52

Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye
Page 2: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oaçık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet

geminin sisli şehir caddelerinde,köy mezarlıklarının tarlalarla kesiştiği boşluklarda,

çocuk parklarında ve kurgusu boşalmışluna-parklarda, sandalyeleri ters çevrilmiş

meyhanelerde, okuyucuları çoktan yokolmuşkütüphanelerin ıssız koridorlarında gezindiğinimutlaka birileri fısıldamıştır kulağınıza. Hatta

geceleyin birdenbire havlayan köpeklerin nedenürktüklerini o zaman hissetmişsinizdir.

Ya da tüm bunlar uyku ile uyanıklık arasındayaşanan türden bir hayal...

Page 3: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

seyir defteri

Onların yumrukları var!Bizim çıplak ellerimiz...

Onların taşları, sopaları, meşaleleri, tüfekleri, tankları, bombaları,küfürleri, tehditleri ve nefretleri var.

Bizim?Sözcüklerimiz ve tereddütlerimiz ve kırık, örselenmiş yüreklerimiz,

bulanık düşüncelerimiz...

İnsan, insanı aşabilecek mi?

Page 4: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

içindekiler

4deniz f eneri

HABİL KABİL VE ÖTESİnazlı ökten

6üstü çizilmiş kişiler

ERKEKLERİN ŞEYLERİNİ KESME KOMİTESİsedef erkman

8yanlış pusula

CHE'NİN ELLERİpınar türen

9kara göründü!

ŞİDDETE BALKONDAN İKİ BİLET LÜTFENyasemin sarıkaya

11med-cezir

KLOSTROFOBİmehmet açar

15çıkmaz sokak

YAĞMUR GÜNEŞE GEBEYSE ŞİDDET NEDEN SEVGİYE GEBE OLMASINmeral miniç

16gecenin kanatları

YERYÜZÜ DURUŞUhazerfen

20sirenelerin kâbusu

SUSMAKTAN BAŞKA ÇARE YOKayşe düzkan

21med-cezir

CİNAYEToliver sacks

23şişedeki mesaj

RİSK HAYALET VE ŞEHİRo. kutay

Page 5: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

24kutupyıldızı

ÇEŞİTLİ DOĞUMGÜNLERİNDE JERALDİN'E ÖĞÜTLERbob dylan / aşinan kurt

26uçan hollandalı

KISKANÇmurat gülsoy

29deja vu

KENTİN ORTASINDAergun kocabıyık

30denizkızlarının şarkısı

GÜN BATMADAN SEHER VAKTİ-bir hayat hikâyesi çözümleme girişimi-

halide velioğlu

34ay tutulması

SURhalil ibrahim özcan

36lingua franca

ÇOMS'Kİadnan kurt

40kimsesiz çığlık

BALIK MEZARLARIbayram keten

41puslu manzaralar

YARATICILIĞIN ŞİDDETİyelda karataş

42gizli hazine

ATMACANIN BEKLEYİŞ ANIkaan yazıcıoğlu

46deligömleği

VEJETERYAN KOMPLOSUorhan selim

Page 6: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

denizfeneri

HABİL, KABİL VE ÖTESİ

nazlı ökten

Dünyanın geri kalanı sadece bizim eylemimize maruz kalmak içinoradaymış gibi yaptığımız her eylem şiddettir. Sonuç olarak, katılmadığımız

ama sonuçlarına maruz kaldığımız her eylem şiddettirNereden başlasak, neyi şiddet saysak. İnsanıncennetten fırlatılıp düşmesinden mi, şeytanın insanasecde etmeyi reddetiği için cezalandırılmasından mı,eşitler arasındaki ilk şiddet, ilk kardeş kavgası olanHabil'le Kabil'den mi? Hz. İbrahim oğlunu Allah'akurban etmesin diye gökten indirilen koyununmüslümanlar tarafından her yıl sembolik ve reelanlamda binlerce kez kurban edilmesinden mi?(Yaratılış mitolojisi konusundaki birikimim tek tanrılıdinlerle sınırlı kusura bakmayın.)

Emmanuel Levinas şiddeti şöyle tanımlıyor :"Şiddet sadece bir bilardo topunun bir ötekineçapmasında, tüm bir ürünü mahveden fırtınada,kölesine kötü davranan efendide, yurttaşlarını ezentotaliter bir devlette, insanları ezip geçen savaşçıistilada değildir. Eyleme geçen sadece bizmişiz gibiyaptığımız herşey şiddettir. Dünyanın geri kalanısadece bizim eylemimize maruz kalmak içinoradaymış gibi yaptığımız her eylem şiddettir. Sonuçolarak, katılmadığımız ama sonuçlarına maruzkaldığımız her eylem şiddettir."

İşte buralarda bir yerde şiddetin olumsuz tanımındanolumlu tanımına geçesim geliyor. Belki basit birdiyalektik akıl yürütmenin sonucu olarak, son derecesıradan-zıtların birliği falan. İçinde kıskançlığınşiddetini barındırmayan bir aşk olmayacağından;şiddetsiz değişimin imkansızlığından; birini birşeyiyapıyor diye sevmenin, o şeyi yapmayan birinisevmemek, belki de ona uygulanması mümkün şiddetidaha kolay kılmak anlamına geleceğinden falan.

Farklılık diyorlar çoğu zaman şiddeti doğuran; evetama hayatın kendisi de olmazdı farklılık olmasa.Kadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlaraleminin kayıp üyeleri olarak" belki de hani o çizgifilmdeki sevimli hayalet gibi kalırdık!

Freud diyordu tabii ki, toplumun esası bireyinbastırılmasıdır ve bireyin esası kendi kendinibastırmasındadır diye. Toplum insan ilişkisi dahabaştan bir şiddet ilişkisi. (Annemizi sevmekten önce

bizi ölüme terktmesinden, aç bırakmasındankorkarmışız. Onun için çok ağlarmış bebekler.)Weber diyordu sonra, devletin en belirleyici niteliğişiddeti meşru olarak uygulayabilen tek kurumolmasındandır diye.

Şiddeti minimal düzeyde, insan ilişkilerininpsikolojisinden başlayarak aramak mümkün elbettefakat beni çeken şiddetin toplumsal tanımları. Belkide etrafımda olup bitenlerin farkına varmayabaşladığım yaşlarda yaşadığım şehir, ülke bir çeşit içsavaşın içinde olduğundan. Bazılarına göre eşitlerarası şiddetti bu, Habil'le Kabil'in yani kardeşlerinkavgası. Sonra birileri gelip durduruverdi yine başkakardeşlerin postallarıyla bu şiddeti. Bir gecedekolaycacık: başka bir şiddeti başlatmak için kapalıkapılar ardında, mahzenlerde, gözlerden ırak...Herkes rahatladı. Ortak bir kurban bulundu, kanıakıtıldı ve herşey yoluna girdi. Günah keçisi, yabancıideolojilerin kanına girdiği gençlikti; kurban edildilerve kabile eski sakin yaşantısına döndü. Şiddet bir süreiçin bertaraf edilmiş, evcilleştirilmiş, en azındankapalı kapılar ardına gizlenmişti. İşkenceden sözedildiğini duyduğumda oniki-onüç yaşındaydım.Aklıma sığdıramıyordum olanları. Daha önceSoljenitsyn'in Gulag Takımadalarında defalarcaokuduğum sayfalardan biliyordum birşeyler amaSovyet Rusya uzak bir hayaldi benim için.Kütüphanemizde üçüncü dünya diktatörlükleriyleilgili pek de bir şey yoktu anlaşılan. Evet devletinşiddeti meşruydu, yasaldı, örtülüydü kimseler peksesini çıkarmıyordu. Ben nefes alamıyordum gerçi,ama ergenlik çağımı yaşamaya devam ediyordum.Erkek arkadaşımın beni terketmesi herşeyden dahagüçlü bir tokattı mesela...

Ne demeli, herşey göreceydi ve hayat böyleydi. Engüzel ve en korkunç bir arada yaşanıyordu,alışılıyordu...

4

Page 7: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

denizfeneri

İşkenceden söz edildiğini duyduğumda oniki-onüçyaşındaydım.Aklıma sığdıramıyordum olanları. Daha önce Soljenitsyn'in Gulag

Takımadalarında defalarca okuduğum sayfalardan biliyordum birşeyler amaSovyet Rusya uzak bir hayaldi benim için. Kütüphanemizde üçüncü dünya

diktatörlükleriyle ilgili pek de bir şey yoktu anlaşılan.

5

Page 8: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

üstü çizilmiş kişiler

ERKEKLERİN ŞEYLERİNİ KESMEKOMİTESİ

sedef erkman

Kadınlar kendilerine yönelen şiddete bir süre sonra oldukça korkunçdenilebilecek şekillerde karşılık veriyorlar.

Bu noktada kadınlarla erkekleri ayıran en önemli fark, kadınlarınşiddetin nesnesi olmaları.

Şiddet erkekler arasında da bir ifade tarzı olarak kendini gösteriyorancak kadınlara yönelik şiddet süreklilik arzettiği için kadınları

şiddetin nesnesi haline getiriyor.

Geçenlerde Amerika'yısarsan ama magazinboyutunun çekici l iğinedeniyle bizim basındada oldukça geniş yerkaplayan Bobbitt olayımhatırladınız mı? HaniVi rg in ia ' l ı manikürcüLorena Bobbitt, eski birdeniz subayı olan ve evdekendisini sürekli cinselilişkiye zorlayan veyatecavüz eden kocasınınpenisini kesmişti ama'neyse ki' penis sonradanyerine dikilmişti . Sözkonusu organ eskiişlevlerine kavuşmuşmuydu belli değil amaçiftin evliliği bu olaylason bulmuştu elbet veLorena canını kurtarmıştı.Ancak, aradan bir kaçhafta geçmişti ki sabıkkoca bu kez dem u h t e m e l e n y e n işöhret inin sayesinde(reklamın iyisi kötüsüolmaz!) bulduğu yenisevgilisini dövünce tekrargündeme geldi ve polistaraf ından g ö z a l t ı n aalındı. İki olayın üstüste

gelmesi tesadüftenziyade, Mr. Bobbitt'inkadınlara karşı genelyaklaşımını göstermesiaçıs ından oldukçailginç. Penis kesme olayıkamuoyunun dilinedüşer düşmez hiç detarafsız olmayan ve bunevi olaylara eşitlikçidahi y a k l a ş m a k t a nk a ç ı n a n A m e r i k a nbasınım takip edenler,(gazete ler sonuçtakadınlar taraf ındançıkarı lmıyor tabii)Lorena Bobbitt'in birf e m i n i s t ger i l l akampında özellikle bu işiçin eğitildiğini, EŞKK(Erkeklerin ŞeyleriniKesme Komitesi) 'nikurmak ve kamptaöğrendiklerini hayatag e ç i r m e k ü z e r egönderildiğinisanabilirlerdi. Oysa işinrengi öyle değildi elbet,s ıradan b i r taşramanikürcüsünü böyled a v r a n m a y a i t e nnedenlerin arasındaherhangi bir ideolojik

6

Page 9: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

üstü çizilmiş kişiler

kaygı veya bir feminist bilinç aramak pek akıl kârıolmaz. Ancak erkekler dünyasının bir nevi sözcüsüdurumundaki basın bu olayı da kendi istediği şeklederhal soktu; olayın odak noktası penisi kesenkadındı, kadını öyle davranmaya iten nedeni yaniMr. Bobbitt'in yıllardan beri ev içinde uyguladığıterörü sorgulamaya kimse yanaşmadı oysa böylemagazin bir olay salt Amerika'da değil dünyanın heryerinde sürekli yaşanan ve kimi kanunlarca suç dahisayılmayan evlilik içi tecavüz olayının gündemegelmesi için bulunmaz bir fırsattı. Ama bu fırsat gözgöre göre tepildi, olay oldukça 'enteresan' bir haberolarak kaldı, John Bobbitt başına gelenlerden hiçders almadığını kanıtlarcasına ortalarda dolaşıyorve dünya yüzündeki yüzbinlerce kadın hâlâ kocalarıtarafından tecavüze uğramaya devam ediyor.

Bütün bu olup bitenler, kadınların dünya yüzündekikonumlarının hâlâ ne kadar kötü olduğunu ve umutedilen noktaya ulaşmak için daha çok uzun zamanbeklemeleri gerektiğini ortaya koydu. Aradan geçenbunca zamana ve kadınların bazı haklarının enazından yasalarla güvenceye alındığı ülkelerinvarlığına rağmen, yasaların düzenlemeyi pekbaşaramadığı gündelik hayatın akışı içinde kadınlaren "medeni" erkeğin kafasında bile çoğu zamanbil inen kalıpların dışında kabul görmeyibaşarabilmiş değiller. Bunun en önemlinedenlerinden biri erkeklerin kafasındaki, neredeysekuşaktan kuşağa aktarılan genetik bazı düşüncelerinmevcudiyeti. Erkek olmanın gereklerinden birinin dekadınlara bu şekilde yaklaşmak ve onları "ait"oldukları sınırların dışında tanımlamamaya özengöstermek olduğu şüphe götürmez bir gerçek. Bu,toplumun tanımladığı erkek rolünü gerektiği gibioynamanın bir sonucu, bir cins zorunluluk.Erkeklerin üzerinde bu tip bir baskı oluşmadığını vebu şekilde davranmalarının arkasında toplum baskısıdenen şeyin olmadığını iddia edecek kadar acımasızolmayacağız, ancak erkeklerin çoğu zaman bu tür"baskılardan" pek de şikayetçi olmadıklarınısöylemek sanırız gerçeğe oldukça yakın bir saptama.Dolayısıyla işlerine geldiği gibi davranmaktan pekçekindikleri söylenemez.

Aslında bu yaklaşım çok da mantık dışı değil; öyle yaiktidar tam anlamıyla elinizde iken ve bu durumakarşı taraftan yalnızca cılız itirazlar yükselirken niyedurup dururken düzeni değiştireceksiniz ve tabiricaizse "karıları başınıza bela edeceksiniz"? Bir başkadeyişle "Aslında kadınlar rahat abi, ekmek elden sugölden, bu sorunları başımıza saranlar evde kalmışbir kaç çirkin karı." Bu tarz argümanları -tabii bunlara

argüman denebilirse- hergün her yerde duymakmümkündür zira bu "abi'ci" söylem oldukçayaygındır.Laf buraya gelmişken, feminizmin, çirkin veerkeklerden yüz bulamayan kadınların çıkardığımarazadan ibaret olduğu düşüncesinin de yineerkekler tarafından ortaya atılmış bir teori olduğunave dünya tarihinin en geri zekalı uydurması olarakaltın harflerle yazılmaya aday olduğuna değinmedengeçmek haksızlık olur. Mutlak iktidarlarınınsarsılacağı endişesini taşıyan erkeklerin bu"tehlike"yi bertaraf etmek için bu denli zekice biryöntem bulmuş olmaları da ayrıca dikkate değer.

Şu penis kesme hikayesinden yola çıkarak varmayıamaçladığımız yer, yanıtını bulmak istediğimiz soru,kadınların dünya yüzünde olmaları gereken yerdeolup olmadıklarından ziyade dünyada var olanşiddetin kaynağında neyin yattığı konusudur. Şöylebir etrafınıza bakmanız bile size bu sorunun yanıtınıverecektir, zira erkek olmak şiddeti bünyesindebarındırıyor. Sorunları gereğinde şiddete başvurarakçözmek oldukça yaygın ve gözardı edilmeyen birseçenek olarak karşımıza çıkıyor erkekler dünyasında.Oysa kadınlar sorunlarının çözümünde şiddetebaşvurduklarında, bunun ardında mutlaka erkektenkaynaklanan başka bir şiddet eyleminin yattığınıgörüyoruz. En yakın örneklerden biri de az öncesözünü ettiğimiz Bobbitt olayı. Kadınlar kendilerineyönelen şiddete bir süre sonra oldukça korkunçdenilebilecek şekillerde karşılık veriyorlar. Bunoktada kadınlarla erkekleri ayıran en önemli fark,kadınların şiddetin nesnesi olmaları. Şiddet erkeklerarasında da bir ifade tarzı olarak kendini gösteriyorancak kadınlara yönelik şiddet süreklilik arzettiği içinkadınları şiddetin nesnesi haline getiriyor.

Kadınlara uygulanan şiddetin içinde tecavüzün ayrıbir yeri var. Bobbitt olayıyla gündeme gelen peniskesme olayının elbette savunulacak bir yanı yok amabu noktada Time Dergisi yazarlarından BarbaraEhrenreich'e hak vermemek de elde değil: "Ben hemfeministim hem de şiddete karşıyım. Erkek vücudunugüzel bulurum ve penisi yerli yerinde görmeyielimde plastik torbayla onu çalılıklarda aramayatercih ederim. Ama iki cins arasındaki barışınsağlanması için daha uzun süre beklemek niyetindede değilim. Ve eğer bir erkek penisini silah olarakkullanmakta ısrar ediyorsa hâlâ, öyle veya böyle,s i l a h ı n ı n el inden a l ınmas ı gerektiğinidüşünüyorum."

7

Page 10: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

yanlış pusula

CHE'NİN ELLERİ

pınar türen

Şiddeti yok etmenin yolunun erkekleri erken yaşta hadım etmekten geçtiğinidüşünmek biraz hafif kalmaz mı?

Nerede o general? Suçsuz kanına batmamış eller,önümüzde gidecek sancağı taşımaya layıktır

ancak, nerede o eller?Robespierre

Şiddeti içinde barındırır doğa. İlk emir hayattakalmaktır. Tek çare mücadele vermektir. Üremek,yemek toplamak, barınmak, korunmak bilinçsiz birmücadelenin mütevazi halkalarıdır. Oysa hayattakalma mücadelesi şiddeti hatta zulmü de içerir.Hakkınızı korumanızın yolu şiddetten geçebilir ve bunormal karş ı lanabi l i r zira şiddet doğadameşrulaştırılmıştır. Vahşi doğada türler arası veyatürler içi, alabildiğine "doğa kanunlarına" göresergilenen şiddet, sosyalleşmiş insan türünde"toplumsal kanunlara" uygun olarak işlemekte (cezakanunu hayati tehlike söz konusu olduğunda şiddetkullanılmasını, uygulanacak cezada indirim yaparakonaylar).

Hak mücadelesi sınırları kolayca çizilebilir veyabasitçe çözülebilir olsaydı belki dünya daha yaşanasıbir yer olurdu. Ancak 'kıllanan adam' misali her kişi,her topluluk, her millet kendisine göre doğru birsebepten 'kıllanmaya' başladığında kim haklı kimhaksız sorgulamasının altından hangi kurumkalkabilir? Hakların nerede başlayıp nerede bittiğiniçizmeye çalışan yasalar mı yoksa onları uygulatmayaçalışan güçler mi?

İnsanlık olarak dibine kadar battığımız şiddettenkurtulabilmenin yolu yok gibi. Ne tarihin her tarafınıkuşatan şiddet, ne de günlük yaşantımızı fethedenşiddet bize çıkış kapısı bırakmıyor. Sakın "bendeyok"diyerek kişisel tarihlerinize kör bakmayın.Hepimiz içindeyiz bu oyunun. İnsanların idamedildiği, çocukların silahların gölgesinde büyüdüğü,' ırk' ların anlamsızca birbirlerini katlettiği birdünyada soluk alıyoruz. Neden? Ne uğruna yaşanıyor

bunca acıya bulaşmış şiddet?

Şiddetin kaynağını bulmaya yönelik olarak yapılanaraştırmalardan birisinin sonuçlan -kesinlikleispatlanmış olmamakla birlikte- oldukça ilginçtir.Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka birerkek fareye saldırır. Ancak eğer erken dönemdehadım edilmişse (beyni olgunlaşmadan önce) yalnızbüyümüş olsa bile başka bir erkek fareye saldırmaz.Şiddeti yok etmenin yolunun erkekleri erken yaştahadım etmekten geçtiğini düşünmek biraz hafifkalmaz mı? Androjen ve testosteron hormonlarınınfazla salgılanmaları insanların asırlardır birbirlerineuyguladıkları şiddet yüzünden inanılmaz acılarçekmelerini açıklamaya yeterli olamaz. SevimliNinjaların garip aletlerle birbirlerine saldırmaktanbaşka birşey yapmadıkları, roboteklerin her önlerineçıkanı yokettikleri, He-Man'in kuvveti yokken doğrudürüst hiçbirşey yapamadığı çizgi filmlerle büyüyençocukları hadım etseniz ne farkeder ki? Bizler bizdenöncekilerden ne aldık ve bizden sonrakilere neveriyoruz ki şiddetsiz bir dünyanın hayalinikuaıyoruz.

Che öldürüldükten sonra elleri kesilip Castro'yagönderilmiş. Şiddet doğada asla bu kadar vahşiolamaz. İşte bu yüzden, hiçkimsenin karşısındakininhaklarına inanmadığı bir ortamda, şiddetin içindeyuvarlanıyoruz. Doğanın çaresiz hastalığı şiddetbil inçaltımıza yapışıp yaşantılarımızı eziyor.Vebizler ne yapıyoruz? Şiddete şiddetle cevapveriyoruz.

Eli kana bulaşmamış hiçbirşey yokken dünyada,hepimiz asla kardeş olamayacağız...

8

Page 11: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

-kara göründü!-

ŞİDDETE BALKONDAN İKİ BİLET LÜTFEN

yasemin sarıkaya

İnsan ölür.Çizgi film kahramanları gibi silkinip kaldığı yerden devam edemez. İnsanınyaşadıkları, yaşayacakları, hayalleri, sevgilileri, annesi, yüreği, özlemleri

ve gülen gözleri vardır.İnsan ölür.

Canına kıydığımız o kadar çok şey var ki! Öldürmeeylemini yalnız o aptalca savaşlarda, devrimlerin

budalaca sokak çatışmalarındagerçekleştirmiyoruz çünkü, adım başında bu

cinayeti işliyoruz.Hermann Hesse

Good Morning Vietnam Filminin bir sahnesi;yemyeşil doğa görüntüleri eşliğinde Lois Armstrongsöylüyor. "What a wonderful world". Armstrong'unşarkısı bu noktada neye işaret ediyor? "İşte harika birdünya var, ne manasız şey savaşlar" mesajını veriyorolabilir. Ya da şiddetin acımasız (çıplak) gerçekliğinibiz "yufka yürekli" seyircilere daha rafine biçimiylesunuyor.

Seyirlik bir şiddet yaşanıyor dünyamızda. Adıkonmamış, (henüz) eğlencelik olduğu ifşa edilmemiş,şiddetin merkezinde yaşayanların gerçeğinden çokuzakta, anlamı parçalanmış, indirgenmiş,metalaştırılmış, basbayağı bir şiddet sergileniyor.Günümüzde şiddet filmlerinin yerini gerçek, bizzatyaşanan şiddet manzaraları alıyor. Senaryolaryaşanmakta, oyuncular bilfiil ölmektedirler. Seyircioyunun gerçeklikle bağlantısından etkilenir. "Bu öykügerçek bir olaydan filme aktarılmıştır" ibaresi filmidaha etkileyici kılar. Los angeles'ta polis tarafındandövülen zencinin görüntülerinin ateşlediği ve ırkçışiddetin yol açüğı kitlesel ayaklanma, zengin birsenaryonun kusursuz işlenişidir adeta. Bosna'dayaşanan vahşet, Somali'deki karmaşa, son yılların enpopüler naklen yayını körfez savaşı insanlığınseyreylediği en etkileyici trajedilerdir.

Aynı seyirci kitlesi gerçeğin oyunlaştırılmışkısmından hoşlanır, tercih eder. Burnunun dibindebir coğrafyada cereyan eden halk mücadelesi birfıkraya hiç zorlanmadan indirgenebilir. Sözkonusu

yöre halkının şivesinden "biz mezrada oturuyorduk,eşkiyalar geldiler" mahiyetinde esprilere katıla katılagülünür. En iyi sunulan, en "gerçek"tir sanki. Babamiçin (in the name of the father) filmini seyreden"duygulu" seyircimizin Beyoğlu'nda yürürkenaklından geçirdiği gibi, İngiltere'de bir İrlandalı'nınmaruz kaldığı ayrımcı şiddet, Türkiye'de bir Kürtünyaşadığından daha gerçek değil, ancak benzerdir.

Oyunlaştırılmış şiddet duyarsızlaştınr,gerçeği başkaboyuta indirger, (gerçeklikten) soyutlar,sıradanlaştırır, kanıksatır. Yine, yeniden, savaşıniçinden birilerinin daha ölümü haber edilirken,ardından başlayacak dizi heyecanla beklenmektedirgizliden gizliye.

Yüzyılın en büyük katliamı, büyük bir prodüksiyonlaizleyici karşısındadır. Ellerde patlamış mısır, sinemasalonları tıkabasa doldurulup uygun bölümlerdeçıkarılan dehşet ünlemleri sesiyle efektlere katılımsağlanır. İzleyici koltuklarmdaki (iyimser tahminle)her beş kişidin üçü, her patlamış mısır yiyen, herhışırtı-gürültü sahibi yaşamının içine sızmış aynmcışiddeti umursamaz. Hatta bizzat kendisi, bu türlüşiddetin öznesine ait düşünce biçimine sahiptir. Filmbiter. Almanlar ne canavar millet, ne me lazımYahudiler de aslında başbelası bir ırktır. Kürt, mürtbunların ne manası, Güney Afrika'daki siyahların daAllahtan daha istedikleri ne vardır? YunanistanTürkiye için tehlikedir, zaten bizi de müslümanız diyeAT'ye almıyorlardır...

Oyunlaştırılmış şiddet insanı ikiyüzlü kılar.Gerçekliğinden soyutlanmış, gösteriye dönüşmüşşiddet, duyumsanamadığı ruhlarda sorgulamaya,hesaplaşmaya ve dönüştürmeye yol açmaz. Öyle yada böyle "iyi vakit geçirmiş" güruh, ardında mısırçöpleri, kola kutuları bırakarak şehrin sokaklarına

9

Page 12: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

-kara göründü! -

ANGİNO PEKTORIS

Yarısı burdaysa kalbiminyansı Çin'dedir, doktor.

Sannehre doğru akanordunun içindedir.

Sonra, her şafak vakti, doktor,her şafak vakti kalbim

Yunanistan'da kurşuna diziliyor.

Sonra, bizim hurda mahkumlar uykuyavarıp

revirden el ayak çekilincekalbim Çamhca'da bir harap konaktadır

her gece,doktor.

Sonra, şu on yıldan bu yanabenim, fakir milletime ikram edebildiğim

bir tek elmam var elimde, doktor,bir kırmızı elma:

kalbim...

Ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis,işte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden

bende bu anginopektoris...

Bakıyorum geceye demirlerdenve iman tahtamın üstündeki baskıyarağmenkalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor...

Nisan, 1948

Nazım Hikmet Ran

dağılır.

Anlamı bozulmuş, deforme edilmiş şiddettehlikelidir. İdeolojik çıkarlar doğrultusunda fetişhaline dönüştürülebilir. Bosna'daki müslümanlarmyaşadığı şiddet, Türkiye'deki islami ideolojilerinmağduriyet-cihat-kurtuluş formülüne propagandaaracı olabilir. Olayın jeopolitik özelliği, milliyetçilikunsuru, yeni dünya düzeninin temel çıkarları

doğrultusunda oluşturduğu stratejiler orada buradayazılıp çizile dursun, kim dinler?

Böylesine seyredilen, boyut değiştiren, anlamınıyitiren şiddet günlük yaşamımıza, ruhumuza,gözlerimize, beynimize sızar sinsice. Kirlenmişruhların insanca yaşam için ne umut ne de inançbeslemeleri, bulanıklaşmış beyinlerin ise barış,kardeşlik adına ciddi fikirler üretmeleri beklenemez.

Sivas'ta yakılan ateş, iktidarın üniformalı unsurlarıtarafından "hıdırellez şenlik ateşi " gibi seyredildi.Yakılanların uğradıkları katıksız, grekçesiz, vahşişiddetin üzerine kalın örtüler serilirken, o insanlanngazetebaskısında solmuş görülen fotoğraftakisuretleri, türküleri, şiirleri, reimleri ve tüm güzellikleriile kül olup dağıldı gökyüzüne.

Şiddetin seyircilerinin, başka bir tarihte, yeni birşiddet oyununda şiddet öznelerinin (iktidarların,ayrımcılığın, cinsel şiddet faillerinin, katillerin vs.)yerine geçmeleri muhtemeldir.

İnsan ölür. Çizgi film kahramanları gibi silkinipkaldığı yerden devam edemez. İnsanın yaşadıkları,yaşayacakları, hayalleri, sevgilileri, annesi, yüreği,özlemleri ve gülen gözleri vardır. İnsan ölür.Beraberinde bu dünyadan bir parça daha umut,inanç, barış ve sevgi götürür. Şiddetin en gerçeksonucu ve bozulmuş anlamı işte budur.

mesajlarınızıbekliyoruz...

yeni yazışma adresi:

10

Page 13: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

başka bir dünya-

KLOSTROFOBİ

mehmet açar

Ev'in Oğlu, "Cinayet bir model olarak insanoğlundan çok daha önceleritasarlanmıştır zaten" diyordu. Çok daha uzaklardan gelen sesiyle

fakültedeki hocam neler söylemiyordu ki? Mimarların sıfırdan yaratacağıbütün kentlerin, sitelerin lanetli olduğunu çünkü kimsenin insanların hayatını

belirlemeye hakkı olmadığını...Altı gündür oyalıyorlardı beni. Arazi üstünde Ve yıllar sonra, anlatması epey uzun sürecek karmaşıkyaptığım incelemeleri çoktan bitirmiş, tam geridönmeye hazırlanıyordum ki şirket birkaç gün dahakalmam gerektiğini bildirdi. Kaldığım yerden beş altısaat uzaklıkta bir başka araziyi daha görmemgerekiyormuş. Ama beni oraya götürecek ötekişirketin yetkilisi bir türlü beni aramıyor, çalıştığımburadakiler de beklemem gerektiği konusunda ısrarediyorlardı. Güney sahillerinde, turizm mevsimihariç kimselerin ilgi göstermediği küçük bir köydüburası. Ucuz, temiz ve boş bir pansiyondakalıyordum. Sıkılmıyordum ama en fazla üç günlük birgezi için yanımda getirdiğim kitapları çoktan bitirmişolmak beni rahatsız ediyordu.

Altıncı günün akşamı, yalnız başıma terasta oturmuşdenizi seyrederken 20 yaşlarında bir genç banaadımla hitap ederek masama yaklaştı. Kendini tanıttıve geliş amacını kısaca açıkladı. Yıllar önceki birhikaye... Kaldığım köye iki saat mesafede denizkıyısındaki bir araziye bir ev yapmıştım. Garip vezengin bir müşteriydi.* Birçok mimarla görüştüktensonra upuzun bir istek listesiyle bana da gelmiş veprojemi görmek istemişti. Daha ilk görüşmemizdesevmiş olmalıydı beni, isteklerini kabul etmediğimhalde işi bana vermiş ve aylar boyu sürengörüşmelerimiz sonucunda ona yaptığım son teklifikabul etmişti. Son teklifim onun isteklerini dikkatealmadan, evi tümüyle kendi zevkime göre yapmaktı.Sonuç onun da çok hoşuna gitmişti. Evin içdekorasyonunu bitirdikten sonra hemen ayrılmıştımoradan. İkimiz de ev teslimi, kutlama yemeği gibiritüellere itibar etmemiş, sıradan bir müşteri-mimarilişkisinin huzur verici sıradanlığında vedalaşmıştık.Belli ki evin meşakkatli yapım serüvenini ikimiz deunutmak istiyorduk.

* Hayalet Gemi'nin 11. sayısındaki "Yalnız BirKalbin Haysiyeti" adlı macera.

bir tesadüf sonucunda benim burada bulunduğumuöğreniyor ve oğlunu gönderip beni o Ev'e davetediyordu. Tereddüt ettim etmesine ama reddetmemiçin hiçbir geçerli neden yoktu. Pansiyonagideceğim yerin telefon numarasını bıraktım ve gençyol arkadaşımın gök mavisi, konforlu arabasıylabomboş asfaltın üstünde süratle ilerlemeye başladık.Sahil köylerini, lüks otelleri ve siteleri geridebıraktıktan sonra, yıllar önce terk ettiğim Ev'ingünbatımında uysal bir kedi gibi dinlendiği küçükkoya girdik. Görene huzur vermesini istediğim birgörüntüydü bu... Büyüklüğünü, harcanan onca emeğive parayı hemen unutturan, gösterişsiz bir dinginliktiarzuladığım.

Ev, beni yaratıcısı gibi değil alalede bir misafir gibikarşılamıştı. Yıllar önceki bütün isteğim de buyduzaten. İçinde yaşayanlara da, dışarıdan gelenlere de,hatta uzaktan görenlere de hemen kendini unutturansade bir güzellik ve dinginlik... Çocukluğumda bir Egeköyünde gördüğüm bahçenin silik hatırasınınhafızamda yıllarca usul usul demlediği günbatımırehaveti imgesinden yola çıkarak yaptığım bahçeyealdılar beni. "Aldılar" dediysem, beni oraya götürenoğul ve mutfaktan çıkıp gelen kısa boylu, sevimlihizmetçi kadından başka kimse yoktu ortalıklarda.Babasının daha gelmediğini söyleyen oğul, benibahçede bırakıp ortadan kayboldu. Kestane rengiuzun saçlarını kırmızı bir başörtüyle örten köylükadın bana hiç sormadan bir fincan getirdi ve"Hoşgeldiniz" diyip utangaç bir gülümsemeylegözlerini kaçırıp içeriye girdi. "Bitki çayı. Dinlendirir,iştah açar..." diye bir ses duyacaktım daha sonra. Evinhanımıydı bu; dünya üzerindeki bütün annelerihatırlatan bir anaçlık ile karşısındakine rahatlık vaateden şefkatli bir gülümsemenin birleşimi... Sonraoğlu da geldi ve anne bizi başbaşa bırakıp gitti, yemekhazırlıkları için.

11

Page 14: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

başka bir dünya -

Bahçedeki çiçeklerin ve asma yapraklarının henüzrenklerini yitirmedikleri bir anda bir genç kızgördüm aşağıdaki patikada. Kızın deniz mavisi eşarbı,alnının yarısını örtüp beline doğru bir örgü gibiuzuyordu. Beyaz teninde hemen dikkat çeken koyurenk gözlerini patikaya dikmiş, yukarı doğruçıkıyordu. O patikayı özel olarak yaptırtmıştım;ağaçların, otların arasından denize ulaşmak için...Çocukluğumda anneannemlerin arka bahçesindekipatikanın hatırasıydı. Genç kız bizim oturduğumuztarafa hiç bakmadan, belki bizi fark etmeden evinarka kapısına doğru yürüyüp gitti.

Müşterimin son dakikada yetiştiği akşam yemeğindekızı bir kez daha gördüm. Ama bu kez seyredilmesırası bendeydi. Çünkü ben üçüncü kattaki terasagirdiğimde o walkman'ini takıp, bir şezlonga uzanmışakşam yemeğini bekliyordu. Tanıştırılana kadar dasüzmeye devam etti.

Yıllar sonra gördüğüm müşterimle bütün gecehavadan sudan konuşup durduk. Diğerleri yemektensonra terasın keyfini bize bırakıp gittiler. Alışıkolmadığım tadına rağmen içer içmez çok sevdiğimbir İskoç viskisinin üçüncü dublesinden sonrayatmam gerektiğini söyledim. Eski müşterim, hangiodada yatmak istediğimi sordu bana... Yemektesakınmadan peş peşe devirdiğim beyaz şarap ve viskikadehlerinin bulanıklaştırdığı zihnim bu sorununcevabını hemen verdi: "Gizli odada..."

Gizli oda bir çocukluk fantazisiydi. Mimarlıkeğitimimin ilk yıllarında beni dinleme nezaketinigöstereceğine emin olduğum bir hocama bu ilgimiaçıklamıştım: "Bir evin tasarımını kuşbakışı yapar veneredeyse kaderi belirleyen bir tanrı gibi eviniçindeki hayatı tayin edebiliriz. Oysa insanlaryaşadıkları yere asla tepeden değil, bulunduklarıseviyeden bakarlar. Ev içindeki gizli bir bölmeyikeşfetmenin en kolay yolu tepeden bakmayaçalışmak, zihinde bir geometri çizmektir. Basit birapartman dairesinde bu zihinsel geometriyiçıkartmak belki biraz daha kolaydır ama mekanbüyüdükçe zihinsel geometriyi kurmak zorlaşır"."Eee..." demişti hocam sıkılarak. "Yani" demiştim,"içinde yaşayanların bile yıllarca keşfedemeyeceğibir gizli oda yapmak mümkün mü?".

"Gizli oda var mı yok mu sorusuna kafayı takan birisi,çok sıradan bir geometrik zekaya sahip bile olsa, buodayı hemen keşfeder. Sözgelimi, senden böyle birşeyi hiçbir mimar saklayamaz çünkü belli kitakıntılısın. Ama gizli oda fikrini kafaya takmayan

birilerinin yaşadığı mekanlarda, belki de yüzyıllardırkeşfedilemeyen gizli odalar vardır" demişti.Aradığım cevap değildi. Ama en azından hocam ilgialanımı anlamıştı. Zaten bir süre sonra ben de bütünilgimi kaybetmiştim; mimaride kafayı takacak başkabir sürü şey vardı. Evlerin, büyük sarayların içtasarımlarına kafayı takan ve fakültenin ilk sınıfındaboş vakitlerinde akla mantığa sığmaz labirent evlerkuran ben, son yıllara doğru taşranın alçakgönüllümimarisiyle büyülenmiş ve gizli odalara olan ilgimikaybetmiştim. Bu ilginin canlanması için yıllargeçmesi ve o garip müşterimle karşılaşmamgerekiyordu.

Hayatımın en kötü dönemlerinde karşıma çıkanzengin müşterimin upuzun bir listeyle talep ettiğiözellikleri görünce o adama acıdığımı fark etmiştim.Sonra asıl kendime acıdığımı da anladım. Çünkü bende saplantılarımın içinde kaybolup gitmiştim.Müşterimin beni sevmesi ve işi tümüyle banavermesinden sonra ona nasıl bir ev yapacağımakarar vermem çok güç oldu. Bir gün evin yapılacağıboş arsada, daha doğrusu bu akşam oturduğumbahçenin bulunduğu yerde ümitsizce dolaşırkendeniz ve ormanın içinden eve doğru kıvrılan birpatika görüntüsü gelmişti aklıma. Gerisi gerçektenkolay oldu. Yani bu Ev'in ilhamını bu akşam kızınçıktığı o patikanın imgesine borçluydum. Evin içtasarımını eski labirent takıntı larıma hiçbaşvurmadan Ege ve Akdeniz'deki evlerin dışdünyayla kurduğu sıcak bağı düşünerek yapmıştım.Fakat binanın ikinci katı yapılırken benim bile şimdianlamakta zorluk çektiğim bir içgüdüyle gizli bir odayapma düşüncesi sarmıştı beni. Özgürdüm veyapabilirdim...

İşte şimdi o gizli odayı görmek, hatta geceyi oradageçirmek istiyordum. Eski müşterime "İkinci katta,kuzeye bakan banyonun yanındaki oda" dedim...Müşterim deniz tarafındaki odalardan biriniistememiş olmamı alçakgönüllüce vermiş olduğunubelirten bir ifadeyle, "Banyonun yanındakinde kızımkalır, onun yarundakini ise hiç tavsiye etmem" diyipgülerek ekledi." O da kızımın egemenliği altındadır zaten..." Banatavsiye ettiği üçüncü katta, kuzeydoğuda, koyuyanlamasına gören, açık denize bakan ve sabahgüneşini alan bir odaydı. Zaten benim için orasıhazırlanmıştı. Ayrıca kızının o odayı seçmesinikendilerinin de istemediğini söyledi. Fakat kızdilediği gibi müzik dinlemek, eve gelenarkadaşlarıyla rahatça birlikte olabilmek için o odayıseçmişti.

12

Page 15: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

başka bir dünya -

Gizli odanın gizlikapısının bulunduğugömme dolabınolduğu odada şimdio kız yatıyordu. İkincikattaki küçük mutfaki l e g ö m m ebanyonun köşesizyuvarlak ve garipgeometrisi içindevarlığını ustacagiz lediğ im, eviyapan işçilere elbiseo d a s ı d i y eyutturduğum Odakeşfedilmiş miydi?Bu evde yaşayanlarikinci katın kuşbakışıplanını çıkartmışm ı y d ı ? Odamag i d i p , k ü ç ü kbalkondan koyunüstüne çöken geceyiseyredip, tümbunları düşünmüş,sonra da içkininbulandırdığızihnimin hiçbir şeyeyoğunlaşamadığınıhissedip yatağagirmiştim.

Uykuya dalmadanönce evin oğlununyolda g e l i r k e narabada anlattığı bir hikayeyi hatırladım."Kanndeşen Jack, Scotland Yard'ın basına uydurduğubir masal" diye başlamış ve aklımda kaldığı kadarıylaşöyle şeyler anlatmıştı: Cinayetlerin failini bulmakimkansızmış çünkü Londra'da onlarca KanndeşenJack varmış. İlk cinayetin yarattığı yankıdan sonrapolis peş peşe benzer vakalarla karşılaşmayabaşlamış. Hatta bir katil bile yakalanmış, fakat adamsadece tek bir cinayeti işlediğini söylemiş ve diğercinayetler sırasında kentte olmadığını kanıtlamış. İşteo zaman, olayla ilgilenen dedektif diğer vakaları dainceledikten sonra herkesin tek bir cinayet işleyipköşesine çekildiğini hissetmiş. Hemen amirlerinegidip durumu açıklamış ve bütün cinayethaberlerinin basından gizlenmesi gerektiğini amabasını şüphelendirmemek için de saklanamayacakbir cinayeti sansür etmemeleri gerektiğini söylemiş.Dedektifin yöntemi meseleyi çözmüş ve cinayetler

giderek azalmış."Ama" diyordu Ev'inOğlu, "Dünyanındört bir tarafındab ü t ü n kentlerdeböyle seri cinayetlerhep olur. Mesela,Boston Canavarı,Karındeşen Jackvakasından daha daaçıktır. Orada das ü r e k l i kadınlaröldürülür. Sonra tekbir cinayet işleyenbir psikopatı bulup,Boston Canavarı'nıyakaladıklarını iddiaederler".

Uykuyla uyanıklıka r a s ı n d a k i omuazzam ülkedealkolün etkisiyleyatağımda büzülmüşyatıyordum. Ev,ruhumu her geçen anbiraz daha yoğun birbiçimde kuşatıyordu.Varoluşun sırrınavarılamayacak hüznügiderek sarıyordubeni. Kendimi yalnızv e ç a r e s i zhissediyordum.Birden k a p ı m ı n

açıldığını ve Ev'in Kızı'nın telaşsız bir aceleyle gelipbeni sessiz bir şefkatle kollarının arasına aldığınıgördüm. Sonra beni elimden tutarak odasınagötürdüğünü, gömme dolabın kapısını açıp, benizifiri karanlıktaki gizli odaya bırakıp gittiğinihatırlıyorum.

Artık gizli odamdaki nemli ve ılık zeminde büzülüpyatarken evin içinden gelen sesleri dinlemeyebaşlamıştım. Gizli odaya, dolan boğuk seslerin herbiri ayrı şeyler anlatıyordu. Ev'in Oğlu, "Cinayet birmodel olarak insanoğlundan çok daha önceleritasarlanmıştır zaten" diyordu. Çok daha uzaklardangelen sesiyle fakültedeki hocam neler söylemiyorduki? Mimarların sıfırdan yaratacağı bütün kentlerin,sitelerin lanetli olduğunu çünkü kimsenin insanlarınhayatini belirlemeye hakkı olmadığını... Kafamdakigizli oda takıntısının gerisinde hamamböceklerinin

13

Page 16: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

başka bir dünya -

ve farelerin bilim tarafından henüz keşfedilmemişüreme biçimleri olduğunu... Bütün evlerin karanlıkbir köşesinde hamamböceklerinin döl yatağınınbulunduğunu, insanların derilerinden dökülen ölühücrelerin polenler gibi uçuşarak bu döl yatağınaulaştığını... Böylelikle her insanın bir yıldamilyonlarca hamamböceği doğurduğunu... Herinsanın dışkılarında bilimin henüz keşfetmediğispermler olduğunu ve bu spermlerin tuvaletlerdenkentin lağımlarına karıştığını... Her kentin lağımınınen gizli köşesinde dev bir vajinaya ulaşan buspermlerin her yıl milyonlarca farenin doğumunasebep olduğunu...

Ev'in Annesi eskiden tasarım diye bir şey olmadığını,sözgelimi çocukluğunda yaşadığı evi babasının kendielleriyle yaptığını, kendine örnek olarak dakasabadaki diğer evleri a ld ığ ın ı veetkilenme-öğrenme zincirinin ta ilk eve kadargittiğini, dolayısıyla bütün evlerin ilk ve tekmimarının Tanrı olabileceğini, Tanrı'nın işlerinekarışmanın Yeryüzü'nü lanetlediğini... İlk evlerdelağım olmadığını, insanların pisliklerinin vekullandıkları suların ortak borulardan akmadığım...İnsanların ortak kullandığı lağımların ve borularınbütün insanlara bulaşıcı bir şiddet hastalığıgeçirdiğini...

Ev'in Oğlu, "Önemli olan ilk cinayeti tasarlayandır.Tasarım olağan akışa müdahaledir. Tasarım zamanaihanettir" diyordu... Ev'in ikinci annesi, yanitemizlikçi köylü kadın, patikaların insan eliyle inşaedilmesinin ona komik geldiğini, zaten o patikanında Ev'in Kızı'ndan başka hiç kimse tarafındankullanılmadığını... Ev'in ikinci katındaki mutfaktannefret ettiğini çünkü orada örgü örüp penceredengelip geçenleri seyredemediğini söylüyordu...

Ev'in Oğlu Şeytan imgesinin gerisinde tasarımolduğunu, İlk Cinayeti Şeytan'ın tasarladığını... Ev'inAnnesi bir zamanlar çayırlarda özgürce dolaşanfarelerle kentlere yerleşmiş farelerin ayrı ırklardangeldiğini... Şehir farelerinin ve bütün kentböceklerinin insanların ürünü zavallı sahipsiz piçlerolduğunu... Ve bu zavallı piçlerin "babalan"nınsevgisini tekrar kazanmak için kentlerde ümitsizcedolaşıp durduğunu... Medeniyetin kentlerde yaşayanbütün insanlar tarafından paylaşılan bir Suçolduğunu...

Ev'in Oğlu, Sanat'ın Şeytan'ın Kızı'ndan doğduğunu,onun da önce erkek kardeşini yok edip, daha sonrababasıyla sevişip İlk Hançer'i içine alacağını ve İlk

Tasarım'a ve İlk Ev'e geri dönüşün ancak böylemümkün olacağını...

Sonra bütün sesler kesildi. Ev'in içinde uçuşan ölühücrelerin bedenime nüfuz ettiğini, banyodan sızannemli suyun bedenimi boydan boya dolaşıpkulaklarımdan içeri sızdığını hissettim. Bir süresonra, Gizli Oda'dan hamamböceği ile fare karışımıiri bir hayvan olarak çıkıp, yerlerde sürünerek,kapılardan süzülüp dışardaki patikaya girdim.Patikadan dışardaki ormana karıştım. Ev'in Oğlu'nunuzun namlulu tüfeğinin beni nişanladığını görüp,kaçarmış gibi yaparak gelen kurşunu tamyanlamasına boynumun üstüne isabet ettirdim.Kanım ılık ılık akarken beni seyreden Ev'in Oğlu'nunürpertici gözlerine baktım. Huzur içinde toprağayasladım kendimi ve Karanlığın Oğlu'nun ruhumuteslim alacağı anı beklemeye başladım.

Uyandığımda vakit öğleyi çoktan geçmişti. Temizlikçikadın telefonu getirmişti başucuma. Şirkettenarıyorlardı, akşam beşte pansiyondan gelipalacakları için bir an önce pansiyona dönmemiistiyorlardı. Fakat daha vaktim vardı ve temizlikçikadın kahvaltıyı bahçeye hazırladığını söylemişti.Masaya oturduğumda evin kızı gelip oturdu karşıma.Dün akşamki suskunluğu ve gizemi gitmişti.Konuşkan ve güleryüzlüydü. Bir sürü şey anlatıyordubana: Herkes gitmiş... Saat öğlen bir olmuş, o da geçuyanırmış... İstersem birlikte denize girebilirmişiz...Bu evi çok seviyormuş, önümüzdeki yıl MimarlıkFakültesi'ne girecekmiş...

Dün akşam üzerimde bıraktığı anlık ve derin etkininnedenini yavaş yavaş keşfettim. Yıl lar öncedelicesine aşık olduğum halde kaybettiğim ve bu eviyaparken sürekli aklımda olan eski sevgilimihatırlatmıştı bana... Ruhumu, bu evi seven kızınyumuşak gülüşlerine yaslayıp ona bir zamanlar şimdiyattığı odanın bulunduğu yere bir gizli oda yapmakistediğimi ama sonra vazgeçtiğimi anlatmadım. Egeve Akdeniz evlerinin bahçelerini anlatmayabaşladım ona...

Mayısın ilk günlerinde zaman usul usul demleniyor,acılarım akımdaki toprağa karışıyor ve ben, o koyurenk sıcak gözlerde eriyordum. Asla elimizdetutamayacağımız, o iz bırakmadan geçip gidenmutluluk ve rehavet hissinin bütün ruhumu ağır ağırele geçirdiğini hissediyordum.

14

Page 17: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

-çıkmaz sokak-

YAĞMUR GÜNEŞE GEBEYSE ŞİDDETNEDEN SEVGİYE GEBE OLMASIN

meral miniç

şiddete karşı sevgiyle karşılık verirseniz insanların vicdanında garip birduygu uyandırıyorsunuz; sanki onların önüne bir ayna koyuyorsunuz,

kendi öfkesini gören insan utanıyor

Bugün Haziran ayının 8. günü. Yı l lardan1000+900+90+4=1994. Dünya adını verdiğimiz birgezegende yaşıyoruz, uzaydan mavi görünüyor.Piyangocu çocuğun- piyango bileti satan demekistiyorum- kuş yuvasına benzettiği, mağazanın üzerineasma kat yapılmış ofisteyim. İçeri yağmurda yol alanarabaların ıslak sesleri, motor gürültüsü ve klaksiyonlakol kola vererek sızıyor. Çok sakinim, yazmaktaolduğum yazının konusuyla uyuşmadığımıdüşünüyorum; ŞİDDET!

Patlayan bir sesle başlıyor, yine sert bir sesle bitiyor,ortada bir kaynaşma var sanki, iki d;-ince bir sesli(ünlü veya vokal) i ve geniş bir sesli e. Karışık mıgörünüyor?

1) sertlik , 2) fazlalık, 3) sıkılıkş- ve -1= sert- dd - = fazla-i- = sıkı - dar ya hani!eeeee, nolmuş ?! = sıkıntı.

Her ne kadar sonunda hepsi bir yazıda buluşsa daşiddet kitaptan yaşamdaki yansımalara geçince dahabir anlamlanıyor; Keskin sirke küpüne zarar, derler yatam öyle. Nerede şiddet, hiddet, baldan tatlı öfke,orada bir yıkıcılık var ve insan ister istemez şöyleyazıyor; "Birinin yaptığını öbürü yıkıyorsa, ikisinin deemeğine yazık değil mi?", Stephen Spender, 1964

Fakat şiddete karşı sevgiyle karşılık verirsenizinsanlar ın vicdanında garip bir duyguuyandırıyorsunuz; sanki onların önüne bir aynakoyuyorsunuz, kendi öfkesini gören insan utanıyor;tanka karşı beyaz bir karanfil uzatarak gülümseyenkızın fotoğrafında somutlaşan bir anlam bu. Ya daGandhi'nin Hindistan'da ingilizlere karşı uyguladığıdirenç gibi... Bkz. Aynı adlı film, yönetmen RichardAttenborough.

İsa da, şiddetle bu şekilde savaşmıştı, bir mesihtençok belki de bir Asi'ye benzeyen İsa! Başkaldırı,mücadele! Bir amaca, iyi bir amaca, insan onuruna,yaratıcı bir güzel düşe, sevgiye dönükse eğer, şiddetinnasıl da uzağında kalabiliyor! Yıkıcı şiddet, diyelimya da!

Saat: 17.00 ve hâlâ yağmur yağıyor. Gözümün önünehep bir kadın hayali geliyor: Bir pencerenin önündesaçları dışarı uçuşmuş, duruyor. Yüzü saçlarının tamtersine durgun, dalgın ve çok hüzünlü, bakışlarım yereindirmiş. Pencerenin kenarında kırmızı bir sardunyasaksısı. Gözyaşı kocaman, kocaman olmuş. Yüreğiöylesine şiddetle sıkılmış ki! Demir bir pençe sankikalbini kavramış, ruhu içerde ızdırap çekiyor.Bekliyor sabırla ve aydınlığın okun ucunda olduğunu,ışığın oradan bütün dünyayı aydınlatacağını biliyor.

15

Page 18: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

gecenin kanatları

YERYÜZÜ DURUŞU

hezarfen

Şimdi, şaire ve sanatçıya bırakılmış bir imgenin:"Kıyamet" fikrinin ortasında duruyorlar:

Bilgin ve Filozof.

ı

Der Spiegel ile yapüğı konuşma, bir kez daha, zorluve zorunlu özlülüğü içinden Stephen Hawking'igetiriyor önümüze: Yepyeni bir köktenci evrenkuramı. Kuvantum fizikçileri tarafından genel kabulgören bir önceki kuramına ilişkkin görüşleri,(Kuhn'un altını çizdiği) paradigma değişikliğikarşısında bilim çevrelerinin yaşadığı travmaya ışıktutuyor bir yandan; bir yandan da, Cioran'ınAdem'den bu yana insan türünün en sadık ve tehlikelimerakı saydığı bilgi arayışının durmadan dibinedayandığı çıkmazı gösteriyor: Evrenin anlamı vegerekçe leri konusunda bugüne kadar bütünöğrendiklerimiz, onu açıklayamamıza yarıyor.

Genel kuram susuzluğu bir tek fizikçilerin dünyasındagörülmüyor. Genetik mühendisleri, hücre üzerindeçalışmalarını yürüten biyologlar, iklim tarihçileri deaynı temel kaygının dümen suyunda sürdürüyorlararayışlarım. Antropologların, kültür tarihçilerinin, dila r a ş t ı r m a c ı l a r ı n ı n b u l g u l a r ı n a , e f saneçözümlemelerine bakarken göz ucuyla o örtülü sorukurcalanıyor: Evren nedir, anlamı nerede başlamaktave bir mantıksal eğri çizerek mi gelişmektedir?Sokrates-öncesi Yunan filozoflarından, Veda'larıkuran adsız bilgelerden, Kızılderili masallarından,Slav efsanelerinden, Orta-doğu ermişindenderlediğimiz ana sancı bu: İnsanoğlu, yeryüzündebulunuşu, oraya yargılılığı adına gökyüzüne,gökyüzünün ötesine bakıyor birkaç bin yıldır: Vebulduğu her yanıt sıvışıp gidiyor elinden, soru kaskatıkarşısında dikilirken.

II

Herakleitos'tan Hawking'e alınan yol belli, bu yakada.Öteki yakada, iç bilginin aranma sürecinde varılannokta daha mı farklı bir içerik taşıyor? Stig

Dagerman, 1952'de yazdığı, sonradan 'vasiyetname'sisayılan bir metinde, herşeyi birkaç cümleyetoplayabilmiştir: "İnançtan yoksunum ben, onun içinde mutlu olamam; çünkü, hayatının kesinliğitartışılmaz ölümle son bulacak başıboş bir saçmalıkolduğu şüphesini taşıyan bir adam mutlu olamaz.Miras namına ne tanrı bırakıldı bana, ne de herhangibir tanrının dikkatini çekmek üzere üstüneyerleşebileceğim bir nokta; öte yandan, septiklerinmaskeli balo giysili öfkesi de kalmadı bana, akılcınınsiyulara özgü hinliği ya da tanrıtanımazın ateşlicevvalliği de. İçimde bir tek şüphe duygusu uyandıranşeylere inanç duyan kişiye de, şüphesini sanki o dakaranlıklarla çevrili değilmiş gibi besleyene de taşfırlatamam ben. O taş dönüp bana gelir, çünkübirşeyden kesinkes eminim: İnsanoğlunun tanıdığıavunma gereksinmesini dindirmek olanaksızdır".

Bu noktaya dayandığı için hayatına son vermeyiseçen tek insan değildi Dagerman. Şunu daunutmamak gerek: Bu noktaya sık sık yanaştığı, arasıradayandığı halde o seçimi yapamayanların sayısısanıldığından da fazla olmuştur. Yaşamayı, hayatısürdürmeyi reddetmek bir bakıma dayanılan noktayadayanamamak anlamını taşır: Nokta aşılmış olabilir,noktadan taşılmış olabilir, noktadan yenidenuzaklaşmanın eninde sonunda yine ona dönüpdayanma anlamına geldiği gerçeği katlanılmazolabilir -intiharın altedilmez gerekçeleri vardır, tıpkısüregitmenin gerekçeleri gibi.

m

Octavio paz, "Yalnızlığın diyalektiğinde, kişininyeryüzündeki çekirdek-yalnızlığının neredeyse birdöner-süreç izlediğine işaret eder. İlk farkettiğimizde,yeryüzündeki ve evrendeki başıboşluğumuz,a n l a m d a n yoksun o l u ş u m u z a l t ındankalkamayacağımızı sandığımız bir darbeyle iner

16

Page 19: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

gecenin kanatları

üzerimize. Sonra aşma duygusu gelir, tutamaklarımızıyoklar tartarız. O zaman merdiven metaforu çıkarkarşımıza: Durum'u daha iyi hakkıyla görmegüdüsüyle tırmanmaya koyuluruz. Cioran haksızdır:İnsan, sonunda bir kutu dolusu kül yada kemikolacağını bile bile oyalanır. Arayışa, bilgiye, oyuna,kalıcılık düşüne, her türlü aşka, zamanın ve uzayınfarklı boyutlarına sıçramaya bile bile davranır.Arada, yolun belli bir (kaç) yerinde yeniden duvarlakarşılaşır, yüzleşiriz.

Dagerman'ın mutsuzluğu da, umutsuzluğu da köktencibir mikrokozmik ağrıdan kaynaklanır. Bu anlamda,Hawking'in aynı ölçüde köktenci sayılması gerekenmakro-kozmik ağrısının karşılığıdır: Birindekitıkanıklık, umarsızlık ötekindeki açılım ve arayışlaçelişir çelişmesine ama sonuç bellidir: Som durduğuyerde durmakta, olası yanıtlar geçip gitmektedir.

IV

Geçen yüzyılda yaşanan, daha doğrusu uzun biraradan sonra yeniden yaşanan kutuplaşmayıunutamayız şüphesiz. Bir yanda Hegel'intamamladığı, bir başka yanda Kierkegaard veNietzsche'nin parçaladıkları piramidin arkasındanFourier gözüküyordu. Karmaşık, tam anlamıylabileşkenlerine ayrıştırılamayan, bir cephesine ışıkdüşürmeye kalkışıldığında öteki cephesi kararan o

gövde'de, sabırla bakıldığında, yeryüzüne olanaksızkılınmış, daha başlangıç noktasında ulaşılmazlığıkabullenilmiş simsiyah bir ütopya birikmişti.Değişimi, başkalaşımı, başkalaşımların dizilerhalinde katlanıp çoğalışını özlemişti Fourier. Amabunları olamazın ülkesinde arayacak, zorlayacakölçüde karamsar olmasaydı, en yakın dostu top sağırolabilir miydi?

Öteki kutupta ideolojilerin zorlu çağı başlamıştı oysa.Dalga dalga yayılıp alan kazanan ulusallık bilinciyle"Komünist Manifesto"nun geleceğe güneş tutanprojesi yalnız kitleleri sürüklemeyecekti: İlerlemeefsanesi, Sanayi ve Teknoloji devrimlerinin ortakyatağında aykırı bireyi bile uyutacak güçteydi.Ernesto Sabata'nun dediği doğrudur: "Donne, hiçkimsenin hücresinden idam sehpasına giden yoldauyuyamayacağını söylerdi ama, hepimiz anarahminden mezarlığa giden yolda uyuruz". Geleceğeinanç, çağdan çağa geçerken, Tarih'e ve şimdikizamana katlanamamaktan doğmuştur: Hayata anlamverememek, Evren'e ve İnsan'ın sürekliliğine anlamverememek, ister istemez Yanıt'ın ertelenebileceğibir zamana inanı gerekli kılacaktı.

V

Şimdi, şaire ve sanatçıya bırakılmış bir imgenin:

17

Page 20: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

gecenin kanatları

Bizler, Steinberg'in "şimdiyi şimdigeçen" saatinin karşısında

duyduğumuz panikten; yeryüzünden(ve gökyüzünden) ve oradaki

duruşumuzdan (ve düşüşümüzden)iki yoldan sıyrılabiliriz: Uyuyarak ve

durmadan uyanık kalma savaşıvererek. Sabato'nun, İngiliz

şairinden hız alarak altını çizdiğiuyku halimiz, "Yedi Uyuyanlar"dan

Shakespeare'e uzanan geniş birspektrum içinde didiklenmiştir.

"Uyumak, ölmek; uyumak..." derHamlet: Yeryüzünün bize verdiği

açıdan, kronik ağrıdan uyuyarakda sıyrılamayacağımızı, bizi bu kez

de düş dünyasına akmış acılarıtedirgin edeceğini bilir.

"Kıyamet" fikrinin ortasında duruyorlar: Bilgin veFilozof. Hawking, son kitabının sonuç bölümünde,tanecik mekaniği ile Einstein'in görüşlerinibuluşturma çabasında, yola çıktığı noktalardan birinişöyle özetliyor: "Genel görelik kuramına göregeçmişte, zamanın gerçek anlamıyla başladığı büyükpatlama denen sonsuz yoğun bir durumun olmasıgerekmektedir. Benzer biçimde, gelecekte bütünevren çökecek olsa, büyük çatırtı denen ve zamanınbittiği başka bir sonsuz yoğun durumun olmasıgerekmektedir. Evrenin tümü çökmese bile, karadelikleri oluşturmak üzere, çöken bölgelerde tekilnoktalar ortaya çıkacaktır. Bu tekillikler, kara deliğiniçine düşen herkes için zamanın sonu anlamınagelmektedir". Hawking'in Newton'da bulduğunu,bambaşka bir düzlemde, Derrida Kant'ta bulmuştur:"Bir Zamanlar Felsefede Benimsenmiş KıyametçilEda" başlıklı konferansı, alttan alta, ama bekinerek,Zaman'ın sonunu kurcalar.

Aslına bakılırsa, son yıllarda, bilim-kurgufilimlerinden çizgi-romanlara kadar bütün modernanlatıların merkezinde kıyamet tasasının fokurdadığıapaçık ortadadır. Her çağ kendi kıyamet imgesinibeslemiştir. Bir, birçok işaret bulunur, büyütülür.Bosch'un vizyonlarından Avoriaz filimlerine uzananbeş yüzyıllık şeridin üzerinde, bir başlangıç

varmışcasına onu çemberde, sınırda bütünleyecekbir nokta aranır. Belki de gerçek kıyamet gerimizde,tekvin noktasındadır. Bu içinde yaşadığımız Hayat,içinden geçt iğ imize k e n d i m i z i enikonuinandırdığımız Tarih, biyolojik ve ekonomikhücreleriyle kıyamet-sonrasının kanıtları sayılamazm ı ?

VI

Ama bir soru bu da; insanın evren ve zaman, anlamve anlamsızlık önünde yakaladığı bir yanıt, dayanaknoktası olarak seçilebilecek bir kesinlik değil. Bizler,Steinberg'in "şimdiyi şimdi geçen" saatininkarşısında duyduğumuz panikten; yeryüzünden (vegökyüzünden) ve oradaki duruşumuzdan (vedüşüşümüzden) iki yoldan sıyrılabiliriz: Uyuyarak vedurmadan uyanık kalma savaşı vererek. Sabato'nun,İngiliz şairinden hız alarak alünı çizdiği uyku halimiz,"Yedi Uyuyanlar"dan Shakespeare'e uzanan geniş birspektrum içinde didiklenmiştir. "Uyumak, ölmek;uyumak..." der Hamlet: Yeryüzünün bize verdiğiaçıdan, kronik ağrıdan uyuyarak dasıynlamayacağımızı, bizi bu kez de düş dünyasınaakmış acılan tedirgin edeceğini bilir.

Ya uyanıklık, uyanık kalma hali? Yeryüzünde,beşikten tabuta uzanan yolu yatarak kat etmiyorsak,ayakta durmaya ya da yalpalamaya, duruşa ya dadüşüşe kendimizi kaydettik demektir.

VII

Bugüne kadar iki "inanan" etkiledi beni; dahadoğrusu, bu iki "inanan"ın anlattığı birer eğretileme.İlki bir Fransız papazıydı, ikincisi Polonyalı bir fizikçi;50 yaş dolaylarındaki bu iki insanı yakından tanımafırsatım olmadı, bu nedenle de kendileriyle inançlarıarasındaki i l işkinin sağlamlığı konusunda birdayanağım yoktu, bunu arama gereksinmesi deduydum diyemem: Benim için asıl önemli olan,inanışlarını bana yansıtış biçimleriydi, bende kazılıda budur, onca yılın ardından.

Andre amatör dağcıydı; Tanrı'ya, onun varlığınaduyduğu inancı tanımlamak için tırmanışa ilişkin birbenzetmeye başvurmuştu: "Yürürken her adımımızıaynı dikkatle, hesaplayarak, tartarak atmayız"diyordu: "Oysa tırmanırken, ayağımızı bir yerdenkaldırıp başka bir yere koymak için gösterdiğimizdikkat ve özen her seferinde aynı yoğunluğugerektirir. O anda, varoluşumuzla, onun nedenselliğive gerektirdikleri ile yüzleşmek, bütün bir Anlam'ı ya

18

Page 21: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

gecenin kanatlan

Tanrıtanımazın, durmak ile düşmekarasındaki bir bölgeyi seçerek

"boşluğa fırlatılmış olma" durumuylanitelendirdiği konumumuzda bileduruş'a ve düşüş'e göre'lik okunur.

da anlamsızlığı seçmemize neden olur: Ben ilkiniseçtim".

Kaziemierz, Varşova Üniversitesindeki görevini,ailesini ve içinde yaşadığı toplumu, ülkesini ve dilinibırakıp yabancı bir ülkeye kaçmak zorunda kalmıştı:İnançları nedeniyle kendisine yapılan baskıya birnoktadan sonra dayanamamıştı. Bir seferindekonuyu buraya taşıdığımda, kendi alanından birörnek vermişti, masadan çay kaşığını boşlukta yerebıraktıktan sonra: Şimdi tam anımsamam güç,"yerçekimi" olarak tanımladığımız fiziksel gücün,görünse, neyin eşdeğeri olabileceğini anlatmıştı:Birkaç mil yarıçapında çelik bir kablo aracılığıylatemsil edilebiliyordu yerçekimi. Şüphesiz, bir tekgücün görünmez oluşu değildi onu inanmayagötüren: Pozitif bilim dallarına gönül veren pek çokinsan, trigonometrik ya da logaritmik, moleküler yada organik denklemlerin karşısında nedenselliğidurmadan kurcalama konumundadırlar, onlarıyalnızca sonuçlar açısından değerlendirmekleyetinemezler: Bir an gelir, evrenin ve doğanınverileri kaynaklarında yatan soruların karmaşası ileonlara dokunan insanı yaralar, yaralayabilir.

Bu iki "inanmış" kişinin düşme olgusuyla doğnıdanilgi l i örnekler vermiş olmalarını raslantısalsaymıyorum ben: Düşmekten kaçınma durumu iledüşmenin kaçınılmazlığı arasındaki kutup ilişkisi,kozmik boyuttan başlayıp gündelik duruşlarımızauzanan eğride, ne yaparsak yapalım, önümüze dikilir.

Tanrıtanımazın, durmak ile düşmek arasındaki birbölgeyi seçerek "boşluğa fırlatılmış olma" durumuylanitelendirdiği konumumuzda bile duruş'a ve düşüş'egöre'lik okunur.

Ne var ki, durumu(muzu) tartmak için durmadanolmasa bile, sık sık (ona) bakmak gerekir. Newton'unPrincipia Mathematica'sını bir otomatik çamaşırmakinasından kopartamayız. Oysa Newton'la, bugüntaksitle otomatik çamaşır makinası almak içinbaşvuran ortalama bir ev kadını arasında, birinin veötekinin yeryüzü duruş biçimleri adına, aynıkorelasyonu kuramayız.

VIII: Bir Denge Meseli

İkarus'un düşüşü üzerinde kafa yorarken, iki ayrı ucagidilir: Pervasızlık ya da Taşkı. Seçmiş midirdüşmeyi? Göze almıştır en azından. Ölüm korkusuyerine kayıtsızlık, temkinlilik yerine gözüpeklik, tekbaşına Rus ruleti. Göze almanın da ötesini simgelerİkarus: Dimdik, üzerine gidiştir. Bir ya/ya dadurumunun baştan aşılmasıdır. Mitolojinin ilk şenintiharı: Hayata katlanmadığı, yeryüzünedayanamadığı için değil, Hayat'tan fazlasını umduğu,gökyüzünü istediği için düşme eşiğine kadaryükselmiştir.

İkarus'un düşüşünün berisinde okuruz Dedalus'u;ötekine giden pek az insan gördüm. Oysa birkarşı-kahraman saymadan önce, didiklenmesigereken bir figür bu: Sanıldığı gibi; genelgeçer,basmakalıp bakışla konumladığı gibi onu akl-ı selim'itemsil eden kişi katında görmek, onun serüvenineyakından bakmayanların ön-yanılgısı.

Dedalus, mimar. Tasarım-lama ile gerçek-leştirmearasındaki ilişkiler zincirini de, farklar deposunu daiçeriden tanıyor. İlk kanıt: Kendi tasarımı labirenti,kendisinin bile içinden çıkamayacağı biçimdegerçekleştiriyor. İkinci kanıt: Yatay çıkmazıdoğruluyor ama, dikey bir çıkış çözümü bulmayı dasavsaklamıyor. Üzerinde, "Mimarın Düşü"ndedurduğum üçüncü kanıtı anımsatmakla yetiniyorum:Sicilya'ya kaçmasına neden olan cinayeti.

İmdi, burada bizi, dördüncü kanıt bağlıyor: Nedenoğluna bir altın denge güzergahı veriyor? En zoru,zorlusu çünkü: Uçarken durmak, durabilmek,durayazmak. Dedalus'un yeryüzü duruşunu belirleyenana öğe bu zaten: Gökyüzünde de duruş. Güzergahçizgisini, herşeyi yarım yamalak anlayabilen birşairin sandığı gibi 'ortalama aritmetik'in hizasınakoymak bütün bütüne yanlış: Ortalama bulanık,muğlak bir ölçü; Dedalus'un kesin bir hesabı var.-Düşmemenin tek yolu kılpayında, kıl kadar ince biryolda seyretmekten geçiyor.

Ölüm trapezi mi? Bir bakıma evet. Bir bakıma değil:Dedalus'un amacı düşmemek değil durmak çünkü.

19

Page 22: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

sirenelerin kâbusu

SUSMAKTAN BAŞKA ÇARE YOK

ayşe düzkan

"su gibi akıyor aslında buz olan birşeyiçimden, acıyor, nereye dokunursa, nereye

bakarsa orası, sonra yine karanlık olacak,sıvaşık bir korku, benim korkum; onu daişgal etmiş, sızacak başka delikler arıyor."

"içimde bastırmak istemediğim bir sezgiarsız arsız yükseliyor, istesem her istediğimiyaparım, sabret, birazdan başlayacak herşey,sana eşsiz bir kâbus hazırladım, şimdi bekliyorum,bekâretimin bozulmasını, sonra hepsi ardı ardınagelecek."

"güzel bir rüya görmek istiyorum, küçük kızlaralayık çayırlar, sabahın dayanılmaz buğusu."

"sonra ne sen sen olacaksın, çünkükorku ve acz çürütecek kanını, ne de ben,ben olacağım, kendi zulmünün sarhoşluğuylacoşarken, sen örtünecek son yorganın sanırsınoysa beyaz bir tavşan gibidir gururun,ilk kurt dişi gömülünce boğazına,kürkü kendi kanıyla kirlenir, heyhatyalnızca ben varım sana."

"damlıyor, bir damla, bir damla daha, ne zamanbitecek dağlayan bu deniz, unutmak istediğim

etim acının müjdesiyle ürperiyor.""vakit yok, çok kolay olacak bueşsiz sessizlik içinde herşey.bilinmedik bir tohumun yumurtasıkırıldı içimde, burada başbaşayızfarkında mısın, sen tek başına, ben kalabalık."

"çolak, bacakları çarpılmış çocuklar, koca kafalıcüceler, hastalıklı bir deriyle kaplı bir ur,

kopuk bir kaç parmak, gözü akmış bir kedi.yani bir cehennemin tortusu neyse, artık zihnimde."

"peki ya ten, tenden vazgeçmek mümkün mü?"

20

Page 23: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

med-cezir

CİNAYET*

oliver sacks**

Donald, uyuşturucu bir ilacın etkisindeyken sevgilisiniöldürdü. Bu olayla ilgili en ufak bir hatırlama belirtiside göstermedi. Hipnoz veya sodyum amital debelleğindekileri ortaya çıkarmasına yardımcı olmadı.Çıkarıldığı mahkeme Donald'ın cinayet anındaiçinde bulunduğu duaımu, ilacın etkisiyle meydanagelmiş organik bir amnezi (hafıza kaybı) olarakdeğerlendirdi. Donald olayla i lg i l i anılarınıhafızasında bastırmamış, bir çeşit kayboluş yaşamıştı.

Geniş çaplı değerlendirmeler sonucunda ortayaçıkarılan detaylar gizli tutuldu ve açık mahkemededeğerlendirilmedi. Görüşmeler kameraya alınarakhalktan ve Donald'dan gizli olarak yürütüldü.Mahkemede karar verilirken benzer örneklerlekarşılaştırmaya gidildi. Temporal lob veyapsikomotor nöbetleri sırasında meydana gelen şiddethareketleri ile Donald'ın vakası arasında birkarşılaştırma yapıldı. Bu gibi durumlarda yapılanhareketlerin hiçbiri hafızada yer etmez -büyük birolasılıkla davranışlarda şiddet niyeti de yoktur.Dolayısıyla bu kişiler yaptıklarından sorumlututulamazlar. Fakat kendilerinin ve başkalarının yararıiçin gözlem altında tutulmaları gerekir. TalihsizDonald'ın başına da bu geldi.

Ne suçlu ne de akli dengesi bozuk olduğu konusu açığaçıkarılamamış olmasına rağmen, Donald, akli dengesiolmayan suçluların bulunduğu psikiyatrik birhastanede 4 yıl süreyle kaldı. Belli ölçüde birrahatlama ve kaderini kabullenme durumundagörünen Donald, hiç kuşkusuz toplumdan tecritedilmesinden dolayı da bu ortam içinde kendinigüvende hissediyordu. Kendisine sorulduğundaüzüntüyle "ben topluma uyum sağlayamıyorum"

* The man who mistook his uıife for a hat and otberclinical tales (1990-Harper Perenııial Edition) adlı kitaptanÇiğdem Çalkılıç Türkçeleştirdi."Oliver Sacks, Albert Einstein Tıp Koleji'nde kliniknöroloji profesörü olarak çalışmaktadır. Geçtiğimizyıllarda sinemaya uyarlanmış olan "Uyanışlar"(Awakenings) adlı kitabın da yazarıdır. Klinikhikayelerini birarada topladığı "Karısını şapkasıylakarıştıran adam" (The man who mistook his wife for ahat) (1990) adlı kitabı Amerika'da 'bestseller1 olmuştur.

diyordu.

Donald her zaman bitkilere ilgi duymuştu. Bu ilgi,insan ilişkilerinin tehlikeli boyutlarından uzak biralandı ve Donald için o kadar yapıcı etkileri vardı kiyaşadığı hastanede kuvvetle desteklendi. Hastaneçevresindeki boş toprak alanlardan çiçek bahçeleriyarattı. Bu süreç içinde, insan ilişkilerinde,ihtiraslarında yaşadığı tepkisellik yerini dengeye vegarip bir soğukkanlılığa bıraktı. Bazıları onu şizoid,bazıları akıl sağlığı yerinde olan biri olarakdeğerlendirdi. Fakat herkes onun bir çeşit düzenekavuştuğunu hissediyordu. Beşinci senesinde haftasonları hastaneden dışarı çıkmaya başladı. Donaldbir zamanlar çok hevesli ve meraklı bir bisikletçiydi.Kendine yeni bir bisiklet aldı. Bu da onun gariphikayesinin ikinci bölümüne yol açacak olaylarıbaşlattı.

Bisikletini her zaman sevdiği gibi hızlı bir şekildebayır aşağı sürerken, oldukça kötü kullanılan bir arabada o sırada aniden kör bir dönüş yaptı. Donaldçarpışmadan kurtulmak için çabalarken kontrolünüyitirdi ve şiddetli bir şekilde önce kafasını yereçarparak düştü.

Bir süre boyunca çok ciddi bir kafa travması geçirdi.Beyninde çift taraflı bir iç kanama oluştu. Hemenameliyata alındı. Her iki frontal lobda. da ciddiyaralanmalar vardı. İki hafta boyunca komada,yarıfelçli olarak kaldı. Sonra beklenmedik bir şekildeiyileşmeye başladı. Bu noktadan sonra dakarabasanlar başladı.

Bilincin geriye dönüşü hiç de sevimli sonuçlaryaratmadı. Ağır ajitasyon ve baskı yarı bilinçlihaldeyken bile Donald'ı şiddetle sarsmaya başladı.Donald ağlamaya, "aman tanrım", "hayır" diyeinlemeye başladı. Bilinç netleşmeye başladıkça,hafıza da netleşti ve korkunç anılarla yüklü hafızanıntamamı yerine geldi. Donald'ın ciddi nörolojikproblemleri de vardı; sol tarafında zayıflık, uyuşma,nöbetler, ciddi frontal lob bozuklukları ve bunlarlabirlikte tamamen yeni bir şey; Bir Cinayet- daha öncehafıza da izi bulunamayan bu korkunç olay şimdihalüsinasyon şeklinde detaylı bir yaşantı halinegelmişti. Kontrolsüz hatırlamalar çoğaldı ve onu

21

Page 24: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

med-cezir

tamamiyle etkisi altına aldı. Sürekli cinayeti görür veyaşar oldu. Bu bir kabus mu yoksa bir delilik miydi?Bir aşırı hatırlama (hypermnesis) durumu mu sözkonusuydu; derinlemesine korkunç bir şekilde uyanananılar!

Çok detaylı araştırmalar yapıldı. Bu sırada Donald'aolayla ilgili herhangi bir telkinde bulunulmamayaözen gösterildi. Sonuçta Donald'ın geçmişindeki buolayla ilgili orjinal anıların ortaya çıktığına kararverildi. Şimdi Donald dakikası dakikasına cinayetibiliyordu. Ayrıca mahkemenin kendisinden gizlediğidetayları da biliyordu.

Geçmişte -hipnoz ve amital enjeksiyonuna rağmen-kaybolmuş ve unutulmuş görünen herşey geriyegelmişti. Daha da kötüsü kontrolsüz ve tamamendayanılmaz bir durum söz konusuydu. Donaldnörolojik ameliyat biriminde iki kez intihargirişiminde bulundu ve ağır yatıştırıcılar verilerekuyuşturuldu.

Donald'a ne olmaktaydı? Bu, aniden ortaya çıkmışpsikotik bir fantazi miydi? Öyle olsa bile neden kafatravmasının ardından ortaya çıkmıştı? Hafızasındapsikotik veya buna yakın bir durum vardı; yoğun biryaşantı tekrarı (over cathected), enerji boşalımı onuintihar düşüncelerine kadar sürüklemişti. Fakatyaşanan durum, Ödipal bir çatışmanın veya suçlulukduygusunun ortaya çıkması değildi. Gerçek bircinayetin tamamiyle bir hafıza kaybından sonraaniden belirmesiydi! Böyle bir anının nasıl normalbir enerji boşalımı olabilirdi?

Frontal lob, işlev bütünlüğünü kaybettiğinden dolayıbastırma (repression) mekanizmasının gerekenşartları sağlanamamış olabilir miydi? Donald'ınyaşadığı, bastırma mekanizmasının ortadan kalkması(de-repression) durumu muydu? Hiçbirimiz dahaönce buna benzer bir duruma ne şahit olmuştuk ne deokumuştuk. Hepimiz frontal lob sendromlarındagörülen inhibisyon eksikliği, tepkisellik, komik vegarip eleştirel sözel ifadelerin kullanımı, aşırıkonuşkanlık, uygunsuzca cinsellik vurgulu konuşmalar,biçiminde gözlemlenen kontrolsüz " id" indışavurumu hakkında bilgi sahibiydik. FakatDonald'ın sergilediği karakter özellikleri bunlardeğildi. Seçimleri belirsiz, tepkisel ve uygunsuztutumlar göstermiyordu. Karakteri, muhakemeyeteneği ve genel kişiliği korunmuştu. Sadececinayet'e dair anıları ve duyguları kontrolü dışında,takıntılı bir şekilde canlanarak onu yıpratıyordu.

Acaba belirli bir uyarıcı öğe veya epileptik bir durummu söz konusuydu? EEG çalışmaları özellikle ilginç birtablo sergiliyordu. Arada sırada yaşadığı 'Grandmal

Epilepsi nöbetleri yanında, özel elektrotlarkullanarak, elde edilen sonuca göre, Donald derinepilepsi nöbetleri de geçirmekteydi. Hatta dahaderinlerde; duygusal yasalılarla ilgili merkezlerdeyani temporal lob'un derin bölgelerinde epileptiknöbetlerin etkileri görülmekteydi.

Penfield ve Perot (Brain, 1963) temporal lobnöbetleri geçiren hastalarda tekrarlanan yaşantılarve bunlara dönük halüsinasyonlara rastlandığınıbelirtmişlerdir. Fakat Penfield'in tarif ettiği vakalarda,yaşantılar pasif bir şekilde tekrarlanmaktadır. Müziğiduymak, bir görüntüyü seyretmek, orada olmak -biraktör olarak değil de bir seyirci olarak- yaşantıyıizlemek gibi durumları tarif etmiştir. Hiç birimiz biranıyı böylesine tekrar tekrar yaşayan, yenidenoynayan başka bir hasta görmemiş ve duymamıştık.Ama Donald'ın içinde bulunduğu durum buydu. Bukonuda şimdiye kadar net bir fikre varılamamıştır.

Bize sadece hikayenin sonunu anlatmak düşüyor.Gençlik, şans, zaman, doğal iyileşme, travma öncesiüstün bir fonksiyon, frontal lob işlevinin yerini almaküzere "Lurianik Terapi" yardımıyla, Donald yıllariçinde muhteşem bir iyileşme gösterdi. Frontal lobfonksiyonları şimdi hemen hemen normal.Donald'ın temporal lob nöbetlerinin kontrol altınaalınmasında son bir kaç yılda kullanımı mümkün halegelmiş anticonvulsant tedavisinin etkisi olmuştur.Büyük bir olasılıkla doğal iyileşmenin de katkısıolmuştur. Son olarak, duyarlı ve destekleyici birps ikoterapi Donald ' ın kendini suçlayıc ısüperegosunun cezalandırıcı saldırganlığını kontrolaltına almasına yardımcı olmuştur. Şimdilerde egosudaha yumuşak ölçülerde işlerlik kazanmıştır. Enönemlisi Donald'ın bahçevanlığa geri dönmesidir.Donald "bahçeyle uğraşırken büyük bir huzurduyuyorum" diyor. "Hiç bir çatışma çıkmazonlarlayken, bitkilerin egoları yoktur, duygularınızıincitmezler"... Son aşamada terapi Freud'un dediğigibi 'çalışmak ve sevgi' dir.

Donald cinayetin anılarını bastırmamış veyaunutmamıştır fakat artık buna olan takıntısındankurtulmuş, fizyolojik ve moral bir dengeyekavuşmuştur.

Fakat önceden kaybolan sonradan geri gelenhafızanın durumu neydi? Neden tamamiyle birkayboluş ve silinişin ardından, şiddetli bir uyanışgerçekleşmişti? Bu garip yarı nörolojik dramadagerçekte neler olmuştu? Bütün bu somlar günümüzdehala birer sır olarak kalmıştır.

22

Page 25: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

-şişedeki mesaj-

RİSK HAYALET VE ŞEHİR

o. kutay

riskbelirsizlik içinde başlıyorum, günbatımının tek, gözlerimin kullanılan gerginlik kadar fazla olmayan özlemi vediğer kalıntılar... duvara karşı korunmak için öpmeyi becerebilecek değerlerim de kalmadı, sadece sürekliişaretler ve cinayet tavırları... belli bir neden var bakmamda, yıldızların intihar hatıralarına yetişebilecek birgörsel ibadet yetişti beklediğim şarkıda...

elimde değil delice sözler sıralanıyor

hükümlü ışıklar sarhoş olduklarında ölmüşlerdi... geride kendileri gibi şehirde zorlananlar kaldı, tek farkla,onlar infazların gönüllü kalabalıklarıydı... yürürken arkalarına dökülen betonarme bedeni satan tacirler...

bu bile aslında benim tercihimbüyükçe bir intiharın hatlarına uygun anılarduyguların huzursuz yalancıları geceden özgür standartlara

yerleştilerrüyalarkısa

ben neden kendimi seçtim o halde...?

şehirdönüp baktığımda fazla bir şey kalmamıştı terkettiğim bu şehirde... benim gibi buraya kısa süre önce gelenlertekrar benim gibi ayrılırken yanlarına en gereksiz hatıraları almışlardı... şehirden bana geri kalan, keyfi binnedenle yanıma aldığım tek anı, şehrin insanlarının kendilerini asmak için kullandıklan bir tür sarmaşıktı...şehir yönetiminin infazlarda normal standartlara uygun olarak yağlı ilmik kullanması, intihar edenlerin nedenhep bu sarmaşığı kullanmaları ve benim bu sarmaşığı seçmem... büyükçe soru işaretleri...

tüccarların sürekli huzursuzluk sattığı, intihar sarmaşıklarının harabelerde değil de düzgün şehir sınırlarının,modern gökdelenlerin bahçelerinin içinde bulunduğu bu kentten sarmaşığım ile birlikte ayrılıyorum...

hayaletetrafında daireler çizerek yürüyorum...sanki beni hissettin, ağlıyorsun...benimle konuştuğunu hatırlıyorum... her "keşke" ile başlayan cümlen beni kutuplara savuruyor... donuyorumpişmanlığınla... taklit edilmeye değmeyecek bir pislik olduğumu unuttun hatırlamamam sayesinde... yanımageleceksin, benim isteğim dışında... yanıma geleceğini söylüyorsun, en sevdiğim içkiyi yudumlayarak...

güzelliği burada... yalanım yakalıyorum...

23

Page 26: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

kutupyıldızı

ÇEŞİTLİ DOĞUMGÜNLERİNDEJERALDİN'E ÖĞÜTLER

bob dylan / adnan kurt

hizada dur, uygun adımda, insanlarkorkarlar birisinden -eğer oaynı adımda değilse kendileriyle, bu onlarısalak durumuna sokaruygun adım yürüdüklerinden, ve hattakarıştırır akıllarını, sanırlar kikendileri yanlış yürümekte, koşmave bitiş çizgisini geçme, eğer gidersençok uzaklara, herhangi bir yöne,seni gözden kaybederler, tehlikedehissederler, kendilerinin, geçip giden şeyinbir parçası olmadığını düşünüp,sanırlar ki oralarda biryerlerdebilmedikleri birşeyler oluyor, kinbirikir, düşünmeye başlarlarsenden nasıl kurtulacaklarını, kibar olonlara karşı, olmazsan eğer,kişisel algılarlar, doğrudangözgöze ilişkiye geçtiğindesaklama ne kadar ihtiyaç duyduğunuonlara, eğer hissederlerseonlara muhtaç olmadığını,ilk yapacakları şeysenin ihtiyaç duymam sağlamayaçalışmaktır, eğer bu olmazsa,anlatacaklar sana, senine kaçlar istemediklerim.adın belirmeye başlayacakbir takım çevrelerde, insanların toplanıpistemedikleri tüm insanları konuştuklarıyerlerde, bu şekilde başlayacaksınünlenmeye, her ne kadar buistemediğin insanları toplasa da ilk adımdasonrası daha da çılgınca:tümüyle konusu olmaya başlarsınsöyleşilerin, gerek yok ya söylemeye,

bu insanlar -yani seni istemeyenler-nefret etmeye başlarlar kendilerindenseni konuşmak zorunda kaldıklarından.ve ardından sen -kendin başlarsınnefret etmeye kendindenbunca nefretin kaynağı olduğundan.görebileceğin gibi bunlar,ama hepsi, bir büyük patlamayla biter.asla güvenme yağmurluklu bir polise.istendiği zaman kendini iyice tanımlaman,anlat tam bir matematikçi olduğunu.söyleme hiçbirşey, ya da yapmaönünde duran ve seyreden adamanlayamayacaksa, sankionun bilmediği birşeyler biliyorsunsanacaktır, ciddi bir hakaretolarak alacaktır bunu. hayret veren bir hızdatepki verip, adım yazacaktır bir kenara.onun dilinden konuş, eğer deyimlerininmodası geçmiş ve senbunları çoktan aşmışsan, dahakolaydır geri dönmek o çağlara, netlikleanlayabileceği şeylerden konuş, basitsöyle ki konuşmayı sürclürebilesin.dinledikten sonra,seni iyi ya da kötü diye sınıflandırabilir.herkesbunu yapacaktır, bazıları için yalnızcaiyi ve kötü vardır, her durumda, bu işona biraz olsun önemliymiş hissi verecektir.daha iyisi uzak durmaktırbu insanlardan, dikkatli olcoşkularına karşı... bunlar anlıktırve yakam bırakmaz, sorulduğundakiliseye gider misin diye, her zaman"evet" de, asla ayaklarına bakma, ne zaman

24

Page 27: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

kutupyıldızı

sorulsa ne düşündüğün, gene autry söylerken"sağanak yağmurlar yağacak" parçasını, de kihiç kimse söyleyemez onupeter, paul ve mary gibi. başkanın adıanıldığında, bir tabak yoğurt yeve erkenden uyu... sorulduğundakomünist misin diye, "güzelim amerika"şarkısını söyle, italyan aksanıyla, döven yakın çöpçüyü, eğer şansa çıplakyakalanırsan duran bir arabada, hızlaradyoyu aç, en güçlü sesiyle vesürüyormuş gibi yap. asla bırakma evinibir kavanoz fıstık ezmesiz. giymeuyumlu çoraplar. 100 sınav çekmeni istediklerindehemen bir şişe koku sürün.kapitalist misin diye sorsalar, yırtıpgömleğini, aç bağrını ve"üç kuruşsuz yaşayabilir misin be birader" şarkısınısöyle -sağ ayağını ileri atarkenkağıt para çiğneyerek.hiçbir noktalı çizgiyi imzalama, insanlarıeleştiren ama başka hiçbirşey yapmayanlarıeleştirme tuzağına düşme.hiçbirşey yaratma, yanlışanlaşılır, bu değişmeyecektir,ve seni izleyecektiryaşamının sonuna dek. ne yaparsınbir hayat için diye sorsalarben gülerim bir hayata demelisin, intiharederim eğer bana iyi davranmazsandiyenlere güvenme, dünya sorunlarınısahipleniyor musun diye sorulduğunda,bunu soranın gözlerine bak, derin derin;tekrar sormayacaktır, ne zaman sorulsahapse düştün mü diye, övünerek açıklaen yakın dostlarının da bunu sorduğunu.üzerine yazılmamış hela duvarlarından sakın.kendine doğru bakman istendiğinde.... asla bakma, vene zaman asıl ismini sorsalar.... asla söyleme.

25

Page 28: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

uçan hollandalı-

KISKANÇ

murat gülsoy

Kıskançlık cinayetleri, sosyobiyoloji kuramları ve Mısırlı kızın hayaletiylegarip ve kötü bir denge kurmuştu. Belki de bu denge bozulmaza, kendi

cehennemini sonsuza dek yaşayacaktı.

Bir süredir her şey ters gidiyordu. Küçük bir çocukkensokak lambasının çevresinde dans eden kar taneleriniseyrederken hissettiği güven ve huzur onu hiç birzaman terketmeyecek sanırken şimdi, daha doğrusuuzunca bir süredir, artık hiç bir zaman hiç bir yerdegüven ve mutluluk bulamayacağını anlamıştı.

Yurtdışına büyük umutlarla gittiği söylenemezdi.Uçağa binerken hissettiği o belli belirsiz tedirginliğinşimdilerde rayından çıkan hayatının çok öncedenona gönderilmiş bir işareti olduğuna emindi.

Doğal bir yalnızlığın içine düşmüştü. Aradan sadecedört yıl geçmesine rağmen bıraktığı ülkeden eserkalmamıştı. Çevresinde zaten az olan arkadaşlarıdeğişik işlere girmişler, kendilerine iyi kötü bir yolçizmişler, kendisi geri kalmıştı. Yeni alışkanlıklara vegündemi belirleyen konulara hayli yabancıydı. Sık sıkgittiği çay bahçesi bile kapanmış, hep üzerinde balıktutmayı düşündüğü iskele, bar olmuştu. Ve bu şaşkınlıkhali Amerika'da içine yuvarlandığı panik vetedirginliğin neredeyse kesintisiz bir devamı gibiydi.Orada da çok farklı değildi. Ortalama bir öğrenciolarak bursu da kesilmeksizin öğreniminitamamlayabilirdi belki... Belki o Mısırlı kız onuterketmese, ya da en azından onun hiç bir zamananlayamayacağı bir şekilde, bir gecede, bir anda, hiçbeklemediği bir anda aldatmasa, ve üstelik bunudünyanın en doğal şeyiymişcesine sabahkahvaltısında mısır gevreği ve kahve arasınasıkıştırmasa, her şey çok farklı olabilir miydi? Ve okorkunç olaylar dizisinin olması engellenebilirmiydi? Tüm bunlar olmasa yeni bir sayfa açmak içindöner miydi? Yeni bir sayfa açılabilir miydi?

Artık buradaydı ve herşeye yeniden başlamalıydı.Hepsini unutmalıydı. Fakat, "Yarın, hayatımın gerikalan bölümünün ilk günü, bunu kutlamalıyım"türünden saflıkları hiç beceremediğinden, geleceğini,

elinde avucunda kalanların üzerine bina etmekzorunda hissediyordu.

Gazetecilik eğlenceli olabilir diye düşünmüştü. Vebelki de bu hayatında kapıldığı en yanlış düşünceydi.Suçlunun suç mahalline geri dönüşünü düzenleyenakıldışı sürecin bir parçası gibiydi, gazetedeçalışması.

Büyük bir gazetede bilgisayar uzmanı olarak işebaşlamasına rağmen kısa sürede gazetede ne kadarangarya iş varsa yapan bir adam konumuna 'yükseldi'.Sessiz ve disiplinliydi, işini iyi yapmaya çalışıyordu.Yurtdışını, o Mısırlı kızı ve korku filmini andıranyaşantısını, büyük umutlarını unutmuş gözüküyordu.Gazete içinde dönen dolapları çaktırmadan izliyor,canı hiç sıkılmıyordu.

Bir gün mizanpaj bölümünde çıkan bir sorunamüdahale etmek için bilgisayarcı çocukların yanmagittiğinde onu gördü. Uzakta, soluk bir resim gibiydi.Uçuk mavi bir kumrallık. O anda aniden içinde kopanbir kaç duygu birbirinden çelişik düşüncelerinfırtınalı denizlerde kaynayan mistik girdaplar gibiçarpışmasına neden oldu. Ve sırf bu nedenden, sık sıksayfaların yapıldığı katta etrafta dolanır oldu.Platonik bir flört denilebilirdi. Adı bile konmamışkarşılıksız bir sevda.

Bu arada üçüncü sayfayı yapan çocuklarla yaptığıgereksiz muhabbetlerin bir küçük yan etkisi ortayaçıkmıştı. Üçüncü sayfa hazırlanırken ortalığa yayılmışkanlı fotoğraflar, gazetenin tv kanalı için yakalanmışreality show haberlerinin başlıkları, metinleri...

Eve geç gelen karısını baltayla doğradı, Cinnetgeçiren anne çocuklarını kaynar suda haşladı,Kıskanç sevgilinin korkunç intikamı: Onbeş bıçakyarası diye giden bir dolu haber... Çoğu gerçekti işin

26

Page 29: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

uçan hollandalı-

Tabii bunlar bilinçli istemlerdeğillerdir. Kuşlarda yapılan

araştırmalar da göstermiştir ki erkekkuşun dişi kuşu yumurtlama

mevsiminde yuvaya kapatmasınınbiricik nedeni bu yumurtaların başka

kuşlarca döllenmesini önlemektir.Dişi kuş için yavrunun kimlik sorunuyoktur. Kendi yumurtası yüzde yüz

kendisine aittir. Fakat erkek kuşyavrunun kendisinin genlerinitaşıdığına emin olmak ister. Bu

yüzden de dişiyi kapatır. Dışarıdanizole eder. İşte kıskançlık gibiaçıklanması güç bir duygununkökeninde bu güvenlikte olma

(genlerinin geleceğini güvenceyealma) güdüsü yatmaktadır.

korkunç yanı. Ve bu haberleri büyük bir sevinç içindegazeteye getiren muhabirler, iki hamburger vemayonez arasında yazılan dehşetengiz metinler...

İnsanların vahşetle içice yaşamalarının bu kadarkanıksanmış olması dehşetin ta kendisiydi oysa.İnsanlar ne düşünüyordu acaba? Kimseninumurunda değil miydi? Sayfa koordinatörününasistanı olan uçuk mavi kız ne düşünüyordu? Hiçgülmüyordu. Hep düşünceli ve hüzünlüydü ya da onaöyle geliyordu. Ne farkederdi ki? Aslayaklaşamayacağı bir avuç mutluluk ümidi...

Şiddetin bu boyutlarda yaşanması sürekli kafasınıkurcalıyordu. Bir takım açıklamalar yapılmalıydı. Bucinayetleri ve intiharları açıklayacak bir düşüncesistemi olmalıydı. Bunca zaman psikoloji vesosyolojiden uzak durmuş, hayatta karşısına çıkantüm problemleri soğuk bir mühendis mantığı ilehalletmişti. Bir problem hariç tabii. O problemineden ve nasıl çözdüğünü ise halen anlamış değildi.Aynen gazetenin üçüncü sayfasındaki cinayetleri hiçanlayamaması gibi.

Bu konuda kendini araştırmaya vermişti. Değişikilginç görüşler vardı şüphesiz. Fakat onu en çok çeken

Sosyobiyoloji kuramlarıydı. Darwin'den bu yanaepeyce yol kateden sosyobiyoloji hayli analitik birkuram ortaya koymuştu. Bencil Gen adlı kitaptanokuduğu şu bölümü bir kenara not ederken isteristemez yaşadığı korkunç ve açıklanamaz serüvenihatırlıyordu:

Evrimin temelinde türlerin değil genlerinseçilimi yatmaktadır. Yani uygun olan geninkendini yeni kuşaklara iletmesi mümkünolmaktadır. Ve doğadaki tüm mesele genlerindevamlılığıdır. İlk canlı hücrenin ortaya çıkışıtaşıdığı geni daha iyi koruyabilen bir muhafazaolduğu içindi. Daha sonra genleri ya da bukimyasal bilgileri daha iyi yaşatacak, geleceğeaktaracak yapılar ortaya çıkmaya başladı. Kimdaha çok yaşayabiliyorsa, ve kim yaşadığı süreiçinde daha iyi üreyebiliyorsa zaman içindegüçlenen o oldu. Yani seçilmiş oldu. Genleringelecek kuşaklara aktarılması önemli bir enerjisorunudur. Doğada rastlanan kimi vahşiolayların altında yatan bu enerjioptimizasyonudur. Örneğin bir kedinin altıyavrusundan iki tanesi diğerlerine göre cılız vegüçsüzse, anne kedi bu zayıflan boğarak öldürür.Böylelikle sınırlı büyüklükteki süt rezervini güçlüolan yavrularını daha güçlü kılmak için harcar.Bu hareketiyle kendinde varolan zayıf genleringeleceğe de aktarılması önlenmiş olur. Benzerbir mantıkla, erkek tavşan yavruları olan bir dişitavşanı eş olarak seçeceği zaman ilk iş olarakyavruları öldürür. Hatta daha da ilginci eğer dişitavşan o arada hamileyse embriyoyukendiliğinden düşürür. Bu çok mantıklıdır. Çünküerkek tavşanın bu yavrulara bakmasının ya da enazından yiyeceğini paylaşmasının ya da buyavruların kendi olası yavrularının alacaklarısüte ve besine ortak olmalarının hiç bir anlamıyoktur. Erkek tavşan da kendi genlerininsürmesini istemektedir. Tabii bunlar bilinçliistemler değillerdir. Kuşlarda yapılanaraştırmalar da göstermiştir ki erkek kuşun dişikuşu yumurtlama mevsiminde yuvayakapatmasının biricik nedeni bu yumurtalarınbaşka kuşlarca döllenmesini önlemektir. Dişi kuşiçin yavrunun kimlik sorunu yoktur. Kendiyumurtası yüzde yüz kendisine aittir. Fakat erkekkuş yavrunun kendisinin genlerini taşıdığınaemin olmak ister. Bu yüzden de dişiyi kapatır.Dışarıdan izole eder. İşte kıskançlık gibiaçıklanması güç bir duygunun kökeninde bugüvenlikte olma (genlerinin geleceğini'güvenceye alma) güdüsü yatmaktadır.

27

Page 30: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

uçan hollandalı-

Evet böyle devam edip giden bilgiler onu çokçarpmıştı. Kıskançlık başlı başına içgüdüsel birduyguydu çünkü.

Yeni bir hayata başlama hayalleri tamamen suyadüşmüş gibiydi. Bedeli ödenmemiş bir suçun ağırlığıaltında yavaş yavaş şekil değiştiren zavallı karakteri,doğanın acımasız işleyiş kuralları üzerine okuduğumetinler, Mısırlı kızın hayaleti, uçuk mavi kumrallık,çocukluğunun saf ümitleri, hepsi ama hepsi üzerinegeliyor, kimselere anlatamadığı garip ve korkunç birkâbusa dönüşüyordu.

Geceleri sosyobiyoloji kitapları okuyor, bir yandanda kıskançlık cinayetleri hakkında bir arşivoluşturuyordu. Kendi durumuna benzer bir hikayearıyordu sanki. Gazeteden kestiği kupürler ve kıyıdaköşede unutulmuş, yayınlanmamış fotoğraflar vepolis kayıtları arasında kendi hikayesini arıyordu...

Ve yorgun gecelerin ucunu bağlayan hep aynı kâbus...Önce bir lunapark. Birbirinden renkli oyunlar,kozmopolit bir kalabalık. Ardından nasılsa o kahvaltısabahı. Mısırlı kızın konuşması. Mısır gevreklerininçıtırtısı arasında kızın söylediklerini güçlükleayırdedebilmesi... Reçele konup kalkan kocaman birsineğin vızıltısı. Kaçıp uzaklara çok uzaklara gitmeisteği... Tekrar lunapark. Bir türlü yakalayamadığı, herseferinde avucundan kayıp giden uçuk mavi bir kızınhayaletini kovalayışı. Ve kırık kalbin bu ümitsiztakibinin her aşamasında Mısırlı kızın İtalyandoktorla sevişmesine şahit oluşu. Kâh korkutünelinde, kâh dönmedolaba benzer bir aletintepesinde o ikisinin ihtiraslı sevişmeleri. Ve tabii kiboğulur gibi bir hisle ağlayarak uyanması.

Kötü düşlerin biteceği yoktu. Gerçi o bu 'yeni'hayatına alışmış gözüküyordu. Kıskançlık cinayetleri,sosyobiyoloji kuramları ve Mısırlı kızın hayaletiylegarip ve kötü bir denge kurmuştu. Belki de bu dengebozulmasa, kendi cehennemini sonsuza dekyaşayacaktı.

Fakat bir gün hiç ummadığı bir şey oldu. O sabahyine sessiz sedasız çalışıyordu. İnsanlar yemeğeçıkmışlar, büroda hissedilir bir yalnızlıkbırakmışlardı. Kendine kahve almak için mutfağagittiğinde ocağın başında akşama ne yapacaklarınıtartışan arkadaşları her nedense onun da fikrinialmak istediler. Uçuk mavi kıza bir armağanalınacaktı. Akşam yeni evinde küçük bir yemekveriyordu. Ve arkadaşları ilginç bir hediye almak

istiyorlardı. Akvaryum deyiverdi. Birdenbire bu fikirçok tutuldu. Hemen birileri alışverişe gönderildi.Yeni evin adresi çoğaltıldı ve ona da gelmesi içinısrar edildi. Belki akvaryum fikrini o ortaya attığı içinbiraz fazla ısrar edildi. Herneyse akşam pek fazlaönemsemeden gittiği bu evin kapısını çalarken kendicehenneminden çıkış kapısını zorladığını bilemezditabii.

Akvaryum gerçekten çok hoşuna gitmişti.Evsahibesinin de hoşuna gittiği belli oluyordu.Gözleri ışıldayarak karşıladı onu. Gazetedekiler buarmağanı onun düşündüğünü biraz da abartarakanlatmış olmalıydılar. Hiç ummadığı kadar hoş birortam olmuştu. Ya da o içkiyi biraz fazla kaçırmıştı.Gecenin ilerleyen bir vaktinde uyandığında başıinanılmaz derecede zonkluyor ve nerede olduğunubir türlü kavrayamıyordu. Akvaryumun yeşil ışığınabakarak uzun süre düşündü. Sonra o geldi. Uçuk mavibir düş...

İşte o zaman en başa döndü. En uzak düşlerine,Çocukluğunun yağmurlu pencerelerine. Sevginin okorkunç huzur ve güvenlik havuzuna. Başı onunkucağında herşeyi birer birer anlatıyordu. Gördüğükâbusları, Mısırlı kızı, onu nasıl aldattığını, o kahvaltısabahını, ve ondan sonra doktoru öldürmek içinnasıl günlerce çalıştığını, yurda döneceği gününsabahında laboratuvardaki düzeneklerde ufak birdeğişikliği nasıl gerçekleştirdiğini, ve bu değişikliğinmükemmel bir cinayete nasıl sebebiyet verdiğini, buadi kıskançlık cinayetinin kökenindeki güdülerini,biyolojik kökenini... Hepsini birer birer anlattı.Saçlarında gezinen o saydam el herşeyi affetmiştisanki...

Ve sabah erkenden o evi terketti. Gazeteye de birdaha gitmeyecekti. Uçuk mavi kızı da bir dahagörmeyecekti. .Cinayet arşivini de evin gizli birköşesinde tozlanmaya terkedecekti. Kara büyübozulmuştu. Artık yeni bir hayata başlayabilirdi.

28

Page 31: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

deja vu

KENTİN ORTASINDA

ergun kocabıyık

Kentin ortasında büyük bir otelde yaşıyorum. Burayane zaman yerleştim unuttum. Masraflarımı kimkarşılıyor onu da bilmiyorum. Merak da etmiyorumdoğrusu. Bugün çok yorgunum. Odama güçlükleçıktım. Az daha asansörün kapısına sıkışıyordum.Cebimde bir gün işe yarayacaklarına inandığım çoksayıda anahtar var. Her seferinde içlerinden, odanınanahtarını bulmakta güçlük çeksem de tanımadığımbir duygu onlardan kurtulmama engel oluyor.

İçeri girdim. Odanın ampulü patlamış, küçük olanlayetinmek zorunda kaldım. Türkiye yılanları üzerinebir araştırma okuyordum yarım kaldı. Odamdeterjan kokuyor. Bu kokuya dayanamıyorum.Televizyonun sesi kısılmış. Cam kenarında bugün debirkaç ölü sinek buldum. İşareti aradım. Bulamadım.Onbeş yıldır burada olan işareti. Bana bir zararıdokunmuyor ama onu bulamamak yine de benihuzursuz ediyor işte.

Zeki evlenmiş. Oysa İsveç'li kadının kayıp kızını bulupzengin olacaktık ne güzel. Bu romatizma yiyipbitirecek beni. Geçen gece bir baykuş işittim, ya daöyle sandım, korkuttu beni. Doğan'ı aradım, Yanıtvermedi; yıllardır Adana'dan dönmüyor. Şehirdebüyük bir yangın çıkmıştı, söndürülünce kararıverdibirdenbire koca şehir. Neden beni yatağımayatıracak birisi yok? Aklıma hiç isim gelmiyor,neden?

Camdan baktım ve bulvarı gözledim. Ayağını burkanbir kadın gördüm. Yarın gideceğim cenaze töreninianımsattı bana. Güzel bacaklı o kadının öldüğünehalen inanamıyorum

29

Page 32: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

denizkızlarının şarkısı

GÜN BATMADAN SEHER VAKTİ-bir hayat hikâyesi çözümleme girişimi-

halide velioğlu*Çocukluk anılarımın Seher Teyze'si, bana 'S'leri ters yazarhaliyle okumayı öğreten ve şimdi hatırlamadığım oncamasalı anlatan kadının hikâyesini dinledim.

"Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlarYeryüzünde sizin kadar yalnızım."

Çok eskiden bildiğim bir şarkının bu hikâyeden sonrayeniden anlamlanacağını nereden bilecektim! Yalnızcabunun için dahi olsa...

Böylece çocukluk anılarımın Seher Teyze'si, bana "S"leriters yazar haliyle okumayı öğreten ve şimdihatırlamadığıma üzüldüğüm onca masalı anlatan kadınınhikayesini dinleyecektim. Ve saatlerin yine çok çabukgeçeceğinden çok emindim...

Seher'in Hikayesi:

I.EvlilikII.Yetişkin kadın

III.Yaşlı, yalnız ve güçsüz kadınIV.Aşk

V.Haylaz kız çocuğu

"ben onları hiç dinlemedim..."

Seher 1940 senesinde evlendim" diye başlar anlatmaya.Yüksek divanı üzerinde her zamanki köşesinde mindereyaslanmış güçlükle nefes almaktadır. Hikayesini almayagelen Halide'ye pek bakmaz. Gözü uzaklarda geçmiştedirsanki.

Şimdi hayatta olmayan kocası Muhammet Bey'den veailesinden övgüyle bir iki söz edip bir süt annelikhikayesine girişir. Bu hikayede kocası Muhammet Bey'inkarısını heniz kaybetmiş olan amcasının oğlununkundaktaki kızına, yeni gelin Seher süt vermeye kalkışır.Ailenin "ileride evlilik açısından sakıncalı olur" türündenitirazlarına "hiç aldırmayan" Seher bebeği kırk gün emzirir.

Bu emzirme hikayesini hemen bir "evlendirme" hikayesitakip eder. Burada da yeni gelin "başı henüz bağlanmış"Şener'den memleketi Zara'daki ilişkilerini kullanarak, sütverdiği bebeğin babası Sami Usta'ya kız bulması istenir.Seher "hiç açılmamış" bir kız bulur; evlilik gerçekleşir.

*Bu metin, B.Ü. Sosyoloji Bölümü'nde, Doç.Dr. NükhetSirman'm Nationalism and Gender dersinde yapılan birçalışmanın Hayalet Gemiye uyarlanmış halidir.

30

Ancak Sami Usta oldukça şanssızdır, çok sevdiği bu kız,"Zara'lı" bir seneye kalmaz ölür.

"Mevhibe Hanım... hanımlığı hakediyor"

Seher, Sami Usta'nın üçüncü eşi Mevhibe Hanımla evlilikhikayesine geçer.

Mevhibe Hanım, Sivas'ın zengin ve tanınmış ailelerindengelip bir kızıyla dul kalmıştır. Kendisine Sami Usta'ylaevlenmesi önerildiğinde, "ben konaklan bırakıp da SamiUsta'nın toprak evine girmem" der. Ancak Sami Usta'nın"telli duvaklı gelin gibi" Mevhibe Hanım'ın evine ikioğluyla birlikte gitmesiyle bu evlilik gerçekleşir.

Sami Usta'nın şansı bu "akıllı, bilgili, kurnaz, otoriter,intizamlı, herşeyi idare eden ve hanımlığı hak eden"kadının eliyle döner ve oğullarının evliliklerine varana dekhayatı bu kadın tarafından düzenlenir. Sami Usta"yaşadığını yeni anlamış"tır.

Seher, "1940 senesinde evlendim" diye başladığı hayathikayesinde, önce nasıl "süt anneliği" ve "dünürcü"lükyaparak güç ve saygınlık kazandığını anlatır. Kendievliliğinden ve kocasından söz etmez. Ancak bir evlilikhikayesi anlatır. O da Mevhibe Hanım ve Sami Usta'nınevliliğidir.

Bu evlilik hikayesinde Mevhibe Hanım'ın tartışılmaz güçlükonumuna karşılık Sami Usta "mazbut" ve "evinihtiyaçlarını karşılayan, heybelerle yiyecek yollayan"kocadır. Kadından beklenense hayatı düzene sokmasıdır.

Seher, sadece yuvayı yapan değil aynı zamanda "yuva"sıolan bir dişi kuş hikayesi anlatmıştır.

Seher için bir yetişkin olmanın, şahsiyet olmanın, "cahil"olmamanın olmazsa olmaz koşulu olan "evlenme" ilebaşlayan hayat hikayesi, "evlendirme" ve "süt anneliği"hikayeleriyle devam eder. Ancak, bu "evlendirme" ve "sütanneliğinden" pratik faydaları olmuş olan Sami Usta uzunvadede, "kızkardeşi" yerine koyduğu Seher'e "akrabakazığı" atmıştır. Bu, Muhammet Bey'in hissedarlarındanolduğu bir arsanın tam karşılığını kendilerine ödememeksuretiyle gerçekleşmiştir.

Seher yaptığı iyiliğin karşılığını bulamamıştır. Ancakanlatının tümüne egemen olan karşılıklılık ilkesini bozanSami Usta'dan o kadar da şiddetle sözetmez Seher. Bu,aradan geçen zamanla ilgili olabileceği gibi, aslında birkarşılık zaten alınmıştır. Zira, yeni gelin Seher girdiği aileiçinde kendine gereken güç ve saygınlığı o gününkoşullarında ve Sivas'ta çoktan kazanmıştır. Dolayısıyla

Page 33: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

denizkızlarının şarkısı

bu, Seher için anlatılabilir bir durumdur.

Anlatmayı uygun bulduğu evlilik hikayesine dönersek,Mevhibe Hanım'ın hayırsız öz oğlu elinde dönen talihiylekendisinin şimdiki durumunu şu sözlerle ifade eder:"insanlar ne oldum demesinler ne olacağım desinler... Birzamanlar ben de kartaldım, ama şimdi kanadı kırık serçeyedöndüm".

"Süt annesi" ve "dünürcü" yeni gelin Seher ile "hanımlığıhak eden" Mevhibe Hanım birer "kartal"ken, şimdi ikisi de"kanadı kırık serçe"dir. Belli ki makus kaderinin MevhibeHanım ile paylaşıyor olması durumu hem katlanılırkılıyordur Seher için hem de çok şey açıklıyordun "Felek!"

Güç kazanmış, evlenmiş, evlendirmiş kadın şimdi yalnız,yaşlı ve güçsüzdür... Kazığı felek mi atmıştır?

II. & III.

Seher hikayesinin bir komşunun uzayan ziyaretiylekesilmesine bozulmuş ancak bu durumu komşuyahissettirmemiştir. Komşusuna okuyan kızlarınıngelecekleri konusunda öğütler verir. Bir yandan da onu iyibir ev kadını olduğu için över. Komşu kadınla sohbetçevre apartmanlarda oturan diğer kadınlarındedikodularıyla uzar. Seher'in mahalle sakinlerihakkındaki ayrıntılı bilgileri Halide'yi nedense şaşırtır.

Komşunun bir saati geçen ziyareti daha sonra Halide'ye"cahillik işte" diye kısaca açıklanır. Seher belli kimahalledeki bilgi akışına ve komşularıyla ilişkilerine özengöstermektedir.

"yetenekli kız idi..."

Kesintiye uğramış olan hikayeye Seher kızlarının tahsilhayatıyla devam eder.

Seher, kızlarını okutan yetişkin bir kadındır artık. Elif veFahriye, her ikisi de yetenekli kızlar olup yüksek tahsilyaparlar, özellikle, iki üniversite bitirmiş ve akademikkariyer yapmış olan Fahriye'nin okul hayatıayrıntılandırılarak anlatılır. Sekiz ay önce kaybettiği kızıFahriye Seher'in "en hayırlı evladı"dır. Ne var ki "kıza ölümerken yaklaşmış" ve "işleri yarım kalmış"tır.

Halide'nin "işlerinin yarım kaldığı"nı bildiği okumuş diğerkız Eliften tahsil hayatı dışında söz edilmez. Zira Seher,kadınlardan güçsüz konumlarında söz etmez meğer ki bugüçsüzlüğün sebebi "felek" olsun.

"İşleri yarım kalan" Fahriye'nin hastalığını anlatır Seheruzun uzun ve acıyla. Konuşurken gözleri sık sık dolar.Baktığı yer uzaklardır. Ne Fahriye, ne de bu "zamansızölünV'ün sebebi yakınlardadır. Seher Felek'lekonuşuyordur. Kalanların ancak seyredebileceği bukonuşmanın konusu "ağaçlar kalem denizler mürekkepolsa" yazamayacakları Seher'in dertleridir.

"Onca ölüm gören" Seher'in "evlat acısı" yalnızlık, yaşlılıkve güçsüzlük hikayesidir aynı zamanda. Kocası

31

Muhammet Bey'in hastalığında verdiği "hanım, beniyileşince bu evi senin üstüne yapalım... ne olur ne olmaz"sözlerini kızı Fahriye'nin ölümünün hemen ardındanhatırlar. Nitekim, ne Muhammet Bey iyi olmuştur ne de evSeher'in olmuştur. Kadın kızlarını okutur. Biri uzaktadır,kötü bir evlilik yaşar; söz edilmez. Diğeri daha dauzaktadır, ölmüştür. Kadının işleri yarım kalmıştır. Kadınyaşlı, yalnız ve güçsüzdür artık.

Seher'in yaşlılık günlerini iyice katlanılmaz hale getiren birdurum da oğlu Ahmet'in durumudur. "Dağ başına kış,insan başına iş gelir" diye açıkladığı bu durum Seher içinFahriye'nin ölümüyle neredeyse eş bir acının kaynağıdır.

"Felek" yine karşımızdadır.

IV.

Seher kızının ölümü hikayesinden sonra iyiceyorulmuştur. Görüşme ikinci kez, bu sefer şarkütericininziyaretiyle bölünür. Şarkütericinin apartmana girdiğinipencereden gören Seher,telaşla başına "türban"ını takar veüzerine sabahlığını alır. Ziyaretçisini bu kez salondaağırlar. Seher' e çok saygı duyduğu anlaşılan şarkütericisalonda kapıya en yakın köşeye ilişir.

Seher, Halide ve şarkütericiyi birbirlerine tanıştırır. Az önceüzerinde olan kasvetli hava biraz olsun dağılmışgörünmektedir.

Şarkütericiye, Halide'nin ziyaret sebebi anlatılır: "benimhayat hikayemi almaya gelmiş. Okul için lazımmış, dersders. Ben de dedim ki 'denizler mürekkep...' ". Şarkütericidaha da toparlanarak, "efendim, teyzemiz edebiyatçıdır".

Şarkütericinin kısa süren ziyaretinden sonra Seher gitmekisteyen Halide'yi bırakmaz. Beli ki hikayesinde eksikbulduğu, anlatmak istediği şeyler vardır daha. Ya dahikaye böyle kötü bitirilmemeli yada Halide'ye iyi vakitgeçirt ilmelidir.

"böyle böyle bu şefkatli adamı sonra çok sevmiş..."

Seher, hikayesini anlatmaya anneanne ve dedesindensözederek devam eder. Ailesi, isimleri Sivas'ın sokaklarınaverilen tanınmış bir ailedir.

Küçük yaşta annesiz kalan, Seher'in annesi Fahriye Hanımyine Sivas'ın tanınmış ailelerinden birinin, kendindenoldukça büyük bir oğluyla evlendirilir. Bu evlilik FahriyeHanım'ın gönülsüzlüğüne ve müstakbel eşi HacıHüseyin'in uykusunda kesilen sakalına rağmen, üveyanneve elti işbirliğiyle gerçekleştirilir. Fahriye Hanım öncelerihiç sevmediği özellikle vurgulanan kocasını zamanla çok

Kadın gönülsüz evlendiği adamı sever artık. Adam onaçok iyi davranır, çok şefkatlidir. Çocukları olur.

Seher'in babası vakitsiz öldüğünde Fahriye Hanım beşçocukla dul ve zor durumda kalır, "sülale karındoyurmuyor" dur. Ancak Fahriye "okumuş, bilgili,

Page 34: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

denizkızlarının şarkısı

hanımlara konferans veren " bir kadındır. Ailesinden aldığıeğitim (Mısır'dan getirilen dadı) sayesinde edindiğimeziyetler imdadına yetişir. "Altın bileziği" vardır. Biryandan Kur'an okur, mevlüthanlık ve hocalık yaparkendiğer yandan da altın fes diker, oya ve fisto işleri yapar.Fahriye Hanım çocuklarını böylece "yetenekleriylebüyütür".

Seher, kızı Fahriye'nin "adının sahibi", anneannesi gibi"yetenekli" olduğunu düşünüyordur. İsim doğru kızaverilmiştir.

Şener'in annesi Fahriye Hanım aynı zamanda "konuşmayıbilen -hatip gibi-" ve "cesaretli" bir kadındır. Nitekim,Zara'yı ziyaretinde Atatürk'le konuşmaya cesaret etmiş,erkeklerden oluşan kalabalığın itirazlarına aynı Şener'in"süt verme" hikayesinde olduğu gibi "hiç aldırmadanpeçesini indirip Atatürk'le konuşmuştur. Fahriye Hanım"Zara'da Atatürk'le konuşacak kendinden başka kadın"olmadığını düşünür ve söyler. Atatürk Fahriye Hanım'ıkutlar "keşke bütün Türk kadınları sizin gibi cesur veaydın olsa. Bravo!" der.

Milli Eğitğm Bakanlığı'nın ilk ve orta dereceli okullar içinhazırladığı tarih kitaplarının "Türk köylüsü ve Atatürk"yada "Türk kadını ve Atatürk" türünden bölümleriniandıran diyalogları Seher bir muallime edasıyla aktarır.Olayın geçtiği yıllarda (1930'lar) bu kitapların, resmi tarihinhenüz yazılmadığı hatırlanacak olursa Seher'in"edebiyatçı" yanı bir boyut daha kazanır.

Fahriye Hanım'ın Atatürk'le konuşmasına dönersek, bukonuşmadan Fahriye Hanım kazançlı çıkar. Bundan böyleZara'da "reis" olarak anılır ve kendisine geliniylegeçinebilmesi için bir bahçe verilir. Türk tarihi yazını dauzun vadede bir "taşıyıcı" daha kazanmış olur.

V.

"öyle bir çocuktum ki ben..."ya da "ben aslında..."

Seher, "öyle bir çocuktum ki ben..." diye başladığı maceralıçocukluk hikayelerini kendinden beklenmeyen birhareketlilikle anlatır. O ana dek güç bela nefes alan,"dertleri zevk edenmiş" kendinde "neş'e ne arayan?" Seheron yaşında bir kız çocuğudur şimdi. Halide güldükçe veeğlendikçe Seher hareketlenir, canlanır ve sorar, "yaa işteanlatabildim mi?"

Çocukluk anıları komşulara yapılan muzip şakalar (erkekkıyafeti -subay- giyerek yaşlı kadınları korkvıtmak, oğlançocuklarla kavga etmek, komşu baytarın emirerinin elinitutuşturmak vs.) ve Feride ile doludur. Zara'nın yine ilerigelenlerinden ve ayrıca zengin bir ailenin kızı olan Feridekendinden küçük olmakla birlikte bir tek Seherlearkadaşlık etmektedir. Seher'in hayran olduğu bu yine"akıllı, bilgili, yetenekli ve otoriter" kız küçük Seher'e sahipçıkar, ona ablalık yapar, gereğinde onu doyurur. Seher'deonu çok sever, hastalandığında (Tifo) gidip "okul dönüşüinekleri sağdıktan sonra sessizce kapısını dinler", inlemesesi geliyorsa "şükür" der Seher, "yaşıyor". Ona masallarşiirler okur. Feride defalarca dinlediği bu masallardan

sıkılır, Seher yine de okur.

Tüm bu bir kısmı Feride'yle dolu çocukluk anıları Seher'inyüzünde hüzünlü bir tebessüme dönüşür. "Şimdi böylekutsal arkadaşlık nerde?"dir. Çocukluk nerdedir?

Öylesine maceralı, hareketli ve yaramaz bir çocuk olanFahriye Hanım'ın "şeytan kızı" Seher "aslında okuyacak birçocuk"tur. Ancak "öyle okumuş bir ananın böyle cahilkızı" olmuştur. Zira, "Zara'da okul, önünde de adamyok"tur.

Halide'nin notları:

Seher'in hayatında herşey karşılıklarıyla mevcuttur. SamiUsta'dan "kazık yeme" hikayesine dönüşen "kız bulma" ve"emzirme" hikayesi, kendilerine bakan (anneleriöldüğünde) eniştelerine anneden kalan bahçeninverilmesi, onu koruyan Feride'ye hastalığında küçükSeher'in masallar okuması ve damat Engin'in "hayırsız"olması bu "karşılıklılık" ilkesiyle açıklanabilir durumlardır.

"Eşitlik" ilkesi de Seher'in hikayesindeki başat öğelerdenbiri. Her ikisi de dul ve çocuklu olmalarına rağmen,Sivas'ın tanınmış ailelerinden Mevhibe Hanım'ınkonaklarına karşı evi toprakdan Sami Usta bu eşitlikilkesine uymayan konumu nedeniyle "telli duvaklı gelingibi" Mevhibe hanım'la evlenmiştir.

Anne ve babasının, her ikisinin birden Sivas'ın tanınmışailelerinden olması bu ilke açısından önemlidir. Aynı"zengin ve tanınmış" bir aileden olan Mefkure ile "kültürlüve yetenekli" bir annenin kızı Seher arasında bir düzeydekumlan eşitlik gibi.

Seher bir "güçlü kadın"ın hikayesini anlatmıştır.Evlenmesiyle başlattığı hikayeyi kâh Mevhibe Hanım, kâhkızı Fahriye kâh da annesi Fahriye Hanımla sürdürmüştür.

Seher istanbul ve Zara'yı, bugünkü ve o zamanı bir kadınhikayesinde birleştirmiştir.

Evlenen, aşkı uyandıran, evlendiren çocuk sahibi olan,çocuklarını okutan-okuyan kadının bir de yaşlılığı,yalnızlığı vardır. Seher hikayesinin neredeyse bütünkopma noktalarında, ne arılatacağını artık bilmezolduğunda, hikaye "hikayelerdeki gibi akmadığındahayat üzerine konuşur.

Oturduğu evin yarısı damada ait, oğlunun durumuoldukça kötü olup üstelik kendisine muhtaçtır.

İleriyi gören, evlenmiş-evlendirmiş, çok ahbapları olanSeher kendini yalnız, yaşlı ve güçsüz hissetmektedir. Zirakendisi için uygun gördüğü güçlü konumda değildir,bütün hikayesini bu hiç "hak etmediği" güçsüzkonumundan doğru anlatır. Tüm bölümlerin sonuhüsrandır.

32

İçinde yeraldığı yapıların sınırlarını uygun meşruiyetzeminleriyle zorlamış ve gereken gücü hiç bir "moral" firevermeden toplamış olan Seher'e felek yardım etmemiştir.

Page 35: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

denizkızlarının şarkısı

Yaşam öngörülemez, kontrol edilemezbelirsizliklerle doludur. "Çarkıfelek dönüyor dadönüyor"dur.

Kırk yaşlarında istanbul'a gelen Seher, Zara veistanbul'daki yaşamı ile eski zamanlara ait (ailesi) yaşamıaynı kategorilerle ele alır. Arada yaptığı bir tercümediryalnızca. Anne Fahriye "fesçiler kralı" yada "uzmanı"yken,kızı Fahriye "maket uzmanı" yada "kralı"dır. Erkek kardeşi"Mevlana'nın pervanecisi"dir. Bu Seher tarafındanbugünün diline "örgüt" olarak aktardır.

İlişkiler yüzyüze ilişkilerdir. Kızı Fahriye örneğin, doktorayeterliliğini bir kurumdan değil çırağı olduğu ustalardanalmıştır sanki. Nitekim ona "maket kralı" unvanını veren dehocasıdır. Dolayısıyla Seher modern eğitimi eskigeleneksel kalıplar içinde algılamaktadır.

Yüzyüze kurulan ilişkiler Seher için çok önemlidir. O,kurumlara değil kişilere başvurur. Hasta olduğunda gittiğihastane "baba evi gibi" olup doktorlar da "evlatları gibi"dir.

Ayrıca Şener'in çok ahbabı vardır. Zira, sık sık vurguladığıyalnızlığı yanına gelmek isteyen kızı Elif ve torunuylagiderilecek türden değildir. O, çocuklarına karşı, ailesinekarşı onu güçlü kılacak dışarıdan kurduğuilişkilerin yalnızlığıdır, "Teyzemiz edebiyatçıdır" diyenşarküterici ile ilişkisi yada mahalledeki bilgi akışınıkendisiyle paylaşan komüu kadınla ilişkisi onu dahagüçlü kılan, alanını genişleten türden ilişkilerdir. Seher'inküçük yerden büyük yere (Zara-Sivas, istanbul) yüzyüzeilişkiler kurmaktaki başarısı esnafın dilinde "teyzemizedebiyatçıdır" şeklinde ifadesini bulmuştur.

Seher için başarı ve başarısızlık yada işlerin ters gitmesiinsan iradesini aşan konulardır. Kızı Fahriye, annesiFahriye, arkadaşı Feride yetenekli kadınlardır. OğluAhmet'in ise işleri ters gitmiştir bu "dağ başına kış"gelebileceği kadar Allah'tan bilinecek, dolayısıylamüdahale edilemez ve doğrudan insanın sorumlututulamayacağı bir durumdur.

Seher geleneksel bir şahsiyettir.

Nasıl Çalışıldı

Bu çalışmada bir hayat hikayesi metin olarak alınıpaksiyonlar üzerinden bölümlendi. Daha sonra bu metnintemel metaforunun "yuvayı dişi kuş yapar" atasözüyleaçıklanabilecek bir geleneksel, güçlü kadın hikayesiolduğu düşünüldü ve bu metaforun mümkün en fazladurumu, olguyu açıklayan, anlamlandıran bir kurgusağladığında karar kılınarak bölümler yenidendüzenlendi. Her bölümde değişen kadın kahramanlarüzerinden anlatılan hikayelerin herbirinin bir gelenekselve güçlü kadın hikayesinin metaforlar! olduğu düşünüldü.

Sonu hep kötü biten bölümler, kader karşısında yenikdüşmüş, kendisine laik gördüğü yeri edinememiş birkadının, hikayesini bu yenilgi üzerinden kurguladığınıdüşündürdü. Bu noktada bölümler arası, anlatımınakıcılığını yitirdiği zamanlarda öznesi "ben" olan yaşam

yorumları oldukça belirleyici oldu.

Sonuç olarak, her bir bölüm bir metaforla açıklanmayaçalışıldığı gibi metnin tümüne hakim olan metaforla dametin yorumlanmaya, ona anlam ve bütünlükkazandırılmaya çalışıldı.

Üslup

Görüşmenin aktarılmasında kullanılan üslup yazsınkişinin çocukluk günlerinden hatırladığı "arkası yarın"radyo oyunlarının özet kısmı olmuştur. Bu, "arkasıyarın"larda her bölüm bir bölüm olup, bölüm öncesiaktarılan geçmiş bölümlerin özeti, geniş zaman kipinde veaksiyonlarla yüklüdür. Ve olaylar, kahramanlar arasıdiyaloglar ya da kahramanların konuşmalarından alıntılaryapmak suretiyle öykülenir. Belki bu da, yazan kişininSeher diye sözederek görüşmeyi yapanın "Seher Teyze"sini bugününe maletme gayreti gibi değerlendirilebilir.Yazan kişi görüşmeyi yapan kişinin çocukluk günlerininbir kahramanını, yine çocukluk günlerinde dinlediğibaşka hikayelerin üslubunda aktararak "gizli" bir uzlaşmasağlamaya çalışmış, böylece n'apılsa "geçmişe duyulantutkulu merak" metaforundan kaçınılamamıştır bir "hayathikayesi çözümleme girişimi"nde de.

KAYNAKÇA:

1. Nükhet SİRMAN, Köy Kadınının Aile ve EvlilikteGüçlenme Mücadelesi, "Kadın Bakış Açısından 1980'lerTürkiye'sinde Kadın", 1990

2. Paul RICOEUR, "Hermeneutics and the HumanSciences", 1981

3. Roland BARTHES, "The Strugle With the Angel"

4. Clifford GEERTZ, "Local Knowledge"

33

Page 36: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

ay tutulması

SUR

halil ibrahim özcan

Issız sokakları bir biri ardısıra geride bıraktıktan sonrapaltomun astarı arasına yerleştirdiğim içsa ld ı rganl ığ ımın i lacını çıkaracağım anıbekliyordum. "Sen havanın karanlığıyla değil devarlığıyla ilgileniyorsun ne güzel" demişti züppeşeytan. Resmiyet duygusuyla s in i r ler imgerginleşmeden kasıntılar içinde tahtadan bir yololuyordum titreyişlerimi kendime bırakırken.Varlığım, adeta okunuyormuş gibi yapılan kitabındalınan sayfalarında iğneyle düzenli biçimdeoyuluyordu. Öğrenmek istediğim şeyin önemini yaşlıkalplerin gençlik aşılarında arayan insanlarıngülüşleriyle karşılıyordum. Soğuk bir gece dahabaşlıyordu mağbet dediğim çaü katında.

Odanın duvarları bana gülüp yalancı partnerlerimoluyorlardı ortalık yerde. Delillerim: sabit bir bakış,gülen bir yüz ve bir çeşit uydurduğum ve yalnızcaonun farkına varabileceği yalnızlık oyunundakibilmece karelerinden geriye kalan harflerinbozukluğuydu. Hiçbir güç beni onu gördüğümzamanın dili ile konuşturamazdı. İzleyicisini kaçıranbir oyunun yitirdiği çekiciliğin bilinçaltında açtığıbasit gibi görünen bir gerçeğin gri-mavi bulutlarıarasına saklanmaya çabalıyordum. Odaya karışmışanlaşmazlıklardan düşen elimdeki kadehinkırıklarının üstüne çıplak ayakla basıyor ve kanınyayılışından bir insanın son demlerinde tenedokunuşunun uyandırdığı muallakta kalan yıpratıcı veyorucu garipliğimle boynuna uzanıyordum. Çıplaklık,deklare edilen aşklara cesaretle bir türlü ilişkikuramıyordu. Baştan çıkana aşk yoktu ki bu dünyada.Ten başka türlü bir açıklamanın sonucuydu kuşkusuz.Süngümü kendi iskeletimden çıkarıp uykuya dalmayaçalış ıyordum. Sebepsiz arzu dokunduğuunutkanlıkların da kırıyordu kanatlarını.

Hava başka bir şeyi bozuyordu durmadan. Celladımincitemediği kalbini çıkarıyordu. Ne çalsam bozukçıkıyordu. Bozguncu havanının içinden incinmedengeçmek nasıl mümkün olacaksa benim de öylesineheyecanımı gizlemeye gücüm yetmiyordu. Islakodunların yandığı bir sobanın etrafında oturuyorolsaydık onunla sabahın hiçbir hükmü olmayabilrdiaralık ayında. Ya da askıya alınmışken gülümsemenin

bir anlamı olurdu çıplaklıklara. Tamire yollanmış birkalbimiz yoksa eğer bu işi de beceremiyoruz demekti.

Dışarda yağan kar, gecenin sonundaki ıslakp i ş m a n l ı k l a r ı k a l b i m i n d e r i n l i k l e r i n d e k imezarlığında görmüyordu. Silahsız karşılanmışsabahların korkusu içinde gizlenmiş katilinsürgülenmiş kapılarının ardındaki yalnızlığı dışardayağan karın ürküten güzelliğiyle ödünç alınmışparkamın yakasındaydı. Fiziksel mekanlarınıngerekmediği güvenlikle korniş pencereye ağırgeliyordu. Vaktimin kusursuzluluğunu karyolagıcırtılarıyla çorabımın atıldığı yerde görüyordum.Bağlılık, çakallıklardan bağımsız koltukaltı palalarıylaışıldar olmuştu. Sıkışmıştım. Fermanım esrarlıyanılgı larımın cüceliğine ayarlanmış gibiydi.Secdede kırılmış bir boynun kıblesini aramasındasürgün yemiş bir küfürdüm yüzüne bile bakamazken."Bari elimi tut" dediğinde bulanıklaşmış geçmiş,denenmiş yanıyla üstündekileri keyifler içinde çıkarırolmuştu. Hilaller, ıslak buldukları kırgınlıkla: "Çocuk,odanda parlayabilir miyim" diyordu. Daha çıplakolamamıştım. Yatağın diğer ucundan geçmişolacaktım sabaha eğer öylece uyanabilseydim.Durabiliyordum. "Beni yaşayabilecek gücün varmı?"diyordum recmedilmiş eteklerle örtünen gitmeisteğine. Uzaklıklara ulaşmayı daha öncedendenemiştim o yüzden de uzak yerlerde yeni hiçbirşey yaşanamazdı arük.

Buluşmayı bir türlü beceremediğim yeni hayatınyabancılığında sığınaktım sonunda. Çalarsaat,kurduğu düşlerini özenle elimde tutuğum sustalıdaunutmuştu. Ötekilere sormuyordum kaygılarımınaslını. Öç, sabırsızlıkla cinayet merakımı vazgeçilmişzorlamaların ölünebilinecek okşayışlarıyla yenidüellolara çağırıyordu. Çıkartıp attığım giysileriminsıvanmış gömlek kollarında çarem ebedileşiyorgibiydi. Tutulur kalabilirdim. Aslında ben neftiyaprakların gölgelerine sarınmış bir tabut gibiolduğum yerde dururken kendi sabit merkezimde içyolculuğumu dışardan müdahalelere açıktutuyordum. Binbir kötülüklerin getireceği kayganzeminde evvelden kırılmış umutlan büyük birciddiyet ve sabırsızlıkla pervazlarda biriken güneş

34

Page 37: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

ay tutulması

ışığında unutmuştum gündüzden. Kem gözler, ah eveto uzak günah çığlıkların ilk duraklama yerleriydi.Büyüyen hiçbir şey çözülmez demekti düzeninkahkahalı yanılgılarıyla. Gecikmiş son baharlarınşarapları içilirken hiçbir oyun benim yedeksoyunmamı sağlayacak cazibesini ortayakoyamıyordu. Dağılan kafalarımızın kara dumanlanihanetlerin suçuydu.

İrkilti. Parantez işareti olarak küçük mektupkağıtlarının üstünde kalmış muhafaza k ı l ı f l ıyalanların farkına varıldığı zamanların kolunapazubent geçirilmiş sokak gösterilerindeki halimdi.Herhangi bir yazdan kaçmış karıncaların sonyemekleri olmaktan başka anlamı yoktu bunların."Bizim gibi yaşayanların tutulacak ellerinin biranlamı olmalı" diyordum içimden. Çünkü herşeyinyazılacak bir methiyesi oluyordu zamanla. Bir bardaksu verenim olsa bile içemezdim. Su adına bir soluğuhiç mi hiç çekemezdim. Ufkuma müdahale edenkuşkularımdı. Sonsuza kadar da olmayacaktı. Nasılolsa unutur aşar ve yenilenirdim acemi bir serserininattığı naranın harap olmuş yanıyla. "Bıktım"diyordum durmadan. "Hiç kimsenin bakışlarımdaışık aramasını istemiyordum artık." Ve işte bu yüzdensesim çatallanıyordu. Özel kimseler yok çünkü kutsalmezarlıkların boşluklarında. Can sıkan bir geleceğinhiç gelememesini istemek onu aştıktan sonra da "İyiki bunu da yaşamamışım" dedirten halini bağıraraksöyleme yanılgısına düşecektim neredeyse.Sarıldığım hakikat: "Korkma, sen yaşamamış olsan dadenemeyi hakediyorsun" diyordu vakitlere sığmayanezanların uzunluğunda.

Acaba ve şefkat kadar ortaktı tuttuğum el. Tanıdığımbütün hafızlar kapıdan içeri girip sesime toplanırolmuşlardı. Tüm arkadan bıçaklananlar için dilsizkalmış hutbelerinde damlayıp duran kandımölçülemeyen yalanların yeni yüzlerine altınparıltıları içinde karıştırırken. Seccadem, yarısı yırtıkparlayan görüntüsü içinde ağırlımı taşıyamıyordu.Göğün altın halkaları çağırıyordu beni. Sakındığımbir şey kalmamıştı. Yokluğumu yaşamayı öğreneliçok olmamıştı melek görüntülerinin son haftasında.Şşşşt, sessizlik! Hıçkırığın başlayacak birizdan.

Uyumak, henüz yaratılmışların tatlı düşlerineulaşamamıştı zalimliğinin iplerini kesenbileklerimde. Kalbim, öfkeli bir şarkıyla birlikteuyuyakalan kadının iri memelerinin üstünde kalmıştı.Dönmek istemiyordum buğulu bakışlarınatutunduğum tedirginliğimin kara sonbaharlarına.Nereye baksam günah beyazlığıyla karşılaşıyordumve yine de çarelerin bir kürke sarmışını görüyor vemutluluk kaynağımı araştırıyordum. Yaratılmışlaravahyolunanı anlıyormuş gibi yapıyordum. Yoksaelimi yıkamadan yüzümü mü yıkamaya kalkışmıştımyüce işlerin zamanını kollarlarken. "Ahit kesen aşıkolamam senin için bile olsa" demiştim. Söylemesinesöylemiştim ya siyah gökkuşağı altında söylediklerimyalanlanır olmuştu.

Gecegönlünde tatlı cehennemim büyüyordudurmadan. İkide bir kutsal eğrilerden düşüyordum. Oda benim gibi serserice bir orman masalınıniçindeki tehlikede dolaşıyordu.

«-

oyunUmanında buluşalım...

yazışma [email protected]

35

Page 38: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

linguafranca

ÇOMS'Kİ

adnan kurt

iş kılzun tip kim ol bi taş bitigig özümüz bitilim."çalışsın ki o kitabe taşını kendimiz y azalım."Eski Türkçe'nin Grameri, A.von Gabain

alpin erdemin üçün kü bunca tutdı."alplığın ve erdemindendirki ünün bunca yayıldı."KökTürkler, Küli Çor Yazıtı, S. Divitçioğlu

Türkçe'de modern kullanımdaki "ki" eki, bağımlıcümlecikleri eklemekte kullanılmaktadır. Dilbilimbağlamında önemli bir yeri olan bu eke Eski Türkçe'de,benzeri bağlı cümlecikler olmadığı için, rastlanmadığı,Orhun yazıtlarının incelenmesi sırasında anlaşılmaktadır.M. S. sekizinci yüzyıla dayanan ve en eski Türk lehçesiolarak bilinen bu yazıtlarda, "ki" bağlacı yerine, altcümlecikler vb. geçişler kullanılmaktadır. Buna dayanarak,"ki" bağlacının, dilde daha sonra oluşan gelişmelerleortaya çıktığı söylenebilir. Erguvanlı'nın çalışmalarıyla "ki"ekinin geç zamanlarda kullanıldığı anlaşılmaktaysa da,benzer bağlaç kullanımına, M.S. 730'larda Küli Çoryazıtlarında da rastlanmaktadır.

Ki ekinin bağlı cümleciklerde kullanılması, büyükolasılıkla İran (Fars) dilinden, sentaktik geçiş yoluylaedinildi. İranlılarla ilişkiler ve Fars diliyle etkileşim onuncuyüzyıl sıralarında, Türk kavimlerinin Orta Asya'dan batıyadoğru göçleriyle başlamıştı. Bu şekilde Türkler İranlılarlakarışmaya, askeri ve ticari ilişkiler geliştirmeye başladı.Denilebilir ki, Farsça'nın Türkçe üzerindeki etkileri günlükkonuşma dilinde başlayıp, onbirinci yüzyılda Türklerinİslamı kabul etmesiyle yazınsal alana da taştı. Fars dilininetkisi üç yolla yayılıyordu: Günlük yaşamı paylaşan halkınetkileşimiyle, okullarda kullanılan dil ve yazınla, veözellikle o yıllarda Farsça'nın ticaret dili olması, alışveriş,iletişim vb. jargonlarında yaygın kullanım* bulmasıyla.Osmanlı İmparatorluğu boyunca da Farsça'nın yazınsaletkinliklerde ön koşul olması, Farsça'nın iyiceyaygınlaşması ve benimsenmesini sağladı. Farsça'dakullanılan en yaygın üç morfem ka, ke ve ku idi. OrhunYazıtlarında kullanılan "kim" ile Farsça'daki "ke" benzerkullanıma sahiptir, "kim" bağlacının yeni şekliyle ilkkullanımlarına 11. yüzyılda Kutadgu Bilig'de rastlanır. Buekin yeni kullanımına örnekleri Katip Çelebi'nin 17.yüzyılda kaleme aldığı yapıtlarında da bulabiliriz:

"Bilki ders okutmak, takrir etmek en üstün ibadettir."'Meleke insanda yerleşmiş, kökleşmiş bir keyfiyettir ki,çabucak kaybolmaz."

Erguvanlı'nın çalışmasında da "ki" sözcüğünün Türk

diline girişi, işlevindeki değişimler ve böyle sözdizimselbir değişikliğin dilin kendi yapısıyla nasıl kaynaştığıaraştırılmıştır.

Dil üzerine ne yazılacaksa mutlaka Chomsky'densözetmek gerekecek. Çünkü Chomsky çok yerinde birkararla dili ve aklı anlamanın yeni yollarını açançalışmaların babası olarak anılıyor.

Chomsky, kaleleri yıkıp baştan kuran bir Jöntürk'tü. Şokdalgalarını tüm Amerikan felsefesi, yapay zeka, psikolojive toplum bilimlerine salıyordu. 70lerde izleyicilerineyorgun bk padişah olarak görünmeye başladığında onusilmek zamanı geldiğini düşünenler yenildiler. 60'lardakibaşarıları gibi parlak sayılmasa da, son çalışmaları yenizaferler kazanmayı sürdürüyor.

Plato'dan bu yana, büyük felsefi rasyonalistler dile hiçgüvenmediler. Dil'in, aklın nedenselliği ve genişlemesini-engellediğine inanıyorlardı. Plato'nun görüşüne göre dil,düşünceleri açıklamaya yeterli değildir. Descartes, nedenüzerine kurulmuş yapay bir dil kurgularken, Leibniz tümhayatı boyunca düşüncelerin sayılarla ve mantıksal birşekilde düzenlenmesine dayanan bir yapay diloluşturmaya çalışmıştı.

Modern linguistiğin temelleri bir anlamda dil hakkındarasyonalist varsayımlara tepki olarak kurulmuştur.Chomsky'nin çözmeye çalıştığı, sentaks üzerinde nasılçalışılacağıydı. Yani, sözcükler birtakım sonsuzdeğişimlere uğramadan nasıl birleşiyorlar ve tümceleroluşturuyorlar?

Amerikan linguistiğinin kurucularından Bloomfieldtanımsal ve taksonomik (soysal) bir yapı oluşturmuş,Chomsky'nin "sınırsız ve karmaşık bir orman" diyenitelendirdiği anlam (semantik) sorunundan uzakdurmayı öğütlemiştir. Chomsky sözcük ve cümlelerinparçalanması ve eşlenmesi kurallarını bulurken, dönüşümkurallarını doğrudan matematikten alıyordu. Chomsky'ninhocası Harris, matematikteki dönüşümlerin koordinatlarışekillere, çemberleri kürelere dönüştüren prosedürlerolduğunu söylüyordu. Chomsky'nin matematikten asıledindiği yeni kavram, genel leşt i rme vekuramsallaştırmaydı: Linguistler artık öyle kural vetanımlar bulmalılar ki, bunlar bir dildeki tüm olasıcümleleri oluşturabilmen, ama olmayacaklarıdışlamalıdır. Yalnızca böylesi bir üretici gramer, dilitutarlı yorumlamayı ve çözmeyi sağlayacaktır.

"Lingua franca 36

Page 39: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

linguafranca

Bu akıl ve dile ilişkin düşüncelerde korkunç bir kayıştı.Ayrıntılardan (indirgemecilikten) geriye, evrensel yasalarabir dönüş. Chomsky'e göre dil, birçok aklın değil, 'aklın'ürünüdür. İnsan olmanın temel bir öğesi dilyaratabilmesidir. "İçine bakarsan görürsün: sentaks aklaişlenmiştir."

Chomsky'in dildeki devrimi, birçok alanda varlığınıhissetirdi. Chomsky'nin dile ilişkin bulduğu mantıksal vetutarlı yapı üzerine yepyeni bir bilgisayar bilimi bilekuruldu.

Chomsky'nin üretici gramerine karşın, bilimciler sentaksıaşmak ve anlama, semantik'e girişmek istiyorlardı artık.Chomsky'nin öğrencilerinden Postal, Mc Cawey sentaksıderine, daha derine iterek, derin yapıları sanal olaraksemantik tanımlamadan ayırdedilemez duruma sokmakistediler. Neden sözcüklere çok daha temel parçalaraayrılmasın?

Leksikal çözümleme denilen bu yaklaşım Lakofftarafından, doktora tezinde önerilmiş (1965) veyaygınlaşmıştır. Şu tümceyi ele alalım:"Stalin, Troçki'yi öldürdü." Öldür sözcüğünü, üzerindesentaksın etkidiği ayrışamaz bir atom olarak ele almakyerine, Lakoff bu sözcüğü "yaşamına engel ol" şeklindemantıksal öğelere ayırıyor. Lakoff'un yaklaşımı velinguistik ile sembolik mantık birleştiriliyor:

"Basitlik ve genellik, birkaç atomik kategoriyi arar. Bukategoriler sembolik mantık kategorileri ile aynen çakışır.Sembolik mantık düşünce yasalarını yansıtır, düşünce isedilin altında yatan evrensel tabandır."

Anlamı bulmak yolundaki çalışmalar, Chomsky'nin ışığınagölge düşürmüştü. Ama anlam çalışmaları çıkmaza giriyor,Chomsky ise kaybettiklerini kazanıyordu. Chomsky'ninyeni modeliyse yıllar önce savunduğundan dramatikşekilde farklıdır. Bu tam bir paradigma kayması olaraknitelenmektedir. Yeni model, evrensel grameri, birbiriyleetkileşen basit kurallar dizisi olarak yorumlamaktadır.Sözcüklerin özellikleriye dilin tüm karmaşıklığı ortayaçıkar. Chomsky ileriye giderek, sözcüklerin temellerinindeneyimi öncüllediğini söyler. Örneğin "tırmanmak" diyorChomsky, "tırmanma deneyimi sahibi olmadan önce biledeneyimi yorumlamamızı sağlayan bir kavram oluşturur."

Bu tür ilkeler tüm dillerin temelini oluşturan evrenselgrameri oluştururlar. Dil, temel kavramlar ve gramatikilkelerle yapılmış anahtarların birbirleriyle bağlantısnabenzetiliyor. Bir konumdan diğerine deneyimle deviniyor.Çince, bir tür örüntüyü tetiklerken, İngilizce bir başkasınıkurgular. Ama kavramların ve sentaksın etkileşiminintemel kavramsal kurgusu tümüyle aynıdır.

Bir dili konuşan insan, akılda bir şekilde tanımlanmış veson olarak da beyinde fiziksel bir konfigürasyondabulunan, belli bir bilgi geliştirmiştir . Bu konularıirdelerken şu temel sorularla karşılaşılıyor:

-Bilginin sistemi nedir? İngilizce, Türkçe ya da İspanyolcakonuşan insanın aklında, beyninde ne vardır?-Bu bilgi sistemi akılda/beyinde nasıl ortaya çıkıyor?-Bu bilgi konuşmada (yâ da ikincil sistemlerde, yani yazıgibi) nasıl kullanılıyor?.-Bu bilgi sistemi ve bunu kullanmak için gerekli fizikseltemeller ve mekanizmalar nelerdir?

"Sınır, öyleyse, yalnızca dilin içinde çizilebilecektir, vesınırın ötesinde kalan da, düpedüz saçma olacaktır."

L. Wittgenstein, Tractatus

İlk soru, mantıksal olarak diğerlerinin öncülüdür.Yanıtlama yolu ise betimseldir: Bir gramer oluşturmayaçalışarak, bir dilin herbir linguistik tümceye nasıl düşünselanlamlar verdiğini biçim ve anlam açısından açıklayan birkuram bulmalıyız.

İkinci ve daha zor yöntem bizi aşkın bir yoruma taşıyor.Burada (insanın dil melekelerini doğuran, değişmez vedurağan ilkeleri ve bunlarla özdeşleşmiş kalıplarındeğişkenlerini tanımlayan) bir evrensel gramer kuramıoluşturarak işe başlamalıyız. Böylece, gerekliyerinekoymalarla değişik dilleri irdelemeyip, bu dillerdekitümcelerin anlam ve şekillerinin neden bunları içerdiğinievrensel gramer ilkeleriyle bulabiliriz.

İkinci soru, dil çalışmalarında ortaya çıkan Plato'nunsorununun özel bir durumudur. Evrensel gramer kuramınıoluşturduktan sonra değişkenlerin atanmasıyla bu sorunda çözülebilir.

Dil öğrenimi, o halde, evrensel gramerin belirsiz bıraktığıdeğişkenlerin atanması ve belirlenmesi sürecidir. Dilöğrenmek, gerçekte çocuğun yaptığı bir şey değildir.Gerekli beslenme ve çevre koşullarının sağlandığı, uygunbir ortama konulduğunda biyolojik olarakolgunlaşmasıyla birlikte ortaya çıkan bir olgudur. Çevreyapısı ve doğası evrensel gramer değişkenlerininatanmasını belirler, ortamın sağladığı uyaranlar, diğerfiziksel gelişim süreçlerinde olduğu gibi, ayrışmayıbelirler. Büyüme için sağlanan koşullar, gelişim sırasında,insan kapasitesini yokedebileceği gibi genişletebilir de.

Aslında bu nokta çok daha geneldir. Öğretim, şişeyi suyladoldurmaya değil de, çiçeğin kendiliğinden büyümesineözen gösterilmesine benzetilmelidir. Her iyi öğretmeninbileceği gibi, öğretim şekilleri ve kapsanan malzemeninmiktarı, doğal merak ve kendilerince öğrenmeyi uyarmabaşarısıyla karşılaştırıldığında, önemsizdir. Öğrencilerinedilgen katılımla öğrendikleri hemen unutulmaktadır.Öğrencilerin kendiliklerinden edindiği bilgiler, kendiheyecan ve ilgileriyle buldukları yalnızcaanımsanmayacak, düşünsel katılımlara, yaratımlara nedenolacaktır.

Üçüncü sorunun algısal ve üretimsel yönleri vardır. Yani,dil edinmiş bir insan, duyduklarıyla bilgilerini nasıltümleştirecek ve değerlendirecektir. Linguistik bir tümceyianlaması için akıl/beyin, bunun fonetik şeklini belirleyip,

37

Page 40: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

linguafranca

3.332 "Hiçbir tümce kendi üzerine bir şeysöyleyemez, çünkü tümce imi kendi kendisinin içinde

kapsanamaz."

4.. "Düşünce, anlamlı tümcedir"4.001 "Tümcelerin toplamı dildir."

4.002 "İnsan, her anlamın dilegetirilmesini sağlayandiller kurma yeteneğine sahiptir; her sözcüğün nasılve neyi imlediği konusunda hiçbir fikri olmaksızın.

Nasıl ki insan, tek tek seslerin nasıl çıkarıldığınıbilmeksizin, konuşur.

Gündelik dil, insan organizmasının bir parçasıdır veondan daha az karmaşık değildir.

Dilin mantığını dolaysız olarak çıkarmak, insan içinolanaksızdır.

Gündelik dilin anlaşılması için yapılan sessizdüzenlemeler, korkunç derecede karmaşıktır.

5.6. "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını imler."L.Wittgenstein, Tractatus

sözcükleri ayıklar ve evrensel gramer ilkelerini kullanarakdeğişkenler ataması yapar, ve bu ifadenin yapısaltanımlamasının izdüşümü ile parçalarının nasılilişkilendiğini belirler.

Dördüncü sorunun çözümü daha çok gelecektekiçalışmalarla belirlenecek. Bu tür problemlerin çözümündeinsan deneklerin kullanılması etik nedenlerledışlanmaktadır. Hayvanlar üzerinde uygulanabilenyöntemler, insanlar üzerinde kullanılamıyor ve bu nedenlearaştırmacılar doğal (daha doğrusu doğanın sunduğu)deneylerle yetiniyorlar: kazalar, hastalıklar vb. Çocuklarıönceden saptanmış ortamlarda yetiştirmemiz, bu ortamındeğişkenleriyle, edinilen dil arasındaki ilişkileri bulmamızolası değil. Beynin içinde olup biteni anlamak içinelektrotlar bağlamak beynin bir kısmınıçıkarmak/haraplamak yine engelleniyor ve bu koşullardabeyinsel mekanizmaları keşfetmek zor görünüyor.

Bir takım beyin işlevlerinde, örneğin görme süreçlerindeinsan ve hayvan beyinleri benzeşimleri gösterdiği içindeneysel çalışmalar olasıdır. Oysa, bildiğimiz kadarıyla, dilişlevleri özgün ve ayrık bir insanlık özelliğidir.

Akıl/beyin problemi ve bir takım düşünce süreçlerininnasıl oluştuğu, evrimsel ve felsefi açılardan bakıldığında,Descartes'in mekanistik dünya görüşünden başlayıp diğerkuramlarla da irdelendiğinde, yine de doyurucu bir yanıtelde etmek olası değildir.

İnsanın düşünsel işlevi ve yapısını irdeleyebilmek içinsayıların beyindeki yerini ele alalım. Çocukların sayılardizgesini edinme kapasiteleri olduğunu biliyoruz.Saymayı öğrenebiliyor ve ardından da sınırsızca türetimyapabiliyor, ardışık olarak sayabiliyorlar. Aritmetik işlem

tekniklerini de hemen kavrıyorlar. Eğer bir çocuksınırsızca toplama yapılabileceğini bilmiyorsa, bunu aslaöğrenemiyecektir. l,2,3,..n gibi bir sayı dizisiöğretildiğinde, bunun sonlu bir dizi olduğunuvarsayacaktır. Görülüyor ki bu kapasite, dil kapasitesindeolduğu gibi, zeki olmak dışında bir takım başka düşünselayrımlar gerektirmektedir. Bir ara, kuşlara ve sıçanlarasayma öğretilebileceği düşünülmüştü. Bu türçalışmalardaki bir yöntem, bir kuşa dört noktagösterildiğinde, kuşun dört numaralı kutudan yiyeceğialmasıdır. Bu iş hemen hemen yedi niceliğe kadargerçekleşerek, kuşların sayabildiği çıkarımını getirdi. Amadoğru bir çıkarım değildi. Sayılar dizgesinin en temelözelliği, sayı dizilerinin sonsuza kadar gidebilmesidir, herzaman bir artırılabilecektir dizi. Kuşların, çok fazla sayınoktasını eşleştirebilmesini sınırlayacak bir kapasitesiolabilir. Ama asıl sorun bu değildir. Sayma yeteneği, "aynışeylerin çoğunu" sayabilmekten farklıdır.

Sayma Melekesi Nasıl Gelişti?

"Beyin kabuğumuz (korteks) nasıl gelişti?"Mriganka Sur

"Doğal olarak."Pasco Rakic

Büyük olasılıkla sayma melekesi hep vardı, ve evrimselgelişimin bir aşamasında ortaya çıktı. Bu noktada şuiddiada bulunulabilir: sayma yeteneği, dil melekesinin birürünü olarak ortaya çıkmıştır. Dil melekesi, biyolojik(dirimbilimsel) anlamda özel bir yere sahiptir. Teknikterimlerle ifade edildiğinde, ayrık sonsuzluk (discreteinfinity) özelliği vardır. Basitçe ifade edildiğinde, hertümce sabit sayıda -bir, üç, sekiz, kırkaltı gibi- sözcükiçerir. İlkesel olarak bir tümcenin içereceği sözcüksayısının sınırı yoktur. Hayvanlar dünyası için bu aynıdeğildir. Maymunlar için sınır bellidir, diyelim ki kırk. Arıdilinde ise bu sınırsız olmakla birlikte, farklıdır.İşaretleşirken sınırsızca değişik tonlar üretebilir ve sınırıalgılama eşiği ile belirlenir, tonlar ise süreklilik içindedir.Kısacası, dil olarak tanımlanması doğru olmayan farklı birdizgeleri vardır.

İnsan dili tamamıyla farklı, hatta birik (unique) bir ayrıksonsuzluğa sahiptir. Aslında, insanın sayma melekesinininsan dilinden bir soyutlama olduğu söylenebilir. Dilinözel ayrıntı ve kalıplarını biryana bırakıp, ayrık sonsuzluközelliğini konımakla edinilmiş olmalıdır. Yine de geriyekalan sorun, insan dilinin kökleridir. Spekülatif olaraksöylenebilecek şeyler var. Uzak bir dönemde, insan, ayrıksonsuzluk kavramının doğmasına neden olan birmutasyon geçirmiş olabilir (Evrim süreçlerindeaçıklanması güç/olanaksız olan kavramların eskiZamanlarda yaşanan bir mutasyona dayandırılmasıoldukça yaygın bir kolayakaçıştır. Bunun benzer örneğim,insandaki şiddet ve savaşma dürtüsünü 'kayıp dönem'(missing link) denilen evrim döneminde Arapyarımadasında yaşadığı bir göktaşı ve radyasyon yağmunıardından geçirdiği mutasyona bağlarken görüyonız). Bu

38

Page 41: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

linguafranca

t

şimdilik bilinmeyen bir şekilde hücrelerin çalışmamekanizmalarının fiziksel özellikleriyle ilişkilendirilebilir.

Aslında en doğrusu, soruların çoğunun, şimdiki(belki de sonsuza dek) düşünsel yeteneklerimizi,aştığıdır...

Ulu ÇOMS'Kİ'nin Söyledikleri:

Aklımızın, işlerliğe kavuşmaları için belli şekilde etkili,uyarıcı ortamlara gereksinimi olan çok zengin melekelerivar. Çocuk yetiştirmenin iyi bir yöntemi, o halde, çocuğuuyaranlarla ve sevgiyle dolu bir ortamda tutup, doğalyeteneklerinin yeşermesini beklemektir. Bu melekeleröğretilemez. Gelişmesi için, tasarlandığı şekliyleişlemesine olanak sağlanabilir ancak.

Okullarda yapılanlarsa genellikle bunun tersidir. Okulsistemi uyumculuğu ve başeğmeyi öğreterek, çocuğundoğal yeteneklerinin gelişmesini baltalar. Ama inanıyorumki bunun çok iyi toplumsal gerekçeleri vardır.

Psikoloji ve dilbilim, insanlara ve öğretmenlere, yaniçocuklarla uğraşanlara, onlara nasıl davranılması ve nasıleğitilmesi gerektiği gibi sorulara yanıtları varmış izlenimiverip, büyük kötülükler yapmaktadır. Bilimciler tarafındangetirilen öneriler genellikle çılgıncadır, ve sorunlaryaratacaktır. Somut birçok örnekten birisi, Porto Riko'dabir toplantı sırasında hem linguistik anlatmam, hem deokullardaki dil eğitimi programlarını gözden geçirmemistenmişti. Porto Riko'da İspanyolca konuşu iviyor veİngilizce öğrenimi de zorunlu tutuluyordu. Her çocuk 12yıl okula zorunlu olarak gidiyor ve haftada beş günİngilizce öğretiliyordu. Mezun olduktan sonra İngilizce ikisözcüğü yanyana getiremezlerken, diyebilirim ki PortoRiko'da İngilizce konuşabileceğiniz insanlar yalnızcaokula gitmemiş yaşlılardı. Nedir bunun anlamı? Bir takımokul ziyaretlerimde, İngilizce'nin en son kural vekuramlarla öğretildiğini gördüm. Bu kuramlar (o yıllardaalışkanlık temelleri üzerine kurulmuş, davranışçı kurallar)o denli sıkıcıydı ki, üç dakikada uyku getiriyordu. Sınıftagördüğümüz şey ilgisiz ya da ders dışında şeylerleuğraşan öğrencilerdi.

Doğru olanı şudur: Öğretimin % 99'u öğrencilerin ilgisinikonuya çekmekle, geri kalan %1'i sizin yöntemlerinizleilgilidir. Bu yalnızca dil için değil, her konu için geçerlidir.Okullar ve üniversitelerden biliyoruz. Sınavları geçenekadar çalıştığımız dersler bir hafta sonra unutulur. Eğer birneden bulmuyorsanız, öğrenilen şeyer unutulmayamahkumdur. Eğer anlamlıysa, yöntem ne kadar kötü deolsa öğrenirsiniz. Bu durumda, üç yaşındaki Porto Riko'lubir çocuk İspanyolca'yı) öğrenecektir. Çünkü toplumsalçevresinde barınma gereksinimleri bunu zorlayacaktır.Oysa, aynı ortamda on yaşındaki bir çocuğun İngilizceöğrenmesi için gerekçesi yoktur. Hele kullandığımızbıktırıcı yöntemler, bunu hepten olanaksız kılacaktır.

Kısaca, sağduyunuzu kullanın ve bilimcilerin

söylediklerine pek kulak asmayın, eğer karşılaştığınızproblemlerin çözümü için kılgın (pratik) bir takımdeğerleri olduğunu hissetmiyorsanız. Ama bazengerçekten yararlı olabilirler.

Benim kendi araştırma yöntemlerime gelince, aslında biryöntemim yok. Tek araştırma yöntemim diyebileceğim,ciddi bir probleme sıkıca sarılmak, çözüm için tüm olasıyolları sürekli gözden geçirirken bunu çözmek/açıklamakiçin fikir üretmektir. Tamam, bu bir yöntem değil, yalnızcamakul ve sağduyulu olmak. Ama benim bildiğimkadarıyla da, herhangi bir problem, benim, sizin ya da birkuvantum kuramcısınınki de olsa, bu, bir problemleuğraşmanın tek yoludur. Bir takım alanlarda, örneğinpsikolojide insanlar araştırma yöntemleri geliştirmek içinönemli zaman ayırıyor, çalışmalar yapıyorlar. Başka bazıalanlarda, fizikte bu tür çalışmalar, yöntem araştırmalarıyoktur. Örneğin MİT fizik bölümünde deneysel yöntemdersleri diye bir şey yoktur. Oysa psikoloji bölümlerininçoğu yöntembilim derslerine büyük yer verir. Bundançıkarılabilecek dersleri siz düşünün artık.

Her organizma, ancak zengin ve uyarıcı bir çevrede doğalkapasitesini ortaya çıkarabilir. Yine öğretme tekniğini, birçiçeğin iyi büyümesine olanak sağlamak benzeşiminedönersek, su vermezseniz çiçek büyümeyecek/çiçekolamayacaktır. Çiçek olması gerektiğini sudanöğrenmiyor, ama ağaç olsaydı aynı suyu kullanarak ağaçolarak büyüyecekti. İnanıyorum ki aynı şey insangelişiminde de geçerlidir, dil ve düşüncenin gelişimiylebirlikte.

"Köklerinden aldığı suyun yeterliliğini ya da yetersizliğinibir ağaç ne kadar bilebilirse..."

Edip Cansever"Ölecek kadar bilebiliyor. Doğa felsefesi de bunu

kanıtlıyor."

Kaynakça:

1. Language&Problems of Knowledge, 1991 N. Chomsky2. Tractatus, L. Wittgenstein3. Figures of Speech, 1994 (The Sciences 34/1) D. Bereby4. Kök Türkler, 1987 S. Divitçioğlu5. Eski Türkçenin Grameri, 1988 A. von Gabain6. A Case of Syntactic Change..., 1980 E. Erguvanlı7. Embodiments of Mind, 1988 W.S. McCulloch8. Sıçanlarda Sayma, 1989 H. Bahçekapdı9. Sayılar Kümesinin Beyindeki İzdüşümü, 1992 A. Kurt10. Şiir Üstüne Söyleşi-BROY, 1985 E. Cansever11. Şiirle Düşünmek, 1985 A. Kurt

39

Page 42: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

-kimsesiz çığlık-

BALIK MEZARLARI

bayram keten

I.Bir insan kaç düş kurabilir.

Dün kimsenin beğenmediği eski defterleri karıştırdımilkokul harfleriyle yazdığım.Dökülen yapraklarını dallarına mandallarken ağaçlarınkurduğum bir düşe rastladımYalınayak ve kimsesizdi. Güzeldi.

Bir balon dünyadan uzaklaşıyordu.

II.Yüzüm artık hava kaçıran balondu, büzüşüyordu...Yanımdaki yolcu, belki aşktı, bilgeydi:'O düşüne geçmek istiyorsan, bir başka düşündebırak beni' diyorduAh hayalkırıklığıAh beyaz bir kumaşın emdiği kanBir insan kaç düş kurabilir...Ah, geç anladım bana ihanet edenlere neden kızamadığımı

Bunca düş ve bunca ihanet...Neden balık mezarlarında yaşıyorum.

İstanbul, 12 Mart 94

40

Page 43: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

puslu manzaralar

YARATICILIĞIN ŞİDDETİ

yelda karataş

"önce söz vardı". Sözden önce...Henüz suçun bilinmediği çağlarda... Duygular vardı. Ateşi getirenduygular... Isıtan, büyüten duygular...Onları kim yargılayabilirdi ki..Biri, birinin tenine değdi. Dokunmanın muhteşem bütünlüğü...Duydukları aşfaı. Kendini dünyadan koparmayan aşk..

Gözleri gökyüzünün sonsuz pırıltısını içtiğindeona söylemek istedi. O kendisinden ayn biri değildi...

Tanrıya ve kendine yabancılaşmayan insan.Ürettiğini kendinin parçası olarak yaşayan insan...Tek şey biliyordu: yaratıcılığın şiddeti...Bütün dünya kendine benziyordu. Ya da kendisi bütün dünyaya.Asla vahşi değildi... Dünyayı yokedecek ilk hareket kendiniyoksaymak olurdu...

İnsan olduğunun bilincinde olmayan insan...Hayatın öznesi olan insan...Duyguların ve yaratıcılığın şiddetinden utanmayı bilemezdi.

Taşı yontarken çıkan sesin güzelliği, varolduğunuduyumsatıyordu ona...

Duydumlarının derinliği dayanılmazdı.Aynı şiddette bir başkasına iletme isteği duydu..Tanrısal çığlığını gökyüzüne fırlattı.

Ve bütün insanlığın önünde diz çöktüğü sözü yaşadı.

İlk söz aşktı..

İlk ses şiir.

41

Page 44: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

gizli hazine

ATMACANIN BEKLEYİŞ ANI

kaan yazıcıoğlu

Sayın Hayalet Gemi Yazarları,

Ben bir emekli gemi kaptanıyım. İsminden müsemmaderginizi Kadıköy vapur iskelesinde gördüğüm gündenberi okuyorum. Geçen sayınızda okuyucu kuryesineayırdığınız bölüm çok hoşuma gitti, ben de bir anımıaktararak katkıda bulunayım dedim.

Belki neşretmezsiniz, ziyanı yok, mühim olan dergi ileokuyucaları arasındaki zihni münasebet değil midir? Yinebu münasebet değil midir, birbirini hiç görmemiş bizleri,birer hısım, hatta kardeş gibi birbirlerine yaklaştıran?Çünkü bu fikri münasebetler, birazdan anlatacağımvakanın da göstereceği gibi, bizi günlük hayatın yeknesakdüzeninden çıkarır, belki o hayat içinde farkedemediğimiznice büyük mesafeleri aşmamızı, nice entim duygulanaçığa çıkarmamızı sağlar. Bir an düşünün, kimbilir hersabah kapı önünden bir selamsız geçtiğimiz komşumuznasıl bir insandır? Sokakta bize yol soran çocuklar, nereyegitmektedirler, gözleri bir noktaya dikili kalmış trafik polisine düşünmektedir? Ben özellikle uzun deniz seyahetleriiçinde bu meselelere vakit ayırabilmiş, ve ancak çıkanlarınbileceği o uçsuz bucaksız denizin ortasında, kendi küçükdefterine birşeyler karalama şansı bulabilmiş bir kaptanım.

Derginizin erbabı bilir; derya, aslında içinde her an yenibirşeylerin hasıl olduğu, mamafih hiç değişmez gibigörünen ve daha asri ilimadamlarının bile keşfetmediğiayrı bir dünyadır. Onun bu sabit hali bazen denizcileribüyüler, denizler üzerine masallar anlatmaları, ve herçıktıkları limandan hatıralar almaları, hatıralar bırakmalarıişte bu büyünün denizciyi korkutmasından meydana gelir.Bence bir denizciyi sadece kara kendine getirir, ondansonrası denize çıkanın anlayabileceği birşeydir.

Bazı limanlarda kaptanın yanına verilen yolcular olurdu ozamanlar. Nakliyat şirketinin bir yolcusu, bir şirketintemsilcisi, ya da başka müstesna bir-sebeple bir yükgemisine binmek zorunda kalanlar. Çoğunluğuylatanışmadım bile bu yolcuların. Hem işimde disipliniseverim, hem de boş zamanlarımı hep küçük, kırmızı kaplıdefterime ayırmak istemişimdir.

Bunlardan biri, uzun, ince, sivri sakallı, uzaktanbakıldığında bir kaptana benzeyen bir adamdı. Güvertededolaşır, kendi tek kişilik kamarasında hazırladığı veüstünde buğular tüten birşeyler içerdi. Bir kaptan gibidenize dikerdi gözünü. Bir gün, hiç teklifsiz ben yazarkeniçeri daldı. Elini uzattı. Tanıştık, ve tanışmamızı müteakip

günler boyunca onun geniş kültürüne, müşahadeyeteneğine ye tabiata karşı merakına hayran oldumdiyebilirim. Özellikle o zamanlar (ve halen) çok sevdiğimbir feylesof olan Aristo hakkında sohbet ederdik. Banagittiği yüzlerce ülkenin örf ve adetlerini anlattı, ben de hiçalışkanlığım olmamasına rağmen ona mesleğimi,gördüğüm limanlan, tuhaf özelliklerini anlattım. Birgünberaber gözlerimizi dikmiş denize bakıyorduk ki, sankiyine aklımızdan aynı şey geçiyormuş gibi denizden sohbetettik. Görünüşün ne kadar aldatıcı olabileceğinisöyleyerek fikirlerime iştirak etti. Karada da böyle şeylerbulunabilirmiş. Aslında hareketin daha zor farkedilebilirbir şey olduğunu ekledikten sonra, artık sararmışsayfaların arasında torunlarıma okuduğum -şimdilik pekfaydalı olduğunu sanmıyorum, ama ilerki yaşamlarındaanımsayacaklardır muhakkak- atmacanın hikayesinianlattı. Onu o yolculuktan sonra bir daha hiç görmedim.Son kez köprüde elimi sıktı, ve "Kaptan", dedi, "insanlarınbazıları sadece anlatır, ve bu özelliklerinden ötürüanlattıkları kraldan daha çok anılırlar, siz ise krallardanbirisiniz."

Size bu hikayeyi evvela aranızda gençler vardır diyeyazıyorum, yoksa da, ve eğer neşrederseniz özellikle"Şiddet" limanına geldiğiniz şu günlerde tüm gençlereibret-i alem olacak bir hikayeyi nakletmek istedim. Ara sırabenim kırmızı kaplının silinmiş yerlerini, aynı torunlarımayaptığım gibi, konuyla ilgili ilgisiz küçük anekdotlar,küçük bilgilerle süsleyeyim dedim. Buralarda hemkaptanın çocukluk anılarını, hem de şaşılası birmahlükatın tuhaf özelliklerini müşahade ederseniz, lütfenhoşgörü ile karşılayın derim. Yine de, umarım bu satırlarderginizin gözleri hızlı, dimağı tezcanlı genç okuyucusuiçin mübalaaya kaçmaz. Binaenaleyh, dilimin eskiliğini degörmemezlikten gelirsiniz umarım, benim kırmızı kaplınınbazı kelimelerini torunum Mehmet'e söyleyip,öztürkçelerini yazdırdım, o da büyüyünce kaptan olacak,sizin de gözünüze takılan yerler varsa, siz de tashihedersiniz, olur biter.

Hakkaniyetle söylemek gerekirse, asıl kral oydu, amamadem ben hikayeyi ondan öğrendim, bu hikaye de onunimzasını taşıyacak, ve onun başından geçtiği haliylenakledilecektir, yani, benim yıllar evvel dinlediğim, sonrakısa sürede kırmızı kaplıya çiziktirdiğim gibi.

En Derin Hürmetlerimle,Ahmet Cemil YörenerNot: Bir kez hayalet gemiyi adamlarımla birlikte gördük,ama onu da başka bir sefere.

42

Page 45: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

gizli hazine

Atmacanın Bekleyiş Anı

Benim çocukluğum "Hayvanlar Alemi" gibiansiklopedilerin arasında geçti. Bunlarda apayrı bir dünyavardı; arslanların kükrediği, yılanların tısladığı, anların"yararlı işçiler" olarak hayranlık verici sosyalorganizasyonları içinde çalıştığı.

Şimdi bakıyorum da, bu ansiklopediler bir kenara dursun,çocukların dikkatini kendi uğraşları bile çekmiyor. Güngeçmiyor ki yeni bir elektronik oyuncak piyasayasürülmesin. Hem bizim çocukluğumuzun hayvanları dahabir başkaydı. Onlar daha çok hayal aleminin birerürünüydüler, hayvanat bahçelerinin güneşli günlerinde,tellerin ardında dokunulmazlıkları vardı.

Benim hayvanlarımın arasında bir tanesi var ki, tümyırtıcıların arasında en mağrur duranıydı. Kırmızı etparçalarını yediği kafesinin dışında, ilk defa bir köykahvesinde tanışacaktım onunla. Altı-yedi yaşlarındaydım,ve bakışları bir daha çıkmaksızın belleğime kazınacaktı.

Trakya köylülerinin kocaman sarı dişlerini göstererekgüldükleri bir yaz günüydü. Atmaca, ters oturulmuş tahtaiskemlelerini bir tanesinin sırtlığına tünemişti. Gümüş birhalka ile pençesine bağlı zincir, biraz aşağıya doğrusarktıktan sonra saç örgüsü gibi deri bir ipe geçiyor, o dayine deriden bir kolluğun altındaki halkayla birleşiyordu.Atmacanın dikkatli gözleri, arada bir onu övmekten başkabir işe yaramayan sahibi başını okşadığında aşağıya doğrueğiliyor, zaman zaman kapanır gibi oluyordu. Sahibi birara ipini mi kastı nedir, o hareketsiz gövde, o kadar adamınarasında kısa bir hareketle bir on santim kadar geri fırladı,meşin kolluğun üzerine kondu. İşte o an, o küçük kuşunnasıl bir avcı olduğunu hissettim. Belki bir avcı değil,başka birşeydi, ama bunu daha sonra öğrenecektim.Kahvedeki köylüler gülüştüler, o başını iki yana salladı,kanatlarını gerip, kapadı, sert gagasını kısa teleklerinarasına soktu, yanında bir köylü elini uzatacaktı ki, sahibionu uyardı, atmacanın gagası geri gitti, sonra yine düzeldi,benden yana çevirdi gözünü. Sohbetin sonuna doğruydu,ben büyük adamların arasından onu izliyordum, sahibikalkar gibi yaptı, o hemen kendini geri attı, pençelerinimeşine geçirdi. Benim dikkatimi farketmiş olacaklaraçıklamalarda bulundular bana; ne kadarı avcı mavrasıdırbilemem, ama sahibi daha önce avladığı bir kuşupençesine verdiğinde gagası ile tek tek tüyleriniyolduğunu gördüm. Mükemmel bir avcıymış, av zamanıonu meşin kolluğa bağlayan ip çözülür, kuşların peşi sırabırakılırmış, avı bittikten sonra da ufak tefek armağanlarverilir, sahibine kadar getirdiği kuş için fıstıklar, kuruüzümler alırmış. Bazılarının üretilmesi bile mümkünolmuş. Peki nereden geliyordu bu mükemmel avcılar?

Onu da daha sonra öğrenecektim. Özellikle denize yakınyerlerde, göç yolları üstüne kurulan ağlarla doğadankopartılıyorlarmış. Bu ağlara "üveyik" denilen yavru kuşlarkonulur, atmaca göçün verdiği yorgunlukla bu kolay ava

çullanınca ağ kapanırmış. Eğitimleri önce evde beslemeklebaşlar, sahibine geri geleceğine emin olunduktan sonradırki ilk kuş avlatılır, ama bu kuş hemen alınırmış elinden,yemeye başlamasın diye. İyi eğitilmiş atmacaların kuşlarıhemen getirdiği görüldüğü gibi, gidip dönmeyenlerine derastlanmış.

Bütün bunları duyduktan sonra atmacalar benim içindaha bir merak konusu oldu. Ava da çıktım, ama atmacagibi bir hayvan gördüm diyemem, o bir av köpeği değildi.Hayvanları bulmuyor veya sürüp avcıların önünegetirmiyordu. Kendisi avlıyordu. İnsana alışkın mıydı?Sanmam. Saldırdığını görmedim. Ama pençeleri ve usturakadar keskin gagası çıplak tene temas ettiğinde bileyaralayıcı olabiliyordu. Onlara güzel Türkçemizde atmacadenmesinin sebebini daha tecrübeli avcılardan öğrendim.Bu hayvanları kuşak kuşak yetiştirenler, atmacanınkalıtımdan gelen avlanma iç güdüsünü nasılmükemmelleştirdiğini kendi gözleriyle görmüşlerdi:Atmaca, yavruları uçabilecek hale geldiğinde yuvadanayrılıp bir kuş avlıyor, ama onu öldürmeyip sadece tekkanadını kırıyordu. Bu yaralı hayvanla metrelercehavalanıyor, ve yuvaya fazla uzak olmayan bir yerde onubırakıyordu. Tecrübesiz yavrularına düşen bu doğrudürüst uçamayan kuşun üstüne çullanmaktı; avcıların dadaha sonra bunu denediklerini, ama o kadar iyi sonuçalamadıklarını duydum. Doğada yetişenler her zamandaha iyi avcılar oluyordu.

Bunun gibi tesadüfler bana yıllar boyunca atmacayıöğretti. Onda bu kadar sonra beni hâlâ çeken şeyin neolduğunu bilmiyordum. Küçük bir köy kahvesindeki omağrur hali mi? Eğer öyleyse, insan belleği son dereceaçgözlü.

Göz gezdirdiğim bir uygarlık tarihi kitabında EskiYunanlıların da atmaca ile avlandıklarını okuyup,şaşırdım. Büyük ihtimal bu alışkanlık Romalılara dageçmişti, çünkü Sicilya Kralı II. Frederik'in atmacalar veatmaca avı üzerine bir kitabı var. Anadolu'da iseSelçuklularda, Osmanlılarda, okla avlanmanın yanı sıranezih bir soylu eğlencesi olarak devam etmiş bu gelenek.Orta Avrupa'da Charlemagne, Fransız krallarının hementümü, atmacaları çok sevmiş ve beslemiş. Bu kadar çokülkenin armasında kartal olması da başka nasılaçıklanabilir zaten? Bence onlar daha çok atmacalarabenzerler.

Mesleğim gereği dünyanın çeşitli ülkelerine yaptığımyolculuklarda, eğer bir şehrin hayvanat bahçesi varsa,yaptığım ilk iş gidip onları görmek olmuştur. En özenliuygulamalarda, doğal ortamlarına benzeyen, kayalıkların,bir kaç ağaç ve su birikintisinin dekoru tamamladığı çokbüyük ve üstü tellerle kapalı kafesler gördüm. Buralardarahat ama sanırım biraz sıkılmış bir halde duruyorlardı.Ayrıca sıcağı da pek sevmezler. Onlar için en iyi ortam,bana kalırsa Amerika'daki doğal park alanlarıydı. Bunlarhayvanlar yerine ziyaretçilerin belirli sınırlan aşamadığı,

43

Page 46: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

gizli hazine

hayvanların kendi doğal ortamları içinde, sadece parkbekçileri tarafından korunarak, serbestçe yaşayabildikleriyerlerdi. Bir dostumla girdiğim bu parklardan birinde,engin kırların ortasındaki küçücük bir arabanın içindenbu sarp kayalıkları seven kuşları göremediğimeüzülmüştüm. Amerikalı dostum bana kel Amerikankartallarını bile gösterebileceğini söyledi, fakat atmacalarınasıl bulabileceğimizi bilmiyordu. "Danışma"yabaşvurduk, genç bir çocuk bu konuda bana yardımedebileceğini ama yeterli malzemem olması gerektiğinisöyledi. Bunu bilmiyordum işte. Sonunda yeterli malzemededikleri botlar, sırt çantası ve bir sürü kamp ıvır zıvırınıalıp yola çıktık. Bunlar belli bir ücrete karşılık verilenhizmetlerdi. Bana eşlik eden doğa bilimleri öğrencisiçocuk, yine de onları bulmamızın garanti olmadığımsöylüyordu. Bazen birkaç gün de alabilirmiş. Bense onuhafifçe gülümseten bir şekilde bunun hiç önemliolmadığını atmacaların doğal ortamına bu kadaryaklaştıktan sonra bir ay boyunca arayabileceğimisöyledim.

Bir ay sürmedi, ama üç günlük kamp hayatı ve yürüyüştensonra onları neredeyse her tarafı yeşil çayırlar ve tek tekağaçlarla çevrilmiş bir sarp kayalığın içlerinde bulduk. Biriki yuva vardı. Daha yavrular gözükmüyordu. Bazençayırda bir uçurtmanınkisine benzer bir gölge bırakaraküstümüzde turlar atıyorlardı. Çoğunlukla da kayalıklarınen fazla kendilerinin sığacakları bir yamacında, güneşinaltında, saatlerce dikiliyorlardı. Ava gidiyor, gagalarındaavları ile dönüyorlardı. Ertesi gün rehberim dönmekgerektiğini söyleyince, ona bu kadar yolu atmacalarınnasıl avlandıklarını görmek için geldiğimi söyledim. Bunuancak biraz şansla olabileceğini, ama millerce bir araziyeyayılan av sahalarının herhangi bir yerinde bu avatesadüfen şahit olmanın zor olduğunu anlattı bana. Yinede kendisi okuldan öğrendiği kadarıyla birşeyler izahedebilir, hatta "gösterebilir" di bile. Razı olup onuseyrettim: Eline kauçuktan yapılmış küçük bir bumerangalarak göğe fırlattı. Bende elimde dürbün, gözümükestirmiş atmacaya bakıyordum. Yamaçtaki atmaca bir anbaşını çevirdi, sonra yine, mağrur havasıyla çevreyisüzmeye devam etti. Rehberim bana "iyi izle" dedi, veyuvanın biraz daha yanına gitti. Alıp bumerangı havayasavurdu, bumerang havalandı, nerdeyse yuvayı bile geçti,ve kavisini tamamlayıp rehberime doğru dönmeye başladı.Atmaca taş gibi kıpırtısız bekliyordu. Yinehavalanmayacak sandım. Bir bumerangla kuşuayırdedebilirdi. Ama dürbünü uzattığımda yerininbomboş olduğunu gördüm. Havalanmış bir nokta gibiyükseliyordu. Rehberim yerden yanına düşenbumerangını alarak "boşver" anlamında başını salladı.Atmaca birkaç saat sonra yuvasına geri döndü. Akşamrehberime başka bir yere gittiğini nasıl anladığını soruncabana uzun açıklamalar yaptı, yere eğriler çizdi. Herhaldeİngilizcemin de yetersizliğinden, bu akademik notlardanpek birşey anlamamıştım, ama bana sürekli tekrar ettiği"Bumerang'a doğru yöneldi" bahanesi kafamı daha dakarıştırıyordu. Rehberim o gece başka birşey demedi.Kamp ateşini filmlerdeki gibi kahvenin kalanıyla

söndürüp uyudu.

Ertesi sabah yakınımızdaki ağacın üstünde gördüm onu.Kendisine baktığımı farkedince, "sus" gibilerinden birşeyler yaptı, birden ağacı sallayıverdi, birsürü kuşun göğehavalandığını gördüm. Koşarak yanıma geldi, eliylekayalıkları gösterdi. Dürbünü bulamayacak kadar uykumahmuruydum, atmacanın havalandığını görmedim.

Öğleye kadar bumerang denemeleri ile geçti. Ona bir kezde bumeranga bir biftek sarıp atmayı teklif ettiysem degülüp geçti. Sabırlıydı. Zaten bifteğimiz de kalmamıştı. Ogün güneşin batmasına doğru ağzında bir çöpdüşünürken gördüm onu. Yanına gidip bu kadarınınyeterli olduğunu söyleyerek teşekkür edecektim ki,"rüzgarın yönü", dedi, "rüzgarın yönüne göre geliyorkuşlar, genelde güneye dönük beklemesinin sebebi bu.Bu mevsimde rüzgarın tersine gelmeleri beklenir, yazbitiyor". Ertesi gün yine deneyecektik. Ama daha öncegidip, yuvasının yakınına kadar çıkmamız gerekti.

Bizden on-onbeş metre yüksekte, akşam rüzgarınınarasında, telekleri titrerken gördüm onu. Uzaklardabirşeyler unutmuş gibi bir hali vardı. Günün sonışıklarında, sabahki gibi, belki gece avına hazırlanırken,olduğu yerde hareketsiz, kaskatı duruyordu. Rehberimbulunduğumuz yere biraz ekmek kırıntısı bıraktı.

Ertesi gün, birkaç mil kuzeye gittik. Burası beklediğiminaksine, yazları herhalde yarı-çöl bir yere dönüşen çorak biraraziydi, tek tük dikenli çalılar, kumla beraber yüzlerce milsürüklenmek için rüzgarın şiddetlenmesini bekliyorlardı.Oturduk, gözlerimizi uzaktaki kayalıklara dikipbeklemeye başladık. İkimiz de yorgun, sakallarımız birkarış uzamış, yanımıza aldığımız erzak hemen hementükenmişti. Biraz umutsuz, biraz bu kadarını bilegörebildiğim için sevinçliydim. Öğleden sonra, uykubastırmıştı, rehberim beni bilmem kaçıncı kez uyandırdı:Başımızın üstünden bir kuş sürüsü geçmiş. Göç mevsimiidi ve başımızın üstünden hemen her yarım saatte bir kuşsürüsü geçiyordu. Onların da bölük, pörçük, acele ilegidişlerini izledim, ne altlarında ne üstlerinde, ne depeşlerinde atmacaya benzer bir hayvan yoktu. Onlarıizlerken bir an gözüme güneş geldi, rehberimin dediğigibi, yuvaya doğru bakmanı gerektiğini hatırladım. Doğru,atmaca kalkmış, tek motorlu bir uçak gibi ağır ağır batıyadoğru uzaklaşıyordu. Başımı çevirip, yine uzanacaktım ki,rehberim neredeyse beni şiddetle omzumdan sarsıp,"bak", dedi: atmaca batıya doğru uçuşuna devam etti,kuşlar da üstümüzden geçip gittiler. Avcı kuş neredeysegökte bir nokta olmuştu ki, sanki havada asılı kaldığınısandım. Burada birkaç kanat çırptı, ardından belirsiz biryere doğru düşmeye başladı. Yerde bir av arıyordu belkide. Onun indiği yere doğru alçalan bakışlarım, ufukçizgisinin biraz üstünde, artık atmacanın altına gelmişolan kuş sürüsü ile karşılaştı. Müjdeli bir haber almış gibi,sevinçle dört bir yana dağıldılar. Geride, bizim biraz dahayakınımızda, onun bir kuşa yapışır gibi çarptığını gördüm.

44

Page 47: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

gizli hazine

Sanki kulağıma tok bir ses geldi. Yanımdaki gençöğrenciye baktım, bembeyaz, yorgun yüzünde, derskitaplarının ona anlatamayacağı birşeyi görmeninheyecan dolu ifadesi vardı. İkisi bir an sanki birleştiler;atmaca-kuş karışımı bir süre alçaldı, ancak sonra kısakanatlar havalandı, ağır bir güvenle kayalıklara doğruyolaldılar.

Atmaca'nın hedefe doğru kalkmasının nedeni onuşaşırtmak istemesinden kaynaklanırmış. Atmaca belli biryerde buluşacağı hedefi için bir hesap yapıp, güneşiarkasına alacağı kadar yükselir, oradan da o noktayadoğru pike yaparmış. Yuvadan kalktığı zaman atmacagenellikle avına 30 derecelik bir doğrultuda yolalmayabaşlarmış. Yani yuvadan kalktığında bütün bunlar hesaplıolduğundan, artık yeni bir kararı olmaz, sadece yerdeykenyaptığı hesabı uygularmış.

Sonra Atmaca'nın beni neden bu kadar etkilediğinianladım: o bir an içinde bu hesabı yapıyor, ve kusursuzölüm oyununu hiç düşünmeden havada yerinegetiriyordu. Rehberimin bana anlattığına göre, atmaca buhesabı avını gördüğü zaman yapar, ama eğer hesabıtutmaz, şu veya bu sebepten ilgisini kaybederse, başkayere bakar, başka hesaplar yaparmış. Böylece, "aslındaonun bütün avını durduğu yerde yaptığını söyleyebiliriz"demişti bana. Yavruların eğitimi de bu av biçiminegöreymiş. Kanadı kırık kuş düşerken, yavrular onunlabuluşacakları noktayı hesaplamak, buna göre yuvadançıkmak, ve pike yapmak alışkanlığını kazanırlarmış. Sonrabirşey daha ekledi rehberim: "Atmacanın, avınıgördüğünde bir bekleyiş anı vardır; avı, ancak kendinavigasyon hesabına göre gelmesi gereken en iyi yeregeldikten sonra hesabı geçerlilik kazanır ve planıuygulamak için artık ezberlediği uçuşuna başlar. Eğergelmezse, o avı iptal eder, başka yerlere bakar".

Amerika'dan yavaş yavaş uzaklaşan geminin içinde-bildiğiniz gibi, sevgili dostum- o muhteşem ve acımasızavı düşündüm. Ve bir önceki akşam onu kayalıklarıntepesinde gördüğümüz anı. Demek o anda atmacanın

gözleri, ufukta uçuşan, başka ülkelere göç eden kuşlararasında kendine göre hesaplar yapıyor, sonra bir tanesiniiptal edip bir başkasına, bir başkasına takılıyor, en iyiveriler birbirini tutmadıkça havalanmıyordu. Biz o akşamonu seyrederken havalanmıştı. Kafasının içinden incestratejiler, hesaplar geçiyor, ama bir türlü o "bekleyişanına" ulaşamıyordu. Zorlukla görebildiğimiz bir kuşunuçsuz bucaksız gökte onun ölüm hesaplarının tuttuğu birnoktaya gelmesini bir an bekledikten sonra, bizimyanımızda hayalansaydı? O bekleyişi de görmek istediğimidüşündüm. Zaman geçtikçe, çocukluk anılarınınçekiciliği mi, felsefe merakım mı bilinmez, o bekleyiş anıkafamı kurcalamaya başladı: Ama görseydim deanlayamayacaktım nasıl olsa. O da diğerleri gibi bir hesapanıydı, ve diğerlerinden tek farkı kuş havalandığı zamanortaya çıkıyordu. Onun keskin gözlerinin görüş alanınagiren bütün kuşlara ayrı ayrı yapılan bir hesap. O zaman,belki benim genç rehberimin hafif bir gülümseme ilekarşılayacağı bir sonuç çıkardım kendime: Atmacanınbekleyiş anı yok, atmaca her zaman bekliyor.

İşte, mahlükatın bir kısmı; kediler, atmacalar gibihayvanlar, sevgili Kaptan, ademoğlunda zihnin bir anlıktutulmasına sebebiyet verirler. Şimdi, küpeştenin altındauzanan uçsuz bucaksız denize bakıyorum, içimden size obekleyiş anı ile ilgili daha açıklayıcı birşeyler söylemekgeçiyor, ama böylesine bir bakış bile artık cesaretimikırıyor, aslında anlatılmaz birşeye nafile yöneldiğimihissediyorum. Kimler paylaşır derseniz bu garip halet-iruhiyyeyi? Kimler? Sizin gibi, ömrü tevazu içinde geçenuslu denizlerin kaptanları, istasyonların ve bitmektükenmek bilmeyen trenlerin memurları mı? Şu deryayabakıyorum, dalgaların arasında envai çeşit hayvanın resmibir görünüp bir kayboluyor, aralarından biri, o mai'den biranda tezahür etse... Korkuyorum, aklımdan geçenlerisavuşturup, ikinci kaptanı dinliyorum; Cebelitarık'agiriyoruz, dört derece kuzey, kuzey-doğu.

45

Page 48: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

deligömleği

VEJETERYAN KOMPLOSU

orhan selim

"27 Mayıs'ın ardında hiçbir yabancı gücün rolü yoktu;fakat bizde her olayın ardında bir komplo aramakmilli bir gelenek gibidir."

Böyle söylüyordu televizyondaki ihtilalci subay. Fakatdört tarafı düşmanlarla çevrili ülkemizin üzerineoynanan oyunları hepimiz biliyoruz. Komploteorileri oyunların maskesini düşüren biricikdüşünsel silahımız bence. Zaten her tür öğretinintemelinde de komplo teorileri yatar. Örneğin diniöğretiler bir başka açıdan okunduğunda, insanoğlunahazırlanmış sınav/ödül-ceza üçgenine oturtulmuş birkomplo teorisi karşımıza çıkar. Ya da daha mistikveya kimilerine göre felsefi bir açıdan bakıldığındadünya tanrının yazdığı bir roman olarak elealınabilir. Roman ise komplonun, kurgunun takendisidir. Üstelik bizim anladığımız anlamda birkomplodan çok daha derin, karmaşık ve çözülmesiimkansız bir komplo. Notre Dame de Paris'ninbaşdiyakozunun kaderi, Suç ve Ceza içine kıstırılmışRaskolnikov'un dramı, Tehlikeli Oyunlar'a kendinikaptıran Hikmet'in bu kurguya karşı zavallı çırpınışıbirer hazin komplo değildir de nedir?

Komploların önemi ve değeri sanırım artık hepinizinmalumu. Hayalet Gemi zaman zaman çok önemlikomplolara işaret ederek kültür hayatımızaazımsanmayacak katkılarda bulunmuştur. Bu katkılarabir yenisini de ben eklemeye çalışacağım:

Ispanak, pırasa, kereviz, enginar, bakla, lahana... Busebzeleri ne zaman düşünsek hafızamızda canlanankötü çocukluk anılarıdır. Bir çoklarımız için buböyledir en azından. Çünkü bu sebzeleri severek veisteyerek yiyen çocuklar dünya çocuk nüfusundaönemsiz bir ayrıntıdır sadece. Buna karşın sebzeyemeklerinin gelişmeye ve sağlığa yararlı olduğuiddiası, çocukların zorla, cebren ve hile ile buyemekleri yemeye zorlanmasına düşünsel bir temeloluşturmaktadır.

doğaya yakın bir varlıktır. İçgüdülerini nasıl kontroledeceğini, zevk almayı nasıl erteleyeceğini henüzbilmemektedir; yaşken eğilip, bükülüp, şekil verilecekolan o narin fidan henüz dipdiri ve asidir. Bueğitimin en önemli parçası beslenmedir kuşkusuz.Çeşitli şaklabanlıklarla bu iğrenç sebze yemekleriçocuğa yedirilmeye çalışılır. Komiklik para etmezsetehdit ve hatta dayak gündeme gelir.

Peki bu neden böyledir?

İlk bakışta saçma ve boş bir soru gibi gözüken bumesele aslında düşmanlarımızın bize oynadığıkorkunç bir oyunu günışığına çıkaracak olan çokönemli bir sorudur.

Sorunu çözebilmek için biraz basitleştirmeningerekli olduğuna inanıyorum:

Çocuk doğaya yetişkinden daha yakındır dedik, bubir. Çocuk sebze yemeyi reddeder dedik, bu iki. Ohalde çocuğun (ya da uygarlaştırılmamış insanın)içgüdüsel olarak sebzeye bir tepkisi vardır. Yani insanözünde etobur bir canlıdır, ve ona yakışan da budur.

İnsanın etobur olması (komplocular omnivor gibiuydurma bir kavramın arkasına saklanarak oyunlarınıkurarlar siz aldırmayın) biyolojik bir gerçektir.Sindirim sisteminin otoburlarınki ile hiç bir ilgisiyoktur. İşkembe, şirden , kırkbayır gibi ineklere özgümide bölümlemelerine (çok şükür) sahip değiliz.Tam tersine dişlerimizden barsaklarımıza kadar tambir etoburu andırmaktayız. Hatta uzak, ilkel otoburgünlerimizden kalma faydasız bir organ olan apandiszaman içinde körelmiş, tamamiyle işleviniyitirmiştir.

Peki o halde sebzeye yönelmemiz, et ürünlerindenuzak durmamız konusunda neden korkunç bir baskıortamı var?

Çocuk bir yetişkinle karşılaştırıldığında kültürden çok Et ürünlerini az yemenin daha iyi olacağını savunan

46

Page 49: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

deligömleği

biçare beslenme uzmanları ellerindeki batılıkaynaklara olan güven midelerinden gelen sesibastırdığı için kolestrol, damar sertliği gibibahanelerin arkasına saklanarak bu komplonunüstatlarının elinde bire oyuncağa dönmüşdurumdadırlar. Siz hiç gut hastalığına yakalanmışkaplan veya leopar duydunuz mu allahaşkına.Komplocular bilimdeki karışıklık ortamındanfaydalanarak hain emellerine ulaşacaklardı kimemleketim insanının gözünden hiç bir şeykaçmamış, anında maskeleri düşürülmüştür.

Bir de bunlara inanan insanlarımız var. Kendilerinevejeteryan diyen bu kandırılmış biçareler etürünlerini tamamen reddedip kendilerini sebze vemeyvaya vermektedirler. Bu insanlar üstelik aydın,okumuş kültürlü kesimlerin mensupları oldukları içinhalkımızın diğer kesimlerine ve özellikle deçocuklarımıza kötü örnek olmaktadırlar.

Başından beri bir komplodan, düşmanlarımızdan,emperyalistlerden sözedip duruyorum. Peki bunlarınamaçları nedir?

Amaçları çok basittir. Tüm avcıların yaptığı gibiavını kolayca yakalayabilmek için bir tuzak kurmaktır.

Doğaya baktığımızda tüm etoburların çevik, zeki veavcı, tüm otoburların da zihin özürlü ve avolduklarını görmekteyiz. Bu tabii ki bir tesadüf değil.Avcının daha zeki olması son derece doğaldır. Planyapması, planlarını uygulayabilmesi ve bunlar gibiüst düzey beceriler için belli bir beyin kapasitesigereklidir. Beynin gelişmesi de protein sentezinebağlıdır. Bu yüzden etoburlar başarılı olmuşlardır.

İnsanlar da et ürünleri ile beslendikleri sürece dahaakıllı, çevik ve başarılı olacaklardır. Zaman zamançeşitli yazarlarımız bu gerçeği hissetmiş, hattauyanlarda bulunmuşlardır. Fakat komployutamamiyle kavrayıp formüle etmek bendenize nasipolmuştur. Yaptığımız ise batılının bizim gibi ülkelereihraç ettiği vejetaryan düşünce modelini ayaklarıüzerine oturtmaktır.

Bu yabancı güç odakları gözlerine kestirdikleriulusları ve kültürleri kandırmak, kolay bir av halinegetirmek için hiç bir namussuzluktankaçınmamışlardır. Hatta bilimsel verileri tahrif edipbeş para etmeyen ıspanak adı altında topraktan çıkanbitkide demir minerali var iddiasıyla hiç yoktan birefsane yaratmışlardır. Hatta çocukları ve tabii ki iyiniyetli büyükleri kandırmak için Temel Reis gibi birçizgi kahraman bile üretmişlerdir. Fakat memleketiminsanı içgüdülerinin sesine uyarak ıspanağı kıyma ilepişirmiş bununla da yetinmeyip üzerine yumurtakırarak yemiştir, çocuklarına yedirmiştir. Ne mutlu kiçok geçmeden bazı namuslu bilimadamları gerçekverileri açıklayıp bu delisaçması efsaneye bir sonvermişlerdir.

İşte biz de bu makalede vejeteryan komplosunuaçıklayarak bir kez daha emperyalistlerin maskesinidüşürmüş olduk. Biz vazifemizi yaptık. Bundansonrası, et ürünlerinin daha fazla tüketilmesi içingerekli toplumsal düzenin kurulmasıdır. İşte o zamanav, avcı; avcı da av olacaktır.

hayalet gemi'nin sürekli yolcusuolmak istiyorsanız...

Türkiye İş Bankası, 1136 BEYLERBEYİ ŞUBESİSedef ERKMAN 1136 300 166348 hesabına 200 000 TL yatırıp makbuzu,

adınız/adresiniz/telefon numaranız ile birlikte aşağıdaki adresegöndermeniz yeterli olacaktır:

[email protected]

47

Page 50: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

HAYALET GEMİİki Aylık Dergi

Sayı 19 Temmuz 199440000 TL KDV Dahil

Sahibi

TEKNOFİLTeknoloji Tasarım Limited Şirketi adına

Adnan KURT

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Sedef ERKMAN

Yazı Kurulu

Sedef ERKMAN Murat GÜLSOYNazh ÖKTEN

Pınar TÜREN Halide VELİOĞLU

Katkıda Bulunanlar

Coşan BORA Çiğdem ÇALKILIÇ Ayşe DÜZKANHAZERFEN

Yelda KARATAŞ Bayram KETENErgun KOCABIYIK Q. KUTAY Meral MİNİÇHalil İbrahim ÖZCAN Yasemin SARIKAYA

Kaan YAZICIOĞLU

Kapak Tasarımı

Yalçın KARACA

Reklam ve Halkla İlişkiler Sorumlusu

Meriç EYÜBOĞLUSüsen GÜDEKMERDAN

Yazışma [email protected]

Gösterdikleri ilgiden dolayıSİGMA Ltd. Şti.'ne ve FAN Grafik'e

teşekkür ederiz...

Eğer Hayalet Gemi ileilişki kurmakistiyorsanız...

Herhangi bir evin loşodalarından birindegözlerinizi kapatın.

Ve karanlıkta bir koltuğakendinizi bırakıp,

geçmişi ve geleceğive

en önemlisi bugünüdüşünüp sorular sorun.

Sonrayaklaşmakta olanHayalet Gemi ' yi

düşleyin.

Ya dabize yazın.

48

Page 51: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye
Page 52: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz oKadın erkekten farklı olmasa "doğmamış ruhlar ... Erkek fare yalnız yetiştirildiğinde, gördüğü başka bir erkek fareye

1 9 9 4YAPI K R E D İ ' N İ N 50.YILI

YAPI KREDİK Ü L T Ü RM E R K E Z İ

Yapı Kredi'nin sanata ve kültüre verdiği önem, daimainsana öncelik tanıyan Yapı Kredi anlayışıyla, Yapı Kredikültürüyle, Yapı Kredi felsefesiyle bir bütün oluşturunÇağdaş bir kültür merkezi kimliğine sahip Yapı Kredi

Kültür Merkezi işte bu anlayışın eseridir

~ YAPI KREDİ VEDAT NEDiM TOR MÜZESiYapı Kredi'nin, zengin sikke, işleme, kumaş,

tombak, yazma, tespih koleksiyonları, Yapı KrediVedat Nedim Tor Müzesi'nde, sürekli sergilerle

sanatseverlere sunulmaktadır

~ YAPI KREDi SERMET ÇlFTER KÜTÜPHANESİYaklaşık 85.000 kitap, 2.000 elyazması ve süreli

yayınlarla araştırmacılara ve kitapseverlere hizmet verenYapı Kredi Sermet Çifter Kütüphanesi, Bir Usta, Bir Dünya

arşiv sergileriyle, sanat ve edebiyatımızın ünlüisimlerinin hayatına ve eserlerine ışık tutmaktadır

~ YAPI KREDi SANAT GALERİLERİYapı Kredi Kültür Merkezi'ne bağlı 5 sanat galerisinde,

klasik ve modern resmin temsilcilerinin eserlerisergilenmektedir

YAPI KREDİ KÜLTÜR MERKEZİ SALI TOPLANTILARIYapı Kredi Kültür Merkezi, ülkemizin önde gelen

kültün sanat ve bilim adamlarının katıldığı konferans,açık oturum ve sohbetlerde, izleyenlere canlı bir

tartışma ortamı sunmaktadır

Yapı Kredi, Yapı Kredi Kültür Merkezi etkinlikleriyle,sanatta ve kültürde de insanlara daima en yeniyi, en iyiyi,

en kaliteliyi sunmaya devam edecektin

Yapı Kredi Kültür Merkezi etkinliklerini isteyen herkes ücretsiz olarak izleyebilir

Yapı Kredi Kültür Merkezi istiklâl Caddesi 285 Beyoğlu 80050 istanbul