Upload
at-sinegi-fanzin
View
238
Download
0
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Â
Citation preview
Pezevenk hayalperestin fahişe dü şleri
ikinci el hayat yaşamayı bırakmalıyız
azizim. bizim küçük ve lanet
çaresizliklerimizin ardı arkası
kesilmez. hayır, böyle devam
etmemeli bazı şeyler. bazı şeyler,
biliyor musun, hiç değişmemeli.
olduğu gibi koca bir taş yığını gibi
kalmaya devam etmeli insanlık
boyunca, sonsuza az bir zaman
kalana dek. işte şurada , sokağın
köşesinde bir kaç insan otobüs
bekliyor, hayatlarını şekillendirecek
ve yön verecek o otobüsü
bekliyorlar, otobüsler lanetlenmeli.
otobüs durakları olmamalı. koşmalı
insanlar. trafik levhaları birer
günahtır insanlığın üzerine, birer
lanet.
dediğimi işitmeye çalışmıyor musun
yoksa? tam da tahmin ettiğim gibi.
seslerin yarısı kafamın içinde oysa ki.
seni tanımıyorum bile azizim.
kimsin, neyin nesisin. sanki yaşam
boyu karşımdasın da yine de fark
edememişim gibi. yıllarca yaşadığım
yerde yeni bir eşyayı fark etmeye
benziyor. sanki yaşadığım çevreden
yıllarca soyutlanmışım gibi. sanki hiç
ait hissetmediğim yerlere kendimi
fırlatmışım ve kocaman bir taş yığını
gibi çakılmışım gibi. işte böyle küçük
ve minik elli sene süren lanet ve
pislik ve leş gibi birer kirli hayatlara
sahibiz.
halbuki söylemiştim size. uyarmaya
çalışmıştım. bu gezegenin bir
cehennem olduğunu hatırlatmaya
çalışmıştım size. önceki hayatımda
da buradaydım ben azizim. ve ondan
öncesinde de. yıllar değişiyor. sayılar
ilerliyor. saatler geçiyor.
milenyumlar atlanıyor. ama insan o
çakılı yerinde kalıyor. kalması
gerekiyordur belki de. belki de birisi
onu yerinden oynatsa evren bir
boşluğa düşüp kaybolacak gibi, taş'ı
ilerletmekten kımıldatmaktan korkar
hâle geldik.
kirli ve kötü ve şeytani insanı
yerinden edebilsek belki her şey
yoluna girerdi. ne dersin? girmez
miydi? en azından bu ihtimali göze
almaya değerdi. ya hiç ya hep. ya
insanlık yaşayacak sonsuza dek
güzel, çiçek kokulu günlere uyanacak
güler yüzlü insanlar ile, ya da leş
laboratuvar atıkları ile dolu olan
evlerinin arka bahçeleri ile
somurtkan ve hayata omuz
silkmekten usanmış insanlar ile.
ah! öylesine hayalperestiz ki! senin
benimle olacak iş değil bu azizim.
tüm insanlığa, ama tüm insanlığa
ihtiyaç var. işte şu köşedeki otobüs
bekleyenler. otobüs geldi ve
gidiyorlar. işte o kahrolası iki insana
bile ihtiyacımız var. peşlerinden koş
ve ‘dünyayı kurtarmamıza yardım
edin!’ diye seslen. sence otobüsten
inerler mi? hayır. kocaman bir ,hayır.
tekrar söylüyorum HA-YIR! onlar
otobüsün götürdüğü yere giden iki
küçük sıçan sadece. işte bu. onlar
bu. ve bizler de buyuz. tam birer iki
akıllı sıçanız. sanırım aramızda bir
fark dahi yok. öylesine salağız ki.
sanırım tanrı yeryüzüne
tükürüyor,işte yağmur. sıçanlar
yağmurda evlerine kaçar mı aziz
dostum? bilmiyor musun? ben de.
sanırım eve gidip o muhteşem
yatağıma yatıp, yağmurun cama
vuruşunu dinleyeceğim. tamamen
ritmik olan o vuruş. ve sonra aklıma
ne gelecek biliyor musun? dışarıda
ıslanan insanlar. sanırım o insanların
da peşinden koşup, dünyayı
kurtarmamız gerektiğini
söylemeyeceksin değil mi? tabi ki de
söylemeyeceksin. ben de. ben gidip
miskin bir ağustos böceği misali
uyuyacağım. sevişmek için düş
kuracağım. dünya benim neyime!
şurada yaşacağım kaç sene? söyle!
ben iğrenç bir hedonistim. bunu
suratıma haykır. hemen! dünya
birleşsin ve yedi milyar ses bana
hedonist olduğumu söylesin. tam
suratıma doğru. gözlerimi
kırpmadan duymak istiyorum o sesi.
tam da burada. evet. galata
kulesinin altında duyasım var o sesi.
galata kulesinin altında olmadığımızı
ben de biliyorum. sadece buraya bir
galata kulesinin yakışacağına
değinmek istedim. ben, ki,
theodoros'un, hegesias'ın,
aristippos'un evladı. ben ki, iğrenç
insaniyet.
nefretimin sevgiye veya sevgimin
nefrete dönüşünü o denli seviyorum
ki. bu dayanılmaz ve tutkulu
diyalektiği o kadar seviyorum ki.
dudaklarımdan akan kanı dahi
şehvetle seviyorum. onun
akışganlığına bayılıyorum azizim. ve
sen eve gidecek, ve yatağına
yatacaksın. o zaman da
düşüneceksin, cama vuran o
damlalar. damlalar ve damlalar.
gidip sevdiceğini öpecek. dudaklarını
koparırcasına ısırmanı diliyorum. kan
akana kadar. ve sonrasında en yakın
otobüs durağına git ve ilk otobüse
bin.
geri kalan hayatına bir otobüs ile
devam et. arkanda her şeyi
bırakarak.
taşı yerinden oynatmak istediğini
söylemiştin. işte. kendinden
başlayabilirisin belki de.
-mertcan kuranoğlu
Bir deli defteri
sen de kimi zaman kayıp hissetmez
misin? sana diyorum.
hayır, belki, nadiren. kayıp niye
hissetmeliyim? ben, ben'im. şu
beden. şu kollar.
ama yine de, sahiplenilmemişlik
duygusu sende ne hissettirir ki o
hâlde?
kendi kendimin sahibiyimdir belki.
ben sadece ben'den ibaret bir et
parçası. gibi.
seni anlamıyorum. anlayamıyorum.
yıllardır seninle aynı bedeni
paylaştığımızı biliyorsun değil mi?
en azından bunun farkında olduğunu
bilmek bile güzel!
saptırma konuyu. şu bedende bile
kendimi kenden milyonlarca
kilometre ötede hissediyorum. ve
sen o kafanı çevirip bana bir defa da
olsun bakmadın.
anlamadım mı sandın? anladım. ama
seni buna terk etmek yapılacak en
faydalı yoldu.
bir insanı intihar isimli uçurumun
başında iyilik namına yalnızlığa
bırakmak hiç bir zaman için kabul
edilebilir bir yol olamaz. ne de
acımasız bir insansızsın.
belki. en iyi yoldu, ve işe yaramadı.
sanırım burada suçlanacak ben
miyim? ben bir yargıç veya bir tanrı
değilim. ayrıca bu beden senin ile
çok dolu. sen koyuyor bu beden.
geceleri mastürbasyon sonrası
döllerini benim tarafıma
döküyorsun. bir de iyilikten anlayana
bak…
küstahsın. ben seni hiç bir zaman
ölümün derin kuyularına terk
etmezdim. hep burdaydım. seni
kafamın içine almayı çalıştım. sen ise
elinden şekeri alınan somurtkan bir
çocuk rolündeydin hep! tüm yaşam
boyunca!
ben, ben'i. sen ise sen'i ilgilendirdiği
sürece hayatımın işleyişinden
şikayet etmene gerek yok. onlarca
yıldır bu beden ikimizindi. en
başından beri birer yabancıydık ama.
ayrı'ydık. kafaca. bir'dik bedence.
işi duygusallık yokuşuna sürmek ile
kaçamayacağını bilmelisin yine de.
bilirim.
iyi olur o hâlde.
senden de kaçmaya çalışmadım. her
zaman yanımdasın ne de olsa!
somutluk her şey demek değildir,
somut olarak aynı lanet bedeni
paylaşmamız seninle iyi bir ilişkimin
olduğuna kanıt olamaz.
o hâlde kafandaki hayata geri dön.
hem de şimdi. yoksa daha fazla
katlanamayacağım sözlerine.
işte. kendi ağzınla da söyledin.
‘kafamdaki dünya’. tüm hayatım
boyunca elde edebildiğim ve
edebileceğim tek şey! tüm
somutluklar karşısındaki muhteşem
be ebedi hayatım ve cennetim.
bu hayat ikimize biçilmiş bir
kaftandı. sen sadece senin olanı alıp
köşene çekilmek istedin. buna sen
sebep olmadın mı?
neye sebep olmuşum?
bu durum. bu boktan hayat. bu çiş
kokan yatak. döl kokulu bir iç
çamaşarı…
terk etmek ile iyi ettin diyeceğim
neredeyse. hayatımı paylaşmak
isteyebileceğim son kişi ile aynı
bedene, aynı kafese, aynı
cehenneme tıkılmak…
bu işkence sanırım ikimiz için de
geçerli.
sensiz hayat güzel olurdu.
sensiz hayat dölsüz olurdu.
sensiz hayat bir bahçe olurdu.
sensiz hayat bir ödül olurdu.
sensiz hayat beni tanrı hissettirirdi.
sensiz hayat beni eksik hissettirirdi.
yine de. eksik. sağ tarafımsız.
-gözlerini kapadılar.
-mertcan kuranoğlu
Ben de gelebilir miyim tanrım?
Sen nerelerdesin bilmiyorum,ama ben hala aynı yerdeyim.Şimdi ben mi değişmiş oluyorum sen mi ? Bana göre ben değişmemiş gibiyim,sana sorsalar sen.İkimizde aynı yerdeysek o zaman ben ordan uzaklaştımışım,sende sırtını dönmüş ilerliyorsun,bir duellodayız sanki.Beyni ile kalp birbirinden uzaklaşıyor yavaşça,ilk kimin damarları koparsa o tekrar başa sarıyor.Geri de yetişemiyorum ben,tekrar seni bekliyorum gelmiyorsun.Bazen bu biraz zaman alıyor bazen ise halüsinasyonlar görüyorum.Bu sefer çok bekledim ama gelmedin,bende unuttum nerede olduğumu.Her şeyin farkındayım aslında farkındayım diye mutluyum aslında,ama farkında olmanın şaşkınlığı içindeyim.İçinde bulunduğu coğrafyanın şeklini alan her insan gibi.Sen dahil her türlü diktatöre başkaldıran bir mualifim.
Şöyle bir durup kendime geldim,önümde duran sadalyeye baktım.Hayır dur senle konuşmuyorum bu sefer.Evet tanrım ben diğer tarafa gelmek istiyorum ama biraz korkağım galiba.Annem orada babam da orada ben tekim burda.Şimdi atlasam şu camdan aşağı iki saniyeye kadar orda olurum.Daha öncede aklımdan çok geçti aslında ama annem arkadan
çok üzülür diye yapmadım,ben kötü biri değilim tanrım.Sadece anne ve babamı özledim insan bunun için cehenneme gitmez herhalde gitmez de yanmaz di mi senelerce.Çünkü bir tek onlar seviyor beni.Belki cennettedirler şimdi,beni görünce nasıl sevinirler kim bilir.Bu kadar mutluluğa hakkım yok mu ?
-mustafa yılmaz korkmaz
Gö nü l penceresi
başkalarının çığlıklarını o sıkı sıkı
düğümlenmiş ağızlarının ardından
duyabiliyor musun? duyabilseydin
keşke. haykırıyorlar, bağırıyorlar,
yüreğimi parçalıyorlar! tüm yürekler
adına. keşke hepsinin acısını
dindirebilsem. keşke tüm kan ile
acıyan yüreklerin sızısını gidebilsem.
öylesine yapayalnızlar ki. tek
başlarınalar. bir insan dileği ile
kendilerini eksi yüz derece suda
yakıyorlar. elli derecelik çölde
soğuktan buz kesiyorlar. tek
başlarına. son ve bir daha
olmamacasına. kutup ayıları
üzerlerine işiyor.
soğuk havalar. havalar soğuk. değil
mi? aylardan şubat. hava sabahları
sıfır derecenin üzerinde değil.
üşüyorum. üşü-yor. üşeyeceğim de ,
sabah. sabah üşeyeceğim. ve evden
çıkınca ellerimi ceplerime sokacağım
sıkı sıkı. üşümeyeyim diye. derin
ceplerimde ısıtacağım ikisini de. bir
şefkat ile, garip bir acıma ile.
dilerdim ki insanlar ceplerine
sokmasınlar ellerini, üşüyen diğer bir
kişi ile elele tutuşarak birbirini
ısıtsınlar. dindirsinler o soğuklarını
sıcaklar içersinde bir alev topu ile
donarcasına sokaklar güzel
insancıklar… sevgiyi hak etmiyorlar
mı yoksa? hak etmek nedir? sevgi
hak edilir mi? tarih sınavına çok
çalıştım diye yüksek not almayı hak
etmem gibi mi yoksa? sevgi hak
edilebilir mi? ‘ben sevilmeyi hak
ettim! beni sevmeye mahkumsun!’
diyebilir mi birisi? hak etmek, bir
edimi gerektirmez mi öncelinde?
garip. halbuki ben herkesin sevgiyi
hak edebileceğini düşünürdüm. ben
de hak etmem mi? bilmem. belki bir
yorganın altında sevişmeyi hak
edebilirdim. uslu birisi olursam belki
o bedeninin sıcaklığını da hak
edebilirim. yeterince acı çektim mi
tanrı sevgiyi hak etmek için?
yeterince aşağıladın mı şu aciz
kulunu yedi milyar karşısında
sevilebilsin diye? cevap vermiyor.
öylecesine oturuyor. ah tanrı. kötü
tanrı!
yeterince kimsesizliği öğrenince hak
edilir mi sevgi? birisinin sevgisini?
'al, bu benim sevgim, sanırım hak
etmittin bunu. iyi davran ona olur
mu?’ diyebilir misiniz? garip. ilginç
bir yaklaşım olurdu. doğuştan hak
etmişizdir belki? hep sevilmek
istemişizdir. içimde iki kilo sevgi, beş
kilo seks var. birisi hak eder belki.
yarımşar kilo veririm birisine. hayır.
saçma. alakasız. mantıksız. içimde ne
bir kilo ne de trilyonlarca ton sevgi
var. sadece var. o orada. sadece bir
yerlerde. içimde. bende. ruhum sizi
sevmemi istiyor, siz izin verirseniz
seveceğim güzel kadın. izin verin!
lütfen! bırakın seveyim! bırakın
okşayayım dolgun göğüslerinizi!?
olmaz mı? peki neden? hak etmedim
diye mi oluyor hep bunlar, geliyor
başıma. siz de istiyorsunuz sevilmek.
ama benim tarafımdan sevilmek gibi
bir ihtiyacınız yok sanırım. kötülük
bu ama. demek ki sadece 'sevgi’
değil 'birisinin sevgisi'ni istiyorsunuz.
ne istediğinizi bile bilmiyorsunuz.
size bunu hiç yakıştıramadım. ama
ben her gece göğüslerini düşlerdim.
hayallerimde sizi severdim. soyut
olan sevgi, bir derinlik daha
kazanarak iki kat soyut olurdu. ve
hayalimdeki kişi sizi güzelce okşardı.
pazar sabahları saat 10da sizi
burnunuzdan öperek uyandırırdı. ve
siz bunu çok severdiniz. tatlı
bulurdunuz. tebessüm ederdiniz.
ama gerçekteki-siz çok kötüsünüz.
sevgimi hak etmediniz. artık sizi
sevmeyeceğim. gönlüme bir kafes
koyup sizi sevmeyeceğim. bu gönül
sizi sevmeyecek. sevgimi diğerlerine
dağıtacağım bugünden tezi yok.
insanlar çok somut. oldum olası
böyleler midir? hep mi? sadece, kış
ayında soğukta battaniyenin altında
belinden tutup boynundan öpmek
istemiştim. kimse istemedi ama
bunu. ne de kötüler. sevgiye
doydular mı yoksa? gerçekten
dünyadaki herkes yeterince sevildi
sanırım. ne yazık ki beni unuttular
ama! niye beni unuturlar hep? ben
de bir elemanıydım bu kümenin
oysa ki.yedi milyarlık kocaman
kümenin X elemanıydım. sırf
sevişmeyeyim diye mi yoksa tek
kişilik yatağa sahibim? sığabilirdik
belki ama… hiç şans vermiyorsunuz
siz de. katısınız.
ben pek memnunum içimdeki
ben'de. o hep orada. beni bekler.
gülümser. mutludur da kısmen. bir
beklentisi yoktur. sadece düşlememi
bekler benim. ben düşledikçe o
sevinir. karnı doyar. tüm ihtiyaçları
karşılanır. ben düşledikçe bir aptal
gibi o bundan haz duyar. benim
hayallerimdeki kadına ortak olmaya
kalkışır, ben onu uyarırım, bunun iyi
bir şey olmayacağını söylerim. yine
de sık sık sözümü dinlemez.
yaramazdır da çok üstelik.
idam sehpası niteliğinde bir yataktır
benimkisi. geceleri öldürür sabahları
diriltir. tek bedeni taşıyabilecek
kapasitede olan yatağa iki vücut
sığdırmaya çalıştıkça zihnimde o
yatak bundan rahatsız olur.
arka arkaya sıralanan kelimeler bile
gerçek değil. yaşanmamış şeylerden
ibaret birer silsile sadece. göğüs
görmeyen insan kim oluyor da
göğüsün hayalini kuruyor? küstahlık
diz boyu resmen. insan düşmanı bu
kişi kim oluyor diğer insanlar ile
ilişkiye girdiğini düşlüyor
hayallerinde. sapıkça bir haz da
alıyor olmalı oysa ki. toplumun
ruhsal değerlerini bozuyor bu insan.
kümeden atılmalı. X elemanı küme
dışı edilmeli, hem de şimdi.
acımasızca idam edilsin tez zamanda
yatağında!
idam edilmek hak edilir mi peki?
edilir. belki. bilmem. fikirim yok.
olabilir de. insani değil belki. benim
yaptığım ile eş değer olabilir, bir
açıdan. ben insanları soyut, bu ise
somut öldürüyor. neredeyse aynı
diyebilirim. sevilmeyen insanın
somut yaşaması ile, soyut bir şekilde
sevildiğini hayal etmesi aynıdır.
birinde obje, diğerinde suje…
yatağımda gersinler çarmığa. sevgiyi
tatmadan dudaklarında ceseti
yakılsın nehir kenarında. belki her
şey daha basit olurdu. daha
kolaylaşırdı her şey. yaşanmasıydı
hayat. tatılmazdı o zaman bu
erişilemeyen acılar. kötü mü
hissederim kendimi şimdi? neden
olmasın? bu kadar açık sözlü
olmamıştım belki de hiç. evet.
insanlar ağızlarından bazı kelimeleri
çıkarmak istemiyor.
dillendirmiyorlar. ama neden?
herkesin sevişmek istediğini ben mi
çıkıp söyleyeyim? neyden
sakınıyoruz? neyden korkuyoruz ki?
bir insanın teninde başka birisinin
parmağının gezmesi çok mu
korkunç? iki insanın sevgileşmesi çok
mu dehşet verici bir sahne hayal
etmek için? insanlar insan öldürür,
herkes dillendirir, ağızlardan
düşmez. insanlar sevişir. herkes
lanetler o kişileri. sevmezler.
insanları zihinlerinde öldürürler.
toplumun hedefi hâline gelir o
insancıklar. neden peki? sırf sevdiler
diye. sadece sevdiler. sadece masum
bir işi yaptılar diye kin tutulan
insanlar hâline gelirler.
sevgi, işte, şurada ve burada. kimin
için? kimse için.
-mertcan kuranoğlu
Hariçlig inde dişler
tek yanlışın her doğruyu götürdüğü
bir testte
tüm doğrularımı ardına feda
ediyorum
şafak sökerkenki şehrin kararsızlığını
avuçlayıp
cebimde ağlarken kullanmak üzere
saklıyorum
çıldırmanın eşiğine gelip
annemden gelen bir batıl inançla
basmıyorum
direk atlıyorum deliliğin kucağına
saydam maddelerin gölgelerine
saklıyorum seni
dikkatsizliğimse yine kahkahalar
atıyor
bilirsin detaycı biri değilim, aksine
deliyim
şehir bile anlamış olmalı ki bunu
her gece önümde ceketini ilikliyor
kararsız, tutarsız bir insanım
bunu herkes de biliyor
şiirlerime seni katmak konusu hariç
ve seni kattığımdan olmalı ki sanırım
şiirlerime ara vermeyi sevmem
ağlamak istediğim zamanlar hariç
sen ki bu ömrümde olduğun gibi
ruhumun her yapıtaşında bir
devrimsin
sen sevgilim, evet sen
sen ruhumun yirmilik dişisin.
-şiirden hayaller
Uçürümlar
ev sahipleri her daim acımasız mı
olur azizim? öyleler midir? kirlilerdir.
para isterler. tek dertleri de budur
sanırım. birer kiracılarız bizler de.
biz. kimler mi? insancıklar. şunlar ve
bunlar. ötekiler ile bizim gibiler.
neyin kiracısıyız mı dedin? dünyanın.
hayır, ahiret inancım yoktur. sadece
biz konar göçer birileriyiz. hepsi bu.
ne öteki ne de önceki hayat. tam da
bu hayat. şu an ki hayat. an'ı
yaşanan hayat. ne gelecek ne
geçmiş. şuanki zaman. -yor ekli
zamanı istiyorum. ve kastediyorum.
kiracısıyız buranın. tanrı ise bir ev
sahibi.
kiracıların en büyük yanılgısı ne bilir
misin. her defasında kaldıkları evde
kendinden bir iz ararlar gittiklerinde.
ama öyle bir şey olmaz. onlar sadece
geçici idiler. onlardan sonrakiler de
öyle olacaklar ve aynı yanılgılara
düşüp aynı umutları besleyecek,
yeşermeyecek olan umutlar. biz
sadece parasını öderiz. öderiz ve
yaşarız. ta ki paranın ödenmediği
an'a kadar. ölürüz. konarız ve
göçeriz. kırk sekiz saatlik kelebektir
akrabamız. en yakın dostumuz. can
yoldaşımız. yol dostumuz.
sırdaşımız. kelebek.
saat sabaha karşı dört. şuan dört. ve
bu konuşma bitecek. ve bu konuşma
yazılı hâlde geçmişe bağlı kalacak.
geleceğe kalamayacak. çünkü
geçmişin acıları ile bezenip
sarılmıştır bu cümleler bir örümcek
tarafından. kızıl bir örümcek
tarafından. geceleri parlar belki de.
korku ve dehşet salar belki
görenlere. ama o kovuğuna çekilip
tanrıya haykırmayı yeğler. böcekler.
geçmişin malı ve mülkü olmaya yüz
tutacak bu yazı. benim ellerimden
kopan kelimeler ve harfler geçmişin
tozlu rutubetli odasında bir taşı
andırırcasına sabit kalacak. bir
odada. dört duvarlı. penceresiz.
geleceği görmesin diye penceresiz.
dışarısı karanlık. puslu ve sisli bir
hâlde. saat dörtü iki geçiyor. az önce
dört'tü. iki dakikamı yedin. yüz yirmi
saniyemi yedi, geçmiş. ve geçmiş ile
şuan arasındaki tek bağım bu yazı
şuan. bir tutungaç. bir merdiven. bir
halat. en kalınca olanından bir halat
hem de. bir intiharlık halat. boğazımı
kavruyor. nefesler kesik kesik.
orgazm henüz uzaklaşmış olamaz.
alt kattan bir çığlık geliyor. kız
geliyor. erkek geliyor. birlikte
geliyor. birlikte gelip yatağa
gömülüyor. işte sesler kesildi. birlite
an'ı yaşadılar sadece. geçmişe bir taş
da onlar fırlattı. işte. saat ilerliyor.
saatler sonra doğacak güneş adına
üzgünüm şimdiden. ben olacağım
uyuyor, göremeyeceğim onu.
dilerdim ki onu selamlayabileyeyim
o uyanırken. gözlerini ovuştururken.
ne de güzeller gözleri. göremediğim.
bakmaya doyamadığım o kara
gözler. renkli değiller. kapkara.
simsiyah. kuyuların derinliğindeki
siyahlık. işte. tam da orada. kaşları
altında. kara cevherler. iki tane.
rastgele konulmuş bir kitap ayracı
gibi kitaba. rastgele. ve
umarsızcasına. yaşanan bu hayatlar.
giden saniyeler. sevişilen insanlar.
sevişilmeyi uman insanlar.
sevişilmeyi umduğumuz kişiler. ve
hiç tatmamış olanlar için. güneş
doğsun.
belki de, bir çözüm olarak, ilaç.
ilaçlar hep acıdır. değiller mi? hepsi
genzimi yakmıştır şu güne dek.
hepsi. ama en büyük ve en tatsız ve
acı ilacın ne olduğunu bilmezler
bunlar. intihardır. ölümdür. en
tatlısıdır belki de. bir açıdan öyledir.
bir açıdan… seviyorum. saçları
topluydu intiharın. göğüsleri de
dolgundu az. salgın tshirtü üzerinde
belirgindi memeleri. topluydu. kara
gözler konulmuştu suratına. bir
tebessüm konulmamıştı. sadece
belirsiz bir ağız ifadesi hâkimdi.
öyleydi. rastgeleydi. saat dört:dokuz.
gereksizdi böylesine.
ben böyleyim. anlatıyorum her
defasında. bir başka açıdan da olsa.
az farklılık katmak adına kederli ve
derin dipsiz hayatının uğrak olmayan
otobüs duraklarının paslı demirli
oturaklı köşelerine. güzel bir kız
geliyor yanıma durakta. saçını
savuruyor. otobüs bekleşiyoruz.
sabahın uykusundan kalkamamış.
ruhuna yatakta bırakmışçasına
çıkmış evden. battaniyesinin altında
bıraktı tatlılığını o sabah belki de.
küfretti sabaha. doğan güneşe. ve
onu uyandıran alarma küfretti.
küfretti ve uyandı. o sabah istemedi
uyanmak. ama onu gördüm ve
sevdim onu oracıkta. arkası dönüktü
bile. suratını bile göremeden
sevdim. sadece bir kaç dakika
sevebildim. otobüse bindim ben. o
binmedi. sonra dakikalık sevmem
kayboldu. o insan kayboldu. bende
açmış olduğu gönül çukurunu
doldurdu başka bir şeyler. otobüs o
kadar doluydu ki o boşluğu kapadı.
sıkışık ve tepişik otobüs. ben de
küfrettim o an. doluluğa küfrettim.
anlıyor musun? küfredicek ne çok
derdimiz var desene.
her gün bir parçamı kaldırımları
serpiyormuşum gibi. hansel ve
grater'in ekmek kırıntılarıyız biz oysa
ki yaşanan hayatta. birer ekmek
kırıntısı misali bir ipucu. her insan bir
kitap, okursan sürükleyici gider. ön
sözü bile yoktur. sen yazarsın o ön
sözü kitabı bitirdikten sonra. belki o
kitabı başkaları da okur diye. ama en
kötü seçenek bu değil mi hayatta?
okuduğun ve sahiplediğin o güzel
kitabı başkası okumamalı. en güzel
cümleleri bildiğin o kitap. başkası
okunmamak için çok değerli. ödünç
verilmeye korkulan bir kitap.
kutsalındır senin o. kutsaldır.
başkalarının eline geçmesinden
korkabileceğin kadar kutsaldır.
şuan uykuluyum. ve. yarın
uyandığımda belki de bu kelimelerin
sıralanışı bana bir anlam ifade
etmekten çok uzak olacak. ama en
azından, şu an için mantıklı geliyor.
dediğim gibi. geçmişin sırtına
yaslanmış ve oradan hareket
ettirilmesi imkansız olacak bu
satırlar. dert boğuyor. öldürüyor.
dört geçiyor on altıyı. on altı.
gözlerimden uyku ağlıyor. ağlıyor ve
haykırıyor. uyunmalı belki de. şimdi?
şu an? güneş doğacak ve birileri
daha sıcak yataktan cennetlerinden
çıkarken nefret edecek hayat
akışından. otobüs durakları sevimli
ama nefret dolu insanlarla dolacak.
bir kaç dakikalık sevişmeler. geçici
şeyler. kalıcısız olaylar. önemsiz
insanlar. biraz da, ekmek kırıntısı.
yorgun ve argın bedenimi yatağa
sürüklüyorum. ruhum dindiriyor
acısını. kalbimin oyuklarını oyuyor
orak ile. yarabandı yapıştırıyorum
oralara. kifaye etmiyor. acıyor.
acıdıkça da çürütüyor. beden
çürüyor. kalp eriyor. acı çekiyor.
mikrop kapıyor. her aşk'ıma
bulaşıyor mikrop. aşk'larım ölüyor.
kendi sevincimi katlediyor.
dayanmıyor. beden yorgun. ve
soyulmuş. sevgiden yoksun. belki de,
ölüm.
-mertcan kuranoğlu
Kütülar ve prangalar
işte şöyle öleceğiz. yanala yıkıla. terk
edilmiş bir tozlu yemek masası
edasında üzüleceğiz. temizlenmeyi
beklerken paslanacak ve
kireçlenecek kemiklerimiz
eklemlerine kadar. ve sonra yerin bir
kaç metre derinliğinde arsamız
olacak. bizim olacak düşünebiliyor
musun?
hayatta sahip olacağım ve
olabileceğim en huzur dolu mekân.
ah! ne de güzel. hayali bile güzel.
ama belki de olmaz. bizi atarlar bir
şehir çöplüğüne ve yakılmayı
bekleriz güzel toprak dolu mezarımız
yerine. böylesine çöpüz biz. reziliz.
ve de kirliyiz. en güzel yanı da,
çöplüğe gitmekten korkmayacağız
kirleniriz diye. doğuştan leşiz biz. bir
ceset gibi kokardık hep. yıkanırdık
ama o koku üzerimize çoktan
sinmişti ta ki anlamamız bunu çok
geçi buldu. öyle değil mi? öyle öyle.
gözlerimizden yaşlar akalı epey oldu
değil mi? epey ve yıllar oldu. son
gözyaşların gideli çok oldu. hangi
insan için döküldüğünü bile
hatırlayamadığımıza göre…
ne diye insanlar uğruna döktük ki o
kadar yaşı? ne sebeple? çok mu
sevdik onları? sanırım sevdik. o denli
sevdik ki kendimizi yastıkla
boğarcasına ağladık. kimsecikler
duymasın, tanrı kızmasın uyanmasın
diye kendimizi sessiz sessiz ağlattık.
sevdik ve diledik insanları. nesini
diledik onların? sevgilerini. kalplerini
diledik. yalancısın sen. tabi ki de
göğüslerini ve kalçalarını diledin.
onlar da dilendi, lakin arkaplanda.
yatağımızda istedik onları. öylesine
dolu istedik ki. onlar adına
kendimizden bir parça verdik.
gözlerimizi feda ettik onlara. ve
geceleri uykularımızı. ama bunların
artık bir ederi yok. yok işte.
olmayacaktı da hiç. boş hayaller
dolusu bir kutuyduk biz. kutu ağzına
kadar doluydu. ama açacak kimse
yoktu işte. yoktu! açmadılar kutuyu.
istemediler bizi. hor gördüler belki
de. ve pişman olmak istedik.
olmadık ama istedik bunu. kin
gütmek istedik. bizi sevmeyen
herkes adına, nefret etmek istedik.
sevgimizi istemediler. bir köpek
maması koyar gibi önümüze bizden
tiksindiler. leş ruhumuzun temiz
sevgisini kabul etmediler.
yediremediler kendilerine belki de.
bizi kim ister ki?
kimse.
saçma düşler yumağı idi bizimkisi.
hiç var olmayacak şeyler adına bir
şeylerdi. kim istesin bizim kalbimizi?
insanların bizim acımamıza
ihtiyaçları yok. onlar istedikleri
insanın onları sevmesini istiyordu.
bizi ise kimse istemedi.
sevdirmediler kendilerini. küstah
tavırlarına katlanamaz hâle geldik.
öyle ya da böyle. şimdi onları
istemiyoruz. bir defa daha. bir
sonraki yaşantımızda da tekrar
bulacağız onlardan bir tanesini.
tekrar sevmek isteyeceğiz. dediğimi
anlıyorsun. yarın sabah uyanınca bir
kişiyi daha seveceğiz. ve o kişinin
bizim sevgimizden iğrendiğini
göreceğiz. o kişi üzerine bir hayal
kuracak pembe panjurlu bir evde
sabah sevişmelerimizi düşleyeceğiz
kafamızda. evet, ama sonra o
insanın bizden kendini çektiğini
göreceğiz. zaten hiç yaklaşmamıştı
bile. bu silsile ömür boyu gidecek.
hiç uslanmayacağız biz. hep bir
düşkünlüğümüz olacak. pişman olup
aynı hataları tekrarlayacağız inadına.
son bir kez daha.
ve en güzeli de biz gidince dünya
daha temiz pırıl pırılımsı bir yer
olacak. cennet olacak hem de
cennet. insanlar sevinecek.
güleryüzlü olacaklar o günden sonra.
biz ise yerin yedi kat altında arsız ve
sabırsız ve azgın ruhumuzun
bedenimize ettiği işkencelerle
vaktimizi geçireceğiz. her göz yaşı
damlası için binlerce sene yanacağız.
bir sonsuzluk sürecek. bir sonsuzluk
daha sonra. ve bir tane daha. ta ki
biz suçumuzu itiraf edene kadar.
kutumuz bir heidegger kuramıydı
oysaki. bizi anlayabilselerdi. kutuyu
açabilselerdi. belki de farklı olurdu?
biz de ettik merak başka kutuları.
ama dokundurmadılar bile onlara
kendileri. bir kenara sinip sessizce
bekledik. çıt çıkarmadan. ağlak
köşemize çekildik. ve hüzünlendik.
ve köşeden onları izledik. her
birinden tek tek nasıl nefret
edeceğimizi planladık. buna
zamanımız olacaktı çürüyüp
gittiğimizde. her birinde bir kusur
bulup onları kendi içimizde
yericektik. işte böyleydi. birer
şeytandık. ama kötü yanı ise, işte
onlar için bizim birer sayıdan ibaret
olmamızdı. insanlar değildik. iki
kişiydik sadece. iki'ydik. bir küme
elemanıydık. boktan bir kümenin.
temiz bir kümeydi. biz pisdik sadece.
her tarafa kir saçmayalım diye
köşede oturduk ya bu yüzden. işte.
böyleydik. ne idüğü belirsizdik.
görünmezdik. sisler içersindeki eli
baltalı adamdık. sigara dumanlı
astım hastasıydık. cami avlusu
dilencisi. ocak ayındaki çöp
konteynırı içersinde ateş yakan
evsizdik biz. hepsiydik. sen ve ben.
ikimiz. lanetlenmiş birer ruhtuk.
intiharlarımızı tekrarlamıştık. tıpkı
hayali sevişmelerimiz gibi. hepsi
birer mükemmel işleyen kurgulardı.
her adımımızı tek tek hesap etmiştik.
işte bir pompalı tüfek. işte bir halat.
işte bir uyku hapı torbası. hepsi
burada. kafamızda. işte
sevişmelerimiz. onlar da kafamızda.
dolu dolu yaşadık her şeyi.
kafamızda. hayatı yaşayan ve hayatı
hayalleyen iki grup var ise biz
ikincisine mi ait oluruz? ama o kadar
gerçekti ki hayallerimiz tıpkı yaşamış
gibiyiz. tıpkı sevilmiş gibiyiz! tıpkı
intihar etmiş gibiyiz! boynumda bir
insan eli hissetmiştim dün gece
hayal ederken. o denli canlıydı. belki
de yastığın verdiği bir histi. hiçbir şey
idi. boştu. her şey boşluktan ibaretti.
kandırdığımız kendimizdi.
biz hiç yaşamamıştık.
-mertcan kuranoğlu