Upload
others
View
3
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
il. BÖLÜM
Xlll. DERSİM 1DE BAZI
GELENEKLER
VE İNANÇ MOTİFLERİ
İ smail ONARLI
Alevi edep erkanından, doğumdan ölüme kadar Dersim coğrafyasında
yüzlerce inanç motifleri ve ritüelleri vardır. Biz sadece Orta-Asya ve Anadolu sentezi olan bazı kültlerin üzerinde duracağ ız.
1) Abdal Musa Kültü:
Her yıl harman sonu, Abdal Musa kurban ı kesilerek cem yapılır. Birlik ve dirl i ği temsil eden Abdal Musa tören ve şöleni, Alevi Örf Hukuku 1nda çok önemli bir ritüeldir. Her birey ve musahip kardeşler birlik kurbanına maddi durumlarına göre katkıda bulunurlar. Cemaatte herkes bunu doğal karşılar. Kesilen kurbanlar ve yiyecekler toplu olarak yen ir. Dargınlar ve küsülüler barıştırılır.
Abdal Musa1dan sonra cemaatin bütünlüğü sağlanarak çıkılmış olur.
Osmanlı Devleti 'nin kuruluşunda
bulunan Abdal Musa'nın Alevi Töresi'nde de birliği senıbolize etmesi, onun kişiliğinde kutsiyet kazanmıştır.
Dersim bölgesinde Abdal Musa'nın askerleri koruyucu ve iyilik meleği ya da iyi cin ve peri biçiminde algılanmakta
dır. Munzur Çem, bu konuda şunları söylemektedir:
"Çocukluğumda, evimizde, evliyalar için olduğu gibi, Avdel Musa ve askerleri için de bazen kutsa.nmış ekmek (niyaz) pişirilir ve komşuya dağıtıl ırdı.
Anne ve babam, Avdel Musa ya da askerlerinin aç olduklarını, rüyalarında
kendilerinden yiyecek istediklerini söylediklerini iyi hatırlıyorum. Tabi bu s ı rf
bizim aileye özgü bir durum değildi. Sonuçta, onları bu davranışa iten asıl
neden korku olsa da, Avdel Musa ile aralarında uzlaşmaya dayalı bir bağın kurulabildiği de gözüküyor." (125) Abdal Musa' nın kişiliğinde bütün leşen
Alevi birlikteliği inanç biçimine dönüşerek ilkeleşmiştir.
2) Dersim Pantheonu mu ? El-ele el Hakk 1a ilkesi mi?
Alevi tasavvufunda evrendeki herşey Tanrı'nın bir görünümüdür. Bu nedenle de herşey birbirine bağl ıdır. Alevi Devriye Kuramı'na göre de herşey hareket halindedir. Hiç bir şey yok olmaz, Tanrı'yla bütünleşir. Bu nedenle, Pantheon olarak gözüken ve Panteizm olarak algılanan inanç sist~mi, insanlı-
ğın bir mirası olan tüm kült ve kültürlerin Alevilikde birleşmesidir. Aynı tür motifler Müslümanlık'ta da vardır. Hıra Mağarası, Arafat Dağı, Zemzem suyu, şeytan taşlama, . Hacer-ül Esvet taşı, taaf
ritüeli, kurban kesme vb ...
Ertuğrul Danık, "Dersim Alevi-Kürt
ve laza mitolojisi ve pantheonu üzeri
ne" [126] şöyle demektedir:
"Dersim Pantheonu'nun baş tanrısı
"Hızır"dır. Ak sakallı, yaşlı ve atlı olarak
tanımlanan Hızır, dara (zora) düşenle
rin ve çaresizlerin en büyük yardımcısı
dır ... Zaman zaman Hızır ile karşılaştı
ğını ya da düşünde gördüğünü söyle
yenlerin anlatımına göre, Hızır için za
man ve mekan kavramı yoktur. Dilediği
an dilediği yerde olabilir. Hep ak sakal
lı bir ihtiyardır ama, yüzyıllardır zora
düşenlerin yardımına koşmaktadır. Bu
na rağmen, o hep güçlü, atak ve hızlı
dır. Pantheonun diğer tanrılarını Kureyş
(Seyyid Mahmud Hayrani), Bamasor
(Baba Mansur), Düzgün Baba (Şah Hay
dar), Sultan Hıdır (Üryan Hıdır), Mun
zur Baba, Ağuçan, Şıh Delili Ber-He
can, Sarı Saltuk (Sarı İsmail), Seyyid Ko
ca Süleyman, Seyyid Gabani, Şıh Hüsa
mettin Aseli ve Derviş Cemal olarak sı
ralayabiliriz... Dersim Pentheonunda
her ne kadar sadece tanrıları görüyorsak
da, Tanrıça olarak Ana Fatma'yı bu ge
nellemenin dışında tutmaktayız .. " diyen
Danık, sonuç olarak da "Tek Tanrı yeri
ne çok tanrı inancını" ikame ederek bu
nu da tasavvufta ve tarikatlarda "Vah
det-i Vücud" anlayışına bağlamaktadır.
Ertuğrul Danık şu hususu algılaya
mamaktadır. Hakk-Muhammed-Ali yo
lu olan Alevilik-Bektaşilik-Kızılbaşlık
tasavvufunda dört merhale vardır. Bun
lar: Vahdet-i ŞuhOd, Vahdet-i KusOd,
Vahdet-i Vücud ve Vahdet-i Mev
cOd'tur. Bu merhaleler bireyin olgunla
ma aşamalarının evrelerini ve içsel ru
hani dönüşümlerini göstermektedir.
Ölmeden önce ölmek yanı Hakk ile
hak olmaktır en son aşama ...
Birey bu aşamaya el ve nasip aldığı
Rehber-Pir-Mürşid eğitiminden ve öğ
retiminden geçerek gelir. Son aşamayla
birlikte de "Kamil Toplum" tasavvur
edilir, yani bu bir ütopyadır.
Tüm bunları yapacak olan örgüt ise
"Dedelik Kurumu"dur. Dede Ocakları
da "elele el Hakk ilkesi"yle birbirine ya
tay ve dikey bir şekilde örgün, özyöne
timli, geçimli, özgün tarzda bağlantılı
dır. Bu, Dede Ocakları'nın kurumlaş
ma biçiminin ana kaynağı, "Kur'an",
Hz. Muhammed ve Ali'nin ve de On iki
İmamların, Alevi müştehidlerinin uygu
lamalarıdır.
Danık ve bazı yazarların belirttiği
gibi bu inanç, Panteizm (kamutanrıcılı
ğı) ve Dede Ocakları da Pentheon de
ğildir. Alevilik, inanç, kültür ve yaşama
biçimiyle üç boyutlu bir öğretidir. Ale
viliğin üç öğesini de birlikte telakki et
memiz gerekir. Aleviliğin "Hakk'tan
halka inme" şeklinde formüle edilmiş
tir.
3. Hızır Kültü ve Pohut Tatlısı
Zor durumlarda ve' felaketlerde yar
dımcılık vasfı dolayısıyla Hızır'ın Kızılbaş
ve Bektaşi inançlarında da büyük bir yeri
vardır ... Hz. Ali ile H ızır özdeşleştirilmiş
tir ... Erzincan havai isinde Kızılbaş Zazalar
da sabah güneşinin ilk ışıklarının aksettiği
taş ve kayaların, "Ya Hızır !"diye dualarla
tazim olunduğu gözlenmiştir ... Hz. Ali şe
hid edildiği zaman güneşe dönüşüp gök
lere yükselmiştir ... Tunceli'. de ... Hızır ulu
hiyet kavramıyla özdeşleştirilmiştir ... Al
tay şaman toplulukları da şaman duası ile
Hızır'dan yardım istedikleri görülmüştür.
[127) Prof. Dr. Ocak'tan kısaca verdiği
miz bu alıntılar, Aleviler ve Türkler için
Hızır'ın önemini belirtmektedir.
Aleviler de genel olarak üç gün
oruç tutulur. Son günü Perşembe günü
ne gelmek kaydıyla Şubat ayının ikinci
haftası tutulur. Bazı yörelerde ise şu
bat'ın ikinci haftası perşembe günü (cu
ma akşamı) sahura kalkılarak ertesi haf
ta perşembe (Cuma akşamı) iftar ile 7
gün tutularak, Hızır Cemi yapılır. Tüm
yörelerde Miladi Takvime göre, 13-14-
1 S Şubat günleri tutulur ki bu durum
geneli yansıtmaktadır. Diğerleri istisnai
bir gelenektir.
Bal ve Koç uşağı aşiretlerinden 90
yaşı civaı:ındaki Gazal, Sultan ve Rezal
Ana'lardan Hızır orucunda sonuncu
günü iftar yemeğinde yenen yemek
cinslerini sorduk, onlar da şunları söy
lediler:
Zengin olanlar bir gün önceden
kurban keserek özel yemekler hazır
larlar ve tüm komşuları çağırırlar. Eğer
dede gelirse cem de yaparlar. Genel
olarak son günü, Babuko, Bıcık, bulgur
pilavı yapılır. İçecek olarakda Şıra ya
da yazın yoğurttan yapılarak katılaştı
rılmış süzme yoğurdun yuvarlatılarak
güneşte kurutulmuşundan ve "Kurut"
denilen nesneden ayran yapılarak ik
ram edilir. Tatlı olarak da: Buğday
saçta kavrularak soğutulduktan sonra
"Distar" denilen taştan el değirmeninde
un haline getirilir, sıcak suda hamur
haline gelen ve "Kavut" denilen . sade
helva bir küçük tepsiye konarak ortası
derinleştirilir, ortasına da şerbet ya da
süzme bal konur, üzerine de eritilmiş
sade tereyağ ı dökülerek kaşıkla yenir.
( Onar köyünde ise normal yemekle
rin dışında "poğmut" denilen el değir
meninde çekilmiş kuru dut unundan ve
12 çeşit yiyecek ilave edilerek hazır
lanmış bir nevi helva türü, Hızır Orucu
son iftar yemeğinde ikram edilir.)
75 yaşındaki Mecbure Can'dan Tür
kiye ortalamasına uygun, Hızır Oru
cu'na mahsus "Pohut Tatlısı"nın içine
konan malzemelerin ve yapılış usulünü
öğrendik. En az oniki çeşit olmak kay
dıyla bu malzemelerden denkleri kona
bilmektedir.
Malzemeler: Yarma Buğday (gendi
me), iri bulgur, mısır, nohut, mercimek,
kuru fasulye, arpa, bakla ayrı ayrı tava
da kavrularak taş el değirmeninde un
haline gelinceye dek çekilir ve elekten
elenir.
Çerezlerden: fındık, fıstık, ceviz, ba
dem, acı badem belli oranlarda az kırıl
mış vaziyette uıi haline getirilmiş hubu
bat hakca katıl ı r.
Tatlı tür çerezlerden, kuru üzüm,
incir, kuru dut, kayısı, elma ve armut kurusu vs. deği rmende ezildikten sonra
hazı rlanmış ve ıl ık suda hamur haline
getiri lmiş harca katılır. Hepsi birden sade tereyağında hafif ateşte kavrulur. Bu
kavurma esnasında içine azar azar yedirerek pekmez veya şeker şırası ilave edilerek, helva kıvamma gelmesi sağla
nır. Daha sonra bir tepsiye konarak
yayvanlaştırılır. Orucun son gününden bir gün önce hazırlanan "Pohut Tatlısı"
tepsiyle Ambar veya kilere götürülerek
tepsiyle buğday veya un çuvallarının ya da peteğinin üstüne konur. Eğer tep
sinin üzerinde bir işaret var ise muhakkak "Hızır Uğramış" ve elini değdir
miş"tir ve "bereket ve bolluğa" kavuşulacaktır.
H ızı r orucunun son günü genç kızlar ise su içmeden yatarlar ki, suyu rü
ya larında nereden içtiklerini ve kısmet
lerinin nerede olduğu, Hızır"n yardımıyla anlaşılsın ...
4. Muharrem Orucu:
Türkiye genelinde inançlı tüm Alevilerin tuttu~u bir oruçtur. Yörelere gö
re farklıl ıklar arz etmektedir. Bazı yerlerde Muharrem ayının 1-1 O arası on
gün oruç tutularak sonunda Aşura pişirilerek dağıtılmaktadır. Bazı yörelerde
iki gün de yas orucu ilave edilmekte,
çok az yörede de üç gün daha ilave
edilerek 1 S güne kadar çıkarılmaktadır.
Hz.Muhammed'in Muharrem Oru
cu tutuğunu kaynaklardan bilmekteyiz. [128) Hz.Muhamed'den sonra bu gele
neği Hz. Ali yanlıl arı devam ettirerek
günümüze değin geti rmiş lerdir.
Kur'an'ın Fecr Suresi'nin 1 'den
S'inci ayete kadar şöyle emredilmektedir:
"Fecre ahdolsun, ON geceye, çifte
ve ket'e, Akıp-gittiği zaman geceye, Bunlardan, akıl sahibi olan için bir ye
min var, değil mi?"
Türkiye'de mevcut Dede Ocakla
rı'nın tümünün Rehber, Pir ve Mürşid'leri muharrem Orucu'nu andığımız
surenin ayetlerine dayandırmaktadırlar.
Onun üzerinde okuduğum Kur'an çevi
risi yapan Sünni din alimleri ve kendisini "sivil, demokrat" olarak niteleyen
Ali Bulaç dahil,, Fecr Suresi 2. Ayeti'n i "Zi lhicce ay ının ilk on gecesi" olarak
dip not olarak belirtmekteler [129], ya da Ayet içinde parantezleyerek ver
mektedirler.
M. 622 yılından bugüne değin Hz.
Ali soyluları ve On iki imam yandaşları ile Alev! toplumu, Kur'an'ın bu ayetini böyle algılamış ve uygulamışlardır.
Ortodoks İs lami kesimler {Sünn i ve Ş ii)
bu duruma ya parantez açarak ya da dip notla doğruymuş gibi göstermeye çalışmışlardır. Alevilerin vergileriyle
maaşlarını alan Diyanet yetkilileri ise
Kur'an tahrifatlarını görmemezlikten
gelerek, seslerini çıkarmayarak, Alevi toplumunu yok saymışlardır.
5. Nevruz Bayramı
Çeşitli anma günlerinin örtüştüğü
21 Mart, Nevruz Bayramı olarak Sümerler'den beri kutlana gelmektedir. Yılbaşı olarak da kabul edilen bu gün Orta Asya' dan Balkanlara değin kutlanmaktadır. (130]
Nevruz Bayramı Dersim bölgesinde Dede Ocaklarının kurucularının türbe-
. sini ziyaretle başlayıp, dağlarda ve su başlarında kutlanmaktadır. Emiganlı
kabilesi, Nuh peygamberin gemisinin dokunduğuna inandıkları Bağır Dağı'nda nevruz Bayramı'nı kutlayarak, Cemler yürütürler, semahlar dönerler ve şölenler verirler bugün için gün boyu ... Şavalanlı Aşireti mensupları Esence (Keşiş) dağındaki Aygır Gölü çevresine çıkarak yeni günü kutlamaktadırlar. Bahtiyar aşireti, Dalören köyünün güneyindeki "Sultan Seyyid"in türbesinin bulunduğu ziyaret tepenin yamaçlarında bayramı kutlamaktadırlar. Şeyh
Hasan köylülerinin Hıdırlık Tepesinde nevruzu kutladıkları bilinmektedir. Onar köyünde ise dağ yerine bahçelerde kutlamalar yapılırdı. Örnekleri çoğaltabiliriz. Nevruz Bayramı'na ilişkin "Alevilerin Sesi" dergisinde detaylı anl attığımız için burada geniş olarak ele almayacağız.
Hayatı kırda, bayırda, doğayla baş
başa geçen, hayvan sürüleriyle ardan
oraya göçen Türkmenler, Nevruzu da
kendi anlayışlarına uygun olarak yeşil
vadilerde, suların şırıl şırıl aktığı ya
maçlarda kut!amış-lardır. Türkmen ta
savvufu da yaşama biçimine göre şekillenmiştir.
"Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevl~ın seni
Seherler de kuşlar ile
Çağırayım Mevldm seni .. "
Diyen Yunus Emre, Heterodoks İs
lam Türk anlayışının doğaya yansımasından ve Tanrı'yla yeknesak olmasın
dan başka bir şey değildir.
"Munzur Dağı iyi! iyi! kar ile
Ayrı düştüm o sevgili yar ile .. "
diyen Onar köylü bir delikanlı aşkını
Munzur ile özdeşleştirerek türküleştir
miştir.
Bu durum, Türkmen töresinin,
inançta, aşkta, sevgide, sevdada, aşta,
doğaya dönük bir ifadesidir. Nevruz
bayramı'nın en önemli yemeği "Çiğ
dem Pilavı"dır.
6. Koç Katımı
Alevllerde önemli günlerden birisi de,
23-24 eylül güneşin Terazi Burcuna girdi
ği . &_.ündür. Güneşin Koç burcuna gird iği
21-22 Mart, Nevruz'da olduğu gibi bu
günde Alevilerce şölenlerle kutlanır ve
Koçlar sürülerin içine katılır, yani çiftleşme mevsiminin başladığı gündür.
Koçlar ve tekeler sürüye katı imadan
önce özel olarak süslenir. Koçların
boynozlarına elmalar takılır, yünleri
kırmızı ve yeşile yakın renklerle toprak
boyas ı ile boyanır. Boyunlarına renkli'
boncuklar takılır. Sürü sahibi Koçu ağı
la, gütürmeden önce, doğacak kuzula
rın cinsine göre, koçun sırtına erkek va
ya kız çocuğunu bindirerek gütürür ve
koyunların içine salar.
Koca Leşker Ocağı'nın bulunduğu
Bağaştaş köyünden, Üryan Hızır Ocağı'nın bulunduğu Zeve (Dorutay) köyü
ne, Cimin köyünden Şeyh Hasan köyü
ne kadar uzanan bölgede, koç katımın
da aynı adetleri görmek mümkündür.
Bugüne özgü yemeklerde, Balör
yapılır, bıçıklar ve çörekler hazırlanır.
"Külçük" denilen tereyağlı sade, peynirli, kıymalı ve sebzeli olarak ayrı ayrı
yapı lan bıçık lar üstüne de elle kaz aya
ğı şekli yapılır. Kaz ayağının yiyenlere
ve hayvanlara uğur getireceğine inanı
lır. Bazı yerlerde beş parmakla yapılır
ki bu da "Pençe-i Ali-Aba"y ı ifade et
mektedir.
Kuzular ve gıdikler doğduktan sonra, sürüler sağılmaya başlandığında da,
koç katımında olduğu gibi bereket art
sın diye yine yemekler hazırlanır, gül
banklar okunur. Çocukl_pra, leblebi, şe
ker, kuru üzüm, kuru dı:ıt gibi çerezlerin karışımından oluşan yiyecekler da
ğıtılı r. Çobanlara da özel hediyeler verilir.
Dersim coğrafyasında olan bu gele-
nekleri Orta-Asya'daki Türk boylarında
da görmekteyiz.
xıv. ŞEYH HASAN'A İLİŞKİN VE
ONAR KÖYÜ'NDEKİ
ZİYARET VE ADAK
YERLERİ İLE İNANÇ MOTİFLERİ
Şeyh Hasanlı Oymaklarının Türkis-tan'dan gelen Bayat Boyu'ndan olduklarını bilmekteyiz. İnceleme bölgemiz
de, Türk dili ağızların ı araştıran Prof. Dr. Tuncer Gülensoy ve Doç. Dr. Ahmet Buram, Şeyh Hasanlı obalarından ve Alevi köylerine ilişkin şu hususları
belirlemişlerdir:
"2. Ağız Bölgesi" olan, "Bu bölge de Baskil ilçe sınırları içindedir. Fırat neh
rine sahil olan bir kaç köyden müteşek
kil bu bölge, Keban ilçe sınırlarında
bulunan 4. ağız bölgesi ile hemen he
men aynı özelliklere sahiptir. Tabanbükü, Kaleköy, Kumlutarla, Höyük köyle
ri bu bölgeyi oluşturur. Bu bölgenin eski bir Türk yerleşmesi olduğu, yapılan kazı ve araştırmalarda ortaya çıkarılan
eserlerden anaşılnıaktadır ... "
"4. Ağız Bölgesi: Bu bölge, Keban il
çe sınırları içinde, Keban ile Ağın arasındaki bölgede bulunan Denizli, Bayındır ve Nimri köylerinden oluşur. Bu
bölge ile 2. Ağız bölgesi arasında büyük bir benzerlik vardır. D~layısıyla iki bölgede yaşayan halkın aynı tarihlerde
gelip buralara yerleşmiş olmaları ve hatta aynı boya mensup olmaları kuv-
vetle muhtemeldir ... " [13 ı]
2. nci ve 4.üncü Ağız bölgesindeki köylerle Onar köyü ve çevresindeki
Alev! köyleri akrabalık ilişkileri içinde
olup, Oğuz Boylarındandır. Arapkir' in sünnileşen bazı Türkmen köyleriyle de
ayn ı boydan olup, Türkçe'nin aynı ağz ıyla konuşmaktadırlar. Bu bölgedeki köylerin çeğunluğu Şeyh Masan Ocağı
talipleridir. Gelenek ve görenekleri de aynıdır.
Şeyh Hasanlı Onar köylüleri OrtaAsya'daki eski inanç, gelenek ve tören
lerini İslami şemsiye altında Anadolu'ya taşımışlardır. Türkler, ölmüş atalarının , doğanın ve oluşumlarının, gö
ğün ve gökte meydana gelen değişimlerin, birer ruh ve gizli güçlerin kendi
ni, göstermesi işareti olarak inanıyorlardı. Gök gürlemesini Hz. Ali'nin na
rası, şimşeki Düldül'ün nal kıvılcımları yıldırımı kapçısı olarak, Kızılbaşlarc~ algılanmakta ... Doğadaki birçok olayı Aleviler, Hz. Ali'nin kerameti ya da gazabı olarak nitelendirmektedirler. Gü
neşin doğuş ve batış zamanında aynı yöne dönerek ellerini göğe kaldırıp, Hı
zır ve Ali'nin adının geçtiği bir gülbank okurlar. Bu ritüel Türklerin Gök-Tanrı'ya tapınma biçiminin ve Güneş Kül
tünün Dersim Bölgesinde halen devam ettiğini göstermektedir.
Antik Anadolu uygarlıklarında benzeri inanç motifleri ve kültleri, Türklerin eski inançlarıyla bir sentez oluştura
rak, Heterodoks İslam haline dönüşmüştür.
Hamit Zübeyr Koşay'ın "Keban Projesi Pulur Kazısı 1968-ı 970" araştırma
ve bulguları sonuçları bugünkü gele
neklerin kökenlerini doğrulamaktadır.
Bereket Tanrıçası tapınağı, kutsal su
naklar ve Ocak kültü, Ateşe tazim vb.
Alev! inanç tarihini de çok daha eskile
re götürmektedir. Koşay'ı n bulgu l arı
yöre tarihine ve inancına ışık tutmaktadır [132].
Anadolu'nun Ana Tanrıça'sı Kybele (Cybele-Sibel) ile Alevllerin Fatma
Ana'sı ülkemizde külütürel olarak örtüşmüştür.
1. Ş!:YH HASAN ONER'İN TÜRBESİ
VE ATALAR KÜLTÜ
Onar köyünün kurucularının bulun
duğu ve otuz civarında şahidenin olduğu mezarlıkta, Şeyh Hasan ve eşi Ana
Hatun'un da türbesi vardır. 14. yüzyılda
koruma altına alınan ve duvarlarla çev
ri len mezarlık kutsanarak, atalarına
saygı için takdis edilmiş ve anıları yaşatılmıştır. Bu gelenek Göktürk, Oğuz ve
daha eski Türk inançlarından gelmektedir.
Orta-Asya Türkleri'nin inancını dört temel noktada toplayabiliriz. Gök-Tan
rı kültü, Atalar kültü, Tabiat Kültleri ve
IX. yüzyıldan itibaren bu kültlere eklemlenen Şamanizm inancı, tüm bu
inançlar öylesine birbirine girmiş ki,
ayırmak imkansız hale gelmiştir.
Atalar Kültü, ölmüş büyüklere ta-
zim, atalara saygı, "baba hukuku"nun
inanç sahasındaki belirtisi olarak görü 1-mektedir. (133]
Hemen hemen bütün Kuzey ve Or
ta-Asya kavimlerinde bulunduğu görü
len ve Ata-erki! aile yap ısının bir sonu
cu olarak yorumlanan atalar kültü, tari
hi nisbeten iyi bilinen en eski Türk top
luluklarından Hunlar zamanında tespit
edilmektedir. Hunlarda yılda bir kere
umumi bir merasim düzenlenerek ata
ların ruhlarına kurban kesiliyordu. [134]
Atalara ait hatıraların kutlu sayılma
sı, Türk mezarlarına yapılan tecavüzle
rin ağır şekilde cezalandırılmasından
da anlaşılıyor. Attilla'-nın 1. Balkan Sa
vaşı'nın bir gerekçesi de Hun Hüküm
dar ailesi kabirlerinin Bizans'ın Margos
Piskoposu tarafından açılarak soyulma
sı idi. .. Soyulma nedeni, Eski Türklerde
ölülerin silahları, kıymetli eşyası, ba
zan tam teçhizatlı atları, kadınların mü
cevherleri ile birlikte gömülmesi idi.
Böylece öteki dünya da rahat yaşamla
rının sağlandığı düşünülüyordu. Türk
ler ölenin yeri belli olsun diye Kurgan
inşa ederler, mezarlarının üstüne tüm
sek yaparlar veya geniş daireler şeklin
de taş yığarlar ve hatta taş heykeller
(Balbal' lar) dikerlerdi. (135]
Göktürk Yazıtlar ı 'ndan anlaşılıyor
ki, "Türk Halk inancına göre, insanın
ruhu, öldükten sonra kuş yahut böcek
şekline giriyormuş. Ölen hak-kında
"uçtu" deniyor. Bilindiği gibi Batı Türk
leri 'nde, hatta İslamiyeti kabülden son-
ra, "öldü" yerine "Şukar boldu" yani
"Şahin oldu" deyimi kullanılıyordu.
"Yakut' !arın inancına göre, ölüm halin
de "Kut" (can) bedeni terk ederek, kuş
şeklini alır ve Kainatı kaplayan Dünya
Ağacı'nın dalları üzerine konar. Ya
kut'larda ruh, hayvan şekline de gir
mektedir.
Moğol Şamanın kuş şekline girmesi
ni sağlayacak kanatları vardır. Orhun
Yazıtları'nda ve Kaşgarlı Mahmut'un Di
vanı'nda görüldüğü üzre, eski Türk
çe'de, "Cennet"in "Uçmak-Uçmağ" keli
mesi ile açıklanması da bu bakımdan
mana taşır. Bu kelimeyi bazı Alevi Şair
lerinin nefeslerinde de buluruz. Bektaşi
ler ölen insanın canının hayvan şekline
girebileceğine inanırlar. Bu tarikate göre .
ölüm, "Göçmek" bir diyardan, başka bir
diyara taşınmak, "Kalıbı dinlendir
mek"tir. Tasavvuftaki DEVRİYE görüşü
nün, bu eski Türk inancının tesiri altında
kaldığı tahmin edilebilir. (136]
Şeyh Hasan Ocağı'na bağlı köyler
den, hatta Sünni Türkmen köylerinden
de Şeyh Hasan'ın türbesine adaklar ge
tirilir, koçlar kurban edilir, etli pilavlar
pişirilerek yufkalarla yenirdi. Ayranlar
ve şerbetler içilir, tatlı olarak da helva
dağıtılır ya da gırmıtık veya tatlı tarha
nadan yapılmış sade tereyağla kavrul
muş ve üzeri bademle süslenmiş bir ne
vi "cezire"ye benzer tatlı tepsilerde ik
ram edilirdi. "Tüccar Hüseyin Dayı"
nın "kömbe"yi 1950'li yıllarda tek tek
itina ile verişini ve lezzetini bugün da
hi anımsıyorum.
Abdal Musa Kurbanı da Şeyh Ha
san' ın türbesinin yanında pişi rilip ye
nirdi. Bir keresinde Düzgün Dede, kur
banlık koçun pişmiş kürek kemiğideki
etleri yedikten sonra, kemiğin üstünde
ki çizgilere bakarak adağı adayanın ge
leceğinin nas ı l olacağını anlatmış idi.
Huşu içinde Türbenin etrafı dualar
la yedi kez dÖnülerek taaf edllir ve di
lekler tutulur, adaklar adanırdı. Gebe
kadınlar çocuklarının hayırlı olması
için niyaz ederlerdi. Şahide her dönüş
te öpülerek takdis edilirdi.
Şeyh Hasan'ın Türbesi'ne gösterilen
bu saygı, Türkmen geleneğindeki Ata
lar Kültü töresinin bir gereğiydi. ..
2. SAKIZ BABA VE AGAÇ KÜLTÜ
Aleviler ardıça itibar ederler, Velayetname'de Hacı Bektaş'ın nasıl bu
ağacın dibine sığınıp ondan büyümesi
ni ve yapraklarıyla onu örtmesini iste
diğin i anlatır. H ı rka Dağı'nda Ard ıç
ağacının sakladığı Hace Bektaş Veli
burda 40 gün çi le çıkarır. Sultan Şuca
uddin Veli bir Çam ağacının altında
zikreder. Hz. Muhammed, Rıdvan ağa
cının a ltında ikrar verdirmiştir. Daha
sonra bu ağacın dalları, Alevi Dede
Ocaklarınca kutsal kabul edilerek "Ta
rık sopası" olarak kullanılmıştır. Şeyh
Hasan da bugün "Sakız Baba" denen
sakız ağacının altında zikrettiğinden ve
bu ağacın yanına gömüldüğünden, bu
ağaç kutsa l kabul edilmektedir.
Türklerin kutsal saydıkları ağaçlar
arasında, Kayın ağacından başka ağaç
lar da vard ır. Bunlardan biri olan ard ıç
(artış, arça) ağacıdır. Manas Desta
nı'nda kısır kadınlara çocuk veren "ar
dıçlı mezar'dan bahsedilmektedir.
Kahramanlardan biri "Ardıçlı Mezar
Hazret"in tanrısından peyda olur ...
Oğuz, bir gün avlan ırken ormanda bir
ağacın ko-vuğunda karısıiıi bulur ... Uy
gurların ilk dedeleri de, bir ağacın bu
daklarından dünyaya gelmişlerdir ...
Türkmen adetlerinden .. ölünün mezarı
başında ateş yakmak, eskiden kalma
bir adettir. Türkmenler genç ölmüş bir
adamı gömdükten son-ra onun atını
süslerler ve ölünün üstünden çıkarılan
elbiseyi bir ağaca giydirirler, köyün ka
dınları donatılmış bu at ve giydiri lmiş
ağacın karşısına geçerek ağ ıtlar okur ve
ağlarlar ..
Araştırma yaptığımız bölgede de
genç ölmüş erkek veya kızın elbiseleri
çeşitli eşyaları büyükçe bir odanın orta
s ına konur. Eşya ların etrafında halka
yapan kadınlar sıra ile ağıt okuyarak
ağ larlar. Ölenin yakını kadınlar ise saç
larını yolarlar ya da göğüs ve dizlerine
vurarak hem ağlarlar hem de ağıt ya
karlar. Bu yörelere göre 3 ila 7 gün de
vam eder, 40 gün yas çıkarı lır. Birinci
ve 40. gün "Toprak" ve "dar" kurbanı
kesilir, "Dar Cemi" düzenlenir.
Ölünün ruhunun ağaçta teccessüt
ettiği inancı burada açıkça belli olu
yor ... Kırgızlarda, şaman izm devrinden
kalma mukaddes ağaç lar, ata ların ve
büyük şamanların mezarları İslamlaştı-
rılmış ve evliya türbeleri olmuştur.
Kırgız-Kazak'ların adetlerinden ...
kadınlar kısır olurlarsa sahrada tek ba
şına biten bir ağacın, bir kuyu (pınar)
veya su yanında koyun kesip geceler
l~r . .' Oğuz Türkleri'nin bir pı~ar yanındaki kayaya ve üzerindeki izlere secde
ederler.. Onar köyünde de Gügeyik
semtinin Güney denilen yerde Hz.
Ali'nin atı Düldül 'ün yarı atlarken nalı
nın izi bir kayaya gömülmüş ve öylece
ne kalmış. Kayadaki nal şeklindeki bu
iz kut-sal kabul edilerek, kapanın etrafı
taşlarla duvar yapılar koruma altına
alınmış olup kayaya niyaz edilmekte
dir.
Cennetin ortasındaki Hayat Ağacı
ve Bilgi Ağacı, yılan ve ejderha tarafın
dan korunmaktadır. Ölümsüzlük kolay
elde edilemez, bu, erişilmez bir mahal
de (yerin öbür ucunda, okyanusun di
binde, karanlıklar diyarında, çok yük
sek bir dağın zirvesinde ya da mer
kez'de) bulunan Hayat Ağacı ya da Ha
yat Çeşmesi'nde toplanmıştır: Binbir
meşakkatla yanına ulaşılırsa da muha
fız canavarlarla boy ölçüşecektir. Bu
mücadele bir "Sırra vakıf olma" manası
nı taşır, ölümsüzlüğü elde etme hakkı
na sahip olabilmek için insanoğlunun
kendini "ispat" etmesi "kahraman" ol
ması gerekir. .. (137)
Pertek'in Sağmandersim (Ardıç) kö
yündeki dağda bulunan asırlık ağaçlar
kutsanarak "Bayram Dede" türbesine
dönüştürülmüştür. Nevruz ve Hıdırel
lez kutlamaları, sürülerin yaylaya çık-'
ma törenleri gibi birçok dini ve örfü
merasimler bu ziyarette yapılmaktadır.
Ağaç, yaşam ve ölümü simgelemek
tedir: Yer altındaki kökleriyle ölü-mü,
yer üstündeki gövde, dal ve yaprakla
rıyla da yaşamı tasvir etmektedir. Ağaç
Kültü, uzak doğu Budizm'den Anadolu
Antik inançlarına değin tüm uygarlıkla
rın ortak inancı ve kültürü haline gel
miştir.
Musevi, Hırıstiyan ve İslam mezar
lıklarında kaide ve mezartaşları (şahi
deler)'nda kartal, leylek, arslan ve yılan
gibi hayvan resimleriyle süslenmiş, çe
şitli ağaç şekilleriyle bezenmiş "Hayat
Ağacı" motifleri görmekteyiz. Tunceli
bölgesinde sıkça mezarlarda raslanılan
Koç ve Koyun mezartaşfarı tarihin de
rini ikferinden gelen bir inancın günü
müzdeki motifleridir. Hititlerdeki Ars
lan heykellerin yansımasını Anıtka
b~r'de, Yafvaç'ta bulunan Antik Tapı
naklardaki ay kabartma motiflerini ve
hece taşlarındaki yıldız ile birlikte Türk
Bayrağı'nda görmekteyiz.
Bektaşi mezartaşfarında ünlü filozof
Aristo'nun başlığındaki dilimler gibi, Kı
zılbaş keçe külahlı on iki dilimli taçlar
vardır. Zeytinburnu Eryek Baba Tekkesi
mezarlığındaki şahideler ve motifleri
Aleviliğin birer sanaat eserleridir. Kara
ca Ahmet ve Eyüp mezarlıklarındaki
mezartaşları, Hurma ve palmet motifle
riyle süslenmiş, barış güvercinleri vardır.
Türk mezartaşları Hitit ve Mısır kabart
malarıyla sfenksleri andırmaktadır.
Araştırdığımız bölge bakımından,
Urartu'lar önemli bir yer işgal eder. Bu
nedenle bu uygarlığın da Ağaç kültü ve
bugüne yansımasına bakmak gerekir.
Urartu'lar zaman kapsamı bakımından MÖ. XJll. yüzyılın ilk çeyreğinden,
M.Ö. VI. yüzyılın başına kadar tarih
sahnesinde görülmüştür. Van Gölü
çevresi merkez olmal( üzere, Karasu
havzasından Transkafkasya'ya, Malatya bölgesinden Urmiye Gölü'ne kadar
uzanan bir uygarlığın temsilciliğini
yapmıştır. [138]
Hayat Ağacı ile ilgili inancın ve bunun sanat yaratmalarına konu olarak iş
lenmesinin ilk örneklerine, M.Ö.3. Bin
yılından beri Aşağı Mezopotamya'da rastlarız. İki Teke arasındaki Çalı motifi
sahnesi, Sümerler'in "yaşam" ve "ölüm" arasındaki sürekli dolaşım, yeraltı dün
yası ile olan inançların ve hayat ağacı
nın en eski şekli "DUMUZİ"yi simgele
yen büyük Ana Tanrıça'nın hayatı ya
yan "aşıklar çifti"nin ölüp, ilkbaharda yeniden dirilmesini sembolize etmek
tedir. Bu inanç geleneğiyle ilgili olarak, devimsel yaşamın simgesi hayat ağacı
motiflerinin çeşitli ve zengin şekilleri
ne, Urartu'lardan önce Assurlar'da rastlamaktayız. (139)
Assurlar'ın M.Ö. 2. bin yıllarında ölmezliğe olan inanç geleneği, hayat
ağacı motiflerini öncelikle monoteik şekilde, bir tanrı bileşimiyle ilgili olarak
Assur'un ulusal tanrısı sembolü haline
getirmiştir ki, bu yalnızca yeraltı dünyasının güçleriyle olan savaşta var olu-
şuna düzenini ve yazg ı sını belirlemek
te kalmayıp, aynı zamanda ÖLÜM ve
DOGUŞ ' un sonsuz dolaş ı mını da oluş
turmakladır. Assur Kral teriminin özün
deki "Hayat Ağacı - Tanrı - Assur" sem
bolü, Assur Tanrısı'nın yerine geçen Kralın çok anlamlı simgesi haline gel
miştir. Assur saray duvarları, kabul sa
lonları, kral sembol ve mühürleri gi
zemli bir anlam ı olan hayat ağacı motifleriyle bezenmiştir. Bu sahneler tipik
Assur kabartmaları üzerinde, hayat
ağacına kült yapan Tanrılar arasında
yer alan Kral tarafından temsil edilirken gösterilmiştir. [140}
Şeyh Hasan da Sakız Ağacı (Sakız
Baba)'nın dipinde oturup, sırtını gövdesine dayayıp da zikir ederken, tıpkı As
sur Kralı gibi bu dünyayı ve öteki alemi temsil eden bir uhrevi kimliğe haizdi,
ağaçla bütünleşerek ...
Urartu sanatında yaygın olarak kar
şı !aştığımız hayat ağacı motif ve sahneleri, Assur-Urartu kültür etkileşiminin
bir sonucudur. Oldukça değişik biçim
güsteren ve ayrımlı anlamı olduğu sanılan hayat ağacı motiflerin Urartu sana
tında sevilerek benimsenmesi, bezeme
öğesi ve belirgin olarak da pekiştirilmiş koruyucu amacının yanı sıra, özellikle
dinsel anlamının da yadsınmayacak ölçüde fazla olduğunu açığa vurmakta
dır. Bu nedenle Urartu hayat ağacı mo
tifinin, SÜMER, BASİL, HURRİ ve AS
SUR'un Hayat Ağacı inancı ile eşdeğerde bir içerik taşıdığı anlaşılmaktadır.
[141 J
Hayat Ağacı ve Ağaç inancı, Sünıer
ler'den beri Anadolu halklarınca gele
neksel inanç haline dünüştürülerek ya
şatılmıştır. Ağacın ölümsüzlük sembolü
olması ve aynı zamanda DEVİNİMSEL
yaşamı tariflemesi, Alevilik inancında
ki, HULÜL, TENASUH ve DON DE
GİŞTİRME kültüyle özdeşleşmektedir. Her şeyin hareket halinde olması dön
güsel yaşamın birinci şartıdır. Şeyh Ha
san'ın türbesinin başındaki 7-8 asırlık
Sakız (baba) ağacının bugüne dek kut
sanması onun geleneksel Hayat Ağacı
nı simgelemesindendir. Alevi menkıbe
lerinde görülen, kuru ağaç dalının, ya
nan odunun, sopa veya asanın yeşertil
mesi inancı da, Ağaç kültünün bir gere
ğidir. Ulu bir ağaçtan kesilen bir sopa
nın kutsanması ya da ulu bir Şeyh'in,
dedenin asasının yüzlerce yıldır sakla
nıp kutsanması, Türklerde ve İ slam ön
cesi Anadolu kavimlerinde ağaç motifi
nin gelenekselleşmiş devamıdır.
Ağaç Kültü sadece inancın bir gere
ği olarak ge lenekselleşmemiş, sürüleri,
atları, diğer hayvanları besleyen nesne
ler oldukları için de korunmuş göçer
topluluklarca, bir nevi çevre kültürü
geliştirilmiştir.
SAKIZ BABA, gövdesi 6 metreyi bu
lan, 15 metreyi aşkın boyu ve dal-larıy
la 700 yılık en az ömürlü ulu bir ağaç
tır. Şeyh Hasan Türbesi ile bütünleşmiş,
diğer on larca türbelerin başında bulu
nan meşe palamutları ile uyum içinde,
onları koruyan ve babalık eden bir eda
ile dal-budak salmış içlerine, kol-kanat
germiş. Onar köyü kurucu dedeleri
ağaçlarla hayat bulmuş, elele vermişler
dallarıyla... Altlarından geçip türbeye
ulaşıncaya kadar fısıltıları duyulur,
omuzlara yaprakları değer Hüü! diye.
Biri dua mırıldanır gibidir yel estikçe,
huşu içinde kendini Ayn-i Cem'de his
sedersin, duvazlar dökülür dilinden ne
fesin kesilircesine, tatlı bir manevi haz
duyarsın ince yolaktan giderken Şeyh
Hasan türbesine doğru, böyle hisseder
dik, böyle yetiştirilmiştik çocukluğu
muz boyunca ... Dilek dileyerek pala
mutları toplar yerdik, şifa versin, uğru
lardan bizi koruması için ya da İstan
bul' a gönderirdik bol kazanç lar sağ la
maları için ağabeylerimize ... Kıs ı r ka
d ı nlar, sakız ağacının meyvalarını ya
da meşenin tatlı palamutlarını yerlerdi
çocuklarının o lması için ve Sakız Ba
ba'ya yakarırlardı, adaklar sunarlardı ...
Sakız Baba'nın dibinde kurbanlar
kesilir, lokmalar dağıtılırdı. Dilekler tu
tularak, allı-morlu-çividi yeşilli iplikler,
bezler bağlanır budaklarına, dalları
na ... Cuma akşamları mumlar yakılır,
Şeyh Hasan'ın türbesinin başındaki çe
rağ taş oyuğuna, Aşk ola !.. Dilekler ka-bul ola 1... ·
Sakız Baba'nın dibinden alınan top
rak, küçük bir torba keseye konarak
evin el değmeyecek bir köşesine asılır,
uğur getir ileceğine inanılır, kötülüklere
karş ı korur, hastaların yastığının altına
konur şifa bulması için, inanç ve itikat
hep kutsal ağaçta toplanır, Şeyh Hasan
adına ...
Sakız Baba'nın koca gövdesinden
yongaları koparılıp ıhlamur, tar-çın,
nane, dut pekmezi ile kaynatılarak şifa için hastalara içirilir. Hasta hayvanlara
yapraklarından yedirilir, toprağı suda
özenerek içirilir. Velhasıl Sakız Baba'ın her şeyi derde devadır ...
Ağaç Kültü, İslam öncesi Türk topluluklarından günümüze değin gelenbir örftür. Dört mevsimde değişerek ve dönüşerek meyvalar ve tohumlar veren ağaç, devinim halinde insanın bir ömrünü simgelemektedir. Bu durumundan Ağaç, Alevilikteki "Devriye Kuramı" ile özdeşleşerek doğada hayat bulma biçimidir. Yeniden doğuşu, dairesel döngüyle Hakk ile hak olmayı ağaç simgeler. Yaşam ve sonsuzluğun Hakk'ta erimenin bir sembolüdür ağaç. Doğur
ganlık, yaşam ve ölüm, yeniden üreme ağaçta somut olarak görüldüğünden, Alevllikteki "Tanrı-Evren-İnsan" birlikteliği "Hayat Ağacı"nda motife olmuştur. Sakız Baba da yaşayan Şeyh Hasan görünümüdür.
3. BÜYÜI< OCAK VE MABET KÜLTÜ
Orta-Asya Gök tapınakları ile Hitit
lerin Hattuşa'daki "E. DINGIRLI" (Tanrının Evi) Tapınakları 'nın benzeridir, "Büyük Ocak Meydanevi" ve onlar ka
dar kutsal, onlarda olan dini ayinler, törenler, şölenler, ölü kültü ritüelleri bu
meydanda da yapılır. Asya-Anadolu sentezidir, Büyük Ocak inancıyla, mi
mari özellikleriyle, tapınma biçimleriyle, ama İslami kabuk içinde.
Şeyh Hasan'ın 1224 yılında yaptır
dığı Büyük Ocak Cemevi, sekiz yüz yı
la yakın zaman slirecinde, görgü cemi,
.cuma cemi, tevhid ve zikr için ikrar ve
musahiplik cemleri, Dar ve Abdal Mu
sa törenleri, adak kurbanları gibi çok
amaçlı hizmetler vermektedir ...
Rehabilitasyon Merkezi gibi çeşitli
hastalara şifa dağıtırdı Büyük Ocak:
Hasta olan insanlar sıtk ile gelip, bir
kaç gün yattıktan ve kurbanını kestik
ten sonra iyileşerek giderler idi.
Eski lerin anlattıklarına göre:
1826 yılında Yeniçeri Ocağı kaldı
rıp, Alevi-Bektaşi tekkeleri kapatıldı
ğında, Onar köyündeki "Büyük Ocak
Tekkesi" de nasibini alır. Tekkenin ka
patılmasına Arapkir'den gelen zabtiye
ler ve ulemadan şahıslar, Cemevi'nde
bulunan el yazma kitapları, cönkleri,
divanları, belgeleri dergahın önünde
ateşe verirler. Daha sonra Büyük
Ocak'ın kapısı ile Şeyh Hasan'ın türbe
sinin bulunduğu mazarlığın kapısını
zincirleyerek köcek ile kitlerler. Kilitle
me işlemi bittikten sonra, zaptiyeler daha bir kaç adım atmadan zincirler ko
par, köcek açılır. Türbede ve Tekkede
ayrı ayrı ceryan eden bu olaydan kor
kuya kapılan Zaptiyeler ve din hocası korkup, ürkerek tekbir ve selavat getire
rek zincir vurmadan kaçarcasına gider
ler. Arapkir de anlatılan bu durumdan
dolayı bir daha yetkililerce Türbe ve
Tekke'ye dokunulmaz ...
Büyük Ocak Tekkesi'nin tekkeşini
Ocak Alime Ana, meydan evinin tanı
orta yerinde düpdüz kısa meşe odunla
rından ateş yakar. Ateşin dumanı odun
ların yandığı noktanın üstündeki tavan
da bulunan taş pencereden "tüğü
nük"den dışarı çıkar. Yanan ateş mey
dan evini ı s ı tır. Ocak Alime, önce du
alarla başka ocaklardan getirdiği bir
eğiş (faraş) kor ateşle odunları tutuştu
rur. Haşırge (maşa) ile karıştırarak tüm
odunların nar gibi olmasın ı sağlar. Bü
tün odunlar yanmış, kor haline gelmiş
ateşin önünde "Alime Ana" durarak
gü lbank'a baş l ar :
"Allah'ın !... Onar Dede'nin yüzü
suyu hürmetine, yaktığımız ateşin hak
kı için, Cem-i Cemaate katılan sofu ve
bacıları zor durumda bırakma. Bütün
çoluğumuza-çocuğumuza kısmetler ih
san eyle iyi günlerde. Malımızı, davarı
mızı kurtlardan kuşlardan koru. Uğru
ların ağzı dili kitlensin. Zor günümüzde
Hızır-Ali yete-yerişe ... " diyerek duasını
bitirir. Sonra, ateşin üstüne biraz "çırağ
ban yağı"ndan, bir çimcik tuz ve üzer
lik otu atarak tütsüler. "Kirvem" de olan
Ocak Alime Ana, bu atalarımızdan ge
len bir gelenektir, diyordu. Bu yapılan
"Ateş duası" Orta-Asya Türk şamanının
ya da Zerdüşt rahibenin avsunlama tö
reninden başka birşey değildi.
Yine, Ocak Alime Ana, Musahip
kurbanı tığlayanların ya da adak kur
banı kesen lerin, kuyruk yağından bu
yanan kor ateşin içine maşrapa ile par
ça parça damlatarak, alevlerin şekline
göre kurban sahiplerinin geleceğinden
haberler verir idi. Adaklarda ise, kadın
ların kız ya da oğlan doğuracağını muş
tulardı .
.Gittiğim, Abdü lvahap Gazi Türbe
si'nden kadınlar oyuktan el yordam ı ile
kemik çıkararak, alarak Türbedara gös
tererek çocuklarının cinsini belirlemek
tedirler.
Büyük Ocak Tekkesi'nde yanan kor
ateş ka l dırı lmadan ya da sönmeden ön
ce, Hızır Dede, çocuklara semah etme
yi, dönmeyi öğretirdi. Hızır Dede, sazı
hızlı çalarak, köye özgü sözcüklerle
doğaçlama ve otantik nefese söylerdi:
( ... )
Agırdaıı kaptım güreği
Dılkı dolaştı direği
Atam gök anam toprak
Uı. İlahe İllallah
Ali Mürşit güzel Şah
Eyvallah Şab Eyvallah
( ... )
Bu deyişteki, "Atam gök, Anam Top
rak" dizesi Sünıerler'de ve Türkler'de
Göktanrı, Yertanrı ya da Erkek, Gök,
Ana, yer tanrılarını çağrıştırmaktadır.
"Agırdan" ise, Zerdüştlerin "ateşgah"ları
nın adıdır. Kanımızca bu deyişteki gele
nek Antik-Anadolu kültürlerinin devamı
dır. "Ay Alidir, Gün Muhammed" dizele
rinin Alevi nefeslerinde geçmesi köken
olarak, Sümer ve Mısır güneş tanrılarını
çağrıştırır niteliktedir.
Prof. Dr. Firuzan Kınal, Malatya
bölgesi için şunları söylemektedir:
Malatya Abidesi üzerinde kanatl ı
bir Güneş Kursu taşıyan GÜNEŞ İLAHİ
ile sivri tanrı şapkasının tepesinde Hİ
LAL bulunan Kanatlı Ay Tanrısı tasviri
nin bu devirde hala Güneş ve Ay Tanrıları'na ibadete devam edildiği anlaşıl
maktadır. Bu husus din tarihi yönünden
önemli bulunmuştur. Malatya kabartmaları üzerinde, toprağın, bereketin
Anası kabul edilen bu tanrıçanın adının
KUBALA olarak geçtiği görülmektedir. Kubala'nın bu devirde de Fırtına Tanrı
sı'nın zevcesi olduğu, böylece tasvir
lerde AYVA ve NAR sembolleri ile belirlendiği dikkati çekmektedir ...
Malatya Aslantepe kazılarındaki
bulgular, Hitit uygarlığı ve yörenin tarihine ışık tutmaktadır. Büyük Hitit İmpa
ratorluğu çöktükten sonra, Geç Hitit
Şehir Devletleri, Malatya Kralı, Hitit
Hiyegrolif yazısını kullanmıştır. Bu ya
z ı Doğu Anadolu'daki Urartu Kralları
tarafından da kullanılmıştır. Bu bölge
M.Ö. 612 yılına kadar Asur egemenli
ğinde kalır, bilahere sıra ile İ skit ve Kimmer akınlarına uğrar, Med ve Pers
ler'in egemenliğine geçer. İskender ve
Kapadokya Krallıkları'ndan sonra, Adı
yaman/Samsat'ta bulunan Selokidler
egemenliğine girer. Bu bölge uzun süre Pontus Krallı ğı' na bağlı kalır. Romalılar
(M.Ö.30-M.S.395) döneminde ... Böl
gede iki müstahkem Kale bulunduğunu, bunlardan birinin Tomisa diğerinin
Dastarcum (Arapkir) olduğudur. Bi-
zans lılar (M.S.395-659) döneminde
Malatya ve çevresi 264 yıl egemenli
ğinde kalır. Malatya'nın su gereksinme
sin i karşılayan Dernıesih Çayı su kanal
ları , Bizanslılar zamanında yapılır.
Deyr-i Mesih İsa Kilisesi'ne geldiği söy
lenen Hz. İsa, Gündüzbey köyündeki
Eski Kanal' ı n asasının izi olduğuna inanılır. [142]
İslamiyet araştırma bölgemize Mu
aviye döneminde girer. Bazı kaynak-lar Muaviye'nin Malatya'ya geldiğini yaz
maktadırlar (143] . Malatya bu tarihler
de ilk kez Müslüman kenti olur. Fırat Havzasında ve sınır bölgesinde, ticaret
yollarının kesiştiği güzergahta bulunan Malatya (bugünkü Batalgazi İlçes i, eski
Malatya), ayn ı zamanda on larca inanç
ve kültürün birlikte yaşadığı iç içe geç
tiği bir coğrafyadır. Bizans katliamın
dan kaçan Heterodoks Hıristiyan Pauli
kien halkı da 833 yıllarında bölgede egemen olan, Malatya Valisi'ne sığınır
lar. Bu halk, Malatya-Arguvan-Divriği
Arapkir' den Tunceli Peri Çayı'na kadar uzanan geniş bir coğrafyaya yayılırlar.
Yine bu dönemde Heterodoks İslam
(A levl)' lığın ilk ocağı olan Seyyid Bata! Gazi Ocağı ortaya çıkar. Aleviliğin ilk
temeli Malatya'da atılır.
"Alevi, l<ızılbaş, Yezid i, Bektaşi
inançları ise genellikle eski çağ Anado
lu inançlarının özümlenmesi sonucu yeni bir yapı, yeni bir biçim kazanm ış
tır (144] diyen, İsmet Zeki Eyüpoğlu,
Mabet Kültü'nünde tarihsel arka planı
na işaret etmektedir. Sünı;ıi lerin "Cami
Allah'ın evidir" söylemi, Antik kültürle
rin bir anlayışıdır. Aynı şekilde Alevi
lerdeki Ocak kültü anlay ı ş ı ve Kurban ritüelleri, Hititlerin Tanrı Evleri mabet
lerine değin kökeni giden bir gelenektir.
Kur'an-ı Kerim'in Hac Süresi 34.
Ayeti gereği Alevller yıllık kurbanlarını kesip, "Görgü Cemi" sonucu "Dar" hu
kuku ile sorgulanıp gerekli yaptırımlarla işlemler yapılmaktadır. Bu ritüel bir
nevi Hac farizesinin yerine getirilmesidir. Yıllık Taliplerin denetimi, özeleştirisi, otokontrolü, toplumsal hukuk ku
rallarının yaşama geçirilmesidir. Bu da Alevilerin Mabedi olan Ocaklar ve Ce
mevlerinde olur. Her Ocak merkezi bir "Rıza Kenti"dir. Ocaklardan hareketle
"Olgun Toplum"a doğru evrilerek gidi
lir.
4. KABADİREK VE ARŞ-1 ALA KÜLTÜ
Karadirek, Büyük Ocak Tekkesi'nin
tam ortasında bulunan özel bir ağaç direktir. Karadirek, Sırat-ı Müstakimi
temsil eder. Gökten yeryüzüne inen "Allah'ın İpi"ni simgelemektedir. Ayn-i
Cem yapılan meydan evinin ortasındaki "karadirek" aynı zamanda "Hakk ile
hak olmayı", O'nunla kelam (söz) etmeyi sembolize eder ki, bu da, "Sidretü' 1-Münteha"dır.
"Sidretü'l-Münteha": Sınır başını
sembolize eden Arabistan Kirazı. Yara
tılmışların bilgilerin tükendiği, ötesine geçemediği son sınır. Meleklerin de,
başkalarının da geçemediği Arşın sa
ğında bir ağaç. Cennet' in uçları. Ondan ötesi gayb olan. (145]
Karadirek, kiraz ağacının gövdesi
dir. Karadirek'in mekıbesi şöyledir:
Şeyh Hasan, Büyük Ocak Tekkesi'nin
taş duvarlarını ürer. Çatının kapatılması için ve orta direklerini dikmek için
"Ulu Ağaç" arar. Çevreyi gezip dolaşır bulamaz. Günlerden bir gün yolu, Arapkir' in Uğuzlu mahallesine düşer.
Ulu bir Kiraz Ağacı görür. Tam aradığı bir ağaçtır. Büyük Ocak'ın damındaki salmaları, hezenleri, mertekleri, arıs
takları, damı tutacak olan direkleri,
destek ve payandaları, aynı zamanda koca gövdesiyle doğru yolu gösterecek yapısıyla tekkesine uygun bir ağaçtır.
Tekkenin damı tek bir "KÖK"ten "Arş-ı ala"daki KİRAZ gibi kaplayacaktı ...
Oğuzlu Mahalesindeki bahçe olan
Kiraz'ın sahibi, Gülbacı adında dul bir kadınmış. Babasız iki çocuğunu, bu ulu Kiraz'ın meyvasıyla besleyip büyütür
müş. Evinin geçim yükümlülüğü bu ağaçın üstündeymiş. Onun için Ulu Kiraz'a Gülbacı gözünün içi gibi bakar,
suyunu gübresini zamanında verir, sonra da bahar ile birlikte bütün ağaçlardan önce meyvasını verir, kirazları
sepet sepet satarak gül gibi geçinirmiş ...
Şeyh Hasan, kirazın etrafında dönmüş, dallarını tek tek saymış, ölçmüş
biçmiş, hesabını kitabını yapmış, "bu ağaç tekkenin üstünü örter" demiş. Varmış Gülbacı'ın kapısına dayanmış:
"Gülbacı, bu kirazı bana ver, bir tekke
inşaa ediyorum, karşılığı olarak ne isti
yorsan sana vereyim !"
Gülbacı, karşısındakinin pek teJ<in
birisi olmadığını anlamış. Ağlamaklı ol
muş, "Derviş Baba !.. Bu kiraz benim,
çocuklarımın rızkıdır, nasıl veririm onu
sana? Var git başka yerde ara ağacını
!. ."
Şeyh Hasan, "inatta bir muratta bir"
demiş içinden. İsteğinden vazgeçme
miş .. "Madem öyle Gülbacı, Ulu Kiraz,
seni dilerse sende kalsın, beni dilerse
peşimden gelsin !.." demiş.
Şeyh Hasan'ın gücüne kudretine
akıl sır erer mi? Erenler gözden yitiver
miş. Gülbacı da evine girmiş.
Kiraz mevsiminin son zamanlarıy
mış: Gülbacı, sabahleyin sepetini al
mış evden çıkmış kiraz toplayıp çarşıya
satmaya götürmek için, bahçeye vardı
ğında ne görsün, Kiraz Ağacı köküyle
göçeğiyle ortalıktan yitmiş yok olmuş,
yerinde yeller esiyor, gövdesinin otur
duğu yerde göl oluşmuş. Gülbacı ağla
mış, sızlanmış, dizlerine vurmuş dö
ğünmüş ama boşuna !. ... Birden gayıp
tan davudi ruhani bir ses gelmiş: "Ağla
ma Gülbacı !..Kiraz beni istedi bana
geldi. Ama üzülme, çocuklarının rızkı
kapının ardında !" Bu ses, Şeyh'in sesi
imiş. Gülbacı uzun süre, yani bu gizi
saklayabildiği sürece her sabah kapının
ard ı nda, "bir aşlık bulgur ile bir kaşık
yağ" bulmuş, çocuklarına yetecek ka
dar da "somun ekmek ...
Erenlerin gücüne güç mü yeter? Em
reylediği Kiraz Ağac ı peşine takıl ı p gel
miş. Bağlarbaş ı semtinde, sürüklenerek
gelen ağacın izleri hala kayalanda ya
rım yarım dururmuş. Ve yine derler ki,
tekke'yi yapan ustalar, işçiler ağaçtan
taze taze kiraz yemişler bitene dek ...
Kiraz'ın gövdesi "KARADİREK" ol
muş Büyük Ocak Tekkesi'nin ortasına,
dalları salmalar, mertekler ve hezenler
olmuş, dalcıkları ve yaprakları toprağın altında damı kap lamış ve örtmüşler.
Böylelikle Büyük Ocak bitmiş ..
Karadirek ve Büyük Ocak Tekkesi
söylencesini Dr. Kaygusuz farkl ı bir bi
çimde derlemiştir.(146)
Akdeniz Üniversitesi Öğretim üyesi
Prof.Dr.Fuat Bozkurt bir dede oğlu ol
masına karşın, çoğu zaman "Alevilik
dışı tavır"lar sergilemektedir. "Karadi
rek Tekkeleri" konusunda da ayn ı anla
yıştadır.
Oğuz Aktan ile kaleme aldığı maka
lede Bozkurt şöyle demektedir: "Boz
kurt, öncelikle Anadolu'daki Alevilerin
töre ve törenlerindeki motiflerin köken
leri üzerine kimi ip uçları yakalama
amacındadır. Buzkurt'un savlarını şöy
le sıralayabiliriz:
- Alevi törenlerinde İslam öncesi
Manihaizm, Budizm, Şamanizm, eski
Türk dini gibi inanç öğretilerinin öğele
ri (inanç ve uygulamaları) baskındır.
- Mezirme Köyündeki tekke, geç
mişte Alevi direnç ~e dayanışmasını pekiştirecek bir işlev üstlenmiştir: Kara-
direk adı ile anılan tekke, zamanla Os
manlı yönetimi ile uzlaşan Hacı Bektaş
Tekkesi'ne karşı, İran Türkmenlerince
görevlendirilen bir yayı ima merkezidir."(147)
Bozkurt'un bu savına katılmak im
kansızdır. Onar köyündeki Şeyh Hasan
köyündeki "Karadirek Tekkeleri" 13.yüzyılın başlarında kurulmuştur.
Merzifon 'un Oyma Ağaç Köyü'ndeki
Kemal Dede Tekkesi yine aynı tip olup bu yıllara tekabül etmektedir. Merzi
fon 'daki Oymaağaç, Emet, Sarıköy gibi
köylerde Malatya Battal Gazi kökenli dedeler vardır. İsparta'daki Veli Baba
Ocağı yine Malatya kökenli olup Battal Gazi ile amca çocuklarıdır. Eskişehir
Seyyid Gazi yine aynı kökenlidir. Me
zirme ve Mineyk köyleri de aynı tarz
da kurulmuş Dede Ocaklarıdır. Bu tek
kelerin tümü Abbasi ve Selçuklu dö
nemlerine değin gitmektedir. Bozkurt tarihsel yanılgı içindedir.
İkincisi, Şah İsmail ve atalarının
Anadolu'daki örgütlenemelerine bakıl
dığında, Hacı Bektaş Veli Tekkesi'ni dışlayarak bir iş yapmamışlardır. Der
gahı serçeşme olarak görmüşlerdir. Şah İsmail'in Banaz, Sarukaya yaylağında
düzenlediği "Türkmen Kurultayı"nı Ba
lım Sultan organize etmiş, 11.Beyazıd'ın istanbul 'a 1509'da çağırması üzerine
yerine kardeşi Kalender Çelebi'yi göndermiştir. Bu kurultayın toplanması
için çalışmaları Pir Sultan, Kul Himmet,
Kalender Çelebi öncülüğünde gerçekleşmiş, Anadolu'daki Dede Ocakları ve
Türkmen Beyleri iştirak etmiştir.
1527 /8 Kalender Çelebi isyanından
sonra, Hacı Bektaş Dergahı'na Osman
lı _yönetimi Sersem Ali Baba adında bi
risini 1551 yılında "Dedebaba" ünva
nıyla atamıştır. Bu şahıs ve devam eden
Bektaşi kolu baba ve uzantıları 1826
yılına kadar Osmanlılarla uzlaşmışlar
dır. Hacı Bektaş soylu Çelebiler uzlaş
madıklarından sürekli Osmanlı yöneti
mince gözaltında bulundurulmuştur.
Türk ulusal bilincinin gelişmesiyle İtti
hat ve Terakki Cemiyetince, "Çelebiler
ve Aleviler" itibar görerek önemsenmiş
ve yeniden örgütlenmeye çalışılmış
tır.(148)
18 Mayıs 1912 yılında 65 imza ile
Arapkir halkının Şeyhülislamlık maka
mına çekilen telgraf _ve diğer belgeler
den "Dersaedet"e çekilen telgraflar, Çelebilerin o dönemde önemlerini vurgu
lamaktadır.(149)
Karadirek'in öyküsüne tekrar döner
sek, bir başka suylencede şöyledir:
Onar Köyünde anlatılanlara güre:
Şeyh Hasan kiraz ağacını budar.
Gövdesini yongalardan temizler, güneşin ışıklarını gören kirazın gövdesi par
lak kırızı penekli siyah bir hale dönü
şür. Şeyh Hasan ad koyar kirazın güvdesine "Karadirek" diye. Kucaklayarak
götürür, tekkenin ortasına diker bu di
reği. Soyumsopum "Ulu" görecek diye
rek dua okur. Kurban tığlar kan akıtır
dibine, evlatlarının, torunlarının alınla
rına sürerek takdis eder. Kalan on bir
dalını da yine tekkeye direk yapar. On
bir dalın dallarından ise, hatıl, salma,
bezen, mertek, aruda, kısak, arıstak ya
parak döşeme olarak tavanı yedi kat di
zerek örer. Geri kalan köklerini, yonga
larını, yapraklarını, çırpılarını, budakların da püşürüğün altına altına döşer
ve damı loğla düzeltir .. Tekkenin orta
sında ilk ateşi yakarak semaha durur,
oner ile onbacı ile döner aşk ile ....
Şeyh Hasan'ın Karadirek diğer adıy
la Büyük Ocak tekkesinin yapımı eski Türkler'deki "Büyük Ayin" ve törenle
rinde yapılan özel çadır ve dizaynına
benzemektedir. Abdülkadir İnan, çeşitli Türkoloğlara dayanarak ayinleri tas
nif etmektedir ve tariflemektedir.
"En uzun süren ayin büyük ruh ÜLGEN adına yapılan ayindir. Bu ayin üç
bölümden ibarettir. Güneş battıktan
sonra ayinin, hazırlık bölümü teşkil
eder, birinci bölüm yapılır. Bu bölümde Kam (şaman) ayin yapılacak yeri ta
yin eder, oraya özel çad ı r (söölti) kur
durur. Bu çadırın tam orta yerine taze
ve yeşil kayın ağacı dikilir, bu ağacın çadır içinde kalan dalları budanır, ça
dırın tepesine çıkan kısımdaki dallar bir
top halinde bırakılır ve oraya bayrak bağlanır. Kayın ağacı dokuz yerinden
kertil ir, bunlara "TAPTI" denir ki "basa
mak" yahut "merdiven" demektir. Bu çadır, bayağı çadırlara göre çok büyük
olur, kapıs ı doğuya karşıd ı r." Diyen, İnan, çadırın önünde de kurbanlık hay
van ağılının olduğunu belirtmektedir.(150)
Bu tasvir edilen çadır, oniki direkli
Büyük Ocak tekkesinin aynısıdır. Kayın
ağacındaki 9 çentik güğü simgelemek
te ve Karadirek gibi işlev görmektedir. Büyük Ocak'taki kırlangıç yapılı 7 kat
görünümlü tavan da güğü simgelemek
tedir.
Görülüyor ki eski Türk Kam (şa
man)'ların düzenlediği ayin ve mekan
lar ile Alevi Dede ve Şeyhlerinin icra
ettiği cenı ayinleri ve mekanları büyük benzerlik göstermektedir. Değişiklik,
çoban-göçebe toplumundan yerleşik
köy tarım toplumuna geçiş fark ı ile İslama adaptasyondan başka birşey değil
dir.
Karadirek'in üst kısmında çerağ tası
vardır. Üç fitilli kandil yanar. Çerağ ta
sı'na kurbanlık hayvanların kuyruk ya
ğ ı ndan parafin ve tuz ile özel hazırlan
mış yağ konarak, içine de "Allah-Muhammed-Ali"yi simgeleyen üç fitil yer
leştirilir. Çerağcı, kandili buradan
uyandı rdıktan sonra, Dede Çerağ Gül
bak'ını okur ve Cem başlar. Cem törenlerinde Dede'nin postu, Karadirek'in
önüne seri l ir. Sağ yan ı na imam, rehber,
kanber ve diğer dedeler oturur. Sol yanına üç zakir oturur. Dede ile zakirlerin
arasına dedenin eşi "Anabacı" ve diğer
sağ yanda oturanların eşleri yer al ı rlar.
Gedik denilen oniki direklerin ara kı
sımlarına büyük aileler şeklinde öbek öbek otururlar. Bu oturuş sırasında ka
dın erkek ayırımı yapılmaz. Musahip kardeşlerin birlikte oturmasına dikkat
edilir. Oniki hizmet sahipleri "ceğet"
denilen kısımları da görevlerini ifa
ederler. Karadirek'in ve dedenin dahil
olduğu 12 post makamına temsilen
yaşlı erkek ve kadınlardan erkanı iyi bi
lenler oturur. Tüm cemaatin oturuş bi
çimi, halka şeklinde rükü ve secdeye
eğilecek tarz ve aralıkta nizam içinde
olur.
Şeyh Hasan, tasavvufi deruni bilen
"Arif-i Billah" bir zattır. Şeyh Hasan'ın
Türkmen talipleri muhipleri O'nu bir
Şaman gibi algılamışlard ı r. "Baba Re
sul" diyenler olduğu gibi bir "hekim"
olarak düşünenlerde vardır. Aslında o
"afsunlama tekniğini" kullanan bir
"kam", Bahşi ve Türkmen Babas ı 'dır. -
Kaynaklardan Dede Korkut (Korkut
Ata), Baba İshak-ı Şami ve ulu ozan Fu
zili' nin Bayat Boyundan olduğu bilin
mektedir.(151) Bayat Boyundan olan
Şeyh Hasan'ın andığımız zatların bazı
özelliklerini taşıdığı gibi aynı gelenek
lere de sahiptir.
Şeyh Hasan Aşireti'nin kurucusu
Şeyh Hasan, "Korkut Ata" gibi algılan
maktadır. Şeyh Hasan, gaibten haberler
veren geleceği bilen, Aşiretinin her tür
lü müşkülünü hal leden bilge bir kişidir.
Bayat Boyunun kollektif hafızasıdır.
Yapılacak her iş ona danışılır, verdiği
emirlere kayıtsız şartsız itaat edilir ve
yapılır. .. Büyük Ocak Tekkesi de O'nun
ibadet mabedidir, aynı saygı bu meka
na ve onu simgeleyen Karadirek'e de
gösterilir. Bu gelenek Oğuz töresi ve tü
zeği gereğidir.
5. TARIK VE MİRAÇ KÜLTÜ
Onar Küyü'nde iki dede evinde "Tarık Çubuğu" vard ı r. Kaldır Dede'n in
evindekine "Tarık" denir, Küçük Koca Dede'nin evindekine de "Rıza" den
mektedir. Bir anlatıma göre "Tarık"
Şeyh Hasan'a dedelerinden kalmadır.
Hz.Muhammed' in Akabe'de bir ağaçın altında Müslümanlar'dan "sadakat ve bağlılık yemini" biatı alır ve "İkrar Ce
mi" yapar. Hz.Muhammed'in ölümünden sonra, Müslümanlar burayı kutsa l kabul ederek ziyaret ederler. Halife Ömer de bu ağacı kestirir. Dallarını
toplayan Müslümanlar bu sopaları, çubukları kutsayarak, "asa" olarak kullanırlar ve "sadakat andında" bunları kul
lanarak "yola gelme, girme" anlamında "Tarık" derler. Babadan oğula miras
olarak geçen "tarık"lar, Şeyh Hasan'a da böylesi bir miras kalmıştır.
Diğer "Tarık Çubuğu" ise, Onar Köyü'nden bir dede Meşhed'e İmam Rıza
Dergah'ına gider: Oradan berat, hüccet, icazetname alarak, şecereyi de onaylatır. İmam Rızaı'nın Türbesinden
de "Gül Ağacı"ndan bir çubuk kesilerek üzerine ayetler işlenir, "la feta illa Ali la seyfe illa Zülfikar" yazılarak Dede'ye
verilir o da köye getirerek, Tarık olarak kullanır.
Bir başka söylenceye göre de, Kerbela Tekkesi'ne Şecere'yi onay-latmaya giden bir dede, Hz.Hüseyin'in tür
besinin bahçesinde yetişen "SEZE" ağacından bir' çubuk keserek 80, l 00 cm. uzunluğunda köye getirerek, Tarık ya
da "Erkan Çubuğu" olarak ku llanır ve
günümüze kadar gelir. Bazıları da Cen
netteki "Tuğba Ağacı"nın bir dalı oldu
ğunu söylemektedirler ..
Büyük Ocak Tekkesi'nde yıllık Gör
gü Cemi yapıldıktan sonra, en son Cu
ma akşam ı , "Kırklar Cemi" yapılır. Şah
Hatayi'den "Miraçname" söylenir. Ta
rık Altından Geçme ya da Tarık Çalma
töreni düzenlenir. Bu türen ve eda et
me şekli ve ritüeilleri Hz.Muham
med'in Miraç'a g idişini ve dönüşde
"Kırklar Meclisi"ne uğrayışını senbolize
eden ve uygulanan bir Cem iba-detidir.
Kırklar Cemi 'nde: Bir can bir vücud
olunur. "Hakk ile hak, yer ile yeksan"
olunur. İnsan kendini Cem'de "Allah'ta
yok (Fena Fillah) kılabi-lir" yani nefsani
arzu ve heveslerini atar. ..
Tarık Çubuğu, kat kat ipekli örtüle
re sarılı biçimde bir yeşil torba içinde,
Kiler'in ceğetinde (küşesinde) özel ola
rak yapılmış yerde durur. Cuma akşam
ları burada mum yakılır, lokmalar dağı
tılır.
Kırklar Cemi olduğu günü, Tarığın
bulunduğu eve Rehber giderek bir Ho
roz keser ve Tarık'ı alarak Büyük Ocak
Tekkesine getirir. Tarık, meydana girer
ken gözcünün işaretiyle cemaat ve De
de ayağa kalkar. Rehber, Tarık'ı torba
sından ve ipek örtülerden çıkararak,
"Allah-Muhammed-Ali" diyerek iki ba
şından ve ortasından üperek Dede'ye
teslim eder. Dede tarığı öpüp aldıktan
sonra bir gülbank söyler. Daha sonra
Zakirler, Miracname'yi çalıp, söyleme
ye başlarlar. Musahip kardeşler Tarık'ın
altından geçmeğe başlarlar. Dede de
üç kez "Allah, Muhammed Ya Ali !" di
yerek bellerine değecek biçim-de vu
rur. Tarık'ın altından geçmeden önce
Sofu lar ve bacılar da ayn ı şeki lde üç
kez öperler. Cemdekiler ise hep bir
ağ ızdan, Dedenin "altından geçene, su
yunu içene, sorgu sual olmaya, Allah !"
dediğinde, onlar da "Allah, Allah eyval
lah" diyerek yakarırlar ..
Tarık altından geçen sofular ve ba
cıl ar: "Ölüme dek ikrarımıza sad ık ka
l acağ ız" demek olan bu tören, aynı za
manda "eline, beline, diline i ş ine, eşi
ne, aşına" sahip olunacağının da andı
dır. Tüm canlar tank altından geçtikten
sonra, "Tarık erkanı bitimiyle":
Saka bir "Bakraç" ve bir "İbrik" ile
Dede'nin ününe gelir. Zakirler "Hüse
yini" makamında Hz.Ali'nin Hakk'a
yürüyüşünü anlatan nefesi çalıp söyle
meye başlarlar. Cemaatte "Allah,Allah !
İllallah ! .. " ilahisini dört beyit şeklinde
yüksek sesle terennüm ederler.
Dede, Tarık Çubuğu~u Bakraç'a ko
yarak Saka'nın döktüğü su ile yıkar. Yi
ne Saka'nın getirdiği hiç kullanılmamış
peşgirle iyicene kuruladıktan sonra I ipeklere sararak torbasına koyar. Ve üç
kez öptükten sonra, Rehbere teslim
eder. Rehber de aldığı eve götürerek
yerine koyar.
Saka, Bakraç'taki suyu alarak "Hara
nı" denilen bakır bulgur kaynatılan bü-
yük kazandaki suya katarak tüm cema
ate tas veya maşrapalarla dağıtılır. Bu
suya, zemzem suyu denir. Şifalı ve
okunmuş dualı su olduğu için herkes
içer. Hastalara götürülüp içirilir ... Su dağıtımından sonra Cem birlenir ve
canlar, Meydan Evini terkederler .. -
Kıştım Köyü 'nde, büyük bir odanın
ortasında bulunan ve damı tutan büyük ve eski bir direkte asılı, yeşil sargılara
sarılı asa vardır ki, dışarıda kalan kısmı
büyük bir yılan baş ı na benzemektedir. Kutsal sayılan bu asaya "Kıştım Marı"
ya da "Kıştım Evliyası" denmektedir. Bu asa ile ilgili değişik rivayetler öne sürül
mektedir. Bu da Ağaç Kültü'nün bir ge
reğidir. Çeşitli kerametler ve mucizeler yüklenen "Kıştım Marı", ev ev, yöre yö
re, köy köy dolaşarak hastalara şifa da
ğıttığı, yoksul ve düşkünlere yardım et
tiğ i , yolda karda iz bu lamayanlara yol
gösterdiği, sürüleri aç kurtlardan kur
tardığı gibi rivayetler anlatılmaktadır.
Mar: yılan demektir. Malatya'nın
doğusunda Abdülvahap Gazi'nin bu
lunduğu yörede yani Eşraf Briha Dağı'nda "Mar Ahron Manastırı" vardır ki
"Yılanlı Kilise"de denmektedir. Buranın keşiş l eri uzun asalarla (köküyle çıktığı
şeklindeki sopalanla) köy köy dolaşa
rak vaktin birinde döşürürlermiş, böl
gede kutsal sayılan bu kişilere "Torbacı" denilerek dokunulmazmış. Hatta
19.yüzyıla değin bölgede Hrıstıyan Rahipleri bu şekilde görmek mümkün
müş. Aynı şekilde dolaşan Alevl-Bekta
şl-K ızılbaş Dervişlerine de bölgede sık-
ça rastlanıldıgını bugün yaşlılar söyle
mektedir. Kıştım Marı Asası' bölgedeki
"Paulicien din adamlarına" ait olabile
ceği gibi, bir Kızılbaş Dedesi'ne de ait olabilir. Bu asa kutsanarak ve "Tarık So
pası" olarak kullanılarak bugüne dek gelmiştir.
Orta-Asya Türklerinde Ağaç nasıl
kutsalsa, Anadolu'daki Alevilerde de
kutsal sayılmaktadır. Kiraz, Melhem,
Kayın, Ardıç, Gül Ağaçlarının çubukları bazı yörelerdeki dedelerce "Tarık Çubuğu" olarak kullanılmaktadır. Arap
kökenli Alevller olan Nusayriler de ise,
"Sakız Ağacı" kutsal sayılmakta, tarikat şeyhleri bu ağacın dallarını asa olarak kullanmaktadırlar.
Bazı bölgelerde Dede, "ikrar verip
nasip alan" ya da "Müsahip" olan can
lara "on iki Tarık" çalmaktad ı r. Oniki erkan ile birlikte, Tevhid çekip, "lailahe
İllallah" zikriyle huşu ve vecd içinde yanlara ve öne dalgalanarak, zakirlerin
çalıp söylediği "Düvazlarla" zikretmektedirler ... Daha sonra ise, "Saka Suyu"
ritüeli yapılır. Saka Gülbank'ı okunur.
Su dağıtımına geçilir. Suyu içen önce dede olduğundan "Su İçme Tercümanı"nı okur. Saka da bitiminde "Aşk Ol
sun !" der ve tüm cemaatde aynı sözcükleri tekrarlar. Dede'den "Hizmet
Duası" alan Saka, canlara su dağıtmaya başlar ...
.<\RAP TASI VE KAYA KÜLTÜ
Bugün, Büyük Ocak Tekkesi içinde
bulunan Arap Taş ı, üstünde mum yakı
larak kutsal kabul edilmektedir. Arap
Taşı'nın öyküsü, Şeyh Hasan ile Alaed
din Keykubat Söylencesi'nde geçen
"Arap Asker"in boynunun vurulduğu
ama ölmediği taşın adıdır. Alaeddin
Keykubat'ı n ölmeyen Askeri, Şeyh Ha
san'a verir. Hasan olan askerin adı "Ha
san Nimri" olarak da "Kara Şeyh" ve
"Garip Derviş" olarakta çağrılır. Şeyh
Hasan bu zatı k ı zı "Hüsniye" ile evlen
direrek, Büyük Ocağın Tekkeşini ola
rak görevlendirir.
Rivayete göre: Çevre köylerin birin
den şifa bulmak için Tekke'ye getirilen bir çocuk, Tekkenin önünde anasının
kucağında ölür. Anası, feryad-ı fiğan ile
ağlar, döğünür yolunur. Bu ahu-zara
dayanamayan Derviş Garip (Hasan
Nimr Dede), bir zamanlar kendinin
boynunun vurulduğu ve şimdilerde ise
kurban parçalama taşı olarak kullanı
lan "Kaya kütlesi"ne, anasının kucağın
daki ölmüş çocuğu alarak yatırır. Aba
sıyla birlikte cesedin üstüne kapanır.
Bir takını dualar ve gülbanklar söyleye
rek Tanrı 'ya yakarır. Kendinden geçen
Derviş Garip, bir müddet sonra uyku
dan ayılırcasına doğrulur. Çocuk diril
miş, Derviş Baba'ya gülerek bakmakta
dır. Bu durumu seyreden insanlar şaş
kın bakışlarla olayı izlemektedirler. Ço
cuğu anasının kucağına veren Garip
Derviş, Oğlanın adını da "Nimri" koyar.
Keban'ın Nimri Köyü'nün bu iki "Nim
ri"den birinin soyundan geldikleri ya da
Köyün kurucuları oldukları söylenmek
tedir.
Garip Derviş ' in (Hasan Ninıri Dede)
bu olay ından sonra, "Araptaşı" denilen
bu kaya kütlesi Meydan Evi'nin içine
taşııı ır. Çocukları çok ağır hasta olan
lar, Tekke'de yatarak, bu taşın üzerine
üç ile oniki mum yakarlar, adaklar
adarlar. Şifa bulanlar sonradan kurban
getirip keserler. Cem törenlerinde ise,
Araptaşı'nın üzerine muml9L YJl.l<arak
aydınlatma görevini, bir nevi şamdan
olarak işlevini sürdürür. ..
Diğer yandan Şeyh Hasan ' ın Hüsni
ye adlı kızından ve bu zattan türeyen
torunları, "Hüsniye Oğulları" olarak ta
rihi kayıtlarda geçmektedir. Halen "Ka
ya" soyadını taşıyan kabile, "Büyük
Ocak Tekkesi"nin "Tekkeşini"dir. Ayn ı
aileden "Büyük Halil" de köyden bazı
ailelerin Rehber Dedesi'dir.
Büyük kaya, taş kültü ge leneği, Or
ta-Asya Türk töresinin bir devamıdır.
Eski Türkler de kayalara bir takını ilahi
veya uhrevi ruhların sirayet ettiğine
inanarak bu kayaları kutsarlar ve takdis
ederler, üzerlerine secde ederlerdi ki
bu gelenek aynen Onar Köyü'nde de gürülür.
7. ŞIH BAHŞİŞ TEKKESİ VE
AFSUNLAMA KÜLTÜ
Şeyh Hasan'ın oğlu Seyyid İbrahim
(Ş ıh Bahşiş)'in Onar Köyü'nde yaptırdı
ğı tekkenin adına "Şıh Bahşiş" denmek
tedir. Büyük Ocak Tekkesi'nin küçük
bir görünümüdür. Mimari tarz ı, 12X14
boyutunda· kare 3 Mt.boyunda dörtgen
şeklinde olup oniki direk üstüne, tavan . yedi katlı bir damla oturtulmuştur. Tek
keye, Şıh Bahş iş'in kızının soyundan
geldiği söylenen ve "Çömezgiller" denilen bir aile, "Tekkeşin" olarak bakmak
tad ı r. Başka bir söylenceye göre de Şeyh Hasan' ın kı z larından "Vedduha"n ın soyundan gelenler tekkeye bak
maktad ırl ar.
"Hatça Hala"nın baktığı dönemlerde Şih Bahşiş Tekkesi'nde yatan hasta
lara "Afsun lama Törenleri" düzen len ird i. Dualar eş liğinde yatakta yatan hastanın etrafında, zincirlerle tutturulmuş
bir tasın içinde yanan kor ateşin üzeri
ne üzerlik otu atılarak, tütsüleme yapılır ve gezdirilirdi. Üzerlik tütsüsü veya daha başka otlardan güzel koku veren
tütsülerin hastalara iyi geleceğine ina
nılırdı.
Hastanın baş ı na çarşaf gerilerek
özel otlardan yapılmış kaynar su buharıy la iy il eştiri l meye çalış ı rı ldı. Yine çarşaf örtü len hastanın başı nda kurşun dö
külerek, kurşunun şekline göre anlamlar çıkarılırd ı . Nazar dua ları okunur, kötü ruhlar ve cin ler kovulur, iyilik pe
ri !eri çağrılırdı.
Hastanın şifa bulması ve sağlığına kavuşması için, iki tip şurup yapılırdı. Birincisi soğuk olarak içilen üzüm pekmezi'nden ve içine çeşitli bitkil.erden
hazırlanmış öz katılarak hazırlanmış
şuruptur. İkinçisi ise, dut pekmezi içine
değişik baharat ve şifa otları, ağaç kabuk ve yaprakları ndan hazırlanmış
maddelerin karışımının · suda özenip
kaynatılması sonucu, içilecek duruma
getirilmiş sıcak şerbettir. Her ikisi belir
li saatlerde ayrı ayrı hastaya içirilir. Bu şurupların belirli hasta lara iyi geldiğini
ve sağlığına kavuştuğuna tanık olmu
şumdur.
"Civher" denilen topraktan bir çay
kaş ığ ı bu şurup lara katıl ırdı. Ayrıca "Çı
rahban Yağı" da ağrıyan yerlere az mik
tarda sürü lerek, geyik boynozu ile "Al
lah-Muhammed-Ya Alil.." diyerek üç
kez takdis edilirdi.
8. KOPOL'UN MAGARASI VE
TABİAT KÜ LTÜ
İslami bir motifde olan Mağara kültünde Hz.Muhammed'e Vahy bir ma
ğarada gelmiştir. Ve yine bir mağara da
saklanm ı ştı r : Çoban ve göçebe Türkmen toplu luklarında mağara lar ve dağ
lardaki oyuklar kutsal kabul edi lerek
"korunak" olarak kullan ılmış l ardı r. Ya
sak olduğu dönemlerde Hrıstiyanlar
ibadetlerini giz li olarak mağara larda
eda etm iş l erdir.
Şeyh Hasan, çilehane olarak ku llandığı "Kopol'un Mağarası"nda, Tevhid
çekmiş zikretmiş, bedenini arındırarak "Hakk ile Hak" olmuştur. Bu nedenle
de torunları olan Onar Köyüleri bu ma
ğarayı kutsal kabul etmişlerdir.
Kopol'un mağarasına Cuma akşamları mum yakılır, içinde kömbe, börek,
çörek, bıcık gibi bişmiş yiyecekler ile
meyva, gırmıtık, her türlü kuruyemiş
lokma olarak dağıtılır, çocuklar kapış
kapış alırlardı.
Kopol sözcük anlamı olarak, Erme
nice bir terim olarak Kimya'da kullanıl
maktadır.Ve "birleşik karışımın yüksek
yapısal bir tarzda bileşkesi, sentezi" an
lamındadır. Kimyasal bir kelime olan "KOPOL"a Tasavvufi bir anlam yükle
nek, insan ve Tanrı 'nın evrende (doğal
mağarada) manen bütünleşmesini ifade etmektedir. Ya da Şeyh Hasan bu ma
ğarada simyacılıkla uğraşan bir "alşi
mist"ti.Veya bu mağara "altın ile ilgili" bir dönem simyacı bir kişi tarafından
ku llanıldığından bu ad ordan gelmek
tedir. Arapkir'in bir ticaret merkezi olması ve Bağdat yolu'nun da bu yöre
den geçmesi bu mağaranın Simyacılık
la ve maden ayrıştırmayla ilişkisi olabi
lir. Deri işleriyle uğraşan köylülerin
çeşmeye yakın olan bu mağarada tabaklamada (debbağcılıkta) kullanılmak
üzere bir maddenin karışımı bu mağa
rada üretebilirler kanısındayız. 1960
yıllarına değin tabaklamada ku llanılan
"sumak" yapraklarının Arapkir'deki dericilere satıldığını bilmekteyiz ...
Kopol'un Mağarası'na 1960 öncesi "Kopolu Dede" dediğimiz, Birinci Dün
ya Harbi Gazisi Hüseyin Kaya bakardı.
Kopolu Dede, birdoksan boylarında
nur yüzlü, göbeğinin altına kadar uza
nan ak sakalıyla, uzun çizgili Arapkir dokuması mintanı ve bol dökümlü si
yah şalvarıyla, Pirivani ve ruhani bir ki
şiliği var idi. .. Her Cuma akşamı mağaranın girişinde durarak avucunun içini
öper, hayır duasını alırdık . Sonra mum
ları yakar, lokmaları dağıtırdık ... Kopolu
Dede'nin ölümünden sonra ve şehire
göçle gelenekler yok oldu.
9. EŞEK İLE SIPA VE DON
DEGİŞTİRME
Köyden Pir Yusuf adında bir d~d~ .
deredeki bahçesine zerzavatları sulamaya ve sebze getirmeye gitmiş. İşleri
ni yaparken Eşek ve sıpasını da otlama
ları için çayıra salmış. Sebzeleri suladıktan sonra bir müddet "Çömez' in Dutu"nun serin gölgesinde uyuklamış.
Uyandığında gün batmışmış. Pir Yusuf eşeğine bakmış çayırlıkta yok. Aramış,
çevreyi taramış, bağırmış sesini eşeğine
duyurmak istemiş, yok olmuş. Sanki
yer yarılmışta yerin dibine girmiş. Sebzelerle dolu heybesini omuzuna vur
muş, yokuşa doğru patika yolda yürür
ken, eşeğe yine seslenir. Eşek bir anırma ile sahibine cevap vermez. Pir Yu
suf eşeğe kızar, hadi gelmiyor bir cevap vermediğine. Beddua eder eşeğe, "kur
ta kuşa gelesin demiyorum l Taş olasın emi l Beni duyup anırmıyorsan .. " diye.
Ertesi günü bakarlar ki Pir Yusuf' un Boz Eşek ile Sıpası taş olmuşlar, Çömezin
Dut Ağacının karşı yamacındaki Selamlı yerinde ...
Pir Yusuf Dede'nin kerametine ina
nan köylüler, onun bir dediğini iki et
mezler. Taşlaşmış eşek ile sıpa da o günden bugüne "Kin ve inatlaşma" anı
tı gibi insanlara örnek olarak algılana-
rak gelmiştir. Kindar ve inatçı olanlara bu öykü hep anlatılagelmiştir Onar Kö
yünde ....
1 O. SU KÜL TÜNE BAGLI ADAK
VE Z İYARET YERLERİ
Türklerde su kutsal kabul edilir ve
kirletilmez. Akarsulara, göllere, kaynayan pınarlara, çeşmelere adaklar adanır. Suyun çıktığı gözelere mumlar yakılır, horoz ve tavuklar kurban edilir. Pınar başlarındaki ağaçlar ve kayalar
ya da dağ ve tepecikler de kutsal sayılır. İşte bu inanç gereği de Şeyh Hasan'ın bastığı, elinin değdiği her yer kutsanmıştır ...
a) İçeri ve dışarı pahar (çeşme):
Şeyh Hasan 1 ın sağlı ve sollu kayalara tekmesiyle, 11Ya Hakk !.. 11 diye vurarak çıkardığı menkıbe olarak anlatılan pınarlardır. İçeri p'ınar denilen çeşmenin
üstü taş kubbeyle kapalı, taşlar la örülü, Selçuklu dönemi mimari tarzda inşaa edi lmiş bir sanat eseridir. Dışarı pahar ise, üstü açık, yalaklar yapılmış bir çeş
me olup, hayvanların ihtiyaç l arı için inşa edilmiştir. Bu çeşmelere Cuma akşamları mumlar yakılır. Sular azalmaya yüz tutarsa adaklar adanır, bollaş-ması için ...
b) Cennet Pınarı: Şeyh Hasan'ın
Horasan1dan Ahmet Yesevi'den icazet alarak gelip, kepir toprak olan bu yer
de, teyemmümle abdest alıp, namaz kıldıktan sonra, asasının söğüt olarak yeşerdiğini görüp, bu yöreyi yurtluk tu-
tar. İşte, söğüt asanın yeşerip koskocaman bir ağaç olduğu yerde, Şeyh Hasan1 ın kayınpederi Piri Baba, kerametle
su çıkararak, bu çeşmeyi damadına dü
ğün hediyesi olarak verir. Bir parmak kalınlığında yaz-kış suyun aktığı bir
çeşmedir.
c) Sıtma Pınarı: Onar Küyü 'nün al
tında Roma, Bizans, Helenistik dönemlere ait çok sayıda "Kaya Mezarlar1 11n ın
bulunduğu kayalığın altında taş yarık
ların arasından sızarak çıkan bir sudur.
Sıtmaya tutulanların yıkanıldığında iyi geldiğine inanılır. Taşlardan süzülerek gelen pınarın etrafında bincerce kele
bek uçuşur. Bu kelebeklerin iyilik perisi olduklarına inanılır. Bu kelebekler öldürülmez, saygı gösterilir. Eğilerek
gözeden su içerken kelebekler insanların kafasına konduğu takdirde, uğur
sayılmaktadır.
d) Yılancık Ocağı: 11Şıh Bahşiş deli
dolu bir yiğitmiş, ermiş mi ermiş ! Kafası estikçe gözden kaybolup, dolaşır ge
lirmiş. Bir gün çayın öteki yakasına ki bir köye gitmiş. Yılan donunda köyün içinde gezinmeye başlamış. Ama.bu yı
lan öyle büyükmüş ki tüm köylü elinde sopalarla, taşlar ve çapalarla düşmüşler peşine. Yılan kaçmış, köylüler peşin
den koşmuş. Bir ara fırsat bulup kafasını kaldırmış: 11Bu köyün insanları anıma da AcOze imiş!" demiş ve bir taş yığıntısına doluvermiş. Oradan öyle bir su
çıkmış ki bol mu bol !.Buz mu buz !..Köyün adı ECÜZE olmuş .. 11 (152)
Elazığ1 1n Ağın İlçesinin Ecüze Kö-
yü'de bu pınarın başında "Yılancık
Ocağı" vardır. Yılancık olanlar burayı
ziyarete giderek adak adarlar ve mum
yakaralar.
Bu söylenceden şu sonucu çıkarsa
yabiliriz, Selçuklu döneminde Şıh Bah
şiş bu yöreyi fethetmiştir. Arapkir Ça
yı'nın bir yakasında Onar Köyü diğer
yakasında da Ağın'ın köyleri vardır.
Ağın'daki bazı aileler, Şeyh Hasan
Vakfından hak talep ederek mahkeme
ye baş vurdukları Osmanlı bel-gelerin
den anlamaktayız. Mustafa Müezzi
noğlu, sünni olmalarına karşın ken-di
lerinin Onar Köyü'nden Ağın'a gittikle
rini söyleyerek belgelerininde olduğu
nu belirtmektedir. Yine aynı yörede
olan Çimen, Peküsü, Ballıca Köy-leri
Şeyh Hasan Ocağı talipleri olup, Bayat
boyundandırlar. Kanımızca bu yörede
ki Türkmen Köyleriyle Onar Köylüleri
aynı boydandırlar.
e) Oğuzlu Gölü: Şeyh Hasan'ın ilk
kez Arapkir'e gelip Otağını kur-duğu
semtin adı Oğuzludur. Daha sonra bu
radaki bahçeden bir Kiraz Ağacı'-nı ke
rametle götürerek Büyük Ocak Tekke
si'ni yapar. Kiraz Ağacının çıktığı yerde
su çıkar ve küçük bir göl olur. Yerden
kaynayan suyun şifalı olduğuna inanılır
ve kutsal kabul edilir.
f) Maksut Ziyareti ve Pınarı: Onar
Köyü ile Selamlı Köyü sınırın-daki bu
yer ve kayalık mağaralar, eski bir uy
garlığın kalıntılarıdır. Yüksek kayalığın
altındaki mağaracıkta, kış yaz hiç eksil
meyen ve aynı seviyede kalan "zem-
zem" denen bir "düden su kuyucuğu"
vardır. Onar Köyü'nden "Maksut Dede"
denilen bir zat bu mağarada kırk gün
zikredip çile çeker. Sadece bu su ile
yetinir ve hiç yemek yemez. Bu neden
ile mağara ve su kusal kabul edilir. Su
yun ve çamurunun cilt hastalıklarına
iyi geldiğine inanılır. Harman sonu gü
zün daha çok kadınlar ve çocuklar top
lu olarak getirdik-leri 3-5 Horozu kur
ban ederek, bulgur pilavı pişirler. Ma
ğara da kurulan sofralarda pilav yenip
ayranlar içildikten sonra şölen sona
erer. Giderken de mağaraya mumlar
yakılır ve dilekler tutulur .. Sudan da alı
narak köydeki hastalara götürülür..
Prehistorik ve Antik dönemlere ait
mağara ve ören kalıntıları "Maksut Zi
yareti" çevresinde mevcut olup, tarihi
İpek Yolu buradan geçmektedir.
11. NİŞANGAH
Şeyh Hasan'ın askeri birliklerine ok
çuluk talimi yaptırdığı tepenin adıdır.
Beş altı asırlık meşe ağaçları vardır. Ri
vayete göre, köyün ileri gelenlerden
bazıları devrin yönetimince bugünkü
meşelere asılarak idam edilir. Cesetleri
de meşelerin dibine gömülür. Bir başka
söylenceye göre de, Yavuz Selim'in
Arapkir'i fethi döneminde köydeki de
deleri bu ağaçlara asarak idam ettirir.
Meşe dallarında günlerce asılı kalan
dedelerin cesetleri köylülerce bulun
dukları yerlere gömülerek, çev-resi de
duvarlarla örülür ve kutsanır.
Yavui'un aske~lerinin fdam ettirdiği ·dedeler olayın.dan sonra Arapkirli Kuli
beğoğlu Ali Bey komutasında Onar Kö
yü 'nden ve çevre Kızılbaş köylerden halk Safavilere sığınır. Iğdır da Arapkir
ve Bayat köylerini kurarlar, bir grubuda
Hoy ve Tebriz bölgesine giderler. Bu
gün köyde "Kaygusuz" soyadın ı taşıyan
bazı ailelerin daha sonra köye tekrar
döndükleri söylenmektedir.
Nişangah'daki küçük çevrili mezarl ık kutsanarak, Cuma akşamları mum
lar yakılmaktadır. Meşe ağaçlarına da hiç dokunulmadan korunmuştur.
12. DİKME TAŞ VE DUT AGACI
Şeyh Hasan ile oğlu :ııh Bahşiş'in
söylenceye göre ok atma yarışmasına
giri ş i rler. Şıh Bahşiş'in oku Dikmetaş'a, Şeyh Hasan'ın oku da Araplar Taşı'na
düşer. Nişahgah'tan atılan bu iki ok
birbuçuk km.uzaklıktaki bu yerlere düşmesi köyün giriş ve çıkışının kontrol
edildiği an lamına gelmektedir. Muhtemelen bu iki yer gözetleme kulesidir.
Araplar Taşı da Büyük Ocak Tekkesi'ndeki Arap Taşı ve Arap Asker ile
bağlantı l ı olabilir. Nişangah ve Dikme Taş tepeleri köyün nirengi noktaların
dır.
Dikme Taş'daki Dut Ağacının Şıh
Bahşiş'in attığı okun yeşererek, dutağacı olup, meyva verdiği rivayet edilmek
tedir. Kutsal kabul edilen dut ağacına çaputlar bağlanmakta, niyetler tutul
makta, kara dutundan şifa umulmakta-
dır. Cuma akşamları Dikme taşa ve
Araplar taşına mumlar yakılmaktadır.
Araplar Taşı'nın altında "Şahmaran"ın
olduğuda menkıbe olarak anlatılmaktadır ....
Bizans dünemıne aıt ve Paulicien
(Polisyen)'lerin iki kale yıkıntılarının
bulunduğu, "Güğeyik ve Kaleycik" denilen semtlerdeki çeşmeler kutsal kabul
edilmiş, mumlar yakılmış adaklar adanmıştır. Bu durum eski Anadolu kavimlerinin kutsal kabul ettikleri mekanların, Türkler tarafından da kabul gör
mesi, kültürel geçimli fiğin bir gösterge
sidir.
14. PİRİ BABA DÜŞEG İ
Piri Baba'nın Horasan'dan gelerek Anadolu'daki ilk konakladığı Arapkir'in Rutik denilen nıezrasında kurdu
ğu çadırın ya da evin yeridir. Taş-çakıl yığını olan bu tümsek de yapılı pencere vardır. Bu pencerede mumlar yakıl
makta, kurtun, kuşun, börtü böceğin yemesi için yiyecekler konulmaktadır.
Roma-Bizans ya da dah.a eski bir uygarlığa ait bir yerleşim birimi olan
Rutik-Gölpınar yöresi kanımızca Paulicienler'inde kullandığı bir köydür. Çünkü Rutik, Ermenice köy, mezra an
lamına gelmektedir. Yörede yüzey üstünde Roma ve Bizan dönemlerine ait
sikkeler bulunmakta, Bağdamı denen
ya da "Arlık" denilen tek odalı evlerde,
yazılı Bizans taş yazıtlarına, çanak
çömlek parçalarına, su kanal ve yalak
larına rastlanmaktadır. Yüzeyde rastla
nılan bu tarihi eserler, yörenin eski bir
yerleşim yeri olduğunun kesin kanıtla
rıdır. Buraya yerleşen ve Rutik Beyi
olan Piri Baba daha sonraları Merzi
fon'a gitmiştir. Bu yöre Arapkir'in zen
gin tüccar ve ağalarının çiftlikleri ile
sayfiye evleri olduğu ormanlık, bağlık,
bahçelik sulak bir arazi ve doğal kaya
lıkların bulunduğu, av hayvanlarının
da yaşadığı coğrafyadır.
15. ÖKSÜRÜK DELİCİ
Onar Köyü 'nün güneyindeki kaya
lıkların uçurumuda bulunan, bir insa
nın geçebileceği doğal kaya deliğe "ök
sürük deliği" denmektedir. Yöre eski bir
yerl~şim yeridir. Bu delikten geçenler
"bedensel arınma"ya tabi tutulduğu, ak
ciğer hastalıkları, öksürük, nefes darlı
ğı, astım gibi illetlerin geçtiğine inanıl
maktadır.
Öksürük Deliği'nin ön tarafından
geçen yol üzerinde de "Hz. Ali'nin atı
Düldül'ün Kaya da nal izi olduğuna
inanılan bir kaya kütlesi vardır. Kayada
nal izine benzer doğal şekil vardır. Bu
rası da kutsal kabul edilmektedir.
Taş ve Kaya Kültü, eski Türkler'den
devam edegelmiş bir inançtır. Hacı
Bektaş Veli,Çilenane'deki delikle taş da
günahtan arınma ölçüsü olarak kabul
edi lmekte, delikten geçenler günahla
rından arınmış sayılmakta, geçemeyen
ler ise günahkar oldukları sanılmakta
dır. Öksürük Deliği de bir nevi Delikli
Taş işlevi görmektedir.
16. BALLI KAYA VE ARI KÜLTÜ
Unar Köyü'nün kuzey yönünde Ke
ban Baraj Gölünün bitimine yakın,
Ağın istikametinde ki kayalık vadinin
dikine indiği zincirleme doğal mağara
ların bulunduğu semtteki bal arıs ı pe
teklerinin bulunduğu oyuk ve kayalığa "Ballı Kaya" denilmektedir. Sivrilmiş
kayaların abideleşmiş bölümüne "Zillo"
denmektedir. "Zillo"nun yanında "Üç
Ağızlı" denen sürülerin yazın öğlen
vakti dinlendiği ve sağıldığı bir mağara
vardır. Daha ilerisinde ise uzunca bir
delhizi görünümündeki sarkıt ve likitle
rin bulunduğu, soğuk hava esintilerinin
homurdanarak yankılanan "Horluğan"
denen doğal mağara vardır. Sürülerin,
özellikle keçilerin otladığı bu yüre de
kutsal kabul edilir.
Ağustos ya da Temmuz sıcaklarında
Ballıkaya'dan peteklerin bulunduğu
oyuklardan ballar şırıl şırıl akmaya baş
lar. Taslara, testilere doldurulur ya da
tabaklara doldurularak oracıkda yenir
di.
Çok eskiden köyde bal üreticisi
"Koş Ali" denilen bir kişi bu Bal Mağa
rası'ndan "Bir Ton" bal çıkardığı söy
lenmektedir. Otuz metreyi aşkın kaya
lık yara özel ip merdiven yapılarak ve
belinden bağlanıp emniyetle bu şahıs
indirilmiş, bal petekleri deri tulumlarla
yukarı taşınmış imiş ...
Ball ı kaya'daki balların Şeyh Hasan
tarafından dualandığını, HIZIR ' ın köylülere bir armağan ı olduğuna inanı!
maktadır. Buradaki balların her derde
deva olduğunu, ince hastalıklara iyi geldiğine inanılmakta, bu nedenle de
ilaç olarak kullanılmaktadır. Kısır kadınlara da bu baldan yedirilmektedir.
Kadının çocuğu olduğu takdirde adak olarak arılara pekmez götürülerek ba
har da taş lara dökülmektedir..
Mağarada sürüden sağılan "SÜT"
kayalardan akan "BAL" derede çıkan buz gibi "SU" insanın doğal ihtiyaçları
d ı r. Bu nedenle yöre kutsal görülmüş
"Kaya-Arı Kültü" oluşmuştur. Keban'a doğru uzanan bu vadi bir zamanlar
meşe, ardıç, dışbudak, sakız, kayın, kı
zılcık, melhem gibi ağaçların olduğu
yöre imiş. Keban gümüş madenleri için
yöredeki tüm ağaçlar kesilerek, madenlerin eritilmesinde yakılmış . Toprak da
kar ve yağmurlarla eriyerek çaya akmış, yöre taş yığınları haline gelmiş.
Yöre çal ı, kes ,keven gibi dikenli bitkiler kaplam ış. Bu yöre de ancak keçi ye
ti ştirilmekte imiş ...
17. LO KMAN HEKİM
Şeyh Hasan ' ın Türbesi 'nin karşısı
daki dere kenarında, kime ait olduğu bilinmeyen, Hızır Türbesi de, Lokman
Hekim Türbesi de denilen taş yığını ve
mum yakma penceresi olan bir mezar
dır. Yanında ise, Mineyikli bir dedeye ait mezar vardır. Mineyikli Dede, bu
türbede yatan zatın keramet ve mucizesini gördüğü için öldükten son
ra buraya gümülmesini vasiyet etmiş. Buraki zat rüyalara girermiş ve muş
tular verirmiş. Piri fani, aksakalı bozatlı olan bu zat, selde zelzelede kalanlara yardım eder, azgın sulara kapılan sürü
leri, davarları, malları kurtarırmış. Zorda kalan çaresizlerin imdadına yetişir, karanlıkta yol gösterir, çamurda yüküyle batan ata, eşeğe yardım edip kaldır ı r,
dağbaşında yaz ıda, yabanda taydurur, payanda olur atına katırına yük yükler. Tarlalara, bağlara, bahçelere bereket
getirir. Dul ve yetimlerin buğdaylarını biçer. Askerde siper olur kurşunlara.
Yaraları sarar sarmalar. Velhasıl her derde dermandır, Lokman
Hekim .. Cuma akşamları türbede mumlar yakılır, dilekler tutulur, lokmalar
dağıtılır ...
18. KIZLAR ZİYARETİ
Gökçe kız adlı güzeller güzeli bir kızı varmış, Onarlı dedelerden birinin .
"Anakız" da denen genç kız, gök gözlü, keman kaşlı, alyanaklı, ayyüzlü, topuklarına dek uzanan belik belik sarı saç
larıyla, selvikavağı boyuyla yörede di lden dile dolaşır, ozanlar türküler yakar güzeliğine, övgüyle söz edilir huyundan suyundan. Sevdalanır delikanlılar
ard ı ndan ... Hiç birine yüz vermez Gökçe kız. Ağa, eşraf, bey oğulları dünür
olurlar Anakız'a istemez. O bir Hakk
aşığıdır, gönlünde bir er yoktur. Dede anlamıştır kızının halinden. Gökçe kız
hakkında laf çıkarırlar, bir gavura bir yezite aşık diye. Tek kız evladı olan
dede üzülür. Üzüntüsünden helak olur. Babasının bu durumuna dayanamayan
Gökçe kız, başını alıp gider. Bağlar
arasından Yazlak'a doğru, armut ağaçlarının sık olduğu bu yolda yiter. Ararlar tararlar Gökçe kızı bulamazlar. İlk gözden kaybolduğu, yittigi yere taşları üstüste yığarak düşek (makam) yaparlar.
Gaip erenlere karışmıştır Gökçe kız. O artık, köyün ulu ermişi "Anakızı" dır. Bağlararasından ele ele tutuşup, tarladan tapandan gelip geçen genç aşık
lara gözükür dur Gökçe kız, beyaz
papatya tacı ile ya da kızıl gelincik tacı ile.. . İlk baharda badem çiçekleri
arasında gözükür, bağda tevekler arasında üzüm yerken ya da armut ağacına yaslı dururken.
Gökçe l< ız' ın düşeğinde genç kızlar "üç sallik taşı üst üste koyarak" dilek tutarlar. Mum yakaralar. Rüyalara girer,
genç kızların delikanlıların muradları
hasıl olur ...
Balıkesir, Manisa ve Edremit yörelerinde de "Sarı Kız" efsanesini gör
mekteyiz. Edremit'in Kaz Dağlarında
Sarı Kız'ın makamı vardır. Yöredeki AlevTler bu makamı ziyaret ederek
adaklar sunarlar. Türkiye'n in başka
yörelerinde de Sarı Kız öyküleri vardır. Alevilerin ortak bir kültüdür Sarı Kız ya da benzeri hikayeler.
Balıkesir (eski Karesi) bölgesinde Şeyh Hasanlı oymaklarının olması, Sarı
Kız ya da Gökçe Kız menkıbesi, Oğuz
geleneğinin bir simgesi de olabi lir.
19. OCAK VE ATEŞ KÜLTÜ
Ocak odanın içinde uygun bir
duvarın ortasına yapılır. Yanlarına ise, ahşap oymalı raflar ve dolaplar yapılır.
Ocağın üsüne ahşaptan üstü işlemeli
desenli davlunbaz takılır. Ocağın içine
at nalı şeklinde kırmızı tuğla toprağından set yap ı lır ve üzerine de lama
demirler aralıklara konur. Baca, Ocaktan L şeklinde dama doğru ç ıkar.
Ocağın kül-feri odaya yayılmaması için
önünede hilal şeklinde yay set yapılır.
Hilal çıkıntının bölümüne saç ayağı
konarak altına kor ateş çekilir ve burada çay ve kahve pişi r il i r. Davlunbazın
iki yanında Lanbalıklar vardır. Ocağın
içindeki ateşi karıştırmak için maşa bulundurulur. Araştırma yaptığımız
bölgede maşaya "HAŞARGE" veye "KAŞURGE" denmektedir ki muh
temelen Antik Anadolu "HAŞŞA" adlı Ocak Tanrısından gelmektedir.
Ocak ve Ateş Kültü, Sümer, Asur,
Hitit gibi Antik Anadolu uygarlıklarında ve Eski Türkler de önemli bir inançtır. Aynı gelenek Alevi kültürüne ve ör
füne de eklemlenerek yaşatılmıştır.
Şamanın Ocak kutsiyeti ve tanım
laması "Od Ata ve Od Ana" geleneği, Alevilerde "Dede · Ocakları" şeklind!=! İs
lami bi r forma girer. Cemlerde ilk önce
"çerağ uyandırılıp" ayine başlanması,
ateş kültünün bir gereğidir.
İnsan olan bir evde ateş söndürülmez, bacadan duman çıkmak zorunluluğundadır. Ateşin sönmesi istenmiyorsa ocağa tezek yerleştirilerek, için için yanması sağlanır ve üstü külle örtülerek dinlendirilir, tekrar odun ocağa atılarak ateş çoğaltılır. Ocak kendiliğinden
sönerse "hayra-alemet" sayılmaz. Bir kimseye beddua edilecekse "Ocağın
Sönsün" diye dua edilir.
Yeni ev kuranların ya da yeni evlilerin evlerinin ocağı, baba evinden götürülen ateşle odunlar tutuşturularak yakılır. Yeni yanan Ocağa da "AllahMuhammed Ya Ali" diye sağına, soluna ve ortasına niyaz edilir.
Cuma akşamları ocağın başında
atalar dua edilir, Kur'an okunur, toplu yemek yenerek sofra duası ve duvaziman okunur.
Cuma cemleri ocağın bulunduğu
odada eda edilir ve o gece ocağın
yanında mum yakılır. Sercem olarak dedelik görevini ifa eden zatın postu ocağın yanına serilir. Ocağın diğer
yanında ise iman ve rehber oturur.
Ocak ve Ateş Kültü, Türklerde Atalar kültü ile irtibatlı olup, ateşin ilk atalarının yaktığına inanılır.
20. OGUZ DESTANI VE TEPEGÖZ
ÖYKÜSÜ
Alevııerae genellikle Hz. Ali ve Bat
tal Gazi cenkleri ile Şah İsmail gibi
Alevi ulularının öyküleri anlatılır.
Çocukluğumda anlatılan "Tepegöz hikayeleri"nin kökenini hep düşünürdüm Aleviliğe bu öykülerin hangi kül
türel kanaldan girmiş olabileceğini.
Araştırmalarımda Tepegöz Öy
külerinin Oğuz Destanı ve Dede Korkut Hikayelerinin Anadoludaki bir
devamı ve geleneği olduğunu gördüm. Prof. Pertev Naili Boratav Anadolu'daki destan, mitoloji, efsane, masal ve öy
külerin kökenlerinin eski Türk destanlarının bir versiyonu ve kısaltılmış halk hikayelerine dönüştürülmüş şekli
olarak görmektedir. Hatta Hacı Bektaş
Velayetnamesi'ndeki Hacı Tuğrul'un
Dede Korkut Kitabındaki Deli Dumrul' a benzetmektedir.(l 53)
Ali Rıza Yalman "Cenupta Türken
Oymakları" araştırmasında, Aladağ
bölgesinde "Şambayadı l<öyü"ne
giderek şunları dinler ve yazar,
"Aladağ bölgesinde Alpı, Karahan, Şambayadı isimleri gibi önemli isimler taşıyan köylerimiz vardır. Bunların
içinde insanı en çok düşündüren F.uzOli ve Dede Korkut'un aşiretinin ismini
taşıyan "Bayat" köyüdür. Ahmet Çavuş' un söylediğine göre, Elgazi Zade Hacı Bekir Bey ismi_nde biri yedi yüz yıl önce Bağdat'tan Şam'a gelmiş ve
bin çadırlık aşiretiyle Şanı'dan
Anadoluya girmiş, beğendiği yerlere büyük saygı ile yerleşmiştir." (154)
Şeyh Hasan'ında Bağdat'tan geldiğini
Selçuklu belgelerinden bilmekteyiz. Yine kaynaklardan Bağdat'ın güneyin-
deki bir kalenin "Bayat" adını taşıdığı
bilinmektedir. Kerkük ve Halep böl
gesinde Bayat Boylarının konakladık
ları bilinmektedir. Safavl Devletini
kuran Şamlu Oymaklarının büyük
çoğunluğunu Bayatlar teşkil eder.
1928 yılında Şambayadı Köyünde
'ı".cı.lm~u1' ın _y_gg_tığı l;ı_u çıı:_g_şnrnJ~da .!;ıu
yöreye 700 yıl önce gelindiğine göre,
yani 1228 yıllarında yerleşilmiştir ki
1.Alaeddin Keykubat dönemine tekabül etmektedir. Bu durum da şunu göster
mektedir, Alanya Kuşatmasına katılan
Şeyh Hasan muhtemelen bu Bayat Boyu oymaklarıyla da ilişkisi olabilir ya
da bu köy Şeyh Hasanlı Aşireti'nin bir
abasıdır. Yalman'ın 3.9.1928 tarihinde
yöreden aktardığı bir olay kanaatimizi
güçlendirmektedir.Ve olay şudur:
"Aslında Arapkirli olup hemen
hemen bütün Anadolu'yu dolaşmış ol
an dilenci Hacı İsmail, ak sakallı, iri
yapılı, koca gözlü, gür bıyıklı, yaklaşık
olarak 68 yaşında çok kesin ifadelerle
derdini bildiren acayip bir adamdır.
Bunun bir sanatı da hikayeciliktir.
Yolda gelirken söz sözü açmış cin, peri, şeytan gibi efsanevi dedikodular
dan sonra konuşma (Tepegöz) lere geç
mişti. Hacı İsmail, Tepegözler dediği zaman dikkatle ihtiyarı kurcaladım.
Bunlara dair birde hikaye bildiğini an
lattı. Eşeledim ihtiyar konuşmağa baş
ladı ... " (155)
Yalman'ın dilenci dediği Hacı İs
mail gibi gezgincilere araştırma böl-
gemizde "Torbacı ya da döşürücü" denmektedir. Bu kişiler halk aşıkları ve
halk hikaye anlatıcılar ı dır. Bir nevi
"Mistik Dervişler"dir. Yörede bu gibi kişilere "Kutsiyet" izafe edilmektedir.
Arapkirli Hacı İsmail'in Güney'de Akdeniz bölgesinde dolaş ıp hikayeler anlatması, bu yörede yaşayan insanlarla Arapkir. yöresindeki insan farın tarihsel bir bağlantısın akla getirmektedir. Çünkü Tepegöz gibi hikayeler daha çok Türkmen geleneğine ilişkin efsanelerdir. Bu durum da tarihi bir gerçekliği ifade etmektedir. Dede Korkut hikayelerinin Anadolulaşmış masallarını Hacı İsmail gibi dönemin halk edebiyatçıları gezerek, köy köy dolaşarak anlatmaktalar.
Sate Dayı ve bir kaç kişinin düğünlerde davul ve zurna eşliğinde sergilediği "köy Seyirlik Oyunu" Onar Köylülerinin önemli bir eğlencesi idi. Sata Dayı güldürü ve pantomim sanatının halk içinde yaşayan Antik Anadolu uygarlıklarından devralınan
bir oyuncusuydu. Bölgemiz O_ğuz destan geleneğinin kültürel bir devamı olduğu kadar, eski Anadolu kült ve kültürlerinin de bir devamıdır. Ve ortak sentezidir.
XV. SON SÖZ
ou gune kadar ki Anadolu tarihi
sonuçta bir bütünlük arzetse de çelişkilerle dolu heterojen yüzlerce uygarlığın gelgitlerinin olduğu asimetrik bir
bütünlüktür.
Anadolu'ya göç eden "Bozkır Kül
tür''lü Türkmenlerle daha önce var olan
"merkezi kent kültür''lü kavimlerin İslamlaşması sonucu ortak bir kültür ve
inanç doğmuştur. İslami daire içinde
on bin yı l lık tarihi süreçten gelen örf,
töre, kült gibi öğeler "Anadolu coğrafi
havuzu'nda harmanlanıp yoğrularak
yepyeni bir biçim almıştır. İşte İslam'ın
"Anadolulaşan" bu akılcı algı lama ve
uygulamasına "Anadolu Müslümanlığı"
diyoruz. Orta-Asya'dan Balkanlara dek uzanan çizgide "Türk Heterodok
si"sin in ağır bastığı "Anadolu Müslümanlığı'na da bazı yazarlar "Türk
men Sünnil iği" demelerine karşın biz,
"Alevilik" kavramıyla açıklıyoruz.
İslamiyet ümmete hitap eder, bir
ulusa ya da kavime, millete değil.
Alevllik 'te öyledir. Birey olarak insanı
temel a l ır. Bu nedenle Alevilik evrensel
bir öğretidir. Osmanlıların Yeniçeri Ocağına kı lavuz olarak seçtiği ve Türk
l eştirme amaçlı öğreti olan "Bektaşilik"
"Türk Müslümanlığı" olarak kabul edi lebilir. 12 Eylül yönetiminin dayat
tığ ı "Arap an layışlı" "Türk-İslam Sen
tezi"ne karşı 1985 yılında yazdığım bir
yazıda " Bektaşiliğin gerçek anlamda Türk- İslam Sentezi olduğunu" belirt
miştim.(156) Çünkü, Bektaşilikde
ibadet dili zorunlu olarak Türkçe'dir ve
ritüelleri Türk Töresi'ne en uygun tarikattır.
Aleviliğ in üç temel dayanağı vardır,
Birincisi, İnanç öğesidir ki kaynağı " Kur ' an-ı Kerim"dir. İkincisi kültürel
boyutudur. Türk \fe eski Anadolu kültür ve kültlerinin bileşkesidir. Üçüncüsü
yaşama biçimidir. Yaşam kuramının
temel kurumu "Müsahiplik"tir. "Malı
mala, canı cana" katma anlayışıdır ki
Hz.Muhamnıed Medinede uygulamıştır. Kur'an'daki bazı ayetler bu konuyu emretmektedir. Medine Vesikası'nda
da bu husus akit altına alınmıştı r.
Hz.Muhammed'in 622'den Hakk'a yürüyüşüne dek uyguladığı bu kardeşleşme akdini, Aleviler kurumlaştırarak
yaşatmışlardır.(157)
Aleviliğin bu üç saç ayağından biri eksik olursa o Alevilik olmaz, onun adı başka bir şeydir. Bu nedenle de
Alevilik İslamiyetin içindedir .. . Şeyh Hasan da Aleviliğin üç temel kuramını Anadolu'da uygulayan bir mürşittir,
müştehittir ve Bayat Boyunun Beyid ir, Aşiret kurucusudur ...
DİPNOTLAR
[125] Munzur ÇEM: Dersim'de Alevilik,
Peri' Yay. 1999 İst. s. 106.
[126] Ertuğrul Danık: Dersim AlevT-l<ürt
ve Zaza Mitolojisi ve Pantheonu
Üzerine, Birikim Dergisi, Sayı: 88,
Ağustos 1996, s. 64-67.
[127] Ahmet yaşar Ocak: İslam-Türk
İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas
kültü, TKAE. Yay. Ankara 1985, s.
104-106.
[128] Prof. Dr. Muhammed Hamidullah:
İslam Peygamberi (Hayatı ve
Faaliyeti) Çev. Prof. Dr. Salih Tuğ,
İ rfan Yay. İst. 1991, l.C.S.212-213-.
[129] Ali Bulaç: Kur'an-ı Kerim'in Türkçe
Anlamı, Birim Yay. İst. 1985, s.359,
Fecr Suresi Ayet: 2 ve dip notu.
[130] İsmail Onarlı: Nevruz Bayramı,
Alevilerin Sesi Dergisi Sayı: 24,
Nisan 1998, AABF. Mrk. Yay. Org.
Köln, s.11-14.
(131] -Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Yrd.
Doç. Dr. Ahmet Buran: Elazığ
Yöresi Ağızlarından Derlemeler,
TDK. Yay. Ank. 1994, s. 29.
-Ahmet Buran: Keban, Baskil ve
Ağın Yöresi Ağızları, TDK. Yay.
Ank. 1997, s.12-13.
[132] Hamit Zübeyr Koşay: Keban Projesi
Pulur Kaz ı sı, "Keban Project Pulur
Excavations 1968-1970" OD
TÜ.Yay., Ank.1976.
[133] Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu: Türk
Bozkır Kültürü, TKAE.Yay. Ank.
1987 s. 92.
(134] Ahmet Yaşar Ocak: Bektaşi
Men§kibnamelerinde İslam Öncesi
İnanç Motifleri S .26.
[135) Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, A.g.e.s.
92-93.
[136) Prof. Dr. Mehmet Eröz: Eski Türk
Dini (Gök Tanrı İnancı) ve Alevilik
Bektaşilik, TDAV. Yay. İst.1992 s.
68.
(137) Burhan Oğuz: Türkiye Halkının
Kültür Kökenleri Cilt: 2, s. 274-570,
596, 602, 616, 627'den belirli
paragraflar özetlenerek yazının için
de yer almıştır.
[138) M.Taner Tarhan: Urartu Devleti'nin
"Kuruluş" Evresi ve Kurucu Krallar
dan "Lutipri": Lapturi" Hakkında
Yeni Görüşler, İ.Ü.Ed. Fak. Yay.
1982, İst. s.69 "Anadolu Araştır
maları Vlll, ist.1980"
[139) Oktay BELLİ: "Urartu lar'da Hayat
Ağac ı İnancı ", Anadolu Araştı rma
ları-VJll, 1980, İÜEF. Yay. lst. 1882,
s. 238.
(140) Oktay Belli: A.g.m. s. 238-249.
(141 J Oktay Belli: A.g.m. s. 240.
(142] Prof. Dr. Firuz Kınal: "Anadolu'nun
Eski Tarihi" TTK. Yay. Ank. 1962
s.266-268'den Akt. Mevlut Oğuz:
Malatya Tarihi, İst. 1985, s.31.
(143) Mevlüt Oğuz: Malatya Tarihi s.44.
(144) İsmet Zeki Eyüpoğlu: Anadolu
İnançları, Anadolu Mitolojisi, İnanç
Söylence Bağlantısı, Geçit Kit. İst.
1987, s. 49-51.
(145) Ali Bulaç: "Kur' an-ı Rerim'in Türkçe
Anlamı",(Mea l . ve ScSzlük) Birim
Yay.ist.s.407
(146) Dr.İsmail Kaygusuz: " ... Onar Dede
Mezarlığı ve .. Şeyh Hasan Oner.."
s.21
(147) Doç.Dr.Fuat Bozkurt, Oğuz Aktan:
"Yıldız Dağı'ndan Ballıkaya'ya Kül
türel Araştırma Gezisi 2" Nefes
Dergisi Sayı:5, Mart 1994 s.47
(148) İsmail ONARLI: "Mineyik Dedeler
Kurultayı" Cem Dergisi Sayı :79,
Haziran 1998 s.48-50
(149) Serdar ODACI: Osmanlı Arşiv Bel
gelerinde il.Mahmut Dönemi Son
rası Bektaşi Dergahları, HBV.Araş
tırma Der.Güz'98/7, GÜ.TK. ve
HBV.AMB. yay.Ank.1998, s.24-25 il
(150) Abdülkadir İnan: Tarihte ve Bugün
Şamanizm, s.103
(151) Bak ı n ı z: Prof.Dr.Muharrem Ergin:
"Dede Korkut Kitabı" Boğaziçi
Yay.İst.11.Bas , Prof.Faruk Sümer:
"Oğuzlar", TDAV. Yay .İst.1992 ve El
van Çeiebi: "Menakıbu'l-Kudsiy
ye" .. Til<.Yay.1995 Ank.
(152) Dr. İsmail Kaygusuz: " ... Onar Dede
Mezarlığı ve ... Şeyh Hasan Oner .. "
sf. 24
(153) Prof.Pertev Naili Boratav: 100
Soruda, Türk Halk Edebiyatı, Ger
çek Yay. 4.Bas. l.İst.1982
(1 54) Ali Rıza Yalman (Yalkın): Cenupta
Türkmen Oymakları il Cilt. Haz:
Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay .Ank.
1977 s.122
(155) Ali Rıza Yalman (Yalkın ): a.ge.s. 193
(156) İsmail ONARLI "Türk-İslam Sentezi
ve Hacı Bektaş-ı Veli" Avcılar
Haber, 10 Temmuz 1985, Sayı:l6,
s.2
(157) İsmail ONARLI "Medine Vesikası ve
Alevilik", Kervan Dergisi, Sayı: 66,
Mart 1998 s. 10-11