Upload
trinhbao
View
237
Download
7
Embed Size (px)
Citation preview
Ba yazı Sebahaddin ATE
MANEVÎ HAZ NE
Moral Treasure
Dua, bitmeyen manevî bir hazinedir. Bu hazineden istifade etmek gerekir.
Dua, lügatte ça ırmak mânâlarına gelir. Bundan ba ka, ibadet, yardım ve talep etmek ile mutlak talep anlamlarına da gelir. Di er bir yönü ile dua, kulun bütün ümitleri kırıldıktan sonra Allah (c.c)’a iltica ede-rek yalvarması ve onu tek yardımcı olarak tanıması demek oldu undan hakikî bir tevhid addedilerek, en iyi bir ibadet ekli sayılır.
Dua bir inancın ifadesidir. nsanları dinamikle tiren ve onları disipline eden, çalı ma azmi veren inanç-larıdır. nsanlar inançlarının kuvveti nispetinde huzura ererler. Ya adı ımız u asırda insano lu fen ve tek-nikte büyük mesafeler kat etmi , yeryüzüne sı mayarak feza yarı larına ba lamı tır. Fakat bu ilerlemeyi tek yönlü yaptı ından mânâdan uzakla mı , maddeyi ilahla tırmı tır. Bunun sonucu olarak da en medenî mil-letlerden en ilkel kavimlere kadar hepsinde ruhî bunalımlar artmakta, anar i ço almaktadır. Manevî duy-gulardan yoksun olarak kazanılan madde, insana saadet yerine felâket, huzur yerine ıstırap getirmektedir.
nsan sadece et ve kemikten ibaret de ildir. Bu et ve kemi i hareket ettiren ruhtur. Ruhun da gıdaya ih-tiyacı vardır. Ruhun gıdası ise manevîdir. Yüce Yaratan’a kar ı aczimizi itiraf ederek yaptı ımız dua ile ruh bedbinlikten kurtulur, manevî bir âleme dalar. Gönle ferahlık dolar. Bu huzur ve ferahlı a insano lu u za-manda ekmek ve sudan daha çok muhtaçtır. Büyük ehirlerin ba döndürücü gürültüsü, sıkıntısı, insanla-ra sinir buhranları geçirten anla mazlıklar, anar ik olaylar... te böyle bir ortam içerisinden sıyrılıp manevi bir âlemde ruhu seyrettirmek, Yaratıcı’ya kar ı olan kulluk görevlerini ifa etmek, O’na el açıp cânı gönül-den niyazda bulunmak büyük saadettir. Bilhassa zamanımızda manevî duyguları körükleyip, gönüllerde ka-rarmak üzere olan inanç me ’alesini alevlendirmeye büyük ihtiyaç vardır. Zira manevî duyguların sönmeye ba ladı ı an cemiyetler asaletini yitirir, ıstıraplar artar. Bunun acı manzarası gözlerimiz önündedir.
Sonuç olarak duanın kabul olması için, insan dua için bütün zamanlarını de erlendirmeli. Sadece dar za-manlarında Allah’ını hatırlaması anlamsızdır. Duanın ruha etkisi çoktur. Dua, psikolojik mânâda bir bo al-madır. nsan huzur ve ruhî sıkıntılarından dua sayesinde kurtulur.
Dua, sahibine manevî huzur ve sükûn verir. Duasız imanımız âdeta hareketsiz kalır. Böylece de ruhumuz felce u rar. Allah (c.c) ile olan irtibatımız da duasızlık yüzünden kesilir.
Bir kudsî hadiste öyle buyrulmaktadır: “Nasıl kul efendisiyle, o ul babasıyla, dost dostu ile görü ürse,insan da dua vasıtasıyla Allah ile irtibat peyda eder.”
Bu vesileyle, 17 Mart 2006 tarihinde Hakk’a yürüyen dergimizin kurucusu, Ahmet emsettin Ate Beye-fendiyi dualarla, rahmet ve minnetle anıyoruz…
Pray is an endless moral treasure and in order to take advantage of this treasure it is necessary to have knowled-ge about it. Pray means “to call”. Besides, it has other meanings such as; worship, to ask for help and absolute request. Pray is the expression of faith. It is their faith which energises, disiplines and gives determination to the human being to work. Pray lets us have peace and morally freshen up. It spiritually heals the soul and without pray we lose our spi-ritual contact with Allah.
Let’s fi nish our words with the meaning of a sacred hadith “How the servant talks to his master, the son to his fat-her, and the friend to his friend, so the man talks to Allah by means of prayer.”
Hereby, we would like to commemorate the founder of our journal, Mr. Ahmet emsettin Ate , who passed away in March, 17, 2006, with gratitude and blessings
SOMUNCU BABA / AYLIK L M - KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nınYayın Organıdır
KurucusuA. emsettin ATE
Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803
YIL: 16 SAYI: 113 Mart 2010 Basım Tarihi: 01 Mart 2010
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına
mtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniSebahaddin ATE
Yazı leri MüdürüHulûsi YAYLA
Yayın Editörü Musa TEKTA
KapakAyasofya Gravürü
YapımARTWORKS
www.artworks-tr.com
Genel Sanat Yönetmenilhan SOYLU
Sanat Yönetmenienol GÜRSOY
TashihAli YILMAZ - Vedat Ali TOK - Yusuf HALICI
Ar ivMuharrem AKIN
AboneBekir Sıtkı CANPOLAT
ReklamYusuf YILMAZ
Basım-Yayım-Da ıtım-PazarlamaV SAN ktisadi letmesi
Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA
Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79www.somuncubaba.net - [email protected]
Da ıtımKültür Dergi Da ıtım
CTP - Kalıp ÇıkıBizim Repro: (312) 341 10 20
Baskı & ÜretimKozan Ofset
Büyük Sanayi 1. Cadde Arpacıo lu 2 hanı 95/11 skitler / ANKARA Tel: (312) 384 20 03
Tek Sayı : 7 TL - Kurum Abone : 120 TL1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 70 TL
Avrupa 1 Yıllık Abone : 72 EUROAvrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO
Avrupa Harici Yurtdı ı Abone : 102 USDPosta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068
Ziraat Bankası (Darende ubesi): 26798480-5001IBAN – TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01
Vakıf Bank (Darende ubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111
Gönderileri abone adına yatırılması germektedir.
DUA:ALLAH LED YALOG
Ali AKPINAR
Dua, Rab ile kul arasında kurulan bir nevi canlı ba lantıdır. Aracısız olarak kulun rabbine içini dökü ü, sızlanı ı, yakarı ı ve nazlanı ıdır.
06
ÇANAKKALE’N NADSIZKAHRAMANLARI
smail ÇOLAK
Milletimizi Çanakkale’ye gömmeye azmeden Haçlıların son kalıntılarına kar ı Osmanlı’nınböylesi bir hayat memat sava ında dâhi insanlık ve merhametin doruklarındadola ması hayret edilecek bir vaziyettir.
48
113
Dergisi Hediyesi...
M A R T 2 0 1 0Fiyat : 7 TLAYLIK L M KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
Ahmet emsettinAte A abey2806 Dua: Allah ile
Diyalog
BAHAR VE STANBUL - Ekrem KAFTAN (11)
DERD- HAK LE YAN EY GÖNÜL - Abdülmecit SLAMO LU (12)
EL-ÂH R - Ramazan ALTINTA (16)
KOCA SEY T - Fazıl Ahmet BAHADIR (19)
SI INAK - Kadir ÖZKÖSE (20)
PEYGAMBER M Z (S.A.V) ve A LE - Mehmet Zeki AYDIN (24)
KUTSAL ÇA RI - Ahmet Süreyya DURNA (39)
MAR FETULLAH - Metin ÖZDEM R (40)
ALLAH D YOR... - Rıfat ARAZ (43)
DUA VE TEDÂV - Abdullah KAHRAMAN (44)
DUÂ - Bekir O UZBA ARAN (47)
B R KUR’ÂN HATTATI M. FAHREDD N B LG Ç- Fatih ERKOÇO LU (52)
ADANA 0 322 457 66 54ALANYA 0 242 518 26 18AMASYA 0 533 681 33 82ANKARA 0 312 324 40 75 ANTALYA 0 530 328 82 86BARTIN 0 378 227 30 64BOLU 0 374 217 42 02BURSA 0 532 766 92 56ÇAYCUMA 0 372 615 19 21ELB STAN 0 344 415 01 88G.ANTEP 0342 321 43 34GEREDE 0 530 512 33 10GÖLCÜK 0 216 344 45 30 SKENDERUN 0 326 615 73 56STANBUL 0 216 472 08 92
ZM R 0 232 435 90 91K.MARA 0 544 690 45 67KARABÜK 0 370 418 28 90KAYSER 0 352 336 03 29KONYA 0 332 233 38 74MALATYA 0 533 331 88 13MERS N 0 324 336 31 09OSMAN YE 0 328 846 2139SAKARYA 0 264 339 2365SAMSUN 0 362 238 79 79S VAS 0 346 222 08 46TOKAT 0 356 212 24 63TURHAL 0 356 275 86 00TÜRKEL 0 368 671 24 50ZONGULDAK 0 372 253 24 74
AHMETEMSETT N
ATE A ABEY
HAL DB. VEL D (R.A)
Musa TEKTA
Gönül ehliydi. Sevdi inigönülden sever, ama açı a vurmazdı. Onun her eyi sevdi i dostları ve
arkada larıydı.
28 34
NAK -IKADEM-PEYGAMBERÎ
SEVG N NGÜCÜ
Resul KESENCEL
Nak -ı Kadem-i erifPeygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in mübarek ayak izleridir.
Raziye SA LAM
Babaannesi her zaman en sıkıntılızamanlarında n irah suresini okumasını söylerdi. Efe bir üst kata doktorun odasına çıkana kadar, bu sureyi kaç kez okudu unu kendisi de bilmiyordu.
58 78
TOPLUMSAL GEL M VE K TAP OKUMA -M. lyas SUBA I (56)
ÂM R B. EBÎ VAKKÂS - Bünyamin ERUL (62)
KIRK HAD S (63)
EKRANLARDAK D NÎ TARTI MALAR - Enbiya YILDIRIM (64)
NSAN OLMAK - Vedat Ali TOK (68)
K TAPLIK (70)
BURSA VEL LER - Yusuf HALICI (71)
YALANDAN N YAZ OLMAZ - Cemil GÜLSEREN (74)
NE GÜZEL - Hızır rfan ÖNDER (77)
ÖNEML OLAN ADAM OLMAK - Ali ÖZKANLI (82)
BES N H JYEN - Aydın AD LO LU (84)
HAVUÇ - ifalı Bitkiler (86)
ZEYT NYA LI ISPANAK KÖKÜ YEME - Mesude SARI (87)
Ahmet YILDIRIM
Hz. Peygamber (s.a.v)’in seyfullah (Allah’ın kılıcı)unvanını verdi i, hakkında‘ne güzel kul’ diye buyurdu ume hur kumandan sahabî...
Mart 20104
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)
Otuzdördüncü Hutbe
eyh Hâmid-i Veli Minberinden
Hutbeler
5
Muhterem Cemâat-i Müslimîn!
nsanlar birbirinin yardımıyla geçinirler. Fa-
kat bütün insanların kuvvet ve kudretlerinin bir
haddi vardır ki, onlar bu haddin fevkine çıka-
mazlar. Meselâ çiftçilik âlemînde lâzım olan alet
ve edevâtı muhtelif san’at erbâbı vücûda getire-
rek çiftçiye yardımda bulunurlar. Çiftçi de onla-
ra ekmek tedârik eder. Fakat ya mur ya maya-
cak olursa ya mur ya dırmaya ne çiftçinin ve ne
de çiftçiye yardım eden san’at erbâbının kudreti
yetmez. Bu husûsta cümlesi ve cümlemiz âciziz.
Burada hepimiz Rezzâk-ı âlem olan Rabbü’l-
âlemînin kudret ve kuvvetine muhtâcız. Burada
aczimiz kendini gösterir. Hiç birimizin bir kat-
re ya mur ya dırmak kuvvetine mâlik olmadı ı-
mız meydâna çıkar. Allâh (c.c)’a ilticâ etmekten
ba ka çâremiz kalmaz. “Bana duâ edin ben sizin
duâlarınızı kabûl edeyim.” (2/Bakara, 186.) bu-
yuran Rabbü’l-âlemînin önünde e ilir, onun mer-
hametine ilticâ eyleriz. O va’d-i ilâhîsi mûcibince
duâlarımızı kabûl buyurur ve rahmet kapıları-
nı açar. Darda kalmı olan kullara ondan ba ka
merhamet edecek bir kuvvet sâhibi olmadı ından
onun merhameti imdâdımıza yeti ir.
Kur’ân-ı Kerîm’de Hûd Peygamber’den hikâye
buyruldu u vechile, bu Peygamber ümmetine
Allâh (c.c)’tan ma fi ret talep edin ve günahlardan
tevbe kılın. O gökten bol bol ya mur ya dırır ve
kuvvetinize kuvvetler ilâve eyler, demi . Ve Nûh
Peygamber de, «Rabbinizden günahlarınızın afv
edilmesini isteyin. O günahları afv edicidir. Size
ya muru bol bol ya dırır.» diye nasîhat eylemi
idiler ki, bu iki Peygamberin ikisi de ya mur ya -
dırılmasını, bunların tevbe ve isti fâr eylemele-
rine râbıta etmi bulunuyorlar. Bunun içindir ki
kullar, Allâh (c.c)’tan rahmet istiyorlarsa günah-
larına tevbe ve isti fâr etmeli, dargınlar barı ma-
lı, iyilikler yapılmalı, oruçlar tutulmalı, birbirimi-
ze tevâzu’ ile, hilm ve efkatle muâmele etmeliyiz.
Kibir ve azamet satan tavırları ve a ır libâslar
giymeyi bırakarak tevâzu’ ve ha yet içinde, Allâh
(c.c)’ın lütuf ve keremini afv ve ma fi retini is-
temeliyiz. Yâ Rabbe’l-âlemîn diyerek Rabbu’l-
âlemîn hazretlerinden kabûlünü dilemeliyiz:
Azîz Karde ler!
te bu hutbemizde edece imiz duânın Türk-
çesi udur:
“Hamd Rahman ve Rahim olan ve kıyâmet gü-
nünün Mâlik ve Hâkimi bulunan Allâhu Teâlâ’ya
mahsûstur. Allâh (c.c)’tan ba ka hiç bir ma’bûd
yoktur. Yalnız O’dur. Diledi ini i ler.
Yâ Allah! Allah Sen’sin, zengin olan Sen.
Hakîkî ma’bûddan ba ka hiç bir ilâh yoktur. Biz-
ler fakirleriz. Bize ya mur gönder ve bizim için
indirece in ya muru hakkımızda kuvvet ve hay-
ra vâsıl olmaya sebep kıl.
Yâ Allah! Nihâyeti hayırlı olan, faydalı olup za-
rarlı olmayan bol ya murları acele ya dır.
Yâ Allah! Kullarını ve behâimini, hayvancıkları-
nı suvar ve rahmetini yay ve ölü olan beldeleri dirilt.
Yâ Allah! Bize ya mur ver ve ümidimizi
bo a çıkarma. Yâ Allah ! bâd ve bilâdın ve sâir
mahlûkâtın öyle bir açlı a, öyle bir yoksullu a,
öyle bir darlı a giriftar etme ! Hâlimizi Sen’den
ba kasına arz edmeyiz. Sen’den ba kasına derdi-
mizi dökmeyiz.
Yâ Allah! Mezrûâtımızı bitir ve hayvanlarımı-
za süt ver. Bizi gö ün bereketlerinden suvar ve
yerin bereketlerinden bize bitkiler bitir.
Yâ Allah! Bizden sıkıntı ve acılı ı ve üzerimiz-
de bulunan ve Sen’den ba ka kimsenin def ede-
meyece i belayı def eyle.
Ya Allâh! Biz Sen’den ma fi ret talep ederiz.
Çünkü ma fi ret edici sensin. Bize bol bol ya mur-
lar ver.”
“...Bana duâ edince, duâ edenin duâsına cevâb veririm...”
(2/Bakara, 186.)
lim ve HayatAli AKPINAR*
DUA: ALLAH LE
D YALOGMart 20106
7
Dua, kulun
Rabbine ça -
rısı, O’na ya-
karması, O’nunla konu ması,
O’na içini dökmesi, O’nu yardı-
ma ça ırması, O’ndan yardım
dilemesi, O’na muhtaç oldu u-
nun itirafı, O’nun eri ilmez güç
ve kudret sahibi oldu unun bi-
lincinde olmanın ifadesi; O’nun
her eye yetece inin teslimidir.
Dua, aracısız olarak Yüce Al-
lah ile ileti im kurmak, O’nunla
söyle mektir.
Dua, Rab ile kul arasında ku-
rulan bir nevi canlı ba lantıdır.
Aracısız olarak kulun rabbine
içini dökü ü, sızlanı ı, yakarı ı
ve nazlanı ıdır. Dua Rabbe ça -
rıdır, ya da Rabbi yardıma ça -
rıdır. Dua kullu un en kestirme
yoludur. Rabbena (=Rabbimiz),
Allahhümme (=Allah’ım) sözle-
riyle ba layan dua, kulun Rabbi
ile diyalogudur. Kulun Rabbi-
ni hatırlamasıdır, O’nu zikridir.
Bunun için dualara ezkâr (=zi-
kirler) denmi tir.
Zikir, fi kir, ükür, tesbîh,
tehlîl, tenzîl, tahmîd, senâ, tev-
be, isti far, istiâze, istiâne;
evet, bütün bunlar dua man-
zumesini olu turan dizeler-
dir. Kısaca dua, kulun sı ına ı-
dır. Canlı cansız her ey Rabbi
tesbîh ederken, yaratılmı ların
en erefl isi insanların bunlar-
sız olması dü ünülemez. Zaten
Müslüman olan olmayan hiçbir
insan bunlarsız yapamaz. Bir
insanın bir eyi yapmak isteme-
mesi sebebiyle savsaklamasını
ifade etmek üzere söylenen bir
atasözü aksini söylese de i le-
rin ‘ n aallah ve Ma âallah’ ile
olaca ını Kitabımız söyler. Her
insanın sıkı tı ında yardım is-
tedi i, sı ındı ı, içini döktü-
ü, te ekkür etti i bir merci,
bir kapı vardır. te slâm dini,
koydu u dua ölçüleriyle kulla-
ra bu konuda en do ru kapıyı,
mercii göstermi tir. Ne var ki,
bugün pek çok ki i slâm’ın, bu
Kur’ân-sünnet kaynaklı duala-
rından habersiz oldu undan,
bid’at-hurâfe ve irk kokusu ta-
ıyan dualara sı ınmaktadır.
Ya da insanlar ö rendikleri dua
cümlelerini anlamadan, bilinç-
sizce tekrar edip durmaktadır-
lar. Bugün dua eden pek çok
insanda ‘dua bilinci’ eksikli i
göze çarpmaktadır.
Duanın dua olması, kul ile
Rabbi arasındaki bu canlı ba -
lantının sa lıklı kurulabilmesi
için, bir takım artlara ihtiyaç
vardır. Her eyden önce ha-
ramdan, gafl etten, mâsivâdan
(=Allah dı ı eylerden) arınmı
bir gönül ve dilin adamı olma-
lıdır; içtenlikle istemesini bil-
meli; ellerini açtı ından çok
gönlünü açmalı. Sonuç alınca-
ya dek istemeli, ısrarlı ve ka-
rarlı olmalı. Ba kalarını aradan
çıkararak duada irkten sakın-
malı. Sadece O’ndan isteme-
li, ama O’ndan istedi inin far-
kında olmalı ve yüzü tutmalı
O’ndan istemeye. Bunun için
de Yüce Rabbimiz ile arayı bo-
zacak, arayı açacak her ey-
den kaçınmalı. Duadan önce
de sonra da, dua okurken de
zâhirî-bâtinî (=dı -iç, kalıp-
kalp) açısından kulluk konu-
munu korumaya çalı malı.
Kısaca dinî uur yo unlu u içe-
risinde dua etmelidir.
Bütün bunların gerçekle -
mesi ise, ancak ne dedi ini bi-
lerek yapılacak dualarla müm-
kündür. imdiye kadar dua ile
pek barı mamı ız. Ya da dua,
sıkı tı ımızda aklımıza gel-
mi sadece. Oysa sevinç-keder,
sa lık-hastalık, bolluk-darlık
her ânımızı ku atmalıydı dua.
Her yerde ve her zaman dua-
lı olmalıydık. Biz her ân ve her
yerde O’nunsak, O’nun kuluy-
sak, O’nunla irtibatımız sürme-
liydi hep. Ama öyle olmamı .
Ne dedi imizi bilmeden yapa
gelmi iz duayı. Gafl et, günah ve
isyan sarho lu u ile yaptı ımız
duaların önüne, zulümlerimiz,
densizliklerimiz engel olmu ve
o kutlu ba lantının gerçekle -
mesi muhal olmu . Bunun so-
nucunda dualı olması gereken
a ızların yerini küfürbaz, gıy-
betli, dedikodulu, yalanlı a ız-
lar almı .
Duanın HayatıKu atması
nsanın dünyaya açılan pen-
ceresi olan dili, susmaktan çok
konu maya yatkındır. Zira in-
sanın en önemli temel özelli-
idir konu kan olması. slâm,
dilin hayır ve hakta kullanılma-
sı üzerinde ısrarla durmu tur.
Hatta bir hadiste “iki dudak
arasını haram sözlerden ko-
ruyana, cennet garantisi” va’d
edilmi tir. Gereksiz bo konu -
maktansa susmak tavsiye edil-
mi ısrarla ve bu, Allah ve ahi-
ret imanına endekslenmi tir.
Dua ile ilgili Kur’ân’da pek
çok âyet yer alır. Bu âyetlerde
Yüce Rabbimiz, biz kullarından
dua etmemizi istemekte, bize ve
dualarımıza de er vermektedir.
Bu âyetlerden bir kaçı öyledir:
“Kullarım sana Ben’den
sorduklarında, gerçekten Ben
çok yakınım. Bana dua etti-
i zaman, dua edenin ça rısı-
na cevap veririm.”1 Âyette Yüce
Rabbimiz, ‘kullarım’ diyerek
bizlere de er vermi , bize sahip
çıkmı ve bizi dua etmeye tah-
rik etmi tir.
“Bana dua edin, kabul ede-
yim. Çünkü bana ibadeti bı-
rakıp büyüklük taslayanlar
a a ılanarak cehenneme gire-
ceklerdir.”2
Peygamberimiz de öyle bu-
yurur:
“Bir mü’min, günah olma-
yan bir biçimde ve akrabalık
ba larını kesmeden Allah’tan
bir ey isterse ya o istedi ini
hemen ona verir. Ya onun se-
vabını âhirete saklar. Ya da
ondan bir kötülü ü savar.”3
Dilin hayır söylemeye alı tı-
rılması, lüzumsuz konu malar-
dan korunması için, Hz. Pey-
gamber (s.a.v) günlük hayatta
her insanın kar ı kar ıya kaldı-
ı hal ve hareketleri fırsat bil-
mi tir. O, yatarken-kalkarken,
tuvalete girip çıkarken, aynaya
bakarken, giyinip-ku anırken,
sabah-ak am, evde-sofrada,
çar ıda-pazarda kısaca her yer-
de, her fırsatta zikretmi , fi k-
retmi , okudu u dualarla Rab-
bi ile ba lantısını yinelemi ve
bu konuda bize en güzel kulluk
ve dua örnekleri sunmu tur.
O’nun okudu u dua ve zikir-
ler, okudu u yer ve zamanlarla
kar ıla tırıldı ında derin hik-
met ve anlamlarla dolu oldu u
görülür. O, her davranı ve her
olayı dua için bir fırsat olarak
de erlendirirken, okudu u bu
dualarıyla o davranı ve olay-
ları yorumlamı tır âdetâ. Yapı-
lan davranı ın kim için, niçin ve
nasıl yapılması gerekti ini; kar-
ıla ılan olaylar kar ısında in-
sanın nasıl durması gerekti ini
ortaya koymu tur. Kısaca kar ı-
la tı ı her olayı Yüce Allah’ı ha-
tırlama ve O’na yakarma fırsatı
olarak gören a zı dualı bir Pey-
gamberimiz var.
O’nun hikmetli duaların-
dan habersiz a ızların sövüp-
sayma, bo ve anlamsız konu -
ma, yalan-gıybet-dedikodu gibi
günah virüsleriyle kirletildi ine
ahit olmaktayız bugün.
te dilimizi bu kirler-
den arındırmak, getirdikle-
ri kelime-i tevhîdin, kelime-i
ahâdetin do rultusunda güzel-
likle donatma adına Peygambe-
rimizin günlük hayatta okudu-
u bizim de okumamız gereken
dualara dilimizi alı tırmamız
gerekir.
Dua Atmosferi
Dua her zaman yapılabilen
bir ibadettir. Ama onu en an-
lamlı hale getirmek ve ondan
en iyi sonucu alabilmek için gö-
zetilmesi gereken bazı zaman-
lar ve yerler vardır.
Duada öne çıkan zaman-
lar be vakit namazdan sonra,
ezanla namaz arası, secde anı,
Cuma günü, iftar ve sahur za-
manları, gece kalkı ları, seher
vakitleri, bayram geceleri diye
sürer gider.
Duada öne çıkan mekânlar
ise Kâbe’yi görünce ve onun ya-
nında, Arafat, cihad meydan-
ları, mabedler ve di er ibadet
edilen yerler, sessiz sakin yerler
diye sayılabilir.
Dua edilen yerin maddî ve
mânevî kirlerden arınmı ol-
ması da önemlidir. Gerçi in-
sanların günah i ledikleri yer
ve zamanlarda bulunma duru-
munda, oralarda dua yapmak
da anlamlıdır. Zira hadiste “Fit-
ne zamanlarında ibadet, bana
hicret gibidir.”4 buyrulmu tur.
Dua, sadece darlık ve sıkın-
tılı zamanlarda hatırlanan bir
ibadete dönü memelidir. Ni-
tekim Peygamberimiz (s.a.v)
“Kim, Allah’ın zor zamanlarda
duasını kabul etmesini isterse,
bolluk zamanlarda duayı çok-
ça yapsın.”5 buyurarak darlık-
ta oldu u gibi bollukta da çok-
ça dua yapılmasını istemi tir.
Dünyada O’nu Rabbimiz bilme-
liyiz ki, yarın kıyametin zor za-
manlarında da O, bizi tanısın,
elimizden tutsun, bize rahmet
etsin. Tabiûnun büyük imam-
larından Hasan Basrî, unları
söyler: “Yarın kıyametin o zor
anlarında darda kalan kul, ‘Ya
Rabbi, Ya Rabbi’ diye feryat
etmeye ba lar. Buna kar ılık
Yüce Allah, ‘Sen kimsin, seninle
nereden tanı ıyoruz? Do rusu
Ben ancak, dünya hayatında
Beni tanıyanları bugün tanı-
Mart 20108
9
rım, onların yardımına ko a-
rım!’ diye cevap verecektir.”6
Öte yandan hadislerde, “ana
babanın evladına yapaca ı
duaların, mazlumların, misa-
fi rlerin,7 bir de Müslümanın
gıyabında Müslüman karde i
için yapaca ı duaların8 mak-
bul dualar oldu u bildirilmi -
tir. Bu fırsatlar da iyi de erlen-
dirilmelidir.
Dua atmosferini iyi seç-
me konusunda Hz. Zekeri-
ya (a.s)’nın u örnek davranı ı
son derece anlamlıdır. Zekeriyâ
Peygamber, ilerleyen ya ı-
na ra men çocuk sahibi ola-
mamı ve kendisini ye eni Hz.
Meryem’in hâmîli ine adamı -
tı. Zekeriyâ (a.s), annesi ta-
rafından mabede adanan Hz.
Meryem’in yanına sık sık gelir
ve onunla ilgilenirdi. Bir defa-
sında, mabette hücresinde du-
ran Hz. Meryem’in yanında bazı
mevsim normallerinin ötesinde
yiyecekler gördü. “Bunlar sana
nereden geldi ey Meryem?”
diye sordu. Meryem, “Bunlar
Allah katındandır, zira O, di-
ledi i kullarını hesapsız rızık-
landırandır.” diye cevap verin-
ce, Hz. Zekeriyâ (a.s), oracıkta
ve o anda Rabbine yöneldi, eli-
ni ve gönlünü açarak O’na öyle
yalvardı: “Rabbim, bana katın-
dan temiz bir zürriyet lütfey-
le, üphesiz sen duaları i iten-
sin!” Onun bu duasının hemen
ardından melekler gelerek ona
Yahya adlı bir çocu unun ola-
ca ını müjdelemi lerdir.9 Ço-
cuk sahibi olmaktan ümidini
kesmi olan Hz. Zekeriyâ (a.s),
Yüce Allah’ın olmazları oldur-
du unu Hz. Meryem’e olan ik-
ramlarında bir kez daha görün-
ce, ümitle Rabbine dua etmi ve
O’ndan kendisine çocuk ihsan
etmesini istemi , Yüce Allah da
onun bu duasını kabul e mi tir.
Dua, kalbî ve fi zikî temizlik
ve tevâzu içerisinde yapılmalı-
dır. çtenlikle, kabulüne inana-
rak, kimden istendi inin, kimin
huzurunda bulunuldu unun
bilincinde olunmalıdır.
Duada Duru
Duada gönülle birlikte,
Yüce Yaratana el açmak, bo-
yun bükmek, kıbleye yönel-
mek, secdeye kapanmak, göz-
ya ı dökmek, a lamaklı olmak
da önemlidir.
Duada içtenlik çok önem-
lidir. Tıpkı bir çocuk safi ye-
ti içerisinde Yüce Allah’tan
istenmelidir. Bir babanın ço-
cuklarına cennetin güzellik-
lerini anlattı ı bir gün, henüz
dört ya larında olan bir çocuk,
”Baba, haydi öyleyse cenne-
te gidelim.” der. Babası, “Önce
ölece iz, dirilece iz, sonra
cennete gidece iz.” deyince
çocuk, “O halde haydi ölelim!”
deyiverir. te içtenlik ve sa-
mimiyetle inanı !
“Kullarım sana Ben’den
sorduklarında, gerçekten Ben çok
yakınım. Bana dua etti i zaman,
dua edenin ça rısına cevap veririm.”1
Âyette Yüce Rabbimiz, ‘kullarım’
diyerek bizlere de er vermi , bize
sahip çıkmı ve bizi dua etmeye
tahrik etmi tir.”
Kabul edilece ine, duanın
asla bo a gitmeyece ine ina-
narak ve duanın sonucunda
ise acele etmeyerek dua etmeli.
“Olursa Hak’kın rahmetinden-
dir, olmazsa gizli hikmetin-
dendir.” bilinciyle dua etmeli.
Duada eller semâya, yücele-
re açılmalı. Ama ellerle beraber
gönüller de açılmalı, yücele-
re ve yüceliklere. Duanın so-
nunda “Âmîn” (Duamızı kabul
eyle) demek de duanın mührü.
Elleri yüze sürmek ise, dua be-
reketini yüzümüzden ba laya-
rak bütün bedenimizle bulu -
turmaktır.
Duayı ve onun kabulünü
hak etmek için dua ön hazır-
lıkları iyi yapılmalıdır. Bunun
için günahlardan uzak durma
ve i lenen günahlardan tevbe
son derece önemlidir. Zira i -
lenen günahlar, Rab ile kulun
duası arasına gerilen engeller-
dir. Öncelikleri onların temiz-
lenmesi gerekir. Gönül, zihin,
beden ve dil duaya konsantre
olmalıdır.
çtenlikle yapılan duala-
rın bo a gitmeyece inin far-
kında olmak gerekir. Nitekim
Peygamberimiz (s.a.v), “Ben
dua ettim, ama kabul edilme-
di” demeyi yasaklıyor ve yapı-
lan duaların asla bo a gitmeye-
ce ini açıklıyor. Yapılan dualar
sayesinde ya dilekler hemen
yerine gelir, ya o dualar bir
kaza-balâya kar ı durur, ya da
ahirette onun mükâfatı verilir.
Ama en önemlisi, dua etmek-
le kul, Rabbine muhtaç oldu-
unu bir kez daha itiraf etmi
olur. Bu da bir çe it kulluk iti-
rafı olup kula de er kazandırır.
Bu yüzden hadiste, “ üphesiz
Yüce Allah, duada ısrar eden-
leri sever.”10 buyrularak duada
Yüce Rabbe nazlanmayı tavsi-
ye etmi tir. O halde kul, yalnız-
ca O’ndan istemeli, devamlı ve
tekrar tekrar istemeli ve çokça
istemelidir. Nitekim Peygam-
berimiz (s.a.v) “Siz Allah’a dua
etti inizde Firdevs cennetini
isteyin. Çünkü o, cennetin en
yüce yeridir.”11 buyurmu tur.
Duada stemeyiBilmek
Duada ne istedi ini ve na-
sıl istenece ini bilmek gerekir.
Anlamsız, gereksiz ve imkânsız
eyleri istemekten sakınılmalı-
dır. Dualarda herkes için hep
hayır istenmelidir. Kötü dua
olan ‘Beddualardan’ mümkün
mertebe sakınılmalıdır. Bunun
için Kur’ân ve sünnetteki dua
örneklerinden yararlanılmalı.
Duada olmasını istedi i e-
yin, kul olarak gereklerini yap-
tıktan sonra dua etmelidir.
Yani duayı hak etmeli önce.
Duada bencil olmama-
lı. Kendimiz, yakın çevremiz,
bütün Müslümanlar ve hat-
ta bütün insanlar için güzel
eyler istemeliyiz. Hem dün-
ya, hem âhiret güzellikleri is-
temeliyiz.
Duada yapmacık ve zorla-
ma deyi lerden uzak olmalıyız.
Dualarımız besmele, ham-
dele ve salvele ile ba lamalı.
Kitabımız, bize tarihî ah-
siyetlerin evrensel duaları-
nı sunarak, a zı dualı Pey-
gamberimiz (s.a.v), her olayı
ve her davranı ı bir dua fırsa-
tı olarak de erlendirerek biz-
lere en güzel dua örneklerini
sunmu lardır. Bu yüzden hem
Kur’ân’daki, hem de hadisler-
deki dua örnekleri bizim için
çok önemli ve anlamlıdır. Bu
dua cümleleri, son derece özlü
ve anlamlı oldukları için bun-
ları orijinal kalıplarıyla oku-
mak gerekir. Bu, hem o güzel
insanları yâd etmek, hem de
onların kabul olunmu duala-
rından yararlanmaktır. Ama
anlayarak, hikmetini kavraya-
rak tabii ki...12
Kur’ân ve sünnetteki dua
kalıpları, Yüce Allah’tan nele-
rin istenece i ve nasıl istenece-
i konusunda fi kir veren özlü
ifadelerdir. Elbette bunlar-
dan yararlanılmalıdır. Burada
önemli olan, duanın alı kanlık
haline getirilip, bilinçsizce söy-
lenmemesidir. Kul olarak ya-
pılması gerekenleri yaptıktan
sonra, dualı a ızlarla olmazları
olduran Yüce Rabbimizden is-
temeye devam edelim öyleyse.
* Prof. Dr.
1 2/Bakara, 186.2 40/Gâfir, 60.3 Münzirî, et-Ter îb ve’t-Terhîb, III, 138-139.4 Münzirî, et-Ter îb ve’t-Terhîb, V, 87. (Müslim, Tir-
mîzî, bn Mace)5 Münzirî, a.g.e., III, 138. (Tirmizî)6 Hakîm et-Tirmîzî, es-Salâh ve Makâsıduhâ, s, 34.7 Münzirî, , a.g.e., III, 153 (Tirmizî)8 Müslim, Dua 86-88.9 Bkz. 37Âlu Imrân, 37-38.10 Aclûnî, Ke fü’l-Hafâ, I, 287.11 bn Kesîr, Tefsîr, I, 404.12 Bu konuda örnek bir çalı ma için bkz. Ali Akpınar,
Peygamber Duaları, Konya, 2009.8 39/ Zümer, 53.
Dipnot
Mart 201010
BAHAR VE STANBUL
Irmakların altında ba ka ırmaklar akar Pervane olur gökler bir kerre görmek için Bu ehre dalga dalga nice bayraklar akar Uçu ur kubbelerden bir zerre görmek için
Erguvanlar sabırsız ve laleler ma rurdurSümbüller mütebessim, menek eler yorgundur Gül her zaman taptaze ve daima vakurdur Gönüller yârden önce stanbul’a vurgundur
Kucaklayıp nice gül güler Süleymaniye Abdest alan kulların gözya ı kubbe olur Nasib olmaz elbette böyle a k her faniye O küçük türbesinde Sinan’ım habbe olur
Bırak biraz a lasın ba ını e ip yere Kaç asır kan damlatan muhtedi Ayasofya ahiddir Sultanahmed ondaki bu kedere
Cennet Gül’ü Fatih’in mabedi Ayasofya
Ekrem KAFTAN
11
DERD- HAK LE YAN
EY GÖNÜLMart 201012
Hulûsi Kalb’den Abdülmecit SLAMO LU*
13
Dünya insano lunun imtihan
edilmek üzere gönderildi i
oyun ve e lenceden ibâret geçici
bir durak; âhiret ise dünyada iken yaptıklarımıza
kar ılık ebedî olarak kalaca ımız cennet veya ce-
hennem yurdudur. Akl-ı selîm sahibi her insanın
bu noktada yapması gereken, madde ile mânâ,
rûh ile beden, dünya ile âhiret arasındaki dengeyi
kurmak ve seçimini iyiden, güzelden yana kullan-
maktır. Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’deki pek
çok âyette bu husus vurgulanmı ; tercihini dün-
yadan veya âhiretten yana yapanların durumla-
rı kar ıla tırılarak Müslümanlar bu konuda uya-
rılmı tır. es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi (k.s.)
de, yedi beyitten olu an “olagör” redifl i gazelin-
de, dünyada ya anılan acı ve mutlulukların geçi-
cili ini dile getirmi ; ebedî ve asl olanın ise âhiret
oldu unu belirtmi tir.
Ey gönül hâk idi aslın sen yine hâk olagör
Derd-i Hak ile yanuban cümleden pâk olagör
“Ey gönül senin aslın topraktır; o hâlde yine
toprak (gibi) ol. Cenâb-ı Hakk’a duydu un a k ile
yanarak bütün kötülüklerden temizlen.”
Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi bu ilk beyit-
te kendi ahsında bütün insanlı a seslenir. Bura-
da insano lunun aslının topraktan yaratılmı ol-
du una dikkat çekilmekte, aslı ve men ei toprak
olan insanın bu özelli ini kaybetmemesi gerekti-
i vurgulanmaktadır. Topra ın en önemli özelli-
i üphesiz tevâzûudur. nsan, fıtratında bulunan
bu sıfatı kaybetmemeli, özüne sâhip çıkarak yeri-
ni bilmeli ve mütevâzi olmalıdır. E ref-i mahlûkât
olmanın yolu buradan geçmektedir: “Mütevâzi
olanı rahmet-i Rahmân büyütür.”
Topra ın bir ba ka özelli i de gökten ya an
her eyi; ya mur, kar, dolu demeden itirazsız ka-
bul etmesidir. Bu münâsebetle Âdemo lu da, ya-
ratıcısından gelen emirleri tam bir teslimiyet içe-
risinde kabul etmelidir. Beytin ikinci mısraında
ise Yüce Allah’ın rızası dı ındaki her eyi bir ke-
nara bırakarak O’nun a kı ile yanıp tutu mak ge-
rekti i; temizlenmenin, arınmanın tek yolunun
bu oldu u belirtilir.
Beytin hatırlattı ı ba ka bir husus da “Ölme-
den önce ölünüz.”1 hadîsidir. Her insan için mu-
kadder olan ölüm isteyelim ya da istemeyelim,
bizi bulacaktır. O hâlde öldükten sonra toprak ol-
ması kaçınılmaz olan insan, ölmeden/toprak ol-
madan önce topra ın; yani özünün vasıfl arına
bürünmelidir.
Bu beyitte anlam bakımından aralarında ilgi
bulunan kelimeleri bir arada kullanma sanatı
olan “tenâsüb”e yer verildi ini görüyoruz. Böyle-
ce “hâk” ve “pâk” kelimeleri birlikte kullanılarak
topra ın ba ka bir özelli i olan temizleyicilik vas-
fına da atıf yapılmaktadır.
Sana cân u dil verüben ismini Âdem kodu
Nefsini katl eyleyüben kurb-ı “levlâk” olagör
“Yüce Allah sana beden ve gönül vererek adını
Âdem koydu. Nefsini öldürerek ‘levlâk’ hitâbına
mazhar olana yakla .”
Topraktan yaratılan insan yapı itibariyle be-
den ve rûhtan meydana gelen bir canlıdır.2 Yüce
Allah’ın ilâhî hitabına mazhar olan insanın kendi-
sine yüklenen sorumlulu un gereklerini hakkıyla
yerine getirebilmesi ise rûh-beden dengesini ku-
rabilmesine ba lıdır. Hakîkate, ahlâka, güzele ay-
kırı eylere dur diyebilen, nefsinin dizginlerini
ele alabilen insan bu zorlu yolculu u ba arıyla ta-
mamlamı , görevini hakkıyla yerine getirmi de-
mektir. Bu me akkatli yolda Müslüman’ın yolunu
aydınlatacak, ona iyiyi ve güzeli bizzat ya ayarak
gösterecek olan ise beyitte zikri geçen ve “levlâk”3
hitabına mazhar olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir.
Allah’ı sevmek ve sonuçta O’nun sevgisini kazan-
mak, Hz. Peygamber’e yakın olmakla, ona uy-
makla mümkün olmaktadır: “(Resûlüm!) De ki:
E er Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah
da sizi sevsin…”4
ugl-ı dünyâdan arıt içini hîç çekme elem
Nâr-ı a k ile tutu up sînesi çâk olagör
“Dünyaya ait i leri gönlünden çıkar at ve bun-
lar için üzülme artık. A k ate iyle yanıp tutu an
yaralı bir gönle sâhip ol.”
Sonsuzluk âleminden dünyaya gelen insano -
lu geldi i yere kar ı büyük bir hasret, kar ı konu-
lamaz bir özlem içerisindedir. Mükemmelden ge-
len, rûhunun derinliklerinde buna dâir nüveleri
barındıran insanın, fânî dünyada tam bir mut-
luluk ve huzur bulamayı ı da üphesiz bu sebep-
ledir. Tam olmayan, eksik ve kusurlu olan, son-
lu olan eyler, sonsuzluk diyârından bu dünyaya
gelmi Âdemo lunu tatmin edememekte; dahası
ona elem ve ızdıraplar vermektedir. O hâlde ya-
pılması gereken bu dünyaya ait olanla me gul ol-
mamak, onlarla oyalanmayı bırakmaktır. Mut-
lak sükûn ve huzura kavu mak ancak a k ate iyle
yanmı yaralı bir gönülle olacaktır.
Sabr edip Hak’dan gelen cümle belâya râzı ol
Dostdan ihsândır deyüben ehl-i idrâk olagör
“Cenâb-ı Hak’tan gelen her türlü belâya sabr
ederek rızâ göster ve bütün bunların “Dost”tan
gelen lütufl ar oldu unu söyleyerek bunu anla-
yanlardan ol.”
Bu dünya; imtihân dünyasıdır. mtihân ise
belâyı, me akkati, sıkıntıyı beraberinde getiriyor
üphesiz. Kimin iyiyi ve güzeli; kimin kötüyü ve
çirkin olanı seçece inin belirlenece i bu süreç sı-
kıntılı bir süreçtir. Müslüman’a dü en ise ba ına
gelecek olanlara sabretmek; bunlara rızâ göste-
rerek imtihânı ba arıyla tamamlamaya çalı mak
olmalıdır. uur sâhibi her insanın bu noktada
en büyük tesellîsi ise, kendisine ah damarından
daha yakın olan Allah’ın onu her an görüp gözet-
ti i ve hiçbir zaman tek ba ına bırakmayaca ına
olan inancıdır. Yüce yaratıcıya îmân eden herkes,
Hâkimler hâkiminin hiç kimseye zulmetmeyece-
ini bilir. Ve yine bilir ki “Allah mü’minlerin dos-
tudur.”5 Dosttan gelenin ise ba göz üstünde yeri
vardır. Sultanların sultanına kavu mak isteyen
ki i için bunlar birer ihsândır; bu u urda nelere
katlanılsa azdır:
Miskîn Yûnus sabr eylegil bu dünyânun zahmetine
Dürlü cefâya katlanur sen sultâna iren ki i6
Kendini mir’ât kıl tâ kim tecellî ede Hak
Kendin idrâk eyleyenler ile derd-nâk olagör
“Kendini öyle bir ayna haline getir ki onda
Hak tecellî etsin. Varlı ının uuruna ermi in-
sanların dertleriyle dertlen.”
Tasavvufta, cansız maddelerden bitkiler, hay-
vanlar ve insanlara de in bütün varlıklar Yüce
Allah’ın isim ve sıfatlarını yansıtan aynalardır.
Ancak Cenâb-ı Hakk’ın esmâ, sıfât ve zâtıyla
varlıklarda tecellî etmesi (ortaya çıkması, zâhir
olması), yaratılmı ların kabiliyet ve imkânları
ölçüsünde gerçekle mektedir. Bu nedenledir ki
yere gö e sı mayan ancak mü’min kulunun kal-
bine sı an Yüce Allah için saf bir gönül, temiz
bir kalbe sâhip olmak gerekmektedir. Paslanmı
bir aynadan güzellikleri yansıtması bekleneme-
yece i gibi, günahlarla kararmı bir gönle de,
Yüce Mevlâ’nın kemâl ve cemâliyle tecellî etme-
si beklenemeyecektir. Nitekim bu gerçe i me -
hur mutasavvıfl ardan emseddîn Sivâsî Hazret-
leri de öyle dile getirmi tir:
Sür çıkar agyârı dilden tâ tecellî ide Hak
Pâdi âh konmaz saraya hâne ma’mûr olma-
dan
Âyînesini sâf tutabilenler, sadece nefsini bi-
lenler ve varlı ının bilincine erenlerdir. Kendi-
ni bilen Rabbini bilecek7, bu vasıftaki insanlarla
oturup kalkan, dertleriyle dertlenenler de, so-
nunda onların hâlleriyle hâllenecektir.
Mart 201014
15
Ölmeden ön ölmek olsun dâim arzun ey gönül
Nefs ü eytânın elinden çe m-i nem-nâk olagör
“Ey gönül ölmeden önce ölmeyi arzula dâimâ.
Nefi s ve eytanın yaptıkları ve sana yaptırdıkları
yüzünden gözlerin hep ya la dolsun.”
Her insanın mutlaka tadaca ı ölüm, bizi de ya-
kalayıp canımızı almadan önce, henüz ha-
yattayken ve henüz i i ten geçmemi ken
ömür muhâsebemizi yapmamız gerekir.
Dünyanın geçici, âhiretin ise ebedî oldu u-
nu bilen her insan, ölmeden önce nefsinin
yularını eline alabilmeli; kötü arzu ve istek-
lerini öldürebilmelidir. Burada bahsedilen
ölüm elbette bedene ait bir ölüm de ildir.
Benli in/nefsin, insan onur ve erefi yle ör-
tü meyen, ters dü en arzularına kar ı, bi-
linç boyutunda öldürülmesidir söz konusu olan.
Böylece gerçek ve sonsuz bir uyanıklık, bir uur
hâli yakalanmı olacaktır. Hevâ ve hevesin em-
rettiklerine bu dünyada iken hayır diyebilen in-
san ölmeden önce ölmü olan insandır. Ölmeden
önce ölen de zaten sonsuzlu a eri mi , gerçek ve
ebedî huzur ve mutlulu a kavu mu demektir.
Misâfi rhâne hükmündeki bu dünyada bize
gerçek amacımızı ve görevimizi unutturan, haya-
ta geli imizdeki hikmetlerin önüne kalın perde-
ler çekerek hakîkati görmemizi engelleyen nefi s
ve eytana kar ı da çok dikkatli olmamız gerekir.
Bir an gafl ete dü erek hevâ ve hevesine yenik dü-
en mü’min, vakit kaybetmeden nedâmet gözya -
ları dökmeli, yaptıklarından dolayı pi man olarak
bir daha yapmayaca ına dâir Gaffâru’z-zünûb/
günahları ba ı layıcı olan Allah’a tevbe etmelidir.
Ey Hatîbo lu Hulûsî bezl-i cân et dostuna
Gülme fânîde anın derdiyle gam-nâk olagör
“Ey Hatîbo lu Hulûsî (gerçek) dost (olan Al-
lah) u runa cânını fedâ et. Bu fânî dünyada gül-
meyi bırak da (O) sevgilinin derdiyle hüzünlen.”
Dost yoluna, sevgili u runa ki inin varı-
nı yo unu, her eyin ötesinde cânını fedâ etme-
si, harcamasıdır “bezl-i cân” etmek. Aslında ken-
disine emânet olarak verilmi olanın sâhibine
iâdesinden ba ka bir ey de de ildir bu. Muta-
savvıfl ar biri vefât etti inde “Ölen ki i dostuna/
Rabbine erdi.” veya “Â ık ma’ ûkuna kavu tu.”
demi lerdir. Hakîkî â ık için ölüm fi râk de il bi-
lakis vuslat olmu tur. “Bezl-i cân” etmek nefsî ar-
zuların sökülüp atılması, hevâ ve hevesin istekle-
rine set çekilmesi anlamına da gelmektedir. Bir
ömrün rızâ-yı Bârî için geçirilmesi, harcanması-
dır “bezl-i cân” etmek. Ancak insano lu, bu yol-
da önünü kesecek, çıktı ı kutlu yolculuktan onu
alıkoymaya çalı acak pek çok engelle kar ıla aca-
ının farkında olmalıdır. Bu nedenledir ki dün-
yanın aldatıcı güzelliklerine kapılarak, sözde e -
lenceler içerisinde saâdeti yakaladı ı vehmine bir
an olsun kapılınmamalıdır. Kul, bu yolda aya ı-
nın kaydı ı yerlerde toparlanmasını bilmeli, yap-
tı ı hatalar ve kusurlar için gözya larıyla Rabbi-
ne yönelmelidir.
Sınırlı bir süre için geldi imiz bu dünyanın
sahte güzellikleriyle mutlu olmak yerine, Cenâb-ı
Hakk’ın, “O gün bir takım yüzler vardır ki pırıl
pırıl parlarlar. Gülerler, sevinirler.”8 buyurdu u
mü’minlerden olmak ümit ve duâsıyla…
* Dr.
1 Bkz.: el-Aclûnî, Ke fü’l-Hafâ ve Muzîlü’l- lbâs amme’ tehera mine’l-Ehâdîsi alâ-Elsineti’n-Nâs, (I-II), Mektebetü’l-Kudsî, Kâhire, 1351, II/291 (Hadîs nr.: 2669).
2 “O ki, yarattı ı her eyi güzel yaptı. nsanı yaratmaya da çamurdan ba ladı. Sonra onu ekillendirip ona rûhundan üfledi.” 32/Secde, 7 ve 9.
3 Levlâk, “Sen olmasaydın bu kâinâtı yaratmazdım.” anlamındaki ibârenin ba ında bulunan ilk kelimedir. Bkz.: Aclûnî, Ke fü’l-Hafâ, II/164 (Hadîs nr.: 2123).
4 3/Âl-i mrân, 31.5 3/Âl-i mrân, 68.6 Mustafa Tatcı, Yûnus Emre Dîvânı-Tenkitli Metin, M.E.B. Yay., stanbul,
2005, s. 360.7 Aclûnî, Ke fü’l-Hafâ, II/262 (Hadîs nr.: 2532).8 80/Abese, 38-39.
Dipnot
“Yüce yaratıcıya îmân eden herkes, Hâkimler
hâkiminin hiç kimseye zulmetmeyece ini bilir.
Ve yine bilir ki “Allah mü’minlerin dostudur.”
Dosttan gelenin ise ba göz üstünde yeri vardır.”
Güzel simlerRamazan ALTINTA *
Mart 201016
EL-ÂH R“Cenâb-ı Hak, zatıyla önce, sıfatlarıyla da âhir olup, ebedîdir.
O, hâdislik (sonradan yaratılmı lık) alâmeti anlamına gelen her türlü fânîlikten de
münezzehtir.”
17
Yüce Allah’ın en
güzel isimle-
rinden olan el-
Âhir, el-Evvel’in mukabili olup,
varlı ı nihâyetsiz, sonu olma-
yan anlamına gelir.
Bütün varlıkları yaratmada
öncelik Yüce Allah’a aittir. Bü-
tün varlıkları sonlandırma da
O’na aittir. Son olma mahlûkat
için geçerlidir. Yaratan için son
diye bir ey yoktur. O her e-
yin evveli oldu u gibi, her eyin
sonunu da hükmedecek olan
O’dur.
Allah’ın ebedîlik ve ezelîli i
zaman üstüdür. O, her türlü za-
mandan soyutlanmı tır. Zaman
yaratılmı lar içindir. Yüce Al-
lah geçmi ve gelecek türünden
her türlü zamandan münez-
zehtir. Varlık, sonludur, ama
O, âhirdir; her eyin sonunda o
vardır.
Yaratan nezdinde geçmi ve
gelecek imdidir. O, her eye
hâkimdir. Bu sebeple yaratmak
ve yönetmek O’nun hakkıdır.
“O, ilktir, sondur; zâhirdir,
bâtındır, hem O her eyi bilen-
dir.”1
Allah’ın el-Evvel ve el-Âhir
olu u Efendimizin duasındaki
gibidir:
“Allah’ım! Sen evvelsin, sen-
den önce kimse yoktur. Sen
âhirsin, senden sonra bir ey
olmaz.”2
Yüce Allah’ın el-Âhir ismi,
tenzîh konusunda “Bekâ” is-
minin aslıdır. Dolayısıyla Yüce
Allah’ın el-Bekâ sıfatı, el-Âhir
ismine racidir.
A a ıdaki u âyetlerde bu
durum çok açık ve net bir ekil-
de el-Âhir isminin el-Bekâ an-
lamına geldi ini izah eder:
“Allah ile birlikte ba -
ka bir Tanrı’ya tapıp yalvar-
ma! O’ndan ba ka Tanrı yok-
tur. O’nun zatından ba ka her
ey helâk olacaktır. Hüküm
O’nundur ve siz ancak O’na
döndürüleceksiniz.”3
“Yer üzerinde bulunan her
ey fânîdir. Yalnız celâl ve
ikrâm sahibi Rabbinin yüzü
(zâtı) bâkî kalacaktır.“4
“Mutlak hükümranlık elin-
de bulunan Allah, yüceler yü-
cesidir ve O’nun her eye gücü
yeter.”5
Allah’ın bekâsını ifade
eden ve bu son âyette geçen
“tebârake” kelimesi, “teâlâ”
gibi tefâul kalıbında kullanıl-
mı tır. “Tebârake”, Allah’tan
ba kasına isnat edilmez.“Tebârake” bereketten türe-
mi tir. “Bereket” ise bir eyde
ilâhî hayrın devamlı ve karar-
lı olması demektir. “Suyun ha-
vuzda birikip yükselerek dur-
ması” anlamından alınmı tır.
lâhî hayrın bulundu u eye
“mübârek” denilir. lâhî hayır,
dar bir kalıba sokulup sayıla-
mayacak ve hislerle bilineme-
yecek bir ekilde meydana gel-
di inden, kendisinde be duyu
ile bilinemeyen bir ziyâdelik
tespit edilen eye de “mübârek”
denilir. u halde “tebârake” ke-
limesi, mübâreklik, bizzat ken-
disinden zuhur etmek üzere,
mübâreklikte büyük bir yük-
seklik ile kararlılık ifade eder.
Mübârekli in Allahu Teâlâ
hakkında sonradan olma veya
de i me üphelerinden uzak
bir ekilde dü ünülmesi gere-
kir. Burada “tebârake” subût
mânâsına olup, varlı ı ezelî ve
ebedî olarak devamlıdır, de-
Mart 201018
mektir. Bunda devam ve ka-
rar mânâsı esas olarak alınmı -
tır.6 O da dâimîlik bakımından
Yüce Allah’ın el-Âhir isminin
mânâsıyla örtü ür.
Cenâb-ı Hak, zatıyla
önce, sıfatlarıyla da âhir olup,
ebedîdir. O, hâdislik (sonradan
yaratılmı lık) alâmeti anlamı-
na gelen her türlü fânîlikten de
münezzehtir.
Kullarının kusurlarını ve
ayıplarını örten en son ve biri-
cik varlık O’dur.
Hidâyet ve dâlaleti tercih
kuldan, kulun irâde beyânına
uygun olarak en son yaratan
O’dur.
Kullarını önce yaratan, on-
lara Kitab’ı ve hikmeti ö reten
sonra da en son hükmü verecek
olan yine O’dur.
Kullarını önce yaratıp, sonra
da rızıklandıran O’dur.
Can ta ıyan bütün bir varlı-
a önce hayat veren, sonra öl-
düren de O’dur.
El-Âhir ismiyle, her sonlu
olanı sonlandıran Allah’tır.
yi kullar, Allah yolunda,
iman, amel, azim, kararlılık ve
tevekkülden sonra, “Bittik Ya
Rabbi yardımın ne zaman?” de-
diklerinde kullarına yardım ve
deste iyle buyur diyecek olan
O’dur.
Önce kuluna güç ve kuvvet
veren, sonra da emir ve nehiy-
lerle teklifte bulunan Allah’tır.
Cenâb-ı Hakk’ın el-Âhir is-
minin tecellîsi hayatımızda da-
ima anlam bulmalıdır. Çünkü
iman ve sâlih amel noktasında
bu âlemi ba arıyla sonlandıra-
cak olanların âhiretteki sözleri-
nin sonu da Allah’a hamdetmek
olacaktır. Nitekim Kur’an’da
cennetlik olanların duası öy-
ledir:
“Onların oradaki duası:
‘Seni eksikliklerden uzak tu-
tarız Allah’ım!’, aralarında-
ki esenlik dilekleri, ‘selâm’;
dualarının sonu ise, ‘Hamd
âlemlerin Rabbi Allah’a mah-
sustur’ sözleridir.”7
Her i in ba ı O’na ait oldu u
gibi her i in sonu da O’na aittir.
Müslümanın temel akîdesi,
bir i e Allah’ın adıyla ba la-
mak, sonunda da O’na hamdet-
mek olmalıdır.
* Prof.Dr.
1 57/Hadîd, 3.2 Müslim, Sahih, “Zikir”, 61; Tirmizî, Sünen,
“Daavât”, 19; bn Maüce, Sünen, “Du’â”, 2.3 28/Kasas, 88.4 55/Rahmân, 26-27.5 67/Mülk, 1.6 Geni bilgi için bakınız. Elmalılı, Hak Dini Kur’an
Dili, stanbul, 1979, V, 3559.7 10/Yunus, 10.
Dipnot
Ate ini cehennemKustu üzerlerine.Kimi diri diri girdi topra a,Kiminin ölüsü açıkta kaldı.Toz duman içinde Mecidiye’deTop, mermiye baktı“Gel” dercesine.“Haydi” der gibiydi Mermi, Seyit’e.Dile kolay,ki yüz on be okka Derman mı kalır kollarda?Bo a giden iki atıevk mi bırakır adamda?
“Hak üç” dediSeyit, kendi kendine.“Hak üç” dediDa ta , kendi dilince.
Teyemmüm tazeler gibiKumladı kollarını.Tarihi kaldırdı Seyit,Talihi koydu namluya.Ne dü ündü,Ne istedi Yaradan’danKim bilir!Kader baktı ni angâhtan,“Vakit tamam” dedi kaza.
te o an,Durdu zamanÇekildi önünden, Yol verdi rüzgâr.Süzüldü Seyit’in mermisi.Seyriyle mest oldu sular.
Fazıl Ahmet BAHADIR
KOCA SEY T
Sermayesi kin, vah etKan kokan medeniyet,Dalga dalga vurdu Çanakkale’ye.Toplanmı uzaktan, yakındanSoylusu, soysuzuHer cinsten küfür bir millet.Son dinin nuru sönmesin diye,Vatan, Endülüs’e dönmesin diye, Küfre kar ı direnirken bu millet.Gövdeler tabyaydı,Gö üsler siper.Destanlara isim oldu her nefer.
19
Sûfî PerspektifKadir ÖZKÖSE*
Mart 201020
SI INAK“Hak dostları dualarında Allah’a güven duyup teslim olurlar, O’na duydukları a k ve
özlemi dile getirirler. Onlara ait duaların özü ne dilemek ne de istemektir; sonsuz
hamd ve kulluktur. Onların dualarında tevekkül, muhabbet ve evk birlikte bulunur.
Onların istekleri ne cennete gitmek ne de cehennemden kurtulmaktır.”
Gönlünde derdi olan herkes, derdine
muvafık olan eyi talep etmektedir.1
Peygamber Efendimizin tavsiyesiyle
duayı Rabbimizin icabet edece inden emin ola-
rak yapmalıyız. Zira insanın gücü dua kalitesin-
den kaynaklanmaktadır. Sanat, ilim, dü ünce, ey-
lem ve mücadele gibi hayatın üstün ba arılarının
temelinde dua yatmaktadır. Dua aslında evrenin
varlık tesbihinden ibarettir. Kelime anlamıyla ak-
mak, yüzmek ve bo lukta seyretmek manalarına
gelen tesbih kavramı; Allah’ı anmak, dua etmek
ve zikretmek anlamlarını ta ımaktadır. Bir tes-
bih faaliyeti olan hayat ve olu ise insanda uurlu
bir hale gelmektedir. Do rusu dua, uurlu bir e-
kilde Yaratıcı ile yakınla maktır. Kur’ân-ı Kerim
buna tavî/istekli dua demektedir. nsan dı ında-
ki varlıkların duası, yani evrensel tesbih faaliye-
ti ise Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle, kerhî/zoraki-
dir. Elbette insanın faaliyetinin büyük bir kısmı
da kerhîdir. Ancak Kur’ân, insandan bunun üstü-
ne çıkmasını istemektedir.2
Fiilî dua ve kavlî/sözlü dua olmak üzere iki
türlü dua vardır. Niyaz ve yakarı larımızla Rab-
bimizden talepte bulunmamız gayet güzeldir, an-
cak duanın gereklerini yerine getirmek en güzel-
dir. Yalnız sıkıntı ve ihtiyaç zamanlarında dua
edip mutluluk günlerinde bundan vazgeçmek
Kur’ân’da kınanmı tır. nsanı duadan koparan
refah ve mutluluk korkunç bir belâdır. slâm bü-
yükleri böylesine bir refahtan Allah’a sı ınmı lar-
dır. Duada dikkat edilmesi gereken hususlar u
ekilde sıralanmı tır:
- Dua eden kul, korku ile ümit arasında olmalı.
- Dua, kendimiz ve ba kaları için hayır dile-
mek eklinde olmalı.
- Dua, sırf nefsimiz için olmamalı.
- Dua eden ki i kul haklarından sıyrılmalı.3
- Dua eden ki i duadan önce hata ve kusur-
lardan tevbe etmeli, hak sahiplerinin haklarını
iade etmeli, helâl rızk ile beslenmeli, do ru söz-
lü ve bütün gayretini iste ine ve duasına teksif
etmeli.
- Dualarımız bizlerde ha yet peyda etmeli,
kalblerimizde a ır bir ürperti meydana getir-
meli, gönüllerimizde yumu aklık hâsıl etmeli,
bizleri kalbî sükûnete erdirmeli ve bizleri iç re-
fahlı ına sevk etmelidir.
- Duada istenilen ey, isteyen ki inin gücü
ve kabiliyeti ile münasip olmalıdır. Dua ve ni-
yaz esnasında, iste inin kabul edilece ine dair
ümidi, reddolunabilece i endi esine galip kıla-
rak, Allah’a kar ı hüsn ü zannı elden bırakma-
malıdır.4 Zira kul, duasında mutlaka üç eyden
birini elde eder:
1. Dua sayesinde günahının ba ı lanması,
2. Pe in bir mükâfatın alınması,
3. Ahirette kar ılı ının bulunması.5
21
Dua, ibadetin özüdür.
Dua, ihtiyacın anahtarıdır.
Dua, günahların terk edilmesidir
Dua, günahkârların merdivenidir.
Dua, haberle medir.
Dua, günahkârların dilleridir.
Dua, habibe olan i tiyak dilidir.
Dua, hayâ diliyle Hak‘ka yönelmektir.
Dua, ihtiyaç sahiplerinin serinleticisidir.
Dua, mecbur kalanların sı ına ıdır.
Dua, ümitlerin nefes aldırıcı aletidir.
Babanın çocu una duası, oruçlunun duası ve
yolcunun duası reddolunmaz.6 Allah, yardım et-
mek istedi i ki ilere yalvarmak ve münacatta
bulunmak meylini nasip eder. Dolayısıyla O’nun
için a layan göz ve O’nun a kıyla yanıp kavrulan
gönlün mukaddes oldu una dikkat çekilmi tir.
Çünkü gözya ının döküldü ü yere rahmet nazil
olur.7 Bizlerin içtenlikle “Allah” deyi imiz, dua-
mızın kabulüne i arettir.8 Bu durumu Mevlâna
u ekilde dile getirmektedir:
“Her an ona Allah’tan yüzlerce mektup, yüz-
lerce haberci gelsin. Onun bir; “Ya Rabbi!” de-
mesine kar ılık, Hak’tan altmı kere; “Lebbeyk”
(buyur kulum) nidası ula sın.”9
“Allah’ım! lâhî yardımının, merhametinin
sembolü olan “mâ-i tahûr”u, o tertemiz suyu
serp de u günahkâr dünyanın gafl et, ceha-
let ve sapıklık ate i tamamıyla nur kesilsin ve
günahkârlar kurtulsun. Allah’ım! Bütün de-
nizlerin suyu senin emrindedir. Senin emri-
ne ve fermanına tabidir. Su da senindir, ate
de senindir. Sen dilersen, ate tatlı su olur, di-
lemezsen, su bile ate kesilir. Allah’ım! Bizdeki
bu istek de, dua da, senin icadın eseri, zulüm-
den kurtulmamız da senin lûtfun... Bu iste i
bize, bizim iste imiz olmadan vermi sin, bütün
mahlûkâtına ihsan hazînelerini açan yine sen-
sin Allah’ım!”10
Bu beyitlerde su Allah’ın rahmet ve ma fi ret
denizinin; ate de kahır ve gazabının sembolü-
dür. Hakk’ın âb-ı cemâli, hayat ve ho luk bah e-
der, âte -i celâli ise kahır ve elem verir.
brahim b. Ethem’e; “Allahu Teâlâ, ‘Bana
dua edin ben size icabet edeyim ve dualarını-
zı kabul edeyim’ buyurdu u halde, nasıl olur da
bizim yaptı ımız dualar kabul olmuyor? diye so-
rarlar. O da; ‘Çünkü sizin kalbleriniz sekiz has-
let üzerine ölmü tür, onun için dualarınız kabul
olmaz, demi ve bu sekiz hasleti öyle sıralamı -
tır:
1. Allah’ı bildiniz, fakat emirlerine itaat etme-
mekle, hakkını yerine getirmediniz.
2. Kur’ân’ı okudunuz, fakat mucibiyle amel
etmediniz.
3. Peygamberi sevdi inizi iddia ettiniz, fakat
sünneti ile amel etmediniz.
4. Allahu Teâlâ “ eytan sizin dü manınızdır,
onu dü man edininiz”11 buyurdu, siz ise dilinizle
dü man tanıdınız ama i inizle tamamen ona uy-
dunuz ve isyan ettiniz.
5. Cehennemden korktu unuzu iddia etti iniz
halde, bütün kuvvetinizle, i inizle kendinizi ce-
henneme attınız.
6. Cenneti sevdi inizi iddia etti iniz halde,
cennet için hazırlanmadınız.
7. Sabahleyin kalkınca kendi kusurunuzu or-
taya attınız ve ba kalarının kusuru ile me gul ol-
dunuz. Bu suretle Rabbinizi kızdırdınız, nasıl du-
anız kabul olsun.” der.12
Hak dostları duanın kabul olundu u zamanla-
rı ise u ekilde sıralamaktadır: Namazdan sonra,
Cuma hutbesinden sonra, ezan-ı Muhammedî’nin
bitiminde, gece yarılarında, kandil gecelerinde,
Kadir ve Bayram gecelerinde, muharebe esnasın-
da yapılan dualar.13
Hak dostları dualarında Allah’a güven duyup
teslim olurlar, O’na duydukları a k ve özlemi dile
getirirler. Onlara ait duaların özü ne dilemek ne
de istemektir; sonsuz hamd ve kulluktur.14 Onla-
rın dualarında tevekkül, muhabbet ve evk birlik-
te bulunur. Onların istekleri ne cennete gitmek
ne de cehennemden kurtulmaktır.15
Kullu umuzun Beyanı Dua
Kulluk teslimiyet ve samimiyettir. Kullu u-
muza riya, gösteri , ekil ve merasim egemen ol-
mamalıdır. Kullu umuzun beyanı olan duaları-
mız da i tiyak ve teslimiyetimizin sesi olmalıdır
Zira kabule en yakın dua hal duasıdır. Avamın
duası sözleri, zahitlerin duası fi illeri, ârifl erin du-
ası ise hâlleri iledir. Duanın hayırlısı, üzüntülerin
Mart 201022
23
dalgalandırdı ı duadır. Mübtedilerin dilleri dua
eder. Ârifl erin dilleri ise duadan lâl-u ahrestir.
Dualarımız merasime büründü ü, ekil ve gös-
teri ten ibaret oldu u zaman bir anlam ifade et-
mez. On dokuzuncu yüzyılda E refi ye tarikatı-
nın en me hur eyhlerinden ve Reisülme âyih
Üftâde Dergâhı eyhi Safi yyüddin Efendi
(ö.1290/1873)’nin tavrı bu durumun en güzel ör-
ne idir. O dönemde Bursa’ya gelen valiler mutla-
ka dergâhına gider, duasını alır, ehirde icra edilen
hafızlık, hattatlık, gibi merasimlerde mutlaka du-
aguluk yaptırılırmı . Sultan Abdülaziz’in Bursa’ya
geli lerinde okunacak duanın bir sureti vali tara-
fından istenince “Biz öyle programlı dua bilmeyiz,
bizim duamız zuhurata tâbidir. Program gere ince
dua edecek di er bir zata müracaat buyrulsun” di-
yerek bunu reddetmi tir.16
Özetle bir kimsenin Allah’a yakarması, Rabbi-
nin yüceli ini, kendisinin de kulluk ve acziyetini
idrak etmesinin bir tezahürüdür. Bu sebeple, ku-
lun dua ve yalvarı ı, Allahu Teâlâ’nın rızasını ve
ho nutlu unu celbetmektedir. Allah’a dua etmek-
ten ve yalvarmaktan ancak gururlu, kibirli, kendi-
ni be enmi ve cahil kimseler yüz çevirirler. Kulun
dua ve yakarı ındaki içtenlik ve samimiyet, onun
manevî derecesi ve idrak seviyesinin bir gösterge-
sidir. Zira Allahu Teâlâ, duasız bir kul istemedi ini
u ekilde bildirmektedir:
“(Ey Resûlüm!) De ki: Sizin dua ve niyazları-
nız olmadıktan sonra, Rabbim size ne diye de er
versin?...”17
Mü rikler Uhud gazvesinde hezimete u rayıp
giderken Peygamber Efendimiz, ashabına; “Saf
olunuz, Rabbime dua ve senada bulunayım!” bu-
yurur. Ashab-ı kiram Allah Rasulünün arkasında
saf olurlar. Peygamber Efendimiz öyle dua eder:
“Allah’ım! Bütün hamd ve senalar Sana aittir!
Allah’ım! Senin açıp yaydı ını dürecek yok, senin
dürdü ünü de açıp yayacak yok! Senin saptır-
dı ını do rultacak yok, Senin do rulttu unu da
saptıracak yok! Senin vermedi ini verecek yok,
Senin verdi ini de engelleyecek yok! Senin uzak-
la tırdı ını yakla tıracak yok, Senin yakla tırdı-
ını da uzakla tıracak yok!
Allah’ım! Rahmet ve bereketini, fazl u kere-
mini üzerimize saç! Allah’ım! Senden asla de i -
meyecek ve hiçbir zaman zâil olmayacak ebedî
nîmetler isterim. Allah’ım! Senden yoksulluk gü-
nünde nimet, korkulu günde emniyet dilerim!
Allah’ım! Bize hem verdiklerinin hem de verme-
diklerinin errinden Sana sı ınırım!
Allah’ım! manı bize sevdir, gönüllerimizi
onunla ziynetlendir! Bizi küfür, azgınlık ve isyan-
dan nefret ettir! Din ve dünya için faydalı olan
eyleri bilenlerden, do ru yola erenlerden eyle!
Allah’ım! Bizi Müslüman olarak öldür, Müslü-
man olarak ya at! eref ve haysiyetimizi yitirme-
den, fi tnelere maruz kalmadan salihler zümresi-
ne ilhak eyle!
Allah’ım! Senin peygamberlerini yalanlayan,
insanları Senin yolundan alıkoyan kâfi rler gü-
ruhunu kahreyle! Onların üzerine musibetini ve
azabını indir. Allah’ım! Kendilerine kitap verilen
kâfi rleri de kahreyle. Ey hak ve gerçek olan lâh!
Âmîn!”18
* Doç. Dr.
1 Ali b. Osman Hucvirî, Ke fu’l-Mahcûb (Hakikat Bilgisi), haz. Süleyman Uluda ,stanbul 1996, II. baskı, Dergâh Yayınları, s. 82.
2 Ya ar Nuri Öztürk, Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf, stanbul 1989, s. 336.3 Öztürk, Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf, s. 337-350.4 rfan Gündüz, Gümü hanevî Ahmed Ziyâüddîn (KS) – Hayatı, Eserleri, Tarikat
Anlayı ı ve Hâlidiyye Tarikatı, Seha Ne riyat, stanbul 1984, s. 112.5 Öztürk, Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf, s. 337-350.6 bn Kayyim el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd Rasululah (S.A.V.)in Yolunda, çev. ükrü
Özen, klim Yayınlar, stanbul 1988, c. II, s. 67.7 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî, çev. Velede zbudak, haz. Abdülbaki Gölpı-
narlı, MEB Yayınları, Ankara 1998, c. I, b. 820-821.8 Michaela Mihriban Özelsel, Kalbe Yolculuk -Alman Psikolo un Hac Günlü ü ve Bir
Manevi Uyanmı ın Hikâyesi-, ter. Seda Çiftçi, Kaknüs Yayınları, stanbul 2003, s. 166-167.
9 Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled zbudak, c. I, b. 1578.10 Mevlânâ, Mesnevî, çev. Velede zbudak, c. I, b. 1334-1338.11 35/Fatır, 6. 12 mam Gazali, hyâu ulûmi’d-dîn, ter. Ahmet Serdaro lu, Bedir Yayınevi, stanbul
1975, c. III, s. 88.13 Mehmed Zahid Kotku, Mü’minlere Vaazlar, Seha Ne riyat, stanbul 1991, c. I, s. 13.14 Annemarie Schimmel, Tasavvufun Boyutları, ter. Ender Güral, Ankara 1982, s. 147.15 Annemarie Schimmel, slamın Mistik Boyutları, çev. Ergun Kocabıyık, Kabalcı
Yayınevi, stanbul 1999, s. 164.16 Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), nsan yayınları,
stanbul 2003, s. 368.17 25/Furkân 77. 18 Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, stanbul 1992, III/424; Hâkim, Ebû Abdillâh
Muhammed bin Abdillâh en-Neysâbûrî, Müstedrek ale’s-Sahîhayn, Beyrut 1990, I/686-687; III/26.
Dipnot
E itimMehmet Zeki AYDIN*
A LEPEYGAMBER M Z (S.A.V) ve
“Aile, sevgi üzerine kurulur. Sevgi olmadan, mutluluk olmaz. Efendimiz (s.a.v), aile
bireyleriyle kavga etmemi veya onlarla tartı mamı tır. Çünkü o, aile bireylerini sever
ve onlara de er verirdi. O, çok iyi bir aile reisi, efkatli ve ho görülü bir babaydı.”
Mart 201024
25
slâm peygam-
beri Hz. Mu-
hammed (s.a.v),
Müslümanlar için bir örnek-
tir. Bununla ilgili Kur’an-ı
Kerim’de Yüce Allah öyle bu-
yuruyor: “Andolsun, sizin için,
Allah’ı ve âhiret gününü uman-
lar ve Allah’ı çokça zikredenler
için Allah’ın Rasûlü’nde güzel
bir örnek vardır.”1
Hz. Muhammed (s.a.v), ai-
lesi içerisindeki davranı larıy-
la, bütün aile bireylerine örnek
olmu tur. Onun aile mensupla-
rına kar ı davranı ları, bize de
aile hayatımızda nasıl davrana-
ca ımız konusunda örnek olu -
turmaktadır.
Peygamberimiz (s.a.v), aile
bireylerini çok severdi. Mesela,
o kendisi küçükken vefat eden
annesini hiçbir zaman unutma-
mı ve sürekli mezarını ziyaret
etmi tir. Efendimiz (s.a.v), am-
calarını, özellikle de Ebu Talib’i
çok severdi. Onu kıracak bir
davranı yapmaz, ona devamlı
yardımcı olmaya çalı ırdı.
Peygamberimiz (s.a.v), ilk
e i Hz. Hatice’yi çok sever-
di. Kendisine ilk vahiy geldi-
inde heyecan içinde e i Hz.
Hatice’nin yanına ko mu tu.
Hz. Hatice, ona moral ve destek
vermi ; hemen inanarak Müs-
lümanların ilki olmu tu. Onlar,
25 yıl evli kalmı lar ve mutlu
bir aile hayatı sürmü lerdi. Hz.
Hatice’nin ölümünden sonra da
Peygamberimiz (s.a.v), çocuk-
larının annesini daima iyilikle
anmı tır.
Ailede Sevgi
Aile, sevgi üzerine kurulur.
Sevgi olmadan, mutluluk ol-
maz. Efendimiz (s.a.v), aile bi-
reyleriyle kavga etmemi veya
onlarla tartı mamı tır. Çünkü
o, aile bireylerini sever ve on-
lara de er verirdi. O, çok iyi bir
aile reisi, efkatli ve ho görülü
bir babaydı.
Hz. Peygamber, aile bireyle-
ri ile her zaman uyumlu olmu ,
onların dü üncelerine önem
vermi tir. Sık sık, hanımlara ve
çocuklara nazik davranmak ge-
rekti ini söylemi tir.
Peygamberimiz (s.a.v), ço-
cuklarıyla da yakından ilgilenir,
onlara olan sevgisini her fır-
satta gösterirdi. O lu brahim,
Medine’nin kenar semtinde
oturan bir sütannenin yanında
kalırdı. Efendimiz onun yanına
gider, onu kucaklar, öper, kok-
lar ve geri dönerdi. En küçük
Mart 201026
çocu u Fatıma’ydı. Fatıma’yı
gördü ü zaman onu sevgiy-
le kar ılar ve alnından öperdi.
Sonra da ellerinden tutup yanı-
na oturturdu.
Torunları Hasan ve
Hüseyin’i de çok severdi. To-
runları, onun sırtına çıkarak
oyun oynarlardı. Peygamberi-
miz (s.a.v), onları omuzlarına
alarak gezdirirdi. Bir gün Sev-
gili Peygamberimiz (s.a.v), na-
maz kılarken secde esnasında
torunlarından biri gelip sırtına
binmi ti. Torunu sırtından kal-
kana kadar Efendimiz secdeden
kalkmamı tı.2 Bu örnekler, bize
Peygamberimizin (s.a.v), aile
bireylerine sonsuz sevgi, ilgi ve
efkat gösterdi ini açıklamak-
tadır.
Bir aile içerisinde, birey-
ler birbirlerine yardımcı olur-
lar. Örnek bir insan olarak Hz.
Peygamber de ev i lerine yar-
dımcı olmaktan ho lanırdı. Ev
halkı ve arkada ları onun bü-
tün i lerini yapmaya hazır ol-
du u hâlde, Efendimiz bunu is-
temezdi.
Bir gün birisi, Hz. Ay e’ye,
Peygamberimiz (s.a.v)’ in i
olarak neler yaptı ını sordu.
Hz. Ay e, onun bizzat ev i le-
riyle me gul oldu unu söyledi.
Peygamberimiz (s.a.v), elbise-
lerini yamar, evi süpürür, keçi-
leri sa ar, çar ıdan alı veri ya-
par, ayakkabılarını ve delik su
kaplarını tamir ederdi. Devele-
ri ba lar, onların yemlerini ve-
rirdi. Ev i lerine yardım ederdi.
Arkada larının da bu konuda
kendisini örnek almalarını is-
terdi.3
Peygamberimiz (s.a.v), bü-
tün insanlar gibi ara sıra aka
yapardı. Ancak o, akalarında
a ırıya kaçmazdı. Çevresinde-
ki insanların gönlünü ho edici
akalar yapardı. Sık sık etrafın-
daki insanlarla akala ır ve gü-
lerdi. Arkada larından Abdul-
lah bin Hâris, Efendimiz’den
daha ho ve güler yüzlü bir kim-
seyi görmedi ini söylemi tir.4
Peygamberimiz (s.a.v), aka
yapmayı seven ve ne eli bir ki i
olmakla birlikte, akalarında
yalan ve yanlı söz bulunma-
masına özen gösterirdi. aka-
larında ba kalarını kırmamaya,
do ru sözler kullanmaya dikkat
ederdi.
Peygamberimizin (s.a.v) ki-
bar akalarıyla ilgili birçok ör-
nek vardır. Bir defasında ya lı
bir hanım, Efendimizden cen-
nete girmesi için dua etmesini
istemi ti. Efendimizin, “Hiçbir
ya lı kadın cennete gidemeye-
cektir.” demesi üzerine kadın
üzülerek a lamaya ba lamı tır.
Efendimiz gülümseyerek “Cen-
nete girecek herkesin otuz ya-
ında” olaca ını söylemi ler-
dir.5
Anne babanın çocukları ara-
sında ayrım yapması, aile mut-
lulu unu azaltır. Efendimiz de
bir baba olarak, aile bireyleri-
ne e it davranmı , aralarında
ayrım yapmamı tır. O, herke-
se hak etti i de eri verirdi. Aile
içinde kimseyi ayıplamaz, kü-
çük dü ürmezdi. Yanlı davra-
nı ları bile güzellikle çözerdi.
O dönemde, kız çocukları,
erkek çocuklarından ayrı tutu-
lurdu. O, erkek çocukların üs-
tün görülme anlayı ını yıkmı -
tır. Peygamberimizin (s.a.v) kız
ve erkek ayrımı konusunda ge-
tirdi i en büyük yenilik, kadın-
ların da mirasçı olmalarıdır.
Çünkü o dönemde ölen ki ile-
rin varlıklar sadece erkeklere
kalıyordu.
Ailede E itim
Peygamberimiz (s.a.v), aile
bireylerinin e itimine önem
vermi tir. Kız erkek demeden
bütün çocuklara iyi e itim ver-
menin önemi üzerinde dur-
mu tur.
Peygamberimiz (s.a.v), son-
radan evlatlık edindi i, Zeyd’i
“Peygamberimiz (s.a.v), çocuklarıyla da yakından ilgilenir,
onlara olan sevgisini her fırsatta gösterirdi. O lu brahim,
Medine’nin kenar semtinde oturan bir sütannenin yanında
kalırdı. Efendimiz onun yanına gider, onu kucaklar, öper,
koklar ve geri dönerdi.”
kendi çocuklarından hiç ayrı
tutmamı tır. Zeyd’e kendi ye-
diklerinden yedirmi , giydi in-
den giydirmi tir.
Hz. Peygamber, ailede ço-
cuklar arasında ayrım yapma-
yı kesinlikle uygun görmemi -
tir. O, öyle buyurur: “Allah’tan
korkun, çocuklarınız arasın-
da adaletli davranın.” Bu konu
üzerinde o kadar durmu tur ki,
bir defasında da öyle buyur-
mu tur: “ üphesiz ki Allah, ço-
cuklarınız arasında öpücükle-
rinizde de e it davranmanızı
sever.”6
Peygamberimiz (s.a.v)’in
aile bireyleri arasındaki davra-
nı larına u olay çok güzel bir
örnektir: Hz. Ali öyle anla-
tır: “Hz. Peygamber, bizi ziya-
ret etmi ti. Yanımızda geceledi.
Hasan ve Hüseyin de uyuyor-
lardı. Bir ara Hasan, su istedi.
Derhâl kalkan Hz. Peygamber,
su kabından su aldı. Çocu a
vermek için getirmi ti ki, o sı-
rada uyanmı olan Hüseyin,
hemen barda ı alıp su içmek
istedi. Hz. Peygamber, ona ver-
meyip önce Hasan’a verdi. Bu-
nun üzerine, Fatma dayanama-
yarak, “Hasan’ı Hüseyin’den
çok seviyorsun.” deyince, “Ha-
yır ilk defa o istedi.” cevabını
verdi.”7
Hz. Peygamber, di er insan-
larla oldu u gibi akrabaları ile
de iyi ili kiler kurmu tur. Çün-
kü Kur’an-ı Kerim akraba ile iyi
ili kilerin önemine dikkat çeki-
yordu. Bu nedenle akraba ziya-
retini düzenli hâle getirmi , bu
yöndeki toplumsal sorumlu-
lu a vurgu yapmı tır. O, akra-
balık ba larını güçlendirme e
gayret etmi ve akraba ili kile-
rine yönelik tavsiyelerde bulun-
mu tur.
Peygamberimiz (s.a.v), ak-
rabalarla ili kilerin, her ne
olursa olsun, devam ettirilme-
sini ö ütlemi tir. Onlara kar-
ı hep iyilikte bulunulmasını,
kaba davranılmamasını söyle-
mi tir. Akrabaları ile ili kileri
güzel olanların Yüce Allah tara-
fından sevildi ini de belirtmi -
tir. Peygamberimize bir gün bir
adam gelir ve “Ben akrabaları-
mı ziyaret ediyorum, ama on-
lar beni ziyaret etmiyorlar.”
Bunun üzerine Peygamberimiz
(s.a.v), “ Olsun, sen onları ziya-
ret etmeye devam etti in süre-
ce Allah, seninledir.”8 cevabını
verir.
Peygamberimiz (s.a.v), ak-
rabalarını sık sık ziyaret ederdi.
Onlara iyilik ve ikramda bulu-
nurdu. Gençlik döneminde ti-
caretle u ra ırken, yola çıkma-
dan önce akrabalarını ziyaret
eder, dönü te hediyeler geti-
rirdi. Akrabalar arasında mey-
dana gelen kırgınlıklarda ara-
buluculuk yapardı. Küs olanlar
varsa onları barı tırırdı.
Hz. Peygamber’in aile birey-
leri di er toplum bireylerinden
farklı de ildi. Ancak, onun aile
hayatında iyilik ve güzellikler
konusunda daha seçkin özellik-
ler de vardı.
Efendimizin ailesinin seçkin
özelliklerinden birisi, ailesinde
sevinçlerin ve sıkıntıların pay-
la ılmasıdır. Bizim de O’nu ör-
nek almamız gerekir.
* Prof. Dr.
1 33/Ahzâb, 21.2 Afzalu’r-Rahman, Hz. Muhammed Sallallahu
Aleyhi Vessellem (Sîret Ansiklopedisi), çev.: Yusuf Balcı, stanbul 1996, c.2, s.262.
3 Afzalu’r-Rahman, a.g.e, c.1, s.63.4 Asım Köksal, slâm Tarihi, c.1, s.417.5 Afzalu’r-Rahman, a.g.e, c.1, s.83.6 Lütfi entürk ve Seyfettin Yazıcı, Diyanet
slâm lmihâli, Ankara 1998, s.554.7 brahim Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde
Terbiye, s.176-177.8 Nevevî, Riyâzu’s-Sâlihîn, çev.: H. Hüsnü Er-
dem, c.1, s.351.
Dipnot
27
YAKINLARININ D L YLE
AHMET EMSETT NATE A ABEY
Mart 201028
Edebiyat Musa TEKTA
29
Hayırlı bir hizmete vesile olan,
kendinden sonra bir eser bıra-
kan insanlar asla unutulmazlar.
Daima dua ve rahmetle anılırlar. 17 Mart 2006
tarihinde Hakk’a yürüyen, dergimizin kurucu-
su Ahmet emsettin Ate A abeyimizi yine bir
Mart ayında dergimizde, biz de minnet ve ük-
ranla anıyoruz. Kurmu oldu u dergi yayın ha-
yatına devam etmekte… Yaptı ı gönüller, ona her
zaman sevgi ile selâm etmekte…
Ahmet emsettin Ate A abeyin vefatından
sonra, hatırasına binaen hazırlanan “ emsnâme
eyhzadeo lu Ahmet emsettin Ate ” adlı kitap-
ta yazıları, iirleri, foto rafl arı bir araya getiri-
lip, vakfımız tarafından ne redilmi ti. Bu kitaba
takdim yazma lütfunda bulunan Vakıf Mütevel-
li Heyet Ba kanımız H. Hamidettin Ate Efendi
Ahmet A abeyin bir gönül insanı oldu un öyle
dillendirmi ti:
H. Hamidettin Ate :Gönül Ehliydi/ Âdeta Gizli Bir
Hulûsi Efendiydi
“Hayırseverdi. Allah için herkese hizmet et-
meyi benimseyen örnek bir ki ili e sahipti. Yap-
tı ı iyiliklerin kendisi ile Allah arasında kalma-
sına özen gösterir, hiçbir kimseyi bunlardan
haberdar etmeyecek ekilde hayırda gizli-
li e dikkat ederdi. çindeki sırlarını hiç
kimse bilemezdi. Darende’deki ticarî
hayatında kimsesizleri, yoksulları,
meczupları, yetimleri himaye eder onların ihti-
yaçlarını gidermeye çalı ırdı. O fakir fukara baba-
sı idi, daha do rusu babasının o luydu. Geçmi i
temiz olan bir sülalenin temiz bir evladıydı. “Al-
lah güzeldir, güzel olanı sever.” düsturuyla güzel-
li e meftundu. Sevdiklerini candan severdi, kim-
seye yük olmazdı. Temiz fıtratını asla kirletmedi,
temiz tuttu. Örnek insan olabilmek, örnek ki ile-
rin vasfıdır. O, örnek insandı.
Gönül ehliydi. Sevdi ini gönülden sever, ama
açı a vurmazdı. Onun her eyi sevdi i dostları ve
arkada larıydı. Dünya malı, para pul gibi birçok
insan tarafından çok önemsenen maddiyat onun
için bir ey ifade etmezdi. Âdeta gizli bir Hulûsi
Efendiydi. Kazancını ahsı için de il, toplumun
istifadesi için harcardı. Herkesin gönlünde taht
kurmu bir gönül insanıydı. Her kesimden in-
san onu sever; ona muhabbet beslerdi. Hastalı-
ını duyan herkes derin üzüntü duymu tu. yi-
le mesi, ifa bulması için sevdikleri bol bol duacı
olmu tu.”
Ahmet em ettin Ate A abey için yakınları-
nın kaleme almı oldu u satırlarla onu anıp, mü-
kemmel ahsiyetini ve engin ki ili ini tanımı
olalım, dua ile analım:
Sebahatdin Ate :Peygamber Efendimize Kavu tu
Aylar yılları kovalıyordu, sanki ace-
lesi vardı günlerin… Bir kez daha
“Gönül ehliydi. Sevdi ini gönülden sever, ama açı a
vurmazdı. Onun her eyi sevdi i dostları ve arkada larıydı.
Dünya malı, para pul gibi birçok insan tarafından çok
önemsenen maddiyat onun için bir ey ifade etmezdi.
Âdeta gizli bir Hulûsi Efendiydi.”
hüzün çalmı tı kapımızı. Ahmet
Amcam a ır bir hastalık geçiriyor-
du. Tedavi için Amerika’lara gidiyor-
du. Ama Allah’tan ümit kesilmezdi. He-
pimizin bir gün Yüce Yaratıcı’ya dönece ine
imanımız vardır. stanbul’a gitmekten son anda
babam tarafından vazgeçirilen Ahmet Amcam, 20
senelik özlemle babama, 16 senelik hasretle Efen-
di Hazretlerine, 1374 yıllık arzu ile Peygamber
Efendimize kavu mu tu.
A. Tacettin Ate :Bir Darende Sevdalısıydı
Uzun yıllar ticaretle me gul olmasına ra -
men hiçbir zaman dükkânda ticaret sahibinin
oturması gereken yere oturmadı. Hulûsi Efen-
di (k.s.)’nin vakarına yakı ır bir ekilde tevazu-
lu, alçak gönüllü, sahavetli ve cömert biriydi. Ne
masasına, ne kasasına yakın bir yere de il, her-
hangi bir sandalyeye daha çok otururdu.
Esnaf çevresinin ısrarı üzerine Darende’de
Belediye Meclis Üyeli i görevi yaptı ında arka-
da lar içerisinde sevilen bir yapısı vardı. Ço un-
lukla onun tavsiye etti i veya söyledi i eyler
üzerine kararlar verilirdi. Çok yönde fi kirlerin-
den istifade edilirdi. Darende’ye bir eyler ya-
pılacaksa ondan fi kir alınır veya o aracı olurdu.
Bazı yerlere iyi güvenilir insanların gelmesinde
de yardımcı olurdu. Bizzat i lerini takip eder, bi-
tirirdi. Darende’de birçok insanı ev sahibi yaptı.
Herkes onu çok seviyordu.”
M. Nurettin Ate :“Bizler Emanetçiyiz.” Derdi
Çar ıda esnafken, darda kalan, borcu olan
hep Ahmet A abeye ko ardı. Kimin çeki varsa
kim sıkı tıysa Ahmet A abeye gelirdi. Bir kimse,
açı ım var, dedi i zaman, Ahmet A abey verir
derlerdi. Bir gün kendisine, A abey bunlara bu
kadar yardımcı oldu un, merhametle davran-
dı ın yeter dedim. Ellerini açıp, “Ne yapa-
lım” derdi. “Mal da yalan mülk de yalan,
her ey Allah’ın, bizler emanetçiyiz.”
derdi.
M. Hüsamettin Ate :Bir Kumandanın ehadeti
Hayatındaki güzelliklerin ona vermi oldu u
makamı, yüceli i, Hakk’a yürürken körelmi göz-
lere, kararmı kalplere o kadar a ikâre gösterdi ki
anlatmaya kelimeler yetmez.
O ânı, anlatmak için u menkıbeyi o anla kı-
yaslayabiliriz: “Peygamberimiz Hz. Muhammed
(s.a.v.) zamanında cihada katılan sahabelerden
Nevfel, ehâdet erbetini içiyor, onu oracıkta top-
ra a veriyorlar.
Peygamberimiz mezarın yanından parmakla-
rının ucuna basarak yürüyor, sebebi sorulunca;
“Beni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin
ederim ki, Nevfel’in etrafında o kadar melek top-
landı ki, aya ımı basacak yer bulamadım. Hatta
bir melek kanadını aya ımın altına dö edi, ona
bastım.” buyurdular.
Ahmet A abey, bir sava ehidi olmadı; ama
yalancı dünyadaki insanların riyâkarlı ıyla, ya-
lancılı ıyla, kötülükleriyle yılmadan mücade-
le ederek ve bu da yetmezmi gibi bu u ra ının
sonunda aldı ı yaraların kendine verdi i sıkın-
tılarına üç yıl boyunca hiç sızlanmadan, ikâyet
etmeden, tıpkı Eyüp Peygamberin sabrı gibi
Yaradan’ından yardım alarak bizler için yıkım,
kendisi için zafer olan mücadelesini ehit bir ku-
mandan olarak ahirete intikal etti. Dostlarının
sırtında Hakk’a yürürken, görünmeyen dostları
da birer kar tanesine tutunarak nur misali incit-
meden süzüldüler. Görenleri hayrette bırakacak
bir güzellikle bütün gökyüzü meleklerle doldu.
Güne te bütün efkatiyle ı ıklarını saldı.
H. Hulûsi Gülseren:Mal da Allah’ın Mülk de Allah’ın
Normal artlarda ticaretin kurallarına pek uy-
mayan hadiseler ya ıyorduk. Yaz aylarında genel-
likle köylerde ve kasabalarda ya ayan hem eriler-
den dü ün yapacak olanlar, kız tarafıyla birlikte
takı alıveri i için kuyumcu dükkânına, dayımın
yanına gelirlerdi. Durumunun pekiyi olmadı ını
Mart 201030
31
bildi i halde birço una veresiye satı yapardı. Kız
tarafının a ırı istekleri bazen erkek tarafını zor du-
rumda bırakınca, onların isteklerine cevap verecek
ekilde yardımcı olurdu. Mü teriyi mutlaka mem-
nun ederdi.
Hatta borç olarak verdi i bazı satı ları altın
olarak de il günün de erinden yazardı. Normalde
altın daima yükseldi i için gram olarak yazılırdı.
Dayım öyle yapmazdı. Ödeyemeyecek derecede fa-
kir olanların hesaplarını bir müddet sonra silerdi.
Meczupların ona kar ı ayrı bir muhabbeti vardı.
Her gün u rar, harçlık isterlerdi. Bir gün, ‘bunlar
her gün geliyor, her gün mutlaka yardım etmemiz
gerekiyor mu, ne kadar vermeliyiz’ gibi bir soruma
cevaben, “O lum meczupları incitmeyeceksin, on-
ları bo çevirmeyeceksin, mutlaka harçlıklarını da
vereceksin.” demi ti. Kendisi meczupların, garip-
lerin ihtiyaçlarıyla ilgilenir, sıkıntılarını giderirdi.
Daima ilaç parasını verdi i insanlar vardı.
Yine bir sabah dükkânın darabasını açtı ı-
mızda kapının kitli olmadı ı yarı açık oldu unu
fark ettim. Ben tela landım, acaba hırsız mı gir-
di diye, dayıma yöneldim. O gayet sakin bir ekil-
de, “Ak am belki kilitlemeyi unutmu sun. Mal da
Allah’ın mülk de Allah’ın, teslimiyetimiz Cenab-ı
Allah’a tamdır.” diye cevap vermi ti. O, her haliyle
Yaradan’ına teslim olmu güzel bir insandı.
Cemalettin Akgül:Dayımla Bir Bayram Sabahı
2005 yılında Ramazan ayı hepimiz için mahzun
geçen bir Ramazan’dı. Ahmet Dayım hac dönü ün-
de yengemle tedavisinin devamı için tekrar Ame-
rika Birle ik Devletleri’ne gitmi ti. Ramazan ayı
içerisinde yaptı ım bir Darende ziyaretinde H. Ha-
midettin Efendi Hazretleri ‘Bayramda dayını yalnız
bırakmayalım, lyas Bey ile bayramı siz de ABD’de
geçirin.’diye buyurdu.
Bu benim için bir görev de il, inanılmaz bir lü-
tuftu âdeta. Büyüklerimizin bize i aret etti i, vefalı
olmanın gere iydi. Nasıl ki en önemli günümüzde
büyüklerimiz bizi yalnız bırakmadılarsa, bu ve-
fanın ve birlikteli in devamı olarak da bize
dü en onların ö retti i ekilde vefalı ol-
mayı hayatımızda iar edinmektir.
Ailedeki tüm çocukların kah-
ramanı Hamza yürekli dayımla bay-
ramı beraber geçirecek olmamız benim
için tarifsiz bir heyecandı. ABD’de havaa-
lanından kaldı ı eve geldi imizde bizi görünce,
çok memnun oldu, duygulandı, gözleri doldu. Uzun
uzun hasret giderip, konu tuktan sonra biz de yol-
dan geldi imiz için acıkmı tık. Dayımın canı man-
gal istemi . Hemen hazırlık yaptık, Ba evi gibi ol-
madı, ama mangalı beraber yaktık. Etleri pi irirken
ate te biraz fazla bırakmı ım, etin bir kısmı yanmı -
tı, tam da “Hakkını helal et dayı, fazla kaldı ate te
etleri yakmı ım.” diyecekken, “Eline sa lık ye enim.
Etler çok güzel olmu .” dedi.
Ertesi gün Bayram namazı için New Jersey’de bir
Türk Camiine gitmek için yola çıktık, fakat yolu ve
adresi bilmedi imiz gibi, dayıma yanımıza bilen
birilerini alalım. veya soralım dedi imde; ‘ben
bulurum siz merak etmeyin’ dedi. Arabası-
na bindik ve çıktık yola. Adreste bilme-
di imiz için kimseye soramıyoruz,
fakat Ahmet dayım o kadar emin ki sanki menzile
ula acak bir mermi hızıyla da ları takip ederek gidi-
yoruz. Ara sıra “Dayı daha var mı, geldik mi?” diye
soruyorum namazı kaçırırız endi esiyle. O, her defa-
sında, merak etme Cemalettin hemen u da ın arka-
sı diyor tebessümle… Daha sonra öyle bir yere gel-
dik ki a ırdım, gitmeyi dü ündü ümüz yerden çok
farklı bir bölgedeyiz.
“Cemalettin u gidenler Pakistanlılara benziyor,
sor bakalım cami neredeymi .” dedi. Hemen ara-
badan atladım, adamların arkasından yeti erek,
‘Selâmünaleyküm’ diyerek, camiyi sordum.
Adamlar gerçekten Pakistanlıymı , hemen so-
ka ın kö esinde, Pakistanlıların kurdu u büyük bir
slâm Merkezi varmı , arabayı park edip bayram na-
mazına yeti tik.
O sene, Pakistan’daki büyük depremle hayatı-
nı kaybeden binlerce Pakistanlı için bölgedeki bütün
Müslümanlar orada bir araya gelmi lerdi.
Namaz sonrasında camideki tüm Müslümanlar
Pakistan’daki depremde vefat eden Müslümanlar
ve bölgedeki depremzedeler için dua ettiler ve yar-
dım için para topladılar.
O zaman anladım ki, Ahmet Dayımın yeti me-
ye çalı tı ı hedef depremzede Pakistanlıların Bay-
ram namazıymı . Ahmet Dayımın hem duası hem
de parası nasip oldu Pakistanlılara. Biz de onun sa-
yesinde sebeplenmi olduk Elhamdülillah…
Namaz çıkı ında, “Dayı demek ki bir hikme-
ti varmı , sen bo una bizi dola tırmadın.” deyin-
ce hiçbir ey demeden sadece derin bir tebessüm-
le sırtımı ok adı.
M. Fahrettin Gülseren:Ola anüstü Sabır Gösteriyordu
2006 yılının ubat ayında Ahmet emsettin
dayımın yanında Kayseri Erciyes Üniversitesin-
de tedavi gördü ü zaman refakatçi olarak kalı-
yordum. Dayımın rahatsızlı ı müddetince yak-
la ık 30 gün beraber hastanede kaldık. Dayımın
Mart 201032
33
her hâli hastanede bulunan doktorundan, has-
tasına kadar, herkesin dikkatini çekiyor ve her-
kes aynı merakla ‘bu nasıl bir insan böyle a ır
bir rahatsızlık geçiriyor, ama hiç rahatsız de-
ilmi gibi tebessümünü eksik etmeden ola a-
nüstü sabır gösteriyor’ diyerek bizlerle konu u-
yorlardı. Bir gün iki profesör iki doçent vizite
geldiler, ben de doktorlar rahat bir ekilde vi-
zit yapsınlar diye kapının kenarına çekildim.
Dayım o hal içerisinde bana dönerek “Çabuk
çikolata getir, kolonya ikram
et.” dedi. Ben de birden fırla-
dım o anda profesörlerden biri
“Aman Ahmet Bey siz ne kadar
ince bir insansınız ben bunca
yıl vizit yaparım hastalar hep
uram a rıyor, buramda da
bu var derler. Siz ise tam ter-
si doktorunuzun rahatını dü-
ünüyor ve tevazuunuzla bizle-
ri mahcup ediyorsunuz.” diye
duygularını söyledi. Dayım da
bana dönerek “Ne yapalım eli-
mizde de il öyle terbiye almı-
ız.” dedi.
Yukarıda arz etti imiz satır-
ları ba larken, A. emsettin Ate
A abeyin çok sevdi i ye enleri, H. Hamidettin
Ate Efendi’nin kıymetli evlatlarının amcalarına
hitaben kaleme aldıkları u bölümle yazımızı taç-
landıralım:
Ye enleri O. Hulusi, Naciye, Necmiye Sultan ve Zeynep Ate :
Gönlümüzde Her Zaman Ya ıyorsun
Bizler senden ayrıldıktan sonra, seni çok arar
olduk. Senin yerin her zaman belli. Babaanne-
min vefatındın hemen sonra senin de bizleri bı-
rakıp gitmen, aile içerisinde öyle büyük, öyle bü-
yük bir yara açtı ki, gönüllerimiz kanadı, içimiz
yandı. Senin yerin asla doldurulmadı. Gönlü-
müzde her zaman ya ıyorsun. Seni hep içimizde
ya ataca ız.
Biz (Osman Hulusi, Naciye, Necmiye ve Zey-
nep) her defa kapının zili çaldı-
ında ilk olarak senin gelebilece i-
ni dü ünüyoruz, içimiz sızlıyor.
Amcacı ım, sen hep babamın yanınday-
dın, babama destek veriyordun. Her türlü sıkın-
tılarında babamı teselli eden bir tek amcacı ı-
mızdın. Bizim sevgimiz bu dünyada kaldı, çünkü
seni gerçek sevenler ahiret âleminde seni bekli-
yorlardı.
Biricik ah Dedemiz ve Babaannemiz seninle
Firdevs cennetlerinde bulu tular. Bu yalan dünya-
da senin kıymetin iyi bilinmedi.
Peygamberimiz “Ki i sevdi i ile beraberdir.”
buyurmu . Sen sevdiklerinle gerçek âlemindesin.
Bizler üzüldük, seninle birlikte oldu umuz za-
manlardaki sevgili zamanlarımız hatıra kaldı.
Amcacı ım sen bizlerden ayrıldıktan sonra,
senin yoklu una bir türlü alı amadı. Bilirsin, ba-
bam sıkıntılarını pek belli etmez, ama bizler ba-
bamın hâlini iyi biliriz.
Önce babasından yani ah Dedemizden ay-
rıldı, sonra senden ayrılınca, babam gönül-
den üzüldü. Ama Allah’ın emri oldu u
için, takdire razı oldu, kadere boyun
e di.
PortreAhmet YILDIRIM*
SEYFULLAH; ALLAH’IN KILICI
HAL D B. VEL D“Halid b. Velid ölümü sırasında ‘Sava meydanlarında ölmeyi istedi im halde, bugün
yata ımda ölmekten ba ka bir ey bana nasip olmadı.’ demi tir.”
Mart 201034
(R.A)
35
Hz. Peygam-
ber (s.a.v)’in
s e y f u l l a h
(Allah’ın kılıcı) unvanını verdi-
i, hakkında ‘ne güzel kul’ diye
buyurdu u me hur kumandan
sahabî...
Tam ismi Halid b. el-Velid
b. el-Mugire el-Mahzûmî el-
Kure î olan ve hicretten 35-39
yıl kadar önce miladi 583-587
tarihinde Mekke’de do an Ha-
lid b. Velid, Kurey kabilesinin
Mahzûmo ulları koluna men-
suptur. Soy itibariyle yedin-
ci göbekten dedesi Mürre’de,
Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.) soyu
ile birle mektedir. Babası olan
Velid b. Mu ire Kurey kabilesi
arasında seçkin bir yere sahipti.
Annesi Lübabe es-Su ra Asma
bint Haris, Hz. Abbas’ın karı-
sı Lübabe el-Kubra bint Hâris
ile Hz. Peygamber (s.a.v.)’in
hanımlarından Meymûne bint
Haris’in baba bir kız karde i-
dir.1 Bütün bu malumattan Ha-
lid b. Velid’in anne ve baba tara-
fından Hz. Peygamber (s.a.v.)’e
bir yakınlı ı oldu u anla ıl-
maktadır. Ayrıca Halid’in men-
sup oldu u Kurey kabilesinin
Mahzumo ulları kolu o zaman-
da himaye veya zulme u rayan-
ların hakkını zalimden alma
gibi amaçlarla kurulan ittifakın
adı olan Hilfu’l-ahlâfa ba lı ol-
manın yanı sıra sava için para
ve silah toplanan çadır ve sü-
vari birli i ile ilgili vazifeleriyle
birlikte aynı zamanda ticaretle
de me guliyeti bulunmaktaydı.
Do um tarihini tam bile-
medi imiz Halid b. Velid (r.a),
do umundan sonra Mekke’de
gelene e uyularak temiz ve sa -
lıklı bir iklimde yeti tirilmek
üzere çöldeki bir ailenin yanı-
na verildi. 5-6 ya ına gelince
Mekke’ye ailesinin yanına dön-
dü. Babası ona Arapların sahip
olmak istedikleri kahramanlık,
cesaret ve cömertlik gibi iyi has-
letleri telkin etmeye, iyi bir soy-
dan geldi ini dikte etmeye ba -
ladı. Bütün sava sanatlarını en
iyi bir ekilde ö rendi. Spor ya-
parak fi zi ini geli tirdi. Çocuk-
lu unda akranı olan Hz. Ömer,
onunla güre tuttu u, onu yen-
di i ve baca ının kırılmasına
sebep oldu u rivayet edilir. Ha-
lid b. Velid bu yıllarda zaman
zaman di er Kurey li zengin ço-
cukları gibi ticaret kervanlarıy-
la Suriye, Irak. Medain, Mısır
ve Yemen’e gitti. Onun yeti me
ça ında okuma yazma ö rendi-
i ve Müslüman olduktan sonra
Hz. Peygamber’in kâtipleri ara-
sında yer aldı ı bilinmektedir.2
Halid b. Velid cahiliye dev-
rinde babası ve Kurey ’in ile-
ri gelenleri gibi slâm’a dü -
mandı. Ancak karde i Velid b.
Velid’i Bedir’de Müslümanla-
ra esir dü ünce karde ini fi d-
ye ödeyerek serbest bırakılma-
sını sa ladı. Fakat karde i daha
sonra Müslüman oldu ve Pey-
gamberimizin yanına geri dön-
dü. Bu dönemlerde çok güçlü
ve usta bir sava çı olan Halid b.
Velid, Kurey ordusu içerisinde
süvari birli inin kumandanlı-
ını üstlenmekteydi. Sava çılı-
ını Uhud ve Hendek sava la-
rında göstererek o sava larda
Müslümanlara zor anlar ya at-
tı. Pek çok Müslümanın katline
sebep oldu.
Müslümanlara kar ı tavrı-
nı Hicretin 6. yılında umre yap-
mak niyetiyle Hudeybiye’ye
gelen Rasûl-i Ekrem’i ve Müslü-
manları Mekke’ye sokmak iste-
meyerek tekrar gösterdi. Çünkü
Kurey liler, onu Müslümanla-
rı engellemek için Usfan önün-
de bulunan Gamim adlı tepeye
yerle tirdikleri 200 ki ilik sü-
vari birli ine komutan tayin et-
mi lerdi. Devamlı Müslüman-
ları takip eden Halid bir ara
ö le namazını eda eden Pey-
gamberimize ansızın hücum et-
meyi dü ünmü , bunu ba ka
bir namaz vaktinde yapaca ı-
nı söylese de, ikindi namazında
Rasûlullah (s.a.v.)’ın ashabına
korku namazı kıldırdı ını gö-
rünce de ‘bu adam korunmu -
tur’ diyerek Hz. Peygamber’e
Mart 201036
kar ı olan dü manlı ını ve kü-
fürdeki ısrarının artık sona er-
mesi gerekti ini kabul etti. An-
cak yine buna ra men, Halid
Hudeybiye Anla ması’ndan bir
yıl sonra Umretü’l kaza ama-
cıyla Mekke’ye gelen Resûl-i
Ekrem’le kar ıla mak iste-
medi i için ehirden ayrıldı.
Umretü’l kaza için Hz. Peygam-
ber (s.a.v.)’le birlikte Mekke’ye
gelen Velid b. Velid karde i
Halid’i bulamayınca karde ine
verilmek üzere bir mektup bı-
raktı. Bu mektupta karde inin
neden slâmiyet’e girmemesi-
ni anlayamadı ını bununla bir-
likte Rasûlullah’ın (s.a.v.) ken-
disini sordu unu ve “Halid gibi
bir insanın slâm’ı tanımama-
sı ne tuhaf. Ke ke o gayret ve
kahramanlıklarını Müslüman-
ların yanında mü riklere kar ı
gösterseydi; bu kendisi için çok
daha hayırlı olurdu. Biz de onu
ba kalarına tercih ederdik.”
dedi ini bildirdi.
Karde inin mektubunu oku-
yan Halid b. Velid (r.a) artık
herhalde vaktin gedi ini dü ü-
nerek Müslüman olmaya ka-
rar verdi. Osman b. Talha ve
Amr b. Âs ile birlikte Medine’ye
gitti. Mescid-i Nebevî’de Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in huzu-
runda ehadet getirerek Müs-
lüman oldu.3 Bunun üzerine
Rasûlullah “Seni do ru yola
ula tıran Allah’a hamd olsun!
Seni yalnızca hayra ula tıra-
ca ını umdu um bir aklın ol-
du unu biliyorum.” dedi. Halid
b. Velid günahlarını ba ı la-
ması için Allah’a dua etmesini
kendisinden isteyince Hz. Pey-
gamber (s.a.v.) “ slamiyet daha
önceki günahları siler.” cevabı-
nı verdi. Halid öyle de olsa dua
etmesini isteyince Resûlullah
(s.a.v.) aynı cevabı verdi. Bu
cevaba ra men öyle de olsa
ya Resûlulullah dua buyursa-
nız deyince, Hz. Peygamber:
“Allah’ım! Daha önce yaptıkla-
rından dolayı Halid’i ba ı la”
diye dua etti.4 Resûl-i Ekrem
Ensar’ın ileri gelenlerinden Ha-
rise b. Nu’man’ın kendisine ba-
ı ladı ı Mescid-i Nebevî civa-
rındaki evlerden birini Halid b.
Velid’e verdi. Evin darlı ından
ikâyet edince de “Binayı yuka-
rı do ru yükselt, Allah’tan da
geni lik iste.” dedi.5
Halid b. Velid Müslüman
olduktan sonra 3 yıl kadar
Rasûlullah (s.a.v.)’ın emrin-
de ve hizmetinde bulundu. Ha-
lid b. Velid’in Müslüman ola-
rak katıldı ı ilk sava Mute
Sava ı’dır. Yüksek askerî bir
deha ve üstün strateji bilgisine
sahip olan Halid bu sava a bir
nefer olarak katılmı tı. Bu sa-
va tan sonra Halid b. Velid’e
“Seyfullah (Allah’ın Kılıcı)” la-
kabı verildi.6 Halid komutasına
aldı ı orduyu kalabalık dü man
kar ısında bozguna u ratma-
dan Medine’ye getirmeyi ba ar-
dı. Halid b. Velid Mekke fethin-
de de süvarilerin komutanıydı.
Ordunun sa kanadını kontrol
ediyordu. Mekke fethinde Müs-
lümanlara kar ı çıkan küçük
gruplarla Halid b. Velid çar-
pı mı tır. Huneyn Sava ı’nda
Halid büyük cesaret ve yarar-
lılık göstermi tir. Hatta bu sa-
va ta yaralanınca Hz. Peygam-
ber ziyaretine gelip dua etti.
Halid ifa buldu. Mekke fet-
hinden sonra Hz. Peygamber
Nahle’deki Uzza putunu kır-
maya Halid b. Velid’i gönder-
di. Halid Uzza putunu kırıp
geri döndü. Taif ku atması-
na da katıldı. Halid b. Velid’in
Rasûlullah’ın emrinde katıldı-
ı son gazve Tebük Gazvesi’dir.
Hicrî 9 (miladî 630) yılında
vuku bulan bu sefer esnasın-
da bir sava olmayınca Hz. Pey-
gamber tarafından bir askerî
birlikle Dumetu’l-Cendel’in Hı-
37
ristiyan Emiri Ukeydir’in üze-
rine gönderdi. Halid Ukeydir’i
yaban sı ırı avlarken yakala-
dı ve esir aldı. Teslim olmayan
karde ini öldürdü. Di er kar-
de i ve Ukeydir’i esir alarak
ganimetlerle birlikte Hz. Pey-
gambere getirdi. Hicrî 10. yıl-
da Necran’a Hariso ullarını
slâm’a davet etmek için gön-
derildi. Onları üç gün müddet-
le slâm’a davet etti. Necranlı-
lar Müslüman oldular. Halid b.
Velid aynı yıl Veda haccına i ti-
rak etti.
Rasûl-i Ekrem Halid b.
Velid’in kahramanlık, secâat
ve cesaretini muhtelif zaman-
larda çe itli yerlerde övmü tü.
Ebu Hureyre’den rivayete göre,
Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte
bir yerde konaklamı tık insan-
lar yanımızdan geçmeye ba -
ladılar. Rasûlullah (s.a.v.): “Ey
Ebu Hureyre! Bu kim?” diye so-
ruyor ve ben de falan diyorum.
Rasûlullah (s.a.v.): “Allah’ın ne
iyi kulu bu.” buyuruyor. Sonra:
“Kim bu?” diye soruyor. Falan-
dır, diyorum. “Allah’ın ne kötü
kuludur.” buyuruyor. Sonunda,
Halid b. Velid geçti; “Kim bu?”
dedi. Ben de: “Halid b. Velid”
dedim. “Halid b. Velid, Allah’ın
ne iyi kuludur, O, Allah’ın kılıç-
larından bir kılıçtır.” buyurdu.7
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ve-
fatından sonra da Halid b. Velid
pek çok seriye ve gazveye katıl-
mı ve onlarda da kahramanlık-
lar göstermi tir. Hz. Ebu Bekir
halife olunca Halid’i komutan
olarak yalancı peygamberlerin
üzerine gönderdi. Yalancı pey-
gamber Tulayh b. Huvaylid’i
Buzaha’da ma lup etti. Sonra
Temimo ulları üzerine yöneldi
ve Mâlik b. Nuveyra’nın komu-
tasındakilerle kar ıla tı. Malik’i
silah bırakmasına ra men
esir etti ve öldürdü. Hz. Ömer
Halid’i bu olayda hatalı dav-
randı ı gerekçesiyle kınamı tır.
Daha sonra yalancı peygamber
Museylemetu’l-Kezzâb’a kar-
ı sefere çıktı. Onu Yemame sı-
nırında Akraba denilen yerde
ma lup etti ve öldürttü. Yalancı
peygamberlerle olan mücade-
lesinden sonra zekât vermeyen
kabileler üzerine gönderildi.
Onları da sindirdi. Ayrıca yine
Halid b. Velid önce Irak’ta
Sasaniler’e, ardından Suriye’de
Bizans’a kar ı iki ayrı ba ku-
mandanlık altında ba latılan bu
fetihlerin ilk zamanlarında her
iki cephede de slâm orduları-
na ba kumandan ve kumandan
olarak önemli görevler yüklen-
di. Fetihten bir yıl sonra Bizans
ordusuyla Suriye’de son defa
yapılan Yermük Sava ı’nı da
kazandı (12 Receb 15/20 A us-
tos 636). Bu sırada elden çıkan
Dıma k ehrini ikinci defa fet-
hetti. Bu fetih esnasında yeni
halife Hz. Ömer Halid’i azlede-
rek yerine Ebu Ubeyde’yi ba -
kumandanlı a tayin etti. Halid
bundan sonra Humus, Hama,
eyzer ve Kınnesrîn gibi ehir-
lerin fethine Ebu Ubeyde’nin
emri altında i tirak etti.
Halid’in kabiliyetini, askerî de-
Mart 201038
hasını takdir edip görü lerine
daima itibar eden Ebu Ubeyde
fetihler esnasında onu ya-
nından ayırmamı , öncü
birli i kumandanı olarak
kendisinden faydalanmı -
tır. Bunlarla birlikte Ha-
lid b. Velid’in ortaya çıkan
bazı ba ına buyruk tavır-
ları Hz. Ömer’i zaman za-
man rahatsız etti inde;
bu durumu Hz. Ömer Hz.
Ebu Bekir’e söyledi in-
de o da Peygamber Efen-
dimizin onun hakkında-
ki “O Allah’ın kılıcıdır, bu
kılıcı kınına sokmak do -
ru de ildir.” sözünü hatır-
latıyordu. Ebu Ubeyde’nin
vefatından sonra ba ka bi-
rinin emri altına girmeyen
Halid b. Velid, ömrünün
geri kalan yıllarını geçirdi i
Humus’ta vefat etmi tir (hicrî
21, miladî 642). Kabri orada-
dır. Halid b. Velid’in ailesi hak-
kında çok az bilgi bulunmakta-
dır. Çocuklarının en me huru
birçok sava a katılan Humus
Valisi Abdurrahman’dır. Halid
b. Velid kendisine nispet edi-
len “Mirseb, Edlak ve Kurtu-
bi” adlı üç kılıç Topkapı Sarayı
Müzesi’nde muhafaza edilmek-
tedir.8
Halid sava çı oldu u kadar
ahsi fazileti ve ilim konusunda
da üstündü. Fırsat buldukça Hz.
Peygamber’in sohbetlerinden
istifade etmi , Medine’de onun
etrafında bulunan ilim ve irfan
ashabı arasında Hz. Halid’in
bulundu u zikredilmi tir. Üç
dört mesele ile ilgili fetva verdi-
i rivayet edilir. Ayrıca Buharî,
Müslim ve di er hadis kitapla-
rında Hz. Peygamber’den on
sekiz hadis rivayet etmi tir.9
Rivayet etti i hadislerden bi-
risi udur: Rasûlullah (s.a.v.) ile
birlikte Hayber Sava ı’na katıl-
mı ve sava mı tım. Hayber’de
anla ma yapıldıktan sonra Ya-
hudiler gelip, Müslüman halkın
koyunlarını ya ma etmek için
a ıllarına ko u tuklarını gö-
rünce bu durumu Hz. Peygam-
ber (s.a.v.)’e bildirip ikâyet et-
tiler. Bunun üzerini Rasûlullah
(s.a.v.) da Müslümanlara hita-
ben: “Kendinize gelin, dikkat-
li olun! Anla malı olarak Müs-
lüman topraklarında ya ayan
gayrimüslimlerin malları-
nı haksız yere almak size helâl
de ildir. Ehli e e in eti size ha-
ram oldu u gibi onların at ve
katırları da haramdır. Ayrı-
ca köpek di li her yırtıcı hay-
vanlarla pençeli her ku da ha-
ramdır.” buyurdu.10
Halid b. Velid (r.a) Allah yo-
lunda sava ma duygusu ve bu
u urda ehit dü me arzu-
su ile dolu bir sahabiydi.
Allah için olan sava mey-
danları onun için Allah’a
en yakın meydanlardı. En
büyük arzusu cihat mey-
danlarında ehit dü mekti.
Sava meydanlarında o ka-
dar çok vurulmu tu ki vü-
cudunda yara izi olmayan
neredeyse yer kalmamı tı.
Halid gönderildi i seriy-
yelerde ve yaptı ı muha-
rebelerde Allah rızasını ve
Allah’ın dinine daveti esas
almı tır.
Halid b. Velid (r.a) ölü-
mü sırasında “Sava mey-
danlarında ölmeyi istedi-
im halde, bugün yata ımda
ölmekten ba ka bir ey bana
nasip olmadı.” demi ; ardın-
dan da “Amellerim içinde e-
hadet kelimesinden sonra, sa-
baha kadar sa anak halinde
devam eden ya murun altında
kalkanımı elime alıp dü mana
baskın yapmayı bekledi im bir
gece kadar bana ümit veren bir
amelim yoktur.” dedikten son-
ra “Ben ölünce atımı ve silahı-
mı Allah yoluna vakfedin.” diye
söylemi tir.
*Doç. Dr.
1 Bkz. bn Hacer, el- sâbe, II, 982 Mustafa Fayda, ‘Halid b. Velid’, TDV A, XV, 2883 Bkz. Ahmed b. Hanbel, Musned, IV, 1584 Buhârî, Da’avât, 235 Sünen-i Ebu Davud Terceme ve erhi, amil
Yayınevi: XV, 587-589 (Semhûdî, Vefâu’1-Vefâ, II, 730-73’den naklen
6 Bkz. bn Hacer, el- sâbe, II, 987 Tirmizî, Menâkıb, 508 Bkz.. bn Hacer, el- sâbe, II, 98-99; Mustafa Fayda,
“Halid b. Velid”, XV, 288-919 Bkz. bn Hacer, el- sâbe, II, 98; Mustafa Fayda,
“Halid b. Velid”, XV, 288-28910 Ebû Davud, Eti’me, 32
Dipnot
KUTSAL ÇA RI
Ceddimizden emânettir arkada ,Bu vatanın kıymetini bilelim. Külfet de il bir nîmettir arkada ,Bu vatanın kıymetini bilelim.
Uzandı ı anda nâmahrem eli, Kanla yo rulmu tur ezel/ezeli. Var mıdır ki vatan kadar güzeli, Bu vatanın kıymetini bilelim.
Dinle ey yi idim! sözüm sanadır,Genç adam! niyazım nazım sanadır.Vatan yavukludur, yârdır, anadır,Bu vatanın kıymetini bilelim.
Vatan olmayınca bayrak da olmaz, Yurtsuz ya amanın kıymeti kalmaz. Mekânsız göçebe devlet kurulmaz, Bu vatanın kıymetini bilelim.
Ruhu Çanakkale, Gelibolu’ysa, Do udan batıya pek Yolu’ysa, Tarihteki adı Anadolu’ysa, Bu vatanın kıymetini bilelim.
Ah! eder topra a kazma vursanız,Kefensiz yatıyor kime sorsanız.Müdâfaa kutsal hak diyorsanız,Bu vatanın kıymetini bilelim.
Vatan sevmek imânî bir duygudur, Bence a k da budur ilke de budur. Aziz milletime son sözüm udur;Bu vatanın kıymetini bilelim.
Ahmet Süreyya DURNA
39
Dü ünceMetin ÖZDEM R*
KUR’ÂN AÇISINDAN ALLAH’I TANIMA
MAR FETULLAH“Kur’ân Allah’ın tanınması/marifetullah konusunda gözleme dayalı bir akıl
yürütmeyi esas alır: Ona göre öncelikle Allah’ın âyetlerine ve yaratıklarına
bakmamız gerekir.”
Mart 201040
Eser
: Yus
uf C
oku
n BE
NEF
E
41
Allah (c.c)’ı
anlama ve
tanıma, Te-
mel slâm Bilimleri içerisin-
de, esas itibariyle Kelâm di-
siplininin konusudur. Kelâm,
ilmî bir disiplin olarak en yay-
gın ekliyle, “Kendisi aracılı ıy-
la slâm’ın inanç esaslarını ke-
sin deliller ortaya koyarak ispat
edip onlara ili kin üpheleri or-
tadan kaldırmaya güç yetirilen
ilimdir.”1 tarzında tanımlanır.
Bu ilmin en önemli kaynakları,
Kur’ân ve sa lam i leyen akıl-
dır. Kur’ân hem aklı i letmenin
önemine sıkça de inir, hem de
onun sa lam bir ekilde nasıl
i letilebilece inin yöntemleri-
ni örnekleriyle gösterir. Bu yüz-
den biz bu yazımızda, öncelikle
Kur’ân’ın bize Allah (c.c)’ı han-
gi yöntemlerle nasıl anlamamız
ve tanımamız gerekti ine ili -
kin tavsiyelerine kısaca de in-
meye çalı aca ız.
Kur’ân’da varlık, Allah ve di-
erleri/mâ-sivâhu olmak üze-
re iki kısma ayrılır. Allah, var-
lı ında hiç kimseye muhtaç
olmayan2, varlı ından önce
yoklu un bulunmadı ı, ken-
dili inden ezelî ve ebedî ola-
rak var olan3 Zorunlu Varlık’tır.
Di erleri/mâ-sivâhu ise, var-
lıkları için ba kasına/Zorun-
lu Varlık’a muhtaç olan, O’nun
tarafından yaratılıp yeti tiri-
len, beslenen ve terbiye edilen,
varlıkları veya yoklukları müm-
kün varlıklardır.4 Bu Zorunlu
Varlık’ın/Allah’ın varlı ının bi-
linmesi, O’nun bir ve tek olarak
zat ve sıfatlarıyla birlikte gere i
gibi tanınabilmesi5, di er iman
esaslarının olmazsa olmaz ar-
tıdır. Zira Allah’ın varlı ı ve bir-
li i konusu bilinmeden di er
iman esaslarının kabul edilme-
si mümkün de ildir. Kur’ân da
bu gerçekten hareketle, Allah’ın
varlı ının ve birli inin bilinme-
si, tanınması ve do ru bir e-
kilde anla ılması konusuna
çok geni bir yer ayırır. A a ı-
da Kur’ânî ö retinin bu konuya
ili kin yakla ım ve tavsiyelerine
dair örneklerinden bir kısmına
de inilecektir.
Kur’ân Allah’ın tanınması/
marifetullah konusunda göz-
leme dayalı bir akıl yürütme-
yi esas alır: Ona göre öncelikle
Allah’ın âyetlerine ve yaratık-
larına bakmamız gerekir. Gece
ve gündüz, güne ve ay, Allah’ın
âyetleri; O’nun varlı ını ve bir-
li ini kanıtlayan açık belgeler-
dir. Her ikisini de yedi kat olan
gök ile yeri ve bu ikisi arasında-
kileri de O yaratmı tır. Güne ,
ay ve bütün yıldızlar O’nun em-
rine boyun e mi lerdir. Bunla-
rın hiçbiri, asla O’nun koydu u
yasaların ve kanunların dı ı-
na çıkamaz. Yaratma ve emir/
varlıkları diledi i gibi biçimlen-
dirme ve yönlendirme yalnızca
O’na aittir.6
Kur’ân, insanın bu gerçe i,
en küçü ünden en büyü üne
kadar bütün cisimleri ve varlık-
ları olu turan temel yapı ta la-
rını, ayrıntılı bir ekilde görüp
bilmeye ihtiyaç duymadan, sa-
dece yalın bir gözlem ile fark
edebilece ini kabul eder. nsa-
nın bunu anlaması için atomu
ve atom altı âlemi, fotonların
kuantum mekani i tarafından
nasıl yönetildiklerini ya da hüc-
re biyolojisini ayrıntılı bir e-
kilde bilmesine gerek yoktur.
Bunun için onun, gözünü gök-
yüzüne çevirmesi yeterlidir.
Oraya defalarca baksa bile bir
kusur bulamayacak, her eyin
orada mükemmel bir düzen içe-
risinde yaratıldı ını ve yerli ye-
rine konuldu unu görecektir.7
Yine insan, geli mi bir teles-
kopla oraya baktı ında görebi-
lece i muhte em manzaralar
bir yana, çıplak bir gözle bak-
tı ında bile gittikçe derinle en
uzay bo lu unun yıldızlarla na-
sıl göz kama tırıcı bir güzellik-
te süslendi ini hemen fark ede-
cektir.8 Kur’ân, bize bütün bu
gerçeklerle yüzle en akıl ve in-
saf sahibi insanlara, “Gökleri ve
yeri kim yarattı?” diye soruldu-
unda, onların hiç tereddüt et-
meden “Allah” diyeceklerini
bildirmektedir.9 Yine Kur’ân,
bu gerçeklerden yüzünü çevirip
kendi heves ve arzularının pe-
inden ko an inkârcılara ise u
can alıcı soruyu yöneltir: “Aca-
ba onlar herhangi bir yaratıcı
olmadan mı yaratıldılar? Yok-
sa kendileri mi yaratıcıdırlar?”
Bütün bu göstergeler, bütün e -
yanın Allah tarafından yara-
tıldı ına tanıklık etti ine göre,
kendisine kulluk edilmesi ge-
reken tek varlık O’dur. Çünkü
kullu a layık olan yalnızca bü-
tün varlı ın sahibi ve yaratıcı-
sı olandır. nsan, Allah’ın var-
lı ına ve birli ine delâlet eden
bunca sa lam kanıt ve belgeleri
gördükten sonra, nasıl olur da
hiçbir ey yaratamayan, bizzat
kendileri yaratılmı olan varlık-
lara kulluk edebilir ya da onları
Allah’a ortak ko abilir?10 Daha
da kötüsü, her eyin kendili in-
den gerçekle ti ini, bu nedenle
hayatının bütünüyle bo ve an-
lamsız oldu unu, dolayısıyla bu
dünyaya sadece ya amak ve öl-
mek için geldi ini11 dü ünebi-
lir?
O halde akıl ve insaf sahi-
bi her mü’min, gökleri ve yeri
Allah’ın yarattı ını bu ekilde
açık kanıtlarıyla birlikte gör-
dükten sonra, O’nun, bunların
benzerini de yaratmaya kâdir
oldu una inanmalıdır.12 Yalnız-
ca bir ve tek olan Allah’a kulluk
etmeli, dua ve yakarı ını sade-
ce O’na yöneltmelidir.13 Kısa-
cası O’nu zatına ve ânına ya-
kı ır bir biçimde tanımalıdır:
O, gökleri ve yeri yaratan, yedi-
rip içiren fakat Kendisi yiyip iç-
meyendir.14 Bir ve tektir. Bütün
varlıklar O’na muhtaç, fakat O,
hiçbir eye muhtaç de ildir. O,
Hıristiyanların inandıklarının
aksine, do urmamı ve do -
mamı tır. Hiçbir ey O’na denk
de ildir.15 O’nun benzeri hiçbir
ey yoktur. O, her eyi i iten ve
her eyi görendir.16 Yine O, her
eyi ezelî bilgisiyle oldu u gibi
bilendir.17 Dolayısıyla her eyi
belli bir ölçüye göre yaratmı
ve onları yaratılı amaçlarına
uygun melekelerle donatmı -
tır.18 Bütün sonuçları, sebeple-
riyle birlikte O takdir etmi tir.
Bu yüzden her hangi bir sonucu
hedefl eyen herkesin bu sebep-
lere sarılması gerekmektedir.19
Sebeplere sarılmadan ne bu
dünyada ne de âhirette herhan-
gi bir sonuca ula mak müm-
kündür.20
* Prof. Dr.
1 el-Îcî, el-Mevâkıf Fî lmi’l-Kelâm, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut, trhsz., s. 7.
2 112/ hlâs, 2.3 57/Hadîd, 3.4 1/Fâtiha, 1.5 22/Hacc, 746 7/A’râf, 54; 41/Fussilet, 37.7 67/Mülk, 3-4.8 37/Sâffât, 6; 67/Mülk, 5.9 29/Ankebût, 62; 31/Lokmân, 25; 39/Zümer, 38;
43/Zühruf, 9.10 16/Nahl, 20; 25/Furkân, 3.11 45/Câsiye, 24.12 17/ srâ, 99; 36/Yâsîn, 81.13 23/Mü’minûn, 117; 72/Cin, 18.14 6/En’âm, 14.15 112/ hlâs, 1-4.16 42/ ûrâ, 11.17 2/Bakara, 29.18 87/A’lâ, 3.19 18/Kehf, 84-85.20 53/Necm, 39.
Dipnot
Mart 201042
43
ALLAH D YOR...
Bir sevdânın oca ında;Dilim Allah Allah diyor!Kalbin vuslât dura ında;Hâlim Allah Allah diyor!
Kim anlar ki bu a kını?Cana kurmu a k çarkını!Ça ladıkça gül a kını;Selim Allah Allah diyor!
Garip kulum çok acım var; Kim sorar ki ne sancım var? ! Mevsim mevsim, diyâr diyâr; Gülüm Allah Allah diyor!
Hasret doldu a k sarayım;nler durur yanık nayım!Bir ömürdür günüm, ayım;Yılım Allah Allah diyor!
Bende rüyâ, bende gerçek; Takvâ ister kutsal emek!Seçtim, aldım çiçek çiçek; Balım Allah Allah diyor!
Yerler gökler da lar, ta lar;Hakk’tan yana döner i ler!Ey sonsuza uçan ku lar;Yolum Allah Allah diyor!
Rıfat ARAZ
FıkıhAbdullah KAHRAMAN*
DUA VE TEDÂV
Mart 201044
lhan
SO
YLU
45
nsan: KâinatınMümtaz Ve Âciz
Varlı ı
nsan kâinatın en mümtaz
ve müstesnâ varlı ıdır. Bütün
mahlûkat içerisinde Allah’ın dı-
ında tazîm anlamında da olsa
kendisine secde edilmesi iste-
nen tek varlık da insandır1. lahî
irade onu mahlûkatın en eref-
lisi olarak kabul etmi tir2. nsa-
nın varlı ını devam ettirebilmesi
ve kulluk misyonunu ve sorum-
lulu unu icra etmesi her eyden
önce maddî ve mânevî bakımdan
sa lıklı olmasına ba lıdır. Fa-
kat aynı zamanda o, mahlûkatın
âciz varlıklarından biridir. Bir
yönüyle nefsine ve duyguları-
na ma lup olma, di er yönüy-
le de maddî hastalıklara yaka-
lanma tehlikesiyle ba ba adır.
Kâinattaki mümtaz yerine ra -
men insan, bedenî ve fi zikî var-
lı ı iti bariyle Allah'ın yeryüzün-
de kurdu u tabiî ve fıtrî düzene
tâbidir. Bu bakımdan, bazen çok
dayanıksız, zayıf ve kısa ömürlü
olabilmektedir. Hastalık, sakatlık
ve ölüm, di er canlılarda oldu u
gibi insanda da belli dünyevî ve
tabiî sebeplere ba lanmı tır. n-
san, ba ına gelen hastalık, sakat-
lık gibi olumsuzluklarla mücade-
le etmekle yükümlüdür. Bunun
için gerekli tedâvi yollarına ba -
vurmak hem insanın tabiî yapısı-
nın gere i hem de dinin emir ve
tavsiyesidir. Dinimiz me ru bü-
tün tedâvi usullerine cevaz ver-
mi tir. Hz. Peygamber’in bize ö -
retti i tedâvi ekillerinden biri de
duadır. Müslümanlar samimi ve
artlarına uygun dua ederek de
dertlerinin ifâsını Yüce Allah’tan
talep etmelidirler.
Duanın Önemi
Dua, mü’mini Allah’a ba la-
yan en kestirme yollardan biri
olması dolayısıyla Kur’ân tara-
fından hem emredilmi , hem de
örnekleri sunulmu tur. Kur’ân
bize de i ik musibetlere u ra-
mı peygamberlerin durumunu
anlatırken aynı zamanda nasıl
dua edip bu durumlardan kur-
tuldukları hakkında da bilgi ver-
mektedir. Hz. Peygamber’in di-
linde dua, ibadetin özü olarak
anlatılmı tır. Bu bakımdan dua
çok önemli bir kulluk göstergesi-
dir. Zira dua hakkın teslimi, ha-
lin arzedilmesi gereken maka-
ma sunulması, kulun Rabbine
yönelik en içten dilekçesi ve ac-
ziyetinin itirafıdır. Bir dü ünü-
rün ifadesiyle dua, insandaki ir-
fan duygusunun tecellî etmesidir.
Buna göre dua esnasında alçak-
gönüllülü ün doru undaki bir
ruh hali dı a vurur. Duayı ancak
irfandan nasibi olan, aczini itiraf
edebilen ve alçakgönüllü olanlar
yapabilir. Duanın insan hayatın-
da sayısız etkileri vardır. Bu et-
kiler maddî oldu u gibi aynı za-
manda mânevîdir. Dua insanın
hem maddî hem de mânevî has-
talıklarının iyile tirilmesinde çok
önemli bir araçtır. Bir millette
duanın yok olu u o milletin çökü-
ünün en önemli göstergelerin-
den biridir3.
Tedâvi AracıOlarak Dua
Yüce kitabımızın bizi duaya
yöneltmesi yanında Hz. Peygam-
ber (s.a.v) de pek çok hadisinde
dua üzerinde durmu , bu konuda
da Kur’ân’ın en güzel müfessiri
olmu tur. Onun duaya yükledi i
fonksiyonlardan biri de dua ile ve
okuyarak tedâvi olmaktır ki buna
“rukye” adı verilmektedir. Buna
göre her Müslümanın, ifâyı sa-
dece Allah’tan talep etmek mak-
sadıyla, kendisinin veya ona bir
ba kasının, hastalı ının durumu-
na uygun dua, ezkâr ve Kur’ân
âyetlerini okuması câiz bulun-
mu ve te vik edilmi tir. Bu yol-
la tedâvi Hz. Peygamber (s.a.v)’in
tavsiye, uygulama ve tasvipleri
arasında yer almaktadır. Çünkü
tedâvide en önemli unsur, hasta-
nın moralinin yüksek tutulması,
iyile me inanç ve ümidi ta ıması-
dır. Okuma ve dua yöntemi has-
taya bu yönde mânevî destek sa -
layacak hususlardandır. Maddî
çareler yanında mânevî yardımı
da talep etmek inancın bir sonu-
cudur. Zira dualarımızı kendisine
yöneltti imiz Rabbimiz, çaresiz-
lerin çaresi, dertlilerin devâsı, za-
yıfl arın gücü, kimsesizlerin kim-
sesi ve sı ına ıdır.
Dua ile tedâvi usulü, cahili-
ye döneminde de bilinen bir uy-
gulamadır. Ancak irk anlayı-
ı ba ta olmak üzere, bazı yanlı
uygulamaları da beraberinde ge-
tirdi i için Hz. Peygamber (s.a.v)
bunu önce yasaklanmı tır. Ancak
tevhit inancının yerle mesinden
sonra, Allah’tan ifâ talep etme-
nin bir yolu olarak bu yasa a is-
tisnalar getirilmi tir. Avf b. Mâlik
Hz. Peygamber’e câhiliye döne-
minde okuyup üfl eyerek hastaları
tedâvi ettiklerini söylemi ve bu
konuda görü ünü sormu tur. Hz.
Peygamber öyle demi tir: “Bana
(yaptı ınız bu tedâvi eklini)
gösteriniz. çerisinde irk olma-
dıkça, okuyup üfl eyerek tedâvi
Mart 201046
etmede bir sakınca yoktur.”4
“Göz de mesi gerçektir”5 bu-
yuran Hz. Peygamber (s.a.v),
bazı hastalıkların mânevî sebe-
bine i aret etmi , bu gibi hasta-
lıkların tedâvisi için dua, isti far,
tevekkül gibi yöntemleri tavsi-
ye etmi tir. Kur’ân’ın ifâ veri-
ci özelli ini ifade eden âyet6 ve
Hz. Peygamber’in bazı uygulama
ve tavsiyelerini içeren hadisleri
esas alan âlimler, prensip olarak
Kur’ân ve me’sûr duaları okuya-
rak tedâvi olmanın me ru oldu-
u yönünde görü belirtmi ler-
dir. Dolayısıyla Kur’ân, itikâdî,
ahlâkî, rûhî, mânevî, kalbî, sosyal
ve fi zikî (maddî) hastalıkların ta-
mamı için bir ifâ kayna ıdır.7
slâm âlimleri, mânevî has-
talıkların tedâvisinde okuma ve
dua gibi dinî yöntemlerin etki-
li olaca ını dü ünürken, bu yön-
temlerin fi zikî ve maddî hastalık-
ların tedâvisinde etkisini de kabul
etmi lerdir. Okuma ve dua yön-
temi sadece slâm dininde de il,
Hıristiyanlık ba ta olmak üzere,
ba ka dinlerde de tavsiye edilen
ve uygulanan yöntemlerdir. Men-
faatsiz ve gönülden gelen duanın
maddeye tesir edece ine inanan
Alexis Carrel’in dua yöntemiy-
le kanser, ülser, verem gibi has-
talıkların tedâvi edildi ini söyle-
mesi bunu göstermektedir.8
Ba kasına Okuma ve Dua Etme
Dua ve okuma yoluyla
tedâvide, hastaya ba kalarının
okuması da me rudur. Ancak
prensip, ki inin elini a rıyan ye-
rine koyarak dua ve âyetleri biz-
zat kendisinin okumasıdır. Ni-
tekim vücudunda bir a rıdan
ikâyet eden Osman b. As’a Hz.
Peygamber (s.a.v) öyle tavsiyede
bulunmu tur: “Elini vücudunun
a rıyan yerine koy ve üç defa
‘bismillah’, yedi defa da, ‘hissetti-
im a rının errinden Allah’a ve
O’nun kudretine sı ınırım’ de.”9
Hz. Âî e’nin öyle dedi i nakle-
dilmi tir: “Rasulüllah hastalan-
dı ında kendi üzerine Muavvizât
( hlâs, Felak, Nâs) surelerini
okurdu. Hastalı ı iddetlendi i
zaman ona ben okur ve elinin be-
reketini ümit ederek kendi eliyle
kendisini mesh ederdim.”10 Yine
Hz. Âî e’nin dedi ine göre, bir
kimse hastalandı ı zaman Rasu-
lullah onu sa eliyle mesh ederek
öyle derdi: “Ey insanların Rab-
bi! u hastalı ı gider, ifâ ver.
Ancak sen ifâ vericisin. Senin
ifândan ba ka hiçbir ifâ yok-
tur. Bu hastaya öyle bir ifâ ver
ki, onun üzerinde hiç bir hastalık
izi kalmasın.”11 Torunları Hz. Ha-
san ve Hüseyin’e Hz. brahim’in
o ulları smail ve shak’a okudu-
unu ifade etti i u duayı okurdu:
“Eûzü bi-kelimâtillâhi’t-tâmmeti
min külli eytânin ve hâmmetin
ve min külli ‘aynin lâmmetin”
(Her eytandan, ha erattan ve
dokunan her kem gözden Allah’ın
tam kelimelerine sı ınırım.)12
Okuyarak tedâvi, hem psikolojik
hem de fi zikî hastalıklar için me -
ru görülmü bir yöntemdir. Di er
tedâvi usulleri gibi bunda da ifâ
için uygulayanın niyeti, inancı ve
psikolojik durumu önemli rol oy-
namaktadır.
Ba kasına ifâ niyetiyle oku-
manın Allah rızası için olma-
sı esastır. Âlimlerin ço una göre
bu i kar ılı ında ücret almak
ve bu i i bir meslek haline geti-
rip sektörle tirmek câiz olmayıp,
tedâvinin tabiatına ve maksadı-
na da aykırıdır. Ücret almanın
câiz oldu u yönünde görü bil-
diren âlimler ise, cevâza delâlet
eden bazı hadisleri13 esas almı ve
okuma sonucunda ifâ meydana
gelmesi durumunda ücretin alı-
nabilece ini, aksi halde alınama-
yaca ını ifade etmi lerdir.
Okuyarak tedâvi, câiz olmak-
la birlikte, kökleri eski ça lara
ve cahiliye dönemine dayanan,
slâm’ın tevekkül anlayı ını örse-
leyip irke kapı açan, muska, tıl-
sım, kur un dökme, büyü, efsun,
üfürükçülük gibi usullerin Hz.
Peygamber’in uyguladı ı ve öner-
di i okuyarak tedâvi ile alaka-
sı yoktur ve bunlara ba vurmak
slâm inancı ile ba da maz. Ayrı-
ca unu belirtmek gerekir ki, bü-
tün bunlar hastalanınca doktora
gitme mecburiyetini ortadan kal-
dırmaz. Müslüman her ey için
dua edr ve etmelidir; hastalı ı-
nın iyile mesi için de dua etme-
li, okumalı ve okutmalıdır; ancak
hastalı ı ının uzmanına ba vur-
ması, tedâvinin fi zikî yollarını da
araması gerekir.
*Prof. Dr.
1 2/Bakara, 342 95/Tin, 43 Alexis Carrel, Dua, 39-644 Müslim, Selam, 645 Buhârî, Tıb, 366 10/Yûnus, 57; 17/ srâ, 827 bk. Kurtubî, XIII, 156-1638 Alexis Carrel, Dua, 629 Ebû Davud, Tıb, 1910 Müslim, Selâm, 5111 Müslim, Selâm, 4612 Buhârî, Enbiyâ, 1013 bk. Ebû Davud, Tıb, 9
Dipnot
DUÂ
Senden ba ka varacak kapımız yokYâ Rab hayırlar getir ba ımızaBa ka da yalvaracak kapımız yokYâ Rab hayırlar getir ba ımıza
Bizi bizden daha iyi bilensinA layanın gözya ını silensinBu zavallı ba ka kimden dilensin!Yâ Rab hayırlar getir ba ımıza
Kıyâmetin alâmeti ço aldıDört bir yanı kan ve gözya ı aldıyilik bir kö ede kalakaldıYâ Rab hayırlar getir ba ımıza
Herkes kör nefsinin zebûnu olmuYanımız yöremiz günahla dolmuKurtulu ümîdi gül gibi solmuYâ Rab hayırlar getir ba ımıza
O uz der: Nefs ba ımıza er, belâAsırlardır dünyamız bir Kerbelânsana insandan gelir her belâYâ Rab hayırlar getir ba ımıza…
Bekir O UZBA ARAN
47
Tarihsmail ÇOLAK
ADSIZ KAHRAMANLARIÇANAKKALE’N N
“Milletimizi Çanakkale’ye gömmeye azmeden Haçlıların son kalıntılarına
kar ı Osmanlı’nın böylesi bir hayat memat sava ında dâhi insanlık ve
merhametin doruklarında dola ması ise aklın alamayaca ı kadar hayret
edilecek bir vaziyettir.”
Mart 201048
Muh
amm
ed G
ÜLS
EREN
49
1915 yılı Mart ayında “Ça-
nakkale mah erinde”
Hilâl ile Haç’ın o en mu-
azzam ve en çetin kader sava la-
rından birisi patlak verdi inde,
imparatorluk co rafyasından
pek çok namsız Anadolu yi i-
di, yedi düvele kar ı sadece bir
devleti ve ülkeyi de il, temsilci-
li ini omuzladı ı bir büyük me-
deniyeti müdafaa etme uuru
ve maksadıyla cepheye fevç fevç
akın etmeye ba lamı tı.
te, nice anaların bu kına-
lı kuzuları, Çanakkale’de Haç-
lıların “son hayâsız taarruzuna”
kar ı sergiledikleri inanılmaz
iman mücadelesi neticesinde
üzerinde ya adı ımız mübarek
topraklar için bize hür bir va-
tanda hür bir gelecek bah e-
debilmek adına canlarını ada-
maktan ve Anadolu’da yeniden
özgür ya ayabilmenin bedelini
kanlarıyla fazlasıyla ödemekten
zerrece çekinmeyeceklerdi.
Bu noktada, 16. yüzyıl-
da ya amı Macar Seyyah
Georgevits’in u sözleri san-
ki Çanakkale’nin isimsiz kah-
ramanlarına ithâfen söylenmi
gibidir: “Hıristiyan askerler,
harp meydanında alaca ı ücret
ve ganimetten ba ka bir ey dü-
ünmez. Hâlbuki Müslümanlar
harp ederken yalnızca ehit ol-
mayı dü ünür, ehitlikten ba -
ka her eyi adî ve kıymetsiz gö-
rürler.” Tarihin, huzurlarında
derin bir hürmetle selam dur-
du u, her birinin hikâyesi ayrı
bir destan olan, “bir hilâl u ru-
na” güne gibi batıp ebediyet
iksirini içmesini bilen o aziz, o
asiller asili neferlerden burada
ancak en seçkin birkaçını zik-
retmekle yetinece iz.
Bursalı Ethem’den Kayserili Hüseyin
Çavu ’a
Taburlarımız arasında gün-
lerden beri sürmekte olan har-
be daha evvel i tirak etme e-
refi ne nail olma yarı ı vardı.
Bu mazhariyete kavu ma te-
la ve heyecanıyla yanıp tu-
tu an Mehmetçiklerden biri
de 2. Tabur 5. Bölük’ten Bur-
salı Edhem idi. Edhem, tabu-
ruyla cepheye ula manın daha
uzun sürece ini dü ündü ün-
den tek ba ına daha çabuk va-
rabilmenin hesaplarını yapı-
yordu. Nihayetinde, “Karde im
Çanakkale’de ehit oldu, onun
yerine ben gideyim.” diye dilek-
çe verip taburundan iki ay ev-
vel Çanakkale’ye ko masını bi-
lecekti.
Kayseri’nin Develi kazası
Kopçalı mahallesinden Hüse-
yin Çavu ’un yi itli i de Çanak-
kale semalarında yankılanan
yürek parçalayıcı olaylardan-
dır:
Hüseyin, aya ı uzun süre
yol yürümekten dolayı ikisi bir-
den cılk yara oldu u halde cep-
heye katılmı tı. Kendisini te-
davi edip cepheden alıkoymak
isteyenlere ise hep aynı olum-
suz cevabı vermi ti. Yüzü ıs-
tırap içinde oldu u halde a ır
a ır yürümesine ra men her-
kesin canını severek feda et-
ti i bir anda yarasını hiç gözü
görmüyor, ona ehemmiyet bile
vermiyordu. Hâdisenin ahi-
di Hamdullah Suphi Tanrıöver,
dayanamaz sorar: “Arkada
ayaklarından rahatsız oldu un
halde niçin bu vaziyette mu-
harebeye gidiyorsun?” Hüse-
yin Çavu , muhatabının me-
rakını tatmin için kundurasını
çıkarır ve i mi , su toplamı ,
çatlak çatlak yaralarla bezen-
mi , peri an durumdaki aya-
ını gösterir. Çok üzülen Tan-
rıöver, aya ının neden böyle
oldu unu sorunca Hüseyin, u
çok hazin ve ibretli sözleri sarf
eder: “Selanik’te Yunanlılara
esir dü tüm. Bize ayaklarımız-
la kireç ezdirir, sonra suya so-
karlardı. O zaman intikamını
almaya yemin ettim. imdi yü-
rüyemesem ve yolda dü sem
de beni bir sedyeye koysunlar,
yine de muharebeye gidece im.
Orada gördü üm hakaretin in-
tikamını alaca ım.”
Unutulmaz Nusret Gemisi ve Yüzba ı
Hakkı
Müttefi klerin kahredici si-
lah gücüne kar ılık Osmanlı,
imkânsızlıklardan mucize üs-
tüne mucize çıkarıyordu. Bun-
lardan Nusret mayın gemisinin
sava ın seyrini ve kaderini de-
i tiren efsanevî kahramanlı ı,
elbette ki en ba ata zikredile-
cek ve sava tarihine altın harf-
lerle kaydedilecek muhte em
misallerdendir: 17 Mart ak a-
mı, Karanlık Liman’da son bir
mayın taraması yaptıran dü -
man amiraline “temiz” raporu
verilmi ti. Artık sabah ba laya-
cak büyük taarruzun beklenen
sonucundan emin olunup ra-
hatça uyunabilirdi.
Ama gece yarısından sonra
bütün ı ıklarını karartmı kü-
çük, fakat denize yazdı ı des-
tana göre çok büyük bir gemi,
Rumeli kıyısından sessizce de-
nize süzülmü tü. Yüzba ı Hak-
kı Bey komutasındaki bu gemi,
Türk ustalarının imal etti i ve
“patlamaz” denilen elde ka-
lan son 26 mayını büyük bir
özenle denize dö eyip kötü ta-
lihi yenmekle görevlendiri-
len Nusret mayın gemisi idi.
Mayınlar, ustalıkla denize dö-
endikten sonra saat 03.20’de
gönderilen üç ye il, bir kırmı-
zı sinyal, görevin ba arıyla ta-
mamlandı ını bildiriyordu.
bittikten sonra Nusret, dü -
man gemilerinin projektörle-
rine yakalanmadan geri döne-
bilmi ti.
Nusret’in hazırladı ı sürp-
riz ertesi sabah dü man do-
nanmasına fevkalade a ır bir
kayıp verdirecekti. Bouvet
zırhlısı, yırtılan çelik gömle i-
ni yenilemek üzere kaçarken
mayınlara çarparak suya gö-
mülmü ; imdada ko an Suff-
ren ve Gaulois de aynı akıbete
u ramı ; Irresıstible ve Ocean
zırhlıları tam ileri atılacakken
ayakları mayınlara takılıp bat-
mı ve Infl exible ise güçlük-
le kurtulup römorkör yede in-
de mroz’a çekilmi ti. Ne yazık
ki bu ulvî ve yüksek heyeca-
na kalbi dayanamayan Yüzba-
ı Hakkı Bey de oracıkta kalp
krizinden Hakk’a yürümü tü.
Daha sonraki yıllarda
Churchill, Daily Telegraph
Gazetesi’yle yaptı ı röportaj-
da, Nusret’in kahramanlı ını
ve sava ın gidi atındaki rolünü
öyle takdir ve teslim edecek-
ti: “O gün, müttefi klerin koca
armadasını, bir römorkör ka-
dar olan Nusret mayın gemisi-
nin ma lup etti ini çok sonra
ö renmi olduk. 1915 yılında
bütün Avrupa’da milyonlarca
insanın hayatına mal olan bü-
yük taarruzlar yapılmı tır. Fa-
kat bunların hiçbiri Nusret’in
döktü ü mayınlar kadar sava-
ın devamına ve dü manın is-
tikbaline tesir ederek bir ba a-
rı gösterememi tir.
Ali Çavu ’unCivanmertli i ve
Anzaklar
Milletimizi Çanakkale’ye
gömmeye azmeden Haçlı-
ların son kalıntılarına kar ı
Osmanlı’nın böylesi bir hayat
memat sava ında dâhi insan-
lık ve merhametin dorukların-
da dola ması ise aklın alama-
yaca ı kadar hayret edilecek
bir vaziyettir. Meselâ, Sam-
sunlu Ali Çavu ’un hikâyesi
bunun en mükemmel misali-
dir: Ali Çavu , sava ın bütün
acımasız yüzüne ra men ken-
disine kur un sıkan iki yara-
lı Anzak askerini siperden çı-
karıp Osmanlı askeri elbisesi
giydirerek Bekdi in isimli kö-
yüne getirmi ve burada tedavi
ettirdikten 8 ay sonra, hanımı-
nın boynundaki altınları boz-
durmak suretiyle stanbul’dan
gemiyle Avustralya’ya gönder-
mi tir. Ali Çavu , himayesin-
deki 269 askerin 209’unu, 7
çocu undan 4’ünü ehit ver-
di i halde insanlı ından hiçbir
ey kaybetmemi tir.
imdi Avustralya’da Ali
Çavu ’u ve Bekdi in Köyünü ta-
nımayan yok gibidir. Çünkü Ali
Çavu ’un yi itli i Avustralya’da
yıllardır dillerden dü memi -
tir. Ali Çavu ’un torunu ve aynı
zamanda ismi geçen köyün be-
lediye ba kanı olan Mustafa
Dayıo lu, bu olayın unutulma-
ması için bir mahalleye An-
zak isminin verildi ini, bele-
diye binasındaki bir odayı da
Anzak odası olarak düzenle-
diklerini söylemi tir. Anzak
mahallesini kurduktan sonra
Avustralya’dan davet aldıkları-
nı ve orada devlet töreni ile kar-
ılandıklarını belirten Dayıo -
lu, 1996 yılında ise Avustralya
Büyükelçisi David W. Evans’ın
köylerini ziyaret etti ini de söz-
lerine eklemi tir.
MehmetçiktenÖlümsüz Vasiyet ve
Mektuplar
Mehmetçi in harp esnasın-
da yakınlarına yazıp da gön-
derdi i veya gönderemedi-
i öylesine numune mektuplar
var ki gerçekten insanın kalbi-
ni ve hissiyatını galeyana ge-
tirecek cinstendir. Kahraman
Mehmetçik’in büründü ü des-
tansı ruh halini yansıtan, cep-
hede yazdı ı hazin ve ölümsüz
mektuplardan i te birkaç ahe-
ser:
Kerevizdere’de Çanakka-
le’nin son ehitleri sıfatıyla tari-
he geçen, 62. Piyade Alayı’ndan
Üste men Zâhid’in karısına
yazdı ı ibret dolu vasiyetname-
si: “...Bu günlerde her zaman-
kinden daha önemli muhare-
Mart 201050
51
belere girece iz. Bilirsin, her
muharebeye giren ölmez. Fa-
kat e er ben ölürsem sakın gam
yeme... Beni ve seni yaratan Al-
lah, bizi nasıl dünyada birbiri-
mize nasip etti ise benden e-
hitlik rütbesini esirgemedi i
takdirde elbette ruhlarımızı da
birbirine kavu turur. Vatan yo-
lunda ehit olursam bana ne
mutlu. Ancak sana bir vasiye-
tim var: Birincisi, benim için
katiyen a lama. kincisi, e ya-
mın listesi ili iktedir. Bunları
sat, ele geçecek paradan mihri-
ni al, kalanı ile de bana mevlit
okut. E er bunlar sana borcu-
mu ödemezse hakkını helâl et.”
stanbul Hukuk Fakülte-
si son sınıfta iken gönüllü ola-
rak harbe i tirak eden ve ehit-
lik mertebesine yükselen yedek
subay adayı Ethem’in, valide-
sine yazıp da gönderemedi i
mektuptaki u edebî sözler çok
daha fazla tüyler ürperticidir:
“Valideci im! Dört asker do-
urmakla müftehir anlı Türk
annesi! Nasihat dolu mektubu-
nu, Divri i ovası gibi güzel, ye-
illik bir ovacı ın ortasından
geçen derenin kenarındaki ar-
mut a acının kenarında oturur-
ken aldım. Tabiatın ye illikleri
içinde mest olmu ruhumu bir
kat daha takviye etti. O güzel
çayırın koyu ye il bir tarafında
çama ır yıkayan askerlerim saf
saf dizilmi ler. Gayet güzel ses-
li biri Ezan-ı Muhammedî oku-
yordu. Ey Allah’ım! Bu ovada
onun sesi ne kadar güzeldi. Bül-
bül bile sustu, ekinler bile hare-
ketten kesildi, dere bile sesini
çıkarmıyordu. Ezan bitti. O de-
reden ben de bir abdest aldım.
Cemaat ile namazı kıldık. O gü-
zel ye il çayırların üzerine diz
çöktüm ve dua ettim: ‘Ey ulu
Allah’ım! Ey u öten ku un, u
heybetli da ların Halik’ı! Sen
bütün bunları Türklere verdin.
Yine Türklerde bırak. Çünkü
böyle güzel yerler, Sen’i takdis
eden ve Sen’i ulu tanıyan Türk-
lere lâyıktır. Ey benim Rabbim!
u kahraman askerlerin bütün
dilekleri, ism-i celâlini ngiliz-
lere ve Fransızlara tanıtmaktır.
Sen bu erefl i dile i ihsan eyle
ve huzurunda titreyerek böy-
le güzel ve sakin bir yerde sana
dua eden biz askerlerin sün-
gülerini keskin, dü manları-
nı zaten kahrettin ya, büsbütün
mahveyle.”
Kopmak üzere olan kolunu
bir yana fırlatıp tekrar dü man
üzerine saldıran Edincikli Meh-
metler; dü man cenahından
gelen el bombalarını pike yapıp
kar ı tarafa tekrar korkusuz-
ca fırlatan ve bir keresinde ko-
lunda bomba patladıktan sonra
öbür koluyla sava mak isteyen
Bombacı Mehmed Çavu lar ve
daha nice isimsiz Mehmetçi in
“tarihe sı maz” kahramanlıkla-
rını anlatmaya ne kelimelerin
kudreti ne de tarih sayfalarının
yekûnu kifayet edebilir.
Onların bu fedakârlıklarına
kar ılık bizlere dü ense ehitle-
rimizden ödünç aldı ımız cen-
net vatanımızı aynı bilinç ve
mesuliyet ile gelecek ku aklara
devredebilmektir. Ruhları ad
olsun, aziz bedenlerini ve kan-
larını feda ettikleri u üheda
yurdunu ise Yüce Mevlâ onla-
ra ve bizlere ebedî vatan kılsın!1
1 Hamdullah Suphi Tanrıöver, Günebakan, Haz. F. Teveto lu, zmir 1987, s.74-76; Burhan Bozgeyik, ehadet Destanı, s.220; Mehmet Sucu, “Bursalı Edhem, Sö ütlü Yusuf, Kayserili Hüseyin Çavu ...”, Sızıntı Dergisi, Mart 2002, Sayı:278, s.75-76; smail Çolak, Do u-Batı Kav a ında Osmanlı; Çanakkale’nin Kahraman Mekteplileri; Ölümsüz ehit Mektupları, stanbul 2006, Akis Yay.; Tarihin Gizem Dolu Sırları, stanbul 2006, Akis Yay.
Dipnot
KültürFatih ERKOÇO LU*
1983 yılında çocuk-
larını okutmak için
Adıyaman’dan gelerek
Ankara Yenimahalle’ye ta ın-
dıkları vakit adını duymu tum
Hattat Fahreddin Efendi’nin.
Ankara Merkez mam Hatip
Lisesi’ne ba ladı ımda Fahred-
din Bey’in bir Kur’ân-ı Kerim
yazdı ını biliyordum. Aynı bi-
nada oturuyor olmamıza ve gü-
zel sanatlara merakım olmasına
ra men Fahreddin Bey’le hiçbir
ekilde te rik-i mesâide bulun-
madım. Tâ ki 1997 yılına kadar.
O yıl, lâhiyat Fakültesi’ni bitir-
mek üzere iken Ezher mezunu
ve pedagojik formasyonlarını
tamamlamak için Ankara Üni-
versitesi lâhiyat Fakültesi’nde
ders gören birkaç arkada ın
hat dersi için Fahreddin Bey’e
gittiklerini ö renmi tim. Ben
de bu arkada lara katıldım ve
böylece hat sanatına gecikme-
li de olsa ba lamı tım. Fah-
reddin Bey, hat dersi öncesin-
de di er arkada ların iste i
üzerine, Feridüddîn Attâr’ın
Pendnâme’sini Farsçasından
okutuyordu. Müteakiben de sı-
rasıyla o günkü hat ödevlerimi-
zi kâ ıtlarımıza yazıyordu. Ben
ilk olarak rik’a yazı ile ba la-
dım. Di er arkada lar bir müd-
det sonra derse gelemediler ve
ben tek ba ıma hocamdan ders
almaya devam ettim. Rik’a son-
rasında hocam beni nesihe ba -
lattı. Hat sanatını sevmeme
ra men derslerimin yo unlu-
u nedeniyle fazlaca ilgilenemi-
yordum. Bununla birlikte hafta
sonları ö le namazını müteakip
o günkü ödevimi sadece bir defa
yazarak hocamın yanına gidi-
yor ve yeni dersimi alıyordum.
Bu arada hocamın tarifi yle de
kendi mürekkebimi yapma-
yı ö rendim. Doktora dersle-
rimin yo unlu u ve de özellik-
le yurt dı ına çıkı larım artınca
derslere ara vermek zorunda
kaldım. Doktora bittikten son-
ra da Sivas’ta C. Ü. lahiyat
Fakültesi’nde görevlendirilince
hat sanatıyla alakam tamamıy-
la koptu. Fakültemiz kütüpha-
nesi görevlisi ve aynı zamanda
kendisi de Fahreddin Bey’den
me k etmi olan Cafer Kelkit
Bey’in ısrarları üzerine kom u-
muz, hocamız ve çok sevdi i-
miz büyü ümüz Hattat Fahred-
din Hocamızın hayat hikâyesini
siz de erli okuyucularımıza ak-
tarmak istedim.
Mart 201052
HATTATIB R KUR’ÂN
M. FAHREDD N B LG Ç
53
Adıyaman merkezde 10 Ha-
ziran 1928 yılında dünyaya ge-
len Mehmed Fahreddin Bil-
giç, bir buçuk, iki ya ındayken,
henüz 20 ya ında olan babası
Mustafa Bey’i kaybetmi tir. Ba-
basına dair çok fazla bir ey ha-
tırlamayan Fahreddin Bey, Ha-
bib Bey ismindeki a abeyi ile
birlikte er’iyye Ba Kâtibli i
yapmı olan dedeleri Mehmet
Sadi Bey’in yanında büyümü -
lerdir. Henüz dört ya ındayken
ailesi Kâhta’nın Akçalı Köyüne
ta ınmı tır. lkokula Kâhta’nın
Narince Nahiyesi’nde ba la-
mı , be inci sınıfı Adıyaman’da
tamamlamı tır. Bu arada orta-
okulu ise dı arıdan vermi tir.
Fahreddin Bey, kendisinin ifa-
desine göre daha ilkokul ça -
larında resim sanatına olduk-
ça fazla ilgi duymaktaymı . Zira
gördü ü her eyin resmini ya-
pabilen Fahreddin Bey, daha
ilkokul birinci sınıftayken be-
inci sınıf ö rencilerinden çok
daha güzel resimler çizebilmek-
teymi . Yazı yazmaya ise dört,
be ya larında, okumasını bil-
medi i halde gördü ü yazıları
taklit ederek ba lamı .
Onun resme ve güzel yazıya
kabiliyetinin oldu unu dedesi
anlamı ve torununu yönlendir-
meye ba lamı tır. Mehmet Sadi
Bey, di er torunlarıyla birlikte
ba ka çocuklara da “Yâ Fettah,
Yâ Allah” gibi ifadeleri söyleye-
rek kur un kalemle bunları yaz-
malarını istermi , tabii olarak
Fahreddin Bey di erlerinden
çok daha güzel yazılar yazar-
mı . Dedesi gençli inde toru-
nuna yazısının güzelli ini de-
vamlı vurgulayarak bir Kur’ân-ı
Kerim yazmasını tembihlemi
ise de ne var ki Fahreddin Bey,
dedesinin sa lı ındayken onun
istemi oldu u gibi bir Kur’ân-ı
Kerim yazamamı tır.
lginçtir ki Fahreddin Bey’in
hiç hocası olmamı tır. O, tama-
men etrafında gördü ü ve bu-
labildi i yazıları taklitle kendi
yazısını geli tirmi tir. Eskile-
rin tabiriyle tamamen hüdâ-yı
nâbit bir halde hat sanatını ge-
li tirmi ender kimselerden bi-
risidir. O, Hafız Osman Kur’ân-
ı’na, Mevlitlere ve Niyâzî-i
Mısrî’nin Dîvânı’na bakarak
kendi yazısını ilerletmi tir.
1948 yılında askerlik vazife-
si için stanbul’a giden Fahred-
din Bey, burada iki buçuk yıl
askerlik vazifesi yapmı tır. Ne-
cip Fazıl Kısakürek’le ahbaplı ı
olan bir asker arkada ı vasıta-
sıyla, o vakitler karalamı oldu-
u bir iiri, büyük aire göster-
mi tir. Necip Fazıl, Fahreddin
Bey’in bu iirini çok be en-
mi ve sadece bir yerini düzelt-
me ihtiyacı hissetmi tir. Ayrıca
Anadolu’nun ba rından çıkan
bu gencin yazmı oldu u bu ii-
rine de hayret etmi tir.
Fahreddin Bey, askerlik son-
rasında da hat çalı malarına
devam etmi tir. Fakat bu çalı -
malar daha çok kendisini geli -
tirmeye yönelik olup, özellikle
piyasaya yönelik bir gayreti ol-
mamı tır.
lk memuriyet hayatı-
na henüz yirmi üç ya ınday-
ken imam-hatiplikle ba la-
yan Fahreddin Bey, Adıyaman
Merkez’de Çar ı Camii olarak
bilinen ve Abdül anî Nablusî
Efendi’nin gayretleriyle yaptırı-
lan caminin içerisine cam üzeri-
ne A ere-i Mübe ere, Peygam-
ber Efendimizin sm-i erifl eri
ve Besmele gibi muhtelif yazılar
yazmı tır.
Askerli i bitirip memuri-
yete atandıktan sonra Sabiha
Hanım’la evlenmi olan Fah-
reddin Bey’in bu evlili inden
be kız ve dört erkek evladı ol-
mu tur. O ullarından Veysel
Bey de babasının yolundan git-
mekte ve hat sanatıyla u ra -
maktadır.
Fahreddin Bey, imamlıktan
sonra Maliye’ye geçmi ve 1978
yılı Nisan ayında emekli olun-
caya kadar bu i te çalı mı tır.
Memuriyet hayatı boyunca, i -
ten geldikten sonra evindeki
masasına geçip, hat me k et-
mi tir. Bu arada onun piyasaya
yönelik ilk yazıları Diyarbakır’a
olmu tur. Bunun da oldukça il-
ginç bir hikâyesi vardır. Fah-
reddin Bey, 1974 yılında o -
lunu Diyarbakır’da bir liseye
kayıt için götürdü ünde, saa-
ti bozulmu ve tamir ettirmek
için bir saatçiye u raması ge-
rekmi tir. Saatini tamir ettirir-
ken dükkândaki hat levhaları-
nı ilgiyle inceleyen Fahreddin
Bey’in bu durumu, saatçi ta-
rafından fark edilmi tir. Saat-
çi Fahreddin Bey’e hat sana-
tıyla ilgilenip ilgilenmedi ini
sormu ve ondan olumlu cevap
alınca, onu bir kitapçı kom u-
sunun yanına götürmü tür. Bu
ahıs Kısmet Kitabevi sahibi
Mehmet Acet’tir. Mehmet Bey,
Fahreddin Bey’den bir iki nu-
mune yazmasını istemi , mü-
teakiben de o gün orada Fah-
reddin Bey’e dört ya da be
kitap yazımı sipari i verilmi -
tir. Fahreddin Bey, daha sonra
da stanbul’dan bir ba ka kita-
bevine yazılar yazacaktır.
Fahreddin Bey, me hur
Hattat Hamid’le 1977 yılında
stanbul’da Ca alo lu’ndaki Re-
id Efendi Hanı’nın ikinci katın-
daki izbe bir hücrede kar ıla -
mı tır. Hocamızın anlattıklarına
göre Hattat Hamid, orada yatı-
yor, oturuyor ve çalı ıyormu .
Fahreddin Bey, yanında götür-
dü ü bazı çalı malarını Hat-
tat Hamid’e göstermi ve Hat-
tat Hamid, Fahreddin Bey’in
yazılarını incelemi tir. Bu ara-
da Hattat Hamid, Fahreddin
Bey’e “Pekâlâ, bir yazı yazın da
göreyim” demi ve bunun üze-
rine de hemen bir yazı yazmı -
tır. Fahreddin Bey’in anlat-
tıklarına göre o esnada Hattat
Hamid’in yanında -hocamız
onun kızı oldu unu söyledi i-
bir hanım bulunmaktadır. Bu
hanım, Hattat Hamid’e Fahred-
din Bey’in icâzeti hak edip etme-
di ini sormu ? Hattat Hamid
de onun hak etti ini söylemi -
tir. Böylece Fahreddin Bey, Hat-
tat Hamid’den icâzetini almı -
tır. Müteakiben Fahreddin Bey,
Hattat Hamid Bey’in ö rencisi
oldu unu, yazmı oldu u birçok
yazısında belirtecektir.
Bir hattat için en büyük bah-
tiyarlık, herhalde ba tan sona
kadar bir Kur’ân-ı Kerim ya-
zabilmektir. Dedesinin tavsi-
Mart 201054
55
yeleri yerini bulacak ve Fah-
reddin Bey, tevâfuklu Kur’ân-ı
Kerim’in yazımını, 1980 yılın-
da Adıyaman’da tam bir yıl içe-
risinde bitirecektir. Bu Kur’ân-ı
Kerim, Sıddık Dursun isimli bir
ahıs için yazılmı olup, müte-
akiben de 1403/1983 yılında
stanbul’da basımı gerçekle ti-
rilecektir.
Fahreddin Bey, müteakiben
1983 yılında Ankara’ya ta ın-
mı tır. Aslında daha öncesin-
de hemen emekli olduktan son-
ra Kültür Bakanlı ı tarafından
Ankara’da sözle meli personel
olarak istihdam edilmesi plan-
lanmı , fakat ne var ki bu müm-
kün olmamı tır.
lk Kur’ân-ı’nı yazdıktan
sonra Diyanet leri Ba kanlı ı
tarafından kendisinden Resm-i
Osmânî tarzında bir Kur’an-ı
Kerim daha yazması isten-
mi , bunun üzerine Fahreddin
Bey, bu Kur’ân-ı da tam yedi
ayda yazıp bitirmi tir. Kurum
tarafından 1405/1985 yılın-
da bastırılmı olan bu Kur’ân-ı
Kerim, halen Diyanet leri
Ba kanlı ı’nda mahfuzdur.
Yazılarında Fahrî imzasını
kullanan Fahreddin Bey, rik’a,
nesih, sülüs, ta’lik gibi muhtelif
yazı çe itlerinde pek çok yazı ka-
leme almı olup, yukarıda zikret-
ti imiz gibi biri tevâfuklu olmak
üzere iki Kur’ân-ı Kerim’inin dı-
ında, Evrâd-ı Fethiyye, (Anka-
ra 2006 ve 2008) gibi dua mec-
muaları, Elif Be Cüzü, ilmihal
kitapları, hilyeler, muhtelif sü-
lüs levhalar, kitap kapakları ile
bazı camilerin hatlarını ve de
muhtelif mezar ta larının yazıla-
rını yazmı tır. Ayrıca tespit ede-
bildi imiz kadarıyla Fahreddin
Bey’in bir yazısı, I. Devlet Türk
Süsleme Sanatları Sergisi’nde
sergilenmi ve bu sergiye katı-
lan eserler Kültür Bakanlı ı’nca
müteakiben bastırılmı tır.
Fahreddin Bey, bir hocaya
sahip olmaksızın kendisini ge-
li tirerek bu seviyeye gelmi , en-
der bir ahsiyettir. Hocasız ye-
ti mesi, onun talebelerine kar ı
daha mü fi k olmasına sebebi-
yet vermi olmalı ki, ilerlemi
ya ına ra men, birçok ö renci
grubuna yıllardır sadece Allah
rızası kar ılı ında hat dersleri-
ni verme e devam etmektedir.
Fahreddin Bey, be vakit na-
mazını Özelif Camisinde eda et-
mekte, ö rencilerini özellikle
ö le ve ikindi namazları sonra-
sında kabul etmektedir.
Kaynakça
smail Yazıcı, Hattat Hâmid Kitabı, stanbul 2002. Mehmet Özel, Türk Süsleme Sanatları, Kültür ve Turizm Bakanlı ı, Baskı Yeri ve Tarihi Yok. Rama-zan Güntay, “Ya ayan Hattatlarımız, Hattat Meh-med Fahreddin Bilgiç”, Sebil, 22 Aralık 1978/21 Mu-harrem 1399, s. 12, 13.
* Dr.
EdebiyatM. lyas SUBA I
“Unutmamalıyız ki, insanların duygularını doyurur da, idrakini
bo altırsanız o toplumu sürü haline getirmi siniz demektir!..”
TOPLUMSAL GEL M VE
K TAP OKUMA
Mart 201056
57
Ülkemizde bası-
lan kitap sayı-
sındaki tırmanı-
a ra men, okuyucu sayısında
bu artı ı görmemek a ırtıcıdır.
E er bir kitap basıldı ı tarihten
be yıl sonra bile rafl arda görü-
nebiliyorsa, vah bizim kültürü-
müze!..
Nüfusunu 70 milyona ta ı,
ama okuyanını bir arpa boyu
ileri götüreme… imdi bakıyo-
ruz, çokça yazan insan var. Ço u
birinin anlattı ını ba ka ekilde
yeniden tekrarlıyor. Niye böyle
oluyor? Çünkü toplum okumu-
yor ama yazanımız da okumuyor
maalesef. Sürekli bir noktaya
i aret etmi imdir: Bu, özellik-
le gençlerimiz için korkunç bir
tuzaktır; erken kifayet duygu-
su… Yani biraz bir eyler konu-
up yazmaya ba layınca, eskile-
rin tabiriyle kendisini “Allame-i
du cihan” sanmak...
Burada kimse, “Beni mi kas-
tediyor?” demesin sakın! E er
böyle bir ihtimali dü ünüyor-
sa, dönüp rafındaki kitaplarına
baksın. E er her ay üç-be ki-
tap almamı sa, e er her ay üç-
be kitap okumamı sa. Böyle bir
soru sormasına gerek yok. Kas-
tetti im do rudan kendisidir…
Peki, bu ülkenin gelecekteki
aydını nasıl olu acak?
Unutmamalıyız ki, insanla-
rın duygularını doyurur da, id-
rakini bo altırsanız o toplumu
sürü haline getirmi siniz de-
mektir!..
Bugün Türkiye üzerinde oy-
nanan oyunları cazip hale geti-
ren toplumdaki bu çözülmedir.
Batı ülkelerinde, siyasetin
gelece ini belirleyen aydınlar-
dır. Churchill (Çörçil)in, “Bri-
tanya adalarının yarısından
vazgeçerim ama, Shakespea-
re ( ekspir) in bir cümlesin-
den geçemem”, sözü politik bir
malzeme de il, bir devlet ada-
mı kararlılı ıdır. 20. yüzyılda
ya ayan bir devlet adamı, 16.
yüzyılda ya ayan bir dü ünüre
böyle sahip çıkıyor. Onun dili-
ni kendi nesline de i tirmeden
ö retmenin gereklili ini savu-
nuyor. Bizde ise, siyaset aydın-
ları ö ütme derdinde. Aydınla-
rımız da kendilerini var edecek
donanıma kayıtsız; bugün kaç
aydın; “Ben ilerisi için bir ey-
ler üreteceksem, geriye bak-
mam lazım”, diyebiliyor? Arka-
sında bin yıllık bir birikim var,
ama ondan haberi yok, ona ya-
bancı, hatta birço u ona dü -
man!.. Osmanlı’ya tavır almak,
Osmanlı aydınlı ına tavır alma-
yı gerektirir mi? Bu kadar ilkel
bir dü ence olabilir mi? Bu dü -
manlık öyle bir noktaya ta ın-
dı ki, bu ülkenin siyasetçisi ve
aydını el ele vererek, o çok sa-
hip çıktıkları Atatürk’ün dilin-
deki 20 bin Osmanlı’ca kelime-
yi bile söküp attılar. “Nutuk”un,
“Söylev”e dönü en trajikomik
macerası bizim aydın ve siyaset
profi limizi çok iyi ortaya koyar…
Bizim pek de tanımadı ı-
mız, hatta orta dereceli okulla-
rı bırakın Üniversitelerin bile
kapısından içeri sokmadı ı-
mız, bni Haldun’u, bni Sina’yı,
Farabi’yi, Biruni’yi, Cabir’i,
Ka garlı Mahmud’u, Gazali’yi,
Maturidi’yi, E.bu Hanife’yi,
Mevlana’yı üniversitelerinde
okutan Batılı, senin kültürünün
bütün de erlerini kendine akta-
rıp, geri sana satarken, biz sade-
ce onları Batı referanslarıyla ka-
bul edebiliyorsak, bu kendimize
güvenimizde ciddi bir çökü ün
i areti olmalıdır. Tıpkı gençle-
rin erken kifayet tuza ı gibi bir
ey bu…
Bunlar kültürde bir devlet
politikasına sahip olmayı ımı-
zın getirdi i buhranın çaresiz-
li idir. Maalesef, u kaygıdan
kendimi kurtaramadım: “Bu ül-
kede söz devlette de il galiba;
devleti baskısı altında tutan dı
güçlerin fi güranlarının elinde
herhalde!..”
Okumaktan söz edip sözü
politikayla bitirmek istemem.
Ne var ki, benim güzel ülkem-
de, okuyan insanın ço alması-
nı engelleyen sadece kendi zaaf-
larımız de il, belki ilk ve önemli
pay ki isel olarak bizlerin, ama
devlete sızmı gizli bir el, bizim
ruhumuzu öldürmek için ade-
ta bir “Haçlı Sava ı zihniyetiyle”
öylesine üzerimize çöreklenmi
ki, politikamız da, kültürümüz
de bu çemberin dı ına çıkamı-
yor…
Bunun âfâki bir söz olma-
dı ını ö renmek istiyorsanız,
yabancı vakıfl arın ülkemize
akıttı ı paraların, kimlerin va-
sıtasıyla, nerelerden gelip nere-
lere gitti ine bakmanız yeterli-
dir!.. te o zaman okumanın ne
kadar önemli bir ey oldu unu
göreceksiniz…
KültürResul KESENCEL
Mart 201058
Seba
hatd
in A
TE
59
Nak -ı Kadem-i
erif Peygam-
berimiz Hz.
Muhammed (s.a.v.)’in mü-
barek ayak izleridir. Peygam-
ber Efendimizin bir mucizesi
de yumu ak maddelere mese-
la kuma bastı ı zaman ayak iz-
lerinin belli olmaması fakat
ta a, sert maddelere bastı ında
ayak izlerinin çıkması idi. Mü-
barek aya ının bastı ı ve iz bı-
raktı ı bazı ta ve mermerler
bir yadigâr olarak asırlarca sak-
lanmı elden ele emanet edile-
rek bereketlenilmi tir. Özellikle
Müslüman devlet adamları, pa-
di ahlar bu kıymetli yadigârları
önemli yerlerde özel muhafa-
za altına alarak, saklayıp, ziya-
ret etmi ler ve ettirmi lerdir.
mam-ı Kastalanî, Mevahib-i
Ledünniye isimli eserinde bu
mucizeyi anlatırken “Rasulul-
lah Aleyhissalâtü ve’s-se lâm ta
üzerinde yürürken ayakları ona
gömülür ve iz bırakırdı. Bu olay,
o zaman dan bu zamana yaygın
bir ekilde bilinmektedir. Ayrı-
ca bunu airler kasidelerinde,
hatipler konu malarında anlata
gelmi lerdir. brahim (a.s.)’da
da böyle bir mucize görülmü -
tür ve onun ayak izini ta ıyan
ta , Kâbe önündeki Makam-ı
brahim’de muhafaza edilmek-
tedir. Cenab-ı Hak da bu mu-
cizeye ‘Orada apaçık alametler
ve deliller ile brahim’in maka-
mı vardır.’ ayetiyle i aret etmi -
tir.” diyor.
Nak -ı Kadem-i erifl er-
den bilinen ve muhafaza edi-
lenlerin en ünlüleri unlardır:
1. Hindistan ’da Firuz ah
Tu luk’un o lu Feth Ha-
nın türbesinde bulunan
Nak -ı Kadem-i erif.
2. Kahire’de Ka-
yıtbay Türbe-
sinde bulu-
nan mübarek
iki ayak izi.
3. Kahire’de
Asar-un-Nebî Camiinde-
ki mübarek iki ayak izleri.
4. stanbul’da, Halid bin Zeyd
Ebu Eyyub-el-Ensarî (Ey-
yub Sultan) Türbesinde müba-
rek sa ayak izleri. Bu Nak -ı
Kadem-i Peygamberî, Birinci
Mahmud Han’ın emri ile 1734’te
saraydan türbeye getirilmi tir.
5. Birinci Abdülhamid Han’ın
türbesinde Yeni Cami tarafın-
daki duvarda dolap içinde mu-
hafaza edilen iki ayak izleri.
6. Lâleli’de Sultan Üçüncü Mus-
tafa Han’ın türbesinde duvarda
özel olarak yapılan dolap için-
de muhafaza edilen ta üzerin-
deki iki mübarek ayak izleri.
HAZRET- MUHAMMED (S.A.V.)’DEN GÜNÜMÜZE MUKADDES EMANETLER
NAK -I KADEM
Mart 201060
7. stanbul, Topkapı Sarayın-
da Mukaddes Emanetler Dai-
resinde bulunan ayak izleri. 8.
Suriye’dnin Halep kentinde Adi-
liye külliyesinde bulanan ayak
izi.
Kudüs’te, Mısır’ın,
Hindistan’ın bazı ehirlerin-
de, stanbul’da Kadem-i erif-
ler bulunmaktadır. Özellikle
Hindistan’da bu emanetlere bü-
yük önem verilir. Kadem-i e-
rifl er içinde en ünlüsü Kudüs’te
miraca çıkılırken kaya üzeri-
ne nak olundu una inanılanı-
dır. Eskiden Kâbe’nin yanın-
da, zemzem kuyusu yakınında
da bir Kadem-i erif, kubbe al-
tında muhafaza edilmekteydi.
Haccını eda etti i sırada bu-
rayı ziya ret eden Evliya Çele-
bi, ta üzerindeki Kadem-i e-
rif çukurunun gülsuyu ile dolu
ol du unu, hacıların gülsuyu-
nu yüzlerine gözlerine sürdük-
lerini anlatmaktadır. Osman-
lı padi ahları içinde Hazret-i
Peygamber (s.a.v.)’in aya ının
izine en fazla hürmetkâr olan
I. Ahmed’dir. Kahire’de Sultan
Kayıtbay’ın Peygamberimizin
neslinden bir zattan 20 bin di-
nara alarak türbesine koydurt-
tu u Kadem-i erifi stanbul’a
getirtmi , önce Eyüp Sultan
Türbesi’ne, in ası tamamlan-
dı ı za man da Sultanahmed
Camii’ne yerle tirmi ti. Sulta-
nahmed Camii’ne naklin gerçek-
le tirildi i günün gecesinde pa-
di ah bir rüya gö rür. Bütün
peygamberlerin toplandı ı bir
divan ku rulmu , Hazret-i Pey-
gamber (s.a.v.) kadılık makamı-
na geçmi tir. Sultan Kayıtbay,
türbesinde ziyaret edilen ve ru-
huna Fatiha okunmasına ve-
sile olan Kadem-i erifi kendi
camiine nak letti i için Sultan
Ahmed’den davacıdır. Netice-
de Hazret-i Risâletpenâhî’den
Kadem-i erifi n iadesine hüküm
çıkar. Bu rüyayı tabir ettiren
Sultan Ahmed Han, Mısır’a iade
etmeden önce de erli ta larla
süslü, Kadem-i erif eklinde al-
tından bir sorguç yaptırıp üzeri-
ne “N’ola tâcım gibi ba ımda gö-
türsem dâim / Kadem-i resmini
ol Hazret-i âh-ı Rusûlün / Gül-i
gülzâr-ı saadet o kadem sahibi-
dir / Ahmedâ durma yüzün sür
kademine ol gülün” mısraları-
nı yazdırır ve cuma, bayram se-
lâmlıkları ile di er önemli gün-
lerde sarı ına takar.
Kadem-i erifl erden bir di e-
ri Nizamiye Alay Emiri Ahmed
Bey tarafından Trablusgarb’dan
getirilip Sultan Abdülmecid’e
sunulmu tur. Renkli somaki
mermer üzerine, sa ayak izidir.
Topuk kısmı kırık olup gümü
tellerle ba lanmı tır. Ahmed
Bey’e bu hizmeti mukabilinde
114 bin kuru mükâfat verilmi -
tir. u anda Arzhane’de ziyarete
açık bulundurulan bu Kadem-i
erifi n asıl yeri Has Oda’da ka-
pının kar ısına denk gelen göm-
me dolap içindedir. Dolabın
mermerden olan orta rafı oyu-
larak Kadem-i erif buraya yer-
le tirilmi , üzerine mermer
rafa raptedilen gümü bir çer-
çeve ve kapak yapılmı tır. 1877
yılında Sultan II. Abdülhamid
(1876-1909) tarafından altın-
dan ma mul yenisiyle de i ti-
rilen kapa ın hem yenisinin
hem de eskisinin üzerinde talik
hattıyla; “Çehresâyol Kadem-i
Pâkin ah-ı Rusûlün /Olmak
istersen e er nâil-i izz-i dâreyn
/Sürerek çe m-i hûn âlûdunu
kıl istisfa / ste bî- ek Kadem-î
Pâk-i Rasûl-i Kevneyn” mısra-
ları yazılıdır.
Bir di er Kadem-i erifi n
ise “Edirnekapısı’nda bir ha-
tunun hanesinde bulundu-
u” kayıt lıdır. Bunların yanı
sıra Mukaddes Emanetler ara-
sında bir adet mukavva üzeri-
ne çizili Kadem-i erif resmi ile
tahta ve madenden ya pılmı çe-
itli Kadem-i erif ekilleri de
muhafaza edilmektedir. Bu e-
killerden birisi, Aziz Mahmud
Hüdâyi Hazretleri’ne ait bir
ayakkabı ve bir adet Kâbe anah-
tarıyla birlikte I. Dünya Sava ı
sırasında, Üs küdar eyh Camii
Hatibi Talib Efendi’den alına-
61
rak Topkapı Sarayı’na getiril-
mi tir. Cevizi cilalı ah ap ekil,
kaynaklarda Nalın-ı Saadet ola-
rak belirtilmi se de Hazret-i
Peygamber (s.a.v.)’in tahta na-
lın giydi i tarihen sabit de il-
dir. Üzerin de parmakların da si-
luet olarak belirtilmesi dik kate
alındı ında Nalın-ı Saadet de il
ah aptan hazırlanmı Kadem-i
erif modeli olması daha man-
tıklıdır. Söz konusu Kadem-i
erif ve Kâbe anahtarı, Sultan
IV. Mehmed tarafından Hüdâî
Dergâhı eyhi Talib Efendi’ye
hediye edilmi , o da bunla rı ba-
bası Devatizâde eyh Mustafa
Efendi’nin ca miine yerle tirmi -
ti. Kandil geceleri ziyaret edi-
len emanetler, cami içinde yük-
sek bir mevkideki demir kapaklı
gömme dolapta mu hafaza olu-
nurdu. Günümüzde hâlâ mev-
cud olan dolabın üzerinde yer
alan kitabe de “Bu cây-ı müba-
rekde vedi’ olmu dur / Na’leyn-i
erifeyn-i Rasûlüssakaleyn /
Ta’zimle çe mânını sür kim ola-
sın /Dünya ve ukbâda karıfü’l
ayneyn” yazılıdır.
stanbul’da Topkapı
Sarayı’ndan hariç Eyüb Sul-
tan, Sultan III. Mustafa ve Sul-
tan I. Abdülhamid türbelerinde
de Kadem-i erifl er bulunmak-
tadır. Sultan I. Abdülhamid
Türbesi’ndeki Kadem-i erif,
aynı padi ahın daveti üzerine
am yakınlarındaki Kadem kö-
yünden, ecdadından bu ema-
netin hizmetini devralan eyh
Muhammed Ziyad tarafından
ba üzerinde ta ınarak getiril-
mi tir. Daha sonra eyh Efen-
di için Sadrazam Halil Hamid
Pa a tarafından Samatya’daki
Kadem-i erif Tekkesi in a et-
tirilmi tir. Kadem-i erif, Sul-
tan I. Abdülhamid’in türbesine
yerle tirildikten sonra da Kadir
gecelerinde ziyaret ettirilmesi
Kadem Dergâhı eyhi olanlara
vakfedilmi ti. Ayıntablı Meh-
med Münib Efendi, Sultan Bi-
rinci Abdülhamid Türbesindeki
Nak -ı Kadem-i erifi n bulunu-
unu ve türbeye konulmasını
anlatan, Asar-ul-Hikem fi Nak -
il-Kadem adlı bir eser yazmı tır.
Hazret-i Peygamber
(s.a.v.)’in Kadem-i erifl e-
rine benzer bir mucizesi de
dirse inin izinin çıktı ı ta -
tır. Eyüp Sabri Pa a, Mir’atül
Haremeyn’de bir gün Allah
Rasûlü (s.a.v.)’nün dayandı-
ı ta üzerinde izinin kaldı ını
ve bu ta ın Mekke’de Hz. Ebû
Bekir (r.a.)’in dükkânı civarın-
da “Hacer-i Mütteka/Dayanı-
lan Ta ” ismiyle muhafaza edil-
di ini anlatmaktadır. Hacer-i
Mütteka’nın kar ısında ve Hz.
Ebû Bekir’in dükkânının duva-
rında ise “Hacer-i Mütekellim”
yani Peygamber Efendimiz le
konu up onu selâmladı ı riva-
yet edilen bir ta bulunmakta-
dır. Eyüp Sab ri Pa a, Hacer-i
Mütekellim’in sekiz parmak ça-
pında yarım silindir eklinde ol-
du unu, duvardan altı parmak
kadar dı arıya çıktı ını belirt-
mekte ve iki ta ın da çizim lerini
vermektedir. Bu ta ların her iki-
si de Mekke ve Medine’deki pek
çok hatıra gibi günümüzde or-
tadan kalkmı durumdadır. Bir
dairenin dörtte biri eklinde ye-
il renkli, etrafı gümü çerçeve
ile çevrilmi bir ta hâlen Sultan
Ahmed Türbesi’nde “Hacer-i
Nâtık/Konu an Ta ” adıyla mu-
hafaza edil mektedir. Mihri-
ah Valide Sultan Türbesi’nden
geldi i kayıtlı olan Hacer-i
Nâtık, muhtemelen Hacer-i
Mütekellim’den bir parça ol-
malıdır. Hazret-i Peygamber
Efendimiz (s.a.v.)’den gelen bu
kutsal emanetler günümüzde
aynı tazeli ini koruyarak bü-
tün slâm âleminin ilgi oda ı ve
Müslümanların ziyaretgâhı ol-
mu tur. Ayrı bir manevî haz ve
ne e içerisinde yapılan bu ziya-
retler ise tüm ziyaretçileri heye-
canlandırmakta ve Asr-ı Saadet
dönemine ta ımaktadır.
(Bkz: Hilmi AYDIN¸ Hırka-i
Saadet Dairesi ve Mukaddes
Emanetler¸ stanbul 2004.)
Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*
ÂM R B. EBÎ VAKKÂS
Mart 201062
Adı : Âmir
Künyesi : Ebû Amr
Do um yılı : Mekke
Do um yeri : Tespit edilemedi
Baba adı : Mâlik b. Üheyb b. Abdimenâf
(Ebû Vakkâs)
Anne adı : Hamne bint Ebî Süfyân
E (ler)i : Ümmü Âmir bint Ebî Kuhâfe
(Hz. Ebû Bekir’in kızkarde i)
Akrabaları : Sa’d b. Ebî Vakkas’ın karde idir.
Ebû Süfyan’ın torunu, MUaviye’nin ye eni, Hz.
Ebû Bekir’in eni tesidir.
O ulları : Tespit edilemedi
Kızları : Meryem, Zaîfe
Kabilesi : Kurey ’in Zühre boyundan
slam’a giri i : slâmiyet’i ilk kabul edenlerden.
Sohbet süresi: 23 yıl
Rivayeti : Tespit edilemedi
Ya adı ı yer : Mekke, Habe istan, Medine,
am
Mesle i : Ticaret, ziraat, askerlik
Hicreti : Habe istan, Medine
Sava ları : Uhud, Hendek, Huneyn sava la-
rına, Tebük Seferine ve Mekke’nin fethine katıl-
mı tır.
Görevleri : Hz. Ömer, Halid b. Velid’i am
bölgesinde komutanlıktan azledip yerine Ebû
Ubeyde b. El-Cerrâh’ı atadı ı zaman bu kararını
Âmir’le göndermi ti.
Fiziki yapı : Tespit edilemedi
Mizacı : Kararlı, inançlı, idealist.
Ayrıcalı ı : Müslüman olan 11. ki i.
Ömrü : 60-70 civarında olmalı.
Ölüm yılı : H. 15. ( bn Ebî eybe, Musannef,
VII. 360’da, onun Bedir Sava ında ehit dü tü ü
rivayet edilmektedir.)
Ölüm yeri : Yermük
Ölüm sebebi : Yermük sava ında ehit.
Hakkında : O ve abisi Müslüman olunca an-
neleri Hamne, o ulları tekrar eski dinine dönün-
ceye ka dar yiyip içmeyece ine ve gölgede otur-
mayaca ına dair yemin etmi ti. Bunun üzerine
u âyet indi: “E er, hakkında hiçbir bilgi sahibi
olmadı ın bir eyi bana ortak ko man için ana-
baban seninle u ra ırlarsa, onlara itaat etme.
Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelen-
lerin yoluna uy. Sonra dönü ünüz ancak bana-
dır. Ben de size yapmakta oldu unuz eyleri ha-
ber verece im.” (Lokman 31/15)
* Prof. Dr.
Kaynaklar: stîâb, no: 1820, s. 512; sâbe, II. 257-258;
Üsd, III. 146; D A, III. 65; Sahabiler Ansiklopedisi, 84; bn
Asâkir, Târîhu Dima k, XXVI. 95-97; bn Sa’d, Tabakât,
VIII. 249.
KırkHadisYirmiyedinci
Hadis
Yorum
“Sade giyinmek imandandır.”(Ebû Dâvûd, Tereccul, 1)
Türkçe Açıklaması
Tezhib:ehnaz Ö
zcan
( eyh Hamid-i Veli, Kırk Hadis, (Haz: Prof. Dr. Enbiya Yıldırım), Nasihat Yayınları, 2007.)
eyh Hamid-i Veli Hz. (Somuncu Baba)
“Muhabbet elbisesini giyip fakrı ku anan ve sabra
bürünen kimseye, dünyanın süsleri kar ısında Allah
yeter. çini takva ile süslersen Mevlâ’nın cemalinden
bir elbise sana giydirilir.”
Mart 201064
KültürEnbiya YILDIRIM*
D NÎ TARTI MALAREKRANLARDAK
“Son on-onbe yıllık süreçte televizyon ekranlarında icra edilen dinî
tartı maların halkın inanç dünyasına ve kullu a yönelmesine ne derece
müsbet etki yaptı ına, kalplerinde ne tür sarsıntılar yarattı ına dair bilimsel
saha çalı malarına ihtiyaç vardır.”
- ÇER DEN B R BAKI -
65
Devletin tek
resmî tele-
vizyon kana-
lı varken, Asaf Demirba ’ın haf-
tada bir sundu u programlarla
insanlar din adına “ne kadar-
lık ve ne tür” bilgi verilmek is-
teniyorsa onu alabilirlerdi. Bir
de kandillerde mevlid prog-
ramları yapılır, cuma sabahları
da radyoda “Cuma Sabahı” adlı
bir program olurdu. Bunun dı-
ında dinî bilgi ihtiyacı cami-
lerden veya özel toplantılarda-
ki sohbetlerden kar ılanırdı.
Kitap okuma merakı olanlar da
Ömer Nasuhi Bilmen, Mehmed
Zihni Efendi gibi büyük bilgin-
lerin yazmı oldukları ilmihal-
leri okuyarak kendilerini geli -
tirmeye çalı ırdı.
Özel televizyonların serbest
bırakılmasıyla birlikte insanlar
din adına tam anlamıyla bom-
bardımana tabi tutulmaya ba -
landı. Bazı kanallar belli bir
me rebin dinî kabullerine göre
uygun yayınlar yapmaya ba -
larken, sahiplerinin dinî has-
sasiyet ta ıdı ı kabul edilen ka-
nallar ile bu hassasiyete sahip
olmayan medya patronlarının
televizyonlarında düzenlenen
programlarla din çe itli açılar-
dan ele alınır oldu.
Bu programlar ilk ba larda
sarsıcı bir etki yarattı. Önceden
duyulmamı yeni eyler söyle-
niyor, kabir azabının olmadı ı,
kaderde insanın yapacaklarının
yazılmadı ı (yakın zamanda da
hurilerin cennette e olmayaca-
ı) iddia ediliyor; kafaları karı-
an insanlar güvendikleri hoca-
lara ko up bunları soruyor ve
ne yapacaklarını a ırıyorlardı.
Yeni söylemin kar ısında gele-
neksel çizgiyi koruyan hocalar
da geçmi ten intikal eden bil-
gileri var güçleriyle savunma-
ya, kadim ulemanın kabullerini
korumaya çalı tılar. Böylece iki
cephe arasında üç çe it izleyici
profi li ortaya çıktı:
Birinci olarak, yeni söylem
sahiplerinin etkisinde kalan-
lar. Bunların önemli bir kısmı-
nı, daha öncesinde dinî bilgisi
çok az, slâm’ı ya ama ve iba-
detler noktasında da son dere-
ce zayıf olan izleyiciler olu tu-
rur. Bu ki iler, farklı dil sahibi
hocaların söylediklerini do ru
kabul ettiler ve onların anlat-
tıklarını benimsediler. Böylece
söz konusu hocaların neredeyse
kendi cemaatleri olu tu. Bunun
yanında eski ö rendiklerinin
do ru bilgiler olmadı ını dü ü-
nüp yeni söylem sahibi hocala-
rın etrafında toplanan insanla-
rın sayısının da az olmadı ını
söylemek durumundayız. Bu
grubun olu umunda televizyon
kanallarındaki dinî programla-
rın neredeyse bütününün yeni
söylem sahibi hocalara tahsis
edilmesinin etkisini unutma-
mak gerekir. Bu imkân, kitleleri
etkilemeleri ve taraftar kazan-
maları açısından onlara büyük
bir avantaj sa lamı tır. Tartı -
ma programlarında bu hocala-
rımızın kar ısına çıkarılan ze-
vatın büyük ço unlukla liyakat
sahibi olmaması da bu olguyu
desteklemi tir.
kinci gurubu ise, öteden
beri belli hocaların kitapları-
nı ve sohbetlerini takip eden,
bir halka içerisinde yer alan in-
sanlar olu turur. Bunlar gele-
ne in sundu u bilgiye son de-
rece ba lıdırlar. Dinin elden
gitti i endi esini ta ıyan bu ke-
sim bütün güçleriyle savun-
ma pozisyonuna geçtiler. Yeni
söylemler geli tiren hocaların
kar ısında tam anlamıyla cep-
he aldılar ve onları dini tahrip
etmekle suçladılar. Söylemle-
rinin halkı dine ısındırmak bir
yana dinden so uttu unu, iba-
dete yöneltmedi ini, zaten dini
ya amayan bu kitlelere yeni ge-
rekçeler sunduklarını söyledi-
ler. Bunları “gelene in muha-
fızları” olarak tanımlayabiliriz.
Bu iki grup yanında en zor-
da kalanlar aradakiler, yani ka-
faları karı ık olanlardır. Di er
iki gruptakiler yerlerini belir-
Mart 201066
lemi lerdir. Ancak bu insanlar
her iki tarafın hocalarının söy-
lediklerine bütünüyle olmasa
bile kısmen hak vermi lerdir
ve ne tarafa gideceklerini a ır-
mı lardır. Bir tatminsizlik için-
dedirler ve halkın çok önemli
bir kesimini bu insanların olu -
turdu unu söylemek yanlı ol-
masa gerektir.
Arz etti imiz tablo kar ısın-
da öncelikle sormamız gereken
husus, söz konusu programla-
rın (en azından büyük kısmının)
hangi amaçla yapıldı ı veya yap-
tırıldı ıdır. Bu programların sa-
hiplerinin, insanlar dinlerini ö -
rensinler ve kulluklarını daha iyi
ya asınlar, slâmî de erlere daha
çok sahip çıksınlar gibi bir niyet-
leri var mıdır diye sordu umuz-
da, yanıtının olumlu olmayaca ı-
nı sanırım hepimiz kabul ederiz.
Bütün muhtemel di er niyetler
bir yana, konu macıların birbir-
leriyle çatı tırılması ve son de-
rece aykırı eylerin söylenmesi-
nin arzu edilmesiyle, en azından
reyting kaygısının öne çıktı ını
söylemek durumundayız. Dola-
yısıyla slâmî bilgiyi do ru sun-
ma çabasından söz etmemiz pek
mümkün gözükmemektedir. En
azından TV kanallarının ço u
için durum bu ekildedir.
Yukarıda yaptı ımız üçlü
tasnif bir hususu daha dile ge-
tirmemizi zorunlu kılmaktadır.
O da, televizyon programları-
nın insanların tam anlamıyla
bilgilenmelerine yeterli zaman
tanıyıp tanımadı ı meselesidir.
Sanırım bu sorunun cevabı bü-
tünüyle olumsuzdur. Sonuçta
televizyon programları genel-
de canlı performansın sergilen-
di i, bu nedenle anlatılandan
ziyade insanın kendisini tak-
dim etme çabasının öne çıktı-
ı yayınlardır. Tartı ma prog-
ramları da kar ıdakini yenmek
adına ölçünün kaçtı ı platform-
lardır. Ayrıca delillerin sunu-
mu için yeterli süre verilme-
di inden konu ne kadar güzel
anlatılmaya çalı ılırsa çalı ıl-
sın, bir bütün olarak sunulma-
sı imkânsızdır. Bu nedenle se-
yirci konuyu ku atan bir bilgiyi
elde edemez. Olan biten, izleyi-
ciyi etkilemekten ibaret kalır.
Bütün bu manzaranın din adı-
na ne kadar sa lıklı bir sonuç
sa layaca ının iyi de erlendi-
rilmesi icap eder.
Bu nedenle, din adına konu-
an hocalarımızın iyi niyetin-
den üphe etmemekle birlikte,
çıktıkları programların sonu-
cunda vatanda ların kafaların-
da nasıl bir din algısı olu tur-
duklarını muhasebe etmeleri
uygun olur. Anlattıkları husus-
ta haklı olduklarını varsaysalar
bile, meseleyi bütüncül olarak
sunabildiler mi, yoksa insanla-
rın dini “tamamen üphe alanı”
olarak algılamalarına mı sebep
oldular? Hatta insanların üp-
heye dü melerine kendileri mi
sebep oldular? Bu husus ger-
çekten de önemlidir. Zira eski
bilgilerine göre slâm’a ve inan-
dıkları hususlara saygı göste-
ren geni halk kitleleri, dinî
olan her eye üpheyle bakma-
ya ba layabilir. “Aslı olmayabi-
lir, bu nedenle önem vermesek
de olur.” eklinde ciddiye alma-
ma, umursamama yakla ımı-
nı benimseyebilir. Bu ise “Dini
her eyin önünde tutma” kabu-
lünü a a ı çeker ve kutsalları sı-
radanla tırır.
Televizyon programlarına
çıkan hocalarımızı, yeni söy-
lem geli tirenler ile eskiyi savu-
nanlar olarak ikiye ayıracak ol-
du umuzda, her iki gurubun da
a ması gereken temel bir sorun
daha bulunmaktadır:
Aykırı (veya yeni) eyler söy-
lediklerini kabul edebilece i-
miz hocalarımız, televizyonlar-
da sürekli aykırı söylemleri dile
getirerek vitrine çıkmaktadır-
lar. Bu ise etrafl arında toplan-
makta olan kitlelerin bile on-
lardan uzakla masına neden
olmaktadır. Çünkü “Gelenek-
te do ru bir ey yok.”, “Hakika-
ti ilk biz ke fettik.” yakla ımı,
geçmi i bütünüyle inkâr etmek
oldu undan itici gelmektedir.
Bunun yanında bu tür söylem
sahibi olanların bir kısmının
sürekli suçlayıcı bir dil kullan-
ması, slâm’ı kendi bilgileri çer-
çevesinde ya amaya çalı an ga-
rip Müslümanları a a ılayıp
azarlaması, kendisi gibi dü ün-
meyen hocaları veya zümreleri
itham etmesi, onlar gibi dü ün-
meyen geni halk katmanlarını
kendilerinden iyice uzakla tır-
maktadır. Bunun yanında, kar-
ı tarafta yer alan insanları öte-
leyen bu yakla ım, toplumda
var olan kampla malar yetmi-
yormu gibi yeni bir ayrı ma-
ya neden olması sebebiyle teh-
likeli bir durum arz etmektedir.
Nitekim bu ekilde ekranlarda
gözüken hocaların bir kısmına
“Bu kendi dü üncesidir, saygı
duyarız.” anlayı ıyla yakla ıl-
67
madı ını, bilakis nefret edildik-
lerini görebiliyoruz. O zaman
burada bir söylem sorunu ol-
du unu dü ünmek durumun-
dayız. ayet slâm dini toplu-
mu bölen bir araç durumuna
getiriliyorsa bu son derece teh-
likelidir. Hâlbuki a a ılayıcı bir
dil kullanmak, en azından in-
san kazanma sanatı açısından
problemlidir.
Gelene i savunan hocaları-
mızın bir kısmının handikapı-
na gelince; o da, kitaplarda gör-
dükleri her bilgiyi dini savunma
adına sahiplenmeleridir. Böyle
olunca da geni halk kitleleri-
ne aslı olmayan veya dinde bir
zemini bulunmayan bir takım
malumatı bilgi diye sunmakta
ve insanların zihinlerinde yan-
lı bilgilerin yer edinmesine ne-
den olmaktadırlar. Böylesi ho-
calarımızın en büyük problemi,
kendi kabuklarının dı ına çıka-
mamaları, klasik dönem kitap-
larıyla yetinmeleri, günümüzde
son derece ciddi ara tırmalarla
yazılmı eserlere bakmamala-
rı ve hatta bunlara bir de er at-
fetmemeleri; hatta onlara üp-
he ile yakla kalarıdır. Böyle
olunca da, dini anlatmak veya
onu savunmak adına her türlü
nakil, bir ara tırma yapılmak-
sızın insanların zihinlerine bo-
altılmaktadır. Bu ise yanlı bir
din anlayı ının olu masına se-
bebiyet vermektedir. Örne in,
geni kitlelere hitap eden bir
hocaefendi, kayna ını da vere-
rek a ure gününde bir duanın
okunmasını tavsiye etmekte ve
bu duayı okuyanın o yıl vefat
etmeyece ini iddia etmektedir.
Bunun slâm’ın temel inanç de-
erleriyle taban tabana zıt ol-
du unu ve bu gerçek olsa her
a ure günü Müslümanların söz
konusu duayı okumak suretiy-
le ölümü kendilerinden kıya-
mete kadar uzak tutabilecekleri
gibi imkansız bir kanaat olu -
turaca ını göz ardı etmekte-
dir. Görüldü ü gibi, bir büyük
slâm âlimi diyor denilerek ak-
tarılacak her malumatın do -
ru olmama ihtimali vardır. Bu
nedenle dikkatli olmak gerek-
mektedir.
“Bütün bunların bizi götür-
dü ü nokta nedir?”, ba ka bir
ifadeyle “ne yapmak gerekir?”
diye sorulacak olursa, sorunun
tek cevabı vardır. O da itidaldir.
nsanın gerek konu malarında
ve gerek yazılarında itidali el-
den bırakmaması gerekir. Yeni
bir söylemi dile getirirken de,
slâm’ı savunaca ım derken de
a ırı gitmemek icap eder. Çün-
kü “orta çizgi” a ıldı ı takdir-
de, sonuçları ifrat ve tefrite var-
makta, bundan Müslümanlar
olumsuz olarak etkilenmekte-
dir. Din adına bir eylerin yazıl-
dı ı internet sitelerine girilecek
olursa, özellikle gençlerin zihin-
lerinin ne kadar da ınık oldu u
ve neredeyse hiçbir eye güven-
medikleri görülür. Bu tablo biz-
leri ürkütmelidir.
Son on-onbe yıllık süreç-
te televizyon ekranlarında icra
edilen dinî tartı maların hal-
kın inanç dünyasına ve kullu a
yönelmesine ne derece müsbet
etki yaptı ına, kalplerinde ne
tür sarsıntılar yarattı ına dair
bilimsel saha çalı malarına ih-
tiyaç vardır. Gerçi bu hususla-
rı kesin hatlarıyla ölçmek belki
hiçbir zaman mümkün olmaya-
caktır; ancak, “Ben verece im
mesaja bakarım.” diyen hocala-
rımızın, çıktıkları programların
nihai olarak neye hizmet etti-
ine dikkat etmeleri en do ru-
sudur. Bu sözümüz her iki grup
için de geçerlidir. Unutulma-
malıdır ki, bu din, milletimizin
aslî mayasıdır. Bu maya giderse
ne olaca ını hepimiz biliyoruz.
* Prof. Dr.
EdebiyatVedat Ali TOK
Mart 201068
NSAN OLMAK“Kur’an da “Biz insanı en güzel surette yarattık.” buyruluyor. Ve Allahu Teâlâ
yarattı ı varlıklar içinde insanı muhatap almı tır, dünya hayatında insanı sorumlu
tutmu tur. Yine insanı yaratırken kendi sıfatlarıyla cüz’i miktarda donatmı tır.
Buna göre insan, bir anlamda Yaratıcısının özünü de ta ımaktadır.”
69
Eylesen tûtîye ta’lîm-i edâ-yı kelimât
Nutku insan olur amma özü insan olmaz
(Fuzûlî)
(Papa ana konu ma ö retsen, sözü, görünü -
te insan sözüdür; ama kendisi insan olmaz.)
Papa an insan gibi konu turulabilen bir hay-
vandır. Bu i eskiden beri yapılagelmektedir. Pa-
pa anı e iten ki i, papa anı bir aynanın kar ısına
koyar. Kendisi aynanın arkasına geçerek konu-
ur. Aynada kendisini gören tuti (dudu ku u/pa-
pa an) bu anlamlı seslerin kendisinden geldi ini
sanır. Bu, uurlu bir konu ma de ildir tabii. Pa-
pa an konu mayı ö renir, ama konu tu unun ne
oldu undan, ne anlama geldi inden habersizdir.
nsan, et ve kemikten; yemekten içmekten ve
çe itli biyolojik ihtiyaçlarını gidermekten ibaret
bir varlık de ildir. eyh Galip’in dedi i gibi insan,
kâinatın gözbebe i, mahlûkatın en seçkinidir.
Kur’anî ifade ile yaratılmı ların en erefl isidir.
nsana verilen en büyük nimetlerden biri akıldır,
fi kirdir, idraktir, mukayese edebilme gücüdür.
nsan, her varlı ın, her mefhumun farkına va-
randır.
Mevlânâ’nın me hur eseri Mesnevî’de güzel
bir hikâye vardır:Bir zamanlar bir dükkâncı ile
ye il renkli, güzel sesli ve konu masını bilen bir
papa anı vardı. Papa an dükkâna bekçilik eder,
alı veri e gelen mü terilerle akala ırdı. nsan-
lar gibi de konu urdu. Ötü ündeki güzellik ile pa-
pa anlar arasında seçkin bir yere sahipti. Gün-
lerden bir gün, dükkân sahibi papa anı dükkâna
göz kulak olması için bırakıp evine gitti. Bu sıra-
da farenin pe ine takılan bir kedi dükkâna girdi.
Papa an can korkusuyla, belki de dükkânı koru-
mak için, oradan oraya uçarken, gitti gül ya ı i-
elerini devirdi. Sahibi evinden döndü ünde ne
görsün dükkân ya içinde… Hı ımla kalkıp papa-
anın ba ına bir tokat patlattı. Bu tokatla papa a-
nın ba ındaki tüyler döküldü, papa an kel oldu.
Papa an birkaç gün konu mayı kesti.
Bakkal ise yaptı ından pi man feryat etmeye ba -
ladı. “Eyvah! Nimet güne im bulut arkasına gir-
di, kazanç kapımı kendi ellerimle kapattım. Elle-
rim kırılsaydı da u tatlı dilli, güzel papa anıma
vurmasaydım!” diye kendi kendine söyleniyor;
papa anın yeniden konu masını sa lamak için
kar ısına çıkan yoksullara sadakalar veriyordu.
Bu arada, olur da konu ur diye papa ana ilgi çe-
kici eyler gösteriyordu. O sırada kafası tas gibi
dazlak, saçsız ba sız bir dervi in yolu oraya dü -
tü. Papa an onu görür görmez dile gelip dervi e:
“Hey sen, baksana buraya! Sen niye kellerin ara-
sına karı tın? Yoksa sen de mi ya i elerini de-
virdin?” diye seslendi. Papa anın bu benzetmesi
herkesi güldürdü, çünkü ba ı dazlak dervi i ken-
disi gibi sanmı tı.
nsan, papa andan farklıdır. Olaylara, ki ile-
re, zamana bakı ı uurludur. Basit, derinliksiz,
yüzeysel de erlendirmeler insana yakı maz. Su-
ret olarak insan görünmekle de insanlı ın artla-
rı yerine getirilmi olmaz.
Fuzûlî diyor ki: Ey insan! Sen di er
yaratılmı lardan farklısın. Bak, papa-
anlara bile konu ma ö retilebiliyor ve
bir papa an da konu abiliyor. Papa an
konu mayı ö renmekle insan mı olu-
yor? Hayır. Görünü te insan gibi tekel-
lüm edebilir, ama onun özü elbette in-
san de ildir.
Bilindi i gibi bugün robotlara da çe-
itli hareket özellikleri veriliyor, hafı-
za kartı kelimelerle yüklenebiliyor, ama
robotlar da nihayetinde bir makinedir.
Yani özü makineden ibarettir.
Peki, nedir Fuzûlî’nin dedi i bu öz?
Kur’an da “Biz insanı en güzel surette yarattık.” (95/Tin, 4) buyru-
luyor. Ve Allahu Teâlâ yarattı ı varlık-
lar içinde insanı muhatap almı tır, dün-
ya hayatında insanı sorumlu tutmu tur.
Yine insanı yaratırken kendi sıfatlarıy-
la cüz’i miktarda donatmı tır. Buna göre
insan, bir anlamda Yaratıcısının özünü
de ta ımaktadır.
Bu hâdiseye bir de tasavvufî açıdan
bakalım. Mutasavvıfl ara göre Allah’ın
yaratma kudreti, kendi özünü bildirmek
içindir. Söyleyeni belli olmayan bir beyit-
te:
Kendi hüsnün hûblar eklinde
peydâ eyledin
Çe m–i â ıktan dönüp sonra
temâ â eyledin
(Ya lahî! Kendi güzelli ini, insanla-
ra sevdirmek için, güzelliklerini bir ayna
hükmündeki güzellerin yüzünde yansıt-
tın, sonra da dönüp onu, â ıkın gözüyle
tema aya koyuldun.) deniyor.
Demek ki insanın özünde Yaratan’ının
yükledi i büyük bir cevher bulunmakta-
dır.
Kitaplık
Mekke-Medine Kitabı
Ahmet EFE
GMG Yayınları
Tel: 0212 412 17 00
Mahabbet-Nâme
Yusuf Hakîkî Baba
Aksaray Belediyesi
Tel: 0 382 213 54 92
mparatorlu un Yüzük Ta ı
II. Abdülhamid
Mehmet TOSUN
Yeditepe Yayınevi
Tel: 0 212 528 47 53
Bir Gönül Eri
hramcızade smail Hakkı
Alim YILDIZ
Buruciye Yayınları
Tel: 0 346 221 10 42
Kayıp Gül
Serdar ÖZKAN
Tima Yayınları
Tel: 0 212 511 24 24
Mart 201070
BURSAVEL LER
Osmanlının ba kentlerinden olan
Bursa, padi ahlara ev sahipli i yap-
mı ; evliyaları, tarihî eserleri, tabiî
güzellikleri ve ifalı kaplıcaları ile dünyaca isim
yapmı bir ehrimizdir.
Bursa tarihî yönüyle oldu u kadar manevî yö-
nüyle de baskın olan bir kentimizdir. Burada, çık-
mak için gayret sarfetti iniz bir yoku un sonun-
da, bir düzlükte, bir camii avlusunda veya bir
sokakta tüm heybeti ile ya bir padi ah türbesine,
ya da bir gönül sultanının, Al-
lah dostunun fani mekânlarını
görebilirsiniz.
Bu evliyaların maneviyat-
ları Bursa’yı sarmı ve huzur
dolu bir ehir haline getirmi -
tir. Üftade Hazretleri, E refo -
lu Rumî, Akbıyık Sultan, s-
mail Hakkı Bursevî ve Peygamberimizin neseb-i
âlîlerinden olan büyük veli Seyyid Emir Sultan
Hazretleri gibi birçok Allah dostu Bursa’da ya a-
mı , Bursa’nın manevî bekçili ini yapmı ve yap-
maya da devam etmektedirler.
Muhammed Üftade
Osmanlı padi ahlarından Kanuni Sultan Sü-
leyman Han zamanında, Bursa’da ya ayan büyük
velilerdendir.
1490 senesinde Bursa’da do du. smi Mu-
hammed olup, Üftade lakabıyla me hur oldu. Ri-
vayete göre Üftade Hazretleri dünyaya geldi i za-
man annesi rüyasında o lunu süt deryasına dalıp
çıkarken görmü ve rüyayı Üftade’nin babasına
anlatmı o da “ n allah o lumuzun ilim erbabı
kâmil bir veli olaca ına i arettir.” demi tir.
lk tahsilini Muslihiddin Efendi ve Abdal
Mehmed isimli hocalarından alan Üftade’nin
tasavvufî boyuttaki ilk hocası, ilm-i ledün sahi-
bi bir zât olan Hızır Dede’dir.
Henüz on ya ındayken ba -
layan bu tahsil, hocasını kay-
bedene kadar yakla ık sekiz
sene devam etmi tir. Üftade
bu süre içinde nefi s terbiye-
si ve ilim tahsili ile me gul ol-
mu nefsini terbiye etme adı-
na, onun süfl i arzularına gem
vurmanın yolların ö renmi tir
Olgun ahlâkının yanı sıra güzel Davudî sesiyle
de ön plana çıkan Üftade Hazretleri Ulu Cami’de
fahrî müezzinlik ile çe itli camilerde imamlık gö-
revlerinde bulundu. Bu vazifeleri on sekiz yıl ka-
dar sürdürdükten sonra vaaz ve ir at hizmetleri-
ne ba ladı. Bu görev içinde Uluda ’ın eteklerine
yaptırdı ı tekke ve camisini kullandı.
Zahirî ilimlerdeki vukufi yetini tasavvufî kud-
71
Örnek Hayat Yusuf HALICI
retiyle cem ede-
rek tefsir ve hadis
ba ta olmak üzere di-
er er’î ilimlerde de ders-
ler veren Üftade, devrinde ha-
tırı sayılır bir âlim olarak kabul
gördü.
nsanlardan kaçıp uzlete çekilmek yerine;
hayatı boyunca cemaatle iç içe ya amayı, halk
içerisinde Hakk ile beraber olmayı tercih eden ve
tarikatı Celvetiyye’yi de bu prensip üzerine kuran
Üftade Hazretleri uzun ve bereketli bir ömürden
sonra 93 ya larında Hakk’a yürüdü.
Emir Sultan
1367’de Buhara’da do an Emir Sultan Hazret-
leri, Altın Silsilenin 15. halkası olan babası Emir
Külal Hazretlerinin vefatı üzerine Medine’ye yer-
le meye karar verir. Maksadı insanların kendisini
övücü sözlerinden kurtulmak, Peygamber Efen-
dimize kom u olmak, öm-
rünün sonuna kadar orada
kalmaktır. Bu niyetle yola
çıkan Emir Sultan Hazret-
leri önce hac vazifesini ifa
eder, sonra Medine’ye ge-
lir.
Küçük ya tan itiba-
ren iyi bir tahsil ve terbiye
görmü olan Emir Sultan
bir gece rüyasında Rasulullah Efendimiz’le, Haz-
reti Ali’yi görür. Ona, Anadolu’ya gitmesi emre-
dilir. Kendisinden üç nurdan kandili takip etme-
si, kandillerin söndü ü yere de yerle mesi istenir.
Emir Sultan uyandı ında kandilleri kar ısında
bulur ve demek ki takdiri ilahi böyledir diyerek
hemen o gün hazırlanır, yola çıkar. Seyahat hafta-
lar sürer ve bir gün kandiller söner. Burası Uluda
eteklerinde yemye il bir beldede, Bursa’dır. De-
vir Osmanlının kurulu yıllarıdır. Tahtta âlimleri
ve Allah dostlarını seven, onlara hürmet gösteren
Yıldırım Bayezıd Han
varıdır. Kısa süre için-
de onu ke feden halk et-
rafında halka olur, sohbeti-
ne katılır.
Zamanla gelenler arasına ehrin
e rafından ve erkânından insanların
yanı sıra Molla Güranî gibi büyük âlimler
de olup, onlar onun sohbetinden, ilim, irfan
vefeyzinden nasiplenirler.
Emir Sultan bir süre sonra Yıldırım Bayezıd’in
kızı Hundi Fatma Hatunla evlenir. Fakat ilk za-
manlarda bu izdivaca kar ı çıkan padi ah onu ta-
nıyınca sevmi ve hatta sava a giderken kılıcını
onun eliyle ku anmayı adet haline getirir.
Her ikisi de müslüman olan, Timur ile
Yıdırm’ın sava maması, müslüman kanının akı-
tılmaması için çok gayret eden Emir Sultan Haz-
retleri ilahi takdir gere i barı a muvaffak olamaz.
Yıldırım Bayezıd’ın yenil-
gi ve ölümüyle sonuçlanan
sava sonrasında onun il-
mine, irfanına ve güzel ah-
lakına hayran olan Timur
kendisini Semerkand’a gö-
türmek isterse de o buna
razı olmaz ve Bursa’da ka-
lır.
Yıldırım Bayezıd son-
rasında da ılma sürecine giren Osmanlı’nın ye-
niden toparlanmasında büyük gayreti olan Emir
Sultan Hazretleri ya adı ı zaman içinde hem
halk, hem ulema, hem de devlet adamları tarafın-
dan sevilen ender insanlardan biri olmu tur.
Bursa dı ında bulunan Müslümanları ir at
için de sık sık ziyaret eden Emir Sultan, yaptı ı o
ziyaretlerin birinde yakalandı ı veba hastalı ın-
dan kurtulamamı ve 1429 yılında ahirete irtihal
etmi tir.
Mart 201072
73
AkbıyıkSultan
kinci Murad ve Fatih
Sultan Mehmed devrinde ya a-
mı bir Osmanlı evliyası olan Akbı-
yık Sultan Hacı Bayram-ı Veli hazret-
lerinin sohbetinde yeti mi , onun feyz ve
bereketi ile kemale eri mi tir.
O bir taraftan sohbetlerden kemal derecelerine
kavu urken di er taraftarda Hacı Bayram-ı Veli
Hazretlerinin di er talebeleri ile birlikte padi ahın
haçlılarla giri ti i cihada hare-
ketine katılarak Osmanlı’ların
Rumeli’deki yayılmasına
önemli katkılar sa lamı tır.
Malı ve mülkü çok olan
Akbıyık Sultan, Hocası Hacı
Bayram-ı Veli Hazretleriyle
arasında geçen, dünyayla fazla
me gul olunmaması, mal mülk
sebebiyle ahiretten gafi l kalın-
maması gerekti i hususundaki
küçük münazara sonucu, ho-
casının huzurunu terke mec-
bur kalarak Bursa’ya gelmi tir.
Hatta bu sırada kapıdan dı arı çıkarken tam e ik
üzerinde ba ından sarı ını da dü ürmü tür.
Geçte olsa hatasını anlayan Akbıyık Sultan bü-
tün varlı ını fakir fukaraya da ıttı. O da ıttıkça
parası arttı, parası arttıkça o da da ıtmaya devam
etti. Eline geçen malı hiçbir zaman kendisinde bı-
rakmadı. Öksüz, yetim, dul, borçlu ve gariplerin
sı ına ı oldu. Yaptırdı ı büyük bir imarethanede
yoksullara ikramda bulundu.
Bu hal yakla ık üç yıl sürdü. Tekrar hocası Hacı
Bayram-ı Veli hazretlerinin müsaadeleriyle e i i-
ne yüz sürüp dergâha kabul edildi ve hocasının bü-
yük halifelerinden biri olma erefi ne kavu tu.
Varna sava ında haçlıları peri an eden or-
dudaki manevî li-
derlerden biri olan
Akbıyık Sultan, daha
sonra stanbulu’un Fethi
sırasında da Ak emseddin,
Molla Gürani ve daha birçok
maneviyat öderleri gibi Fatih Sul-
tan Mehmed’in hemen yanı ba ında
yerini almı tır.
Ömrünün son yıllarını, Bursa’da yine
malını mülkünü fakir-fukara ve kimsesizle-
re da ıtmakla, misafi rlere ikram etmekle ge-
çiren Akbıyık Sultan 1455
yılında dâr-ı bekâya irtihal
ederek Rabbine kavu tu.
Bursa merkezde bulunan
türbe ziyaret yerlerinden ba-
zıları unlardır:
Eskici Mehmet Dede:Üç Kurnalar Camisinin he-
men kar ısı sayılabilecek bir
yerdedir.
smail Hakkı Bursevî:Cumhuriyet Caddesi’nin al-
tında smail Hakkı Caminin yan tarafındaki
haziresindedir.
Molla Fenarî: Molla Fenarî Semti
Hasan Can: Ye il Türbe haziresindedir.
Üç Kuzular: Üç Kuzular Semtinde bulu-
nan Üç Kuzular Camiindedir.
Mart 201074
N YAZ OLMAZYALANDAN
KültürCemil GÜLSEREN*
75
“Silkin, incel, hafifle, kurtul. Nedâmet ve tevbe
duygusuyla dua edersen maksat elbet hâsıl olacaktır.
Kalbin huzur doluyor mu? Onu ancak o kalbi ta ıyan
bilir. Kalb huzursuzsa bir yerde hile yapıyoruz demek ki.
Kendimizi mi kandırıyoruz acaba?”
Dua, Arapça
kökenli bir
kelimedir. el-
Kâmûsu’l-Muhît’te “ça ırmak,
dâvet etmek, Allahtan inayet,
rahmet, nusret ve selâmet, rı-
zık ve âfi yet talep etmek” gibi
mânâlara geldi i belirtilmekte-
dir. Benli inde yaratan Rabbi-
nin ilâhî kudretinin büyüklü ü-
nü, gücünü hissederek aczinin
itirafı olan dua, bir yandan da
Allahın azametinin tasdikidir.
Tasdikin dil ile ifadesidir. Pey-
gamberimiz Hz. Rasulullah
(s.a.v) duanın en özlü tarifi ni
öyle yapmı tır: “Dua ibadettir,
dua ibadetin özüdür.” u halde
dua, a a ıdan yukarıyadır; za-
yıftan kuvvetliyedir; yaratılan-
dan yaratanadır. Yani kuldan
Allah (c.c)’adır. Yüce Allah da
ister, ancak biz ona ‘emir’ deriz.
Allah emreder. Kul ise zikreder.
Zikir de duadır.
Duanın Vakti
“Gök gürlemeyince kul Al-
lah Allah demezmi .” Halk sö-
zünü duymayan yoktur sanı-
rım. Biz kullar böyleyiz i te; ille
sıkı aca ız, daralaca ız. Kimi
mü’minler de mu tulu gün ve
geceleri takip eder; Cuma günü
ve gecesi, Bayram geceleri, Ka-
dir gecesi, berat kandili, ezan
okunurken, zemzem içilirken
vb. Bu vakitler edilen dualar ka-
bule yakın olduklarından o za-
manlarda daha bir yo unla ırız
dualarımızda. Bunun dı ında
ne zaman ihtiyaç duyarsan et.
Allah’a yakın olmak dilersen et.
Gücün biter, torpilin sökmez,
kimseden fayda yoktur. Bunu
görürsün ve anlarsın; Allah’tan
ba ka hiçbir güç sana yardım
edemez. Otur duaya. Yeter ki
samimi ol. Candan iste. Sıkın-
tı ve ihtiyaç halinde oldu u gibi
var gününde de, iyi durumda
da duadan ayrı kalma. Allah ye-
ter sana. Kul sıkı mayınca Hızır
imdada yeti mezmi . ükürde
de kusur olmamalı. O da dua-
dır. De il mi ki Rabbine yöneli-
yorsun, O yeter ve yeti tirir. Ta
ki harmanda izin ola.
Duanın Hali
En ba ta kalb huzuru için,
ruhun gıdası için, ruh halimi-
zin yo unla ması noktasında
bir gayeye do ru yönelmemizle
kalbimizin inceldi i, duygula-
rımızın effafl a tı ı anı yakala-
mamız demek, huzura kabulü-
müzdür. Hal bu haldir. Dua bu
halde duadır i te. Kulun Rab-
biyle yüzle me anıdır. Ben böy-
le algılarım. Kulun kendini he-
saba çekmesinden maksat
Allah’a hesap vermektir. Ken-
dini temize çıkarma gayreti bile
bir kazanımdır. Kusurların iti-
rafı, günahların farkında olu-
nu u az ey midir? Silkin, in-
cel, hafifl e, kurtul. Nedâmet
ve tevbe duygusuyla dua eder-
sen maksat elbet hâsıl olacak-
tır. Kalbin huzur doluyor mu?
Onu ancak o kalbi ta ıyan bilir.
Kalb huzursuzsa bir yerde hile
yapıyoruz demek ki. Kendimizi
mi kandırıyoruz acaba? Allah’ı
kandıramayaca ımıza göre!…
Bir de u televizyonlarda, tö-
renlerde yapılan kafi yeli, redif-
li, secili dualar var ya; kula a
ho geliyor gelmesine de gön-
lüme ho gelmiyor. Bana zorla-
ma ve ısmarlama gibi gelir hep.
Onun içindir ki yalnızken duayı
severim ben. Hu uyu ben öyle
bulaca ıma inanıyorum. Duada
ya amak gerek.
Duayla Ya amak
Dua bir yerde durup ileri
bakmaktır. Geride kalanlar; gü-
nahlarımız, sevaplarımız. ki-
sine de takılmasak ne iyi olur.
Tövbe kapısı açık. Rahmet ka-
pısı açık. Güven de rehavet geti-
rir yine ilerleyemezsin. ‘Yeter’i
yok kullu un. Yoksa Allah be-
terinden saklasın der dururuz.
Yeni bir i e ba lanıldı ında, ev
veya ev e yası alındı ında, dü-
ünlerde, gelin ve damadın bü-
76
yüklerinin ellerini öpmeye gitmelerinde, rızık,
bereket dile inde, cenazede ölene, do umda do-
ana, hastalıkta ifa niyetine hep duadayız. Rah-
met için dua, efaat için dua, merhamet için dua
ederiz. Hâsılı duayla yatar, duayla kalkarız. Gön-
lümüzden geçiririz ancak dile getirmek daha bir
ba ka güzel oluyor.
Dua- Akıl ve Yürek
Akıl dua etmez, o iddiacıdır. Yürek sı ınaktır,
yürek rikkattir. Yürek ister, yürek dayanamaz.
Dua da yürekten dile gelir zaten. Yanan yürek-
te vuslat da doyulmaz bir saadettir. Aklı motive
eden duadır. Biz, duayla yo unla abiliriz. Çalı -
tın, aklını kullandın, kendini sorguladın, nimetle-
rinden dolayı Allah’a ükrettin; için rahat, huzur
buluyorsun, mutlu oluyorsun, kendini yeniliyor-
sun ne güzel. Duan aklına kuv-
vet verir. Duan senin vicdanî
temizlenmene, ahlâkî arınma-
na, ruhî yücelmene vesile olu-
yor mu? Evet oluyorsa sıkın-
tı yok. Çalı tın, gayret ettin
ve Allah’a yöneldin. Tereddü-
dün olmasın. Ne dilersen dile.
Hayır dile, me ru olanı bekle,
hakkını iste. Haddini bilerek
dile. Ya a göre de i se de “Ver
Allah’ım ver.” deriz demesine
de; alaca ın kadarını iste, götü-
rece in kadar yükün altına gir. O, neyi, kime, ne
zaman, nasıl, ne kadar verece ini bilendir. En iyi-
sini O bilir. Sen gerçekten lâyık mısın? Ki i ken-
dini, haddini bilirse zaten hakkını Hak ona lutfe-
der. Eksikli olan biziz. Bu mânâda duayı, haddini
bilmek olarak da dü ünebiliriz. Ne oldu unu, ne
olmadı ını, neyi istedi ini bilenin duası kabule
yakın duadır bence.
Hangi Dua?
Duayı kendimizden ba latırız sevdiklerimiz-
le kucaklarız. Anne babamız, e imiz, çocu u-
muz, yakınımız, arkada ımız derken milletimize,
inananlara do ru açılırız. Ba kaları için edilenin
daha makbul oldu unu da çok iyi biliriz. Erdem-
lisi böyle. Sevilmeyenlere de dua ederiz, kötülük
yapanlara, zalimlere de… yilik istersen sen, iyilik
bulursun; onlarsa hidâyet… Kötülük istersen adı
‘beddua’ olur. Dua ne kadar kendine güvenmek-
se, beddua da o kadar zayıflıktır. Dua, ne kadar
güç-kuvvet ise beddua da o denli âcizliktir. Dua,
hak aramak ise, beddua hakkını Hakk’a havale et-
mektir. Dua da beddua da bir oka benzetilir. Yay-
dan çıktıktan sonra bir yere saplanır. Ok havada
kalmaz. Sen okun ardından yeti ebilir misin? Sen
duan kadar hızlı olabilir misin? Ne dersin? Ben
Nefî’nin dedi ini derim:
“Yâ Rab dilimi sehv ü hatâdan sakla
Endî emi tezvîr ü riyâdan sakla”
(Yarabbi, dilimi hatadan sakla! Dü üncemi de
her türlü yanlı karardan, riyâdan sakla!)
Usulî’nin u duasına da gelin hep beraber di-
yelim ‘Âmin’:
“Setr eyle afvın ile eyâ Settârü’l-‘Uyûb
Çün gizli aybımız gözüne â ikâr ola”
(Ey ayıpları örten Allah! Affın ile ayıplarımızı
ört. Çünkü bizim gizli ayıplarımız sana a ikârdır.)
* Yrd. Doç. Dr.
Mart 201076
NE GÜZEL
Îtikâdın sa lam, amelin sa lam,A kla geçirilen, hayat ne güzel…Ukbâya yönelik, emelin sa lamHasreti emziren gurbet ne güzel…
Güzel dü ünürsün güzel görürsünYeryüzünde, edep ile yürürsünAllah için, canın dahi verirsinVuslata erdiren memat ne güzel…
Daima Allah’a dayanırsın senHakk’ın boyasıyla boyanırsın senHakikat libasın giyinirsin senSaffeti besleyen iffet ne güzel…
Dima ın doludur do ru fikirleKalbin temizlersin çok isti farlaGündüzü oruçla gece zikirleÂfiyetle geçen vakit ne güzel…
Asla inlemezsin, elemin yoksaÜzülürsün e er selâmın yoksaDinler, konu mazsın, kelâmın yoksaÜmmeti süsleyen sükût ne güzel…
 ık rfan her dem çile çekersinVuslat hasretiyle ya ın dökersinGönül bahçesine ümit ekersinRahmeti celbeden zahmet ne güzel…
Hızır rfan ÖNDER
77
HikâyeRaziye SA LAM
Mart 201078
SEVG N N GÜCÜ
79
Alana indi inde gözle-
ri gayri ihtiyarı yakınla-
rını özellikle de babaan-
nesini aradı. Kar ılamasınlar diye gelece ini
haber vermemi ti. Dı arı çıktı ında gece se-
rinli i yüzüne çarptı. Sırada bekleyen taksi-
lerden birine bindi. Henüz aydınlanmayan
stanbul’u seyrederek yol alırken Efe çok üz-
gündü, tedirgindi ve elinden bir ey gelme-
mesinin acısını ta ıyordu yüre inde. Gali-
ba biraz da onu bırakıp gitti i için pi manlık
duyuyordu.
Ahmet Efe, do du unda annesi ile babası
yurt dı ında çalı ıyorlardı. Be ya ına geldi-
inde ailesi onu babaannesinin yanına bırak-
tı. Okul ça ına kadar Türkiye’ye alı ıp oku-
la burada gitmesini istiyorlardı. lk günlerde
biraz zor gelmi ti Ahmet Efe’ye ama babaan-
nesi ve onun kalabalık ailesi, kuzenleri hepsi
o kadar iyilerdi ki, büyüyüp üniversite ya ı-
na geldi inde bile stanbul’dan gitmeyi iste-
medi. Yalnız, üniversiteyi bitirince yurt dı-
ında mastıra gitti. imdi on aydır oradaydı.
Yaz tatiline gelme planları yaparken babaan-
nesinin hastaneye yattı ını duyunca gelmesi-
ni erkene aldı.
Ahmet Efe, anahtarı çevirirken üzüntüsü-
nün daha çok arttı ını hissetti. Kapıyı hafi f-
çe iterken duydu u kokuyla burnunun dire-
“Babaannesi her zaman en
sıkıntılı zamanlarında n irah
suresini okumasını söylerdi. Efe
bir üst kata doktorun odasına
çıkana kadar, bu sureyi kaç
kez okudu unu kendisi de
bilmiyordu.”
Mart 201080
i sızladı. Yeni pi mi ya lı bazlama kokusu onu
çocuklu una götürmü tü. Sanki babaannesi bu-
radaydı ve onun okuldan gelince yemesi için her
zamanki muhte em bazlamalarından yapmı -
tı. Tabii yanında da her zaman oldu u gibi vi -
ne kompostosu vardı. Onlar ba lamadan üst kat-
ta oturan halalarının iki o lu da okuldan gelir,
hep birlikte ne e içinde yemeklerini yerlerdi. Ba-
zen öyle gürültülü konu ur akala ırlardı ki ba-
baannesi, “Aman Allah’ım! Üç adamın arasında
kaldım.” diyerek yalandan ikâyet ederdi. Aslında
üçü de onun çok mutlu oldu unu bilirlerdi. Bilir-
lerdi de ona rahat rahat ımarmaktan çekinmez-
lerdi. Yemekten sonra birlikte sofrayı toplarlar ve
herkes çalı mak için bir ta-
rafa çekilirdi. Bu çalı -
ma en fazla iki saat
sürer, babaanne-
sinin yaptı ı çay
ve kakaolu kek-
le çalı maya ara
verirlerdi.
Ahmet Efe, önce
babaannesinin oda-
sına girdi. lk kalktı-
ında giydi i ye il ye-
le i, yata ın üzerinde her
zamanki yerinde katlı duru-
yordu. Çalı ma masasının üzerin-
de bilgisayarı, not defteri, ajandası ve
yine masanın üzerinde da ınık duran ka-
lemleri… Bazen ofl ayarak masayı toplarken Efe
onu gülümseyerek izler, o da “Ben da ınık biri-
yim torun ama sen bana benzeme sakın!” diyerek
gülümserdi. Babaanne torundan çok iki arkada
gibi olmu lardı hep.
Ahmet Efe, masasına oturdu. Ona dokunur
gibi defterlerine, bilgisayarına dokundu. Son-
ra daha önce hiç yapmadı ı bir ey yaptı ve onun
ajandasını açtı. lk sayfa:
“Bugün hayatımın en güzel günü olmalı. To-
runum dünyaya geldi. Çok mutluyum. Onun geli-
iyle iki aydır ya mur dü meyen stanbul’umuza
ya mur ya dı. Bereket ya dı. Onu çok ama çok
seviyorum.” Sayfanın devamında o günlerle ilgi-
li duyguları vardı. Defteri biraz daha karı tırdı ve
okumaya devam etti:
“Bugün o lumla gelinimi yolcu ettik. Toru-
num artık benimle kalacak. Benim yanımda bü-
yüyecek. O kadar tatlı ve akıllı ve ben onu öyle çok
seviyorum ki bunun için devamlı Allah’a ükredi-
yorum. Onunla çok güzel vakit geçirece iz.”
Ahmet Efe gözya ları içinde okumaya devam
etti. Babaannesi onun do du u günden, bir haf-
ta önce hastaneye yattı ı güne kadar ya adıkları
her eyi yazmı tı. On ay önce ayrıldıkları günleri
yazarken, satırlar yer yer ıslan-
mı tı. Kendisine çok bel-
li etmese de babaan-
nesi çok üzülmü ve
a lamı tı. Ahmet Efe
için de ondan ayrıl-
mak çok zor gelmi ti.
Aralarındaki ba çok
kuvvetliydi. Son say-
faya geldi inde gözya -
larını tutamadı:
“Yarın ameliyat için ya-
taca ım. Parça alacaklarmı .
Doktora benimle ilgili her eyi
açık açık söylemesini istedim. Bel-
ki kötü huylu olabilirmi . O zaman
ömrüm çok kısa olabilirmi . Ben bu za-
mana kadar çok güzel günler geçirdim. Di er to-
runlarımla birlikte Ahmet Efe de hep yanımday-
dı. Özellikle onunla gece gündüz birlikte olmak,
büyüdü ünü görmek dünyanın en büyük güzelli-
iydi. imdi artık ölsem de gam yemem ama ön-
cesinde onu bir kez daha görebilmeyi çok istiyo-
rum. E er ömrüm olursa bu defteri ona hediye
edece im. Ne zaman sıkıntıya dü se aramızdaki
sevgiyi hatırlasın ondan güç alsın diye.”
Ahmet Efe defteri gözya ları içinde kapattı.
Sabah ezanları okunuyordu. Kalktı abdest aldı,
babaannesinin seccadesinde namaz kıldı. Secca-
de her zamanki gibi gül esansı kokuyordu. Gül
esansını babaannesi gençli inde, mübarek bir
81
zattan almı . Bir mücevher gibi bu esansa de er
verir, korurdu. Cuma günleri seccadesini serer,
Kur’an okumaya ba lamadan bu esanstan birkaç
damla sürerdi.
Ahmet Efe kalktı seccadeyi özenle katlarken
kapının açıldı ını duydu. Gelenler halaları Banu
ile Sevgi’ydi. kisi de hem çok a ırdılar hem de
sevindiler. Banu “Gelece ini hiç haber vermedin,
kar ılardık seni.”
“Alanda yanınızda onu görmemeye dayana-
mazdım hala. Nasıl durumu iyi mi?” Efe gözya -
larını tutamıyordu.
“A lama yavrum ya. Biliyorsun seni böyle gör-
meye dayanamaz. n allah iyi olacak. ki gün önce
ameliyat oldu, yarın belli olacak. Biliyorsun o hep
“ yi dü ünelim iyi olsun” der. Biz de dua ediyoruz
i te.” Ayaküstü biraz konu tular. Efe anne ve ba-
basının bilet bulamadıkları için yarın gelecekle-
rini söyledi. Kuzenlerini sordu. Sevgi birden bir
ey hatırlamı gibi kalktı, tela la “O kadar uzun
yoldan geldin. Annem görse bu hâlimi hiç affet-
mez. Gel bize çıkalım da sana kahvaltı hazırla-
yım.”
Efe onu kolundan tutarak durdurdu ve “He-
men hastaneye gidelim hala, bir an önce onu gö-
rüp boynuna sarılmak istiyorum.”
Babaannesi biraz zayıfl amı tı, ama çok güzel
görünüyordu. Gözleri dolarak Efe’ye sarıldı ve
“Mutlaka gelece ini biliyordum.” dedi. Efe “Sul-
tan Hanım hâlâ çok güzel görünüyorsunuz.” de-
yince güldü ve “Deli çocuk bu ya ta ne güzelli-
i, ya lı ve hastayım artık” diyerek çocuklu unda
yaptı ı gibi saçlarını ok adı. kisi de tekrar ka-
vu tukları için çok mutluydular. Efe ısrarla has-
tanede onun yanında kalmak isteyince engel ola-
madılar. Sabah sonuçları alıp müjdeyi kendisi
vermek istiyordu. Zaten kesin karar vermi ti ba-
baannesi iyile irse ki evelallah iyile ecekti, o za-
man onu da yanında götürecekti. Bir daha ayrıl-
mayı göze alamazdı.
Sabaha kadar kâh uyudular, kâh eski güzel
günlerden bahsedip güldüler. Babaannesi sanki
on ya birden gençle mi ti. Sabah erken saatte
gelen doktor bile ondaki de i ikli i hemen fark
etmi ti. Nihayet sonuçları almaya geldi sıra. Efe
doktorun odasına gitmeden, halaları, teyzeleri,
kuzenler, gelinler, torunlar, hatta anne ve babası
bile gelmi ti. Hastane odası bayramın ilk günün-
de bir araya geldikleri gibi çok kalabalıktı. Yalnız
bir farkla... Herkes ona belli etmek istemese de
içten içe çok üzgündü. Efe odadan çıkıp sonuçları
almaya giderken babaannesi ondan bir ey sak-
lamayaca ına dair söz aldı. Herkes, içinden de-
vamlı dua ediyordu.
Babaannesi her zaman en sıkıntılı zamanla-
rında n irah suresini okumasını söylerdi. Efe
bir üst kata doktorun odasına çıkana kadar, bu
sureyi kaç kez okudu unu kendisi de bilmiyordu.
……….
Havaalanı
“Bu deli çocuk beni de götürüyor. Bir türlü en-
gel olamadım. Ne yapaca ım ben oralarda.”
“Babaanne verdi in sözü unutma. urada
hepsi bir sene kalaca ız. Sonra yine stanbul’da
hep birlikte olaca ız. Hem ben senin yemekleri-
ni, çayını özlüyorum orada. Bu gâvur memleket-
lerinde do ru düzgün çay yok.”
“Anne hem yalnız gitmiyorsunuz ya bak bizim
iki çocuk da sizinle geliyor. Her zamanki gibi yine
hiç bo vaktin olamayacak.”
“Babaanne hem dönünce söz verdi im gibi
birlikte hacca gidece iz. Yani önce sen sonra da
ben sözümü tutaca ım.”
Babaanne ve üç torunu bilet kontrolünden
sonra içeri geçerken, hem onlar hem de onla-
rı yolcu etmeye gelenler çok mutluydu. Ama ölç-
mek mümkün olsa o anda babaannesine daha da
sıkı sarılan Efe en mutlu olanlarıydı. Babaanne-
sinin dedi i gibi mutluluk hep sevginin gücün-
deydi.
AileAli ÖZKANLI
ADAM OLMAKÖNEML OLAN
“E er görmesini biliyorsak hayatta kötü, çirkin, korkunç ve sevimsiz bir ey olamaz.
Çünkü her eyin yaratılı ında güzellikler ve iyilikler vardır.”
Mart 201082
83
Kı y m e t l i
Okurlarım!
Meslek ha-
yatım boyunca her kar ıla -
tı ım yeni ö rencilerime ilk
dersimde anlattı ım hikâyeyi
sizinle de payla mak istedim.
Bilgili olaca ız; ama bilgiden
de önce iyi insan, di er bir ta-
birle “adam” olaca ız. Adam
olmak öyle kolay olmuyor.
Gece yarısı çoktan olmu tu.
Hızlı adımlarla yürüyor, canı
sıkıldı ı nefes almasından bel-
li oluyordu. Nefeslenmek için
biraz durakladı. Bir anda geç-
mi e dalmı gözünün önüne
bir fi lm eridi gibi eski günler
gelmi ti. Yıllar öncesini hatır-
ladı. O lunun yeti mesi ailesi-
ne, vatanına, milletine, insan-
lı a faydalı bir insan olması
için elinden gelen her eyi ya-
pıyordu. Buna kar ılık o lu bir
türlü istedi i gibi davranmı-
yor, onu üzüyordu. Bir gün ca-
nını çok sıkan o luna “O lum,
sen adam olmazsın!” demi ti.
Ardan uzun yıllar geçmi
çocuk e itimini çok ba arılı
bir ekilde tamamlamı de i-
ik görevlerden sonra vezir ol-
mu tu. Çocu un aklına yıllar
önce babasının sen adam ola-
mazsın sözü gelmi ve bir gece
vakti babasını huzuruna ge-
tirtmi ti.
—Baba, bak sen bana adam
olamazsın de mi tin ama ben
imdi vezir oldum deyince ba-
bası:
—O lum, vezir olmu sun,
ama adam olamamı sın, e er
adam olsaydın babanı bu gece
vakti rahatsız etmeyecek kadar
dü ünceli, babanı aya ına ge-
tirtmeyecek kadar edepli ve ma-
kamın büyüdükçe daha da alçak
gönüllü olurdun diyerek hiddet-
le kapıyı çarpmı , ancak soka ın
ortasında kendine gelebilmi -
ti. Üzgündü, bir vezir babası ol-
mu tu ama söz ve davranı larıy-
la olgun, saygılı, edepli bir evlat
yeti tiremedi i için kendini so-
rumlu hissediyordu. Oysa ne ka-
dar da çok istiyordu. Hem iyi bir
e itim almı hem de terbiyesiyle
örnek bir evladı olmasını çok is-
temi ti ama olmamı tı.
Sevgili gençler, acaba siz-
ler nasıl bir evlat olacaksınız hiç
dü ündünüz mü? Yıllarca ö -
rencilerime hep unları söyle-
dim. Çalı kan olun, iyi ve güzel
makamlara gelin; ama insanlı ı-
nızı unutmayın. Kendinizi kay-
betmeyin. Nereden geldi inizi
nereye gidece inizi, niçin ya a-
dı ınızı, de erlerinizi, büyükle-
rinizi asla unutmayın. Maddi-
yat gereklidir, ama maneviyat
olmadan hiçbir eyin de eri ol-
maz. Ruhlar doymayınca bede-
nin doyması yetmez. Ruhsuz ce-
set bir et yı ınından ba ka ne
olabilir? Bedene de er kazan-
dıran onu erefl i, izzetli kılan
sevgi ve saygı kazandıran ey
iyi ahlâktır. te size her zaman
maddiyatın geçerli olmadı ını
gösteren bir örnek…
1 milyon doları elinin ter-
siyle itti. lginç bir haber de il
mi? 1904 yılında ortaya konan
ve bugüne kadar hiç kimse-
nin çözemedi i yeryüzünün na-
sıl ekillendi inin cevabı olan
matematik problemini St. Pe-
tersburglu dâhi Rus matema-
tikçi Grigoriy Perelman çözdü.
Problemin 478 sayfalık açık-
lamasını gürültü koparan gör-
kemli bir konferansla de il sa-
dece meslekta larının takip
etti i bir internet sitesine koy-
du. ABD’li bir enstitünün vere-
ce i 1 milyon doları da kabul et-
medi.
Hayatımızı Nasıl Güzelle ti-
relim?
nsan do umundan ölümüne
kadar hep hayatını güzelle tire-
bilmek için didinir durur. Fakat
bir türlü de güzelle tiremez. n-
san için hayatı güzelle tirmek-
ten daha önemli ne olabilir ki?
Evet, hayatımızı güzelle tirmek
istiyoruz, ama bunun kuralla-
rına uygun hareket edebiliyor
muyuz? Esas önemli olan nokta
da burasıdır.
E er görmesini biliyorsak
hayatta kötü, çirkin, korkunç ve
sevimsiz bir ey olamaz. Çünkü
her eyin yaratılı ında güzellik-
ler ve iyilikler vardır. Her ey so-
nuç itibariyle sevimli, ho , güzel,
dost ve karde li e açıktır. Bizim
korktu umuz siyah bulutlar,
im ek çakması, gök gürültüsü,
yıldırımlar bize rahmet damla-
larını ta ırlar. Yeter ki bizler gü-
zel görüp güzel dü ünelim.
Mart 201084
Sa lıkAydın AD LO LU
BES N H JYEN“Tarım ve Köy leri Bakanlı ından üretim izni olan, son kullanma tarihi geçmemi ,
ambalajları deforme olmamı , so ukta muhafaza edilmesi gereken ürünlerde so uk
zincirin bozulmamı olmasına özen gösterilmelidir.”
85
Ya amsal aktivi-
telerimizin de-
vamı için gerek-
sinim duydu umuz besinlerin
temini ve tüketimi kadar sof-
ralarımıza sa lıklı bir ekilde
ula ması, gerek duyulan hal-
lerde sonradan tüketilmek üze-
re sa lıklı artlarda muhafaza
edilmesi de büyük önem arz et-
mektedir. Hijyen ve sanitasyon
anlamında Dünya Sa lık Örgü-
tünce de kabul gören hayat kur-
taran 10 altın kural unlardır.
Güvenli gıda seçimi; Ta-
rım ve Köy leri Bakanlı ından
üretim izni olan, son kullan-
ma tarihi geçmemi , ambalaj-
ları deforme olmamı , so uk-
ta muhafaza edilmesi gereken
ürünlerde so uk zincirin bozul-
mamı olmasına özen gösteril-
melidir.
Gıdaların tam olarak pi-irilmesi; birçok gıda, tavuk,
sı ır eti, pastörize edilmemi
süt vb. patojenlerle (hastalık
yapan mikroorganizma) kon-
tamine olur. yi bir pi irme ile
patojenler öldürülür. Donmu
etler pi irmeden önce mutlaka
çözündürülmelidir.
Pi mi gıdaların hemen servis yapılması; pi mi gı-
dalar oda sıcaklı ına geldi-
i zaman mikroorganizmalar
ço almaya ba lar. Daha uzun
süre beklemede risk daha da
büyümektedir. Güvenli tüke-
tim için pi mi besinler ısıla-
rını kaybetmeye ba lamadan
önce servisi yapılmalıdır.
Pi irilmi gıdaların de-polanması; ürün etiketlerin-
de yer alan muhafaza artla-
rı dikkatle incelenmeli ve bu
artlara kesinlikle uyulmalıdır.
Tüketilmek üzere hazırlanan
gıdaların tüketilemeyen bölü-
mü so ukta muhafaza edilme-
lidir.
Pi mi gıdaların bütü-nü ile tekrar ısıtma i le-mine tabii tutulması; mu-
hafaza sırasında olu abilecek
mikroorganizmalara kar ı en
iyi koruma ekli gıdanın yeni-
den tüketilece i zaman tümü-
nün sıcaklı ının 70ºc ye ula-
acak ekilde ısıl i leme tabii
tutulmasıdır.
Pi mi gıda ile çi gıdaarasındaki temasın önlen-mesi; güvenle pi mi gıdalar
çi gıda ile çok az bile olsa te-
mas etti inde bula ma olur.
Örne in çi tavuk hazırlanır-
ken kullanılan bıçak ve kesme
tahtası pi mi tavu un parça-
lanmasında kullanılmamalıdır.
Ellerin tekrar tekrar yı-kanması; gıdaya elle dokun-
madan özellikle tuvalete giril-
mi se ya da balık, et, tavuk gibi
çi gıdaların hazırlanmasından
sonra; di er gıdaların i lemine
ba lanacaksa önce eller iyice yı-
kanmalıdır.
Tüm mutfak yüzeyleri-nin temiz tutulması; gıdalar
mikroorganizmalarla kolayca
kontamine olabildiklerinden;
gıda hazırlamada kullanılan
her yüzey çok temiz tutulmalı-
dır Her bir gıda kalıntısı ve kı-
rıntısının mikroplar için po-
tansiyel bir kaynak oldu u asla
unutulmamalıdır.
Gıdaların, böcekler, ke-mirgen ve di er hayvan-lardan korunması; hayvan-
lar gıda kaynaklı hastalıklara
neden olan patojenleri ta ır-
lar. Gıdaların sıkıca kapatılmı
kaplar içinde depolanması en
uygun depolama eklidir.
Temiz su kullanılması;özellikle pi irilmeden tüketile-
cek sebze, meyve vb. gıdaların
yıkanmasında ve hazırlanma-
sında kullanılacak su bol ve te-
miz olmalıdır.
Bol sa lıklı günler diliyo-
rum!.
Mart 201086 Mart 201086
HavuçA, C, B1 ve B2 vitaminleri bakımından olduk-
ça zengin bir bitki olan havuç, Harvard Üniver-
sitesinde yapılan ara tırmalara göre, haftada
be tane havucun kadınlarda kalp enfarktüsü-
nü, felç tehlikesini yüzde 68, günde iki tane ha-
vucun erkeklerde kandaki kolesterolü yüzde
10 oranında azalttı ı görülmü tür. Her gün 1
tane yenen havuç da akci er kanseri tehlikesi-
ni yarıya indiriyor. çeri indeki kompleks kar-
bonhidratlar vücuda enerji veriyor. Havuçtaki
beta-karotin (kansere neden olan serbest radi-
kalleri durduran ve ba ı ıklık sistemini güçlen-
diren madde) de gözleri ya lılı ın getirdi i gör-
me zayıflı ından koruyor ve ba ı ıklık sistemini
kuvvetlendiriyor. Havuç ayrıca mide ve ba ır-
sak kanamalarını önler, kansızlı ı giderir, anne
sütünü arttırır, yüz ve boyun kırı ıklıklarını gi-
derir, idrar ve ba ırsak gazlarını söktürür, mide
ve ince ba ırsak yakın dostu oldu u için ülser
ikâyetlerini giderir. Böbrek a rılarını dindirir.
Bron it, astım, ses kısıklı ında gö sü yumu a-
tır, ferahlık verir. Di etlerini güçlendirir. Dü-
ük tansiyon, halsizlik, ba dönmesi gibi rahat-
sızlıklara iyi gelir. Beta-karotin içeren havucun
en büyük özelliklerinden biri içerdi i bu mad-
denin cildin kurumasını engelleyen A vitamini-
ne dönü ebilmesidir.
Havucun faydaları arasında; kan yapıcı, kuv-
vetlendirici, ishal kesici, peklik giderici, safra
akıtıcı, karaci eri kuvvetlendirici özellikleri de
bulunmaktadır.
ifalı Bitkiler
8787
Gönülden kramlar Mesude SARI
Zeytinya lı Ispanak Kökü Yeme i
Malzemeler (4 ki ilik)1kg ıspana ın kökü1 büyük boy kuru so an2 adet orta boy domates 1 çay barda ı pirinç1 kahve fincanı zeytinya ı1 tatlı ka ı ı domates salçası1 çay ka ı ı kırmızı pul biber1 adet limonun suyu1 adet küp ekerTuz
Hazırlanı ıIspanak köklerini bol su ile yıkayınız. Uçlarını hafifçe kesiniz. Kuru so anı yemeklik do rayınız. Bir tence-re içerisine zeytinya ını koyup do radı ımız so anları,küp ekeri ve tuzu ilave ederek kavurunuz.Kavrulan so anlara do radı ınız domatesleri ilave edi-niz. Domateslerin üzerine önceden yıkayıp süzdü ü-nüz pirinçleri ve pul biberi ile domates salçasını ilave edip karı tırınız. Yarım çay barda ı su ilave edip kısıkate te 5 dakika kaynatınız. Daha sonra yıkanmı ıspa-nak köklerini ilave edip orta ate te pi ime bırakınız.Pi irdi iniz yeme in üzerine 1 limonun suyunu ekle-dikten sonra hafifçe karı tırıp servis taba ına alabilirsi-niz. Yo urt veya pilav ile servis yapılabilir.Afiyet olsun.
Bekir SARI
Mart 201088
Som
uncu
Bab
a De
rgisi
’nin
Ücr
etsiz
Eki
’dir.
Ayl k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Aral k 2009
Y l: 3 Say : 36
ço u dilindendir. hadis-i eriftekullar ndansöyler, o söze ahu Teâlâ o ükseltir. Ve r olarak e hem de meyereko kim-cesini
olsunöyle-m-e”
cuuukkk Dergisi - Ar
Dergisi Hediyesi...
Do rulukKurtulu tur
AdaletDengedir
A R A L I K 2 0 0 9
Fiyat : 7 TL
AYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
Dergisi Hediyesi...
Do rKurtu
AdaAdaldaletetetDDeDengDengedir
AAYYLLIIKK L M-KÜLTÜR VE
Dergisi Hediyesi...
Gönül
Ne Umar?
VefâE itimi
O C A K 2 0 1 0
Fiyat : 7 TL
AYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
Derginizin elinize sa lıklı bir ekilde ula abilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir ekilde doldurunuz.
Adı / Soyadı:
Kurum Adı:
Ünvan:
Dergi Teslim Adresi:
Posta Kodu: ehir:
Telefon: ( )
Faks: ( )
E-posta: @
Türkiye : 70 TL Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD
Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont li iktedir.
Posta Çeki Hesap No: 1361068Ziraat Bankası Darende ubesi : 26798480-5001
Faturayı adıma kesiniz
Faturayı irket adına kesiniz
Vergi Dairesi:
Vergi No:
Abone Ba langıç Tarihi:
mza
Visan ktisadi letmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]
Çocuk ekiyle birlikte yıllık abone bedeli
70 TL
2010 yılında aboneli inizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.
Onların da abone olmasını sa layın.