Upload
others
View
7
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
GİRİŞ
Akdeniz içinde bulundurduğu tarihsel ve kültürel hazineleriyle yüzlerce
medeniyete ev sahipliği yapmış, sayısız devlet Akdeniz için savaşmış ve önemli
ticaret yollarının buluştuğu bu denizi kontrol altına almak için mücadele etmiştir.
Alisa Ginio, Akdeniz’deki çok sesliliği ve farklılığı şu sözlerle anlatmaktadır:
“Nesiller boyu Akdeniz, gelen giden, zaman zaman savaşan, zaman zaman barışçıl
bir şekilde göç eden ve yerleşen halkların ve kültürlerin kavşağı olmuştur.”1 Hiç
kuşkusuz bu çok seslilik, Akdeniz’in ruhundan gelmektedir. Akdeniz ruhunun ve
bilincinin nasıl oluştuğunu anlamak için de önce Akdeniz’i tanımlamak zorundayız.
Oxford’un İngilizce sözlüğünde Akdeniz, iki Latince sözcük olan
“medius”(orta) ve “terra”(kara)’nın bileşiminden oluşmaktadır. Latince ismi “Mare
Mediterranneum” olan Akdeniz; Avrupa, Afrika ve Asya ile çevrili deniz şeklinde de
tanımlanmaktadır.2 Braudel, Pirenne ve Goiten gibi tarihçiler, “Akdeniz’in bir iç
deniz olarak, kültürlerin, fikirlerin, dinlerin, insanların ve malların çeşitlenmiş
aktarımlarını sağlayan bir araç görevi gördüğünü böylelikle bir Akdeniz birliğinin
var olmasına izin verdiği” düşüncesini paylaşmaktadırlar.3
Akdeniz bilincinin ve birliğinin nasıl meydana geldiğine dair farklı görüşler
mevcutsa da Akdeniz oluşumu kendini Avrupa’nın siyasi, kültürel yaklaşımında ve
politikalarında bulurken, Akdeniz’in sahip olduğu coğrafya da Akdeniz’de ortak bir
1 Alisa Ginio, “Akdeniz Düşüncesi: Henri Pirenne, Shelomo Dov Goiten ve Fernand Braudel”, Akdeniz Dünyası, der. Eyüp Özveren, Oktay Üzel, Süha Ünsal ve Kudret Emiroğlu, İstanbul, İletişim Yayınları, 2006, s. 29. 2 Ibid., s. 31. 3 Ibid., s. 30.
1
bilincin gelişmesine yardımcı olmuştur. Eyüp Özveren’e göre, “Akdeniz birliğinin
oluşumu, Roma İmparatorluğu’nun farklılıklar içinde bir kültürel birlikteliği
yaygınlaştırarak pekiştiren politikalarında yatmaktadır. Akdeniz dünyasının kültürel
ortak paydasını sağlayan, Roma’nın çizdiği imparatorluk sınırları içindeki halkların
dış dünyadan yalıtılıp bir üst kültür bağlamında kaynaştırılması olmuştur.”4 Özveren,
Akdeniz’deki farklı toplumların Roma İmparatorluğu zamanında kültürel birliktelik
çerçevesinde bir Akdenizlilik ruhu oluşturduklarına işaret ederken, aynı zamanda
Akdeniz coğrafyasının ve onun uzantısı olan ekonomik işbirliğinin de Akdenizlilik
ruhunun oluşmasında etkili olduğu söylenebilir.
Braudel’in tezine göre, Akdeniz sahip olduğu coğrafi konumuyla, iklim ve
bitki örtüsüyle çevresinde yaşayan toplumlarda bir ortaklık bilinci oluştururken, bu
denizi paylaşan farklı kültürel, siyasi ve dini inançları olan uygarlıklar da bu ortak
bilinç çerçevesinde benzer yaşam biçimlerini uygulamışlardır.5 Böylelikle, tarihsel
süreçte Akdeniz kıyısında yer alan ülkeler aralarındaki ticari, ekonomik ve siyasi
ilişkileri geliştirmişlerdir. Akdeniz’de Roma İmparatorluğu’nun sağladığı siyasi
birlik ve Akdeniz’in coğrafik özelliklerinin yanında Akdeniz’deki ticari ilişkilerinin
bir sonucu olan kölelik kavramı da Akdenizli ülkeler arasındaki ilişkilerde önemli rol
oynamış, daha sonraki dönemlerde de Avrupa ve Akdeniz ülkeleri arasındaki bağın
önemli düğüm noktalarından biri olmuştur.6
4 Eyüp Özveren, “Giriş: Zaman İçinde Avrupa, Akdeniz Dünyası ve Antakya Üzerine Düşünceler”, Akdeniz Dünyası, der. Eyüp Özveren, Oktay Üzel, Süha Ünsal ve Kudret Emiroğlu, İstanbul, İletişim Yayınları, 2006, s. 20. 5 Ginio, op. cit., s. 40.’dan Fernand Braudel, The Mediterranean and the Mediterranean World in the age of Philp II, New York, Harper&Row, 1972, I, s. 21. 6 Özveren, op. cit., s. 17.
2
Pirenne gibi tarihçiler, Akdeniz birliğinin, Ortaçağ’a gelindiğinde Müslüman
toplulukların Akdeniz kıyılarının çoğunu ele geçirmesiyle, kültürel ve siyasi varlığını
kaybettiğini düşünseler de, Goiten gibi tarihçiler de bir çok savaş ve sınır
değişikliğine rağmen Akdeniz’de insanların, fikirlerin ve eşyaların özgürce
dolaşmakta olduğunu ve Akdeniz’in ekonomik ve kültürel birliğini kaybetmediğini
savunmaktadır.7 Örneğin, Akdeniz’in Siyasi Birliğini kaybetmesinin ve Avrupalılık
bilincinin güçlenmesinin, Akdenizlilik ruhunu yavaş yavaş söndürdüğü düşünülse de
Mısır, Lübnan, Tunus ve Fas gibi ülkeler kendilerini 1960’lara kadar Akdenizlilik
kimlikleriyle bağdaştırmışlardır.8
Günümüze gelene kadar bir çok sorunla mücadele etmiş olan ve farklı etnik
ve dini kökenden insanların barındığı Akdeniz Havzası’nda Avrupa ve Akdeniz’in
iletişimi hiç bir zaman kesilmemiştir. Tarihçiler, Avrupa ile Akdeniz’in yakın
ilişkisini antik çağ döneminde geçen bir hikayeyi anlatarak başlatırlar. Bu hikayeye
göre, “Zeus, Fenike Kralı Agenor’un adı Europa olan kızını, denizin diğer yakasına,
Girit’e kaçırmış, onunla evlenmiş ve Girit’in batısında kalan topraklara Europa adını
vermiştir. Böylelikle, Avrupa’yı bir anlamda Akdeniz inşa etmiştir.”9 Bir anlamda,
Akdeniz kıyılarına yerleşen insan toplulukları Batı Medeniyeti’nin tohumlarını
atmıştır.
7 Ginio, op. cit., s. 36’dan Shelomo Dov Goiten, “ The Unity of Mediterranean World in the Middle Ages”, Studia İslamica, 12(1960), s. 29-41. 8 Pınar Bilgin, “ A Return to Civilisational Geopolitics in the Mediterranean? Changing Geopolitical Images of the EU and Turkey in the Post-Cold War”, Geopolitics, C.9, S. 2, s. 272, <http://www.bilkent.edu.tr/pbilgin/Bilgin-geopolitics2004.pdf> (05.01.2007). Kuzey Afrika ve Ortadoğu’lu ülkelerin Akdenizlilik kimliğiyle ilgili düşüncelerine ayrıntılı şekilde II. Bölüm’de yer verilecektir. 9 Özveren, op. cit., s. 16.
3
Avrupa ve Akdeniz arasında başlayan bu kaynaşma, Haçlı Seferlerinin etkisi,
17. yüzyılda Kuzey Avrupalı tüccarların Akdeniz kıyılarında ticareti arttırmaları ve
19. yüzyılda Napolyon’nun Mısır’a yaptığı seferle Akdeniz’in Hindistan Yolu
üzerindeki stratejik konumunun ortaya çıkmasıyla ilerleme göstermiştir. Sanayi
devrimiyle Akdeniz’in de bir modernleşme sürecine girmesi, Avrupa ve Akdeniz’le
olan ticari ilişkilerin sömürgecilik ilişkisi etrafında Avrupa’nın lehine gelişim
göstermesine neden olmuştur.10 Avrupa-Akdeniz arasında siyasi ve kültürel anlamda
Akdeniz birliği temelinde başlayan işbirliği; coğrafik şartlar, ticaret yollarının ve
enerji kaynaklarının geçiş noktası olmasıyla Akdeniz’in stratejik konumunun önem
kazanması ve sömürgecilik bağları gibi faktörler vasıtasıyla merkezde Avrupa’nın,
çevresinde Akdenizli ülkelerin yer aldığı bir ilişki modelini yaratmıştır. Bu ilişki
modeli, 1995 yılında hayata geçen Avrupa-Akdeniz Ortaklığı süreciyle devam
etmekte ve Akdeniz’de güçlü bir işbirliği alanı yaratılmak istenmektedir.
Avrupa-Akdeniz ilişkilerinin dünya politikalarında nasıl gelişim gösterdiğine
kısaca yer verdikten sonra, Akdeniz’in Avrupa ve AB ülkeleri için önemine dikkat
çekmek zorundayız. Öncelikle, Akdeniz, İtalya’nın 8 katı olan 2,500.000 km2 bir
alanı kaplamakta, Cebelitarık Boğazı’nın doğu kıyılarından Suriye kıyılarına kadar
yaklaşık 3700 km uzunluğundadır.11 Akdeniz’de sınırların çok esnek olması, tarihten
gelen işgallerin Akdeniz’in sınırlarını değiştirmesi, farklı siyasi rejimlerin,
kültürlerin ve dinlerin bu coğrafyada buluşmasına neden olmuştur.
10 Özveren, op. cit., s. 17. 11 Geoffrey Marston, “Extension and Delimitation of National Sea Boundaries in the Mediterranean”, The Mediterranean Region, der. Giacomo Luciani, New York, St. Martin’s Press, 1984, s. 75.
4
Bu coğrafyada, AT(AB) ülkelerinin Akdeniz’e yönelik uyguladığı
politikalarda hangi Akdeniz ülkelerini hangi amaçla bu politikalar içine dahil ettiği
sıkça tartışılmaktadır. AET’nin kurucu ülkelerinden özellikle Fransa’nın Kuzey
Afrika’daki sömürgeleriyle yakın bir ilişkisi olması, AT-Akdeniz arasındaki tarihten
gelen ticari ve kültürel bağlar, ayrıca, AET’nin Akdeniz Politikaları içinde yer alan
Arap ülkelerinin Arap Birliği’nin ve Arap Mağrip Birliği’nin üyeleri olmaları ve
kendi aralarında homojen bir birlikteliği rahat sürdürebilecekleri inancının AET
ülkelerince taşınması, AT’nin, Akdeniz politikalarını daha çok siyasi faktörleri temel
alarak uygulamasına neden olmaktadır.12
Avrupalı devletlerin özellikle Fransa, İtalya ve İspanya’nın II. Dünya
Savaşı’na kadar Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki Akdenizli ülkeleri kolonileri olarak
idare etmeleri, Akdenizli ülkelerle günümüze dek sürecek tarihsel bağların
kurulmasına yardımcı olmuştur. Ancak, bu yakın ilişki, aynı zamanda AB ülkeleri
arasında bir Kuzey-Güney ayrılığını da gündeme getirmiştir. AB’nin Güney kanadını
oluşturan Akdenizli ülkelerin, Akdeniz Bölgesine uygulancak politikaların baş
mimarları olması ve buna karşılık AB’nin Kuzey ülkelerinin özellikle Soğuk Savaş
sonrası AB’nin Doğu Avrupa ülkeleri ile işbirliğini yoğunlaştırmasına yönelik
talepleri, AB içinde zaman zaman Kuzey-Güney ayrılığı yaratacak ve AB ülkelerinin
Akdenizli ülkelerle olan ilişkilerinin hızlı bir şekilde gelişmesini önleyebilecektir.13
12 Bechir Chourou, “ A Challenge for EU Mediterranean Policy: Upgrading Democracy from Threat to Risk”, A New Euro-Mediterranean Cultural Identity, der. Stefania Panebianco, London, Frank Cass, 2003, s. 24. 13 Ibid., s. 25.
5
II. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası sistemin barış, demokrasi ve
özgürlük gibi evrensel değerlerle yeniden inşa edilmesi, Avrupalı devletlerle ve
Akdenizli ülkelerle ilişkilerin farklı politikalar çerçevesinde düzenleneceğini
göstermiştir. Bölgesel bir barış projesi olarak 1951’de Paris Antlaşması ile kurulan
Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu(AKÇT) ve 1957 Roma Antlaşması’yla kurulan
Avrupa Ekonomik Topluluğu(AET)14 Akdenizli ülkelerle sağlam bir zemin üzerine
oturtulacak ilişkiler zincirini yavaş yavaş oluşturmaya başlamıştır. Akdeniz Havzası
sahip olduğu farklı kültürler, siyasi rejimler, ekonomik ve sosyal yapılar ve de
kalkınmışlık seviyeleri farklı olan ülkeler ile Soğuk Savaş sonrası AET(AT)’nin
birincil dış politikaları arasındaki yerini almıştır.15
Bugün Akdeniz’in kuzeyindeki Avrupa ülkeleri demokratik sistemlerini
evrensel hukuk kuralları çerçevesinde oturtmuş, ekonomik kalkınma seviyelerini
dünya standartlarının üstüne çekmiştir. Buna karşılık, Güney’deki ve Doğu’daki
Cezayir, Tunus, Mısır ve Suriye gibi bir çok Akdeniz ülkesi, otoriter rejimle
yönetilmekte, ekonomik ve sosyal kalkınma seviyeleri Avrupa ülkelerine nazaran
düşük seviyededir. Kuzey, Güney ve Doğu Akdeniz arasındaki bu farklılık, AB
ülkeleri ve Akdeniz ülkeleri arasındaki ilişkilerde hep ana problem olarak varlığını
14 1957 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu, üye ülkeler arasında Gümrük Birliği temelinde şekillenecek bir Ortak Pazar kurulmasını hedefleyen Roma Antlaşmasıyla kurulmuştur. Kurucu ülkeler, Fransa, Federal Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika ve Luxemburg’dur. Gümrük Birliklerinde üyeler arasındaki ticaretin önündeki gümrük tarifeleri ve kotalar gibi her türlü engel ve kısıtlama kaldırılırken, üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi uygulanmaktadır. Böylelikle, gümrük birliği oluşturan üye ülkeler üçüncü ülkelere karşı ortak bir ticaret politikası izlemektedirler. Avrupa Ekonomik Topluluğu, gümrük birliği temeli üzerine kurulan, ortak pazara ulaşmayı amaçlayan bir bütünleşme örneği sergilemektedir. Gümrük Birliğinden sonraki aşama ise Tek Pazarın oluşturulmasıdır. Bu aşamada ise ülkeler arasında üretim faktörlerinin, sermayenin, emeğin ve teknolojinin serbest dolaşımı sağlanmaktadır. 15 Alberto Bin, “Mediterranean Diplomacy: Evolution and prospects”, Jean Monnet Working Papers, C. 5, No. 0597 (Ocak 1997), s. 1.
6
sürdürecek, Akdeniz’de neden güvenlik politikalarına ağırlık verilmesi gerektiğinin
de çıkış noktalarından biri olacaktır.
AET ülkelerine göre Akdenizli ülkelerle kurulacak ekonomik, siyasi ve stratejik
işbirliği bir çok sebepten ötürü AET için büyük önem taşımaktaydı. Bu sebepleri
Christopher Pienning şu şekilde sıralamaktadır:16
a) Kuzey Afrika ülkelerinin bir kısmının ve Ortadoğu’da Akdeniz’e kıyısı olan
bazı devletlerin geçmişte Avrupa devletlerinin kolonileri olmaları,
b) II. Dünya Savaş’ından sonra İsrail devletinin kurulması, Arap komşularıyla
İsrail devletinin sorunlar yaşamaya başlaması, bu uyuşmazlıkların bölgedeki
istikrarı bozması ve AET’nin Avrupa-Arap Diyaloğunu başlatması,
c) Akdeniz ülkelerinin tropik tarım ürünlerinin AET(AB) pazarlarına girişinin
kolaylaştırılması ve iki taraf arasında ticaret hacminin genişletilmesi buna ek
olarak Akdenizli ülkelerin kalkınmışlık seviyelerini yükseltmek için sanayi
ve teknoloji alanında üretilen ürünlerin Akdenizli ülkelere satılması,
d) Ortadoğu ülkelerinden AET ülkelerinin ekonomik ve teknolojik gelişimini
sağlayan petrol ve daha sonra doğal gazın temin edilmesi.
Bu ilk dört madde genel anlamda Soğuk Savaş öncesi AET-Akdeniz ilişkilerinin
ilerletilme nedenleri arasında sayılırken, aşağıda yer alan diğer 2 madde Soğuk
Savaş sonrası Akdeniz’deki güvenlik sorunlarını yansıtmaktadır. Bu maddeler de
şu şekilde belirtilmektedir:
e) Kuzey Afrika ülkelerinden AT(AB) ülkelerine olan yasa dışı göçlerin
artması,
16 Christopher Piening, Global Europe: The European Union in the World Affairs, London, Lynne Rienner Publishers, 1997, s. 70.
7
f) Ortadoğu’da İslami muhafazakarlığın artması ve buna bağlı olarak terör
suçlarının yükselişe geçmesi.17
Yukarıda sayılan nedenlere ek olarak, Avrupa bütünleşmesinde Akdeniz
boyutunun her zaman var olması, buna bağlı olarak AET’nin Avrupa Siyasi İşbirliği
aracını Akdenizli ülkelerle olan dış ilişkilerine uyarlaması ve 1970’lerin ortalarında
AET’nin Güney Akdeniz’de yeni demokrasilerin gelişmesi için güç sarf etmesi18
AET-Akdeniz işbirliği sürecini geliştiren etkenlerdir.19 Bu gelişmelerden ötürü,
Akdeniz’de giderek artan karşılıklı bağımlılığa cevap vermek için 1960’dan sonra
AET ve Akdenizli ülkeler arasında bir işbirliğinin oluşturulması gerekliliği ortaya
çıkmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsızlık mücadelesi veren Akdeniz
kıyısındaki sömürge devletleriyle Avrupalı devletlerin ilişkileri olumlu bir havada
başlamadıysa da özellikle 1960’dan sonra AET ve AET üyesi olmayan Akdeniz
ülkeleri arasında kurulan ikili ticari ve ekonomik işbirliği anlaşmaları ilişkilerin
yumuşamasına bir zemin hazırlamıştır.20
AET, Akdenizli ülkelerle ilişkilerini düzenlerken farklı politika araçları
kullanmıştır. Bu politika araçlarından kastımız, AET’nin Avrupalı, Afrikalı ve
17 Özellikle, 11 Eylül sonrası yapılan AB-Akdeniz Dış İşleri Bakanları toplantılarında uluslararası terörizm, kitle imha silahlarının yayılması ve kaçakçılığın önlenmesi konusunda AB ve Akdeniz ülkeleri arasında işbirliğinin arttırılacağı belirtilmektedir. 18 AET, Yunanistan, İspanya ve Portekiz’de askeri rejimlerin sona erdirilip, demokratik rejimlere geçilmesini desteklemektedir. Yunanistan’ın askeri rejimini İspanya ve Portekiz’den önce değiştirmesi AET ile siyasi ilişkilerine bu iki ülkeden önce başlamasına neden olmuştur. AET’nin ikili anlaşmalar temelinde kurduğu Akdeniz politikasında demokratik olmayan rejiminden ötürü İspanya yer almamıştır. 19 Stelios Stavridis ve Justin Hutchence, “The Foreign Policy of a Civil Power? The European Union in the Mediterranean,” A new Euro-Mediterranean Cultural Identitiy, der., Stefania Panebianco, London, Frank Cass, 2003, s. 62. 20 Savaş Biçer, “Avrupa Birliği’nin Akdeniz Politikası ve Barselona Süreci,” Dünden Bugüne Avrupa Birliği, der. Beril Dedeoğlu, İstanbul, Boyut Yayıncılık, 2003, s. 398-399.
8
Ortadoğulu Akdeniz ülkelerine farklı türde anlaşmalar sunmasıdır. Örneğin, AET,
Yunanistan(1961), Türkiye(1963), Malta(1970) ve Güney Kıbrıs’la(1972) ortaklık
anlaşması21 imzalamıştır. Buna karşılık, 1964 yılında İsrail ve Ürdün’le yapılan
işbirliği anlaşmaları zinciri, 1965 yılında Lübnan’la 1976’da Fas ve Tunus’la, 1977
yılında Mısır, Ürdün ve Suriye ile devam etmiştir.22 Bu tür anlaşmalar
göstermektedir ki, AET Akdeniz bölgesine yönelik olan politikalarını ortak bir
sistem içinde yürütememiştir. Ayrıca, bu ticari nitelikteki anlaşmaların Akdenizli
ülkelerden yapılan tarım ürünleri ithalatına sınırlamalar getirmesi bir anlamda
Akdenizli ülkeleri dezavantajlı bir konuma sokmuştur.23
Bu gelişmeler ışığında, AET, ikili anlaşmalar çerçevesinde Akdenizli ülkelerle
ilişkilerinde yeni bir politika izlemeye karar vermiştir. Global Akdeniz Politikası
olarak adlandırılan bu politika 1972 yılında Paris Zirvesi’nde kabul edilmiş, AET ve
Akdenizli ülkeler arasındaki ticari ve mali ilişkilerin pekiştirilmesi amaçlanmıştır. Bu
politika Akdeniz AET pazarında ticari ayrıcalıkların tanınması, teknik ve mali
yardımların sağlanması konusunda AET girişimlerini kapsamaktadır.24
1990 yılına kadar uygulanan Global Akdeniz Politikası, Akdenizli ülkelerle olan
siyasi ve güvenlik alanında bir işbirliğini kapsamıyordu, dolayısıyla AET’nin
Akdeniz politikasının belirli ekonomik ve ticari tavizlerden çok Akdeniz’deki siyasi
ilişkilerle ilgili meselelere de çözüm bulacak bir yapılanmaya kavuşturulması
gerekliydi. Ayrıca, 1980’li yılları takiben, İspanya ve Portekiz’in AB üyesi
21 Ortaklık Anlaşması, iki taraf arasında gümrük birliğini kurmayı hedefleyen bir anlaşma türüdür. 22 Biçer, op. cit., s. 399. 23 Biçer, op. cit., s. 400. 24 Pienning, op. cit., s. 73.
9
olmaları,25 komünist bloğun dağılması, Güney Akdeniz’deki bir çok ülkede siyasi,
ekonomik ve sosyal krizlerin patlak vermesi ve muhafazakarlığın artış göstermesi
Avrupa-Akdeniz ilişkilerine yeni bir soluk getirilmesi ihtiyacını doğurmuştur.26
İşte bu nedenle, AT ülkeleri Soğuk Savaş Sonrası, ABD politikalarından daha
bağımsız politikalar izleme isteğiyle Yenilenmiş Akdeniz Politikası’nın hayata
geçirerek Akdeniz’de bir istikrar alanı yaratılmasını amaçlamıştır. Bu politikaya
göre, Akdeniz Bölgesinin geniş anlamda Topluluğun güvenliği için ekonomik ve
sosyal gelişiminin önemine vurgu yapılmış, ikili ilişkilerden çok AT-Akdeniz
ülkeleri arasında yatay27 bir ilişkinin kurulması önerilmiştir. Ayrıca, AT-Akdeniz
ülkeleri arasındaki işbirliğinin enerji, ulaşım ve telekomünikasyon gibi alanları da
kapsaması düşünülmüştür.
1990’lı yıllarda Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle, AT’nin siyasi kimliğini elde
ederek AB’ye dönüşmesiyle Akdeniz üzerindeki politikalarda da değişimler devam
etmiştir. 1991 yılında imzalanan Maastricht Antlaşması ile Ortak Dış ve Güvenlik
Politikası’nı(ODGP) oluşturan AB, Akdeniz bölgesinin Birlik için stratejik önemine
dikkat çekmiş, Akdeniz’de güçlü bir barış ve istikrar alanı oluşturulması gerektiğini
bildirmiştir. AB, güvenlik ve sosyal istikrar bakımından coğrafi bağlarla bağlı olduğu
Akdeniz bölgesinde, yasa dışı göçü, Batı çıkarlarına karşı gelebilecek muhafazar
hükümetlerin Akdenizli ülkelerde güç kazanmasını önlemek ve dışarıdan müdahale
gerektirecek iç çatışmaların Akdeniz bölgesini tehdit etmemesi için 1995 yılında
25 Bu Güney Akdeniz Genişlemesi, ilerki bölümlerde ayrıntılı şekilde görüleceği Akdeniz ülkelerine yönelik çeşitli işbirliği girişimlerini arttıracaktır. 26 Chourou, op. cit., s. 29. 27 Yatay İşbirliği, AT-Akdeniz ülkeleri arasında ikili işbirliğine dayanmayan, Akdenizli ülkeler arasında yapılan işbirliğidir.
10
Barselona’da Avrupa-Akdeniz Ortaklığını kuran Barselona Deklarasyonu’nu kabul
etmiştir.28
Siyasi ve Güvenlik Ortaklığı, Ekonomik Ortaklık ve Sosyal ve Kültürel
Ortaklık olarak üç bölüme ayrılan Deklarasyon, AB-Akdeniz ülkeleri arasındaki
ilşkileri yeni uluslararası konjonktüre göre daha da kuvvetlendirmeyi amaçlıyordu.
Kendi içinde bir takım kurumsal değişikliklere giden AB, genişleme dalgasını
sürdürürken diğer yandan kendi içinde oluşturduğu kurumsal mekanizmanın bir
benzerini Akdeniz’le olan ilişkilerini uygulamaya ve 3. ülkelerle olan ilişkilerini
sağlamlaştırmaya çalışıyordu. Akdenizli ülkelerle olan ilişkiler de AB’nin öncelikli
dış politika alanlarından birini oluşturmaktaydı. Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın
hayata geçirilmesiyle AB, Akdeniz bölgesinin güvenliğine birlik düzeyinde daha
fazla önem vermeye başlamıştır.
1990’lı yıllarla birlikte uluslararası tehditlerin boyutlarının değişmesiyle
güvenlik sorununun içine ekonomik ve sosyal nitelikli tehditler eklenmiştir. Avrupa-
Akdeniz Dış İşleri Bakanları Toplantılarında sık sık dile getirilen yeni tehditler ve bu
tehditlerle mücadelede ortak bir yol izlenmesi 2003 yılında kabul edilen Avrupa
Güvenlik Stratejisi’nde geniş bir yer bulmuştur. Bu belgede AB’nin mücadele etmesi
gereken uluslararası tehditler; etnik çatışmalar, ulusalararası terörizm, kaçakçılık,
organize suçlar, yasa dışı göç, küresel ısınma, kitle imha silahlarının yaygınlaşması
ve enerji bağımlılığı şeklinde tanımlanmıştır. İşte, bu tehditlerle mücadelesinde
Avrupa-Akdeniz ülkeleri arasında güvenlik alanında etkili bir işbirliğinin kurulması
28 Chorou, op. cit., s. 27.
11
her iki taraf için önem taşımaktadır. AB, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı çerçevesinde
bölgesel tehditlerle mücadelesinde güvenlik sorunlarının çözümlenmesi için ortak
politikalar üretirken, Akdeniz Bölgesinde kriz sonrası yönetimleri güçlendiren
demokrasi, özgürlük ve insan haklarının korunmasını amaçlayan araçlar
kullanmaktadır.
AT’nin Soğuk Savaş öncesi BAB, AGİK(AGİT) ve NATO çerçevesinde
ülkelerin güvenlik alanında güven inşa eden tedbirleri hedef alan işbirliği
mekanizmaları bağlamında Pan-Avrupa güvenlik düzeni etrafında şekillenen Avrupa
Güvenlik Kültürü, Soğuk Savaşın bitimiyle AB’nin de aktif biçimde yer alacağı bir
örgütler arası koalisyon merkezine dönüştürülmek istenmektedir. AB’nin Soğuk
Savaş öncesi sahip olduğu Avrupa Güvenlik Kültürü, AB’nin kendine özgü
geliştirdiği normatif güvenlik anlayışı ve bu özellikler bağlamında AB’nin Akdeniz
bölgesinin güvenliği için ortaya koyduğu eylemleri ve politikaları güvenlik alanında
AB’nin Akdenizli ülkelerle olan ilişkilerinde nasıl bir uluslararası güç olduğunun
analiz edilmesi açısından önemlidir.
Bu bilgiler ışığında, bu tez çalışmasının birinci bölümünde AT’nin 1970-
1995 yılları arasındaki Akdeniz Politikası’nın gelişimi incelenirken, AET
politikalarının Akdeniz’in güvenliği ve Avrupa Güvenlik kültürü üzerindeki etkileri
tartışılacaktır. İkinci bölümde ise, AB’nin 1995’den günümüze dek gelen Akdenizli
ülkelere yönelik politikaları hakkında genel bilgi verilirken, özellikle bu politikalarda
Akdeniz Bölgesi’nin güvenliği üzerine uygulanan politikalar değerlendirilecektir. Bu
bölümde Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın üç boyutu, bu ortaklık kapsamındaki
12
kurumsal ilişkiler ve Avrupa Komşuluk Politikası içindeki Akdeniz ülkeleriyle
kurulan işbirliği modelleri hakkında analizler yer alacaktır. Bu analizler yapılırken de
daha çok AB’nin Akdeniz Bölgesi’nin güvenliğinin sağlanmasına yönelik ortaya
koyduğu eylemler üzerinde durulacaktır.
Son bölümde ise genel olarak Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın güvenlik
boyutunda AB’nin nasıl bir uluslararası aktör olduğuna dair değerlendirmeler
yapılacaktır. 1970’den günümüze kadar uzanan süreçte, Avrupa Güvenlik
Kültürünün hangi evrelerden geçerek Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın güvenlik
politikalarındaki yerini aldığı ve bu ortaklıktaki AB güvenlik politikalarının AB’yi
nasıl bir uluslararası güç yaptığı bu tez çalışmasının üçüncü bölümünde detaylı bir
şekilde ele alınacaktır.
Tezin sonuç bölümünde ise, AT’nin Akdenizli ülkelerle olan ilişkilerinde
uyguladığı politikalarda güvenlik alanında nasıl bir işbirliği süreci izlediğinin kısa bir
değerlendirmesi yapılırken, AB’nin Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nı inşa ederek
Avrupa-Akdeniz güvenlik ilişkilerine somut bir zemin kazandırdığı belirtilecektir.
Bu tez çalışmasında aranan sorunun cevabı, AB’nin, Akdeniz bölgesine yönelik
uyguladığı güvenlik politikalarında normatif bir aktör kimliğiyle hareket ettiğini
gösteren politikalarla verilecektir.
13
BİRİNCİ BÖLÜM
AT’NİN AKDENİZ POLİTİKASI (1970-1995)
I. AT’NİN AKDENİZ POLİTİKASI’NIN GELİŞİMİ
AT’nin kurulmasıyla bu barış ve istikrar projesine imza atan üye ülkeler
uluslararası sistemde büyüyen sorunlarla daha fazla ilgilenmeye başlamışlardır. Bu
bağlamda Akdenizli ülkelerle kurduğu tarihsel, siyasi ve ekonomik bağlar, AT
ülkelerinin Akdeniz bölgesine yönelik politika araçları geliştirmesini sağlamıştır.
AT, merkez-çevre ilişkisi bağlamında merkezde AT ülkeleri ve çevresinde Akdenizli
ülkelerin yer aldığı bir ekonomik ilişki modeli oluşturmak istiyordu. AT üyesi
ülkeler Avrupa’da barışın korunması ve AT ülkeleri ile Akdeniz ülkeleri arasındaki
ticaret akımının istikrarlı olması için Topluluğun Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz ve
Ortadoğu’daki uyuşmazlıkların çözümüne katkı yapması gerektiği inancını da
taşıyorlardı. Ayrıca, AT’nin varlığının uluslararası arenada genişletilmesi için,
AT’nin Akdeniz bölgesine yönelik ilişkileri güçlendirici diplomatik enstrümanlar ve
etkin politikalar uygulaması gerekliydi.
AET içinde Akdenizli ülkelerle kurulacak işbirliği üzerine beliren bu güçlü irade
Topluluğun 1961 yılında Yunanistan ve 1963 yılında Türkiye ile yaptığı Ortaklık
Anlaşmasıyla kendini göstermiştir. Böylelikle, AET, o zamana kadar yaratttığı
zengin kulüp imajını bu ortaklık anlaşmalarıyla düzeltmiştir. Bu anlaşmalar giriş
bölümünde de ifade edildiği gibi AET ve ortaklık anlaşmasına taraf olan ülkeler
arasında gümrük birliği oluşturan ve bu ülkelerin ileride AET(AB) üyesi olacağını
14
gösteren anlaşmalarıdır. AET’nin Akdeniz politikasının ikinci aşaması 1960’ların
ortalarında dokuz Akdeniz ülkesiyle imzalanan ikili işbirliği anlaşmalarını
kapsamaktadır. Bu anlaşmalar, AET üyeliği amacı taşımayan, Akdenizli ülkelere
AET pazarlarında tercihli ticaret rejiminden yararlanma imkanı sağlayan anlaşma
türüdür.29
1970’li yıllara gelindiğinde AET’nin Akdeniz bölgesindeki ülkelere uyguladığı
farklı türdeki anlaşmalar ve AET’nin kendi içinde yaşadığı ekonomik ve siyasi
değişimler, AET’yi Akdeniz bölgesine yönelik değişik politikalar izlemeye itmiştir.30
Bu ekonomik ve siyasi değişimler, ekonomik anlamda AET’nin üye ülkeler arasında
Tek Pazar hedefini gerçekleştirmek için yaptığı çalışmalar ve siyasi anlamda AET’ye
üyelik yolunu açan genişleme sürecini başlatmış olmasıdır.31 Ancak, şu bir gerçek
ki, AET, Akdenizli ülkelere karşı izleyeceği politikalar da bölge ülkelerini ortak bir
platformda buluşturan çok taraflı bir yol izlemeliydi, çünkü Akdeniz bölgesinde tam
anlamıyla bir istikrar ve barış alanı kurulmak isteniyorsa ülkelere uygulanan
birbirinden bağımsız ve farklı politikalar Akdeniz’de ortak bir politika izlenmesini
güçleştirebilirdi. Bu nedenden ötürü AET 1972 yılında Global Akdeniz Politikası’nı
hayata geçirmiştir.
Bu politika ile AT’nin Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerle arasındaki ekonomik, ticari
ve siyasi ilişkileri yeterince güçlendirememesi ve Akdeniz’e yönelik sorunların 29 Elfriede Regelsberger ve Wolfgang Wessls, “European Concepts for the Mediterranean Region”, The Mediterranean Region, der. Giacomo Luciani, St. Martin’s Press, New York, 1984, s. 240-241. 30 Biçer, op. cit., s. 409. 31 1972 yılında AET, ilk genişleme dalgasını İngiltere, İrlanda ve Danimarka’yı Topluluğu üye yaparak başlatmıştır. İkinci genişleme dalgası, 1981 yılında Yunanistan ile yaşanırken, üçüncü genişleme dalgası ise 1986 yılında İspanya ve Portekiz’in üyeliği ile yaşanmıştır. AET’nin genişleme süreciyle ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız. Avrupa Birliği ve Türkiye, 5. B., Ankara, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı, 2002.
15
çözümlenememesi sonucu AT’nin 1990’ların başında Yenilenmiş Akdeniz
Politikası’nı uygulamaya başlamıştır.32 Yenilenmiş Akdeniz Politikası’nın AT’nin
kendi içinde yaşadığı siyasi ve kurumsal değişikliklerle ve de AT genişlemesiyle
birlikte Güney kanadına yönelik olan politika alanlarını genişletmesiyle Akdeniz
bölgesinde barış ve istikrar ortamı yaratması amaçlanmıştır.
A. GLOBAL AKDENİZ POLİTİKASI
AET tarafından Akdeniz bölgesinde bölgesel inşacılığı hedefleyen ilk politika
aracı Global Akdeniz politikasıdır. Akdenizli komşu ülkeleri bölgesel stratejiler
altında sınıflandıran bu politika, Akdenizli ülkelere yönelik farklı anlaşmaların
uygulanmasıyla AET’nin dış ilişkilerinde yeni bir bölgesel inşacılığın oluşmasını
sağlamıştır.33 Akdenizli ülkelere cömert hükümleri içeren anlaşmalardan daha kısıtlı
ticaret anlaşmalarına uzanan geniş bir yelpaze sunan AET, Global Akdeniz
Politikası’yla Akdeniz’e kıyısı olan devletlerin ait olduğu tek bir bölge yaratmayı
amaçlıyordu. Geniş kapsamlı tek bir bölgeselciliği ifade eden bu politika kapsamında
AET aynı ana hükümleri içeren anlaşmaları Akdenizli ülkelerle yeniden müzakere
etmiştir.34
1972 yılında AT Konseyi’nin Global Akdeniz Politikası’yla ilgili yasa tasarısını
görüşmek için Paris’te toplanmasından önce Avrupa Parlamentosu’nda ve Avrupa
Komisyonu’nda “Akdeniz’in tek bölge” olarak kavramlaştırılmasına yönelik
32 Pienning, op. cit., s. 72. 33 Federica Bicchi, “The European Origins of Euro-Mediterranean Practices”, Institute of European Studies Paper, No. 040612, University of California Berkley, 2004, s. 4. 34 Ibid., s. 4.
16
tartışmalar yaşanmıştır. Örneğin, Akdeniz bölgesine yönelik tek taraflı bir yaklaşımı
içeren 1971 tarihli Rossi Raporu Avrupa Parlamentosu’nda tartışmaya açılmıştır.
AET’nin Akdeniz bölgesine yönelik ticaret politikasına gönderme yapan Rossi
Raporu, Akdeniz’de A la Carte anlaşmaların yapılması yaklaşımına karşı
çıkmaktadır, çünkü her bir Akdeniz ülkesiyle farklı türde anlaşmalar yapılması,
Akdeniz bölgesindeki insanların aynı bölgeye ait olma hissini törpülemekte ve Ortak
bir Akdeniz bilincini zedeleyebilmektedir.35 Raporda bölgede ekonomik ilerlemenin
desteklenmesi için bölgesel kalkınma politikasına dayanan, Akdeniz bölgesini tek bir
bölge olarak ele alan küresel bir yaklaşımın benimsenmesi gerektiği
vurgulanmaktadır. Ancak, Rossi Raporu Avrupa Parlamentosu’nda çoğunluğun
desteğini alamamıştır. Rossi Raporu’na muhalif olanlardan Dış İlişkiler ve Ticaretten
Sorumlu Komisyoner Dahrendorf’a göre, Topluluğun Akdeniz politikasına yönelik
sabit bir kavram geliştirmesi için henüz çok erkendir. Akdeniz’e kıyısı olan
devletlerin farklı ihtiyaçları için “Mozaik bir yaklaşımı” benimsemek daha uygun
görünmektedir. Buna karşılık, Komisyon’un diğer kısmı, Avrupa-Akdeniz
ilişkilerinde kavramsal bir değişikliğin yapılması taraftarıdır.36
Akdeniz’in kavramlaştırılmasına yönelik bu gelişmelerden sonra 1972 yılında
Avrupa Konseyi’nin Paris Zirvesi’nde Akdenizli ülkelerin sanayi mallarının Avrupa
pazarlarına serbestçe girmesini garanti eden Global Akdeniz Politikası kabul
edilmiştir. Bu politika, Akdenizli ülkelerden ihraç edilecek bazı tarım ürünlerinin
Topluluk Pazarında ayrıcalıklı olmasını da kapsamaktaydı.37 Topluluğun Global
35 Ibid., s. 5.’den Report on the Commercial Policy of the Community in the Mediterranean Basin, EC Bulletin 4-1971, s. 35. 36 Ibid., s. 5. 37 Regelsberger ve Wessels, op. cit., s. 241.
17
Akdeniz Politikası AET ve çeşitli Akdeniz ülkeleri arasında ikili anlaşmalara
dayanan ve bu anlaşmaları tek ve eşgüdümlü bir çerçevede ele alan bir yapıyı
içermekteydi. 1964 yılında İsrail ve Lübnan’la AET arasında imzalanan tercihli
ticaret anlaşmalarıyla38 başlayan anlaşmalar zinciri, Topluluğun Global Akdeniz
Politikası’nı hayata geçirmesiyle 1976’da Tunus, Fas ve Cezayir ile 1977’de ise
Mısır, Ürdün ve Suriye ile yapılan işbirliği anlaşmalarıyla devam etmiştir.39 Global
Akdeniz Politikası’nın amacı, Akdeniz’de yer alan ülkelerle olan ilişkileri AET’yi
kuran Roma Antlaşması’nın 131. Maddesinde40 yer alan işbirliği anlaşmaları
hükümlerine göre sistematik bir şekilde yürütmektedir. Bu maddeye göre, Topluluk
üçüncü ülkeler ile ekonomik, mali ve teknik işbirliği yapabilir.41 AET ve Akdenizli
ülkeler arasında imzalanan işbirliği anlaşmaları aşağıda yer alan hususları
kapsamaktadır:
• GATT kuralları göz önünde bulundurularak Akdeniz ülkelerine AET
pazarında ticari ayrıcalıklar tanınması, AET ve Akdeniz ülkeleri arasında bazı
hassas ürünler hariç sanayi mallarının serbest ticareti ve bazı tarım
ürünlerinin42 ticaretinde Akdenizli ülkelere ayrıcalık tanınması,
• Akdeniz ülkelerine ticari ve teknik yardımların sağlanması(ülkeden ülkeye
değişiklik göstermesi), her işbirliği anlaşması AT bütçesinden sağlanacak 38 1970’de AET ile Yugoslavya arasında, 1972 yılında tercihsiz ticaret anlaşması, Lübnan ve Portekiz ile tercihli ticaret anlaşması imzalanmıştır. Tercihli ticaret anlaşmasında her ürüne göre farklı uygulamalar öngörülmüştür. Ayrıca, hassas ürünlerin ticareti gümrük tarifesi ve kota gibi uygulamaların dışında tutulmuştur. Açıklamalar için bakınız. Biçer, op. cit., s. 399-400. 39 Pienning, op. cit., s. 72. 40 Roma Antlaşması Madde 131: Topluluğa üye devletler, Danimarka, Hollanda, Fransa ve Birleşik Krallığın özel ilişkileri olduğu ülkelerle işbirliği yapma konusunda hem fikirlerdir. Bu ortaklığın amacı bu ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişimini arttırmak ve Topluluk üyesi ülkelerle bu ülkeler arasında yakın ekonomik ilişkiler kurmaktır. AET’yi kuran antlaşmanın önsözünde yer alan ilkeler bağlamında, kurulacak ortaklık, bu ülkelerde yaşayan halkların arzu ettikleri ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimi sağlamak için bu ülkelerin halklarının çıkar ve refahını yükseltmeye hizmet edecektir. 41 “Treaty Establishing the European Economic Community”, <http://eur-lex.europa.eu/en/treaties/treaties_founding.htm> (18.02.2006). 42 Bu tarım ürünleri, zeytin, şarap ve zeytin yağı gibi ürünlerdir.
18
mali yardım tutarını gösteren bir finansal protokolü içermekteydi. Bu
protokoller beş sene arayla yenilenmektedir.43
• AET ve Akdeniz ülkeleri arasındaki ilişkilerin düzenli yürütülmesi için ortak
kurumların oluşturulması(Örneğin, yıllık toplantıları yürütmek için Bakanlar
Konseyi oluşturulmuş, elçiler düzeyinde toplanan Komite ile Konsey’in
desteklenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca, Avrupa Komisyonu her Akdeniz
ülkesinde Daimi Delegasyon açmıştır.)
• AET ülkelerinde Mağribi göçmen işçilerin sosyal güvenlik imkanlarından
yararlanmaları.44
Global Akdeniz Politikası’nın AET ülkeleri tarafından uygulanmaya başlaması
1973 yılında ortaya çıkan petrol krizine rast gelmiştir. Bazı bilim adamları, Global
Akdeniz Politikası’nın uygulanmasını, AET ülkelerinin bu dönemde Akdeniz
çevresinde yer alan Arap ülkelerinin kontrolünde olan petrole olan bağımlılıklarıyla
açıklamaktadır.45 O dönemde AET ülkeleri petrol ihtiyaçlarının % 60’nı Güney
Akdeniz ülkelerinden ve Ortadoğu ülkelerinden sağlamaktaydılar. Bu nedenle,
AET’nin Akdeniz bölgesiyle ilgili olan girişimlerini arttırması, AET ekonomisi ve
sanayisi için gerekli olan petrol gibi değerli bir doğal kaynağa olan ihtiyaçla
ilişkilendirilmiştir.46
43 Akdenizli ülkeler ve AET arasında anlaşmaların yapılmasıyla 1996 yılı arasında dört mali protokol uygulanmıştır. Magreb ülkelerine yapılan mali yardımın tutarı 2.69 milyar ECU, Maşrek ülkelerine yapılan mali yardımın tutarı ise 2.33 milyar ECU’dür. 44 Pienning, op. cit., s. 73. 45 Biçer, op. cit., s. 401. 46 Alfred Tovias, “The EU’s Mediterranean Policies under Pressure”, Mediterranean Politics II, der. Richard Gillespie, London, Pinter, 1994, s. 9.
19
Buna karşılık bazı yazarlara göre de, Global Akdeniz Politikası 1973’deki petrol
krizinden AET ülkelerinin zararlı çıkmaması için ortaya çıkan bir politika aracı
olarak görülmemelidir. Bu politika, petrol krizine karşı bir reaksiyon olarak
nitelendirilmemeli, aksine gelecekte Akdenizli ülkelerle kurulacak serbest ticaret
alanında ekonomik ve ticari ilişkileri düzenleyecek bir platform şeklinde
değerlendirilmelidir. Ancak, 1973 ylında İsrail ve Arap komşuları arasında patlak
veren Ekim Savaşı ve İsrail’i destekleyen AET ülkelerine petrol ambargosu47
uygulanması AET’nin Arap dünyasıyla olan siyasi ve ekonomik ilişkilerini gözden
geçirmesine sebep olmuştur. AET’de 1973 yılı Kasım ayında İsrail’e karşı
yayınladığı deklarasyonla İsrail’e işgal ettiği topraklardan geri çekilmesi yönünde
uyarıda bulunmuştur. Böylelikle, AET’nin Avrupa-Arap diyaloğuyla başlayan Arap
ülkelerine yönelik politikaları ılımlı bir yaklaşım sergilemiştir.48
Global Akdeniz Politikası’nın neden oluşturulduğu yönündeki tartışmaların
yanında bu politika bağlamında hangi girişimlerin yapıldığı da önem taşımaktadır.
Global Akdeniz Politikası’nın “çok taraflılık” ilkesine göre şekillendirilmek
istenmesi ancak bunun Akdenizli ülkelerle yapılan ikili anlaşmalar şeklinde
yürütüldüğü görülmektedir. AET bu politika kapsamında işbirliği anlaşmalarının iki
taraflılık özelliğini korumuştur. AET, Akdenizli ülkelerle başlayan bu kurumsal ilişki
modelini, Avrupa Komşuluk Politikası’nda da devam ettirecek, ilişkiler AB’nin
sınırlarını paylaştığı bir çok ülkenin yer aldığı, ancak ikili anlaşmalara göre ilişkilerin
devam ettiği bir süreç izleyecektir.
47 Hollada’ya petrol ambargosu uygulanmıştır. 48 Pienning, op. cit., s. 74.
20
Bunun yanında, AET’nin bazı Akdenizli ülkelerle yapılan işbirliği anlaşmaları
revizyona uğramış ve güncelleştirilmiştir.49 Örneğin, AET, İsrail’le 1964’de
imzaladığı tercihli ticaret anlaşmasını 1975 yılında serbest ticaret anlaşmasına
çevirmiştir. Cezayir, Ürdün ve Mısır gibi bazı Mağrip ve Maşrek ülkelerinin de AET
ile imzalamış oldukları işbirliği anlaşmaları 1976-77 yıllarında yenilenmiştir. Bu tür
yenilenen anlaşmalarla, örneğin, Mağrip ülkelerinden ihraç edilen şarap ve zeytin
gibi ürünlerin ihracatı artmıştır. Ancak, AET ve Akdenizli ülkeler arasındaki ticaret,
Akdenizli ülkelerin tarım ürünleri ihracatının tercihli tarifelere göre düzenlenmesi ve
AET ülkeleri tarafından tekstilde kotalar konulmasıyla Akdenizli ülkeler aleyhine
gelişmiştir.
Yine de Global Akdeniz Politikası’nın uygulandığı dönemde Akdenizli ülkelerin
AET ülkelerine ihracatı 1977 yılından 1988 yılına kadar 2.587 milyar ECU’den
13.444 milyar ECU’ye yükselmiştir. Bu politikanın sürdürüldüğü dönemde AET’nin
Ortak Tarım Politikası bağlamında aldığı korumacı tedbirler ve Akdenizli ülkelere
yapılan yetersiz mali yardımlar, AET’nin Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerle farklı türde
ortaklık ve işbirliği anlaşmaları imzalaması Global Akdeniz Politikası’nın başarılı
olma şansını azaltmıştır. Global Akdeniz Politikası’nın çok taraflı bir yapı içinde
Akdeniz ülkelerine yönelik ikili ve farklı türde anlaşmalar uygulaması bir ikili yapı
meydana getirmiş, bu da Akdeniz bölgesine yönelik kapsamlı tek bir politikanın
uygulanması yolunu kapatmıştır. Bu da, Topluluğun 1980 ve 1986 yıllarında
Akdeniz’e yönelik siyasi ve ekonomik girişimlerin azalmasına neden olmuştur.50
49 Pienning, op. cit., s. 73. 50 Biçer, op. cit., s. 402-403.
21
AET’nin Akdeniz’e yönelik politikalarının Akdenizli ülkelerle yapılan farklı
anlaşmalar ve Yunanistan, Türkiye, İspanya ve Portekiz gibi ülkelere AET’nin daha
tavizkar yaklaşımı AET içinde Akdenizli ülkelerin oluşturduğu bir genişleme
dalgasını beraberinde getirmiştir. AET’nin Yunanistan, İspanya ve Portekiz’i
kapsayan güney genişlemesi, bu ülkelere üyelik perspektifi verilerek siyasi ve
ekonomik olarak demokratikleşme süreçlerine ivme kazandırılması, AET’nin bu
Akdeniz ülkeleriyle ilişkilerini daha öncelikli ve ayrıcalıklı konuma getirmesini
sağlamıştır. AT, Güney genişlemesiyle liberal ve demokratik değerlerin bu ülkelerin
siyasal yaşamlarına yerleştirilmesi yolunda sivil güç özelliğini ön plana çıkarmış,
siyasi kriterleri, ekonomik kritelerin önüne geçirmiştir. Aynı zamanda bu güney
genişlemesi, AT’nin Tek Pazar hedefine ulaşma yolunda, AT içinde ekonomik
farklılıkları arttırmış, yeni üye olan ülkelerin mali açıdan büyük ölçüde
desteklenmeleri sorununu gündeme getirmiştir.51 Böylelikle, bu genişleme, AET
üyesi ülkelerle ve AET üyesi olmayan Akdeniz ülkeleri arasındaki ayrılığı birçok
yönden derinleştirirken, Akdeniz’in güvenliği bakımından AT içinde girişimlerin
artabileceği sinyalini vermiştir. 52
Öncelikle, güney genişlemesi, AET’nin Akdenizli ülkelerle ticaretini AET’ye
yeni üye olmuş Akdenizli ülkeler lehine çevirmiştir. Sadece tarım ürünlerinde değil,
sanayi ürünlerinde de Akdenizli ülkelerin benzer ürünleri AET ülkelerine ihraç
etmeleri AET’ye yeni üye olmuş Akdeniz ülkelerini avantajlı duruma getirmiştir.
AET’ye üye olmayan Akdeniz ülkelerinin AET ülkelerine ihracatlarında azalma
51 AT Güney Genişlemesiyle ilgili daha ayrıntılı bilgi için bakınız,Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türkiye, İstanbul, İMKB Yayınları, 1996 ve Cristopher Preston, Enlargement and Integration in the EU, London, Routledge, 1997. 52 Bicchi, op. cit., s. 7.
22
olmuştur.53 Bunun yanında AET tarafından 1988 yılında oluşturulan yapısal
fonlardan Güney Genişlemesinde yer alan ülkelerin yararlanması AET’ye üye
olmayan diğer Akdenizli ülkelerin AET’den sağlanan finansal yardımlardan düşük
seviyede yararlanmasına sebep olmuştur.54
AET, güney Akdenizli komşularını Topluluğa üye kabul etmekle aslında
Topluluk içinde bir takım ekonomik sorunların doğmasını da tetiklemiştir. Yeni üye
olan ülkelerin ekonomik, sosyal ve siyasi yönden gerekli liberal atılımları tam olarak
yapamamaları ve bölgesel kalkınma hızlarının diğer AET ülkeleri kadar olmaması,
bu ülkelerin diğer güçlü AET üyeleri tarafından Uyum Politikaları kapsamında
desteklenmeleri gereğini ortaya çıkarmıştır. Bu da otomatikman AET ülkelerinin
yeni üyeleri finansal açıdan güçlendirmeleri anlamına gelmektedir, çünkü AET’ye
göre, bölgesel farklılıklar ancak AET üyelerinin gelecekte kendileri için sağlam ve
AT normlarına göre şekillenen pazarlar olmasıyla azaltılabilirdi. Buna ek olarak,
AET ülkelerinin iş gücü ihtiyacını artık yeni üye olmuş Akdeniz ülkelerinden
karşılamaya başlamaları üye olmayan Akdeniz ülkelerinin göçmen işçi sayısını
düşürmüş, bu da Akdenizli ülkeleri olumsuz etkilemiştir.55
AET ile AET üyesi olmayan ülkeler arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri
olumsuz etkileyen diğer gelişmelere, AET’nin Lome Konvansiyonu56 çerçevesinde
Afrika Karayip Pasifik(AKP) ülkeleri ile ilerlettiği ilişkileri ve AET’nin Tek Pazar
53 Tovias, op. cit., s. 12. 54 Bicchi, op. cit., s. 7. 55 Biçer, op. cit., s. 404. 56 Daha fazla bilgi için bakınız, Martin Holland, The European Union and The Third World, The European Union Series, New York, Palgrave, 2002 ve Andrew Williams, EU Human Rights Policies, New York,Oxford University Press, 2004.
23
hedefine yoğunlaşması da örnek gösterilebilir. 1980 ve 1985 yıllarında Lome
Konvansiyonu’nda da değişiklikler yapılarak yeniden gözden geçirilmesi ve AKP
ülkelerine sağlanan mali yardımların ve ticari kolaylıkların arttırılması, Akdeniz
ülkelerinin aleyhine bir durum meydana getirmiştir.57 AET ile Akdeniz ülkeleri
arasındaki ilişkilerin yoğunluğunu azaltan önemli gelişmelerden birisi de AET’nin
kendi yapısı içinde Tek Pazarı gerçekleştirme hedefine odaklanmasıdır. AET’ye üye
olan ülkeler arasında malların, hizmetlerin, kişilerin ve sermayenin serbestçe
dolaştığı üye ülkeler arasında sınırların kaldırıldığı ortak bir Pazar kurmak için AET
çalışmalarını 1992 yılında tamamlamak üzere bu yöne doğru kaydırmıştır.58
Örneğin, Tek Pazar oluşturmayı amaçlayan AET ülkeleri topluluk içinde serbest
ticareti düzenleyen bir takım standartlar geliştirip, Topluluk dışından yapılan
ticaretin önüne engeller koymaya başlamıştır. Bu da Akdenizli ülkeler ve AET
ülkeleri arasındaki ticaret akışının hızını bir ölçüde düşürmüştür. Örneğin, İsrail,
ticarete getirilen bu standartlardan olumsuz etkilenen ülkelerden birisidir. Bu
ekonomik bütünleşme sonucunda, ortak politikalar ve mali araçlar meydana getirerek
AET üyesi ülkeler arasında dayanışmayı güçlendirmeyi kendine hedef edinen AET,
Akdenizli olan ülkelerle olan ilişkilerini bir anlamda daha ileri boyutlara
taşıyamamıştır.59
Sonuç olarak, AET’nin kendi politikalarından kaynaklanan problemler, AT’nin
tek Pazar oluşturma amacıyla kendi içinde yoğunlaştırdığı işbirliğini Akdeniz’li
57 Tovias, op. cit., s. 12. 58 Daha fazla bilgi için bakınız, Helen Wallace ve William Wallace, Policy-Making in the European Union, 4. B., UK, Oxford University Press, 2000. 59 Tovias, op. cit., s. 12.
24
ülkeleri de bu Tek Pazar’dan yararlandırma isteği ve Global Akdeniz Politikası’nın
Akdeniz’li ülkelerle kurulan ilişkilerde siyasi ve güvenlik boyutundan yoksun oluşu
buna paralel olarak komünist bloğun çökmesi ve ABD’nin Ortadoğu bölgesinde aktif
bir şekilde yer alarak politika üretmeye devam etmesi gibi uluslararası
konjonktürdeki gelişmeler AET’nin Akdenizli ülkelerle ekonomik ve ticari
ilişkilerini ilerletmesini öncelikli bir alan olarak gören geleneksel Akdeniz
Politikasını gözden geçirmesini sağlamıştır. Böylelikle, AET de 1990 yılında
Akdeniz bölgesine yönelik Yenilenmiş Akdeniz Politikası’nı uygulayacağını ifade
etmiştir.60
B. YENİLENMİŞ AKDENİZ POLİTİKASI(1990-1995)
Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Soğuk Savaş’ın yavaş yavaş sona ermesi AET
ülkelerini dış politikalarında farklı seçeneklerle karşı karşıya bırakmıştır. Doğu
Bloğunun çökmesiyle bu blok içinde yer alan Merkezi ve Doğu Avrupa
ülkeleri(MDAÜ) ile ilişkilerini güçlendirmeyi amaçlayan AT, Akdeniz ülkeleriyle de
ilişkilerini bozmayacak bir denge ortamı yaratmak istemiştir. İşte bu nedenden ötürü
AT, MDAÜ’lerin siyasi ve ekonomik yapılarının içine liberal değerleri monte
ederken, onların demokratikleşme süreçlerini hızlandırırken, diğer yandan da
Akdenizli ülkelerle ekonomik ve siyasi bağlarını diri tutacak yeni bir politika aracı
benimsemiştir. Akdenizli ülkelerle ilişkilerden sorumlu olan İspanyol Komisyoner
Abel Matutes, beş Kuzey Akdenizli AT üyesi ülkenin desteğini alarak Yenilenmiş
60 Biçer, op. cit., s. 404.
25
Akdeniz Politikası’nın hayata geçmesini önermiştir. Bu öneri, AT Bakanlar
Konseyi’nde 1990 yılının Aralık ayında kabul edilmiştir.
Her ne kadar AT ülkeleri için Akdeniz ülkelerinin stratejik değeri 1960 ve
1970’li yıllara göre çok değişmediyse de yine de AT ülkelerinin Akdeniz
bölgesindeki girişimlerinden kopmak gibi bir niyetleri yoktu. 1980’lerden sonra AT
ülkelerinin Arap petrolüne olan bağımlılıkları azaldıysa da Soğuk Savaş’tan sonra
Akdeniz’de farklı problemler boy göstermeye başlayacaktı ve bu problemlerin
çözümü için belki önceden olmayan kapsamlı bir AT-Akdeniz Ortaklığına ihtiyaç
duyulacaktı. Bu Avrupa-Akdeniz alanındaki sıkı işbirliğinin kapısı da Yenilenmiş
Akdeniz Politikası ile açılacaktı.61 Yenilenmiş Akdeniz Politikası’nın ne tür
özelliklere sahip olduğu incelendiğinde şu noktalar ön plana çıkmaktadır:
• Akdenizli ülkelerle yapılan anlaşmalar kapsamında AT ülkelerine yapılacak
tarım ürünleri ithalatına yönelik gümrük tarifeleri belli oranlarda
düşürülecektir.
• AT(AB) tarafından Akdenizli ülkelerin enerji, çevre, taşımacılık ve
telekomünikasyon gibi alanlarda karşılıklı bölgesel işbirliğini arttırmaları için
fon sağlanacaktır.
• Akdeniz ülkelerinde temel hak ve özgürlüklerin korunması, demokratik
değerlerin Akdenizli ülkelerin toplumsal yaşantılarında yerleşmesi için AT
tarafından çağrıda bulunulmuştur.
• AT ve Akdeniz ülkeleri arasında yapılacak olan yatay işbirliği kapsamında
çeşitli projeler yürütülecektir. Bu projelerin finansörü AT(AB) olacak ve bu
61 Tovias, op. cit., s. 13.
26
projeler şirketler, üniversiteler ve sivil toplum örgütleri işbirliğinde sanayi,
teknoloji ve sosyal içerikli konuları kapsayacaktır.62
• Bu dört özelliğin dışında Yenilenmiş Akdeniz Politikasının en önemli özelliği
IV. Mali Protokol çerçevesinde 1992-1996 yıllarını kapsayacak Akdenizli
ülkelere yapılacak mali yardımların arttırılmasıdır. IV. Mali Protokol’le
birlikte mali yardımlar % 47 arttırılarak, 1.618 milyar ECU’den 2.375 milyar
ECU’ye çıkmıştır. Buna ek olarak, 2.030 milyar ECU’de yatay işbirliği
projelerinde kullanılacaktı. Ayrıca, 600 milyar ECU’de 1991 yılında
gerçekleşen Körfez Savaşı’ndan olumsuz etkilenen ülkelere özel yardım
paketi altında dağıtılmıştır. Ürdün, Mısır, Türkiye ve İsrail bu yardım
paketinden yararlanan ülkeler arasındadır.63
Yenilenmiş Akdeniz Politikası beraberinde Akdeniz ülkelerine Global Akdeniz
Politikası’nda sağlanan finansal ve teknik yardımlardan fazlasını getiriyor gibi
görünse de Akdeniz ülkelerinin aldığı yardımların miktarı Doğu Avrupa ülkelerinin
aldıkları yardım miktarından azdır. Örneğin, Topluluğun, Akdeniz ülkeleri için
ayırdığı mali yardım miktarı 4314 milyon Euro iken, 1990-2000 yılları arasında
Topluluğun MDAÜ’lere sağladığı mali yardım miktarı ise 11,881 milyon Euro’dür.64
Buna ek olarak, AT(AB) ülkeleri ve Akdeniz ülkeleri arasındaki tarım ticaretinde de
Akdenizli ülkeler AT ülkelerinden istedikleri gümrük tarifelerinin düşürülmesiyle
ilgili tavizleri alamamışlardır.65
62 Biçer, op. cit., s. 405-406. 63 Tovias, op. cit., s. 13. 64 Karen Smith, European Union Foreign Policy in a Changing World, UK, Polity Press, 2004. s. 87. 65 Tovias, op. cit., s. 14.
27
Buna karşılık, ticari ve ekonomik ilişkilerin yanında Yenilenmiş Akdeniz
Politikası AT(AB)-Akdeniz ilişkilerinin siyasi ve sosyal boyutunu ön plana çıkaran
konulara ağırlıklı olarak değinmiştir. Örneğin, 1992 yılını takiben Komisyon,
Topluluk ile Mağrip ülkelerinin ilişkilerini ilerletmeyi amaçlayan bu konuda bir
bölgesel çerçevenin çizilmesini ifade eden bir tebliğ yayınlamıştır. Bu tebliğin
ardından 1992 yılının Haziran ayında Lizbon Zirvesi’nde Mağrip ülkelerinin AB’nin
yeni Ortak Dış ve Güvenlik Politikası kapsamında coğrafik olarak AB ülkelerinin
ortak ilgi alanı içinde yer aldığı deklare edilmiştir. Bu örneğe ek olarak, AB’nin
Ortadoğu Barış Süreci için yapacağı girişimler de Komisyon tarafından yayınlanan
iki ayrı belgede dile getirilmiştir.66
Yenilenmiş Akdeniz Politikası’nda kabul edilen ilkeler ışığında siyasi bir kimliği
olan AB, Akdenizli ülkelerle oluşturulacak barış ve istikrar projesinin temellerini
atmaya çalışmıştır. 1995 yılında kurulacak olan Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’ndan önce
AB, Akdeniz havzasının Topluluk için stratejik öneme sahip bir alan olduğunu bu
politikayla bir kere daha göstermiştir. Avrupa Komisyonu’na göre Akdenizli ülkeler
arasındaki uyuşmazlıkların çözümünü kolaylaştırmak ve bu ülkeler arasındaki
sorunlara güven inşa edici tedbirler alarak yaklaşmak için AB’nin Akdeniz
ülkeleriyle siyasi diyaloğunu geliştirmesi şarttır. Bu diyaloğun ilerletilmesi için de
AB ülkeleri, Akdeniz ülkelerinde insan haklarının korunması, demokrasi ve iyi
yönetişim ilkelerinin bu toplumların siyasi ve sosyo-kültürel yapılarının içine
66 Pienning, op. cit., s. 79.’dan Commission Document COM(93) 375, 8 September 1993 ve Commission Document COM(93) 458, 29 September 1993.
28
yerleştirilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.67 Ayrıca, bu diyalog Akdeniz
bölgesindeki güvenlik meselelerini de kapsayacaktır.
II. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ AVRUPA GÜVENLİK KÜLTÜRÜ VE
AVRUPA-AKDENİZ İŞBİRLİĞİNİN AKDENİZ GÜVENLİĞİNE
ETKİLERİ
AT(AB)’nin 1960’lı yıllara uzanan Akdeniz politikasında güvenlik
sorunlarıyla ilgili çözümlerin AT’deki bireysel ülkeler nezdinde veya AT ülkelerinin
katıldığı başka uluslararası örgütlerin oluşturduğu platformlarda tartışılması, AT’nin
Akdeniz’in güvenliği ile ilgili sorunları kendi kurumsal mekanizması içinde
tartışmasını bir anlamda engellemiştir. Bunun yanında her ne kadar AT üyeleri
Topluluğun siyasi bir birlik olma yolundaki girişimlerini desteklese de Akdeniz
bölgesinin güvenliğiyle ilgili meseleler daha çok 1990’lardan sonra AT(AB)
gündemini meşgul etmeye başlamıştır. Ama şu bir gerçek ki, AT’nin Akdeniz
Politikası’nın güvenlik boyutunun 1995 yılından sonra ayrıntılı bir şekilde ele alması,
1990’dan önce AT ülkelerinin Akdeniz’deki güvenlik meselelerini göz ardı etmeleri
anlamına gelmemektedir. Bu nedenlerden dolayı, eğer AB’nin günümüz Akdeniz
politikasındaki güvenlik meselelerine bakışını doğru bir şekilde analiz etmek
istiyorsak Soğuk Savaş döneminde Avrupa’nın nasıl bir güvenlik kültürü oluşturduğu
ve Avrupa-Akdeniz işbirliğinin Avrupa Güvenlik Kültürü üzerinde ne tür etkiler
doğurduğunu incelemek gereklidir.
67 Pienning, op. cit., s. 80.
29
Ülkelerin güvenlik problemleriyle ilgili algılamaları ve dış güvenlik
ilişkilerini yönetmeleri bir anlamda o ülkelerin siyasi kültürlerine ve siyasi
liderlerinin görüşlerine bağlıdır. Ülkelerin güvenlik kültürü de, ülkelerin güvenlik
sorunlarının çözümündeki geçmiş deneyimlerden yola çıkılarak güvenlik
politikalarıyla ilgili alınan ülke kararları olarak açıklanabilir. Ülkelerin güvenlik
problemleriyle ilgili geçirdiği deneyimler, paylaşılmış gelenekler, inançlar ve
semboller o ülkelerin siyasi ve sosyal değerleriyle birleşince ülkelerin güvenlik
kültürleri meydana gelmekte ve hükümet politikaları çeşitli güvenlik
enstrümanlarıyla şekillenmektedir. Buna ek olarak, ülkelerin güvenlik kültürlerinin
oluşumunda ülkelerin hangi jeopolitik konuma sahip olduğu da büyük önem
taşımaktadır. Ülkelerin hangi devletlerle sınır komşusu olduğu, bölgenin geleceğini
hangi ülkelerinin kararlarının etkileyeceği kuşkusuz güvenlikle ilgili politikaların
oluşumunda ana etkenler olarak gösterilebilir.
Soğuk Savaş döneminde Avrupa Güvenlik Kültürü de bu verilen bilgiler ışığında
üç geçmiş deneyim etrafında şekillenmektedir. Bu deneyimler;
• Soğuk Savaş döneminde kitle imha silahlarının(KİS) yayılmasını önleyen
anlaşmalar ve nükleer caydırıcılık stratejisi,
• İşbirliğine dayanan geniş güvenlik mekanizmalarını oluşturan Helsinki Süreci
ve ülkeler arasında güvenlik alanında işbirliğini geliştirmeyi amaçlayan
kurumların oluşturulması,
30
• Ülkelerin KİS’lerin yayılmasına karşı geliştirdiği ulusal ve çok taraflı
savunma politikaları şeklinde sıralanabilir.68
Avrupa Güvenlik Kültürü, 1970’lerde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Konferansı(AGİK) çerçevesinde ülkeler arasında müzakere sürecinin adım adım
ilerletilmesiyle güven inşa edici tedbirleri ülkelerin güvenlik politikalarına
yerleştirmeyi amaçlamıştır.69 Avrupa Güvenlik Kültürü, yukarıda sayılan deneyimler
etrafında şekillenirken, Soğuk Savaş sonrası AB güvenlik kültüründen belirli
çizgilerle ayrılmaktadır. Bu çizgiler, AB’nin ODGP’sini ve AGSP’sini oluşturan
girişimleri ve uluslararası çevrede değişen güvenlik tehditleri sonucunda AB’nin
güvenlik alanında oluşturduğu yeni güvenlik politikalarıdır.70 Avrupa ülkeleri Soğuk
Savaş yıllarında Doğu-Batı arasında olası bir nükleer savaş riskini en aza indirmek
için güvenlik ve savunma politikalarını aralarında oluşturdukları örgütler vasıtasıyla
yürütmeye çalışmışlardır. Karşılıklı bloklar arasındaki caydırıcı politikalar o dönem
itibariyle güvenlik tehditlerinin sınırlarını daraltmış, farklı güvenlik problemlerinin
uluslararası arenaya hakim olmasını önlemiştir.71
1960-1990 yılları arasını kapsayan Soğuk Savaş döneminde tohumları yeni atılan
AET’de üye ülkeler, ekonomik ve siyasi hedeflerinin yanında Avrupa güvenliği
üzerine olan endişelerini de farklı platformlarda dile getirmekteydiler. O dönem
68 Fulvio Attina, “Security Cooperation at the regional level: from opposed military alliances to security partnerships. Is the Mediterranean Region on the right track?”, Jean Monnet Working Paper, No. 45 (Ekim 2002), s. 22. 69 Stefania Panebianco ve Fulvio Attina, “Security Cooperation in the Mediterranean: EMP Instruments to Mitigate Divergent Security Perceptions,” EuroMesco Papers, (Temmuz 2004), s. 9. <http://www.euromesco.net/imgupload/paperattinapanebianco.pdf> (04.04.2005). 70 AB’nin değişen güvenlik politikaları Tez’in III. Bölümde ayrıntılı şekilde ele alınacaktır. 71 Attina, op. cit., s. 22.
31
itibariyle Doğu Bloğu’ndan gelebilecek askeri saldırıların önlenmesi için Batı İttifakı
tarafından kurulan NATO çerçevesinde ve de Avrupa’da yer alan devletler arasında
siyasi ve güvenlikle ilgili meselelerin görüşüldüğü, Batı-Doğu Avrupa
yakınlaşmasını hedefleyen AGİK çerçevesinde AET ülkeleri, Avrupa güvenliği ile
ilgili politikalar üretiyorlardı.
Buna ek olarak, her ne kadar NATO ve AGİK kadar etkili değilse de AT içinde
güvenlikle ilgili meselerinin görüşüldüğü ve tartışıldığı Batı Avrupa Birliği(BAB)’de
AET ülkelerinin Avrupa güvenliğiyle ilgili sorunların çözümünde başvurduğu bir
organ olmuştur. Bir anlamda, AET ülkeleri Avrupa güvenlik kültürünü bölgesel
güvenlik ortaklığı üzerine inşa ediyordu. Bölgesel güvenlik ortaklığı, aynı bölge
içinde yer alan ülkelerin bölgedeki uyuşmazlıkların çözümünde farklı boyutlu
tehditlerin azaltılmasında bir işbirliği alanı yaratılması şeklinde tanımlanabilir.
Ülkeler bu işbirliği alanını uluslararası güvenlik örgütleri kurarak ve de uluslararası
anlaşmalar imzalayarak oluşturuyorlardı.72
Avrupa Güvenlik Kültürünün köşe taşlarından birisi hiç kuşkusuz bölgede
Avrupa ülkeleri arasında işbirliğini geliştiren 1975 yılında Helsinki
Konvansiyonu’yla kurulan AGİK’dir. AGİK, Avrupa güvenlik sisteminin yapı
taşlarından birisi ve Avrupalı devletlerin uluslararası siyasi ve güvenlikle ilgili
meseleleri tartıştığı bölgesel güvenlik ortaklığı formatında kurulan uluslararası bir
forumdu. AET’de yer alan ülkeler ve de AET içinde yer almayan diğer Avrupalı
ülkeler güvenlikle ilgili politikalarını bölgesel ortaklık fikri üzerine kurulan AGİK
72 Attina, op. cit., s. 13.
32
üzerinden yürütmeye başlamışlardır. İleride Avrupa-Akdeniz Ortaklığını kuracak
olan Barselona Sürecine de model oluşturacak olan AGİK’nin Avrupa Güvenlik
Kültürüne geniş, kapsayıcı bir güvenlik tanımı getirmesiyle askeri olmayan güvenlik
özellikleri de Avrupa Güvenlik Kültürünün içine yerleştirilmiştir.
Bu özellikler, uluslararası güvenliği inşa eden tedbirler altında ekonomik,
çevresel, siyasi ve insani faktörlerdir. Avrupalı devletler AGİK platformunda
AGİK’e üye olan ülkelerin güvenlikle ilgili politikalarında askeri tedbirler
gerektirmeyen eylemlerin öncelikle uygulanacağını belirtmişlerdir. Ayrıca, Avrupa
Güvenlik Kültürüne göre, uluslararası barışın sağlanması bir anlamda bölgesel
ortaklık içinde yer alan bütün ülkelerin iç dinamiklerine de bağladır. Bu dinamikler,
bütün ülkelerde adalet, hukukun üstünlüğü, demokrasinin, bağımsız sivil bir
toplumun, çoğulculuğun, insan haklarının ve piyasa ekonomisinin hayata
geçirilmesidir.73 İşte, AET üyesi olan ülkeler de güvenlik politikalarında çevre
ülkelerle kurulacak güçlü işbirliği ilişkilerini AGİK kapsamında ilerletmeye
başlamış; ancak, kendi kurumsal çatısı altında da üye ülkelerin bireysel girişimleri
vasıtasıyla Akdeniz gibi önemli bir bölgeye politika ataklarına girişmişlerdir.
Soğuk Savaş yıllarını kapsayan dönemde, Akdeniz bölgesinde güvenli bir istikrar
alanı oluşturulmasında AET içindeki bireysel ülkelerin çabaları dikkatle
incelenmelidir. Ancak, Akdeniz Bölgesinin güvenliğiyle ilgili atılan adımlar AGİK
içinde oluşturulan planlar etrafında bireysel ülkeler tarafından yapılmaya
çalışılmıştır. Akdeniz diplomasisindeki bu önemli adımlardan bir tanesi 1975
73 Attina, op. cit., s. 23.
33
yılındaki AGİK bünyesinde kabul edilen Helsinki Nihai Senedi’ne Akdeniz’deki
Güvenlik ve İşbirliği ile ilgili sorunlarla ilgili özel bir bölüm eklenmesidir. Bu
bölümde Helsinki Nihai Senedi’ne katılan devletler Akdeniz’de iyi komşuluk
ilişkilerinin geliştirilmesini ve birçok alanda karşılıklı avantaj sağlayan işbirliği
modelinin teşvik edilmesini beyan etmişlerdir.74
Akdeniz’de bir işbirliği platformu kurulmasını destekleyen bu girişim, dönemin
Malta Başbakanı Dom Mintoff tarafından “Avrupa’nın güvenliğinin Akdeniz’deki
güvenlikten ayrılmayacağı” şeklinde ifade edilmiştir.75 AGİK bünyesinde Akdeniz
bölgesine yönelik ekonomik, bilim, kültür ve çevre konularında uzmanların katıldığı
toplantıların 1979 yılında Valletta’da, 1984 yılında Venedik’te ve 1990 yılında
Palma di Mallorca’da organize edilmesi, Helsinki sürecinin Akdeniz boyutunun bir
gölge diyaloğuna dönüşmesini sağlamıştır.76
AGİK dışında Akdeniz’e yönelik girişimlerin katılım ve içerik bakımından sınırlı
kaldığı diğer bir örnek 1972 yılında Valetta’da toplanan İtalya, Libya, Malta ve
Tunus devletlerinin Dış İşleri Bakanları toplantısıdır. Bu toplantının amacı,
Akdenizli dört ülkenin telekomünikasyon, turizm, balıkçılık, tarım, çevre ve ticaret
alanlarında işbirliği hedeflerinin açık ve net bir şekilde ortaya koymalarıdır. Bu
toplantı, Akdenizli ülkelerle olan ilişkilerin birçok farklı sektörü kapsayacak şekilde
çok taraflı olarak ilk defa masaya yatırılması açısından önem taşımaktadır. Aynı yıl
bu toplantıyı takipen dönemin İtalya Dış İşleri Bakanı Aldo Moro’nun Akdeniz’de
güvenlik ve işbirliği için ayrı bir konferans düzenlemesini öneren bir teklifi vardı, 74 “Helsinki Final Act”, <http://www.osce.org/documents/mcs/1975/08/4044_en.pdf> (12.11.2006). 75 Bin, op. cit., s. 2. 76 Bin, op. cit., s. 2.
34
ancak bu teklifin hayata geçemesi için 1990 yılındaki Palma di Mallorca toplantısının
yapılması gerekiyordu.77
1990 yılının Eylül ayında Palma di Mallarco’da Akdeniz havzasına yönelik çevre
problemlerinin tartışılması için AGİK tarafından yapılan toplantı çağrısı üzerine
İtalyan ve İspanyol Dış İşleri Bakanları Akdeniz’de Güvenlik ve İşbirliği Konferansı
adıyla Akdeniz Bölgesine yönelik uluslararası bir organizasyon kurulmasını teklif
etmişlerdir. Akdeniz Güvenlik ve İşbirliği Konferansı(CSCM) adıyla oluşturulacak
bu konferans, AGİK modeli baz alınarak şekillenecek, siyasi, ekonomik ve kültürel
politikaların bölgesel seviyede tartışılacağı ve Akdeniz’i çevreleyen çeşitli jeo-politik
grupların kollektif güvenlik anlayışı temelinde diplomasi faaliyetlerini yürütecekleri
çok taraflı bir platform olacaktı. Akdeniz’de bir CSCM kurulmasına yönelik olan
İspanya ve İtalya’nın bu teklifi, Akdenizli ülkeler arasında güvenlik alanında işbirliği
anlaşmalarının imzalanmasını da kapsıyordu. Örneğin, İspanya ve Fas arasında hava
savunma sistemleriyle ilgili bir anlaşma imzalanmıştır.78
CSCM projesinin amacı, Akdeniz bölgesinde istikrarlı bir bölgesel işbirliği
sistemi kurmaktı. Bu projenin amaçları güvenlik, ekonomik işbirliği ve insan hakları
alanlarındaki problemleri en aza indirmekti. CSCM projesi kapsamında katılımcı
ülkeler birbirlerinin toprak bütünlüğüne saygı gösterecekler, bölgesel ekonomik
kalkınma programlarına yardım edecekler, güç kullanımına ve silahlanma
programlarına karşı çıkacaklar ve de Akdenizli ülkeler arasında kültürel ve dini
77 Bin, op. cit., s. 3. 78 Bin, op. cit., s. 4.
35
konularda hoşgörü yaratacak politikalar uygulayacaklardı.79 CSCM’ye taraf olacak
jeo-politik grupların içinde AT üyeleri, Balkan ülkeleri, Mağrip, Maşrek ve Arap
ülkeleri, Sovyetler Birliği ve ABD yer alacaktı. Ancak, İspanyol ve İtalyan Dış İşleri
Bakanlarının bu siyasi projeleri bazı çevrelerce eleştiri yağmuruna tutulmuş, AGİK
modelinin CSCM’ye nasıl uyarlanacağı ve birçok ülkenin bu organizasyona
katılımının ne tür sonuçlar doğuracağı üzerine şüpheler oluşmuştu.80
AGİK, Doğu-Batı çekişmesinin arkasında bıraktığı derin sosyo-kültürel ve siyasi
çatlakları kapatacak kollektif politikaları uygulayabilecek kapasiteyi elinde tutarken,
CSCM yüksek seviyede istikrarsızlığın kol gezdiği bir bölgede birbirinden farklı
karmaşık problemlerin üstesinden gelemezdi. Bu yüzden, CSCM oluşturulması
teklifi bir süre için AT ülkelerinin gündeminden rafa kalkmıştır. Ancak, bu teklifin
rafa kalkması, Fransa’nın Akdeniz’e yönelik yeni bir girişim projesini hayata
geçirmek istemesinin önüne geçememiştir. 1983 yılında dönemin Fransa Başkanı
Mitterand tarafından ortaya atılan Batı Akdenizli ülkelerin bir forum oluşturması
yönündeki teklifi 1990 yılında Roma’da dokuz Akdenizli ülkenin Dış İşleri
Bakanının toplantısında tartışılmıştır.
Bu “4+5” teklifi Malta’nın da dahil edilmesiyle “5+5” teklifi şeklini almıştır. Bu
teklif, İspanya, Fransa, İtalya, Portekiz ve Malta ile Kuzey Afrika ülkelerinden
Tunus, Cezayir, Fas, Moritanya ve Libya’yı bir araya getirmeyi amaçlamıştır. Bu
formun asıl amacı, BAB ve NATO dışında Akdeniz’deki bölgesel güvenlik
sorunlarına çözüm bulunacak bir çerçeve belirlemekti. Aynı zamanda bu “5+5” 79 George Joffe, “The EU and The Magreb”, Mediterranean Politics II, der. Richard Gillespie, London, Pinter,1994, s. 29. 80 Bin, op. cit. s. 4.
36
teklifi, Akdeniz bölgesinde göç ve ekonomik kalkınma gibi ortak meselelerin
tartışılacağı bir forum oluşturmak için ortaya atılmıştı. Ancak, “5+5” grubu, Akdeniz
bölgesindeki Cezayir Krizi, Körfez Savaşı, Lockerbie Davası gibi çeşitli
problemlerden ötürü gerekli atılımları yapamamış, bakanlık düzeyinde sınırlı sayıda
toplantının yapılmasından öteye gidememiştir.81
Sonuç olarak, Fransa’nın Akdeniz’de bir forum oluşturulması fikri Akdenizli
ülkeler arasındaki işbirliği sürecine yeni bir hareketlilik getirmemiştir. Buna ek
olarak, Avrupa’da AGİK-AGİT dönüşümü yaşandıktan sonra Akdeniz’in güvenliği
ile ilgili meseleler daha da önem kazandıktan sonra AGİT, Akdeniz’le ilgili
uygulanacak politikalara eskisi gibi sıcak bakmamıştır. 1994 yılındaki Budapeşte
Girişimi’ne beş Akdeniz ülkesi gözlemci statüsü ile davet edilmiş, Akdeniz’le ilgili
meselelerin tartışılacağı toplantılara katılmışlardır. Bu girişim de Akdeniz’le ilgili
güven inşa edici tedbirlerin kısıtlı olduğunu göstermiştir.82
Fransa’nın Akdenizde bir forum oluşturulmasına yönelik teklifini takiben, yeni
bir teklif de 1994 yılında Mısır Başkanı Hüsnü Mübarek’den gelmiştir. Bu teklif bir
anlamda Körfez Savaşı sonrası Mısır’ın yeni dış politikasında Akdeniz ağırlıklı bir
politika izlemek istemesinin bir dışa vurumuydı. Mısır’ın Akdeniz’de “Diyalog ve
İşbirliği Formu” teklifi birçok Akdenizli ülke ve yabancı çevreler tarafından olumlu
karşılanmış, Akdeniz’e kıyısı olan on ülkenin Dış İşleri bakanları 1994 yılının
Temmuz ayında Alexandria’da toplanmışlardır. Toplantıya katılan Cezayir, Mısır,
Fas, Fransa, Yunanistan, Italya, Portekiz, İspanya, Tunus ve Türkiye temsilcileri 81 Joffe, op. cit., s. 29. 82 Dominich Fenech, “European Security Structures and the Mediterranean”, THE EURO-MEDİTERRANEAN PARTNERSHİP, der. Richard Gillespie, UK, Frank Cass, 1997, s. 172.
37
bölgesel anlamda işbirliğini geliştireceklerini beyan eden bir belge kabul etmişler, ve
AT üyeleri de bu işbiriğinin ileride AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile
uyumlu hareket edeceğini ifade etmişlerdir.83
Bu girişimler, siyasi birlik yönünü kuvvetlendirmeye başlayan AB’de Avrupa-
Akdeniz diyaloğunun güçlü diplomatik araçlarla devam ettirileceğinin sinyallerini
vermekteydi. Bu diyalogda, hiç kuşkusuz güvenlik sorunlarının çözümü gündemin
ilk maddeleri arasında yer alıyordu. Sonuç olarak, Avrupalı devletler AGİK
bünyesinde Akdeniz’de güven inşa edici tedbirleri uygulamak istemiş ve uluslararası
topluma barış, demokrasi ve özgürlük gibi evrensel değerlerin hakim olması için
gayret göstermişlerdir.
Akdeniz’i ikiye bölen bağlantı noktaları, bir çok devletin askeri ilgi alanı içinde
yer almaktadır. Örneğin, Cebelitarık, Türkiye’deki boğazlar, Sicilya, Malta, Kartaca,
ve Girit gibi stratejik noktalar uzun yıllardan beri askeri hedeflerce izlenmektedir.
Akdeniz her zaman için iletişimin, ticaretin, göçün ve askeri seferlerin odak noktası
olmuştur. Bu nedenden ötürü, AET ülkeleri de dönemin konjonktürel yapısı içinde
Akdeniz Bölgesinin güvenliği üzerine çeşitli politikalar yürütmüşlerdir.84 Bu
politikalar da Avrupa Siyasi İşbirliği(ASİ) çerçevesinde yürütülmeye çalışılmıştır.
Ancak, ASİ’yi ayrıntılı bir şekilde incelemeye başlamadan önce, AET’nin savunma
konularından sorumlu organı olan BAB’a ve BAB çerçevesinde Akdeniz’le ilgili ne
tür düzenlemelerin yapıldığına bakılmalıdır.
83 Bin, op. cit., s. 6. 84 Ewan Anderson ve Dominic Fenech , “New Dimemsions in Mediterranean Security,” Mediterranean Politics I, der. Richard Gillespie, London, Pinter,1994, s. 14.
38
BAB’ı ve BAB’ın faaliyetlerini kısaca tanımlamak gerekirse, BAB, Soğuk
Savaş döneminde Avrupa’nın savunmasıyla ilgilenen kurumlardan biriydi. BAB,
Batı Avrupa’da yer alan ülkelerden her hangi birinin maruz kaldığı bir tehdite karşı
Batı Avrupa ülkelerinin birlikte mücadelesini kuvvetlendirmek için kurulmuştu. Batı
Avrupa Birliği, 17 Mart 1948 yılında Brüksel Antlaşması ile kurulmuş, ancak 23
Ekim 1954 yılında Paris’de imzalanan Protokol’le Brüksel Antlaşması’na bazı
değişiklikler getirilmiştir. Yapılan değişiklikler Federal Almanya ve İtalya’nın birliğe
katılımlarını sağlamıştır. Soğuk Savaş döneminde Federal Almanya’nın Atlantik
İttifakına dahil edilmesi, Batı Avrupa ülkeleri arasında KİS’lerle ilgili güven inşa
edici tedbirlerin alınması ve Avrupa savunmasının güçlendirilmesi BAB’ın amaçları
arasındaydı.85
BAB çerçevesinde yapılan toplantılarda 27 Ekim 1984 tarihli Roma
Deklarasyonu ve 27 Ekim 1984 tarihli Lahey Platformu Kararı BAB’ın
faaliyetlerinin geliştirilmesi ve Batı Avrupa ülkelerinin savunmasında BAB’ın
fonksiyonunun genişletilmesine yönelikti. Bu gelişmeler ışığında BAB, 1987-1988
yıllarındaki Irak-İran savaşında ilk operasyonel faaliyetini Körfez Bölgesi’ni
mayınlardan temizleyerek, güvenli deniz yolu ulaşımının sağlanmasına yardımcı
olmuştur.86
BAB, daha sonra Yugoslavya Krizi’nin çözümlenmesinde NATO
kuvvetlerine de destek olmuş, operasyonlarda aktif görev almıştır. 1995 yılının
85 Anthony Forster ve William Wallace, “Common Foreign and Security Policy From Shadow to Substance”, Policy-Making in the European Union, der. Helen Wallace ve William Wallace, 4. B., New York, Oxford University Press, 2000, s. 463. 86 History of WEU, <http://www.weu.int> (05.05.2006).
39
Mayıs ayında Lizbon Zirvesinde BAB Akdeniz Grubu’nun üyesi olan İspanya,
Portekiz, Fransa ve İtalya gibi ülkeler Akdeniz’de kara ve deniz operasyonlarında
kullanılacak acil müdahale gücü oluşturulmasını istemişlerdir. AB’nin Akdenizli
ortaklarının bu girişimi, BAB’ın Akdeniz bölgesinin güvenliğine yönelik
politikalarda kapsamlı ve operasyonel olması gerektiğini belirtmekteydi.87 Ancak,
Akdeniz Bölgesine yönelik girişimlerde BAB aktif olarak görev almamış sadece
Parlamenter organları tarafından yayınladığı deklarasyonlar vasıtasıyla Akdeniz
bölgesinin güvenliğini tehdit eden ilgili devletleri uyarmıştır.88 BAB’ın bu sınırlı
gücü Soğuk Savaş dönemi itibariyle var olan uluslararası konjonktür ve AT
ülkelerinin güvenlik ve savunma konusunda henüz tam olarak ortak bir zeminde
buluşmada güçlük çekmeleridir.
BAB’ın Akdeniz bölgesine yönelik sınırlı güvenlik politikalarının yanında,
AET ülkelerinin Akdeniz bölgesinin güvenliği için uyguladığı politika araçlarından
birisi de ASİ’dir. 1971’de altı AET ülkesi hükümetlerarası işbirliği prosedürüne
dayanan, ancak Topluluk çerçevesinden ayrı olan, üye ülkelerin dış ilişkiler birimleri
arasındaki işbirliğini ilerletmek amacıyla oluşturulan ASİ, AET’nin karşılaştığı
uluslararası sorunlara çözüm bulmayı hedefliyordu. ASİ’nin kararları, Avrupa Adalet
Divanı’nın denetim yetkisi içinde değildi.89 ASİ’nin amaçları Luxemburg
Raporu’nda AET üyesi ülkelerin karşılaştıkları siyasi ve güvenlikle ilgili uluslararası
sorunlara karşı birlikte mücadele etmek, karşılıklı anlayış temelinde ortak
pozisyonlar belirlemek olarak tanımlanmıştır. Bu oluşum, AET üyeleri arasında dış
politika alanında birlik ve beraberliği güçlendirerek üye ülkeler arasında bilgi akışını 87 Fenech, op. cit., s. 168. 88 Bin, op. cit., s. 8. 89 Smith, op. cit., 30.
40
sağlamak için hayata geçirilmiştir. O dönem itibariyle de Akdeniz ve Ortadoğu
Bölgesindeki güvenlikle ilgili problemlerin çözümlenmesi ASİ’nin ana hedeflerinden
biri olmuştur.90
ASİ’nin toplantılarında 1970’lerde Kıbrıs üzerinde Türk-Yunan uyuşmazlığı
üzerine Dış İşleri Bakanlarının deklarasyonlarını, İspanya ve Portekiz’de yaşanan
devrim hareketleri sonucunda bu ülkelerdeki siyasi gelişmeler ve de Ortadoğu’daki
güvenlik sorunları gibi konuların üzerinde durulmuştur. ASİ bünyesinde yapılan
çeşitli görüşmelerde 1980 yılına kadar AET üyesi ülkelerin Dış İşleri Bakanları
Ortadoğu Sorunu’nun çözümünde bölgede Arap ve İsrail çıkarlarını dengeleyecek
çözümler üreten ortak pozisyon belgeleri kabul etmişlerdir. 13 Haziran 1980 yılında
AT Bakanlar Konseyi tarafından yayınlanan Venedik Deklarasyonu, dokuz AT
üyesinin Ortadoğu Bölgesinde uzun soluklu bir barış ortamının oluşturulmasında
aktif bir rol üstleneceğini göstermiştir. Venedik Deklarasyon, İsrail ve Filistin’in
güvenliğini garanti altına alan ve Filistin halkının yasal haklarını tanıyan
düzenlemeleri içermekteydi. Ayrıca, bu deklarasyon gelecekteki müzakerelerde
Filistin Özerk Yönetimi’nin katılımının gerekebileceğini vurgulamaktaydı. ASİ’nin
bundan sonraki deklarasyonları, 1980 yılındaki Irak-İran Savaşını, Suriye ve
Ürdün’ün bu savaştaki rolleri ayrıca Türkiye’de yaşanan 1980 Darbesinin Türk
siyasal yaşamına etkilerini kapsamaktaydı.91
Ancak birçok araştırmacıya göre, ASİ 1970-1980 yılları boyunca her ne kadar
Ortadoğu’da, İspanya’da, Portekiz’de, Türkiye’de ve Kıbrıs’daki siyasi gelişmeleri
90 Regelsberger ve Wessels, op. cit., s. 242. 91 Regelsberger ve Wessels, op. cit., s. 242-243.
41
etkilemeye çalıştıysa da AT’nin kendi siyasi yapısından kaynaklanan problemlerden
ötürü ASİ’nin Akdeniz bölgesinin güvenliğinin ve istikrarının sağlanmasındaki
enstrümanları sınırlı kalmıştır.92 1974 yılında resmi şekilde hayata geçen Avrupa-
Arap Diyaloğu da Akdeniz güvenliğinin istikrarlı bir şekilde geliştirilmesine çok
yardımcı olamamıştır çünkü enerji güvenliği gibi önemli konular bu diyalog
sürecinin dışında bırakılmıştır.93 Avrupa-Arap Diyaloğu kapsamında yapılan
toplantılarda daha çok ekonomik, sosyal ve kültürel meselelere yönelik tartışmalar
yapılmıştır. Ayrıca, bu toplantılarda Filistin Özerk Yönetimi’nin rolü, İsrail’in
politikaları gibi siyasi sorunlara mı yoksa Arap ülkelerinin karşılaştığı ekonomik ve
teknik meselelere mi odaklanılacağı üzerine ikilemler yaşanmıştır.94
NATO’nun Akdeniz’in güvenliği üzerine uygulanan politikalarda nasıl bir
görüntü çizdiğine baktığımızda, NATO’nun Soğuk Savaş dönemi boyunca Akdeniz
ülkeleriyle olan diyaloğunu somut bir zeminde başlatmadığını görmekteyiz.
Uluslararası tehditlerin boyut değiştirmesiyle Akdeniz farklı şekilde önem kazanmış
ve NATO’da Akdeniz Diyaloğu’nu resmi olarak 1994 yılında başlatmıştır. Avrupa-
Akdeniz Ortaklığı ve AGİT’in Akdeniz Girişimi ile desteklenen NATO-Akdeniz
Diyaloğu’nun amacı bölgesel güvenlik ve istikrarı sağlamak ve de NATO üyesi
olmayan Akdeniz ülkeleriyle karşılıklı anlayışı ilerletmekti.95
92 Regelsberger ve Wessels, op. cit., s. 246. 93 Regelsberger ve Wessels, op. cit., s. 243. 94 Pienning, op. cit., s. 74. 95 NATO-Mediterranean Dialogue, <http://www.nato.int/med-dial/home.htm> (05.05.2006).
42
NATO, Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenliğinde etkili enstrümanlar
kullanarak farklı bölgelerdeki güvenlik sorunlarıyla mücadele etmiştir.96 Avrupa
kollektif güvenlik anlayışına uygun olarak NATO, Akdeniz bölgesinde başlattığı
Akdeniz Girişimi’yle AB üyesi olmayan Akdeniz ülkeleri arasında işbirliğini
geliştirici bir rol üstlenmiştir. Ayrıca, NATO, Akdenizli Arap ülkelerinin Avrupa
güvenlik sistemini yakından tanımaları ve AB ülkeleriyle güvenlik alanında
işbirliğini ilerletmeleri için politikalar üretmiştir.97
Soğuk Savaş döneminde AT üyesi ülkelerin Akdeniz’in güvenliğinin
sağlanmasına yönelik iki taraflı veya çok taraflı eylemleri o dönem itibariyle
Akdeniz’deki güvenlik tehditlerinin nasıl algılandığıyla da bağlantılıdır. Birçok yazar
tarafından Akdeniz, farklı gerilim alanlarına ayrılmış bir bölge olarak
nitelendiriliyor, bu gerilim alanları sınır anlaşmazlıkları ve silahlı çatışmalar gibi
güvenlik sorunlarını kapsıyordu. Bu bölgedeki problemlerin kaynağı tarihsel ve etnik
kökenlere dayandırılıyordu. Tarihsel ve etnik kökenden kaynaklanan problemlerin
siyasi ve ekonomik çıkarlarla harmanlanması Akdeniz’de güvenlik sorunlarının
ortaya çıkmasına zemin hazırlıyordu.98
II. Dünya Savaşı’ndan Soğuk Savaş’ın bitimine kadar 36 silahlı çatışmaya
sahne olan Akdeniz bölgesinde bölgesel güçlerin çıkar çatışmasından kaynaklanan
krizler meydana gelmekteydi. Bu krizlere ek olarak, Akdeniz bölgesinin uluslararası
terörizmin yayıldığı bir alan olması bu bölgenin istikrarlı bir yapıya kavuşturulması
96 NATO’nun Akdeniz Bölgesinin güvenliğini sağlamaya yönelik politikaları tezin III. Bölümünde ayrıntılı şekilde ele alınacaktır. 97 Fenech, op. cit., s. 164-165. 98 Maurizio Cremasco, “The Military Presence of the Riparian Countries”, The Mediterranean Region, der., Giacomo Luciani, New York, St. Martin’s Press, 1984, s. 207.
43
gerekliliğini ortaya koymaktaydı. Yapılan araştırmalarda 1968 ile 1981 yılları
arasında uluslararası terörizm ile ilgili olayların % 36’sı 18 Akdeniz ülkesinde
gerçekleşmiştir. Bu da, uzmanları şimdiye kadar dünyada hiçbir coğrafi bölgenin
terör eylemlerinden bu kadar yüksek oranda etkilenmediği sonucuna
götürmektedir.99
Buna ek olarak, Akdeniz bölgesinde 1950’lerde başlayan toprak kavgaları da
zaman zaman bölgede tansiyonun yükselmesine sebep olmuş, ülkeler arasında silahlı
çatışmaları tetiklemiştir. Örneğin, İspanya, Fas, Cezayir arasındaki Batı Sahara
sorunu, Türkiye ve Yunanistan arasındaki Kıbrıs ve Ege Denizi sorunları, İsrail-
Filistin Uyuşmazlığı ve Lübnan’da Müslüman-Hıristiyan toplulukları arasındaki
ayrılığın iç savaşa dönüşmesi Akdeniz bölgesinde güçlü bir güvenlik koridoruna olan
gereksinimi gözler önüne sermiştir.100
Soğuk Savaş dönemini izleyen yıllarda Akdeniz bölgesindeki en büyük
güvenlik tehditi Sovyetler Birliği’nin Akdeniz’de devamlı bir varlık göstermesiydi.
NATO, Sovyet deniz gücünün Akdeniz’de üs edinmesine engel olacak politikalar
izleme taraftarıydı. Bundan dolayı, başta ABD olmak üzere bazı NATO ülkeleri
Akdeniz’e kıyısı olan devletlerle özellikle Tunus, Fas ve Mısır gibi ülkelerle ilişkileri
iyi tutma yolunu seçmişlerdi. Örneğin, 1972 yılında Mısır Devlet Başkanı Enver
Sedat’ın Sovyetler Birliği ile ilişkileri kesmesi, Sovyet deniz gücünün Orta ve Batı
Akdeniz’de varlığını hissettirmesini engellemiştir.
99 Brian M Jenkins, “Subnational Conflict in the Mediterranean Region”, The Mediterranean Region, der., Giacomo Luciani, New York, St. Martin’s Press, 1984, s. 181. 100 İbid., s. 180.
44
Her ne kadar Sovyetler Birliği Libya ve Cezayir’e yaklaşık 15 milyar dolar
askeri teçhizat satsa da ve de Libya’da Tripoli ve Bingazi, Cezayir’de Mers-el
Kebir’de aktif olarak Sovyet Deniz gücü bulundursa da, Akdeniz’de ABD
öncülüğündeki NATO kadar güçlü değildi. Ayrıca, Kuzey Afrika’nın iki Batı yanlısı
devleti Tunus ve Fas 1980’li yıllarda ABD’nin Akdeniz’deki “Bright Star” adlı
askeri operasyonlarına doğrudan katılarak destek vermiştir. Buna ek olarak, Tunus ve
Fas ABD’den askeri yardım da almışlardır.101 Bu gelişmelerin yanında, ABD’nin
Akdeniz’de güçlü bir pozisyona sahip olması, Avrupa-Arap Diyaloğuna karşın İsrail-
Filistin sorununun çözümünde Camp David barış çabalarını uygulaması, Akdeniz
bölgesinde ABD-AT çekişmesini tetiklemekte ve Akdeniz bölgesinde ortak
tutumların izlenmesini zorlaştırmaktaydı.102
Bölgesel güvenlik endişeleri içinde AT ülkelerinin bireysel olarak
algıladıkları ağır güvenlik tehditleri mevcut değilse de, AT ülkeleri için Kuzey
Afrika ülkeleri askeri açıdan önem taşımaktaydı. Kuzey Afrika ülkeleri Süveyş
Kanal’ından Cebelitarık Boğazı’na kadar Körfez ülkelerinden taşınan petrolün
stratejik iletişim noktalarını potansiyel olarak kontrol edebiliyordu ama AT için
önemli olan asıl tehdit Kuzey Afrika ülkelerindeki iç karışıklıkların bütün bölgeye
yayılmasıydı. Özellikle, Fransa, 1962 yılında Cezayir’in bağımsızlığını kazanmasını
ve bölgede güçlü bir devlet olarak yükselmesini ciddi bir tehdit olarak algılamıştır.
Buna karşılık da bölgede Cezayir’i dengeleyecek olan Fas ve Tunus’a askeri teçhizat
ve askeri eğitim desteği sağlamıştır.103
101 Joffe, op. cit., s. 24-25. 102 Pienning, op. cit., s. 75. 103 Joffe, op. cit., s. 25.
45
Avrupalı devletlerin Akdeniz’in güvenliği konusundaki endişelerinde rol
oynayan Kuzey Afrika’daki iç karışıklıklar içinde Cezayir ve Fas arasındaki Batı
Sahara sorunu, Libya ve Çad arasındaki Aozou Şeridi anlaşmazlığı gibi sorunlar ön
plana çıkmıştır. AT ülkeleri bir noktaya kadar bu tür sorunların çözümü için çaba
gösteriyordu, bir noktadan sonra sorunun BM nezdinde çözümlenmesini
destekliyordu.104 AT’nin bu sorunları göz ardı etmeye başlamasında AT’nin kendi
içinde Tek Pazarın oluşturulmasında kurumsal anlamda zorlu bir yola girmesi,
genişleme sürecini devam ettirmesi, AKP ülkelerine kalkınma seviyelerini
yükseltmeleri için destek sağlaması ve en önemlisi Akdeniz ve güvenliğinin AT
ülkelerinin ortak dış politika önceliği oluşturmaması gibi sebepler büyük rol
oynamaktadır.
AT ülkelerinin 1960-1990’lı yıllarda Akdeniz’e kıyısı olan komşu devletlerle
güvenlik konusunda tam bir işbirliği platformu oluşturmamasının bir nedeni de
Akdenizli Arap ülkelerinin sahip olduğu Arap Güvenlik kültürüdür. Günümüzde de
AB ülkelerinin sıkça değindiği güvenlik sorunlarının başında Avrupa ve Arap
güvenlik kültürleri arasındaki farklılık gelmektedir. Fulvio Attina’ya göre, Arap
güvenlik kültürü, güçlü kültürel, dilsel ve dinsel faktörlerle Ortadoğulu ve Kuzey
Afrikalı Arapları ülke sınırları boyunca birbirine bağlamaktadır. Bu nedenle de Arap
liderler Arap halkının güvenliği için desteği tek bir ülkenin güvenliği şeklinde
göstermektedirler.105
104 Joffe, op. cit., s. 26. 105 Attina, op. cit., s. 24.
46
Arap güvenlik kültüründe, Arap ülkelerinin oluşturduğu bölgede barış ve
güvenliğin sağlanması için dış müdahaleleri önlemek için Arap ulusal kimliği ön
plana çıkarılmaktadır. Ancak, Soğuk Savaş döneminde Arap ülkelerinde yaşanan iç
problemler ve uluslararası camiadan kaynaklanan sorunlar Arap güvenlik kültürünü
bir anlamda etkilemiştir. Örneğin, Irak, Suriye, Mısır, Sudan, Cezayir ve Fas arasında
yaşanan ikili uyuşmazlıklar, Arap-İsrail Anlaşmazlığı ve bu anlaşmazlıkların
çözümünde AT ülkelerinden, Sovyetler Birliği’nden ve ABD’den sağlanan finansal
ve teknik yardımlar(silah satımı) Arap güvenlik kültürü içindeki Arap milliyetçiliği
yaklaşımını katı çizgiden daha yumuşak bir çizgiye getirmiştir.106
Arap güvenlik kültürü incelenirken öne çıkan noktalardan biri de 1990’lı
yıllarda Arap güvenlik stratejisinde oluşmaya başlayan çelişkidir. 1990’lı yıllara
kadar Arap ülkelerinin liderleri askeri gücü ön plana çıkaran bir anlayış
benimsemişler ve devletin güvenlikle ilgili problemlerinde sosyal nitelikli konuları
bir kenara itmişlerdir. Ancak, Soğuk Savaşın bitimiyle güvenlik kavramının içine
ekonomik ve sosyal nitelikli tehditler eklenmiş, halkın güvenlik alanında siyasi
otoritelerden beklentileri değişmiştir. Arap ülkelerinin halkın sosyo-ekonomik
ihtiyaçlarını karşılayamaması ve güvenlik konusundaki dış desteklerin yapılacak
ulusal projeler karşılığında verilmesi, Arap ülkelerinde güvenlik stratejilerinde bir
takım değişimlere neden olmuştur. Ancak şu bir gerçek ki, daha iyi yaşam koşulları
ve ekonomik reformlar isteyen halk kesiminin yanında statükonun radikal İslam
rejimi etrafından devam etmesini isteyen kesimler de hâla mevcuttu ve bu kesimler
106 Attina, op. cit., s. 24.
47
AT ülkelerinden, ABD’den gelen yardımları kendi rejimlerine karşı bir tehdit olarak
görmekteydiler.107
Genel hatlarıyla altını çizmek gerekirse, Arap güvenlik kültürü kendi
bölgesinde çok taraflı güvenlik işbirliği modellerine dayanmayan bir stratejik kültür
yapısı sunmaktaydı. Arap ülkeleri, Avrupalı devletlerin Helsinki sürecinde yaptıkları
gibi güvenlik alanında bölgesel işbirliği mekanizmaları oluşturmada pek başarılı
değillerdi. Yalnız Afrika Mağrip Birliği(UMA) çerçevesinde Afrika bölgesinde
Magribli ülkeler arasında işbirliğini kuvvetlendirmek için ortak politikalar
izlemekteydiler. Mağrip ülkeleri arasında yaşanan çeşitli sorunlar(toprak kavgaları),
İslami fundamentalizme farklı bakış açıları UMA’nın etkili politika araçları
kullanmasını engellemiştir. Her ne kadar UMA’yı kuran antlaşmanın 27. maddesi
Kuzey Afrika ülkelerini savunma konusunda birbirine bağlasa da 1992 ve 1994
yıllarında UTA’nın İngiltere, Fransa ve ABD’ye olan bombalı saldırılarından ötürü
yaptırım uygulanan Libya’ya karşı UMA’nın dört Mağrip üyesi Libya’ya karşı
uygulanan yaptırımları desteklemişlerdir. Böylelikle, UMA içinde zamanla tam bir
konsensusun sağlanamadığı ortaya çıkmıştır.108
Bütün bunlara ek olarak, Arap güvenlik kültüründe güvenliğin çevre ve
ekonomik boyutu, ulusal egemenliğe dışarıdan müdahale gibi algılandığı için Arap
siyasi düzenine bir anlamda tehdit şeklinde yorumlanabiliyordu. Güvenlik
problemlerinin çözümünde askeri araçların kullanılması, Avrupa güvenlik kültürüyle
Arap güvenlik kültürünü birbirine zıt yapan çok önemli bir özellikti ve bunun
107 Attina, op. cit., s. 25. 108 Joffe, op. cit., s. 30.
48
Avrupa-Akdeniz arasında kurulacak güçlü işbirliği modelinde özellikle çözüme
kavuşturulması gerekliydi.109
Avrupa ve Arap güvenlik kültürleri arasındaki farklılıkların Akdeniz bölgesi
üzerinde yarattığı olumsuzluklar her ne kadar NATO ve AGİK(AGİT) gibi
uluslararası örgütlerin politikaları vasıtasıyla çözümlenmeye çalışılsa da asıl çözüm
mekanizması oluşturulması AT içindeki ülkelerden bekleniyordu. Her ne kadar
Barselona Sürecine kadar Akdeniz’in güvenliği konusunda AT ülkeleri AGİK, BAB,
ASİ ve NATO bağlamında girişimler de bulunsalar da Akdeniz’in güvenliğini ortak
politika önceliği yapamamışlardır. Dolayısıyla, Soğuk Savaş döneminde var
olamayan bir AB Güvenlik Kültüründe de Akdeniz’in güvenliği üzerine Topluluk
düzeyinde etkili politikalar üretilememiştir. Yine de günümüzde önemini yitirmeyen
Akdeniz güvenliği, 1995 yılında kabul edilen Barselona Sürecinin birinci ayağını
oluşturarak AB ülkelerinin dış politika öncelikleri arasındaki yerini korumuş ve
stratejik varlığını devam ettirmiştir.
109 Attina, op cit., s. 25.
49
İKİNCİ BÖLÜM
AB’NİN AKDENİZ POLİTİKASI (1995’DEN GÜNÜMÜZE)
I. AVRUPA-AKDENİZ ORTAKLIĞI (1995 BARSELONA
DEKLARASYONU)
1991 Maastricht Antlaşmasıyla siyasi bir kimliğe bürünen AB, güvenlik sistemi
kapsamında yeni tehditlere karşı daha etkili mücadele etmek için Akdeniz bölgesinde
işbirliği için sağlam bir güvenlik mekanizması oluşturmalıydı. Bu güvenlik
mekanizması da AB-Akdeniz ülkeleri arasındaki ilişkilerin ekonomik, güvenlik ve
sosyo-kültürel boyutunu da kapsayacaktı. Akdenizli ülkelerle kurulacak bu ortaklık
modelinin temel amacı, AB ülkelerinin bulunduğu bir bölgede yaşanacak bir
güvenlik sorununun bölge içindeki ülkeler tarafından göz ardı edilmemesi ve bu
güvenlik sorunun diğer ülkelere sıçrayıp Akdeniz bölgesinde geniş çaplı
istikrarsızlıklara neden olmasının önlenmesidir.110
Buna ek olarak, ekonominin uluslararasılaşması geniş pazarların oluşturulmasını
zorunlu kılarken, AB-Akdeniz arasında kurulacak serbest ticaret alanı Avrupa-
Akdeniz ekonomik işbirliğinin daha da geliştirilmesini gerektiriyordu. Ayrıca,
Maastricht Antlaşması’nın kabul edilmesiyle yeniden şekillenen AB dış politikası,
AB’nin uluslararası aktörlüğünü ön plana çıkaran geniş kapsamlı bir Ortak Dış ve
Güvenlik Politikası benimsemişti ve bu politikada AB’nin Akdeniz’de oynayacağı
110 Attina, op. cit., s. 12.
50
etkin rol, Soğuk Savaş sonrası uluslararası arenada AB’ye öncü ve etkin bir kimlik
kazandıracaktı.111
Avrupa Komisyonu bu amaçlardan yola çıkarak, 1992 ve 1993 yıllarında
Akdenizli ülkelerle olan siyasi işbirliğinin, kurulması planlanan Avrupa-Akdeniz
Serbest Ticaret alanı ve iki taraf arasında geliştirilecek sıkı kültürel diyalogla
desteklenmesini önermiştir. Bu öneri, 1994 yılındaki Corfu Zirvesi’nde
onaylanmıştır. Bunu takiben, 1994 yılı Aralık ayında Essen’de toplanan Zirvede
İspanya’nın Akdeniz’de düzenli bir işbirliği platformu kurulması önerisi, 1995
yılında oluşturulan Avrupa-Akdeniz konferansının hayata geçmesiyle mümkün
olacaktı. Konsey 1995 yılının Haziran ayında toplanan Cannes Zirvesi’nde Avrupa-
Akdeniz Ortaklığı’nın kurulmasında AB’nin pozisyonunu tanımlayan belgeyi
onaylamıştır.
AB, Akdeniz bölgesinde güvenlik tehditlerinin ortadan kaldırılması, bölgede
barış ve refahın sağlanması için Akdenizli ülkelerle olan ilişkilerine ortaklık
kavramını Barselona Deklarasyonu ile yerleştirmiştir. Bu süreçte Akdenizli ortaklarla
Avrupa-Akdeniz işbirliğini daha kapsayıcı bir alana çeviren yeni ikili işbirliği
anlaşmaları imzalanmaya başlamıştır. 27-28 Kasım 1995’de Barselona’da toplanan
Avrupa-Akdeniz Konferansı’nda kurulan bu yeni ortaklık, Akdeniz bölgesindeki
111 Stefania Panebianco, “The Euro-Mediterranean Partnership in Perspective: The Political and Institutional Context”, A New Euro-Mediterranean Cultural Identity, der. Stefania Panebianco, London, Frank Cass, 2003, s. 5.
51
ülkelere karşılıklı yarar sağlamak ve bölgede ortak çıkarlara hizmet eden düzenli bir
diyalog zinciri oluşturmak için resmi olarak kurulmuştur.112
AB’nin Akdeniz Politikası’nın Avrupa ve Akdeniz arasında kurulan bir
stratejik ortaklığa dönüşmesi, Barselona Deklarasyonu ile gerçekleşmiştir. Akdeniz’i
barış, istikrar ve kalkınmış bir bölgeye dönüştürme amacıyla oluşturulan Avrupa-
Akdeniz Ortaklığı bir diyalog ve işbirliği alanı yaratmayı hedeflemekteydi.
Barselona Deklarasyonu 15 AB ülkesi ve 12 Akdeniz ülkesi(Cezayir, Fas, Tunus,
İsrail, Filistin Otoritesi, Kıbrıs Rum Kesimi, Lübnan, Malta, Mısır, Suriye, Türkiye
ve Ürdün) arasında yapılmıştır. Daha sonra AB, Suriye ile de Avrupa-Akdeniz
Ortaklığı kapsamında Ortaklık Anlaşması imzalanmıştır, ancak bu anlaşma henüz
yürürlüğe girmemiştir. Avrupa-Akdeniz Ortaklığı üç sütun üzerine inşa edilmiştir.113
Bu üç sütun Ekonomik ve Mali Ortaklık, Sosyal ve Kültürel Alanlarda Ortaklık,
Siyasi ve Güvenlik konularında Ortaklık aşağıdaki şekilde kategorize edilmiştir.114
112 Michelle Pace, “The Ugly Duckling of Europe: The Mediterranean in the Foreign Policy of the European Union”, Journal of European Area Studies, C. 10, No. 2, 2002, s. 197. 113 Pienning, op. cit., s. 81. 114 Avrupa-Akdeniz Ortaklığı, Barselona Deklarasyonu metninde Siyasi ve Güvenlik Ortaklığı, Ekonomik ve Mali Ortaklık ve Sosyal ve Kültürel Ortaklık şeklinde sıralanmıştır. Bu Tez çalışmasında Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın daha çok güvenlik boyutu üzerinde durulacağı için güvenlik konularının anlatımında bütünlük sağlamak için Barselona Deklarasyonu’nun yaptığı sıralamaya uyulmayacak, Siyasi ve Güvenlik boyut üçüncü sırada anlatılacaktır.
52
Şekil-1. Avrupa-Akdeniz Ortaklığının Üç Sütunlu Yapısı
AVRUPA AKDENİZ ORTAKLIĞI (ÇOK TARAFLI POLİTİKALAR)
Siyasi ve Güvenlik Ortaklığı
Ekonomik ve Mali Ortaklık
Sosyal ve Kültürel Ortaklık
A. EKONOMİK VE MALİ ORTAKLIK
Barselona Deklarasyonu’nun Ekonomik ve Mali Ortaklık bölümünde, Akdeniz
bölgesinde paylaşılmış ortak bir refah alanı inşa etme hedefi sıklıkla vurgulanırken,
AB ülkeleri ve Akdeniz ülkeleri arasında 2010 yılına kadar bir serbest ticaret alanı
kurulması düşüncesi netlik kazanmıştır. Her ne kadar uzun dönemli bir amaç gibi
görünse de Akdenizli ülkelerin çabaları serbest ticaret alanı kurulma süresini
kısaltabilirdi. 2010 yılına kadar kademeli olarak iki taraf arasındaki sanayi ürünleri
ticaretinde tarifelerin ve tarife dışı engellerin kaldırılması ve tarım ürünleri
ticaretinde de tercihli ticaret sistemi kapsamında yapılacak serbestleşme, iki taraf
arasındaki ticari işbirliğini ilerletecekti.115
Akdeniz ülkelerinin ticaret sistemlerini kapsamlı bir şekilde liberalleştirmeleri,
piyasalara olan devlet müdahaleciliğinin azaltılması, AB ülkelerinden teknoloji
115 Biçer, op. cit., s. 410.
53
transferini rahatça yapabilmeleri için piyasalarını yabancı yatırımcılara açmaları ve
ekonomilerini AB pazarında rekabet edebilecek şekilde yeniden yapılandırmalarını
sağlayacak kurumsal reformlara imza atmaları AB otoriteleri tarafından Barselona
Deklarasyonu’nda ifade edilmiştir. Ayrıca, AB ve Akdeniz ülkeleri arasındaki
ekonomik işbirliğinin enerji, çevre ve telekomünikasyon gibi sektörlerdeki karşılılıklı
yatırımları arttırması şeklinde gelişme kaydedeceği de belirtilmiştir.116
AB, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın ekonomik ve mali boyutunda Akdeniz
halklarının yaşam standartlarını yükseltici politikaların izleneceğini, Akdeniz
ülkelerinde istihdam seviyelerinin yükseltilmesi ve sosyal istikrarın bu ülkelerde
dengeli bir şekilde yerleştirileceğinin altını çizmiştir. Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın
bu boyutunda AB ülkelerinin Akdenizli ülkelerle sanayi mallarının ve kısıtlı da olsa
tarım ürünlerinin serbest ticaretini geliştirmek istemesi, Akdenizli bu ülkelerin AB
malları için iyi pazar oluşturmasıdır. Buna ek olarak, hızla genişleyen sanayi ağı
sayesinde AB ülkelerinin petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarına olan bağımlılığı
ekonomik ve ticari cephede Akdenizli ortaklarla işbirliğinin üst seviyelere
taşınmasını gerektirmektedir.117
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın ekonomik boyutunda kararlaştırılan bir çok
ilkenin hayata geçmesi için oluşturulan MEDA fonundan Akdenizli ülkelere mali
yardımlar yapılmıştır. Barselona sürecinin işlevsel özellik kazanmasıyla MEDA
programı kapsamında 1995-1999 yılları için AB bütçesinden ayrılan pay 3.424
116 Richard G. Whitman, “Five Years of the EU’s Euro-Mediterranean Partnership: progress without partnership?”, Panel TC18: The European Union’s Mediterranean Enlargement, Chicago, (20-24 Şubat 2001), s. 8. 117 Pace, op. cit., s. 205-206.
54
milyon Euro iken, 2000-2006 yıllarını kapsayan dönem için ayrılan pay 5.350 milyon
Euro’dur. MEDA fonlarının % 90’lık bir bölümü ikili eylemlerde kullanılmak üzere
direkt ülkelere verilmişken, % 10’luk bir bölümü bölgesel projelere tahsis
edilmiştir.118 MEDA fonları kullanılarak yapılan bölgesel projelere Lübnan’da kamu
yönetiminin güçlendirilmesi örnek gösterilebilir. Ürdün, Lübnan, Mısır, Fas, Batı
Şeria ve Gazze Şeridi’nde atık su işlemlerinin revizyonunun yapılmasına ilişkin
projelere Avrupa Yatırım Bankası’ndan kredi temin edilmiştir.119
Sonuç olarak, MEDA kapsamında 2000 yılından sonra Akdenizli ülkelere
sağlanan mali yardımın oranı arttırılmışsa da Akdenizli ülkelerdeki yapısal sorunların
çözümünde çok kolaylık sağladığı söylenemez. Örneğin, Akdeniz ülkelerinde
demokrasi kültürünün yerleştirilmesi için Komisyon’un toplam bütçesinin % 14’nü
kadar bir fon Akdeniz ülkelerine tahsis edilirken, aynı amaç için Latin Amerika
ülkelerine ayrılan fon Komisyon’un bütçesinin % 17’sini oluşturmaktadır. AB
otoritelerine göre, bunda MEDA fonlarının sağlanmasında AB’nin ekonomik ve
siyasi koşulluluk politikası önem taşımaktadır. AB’nin bölgesel entegrasyon şeması
içindeki ülkelerde demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının korunması gibi
ilkeler ihlal edildiği taktirde mali yardımların askıya alınacağı AB tarafından
belirtilmektedir. AB, Akdenizli ülkelere sağladığı MEDA fonlarında da siyasi
koşulluğu ön plana çıkaran politikalar izlemektedir.120
118 Michael Emerson ve Gergana Noutcheva, “From Barcelona Process to Neighbourhood Policy Assessments and Open Issues”, CEPS Working Document, No. 220 (Mart 2005), s. 3. 119 Biçer, op. cit., s. 411. 120 Frederic Volpi, “Regional Community Building and the Transformation of International Relations: The Case of the Euro-Mediterranean Partnership”, Mediterranean Politics, C. 9, No. 2 (Yaz 2004), s. 148.
55
AB, Barselona Deklarasyonu’nun Ekonomik ve Mali Ortaklık boyutunda
Akdenizli ülkelerle olan ekonomik ilişkilerin düzenli bir işbirliği platformunda
yürütülmesi için istikrarlı siyasi ve sosyal politikalar uygulanmasını istemektedir. Bu
da ancak Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın diğer iki ayağının da ekonomik ortaklık
bölümüyle sıkı bir koordinasyon halinde olmasıyla mümkün olacaktır.
B. SOSYAL VE KÜLTÜREL ALANLARDA ORTAKLIK
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın iki taraf halkları arasında sağlam köprüler inşa
etmesini sağlayan soayal ve kültürel boyutu Avrupa-Akdeniz işbirliğinin ekonomik
ve siyasi ilişkilerini kuvvetlendirmek üzere inşa edilmiştir. Bu alandaki ortaklık,
Akdeniz ülkelerindeki sivil toplum hareketlerinin güçlendirilmesi, eğitim
sistemlerinin geliştirilmesi, karşılıklı iki taraf halkları arasında kitle iletişim
araçlarının işbirliğini destekleyici yayınlar yapması, Akdeniz ülkelerinden AB
ülkelerine olan yasadışı göçün önlenmesi ve iki taraf arasında eğitim programları
düzenlenerek kültürel faaliyetlerin arttırılması amaçlanmıştır. Barselona
Deklarasyonu’nun diğer iki ayağını destekleyici nitelikte olan bu kültürel dayanışma
Akdenizi çevreleyen ülkeleri birbirlerinin dini, sosyal ve kültürel değerlerini daha
yakından tanıma fırsatı doğurmaktadır. Farklı kimliklere sahip olan bu ülkeler
kurulan karşılıklı diyalog sayesinde işbirliği ekonomi, teknoloji, siyaset ve güvenlik
gibi alanlara da rahatlıkla taşıyabilirler.
AB ülkelerinin Sosyal ve Kültürel Alandaki Ortaklık konusunda üzerinde ısrarla
durdukları en önemli husus, Akdeniz ülkelerinden AB ülkelerine akan yasa dışı göç
56
dalgalarıdır.1990 yılından beri her sene yüzlerce kaçak göçmen AB ülkelerinin
limanlarındaki gemilerde yakalanmaktadır. AB yetkileri, kaçak göçmenlerin,
özellikle AB içinde artmakta ırkçı çevreler tarafından sıklıkla eleştirildiğini dile
getirmektedirler.121 Ayrıca, bu artan yasa dışı göçün AB içinde yaratacağı sosyo-
ekonomik dengesizlikler de AB ülkelerini kaygılandırmaktadır. AB ülkeleri her ne
kadar kaçak göçle mücadelede sıkı tedbirler almaya çalışsa da bu sorun ancak
Akdeniz ülkelerinin bu konuda atacakları adımlara bağlıdır. Bu adımlar da Akdeniz
ülkelerindeki yaşam koşullarının iyileştirilmesine, istihdamın artırılmasına ve
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı kapsamında oluşturulacak iki taraf arasındaki adli ve iç
işleri birimlerinin yakın iletişimini sağlayacak kurumlara bağlıdır.
AB için bu ortaklıkta çözümlenmesi gereken diğer bir husus da Akdeniz
ülkelerinde İslami fundamentalizmi kontrol altına almak için temel hak ve
özgürlükleri ve ifade özgürlüğünü garanti altına alan siyasi ve sosyal reformları
desteklemektir. Bu da ancak Akdeniz ülkelerindeki sivil toplum bilincinin
geliştirilmesine, demokratik kültürün bu ülkelerin kurumlarına yerleştirilmesine ve
de Avrupa-Akdeniz Ortaklığı bünyesinde yapılacak her iki taraftan da bilim
adamlarının ve uzmanların katılacağı toplantıların yapılmasına bağlıdır.122 AB’ye
göre, bölge içinde kontrol edilemeyecek boyutlara ulaşacak aşırılıklar, bölgeyi
istikarsızlığa sürükleyerek terörizm ve kaçakçılık gibi tehditleri de beraberinde
getirebilir.
121 Biçer, op. cit., s. 412-413. 122 Pace, op. cit., s. 204.
57
Sonuç olarak, AB, Avurpa-Akdeniz ortaklığının sosyal ve kültürel boyutunda
Akdenizli ülkelerde yerel düzeyde sivil toplum örgütleri ve temsilcilerinin yer
alacağı toplantılar düzenleyerek AB’nin sosyal ve siyasi politikalarının yerel
yöneticilere ve sivil toplum örgütlerinin temsilcilerine açıklamak için bu şekilde bir
diyalog ziniciri oluşturmuştur. Bu zincirin kuşkusuz en önemli parçalarından biri de
Avrupa-Akdeniz arasında kurulacak olan güvenlik işbirliğidir.123
C. SİYASİ VE GÜVENLİK KONULARINDA ORTAKLIK
AB ülkelerinin Barselona Deklarasyonu’nda dikkat çektikleri konuların başında
Akdeniz bölgesinin güvenliği gelmektedir. Bu belgede de belirtildiği gibi,
Akdeniz’in Avrupa için stratejik önemi, Akdeniz ve Avrupa’nın birbirine tarihten ve
komşuluktan gelen özel ve ayrıcalıklı bağlarla bağlı olmasıdır. Bu ortaklık ruhu
içinde Akdeniz bölgesindeki tehditlerle birlikte mücadele edileceği ifade
edilmektedir.124 AB ve Akdeniz ülkeleri bu deklarasyonun siyasi ve güvenlik
boyutunda Akdeniz’de ortak barış ve istikrar alanı kurmak için işbirliği yapacaklarını
belirtmişlerdir. Bu işbirliği, terörizm, organize suçlar, kaçakçılık, KİS’lerin yayılması
gibi uluslararası suçlara karşı ortak mücadele etmeyi ve de Akdeniz bölgesinde
çıkacak krizlerde uyuşmazlıkların önlenmesi ve bu uyuşmazlıların barışçıl yollarla
çözümlenmesini kapsamaktadır.
123 Sven Biscop, “The European Security Strategy and the Neighbourhood Policy: A New Starting Point for a Euro-Mediterranean Security Partnership”, Paper Presented at EUSA Ninth Biennial International Conference, Texas, (31 Mart-2 Nisan 2005), s. 8. 124 “Barcelona Declaration”, <http://ec.europa.eu/comm/external_relatonions/euromed/bd.htm> (04.03.2006).
58
AB ve Akdenizli ülkelerin güvenlik alanında daha somut bir zeminde işbirliği
yapmak istemelerinin nedeni bir çok farklı güvenlik tehditinin bölgeye hakim
olmasıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi, bir tarafta bölgede KİS’lerin yayılması ve
terörizmin ateşlenmesi için dinamitler mevcutken, diğer tarafta Akdeniz’de enerji
akışının güvenliği ve Radikal İslami grupların Akdeniz’deki ülkelerde artış
göstermesi gibi ciddi problemler boy göstermektedir. AB tarafında, AB ülkelerine
enerji arzının güvenli yollardan yapılması konusunda endişeler hakimdir. Örneğin,
Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi ülkeler doğal gaz ihtiyaçlarının % 25’ni
Kuzey Afrika ülkelerinden sağlamakta, bu doğal gaz, Cezayir’den iki boru hattıyla
Güney Avrupa’ya ulaşmaktadır. 1996 ve 1997 yıllarında bu enerji hatlarına silahlı
Müslüman milisler tarafından sabotoj yapılacağı rapor edilmiş; bu, AB çevrelerince
büyük kaygıyla karşılanmıştır. Bu sabotaj düşüncesi de Cezayir’de varlık gösteren
Radikal İslami hareketler ve askeri güç arasındaki açık çekişmenin bir sonucudur.125
Bunun yanında, AB üyesi olmayan Akdeniz ülkelerinin karşılaştığı bir başka
önemli sorun ise Radikal İslami grupların yönetim kademelerinde yer almasıdır. Bu
tür grupların siyasi kademelerde yer alması, Arap halkları arasında İslam’ın, askeri
tabanlı rejime alternatif olarak tercih edilmesi şeklinde yorumlanmaktadır. Ayrıca,
radikal İslam hareketlerinin totaliter kanatları, toplum için ciddi bir tehdit
oluştururken, eğer bu tür sorunların olduğu Akdeniz ülkelerinde daha iyi yönetimi
hedefleyen siyasi reformlar ekonomik tedbirlerle bütünleşmezse, Radikal İslami
hareketlerin etkilerine karşı koymak imkansız hale gelebilir.126 AB, Avrupa-Akdeniz
125 Alvaro de Vasconcelos, “Europe’s Mediterranean Strategy An Asymetric Equation, s. 5, <http://ies.berkeley.edu./research/Vasconcelos.doc.> (15.03.2006). 126 Ibid., s. 6.
59
Ortaklığı’nın siyasi ve güvenlik boyutunda uyguladığı politikalarla Akdeniz
ülkelerinde Siyasi İslam’ın etkilerini de azaltmayı hedeflemiştir.
Soğuk Savaş’tan sonra Akdeniz bölgesinde de güvenlik tehditleri genellikle
askeri risk taşıyan nitelikte değil, o coğrafyada bozulan sosyo-ekonomik durumun ve
parçalanmanın getirdiği sonuçları içermektedir.127 Siyasi İslamın da Akdeniz
ülkelerinde yükselişe geçmesinin kökünde bu sosyo-ekonomik bozulma yatmaktadır.
Buna ek olarak, Fas, Tunus ve Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkelerinden AB
ülkelelerine akan yasa dışı göçün temel nedeni de bu tür ülkelerdeki istihdam
problemleri ve ekonomik ve sosyal geri kalmışlık düzeyleridir.128 Dolayısıyla AB,
güvenlik politikalarını Avrupa-Akdeniz Ortaklığı kapsamında Akdeniz ülkelerinde
ekonomik kalkınmanın sağlanmasına, insan hakları gibi temel değerlerin
korunmasına ve de demokratik kurumların bu ülkelerde yerleşmesine göre
şekillendirmektedir. AB ülkeleri bir anlamda Akdeniz bölgesindeki tehditlerle
mücadelede karşı taraftan ciddi bir şekilde sorumluluk yüklenmesini beklemektedir.
Barselona Deklarasyonu’na taraf olan ülkeler aynı zamanda BM Sözleşmesi’nin
getirdiği ilkelere uyacaklarına ve uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde güvenlik
sorunlarıyla mücadele edeceklerini ifade etmişlerdir.129
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın siyasi ve güvenlik boyutunun amaçlarından birisi
de Barış ve İstikrar Paktı’nın Akdenizli ülkeler arasında kabul edilmesidir. Barselona
Deklarasyonu’nda Akdeniz’de Barış ve İstikrar Şartı oluşturulması için çağrıda
127 Volpi, op. cit., s. 151. 128 Vasconcelos, op. cit., s. 6. 129 Biçer, op. cit., s. 408.
60
bulunulmuş ancak, bu düşünce resmi şekilde açıklanmamıştır.130 Avrupa-Akdeniz
Ortaklığı’na taraf olan ülkeler, Akdeniz’i barışı, istikrarı ve refahı garanti altına alan
bir diyalog alanına çevireceklerini ve bu amacı gerçekleştirmek için gerekli adımları
atacaklarını ifade etmişlerdir.
Barış ve İstikrar Şartı, Akdeniz’de işbirliğine dayanan bir güvenlik düzeninin
inşası için gerekli görülmüştür. 2000 yılında Fransa’nın AB Başkanlığı döneminde
AB içindeki bazı ülkeler ve özellikle Fransa hükümeti Barış ve İstikrar Şartı’nın
kabul edilmesi için baskı yapmışlardır.131 Marsilya Konferansı’nda Barış ve İstikrar
Şartı’nın kabul edilmesi önerilmiş, demokrasi, insan hakları ve iyi yönetişim gibi
temel kavramlar üzerinde anlaşılmış ancak, Ortadoğu’daki anlaşmazlıklar yüzünden
Barış ve İstikrar Şartı onaylanmamıştır.132 Bu şartın onaylanmaması, Barselona
sürecinin güvenlik ayağının gelişimini olumsuz yönde etkilemiştir.
Siyasi ve Güvenlik konularında Ortaklık başlığı altında AB ülkelerinin üzerinde
durduğu diğer bir nokta da Ortadoğu’daki barış sürecinin gerçekleştirilmesidir.
Barselona Deklarasyonu’na baktığımızda, taraflardan bu bölgenin Nükleer, kimyasal
ve biyolojik silahlardan arındırmaları için etkili bir işbirliği yapmaları istenmektedir.
Ayrıca, ülkelere askeri kapasitelerini sadece yasal savunma gereklilikleri kapsamında
geliştirmeleri yönünde çağrıda bulurken, ülkeler arasında güven inşa eden ve iyi
komşuluk ilişkilerinin gelişmesini sağlayan şartların çoğaltılması gerekliliği
130 Carl Einar Stalvant ve Lars Bjarme, “A Critical Assessment of The Barcelona Process”, Euro-Mediterranean Security and the Barcelona Process, der. Bo Huldt, Mats Engman ve Elisabeth Davidson, Stockholm, Swedish National Defence College, 2002, s. 184. 131 İbid., s. 184. 132 Eudaldo Mirapeix, “The Barcelona process: Critical Assessment and Challenges Ahead”, Euro-Mediterranean Security and The Barcelona Process, , der. Bo Huldt, Mats Engman ve Elisabeth Davidson, Stockholm, Swedish National Defence College, 2002, s. 199.
61
vurgulanmaktadır.133 Ortadoğu bölgesinden kaos ve istikrarsızlığın uzaklaştırılması
Akdeniz’in huzur ve güvenliği için bir gerekliliktir. Bu kaos içinde cerayan eden
tehditler dinamo etkisi göstererek kısa sürede Akdeniz bölgesinin tamamına
yayılabilir. Bu nedenden ötürü, Ortadoğu’da yaşanan şiddet olaylarının sona
erdirilmesi içn Avrupa-Akdeniz platformunda gerekli adımların atılması yönünde
karar alınmıştır.134
AB ve Akdenizli ortaklar Akdeniz bölgesini çeşitli güvenlik tehditlerinden
arındırmak istiyorlarsa, ülkeler arasında karşılıklı anlayışı geliştirecek politikalara
imza atmaları gerektiğini biliyorlardı. Bunun için de taraflar bölgesel işbirliği
programları düzenleyerek, savunma ve güvenlik konularında ortak bir stratejik dil
oluşturmak istiyorlardı. AB ve Akdeniz ülkeler, Akdenizi bir istikrar ve güvenlik
alanına çevirmek ve aralarındaki siyasi diyaloğu güçlendirmek için düzenli
aralıklarla toplanacakları kurumsal yapıyı da inşa etmek durumundaydılar. Ancak,
belirli aralıklarla yapacakları toplantılarda Akdeniz bölgesine yönelik sorunları
ivedilikle çözümleyebilirlerdi.135
D. AVRUPA-AKDENİZ ORTAKLIĞI KURUMSAL YAPISI
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın üç bölümünü inceledikten sonra bu politikanın
dayanağını oluşturan kurumsal yapının da açıklanması gereklidir. Barselona
Deklarasyonu’nun inşa ettiği kurumsal organlar vasıtasıyla AB ve Akdeniz ülkeleri
farklı politika başlıklarında karşılıklı görüşmelerde bulunmakta ve işbirliği sürecini 133 “Barcelona Declaration”, op. cit. 134 Pace, op. cit., s. 207. 135 “Barcelona Declaration”, op. cit.
62
güçlendirmektedirler. Uluslararası ilişkiler alanındaki Sosyal İnşacı bakışa göre,
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın temelini oluşturan kurumsal yapıyla Akdeniz bölgesi
yeni norm ve değerlere dayanan bir topluluğa dönüşebilir. Her ne kadar bazı çevreler
Akdeniz’de bölgesel inşacılığı temel alan bir yapılanmanın başarılı olamayacağına ve
farklı ulusal çıkarların çarpışacağına inansa da Barselona Deklarasyonu’nun çizdiği
kurumsal çerçeve iki taraf arasındaki sosyal etkileşimi geliştirerek Akdeniz’in iki
yakasının birbirini “öteki” olarak algılamasının önüne geçebilir.136
Şekil-2. Avrupa-Akdeniz Ortaklığı Kurumsal Yapı
AVRUPA-AKDENİZ ORTAKLIĞI (KURUMSAL YAPI)
Avrupa-Akdeniz Dışişleri
Bakanları Konferansı
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın iki
taraflı boyutu
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın
MEDA Programı (Tek taraflı boyut)
Ortaklık Konseyi
Ortaklık Komiteleri
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın kurumsallaşma süreci hükümetlerarası aktörler
ve devlet dışı aktörler seviyesinde gerçekleşmektedir. Çok taraflı bölgesel bir forum
niteliği taşıyan Barselona Deklarasyonu ile kurulan Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın
kurumsal yapısı üç boyutlu bir mekanizmadan meydana gelmektedir. Bu Ortaklığın
çok taraflı boyutunu oluşturan ana organ Avrupa-Akdeniz Dış İşleri Bakanları
136 Volpi, op. cit., s. 153.
63
Konferansı’dır. Bu konferanslarda AB ve Akdeniz arasında başlatılan ekonomik,
sosyal ve siyasi diyaloğun Barselona Deklarasyonu’nun amaçları ve ilkeleri
doğrultusunda yürütüleceği vurgulanmakta, dünyadaki küresel gelişmelerden
Avrupa-Akdeniz işbirliğinin olumsuz etkilenmemesi için adımlar atılmaktadır.137
Avrupa-Akdeniz Dış İşleri Bakanları toplantılarında masaya yatırılacak
sektörel sorunlara göre Avrupa-Akdeniz Bakanlar Konferansı ve Avrupa-Akdeniz
Komiteleri eşlik etmektedir. Bu komitelere AB tarafından Avrupa Komisyonu’ndan,
AB Troykası’ndan ve de AB üyesi ülkelerden temsilciler katılırken, diğer tarafta
Akdenizli ülkelerden yetkililer yer almaktadır. Bu komiteler yılda altı kez toplanır,
Avrupa-Akdeniz İşbirliği stratejilerinin uygulanması ve seçtikleri çalışma konuları
hakkında toplantılar düzenlemektedirler.
Buna ek olarak, siyasi ve sosyal konularda terörizm ve göç gibi önemli
meseleler hakkında AB ve Akdeniz ülkelerinden uzmanların da katıldığı sektörel
toplantılar yapılmaktadır. Bu uzmanların asıl görevi, Akdeniz’de Barış ve İstikrar
Şartı’nın taslağının hazırlanmasıydı, ancak Ortadoğu’daki barış sürecinin başarılı
olamaması bu şartın kabul edilmesini engellemiştir ve uzmanlar Akdeniz bölgesiyle
ilgili farklı siyasi noktalara ağırlık vermeye başlamışlardır.138 Bu birimlere destek
olarak Avrupa-Akdeniz Parlamenterler Formu ve Avrupa-Akdeniz Ağları da
oluşturulmuştur. AB ülkeleri ve Akdeniz ülkeleri arasındaki sosyal iletişimin
kuvvetlendirilmesi için kurulan bu ağlar kültürel farklılıkları en aza indirmeyi
hedeflemektedir. Avrupa-Akdeniz Ağları; Avrupa-Akdeniz Sivil Formu, Euromesco,
137 Panebianco, op. cit., s. 8. 138 Panebianco, op. cit., s. 8.
64
Unimed, Avrupa-Akdeniz Enerji Formu ve Avrupa-Akdeniz Ulaşım Formu gibi
kanallarla desteklenmektedir.139 Bu gibi kanallar vasıtasıyla Akdeniz ülkelerinde bir
çok alanda sivil toplum bilinci güçlenmekte, bilim adamları ve akademisyenlerin
katkılarıyla ekonomiden ticarete, teknolojiden çevreye, enerjiden ulaşıma,
güvenlikten kültürel meselelere kadar her konu AB ve Akdenizli ülkeler arasında
tartışılmakta ve sorunlara çözümler üretilmektedir.
Barselona Deklarasyonu’nun kurumsal şemasında ikinci bölümü iki taraflı
boyut meydana getirmektedir. Bu bölüm AB ve Akdeniz ülkeleri arasında kurulan
Ortaklık Konseyi ve Ortaklık Komitelerine işaret etmektedir. Ortaklık Konseyini
Avrupa Konseyinden yetkililer, Bakanlık düzeyinde AB üyesi ülkeler ve Akdeniz
ülkeleri oluştururken, Ortaklık Komitelerini de uzmanlar seviyesinde Avrupa
Komisyonu’ndan, AB üyesi ülkelerden ve Akdenizli ülkelerden temsilciler
katılmaktadır. Ortaklık Konseyi’nde ve Ortaklık Komitesi’nde yapılan toplantılar
sonucunda AB ile Akdeniz ülkeleri arasında imzalanacak olan Ortaklık Anlaşması
hazırlanır ve son halini alır. Ayrıca, bu ortaklık anlaşmalarının fonksyonel bir şekilde
uygulanmasına ve Akdenizli ülkelerin AB norm ve standartlarına kendi ulusal
programları çerçevesinde ulaşabilmelerine yardımcı olmak için hazırlanan Eylem
Planları da Ortaklık Konseyi ve Komitesince hazırlanmaktadır.140
Bu iki taraflı yapıda Avrupa Komisyonu’nun kurumsal yapı içindeki çalışma
programını ve toplantıları düzenleyici bir görev üstlenmesi, onun kurumsal girişimci
139 Emerson ve Noutcheva, op. cit., s. 2. 140 Emerson ve Noutcheva, op. cit., s. 2.
65
rolü oynamasını sağlamaktadır.141 Barselona Deklarayonu’nun kurumsal
yapılanmasındaki tek taraflı boyutu da MEDA Programı oluşturmaktadır. Akdenizli
ülkelere MEDA programı kapsamında Avrupa Yatırım Bankası tarafından fon
sağlanmaktadır.142
Sonuç olarak, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın ortaya koyduğu kurumsal
yapılanma Avrupa-Akdeniz işbirliği sürecini geliştirmeye yönelik politika araçları
sunmaktadır. 27 farklı ülkeden siyasi liderler, uzmanlar ve sivil toplum temsilcileri
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı kurumlarında farklı bakış açılarını işbirliğine dönük
sonuçlar almak için harmanlamaktadırlar.143 Ancak, Barselona Deklarasyonu’ndan
günümüze uzanan dönemde gerçekleşecek Avrupa-Akdeniz Dış İşleri Bakanları
Toplantılarında birçok sorunun devam ettiği, özellikle Akdeniz güvenliği konusunda
somut adımlar atılması gerekliliği her fırsatta dile getirilicektir. Kurulan kurumsal
yapı bir noktaya kadar etkisini devam ettirecek daha sonra AB, kurumsal sorunları
geliştireceği Avrupa Komşuluk Politikası içinde çözmeye çalışacaktır.
Barselona Deklarasyonu’nun ortaya koyduğu politikalarda Akdeniz bölgesine
yönelik ne tür girişimlerin yapıldığına dair kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse,
öncelikle Avrupa-Akdeniz Ortaklığı ile Avrupa’nın Akdeniz’i “sınır” olarak gören
düşüncesi, Akdeniz’i “ortak” olarak görme düşüncesine dönüşmüştür. Bu ortaklık,
Akdeniz’in iki dünya arasında bölen bir çizgi gibi algılanmasını değiştirme amacını
taşımaktadır.144 Barselona Süreci bu amaçla yola çıkarken, Avrupa ve Akdeniz
141 Panebianco, op. cit., s. 10. 142 Emerson ve Noutcheva, op. cit., s. 2. 143 Panebianco, op. cit., s. 7. 144 Mirapeix, op. cit., s. 196.
66
arasında ekonomik, siyasi ve sosyal ilişkilerin karşılıklı işbirliği altında paylaşıldığı
bir barış ve istikrar alanı yaratmayı hedefliyordu. Ancak, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı
hayata geçtikten sonra bu ortaklığın amaçlarının uygulanmasında bir takım sorunlar
meydana gelmiştir.
Ekonomik sorunların başında Akdeniz’de Kuzey-Güney arasındaki ekonomik
uçurumun derin olması, Güney ülkelerindeki liderlerin siyaset, ekonomi ve toplum
üzerindeki kontrolü rahatlatan kararlar almaktan kaçınmaları, AB üyesi olmayan
ülkelere yeteri kadar doğrudan yabancı sermaye girişinin olmaması ve Kuzey-Güney
arasında bölgesel alt-yapı farklılığın olması bunun sonucunda ortak projelere imza
atılamaması gibi sorunların ortaya çıkması gelmektedir.145 Avrupa-Akdeniz
Ortaklığı’nın siyasi ve güvenlik ayağına baktığımızda ise, Arap-İsrail sorununun
çözümünde güven inşa edici tedbirlerin uygulanmaması, Barış ve İstikrar Şartı’nın
onaylanmaması ve Akdeniz ülkelerinden AB’ye akan yasa dışı göçün etkili adli
mekanizmalarla çözümlenememesi ve buna ek olarak Akdeniz ülkelerinde Radikal
İslami kesimlerin siyasi yönetimlerde olmaları güvenlik alanında bu sorunların
çözümünde Barselona Sürecinin daha fazla gayret göstermesini gerektirmektedir.146
Barselona sürecinin üçüncü boyutu olan Sosyal ve kültürel işbirliği alanını
incelediğimizde, bu sürecin oluşturduğu kurumsal şema içinde iki taraf halkları
arasında güven sağlanmasına yönelik, özellikle AB ülkelerinde yabacı düşmanlığını
ortadan kaldıracak bir işbirliği ağı oluşturulmuştur. Avrupa ve Akdeniz ülkelerinden
katılan uzman ve sivil toplum örgütleri temsilcilerini oluşturduğu forumlar ve
145 Mirapeix, op. cit., s. 200-202. 146 Mirapeix, op. cit., s. 203-204.
67
paneller Akdeniz’in kültürel zenginliğini ve çoğulculuğunu arttırmayı hedeflemekte,
Barselona sürecinin bu alandaki işlevlerini geliştirme arzusundadır.147
Sonuç olarak, AB bir yandan genişleme sürecini devam ettirirken, aday
ülkelerle ilişkilerini geliştirirken, diğer yandan Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın
karmaşık kurumsal organizasyonu çerçevesinde Akdenizli ortaklarıyla ilişkilerini
yakın tutmaya çalışmakta, Barselona sürecinin amaçlarına ulaşması için az da olsa
gayret göstermektedir. Şu bir gerçek ki, özellikle bu tez çalışmasının üzerinde
durduğu Avrupa-Akdeniz Ortaklığının güvenlik boyutunda AB politikalarının
değerlendirilmesi noktasında Barselona sürecinin amaçlarına ulaşması kolay
olmayacaktır.
Güvenlik alanında Barselona Deklarasyonu, bizlere yumuşak güvenlik
sorunlarının şekillendirdiği karmaşık bir yapı sunarken, AB’nin kendi iç
dinamiklerinin ve ulusal politikalarının ağır basması ayrıca Akdeniz bölgesinde
hakim olan farklı kimlikler Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nda hızlı adımların atılmasını
engellemektedir. Bu nedenler, Avrupa-Akdeniz güvenlik ortaklığının hiç bir zaman
gelişemeyeceği anlamına gelmemektedir; çünkü her iki taraf da kurulacak istikar ve
refah alanından avantaj sağlayacaktır. Barselona sürecinin çizdiği kurumsal yapının
ortaya koyduğu gelişim sürecinin, ülkeler arası Dış İşleri Bakanları konferanslarının
yapılması, Avrupa-Akdeniz Ortak Stratejisi ve Valencia Eylem Planı gibi
girişimlerin, Akdeniz bölgesindeki uyuşmazlıkların çözümünde etkili olacağı
düşünülmektedir. İlişkilerin sağlam ekonomik, sosyal ve siyasi iletişim kanallarıyla
147 Stalvant ve Bjarme, op. cit., s. 183.
68
yürütülmesi AB ve Akdeniz ülkelerinin ortak paylaşımlarını her geçen gün
arttıracaktır.
II. AVRUPA-AKDENİZ ORTAKLIĞI’NIN GELİŞİM SÜRECİ
Barselona Deklarasyonu ile kurulan Avrupa-Akdeniz Ortaklığı her ne kadar
yapısal siyasi ve kurumsal bir altyapı inşa etmeye çalışsa da uygulamada bazı
problemlerle karşılaşmıştır. Bu problemler kendini ekonomik anlamda Akdeniz
ülkelerinin ekonomik performanslarını MDAÜ’ler kadar ilerletememeleri, siyasi ve
güvenlik anlamında Akdeniz ülkelerinin demokratik reformları ve insan haklarını
geliştirmede prosedürleri tam olarak uygulayamamaları ve sosyal anlamda Akdeniz
ülkelerinde radikal İslamın endişe verici boyutlara ulaşması şeklinde
göstermektedir.148
Genellikle, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nda gözlemlenen gelişmeler, AB’nin
ekonomik, siyasi ve sosyal atılımlar yaparken, Akdeniz ülkelerinin reform paketlerini
uygulama konusunda yavaş ve isteksiz hareket etmeleridir. Bu da taraflar arasında
dengesiz bir ilişkinin hakim olmasına neden olmuştur. Bu süreçte, AB’nin ısrarla
üzerinde durduğu konu, Akdeniz ülkelerinde yapılacak siyasal, ekonomik ve sosyal
reformların hayata geçirilmesinde ve uygulanmasında siyasi elitlerin bu yönde siyasi
istek ve irade göstermemeleridir. Bazı çevrelere göre, bunun nedeni Akdeniz
148 Emerson ve Noutcheva, op. cit., s. 6.
69
ülkelerindeki siyasi kadroların ayrıcalıklı statülerini pazar güçlerine kaptırmak
istememeleri ve de güçlerini diğer sosyal çevrelerle paylaşmak istememeleridir.149
Birçok araştırmacıya göre, Barselona sürecinde her iki taraf da bütün enerjilerini
reformların daha etkili uygulanması için harcayabilir ve AB-Akdeniz arasında yavaş
yavaş izlenecek olan şeffaf bir iletişimle Akdeniz ülkelerinde serbest piyasa
ekonomisini benimsenmiş, ölçülebilir, şeffaf hükümetler ve yüksek eğitim
standartlarna sahip toplumlar inşa edilebilir.150 Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın
dayanağını oluşturan kurumsal ilişkiler ve bu ortaklığın taraflara sunduğu işbirliği
ortamı düzenlenen konferanslar yoluyla Akdeniz bölgesindeki sorunlara çözüm
getirebilmekte ve başlatılan işbirliği diyaloğuna hız katmaktadır. AB ve Akdeniz
ülkeleri arasında yapılan Dış İşleri Bakanları Konferanslarına ve bu konferanslarda
alınan kararlara ek olarak Avrupa Komşuluk Politikası kapsamında Akdeniz
ülkelerine yönelik hazırlanmış bireysel Eylem Planları da ortaklık anlaşmalarındaki
ekonomik, sosyal ve siyasi politika reçetelerini üye ülkelerdeki ulusal programlara
eklemleyerek, bu güçlü iletişim araçlarını kullanarak, bu politika hedeflerini
operasyonel hale getirmektir.151
A. AVRUPA-AKDENİZ ORTAKLIĞI’NIN KONFERANS SÜRECİ
Avrupa-Akdeniz Ortaklığını ekonomik, siyasi ve sosyal alanlarda gelişim
gösteren bir işbirliği platformuna çeviren konferans süreci Akdeniz bölgesini
149 Stephan Calleya, “An Assessment of the Euro-Med Partnership”, Mediterranean Academy of Diplomatic Studies, Malta, s. 3, <http://www.fornet.info/documents/Calleya.pdf> (04.01.2006). 150 Ibid., s. 4. 151 Emerson ve Noutcheva, op. cit., s. 21.
70
kalkınmış, istikrarlı ve güvenli bir alana çevirme niyetini açıkça göstermektedir. Her
ne kadar 1997 yılının ilk aylarında konferansların nerede yapılacağına dair
uyuşmazlıklar çıktıysa da Arap-İsrail sorununun damgasını vurduğu ilk Dış İşleri
Bakanları Konferansı 15-16 Nisan 1997 tarihinde Malta’da yapılmıştır. Malta
toplantısında uzun süren tartışmalardan sonra Ortadoğu Barış Süreciyle ilgili
izlenecek yol haritası belirlenmiş, insan hakları, yasadışı göç ve terörizm gibi
tehditlerle mutlaka mücadele edileceği ifade edilmiştir. Malta toplantısından sonra 3-
4 Haziran 1998 tarihinde Palermo’da resmi olmayan bir Bakanlar Toplantısı
yapılmıştır. Bu gayri resmi toplantıda Orta Doğu Barış Süreci’ndeki problemlere
rağmen Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın kurduğu işbirliğinin kesinlikle korunacağının
altı çizilmiş ve Akdeniz bölgesine yönelik Barış ve İstikrar Şartı’nın Taslağı gözden
geçirilmiştir.
15-16 Nisan 1999 yılında Sttutgart’da toplanan üçüncü Avrupa-Akdeniz Dış
İşleri Bakanları Toplantısında Libya gözlemci statüsü ile yer alırken, dört ana nokta
vurgulanmıştır. Bu alanlar, Avrupa-Akdeniz Serbest Ticaret Alanı oluşturulmasına
ivme kazandırılması, çevre, endüstri, enerji, deniz ulaşımı, bilgi, ve bilişim sektörü
gibi alanlarda ekonomik işbirliği ve proje üretimi, sosyal ve kültürel alanlarda
bütünleşmenin sağlanması ve son olarak dış ve güvenlik politikasında İstikrar Şartı
taslağı üzerinde AB ve Akdenizli ülkeler arasında fikir alışverişinde bulunulması
şeklinde sıralanabilir.152 Barselona Deklarasyonu’nun hazırlamış olduğu konferans
programı devam ederken, AB çevrelerince, AB ile işbirliği anlaşması imzalayan her
Akdeniz ülkesinin diğer Akdenizli devletlerle de beş yıl içinde serbest ticaret
152 Whitman, op. cit., s. 14.
71
anlaşması imzalaması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu Avrupa-Akdeniz ekonomik
entegrasyonunun tam olarak oluşması için zorunluydu. Böylelikle, Avrupa-Akdeniz
Ortaklığı’na taraf olan bütün Akdeniz ülkeleri aynı ticari rejimleri benimseyecekler
ve Akdeniz serbest ticaret alanının kurulmasıyla, ülkeler beraberce avantaj
sağlayacaklardır.
Dördüncü Bakanlar Konferansı 2000 yılının Kasım ayında Marsilya’da
yapılmıştır. Ancak, 2000 yılının Eylül ayından beri Ortadoğu’daki gergin siyasi hava
ve bölgedeki saldırgan ayaklanmalar toplantıya gölge düşürmüştür. Bu olaylar da
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı kapsamında kabul edilmesi planlanan Barış ve İstikrar
Şartı’nın kabulülün ertelenmesine neden olmuştur.153 Barselona Deklarasyonu’nun
çizdiği kurumsal yapı etrafında düzenlenen hemen hemen bütün Dış İşleri Bakanları
Konferanslarında Ortadoğu Sorunu ön sıralardaki yerini korumaktadır. Bu sorun
devam ettiği sürece, Akdeniz bölgesinin güvenliği ve istikrarı konusunda AB ve
Akdenizli ülkelerin attığı somut adımlar sınırlı seviyede kalacaktır.
Dış İşleri Bakanları Toplantılarına ek olarak kültür, endüstri, çevre ve sağlık
sektörlerinde de bakanlar arası toplantılar yapılmıştır. Örneğin, 1996 yılında
Bologna’da, 1998 yılında Rodos’ta Avrupa-Akdeniz Kültür Bakanları Konferansı
düzenlenmiştir. 1997 yılında da Helsinki’de Avrupa-Akdeniz Çevre Bakanları
Konferansı yapılmıştır. Bu toplantılar Avrupa-Akdeniz alanındaki sektörel işbirliği
açısından büyük önem taşımaktadır. Bu sektörel bakanlar toplantılarının yanında
Avrupa-Akdeniz kurumsal yapısı anlatılırken açıklananan Avrupa-Akdeniz
153 Whitman, op. cit., s. 16.
72
Parlamenter Forum toplantıları da Avrupa-Akdeniz Parlamenter diplomasisini
geliştirici niteliktedir. İlk Avrupa-Akdeniz Parlamenter Formu Ocak 1998’de
Brüksel’de, ikincisi de 2001 yılında yine Brüksel’de gerçekleşmiştir. Avrupa
Parlamentosun’dan ve Akdenizli üye ülke Parlamentolarından temsilcilerin katıldığı
bu toplantıların amacı Avrupa-Akdeniz işbirliğinin devlet dışı aktörlerin de aktif
şekilde katıldığı bir platforma dönüştürmektir.154
Keza, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın sivil ilişkiler boyutunu kapsayan
Avrupa-Akdeniz Sivil Forumu toplantıları da çok-kültürlülük kavramının Avrupa-
Akdeniz diyaloğunun bel kemiği olması için raporlar hazırlamaktadır. 1995 yılında
ilki Barselona’da yapılan Avrupa-Akdeniz Sivil Forumu, 1997’de Malta ve
Nepal’de, 1999’da Sttutgart’ta, 2000 yılında Lizbon ve Marsilya’da yapılan
toplantılarla devam etmektedir.155 Sonuç olarak, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın
kurumsal yapılanmasındaki bu toplantılar AB-Akdeniz Konferans sürecinin iki taraf
ilişkilerinin hangi yoğunlukta sürdüğünün bir göstergesidir.
Her ne kadar AB-Akdeniz Konferans sürecine belirli bir derinlik
kazandırılmışsa da, Avrupa-Akdeniz işbirliğinde yaşanan tıkanmaları gidermek için
19 Haziran 2000 tarihinde AB Zirvesinde Akdeniz Bölgesiyle ilgili bir Ortak Strateji
Kararı alınmıştır. Bu Ortak Stratejiye göre, Akdeniz’in kalkınmış, demokratik,
istikrarlı ve güvenli bir bölge olması Avrupa ülkelerinin çıkarınadır. AB’nin Akdeniz
politikası, karşılıklı saygı, güven ve işbirliğine dayanan bir ortaklık ilkesine göre
154 Panebianco, op. cit., s. 10. 155 Panebianco, op. cit., s. 11.
73
düzenlenmektedir.156 AB, Akdenizli ortaklarıyla iyi komşuluk ilişkilerini
geliştirmek, yoksulluğu azaltmak, temel hak ve özgürlüklerin korunmasını sağlamak,
iyi yönetişim, hukukun üstünlüğü, demokrasi, kültürel ve dinsel hoşgörü gibi
değerleri yükseltmek için çalışacaktır. Bu Ortak Strateji, Barselona Deklarasyonuyla
kurulan Avrupa-Akdeniz Ortaklığı üzerine inşa edilmiştir. Bu Ortak Strateji’nin en
önemli bölümü olan güvenlik alanıyla ilgili amaçlar şu şekilde sıralanmaktadır:157
• Siyasi ve güvenlik ortaklığı vasıtasıyla ortak barış ve istikrar alanı kurmak,
• İyi yönetişim, demokrasi, insan haklarının korunması, hukukun üstünlüğü ve
şeffaflık gibi AB’nin ana değerlerini yükseltmek,
• Terörizm, organize suçlar ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi küresel suçlara karşı
işbirliğini güçlendirmek,
• Uyuşmazlıkların önlenmesi, kriz yönetimi ve uyuşmazlıkların barışçıl yollarla
çözümlenmesi için düzenlemelerin işbirliği halinde yapılması,
• KİS’lerin yayılmasının önlenmesi için gerekli olan anlaşmaların Akdenizli
ortaklar tarafından imzalanması ve onaylanması,
• Ortadoğu bölgesinin KİS’lerden arındırılması için çok yönlü gayret
sarfedilmesi,
• Ortadoğu Barış sürecinde barış anlaşmalarının sonuçlandırılması için taraflar
tarafından destek sağlanması,
• Yasadışı göçle mücadele etmek için etkili işbirliği mekanizmaları geliştirmek,
modern sınır kontrolleri sistemleri kurmak, AB-Akdeniz ülkeleri arasında
uzman değişimini sağlayan programlar oluşturmak,
156 “Common Strategy of the European Council of 19 June 2000 on the Mediterranean Region”, <http://ue.eu.int/uedocs/cmsUpload/mediEN.pdf> (05.05.2005). 157 Ibid.
74
• Sınır ötesi suçlarla ilgili mücadelede Akdenizli ülkelere yasal, adli ve polisiye
konularında destek sağlanması,
• Akdenizli ülkelerin terörizmle mücadelede BM anlaşmalarına taraf olmalarının
sağlanması.
Sonuç olarak, AB, Ortak Stratejisi’nde ODGP bağlamında gerekli ilerlemeleri
kaydedeceğini göstermektedir. Bu Ortak Strateji yayınlandıktan sonra AB’nin
Akdeniz Politikası bağlamında Avrupa-Akdeniz Dış İşleri Bakanlar Toplantılarında
özellikle siyaset ve güvenlik konularında önemli kararlar alınmıştır. Ortak
Strateji’den sonra 2006 yılına kadar sekiz tane bakanlık düzeyinde konferans
düzenlenmiştir. 22-23 Nisan 2002’de Valencia’da yapılan Avrupa-Akdeniz Dış İşleri
Bakanları Toplantısı, aldığı kararlar bakımından önem taşımaktadır.
Toplantıda öncelikle, Akdeniz Bölgesinde barış ve istikrarın temini için
Barselona Deklarasyonu’nda kararlaştırılan ilke ve amaçlar doğrultusunda ortak
işbirliği ve ortak bir anlayışın geliştirilmesi vurgulanmıştır. AB Genişlemesinin
etkileri, 11 Eylül olayları ve Ortadoğu’daki gelişmeler, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’na
derinlik kazandırılması için yenilenmiş bir işbirliğini gündeme getirmiştir.158 İşte, bu
nedenle, Dış İşleri Bakanları Valencia toplantısında bir Eylem Planı
oluşturmuşlardır. Valencia Eylem Planı, kısa ve orta vadede Barselona
Deklarasyonu’nun oluşturduğu Avrupa- Akdeniz Ortaklığı sürecine yeni bir siyasi
etkide bulunmak için çok sayıda girişimi kapsamaktadır.159 Valencia Eylem
158 “Euro-Mediterranean Meeting of Foreign Ministers in Valencia Presidency Conclusions”, <http://ue.eu.int/uedocs/cms_Date/docs/pressdata/en/er/70289.pdf> (05.05.2005). 159 Ibid.
75
Planı’nın Akdeniz’in güvenliği açısından üzerinde durduğu önemli noktalar şu
şekilde sıralanmaktadır:160
• Güvenlik ve Savunma konularında AB ve Akdeniz ülkeleri arasındaki siyasi
diyaloğu güçlendirmek,
• Akdenizli ülkelerde demokratik kurumların geliştirilmesi,
• Akdeniz bölgesinde güvenlik alanında uyuşmazlıkların önlenmesi, kriz
yönetimi ve istikrarsızlıkların tespit edilmesi,
• Terörizmle mücadelede BM kararlarının desteklenmesi ve uygulanması ayrıca
terörizmle mücadelede Avrupa-Akdeniz Ağının kontakt noktalarının harekete
geçirilmesi,
• Savunma ve güvenlik konularında ortak stratejik bir dil oluşturulması,
• Güvenlik konularında önleyici diplomasi mekanizmaları geliştirmek,
• Bölgesel İşbirliği Programının adli konuları da kapsayacak şekilde
genişletilmesi ve uyuşturucu kaçakçılığı, organize suçlar ve yasadışı göçle
mücadelede sıkı bir işbirliği platformu kurmak,
• Kültürler ve uygarlıklar arasındaki diyaloğu ilerletmek için bir Avrupa-Akdeniz
Kuruluşunun oluşturulması üzerinde anlaşmaya varılması.
Yukarında değinilen hususların yanısıra Valencia Eylem Planı’nın üzerinde
durduğu diğer bir nokta da, Ortadoğu’da yaşanan şiddet ve terör olaylarının bir an
önce son bulmasıdır. Akdenizli Dış İşleri Bakanlarına göre, bölgedeki uyuşmazlık
askeri yöntemle çözülemez, BM kararları doğrultusunda İsrail ve Filistin’in
beraberce barış ve güvenlik içinde yaşaması sağlanmalıdır. BM’de yapılacak
160 Ibid.
76
görüşmelerde demokratik ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulması, 1967’deki
kuşatmanın kaldırılması ayrıca İsrail’e de güvenli ve tanınan sınırlar içinde yaşama
hakkının verilmesi gereklidir. Buna ek olarak, uluslararası toplumun Filistin
Otoritesine alt-yapı, güvenlik ve hükümet kapasitesinin yeniden inşası için gerekli
desteği sağlaması belirtilmiştir. Filistin Yönetimi’ne terör eylemlerinin sona
erdirilmesi için gerekli adımların atılması konusunda çağrıda bulunulmuştur.161
Sonuç olarak, Valencia Eylem Planı ile Avrupa-Akdeniz Güvenlik Alanında ortak
amaçlara hizmet eden daha dengelenebilir bir ilişki modeli kurulmak istenmiştir.
27 Mayıs 2003 tarihinde Girit’de yapılan Orta Dönem Avrupa-Akdeniz
Konferansında, Valencia Eylem Planı’nın uygulanmasının Avrupa-Akdeniz
Ortaklığındaki işbirliğinin geliştirilmesi üzerine değerlendirmeleri yapılmıştır. Bu
konferansda Fas’ta 16 Mayıs 2003’de meydana gelen terör saldırısı kınanmış ve
terörizmle mücadelede birlik mesajı yayınlanmıştır. Ortadoğu Barış Süreci’nin
genişletilerek Suriye ve Lübnan’ı da kapsaması kararlaştırılmıştır. Ayrıca, Filistin
Başbakanı Mahmud Abbas’ın Ortadoğu’ya sürdürülebilir barış müzakerelerinin
getirilmesini sağlayacak Yol Haritasını uygulayacağı memnuniyetle karşılanmıştır.
Irak’ın siyasi geleceğinin belirlenmesinde komşu ülkelerin BM ile yakın çalışmaları
konusunda çağrıda bulunulmuştur.162
Girit’deki toplantıda ayrıca Akdeniz bölgesindeki istikrarsızlığın altında yatan
nedenlerin saptanması için karşılıklı diyaloğun sağlanması gündeme gelmiştir.
Terörle mücadelenin Ad Hoc Toplantılarında ele alınması ve organize suçlar, 161 Ibid. 162“ Mid-Term Euro-Mediterranean Conference in Crete, Presidency Conclusions”, <http://ue.eu.int/uedocs/cms_Date/docs/pressdata/en/er/75950.pdf> (05.05.2005).
77
kaçakçılık ve yasadışı göç gibi güvenlik sorunlarının Avrupa-Akdeniz ülkeleri
arasında ikili anlaşmalar yapılarak çözümlenmesi amaçlanmıştır.163 Toplantıdan
sonra AB, Akdeniz ve Ortadoğu’ya yönelik Stratejik Ortaklık Raporu üzerinde
çalışmalara başlamıştır. 6 Mayıs 2004 tarihinde Dublin’de kabul edilen raporda,
AB’nin coğrafi olarak Ortadoğu ve Akdeniz’e yakın olması sebebiyle Akdenizli
ortaklarıyla ilişkilerini büyüyen karşılıklı bağımlılık üzerine yürüttüğü ifade
edilmiştir. AB’ye göre siyasi ve sosyal reformlar sadece ilgili toplumlar tarafından
gerçekleştirilirse başarılı olabilir. Ayrıca, bölgesel uyuşmazlıklar, terörizm, KİS’lerin
yayılması, yasadışı göç ve organize suçlar Akdeniz Bölgesinde artan tehditler olarak
varlıklarını sürdürmekte ve etkili çözüm mekanizmaları geliştirilmelidir.164 Bu
tehditlerle mücadele etmek için;
• Uygulanacak güvenlik stratejilerinden başarılı sonuçlar elde edilmesi için
stratejilerin uzun döneme yayılması,
• Stratejik Ortaklıkta özellikle Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine
odaklanılması,
• Güvenlik sorunlarının azaltılmasında enerji arzının güvenliğinin, iyi
yönetişimin ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması,
• İsrail-Filistin anlaşmazlığının barışçıl yollarla çözümlenmesi gerekmektedir.165
Bu Strateji Belgesine ek olarak, bir de Siyasal Gündem oluşturulmuştur. Bu
Siyasal Gündem, 12 bölümden oluşmaktadır.166 Bu bölümlerin içinde hiç kuşkusuz
163 Ibid. 164 “EU Strategic Partnership with Mediterranean and the Middle East”, <http://ue.eu.int/uedocs/cmsUpload/Partnership %20 Mediterranean %20 and %20 Middle % 20 East.pdf> (06.05.2005). 165 Ibid. 166 Ibid.
78
en önemli kısım Güvenlik Diyaloğu bölümüdür. Bu bölümde özellikle Avrupa-
Akdeniz Ortaklığı’nda güvenlik alanında AGSP ve Barselona Süreci arasındaki
bağın güçlendirilmesinin altı çizilmiştir. Bu bağın güçlendirilmesinde, AGSP
alanında eylemlerin arttırılması, Akdenizli ortakların AB’nin Akdeniz’deki
eylemlerine ve talimlerine katılımlarının sağlanması ve Ürdün’ün doğusundaki
ülkelerle bölgesel düzeyde güven inşa edici bir diyaloğun kurulması amaçlanmıştır.
Terörle mücadele konusunda Akdenizli ülkeler arasında Avrupa-Akdeniz
Anlaşmalarının yapılması ve Eylem Planlarının uygulanması kararlaştırılmıştır.
Ayrıca, oluşturulan bu Siyasal Gündemde, AB ve Akdeniz ülkelerindeki insanların
birbirlerini anlamaları ve saygı göstermeleri için Anna Lindh Avrupa-Akdeniz
Kuruluşunda çalışmaların hızlandırılması üzerinde fikir birliğine varılmıştır. İki taraf
arasında kültürel işbirliğine gidilmesi, yabancı düşmanlığının azaltılması ve azınlık
haklarının korunması açısından önem taşımaktadır.167
Avrupa-Akdeniz Stratejik Ortaklığı Raporu kabul edildikten sonra, bir sonraki
Avrupa-Akdeniz Dış İşleri Bakanları Toplantısı 29-39 Kasım 2004 tarihinde
Lahey’de yapılmıştır.168 Bu toplantıda Avrupa Komşuluk Politikası ile
güçlendirilmiş olan Barcelona Süreci, AB ve Akdenizli ortakların beraberce
Akdenizin güvenliği için oluşturdukları önemli bir girişim olarak nitelendirilmiştir.
AB, Komşuluk Politikası kapsamında Barcelona Deklarasyonu tarafından
desteklenen AB ve Akdeniz arasındaki ayrıcalıklı ilişkinin amaçları doğrultusunda
167 Ibid. 168 “Euro-Mediterranean Meeting of Foreign Ministers in Hague, Presidency Conclusions”, <http://ue.eu.int/uedocs/cms_Date/docs/pressdata/en/er/82876.pdf> (06.05.2005).
79
her bir ortak ülke ile bireysel çalışacağını belirtmiştir.169 Lahey’deki toplantıda
güvenlik konularında aşağıda yer alan hususlar dikkat çekmektedir:170
• Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nda tarafların siyasi reformların uygulanması
konusunda işbirliğine ve çalışmalarına devam etmeleri,
• İnsan Hakları ve sivil toplumun desteklenmesini içeren demokratikleşme
sürecine dayalı yapılandırılmış bir diyalog sağlanması,
• Ortadoğu Barış Süreci’nde bölgesel barışın sağlanması için Yol Haritası’nın
aktif bir şekilde rol oynaması,
• İsrail Hükümeti’nin Gazze Şeridi ve Batı Şeria’ın bazı bölümlerinden
çekilmelerinin Yol Haritasının uygulanmasında önemli adımlar olarak
değerlendirilmesi, AB ve Cezayir, Fas ve Tunus gibi bazı Akdeniz ülkelerinin
terörizme karşı işbirliği için diyalog başlatmaları, terörizmin finanse
edilmesinin önlenmesi ve terörizmi besleyen kaynakların tespit edilmesi
konusunda çalışmaların yapılması,
• 10 Kasım 2004’de Brüksel’de terörizme karşı işbirliği konulu Ad Hoc
Toplantısı yapılması,
• Mısır’ın terörizme karşı uluslararası bir konferans düzenleme girişimi,
• Komisyon’un güvenlik alanında Ortaklık için oluşturulan girişimleri
desteklemesi(Malta’daki Diplomatik Seminerlerin ve EuroMesco’un
girişimlerinin Avrupa Komisyonu tarafından desteklenmesi),
• Göç, organize suçlar, kaçakçılık ve terör gibi tehditlerle mücadelede Avrupa
Komşuluk Politikasının güvenlik ile ilgili Eylem Planlarının uygulanması
169 Ibid. 170 Ibid.
80
(“Adalet ve Güvenlik” ile “Göç ve Sosyal İşler” alanında AB-Akdeniz
Ortaklığı kapsamında alt-komiteler kurulması),
• AB ülkelerinde yaşayan Akdenizli göçmenlerin AB ülkelerine sosyal, siyasi ve
kültürel entegrasyonlarının sağlanması,
• Yasadışı göçün önlenmesi için sınır yönetimlerinde kapasitenin arttırılması ve
AB tarafından teknik yardımların sağlanması,
• Radikalleşme ve Akdenizli göçmenlere karşı anti-semitizm hareketlerinin
önlenmesi için kültürel diyaloğun ilerletilmesi.
Lahey’de gerçekleştirilen Avrupa-Akdeniz Bakanlar toplantısından sonra
Avrupa-Akdeniz Dış İşleri Bakanları Konferansı 27-28 Kasım 2005 yılında
Barselona’da yapılmıştır. Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın hayata geçişinin onuncu
yılını kutlayan ülkeler Barselona Deklarasyonu’nun getirdiği ilkeleri daha etkin bir
şekilde uygulamak için beş yıllık bir Çalışma Programı meydana getirmişlerdir. Bu
program önümüzdeki beş yıl içinde ortaklığın, Avrupa-Akdeniz bölgesinde yaşayan
halklar üzerinde olumlu etkiler bırakmasını sağlayacaktır. Ortaklık Anlaşmaları ve
Avrupa Komşuluk Politikası Eylem Planlarıyla desteklenecek olan bu program,
MEDA programı tarafından sağlanacak finansal yardımlarla güçlü bir Avrupa-
Akdeniz Ortaklığı oluşturacaktır.171
Bu Çalışma Programında siyasi ve güvenlik işbirliği alanında, sürdürülebilir
sosyo-ekonomik kalkınma ve reform alanlarında, eğitim ve sosyo-kültürel değişim
konularında ve son olarak göç, sosyal entegrasyon, adalet ve iç işlerinde uygulanacak
171 “10th Anniversary Euro-Mediterranean Summit Five Year Work Programme”, <http://ue.eu.int/uedocs.pdf> (08.01.2006).
81
politika hedefleri belirlenmiş ve bu hedefleri gerçekleştirecek siyasi iradenin mutlaka
oluşturulması gerektiğinin altı çizilmiştir. Akdeniz bölgesinin güvenliği açısından
bölgeye barış, istikrar, huzur ve refahın egemen olması ve Arap-İsrail sorununun
çözüme bağlanması için güvenlik inşa edici tedbirlerin alınacağı her fırsatta dile
getirilmiştir.
Beş yıllık Çalışma Programı’nda Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’na taraf olan
ülkeler, Akdeniz bölgesinde siyasi çoğulculuğun genişletilmesini, serbest ve dürüst
seçimlerin yapılmasını, ülkelerin siyasi oluşumlarında kadınların aktif şekilde görev
almasını, kamu hizmetlerinin yönetiminde halkın lokal seviyede söz hakkının
olmasını, sivil toplumun güçlendirilmesini garanti altına alan yasaların çıkarılmasını
ve ifade özgürlüğünün güvence altına alınmasını belirtmişler, bu amaçların
gerçekleşmesi için de AB’nin Akdenizli ortaklarına mali ve teknik açıdan destek
olacağı ifade edilmiştir. Evrensel değerler ve Komşuluk Politikası kapsamında
yayınlanan Eylem Planları vasıtasıyla AB’nin siyasi diyaloğunu Akdenizli ülkelerle
geliştirerek devam ettireceği söylenmiştir. Ayrıca, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’na taraf
olan ülkeler AGSP bağlamında Akdeniz bölgesinde kriz yönetimi, uyuşmazlıkların
önlenmesi ve doğal afetlerden korunma konularında işbirliğini derinleştireceklerine
işaret etmişlerdir.172
Çalışma programında siyasi amaçların yanında Avrupa-Akdeniz ekonomik
işbirliğindeki hedeflerin üzerinde de sıklıkla durulmuştur. Gelişmekte olan Akdeniz
ülkelerinde yoksulluğun azaltılması, milli gelirin yükseltilmesi, iş imkanlarının
172 İbid.
82
arttırılması, bilimsel ve teknolojik araştırmaların geliştirilmesi, makro-ekonomik
dengelerin sağlanması, iç ve dış yatırımların genişletilmesi, ticaret, tarım ve sanayide
liberal politikaların benimsenmesi için AB tarafından ekonomik reformların
destekleneceği ifade edilmiştir.173
Siyasi ve Ekonomik hedeflerin tutturulması için mutlaka sosyal reformların da
hayata geçmesi gereklidir. Bu düşünceden yola çıkan Avrupa-Akdeniz ülkeleri de
Akdeniz ülkelerindeki eğitim imkanlarının genişletilmesine yoğunlaşırlarken,
kültürlerarası diyaloğun ilerletilmesi için çalışmaların süratle devam ettiğini
belirtmişlerdir. Akdeniz ülkelerinde de bilgiye dayalı bir toplum oluşturmak ve
donanımlı bir iş gücü yetiştirmek için Avrupa-Akdeniz alanında eğitimle ilgili
değişim programlarına ağırlık verilmesi gereklidir. Kültürlerarası ayrımcılık ve
yabancı düşmanlığıyla mücadele etmek için mutlaka hoşgörüye, saygıya ve anlayışa
dayalı işbirliğinin yapılması Avrupa-Akdeniz bütünleşmesi için büyük bir önem
taşımaktadır.174
Avrupa-Akdeniz Ortaklığında üzerinde titizlikle durulan diğer bir konu da göç
ve sosyal entegrasyon alanıdır. Akdeniz ülkelerinden AB ülkelerine akan yasa dışı
göçün önlenmesi, milyonlarca insanın tehlikeli sularda ve sınır boylarında hayatını
kaybetmesinin önüne geçilmesi gerektiğinin altı çizilmiştir. Örneğin, Güney
Akdeniz’deki siyasi ve sosyo-ekonomik durumlar, Maşrek ve Mağrip ülkelerinden
AB ülkelerine akan yasa dışı göçü arttırırken, Belçika ve Hollanda’daki Kuzey
Afrikalı göçmenlerin sayısının hızla çoğalması, aynı zamanda AB ülkelerini, AB
173 İbid. 174 İbid.
83
toplumlarında İslami Fundamentalizmin güçlenmesi endişesiyle karşı karşıya
bırakmaktadır.175 Yasa dışı göçle ilgili problemlerin çözümü için de Avrupa-Akdeniz
ülkeleri arasında adalet işlerinde güçlü bir koordinasyon kurulması ve Avrupa-
Akdeniz Bakanlar toplantılarında bu sorunların sıklıkla tartışılması gerekmektedir.
AB ülkeleri, Akdeniz ülkelerindeki adalet ve iç işleri alanındaki sistemlerin
iyileştirilmesi için her türlü teknik desteği vereceğini de bu Çalışma Programında
belirtmektedir.176
Sonuç olarak, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı çerçevesinde kabul edilen bu Çalışma
Programıyla Akdeniz bölgesine verilen önem bir kere daha vurgulanmış ve iki tarafın
da bu diyaloğun ilerletilmesi için daha çok çaba sarf etmesi gerektiği belirtilmiştir.
Böylelikle, Avrupa-Akdeniz Konferans sürecine sahne olan toplantılar ve bu süreçte
alınan kararlar, Avrupa-Akdeniz işbirliğinin özellikle güvenlik boyutunda atılımlar
yapıldığını ancak bu alanda daha operasyonel faaliyetlere ihtiyaç duyulduğunu
yadsınamaz bir gerçek olarak bizlere göstermektedir.
Avrupa Komşuluk Politikası çerçevesinde AB-Akdeniz ülkeleri arasındaki
ilişkilerin nasıl şekillendiğine geçmeden önce, Barselona Süreci ve bu sürecin
gelişiminin Avrupa-Akdeniz Güvenlik Ortaklığı üzerinde ne tür etkiler doğurduğuna
bakmak zorundayız. Barselona Deklarasyonu ile AB ve Akdeniz ülkeleri arasında
bölgesel ortaklık çerçevesinde ekonomi, siyasi ve sosyo-kültürel ilişkiler
geliştirilmek istenmiş, İsrail ve bir çok Arap ülkesinin yer aldığı tek, çok taraflı
175 Michelle Pace, “The Euro-Mediterranean Partnership and the Common Mediterranean Strategy? Euroepan Union Policy from a discursive Perspective,” Geopolitics, C. 9, S. 2, (Yaz 2004), s. 297. 176 “10th Anniversary Euro-Mediterranean Summit Five Year Work Programme”, op. cit.
84
Akdeniz girişimi hayata geçirilmiştir.177 Özellikle, Akdeniz güvenliği açısından
Barselona Deklarasyonu’nun oluşturduğu kurumsal yapılanma ve bu yapılanma
doğrultusunda yapılan konferanslar, forumlar ve toplantılar Akdeniz’de ortak bir
güvenlik kültürü oluşturma çabaları olarak algılanmıştır.
Akdeniz bölgesinde ülkeler arasında ortak bir güvenlik kültürü bağlamında
politikalar üretilmek isteniyorsa, bazı önemli sorunların çözümlenmesi gereklidir.
Öncelikle, Barselona Deklarasyonu’nun ortaya koyduğu, ekonomik ve sosyal
düzenlemeleri kapsayan ortaklık inşa edici tedbirlerin Akdenizli ülkeler tarafından
uygulanması Akdeniz’de somut bir güvenlik ve istikrar alanı oluşturmak açısından
çok önemlidir. Bu ortaklık inşa edici tedbirler, Akdeniz ülkelerinin diplomatları için
eğitim seminerlerinin düzenlenmesi, dış politika enstitüleri arasında iletişim ağlarının
kuvvetlendirilmesi, ikili ortaklık anlaşmalarının sonuçlandırılması, insan hakları
üzerine uluslararası anlaşmalar hakkında bilgi alışverişinde bulunulması ve
Akdeniz’de silahsızlanma şeklinde sıralanabilir.178
Bu tedbirler, AB ve Akdeniz ülkeleri tarafından sıkça yapılan forumlarda ve
uzmanların katıldığı toplantılarda hayata geçirilmeye çalışılmış ancak, istenilen
sonuç alınamamıştır. Bu tür girişimlerin istenilen düzeyde sonuçlanmamasında
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın karmaşık olan kurumsal yapısı ve Akdeniz ülkelerinin
yeteri kadar siyasi, ekonomik ve sosyal reformları yapmamaları önemli rol
oynamaktadır. Buna ek olarak, Vasconcelos gibi bir çok araştırmacıya göre, Avrupa-
Akdeniz Ortaklığı’na taraf olan Güney Akdenizli ülkelerin süreç üzerinde sahiplik
177 Vasconcelos, op. cit., s. 8. 178 Biad, op. cit., s. 36.
85
hissini taşımamaları ve bu süreç içinde kendilerini eşit statüde görmemeleri Avrupa-
Akdeniz işbirliği sürecini geliştirme önünde büyük engeldir. Akdeniz’de oluşan
Kuzey-Güney asimetrisi, AB tarafından sunulan reformlar konusunda Kuzey Afrika
ve Ortadoğu’daki elit kesimin ve halkın olumsuz algılamalar içine girmesine neden
olmakta ve AB tarafından neredeyse her toplantıda yapılması istenen reformlar bu
kesimlerce şüpheyle karşılanmaktadır.179
Buna ek olarak, bazı Arap elitleri de Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nda Avrupalı
devletlerin daha çok İsrail’i destekleyen politikaları olduğu ve AB’nin iki katlı bir
politika izlediği görüşünü benimsemektedirler. Mohammed El-Sayed Selim, bir
yazısında bu durumun 1996 yılında Avrupa-Mısır İşbirliği Konseyi’nde Mısır Dış
İşleri Bakanı Amr Moussa tarafından eleştirildiğini ve AB’nin İsrail ile yaptığı
Ortaklık Anlaşmasında İsrail’e diğer Akdeniz ülkelerine tanınmayan ayrıcalıklar
verildiğini iddia etmektedir.180 Selim yazısında ayrıca, Avrupalı devletlerin Akdeniz
bölgesinde gerçek anlamda bir güvenlik sistemi kurma niyetinde olmadıklarını
sadece oluşturdukları kurumsal yapıyla Güneyli ülkeleri kontrol etmek istediklerini
belirtmektedir. Sonuçta, Güneyli Akdeniz ülkelerinde bu tür algılamaların oluşması,
onların Avrupa-Akdeniz Ortaklığı sürecinde reformlar konusunda hızlı adım
atmalarının önünü kesmektedir.181
179 Vasconcelos, op. cit., s. 2. 180 Mohammad El-Sayed Selim, Southern Mediterranean Perceptions of Security Cooperation and the role of NATO, Euro-Mediterranean Partnership for the 21st Century, der. Hans Günter Brauch, Antonio Marquina ve Abdelwahab Biad, Palgrve, 2000, s. 138.’den Amr Moussa to the Euro-Egyptian Cooperation Council in October 1996, Al-Ahram, 29 October 1996. 181 Ibid., s. 138.
86
Barselona Deklarasyonu’nun güvenlik ayağının kuvvetlendirilmesi noktasında
yapılan eleştirilerden bir diğeri de Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın uzun dönemde
güvenlik alanında kurumsallaşması ve derinlik kazanması için bazı güven inşa edici
tedbirlerin de genişletilerek uygulanması gerektiğidir. Örneğin, Sven Biscop bu
tedbirleri, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı alanında bütün ortakların hassasiyetlerini göz
önünde bulundurarak ortak kriz yönetimini ilerleten prosedürlerin takip edilmesi,
Akdeniz’de ortak arama ve kurtarma çalışmalarının yapılması, potansiyel krizlerin
gözlenmesi için Avrupa-Akdeniz Durum Merkezi’nin kurulması ve Akdenizli
ortaklar tarafından çok taraflı operasyonların düzenlenmesi şeklinde
açıklamaktadır.182 Bu tedbirler, 2000 yılında kabul edilen Akdeniz bölgesine yönelik
Ortak Strateji’de, 2002 Valencia Eylem Planı’nda ve 2004 Avrupa-Akdeniz Stratejik
Ortaklığı’nda dile getirilmiş, AB’nin AGSP’nin amaçları doğrultusunda Akdeniz
bölgesine yönelik bu tür tedbirlerin şekillendireceği güvenlik politikaları oluşturacağı
belirtilmiştir.183
Barselona Deklarasyonu’nu takiben gelişen Avrupa-Akdeniz Konferans süreci
de, genel olarak, Akdeniz bölgesinde ortak bir güvenlik alanı oluşturma konusunda
gerekli atılımları yapamamıştır. Her ne kadar, 2000 yılında kabul edilen Ortak
Strateji ile Barselona süreci canlandırılmak istense de, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı
belirli noktalarda tıkanmalar yaşamaktadır. Bu tıkanmaların nedenleri önceki
bölümlerde saydığımız etkenlere ek olarak, Avrupa-Akdeniz Barış ve İstikrar
Şartı’nın onaylanmaması, Ortadoğu’da İsrail-Filistin anlaşmazlığının
çözümlenememesi, Güneyli Akdeniz ülkelerinde Radikal İslam’ın varlığını arttırarak
182 Biscop, op. cit., s. 14. 183 Whitman, op. cit., s. 21.
87
koruması, Kuzey-Güney Akdeniz ülkeleri arasında ekonomik, siyasi ve sosyal
kalkınmışlık farklarının azaltılamaması ve AB’nin bir yandan yeni üye ülkeleri
bünyesine katarken diğer yandan kendi kurumsal yapısı içinde yeni politikalara imza
atması şeklinde tanımlanabilir. Ayrıca, Akdenizli ortakların insan hakları ve sert
güvenlik meseleleri gibi hassas konularda uzlaşamamaları, bazı ortaklar arasında
güvensizliğin hakim olması ve Akdeniz’de bölgesel aktörlerin rekabeti Avrupa-
Akdeniz Ortaklığı’nın güvenlik boyutunun etkisini sınırlı seviyede tutmaktadır.184
Sonuç olarak, her ne kadar Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın güvenlik boyutunda
sınırlı bir işbirliği yapılsa da, AB’nin Akdeniz bölgesiyle olan birlikteliğinde
güvenliğin önemli bir motivasyon aracı olduğu söylenebilir. Avrupa-Akdeniz
Ortaklığı’nın karmaşık olan kurumsal yapılanmasında yine de Akdeniz’de ortak
güvenlik politikaları uygulamak için itici potansiyel bir güç vardır. Akdeniz
bölgesinde Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’ndan başka, çok taraflı bir yapının yokluğu da,
AB’ye bölgedeki istikrarsızlıkların kaynağını pasifize etmede öncü bir rol
vermektedir. AB, Barselona Deklarasyonu’nun kendisine verdiği bu öncü rolü, diğer
bölümde inceleyeceğimiz Avrupa Komşuluk Politikası’yla pekiştirmek istemiş,
ancak Avrupa-Akdeniz işbirliğini geliştirmeye çalışan bu politikaların ne kadar
başarılı olduğu tartışma konusu olmuştur.
184 Biad, op. cit., s. 30.
88
B. AVRUPA KOMŞULUK POLİTİKASI KAPSAMINDA AVRUPA-
AKDENİZ İŞBİRLİĞİ
AB’nin 2004 yılı genişlemesinden sonra AB yeni sınırlara kavuşmuş, bu
genişleme AB’nin dış sınırlarını doğal olarak değiştirmiştir. Bu yeni sınırlar, yeni
komşuları beraberinde getirirken bu yeni konjonktür karşısında AB’nin de eski
ve yeni komşularıyla ilişkilerinde yeni bir politika oluşturması gündeme
gelmiştir. Avrupa Komşuluk Politikası AB Genişlemesinin getirdiği fırsatları ve
sorunları değerlendirmek üzere yeni bir dış politika aracı olarak AB ülkeleri
tarafından 2003 yılında kabul edilmiştir.185
Bu politika, AB’nin komşu ülkelere üyelik perspektifi vermeden yeni bir
ortaklık ilişkisi kurmasını hedeflerken, aynı zamanda Avrupa Güvenlik
Stratejisi’nin amaçlarının da hayata geçmesini sağlamaktadır. Avrupa Komşuluk
Politikası’nın genel olarak amacı, AB’nin 2004 yılı genişlemesinin yararlarını
komşu ülkelere istikrar, güvenlik ve refah getirerek paylaşmak, genişleyen AB ve
komşularıyla arasında bölücü çizgilerin oluşmasını önlemektir. Buna ek olarak,
bu politika AB’nin komşularına AB’nin çeşitli programlarına ve aktivitelerine
katılma şansı vermekte, AB ve komşu ülkeler arasında daha geniş bir ekonomik,
siyasi ve kültürel işbirliği platformu kurmak istemektedir.186
Komisyon’un Dış İlişkiler ve Avrupa Komşuluk Politikası’ndan Sorumlu
Komiseri Benita Ferrero Waldner, Avrupa Komşuluk Politikası’yla ilgili bir
185 “European Neighbourhood Policy Strategy Paper”, COM (2004) 373 Final. 186 Ibid.
89
yazısında Komşuluk Politikası’nı, AB’yi küresel bağlamda güçlü bir ses yapan
etkili dış politika enstrümanı olarak tanımlarken, AB vatandaşlarının güvenlik,
göç, enerji ve istihdam alanlarındaki ihtiyaçlarına cevap vermek üzere komşu
ülkelerde refah üreten toplumlarının varlığını sağlamlaştırmak istediklerini
vurgulamaktadır. Waldner, AB’nin, bu politika ile komşularının güvenliğe ve
istikrara kavuşmalarına yardımcı olduklarını belirtirken, komşu ülkeler için
hazırlanan Eylem Planları vasıtasıyla her ülkenin ihtiyaçları ve kapasiteleri
doğrultusunda farklı önceliklere yer verildiğini ifade etmektedir.187
Bu Eylem Planları, ortak ilkeleri benimseyen ancak her ülkenin ihtiyaçları ve
kapasiteleri doğrultusunda ortak amaçlara hizmet etmek üzere ülkelere göre
“farklılık” ilkesini benimsemektedir. Avrupa Komşuluk Politikası Güneyli
Akdeniz ülkelerini(Cezayir, Fas, Tunus, Mısır, İsrail, Ürdün, Lübnan, Suriye,
Libya ve Filistin Yönetimi) yanında, Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerini
(Ukrayna, Belarus ve Moldova) ve Kafkas ülkelerini(Gürcistan, Ermenistan ve
Azerbaycan) kapsamaktadır. Farklı ekonomik, siyasi ve kültürel dinamikleri
içinde bulunduran bu ülkelere karşı AB Eylem Planlarında bu ülkelerin
ihtiyaçları çerçevesinde farklı politika önerilerinde bulunulmakta, finansal ve
teknik yardımlar bu ihtiyaçlar bağlamında sağlanmaktadır.188
Komşuluk Politikası’nda ülkelerin demokrasi ve insan haklarının güvence
altına alınmasını sağlayan reformlara imza atmaları için “pozitif koşulluluk”
187 Benita Ferrero Waldner, “The European Neighbourhood Policy: The EU’s Newest Foreign Policy Instrument”, European Foreign Affairs Review, C. 11, 2006, s. 1-2. 188 Roland Dannreuther, “Developing the Alternative to Enlargement: The European Neighbourhood Policy,” Eurpean Foreign Affairs Review, C. 11, 2006, s. 187.
90
politikası getirilmiştir. Bu politikaya göre, AB, reformların yerine getirilmesi için
komşu ülke üzerinde baskı uygulamayacak, AB’nin siyasi ve ekonomik
değerlerini paylaşan ülkeler gerekli desteği AB’den alacaklar ve bu politikadan
kazançlı çıkacaklardır. Avrupa Komşuluk Politikası kapsamında AB, bu politika
içerisinde yer alan ülkelere reformları daha hızlı ve derinleştirerek yaptıkları
takdirde daha fazla mali yardım yapmayı önermektedir. Dolayısıyla, AB, bu
ülkelere mali yardımları arttırarak bu ülkelerin sosyal ve siyasi reformları
gerçekleştirmeleri yönündeki baskısını olumlu göstermeye çalışmaktadır.189
Avrupa Komşuluk Politikası’nı incelediğimizde, güvenlik sorununun AB
gündeminde ağrılıklı olarak yer aldığını görmekteyiz. Komşuluk Politikası’nın
altında yatan kritik faktör, AB’nin çevresinde yer alan bölgelerde güvenlik ve
istikrarı teminat altına alan stratejilerin hayata geçirilmesidir, bunun için de
AB’nin Doğusu’ndan Güney sınırlarına kadar olan bölgelerde iyi yönetilen
ülkelerin oluşturduğu bir halka meydana getirilmelidir. AB’nin güvenlik
konularına bu kadar yoğunlaşmasının nedeni, 2003 yılında ABD’nin Irak’a
müdahalesi esnasında Ortadoğu’da istikrarın bozulması ve bu operasyonun AB
içi ayrılığı ve uyuşmazlığı provoke etmesidir. 190
AB içinde yaşanan bu fikir uyuşmazlığı bölgesel anlamda AB’nin güvenlik
konusunda atılım yapma zorunluluğunu beraberinde getirmiştir. Bunun
189 Emerson ve Noutcheva, op. cit., s. 15. Daha fazla için bilgi için bakınız, D. Schmid, “Linking Economic, Institutional and Political Reform:Conditionality within the Euro-Mediterranean Partnership”, Euromesco Paper 27, Lisbon, 2003. 190 Raffaella A. Del Sarto ve Tobias Schumacher, From EMP to ENP: What’s at Stake with the European Neighbourhood Policy Towards the Southern Mediterranean?, European Foreign Affairs Review, C. 10, 2006, s. 18-19.
91
sonucunda da AB, 2003 yılında Avrupa Güvenlik Strateji Belgesi’ni onaylayarak
güvenlik konusunda birlik içinde stratejik bütünleşmeyi arttırmayı
hedeflemiştir.191 Barselona Deklarasyonu hayata geçtikten sonra, Ortadoğu Barış
Sürecinde İsrail ve Filistin Otoritesi arasında istenilen işbirliğinin
sağlanamaması, Akdeniz’e ilişkin Barış ve İstikrar Şartı’nın onaylanamaması ve
11 Eylül terör olaylarının dünya sahnesinde yarattığı korku ve endişeler ve
değişen güvenlik tehditleri, AB’yi çevre ülkelerle yeni bir oluşum kurmaya
itmiştir. Avrupa Komşuluk Politikası içinde Akdenizli ülkelerle yeniden şekil
alan ilişkiler de AB’nin Akdeniz güvenlik anlayışı açısından önem taşımaktadır.
Komşuluk Politikası Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’na taraf olan ülkeleri kendi içine
dahil ederken, AB ve Akdeniz ülkeleri arasında imzalanan Ortaklık Anlaşmaları
temel alınarak ilişkiler pekiştirilecektir. Ayrıca, Komşuluk Politikası’na taraf
olan diğer ülkelerle de fikir-alışverişi yapılacak bir ortam hazırlanmış olacaktır.
AB, Komşuluk Politikası kapsamında Akdenizli ülkelerin Avrupa-Akdeniz
Ortaklık ilişkilerini alt-bölgeler arası işbirliğinden(bölgesilciliğe dayanan) ikili
bir işbirliği platformuna dönüştürmek istemektedir. Böylelikle, Akdenizli
ülkelerle hazırlayacağı Eylem Planları vasıtasıyla bireysel anlamda daha güçlü
ilişkiler kurmayı amaçlamaktadır. Kısa ve orta vadede siyasi, ekonomik ve
kültürel reformlar Akdenizli ülkeler tarafından daha kolaylıkla yerine
getirilecektir.192 Her ne kadar AB, Akdeniz’le olan ilişkilerini Komşuluk
Politikası kapsamına dahil ettiği için eleştirilse de, komşu ülkelerle olan
ilişkilerini aynı potada ele almak istemekte, dolayısıyla farklı politika araçları
191 Ibid., s. 18. 192 Dannreuther, op. cit., s. 184-185.
92
kullanarak kurumsal yapı içinde bürokratik zorluklar yaşanmasının önüne
geçmek istemektedir. Akdenizli ülkelerle olan ilişkiler Avrupa-Akdeniz
Ortaklığı’nın oluşturduğu kurumsal organlar etrafında yürütülürken, her bir
Akdenizli ortakla kurulan bireysel ilişki Komşuluk Politikası çerçevesinde
derinleştirilmektedir.
Komşuluk Politikası çatısı altında gelişim gösteren Avrupa-Akdeniz
ilişkilerine Akdenizli ülkeler için hazırlanan Eylem Planları yön vermektedir. Bu
Eylem Planlarında Akdeniz bölgesinin güvenliği için hazırlanan bölümler dikkat
çekmektedir. Her ne kadar Komşuluk Politikası’nın amaçlarından biri komşu
ülkelerin AB Tek Pazarı içinde rekabetçi bir ekonomi haline gelmesini
sağlamaksa da güvenlik boyutu 21. yüzyılda AB’nin çevre ülkelerle olan
ilişkilerini belirleyen en önemli mihenk taşıdır. Akdeniz güvenliği ile ilgili Eylem
Planlarında ne tür bilgilere yer verildiğini görmek için Tunus ve İsrail için
hazırlanan Eylem Planlarını örnek olarak inceleyebiliriz.
Tunus için hazırlanan Eylem Planı’na baktığımızda, genel olarak Akdeniz’in
güvenliği için öne çıkan noktalar, Tunus ve AB arasında bölgelerarası iş birliğini
sağlamak, sınır ötesi iş birliği yapmak ve uyuşmazlıkların çözümlenmesinde
paylaşılmış sorumluluk almak şeklinde özetlenebilir. Eylem Planı’nda “Yeni
Ortaklık Perspektifi” başlıklı bölümde Tunus ve AB arasındaki güçlendirilmiş
siyasi diyaloğun Akdeniz’in güvenliğine hizmet etmesi gerektiğinin altı
çizilmektedir. Eylem Planı’nın “Öncelikli Eylemler” bölümünü incelediğimizde
ise Akdeniz’in güvenliği ile ilgili maddeler Akdeniz’de barış ve istikrar alanı
93
kurulması açısından önem taşımaktadır. Güvenlikle ilgili maddeler şu şekilde
sıralanmaktadır:193
• Tunus’da demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının korunmasını
güvence altına alan kurumların genişletilmesi, sivil toplum bilincinin
geliştirilmesi, yönetim ve idarede şeffaflığın ve etkili yargısal prosedürlerin
uygulanması,
• AGSP kapsamında Uzman Yetkililer Grubu çerçevesinde Avrupa-Akdeniz
Diyaloğu’na aktif katılım,
• AGSP bağlamında ikili seviyede güvenlik diyaloğunu arttırmak için AB
kurumları ve Tunus arasında iletişim noktaları oluşturmak,
• Bölgede siyasi havanın yumuşamasıyla Akdeniz’de Barış ve İstikrar Şartı’nı
kabul etmek,
• AGİT’in Akdeniz İşbirliği diyaloğuna Tunus’un katılımını sağlamak,
• Terörle mücadelede işbirliğini geliştirmeye yönelik Tunus’un BM’nin
1267/99 ve 1373/01 sayılı kararlarını uygulamaya koyması,
• KİS’lerin çoğalmasını önlemek için silah yapımıyla ilgili maddelerin
ticaretinin kesilmesi için ulusal gümrük sistemlerinin kurulması,
• Tunus’un yasadışı göçün önlenmesi konusundaki BM kurallarına uyması,
• Yasal göç kapsamında aktif işbirliğini arttırmak için uzman kişiler tarafından
kurulu komitelerde tartışmaların yapılması, AB’nin göçle ilgili ARGO ve
AENEAS programlarına Tunus’un gözlemci olarak davet edilmesi, deniz ve
kara sınırında operasyonel müdahale gücü ve kontrol noktaları oluşturulması,
193 “ EU/Tunisia Action Plan”, <http://ec.europa.eu/world/enp/pdf/action_plans/tunisia_enp_ap_final_en.pdf> (12.10.2006).
94
• Akdeniz bölgesinde yasadışı göçü önlemek için etkili sınır kontrol sistemi
geliştirmek, seyahat dokümanlarını ve vizeleri daha güvenilir yapmak, sınır
kontrol sistemleriyle ilgili deneyimleri paylaşmak, sınır kontrolü konusunda
bölgesel otoriteler arası işbirliği(polis, sınır polisi ve göçmenlik ofisi
çalışanları arası yakın iletişim) ve Tunus’un sınır noktalarında görev yapan
güvenlik güçlerinin idari kapasitelerinin arttırılması,
• Tunus ve AB arasında geri dönüşlerle ve yeniden kabullerle ilgili anlaşmanın
sonuçlandırılması,
• Organize suçlarla mücadelede uluslararası enstrümanların uygulanması ve
onaylanması,
• Akdeniz’de insan kaçakçılığının ve insan kaçakçılığının önlenmesi için etkili
methodların geliştirilmesi,
• Finansal suçlarla ilgili mücadelede Tunus’da Mali İstihbarat Birimi’nin
kurulması, AB üyesi ülkeler ve Tunus arasında EUROPOL ile işbirliği
çerçevesinde gerekli diyaloğun sağlanması, AB ülkeleri ve Tunus Polis
Eğitim Akademileri arasında işbirliğinin geliştirilmesi.
Bu bilgiler ışığında, Tunus için yayınlanan Eylem Planı’nda Akdeniz’de sağlam
bir güvenlik halkasının oluşturulması için Tunus’la yapılan Ortaklık Anlaşması
çerçevesinde Tunus’un Akdeniz bölgesinin güvenliği açısından önemli bir aktör
olduğu vurgulanmış, AB ile ilişkilerinde stratejik işbirliğini ilerletmeye yönelik
politikalar izlemesinin üstünde durulmuştur.
95
Akdeniz bölgesinin güvenliği için kilit ülkelerden biri olan İsrail için hazırlanan
Eylem Planı’na baktığımızda da İsrail ve AB’nin demokrasi, temel hak ve
özgürlüklere saygı, ve uluslararası hukuk kuralları gibi ortak değerler üzerine kurulu
bir stratejik işbirliği modelini geliştirecekleri ifade edilmektedir. Bu işbirliği
sürecinin ilerletilmesi için de Akdeniz bölgesinde KİS’lerin yok edilmesinde, terörle
mücadelede, Ortadoğu’da uyuşmazlıkların çözümünde ve her türlü anti-semitizme
karşı etkili bir mücadele verilmesi özellikle vurgulanmaktadır.194
İsrail için hazırlanan Eylem Planı’nda Öncelikli Eylemler bölümünde Akdeniz
bölgesi güvenlğinin köşe taşlarından biri olan İsrail-Filistin anlaşmazlığına
değinilmekte, Ortadoğu bölgesinde bu anlaşmazlıklara acil çözüm önerileri
bulunması beklenmektedir. Bu uyuşmazlıkların bölgede terör ve KİS’lerin çoğalması
gibi tehditleri de arttırarak Akdeniz’de bir kaos ortamı yaratmasının önüne geçilmesi
gereklidir. Bu Eylem Planı’nda Akdeniz’in güvenliği ile ilgili yapılması gereken
eylemlerde şu noktalar ön plana çıkmaktadır:195
• Anti-semitizimle mücadelede 2004 AGİT Berlin Deklarasyonu’nun İsrail
tarafından tanınması ve yabancı düşmanlığıyla ilgili her türlü mücadelede
yasal çerçevenin genişletilmesi,
• Irkçılık ve İslamofobia ile mücadelede İsrail’in Avrupa Irkçılık ve Yabancı
Düşmanlığı Gözlem Merkezi’nin(EUMC) çalışmalarını desteklemesi,
• ODGP ve AGSP kapsamında stratejik bölgesel güvenliğin sağlanmasında
araştırma ve planlama metodlarını kapsayan bir kriz yönetimi geliştirmek,
194“EU/İsrail Action Plan”, <http://ec.europa.eu/world/enp/pdf/action_plans/israel_enp_ap_final_en.pdf> (11.10.2006). 195 Ibid.
96
• Ortadoğu’daki sorunların geniş ve kapsayıcı bir zeminde çözümlenmesi için
İsrail ve Filistin devletinin barış içinde yaşayacağı “iki devletli” çözüm
mekanizmasının benimsenmesi ve bu bağlamda AB ile ikili düzeyde
çalışmaların yapılması,
• İsrail’in öz savunma hakkına saygı göstererek, uluslararası hukuk bağlamında
sivil halk üzerinde terör karşıtı tedbirlerin alınması,
• Kriz yönetimi konusunda Ortadoğu bölgesine insani yardımların kolay
ulaştırılması ve bölgede rehabilitasyon altyapısının oluşturulması,
• Filistin Otoritesi yönetiminde şeffaf, ölçülebilir demokratik reformların
uygulanması ve desteklenmesi için İsrail’in çaba sarf etmesi,
• KİS’lerin çoğalmasının durdurulması için AB Stratejisi çerçevesinde AB ile
İsrail’in işbirliği yapması, KİS’lerle ilgili ihracat kontrol rejimlerinin
uluslararası standartlara getirilmesi, İsrail’de etkili ulusal ihracat kontrol
sistemi geliştirilmesi ve KİS’lerle ilgili maddelerin yasadışı ticaretine karşı
etkili mücadele verilmesi,
• Ortadoğu bölgesinde terörle mücadelede AB-İsrail işbirliğinin genişletilmesi
için iki taraf arasında teröre karşı kullanılacak araçlar ve metodlarda görüş
alışverişi yapılması ve deneyimlerin paylaşılması, terör gruplarının KİS’leri
ele geçirmesinin önüne geçilmesi, AB ile İsrail adli ve polis makamları
arasında terörün finanse edilmesinin önlenmesi için sıkı işbirliği yapılması,
• Yasadışı göçün etkin sınır kontrolüyle çözümlenmesi ve göç dalgalarının
analizi için EUROMED Göç Araştırma Ağı’na İsrail’in katılımının
sağlanması,
97
• Akdeniz bölgesinde organize suçlar ve insan kaçakçılığıyla ilgili mücadelede
uluslararası protokollerin onaylanması ve genel standartlar çerçevesinde bilgi
alışverişinde bulunulması,
• Akdeniz bölgesindeki birçok uluslararası güvenlik sorununun etkili bir
şekilde çözümlenmesi için İsrail güvenlik birimlerinin EUROPOL ve
EUROJUST ile işbirliğini arttırması ve iki taraf arasında teknik, operasyonel
ve stratejik bilgi akışı sağlanmasının kolaylaştırılması,
• Akdeniz bölgesinin güvenliğini sosyal açıdan da kuvvetlendirmek için
kültürler ve dinler arası hoşgörüyü geliştirmek için Avrupa-Akdeniz Ortaklığı
çerçevesinde yürütülen işbirliği projelerine İsrail’in aktif katılımının
güçlendirilmesi.
Komşuluk Politikası kapsamında İsrail için hazırlanan Eylem Planı da
göstermektedir ki, Akdeniz’in güvenli ve istikrarlı bir bölgeye kavuşturulması için
İsrail’in de üstlenmesi gereken sorumluluk büyüktür. Komşuluk Politikası, Barselona
Deklarasyonu’nun inşa ettiği işbirliği sürecine yeni bir soluk getirmek amacıyla
Akdenizli ülkeleri bu yeni oluşuma dahil etmiş ve Akdenizli ortakların Akdeniz
bölgesinin güvenliği için sorumluluklarını ciddiye almaları gerektiğini
göstermektedir. AB, Akdenizli ülkelerini de Komşuluk Politikası içine alarak,
Akdeniz’de ülkelerarası işbirliğinde yaşanan tıkanmaları gidermek için Avrupa-
Akdeniz Ortaklığı’na itici bir güç kazandırmıştır. Böylelikle, Komşuluk Politikası
kapsamında her bir ülke için ayrı hazırlanan Eylem Planları’yla da ortaklık
98
anlaşmalarındaki politika reçeteleri üye ülkelerdeki ulusal programlara eklemlenerek
AB norm ve standartlarının ülkeler tarafından daha net anlaşılması sağlanmıştır.196
AB’nin Komşuluk Politikası’nı hayata geçirdikten sonra en çok eleştirildiği
noktaların başında AB dış politikasında paradokslar yaratan AB politikaları ve
uygulamaları gelmektir. AB’nin neden bazı ülkeleri Komşuluk Politikası’na dahil
edip, buna karşılık bazı ülkelere üyelik perspektifi verdiği tartışmalara neden
olmaktadır. Örneğin, AB’nin Batı Balkan ülkelerine AB üyeliği için yeşil ışık
yakması, AB’nin tutarlılık sorununu gündeme getirmektedir. Akdeniz ile olan
ilişkilerini Komşuluk Politikası kapsamına alan AB, Batı Balkan ülkelerine üyelik
perspektifi vererek bölgelerarası farklılıkları bir anlamda tetiklemektedir. Üyelik
statüsü, Batı Balkan ülkelerinin demokratikleşme hızını arttırırken, Akdeniz
ülkelerinde demokratik ve liberal değerlerin toplumların siyasi ve sosyal yaşamlarına
adapte edilmesi zaman almaktadır, çünkü Akdeniz ülkeleriyle ilişkiler ortaklık
şeklinde yürütülmektedir. Her ne kadar Akdenizli ortaklara da AB tarafından mali ve
teknik yardımlar sağlansa da üyelik perspektifi kadar etkili olmamaktadır.197
AB’nin Batı Balkan ülkelerine ve Akdeniz ülkelerine yaklaşımından doğan
tutarsızlık Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nda Akdenizli ülkelerin AB’ye olan
güvenlerinde bir takım sarsılmalara neden olmaktadır. Bu güven zedelenmesi de
kendini Akdenizli ülkelerin reformları yavaş uygulamasında göstermektedir. Ayrıca,
farklı siyasi ve sosyal beklentilere sahip olan Akdeniz ülkelerinin AB ile ilişkilerinde
farklı politikalar izlerken AB tarafından bir kalıba sokulmak istenmesi Akdeniz 196 Emerson ve Noutcheva, op. cit., s. 21. 197 Piotr Maciej Kaczynski ve Piotr Kazmierkiewicz, “European Neighbourhood Policy: Differentiatian and Political Benchmarks”, Euromesco Papers , No. 44 (Eylül 2005), s. 10.
99
bölgesinde bir istikar alanı kurulmasını önlemektedir.198 Akdeniz’de ve Avrupa’da
güvenlik kavramınının içini dolduran terörizm, yasadışı göç, kaçakçılık ve yoksulluk
gibi tehditler ancak bölge ülkelerinde demokratik kurumların ve öngörülebilir
hükümetlerin insan haklarına saygı gösteren uygulamalarıyla bertaraf edilebilir. AB,
dış politikasındaki bu hedeflere ulaşmak için etrafında yer alan ülkelere karşı farklı
politikalar izleyerek dış politika hedeflerini her bölgede tutturamamaktadır.
AB, Batı Balkan ülkeleriyle ilişkilerini İstikrar ve Ortaklık Anlaşması(SAA)
çerçevesinde yürütürken, Akdenizle olan ilişkilerini Komşuluk Politikası’na dahil
edilen Ortaklık Anlaşmaları altında ilerletmektedir. Bu anlaşmalar, Batı Balkan
ülkelerine potansiyel aday statüsü verirken, Ortaklık anlaşmaları Akdenizli ülkelere
sadece “Akdeniz’deki ortak” statüsünü vermektedir.199 Şu bir gerçek ki, her ne kadar
Akdenizli ülkelerin Avrupa’yla tarihsel ve kültürel bağları olsa da bu bağlar onları
coğrafi açıdan Avrupalı yapmadığı için Akdenizli ülkelere AB tarafından üye ülke
statüsü verilemez. Ayrıca, Akdeniz bölgesinde bulunan otoriter rejimlerin
demokrasiyi Batı emperyalizmin bir başka şekli gibi görmeleri onları AB ülkeleri ile
işbirliğinde dostça bir ortamdan uzaklaştırmaktadır.200
AB’nin Batı Balkan ülkeleri ile olan ilişkilerinin neden Avrupa-Akdeniz
arasındaki ilişkileri olumsuz etkilediği AB’nin tutarsız politikalarında yatmaktadır.
AB, Akdenizli ülkelerle olan ilişkilerini Komşuluk Politikası zeminine kaydırırken
Akdenizli ülkelerin AB norm ve standartlarını daha kolay benimseyeceğini
düşünmüştü, ancak Akdenizli ülkeler güçlü bir siyasi yaptırımla karşılaşmadıkları ve 198 Ibid., s. 11. 199 Panebianco ve Rossi, op. cit., s. 6. 200 Kaczynski ve Kiewicz, op. cit., s. 10.
100
de karşılarında tutarlı bir AB göremedikleri için reformaları hızla
uygulayamamaktadırlar. Bunun yanında, AB kurumlarının AB norm ve ilkelerinin
yayılmasında farklı yaklaşımlara sahip olmaları, Avrupa Komisyonu’nda, Avrupa
Parlamentosu’nda ve AB Konseyi’nde bölgesel işbirliği programlarının
yapılandırılmasında farklı seslerin çıkması AB’nin Akdenizle olan ilişkilerini
kilitlemektedir.201 İşte, böyle bir ortamda Avrupa-Akdeniz ilişkilerinin
ilerletilmesinde AB ve Akdeniz ülkeleri arasında bir iletişim sorunu meydana
gelmektedir. Her iki taraf da birbirini anlamak için yeterince gayret
göstermemektedir.
Akdeniz ülkelerinde halen otoriter rejimlerin varlığını sürdürmesi ve bu
rejimlerin varlığına AB tarafından göz yumulması, halkın temel kamu hizmetlerine
ulaşamamaları bölgede sosyal nitelikli güvenlik tehditlerini beraberinde getirmekte
ve uzun soluklu bir istikrarsızlığın temelini oluşturmaktadır. Akdeniz’de uygulanan
sınırlı reformlar ekonomik liberalizasyon üretmiş, ancak tam anlamıyla demokrasi
kültürü üretememiştir. Şu bir gerçek ki, güvenli ve istikrarlı bir demokratik rejim
geniş katılımlı sosyal ve siyasi grupların desteğini gerektirmektedir.202 AB, Batı
Balkan ülkelerine farklı imtiyazlar verirken, diğer tarafta Akdenizli ortaklarıyla olan
ilişkilerde Akdeniz’in iç dinamiklerine göre etkili politikalar geliştirememiştir. AB,
kendisini Akdenizli ülkelere tam olarak, şeffaf bir şekilde tanıtamamakta, bu da
Akdenizli ülkelerin kafalarında AB ile ilgili hep bir soru işareti oluşmasına neden
olmaktadır.
201 Panebianco ve Rossi, op. cit., s. 12. 202 Panebianco ve Rossi, op. cit., s. 12.
101
AB’nin Batı Balkan ülkelerine ve Akdeniz ülkelerine yönelik politikalarının
farklı olmasının nedenlerinden birincisi, Balkan ülkelerinin Avrupa’nın coğrafi bir
parçası olarak görülmesidir. Prodi 2003 yılında yaptığı bir konuşmasında Avrupa’nın
tarihinin Balkanların tarihi olduğu ve Avrupa’nın onların evi olduğunu
söylemiştir.203 AB’nin farklı politikalarının ikinci nedeni ise, Batı Balkan ülkelerinin
daha fazla değişime açık olmasıdır. Akdeniz ülkeleriyle kıyaslandığında Batı Balkan
ülkeleri siyasi ve ekonomik reformları uygulamada Akdeniz ülkelerinden daha
başarılıdırlar.204 Ayrıca, AB’nin genişleme politikasını sonuna kadar devam ettirmesi
mümkün olmadığı için, AB, komşu olduğu ülkelerle bölgesel uyuşmazlıkları çözmek
ve onların da AB Tek Pazarı’ndan yararlanmaları için farklı ortaklık modelleri inşa
etmek zorundadır. Dolayısıyla, AB, Batı Balkan ülkeleriyle ilişkilerini üyelik
perspektifinde yürütürken, kendisi için çok önemli olan Akdeniz coğrafyasıyla
ilişkilerini de ortaklık şeklinde yürütmektedir.
Sonuç olarak, Avrupa Komşuluk Politikası kapsamında AB-Akdeniz ilişkilerinin
nasıl bir süreç izlediğine baktığımızda AB’nin Akdenizli ülkelerle olan ilişkilerini
Barselona Süreci ruhunu taşıyarak farklı bir mekanizmada ilerletmek istediğini
görmekteyiz. Avrupa Komşuluk Politikası’nın amacı, AB’nin komşu ülkeleriyle
yakın ortaklık ilişkisi kurarak, refahın ve demokratik değerlerin paylaşıldığı bir alan
oluşturmaktır. AB, bu amaca ulaşırken de komşu ülkelere üyelik perspektifi
vermeden mümkün olduğunca komşu ülkeleri AB ekonomik entegrasyonunun içine
dahil etmek ve AB sınırlarını çevreleyen alanlardaki güvenlik sorunlarını en etkin
şekilde komşu ülkelerle işbirliği yaparak çözümlemek arzusundadır. 203 Panebianco ve Rossi, op. cit., s. 7.’den Romano Prodi (2003), South-Eastern Europe’s turn, South-Eastern European Cooperation Process Summit, SPEECH/03/191 Belgrade, 9 April 2003. 204 Kaczynski ve Kiewicz, op. cit., s. 10.
102
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı da Avrupa Komşuluk Politikası ile benzer amaçları
taşımasına rağmen, neden Akdenizli ortakların bu yeni yapının içine monte edildiği
uluslararası çevrelerde tartışılmaktadır. AB yetkililerinin bu soruya yanıtı ise,
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın sahip olduğu karmaşık yapıdan ötürü AB ile Akdeniz
ülkeleri arasındaki ikili ilişkilerin yeterince derinleştirilemediğidir. Bu karmaşık
yapıdan kasıt, bir tarafta çok taraflı bölgesel aktivitelerin yapılması diğer tarafta AB
ve Akdeniz ülkeleri arasında ikili işbirliği ve ortaklık anlaşmalarının yapılmasıdır.205
Ayrıca, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın her bir bölümünün kendi içinde çok veya az
bağımsız hareket etmesi ve bir bölümün diğeriyle koordinasyonunun tam olarak
sağlanamaması AB’nin, Akdenizli ortaklarla ilişkilerini Komşuluk Politikasının
çerçevesine taşımasına neden olmuştur.
AB, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’na yeni bir soluk getirmek, bu ortaklığın
dinamiklerini yeniden hayata geçirmek ve Akdeniz ülkelerinin reformları
uygulamasının sağlanmasında pozitif koşulluluğun etkili olması için Akdeniz
ülkelerine Komşuluk Politikası enstrümanını sunmuştur. Ancak, Akdenizli ortakların
özelikle güvenlik alanında bu enstrümandan gerçek anlamda faydalanmaları için
AB’nin, Eylem Planları’nda yer alan Yeni Ortaklık Perspektifleri’nde yazılı olan
maddeleri somut bir biçimde uygulaması gereklidir.206 Bu maddeler, AB ve Akdeniz
ülkeleri arasında demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının korunmasını
temel alan Akdeniz’de gerçek anlamda bir barış ve istikrar alanı kurulmasını
amaçlamaktadır. Bu maddelerin somut bir şekilde uygulanması için Akdeniz
bölgesinde KİS’lerin yok edilmesi, terörizmle etkili mücadele edilmesi, yasa dışı
205 Biscop, op. cit., s. 6. 206 Biscop, op. cit., s. 7.
103
göçün önlenmesi ve Ortadoğu Sorunu’nun çözümünde kültürler ve dinler arası
diyaloğu geliştiren güçlü siyasi iradelerin Avrupa-Akdeniz ülkelerinde karşılıklı
olarak bulunması gerekmektedir. Ancak, bu tür güvenlik tedbirleri, Akdeniz
bölgesinde güvenlik alanında işbirliği sürecini derinleştirebilir. Avrupa-Akdeniz
arasındaki güvenlik konularındaki işbirliği, AB’in atacağı adımların yanında
Akdenizli ortakların da Akdeniz’in güvenliği ve istikrarı için çaba sarfetmesine
bağlıdır; ancak o zaman bölgesel güvenlik ortaklığından iki taraf da kârlı çıkabilir.
104
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AB’NİN AKDENİZ’DE ULUSLARARASI AKTÖRLÜĞÜ
I. SOĞUK SAVAŞ VE SONRASINDA(1990-1995) AKDENİZ GÜVENLİĞİ
BAĞLAMINDA AT(AB)’NİN ULUSLARARASI AKTÖRLÜĞÜ
AB’nin Akdeniz’in güvenliği konusunda ne tür adımlar attığının ve bu adımların
AB’nin uluslararası rolünü ne denli etkilediğini görebilmek için öncelikle Soğuk
Savaş döneminde AT’nin ne tür politikalar ürettiğini bakmak zorundayız. Soğuk
Savaş dönemi, uluslararası güvenlik kültürü bağlamında uluslararası ilişkiler
disiplininde önemli bir yere sahiptir. Bu dönemde dünyadaki güç dengeleri Batı ve
Doğu Bloğu etrafında şekillenmiştir. Oral Sander, Soğuk Savaşı şu şekilde
tanımlamaktadır: “Soğuk Savaş, II. Dünya Savaşı’ndan galip çıkan iki büyük devlet
ve bu devletlerin çevresinde kümelenmiş küçük devletler arasındaki anlaşmazlık ve
çatışmanın, doğrudan birbirlerine karşı silah kullanmadan sürdürüldüğü belirli bir
tarihsel döneme verilen addır.”207
Bu tanımlamadan anlaşılacağı üzere, Soğuk Savaşın yarattığı iki kutuplu bir
dünya düzeninde ülkeler Batı Bloğu’nun başını çektiği ABD ve Doğu Bloğu’nun
başını çektiği Sovyetler Birliği etrafında politikalar uygulamışlar ve iki blok arasında
imzalanan anlaşmalarla nükleer savaş riskini en aza indirmeye gayret etmişlerdir. İşte
böyle bir uluslararası ortamda Akdeniz güvenliğiyle ilgili atılımlar da Avrupalı
devletler tarafından farklı uluslararası örgütlerin şemsiyesi altında yapılmış, dönemin
207 Oral Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, İmge Kitabevi, 9. B., Ankara, 2001, s. 224.
105
konjonktürel olayları ve AET’nin üçüncü ülkelerle ilişkilerinde yavaş ve temkinli
adımlarla ilerlemesi, AET’nin Akdeniz bölgesinde güvenliğin sağlanması konusunda
diğer uluslararası örgütlerle yoğun bir işbirliği yapmasını beraberinde getirmiştir.
Akdeniz, sahip olduğu farklı sosyal, kültürel ve dini motiflerden ötürü insanlık
tarihinin önemli bir beşiği olmuştur. Bu coğrafyada yüz yıllardır yoğun
uyuşmazlıklar aynı zamanda yoğun bir işbirliği süreci yaşanmakta ve Akdeniz’e
kıyısı olan devletler sayısız güvenlik sorunlarıyla yüz yüze gelmektedir. Böyle
sorunlu bir bölgede Avrupalı devletler II. Dünya Savaşı’ndan beri Avrupa güvenlik
sistemi içinde Akdeniz bölgesinin güvenliğine öncelik vermişlerdir. Soğuk Savaşın
iki kutuplu düzeninde Akdeniz’in sahip olduğu jeo-stratejik konum ve bu konum
dolayısıyla Avrupa ve Akdeniz ülkeleri arasında enerji ve ticaret hattı oluşturması,
Avrupa ile Akdeniz arasında sağlam köprülerin kurulmasını gerekli kılmıştır.208
Soğuk Savaş döneminin çizdiği güvenlik portresi içinde Avrupa güvenlik yapısı
kollektif savunma doktrini ve sistemlerini kapsayan uluslararası örgütlerin
kurulmasıyla oluşturulmuştur. BM Anlaşması’nın 51. maddesinin belirttiği gibi, BM
üyesi devletlerden herhangi birisi saldırıya uğrarsa bu devletin bireysel veya diğer
devletlerle ortak savunma hakkı mevcuttur.209 BM’nin bu maddesi temelinde
şekillenen kollektif güvenlik anlayışı, Avrupalı devletler tarafından kurulan güvenlik
örgütlerinin politikalarına da öncülük etmektedir.
208 Joffe, op. cit., s. 22. 209 Charter of the United Nations, UN Publication, 2001, s. 32.
106
1970’lerin başında AT içinde dış politika alanında siyasi bütünleşmeyi hayata
geçirmek için oluşturulan ASİ, siyasi ve güvenlik odaklı politikalar geliştirmeye
çalışsa da, Akdeniz’in güvenliği konusunda 1970-1995 yılları arasında AGİK(AGİT)
ve 1990’dan sonra da NATO etkin şekilde rol alırken, BAB’ın etkisi sınırlı kalmıştır.
1975 yılında kabul edilen Helsinki Nihai Senedi’yle 35 Avrupa ülkesi aralarında
karşılıklı işbirliğini geliştirmek ve güvenlikle ilgili sorunların ivedilikle
çözümlenmesi için bu konferansın toplanmasına karar vermiştir.
AGİK’in Akdeniz bölgesinin güvenliği ve istikrarı için neler yapabileceği
“Akdeniz’de Güvenlik ve İşbirliğine İlişkin Sorunlar” başlıklı bölümde ele alınmaya
çalışılmıştır. Bu bölümde, Avrupa’nın güvenliğinin, Akdeniz’in güvenliği ile
yakından ilişkili olduğu belirtilirken, Avrupalı ve Akdenizli ülkelerin ortak
çıkarlarına hizmet eden işbirliği sürecinin iyi komşuluk ilişkilerini geliştireceği ifade
edilmiştir.210 Buna ek olarak, Helsinki Nihai Senedi’nin belki de üzerinde durduğu
en önemli nokta sınırların dokunulmazlığı olmuştur. Avrupa’nın sınırlarının
değişmeyeceği kesin olarak belirlenirken, Akdeniz bölgesindeki sınır
anlaşmazlıklarının bu bağlamda çözümlenebileceği düşünülmüştür.211
Helsinki Nihai Senedi’nde Akdenizle ilgili bir başlığın bulunması, 1990 yılında
“5+5 Grubu” politikasının gündeme gelmesi ve ardından AGİK formatında CSCE
oluşturma çabaları Cezayir’deki iç savaş, Libya’nın uluslararası izolasyonlara tabi
tutulması ve Körfez Savaşı gibi nedenlerle kesinteye uğramış, Avrupalı ülkeler ve
diğer Akdenizli Arap devletlerin görüşmeleri bu tür krizler nedeniyle gölgede
210 “Helsinki Final Act”, op. cit. 211 Sander, op. cit., s. 457-458.
107
kalmıştır.212 1994 yılında AGİK’in AGİT’e dönüşmesinden sonra AGİT bünyesinde
Akdeniz İletişim Grubu oluşturulmuş, ancak Akdeniz’deki sorunların
çözümlenmesinde somut eylemlerde bulunulmamıştır.
Soğuk Savaşın bitimiyle, askeri nitelikli güvenlik tehditlerinin şekil değiştirip,
daha çok ülkelerarası işbirliğini zorunlu kılan yasadışı göç ve terörizm gibi sosyal
nitelikli tehditlerin Avrupa’ya hakim olmasıyla, Akdeniz’in Avrupa için önemi daha
da artmıştır. Böylelikle, 1992 yılında BAB’ın Akdeniz bölgesinde diyaloğun
ilerletilmesi ile ilgili girişimi AB içinde Akdeniz’e yönelik ilgiyi canlandırmayı
amaçlamıştır. ASİ çerçevesinde 17 Şubat 1992 yılında Lizbon’da düzenlenen
Bakanlar Toplantısında kabul edilen deklarasyonla AB güvenliği için Mağrip
ülkelerinin önemi bir kez daha vurgulanmıştır. Deklarasyon, genel güvenlik
profilinden daha çok Akdeniz bölgesinde silahlanmanın azaltılmasına ve bu
bağlamda antlaşmaların Akdeniz ülkeleri tarafından uygulanmasına yoğunlaşmıştır.
19 Haziran 1992 tarihinde BAB’ın Petersberg’deki Bakanlar Konseyi Toplantısında
Akdeniz’in güvenliği için Akdeniz Alt-Çalışma Grubu’nun önemine vurgu yapılmış,
AB ve Mağrip ülkeleri arasındaki diyaloğun gelişiminin bölgedeki siyasi gelişmelere
bağlı olduğu belirtilmiştir.213
Bu toplantıdan sonra BAB’ın Akdeniz Alt-Çalışma Grubu Akdeniz bölgesindeki
güvenlik sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak için yedi ilke kabul etmiştir. Bu
212 Abdelwahab Biad, “Code of Conduct for Good-Neighbourly Relations in the Euro-Mediterranean Partnership,” Euro-Mediterranean Partnership for the 21st Century, der. Hans Günter Brauch, Antonio Marquina ve Abdelwahab Biad, New York, Palgrave, 2000, s. 259. 213 Antonio Marquina, “Review of the İnitiatives on CBMs nad CSBMs in the Mediterranean,” Euro-Mediterranean Partnership for the 21st Century, der. Hans Günter Brauch, Antonio Marquina ve Abdelwahab Biad, New York, Palgrave, 2000, s. 63-64.
108
ilkeler, diyalog, şeffaflık, güven, uyuşmazlıkların önlenmesi, yeterlilik, KİS’lerin
yayılmasının önlenmesi ve barışçıl metodlar şeklinde sıralanmaktadır. Bu ilkeler
Akdeniz bölgesinde güven inşa edici önlemler olarak ele alınmaktadır. BAB, bu
ilkeler doğrultusunda Akdeniz’de Kuzey ve Güney ülkeleri arasında diyaloğu
karşılıklı güven zemininde ilerletmeyi denemiş ama istenilen sonuç alınamamıştır.
1993 yılında BAB’daki Akdeniz Alt Çalışma Grubu, Konsey Çalışma Grubu
olmuş, böylelikle BAB ve Mağrip ülkeleri arasında ikili toplantıların yapılması
önerilmiştir. 1994 yılının Ekim ayında yapılan ilk toplantıdan sonra Konsey,
Akdeniz’de güvenlik ve savunma politikaları kapsamında bilgi alış verişinde
bulunulmasını ve iki taraflı askeri işbirliğinin ilerletilmesi gerektiğini kabul
etmiştir.214 Ancak, bütün bu girişimler ve de 1995 yılındaki BAB Bakanlar
Konseyi’nde İspanya’nın BAB’ın daha çok askeri sorunlarla ilgilenmesi ve
Akdeniz’de güvenliğin daha derin bir şekilde çevrelenmesi önerisi, BAB’ın Akdeniz
güvenliği ile ilgili girişimlerinin olumlu sonuçlanmasına yardımcı olmamıştır.
BAB’ın Akdeniz bölgesinin güvenliği için attığı adımlarda başarılı olamayışının
sebeblerinden biri de Ortadoğu’daki güvenlik problemlerine sessiz kalmasıdır; bu
nedenden ötürü BAB’ın girişimleri etkili olamamıştır.
NATO’nun Akdeniz Bölgesine yönelik girişimine baktığımızda ise, NATO
Konseyi’nin 1994 yılında Akdeniz’le diyalog başlatılması önerisi karşımıza
çıkmaktadır. Tezin birinci bölümünde belirtildiği gibi, 1994 yılından önce,
NATO’nun bir güvenlik ve savunma örgütü olarak Akdeniz’deki varlığı başta ABD
214 İbid., s. 65.
109
olmak üzere daha çok bireysel ülkeler şeklindedir ve NATO’nun Akdeniz bölgesine
yönelik operasyonel eylemleri olmamıştır. ABD, Akdeniz’de Sovyetler Birliği’nin
güçlenmesini engellemek için Akdeniz ülkeleriyle ilişkilerini onların askeri gücünü
geliştirme yönünde birebir yürütmüştür.215
1994 yılında NATO’nun Akdenizli ortaklarının desteklediği “Akdeniz Diyaloğu”
girişimi, Akdeniz’de kriz yönetimi, barışı korumaya yönelik insani yardım amaçlı
operasyonlar gibi konularda Akdenizli ülkeler ve NATO arasında iletişim kanalları
kurulmasını amaçlıyordu. Örneğin, NATO’nun Akdeniz Diyaloğu çerçevesinde 24
Şubat 1995 yılında NATO Sekreterliği ve Mısır, İsrail, Fas, Tunus ve Moritanya
arasında görüşmeler başlamıştır. Akdeniz Diyaloğu’nun amacı, Akdeniz’de
NATO’nun rolü, misyonu ve eylemleri hakkında Akdenizli ülkeleri bilgilendirmek
ve bu bağlamda Akdenizli ülkelerle bölgesel işbirliğini geliştirmektir.216
1997 yılında Madrid Zirvesi’nde, Akdeniz İşbirliği Grubu oluşturulmuş ve bu
diyalog süreci siyasal ve eylemsel boyut olmak üzere iki boyutlu bir yapı meydana
getirmiştir.217 Siyasi boyutta NATO ülkeleri ve NATO üyesi olmayan Akdeniz
ülkelerinin katılacağı Akdeniz İşbirliği Grup toplantıları, seminerler ve brifingler
yapılacaktır. İşbirliği sürecinin eylemsel boyutunda ise, yıllık çalışma programı
kapsamında Akdeniz’de Sivil Acil Planlama, bilimsel ve askeri eylemler konusunda
Akdenizli ülkelerin askeri personellerine NATO’nun özellikleri ve Avrupa güvenliği
bağlamında işbirliği eğitimi verilecektir. Buna ek olarak, Akdenizli ülkelerin NATO
215 Fenech, op. cit., s. 161. 216 NATO-Mediterranean Dialogue, <http://www.nato.int/med-dial/home.htm> (07.06.2006). 217 Alberto Bin, “Strengthening Cooperation in the Mediterranean: NATO’s contribution”, NATO Review, C. 46, No. 4 (Kış 1998), s. 24-25.
110
üyesi ülkelerle Akdeniz’de araştırma ve kurtarma faaliyetlerine katılımı teşvik
edilecektir. Örneğin, NATO-Akdeniz işbirliğinin geliştirilmesi NATO’nun Bosna-
Hersek’teki IFOR/SFOR operasyonlarına Mısır, Ürdün ve Fas’ın katılımını
sağlamıştır.218 Ancak, Ortadoğu’daki Barış Sürecinin kesintiye uğraması NATO-
Akdeniz ilişkilerinin gelişimini olumsuz yönde etkilemiştir.219 Buna ek olarak,
Avrupa-Akdeniz ilişkilerinin 1995 yılından sonra Barselona Sürecini takip ederek
yol kat etmesi, AB ülkelerinin Akdeniz güvenliği konusuna daha çok kendi politika
araçlarıyla yön vermek istemesine neden olmuştur.
AGİK, BAB ve NATO’nun Akdeniz’in güvenliği konusunda yetersiz
girişimlerinin değerlendirilmesinden sonra, 1970-1995 yılları arasında Akdeniz’in
hangi tür tehditlerle yüz yüze kaldığı, AT’nin Akdeniz bölgesinin güvenliği
konusuna nasıl baktığı açısından önemlidir. Soğuk Savaş yıllarında Akdeniz bölgesi
sorunlara yatkın bir bölge konumunda olmuştur. Kuzey ve Güney Akdeniz’de
şiddete dayalı etnik uyuşmazlıklar, sınır sorunları Akdeniz Bölgesinde iç
istikrarsızlığı tetikleyen güvenlik sorunlarının başında gelmiştir.
Soğuk Savaşın bitimine kadar bu sorunların çözümlenmemesi ve daha sonra bu
sorunlara sosyal nitelikli başka güvenlik problemlerinin eklenmesi, Akdeniz’de
alınması gereken tedbirleri gözler önüne sermiştir. Uzmanlar, Soğuk Savaş
döneminde Kuzey Akdeniz’deki sorunları, etnik ve dinsel azınlıkların sosyal ve
siyasi entegrasyondan yoksun oluşu, hükümetlerin geçici olarak meşruiyetlerini
kaybetmeleri ve İspanya, İtalya ve Fransa’nın bazı bölgelerinde dilsel ve kültürel
218 Ibid., s. 26. 219 Marquina, op. cit., s. 67.
111
özerklik istenmesi şeklinde tanımlarken, diğer tarafta Doğu ve Güney Akdeniz
kıyılarındaki sınır sorunları ve bunun ülkelerin genel güvenlik endişeleri üzerindeki
etkilerine dikkat çekmektedirler.220 Dolayısıyla, Soğuk Savaş döneminde Akdeniz’de
Maşrek-Mağrip ayrımına ek olarak, güvenlik sorunları çerçevesinde Kuzey-Güney
Akdeniz ayrımı da belirgin bir şekilde kendisini göstermektedir.
Birçok Güney Akdeniz ülkesinde sınırlarla ilgili sorunlar çözümlenemezken,
Mağrip ülkelerinin yapısal risklerden kaynaklanan ve bölgenin güvenlik atmosferini
dolaylı şekilde etkileyen problemleri, Akdeniz’de işbirliğini zorlaştırmaktadır.
Mağrip ülkelerindeki bu yapısal riskler, ulusal istikrarı bozan milli gelir seviyesinin
düşüklüğü, sosyal adaletsizlik ve yüksek işsizlik gibi etkenlerdir.221 Bu riskleri
taşıyan otoriter siyasi rejimler bir yandan Avrupa’nın desteğini talep ederken, diğer
yandan ülkelerinde demokratik reformların hayata geçmesini erteleyerek halklarının
temel kamu ihtiyaçlarını karşılayamamışlardır. Bu ülkelerin tutarsız politikaları da
Akdeniz’de ortaklık ruhunun oluşmasını engellemiş ve bölgede 1990’lardan sonra
hızlanacak sosyal nitelikli tehditlere kuvvetli bir zemin hazırlamıştır.222
Kuzey Afrika’daki sınırlar zamanında bu topraklarda kolonileri olan Fransa,
İtalya, İspanya ve Birleşik Krallık gibi ülkeler tarafından çizilmiştir. Kuzey Afrika
ülkeleri bağımsızlıklarını kazandıktan sonra aralarında bir takım sınır uyuşmazlıkları
boy göstermeye başlamıştır. 1975 yılında İspanya’nın Batı Sahara’dan çekilerek,
buranın yönetimini Fas ve Moritanya’ya bırakması ve bu bölgenin senelerce iki ülke
220 Hans Günter Brauch, Antonio Marquina ve Abdelwahab Biad, “Introduction: Euro-Mediterranean Partnership for the 21st Century”, Euro-Mediterrannean partnership for the 21st Century, der. Hans Günter Brauch, Antonio Marquina ve Abdelwahab Biad, New York, Palgrave, 2000, s. 12-13. 221 İbid., s. 14. 222 Biscop, op. cit., s. 4.
112
arasında çekişmelere sahne olması, Güney Akdeniz’deki sınır anlaşmazlığına örnek
gösterilebilir. Bu sorun 1988 yılında BM temelinde çözüme kavuşturulmaya
çalışıldıysa da hâlen bazı problemler devam etmektedir. Bu çözümlenememiş sınır
sorunları Kuzey Afrika ülkeleri arasındaki ekonomik ve siyasi işbirliğini bir ölçüde
engellemektedir. Kuzey Afrika ülkeleri arasındaki sınır sorunlarındaki en büyük
zorluk Sahara’daki geniş sınırların kontrol edilmesidir. Bu kontrol edilemeyen geniş
sınırların ülkelerin kurumsallaşamamış adalet sistemlerinin de etkisiyle çok sayıda
uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığına açık olması sorununu gündeme
getirmektedir.223
Kuzey Afrika’daki sınır sorunlarının yanında, Doğu Akdeniz’de Türkiye ve
Yunanistan arasında da kara suları, hava sahası, kıta sahanlığı ve Kıbrıs’ın statüsü
gibi güvenlik sorunları ortaya çıkmış, bu sorunlar da BM zemininde çözüme
kavuşturulamamıştır.224 Bu tür sorunlar da Akdeniz bölgesinde yakın bir işbirliği
sürecinin oluşmasını engellemektedir. Sonuç olarak, Akdeniz bölgesinde 1970’lerden
beri Doğu Akdeniz’de de sorunlu bir alt-bölge vardır. Akdeniz’in kendi içinde
Kuzey-Güney ayrımı, Güney ve Doğu Akdeniz’de alt-bölgelerde sınır
anlaşmazlıkları gibi sorunların var olması, Akdeniz’in heterojen bir bölge olduğunu
ve çok farklı güvenlik sorunlarına sahip olduğunu göstermektedir.
Soğuk Savaş döneminde Akdeniz’de ne tür güvenlik sorunlarının boy
gösterdiğini inceledikten sonra, bu sorunların bir takım sebeplerden kaynaklandığını
söyleyebiliriz. Bu sebeplerin başında her Akdeniz ülkesinin kendisini ne kadar
223 Brauch, Marquina ve Biad, op. cit., s. 15. 224 Brauch, Marquina ve Biad, op. cit., s. 15.
113
Akdenizli hissettiği ve bu coğrafyanın istikrarı için ne kadar çaba sarf ettiği
gelmektedir. Buna ek olarak, ülkelerin Akdenizlilik bilinciyle hareket ederken,
güvenlikle ilgili alacakları her siyasi kararın olası bölgesel etkilerini göz önüne
almaları gerekmektedir. Akdenizli Arap devletlerinde ne yazık ki bu bilinç tam
olarak yerleşmiş değildir. Örneğin, 1950’li yıllarda dönemin bazı entellektüellerine
göre, Mısır ve Lübnan Akdenizli kimliklerini Arap-İslam kimliklerine nazaran daha
ön plana çıkarmaktaydılar. Ancak, II. Dünya Savaşı sonunda, Mısır’ın Arap
Birliği’ne katılması ve İsrail’e karşı Ortadoğu’da bir mücadeleye girişilmesi Mısır’ın
Akdenizli ruhunu ortaya çıkarmasını engellemeye başlamıştır.225
Buna ek olarak, Kuzey Afrikalı entellektüellere göre, Mağrip ülkeleri de
Akdenizliliği, Arap-Berber etnik yapıları ve Avrupa ile olan tarihsel bağlarından
kaynaklanan bir kimlik olarak benimsemişlerdir. Bu kimlik, Magribliler arasında
aynı zamanda Maşreğin ötekisi olarak algılanmaktadır.226 Ortak bir Akdenizlilik
ruhuyla hareket edemeyen bu ülkelerin farklı politikalara Kuzey-Güney Akdeniz
arasındaki kalkınmışlık farkları da eklenince Akdeniz coğrafyasında günümüze dek
süregelen uyuşmazlık problemleri baş göstermektedir. Ayrıca, Akdeniz bölgesinin
Ortadoğu bölgesinin bir kısmını kapsaması ve Akdeniz’in siyasi ve ekonomik
dinamikleri bölgede zaman ilerledikçe Akdenizlilik bilincinin azalmasına yol
açmıştır.
Akdeniz bölgesinde ortak bir Akdenizlilik bilincinde buluşamayan Arap
ülkelerinin bu tutumları 1970’den günümüze dek süren Avrupa-Akdeniz işbirliği
225 Bilgin, op. cit,, s. 272-273. 226 Bilgin, op. cit., s. 273.
114
sürecini yavaşlatmaktadır. Özellikle Akdenizli Arap devletler arasındaki
koordinasyon eksikliği ve Arapların kendi aralarında ekonomik, ticari, siyasi ve
sosyal bütünleşmeyi sağlayamamaları Avrupa-Akdeniz arasında oluşacak köprünün
sağlam bir zemin üzerine inşa edilmesini güçleştirmektedir. Ayrıca, Akdenizli Arap
ülkelerinin ekonomik ve sosyal anlamda bütünleşememelerinin bir sebebi de zengin
doğal kaynaklara dayanan refah düzeylerinin her ülkede farklı olması ve bu
farklılığın doğurduğu sosyal düzendir. Akdeniz güvenliği bağlamında, Güney
Akdeniz’in iki alt-bölgesel sistem şeklinde hareket etmesi, Mağrip ve Maşrek olarak
ayrılan güney kıyılarının farklı güvenlik ihtiyaçlarına sahip olmasını beraberinde
getirmiştir. Bunun yanında Mağrip ve Maşrek ülkeleri Akdeniz’de güvenlik
tehditlerini kendilerine göre belirlerken, merkeze Arap-İsrail uyuşmazlığı
yerleşmiştir.227
Arap ülkelerinin kendi güvenlik algılamaları etrafında politika geliştirmeleri ve
ortak sorunlarda görüş birliğine varamamaları 1995 yılında kurulan Avrupa-Akdeniz
Ortaklığı’ndan sonra da devam etmiş, günümüz AB-Akdeniz politikalarını da etkiler
hale gelmiştir. Sonuç olarak, Akdeniz güvenliği konusunda Mağrip ve Maşrek
ülkelerinin ortak amaçlar etrafında fonksiyonel bir şekilde hareket edememeleri,
Soğuk Savaş döneminde AET’nin siyasi konularda henüz etkili politikalara imza
atamaması, Avrupa-Akdeniz işbirliği sürecinde AET’yi pasif aktör konumuna
getirmiş, ancak Avrupalı devletler AGİK gibi uluslararası örgütler çerçevesinde
bireysel ülkeler nezdinde, farklı platformlarda Akdeniz’in güvenliğiyle ilgili istekli
adımlar atmayı sürdürmüşlerdir. 227 Abdelwahab Biad, “The Political and Security Partnership and Its İnfluence on Stability in the Mediterranean Region”, Euro-Mediterranean Security and the Barcelona Process, der. Bo Huldt, Mats Engman ve Elisabeth Davidson, Stockholm, Swedish National Defence College, 2002, s. 32-33.
115
Soğuk Savaş yıllarının çizdiği güvenlik portresine baktığımızda Doğu-Batı
uyuşmazlığı ekseninde her hangi bir nükleer çatışmaya sebep vermeden
uyuşmazlıklardan kaçınma yolları aranmaktadır. Bu bağlamda, ülkeler Soğuk Savaş
döneminin önemli siyasi ve güvenlik araçlarından biri olan güven inşa edici
tedbirlere başvurarak ilişkileri dengeli bir çizgide tutmaya çabalamaktaydılar. Güven
inşa edici tedbirlerin amacı, bilginin paylaşıldığı, zararın en aza indirildiği, güveninin
sağlandığı şartları uluslararası ortamda oluşturmaktı. AGİK çerçevesinde gündeme
gelen bu tedbirlerin amaçları, uluslararası silahlanmanın kontrol edilmesi, savaş
riskini azaltmak ve ülkelerarası yanlış algılamalardan kaçınarak politikalarda
şeffaflığı sağlamaktır.228
1990’lı yıllara kadar güven inşa edici tedbirler içinde güvenlikle ilgili Avrupa-
Akdeniz ülkeleri arasında bilgi paylaşımını sağlayan, askeri alanda sistemli bir
işbirliği sürecini takip eden, askeri doktrinlerle ilgili düzenli seminerler yapılmasını
hedefleyen ve savunma alanında ülkelerarası personel eğitim programları düzenleyen
girişimler pek fazla yapılmamıştır. Dolayısıyla, Akdeniz’in güvenliği konusunda da
yapılan girişimler Avrupa çapında sınırlı kalmış, Doğu-Batı çatışması bağlamında
Akdeniz bölgesindeki güvenlik sorunları Avrupa kurumları ve ülkeleri tarafından
çözümlenmeye çalışılmıştır. Soğuk Savaş döneminde Akdeniz’de ABD
politikalarının da etkin rol oynamasıyla AGİK, BAB ve NATO bağlamında güven
inşa edici tedbirler, uyuşmazlıkların önlenmesi ve bölgede yeni tehditlerin
228 Hans Günter Brauch, “From Confidence to Partnership Building Measures in Europe and the Mediterranean: Conceptual and Political Efforts Revisited”,Euro-Mediterrannean Partnership for the 21st Century, der. Hans Günter Brauch, Antonio Marquina ve Abdelwahab Biad, New York, Palgrave, 2000, s. 29-30.
116
oluşmasının önüne geçilmesi şeklinde toplantılarda alınan kararlar çerçevesinde
uygulanmıştır. Ayrıca, güven inşa edici tedbirlerin askeri odaklı olmayan güvenlik
tehditlerinin önlenmesi için kullanılması da Soğuk Savaş döneminde bu tedbirlerden
beklenen verimin alınmasını engellemiştir.
1970-1995 yılları arasında Akdeniz’in güvenliği ile ilgili atılan adımlarda AT
etkili politikalar üretememiştir. Dönemin iki kutuplu güç dengesine dayanan
güvenlik yapısı, AT’nin kurumsallaşma ve genişleme sürecinde karşılaştığı zorlukları
atlatma çabası, Akdeniz’de Ortak bir Akdenizlilik bilincinin oluşturulamaması,
Akdeniz bölgesindeki yerel tehditlerin Avrupa’yı henüz ciddi anlamda olumsuz
etkilememesi, AGİK(AGİT), NATO ve BAB çerçevesinde Akdeniz’le ilgili alınan
kararların tek bir çatı altında toplanamaması, Avrupa-Akdeniz diyalog sürecini
güvenlik alanında güçlendirememiştir.
Her ne kadar farklı uluslararası örgütlenmeler ışığında Akdenizli ülkelerle
ilişkilerini geliştirmek isteyen Avrupalı devletler yaptıkları toplantılarla işbirliğini
yoğunlaştırdılarsa da, AT uluslararası bir güç olarak aktif bir dış politika oyuncusu
olamamıştır. Ancak, bir başka açıdan olaylara bakarsak, AT’nin üç Akdeniz ülkesi
olan Yunanistan, İspanya ve Portekiz’i Topluluğa katarak, güney genişlemesini
gerçekleştirmesi, AT’nin Akdeniz bölgesindeki politikalara daha fazla ağırlık
vermesini ve sivil gücünü pekiştirmesini sağlamıştır. Ayrıca, AT ülkelerinin AGİK
içerisinde Akdeniz bölgesindeki ülkelerle ilişkilerin güvenlik alanında geliştirilmesi
çabaları da göz ardı edilmemelidir.
117
1987 yılında AT’nin siyasi bütünleşme sürecinin önemli kilometre taşlarından
biri olan Tek Senet’in229 imzalanmasıyla Topluluk Tek Pazar oluşturma yolunda
adım atarken, aynı zamanda Topluluk üyesi ülkeler dış politikada uyum konusunda
önemli düzenlemeler kabul etmişlerdir. Bu düzenlemeler yoluyla AT siyasi birliğin
ilk adımlarından birini atmış ve ortak bir dış ve güvenlik politikasının çerçevesini
çizmiştir. 1991 yılında Maastricht Antlaşmasıyla230 somut şeklini alan Ortak Dış ve
Güvenlik Politikasının hayata geçmesi, AB’nin dış ilişkilerine yeni bir soluk katmış,
bu da kendini AB’nin üçüncü ülkelerle olan bölgesel işbirliği ilişkilerine
yansımıştır.231 AB’nin kendi siyasi bütünleşme çabalarının yansıması, AB’nin
Akdeniz bölgesine yönelik çok boyutlu politika arayışında kendini göstermiştir.
Bunun sonucunda, Akdeniz’le olan ilişkilerini bölgesel bir ortaklık platformuna
taşımak isteyen AB, 1995 yılında kabul edilen Barselona Deklarasyo’nu ile ortaklığı
inşa edici tedbirleri uygulamaya hazırlanmış, uluslararası arenada Akdeniz güvenliği
ile ilgili insiyatifi eline alıp daha etkili politikalara imza atmak için girişimlerini
başlatmıştır.
II. 1995 SONRASI AB’NİN AKDENİZ’DE ULUSLARARASI
AKTÖRLÜĞÜ
1995 yılında hayata geçen Avrupa-Akdeniz bölgesel ortaklığı, AB’nin siyasal
bütünleşme süreci paralelinde AB’nin Akdeniz güvenliği açısından nasıl bir rol
229 Tek Senet için bakınız, Paul Craig ve Grainne De Burca, EU Law Text Cases and Materials, Third Edition, New York, Oxford University Press, 2003. 230 Daha ayrıntılı bilgi için bakınız, Jo Steiner, Lorna Woods ve Christian Twingg-Flesner, EC Law, Eight Edition, New York, Oxford University Press, 2003. 231 Beril Dedeoğlu, “Avrupa Birliği Bütünleşme Süreci II: Avrupa Birliği’nin Yakın Geçmişi”, Dünden Bugüne Avrupa Birliği, der. Beril Dedeoğlu, İstanbul, Boyut Yayıncılık, 2003, s. 56.
118
oynadığını gösteren önemli bir politika aracıdır. AB’nin ortaya koyduğu bu aracın
AB-Akdeniz ilişkilerinin güvenlik boyutunu hangi açılardan etkilediğine geçmeden
önce Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenlik düzenini incelemekte yarar vardır. Soğuk
Savaş döneminde iki kutuplu bir uluslararası düzen oluşmuştu. Atilla Eralp’e göre
güvenlik, bloklar içinde Batı ve Doğu Bloğu şeklinde tanımlandığı için sistemde bir
blok disiplini vardı. Bu blok disiplini ülkelerarası çatışmayı bir ölçüde sınırlıyordu.
Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile bir bloğun ortadan kalkması, Soğuk Savaşın sona
ermesi ve en önemlisi blok disiplininin gevşemesiyle etnik ve dinsel milliyetçilik
artmış, küreselleşmenin sosyal, ekonomik ve siyasi sorunları çoğaltmasıyla güvenlik
sorunları bir anlamda küresel boyut kazanmış ve değişiklik göstermeye
başlamıştır.232 Diğer bir deyişle, Soğuk Savaş sonrası güvenlik, küresel bir olgusal
soruna dönüşmüştür.
Soğuk Savaşın sona ermesiyle ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla Avrupa
güvenlik sahnesinde birçok değişiklik meydana gelmiştir. Öncelikle, Sovyet
tehdidinin ortadan kalkmasıyla Avrupa’nın ABD nezdinde stratejik önceliği
azalırken ve ABD, Avrupa güvenliğine katkısını sorgularken, Avrupa ülkeleri de
savunma ve güvenlik anlamında kendi araçlarını oluşturmak için yola
koyulmuşlardır. Maastricht Antlaşması’yla, AB içinde ODGP oluşturulması ve 1999
yılından başlayarak AGSP’nin hayata geçmesi için ortak iradelerini sergileyen AB
232 Atilla Eralp, “ Uluslararası Sistem, Güvenlik ve Terör,” Dünyada ve Türkiyede Terör Konferansı: Ekonomik ve Sosyal Yapıya Yansımalar, der., Ali Tarhan, Ankara, T.C. Merkez Bankası, 2002, s. 54.
119
üyeleri, Avrupa’nın savunmasında NATO’dan özerk politikalar ve eylemler izlemek
istediklerini belirtmişlerdir.233
Her ne kadar, AB ülkeleri arasında Avrupa savunması konusunda Atlantik-ötesi
ilişkinin azaltılması görüşünü savunanlar olsa da, Balkan savaşlarında yaşanan acı
deneyimler, AB’nin kendi coğrafyasında güvenliği ve barışı sağlamak için yeterince
çaba gösterememesi, askeri ve siyasi imkanlarını kullanamaması, Avrupa
güvenliğinde NATO’nun önceliğini koruduğunu göstermiştir. Soğuk Savaş sonrası
AB, güvenlik ve savunma alanında atılımlarını devam ettirirken, diğer önemli bir
gelişme, ülkelerin dış politika gündemlerinde yer alan güvenlik tehditlerinin
boyutlarının değişiklik göstermesidir. Örneğin, 1999 yılında yayınlanan ABD Ulusal
Güvenlik Stratejisi’nde küreselleşme olgusunun altı çizilirken, küreselleşmenin
beraberinde getirdiği yeni risk unsurları belirtilmiştir. Dünyanın pek çok yerinde
haydut devletlerin ve etnik ihtilafların bölgesel istikrarı ve gelişmeyi tehdit ettiği,
KİS’ler, terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı gibi uluslararası suçların tüm devletler için
endişe kaynağı olduğu bu Strateji Belgesi’nde altı çizilerek ifade edilmiştir.234
Bu Strateji Belgesi’nde de belirtildiği gibi, Avrupa güvenlik politikalarında yeni
uluslararası düzenle birlikte güvenlik tehditlerinin içine ekonomik ve sosyal nitelikli
sorunlar eklenmiştir. Bu sorunlar, yasadışı göç, işssizlik, küresel ısınmadan
kaynaklanan çevresel sorunlar, enerji kaynaklarının kıtlığı, kaçakçılık, ekonomik
233 Jean-Yves Haine(çev. Nilhay Usta), “Tarihsel Bir Perspektif”, AB Güvenlik ve Savunma Politikası, der. Nicole Gnesotto, İstanbul, Tasam Yayınları, 2005, s. 37-38. 234 Çağrı Erhan, “ABD’nin Ulusal Güvenlik Anlayışı,” SBF Dergisi, C. 56, No.4 (Aralık 2001), s. 86.’dan WHİTE HOUSE(1991), National Strategy of the United States, August 1991, <http://www.fas.org/man/docs/918015-nss.htm> (25.06.2001).
120
kalkınma farklılıkları ve insan haklarının korunamaması şeklinde tanımlanabilir.235
Bu tehditlere ek olarak bölgesel çatışmalar ve uluslararası terörizmin de şiddetini
arttırarak dünyaya yayılması 1990 sonrası Avrupa güvenlik gündemi içinde yerini
korumuştur. Böyle bir güvenlik manzarası Avrupa coğrafyasına hakimken,
Maastricht Antlaşması’nın II. Sütununda düzenlenen ODGP ile Avrupa’nın yeni
güvenlik tehditleriyle mücadelesi hedeflenmiştir. ODGP’nin amaçları, Birlik ve AB
üyesi ülkelerin güvenliklerini en iyi şekilde sağlamak, uluslararası işbirliğini
geliştirerek barışı korumak, güvenlik politikalarını uygularken temel hak ve
özgürlükler, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi değerleri korumak şeklinde
tanımlanmıştır.236
Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni güvenlik tehditlerine karşı, II. Sütun
kapsamında alınacak tedbirlerin yanında Maastricht Antlaşması’nın III. Sütunu olan
Cezai konularda Adalet ve İç İşleri ile ilgili düzenlemeler de büyük önem
taşımaktadır. Özelikle AB’nin güvenlik tehditleri arasında en üst sıralara yerleştirdiği
yasa dış göç, uluslararası kaçakçılık ve terörizm gibi güvenlik sorunlarıyla mücadele
edilmesinde kişilerin serbest dolaşımı, sınır kontrolleri ve Avrupa Polis
Gücü(EUROPOL)’ün kurulması ile ilgili düzenlemeler hayata geçirilmiştir.237
ODGP’nin Avrupa’nın savunmasını güçlendirmesi konusunda girişimlerde
bulunması ve BAB’ın Birliğin savunmayla ilgili konumunun geliştirilmesi
amaçlanırken, güvenlik politikalarının tamamen NATO’dan bağımsız olarak
235 Hüseyin Işıksal, “Soğuk Savaş Sonrası Değişen Güvenlik Perspektifleri ve 21. Yüzyılda AvrupaBirliği-Akdeniz İlişkileri,” Stratejik Öngörü, S. 3 (Sonbahar 2004), s. 86. 236 Enver Bozkurt, Mehmet Özcan ve Arif Köktaş, Avrupa Birliği Hukuku, 2. B., Ankara, Asil Yayınları, 2004, s. 278. 237 Dedeoğlu, op. cit., s. 59.
121
uygulanması düşünülmemiştir. ODGP’nin oluşumundan, AGSP’nin oluşturulmasına
kadar geçen dönemde, BAB’ın operasyonel faaliyetleri geliştirilmek istenmiş
böylelikle, 1992 yılında BAB tarafından Petersberg Görevleri adıyla kriz yönetimi
faaliyetlerini içeren barışı koruma ve barışı sağlama görevlerinin yerine getirileceği
bildirilmiştir.238 Bir başka deyişle, AB’nin savunmayla ilgili siyasi bütünleşmesi,
BAB’ın operasyonel hale getirilmesiyle sağlanmaya çalışılmıştır. Ancak,
Yugoslavya Krizi’nde, BAB’ın emir ve kontrol yapılarından yoksun oluşu, BAB
tarafında gözlerin ABD liderliğinde NATO’ya çevrilmesine neden olmuştur.239
1994 yılında Brüksel’de yapılan NATO Zirvesi’nde, “Birleşik Ortak Görev
Gücü” konseptiyle NATO’nun kaynak ve yeteneklerinin BAB tarafından
kullanılabileceği karara bağlanmış ve BAB’a Avrupa savunmasıyla ilgili somut bir
rol kazandırmıştır. Buna ek olarak, Amsterdam Antlaşması’yla AB güvenlik ve
savunma politikaları yeniden canlandırılmak istenmiş ve Petersberg görevlerinin
BAB tararafından yerine getirileceği önemle vurgulanmıştır.240 Avrupa Güvenlik
portresi bu şekilde çizilirken, NATO’nun kaynaklarının BAB tarafından kullanıldığı
bir mekanizmada bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği oluşturulurken, AB,
BAB ve NATO’ya üye olan ülkelerin farklı olması bu yeni mekanizmanın başarılı
olmasını ve güvenlik alanında ortak kararların alınmasını engellemiştir.
Avrupa güvenlik sahnesindeki bu tür sorunların üstesinden gelmek için 1998
yılında St. Malo’da yapılan zirvede Avrupa’nın güvenliği konusunda NATO’nun
238 Smith, op. cit., s. 42. 239 Forster ve Wallace, op. cit., s. 477. 240 Jean-Yves Haine, “AGSP ve NATO”, AB Güvenlik ve Savunma Politikası, der. Nicole Gnesotto, İstanbul, Tasam Yayınları, 2005, s. 131.
122
ağırlığını savunan İngiltere ve Avrupa’nın kendi özerk savunma sistemini kurmasını
savunan Fransa, somut bir Avrupa güvenlik kimliğinin oluşturulması gerektiğinin
altını çizerken, güvenlik ve savunma politikalarında ortak sorumlulukların
paylaşılarak, uluslararası krizlere NATO’nun eylemleriyle ters düşmeyecek şekilde,
bağımsız eylemlerle hareket eden kuvvetlerle cevap vermek istediklerini
belirtmişlerdir. 1999 yılının Haziran ayında AB’nin Köln Zirvesi’nde AB ülkeleri
ODGP’yi desteklemek ve Avrupa’nın genişleyen sınırları içinde Avrupa
vatandaşlarına güvenli bir Avrupa sunmak için St. Malo’da genel hatlarıyla ortaya
konan AGSP’yi oluşturmuşlardır.241
AGSP’nin amacı, Petersberg görevlerini güvenlik ve savunma perspektiflerini
kapsayacak şekilde uluslararası barışı koruma, uluslararasıı barışı sağlama ve insani
kurtarma faaliyetlerini genişleterek, AB’nin çatışma önleme ve kriz yönetimi
yeteklerini etkili araçlarla kullanmasını sağlamaktır.242 AGSP’nin amaçlarını somut
bir şekilde yerine getirmek için 1999 yılında Helsinki Zirvesi Temel Hedefi
açıklanmış, bu hedeflerin en önemlisi, AB’nin yapacağı operasyonlarda Petersberg
görevlerini yerine getirecek 50.000-60.000 arasında bir kuvvetin Birlik nezdinde
görevlendirmektir. 2003 yılına kadar AB üyesi ülkeler, Acil Müdahale Gücü olarak
adlandırılan bu kuvvet için gereken askeri teçhizat ve desteklerini sağlayacaklarını
ifade etmişlerdir.243
241 Fulvio Attina ve Sarah Repucci, “ESDP and the European Regional Security Partnership”, Common Foreign and Security Policy, der. Martin Holland, 2. B., London, Continuum, 2001, s. 58. 242 Alberto Navarro, (çev. Gülçin Koçbil), “Aktörler ve Tanıklar”, AB Güvenlik ve Savunma Politikası, der. Nicole Gnesotto, İstanbul, Tasam Yayınları, 2005 s. 215. 243 Haine, op. cit., s. 45-46.
123
Ayrıca, 1999 Helsinki Temel Hedefi doğrultusunda AGSP bağlamında AB
ülkelerinin güvenlik ve savunma alanında daha fonksiyonel hareket etmesi için
kurumsal yenilikler kabul edilmiştir. Dış politika planlamalarının ve AB kriz
yönetimi yeteneklerinin gerekli askeri ve siyasi yapılarda geliştirilmesi ve St.
Malo’da kararlaştırılan düzenlemelerin yerine getirilmesi için ODGP sütununda ve
Konsey içerisinde Javier Solana’nın temsil ettiği ODGP Yüksek Temsilciliği, Askeri
Personel ve Kriz Yönetiminin Sivil Boyutu Üzerine Komite(CIVCOM) ve AB
ülkeleri büyükelçilerinden oluşan Siyasi ve Güvenlik Komitesi gibi organlar
kurulmuştur.244
Ancak, bütün bu gelişmeler Avrupa’nın güvenliğinin tamamiyle NATO’dan
bağımsız şekilde yürütüleceği anlamına gelmemektedir. Askeri operasyonlarla ve
işlerle ilgili kararlar NATO yoluyla daha operasyonel hale gelirken, Birlik kollektif
güvenlik anlayışı çerçevesinde NATO’nun imkanlarından ve deneyimlerinden
yararlanmayı ve Birlik-NATO İttifakı bağlarını zayıflatmamayı düşünmektedir.245
2003 yılının Mart ayında kabul edilen ve AB-NATO stratejik ortaklığını kuran
Berlin-Plus Anlaşmaları, AB’nin AGSP bağlamında yapacağı operasyonlarda
NATO’nun gücünden ve kaynaklarından yararlanma imkanı getirmektedir. Ayrıca,
bu düzenlemeler ışığında AGSP alanında AB üyesi ülkeler, AB üyesi olmayan
NATO üyesi ülkelerle de işbirliği yapabilecektir. Berlin-Plus Düzenlemeleriyle, AB
244 Navarro, op. cit., s. 216. 245 Tobias Schumacher, “From Barcelona to Valencia: The Limits of the EU’s Political and Security partnership with the Southern Mediterranean Countires”, Euro-Mediterranaean Security&Barcelona Process, der. Bo Huldt, Mats Engman ve Elisabeth Davidson, Stockholm, Swedish national Defence College, 2002, s. 225.
124
ve NATO arasında kriz yönetimi operasyonları çerçevesinde askeri ve sivil
yetenekleri birleştiren bir eşgüdüm oluşturulmak istenmiştir.246
AGSP altında Avrupa Güvenlik politikalarında hangi amaçlara ulaşılması
gerektiğinin belirlenmesi Avrupa güvenliği için büyük önem taşımaktadır. Bu
amaçlar bağlamında AGSP, kriz bölgelerinde çatışmaların önlenmesi ve askeri ve
sivil kriz yönetimini ifade etmektedir. Ayrıca, AGSP altındaki bu amaçlar, AB’nin
askeri etkinliği, Atlantik-ötesi dayanışma ve Avrupa’nın politik gücünün
arttırılmasıdır.247 AGSP, bu amaçlar doğrultusunda 2003 yılında barışı koruma ve
kriz yönetimini işlevselleştirme operasyonlarına başlamış, Bosna’da AB polis
misyonunun operasyonlarını ve Makedonya’da Concordia ve Proxima
operasyonlarını Berlin-Plus Düzenlemeleri kapsamında başarıyla yürütmüş, buna ek
olarak BM şemsiyesi altında Afrika’da Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde Artemis
askeri operasyonunu düzenlemiştir.248 Artemis operasyonu, AB’nin BM’nin isteği
üzerine NATO imkan ve yeteneklerinden bağımsız kendi kendine yürüttüğü ilk
operasyondur.
Ancak, bu deneyimler göstermiştir ki, AB’nin savunma alanında hala stratejik
eksiklikleri mevcuttur. Bu eksiklikler kendini kurumsal, finansal, operasyonel ve
operasyonların yayılabilme kapasitesinde göstermektedir. Ayırca, AB’nin
düzenleyeceği operasyonlarda özel eğitilmiş birliklerden yoksun oluşu da AB’yi
AGSP alanında daha operasyonel kararlar almaya itmiştir, böylelikle AB’nin Haziran
246 Haine, “AGSP ve NATO”, s. 135. 247 Gnesotto, op. cit., s. 17. 248 Gnesotto, op. cit., s. 18.
125
2004 Zirvesinde Temel Hedefler Girişimi oluşturulmuştur.249 Bu girişimlerin
dışında, hızla değişen dünya düzeninde özellikle 11 Eylül sonrası önem kazanan
küresel terörizme karşı savaş gereği de, AB’nin güvenlik ve savunma konusunda
etkinliğini arttıracak yeni açılımlara ihtiyaç duymuştur. İşte, bu nokta da Birlik 2003
yılının Aralık ayında “Daha Güvenli Bir Dünyada Güvenli Bir Avrupa” adlı Avrupa
Güvenlik Stratejisi Belgesini kabul etmiştir. Küreselleşmenin güvenlik üzerindeki
olmsuz etkilerini azaltmak ve AB üyesi devletlerin güvenlik alanında dayanışmasını
güçlendirmek için AB içinde ortak bir strateji belirleme gereği duyulmuştur.
Bunun yanında, Avrupa Güvenlik Stratejisi Belgesi, AB’nin uluslararası arenada
daha etkin bir rol üstlenebilmesi ve gerek bölgesel gerekse küresel düzeyde barış ve
istikrar ortamının sağlanmasında sorumluluğunun ve katkısının arttırılması için
düzenlenmiştir. AB, bu belgeyle 21. yüzyılda oluşan yeni küresel tehditlerle
mücadelede siyasi ve ekonomik güçle, sivil ve askeri gücü birleştiren geniş kapsamlı
bir yaklaşımı benimsediğini göstermektedir.250 Bu yönüyle, AB uluslararası
güvenliğe olabildiğince ABD’den farklı yaklaşmaktadır.
Bu belgede güvenlik sorunlarının çözümünde AB’nin bölgesel işbirliğine büyük
bir önem atfettiği belirtilmektedir, çünkü Avrupa Güvenlik Stratejisi’ne göre, AB
için kendi periferinde güvenli ve istikrarlı ülkelerden oluşan bir halka oluşturmak
Birliğin bölgesel güvenlik aktörlüğü için büyük önem taşımaktadır. Hiç kuşkusuz,
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı bağlamında kurulan işbirliği platformu da AB’nin yeni
249 Sinem Akgül Açıkmeşe, “Management of Security in the EU’s Neighborhood Policy”, Perceptions,C.10, S.3 (Sonbahar 2005), <http://www.sam.gov.tr/perceptions/volume10/Autumn/SinemAkgulAcıkmese/pdf> (04.02.2007). 250 Haine, op. cit., s. 53.
126
oluşan güvenlik tehditleriyle mücadelesinde etkin rol oynamaktadır. Ayrıca,
AGSP’nin geliştirilmesi de Akdeniz ülkeleriyle olan ilişkilerin Barselona sürecinin
getirdiği Siyasi ve Güvenlik alanının işbirliği platformunda güçlü bir diyalog alanına
çevrilmesine neden olmuştur.251 Akdeniz’deki güvenlik sorunları AB’nin güvenlik
ve savunma alanında atacağı işlevsel adımlarla ve Akdeniz’deki ülkelerin AGSP
alanında yeterince bilgilendirilmesiyle karşılıklı anlayış süreci oluşturulabilecektir.
Bundan sonraki iki bölümde AB’nin Soğuk Savaş sonrası oluşturduğu güvenlik
kültürünün Avrupa-Akdeniz Ortaklığı üzerindeki etkileri incelenirken, diğer
bölümde ise AB’nin, Akdeniz’deki güvenlik politikalarında nasıl bir uluslararası
aktör olarak politika ürettiğinin bir değerlendirmesi yapılacaktır.
A. AB GÜVENLİK KÜLTÜRÜNÜN AVRUPA-AKDENİZ ORTAKLIĞI
ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
1995 yılında Barselona Deklarasyonu ile kurulan Avrupa-Akdeniz Ortaklığı,
Akdeniz bölgesiyle ilgili güvenlik sorunlarının çözümünü kolaylaştırmak için AB
üyesi ülkeler ve Akdenizli diğer ülkelerin katılımıyla hayata geçmiştir. Avrupa-
Akdeniz Ortaklığı’nın üye ülkelere sunduğu bölgesel güvenlik ortaklığı modeli
Akdeniz’de siyasi ve askeri işbirliğinin uzun dönemde bölgede uyuşmazlıkların
önlenmesi ve istikrarın sağlanması amacını taşımaktaydı. Hiç şüphe yok ki, aynı
kurumları ve benzer siyasi ve sosyal değerleri paylaşmayan Akdeniz ülkelerinin
kurduğu bu ortaklık modelinde tam anlamıyla bir konsensusun sağlanması
beklenmiyordu, ancak ekonomik ve sosyo-kültürel işbirliğinin desteklediği bir
251 Navarro, op. cit., s. 217.
127
güvenlik ortaklığı Akdeniz’de olası güvenlik sorunlarının üstesinden gelebilirdi. Bu
süreçte, AB’nin de siyasi bütünleşme açılımını gerçekleştirmesi, güvenlik alanında
aktif bir aktör konumuna gelmek istemesi, AGSP’yi ve ardından 2003 yılında
Avrupa Güvenlik Stratejisini oluşturması AB ve Akdeniz ülkeleri arasındaki
güvenlik alanındaki işbirliğini umulmayan noktalara taşıyabilirdi.252
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın kuruluşundan günümüze dek gelişimi içinde
Avrupa’nın nasıl bir “güvenlik kültürü” değişimi geçirdiği önemlidir, çünkü AB’nin
güvenlik alanında attığı her adım doğrudan Akdenizli ülkelerle olan ilişkilerini de
etkilemektedir. Bir önceki bölümde anlatıldığı gibi, Soğuk Savaşın bitimiyle AB,
siyasi bütünleşme yolunda güvenlik politikalarına ABD’den özerk kendi iç güvenlik
endişeleriyle uyumlu bir yön vermek istemiştir, bu bağlamda ODGP’yi ve ardından
AGSP’yi hayata geçirerek 90’lar sonrası oluşan yeni güvenlik tehditleriyle mücadele
edeceğini bildirmiştir. Ancak, geliştirilen yeni güvenlik politikası araçları tamamen
NATO desteğinden yoksun olmayacak, NATO’nun planlama ve yönetim
stratejilerinden bu politika araçları yararlanacaktır.253
Soğuk Savaş sonrası meydana gelen AB Güvenlik Kültürü değişen güvenlik
tehditlerinin küresel boyut kazanmasıyla ve bu tehditlerin Akdeniz bölgesinde
özellikle varlık göstermesiyle bölge ülkelerinin farklı açılımlar yapmasını zorunlu
kılmıştır. Özellikle, bölgede KİS’lerin yayılma tehlikesinin varlık göstermesi,
uluslararası terörizmin şiddetini arttırması, etnik ve bölgesel çatışmalar, yasadışı göç,
kaçakçılık, enerji arzının güvenli sağlanamaması ve yabancı düşmanlığının artması
252 Biscop, op. cit., s. 9. 253 Bilgin, op. cit., s. 274.
128
gibi sorunlar Akdeniz bölgesini ciddi anlamda tehdit etmektedir. Bölgesel çatışmalar
başlığı altında Ortadoğu’yu yarım asırdır bir kaos ortamı içine sürükleyen İsrail-
Filistin anlaşmazlığı da Akdeniz bölgesinde uzun soluklu bir istikrar havasının
yakalanmasını zorlaştırmaktadır.
1. AGSP’NİN AKDENİZ GÜVENLİĞİ ÜZERİNE ETKİLERİ
90’lı yıllarla birlikte kendi güvenlik politikalarına ağırlık vermek isteyen AB
politikalarının Avrupa-Akdeniz ilişkilerinin güvenlik boyutunu nasıl etkilediğine
baktığımızda, AB güvenlik politikalarının Avrupa-Akdeniz Ortaklığı süreci
üzerindeki etkilerini yoğunlaştırmasının, AB’nin AGSP’yi hayata geçirmesiyle daha
da pekiştiğini görmekteyiz. 19 Mart 2003 tarihli AB Konseyi kararı, AGSP’yi
Akdenizli ortaklara açmak için güçlendirilmiş işbirliğini amaçlayan bir dizi teklifi
içermekteydi. Güçlendirilmiş işbirliği çerçevesinde Siyasi ve Güvenlik Komiteleri ve
Troyka toplantıları düzenlenmiştir. Bu toplantıların amacı, AGSP hedef ve
uygulamalarına Akdenizli ülkeleri alıştırmak ve bu politikalara onları adapte
etmektir. Orta vadede Akdenizli ortakların irtibat subaylarını AB askeri
teşkilatlanmalarında görevlendirmek, bu subayların AB tarafından organize edilen
kurslarda eğitilmesi AB’nin AGSP bağlamında atacağı adımlardan bazılarını
oluşturmaktaydı. Bütün bu eylemler, Akdenizli ülkelerin AB tarafından yönetilen
kriz yönetimi operasyonlarında AB Konseyi’nin onları çağırdıkları zaman
katılımlarını sağlayacaktı.254
254 Biscop, op. cit., s. 10.
129
AB ve Akdenizli ülkler arasında 2000 yılından sonra yapılan Dış İşleri
Bakanları toplantılarında da Akdenizli ortaklar ve AB ülkeleri arasında AGSP
bağlamında ortak stratejik bir dil oluşturulması ve güvenlik alanında Akdenizli
ülkelerin askeri personellerine AB güvenlik mekanizmaları hakkında eğitim
verilmesi kararlaştırılmıştır. Ancak, şu bir gerçek ki, her ne kadar AB ve Akdenizli
ülkeler arasında AGSP bağlamında güçlü bir işbirliği mekanizması kurulmak istense
de Akdenizli ülkeler için AGSP’nin gelişimi stratejik bir kavramdan yoksundur ve bu
eksiklik “ön-alıcı güvenlik anlayışının” Akdenizli ülkelerde AB müdahale korkusunu
ateşleyeceği endişesini yaratmaktadır.255 Burada ön-alıcı güvenlik anlayışından kasıt,
Akdeniz’de gerçekleşmesi olası olan tehditlere karşı yapılacak askeri eylemlerin
Akdenizli ülkeleri tedirgin etmesidir. Bir başka deyişle, Akdeniz’de oluşabilecek
güvenlik tehditlerine karşı AB, önceden müdahale edebilir mi endişesinin büyük
korku yaratacağı düşünülmektedir.
Bunun göstergelerinden bir tanesi de 1995 yılında Güneyli Akdeniz ülkeleri
tarafından oluşturulan EUROFOR ve EUROMARFOR gibi çok taraflı askeri
birimlerin şüpheyle karşılanması ve bunun sonucunda Güneyli Akdeniz ülkelerin bu
çok taraflı askeri birimlerin kendilerine karşı hareket edecekmiş gibi algılamaları
olmuştur. Güneyli Akdeniz ülkeleri bu çok taraflı girşimleri kendilerini hedef
alacakmış gibi düşünerek AGSP’ye şüpheyle yaklaşmışlar ve AGSP bağlamında
askeri operasyonların şeffaflıktan yoksun olduğu kanısına varmışlardır.256
255 Biscop, op. cit., s. 11. 256 Guazzone ve Bicchi, op. cit., s. 240.
130
AB üyesi olmayan Akdenizli ülkelerin bu tür yaklaşımlarının yanında,
özellikle bu tip ülkelerdeki ulusalcı ve muhafazakar İslamcı kanatların AGSP
hakkında bilgi eksikliği olması toplumda ters yorumlamalara neden olmaktadır.
Kamuoyunda AB ile siyasi-askeri işbirliği Akdenizli ülkeler için çift taraflı keskin
bir kılıç izlemini doğurmaktadır. Bu söylemden kasıt, AB ile olan siyasi-askeri ilişki
bir tarafdan askeri güçlerin baskın olduğu, AB’nin demokratik ilkelerine ters düşen
otoriter rejimin statüsünü güçlendirirken, diğer yandan da siyasi reformlara dayanan
koşullu işbirliği, rejimin pozisyonunu baltalayabilmektedir. Böyle bir ikilemde
kamuoyunun büyük bir bölümü Batı ile güvenlik alanında işbirliğine kendi
rejimlerinin güvenliğinin temelden sarsılması ve bunun yaratacağı olumsuz sonuçlara
katlanmamak için sıcak bakmamaktadır.257
Tabii, kamuyounda böyle bir düşünce yapısının oluşması yönetimde olan
siyasi erkin halka AB güvenlik politikaları hakkında doğru ve şeffaf bilgileri
ulaştıramamasıyla da ilgilidir. Akdenizli ülkeler tarafında AB güvenlik
politikalarında AGSP faaliyetlerinin ve eylemlerinin net bir şekilde açıklanması için
AB, 1999 yılında Ortak Akdeniz Stratejisi hazırlayarak bazı boşlukları doldurmak
istemiş, ayrıca Avrupa-Akdeniz Ortaklığı sürecinde EuroMesco gibi iletişim ağlarını
kullanarak üye ülkeler arasındaki sivil toplum temsilcilerini, akademisyenleri ve
gazetecileri bir araya getirerek AB’nin Akdeniz’e yönelik güvenlik politikaları
hakkında halkı bilgilendirme yolunu seçmiştir.
257 Biscop, op. cit., s. 11.
131
AGSP konusunda AB’nin çatışmaları önleme ve kriz yönetimi alanlarında
operasyonlara çok ağırlık vermemesi de Akdenizli ülkeler tarafından eleştiri konusu
olmaktadır. Akdenizli ortaklar için AGSP çerçevesinde yapılan ortak operasyonlara
Akdenizli ülkelerin katılması AGSP’yi anlamak için önemli bir fırsattır. Bunun
yanında bir çok Akdeniz ülkesi NATO’nun Balkanlar’daki operasyonalarına
katılmışlardır. Örneğin, Fas 2004 yılında SFOR’da 350 kişilik orduyla yer almış,
Mısır ve Ürdün’de IFOR’a katılmışlardır. Bu katılımlara ek olarak, 2003 yılındaki
Avrupa-Akdeniz Bakanlar Konferansı’nda bazı Akdenizli ortaklar BM çatısı altında
Afrika ve Balkanlar’daki barış koruma operasyonlarına AB ülkeleri ile birlikte görev
almak istediklerini belirtmişlerdir.258
2004 yılında BM’nin Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ndeki MONUC adlı
barış gücü operasyonuna Cezayir, Mısır, Ürdün, Fas ve Tunus katkıda
bulunmuşlardır. AB’nin BM’nin isteği üzerine aktif şekilde rol oynadığı Artemis
operasyonuna Akdenizli ülkelerin katılımı, onların AGSP hakkında farklı pratikleri
öğrenmesi açısından yararlı olabilirdi.259 Sonuç olarak, Akdenizli ülklerin AB’nin
tam anlamıyla aktif şekilde görev alacağı operasyonlara katılımlarının sağlanması
AB’nin güvenlik operasyonlarının kredibilitesini Akdenizli ülkelerin gözünde
arttıracak, AB’nin uluslararası barış için daha fazla sorumluluk alması gerektiğini
ortaya çıkaracaktır.
258 Biscop, op. cit., s. 13. 259 Biscop, op. cit., s. 13.
132
2. 11 EYLÜL OLAYLARININ AVRUPA-AKDENİZ İLİŞKİLERİNE
ETKİSİ
AB güvenlik politikaları, AGSP’nin oluşturulmasıyla Avrupa-Akdeniz
Ortaklığı sürecine farklı açılımlar getirse de hiç kuşkusuz 2000’den sonra meydana
gelen 11 Eylül olayları ve Irak Savaşı da Avrupa-Akdeniz güvenlik diyaloğunu
önemli ölçüde etkilemiştir. 11 Eylül saldırıları tüm dünyada olduğu gibi Avrupa’da
da geniş yankı bulmuştur. Deniz Ülke Arıboğan, 11 Eylül’ün etkisini şu sözlerle
ifade etmektedir: “Son olaya kadar yapılan terörist eylemlerin etkileri oldukça sınırlı
kalmakla birlikte, 11 Eylül saldırısından sonra dünyaya baktığımız zaman terörün
ortaya çıkardığı etkinin eskisine nazaran çok daha geniş bir alana yayıldığı ve küresel
bir travmaya yol açtığını görüyorsunuz. Saldırı hepimizi birden etkiledi, hepimiz
uçaklara binerken tereddüt etmeye başladık, bunu bütün dünyada insanlar
hissettiler.”260 Böylece, yeni dünya düzeninde terör küresel boyut kazanırken,
ülkelerin güvenlik stratejileri ve politikaları da buna göre yön değiştirmeye
başlamıştır.
AB’de 11 Eylül terör saldırılarına tepkisini bu tarihten sonra dünyanın her
yerinde hangi biçimde olursa olsun terörizm ile savaşmaya kararlı olduğunu
belirterek, terörle mücadelede ABD’ye destek olacağını 19 Eylül 2001 tarihinde
yayınladığı Ortak Deklarasyon ile ifade etmiştir.261 Bu deklarasyonda, terörle
mücadele konusunda AB ve ABD arasında karşılıklı işbirliğinin sağlanacağı ifade
260 Deniz Ülke Arıboğan, “Terörizmin Küreselleşmesi,” Dünyada ve Türkiye’de Terör Konferansı: Ekonomik ve Sosyal Yapıya Yansımalar, der. Ali Tarhan, Ankara, T.C. Merkez Bankası, 2002, s. 227. 261 “AB Ortak Deklarasyonu” <http://www.deltur.cec.eu.int/teror-demec-20011019.html> (27.12. 2004).
133
edilmiştir. Ortak Deklarasyonu’nun yayınlanmasından sonra AB içinde terörle
mücadele faaliyetlerini genişletmek için iki tane Ortak Eylem Planı kabul edilmiştir.
Bu Eylem Planlarının amaçları; AB içinde ortak bir terör tanımında buluşmak,
uluslararası terörizme karşı BM altında küresel bir koalisyon kurmak, EUROPOL
aracılığıyla üye ülkeler arasında bilgi akışının sağlanması, terörizmin finansal
kaynaklarının dondurulması için direktifler hazırlanması ve AB ülkelerinde uçuş
güvenliğinin sağlanması şeklinde tanımlanabilir.262
Bütun bu gelişmelere ek olarak, AB, Akdeniz ülkeleri açısından da önem
taşıyan terörle mücadelede üçüncü ülkelerle işbirliğinin derinleştirilmesi
konusundaki söylemlerini 25 Mart 2004 tarihinde yayınladığı AB Terörle Mücadele
Dayanışma Bildirgesinde netleştirmiştir. Bu Bildirgede AB, uluslararası terörizmle
mücedelede öncelikle 3. ülkelere yönelik faaliyetlerin AB dış ilşikileri kapsamında
ele alınması, terörizmin finasmanının önlenmesinde etkili sonuçlara ulaşmak için 3.
ülkelerle ve bölgesel örgütlerle işbirliği sağlanması, AB içinde sınır kontrollerinin
etkinleştirilmesi için çevre ülkelerle işbirliğinin artırılması yönünde kararlar
almıştır.263
11 Mart 2004’de İspanya’da meydana gelen terör saldırılarından sonra
yayınlanan bu Dayanışma Bildirgesinde Avrupa Anayasasını oluşturan Taslak
Antlaşma’nın 43.maddesine264 göre, üye ülkelerden herhangi biri terör saldırısına
maruz kalırsa dayanışma ruhu içinde hareket edileceği, askeri kaynaklar dahil gerekli
262 “AB I. Ortak Eylem Planı” <http://ue.eu.int/uedoocs/cmsUpload/140.en.pdf> (02.01.2005). 263 “AB Terörle Mücadele Bildirgesi” (25/26 Mart Bahar Zirvesi Sonuç Belgesine Ek Bildirge), ATAUM Bülteni, S. 1-2 (Kış-Bahar 2003/2004,) s. 7-8. 264 Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Antlaşma, Ankara, Ankara Barosu, 2004, s. 48.
134
bütün yardım araçları terör saldırısına uğrayan üye ülkenin kullanması için seferber
edileceği bildirilmiştir. Ayrıca, demokratik kurumların ve sivil halkın terör tehdidine
karşı korunması ve toprakları üzerinde gerçekleşen bir terör saldırısı durumunda bir
üye ülkenin veya yeni katılacak ülkenin siyasi yetkililerinden gelebilecek yardım
talebine cevap verilmesi teröre karşı mücadele araçlarıdır. Bu dayanışma içinde yer
almak için izleyeceği en uygun yolu seçmek her üye ülkenin ve yeni katılacak
ülkenin kendi insiyatifindedir.265 AB, böyle bir Dayanışma Bildirgesi hazırlayarak
kendi içinde de uluslararası terörizmle mücadelede daha etkili mekanizmaların
oluşturulmasını hedeflemektedir.
11 Eylül sonrası AB’nin uluslararası terörle mücadelesinde birçok adım
atması, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı diyalog alanın da AB için önemli olduğunu
göstermektedir. AB için güneyli komşularının zayıf yönetimlere sahip olmaları,
demokratik değerlerin bu ülkelerin siyasi kültürlerine monte edilememesi ve bu
ülkelerin ekonomik ve sosyal anlamda yeterince kalkınmamış olmaları terörizmin
köklerinin bu coğrafya da kolayca kuvvetlenmesine yol açmaktadır. AB, güney
komşularından gelebilecek bu tarz tehditleri azaltmak için Barselona
Deklarasyonu’nun getirdiği siyasi diyalog aracını mutlaka kullanmak zorundadır.266
AB’nin yayınladığı belgelerde de görüldüğü üzere, terörle mücadelede Akdeniz
ülkeleriyle kurulacak sıkı iletişim kanalları çok önemlidir.
Akdeniz’in güvenliği ile 5-6 Kasım 2001 tarihinde Brüksel’de yapılan
toplantıda 11 Eylül’ün Avrupa-Akdeniz Ortaklığı üzerinde ne gibi etkiler yarattığı 265 “AB Terörle Mücadele Bidirgesi”, op. cit., s. 7-8. 266 Anette Junemann, “Security-Building in the Mediterranean After September 11,” Mediterranean Politics, C. 8, No. 2-3 (Yaz-Sonbahar 2003), s. 4.
135
üzerine tartışmalar yapılmıştır. Toplantı sonucunda yayınlanan Sonuç Bildirgesi’nde
uluslararası terörle mücadelede Akdenizli ortaklarla işbirliğinin geliştirilmesi,
Ortadoğu’daki İsrail-Filistin anlaşmazlığından kaynaklanan sorunların çözümlenmesi
ve Akdeniz bölgesinin istikara kavuşturulması yönünde kararlar çıkmıştır.267 Bu
bildirgeye ek olarak, 11 Eylül’den sonra yapılan her Avrupa-Akdeniz Bakanlar
Konferansı’nda da uluslararası terörizmle mücadelenin altı çizilmiş ve Akdenizli
ülkelerle gerçek anlamda işbirliğinin yoğunlaştırılması gerektiği belirtilmiştir.
Şu bir gerçek ki, terörle mücadelede Akdeniz ülkelerinde alınan tedbirlerin ne
kadar sıkı olması gerektiği de büyük önem taşımaktadır. AB, Akdenizli ülkelere
uyguladığı politikalarında demokratik değerlerin, temel hak ve özgürlüklerin
gelişmesi yolunda adım atmakta, bu yolda da Akdeniz ülkelerinde sivil toplum
örgütlerini destekleyen girişimler de bulunmaktadır. Ancak, 11 Eylül’den sonra
terörle mücadelede bazı Akdeniz ülkeleri önlemleri sıkılaştırarak insan haklarını
zedeleyen politikalar uygulamışlardır. Örneğin, Mısır hükümeti 11 Eylül’den sonra
terörle mücadeleyi bahane ederek toplumda baskıyı artırmış, bazı insan hakları
örgütleri de düşünceleri bastırılmak istenen muhafazakar kesimlere destek
olmuşlardır. Kısaca, bazı araştırmacılara göre, Mısır hükümeti kendi iç
düşmanlarıyla mücadele etmek için uluslararası terörizmin güvenlikleştirilmesinden
istifade etmiştir. Bu araştırmacılar, teröre karşı Akdeniz ülkelerinde sıkı güvenlik
önlemlerinin alınmasının Akdeniz ülkelerinde demokratikleşme hareketlerini sekteye
uğratabileceğini düşünmektedir.268
267 Schumacher, op. cit., s. 229. 268 Jünemann, op. cit., s. 13.
136
Bir başka örnek de 2003 yılında Casablanka’daki terör saldırısından sonra
Fas’da yaşanmıştır. Fas hükümeti bu terör saldırından sonra çok sayıda kişiyi
tutuklamış ve terörle mücadelede yeni anti-terör yasalarını yürürlüğe koymuştur.
Fas’da bu yeni anti-terör yasalarının ülkede yapılmaya başlanan reformları sekteye
uğratacağı korkusu hakimdir.269 Akdeniz ülkelerinde bu tür sonuçlarla
karşılaşılmaması için terörle mücadele de izlenecek yolda hassas bir denge kurulmalı
ve AB’nin de savunduğu gibi uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde terörle
mücadele araçları seçilmelidir. Zaten, 11 Mart 2004’de küresel terörün şiddetini
kendi topraklarında yaşamış olan AB bu tehditle mücadelede etkin araçların
kullanılmasına karar vermiştir. Bu araçlar sivil nitelikte olup uluslararası hukuk
kuralları çerçevesinde şekillenen bölgesel diyalog ve uluslararası işbirliğini
içermektedir.
AB içindeki farklı algılamalara, çıkarlara ve ulusal güvenlik kültürlerine
sahip ülkelerin olması 11 Eylül’den sonra da AGSP’nin daha somut amaçlarını
tanımlayan bir stratejinin gelişmesini önlemektedir. Her ne kadar 11 Eylül sonrası
AB güvenlik politikalarında hem birlik düzeyinde hem de Avrupa-Akdeniz Ortaklığı
düzeyinde atılımlar yapıldıysa da AB’nin güvenlik alanında daha stratejik kararlara
ihtiyacı vardır. İşte, bu nedenle 2003 yılında bir Avrupa Güvenlik Stratejisi Belgesi
hazırlayan AB, küreselleşmeyle oluşan yeni ve tek başına mücadele etmesi zor olan
tehditlerle bölge ülkeleriyle kuracağı güvenlik ortaklığı modeliyle başa çıkacağını
belirtmiştir. AB, bu stratejisiyle kendi bölgesel güvenlik çemberi içindeki tehditlerle
269 “Morocco’s Past Morocco’s Future,” New York Times, 18 Şubat 2006.
137
mücadelede üye ülkelerle sıkı işbirliği yaparak ortak bir güvenlik anlayışı oluşturmak
amacını taşımaktadır.270
3. AVRUPA GÜVENLİK STRATEJİSİ VE AKDENİZ
Avrupa Güvenlik Strateji Belgesini kısaca açıklamak gerekirse; bu belge üç
bölümden meydana gelmektedir. I. bölümde küreselleşmenin güvenlik üzerindeki
olumsuz etkilerine değinildikten sonra uluslararası düzeyde AB’nin karşılaştığı
başlıca güvenlik tehditlerine yer verilmiştir. Bu tehditler; etnik çatışmalar, açlık,
küresel ısınma, enerji bağımlılığı, iklim değişkiliği, mülteciler ve büyük göç dalgaları
olarak sıralanmıştır. Ayrıca, güvensiz ve istikrarsız bölgelerin oluşumunda büyük rol
oynayan terörizm, kitle imha silahlarının yaygınlaşması, bölgesel çatışmalar, çöken
devletler, kötü yönetim ve organize suçlar, AB tarafından artan tehditler olarak
tanımlanmaktadır.271
II. bölümde ise AB’nin ortak güvenliğinin sağlanmasındaki stratejik hedefler
belirtilmiştir.272
a) AB’nin birinci stratejik hedefi, I. bölümde sayılan tehditlerle etkili şekilde
mücadele edilmesidir. Öncelikle, AB’nin bu tehditlerle mücadelede küresel
düşünüp, bölgesel hareket etmesini gerektiğinin altı çizilmiştir. Bu tehditlerin
yok edilmesinde askeri araçların kullanılması öngörülmemiştir. AB için
dinamik güvenlik tehditleriyle mücadelede bu tehditlerin olşumunu önceden
englleyecek etkili güvenlik politikaları geliştirilmelidir. Bu politikalar da iyi
270 “EU Security Strategy” <http://ue.eu.int/uedocs/cmsUpload/78367.pdf> (15.05.2005). 271 Ibid. 272 Ibid.
138
yönetişim, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi olguları
kapsayan sivil araçların kullanımını içeren çözüm mekanizmalarıdır. Ayrıca,
uluslararası terörizm, kitle imha silahlarının yaygınlaştırılması gibi tehditlerle
başa çıkabilmek için AB üyeleri arasında istihbarat, polis ve yargı arasında
işbirliğinin sağlanması ve geliştirilmesi gereklidir.
b) AB’nin ikinci stratejik hedefi, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Balkanları
kapsayan bir güvenlik alanı oluşturmak ve bu ülkelere yönelik bir komşuluk
politikası uygulamaktadır. Bu komşuluk politikası kapsamında, AB’nin
çıkarları komşu ülkelerin istikrar içinde iyi yönetilmeleriyle doğru orantılıdır.
Bu bağlamda, AB’nin komşu ülkelere karşı izleyeceği ticaret ve kalkınma
politikaları bu ülkelerde reformların hızlı bir şekilde geliştirilmesine yardımcı
olacaktır.
c) AB’nin üçüncü stratejik hedefi de, uluslararası düzenin çok taraflılık
üzerine inşa edilmesidir. Bu bağlamda, BM’nin kararlarının uygulanması
AB’nin birincil önceliğidir. AB, uluslararası barış ve güvenliğin
sağlanmasında çok taraflılığı temsil eden küresel ve bölgesel nitelikteki BM,
NATO, AGİT, ASEAN ve Afrika Birliği gibi örgütlerle işbirliği yapılması
gerektiğini önemle vurgulamaktadır.
III. bölümde ise AB’nin uluslararası rolünü ve politikalarını içine alan
güvenlik stratejisi üzerinde durulmaktadır. AB’nin etkin bir dış politika üretmesi için
daha aktif, daha uyumlu ve üyeler arası daha sıkı işbirliğine dayanan stratejiler
izlemesi gerekmektedir. Ayrıca, uyuşmazlıkların çözümünde kriz yönetiminin
139
önemine dikkat çeken AB, BM ile işbirliği halinde hareket edereceğini
belirtmektedir.273
Avrupa Güvenlik Stratejisi Belgesine genel olarak batığımızda, AB’nin
güvenlik alanında erken ve gerektiğinde müdahaleyi hedefleyen bir stratejik kültür
geliştirmek istediğini görmekteyiz. Bu stratejik kültürün iki belirleyici unsuru da
önleyici müdahale ve çok taraflılık ilkeleridir. Önleyici Müdahale Stratejisi, Jean-
Yves Haine’in dediği gibi “ekonomik yardım, hukukun üstünlüğünün arttırılması,
polis kuvvetleriyle güvenliği sağlama operasyonları, insani yardım ve birliklerin acil
konuşlanmasını içeren istikrarsızlıkla mücadelede Avrupa’nın tarzını
özetlemektedir.”274 Çok taraflılık ilkesi bağlamında da AB, BM kararları ve
uluslararası hukuk kuralları doğrultusunda kollektif eylemlerin yapılmasını
desteklemektedir. Bu bağlamda AB güvenlik kültürünü geliştirmek isteyen Birlik,
Akdeniz’in çevresinde demokratik değerlerin ve hukukun üstnlüğünün var olduğu,
etnik çatışmaların son bulduğu, terör, kitle imha silahlarının yayılması gibi ciddi
tehditlerin yok edildiği bir istikrar alanı yaratmak istemektedir. Avrupa Güvenlik
Stratejisindeki hedeflerden belki de en önemlilerinden biri Akdenizli ortaklarla
işbirliğini artırarak, Akdeniz bölgesinini çatışma ortamına sürükleyen sorunlardan
kurtarmaktır.
273 Ibid. 274 Haine, op. cit., s. 53.
140
4. ORTADOĞU BARIŞ SÜRECİ VE AVRUPA-AKDENİZ
ORTAKLIĞI
AB, bu Güvenlik Belgesi’yle sivil ve askeri güvenlik politikalarını birleştiren
bir anlayış benimserken, uluslararası arenada ortaya çıkan gelişmeler de AB güvenlik
politikalarını etkilemektedir. 2003 yılında başlayan Irak Savaşı’da AB ve özellikle
AB’nin Akdeniz politikası üzerinde bir takım etkiler doğurmuştur. Her ne kadar Irak
Savaşı Barselona sürecini doğrudan etkilemese de Ortadoğu’da yarattığı istikrarsızlık
bütün coğrafyaya yayılmıştır. Zaten Filistin-İsrail sorununun bölgede yarattığı bir
kaos ortamı mevcutken, bir de Irak’ta bölgesel çatışmaların başlaması Ortadoğu’yu
içinden çıkılmaz sorunlar yumağına çevirmiştir.
Ortadoğu’da yaşanan her uyuşmazlık ve karmaşa, Arap halklarının Batı’ya
karşı özellikle de ABD’ye karşı cephe almasına neden olurken, AB, Irak Savaşı’nda
Arap dünyası gözünde kredibilitesini yitirmemiştir. Bunda AB’nin bir bütün olarak
Irak Savaşına destek olmaması yatmaktadır. Her ne kadar İngiltere, İspanya ve bazı
MDAÜ’ler Irak Operasyonu’nda ABD’ye destek vermişlerse de, Fransa ve Almanya
gibi AB’nin en önemli üye ülkelerinin Irak’a askeri operasyona onay vermemeleri ve
bu operasyonu kınamaları Arap kamuoyunda olumlu karşılanmıştır.275 Bazı
uzmanlara göre, AB’nin Irak Savaşı’na olan bu tepkisi, AB-Arap diyaloğunu
geliştiren ve Barselona sürecinin güven inşa edici ve arttırıcı siyasi tedbirlerinin
Ortadoğu ülkelerinde çoğaltılmasına yol açan bir işlev görebilir. Irak’ta
demokrasinin, insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün geliştirilmesi için
275 İsabel Schafer ve Ferhad Ibrahim, Regional Crises and Europe: How the Middle East Conflict and Iraq War Affect the EMP, Euromesco Papers, No. 40, s. 12.
141
yapılacak AB yardımları, Irak’ta sivil toplum aktörleri arasındaki iletişimi
kuvvetlendirebilir. İstikrara kavuşabilen bir Irak, Ortadoğu’da İsrail-Filistin
Anlaşmazlığı’nın kanattığı yaraları bir nebze sarabilir.276 Uzmanlar tarafından
çizilen Barselona sürecinin araçlarının Ortadoğu’ya barış getireceğine dair iyimser
senaryolar çizilse de, Ortadoğu’da uyuşmazlıkların çözümlenmesi için AB ve
ABD’nin Ortadoğu üzerine olan güvenlik stratejilerinin birbiriyle uyumlu ve de Arap
ülkelerinin de gerçekten reform yanlısı tutum içinde olmaları gerekmektedir.
Ortadoğu bölgesinde sorunların daha çok dışardan müdahalelerle oluştuğu
gerçeğini bir tarafa koyarsak, ABD-AB politikalarının hangi noktalarda ayrıldığını
daha rahat görürüz. AB’nin Ortadoğu Barış Süreci politikasıyla, ABD’nin
Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika politikası’nın amaçları Ortadoğu halklarının
daha insani ve demoktarik koşullarda yaşamalarının sağlanması olduğu halde,
ABD’nin önerdiği Plan Bölgede daha çok ABD çıkarlarını kollayan ve çok taraflı
destekten uzak bir görüntü çizmektedir. Bu görüntünün ortaya çıkmasında Irak’ta
halen bir iç savaşın devam etmesi ve bölge ülkelerinde siyasi ve sosyal reformların
uygulanmasında problemlerin olması etkili olmaktadır.277
İşte, bütün bu gelişmeler bağlamında AB ve Akdenizli ülkelerin atacağı
adımlar dikkatle izlenmektedir. AB’nin NATO, AGSP ve Avrupa Güvenlik Stratejsi
çerçevesinde şekillenen güvenlik ve savunma politikaları, AB’nin Genişleme
perspektifini devam ettirmesi, ayrıca uluslararası konjonktüre 11 Eylül ve Irak
276 Ibid., s. 12. 277 Çağrı Erhan, “Broder Middle East and North Africa İnitiative and Beyond”, Perceptions, C. 10, S. 3 (Sonbahar 2005), s. 168-169, <http://www.sam.gov.tr/perceptions/volume10/Autumn/Cerhan.pdf> (04.02.2007).
142
Savaşı’yla yeni stratejik unsurların eklenmesi Avrupa-Akdeniz işbirliğinin güvenlik
boyutunu ön plana çıkarmakta ancak bu işbirliği sınırlı bir ilerleme kaydetmektedir.
Bu sınırlı ilerlemenin arkasında yatan nedenlerin başında, AB güvenlik yetkililerinin
Akdeniz’deki güvenlik sorunlarının çözümü için görüşmelerde sadece Avrupa’nın
güvenliğine referans yapmaları gelmektedir. AB’nin Akdenizli ülkelerden
Akdeniz’in güvenliği için uygulamalarını istedikleri politikalar, sadece AB’nin
güvenliğini korumaya yönelik bir anlayışı ortaya çıkarmaktadır.278
AB, bir anlamda Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın oluşturduğu ekonomik ve
siyasi enstrümanları kullanarak kendi iç güvenliğini tehdit edecek Akdeniz’den
gelebilecek terör ve yasadışı göç gibi güvenlik sorunlarına karşı bir çevreleme
politikası geliştirme yolunu seçmiştir. Bu çevreleme politikası, Akdenizli ülkelerin
AB politika araçlarıyla AB ülkeleri ile birlikte hareket etmesi şeklinde
yorumlanabilir.279 Ancak, AB ülkelerinin böyle bir yol seçmesi, diğer Akdeniz’li
ülkelerin yetkililerinin de Akdeniz’deki güvenlik sorunlarının çözümü için gerekli
irade ve isteği göstermemelerine neden olmakta, bu da AB tarafında ters bir etki
yapmaktadır. AB’nin Avrupa-Akdeniz Ortaklığı bağlamında Akdenizli ülkelerin
gözünde yarattığı kredibilite sorunu, Akdenizli ülke otoritelerinin Akdeniz’in
güvenliğinin sağlanması konusunda yetersiz adım atmasına ve bu yolda siyasi,
ekonomik ve sosyal reformları yapmamasına sebep olmaktadır.280
Barselona sürecinin güvenlik boyutunda bir takım tıkanıklar yaşanmasının
diğer bir sebebi de 11 Eylül ve Irak Savaşı gibi bütün dünyayı etkileyen olaylar 278 Bilgin, op. cit., s. 274. 279 Bilgin, op. cit., s. 275. 280 Biscop, op. cit., s. 12.
143
karşısında AB’nin AGSP’yi daha aktif şekilde kullanamamasıdır. AGSP’nin neden
işlevlerini ve yeteneklerini yeterince geliştiremediği sorulduğu zaman, AB
yetkililerinin buna cevabı, siyasi işbirliği alanında karar alma sürecinin her AB üyesi
ülkeye veto hakkı tanıyan hükümetlerarası sisteme göre oy birliğine dayandığı için
siyasi ve güvenlik konularında hızlı ve etkili kararlar alamadıkları şeklindedir.281 Bu
karar sürecine bazı AB üyesi ülkelerin hükümetlerinin AGSP bağlamında siyasi
atılım yapmaktan çekinmeleri, Akdenizle olan güvenlik ilişkilerinin de yavaş
ilerlemesine neden olmaktadır.
Avrupa-Akdeniz Diyaloğunun güvenlik konularında AB güvenlik kültürünün
sınırlı etkisinin nedenlerinden bir diğeri de, bir türlü çözümlenemeyen, İsrail-Filistin
anlaşmazlığıdır. Her ne kadar bazı uzmanlar, Barselona sürecinin sadece İsrail-
Filistin anlaşmazlığını çözmek için oluşturulmadığını, bu sürecin başka misyonları
olduğunu savunsalar da, Barselona süreci bu kilit sorunun anahtarlarından birisidir.
Ayrıca, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı, İsrail-Filistin anlaşmazlığının çözümü için
BM’den sonraki tek çoktaraflı forum niteliğindedir.282 AB’nin Ortadoğu Barış
Süreci’ndeki pozisyonuna kısaca bakmak gerekirse, AB, bu coğrafyada Yol
Haritasının uygulanmasına dayanan iki ayrı devlet çözümünü desteklerken, BM
Güvenlik Konseyi Kararları doğrultusunda İsrail ve Filistin’in güvenli sınırlarda
barış içinde yaşamaları için politikalarını oluşturmaktadır. AB, İsrail’e karşı
düzenlenen terör saldırılarını hiç bir şekilde onaylamazken, İsrail’i de Filistinlilerin
ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanması için gönderilen uluslararası
281 Biad, op. cit., s. 30. 282 Schafer ve İbrahim, op. cit., s. 7.
144
yardımları engellememesi yönünde uluslararası hukuk kurallarına uyması konusunda
ciddi şekilde uyarmaktadır.283
AB, Ortadoğu’da barış ve istikrarın sağlanması için çalışmalarını
sürdürürken, Filistin’in de ekonomik, sosyal ve güvenlik alanlarındaki reformlarını
arttırması için destek sağlayan en büyük donördür. Bunun yanında AB’nin bölgeye
yönelik uyguladığı güven inşa edici tedbirler içinde Avrupa Komisyonu tarafından
fon sağlanan Filistin’de özgür ve adil seçimlerin yapılması için seçim izleme
aktiviteleri ve sınırlarla ilgili İsrail-Filistin anlaşmasının uygulanmasının takip
edilmesi yer almaktadır. Her ne kadar AB, Filistin’de sürdürülebilir bir kalkınma
modeli oluşturulması içi ekonomik ve insani yardımda bulunsa da, bölgede devam
eden işgaller, ulaşım yollarının İsrail askeri güçleri tarafından bölünmesi ve
kapatılması ayrıca Filistin yönetiminde hukuk kurallarının uygulanmayışı ve Filistin
Yönetimi’nin sağlam ve etkili demokratik devlet mekanizmalarından yoksun oluşu
İsrail ve Filistin arasındaki barış sürecinin belirsizliğini korumasına neden
olmaktadır.284
İsrail-Filistin anlaşmazlığı’nın çözümlenmesi için AB, Avrupa-Akdeniz
Ortaklığı çerçevesinde iki taraf arasında güven inşa edici bir diyalog alanı kurmaya
çalışsa da AB ülkelerinin arabuluculuk çalışmaları ve de AB’nin ODGP bağlamında
Ortadoğu Barış Süreci için atadığı Özel Temsilcisi’nin çabaları başarılı
olamamaktadır. Bölgenin kendi içinden kaynaklanan iç dinamikleri, İsrail’in “Land
283 “EU Position on the Middle East Peace Process”, <http://ec.europa.eu/comm/external_relations/mepp/index.htm> (10.12.2006). 284 Muriel Asseburg, “The EU and the Middle East Conflict: The Tackling the main Obstacle to Euro-Mediterranean Partnership,” Mediterranean Politics, C. 8, No. 2-3 (Yaz-Sonbahar), s. 176-177.
145
for Peace” yaklaşımına ilgi göstermemesi ve Filistin Liderliği’nin meşruiyetini
kaybetmesi ve ateşkesi garanti edebilecek kapasiteden yoksun oluşu Barselona
Sürecinin yapmak istediği atılımları da bir anlamda engellemektedir.285
AB’ye göre, İsrail ve Filistin’in iki eşit ortak olarak Barselona sürecinde yer
almaları, bu süreçteki diğer ülkelerin bakış açılarını çok etkilememektedir. Arap
ülkelerine göre, özellikle Suriye’ye göre, bölgede İsrail ve komşu devletler arasında
stratejik dengesizlik olduğu sürece güvenlik konularında uluslararası işbirliğinden
bahsetmek imkansızdır. Ayrıca, İsrail nükleer silahlar üzerindeki tekelliğini
bırakmadığı sürece Ortadoğu sorununun tamamiyle çözümlenmesi Arap ülkelerine
göre olanaksızdır. Bir de Arap ülkelerinin sıkça dile getirdiği bir söylem, Ortadoğu
Sorunu’nun genel olarak demokratikleşme ve reform eksikliğinin bir özrü olarak
kullanılmasından duyulan rahatsızlıktır.286 Arap ülkelerinin uluslararası toplantılarda
da ifade ettiği gibi, ülkelerinde ekonomik, sosyal ve siyasi reformların çoğalması için
dışardan baskı görmek istememektedirler. Zaten, 8-10 Haziran 2004 tarihindeki G-8
Zirvesinde de Arap dünyasındaki reformların gerekli olduğu ancak bu reformların
dışarıdan baskıyla yapılmaması gerektiği Avrupalı Devlet Başkanları tarafından
vurgulanmıştır.287
Barselona sürecinde AB ve Akdeniz ülkeleri arasındaki önemli
problemlerden birisi de Avrupalı olmayan Akdeniz ülkelerindeki reform hızının çok
yavaş olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak, şu bir gerçektir ki, demokrasi
kültürünün uzun yıllardan beri otoriter rejimlerle yönetilen ülkelerin siyasal 285 Ibid., s. 186. 286 Schafer ve İbrahim, op. cit., s. 7. 287 Schafer ve İbrahim, op. cit., s. 6.
146
yaşamlarına yerleştirilmesi çok zordur. Bu noktada, AB, Akdenizli ülkelerle kurduğu
ortaklık modelinde yaptığı ekonomik yardımlar vasıtasıyla koşulluluk politikası
uygulayarak bir çözüm arayışı içine girmiştir. Bu zorlu yolda ikili ilişkilerin
ilerlemesinde ve Ortadoğu Sorunu’nun belirli kilit noktalarının çözümünde AB’nin
sabırla ve biraz daha istekli davranarak yoluna devam etmesi gereklidir.
B. AVRUPA-AKDENİZ ORTAKLIĞI’NIN AB’NİN ULUSLARARASI
AKTÖRLÜĞÜNE ETKİSİ
AB’nin dış politika hedefleri ve bu hedefleri hangi yollarla izlediği AB’nin
uluslararası kimliğini şekillendiren önemli faktörlerdir. 1973 yılında 9 AET ülkesinin
Dış İşleri bakanları Avrupa Kimliği ile ilgili yayınladıkları belgede uluslararası
ilişkilerin, devletlerin bağımsızlığının ve eşitliğinin en iyi şekilde korunarak, refahın
ülkeler arasında eşit şekilde dağıtıldığı ve her bir ülkenin güvenliğinin etkili bir
biçimde garanti altına alındığı bir düzen kuracağı ifade edilmiştir. AET ülkeleri de bu
dış politika amaçlarına ulaşmak gerekli gayreti göstereceklerinin altını
çizmişlerdir.288 AET, uluslararası arenada siyasi anlamda girişimlerde bulunacağını
beyan ederken, Avrupa Siyasi İşbirliği ile başlayan, Avrupa Tek Seneti ve Maastricht
Antlaşması’yla devam eden Birlik düzeyinde güçlü dış politika hedefleri ortaya
koymaya başlamıştır.
Maastricht Antlaşması’yla kabul edilen ODGP’nin hedeflerine baktığımızda,
AB’nin Birliğin bağımsızlığını ve temel çıkarlarını ortak değerler etrafında korumak
288 Smith, op. cit., s. 11.
147
istediğini, Birliğin ve uluslararası güvenliğin ülkeler arası işbirliği yoluyla
genişletilmesi gerektiğini görmekteyiz. Bu amaçlara ulaşırken Birlik, hiç kuşkusuz
demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının korunması gibi temel değerler
etrafında, BM’nin etkinliğini geliştirerek bölgesel uyuşmazlıklara çözüm aranacağını
belirtmektedir. Bölgesel işbirliği, AB’nin önemli dış politika önceliklerinden
biridir.289 AB, bu dış politika hedeflerini baz alarak kendine özgü bir yapı meydana
getirmek isterken, uluslarüstü bir sistem çerçevesinde uyguladığı politikalarda nasıl
bir AB kimliği oluşturduğu uzmanlar tarafından sıkça tartışılmaktadır.
Christopher Hill ve William Wallace göre, Avrupa diplomasisi, uyuşmazlıkların
çözümü için arabuluculuk yöntemlerinin kullanıldığı, siyasi problemlere uzun
dönemli ekonomik çözüm yollarının tercih edildiği ve insan haklarının
yaygınlaştırıldığı, 3. ülkelerle ilişkilerin anlaşmalar vasıtasıyla hukuki bir zeminde
sürdüğü mekanizmaları kullanmaktadır.290 AB uluslararası kimliğini oluşturan bu
unsurlar bizi, AB’nin dış ilişkilerinde sivil mi, ekonomik mi, küresel mi, yoksa daha
çok normatif bir güç olarak mı hareket ettiği sorununa götürmektedir. Bu soruyu
yanıtlamanın en iyi yolu AB’nin 3. ülkelerle olan ilişkileri çerçevesinde somut
politikalar üzerinde AB’nin uluslararası aktörlülüğünü irdelemektir. Avrupa-Akdeniz
Ortaklığı Süreci de AB’nin uluslararası arenada nasıl bir güç olarak hareket ettiğini
bize gösterebilecek örneklerden birisidir.
Herhangi bir uluslararası örgütten çok daha fazlasını ifade eden AB, sahip olduğu
uluslararası karakterle kimliğini ortaya koymaktadır. Bu kimlik tanımlamasında da
289 Smith, op. cit., s. 12. 290 Smith, op. cit., s. 15.
148
araştırmacıların en çok üzerlerinde durduğu kavramlar sivil ve normatif güç
tanımlamalarıdır.291 Bu bağlamda AB’nin Avrupa-Akdeniz Ortaklığı sürecinde sivil
mi yoksa normatif bir güç mü olduğu sonucuna varmadan önce, “sivil güç” ve
“normatif güç” kavramlarını tanımlamak zorundayız. Ancak, tanımlama yaptıktan
sonra AB’nin Akdeniz politikası kapsamında nasıl bir aktör olduğuna dair doğru bir
değerlendirme yapabiliriz.
Sivil güç tanımından başlamak gerekirse, sivil güç tanımı 1970’li yıllarda AT
jargonu içinde kullanılmaya başlanmıştır. 1972 yılında Francois Duchene sivil gücü,
Avrupa’yı, askeri güce kıyasla ekonomik güç üzerinde kök salan, uzayıp giden bir
grup sivil ülke olarak tanımlamaktadır. Ayrıca, uluslararası sivil ve demokratik
standartların yayılması için güç sarfetmek de yine Duchene tarafından sivil güç
kavramını açıklamak için kullanılmıştır.292 Duchene, AET’yi sivil bir güç olarak
değerlendiriken, AB’nin uluslararası sistemde sahip olduğu belirgin etkiyi, askeri
araçlardan ziyade ekonomik ve siyasi araçlarla istikrar ve güvenlik garanti eden AB
modelini genişletme yeteneğinde bulmaktadır.293 Buna ek olarak, Kenneth Twitchett
de sivil gücü; devletleri, küresel ve bölgesel örgütleri, uluslararası işletmeleri askeri
ölçütlere dayanmadan diplomasi, ekonomi ve yasal faktörleri kullanarak etkileyen
uluslararası politika şeklinde açıklamaktadır.294
Bu tanımlamalar bağlamında, sivil gücün pasifizm anlamına gelmediği,
genellikle askeri olmayan araçları ima ettiğ sivil ilke ve demokratik araçları
291 Stavridis ve Hutchence, op. cit., s. 64. 292 Stavridis ve Hutchence, op. cit., s. 65.’den Ifestos, 1987: 62. 293 Helene Sjursen, “The EU as a “normative power: how can this be?”, ARENA, 2005, s. 1, <http://www.arena.uio.no/events/seminarpapers/sjursenFEB05.pdf> (09.10.2005). 294 Stavridis ve Hutchence, op. cit., s. 65.’den Ifestos, 1987: 62.
149
kapsadığı anlaşılmaktadır. Cristopher Hill’de, Duchene’nin fikirlerine katılarak,
AB’nin uluslararası arenada doğurduğu etkinin kendi doğal yapısıyla bağlı olduğunu
ve uluslararası politikanın sadece askeri güce indirgenemeyeceğini, AB’nin 3.
ülkelerle ilişkilerinde demokratik ilkeleri ön plana çıkaran stratejiler izlediğini
düşünmektedir.295 Sonuç olarak, bir çok yazar sivil gücü askeri güce dayanmayan bir
politikalar bütünü olarak açıklarken, AET’nin de bir sivil güç olarak dünya sahnesine
adım attığını ve sivil güç olma yolunda girişimlerini devam ettirmesi yönünde fikir
beyan etmektedirler. Dolayısıyla, sivil güç Avrupa tanımı içinde normatif bir boyut
da mevcuttur.
Uluslararası sistemdeki hızlı gelişmeler ve AET’nin AB’ye dönüşerek ekonomik
entegrasyonun yanında, siyasi entegrasyonunu da tamamlamak istemesi, AB’nin dış
ilişkilerine yeni açılımlar getirmiş, bu atılımlar AB’nin uluslararası aktörlüğü
üzerinde de birtakım etkiler doğurmuştur. Bu etkiler kendini AB’nin uluslararası
aktörlüğünün normatif bağlamda da değerlendirilmesinde göstermiştir. Ian Manners
“normatif gücü”; sadece ekonomik ve askeri olmayan aynı zamanda düşünceler ve
fikirler yoluyla çalışan bir güç şeklinde tanımlamaktadır. Bir başka deyişle, Manners
normatif gücün sahip olduğu etkinin diğer aktörler üzerinde hangi davranışlara
uygun olduğu şeklinde belirtilebileceğini söylemektedir.296
2002 yılında Ian Manners ödül alan bir makalesinde AB’nin dış ilişkilerinde
oynadığı role normatif tanımının daha uygun olduğunu savunmuştur. Manners, bu
konudaki gerekçelerini AB’nin uluslararası siyasette farklı tipte bir aktör olduğuna, 295 Stravdis ve Hutchence, op. cit., s. 65-66. 296 Thomas Diez, Constructing the Self and Changing Others: Reconsidering “Normative Power Europe”, Paper for the PSA Annual Conference, Leeds, (5-7 Nisan 1997), s. 3.
150
öncelikli hedefinin jeopolitik çıkarlar olmadığına ve uluslararası siyaseti askeri
araçlarla etkilemek olmadığına dayandırmaktadır. Manners’e göre, AB’nin
uluslararası arenada normatif bir güç olarak hareket etmesinin nedeni, AB’nin
kendini Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu ve BM çerçevesinde kodifiye edilmiş
uluslararası normlarla bağlamasıdır. Buna ek olarak, AB, uluslararası kurumlar
yoluyla inandığı değerleri yayma gayretindedir, bu da onu normatif değerleri
savunan ve bu yolda politika üreten bir aktör konumuna getirmektedir.297 Sonuç
olarak, Manners’in normatif güç Avrupa tanımında, Avrupa’nın sivil güç olarak
tanımlayan ifadelerde yer alan demokratik değer ve standartlar daha genelleştirilmiş
normlara dönüşmektedir.
Hiç kuşkusuz normatif güç olmayı belirleyen bazı kriterler de bilim adamları
tarafından AB’nin uluslararası rolünü değerlendirmek için dile getirilmektedir.
Helene Sjursen normatif güç olmayı belirleyen üç faktörü şu şekilde belirtmektedir.
Birinci faktör, AB’nin uluslararası sistemde farklı bir aktör olarak hareket etmesi,
ikincisi bu farklılığın AB’nin norm ve değerleri uluslararası arenaya yayma
kapasitesinde kendini göstermesi ve son faktör ise AB’nin karakteristik özelliğinin,
AB’nin sahip olduğu örgüt yapısıyla bağlantılı olmasıdır.298 AB’nin uluslararası
aktörlüğünün incelenmesine bu noktadan baktığımızda AB’nin dünya politikasında
sahip olduğu farklılık, tarihsel geçmiş, bütünleşme süreci içerisinde uluslarüstü bir
hukuki yapılanma ve kendi içinde sürekli yenilenen siyasi, ekonomik ve sosyal
mekanizmalarla diğer uluslararası örgütlenmelerden ayrılmakta ve bu özellikleriyle
nasıl bir aktör olduğu analiz edilmektedir.
297 Ibid., s. 2. 298 Sjursen, op. cit., s. 2.
151
AB’nin sivil mi yoksa normatif bir güç olduğu tartışılırken, iki kavramın da
aslında birbirine çok benzediği göze çarpmaktadır. Sivil güç, uluslararası aktörün
sahip olduğu dış politika rolü ve karakterinin uluslararası ilişkilerin sivilleştirilmesi
adına politika enstrümanlarıyla, belirli amaçlarla, ilkelerle ve değerlerle bağlı olması
şeklinde yorumlanırken, normatif güç ise farklı özellikleri, ilişkileri ve araçları olan
bir aktör için kullanılabiliyor.299 Her iki kavramda da demokrasi, özgürlük ve temel
insan haklarıyla ilgili değerlerin çoğaltılması hedeflenirken, normatif güç, askeri
araçları sivil güç gibi dışlamamaktadır. Ancak, bazı yazarlara göre, askeri destekli bir
normatif güç de var olabilir. Bunun yanında normatif gücü, sivil güçten ayıran,
normatif güç bağlamında değerlendireceğimiz aktörün kendine özgü bir siyasi ve
ekonomik yapılanmasının olması ve bu yapılanma çerçevesinde 3. ülkelerle
ilişkilerini düzenlemesidir.
Adler ve Barnett de, normatif güce farklı açıdan yaklaşmaktadırlar. Adler ve
Barnett’e göre, AB, normatif güç olarak kendi coğrafi çevresinde barışçıl hedeflerine
güvenlik topluluğu inşa eden pratikleri uygulayarak ulaşmaktadır. Burada bahsedilen
topluluk, ortak değerler ve anlayışlar üzerinde iletişim sağlayan bir grup insan
şeklinde algılanmamakta, buna karşılık bu topluluk, topluluğun üyelerinin çıkarlarını
ve kimliklerini oluşturan sosyal yapı şeklinde ele alınmaktadır. Bu anlatılanlardan
ortaya çıkan sonuç ise, normatif güç, çevresinde yer alan ülkeleri mekeze çeken bir
299 Diez, op. cit., s. 4.
152
rol üstlenmektedir. Bu manyetik çekim de, barışçıl değişimin gelişmesi için gerekli
koşullar olan karşılıklı güven ve kollektif kimlik gibi şartların kaynağı olmaktadır.300
AB’nin normatif güç platformunda değerlendirilmesine neden olan bir normatif
güç özelliği de, normatif gücün işbirliğine dayanan güvenlik pratikleriyle bağlantılı
olmasıdır. Bu pratikler, hukukun üstünlüğü ilkesi çerçevesinde AB’nin belirli
normların öğrenme işleviyle 3. ülkelerde yerleşmesini sağlamaktadır.301 Örneğin,
AB’nin Avrupa-Akdeniz Ortaklığı bağlamında bir normatif güç olarak hareket
etmesinin amacı, Avrupa güvenlik topluluğunu bölge ülkelerine doğru genişletmek
ve Akdeniz bölgesinde kalıcı bir işbirliği platformu kurmaktır.
Birçok yazarın ve araştırmacının sivil ve normatif güç tanımlamalarına yer
verdikten sonra, AB’nin en çok hangi tanıma uygun olduğu da bir tartışma konusu
olmuştur. Ancak, verilen tanımlamalar ışığında AB’nin dış ilişkilerinde özellikle 3.
ülkelerle kurduğu ortaklık modellerinde normatif bir güç şeklinde hareket ettiği
sonucuna varılmaktadır. Bu yargıyı destekleyen bir çok faktör mevcuttur. Örneğin,
1991’den sonra Topluluk siyasi bir kimlik kazanarak, AB siyasi işbirliği formatını
geniş kitlelere yerleştirmek için belirli değerleri ve normları ön plana çıkarmaya
başlamıştır. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi değerleri 3.
ülkelerle olan ilişkilerinde merkeze yerleştirmeye çalışmıştır. İnsan haklarının
korunmasını için dünya genelinde insani yardımların % 70’ni sağlarken, güvenlik
300 Emanuel Adler ve Beverly Crawford, “Normative Power: The European Practice of Region Building and the Case of the Euro-Mediterranean Partnership,” Institute of European Studies Working Papers, No. 040400, 2004, s. 16. 301 Ibid., s. 11.
153
alanında ODGP’yi ve AGSP’yi oluşturarak, askeri gücünü ve kapasitesini geliştiren
atılımlarda bulunmuştur.
AB, kendine özgü bir kurumsal yapı içinde geçmiş deneyimlerinden ders
çıkararak, öğrenme sürecini devam ettirerek dünya politikasında normatif şekilde
hareket etmektedir.302 AB, supranasyonelizmi ve uluslararası yönetim tarzını
birleştiren yeni tarz bir uluslararası varlık gösterirken, uluslararası kimliğinin
unsurları olan demokrasi, sosyal adalet, hukukun üstünlüğü ve temel hakların
korunması gibi ilkeleri kapsayan temel normları kendi sisteminde uygulamaktadır.
Bu siyasi ve sosyal normlar, AB’nin düşünce yapısını meydana getirmekte ve bu
düşünce yapısı AB tarafından 3. ülkelerin siyasal yaşamlarına demokratik barışın
getirilmesi için bir araç olarak kullanılmaktadır. Gerçek anlamda demokrasiyi
yaşayan ülkelerin birbirleriyle savaşmayacağı savına göre politika belirleyen AB, 3.
ülkeler arasında uzun soluklu barış ve istikrar ortamı yaratmak düşüncesindedir.303
AB’nin Avrupa-Akdeniz Ortaklığı sürecinde de normatif bir aktör konumunda
rol üstlenmesinin gerekçelerinin en önemlisi AB değer ve normlarının Akdenizli
ülkelerin siyasal, ekonomik ve sosyal yaşamlarına adapte edilmek istenmesidir.
AB’nin 1970’lerde başlayan ve günümüze kadar devam eden Akdeniz Politikası’nın
amacı, Akdeniz’i ekonomik, siyasi ve sosyal işbirliğinin en üst düzeyde yapıldığı bir
barış, istikar ve refah alanına çevirmektir. Bu amacın gerçekleşmesi için de AB ile
AB üyesi olmayan Akdeniz ülkelerinin bir şekilde aynı paralelde politika üretmesi
gereklidir. Hiç kuşku yok ki, iki taraf arasındaki ekonomik kalkınmışlık seviyelerinin
302 Diez, op. cit., s. 6. 303 Sjursen, op. cit., s. 7.
154
asimetrik olması, farklı etnik ve dini kökenden insanların Akdeniz’in farklı
kıyılarında hayat sürmeleri, Arap ülkelerinin kendilerine özgü güvenlik kültürleri ve
demokrasi örtüsünün altında yatan otoriter rejimlerin hala Arap ülkelerinde varlık
göstermesi, AB normlarının Akdenizli ülkeler tarafından tamamen uygulanmasını
zorlaştırmaktadır.
Yukarıda saydığımız bütün zorluklara rağmen, öncelikle, AB’nin Barselona
Sürecini hayata geçirmesi, Akdeniz’de bir bölgeselleşme ve güvenlik ortaklığı örneği
olarak ele alınabilir. Hiç kuşkusuz bunun ne kadar başarılı olduğu tartışılabilir.
Ancak, burada önemli olan AB’nin Akdeniz’de neden bir bölgesel işbirliğine gitmek
istediğinin net bir şekilde anlaşılmasıdır. Akdeniz bölgesinde oluşturulmak istenen
“biz” bilinci çıkarları çatışabilen kesimler arasında uzlaşmaları ve anlaşmaları
kolaylaştıran, bölgede siyasi istikrar için sağlam zeminler hazırlayabilmekte ve
Avrupa-Akdeniz Ortaklığında da paylaşılmış amaçlar, karşılıklı güven ve sosyal
realite yaratılmasına yardımcı olabilmektedir. Bunun sonucunda bu ortaklık
sürecinde normların enstrümansal kullanımı ve bu normların anlaşmaların içeriğini
oluşturması zaman içinde iki taraf arasındaki sosyal iletişim süreçlerini derinleştiren
yapılar haline gelmektedir.304 Akdeniz’li ülkelerle yapılan ikili antlaşmalar ve bu
anlaşmaların içerdiği ekonomik, sosyal ve siyasi enstrümanlar da AB-Akdeniz
arasındaki sosyal iletişimi kuvvetlendiren yapılar meyadana getirmek istemektedir.
AB’nin neden Barselona süreci kapsamında genel olarak normatif bir aktör
şeklinde varlık gösterdiği belirtildikten sonra, bu sürecin önemli bir parçası olan
304 Adler ve Crawford, op. cit., s. 19.
155
siyasi ve güvenlik ortaklığı alanında AB’nin neden normatif bir güç olarak hareket
ettiğinin açıklanması gereklidir. Öncelikle, 1995 Barselona Süreci ile oluşturulan
bölgesel işbirliği, Akdeniz’de ortak bir “biz” bilinci yaratarak bölgede güvenlik
sorunlarının çözülmesini amaçlamaktadır.305 1990 sonrası terörizm, yasadışı göç,
bölgesel çatışmalar, kaçakçılık ve enerji bağımlılığı gibi ekonomik ve sosyal nitelikli
güvenlik tehditlerinin bölgede artarak istikrarı olumsuz etkilemesi, Barselona
sürecinin kurumsal araçları ve pratikleri çoğulcu bir güvenlik anlayışı etrafında
harekete geçirmeyi başarmıştır. AB ve Akdeniz ülkeleri arasında yapılan Dış İşleri
Bakanları Konferansları, farklı alanlarda işbirliğini pekiştiren komitelerinin
kurulması, AB ve Akdenizli ülkelerin insanları arasında kültürel paylaşımı artırmayı
hedefleyen Anna Lindh gibi sivil toplum örgütlerinin ve sivil forumlarının kurulması
Akdeniz’de bir güvenlik topluluğu oluşturma için atılan adımlardır. Bu adımların
kökeninde AB’nin normatif düşünce sistematiği yatmaktadır.
AB, Barselona Deklarasyonu’nun önsözünde belirttiği gibi, ortaklık ruhu içinde
Akdeniz’de refah ve istikrar alanı yaratan bir diyalog sürecinden bahsetmektedir. Bu
amaçların temelinde yatan ortaklık bilinci, kimi zaman karşısındakinin “öteki” gibi
algılanmasını engellemeyebilir. AB-Akdeniz ilişkileri de bu ikilemi sık sık
yaşamakta, Akdenizli ülkeler bu ortaklık şemsiyesi altında “öteki” gibi
algılanmaktadır. AB, kendi standartlarını çiğneyen taraf olarak değerlendirilmekte ve
bir çok AB belgesinde belirli standartlar Akdenizli ülkelere empoze edilebilmektedir.
Örneğin, Akdeniz ülkelerinden AB’ye yapılan çok sayıda yasadışı göç AB’nin
305 Adler ve Crawford, op. cit., s. 24.
156
Akdenizli ülkeleri tatlı sert bir dille eleştirmesine ve bu konuda ciddi tedbirlerin
Akdenizli ülkeler tarafından alınmasını gerekli kılmaktadır.306
Ayrıca, bu artan yasa dışı göçün AB içinde yarattığı sosyo-ekonomik
dengesizlikler, Avrupa’da dolaylı olarak aşırı-milliyetçiliği tetikleyebilmektedir.
Örneğin, AB ülkelerinde son yllarda artan işsizlik oranına ek olarak, Avrupa dışından
gelen ucuz iş gücü özellikle İspanya, Fransa ve İtalya gibi AB ülkelerini
endişelendirmektedir. Bu süreç, Avrupa’da aşırı-milliyetçi grupları güçlendiriken,
yabancı düşmanlığını arttırmaktadır. Örneğin, 2002’de Fransa’daki seçimlerde aşırı
milliyetçi lider Jean-Marie Le Pen, göçmenlere karşı yürüttüğü seçim kampanyasıyla
Fransa’daki oyların çoğunu toplayıp, sosyalist partilerin önüne geçmiştir.307 Bu da
göstermektedir ki, AB’deki bir çok ülkede yabancılara karşı beslenen anti-semitik
duygular artmakta ve AB ülkeleri buna karşı etkili çözüm yolları geliştirmelidir.
Buna ek olarak, 2005 yılında Fransa’da yaşanan Mağribi göçmen gençlerin çıkardığı
isyanlar, AB ülkelerine yapılan yasa dışı göç ve Akdenizli göçmenlerin AB
ülkelerine entegrasyonu konusunda Avrupa-Akdeniz Ortaklığı bağlamında daha
somut ve etkili tedbirlerin alınması gerektiğini gözler önüne sermiştir.308
Keza, Akdenizli Arap ülkelerinin bölgesel güvenliğin temin edilmesi noktasında
şeffaf ve demokratik siyasal rejimlere kavuşmaları AB tarafından, bu ülkelerde
sıklıkla beklenen normlardan bazılarını oluşturmaktadır. Sonuç olarak, normatif güç
olmak bir yanda bölgesel ortaklık bağlamında “biz” bilinci oluştururken, diğer
306 Diez, op. cit., s. 15-16. 307 Işıksal, op. cit., s. 87. 308 “Fransa’daki İsyan Avrupa’ya yayılır mı?”, <http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2005/11/printable/051108_europe_paris.shtml> (10.02.2007).
157
yandan kimliklerin inşasında “AB” ve “öteki” doğurabilmektedir, bu da normatif güç
olarak hareket eden AB gibi aktörlerin kendi içinde paradokslar oluşmasına neden
olabilir. Ancak, AB, küresel anlamda etkili politikalara imza atmak niyetini
taşıyorsa, içine düştüğü paradokslardan kurtularak normatif bir kimlikle dış
ilişkilerini devam ettirebilir.
AB-Akdeniz ilişkileri boyutundan olaylara baktığımızda ise, AB’nin içine
düştüğü paradokslardan kurtulmasının yolu, Barselona sürecinin Brüksel merkezden
çıkarılıp, biraz daha Akdeniz merkezine kaydırılıp daha dengeli bir ilişki zinciri
kurulmasıdır.309 Akdenizli ülkelerle kurulan işbirliğinde AB tarafından öne sürülen
reformların hassas bir dengede çok baskı oluşturmadan Akdenizli ülkeler tarafından
kabul edilmesi sağlanmalıdır. Buna ek olarak, Avrupa-Akdeniz ilişkilerinin güvenlik
boyutunun gelişimini devam ettirmesi ve Akdenizli ülkelerin AB ile ilişkilerini
ekonomi ağırlıklı çerçeveden daha fazla sosyal ve güvenlik alanlarında yapılan bir
işbirliği modeline kaydırması AB ve Akdeniz ülkeleri arasındaki anlaşmazlıkların
çözümü için de bir basamak oluşturabilir.
AB’nin Akdeniz politikasının güvenlik boyutundaki rolüne normatif bir aktör
sıfatı verilmesinin diğer nedenleri de AB’nin AGSP’si bağlamında operasyonel
gücünü aktif hale getirmesi, şimdilik sınırlı olsa da kriz bölgelerinde barışı
sağlamaya yönelik bir kaç askeri operasyona katılması ve 2003 yılında Avrupa
309 Armağan Emre Çakır, European Union: A Civilian or a Political Power in the Euro-Mediterranean Partnership?”, <http://aei.pitt.edu/archieve/00001644/01/Armagan_Emre_Cakir.pdf>, s. 148, (03.02.2006).
158
Strateji Belgesi’ni yayınlaması olarak gösterilmektedir.310 Akdeniz’in güvenliği
konusunda Akdenizli ortaklarıyla uyuşmazlıkların önlenmesi ve kriz yönetimi
konusunda operasyonel faaliyetlere ağırlık verilebileceğinin sinyallerini veren bu
gelişmeler, AB’yi sivil güç tanımından normatif güç tanımına itmektedir.
Ayrıca, Avrupa Güvenlik Stratejisi’yle belirlenen AB stratejik kültürünün iki ana
unsuru olan çok taraflılık ve önleyici müdahale ilkeleri çerçevesinde AB,
Akdeniz’deki komşu ülkeleriyle güçlü bir işbirliği yapacağını belirtirken, bu
ifadelerden Akdeniz’de çıkabilecek olası uyuşmazlıkların AB ile diğer Akdeniz
ülkelerinin güvenlik güçlerinin katılacağı askeri operasyonlarla çözümleneceği ve
Akdeniz ülkelerinin askeri yetkililerinin AB kurumlarına eğitime gitmesi için yapılan
çalışmalardan anlamaktayız. Ayrıca, Avrupa Komşuluk Politikası kapsamında
AB’nin Akdeniz politikasında norm üreten bir göreve sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Her ne kadar genişleme enstrümanı AB norm ve standartlarının daha etkili
uygulanmasını sağlıyorsa da, Avrupa Komşuluk Politikası aracı da Akdeniz
ülkelerinin siyasi ve sosyal reformları yavaş da olsa yapmalarına, Akdeniz
ülkelerinin AB ülkeleri ile ikili ortak projelerde bir araya gelmesine olanak
sağlamaktadır.
Buraya kadar anlatılanlara ek olarak, her ne kadar AB’nin AGSP bağlamında
yeterli askeri kapasiteye sahip olmadığı ifade edilse de, Akdeniz’de varlığını
gösteren uluslararası terörizm ve yasadışı göç gibi tehditlerle mücadelede AB ile
Akdeniz arasında askeri kapasite kullanımı gerektirmeyen daha çok adalet ve iç
310 Sjursen, op. cit., s. 2.
159
işlerinin etkili koordinasyonunu gerektiren tedbirlerin alınması teşvik edilmektedir.
AB ile Akdeniz ülkeleri arasında yapılan Dış İşleri Bakanları toplantılarında
terörizm, kaçakçılık ve yasadışı gibi göç gibi Akdeniz’de yoğunlukla hissedilen
tehditlerle mücadele edilmesi sıklıkla dile getirilmekte, çözüm yolları olarak AB ve
Akdeniz ülkelerinin adli ve polis güçlerinin iletişim ağlarını güçlendiren, AB-
Akdeniz ülkeleri arasında uzman değişimini sağlayan programlar ve modern sınır
kontrolleri sistemleri Akdenizli ülkelerde oluşturulmalıdır. Akdeniz’in güvenliği
konusunda alınan bu tedbirler de AB’nin normatif gücünün göstergelerinden biridir.
Sonuç olarak, AB-Akdeniz ilişkileri incelendiğinde, normatif güç kavramının çok
yüzlü, kontrol edilemeyen ve zaman zaman sivil güç kavramıyla da örtüştüğü
görülmektedir. Ancak, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı bağlamında AB’nin özellikle
Akdeniz’in güvenliği konusunda uyuşmazlıkların çözümünde sivil ve askeri araçları
birleştiren bir güvenlik stratejisi izlediğini görmekteyiz. Her ne kadar AB’nin
Akdeniz’de Akdenizli ortaklarıyla yaptığı askeri operasyonlar mevcut değilse de, AB
güvenlik stratejisinin gerektiğinde erken müdahaleyi öngören yaklaşımı
Akdeniz’deki olası uyuşmazlıkların BM kararları altında askeri güçle
çözümlenebileceğini göstermektedir. Bunun yanında Akdenizli ülkelerin siyasi ve
ekonomik kalkınma yapılarına koşulluluk politikası vasıtasıyla AB ile uyumlu siyasi
ve sosyal normların adapte edilmek istenmesi, AB’nin Akdenizli ülkelerle olan
ilişkilerinde normatif bir aktör kimliğiyle rol oynadığını belirtmektedir.
160
SONUÇ
Akdeniz sahip olduğu coğrafi konumuyla çevresinde yaşayan toplumlarda bir
ortaklık bilinci oluştururken, bu denize kıyısı olan farklı kültürlere, inançlara, siyasi
ve ekonomik yapılanmalara sahip devletler Akdeniz’de bir işbirliği platformu
oluşturmuşlardır. Böylelikle, tarihsel süreçte Akdeniz kıyısında yer alan ülkeler
aralarındaki ticari, ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirmişlerdir. Bu ilerleyen
karşılıklı işbirliği zamanla, Akdenizlilik ruhuyla harmalandığında, bölgede
ekonomik, sosyal ve siyasi dengesizlikleri ortadan kaldırmak için politika
üretilmesini neden olmuştur. Farklı etnik ve dini kökenden insanların barındığı
Akdeniz Havzası’nda, Avrupa ve Akdeniz’in iletişimi tarihten gelen kültürel bağlar
sayesinde ortak politikalara zemin hazırlamıştır.
Ayrıca, Akdeniz bölgesinin coğrafik şartları, Akdeniz’in ticaret yollarına ve
enerji kaynaklarına ulaşımda stratejik bir kavşak noktası olması ve tarihten gelen
sömürgecilik bağları, Akdeniz’in istikrarlı bir güvenlik çemberine alınması ihtiyacını
gerekli kılarken, merkezde Avrupa’nın, çevresinde Akdenizli ülkelerin yer aldığı bir
ilişki modelini yaratmıştır. Bu ilişki modeli çerçevesinde II. Dünya Savaşından sonra
Avrupalı devletler AET temelinde Akdenizli ülklerle ekonomik ve siyasi ilişkilerini
geliştirmeye başlamışlardır. Akdeniz ülkeleriyle yapılacak işbirliği, Kuzey Afrika
ülkelerinin Avrupa devletlerinin eski kolonileri olmaları, bölgede İsrail devletinin
kuruluşundan sonra Arap-İsrail uyuşmazlığının boy göstermesi, Akdeniz’deki enerji
kaynaklarının varlığı ve AET ülkeleri ile ticaretin kolaylaştırılması için Akdeniz
ülkelerinin ekonomik kalkınmışlık seviyelerinin yükseltilmesi gibi sebeplerden ötürü
161
AET ülkeleri için büyük önem taşımaktaydı. Dolayısıyla, AET, 1972’de Global
Akdeniz politikasını hayata geçirerek Akdeniz ülkeleriyle işbirliği süreci
başlatmıştır. Bu politika, daha çok Avrupa-Akdeniz ülkeleri arasında sanayi
mallarının serbest dolaşımını sağlayan düzenlemeleri kapsamakta, siyasi ve güvenlik
alanında işbirliğine vurgu yapmamıştır. 1990 yılında ise bu ticari ilişkileri ilerletmek
için Yenilenmiş Akdeniz Politikası Topluluk tarafından oluşturulmuş; ancak, bu
politika da Akdeniz’de güvenlik alanında bir işbirliğine odaklanmamıştı.
Topluluğun, dış ilişkilerde ortak hareket etme isteği AET’nin 1970’de Avrupa Siyasi
İşbirliği aracını oluşturmasına neden olmuş, Akdenizli ülkelerle olan dış ilişkilerini
de ASİ kapsamında az da olsa yürütmeye başlamıştır.
Bu gelişmeler gösteriyordu ki, Soğuk Savaş döneminde Avrupa ülkeleri
Akdeniz’de güvenli bir halkanın oluşturulması gerektiği bilincini taşıyorlardı. Ancak,
AET ülkeleri bir yandan Tek Pazar hedefini kilitlenmişken, diğer yandan Topluluk
genişleme sürecini devam ettirirken, bir de Topluluk içinde dış ilişkiler konsunda
henüz güçlü bir ortak dış ve güvenlik politikası oluşturma iradesi olmadığından
Akdeniz güvenliğiyle ilgili girişimler daha çok AGİK çerçevesinde sürdürülmüştür.
Soğuk Savaş döneminde, Akdeniz’de sınır anlaşmazlıkların var olması, Arap-
İsrail sorununun giderek düğümlenmesi, terör olaylarının sıkça yaşanması, Akdeniz
ülkeleri arasında ekonomik kalkınmışlık farkları, demokrasi kültürünün yavaş yavaş
Akdeniz bölgesindeki ülkelerin siyasi yapılarına monte edilmek istenmesi ve Sovyet
gücünün Akdeniz’de ağırlık kazanmasının engellenmesi Avrupa ülkelerinin AGİK,
ASİ ve NATO çerçevesinde girişimlerde bulunmasını zorunlu kılmıştır. AT’nin
162
savunma konularıyla ilgili kurumu olan BAB, Soğuk Savaş döneminde Topluluğun
savunma konularına NATO çerçevesinde ağırlık vermesinden dolayı etkin değildi,
dolayısıyla Akdeniz’in güvenliği konusunda da etkili bir varlık gösterememiştir.
1970-1990 yılları arasında Akdeniz’de bir barış ve istikrar alanı kurulmasında
Topluluk politikaları etkili değilken, AGİK çerçevesinde Helsinki Nihai Senedi’nde
“Akdeniz’de Güvenlik ve İşbirliğine İlişkin Sorunlar” adlı bir bölümün olması,
özellikle Akdenizli Avrupa ülkelerinin önderliğinde çeşitli konfreranslar
düzenlenmesi, 5+5 Grubu Politikası, 1990 yılında Akdeniz’de AGİK modeli benzeri
bir Güvenlik ve İşbirliği Konferansı kurulması önerisi ve 1994 yılında AGİK’in
AGİT’e dönüştürülmesinden sonra AGİT içinde Akdeniz İletişim Grubunun
kurulması Avrupa ülkeleri tarafından Akdeniz’e verilen önemi bir kez daha gözler
önüne sermektedir.
Bu gelişmelere ek olarak, NATO’nun Soğuk Savaş döneminde Akdeniz
bölgesine yönelik operasyonları olmamış, ancak Akdeniz ülkeleriyle NATO
bağlamında işbirliği yapılmıştır. Daha çok ABD, Kuzey Afrika ve Maşrek ülkeleriyle
ikili askeri işbirliği yapmıştır. 1994 sonrası NATO-Akdeniz Diyaloğu hayata geçmiş,
Akdeniz bölgesinde kriz yönetimi ve barışı sağlama operasyonlarında Akdenizli
ülkelerle iletişim kanalları oluşturulacağı bildirilmiştir.
Soğuk Savaş dönemi itibariyle, Akdeniz bağlamında nasıl bir Avrupa
Güvenlik kültürü oluştuğuna baktığımızda Doğu-Batı çatışması bağlamında Avrupa
üllkeleri ve kurumları tarafından Akdenizli ülkelerde demokrasi ve insan haklarına
163
dayanan uluslararası silahlanmanın kontrol altına alınmasını sağlayan ve işbirliğini
pekiştiren güven inşa edici tedbirlerin Akdenizli ülkelerin siyasi yapılarına adapte
edilmek istendiğini görüyoruz. Bu dönemde her ne kadar Akdeniz’in güvenliği
konusunda AT’nin etkili girişimlerde bulunamadığı görülse de, AT’nin 1980 ve 1986
yılında yaptığı güney genişlemeleri, AT’nin Akdeniz kanadını güçlendirmiş, bu yeni
katılan ülkelerin, Akdeniz ülkeleriyle ilişkileri daha da yoğunlaştırmasının kapısını
açmıştır. Ayrıca, AT’nin bölgedeki uluslararası sivil varlığını geliştirmiştir. AGİK ve
AGİT çerçevesinde Akdeniz’e yönelik Avrupa ülkeleri tarafından yapılan politika
atakları çok başarılı sayılmasa da Akdeniz ve Avrupa ülkeleri arasındaki sağlam
ilişkiler zincirinin ilk halkasını oluşturmuştur.
Bu ilişki zincirinin de ikinici halkası 1995 yılında Barselona Deklarasyonu ile
oluşturulan Avrupa-Akdeniz Ortaklığı ile kurulmuştur. Üç sütun üzerine inşa edilen
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı, ekonomik işbirliği alanında 2010 yılına kadar AB ve
Akdeniz ülkeleri arasında bir serbest ticaret alanı kurulmasını, siyasi işbirliği
alanında Akdeniz’de ortak bir barış ve istikrar alanı kurulmasını ve sosyo-kültürel
işbirliği alanında ise Avrupa ve Akdeniz halkları arasında karşılıklı kültürel
hoşgörüyü yayan ve yabancı düşmanlığını yok eden bir diyalog süreci başlatılmasını
hedeflemektedir.
27 Akdeniz ve AB ülkesini kapsayan bu bölgesel ortaklık modelinin, Akdeniz
güvenliği açısından önemi, Avrupa ve Akdeniz ülkeleri arasında ekonomik, siyasi ve
sosyo-kültürel alanlarda derinleştirilecek bir işbirliği ve Akdeniz bölgesinde oluşacak
bir güvenlik sorununun bütün bölgeyi geniş çaplı bir istikrarsızlığa sürüklemesinin
164
engellenmesidir. Soğuk Savaş’tan sonra güvenlik tehditlerinin boyut değiştirmesiyle,
Akdeniz bölgesinde KİS’lerin yayılması ve uluslararası terörizm gibi tehditlerin
yanında sosyo-ekonomik parçalanmanın getirdiği yasa dışı göç, kaçakçılık ve
organize suçlar gibi bölgesel işbirliğini daha fazla gerekli kılan güvenlik tehditleri
Akdeniz bölgesinin güvenliğini olumsuz etkilemektedir. Ayrıca, Ortadoğu
bölgesinden kaos ve istikarsızlığın uzaklaştırılması içinde mutlaka Avrupa-Akdeniz
Ortaklığı’nın çok taraflı mekanizması içinde çözümler üretilmelidir.
Akdeniz bölgesinde güvenlik alanında yapılan girişimlerde hiç kuşkusuz
Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın çizdiği çok taraflı ve iki taraflı kurumsal yapılanma ve
bunu takiben izlenen konferans süreci etkli olmaktadır. Her sene yapılan Avrupa-
Akdeniz Dış İşleri Bakanları Konferansları’nda Akddeniz bölgesiyle ilgili alınan
kararlar, 2000 yılında kabul edilen Akdeniz’le ilgili Ortak Strateji, 2002 yılında
onaylanan Valencia Eylem Planı, 2004 yılı Avrupa-Akdeniz Stratejik Ortaklığı
Raporu ve son olarak 2005 yılında Barselona Konferansı’nda hayata geçirilen beş
yıllık Çalışma Programı AB dış ve güvenlik politikalarının amaçları doğrultusunda
Akdeniz bölgesinde ortak bir güvenlik kültürü oluşturma çabaları olarak
algılanmaktadır. Avrupa-Akdeniz Ortaklığı bağlamında alınan bu kararlar,
Akdeniz’in kalkınmış, demokratik, istikrarlı ve güvenli bir alan olmasının, Akdeniz
bölgesinde yer alan bütün ülkelerin yararına olduğunu göstermektedir.
Ancak, bu olumlu gelişmeler, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın birçok çevre
tarafından eleştirilmesinin önüne geçememektedir. Bu eleştiriler, genel olarak,
Akdeniz ülkelerinin Avrupa-Akdeniz Ortaklığı sürecinde kendilerini AB ülkeleri ile
165
eşit statüde görmemeleri, AB’nin İsrail’e olan tavizkar yaklaşımı ve bunun
sonucunda Akdenizli ülkelerin AB tarafından bu güvenlik ortaklığı bağlamında
kontrol edilmesi düşüncesi, Radikal İslami kesimlerin güneyli Akdeniz ülkelerindeki
siyasi yönetimlerde görev alması, Kuzey-Güney Akdeniz arasındaki bölgesel alt-yapı
farklarının azaltılamaması ve Akdeniz’de AGSP amaçları doğrultusunda ortak kriz
yönetimini geliştiren operasyonel faaliyetlerin yapılmaması şeklinde sıralanabilir.
Bütün bu eleştirilere rağmen, AB’nin Avrupa-Akdeniz Ortaklığı bağlamında
özellikle güvenlik sorunlarının çözümünde başarılı olamayışının nedenleri, Avrupa-
Akdeniz Serbest Ticaret Alanı kurulması için MEDA kapsamında mali yardımların
sağlanmasında uygulanan siyasi koşulluluk politikasının AB içindeki ülkelerin farklı
ulusal politikaları nedeniyle fazla başarılı olamaması ve AB’nin genişleme
politikalarını devam ettirirken diğer yandan Tek Pazar hedefini tamamlamak için
derinleşme sürecine ağırlık vermesidir. Bunun yanında Avrupa-Akdeniz
Ortaklığı’nın güvenlik boyutunun gelişimini yavaşlatan diğer nedenlerden birisi de,
AB’nin ODGP konusunda hükümetlerarası yaklaşımı benimsemesi dolayısıyla
Akdenizli ülkelerle olan ilişkilerde de güvenlik alanında alınan kararların zorlu ve
karmaşık bir süreçten geçmesidir.
Avrupa-Akdeniz ilişkilerinin, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı politikaları ve
kurumsal yapı sabit kalmak suretiyle Avrupa Komşuluk Politikası içine dahil
edilmesi, ilişkileri farklı bir boyuta taşımıştır. AB’yi küresel anlamda uluslararası
arenada daha etkili bir aktör konumuna getirmeyi amaçlayan Avrupa Komşuluk
Politikası, komşu ülkelere üyelik perspektifi vermeden yeni bir ortaklık modeli
166
oluşturmaktadır. AB’nin Akdeniz ülkelerini bu politika kapsamına alması Akdeniz
ülkeleriyle yapılan Ortaklık Anlaşmaları çerçevesinde her bir Akdeniz ülkesi için
ayrı hazırlanan Eylem Planları vasıtasıyla ilişkilerin ikili işbirliği çerçevesinde daha
fazla pekiştirilmesidir. Böylelikle, Akdeniz ülkelerinde siyasi, sosyal ve ekonomik
reformlar AB koşulluluk politikasına uygun şekilde kolayca yerine getirilecek ve AB
ile Akdeniz ülkeleri arasında ortak projelere imza atılacaktır.
Bir anlamda, AB, Akdeniz ülkelerinde reformların uygulanıp,
uygulanmadığını ikili işbirliği sürecinde daha rahat gözlemleyebilecektir. Akdeniz
güvenliği açısından baktığımızda da Akdeniz ülkelerinde yerleşik bir demokrasi
yönetimini, şeffaflığı, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü ve adalet ve iç işlerinde
reformları garanti altına alan, sivil toplumu güçlendiren siyasi yapılanmanın Akdeniz
bölgesinde oluşturulması, bölge ülkelerinde yasa dışı göç, kaçakçılık ve terörizm gibi
tehditlerin yok edilmesine yardımcı olacaktır. Bu tür bir siyasi yapılanma, AB ile
Akdeniz ülkelerinin kuracağı ikili ortak projelerde hayata geçebilir. Ancak, AB’nin
Batı Balkan ülkelerine yönelik politikaları ile bir karşılaştırma yapıldığında,
Komşuluk Politikası kapsamında belirli normların Akdenizli ülkelere dayatılması,
Akdeniz ülkeleri tarafından şüpheyle karşılanmakta ve bu politikaların genel
anlamda Akdeniz’in güvenliği için değil de, AB’nin kendi iç güvenlik kaygılarından
dolayı uygulandığı sonucuna varılmaktadır, bu da Akdenizli ülkeleri rahatsız
etmektedir.
Barselona Deklarasyonu temelinde Akdeniz’de kurulan güvenlik ortaklığı,
AB’nin ODGP’yi ve AGSP’yi oluşturduktan sonra dünyadaki konjonktürel
167
gelişmeler paralelinde geliştirilmeye çalışılmıştır. Soğuk Savaş sonrası Sovyet
tehditinin ortadan kalkması ve Körfez Savaşı’nda AB ülkeleri arasındaki
koordinasyonsuzluk gibi nedenler, AB ülkelerini Avrupa güvenlik ve savunma
alanında kendi politika araçlarını oluşturmaya itmiştir. Maastricht Antlaşması’yla
oluşturulan ODGP’nin amaçları, Birlik ve AB üyesi ülkelerin güvenliklerini en iyi
şekilde sağlamak, uluslararası işbirliğini geliştirerek barışı korumak, güvenlik
politikalarını uygularken temel hak ve özgürlükler, demokrasi ve hukukun üstünlüğü
gibi değerleri korumak şeklinde tanımlanırken, Maastricht Antlaşmasının III. Sütunu
olan Adalet ve İç İşlerinde alınan karalar da, AB’nin Akdeniz ülkeleriyle olan
ilişkilerinde yasa dış göç, uluslararası kaçakçılık ve terörizm gibi güvenlik
sorunlarının çözümünde büyük rol oynamaktadır. ODGP’nin oluşumundan
AGSP’nin oluşturulmasına kadar geçen zaman dilimi içinde Petersberg Görevleri AB
içine alınarak BAB’ın operasyonel kapasitesi güçlendirilmiş, ve BAB’ın NATO’nun
imkanlarından yararlanması kararlaştırılmıştır. Ancak, 1999 yılında Köln Zirvesi’nde
AB içinde savunma alanında NATO’dan özerk, kendi imkanlarını kullanmak isteyen
bir AGSP oluşturulması yönünde bir irade belirmiştir. Böylelikle, çatışmaların
önlenmesinde askeri ve sivil kriz yönetimini geliştirici uluslararası barış
operasyonlarını sağlayan politikaların AGSP çerçevesinde uygulanacağı ifade
edilmiştir.
AGSP’nin Akdeniz güvenliği açısından getirdiği yenilikler ise, AGSP’yi
Akdenizli ortaklara açmak ve bu bağlamda Akdenizli ülkeleri Siyasi ve Güvenlik
Komiteleri vasıtasıyla AGSP hedeflerine adapte etmektir. AB-Akdeniz arasında 2000
yılından sonra yapılan birçok Dış İşleri Bakanları Konferansları’nda, 2000 yılında
168
onaylanan Akdeniz’le ilgili Ortak Strateji Belgesi’nde ve 2004 yılında kabul edilen
Avrupa-Akdeniz Stratejik Ortaklığı Raporu’nda özellikle AGSP hakkında Akdenizli
ülkelerin bilgilendirilmesi ve gelecekte yapılacak ortak kriz yönetimi
operasyonlarında Akdenizli ülkelerin bilinçli hareket etmeleri için Akdenizli
ülkelerin askeri personellerinin AB tarafından düzenlenen seminerlerde eğitilmesi
üzerine vurgu yapılmıştır.
Ancak, şu bir gerçek ki, Arap güvenlik kültürünün çok taraflı bölgesel
güvenlik işbirliği modellerine dayanmayan bir stratejik kültür yapısı sunması, Arap
ülkeleri arasındaki güvenlik alanında koordinasyonsuzluk ve bu tür ülkelerdeki
ulusalcı ve muhafazakar İslamcı yöneticilerin ve toplumun AGSP konusunda yeterli
bilgiye sahip olmamaları, AB-Akdeniz güvenlik işbirliğinin gelişimini
yavaşlatmaktadır. Ayrıca, bir çok Akdeniz ülkesinin Avrupa ülkelerinin eski
sömürgeleri olması, Akdenizli ülkelerin işbirliği sürecinde Avrupa ülkelerine hep
şüpheyle bakmasına yol açmaktadır.
AGSP’nin hayata geçmesiyle, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın güvenlik
boyutuna farklı açılımlar geldiyse de, 11 Eylül olayları, Avrupa Güvenlik Strateji
Belgesi’nin kabulü ve Irak Savaşı, AB-Akdeniz güvenlik diyaloğunu etkilemiştir. 11
Eylül sonrası terör küresel boyut kazanmış ve ülkelerin güvenlik stratejileri daha
yoğun işbirliğini gerekli kılmıştır. AB de, uluslararası terörle mücadelede birçok
kurumsal yeniliğe imza atmakta ve uluslararası terörün Akdeniz bölgesinden
temizlenmesi için Ortadoğu’daki İsrail-Filistin anlaşmazlığının tamamiyle
çözümlenmesi ve bölgede istikrarsızlığa sebep olan demokrasi eksikliği ve
169
kalkınmışlık farklarının süratle azaltılması için Akdenizli ülkelere çağrıda
bulunmaktadır. Buna karşılık, Güneyli Akdeniz ülkelerinde terör karşıtı yasaların çok
sıkı ve ağır olmamasının siyasi ve sosyal reformların sürekliliği için gerekli olduğunu
savunan sivil toplum örgütleri, terörle mücadelede insan haklarını zedelemeden
hassas politikalar uygulanmasını desteklemektedir. Bu kesimler, Güneyli Akdeniz
ülkelerinde başlayan reform sürecinin uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde
devam etmesini istemektedir.
AGSP’nin oluşumu ve 11 Eylül olayları birleştiğinde ortaya çıkan tabloda
AB’nin güvenlik alanında daha stratejik kararlara ihtiyacı olduğu gören AB, 2003
yılında Avrupa Güvenlik Strateji Belgesi’ni hazırlayarak küreselleşen dünyada tek
başına mücadele edemeyeceği tehditlerle bölge ülkeleriyle kuracağı güvenlik
ortaklığı modeliyle başa çıkacağını belirtmiştir. Akdenizli ülkelerle ilişkiler
bağlamında bu belgeye baktığımızda, AB, komşuluk politikası kapsamında
Akdeniz’in çevresinde demokratik değerlerin ve hukukun üstünlüğünün var olduğu,
etnik çatışmaların, uluslararası terörün ve KİS’lerin yayılma riski olmayan bir
güvenlik ve istikar halkası oluşturmak istemektedir. Özellikle, 2003 yılında patlak
veren Irak Savaşı’yla daha fazla istikrarsızlığa ve kaos’a gömülen Ortadoğu’da
İsrail-Filistin anlaşmazlığının devam etmesi AB’yi güvenlik politikalarında
zorlamaktadır.
Ortadoğu’da çakışan AB-ABD politikaları çerçevesinde AB’nin sivil
güvenlik araçlarını kapsayan Barselona Deklarasyonu ve Ortadoğu Barış Süreci
aracının karşısında ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin askeri güvenlik araçlarıyla
170
donatılması, Akdeniz bölgesinde tutarsız politikaların uygunlamasına neden
olmaktadır. Her ne kadar, AB, Ortadoğu Barış Süreci kapsamında iki ayrı devlet
çözümünü desteklerken ve de Filistin’e ekonomik, siyasi ve sosyal kalkınma
seviyesini yükseltmesi için mali ve teknik yardımda bulunsa da, bölgede devam eden
işgallerin bitirilmesi ve ulaşım sorunun giderilmesi için İsrail üzerinde yeterince
baskı kuramamaktadır. Bu yönüyle de AB, Ortadoğu Barış Sürecinde pasif
davranmakla eleştirilmektedir. Sonuç olarak, İsrail-Filistin anlaşmazlığının çözümü
Akdeniz bölgesinde istikrarın bir parçasıdır, ancak, bu sorun Akdeniz bölgesinde
güvenlik alanında atılacak adımlar önünde güçlü bir engel teşkil etmemelidir.
Bütün bu değindiğimiz konular çerçevesinde, bu tez çalışmasında
sorduğumuz sorunun cevabı, AB’nin Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın güvenlik
boyutunda normatif bir aktör politika üretmesidir. AB, uluslararası ilişkilerde
kendine özgü bir aktör olarak, demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel hak ve
özgürlükler gibi değerleri ve normları ön plana çıkarmakta ve aynı zamanda ODGP
ve AGSP’yi geliştirerek askeri ve sivil yönetim tarzını birleştirmektedir. Akdeniz
ülkeleriyle ilişkilerinde de AB, kendi değer ve normlarını Akdenizli ülkelerin siyasal,
ekonomik ve sosyal yaşantılarına adapte etmek için çaba sarf etmektedir.
Barselona süreciyle başlayan, bu süreçle birlikte oluşan kurumsal yapılanma
ve bu yapılanmanın arkasından hayata geçen Avrupa Komşuluk Politikası’nda
derinleşen ikili AB-Akdeniz ilişkileri Akdeniz’de kurulan bölgesel güvenlik
ortaklığının göstergeleridir. Akdenizli ülkelerle kurulan bu çok taraflı ve aynı
zamanda Komşuluk Politikası’nda gelişim gösteren iki taraflı yapı, Akdeniz
171
bölgesindeki siyasi ve sosyal iletişimi kuvvetlendirmek istemektedir. Akdeniz’in iki
yakasının birbirini “öteki” olarak algılamasının önüne geçilmesi, bölgedeki askeri,
ekonomik ve sosyal nitelikli tehditlerin AGSP hedefleri doğrultusunda beraberce yok
edilmesi için Akdeniz bölgesinde gerçek anlamda bir refah ve istikrar alanı
kurulmalıdır. Her ne kadar AB, Akdeniz bölgesinde normatif bir aktör olarak politika
üretmeye çalışsa da, AB, Akdeniz ülkeleriyle ilişkilerinde istenilen sonuca henüz
ulaşamamıştır çünkü AB’nin ODGP bağlamında hükümetlerarası işbirliği
prosedürünü uygulaması ve AB içinde dış politika konusunda karar alma sürecinin
karmaşık ve zor olması Akdeniz ülkeleriyle olan ilişkilerde hızlı ve etkili sonuç
alınmasını engellemektedir. Buna ek olarak, Akdeniz ülkelerinin Avrupa ülkelerinin
eski sömürgeleri olmaları, Akdeniz ülkeleri tarafında AB politikalarına karşı bir
güvensizliğe neden olmakta, bu da kendini Akdeniz ülkelerinde uygulanan yavaş
reform sürecinde göstermektedir.
Şu bir gerçek ki, AB, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı’nın güvenlik politikalarında
Akdeniz’de normatif değerlerin tam anlamıyla yerleştirilmesini istiyorsa güvenlik
sorunlarının azaltılması için Akdeniz ülkelerinde siyasi, ekonomik ve sosyal
reformları sivil toplumu güçlendirerek yapmalıdır, ancak sivil toplum hareketlerinin
Akdeniz ülkelerinde etkili bir ses olmasıyla bu ülkelerdeki otoriter yönetimler iyi
yönetişim, adalet, hukukun üstünlüğü ve demokrasi alanlarında atılım yapabilir ve
böylelikle AB de Akdeniz bölgesine yönelik kurduğu ortaklık modelinde normatif
kimliğini geliştirici politikalara rahatlıkla imza atabilir.
172
KAYNAKÇA
KİTAPLAR
♦ ANDERSON, Ewan ve FENECH, Dominic, “New Dimemsions in Mediterranean Security”, Mediterranean Politics I, der. Richard Gillespie, London, Pinter,1994. ♦ ARIBOĞAN, Deniz Ülke, “Terörizmin Küreselleşmesi”, Dünyada ve Türkiyede Terör Konferansı: Ekonomik ve Sosyal Yapıya Yansımalar, der. Ali Tarhan, Ankara, T.C. Merkez Bankası, 2002. ♦ ATTINA Fulvio ve REPUCCI, Sarah, “ESDP and the European Regional Security Partnership”, Common Foreign and Security Policy, der. Martin Holland, 2.B., London, Continuum, 2001. ♦ Avrupa Birliği ve Türkiye, 5. B., Ankara, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı, 2002. ♦ BIAD, Abdelwahab, “The Political and Security Partnership and Its İnfluence on Stability in the Mediterranean Region”, Euro-Mediterranean Security and the Barcelona Process, der. Bo Huldt, Mats Engman ve Elisabeth Davidson, Stockholm, Swedish National Defence College, 2002. ♦ BIAD, Abdelwahab, “Code of Conduct for Good-Neighbourly Relations in the Euro-Mediterranean Partnership”, Euro-Mediterranean Partnership for the 21st Century, der. Hans Günter Brauch, Antonio Marquina ve Abdelwahab Biad, New York, Palgrave, 2000. ♦ BİÇER, Savaş, “Avrupa Birliği’nin Akdeniz Politikası ve Barcelona Süreci”, Dünden Bugüne Avrupa Birliği, der. Beril Dedeoğlu, İstanbul, Boyut Yayıncılık, 2003. ♦ BOZKURT, Enver, ÖZCAN, Mehmet ve KÖKTAŞ, Arif, Avrupa Birliği Hukuku, 2. B., Ankara, Asil Yayınları, 2004.
173
♦ BRAUCH, Hans Günter, MARQUINA, Antonio ve BIAD, Abdelwahab, “Introduction: Euro-Mediterranean Partnership for the 21st Century”, Euro-Mediterrannean Partnership for the 21st Century, der. Hans Günter Brauch, Antonio Marquina ve Abdelwahab Biad, New York, Palgrave, 2000. ♦ ERALP, Atilla, “Uluslararası Sistem, Güvenlik ve Terör”, Dünyada ve Türkiye’de Terör Konferansı:Ekonomik ve Sosyal Yapıya Yansımalar, der., Ali Tarhan, Ankara, T.C. Merkez Bankası, 2002. ♦ CRAIG, Paul ve DE BURCA Grainne, EU Law Text, Cases and Materials, Third Edition, New York, Oxford University Press, 2003. ♦ CHOUROU, Bechir, “A Challenge for EU Mediterranean Policy: Upgrading Democracy from Threat to Risk”, A New Euro-Mediterranean Cultural Identity, der. Stefania Panebianco, London, Frank Cass, 2003. ♦ CREMASCO, Mairouzi, “The Military Presence of the Riparian Countries”, The Mediterranean Region, der., Giacomo Luciani, New York, St. Martin’s Press, 1984. ♦ DEDEOĞLU, BERİL, “Avrupa Birliği Bütünleşme Süreci II: Avrupa Birliği’nin Yakın Geçmişi”, Dünden Bugüne Avrupa Birliği, der. Beril Dedeoğlu, İstanbul, Boyut Yayıncılık, 2003. ♦ FENECH, Dominich, “European Security Structures and the Mediterranean”, THE EURO-MEDİTERRANEAN PARTNERSHİP, der. Richard Gillespie, UK, Frank Cass, 1997. ♦ FORSTER, Anthony ve Wallace, William, “Common Foreign and Security Policy From Shadow to Substance”, Policy-Making in the European Union, der. Helen Wallace and William Wallace, Fourth Edition, Oxford University Press, New York, 2000. ♦ GINIO, Alisa, “Akdeniz Düşüncesi: Henri Pirenne, Shelomo Dov Goiten ve Fernand Braudel”, Akdeniz Dünyası, der. Eyüp Özveren, Oktay Üzel, Süha Ünsal ve Kudret Emiroğlu, İstanbul, İletişim Yayınları, 2006.
174
♦ HAINE, Jean-Yves, çev. Nilhay Usta, Tarihsel Bir Perspektif, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası, der. Nicole Gnesotto, İstanbul, Tasam Yayınları, 2005. ♦ HOLLAND, Martin, The European Union and The Third World, The European Union Series, New York, Palgrave, 2002. ♦ JENKİNS, Brian A., “Subnational Conflict in the Mediterranean Region”, The Mediterranean Region, der. Giacomo Luciani, New York, St. Martin’s Press, 1984. ♦ JOFFE, Goerge, “The European Union and the Magreb”, Mediterranean Politics II, der. Richard Gillespie, London, Pinter, 1994. ♦ KARLUK, Rıdvan, Avrupa Birliği ve Türkiye, İstanbul, İMKB Yayınları, 1996. ♦ MARSTON, Geoffrey, “Extension and Delimitation of National Sea Boundaries in the Mediterranean”, The Mediterranean Region, der. Giacomo Luciani, New York, St. Martin’s Press, 1984. ♦ MARQUINA, Antonio, “Review of the İnitiatives on CBMs nad CSBMs in the Mediterranean”, Euro-Mediterranean Partnership for the 21st Century, der. Hans Günter Brauch, Antonio Marquina ve Abdelwahab Biad, New York, Palgrave, 2000. ♦ MIRAPEIX, Eudoldo, “The Barcelona Process: Critical Assessment and Challenges Ahead”, Euro-Mediterranean Security and The Barcelona Process, der. Bo Huldt, Mats Engman ve Elisabeth Davidson, Stockholm, Swedish National Defence College, 2002. ♦ NAVARRO, Alberto, çev. Gülçin Koçbil, “AB Güvenlik ve Savunma Politikası”, AB GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKASI, der. Nicole Gnesotto, İstanbul, Tasam Yayınları, 2005. ♦ ÖZVEREN, Eyüp, “Giriş: Zaman İçinde Avrupa, Akdeniz Dünyası ve Antakya Üzerine Düşünceler”, Akdeniz Dünyası, der. Eyüp Özveren, Oktay Üzel, Süha Ünsal ve Kudret Emiroğlu, Istanbul, İletişim Yayınları, 2006.
175
♦ PANEBIANCO, Stefania, “The Euro-Mediterranean Partnership in Perspective: The Political and Institutional Context”, A New Euro-Mediterranean Cultural Identity, der. Stefania Panebianco, London, Frank Cass, 2003. ♦ PIENING, Christopher, Global Europe: The European Union World Affairs, London, Lynne Rienner Publishers, 1997. ♦ PRESTON, Christopher, Enlargement and Integration in the EU, London, Routledge, 1997. ♦ REGELSBERGER, Elfriede ve WESSELS, Wolfgang, “Europe, the Superpowers and the Mediterranean”, The Mediterranean Region, der. Giacomo Luciani, New York, St. Martin’s Press, 1984. ♦ SANDER, Oral, Siyasi Tarih 1918-1994, İmge Kitapevi, 9. B., Ankara, 2001. ♦ SCHUMACHER, Tobias, “From Barcelona to Valencia: The Limits of the EU’s Polititical and Security Partnership with the Southern Mediterranean Countries”, Euro-Mediterranaean Security&Barcelona Process, der. Bo Huldt, Mats Engman ve Elisabeth Davidson, Stockholm, Swedish national Defence College, 2002. ♦ SELIM, Mohammad El-Sayed, “Southern Mediterranean Perceptions of Security Cooperation and the role of NATO”, Euro-Mediterranean Partnership for the 21st Century, der. Hans Günter Brauch, Antonio Marquina ve Abdelwahab Biad, Palgrave, 2000. ♦ SMİTH, Karen E., European Union Foreign Policy in a Changing World, UK, Polity Press, 2004. ♦ STALVANT, Carl Einar ve BJARME, Lars “A Critical Assessment of The Barcelona Process”, Euro-Mediterranean Security and the Barcelona Process, der. Bo Huldt, Mats Engman ve Elisabeth Davidson, Stockholm, Swedish National Defence College, 2002. ♦ STAVRIDIS, Stelios ve HUTCHENCE, Justin, “The Foreign Policy of a Civil Power? The European Union in the Mediterranean”, A new Euro-Mediterranean Cultural Identity, der. Stefania Panebianco, London, Frank Cass, 2003.
176
♦ STEINER, Jo, WOODS, Lorna ve TWINGG-FLESNER, Christian, EC Law, Eight Edition, New York, Oxford University Press, 2003. ♦ TOVIAS, Alfred, “The EU’s Mediterrenean Policies under Pressure”, Mediterranean Politics II, der. Richard Gillespie, London, Pinter, 1994.
♦ WALLACE, Hellen ve Wallace, William, Policy-Making in the European Union, 4. B., UK, Oxford University Press, 2000. ♦ WILLIAMS, Andrew, EU Human Rights Policies, New York, Oxford University Press, 2004.
MAKALELER
♦ AÇIKMEŞE, Sinem Akgül, “Management of Security in the EU’s Neighborhood Policy”, Perceptions, C.10, S.3 (Sonbahar2005), <http://www.sam.gov.tr/perceptions/volume10/Autumn/SinemAkgulAcıkmese/pdf> (04.02.2007). ♦ ADLER, Emanuel ve Crawford Beverly, “Normative Power: The European Practice of Region Building and the Case of the Euro-Mediterranean Partnership”, Institute of European Studies Working Papers, University of California: Berkeley, No. 040400, 2004, s.1-55, <http://repositories.cdlib.org/cgi/viewcontent.cgi?article=1035&context=ies> (20.09.2005). ♦ ALİBONİ, Roberto ve Qaterneh, Yasar, “The Future of the EMP in a changing context of transatlantic and regional relations”, Euromesco Paper, No. 46, (Eylül 2005), <htpp.//www.euromesco.net> (04.03.2006). ♦ ASSEBURG, Muriel, “The EU and the Middle East Conflict: The Tackling the main Obstacle to Euro-Mediterranean Partnership,” Mediterranean Politics, C. 8, No. 2-3 (Yaz-Sonbahar 2003), s. 174-189. ♦ ATTINA, Fulvio, “Secutiy Cooperation at the Regional Level: from opposed military alliances to security partnership. Is the Mediterranean region on the right track?”, Jean Monnet Working Papers in Comparative and International Politics, No. 45, <http://www.fscpo.ict/Euromed/jmwp45.htm> (04.04.2005).
177
♦ ATTİNA, Fulvio ve PANEBİANCO, Strefania, “Security Cooperaiton in the Mediterranean: EMP Instruments to Mitigate Divergent Security Perceptions,” Euromesco Papers, (Temmuz 2004), <http://www.euromesco.net/imgupload/paperattinapanebionco.pdf> (04.04.2005). ♦ BİCCHİ, Federica, “The European Origins of Euro-Mediterranean Practices,” Institute of European Studies Working Papers, University of California: Berkeley, No. 040612, 2004, s.1-23, <http://repositories.cdlib.org/cgi/viewcontent.cgi?article=1044&context=ies> (20.09.2005). ♦ BİLGİN, Pınar, “A Return to Civilisational Geopolitics in the Mediterranean? Changing Geopolitical Images of the EU and Turkey in the Post-Cold War”, Geopolitics, C.9, S. 2, <http://www.bilkent.edu.tr/pbilgin/Bilgin-geopolitics2004.pdf> (05.01.2007). ♦ BIN, Alberto, “Mediterranean Diplomacy. Evolution and Prospects,” Jean Monnet Working Papers in Comparative and International Politics, No. 05 (Ocak 1997), <http://www.fscpo.ict.it/EuroMed/jmwp05.htm> (11.04.2005). ♦ BİN, Alberto, “Strengthening Cooperation in the Mediterranean: NATO’s contribution”, NATO Review, C. 46, No. 4 (Kış 1998), s. 24-27. ♦ BISCOP, Steven, “The European Security Strategy and the Neighborhood policy: A new Starting Point for a Euro-Mediterranean Security Partnership”, Paper Presented at EUSA Ninth Biennial International Conference, Texas, (31 Mart-2 Nisan 2005), s. 1-18, <http://aei.pitt.edu/archieve/00002984/02/Paper_EUSA_ESS_EMP.doc> (11.02.2006). ♦ CALLEYA, Stephan, “An Assessment of the Euro-Med Partnership”, Mediterranean Academy of Diplomatic Studies, Malta, s.1-8, <http://www.fornet.info/documents/Calleya.pdf> (04.01.2006). ♦ ÇAKIR, Armağan, “EU: a civil or a political power in the Euro-Mediterranean Partnership”,s.135-152, <http://aei.pitt.edu/archieve/00001644/01/Armagan_Emre_Cakir.pdf> (03.02.2006).
178
♦ DANNREUTHER, Roland, “Developing the Alternative to Enlargement: The European Neighbourhood Policy”, European Foreign Affairs Review, C. 11, 2006, s. 183-201. ♦ DIEZ, Thomas, “Constructing the Self and Changing Others: Reconsidering Normative Power Europe”, Paper for the PSA Annual Conference, Leeds, (5-7 Nisan 2005). ♦ EMERSON, Michael ve NOUTCHEVA, Gergona, “From Barcelona Process to Neighbourhood Policy: Assessments and Open Issues”, CEPS Working Documents, No. 220 (Mart 2005), s.1-22, <http://www.ceps.be/Article.php?article_id=21> (13.10.2005). ♦ ERHAN, Çağrı, “ABD’nin Ulusal Güvenlik Anlayışı”, SBF Dergisi, C. 56, No. 4 (Aralık 2001), s. 77-92. ♦ ERHAN, Çağrı, “Broder Middle East and North Africa İnitiative and Beyond”, Perceptions, C. 10, S. 3, (Sonbahar2005), s.153-169. <http://www.sam.gov.tr/perceptions/volume10/Autumn/Cerhan.pdf> (04.02.2007). ♦ “Fransa’daki İsyan Avrupa’ya yayılır mı?”, <http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2005/11/printable/051108_europe_paris.shtml> (10.02.2007). ♦ GİLLESPİE, Richard, “Reshaping the Agenda? The International Politics of the Barcelona Process in the aftermath of September 11”, Mediterranean Politics, C. 8, No. 2-3 (Yaz-Sonbahar 2003), s. 21-37. ♦ IŞIKSAL, Hüseyin, “Soğuk Savaş Sonrası Değişen Güvenlik Perspektifleri ve 21.Yüzyılda AB-Akdeniz İlişkileri”, Stratejik Öngörü, S. 3 (Sonbahar 2004), s. 84-90. ♦ FERHAD, İbrahim ve SCHÖFER, Isabel, “Regional Crises and Europe:How the Middle East Conflict and Iraq War affect the EMP”, Euromesco Papers, No. 40, s. 5-14, <http://www.euromesco.net> (21.02.2006).
179
♦ JÜNEMANN, Annette, “Security-Building in the Mediterranean After September 11”, Mediterranean Politics, C. 8, No. 2-3 (Yaz-Sonbahar 2003), s. 1-19. ♦ JÜNEMANN, Annette, “Repercussions of the emerging European Security and Defence Policy on the civil character of the Euro-Mediterranean Partnership”, Mediterranean Politics, C. 8, No. 2-3 (Yaz-Sonbahar 2003), s. 37-53. ♦ KACZYNSKI, Piotr Maciej ve KAZMIERKIEWICZ, Piotr, “European Neighbourhood Policy: Differentiatian and Political Benchmarks”, Euromesco Papers, No. 44 (Eylül 2005), s. 5-15. ♦ LESSER, Ian O., “The Renaissance of Mediterranean Security”, s. 1-6, <http://www.afsa.org./fsj/oct/lesseroct01.cfm> (05.05.2006), ♦ “Morroco’s Past, Morroco’s Present,” Newyork Times, 18 Şubat 2006. ♦ PACE, Michelle, “The Euro-Mediterranean Partnership and the Common Mediterranean Strategy? Euroepan Union Policy from a discursive Perspective”, Geopolitics, C. 9, S. 2 (Yaz 2004), s. 293-308. ♦ PACE, Michelle, “The Ugly Duckling of Europe:The Mediterranean in the Foreign Policy of the European Union”, Journal of European Area Studies, C. 10, No. 2, 2002, s. 189-206. ♦ SARTO, Raffaella A. Del ve Schumacher Tobias, From EMP to ENP: What’s at Stake with the European Neighbourhood Policy Towards the Southern Mediterranean?, European Foreign Affairs Review, C. 10, 2006, s. 17-38. ♦ SJURSEN, Helene, “The EU as a “normative power”: how can this be?,” ARENA, 2005, <http://www.arena.uio.no/events/seminarpapers/sjursenFEB05.pdf> (09.10.2005). ♦ SPENCER, Claire, “The EU as a Security Actor in the Mediterranean: Problems and Prospects”, The Quarterly Journal, C. 2, No. 2, 2002, s. 9-30.
180
♦ TREACHER, Adrian, “From Civilian Power to Military Actor: The EU’s Resistable Transformation”, European Foreign Affairs Review, No. 9, 2004, s. 49-66. ♦ VASCONCELOS, Alvoro de, “Europe’s Mediterranean Strategy An Asymetric Equation”, s.1-10, <http://ies.berkeley.edu./research/Vasconcelos.doc.> (15.03.2006). ♦ VOLPİ, Frederic, “Regional Community Building and the transformation of International Relations: The case of the Euro-Mediterranean Partnership”, Mediterranean Politics, C. 9, No. 2 (Yaz 2004), s. 145-164. ♦ WALDNER, Benita Ferrero, “The European Neighbourhood Policy: The EU’s Newest Foreign Policy Instrument”, European Foreign Affairs Review, C. 11, 2006, s. 139-142. ♦ WHİTMAN, Richard G., “Five Years of the Eu’s Euro-Mediterranean Partnership:progress without partnership?,” Panel TC18: The European Union’s Mediterranean Enlargement, Chicago, (20-24 Şubat 2001), s. 1-23.
BELGELER
♦ “AB Ortak Deklarasyonu” <http://www.deltur.cec.eu.int/teror-demec-20011019.html> (27.12. 2004). ♦ “AB I. Ortak Eylem Planı” <http://ue.eu.int/uedoocs/cmsUpload/140.en.pdf> (02.01.2005). ♦ “AB Terörle Mücadele Bildirgesi” (25/26 Mart Bahar Zirvesi Sonuç Belgesine Ek Bildirge), ATAUM Bülteni, S. 1-2, (Kış-Bahar 2003/2004). ♦ Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Antlaşma, Ankara, Ankara Barosu, 2004. ♦ “Avrupa-Akdeniz Ortaklığı Zirvesi”, <http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2005/11/05/128-euromed.shtml> (28.11.2005).
181
♦Charter of the United Nations, UN Publication, 2001. ♦ “Common Strategy of the European Council of 19 June 2000 on the Mediterranean Region”, <http://ue.eu.int/uedocs/cmsUpload/mediEN.pdf> (05.05.2005). ♦ “Euro-Mediterranean Meeting of Foreign Ministers in Valencia, Presidency Conclusions”, <http://ue.eu.int/uedocs/cms_Date/docs/pressdata/en/er/70289.pdf> (05.05.2005). ♦ “Mid-Term Euro-Mediterranean Conference in Crete, Presidency Conclusions”, <http://ue.eu.int/uedocs/cms_Date/docs/pressdata/en/er/75950.pdf> (05.05.2005). ♦ “Euro-Mediterranean Meeting of Foreign Ministers in Hague, Presidency Conclusions”, <http://ue.eu.int/uedocs/cms_Date/docs/pressdata/en/er/82876.pdf> (06.05.2005). ♦ “EU Strategic Partnership with Mediterranean and the Middle East”, <http://ue.eu.int/uedocs/cmsUpload/Partnership %20 Mediterranean %20 and %20 Middle % 20 East.pdf> (06.05.2005). ♦“EU/TunisiaActionPlan”, <http://ec.europa.eu/world/enp/pdf/action_plans/tunisia_enp_ap_final_en.pdf> (12.10.2006).
♦“EU/İsrailActionPlan”, <http://ec.europa.eu/world/enp/pdf/action_plans/israel_enp_ap_final_en.pdf> (11.10.2006).
♦ “European Neighbourhood Policy Strategy Paper”, COM(2004) 373 Final, <http://ec.europa.eu/world/enp/pdf/strategy/strategy_paper_pdf> (18.11.2006). ♦“European Security Strategy”, <http://ue.eu.int/uedocs/cmsUpload/78367.pdf> (08.05.2005).
182
♦ “10th Anniversary Euro-Mediterranean Summit Five Year Work Programme”,
<http://ue.eu.int/uedocs.pdf> (08.01.2006).
♦“Helsinki Final Act”, <http://www.osce.org/documents/mcs/1975/08/4044_en.pdf>
(12.11.2006).
♦ History of WEU, <http://www.weu.int> (05.06.2006).
♦ NATO-Mediterranean Dialogue, <http://www.nato.int/med-dial/home.htm>
(07.06.2006).
♦ “Treaty Establishing the European Economic Community”, <http://eur-lex.europa.eu/en/treaties/treaties_founding.htm> (18.02.2006).
183