.

12 Eylül’le başlayan sürecin antidemokratik karakterine dikkat çeken Özcebe, toplumun demokratikleşme taleplerinin hükümet tarafından dikkate alınmamasını eleştirmiştir. Yüksek enflasyon, kronik işsizlik ve özelleştirmelere dayalı ekonomi politikalarını da eleştiren Özcebe, “iddia edildiğinin aksine Türkiye çağ atlamamıştır” diyerek konuşmasını tamamlamıştır.

272727555

Page 26: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

276

Özcebe’nin konuşmasının ardından protokol konuşmaları ve daha sonra da Çalışma Raporu üzerine görüşmeler yapılmıştır. Yönetim Kurulu’nun oybirliğiyle aklanmasının ardından ise Genel Kurul komisyonlarının hazırladıkları rapor ve öneriler tartışılmıştır. Bu önerilerin içinde Denizli, İçel ve Trabzon Temsilciliklerimizin Şubeye dönüştürülmesi de yer almıştır. Söz konusu şubelerin açılması karar altına alındıktan sonra, yeni seçilecek Yönetim Kuruluna gerekli atama işlemlerini yürütmek üzere görev verilmiştir. Böylelikle şubelerimizin sayısı 12’ye yükselmiştir.

Genel Kurul’da yapılan konuşmalarda 1989 yılı içerisinde yükselen işçi eylemlerine vurgu yapılarak Odamızın bu tip eylemlere destek vermesi yolunda karar alınmıştır. Bu doğrultuda Ankara’da bulunan ASELSAN’da yaşanan işten çıkarmaları ve sendikalaşmayı engellemeleri protesto etmek için açlık grevinde bulunan işçilere destek ziyaretinde bulunma kararı alınmıştır. Yeni seçilen Yönetim Kurulumuzun ilk faaliyetlerinden birisi bu olmuştur.

Genel Kurul’un ikinci günü yapılan seçimlerde Yönetim Kurulu üyeliklerine Rahmi Löker, İrfan Balçık, Oktay Öğünç, Nihat Okur, Metin Ger, Hilmi Yüncü ve Dursun Yıldız seçilmişlerdir. Görev dağılımı sonrasında Rahmi Löker Başkan, İrfan Balçık 2. Başkan, Oktay Öğünç Sekreter üye ve Nihat Okur da Sayman üye olarak görevlendirilmişlerdir.

90’lı yılların başı Türkiye’deki kamu emekçileri hareketinin de büyük bir ivme kazandığı dönem olmuştur. 1989 yılı bahar eylemlerinin estirdiği hava, kamu emekçilerinin de örgütlenme yolunda ciddi adımlar atmasını sağlamıştır. 1989 yılı içinde Eğit-Der tarafından

2727276666

ZOR ZAMANLARIN YÜREKLİ BAŞKANI: GÜNEY ÖZCEBE

Bireylerin tarihteki rolü üzerine, uzun ve sonuçlandırılamamış

bir tartışma sürse de, bazı kişiler, üstlendikleri rollerle tarihte ayrıcalıklı bir konum elde ederler. 55 yıllık tarihimiz boyunca, kişisel bilgi, birikim ve gayretleriyle odamıza büyük katkılar sağlayan çok sayıda üye ve yöneticilerimiz bulunmaktadır. Adlarını buraya sığdırmamızın mümkün olmadığı bu isimler arasında en öne çıkanlardan birisi Güney

Özcebe’dir. Özcebe, 12 Eylül karanlığının ülkemizin üzerine çöktüğü dönemde üstlendiği başkanlık göreviyle, büyük bedeller ödenerek inşa edilen çağdaş, devrimci, ilerici ve toplumcu mücadele geleneğinin korunmasında önemli bir rol oynamıştır.

Güney Özcebe, 3 Eylül 1930 tarihinde Üsküdar’da doğmuştur. Doğumundan kısa bir süre sonra ise devlet memuru olan babasının tayinleri nedeniyle Türkiye’nin çeşitli illerini gezmeye başlamıştır. İlkokula Erzincan’da başlayan Özcebe, 1939 yılındaki Büyük Erzincan Depremi’nin hemen ardından Adana’ya gitmek zorunda kalmıştır. Adana kalınan kısa sürenin ardından babasının tayininin Ankara’ya çıkmasıyla birlikte İlkokulu Ankara’da tamamlamıştır. Türkiye’nin farklı şehirlerinde okuma macerası ilkokuldan sonra da devam eden Özcebe, Pendik’te başladığı orta öğretimini Bursa’da bitirmiştir.

1948 yılında İTÜ İnşaat Fakültesi’ne giren Güney Özcebe, başarılı bir öğrencilik döneminden sonra 1954 yılında mezun olarak, Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Direktörlüğünde çalışmaya başlamıştır. 1955 yılında Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne geçen Özcebe, 1957 yılında evlenmiş ve aynı yıl içerisinde meslek içi eğitim amacıyla ABD’ye gitmiştir. Güney Özcebe, 1968 yılına kadar DSİ’de Proje ve İnşaat Dairesi Başkanlığı Sulama ve Drenaj Fen Heyeti Müdürü olarak görev yapmıştır. Bu dönemde, daha sonradan GAP olarak adlandırılmaya başlanacak olan “Aşağı Fırat Planlaması”nın hayata geçirilmesinde büyük

bb

b5bbosübbmiç

Güne

y Ö

ZCEB

E

Page 27: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

277

düzenlenen Sendikal Haklar Kurultayı, kamu emekçilerinin sendikal örgütlenme yolundaki adımlarını cesaretlendirmiştir. 1990 yılında kamu emekçileri birbiri ardına sendikalarını kurmaya başlamışlardır. Şubat ayında oluşturulan “Kamu Çalışanları Sendikaları Platformu” ve “Eşgüdüm”, farklı sektörlerdeki kamu emekçilerinin sendikal mücadelesinin ortak bir zeminde yürümesine hizmet etmiştir.

Kamu emekçilerinin sendikalaşma mücadelesinin hukuki zeminini, 1982 Anayasası’nda memurların sendika kurmalarını yasaklayan açık bir hükmün olmaması oluşturmuştur. Anayasanın 51. Maddesi, sendika hakkını işçi ve işverenlere tanımakla birlikte kamu emekçilerinin sendika kuramayacağına dair herhangi bir hüküm içermemiştir. En temel evrensel haklar arasında yer alan sendika kurma hakkı mücadelesini bu hukuki boşluğa dayandıran kamu emekçileri, büyük ve kararlı bir mücadele yükseltmişlerdir.

Kamuda çalışan teknik elemanlar da bu mücadelede önemli bir rol oynamıştır. Odamız, 1990 yılının hemen başındaki bu sendikalaşma mücadelesine tüm gücüyle destek olmuş ve üyelerini sendikalaşma çalışmalarına katabilmek için yoğun bir uğraş vermiştir. TMMOB bünyesinde bir “Sendikalaşma Komisyonu” oluşturularak, birliğe bağlı Odaların sendikalaşma yolundaki çabaları ortaklaştırılmaya çalışılmıştır.

Bu dönemde yayınlanan TMH Dergisi’nin 350. Sayısında Yönetim Kurulu imzasıyla yayınlanan sunuş yazısında, kamu emekçilerinin sendikalaşma mücadelesiyle ilgili olarak şu ifadelere yer verilmiştir: “İMO, bu doğru yöndeki her tür çalışmanın içinde olmayı ve ona destek vermeyi var

2272727777

emeği geçmiştir. Özcebe, 1968 yılında mali nedenlerden ötürü DSİ ayrılarak özel bir şirkette müşavir mühendis olarak çalışmaya başlamıştır.

Hem kamuda hem de özel sektörde çalıştığı süre boyunca oda faaliyetleriyle ve ülke sorunlarıyla yakından ilgilenen Özcebe, 1962 yılında kurulan Sosyalist Kültür Derneği’nin kuruluşunda emek harcamıştır. Güney Özcebe, Odamızın tarihinde önemli bir yeri olan 16. Genel Kurulumuzda Oda Yönetimine girmiştir.

1970 ve 1971 yıllarında Oda Yönetiminde bulunan Özcebe, 12 Mart Muhtırasının ardından tutuklanarak bir süre cezaevinde kalmıştır. 1979 yılında bir kez daha Odamızın Yönetim Kuruluna seçilen Güney Özcebe, yoğun mücadele dönemlerinde yönetim kurulu üyesi olarak edindiği deneyimleri, 12 Eylül sonrasında geldiği Başkanlık görevi sırasında başarılı biçimde kullanmıştır.

1980 yılı içinde Odamızın Ankara Şubesi Yönetim Kurulu’nda da görev alan Özcebe’nin oda başkanlığına seçildiği tarih, 12 Eylül askeri rejiminin emek ve demokrasi güçleri üzerinde akıl almaz baskı ve şiddet uyguladığı döneme rastlamaktadır. Bu karanlık dönemde sorumluluk alarak 1981 yılı Şubat ayından itibaren Oda Başkanlığını üstlenen Özcebe, bu görevi 1990 yılına kadar başarıyla yürütmüştür.

Başkanlık görevini üstlendikten sonra bir yandan 12 Eylül Darbesinin baskı ortamında odamıza ve üyelerimize nefes aldırmaya çalışan Özcebe, diğer yandan da odanın içinde bulunduğu derin mali krizle boğuşmak zorunda kalmıştır. Özcebe’nin güçlü, kararlı ve mert duruşu darbenin yarattığı moral bozukluğu ve örgütsel dağınıklık ortamında odamızın en büyük dayanağı olmuştur.

Özcebe’nin güçlü kişiliği kadar koordinasyon becerisinin de etkisiyle Odamız kısa süre içerisinde mali sorunlarını aşmış ve kurumsal eksikliklerini gidermek yolunda ileri adımlar atmıştır. “Meslek odaları, meslekten hareket ederek politika yapmalıdır” sözüyle, yıllarca tartışma konusu yapılan odaların siyasetle ilişkisi sorununa en güzel cevaplardan birini veren Güney Özcebe, yaşamının sonuna kadar örgütlü mücadelenin öneminin altını çizmiştir.

İnşaat ve Tıp Fakültelerinde akademisyen olan iki çocuk büyüten Güney Özcebe, 9 Mart 1999 tarihinde aramızdan ayrılmıştır. Özcebe’nin mücadele geleneği ve aydınlık mirası, odamızın en büyük rehberlerinden biri olarak yaşatılmaktadır. Özcebe’nin mirasını geleceğe taşıyabilmek için, Kongre ve Kültür Merkezimizde yer alan toplantı salonlarından birisine Güney Özcebe’nin adı verilmiştir. ●

Page 28: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

278

oluşunun önde gelen gereği saymaktadır. Unutulmamalıdır ki 12 Eylül rejimi ile toplumumuza giydirilen ‘deli gömleğinden’ bir an önce kurtulmak gerekir ve bu olanaklıdır.”

Oda üyelerimizin bir kısmı her ne kadar bu dönemde ve sonrasında kamu emekçilerini grevli-toplu sözleşmeli sendika mücadelesinde aktif olarak yer almış olsa da, Odamızın sendikalaşma mücadelesi ile ilişkisi 1970’li yıllardaki gibi bir bütünlük ve iç içelik ilişkisi içerisinde gelişmemiştir. Bu parçalanmışlık ve ayrışma 1980 sonrasındaki toplumsal muhalefetin genel durumunu en iyi özetleyen tablolardan biridir. Ne yazık ki, 12 Eylül Darbesi’nin en büyük başarılarından biri toplumu ve toplumsal muhalefeti parçalara ayırmak olmuştur.

Irak’ın Kuveyt’i İşgali

1989 yılında yaşanan gelişmelerle birlikte “Soğuk Savaşın sonunun geldiği” düşüncesinin pek çok kesimi umutlandırdığı bir dönemde, Aden Körfezinde yaşanan gelişmeler tüm dünyayı şaşkınlığa sürüklemiştir. Kuveyt’le arasında bulunan tarihsel ve petrol üretimi sorunlarını gerekçe gösteren Irak, 2 Ağustos 1990 tarihinde Kuveyt’i işgal etmiştir. Acil olarak toplanan Birleşmiş Milletler, Irak’ın Kuveyt’ten derhal çekilmesi çağrısı yapmıştır. BM’nin çağrısına kulak asmayan Irak, 11 Ağustos tarihinde Kuveyt’i 19. ili olarak ilan etmiştir. Tüm dünyanın gözü birden Ortadoğu’ya dönmüştür. İşgalin ardından büyük çaplı bir savaş başlayacağı beklentisi herkesi tedirgin etmiştir. Başta ABD olmak üzere NATO ülkeleri bölgeye hızla asker sevkiyatı başlatmıştır.

Birdenbire ortaya çıkan bu savaş gündemi, bölgeye en yakın yerlerden birisi olan ve sınırları üzerinde çok sayıda ABD ve NATO üsleri barındıran ülkemizi yakından ilgilendirmiştir. Odamız ve tüm demokratik kamuoyu Irak’a “işgali sona erdirme” çağrısı yaparken, diğer yandan da olası bir savaşın sonuçları hakkında kamuoyunu bilgilendirmeye çalışmıştır. Konuyla ilgili TMH Dergisi’nin 353. sayısında Yönetim Kurulu imzasıyla yayınlanan bir yazıda şu ifadelere yer verilmiştir:

“İnşaat mühendisleri olarak, meslektaş emeği ile kurulan yapı ve tesisleri tahrip eden, onulmaz can kayıplarına neden olan savaşlara karşıyız.

Mühendis, kaynakları insan yararına dönüştüren kişidir. Bu niteliğiyle barıştan ve kalkınmadan yanadır. Körfez Savaşı en kısa zamanda son bulmalı, ülkemiz “yurtta ve evrende barış” isteyen politikasından ayrılmamalıdır. Unutmamak gerekir ki, “Yurtta Barış, Evrende Barış” politikası cumhuriyetimizi kuran ve yıllarca savaş içinde yoğrulmuş bir kuşağın mirası olan politikadır. Bizim bu savaşta taraf olmamız için ABD’nin hatırı dışında hiçbir çıkarımız yoktur. Savaş nedeniyle duran ekonomimizi alınacak dış yardımlar da düzeltemeyecek ve yaratılan

Ortadoğu’da ve özellikle Basra Körfezinde yer alan

petrol kaynakları, 1990 yılından itibaren pek çok

savaş ve çatışmaya neden oldu...

272727888

Page 29: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

2792727272727272727272727272727272727272 999999999999999999

husumet nedeniyle devamlı silahlanma giderimiz olacaktır. Tersine barışa taraf bir politika, kalkınmamızı sağlayacak ve komşularımızın yeniden imarında söz sahibi olmamıza yol açacaktır. İnşaat mühendisleri olarak savaş seçeneğine “hayır”; barış, dostluk ve işbirliğine “evet” diyoruz.”

Bölgemizde esen bu savaş rüzgârları Türkiye’de büyük bir etki yaratmıştır. Özellikle güney ve doğu illerimiz doğrudan savaş tehdidi altına girerken, ülkemizin tamamında da sıkıntılı bir bekleyiş yaşanmaya başlamıştır. ANAP Hükümeti yaşanan gerginliği her anlamıyla kendi lehine kullanmaya çalışmıştır. 1989 yılında Cumhurbaşkanlığına seçilen Turgut Özal, bu süreçte bir kez daha ön plana çıkmış ve adeta yürütmeyi tek başına temsil etmiştir. Gerek ABD ile yapılan üs pazarlıkları, gerek doğrudan savaşa girme yönündeki eğilim, gerekse iç politikada yaşanan tüm gelişmeleri savaşla ilişkilendirme çabası Türkiye’nin adeta savaşın bir parçasıymış gibi etkilenmesine neden olmuştur. Uygulanan neo-liberal ekonomi politikalarının yarattığı derin ekonomik kriz bile savaşla ilintilendirilmiştir.

Bölgede yaşanan gerginliği hükümetin kendi lehine kullanmaya çalışmasının en semptomatik örneği, 1989 yılından itibaren özellikle kamuya ait işyerlerinde yaşanan güçlü işçi hareketlerinin bastırılmasında ortaya çıkmıştır. Üstelik bu bastırma, hareketin en zirveye ulaştığı nokta olan Zonguldak Grevi döneminde gerçekleştirilmiştir.

Zonguldak Madenci Grevi ve Yürüyüşü

1989 yılı bahar aylarında başlayan ve tarihe ’89 Bahar eylemleri olarak geçen süreç, dalga dalga Türkiye’nin her yerinde ve tüm kesimlerinde “haklarına sahip çıkma” eğilimi yaratmıştır. Bu eğilim, çok zor koşullarda ve yaşam tehdidi altında çalışmak zorunda olan Zonguldak’taki maden işçileri arasında da

Zonguldak Direnişi kısa zamanda tam anlamıyla bir kent direnişine dönüşmüştür...

Page 30: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

280

Zonguldak Direnişi sırasında madende çalışan işçilerin

aileleri de mücadelenin ön safl arında yer almıştır...

Coşkulu direniş, “miili güvenlik” gerekçesiyle

“durduruldu”...

yaygınlaşmıştır. 1990 yılı içinde Zonguldak’taki Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ve Maden Tetkik ve Arama (MTA) işyerlerinde örgütlü olan Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) ile işveren arasında 48 bin işçi için sürdürülen toplusözleşme görüşmeleri uyuşmazlıkla sonuçlanmıştır. Bunun üzerine GMİS 30 Kasım 1990’da başlamak üzere grev kararı almıştır.

Hükümetin, “kamu açıklarını kapama gerekçesiyle bu tür kamu işletmelerinin tasfiyesini öngörmesi”, “özelleştirme politikaları” ve “işçi ücretleri” konusundaki tutumu,  Zonguldak’taki uyuşmazlığın boyutlarını genişletmiştir. Savunduğu ekonomik politikalar ve greve karşı tutumu nedeniyle Cumhurbaşkanı Turgut Özal bu mitinglerde işçilerin başlıca hedefi haline gelmiştir. Grev devam ederken hükümet adeta işçilerle restleşerek, grevdeki işyerlerinde 4 Aralık’tan itibaren lokavt ilan etmiştir. Hükümetin bu tavrına karşı 14 Aralık’ta çeşitli sendikalara üye 100 bin işçi, Zonguldak maden işçilerine destek vermek amacıyla 2 saatlik iş bırakma eylemi yapmıştır. Bu büyük eyleme rağmen çözüm yolunda adım atmayan hükümete seslerini daha yakından duyurabilmek için işçiler “Ankara’ya Yürüyüş” kararı almıştır.

Zonguldak Maden İşçilerinin Büyük Ankara Yürüyüşü 4 Ocak 1991 tarihinde başlamıştır. Başlangıçta kent merkezleri arasındaki yolları otobüsle gitme yönünde karar olmasına rağmen, emniyet yetkililerinin otobüslerin Zonguldak’tan çıkışını engellemeleri nedeniyle on binlerce kişi Ankara’ya yürüyerek gitme kararı almıştır. Böylelikle ailelerinin de katılımıyla yaklaşık yüz bin kişi yollara düşmüştür. Zorlu kış şartları altında yapılan yürüyüşte, işçiler geçtikleri tüm yerlerde büyük sevgi seliyle karşılanmıştır.

Yürüyüş, Türkiye’deki emek ve demokrasi mücadelesi için büyük bir umut olmuştur. Hükümet, yürüyüşün yarattığı bu umuttan ve kitlesellikten ürkerek yürüyüş kolunun önünü defalarca komandolar, polisler hatta iş makineleriyle kapatmaya çalışmıştır. Hükümetin ortamı iyiden iyiye terörize etmesi ve sendika yöneticilerini ikna etmesi üzerine, yürüyüş 8 Ocak’ta, Ankara’ya ılaşmadan sona ermiştir. İşçiler Zonguldak’a geri dönerek greve devam etmiştir.

Bu dönemde grevde olan sadece maden işçileri değildir. Metal sektöründe 85 bin işçi ve diğer sektörlerde de toplam 115 bin işçi fiilen grevdedir. Tam bu sırada, 16 Ocak 1991 tarihinde başlayan 1. Körfez Savaşı, Hükümet için adeta kurtuluş umudu olmuştur. Hükümet, savaşı işçilerin üzerinde bir tehdit olarak kullanmış ve daha önce teklif ettiği oranların çok daha altındaki zamlarla Toplu Sözleşme imzalamaya zorlamıştır. 25 Ocak’ta metal işçileriyle imzalanan sözleşmenin ardından Bakanlar Kurulu, “milli güvenlik” nedeniyle tüm grevleri 60 gün süreyle ertelemiştir. Maden işçileriyle de 6 Şubat’ta yapılan toplu sözleşmeyle yürüyüş öncesinde talep edilen 98.000 TL yerine 49.905 TL’ye imza atılmıştır. Böylece hükümetin grevin kırılmasından önce teklif ettiği 64.000 TL’den de geri düşülmüştür.

282828280000

Page 31: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

281

1989-1991 arasındaki işçi hareketleri, 12 Eylül Darbesi’yle başlayan ve Özal’la devam eden dönem boyunca emekçilerin yaşadığı hak kayıplarına bir set çekmiştir. Özellikle kamuda çalışan işçiler bu dönemde büyük kazanımlar elde ekmiştir. Ne var ki bu durum uzun sürmemiştir. Büyük umutlarla yola çıkan ve büyük çaplı direnişlere sahne olan 89-91 işçi direnişleri Körfez Savaşı’yla birlikte sona ermiştir. İşçi hareketi ne 90’lı yıllarda ne de daha sonrasında bir daha böylesi görkemli ve topyekûn bir direniş örneği verememiştir. İşin trajik yanı, emekçilerin bu dönemde elde ettikleri kazançlar, ilerleyen yıllarda KİT’lerin zarar etmesinin gerekçesi olarak öne sürülerek, özelleştirmelere bahane edilmeye çalışılmıştır.

Körfez Savaşı

ANAP Hükümeti için adeta bir kurtuluş olan Körfez Savaşı, 16 Ocak 1991 tarihinde başlamıştır. Gece yarısı başlayan hava harekâtı, BM Güvenlik Konseyi’nin 29 Kasım 1990’da aldığı, “Irak’ın 15 Ocak 1991’e değin Kuveyt’ten çekilmemesi halinde kuvvete başvurulmasını” öngören kararına dayandırılmıştır. ABD kuvvetleri öncülüğündeki hava bombardımanı, izleyen birkaç hafta içinde Irak’ın komuta ve iletişim altyapısını, elektrik üretim kapasitesini, havaalanlarını ve hava savunma sistemini büyük ölçüde tahrip etmiştir.

Ağır bir bombardıman ve füze saldırısının ardından kara harekâtı başlatılmış ve 100 saat gibi kısa sürede Irak Ordusunun direnişi bütünüyle kırılmıştır. 28 Şubat 1991 tarihinde ise ateşkes ilan edilmiştir. Böylelikle bir buçuk ay süren savaş sona ermiştir. Körfez Savaşı, süresinden ve kapsamından çok daha büyük anlamları olan bir savaş olmuştur. Soğuk Savaş sonrası dünyanın nasıl biçimleneceği ve enerji kaynaklarının yeniden paylaşılmasında savaşların rolünün ne olacağı yolunda öğretici sonuçlar yaratmıştır. Savaş sonrasında bölgede ve dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmamıştır. Bölgede İran’ın ve her türden köktenci anlayışın gücü ve ağırlığı artmıştır. Filistin’de 1987 yılında başlayan “İntifada Süreci” kesintiye uğramış ve ABD’nin bölgedeki ağırlığının artmasıyla Filistin Sorunu tamamen İsrail’in kontrolüne geçmiştir.

Türkiye, Körfez Savaşı’na dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın tüm çabalarına rağmen katılmamıştır. Bu durum savaşın en önemli maliyeti olan can kayıplarını önlemiştir. Ne var ki savaş döneminde Türkiye ekonomik olarak büyük zarar görmüştür. BM’nin isteği üzerine Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı’nın kapatılması ve Irak’la olan ticaretin durdurulması, başta bölge illeri olmak üzere Türkiye ekonomisine olumsuz etkilerde bulunmuştur. Bu olumsuz etkilerin tamamı emekçilere yansıtılmıştır. Savaş gerekçesiyle pek çok ürüne yüksek zamlar yapılırken ücretler büyük oranda kısılmıştır.

Irak Savaşı, Soğuk Savaş Sonrası dönemde, ABD’nin mutlak askeri ve siyasal üstünlüğünün en somut işareti olmuştur...

28282828111

Page 32: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

282282828222

Ekim Devrimi’nin sürdürücüsü olma iddiasıyla

ortaya atılan perestroyka, sosyalizmin yıkılmasıyla

sonuçlanmıştır...

Savaşın Türkiye’ye yansıması savaş sonrasında da devam etmiştir. İran-Irak Savaşı sonrasında Kuzey Irak’taki Kürtlere karşı girişilen katliamlara benzer bir katliamdan kaçan milyonlarca Iraklı Kürt, Mart ve Nisan aylarından itibaren İran ve Türkiye sınırına doğru kaçmaya başlamıştır. Nisan ayında hükümet sınırı açma kararı almış ve yaklaşık 500 bin dolayında Iraklı sığınmacı Türkiye’ye gelmiştir. Bu sığınmacıların büyük çoğunluğu birkaç ay içerisinde Kuzey Irak’ta oluşturulan “Güvenli Bölgelere” geri dönmüşlerdir. Türkiye’deki Kürt Sığınmacıların durumlarının iyileştirilebilmesi için TMMOB ve bağlı Odalar çeşitli kampanyalar düzenlemiştir. Genel Merkezimizin girişimleri ve şubelerimizin gayretleriyle yiyecek, giyecek ve ilaç temin edilerek sığınmacılara ulaştırılmıştır.

Sovyetler Birliği’nin Dağılması

1991 yılı içerisinde yaşanan ve tüm dünyayı etkileyen bir diğer önemli olay da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin (SSCB) resmen dağılması olmuştur. Mihail Gorbaçov’un 1985 yılında Devlet Başkanı seçilmesiyle birlikte uygulamaya konulan Perestroyka (yeniden

yapılanma) ve Glasnost (açıklık) isimli reform programları, bir hayli problemli olarak uygulanan sosyalist uygulamaları tamamen aşındırmıştır. Bu aşınma ve kapitalizme geri dönüş yolundaki eğilim, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin sosyal ve siyasal etkinliğinin ortadan kalmasına neden olmuştur.

SSCB’yi bir arada tutan ilkelerin ve sosyalist idealin yaşadığı bu tahribat, 1990 yılından itibaren birliği oluşturan devletlerin bağımsızlıklarını ilan etmelerine neden olmuştur. 1991 yılında birliğin dağılmasını istemeyen ordu, Gorbaçov’a karşı bir darbe yapmış fakat başta Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin olmak üzere bağımsızlık yanlısı liderler Gorbaçov’u destekleyerek ayrılık sürecinin kesinleşmesini sağlamışlardır. Bu sürecin sonunda birbiri ardına yapılan halk oylamalarıyla, birliği oluşturan devletler bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.

SSCB’nin dağılması bir dönemin sonu olmuştur. SSCB’nin ortadan kalkmasıyla birlikte 75 yıla varan reel sosyalizm deneyiminin bir dönemi fiilen sona ermiştir. Sosyalizm fikri dünya çapında büyük bir ideolojik darbe yemiştir. Kapitalizm, kendisinin mutlaklığını ilan ederek “tarihin sonunu” ilan etmiştir. Sosyalizm deneyiminin bu yenilgisi yüzünü sosyalizme dönmüş toplumsal muhalefet hareketlerinin de dünya çapında büyük bir moral bozukluğu yaşamasına neden olmuştur.

Avrupa’dan Latin Amerika’ya, Asya’dan Ortadoğu’ya kadar her yerdeki toplumsal hareketler büyük bir geri çekilme yaşamıştır. Neo-liberal hegemonya kendisini güçlendirerek daha da saldırgan bir biçim kazanmıştır. Bu durum Türkiye’de 12 Eylül Darbesi’nin etkisiyle eklemlenmiş ve emek yanlısı örgütlü yapılar üzerine olan baskıların artmasına neden olmuştur.

Bu dönemde Türkiye’de demokratikleşme adına yaşanan en önemli gelişme 1991

Pek çok kişiye göre Gorbaçov’un uygulamaları, reel sosyalizmin çöküşünde

önemli rol oynamıştır...

Page 33: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

283

yılı Nisan ayında TCK’nın 141, 142 ve 163. Maddelerinin kaldırılması olmuştur. Düşünce özgürlüğü önündeki en büyük engeller olarak görülen 141 ve 142. Maddelerin kaldırılmasıyla birlikte, bu maddelerden ötürü ceza alan kişiler de, “şartlı salıverme yasasıyla” ceza indirimine uğramıştır. 12 Eylül döneminde tutuklanan pek çok kişi bu afla birlikte cezaevinden çıkmıştır.

141 ve 142. Maddelerinin kaldırılması her ne kadar demokratikleşme yolunda ileri bir adım gibi görülse de, bu maddelerin yerini alan Terörle Mücadele Kanunu antidemokratik uygulamaların farklı biçimlerde devam etmesine neden olmuştur. Üstelik bu dönemde itibaren özellikle Kürt yurttaşlarımızı hedef alan faili meçhul cinayetler, 1991 yılından başlayarak Türkiye’de karanlık güçlerin ve çete faaliyetlerinin büyük bir yaygınlık kazanmasına neden olmuştur.

1991 yılında HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın’ın kaçırılıp öldürülmesiyle başlayan bu süreçte aralarında Musa Anter gibi aydınların, Savaş Buldan ve Behçet Cantürk gibi medyatik isimlerin de yer aldığı binlerce isim faili meçhul cinayetlerin hedefi olmuştur. 1996 yılında gerçekleşen Susurluk Kazası sonrasında kurulan Susurluk Komisyonu ve 2008 yılında başlayan Ergenekon Davası kapsamında yapılan incelemelerde bu dönemdeki faili meçhullerin “kontrgerilla faaliyeti” olduğu açığa çıkmıştır. 1991 yılında başlayıp özellikle 1995 yılına kadar yoğunlaşarak devam eden bu süreçte gerçekleştirilen adam kaçırmalar, işkenceler, cinayetler ve bombalamalar Kürt Sorunu’nun derinleşmesine ve özellikle artık can güvenliği kalmayan Kürt yurttaşlarımızın devlete olan güveninin ortadan kalkmasına neden olmuştur. Terörle Mücadele adı altında hukuk dışı yollarla yürütülen bu mücadele, çetelerin ve karanlık ilişkilerin devlet politikalarından ihalelere, mafya ilişkilerinden medyaya kadar her alanda etkin hale gelmesine yol açmıştır. 90’lı yıllar Türkiye’sine damgasını vuran olgu, devletle iç içe geçmiş karanlık çete ilişkileri olmuştur.

Yaser Arafat’la Buluşma

1991 yılı içerisinde Odamızı onurlandıran en önemli olay, 1980 yılında Odamızın Onur Üyesi olarak kabul edilen Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat’la yapılan görüşme olmuştur. Yönetim Kurulumuz, Yaser Arafat’la görüşmek ve Onur Üyeliği plaketini vermek için, Onur Üyeliğinin 10. yılı olan 1990 yılı içerisinde girişimlerde bulunmuştur. Ne var ki, Körfez Krizi nedeniyle bu görüşme sağlanamamıştır. Bunun üzerine, “onur plaketi” Yaser Arafat’a ulaştırılmak üzere, TMH Söyleşileri kapsamında Odamıza konuk olan Filistin’in Türkiye Büyükelçisi Fuad Yasin’e sunulmuştur.

282828283333

Başkanımız Rahmi Löker, Odamızın onur üyesi Yaser Arafat’a plaketini sunarken...

Faili meçhuller, gözaltında kayıplar, adam kaçırmalar ve daha pek çok hukuksuzluk, 90’lı yılların acı gerçekleri olarak tarihimize kayıt düşülmüştür...

Page 34: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

284

Yasin’e, plaketle birlikte “Filistin Devleti topraklarına kavuştuğunda, Filistin yurdunun yeniden imarında gönüllü görev alacak yüzlerce Türkiyeli Mühendisin imzasını içeren bir mektup” da sunulmuştur. Büyükelçi Yasin, plaket ve mektubun bizzat Arafat’a verilmesinin Filistin Halkını ve yöneticilerini daha mutlu edeceğini belirterek, böylesi bir buluşmayı ayarlayacağını belirtmiştir.

Filistin Büyükelçisi Yasin, söz verdiği gibi kısa zaman içerisinde Odamıza davet göndererek, Oda Yöneticilerimizin Yaser Arafat’la Tunus’ta görüşebileceğini bildirmiştir. Bu davetten büyük bir kıvanç ve heyecan duyan Yönetim Kurulumuz kendi arasında bir görevlendirme yaparak Oda Başkanımız Rahmi Löker, Yönetim Kurulu Üyemiz Hilmi Yüncü ve Ankara Şubemizin Başkanı Ali Açan’dan oluşan bir heyet oluşturmuşlardır. 30 Haziran tarihinde gerçekleşen görüşmede Yaser Arafat’ın yanı sıra Filistinli Mühendisler Birliği Genel Sekreteri ve Dünya Mühendisler Federasyonu İkinci Başkanı Marwan Abdelhamid ile bazı Filistinli Mühendis Örgütlerinin yöneticileri de hazır bulunmuştur.

30 Haziran 1991 tarihinde yapılan uzun görüşmede Arafat, Körfez Krizi ile ilgili görüşlerini dile getirmiştir. Kuveyt’in işgaline ve her türlü işgale karşı olduğunu söyleyen Arafat, “bölge içindeki bu sorunun yabancı müdahalesiyle

Yaser Arafat, mücadeleci kişiliği ve Filistin Halkının

kurtuluş mücadelesine adanmışlığıyla tüm dünya

halklarının sempatisini kazanmıştır...

Page 35: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

285282828555

11. Teknik Kongremiz, İMKB’ye devredilmesi gündemde olan İTÜ Maçka Kampüsü’nde gerçekleştirilmiştir...

çözümlenmeye çalışılmasını da doğru bulmadığını” özellikle belirtmiştir.

Arafat, “Kuveyt’in işgaline bu kadar hassas olan güçlerin yıllardır yurtları işgal altında olan Filistinlilerin mücadelelerini görmezlikten gelmelerini” de eleştirmiştir. Körfez krizinden kendilerinin çok olumsuz etkilendiğini belirten Arafat, “krizin bölgedeki gerginliği arttırmak ve dengeleri bozmak için yapay olarak batılı güçler, özellikle ABD tarafından yaratıldığını” söylemiştir.

“Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Filistin Halkının mücadelesine devam edeceğini” dile getiren Arafat, “bu mücadelede daima yanlarında hissettikleri Türkiye Halkının bundan sonra da destek olacağına emin olduğunu” söylemiştir. Odamız tarafından verilen mektupta “Türkiyeli Mühendislerin, Filistin’in imarı için gönüllü olarak çalışacaklarını beyan etmelerinden çok etkilendiğini” belirten Arafat, Türkiye’deki mühendislere bu desteklerinden ötürü bir “teşekkür mektubu” göndermiştir. Odamızı temsil eden heyet, görüşmeden sonra da 3 Temmuz’a kadar Tunus’ta kalarak, Filistinli ve Tunuslu Mühendislerle görüş alışverişinde bulunmuşlardır.

On Birinci Teknik Kongre

1962 yılından itibaren bir gelenek haline gelen Türkiye İnşaat Mühendisliği Teknik Kongresi’nin on birincisi, 8-11 Ekim 1991 tarihleri arasında İstanbul’da İTÜ Maçka Kampüsü’nde toplanmıştır. Teknik Kongre’nin İTÜ Maçka Kampüsü’nde toplanmış olması tesadüf değil, kampüsün İstanbul Menkul Kıymetler Borsasına devredilmesi yolundaki girişimlere karşı alınmış bir tavırdır.

11. Teknik Kongre Yürütme Kurulu Başkanlığını Uğur Ersoy üstlenmiştir. Düzenleme Komitesi, kongrenin ana teması olarak “İnşaat Mühendisliği Eğitimi”’ni belirlemiştir. Bu ana temada, “değişen koşullar ve gelişen teknoloji çerçevesinde okul içi ve sonrası eğitimin” tüm boyutlarıyla tartışılması amaçlanmıştır. Ana temanın yanında “İnşaat Mühendisliğinde Araştırma ve Tasarım”, “İnşaat Mühendisliğinde Uygulama” ve “İnşaat Uygulamalarında Planlama, Yönetim ve Ekonomi” temaları da ele alınmıştır.

Teknik Kongrede 23 oturumda toplam 79 adet bildiri sunulmuştur. Bu oturumların yanı sıra “Çevre Mühendisliği Eğitimi” konulu bir de panel düzenlenmiştir. Kongre kapsamında sergi ve teknik geziler düzenlenmiştir. 4 gün boyunca devam eden Teknik Kongre, Yürütme Kurulumuzun ve İstanbul Şubemizin gayretleri sonucu, hem içerik bakımından hem de organizasyon bakımından oldukça başarılı geçmiştir.

1990-1991 yıllarını kapsayan 32. Dönem Yönetim Kurulumuzun bu dönem içerisinde gerçekleştirdiği en önemli faaliyetlerden birisi de, düzenli olarak

Page 36: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

2862828286666

33. Genel Kurulumuzun Divan Heyeti...

gerçekleştirilen söyleşi programı olmuştur. Odamız, bu dönemde, “12 Eylül’ün yarattığı kültürel tahribata” ve “ideolojik hegemonyaya” karşı bir direnç oluşturabilmek amacıyla düzenli olarak söyleşiler düzenlemeye başlamıştır. Şubelerimizin kendi faaliyetleri kapsamında gerçekleştirdiği etkinliklerden farklı olarak doğrudan Genel Merkezimiz tarafından “TMH Cuma Söyleşileri” adıyla yapılan bu söyleşiler büyük bir ilgiyle karşılanmıştır. Bu söyleşiler vesilesiyle Soğuk Savaşın sona ermesi ve iki kutuplu dünyanın yıkılmasının ardından yaşanacak gelişmeler hakkında geniş ölçekli fikir jimnastiği yapma fırsatı doğmuştur.

12 Eylül Darbesinin 10. yılında başlanan Cuma Söyleşilerinin ilk başlığı “12 Eylül’ün 10. Yılında Türkiye” olmuştur ve konuşmacısı da Halkevleri Genel Başkanı Ahmet Yıldız olmuştur. Başarıyla geçen bu söyleşinin ardından ekonomiden siyasete, çevreden çocuk haklarına, kültürden eğitim sorunlarına, emperyalizmden kentleşmeye, folklordan anayasaya, TMMOB’den Nükleer Savaşa, Medya’dan laikliğe, edebiyattan teknolojiye, körfez krizinden borsaya, sosyal haklardan sanayileşmeye, Türk İslam sentezinden planlamaya, Ortadoğu’dan otoyollara kadar birbirinden farklı konularda konusunda uzman kişilerle verimli sohbetler gerçekleştirilmiştir.

1992-1993… “ŞU SİVAS’IN ELİNDE SAZIM ÇALINMAZ”

12 Eylül 1980 Darbesinin ardından, yapılan ilk seçimlerde iktidara gelen Anavatan Partisi, 1991 yılı Ekim ayında yapılan seçimler sonucunda Meclis çoğunluğunu kaybetmiş ve hükümetten ayrılmak zorunda kalmıştır. Yeni hükümeti, Süleyman Demirel Başbakanlığında DYP-SHP koalisyonu oluşturmuştur. Sosyal demokrat bir partinin iktidar ortağı olması bile, Özal’ın başlattığı neo-liberal uygulamaların derinleştirilerek hayata geçirilmesine engel olmamıştır. KİT’lerin özelleştirilmesi, Koalisyon Hükümeti’nin en öncelikli gündemlerinden birisi olmuştur.

Odamızın 33. Genel Kurulu 29 Şubat-1 Mart 1992 tarihlerinde Ankara’da Karayolları Genel Müdürlüğü Toplantı Salonu’nda gerçekleştirilmiştir.

Kongreyi yönetmek üzere divan başkanlığına Odamızın emektarlarından Rüştü Özal seçilmiştir. Rüştü Özal’ın yaptığı kısa konuşmanın ardından Kongrenin açılış konuşmasını yapmak üzere Rahmi Löker kürsüye gelmiştir.

Löker konuşmasında ilk olarak Türkiye’deki antidemokratik ortamın altını çizmiş, Güneydoğu’da gerçekleştirilen uygulamalara dikkat çekmiş ve yeni kurulan hükümetten demokratikleşme yolunda adımlara öncelik vermesini istemiştir. Löker konuşmasının devamında “kimi zaman kamusal çıkarlar ile mesleki çıkarlar arasında ayrışma olabileceğini, böylesi durumlarda

Page 37: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

28728282828282828282828282828228228887777777777777777777

Erzincan Depremi’nde en fazla hasar gören yapılar, kamu hizmet binaları olmuştur. Yandaki fotoğrafta belediyeye ait Fen İşleri Binası yeralmaktadır...

kamusal çıkarlar için mesleki çıkarların bastırılması gerektiğini” ifade ederek, Odamızın ve TMMOB’nin “toplumcu” yanına vurgu yapmıştır. Löker’in konuşmasının ardından protokol konuşmalarına geçilmiştir. Bu bölümde Bayındırlık Bakanı ve çeşitli siyasetçiler söz alarak ülke sorunlarına ilişkin görüşlerini dile getirmişlerdir. Daha sonra Çalışma Raporu ve komisyon raporları üzerine tartışmalar yapılmıştır. Balıkesir, Gaziantep, Erzurum ve Van Temsilciliklerimizin Şube olmalarına karar verilmiştir.

33. Genel Kurulumuzda alınan bir diğer önemli karar da Odamız bünyesinde örgütlenen Çevre Mühendislerinin ayrı bir Oda kurma taleplerinin TMMOB Genel Kuruluna sunulması kararıdır. Bu karar TMMOB Genel Kurulunda da kabul edilerek, Odamız bünyesinde bulunan Çevre Mühendisleri, 1992 yılından itibaren Çevre Mühendisleri Odası altında örgütlenmeye başlamışlardır.

Bu Genel Kurulumuzda alınan kararlar arasında en dikkat çekicilerden birisi “‘Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ adının ‘Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ şeklinde değiştirilmesi yönünde bir teklifin TMMOB Genel Kuruluna sunulması” olmuştur. Türkiye’de giderek derinleşen ayrımcılığın önlenmesi ve şovenizmin ortadan kaldırılması yolunda zamanının ötesinde bir adım olan bu teklif ne yazık ki yasalaşmamıştır.

33. Genel Kurulumuzun ikinci günde yapılan seçimler sonucunda Ali Açan, Dursun Yıldız, Taner Yüzgeç, Mustafa Atmaca, Hilmi Yüncü, Salih Basmacı ve Abdullah Aydın Yönetim Kurulu üyeliklerine seçilmişlerdir. Görev dağılımı sonrasında ise Odamızın yeni Başkanı Ali Açan olmuştur. Dursun Yıldız 2. Başkan, Taner Yüzgeç Sekreter Üye ve Mustafa Atmaca da Sayman olarak görevlendirilmişlerdir.

Erzincan Depremi

Genel Kurulumuzdan kısa bir süre sonra, 13 Mart 1992 tarihinde Erzincan’da

Muhalefetteyken odalara oldukça yakın davranan Demirel ve İnönü, iktidara geldikten sonra tam tersi uygulamalara imza atmışlardır...

Page 38: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

288

Erzincan Depremi, yapı güvenliği ve denetimi

tartışmalarını yeniden gündeme taşısa da, konu

hızla unutulmuştur...

1990’lı yıllarda “güvenlik” gerekçesiyle köylerin boşaltılması ve

ormanların yakılması, Kürt yurttaşlarımız ile devlet arasında onulması güç

yaralar açmıştır...

6,8 büyüklüğünde bir deprem gerçekleşmiştir. 1939 yılında gerçekleşen 7,9 büyüklüğündeki depremde 40 binin üzerinde yurttaşımızın öldüğü Erzincan’da bir kez daha deprem olması, bütün Türkiye’de derin bir endişe yaratmıştır.

Depremin hemen ardından özel bir TV kanalının sorumsuz biçimde “Erzincan’daki depremde 500 bin ölü var” altyazısını geçmesi endişeleri daha da arttırmıştır. Avrupa’daki ajanslar da ölü sayısını 500 bin olarak geçince, bölgeye arama kurtarma ekibinden çok basın mensubu gitmiştir. Depremde gerçek ölü sayısı ise 653 olmuştur.

Depremin şiddeti 6,8 olmasına rağmen gerisinde büyük bir hasar bırakmıştır. Bu durum her deprem sonrasında olduğu gibi dikkatlerin bir kez daha “yapıların güvenliği” sorununa odaklanmasına neden olmuştur. Odamız deprem sonrasında, bölgeye bir inceleme ziyareti gerçekleştirmiştir. Depremle ilgili tartışmalarda Odamız mesleki açıdan iki temel noktanın altını çizmiştir. İlki, “yapılardaki bireysel hataların bilgisizlikten ve deneyimsizlikten kaynaklanan kısımlarını en aza indirmenin yolu olarak ‘sertifikalı mühendislik’ uygulamasına geçilmesi”; ikincisi ise “yapı ve proje denetimlerinin yurt çapında yaygınlaştırılması” olmuştur. Ne var ki Odamızın bu önemli uyarıları hükümet tarafından göz ardı edilmiş, göstermelik ve göz boyayıcı adımlarla yetinilmiştir.

Deprem sonrasında Odamız, “mühendislik eğitiminin kalitesinin arttırılması” yolunda önerilerde bulunup bu yolda çalışmalar yaparken, TBMM’den adeta skandal niteliğinde bir kanun çıkmıştır. Söz konusu skandal, 3795 Sayılı “Bazı Lise, Yüksekokul ve Fakülte Mezunlarına Unvan Verilmesi Hakkındaki Kanun”dur. Kanunun 3. Maddesinin e fıkrasına göre “teknik öğretmen unvanı olanlar, ilgili teknik eğitim fakültelerince düzenlenecek en fazla iki yarı yıl süreli tamamlama programlarını başarıyla bitirdikleri takdirde ‘mühendis’ unvanı alacaklardır.”

Bu kanun başta Odamız olmak üzere tüm TMMOB camiası tarafından büyük bir tepkiyle karşılanmıştır. Odamız, kanunla ilgili yaptığı açıklamada, hem kanunun kamuoyuyla paylaşılmaksızın çıkartılmasını hem de içeriğini eleştirmiştir. Söz

konusu yasayla “zaten yetersiz olan mühendis eğitiminin niteliğinin iyiden iyiye düşeceği ve mühendisler arasındaki işsizliğin artacağı” dile getirilmiştir.

Yasanın en trajikomik yanı, tıpkı 1970 yılında teknik elemanları memur sınıfına sokan yasanın çıktığı dönemde olduğu gibi, Odamız üyesi Süleyman Demirel’in Başbakan olmasıdır. 1970 yılında bu gelişmede payı olan Süleyman Demirel nasıl ki, Yönetim Kurulumuz tarafından ihraç talebiyle Oda Haysiyet Divanı’na sevk edildiyse, 3795 Sayılı Kanun lehinde TBMM’de konuşma yapan 23118

282828888

Page 39: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

289

Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, demokrasiden, laiklikten ve çağdaşlıktan yana toplum kesimleri tarafından büyük bir tepkiyle karşılanmıştır...

sicil numaralı üyemiz İbrahim Özdiş de ihraç talebiyle Haysiyet Divanına sevk edilmiştir.

Yasanın yürürlüğünün durdurulması ve iptali için TMMOB tarafından Danıştay’a başvurulmuştur. Danıştay 8. Dairesi, TMMOB’nin davasını önemli bularak Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Ne var ki, Anayasa Mahkemesi 1994 yılında verdiği kararla söz konusu yasanın Anayasa’ya aykırılığı iddiasını oy çokluğuyla reddetmiştir.

Koalisyon Hükümeti’nin meslek alanımızla ilgili tasarrufları ve genel politik yaklaşımları, ANAP Hükümeti sonrasında farklı bir beklenti içine giren demokratik kamuoyunda büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Hükümet adeta ANAP Hükümeti’nin yapamadıklarını yapmaya çalışarak kısa zamanda büyük bir tepki toplamıştır. Bu duruma “terörle mücadele” adı altında uygulanan “köy boşaltmalar”, “orman yakmalar”, “işkenceler”, “faili meçhuller” ve “yargısız infazlar” eklendikçe manzara daha da karanlık hale dönüşmüştür.

90’lı yılların başında yaygınlaşan bu antidemokratik uygulamalara karşı en etkin tepkiyi veren toplumsal kesim kamu emekçileri olmuştur. Aralarında çok sayıda üyemizin de bulunduğu kamu emekçileri, sendikalaşma yolundaki mücadelelerini dönemin güncel sorunlarıyla eklemleyerek etkili bir muhalefet geliştirmişlerdir. Bu dönemde işyerlerinden başlayarak verilen fiili meşru mücadele ile kamu emekçileri sendikaları geniş bir etkinlik alanı yaratmışlardır.

Basın açıklamasından iş yavaşlatmaya, rozet takmadan yemekhane boykotuna, yürüyüşlerden iş bırakmaya kadar farklı eylem biçimleriyle birkaç yıl önce işçilerin yükselttiği muhalefet sesini bu kez kamu emekçileri yükseltmiştir. Odamız, kamu emekçilerinin sendikalaşma mücadelesine her türden desteği vermiş, üyelerimizin bu mücadele içerisinde etkin rol oynaması için gayret göstermiştir.

Uğur Mumcu Suikastı

90’lı yıllardan itibaren adeta sıradanlaşan faili meçhul cinayetler arasında en fazla ses getireni 24 Ocak 1993 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi yazarı Uğur Mumcu’nun öldürülmesi olmuştur. 60’lı yıllarda başladığı gazetecilikte kısa sürede büyük bir başarı yakalayan Mumcu, köşe yazıları kadar kitaplarıyla da dikkat çekmiştir.

Mumcu, 1980’li yıllarda birbiri ardına yayınladığı ve karanlık ilişkiler ağını ortaya koyan kitaplarıyla pek çok ödül kazanmıştır. 1990’lı yıllardan itibaren özellikle İstihbarat örgütlerinin Ortadoğu’daki faaliyetleri ve Kürt Sorunu üzerindeki etkileri üzerine eğilmiştir.

Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993 tarihinde Ankara Karlı Sokak’ta bulunan evinin önünde, aracına yerleştirilen bombanın patlaması sonucunda hayatını kaybetmiştir. Suikastı, İBDA-C, İslami Hareket, İslami

282828999

karşılanmıştır...

Page 40: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

290292929290000

12. Teknik Kongre’nin en önemli gündemi Erzincan

Depremi olmuştur...

Cihat gibi örgütler üstlenmiş olsa da, gerçekte kimin yaptığı hiçbir zaman açığa çıkartılamamıştır.

Mumcu’yu hedef alan saldırı, laikliğe, demokrasiye ve insan haklarına yönelmiş bir saldırı olarak algılanmıştır. Demokratikleşmeden, insan haklarından, özgürlüklerden yana tüm toplumsal güçler suikasta karşı ortak bir tavır göstermiştir. Mumcu’nun cenaze töreninin organizasyonu için Odamız ve TMMOB adeta seferber olmuştur.

Cenaze gününün hafta içine denk gelmesine, havanın oldukça soğuk ve yağışlı olmasına rağmen sabahın erken saatlerinden itibaren Ankara’daki demokratik kitle örgütleri önünde büyük kalabalıklar birikmeye başlamıştır. Yüksel Caddesinde TMMOB pankartının arkasına geçilerek başlatılan yürüyüş, Kızılay’dan Tandoğan’a doğru ilerledikçe diğer gruplarla birleşerek kalabalıklaşmıştır.

Cenaze Namazının kılınmasının ardından kortej, Sıhhiye üzerinden Dikimevi’ne doğru yönelmiştir. Cenaze kortejinde yüz binlerce insan yer almıştır. 12 Eylül Darbesi’nden sonra ilk kez bu kadar kitlesel bir eylem düzenlenmiştir. Yürüyüş sırasında sık sık kontrgerilla karşıtı ve laiklik yanlısı sloganlar atılmıştır.

Koalisyon Hükümeti temsilcileri cenazeye katılmış olsalar da, faili meçhul cinayetleri açığa çıkartmaktaki gayretsizlikleri nedeniyle büyük tepki toplamışlardır. Uğur Mumcu Suikastı’nın ardından, faili meçhul cinayetlerin açığa çıkartılması, demokrasi ve özgürlüklerin güvence altına alınması Odamızın da en önemli ve öncelikli taleplerinden birisi haline gelmiştir.

1993 yılı Nisan ayı içerisinde, Cumhurbaşkanı Turgut Özal, geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetmiştir. Uygulamaları ve yaşam tarzıyla siyasal tarihimizin en önemli figürlerinden birisi olan Özal’ın ölümünün ardından, Süleyman Demirel Cumhurbaşkanlığına seçilmiş, Başbakan ise Tansu Çiller olmuştur.

On İkinci Teknik Kongre

Odamızın 1962 yılından itibaren düzenli aralıklarla sonbahar aylarında yaptığı İnşaat Mühendisliği Teknik Kongresi’nin on ikincisi 1993 yılı Mayıs

ayında gerçekleştirilmiştir. Teknik Kongre’nin Mayıs ayına alınmasının nedeni, “bir yıl önce gerçekleşen Erzincan Depremi üzerine görüş ve önerilerin biran evvel kamuoyuyla paylaşılması isteği” olmuştur. 12. Teknik Kongre 25-27 Mayıs 1993 tarihlerinde Ankara Hilton Oteli Konferans Salonu’nda gerçekleştirilmiştir.

Yürütme Kurulu Başkanlığını Uğur Ersoy’un yaptığı 12. Teknik Kongre’nin ana temalarının belirlenmesinde Erzincan Depremi’nin önemli bir etkisi olmuştur. Bu

Page 41: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

291

doğrultuda “Deprem Mühendisliği”, “İnşaat Mühendisliği Eğitimi” ve “Mühendislik Yapılarının Tasarım, Yapım ve Denetimi” başlıklarında tebliğler kabul edilmiştir.

Kongre süresince çeşitli firmaların sergisi ve “Betonarme Yapılarda Onarım/Güçlendirme” başlıklı bir de kurs düzenlenmiştir. Teknik Kongrede en öne çıkan konular, “yapı ve proje denetimi” ile “mühendislik eğitiminin kalitesinin arttırılması” olmuştur. Kongreye sunulan bildiriler kitaplaştırılarak bu alanda çalışma yürüten kişi ve kurumlara gönderilmiştir.

Sivas Katliamı

1993 yılının Temmuz ayında, toplumsal tarihimizin en trajik olaylarından birisi yaşanmıştır. Aralarında çok sayıda sanatçı, yazar ve düşünürün yer aldığı 35 kişinin Madımak Otelinde yakılmasıyla sonuçlanan olaylar, “Sivas Katliamı” olarak tarihe geçmiştir. Sivas’ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında, Aziz Nesin, Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Hasret Gültekin gibi pek çok aydın ve sanatçı Sivas Valiliği tarafından şehre davet edilmiştir.

Alevi Kültürünün ve İnancı’nın ön plana çıktığı bir şenliğin düzenlenmesini sindiremeyen kesimler, Aziz Nesin’in şehre gelmesini bahane ederek, camilerde dağıttıkları bildirilerle cihat çağrısı yapmışlardır.

2 Temmuz günü Cuma Namazı’ndan çıkarak bir araya gelen saldırganlar, önce şenliklerin yapıldığı Kültür Merkezi’ni hedef almış, burayı alt üst ettikten sonra ise şenliğe katılan konukların katıldığı Madımak Oteline

29292929111

TÜRKİYE’DE KİT’LER VE ÖZELLEŞTİRME

Türkiye’de kapitalizmin yerleşmesi

kendine özgü koşullar altında cereyan etmiştir. Bu koşulların en belirgin özelliği, ülkede kapitalist bir ekonominin işlemesini sağlayacak gelişkin bir burjuva sınıfının olmamasıdır. Bu duruma bir de cumhuriyetin kuruluş dönemi öncesinde birbiri ardına girilen savaşlar da eklenince, kapitalizmin ortaya çıkmasını sağlayacak birikim fazlasından söz edilemez hale gelmiştir.

Cumhuriyet’in ilanından sonra Türkiye açık biçimde kapitalist ekonomik modeli benimsemiştir. Ne var ki, yukarıda sayılan nedenlerden ötürü bu model, gelişmiş batılı ülkelerde olduğu gibi biçimlenmemiştir. Ortada “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” denilebilecek bir girişimci sınıfının olmaması, Türkiye’deki kapitalizmin inşasında devlete çok daha büyük roller biçmiştir. 1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresinde “Milli İktisat Düzeni” olarak adlandırılan bu karma ekonomik model, 1924 Anayasası’na “Devletçilik” adıyla girmiştir. Devletçilik, bir yandan ülke kalkınması için gerekli olan ekonomik faaliyetleri düzenlemek ve yürütmek için devlete girişimci bir rol biçerken, diğer yandan da özel girişimcilerin yaratılması ve desteklenmesini de içermiştir.

Türkiye’de kapitalizmin bir anlamda devlet eliyle inşa edilmesi yönündeki bu yönelim, kapitalizmin 1929 yılında içine girdiği derin ekonomik krizle tahkim edilmiştir. Klasik liberal esaslara dayanan kapitalizmin içine girdiği kriz, kapitalizmin “kendiliğinden işleyen piyasa” anlayışının alt üst olmasına neden olmuştur. Bu tarihten itibaren sadece Türkiye’de değil, dünyanın tüm kapitalist ekonomilerinde devletin ekonomiye daha fazla müdahale etmesi gerektiği yolunda bir eğilim ortaya çıkmıştır.

Adını, İngiliz İktisatçı Keynes’ten alan bu yeni ekonomik modelde, devlet, istihdamdan ücretlere, sosyal desteklerden üretime kadar her alanda ekonominin gidişatına müdahil hale gelmiştir. Sosyalist ülkelerdeki ekonomik uygulamaların kısa zamanda sağladığı büyüme ve

olmamasıddır BBu dduruma bbiir dde

Page 42: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

292

doğru yürüyüşe geçmiştir. Yürüyüş sırasında “Yaşasın Şeriat, Kahrolsun Laiklik”, “Muhammed’in Ordusu, Kafirlerin Korkusu” “Şeriat Gelecek, Zulüm Bitecek” gibi sloganlar atılmış, “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak” tehditleri edilmiştir.

Sayısı giderek artan bu linç güruhunun saldırgan sloganlarına rağmen emniyet güçleri hiçbir önlem almamıştır. Madımak Oteli’nin çevresini saranlar akşam saatlerine kadar sayıları artarak bekleyişlerini sürdürmüşlerdir. Bu sırada otelde bulunanlar ve Sivas Valisi, emniyetin ve askerlerin saldırganları durdurmama yönündeki eğilimi üzerine İçişleri Bakanlığı ve Jandarma Komutanlığı dahil tüm mercilerle irtibat kurmuşlarsa da, hiçbir sonuç elde edememişlerdir.

Akşam saatlerinde kalabalığın arasından çıkan birkaç kişi, büyük boy benzin bidonlarıyla oteli ateşe verirken, kalabalık, giderek büyüyen yangını tekbir sesleriyle izlemiştir. Yangında, şenliklere katılmak için gelen 32 kişi, bir turist ve iki otel görevlisi hayatını kaybetmiştir.

Sivas Katliamı, 12 Eylül ürünü Türk İslam Sentezi ideolojisinin etkisiyle giderek palazlanan gericiliğin vardığı boyutları göstermek bakımından acı bir ders olmuştur.

Katliamın ardından Başbakan Tansu Çiller’in ilk açıklaması, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bu yangından zarar görmemiştir. Halktan kimsenin burnu kanamamıştır ve ölenler de çıkan yangından boğularak ölmüşlerdir.” şeklinde olmuştur.

Hükümetin bu duyarsızlığına ve hatta pişkinliğine rağmen, demokratik kamuoyu Sivas Katliamı’na büyük bir

292929292222

sanayileşme, merkezi planlama fi krinin ve sosyal politika anlayışının gelişmesine hizmet etmiştir. Bu anlayış özellikle 1945 yılında itibaren genel kural halini almış ve literatürde “Sosyal Devlet” ya da “Refah Devleti” olarak adlandırılan model yerleşiklik kazanmıştır.

Türkiye’de devletçilik adı altındaki ilk girişimler 1934 yılından itibaren uygulamaya konulan “Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı” çerçevesinde olmuştur. Bu plan dâhilinde ülkenin çeşitli yerlerinde bizatihi devlet eliyle fabrikalar kurulmuştur. Türkiye’de devlet eliyle kurulan bu fabrika ve işletmelerle ilgili ilk yasal düzenleme 1938 yılında 17.06.1938 tarih ve 3460 sayılı, “Sermayesinin Tamamı Devlet Tarafından Verilmek Suretiyle Kurulan İktisadi Teşekküllerin Teşkilatıyla İdare ve Murakabeleri Hakkındaki Kanunla” yapılmıştır. 3460 sayılı Kanunda; sermayesinin tamamı devlete ait olan, tüzel kişiliği haiz, idari ve mali yönden özerk ve sorumluluğu sermayeleri ile sınırlı kuruluşlar “İktisadi Devlet Teşekkülü” olarak tanımlanmıştır. Ayrıca, sermayelerinin en az yarısı bu Kanuna tabi teşekküllere ait bulunan şirketlerin de bilançolarının düzenlenmesi ve denetimleri yönünden bu kanun hükümlerine tabi olacağı belirtilmiştir. “Kamu İktisadi Teşebbüsleri” ifadesi ise mevzuatta ilk kez 1961 Anayasası’nda kullanılmıştır. KİT’lerle ilgili ikinci genel düzenleme 1964 yılında 440 sayılı Kanunla yapılmıştır. 3460 sayılı Kanun’un yerine çıkarılan 440 sayılı Kanunda da KİT’ler, İktisadi Devlet Teşekkülleri adıyla; “Sermayelerinin yarısından fazlası tek başına veya birlikte devlete ve iktisadi devlet teşekküllerine ait olup, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulan ve kuruluş kanunlarında bu Kanuna tabi olacakları belirtilen teşebbüsler” şeklinde tarif edilmiştir.

Anayasa’ya kadar giren bu anlayış çerçevesinde 1980’li yıllara kadar ekonominin neredeyse her alanında büyük iktisadi kuruluşları oluşturulmuştur. Ulaşımdan rafi neriye, madencilikten tarıma, bankacılıktan balıkçılığa kadar tüm alanlarda büyük devlet yatırımları oluşturulmuş ve ekonominin kontrolü büyük oranda devletin elinde olmuştur. Bu dönemde tercih edilen “İthal İkameci” sanayi modeli ile uyum içinde işleyen bu ekonomik sistem, sanılanın aksine özel girişimciliği tamamen dışlamamış, özel sektör ile devlet girişimciliğinin iç içe yürümesine olanak sağlamıştır.

Keynesyen ekonomi politikalarının 1970’li yılların başından itibaren büyük bir enfl asyon ve ekonomik durgunluk yaratması ve bunu izleyen petrol şokları, Kapitalizmin Altın Çağı olarak nitelendirilen dönenim sonunu getirmiştir. İçine girilen bu yeni krizden çıkış

Page 43: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

293

tepki vermiştir. Katliamda ölenlerin Ankara’da düzenlenen cenazesine on binlerce kişi katılmıştır. Özellikle Ankara’nın alevi mahallelerinden adeta bir insan seli taşmış ve cenazelere sahip çıkmıştır.

Önce Uğur Mumcu’nun öldürülmesi ardında da Sivas Katliamı, demokrasiden, özgürlüklerden ve laiklikten yana kesimlerin karşı karşıya olduğu tehdidin büyüklüğünü göstermiştir. Devlet içinde büyüyen hukuk dışılık ve şiddet sarmalı, tüm topluma sirayet etmiştir. “Terörle Mücadele” adı altında doğallaştırılan çete faaliyetleri, faili meçhuller, yargısız infazlar ve katliamlar, toplumsal yaşamı tehdit eder bir boyuta ulaşmıştır.

Çalışanların Ortak Sesi: Demokrasi Platformu

Tüm bu antidemokratik ve baskıcı süreç, neo-liberal ekonomik uygulamalarla iç içe devam etmiştir. Özelleştirme yolunda atılan adımlar giderek daha geniş kesimlerin canını yakmaya başlamıştır. Yüksek enflasyon, ücretlerin her geçen gün erimesine neden olmuştur.

Toplumun bütününü etkileyen bu sorunlar karşısında “ortak bir toplumsal muhalefet cephesinin inşa edilmesi” meselesi, 1993 yılının ikinci yarısından itibaren en öne çıkan konulardan birisi olmuştur. Uğur Mumcu’nun cenazesinde, Sivas Katliamı karşısında alanlarda yan yana gelen kesimler bu birlikteliği ortak bir güce çevirebilmek için çaba harcamaya başlamıştır.

TMMOB’nin de içinde bulunduğu bu çabanın ilk ürünü, Sivas Katliamı’nın hemen ardından Meslek Odalarıyla ortak bir basın açıklamasının yapılması olmuştur. Bu açıklamada, ülkemizin

292929293333

için, Friedrich Hayek ve Milton Friedman’ın başını çektiği Chicago Okulu’nun önerdiği “neo-liberal ekonomi politikaları” öne çıkmıştır. Neo-liberalizm, kapitalizmin bir önceki bunalımına çare olarak sunulan tüm ekonomik tercihlerin ters yüz edilmesine dayanmıştır.

Devletin ekonomiden çekilmesi, serbest piyasa egemenliği, özelleştirmeler, sosyal politikaların terk edilmesi, kuralsızlaştırma gibi ekonomik uygulamalar öne çıkartılmıştır. İngiltere’de Thatcher, ABD’de de ise Reagan’ın başını çektiği neo-liberalizm, kısa zamanda tüm kapitalist ülkelerin ekonomik programı haline gelmiştir. 1970’lerin ikinci yarısından itibaren krize giren az gelişmiş ülkelere IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla sistematik biçimde dayatılan neo-liberalizm, 1980’lerin başından itibaren küreselleşme politikalarıyla uyumlu biçimde kapitalizmin biricik uygulama modeli haline gelmiştir.

Türkiye’nin neo-liberal modelle tanışması da benzer bir süreç izlemiştir. 1970’li yılların sonunda IMF tarafından dayatılan neo-liberal modelin Türkiye’deki uygulaması 24 Ocak Kararları’yla gündeme gelmiştir. Ne var ki, neo-liberal uygulamaların hayata geçirilmesi, 1983 yılında iktidara gelen Anavatan Partisi İktidarı döneminde olmuştur. Türkiye, özelleştirme, piyasalaştırma, serbest ticaret gibi neo-liberal ilkelerle Özal’ın Başbakanlığı döneminde tanışmıştır.

Neo-liberalizm en temel ilkesi ve önceliği, devletin ekonomik etkinliğinin sona erdirilmesidir. “Gece bekçisi devlet” tanımlamasıyla özdeşleşen bu yeni döneme uyum sağlanabilmesinin ilk adımı, “özelleştirmeler” olmuştur. Özelleştirme kavramının hukukumuza girmesi, 1984 yılı Mart ayı içerisinde çıkartılan “2983 Sayılı Kanun”la olmuştur. Bu yasa, “Özelleştirme” uygulamalarına imkân sağlamak yolundaki ilk girişim olarak ekonomi tarihimizde önemli kararlardan birisidir.

Kanun, özelleştirme uygulamalarına ilişkin geniş bir hareket alanı belirlemiş ve özelleştirmenin kurumsal mekanizmasını oluşturmuştur. Bu çerçevede, “gelir ortaklığı senedi”, “hisse senedi” ve “işletme hakkı devri”nden oluşan özelleştirme yöntemleri tanımlanarak, “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu”, “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi” ve “Kamu Ortaklığı Fonu” kurulmuştur. Daha sonra 2985 Sayılı Kanun ile Toplu Konut Fonu kurularak, Fonun, “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu” ve “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi” ile ilişkileri tanımlanmıştır. Bu kanunlarla birlikte, Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile bunlara ait tesislere, hisse senedi ihracı yoluyla gerçek ve tüzel kişilerin ortak olabilmesine

Page 44: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

294

güncel sorunları sıralanmış ve bu sorunlara çözüm bulunması için ortak tavır alınması gerektiği dile getirilmiştir.

Mücadelenin ortaklaştırılması yolundaki en önemli adım ise 29 Kasım 1993 tarihinde, aralarında, TMMOB, Türk İş, DİSK, Kamu Çalışanları Sendikaları Platformu, TTB gibi örgütlerin de bulunduğu 18 kurum ve kuruluş tarafından “Çalışanların Ortak Sesi: Demokrasi Platformu”nun oluşturulmasıdır.

Yapılan açıklamada, Demokrasi Platformu’nun amacı, “demokrasinin korunması ve demokratik hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi” olarak dile getirilmiştir. Bu amaç doğrultusunda “özelleştirmelere”, “taşeronlaştırmaya”, “sendikasızlaştırmaya”, “yoksullaştırma politikalarına” karşı, “demokratikleşmeden”, “hak ve özgürlüklerin geliştirilmesinden” yana ortak bir mücadele hattı izleneceği ilan edilmiştir.

Demokrasi Platformu’nun oluşturulması tüm ülkede büyük bir heyecan yaratmıştır. İllerde, platformun yerel ayaklarını oluşturmuş ve kitlesel basın açıklamaları düzenlenmiştir.

Odamızın 1993 yılı içerisinde yürüttüğü işbirliği ve dayanışma girişimleri Türkiye’yle sınırlı kalmamıştır. Odamız 1993 yılı Mayıs ayı içerisinde ilk kez Avrupa İnşaat Mühendisleri Konseyi (ECCE) toplantısına gözlemci olarak katılmıştır.

Bu toplantının ardından ECCE’nin Kasım ayında yapılan 18. toplantısına da Yönetim Kurulu üyelerimizden oluşan bir heyetle katılım sağlanmıştır. Bu toplantının ardından Yönetim Kurulumuz, Konsey’e tam üyelik

294

veya bu tesislerin işletme hakkının belli sürelerle devri mümkün hale gelmiştir.

2983 Sayılı Kanun ile özelleştirme yolunda atılan adımın ardından, 1986 yılı Haziran ayında 3291 Sayılı Kanun çıkartılarak, kamu kuruluşlarının özelleştirme kapsamına alınması ve uygulanmaların yürütülmesine ilişkin esaslar belirlenmiştir. Bu Kanuna göre, “233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de (KHK) adı geçen, tamamı devlete ait ve kamu iktisadi teşebbüsü statüsünde faaliyet gösteren kuruluşların özelleştirme kapsamına alınmasına Bakanlar Kurulu; KİT’lerin müessese, bağlı ortaklık, işletme ve işletme birimleri ile iştirakleri ile iştiraklerindeki payların özelleştirme kapsamına alınmasına da Yüksek Planlama Kurulu yetkili kılınmıştır.” Özelleştirme programının yürütülmesi konusunda ise, 2983 Sayılı Kanunla oluşturulan “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi” görevlendirilmiştir. Bu idare, özelleştirme programının yanı sıra, toplu konut uygulamalarının yürütülmesi, Kamu Ortaklığı Fonu’nun yönetimi ve Çalışanların Tasarrufl arını Teşvik Hesabı’nda biriken paraların değerlendirilmesi görevlerini üstlenmiştir.

Bu yasa doğrultusunda oluşturulan “Özelleştirme Programı”, Ekim ayı içerisinde açıklanmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kurulmaya başlayan KİT’ler, 80’li yılların ikinci yarısından itibaren birer birer satılmaya başlanmıştır. Darbenin yarattığı baskı ortamı ve muhalefetsizlik dönemini de fırsat bilen hükümet bu süreci keyfi biçimde ve hesapsızca yönetmiştir. 1980’li yıllarda başlayan bu süreç değişen ivmelerle günümüze kadar devam etmiştir. Özellikle hukuki yollardan yürütülen özelleştirme karşıtı mücadele, kimi duraklamalar yaratsa da, sürecin önüne geçememiştir.

1980’li yıllardan itibaren iktidara gelen tüm hükümetlerin öncelikli programı “özelleştirmelerin tamamlanması” olmuştur. Başlangıçta “zarar eden kitleri elden çıkartma” ve “devletin sırtındaki kamburdan kurtulma” söylemiyle ilerleyen özelleştirme uygulamaları, 2000’li yıllardan itibaren en karlı kuruluşların en önce satıldığı bir yağmaya dönüşmüştür. Hükümetler, gündelik

ekonomik çıkarları adına, ülkenin en önemli zenginliklerini pazarlamıştır. Bu sürecin sonunda büyük bir işsizlik ve güvencesizlik sorunu ortaya çıkmıştır. ●

292929292929444444

satıldığğı bir yay ğmğ ayya dönüşmşş üşşştür. Hüküeçüz

s

vsç

Page 45: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

295

ECCE 18. Toplantısında yönetim kurulu üyelerimiz...

başvurusu yapma kararı almıştır. Konseyin tüzüğü gereği tam üyelik için 1 yıllık sürenin geçmesi gerektiği için Odamız 1995 yılı içerisinde tam üye olarak Konseye katılmıştır.

1994-1995… EKONOMİNİN VE SİYASETİN BÜYÜYEN KRİZİ

Küreselleşme söylemiyle bir arada işleyen neo-liberal ekonomik program, sermayenin önündeki tüm engellerin kaldırılması ve sınırsız sermaye dolaşımı ilkesine dayandırılmıştır. Özallı yıllardan itibaren, döviz ticaretini serbestleştirme, sermaye hareketleri üzerindeki sınırlamaları kaldırma yönündeki uygulamalar Türkiye’nin öncelikli ekonomik yönelimi haline gelmiştir.

Küresel ekonomi ile bütünleşme adı altında işleyen bu süreçte, kısa vadeli dış sermaye girişlerine büyük avantajlar sağlanmıştır. Ekonominin işlemesi, dışarıdan gelen bu sıcak paranın sürekliliğine dayandırılmıştır. Ne var ki, bu sıcak paranın rüzgârıyla hareket eden ekonomi, bu para ülkeden çıktığında derin krizlerle yüz yüze kalmıştır. 1980’li yıllardan itibaren Türkiye’de ve dünyanın çeşitli bölgelerinde baş gösteren krizlerin temel nedenlerinden birisi, bu “spekülatif sermaye hareketleri” olmuştur.

Türkiye 1994 yılına girerken, ödemeler dengesinde o döneme kadar yaşanmış en büyük cari açıkla yüz yüze gelmiştir. Bu yüksek cari açık, giderek büyüyen iç borçlanmayla eklemlenmiştir. Hükümetin iç borçlanmayı kontrol altına alabilmek için uyguladığı “faiz indirimi” kararı, yurt içindeki sıcak paranın hızla dövize yönelmesine neden olmuştur.

Bu durum Türk Lirasının değerinde hızlı düşüşler yaşanmasına neden olmuştur. Yaşanan bu finansal dalgalanma sonucunda yabancı sermaye hızla piyasadan çekilmeye başlamış, Merkez Bankası ise gecelik faizleri yeniden arttırarak ve piyasaya döviz sürerek kontrol altına almaya çalışmıştır. Ne var ki kriz giderek derinleşmiştir. Ekonomide yaşanan bu alt üst oluş halkın gündelik yaşamını da derinden etkilemiştir. Halkın alım gücü giderek düşerken, temel ihtiyaç maddelerine birbiri ardına zamlar gelmiştir.

Ekonomide böylesi bir kriz yaşanırken, siyasette de gerginlik iyiden iyiye artmıştır. Özellikle Kürt Sorunu etrafından yaşanan kriz TBMM koridorlarına kadar sıçramıştır. Hükümetin büyük ortağı olan DYP, başından itibaren, sorunu bir “terör sorunu” olarak algıladığı ve bu doğrultuda uygulamalar yürüttüğü için, TBMM’de yer alan Demokrasi Partisi (DEP) Milletvekillerinin siyasal varlıklarını da adeta bir tehdit olarak algılamıştır.

Bu rahatsızlığı ortadan kaldırmak için de TBMM’de yer alan bazı partilerle işbirliği halinde DEP Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması

29292929555

90’lı yıllarda hükümetler sürekli değişse de, uygulanan politikalar birbirinin aynısı oldu...

Page 46: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

296

34. Genel Kurulumuzda seçilen Yönetim Kurulumuz, odamızın kurumsallaşması

yolunda önemli adımlar atmıştır...

yolunda girişimlerde bulunmuştur. 2 Mart 1994 tarihinde yapılan oylama sonucunda DEP’li altı milletvekilinin dokunulmazlıkları kaldırılmıştır.

Dokunulmazlıkları kaldırılan 6 DEP’li milletvekili birer ikişer gözaltına alınmışlardır. Yurttaşların oyuyla seçilen milletvekillerinin TBMM kapısında sivil polislerce gözaltına alınmaları, demokrasi tarihimizin en utanç verici görüntülerinden birisi olmuştur. Milletvekilleri daha sonra tutuklanarak cezaevine gönderilmiş, DEP, tıpkı öncülü HEP gibi, kısa bir süre sonra kapatılmıştır. Bu durum, Kürt Sorunu’nun siyasal zeminde, barışçıl ve demokratik yollarla

çözüme kavuşturulması umudunun uzun bir süre ortadan kalkmasına yol açmıştır.

Otuz Dördüncü Genel Kurul

Milletvekillerinin gözaltına alınma görüntülerinin tüm dünya televizyonlarında yayınlandığı günlerde, Odamızın 34. Genel Kurulu toplanmıştır. 5-6 Mart 1994 tarihleri arasında gerçekleştirilen Genel Kurulumuzun adresi DSİ Toplantı Salonu olmuştur.

Genel Kurulu idare etmek amacıyla oluşturulan Divan Kurulu Başkanlığına Rüştü Özal seçilmiştir. Rüştü Özal, divan kurulu adına yaptığı teşekkür konuşmasında, yaşanan son gelişmeleri değerlendirmiş ve “demokratik yaşam deneyiminin yetersizliği yüzünden ülkenin istenmeyen çirkinliklere sahne olduğunu” dile getirmiştir.

Genel Kurulumuzun açılış konuşmasını Oda Başkanımız Ali Açan yapmıştır. Açan konuşmasında, “1992 yılında imzalanan Maastricht Anlaşmasıyla, Avrupa’nın Batısında sınırların ortadan kalktığı bir süreç yaşanırken, Avrupa’nın doğusunda ise parçalanma sürecinin yaşandığını” söyleyerek, küreselleşme sürecinin çok yönlü doğasının altını çizmiştir. “Avrupa’nın batısında birleşmeden yana olan devletlerin, doğudaki parçalanmayı savunmalarının bir çelişki olduğunu” belirten Açan, bu çifte standardı eleştirmiştir.

Konuşmasının ilerleyen bölümlerini Türkiye’de yaşanan gelişmelere ayıran Açan, “hükümetin hem ekonomik konularda hem de siyasal konularda büyük bir başarısızlık yaşadığını” söylemiştir. “Hükümetin başta Kürt Sorunu’nun çözümü olmak üzere her alanda demokratik çözümler geliştirmesi gerektiğini” dile getiren Açan, “yükselen gericiliğin panzehirinin özgürlüklerin geliştirilmesi olacağının” altını çizmiştir. Konuşmanın son bölümünde mesleğimizin ve inşaat sektörünün yaşadığı sorunlardan bahsedilmiş ve Odamızın çözüm önerilerini de sıralanmıştır.

Başkanımızın konuşmasının ardından ise protokol konuşmalarına geçilmiştir.

l l

Page 47: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

297

5 Nisan Kararları, yoksullukla boğuşan ücretli ve dar gelirlilere büyük bir darbe vurmuştur...

Bu bölümde Filistin Büyükelçiliği Müsteşarı İbrahim Tamim, SHP Milletvekili Ziya Halis ve Bayındırlık Bakanlığı Müsteşarı birer konuşma yapmışlardır. Protokol konuşmalarının ardından Çalışma Raporu üzerine görüşmelere geçilmiştir. Yönetim Kurulunun aklanması sonrasında ise komisyon raporları üzerine konuşmalar yapılmıştır. Komisyon Raporları doğrultusunda Aydın, Hatay, Manisa ve Sakarya Temsilciliklerimizin Şube olmasına karar verilmiştir.

Genel Kurulumuzun ikinci günü yapılan seçimlerde ise Mustafa Tokyay, Dursun Yıldız, Taner Yüzgeç, Mustafa Atmaca, Recep Çetin, Akif Efe ve Yusuf Özkan Yönetim Kuruluna seçilmişlerdir. Görev Dağılımı sonucunda Oda Başkanlığına Mustafa Tokyay, 2. Başkanlığa Dursun Yıldız, Sekreter Üyeliğe Taner Yüzgeç ve Saymanlığa da Mustafa Atmaca getirilmiştir.

5 Nisan Kararları

1994 yılı başından itibaren giderek derinleşen ekonomik krizi kontrol altına almaya çalışan Hükümetin attığı her adım, krizin daha da büyümesine neden olmuştur. Hükümet, bu duruma son verebilmek için 5 Nisan 1994 tarihinde kapsamlı bir ekonomik tedbirler paketi açıklamıştır. Başbakan Tansu Çiller tarafından açıklanan paketin ilk maddesi Türk Lirası’nın değerinin %39 oranında düşürülmesi olmuştur. Bu kararın anlamı, elinde döviz bulunduran bir avuç kesimin bir anda zenginleşirken, emeğiyle geçinen geniş halk kesimlerinin yoksullaşması olmuştur.

Şekere % 50-62, tekel ürünlerine %70-100, çaya % 64-73, THY’ye % 47-54, akaryakıta %46-90 oranlarında zam yapılmıştır. Emeğiyle geçinen yoksul kesimleri zor duruma sokan bu kararlar, “ekonomik denge vergisi”, “net aktif vergisi” ve “ek taşıt vergisi” gibi yeni vergilerin getirilmesi ve bazı harçların arttırılmasıyla daha da pekiştirilmiştir. Tasarruf adı altında, kamu harcamaları büyük oranda kısılırken, “özelleştirmelerin biran evvel gerçekleştirileceği” ilan edilmiştir. Bu kararlar doğrultusunda Kasım ayı içerisinde TBMM’de bir “Özelleştirme Yasası” çıkartılmıştır.

Emekçilere yönelik böylesi sıkı ve baskıcı tedbirler öngörülürken, servet sahiplerine yeni avantajlar yaratılmıştır. Hazine Bonosu, tahvil ve repo gelirlerinden alınan % 5 vergi kaldırılmış, banka mevduatına sınırsız devlet güvencesi getirilmiştir. Hükümet, 5 Nisan kararlarını uygulayabilmek için IMF ile Stand By anlaşması imzalamıştır. Ne var ki, 5 Nisan Kararları da IMF ile yapılan anlaşma da ekonomiyi rayına oturtmaya yetmemiştir. Geniş halk kesimlerini mağdur etmek pahasına hedeflenen “ekonomik istikrar” ve “düşük enflasyon hedefi” asla sağlanamamıştır. Kararlar, inşaat sektöründe büyük bir durgunluğun yaşanmasına neden olmuştur. Yatırımlar hızla düşmüş, artan maliyetler sonucunda pek çok proje yarım kalmıştır.

Page 48: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

298292929292929292929292929292929888888888888888

TMMOB’nin 12 Eylül Darbesi sonrasındaki ilk mitingi

olan 19 Kasım 1994 mitingİ, yoğun yağmura rağmen

oldukça coşkulugeçmiştir. Bu coşku, TMMOB’de yepyeni bir dönemin

başladığının habercisi olmuştur...

12 Eylül Sonrası İlk TMMOB Mitingi

5 Nisan Kararları, emek ve meslek örgütleri tarafından büyük tepkiyle karşılanmıştır. İllerde kurulan Demokrasi Platformları aracılığıyla kitlesel eylemler ve basın açıklamaları yapılmıştır. Özellikle programın yıkıcı etkilerinin gündelik hayatta daha hissedilir hale gelmeye başlamasının ardından, protestolar yoğunlaşmıştır. TMMOB 1994 yılı sonbaharından itibaren etkin bir kampanya yaparak, teknik elemanların taleplerini yüksek sesle dile getirmiştir. İşyerlerinde yapılan bilgilendirme toplantılarıyla başlayan bu süreç “Meclis’e yürüyüş eylemi”, “Başbakanı ziyaret”, “kapalı salon toplantısı” gibi etkinliklerle devam etmiştir. Odamız, şube ve temsilciliklerimiz aracılığıyla bu kampanya döneminde yoğun bir faaliyet yürütmüştür.

TMMOB’nin 12 Eylül sonrasında yürüttüğü ilk kitlesel muhalefet eylemi olan bu kampanya, 19 Kasım 1994 tarihinde yapılan “TMMOB Mitingi” ile taçlandırılmıştır. 19 Kasım 1994 Cumartesi sabahı olumsuz hava koşullarına ve yoğun yağmura rağmen, ülkenin dört bir yanından gelen beş bine yakın mühendis, mimar ve şehir plancısı Sıhhiye Köprüsü üzerinden Tandoğan Meydanı’na doğru yürüyüşe geçmiştir.

Yürüyüşe, Demokrasi Platformu’na dâhil olan örgütlerin temsilcileri de destek vermiştir. TMMOB Başkanı Yavuz Önen, mitingde yaptığı konuşmada, “neo liberal program doğrultusunda kamuda küçülme adımlarının, özellikle kamuda

Page 49: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

299

90’lı yılların başından itibaren ülkemizdeki demokratik muhalefetin en diri unsurlarından biri olan kamu emekçileri hareketi, 8 Aralık 1995 tarihinde KESK altında konfederasyonlaşmışlardır.

40. kuruluş yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen fotoğraf ve karikatür yarışmasında dereceye giren sanatçıların ödül töreninden...

çalışan mimar ve mühendisleri olumsuz etkilediğini” dile getirmiştir. “Bu mitingin bir uyarı olduğunu” da belirten Önen, “teknik elemanların bundan sonra da hakları için alanları doldurmaya devam edeceklerini” dile getirmiştir.

19 Kasım 1994 Mitingi, 12 Eylül sonrasında büyük bir suskunluğa bürünen ve kendi içine kapanan TMMOB kitlesinin yeniden ülke sorunlarıyla ve toplumsal taleplerle sokaklara çıkmasını sağlamıştır. TMMOB ve Odalar bu dönemden sonra çok daha etkin bir toplumcu demokratik muhalefet çizgisini benimsemişlerdir.

12 Eylül sonrası dönemin en derin ekonomik krizlerinden birinin yaşandığı bu dönemde, hükümetin krizin tüm faturasını emekçilere çıkarttığı 5 Nisan Kararları toplumun örgütlü kesimleri tarafından büyük bir tepkiyle karşılanmış olsa da, bu duruma karşı muhalefet geniş kitlelerle buluşturulamamıştır.

Kamu emekçileri Haziran ayı içerisinde, Türk İş ise Ağustos ayı içerisinde Kızılay’da görkemli mitingler düzenlemişlerdir. Demokrasi Platformu’nda yaşanan ortaklaşmaya rağmen, platform içindeki yapıların kendi aralarındaki sorunları, ortak mücadele çizgisinin inşasının önünde geçmiştir. Dolayısıyla bu dönemde yapılan eylemler, ortak ve güçlü bir karşı duruşa dönüştürülememiştir.

Bu süreçte yaşanan en büyük kazanım, yıllardan beri sendikalaşma mücadelesi veren kamu emekçilerinin 8 Aralık 1995 tarihinde Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nu (KESK) kurmaları olmuştur. İçerisinde çok sayıda üyemizin de yer aldığı KESK, 1995 yılından itibaren Türkiye’deki emek ve demokrasi mücadelesinin en önemli öznelerinden birisi haline gelmiştir. DİSK’in mücadeleci kimliği nasıl ki 1970’li yıllara damgasını vurduysa, 90’lı yılların toplumsal mücadelesine damgasını vuran da KESK’in mücadelesi olmuştur.

Kırkıncı Yıl Etkinlikleri

1994 yılı, Odamızın kuruluşunun 40. Yıldönümü olmuştur. Odamız, kırkıncı yılında 45 bine yakın üyeye sahip hale gelmiştir. Yönetim Kurulumuz, kırkıncı yıl anısına bir takım etkinlikler düzenlemiştir. Bu etkinliklerden birisi, 40. Yıl Kültür Etkinlikleri kapsamında düzenlenen Karikatür ve Fotoğraf Yarışması olmuştur.

Fotoğraf yarışması seçici kurulunda Sabit Kalfagil, İsa Çelik, Halim Kulaksız, Rıza Baloğlu ve Mustafa Atmaca yer almıştır. Seçici kurulun değerlendirmesi sonucunda fotoğraf dalında Cemil Ağacıkoğlu’nun eseri biriciliğe, Hakan Gazanfer Altunel’in eseri ikinciliğe, Fahri Canöz’ün eseri ise üçüncülüğe layık görülmüştür. Karikatür yarışması seçici kurulu ise Turhan Selçuk, Ali Ulvi, Turgut Çeviker, Metin Peker ve Erol Demir’den oluşmuştur. Bu dalda, Ali

292929299999

Page 50: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

300

Gazi Mahallesi’nde önce kahvehanenin taranması,

ardından da polis saldırısı 12 Eylül öncesindeki karanlık

hatırlatmıştır...

Herkül Çelikkol’un eseri birinci, Bülent Balaman’ın eseri ikinci ve Ahmet Büyükmehmetoğlu’nun eseri de üçüncü olmuştur.

Dereceye giren sanatçıların ödülleri, İstanbul’da gerçekleştirilen serginin galasında verilmiştir. Sergide, karikatür dalında sergilenmeye değer görülen 34 eser ile fotoğraf dalında sergilemeye değer görülen 25 eser yer almıştır.

Bu eserler daha sonraki aylarda Ankara ve Adana’da da sergilenmiş ve kitaplaştırılmıştır. 40. Yıl anısına yapılan hazırlıklardan bir diğeri de TMH dergisinin 40. Yıl özel

sayısı olarak hazırlanması olmuştur. Odamızın 40 yıllık tarihinin ayrıntılı olarak ele alındığı dergide çok sayıda yazı, röportaj ve doküman yer almıştır.

Gazi Mahallesi Olayları

Türkiye’de ekonomik kriz dönemleri, hukuksuzluğun ve şiddetin de arttığı dönemler olmuştur. Toplumu birbirine düşürecek ve güvensizlik ortamı yaratacak bir ortamın kışkırtılması, ekonomik krize karşı bir devlet politikası olarak yıllarca uygulanmıştır. 1995 yılının 12-13 Mart günlerinde İstanbul’un Sultangazi İlçesine bağlı Gazi Mahallesinden yaşanan olaylar bu durumun en net örneklerinden birisi olmuştur.

12 Mart akşamı, çoğunlukla Alevi yurttaşlarımızın yaşadığı Gazi Mahallesi’ndeki üç kahvehane ve bir işyeri otomatik silahlarla taranmıştır. Kimliği belirsiz kişilerce yapılan bu saldırılar sonucu bir kişi ölmüş, yirmi beş kişi de yaralanmıştır. Saldırının ardından çok sayıda yurttaş, Gazi Mahallesi’nde toplanarak, sorumluların bulunması istemiyle polis karakoluna yürüyüşe geçmiştir. Ne var ki, polisler karakola doğru yaklaşan kalabalığın üzerine ateş açmışlardır. Bu ateş sırasında da bir kişi ölmüş, çok sayıda kişi de yaralanmıştır.

Ertesi gün, yaşanan olayları protesto etmek için çok sayıda kişi, Gazi Mahallesinde toplanmış fakat çevik kuvvet ve özel timler bir kez daha bu kalabalığa saldırmıştır. Yaşanan gelişmeler üzerine Gazi Mahallesi’nde “sokağa çıkma yasağı” ilan edilmiştir. Anlamsız bir devlet şiddetiyle karşı karşıya gelen kalabalığın öfkesini yatıştırmak mümkün olmamıştır.

Olaylar 16 Mart’a kadar sürmüştür. 5 gün boyunca 18 kişi polis kurşunlarıyla hayatını kaybetmiştir. Olayları fitilleyen kahve baskınlarını kimlerin yaptıkları hiçbir zaman açığa çıkartılamamıştır. Kısa zaman aralıklarıyla gerçekleşen Sivas Katliamı ve Gazi Mahallesi Olayları akıllara ister istemez 12 Eylül öncesi dönemin karanlık tertiplerini getirmiştir. 90’lı yıllar, yurttaşlar ile devlet arasındaki güven ilişkisinin tamamen zedelendiği karanlık bir dönem olmuştur.

h ll d

Page 51: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

301303030111

13. Teknik Kongre’nin en önemli gündem maddelerinden birisi Afyon’un Dinar İlçesinde yaşanana Deprem felaketi olmuştur...

Öğrenci Abone Üye

1994-1995 yılları arasında görev yapan Yönetim Kurulumuz, Türkiye’de yaşanan bunca gelişme karşısında Odamızın güçlü bir duruş sergileyebilmesinin yegâne yolunun üyelerle güçlü bağ kurmak olduğunun farkında olmuştur. Bu nedenle yönetim dönemi boyunca Oda-üye ilişkilerini geliştirebilmek için yeni yöntem arayışına girişmiştir.

Bu doğrultudaki en önemli adım ise “inşaat mühendisi adayı öğrencilerini” hedef alan bir çalışma anlayışının geliştirilmesi olmuştur. İnşaat mühendisliği öğrencilerine yönelik “Nasıl Bir İnşaat Mühendisliği Eğitimi İstiyoruz” başlıklı bir makale yarışması tertiplenmiştir.

Gençlerle kurumsal ilişkinin geliştirilmesi bakımından daha ileri bir adım ise 28 Ekim 1995 tarihli Yönetim Kurulu kararı doğrultusunda “Öğrenci Abone Üyeliği Yönergesi”nin hazırlanması olmuştur. Yönergede, öğrenci abone üyeliğin amacı, “Odamızca üretilen yayın ve faaliyetlerde öğrencilere indirim sağlanarak özendirici olmak ve böylelikle de öğrencilerin Odaya ilgisini arttırmak” olarak dile getirilmiştir. Yönergeyle birlikte “Öğrenci Abone Üye kimlik kartları” bastırılmış ve kayıtlar yapılmaya başlanmıştır.

Odamızın örgütsel yapısının geliştirilmesi, üye ilişkilerinin iyileştirilmesi için atılan adımlardan bir tanesi de 1995 yılı içerisinde Odamızın muhasebe ve örgütsel işlerini bilgisayar, otomasyon ve internet ortamlarına aktarma çabası olmuştur. Bu dönemde yeni bir üye programı hazırlanmış ve şubelerimizle modem bağlantısı ile eşgüdümlü olarak kullanılmaya uygun hale getirilmiştir. Yine bu dönemde Odamız ilk kez internet kaydını yaptırmıştır. TÜBİTAK aracılığıyla gerçekleştirilen bu ilk internet deneyimi ile birlikte Odamızın bir web sayfası oluşturulmuştur.

Odamızın iletişim alanındaki bu girişimleri internetle sınırlı kalmamıştır. 1992 yılından itibaren Avrupa İnşaat Mühendisleri Konseyi ECCE ile sürdürülen işbirliği sonucunda 25 Kasım 1994 tarihinde Odamız ECCE’nin tam üyesi olmuştur. Tam üyelikten kısa bir süre sonra da 20-21 Ekim 1995 tarihlerinde ECCE 22. Toplantısına ev sahipliği yapmıştır.

İstanbul Şubemizin organizasyonuyla gerçekleşen bu toplantı kapsamında çeşitli konularda çalışma grupları hazırlanmış ve bu grupların raporları görüşülmüştür. ECCE toplantısında İstanbul Metrosu’na bir teknik gezi düzenlenmiş ve “Türkiye’de ve Avrupa’da İnşaat Mühendisliği” başlıklı bir panel gerçekleştirilmiştir.

1995 yılında Odamızın gerçekleştirdiği bir diğer önemli organizasyon da 13. Teknik Kongre olmuştur. 20-22 Aralık tarihlerinde Milli Kütüphane salonlarında gerçekleştirilen 13. Teknik Kongre’nin üç ana başlığı

Odamızın ilk internet bağlantısı... (TMH s. 380)

Page 52: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

302303030222

Refah-Yol Hükümeti 1990’lı yıllara damgasını

vuran rejim krizinin en üst noktalara tırmandığı dönem

olmuştur...

şunlar olmuştur: “Mühendislik Yapılarının Korunması”, “Yapım ve Tasarıma Yönelik Araştırmalar”, “Zemin ve Yeraltı Suyu Kirlenmesi ile İlgili Sorunların Çözümünde İnşaat Mühendisinin Rolü” Yürütme Kurulu Başkanlığını Uğur Ersoy’un yaptığı Kongreye 8’i çağrılı toplam 48 bildiri sunulmuştur.

Teknik Kongre’nin ana konularının yanı sıra, 1995 yılı sonlarında gerçekleşen Dinar Depremi ve İzmir Sel Felaketiyle ilgili de özel oturumlar düzenlenmiştir.

Teknik Kongre sırasında her zaman olduğu gibi bir de sergi düzenlenmiş ve meslektaşlarımızın yoğun ilgisiyle karşılanmıştır. 1995 yılı içerisinde Odamızın bir diğer etkinliği de 16-17 Kasım tarihlerinde Kimya Mühendisleri Odası ile ortaklaşa düzenlenen Çimento Sempozyumu olmuştur.

1996-1997… DEVLETİN DERİNLİĞİ: SUSURLUK VE 28 ŞUBAT

Türkiye ile Avrupa Birliği arasında imzalanan “Gümrük Birliği” anlaşması, 1996 yılının ilk gününde yürürlüğe girmiştir. Avrupa Birliği’ne tam üyelik yolunda önemli bir adım olarak sunulan Gümrük Birliği, üretimden dış ticarete, sanayileşmeden kalkınmaya kadar pek çok alanda büyük etkiler yaratmıştır. Gümrük Birliği anlaşmasını imzalayan dönemin Başbakanı Tansu Çiller tarafından “büyük bir başarı” olarak sunulsa da, uygulamada Gümrük Birliği, Avrupa Birliği ülkeleriyle olan ticarette Türkiye’nin büyük kayıplar yaşamasına neden olmuştur. Gümrük Birliği sonrasında ithalat hızla artarken, rekabet gücünün azalmasıyla gelirler de düşmüştür.

Türkiye Gümrük Birliği’ne bir “hükümet kriziyle” girmiştir. 24 Aralık 1995 tarihinde yapılan genel seçimlerde hiçbir parti tek başına hükümet kurabilecek milletvekili sayısına ulaşamamıştır. En fazla oyu yüzde 21,38 ile Refah Partisi’nin(RP) aldığı seçimlerde toplam 5 parti yüzde 10 barajını aşarak TBMM’ye girmiştir. Meclis aritmetiği koalisyon hükümetini zorunlu kılmakla birlikte birbiriyle uyum içinde çalışacak bir koalisyon yaratmak oldukça güç olmuştur.

Seçimler sonrasında hükümeti kurma görevi RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’a verilmiş fakat Erbakan’ın görüşmeleri sonuç vermemiştir. Aynı görev daha sonra DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’e verilmiş fakat Çiller de hükümet için gereken desteği bulamamıştır. Görevin bir sonraki adresi ise ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz olmuştur. Nihayetinde iş çevrelerinin de baskısıyla ANAP ile DYP, Mesut Yılmaz’ın başbakanlığında bir koalisyon oluşturmuşlardır. Bu koalisyon DSP tarafından, hükümet dışından desteklenmiştir.

Mart ayında kurulan bu hükümetin ömrü uzun olmamıştır.

Page 53: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

303303030333

Metin GÖKTEPE’nin gözaltında polis tarafından öldürülmesi, içinde bulunulan kaotik durumun en net manzaralarından birisidir...

Siyasi skandallar adeta birbirini izlemiştir. Başbakan’dan Bakanlar Kurulu’na kadar pek çok isim hakkında çok sayıda meclis araştırması, meclis soruşturması ve gensoru verilmiştir. Yolsuzluklar, ihale pazarlıkları, örtülü ödenek skandalları birbirini izlemiştir. Anayol adı verilen bu hükümetin ömrü sadece 2 ay sürmüştür. DYP koalisyondan çekilmiş, Anayasa Mahkemesi güven oylamasını iptal etmiş ve sonuçta Mesut Yılmaz istifa etmiştir. Bir kez daha hükümetsiz kalınınca hükümet kurma görevi yeniden Erbakan’a verilmiştir. Erbakan, DYP ile anlaşarak Haziran ayı sonunda Refah-Yol Hükümetini kurmuştur.

Tüm bu çalkantılar ve siyasi belirsizlikler yaşanırken, kendi siyasal istikbalinden başka bir şey gözetmeyen siyasetçiler, 1996 yılı başında Türkiye’yi savaş tehlikesiyle burun buruna getirmişlerdir. 1995 yılı sonunda bir Türk gemisi, Bodrum açıklarındaki yüzlerce kayalıktan biri olan Kardak Kayalıkları’nda karaya oturmuştur. Yunanistan, Kardak Kayalıkları’nın kendi karasularında olduğunu ileri sürmüş, Türkiye ise aksini iddia etmiştir. Her iki ülkedeki egemen faşizan anlayış bu hukuki sorunu, siyasal ve giderek askeri bir sorun haline dönüştürmüştür. Her iki ülke medyasının yarattığı milliyetçi hava sonucunda önce Yunanistan, sonra da Türkiye Kardak Kayalıkları’nın yanındaki kayalıklara asker çıkartmıştır. İki ülke adeta savaşa girecekken ABD ve NATO’nun girişimleriyle kriz çözülmüş, bölgede gerginlik öncesi duruma dönülmüştür.

24 Aralık seçimleri sonrasında yaşanan bu dönem, Türkiye’deki siyasal düzeysizliğin ne boyutlara ulaştığı konusunda önemli bir gösterge olmuştur. 90’lı yıllarda yaşanan siyasal çürüme, en çarpıcı haliyle bu dönemde görünür olmuştur.

Metin Göktepe ve Manisalı Gençler

Yaşanan hükümet krizi, hukuk dışı uygulamaların, faili meçhullerin, işkencelerin de yaygınlaşmasına neden olmuştur. Bu dönemde Ocak ayından itibaren cezaevlerinde büyük hak ihlalleri yaşanmaya başlamıştır. Ocak ayı başında Ümraniye Cezaevinde çıkan olaylarda iki tutuklu hayatını kaybederken, ölen tutukluların cenazesinde bine yakın kişi gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınanlar arasında bulunan Evrensel Gazetesi muhabiri Metin Göktepe gözaltında polis tarafından öldürülmüştür.

Metin Göktepe’nin ölmesine neden olan polis şiddeti, aynı dönemde Manisa’da henüz lise çağındaki gençlere de yönelmiştir. Bir vagona yazdıkları “Paralı Eğitime Hayır” yazısı nedeniyle gözaltına alınan 16 genç, gözaltında bulundukları süre boyunca türlü işkencelere maruz kalmışlardır. Yaşları 14 ile 17 arasında değişen gençlerin gözaltındayken uğradıkları cinsel taciz ve işkence, Türkiye’deki işkencenin ve kötü muamelenin ulaştığı boyutun gözler önüne serilmesi bakımından ibret ve acı verici bir örnek olmuştur.

Page 54: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

304

Cezaevleri koşullarının düzeltilmesi için 1996 yılı Mayıs ayından itibaren cezaevlerinde geniş çaplı “açlık grevi” başlatılmıştır. 70 güne yakın süren açlık grevinde 12 tutuklu hayatını kaybetmiştir. Aydınlar tarafından başlatılan girişimler sonucunda uzlaşı sağlanılarak grev sona ermiştir. Metin Göktepe’nin öldürülmesi, Manisalı Gençlere yapılan işkenceler ve cezaevlerinde yaşananlar demokratik kamuoyunda büyük bir tepki yaratmıştır. Ne var ki, bu dönemde siyasal ortam, bu tepkinin anlaşılması ve karşılık bulması için hiç de uygun değildir.

Otuz Beşinci Genel Kurul

Odamızın 35. Genel Kurulu 30-31 Mart 1996 tarihleri arasında Ankara’da SSK Toplantı Salonu’nda yapılmıştır. Divan Başkanlığına Rüştü Özal’ın seçildiği Genel Kurul’da açılış konuşmasını Oda Başkanımız Mustafa Tokyay yapmıştır. Tokyay konuşmasına, bir önceki dönem içerisinde kaybettiğimiz, Odamızın ve TMMOB’nin tarihinde önemli yeri olan Teoman Öztürk, Rahmi Löker, Eşref Özand, Mehmet Göze ve Aslan Alp’i anarak başlamıştır.

Tokyay konuşmasında “12 Eylül sonrasında uygulanan ekonomi politikalarının emek karşıtı niteliğinin” altını çizerek, “5 Nisan Kararlarının bu durumu daha da belirginleştirdiğini” dile getirmiştir. Ekonomi politikaları gibi, antidemokratik uygulamaların da emekçi karşıtı olduğunu vurgulayan Tokyay, hakları için mücadele eden kamu emekçilerine ve harçlara karşı mücadele eden üniversite öğrencilerine uygulanan şiddeti kınamıştır.

Açılış konuşmasının ardından protokol konuşmalarına geçilmiş ve bu bölümde TMMOB Başkanı Yavuz Önen’in yanı sıra Genel Kurula katılan çeşit emek ve meslek örgütleri başkanları ile siyasi parti temsilcileri konuşmuşlardır. Daha sonra ise Çalışma Raporu üzerine konuşmalar yapılmış ve Yönetim Kurulu aklanmıştır. Genel Kurul’un ikinci günü yapılan seçimlerde Hilmi Yüncü, Ali Açan, Berat Uzel, Arif Merdol, Fikri Kaya, Atilla Ansal ve Recep Çetin Yönetim Kurulu üyeliklerine seçilmişlerdir. Görev dağılımı sonucunda Hilmi Yüncü Başkan, Ali Açan 2. Başkan, Berat Uzel Sekreter üye ve Arif Merdol da Sayman olarak görevlendirilmişlerdir.

HABITAT 2 Konferansı

Göreve gelen Yönetim Kurulumuzun öncelikli gündemi, Haziran ayı içerisinde İstanbul’da düzenlenecek olan Birleşmiş Milletler İkinci İnsan Yerleşimleri Konferansı (HABITAT 2) olmuştur. 3-14 Haziran 1996 tarihlerinde 180 ülkeden 30 bin kişinin katılması beklenilen HABITAT 2 Konferansının ana temaları “Sürdürülebilir Yerleşme” ve “Herkese Konut ve Yeterli Barınak” olarak belirlenmiştir.

35. Genel Kurulumuzda yapılan konuşmaların ortak

noktası içinde bulunulan siyasal ve ekonomik kriz

olmuştur...

Page 55: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

305

İMOİMO 19999999984-84844444444 199199199199999999999999999999999999

Türkiye, dünya çapındaki en önemli organizasyonlardan biri olan HABITAT’ın organizasyonu için büyük hazırlıklar yapmıştır. Bir yandan konferansın içeriğine yönelik teknik hazırlıklar yapılırken, diğer yandan da Konferans Vadisi’nin mümkün olduğunca “steril” olması için büyük çaba harcanmıştır. Bölgedeki bütün sokak hayvanları toplanmış, sokak çocukları ve evsizler şehir dışına çıkartılmış, “uygunsuz manzaralar” panolarla kapatılmış, travestiler için önlemler(!) alınmıştır.

Devletin ve kamu kuruluşlarının yapacağı çalışmalarda kendi görüşlerinin yansımayacağını bilen Emek ve Meslek örgütleri, kendi aralarında oluşturdukları bir “platform” ile konferans içeriğine dair önerilerini hazırlamışlardır. Yürütme kurulunda Odamızın da bulunduğu “HABITAT 2’ye Doğru Kent ve Demokrasi Platformu” yoğun bir mesai harcayarak farklı konularda hazırlıklar yapmıştır. Hazırlıkları koordineli yürütebilmek için “Eylem”, “Rapor” ve “Basın, Yayın ve İletişim” başlıklarında üç farklı çalışma grubu oluşturulmuştur. Odamız üyeleri bu çalışma gruplarında yoğun faaliyet göstermiştir. Hem Genel Merkezimiz hem de İstanbul Şubemiz de konuyla ilgili komisyonlar oluşturmuş ve üyelerini bu konuda seferber etmiştir.

Yapılan yoğun hazırlıkların ardından HABITAT 2 Konferansı, 3-14 Haziran 1996 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilmiştir. 12 gün süren Konferans’ta pek çok önemli konu başlığı altında tartışmalar yürütülmüştür. Konferansta karar altına alınan en önemli belge “İnsan Yerleşimleri İçin İstanbul Deklarasyonu” olmuştur. 15 Maddeden oluşan bu deklarasyonda “yerleşme” ve “barınma” sorunlarının önemi vurgulanarak, ülkeler arası dayanışma kültürünün geliştirilmesi çağrısı yapılmıştır. Fakat üzerinde kopartılan onca fırtınaya rağmen “Barınma Hakkı İnsan Hakkıdır” ifadesi deklarasyonda yer almamıştır. Gerçi bu ifade sonuç deklarasyonunda yer almış olsaydı bile, tıpkı diğer Habitat Konferansı belgeleri gibi herhangi bir bağlayıcılığı olmayacaktır.

Odamız, “Türkiye Ulusal Raporu ve Eylem Planı”nı hazırlayan “Türkiye Ulusal Komitesi” üyesi olmuştur. Raporun hazırlanması sırasında dile getirdiğimiz çeşitli eleştiri ve önerilerimiz raporda yer alsa bile, bir bütün olarak

303030555

Dünyanın en önemli konferanslarından biri olan HABITAT’ın ülkemizde gerçekleştirilmesi, kentleşme ve konut sorunu konusunda odamızın görüşlerinin kamuoyuyla paylaşılması için önemli bir fırsat olmuştur...

Page 56: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

306

değerlendirildiğinde Raporun içeriği Odamızın görüşlerine taban tabana zıt olmuştur. Bu durumu telafi edebilmek için, Odamız, “Türkiye İçin Çözüm Önerileri” başlığı altında 18 maddeden oluşan alternatif yerleşme ve barınma politikalarını Konferans Danışma Kuruluna sunmuştur. Küreselleşme ve emperyalizm karşıtı, planlı kamu ekonomisini savunan bir eksende oluşturulan bu rapor, Danışma Kurulu tarafından dikkate alınmamıştır.

HABITAT 2 Zirvesi süresince İstanbul’da resmi konferans programının yanı sıra demokratik kitle örgütleri tarafından da pek çok etkinlik düzenlenmiştir. Bu etkinliklerin bir kısmı protesto eylemi iken bir kısmı da “Sivil Toplum Kuruluşları Forumu” adı altında alternatif toplantılar olmuştur. Odamız bu etkinlikler dahilinde Türkiye Deprem Vakfı ile ortaklaşa “Doğal Afetler ve İnsan Yerleşimleri” başlıklı bir sempozyum düzenlemiştir. 7 Haziran 1996 tarihinde Taşkışla’da düzenlenen Sempozyum, 3 oturum olarak planlanmış, fakat oturumların uzaması üzerine sadece iki oturum gerçekleştirilebilmiştir.

Türkiye’de düzenlenen en büyük uluslararası etkinliklerden birisi olan HABITAT 2 Zirvesi, ideolojik olarak “küreselleşme sürecinin yerel yönetimlerde ve kent yaşamındaki yansımalarının belirlenmesinde” önemli bir yer tutmuştur. Aynı sürecin iki farklı görünümü olan “küreselleşme” ve “yerelleşme” kavramlarının bir arada işleyişinin anahtarı olan “yönetişim” kavramının temel çerçevesi HABITAT 2 zirvesinde çizilmiştir.

Susurluk Kazası

Yaklaşık altı ay süren “Hükümet 3030306666

TÜRKİYE İÇİN BİR ÇÖZÜM ÖNERİSİ

3-14 Haziran 1996 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İkinci İnsan Yerleşimleri Konferansı (HABITAT 2) Danışma

Kuruluna, Odamız tarafından sunulan “Alternatif Yerleşme ve Barınma Politikaları” önerilerimiz şu maddelerden oluşmuştur:

1. Öncelikle ülkemizde bir özgürlük ve kardeşlik toplumu inşa edilmeli, demokrasi tüm kurum ve öğeleriyle oluşturulmalıdır.

2. Halkımızın ve ülkemizin gerçek çıkarı demokratik, ulusal ve planlı bir ekonomik sistemi oluşturmaktadır. İnsanın odak noktasında bulunduğu gerçekten demokratik ve katılımcı bir demokratik yapının hüküm süreceği Türkiye’de, sömürü ve yabancılaşma ortadan kalkacak ve ülkenin emek gücü özgürleşecektir. Böyle bir ortamda, emek gücü tam kapasiteyle seferber edilerek üretim geliştirilebilecek, emeğe göre bölüşümü temel alan, bağımsız ve kendi gücüne güvenen, sektörler arasında uyumlu, bölgeler arasında uyumlu bölgeler arasında dengeleri gözeten, kamusal çıkarı esas alan ve itici güç olarak değerlendiren, planlı bir ekonomi inşa edilebilecektir. Genel hatlarıyla çizmeye çalıştığımız böyle bir ekonomik-toplumsal yapının ana hedefi , büyük sermayenin özel karı ve çıkarı değil, halkın ekonomik ihtiyaçlarının karşılanması, bir özgürlük ve kardeşlik toplumunun kurulması ve düzenin pekişmesidir.

3. Devlet, herkese sağlıklı ve uygar koşullarda yaşayabileceği bir konut sağlamakla yükümlüdür. Bunun için, konut yapımı plana bağlanmalı, kooperatifl eşme desteklenmeli, her yeni yatırım, “Yerleşim” ve “Çevre” sorunlarıyla birlikte ele alınmalıdır.

4. Dışa bağımlı kapitalizmin yol açtığı hastalıklı kent yapısı, planlı ve kamusal uygulamalarla değiştirilmeli, insan ve doğa dostu yerleşim projeleri yürürlüğe konulmalıdır.

5. Ülkenin batısına ve özellikle de İstanbul’a göç mutlaka durdurulmalı ve hatta tersine döndürülmelidir. İstanbul ve Türkiye’nin Batı Bölgeleri boşalmalıdır.

6. Köyler ve küçük yerleşim birimleri çekici hale getirilmeli, büyük kentlere yığılmalar önlenmelidir. Bu birimler, kent demokrasisinin ve çağdaş kültürün serpilip geliştiği yerler olarak geliştirilmelidir. Hedef olarak; nüfusu birkaç yüz bini geçmeyen insan ilişkilerinin zengin ve toplumsal dayanışmanın güçlü olduğu, doğayla iç içe, toplumsal hizmetlerin halka kolayca götürüldüğü, siyasi hayatı canlı, insanların yaşamaktan ve çalışmaktan mutlu olacakları ferah kentler yaratmak seçilmelidir.

Page 57: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

307

Krizi”nin ardından Refah-Yol Koalisyon Hükümeti’nin iktidara gelmesi, uzun dönemden beri devam eden siyasal krizi iyice derinleştirmiştir. Başta Erbakan olmak üzere Refah Partisi yöneticilerinin rejim karşıtı açıklamaları, Siyasal İslam eksenli çeşitli grupların artan etkinlikleri medyada daha fazla görünür hale gelmiştir.

Bu duruma bir de “medya manipülasyonlarının” eklenmesiyle, 1996 yılının ikinci yarısının en önemli gündemi “irtica” meselesi haline gelmiştir. Mesele, Hasan Mezarcı, Şevki Yılmaz, Müslüm Gündüz ve Ali Kalkancı gibi isimler etrafında iyice sulandırılarak magazinleştirilmiştir. Gerçekle yalanın iç içe geçtiği bu süreçte toplumla adeta alay edilmiştir.

Bu dönemde yaşanan en önemli olay ise, 3 Kasım 1996 tarihinde, Balıkesir’in Susurluk İlçesi yakınlarında meydana gelen bir kaza olmuştur. Kamyonla çarpışan Mercedes marka otomobilin içinde bir emniyet mensubu, bir milletvekili ve bir kanun kaçağının bulunması Türkiye’nin gündemine bomba gibi düşmüştür. Kaza sonrasında açığa çıkacak kirli ilişkiler, Türkiye’deki emek ve demokrasi güçlerinin 60’lı yıllardan beri dile getirdiği iddiaların hepsini doğrular nitelikte olmuştur.

Kazada hayatını kaybeden emniyet mensubu Hüseyin Kocadağ, İstanbul’da bir polis okulunun müdürüdür. Kazada hayatını kaybeden kanun kaçağı ise Mehmet Özbay sahte kimliğini kullanan, 12 Eylül öncesinde Bahçelievler katliamı dahil pek çok katliamın planlayıcısı olarak bilinen ve Ülkücü Gençlik Dernekleri Genel Başkan yardımcılığı yapmış Abdullah Çatlı’dır. Kazadan yaralı olarak kurtulan kişi ise iktidarda olan DYP’nin Şanlıurfa Milletvekili ve Bucak

30303030777

7. Anadolu’da ve özellikle de Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yeni çekim merkezleri yaratılmalıdır. Bu yerleşimlerde, tarım-sanayi ilişkisi sağlıklı kurulmalı, bu sektörlerden sağlanacak artı değerle modern üretim teknolojisi fi nanse edilmelidir.

8. Toprak reformu mutlaka yapılmalı, GAP Projesi’nin gerçek anlamda yaşama geçebilmesinin koşulları yaratılmalıdır. Özellikle de tüm ülke sathının nispi olarak eşit kalkınması sağlanmalıdır. Verimli tarım toprakları üzerinde sanayi kurulması ve çarpık kentleşme önlenmelidir. Türkiye, dışa bağımlı olmadan kendi besleyen ve giydiren bir ülke haline getirilmelidir.

9. Devlet ve yerel yönetimler, konut envanterini çıkartmalı, uygun hazine arazileri üzerinde süratle altyapısı da planlanmış arsalar üretmelidir.

10. Kaçak yapılaşma oranının artmaması için her türlü yasal önlem alınmalıdır. Kaçak yapı yapanlar mutlaka cezalandırılmalıdır. Özellikle yapı mafyasına yaşam hakkı tanınmamalıdır.

11. Gerçekçi bir toplu konut politikası oluşturulmalı ve kaçak yapılarda iskân edenlerin zaman içinde üretilecek çağdaş yapılara (deprem dayanımlar olan yapılar) taşınmaları sağlanmalıdır. Toplu konut fonunda biriken paralar sadece bu amaçla kullanılmalıdır.

12. Boşalan gecekondu ve kaçak yapı bölgeleri ormanlık ve yeşil alanlara dönüştürülerek rehabilite edilmeli ve kentin nefes alması sağlanmalıdır.

13. Etkin bir tasarım ve yapım denetimi sistemi kurulmalı ve bu sistemin merkezinde mühendis ve mimar odaları bulunmalıdır.

14. Kent meclisinde üniversite, meslek odaları, sendika, sivil toplum örgütleri ve kooperatif birliklerinin seçilmiş temsilcileri yer almalı ve kente yurttaşlar sahip çıkmalıdır.

15. Katılımcı bir demokrasi için anayasa tümden değiştirilmeli ve yasalar çağdaş biçimde yeniden düzenlenmeli, örgütlü bir toplum olabilmenin yolu açılmalıdır.

16. Ülkemizin coğrafi olanaklarını değerlendiren, kaynaklarını savurganca harcamayan, halkın gereksinmelerine cevap veren, toplu ulaşım ve taşımacılık politikası islenmelidir. Bu amaçla deniz ve demiryolu ile ulaşıma ağırlık verilmeli, bunlar geliştirilmeli, modernleştirilmeli ve ucuzlatılmalıdır.

17. Enerji savurganlığına son verilmeli, çevreyi kirleten fosil yakıtlara bağımlılık en alt düzeye indirilmelidir. Güneş, hidrolik, termal, rüzgâr gibi çevre dostu enerji türlerinin kullanımı yaygınlaştırılmalıdır. Var olan enerji kaynaklarımız değerlendirilmeden, bugünkü riskli geri teknoloji değiştirilmeden nükleer enerjiye itibar edilmemelidir.

18. Kentsel ve sanayi atıklarının en aza indirilmesi ve çevreyi kirletmemesi için önlemler alınmalıdır. ●

Page 58: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

308

aşireti lideri Sedat Bucak’tır. Mafya, aşiret ve devlet tek bir otomobilin içinde yakalanması, kamuoyunda şok edici bir etki yaratmıştır.

Olayın üzerine gidildikçe karanlık ilişkiler ağı açığa çıkmaya başlamıştır. Özellikle Abdullah Çatlı’nın devlet organlarıyla ve çeşitli siyasetçilerle kurduğu sıkı ilişkiler, devlet içindeki çürümenin boyutları tam anlamıyla gözler önüne serilmiştir. Faili meçhul cinayetlerden, uyuşturucu kaçakçılığına, silah ticaretinden suikast girişimlerine kadar pek çok olayın içerisinde devlet ilişkileriyle mafya

ilişkilerinin iç içe yer alması Türkiye’de 1970’li yıllardan itibaren yaşanan karanlık tarihin sorumlularını ortaya çıkartmıştır. Fakat ne siyasiler ne de yargı kurumları bu karanlık ilişkiler ağının üzerine gidebilmiştir.

Olay kamuoyunda büyük bir sansasyon yaratmasına, iktidar partisinin pek çok yöneticisinin karanlık ilişkilerle bağı saptanmasına rağmen hiçbir şey değişmemiştir. Susurluk Kazası sonrasında açılan davalarda birkaç Özel Tim mensubu dışında hiç kimse ceza almamıştır. Ne var ki, kaza sonrasında açığa çıkan gerçekler, Türkiye’deki Gladio örgütlenmesinin ne denli karanlık ve kirli ilişkilere bulaştığını, bizzat devlet organlarının bu ilişkiler ağının parçası olduğunu göstermiştir.

Sürekli Aydınlık İçin, Bir Dakika Karanlık

Susurluk Kazası sonrasında ortaya saçılan karanlık ilişkiler ağı, toplumda büyük bir tepki yaratmıştır. O güne değin hep faili meçhul olarak kayıtlara geçen pek çok katliamın, suikastın, cinayetin faillerinin bizatihi devlet içerisinde yer edinmiş çete ilişkileri olduğunun açığa çıkması yurttaşların devlet kurumlarına ve adalete olan güvenini sarsmıştır. Toplumun örgütlü tüm kesimleri çeşitli basın açıklamaları, eylem ve kampanyalarla ortaya çıkan bu kirli çete düzenini protesto etmiştir.

TMMOB ve bağlı Odalar da bu süreçte çeşitli etkinliklerle demokrasi ve temiz siyaset isteğini dile getirmiştir. Bu etkinliklerin içinde en önemlisi 18 Ocak 1997 tarihinde düzenlenen “Demokratik Türkiye-İnsanca Yaşam Mitingi” olmuştur. Geleneksel hale gelen bu mitinge tüm ülke çapından yaklaşık 5 bin mühendis, mimar ve şehir plancısı katılarak hem ekonomik hem de demokratik taleplerini dile getirmişlerdir.

Bu dönem içerisinde, Susurluk’ta ortaya çıkan karanlık çete ilişkilerini protesto eden pek çok eylem ve etkinlik düzenlenmiştir. Susurluk Komisyonunun raporuna karşı Ankara’da düzenlenen “Halkın Susurluk Raporu” mitingi ve kazanın yıl dönümünde Susurluk’ta gerçekleştirilen “demokrasi mitingi” bu eylemler arasında öne çıkmıştır.

Susurluk’ta meydana gelen kaza, yıllardır devlete hakim

olan karanlık ilişkiler ağını apaçık ortaya serse de,

mesele kısa zaman sonra örtbas edilmiştir.

“Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” eylemi,

ülkemizdeki en yaygın sivil itaatsizlik eylemlerinden

birisi olarak tarihe geçmiştir...

303030888

Page 59: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

309

28 Şubat 1997 tarihli MGK Kararları...

Susurluk Kazası sonrasındaki demokratik tepkiler, 1 Şubat 1997 tarihinde ortak bir sivil itaatsizlik eylemine dönüşmüştür. “Sürekli Aydınlık İçin Yurttaş Girişimi” öncülüğünde başlatılan “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” eylemi kapsamında, “Türkiye çapında saat 21.00’de 1 dakika boyunca ışıkların söndürülmesi” kararlaştırılmıştır.

Eyleme, Odamızın da aralarında bulunduğu çok sayıda emek ve meslek örgütünün yanı sıra, sol-sosyalist siyasi partiler de destek vermiştir. Medyanın da desteğiyle çığ gibi büyüyen bu kampanya kısa zamanda milyonlarca kişinin katıldığı devasa “sivil itaatsizlik” eylemine dönüşmüştür. Evlerinde ışık söndürmekle yetinmeyen pek çok kişi, ellerinde mumları ve meşaleleriyle sokaklara çıkmıştır. Şehir merkezlerinde toplanan bu kalabalıklar, evlerin balkonlarından tencere gürültüleri ve ıslıklarla desteklenmiştir. İktidar partileri, bu karanlık ilişkilerin açığa çıkartılması için başlatılan eylemlerin mahiyetini ve önemini kavramamıştır. Başbakan Erbakan eylemleri “gulu gulu dansı” olarak nitelendirirken, Adalet Bakanı Şevket Kazan da “Mum Söndü Oynuyorlar” gibi yakışıksız bir ifade kullanmıştır.

Refah Partisi’nin iktidar ortağı DYP’yi kollayarak iktidarını sürdürme hesaplarıyla takındığı bu tutum, medyanın da manipülasyonuyla “1 Dakika Karanlık” eylemlerinin salt hükümet karşıtı bir içeriğe bürünmesine neden olmuştur. Böylelikle, doğrudan “devlet yapısını ve karanlık ilişkileri hedef alan”, “adalet ve demokrasi arayışı” olarak ortaya çıkan bu eylemler, basit bir muhalefet eylemi olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Eylemin asli örgütleyicisi olan kurum ve kuruluşlar bu eksen kaymasına müdahale etmek istemesine rağmen, 28 Şubat Sürecinin yarattığı dezenformasyon bunu engellemiştir.

28 Şubat Kararları

1990’lı yıllar, 12 Eylül ürünü olan siyasal sistemdeki çürümenin ve yozlaşmanın had safhaya çıktığı dönem olmuştur. Bu yıllar içinde gelişen en önemli olaylardan birisi de tarihe “post modern darbe” olarak geçen 28 Şubat 1997 tarihinde gerçekleştirilen Milli Güvenlik Kurulu toplantısıdır. Siyasi tarihimiz boyunca, “darbe”, “muhtıra”, “uyarı mektubu” gibi çeşitli araçlarla askerlerin sivil siyasete müdahalelerine sıkça rastlanmıştır.

28 Şubat tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısı bu bilindik müdahale araçlarına yeni bir yöntem eklemiştir. Hükümet, yaklaşık 9 saat süren toplantıda, askerlerin iradesiyle kaleme alınan “Rejim Aleyhtarı İrticai Faaliyetlere Karşı Alınması Gereken Tedbirler” başlıklı kararlarının altına imza atmaya zorlanmıştır.

28 Şubat sürecini yaratan gelişmelerin temelinde 1990’lı yıllarda, 303030309999

Page 60: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

310

Medya 28 Şubat sürecinin en önemli araçlarından birisi

olarak kullanılmıştır...

cumhuriyet rejiminin temel direkleri olan “Laiklik” ve “Milliyetçilik” ilkelerinin sarsılması yatmıştır. Soğuk savaş sonrası dünya dengelerinde yaşanan değişim, Türkiye’deki devlet yapısında da dönüşümü zorunlu kılmıştır. Bu süreçte “Siyasal İslam” ve “Kürt Ulusal Hareketlerinin” ideolojik ve örgütsel olarak eriştiği düzey, rejimin mevcut yapısı içerisinde yeniden üretimini tehdit eder hale gelmiştir. 28 Şubat Süreci olarak adlandırılan dönem bütünlüklü olarak ele alındığında 90’lı yıllardan itibaren içine girilen rejim krizi karşısında büyük sermaye çevrelerinin ve ordunun rejimi koruyabilmek adına giriştikleri bir eylem olarak değerlendirilebilir.

28 Şubat Sürecinin fitilini ateşleyen ve bir anlamda ona meşruiyet zemini hazırlamaya dönük gelişmeler ise büyük çoğunlukla Refah Partisi’nin iktidara gelmesinin ardından yaşanmıştır. Erbakan’ın İran ve Libya gezileri, Cemaat Liderlerine Başbakanlık Konutu’nda verilen iftar yemeği ve nihayetinde Sincan Belediyesi tarafından düzenlenen Kudüs Gecesi 28 Şubat öncesinde “irtica” söyleminin gündemin en önde gelen konularından biri olmasına yol açmıştır. Öyle ki bu söylem, Susurluk Skandalının bile “irtica karşıtı propagandanın” malzemesi haline getirilmesine neden olmuştur.

31 Ocak 1997 tarihinde Sincan’da düzenlenen Kudüs Gecesi, sürecin kontrolünün gerçek anlamda ordunun inisiyatifine geçmesine neden olmuştur. Sincan Belediyesi tarafından organize edilen Kudüs Gecesi’ne İran Büyükelçisi de katılmış ve gecede sergilenen temsiller ve yapılan konuşmalar büyük bir yankı yaratmıştır. Gece ile ilgili haberlerin medyaya yansımasının ardından 4 Şubat’ta Sincan sokaklarından tanklar ve zırhlı araçlar geçirilmiştir. Medyaya önceden haber verilerek gerçekleştirilen bu tank geçişi, “darbe” tehdidinin ne denli yakın olduğunu gözler önüne sermiştir. Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, tankların geçişini “demokrasiye balans ayarı yaptık” diye yorumlamıştır.

Birbiri ardına yaşanan bu gelişmelerin peşinden, 28 Şubat 1997 tarihinde toplanan Milli Güvenlik Kurulu, tam 9 saat sürmüştür. Toplantıda “siyasal dini düzen kurmak amacıyla yürütülen yıkıcı faaliyetler ve yapılan beyanlar ile bunların oluşturduğu tehdit ve tehlikeler gözden geçirilerek değerlendirilmiştir.” Toplantı sonrasında yayınlanan MGK Kararına göre, yapılan değerlendirmeler sonucunda “şeriat hukukuna dayalı İslam Cumhuriyeti kurmayı hedefleyen grupların, Anayasa’nın tanımladığı demokratik, laik ve sosyal hukuk devletine karşı çok yönlü tehdit oluşturduğu” hususunda görüş birliğine varılmıştır. Bu çok yönlü tehdidin önlenmesi amacıyla da “28 Şubat Kararları” olarak tarihe geçen tedbirlerin hayata geçirilmesine karar verilmiştir.

Özellikle eğitim, ticaret ve sosyal alanlardaki tarikat ilişkilerini hedef alan bu kararlar kılık kıyafetten kurban derilerine, ibadethanelerden yurtlara kadar pek çok alanda “acil düzenlemeleri” öngörmüştür. Kararların en önemli maddelerinden birisi de zorunlu ilköğretim eğitiminin 8 yıla çıkartılması

313131310000

Siyasal İslam hareketi ile Laiklik anlayışı arasındaki gerilim, 28 Şubat’ın temel

nedenlerinden birisi olmuştur...

Page 61: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

3113131313131111111111111111111

TMMOB ve Odamız, özgürlükleri ve demokrasiyi savunmaktan bir an olsun bile vaz geçmemiştir...

olmuştur. Başbakan Erbakan, bu kararların altına imza atmak konusunda oldukça ayak diremiş, sonuçta kararları imzalamak zorunda kalmıştır.

28 Şubat Kararlarının açıklanmasının ardından Refah Partisine ve ilişkili olduğu sosyal kesime karşı büyük bir baskı ortaya çıkmıştır. “İrtica Brifingleri”, “Batı Çalışma Grubu” gibi etkinliklerle rejim tehdidi olarak görülen Siyasal İslam hareketi topyekûn bastırılmaya çalışılmıştır. Tüm bu sürecin sonucunda 18 Haziran 1997 tarihinde koalisyon protokolünün gereği olarak Necmettin Erbakan görevi Tansu Çillere devretmek üzere Başbakanlıktan istifa etmiştir. Ne var ki, Cumhurbaşkanı Demirel, Hükümet kurma görevini Çiller yerine, Mesut Yılmaz’a vermiştir. Refah Partisi ise 16 Ocak 1998 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştır.

28 Şubat Süreci’nde Emek-Meslek Örgütlerinin Tavrı

28 Şubat süreci Türkiye’deki demokratik muhalefet içinde de bir kırılmaya neden olmuştur. Sincan’dan tankların geçirilmesinin ardından başlayan süreçte önce Türk İş, DİSK ve Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) bir araya gelerek çeşitli siyasi parti liderlerini, TBMM Başkanını ve Cumhurbaşkanı’nı ziyaret etmişlerdir. Bu ziyaretlerin ardından ortak bir basın açıklaması düzenlemişlerdir. Bu ortaklık, medya tarafından da büyük bir ilgiyle karşılanmıştır.

Medyanın desteğiyle birbiri ardına basın açıklamaları yapan bu üçlü girişime kısa bir süre sonra Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) de dâhil olmuştur. Böylelikle tarihsel

Page 62: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

312

mirasları ve sınıfsal yapıları bakımında bir araya gelmesi düşünülemeyecek olan bir yapı, “Beşli Sivil Girişim” olarak bu süreçte oldukça önemli rol oynamışlardır. Bu Beşli Sivil Girişim, Refah Yol Hükümeti’nin yıkılması için açıktan tutum alarak bu doğrultuda ciddi eylemler yapmışlardır.

Odamız ve TMMOB, 28 Şubat Sürecinde ortaya çıkan askeri vesayeti haklılaştırarak toplumsal bir meşruiyet yaratmaya yönelen “Beşli Sivil Girişim” fikrine başından itibaren karşı çıkmıştır. TMMOB’nin toplumcu, demokratik geleneğinde yeri olmayan bu antidemokratik eğilim karşısında Odamız ve TMMOB daima demokrasiden ve özgürlüklerden yana tutum almayı tercih etmiştir. 28 Şubat MGK Toplantısı ardından 10 Mart 1997 tarihinde KESK, TMMOB, TTB, TEB, TDB, TÜRMOB ve TVB ortak bir basın açıklaması yaparak tutumumuzu açıklamıştır. Bu açıklamada, “her ne gerekçe ile yapılırsa yapılsın, darbelerin asıl hedefi, asker postalları altında ezilecek olan çalışanlardır. Çalışanlar darbe ve şeriata karşı demokratik devlet talebini savunmaya kararlıdır. Biz ‘Siyasal İslama’ karşı darbeleri değil, demokrasiyi savunuyoruz. Çözüm darbelerde değil, demokrasidedir” ifadelerine yer verilmiştir.

TMMOB Demokrasi Kurultayı

Demokrasi tartışmalarının en yoğun biçimde devam ettiği bu dönem içerisinde TMMOB’nin 34. Genel Kurulunda aldığı karar gereği toplanacak olan “TMMOB Demokrasi Kurultayı” çok daha önem kazanmıştır. 1996 yılı Eylül ayından itibaren başlanılan çalışmalar kapsamında ilk olarak bir “Açıklayıcı Metin” kaleme alınmıştır. Bu metin çerçevesinde TMMOB’ye bağlı Odaların bulunduğu tüm illerde yoğun bir çalışma yürütülmüştür. Bölge koordinatörlükleri aracılığıyla yürütülen bu çalışmalarda, en geniş üye katılımıyla canlı tartışmaların hayata geçirilmesi sağlanmıştır.

Odamız, şubelerimizin bu sürece etkin olarak dâhil olması için yoğun çaba harcamıştır. Bu süreçte, yaklaşık 1 yıl süren hazırlık dönemi boyunca farklı illerde binlerce mühendis, mimar ve şehir plancısının katıldığı çok sayıda toplantı gerçekleştirilmiştir. Bu toplantılarda çalışanların siyasal yaşama katılımından Kürt Sorunu’na, adil gelir dağılımından yerel yönetimlere, düşünce özgürlüğünden laikliğe kadar demokrasinin farklı alanlardaki görünümleri yaygın biçimde tartışılmıştır. “Yerel Demokrasi Kurultayları”nda tartışılan konular sonuç bildirgeleri haline dönüştürülerek TMMOB Demokrasi Kurultayına sunulmuştur. Böylelikle, aşağıdan yukarı bir tarzla demokratik bir tartışma kültürü işletilmiştir. Önce Susurluk Kazası ve ardından yaşanan 28 Şubat Süreci, Demokrasi Kurultayının önemini ve Kurultaya olan ilgiyi daha da arttırmıştır. Bu ilgi, canlı ve üretken bir tartışma ortamının doğmasına yol açmıştır. Bu tartışma TMMOB camiasıyla da sınırlı kalmamıştır.

Emek ve demokrasi yanlısı sendikalar, meslek örgütleri, demokratik kurumlar ve siyasi partiler de bu sürecin bir parçası haline getirilmiştir. Bunun sonucunda TMMOB Demokrasi Kurultayı iki bölüm haline dönüştürülmüştür.

28 Şubat Süreci’nin hemer ertesinde gerçekleştirilen

TMMOB Demokrasi Kurultayı, TMMOB

Camiasının demokrasi konusundaki tutumunun

ortaya konulması bakımından önemli bir

etkinlik olmuştur...

Page 63: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

313

Kurultayın ilk ayağı 13-14 Aralık 1997 tarihlerinde Ankara’da DSİ Salonu’nda düzenlenmiş ve illerden seçilen delegelerin katılımıyla sınırlandırılmıştır. Bu çerçevede 2 gün boyunca yaklaşık 400 delege yoğun ve verimli bir tartışma gerçekleştirmiştir. Bu toplantıda olgunlaştırılan görüşler etrafında 21 Mayıs 1998 tarihinde Türkiye Demokrasi Kurultayı toplanmıştır. 2 yıllık yoğun tartışmaların sonuçları nihai olarak 21 Mayıs 1998 tarihinde TMMOB Demokrasi Kurultayı Sonuç Bildirgesi kamuoyuyla paylaşılmıştır.

Yetkin Mühendislik

1997 yılı içerisinde Odamız tarafından gerçekleştirilen bir diğer etkinlik de 14. Teknik Kongre olmuştur. 23-25 Ekim 1997 tarihleri arasında İzmir’de gerçekleştirilen 14. Teknik Kongreye 89 bildiri sunulmuştur. Hazırlık dönemi yaklaşık bir buçuk yılı bulan Teknik Kongre ne yazık ki beklenen verimi sağlamamıştır. Teknik Kongre ilk kez İzmir’de gerçekleştiği için kimi teknik aksaklıklar yaşanmıştır. Harcanan emek ile elde edilen sonuç arasında büyük bir farkın olması, Teknik Kongrelerin anlayışının gözden geçirilmesini gündeme getirmiştir.

1996-1997 yılları arasında Odamızın üzerinde yoğunlaştığı en önemli konu “Yetkin Mühendislik” konusu olmuştur. Yönetim Kurulumuz “1996-1998 çalışma döneminde ‘Sertifikalı Mühendislik’ kavramının Türkiye’de yerleşmesini sağlamak, uygulanabilirlik koşullarını araştırmak, yasa ve yönetmelik çalışmaları yapmak, en azından bazı özel konularda ve seçilecek pilot bölgelerde uygulanmasını sağlamak şeklindeki bir çalışmayı” programına almıştır.

Konu önce danışma kurulumuzda ele alınmış daha sonra da bazı üniversitelerin rektörleri ile görüş alışverişinde bulunulmuştur. Bu görüşmelerde Sertifikalı Mühendislik konusunun gündeme getirilmesinin yerinde olduğu ve bu konuda ortak çalışmaların geliştirilmesi yolunda fikir birliği çıkmıştır. Bu amaca hizmet etmek için Odamız bünyesinde Üniversitelerle işbirliği halinde çeşitli komisyonlar kurulmuştur.

Odamız 2. Başkanı Ali Açan’ın başkanlığındaki “Yetkin (Sertifikalı) Mühendislik Komisyonu”, bu dönemde yoğun ve verimli bir çalışma yapmıştır. Bu çalışmalar kapsamında İngiltere İnşaat Mühendisleri Enstitüsü (ICE) Sekreteri J. A. Whitwell Odamızın davetlisi olarak Türkiye’ye gelmiş ve İngiltere’deki Sertifikalı Mühendislik siteminin işleyişi hakkında bir brifing vermiştir.

Tüm bu yoğun çalışmaların ardından, Odamızın 1970’li yıllardan itibaren dile getirdiği “Yetkin Mühendislik” konusunda en somut

313131333

Cumhuriyetin 75. yılı kutlamaları, 28 Şubat Sürecinin tahkim edilmesi amacıyla oldukça abartılı biçimde kutlanmıştır...

Meslektaşlarımızın mesleki donanımlarının arttırılması, kuruluşumuzdan beri odamızın en önemli faaliyetlerinden birisi olmuştur...

Page 64: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

314

adım “Yetkin Mühendislik Yasa Taslağı” ve “İMO Yetkin İnşaat Mühendisliği Uygulama Yönetmeliği Taslağı” hazırlanması olmuştur. Bu taslaklarda Yetkin Mühendislik Kurumu ile varılmak istenen hedefler şu şekilde sıralanmıştır:

“Hizmetin kişi ve toplum yararına verilmesi, yanlış uygulamaların engellenmesi, kalite ve güvenilirliğin arttırılması; hizmetin yeterli mesleki bilgi ve deneyime sahip olan kişilerce verilmesi; Hizmetin verilme sürecinde, hizmeti veren kişilerin mesleki ve meslek etiği açısından tam olarak denetlenmesi; bilginin çok çabuk eskimesi nedeni ile hizmeti veren kişilerin çağdaş teknikleri izleyebilmeleri için sürekli mesleki eğitim sürecine tabi tutulmalarının sağlanması.” Bu amaçlar doğrultusunda hazırlanan taslaklar tüm üyelerimizin ve TMMOB örgütlülüğünün tartışmasına açılmıştır.

1998-1999… DEPREM: BİNALARIN ALTINDA BİR ÜLKE

28 Şubat Süreci, etkisini uzun süre sürdürmüştür. Özellikle TSK bünyesinde oluşturulan “Batı Çalışma Grubu” eliyle 28 Şubat Kararlarının uygulanırlığı denetlenmiş ve siyaset üzerindeki askeri vesayet etkisini devam ettirmiştir. 1998 yılı başlarında Refah Partisi’nin kapatılması, Necmettin Erbakan’a siyaset yasağı getirilmesi, Recep Tayyip Erdoğan’ın hapis cezasına çarptırılması, “andıç olayı” gibi pek çok gelişme, 28 Şubat Süreci’nin etkin biçimde devam ettiğinin göstergesi olmuştur. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu “28 Şubat Süreci bin yıl sürecek” diyerek, bu durumu veciz biçimde dile getirmiştir.

Bu süreç rejimin restorasyonu 33131314444

AVRUPA İNŞAAT MÜHENDİSLERİ KONSEYİ

(ECCE)

Avrupa İnşaat Mühendisleri Konseyi (European

Council of Civil Engineers - ECCE), 1985 yılında Avrupa Birliği veya Gümrük Birliği üye ülkelerin inşaat mühendisleri örgütlerini bir çatı altında toplamak amacıyla kurulmuştur. Yirmi üç AB/EFTA üyesi ülkelerin asil üye olarak

bulunduğu ECCE içindeki İMO’nun üyelik statüsü, oy hakkına sahip asil üye statüsüdür.

1996 yılında İnşaat Mühendisleri Odası’nın, ECCE üyesi olması ile temeli atılan ilişkilerin, 2002 yılından itibaren pekiştirilerek tekrar canlandırılması amaçlanmıştır. Bu bağlamda sürdürülen çalışmalar, 1996’da kurulan ECCE ilişkilerinin ve devam eden süreçte atılan sağlam adımların başarısı ile mümkün olabilmektedir.ECCE-İMO ilişkileri sürekliliği, yılda iki kez gerçekleştirilen ECCE olağan toplantılarına 2002 yılından bu yana ülkemiz adına gösterilen düzenli katılımlarla sağlanmaktadır. Bu süreçte İnşaat Mühendisleri Odası’nın ECCE bünyesindeki görev ve inisiyatif alma misyonu gün geçtikçe artarak yönetim kurulu düzeyinde yer alma seviyesine ulaşmıştır.

İnşaat Mühendisleri Odası’nın uluslararası ilişkilerde izlediği ana politikalardan birisi de, ulusal çalışmaların Avrupa ölçeğinde yapılan çalışmalara paralelliğin sağlanmasıdır. Bu yolla, ulusal bazda, uluslararası standartların ve karşılaştırılabilir kriterlerin yakalanması hedefl enmektedir. Bu amaçlar doğrultusunda 11-13 Kasım 2005 tarihlerinde İstanbul’da yapılan 42. ECCE toplantısı, yirmi iki ülkeden yüzün üzerinde ulusal delegenin katılımıyla Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleşmiştir. Bu toplantıda ECCE Yönetim Kurulu seçimleri yapılmış ve İnşaat Mühendisleri Odası temsilcisi ilk kez ECCE Yönetim Kurulu’na seçilmiş ve Genel Sekreter Gülay Özdemir ECCE Yönetim Kurulu’na giren ilk kadın yönetici olmuştur. ECCE üye ülkelerdeki ulusal ve uluslararası faaliyetlerine ilaveten daimi komiteleri ve çalışma grupları aracılığı ile gündemdeki konuları çalışarak ulusal ve AB seviyelerinde çalışmalar yapmaktadır. ●

(

C

A

mbaYü

İ

Page 65: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

315

çalışmalarıyla bir arada ilerlemiştir. 1998 yılının Cumhuriyetin kuruluşunun 75. Yılı olması nedeniyle 1998 yılı başında Başbakanlık tarafından “Cumhuriyetin 75 Yılı” başlıklı bir kampanya başlatılmıştır. TÜBİTAK bünyesinde “75.Yıl Çalışmaları Ulusal Kurulu” adında bir birim oluşturularak tüm yıla yayılacak bir kutlama programı hazırlanmıştır.

Kutlama için özel bir logo belirlenmiş ve yıl boyunca okullardan silahlı kuvvetlere, demiryollarından şehir hatları vapurlarına kadar tüm devlet kurumlarında bu yönde özel çalışmalar yapılmıştır. 75 yıllık Cumhuriyet Tarihini kapsayan çok sayıda kongre ve sergi düzenlenmiş, kitaplar hazırlanmış, yarışmalar tertiplenmiştir. Kampanya özellikle resmi bayramlarda geniş halk kutlamalarına dönüştürülmüştür. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı oldukça görkemli biçimde kutlanmıştır.

Otuz Altıncı Genel Kurul

Odamızın 36. Genel Kurulu 28 Şubat-1 Mart 1998 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilmiştir. İTÜ Ayazağa Kampüsü’nde bulunan Kültür Sanat Birliği Büyük Salonu’nda yapılan Genel Kurulumuzu idare etmek üzere Divan Başkanlığına Rüştü Özal seçilmiştir. Oda Başkanımız Hilmi Yüncü, açılış konuşmasında, Dünyada ve Türkiye’de yaşanan sorunları dile getirmiştir. Türkiye’de yaşanan son gelişmeler ışığında Odamızın ve TMMOB’nin demokrasi ve insan haklarının korunması bakımından taşıdığı önemin altını çizmiştir. Yüncü’nün ardından TMMOB Başkanı Yavuz Önen, Devlet Bakanı Hasan Gemici, eski Çalışma Bakanı Ziya Halis ve ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras birer konuşma yapmışlardır.

3313131555

DÜNYA İNŞAAT MÜHENDİSLERİ KONSEYİ

(WCCE)

Kamu güvenliği, kamu sağlığı

ve kamu refahı gibi konuların önemi arttıkça, ilgili sorunlar da peşi sıra gelmektedir. Dolayısıyla, inşaat mühendisliğinin teknik ve etik standartlarının dünya çapında geliştirilmesi, teknik gelişmelerin paylaşımı ve bilgi aktarımı önem kazanmıştır. Şimdiye kadar bu çalışmalar dünya çapında mesleki bir açıdan yönlendirilmemiştir.

Bu sebeple ECCE, 2002 Atina olağan toplantısı sırasında, dünyadaki inşaat mühendisliği örgütleri arasında işbirliğini geliştirmek amacıyla küresel bir inşaat mühendisliği örgütü düşüncesi önerilmiştir. Uzun müzakereler sonucunda ECCE bünyesinde, Dünya İnşaat Mühendisleri Konseyi’nin kurulması hakkında taslak bir belge hazırlanmış, bu belgenin usule uygun şekilde ECCE üyeleri tarafından tartışılarak görüşülmesinin ardından dünya çapındaki inşaat mühendisliği örgütlerine duyurulmuştur.

3 Kasım 2005 günü İstanbul’da ECCE olağan toplantısının ardından uluslararası katılımcıların yer aldığı bir toplantı gerçekleştirilmiştir. Avrupa ve Amerika kıtalarından 15 inşaat mühendisliği örgütünün katılım gösterdiği toplantıda Dünya İnşaat Mühendisleri Konseyi’nin kurulması kararı alınmıştır.

Dünya İnşaat Mühendisleri Konseyi (World Council of Civil Engineers - WCCE) 42. Avrupa İnşaat Mühendisleri Konseyi (ECCE) İstanbul Türkiye olağan toplantısını takiben Temmuz 2006’da Mexico City’de yapılan bir toplantıyla kuruluş bildirgesini yayınlamıştır. WCCE’nin kurulmasıyla inşaat mühendisliği yapılanması çeşitli ülkelerin yer aldığı kıtalararası bir platforma taşınmışmıştır. 2006 yılında Meksika’da yapılan ilk WCCE toplantısında kurucu üye statüsünde bulunan Türkiye’nin “Doğal Afetler Kurulu” oluşturma önerisi benimsenmiş ve İMO’nun bu kurul başkanlığı ile paralel olarak Dünya Konseyi Başkan Yardımcılığı da onaylanmıştır. Odamız ECCE ve WCCE nezdinde en etkin kurumlardan birisi olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Ülkemizdeki inşaat mühendislerinin fi kri ve pratik deneyimlerini dünyadaki meslektaşlarımızla paylaşmak, bizlere güç ve güven vermektedir. ●

Page 66: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

316

Protokol konuşmalarının ardından Çalışma Raporu ve komisyon raporları üzerine görüşmelere geçilmiştir. Bu bölümde Kocaeli ve Eskişehir Temsilciliklerimizin şube olmasına karar verilmiştir. Genel Kurul çalışmaları geç saatlere kadar sürdüğünden, yönetmelikler üzerine görüşme yapılabilmesi için “Eylül-Ekim ayları içerisinde Olağanüstü Genel Kurul yapılması” kararı alınmıştır. Genel Kurul kararına rağmen, Şubelerimiz arasında yönetmelikler hakkında görüş birliği sağlanamadığı için bu dönemde Olağanüstü Genel Kurul toplanamamıştır.

Genel Kurulumuzun 2. günü yapılan seçimlerde Fikri Kaya, Kemal Yıldırım, Atilla Ansal, Yusuf Özkan, Hikmet Akar,

Muzaffer Tunçağ, Zeki Kırkayak Yönetim Kurulu üyeliklerine seçilmişlerdir. Yapılan görev dağılımı sonrasında Atilla Ansal Yönetim Kurulu Başkanı, Kemal Yıldırım 2. Başkan, Muzaffer Tunçağ Sekreter üye ve Zeki Kırkayak da Sayman üye olarak görevlendirilmiştir. 36. Genel Kurul’un en önemli yanı, uzun yıllardır Oda Yönetimlerinde birlikte davranan devrimci, demokrat, ilerici kadroların farklı listeler halinde seçimlere girmiş olmasıdır. Bu durum, Genel Kurulu olumsuz etkilemiş ve çalışmaları verimsiz kılmıştır.

Yönetim Kurulumuz göreve geldikten sonra yaptığı basın açıklamasıyla, “çalışma dönemi boyunca inşaat mühendisliğine ilişkin ulusal politikaların gerçekleşmesi için kamuoyu desteği yaratılması; İmar Yasası ve İhale Yasası’nın yeniden düzenlenmesi, tüzük ve yönetmelik değişikliklerinin yapılması; meslek içi eğitim çalışmalarının yürütülmesi çalışmalarına ağırlık verileceğini” açıklamıştır.

Yönetim Kurulumuzun çalışma programına aldığı yasa ve yönetmeliklerin, gündelik ve yaşamsal öneme sahip olduğu, 1998 yılı Mayıs ve Haziran ayları içerisinde ülkemizin en kuzeyinde ve en güneyinde yaşanan farklı afetlerle açığa çıkmıştır. 1998 yılı yaz ayları içinde önce Adana’da 145 kişinin yaşamını yitirdiği 6.3 büyüklüğünde bir deprem olmuş, ardından da Trabzon’un Beşköy Beldesinde 43 kişinin yaşamının yitirdiği bir sel felaketi olmuştur. Kentleşme ve yapı güvenliği gibi temel konularda ülkemizdeki zafiyeti gözler önüne seren bu iki örnek, Odamızın özellikle “Yapı Denetimi” ve “İmar Yasası” konularındaki çalışmalarının ve ısrarının ne denli hayati olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Kürt Sorunu’nda Yeni Dönem

1999 yılı içerisinde yaşanan iki önemli gelişme, Türkiye’nin geleceğinin şekillenmesinde önemli etkilerde bulunmuştur. Bu gelişmelerden ilki PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıdır. 1998 yılı Ekim ayı içerisinde Türkiye ile Suriye arasında yapılan görüşmeler sonucunda Öcalan, uzun yıllardan beri ikamet ettiği Suriye’yi terk etmiştir. Önce Rusya’ya, ardından İtalya’ya geçen Öcalan, Roma’da İtalyan makamlarınca gözaltına alınmıştır. Türkiye’de idam

36. Genel Kurulumuzda yaşanan liste rekabeti,

Genel Kurul çalışmalarını verimsiz kılmıştır...

Page 67: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

317

cezası olması nedeniyle Türkiye’ye iade edilmeyen Öcalan, bir süre İtalya’da tutulduktan sonra bu ülkeden ayrılmıştır. Uzun süre nerede olduğu bilinmeyen Öcalan, ABD’nin yardımıyla düzenlenen bir operasyon sonucunda Kenya’da yakalanmıştır.

Yılmaz Hükümeti’nin istifa etmesinin ardından iktidara gelen Ecevit Hükümeti’nin daha ilk günlerinde gerçekleşen bu operasyon, Ecevit Hükümeti’nin popülaritesini arttırmıştır. Bunun yanı sıra, yıllardır devam eden savaşın da etkisiyle tüm ülke çapında büyük bir milliyetçi histeri ortaya çıkmıştır.

Kürt yurttaşlarımızın sokak ortasında linç edilmesine kadar varan bu milliyetçi histeri 1999 yılı Nisan ayında yapılan seçimlere de rengini veren temel unsurlardan birisi olmuştur. 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan Erken Genel Seçimlerde DSP birinci parti olurken, 1970’li yıllardan itibaren faşist hareketin siyasal odağı konumunda bulunan MHP, büyük bir kitlesel destek kazanarak ikinci parti haline gelmiştir.

Abdullah Öcalan’ın yakalanması, Kürt Sorunu’nda yeni bir evreye girilmesini beraberinde getirmiştir. Öcalan’ın savunmasının üzerine inşa edildiği “Demokratik Cumhuriyet” tezi, 2000’li yıllardan itibaren Kürt Hareketi’nin temel tezi haline gelmiştir. Bu tarihten itibaren hareketin hedefi, ayrı devlet kurmak yerine, “kültür ve kimlik haklarının tanındığı, demokratik bir siyasal temsil olanağının sağlandığı bir cumhuriyet projesi” haline gelmiştir.

Adeta alacakaranlık kuşağı gibi geçen 90’lı yıllar boyunca süren rejim krizi, önce 28 Şubat Süreciyle Siyasal İslam Hareketinin, ardında da Öcalan’ın yakalanmasıyla Kürt Hareketinin yöneliminin değiştirilmesiyle, Türkiye’nin siyasal tarihi açısından bir dönemin sonu olmuştur. Bu tarihten sonra iktidara gelen siyasal partilerin temel önceliği Özal’ın bıraktığı yerden “küresel yeniden yapılanmaya eklemlenme” hedefi haline gelecektir.

Avrupa Birliği’ne tam üye olmak, bu hedefin en temel stratejilerinden birisi olmuştur. 2000’li yıllardan bu yana Türkiye’de yaşanan tüm gelişmeler, böylesi bir temel stratejik devlet politikasının türevleri olarak değerlendirilebilir. Ekonomiden siyasete, temel kanunlardan sosyal yaşama kadar her alan bu yeni yönelime göre tasarlanmıştır.

17 Ağustos Depremi

1999 yılında yaşanan ve etkilerini günümüze kadar hissettiren bir diğer olay ise 17 Ağustos’ta yaşanan 7,4 şiddetindeki deprem felaketidir. Depremin merkez üssü İzmit’in Gölcük ilçesi olmasına rağmen, etkinlik alanı o denli geniş olmuştur ki, literatüre Marmara Depremi olarak geçmiştir. Deprem, Ankara’dan İzmir’e kadar Türkiye’nin

313131777

Çok büyük bir yıkıcı etki doğuran 17 Ağustos Depremi’nde kamu binalarından ibadethanelere, evlerden okullara kadar tüm yapılar hasar görmüştür...

Page 68: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

318

Odamıza, Mesleğeğeğğğğğğimiimiimiiii zze e ve ve vÜlkemize Saha ip ip p ÇÇıkÇıkıyoıyoyoy ruzuzruzruzz

tüm batı bölgelerinden hissedilse de en büyük can ve mal kaybı, İzmit, Adapazarı, Yalova, İstanbul, Bolu, Bursa ve Eskişehir illerinde yaşanmıştır.

Depremde resmi rakamlara göre 18 bin 373 kişi hayatını kaybederken, 48 bin 901 kişi de çeşitli biçimlerde yaralanmıştır. Ne var ki gerçekte bu rakamların neredeyse iki katı kadar bir kayıp olduğu düşünülmektedir. Yaşanan can kayıpları dikkate alındığında 1939 yılında Erzincan’da meydana gelen ve 33 bin kişinin yaşamını kaybettiği 7,9 şiddetindeki Erzincan Depremi’nden sonraki en büyük çaplı deprem olmuştur.

Türkiye’de sanayi ve nüfus yoğunluğunun en yüksek olduğu bölgede yaşanan depremin yarattığı etki o kadar yıkıcı olmuştur ki, zaten doğal afetler konusunda hazırlıksızlığıyla ünlenen devlet kurumları adeta aciz kalmıştır. Kışlalardan devlet

kurumlarına, camilerden fabrikalara, evlerden işyerlerine kadar on binlerce bina ve yapı yerle bir olmuş, yıkılanlardan çok daha fazlası da kullanılamayacak kadar hasar görmüştür.

17 Ağustos sonrasında devlet kurumlarının yerine getirmediği görevleri telafi etmek, demokratik kitle örgütlerine ve sivil toplum kuruluşlarına düşmüştür. Türkiye tarihinin en büyük sivil toplum seferberliği 17 Ağustos Depremi’nin izleyen günlerde yaşanmıştır. Başta demokratik kitle örgütleri üyeleri olmak üzere on binlerce gönüllü, deprem bölgesine giderek hem arama kurtarma hem de yardım çalışmalarına bizzat katılmıştır. Yaralıların tedavisinden, çadır kentlerin kurulmasına, yiyecek içecek dağıtımından giysi yardımına, danışmanlıktan rehabilitasyona kadar neredeyse tüm afet sonrası hizmetler gönüllü kişi, kurum ve kuruluşların girişimleriyle karşılanmıştır. Başta TMMOB olmak üzere tüm meslek Odaları, sendikalar, dernekler ve Türkiye’deki emek ve demokrasi mücadelesine katkıda bulunan örgütlerin en temel gündemi deprem haline gelmiştir.

Odamız 17 Ağustos sabahından itibaren tüm olanaklarını 313131318888

17 Ağustos Depremi, ülkemizdeki yapıların ne

denli güvensiz olduğunu acı biçimde ortaya koymuştur...

Page 69: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

319

Odamız ve üyelerimiz, 17 Ağustos ve 12 Kasım Depremleri sonrasında hem mesleki hem de fi ziksel çabalarıyla depremzedelerin yanında yer almıştır...

deprem seferberliği için harekete geçirmiştir. Üyelerimiz, yöneticilerimiz ve çalışanlarımız deprem bölgesine giderek, fiilen tüm çalışmaların içerisinde yer almıştır. Afet bölgelerinde oluşturulan kriz merkezlerinden en ücra köylerdeki yardım faaliyetlerine kadar her noktada İMO ve TMMOB üyeleri görev almışlardır. Yüzlerce inşaat mühendisi, mesleki birikimlerini insani duyguları ve toplumsal sorumluluklarıyla birleştirerek gece gündüz demeden yıkıntıların arasında, artçı sarsıntıların tehdidi altında çalışmıştır.

Türkiye’de yaşanan bu büyük seferberlik, dünya çapında da yankı uyandırmıştır. Yunanistan ve İsrail’den başlayarak, komşu ülkeler ve dünyanın hemen hemen her bölgesinden arama kurtarma ve yardım ekipleri kısa sürede Türkiye’deki bu büyük toplumsal seferberlikle iç içe girmiştir. Türkiye, devletin aciz kaldığı 17 Ağustos Depremi’nin yaralarını birazcık da olsa sarabildiyse eğer, bunu deprem sonrasında yaşanan toplumsal seferberliğe ve tüm dünya ülkelerinden uzanan yardım ellerine borçludur.

Odamız ve üyelerimiz bir yandan fiilen dayanışma faaliyetleri içinde yer alırken, diğer yandan da kurumsal sorumluluğu gereği, depremle ilgili bilimsel değerlendirme çalışmaları da yürütmüştür. Bu doğrultuda ilk kapsamlı değerlendirme 28 Ağustos 1999 yılında Sakarya Üniversitesi’nde gerçekleştirilen Merkez ve Şube Yönetim Kurulları toplantısında yapılmıştır. Deprem ve sonrasında yaşanan gelişmelerin değerlendirildiği bu toplantı sonrasında basına yapılan açıklamada vurgulanan en temel nokta, “İnşaat mühendislerinin ve Odamızın, inşaat sektörünün temel unsuru olduğu” gerçeğinin hatırlatılması olmuştur.

Depremden önce Odamızın mesleki bilgi ve birikimlerini hiçe sayan, uzman üyelerimizin önerilerine kulak tıkayan “yetkililerin” deprem sonrasında da aynı tavrı sürdürmesine karşı kararlı bir uyarı olan bu açıklama, Odamızın deprem ve sonrasında yaşanan süreçte artık çok daha etkin olacağının da habercisi olmuştur. Nitekim aynı açıklamada, “hasar tespit çalışmalarından onarım çalışmalarına kadar her alanda Oda üyelerimizin gönüllü olarak görev alacağı” da vurgulanmıştır.

Deprem sonrasında Türkiye’de iki eğilim yaygın biçimde ortaya çıkmış ve medyada kendisini görünür kılma imkanı bulmuştur. Bunlardan ilki, “mesleki ve bilimsel formasyonu ne olursa olsun, herhangi bir akademik unvan taşıyan herkesin adeta deprem ve bina uzmanı kesilmesidir”. Bu “uzmanların” buldukları her mikrofona “betonarme”, “çelik”, “çok katlı”, “prefabrik” yapılarla ilgili yorumlar yapması kamuoyunda büyük bir bilgi kirliliği yaratmıştır. Bu dönemde medyada yaygın temsil imkanı bulan bir diğer eğilim de, “yapılarda oluşan yıkımların ‘kişisel’ sorumluluk üzerinden değerlendirilmesi” olmuştur. Yıkılan onca binanın sorumluluğu adeta birkaç müteahhidin şahsında kişiselleştirilerek değerlendirilmiştir.

33131319999

Page 70: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

320

Odamız deprem sonrasında bu iki eğilime karşı büyük bir mücadele vermiştir. “Proje ve Yapı Denetim meselesinin depreme karşı en etkin önlem olduğunun” altı defalarca çizilmiştir. “Yıkımların asıl sorumlusunun birkaç paragöz müteahhit değil, bilim insanlarımızın ve Odamızın önerilerini dikkate almayan, hükümet ve yerel yetkiler olduğu” bıkmadan dile getirilmiştir. “Bir daha böylesi yıkıcı sonuçlarla karşılaşmamanın yegâne yolunun deprem yönetmeliğine uygun projelerin üretilmesi, binaların yönetmeliklere uygun biçimde ve malzemeyle yapılması ve tüm bunların mutlaka denetlenmesi gerektiği” vurgulanmıştır.

Ne yazık ki, daha 17 Ağustos Depremi’nin enkazı bile kaldırılmamışken, 12 Kasım 1999 tarihinde Düzce’de 7,2 şiddetinde bir deprem meydana gelmiştir. 845 kişinin yaşamını yitirdiği bu deprem, depremlerin ülkemizde ne derece yakın bir tehdit oluşturduğunun anlaşılması bakımından ibret verici olmuştur. Bu deprem aynı zamanda 17 Ağustos sonrasındaki “hasar tespit ve onarım” fiyaskosunu da ortaya çıkarmıştır.

17 Ağustos sonrasında göstermelik kurslarla 600’e yakın büroya “proje-müşavirlik” belgesi verilmiş ve bu belge sahiplerinin onarım yapabilme yetkisi tanınmıştır. Düzce’de benzeri bürolarca onarımı yapılan ve “oturulabilir” görülen pek çok bina yerle bir olmuştur. Odamız, 1999 yılı içinde yaşanan bu iki acı tecrübenin ardından yıllardır savunduğu “yapı denetim” ve “yetkin mühendislik” kavramlarına dört bir elle sarılmıştır. Bu iki unsurun taşıdıkları hayati önemin altını birçok kez çizen Odamız, 2000’li yıllardan itibaren bu meseleleri temel problemi haline getirmiştir.

323232320000

17 AĞUSTOS DEPREMİ VE DAYANIŞMA FAALİYETİ

Yarattığı toplumsal sonuçlar

dikkate alındığında Türkiye’nin yakın tarihindeki en önemli olaylardan bir tanesi 17 Ağustos 1999 tarihinde gerçekleşen “Doğu Marmara

Depremi”dir. 17 Ağustos Depremi, şiddeti, yaygınlığı, can kaybı ve yarattığı tahribatla Türkiye’de yaşayan milyonlarca kişiyi yakından etkilemiştir. Bu etki o denli derin ve yaygın olmuştur ki, aradan geçen 10 yıla rağmen, depremin sonuçlarına ilişkin resmi rakamların hiçbirisi inandırıcı olmamıştır.

Resmi rakamların inandırıcılığının olmamasının nedeni, sadece ortaya konulan rakamların düşüklüğü değil, deprem sonrasında bölgede hiçbir resmi yetkilinin olmamasıdır. Deprem, o derece yıkıcı olmuştur ki, özellikle depremin yoğun olarak hissedildiği şehir merkezlerinde resmi kurumlar, hem yapısal hem de organizasyon anlamında yerle bir olmuştur. Valilikten belediyelere, emniyetten askeriyeye kadar neredeyse tüm kurumlar bırakınız yurttaşların yaralarını sarmayı, kendi başlarının çaresine bile bakamaz hale gelmiştir. Devlet kurumlarının ve hükümetin çaresiz kaldığı 17 Ağustos Depremi’nin biricik gücü, toplumsal dayanışma faaliyeti ve sivil toplum örgütleri olmuştur.

17 Ağustos Depreminin ardından Türkiye’nin batı bölgelerinin tamamının elektrik ve telefon bağlantıları zarar görmüştür. Deprem bölgesinden saatlerce haber alınamamış, gün ışıdıktan sonra bölgeye giden televizyon ekipleri aracılığıyla depremin boyutları hakkında fi kir sahibi olunmaya başlanmıştır. Bölgedeki yakınlarından haber alamayan yüz binlerce kişi kendi olanaklarıyla bölgeye seferber olmaya başlamıştır. Bölgeye adım atan herkesin ilk gözlemi enkaz altından gelen yardım çağrıları ile bu çağrılara yanıt verecek hiçbir organize ekibin ortada görünmemesi olmuştur. Kendileri enkaz altından kurtulanlar, çıplak elleriyle enkazları eşerek yakınlarını aramaya ve kurtarmaya çalışmışlardır. Bu düzensizlik ve organizasyon depremin tablosunu daha da ağırlaştırmıştır.

dTyeot

g

Page 71: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

321

Odamızın 24-26 Kasım 1999 tarihleri arasında Ankara’da, ODTÜ’de düzenlediği İnşaat Mühendisliği 15. Teknik Kongresi’ne damgasını vuran da bu konudaki tartışmalar olmuştur. 15. Teknik Kongre’ye, planlı 8 oturumun yanında 2 özel oturum eklenmiştir. 6 çağrılı konuşmacı ve 55 sunumun yapıldığı 15. Teknik Kongre’de, öncekilerden farklı olarak uygulamalar öne çıkmıştır. Teknik Kongre’nin son günü “deprem” tartışmalarına ayrılmıştır ve düzenlenen iki ayrı oturumda, alanında uzman kişiler depremi tüm boyutlarıyla tartışmışlardır.

Ekonomik Kriz

Birbiri ardına yaşanan iki büyük depremle sarsılan Türkiye’yi, 1999 yılı içerisinde sarsan bir diğer olay da, ekonomik kriz olmuştur. 1980 sonrasında uygulanan ekonomi politikaları sonrasında tamamıyla dış piyasalardan sıcak para girişine endekslenen ekonomimiz, 1998-1999 yıllarında Asya ve Rusya’da ortaya çıkan krizlerden doğrudan etkilenmiştir.

Yıl içinde yaşanan hızlı para çıkışı ekonomik dengeleri alt üst etmiştir. Bir süredir kontrol altında tutulmaya çalışılan enflasyon ve faizler bir anda artmıştır. İç ve dış borçlar adeta döndürülemez noktaya gelmiştir. Tüm bunlara bir de depremin faturası eklenince, gerçek anlamda sarsıcı bir ekonomik kriz ortaya çıkmıştır.

Hükümet ortaya çıkan krizin tüm yükünü halka ödetmeyi tercih etmiştir. Ülkede oluşan deprem hassasiyeti de buna alet edilerek “deprem vergileri” adı altında yeni vergiler getirilmiştir. Ek vergilerin yanında “özel iletişim vergisi” ve “özel işlem vergisi” gibi isimler altında yeni vergi kalemleri oluşturulmuştur. Zaten

32323232111

Depremin ilk gününde ortaya çıkan bu kaos ve çaresizlik tablosu, Türkiye’nin dört bir yanından gönüllü kişilerin arama kurtarma faaliyetleri için bölgeye gelmesine neden olmuştur. AKUT gibi ekiplerden Zonguldak Maden İşçilerine, Üniversitelerin dağcılık kulüplerinden kimi özel şirketlere kadar pek çok kesim, kimi tam donanımlı, kimi tek bir kazma ve krikoyla arama kurtarma faaliyetlerine başlamıştır. Pek çok kişi, bu gönüllülerin yardımıyla enkaz altından çıkabilmiştir. Bu gönüllülere, birkaç gün sonra yabancı ülkelerden gelen arama kurtarma ekipleri, askerler ve sivil savunma ekipleri dâhil olarak daha örgütlü ve profesyonel bir kurtarma faaliyeti hayata geçirilmiştir.

Deprem Bölgesi’ndeki toplumsal dayanışmanın bir diğer boyutu ise, depremden kurtulanların hayatlarının sürdürülmesi yolundaki mücadele olmuştur. Organize çadır kentlerin kurulmasının gecikmesi nedeniyle, bölgede yaşayan herkes, sokaklara kurulan derme çatma çadırlarda yaşamaya başlamıştır. Bölgedeki evlerin ve işyerlerinin enkaz altında kalması, ekonomik ve ticari ilişkiyi bitirmiştir. Yiyecek, içecek, giyecek ve her türden gündelik ihtiyacın temini tamamıyla yardımlarla karşılanmıştır. Devlet organize bir yardım ağı kuramadığı için, bölgeye yardım toplanması ve yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması da tamamen sivil girişimlere kalmıştır.

Başta TMMOB ve bağlı odalar olmak üzere, KESK, TTB, TDB gibi emek ve meslek örgütleri tüm olanaklarını ve üyelerini bölgedeki ihtiyaçların karşılanması için seferber etmiştir. Bir yandan ülke çapında bir yardım seferberliği yürütülürken, diğer yandan da depremin olduğu şehir merkezlerinde oluşturulan Koordinasyon Merkezleri aracılığıyla bölgeye gelen yardımların hakkaniyetli biçimde dağıtılması sağlanmıştır. Oluşturulan bu gönüllülük ağı, hem yardım yapanların, hem de yardım alanların büyük güvenini ve desteğini kazanmıştır. Her türlü çıkar ilişkisinden uzak, demokratik ve şeffaf bu yardım organizasyonu, 80’li yıllardan itibaren ismi yolsuzluklarla, adam kayırmayla, avantacılıkla eş tutulmaya başlayan devlet bürokrasisinden çok daha etkin bir yardımlaşma örneği ortaya koymuştur.

Deprem sonrasında adeta kendiliğinden ortaya çıkan, fakat kısa sürede emek ve meslek örgütlerince geliştirilen bu dayanışma organizasyonu, sadece arama kurtarma ve yardım faaliyetleriyle sınırlı kalmamıştır. Çadır kentlerin organizasyonundan prefabrik evlerin inşasına, çocukların eğitiminden rehabilitasyon çalışmalarına, hukuk mücadelesinden geleceğin örgütlenmesine kadar her alanda özgün ve üretken örnekler ortaya konulmuştur. Odamız, deprem sonrasında ortaya çıkan bu dayanışma faaliyetinin bir parçası olabildiği için gurur duymaktadır. ●

Page 72: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

322323232322222

Seattle Eylemi, dünya çapındaki toplumsal

muhalefetin taleplerinin ve eylemleriin ortaklaştırılması

bakımından önemli bir dönemeç olmuştur...

geçim sıkıntısı içinde olan yoksul halk kesimleri, bu vergiler sonucunda iyice zor duruma düşmüştür.

Başlangıçta geçici bir süreliğine öngörülen bu vergiler, zaman içerisinde sürekli hale getirilmiştir. Para sıkıntısı içine düşen hükümet, çareyi IMF ile stand by anlaşması imzalamakta bulmuştur. Aralık ayında imzalanan stand by anlaşması, hiçbir sorunu çözmediği gibi, daha büyük bir krizin oluşmasının da zeminini oluşturmuştur.

IMF Anlaşması’nın imzalandığı günlerde yaşanan bir diğer önemli ekonomik gelişme ise ilerleyen günlerde adı daha sıklıkla gündeme gelecek olan Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu tarafından beş bankaya el konulması olmuştur. El konulan bu bankalara ait borçlar devlet tarafından üstlenilmiştir.

Küreselleşme Sürecine Tam Entegrasyon

1999 yılı, Türkiye açısından gerçek anlamıyla yeni bir dönemin başladığının habercisi olmuştur. 90’lı yıllar boyunca içinden geçilen derin siyasal krizin peşinden gelen bu yeni dönem, küreselleşme süreci ile tam entegrasyon dönemi olarak adlandırılabilir. Ekonomiden siyasete kadar toplumsal yaşamın tüm alanlarında topyekûn bir yeniden yapılanmayı içeren bu yeni dönem kendine özgü kırılmaları ve krizleri ile birlikte 2000’li yıllara damgasını vuracaktır.

Bu dönemin ışığını yakan en önemli gelişme 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de gerçekleştirilen Avrupa Birliği Zirvesi olmuştur. Bu zirvede Türkiye’nin adaylık statüsü kabul edilerek, Türkiye açısından yepyeni bir dönem başlamıştır. Türkiye’nin artık en önemli gündemi “Kopenhag Kriterleri”, “Ulusal Program”, “yapısal uyum” ve “tam üyelik” gibi meseleler olmuştur.

Türkiye 1999 yılı sonlarında deprem, ekonomik kriz, Ahmet Taner Kışlalı suikastı gibi gündemlerle boğuşurken, dünyanın diğer ucunda, tüm dünya halklarına umut ışığı olan bir eylem gerçekleştirilmiştir. 1 Aralık 1999 tarihinde ABD’nin Seattle kentinde gerçekleştirilen Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) olağan toplantısını protesto etmek üzere düzenlenen gösteriler, hem içeriği hem de etkinliğiyle tüm dünyada büyük bir yankı uyandırmıştır. 1980’li yıllardan

itibaren tüm dünyada “küreselleşme” söylemi altında uygulanan neo-liberal politikalara karşı gösterilen bu en büyük tepki, dünyanın dört bir yanından destek görmüştür.

Kapitalist küreselleşmenin mabedi sayılan ABD’de gerçekleştirilen bu eylem o denli etkili olmuştur ki, DTÖ toplantısı belirlenen zamanda toplanamamıştır. O zamana değin görülmemiş bir kitlesellik ve militanlıkla gerçekleşen bu eylem “alternatif küreselleşme” ya da daha yaygın adıyla “kürselleşme karşıtı” gösterilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dünyadaki yoksullaşmanın, çevre kirliliğinin, savaşların, eşitsizliklerin, antidemokratik uygulamaların

Page 73: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

İMO 1984-1999

323

asıl sorumlularının DTÖ, Dünya Bankası, IMF, G8, Dünya Ekonomik Forumu gibi çok uluslu yapılar ve şirketler olduğunu dile getiren bu protestolar, 2000’li yıllardan itibaren tüm dünya çapında yaygınlaşmıştır.

Seattle’da başlayan bu süreç daha sonra Prag’da, Cenova’da, Floransa’da, Brüksel’de ve ‘nerede bir zirve olsa orada’ devam etmiştir. Küreselleşme karşıtı bu bilinç, zaman içinde Avrupa Sosyal Forumu ve Dünya Sosyal Forumu gibi örgütlenmelerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu forumlarda insandan, doğadan, kardeşlikten, barıştan, özgürlüklerden, eşitlikten yana bir dünyanın inşası için çözüm önerileri geliştirilmeye çalışılmıştır. Odamız da bu süreç içerisinde elinden geldiğince yer almaya çalışmıştır.

Page 74: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

324

HER ŞEYE RAĞMEN DEĞERLERİMİZİ SAVUNMAK1970’li yıllarda kapitalist ülkelerde birbiri ardına ortaya çıkan krizler, 2. Dünya Savaşı sonrasında uygulanan “Refah Devleti” politikalarının sürdürülemez hale gelmesine neden olmuştur. Özellikle petrol fiyatlarındaki keskin artışlar, petrol bağımlısı pek çok ülkede “stagflasyon”, “bütçe açığı”, “cari işlemler açığı” gibi pek çok sorunun ortaya çıkmasına yol açmıştır. Ekonomide yaşanan bu kriz, bütün olarak “yönetim zihniyetinin” ve “toplumsal kuruluşun” da aşınmasına neden olmuştur.

Kapitalizmin içine düştüğü bu krizin aşılması, 1980’li yılların başından itibaren “neo-liberal” ekonomi politikalarının uygulanmasını ve “yeni sağ” olarak adlandırılan hegemonik projenin hayata geçirilmesini gündeme getirmiştir. İngiltere ve ABD’de başlayan bu yönelim, kısa bir süre içinde Türkiye dahil tüm kapitalist ülkelerde yaygınlaşmıştır.

1980’li yılların kapitalizmi bir önceki dönemin değerlerinin tam anlamıyla “değillenmesi” üzerine inşa edilmiştir. Koruma politikaları yerine serbest piyasa, kamu girişimciliği yerine özelleştirme, toplumculuk yerine bireycilik, dayanışma yerine rekabet kavramları etrafında bir ekonomik ve toplumsal düzen fikri egemen hale gelmiştir.

Çok Uluslu Şirketler, DTÖ-DB gibi uluslararası kurumlar ve bölgesel işbirliği örgütleri bu sürecin temel yönlendiricileri haline gelmiştir. Ekonomik alanda yaşanan bu dönüşümün siyasal alandaki yansıması ise, toplumun örgütlü kesimleri aracılığıyla ekonomiye ve siyasete müdahale imkânlarının tamamıyla ortadan kaldırılması olmuştur. Sendikalar, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve hatta siyasi partilerin toplumla ve siyasetle bağları kesilmiş, yalıtılmışlardır.

Toplum Suskun, Sermaye Serbest

Türkiye’de ilk olarak 24 Ocak 1980 kararlarıyla gündeme gelen neo-liberal politikaların gerçek mahiyetiyle uygulamaya konulması ise 1983 yılı sonrasında Turgut Özal’ın iktidar olmasıyla başlamıştır. Darbenin toplumsal muhalefeti tamamıyla etkisiz hale getirmesini avantaja çeviren Özal, kısa zaman içinde neo-liberalizmin ekonomik, hukuki ve siyasi altyapısını oluşturmayı başarmıştır.

323232324444

Turgut Özal’ın hayata geçirdiği politikalar ve

savunduğu değerler, bütün toplumsal yaşamımızı

dejenere etmiştir...

Page 75: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

32532323232323232323223 5555555555

Her Şeye RağmenDeğerlerimizi Savunmak

TMMOB 90’lı yıllardan itibaren yeniden alanlara dönmüştür...

Darbe’nin ve Özal’ın bu “başarısı(!)”, Türkiye’deki toplumsal mücadele hareketinin tüm birikimlerinin bir anda ortadan kalkmasına neden olmuştur. 1960’lı yıllardan beri geliştirilmeye çalışılan özgürlükçü, demokratik ve toplumcu değerler hızla aşınmıştır. 1980 Sonrası Türkiye’sinin en kısa anlatımı, işte bu “toplumsal yitim”, “aşınma” ve “yozlaşmadır.” Bu süreç hala ve hızla devam etmektedir.

Dünya çapında yaşanan yeniden yapılanma süreci, 1990’lı yıllarına başında sosyalist bloğun çözülmesi ve reel sosyalizm deneyimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla hızlı bir eklemlenme gerçekleştirmiştir. Neo-liberalizmin “küreselleşme”, “sınırsız dolaşım”, “tam rekabet”, “liberal demokrasi” söylemleri bu süreçte pekişmiş ve gücünü arttırmıştır.

Tek tek ülkelerde bu sürece direnme yolundaki eğilimler ve hareketler büyük bir ideolojik yenilgi yaşamıştır. Toplumcu düşünce ve hareketin yaşadığı bu yenilgi, kitleleri yeniçağın ideolojisi karşısında savunmasız hale getirmiştir. Bu savunmasızlık, geniş toplumsal kesimlerin büyük kitleler halinde hak kayıplarına uğramasına neden olmuş, dünya çapında bir “yoksullaşma” ve “yoksunlaşma” süreci yaşanmıştır.

Page 76: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

326

Türkiye tüm bu süreci kendine özgü tarihsel koşulların etkisi altında yaşamıştır. Sürecin başında yer alan darbe, darbe sonrasında etkinliğini kaybetmeyen askeri vesayet, ardından Kürt Sorunu’nda yaşanan gelişmeler, derin devlet faaliyetleri, Siyasal İslam hareketinin yükselişi, rejim krizi, muhafazakârlığın yaygınlaşması, 28 Şubat Süreci gibi pek çok dinamik, 80 Sonrası Türkiye’nin şekillenmesinde önemli roller oynamıştır.

Tüm bu süreç içerisinde belki de en belirleyici etken ise, “Türkiye’deki demokratik toplumsal muhalefetin kendi sözünü üretemeyişi” olmuştur. 70’li yıllara damgasını vuran toplumsal muhalefetin 12 Eylül’le birlikte bastırılması ve ortadan kaldırılması, Türkiye’nin başına gelen en büyük felaket olmuştur. Sendikaların, derneklerin, demokratik kitle örgütlerini ve tabi meslek odalarının toplumsal etkilerinin ortadan kalkması, Türkiye’deki antidemokratik güçlerin dilediğince “at koşturmasına” neden olmuştur.

Değişen Mühendis İmajı

Tüm bu anlatılanlar, Odamızın ve TMMOB örgütlülüğünün 1980 sonrasında ve içinden geçmekte olduğumuz dönemde karşı karşıya olduğu sorunların zeminini oluşturmaktadır. 12 Eylül’de örgütlü yapılara vurulan darbe, neo-liberal politikaların toplumu atomize etmesiyle katmerleşmiştir. Kitlelerin örgütlü yaşama, örgütlü mücadeleye, hak arayışına ve hesap sormaya inancı körelmiştir. 68’den itibaren tüm dünyayı saran “dünyayı değiştirme arzusu”, 80’li yılardan itibaren “boş vermişliğe” ve “sinikliğe” dönüşmüştür.

Kültürel ve siyasal düzeydeki bu geri çekilme, hukuki düzenlemelerle de desteklenerek örgütlü yapıların güç olma potansiyeli hukuken ortadan kaldırılmıştır. Kamuda çalışan mühendislerin Odalara üye olmasının keyfiyete bağlanması, Oda ve sendikaların siyasetle bağının kopartılması, kamu emekçilerinin “grevli-toplu sözleşmeli sendika haklarının” tanınmaması, “örgütlenme ve grev hakkına getirilen sınırlamalar” 1980 sonrasında emek ve demokrasi güçlerinin etkinliğinin sınırlanmasına neden olmuştur.

Yaşanan toplumsal siyasal dönüşüm, Türkiye’deki inşaat mühendislerinin yaşam tarzlarına, ekonomik durumlarına ve toplumsal algılarına da yansımıştır. 1960’larda devlet bürokrasisiyle ve kalkınma idealleriyle, 1970’lerde “emek mücadelesiyle” ve “toplumcu ideallerle” özdeşleştirilen İnşaat Mühendisleri, 1980 sonrasında “ihalelerle” ve “köşe dönme idealiyle” özdeşleştirilir hale gelmiştir.

Odamız 1960’lı ve 70’li yıllarda yerleşik olan İnşaat Mühendisliğinin toplumsal algısıyla uyumlu bir rol oynarken, 1980 sonrasında Odamızın rolü ile inşaat mühendisliğinin toplumsal algısı arasındaki fark açılmıştır. Neo-liberal aşınma ve yozlaşmanın Odamızdaki etkisi, toplumda yarattığı kadar büyük olmamıştır.

Odamız 70’li yıllarda büyük mücadeleler vererek ve bedeller ödeyerek edindiği toplumcu, demokratik değerleri her şeye rağmen savunmayı ve muhafaza etmeyi

Page 77: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

327

Her Şeye RağmenDeğerlerimizi Savunmak

başarmıştır. Odamız, “toplumdaki egemen mühendis algısını” değiştirmede başarılı olamasa da, “mühendislik etiğinin” ayakta tutulmasında başarılı olmuştur. Kimi dönemleri ve istisnaları bir yana koyacak olursak, tüm TMMOB örgütlülüğü için de böylesi bir başarıdan bahsetmek mümkündür.

Bu dönem içinde, Odamız ve bütün olarak TMMOB örgütlülüğü, toplumcu, demokratik, ilerici ve devrimci değerleri taşımada başarılı olsa da, üyeleriyle yaratıcı ve üretken bir bağ kurmakta başarılı olamamıştır. Bunun altında yatan etkenlerden en önemlisi yukarda değindiğimiz “neo-liberal ideolojik hegemonya”dır. Üyelerin örgütlü yaşama olan inancı ortadan kalkınca, yöneticilerin ve Odaların da yaratıcı ve yenilikçi bir toplumsal rol oynama konumu zayıflamıştır. Hal böyle olunca 70’li yıllarda Odaların oynadığı “çığır açıcı ve yönlendirici rol” yerine, 80’li yıllarda “savunmacı ve muhafaza edici” bir konuma çekilmek zorunda kalınmıştır.

Değişen Çalışma Biçimi, Değişmeyen Değerler

Türkiye, 1980 sonrasında büyük ve önemli travmalar yaşamıştır. Darbe döneminin her türden insanlık dışı uygulaması bir yana, darbe sonrasında yaşanan baskı politikaları, siyasi cinayetler, faili meçhuller, çete ilişkileri, şovenist provokasyonlar, gerici terör, Kürt Sorunu etrafında yaşanan çatışmalar, askeri müdahaleler, katliamlar ve daha pek çok karanlık olay karşısında Odamız, demokrasiyi, özgürlüğü, aydınlığı, çağdaşlaşmayı, ilericiliği ve her şeyden öte “toplumu savunmaktan” bir adım bile geri atmamıştır. Dünümüzü yarınımıza bağlayan bu kararlı duruş, Odamızın en temel tarihsel mirası olarak mevcudiyetini korumaya devam etmektedir.

1990’lı yıllardan itibaren şubelerimizin sayısının hızla artması, Odamızın geleneksel işleyiş tarzında önemli bir dönüşüm yaşanmasına neden olmuştur. Kuruluşundan 1980’li yıllara kadar şube sayısının sınırlı kalması, Oda Genel Merkezimiz ile Ankara Şubemizin iç içeliği, Oda Genel Merkezimizin üyelerle çok daha yakın ve doğrudan ilişki içerisinde olmasına yol açmıştır.

Bu doğrudan ilişki, meslek alanındaki canlı tartışmaların Oda Merkezimiz tarafından kısa zamanda içselleştirilerek, özümsenmesini ve yönlendirilebilmesini beraberinde getirdiği için Odamız açısından büyük bir avantaj olmuştur.

1980 sonrasında mühendislik eğitimi veren fakültelerin birbiri ardına açılması, ülkenin hemen her yerinde inşaat mühendislerinin yoğun olarak yerleşiklik kazanması, Oda örgütlülüğümüzün hızla yaygınlaşmasını beraberinde getirmiştir.

Şube sayısı arttıkça, Genel Merkezimizin meslektaşlarımızla doğrudan ilişkisi de sınırlanmış ve dolaylanmıştır. Eğitimden kongrelere, üye toplantılarından sempozyumlara kadar tüm Oda faaliyetleri şube faaliyeti halini almıştır. Bu dönemde şube etkinlikleri çok daha öne çıkmıştır.

Page 78: 5. Bölüm: Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip …Aydınlar Dilekçesi, 12 Eylül düzenine ve 1982 Anayasasına karşı ilk açık ve yaygın muhalefet olması bakımından

Odamıza, Mesleğimize ve Ülkemize Sahip Çıkıyoruz

328

Odamızın üyelerle ilişkisinin şube dolayımına girmesi, Odamızın toplumsal rolünde ve görünürlüğünde de önemli bir aşınma ortaya çıkmasına neden olmuştur. Oda Genel Merkezleri adeta “temsili” birer yapı olarak algılanmaya başlanmıştır. Bu temsil algısının pekişmesi, “temsilcilerin temsilcisi” durumunda olan TMMOB’nin toplumsal görünürlüğünün öne çıkmasına neden olmuştur. Güncel siyasal ve toplumsal meselelerde Odaların görüşleri yerine TMMOB’nin görüşleri daha öne çıkmıştır.

Odalar, sadece meslek alanlarıyla sınırlı birer otorite olarak görülmeye başlanmıştır. Bu durum, meslek Odalarının toplumsal rollerini ikinci kez aşındıran bir etki yaratmıştır. Odamız ve diğer Odaların toplumsal meseleler üzerine ürettiği yaklaşımların dikkate alınırlığının azalması, Odamızın ve Odaların bu konulardaki söylem üretimine de ket vurmuştur. Artık giderek daha sınırlı konularda yayın yapan, sınırlı konularla ilgilenen yapılar haline dönüştürülmeye zorlanmıştır.