Upload
harun-taner
View
230
Download
0
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Antalya Literary Express 6. sayı
Citation preview
Yayın Kurulundan
Değerli okuyucular, olağan köşelerimiz dışında,
Kaya Büyükataman’ın ilettiği Kostenko
resimlerinin kalan kısmı ile Adil Yüksel’in
teleferik gezisi fotoğraflarını yayınladığımız
altıncı sayımızı beğeninize sunuyor,
uğraşlarınızda kolaylıklar diliyoruz.
Yaş Taksimi
Yaş taksimi yapılırken, taksim sırasında
tesadüfen insan, eşek ve maymun üçü bir
arada, aynı anda bulunurlar.
Yaşı taksim eden ***** üçüne birden
hitap eder ve der ki:
- Üçünüze yüz yirmi yıl yaş verdim.
Aranızda paylaşın. Der.
İnsan, hesap eder ve hemen atılır:
- Kırk yıl; çok az. Hemen bitiverir. Der.
Eşek biraz düşünür, düşünür, bekler ve
der ki:
- Kırk yıl bana çok fazla. Kırk yıl
durmadan yük taşıyacaksın. Bana yarısı yeter.
Der.
İnsan eşek yaşının yarısını alır. Yaşı
altmışa çıkar. Biraz sevinir.
Sıra maymuna gelir. Düşünceli
düşünceli o da anlatır:
- Kırk yıl bana da çok fazla. Durmadan
sırtında, kırk yıl çocuk taşı. Çocuk avut. Bana
yarısı yeter. Der.
Kalan yirmi yılı da insan alır. İnsanın
yaşı toplam seksen yıl olmuştur. İnsan
memnun olsa da olmasa da yapacak bir şey
yoktur. Oradan ayrılırlar.
O gün bugün insanlar kırk yıl
gençliğinde güzel bir şekilde insan yaşını yaşar.
Kırktan sonra şunu yapamadım, şu işi yapayım,
çocukları evereyim vs vs işlerle yirmi yıl eşek
gibi çalışarak eşek yaşını yaşarlar.
Ömürleri yeterse yirmi yıl da çocuk
avuturlar. Sırtlarında gerektiğinde çocuk
taşırlar. Çünkü maymun yaşını yaşıyorlar.
İnsan ömrü budur.
Adil Yüksel
Isparta Davraz
Antalya Chess Express Cilt: 8 Sayı: 60 28 Şubat 2013
Antalya Literary Express Cilt: 1 Sayı: 6 28 Şubat 2013
Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6
2884
Nuhun Gemisi (3)
Nuh Tufanı gerçek mi efsane mi?
Her şey, George Smith’in Asya Kraliyet
Derneğinin bir odasında, önündeki masaya
dizmiş olduğu ve çoğunun kenarları çoktan
kırılmış olan kil tabletleri büyük bir sabır ve
özenle incelediği 1872 yılının soğuk bir
gecesinde başladı. Tabletler 35 yıl önce, H.C.
Rawlinson * tarafından Kral Asurbanipal’in
Ninova’daki Krallık Kitaplığının kazısından
çıkarılmıştı. Rawlinson, İran Şahının askeri
danışmanı olduğu günlerde, Eski Yunan
tarihçilerinin anlattığı Pers krallarının kenti
olan Persepolis'i gezmiş ve dev kaya
mezarlarına hayran kalmıştı. Sonraki günlerde
bir Kürt kılavuz tarafından Zagros dağlarına, o
güne kadar hiçbir Avrupalının ayak basmadığı
bir geçide; iki yanı dik ve yüksek Behistun
kayalığına götürüldüğünde, birkaç yıl sonra
Eski Pers yazısını çözerek tarihe geçeceğini
hayal bile etmiyordu. Rawlinson; tarih öncesi
çağlarda Mezopotamya’da bilinmeyen bir
halkın konuştuğu ve sonraki zamanlarda
Avrupa ve Asya’ya yayılmış bir anadilin var
olduğuna, Mezopotamya’da konuşulmuş olan
bütün dillerin de bu anadilin kadim çocukları
olduğuna inanan biriydi. Gençliğinin ilk
yıllarında Latince ve Eski Yunancaya merak
salmış; Homeros, Herodot ve Platun’un bütün
eserlerini okumuştu. Hindistan’da iken
Sanskritçe, İran’a geldikten sonra ise Pers ve
Arap dillerini öğrenmeye başlamıştı.
İki yıl boyunca defalarca gittiği Behistun
geçidindeki düzgün ve yüksek kayalara
çiviyazısı ile kazılmış, bilinmeyen üç dildeki
yazıtları kopyalayan Rawlinson, bir yıl sonra
not defterindeki yazıları incelerken, peş peşe
yinelenen bazı simge kümelerini fark etti. Bu
yinelenen kümeler ona Herodot’un bir
cümlesini hatırlattı ve Rawlinson bir anda,
yüzyıllar boyunca unutulmuş olan eski Pers
dilindeki yazıtın bir cümlesini çözüverdi.
“Kral Darius der ki; ben Darius, ulu Kral, Krallar
Kralı, Pers Kralı, Ülkeler Kralı, Hystapes’in oğlu,
Arsames’in torunu, bir Akamenid! Atinalıları
cezalandırmazsam eğer…”
Bir zamanlar Mısırlıların, Kaldelilerin,
İyonyalıların, Perslerin ve Medlerin yaşadığı
ülkeleri kapsayan büyük bir imparatorluğu
yöneten Kral Darius, Behistun kayalarındaki
yazıtında kendisinden sonrakilere şöyle
sesleniyordu: “Siz, gelecektekiler! Kayalara
oyduğum bu yazıtları göreceksiniz. Hiçbir şeyi
silmeyin!” Rawlinson’un, kayalara kazılmış
olan eski Pers yazısını çözmesinin üstünden
tam 35 yıl geçmişti. Rawlinson’un yardımcısı
olan ve bir zamanlar İbranice öğrenip Eski
Ahit’in (Tevrat) Krallar kitabını merakla
okumuş olan G. Smith; aylardan beri, Antik
Ninova’dan gelen ve 2500 yıl önceki yazıcılar
tarafından ıslak kil üzerine yazılmış
tabletlerdeki bir başka yazının, çoğu fonetik
olan bir çiviyazısının esrarını çözmeye
uğraşıyordu.
O gece sabaha karşı, gaz lambasının soluk
ışığında G. Smith, incelediği bazı tabletlerin
üstündeki harf kümelerinde bir benzerlik
olduğunu fark etti. Ve çok geçmeden Smith,
müze bekçilerinin şaşkın bakışları altında
bağırarak koridora fırlayıp üstünü başını
yırtmaya başladı. Birkaç dakika önce, tam
yirmi beş yüzyıldır konuşulmayan bir dili,
Akad'ların dilini okumuştu! Sonraki günlerde o
anı şöyle anlatacaktı: “Üçüncü sütuna
baktığımda, gözüm bir teknenin Nisir
dağlarında karaya oturduğu açıklamasını
yakaladı. Bundan sonraki satırda, bir
güvercinin gönderildiği ve konacak yer
bulamadan döndüğü anlatılıyordu.” Smith’i
böyle heyecanlandıran şey, yalnız çiviyazısıyla
yazılmış Akad dilini çözmesi değildi. Tablette
okuduğu öyküydü. 2500 yıl önce yaşamış olan
ve İncil’in tanrısını bilmeyen insanların
anlattıkları bu öykü, Tanrının kelimeleri
olduğuna inanılan İncil’deki Tufan Öyküsünün
neredeyse tıpa tıp aynısıydı!
Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6
2885
Smith, İncil’deki tufan öyküsünün nasıl olup da
İsa’dan binlerce yıl önce yazılmış bir öyküye bu
kadar benzediğine şaşırıp kalmıştı. Bu yazıtlar
nasıl olur da Kutsal kitapla bu kadar çarpıcı
benzerlikler taşıyabilirdi? Yoksa İncil,
inanıldığının aksine, insanoğlunun yaratılışının
ilk tarihsel kaydı ve kaynağı değil miydi?
Smith’e göre; ya, İsrail oğulları Babil’deki
uzun tutsaklık yıllarında duydukları bir
söylenceyi ödünç almış olmalıydılar, ya da
tarihöncesinde gerçekten çok büyük bir tufan
olmuş ve birçok kültür, nesiller boyunca kendi
sözlü ve yazılı geleneğinde bu olayı anlatıp
yazmıştı! Üstelik bu Akad söylencesi, İncil’de
anlatılandan çok daha ayrıntılıydı! Hıristiyan
dünyası şaşkınlık içerisindeydi. Ancak,
İncil’deki tufan öyküsünün Akadca’da anlatılan
öyküden önemli bir farkı vardı. Gerek Akad,
gerekse daha sonra bulunan Sümer ve Babil
dilinde yazılmış olan tufan öykülerinde birden
çok tanrıdan bahsedilirken, Tekvin’deki Tufan
öyküsünde artık tek bir tanrı vardı! İşte biz
bugün; çağlar öncesinde “söylenceler ülkesi”
Mezopotamya’da yaşayan insanları, onların
yaşam biçimlerini, inanışlarını, kültürlerini
öğrenmemizi, o gece, on beş yüzyıl boyunca iki
ırmak arasındaki bölgede konuşulan Akadcayı
çözen G. Smith’e borçluyuz. Smith, sonraki
yıllarda, Mezopotamya’ya giderek Tufan
öyküsünün yitik bölümlerini aramaya başladı.
Mezopotamya’nın kaybolmuş eski kentlerinde
yapılan kazılar, bu bölgede, MÖ 4000 yıllarında
çok gelişmiş bir uygarlığın sahibi olan bir halkın
yaşadığını gösteriyordu. Görkemli tapınaklara,
dinsel, edebi ve tarihi metinlere, hukuk
yasalarına, tarım ve el sanatlarına, metalürji
tekniğine (*) ve çok zengin bir mitolojiye sahip
olan Sümerliler Mezopotamya’ya, kuzeydeki
dağlık bir ülkeden gelmişlerdi. Yüz yıllar içinde
gezici-çobanlıktan yerleşik-tarım yaşamına
geçen, çiviyazısını yaratan, astronomi,
geometri ve matematik başta olmak üzere pek
çok bilim dalının temelini atan ve Ziggurat
denilen şaşırtıcı tapınakları yapanlar onlardı.
Ancak Sümerler, sonraları, Sami halklarının
istilasına uğradılar. Samiler, yendikleri
Sümerlilerin kültürünü, dinlerini ve mitolojik
öğelerinin pek çoğunu özümseyip
kabullendiler, onların çiviyazısını alıp
kullandılar, ama dillerini almadılar. Ve böylece
görkemli Sümer uygarlığının dili zamanla çöl
rüzgârlarıyla savrularak kaybolup gitti.
İşte Sümerleri tarih sahnesinden silen bu Sami
istilacılarının diline günümüzde “Akadca”
deniyor. Akadca; Arapça ve İbranice gibi,
büyük Sami dil ailesinin bir dalı. MÖ 2200 de,
bir başka Sami istilası, bölgede bu defa
Babilonya’nın egemenlik kurmasıyla
sonuçlandı. Bundan beş yüzyıl sonra ise, yukarı
ve aşağı Zap arasındaki bölgeye yerleşmiş olan
bir başka Sami halkı Babilonya’yı istila etti ve
Asur imparatorluğunu kurdu. MÖ 550
yıllarında ise Sami olmayan bir halk, Medler,
Asur İmparatorluğuna son verdiler. Daha
sonra Pers İmparatorluğu bölgenin tek hâkimi
oldu. Böylece Mezopotamya mitolojisi;
kökeninde Sümer mitosları olmak üzere Babil,
Asur, Med, Pers kültürleriyle, daha sonraları
Mısır ve Eski Yunan uygarlıklarını da
etkileyerek günümüze kadar yaşadı.
Sümerler ve ardılları olan Mezopotamya
halkları bize ilk çağ yaşamını anlatan çok
zengin bir kültür ve mitos yazını bıraktılar.
Bunların içinde en önemli olanları, evrenin
kökenini ve insanın yaratılışını anlatan
“Yaratılış Mitosu” ile “Sümer Tufan
Mitosu”dur.
Çok ilginç olan ve sonraki çağlarda, tek tanrılı
dinleri derinden etkilemiş olan Yaratılış
Mitosunu anlatmayı bir başka yazıya bırakıp,
şimdilik Tufan öykülerinin en eskisi olan Sümer
Tufan mitosuyla devam edelim. Ama önce,
bize okullarda okutulan resmi tarihin yarattığı
çarpık tarih bilinci yüzünden zihnimizde yerli
yerine oturtamadığımız Mezopotamya
mitolojisinin kahramanları olan önemli
tanrıları bir hatırlayalım.
Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6
2886
Nintu; Ana Tanrıça. Bütün tanrıların anasıydı.
İlk insanı balçıktan yaratmıştır. An; Gökyüzü
tanrısı. Nintu’nun kocası, tüm tanrıların babası
ve efendisi. Sami’de Anu, Eski Yunan’da
Uranüs olacak adı. Ki; Yer-Tanrıça. Tanrıça
Nammu; gök ve yeri doğuran ana, ilksel
okyanus. (Samide Anu diye anılacak, Yunan
uygarlığında günümüz okyanuslarının ilk hali
olan Tetis olacak) Tanrı Enlil. Tapınağı Nippur
kentindeydi. Gök tanrı An ile Yer tanrıça Ki’nin
birleşmelerinden doğan Hava-Tanrıdır. Enlil,
yer ve göğü birbirinden hava ile ayırarak
evreni yaşayan bir varlığa dönüştürmüştür.
Enlil, tarım araçları ile çeşitli zanaatların da
mucididir. Bir şiirde kazmanın Enlil tarafından,
evlerini kurmaları için “kara başlı halka”
(Sümerlere) armağan edildiği anlatılır. Nanna;
Ay-tanrı. Tanrı Enlil’in, âşık olduğu tanrıça
Ninlis’in zorla ırzına geçmesi sonunda
doğmuştur. Tapınağı Ur kentindeydi. Daha
sonra Sami dilinde adı Sin, Yunan’da Afrodit
olacak bu Nanna’nın. Su-tanrı Enki; Tapınağı
Eridu’da olan bilgelik tanrısı. Sonraki
uygarlıklarda, Babilonya’daki adıyla Ea. Güneş-
tanrı Utu; Utu, Ay-tanrı Nanna ile tanrıça
Ningal’in çocuğuydu. Ancak Ay-tanrı Nanna,
daha sonra gözden düşecek, tanrıların en
büyüğü Utu olacak ve Ay-tanrı Nanna, bir
tanrıçaya dönüşecek. (Belki de anaerkil
dönemin bitip ataerkil döneme geçişin bir
cilvesiydi bu değişim.) Tanrı Tumuzi (Dumuzi)
Çoban-tanrıdır. Babil’de adı Tammuz olacak.
Şimdiki Temmuz ayına adını veren tanrıdır. Her
ilkbaharda yeniden doğan bitkilerin tanrısıydı.
Göğün Tanrıçası İnanna; Aşk ve savaş
tanrıçasıdır. Venüs yıldızı ile gösterilirdi.
Enki’nin kızı ve Tumuzi’nin hem kardeşi hem
de karısıydı. (Eski çağlarda yönetici sınıfında
ensest çok yaygın.) Nina diye de anılırdı. Anna
ve Ana sözcükleri bu İnanna’dan türemiştir.
Sami dilinde adı İştar olacak. Adad; Fırtına
Tanrı
İşte bu tanrıları Tufan öyküsünde başrollerde
göreceğiz.
Sümer Tufan Mitosunun ana motifi, tanrıların
insanlığı yok etmeye karar vermeleridir. Bu
korkunç kararı alan baş tanrı Enlil’dir. Bu
kararın neden alındığını anlatan tabletler
kayıptır. Enlil, diğer tanrılara, bu kararı
insanlara haber vermeyeceklerine dair ant
içirir. Ancak Enki, gizlice insanlığı yok olmaktan
kurtarmak ister. Sümer mitosunda Enki, hem
yeminine sadık kalacak, hem de bulduğu
yöntemle bu sırrı Sippar kentinin kralına
söyleyecektir! Enki, kral Ziusudra’ya (Sümerde
Ziusudra, Babil’de Utnapiştim, Akad’da
Atrakhasis, Tevrat ve İncil’de Noah, Kuran’da
Nuh) bir duvarın kıyısında durmasını söyler. Ve
sanki Krala değil de, duvara söylüyormuş gibi
Ziusudra’ya, tanrıların korkunç niyetini haber
verir. Bir tekne yapmasını, para ve mülklerini
bırakıp canlıları kurtarmasını söyler. Bu mitosu
anlatan metnin; teknenin yapıldığı bölümü
kayıptır. Sonraki metinde tufanın geldiğini ve
Ziusudra’nın teknesiyle tufandan kaçtığını
görürüz.
“Bütün fırtınalar… saldırıya geçti. … Yedi gün ve yedi gece sürdü.
Tufan ülkenin altını üstüne getirdi. Ve büyük suların üstündeki
Fırtınalar koca kayığı bir o yana bir bu yana salladı durdu.
Göklere ve yere ışık saçan Utu göründü. Ziusudra, koca kayığının penceresini açtı. Kahraman Utu ışınlarını dev kayığın içine
getirdi. Kral Ziusudra
Utu’nun önünde yerlere kapandı. Ziusudra bir kurban adadı;
… Kral Ziusudra, Anu’nun ve Enlil’in önünde yere kapandı.”
Ziusudra kestiği kurbanlarla bir şölen hazırlar.
Enlil, Enki ve diğer Mezopotamya tanrıları
tufan boyunca açlığın pençesinde
kıvranmaktadır. Şölenin nefis kokusunu alınca
“sinekler gibi” üşüşürler. Ve yaptığına pişman
olan Enlil, Ziusudra ve karısına tanrıların
ölümsüzlüğünü bağışlar.
Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6
2887
“Anu ve Enlil hoş davrandılar Ziusudra’ya, Ona bir tanrı (nınki) gibi sonsuz yaşam
verdiler. Bir tanrı (nınki) gibi sonsuz soluk indirdiler
onun için. Sonra kral Ziusudra’nın,
Bitkiler dünyasının ve insanlığın soyunun adını sürdüren kişinin,
Karşı taraftaki ülkede, Dilmun ülkesinde, Güneşin doğduğu ülkede oturmasını
sağladılar.” Bu ziyafetin sonunda tanrıça İnanna;
yeryüzünün bir daha asla böyle bir tufanla
sulara gömülmeyeceğinin nişanesi olarak
boynundaki lapis lazuli gerdanlığı göğe fırlatır.
(İbrani tanrısı Yehuda’nın gökkuşağını göğe
yerleştirmesi!) Giriş kısmı ile teknenin nasıl
yapıldığını anlatan fragmanı kayıp olan Sümer
tufan mitosu işte böyle biter. Smith sonraki
yıllarda, Mezopotamya’daki araştırmalarında
çok daha şaşırtıcı bir şey bulur. Bulduğu
tabletlerde; sadece Nuh tufanı değil, ama
tufan öyküsünden çok daha büyük ve çok
güzel, şiirsel, destansı bir öykü
anlatılmaktaydı: Gılgamış (Gılgameş) destanı!
Öykünün kahramanı, aşk tanrıçasından gelen
bir evlilik önerisini geri çevirmiş, sonra da
onuru kırılan Aşk Tanrıçasının intikam için
yeryüzüne gönderdiği kutsal “Cennet
Boğası”nı öldürmüştü. Akadca’da anlatılan
Tufan öyküsü, bu destanın sadece bir
bölümünden ibaretti! 12 tabletten oluşan bu
şiirsel destan, daha sonra en yakın arkadaşının
ölümü üzerine, atası olan Nuh’u (Utnapiştim’i)
bulup, ondan sonsuz yaşamın sırrını öğrenmek
için uzun bir yolculuğa çıkmış olan Uruk kenti
kralının serüvenini anlatıyordu. Tufan öyküsü,
bu uzun destanın 11. tabletinde anlatılmıştı.
İki bin yıl boyunca sözlü ozan geleneğiyle
Sümer, Babil ve Mezopotamya’nın diğer Hint-
Avrupa dil aileleri içinde kuşaktan kuşağa
anlatılan bu ilginç destan, çiviyazısıyla kaleme
alınmış ve eski Mezopotamya’nın en önemli
yazınsal başyapıtı olmuştu. Ancak bir zaman
sonra, sahip olduğu uygarlık ve zenginlik
yüzünden başka halkların saldırısına uğrayan,
bitmez tükenmez savaşlarla alt üst olan
Mezopotamya’da çöl kumlarına gömülüp
unutulmuştu. Yaradılış söylencesi gibi Gılgamış
destanını da bir başka yazıya bırakıp tufan
öyküsüne devam edelim. Sonraki yıllarda
Mezopotamya’ya gidip araştırmalarına devam
eden Smith, bulduğu Babil yazıtlarındaki
”Krallar Listesi”nde, tufan öncesi krallardan
birinden bahseden bir tableti okudu. Bu, “Evini
dağıtması ve bir gemi yapması buyruğunu alan
Şurrupak’lı Adam’dı!" Bu adamın kenti
Kaldelilerin Ur kentiydi ve Fırat kıyısında, Babil
ile İran Körfezi arasında kalan, bugün Fara
Höyüğü denilen yerdeydi.
“Altı yüzyıl ve altı yüzden az zaman geçti. Ve ülke çok genişleyip, insanlar sayısız oldu.
Ülke böğüren bir boğa gibiydi. Tanrı onların gürültüsünden rahatsız oldu.”
Babilonya tufan öyküsünde, insanların
gürültüsü Enlil’in uykusunu bölmüştür.
Öfkelenen Enlil, tüm insanlığı bir taşkınla yok
etmeye karar verir. Öbür Tanrılar bu tufanı
insanlara haber vermemek için ant içerler.
Ancak Ea (Enki), Utnapiştim’i uyarır, evinin
duvarına konuşup ona tufanı haber verir.
“Saz kulübe, sözlerime kulak ver! Evini boşalt, bir gemi yap!
Malını mülkünü bırak ve canlıları kurtar.” Utnapiştim, başka bir yerde, başka bir yaşamı
başlatmak için gerekenleri yaparken öte
yandan tanrısı Enki’nin tufanı kendisine gizlice
haber verdiğini insanlardan (ve öbür
tanrılardan) gizlemek zorundadır. Gemisini
yapmak için doğramacıları, hasır saz örücüleri,
ziftle kalafat yapan işçileri görevlendirir. Sonra
gemiye tüm hayvan türlerinden bir çifti,
kuşları, tohumları ve ailesini yerleştirir. Ondan
başka hiç kimsenin gelecek olan tufandan
haberi yoktur. Utnapiştim acı içerisindedir. Ve
sonra, Fırtına tanrısı Adad’ın korkunç sesi tüm
ülkeye yayılır. Tufan tüm şiddetiyle gelir.
Adad, bulutların arasından kükremektedir.
“… Hava bozulmuştu,
Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6
2888
Tufan bir boğa gibi böğürdü. Anıran yaban eşeği gibi uludu rüzgâr,
Kopkoyu bir karanlık vardı, yitmişti güneş!” Teknenin palamar babaları parçalanır. Denizi
kapatan sürgü açılır. Yer sarsılır. Her yere sis ve
karanlık çöker. İgigi’ler (küçük tanrılar)
dehşete kapılır, Anu’nun göklerine kaçar,
köpekler gibi sinerler. Tekne sularda havaya
yükselip rüzgârda sürüklenirken Utnapiştim ve
ailesi kaybolan yurtlarını sisler arasında son
kez görür. Annunaki’ler (İgigi’lerden daha
büyük tanrılar) göklerde dehşete düşüp
birbirine sokulurken, bütün insanların anası
olan Nintu’nun; kendi ölü çocuklarını, kurban
edilmiş koyunlar gibi suların içinde yüzerken
görünce acılar içinde feryat ettiğini işitirler.
“Suyun akışı ve fırtına ve tufan, Altı gün ve altı gece sürdü.”
Tufanın Sümer ve Babil söylenceleriyle, İbrani
ve İncil’de de bazı farklar görülür. Tufanın
Sümer’de 7 gün sürdüğü belirtilirken,
Babilonya mitosunda altı gün sürer. Yine
Sümer’de, geminin tufandan sonra nereye
oturduğu meçhulken, Babil’de gemi Nisir
dağına oturur. İncil’de Ararat dağına,
Kuran’da, (Hut suresi: 44) ise Cudi dağına (Al-
Judi) oturmuştur. Ancak Smith araştırmalarına
devam edemedi. 1876 yılında 36 yaşındayken
İstanbul’dan Ninova’ya yaptığı 3. yolculuğunda
hastalanıp öldü. Onun çalışmalarını sürdüren
C.L. Woolley * oldu. Woolley, 12 yıl boyunca,
Fara höyüğü ile El Mukayyer adlı bölgede
kazılar yaparak tufan söylencesinin yazıya
döküldüğü Milattan 4 binyıl önceki Babil
yaşamını ortaya çıkardı. Bu kazılarda, Tekvin’e
göre İbrahim’in doğduğu, Kaldelilerin yitik
kenti Ur’u buldu. Woolley, eğer Ur’un altında
yeterince derin bir kazı yaparsa tufana ilişkin
bir kanıt bulacağını düşünerek kazılarına
devam etti. Beş yıl sonra ünlü Ölüler Odası’na
(Krallık Mezarlarına) ulaştı. Mezarlar, çok
gelişmiş bir uygarlık düzeyini yansıtıyordu. Bu
mezarların tonoz, kemer ve kubbe mimarisinin
bir eşine ancak kırk yüzyıl sonra, Romalılar
döneminde rastlanacaktı. Woolley, kazılarını
daha derinleştirdi ve sonunda Ur kentinin
başlangıçta Fırat kıyısında küçük bir köy
olduğu dönemi, yani Mezopotamya’nın en eski
yerleşimini ortaya çıkardı. Bu katmanlarda
ilerleyen Woolley, sonunda çok büyük bir su
taşkınının kanıtı olan üç metre kalınlığında, ev
ve tapınakları örten bir mil tabakasına ulaştı.
Kiş ve Erek’teki kazılarda da benzer tabakalar
bulundu.
İnsanların düş gücünü kışkırtan bu buluş
herkesi heyecanlandırdı. Haber tüm dünyaya
hızla yayıldı. Kutsal kitaptaki söylenceler
böylece kanıtlanmış oluyordu. Yazdığı, Ur of
the Chaldees (Kaldelilerin Ur’u) adlı kitabı
1929 yılında en çok okunan kitap oldu. Ne var
ki, daha sonraki yıllarda El Mukkayer
höyüğüne yakın yerlerde; İncil’de Eridu kenti
olarak bilinen Ebu Şahreyn ile başka
höyüklerde yapılan kazı ve sondajlarda
Woolley’in Ur’da bulduğu kalın mil tabakasına
rastlanmadı. Ur’daki heyecan uyandıran
katman, yeryüzü ölçeğindeki bir taşkının değil,
Fırat nehrinin setlerinden birinin yıkılmasıyla
birkaç kilometre kareye yayılmış olan bir çökel
tabakasıydı. Sonraki yıllarda Jeoloji biliminin
gelişmesiyle anlaşıldı ki, Kiş ve Erek’teki
katmanlar da Ur'dakiyle aynı zamanda değil,
farklı zamanlarda çökelmişti. Böylece Tufan
mitosunun, görülmedik şiddetteki bir taşkınla
ilgili bir düş ürünü olduğu iyice anlaşıldı.
Günümüzde Tufan söylencesine inanan sadece
Yaratılışçılık hareketi mensuplarıyla Hıristiyan
köktendinciler kaldı. Ancak 1990 yılında ABD’li
iki Jeofizikçi, W. Ryan ile W. Pitman,
Karadeniz’de yaptıkları jeolojik araştırmalarda,
6000 yıl önce İstanbul boğazının açılmasıyla
Akdeniz’in, suyunu Karadeniz’e boşalttığını ve
bunun büyük bir su baskınına yol açtığını
buldular. Onlara göre o zamana kadar tatlı su
gölü olan Karadeniz’in su seviyesi kısa sürede
150 m. daha yükselmiş, kıyısında yaşayan
halkların bir kısmı Mezopotamya’ya göç etmiş
ve tufan efsanesini beraberlerinde götürmüş
olabilirdi.
Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6
2889
Kısa Kısa
Teknoloji ve Yaşam: Klon v Siborg
Dolly out. Rex in! Dünyanın dört bir yanından
bilim adamlarınca yapay uzuvlar ve organlar
tasarlanarak üretilen biyonik insan Rex, Londra
Bilim Müzesinde 7 şubat – 10 mart tarihleri
arasında sergileniyor. 1 milyon dolara (640
000 GBP) mal olan 1.83 m boyundaki Rex
yapay dolaşım sistemi, pankreas, böbrek,
dalak, soluk borusu, kalp, kulaklar, kollar ve
bacaklara sahip. Rex yapay kollarını ve elini
hareket ettirebiliyor; kulaklarındaki implantlar
sinyalleri beyne ileterek duymasını sağlıyor;
gözlüğündeki mikro yonga retinaya sinyal
yolluyor; dalaktaki yongalı filtre yapay kanını
temizliyor. Böbrekleri ise minik bir diyaliz
makinesi işlevi görüyor.
Geçmiş yılların revaçtaki klonlarının yerini
gelecekte siborglar alacak gibi görünüyor.
DESC'ten haberler
DESC seçimleri tamamlandı. Seçimlerde 1.
Revizyon kurulu seçildi. 2. Yeni yöneticiler
seçildi. 3. Yeni saymanlar seçildi. 4. Tüzük
değişiklikleri önerileri oylanarak 3/4
çoğunlukla benimsendi. Ayrıntılar:
http://www.desc-online.de/wahlen/2012/wahlergebnis2012.php
DESC 2012 Birinciliği yarı final gurupları 15
şubatta başladı. 2013 takımlar turnuvası 1
nisanda ayında başlıyor. Her takım en az 4
oyuncudan (biri kaptan) oluşuyor.
Turkish Forum
Çok dilli (türkçe, İngilizce, almanca ve rusça)
yayın yapan Turkish Forum, türkçe günlük
haberler ve özel iletiler için:
http://turkishforum.com.tr/tr/content/
Üyelik ödentisini ödeyen üyeler, Turkish
Forum arşivine erişim hakkı kazanıyor.
Resim ve Fiyatı
Ünlü ressam Pablo Picasso’nun “Pencerenin
Yanında Oturan Kadın” adlı tablosu 45 milyon
Amerikan dolarına (yaklaşık 80 milyon TL)
satıldı. Picasso, resmi 1932 yılında,
sevgilisinden esinlenerek yapmıştı. Ressamın
“Çıplak, yeşil yapraklar ve büst” tablosu 2010
yılında 106,5 milyon dolara (170 milyon TL)
satılarak o güne dek bir müzayedede satılan
en pahalı yapıt unvanını kazandıydı.
Pencerenin Yanında Oturan Kadın
Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6
2890
Briç
7. Antalya Kış Briç turnuvası (1)
Odeon İkiliden ellerle başlıyoruz:
Bord 1
Dağıtan Kuzey
Zonda Hiç
♠ A D 7
♥ 10 8 5 4
♦ R
♣ 10 8 6 3 2
♠ R 4 3 2
♥ 9
♦ 10 9 5 2
♣ R V 7 4
K
B
D
G
♠ 10 8 5
♥ A R D 6
3 2
♦ 7
♣ D 9 5
♠ V 9 6
♥ V 7
♦ A D V 8 6 4 3
♣ A
Bord 2 Dağıtan Doğu
Zonda K-G
♠ A
♥ A D 2
♦ D 9 7
♣ R V 9 8 3 2
♠ 9 3 2
♥ 10 3
♦ A 10 4 3 2
♣ D 6 5
K
B
D
G
♠ R V 6 5
♥ R V 9 7 5
♦ R V 5
♣ A
♠ D 10 8 7 4
♥ 8 6 4
♦ 8 6
♣ 10 7 4
Bord 3 Dağıtan Güney
Zonda D-B
♠ R 10 8 5 4 2
♥ —
♦ R 9 6
♣ 10 7 6 5
♠ A V 6 3
♥ V 6 2
♦ V 7 2
♣ 9 8 3
K
B
D
G
♠ 7
♥ R D 10 8
7 3
♦ A 5 4 3
♣ R 2
♠ D 9
♥ A 9 5 4
♦ D 10 8
♣ A D V 4
Bord 4
Dağıtan Batı
Zonda Herkes
♠ A 8 7 4 2
♥ D V 3
♦ A 7 6
♣ R 3
♠ 10 9 6
♥ 8 7 5 4
♦ 10 9 8 3 2
♣ 6
K
B
D
G
♠ R D V 3
♥ A
♦ R V 4
♣ 8 7 5 4 2
♠ 5
♥ R 10 9 6 2
♦ D 5
♣ A D V 10 9
Bord 5 Dağıtan Kuzey
Zonda K-G
♠ 10 5
♥ D 8
♦ A R 8 6 2
♣ R V 7 3
♠ 9 8
♥ A V 4 2
♦ D V 10 9 4
♣ A 10
K
B
D
G
♠ R D V 4
2
♥ 7 3
♦ 7
♣ 9 8 6 5 4
♠ A 7 6 3
♥ R 10 9 6 5
♦ 5 3
♣ D 2
Bord 6
Dağıtan Doğu
Zonda D-B
♠ R 9 8 4
♥ 8 7
♦ 9 5
♣ A R D 10 3
♠ V 6 5
♥ D 9 5 4
♦ A D V 8 4
♣ 8
K
B
D
G
♠ A D 10 2
♥ V 10 6
♦ 6 2
♣ V 7 6 2
♠ 7 3
♥ A R 3 2
♦ R 10 7 3
♣ 9 5 4
Turnuvada oynanan elleri temin eden turnuva
direktörlüğüne müteşekkiriz.
Briç Köşesi iletişim bilgileri: Süleyman Özel e-
posta: [email protected]
Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6
2894
Gezi
Isparta – Davraz
Antalya’dan Isparta’ya gidiş
dönüş günübirlik Davraz turu.
Program: Sabah 7: Antalya
kent içinden otobüs ile
hareket; Karacaören’de göl
manzaralı kahvaltı; Davraz
teleferik; Eğridir’de göl
manzaralı öğle yemeği (balık,
bol salata, tatlı); Isparta’da 1
saat mola; Akşam 7: Antalya
(Teleferik ücreti; kahvaltı;
öğle yemeği dahil toplam gezi
ücreti 50 TL) İletişim: Adil
Yüksel