378

BERGAMA BELLETEN - 18

  • Upload
    others

  • View
    29

  • Download
    1

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: BERGAMA BELLETEN - 18
Page 2: BERGAMA BELLETEN - 18

1

PROJE

MUSTAFA DURMAZ

ÇALIŞMA GRUBU

EYÜP ERİŞDR. ÖNDER ALTUĞ

NECATİ KARAÇOBANDR. TANJU ÇELİK

PROJE DANIŞMANI

SEFA TAŞKIN

KURGULAMA

DR. ÖNDER ALTUĞ

EDİTÖR

EYÜP ERİŞ

Page 3: BERGAMA BELLETEN - 18

BERGAMA BELLETEN - 18

Bergama Kültür ve Sanat Vakfı’nın bir kültür hizmetidir.Yılda bir kez yayınlanır.

Sahibi : BERKSAV Bergama Kültür ve Sanat Vakfı

Genel Yayın Yönetmeni : Dt. A. Gürbüz BAĞANA

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü : Mustafa DURMAZ

Yayın Kurulu : Dt. A. Gürbüz BAĞANAMustafa DURMAZAv. Mete MORALEyüp ERİŞNecati KARAÇOBAN

Yönetim ve Yazışma Adresi : Atatürk Blv. No: 54 - 35700 Bergama / İZMİ[email protected]

Sayfa Tasarım : Hüseyin ÇAĞDAŞ

Kapak Tasarım : Samet ŞAHİNER

Fotoğraflar : BERKSAV

Basım Yeri : Çağdaş Matbaa Reklam Ltd. Şti.www.cagdasmatbaa.com.tr

ISSN : 1303-1708

ISBN : 978-975-95865-8-4

Basım Tarihi : EYLÜL 2010

2

Page 4: BERGAMA BELLETEN - 18

Akil bir taife cem olıcakİtmam oldı işbu eser-i calinus

Girdi halvete dun-u günOturakaldı tam üç sene bahusus

Bahar geçti, kış geçti, bu üçüncü yazdıİğneyle kazdı, kastı var gibi dertleri azdı

Hocazade Eyyub sağlık deyü yazdıkça yazdı Nihayete erdi amma sağlığından olayazdı

Buldu sonunda şifayı dermeyan eylediMedet ya lokman hekim diye beyan eyledi

Ebcede döküp zamanı fi tarih milat ola Bergama bilgisiyle hey dost hayatın rahat ola

Ayıttı lokmanı sani doğduğum şehir haniOkumayan kalmasın beni Yazanlara selam olsun

3

Page 5: BERGAMA BELLETEN - 18

Değerli Belleten Okurları,

Bergama Belleten 18 yaşında. Belleten yayın hayatına başladıktansonra Bergama Evleri, Bergama Halıları, Bergama Konut Sergeni,Bergama Türküleri ve Oyun Havaları, Bergama Müzesi, Bergama MüzesiCam Eserleri, Bergama Söylenceleri gibi özel sayılarla yaşayan ya daunutulan kültürümüzü gelecek kuşaklara aktaracak çalışmalar sunmuştur.

Bergama Kültür ve Sanat Vakfı’nın 2011’i “BERGAMALILOKMAN HEKİM GALENOS” eseri ile karşılıyor. Bu eser bir ekipçalışmasıdır. Bu çalışmada emeği geçen, Mustafa DURMAZ, Eyüp ERİŞ,Dr. Önder ALTUĞ, Necati KARAÇOBAN, Dr. Tanju ÇELİK ve SefaTAŞKIN’ a özverili çalışmalarından dolayı ayrıca yayın kurulu ve yöne-tim kurulu üyesi arkadaşlarıma katkılarından dolayı teşekkür ederim.

Roma imparatoru Marcus Aeurelius Bergamalı Lokman HekimGalenos’u “Hekimlerin İmparatoru” olarak adlandırmışdı. Bergamayıllardır ihmal ettiği hemşehrisi Galenos'u Belleten’in 18. sayısındayeniden hatırlamanın gururunu yaşayacaktır. Bu görevin bir hekim olarakbenim dönemimde gerçekleşmesinden mutluluk duyuyorum. Merhum Dr.Hasan Ergül'de bunu isterdi.

Bergamadaşlık bu olmalı.

Dr.İnsaf FİDANBerksav Yön.Kur.Bşk.

4

Page 6: BERGAMA BELLETEN - 18

ANADOLU’NUNLOKMAN HEKİMİ

Hem halk sağlıkçısı bir lokman, hemsaray doktoru; hem hekim hem hakim, hembir düşünür, bilge bir kişi. Bergama’da birGılgamış, İlkçağ’da bir Hızır; devriningüneşi, iksir saçan, deva dağıtan tıbbın, teba-betin piri Galenos.

Her üç dinin (Yahudilik. Hıristiyanlık ve islam) kaynaklarına bakıldığındaBergama doğumlu bu Lokman Hekimin sıradan bir tabip olmayıp, bir ahlakönderi ve hikmet sahibi bir kişi olarak ün kazandığı görülür. Fakat o öyle biröğretiye sahiptir ki her bilim ve meslek erbabına diyecek sözleri vardır. O "herişin başı ahlaktır" ilkesinden hareket ederek insanı insan yapan unsurları birbütün halinde birleştirerek yüzyıllarca şifa dağıtıcı bir sembol olarak ününüsürdürmüştür. Fakat onun dağıttığı şifa dar anlamda fizyolojik bir hastalığıntedavisi bağlamında değil hayatın bütünlüğüne yönelik bir şifadır. Adeta omutlu ve huzurlu bir hayatın şifrelerini içeren bir ahlak öğreticisi olmuştur.

Galenos, ilkeli ve başkaları ile olumlu iletişim kuran bir insan tıbbı ve buinsanlardan oluşan sağlıklı bir toplum yapısı oluşturmak için uğraşmıştır. Onunbu öğretisinin odağında ahlâk yer almaktadır. Bu yüzden bu bütüncül hayat an-layışı en çok insanın fizyolojisini, ruhunu, psikolojisini ve toplumsal ilişkilerinibilen, insanın organik bütünlüğünün ve çevresiyle uyumunun sağlık açısındanne kadar önemli olduğunu gözleyen hekimlere yansımıştır. Belki de bu yüzdeno, kendi kurduğu bu bütüncü ahlâk öğretisini en iyi temsil eden hekimlerinmesleği ile anılmayı istemiştir.

Her ne kadar lokman hekim, tıp tarihinde hekimlik mesleğinin temel kod-larını belirleyen bir bilge olarak bilinse de o, sadece tıp sahası ile sınırlıkalmayan etik öğretilerin temsilcisi olmuştur.

5

Page 7: BERGAMA BELLETEN - 18

SUNUM Antik Çağın en ünlü sağlıkçılarından Hipokrates

kadar önemli birisi de Bergamalı Galenos’tur. M.S.129 ya da 130 yılında doğan Galenos, tıpta birçokbuluşların sahibi ve eczacılığın atasıdır. Galenos’unRoma İmparatorluk hekimi olarak görev yaptığıdönemde Roma İmparatoru Marcus Aeurelius ken-disine bir madalyon armağan etmiş, üzerindekiişlemeli yazı ile Galenos’u ‘Hekimlerin İmparatoru’ibaresi ile onurlandırmıştır. Galenos, 81 yaşındaBergama’da öldüğünde tıp ve eczacılığa ilişkinbirçok yeni tedavi yöntemi ve buluş bırakmıştır.

EXPO 2015 için aday olan İzmir’liler, Paris'te ikisunum gerçekleştirmişti, Burhan Öcal’ın darbukasıile yaptığı solodan sonra Bergamalı Galenos, 3

boyutlu olarak sahnede beliren görüntüsü ile İngilizce olarak can-landırılmıştı. Sesli sunumda:

“Gözünüz açık, zihniniz serbest olsun. Ben Cladius Galenos. Berga-ma'da doğdum. 1877 yaşındayım. 16 yaşında hekim olmaya karar verdim.İzmir'de, İskenderiye'de hekimlik dersleri aldım. İmparator Antonius benihekimler kralı ilan etti. Anatomi, fizyoloji, ilaç ve tedavi yöntemlerimyüzyıllarca kullanıldı” deniyordu.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de burada yaptığı konuşma içeriğindeBergama’lı Galenos’tan söz etti.

İzmir'in EXPO 2015 adaylığıyla sürecinde kente gelen delegelerin eş-lerine, eczacılığın atası sayılan Bergamalı Galenos'un icat ettiği özelbakım ürünü kremin yeniden üretilerek hediye edilmesi büyük önem taşı-maktadır.

Öyle bir yer ki Bergama; dünya’nın en ünlü antik sağlık yurdu olanAsklepion'u var. Hidroterapi merkezi, termal kent Allianoi’si var. Cilthastalıklarına ve tensel güzelliği sağlayan Cleopatra Güzellik Ilıcası var.O Asklepion ki kapısına "buraya ölüm giremez" diye yazılmış”, “Buradavasiyetler açılmaz”. İşte öyle bir diyar Bergama.

6

Page 8: BERGAMA BELLETEN - 18

Tıbbın, eczacılığın simgesi olan yılan figürü, Bergama kökenli bir lo-godur. Bir gün ölümü kesinleşen bir hasta Asklepion’da ölemeyeceği içinçıkarılmak istenmiş. Üzüntü içinde evine dönerken süt içtiği kaba kusaniki yılan görmüş. Zavallı intihar etmek amacı ile o zehiri içmiş. Öleceğineiyileşmesin mi?

Eczacılığın atası Bergamalı Galenos, bitkisel 473 ilacı eserlerindekaleme almış. Merhemler, şuruplar, değişik preparatlar. 1900 yıl önceEge topraklarından çıkan büyük hekimin bize bıraktığı mirası böylesi birçalışmayla, hemşehrilik tutkusuyla, vefasızlıklara karşı gönül panzehiriyapabiliriz. Hele 2011 yılı Dünya Sağlık Yılı ilan edilince Bergama Askle-pion’un ve Allianoi’un gizemlerini ortaya çıkarmak ve Hipokrat’tan sonradünyanın ilk büyük hekimlerinden Bergamalı Galenos’u anlatmak üzereBergamadaşlık bağlamında bir şeyler yapma sorumluluğu duyulmuştur.

Yaşam bir şölendir ereneOtamayı ottan dereneBinbir türlü şifa sereneGalen’dir sağlık yanıtı

Irak yollar yakın olsa,Bergama’ya akın olsaLokman Hekim aşkın olsaDikilir Galen anıtı

7

Page 9: BERGAMA BELLETEN - 18

İLKLER BERGAMASI

1- İlk olarak Parşömen (deriden kağıt yapımı), Krates’in parşomen işlemi2- İlk kez yazar ve bilginlerin biyografisinin okul programlarına alınması 3- İlk kez teorik matematikte Apollonios’un konik kesimler buluşu4- İlk telkinle tedavi (psikoterapi)5- İlk doğal tedavi (müzik, tiyatro, spor güneş, su ve çamur ile)6- ilk farmakoloji (bitkisel ilaçlar)7- İlk afyon maddeli ilaç8- İlk kent hijyeni (sağlık altyapısı)9- İlk tıp-eczacılık simgesi olarak (yılan)ın kullanılması10- İlk mühendislik, "U" borusu yöntemi ile trigonometri 11- İlk kent imar yasası12- İlk teraslı ve basamaklı tapınak: Zeus Sunağı ve Demeter Tapınağı13- İlk kent çarşı-pazar yasası14- İlk komün devleti projesi15- İlk grev ve toplusözleşme, (M.Ö. 248'de ücretli askerlerle, Bergama

Kralı I. Eumenes arasında)16- İlk dört tiyatrolu kent (Asklepion, Akropol, Virankapı, Amfitiyatro)17- İlk çok amaçlı Asya Amfitiyatrosu18- İlk meslek sendikaları ve sendika konfederasyonu19- İlk üç dereceli öğretim (jimnazyum’da ilk, orta, lise)20- İlk kutsal yol – Virankapı’dan Asklepion’a giriş-21- İlk kazı müzesi (Arkeoloji deposu ve sonra müze)22- İlk ahşap sahneli tiyatro (Akropol)23- İlk kez renkli mensucat dokumacılığı24- İlk taş bloklu liman - Bergamanın Elea limanı 240 metre taş bloklar-

dan inşa edilmiş-25- İlk parfüm imalatı25- İlk Hıristiyan kilisesi (yedi kiliseden biri)

8

Page 10: BERGAMA BELLETEN - 18

26- İlk Batı türkçesi grameri {Bergamalı Kadri Efendi'nin Müyesseretü'lulum adlı yapıtı)

27- İlk işgali kıran kent ( 15 Haziran 1919)28- İlk festival yapan şehir (Kermes 1937)29- İlk kambiyo işlemleri Asklepion’da yapılmış. Yabancı hastalar kendi

paralarını burada Bergama paraları ile değiştirmişlerdir.30- İlk kez sosyal devlet anlayışı, Asklepion’da Bergamalılar ücretsiz te-

davi olurlarken ancak dışardan gelen yabancılar ücret ödemektedir.31- İlk kez galenik preparat -Claudius Galen 32- İlk kez deneysel tıp -kobay kullanma-33- ilk spor hekimi Bergamalı Galenos34- ilk spor yazarı Doktor Galenos35- İlk bilinen diş hekimi Bergama’lı Antipas36- İlk kez heykel ve mimaride hissettirmeden abartılı sunum37- İlk kez mimaride ion, dor, korint ve barok stilin dışında Bergama

ekolü yapı tarzı38- İlk meditasyon Asklepion’da “cryptoporticus” denilen loş tünelin ta-

vanında ve Teleforos Tapınağı tavanında içeri ışık, hava ve sesgirmesi için delikler meditasyon tedavi amaçlı kullanılıyor.

9

Page 11: BERGAMA BELLETEN - 18

EN’LER BERGAMASI

1- En uzun süredir aynı kuruluş tarafından yürütülen yabancı kazı- AlmanKazı ekibi

2- En dik tiyatro- Akropol tiyatrosu3- En büyük sunak- Akropol Zeus Sunağı4- En yüksek Anadolu tapınak kalıntısı - Kızılavlu Serapis Tapınağı5- En geniş çam fıstığı alanı - Kozak Yaylasında 16 milyon ağaç6- En kullanılabilir antik yapıda termal kent - Allianoi7- En teraslı antik kent- Kalede üst-orta ve aşağı şehir teraslaması8- En büyük Asya kütüphanesi- Akropol Kütüphanesi 200 bin cilt9- Asyanın en büyük sağlık yurdu-Asklepion10- En büyük hekim- Asya’da hekimlerin imparatoru Galenos11- Asyanın en büyük heykeltraşlık okulu - Bergama Heykeltraşlık Okulu12- En görkemli duvar alçı ve yer mozayik işçiliği13- Kitaplara en çok değer biçme 14- En görkemli erkek heykelleri

10

Bergama Asklepionu

Page 12: BERGAMA BELLETEN - 18

Asklepios ya da İlyada Destanı'nda geçen adıyla Eskulapios, iki has-tayı para karşılığı tedavi ettiği için Zeus tarafından öldürülür.

Ölümünden sonra öğrencileri Asklepiad'lar tarafından tanrı mertebe-sine çıkartılmış, Antik Ege panteonuna eklenmiştir. Panteona geç katıl-masına karşın ekolünün hızla yayılması sayesinde Roma İmparatorluğusınırları içerisinde Asklepios tarikatına ait birçok şifa merkezi kurulmuş-tur. Bu merkezler arasında en önemlilerinden olan Bergama Asklepion'u-nun kalıntılarında, yılanın tanrısal bir figür olarak hem mimaride hem dedekorasyon unsurlarında çokça kullanıldığı göze çarpar.

11

Hipokrat, Galenos ve İbn-i Sinâ

Page 13: BERGAMA BELLETEN - 18

ASKLEPİON’DA TEDAVİ YÖNTEMLERİ

Bergama tıbbın-tebabetin ve eczacılığın beşiğidir. Dünyanın en ünlühekimlerinden Galenos bu şehrin insanıdır. Dünyanın en ünlü 4 sağlıkyurdundan en ilginci Bergama Asklepionudur. Dünyanın bilinen en ünlütermal tedavi merkezi Allianoi'dir. Hijyen sözü bile Asklepios'un kızı Hi-ji'den gelmektedir. İşte bu diyarda tıp bilimine temel oluşturan iyileştirmeyöntemleri:

1-Psikoterapi (Telkinle tedavi) 2-Fizyoterapi (Fizik tedavi)3-Helioterapi (Güneşle tedavi) 4-Teatroterapi (Tiyatroyla tedavi) 5-Musicoterapi (Müzikle tedavi) 6-Terroterapi (Çamurla tedavi) 7-Hidroterapi (Suyla tedavi) 8-Klimoterapi (Soğuk-sıcakla tedavi) 9-Jimnoterapi (Sporla tedavi) 10-Biblioterapi (Okumayla tedavi) 11-Farmocoterapi (İlaçla tedavi) 12-Teoterapi (İnançla tedavi) 13-Kaproterapi (Boşaltımla tedavi)14-Antidoterapi (Panzehirle tedavi)

Galenos Theriake “Panzehir Macun” kitabını yazmıştır.

12

Galenos şifalı bitki topluyor

Page 14: BERGAMA BELLETEN - 18

15- Aromaterapi (Meyve bitki ile tedavi)16- Fitoterapi (Otlarla, bitkilerle tedavi)17- Hipnoterapi (Uyutma ile tedavi)18- İncubatioterapi (Rüya ile tedavi) 19- Apiterapi (Arı ve ürünleri ile tedavi)20- Thalassoterapi (Deniz suyunu ısıtarak kullanma yoluyla tedavi) 21- Hirudoterapi (Sülüklerle tedavi)

GALENOS VE TIPTA İLKLER

İlkler Bergama’sında Berga-malı Galenos, tıp ve eczacılıktabirçok ilke imza atmıştır.

Toplardamar ve atardamararasındaki farkı kavramış, kalbinanatomisini ve damar sisteminikeşfetmişti. Galenos'un adıdolaşım sistemi ile ilgisindendolayı, beyin lobları arasında arkatarafta yer alan bir toplardamaraverilmiştir. Bu damarın adı "Veinof Galen" (Galen veni) olarakbilinmektedir. Nabız sayısının,hastalığın ya da sağlığın ölçütüolduğunu keşfeden de odur. Hergözlemi ve ulaştığı her sonucuyazıya geçirdi. Böylece kendindensonra gelen tıp bilginlerine eşsizbir kaynak ve birçok anahtar mirasbıraktı, işte bu nedenle BergamalıClaudios Galenos, Hippokratestensonra tıp bilimine en büyükkatkıyı yapan kişidir.

13

Galen hastasına şifalı bitki veriyor.

Page 15: BERGAMA BELLETEN - 18

Bergamalı Galenos büyük bir anatomist ve filozoftur; ilk kez fizyolo-jinin pratik tıptaki önemini gösterdi, maymun ve domuz ölülerini kesti,ölüm mahkûmları üzerinde deneyler yaptı. Tıp tarihinde ilk kez, bedeninnormal işlevlerini bilmeden hastalıkların tedavisinin mümkün olmadığınısöyledi. Ona göre insan bedeni 4 sıvıya sahiptir: kan, safra, phlegma,khole-mukus; bunların karışımı yaradılış özünü oluşturur. Temel niteliklerde sıcak, soğuk, kuru, nemli olarak tanımlanır. Bir ilacın etkisini belir-lemek için analogia’dan yararlanmak gerekir mi sorusuna, 7-8 kişidedenenen bir müshil ilacının aynı kesin sonucu vermeyeceği cevabını verir.İlaçtaki dereceleme de Galenos’un buluşudur. Sıcak ilaçlar, ısı dereceler-ine göre yumuşatır, açar, temizler, seyrekleştirir, hazmeder, kendilerineçekerler. Bunlara örnek olarak bitkilerden numuneler sıralar. Hüner,hastalığın derecesine göre ilacın-çarenin derecesini uyarlamaktır.

Doğal ısı Galenos için yaşamın özü, esası ve koşuludur. İki türlü olupdoğuştan olan biri organlarda yer alır, diğeri kalbin ısısıdır, kan yoluylatüm gövdede taşınır. Doğuştan olan ısı üzerinde Galenos’tan sonra çoktartışıldı. Bilinmeyen bir kaynağı mı vardı? Bir kadavrada onu oluşturantüm ögeler korunmuş olmakla birlikte ısı yok olur. Elementlerden vebiçimden bağımsız ısının saklı ve açıklanmayan bir kökeni var, Galenos,bunun havadaki oksijen olduğu konusuna çok yaklaştı, “bir gün havadanpneuma’nın çıkarılmasının mümkün olduğunu” söyledi ilk kez. Sözkonusu şey oksijendi, pneuma olarak bilinen oksijen XVII. yüzyıla kadarbilinmeyecekti.

Galenos'un önemli araştırma ve çalışma alanlarından biri botanik, ilaçyapımı ve uygulaması olmuştur. Galenos, başta haşhaştan elde edilenafyon olmak üzere, yaşadığı çevrede yetişen, güzel avrat otu (atropas bel-ladonna) ya da banotu (hyoscyamus niger), ebicehil karpuzu (cologuinte)ve (helleboius) üzerinde çalışmalar yapmıştır. Galenos, damla sakızınınkellik, uyuz ve yılan sokmasında etkili olduğunu söyler. Özellikle, afyoniçeren ilaçlar üzerinde çalışan Galen, bu ilaçlara deva (panacea) adını ver-miş; bunların bedensel ve ruhsal hastalıkların yol açtığı bütün acıları,ağrıları, endişeleri, kaygıları, korkuları ve sıkıntıları düzelttiğini ileriyesürmüştür.

Ses telleri siniri olan nervus rekurrens inferior, Galenos tarafından bu-lunmuştu. Bu nedenle ses teli sinirleri arasındaki örümcek ağı gibi ara

14

Page 16: BERGAMA BELLETEN - 18

dallara anastomoz adı verilir ki buluşundan ötürü Galen Anastomozu yada Galen Halkası diye anılır. “Galen Halkası” rekürrens’in posteromedialdalıyla, n.laringeus superior’un internal dalı arasındaki anastomoz yapansinir lifleri tarafından meydana getirilir.

Orta çağ tıbbı; Galenik Tıp olarak adlandırılır. "Primum non nocere;Önce zarar verme” ilkesinin en büyük uygulayıcılarından birisi olanGalenos ecza biliminin de atasıdır.

Ege uygarlığı çağında, Galenos döneminde, hastalar bugünkümuayeneleri andıran, "laterion " adı verilen özel yerlerde muayene edilir.Hekim tarafından önerilen ilaçlar "apotheca" adı verilen ve eczanelerinbaşlangıcı olan yerlerde yapılır, ayrıca Galenos tarafından önerilmiş olan"Panacea" ve diğer afyon içeren ilaçlar "Apotheca"larda hazır bulunduru-lur, ilaçların Galenos’un önerilerine uygun hazrlandığını, denetimindengeçtiğini ve güvenle kullanacağını belirtmek için üzerlerine, "Terra Sig-illata" denilen simgeler konulurdu. "ilaçlara güven sağlayan marka" an-lamına gelen ve kildenyapılmış mühürlerlebasılan bu simgeler,önceleri keçi başı resmiolup, zamanla Tanrıça Di-ana'ın başının resminedönüştürülmüştür. Bumühürlerin üzerindekiresim kalıplarının biçimiher yıl değiştirilerekilaçların yıllık denetimdengeçmesi sağlanırmış. (Baytop T. Eczacılığın Babası Bergamalı Galenos.İstanbul, 1977)

Bazı ilaçlar bütünüyle dönüşür, bazıları kısmen; şarap az içince ısıtır,çok miktarda alınırsa doğuştan olan ısıya yenilir ve soğutur. Kimi ilaçlarsoğan, sarımsak, hardal dıştan uygulayınca, ısılarıyla aşındırırlar, amaiçten rahatlıkla kullanılabilirler, iç ısı tarafından değiştirilirler.

Yeryüzünde 20 bin bitki türü var ama farmakoloji açısından önemli700 çeşit bitki yöremizde preparat olarak kullanılmaktadır. Fitoterapi

15

MatkapSpatula

Cerrahi Makas

Bardak Çekmek

KeskiForseps

Page 17: BERGAMA BELLETEN - 18

yani bitkilerden şifalı reçeteler çıkarma işi Bergama Kralı III. Attalos vefakat ilk kez kapsamlı olarak Galenos’la başlamıştır.

Galenos gençliğinde Convolvulus Scammonia (mahmudeotu), drastik,tahriş edici müshilden 1 drakhme yani 3 gram kadar aldığını ama zararlıbir etki görmediğini anlatır, genç bedenin ısısı sonucu böyle olmuştur.Çok sonraki yüzyıllarda aynı görüşü denemek isteyen bir hekim, birkadına Euphorbia lathyris (sütleğen) verdiğini, doğal ısısının zayıfladığı,sonuçta kadının 6 gün sonra maddeyi aynen kustuğunu söyleyecektir.

Galenos, önemli bir farmokologtur da. Roma yakınlarında bitkilereayrılmış ekili yerleri vardı, koleksiyonu önemliydi, çarşıdan ya da geziciotsatıcılarından da bitki toplardı, 5 ayrı nitelikteki

Cinnamomum ‘tarçın’ koleksiyonunun Via Sacra’daki yangında yokolduğu bilinir. İyi kapanan tahta kutularda İmparator Antoninus için hazır-ladığı thariake için uzak ülkelerden de getirttiği bitkileri saklıyordu.

Galenos tedavide Oxygala kullandığını da anlatır, ekşi süt yani yoğurt.Sonraki yüzyıllarda onun ilk kez yanmış geyik boynuzu kullandığı belir-tilir, çoğu balsamları, Aloe (sarısabır) ı tıbba kazandırmıştır.

Benjamin D. Wiker, Galenos'un günümüzden yaklaşık iki bin yıl önceyaşamış, tıp dünyasına yapmış olduğu katkılarla ve kazandırdığı değer-lerle tüm zamanların en iyi hekimi olduğunu, söylüyor. Wiker'e göre, “oEge tıbbını düzenledi ve sonra bunu Romalılara hediye etti. O, dört Romaimparatorunun özel hekimliğini yaptı. Ama kılıç, mızrak ve vahşi hay-vanların dişleriyle yaralanan gladyatörlerin tedavilerini de o üstlendi.Öylesine etkindi ki, bilgileri, deneyimleri, öğretileri imparatorluğun dörtbir köşesine yayıldı. İmparatorluk yıkıldıktan sonra bile Galenos'un gücü,Bizans İmparatorluğu'ndan Arap İslam dünyasına, oradan da dünyanındört bir köşesine uzandı. O yalnızca bir tıp bilgini değil, herkesin tanıdığıbir filozof, bir düşünür, aynı zamanda da bir din bilimcisiydi."

Sağlık deyince hep Bergama akla gelir. Örneğin Bergamalı Oriba-sius’un (M.S.325-403)

Synogogai Latrikai adlı 70 ciltlik cerrahi içerikli eserini ve ilk kez halkiçin yazılan ilk yardım içerikli kitabını burada anımsamak gerekir.Aşağıda resimleri görülen Galenos'un zamanında vajina üzerine yaptığı

16

Page 18: BERGAMA BELLETEN - 18

çalışmalarda kullandığı vaginal spekulum'dur. Diğer resim de bağırsaküzerine yapılan çalışmalarda kullanılan rectal spekulum'dur. En sağdagörülen ise cerrahi çalışmalarda kullanılan makaslardır.

9. Yüzyılda, Arap bilginleri, Mutezile’nin devlet dini olarak kabuledildiği zamanlarda, eski Ege el yazmalarını Arapçaya çevirmişlerdir.Gene bu bilginlerden hekim Huneyn bin İshak, Galenos’un 129 eserininYunanca ve Süryanice’den Arapça’ya çevrilmesinde önemli bir rol oy-namıştır. Daha sonra Arap hekimlerin bu çevirilere eklenen açıklamalarıLatince’ye çevrilmiştir. Eski Ege bilimini, bir ölçüde Avrupalı bilimadamlarına tanıtan bu çeviriler olmuştur. Oryantalist çevrelerin, Avrupa,bilimi İslam’dan öğrendi dediği aslında budur. Gerçekte Arap bilimadamları, Ege biliminin Avrupa’ya gitmesinde sadece bir köprü görevioluşturmuşlardır. Bu oluşum da, Arapların İslam’dan uzaklaştığı diyeeleştirilen halife Harun ve Memun zamanında, Mutezile’nin devlet diniolarak kabul edildiği 8. ve 9. yüzyıllarda olmuştur.

Galenos’un embriyoloji hakkındaki görüşleri de çok ilginçtir. AşağıdaGalenos’un kitabının Grekçe basımı görülmektedir.

17

Page 19: BERGAMA BELLETEN - 18

Corpus Medicorum Graecorum: Galeni de Semine (Galen: OnSemen), Greek text with English trans. Phillip de Lacy, Akademic Verlag,1992, section I:9:1-10 pp. 92-95, 101

İNGİLİZCE ÇEVİRİSİ

Here’s Galen’s writing on four embryonic stages:

But let us take the account back again to the first conformation of theanimal, and in order to make our account orderly and clear, let us dividethe creation of the foetus overall into four periods of time. The first is thatin which. as is seen both in abortions and in dissection, the form of thesemen prevails (Arabic nutfah). At this time, Hippocrates too, the all-mar-velous, does not yet call the conformation of the animal a foetus; as weheard just now in the case of semen voided in the sixth day, he still callsit semen. But when it has been filled with blood (Arabic alaqa), and heart,brain and liver are still unarticulated and unshaped yet have by now a

18

Page 20: BERGAMA BELLETEN - 18

certain solidarity and considerable size, this is the second period; thesubstance of the foetus has the form of flesh and no longer the form ofsemen. Accordingly you would find that Hippocrates too no longer callssuch a form semen but, as was said, foetus. The third period follows onthis, when, as was said, it is possible to see the three ruling parts clearlyand a kind of outline, a silhouette, as it were, of all the other parts (Arabicmudghah). You will see the conformation of the three ruling parts moreclearly, that of the parts of the stomach more dimly, and much more still,that of the limbs. Later on they form “twigs”, as Hippocrates expressedit, indicating by the term their similarity to branches. The fourth and finalperiod is at the stage when all the parts in the limbs have been differen-tiated; and at this part Hippocrates the marvelous no longer calls the foe-tus an embryo only, but already a child, too when he says that it jerks andmoves as an animal now fully formed (Arabic ‘a new creation’) …

… The time has come for nature to articulate the organs precisely andto bring all the parts to completion. Thus it caused flesh to grow on andaround all the bones, and at the same time … it made at the ends of thebones ligaments that bind them to each other, and along their entire lengthit placed around them on all sides thin membranes, called periosteal, onwhich it caused flesh to grow.

Galenos gebeliği 4 evreye ayırmıştır. Modern tıpta ise gebelik 3 evreye(trimester) ayrılmıştır. İlginç yanı ise Galenos’un bunu Aristo veHipokrattan alması ve bu evrelemenin Kuran-ı Kerim’de de aynen yer al-masıdır.

Aristo’ya göre gebelik

1. evre: sperm, 2.evre: regl kanı, 3.evre: beden/et, 4.evre: kemikler,

5.evre: etlerle beraber büyüme

Galen’e göre gebelik

1.evre: “semen”, 2.evre: regl kanı, 3.evre: şekillenmis vücut, 4.evre:kemikler

Kuran-ı Kerim’e göre gebelik

1.evre: “nutfa” yani sperm, 2.evre:”Alak” yani “kan pıhtısı”, 3.evre:

19

Page 21: BERGAMA BELLETEN - 18

“mudahgha” yani “bir et parçası”, 4.evre: “adaam” yani kemikler, 5.evre:kemiklerin kaslarla örtülmesi

Galenos, anotomi bilgisi olmayan bir hekimin, planı olmayan bir mi-mara benzeyeceğini söylemiştir.

Galenos:

Maymun ve domuzlar üzerinde anaotomik deneyler yapmak,

Kaslar ve kemikleri inceleyip otopsi deneyimi yaratmak,

Beyini ve karıncıkları tanımlayıp, yumuşak ve sert sinirler arasındakifarkları belirlemek ve sempatik sinir sistemini bulup sinirlerin işleviniçözmek,

Kan akımı teorisini bulmak,

Tanıda nabız ve idrar muayenesini geliştirmek,

Tedavide diyet ve fizyoterapi uygulamak ile ve fitoterapi yani bitkiseltedavi ve bununla ilgili kendi adıyla anılan prepatların oluşumuna olanaksağlayan kimliği ile tanınır. “Narkotik” kelimesinin de ilk kez Galenostarafından kullanıldığı öne sürülmektedir. Galenos kitaplarında uyuştu-rucu bitkileri sınıflandırmıştır. Mandrake kökü, Alternus tohumları veafyon buna örnek olarak gösterilir.

GÜN IŞIYORGalenos'un yaşadığı dönemden yüzyıllarca önce, hekimler arasında

hangi tıbbi bilginin en doğru olduğu konusunda tartışmalar vardı. Den-eyciler (Ampirikler) ve Usçular (Rasyonalistler) tıbbı ve bilimin diğerkollarını etkileyen en büyük iki okulu oluşturuyordu. Usçular, yetkin birhekimi "tıbbî kuramlar yaratarak ya da kuramları izleyerek değil, deneyleryaparak bilgi sahibi olan kişi" olarak tanımlıyordu. Usçular ise hastalarıtam anlamıyla tedavi edebilmek için saf deneyimi kuramla desteklemekgerektiğini öne sürüyorlardı.

20

Page 22: BERGAMA BELLETEN - 18

Usçular ve Deneyciler arasındaki tartışma süredursun, çok etkili birhekim olan Hippokrates hastalık belirtilerini inceleme, doğal nedenlerinibulma, akılcı tedaviler uygulama ve hastalıkların seyrini kaydetmeninönemini vurgulayan pek çok yazı yazmaktaydı. İnsan bedeninin parçalan-masına konmuş olan dinsel yasak, Hippokrates'i ve onun izinden gidenleribedeni keşfetmek konusunda çok kısıtlıyordu; onlar daha çok hastalarınındurumlarındaki gözlemlenebilir değişikliklere dayanarak çalışıyorlardı.Hippokrates'in hastalığın gözlemlenebilir özelliklerine odaklanması,kendi dönemini ve modern zamanlara kadar ulaşan sonraki dönemlerintıbbını derinden etkiledi.

M.Ö. 500'lerde ortaya çıkmış olan bir diğer etki de, Sağlık TanrısıAsklepios'a duyulan inançtı. Asklepios'un hastalığa neden olan doğaüstünedenlerin yaratıcısı ve hastalıkların iyileştiricisi olduğuna inanılıyordu.İşte böylece, Deneycilerin ve Usçuların savlarına ek olarak Asklepios'aolan inanç ve Hippokrates'in öğretileri, M.S. 2. yüzyılda yaşamış olanGalenos'un içine düştüğü tıp ortamını şekillendirmişti. Doktorlar hâlâ çokçeşitli yaklaşımlarla gruplara ayrılıyorlardı ama Galenos, Usçuların veDeneycilerin fikirleriyle kendinden önceki tıp bilginlerine ve tanrılarındoğaüstü güçlerine duyduğu saygıyı bir potada eriterek eşsiz bir yaklaşımgetirdi.

21

Page 23: BERGAMA BELLETEN - 18

AÇILIMGALENOS ve BERGAMA

Bergama (Pergamon), M.Ö.283-133 tarihleri arasında kendi adıylaanılan Bergama Krallığının başkenti olmuş, Galenos doğmadan 300 yılkadar önce Romalıların eline geçmişti. Kutsal bir şifa yeri olan Asklepi-on'u, 200 bin rulodan oluşan büyük kütüphanesi ve parşömen (ChartaPergamena) denilen ince deriden yapılan kâğıdı ile ünlü ve zengin bir şe-hirdi.

Roma döneminin ünlü hekimlerinden Galenos'un doğup öldüğü bu şe-hirde Prof. Dr. Arslan Terzioğlu başkanlığında, 17 Ekim 1993 günü "En-ternasyonal Galenos Paneli" (Galenos Workshop) adı verilen bir bi¬limseltoplantı yapılmış ve Bergama Belediyesi Başkanı Sefa Taşkın'ın önerisiyleşehrin bir caddesine “Galenos Caddesi" adı verilmiştir.

Enternasyonal Galenos Paneli'ne katılanların sundukları bildiriler,Türk Tıp Tarihi yıllığı (Acta Turcica Historiae Medicinae)'nın 1.sayısında(1994) yayınlanmıştır.

1993 yılında Bergama'da adına uluslararası bir toplantı düzenlenmesive bir caddesine "Galenos caddesi" isminin verilmesi, aradan yaklaşık

1900 yıl geçmesine karşın Bergama'nın,hemşehrisi olan bu ünlü hekimi unutmadığınıgösterir.

Galenos’un hayatta iken bir büstü yapıl-mamıştı. En eski resmi ise, 472'de tahta çıkanBatı Roma İmparatoru Anicius Olbyrius'unkızkardeşı juliana Anicia adına, 487 veya512'de kopya edilen ve halen Viyana Milli

22

Page 24: BERGAMA BELLETEN - 18

Kütüphanesinde bulunan bir Dioskorides yaz-masındadır. Aslı çok tahrip olan bu resim öncePoultan ve daha sonra da Singer tarafındanyeniden çizilmiştir.

Osman Bayatlı'nın belirttiğine göre, antikçağda, bir şükran borcu olarak Bergama tarafın-dan, adına bir anıt dikildi. Anıtın ikikitabe¬sinin Bergamalı Kadri İlkokulu’nunarka kapısı yanındaki bir evin duvarında dur-duğu saptanmıştır.

Galenos'un İstanbul’da beyaz mermer üzerine yaptırdığı ihtiyar adamve kadın heykeli olduğu söylenir. İnanışa göre birbiriyle geçinemeyenevli çiftlerden biri bu heykeli kucaklarsa hemen boşanırlarmış.

Galenos, yazdığı eserleri, anatomi, fizyoloji ve eczacılık alanlarındayaptığı araştırmalar ve bu araştırmaların sonuçlarını tedavi alanına sok-mayı başarmış oluşu nedeniyle bilimsel tıbbın gerçek kurucusu olarakkabul edilmektedir.

Grekçe olarak yazdığı 500 kadar eserinden 15 kadarı doğrudan tedavialanı ile ilgilidir. Bu kitaplarında Galenos, ilaçların nitelikleri, miktarları,etkileri, seçimi ve hazırlama yolları hakkındaki kişisel görüşlerini açık-lamıştır. Bu çalışmalar ona "Eczacılığın Atası" ünvanının verilmesineneden olmuştur.

Her ne kadar Alman hekimi Paracelsus (1493-1540), İbn Sina ve Raz-i'ninkiler ile birlikte, onun kitaplarını da 1526 yılında yakmış ise de,Galenos'un tıp ve eczacılık alanında ortaya koyduğu temel fikirler 17.yüzyılın sonlarına kadar, yani 1500 yıl boyunca etkisini sürdürmüştür.

GRUP PSİKOTERAPİLERİProf. Dr. Abdülkadir Özbek, önceleri Ankara’da yapılan, 1984’ten bu

yana ise her yıl Bergama Eskülap’ta (Asklepion’da) yapılan GrupPsikoterapileri Kongrelerinin kurucusudur. Bergama Eskülap’ta, Mayıs1984’de Türkiye’de ilk kez Grup Psikoterapileri Derneği, Ankara Üniver-

23

Page 25: BERGAMA BELLETEN - 18

sitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı ve Bergama Belediyesi’ninişbirliği ile Bergama Eskülap Grup Psikoterapileri Sempozyumunugerçekleştirdi. Böylece, Türkiye’de de, batı dünyasının yaklaşık 60 yılgerisinden de olsa, ilk sistemli psikodrama eğitimi başlatılmış oldu.Ankara’da Türkiye Grup Psikoterapileri Derneği, İstanbul Psikodrama veGrup Psikoterapileri Derneği, İzmir Psikiyatri Derneği kendi yapılarıiçinde Psikodrama Grup Psikoterapisi ve Sosyometri Birimlerini oluştu-rarak bu birlik içinde çalışmaya karar verdiler ve Psikodrama Eğitim Bir-liğini yarattılar.

Bu birliğin adı, XII. (1995) Bergama Grup Psikoterapileri Sem-pozyumu (25-27 Mayıs 1995) Genel Kurulunda sempozyuma katılan 150üye ve psikodrama grup uygulama yöneticilerinin oy birliği ile Dr. Ab-dülkadir Özbek Psikodrama Enstitüsü oldu. 1984 yılından beri her yılMayıs ayında Bergama Eskülap’ta (Asklepion’da) düzenlenen Grup

24

Page 26: BERGAMA BELLETEN - 18

Psikoterapileri Sempozyumları, Türkiye Grup Psikoterapileri Derneği,Ankara Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı, İstanbul Grup Psikoterapi-leri Derneği, İzmir Psikiyatri Derneği ve Bergama Belediyesi işbirliği ilesürdürülmektedir.

Türkiye Grup Psikoterapileri Derneği Ortak Eğitim Kurulu temsilci-lerinden Prof. Dr. İnci Doğaner, Asklepion’un seçimi konusunda şu tar-ihsel gerçeği dile getiriyor;

"Galenos, ilk ruhsal tedavilerin yapıldığı yer olarak Asklepion'useçmiştir. Buraya ölümün hiç girmediğini düşünmüştür. Ve burada tambizim 21. yüzyılda uyguladığımız tedavi sisteminin aynısını uygulamıştır.Müzik tedavisi, banyolar, grup tedavileri ilk defa da Bergama'dayapılmıştır".

Prof. Dr. Abdülkadir Türkmen ile Bergama’da Grup Psikoterapitoplantıları uluslararası bir nitelik kazandı. Bu toplantılar, bilimsel otu-rumlar halinde bir haftayı aşkın bir programla 30 yılı yakın bir süredirdevam ediyor. İşte bu geleneksel toplantılardan birinin programı;

2005 yılında IV. LOKMAN HEKİM TIP TARİHİ ve FOLKLORİKTIP GÜNLERİ gündemi ile açıldı. Gündemden bazı başlıklar şöyleydi;

Açılış Konferansı: Doğadan Fabrikaya Geçişte Dört Ürün: Prepagel(At Kestanesi), Colchıcum Dıspert (Çiğdem), Kyolıc (Sarımsak), Gınger(Zencefil).

Ayşegül Demirhan Erdemir1. Antik Tiyatroda Sağlık Teması. Nuray Çokol ve arkadaşları2. Gilam Kayıtlarında Ege Bölgesi Halk İlaçları. Günay Sarıyar ve

arkadaşları3. Günümüzde ve Tarihte Üzüm ve Şarap. Sevgi Şar ve arkadaşları4. Delinin “Hasta”ya Dönüşümü: Tımarhanenin Tarihi, Hafize Öztürk5. Çizgilerde Süheyl Ünver, Ali Haydar Bayat6. Hierapolis’li Epiktetos Örneğinden Hareketle Hikmete Dayalı Bir Tıp

Felsefesi Önerisi –ya da Bilişsel İiyileştirmenin Mümkünlüğü. MehmetÖnal

6. Biyoetik ve İbn-i Sina, A. Hilmi Gürses ve arkadaşları7. Hipokrat (Hippocrates) Tıp Yemininin Onto-Teoloji Ufkunda ve Tıbbi

25

Page 27: BERGAMA BELLETEN - 18

Deontoloji Anlamında Tahlili. İhsan A. Karaağaç8. Antik Çağ’da Masajla Tedavi. Ömür Dünya Çakmaklı9. Antik Çağda Müzikle Tedavi. Ayça Özcan10. Geleneksel Tıp Tarihinde Özyağlarla Sağaltım, Asuman Bolkan11. İmam Gazali’nin Anlayışına Göre Ölüm ve Ölüm Süreci. Şahin Aksoy

ve arkadaşları12. Sayrılıkların Sağaltımında Büyüler ve Gizemler. Mustafa Gökçeoğlu13. Eski Çağdan Modern Zamanlara Batılının Akıl Hastalarına Yaklaşımı.

Hafize Öztürk14. İki Tanrı, İki Asa, Üç Yılan. Esma Kilimcioğlu ve arkadaşları15. Hermes ve Tıp (Yunan, Mısır ve İslam Medeniyetlerinde). Ümit

Emrah Kurt16. Hipokrat’tan Günümüze Homeostasis. Mevlut Yaprak17. Ortopedi ve Ambroıse Pare (1517-1590). Zeki Tez18. “Bernoulli” Ailesi ve Kardiyofizyolojide Önemli Bir Denklem. Tamer

Zeren

Yine bu kongrede; BERGAMA ve GALENOS OTURUMU yapıldı, şuilginç ve önemli sunumlar gerçekleşti;1. Antik Bergama Sikkelerinde Asklepios. Bekircan Tahberer ve

arkadaşları.2. Bergama’lı Galenos, Yüzyıllar

Boyunca Galenik Farmasi ve TürkEczacılığı. Bayhan Çubukçu.

3. Antik Dönemde GladyatörlerdeGörülen Sağlık Sorunları ve GladyatörDoktoru Bergamalı Galenos. SedaKaraöz Arıhan.

4. Bergamalı Galenos ve Tıp Kitabı Üz-erine Bir İnceleme. Hatice P. Erdemirve arkadaşları

5. Bergama Aşığı Bir Araştırmacı; OsmanBayatlı (1892-1958) ve Tıp Tarihi ileFolkloruna Katkıları. Gülten Dinç.

26

Page 28: BERGAMA BELLETEN - 18

GİRİŞİLKÇAĞDA ANADOLU’DA TIP

Anadolu'nun çeşitli antik kentlerinden yetişen hekimlerin tanı, tedavive cerrahi alanlarındaki katkıları, bu bilimin gelişimindeki temel dinamiğioluşturur.

Anadolu tıbbının özelliği ise, tıbbi konuları ele alırken, tarafsız birgözlem, akılcı bir yorumla olayları sihir, büyü ve inanca dayandırmaalışkanlığından arındırabilmesi ve ona bir bilim niteliği verebilmesindedir.Kuşkusuz bu başarıda hekimlerin, temel eğitimlerini gimnasyumlardatamamlamaları ve matematik, geometri, coğrafya, felsefe, etik gibi ders-leri izlemiş olmaları temel etkendir.

Anadolu hekimleri, araştırmaya ve yeni buluşlara olan güçlü istek veeğilimlerinin kazandırdığı yeni bilgilerle ve ortaya koydukları birikimzenginliği ile yüzyıllar sürecek bilim ışığını yaktılar.

HİTİTLER'DE TIPGenellikle Hitit tıbbının, çağdaşları olan Mısır ve Mezopotamya ile

karşılaştırdığımızda, geri kaldığı bazı araştırıcılarca ileri sürülmektedir.Bugüne kadar kazılarla gün ışığına çıkarılan Hitit yazılı belgelerinin tümüokunmamıştır. Okunanlar arasında tıp ve hastalıklarla ilgili olanlarınsayısı 22 tablettir. Bu nedenle bilgi sınırlı kalmakla birlikte, genelde tıbbiuygulamaların sihirle, büyü ile ve salgınların tanrı gazabı olduğu inancıile iç içe olduğu, ilaç bilgisinin, kökü çok eskilere giden otların kullanıl-ması ile ilgili gelenekler den oluştuğu anlaşılıyor.

Hititler kırk kadar hastalığı tanıyorlardı. Bunlar metinlerde anlatılmak-tadır. Hijyen konusunda dinsel törenler sırasında hem kralın hem dekatılanların temiz olmasına özen göstermeleri ve yıkanmanın ritüelin birparçası olması dikkat çekicidir.

Halk sağlığı ile ilgili olarak içme suyu kaynaklarının temiz tutul-masının istenmesi de belli konulardaki titizliğe işarettir.

27

Page 29: BERGAMA BELLETEN - 18

Yine kazılarda bulunanbanyo odalarından, daha son-raları da örneğin M.Ö. 9-8.yüzyıllarda eski İzmir,Bayraklı'daki gibi yıkan-manın bir mekân ve yöntemebağlı yerleşik bir alışkanlıkolduğu söylenebilir. Bunlarınyanı sıra tedavinin gözleme,birikime, deneyime ve araş-tırmaya dayanan bir eylem

olarak karşımıza çıktığını göremiyoruz. En azından şimdiki bilgilerimizbize bunu göstermiyor. Hitit tıbbının, deneysel niteliği ağır basan Mısırtıbbından çok, dinsel pratikleri ve inancı ağır basan Mezopotamya tıbbınabenzediğini ileri sürülebilir. Ancak doğal olarak spor, savaş ve benzerieylemlerde ortaya çıkan kırık, çıkık, yaralanma gibi olgularda ortopedikve cerrahi yöntemlerle hastanın iyileştirilmesi konusunda ileri adımlar at-mışlardı. Hemen tüm ülkelerde ve toplumlarda ilkel ilaç tedavisi yanındaönce gelişen dal cerrahi gibi görülüyor. Hititlerde yasa metinlerine de cer-rahi işlem¬lerin niteliği ve karşılığı geçmiştir.

Hekimlerin kendi aralarında da bir hiyerarşik sıra olduğu metinlerdegörülüyor.

GAL LÛ MEHS A.ZU Hekimlerin büyüğü

LÜ A.ZU SAG Başhekim,

LÛ A.ZU TUR Küçük (asistan) hekim unvanları vardır.

Hititlerde tedavi için düşünülen ilaçların bir reçeteye göre verildiğianlaşılıyor. Reçete tabletlerinin başında, biliniyor ise hastalığın adı, bil-inmiyor ise arazları (semptomları) ve hasta organlar belirtiliyor, ondansonra verilecek ilaçlar sayılıyor. Bu ilaçların hazırlanışı da ayrıca anlatıl-maktadır.

28

Page 30: BERGAMA BELLETEN - 18

HOMEROS DEVRİNDE TIPEge’nin çok erken dönemlerden başlayarak Mısır ile bağlantısı, tıp ve

hekimlik alanında da etkilerini göstermiştir. İzmirli Homeros'un,Bodrumlu (Halikarnassos) tarihçi Herodotos'un yapıtlarında bu etkileşiminet olarak görüyoruz. Aslında ilkel düzeydeki tıp bilgileri, Homeros'unİlyada ve Odisse adlı şiir düzeninde yazılmış yapıtında anlatılan M.Ö. 2.bin toplumunun özverili savaşçılarına küçük yaşlardan başlayaraköğretiliyordu. Biraz söylence ile de karışan bu öğretide iyi söz söyleme,spor, savaş oyunları, yöneticilik gibi, toplum içinde gençlere gerekli ola-cak bilgileri verirken, savaş sırasında kendi başlarına veya arkadaşlarınagelebilecek yaralanma, kaza gibi durumlarda uygulanacak tedavi deöğretiliyordu. İlyada'da ve Odisse'de bunu okuyabildiğimiz gibi, vazoresimlerinde de böyle sahneler vardır. Ancak Homeros öncesi çağı içinsöyleyebileceklerimiz bu bilgilerin ötesine geçemiyor. Bununla birliktebu dö¬nem insanlarının, gerek salgın hastalıklar, gerek iç hastalıkları içinve özellikle yaralanmalardan kaynaklanan sakatlanmalarda bazı tedaviyöntemleri olduğu söz konusudur.

Eski Çağda Paidia (Eğitim), gelişmenin, olgunlaşmanın önemli birparçasıdır. Bugünkü bilgilerimizin sınırları içinde bu çağda özel bir tıpokulu olmadığını söylemek durumundayız. Ancak hekim olarak yetişecekher adayın öncelikle gimnasyum eğitiminden geçmesi, orada, bedeneğitimi ile birlikte felsefe, matematik, müzik, coğrafya, retorik ve dahabirçok konuyu öğrenmesi gerekmekteydi. Daha sonra deneyimli ve ünlühekimlerin yanında en az altı yıl süren bir öğrenim görmek zorunda idi.Ünlü pek çok hekimin çocukları da baba mesleğine girmek ister iseler,bu öğrenimi babalarının yanında görüyorlardı. Yani bir baba - oğul veusta çırak ilişkisi içinde bir eğitim sisteminden söz etmek gerekir. Çoğukez hekimlik bir aile mesleği olarak da görülmektedir.

Ege kültüründe M.Ö. 6. yüzyıl, Anadolu’nun, önderliğini İonialımatematikçi ve filozoflarla yaptığı büyük kültürel ve bilimsel devriminçağıdır. Ama Mısır bilimi 6. yüzyıl Egelilerinin ilgisini hep çekmiştir.Miletos'lu Thales ve Attika'Iı Solon'un bu ülkeye bilgi-görgü arttırmakiçin yolculuk yaptıklarını biliyoruz. M.Ö. 5. yüzyıl bu devrimin kökleştiğiyeni fikirler ve bilgilerin üretiminin sürdüğü bir altın çağdır. Çeşitli

29

Page 31: BERGAMA BELLETEN - 18

kazılarda çıktığını gördüğümüz adak heykelcik-lerinde ve tabula ansata adı verilen adak lev-halarındaki organ motifleri adak inancınınvarlığını göstermektedir. Bu da Asklepioskültünü ve kültürünü gündeme taşıyor.

ASKLEPİOSAsklepios, en önemli tıp ve sağlık tanrısıydı.

Onun kültü, yaklaşık bin yıllık bir dönemeyayıldı. Ege ve Roma mitolojilerinde doğumuile ilgili çeşitli öyküler vardır. Genel kabul, Pin-daros'un M.Ö. 5. yüzyılın başlarında yazdığı üçüncü Pythionikon lirik şi-irindeki şeklidir. Asklepios'un babası Apollon, Ege panteonunun şifatanrısıdır. Ölümcül hastalıklar ve salgınlar verebilir ya da onları önleye-bilir. Diğer Olymposlu tanrıların yara ve hastalıklarını iyi eder. Askle-pios'un annesi ise Tesalya (Kuzey Yunanistan) Kralı Phlegyas'ın kızı vebir ölümlü olan Koronis'tir. Apollon tarafından gebe bırakılan Koronis,bir ölümlü ile evlenince sadakatsizliğine öfkelenen Apollon onu ve ko-casını öldürür. Onların vücutları yakılmak için odunların üzerine kon-duğunda kederli Apollon henüz yaşayan çocuğu Koronis'in karnından alırve Pelion Dağı'na götürür. Asklepios orada Kentauros Kheiron tarafındanbüyütülür. Kheiron ona tıp sanatını da öğretir. Asklepios ünlü ve çok iyibir hekim olur. Homeros'un İlyada'sında da böyle anlatılır. Tesalya'da çokaranan bir hekim olması, onu Troya Savaşı'na gitmekten korur, ancak iyibirer hekim olan iki oğlu Makhaon ve Podalirios'u savaşa gönderir. Birölümlü olmasına karşın Asklepios mucizeler yaratacak denli güçlüdür veölüleri (Thesus'un oğlu Hippolytos'u) diriltmesiyle Zeus'u öfkelendirir.Bu tür diriltmelerin doğanın dengesini bozacağından korkan 'TanrılarınKralı', yıldırımıyla Asklepios'u çarpar.

Bu öyküye göre Asklepios önce ölümlüdür, Kuzey Yunanistan'daaranan bir hekim olur ve Herakles gibi kahraman konumuna yükseltilir.Ölümünden sonra da yarı-tanrılar konumuna getirilir. Bir başka öyküyegöre ise, şifa veren bir yeraltı ruhudur, giderek artan ünü, ona ilahi birsoy, Apollon'la bir kan bağı yaratma gereğini doğurmuştur. Kültü

30

Page 32: BERGAMA BELLETEN - 18

geliştikçe efsanesi ve ailesi de genişlemiştir. Karısı Epione'den doğan ikioğlu, Makhaon ve Podalirios ve beş kızı vardır, Hygieia, Panakeia, Akeso,Iaso ve Aigle. Kızları Asklepios'un gücünün bir kısmına sahiptiler. YalnızHygieia, sağlığın kişileştirilmiş şeklidir. Bazan Roma Tanrıçası Salus ileözdeşleştirilir. Ancak ondan üstündür ve genellikle Asklepios ile birliktebetimlenir.

Asklepios, hem Ege hem de Roma sanatı'nda o dönemde heykellerdetercih edilen hekim görünümü ile güçlü, sakallı, orta veya ileri yaşta,çıplak ayaklı ya da sandaletli, sol omuza atılmış topuklarına dek uzananharmani ile betimlenir. Sembolü, bir yılanın dolanmış olduğu sopadır. Hy-gieia'da genellikle aynı şifa sembolü ile betimlenir. Güçleri ve görevleriarasında tapınakta yardım etmek ve babasıiçin kutsal olan yılanları beslemek de vardır.Sopa, büyük olasılıkla Egeli gezginlerceuzun yürüyüşlerde kullanılan bir semboldür.Asklepios da, önceleri ölümlü bir hekim,daha sonra da sağlık tanrısı olarak uzunseyahatler yapmıştır. Sopa, hastalara birdestek ve yardım anlamını da taşımakladır.Yılanların, sembolik yoruma çok açık olanbirçok özellikleri olduğu gibi, ilk dinlerdeönemli bir yeri de vardır. Pagan Ege veRoma dünyasında yılan, bugün olduğu gibikorku ve dehşet uyandırmaz ve Hıristiyanliteratüründe olduğu gibi şeytanı da çağrıştırmaz. Tersine, genellikleyararlı kabul edilir, zoolojik bir yaratık olarak korunur, tanrısal ve kutsalbir yeri vardır. Ölüyü alan ama yeni yaşamı da doğuran Toprak Ana'nınçatlaklarından belirip yine orada gözden kaybolup gittiği düşünülürse,yılanın üreme ve sağlık tanrılarıyla ve yeraltının iyileştirici ruhlarıylabağlantısı da anlaşılabilir. Aynı şekilde, her yıl deri değiştirmesi nedeniylesonsuz yeniden doğuşun güçlü bir sembolüdür. Gençleşme ve sağlığakavuşmanın da sembolü olması, Asklepios için en uygun sembol olmasınısağlamıştır.

Yılan, Asklepios tapınaklarında Tanrı'nın sembolüdür. Ünlü gezgin vecoğrafyacı Pausanias'a göre, ehlileşmiş ve Asklepios için kutsal olan

31

Page 33: BERGAMA BELLETEN - 18

gerçek yılan türü, yalnız orada bulunur. Bu Asklepios yılanı, güneydoğuAvrupa'ya özgü zararsız, sarı bir tür olan Elaphe longissima olarak tanım-lanmıştır. Bu yılan, gizem, güç ve iyiliğin bir karışımıdır ve bu özellik-leriyle iyi huylu sağlık tanrısı için çok uygun bir semboldür. AsklepiosKültü'nde yılanların aktif bir rolü de vardır, Tanrı tedavilerini onlararacılığıyla yazdırır. Köpeklerin de iyileştirici olduğuna inanılırdı. Bu ne-denle bazan Asklepios ya da diğer sağlık tanrılarının eşlikçisi olarak gös-terilmiştir.

Homeros'un destanlarında iki ünlü hekimin özellikle cerrah olarak adıgeçer. Mitolojiye göre tanrı Apollon'un oğlu tanrı Asklepios'un iki oğluolan Podaleirios ile Makhaon'dur bunlar.

Homeros çağında Asklepios daha tanrılaştırılmamıştı, ünlü birhekimdi. Daha sonra ünü her yana yayılmış efsanevi bir hekim olarak tan-rılaştırılmış ve eski Hellen dünyasında 320 ayrı kentte adına tapınaklarinşa edilmiştir. Eski Hellenlerin hekim tanrı veya hekimlerin tanrısı olarakadlandırdıkları Asklepios'un, insanlara, ordulara, kentlere veba ve benzerihastalıkları salan, ama iyileştiren, derde çare bulan anlamına gelen Paianlakabıyla da anılır.

Doğumu üzerine çeşitli öyküler vardır. Onu Kentauros (at gövdeliadam) Kheiron'un büyüttüğü ve hekimlik sırrını öğrettiği anlatılır. Doğaiçinde yaşayan Kheiron açık havada şifalı sulardan ve otlardan yararlan-mayı keşfetmişti. Asklepios, çok iyi bir hekim olarak yetişir, ama çizmeyiaşarak ölüleri diriltmenin de sırrına erince, doğa düzenini bozmasınakızan büyük tanrı Zeus'un yıldırımlarına hedef olur. Zeus onu yakar yokeder. Anadolu inançlarına göre, son anlarında yazdığı ölümsüzlük reçetesibir otun üzerine düşünce, bütün özellikleri o ota geçmiş. Bu otun adısarımsaktır. Oğlunun öldürülmesine kızan Apollon da Zeus'a yıldırımlarıveren Kyklopları yok eder ve oğlu Asklepiosu gökteki burçların arasınayerleştirir. Asklepios hekimlik sanatını, kızı Hygieia'ya (hijyen sözcüğüonun adından gelir) öğretir. Onun sanatı Asklepiades olarak anılan ve birokul düzeni içinde birleşen hekimler aracılığı ile eski çağda yüzyıllarboyunca sürdürülmüştür.

32

Page 34: BERGAMA BELLETEN - 18

ASKLEPİONHekimliğin bu efsaneler, öykülerle dolu başlangıcının bir sonucu

olarak da eylem alanları doğallıkla tapınaklardı. Bu tapınaklar birer kül-liye durumunda idiler. Hasta kabul ve bekleme yerleri, bakım odaları, jim-nastik sahaları, gezinti alanları vardı. Başvuran hastalar bir dizi, dinselhavası da olan eylemden geçirilerek (ki buna ritus diyoruz) kabul edili-yordu. Hamam, terletme, müshil yoluyla içini temizleme, spor, çamurbanyosu, uyku odaları, rüya yorumlama ve telkin geleneği bu dönemdeegemendir ve tedavi, hekimlerden çok, hekimlik bilgisini dinsel öğretininbir bölümü olarak kazanmış rahipler tarafından yapılmaktadır.

En ünlü sağlık yurtları Epidauros, Knidos. Kos, Rhodos, Kyrene veBergama gibi kentlerde kurulmuş olup bu külliyelerin temel işlevi tedaviözelliğidir.

Aelius Aristides, Asklepios ile yakın ilişkisini ayrıntılı olarak an-latırken, M.S. 2. yüzyılın ortalarında halen yapılmakta olan BergamaAsklepionu ile ilgili bilgi de vermektedir.

Diğer tüm dinlerde olduğu gibi, Asklepios Kültü’nde de hem bireyinhem de halkın tapınmasını belirleyen bir dizi karmaşık tören vardı. Halkıilgilendiren törenler arasında, sık ve düzenli olarak kurban kesme ve tapı-nak rahiplerinin halk adına yaptığı kutsama törenleri de bulunuyordu. Heryıl yapılan, yakın ve uzak bölgelerden çok sayıda insanın katıldığı büyükfestivallerle karşılaştırıldığında bu törenler oldukça alçakgönüllü kalı-yordu. Ancak tapınma törenlerindeki farklılık Asklepios Kültü'nü diğerkültlerden kökten ayırıyordu. Daha önce ortaya çıkan Ege tanrılarınınçoğundan farklı olarak Asklepios kendisini uzaklaştırmıyor, tapınanlarıylaarasında sıkı bağlar kuruyordu. Bunu, onların kendi meskenine, yani tapı-nağa girmelerine izin vererek sağlıyordu. Yine de biçimci ve katı bir törensözkonusuydu. Gelen herkes, ister hastalıktan kurtulmuş ve şükranlarınısunmaya gelmiş olsun, isterse de şifa aramaya gelmiş olsun, tapınak gi-rişinde arınma töreninden geçmeliydi. Bu tören bir kurban sunulmasınıve törensel bir yıkanmayla temizlenmeyi kapsıyordu. Rahiplerin gözettiğibu törenlerden sonra, bir dileği olanlar tapınağın girişindeki abaton'a, yani'kutsal yatakhaneye' yatırılıyorlardı. Burada bütün bir geceyi ya da gününbir kısmını geçiriyorlardı. Bu, Asklepios'un tedavisini uyguladığı 'incu-

33

Page 35: BERGAMA BELLETEN - 18

bation' yani tapınak uykusu idi. Askle-pios genellikle bir düş görüntüsü olarakbelirir veya doğrudan hastayı iyileştirirya da ona, uyandığında hatırlayacağıtalimatlar verirdi. Tedavi bazan yal-nızca bu görüntü sayesinde etkiliolurdu. Bazan da hastalıklı bölgeninkutsal yılan ya da köpek tarafındanyalanması iyileşmeyi sağlardı. Bazenise tanrının mesajı üstü örtülü olur,buna bir anlam vermek için rahibin yorumu gerekirdi. Daha sonra rahip,uygun ilacı, diyeti, banyo ya da egzersizi önerirdi. Bunlara tam bir modernkarşılık aramak biraz naif olacaksa da, bu rahiplerin, antik çağın dini şi-facıları ve psikoterapistleri olduğu söylenebilir. Bunlar inkübasyonunetkisini şarlatanlık yoluyla abartsalar da, hasta ile konuşarak, ona bazıdini tedaviler ve bitki terkipleri önererek ve gerçekleşmiş olan mucizevîşifaları anlatarak hastanın beklentisini yükseltiyorlardı.

Asklepios tarafından iyileştirilenler, ona şükran sunarlardı. Bunun,hayvan kurban edilmesi, yiyecek, para, çelenkler, değerli metallerdenyapılmış kap ve tabaklar ya da hasta vücut parçasının modelinin sunul-ması gibi birçok yolu vardı. Bugün ilgimizi en çok çekenler, rahiplercede desteklenmiş olan, hastalığın tanımlandığı ya da betimlendiği metalplakalar ve taş tabletlerdir. Bunlar tapınakta sergilendiklerinde, Askle-pios'un gücünün ve o merkezin anlamının reklamı oluyorlardı.

Galenos ve Ephesoslu Rufus gibi güvenilir kaynaklar da Asklepios'unbu tür güvenilir şifalarını onaylamaktadırlar. Rüyaların tıbbi açıdan an-lamı olduğu düşünülüyordu. Galenos, rüyaların fiziksel ve ruhsalhastalığın tanısı ve seyrinde anlamlı olduğunu düşünen tek kişi değildi.O, hem hastanın esinlendiği hem de tanrı esini olan rüyaları eşit derecededeğerli kabul ediyor ve kendisi de kutsal bazı işaretlere göre davranı-yordu.

Tapınak tıbbına ait ilginç bir anlatım da Aelius Aristides'e aittir. Aris-tides hem hasta hem de dinin bir inananı olarak birçok yılını Bergama'dakiAsklepion'da geçirmiş ve oradaki deneyimlerini ayrıntılı şekildeyazmıştır.

34

Page 36: BERGAMA BELLETEN - 18

KİM BU ARİSTİDESM.S. 118'de toprak sahibi zengin bir ailenin çocuğu olarak Balıke-

sir’de doğdu. Dönemin en saygıdeğer öğretmenlerinden iyi eğitim aldı.Aristides, Atina'da seçkin öğretmen Herodes Atticus'un yanında retoriköğrendi. Eğitimini tamamlayınca Yunanistan ve Mısır'a gitti. Buralarıgörüp keşfederken halka ilk söylevlerini vermeye başladı. Yirmialtıyaşında Roma'ya gitti ve saraya sunuldu. Parlak bir söylev kariyerinebaşlamıştıki ağır ve kronik bir hastalık tüm planlarını bozdu. Solunumgüçlüğü, ateş, karın şişliği, göğüs ağrısı, sağırlık ve diş ağrısı gibi belir-tiler, onu aynı yıl Roma'yı terketmeye zorladı. Eve dönüşü, kazanılmışparlak bir başarının kutlaması değil, gelecek vaat eden bir kariyerin henüzbaşlamadan bitmesi anlamını taşıyordu. En iyi doktorlar derman içingeldiler ama hiçbir iyileşme olmadı. Mısır'ın Şifa Tanrısı olan Serapis'einancı bile çokaz düzelme sağlayabildi.

Aristides, İzmir (Smyrna) yakınlarındaki ünlü kaplıcalarda umutsuzlukve depresyon içinde çırpındığı sırada, Asklepios'tan ilk buyrukları aldı:'Bana yalınayak yürümemi emretti. Rüyamda sanki uyanıkmış gibibağırdım ve rüyayı yerine getirdiğimdeyse şöyle dedim: 'Ulu Asklepios!Emrin yerine getirilmiştir." Bu emir yeterince saçmaydı, ama Asklepios'la'konuşma' kısmı başka birçok garip tedaviye de yol açmıştır. Daha sonrahekimlerle konuşmasına ve Serapis ile İsis'e de başvurmasına karşın,sonuçla kendisini Asklepios'un emrine adamıştır. Tapınağın sınırlarıiçinde ve dışında görmeyi sürdürdüğü birçok rüya aracılığıyla tanrı onayaşamının her noktasında yol göstermiştir. İlk emirlerden biri de Aris-tides'in rüyalarını, emirleri ve tedavileri yazması ve bir gün bunları kültünyararına halka sunmasıydı. Bunların yazılı şekilleri olan Hieroi Logoi ileAristides deneyimlerini gelecek kuşaklara bırakmıştır. Asklepios'abağlılığına karşın Aristides'in hastalığı M.S. 145 yazına dek sürdü. Buarada, Bergama Asklepionu'nu ziyaret etmek için bir buyruk aldı. Sonrakiiki yıl boyunca Bergama'da inkübasyona yattı. Şehrin dışındaki küçük birvadide bulunan bu tapınak, M.Ö. 4. yüzyılda ana tapınak Epidauros'abağlı olarak kurulmuştu. Ünü, M.S. 2. yüzyılda doruğa ermişti. Aristideszama¬nında, yakından ve uzaktan birçok hasta şifa bulmak için burayageliyordu. İşte bu dönemdeki ününe dayanarak tapınak 'Dünyanın YediHarikası' arasına sokulmuştur. Dörtgen şeklinde bir alanın doğu kenarında

35

Page 37: BERGAMA BELLETEN - 18

tapınak bulunuyordu, diğer üç kenar sütunlarla çevriliydi. Kuzeydekisütun dizisinin dışına küçük bir kutsal tiyatro yapılmıştı. Güneybatı uçtaise oldukça lüks tuvaletler bulunuyordu. Roma döneminde yıkılan ilkdöneme ait yapılar arasında sunak, kuyu ve kaynaklar, Asklepios Tapınağıve Sunağı ile Apollon, Hygieia ve Telesphorus'a ait tapınaklar vardı.

Bu alandan yeni ana yapılara ulaşmak için büyük bir mermer propi-londan geçiliyordu. Şehri kutsal alana bağlayan Kutsal Yol, bu propylondasonlanıyordu. Propilonun bir kenarında bulunan kütüphanede, yeni bi-naların çoğunu yaptıran kutsal İmparator Hadriyanus'un heykeli bulunuy-ordu. Diğer kenarda Asklepios Tapınağı vardı. Bu, dairesel bir yapı olupiç duvarları kaplanmış, kubbe şeklindeki damıysa mozaiklerle süslen-mişti. Girişin tam karşısındaki yedi nişten en büyüğünde kült heykeli du-ruyordu. Küçük bir örneği olduğu Roma'daki Panteon gibi, bu tapınak dakubbenin merkezindeki açıklıktan ışık alıyordu. Tapınağa bitişik ancakdaha alçak bir düzlemde başka bir dairesel yapı vardı. Bu, bir yeraltıgeçidi ile meydana bağlanan iki katlı çok büyük bir yapıydı. Üst katta altıbüyük apsid bulunuyordu. Altta ise taş banyolar vardı. Bu banyolar, tapı-nağın merkezindeki ana kaynaktan su alıyorlardı. Bu kubbeli dairesel bi-nanın tam işlevi bilinmiyorsa da, tıbbi amaçlı banyoların burada yapılıyorolduğu bilinmektedir.

Asklepios Tapınağı'nın yapımının, M.S. 142'de konsül olan Aristides'indostu L.Cuspius Pactumeius tarafından desteklendiğini biliyoruz. Tapı-nağın yapımı çok uzun sürmemiş, Aristides'in gelişinden önce bitmiştir.'"Bitişiğindeki kubbeli dairesel yapı, tapınaktan daha sonra yapılmıştı veAristides'in ilk ziyareti sırasında henüz bir işlevi yoktu. Aristides, bu yapı-dan sözetmemektedir. Ancak ne o, ne de tapınakla aynı derecede ilgilenenGalenos buradaki yapıların ayrıntılı tanımlarını yapmışlardır. Örneğininkübasyon yeri hakkında hiçbir bilgi yoktur. Arkeolojik kanıtlar da birabaton bulunduğunu desteklemekten uzaktır. Sonuçta uykuya hem por-tikolarda hem de tapınak binasında yatıldığı sonucuna varılmıştır. Aris-tides'e göre, yapılar çok önemli sayılmazdı, yalnız onun Asklepios'labağlantısını sağladıkları için ve tanrının emirlerinin uygulandığı yer ol-maları nedeniyle önem taşıyordu.

Aristides'in Bergama'da mülkü yoktu. Kutsal alanda kalacak yer debulunmuyordu. Ancak, aile bağlantıları sayesinde tapınağın İki bekçisin-

36

Page 38: BERGAMA BELLETEN - 18

den biri olan Asklepiakos'un evinde ağırlanıyordu. Bekçiler tapınağınbakımı ve işleyişinden, kurbanların sunulmasından, para ve hediyelerinhesabından sorumlu olan rahiplere yardım ediyorlardı. Rahiplik çoksaygın bir görevdi ve yalnızca 'Asklepiadlar Ailesi'nden gelenlere özgü,kalıtsal ve yaşam boyu süren bir meslekti. Bunlar dışında, Bergama'nınsosyal açıdan seçkin tabakası tarafından yürütülen bir dizi onurlu görevdaha vardı. Bekçilerden daha alt konumda, Bergama ve diğer Asklepi-on'lara ait yazıtlarda belirtilen çeşitli tapınak işlerini yapan görevliler devardı. Bunlar arasında bir haberci, bir kapıcı, bir anahtar sorumlusu vebanyo görevlisi ile tören ilahilerini söyleyen bir koro bulunuyordu.

Bergama Asklepionu'ndaki yıllık takvim, üç büyük yıllık festivale göredüzenlenmişti. Bu festivaller sırasında tanrı adına şiir yarışmaları ve gecetapınmaları yapılırdı. Epidauros'ta olduğu gibi bu festivallerde de atletizmoyunları ve jimnastik yarışmaları yapılır, bu yolla sağlık tanrısınaövgülerde bulunulurdu. Yıl boyunca ise tapınak, şifa arayanların yoğuntrafiğine sahne olurdu. Tapınakta, her sabah ve her akşam, şükran sunmakya da uykuya yatmak üzere gelenlere hizmet verilirdi. Bu kişiler, arınmatörenlerinde, temizliğin sembolü olan beyaz giysiler giyerler, KutsalKuyu'da yıkanırlardı. Dualar ve koronun söylediği ilahiler, topluca tapın-manın bir parçasıydı. Tiyatroda ise, Aristides gibi inananların yazdığıövgü söylevleri okunurdu.

Hekimlerin, tapınağın normal görevlileri olduğuna ilişkin elimizdehiçbir kanıt yoktur. Hekimler, sık sık kutsal alana geliyorlardı, ancakbunun ziyaret mi olduğu, yoksa profesyonel bir amaç mı taşıdığı tam açıkdeğildir. Bergama'da bulunduğu süre içinde Aristides, düzenli olarakhekim Theodotos ile görüştü. Theodotos, zaman zaman tanrının garipemirlerini uygulamaya yardımcı olmakla şüpheci davransa da geneldekülte sempati duyuyordu. Gerçekten de Theodotos ve Asklepiakos, Aris-tides'in yakın dostları oldular ve onun fiziksel ve ruhsal iyileşmesinde,Asklepios ile birlikte büyük rol oynadılar. İşte bir alıntı: “Bu rüyalarıgördükten sonra, gün doğduğunda Doktor Theodotos'u çağırttım. Gelinceona rüyamı anlattım. Ne kadar ilahi olduklarına hayran kaldı, ne ya-pacağını bilemedi. Vücudumun kış boyu ne kadar güçsüz kaldığını biliyorve bundan korkuyordu. Çünkü aylardır evde yatıyordum. Bu nedenlebekçi Asklepiakos'u tapınağa göndermeye karar verdik. O sırada ben onun

37

Page 39: BERGAMA BELLETEN - 18

evinde yaşıyordum ve rüyalarımı onunla da paylaşmayı alışkanlık edin-miştim”.

Aristides Bergama'da sıradan bir ziyaretçi değildi. Hali vakti yerinde,seç¬kin, kendisi gibi eğitimli ve herşeyden önce Asklepiosün tutkulumüritleri olan bir grup insan arasında yaşıyordu. Hizmetçiler onların gün-lük gereksinimleriyle ilgilenirken, onlar edebi tartışmalara giriyor,hastalıklardan konuşuyor, rüya ve düşsel deneyimlerini paylaşıyor, te-davilerini karşılaştırıyorlardı: 'Tapınakta yalnız kalmıştık, tapınanlardaniki kişi, yani ben ve Nikaia’lı üst düzeyden biri. Bu kişinin asıl adıTheophilos'tu. Ama ona Sedatius denirdi. Hygieia Tapınağı'nda Telespho-ros'un heykelinin olduğu yerde oturuyor ve birbirimize tanrının yenibuyruklarını anlatıyorduk. Çünkü ikimizin de bazı hastalıkları aynı idi.

Aristides'in bir başka yakın ve sadık dostu, onunla birlikte Bergama'yagel¬miş olan sütbabası Zosimos'tu. İlk inkübasyon gecelerinden birindeAsklepios onun rüyası aracılığıyla Aristides'in diyetini düzenlemişti. Yıl-lar içinde buna yalınayak yürümek, ata binmek, soğuk banyo yapmak,barsak boşaltmak, kan vermek ve battaniyeler altında terlemek de eklendi.Bütün bunlar Aristides zamanındaki hekimlerce bilinen ve uygulananyöntemlerdi. Galenos'un çok iyi saptadığı gibi, Tanrı'nın gücünü aldığışey, yöntemler değil, konuşmasıydı: 'Bergama'da hepimiz bir oranda far-ketmişizdir ki, Tanrı'nın iyileştirdikleri, ona tam anlamıyla itaat ediyorlar,eğer on beş gün hiçbir şey içmemesini söylediyse buna uyuyorlar, amaböyle bir öneride bulunan hekime hiç kimse kulak asmaz. Kendisine biryarar sağlayacağından emin olan herkes, tüm bu önerilere uyuyor.Galenos'un tıp öğretmenlerinden biri olan seçkin hekim Satyros'da Askle-pios'a bazan karşı çıkıyordu:

Ben (Aristides), yatağımda bile yatamayacak kadar güçsüzdüm veDoktor Satyros adında üst düzeyden olmayan bir sufi o sırada Bergama'-daydı. Bu adam beni yatağımda ziyaret etti, göğsüme ve karnıma baktı.Konuşmamız sırasında ne kadar çok kan verdiğimi öğrendi, buna bir sonvermemi ve vücudumu zayıf düşürmememi söyledi. 'Ama ben' dedi, 'sanaçok basit bir merhem vereceğim, sen de onu karnına sürecek ve ne kadariyi geleceğini göreceksin.' Bana bunları önerdi. Kanıma gelince, buna uy-madım, çünkü tanrı kan aldırmamı söylemişti, ister istemez buna uydum,hatta seve seve kan vermeye devam ettim. Yine de hâlâ Satyros'un

38

Page 40: BERGAMA BELLETEN - 18

öğüdünü reddetmiyor, onu da tutuyorum. Bu bir cornucopia değildi (Hi-eroi Logoi III, 7-9; C.A.Behr çevirisinden).

Aristides, normal sayılabilecek emirler dışında, Asklepios'tan tama-men akıldışı emirler de almıştır. Hatta bunlardan bazılarını uyguladığındahayatta kalıp kalamayacağı hekimler için merak konusu olmuştur. Emir-lerin etkili olmasını sağlayan, büyük oranda eşsiz olmalarıydı. Aristidesve arkadaşları için, Asklepios'un sadece kendi hastalıklarına özgü bir te-davi önermiş olduğunu bilmek çok önemli bir fiziksel destek oluyor vehastalığın düzelmesinde tetik görevi görüyordu.

Bergama'da tapınak bekçisi Asklepiakos'un evinde işte şunlar oldu.Önce dirseğimden kan akıtmamı emretti ve anımsayabildiğim kadarıyla'altmış pint' (1 pink 0,5 litre) diye ekledi. Bu, birkaç flebotominin yet-meyeceğini gösteriyordu, ama bu sonra ortaya çıktı. Tapınak bekçileri kiuzun yıllardır oradaydılar ve hepsi de tanrının inançlı hizmetçileriydiler,bu kadar çok kan veren birini hiç görmediklerini söylediler. Yalnız İschu-ran çok kan vermişti ama onun durumu biraz garipti ve yine de benimkadar çok kan vermemişti (Hieroi Logoi ll, 46-7; C.A.Behr çevirisinden).

Bu, kişisel bir kurtarıcıya kişisel bir bağlılıktı ve hastalığın fiziksel be-lirtilerinin düzelmesi sürecin yalnızca bir bölümüydü. Ruhsal rehberlikve emirlerin yerine getirilmesi aynı derecede anlamlıydı. Aynı belirtilergenellikle yine ortaya çıkıyor, düzelenlerin yerine daha ağır yeni belirtilergeçebiliyordu ve Aristides'in mucizeleri, Epİdauros'ta daha öncekaydedilmiş olanlardan çok farklıydı. Aristides, onları okuyup duy-duğunu, ancak hiç tanık olmadığını söylüyordu. Sonuçta, Aristides'in za-manında bu tür mucizelere Roma'da halen rastlanıyordu. Aslında, inancabağlı şifa merkezleri, çok az sayıda mucizevî tedavi ile de varlıklarınısürdürebilirlerdi. İnananların geri kalanı için, bir dizi dünyevi ve mükem-mel tedavi yöntemi, aralarına serpiştirilmiş rastlantısal garip durumlar ilebirlikte, Asklepios'a inancın ve bağlılığın sürmesini ve bazı basan yanıl-samalarının ortaya çıkmasını sağlıyordu. Ancak bu sonuçlar pek de uzunömürlü olmuyordu.

Aristides, iki yıl süren kutsal tedaviden sonra Bergama'yı terkettiğinde,'mucizevî' tedavilere karşın hâlâ hastaydı. Ancak hayal kırıklığına uğramışolmak bir yana, kendi içinde bir dengeye bile kavuşmuştu. Asklepios

39

Page 41: BERGAMA BELLETEN - 18

sayesinde hastalıklarıyla birlikte yaşamayı öğrenmiş, dahası inancısağlamlaşmış ve kendisine güveni artmıştı:

Hastalığımın ilk yılıboyunca bedensel sıkıntılarımnedeniyle retorik çalışmalarımaara verdim ve ümitsizliğekapıldım. İlahi emir nedeniyleve yakarışlarım için Berga-ma'da dinlenirken Tanrıdan re-toriği bırakmamam yolunda biremir aldım... Bana, Tiyatro'dakiTapınak Stoası'na gitmemisöyledi. Ve ona doğaçlamasöylevimin ilk meyvelerini

sunmamı istedi. Ve öyle oldu... Hep aynı şeyi yaşamışımdır, sorunlarımıhalledip yarişmaya hazır şekilde beklerken, birden zorlanırım ve nefesimdaralır; fakat başta da söylediğim gibi artık daha rahatım ve nefesimdaralmıyor; konuşmamı yaptıkça daha da güçlenip hafifliyorum... Ve za-manımızda Yunanlılar'ın en büyük retorik uzmanı olan ünlü Pardalas'ınbana dediği gibi, ilahi bir şans sonucu hastalandım, bu sayede Tanrı ilebağ kurabildim ve bu ilerlemeyi kaydettim (Hieroi Logos IV, 14-27;C.A.Behr çevirisinden)

Bergama'yı terkettikten sonraki yıllarda Aristides uzun geziler yaptı,Yunanistan ve Küçük Asya şehirlerinde ve Roma'da imparatora söylevlerverdi. Bu gezilerinde, daha önce kaçırmış olduğu büyük başarıya erişti.Hep nörotik bir hipokondriyak olarak kaldı, yaşamının geri kalanındahastalıklar peşini hiç bırakmadı. Ancak Asklepios ona yol göstermeyi verüyalarıyla tıbbi önerilerde bulunmayı sürdürdü. Birkaç kez kısa süreleriçin Bergama'daki tapınağa döndü ve M.S. 155'te de Epidauros'taki büyüktapınağı ziyaret etti. M.S. 165'e dek çoğu psikosomatik kaynaklı olan sol-unum şikâyetleri oldu. Aynı yıl, Roma İmparatorluğunu doğudan başla-yarak etkileyen ve Galenos'un aniden Roma'yı terketmesine neden olançiçek olması muhtemel salgın-dan o da etkilendi. Hekimler öleceğinisöyledilerse de o hayatta kaldı, hatta daha sonra bir salgın daha atlattı.Ancak bu hastalıkların bazı etkileri, özellikle de barsak bozuklukları kaldı.

40

Page 42: BERGAMA BELLETEN - 18

Aristides'i kişisel olarak tanıyıp tanımadığını bilmediğimiz Galenos,onun hastalıklı bir kişi olduğunu söyler:

Vücudu güçlü, ama ruhu zayıf, cansız ve işe yaramaz olan birçok insantanıdım. Bunların hastalıkları, bir tür uykusuzluktan, inme ve zayıflık veepilepsi türü bir hastalıktan kaynaklanıyordu... Ve ruhu güçlü ama vücuduzayıf olan çok az kişi gördüm. Bunlardan biri de Mysialı Aristides'ti. Vebu adam en seçkin hatiplerdendi. Yaşamı boyunca eğitti ve söylevler verdiama vücudu eriyip gitti (CMG Ek I, 1934, 33, Behr çevirisinden 1968,162).

Herşeye karşın Aristides çok ileri olmasa da, hatırı sayılır bir yaşaulaştı; 63 yaşındaki ölümü karsısında Asklepios bile çaresiz kaldı. Sık sık,bir hatip olarak övgü ve onur kazandı ve bunlar hiç şüphesiz yaşamınınen önemli itici güçleriydiler. Ne gariptir ki, kalıcı olan ününü, çağdaşlarıtarafından düzgün Attika ağzı nedeniyle çok beğenilen konuşmaları değil,Asklepios'u övmek üzere yazmış olduğu düzensiz ve tutarsız sözleri, Hi-eroi Logoi sağlamıştır.

Aristides'in Asklepios'a en büyük şükran sunusu, Hieroi Logoi'dir.Aynı derecede edebi yeteneği olmayan, ancak en az o kadar minnet dolubaşka inananlar da adak rölyefleri ve başka adaklar bırakarak bağlılık-larını kanıtlamışlardır. Atina ve Pire'de bulunan, M.Ö. 4. yüzyıla ait birdizi kabartmalı mermer kaplama, Asklepios'u hasta kabul ederken veuyuyan hastalarına mucize tedavilerini uygularken göstermekledir. Bazanona Hygieia'ya da kutsal yılanlar da eşlik etmektedir. Bunların dışında,taştan ya da bronzdan sapılmış kulak, göz, kol, bacak, başka vücutparçaları ve iç organ modellerinden oluşan adaklar da bulunmuştur. Bun-lardan bazı göz ve kulak modelleri, yakaranları dinlemesi ve hastalıklarınıgörebilmesi için Asklepios'a verilmiştir. Diğer modeller ise, ilahi yardımaşükran olarak sunulmuşlardır. Bir kısmı ise kulak ya da göz hastalığınısimgelemek üzere yapılmıştır. Ancak bunların ne tür hastalıklar olduğunubu anatomik modellerden tahmin etmek mümkün değildir.

En parlak dönemini İmparator Julianus (M.S. 360) zamanında yaşayanbu kült, imparatorun ülke çapında çoktanrılı dinleri canlandırma politikasıgütmesi sonucunda daha da önem kazandı. Tapınağın kırsal kesimde yer-leşmiş olması da Hıristiyanlarca yıkılmasını önledi. Ama herşeyden çok,

41

Page 43: BERGAMA BELLETEN - 18

şifa tanrılarına duyulan güçlü inanç, Hıristiyanların bir türlü sarsamadığıtapınağı koruyan güç olmuştur.

Aynı dönemde, farklı yerlerdeki şifa tapınaklarının kaderleri oldukçadeğişik olmuştu. Bergama'daki Asklepion, M.S. 253-260 arasındaki birtarihte deprem sonucu yıkılmış ve tekrar onarılmamıştır. Epidauros'ta iseyeni sunaklar yapıldı ve tapınak Julianus dönemine dek işlevini sürdürdü.Ancak bu dönemden sonra hızla önemini yitirdi. Tapınaktaki aşınma,Hıristiyanların verdikleri zararlar sonucu daha da hızlandı. KilikyadaAigai'deki Asklepion, Hıristiyanlığa geçen İmparator Constantinus'un em-riyle yerle bir edildi ve Julianus'un yeniden yapma çabalarına karşın biryıkıntı olarak kaldı. Ne gariptir ki, Hıristiyanlık ile Asklepios Kültü'nükarşı karşıya getirip. Asklepios'un yok olmasıyla sonuçlanan çatışmayaneden olan şeyler, aslında bu iki dinin bazı özellikleri arasındaki benzer-likti. Asklepios törenleri ve kurallarının bir kısmının Hıristiyanlarca dakabul edilmesi beklenirken, bu törenler inançsızlara özgü gülünçdavranışlar olarak görüldü. En dikkat çekici ve en çok nefret uyandıranşey de Asklepios'un rolleri oldu. Bir hekim, mucizevî iyileştirici ve kur-tarıcı olan Asklepios, bu özellikleriyle, yüzeysel de olsa İsa'ya benziyordu.Hıristiyanlar, onun 'ruhları iyileştirmeyip bozan' kötü bir ruh olduğunusöyleyerek Asklepios'u gözden düşürmeye çalıştılarsa da, insanların onuniyi özelliklerinden vazgeçmeye istekli olmadıklarını gördüler. Ruhlarınkurtarıcısı iyiydi de, bedenin kurtarıcısı çok daha elle tutulur yararlarsağlıyordu. Aigai Tapınağı'nın yıkılışını anlatan Eusebios, Asklepios'uninsanları 'gerçek kurtarıcı'dan daha fazla çektiği söyler. Hıristiyanlarınkorku ve düşmanlığını kazanan şey, inançsız bir takım davranışlar değil,Asklepios'un bu çekici gücüydü.

Uzmanlarca sona erdirilmiş olsa da, Asklepios ve bazı başka şifa tan-rıları, Roma İmparatorluğu'nun bazı bölgelerinde varlıklarını sürdürdülerOnlara çok fazla hoşgörü gösterilmedi, ama düşman da olunmadı. BazıHıristiyanlar, bu ılımlı tanrılara pragmatik bir yaklaşımın şiddete dayalıve yıkıcı yöntemlerden çok daha başarılı olacağını farketmiş olmalılar.Sonuçta haklı çıktılar; ama tıbbın kurucusu, kutsal iyileştirici ve doktor-ların hamisi Asklepios, Ege ve Roma'nın diğer bütün tanrılarından çokdaha uzun yaşadı. Hatta diğer şifa tanrılarında olduğu gibi onun etkisitam olarak silinemedi. Aralarında Epidauros, Korint ve Romanın da bu-

42

Page 44: BERGAMA BELLETEN - 18

lunduğu birçok Asklepion'un yıkıntıları üzerinde kiliseler yükseldi: hattabunlardan bazıları çoktanrılı öncülerinin bıraktığı iyileştiricilik özelliğinikendi üstlerine aldılar.

İLKÇAĞ HEKİMLİĞİAsklepionlardaki bu te-

davi yöntemleri dışında ikitürlü hekimlik vardı. Özelolarak çalışan hekimler ev-lerinde hasta bakarlardı.Bu yolla hekim hastası iledaha sakin bir ortamda il-gilenme olanağı bulurdu.Bunun dışında bir kısımhekim İatreion veyaTaberna denilen mekan-

larda hasta bakarlardı. Bunlar, maaşları yönetim tarafından belirlenen veödenen halk hekimleri idi. İatros demosios denilen bu halk hekimlerininücretlerini karşılamak İçin konulmuş İatrikon denilen bir vergi de vardı.Ayrıca tahıl da verilirdi. Bir Mısır papirusunda hekim Eukarpos'a ne mik-tarda tahıl verileceği belirtilmektedir. Bazı aileler birleşip dernekleşerekaylık belirli bir ödenti toplamak suretiyle oluşturdukları kasadan, hastaolanların hekim ve ilaç masraflarını karşılıyorlardı. Bu hekimler ayrıca,düzenlenen spor karşılaşmalarında da görevlendirilirdi. Kadın hekimlerde vardı. Özellikle doğumlarda bulunurlar, kadın hastalıkları ile ilgilenir-lerdi.

Hekimlerin hasta kabul odalarının nasıl olması gerektiği çeşitli kay-naklarda anlatılır. Bir Corpus Hippokraticum metninde, odanın ışıklı vehavadar olması ve muayene sırasında hekim ile hastanın oturduğu yerineş yükseklikte olması gereğine işaret edilir. Bir yatağa veya sedire uzanmaRoma döneminde başlamıştır.

Hekim odasında alet dolabı, gerekli muayene aletleri, sünger, bandajbulunur, bugünkü şişe çekmekde kullanılan cam kapların yerini tutan

43

Page 45: BERGAMA BELLETEN - 18

bronz kaplar ve benzeri gereçler duvara asılı dururdu. Odada ayrıca su,yağ ve şarap kaplan vardı. Bunlara ek olarak hekimin not defteri de bu-lunur, hekim gerekli bilgileri buna yazardı. Hekimlerin yardımcıları damuayene sırasında yanlarında durur, hastanın tutulması, zaptedilmesigerekli aletlerin verilmesi, ilaçların hazırlanması işlerini görür, ev ziyaret-lerinde eşlik ederlerdi.

M.Ö. 3- yüzyıla kadar hekimlerde uzmanlaşmanın önemli olduğunadair pek kanıt yok.

Hellenistik çağın sonlarına doğru Philostratos, tüm tıp alanının bir tiphekime bırakılamayacağını, travmalara, ateşli hastalıklar, göz hastalık-larına, mesane hastalıklarına ve cerrahiye ait vak'alara bakan hekimlerinayrı olması gerektiğini, bunların farklı uzmanlık alanları olduğunu söyler.

Hekimlerin, hastalarının ilaçlarını kendi muayenehanelerinde hazır-ladıklarını gösteren pek çok görsel belge gün ışığına kazılarlaçıkarılmıştır. Hekimler topluluğuna Asklepios müridleri anlamındaAsklepiadiai deniyordu. Bunlar güçlü bir sektör (Lonca) oluşturmuşlardı.

44

Page 46: BERGAMA BELLETEN - 18

HİPOKRATES VE GALENOS EKOLÜ

Hekimlikte en önemli ilk isim Hipokrat ve Galenos’tur. Hipokrat(M.Ö.460-377) ilk kez gizemli ve doğaüstü etkilerden arınmış ilk sağlıkgörüşünü ortaya koymuştur. Hipokrat tıp ahlakı ve meslek uygula-malarının kurallarını ilk kez ortaya koyan ve bu alanda ilk tıp okulununkurucusudur.

Günümüzde dünyanın tüm ülkelerinde tıp okullarını bitirenler mesleğeO’nun adı ile anılan meslek andını ederek başlarlar. Hipokrat’ın başlattığıklinik gözlemi geliştirmek onurunu da, Bergamalı hekim Galenos(M.S.129-210) kazanmıştır.

Roma İmparatorluğu zamanında tıp hizmetleri, özellikle de ordu ileilgili olanlar gayet iyi düzenlenmiş ve bu arada tedavide kullanılan ilaçlarda sınıflandırılmıştır. Bu dönemde yaşamış ve Neron''un ordusunda hekimolarak görev yapmış en önemli eczacı Dioskorides''dir ( M.S. 1. yüzyıl).Dioskorides'in çalışmaları kendisinden sonraki nesilleri büyük ölçüdeetkilemiş ve modern bitki biliminin kurucusu olarak kabul edilmesinisağlamıştır.

Dioskorides, Materia Medica (Tıbbî Maddeler) adıyla tanınan meşhuryapıtında, tıbbî bitkilerle ilgili çok kısa bilgiler vermiş ve bunlarınyetiştikleri yerleri bildirmiştir. Bitkilere verdiği adların bir kısmı bugünde kullanılmaktadır. Dioskorides, birçok bitkiden bahsetmiştir; ancak yap-mış olduğu tanımlardan, bu bitkilerin hepsini belirlemek mümkündeğildir. Yine de bu yapıt için çizilmiş olan bitki resimlerinden bunlarınbüyük bir kısmı saptanabilmiştir. Bu örnek, bilimsel araştırmalarda, çizimve resimlerin önemini göstermesi açısından ilginçtir.

Dioskorides esas itibariyle bir hekim olup, bitkilerle ilgisi daha çokbu noktada yoğunlaşmıştır. Dolayısıyla söz konusu yapıtında bitkilerinyanı sıra az da olsa bazı taşlara (lapis lazuli) ve hayvanî maddelere de(süt ve bal) yer vermiştir.

Materia Medica daha sonraki asırlarda Arapça''ya da tercüme edilmişve gerek Müslüman ve gerekse Hıristiyan hekimler ve eczacılar arasındael kitabı olarak kullanılmıştır.

45

Page 47: BERGAMA BELLETEN - 18

Hippokrates'in ve Galenos’un eserleri nelerdi? Bugün modern tıptarihçileri bunları kesin olarak söyleyememektedirler. Hipokrates’inkendine özgü görüşlerinin de bilinmesine engel oluşturan ikinci neden,günümüze kalabilen ve kesin olarak bilinen, orijinal ya da kopya herhangibir eserin olmayışıdır. Hippokrates’i, 'zamanın aynası' olarak kullanmaeğilimi Helenistik Çağ'da başlamıştır. Öğretisine ilişkin en güvenilir kay-naklar, Pre-Hellenistik Çağ'dan özellikle de Platon'dan ve Aristoteles'inöğrencisi tıp tarihi yazarı Menon'dan gelmektedir. Platon'un yazılarından,Hippokrates'in, insan vücudunu bir organizma olarak gördüğü ve 'bütünündoğasını anlamadan, bu organizmanın doğasını da anlayamayacağımızıöne sürdüğü sonucu çıkmaktadır. Menon, Hippokrates'in hastalığın kay-nağı üzerine görüşlerini şöyle değerlendirmiştir: Hippokrates'e görehastalığın kaynağı, sindirilmeyen besinlerin artıklarından (perissomata)ortaya çıkan ve vücuda yayılarak sağlıklı nefesin (pneuma) yerini alangazlar (physai’dır.)

Hippokrates'in Corpus adlı yapıtında birçok üslup, farklı yaklaşımlar,iç tutarsızlıklar ve çelişen kuramlar vardır. Bu yapıtın oluşum süreciniGalenos ilginç bir yazısında anlatmıştır. (Galenos'un, Hippokrates'in Epi-demiler III. Kitabı üzerine yorumlar). Bu eser, İskenderiye Kütüphane-si'nde III. Ptolemaios Euergetes (yaklaşık M.Ö. 246-221) sayesinde yeralmıştır: 'Anlatılmaktadır ki; Mısır Kralı Ptolemaios, kitaplara öylesinemeraklıydı ki, gemiyle ülkesine gelen herkesin kitaplarının kendisine ge-tirilmesini emretmişti. Kitapları kopyalatır, bu kopyaları kitap sahiplerineverir, asıllarını kendi kütüphanesinde alıkoyardı.

Birçok tıp yazarı, Corpus’tan alıntılarla yetinmiş ve uyarlamalar yap-mıştır. Galenos’un kapsamlı uyarlaması da böyledir. Galenos kendisiniHipokrates’in koruyucusu olarak göstermesine karşın onun adına ilerisürdüğü görüşler ve kuramlar, kendi kuram ve görüşlerinden başka birşey değidir.

Bu dönemin üç büyük tıp merkezi, Kos, Knidos ve Güney İtalya'daidi. Corpus'ta Kos ve Knidos okullarının öğretileri ağırlıklı olarak yer al-maktadır. Galenos'a göre Knidoslular her organın hastalıklarının listelerhalinde sınıflandırılması konusunda yetkindiler; Koslular ise hastalıklarıngenel tanımları ve beklenen seyirlerinin anlatılması yolu ile tıp yazınınakatkıda bulunuyorlardı. Galenos, yazılarında karşıt tıp akımları geleneğin-

46

Page 48: BERGAMA BELLETEN - 18

den bahsetmiştir, ancak bu durumun Hippokrates dönemine dekuzandığını gösterir kanıt yoktur. Aksine, Hippokrates'in Corpus'u birçokkonuda, özellikle de sıvılar kuramında, belirli bir fikir birliği olduğununaltını çizer. Buna dayanarak Kos, Knidos ve daha az önem taşıyan başkaEge tıp merkezlerinde temel olarak aynı tıbbın geçerli olduğu söylenebilir.Galenos, Kos ve Knidos tıbbı arasında karşıt akımlar saptamadığını yazar;ona göre bu iki merkez bilgilerin karşılıklı değişimi ve yeni düşüncelerindostça paylaşılması yolu ile bir çeşit kaynaşma göstermektedir.

Corpus'un, Hippokrates'in öğretisini yada farklı okulların öğretilerini ne dereceyansıttığını söylemek Galenos öncesindenberi pek olası değildir. Ancak hemsavunucularının kaynağı hem de karşıtgörüşlerin kaynağı olarak Corpus, batı tıb-bının temeli olmuş ve kendinden sonraki tıpdüşüncesini büyük ölçüde etkilemiştir.Mantıksal bir düzenden yoksun olmasınakarşın anatomi, fizyoloji, diyet, tedavi,klinik tanımlama, patoloji, cerrahi, kadınhastalıkları ve doğum ile tıbbi etik ve görgükuralları dahil olmak üzere tıbbın birçokdalı üzerine bölümler içerir. Diyetle ilgili

bölümleri modern yaklaşımları ile dikkati çekerken, anatomi ve fizyolo-jiyi kapsayan kitaplar Hippokrates ile modern tıp arasındaki uçurumuaçıkça ortaya koymaktadır.

HİPOKRAT VE ARDILLARIHipokrates de bir Asklepiades ailesine mensuptu.

Kimdi bu Hipokrates? Aşağı yukarı M.Ö. 460 yıllarında Kos (İs-tanköy) adasında doğmuş ve ilk tıp bilgilerini babası Heraklides ile Se-lymbria'lı (Silivri'li) Herodikos'tan almıştı. O çağda pek moda olduğuüzere Yunanistan'a yolculuk yapmış ve bir süre dolaşmıştı. Epidemiüzerine yazdığı kitaplardan bazılarında Thasos, Tesalya'daki Larissa,

47

Page 49: BERGAMA BELLETEN - 18

Trakya'daki Abdera, doğu Tesalya'da Magnesia'da Maliboea, Marmara'daKyzikos'daki vakaları ele alır. Uzun bir yaşamı olmuş ve Larissa'da M.Ö.377 yılında ölmüştür.

Hipokrates için yazılmış üç biyografi vardır. En eskisi Soranos'undur.Platon, Protagoras adlı yapıtında, Kos'lu Asklepiad ailesinden Hipokratesadlı bir hekimin yanına giden bir gençten söz eder. Phaidros adlı yapıtındaise, insan vücudu ve ruhu arasındaki ilişkiyi anlamak istiyor isek doğayıtanımamız gerektiğini ileri süren Hipokrates'in yanına gidilmesi gerek-tiğini söyler. Büyükbabası Gnoidraros oğlu Hipokrates ve babası Herak-lides hekim idiler. Torun Hipokrates'in, yani ünlü olanın iki oğluThessalos ve Drakanos ile manevi oğlu Polybos (o da Kos'lu) onunmesleğini sürdürmüşlerdir. Makedonya kralı Arkhelaos'un sarayında M.Ö.431 den 399'a kadar hekimlik yapan Thessalos dogmatik okulun da ku-rucularındandır. Epidemi (Salgın) üzerine yazılan yapıtların II. ve VI. cilt-leri ona atfedilir. Galenos onu Hipokrates'in en üstün oğlu olarak tanıtır.

Polybos ise Hipokrates'in ardılları içinde, Aristoteles'in belirttiğinegöre en büyüğüdür, "insanın doğası" adlı yapıtın yazarıdır.

Dogmatik tıp esas olarak teorikti ve taraftarları 'eylemci' değil, 'konuş-macı' olmakla eleştiriliyordu.

Dogmatiklerin en önemli karşıtları ampiriklerdi. Ampirikler, hemviviseksiyon, hem de disseksiyon yoluyla anatomik araştırmaya karşıy-dılar, çünkü hastalık ve sağlığın nedenlerinin araştırılmasını doğru bul-muyorlardı. Onlara göre görünen nedenler gerekli olanlardı, gizlinedenleri ise keşfetme olasılığı yoktu. Nabız, sindirim ve solunum gibişeyleri zaten anlamaya çalışmak boşunaydı. Onlarınki deneyimlerin, man-tık tartışmalarından değerli olduğunu savunan, daha çok uygulamaya day-alı bir tipti. Gözlem, anlamanın yoluydu ve hastalığa yaklaşımlarıhastanın belirtilerini saptayıp, benzeri belirtilere daha önce iyi gelenilaçları kullanmak şeklindeydi.

Hem dogmatikler hem de ampirikler, Hippokrates'in Corpusu'nda ku-ramlarını kanıtlayan doğrular buldular. Daha geç ortaya çıkan bir başkaekol de metodistlerinkiydi ve bu ekol de Corpus'a dayanıyordu.Metodistler, hümoral patolojiyi ve bütün karmaşık kuramları reddediyorve diyetin temel olduğunu iddia ediyorlardı. Diğer temel ilkeleri, birçok

48

Page 50: BERGAMA BELLETEN - 18

farklı hastalıkta birkaç genel durumun söz konusu olduğuydu. Bu durum-ları tedavi etmek üzere geliştirdikleri methodos adlı yöntemler ekolünadını da oluşturuyordu. Metodizm, pratik yaklaşımlarına önemli birdestek sağladığından, özellikle Roma İmparatorluğu'ndaki Ege hekimleriaçısından önemliydi.

Dördüncü tıbbi ekol olan pnömatistler, dogmatiklerden ayrılıp pneumave dört sıvı kuramına dönen bir grup tarafından oluşturuluyordu. Pneuma,yaşamın kaynaklandığı temel maddeydi ve vücuttaki bozukluğu sıvılardadengesizliğe yol açıyordu, bu da hastalıklara neden oluyordu.

Bu dört 'okul', İsa'nın doğumundan önceki ve sonraki yüzyıllarda tıptabaskın çıktı ve Ege tıbbının Roma'ya geliş dönemine denk geldi. SpartalıArkagatos'un M.O. 219'da Roma'ya yerleşen ilk doktor olması gibi, asılanlamlı olay, Bithynialı Asklepiades'in M.Ö. 2. yüzyılın sonlarında Ro-ma'ya gelmesidir. Asklepiades retorikte ustaydı, ancak Roma'da tıbbınparlak durumda olduğunu görünce hekim oldu. Ege tıp kuramlarına karşıgüçlü direnci farkederek, Roma düşüncesine paralel hareket etti vemükemmel bir uygulamalı yaklaşım ile sağlam bir mantığı biraraya ge-tirdi. Bundan başka abartılı tedavilere sırtını dönüp, o dönemde çok kul-lanılan egzotik veya mide bulandırıcı ilaçların yerine basit terapötikilaçları getirdi. Bu yüzden takma adı 'şarap veren' ve 'soğuksu veren' an-lamına geliyordu. Sıvılar kuramını reddederek o dönemde çoktanterkedilmiş olan 'atomlar' kuramını kabul etliği için, başta Galenos olmaküzere birçok tıp yazarı tarafından eleştirildi. Ancak Celsus onu, gelenek-leri yıkıp, 'tedavi yollarını büyük ölçüde değiştiren' biri olarak görürdü.

HİPOKRAT'IN YOLUNDAHipokrates hekimlerinde anatomi bilgisinin belirti bir düzeyde olduğu

biliniyor. Bu çağın hekimleri iskelet yapısı üzerinde, özellikle cerrahiseler, yeterli bilgiye sahiptiler, ancak iç organlar, damarlar, sinirlerkonusunda bilgileri çok azdı. Bu nedenle bir çözüm gerekiyordu. Bununiçin de, genel fizyolojik sistem üzerinde teori geliştirdiler. Bunu yaparken,sağduyu ile hareket etmeleri Hellen tıbbının Çin ve Hint tıbbının düştüğüfantezilere düşmesini önledi.

49

Page 51: BERGAMA BELLETEN - 18

Alkmaion'un vücudu oluşturan dengelerine dikkat çekelim. Bu görüş,felsefede Empedokles tarafından, dengenin ateş, hava, su ve toprağıneşitlenmesi ile oluştuğu belirtilerek vurgulanır.

Bu dört eleman teorisi aynı zamanda nemlilik, kuruluk, sıcaklık vesoğuklukla eşlenir. Daha sonra bu salgılar kan, sarı safra ve kara safraolarak tıpta dörtlü vücut sıvısı olarak ifade edilir. Bu dörtleme Aristote-les’in, Polybos'un olduğunu söylediği "İnsanın Doğası" adlı kitapta4 eleman, 4 güç, 4 mevsim olarak da ele alınmıştır. Hipokrates'İn kul-landığı, burada nitelik olarak adlandırdığımız sözcük "Dynameis"tir.Bugünkü teknolojide bile hala kullanılagelmiş bir sözcüktür bu, farmako-dinamik, aerodinamik gibi.

Hipokrates''in anatomiye ilişkin bilgileri oldukça ilkeldi; döneminindiğer doktorları gibi, kemikler hakkında oldukça geniş bir bilgiye sahipolmasına karşın, iç organları fazla tanımıyordu. Damarlara, sinirlere veadalelere ilişkin bilgileri yüzeyseldi. Yunan düşünürleri ve hekimleri, buboşluğu kapatmak ve insan bedenini anlaşılır kılmak için fizyolojik ku-ramlar üretmişlerdi ve bunlar genellikle, yüzyıllar önce geliştirilmiş olandört sıvı kuramına dayanmaktaydı. Yapılan gözlemler, insan bedenininkan, balgam, sarı safra ve kara safra gibi bir takım sıvılar içerdiğini vehastalık sırasında bu sıvıların görünür duruma gediğini gösteriyordu;örneğin üşütmeden kaynaklanan hastalık sırasında burundan bir sıvı akıy-ordu. Pythagorascu Alkmeon, hastalığı, bedendeki dengenin bozulmasıolarak değerlendiriyordu ve sözünü etmiş olduğu dengesizlik sıvılardakidengesizlikti. Empedokles''in dört öge kuramına bağlı olarak geliştirilendört sıvı kuramı, beraberinde dört nitelik (kuru, yaş, soğuk ve sıcak) ku-ramını da getirdi ve böylece yavaş yavaş cansız yapılarla birlikte canlıyapılar da niteliklerin bireşimi ve kaynaşımı olarak görülmeye başlandı.Bireşime ve kaynaşıma giren öğelerin farklı miktarlarda oluşu, farklı can-lıların ve farklı karakterlere sahip olan insanların oluşumunu açıklaya-biliyordu; böylece, ilerde Galenos''la birlikte dört mizaç veya dört karakterkuramına da ulaşılacaktı.

Hipokrates''in yapıtları arasında en ünlü olanı Kutsal Hastalık adınıtaşır; kutsal hastalık olarak nitelendirilen dengesizlik durumu, sara veyaepilepsiden başka bir şey değildir. Ancak yapıtta buna benzeyen hastalık-lardan da söz edilmiştir. Hipokrates''e göre, bu hastalık beyinden kay-

50

Page 52: BERGAMA BELLETEN - 18

naklanır ve beyinden gelen balgamın kandaki havayı durdurması sonu-cunda oluşur. Açıklama doğru değildir; ama bilimsel denebilecek bir ku-rama dayandırıldığı için değerlidir. Bu kitabın en önemli özelliği, saranınkutsal olarak nitelendirilmesine karşı çıkmış olmasıdır. Hastalıkları, doğalve kutsal (veya tanrısal) diye ikiye ayırmanın olanaksız olduğunu belirtenHipokrates, bu konuda şöyle der:

"Kutsal denilen hastalığın tartışmasını yapacağım. Benim düşüncemegöre, tanrısal veya kutsal hastalık yoktur. Hastalıkların nedenleri doğaldır.Tanrısal sanılması, insanın deneyimsiz oluşundan ve özel karakteri ne-deniyle şaşırmasından ileri gelir. Eğer insanlar, ona ilişkin bilgilerinin ek-sikliği nedeniyle kutsal kaynağa inanmayı sürdürürlerse, onu anlamaolanağından yoksun kalırlar. Kabul edecekleri iyileştirici, sihirden arın-mış, yalın bir yöntemle bu hastalığın kutsallığı yalanlanabilir.

Şaşırtıcı olması nedeniyle kutsal olarak kabul ediliyorsa, yalnızca birdeğil, birçok hastalığa kutsallık atfedilebilir. Ondan daha az şaşırtıcı ol-mayan başka hastalıklar da gösterebilirim; ancak hiç kimse onların kutsalhastalık olduğunu iddia etmez. Benim bildiğime göre, bazıları uyku-larında inler ve çığlık atar; bazıları nefes alamaz; bazıları fırlayıp dışarıçıkar; yani uyanıncaya kadar çılgın gibidirler. Uyandıklarında halsiz vesolgun olmakla birlikte, önceki gibi sağlıklı ve akılcıdırlar; ayrıca bunlar,pek çok kez tekrarlanabilir. Daha birçok örnek verilebilirse de, süre herbirini teker teker ele almamıza olanak vermemektedir.

Benim görüşüme göre, bu hastalığa kutsallık atfedenler, çok dindarolan veya üstün bilgi iddiasında bulunan ve zamanımızın sihirbazlarına,sahte doktorlarına benzeyen kimselerdir. Hastaya yardımcı olacak hiçbirtedavi uygulayamadıkları için sihre sığınır ve cahillikleri ortaya çıkmasındiye kutsallık atfederler."

Antik çağda Egeliler, belirli bir hastalığı teşhiste genel patolojidenyararlanma yoluna gidiyorlardı. Bir doktor olarak en önemli şey,hastalığın gelişimini ve öldürücü olup olmadığını söylemekti. Hastalarrahiplere de danışıyorlar ve genellikle yaşayıp yaşamayacaklarını ve nekadar sürede iyileşeceklerini soruyorlardı.

Hastalıkların kritik günleri saptanmıştı. Doktorlar bu kritik günlereyaklaşıldığında, hastanın direncini arttırmaya çalışırlardı. İyi bir doktorbu işleri yapabilmeliydi.

51

Page 53: BERGAMA BELLETEN - 18

Tedavide, ilk önce bedendeki dengenin bozulmuş olduğunu gösterenbelirtilere bakılırdı. Ateş en temel belirtilerden biriydi. Ateşi ölçmek içinözel bir araçları yoktu; ancak deriyi, dili, gözü, terlemeyi ve üreyi kontrolediyorlar ve bunlar arasındaki farklılıktan yararlanarak hastalığı teşhis et-meye çalışıyorlardı.

Nabza bakmayı düşünmemişlerdi. Oysa Mısırlı hekimler nabzınişlevini biliyorlardı. Hipokrates''in Corpus''unun yalnız bir yerinde nabız-dan söz edilir ve "Damarların atışı ve solunum ve yaşa bağlı olarakdüzenli ve düzensiz oluşları, sağlık ve hastalık işaretidir" denir.

Hipokrates''i izleyen hekimler, ölçemeseler de ateşin çeşitli hastalık-lardaki seyrinin farklı olduğunu biliyorlardı.

Tedavide, müshil, kusturucu, tenkiye, kan alma, bedeni boşaltmak içinperhiz, friksiyon, masaj, banyo, şarap, bal ve su karışımı, bal ve sirkekarışımı, arpa suyu, yulaf lapası uygulamaları yapılır. Hipokrates''in enönemli ilkesi, doğanın iyileştirici gücünden yararlanmaktır. Ona göresağlık bir denge durumudur; hastalık ise bu dengenin bozulmasıdır. Eğerhastalık çok önemli değilse, denge kendiliğinden kurulabilir. Hasta be-densel ve ruhsal olarak sükûnet halinde bulunduğunda, doğanın iyi edicigücü dengenin hızla kazanılmasını sağlayabilir. Hekimin görevi doğayayardımcı olmaktır. Az ilaç ve iyi bir gıda rejimi, sağlığın garantisidir.Buna, uygun beden alıştırmalarını da katmak gerekir. Hareketsiz kişileriçin en uygun alıştırma, uzun uzun yürümektir.

Hipokrates, doğanın iyileştirici etkisinden söz ederken, bunun fizikselolduğu kadar ruhsal olduğunu da kabul ediyordu. Yalnızca bedenin rahat-laması yeterli değildi; ruhun da sakinleştirilmesi gerekiyordu. Bu nedenlehasta neşelendirilmeli ve iyileşeceği konusunda ümitlendirilmeliydi.

Ona göre, hekimin hastasına çok yumuşak bir biçimde yaklaşmasıgerekir. Geç bir dönemde yazılmış olmakla beraber, Hipokratesci kay-naklarda yer alan şu sözler çok ilgi çekicidir:

"Hastanıza karşı katı olmamanızı ve ayrıca onun durumunu dikkatealmanızı öneririm. Önceki kazançlarını ve içinde bulunduğun tatminkârdurumu düşünerek, bazen karşılıksız hizmet götür. Parasal sıkıntı içindebulunan bir kişiye hizmet verme fırsatı çıkmışsa, bu gibilere her türlü

52

Page 54: BERGAMA BELLETEN - 18

yardımı yap. İnsansevgisinin bulunduğuyerde sanat aşkı da bu-lunur. Durumlarınınöldürücü olduğunun bil-incinde olan bazı hastalar,yalnızca hekimlerinin iyitutumlarından dolayı iy-ileşmişlerdir. Hastayı iy-ileştirmek ve şifa bulmuşolanın kendisini iyi his-setmesini sağlamak içingözetim altında bulundur-mak isabetlidir... Ayrıca bir hekimin neyin uygun olduğunu belirleye-bilmesi için kendisine de dikkat etmesi gerekir."

Hipokrates, psikolojik tedavi ile de ilgilenmiştir ve aslında asklepi-onlardaki tedavi yöntemlerini benimseyen bir hekim için bu çok doğaldır.Ona göre, ruh ve beden çok sıkı bir ilişki içindedir; bir hekim bunlardanbirini göz ardı ederek diğerini iyileştiremez. Biri çok kötü iken, diğerininiyi olması düşünülemez.

O çağın iki büyük tıp okulundan biri olan Knidos'da hekimler, dahaçok özel hastalıkları ayırdedip, üzerinde çalışmayı amaçlamışlar, Kos'luhekimler ise genel patolojiye ağırlık vermişlerdi. Bu sonuncularıneğilimleri hastalıkları bir kaç gruba toplamaktı. Önemli olan prognosisiyani hastalığın seyrini önceden kestirebilme yeteneiğidir. Burada gözönüne almamız gereken şey M.Ö, 5. yüzyılda diagnosis'in (teşhis-tanı)çok sınırlı olduğu ve hekimi, tıbbi araştırmadan çok hastasının sağlığınakavuşmasının ilgilendirdiğidir.

Prognosis her hastalıktaki seyir yani hastalığın başlangıç ve gidişidir.Deneyimi ilerledikçe hekim, sadece hastalıkta değil doğadaki birçokolayda bunun varlığını gözlemiş, her hastalıkta belirli gelişim eşikleriolduğunu saptamıştır.

Hekimler her şeyden önce, insan vücudundaki dengesizliklerin anasemptomunu (göstergesini) biliyorlardı. Bu vücud hareretinin yükselmesi,

53

Page 55: BERGAMA BELLETEN - 18

yani yüksek ateşti. Kuşkusuz bugün bizimelimizdeki gibi ateş ölçme olanaklarıyoktu, ancak usta, hassas ve duyarlı olduk-ları kuşkusuz. Cildin, dilin, gözlerin,idrarın durumundan, terlemeden bunu sap-tıyorlardı. Nabızdan, çarpıntıdan da bunuanlıyorlar mıydı bunu bilmiyoruz. Bunaait bilgimiz yok. Mısır hekimleri nabızartışı¬nı biliyorlardı. Hipokrates ise Cor-pus'unda yalnız bir kez değinilir. "Damar-lardaki atışlar, ciğerlerdeki nefes alıp

vermenin düzenli veya düzen¬siz oluşu hastalık veya sağlığın işaretidir."Nabız atışlarının sıklığı ve düzeni için Kos'lu Prosagoras'ın bazı gözlem-leri olduğu söylenir ise de asıl doğru gözlemin Hellenistik çağda yaşamış(M.Ö. 3. yüzyılın ilk yarısı) Khalkedon’lu (İstanbul-Kadıköy) Herophilostarafından yapıldığını biliyoruz. Bu dönemde tıpta dolaşım ve tansiyonlailgili bilgilerin oldukça ilerlemiş olduğu görülüyor. Bunların sonuçları,Galenos'un yayınladığı gibi "Synopsis peri sphygmon" olarak, modernçağlara kadar Sphygmoloji'nin temeli idi.

Hipokrates'in çağında en çok rastlanan salgın hastalık göğüs hastalık-ları ve malarya (sıtma) idi. Bu hastalıklar ve özellikle malarya pek çokkenti tümüyle yok etmiştir. Anadolu'da ve Yunanistan'da hekimler onunlaçok savaşmışlardır. Diğer hastalıklardan başlıcaları pnömoni, plörezi'dir.Corpus'da çiçek, kızamık ve difteriden, sifilis'ten söz edilmemektedir.Thukidides'in yapıtında veba salgını anlatılır. Göz hastalıklarına dametinlerde oldukça yer verilmiştir. Bilindiği gibi gözle ilgili hastalıklardaha çok Ortadoğu ülkelerinde görülmekte idi.

Hipokrates öğretisinin en belirgin özelliği tedavi alanında ortaya çıkar.Hipokrates, müshil, kusturucular, ferahlatıcı içkiler, şırınga (tenkiye), kanaldırma (hacamat), perhiz, sıcak su ile yıkama, hamam yaptırma, frik-siyon, masaj, arpa suyu, şarap, hydromel (sulandırılmış bal), oksymel(sirke ile karıştırılmış bal) gibi işlemler ve karışımlar kulanarak tedavi et-mekte idi. Bunların yanı sıra çeşitli bitkilerin yaprak ve köklerinden yarar-lanılarak yapılan ilaçlar ve yağlar kullanılmış olmalıdır. Ancak yukarıdabelirttiğimiz ve yazılı belgeler haline gelmiş olan yöntem açıkça gös-

54

Page 56: BERGAMA BELLETEN - 18

teriyor ki tedavide temel ilke, ilaç kullan-maktan çok içi temizlemek ve diyettir.Böylece hekim hastanın direncini arttır-mak ve vücutta mevcut toksik maddelerindışarı atılmasını sağlamak amacındadır. Buyöntem hastada yan etkiler oluşmasınaneden de olamayacaktır. Bu ilke latince"vis medicatrix naturae" (doğanın iyi edicigücü) olarak ifade edilmektedir. "Her can-lıda bulunan, doğanın canlıya verdiğikendi kendini iyi etme gücünün kendinigösterebilmesi için hekimin başlıca görevi hastanın yakınında olup onunbu gücüne yardımcı olmaktır. Sağlığın en başlıca yardımcısı, hareket vedengeli egsersizdir. Dengeli yürüyüş en iyi egsersizdir." Bu görüşlerRegimen III. ve IV. bölümlerde anlatılmıştır.

Hipokrates tedavisinin önem verdiği şeylerden biri de peri aeron,hydaton, topon (hava, su, toprak)'dur. Bu konuda topografyanın insansağlığı ve kişiliği üzerindeki etkileri anlatılır. İnsan ve doğal çevreyebütüncül bakışı açısından bugün bile az rastlanan bir yaklaşım olması enbüyük özelliklerinden biri olarak ortaya çıkıyor. Hipokrates doğanın iyiedici gücünden söz ettiğinde hastanın fiziki olduğu kadar psikolojikolarak da güçlendirilmesinin gerektiği konusunda bilinçlidir.

55

Page 57: BERGAMA BELLETEN - 18

HELLENİSTİK ÇAĞKhalkedon'lu (Kadıköy) Herophilos M.Ö. 4. yüzyılın sonunda dünyaya

gelmiştir. Kos'lu Praksagoras'ın öğrencisidir. Sistematik anatominin kuru-cusu olduğu gibi insan vücudunun sistematik "teşrih" tekniğini getiren ilkhekimdir. Teşrih sırasında karşılaştığı her organ ve her işlevli bölüm içinbir isim bulmuştur. Bugün de anatomide onun verdiği isimler kullanılır.Beynin ayrıntılı bir tanımını yapmıştır.Cerebrum (beyin) ve cerebellum(beyincik) ayrımını, meninksler (beyin zarları), tendonlar ve sinirlerinfarkını, gözün ve sinirlerinin tamamını, hassasiyetini, fonksi-yonlarını, reti-na'yı (ki bunu amphiblestrocides: ağ gibi olarak isimlendirir), vaskular sis-temin tanımını verir. Duedonum, onikiparmak bağırsağı (dodekadaktylos=on iki parmak) deyimi onundur. Bu ismi on iki parmak genişliğinde olX-duğu için verdiğini söyler. Karaciğerin tanımı, pankreas, prostat (grekçeterimi adenoeideis prostatai: önde duran guddeler anlamındadır), cinsiyetorganları da incelemeleri arasındadır. Atardamarlar ile toplardamarlarınfarklı olduğunu, atardamarların, toplardamardan 6 kat sık olduğunu, kaniçerdiğini, ölümden sonra boşalıp yassılaştığını belirtir. Ona göre organiz-mayı dört güç kontrol eder; besleme, vücut ısısını sağlama, idrak, düşüncegüçleridir bunlar. Yerleri de, karaciğer, kalp, sinir ve beyindir sırası ile.Yani Herophilos organların fonksiyonlarını tam idraki içindedir. Onun asis-tanı olan 304 yılın da Lulis'te doğan Erasistros Yunanistanlıdır. Atina'daokumuş ve Aristoteles’in evlatlığı Metrodoros'un ve Stoacı Khrysippos'unöğrencisi olmuştur. Daha ziyade teorisyendir. Fizyoloji üzerinde çalışmıştır.Postmortem (ölüm sonrası) teşrih üzerine eğildiği için ona patolojikanatomist de denebilir.

Ölümün hemen ardından teşrih yapması nedeni ile ölüme sebep olannedenleri saptama olanağını bulmuştur. Buna bugün otopsi diyoruz. Era-sistratos'un asıl anatomik buluşları beyin, kalp sinir ve vascüler sistem üz-erinedir. Her organın organizmanın bütününe atardamar, toplardamar vesinirlerle bağlı olduğunu ve büyük bir olasılıkla dolaşım sistemini sap-tamıştır. Gırtlak kapağının (Epiglottis, bugün onun verdiği bu isim kul-lanılır) fonksiyonunu doğru olarak tanımlamıştır. Vücudun motor ve duyusinirlerini belirlemesi, beyin zarının özel işlevini araştırması ve beyninçeşitli bölümleri üzerinde yaptığı incelemeler, adale ve hareket arasındakiilişkiler üzerindeki saptamaları getirdiği yeniliklerden bazılarıdır.

56

Page 58: BERGAMA BELLETEN - 18

Bunları yaparken salt cesetler üzerinde çalışmış olması kuşkuludur.Olasılıkla Herophilos ve Erasistratos canlı hayvan vücudu üzerinde deçalışmış oldukları kuşkusu akla gelmektedir. Bu kuşkumuz Celsus'un şuparagrafına dayanmaktadır. "Bir insanın iç organlarından birinde yaraveya harabiyet olduğunda sağlam olanın rengini bilmeyen, organınneresinin sağlıklı neresinin harab olduğunu nasıl bilebilir. Dış tezahürler,iç organların durumu, biçimi ve ölçüsünü bilen biri tarafından daha ko-layca yorumlanacaktır. Bazı insanların, suçluların ölüm cezalarının in-fazını zalimce olarak nitelendirmelerine karşılık şunu diyebiliriz bu birkaç kişi sayesinde gelecek kuşakların masum insanlarına çare bulabile-ceğiz. Herophilos ve Erasistratos bu işleri en iyi şekilde insan canlı ikenaçarak yapmışlardır. Kralın, izni ile zindanlardan alınan suçlular canlıiken ve nefes alıyorken iç organlarının durumları, biçimleri, ölçüleri, sert-likleri, yumuşaklıkları, ilişkileri, işlevleri, birbirine tepkileri... İçten birağrı geldiğinde eğer insan içerideki her organın durumunu bilmiyor isene hastaya neyin acı verdiğini anlayabilir ne de organın hasta olan bölümütanınıp tedavi edilebilir"

Celsus'un bu açıklamaları geç antik çağda ve ortaçağda tepki uyandır-mıştı. Bu çağın cerrahi ve anatomi alanındaki yeniliklerinin yanı sıramedikal hekimlikte de ilginç gelişmeler gözlenmektedir. İskenderiyeliApollodoros, Kolophon'lu (Anadolu) Nikandros, Kos'lu Philinos, Karys-tos'lu Andreas, Romalı Arkhagatos M.Ö.3 yüzyılın önemli hekimleridir.M.Ö.2.yüzyılda ise Iskenderiye'li Serapion, Tarentum'lu Glaukias, An-takya'lı Apollonios ve Apollonios Biblas, Kyrene'li Ptolemaios, Taren-tum'lu Herakleides, Iskenderiye'li Zopyros, Kition'lu Apollonios, Napoli'liLykos adlarını sayabiliyoruz.

Ancak deneysel tıp akımını yürütenlerin birikimlerinin ve klinik bil-gilerinin Kos ve Knidos Okulu döneminden pek fazla olduğunu da gör-müyoruz. Olasılıkla bu akımın yaratıcısı İskenderiye'li Serapion'dur. M.Ö.200 yıllarında ortaya attığı deneysel tıp fikri (Empeirikos-Ampirik) üçtemel ilkeye dayanıyordu. Birincisi deneyim ve deneme (teresis), İkincisiklinik vak'alar (historia), üçüncüsü analojidir (he tu homoiu metabasis).

Kition'lu (Kıbrıs'ta) Apollonios (yaklaşık M.Ö. 70 yıllarındayaşamıştır) deneysel tıp akımı içindeki en büyük cerrahtır. Onun da cer-rahi üzerine yapıtı vardır. Burada ayrıca üç Anadolu'lu hekimden söz

57

Page 59: BERGAMA BELLETEN - 18

etmek istiyoruz. Bunlardan Apameia'lı Demetrios (Kocaeli bölgesinden)doğum ve jinekoloji üzerine uzmandır, patholoji üzerine 12 bölümlük biryapıtı da vardır. Diğeri ise Bithynia (Kocaeli)'li Asklepiades'tir. Asklepi-ades'in bir özelliği, M.Ö. 1. yüzyılda Roma'da çalışan ilk seçkinAnadolulu hekim oluşu, diğer özelliği ise yeni bir tıp okulunun, methodistokulun kurucusu oluşudur. İlk seçkin dedik, ondan önce de Roma'daHellen kökenli hekimler vardı, ancak bunlar savaşlar sonunda hep köleolarak İtalya'ya götürülmüşlerdi. Yukarıda adını verdiğimiz Arkhagathosonlardan biridir. Asklepiades Bursa'da M.Ö. 125 yıllarında doğmuştur.İskenderiye'de Erasistratos'un okulunda öğrenim görmüş, Parion'da veAtina'da hekimlik yapmış, kral Mitradates'in daveti ile Pontos'a Trabzon'agitmiş, ancak pek hoşlanmayarak Roma'ya geçip orada kliniğini kurmuş,epeyce geç bir yaşta orada ölmüştür. Demokritos ve Epikuros'un ardılıolup, tıbbi yorumlarında atomcu akımın etkileri yansır. Ona göre hastalıkvücutta atom hareketlerindeki düzenin bozulmasından oluşmaktadır,iyileşme ise bu düzenin tekrar sağlanması ile ortaya çıkar. Birçok kitapyazmış olmakla birlikte bize kadar gelememiştir. Üçüncü isimLaodikeai'lı (Lâdik) Themison'dur. M.Ö. 1. yüzyılın ortalarında adındansöz edilmeye başlanır. Fikirlerini daha sistemli bir biçimde geliştirmesiaçısından methodist okulun en büyüğü olarak kabul edilir.

M.Ö. 2. yüzyıl Akdeniz bölgesinde Roma'nın bir süper güç olarak or-taya çıktığı, Yunanistan, adalar, Anadolu ve Suriye'yi ele geçirdiğidönemdir. Bu dönemde hellen geleneğinde yetişmiş hekimler hem im-paratorluk eyaletlerinde hem de başkent Roma'da hekimlik mesleğininliderliğini ellerinde tutarken, başşehirde gerçek Roma yurttaşı olan birhekimler grubu gelişiyordu.

Tıp tarihinde iki dönem daha vardır. Biri Galenos, diğeri XVI.yüzyıIda Vesalius ile gerçekleşmiştir.

58

Page 60: BERGAMA BELLETEN - 18

HEKİMLERE VERİLEN ÖNEMGALENOS’U ETKİLEDİ

M.Ö. 46'da Julius Caesar, Roma'da çalışan yabancı doktorlara vatan-daşlık hakkı tanıdı. Bu sırada Ephesos'da doktorlar vergiden muaf tutul-muşlardı. Bu tür yasalar hekimlere verilen önemin artmaya başladığınıgöstermektedir. Roma'da hekimlerin çoğu Ege kökenliydi.

Bütün Egeli doktorlar köle ya da eski köle değildiler. Bir kısmı da, Mar-cus Aurelius'un özel hekimi, tüm Ege ve Roma doktorlarının en ünlüsüGalenos gibi Roma vatandaşıydı.

Bağımsız pratisyen hekimler ve belli ailelere ya da imparatora bağlıolanlar dışında bir de sivil kurumlara bağlı çalışan hekimler vardı. Yine Egetıbbından gelme bir uygulama ile bu halk hekimlerine gereksinim duyanherkese tıbbi tedavi uygulamaları karşılığında şehir meclisi tarafından maaşverilirdi. Diğer hekimlere olduğu gibi onlara da vergiden ve zorunlu hizmet-ten muaf olma ayrıcalığı tanınmıştı. Ancak birçok doktor, uygulamada buikinci muafiyetten yararlanabilmek için çok çaba harcıyorduk Hastadanpara istemeleri kesinlikle yasaktı, ama teşekkür etmek isteyen birçok hastadoktora para verirdi. Sonuçta bu halk hekimlerinin oldukça iyi yaşam stan-dartlarına eriştikleri söylenebilir. Hekimlik o dönemde oldukça popülerdi.Ancak gerçek zenginliğin toprak sahibi olmak anlamına geldiği bir toplum-sal düzende, tıp nadiren servet getiri-yordu. Bir operasyon için 400 altınalan Galenos gibi bazı hekimlerse astronomik paralar kazanıyorlardı.Ancak bunlar ender rastlanan durumlardı.

Ephesos'daki doktorların tıp yarışmaları düzenledikleri bilinmektedir.Bu yolla üyelerin ilgisi korunur ve görevleri düzenlenirdi. Doktorlar üz-erindeki 'yoğun baskı' gözönüne alındığında bu tür destekler daha da önemkazanıyordu. Hippokrates'in Corpus'unun birkaç bölümünde uygulamayayönelik bazı öneriler bulunmaktadır. Buna göre bir doktor şöyle olmalıydı:Sağlıklı görünmeli, doğanın izin verdiğince gürbüz olmalı; çünkü genelkanı odur ki, kendi vücuduna iyi bakmayan, başkalarına da bakamaz. Temizolmalı, iyi görünmeli, hoş kokulu merhemler sürünmelidir... Görünüşü ciddiolmalı ama sert olmamalıdır; sertlik kibir ve kabalık olarak algılanır. Kon-trolsüz gülen ve aşırı neşeli olan kişi ise bayağı bulunur, bayağılıktankaçınılmalıdır (The Physician; Jones ve Withington çevirisinden).

59

Page 61: BERGAMA BELLETEN - 18

Hasta ile ilişkisinde hekimin üzerinde büyük bir baskı vardı: 'Hekim ilehasta arasında çok yakın bir ilişki vardır. Hasta kendisini hekimin ellerinebırakır; hekim her an kadınlar, kızlar ve değerli eşyalar ile karşılaşır. Bütünbunlar karşısında özkontrolünü yitirmemelidir.' Bu konuya Hippokrates'inYemin'inde de değinilir: 'Hangi eve girersem hastalara yardım etmek içingireceğim ve her türlü yanlış tutumdan ve zarar vermekten kaçınacağım,özellikle de köle ya da özgür kadın ve erkeklerin vücudunu kötüye kullan-maktan.' (The Physician; Jones ve Withington çevirisinden).

Galenos'a göre bir hekim felsefenin üç dalında bilgili olmalıydı: Mantık,yani nasıl düşünüleceğinin bilimi, fizik yani 'doğa' bilimi, etik, yani neyapılacağının bilimi." Aynı zamanda, öncülerinin ortaya koyduklarını an-layıp sindirecek ve kendi araştırmalarını yürütecek enerji ve gücü olmalıydı.Bunların yanısıra özkontrol, paraya düşkün olmama ve gösterişli yaşamdanuzak durma gibi özellikler de gerekiyordu. Bütün bu profes-yonel ve ahlakistandartlara erişebilme arzusunun bir sonucu olarak, günümüze ulaşan çoğuyazıtta doktorlar yüce, ağırbaşlı, kibar ve bilimsel görünümlü, sakallı, ortaya da ileri yaşta insanlar olarak betimlenmişlerdir.

Zenginlere bağlı olan doktorlar, onların emrindeydiler ve sabit bir ücretbelirlenmemiş olduğundan, onların aklına estiğince para kazanıyor-lardı. Buna bağlı olarak, tedavi başarısız ya da zarar verici olduğunda yasalbir tazminat söz konusu olmuyordu. Doktorun ünü, başarısını da belirliy-ordu. Küçük bir şehirde, dikkate değer bir başarı çok çabuk duyuluyorduancak doktor hataları da aynı hızda yayılıyordu. İkinci durumda, kamununyaptırım gücü doktoru işinden edebiliyordu. Galenos, zengin bir kentlininkarısının kısırlığını tedavi etmeyi üstüne alan genç ve çok ünlü bir Berga-malı doktorun öyküsünü anlatır. Ödül epey yüksektir -tedavi başarılı olursayüksek miktarda para alacaktır- ama bu, birçok tıp yazarının cesaret ede-meyeceği riskli bir iştir. Belirsiz bir durumdan kaçınmak, rezalet ile felaketigöze almaktan iyidir. Bu olayda kadında ağır bir mide bozukluğu gelişir vedoktor ödülü kaybettiği gibi onursuz bir halde Bergama'yı terk etmekzorunda kalır. Ancak kötü şöhreti de onu izler ve gittiği her yerde teşhiredilir, tıbbın diğer alanlarındaki uzmanlığına rağmen ondan uzak durulur.Resmi bir kontrol düzeni olmayan bu sistemde tıbbi tedavilerin düzenlen-mesi için bir standardizasyon mekanizması oluşturulmuştu, ancak bu sis-temin de tam olarak çalıştığı söylenemez. Alt sosyal tabakalarda bu sistemin

60

Page 62: BERGAMA BELLETEN - 18

ne derece geçerli olduğunu söylemek çok zordur, çünkü elimizde bu konudaçok fazla yazılı belge yoktur. Ancak büyük olasılıkla yoksul kesimlerde te-davi kalitesi daha düşüktür.

Tedavi uygulanan mekân da sosyal duruma göre değişiyordu. Zengin-lerin tedavisi, evlerine giden hekim tarafından yapılıyordu. 'Halk' hekim-lerinin de aralarında bulunduğu bazı doktorlar, kentlerdeki kendi özelyerlerinde hizmet ediyorlardı. Bu yerler bazan kendi evlerine dâhil oda yada odalar oluyordu. Cerrahi girişimlerse kiralanan ya da sivil kurumlarcagösterilen yerlerde uygulanıyordu. Ayrıca, tabernae medicae adı verilen,sokaklarda yer alan küçük dükkânlar da vardı. Bunlar, tüccar ve esnafdükkânlarına benziyordu. Askerler, kalelerde bulunan askeri hastanelerdetedavi ediliyorlardı. Sivil hastaneler henüz tam olarak ortaya çıkmamıştı.Yine de birkaç yazılı kaynaktan bunların da varolduğu yolunda kesin ol-mayan bilgiler alıyoruz." Askeri hastaneler, geniş, yoğun, en önemli vedeğerli erkek topluluğunun sağlığını garanti altına alıyordu. Her ne kadaraynı düzeyde olmasa da benzer bir uygulama Roma Cumhuriyet Dönemisonlarında geniş toprak (latifun-dia) sahiplerinin serveti ve büyük bir işgücüolan kölelerin bakımı için de düzenlenmişti. Tıbbi bakım masrafından kaç-mak için bazı insafsız köle sahipleri, hasta kölelerini tedavi tapınaklarında,özellikle de Roma dışında Tiber Adası'ndaki Esculapius Tapınağı'ndaterkediyorlardı.

Zenginlerin kendi evlerinde özel doktorların çalışabileceği küçükklinikler oluşturdukları da oluyordu. Buralarda genellikle askeri hastanedeneyimi olan doktorlar çalışıyordu.

Preantiseptik çağda hastanelerin görev alanı karışıktı ve bunların serbestsivil halkın sağlık gereksinimlerine tam yanıt veremediği söylenebilir.Kazılarda ortaya çıkarılan yapıların zemin katlan genellikte orijinal halleriniyansıtmaktan çok uzaktır. Bu nedenle çok az sayıda ameliyathane ya dakonsültasyon odası ortaya çıkarılabilmiştir. Bir ameliyathaneyi, mimaridüzeninden çok iç donanımı ortaya çıkarmaktadır. Bu tür iç donanıma aittıbbı yazılar ve aletler ise çok nadir bulunabilmektedir. Papirüs ya da başkayok olabilir maddeler üzerine yazılan antik yapıtlar, ancak sürekli kullanım,koruma ve kopyalama sayesinde uzun ömürlü olabilirler.

61

Page 63: BERGAMA BELLETEN - 18

GALENOS’U ETKİLİYEN ÜNLÜ HEKİMLER

Diokles, Empedokles, Hippokrates ve kendisinden önce gelen diğerhekimlerin kurallarını ince ayrıntılarına dek incelemiş ve yeniden sente-zleyip düzenleyerek, fizyoloji, farmakoloji ve beslenme alanlarında çığıraçmıştır. Diokles, M.Ö. 4. yüzyılda Atina'da yerleşmiş ve oradayaşamıştır. Yazdığı botanik kitabı Rhizotomika, bitkilerin insanvücu¬duna etkileri ile birlikte sıralandıkları ilk kitaptır ve bu düzenyüzyıllar boyunca aynen korunmuştur. Onun çalışmaları hakkındaki bil-ginin çoğunu, Plinius ve Galenos'un yazılarından alıyoruz. Ancakgünümüze ulaşabilen ilginç bir parça da, Makedonya Kralı Antigonos'a(M.Ö. 382-301) yazılmış mektup formundaki bir belgedir. Hastalıklarınnedenleri ve belirtileri ile onlara karşı alınabilecek önlemler hakkındakısa bilgiler içerir. Mektubun amacı, büyük bir olasılıkla kralın desteğinialmaktır, zira kralı göklere çıkartan ve yazarın tıp alanında ne kadar iler-lemiş olduğunu anlatan sözlerle doludur. Diokles'in incelemesi, vücudunçeşitli bölgeleriyle uyumlu dört ana bölümden oluşmaktadır: Baş, göğüs,barsaklar ve mesane. Bu ilginç bölümleme, genellikle en çok hastalananvücut bölgelerini yansıtmaktadır. Ancak kalıcı ve büyük etkisinin olduğualanlar, biyoloji ve karşılaştırmalı anatomidir. Aristoteles’in zoolojiye il-gisi Diokles tarafından da paylaşılıyordu. Çok sayıda hayvan disseksi-

62

Page 64: BERGAMA BELLETEN - 18

yonunu birlikte yaptılar. Diokles, tamamen anatomiye ayrılmış ilk kitabıyazdı. Arterler ve venler arasındaki farkı ilk anlayan kişi de odur. Aris-toteles bazı iç organların ayrıntılı tanımlamalarını yapmıştır, ancak insananatomisi ve fizyolojisi hakkındaki araştırmaları çok ileri gitmemiştir.Bunun yerine, bu alanlarda felsefi görüşleri yoluyla etkili olmuştur. Pla-ton, bedenle ölümsüz ruhun ayrımını ondan önce yapmıştı. Aristoteles deölümsüz olduğunu kabul etmemesine karşın, ruhun daha öncelikliolduğunu, bedeninse ona hizmet etme rolünün varlığını tekrarlamıştır.Platon ve Aristoteles'in öğretileri yaygın olarak kabul gördüğünde, insanbedeninin kutsallığı inanışı da zayıfladı, -ruhsuz beden, boş bir kabuktur-ve buna bağlı olarak beden yapısının aktif incelenmesinin yani disseksi-yonun önündeki engel kalktı.

Hellenistik dönemin tıp alanındaki iki önemli bilim adamı Herophilosile Erasistratos'tu. Herophilos, tıbbı Kos Adası'ndaki büyük tıp bilginiPraksagoras'tan öğrendi. M.Ö. 3. yüzyılın erken dönemlerindeİskenderiye'ye gitti ve orada en az on bir bilimsel inceleme yazdı. Ancakbunların hiçbiri ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır. Daha sonrakiyazarlardan, özellikle de Galenos'tan öğrendiğimize göre, Herophilos,yalnızca büyük bir tıp bilgini değil, aynı zamanda da iyi bir hekim ve cer-rahtı ve çok önemli makalelerini yazmasında en büyük rolü, mantık vedeneyimi eşit oranda değerli bulması oynamıştır. Kuramlar gerekliydiama, pratik uygulama ve deneyimlerle şekillendirilmeli veya onlara bağlıolmalıydılar. Başarısındaki diğer belirleyici faktör, bu düşüncelerini uygu-layabilecek özgürlüğe sahip olmasıydı. Ptolemaios'un İskenderiyesi'ndebu, insan kadavralarının disseksiyon için kısıtlama olmaksızın kullan-abilmesi anlamına geliyordu.

Herophilos, mantıklı düşünce yöntemini doğrudan araştırmalarauyarlayarak çok önemli anatomik keşifler yapmıştır. Özellikle göz,karaciğer, beyin, genital organlar, damarlar ve sinir sistemi üzerine kaydadeğer araştırmaları vardır. Onları pneuma'nın kanalları olarak görmeklebirlikte, duyusal ve motor sinirleri ayrı ayrı tanımlamış, beynin dördüncüventrikülünden çıktıklarını ve omurilik boyunca gittiklerini farketmiş,beyni zekanın merkezi olarak kabul etmiş ve aynı zamanda sinirsisteminin de merkezi olduğunu söylemiştir. Fallop tüpleri ile yumurtalık-ları keşfetmiş, bunları erkekleki testislerle yapısal ve işlevsel olarak

63

Page 65: BERGAMA BELLETEN - 18

karşılaştırmıştır. Öğretmeni Praksagoras'ın görüşlerini geliştirerek ortayakoyduğu nabız üzerine çalışlması, temel ilkelerde hatalı olsa da, nabzıtanı amacıyla kullanıma sokmuştur. Galenos'a göre Herophilos, anatomikçalışmalarının sonuçlarını geniş deney ve diyet önerileri ile bir araya ge-tirerek sağlığın hizmetine sunmuştur.

Hellenistik Dönem'in iki büyük tıp yazarından biri de, Herophilos'undaha genç bir çağdaşı olan Keoslu Erasistratos'tur. Herophilos'un Galenostarafından insan anatomisinin öncüsü olarak adlandırılması gibi,Erasistratos da fizyolojinin babası olarak tanınmıştır. Bir doktorun oğluolan Erasistratos, bir Yunan adası olan Kos'u terkederek Aristoteles'in Ati-na'daki Peripatetik Okulu'na gelmiş ve orada tıp öğrenmiştir.İskenderiye'ye git¬meden önce Kos'a gittiği sanılmaktadır. Yazılarındanhiçbiri günümüze kadar ulaşmamıştır, ancak kuramları ve başarılarıHerophilos'unkilerden daha iyi bilinmektedir, çünkü Galenos,Erasistratos'un fizyoloji öğretisine şiddetle karşı çıkmış ve onu çürütmekiçin büyük çaba harcamıştır. Erasistratos, Herophilos'un sinir sistemi çalış-malarına devam etmiş, insan beyninin daha ayrıntılı tanımlamasını yap-mış ve beyni beyincikten ayırmıştır. Canlı beyinlerle yaptığı çalışmalarsonucunda, beynin dış zarı olan dura mater'in hasar görmesinin, motorsinir işlevlerini bozacağını söylemiştir. İnsan beynini bazı hayvanlarınbeyinleriyle karşılaştırmış ve insanın üstün zekasının yalnızca beynininbüyük oluşundan değil, aynı zamanda yüzeyindeki belirgin kıvrımlardanda kaynaklandığını söylemiştir.

Vücut sıvılarının hareketlerinin açıklanmasında açık ya da gizli bazıgüçleri savunan önceki görüşlere karşı çıkan Erasistratos, Stratos'undoğanın boşluklarının doldurulması eğilimi anlamına gelen horror vacuikuramını desteklemiştir. Pneuma görüşüne bağlı kalmış ve arterleri yal-nızca pneuma'nın damarları olarak görmüştür. Bu nedenle, arterlerdenkanın aktığına ilişkin gözlemin bir yanılgı olduğunu söylemiştir. Pneumaarterlerden görünmeden dışarı akmakla ve arterlere komşu venlerdekikan, horror vacui kuralına uyarak damar duvarından arterlere geçmekte-dir. İki tip pneuma tanımlamıştır: Havadan akciğer yoluyla alınıp, vücudadağıtım için kalbin sol ventrikülüne giden ve yaşamı destekleyen vitalpneuma ve beyinde yerleşmiş olup, sinirler yoluyla dağılan psişikpneuma.

64

Page 66: BERGAMA BELLETEN - 18

Erasistratos, kalbi, kanın dağıtıcısı olarak doğru tanımlamakla,William Harvey'in kan dolaşımı keşfine en çok yaklaşan kişi olmuştur.Onun dolaşım sisteminde kan, sağ ventriküle emilmekte ve oradan ak-ciğerler yoluyla venlere geçmektedir. Ancak pneuma kuramına inanışı,sol ventrikül, aort ve arterlerin pneuma'nın dağılımı için kullanıldığı şek-linde yorumları da zorunlu olarak beraberinde getirmiştir. Çalışmalarında,biküspid, triküspid ve semilunar kapakçıkların hareketinden hiç bahset-memiştir, ancak büyük damarların yollarını oldukça iyi tanımlamıştır.Hatta her organa ve barsakların bir kısmına giden ve ven, arter ve sinir-lerden oluşan üçlü ağ sistemini tanımlamış, bu üçlü ağın sayısız uç nok-tasının dokuları birbirine bağladığını söylemiştir.

Herophilos ve Erasistratos'un çalışmaları, önemli sonuçları olan büyükadımlardı. Buna dayanarak onların açtıkları yolda başka araştırmacılarınönemli buluşlar yapmaya devam etmeleri beklenirdi. Ancak, o zamandansonra İskenderiye'de tıp araştırmaları hızını yitirdi. Nedeni kesin olarakbelli değilse de, birçok etkene bağlı olması muhtemeldir. Sıklıkla olduğugibi, hızlı bir gelişme ve ilerleme dönemini, pekişme dönemi izledi; mev-cut bilgiler şekillendirilip yeni görüş ve bilgilere dönüştürüldü. Yeni ve-rilerin yorumu üzerine birçok farklı görüş ortaya çıktı ve tıpkuramıhakkındaki tartışmalar, uygulamalı araştırmaların yerini aldı.Yunan antidisseksiyon kulisleri de tekrar ön plana çıktılar. İlk Ptolemaioskralları, tıp araştırmacılarını, bu eleştirilerden korumakla kalmamış onlarıbu yönde cesaretlendirmişlerdi de. Ancak daha sonra gelen ve politik açı-dan güçsüz krallar, disseksiyon konusunda tartışmalara girmekten şiddetlekaçındılar. Belirleyici bir faktör de, büyük olasılıkla, Celsus'un dissek-siyonla bir arada anlattığı, İskenderiye'de yapılan etkileyici bir insanviviseksiyonudur. Eğer bu iki uygulama arasındaki ayrım belirgin olarakortaya konmadıysa, viviseksiyona karşı gelişen düşmanlık disseksiyonunda ölümüne yol açmış olabilir:

Ağrılar ve çeşitli hastalıklar, daha çok vücudun iç bölümlerinde ortayaçıktığındandır ki, ne olduğu bilinmeyen organlara yönelik tedavi düzen-lenemeyeceği kabul edilmektedir. Bu nedenle, ölülerin vücutlarını açmakve iç organlarla barsakları incelemek gereklidir. Herophilos veErasistratos, canlı bir insanı açtıklarında bu uygulamayı en uç noktasınagötürmüş oldular. Canlı iken kesilmiş bu insanlar, kralın emriyle hapis-

65

Page 67: BERGAMA BELLETEN - 18

haneden getirilmiş suçlulardı ve henüz nefes alırken doğanın gizlediği or-ganlarını gözlemek mümkün olmuştu. Bu, birçok insanın savunduğu gibi,suçluların idamının zalim bir yolu değildir, bu sayede ileride birçok suç-suz insanı kurtaracak tedbirler bulabiliriz (De Medicina Prooemium, 23-6; W.G. Spencer çevirisinden).

Erasistratos, başarılı bir cerrahtı. Yaptığı operasyonlar arasında, karnınaçılarak karaciğerin tedavi edilmesi ve idrar zorluğunun (yavaş ve ağrılıidrar yapma) tedavisi için kateterizasyon uygulaması da vardı. Onu,başkaları da izledi. Bir diğer cerrah Ammonius, mesane taşının kırılmasıiçin bir yöntem geliştirmişti.

66

Galenos ve öğrencileri. 1586 yılında Venedik’te yayınlananGalen’e ait bir kitabın kapağı.

Page 68: BERGAMA BELLETEN - 18

GALENOS’UN HAYATIGalenos, M.S. 129'da, Küçük Asya'daki büyük kültür merkezlerinden

biri ve Roma İmparatorluğunun en zengin bölgesi olan Bergama'da doğ-muştu. Bir mimar olan babası Nikon, Bergama'nın üst kesiminden geli-yordu. Galenos, varlıklı ailesinin ona sağladığı ayrıcalıkların bütünavantajını kullandı. İlk çalışmaları Yunan dili, retorik ve felsefe hakkın-daydı ve bunlarla Aristoteles'in eserleri üzerine otorite oldu. Onaltı yaşın-dayken tıp öğrenmeye başladı. Önce Bergama'da seçkin bir hekim olanSatyros ile çalıştı. Sonra, Smyrna (İzmir'de) anatomi öğrendi. Daha sonraKorint'e ve önde gelen tıp merkezlerinden biri ve övgüyle sözettiği okulunbulunduğu yer olan İskenderiye'ye gitti. Çok hevesli bir öğrenciydi veçalıştığı hekimlerin yanında kendisini asla ezilmiş hissetmedi.İskenderiye'de Doktor Lycus ve Julian hakkında ağır eleştiriler kalemealdı. On iki yıl sûren bu uzun tıp eğitimi alışılmış bir durum değildi veonu tüm Ege ve Romalı hekimlerden ayrı bir konuma getirdi.

Yirmi sekiz yaşında Bergama'ya dönen Galenos, Asya'nın başrahibitarafından bir gladyatör okuluna cerrah olarak atandı. Bu görevin akrabakayırma sayesinde kazanıldığı ileri sürülmüştür. Ancak Galenos'unanatomi bilgi ve deneyimini genişletecek şekilde çok sayıda yara görmüş,operasyon yapmış, diyet ve egzersizde uzmanlaşmıştır. M.S. 162'de Ro-ma'ya gittiğinde, çoktan ünlü bir filozof hekim olmuştu ve başkenttekaldığı sürede hem iyi bir pratisyen, hem de mükemmel bir tıp bilginiolarak ününü sağlamlaştırdı ve artırdı. Filozof Ödemus'un, birçok başkadoktor tarafından ümitsiz bulunan ateşli bir hastalıktan kurtulup düzele-ceğini bildi. Ayrca Flavius Boethus'un karısını hiçbir tedavi iyileştire-mezken, o tedavi etti. Bir konsül olarak imparator üzerinde etkisi olanBoethus, Galenos'un dostu ve desteği oldu. Galenos kitaplarındanbazılarını ona adamıştır. Böylece Galenos yeteneği ve ilişkileri sayesindeRoma toplumunun en üst tabakasına yükselmiştir. Ancak kendisindendaha az yeterli bulduğu meslektaşlarının aleyhinde konuşmaktan kaçın-madığından, tıp çevrelerinde kısa sürede ününü yitirdi, Söz konusuhekimlerden bazıları önemli görevlere gelmiş etkili kişilerdi ve Galenos,imparator tarafından himaye edilmesine karşın çok düşman kazanmıştı.M.S. 166'da Bergama'ya dönmek üzere acil olarak Roma'dan ayrıldığındayalnızca veba salgınından kurtulmakla kalmamış, yitirdiği itibarını da

67

Page 69: BERGAMA BELLETEN - 18

kurtarmıştı. Ancak üç yıl sonra, Marcus Aurclius ve Lucius Verus'un özelçağrıları sonucunda Roma'ya döndü ve saray hekimi oldu.

En değerli eserlerini bu dönemde üretmiştir. Hem tıp hem de felsefealanlarında çok verimli olan Galenos'un yazdığı eserlerden günümüzekadar gelebilen yirmi bir cilt, bütün yazdıklarının üçte biridir ve yalnızcabunlar, Hipokrates'in Corpus'unun iki katı uzunluktadır.

Galenos'un eserlerinin felsefi yönü Aristoteles ve Platon'un izleriniyoğun olarak taşısa da çok kuvvetlidir. Eğer Hipokrates'in tıbbı felsefedenayırdığını söylemek doğru ise, Galenos'un da onları tekrar birleştirdiğisöylenebilir. Galenos'un çok sayıda eser üretmiş olması ve bunların sadecebir kısmının günümüze ulaşabilmesi, elimize geçmeyen birçok başkayazarın eserleriyle bunları anlamlı şekilde karşılaştırabilme şansımızıazaltmıştır. Bu yazarlardan biri de Galenos'un çağdaşı olan Ephesoslu Ru-fustur. Rufus'un eserlerinin ancak bir kısmı günümüze ulaşabilmiştir,Ancak, mükemmel bir hekim ve anatomide otorite olduğu anlaşılabilmek-tedir. Gözün bölümleri için geliştirdiği terminoloji günümüzde hâlâ kul-lanılmaktadır.

Galenos, 'antik tıbbın' esaslarını daha önce kimsenin başaramadığı şek-ilde mükemmelleştirdiğini iddia ediyordu." Gerçekten de Galenos'unyazılı çalışmalarının büyük bir kısmını kendisinden önceki eserlerin, özel-likle de Hipokrates'in yazılarının yorumu oluşturuyordu. Aslında çalış-malarına kalıcı bir önem yükleyen temel başarısı, tıbba bir düzenlemegetirmesiydi. Onun, tıbbın bütününü kavrama ve doğruları biraraya ge-tirerek sentez yapma yeteneği vardı. Galenos, uzmanlaşmaya giden yoluaçan bir sistem geliştirmiş ve tıbbı karşıt ekollerin tartışma alanı olmaktankurtarmıştı ki bu, kendi deyişiyle 'düzelmesi bir uyuzdan daha güç olan'bir bozukluktur."

Galenos, tıp için mantığa dayalı bir sistemin gerekliliğini savunurken,aynı zamanda, hastaları birey olarak iyileştirmenin değerini de artırmıştır.Saygı duyduğu eski tıp otoritelerinin hiçbirini gözü kapalı benimsememiş,daima kendi araştırmalarına uygun olarak onların vardığı sonuçları düzelt-miş, yenilemiş ve değerlendirmiştir. Tıbba en önemli katkısı, uzun eğilimisüresince yoğunlaşmış olduğu anatomi ve fizyoloji alanlarında olmuştur.Başarısının anahtarları keskin bir zekâ ve disseksiyona dayalı akut

68

Page 70: BERGAMA BELLETEN - 18

gözlemleridir. İnsan disseksiyonu yapmış olduğuna dair kesin bilgi yoksada şans eseri eline geçen insan kadavraları ile çalıştığını düşündürecekipuçları bırakmıştır. Normal olarak yazdıkları, 'insana yakın' bulduğu hay-van türleri olan maymunlar, köpekler ve domuzlarda yaptığı çalış-malarıdır. Örneğin mide ve rahimden bahsederken şöyle der: “Öyleysebunları, öncelikle ele almaktan ve işlevleri açık olanlarda disseksiyonsuzgözlem yapmak, İşlevleri daha belirsiz olanlarda ise insana yakın hay-vanlara disseksiyon yapmaktan bizi alıkoyan nedir? Sorularımızın yanıt-larını insana benzemeyen hayvanlar veremeyecektir, ayrıca her türdegörülen ve yalnızca bize özgü olan özellikleri öğrenecek ve hastalıklarıntanı ve tedavilerinde daha bilgili olacağız” (On the Natu¬ral FacultiesIII,146-7; A.J. Brock çevirisinden).

Galenos, kanın doku beslenmesindeki rolünü çok iyi anlamıştı.Dolaşım sistemini anlayamamış olmasına karşın, arterlerin ve venlerinhava (pneuma) değil kan damarları olduğunu gösteren ilk kişidir. Nörolojiaçısından en önemli keşfi, nervus laringeus recurrens'i (gırtlağın sesçıkarma ve konuşma ile ilgili siniri) bulmasıdır. Dört yüzyıl önce, Her-philos ve Erasistratos'un araştırmaları, vücudu beynin yönettiğini ortayakoymuş olsa da, Aristoteles'in bu görevi kalbe yüklediği kuramını izleyençok sayıda hekim vardı ve bunlar, sesin göğüsten geldiği inanışına daya-narak bu savı destekliyorlardı. N. laringeus recurrens'i omuriliktengöğüse, oradan da larinkse kadar izleyerek, gırtlak kıkırdaklarının hareke-tini kontrol ettiğini gösteren Galenos, böylece konuşmayı yöneten organında beyin olduğunu kanıtlayarak bu tartışmaya son vermiştir. Öğretmen-lerinden biri olan Pelops'un araştırmasını geliştirerek solunumun anlaşıl-masını sağlamıştır. Pelops, diyafragmanın işlevini tanımlamış, Galenosda buna interkostal kaslarınharekelini eklemiştir.

Her iki keşif, Galenos'un çokbaşarılı olduğu halk gösterileriylekanıtlanmıştır. Canlı hayvanlardalarinksin reküren sinirini kanıt-layan Galenos, sesi beynin kontrolettiğini açık ve dramatik bir şe-kilde göstermiştir. Diğer hayvan

69

Page 71: BERGAMA BELLETEN - 18

viviseksiyonları arasında sindirimi gösterdiği bir seans da vardı. Birçokkez halen yaşamakta olan bir hayvanın peritonunu kestim ve her seferindetüm barsakların peristaltik olarak kasıldığını gözledim. Midenin durumudaha basitti; gıda yutulduğunda mide bunu yukarıda ve aşağıda, kısacaher noktada sıkıca kavrar ve yuvarlaklaşıp gıda ile birleşmişçesinehareketsiz kalır. Aynı anda pilor tamamen kapalıdır, tıpkı fetus üzerinekapanmış os uteri gibi. Sindirimin bitmiş olduğu olgularda ise piloraçılmıştır ve mide, barsaklardaki ne benzer hareketler yapmaktadır (Onthe Natural Faculties III, 157; A.J.Brock çevirisinden).

Bu tip gösteriler yalnızca tıpotoriteleri, pratisyenler ve öğren-ciler tarafından değil, filozoflar,gimnasyum çalıştırıcıları vekonuya ilgi duyanlar tarafındanda izleniyordu. Bu yüzdenGalenos, başkalarını eleştirdiğişekilde sansasyonel olmaklasuçlanıyordu. Sonuçta, kendinikorumak için M.S. 163'te halkaaçık disseksiyonlarına son verdi. Belki de, disseksiyonları mükemmeloldukları için rahipler tarafından itibar görmüyordu. Galenos'un hemengin bilgisi, hem de baskın kişiliği nedeniyle birçok karşıtı vardı. Sivridilinden çok az kişi kurutabiliyordu. Çalışmalarını genel olarak övdüğüaz sayıdaki öncüsü bile ona karşı çıkmaya cesaret edebilenler ya da görüş-leri onunkilerden farklılık gösterenlerle birlikte ağır saldırılardan paylarınıalıyorlardı.

Asklepiades, sindirilmiş gıdanın niteliğinin geğirtide, kusulan içerikte,disseksîyonda anlaşılmayacağını söylemekle saçmalamıştır. Erasistratosdaha da aptalca ve saçma düşünmektedir, çünkü eskilerin sindirimi kay-nama işlemine benzetmekle neyi kastettiklerini anlayamamıştır, ya da kas-ten bilgilerle kafasını karıştırmaktadır. Ona kalırsa, sindirimin kaynamasüreci ile ilişkisi olamaz, çok az ısı üretir. Sanki biz besinleri sindire-bilmesi için midenin altına Etna Yanardağı'nın alevlerini koymak gerek-tiğini söylüyoruz (On the Natural Faculties III, 166; A.J.Brockçevirisinden).

70

Page 72: BERGAMA BELLETEN - 18

Ege biliminin ilk zamanların-dan başlayarak tartışmaları aydın-latma ve kuvvetlendirme aracıolarak analojinin esasları yaygınolarak geçerli olmuştur. Galenosbuna özellikle önem veriyor vebüyük başarıyla uyguluyordu.

Aynı zamanda, dikkatli birmantıkçıydı ve bu özelliği, iknaedici retorik yeteneği ile birlikteonu mükemmel bir tıp öğretmeniyapıyordu. Kendi kuram vearaştırmalarını sunduğu kitapların

dışında, özel bir konu üzerine, varolan bilgileri toplayıp değerlendirdiğikitapları da vardı. Anatomik İşlemler ve İyileştirme Yöntemleri Üzerine(On Anatomical Procedures and On the Method of Healing) kitabı bunlarabir örnektir. Bu kitaplar, çalışan hekimler için, Yeni Başlayanlar İçinNabız (On Pulses for Beginners) gibi bazı kitapları da tıp öğrencileri için'ders kitabı' olma özelliği taşımaktaydılar.

Galenos, birkaç kitabında flebotomi -kan alma- yöntemi ile ilgilimetinler yazmasına, cerrah ve anatomist olarak deneyimlerine karşın,niyetlenmiş olsa da başlı başına cerrahi üzerine bir kitap yazmamıştır.Aslında, birçok kitabında yapmış olduğu çok çeşitli cerrahi girişimlerhakkında yeterli bilgi vardır. Bu operasyonların çoğunu, Bergama'dagladyatörlerin hekimi iken yapmıştır. Yine de, özellikle dört vücut sıvısıkuramına dayalı Galenos tıbbında elektif (zorunlu olmayan) cerrahi gir-işimler kolay kolay göze alınamamıştır.

Vücut sıvılarının oluşumu konusuna, Hippokrates, Aristoteles, Prak-sagoras, Philotimos ve başka eski tıp yazarlarının söylemiş olduklarındandaha fazlasının eklenebileceğini sanmıyorum. Bu adamlar, eğer besinler,damarlar içinde uygun miktarlarda bulunuyorlarsa, iç ısı ile kanadönüştüklerini, eğer oranları uygun değilse diğer sıvıları oluşturduklarınıgöstermişlerdir. Bütün gözlemler de bunu doğrulamaktadır. Doğal yapılarıgereği daha sıcak olan gıdalar safrayı yaparlarken, daha soğuk olanlardanbalgam oluşur. Benzer şekilde, yaşamın dönemlerinden doğal olarak sıcak

71

Page 73: BERGAMA BELLETEN - 18

olanlar safraya, soğuk olanlar balgama eğilimlidirler. Meslekler, yerler,mevsimler, hepsinin de üstünde doğanın kendisi soğuksa balgam, sıcaksasaframsıdır. Yine soğuk hastalıklar balgamdan, sıcaklar sarı safradan kay-naklanırlar. Bu saptamaya uymayacak tek bir şey bile bulunmaz. Başkatürlü nasıl olabilir ki? Her kısım, dört sıvının bileşimi gerçeği nedeniylekendine özgü tarzda işlemektedir; bu bilgimize dayanarak şunu söyleye-biliriz ki; sıvılardaki herhangi bir bozuklukta o işlev tamamen bozulur yada aksar ve hayvanın ya belli organları ya da tamamı hastalanır (On theNatural Faculties II, 117-18; A.J. Brock).

Sıvılardaki dengesizliği diyet, ilaçlar ve kan alma yollarıyla düzelterekye¬niden sağlığa kavuşulabilirdi. Bu nedenle ciddi operasyonlar en sonçare olarak akla gelmeliydi. Erasistratos tarafından yüzyıllar önce red-dedilmiş olan Hipokrates'in sıvılar kuramına bu dönüş, Galenos'un kendikeşifleri ve araştırmaları, özellikle de fizyoloji alanındakiler açısındanbazı uygunsuzluklar yaratmıştır. Yine de Galenos bu kuramdanvazgeçmedi ve kendi tıp sisteminin temel taşlarından biri olarak gördü.Galenos, kendisine duyduğu aşırı saygıyı Hipokrates'e de bahşediyordu.Galenos'un tıbbı, 11. yüzyıldan 17. yüzyıla dek Avrupa tıbbının yönünüve şeklini büyük oranda belirledi.

Galenos, tahminen M.S. 210'da öldü. V. Nutton, Clio Medica adlıeserinde ölüm tarihini bilinenlerin aksine 200 değil büyük bir olasılıkla210 olduğunu ileri sürer. Zengin ve başarılı bir hekim olduğu haldeanısına yapılmış tek bir heykel bile olmaması şaşırtıcıdır. Alışılagelmişolduğu üzere varlıklı insanlar tarafından onun için yazılmış övgü kita-beleri de Bergama'da ya da başka bir yerde bulunmamaktadır. Bu durumiçin birçok açıklama yapılabilir, bir gün bu tür bir buluntunun ortayaçıkarılması da olasıdır.

72

Page 74: BERGAMA BELLETEN - 18

BERGAMALI LOKMAN HEKİM

GALENOSBatı dünyasında "Galenos" veya 'Galien", İslam âleminde ise "Cali-

nus" veya "Calinos" olarak tanınan, kimi gezginlerin Bergama izlenim-lerinde “eflatun bilge” diye lakapla andığı Bergama ve dünya tarihinin enünlü hekimlerinden biridir Cladius Galenos. Galenos’un adı önceleri ilkve ön adı Cladius yani okunuşu ile Klod idi. Sonradan babası Galinosadını kullanmayı yeğlemiştir. Nikon, oğlunun adını ‘yumuşak başlı, uysal,tatlı, sevimli’ anlamına gelen Galenos koyarken annesine benzemesini is-tememiştir. Annesi hırçın bir kadındır, bütün gün bağırır, birlikte yaşadığıkişileri sık sık azarlar, bazen hizmetkâr kızları ısırdığı bile ifade edilir.

GALENOS’UN EĞİTİMİİlk eğitimini mimar olan babasından almıştır. Babası daha çok

geometri ve aritmetik derslerini verirken aynı zamanda mantık ve tıp alan-larında da eğitim görmesi için yönlendirmiştir.

BERGAMA’DA BİR HEKİM YETİŞİYORGalenos M.S. 129 ya da 130 yıllarında Pergamon'da (bugünkü Berga-

ma'da) doğdu. Saygın bir ailenin üyesiydi, babası Nikon tanınmış birmimar olduğu kadar iyi bir eğitimciydi. Pergamon, zengin bir kentti,Öğretim kurumlarının yetkinliği ve Sağlık Tanrısı Asklepios adına yapılantapınakla ünlüydü. Nikon oğlunun felsefe ya da politika eğitimi görmesiniistiyordu. Ama bir söylentiye göre, Galenos babasına, düşünde Askle-pios’u ve kendisini doktor olarak gördüğünü aktardı ve ondan, tıp eğitimialmasına izin vermesini istedi. Galenos’un tıbbı öncelikle dünyevi idi.Ancak bir kez rüyasında Asklepios’un önermesi üzerine elinden kan aldır-mış (Kudlien, XI -314 K) kendini ilahi olarak sağlık mesleğine adamıştır.

73

Page 75: BERGAMA BELLETEN - 18

YÖNTEMLER, BULUŞLARO çağda kuramsal felsefe ile uygulamalı tıp birbirleriyle yakından

ilişkili olduğundan babasının isteği üzerine 146 ya da 147 yıllarındaBergama' da felsefe ve tıp eğitimine başladı.

Asklepion'da tıp okulunda okurken o dönemin önemli kişileriyletanıştı. Birçok hastalığın tedavisini inceledi.

Galenos, Bergama'da 4 yıl kadar okudu. 150’de babasının ölümü üz-erine İzmir'e gitti. Burada, ünlü hekim¬lerden Pelops ve peripatetikdüşünür Albinus'tan dersler aldı.

Albinus, M.S. II. yüzyılda yetişen Eflatuncu bir düşünürdür. Atina'daGaius'un öğrencisi olmuştu. İzmir'de dersler veren Albinus, Eflatunundiyaloglarına yazın ve dil bilgisi bakımından bir "giriş" le, bu düşünürüneserlerindeki düzen ve sıraya dair bir eser ve "Eflatun'un DogmalarınaGiriş" adlı eseri ile ünlüdür. Albinus, bu eserin bir de özetini yazmıştır.Bu eseri yazarken hocası Gaius'un derslerini örnek almıştır. Eserlerindemantık, fizik ve ahlaktan da söz eder.

74

Page 76: BERGAMA BELLETEN - 18

UYGULAMALI EĞİTİM16-17 yaşlarında tıp eğitimine başlayan Galenos bir yandan Smyrna

(İzmir), Korinthos ve İskenderiye'ye geziler yaparak tıp bilgisini arttır-maya çalışıyordu. İşte Galenos, ilk hocalarından aldığı bu derslerdensonra, İskenderiye'ye gitti. Orada Stratonicus ve Aeschrlon'dan da dersleraldı. Anatomi hocası ünlü Heraclianus'tu. Bu arada birçok dil öğrendi.Eserler yazmaya başladı. Batı Anadolu, Filistin, Mısır, İtalya, Korinthos,Makedonya. Girit ve Kıbrıs'ı yaşamı boyunca dolaşan Galenos, 157'degladyatörlerin başhekimi olarak Bergama'ya geri döndü. Bu dönemdeyaraları yakından inceleyip, nasıl tedavi edilebileceğini öğrenme fırsatıbuldu.

BERGAMA YOLU ROMA’YA ÇIKARBabası Nikon zengin bir mimardır, dolayısıyla oğluna oldukça yüklü

eğitim harcaması yaptı. Galenos, 16 yaşında hekim olmaya karar vermiş;değişik kentlerde anatomi ve tıp dersleri alarak 157 yılında bilgili birhekim olarak Bergama'ya dönmüştür. 161 yılında Roma'ya giden Galenos,kısa sürede büyük bir üne kavuşmuş ve saray hekimliğine kadar yük-selmiştir.

Roma imparatoru Marcus Aurellius Antonius'un (161-180) ona hediyeettiği madalyonun üzerine yazdırdığı aşağıdaki cümle, Roma'da elde ettiğiünün derecesini göstermektedir: "Romalıların İmparatoru Antonius'dan,Hekimlerin İmparatoru Galenos'a."

Bergama’da Galenos gladyatörlerin doktorluğuna atandığında 28yaşındaydı. Bu, onun ameliyat tekniklerini uygulayabilmesi için çokelverişli bir konumdu. Burada kazandığı beceri, daha sonraları sayısızameliyatı yönetirken çok işine yaradı. Birkaç yıl sonra imparator MarcusAurelius Commodus'un özel doktorluğuna atandı. Bu saygın konumlar,Galenos'un Roma'nın entellektüel yaşamına katılmasını ve iletken bir or-tamda bilgilerini derinleştirmesini sağladı. Roma, Galenos'un yaşadığıdönemde akademik açıdan olağanüstü olanaklarla dolu bir merkezdi;dolayısıyla Galenos deneylerini yapmak için Roma'yı mekân seçtikendine ve ölümüne yakın bir zamana kadar orada yaşadı.

75

Page 77: BERGAMA BELLETEN - 18

GALENOS ROMA’DAGalenos, Roma'ya gittikten sonra çevresi

genişledi. Tedavi ettiği Aristotelesçi düşünür Eu-demos'un aracılığıyla başkentin ileri gelenleriyletanıştı.

Dönem, Roma'da son Antoninuslar dönemiydi.161 yılında yani Galenos Roma'ya vardığında, ik-tidara Marcus Aurelius ve Lucius Verus birlikte

gelmişlerdi. Aurelius, "tahta çıkan düşünür" olarak anılır. "KendiKendine" adlı eseri stoacı düşüncenin en büyük anıtlarından biri sayılır.

Sekiz yıl sonra Verus ölünce, iktidar tek başına ona kaldı. Roma,savunma savaşları verdiği bir döneme girmiştir. Fırat ve Tuna sınırlarındaşiddetli ve tehlikeli bir baskı vardı. 161-165 arasında dört yıl sürenkaçınılmaz bir doğu seferi başladı. Suriye ve Ermenistan, Romalılartarafından geri alındı. Mezopotamya'ya kadar olan bölge yeniden işgaledildi. Veba ortalığı kasıp kavuruyordu. Bu arada Aurelius rahatsızlandı.Galenos, peynir perhizi ile imparatoru iyileştirince, Aurelius minnetar-lığını belirtmek için, altın zincire bağlı bir madalyonu Galenos'a armağanetti. Yukarıda söylediğimiz gibi üzerinde "Romalıların İmparatoru Aure-lius'tan hekimlerin İmparatoru Galenos'a" yazılıydı.

Saray doktoru olarak atanan Galenos, yalnız imparatoru değil, diğerhekimlerin iyileştiremediği hastaların tedavisini de üstlendi. Bunu vehekimlikteki ba¬şarısını, kitaplarında kibirli ve alaycı bir dille anlatıncameslektaşlarının kıskançlığını uyandırdı.

Roma'da ünlü bilginlerin de katıldığı halka açık dersleri ve diseksiyon(teşrih) seanslarıyla konumunu iyice pekiştirdi, 166 yılında ani bir kararlaRoma'yı terketti. Aquileia'ya gitti. Oradan Bergama'ya geri döndü. Bukonuda birçok görüş ileri sürülmüştür.

Osman Bayatlı'nın arkeolog Dr. A. Deubner'in notlarına dayanarak be-lirttiği¬ne göre Galenos'un Bergama'ya dönmesinin nedeni, tedavisiniolanaksız sandığı ve kitaplarından birinde belirttiği bir yaradan ızdırapçekmesi ve Bergama Asklepion'unda tedavi edilmesidir. Bu konudaki birbaşka görüşe göre ise, Roma'daki veba salgınından kaçmıştır.

76

Page 78: BERGAMA BELLETEN - 18

169 yılında imparatorun çağrısı üzerine Roma'ya yeniden döndü. Eskigörevi olan saray tıp doktorluğunu sürdürmeye devam etti. Bu kezüstlendiği özel görev, tahtın varisi Commodus'un özel hekimliğidir.

İkinci kez gittiği Roma döneminde, boş zamanlarını kitap yazmayaayırdı.

Egeli düşünür Menedot, hakkında iki eser yazdı. Bu, bir tür aleyhteyazılan iki eserdi. Menedot'a pek saygı duymayan Galenos, onun hekim-likte servetle ünden başka bir amaç gözetmediğini ve rakiplerinesövdüğünü kaydeder.

Kimi araştırmacılara göre ölünceye dek bir daha Bergama'ya dön-memiştir. Osman Bayatlı'nın Sofiano'nun fransızca Bergama tarihindenaldığı notlara göre Roma'daki hekimlerin muhalefeti üzerine kentiterkedip Bergama'ya gelmiş ve burada ölmüştür.

Ölümü üzerine söylenen bir anekdota burada yer vermenin zamanıdır.Ölürken yardımcılarına fındık kadar yuvarlak iki şey verir;

"Ben öldükten sonra bunlardan birini örs üstüne koyun. Diğerini desu dolu bir testi içine atın. Bakalım ne göreceksiniz" der.

Ölümünden sonra öğrencileri, dediğini yapar. Örs erir ve yerinde izbırakmadan kaybolur. Testiyi kırarlar. Su, buz olmuştur.

Düşünürler bu olay üzerine şu sonuca varırlar: Galenos, doğasındaakmak olan suyu dondurdum, katı olan demiri erittim. Yok ettim. Fakatölüme çare bulamadım demek istemiştir.

TIP, FELSEFE VE AHLAK EŞGÜDÜMÜBu arada farklı bakış açıları edinmek ve bu sayede en doğru olanı bu-

labilmek için farklı düşünce okullarının felsefelerini öğreniyordu. Herfelsefe sisteminde güçlü ve zayıf yanlar bulduğu için tek bir düşünce yön-temine bağlanmayı reddetti. Galenos'un farklı alanların bilgileriyle yaptığıbirikim ve yaşamı boyunca olgular ve gerçeklere dayalı çıkarımlar yapmaeğilimi, başarısının ve ününün ardında yatan temel etkenlerdir.

77

Page 79: BERGAMA BELLETEN - 18

TIBBIN BİLEŞENLERİFelsefe ve dilbilim Galenos'un yapıtlarının başlıca bileşenleridir ve

onun tıpta kariyer yaparken kullandığı önemli araçlardır. Aslında,Galenos'un 500 dolayındaki yazılı yapıtının büyük çoğunluğu felsefe, tıpve filolojinin alanına giriyordu. Galenos, felsefî bilginin tüm eğitimli in-sanlar, özellikle de tıp adamları için gerekli olduğuna inanıyordu; çünküdüşünsel bilgi mantık, etik ve fizikle ilgili kavrayışları da içeriyordu.

Çoğu öncülü ve çağdaşının aksine Galenos tıp ya da felsefe alanındaherhangi bîr düşünce okuluna girmekten kaçındı. Çünkü "neyin gerçekolduğunu " bulmaya yönelik tükenmez bir uğraş vermek ve başkalarıtarafından ileri sürülen savların hangisinin doğru hangisinin yanlışolduğunun farkına varabilmek", bir felsefe ya da tıp grubuna bağlı olmak-tan çok çok daha önemliydi. Böyle bir bağlılığının olmayışı, Galenos'ukendi düşüncelerini ve fikirlerini geliştirirken öncüllerinin mirasına saygıduymasını, çağdaşlarını da eleştirebilmesini sağladı. Gelgelelim Galenos,çağdaşlarını öyle sık ve sert eştiriyordu ki, giderek kendini beğenmişliğive kavgacılığı öne çıktı.

MANTIK VE GERÇEĞİ ARAYIŞGalenos'un yöntemlerinin ve bakış açılarının merkezinde yer alan

başat özelIik azimle ve sabırla gerçeği arayışıydı. Kendi fikirlerini, dahaönce başkalarınca ileri sürülmüş savları test etmek amacıyla bitki ve hay-vanlar üzerinde (teşrih) kesip biçme deneyleri ve duyulara dayalı gözlem-ler yapardı. Mantığın gerçekleri ortaya çıkarmada önemli bir ayraçolduğuna inanırdı; ancak varsayımları test ederken mantığın çok dikkatlikullanılması gerektiğini, çünkü mantığın kişinin ulaştığı sonuçları çarpıta-bileceğini söylerdi. Hem nedenin hem de gözlemin, gerçeğe ulaşmayayardımcı olma ve ortaya çıkarılan gerçeği doğrulama gibi ikili bir amacahizmet ettiği düşüncesindeydi. Ona göre, keşfetmek için en iyi yöntem,"neden"i, duyularla elde edilen ipuçlarıyla kaynaştırmaktı. Olguyu söy-lentiden ayırmanın önemine ilişkin görüşleri Galenos'un "cahillere vebilim karşıtlarına karşı tükenmez bîr savaş veren, gerçeğe kökten âşık"bir bilim adamı olduğu izlenimini güçlendirmektedir. Galenos, araştır-

78

Page 80: BERGAMA BELLETEN - 18

malarının hatasız sonuçlara ulaşmasını sağlayan kendi yöntemlerinindiğer yöntemlerden çok daha üstün olduğuna inanıyor ve kendi yollarınındışında hiçbir yolu "yeterli" görmüyordu. Galenos'un bir kuramındoğasının ve niteliğinin değerini ölçmek için koyduğu bu katı ölçüt, birbilim adamı olarak düzeyini her zaman korumasını sağladı.

Galenos öncüllerinin bazı fikirlerini benimseyip kullanmasına karşınyeri geldiğinde kabul görmüş kuramlardan uzaklaşmaktan çekinmezdi.Eskilerin otoritesinin, ortaya attıkları savların geçerlilik süresine bağlıolduğuna inanıyordu ve onların teorilerinin yenileriyle değiştirilmesinegereksinim duyulmadığı hallerde bile bu teorilerin aydınlatılması vegeliştirilmesi gerektiğine inanıyordu. Eski bilimi yeniden ele alma vekendi fikirleriyle birleştirme eğilimi, onun, ilerlemenin birikimsel birsüreç olduğu ve bilginin doğrulanması gerektiği yönündeki inancını yan-sıtmaktadır. Örneğin, Galenos geçmişte yanlış yorumlanmış bilimindoğrusunu ortaya çıkarabilmek için Hippokrates'in çalışmalarını dayeniden ele almayı gerekli görüyordu. Yüzyıllardır süregelen yanlış yo-rumlamaların geleneksel kalıbını kırarak çok daha doğru bir bilimin yolunu aralamayı ilke edinmişti.

79

Page 81: BERGAMA BELLETEN - 18

ARAŞTIRMACI YAZAR GALENOS

Galenos, 1500 yıl gibi uzun bir süre bilim dünyasında önemini koru-muş, yapıtları yüzyıllarca başvuru kaynağı olmuştur. Bu ününü, kalemealdığı 500 kadar kitap ve birçok makale, risale (toplam 2,5 milyonsözcüğün üzerinde) yanında, deneysel tıp alanındaki araştırmalarına vehazırladığı ilaç terkiplerine borçludur.

İslam dünyasında Şeyh’üs Seyadile; hekimlerin önderi, eczacılığın ku-rucusu, ilk spor hekimi gibi sanlarla tanınır. Belki en önemlisi bir düşünürolmasıdır. “İyi bir hekim, filozof olmalıdır” diyenlerdendir. İbni Ebi Üsey-bia, onu "etibbai'l kibari'l muallimin" yani tıbbın seçkin öğretmeni diyenite¬lemiştir.

Antik Çağ Ege’sinde insan anatomisi ve fizyolojisi üzerinde çalışarakdeney ve gözlemlerde bulunmuştur. Bir kısmı günümüze kadar ulaşançok sayıda eseri Avrupa dillerine ve Arapça'ya çevrilmiş olmasından ötürüözellikle islam tıp bilginlerini etkilemiştir.

Eğitimini tamamlamak amacıyla Bergama’dan sonra İzmir, Corinthosve İskenderiye'ye giderek buralarda tıp eğitimi gördüğünü söylemiştik.Eğitimi sırasında Aristocu felsefecilerle görüştü. Daha sonra Bergama'yageri döndü. Roma'ya çağrılarak kralın küçük oğluna özel hekim olaraktayin edildi. Bu arada fırsat buldukça boş zamanlarını değerlendirerek tıpve felsefe konularında ders verirken, bu alanlarla ilgili olarak eserleryazdı. Ancak, Roma'da çıkan yangında aralarında Aristo gibi ünlülerin debulunduğu çoğu kişiye ait kitaplarla birlikte kendi eserleri de yandı.

Hayatının sonuna doğru 166 yılında bir veba salgını oldu. İşte budönemde tekrar Bergama'ya dönmüş, birkaç yeni eser daha yazmış ve 210yılında 81 yaşında bu şehirde ölmüştür. Galenos'un kardeşleri yoktur,evlenmediğinden çocukları da bulunmamaktadır.

80

Page 82: BERGAMA BELLETEN - 18

HİPOKRAT’IN EVET DEDİĞİNEGALENOS HAYIR DER

Galenos, anatomi ve fizyoloji alanındaki buluşları, yaptığı ilaç for-mülleri ve bunların sonuçlarını tedavi alanına sokması ile büyük bir ünekavuşmuştu. Hekim, aynı zamanda erdemli

bir filozof olmalıdır diyen Galenos tedaviye, perhiz ve hastayı tanımakile başlar. Önce zayıf

Etkili ilaçları kullanmak ve sonra güçlü ilaçları "zıttı zıtla tedavi" (con-traria contrarüs) veya "benzeri benzerle tedavi" (similia similibus) yön-temine geçmek onun başat ilkesiydi.

Bergama Kralı III. Attalos’un “zehire karşı panzehir” çalışmaları dakent kültürünün belleğinden ona ulaşmış olabilir.

Kendisinden yedi yüzyıl kadar önce yaşamış olan ünlü hekimHipokrat'ın birçok düşünce ve yöntemini kabul eden Galenos, bunlarıgeliştirerek uygulamıştır.

Batı dünyasında egemen olan; "Hippocrate dit oui, mais Gailen ditnon" (Hippokrat'ın evet dediğine Galenos hayır der) deyimi Prof. SüheylÜnver'in yazdığı gibi bu iki büyük hekim arasındaki çelişkiyi göstermez.Bu deyim genellikle hekimler arasındaki düşünce ayrılıklarını belirtmekiçin kullanılmış ve zamanla atasözü haline gelmiştir.

GALENOS VE DENEYSEL TIP Galenos, deneysel çalışmalarını koyun, inek, at, deve ve köpek gibi

evcil hayvanlar ve arena hekimi oluşu nedeniyle de kurt, arslan ve fil gibivahşi hayvanlar üzerinde yapmıştır. Canlı disseksiyon için bilhassa domuzve keçi kullanmıştır. İnsanlar üzerinde disseksiyon çalışmaları yapmamışve hayvanlar üzerindeki çalışmaların sonuçlarını insanlar için de uygungörmüştür.

81

Page 83: BERGAMA BELLETEN - 18

Çukurova Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Dekanı ve Tıp FakültesiDeontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. İlter Uzel, deneysel

tıbbın Anadolu'da başladığını söyler. İlterUzel, deneysel tıbba örnek olarak, M.S. I.yüzyılda yaşayan Anadolu Kralı Mitri-dates'in zehirlenmelere karşı giderekartan dozda zehirler alarak bağışıklıkkazandığı bilinir.

Galenos, tiryak adıyla ürettiği preperato dönemde Bergama kültürünün veAsklepion literatürüne giren belki III. At-talos’a kadar giden panzehir elde etmeçalışmalarının bir versiyonu idi. Tıptakiilerlemenin deneysel çalışmalarla hız-landığına işaret eden Prof. Uzel: "Kral

Midritades'in hazırladığı 'tiryak' adlı ilaç, her derde deva olarak 2000 yılayakın süre tıpta kullanıldı. Bugünkü mesir macununun da bu ilaçtangeldiği sanılıyor. Ancak Kral Mitridates, rakipleri tarafından zehirlenerekdeğil de kılıçla öldürüldü" diyor.

İlk fizyoloji çalışmasını, M.S. II. yüzyılda yaşayan Bergamalı HekimGalenos'un yaptığını anlatan Prof. Uzel, 16. yüzyılda yaşayan AmbroisePare'nin yaraları kaynar yağ yerine basit pansumanla iyileştirmesine kadar15 asır boyunca hekimlerin rehberinin Galen olduğuna değinir. Batıdadeneysel tıbbın 16. yüzyılda Rönesans döneminde başladığını belirtenUzel:

"Batıda deneysel tıp çalışmaları Galenos'un eserlerinin Latinceyeçevrildiği 16. yüzyılda başladığı biliniyor. Galenos'un bugün okunma-masının nedeni ise eserlerinin Yunanca ve Latince dışında pek az dileçevrilmesi ve sıkıcı bir üslupla anlatılmasından kaynaklanıyor. 16 yaşındaLouis Pasteur'dan önce, şarabın ocak ateşiyle yıllandırılması çalışmalarınıyapan Galen, şöhretini 2,5 milyonu aşkın kelimeden oluşan anıtsal tıp ki-taplarından kazandı" ifadesini kullanıyor.

Galenos'un 3 yıl cerrah olarak çalıştığı Bergama arenasında, cerrahiyeile ilgili çok fazla deneyim kazandığını anlatan Uzel: "Tıbbı 15 asır etkisi

82

Page 84: BERGAMA BELLETEN - 18

altında bırakan Bergamalı Hekim Galenos, arenada yaralanan gladyatörlerüzerinde ilginç deneyimler kazandı. Deneysel tıp çalışmalarını hiçbirzaman karınca, sivrisinek, bit gibi küçük hayvanlar üzerinde yapmayanGalenos, arslan, yılan, fil, kuş, balık, deve, kurt ve ayı gibi hayvanlar üze-rinde çalıştı. Elinde her zaman çok sayıda maymun kemiği bulunduruy-ordu ve laboratuarını da iskeletlerle dekore etmişti. Galenos, anatomik vefizyolojik deneylerle yaptığı buluşlarda, deneysel tıbbın temelini atanaraştırıcıların başında yer alıyor" diyor ve ayrıca, 15. yüzyılda Amasya'dayaşayan ünlü Türk Hekimi Şerefeddin Sabuncuoğlu'nun da deneysel tıpçalışmaları yaptığını belirterek, yılan zehirine karşı yaptığı ilacın etkisini,kendisini yılana ısırtıp, panzehiri içerek denediğini ve başarılı olduğunuvurguyor.

Galenos'un yaşadığı çağda ölü insanlar üzerinde çalışma etik sayıl-madığından anatomi çalışmalarını köpek, domuz, keçi ve maymunlar üz-erinde yapmak zorunda kaldığını söylemiştik. Hayvanlar üzerindekidiseksiyon çalışmalarıyla anatomi bilgisini arttıran Galenos, insan yapısıhakkındaki bilgilerini ise gladyatörler okulunda geliştirdi. Dağ başındabulduğu bir sporcunun iskeleti ona kemikler hakkında yeterli bilgilersağlıyordu. Seyircilerin bozulmaya başlayan uyumsuz yapıları ile sağlıklıgladyatörleri karşılaştırıyor ve sürekli beden hareketlerinin sağlıklı yaşamiçin ne denli gerekli olduğu sonucuna varıyordu. Buna dayanarak bilinçlibeden hareketleri ile fizyoloji ve tedavi ilişkisini kuran ilk tıp doktoruoluyor ve bugünkü spor hekimliğine öncülük ediyordu.

Yaptığı cesur ve akılcı deneyler sonunda, birçok organın görev ve iş-leyiş sistemini açıklamayı başaran Galenos, bu sonuçları tedavi alanındada kullanmıştır. Kan dolaşımı sistemini tarif etmiş, arterlerin görevlerinibelirtmiş, kanın arterlerden venlere geçtiği, iradi hareket merkezinin beyinolduğu, kalbin kan dağıtımı görevini üstlendiği ve karaciğerin beslenmeyidüzenlediği gibi pek çok fizyolojik olayı aydınlatmayı başarmıştır.Galenos'un deneysel tıp çalınmaları Prof. İlter Uzel tarafından aşağıdakişekilde özetlenmiştir:

Galenos’un deneysel tıpla ilgili eserinin Süleymaniye AyasofyaKütüphanesindeki bilinen tek nüshasının ilk sayfası "Galenos'un deneyseltıp çalışmalarını yaptığı hayvanların listesi, çoğu üzerinde çalışması zorolan maymunlar, atlar, köpekler, kurtlar, ayılar, yılanlar, arslanlar, koyun-

83

Page 85: BERGAMA BELLETEN - 18

lar, develer, inekler, vaşaklar, geyikler, sansarlar, fareler, değişik türdekikuş ve balıklar ile filler olmuştur. Kemikleri kalmış kadavralar dışındainsan vücudunda disseksiyon yapmamıştır. Elinde her zaman çok sayıdamaymun kemiği bulunduruyordu, yazdığına göre bunları elde etmenin eniyi yolu, maymunları nemli toprağa gömmektir. Herhalde Galenos’un la-boratuvarı iskeletler ve iyi seçilmiş disseksiyon örnekleriyle dekoreedilmişti.

Galenos, insan vücudunun fonksiyonlarını büyük bir tutkuyla inceledive bunları anlatmak için hayvanları disseke etme yolunu seçti. Dissek-siyon için en çok tercih ettiği hayvan, Kuzey Afrika ve Cebelitarık'tayaşayan "Macaca Sylvanus"lar idi. Avrupa'da yaşayan tek kısa kuyruklutür olan bu maymun, halen Cebelitarık bölgesinde yaşamaktadır.

Fakat canlı disseksiyon (viviseksiyon) için domuz ve keçileri öneriyor,canlı maymunları rahat bırakın" diyordu.

SİNİRLERİ TANIMAKesiler pek hızlı ve acımasız yapılmalıdır. İşte bu merhametsiz yak-

laşımı Galenos'a önemli bir keşfin yapılmasını sağlamıştır. Bir domuzaviviseksiyon yapıyordu. Boyun bölgesindeki sinirleri solunum etkisinibelirlemek için, teker teker kesiliyor, domuz ümitsizce sesler çıkarıp çır-pınıyordu. Galenos, günümüzde "rekurrent" veya "inferior laringeal" sinirolarak bilinen iki sinirden birini kesti ve hayvanın ses çıkarması birdendurdu. Deneyi köpek, keçi ve diğer hayvanlarda tekrarladı, sonuç hep

84

Page 86: BERGAMA BELLETEN - 18

aynı idi: Rekurrent laringeal sinir ses siniri idi Bu, deney tıpta devrimyaratan bir olaydı, kanıtladığı başka bir şey de beynin yönetici durumdaolması idi. Böylece Aristo'nun eski teorisine göre mental özelliklerinkalpte bulunması düşüncesi artık tamamen bitmişti.

Artık Galenos'un bıçağı, kaleminden daha fazla çalışıyordu. Bir glad-yatör hekimi olarak yüzlerce vahşi hayvanın öldürüldüğü arena ile bağlan-tılarını bildiğimiz için ses siniri demontrasyonunun aslanlarda bileyapıldığını okumak bize şaşırtıcı gelmemelidir. O, arenada hekimlik ya-parken arslanda da bu sinir bölgesini görme şansı elde edebilmişti. Dahasonra teorisini insanda da kanıtladı. Bunlardan bir örnek, başka bir cerrahtarafından guatr'ı genişçe çıkarılan bir çocuktur. Operasyon başarılı idi,fakat çocuk dilsiz kalmıştı. Yani iki rekurrent laringeal sinir de kesilmişti.

Galenos burada bir adım daha ileri giderek laringeal sinirin nasıl görevyaptığını anlamaya çalıştı. Bu sinir, vücudun diğer bölümleri gibi "en iyiyerde" bulunuyordu, larinksi hedefleyerek aşağıya göğüse doğru inip,"geniş" arterin etrafındakıvrılarak tekrar larinkse geridönüyordu. Günümüzde buyapının açıklanması çok kolaydır.Organların böyle yerleşimi, em-briyolojik gelişime bağlı bir du-rumdur. Ama gerçeği söylemekgerekirse, Galen’in fizyolojisiçok basitti, örneğin kasın kon-traksiyonunu kabul etmiyordu.Fakat ortaya çıkan problemleriçözmeye çalışıyor, rastlantıya yervermiyordu. Böylece, ses kısıl-ması olayında laringeal sinirlerinsonlandığı yerde vertikal yöndeuzanan kasları sorumlu tuttu. Sesolayı, tendonların vertikal yöndeçekmesine bağlı idi. Çekme ileses siniri de aynı yönde beraberuzamalı idi. Böylece ses siniri

85

Page 87: BERGAMA BELLETEN - 18

önce göğüse doğru uzanıp geniş-güçlü arteri birmakara gibi kullanacak ve sonra da vertikalolarak yukarı dönecekti. Galenos, geliştirdiği bumakara teorisine pratik örnek vermek için buyapıyı manivela ile çalışan, vertikal ipleri vemakaraları olan ve tıpta tibia-femur kırıklarınınreduksiyonu için kullanılan glossocomion'larlakıyaslamak istemiştir. Gerçekten de, anatomikyapı ve glossocomion yan yana konulduğundaşaşılacak bir benzerlik görülür. Bu deneyleriyletemelde yanlış olan bu yorumuna rağmenGalenos, deneysel tıpta nihaî amacına varmıştır.

Bu da, organ işlevinin açıklanması = fizyoloji olarak özetlenebilir, ya dakendi sözleri ile "insanoğlunu yaratan kutsal varlığın kutsal destanı".

HASTALIKLAR VE GALENOS’A GÖRENEDENLERİ

KANSERM.Ö. 3 binli yıllarda eski Mısır’da Imhotep tarafından yazıldığı tahmin

edilen tıbbi bir papirusta meme kanseri ile ilgili ilk kayıtlara rastlanmıştır.Imhotep bir hekim ve mimardır ve büyük olasılıkla basamaklı piramidinM.Ö.30. yüzyılda planlayıcısıdır. Edwin Smith’in ortaya çıkardığı bu pa-pirusta 9 meme hastası anlatılmaktadır ve bu hastaların hepsi erkektir.Memedeki tümör çıkarıldıktan sonra kanamanın durdurulmaması veböylece kara safranın akması gerektiğini belirterek İskenderiye’liLeonides’ten daha geri bir uygulamayı savunmuştur.

Galenos’a göre, kara safra kendi haline bırakıldığında hemen koyurenkli bir tümör yaratır ve zaman içinde kanser denilen hastalığa sebepolur çünkü bu vücut sıvısı son derece tehlikeli ve habistir. Daha yumuşakhuylu olduğu zamansa deriyi aşındırarak gözle görülür bir yarayadönüşmeyen gizli kansere sebep olur. Damarların vücudun hastalıklıbölümüne ulaştığı net olarak görülebiliyorsa, buna benzer hastalıkların

86

Page 88: BERGAMA BELLETEN - 18

ve özellikle de kanserin kara safradan kaynaklandığı kesindir, çünküdamarlar koyu kıvamlı kara safrayı özümsemektedir. Çünkü insan doğasısürekli kanı temizlemeye çalışır, kanı kötü maddelerden ayrıştırarak bun-ları vücudun önemli bölümlerinden uzağa, bazen mideye ve bağırsaklara,kimi zaman da deri altına yönlendirir.

Küçük zerreciklerden oluşan maddelerin hepsi deriden geçebilir veterleme örneğinde olduğu gibi, bazen bu gözle görülebilir bir süreçtir.Fakat daha büyük parçacıklardan oluşan maddeler derinin katmanlarındangeçemeyip burada kısılı kalır ve sıcak olan bütün maddeler şarbona sebepolurken, sıcak olmayan maddeler kansere yol açar. Eğer kara safra ılımlıniteliklere sahipse, kanla karıştıktan sonra kırmızı elefantiyazise sebepolur; bulunduğu yerde ne kadar çok kalırsa, rengi ve kıvamı da o kadarkoyulaşır.

Galenos, melankolik kadınların neşeli kadınlara oranla memekanserine yakalanma olasılığının daha fazla olduğunu düşünüyordu.Günümüzde yapılan psikosomatik araştırmalar ise meme kanserinin kişi-likle de direkt bağlantılı olduğunu kanıtlamıştır. Bugün “Kötü huyluhastalık” diye bilinen kanserin iyi huylu diye bilinen insanlarda biraz dahafazla olduğu bilinmektedir. Bu bilgi “Acı patlıcanı kırağı çalmaz”atasözünü anımsatmaktadır. Galenos bu konuda da haklı çıkmıştır ve bubilgi onun ne kadar iyi bir gözlemci olduğunu kanıtlamaktadır.

VEREMBergamalı Galenos, veremi az bulaşıcı bir hastalık diye nitelemiş; ateş,

terleme ve hemoptiziyi erken belirtiler olarak kabul etmiştir. Tedavisi içinde perhiz ve egzersiz yapmayı, seyahat etmeyi önermiş, buna karşın ilaçkullanılmasını tavsiye etmemiştir. Galenos’un verem tedavisi için ön-erdiği perhiz, egzersiz, seyahat etmek, istirahat, öksürüğün kesilmesi,göğüs yakıları, toplardamardan kan alımı, sülük uygulaması, kusturucular,müshiller ve kabartıcı maddelerle ciltte yaralar oluşturma şeklindeki yön-temler ise kendisinden sonra 1000 yıl boyunca değişmeksizin uygulan-maya devam etti. Galenos hastayı etki altına almak için, bugün dahi bazıhekimlerin söylediği gibi; “ Ne söylüyorsam onu yap. En iyisini benbilirim ” demekteydi.

87

Page 89: BERGAMA BELLETEN - 18

PİNEAL BEZ VE YAŞLANMA Pineal bez nöroendokrin bir organdır ve kendisinin en iyi bilinen ana

hormonu melatonin yoluyla, birçok organ ve sistem üzerine güçlü birdüzenleyici etkisi vardır. Vücuttaki diğer organ fonksiyonlarında olduğugibi, pineal bezde de ilerleyen yaşla birlikte gerilemeler oluşur ve bumelatoninin azalmasıyla kendini gösterir. Melatoninin kan ve dokulardankaybı, psikosomatik bozuklar, tümoral hastalıklar, immün zayıflamalarve enfeksiyonlar gibi yaşa bağımlı bazı değişikliklere neden olmaktadır.Yazıda memeli canlıda pineal ve yaşlanma süreci ile birlikte melatoninritim değişiklikleri özetlenmiştir.

Pineal bez M.Ö. 300. yılda İskenderiyeli Herophilus (325-280) tarafın-dan tanımlanmıştır. Bergamalı Galenos, pineal bez için, çam kozalağınabenzemesi nedeni ile konareion (Latince conarium) adını kullanmıştır.Bu sözcük pineal bezi innerve eden Nervi conarii adı ile günümüzde desürmektedir. Pineal sözcüğü ise yine Latince çam kozalağı anlamına gelenpinealis sözcüğünden gelmektedir.

KBB TARİHÇESİNDE ALERJİK RİNİTSon yıllarda alerjik hastalıkların tanı ve tedavisinde sağlanan hızlı ve

kapsamlı ilerleme, gözlem ve deneyime dayalı birçok eski inanca bilimseldestek getirmiş ve gerek tanı gerekse tedavide yeni olanaklar kazandır-mıştır. Sadece İç Hastalıkları, Çocuk Hastalıkları kliniklerinde değil,Kulak Burun Boğaz Hastalıkları, Göğüs Hastalıkları ve Dermatolojikliniklerinde de kendi branşlarına özgü alerjik hastalıklara yönelik hizmetveren laboratuarlar kurulmuştur.

İnsanlık tarihinin başlangıcından itibaren hasta ve yaralılara ait çeşitlibilgi ve tedavi yöntemlerini kaydetme konusunda, o zamanın olanaklarıiçinde çeşitli uygulamalara (duvar resimleri, kil tabletler, papirüs ve parşö-menler) kulanılmıştır. Bütün bunlar şekil olarak bugünkü tıbbi kayıtlardanne kadar farklı, ne kadar ilkel olsalar da hatta yanlış tedavi yöntemleriniiçerseler bile, bir sonraki neslin tıp alanında daha başarılı olmasını

88

Page 90: BERGAMA BELLETEN - 18

sağlamıştır. En çok tanınan tıbbi papirüslerden birisi olan Ebers Papirüsü,Mısır’daki Teb şehri yakınlarında bulunmuş ve Alman arkeolog Prof. Dr.George Ebers’e satılmıştır. M.Ö. 1550 yılında yazıldığı tespit edilen pa-pirüsün en önemli kısımlarında göz, kulak, burun ve tümörler hakkında,zamanına göre ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Eski Ege’de gelişen tıpilminin doğrudan doğruya Greklere ait olmadığı, Mısır, Babil ve Asur gibieski uygarlıkların bilgilerinden etkilendiği bilinen bir gerçektir. Tıbbınbabası olarak bilinen İstanköy’lü Hipokrat, M.Ö. 5. yy’da burun polip-lerinden söz eder.

Genel olarak tıpta otorite olarak kabul edilen Bergama’lı Galenos veTürk-İslam dünyasından İskit Türklerinden Razî (864-925) ile Kurtuba-Endülüs’lü Zehravî (936-1013) eserlerinde burun ve paranazal sinüshastalıkları ve bunların tedavileri konularına da değinmişlerdir. Buhara’lıİbn-i Sina (980-1037), Kanun fi’t-Tıp adlı eserinde burun hastalıklarındanayrıntılarıyla söz ederken burun anatomisini içeren çizimler göstermek-tedir. Osmanlı devri bilim adamlarından Amasya’lı Şerefeddin Sabun-cuoğlu (1386-1470), üç kitabından biri olan Kitâbü Cerrahiyeti-l Haniyeadlı eserinde, buruna yönelik cerrahi müdahaleleri gösteren resimler veo dönemde kullandığı cerrahi aletleri ile müdahale sırasındaki pozisyon-ları göstermektedir.

KAN ALMAGalenos, İskenderiye Okulu’nda yaygın bir şekilde kan alma islemini

uygulamıştır. Ad Glauconem de Medendi Medhodo ve Ars Parva adlıeserlerinde bu konuda bilgi bulmakmümkündür.

Genellikle kan almanın aynı zamandavücut üzerinde araştırma yapma olanağı daverdiğine dikkat çekilmiş; hangi damardanve vücudun neresinden kan alınabileceğininbelirlenmesi ile ilgili çalışmalar ister iste-mez insan vücudunun incelenmesi zorunlu-luğunu getirmiştir. Çünkü her damardanveya vücudun herhangi bir yerinden kan

89

Page 91: BERGAMA BELLETEN - 18

almak mümkün değildir. Gerek Klasik dönemde gerekse daha sonrakidönemlerde, kan alma işlemi iki durumda uygulanmıştır.

1) Sağlıklı insanda (sağlığı korumak üzere).

2) Hastada kan alma işlemi tedavinin bir parçası olarak.

Hastalıkların tedavisindekusturarak ve müsilaj maddel-erle vücut temizlenmeğeçalışmış, ancak bunların yanısıra, zaman zaman değişik yön-temlerle kan alınması yolu datedavinin bir parçası olarak de-nenmiştir. Kan alma daha çokgut, eklem ağrıları, epilepsi,melankoli, şişler, bazı ateşlihastalıklar, baş ağrıları, bazıakciğer hastalıkları ve bazı bu-laşıcı hastalıklarda uygulan-mıştır.

SAĞLIK VE VÜCUT SIVILARIİnsan vücudunda kan, balgam, sarı safra ve kara safra vardır; bunlar

vücudun doğasını meydana getirir ve bunlar aracılığıyla acı hissedilir yada sağlığın keyfi sürülür. En mükemmel sağlığa, bu sıvılar –yani birleşim-leri, güçleri ya da miktarları– vücutta doğru oranlarda bulunduğunda vedoğru biçimde karıştığında ulaşılır. Bu vücut sıvılarından biri eksikolduğunda, aşırı miktarda bulunduğunda ya da vücutta diğer sıvılarlakarışmadan yalıtılmış durumda olduğunda ağrı hissedilir. Bir vücut sıvısıyalıtılmış durumdaysa ve kendi başına bulunuyorsa, vücudun o sıvıdanmahrum kalan bölgeleri hastalanır ve hatta sıvının toplandığı organlar,aşırı yükleme sebebiyle insana acı ve rahatsızlık verir. Ayrıca, bu sıvınınlüzumsuz miktarından fazlası vücuttan akıtılırsa, akıtma işlemi de acıverici hale gelir. Ancak bu sıvı vücudun içine ilerlerse, diğer sıvılardanayrılıp kendi başına hareket ederse, biraz önce sözü edilen her iki ağrı da

90

Page 92: BERGAMA BELLETEN - 18

mutlaka hissedilir; hem vücudun bu sıvıdan yoksun kalan bölümü ağrır,ikinci olarak da fazlalığın toplandığı bölümde ağırlar hissedilir.

Bu sıvılar birbirleriyle doğru oranlarda bulunuyorsa vücut gerçektende sağlıklı demektir fakat sıvılardan biri vücutta, yani damarlarda veyavücudun belirli bir bölümünde tek başına, aşırı miktarda bulunuyorsavücut hastalanır.

Zaten biraz önce kara safra yüzünden vücudun belirli bir bölümündebaşlayan hastalıklardan söz ederken, varisli damarları ya da hemoroitlericerrahi müdahaleyle alınan insanların melankoliye tutulduğunu belirtmiş-tim. Tıpkı ciltte olduğu gibi, vücudun içindeki organlarda da benzerhastalıkların ortaya çıktığını varsayabiliriz. Sarı safra belirli bir bölgedesaldırıya geçtiğinde, şüphesiz erizipel (yılancık) hastalığı belirecek, fakatkara safra saldırıya geçtiğinde süreç şirpençe ve kanserle sonuçlanacaktır.Fakat vücudun içindeki organlara, aynı hastalıklara maruz kalsalar dahi,müdahale edilemez.

Bu bilgiler ışığında hastalığın nedenini kesin olarak teşhis etmekmümkün olmaktadır; hem sarı hem kara safranın besbelli bağırsaklarıkemirdiği, hatta hangi organa yerleştiyse ona zarar verdiği apaçık or-tadadır ve bu sıvılar dizanteriyi tedavisi mümkün olmayan bir hastalıkhaline getirmektedir. Kara safra yüzünden ülserleşen hiçbir organın te-davisinin mümkün olmadığını daha önce söylemiştim, tabii etkilenen böl-genin eksizyonunu, yani etkilenmeyen bölgelere kadar olan kısmı daireşeklinde kesip çıkarmayı tedavi yöntemi olarak adlandırmak isterseniz ozaman durum değişir. Dolayısıyla bağırsaklar kara safra ve sarı safra

91

Page 93: BERGAMA BELLETEN - 18

yüzünden nasıl tedavi edilemeyecek biçimde ülserli hale getiriliyorsa,aynısının vücudun derinlerinde bulunan ve bağırsaklardan çok dahaönemli olduğu düşünülen diğer organlar için de geçerli olduğu apaçık or-tadadır. Üstelik bağırsaklar söz konusu olduğunda tedavi daha kolaydır,çünkü anüsten zerk edilen ilaçlar hemen bağırsağın zarar görmüş bölge-sine ulaşmaktadır, oysa vücudun diğer organlarına ulaşmak bu kadarkolay değildir. Galenos’un kara safra kavramı belki de mide ve barsakkanamalarının enzimlerle renk değiştirip siyahlaşması sonucu oluşan“Melena” (dışkı ile atılır) veya “hematoçezya” (kusma ile çıkarılır) adın-daki bulguları gözlemlemesi ile gelişmiştir. Galenos kara safra, sarı safra,balgam, sıvının koyulaşması, kanın visköz-yapışkan hal almasınıhastalığın nedeni saymış, oysa bunlar hastalık belirtisidir.

Kara safradan kaynaklanan hastalıklara gelince, eğer bu vücut sıvısınıboşaltan ilaçları kullanarak hastanızın vücudunu hemen temizlerseniz,kansere kadar uzanabilen gelişmelerin önünü kesmiş olursunuz.

KARA SAFRAKara safra hakkında en iyi eserleri Efesli Rufus yazmıştır. Bazı hekim-

ler, vücut sıvıları hakkında tartışıp bunları incelemenin tıp bilimine pekyararı olmadığını ileri sürerken Galenos ise neyin yararlı ve gerekliolduğunu değerlendirip ardından mantığa göre buna açıklık getirmiştir.Sonuç bölümünde Galenos, “vücut sıvıları kuramının değersiz olduğunainanan kişiler tarafından ileri sürülen iddiaları ve kanıtları çürütür. Görüş-lerini aktarırken kafa karışıklığı yaratmamak için, her vücut sıvısına ver-ilen çeşitli isimlerden sadece birini kullanır ve onları baştan sona buterimleri kullanarak tanımlamaya çalışır. Fakat vücut sıvılarının dışgörünüşünün neye benzediğini belirtirken hemen herkesin en iyi bildiğivücut sıvısını anlatarak başlar.

Bu vücut sıvısının, bir atardamar ya da toplardamar yaralandığı zaman,içinde depolandığı boşluklardan hemen dışarı aktığı görülür. Toplar-damarlardan geldiğinde daha kırmızıdır, fakat atardamarlardanboşaldığında daha sarı olduğu dikkati çeker. Her iki tür de sadece vücuttançıktığında değil, hâlâ vücudun içindeyken de hemen katılaşmaya başlar.İki durumda da böyle olur. Pıhtılaşma süreci en son noktasına erişince bir

92

Page 94: BERGAMA BELLETEN - 18

trombus oluşur, eski Egeliler katılaşmış kanı tarif etmek için bu sözcüğükullanırlar. Ayrıca sadece mide ve bağırsak boşluklarında değil, yanı sıraidrarın depolandığı mesane boşluklarında, akciğerlerde ve nefesborusunda, diğer bir deyişle karın ve akciğerler arasındaki atardamardave kadınların rahimlerinde de pıhtılaşıyor gibi görünmektedir. Bu vücutsıvısı genellikle kırmızı renktedir, dolayısıyla en iyi kalitede kan aslındatam anlamıyla buna benzer. Fakat zaman zaman daha sarı ya da belkibiraz daha siyah olduğu da görülür, tabii ki kıvamının da daha sulu ya dayoğun olduğuna tanık olmak da mümkündür. Bazen, bir damarı açılankişilerin kanının, nemi soğurması nedeniyle sulu olduğu görülür vepıhtılaşma sırasında sulu kısım ayrışarak kanın üstüne çıkar.

İçilen bir sıvının karaciğerde üretilen kanla birlikte vücutta taşındığınıvarsaymak oldukça akla uygun görünmektedir, çünkü sıvı daha sonra vü-cuttan sadece idrarla değil, aynı zamanda ter yoluyla ve algılanmasınınmümkün olmadığı söylenen soluk verme süreciyle de atılır. Kimi zamanbalgam da kanın yüzeyinde yüzüyor gibi görünür, oysa aksine kan o kadaryoğun ve koyu renklidir ki ham katrana benzer.

Bu nedenle, toplardamar ve atardamarlardan akan madde ne olursaolsun, nasıl görünürse görünsün, yalnızca kan diye adlandırılır, çünkübiraz önce sözü edilen farklı görünüşlü sıvıların hiçbirine değişik isimlerverilmemiştir. Her türlü kan, vücudun etli bir bölgesine açılmış derin birkesikten akıyor olsa bile hemen pıhtılaşmaya başlar.

Yoğun ve koyu renkli kana benzeyen, kusma ya da dışkılama sırasındasalgılandığında görülebilen başka bir sıvı daha vardır, fakat bu sıvıpıhtılaşmaz, uzun bir süre boyunca çevredeki havayla temas halindeolduğu takdirde dahi katılaşmaz. Kimi zaman bu sıvı, kusan kişininağzında keskin ve ekşi bir tat bırakır, fakat bazen de fark edilebilir birözelliği yoktur, çünkü kan gibi şeker ihtiva etmez, yine kan ve balgamgibi tuzlu da değildir, sarı safra gibi acı olduğu da söylenemez.Dolayısıyla tuzlu kan ve balgamın sağlıksız olduğunu açıkça söylemekmümkündür.

Kan genellikle tatlıdır; ama balgamın da tıpkı su gibi belirli bir özelliğiyoktur. Fakat niteliği doğal yöntemle değiştirilirse sadece içindeki tuzmiktarı artmaz, aynı zamanda içeriğindeki şeker bir miktar artar ve buna

93

Page 95: BERGAMA BELLETEN - 18

karşın tadı keskinleşir. Bu vücut sıvısına, rengi beyaz olduğu süreceniteliği nasıl olursa olsun balgam denir. Diğer her vücut sıvısına özgünitelikleri taşır, diğer bir deyişle tamamen katılaşmaz. Bir vücut sıvısının

salamura tadında ya da tuzlu diye tanımlanması terminolojide değişiklikyaratmaz, çünkü her iki sözcük de aslında aynı şeyi anlatmaktadır.

Kusan insanların ağzında her seferinde acı bir tat bırakan bir vücutsıvısı daha vardır. Kimi zaman krem rengi göründüğü için her zaman sarırenkli olduğunu söyleyemeyiz, fakat sarı rengini tutarlı biçimde koru-yorsa, kıvamının krem rengi olduğu haline göre daha yoğun ve koyu ola-cağı kesindir. Bu gerçeklerden yola çıkarak, vücut sıvıları hakkındahakikaten bilgili olan herkes, iyi bir nem oranıyla sulu bir kıvam birleştiğizaman sarı safranın renginin daha solgun görüneceğini tahmin edebilir.Bazı insanlar bu nemli kıvama sulu, diğerleri de seröz derler, çünkü idrarve terle aynı kategoride değerlendirilmesi mümkündür. Sulandırıldıktansonra sarı safranın rengi nasıl soluyor ve kıvamı seyreliyorsa, uzun sürelerboyunca buharlaştırma işlemine tabi tutulunca da çiğ yumurta sarısırengini almaktadır. İşte bu nedenle “yumurta sarısı” renginde olduğusöylenir. Bu safra, krem rengi de olsa, sarı ya da yumurta sarısı da olsa,damarlarda üretilmektedir.

Midede, pırasa yeşili renginde bir başka salgı daha üretilmektedir. Busıvıya da rengi pırasa rengini andırdığı için “pırasa yeşili” denmiştir. Hattasıvılardan birine, mavi çivitotu renginde olduğu için “çivit” denilmektedir.

Kara safra, pıhtılaşmadığı için koyu renkli kandan ayırt edilebilir, fakatelbette özellikle siyah olduğu görülen her şey kara safra değildir. Bu türşeyler sıklıkla kusmuk ve dışkıda görülmelerine rağmen kara safradan

94

Page 96: BERGAMA BELLETEN - 18

tamamen farklıdır, sadece yoğunluk değil, algılanabilen keskinlik açısın-dan da farklar vardır aralarında. Bu diğer maddelerde ekşilik ve keskinbir tat yoktur, oysa kara safranın bu özellikleri taşıdığı duyularımızdanikisi aracılığıyla anlaşılabilir: kusanlar bu farkı tat alma duyularında vekoku alma duyularında hissederler, kokuyu çevredekiler de alır. Fakat bumaddeler, kara safra gibi toprakla bir araya getirildiklerinde köpürmezler.Fakat kara safra bu açıdan keskin sirkeyi andırıyor olsa bile, yoğunparçacıklardan oluşan özüyle tamamen zıt bir madde de içerir, bu nedenlekatkısız haliyle vücutla temas ettirildiği zaman, temas ettiği organları önceaşındırarak çürütür, sonra da tamamen ülserleştirir. Sirke, zerreciklerdenoluştuğu için vücuttan atılabilir, fakat kara safra yoğun kıvamlı olduğuiçin vücuda yerleşir ve aşınmaya neden olur.

Bunlara bakarak kara safranın gerek vücut sıvıları, gerek atık maddeya da besin olsun, diğer siyah maddelerden farklı olduğu görülebilir. Birsinek ya da başka bir yaratık, tıpkı koyu kıvamlı tuzlu sudan kaçacağıgibi kara safradan da uzak durur, tadına bakmak istemez, çünkü Ölü Denizörneğinin ispatladığı üzere, yoğun tuzlu suda hiçbir şey yaşamaz. Bu se-beple kara safra fazla ısıtıldığı zaman tahrip edici bir oluşum olduğunudüşündürmektedir. Elbette, unutmamalısınız ki, sarı safranın ısıtılmasın-dan elde edilen kara safra, tıpkı sarı safranın kandaki tortuya benzeyenbir sıvıdan daha yıkıcı olması gibi, önceki cümlede değinildiği gibi karasafradan daha da tahrip edicidir.

Tıp alanında çalışma yapanlar, bunun görüntüsünün zeytinlerezildiğinde ortaya çıkan sulu sıvıya ve şarap posasına benzediğini söyler-ler. Ama başka örneklerde olduğu gibi, bu örnekte de maddelerin aynıisimleri paylaşması insanları aldatabilir ve iki vücut sıvısı hakkındakonuşulduğu zaman yanılabilir, kara safranın bazen kusmukta ve dışkıdagörülmesinin iyiye işaret olduğunu sanabilirler.

Bu iki sıvının vücuttan atılması esnasında neler olduğunu uzun deneyimler sonucunda öğrenmemiş olan kimselerin, son derece kötü huylu birsıvı vücuttan çıkarıldığı zaman insan vücudunun zarar göreceğini öğren-ince hayret etmesi ve bu gerçeğe inanmaması anlaşılabilir bir şeydir; onlartam tersinin gerçekleşeceğini, zararlı sıvı vücuttan atılınca insanınsağlığına kavuşacağını sanabilirler. Kara safra, kalın ve ince bağırsaklar-lardan dağıtılıp karaciğere geldiği için, kıvamının bir bölümü zerrecik-

95

Page 97: BERGAMA BELLETEN - 18

lerden oluşur fakat farklı yiyeceklerin nasıl farklı kıvamları varsa, busıvının da bir kısmı daha büyük parçacıklardan oluşmaktadır. Doğanıninsan vücudunu kontrol ettiğini ve onu hayatta tutmak için her şeyi yap-tığını biliyoruz. Yiyecek ve içeceklerdeki gereksiz maddelerin boşaltımıiçin faaliyet gösteren geçitleri de inceleyebiliriz ve bu nedenle bunlarınhiçbiri bize şaşırtıcı gelmeyecektir. Hacamat etme yoluyla akıtılan kanınkuru ve sıcak bünyeli vücutlarda daha yoğun kıvamlı ve koyu renkliolduğu görülmektedir; benzer biçimde, kanın görüntüsü ve kıvamı yılınhangi dönemine, nerede olunduğuna, fiziksel koşullara, yaşam biçimineve diyete göre de değişmektedir. Diyet konusunda şunu belirtmekte yararvar, kuru ve katı parçacıklardan oluşan yiyecekler vardır; örneğin mer-cimek, salyangoz, öküz ve keçi eti –özellikle de bunlar kurutulmuşsa–,ayrıca kıvamlı ve posalı koyu kırmızı şarap. Örneğin, artıp azalan ateşgibi sıcak ve kuru bir mizaçtan kaynaklanan bütün hastalıklar da, koyukıvamlı ve renkli kana sebep olur. Uzun yaz mevsiminden sonra ortayaçıkan kronik enfeksiyon da artıp azalan ateş gibi bu tür kanı meydana ge-tirir. Hastalığın özellikle dokuzuncu gününde, ama bazen de yedinci veyaon birinci gününde midesi -kara olarak nitelenen organların arasına katıla-bilir– boşaltılan hastaların büyük çoğunluğu iyileşmiştir.

Bu kara maddeler arasında pek çok fark bulunmaktadır; bazılarınındoğası kara safraya daha yakınken, bazıları vücuttan atılırken yakmazveya kötü bir koku saçmaz, fakat birçoğunun nitelikleri bu iki özelliğinarasında bir yerlerdedir. Hasta olan kişilerin midesi biraz önce örnekverdiğim gibi boşaltılmazsa, bütün vücutta siyah kabarcıklar belirir.Bazen bu püstüller, bu kabarcıklar kurudukları ve yatıştıkları zamankabuk gibi dökülür, fakat bu ancak kademeli olarak ve krizden günlersonra gerçekleşir. Vücudundan gerçek kara safra atan herkes ölmüştür,çünkü bu safra, kanın aşırı biçimde asimile olduğunu gösterir.

Pek çok kişinin cildinde de başka türlü kabarcıklar çıkmış fakat bu kişilerdeyüksek ateş görülmemiştir. Bu vakalarda, doğa, kara safranın fazlasını yüzeyeçıkmaya zorlamış, bu nedenle cilt şişmiş ve kurumuştur. İnsanların elefan-tiyazis (fil hastalığı) dediği rahatsızlığa neden olan durum da budur. Böyle birhastalık yüksek ateşle birlikte ortaya çıkarsa, o zaman kara safranın ciltte patlakvermesi şarbona sebep olur. Kara safranın yüksek ateşin eşlik etmediği kanlıdöküntülere neden olması, genellikle elefantiyazisin yüzündendir.

96

Page 98: BERGAMA BELLETEN - 18

İnsan doğası sıklıkla anüste bir damarıaçarak buradan kanla karışık bir vücutsıvısı salgılanmasına neden olmaktadır; burahatsızlığa hemoroit adı verilir. Bu olay-larda vücuttan atılan kanın özelliklerinidikkatle ve yakından incelemelisiniz; kanjimnastikçilerin ve atletlerin kanı gibi,diğer bir deyişle son derece sağlıklı vekaliteli vücut sıvılarına sahip olan insan-ların kanı gibi midir yoksa bundan dahakoyu renkli ve koyu kıvamlı mıdır? Doğa,bu tür kanı sıklıkla bacaklardaki damarlarayöneltir, işte esnemiş ve genişlemiş varislidamarlar bu surette oluşmaktadır. Varislidamarların çevresindeki deri de zaman içinde kararır.

Bazı insanların damarlarında, siyah safra içermeyen bol miktarda kanakmaktadır ve bu kan damarları zorlayarak doğuştan daha güçsüz olandamarları genişletir. Fakat kişinin kanı bol miktarda olmasa bile, karasafrayla karışık akan kan da aynı etkiyi gösterip damarları genişletebilir.Böyle vakalarda, sorunlu damarlar cerrahi müdahaleyle alındığı takdirdehastanın melankoliye yakalanması söz sonusu olabilir. Sadece damarlargenişlediğinde değil, kandaki kara safra hemoroit ürettiğinde bile budurum sıklıkla görülmektedir.

Galenos diyorki “Kronik bir apseden ağrısı olan bir hastanın apsesininüzerindeki damar, daha doğrusu varis, cerrahi müdahaleyle alındı. Apsehemen iyileşti, fakat çıkarılan damardan kalan yara aynı biçimde tedaviedilemez bir hal almıştı. Bir sene sonra, Pergamon’daki hocalarımdanbirisi, Hippokrates okulundan Sabinus’un öğrencilerinden biri olan Stra-tonicos adlı bir adam, aynı hastanın dirseğinin üzerindeki damarlardanbirini açtı. Damardan koyu kıvamlı, koyu renkli kan aktığını gördü. Ertesigün biraz daha kan akıttı, üçüncü gün ve dördüncü gün de benzer şekildebir miktar kan daha akıttı ve bu üç günden sonra bir müshil yardımıylahastanın iç organlarını temizleyip vücudundaki kara safrayı boşalttı.Adama sağlıklı sıvıları kapsayan özel bir diyet tavsiye ederek yaranın te-davisinde başarılı oldu”.

97

Page 99: BERGAMA BELLETEN - 18

KADIN HASTALIKLARI,DOĞUM VE DOĞUM KONTROLÜ

Tıp mesleği, Romalı kadınlara da açık olan az sayıdaki erkek iş-lerinden biriydi. O dönemde birçok tıp kadınının yani medicae'nin mevcutolduğunu gösteren yeterli belge bulunmaktadır. Bu kadın doktorlar bellibir sınıfla kısıtlı değildiler, ama bazı sosyal sınıflardan da dışlanmışlardı.Ancak kadın doktorların çoğu saygı ve ilgi görüyordu. Galenos ise kadınhastalıklarını kadın doktorların ilgi alanı olmasını istiyordu. Ayrıcalıklıdurumlar olsa da, uzman olsun ya da olmasın, kadın hekimlerin çoğu dahaçok kadın hastalıklarını tedavi ediyorlardı. Bu nedenle medica terimi,neredeyse tıbbın bu dalı ile özdeşleşmişti. Bu, jinekolojinin kadın dok-torların alanı olduğunu göstermez. Aksine, aralarında antik çağın en ünlüjinekoloji ve obstetrik yazan olan Efesli Soranus'un da bulunduğu birçokerkek tıp otoritesi bu dalda yapıt vermiştir. Ancak, Hippokrates döne-minden beri kadın hastalıkları, erkeklerin hastalıklarından çok farklıgörülmüştür ve bir erkek doktorun dikkatli bîr anamnez ile doğru tanıkoyabilmesi ve tedavi uygulayabilmesi olasılığı kabul edilse de, jinekolojive obstetriğin uzmanlık isteyen ve kadın doktorların doğal olarak erkek-lerden üstün görüldüğü bir dal olduğuna inanılıyordu. Yine de medica'larsayıca medici’den daha azdı ve Soranus'un yazdığına göre; onların yerineebeler, obstetrices hizmet ediyordu: 'Halk, kadınlarda erkeklerdekine ben-zemeyen garip hastalıklar olduğunda genellikle ebelere başvurur.'

Kadın hastalıkları ile daha çok ebeler ilgileniyordu ama onlara genel-likle konsültan bir hekim yol gösteriyordu. Örneğin, Boethus'un karısınıntuhaf ve ağır ' kadın akıntısı'nı Galenos tedavi ederken, bakımını bir dizierkek hekimden yönerge alan ebe yapıyordu. Bazı ebeler yalnızca doktortarafından yazılan tedaviyi uygulayan bakıcılardı. Galenos da TheodorusPriscianus gibi, ilk yapıtlarından biri olan Uterus Anatomisi Üzerine' yibir ebeye adamıştır."Buradan da anlaşılmaktadır ki, ebeler tıbbi yapıtlarıokumaktaydılar. Soranus'un ebe olmak isteyenlerde zorunlu gördüğü ilkşey, okuryazar olmalarıydı. Bu adayların çoğu hiç şüphesiz onunjinekoloji ders kitabını okumuş oluyorlardı."

Soranus, yalnızca seçkin bir jinekoloji otoritesi değil, zamanının enünlü hekimiydi de. Ephesos'ta doğdu, İskenderiye'de öğrenim gördü, Tra-

98

Page 100: BERGAMA BELLETEN - 18

ianus ve Hadrianus dönemlerinde Roma'da çalıştı. Galenos'un doğduğuyıllarda öldü. Biyolojik ve tıbbi bilimler konusunda yirmi kadar eserbırakmasına karşın, bunların pek azı orijinal dilleri olan Yunanca'da ko-runabilmiştir, Hippokrates'in Yaşamı adlı kitabı onun yazdığı sanılmak-tadır. Bandajlar Üzerine ve Kırıklar Üzerine adlı iki kısa incelemesi vardır.Bunlardan ikincisi, muhtemelen kayıp yapıtı Cerrahi'nin bir parçasıdır.Bir tıp yazan ve hekim olarak Soranus'u değerlendirmek için daha çokJinekoloji ve diğer bilimsel incelemesi Akut ve Kronik Hastalıklar Üzer-ine' yi temel alacağız. Bu son eseri, M.S. 5. ya da 6. yüzyılda yaşamışolan Caelius Aurelianus'un mükemmel Latince açıklaması ile günümüzedek korunmuştur.

Sonuç olarak Jinekoloji, antik çağın en etkili ve anlamlı tıbbi yapıtıolmuştur. Bu yapıt, dört kitaptan oluşuyordu. İlk iki kitap, bir ebede bu-lunması gereken nitelikler ve 'normal şeyler' üzerineyken, diğer iki kitap'anormal şeyler' üzerineydi. 'Normal Şeyler', dişi genital organınıntanımını, dişi cinsel işlevlerinin hijyenini, gebeliği, normal doğum, lo-husalık, çocuk bakımı ve hastalıklarını kapsıyordu. 'Anormal Şeyler',diyetle tedavi edilebilecek kadın hastalıkları ile cerrahi ya da ilaç gerek-tiren kadın hastalıkları olarak ikiye ayrılmıştı. Dört kitap da mantıklıydı,genelde iyi tedaviler ve pratik öğütler öneriyordu, açık ve öz yazılmıştıve hepsinden önemlisi, büyücülüğü ciddi olarak yeriyordu. Büyüyüeleştirmekle birlikte, büyü inançlarını ve uygulamalarını destekleyen Plin-ius'un tersine Soranus'un büyüyü reddi sabit ve kesindi. Tıpta büyüyü red-detme nedeni, faydasız olmasının dışında, genellikle tehlikeli uygulamalargerektirmesiydi. Yazdığı metin birkaç noktada kararsızlıklar içeriyorduama halk tıbbim genelde zararsız kabul ediyordu.

Soranus, kendisinden önceki tıp otoritelerinin yöntem ve fikirleriniolduğu gibi kabul etmedi. Hatta Hippokrates, Diokles ve Asklepiadmesgibi en seçkin tıp yazarlarından farklı düşünmekten çekinmedi.Galenos'un tersine bu farklılıkları, kesin ve nesnel bir şekilde ortaya ko-yarken, duygusal terimler, yıkıcı dil ve kişisel hırçınlıklardan kaçındı.Uzaklaştırmacı bir tavır takındı : 'Bazıları, bazı şeylerin antipati yoluylaetkili olduğunu söylerler, tıpkı kendi hesabımıza dikkat etmediğimizşeyler gibi, mıknatıs ve Assian Stone gibi ve tavşan bacağı veya diğermuskalar gibi. Bunların kullanımını unutmamalıyız; muskanın doğrudan

99

Page 101: BERGAMA BELLETEN - 18

etkisi olmasa da, umut yoluyla hastayı daha mutlu etmesi çok damümkündür'. Kendi şüpheciliği sarsılmazdı, ancak yeterince gerçekçi vehastalarının gereksinimlerine duyarlı olup, bu tip desteklerden ola-bildiğince psikolojik yardımı da göz ardı etmiyordu.

Galenos'un şiddetle karşı çıktığı Metodist kavramlara dayanmasınakarşın, onun yapıtlarını önemli kabul etmesi, Soranus'un tıp dünyasındakikonumunun iyi bir göstergesidir.

Galenos'un daha sonra yapacağı gibi, Soranus kendisinden önceyazılmış en iyi metinleri bir araya getirdi ve bunlara kendi deneyim vearaştırmalarını ekledi. Jinekoloji adlı yapıtı, herşeyden çok pratik yapısınedeniyle çok önemliydi ve Yunanca Latince çevirisiyle Roma İmpara-torluğu'nun hem doğusunda hem de batısında tıbbi düşünceyi derindenetkiledi. M.S. 7. yüzyılda yaşamış Egeli tıp otoritesi olan Aiginalı Paul'unyapıtındaki jinekoloji bölümü sayesinde, jinekoloji'nin bîr çevirisi de Araptıbbına girdi. Bundan kısa bir süre sonra Muscio adlı bir yazar tarafındanLatince'ye çevrildi. Bu kitap Ortaçağ boyunca popüler olmaya devam ettive Almanca, Fransızca, İngilizce, Hollandaca ve İspanyolca çevirileriyleRönesans sonrası dönemde tıp literatüründe yer aldı. Aynı dönemdeyayınlanan farmakopeler ve bitki kitapları gibi, Soranus'un Jinekolojisininde resimli olduğu ve Muscio'nun kitaplarında yer alan bazı rahim ve İnutero fetus çizimlerinin bu kitaptan alındığı sanılmaktadır.

Soranus'un Jinekoloji'sinin, özellikle de hasta açısından sevindiriciolduğunu tahmin etmek güç değildir, çünkü acı verici ve hoş olmayanyöntemlerden özenle kaçmıyordu. Daha da önemlisi, obstetrik tekniğiaçısından mükemmeldi ve önerilen teknikler denendikçe, ebeler vehekimler açısından ne kadar değerli bir yapıt olduğu daha iyi ortaya çıkıy-ordu. Ayrıca, bazı belirsiz saptamalar dışında (örneğin himenin varlığınıreddediyordu) kadın anatomisini özellikle de uterusu, o dönemin birçokyapıtından çok daha iyi anlatıyordu. Ne sıklıkta olduğunu bilmemekle be-raber, Soranus'un insan kadavralarında disseksiyon yaptığını biliyoruz.

Çalışmalarını sürdürdüğü İskenderiye'de disseksiyon yapılıyordu,ancak metodistler, dogmatizm ekolünün gereksiz bir bilimsel araştırmasıolarak gördükleri disseksiyonu reddediyorlardı. Büyük olasılıkla bu ne-denle Soranus, insan anatomisi üzerinde yapılmış eski bilimsel in-

100

Page 102: BERGAMA BELLETEN - 18

celemelere özellikle de Galenos'a dek önemini koru¬muş olanHerophilus'un çalışmalarına dayanmıştır. Soranus, kadın pubis kemikleriarasında bulunan ve doğumda pelvis kemiklerinin genişlemesini sağlayankıkırdaksı eklemi fark eden ilk yazardır.

Soranus ve Galenos, uterusun karın içinde serbest hareket edebilen birorgan olduğunu ve yer değiştirme ya da dönmeleri nedeniyle ağrılaraneden olabildiği şeklindeki tuhaf inanışı yıktılar. Platon gibi bazı yazarlar,hayvana benzer bir yapısı olduğuna inanıyorlardı. Galenos'un dönemindebile, Kapadokyalı Aretaios adlı yazar, Hippokrates'in öğretisindeki 'gezginuterus' inanışını kabul ediyordu. 'Kadının böğrünün ortasında, dişi birorgan olan rahim durur, bu bir hayvana benzer; çünkü kendi başına karıniçinde oraya buraya hareket eder, yukarı doğru çıkar göse yaklaşır, sağasola gider, karaciğere ya da dalağa yanaşır; bazen de aşağı sarkar, kısacası;çok kararsızdır.' Diye yazmıştı. Ağrı ve rahatsızlık veren duygular, özel-likle de bunaltı hissi, uterusun bu hareketlerine bağlanıyor ve histeri, yani'rahim hastalığı' olarak görülüyordu. Böylece, tamamen kadına özgü birdurum olan histeri, bugünkü anlamından çok farklı şekilde kullanılmıştı.Ancak Galenos, keskin zekâsı ve dikkatli gözlem yeteneği ile benzer ikiolguda, bugün histeri olarak tanınabilecek, temelde psikolojik nedenli du-rumlar tarif etmiştir. Bunlardan biri kara sevda çeken bir kadın, diğeri dekendini suçlu bulan yaşlı bir erkek köleydi.

Soranus histeriyi şöyle tanımlar: 'Uterustaki bir bozukluğa bağlı olarakgelişen afoni (ses kaybı) ve solunum zorluğu ile giden duygusal bir nöbet.Birçok vakada, hastalığın öncesinde tekrarlayan düşükler, erken doğum,uzun süredir dul olma, adet gecikmesi ve gebeliğin sona ermesi ya dauteru¬sun şişmesi gibi bir olay vardır.' Tedavide, hastayı hafif ışıklı, sıcakbir odada yatırmak, sıcak kompres uygulamak, yüzü sıcak su ile silmekgibi uygula¬malar önerilmektedir. Eğer ses hâlâ düzelmediyse, kasıklaratatlı zeytinyağı ile masaj yapılmalı ve bir hamakla hafif hafif sallan-malıydı. Daha sonra gargara, merhemler, gevşetici banyolar, sıcak kom-presler, fitiller ve zeytinyağının vajinal enjeksiyonu gibi uygulamalargerekebilirdi. Bu ılımlı ve nazik tedavi, daha önceki ve hatla o dönemdekiseri bazı uygulamalara epey ters düşüyordu.

Yanık tüy, sönmüş lamba fitili, yakılmış geyik boynuzu, yanmış yün,yanmış çaputlar, deriler ve paçavralar, kulaklara ve burna sürülen kunduz

101

Page 103: BERGAMA BELLETEN - 18

yağı, zift, sedir reçinesi, katran, ezilmiş tahtakurusu ve berbat koku saça-bilecek daha ne varsa hepsi kullanıldı.

Tıp yazarları, başka kadın hastalıkları da tanımlamışlardır. Bunlararasında, uterus ve vajinanın enflamasyonu, uterus kanaması, 'uterusağrısı'; ölümcül uterus veya vajina akıntıları; üreme organının çeşitli yer-lerindeki ülserasyonlar; serviksteki sertleşmeye bağlı olarak uterusuntıkanması; uterusun prolapsusu ve 'memenin hastalıkları' vardı.

Antik çağa ait tıp terimlerini günümüz diline çevirmek güç olmaklabirlikte, o dönemde meme kanserinin bugün olduğundan daha seyrekgörüldüğünü söyleyebiliriz.

Kadın hastalıklarının tedavisi genelde diyete dayanıyordu. Plinius,şarapla ya da suyla alınması gereken birçok ilaç tarif etmiştir. Dışarıdanuygulanan ilaçlar arasında en sık reçete edilenler balmumu merhemlerive yakılardı. Ancak ilaçların çoğu, buhar, lavman veya peser şeklindeiçeriye veriliyordu. Buhar banyosu; katran, insan saçı, tıbbi ve aromatikbitkiler gibi maddelerin, özel bir kapağı olan metal veya seramik birçanakta ısıtılmasına dayanıyordu. Bu çanağın kapağında, içinden kamışya da ince kurşun boru geçen bir delik bulunuyordu. Bu borunun bir ucuvajinaya yerleştiriliyor, çanak ısıtıldığında çıkan sıcak buhar bo¬ruyoluyla vajinaya yayılıyordu. Buhar banyosu, Aretaios gibi, buruna veyavajina¬ya hoş kokulu buharlar püskürtme yoluyla yerinden oynamış olanuterusu tekrar yerine getirmeye çalışan bazı hekimler tarafından özellikleöneriliyordu. Doğal olarak, modern tıbba yabancı olan bu tür yöntemlerinetkinliğini değerlendirmek güçtür. Ancak Soranus'un, rastgele uygulananbuhar banyosu sırasında oluşabilecek ağır yanıklara karşı uyarısından,hastaların bu uygulamalar sırasın¬da ne kadar ağrı çektiklerini ve nederece tehlikede olduklarını anlayabiliriz.

Doğum, neredeyse değişmez şekilde gebenin evinde gerçekleşiyordu.Do¬ğum başladığında, gerekli aletleri ve malzemeyi orada hazır bulun-durmak ebenin göreviydi. Soranus'a göre bu malzemede şunlar vardı: 'En-jekte etmek ve kayganlığı sağlamak için yağ; bölgeyi temizleyebilmekiçin sıcak su; ağrıyı azaltmak için sıcak kompresler; silmek için süngerler;kadının bazı yerlerinin örtülebilmesi için yün parçaları; bebeğin kundak-lanabilmesi için bezler; doğumdan sonra bebeğin kadının yanında üzerine

102

Page 104: BERGAMA BELLETEN - 18

yatırılabileceği bir yastık ve güzel kokulu şeyler (nane, elma ve ayrıcaayva gibi)”.

Bazen doğumun gidişini gözlemek için bir hekim bulunabilirse de,doğum genellikle ebe tarafından yaptırılırdı. Ebe, durumu hekime bildirirve ondan kendi deneyim ve kıdemine göre az ya da çok yardım alırdı. So-ranus, zor doğumlarda kadının yatırılmasını ve fötusun çekilerek çıkartıl-masını önermişti. Normal doğumda ise bir doğum sandalyesiöneriliyordu:

'Ebe, doğurmakta olan kadını hemen ayağa kaldırıp doğum sandalye-sine oturtmamalıdır. Önce deliği palpe ederek yavaş yavaş açılmasınıizlemelidir. İlk olarak, küçük parmak kadar açılmış der, sonra daha çokaçıldı der ve biz sordukça, dilatasyonun derecesini söyler. Ve açıklık fö-tusun geçmesine izin verecek dereceye geldiğinde, hastayı yatağındankaldırır ve sandalyeye oturtur, sonra da ona çocuğu çıkartmak için bütüngücünü kullanmasını söyler.' (Galenos, On the Natural Faculties III,A.J.Brock çevirisinden).

Soranus, 'ebe sandalyesi'nin ayrıntılı bir tanımını vermiştir. Ebemalzemelerinin arasında bulunması gereken şeylerden biri de, farklı boy-daki kadınlara göre ayarlanabilecek bir sandalyeydi. Bu sandalyenin, hilalşeklinde orta boy bir oturağı olmalıydı ki, 'ne kadının içine gömüleceğikadar büyük olsun, ne de, tersine, vajinaya baskı yapacak kadar dar olsun.'Oturak kısmının altında kenarlarda destek tahtaları olmalı ve bunların üstkısımlarında kolluklar bulunmalıydı, bu kolluklar zorlanma anında sıkıcayakalamak içindi. Aynı nedenle, oturağın bir de arkalığı olmalıydı. So-ranus, doğum sırasında kadını tutmak için üç tane yardımcının bulun-masını öneriyordu (ikisi sandalyenin iki tarafında, biri arkasında).Bunların ikisi büyük olasılıkla anne adayının hizmetçisi ya daarkadaşlarıydı. Üçüncü kişinin az da olsa ebelik bilgisi olması istenirdi,bu kişi başka bir ebe, ebenin kızı ya da bir öğrencisi olabilirdi. Soranus,doğum sandalyesinin oturağının ön ve arka kısımlarının, ebe ve asistan-larının işlerine engel olmayacak şekilde açık olmasını öneriyordu… (Gy-naecology II, 5-6; O.Temkin çevirisinden).

103

Page 105: BERGAMA BELLETEN - 18

GALENOS VE SPORLA TEDAVİCelsus, üst sosyal kesimlere yönelik temel özellikler içrern, keyifli bir

öz-disiplin öngörüyordu. Bu nedenle egzersiz listesi kırsal kesimdeyaşayan eğitimli zenginlere hitap ediyordu. Yüksek sesle okuyabilir,

yürüyebilir, koşabilir vetop oynayabilirlerdi.Ancak Celsus'un en gözdeegzersizi yürüyüştü. Doğalolarak bu egzersizler işinkaynaklandığı yer olangimnasyumun katı lis-telerinden çok farklıydı.Doktorlar, uzun sürediratletlerin uyguladığı re-jimin sağlık için çok dauygun olmadığına inanıy-

orlardı. Hippokrates'in incelemesi Nutriment'te, 'atletin şartları hiç doğaldeğildir. Sağlıklı bir durum her şeyden üstündür' diye yazarken, Celsus'vücutlar aşırı besleniyor, çok çabuk yaşlanıyor ve biçimsiz hale geliyorlar'diye belirtir.' Bazı antrenörlerin tıp alanında hak iddia etmelerine karşın,diyetin bu iki kolu ayrı kalmaya devam etmiştir. Galenos birkaç kezantrenörlerle birlikte çalışmış ve yaptıkları iş hakkında şu alaycı sözlerikaleme almıştır: “Sağlıklı kent, insanın yaşama isteğini azaltıp, bunu an-lamsız bir vücut kondüsyonuna çeviren bu eylemlerden nefret etmekte,bunları küçümsemektedir. Çoğu zaman ben kendimi o çok hürmet edilenatletlerden daha güçlü bulurum. Yolculuğa, askeri işlevlere, hatta poli-tikaya ve çiftçiliğe sıra geldi mi, onlar hiçbir işe yaramazlar. Onlarlaolmak, hasta bir arkadaşla birlikte olmaya benzer, sizi avutmak, yardımcıol¬mak ya da ona danışabilmek için hiç uygun değildirler, aynı domuzlargibi. İçlerinden en başarısız olup, hiç ödül kazanamayanlar, birdenbireantrenör oluverirler ve domuzlar kadar yüksek ve barbar sesleriyle işlerinianlatır dururlar. Hatta bazıları masaj, kondüsyon, hijyen veya egzersizüzerine yazmaya çabalar ve hiç anlamadıkları insanlara karşıt fikirler ilerisürmeye kalkışırlar” (Thrasybulus. Whether Hygiene is a Part of Medicineor Gymnastics, Smith çevirisinden 1979, 1078).

104

Page 106: BERGAMA BELLETEN - 18

Tarihi Bergama kenti, Roma döneminde, olimpiyat oyunlarındanetkilenmiştir. İnsanlık tarihinde ilklerinin görüldüğü bu uygarlık iklimindegimnasyumlar, stadyumlar, arenalar, termal kür alanları ve diğer birçokspor tesisleri görülmektedir. Aynı zamanda, dünyanın en yüksek ve en diktiyatrosu, bölge hastanesi, 200 bin ciltlik kitaplığının kurulması, ilkfizyoterapi, psikoterapi, hidroterapi, klimoterapi, çamur banyosu, güneşbanyosu, soğukta çıplak koşu gibi spor ile rehabilitasyon uygulamalarıPergamon uygarlığının unutulmazlarıdır.

Bergama, tarihsel konumu itibariyle iki yerleşim merkezinden oluş-muştur. Bu yerleşkelerden birincisi gimnasyumun ve stadyumun bulun-duğu Akropol yerleşkesidir. Bunun yanısıra, Zeus Sunağı, yukarı Agora,15.000 kişilik dünyanın en dik tiyatrosu, Dionysos Tapınağı, Athena Kut-sal Alanı, kral sarayları, Traian Tapınağı, arsenaller bulunmaktadır. Büyüktiyatro üzerinde bir teras dikkati çeker. Uzunluğu yaklaşık 210 m.genişliği ise 15 m. olan bu terasta yer alan halk, stadyumun tamamınayakın bir kısmını görebilmekteydi. İkinci yerleşim merkezi ise, dünya’nınilk bölge hastanelerinden birinin yer aldığı, küçük gimnasyum ve stadyu-mun, gösteri ve rekreatif faaliyetlerin sürdürüldüğü, su oyunlarınınyapıldığı amfitiyatronun bulunduğu Asklepion’dur.

Bergama tarihsel kesitine bakıldığında düzenli bir kent planı gözeçarpmaktadır. Kent yönetimi ve sosyal yaşamın önemli yapıları ve mey-danları, kent yamaçlarındaki tepeler üzerinde kurulmuştur. Pergamonkralı Emenues ve Attalos’lar döneminde, özgür ve realist bir yönetim an-layışı egemendi, bu durum Bergama’yı bilim, sanat ve spor alanındaönemli şehirler arasına yükseltti. Zamanın başarılı sporcularından At-los’un spor yapmasını destekledi ve onun olimpiyatlara katılmasınısağladı, aynı zamanda, Arkesilas gibi ünlü filozofları ve Mikeredes gibisanatçıları çalışmalarının da yanında yer aldı.

SPOR HEKİMİ OLARAK GALENOSDiğer yandan Galenos'un gladyatör okulunda hekimlik yapması, tıbbi

bilgilerini ilerletmesi açısından önemli olduğu gibi spor hakkında da bazıfikirlerinin oluşmasına yarar. Bugün "ilk profesyonel spor hekimi" unvanıda verilen Galen, sporla ilgili görüşlerinde o dönemin spor ve sporcularını

105

Page 107: BERGAMA BELLETEN - 18

şiddetle eleştirir. Profesyonel atletleri, insanların sağlıklı olma tezine karşıkendini gösteren bir "karşı tez" olarak görüyordu.

DÖĞÜŞ VE KOŞU SPORUNA ELEŞTİRİGalenos'un konumu bu noktada ilginçtir. Bir spor okulu olan gladyatör

okulunda hekim olarak hizmet vermesine rağmen o bu profesyonel sporuşiddetle eleştirir ve bu sporcuların (gladyatör) sağlıklı vatandaşların "an-titezi" kişiler olduklarını savunur. Galenos şunları söylemekledir: "insanaklının nimetlerinden bu sporcular faydalanamazlar. Onların ruhları et vekanlarının ağırlığı altında bir çamur denizinde boğulur gibi boğulmuştur.Herşeyde ölçülü olmayı ilke edinen eski sağlık anlayışı ihmal edilerekaşırı egzersize, aşırı yemeğe ve domuzlar gibi aşırı uyumaya yönelin-miştir. Bu sporcular ne sağlıklıdırlar ne de insan olarak güzeldirler. Ensağlıklıları bile şişmanlamış ve göbekleri yağ bağlamış durumdadır".

İnsan sağlığını geliştirici ve destekleyici bir spor anlayışının bulun-madığı o dö¬nemde Galenos sporun yararlı biçimlerini dile getiren yazılarda kaleme almıştır. Ona göre bütün rastgele hareketler bir egzersizdeğildir. Egzersiz olabilmesi için belli bir güç kullanılarak yapılmasıgerekmektedir. Güç kriteri ise soluk alıp vermedeki değişimlerdir. Solukalmayı değiştirmeyen hareketlere egzersiz denilemez. Onun egzersizlerhakkındaki tespitleri bugün için de geçerli bilimsel niteliktedir. Tarihteegzersizleri bir program halinde toplayan ilk yazar olmuştur. Yine ilk kezspor ile rastgele yapılmış fizik hareketleri birbirinden ayrılmayabaşlamıştır.

TOP OYUNLARINI DESTEKLEDİGalenos'un top oyununu yalnızca bir eğlence aracı olarak görmemiş,

onu aynı zamanda insan sağlığını geliştirici bir araç olarak kabul etmiştir.Top aracılığıyla yapılabilecek egzersizleri tarihte ilk kez belirleyenGalenos bunun çeşitli yararlarını dile getirmiştir. Ona göre bir kere toplaoynamak demokratik bir eylemdir. Çünkü en yoksul kişi bile bir top sahibiolabilir. Topla oynamak vücudun bütün kısımlarını harekete geçirir ve ko-

106

Page 108: BERGAMA BELLETEN - 18

layca tekrar eski haline döndürür. Böylesine bir egzersiz bir başka türlüsağlanamaz. Topla oynamak aynı zamanda gözü eğitir ve muhakemeyeteneğini artırır. Galenos her yaştaki insanın topla yapabileceği egzer-sizlerin ayrıntılarını vermiştir. Diğer yandan Galenos için sağlık ile güzelbir vücudun uyumlu ölçülerinin varlığı birbirine paraleldir. Bu ilişkidenyola çıkan Galenos koşmayı fazla onaylamaz. Koşu insanı inceltir vevücut kısımlarını dengesiz olarak geliştirir. İp ile yapılan antrenmaları dasavundu ve pek çok kası geliştirdiğini söyledi.

Galenos ayrıca ipe tırmanmayı da çok yararlı bir spor olarak tanım-lamıştır. 'If anyone climbs a rope with their hands, as children exercise ina gymnasium, they become hard and robust' " (De sanitate tuenda, Lib.II, Cap.

ASKLEPİON’DA SPORCU SAĞLIĞIBergama dâhil birçok yerde bulunan bu tapınaklarda asıl önemli olan

mabed uykusu denen bir tedavi uygulanmasıydı. Bununla birlikte tapı-naklarda bulunan zehirsiz cinsten yılanlar, hastaların gözlerini veyaralarını yalayarak tedaviye yardım ederlerdi.

Bergama Hipodromunda yani Amfitiyatro’da sporcuları tedavisi çokönemlidir. Yaraların iyileştirilmesi konusunda Galenos, profesyonel birhekimdir.

Tıbbın babası olarak kabul edilen Hippocrates'in "Aforizma" ları 19yüzyıla kadar batılı tıp okullarında ders kitabı olarak okutulmuştur. Hip-pocrates'ın meşhur aforizmalarında birinde söyle denir: ilaçla iyi olmayanhastalıklar bıçakla tedavi edilir. Bıçakla iyi olmayanlar ise ateşle tedaviedilir. Ateşin (Key = Cauterisation) iyi etmediği hastalıklara tedavisi iyiolmayan marazlar gözüyle bakılmalıdır.

Hipokrat yaralarda katran (goudron) kullanmakla, antisepsiyi ilk uygu-layan olmuştur. Yarada primer ve sekonder iyileşmeyi ilk defa Hipokrattanımlamıştır. Ayrıca

Hipokrat balı kirli yaraların temizlenmesinde kullanmıştır.

Eski Roma tıbbına baktığımızda, "De Re Medicina" isimli 8 kitaplıkbir eser bırakan Celsus'u görüyoruz. Celsus'un 5. kitabında yara

107

Page 109: BERGAMA BELLETEN - 18

iyileşmesinden söz edilmekte ve bu amaçla kullanılan ilaçlar arasındazamk, güherçile, safran ve susam bulunmakta olup, bunların ilk anestezikilaçlar olduğu tahmin edilmektedir. Grekoromen devrin ün ünlü hekimiBergama'lı Galen (131-210) ne yazık ki yara iyileşmesi konusunda cera-hati ve irinleşmeyi övünülecek bir olay olarak kabul etmekle tıbbın iler-lemesini geciktirmek gibi bir hataya düşmüştür. Bu görüş ancak, yaralarakaynar yağ yerine basit pansuman kullanılarak iyi olacağını gösteren A.Pare'ye kadar devam etmiştir.

BERGAMA’DA SPOR EĞİTİMİNİN TARİHİ Roma İmparatorluğunda gladyatörlerin sergiledikleri gösteriler büyük

ilgi görmekteydi. Gladyatörler mahkûmlardan, kölelerden ve kendi is-teğiyle gladyatör olmak isteyen özgür Roma vatandaşlarından oluşmak-taydı. Her ne kadar toplum dışına itilmiş olan bir grup olarak karşımızaçıksalar da içlerinden bazıları ünlü olmuşlardır.

Gladyatörlere ait olduğu düşünülen bazı nekropollerde yapılan çalış-malar örneğin (Ephesos - İzmir) onların ölümlerine sebep olan son dar-beyi nasıl aldıklarını, maruz kaldıkları fiziksel stresi gözler önünesermiştir. Gladyatörlerin müsabakalara hazırlanmak için ağır egzersizleryapmaları sonucunda kemiklerinde bazı lezyonlar meydana gelmiştir.Kemik yüzeylerinde fiziksel stresten doğan izler, kemiklerin eklemyüzeylerinde ve kas yapışma yerlerinde ekstra kemik çıkıntıları (osteofit),eklemlerde aşınma tespit edilmiştir. Ayrıca çeşitli kırıklar, çıkıklar, kesikizleri ve incinme sonrası oluşan enfeksiyonlar görülmüştür.

Yazılı kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla, gladyatörler hekimlertarafından tedavi edilmekteydi. Bu hekimlerden biri Galenos’tu. Önceseçkin bir hekim olan Satyros ile çalışmış, sonra Smyrna'da (İzmir)anatomi eğitimi almıştır. Bunun ardından İskenderiye'de 12 yıl tıp eğitimialdıktan sonra Pergamon'a dönmüş ve bir gladyatör okuluna cerrah olarakatanmıştır. Bu görev sayesinde anatomik bilgi ve deyimini zenginleştir-miştir. Birçok yara, kesik, kırıkla karşılaşmış, operasyonlar yapmış, diyetve egzersiz konularında uzmanlaşmıştır. Yazdığı tedavi metotlarından birkısmı günümüze kadar ulaşmıştır

108

Page 110: BERGAMA BELLETEN - 18

Bergama uygarlık tarihinde Akropol veAsklepion yerleşkelerinde, spor ve sanattoplumsal yaşam içerisinde önemli bir yeralmıştır. Bu dönemde Gimnasyumda eğitimveren kişilere Gimnast denirdi. Pergamon’lugençler burada fiziksel aktivitelerin yanındamatematik, felsefe vb. derslerle sporu birleştiripsporu bir yaşam felsefesi haline getirmişlerdir.

Bergama’nın tarihi yerleşim alanında daOlimpia'ya benzer yapılar dikkat çekmektedir.Akropol ve Asklepion yerleşkelerinde,Olimpiyat oyunlarına hazırlık amaçlı spor eğiti-minin yanısıra, rekreatif amaçlı eğitimlerde sporetkili bir uygulama aracı olarak kullanılmıştır. Özellikle sağlık merkez-lerinde spor etkili bir rehabilitasyon aracı olarak uygulanmıştır. Bu merke-zlerde tamamen hastalar kültürel yönden desteklenip, kişilerin eskigünlerine dönmeleri sağlanmaktadır. Asklepionda ise hastalara yürüyüşlerve kısa koşular, çamurlu su kürleri, güneşleme, kışın soğuk su ile duşalma ve koşma gibi tedavi yöntemleri de kullanılmıştır. Burada hastalarınspor yapmaları ve eğlenmeleri için şölen merkezi şeklinde bir galeri bu-lunmaktadır. II. Eumenes yönetimi sırasında müzik faaliyetleri, ilk defacimnastik hareketleri yaptırılmıştır. Bu aktivitelerin yapılması ile dini fes-tivaller oluşturulmuştur. Bu dini festivalerde gençler ağıtlar okur, müzikeşliğinde dans edilirdi. Bu festivaller vesilesiyle sporsal yarışmalar yapılırve bu organizasyonlar, Delphoi ve Olimpia’da yapılan olimpiyat oyun-larına eş değerde tutulurdu. Bu merkeze ziyaret amaçlı gelen kişilere sporgösterileri ve geceleri ışık gösterileri yapılır, gelen ziyaretçiler memnunedilirdi.

Sporculara sadece yarışmalar için eğitim verilmemiş, yaşam süreler-ince gerekli olacak dersleri de gimnasium da vererek kişileri hayata hazır-lamışlardır. Antik dönemde, sporun genel eğitimin içerisinde önemli biryer aldığı görülmektedir. Bergama geçmiş birikiminde spor ve yaşamkültürünü geliştirecek bir eğitim içeriğinin uygulandığı anlaşılmaktadır.

Bergama tarihi perspektifinde bu eğitim yoğunluğu içerisinde, bedenve ruh sağlığı için müzik eğitiminin de verildiği görülmektedir. Bu

109

Page 111: BERGAMA BELLETEN - 18

dönemde spor faaliyetleri amfitiyatrolarda da yapılmıştır. Bergama am-fitiyatrosu spor gösterilerinin, dans, su oyunları, gladyatör karşılaşmalarıiçin çok elverişli idi. Musalla Bayırında, Tellidere üzerinde, dere kapaklarıkapatılarak su sporlarına elverişli hale gelmesi açısından önemliydi. An-fitiyatro yuvarlak stadyum anlamına, amfitiyatro ise su oyunlarınınyapıldığı yuvarlak stadyum anlamına gelirdi. Amfitiyatro ve stadyumlartoplumsal yaşam içinde önemli bir yer alırdı. Pergamon kent kültüründebazıları ortaya çıkarılmayan en az 5 stadyum vardı. Bu merkezlerde,halkın katıldığı festivaller, spor ve sanatsal aktiviteler uygulanırdı. “...Kuzey ve güneyde iki yükselti arasındaki alanların, radyal biçimdedüzenlenmiş ve oradaki seyirci sıralarını taşıyan destek yapılar doldurul-muştur. Yükseltiler arasında akan küçük çay, büyük bir olasılıkla amfi-tiyatronun arenasında ufak çaplı deniz savaşları ve su balesigösterilerilerinin yapılabilmesini mümkün kılabilecek bir şekilde setlerçekilerek göllendirilebiliyordu. Ama burası özellikle de yeni ve tipikRoma usulü bir eğlence biçimi olan gladyatör oyunları ve hayvan avı gös-terilerinin yapıldığı bir yerdi... “...Bazen bir deniz parçasına dönüşebilenbu alanda at ve mızrakla savaş gösterisi yapmaya yeterli genişlik yoktur.Bunun için burada mutlaka hem suda hem de karada yaşayan bazı hay-vanları, timsahları, su aygırlarını ustaca yüzenlerle suyun ortasındadövüştürmekle yetinmeleri gerekirdi. Bazen de peri grupları deniz oyun-ları yaparak görüntüyü değiştirirlerdi...”

Şimdi Akropol yerleşkesini mercek altına alalım; Akropol, aşağı veorta şehir olarak üç grupta toplanabilir. Pergamon Akropol’ü, Hellenistikdönemin yapısı olarak sosyal, kültürel ve sporsal halk toplantılarınınyapıldığı, günlük yaşantının geçtiği bir kutsal yapı olarak ön plana çıkar.Akropol’ün mimari düzeni ise topografik yapıya oldukça iyi uydurulmuş-tur. İç içe düzenlenmiş yarım daireler şeklinde, birbiri üzerine konulanteraslar, üzerine yapılan tüm yapılar, güneyden kuzeye doğru sıralan-mıştır. Bütün akropol yapılarının yelpaze şeklinde yer almış olması, onungörkemliliğini ve çekiciliğini arttırmıştır. Orta kentte ise, gimnasyumlar,çeşmeler, tapınaklar ve hamamlar bulunur.

110

Page 112: BERGAMA BELLETEN - 18

GİMNASYUMLAR

Akropol yerleşkesinde bulunangimnasyum dört kısımdan oluş-muştur. Bunlar yukarı gimnasyum,orta ve aşağı gimnasyum şek-lindedir. Yukarı gimnasyumdaHera Kutsal Alanında bulunan he-lenistik yapı bileşimi vardır. Herakutsal alanı ile Yukarı Gimnasyumarasında Gider Ayak (YaşlılarHuzur Evi) Gimnasyumu bulun-maktadır. Gimnasyumun avlusu-nun batı bölümünde küçük birtapınak bulunmaktadır. Gimnasyumda ana felsefe olimpizm anlayışı vesporu bir yaşam felsefesi olarak yapılmasını sağlamaktır. Gimnasyum,geniş sütunlu avlunun dört yanındaki ünitelerden oluşur. Gençlerin bedeneğitimi ve ruh sağlığı ve yaşam felsefelerini oluşturmak için kullanılanbir eğitim merkezidir. Gimnasyumdaki çalışmaların amaçları, kuvvetlibir vatandaş olmak, güzel vücutlara kavuşmak ve savaşa hazırlık olarakdeğerlendirilmiştir.

Gimnasyumda gençler sporsal aktivitelere başlamadan önce küçüktapınakta dini vazifelerini yerine getirip, ruhen rahatlayıp sporsal ak-tivitelere geçerlerdi. Bu aktiviteler sonunda hamamlarda temizlenirlerdi.Ayrıca hamamların yanında batı galerisinin arkasında duş yerleri bulun-maktaydı. Burada dikkat çeken unsur, sporun bir yaşam felsefesi olarakbenimsenmiş olması ve bu dönemin insanlarının sporla bütünleşmeleridir.Kuzey batıda ise bir tiyatro, toplantı ve konser salonu göze çarpmaktadır.Bu mini tiyatro 1000 kişi kapasitesindedir. Bu toplantı ve konser salo-nunda sporcular değişik eğlencelerle rahatlamaya çalışırlardı. Gimnasyu-mun, kuzey bölümünün ortasında mermerden yapılmış ve kralla aitgimnasyum salonu bulunurdu. Kral, bu salonda sporsal aktivitelerde bu-lunurdu. Buradan yola çıkarak kraldan en alt seviyedeki kişilere kadarsporun tabana yayılarak, bir yaşam felsefesi halini aldığını görebiliyoruz.

111

Page 113: BERGAMA BELLETEN - 18

Gimnasyumun güneyinde ise düşey arazide olimpiyat oyunlarındakikoşu parkuruna benzer koşu yolu oluşturulmuş ve kapalı stadium özelliğiverilmiştir.

Orta ve aşağı giymnasyum, kentin en büyük yapılarından biridir. Araziyeuygun üç teras şeklinde bir konum almaktadır. Bu yapı spora verilen önemiortaya koymuştur. Orta gimnasyumun merdivenleri girişinin doğusunda birsütunun altında 21 m uzunlukta dikdörtgen şeklinde şehir çeşmesi gözeçarpmaktadır. Akropol yerleşkesi yüksek bir dağın üzerinde olduğundansuyun gimnasyumda çıkarılması spora verilen önemi göstermiştir.

Gimnasyumda spor yapacak kişiler yaş gruplarına ayrılırdı. Alt terasdaçocuklar, orta terasda gençler, üst kısım ise yetişkinlere yer verilmiştir.Doğu uçtaki küçük tapınağın hemen yanında da yazıt görülmektedir. Buyazıtta Hermes ve Herakles atletik yapıya, güce, hız kavramına özdeşdüşmesi açısından örnek olsun diye vurgu yapılmak istenmiştir.

Gimnasyum, Antik çağda halka açık yarışmalara katılan atletlerinbeden eğitimi için düzenlenmiş, çevresinde revaklı avlular bulunan büyükbina. Bu yer aynı zamanda sosyalleşme ve entellektüel uğraşlar için dekullanılırdı. Spor için geniş alanlar, altında düşünceye dalıp yürünebilecekağaç dizileri, oturma yerleri olan teraslar ile hamamlar, oyunların, kon-feransların yapılacağı kapalı mekânlar da içermektedir.

Sözcük anlamı "çıplak" anlamına gelen gymnos sözcüğündentüretilmiştir. Gimnasyum (Cimnasyum) sözcüğünün Gimnos yani çıplakkelimesiyle ilgili olduğu bilinmektedir.

112

Page 114: BERGAMA BELLETEN - 18

Gimnasyumda eğitim veren kişilere de Gimnast dendiğini söyleiştik.Gimnasyum terimi genel, palaestra terimi ise özel bir yeri işaret eder.Gimnasyum genel bir egzersiz yeri, özellikle gençlerin çıplak olarakmahrem yerlerinin görülmemesi için gizlice çalıştıkları yerdir, palaestraise bir mücadele, bir güreş yeri olarak tanımlanır. Antik çağ Ege’sindegençliğin beden eğitimi egzersizleri yaptıkları yerlerin bütünüydü. Egelil-erde bedensel egzersizler bir yurttaşlık ödevi gibi kabul ediliyordu. Tümcimnastik gösterileri, metodik antrenmanlar ve yarışlar burada gerçek-leştiriliyordu.

Gimnasyumların şehrin yapısındaki önemi kanun yapıcıların millieğitime verdikleri öneme paralellik göstermekteydi. En azından gim-nasyum ile beraber stadyumu, bir hipodroma ve bir tiyatrosu bulunmayanhiçbir şehir adı geçmemektedir. Gimnasyum’da agora gibi polis’i tamam-layan öğelerden biriydi. Büyük şehirlerde bir palaestra yanı sıra iki ya dadaha fazla gimnasyon vardı. Ortada idman yapılan büyük bir avlunun(palestra) etrafında dizilmiş derslikler, soyunma ve yıkanma odalarındanoluşmaktadır.

Ege antik döneminde ve Roma'da kent okulları sayılan gimnasyumlarşu bölümlerden oluşuyordu:

1- Lutron 2- Palestra 3- Korykeion 4- Konisterion 5- Eleithesion 6- Ephebeion Burada atletizim, güreş gibi beden eğitiminin yanı sıra matematik,

geometri ve felsefe gibi bilimsel eğitim de verilmekteydi. Su taşıma sis-temlerinin gelişmesi ile bu yapıların yanına hamamlar yapılmıştır.Hamamda sıcaklık (caldarium), ılıklık (tepidarium) ve soğukluk (frigi-darium) bölümleri bulunmaktadır. Sıcaklık, döşeme altında bir metre yük-sekliğindeki ısıtma sistemiyle (hypocaust) ve duvarlara yerleştirilen içiboş tuğlalarla (tubuli) sağlanmaktaydı.

Gimnasyum, gençlerin eğitim gördükleri derslikler ve spor yaptıklarıpalaestra denilen avluya sahip binalardı. Roma döneminde gimnasiumlar,kubbeli ve tonozlu hamam yapılarıyla birleşerek, hamam-gimnasyumyapı kompleksini meydana getirirler.

Gimnasyum ve palaestralar; güreş, koşu, atlama, disk atma gibi bedenhareketlerine ve felsefe gibi fikir hareketlerine mahsus okullardı. Efes veBergama harabelerinde bu okullar yer almaktadır.

113

Page 115: BERGAMA BELLETEN - 18

GİMNASYUMLARIN OLUŞUMUM.Ö. IV. yy’da Atina’da kurulmaya başlayan gimnasyumlara karşın,

Anadolu’da bugüne kadar saptanabilen ilk gimnasyumlar, Pers işgalininzayıflamaya başladığı M.Ö. IV yy’ın sonlarına doğru ancak inşa edilmişolmalıdır.

Hellenistik Çağ krallıkları ile birlikte; Rodos, İskenderiye, Roma veİstabul’un yanında Pergamon ve Tarsos gibi Anadolu kentleri deakademik alanda öncü kimlikleri ile de ortaya çıkmışlardır. Anadolu’dakigimnasyum sayısı genelde Yunanistan’dakilere oranla daha az olmaklabirlikte, bazı dönemlerde Yunanistan’daki gimnasyonlarla sayısal açıdanyarışacak düzeylere gelmişti.

M.Ö. I. yy’da Roma kültüründeki sıcak su ile banyo yapma geleneğihellenizmin yoğun yaşandığı Anadolu’ya kadar geldi. Bu yüzyıldanitibaren özellikle Batı Anadolu’dan başlayarak tüm Anadolu gimnasyum-larına hamam yapılarının eklendiği veya başlı başına artık gimnasyum-hamam kompleksi formunda yapıların inşa edildiğini görüyoruz. Ancakgeç dönemlerde, Anadolu’daki gimnasyum-hamam komplekslerinin ortakkullanımı, yapının adlandırılmasında zorluklara neden olmuştır. Aynı yapıkompleksi için bazı kaynaklarda veya modern yayınlarda “Gimnasyum”terimi kullanılırken, bazılarında “Palaestra”, bazılarında ise “Hamam-Therme” veya “Gimnasyum-Hamam Kompleksi” terimi kullanılmıştır.

SPOR VE HAMAMBergama Akropolünde Hera kutsal alanı ve yanındaki hamamın altında

sur¬lara kadar gimnasyum bölümü uzanmaktadır. Gençlerin ruhsal vebeden eğitimine yöneliktir. Doğuda ve batıda hamamlarla bütünleşir.

Hamamlar, Roma hamamları gibi bölümlere ayrılır:1. FRİGİDARİUM : Soğuk su banyo odaları, serinlik bölümü2. TEPİDARİUM : Ilık su banyo odaları, ılıklık bölümü3. CALDARİUM : Sıcak su banyo odaları, sıcaklık bölümü4. SUDATORİUM : Terleme odası bölümü5. APODYTERİUM : Soyunma – giyinme bölümü

114

Page 116: BERGAMA BELLETEN - 18

Kuzeybatı köşesinde konferans ve konser salonu 1000 kişilik kapasi-tededir. Kuzey orta bölümde asıl oda ve yanında imparator salonu yer al-maktadır.

Bergama’ da 7 gimnasyum olduğu anlaşılmaktadır. Büyük Alan (Gur-nellia) daki bunlardan biridir. Gimnasyumlarda okul eğitimi, felsefedersleri, güreş, spor yarışmaları, vücut bakımı, kült inancı, eğlence, sosyalaktiviteler, şölenler, bayram ve törenler yapılırdı.

Aşağı gimnasyum terası 80 m. uzunluğunda ve çocukların eğitimine,orta gimnasyum gençlere ve yukarı gimnasyum yetişkinlere ayrılmıştır.Orta gimnasyum uzun bir koşu yolundan oluşur. Burasının doğu ucundaküçük tapınağın temelleri görülmektedir.

BERGAMA AKROPOL GİMNASYUMU Bergama kentinin üst üste üç ayrı terasta yer alan görkemli bir gim-

nasyumu vardı. Ele geçen yazıtlarda paisların ve neosların gimnasyum-larından söz edilmektedir. Yazıtların bulunuş durumlarından, alttakiterasın çocuklara (paides), ortadaki terasın delikanlılara (epheboi), üsttekiterasın gençlere (neoi) ayrılmış olduğu anlaşılmıştır. Yukarı gimnasyumundiğer adı da “Töre Gimnasyum'u” idi. Güneydeki kent kapısına göre aşağıgimnasyum 50 m., orta gimnasyum 74m., yukarı gimnasyum ise 88 m.yükseklikteydi. Bu üç yapı anlam ve form bakımında aşağıdan yukarıyadoğru artan bir önemle inşa edilmiştir. Bugünkü kalıntıların üzerimizdebıraktığı etki düşünülürse, Helen ve Roma çağlarındaki genel görünümüngerçekten eşsiz bir güzellik ve görkemlilik taşıdığı anlaşılır. Her üç gim-nasyumun giriş kapısını, kenti ana caddesi üzerinde büyük çeşmenin

115

Page 117: BERGAMA BELLETEN - 18

yanında yer alan propylon oluşturmaktadır. Propylon, aşağı ve orta gim-nasyumun tek kapısı idi. Yukarı gimasyuma ise onun doğu yönünde bu-lunan kapısından da giriliyordu. Her üç gimnasyum yapısı da krallıkdevrinde, en geç, M.Ö. 3.yy’ın ikinci yarısında inşa edilmişti. Romalılarzamanında en çok değişikliğe uğrayan yukarı gimnasyum olmuş, orta veaşağı gimnasyumlar yukarı Helenistik dönemdeki durumları ile kul-lanılmıştır.

Yukarı Gimnasyum: Yaklaşık olarak 200x45 m. ölçülerinde, terasüzerine inşa edilmiştir. Bugünkü kalıntılar daha çok Roma Çağı’ndayapılan yenilemelere aittir. Helenistik Dönem'de andezit, Roma döne-minde mermer kullanılmış olduğu için, her iki devir yapılarını birbirindenayırmak kolaydır. Romalılar zamanında duvarların yüzeyi mermerplakalarla, mozaiklerle kaplanmıştır. Yukarı gimnasyum ana yapısı, avlu-nun dört yanını çeviren stoalar oluşturuyordu. En önemli salonlar kuzeystoada yer alıyordu. Asklepion tapınağı ile Roma Dönemi'nde yapılandoğu ve batı hamamları da yukarı gimnasyuma ait yapılardı. 74x36 m.boyutlarında olan avlunun tabanı sportif çalışmalar yapıldığı için topraktı.Dört bir yanını çeviren stoalar Helenistik Dönem'de Dor düzeninde, RomaDönemi'nde korinth düzenindeydi. Her iki devir yapılarına ilişkin mimariparçalar bulunmuştur. Romalılar zamanına ait mimari süslemelerin stilin-den ve yazıtlardan anlaşıldığına göre, avlunun etrafını çeviren stoalarınalt katları Hadriyan zamanında (M.S. 117-138) yapılmıştır. Buna karşınikinci katlar kötü işçilik göstermeleri nedeniyle, Geç Roma Çağı’nda ol-malıdır. Avlunun kuzeydoğu köşesinde güzel döşemeli, yarım daire şek-lindeki yer, yıkanmaya yarıyordu. Yukarı gimnasyumun güney stoasınınaltında yer alan 210x6,80 m. ölçüsündeki bodrum stadyumu iyi korun-muştur. Koşular kışın ve yazın bodrum stadyumda, ilk ve son baharda daaynı uzunlukta olduğu anlaşılan güney stoada yapılıyordu.

Orta Gimnasyum: 150x36 m. ölçüsünde olan bu yapı, dar bir terasüzerinde yer almaktadır. Kuzeyde terasın bütün uzunluğu boyunca büyükbir stoa yer almaktadır. Stoanın doğu yarısının büyük bir bölümü çeşitliodalara ayrılmıştır. Bunlardan doğuda altıncısı, exedra adıyla anılan biryapı olup, iki dor sütunu ile terasa açılmaktaydı. Bu oda, içinde bulunanbir yazıttan anlaşılacağı üzere gimnasyum tanrıları olan Hermes ileHerakles’e ve imparator kültüne ayrılmıştır. Terasın doğusunda 12x7 m.

116

Page 118: BERGAMA BELLETEN - 18

boyutlarında bir tapınağın temelleri ortaya çıkarılmıştır. Tapınağınbatısında Zeus sunağına ait kalıntılar bulunmuştur. Tapınağın duvarlarındayazılı olan epheb adlarından, orta gimnasyumun epheblere ayrıldığı vetapınağın krallık devrinde yapılmış olduğu anlaşılmıştır. Tapınağın batıyabakması topografik durumun gereğidir ve şimdiki yerinde inşa edilmesigymnasiuma girişin buraya yakın bulunması da neden olmuştur.

Aşağı Gimnasyum: En altta yer alan küçüklerin gimnasyumuna anacaddedeki propylondan giriliyordu. Uzunluğu 80 m. olan aşağı gimnasyu-mun güney bölümü, bugün tamamen yıkılmıştır. Güneybatı köşede bulu-nan, kapısız ve içleri toprakla dolu beş yapı, yalnız destek görevi yaparlar.Böyle olmakla beraber, bu oda biçimli desteklerin, terasın ağırlığı sonucuoluşan yüke dayanamayıp yıkılmış olduğu anlaşılır. Buna karşın aşağıgimnasyumun kuzey yönü oldukça iyi korunmuştur. Bu yönde de terasboyunca destek görevi gören oda biçimli, kapısız ve içleri toprak doluyapılar bulunmaktadır. Merdivenli giriş kapısının batısındaki dördüncüNiş’te ortaya çıkarılan II. Attalos dönemine ait büyük bir stel üzerinde,M.Ö. 147 yılında epheb olan küçüklerin adları yazılıdır. Aşağı gimnasyumüçgen bir yapıdadır ve 10-25m. genişliğindedir.

GALENOS, SPOR HEKİMLİĞİ VE MASAJİnsanlık tarihinde binlerce yıldır hastalıkları tedavi ve iyileştirmek için

masaj ve dokunma yöntemleri kullanıldı ve geliştirilmeye çalıştı.

Eski Çin, Hint ve Mısır kaynakları masajın, hastalıkları önlemede, te-davi ve yaralıları iyileştirmede kullanıldığını belirtmektedir. Masaj, ilkolarak M.Ö. 2700 tarihli bir Çin kitabında geçmektedir. Bu kitapta“Sabahın ilk saatlerinde, uykudan sonra kan dinlenmiş ve sinirlergevşemiş, elin ayasıyla yapılacak darbeler soğuk algınlığını önler” den-mektedir.

Egeli ve Romalı doktorlar için masaj çok önemliydi. Tıbbın babasıolarak bilinen Hipokrat “ovuşturmak gevşek eklemi güçlendirir, kasılmışeklemi gevşetir” diyor. M.Ö. 460-377 yıllarında yaşayan Hipokrat omuzçıkıkları ve kas yırtılmalarından sonra kararında ovmanın yararlı olacağınıöne sürmüştür. Günümüzde hekim yeminine ismini veren Hipokrat’a göre

117

Page 119: BERGAMA BELLETEN - 18

masajda sert ovma, uyarıcı; aşırı ovma zararlı; kararında ovma ise yararlıve sağlık geliştiricidir.

Ankara Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalıöğretim görevlisi Ömür Dünya Çakmaklı "Antik Çağ'da Masajla Tedavi"konulu çalışmasında, masajın Antik Dünya'daki yerini ve önemini vur-gulayarak masaj; güçlü bir olasılıkla Ege dilinde "massein" yani "yoğur-mak" ya da Arapça "mas'h” yani " hafifçe bastırmak sözcüklerindentüremiştir.

Profesyonel bir tedavi yöntemi olarak masaj, fiziksel, zihinsel ve ruh-sal hastalıklarda kullanılan bilinen ve bilinen eski iyileştirme metotların-dan biridir. M.Ö. 3000'lerde Çinliler tarafından uygulandığı, Hint ve Persuygarlıkları tarafından oldukça ilgi gördüğü bilinmektedir. Hatta bu uy-garlıklarda kimi yerli masörler, dikkate değer ustalıklarından dolayı antikdünya sakinleri tarafından tanınmışlardır. Yine Antik Egeliler ve Roma-lılar masajı değişmez bir tedavi aracı olarak algılamışlar ve bu metoduünlü hamamlarında uzun zaman kullanmışlardır.

Antik Çağ'ın spor dünyasında da masaj, tıpkı günümüzde olduğu gibi,hafife alınmamıştır. Antrenörler sporcularını canlandırmak için mü-sabakalardan önce onları zeytinyağı ile ovup yarışa hazır hale getir-mişlerdir. Hippokrates, masajı yararlı bir iyileştirme metodu olarakhastalarına önermekte idi. Tıbbın babası Hippokrates ayrıca tüm hekim-lere ovma tekniğini tecrübe etmeleri gerektiğini salık veriyordu. Buteknik, eklemleri gevşetmek için birebirdi. Kullanım amacı işleriyileştirmek ister rahatlatmak olsun, masaj antik dünya'nın tüm millet-lerinde kabul görerek gelişmiştir. Bugün ise, masaj, sağlıklı yaşam sözkonusu olduğunda ya da gelişen dünyanın insan sinirleri üzerindekitahribi konuşulduğunda ilk akla gelen tedavi yöntemlerindendir.

Galenos, sağlığı iki aşırı uç arasındaki orta durum olarak görüyorduve aşırı sıcak, soğuk, nemlilik ve kuruluğu önleyecek rejimler gelişti-rilmesini savunuyordu. Atletizm eğitimin aşırılığı ve çalıştırıcılarıncahilliği onu üzüyordu, ancak yöntemleri reddetmiyordu. Celsus gibi oda egzersiz, diyet, banyo ve masajın aşırıya kaçmadan uygulanmasınıdestekliyordu. Ayrıca bunu yalnızca orta yaştakilere değil, gençlere,yaşlılara, güçlülere ve zayıflara da öneriyordu. Galenos, ayrıca top oyun-

118

Page 120: BERGAMA BELLETEN - 18

larının sağlığa yararlarından bahsettiği kısa bir makale de yazmıştır.'Masaj, çok uzun süredir vücuda tonus kazandır¬mak amacıyla uygulan-maktaydı. Celsus ve Galenos, Hippokrates'ten 'ovma'nın otoritesi' olaraksöz ederler: 'Hippokrates der ki, ovma, eğer kuvvetli ise vücudugüçlendirir, nazikçe yapılırsa gevşetir; fazla yapılırsa küçül¬tür, ılımlı isevücudu şişirip kabartır. Bu nedenle, şu durumlarda önerilir; güçsüz birvücuda tonus vermek gerekiyorsa, gergin bir vücut gevşetileçekse, zararlıbir fazlalık yok edilecekse veya zayıf ve şekilsiz bir vücut büyütülüpşekillendirilecekse." Varlıklı kişilere kendi evlerinde, özel hekimleri veyayardımcıları tarafından masaj yapılırdı. Diğer insanlarsa bu tedaviyihamamlarda, antrenörler ya da doktorlardan alabiliyorlardı. Kenttekihamamlardan birinin üstünde evi olan Seneca'nın şikâyetçi olduğu birçokgürültüden biri de et üzerinde saklayan ellerin sesiydi.

Masajın, nekahat dönemindekiler özellikle de ateşli bir hastalık geçir-miş olanlar İçin, uzun süredir baş ağrısı çekenler veya bir uzvunda kısmifelç olanlar için tedavi edici bir özelliği de vardı. Aralarında Asklepi-ades'in 'araba gezisi' yönteminin de bulunduğu, şiddetle sallama yöntem-leri bugün bize pek hoş görünmese de Roma tıbbında çok sık uygulananbir terapi yöntemiydi. Celsus, kronik bir hastalıktan henüz kurtulanlar veözellikle de ateş atağı geçirmiş olanlar için, bir tür pasif egzersiz öneri-yordu. Daha enerjik bir yöntem olup, ata binme yoluyla sağlanabilen 'sal-lama' yöntemi, nekahat dönemindeki hastalar ve 'barsak gevşekliğinden'ıstırap çekenler için öneriliyordu.

Galenos da egzersizin yanında masajın da önemine dikkat çekti.Sağlıklı yaşamak için her ikisinin de uygulanmasını tavsiye etti. Galen’egöre “masaj yapılan kısımlar yumuşar; bunun göstergesi o bölgeüzerindeki canlı renktir. Aynı olumlu etki eklemlerin masaj sonrasındadaha rahat ve kaygan hareketlerinde de gözlenir

119

Page 121: BERGAMA BELLETEN - 18

GALENOS VE KADIN GÜZELLİK KREMLERİ

Bergama'da banyo temizliği çok titizlilikle uygulanan bir kültürdü.Banyodan sonra nemlendirici kremler vücuda sürülürdü. Bu kremlerintariflerine ilişkin bilgileri geliştiren kişilerin başında ünlü BergamalıHekim Galenos karşımıza çıkar. Banyo öncesi ve sonrası sürülen kremler,yağlar ile masaj sırasında sürülen preperatın hazırlanması kadar uygula-ması da önemlidir. Dünyanın ilk spor hekimi ve masaj uygulayıcısı olanGalenos, bitkisel yağlardan, özellikle zeytinyağından yararlanmıştır. Ot-lardan elde ettiği kremleri de vücuda yedirmek, ovmak gerek hastalık,üşütme, tutukluk, kulunç vb hastalarda gerekse sporcularda kullanmıştır.

Özellikle süslenmek, güzel görünmek ve beyazlamak için kökboyası,tebeşir tozu ve süsen tozundan yaptıkları macunları kullanırlardı.

Yanıklara, yaralara ve berelere olduğu kadar güzelleşme adına kul-lanılan bitkisel merhemler, toz, tohum, ezme, yağını çıkarma, karışımıkullanma pek sık rastlanırdı. Romalı kadınlar ciltte kırmızılık vermek içinbugünkü allık ve ruj alternatifine karşılık sayılabilecek bir malzeme kul-lanıyorlardı. Kırmızı aşıboyasından yapılan bu toz, Romalı yazarlarınpek çok yazısında söz konusu edilmekteydi. Romalı yazarlar, kadınlarınbu tozu oldukça aşırı kullandığından söz ederler.

Gözler özenle bakılırdı. Lambanın isinden elde ettikleri bir sürmeylegözlere sürme yapılırdı. Bilhassa Galen'in gözlere ilişkin getirdiği birtakım formüller de popülerdi. Özellikle kaşlara yapılan bir takım vurgu-lamalar önemliydi.

Özellikle süslenmek, güzel görünmek ve beyazlamak için kökboyası,tebeşir tozu ve süsen tozundan yaptıkları macunları kullanırlardı.

120

Page 122: BERGAMA BELLETEN - 18

Yanıklara, yaralarave berelere olduğu kadargüzelleşme adına kul-lanılan bitkisel merhem-ler, toz, tohum, ezme,yağını çıkarma, karışımıkullanma pek sık rast-lanırdı. Romalı kadınlarciltte kırmızılık vermek

için bugünkü allık ve ruj alternatifine karşılık sayılabilecek bir malzemekullanıyorlardı. Kırmızı aşıboyasından yapılan bu toz, Romalı yazarlarınpek çok yazısında söz konusu edilmekteydi. Romalı yazarlar, kadınlarınbu tozu oldukça aşırı kullandığından söz ederler.

Gözler özenle bakılırdı. Lambanın isinden elde ettikleri bir sürmeylegözlere sürme yapılırdı. Bilhassa Galen'in gözlere ilişkin getirdiği birtakım formüller de popülerdi. Özellikle kaşlara yapılan bir takım vurgu-

lamalar önemliydi.

Safrandan yapılan farlar, kullanılan güzel-lik malzemeleri arasındaydı. Bu pahalı ba-harat, yiyeceğe ek olarak parfümde de tercihedilen bir maddeydi.

Dudaklara, alkanet türü kök boyosı veaşıboyası hafif bir kırmızılık verilirdi.Saçlarına bir kurdele takarlardı. Çoğunluklabu kurdelede kemikten yapılmış boncuklar dakullanılırdı.

121

Page 123: BERGAMA BELLETEN - 18

ASKLEPİON VE GALENOSHekim Galenos ile Asklepeion Sağlık Yurdu birbiriyle özdeşleşmiştir.

Galenos, Asklepion'nun “Geyikli Dağlarının ayaklarında, hava akım-larından korunmuş, temiz havası ve suyu olan uygun bir yerde” kurul-duğunu yazar.

Asklepion'da tedavi yöntemleri ise çok farklıydı. Çamur banyoları,kutsal sudan içmek, şifalı bitkilerden ilaç ve merhemler, sporla, müzikle,tiyatroyla tedavi, görülen düşlerin yorumlanması bunlardan bazılarıdır.Temel tedavi yöntemi, rüya yoluyla telkin özelliğine dayanır. Bu hastanınkendine olan özgüvenini güçlendirmek demektir.

Asklepion, hastanın dertlerini tanrıya duyurabileceği yerlerdendi.Galenos bu konuda şöyle bir saptama da bulunur:

"Biz Bergama'da hekim sözü dinlemediği halde tanrı tarafından iyiedilmesini isteyen insanlar görüyoruz. Bunlardan iki hafta hiç bir şey al-mamaları istendiği zaman bunu dinliyorlar, hasta bundan yarar göreceğineinandığından buyruğun yerine getirilmesi için elinden geleni yapıyordu."

Sağlık tanrısı adına pek çok kentte tapınak kurulmuştur. Bunlardan birbölümünün de bir külliye gibi geliştiği ve sadece tanrıya yakılan kandiller,

122

Page 124: BERGAMA BELLETEN - 18

getirilen adaklar ile onun iyileştirici himayesinin sağlanmasınagidilmediği, tersine aynı zamanda deneyimli hekimler olan rahiplerinözellikle fiziksel müdahelede bulunarak hastaları iyileştirmeye çalıştıklarıbiliniyor. Bu uygulamalar sırasında hastaların bir süre bekletildiği, onlarases-ışık gösterileri, rüya sağlama, morallerini güçlendirmeye çalışmayoluyla ilk müdahalenin yapıldığını, bekleme süresi sırasında, ölümcülhasta olanların belirlendiğini ve onların Asklepion'a kabul edilmediklerinibelirtmeliyiz. Bu yüzden Asklepionlar için "ölüm buraya giremez"denirdi, çünkü ölümcül hastaları içeri almıyorlardı..

HADES ASKLEPİON’A GİREMEZ

"Tüm tanrıların ululuğu için kutsal yere ölümün girmesi yasaklan-mıştır" yasasının daha giriş kapısına asıldığı Asklepion da hastalararasında kadınlar öncelikli olarak sayısal üstünlüğü elde ediyorlardı. Felç,göğüs darlığı, mide ağrıları, delilik, körlük gibi ağır hastalar burada tedavigörülüyorlardı.

Antik çağ Ege’sinde, ışık ve güzel sanatlar tanrısı Apollon'un oğluAsklepios adına kurulmuş tam teşekküllü sağlık yurtlarına Asklepion de-nilirdi. Bunların en önemlisi, BergamaAsklepionu idi. Anıtsal kapısında "Tümtanrılar için yaratılmış olan bu kutsal yere,yalnızca ölüm tanrısı Hades giremez"yazılıydı. Hizmet sunduğu sekiz yüzyılboyunca, sürekli 10 bin kişiyi barındırdığıhalde tek hasta ölmemişti.

Söylenceye göre, Apollon'un oğlu olanşifa tanrısı Asklepios, ünlü bir hekimdir.Apollon onu çocukken, hekim Kheiron'abırakmıştır. Asklepios büyüdüğünde, cer-rahlıkta ve şifali otlar konusunda öyle usta-laşır ki, ölüleri bile diriltir. Ölüler diyarınınyöneticisi Hades bundan rahatsız olur veZeus'a şikâyet eder. Zeus da Asklepios'u biryıldırımla yok eder. İşte söylencesi;

123

Page 125: BERGAMA BELLETEN - 18

LOKMAN HEKİM ASKLEPİOSTeselya Kralı Filegyas'ın Koronis adlı güzeller güzeli bir kızı vardır.

Bu kız, tanrı Apollon’la sevişir ve ondan gebe kalır. Ne var ki tanrınınçocuğunu karnında taşırken Arkadya’dan gelen bir yabancı ile tanışır. Ko-ronis, bu yabancıyı sever ve onunla beraber olur.

Bu olayı Apollon' a kutsal kuşu kuzgun, haber verir. Apollon öfkesin-den ne yapacağını bilemez ve kendine sadık bu kuşun tüylerini akpak ikenkapkara yapar. Sonra da Koronis' e gereken cezayı verir.

Koronis bir direğe bağlanır ve altına odun yığılır. Çocuğu karnındadiri diri yanacaktır. Alevler içinde kalan Koronis ölmek üzere iken Apol-lon kendi kanından olan çocuğun yok olmasına katlanamaz ve ateşisöndürüp çocuğu anasının karnından aldırtır. Koronis ölür, çocuk da -atadam Kheiron' a- verilir. İşte bu çocuk Asklepios 'tur. Annesinin karnındaölmek üzereyken son anda kurtulduğu için hekim tanrı olarak da hasta-larını son anda kurtaran bir nitelik kazanacaktır.

Asklepios, at adam Kheiron' un yanında büyür. Kheiron doğanın içindeyaşayan, doğanın sırlarına ermiş bir varlık olduğu için Asklepios' a bu or-tamda hekimlik sanatını kaynağında öğretmiştir. Bu nedenle açık hava,güneş, termal sular, şifalı otlar ve bunlardan yararlanmasını bilen Askle-pios usta bir hekim olur, ayrıca cerrahlığın bütün bilgilerini edinir. Bununötesinde Asklepios, ölüler diriltmeye ve ölümsüzlüğü araştırmaya başlar.Nasıl mı? Tanrıça Athena, Gorgo canavarı denilen Medusayı öldürttüğüzaman, bedeninden akan kanı toplamış ve Asklepios' a vermiştir. Medusa'nın sağ tarafından zehirli kan, sol tarafından da şifalı kan akmış ve bunlarayrı ayrı şişelerde toplanmıştır. Şifalı kanı kullanan Asklepios, epey deölü diriltmiştir.

Örneğin bunların başında Kapaneus, Lykurgos, Minos' un oğluGlaukos ve Thesus un oğlu Hippolitos da vardır. Zeus, ölümsüzlüğüaraştıran, ölüleri diriltmeyi başaran ve böylece doğal dengeleri bozanAsklepios' un bu aşırı gücünden kuşku duymaya başlamış, ölümsüzlüğütanrıların tekelinde tutmak istediği için Asklepios' un üstüne bir yıldırımsalmış ve yakmış, yok etmiştir. Apollon da, oğlu Asklepios' un öcünüalmak üzere Zeus'a yıldırımı bağışlayan Kiklopları öldürmüş ve sonra daoğlu Asklepios' u gökte burçlar arasına yerleştirmiştir.

124

Page 126: BERGAMA BELLETEN - 18

Anadolu'da Asklepios, lokman hekim olarak bilinir. Lokman hekimde ölümsüzlüğün sırrını bulmuş ve gidip krala söyleyeceği anda yıldırımçarpıp ölmüştür. Asklepios ya da lokman hekimin yere düşmesiyle elin-deki ilaç yere dökülmüş ve yerden her derde deva sarımsak bitmiştir.Diğer elindeki ölümsüzlük reçetesi olan kâğıtlardan biri çalıya takılmışolarak bulunmuş ve şu dizeler okunmuştur:

Ayağını sıcak tut, başını serin

Gönlünü ferah tut, düşünme derin.

Sağlık yurdu işlevini gören bu sitelerin en ünlüsü, en büyüğü, terapideen çok yönlüsü Bergama Asklepion' udur. Anadolu nun en eski hekim tan-rısı Telesforos' un tapınağını, kültünü, bilimini de içine almıştır.

Asklepios ölünce kızı Hygieia (hiji diye okunur ve hijyen sözü sağlıkanlamına gelir) hekimlik yükünü taşır ve Asklepiad denilen (hekimler)aracılığı ile lonca düzeni içinde ilkçağ boyunca Asklepion' u yaşatırlar.

İlkçağda Bergama Asklepion' u dünyanın en büyük ve en ünlü has-tanesi olmuştur. Karakalla, Hadriyanus gibi imparatorlar, Aristides gibibilginler burada tedavi olmuşlardır. Şifalı suları, ilaç maddesi otları,havası, güneşi, çamur banyosu, fizik tedavisi, spor, müzik, tiyatro ve eğ-lence ile iyileştirme yöntemleri Bergama ya özgüdür. Psikoterapi buradailk kez denendi, farmakoloji burada doğdu. Asklepios, Bergama eskiparalarında sakallı, elinde yılanlı bir asa, yanında kızı Hiji ya da Telesforolduğu halde görülmektedir.

Asklepion dediğimiz hastanenin kuruluş söylencesi de vardır. İlkçağAnadolu'sunun ünlü yazarı Pausanias der ki Arkaias adlı zengin bir kişiMadra (Pindasus) Dağında karaca avına çıkar. Yalçın kayalar, dik ya-maçlar, geçit vermez ormanın içinde hoplaya zıplaya ilerlerken, atınınayağı seker ve Arkaias yuvarlanarak yere düşer, bacağı kırılır. Arkadaşlarıonu baygın bir halde Bergama'ya getirirler, fakat bacağını tedavi edecekbir doktor bulunmaz. Hasta, İstanköy (Kos) de bulunan Asklepion' agötürülür. İstanköy adasının ünlü hastanesinde şifa bulan Arkaias, zengin-liğinin Bergama'da işe yaramadığını unutmaz ve buraya bir Asklepionyapılması için servetini harcamayı göze alır. İnşaat sitesi tamamlanıncaburaya İstanköy ve Epidor' dan ünlü hekimler getirerek hizmete açar.

125

Page 127: BERGAMA BELLETEN - 18

Bu söylence diyarında yaşamış olan Galenos, Asklepion yurdunda,tıbbın tebabetin ikliminde yetişerek kendi de bir söylence olmuştur. GençGalenos, hasta ve yaralıların tedavisinde geliştirdiği tekniklerini Perga-mon'daki Asklepieion'da uygulamış, hayvanlar uzerinde yaptığı anatomiçalişmaları ve insan bedeninin işleyişiyle ilgili gözlemleri, 1500 yılboyunca tıp alanında etkisini sürdürmüştür.

MÖ 4.yy'da kurulmuş olsa da, en parlak devrini İsa'dan sonraki yıl-larda Roma Donemi'nde yakalamış olan Asklepion, modern tedavi merke-zlerine çok benzer. Hastalara ilaçlar verilir; bitki tedavisi ya da bal kürüuygulanır; egzersizler verilir, spor yaptırılır, çamurlu banyo aldırılır, kay-nak suyu içirilir ya da uyku odalarında telkin yapılır. Hastalar çamağaçlarının arasında yürüyüp çam kokusuyla sakinleşirler. Öylesine birtelkin, inandırma, özgüven aşılanmaktadır ki hasta daha Viran Kapıdediğimiz Asklepion’un giriş kapısındaki yazıya baktığında şu sözlerlekarşılaşır: "Tanrılar adına, buraya ölümün girmesi yasaktır” ve iyileşmeyekilitlenir.

HİPOKRAT, GALENOS VE ASKLEPİONApollon'un oğlu hekimlik tanrısı Asklepios'un tapınağı yükselir Askle-

pion’da. Porsuk ağaçlarıyla çamlar onun çevresinde bir gölgelik ve esrarperdesi oluştururlar sanki. Çevresinde, sıra sıra sütunlar dizisinin ortasın-dadır tapınak. Yanında Teleforos tapınağı yer alır. Kutsal hücreninyakınında bekleme odası bulunur. Hastalar, tanrının kendilerine iyileşmeçaresini düşlerinde göstereceği umuduyla geceyi orada geçirirler. Ayrıcahastaların düşlerini yorumlayacak rahiplerin konutları da buradadır.Muayene işi çok eski ve hiç değişmeyen bir ayin yöntemine göre yapılır.Hasta o yakınlardaki bir pınarda temizlenip arındıktan sonra tapınağagirer ve Asklepios'a getirdiği sunguyu armağan sunağının üzerine koyar.

126

Page 128: BERGAMA BELLETEN - 18

Bu armağan genellikle değeri fazla olmayan küçük bir şeydir. Asklepiosyoksulların tanrısıdır, bir tabak un, birkaç çörek, biraz bal yeterlidir. Gece-leyin bir rahip, yanında sepetleri taşıyan birisi de bulunduğu halde tapınakgörevlilerinin karınlarını doyurmasına yarayacak bu sunguları toplar.Üzerleri boşalan sunakların önünde uyanan hasta, Asklepios'un sungu-larını kabul ettiğini düşünür. Bundan sonra hastalar tonozlu, uzun vekaranlık bir salona geçerler. Ot yataklarda yatarak geceyi burada geçirir-ler. Böylesine bir ortama geldiklerinden beri şaşkınlık içinde olan insanlar,karanlık salonda düş güçlerinin de yardımıyla geceleyin Asklepios tarafın-dan ziyaret edildiklerine ve hastalıklarına çare bulduklarına inanırlar.Sabah olduğunda tapınağın rahiplerine gördükleri düşleri anlatırlar, onlarda hastalara yol gösterir, iyileşen, dermansız dertlerine çare bulunan in-sanların öyküleri anlatılır. Sözgelimi göbekli bir adam rahibe şunları an-latır: "İyi uyku uyuyamıyorum, başım da ağrıyor hep. Bu gece Asklepios'ugördüm. Benimle alay etti galiba... Birkaç kez elense çektirdi, sonra zorlakoca bir kase su içirdi bana..." Rahibin kılı bile kıpırdamaz ama gözleriparlar. "Tanrının yanıtı apaçık." der. "Bundan böyle evinde bir testi Phale-iron şarabıyla kalmak yerine gidip spor yapacaksın. Susadığın zaman daşarap yerine yalnız su içeceksin." Bir başka hasta sedyede yatmaktadır.Birkaç ay önce göğsünün tam ortasına bir ok saplanmış. Ölmemiş ama ogün bugündür cerahat tükürür olmuş. O da Asklepios'u görmüş ama tanrıçok korkutmuş onu. Bir bıçak alıp göğsünü yarmış, okun içerde kalanucunu çıkarmış. Rahip başını sallar. Bu çetin bir olgudur ama Askle-pios'un öğüdü de apaçıktır: Bir ameliyat yapmak gerekecektir. Tapınaktahasta bakıcılık yapan görevliler hastayı cerrahi aletlerin bulunduğu salona

götürmüşlerdir bile; muayene bittikten sonraameliyat yapılacaktır.

Ünlü hekim Hipokrat, Kos Adasında MÖ 460yılında dünyaya geldi. Babası ve dedesi de bu-radaki Asklepion’da doktorluk uğraşı içindeydi.Baba tarafından Asklepios'un on yedinci kuşak-tan, anne tarafından da ünlü kahraman Herak-les'in yirminci kuşaktan torunu olduğusöyleniyor. Asklepios'a hizmet soydan geçmeolduğundan diğer akrabaları gibi hem rahip hemhekim oldu. Çocukların okulu bıraktıkları yaş

127

Page 129: BERGAMA BELLETEN - 18

olan 13 yaşındayken yapılan birtörenle tapınağa kabul edildi. Tapınak-taki törenlere katılıyordu. Eğer hastalarevlerinden çıkıp tapınağa gelemeyecekkadar hastaysalar babasının ve büyük-babasının yanında hasta muayenelerinegidiyordu. MÖ 5. yüzyılda hekimlertüm yaşamlarını tapınakta kapalıolarak geçirmiyorlardı. Çoğu kezrahipliği bırakıp gezici hekimler olarakkentten kente dolaşıyorlardı. Genç

Hipokrat da böyle yapacaktı. İnsanı inceleyip en uygun ilacı vermekteustaydı. Makedonya kralını ve Abdera'lı filozof Demokritos'u iyi ettiğibiliniyor. Ünü arttıkça gerçek yaşamına söylenceler de karışmayabaşlamıştı. Bunlardan biri Atina'yla Sparta arasında çıkan bir savaşla il-gilidir. Savaş sırasında Atina'da veba salgını baş göstermişti. Birçok insanbu hastalığın pençesindeydi. Hipokrat yanında birçok öğrencisiyle bir-likte, önü sıra bu afeti kovarak koşup geldi. Yolda bir şeyin farkına vardı:Demirciler ve ateşten yararlananlar hastalığa tutulmuyorlardı. Bunun üz-erine dört yol ağızlarında büyük odun ateşlen yaktırarak havayı temizletti,miyasmaları yok etti. Hastalık da önlendi. Gerçekteyse Atina'daki veba,çiçek salgınıydı. Odun ateşi de bunu durduracak güçte değildi. Bir başkagerçek de Hipokrat'ın Atina'ya hiçbir zaman gitmemiş olması. Fakat ünüo kadar büyüktü ki söylenceler ona birtakım mucizeler yüklemişti.Hipokrat'ın yaşamıysa efsaneden uzak, sade ama dönemin tıbbi yöntem-lerine dayanan bir çalışmayla geçiyordu, işlek bir pazar yerinin kurulduğuküçük bir kasabadaydı muayenehanesi. Geleneğe uygun olarak kapınınüzerindeki lento denen atkı taşına hekimlerin tabelası oyulmuştu. Bir ha-camat şişesiydi bu ve yoldan gelip geçenlere içeride ne yapıldığını an-latıyordu. Kapı büyük bir odaya açılıyordu; hekim, muayenelerini buradayapıyordu. Pencerenin yanında biri hekim biri de hasta için olmak üzereiki iskemle vardı. Bunların hemen yanı başında yaraları yıkamak için kul-lanılacak suyun konacağı büyük bronz leğen bulunmaktaydı. Aletler du-vara oyulmuş dolapların içine yerleştirilmişti. Cerrahi dolabında düz veeğri bisturiler, hacamat için deriyi çizmekte kullanılan neşterler, dişçi ker-petenleri gibi aletler yer alıyordu. Buradaki en etkileyici aygıt kırıkları

128

Page 130: BERGAMA BELLETEN - 18

ve çıkıkları gidermeye yarayan makinedir. Tarlalarda kullanılan çiftçi tır-mıkları kadar büyük, tahtadan bir çeşit karyoladır bu. Her iki ucunda birerçıkrık vardı. Birisi bacağı çekmeye diğeriyse kırık kemiğin parçalarınıyerine koymadan önce birbirlerinden ayırırken hastayı yerinde tutmayayarıyordu. Bu aleti kullanmak için dört kişi gerekiyordu.Hipokrat, hastaların yalnızca fiziki tedavisiyle de değil onların ruhsal te-davisiyle de ilgileniyordu. Ona göre doktor hastaya her yönden rahatlıkvermeliydi. Hipokrat koyduğu birçok ilkeyle de gelecek kuşak doktorlarıen çok etkileyen, söylencesel bir doktor olarak öldüğünde oldukçayaşlıydı. Birçok öğrenci yetiştirmişti. Söylenceye göre mezarının üzerindearılar yuva yapmıştı ve ürettikleri bal da çocuklardaki pamukçukhastalığına iyi geliyordu. Tıbbı, tanrıların elinden alıp doktorların bilimselbir biçimde uygulamaya başlamasını sağlayan kişidir Hipokrat. Bu an-lamda tıbbın babası adını hak eder. Hipokrat'ın gerçekleştirdiği büyük biratılım olsa da aslında bilim hep ağır aksak yürümüştü eski çağlarda. Tıpda bundan nasibini aldı elbette. Bin beş yüz yıl boyunca Avrupalı hekim-lerin temel bilgi kaynağı insan vücudu olmadı. Bunun yerine eski Egedoktorlarının çalışmalarını temel almışlardı. "Bilgi", bilimin önünde birengel haline gelmişti. Klasik kaynak, bağnazca saygı duyulan bir engeldi.

SICAK SU İLE TEDAVİ Galenos, yaralanmalar ve bazı hastalıkların tedavisi için termal suların

önemini savunmuştur. Roma Döneminde üç farklı türde banyo gelişmiştir.Balnea (balneum), küçük boyutlarda ve fazla lükse sahip olmayanhamamlardır. Balnea privata, özel banyo-hamamlardır. Balnea publica(thermae) ise, pek çok kompleks ile birlikte planlanarak inşa edilen, anıt-sal yapıda genel hamamlardır. Su kemerlerinin yapımı ile genel banyolar,binlerce insan kapasitesine sahip, devasa ve etkileyici büyük yapılaradönüşmüştür. Thermae’lar; yüzme havuzları, spor alanları, tiyatrolar,kütüphaneler, eğlence merkezleri ve dükkânlar gibi bir çok yapıyı içerir-ler. MÖ. I.yy’dan M.S VII. yy’a kadar, thermae’lar boyutları, kapladıklarıalanları ve görünümleri ile Roma imparatorlarının gösterişi ve gururu ol-muştur. 316x356m boyutları ve 3000 kişilik kapasitesi ile Roma’da yer

129

Page 131: BERGAMA BELLETEN - 18

alan, Diocletian thermae, en büyük hamamlardandır. Bünyesinde;kütüphane, gymnasium, koşu yolu, eğlence merkezleri, tapınaklar, konserve sergi salonları gibi birçok öğeyi barındırır.

Ege kaplıcalarında, gimnasyum gibi işlevsellikleri göz önünde bulun-dururken, Roma kaplıcalarında tiyatro, sanat gibi estetik aktiviteler iledinlence gibi zihinsel işlevsellikler de ön plana çıkarılmıştır. Bu amaçla“thermae” adı verilen büyük kaplıca kompleksleri inşa etmişlerdir. Romathermaları; sıcak banyolar, soğuk havuzlar ile sosyal ve kültürel faaliyet-lerin de yürütüldüğü dinlence bölümlerinden oluşurdu.

Thermae; sıcaklıkları değişen havuzlardan ve çeşitli salonlardan mey-dana gelir. Merkezi bir banyo etrafındaki yapı, geniş bir alan ile çevrelenir.Burada kütüphaneler, eğitim salonları, sanat ve heykel galerileri, çokamaçlı toplantı ve tören salonları, parklar, küçük tiyatrolar ve spor alanlarıyer alır.

Antik Roma hamamlarında, hamamı ısıtmak için zeminin altında yak-laşık 60cm ya da daha fazla yükseklikte bir boşluğun bırakılması ileoluşan ve sıcak havanın dolaşmasına özgü olan kısma “hypocaust” adıverilir. Tabanın altındaki boşlukta, supensura denilen ve üstteki tabanıtaşımaya yarayan, genellikle tuğladan payeler yer alır. Sıcak havanındolaşımı için orta kısımlardaki tuğla payelerin içinin boş bırakıldığına vetuğlaların da delikli olduğuna rastlanmıştır.

Roma’da önemli bir yer tutan thermae’ların özü;1- Giriş, soyunma ve bekleme salonu (apodyterium),2- Egzersiz alanları (palaestra),3- Ilıklık (tepidarium),4- Sıcaklık (caldarium),5- Ter atma bölümü (laconium),6- Soğukluk ya da serinlik (frigidarium),7- Büyük ve açık bir yüzme havuzu (natatio) ve8- Tuvaletlerden (lavatrina) oluşur.

Kadınlar ve erkekler, kaplıcaları belirli saatler arasında ayrı ayrı kul-lanmışlardır. Kadınlar sabahın ilk saatlerinden öğlene kadar, erkekler iseöğleden sonra gün batımına kadar faydalanabilirdi. Kaplıcalar akşamlarıise nadiren kullanılmışlardır.

130

Page 132: BERGAMA BELLETEN - 18

İslami kaplıca kültürünün değeri oldukça iyi bilinmiştir. Ege gim-nasyumları ve Roma thermae’larının fiziksel ve sosyal aktiviteleri, budönemde yerini masajlara bırakmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda, kaplı-calar iyileştirme ve birçok hastalığın tedavisi amacıyla kullanılmış, Romave Bizans kaplıcaları yenilenerek ve ek yapılar eklenerek bu dönemdekullanım görmeye devam etmiştir. Bugün dünyaca ünlü “Türk Hamam-ları” olarak bilinen hamamlar, Grek ve Roma geleneğinin günümüzekadar ulaşan yansımalarıdır.

BERGAMA SU ASKLEPİONUPaşa Ilıcası (Allianoi):Allianoi termal kenti hakkında bilgi veren tek yazar olan Aelius Aris-

tides, Apollon Klarios’un önerisi ile Allianoi’ye gitmiş ve Allianoi SuAsklepionu’nda tedavi olmuştur. Aristides’in Allianoi antik termal kentinegelme öyküsü, Klaros Kutsal Alanındaki (Ahmetbeyli) bir yazıttan bil-inmektedir (onur heykeli kaidesindeki yazıt halen Kutsal Alanda bulun-maktadır).

Hastalığı nedeni ile endişeli olan Aristides, üvey babası Zosimos’ukahin tanrı Apollon Klarios’a kehanet baş vurusu için gönderir. Tanrı,Aristides’e “Telephos’un ünlü kentinin (yani Bergama) olduğu Kaikosvadisindeki Asklepios kür merkezine değil, şifalı suları olana gideceksin“kehanetinde bulunur.

Aristides’de Hieroi Logoi (Kutsal Anlatılar) adlı eserinin Üçüncükonuşması olan “Allianoi Sularına Yolculuk“ a “Beni buraya tanrı (Apol-lon) gönderdi” sözleri ile başlar.

Son yıllarda yapılan kazı çalışmaları sonucunda Bergama'nın 18 kmkuzeydoğusunda Paşa Ilıcası olarak anılan merkezde Asklepios'a adanmışyeni bir Asklepieion ortaya çıkartılmıştır.

M.S. II. yüzyılda yaşamış Balıkesir’li P.A. Aristides, yine Hieroi Logoi(Kutsal Sözler) adlı eserinde; Pergamon'a 120 stadia (23-25 km) uzaklıkta

131

Page 133: BERGAMA BELLETEN - 18

olan Allianoi'da şifa bulduğunu aktarır. Pergamon ve yakın çevresinde buuzaklıkta, bu ölçülerde başka bir sağlık merkezi olmadığından AllianoiAsklepieionu'nun Paşa Ilıcası mevkiinde keşfedilen antik merkez olduğusanılmaktadır.

Allianoi, büyük olasılıkla M.Ö. II. yüzyılda kurulmuş, ancak M.S. II.yüzyılda Hadrian dönemi'nde büyük bir bayındırlık hareketi yaşamış vehidroterapinin uygulandığı büyük bir kült merkezi görünümü kazanmıştır.Bizans döneminde kısmen yerleşime sahne olan merkez, Batı Anadolu'dasıcak su kaynağının üzerinde kurulmuş, en büyük ve en iyi korunmuşkomplekslerden biridir.

Kült merkezinin yakın çevresindeki yerleşmelerle bağlantısıaraştırılmış, yol ağlarının hep bu alanla olan bağlantısından dolayı bualanın önemli konaklama merkezlerinden biri olduğu saptanmıştır.

1998 yılından 2007’ye kadar yapılan kurtarma kazı çalışmaları sonu-cunda;

- Halen 47º C sıcak suyu olan, 9700 m2'lik bir alana kurulmuş, frigi-darium (ılıklık), dinlenme veya terapi odaları, çeşme ve havuzları, termaltesisleri

- Halen kullanılan çift kemerli Roma Köprüsü- Doğu - batı doğrultulu, 210 m uzunluğunda, 6 m genişliğinde sütunlu

tören yolu - Kuzey - güney doğrultulu 35 m uzunluğunda 8 m genişliğinde sü-

tunlu cadde- Sütunlu caddenin stoasının arkalarında farklı işlevler için kullanılmış

dükkan ve mekanlarbir nympheum (anıtsal çeşme)- Görkemli bir tedavi altyapısı- Kuzey - güney doğrultulu caddenin başlangıcında proplylon (anıtsal

giriş)- Doğu - batı doğrultulu caddelerin bitiminde geçiş yapısı- Latrinler (umumi tuvalet yapıları)- Bazilikal tipte büyük kilise yapısı - İki mezarlık Şapeli (küçük kilise)- Nekropol alanları (mezarlık)- Seramik atölyeleri, fırınları- İçme ve atık su sistemleri ortaya çıkarılmıştır.

132

Page 134: BERGAMA BELLETEN - 18

Allianoi, Balıkesirli ünlü sofist Aelius Aristides’in “Hieroi Logoi (Kut-sal Sözler)” adlı eserinde geçiyor. Usta filozof, biraz hastalıklı bir gezgin.Denizaşırı birçok ülke gezmiş. Balıkesir’den gelirken hastalandığını veAllianoi’ye uğradığını anlatıyor. Koruyucu babası Zosimus’un isteğiüzerine gidiyor Allianoi’ye. Orda tedavi olup dinleniyor. Rüya gördüğünüyazıp rüyasını anlatıyor uzun uzun. Ve Allianoi hakkında bir hayli bilgiaktarıyor. İyi bir sağlık merkezi Allianoi. Astım hastası olan Aristides’inburada iyi olduğu da geçiyor kayıtlarda. Alianoi’ye iki defa gelmiş Aris-tides. Aristides’in izlenimlerinden önce tapınak tıbbından söz edelim.

Antik termal merkez Allianoi, 1996 yılına kadar Paşa Ilıcası olarakkullanılmaktaydı. Yortanlı Sulama Barajı Projesi başlatılınca, Ilıcaboşaltılarak arkeolojik kazılar başlatıldı. Kazılar sırasında İlya Çayı’nınkuzey ve güneyinde olmak üzere yaklaşık 9700 metrekarelik biryayılımda, birçok mimari kalıntı tespit edilmiştir. Yaklaşık 50 C’lik sı-caklığa sahip olan doğal sıcak su kaynaklarının şifa verici özellikleri ne-deni ile buraya Kuzey ve Güney Ilıca olmak üzere iki kaplıca kompleksiinşa edilmiştir. M.S. II. yy Roma İmparatorluk dönemine ait olan buyapılar, çok iyi korunmuş olarak, hemen bütün özelliklerini gözler önünesererek, günümüze kadar ulaşabilmiştir. Yaklaşık 2000 yıllık bir geleneğitüm güzelliği ile yansıtan Allianoi, baraj suları altında kalma tehditi ilekarşı karşıyadır.

Kaplıca kompleksinde; Frigidarium(soğukluk), tepidarium (ılıklık),caldarium (sıcaklık), apodyterium (soyunma yeri) gibi birçok yapı tespitedilmiştir.

Allianoi'un aynı zamanda bir tıp merkezi olduğunu ortaya koyacakyeterli küçük arkeolojik buluntular arasında; bugün bile aynı tipte kul-lanılan bronz cerrah aletleri ile işlevleri henüz tam anlaşılmayan 16 bronztıp aleti bulunmuştur. Eserler farklı büyüklükte ve tipte olup, nekropoldışında bu kadar tıp aletinin bir arada bulunması deontolojik açıdan sonderece önemlidir. İlaç yapımında kullanılan; mermer mortarlar, mermerhavanlar ve ezme taşları in-situ olarak bulunmuş bu aletlerden; 2karıştırma tablası ve çok sayıda kemik eser envantere kayıt edilmiştir.

133

Page 135: BERGAMA BELLETEN - 18

CLEOPATRA GÜZELLİK ILICASIVE SÖYLENCESİ

Bergama’nın girişinde yer alan ilkçağ ılıcalarından olup CleopatraGüzellik Ilıcası, şifa saçan termal suyu ile ünlüdür. Mısır KtaliçesiCleopatra bile güzelliğini burada su kürü yapmasına borçludur. Ilıcagerçek, Cleopatra’nın dillere destan güzelliği bir söylencedir.

Bergama'da yayılmış bu söylence şöyledir;

Kraliçeleri kıskandıran dünya güzeli çoban kızının dillere destangizemli öyküsü.. Bu çoban kızı önceleri çirkin mi çirkin; sümüklü, pasaklıbirisiymiş. Yüzü sivilceli, burnu çilli, yaralı bereli bir cildi varmış. Öy-leyse bu kızı, Mısır kraliçesi ve kainat güzeli, bütün zamanların en dilberkadını Kleopatra neden kıskanmış acaba, şu bizim Bergamalı sümüklü,çilli, çapar kızı diyeceksiniz?

Çünkü bu çoban kızı koyun güderken, çalıların arasında kaybolur, birpınarın oluşturduğu gölcükte sıcacık sularda yıkanır, yuğunur; aklanırpaklanır; çırpınıp çimermiş. Günler günleri kovalarken bu çilli, çapar,çirkin kız gide gide değişmeye başlamış; sivilceleri kaybolmuş, çilleriyok olmuş; teni pek, cildi ipek gibi; kaşı gözü yerine düşmüş, bakanlarbayılıp yerlere düşmüş. Ayın ondördü, ırmak saçlı, kara kaşlı, ela bakışlı,kirpikleri nakışlı güzeller güzeli bir kız olup çıkmış.

Çoban kızının dillere destan güzelliği dalga dalga yayılmış; bir efsanegibi her diyarda anılmış ve tabii önceleyin Bergama'yı kasıp kavurmuş,hatta Bergama Kralının kızını güzellikte geçti diye tiz getirin sarayabuyrukları savrulmuş; durmayıp gitmişler, çoban kızını saraya getir-mişler. Kraliçe, gerçekten ay parçası gibi güzel bir kızla karşılaşıncagüzelliğinin sırrını sormuş, azıcık da kıskanarak. Utangaç çoban kızı, dahada sıkılmış bu sorudan ve hiç demiş, ben kuzularımı çok seviyorum daonların akı takı yansıdı bana demiş. Demiş ama bir türlü kraliçeyi iknaedememiş. Bunun üzerine kraliçe, çoban kızının ağzından öğrenmediğinionu izleterek çözmek üzere uğurlamış sarayından. Adamları gizlice peşinedüşmüşler, bir değil iki değil onlarcası çevresine üşüşmüşler. Sorup dur-muşlar, birçok plan kurmuşlar; ne yer, ne içer; ne sürür, ne sürünür; neredeyıkanır, nerede taranır; nerede kalkar, nerede yatar tek tek araştırmışlar.

134

Page 136: BERGAMA BELLETEN - 18

Şunu özellikle fark etmişler ki çoban kızı sabah, öğle, akşam kuzularınıgüttüğü yamacın eteğindeki çalıların içine giriyor, sisli dumanlı, kaynarpınar sularında aklanıp paklanıyor, yıkanıp dökünüyor, buharların içindenışıldayıp çıkıyor. Yazmışlar notlarını, tutmuşlar raporlarını, iletmişlerBergama sarayına. Öğrenmiş böylece sarayın ecesi, çoban kızınınçözülmüş güzellik bilmecesi.

Bergama ecesi, bunu duyar duymaz çıkıp gelmiş ılıca yamacına,ulaşmış nihayet amacına; adamları büyük bir çadır kurmuş ve kıraliçegünde üç kez olmak üzere bir hafta bu sularda yıkanıp durmuş. Aynalarabakınmış, kendine İnanamamış; cildi pırıl pırıl, yüzü gözü ışıl ışıl olmuş.

Üstelik sağlık esenlik kazanmış; yanakları al al, dudakları bal bal, elikolu dal dal olmuş. Saraya dönünce babası kral, kızını tanıyamamış,şaşkın şaşkın baka kalmış. Sonracığıma buraya ılıca yapılmasını sağlayıpherkesin yararına açmışlar. Adına Güzellik Ilıcası demişler.

Gel zaman git zaman hani derler ya Mısır’da sağır sultan bileduymuş sanki. Nil kıyısında konuşulmuş çoban kızının güzelliğinin sırrı.Mısır kraliçesi Kleopatra olağanüstü güzelliğine karşın bu cazibeye kap-tırmış kendini. Mısır’dan Anadolu’ya, Bergama’ya gelmiş. Güzellergüzeli olduğu halde hem daha da güzel olmak hem de güzelliğinin kalıcıolmasını sağlamak için bu ılıcada kalmış günlerce. Eskiden de güzelmişama buraya gelip gittikten sonra o kadar güzelleşmiş ki Sezar ve Antoniusonun için büyük bir rekabete girmişler. Kleopatra'nın gelmesinden sonraılıcanın adı Kleopatra Güzellik Ilıcası adını almış.

Duymuş olmalısınız hani, dilediğini yaptıran güzelliğiyleKleopatra, Antonius'ten yanan İskenderiye Kütüphanesi yerine BergamaKütüphanesini getirmesini istemiş. Kleopatra, Bergama kütüphanesininününü ılıcaya geldiği zaman mı duydu dersiniz? Kâğıdın icad edildiği,Mısır’ın papirus’un dış satımını kesince, ceylan ve oğlak derisindenyapılan parşomenin kullanıldığı Bergama’da Kale’de, Atena Tapınağı ileTrayan Tapınağı arasındaki ünlü kütüphanesi o zamanlar dünyanın en zen-gin kütüphanesiydi. Neyse olanlar bize oldu, 200.000 ciltlik BergamaKütüphanesi Antonius tarafından Mısıra kaçırıldı. Zeus Sunağı gibisürgüne giden kütüphanenin yine temelleri kaldı bize, bize hüsran kaldıve size dinlemek bu öyküyü.

135

Page 137: BERGAMA BELLETEN - 18

Hisse ne düşer bakalım bu kıssadanAnlatayım özetle, uzatmadan, kısadanBergama'nın suları, hatta çamuruBir başka biçim alır insan hamuruÖzlüce derim ki Bergama için özellikSuyundan mı huyundan mı güzellikKızları alımlı, erkekleri çalımlı nedenÇünkü bu suda yıkanmış nenenle dedenBergamalıyız biz, huyumuz belli suyumuz bellidir Bize Geyikli suyu içme, ılıca suyu çimme içindirBiz Selinos deresinde bir ayağımızıKestel'de öteki ayağımızı yıkarızSu kutsaldır bizdeBiz gözyaşımızı bile şişede saklarız.Kâğıdı bulan Bergama,Kutsadı yazıyı, kitabıKitap kutsaldır bu yüzden bizdeYazılı bir kâğıt görsek yerdeAlıp duvar kovuğuna sokarız.

TIPTA YILAN SEMBOLÜTıpta ve eczacılıkta kullanılan yılan sembolü ile ilgili birkaç bilgi

ver¬mek istiyoruz. Günümüzde de biliyoruz ki yılan; tıp, eczacılık vediğer sağlıkla ilgili alanlarda sembol olarak kullanılmaktadır. Yılan, in-sanlık tarihinde basit bir sürüngen hayvan olarak görülmemiş, ona çeşitligüç ve gizemli iksirler yüklenmiş; belli bir anlam ve kimlik verilmiştir.Yılanın bu bağlamda ilkel dönemlerden beri dinsel-mitolojik bir objeolarak günlük yaşamda yer edindiği gözlenmektedir. Yılana yüklenen kut-sallık, yalnız tıp değil, daha geniş biçimde dinsel ve mistik inançlarçerçevesinde de kendini göstermiştir.

136

Page 138: BERGAMA BELLETEN - 18

Tıpta yılanın bir sembol olarak ne zaman ve nerede kullanılmaya baş-landığı bilinmiyor. Yılan, MÖ. III. binlerden itibaren Mezopotamya'dakiçeşitli eser ve mitolojilerde karşımıza çıkar. Mısır, Hint ve Amerikankültürleri ve mitolojilerinde de yılan sembolüne rastlanır. Yılanın tıpta birsembol oluşturmasının çeşitli nedenleri vardır. Çok hareketli olması;ağaçta, yeraltında ve suda yaşayabilmesi, deri değiştirmesi, zehiri vb. ilkdikkat çekenlerdir. İşte bu nedenle Asklepios’un sembolu asaya sarılmışbir yılandı ve yılanın gömlek değiştirmesi gençleşmenin bir ifadesiydi.

Mısır'da diğer başka hayvanlar gibi yılan da kutsal hayvanlardan biridir.Mısır'da canlı yılanlar beslenir ve saygı gösterilirdi. Kutsal kitaplara göreAdem ve Havva'yı bilgi ağacının meyvesini yemeğe ikna eden yılandır.Yılan birçok toplumda bilgeliğin simgesi olarak da görülmüştür. MusaPeygamberin, yılandan zehirlenenleri tedavi etmek için çölde yılanyetiştirdiği söylenir.

Ege İlkçağ uygarlığında ilk başlarda tapkı alanlarında sunulan adak-ların Asklepios’a değil bir yılana olduğu ileri sürülüyor. Hatta Asklepioskelimesinin yılan demek olan "Askalabos" olduğu da söylenmektedir. Za-manla Asklepios sağlık tanrısı olarak kabul edilince yılan da şifa gücünügösteren bir sembol olarak onun asasına sarılı olarak gösterilmiştir.Asklepios için yılanlar kutsaldır çünkü deri değiştirerek kendilerini ye-nileme güçleri vardır. Tedavi merkezinin tapınak bölümünün girişindesağlığı simgeleyen bir yılan kabartmasının yer alması bu yüzdendir. Sü-tunlu Yol'un sonuna kadar yürüdüğümüzde MS II. yy'dan kalma Propy-lon'a ulaşırsınız. Buradaki kitaplıkta hekimler için birçok kitap bulunduğugibi hastaların kullanımına ayrılmış kitaplar da yer almıştır. Günümüzdene yazık ki kitaplıktan bir kalıntı kalmamıştır. Propylon'dan orta avluyaindiğinizde ortada tünel girişini, hemen yakınında şifali olduğuna inanılanKutsal Çeşme'yi ve arkasında da tedavi amaçlı kullanılmış havuzlarıgörürsünüz. Kuzeybatı uçta ise Roma tarzında yapılmış, 3 bin 500 kişilikküçük bir Tiyatro yer alıyor. Tiyatro, esasen tedavi görmedikleri zaman-larda hastaların eğlendirilmesi icin kullanılmış. Sonra tekrar avlunun or-tasına geri gelerek yeraltındaki 80 metrelik Tünele girebilirsiniz. Zemininaltından hastalari sakinleştirdiğine inanılan su akar. Tunelin sonunda te-davi merkezi var.

137

Page 139: BERGAMA BELLETEN - 18

YILANLI SÜTUN VE SÖYLENCESİAsklepion ya da halk dilinde Ayvazali denilen Bergama Sağlık Yur-

dunda, Galenos adında çok ünlü bir hekim yaşamıştır. Derler ki tıptaHipokrates'i geçmiş, yüzlerce kitap yazmış, o zaman ki dünyada kralları,imparatorları tedavi etmiştir.

İşte bu Galyen hekim zamanında, belki de130 tarihinde Asklepion'a bir hasta gelmiş. Vi-rankapıdan içeri almışlar, Asklepiadlar(Asklepion hekimleri) tarafından giysileriçıkarılmış, yıkanıp yuğunmuş, beyaz har-maniler giydirildikten sonra kutsal yoldangeçirilip uyku odasına alınmış. Sayıkla-masına, rüyasına bakılmış, fakat bir türlühastalığının kökenine varılamamış.Hastalığının nedeni çözülünceye değin bek-letilecekmiş ama bir kaç gün içinde çok ağır-laşmış, titremeler, kasılmalar görülüncezehirlenme olduğu anlaşılmış ama iş iştengeçmiş. Durumu Galyen hekime aktarmışlar,

hastayı gördükten sonra tapınağının giriş kapısının önüne çıkarılmasınıve ölmeden akrabalarının alıp gitmesini buyurmuş. Biliyorsunuz belki,Asklepion'un kapısının üstünde "Bu kapıdan ölüm giremez" yazılmıştır.

Neyse hasta, dönüş yolunun ağaçlı girişinde bırakılmış ve akrabalarınaiçeriye girmeleri için kapıya haber gönderilmiş. Burada umarsız bir şek-ilde çırpınan hasta, aynı kaseden içtikleri sütü kusan iki yılan görmüş,yılanlar birbirlerine dalaşmışlar, süt başında kavga yaparlarken, birbir-lerini ısırdıkça süte zehirlerini saçmışlar. Ümitsiz hasta, canına kıymakdüşüncesiyle gayretlenip sürüne sürüne süt kâsesine yaklaşmış ve bir dik-işte içmiş.

Zehirli sütü içtikten sonra olduğu yere yıkılıp kalmış ve derin biruykuya dalmış. Hastanın oğulları, babalarını almak için içeriye girdik-lerinde önce onu görmemişler, sonra çamların altında yüzükoyun yatarkenbulmuşlar. Öldüğünü sanıp, yüzünü çevirdiklerinde uykudan uyanan ba-baları zıplayıp ayağa kalkmamış mı? Birisi hemen koşup Galenos'a

138

Page 140: BERGAMA BELLETEN - 18

babasının iyi olduğunu müjdelemiş. Doktor Galenos, zehire panzehir bul-manın sevinciyle hastayı kucaklarken, adak olarak bir sütun diktirtmiş veüzerine ayni kaptan içtikleri sütü kusan iki yılan kabartması yaptırmış.

ASKLEPİON’UN BÖLÜMLERİAsklepionun bölümleri, tapınak tıbbına elverişli yapılanması dikkat

çeker.

Aslında yapının bir tapınak olduğu da kesin değildir. Buna karşılık,sağaltım sürecinde belirli bir rol oynadığı kuşkusuzdur. Bodrumdakiyıkanma teknelerinin yanı sıra yapının bir tünel ile Kutsal Kuyu'yabağlanması, tıbbi bir işlev taşıdığına işaret eder.

Yeraltı Geçidi: Geçit kusursuz bir biçimde korunmuştur. Her ikiucunda merdivenler, tepesinde içerisini aydınlatan bir dizi delik vardır.Asklepion'u kazanlar, tünelin iki amacı olabileceğini öne sürmüşlerdir.Bunlardan birincisi, kutsal alanda çalışanların yararlanması içinyapıldığıdır. İkinci seçenek ise yaz günlerinde hastalara serin bir korunaksağlanması amacını gündeme getirir. Oysa belki daha güçlü bir olasılık,tünelin özellikle kötü havalarda hastaların yuvarlak yapıdan çıkıp, kutsalalanın kuyu çevresindeki merkezine ulaşmalarına yaramasıdır. Yuvarlakyapının ya da en azından bodrum katının, kutsal alanda kalan hastalar içinhem sıcak, hem de yağışlı havalarda korunabilecekleri bir yer olarakyapıldığını kabul edebiliriz. Yapıya güneyden bitişen taş döşeli teras, yata-lakların kutsal alanın kalabalığına girmeksizin, hava alıp güneşlenmesinisağlamıştır.

Uyku Odaları, Şifalı Kaynak ve Kuyular: Kutsal alan ve kültün odaknoktası Kutsal Kuyu idi. Kuyu basit bir yapının içine alınmış, künkleraracılığıyla bir pınardan beslenmesi sağlanmıştı. Su, hastaların içinegirmesi için değildi; çeşitli kaplarla çekilerek yıkanma ve özellikle içmesuyu olarak kullanılıyordu. Aristides kutsal suyun yararlarını coşkuylaanlatır, hatta yazılarından birini, yalnızca bu su için düzdüğü övgülereayırmıştır. Dediğine göre kuyu her zaman dolu ve su, yazın serin, kışınılıkmış. Göz hastalıkları çekenler, bu suyla banyo yaparak göğüs hastalık-ları, astım ve ayak sorunlarından yakınanlar, suyu içerek şifaya kavuşuy-

139

Page 141: BERGAMA BELLETEN - 18

ormuş. Bir keresinde, dilsiz birisi suyu içince, konuşmaya başlamış. Perg-amon'daki suyun kutsallığı, başka yerlerdeki kutsal nitelikli sular gibi -örneğin, Delos'taki gibi - kimsenin dokunmasına izin verilmemesindenkaynaklanmıyordu. Pergamon Asklepion'undaki su kutsaldı, çünkü kul-lanan herkese tanrının yardımıyla yararlar veriyordu.

Kutsal alanda, ayrıca iki çeşme vardır. Her ikisi de hastalarınsağaltımında rol oynayan bu çeşmelerden birisi, tiyatronun yakınındadır.Üstü açıktır, mermer bir tekne ile donatılmış ve olasılıkla soğuk banyoönerilen hastalarca kullanılmıştır. Obürü batı tarafın ortasına rastlar. Teknekayaya oyulmuştur. Üzerinin bir çatı ile örtüldüğü anlaşılır. Kış mevsi-minde ve yağışlı havalarda çevresinde yoğun biçimde çamur birikir.Asklepion'u kazanlar, hastaların buradaki birikinti ile çamur banyosu yap-tıklarını, sonra da teknede yıkandıklarını ileri sürmüşlerdir. Eğer teknebir tek bu amaca yaramış ise çamur banyosu sık uygulanmış bir tedaviyöntemi olmalıdır, çünkü tekneye inen basamaklar bir hayli aşınmıştır.

Kutsal Kuyu'nun hemen güneybatısında uyku odaları yer alır. Yalnızcatemelleri korunan odaların ayrıntılı biçimde tümlenmesi olanaksızdır.Uyutulma işlemi kesin dinsel kurallar uyarınca gerçekleştiriliyordu. Ku-rallardan bazılarını çok hasar görmüş bir yazıttan öğreniyoruz: Hasta,uyku odasına girmeden önce yıkanıp beyaz giysiler giymeli, kuşak ya dayüzüğünü çıkarmalı ve kurban sunmalıdır. Bergama'da kurbanın zeytindallarıyla süslü, beyaz bir koyun olduğu anlaşılır; Aristophanes'ten(Klasik Dönem oyun yazarı) öğrendiğimize göre, Atina'da ise Asklepios'aadak çörekleri sunulmuştur.

Hellenistik Devir’a ait Asklepios, Apollon ve Hijye (Hygieia) Tapı-nakları: Uyku odalarının kuzeyindeki kayalık taban üzerinde, günümüzepek az iz bırakan üç tapınak yükseliyordu. Bunlar Kurtarıcı Asklepios'a,kızı Hijye'ye ve babası, Güzel Çocuklu Apollon'a adanmış tapınaklardı.Hijye Tapınağı'nın içinde ya da yanında Telesforos'un kutsal bir yeri vardı.Telesforos ilk kez Bergama'da Asklepios'un çevresinde yer alan, dahasonra başka yerlerde de tapım gören bir çocuk tanrıydı. Sağaltım kültündeönemli bir rol oynuyordu: Aristides bir gün kendisine Telesforos'un, dahadoğru bir deyişle Telesforos rahibinin, vücuduna sürülecek bir merhemverdiğine değinir. Bir keresinde de Aristides bir düş görmüş ve düşündebütün vücudunu kurtarmak istiyorsa, bir organını kesip Telesforos'a

140

Page 142: BERGAMA BELLETEN - 18

adaması gerektiğini öğrenmiştir. Fakat rahip bir organın adanması çok acıvereceğinden, Aristides'in parmağındaki yüzüğü adamasının yeterli ola-cağına karar verir. Böylece parmak adağı yapmış gibi, etkili bir sonuçelde edilebilecektir. Aristides'in öyküsü gerçekçi ifade biçimiyle, enikonuinandırıcıdır.

Asklepion’a ilişkin anılar en çok Aristides’te aranmalıdır.

ARİSTİDES’İN KATKISIDönemin, yani II. Yüzyıl ortalarının ünlü hatibi Aristeides, Olympos

Dağı-Uludağ’ın güneyinde, Hadrianoi’da doğdu, günümüzde Balıkesiryakınlarında: 58 kadar söylevi yazan aristeides, Smyrna yurttaşıydı amazamanının çoğunu Asklepion’da geçirdi.

Aristeides, Hieroi Logoi’da bir özyaşam öyküsü anlatısını dile getirir.Türlü türlü rahatsızlıklarını ve tedavilerini tanrı Asklepios’un bilgisinesunar, incubatio yani istiare yoluyla mucizevî iyileştirmeleri öğrenir,uygular. On yıl kadar Asklepion’a gelir gider, tuhaf rüyalar görür, yinekendisi gibi buraya gelen Romanın ünlü kişileri ile karşılaşır. Hieroi Logoibir tür ruhsal özyaşam öyküsüdür de gördüğü rüyalara ilişkin raporlartutar, önlemler alır. Öyleki bu eseri okudukça II. Yüzyıl Küçük Asya’sınınüst sınıf ortamına girmiş gibi oluruz. Rahatsızlığı genelde, kronik nevras-teni olarak tanımlanır, bazen de hastalık kuruntusu, Yaşamını bir engelligibi geçirdi ama retorikçi olarak çalışmalarına ara vermedi. Bitkinlik vehareketsizliğini kendisi kathedra olarak belirtir; Aristeides,Philostratos’un tanıttığı ikinci sofist hareketi içinde yer alır, orator’lar içinbir modeldir ve konuşmaları, mektupları Asklepion’la yakından ilgilidir.

Homonoia ‘Uyum’ söylevinde Smyrna, Ephesos ve Pergamon kentleriarasındaki rekabetle homonoia arayışını yansıtır, tartışmaya son vererekuzlaşma ve dinginlik durumu arayışıdır. Bu üç kent arasındaki kıskançlıkatasözlerine de yansımıştır. Üç kent Prote Asias, Asia’nın Birinci Kentiünvanı için yarışır. Asia koinon’u yani eyalet meclisi, gelenek, yaş, güzel-lik, köken, kültür ve kültler açısından önder kentin hangisi olduğunu be-lirlemek ister. Böyle bir kente geçit resminde en önde yürümek, kurbanıkesmek gibi öncelikler tanınır.

141

Page 143: BERGAMA BELLETEN - 18

Asklepion, Aristeides’in incubatio sırasındaki rüyalarını gördüğü, fizikdurumunun, hastalık aşamalarının muhasebesini yaptığı bir yerdir; ter-leme, kusma, banyo yapma.. Sağlık tanrısı Asklepios’un reçeteleri,günümüz hekimlerine küçük dilini yutturacak niteliktedir ama Galenosbile rüyaların değerini kabul etmiştir tedavide.

Pergamon’da bulunan bir yazıtta (Koester 66 n.7) Asklepios’un beyazbiber ve soğandan oluşan bir rejim önerdiği anlaşılır, sulu yiyeceklerdende uzak durulacaktır. Aristeides’in anlattığı olaylar 145 yılıyla onlarıyazdığı 170 yılları arasını kapsar. Bir rüyasında yanında arkadaşları ileyürürken ‘kutsal dönüş noktası’ olan pulis’e, ‘kemeraltı yolu’na- ViranKapı söz konusudur’ gidişini anlatır; bu yoldan kutsal yerden kente ‘aşağıdoğru gitmek’ olarak tanımlar. Yol, kutsal kapıya gelince hemen daire

biçiminde, üç yanı sü-tunlu avluya ulaşılır.Bir rüyasında İmparatorHadrianus’u gör-müştür; valiler, hattaParthia kralı, eskiçağbüyükleri rüyalarındagördüğü kişiler arasın-dadır, Plato’yla,Lysias’la, Sophokles’lebağlantı da kurarrüyasında. Hieroi Lo-goi’de şöyle der “ Hergünümüzün, her

gecemizin bir öyküsü vardır, eğer bu günleri ve geceleri yaşayan kişi,olayları ya da bazı şeyleri kendi varlığıyla bizzat esinleyerek, bazılarınıda rüyalar göndererek bildiren tanrının öngörüsünü kaydetmek istediyse,uykuya varması mümkün olduğu sürece (evet her günümüzün, her gece-mizin bir öyküsü vardır) Bu nedenle ben, hekime olduğu gibi tanrınıniradesine teslim olmaya karar verdim ve o ne derse onu yapmaya” de-mektedir. Asklepion’un kuzey tarafında zarif bir tiyatro, kitaplık, gim-nasyum vardır, bir kültür ve çekim merkezi; kaplıca ve araştırma enstitüsüarası bir yer; Aristeides burada meslektaşlarıyla tartışıyor, sevdiği çalış-malarını sürdürüyor, buradan hieron ‘kutsal yer’ olarak söz ediyordu.

142

Page 144: BERGAMA BELLETEN - 18

Asklepion’daki sağaltım yön-temleri hakkındaki bilgilerimiznçoğunu ünlü söylev ustası ve kro-nik bir hasta olan Aelius Aris-tides öğreniyoruz. Buranınsürekli ziyaretçilerinden Aris-tides bazı yazılarında doğrudanAsklepion'u ele almış, Askle-pios'un uyguladığı olağanüstü te-davi biçimlerini anlatırken, Asklepion'a ilişkin değerli bilgiler vermiştir.

Gerek Bergama'da, gerekse diğer Asklepionlarda gerçekleştirilensağaltım, doğaüstü ve kılgılı yöntemleri garip bir biçimde kaynaştırmıştı.Sağaltımın en önemli özelliği, hastanın uyutulmasıydı: Hasta kutsal alansınırları içinde uyutuluyordu.

Uyandığında ya iyileşmiş ya da o kadar şanslı değilse, rahiplere an-latacağı bir düş görmüş oluyordu. Bu düşe göre rahipler, daha dünyevitedavi yolları öğütlüyorlardı. Rüya çok kesin değilse - Aristides'in rüyalarıgenellikle kesindi - rahiplerce yorumlanması gerekirdi. Rahipler, böylecehekimlerin işlevini gerçekleştiriyorlardı. Fakat herhangi bir dinsel görev-leri olmayan hekimler de tedavi biçiminin belirlenmesinde çoğu kezrahiplere yardım ederlerdi.

Hippokrates'ten sonra antik çağın en ünlü hekimi sayılan Galenos,Bergama'da doğmuş ve Asklepion'da çalışmıştı. İlk tıbbi deneyimlerini,belki yakındaki amftiyatroda gösteriler yapan ve başkalarına oranlaüzerinde çalışılacak daha çok insan malzemesi sağlayan, bir gladyatörtopluluğunun hekimi olarak kazandı. Antik çağdaki sınırlı tıp bilgisi gözönüne alınırsa, uygulanan tedavinin genelde çok akıllıca yürütüldüğü vemesleğin yüzünü ağarttığı anlaşılmaktadır. Üç temel öğe: perhiz, sıcak vesoğuk banyo ile beden hareketleridir. Sindirim bozukluğu şikâyeti hastayaekmek, peynir, maydanoz, marul ve ballı sütten oluşan bir perhiz verilmiş,çıplak ayakla dolaşması, her gün koşması, çamur banyosu yapması vebelki tuhaf, ama sıcak bir banyo almadan önce vücudunu şarap ile ovmasıöğütlenmiştir. Tedavi başarılı sonuç vermiş ve hastanın şükranını dile ge-tiren bir yazıt, bunun kanıtı olarak günümüze ulaşmıştır.

143

Page 145: BERGAMA BELLETEN - 18

Çamur banyosundan, Bergama'da da yararlanılıyordu. Aristides, tan-rının buyruğu üzerine, soğuk bir kış gecesinde nasıl çamur banyosu yapıptapınakların çevresinde üç kez koştuğunu ve nihayet kutsal çeşmedeüstündeki çamurları temizlediğini çok canlı bir anlatım ile aktarır. Yazarınsözlerine bakılırsa, hava o kadar soğukmuş ki, hiçbir giysi insanı ko-ruyamıyormuş; yazara eşlik etmeye gönüllü olan iki dostundan biri hemengeri dönmüş, öbürü de spazm geçirmiş ve gevşetilmesi için hamamagötürülmesi gerekmiş. Üzerinde uygulanan tedaviler eğer gerçekten doğruise Aristides'in bünyesi, sürekli hastalıklarına rağmen, anlaşılan çokgüçlüydü. Bir keresinde de kırk gün süren dondan sonra Asklepios, yazarayataktan kalkmasını ve yalnızca keten bir gömlek giyip, dışarıdakiçeşmede yıkanmasını öğütlemiş. Her yer donmuş olduğundan, su bulmakçok güçmüş. Su musluktan akar akmaz donuyormuş. Yine de Aristidestanrının buyruğuna boyun eğmiş ve soğuğu herkesten az hissetmiş. Birbaşka kez, kış ortasında yazar İzmir’deyken düşünde Asklepios görün-müş. Tanrı ona aşağıya inerek kentin dışındaki ırmakta yıkanmasınısöylemiş. Soğuk o denli şiddetliymiş ki, ırmak kıyısındaki çakıllar katıbir yığın oluşturacak biçimde donmuşmuş. Aristides her şeye rağmensuyun en derin yerine atlayıp bir süre yüzmüş ve dışarıya çıkınca, günboyu süren ılık bir zindelik hissetmiş. Olayın şaşkına dönen tanıkları isteristemez haykırmışlar: "Yücedir Asklepios."

Aristides, sağaltımda tutulan yöntemlerin bu aykırı niteliğine, kendiside şaşıyordu. Fakat yazar, artık Bergama'da epeyce tanınmış birisiydi;kuşkusuz rahipler onun bünyesinin nelere dayanabileceğini de hastalık-larının ne denli önemli bir bölümünün hayal ürünü olduğunu da kendisin-den daha iyi değerlendiriyorlardı. Baldıran suyu ya da kireç katılmış suiçmek ve pekliğe karşı uzun süre oruç tutmak, Aristides'e aykırı gözükentedavi yöntemleriydi. Foçalı (Phokaia) bilge Hermokrates de bir öyküyekonu olmuştur. Bir gün Hermokrates, imparatorun huzurunda bir okumayapmış. İmparator Hermokrates'ten o denli hoşnut kalmış ki ona dilediğibir ödülü seçmesini söylemiş. Hermokrates, Bergama Asklepios'ununbuyruğu üzerine, günlük ile tütsülenmiş keklik perhizi yaptığını, fakatülkesinde günlük bulmanın bir hayli güç olduğunu, bu yüzden impara-tordan çok miktarda günlük istediğini belirtmiş. Aristides, Asklepios'unbir boksöre rüyasında görünerek, zorlu bir rakibe karşı kullanabileceğioyunları öğrettiğini de anlatır.

144

Page 146: BERGAMA BELLETEN - 18

Asklepios'a bağlanan sağaltımların çoğu mucizevîdir. M.Ö.4. yüzyıldaEpidavros Kutsal Alanı'na, burada gerçekleştirilen çeşitli sağaltmaları bel-geleyen mermer steller dikilmiş ve bunlardan bazıları günümüzeulaşmıştır. Bunlardan birinde, bir kadının beş yıllık bir gebeliğin ardından,kutsal alanda uyuduğu ve sabah uyanır uyanmaz beş yaşında bir erkekçocuk doğurduğu yazılıdır. Bir diğeri, Epidavros'a çocuk sahibi olmaumuduyla gelmiş ve hayal gördüğü bir sırada, kendisine dileğini soranAsklepios'a, gebe kalmak istediğini söylemiştir. Başka bir isteği olup ol-madığı sorulunca, dünyada başkaca bir isteği olmadığı yanıtını vermiştir.Kadın gebe kalır, ama gebeliği üç yıl sürer. Bunun üzerine kurtuluş için,yeniden tanrıya başvurur. Ona verilen karşılık, özellikle sorulmasınakarşın, gebe kalmaktan başka bir dilek belirtmediği yolundadır. Yanlışdile getirilen dilek teması, antik çağda sık sık yinelenir; tıpkı Midas veher şeyi altına dönüştüren dokunuşu ya da sonsuz yaşamı elde eden fakatsonsuz gençlikten yoksun kalan Tithonos ile ilgili efsanelerdeki gibi. Herne ise, Epidavros'taki belki en mutlu olay Pandaros adlı birinin başındangeçer. Anlaşıldığına göre, bir zamanlar köle olduğundan, Pandaros'un al-nında dövme ile yapılmış işaretler vardır ve bunlardan kurtulmakamacıyla Asklepios’a gelmiştir. Tanrı geceleyin onun alnına bir çatkıbağlamış ve sabahleyin çatkıyı çıkarıp, tapınağa adamasını söylemiştir.Ertesi sabah çatkı çözülünce, işaretlerin çatkıya geçmiş olduğugörülmüştür.

Bu belgeler rahipler tarafından derlenip yayımlanmıştır, dolayısıylaşifaya kavuşmuş hastaların adak yazıtları kadar gerçekçi değildir. Yinede bunları uydurma sayacak kişi dikkatli olmak zorundadır. Epidavros'agelen, elinden sakat birisi böyle bir gaflette bulunmuştur. Bir yandan kut-sal alanda yürüdükçe, bir yandan da yazıtları okuyup homurdanmış,hiçbirine olanak bulunmadığını söylemiştir. Asklepios onu inandırmakiçin, sakat elini şifaya kavuşturmuş, fakat lanetini de eksik etmemiştir.Adam artık hep "Kuşkucu" adıyla anılacaktır. Bu vaka da bir sonraki steleyazılarak, belgeler arasındaki yerini almıştır.

İşte Asklepios kültü böyle bir görünüm çiziyordu; yarı batıl, yarıbilimsel. Ama sonuca, ister kendi kendine telkin veya inanç yoluyla, is-terse tıbbi tedaviyle, nasıl ulaşılırsa ulaşılsın, kültün büyük ölçüde revaçbulduğu kesindi. Bunun nedenlerinden biri, tanrı ile yakın kişisel ilişkiye

145

Page 147: BERGAMA BELLETEN - 18

girilmesiydi. Asklepion yalnızca bir sağlık kurumu değildi; bir hastaneyeise hiç mi hiç benzemiyordu. Asklepion kamusal ve dinsel bir kutsalalandı; sağlıklı veya sağlıksız, yurttaş veya yabancı, herkese açıktı. Tanrıtarafından öğütlenen, ama vakurluğuna yakışmayan bazı tedavilerin iz-leyiciler önünde uygulandığını ve onlara eğlence kaynağı olduğunu, bizebirçok kez anlatır Aristides.

Aelius Aristides veAsklepieion (Kutsal Anlatılar -Hieroi Logoi) bağlamında Har-vard Üniversitesi ChristopherJones’in açıklamalarına yer vere-lim:

“Diğer antik yazarlar gibiAelius Aristides de incelediği çağıayna gibi yansıtır. Zaman zamanPlaton'a dalmış, Encomium toRome'u en iyi bilinen eserlerindenbiri kabul edilmiştir. Son yıllardaKutsal Öyküler'in onurlandırıl-ması belki de rastlantı değildir. Bukitapta sayısı giderek artan

hastalıkların ve onlara uyguladığı mucizevi tedavileri kendi kalemindenanlatır. Bu tedavilerde rüyalardan yola çıkmış, Tanrı Asklepios'tanetkilenmiştir. Aristides'in yapıtı son on beş yılda en az beş dile çevrilmiştirve bu yapıt Aristides ile Bergama ve Asklepieion arasında çok yakın birİlişki kurar.

Aristides'in hayatındaki tarihlerin kesinliği tartışılmaktadır, ancak bu-rada ayrıntılar önemlidir. Hadrianus'un döneminin başlangıcında dünyayagelmiştir. Suda, onun Commodus döneminde yaşadığını söyler. İkinciSofistiklerin vakanüvisti Philastratos, onun, Asya eyaletinde, Anadolu'-daki Olympos dağının güneyinde bulunan Hadrianoi'da (Balıkesir) doğ-duğunu söyler.

Aristides ciddi bîr sinir krizi geçirdi ya da kronik bir nevrasteni başgösterdi. Sonuçta, hayatı boyunca hafif sakat kaldı. Yine de retorik çalış-

146

Page 148: BERGAMA BELLETEN - 18

malarını sürdürdü. Bu hastalığın ilk etkisi yorgunluk ve hareketlerininkısıtlanması oldu. Bergama'da uzun süre Asklepieion’da kadı.

Doğal olarak, hastaların hepsi bir gecede ya da birkaç günde şifa bul-muyordu, çoğunlukla uzun süreli ziyaretler gerekiyordu. Olağan süre biryıldı. Bu süre içinde hastaların nerede kaldıkları bilinmemektedir. Ciddihastalıklar sağaltım yerinde kalınmasını zorunlu kılar, ancak kazılarkesinkes bu amaç için tasarlanmış herhangi bir yapıyı ortaya çıkar-mamıştır. Hareket ettirilemeyen hastaların belki uyku odasında kalmasınaizin veriliyordu. Öte yandan, rahatsızlıkları o denli ciddi olmayanları cansıkıntısından kurtarmak amacıyla, birtakım çözümler düşünülmüştü. Kut-sal alanda hem bir tiyatro, hem de bir kütüphane vardı. Gerçek şu ki, cansıkıntısı burada bir sorun olamazdı. Kutsal alan her gün hastalar ve zi-yaretçilerle biraz daha kalabalıklaşıyordu. Bilginleri, Galenos ve diğerlerigibi hekimleri, her biri ardında bir dinleyici topluluğuyla bir aşağı biryukarı yürürken ya da iyiliksever bir rahibi bir topluluk ile rahatça kay-naşırken ya da hastaları kendi aralarında sohbet ederken gözümüzünönünde canlandırmamız hiç güç değildir.

DİYALOGLA TEDAVİAristides'in çevresinde -Tanrı'yı saymazsak- iki grup insan yardı;

Birinci grup, tanrıya tapınanlardı. Ancak bu, bir kardeşlik örgütü değildi.Bu gruptaki kişilere Aristides, Asklepioion'daki yazıtlarda adı geçenleride ekliyordu. Örneğin; Zeus Asklepieion'u yapan Rufînus, DoktorTheodotos gibi sık sık adından söz ettiği diğer kişiler de sadece kendidostlarıydı.

İkinci grup ise kült personeliydi. Aristides'i geçirdiği krizler süresincedestekleyen, konuşmalarını dinleyen, onunla edebiyat tartışmaları yapanve bir hatip olarak ihtiyaç duyduğu moral ve kültürel desteği veren, buarkadaş grubuydu.

Aristides'in en büyük desteği Asklepios'du. Tapınakta, rüyasında ken-disine katırcı olarak görünen çocuk tanrı Telesphoros da vardı. KutsalÖykülerde anlattığı tedaviler ve rüyalarda kimi kez Zeus ve Sarapis gibitanrıların da yardımı vardı. Ancak Aristides için gerçek tanrı Asklepios'du.

147

Page 149: BERGAMA BELLETEN - 18

Antik tedavi sisteminin biyolojik bir geri beslenim olarak kişiningördüğü rüyaları düşünmesi ve kendi vücudunu dinlemesi olduğunudüşünürsek, Aristides'e bu imkanı sağlayan, kendi topraklarının çok uza-ğında olmayan tapınağın sahibi Asklepios'tu. Aristides, 20'li yaşlarındakrizler geçirirken bu tanrıya gelmiş ve daha sonraki; 40-50 yıl içinde tanrıona mümkün olan tek tedaviyi uygulayarak yaşamasını sağlamıştı; Onusürekli konuşturmuştu.

ASKLEPİON MEDİTASYONUAşağıdaki meditasyon ciğerlerinden hasta insanlar içindir, ama bütün

hastalıklar için ayrı meditasyonlar vardı.

Önce, aklındakilerin hepsini sil.Dış dünyadan gelen bütün duyulardan arın.Derin nefes al.Bu, kolay değil.Öksürme gibi vücudunun doğal tepkilerinin üstesinden gelmeyi isteme,

o acı sana bir şeyler anlatmak için var.Ama aynı zamanda bu acının vücudunun bir korkusu olduğunu da

unutma! Vücudunun bu bölümü seni tehlikede olduğun yolunda uyarıyor.Ama kimi kez tehlikeden uzaklaşmak yerine bu tehlikenin içinden

geçmelisin. Bu nedenle yapabildiğin kadar derin nefes al ve ciğerlerinin sana ne

dediğini dinle.Ciğerlerindeki solunumun derecesini, ciğerlerindeki sıvıyı ve dokuların-

daki şişliği farket. Enfeksiyonun doğasını hisset ve senin nefes aldığın yeremüdahalede bulunan organizmayı ve bu organizmaya karşı bedeninin tep-kisini kavra.

Kalp atışlarını ve onun nefesini nasıl etkilediğini hisset,Durumunu farket, kabul et, onu anla.Şimdi dikkatini kendi içine ver, vücudundan uzaklaş.Gözlerinin ortasındaki ışık noktasına odaklan.Bu noktanın içinden bir tünele, bir geçide doğru yürüdüğünü düşün.

148

Page 150: BERGAMA BELLETEN - 18

Bu, zaman ve uzay (boşluk) arasındaki geçittir.Bu geçitte çok sayıda kapı vardır.Belki daha önce de buraya gelmiştin.Aradığımız kapıya gelmeden önce belki bir süre yürümeye ihtiyacın var.Doğru kapıya gelmenin rahatlığına kavuşuncaya kadar bekle.Bu kapının ardındaki yeşilliklerde açmak üzere olan sümbüller, nergisler

ve adaçayı var.Mermer taşlı bir yol seni sağındaki meşe ağaçlarına ve solundaki tapı-

nağa götürüyor, Çiçek açmakta olan sümbülleri kopar ve sağdaki yoldan git.Ağaçların altındaki kısa bir yamaca geleceksinve burada temiz bir pınar bulacaksın. Pınarın yanında açık gri yüzlü bir genç kadın heykeli var.Bu Sağlık Tanrıçası Hygiea’dır.Bu suyun efendisidir.Elindeki sümbülleri suyun üstüne bırak ve ellerini suya sok.Başına su akıt, omuzlarına su serp.Sonra ellerini birleştirerek avuçlarından su iç.Seni sağlığına kavuşturması için tanrıçaya dua et.İyileştiğinde ona adak adayacağına söz ver,Şimdi eğil ve pınardan uzaklaş.Yola çıktığın yere geri dön.Nergis çiçeklerini ve adaçayı yapraklarını kopar. Soluna dön ve tapınağa yaklaş,Yaklaşırken sunağı ve tanrı Asklepion ile yılanlarının imgesini göre-

ceksin; Sunakta hala ateş var.Nergislerini kâsenin içine koyarak, ona şunları söyle:"Selam Asklepios, Güneşin oğlu ve insanların şifacısı. Hayatımın

ihtiyacı olan yardımı senden istiyorum ve karşılığında sana sadakattehizmet edeceğim."

Tapınağa gir.İçinde, kutu gibi dikdörtgen taş sunağa yumuşak ışıkların düştüğü çok

sayıda yüksek pencere göreceksin,Sunağın arkasında tanrının kocaman imgesi durur.Burada yumuşak battaniyeler ve yastıklar var.

149

Page 151: BERGAMA BELLETEN - 18

Yanında da bir sacayak göreceksin,Adaçayını sacayağa at ve derin soluk al !Öksürmek doğaldır.Unutma, öksürük ciğerlerindeki enfeksiyon kapmış cismi yok edecektir.Dumanları solu, İstediğin bütün duaları da et ve sunağın üzerine uzan. Şimdi gözlerini kapa ve tanrının ayaklarının dibinde uyu,İyileş”.

Aelius Aristides ve Asklepieion (Kutsal Anlatılar -Hieroi Logoi)bağlamında Harvard Üniversitesi Christopher Jones’in açıklamalarına yerverelim:

“Diğer antik yazarlar gibi AeliusAristides de incelediği çağı ayna gibiyansıtır. Zaman zaman Platon'adalmış, Encomium to Rome'u en iyibilinen eserlerinden biri kabuledilmiştir. Son yıllarda KutsalÖyküler'in onurlandırılması belki derastlantı değildir. Bu kitapta sayısıgiderek artan hastalıklarım ve onlarauyguladığı mucizevi tedavileri kendikaleminden anlatır. Bu tedavilerderüyalardan yola çıkmış, Tanrı Askle-pios'tan etkilenmiştir. Aristides'inyapıtı son on beş yılda en az beş dile

çevrilmiştir ve bu yapıt Aristides ile Bergama ve Asklepion arasında çokyakın bir İlişki kurar.

Aristides'in hayatındaki tarihlerin kesinliği tartışılmaktadır, ancak buradaayrıntılar önemlidir. Hadrianus'un döneminin başlangıcında dünyayagelmiştir. Suda, onun Commodus döneminde yaşadığını söyler. İkinciSofistiklerin vakanüvisti Philastratos, onun, Asya eyaletinde, Anadolu'dakiOlympos dağının güneyinde bulunan Hadrianoi'da (Balıkesir) doğduğunusöyler.

150

Page 152: BERGAMA BELLETEN - 18

Aristides ciddi bîr sinir krizi geçirdi ya da kronik bir nevrasteni baş gös-terdi. Sonuçta, hayatı boyunca hafif sakat kaldı. Yine de retorik çalış-malarını sürdürdü. Bu hastalığın ilk etkisi yorgunluk ve hareketlerininkısıtlanması oldu. Bergama'da uzun süre Asklepion’da kadı.

Aelius Aristides ve Asklepion (Kutsal Anlatılar -Hieroi Logoi)bağlamında

Harvard Üniversitesi Christopher Jones’in açıklamalarına yer verelim:

“Diğer antik yazarlar gibi Aelius Aristides de incelediği çağı ayna gibiyansıtır. Zaman zaman Platon'a dalmış, Encomium to Rome'u en iyi bilineneserlerinden biri kabul edilmiştir. Son yıllarda Kutsal Öyküler'in onur-landırılması belki de rastlantı değildir. Bu kitapta sayısı giderek artanhastalıklarını ve onlara uyguladığı mucizevî tedavileri kendi kalemindenanlatır. Bu tedavilerde rüyalardan yola çıkmış, Tanrı Asklepios'tan etkilen-miştir. Aristides'in yapıtı son on beş yılda en az beş dile çevrilmiştir ve buyapıt Aristides ile Bergama ve Asklepieion arasında çok yakın bir ilişkikurar.

ASKLEPİOS KÜLTÜ VE TAPINAK TIBBIAnadolu halk hekimliği uygulamalarında da önemli bir yeri olan büyü

ile ilgili terimlerden bazıları şunlardır:

Efsun, afsun: Zehirli hayvanların sokmalarına karşı korumaya yöne-lik işlem.

Üfürükçülük: Hastaları üfleyerek tedavi etmeye yönelik işlem.

Bakıcılık: Hastalığın sebebini çoğu kez suya bakarak öğrenmeyeçalışmak

Ocaklı: Belirli bir veya birkaç hastalığı sağaltma gücü olan kimseler.

Şerbetli: Arı, yılan, akrep, çiyan gibi bazı hayvanların sokmalarınıengelleyici algı yükleme.

Bir takım gizli kuvvetleri kullanarak doğayı ve doğa kanunlarınıetkileme amacı taşıyan büyüsel işlemler, halk inançlarının uzantısı olarak

151

Page 153: BERGAMA BELLETEN - 18

karşımıza çıkmakta ve geleneksel kültürün hemen hemen her alanındayoğun olarak izleri görülebilmektedir.

İnsanlığın dinsel yaşamı tektanrıcılığa, çoktanrıcılık evresindengeçerek gelmiştir.

Politeist yani çoktanrılı dinler döneminde hayatın hemen bütün aşa-masına egemen olan, onu yönlendiren tanrıların varlığı kabul ediliyordu.İnsanlara hastalık veren, onları hastalıktan koruyan sağlık tanrıları önemliyer tutuyordu.

O çağda tedavilerin güçlüğü, insanların çare aramak için şifa tan-rılarına yönelmelerine neden oluyordu. Tanrılar günlük yaşamın parçasıolduklarından ilahi yardım aramak ilk çare oluyordu.

Dualar, sözvermeler ya da korkutmalar, kendisine tanrılardan iyi havave bol ürün sağlayabilir ve kimi zaman inandığı gibi, bir tanrı kendikişiliğinde bedenleşecek olursa, o zaman daha yüksek bir güce başvurugereksinimi duymaz. İnsan – tanrı fikrine ulaşmanın bir yolu budur.

Günümüz Anadolu geleneksel düşüncesinde bunun izlerini görmemizmümkündür. Çoktanrıların yerini yüce varlık Allah inancı almıştır.Hastalık da Allah’ın insanlara verdiği bir cezadır ve yine Allah tarafındaniyileştirilebilir. Örnek vermemiz gerekirse:

Kekeme çocuğa cami kapısı açtırılır. Sahibi Mehmet olan kırk evdentoplanan parayla alınan bal, Cuma namazından önce kekeme çocuğayedirilir. Caminin kilidi kekeme çocuğun diline dokundurulur. Yürüye-meyen çocuğun iki başparmağı bağlanıp, camiden ilk çıkana kestirilir.Sürekli ağlayan çocuğun kafası, caminin dört duvarına değdirilir. Çocukolması için

cami kuyusundan su içilir. Kısır kadın, üç kere devenin altından geçipdeveden aldığı tüyü koynunda saklar. Düşüğü önlemek için, Cuma günükadının beline camiden ilk çıkan adama anahtar kilitletilir. Albasmasınıengellemek için, yatağın etrafı ayetel kürsi duası okunarak bir urganlaçevrilir. Albasan kadının etrafında hoca bir bıçakla dua okuyarak daireçizer.

Tektanrı inancının hâkim olduğu Yahudilik, Musevilik, Hristiyanlıkve İslamiyet’te sağlık tanrıları inancının yeri olmamakla birlikte, buinançların şekil değiştirerek yaşadıklarını görürüz.

152

Page 154: BERGAMA BELLETEN - 18

Eski Ege sağlık tanrısı Asklepios’un kurtarıcı özelliği Hristiyanlık’taHz. İsa’ya mal edilmiştir. Tanrı – insan kavramını burada da görebili-yoruz. Hz. İsa olağanüstü güçlere sahip olup hastalıkları iyi edebilmek-tedir.

Günümüz Anadolu halk hekimliği incelendiğinde İslam öncesi kült-lerin (atalar, ateş, dağ, taş, su, ağaç vb.), değişik dönemlerde benimseneninanç sistemlerinin (Şamanizm, Zerdüştlük Hristiyanlık, İslamiyet), yer-leşik Anadolu kültürünün, komşu uygarlıkların izlerini görmekmümkündür.

Anadolu’da bitkilerle tedavi çok eski çağlardan beri bilinmektedir.Anadolu’daki değişik uygarlıkların bitkilerle tedaviye ilişkin bilgilerinmevcut olduğu da bilinmektedir. Lokman hekim efsanesinde de bukonuya ait bilgiler mevcuttur. “Lokman Hekim bitkilerin dilinden anlarve bitkiler ona hangi derde deva olduklarını söylermiş. Ölümsüzlük ilacınıbile bulduğu ve bu ilacın nasıl yapıldığını birbirleriyle konuşan çiçekler-den öğrendiği söylenir. Fakat öğrendiklerini yazdığı kağıt, dereyigeçerken köprüde elinden uçar ve ölüm çare bulunmaz olarak kalır. “

Bitkiler, insanları etkileyici üstün güçler taşıdığına inanılan toprakürünleridir. Bir yarayı veya bir hastalığı iyileştiren bir bitki diğerlerindendaha çok mana (doğaüstü güç) taşıyıcıdır. Üstün bir bitkidir. Günümüzdeçocuk sahibi olmak için söylenen şu sözde de bu inancın izlerini görebil-iriz : “Bütün bitkileri alır kaynatır buğusuna oturursun şifadır.”

Nazardan ve dolayısıyla hastalıklardan korunmak amacıyla yapılantütsünün de kaynağında mana inancı vardır.

Bergama Kapukaya ve Kınık Mamurt Tepe, Kybele’nin tapımmerkeziydi. Ana tanrıçanın sevgilisi Adonis, avda bir yaban domuzutarafından öldürülmüş, kanları toprağa aktığı gibi gövdesi de eriyip toprakolmuş. Her yıl ilkbaharda topraktan bitkiler ve çiçekler halinde fışkırırmış.Bu bitkiler ve çiçeklerde tanrının dölleyici, doğurtucu, çoğaltıcı gücü var-mış. Eski Anadolu halklarınca her yıl ilkbaharda bayram gibi kutlanır, buotlar ve çiçeklerden yapılan yemekler de yenir. Manisa’da mesir macunuda çeşitli hastalıklara iyi geldiğine inanılan eskiden kırkbir çeşit ottanyapılan bir macundur.

153

Page 155: BERGAMA BELLETEN - 18

Hititlerde hastalıklar tanrısal cezalardır. Bunlardan kurtulmanın yolutanrılara gerekli özenin gösterilmesi ve kurbanların sunulmasıdır...Yüzüstü bırakılan her tanrının hastalık yaptığına inanılıyordu.

Eski Ege hekimliği, başlangıçta mitoloji ile karışmış durumdaydı. Buuygarlığın başladığı yer olan İonya’nın (Batı Anadolu) dinsel inancıOlympos Tanrılarının inancı idi. Bu uygarlığı yaratanlar 30 kadar tanrıve tanrıçanın sağlık ve hastalıkla ilgili olduğuna inanıyordu... İyileştiricitanrıların en tanınmışı Asklepios idi. Kızı Hygea sağlığı koruma tan-rıçasıdır. Oğlu Telesphore iyileştirme, nekahat tanrısıdır. Eski Ege hekim-liğindeki ilginç uygulama tapınaklardır. M.Ö. VI. Yüzyılda kurulan şifatanrısı Asklepios’un tapınaklarına Asklepion dendiğini söylemiştik. Buşifa tapınakları tıp tarihinin önemli halkalarından birisini oluşturmaktadır.

Bu tapınaklarda ampirik (görgüsel) hekimlik yanında bazı dinsel tören-ler de yapılmaktaydı. Tapınaklarda din adamı hekimler vardı.

Tapınağa gelen hastalar buralarda birkaç gün konuk olarak alıkonuy-ordu. Hastalara uyutucular, esrarla yapılmış macunlar veriliyor, Askle-pios’un hastanın düşüne girmesi sağlanıyordu. Sonra hastanın düşünegöre iyileştirme işlemi uygulanıyordu. Adaklar adanıyor, kurbanlar ke-siliyordu.

Günümüzde bazı yatır ve türbelerde hastaların yatırılmaları, uyu-malarının sağlanmaları, kurban kesilmesi gibi uygulamalarla benzerlikgöstermektedir.

Şifa mabetleri, en azından bilimsel tıbbın çare bulamadığı durumlardasosyal açıdan kabul edilebilir bir çözüm sunuyorlardı. Hekimler bu “tapı-nak tıbbı”nı bilimsel tıbbın içine sokmaya kalkışmadılar ama onu tam an-lamıyla da dışlamadılar. Sonuçta her iki şifa sistemi bir arada varolmayısürdürdü.

Hipokrates’e gelinceye kadar Asklepios tapınaklarının din adamlarıhekimliği yalnız kendi ellerinde tutmuşlardı.

154

Page 156: BERGAMA BELLETEN - 18

KÜLTLERİN HALK HEKİMLİĞİNE ETKİSİ Kült: Dinin ilahi boyutu dışında, gücüne inanılan bir başka varlığa kut-

sallık verilmesi şeklinde ortaya çıkan bir tapınma biçimidir.

Eski Türk inancında atalar, ateş kültü gibi kültlerle dağ, kaya, ağaç,su gibi tabiat unsurlarının her birinin bir ruh taşıdığına inanılır, bunlarasaygı duyulup, kutsallık yüklenirdi.

1- Atalar Kültü: Atalar kutsaldır, onların yaşadıklarına ve toplumlailişkilerini sürdürdüklerine inanılır. İnsanlar atalar vasıtasıyla gökteki yük-sek ilahlara ihtiyaçlarını bildirir, onlardan yardım ister. (Eren, veli, aziz,evliya mezarlarındaki uygulamalar)

2- Ateş Kültü: Ateşin sağlık ve canlılık verici, birçok hastalıkları iyiedici nitelikleri bulunduğu kanısı yaygındır.Hıdrellez’de hastalıklardankorunmak için yakılan ateş üzerinden herkes atlar. Bu ateş tapımı dönem-lerinin kalıntısıdır.

3- Ağaç Kültü: Ağaçların bir ruhu olduğuna inanma ve onları kutsalsayma. Ağaçların bir ruhu olduğu ve bunların barınağı olduğu inancı çokeskidir.

4-Taş Kültü: İlkeller tarafından gökten düştüğü kabul edilen ve kutsalolduğuna inanılan taşlara tapılır. Hatta kutsal saydıkları kayaların içindeata - tanrılarının bulunduğuna inanırlar.

5- Toprak Kültü: Toprak tanrılık nitelik taşıdığına inanılan yerkabuğudur. Pekçok dinde ve mitolojide insan topraktan yaratılır.Toprakyiyen çocuk hastalıklı sayılır. Türbede yıkanıp, vücudu oradaki topraklasıvandıktan sonra, aynı topraktan yedirilir.

6- Su Kültü: Evrenin özü sayılan suyun kutsallığına inanılır.Akıl ve sinirhastalıklarında yatır yanındaki suda yıkanılır. Baş ağrısında ocaklı kadıneline tükürüp, hastanın başını bir süre tuttuktan sonra , “Elim keçe gibi oldu.Ağrı çok. Allah şifalar versin “ der. (Uşak) Korkan, dili tutulan çocuklar için,akşam namazından sonraya kalmamak şartıyla, kurşun dökülür. Yürümesigeciken çocuk için, cuma namazından sonra evin yaşlı kadını tarafındanmerdiven başında, “Yürüyemiyorsun, kösteğini kesiyorum.” Sözlerisöylenip, bir bıçakla kesme hareketi yapılır. Bu işlem üç kere tekrarlandık-

155

Page 157: BERGAMA BELLETEN - 18

tan sonra, “Kösteğini kestim” denilerek,bıçak merdiven başına saplanır ve çocuk-tan bıçağı alıp vermesi istenir. (Karabük)Cami önündeki taşa yatırılan boğmacalıçocuğun boğazı, ocaklı biri tarafındanbıçakla sıvanır. (Ankara) Dalaklı, üç yolağzında bir yere sırtüstü yatırılır. Karnınataze bir hayvan dalağı konur. Başucundayaşlı bir kadın durur. Elinde balta tutanocaklı bir kadınla aralarında bir konuşmaolur: “Nereden geliyorsun?” “Dalakdağından geliyorum.” “Dalak kesebilirmisin?” “Anasını bile kovalarım.” Daha

sonra ocaklı kadın balta ile yavaşça hastanın karnına üç kere vurur. Üçkere yapılan bu işlemden sonra, hastanın karnı üzerinde bulunan dalakalınarak, buna kırk diken batırılıp, bir armut ağacına asılır. İnanış, dalakağaçta kurudukça, hastanın dalağının da eriyeceğidir. (İsk.) Hastanınevinde bir kütük üzerine hayvan dalağı konur. Ocaklı ile hastanın yakınıarasında şu konuşma geçer: “Ne kesiyorsun?” “....nin dalağını kesiyorum.” “Kes gitsin.” “Kestim gitti.” İşlem üç kere tekrar edildikten sonra, dalakocağın bir kenarına asılarak kurumaya bırakılır. (Sin.) Yatakta sırtüstüyatmakta olan hastanın karnına konan bir koyun dalağı, ocaklı tarafından,“Dalağını kesiyorum” diye bağırılarak kara saplı bir bıçakla kesilir. (İst.)Hastanın karnına doğru okuyan hoca, daha sonra siyah saplı bir bıçakladalağı kesiyormuş gibi hareketler yapar. (Sin.) Sırtüstü yatmakta olan has-tanın karnına bir hayvan dalağı, bunun da üzerine bir tepsi konur. İçeriye,elinde balta olan bir ocaklı kadın girer girmez, hasta yakınları hep birağızdan: “Nereden geliyorsun? Ne yapacaksın?” diye sorarlar. Kadın da“Dalak keseceğim” diyerek, elindeki balta ile tepsiye vurur. (Ant.)Sırtüstü yatmakta olan hastanın karnına bir veya iki hayvan dalağı konur.Ocaklı, kor halindeki bir demir çubukla, okuyarak hastanın etrafında üçdefa dolaştıktan sonra, dalakları deler. Delinmiş dalakları alan hasta, dörtyol ağzında açtığı çukura bunları gömer. İnanış, dalaklar kurudukça, has-tanın iyi olacağıdır. (İsk.) Albasmasını engellemek için, yastığın altınabıçak, iğne, çuvaldız sokulur. (Erzurum, Tokat, Sivas, Ordu) Albasmasınıengellemek için, lohusaya ocaklı gömleği veya erkek külahı giydirilir.

156

Page 158: BERGAMA BELLETEN - 18

(Gaziantep, Erzurum) Albasan loğusanın yanında silah atılır, demirlegürültü yapılır. (Erzurum, Manisa) Arpacık (itdirseği) nde, ocaklı kolunundirseği ile sıvazlar. (Ankara) Göz akında oluşan kan kabarcığı, ocaklıtarafından altınla çizilir. (Ankara) Kabakulak ocaklı biri tarafından siyahmürekkepli kalemle yazılır, yazının etrafı daireye alınır. (Konya) Kırk-basmaması için, loğusa ve çocuğun üzerinde makas, bıçak bulundurulur.(Artvin, Eskişehir, Kastamonu) Kırk basmaması için iki loğusa iğne, paradeğiştirir.

Günümüz bilimsel tıbbında, bilimsel olarak faydası kanıtlanmamışbazı karışımların kullanılması, yine faydası olduğu tartışılan bazı adetlerinuygulanması söz konusu değildir. Oysa inançları kendine temel almış olangeleneksel tıbbın bilmemezlik ve korkudan kaynaklanan yapısı, deneyselolarak doğrulanmaları durumunda insanların uygulama alanlarınagirmeleri, hastalıkla savaşmanın en eski basamaklarındandır.

Dinbilimcilerin kitaplı dinler olarak ifade ettiği dinler, eski çoktanrılıdinlerin etkisinden tamamen kurtulmuş değildir. Bu dinler eski inançlarakarşı mücadele ederlerken, diğer taraftan o inançları yeni biçimleriylekendi bünyelerine almışlardır.

Sonuç: Politeist yani çoktanrılı dini inançların yaşadığı zamanlarda,hastalığın oluşmasında ve tedavisinde sağlık tanrıları ve tanrıçaları önemlibir yer tutuyordu. Zamanla tek tanrılı dönemlerde sağlık tanrıları yerinikilise rahiplerine bırakıyor, kilise, manastır hekimliği hüküm sürüyordu.Günümüz Anadolu halk hekimliğinde kilise rahiplerinin görüntüsü olarakkarşımıza hocalar yani din görevlileri çıkmaktadır.

Eski Ege’de, Hipokrat öncesi döneme ait tıbbi düşünce ve uygula-maları, Asklepion kültü, Ege felsefesi düşünce sistemi ve onun tıppratiğinde yarattığı sonuçlar ile o dönemin hekimlik pratiğini gösterir.Eski Ege tıbbı, hekim-tanrı Asklepios'tan ve mitolojisinden köken alır.Kahraman bir hekim olarak, Asklepion ideal hekimi ve karşılaşabileceğitehlikeleri göstermiştir. Asklepios'un tanrılaştırılmasıyla ve tapınaklarınınEge ve Roma İmparatorluğu'nda yayılmasıyla, Asklepios genel olaraksağlık tanrısı olarak görülmüş ve çaresiz insanlar için yalvarılacak bir objeolarak hizmet vermiştir. İyileştirici Asklepios tapınakları M.Ö. VI. yüzyıl-dan itibaren bölgemizde ortaya çıkmaya başlamıştır. Rituellerle çevrili

157

Page 159: BERGAMA BELLETEN - 18

tedavi, seremonisi güneş battıktan sonra başlardı. Beraberinde etkileyicibinalar, oyalayıcı dışyüzler ve etkileyici başarılı tedavi öyküleri, zi-yaretçiyi rahip ve çalışanlarının iyileştirme eylemlerine karşı açık halegetiriyordu. Yardım isteyen kişi şimdi törenin canlı bir parçası olmayahazır hale gelirdi. Gece boyunca uyku, kızlarının eşlik ettiği Asklepiosgibi giyinmiş rahipler, hizmetçiler, yardımcılar, yılan, köpek eşliğindeyarıkaranlık bir ortamda hastanın etrafında dolaşırlardı.

RÜYA İLE TEDAVİAsklepionda uyku odalarına alınan hasta, uzunca süre başınd beklenip

izlenir, uykudan uykuya geçerken rüya gördüğü göz kapaklarından an-laşılınca uyandırılır, rüyasına göre tedavisi verilir ve tavsiyelerde bu-lunulurdu. Tanrısal güç, yaraları ya da hastalıklı bölgeyi yalayan yılan veköpek tarafından hasta tedavi edilmiş olurdu. Tanrısallık gücü çeşitli te-daviler biçiminde kullanılırdı. Ellerinde yatmak, tıbbi işlemi uygulamak,cerrahi operasyon yapmak ya da tavsiyelerde bulunmak. Sabah olduğundahasta iyileşmiş olduğuna ümit ederdi. Açıkçası, tapınak tedavisinin enetkili ögesi inançtır. Laik hekimlerin zamanın organik hastalıkları içinçok az özelliği olan ilaca sahip oldukları düşünüldüğünde Asklepioskültünün son derece popüler olması ve yüzlerce yıl ayakta kalmasışaşırtıcı değildir.

Asklepion’da psikoterapi çerçevesinde uyku odaları ve rüya yöntemiçok önemli yer oluşturur. Bu konudaki araştırmaları ile tanınan Dr. SedaKaraöz Arıhan şöyle diyor:

“Antik dönemde hastalıkların tedavisi konusunda rasyonel tıbbın ilkgirişimleri ve teorileri görülmekle birlikte inanç ve metafizik yönü ağırbasan uygulamalarla da karşılaşılmaktadır. Tedavide rüyaların kullanıl-ması Antik dönemde oldukça yaygındır. Hastanın gördüğü rüyalar,hastalıkların anlaşılmasında hastaya ve hekime yol gösterebileceği gibitedavi için uygulanabilecek yollar da önerebilmektedir. Örnek olarakGalenos "Rüyalarda Diagnoz Üzerine" adlı eserinde, düşler aracılığıylahastalıkların teşhisini, rüyalarıın yorumlanmasını dört mizaç teorisi iledeğerlendirmeye çalışmıştır. Bunların yanı sıra rüyaların doğrudan tedavi

158

Page 160: BERGAMA BELLETEN - 18

edici özellik göstermesi geçmişin en ilgi çekici tedavi yöntemlerindenbirisidir. Rüyalar yoluyla tedavi pek çok dönemde bağımsız olaylar olarakkarşımıza çıkabileceği gibi şifa merkezlerinin planlı bir parçası da ola-bilmekledir. Antik dönemde Asklepion tapınakları bu konudaki faaliyet-leri ile bilinmektedir. Bergama'daki Asklepion tapınağı, ünu Anadolu'yudahi aşmış bir tedavi merkeziydi. Bu tedavi merkezinde rüyalarla tedavikonusunda gerçekleştirilen faaliyetleri antik dönemin tıp yazarlarındanve arkeolojik buluntulardan elde etmekteyiz.

Asklepionlar'daki rüya tedavisinin yanı sıra antik dönemin ünlühekimleri Hipokrat, Galenos ve diğer hekimler rüyaların sağlık ile iliş-kisini değerlendirmişlerdir”.

AELİUS ARİSTİDES’İN RÜYALARI VEASKLEPİON TEDAVİ

Ertesi gün yıkanmadım ve kusmadım, fakat kusturulduğum zaman,durumum öyle kötüydü ki, ertesi güne yetişebilirsem mutlu olacaktım.(M.S. 13 Şubat 166). Ertesi gün oruç tutmam emredildi ve bu emir aşağı-daki şekilde bildirildi. Rüyamda İzmirde’ydim. Düz ve görünür olanherşeyden şüpheliyim çünkü seyahat ettiğimin farkında değildim. Banaincir ikram edildi ve birden kâhin Korus ortaya çıktı ve incirdeki çabuketki eden bir zehir olduğunu gösterdi. Bundan sonra, büsbütün şüpheiçerisindeydim ve istekle kustum ve aynı zamanda ya bir de, tamamen is-tifra edememişsem diye düşünüyordum. Daha sonra birisi, diğer incirlerdede zehir olduğunu söyledi ve niçin daha önce duymadım diye daha dagerildim ve öfkelendim. Bunları gördükten sonra anladım ki, oruç tutmamemrediliyor. Fakat Tanrı’ya (Asklepios) oruç tutmamı mı yoksa kusmamgerektiğini mi kastettiğini sordum. Tekrar uyudum ve (rüyamda) Berga-ma’daki tapınaktaydım. Yatıyordum. Theodotus içeri girdi ve oruçluolduğumu söyledim. Fakat o, (durumumu) bildiğini gösterdi ve dedi ki,‘bu adamların yaptığı bir sürü şeyden sonra kan alma (hacamat) uygula-masından vaz geçeceğini, çünkü böbreklerimde kötüleşme olduğunu veorucun iltihap için, göğüsün içinden geçen bir tür yanlış yol olduğunusöyledi (14 Şubat 166).

159

Page 161: BERGAMA BELLETEN - 18

Sürekli Balıkesir, Kyzikos, Bergama ve İzmir arasında seyahat edenAelius Aristides, genç yaşında yakalandığı müzmin bir hastalığın tedavisiiçin, Ege sağlık tanrısı Asklepios ile rüyalar aracılığıyla kurduğu bağlantıyukarıdaki gibi gün-gün not aldı. Yetmiş yılı aşkın uzun ömrüne bakılırsaAsklepios’un direktifleri işe yaramıştı. Dolayısıyla, bu çalışmanın konusu,Eskiçağ’da yaşamış bir entelektüelin kişisel dini deneyimlerinden ziyade,Aelius Aristides’in rüyalarında Ege sağlık tanrısı Asklepios’dan aldığı di-rektifleri kendi hayatına nasıl uyguladığını, günümüze kalmış en çarpıcıeseri Kutsal Sözler’den hareket ederek incelemektir.

Aristides şöyle demektedir:

“(Doktor Satyros) konuşmamız ilerlediğinde ne kadar çok kanverdiğimi (kanımı temizlettiğimi) duymuş oldu, kanıma sahip çıkmamıve vücuduma zarar vermememi öğütledi ve dedi ki, ‘ben sana çok basitve hafif bir karışım vereceğim, onu hem karnına hem de hipokondriyakbölgelerine süreceksin ve sana ne kadar da yarayacağını göreceksin.’ Banabunları önerdi, ancak şafak atımında tanrı kan aldırmamı söyledi, ben deister istemez buna uydum.”

Asklepion’a gelen hastalar önce bir arınma töreninden geçerlerdi,arınma töreninde kurban keserler ve yıkanırlardı, daha sonra tapınağın içbölgesinde yer alan kutsal yatakhaneye (abaton) alınırlardı. Buralardaoruç tutmaktan yorgun düşmüş olarak koyun postları üzerinde tapınakuykusuna yatarlardı.

Hastalar uykudayken tapınak rahipleri hastaların arasında zararsızyılanlarla beraber dolaşırlardı. Hastalar uyandıklarında uykularındagördükleri rüyaları anlatırlardı. Rüyada ya

Asklepios hastaya görünerek doğrudan bir tedavi önerirdi ya da rüyaöylesine karmaşık olurdu ki hasta rüyayı tapınak rahiplerine anlatır veonların yorumlarına göre bir tedavi önerisi alarak tapınaktan ayrılırdı. Butedavi yöntemi “telkin”i çağrıştırmaktadır. Hasta iyileşmezse rahipler,hastanın ya tedaviye tam inanmadığını ya da söylenenleri tam olarak yer-ine getirmediğini söylerlerdi. Hasta tapınaktan çıkarken paranın yanı sırakendi adının, hastalığının ve önerilen tedavinin yazılı olduğu bir tabletiadak olarak tapınağın duvarına asardı. Tapınağa yeni gelenler bu tabletleraracılığıyla uygulanan tedavilerin başarıları hakkında bilgilenir ve tapınak

160

Page 162: BERGAMA BELLETEN - 18

uykusu ile (enkoimesis, Latince’de incubatio olarak adlandırılır) iyileşe-ceklerine dair güvenleri artardı.

Epidauros’ta bu tabletlerden çok sayıda ele geçmiştir. PergamonAsklepionu hakkında bildiklerimizin çoğunu M.S.118’de doğmuş olanMysia’lı Aelius Aristides’e borçluyuz. Zengin bir aileden gelen Aristidesyıllarca şifa aramak için çeşitli Asklepionları dolaştı durdu, özellikle Perg-amon’da çok kaldı.

Hasta olan bir kişinin en fazla bir gecelik tapınak uykusuna yatmakiçin geldiği Pergamon’da o bir yılı aşkın bir süre kaldı. Asklepios Soter(Zeus Asklepios) Tapınağı’nın yapımı onun gelişinden kısa bir süre öncebitmişti. Aristides, uyguladığı mantıkdışı tedaviler hakkında ayrıntılı bil-giler vermesine rağmen Pergamon Asklepionu’nda bulunan yapılarhakkında yeterli bilgi vermemektedir. Örneğin, kutsal alanın güney-batısında yer alan yuvarlak yapı ile buna bağlanan bir tünelin işlevikonusunda tatmin edici bilgilere hala sahip değiliz.

Abatonun yeri de tartışmalıdır. Buna karşılık, Aristides’in anlatım-larından burada çamur banyosunun rutin uygulanan tedavilerden biriolduğunu ya da buralarda en azından bu tür bir tedaviye engel olun-madığını anlayabiliyoruz. Pergamon’da tapınak kutsal alanında bulunankuyu ve çeşmeler burada aynı zamanda içme ve banyo kürlerininyapıldığını da göstermektedir.

Pergamon Asklepionu’ndaki en ilginç buluntu kutsal alanın ortasındaortaya çıkarılan bir grup

mezardır. Bu mezarların tedavi altında iken ölüp kutsal alanın saygın-lığını zorda bırakmaması için alelacele orada gömülen hastalara ait olduğuiddia edilmiştir. Gerçekten de Pausanias, Epidauros Asklepionu’nu an-latırken şunları yazar:

“Asklepios’un kutsal korusu her yandan sınırlarla çevrelenmiştir. Busınırlar dâhilinde ne insanların ölmesi ne de kadınların doğum yapmasımümkündür.”

Bu anlatımlar da kutsal alanda ölümün mümkün olmadığını, böyle birdurumun olması halinde ise cenazelerin kaçırılarak gömüldüğü fikrinimakul hale getirmektedir.

161

Page 163: BERGAMA BELLETEN - 18

Asklepion’larda görevli rahipler büyük bir saygınlığa sahiptiler veAsklepiades (Asklepiosoğulları) sülalesine mensuptular. Burada kay-dadeğer bir durum Kos’taki Asklepiades ailesinden çok sayıda laik dok-torun çıkmasıdır, örneğin bu sülaleden C.Stertinius Xenophon, İmparatorClaudius’un hekimiydi ve Kos’taki Asklepieion’a bağışlarda bulunmuştu.Demekki, o dönemde - en azından Kos’ta - laik doktorlar ile tapınak tıbbıarasında bir tür bağlantı vardı.

Aslında Asklepiadlar soylarını Asklepios’a bağlamalarına karşın birsülaleden çok bir tür meslek loncası idiler. Ancak, doktorlarınAsklepieion’larda çalıştıklarına dair elimizde herhangi bir veri yoktur.Doktorlar buralara sık sık gelirlerdi, ama mesleki amaçla mı yoksa yal-nızca ziyaret amacıyla mı geldikleri bilinmemektedir. Fakat Schneider,Kos ve Knidos’taki tapınakların aynı zamanda birer tıp okulu olduğunuve buralarda hekimlerin yetiştiğini kaydetmektedir. Buna karşılık, şu iyibilinmektedir ki, tapınaklarla hiçbir ilgisi bulunmayan laik doktorlar damevcuttu ve hatta bunlar Asklepios’un önerilerine karşı gelebiliyorlardı.

Her ne kadar G. Bean tapınaklardaki olağan tedavi süresinin bir yılolduğunu söylese de bu doğru değildir. Bean, büyük bir olasılıkla Aris-tides’in bir yıldan daha uzun bir süre Pergamon’da kalmasından dolayıböyle bir genelleme yapmıştır.

Oysaki Aristides olağandışı bir hastaydı, günümüzde bile tedavisi zorolan ve doktorları yıldıran bir hastalık olan hipokondriyasis hastasıydı.Ancak, o dönemde doktorların sağlık hizmeti sunmak için çalıştıklarıkamu kurumları bulunmuyordu. Hippokrates bile öğrencilerine biryapının içerisinde değil bir çınar altında ders veriyordu. Ya hekim hasta-ların evine tedaviye gidiyordu ya da hasta hekimin giderek muayeneoluyor ve hekimin önerdiği reçetelerle oradan ayrılıyordu.

Martialis’e ait olan aşağıdaki ironik ifadeler de doktorların hastalarınevlerine giderek tedavi yaptıkları görüşünü desteklemektedir,

“Kendimi hasta hissediyordum ve sen, Symmachus, gecikmedengeldin, ama beraberinde de yüz tane çırak getirdin. Ayazdan buz kesmişolan yüz tane el beni mıncıkladı. Sen gelmeden önce ateşim yoktu Sym-machus, oysa şimdi ateşim var.”

162

Page 164: BERGAMA BELLETEN - 18

Hippokrates, “hasta, cerrah, asistanlar, cerrahi aletler, ışığın yeri veniteliği, kullanılan eşyaların miktarı ve niteliği, vücudun ve aletlerin yer-leşimi, zaman, tarz ve mekan ameliyat için gerekli şeylerdir” demektedir.Bu da hekimlerin çalıştıkları özel bir evin olmasını ya da evlerinin birbölümünün muayene ve tedavi için ayrılmasını gerekli kılmaktadır. Ro-ma’daki Egeli doktorların cerrahi müdahaleleri kendi ofislerinde tıbbi te-davileri ise hastaların evlerinde yaptıkları öne sürülmüştür. Büyük birolasılıkla ameliyathane olarak kullanılmış olan bir yapı 19. yüzyılbaşlarında Pompei’de yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır;

“Cerrah Evi” adı verilen bu yapıda çok sayıda cerrahi alet elegeçmiştir. Ancak, o zaman yapılan kazılarda aletlerin in situ pozisyonlarıkaydedilmemiştir, Paris alçısı yöntemi de henüz bilinmediği için tahta vediğer organik nesnelerin kalıntılarının kalıpları hasar görmüştür. Bunabenzer yapılara iatreion veya tabernae medicae adı veriliyordu ve bunlarsokaklarda yer alan küçük dükkanlar şeklindeydiler; buralarda demosios-tiatros denilen halk hekimleri çalışıyordu.. Bu tür yapıların o zamanlarınhekim yurdu olan Anadolu’da da çok sayıda mevcut olması gerekir;nitekim Perge’de bulunan bir mozayik döşemede Polydeukes’in hastakabul odasının bulunduğu yazılıdır. Halk hekimlerinin ücretlerini karşıla-mak için bir vergi vardı. Bu hekimlerin maaşı yönetim tarafından belir-leniyordu.

BİR ANI DAHAM.S. 148'de Ekim'den Ocak'a dek görünürde hiçbir neden yokken bir

tümör belirdi, önceleri herkeste olabilecek bir şeydi, sonra inanılmazölçüde büyüdü ve kasığım gerildi, şişlikler oluştu ve korkunç ağrılar or-taya çıktı ve birkaç gün de ateş oldu. İşte o zaman doktorlar bir sürüşeysöylediler, kimi ameliyat dedi, kimi ilaçlarla koterizasyon, bazıları isebir enfeksiyonun ortaya çıkacağını ve kesinlikle öleceğimi söylediler.Ama Tanrı başka bir fikir verdi, bana dayanmamı ve şişliğe bakmamısöyledi. Açıkça görülüyordu ki, doktorları dinlemekle Tanrı'yı dinlemekarasında seçim hakkım yoktu. Ama şişlik daha da büyüdü ve korkunçoldu. Dostlarımın bazıları sabrıma şaşırıyorlardı, bazıları ise rüyalarımagöre davrandığım için beni eleştiriyorlardı. Hatta bazıları ne ameliyata ne

163

Page 165: BERGAMA BELLETEN - 18

de koterizasyona izin vermediğim için beni korkak olmakla suçluyorlardı.Fakat Tanrı yardımcım oldu ve bana karşılaşacağım zorluklara dayan-mamı emretti. Sonunda Kurtarıcı bana ve sütbabama - Zosimus o zamanhenüz sağdı - aynı gece aynı işareti gönderdi, tam ben Tanrı'nm banasöylediklerini ona iletmesi için birisini göndermiştim ki, o, Tann'nın ken-disine neler söylediğini anlatmak için bana geldi. İçinde tuz bulunan, yal-nız başka neler bulunduğunu hatırlamadığım, bir ilaç varmış. Bunuuyguladığımızda, şişliğin çoğu çabucak kayboldu. Ve gün doğduğundadostlarım geldiler, hem sevindiler, hem de gözlerine inanamadılar. İşteondan sonra doktorlar seslerini kestiler, herşeyden önce Tann'nın ku-dretine hayranlıklarını belirttiler ve bunun Tann'nın gizemli şekildeiyileştirdiği büyük bir hastalık olduğunu söylediler (Aelius Aristides, Hi-eroi Logoi I, 61-8; CA. Behr çevirisinden).

Asya'daki bir Roma kentinde yaşayan akıllı ve iyi eğitimli bir aris-tokrat olan Aelius Aristides'in sıradışı 'günce'sinden yapılan bu alıntı, antikçağda bilimsel tıbbın zayıflığını ve tanrıların, özellikle de şifa tanrısıAsklepios'un (Roma'da Esculapius) etkileyici gücünü gösterir. Belirsizbir dünyada şifa verebilecek herşeye inanmak için yeterli neden vardı. Oçağın tedavilerinin pahalılığı, riski, belirsizliği, güçlüğü ve can yakıcıoluşu insanların çare için şifa tanrılarına yönelmelerini anlaşılır kılmak-tadır. Ancak bu, sadece söz konusu yetersizliklere bir yanıt değildi. Tan-rılar günlük yaşamın öyle büyük bir parçasıydılar ki, ilahi bir yardımaramak başvurulan son değil, ilk çare oluyordu. Her zaman Aristides'inrüyalarına fazlaca inandığını söyleyen dostları gibi şüpheci davrananlarbulunmakla birlikte, bazı insanlar da, bugün de olduğu gibi umutsuz,kaldıklarında tan¬rılara başvuruyorlardı. Bu durum, akla dayalı tıbbındoğuşu ile gerçekdışı inançların neden tamamen ortadan kalkmadığını veşifa tanrılarının bilimsel tıpla yanyana, neredeyse ona paralel bir gelişmegösterdiklerini açıklıyor. M.Ö. 5. yüzyılın başlarında Hippokratik tıbbınortaya çıkması ile Yunanis¬tan'da Asklepios'un kutsallık konumuna yük-seltilmesi ve kültünün yayılması aynı yer ve zamana rastlar. Gerçektende Hippokratik yemin bile onun adına edilir: 'Şifa veren Apollon adınave Asklepios, Hygieia, Panakeia ve bütün iyileştirici güçler adına yeminederim ki, tüm tanrı ve tanrıçalar şahidim olsun, gücüm ve aklımerdiğince bu yemini ve sözümü tutacağım.'

164

Page 166: BERGAMA BELLETEN - 18

Asklepios Kültü'nün geldiği dönemlerde, aynı şekilde Ege tıbbı daRoma İtalya'sına girdi ve beden sağlığını sağlamak için onun tanrılarınıda bekleyen bir kültür içine dalıp gitti. Paralel gelişme sürdü. Aristides'tümörü¬nün' mucizevî iyileşmesini anlattığı sırada, Bergama'da çokönemli iki olay gerçekleşiyordu. Görkemli yeni bir tapınağın, AskiepiosTapınağı'nın yapımı henüz biterken, yeni yetme Galenos da, kendisineünlü bir hekim olmanın ve Rönesans'a dek Batı tıbbına yön vermenin yol-unu açacak olan tıp kariyerine başlıyordu. Ne gariptir ki, Galenos'un tıpmesleğini seçmesinde de rüyasında gördüğü Asklepios'un rolü vardı.Daha sonra Galenos, Bergama Asklepionu'nun başrahibi aracılığıyla ilkgörevine atandı ve bu görevin Asklepios'un bir emri olduğu inancını, Mar-cus Aurelius'un Marcomanni'ye karşı seferi sırasında onunla birlikte git-meyişine özür olarak başarıyla kullandı.

Galenos'un kültle bağlantısı bu kadarla kalmıyordu, çünkü Asklepioshekimlerin koruyucusuydu ve Hippokrates zamanından beri hekimlerleşifa kültleri arasında yakın bir ilişki olmuştu. Bazı hekimler bu şifa kült-lerine şüphe ile yaklaşıyorlardı, bazıları da kısmen sempati duyuyorlardı,ama hekimlerin çoğu onların hastalıkla yapılan savaşta büyük bir rol oy-nadıklarını biliyordu. Şifa mabetleri, en azından bilimsel tıbbın çare bu-lamadığı durumlarda sosyal açıdan kabul edilebilir bir çözümsunuyorlardı. Hekimler bu 'tapınak tıbbı'nı bilimsel tıbbın içine sokmayakalkışmadılar ama onu tam anlamıyla da dışlamadılar. Sonuçta İki şifasistemi birarada varolmayı sürdürdü.

TELESPHOROS VE NEKAHATAsklepios'un ayağının dibinde bazan, başlıklı bir örtü sarınmış olan

tuhaf bir cüce ya da çocuk figürü bulunurdu. Bu, nekahat tanrısıTelesphoros'tu. Onun gücü, diğer Asklepion şifa tanrılarının güçlerini art-tırır ve tamamlardı. Özellikle Metodistler tarafından nekahat, iyileşmeninçok önemli bir parçası olarak kabul edildi. Bu, Asklepiades ve Soranus'unrejimlerinde de görülür. Asklepiades'in yöntemlerini öven Celsus, hastalıkne kadar hafif olursa olsun, nekahatın çok önemli olduğunu vurgular. Cel-sus, yaşanan yer ve iklimin de diyet gibi sık sık değiştirilmesi gerektiğinisöyler. Farklı bölgelerde toprak sahibi olan zenginler için bu çok zor bir

165

Page 167: BERGAMA BELLETEN - 18

öneri değildir. Karısının gereksinimlerini dikkate alan Genç Plinius,hastalığının düzelebilmesi için onu Campania'ya götürür. Kendisi de,sağlığına kavuşabilmek için birkaç kez köydeki evinde dinlenmeye çekilir.Zenginler ve orta derecede varlıklı olanlar, antik çağın sanatoryum vesağlık merkezleri olan ünlü şifa tapınaklarında ve kaplıcalarında nekahatdönemini geçiriyorlardı. Yoksul olanlarsa, uzağa gitmeyi pek gözealamıyor ve yerel kaplıca ve şifa tapınaklarında dinleniyorlardı.

Çok az hastalık tam anlamıyla tedavi edilebildiğinden, çok sayıda insanyaşamını kısıtlayıcı ve ağrılı hastalıklardan çekiyordu. Dönemin en iyihekimlerinin bakımında olan İmparator Marcus Aurelius bile hastalıktankurtulamıyordu. Stoa öğretisi ile üstesinden gelmeye çalıştığı şiddetligöğüs ağrıları peşini bırakmıyordu: Ağrı ne dayanılmaz ne de sonsuzdur.Yeter ki sınırlarını bilin ve hayal gücünüzle ona güç katmayın ... Dayana-madığını iz şeyler bizi (yaşamdan) alır götürürler; henüz sona ermeyenşeylere ise dayanılabilir ... Görevlerini yapabildikleri sürece el ve ayaktakiağrılar doğaya aykırı değildirler (Marcus Aurelius, Meditations 7, 64; 7,33; 6, 33; Birley çevirisinden 1966, 295).

Yine de ağrısını azaltabilecek her türlü ilacı kabul ediyordu. Galenos'unona yazmış olduğu theriac, ağrısını biraz hafifletmişti. Bu, daha öncelerimithridatium olarak bilinen ve bileşimindeki en etkili madde opium(afyon) olan evrensel bir antidottu. Zengin bir Romalı olan ServiusClodius'a önerilen tedavi ise oldukça sertti, 'şiddetli gut sancısı çeken buadamın, iki bacağını da baştan aşağıya bir zehirle ovması istenmişti; ta kivücudunun bu kısmı tamamen duyarsız olup ağrı hissedilme-yinceye dek.Özellikle baş, karın ve mesane hastalıklarındaki ağrı ve ümitsizlik, bazıinsanları intihara sürüklüyordu. Bu da, tıbbın eksikliklerinin bir kanıtıydı.

Hastalık nedeniyle intihar edenlerden Genç Plinius'un mektuplarındanbirinde de sözedilmiştir. Mektupta, çaresiz bir hastalık karşısında, alışıl-madık biçimde intiharı değil de dayanmayı seçen Titius Aristo adlı biradam anlatılır; Hastalığı karşısındaki sabrı, eğer görebilseydiniz, sizihayran bırakırdı; ağrıyla savaşıyor, susuzluğa karşı koyuyor ve ateşininverdiği inanılmaz sıcaklığa, üstündeki örtülere karşın dayanıyordu. Birkaçgün sonra beni ve bazı yakın dostlarını çağırttı, bizden doktorlarahastalığın seyrini sormamızı istedi. Eğer ölümcülse yaşamına son vere-cekti, ama eğer yalnızca uzun süre ağrı çekmesi sözkonusuysa, buna

166

Page 168: BERGAMA BELLETEN - 18

dayanacaktı. Eğer umutlarımız boşuna değilse, kendisini öldürerek buumutlara vefasızlık etmek istemiyordu. Bunu, karısının dualarına, kızınıngözyaşlarına ve biz dostlarına borçluydu. Bana kalırsa bu, en büyük övgü-leri hakeden, çok zor bir karardı. Birçok insan ölümü çabuklaştırma isteğiduyar, ama ölüm nedenlerini inceden inceye gözden geçirmek ve yaşamakya da ölmek fikrini benimsemek veya reddetmek, işte bu, gerçekten büyükbir kafanın göstergesidir (Letters I, 22; B,Radice çevirisinden).

Ege ve Roma tıp araştırmacılarında hastalıkların özgün ve aktif olgularoldukları kavramı yoktu. Phthisis (akciğer tüberkülozu), psora (uyuz) velippitudo (bir göz hastalığı) gibi belli bazı hastalıkların yaygın görüldüğügözlenmiş olsa da, bunların kötü havanın nefesle atılması sonucu ya davücuttan atılan maddelerle bulaştığı veya pneuma'nın zararlı ışınlarınetkisinde kalması sonucu oluştuğu düşünülüyordu. Aralarında Galenos'unda bulunduğu bazı tıp yazarları, 'hastalık tohumları' varsayımı üzerindedurdular. Bu, 'kötü hava' ile bulaşma kavramından biraz daha elle tutula-bilir bir kavramdı. Bu kuram, Anaksagoras'a kadar dayanıyordu. O, 'to-hum'u, yaratılışın maddesi için bir metafor olarak kullanmıştı. İyi ve kötüminik 'tohum'ların serbestçe atmosferde dolaştığına inanılırdı, onlar bir-leştiğinde ise hava çürümeye başlıyordu. Hastalık, 'kötü tohum'larca, kötühava ile, ya da su ve yiyeceklerin bu kötü tohumlarla bulaşması ileoluşurdu. En büyük risk altındakilerse, kötü beslenmiş olanlarla aşırıbeslen¬miş olanlar, yani vücut dengesi bozulmuş olanlardı. Galenosayrıca, 'kötü tohumların' vücuda girip orada sessiz kaldıklarına, bir dışuyarı ile aktiflendiklerine inanıyordu. Bu görüşle, bireylerin hastalıklarakarşı farklı derecelerde açık oluşları da açıklanabiliyordu.

Bu kuram, 'kötü hava' kuramından biraz daha elle tutulur bir kuramdı;ancak bunu deneme şansı da yoktu, çünkü sözkonusu olan maddeler gözlegörülemiyordu. Galenos, genel olarak pratik araştırmalarla ortaya kona-mayacak olan kuramsal çalışmalardan yana değildi; 'hastalık tohumları'kuramına da yürekten inandığı pek söylenemez. Ayrıca gözle göremediğihastalık etkenlerini yok edemeyen hekime, uygulamada bu kuramın yararıolacağını da pek sanmıyordu.

Galenos'un salgın ve nedenleri üzerinde düşünmesini sağlayan bazıetkenler vardı. O 'hastalık tohumları' üzerinde düşünürken, antik çağın enağır salgınlarından biri Akdeniz ülkelerini kasıp kavuruyordu. Salgın, Ro-

167

Page 169: BERGAMA BELLETEN - 18

ma'ya M.S. 165-166 yılları arasında ulaştı. Aelius Aristides aynı yıl hasta-landı, ancak kurtuldu. Ertesi yıl Galenos aniden Roma'yı terketti ve salgın-dan kaçtı. Hükümdarlığı üzerine salgının gölgesi düşen Marcus Aureliusise, M.S. 180'de ölürken hâlâ hastalığın etkisi altındaydı.

Görüldüğü kadarıyla hastalık Akdeniz bölgesine yabancıdır; çünkü dahayakın tarihli ve iyi kaydedilmiş örneklerinden de biliyoruz ki, salgınhastalıklar 'bakir' toplumlarda daha yüksek ölüm oranlarına yol açar. Bazıtopluluklar, görece olarak daha düşük ölüm oranlan gösterirken, başkaları,özellikle de şehirlerde bulunanlar, % 25'e varan kayıplar yaşamışlardır.

Diğer yazarların yetersiz tanımlarından çok, Galenos'un eksik ve bilgiver¬mekten uzak anlatımları şaşırtıcıdır. Bu hastalıktan, büyük ve çok uzunsüren bir salgın olarak söz etse de, tanımları kısa ve şüphelidir. Roma'danayrılışından kısa süre sonra Marcus Aurelius tarafından saray hekimi olmaküzere geri çağırılmış, bir sonraki ilkbaharda yapacağı saldırı için ordununtoplanmış olduğu Aquilcia'da imparatora katılması istenmişti. Bu kıyıken¬tindeki askerlerin yoğunluğu ve yerel nüfusun kalabalığı salgındankorunmuş bir bölge olduğu izlenimini yaratmaktadır.

Sonuçta, Galenos'un salgın ve kurbanlarıyla ilgili anlatımları belirsizolmuş, günümüze uygun bir tanı konmasına olanak vermemiştir. Ateş vepüstüller gibi bazı belirtilerden söz etse de, onun sıvılar kuramının bu tipbelirtileri ikincil sırada önemsemesi nedeniyle, bu belirtilere yeterincedikkat etmemiştir. Gerçekten de derideki döküntülerle ilgileneceğine,Galenos, daha çok kan tükürme belirtisi üzerinde durmuş ve hastalığı birtür akciğer apsesi olarak tanımlamıştır.

ÖLET VE KIRANLARSalgınlar, öletler, özellikle Antoninus Salgını' adı verilen bu hastalık

ilkçağ’da insan kırımı yaratırdı. M.S. 251-266 yıllan arasında yaşanansalgın ile her yere kıran girmiştir. Roma'da günde beş bin insanın öldüğükaydedilmiştir. Kırsal bölgeler bundan etkilenmemişlerdir. Ancak şehirler,özellikle de imparatorluğun kozmopolit yerleşim merkezleri, içice vesağlıksız evleri nedeniyle çok fazla etki altında kalmıştır. En büyük riskaltındakilerse, M.S. 542-543'te başka bir salgının darbesine dayanabilen

168

Page 170: BERGAMA BELLETEN - 18

Akdeniz liman ve kıyı kentleriydi. 'Justinianus Salgını' olarak bilinen busalgında, hastalığın fare ile taşınan veba Pasteurella pestis olduğu tanım-lanabilmiştir. Eğer bu tanı doğruysa, bu hastalığın Akdeniz ülkelerindeilk kez ortaya çıkmış olduğu söylenebilir. Bu salgın ölümcüldü ve etkisifelaket boyutlarındaydı. Sonraki iki yüzyıl boyunca da aralıklı olarak sal-gın hastalıklar ortaya çıkmaya devam etmiştir.

Osteoartroz hastalığı ise Roma’yı kırıp geçirdi. Asklepion tapı-naklarında bulunan el ve ayak adaklarının bir kısmından bu hastalığın so-rumlu olduğunu tahmin edebiliriz. Eklem hastalıkları ve ağrıları, tıpyazarlarınca sık tanımlanmıştır. Ancak bu tanımlardan bazıları başka bireklem hastalığına aittir: Gut. Bu hastalık, en azından M.S. 1. yüzyıldahekimler tarafından açıkça biliniyordu. Buna karşın tıp literatüründeayırıcı şekilde tanımlanmamıştır. Celsus, el ve ayak ile eklemlerininağrılarını tanımlamak için podagra ya da cheiragra terimlerini kullan-mıştır. Gut, kanda ürik asit fazlalığının neden olduğu metabolik bir bozuk-luğa bağlıdır. Bunun sonucunda eklemlerde ürat kristalleri birikir, bunlaryıkılırken eklem yüzeyini de haraplar. Şişlikler, enflamasyon, ağrı, el veayaklarda hareket kısıtlılığı ortaya çıkar.

Gutun, porto şarabının yıllandırılmasıyla bağlantısı olduğu düşünülü-yordu. Kurşun kaplarda yıllandırılmış şarabın bir dizi hastalığa nedenolduğu kanısı vardı. Roma dönemlerinden çok yakın geçmişe dek, şarabıntadını korumak ve arttırmak üzere hazırlanan konsantre şarap şurupları(sapa), kurşun kaplarda bekletiliyordu. Bunların toksisitesinin sık sıkböbrek hastalıkla-rına neden olduğu ve kanda ürik asil yükselmesine yolaçtığı biliniyordu.

Plinius ve Galenos, kendi dönemlerinde sıklığında artış gözledikleriyeni bir tür podagra'dan sözederler; bu hastalık kalıtsal değildir ve aşırıyiyip içme sonucunda gelişmektedir. Lucius, gutun özkontrolü olmayanzenginlerin bir hastalığı olduğunu söylerken," Genç Plinius, uzun yıllarguttan çeken dostu Correlius Rufus'un durumunu daha hoşgörülü anlatır:Otuz iki yaşındayken, ayağında gut başladığını söyledi, babasında daaynısı varmış. Birçok hastalık gibi bu da kalıtsal bir hastalık. Gençliğiboyunca, sıkı kontrol ve ılımlı, hareketli bir yaşam ile bu hastalığı kontrolaltında tuttu. İleriki yaşlarda ise hastalık gittikçe kötüleşti, ama kuvvetlizihni sayesinde buna dayanabiliyordu. Dayanılmaz ağrılar içindeydi,

169

Page 171: BERGAMA BELLETEN - 18

çünkü hastalık artık yalnız ayağında değildi, tüm kol ve ba¬caklarınayayılmıştı (Letters I, 12; B. Radice çevirisinden).

Onunla ilgilenen doktorlar etkili bir tedavi bulamıyorlardı. Sonundaağrılara daha fazla dayanamayan Rufus, kendisini açlıktan öldürdü. Tapı-nağın hizmetçilerinden olan Diophantos ise, ilahi yardımla iyileştiğinisöyler:

Ben, tapınağın sadık bir hizmetçisi olarak, bunları sana söylüyorum,Leto'nun çocuğunun oğlu Asklepios. Gözümde tütüyorsun, en kutsal var-lık, nasıl varayım ki senin altın evine, önceleri tapınağına geldiğim ayak-lar değil bunlar artık. Ey bahar vakti dünyanın olduğundan daha aydınlıkolan yüce tanrım, seni tekrar görebilmem için şifa ver bana. Ben, Dio-phantos, sana yalvarıyorum, herşeye gücü yeten ulu tanrım, beni bu ağrılıguttan kurtar: En sadık duacısı olduğum baban aşkına. Hiçbir ölümlü benibu acıdan kurtaramaz. Yalnız senin, ulu tanrım buna gücün yeter. Ey mer-hametli tanrım, herşeyden yüce olan olan tanrılar seni, acılardan kur-tarasın diye ölümlülere bağışladılar.

Birçok durumda, özellikle de mental hastalıklar, salgın hastalıklar veağır iç yaralanmalarda, en seçkin hekimlerin bile hastalıkları iyileştirmeya da en azından ağrıyı azaltma yetisi olmuyordu. Ancak daha önce degördüğümüz gibi diyet ve cerrahi gibi bazı dallarda olumlu gelişmeleryaşanıyordu. Galenos, Soranus, Dioscorides ve Celsus gibi yazarlarcadesteklenen tedavileri uygulayabilenler için durum çok da karanlıkdeğildi. Bu yazarların eserlerinde duyarlı ve anlayışlı ve genellikle de bil-imsel bir yaklaşım vardı. Hastalıklara, tıbbın sınırlarının farkında olmak-tan doğan dengeli bir yaklaşım söz konusuydu ve hastanın iyiliği içinciddi olarak uğraşılıyordu. Bazı genel kurallara uyuluyordu, ancak her ol-guyu ayrı ayrı dikkatle gözlemleme ve alınan bilgilere dayanarak tedaviyiyeni durum ve şartlara uyacak şekilde yeniden düzenleme isteği de sürek-liydi. Hastayı en az rahatsız edecek tedavi yönteminin bulunabilmesi içinözel çaba harcanıyordu. Tedavi ise diyet ve rejimden oluşuyordu. İlaçlarınve cerrahinin zorunlu olduğu durumlarda ise, bunlar dikkatlice ve titizlikleuygulanıyordu.

Bu temel yol gösterici kurallara uyan Romalı doktorlar, esnaf ya daİm¬parator tüm hastalarına ümit aşılayabiliyor ve ağrılarını bir derece deolsa azaltıyorlardı. Doktorların ve hastalıkların Roma tarihinin akışını

170

Page 172: BERGAMA BELLETEN - 18

ciddi olarak etkilemiş olduğundan hiç şüphemiz yoktur. Birçok durumda,özellikle de mental hastalıklar, salgın hastalıklar ve ağır iç yaralan-malarda, en seçkin hekimlerin bile hastalıkları iyileştirme ya da en azın-dan ağrıyı azaltma yetisi olmuyordu. Ancak daha önce de gördüğümüzgibi diyet ve cerrahi gibi bazı dallarda olumlu gelişmeler yaşanıyordu.Galenos, Soranus, Dioscorides ve Celsus gibi yazarlarca desteklenen te-davileri uygulayabilenler için durum çok da karanlık değildi. Buyazarların eserlerinde duyarlı ve anlayışlı ve genellikle de bilimsel biryaklaşım vardı. Hastalıklara, tıbbın sınırlarının farkında olmaktan doğandengeli bir yaklaşım söz konusuydu ve hastanın iyiliği için ciddi olarakuğraşılıyordu. Bazı genel kurallara uyuluyordu, ancak her olguyu ayrıayrı dikkatle gözlemleme ve alınan bilgilere dayanarak tedaviyi yenidurum ve şartlara uyacak şekilde yeniden düzenleme isteği de sürekliydi.Hastayı en az rahatsız edecek tedavi yönteminin bulunabilmesi için özelçaba harcanıyordu. Tedavi ise diyet ve rejimden oluşuyordu. İlaçların vecerrahinin zorunlu olduğu durumlarda ise, bunlar dikkatlice ve titizlikleuygulanıyordu.

Bu temel yol gösterici kurallara uyan Romalı doktorlar, esnaf ya daİmparator tüm hastalarına ümit aşılayabiliyor ve ağrılarını bir derece deolsa azaltıyorlardı.

GALENİZMGalenos'un tanımlamalı anatomi

çalışmalarının te¬meli basit yapılı hay-vanlara dayanır. Özellikle berberi şebeğiüzerinde incelemeler yapmıştır. Bu hay-vanın, in¬sanla bazı ortak özlüklerininbulunması, iyi bir gözlemci olanGalenos'u insan anatomisi üzerindeçalışmaya yöneltti. Kas ve kemikleriayrıntılı inceledi. Kafa sinirlerinin yediçiftini ve kalp kapakçıklarını tanımladı.Toplardamarlar ve atardamarlar arasın-

daki yapısal farkları gözlemledi. Atardamarın hava değil, kan taşıdığınıgöstererek 400 yıllık yanlış inanışı yıktı.

171

Page 173: BERGAMA BELLETEN - 18

Canlı hayvanların iç organları üzerinde deneysel çalışmalar yaparkengırtlaktan çıkan sesleri, beynin denetlediğini göstermek için gırtlaksinirini bağladı.

Kasların çalışmasını denetleme mekanizmasını inceleyebilmek içinomuriliğe teşrih (keşi) yaptı. Kasların tek tek değil takım halinde görevyapabileceklerini gösterdi.

Böbreklerin ve idrar kesesinin görevini açıklayabilmek için idrar boru-larını bağladı. İdrarın idrar kesesinde değil, böbrekte oluştuğunu gösterdi.İdrarın, böbrek¬lerden sidik torbasına geçtiğini ve bir daha geridönme¬diğini kanıtladı.

Galenos, kanın vücutta dolaşabildiğini farketmedi. Kalp-damar siste-mindeki en önemli organın kan yapımının merkezi ve toplardamarınbaşlangıç noktası olan karaciğer olduğuna inanıyordu. Galenos'a görekaraci¬ğerden çıkan damarların vücudun uç noktalarına taşıdığı kan, bu-rada kan dokusuna dönüşüyordu.

Galenos'a göre, kalbin ana atardamarı olan aortta çok fazla kan bulun-masının nedeni de ilginçti, sağ ve sol karıncıklar arasındaki bölmede çokküçük delikcikler bulunması kanın bir bölümünün bu delikçikleraracılığıyla akciğer atardamarından, akciğer toplardamarına, böyleliklesağ karıncıktan sol karıncığa sızmasıyla açıklıyordu. Galenos, insansağlığının kan, safra, kara safra, irinli iltihap (balgam-tükrük) olarak ad-landırılan dört vücut sıvısı arasındaki dengeye bağlı olduğuna inanıyordu.İşte bu dört suyukçuluk üzerine kurulan sağlık dengesine hümorizm(suyukçuluk} denir.

Tıp tarihinde Galenizm olarak kabul edilen öğreti de bu dört sıvıyadayanır. Bu öğreti tüm ortaçağ boyunca geçerli oldu. Galenos'a göre, dörtsuyuğun tam dengeli durumu sağlık, denge ve sindirim bozukluğu isehastalık demektir.

Galenos, ayrıca pneuma (soluk ya da hava) denen ve kanda bulunançok hafif bir buharın vücuttaki süreçlerin çoğundan sorumlu olduğunainanıyordu.

Hekim Galenos, göğüs kaslarının solunumdaki rolünü de açıkladı.

Domuzun omuriliği üzerinde yaptığı bir deneyle, 2. ve 3. omurlar

172

Page 174: BERGAMA BELLETEN - 18

arasındaki ya da daha yukarı bölgedeki omurilik zedelenmesinin ölümeyol açtığını, 3. ve 4. omurlar arasında zedelenmede solunumun dur-duğunu, 6. 7. omurlar arasında ise göğüs kaslarının felce uğramasınakarşılık hayvanın yalnızca diyafram yardımıyla solunum yapabildiğinikanıtlamıştır.

Galenos, vücudun nasıl çalıştığını açıklayamıyordu. Kalp damarı ilemideden gelecek yiyecekleri kullanan karaciğerin kan yaptığını ilerisürüyordu. Kanın vücudun diğer bölümlerine ve bir bölümünün de kalbinsağ yanına gittiğini kabul ediyordu.

Kanı, kalbin gözle görünmeyen delikçiklerinden sol yana geçiriyor ve1500 yıl boyunca tıp doktorları bu delikçikleri arayıp duruyorlardı. Kalbinsolunda kan, akciğerlerden gelen hava ile karışıyor. Atardamarlarlavü¬cuda dağılarak "temel yaşamı" ya da "iç sıcaklığı" ileti¬yordu.

Kanın bir diğer bölümü atardamarlarla beyne gidiyor, gerçekte insan-larda bulunmayan rete mirabilis "canlılık" ile karışıyor ve duyu organlarıile kaslara, içleri boş sinirler kanalıyla taşınıyordu.

Yani Galenos, temel tek bir dolaşım düzeni yerine karaciğer, kalp vebeynin vücuda ayrı ayrı "ruhlar" verdiklerini sanıyordu.

Ama bu arada karın ağrısı ile bağırsak hastalıklarında oluşan ağrıarasındaki farkı da belirtti.

Doğal yiyeceklere özellikle meyvelere büyük önem veren Galenos,babası Nikon'un yalnız meyve yediği için 150 yıl yaşadığını söylüyordu.

Erasistatus'un "damarlar kan değil hava taşır" gözleminin yanlışlığını,kestiği damarı iki yandan bağlayarak kandan önce hava çıkmadığı ile gös-teriyordu.

Kalp atışları ile nabız arasındaki ilişkiyi ve hastalık halinin saptan-masında ilk kez "nabız yoklama" yöntemini buldu. Kan tükürme ile kankusma arasındaki farkı belirtti.

Anadolu'nun çeşitli yerlerinde dolaşıp ilaç yapımı, cerrahi tekniklerve yara iyileştirme konularında araştırmalar yapan hekim, eczacılıktatemel olan ilaç yapımını da gerçekleştirdi.

Fiziksel egzersizlerle tıbbın ilişkisini, fizyoloji ile tedavi açısından bil-imsel denebilecek bir yöntemle detaylı olarak inceleyebilen ilk hekimdir.

173

Page 175: BERGAMA BELLETEN - 18

Gladyatörler okulun¬da yaptığı incelemeler sayesinde tıbbın ilk sporhekimi olma onurunu da kazanmıştır.

Romalıların o çağdaki genel tembelliğine kendini kaptırmış giderken,tribünlerde savaş arabaları yarışlarını ya da gladyatör dövüşlerini izlerken,bu tür oturak (sedanter) yaşamın sağlığını bozabileceğini kanıtladı.Sağlığın korunmasında yarışmadan uzak ve "Herkes için spor" kavramınauygun öneriler kitaplarında yer almıştır.

"Sağlık" isimli kitabında kollar, bacaklar, kalça, bel, sırt ve göğüs içinegzersizleri amaçlarına göre sınıflandırmıştır.

Attalos III. Philometor son yıllarında kraliyet bahçesinde şifalı (ya dazehirli) bitkiler yetiştirmekteydi. Bu otlardan polemonion (kediotu) bitk-isine, krallığın kurucusu adına philetairis adı verilmişti. Attalos, bu zehirliotlardan hazırladığı kimi ilaçlan arkadaşlarına armağan etmekteydi.Galenos ise marijuana bitkisinin tohumlarının özsuyunu özellikle kulakağrısında ağrı kesici olarak kullanmıştır.

Galenos, Attalos'un her türlü zehirli bitki ile ilgilendiğini, hazırladığıpanzehirleri yalnızca ölüme mahkûm edilmiş tutuklularda denediğiniyazar.

M.Ö. II. yüzyılda en parlak çağını yaşayan eczacılık, Galenos iledeğişik boyutlara da ulaştı. O dönemde İskenderiye okulunun simyacılarıminerallerden çok çeşitli ilaçlar hazırlamayı biliyorlardı.

Galenos, klinik düşünceyi ve teşhisin bilimsel yöntemle konmasıgereğini savunarak Hippokrat'ın öğretisini geliştirdi. İlaç tedavisininöncüsü sayılabilecek sistematik sınıflamalar yaptı. Hastalıkların belirlivücut yapılarındaki işlevlerin aksaması sonucunda ortaya çıktığını ilerisürerek tıbbın pozitif bir bilim haline gelmesindeki en önemli adımlardanbirisini attı. Soğuk ilaçları sıcak hastalıklara, sıcak ilaçları da soğukhastalıklara kullandı. Tedavide polifarmasi tekniğini çok kullandı. Tedavide kullandığı diğer yöntemler arasında kan alım ve organizmanınboşaltımı gibilerini de sayabiliriz.

Galenos'un müstahzarları ve yapılmış ilaçları Roma'da pek revaçtaydı.Bunlara Preparations Galenique (Galen'in müstahzarları) derler. Çoğununterkibleri bilinmemektedir. Yakın zamanlara dek kullanılan Poly-pharma-cie o zamanlardan gelmekteydi.

174

Page 176: BERGAMA BELLETEN - 18

Bir müddet Limni Adasında oturan Galenos, orada ünlü ilaçlardanTerra Lemunia ya da Sigillata denilen ilacın yapılması usulünü öğren-miştir.

Galenos'tan günümüze 83 türlü ilaç yapımının bir miras olarak kaldığıkabul edilir. O, herkese sofradan iştah ile kalkmayı, hastalara perhiz yap-malarını salık verirdi.

Galenos ile ilgili Doç. Dr. Sırrı Akıncı'nın "insanlığa kanseri öğretenbilgin" yazısının giriş kısmını aynen aktaralım: "Dün olduğu gibi bugünde insanlığın baş belası korkunç bir hastalık vardır: Kanser. Bunu artıkbilmeyen, işitmeyen yok gibi. Tıp tarihine bir göz atılırsa, söz konusuhastalığın çok eski devirlerden beri tanındığı anlaşılır. İstanköy’lü Hip-pokrat (M.Ö. 460-377) bu illete "yengeç" manasına gelen ( Carcinos)demiştir. Batı dillerindeki (le cancer), (le carcinome), (carcinoma), (crebs)gibi terimlerin kökeni hep bu sözcüğe dayanır. Doğu hekimliğinin ünlübilgini İbni Sina (980-1037) da Hippokrat'tan alıntıya gitmiş olacak ki,kanseri onunkiyle aynı anlama gelen Arapça (Seretan) gibi bir terimlekitap ve risalelerinde belirtmiştir. Her iki araştırmacı hekime bir bakımahak vermek gerekir. Çünkü özellikle kadın memelerinde tanısı yapılankanserlerin dış görünüşü, çok defa bir yengeci hatırlatır. Litaratürde buadlandırmanın yanında tanımlayıcı içerikte açıklamalar da vardır. ÖrneğinBergamalı Cladius Galenos insan bedenindeki organik büyümelerdenbazılarının doğasına uygun, bir başka takımınınsa doğasına aykırıdüzende bulunduğunu söylemiştir. Adı geçen bilgine göre (kanser, tabiataaykırı nesci bir gelişmedir); etmeni de (atrabilis), yani, (karasafra) dır.

Çok genel anlamdaki bu görüş günümüzde de geçerlidir."

175

Page 177: BERGAMA BELLETEN - 18

GALENOS ve ECZACILIKAntik Çağın son büyük hekimi Bergamalı Galenos ünlü bir far-

makologtu. Tıbbi müstahzarlar Bergamalı Galenos döneminden beribilinir ve kullanılır. Ayrıca Galenos’un hastalarını tedavi için önerdikleriilaçlar arasında zeytinyağı da yer alıyordu. Hastalarına bitkisel ilaçlarınıbizzat hazırlaması, polifarmasi denilen formülasyonları (en bilinenitiryak) tıp ve eczacılık âleminde yüzyıllar boyunca kullanıldı ve kendisi"Eczacılığın Atası" unvanını hak etti. Nitekim eczacılıkta "Galenik Far-masi" denilen ve eczacılık sanatının özünü oluşturan bir dal ile meslekbilimi olarak günümüze kadar geldi,

EGE’DE ECZACILIKEski Ege tebabet ve eczacılığı iki devreye ayrılabilir. Troya savaşların-

dan hatta daha öncesinden başlayarak M.Ö V. Yüzyıla kadar uzanan mi-tolojik devre ve sonra bu asırda Hipokrat (M.Ö 460-377) ile başlayanbilimsel devre.

Hipokrat dahi çeşitli eserleri arasında antik tebabet adlı bir kitap yaz-makla bunu doğrulamıştır.

Mitolojik devrede Eski Ege’de eczacılığın kurucusu olarak yine mi-tolojik bir kişi olan Chiron kabul edilir ki inanışa göre kendisi tanrı Saturnile Phylliriia'nın oğludur.

Diğer antik toplumlarda olduğu gibi Ege’de de hekim ve eczacı aynıkişidir ve hekimlik babadan oğula geçen bir meslektir. Hekim (İatreion)önceleri gezgin iken zamanla sabit bir hal almış ve her sitenin resmihekim veya eczacısı belirmiştir ki bunlara Halk Hekimi denirdi; buhekimler o şehir halkına bedava bakarlardı. Buna karşılık halk da İatriconismiyle bir vergi öderdi, hatta bilimsel tebabetin babası olan Hipokrat İs-tanköy adasında Kos şehrinin hekimi idi.

Ege’de de eskiden hastalıklar, Mısır'da olduğu gibi gıda artıklarınınvücutta birikmesine bağlandığından boşaltıcı metotlar çok kullanlırdı.Fazla olarak güneş, su ve çamur banyoları da uygulanırdı. Ateşli hastalık-larda ise tedavi için kan alınırdı.

176

Page 178: BERGAMA BELLETEN - 18

Bu alanda drogların da önemi çoktu. Yalnız Hipokrat'ın kitaplarında400 kadar drog ismi geçmektedir ki bu arada: Juskiyam, Adamotu (Man-dragora), Asa-foetida, bir tür zamk olan Kasni (Galbanum), idrar sök-türücü olan ada soğanı (Scilla), öksürtücü ve terletici olarak Oxymellit(Bal ve sirke karışımı) çok kullanılan droglardı.

Bu ilaçları hekim kendi dairesinde, İatreion'da, bizzat kendisi tekbaşına, bazen de öğrencilerinin yardımı ile hazırlar ve hastalarına satardı.Toz, merhem, hap, suppositoire şeklinde veya sulu olarak hazırlanan builaçlar değişik yollardan kullanılırdı.

Hatta bu dönemde Aktar-Farmacopole ve Kökçüler-Rhizotome'lar davardır.

Büyük İskender istilasından sonra, yani M.Ö IV. asırda kurulanİskenderiye Ekolü hocalarının hocası ünlü nebatatçı Theophraste (M.Ö370-288) farmacognosie'nin babası sayılır ve bu okul sayesinde eski Egeve Mısır uygarlıkları zaman içinde birbirile adeta kaynaşmışlardır.

İskenderiye okulundadır ki ilk olarak drogların etkisinin hakkı ile in-celendiğini ve özel bir nebatat bahçesi yapıldığını hatta M.Ö III. yüzyıldaartık hekim ve eczacı ikiliğini görüyoruz. Dolayısıyla burada kökçülerinbağımsız eczaneler şeklinde çalıştığı hatta specialite' ler dahi yaptıklarımalumdur. İskenderiye Okulu'nda her hastalık için özel bir ilaç kullanıl-maz, hatta bir hastalığın her bir belirtisi için ayrı bir ilaç verilirdi ki bu dapolypharmacie'nin doğmasına yol açmıştır. Bu arada zehirlenmeler de in-celenmiş ve zehri önleyici ilaçlar-Anthidote'lar da belirmiştir ki bunlarınen önmelileri Mithriodaticum'dur. İlk olarak Pontus kralı Mithridate VI(M.Ö 120-63) tarafından hazırlanan bu ilaçta 54 drog vardı. Pontus'uzapteden Pompée tarafından Roma'ya getirilmiştir. İşte imparatorNéron'un hekimi olan Andromaque (eski) tarafından hazırlanan ve yineantidotarium olan Thériaque da Mithirdaticum'un bir çeşidi olup 74maddeden yapılırdı ve içinde bilhassa kafur, mirsafi ve safran bulunurdu.

Zamanla Tiryak'ın da içeriğinde değişiklikler yapılmıştır. Bu ilaç dahasonra Galenos tarafından geliştirilmiştir. Mithirdaticum XVI. asırdaVenedik yolu ile Türkiye'ye de girmiştir. İlk kullanan Kanuni Sultan Sü-leyman'ın 1539 da Manisa'da annesi Hafize Sultan için yaptırdığı Darüşşi-fanın ilk başhekimi olan Merkez Efendi'dir ve onun icat ettiği mesir atmakâdeti Manisa'da hala devam etmektedir.

177

Page 179: BERGAMA BELLETEN - 18

ROMA'DA ECZACILIK Resmi ve özellikle askeri hekim ve eczacılar kadar Roma'da özel

olarak çalışan hekim-eczacılar da vardı ve bunların açtıkları dükkândamuayenehanede- hastalara baktıkları kadar bazıları ilaç hatta kokular vekozmetikler de satarlardı. Ancak ilaç satışı doğrudan doğruya hastalarayapılmaz, hekimler arasında olurdu ve hekimler duruma göre bu ilaçlarıhastalarına kullanırlar veya gerekirse uygun miktarda verirlerdi.

Bugünkü eczanelerin temeli diyebileceğimiz bu gibi hekim dükkânlarıyanında Roma'da ayrıca aktarlar ve kökçüler de vardır ki bunlar bilhassabaşkentin bir sokağında toplanmışlardı. Pompei harabelerinde bulunanbir aktar dükkânı bu kurumların özellikleri ve çalışmaları hakkında yeterbir fikir vermektedir.

Bu kökçü ve aktarların sattıkları çeşitli droglar arasında Mithirdaticumve Thériaque'in da önemli bir yeri olduğu muhakkaktır.

Ancak devlet bu gibi satış yerlerini daima kontrol etmekte idi, hattaM.Ö. 81 yılında çıkan bir kanunla ceza hükümleri dahi konmuştu. Romahekimliği kadar eczacılığın da isim yapmış iki insan vardır.

DİOSCORİDOS VE GALENOSPedanius Dioscorides M.S I. yüzyılda Kilikya (Adana) civarında

Anazarba’da doğmuş Anadolulu bir hekimidir. İskenderiye ve Atina'dahekimlik öğrendikten sonra Roma'ya geçerek İmparator Neron ve Ves-pasien'in ordularında asker hekim olarak çalışmıştır. Bu nedenle çok seya-hat etmiş ve topladığı pek zengin ve çeşitli drogları inceleyerek o meşhurfarmakolojik eserini Materia Medica'yı yazmıştır. XVI. yüzyıla kadar öne-mini muhafaza eden bu eserin aslı Grekçe olup resimli, resimsiz pek çoknüshaları vardır. Sonra da birçok dillere ve bilhassa Arapça ve Latinceyeçevrilmiştir. Arapça çevirileri Kitab al-Haşayiş ismini taşır. Latince çe-virileri de pek çok olup bir kısmı eserin aslına sadık kalarak yapılan ter-cümelerdir. Bazıları da dip notları ile donatılarak yapılmıştır.

Dioscoridos'den sonra Galenos'a geçmeden farmakoloji bakımındanikinci derecede önemli olmalarına rağmen iki isimden daha söz etmek

178

Page 180: BERGAMA BELLETEN - 18

gerek. Andromaque L'ancien’i oğlu genç Andromaque'den ayırmak içinkendisine eski-ancien Andromaque demişlerdir. İmparator Neron (54-69)un hekimidir.

Pline L'ancien (M.S 23-79): İtalya'da Come'da doğmuş, önce asker-liğe, sonra da bilime yönelmiş ve nihayet Vezüv'ün o meşhur patlamasısırasında bilimsel incelemelerde bulunurken Pompei'de ölmüştür.

Yeğeni genç Pline (M.S 62-113) den ayırmak için kendisine ancien-eski Pline demişlerdir. Kendisi biyolog olup hekim değildir. Birçok eseryazmışsa da hepsi kayıptır. Ancak bir tanesi ele geçmiş ve fakat Pline'iünlü etmeye yetmiştir. O da 2000 kadar esere, ana kaynağa başvurarakyazdığı 37 ciltlik büyük bir ansiklopedik eser, ‘doğa tarihi'dir. Bu eserdeantik çağın diğer bilgileri kadar tebabet ve eczacılığa da yer verdiğindeneski Pline tıp ve eczacılık tarihinde de yer almıştır.

Örneğin onun katarakt ameliyatından önce göze angallis isimli bir otunusaresinin damlatıldığını söylemesi üzerinedir ki Belladon'un göz be-beğine olan etkisi incelenmiştir.

GALENOS VE İLAÇ YÖNTEMİ

İLAÇÜnlü deyişteki gibi 'her derde deva ilaç' özelliği olan bitki ve sebzel-

erden oluşuyor, bunlara inorganik veya hayvansal organik maddeler vebazen de baharat katılıyordu. Bazı ilaçlar etken madde içerirken, çoğuilacın da hasta üzerindeki psikosomatik etkisi dışında hastalık üzerindeetkisi yoktu. Ne hastalık ne de insan fizyolojisi tam olarak bilinmediğin-den, ilaçların çoğu, etkinin doğrudan gözlenip değerlendirilebileceğiyerde yani vücut yüzeyinde uygulanıyordu. Bu şekilde bile bir ilacın etkenmaddesinin ne olduğu tam bilinemiyordu. Çünkü ilaçların çoğu, sayısızmaddenin karışımıyla elde edilmiş 'kokteyl'lerdi. Polifarmasi, belirsizliğinbedeliydi. Pürgatifler dışında, içeriden etkili birkaç ilaç da bazı yiyecekve içeceklerdi.

179

Page 181: BERGAMA BELLETEN - 18

İlaçların kaybolmuş veya bozulmuş olmalarına karşın, birçok ilaç kabıgünümüze dek ulaşabilmiştir, Bunlardan dikdörtgen şeklindeki tipik bîrkutu¬nun, sürgülü bir üst kapağı ve birkaç tane iç bölmesi bulunmaktadır.İç bölmelerin her birinin ayrıca kendi kapağı vardır. Bu şekilde farklı tıbbimaddeler birbirine karışmadan bir arada saklanabilmiştir. Bulunan ilaçkutuları daha çok bronz ve fildişinden yapılmıştır. Ancak tahta kutularında sık kullanılmış olduğu bilinmektedir. Aynca, uzun, ince ve silindirikbir bronz kutular da bulunmuştur. Bunlar daha çok bir çeşit maddeyi, birtoz, yarı katı bir merhem, kurutulmuş ilaç çubukları ya da hapları içeriy-ordu. İlaç saklama yöntemlerinden biri de, silindirik bronz çanakların üstüste oturtulduğu, her çanağın dibinin bir alttakinin kapağını oluşturduğubir sistemdi. Birçok şurup ve infüzyon kuru maddelerden hazırlanıyordu.Sıvı ya da yarı katı formda saklanan şurup ve merhemler için çeşitli camkaplar bulunuyordu. En sık kullanılanlar, ince uzun küçük ilaç şişeleri,kısa boylu kavanozlar ve küçük damlalıklardı.

Ne yazık ki, ilaç saklama şişe veya kutularında nadiren ve çok az mik-tarlarda bulunan ilaç artıklarını tanımlamak, çok ayrıntılı bilimselanalizlerle bile pek olanaklı olmamıştır. En az bozulan ve en kolay sap-tanan maddeler metallerdir. Tablet ve tozlar da sık rastlanan ilaç form-larıdır. Ancak o ilacın aslında hangi maddelerden oluştuğunu ve bumaddelerin karışım oranlarını saptamak nadiren olasıdır. Yine de, saptan-abildiği kadarıyla bakır, kurşun, çinko ve demir tek başlarına ya da farklıkarışımlar şeklinde antik farmakopelerde en sık rastlanan maddeler ol-muşlardır." Bunlar, yara ve ülserlerin tedavisinde, kanamayı durdurmakiçin, doku ve damarları daraltıcı, yakıcı, temizleyici, kurutucu, soyucu veyumuşatıcı olarak kullanılıyorlardı. Bunun dışında, göz merhemlerininbileşiminde de bulunuyorlardı.

Bazı bitkiler, mineraller ve hayvansal maddelerin iyileştirici özellikleriolduğu bilgisi insanlık kadar eskidir. Çoğu kültürde ilaç bilimi, halk tıb-bının bir parçasıydı. Çok eski zamanlara dek özellikle kırsal kökenli nü-fusun büyük kısmı, kendi bölgelerine özgü bitkiler ve doğal kaynaklarıntıbbi özellik¬lerini biliyordu, Bu bilgiler ağızdan ağıza nesiller boyuncaaktarılıyordu ve bu sistem küçük toplulukların gereksinimlerini karşıla-maya yetiyordu. An¬cak, Büyük İskender'in geniş topraklara yayılmasıve Roma İmparatorluğu'nun hızla büyümesi sonucu, farklı kültürler bi-raraya geldi ve tıbbi bilgiler yaygınlaştı.

180

Page 182: BERGAMA BELLETEN - 18

Aristotales’in öğrencisi olan Theophrastus 550 kadar bitkiyi tanım-lamıştır. Dioscorides 600 dolayında, Galenos da bir o kadar ilaç anlat-mıştır.

Plinius'un bitki tipine dayalı dağınık düzenlemelerinden, Celsus'unözelliklere dayalı başarılı sınıflamasına dek birçok farklı yaklaşımgörülüyordu. Diğer bazı yazarlar bitkileri alfabetik sıraladılar. Dioscoridesise 'benzerliklerine göre bitkiler' şeklinde bir sınıflama önerdi.

Kilikya'daki Anazarboslu Pedanius Dioscorides, antik çağın en ünlüfarmakoloğuydu. M.S. I. yüzyılda yaşadı ve çok gezdi. Claudius ve Nerozamanlarında askeri doktor olarak çalıştığı sanılıyor. Aynı çağda yaşamışolmalarına karşın Dioscorides ve Plinius birbirini tanımıyorlardı. Aynıkaynakları kullanmalarına karşın birbirlerinin eserlerini de tanımıyorlardı.Dioscorides'in bitki kitabı De Materia Medica, M.S. 64 yılı dolaylarındaYunanca yazılmış beş kitaptan oluşuyordu ve yaşam boyu süren çalış-masının ürünüydü. Sistematik düzeni ve ayrıntılı gözlemlerinin yanısıra,büyü ve batıl inançları reddetmesi de başarısını perçinledi. Galenos'unbeğenisini kazanan bu yapıt, o zamana dek etkili olmuş bütün bitki kitap-larının yerini aldı.

Bu konuda deneyim kazanmak isteyen biri, bitkiyi henüz sürgünhalindeyken, topraktan yeni çıkarken, ömrünün ilk günlerinde ve sondö¬nemlerinde gözlemlemelidir. Bitkinin yalnızca filizi ile ilgilenen,olgun bitkiyi bilemez, aynı şekilde yalnızca olgun bitkiyi tanıyan kişi,onun sürgününü görse tanıyamaz. Yaprak şekilleri, köklerin, çiçek vemeyvelerin değişik boyları ve bazı başka özellikler yüzünden uygun şe-kilde gözlem yapmayanları büyük yanılgılar beklemektedir.

Hekimlerin bu önerilere uymaları kendi bölgelerinde yetişen bitkileraçısından zor olmuyordu, ancak egzotik bitkiler için bu olası değildi. Ev-lerinin avlusu olsa bile, ancak bir toprak parçasına sahip olacak denli zen-gin olan hekimler, Özel bir bitki bahçesi düzenliyorlardı. Ancak iklimbitki çeşitleri açısından belirleyici oluyordu. Yolculuk yapmayı sevmeyenya da buna gücü yetmeyen hekimler ki bunlar çoğunluğu oluşturuyorlardı,yabancı ülkelerde yetişen bitkiler için ecza pazarlarına yöneliyorlardı. Bupazarlar en büyük kasabalarda bulunuyordu. Çok sayıdaki mal çeşitlerinipahalıya satan ve nadir bulunan bu dükkânlar kök kesiciler (rhizotomoi),

181

Page 183: BERGAMA BELLETEN - 18

baharat tacirleri (aro matopoles), merhemciler (unguentariği) ve belirsizilaç satıcıları (pharma-copolae) olarak adlandırılıyorlardı.

İnsanın hileciliği ve kurnaz çıkarcılığı sonucu şarlatan laboratuvarlarıoluştu, buralarda her müşteriye belli bir ücret karşılığında yeni bir yaşambağışlama sözü verilirdi. İlaç reçeteleri ve gizemli karışımlar hızla hazır-lanırdı. Arabistan ve Hindistan'ın ilaç deposu oldukları yargısınavarılmıştır ve küçük bir yara, Kızıldeniz'den gelme pahalı bir ilaçlaiyileştirilir, oysa gerçek ilaçlar en yoksul kişinin bir akşam yemeğine denkgelmektedir. Ama ilaçlar mutfak bahçesinden toplanmış, ya da bir bitkiveya çalılıktan alınmış olsa, tıp her tür sanattan daha ucuz olurdu. Dahafazla bitkiyi tanımıyor olmamızın nedeni, cahil halk tıbbı ile sınırlı ol-mamızdır. Dahası, etrafta bu kadar çok hekim varken kimse onları aramazbile (Natural History XXIV, 4-5;xxv, vı, 16; Rackham çevirisinden).

Çok kâr getiren ilaç piyasasının sonuçlarından biri de, 'sulandırılmış'ya da sahle maddelerdi. Tıbbi maddelere yabancı madde katılması çokyaygındı ve bir doktorun hammaddenin saflığını sınama olanağı hiçyoktu. Bu du¬rum, hekimin, kullandığı hammadde içinde aslında çok azmiktarda bulunan elken maddenin gerçek etkinliğini saptamasına engelolduğu gibi, katılan yabancı maddeler bazan zararlı da olabiliyor, hattaölüme yol açabiliyordu. Bu nedenle, Galenos gibi seçkin hekimler kon-umlarını koruyabilmek için, aracıları ortadan kaldırıp doğrudan İlk kay-naktan hammadde alma yoluna gidiyorlardı. Galenos'un bunusağlayabilmek için hem yeterince serveti hem de önemli konumlarda dost-ları vardı. Roma'da, doğrudan imparatorun kendi kaynaklarından bitkisağlıyordu. Suriye ye yaptığı gezi sırasında gerçek 'Mekke Balsamı'nı,Hindistan'a yaptığı yolculukta da yakınından geçen bir kervandan çokdeğerli olan Hint Lycium'unu almıştı. Bu iki bitki, o dönem eczacılığınınen önemli ve pahalı maddeleriydi. Roma imparatorları, güçlerini koruya-bilmek için Suriye'de balsam korularına sahip olurlardı.

Çeşitli balsam ağaçlarının sekresyonlarına opobalsamum adıveriliyordu. En ünlü balsam ağaçları 'Mekke Balsamı' ve Arabistan'dayetişen 'Gilead balsamı'idi. Sızan reçine ve yaprak, tohum ve dalların kay-natılmasıyla elde edilen esans şeklinde birçok kullanımı vardı. Celsusbunu yaraların temizlenmesinde soyucu, iltihap kurutucu ve yumuşatıcıolarak, yara üzerine konan lapaların içeriğinde, nevraljinin tedavisinde

182

Page 184: BERGAMA BELLETEN - 18

ağrı kesici olarak, bir göz merheminde ve diüretik olarak ağızdan alınmaşekliyle önermiştir. Balsam ayrıca antik çağın en ünlü antidotu olanmithridatium'un Celsus'un türettiği şeklinin otuz yedi bileşeninden biridir.Bu antidot parlak ve bilgili Pontos kralı VI. Mithridates'in (M.Ö. 120-63)bulduğu bir karışım olması nedeniyle onun adını almıştır. Milhridates,'bîr dizi ilacı sırasıyla aldıktan son¬ra zehir içildiğinde, o ilaçların zehirietkisiz hale getireceklerini' düşünmüştü.

En iyi Ege ve Roma farmakopeleri olan Dioscorides, Celsus veGalenos'un yapıtlarındaki önemli bir nokta da, birçok ilacın bugün halenkullanılmakta olanlara kimyasal açıdan benzerlikleridir, örneğin Celsus'unyaraları temizlemek için önerdiği Auripigmentum, hafif antiseptik özelliğiolan arsenik sülfürden oluşuyordu. Yine Celsus'un söz ettiği thymum, birantisep¬tik olan thymol idi. Buna çok benzer bir antiseptik olan fenol(karbolik asit) Joseph Lister tarafından, bundan on sekiz yüzyıl sonra kul-lanılmıştır. Celsus, yazdığı reçetelerde maddenin adını ve miktarını be-lirtiyordu. Böylece etkinliğini de değerlendirebiliyordu. Yine de İlacıntam etkinliğini değerlendirebilmek için, kesin miktarının bilinmesi vekontrollü deneyler yapılması olası değildi. İyi bir tahminle, Dioscoridestarafından özel bir hasta için reçete edilen ilaçların % 40'mm olumlu etkisiolduğu söylenebilir. Eğer hammaddelerin saflığının güvenilir olmayışı vehekimin doğru tanı koymadaki başarısının tartışılır oluşu da gözönünealınırsa, bu oran daha da azalacak ve muhtemelen % 20'lere düşecektir.Geri kalan % 80 lik kısmın hastalar üzerinde plasebo etkisi olduğusöylenebilir.

Bütün bu hesaplar yine de en iyi farmakopeler, en iyi hekimler ve eniyi ilaçlar söz konusu olduğunda geçerlidir. Ancak, tedavi genellikle azsayıda varlıklı hastanın erişebileceği bir nimetti. Bu durumda, başarı oranınadiren yükseliyordu. Örneklerini Martialis'in yazılarında gördüğümüzgürültülü eleştiriler karşısında, durumdan memnun halkın sessizliğininhiçbir etkisi olmuyordu. Bu durum Roma halkının doktorlara bakışıüzerine yanlış bir iz¬lenim edinmemizi açıklayabilir. Başarısızlığın ko-rkunç bir öfke dalgası ve kızgın eleştiriler getirmesi oldukça kolaydır,ancak genellikle başarı aynı ölçüde ses getirmez, hatta farkedilmez. Garip-tirki, Plinius'un ilaç tariflerinin, küçümsediği Dioscorides, Galenos veScribonius Largus'tan daha az başarılı olması büyük olasılıktır.

183

Page 185: BERGAMA BELLETEN - 18

Tıp kitaplarının pahalı oluşu, bilginin akışını sınırlamıştır. Ancak yineay¬nı nedenle, bu kitaplar çok uzun süre korunmuş ve nesilden nesile ak-tarıl¬mıştır, Farmakope alma şansı olmayan doktorlar, bunlarıkütüphanelerde veya doktor birliklerinde bulabiliyorlardı. Farmakopeler,kalelerde görev yapan askeri doktorların da başvuru kitapları arasınday-dılar ve bu şekilde ilaç bilgisi imparatorluğun her köşesine yayıldı. Arke-oloji, yalnızca eczacılık aletleri ve ilaç içeren ya da içermeyen kutularınbulunmasını sağlamamış, aynı zamanda tıpta kullanılan bitki ve mineral-lerin artıklarının da saptanmasına da hizmet etmiştir.

GÖZ İLAÇLARIGöz merhemleri, antik çağ farmakopelerinin önemli ve ayrı bir

bölümünü oluşturuyordu. Hiç şüphe yok ki, göz hastalıkları o döneminen sık rastlanan hastalıklarındandı. Roma ordusuna alinan bir acemiaskere yapılan muayeneler arasında göz muayenesi de vardı. Genç Pliniusgibi birçok yaralar, göz hastalıkları ile yakından ilgilendi. Birçok heykeldede gerçeğe uygun olarak ağır göz hastalıkları betimlenmiştir.

Her kesimden birçok insanda miyop gibi göz bozuklukları vardı.Yapay merceklerin etkisinin biliniyor olmasına karşın, bunların görmebozukluklarında kullanıldıklarına dair kanıt yoktur. Gözlüğün yaygınolarak kullanılmaya başlanması için 13. yüzyıla dek beklenmesi gerek-miştir.

Oysa göz hastalıkları bütün Roma İmparatorluğu'nda çok yaygındı.Örneğin Doğu Akdeniz'de en ağır göz hastalıklarından biri olan trahomendemikti. Bu durumun açıklaması, farklı iki bölgede gereksinimlereyönelik farklı iki paketleme yönteminin kullanılmış olmasıdır. Bitki vebaharatın hazır olarak daha kolay bulunabildiği Akdeniz bölgelerinde,taze hazırlanmış göz merhemleri şişe ve tüplerde saklanıyordu. Ancak,kuzeybatı bölgesinde göz ilaçlarında sık kullanılan ve doğuya özgü olanbitkileri düzenli olarak elde etme şansı az olduğundan, çok miktarda bitkikurutularak kullanıma hazır halde saklanırdı.

Vücudun uzmanlık gerektiren tek parçası göz değildi. Galenos,vücudun hemen her parçası üzerinde uzmanlaşmış doktorlardan sözeder.

184

Page 186: BERGAMA BELLETEN - 18

Göz, kulak, diş hastalıkları, fıtık, mesane taşı ve katarakt ameliyatları.Başka yazarlar da, diyetisyenler, hidroterapistler, ateşle ilgilenen doktor-lar, fistül doktorları ve anal şikâyetlerle İlgilenen doktorlardan bahset-mişlerdir. Ancak bu kadar uzmanın bir arada bulunduğu fazla yer yoktu.Galenos, bu kadar çok uzmanı ancak İskenderiye ve Roma'nın kaldıra-bildiğini yazmıştır. Bunun dışında, Assisili Eros Merula gibi bazı doktor-lar birkaç uzmanlığa sahip olup geniş bir hastalık yelpazesini tedaviediyorlardı.

Yunan ve Romalı hekimlerin başarılarını değerlendirmek pek de olasıdeğildir. Hekimin açıkça başarılı olduğu olgular bulunduğu gibi, hastanındoktor kurbanı olduğu durumlar da vardı. Ancak, büyük tıp otoritelerininkurallarına uyan hekimler kötü sonuçlarla karşılaşmıyor hatta genellikleparlak başarılar kazanıyorlardı. Yme de yetenek, zekâ, kendini tıbbaadama ve temel kurallara uyma durumlarında bile hekimler, tanı ve teda-vide güçlüklerle karşılaşıyorlardı. Bu arada, vücudun bazı hastalıklardakendini tedavi etme yetisinin olması da gözardı edilmemelidir. Bugünkütıbbi deneyim, ilaç ve malzeme zenginliğinde bile kendiliğinden iyileşmetedavinin önemli bir parçasıdır. Sınırlı kaynakların neredeyse tüm tıbbigirişimleri tahmin edilemez kıldığı antik çağda, bir hekimin epey kısıt-lanmış olduğu söylenebilir.

DÖRT SIVI VE İLİŞKİN İLAÇLARGalenos, 4 öğe kuramını 4 mizaç öğretisi olarak uygulamıştır. Bu 4

mizaç (karakter), 4 beden sıvısına ilişkindi. Bu beden sıvıları ise kan, bal-gam (beyinden geldiği öngörülüyordu), sarı safra (karaciğerden salgı-landığı öngörülüyordu), kara safra (dalak ve mideden geldiğiöngörülüyordu) idi. Bu sıvılardan her biri belirli niteliklere sahipti: Kan,nemli ve sıcaktı; balgam, nemli ve soğuktu; sarı safra, sıcak ve kuru idi,kara safra ise soğuk ve kuru idi. Bu dört mizaç ve salgılar arasındakidenge bozulduğunda hastalık durumu ortaya çıkıyordu. Hastalığın te-davisi için bedende bu sıvılardan hangisi fazla ise, o sıvının özelliklertaşıyan bir başka sıvı ilaç olarak kullanılmalıydı.

185

Page 187: BERGAMA BELLETEN - 18

Farmasötik teknoloji, ilaç şekli üretimiyle, üretilmiş olan ilaç şekil-lerinin, biyo yararlılığı ve ilaç sistemlerin özelliklerini belirlemek demek-tir. Bir eczacılık ana bilim dalıdır. Eczacılığın kurucusu sayılan BergamalıGalenos'un adından gelen Galenik Farmasi ismiyle de anılır.

Galenos hastalarına verdiği ilaçları bizzat kendisi tertip eder ve hazır-lardı. Evinde bir dolabı değil, gerçek bir eczane ve drog deposu bulunu-yordu. Pek çok ilaç tertibi hazırlayan Galenos bu tertiplerinde çok sayıdadrog kullanmıştır. Tedavide bilhassa bitkisel drogları önemsemiştir. Eser-lerindeki bitkisel drog adedi en az 473 olarak hesaplanmıştır.

Bu şekilde Galenos "Polypharmacie" denilen, çok ilkel maddeli ilaçlardönemini başlatmıştır.

TİRYAK Döneminde her derde deva ve zehirlenmelere karşı bir panzehir olarak

kabul edilen Tiryak (Theriaca) macununun terkibinde 70 kadar ilkel mad-denin bulunması, bu alanda erişilen düzeyi göstermektedir. İlk zamanlarbir panzehir olarak bilhassa zehirli hayvan sokmalarına karşı kullanılan

tiryak; Galenos döne-minden itibaren her derdedeva bir ilaç olarak şöhretkazanmıştır. Avrupa'nınbazı şehirlerinde (Vene-dik, Napoli, Paris. Madritve diğerleri), yılın belligünlerinde ve özel tören-ler ile hazırlanan tiryakeczacılara devredilirdi.Venedik uzun zaman bu

karışımı hazırlama yetkisini elinde tutmuş ve burada hazırlanan tiryak"Theriaca Veneta" ismi altında birçok ülkeye ihraç edilmiştir. 1837 tarihliFransız Kodeksi (Pharmacopee Française) tiryak için özel bir tertibi ver-mekte ve hazırlanış yöntemini açıklamaktadır.

186

Page 188: BERGAMA BELLETEN - 18

İLAÇ TERTİBİ Galenos, ilaç maddelerini tedavi özelliklerine göre sıcak, soğuk, kuru

ve nemli olarak nitelendirmiştir. Farmakoloji alanına ilaçların etkilerininölçülmesi kavramım getirmiş ve bunları 1-4 arasında derecelendirmiştir.

Galenos'un ilaçları ile ilgili en önemli eseri "İlaçların Tertipi" (Com-position des Medicaments), 192 yılında Roma'da çıkan ve Saray kitaplık-larını yok eden bir yangın sırasında kaybolmuşsa da, Galenos bu eseritekrar yazma olanağını bulmuştur.

Galenos, önce basit ilaçları (drogları) incelemiş ve kişisel görüşlerinedayanarak değerlendirmeler yapmıştır. Daha sonra ilaç tertipleri hazır-lamış ve bunları tedavi alanına sokmuştur. Hazırladığı tertiplerden birbölümünün formüllerini gizli tutmuş ve bazılarına da bugünkü hazırilaçlarda olduğu gibi, özel isimler vermiştir. Panzehir olarak büyük birüne kavuşmuş olan Tiryak ile müshil olarak kullanılan Picra (sarısabır)ve Hiera (ebucehil karpuzu) bilinen en eski tıbbi müstahzarlardır. Galenosdöneminde büyük bir şöhrete kavuşmuş olan bu tertipler uzun süre tedavialanında kalmışlardır, Galenos hazırladığı ilaç tertipleri yanında bazı ilaçşekillerini (hap, yakı ve merhem gibi) de geliştirmiştir.

Yaptığı yeni ilaç tertipleri ve geliştirdiği ilaç şekilleri ile eczacılıksanatının gelişmesine büyük katkılarda bulunmuş olan Galenos, Batıülkelerinde "Eczacılığın Atası" (Pere de la Pharmacie), İslam âlemindeise "Ecza Ustası" (Şeyh Üs-Saydile) olarak isimlendirilmiştir.

187

Page 189: BERGAMA BELLETEN - 18

GALENOS VE DİYETZİNDELİK, BESİNLER VE HİJYENHippokrates'ten sonra tıp; diyet, farmakoloji ve cerrahi olmak üzere

üç dala ayrılmıştır. Bu üç bölümlü sistem, Ege tıbbından Roma tıbbınadek uzun bir geçmişe dayanıyordu. Diyet, bugünkünden daha geniş anlamtaşıyordu ve yalnızca yeme-içme düzenini değil, egzersiz, banyo,

gevşeme ve ilaçları dakapsıyordu. Ege'de oyun-lar için çalışan atletleringereksinimlerine yanıtolmak üzere ortaya çık-mıştı. Ancak kısa sürede,hastaların tedavisindeönemli bir yöntem halinegeldi ve ardından da ko-ruyucu hekimlik adınasağlıklı kişilere de uygu-landı.

Koruyucu hekimlik, doktorun işinin önemli bir kısmıydı, çünkü te-rapötik yaklaşımlar tam güvenilir sayılmazdı. Ancak bazı zengin hipokon-driyaklar diyeti aşırı ciddiye alırlar ve diyet kuralları her türlü normalyaşamı engelleyici düzeyde zaman alan doktorların düzenli bakımına gir-erlerdi. Bu tip bir diyete ancak zenginler uyabiliyordu, ama diyet uygu-layan doktorlar, halkın fakir kesiminde de çok tutuluyorlardı. Bu durumözellikle Roma'da M.Ö. l. yüzyılda Asklepiades tarafından savunulan tıpiçin geçerliydi. Plinius'a göre Asklepiades'in beş temel uygulaması vardı:'Gıdalardan uzak kalma, şaraptan kaçınma, masaj, yürüme ve çeşitli arabagezintileri.' Bu kurallar, onun geliştirdiği organizmanın 'fiziksel kuramı'ile uyumluydu. Önceki kuramları yeniden canlandırıp uyarlayarak,vücudun, sürekli hareket eden atomların bir araya gelmesinden oluş-tuğunu ve pneuma ve vücut sıvılarının geçebileceği gözle görülemeyengözeneklerle dolu olduğunu ileri sürdü. Bu elemanların durumu ve mik-tarına bağlı olan sağlık, diyet yoluyla kontrol edilebilirdi. Plinius, Asklepi-ades'in tıbbına karşıydı ve kıskançlıkla şöyle diyordu: 'Görüşünün etrafına

188

Page 190: BERGAMA BELLETEN - 18

tüm insan ırkını topladı, tıpkı cennetten gönderilmiş bir havari gibi.'Ancak Celsus Asklepiades'in yöntemlerini onaylıyor ve bazılarınıdeğiştirerek de olsa kendi kitaplarına alıyordu.

Celsus, Romalıların diyete yararcı yaklaşımlarından söz ederken,hastalar için bu yöntemin önemini kabul ettiğini ve yalnızca hasta ikenhekime gitmenin daha doğru olacağını söyler: 'Hem dinç, hem de ken-disinin efendisi olan sağlıklı bir insan, zorunlu kurallara bağımlı olma-malıdır ve ne tıbbi bir bakıcıya, ne bir masöre ne de bir yağlayıcıyaihtiyacı vardır. Yaşam biçimi ona çeşitli şeyler sunar; ya köydedir, yakentte, ya da çoğu zamanını çiftlikte geçiriyordur; denize açılabilir, avagidebilir, dinlenebilir veya egzersiz yapabilir.'

Güçsüzlere daha büyük özen göstermeliydi, 'bunların da büyük kısmıkentliydi ve bilgiye meraklıydı... Sindirimi bozuk olan kişi yatmalıdır,çalışmamalı ve egzersiz yapmamalıdır... Bundan başka, yazın aydınlık vehavadar, kışın güneş gören bir evde dinlenmelidir; Öğle güneşinden,sabah ve akşam serinliğinden, nehir ve bataklık havasından kaçınmalıdır.'Sabahlan uyandığında ayağa kalkmadan önce bir süre daha yatakta yat-malıdır. Daha sonra, kış değilse, yüzünü soğuk suyla yıkamalı ve vücu-dunun sağlıklı olup olmadığını anlamak için idrar rengine bakmalıdır.Ardından: 'Bütün gün ev içinde ya da dışında bir çok ilişkiye giren kişigünün bir kısmını da kendi bakımına ayırmalıdır. Bu amaçla ilk olarak,yemekten önce egzersiz yapmalı ve terleyip yorulunca bırakmalıdır. Yineyemekten önce banyo yapmalı ve bir süre dinlenmelidir. Yemekte iseaşırıya kaçmamalıdır.

Celsus, aşırı yemeğe de, tamamen aç kalmaya da karşıydı, bununlabirlikte, aşırı içmenin, aşırı yemekten her zaman daha az zararlı olduğunadikkati çekiyordu. İştah açıcılar ve salatalar, haşlanmış veya ızgara halin-deki etten oluşan yemekten önce yenmeliydi ve olanak varsa yemekhurma ya da elma tatlısıyla tamamlanmalıydı. Genel olarak bakıldığında,meyve reçellerinden kaçınmak gerekliydi, çünkü bunlar hem sindirimizor, hem de baştan çıkarıcı özellikteydiler ve 'tatlılıkları karşılığında çokşey alıyorlardı.''

189

Page 191: BERGAMA BELLETEN - 18

BESLENME VE DİYET

Diyet, Antik çağda yaşam tarzı (diaita) anlamına geliyordu. Epikurosve Pythagoras gibi filozoflar, daha sonraları Galenos gibi doktorlar, vücutüzerinde etki yapan bir "sürekli güçler dengesini" savundu. Buna göne,her aşırı uç zararlıydı. Hatta o dönemde yalnızca zengin kesimde görülengut hastalığı, bu durumun önemli kanıtlarından biri olarak gösteriliyordu.Gut hastalığı, yıllar geçtikçe, diyetle ilgili farklı beslenme önerilerini gün-deme getirmeye başladı. O yıllardan bu güne, değişen yaşam alışkanlık-ları tartışmaların içeriğini değiştirse de diyet her zaman güncelliğinikoruyan, önemli bir konu oldu.

Eski rejimlerin genel amacı vücuttan bazı maddelerin atılmasını sağla-maktı. Celsus'un 'eksiltme' amacıyla önerdiği yollar arasında, kan akıtma,barsakları boşaltma, kusma, egzersiz, ovma ve sallama vardır. 'Beslenme'doğal bir yoldur, yiyecek ve içecekler yalnızca hastalıkta değil, sağlığıkorumada da önemli rol oynarlar; yiyecek ve içeceklerin tüm özellik-lerinin bilinmesi, insanların sağlığı için onları kullanabilmesinin enönemli koşuludur.

Besinin gücü ayrıca, hayvanın yaşı ve büyüklüğüne, kesiliş yöntemine,ürünlerin yetiştiği toprağın tipine, balığın yakalandığı suyun niteliğine,besinin tazeliğine, pişirilme yöntemine ve bazı başka etkenlere debağlıydı. Bu sınıflama ve belirlemeler, hekime, bilgi ve becerisini sağlıklıya da hasta, her bireye uygun olan diyeti seçme yoluyla ortaya koyabile-ceği karmaşık bir çatı sağlıyordu. 'Bu nedenle' der Celsus, 'verilen gı-daların niteliği hastanın gücüyle uyumlu olmalı, miktarı da niteliği ileuyum sağlamalıdır. Güçsüz hastalar hafif yiyecekler; orta güçteki hastalariçin orta güçlü besinler, güçlü hastalar içinse en güçlü besinler uygundur.'

Apicius'unki gibi Roma'da yazılmış yemek kitapları, diyet reçetelerive tıbbi reçeteler de içeriyorlardı. Plautus'un Pseudolus'unda, bir aşçı Ro-malıların aşırı baharat kullanmaya meraklı olduklarını anlatır. Başkaaşçılar, bitkileri başka bitkilerle karıştırarak sunarlar. Ağır ve sindirimigüç yemeklere yardımcı olmak amacıyla kullanılmaları büyük bir olasılık-tır.

190

Page 192: BERGAMA BELLETEN - 18

İçine kişniş, rezene, sarımsak ve maydanoz koyarlar. Kuzukulağı,la¬hana, pancar ve ıspanağı sofraya getirirken, içine çakşır otu dökerlerve hardal ile ezerler, öyle ki bu işi yapanın gözlerinden yaşlar gelir.Yemeklerine bunları eklediklerinde, sanki baharat koymuş olmazlar dacanlıyken barsaklarını çığlıklar içinde yiyen baykuş yutmuş gibi olurlar.Bu dünyada insan ömrünün bu kadar kısa olması da karınlarını böyle ba-haratla doldurmalarındandır.

Çoğu insan günde bir ya da iki kez yiyordu. Eğer kahvaltı ediliyorsa,bu çok hatif oluyordu. Örneğin Galenos çok az ekmek yerdi." Öğleyemekleri de genellikle hafif olurdu. Romalıların ana yemeği akşamyenen cena idi. Daha zengin olan cena, üç bölümden oluşuyordu, ilkbölüm, gustatio, bugünün ordövr veya başlangıç yemeklerine eşdeğerdive genellikle hazırlanması kolay sebze, mantar, yumurta ve kabuklu denizürünlerinden oluşuyordu. Ana yemek, primae mensae haşlanmış ya dakızartılmış et yemeklerinden oluşuyordu; bunlar, sığır, kuzu, domuz,kümes hayvanları ile baharatlı soslarla hazırlanmış çeşitli sosisler ola-bilirdi. Tatlı ve ekşi soslar çok seviliyordu, ama en sevileni liquamendedenen garum idi. Bir tür ançuez esansı olan bu sos, tuzlanan balığın, birtepsiye konarak birkaç hafta güneşte bırakılmasından sonra süzgeçtengeçirilmesiyle elde edilen ekstresiydi.

Daima keskin, bazen da çok acı olan bu sos, istridye ve egzotik kabuk-lularla yeniyordu ve Romalı yazarlar tarafından oburluğun ve aşırıdüşkünlüğün sembolü, hastalıkların nedeni olarak görülüyordu." Senecakendinden öncekilerin bu konudaki sert tulumunu överken, Genç Pliniusda, genellikle konuklarının hoşuna gitmeyen basit ve çok yavan biryemeği tercih ediyordu: 'Siz kimsiniz ki, benim yemek davetimi alır vegelmezsiniz? Her şey vardı, herkese bir yeşil salata, üç salyangoz, iki yu-murta, arpa ekmeği ve karda soğutulmuş ballı şarap... Bunların yanındazeytin, pancar kökü, soğan ve türlü tatlandırıcılar vardı. Eğer cömertliğimüstümdeyse komik bir oyun, komik bir okuma ya da şarkıcı da izleye-bilirdiniz,'

Celsus'un ballı meyvelere karşı uyarısından tahmin edebileceğimizgibi, yemeğin üçüncü bölümü, bizde olduğu gibi tatlıydı. İster meyveler,ister pastalar yensin, hepsine evrensel tatlandırıcı bal da eklenmiş olu-yordu. Yemeğin ikinci bölümünde sulandırılmış şarap da bulunabiliyordu,

191

Page 193: BERGAMA BELLETEN - 18

ama ciddi olarak içmeye yemek bitmeden başlanmıyordu. Yiyecekler gibi,içecekler de 'kuvvetli' oluşlarına göre sınıflandırılıyordu. Celsus, eskişarap, tatlı şarap, konsantre şarap (şıra), bal likörü ve birayı kuvvetliiçkiler sınıfına, suyu en halli içkiler sınıfına, normal şarapları ise ortasınıfa sokuyordu. Acetum da önemli bir Roma içeceğiydi. Bu temeldeucuz, düşük kaliteli sirkeye benzer bir şaraptı ve suyla karıştırıldığındaposca denen serinletici bir içecek oluyordu. Posca, fakir sınıf ve askerlertarafından çok tüketilirdi. Özellikle Galya, Britanya ve Germania böl-gelerindeki askerler, malt yöntemiyle en iyi türlerin elde edildiği cervesiadenen bir tür bira içerlerdi. Alkolün erken Kelt toplumunda özellikle desavaşçı ve şefler arasında çok önemli bir yeri vardı. Çok fazla miktardasulandırılmamış ithal şarap tüketmeleri, buraya gelen Yunan ve Romagezginlerini çok şaşırtmıştı.

Galenos'un babası şarabı korumak için bugün hâlâ bu amaçla kul-lanılan sülfürü katıyordu. Yemeklerde çok kullanılan şıra, kaynatılanşarabın üçte birinin ya da yarısının uçmasıyla elde edilen bir şarap kon-santresiydi. Bu işlemde kurşun tavaların kullanıldığı tahmin edilmektedir.Eğer bu gerçekten doğruysa, ciddi kurşun zehirlenmelerinin nasıl olup dagelişmediğini anlamak çok güçtür. Başka nedenlere bağlanan birçokhastalık ve erken doğumların şarap ve gıdalara bulaşan kurşunun vücuttabirikimine bağlı olması büyük olasılıktır.

Soğutucu olmadığından et ve balıkları saklamak ve gıda kontaminas-yonunu önlemek ciddi bir sorundu. Endüstrileşmemiş ülkelerde bugünhâlâ yapıldığı gibi, balık, kabuklu deniz hayvanları ve besi hayvanlarıcanlı olarak bir yerden diğerine naklediliyor, pişirilmeden hemen önceöldürülüyorlardı. Bunun yapılamadığı durumlarda ise uygun koruyucumaddeler gıdaya katılıyordu. Balıklar, özellikle de deniz balıkları içinçözüm kolaydı. Deniz suyunun buharlaşması ile elde edilen tuz koruyucuoluyordu. Bu tuz ısıtılınca tuz kristalleri oluşuyordu. Elde edilen deniztuzu yaygın olarak kullanılmaktaydı. Bu tuzun elde edildiği yerlerdegenellikle garum da üretiliyordu.

Et de tuzlanıyordu. Apicius, bu yolla saklanan etten tuzu çıkarmak içinbir reçete önerir. Burada aynca, kızarmış balığı saklamak ve istiridyeyisalamura yapmak için sirke önerilir. Ancak, 'eti salamura yapmadan tazesaklayabilmek için' şunlar önerilir; Taze kalmasını istediğiniz eti balla

192

Page 194: BERGAMA BELLETEN - 18

kaplayın ve kabı bir yere asın, istediğiniz zaman da kullanın. Bu yol kışiçin çok iyidir, ama yazın ancak birkaç gün dayanır.xxx

Balık ve et, kurutma ya da füme etme yoluyla da saklanabiliyordu.Ancak sık sık, kazara ya da zorunluluktan bozuk gıdalar yenebiliyordu.Balığa bağlı besin zehirlenmesi literatürde anlatılmıştır. Roma'daki lağımçukurlarında bulunan barsak parazitlerinin kaynağı büyük olasılıkla kötühijyen nedeniyle kontamine olan etlerdir. Plinius'un Doğa Tarihi kitabınıntıp bölümlerinde en sık söz edilen şikayetin mide ağrısı olması şaşırtıcıdeğildir.

Et, bu tip tehlikelerine karşın, Roma İmparatorluğu'ndaki çoğubölgede diyetin en önemli parçası idi. Kazılarda bulunan çok sayıda hay-van kemiği de bunu göstermektedir. Kemik kalıntılarının analizi, çokçeşitli hayvanın ve balığın yendiğini ve bu konudaki bölgesel tercihlerigöstermektedir. Genelde, bir bölgede hangi evcil ve vahşi hayvan tür-lerinin bulunduğu ve bunların mevsimlere göre değişimleri, et diyetininiçeriğini belirtiyordu. Aynı durum, sebze ve meyveler için de geçerliydi.Bu nedenle, vitamin eksiklikleri hiç de seyrek görülmüyordu. Hippokratesde, Galenos da hayvansal yağların yetersiz alınmasına bağlı gelişen A vi-tamini eksikliğinin yol açtığı 'gece körlüğü'nü tanıyorlardı. Yeterli tazesebze ve meyve yenmemesine bağlı C vitamini eksikliği sonucu ortayaçıkan iskorbüt hastalığının etkileri, Hippokrates ve Plinius tarafındantanımlanmıştır. Sütlü gıdalar ve balıkyağı ile alınması gereken D vita-mininin eksikliğinde ortaya çıkan raşitizm ve osteomalazinin özellikleimparatorluğun yoksul kesimlerinde yaygın olduğu sanılmaktadır. M.S.I. yüzyılda yaşamış önemli bir hekim olan Soranus, Gynaccologykitabının pediyatri bölümünde Roma'daki bebeklerde sık görülen ve ba-caklarda eğriliğe yol açan bir hastalıktan, yani raşitizmden söz etmekledir.

Et, balık, sebze ve meyvelerle desteklense de Ege ve Roma dünyasınınbüyük kısmında esas diyet, tahıllardan yapılan lapa, ekmek ve hamur iş-lerinden oluşuyordu. Frumentum olarak bilinen kabuksuz buğday,arpadan ve diğer tahıllardan daha kolay işleniyordu. Tohumlar elektengeçiriliyor, değirmen taşları arasında öğütülüyor, ya lapa şeklinde pişi-riliyor ya da yoğrulup ekmek yapılıyordu. Ekmekteki taş parçacıkları veöğütülmemiş taneciklerin dişlerde yaptığı hasar birçok iskelettegörülebilmektedir. Celsus, ekmeği en besleyici gıdalar kısmına sokmuştur.

193

Page 195: BERGAMA BELLETEN - 18

Attalos'u, günahlar, hatalar ve hayattaki şeytanları suçlarken din-lediğimde, insanlık adına üzülüyorum ve konuştuğu odayı yoksul bîradam olarak terk etmeyi arzuluyorum. Haz arayan hayatlarımızı kı-narken... yediklerimi ve içtiklerimi sınırlamak istiyorum ... Asla istridyeve mantar yememem şundandır: Bunlar gerçek gıda değil, tok mideyidaha da yemeye teşvik eden çeşnilerdir; oburlar kapristen bazıları dasindirim sistemlerinin gücünü aşmak için yerler: Doldur boşalt, doldurboşalt! (Seneca, Epistutae Morales CVDI, 13-15; R.M. Gummere çe-virisinden).

Seneca, basit bir diyetin bedeni sağlıklı tutmaya yettiği, bir dizi yenihastalığın ortaya çıkmasına yol açtıkları için abartıla¬rı özellikle deoburlukları nedeniyle zenginleri suçluyordu. Plutarkos'a göre de, Romadünyası artık kıtlık ve yoksulluktan değil, lüksün getirdiği hastalıklardançekiyordu.

ÖNCE MEYVA

Hipokrat’ın, Galenos’un en önemli danışmanları kimlerdi biliyormusunuz? Antik çağın aşçıları... Eski çağdaki hekimlerle aşçılar arasındayakın ilişki olduğunu Epigraf Prof. George Bean’in antik yazıtlarındanokuduğumuz bir gerçek. Antik çağın yemek kültüründe de bugünün yük-selen trendi olarak görüldüğü gibi “sağlığı önde tutmak” önemli bir para-metreydi... Roma mutfağında tatların önemi de çok büyüktü amaRomalılar sağlıklı beslenmeyi çok önemsiyorlardı. Filozof imparatorMarcus Aerelius ve iki karısı büyük ve küçük Faustinalar’ın sağlıklıbeslenme ve yaşamanın ilk teorisyenleriydiler.

Hipokrat ve Galenos’un döneminde ne yeniliyor, ne içiliyordu az-çokbiliyoruz. Anladığımız kadarıyla Antik çağ insanın biraz iştah sorunu var-mış. Bu nedenle yemekten önce iştahı açmak için özel bir şarap olan“Mulsum” içiliyordu. Romalılar’ın zevklerine ve yemeğe aşırı düşkün ol-maları nedeniyle aşçıların işi kolay değildi; önce iştah açmak gerekiyordu.İlk sunumda ise bugünün Akdeniz mutfağında “önce sebze yemeli” ilke-sine biraz ters olarak “önce meyve yenmeli” deniliyordu. Bir törenhavasında içinde meyveler olan bir ön yemek sunuluyor, yanında büyükolasılıkla beyaz şarap içiliyordu. En yaygın yemeklerden biri olan “Gus-tum de Praecoquis” kayısı ile yapılıyordu. Kayısıyı çeşitli baharat ve

194

Page 196: BERGAMA BELLETEN - 18

meyve sularıyla çok ağır ateşte pişiren antik çağ aşçısı, diğer bir kaptamısır unu ile peyniri, baharatlarla bulamaç haline getiriyor, bu bulamacınüstüne kayısı ekliyordu. En üste de taze fesleğen konuluyordu. Ana yemekdana ya da kuzu etinden yapılıyordu. Domuz eti soyluların evine pekgirmezdi, olsa olsa köleler domuz eti yerdi. “İn vitulinam Elixam” adlıana yemek bir tören havasında hazırlanıp sunulurdu. Günümüzün danahaşlamasına benzer bir yemekti ve dana, kuzu, tavuk veya balıktan dahazırlanabiliyordu. Tercih edilen et bir gün önceden baharatlarla birlikteadeta çürütülür, toprak kapta baharatlarla, özellikle biberiye sosuyla bir-likte çok ağır ateşte pişirilirdi. 2-3 saat pişirilen yemek yine toprak kaptaservis yapılırdı.

Antik çağda tatlı yenmeyen yemek yoktu. Bugünkü Roma’da bazıpastanelerde bulunabilecek tatlı “Dulcia Domestica” mükemmel bir pelteidi. Mevsim meyveleri, bal ile karıştırılarak pelte kıvamına getiriliyor;yarım saat süren işlemde hazırlanan pelteye kırmızı erik suyu, ada çayı,üzüm şırası ve sekiz ayrı baharat ekleniyordu. Bugün de hekimler üçbeyazdan uzak durmayı öneriyor... Tuz, şeker ve un... Antik çağ mut-fağında bunların hiçbiri yoktu. O dönemde şeker olmadığı için tatlılardabal, tuz olmadığı için de fermante edilmiş bazı maddeler kullanılıyordu.

Keçiboynuzu, hemHipokrat’ın notlarından hemGalenos’un önerilerinden öğren-diğimiz bir bitki. BugünAnadolu’da özellikle pekmeziönemli bir afrodizyak kabuledilen, bazı bölgelerde “Harnup”diye de anılan keçiboynuzu o za-manlar besleyici olarak değer-

lendiriliyormuş. Anlaşılan önemli bir yiyecek maddesi olan harnup ağacıyeryüzünün en eski bitkisidir. Fethiye ve Kaş’tan başlayarak Tarsus,Mersin, Silifke, Gülnar, Anamur ve Antalya dolaylarında kıyı şeridindeyetişmektedir.

Keçiboynuzu pekmezi için Galenos “midenin en yakın dostu” demiş.Günümüz bilim adamları da harnup için potasyumu yüksek ishal kesici;yüksek ham selülöz dolayısıyla bağırsak ve gastrit; yüksek potasyum ve

195

Page 197: BERGAMA BELLETEN - 18

sodyum içeriği dolayısıyla karaciğer, akciğer, tansiyon; yüksek mineralve vitamin içeriği dolayısıyla da diş ve diş etleri üzerine olumlu etkilerininolduğunu söylüyor. Galiba eskiden insanlar ağızlarının tadını daha çokbiliyor ve daha sağlıklı besleniyorlarmış. Nedim Atilla şöyle diyor;“Bugün onlarca jeotermal kaynağın bulunduğu, yine onlarca kaplıcanınyer aldığı Batı Anadolu en eski zamanlardan beri bir 'sağlıklı yaşam yur-du'. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de hekimlerin bir bayram günüvar. 'Yediğin sağlığın olsun' diyen tıp biliminin kurucusu Hipokrat, Bo-drum'un hemen karşısındaki İstanköy'den. Yetiştiği yer Anadolu... 'Öncezarar verme' ilkesinin en iyi uygulayıcısı olan Galenos -ki kendisi eczabiliminin de babasıdır- Bergamalı...

Galenos hakkında Nezih Öztüre ile birlikte hazırladıkları 'Parşömen'adlı kitapta geniş bilgi verilmiş. Hekimler bugün kendilerine dünyanınher yerinde Hipokrat'ı örnek seçer ve onun adına yemin ederler. Ecza-cılarsa pirleri olarak Galenos'u kabul ederler. Hipokrat'ın ölümünden son-raki, Hıristiyanlığın yayıldığı döneme kadar olan sürenin sonunda tıpdenildiğinde karşımıza çıkmaktadır. Ortaçağ tıbbına 'Galenik Tıp' adı al-tında bu hemşehrimiz damgasını vurmuştur.

Öte yandan antik çağın üç sağlık yurdu, o zamanki adıyla Asklepion'uda bugün İzmir'in hinterlandındadır. İlki sağlık tanrısı 'Asklepios'un doğ-duğu Bergama'da, ikincisi Pamukkale'deki Hierapolis kentinde, üçüncüsüise Bodrum'un karşısındaki İstanköy'de...

196

Page 198: BERGAMA BELLETEN - 18

GALENOS, ANATOMİ VE FİZYOLOJİAnatominin gelişiminde Galenos'un yeri konusunda Dr. Cenk KILIÇ,

Adnan ATAÇ ve Muharrem UÇAR’ın sunumu ile başlayalım;

Bergamalı Hekim Galenos, diseksiyonun (teşrih yani iç organları açma)yasak olduğu bir dönemde diğer hekimler gibi yaralanmaya maruz kalanorganları gözlemek, terk edilmiş bir ceset aramak veya hayvanlara disek-siyon uygulayarak insanlara benzer yanlarını bulmak gibi yöntemlerle bilgiedinmek zorunda kalmıştır. Roma ordusunda hekim olarak çalışırken yada gladyatörlerin doktorluğunu yapmak üzere görevlendirildiğinde yaralarıtedavi ederken insan anatomisini özellikle de kemik, eklem ve kasları in-celemiş, kendinden önce gelen tıp bilginlerinin çalışmalarını toplamış veyeni değerlendirmeler yapmıştır.

Çalışmalarına örnek olarak, venlerin kalbe bağlı olduğunu, ancak sinir-lerin santral sinir sisteminden köken aldığını belirlemesi, spinal kordun,ureterlerin, kemiklerin ve bunların kas bağlantılarının anatomilerini tanım-laması verilebilir. Çalışmalarının çoğunu hayvanlar üzerinde yapması ne-deniyle Galenos, birçok hata da yapmıştır. Örneğin toynaklı hayvanlarınbeyninin alt kısmındaki damar ağı rete mirabilisin, insanlarda da bulun-duğunu savunmuştur. Normalde kalbin sağ ve sol odacıkları arasındadoğrudan bağlantılar bulunmadığı halde Galenos aradaki septumda kanınbir taraftan diğerine geçtiği delikler bulunduğunu iddia etmiştir.

Galenos’un hatalarına ve yanlış varsayımlarına rağmen, yazılarındakidoğru detayların zenginliği önemlidir. Duyu ve motor sinirleri ayırt et-miştir. Spinal kordun kesilmesinin yarattığı etkileri açıklamaya çalışmıştır.Kalp atışları üzerinde özellikle durmuş ve damarlarda başkalarınındüşündüğü gibi hava değil, kan dolaştığını göstermiştir.

Galenos, anatomi ve fizyoloji alanındaki çalışmaları sonucunda, dahaönce derlenmiş olan tıp bilgisinin mükemmel bir sentezini yapmıştır.Anatomi ve fizyoloji çalışmalarını, hayvanlar ve özellikle de maymunlarve domuzlar üzerinde yapmış olduğundan, bazı iç organlar ve kaslarınyapısıyla ilgili açıklamalarında hatalara rastlanmaktadır. Örneğin,karaciğeri beş loplu olarak vermiştir; el ve ayak kaslarında da önemli hata-ları vardır.

197

Page 199: BERGAMA BELLETEN - 18

Galenos için anatomi çok önemliydi. İşleyen bir bedeni, yapısını in-celemeden anlamanın mümkün olmayacağına inanıyordu. Galenos, insanüzerinde deney yapmaya yönelik sosyal ve dinsel engellemeler nedeniyleinsan bedenlerini kesip inceleyemiyor ama maymun, keçi, köpek ve domuzgibi pek çok hayvan üzerinde kesip biçme deneyleri ve ameliyatlar yap-mıştı. Yalnızca hayvanlar üzerinde çalışabildiği için Galenos'un bazıanatomik savları, insanlar söz konusu olduğunda geçersizdir. Öte yandan,onun titiz ve yoğun anatomik araştırmaları sayesinde birçok anahtar fikirortaya çıkmıştır.

Galenos, hastalıkların, anatomik yapının bozuk işleyişinin belirtileriolduğunu, bu nedenle, bir hastalığı tanılamak ve tedavi edebilmek için insanbedeninin yapısının kökten anlaşılmasının zorunlu olduğunu savunuyordu.Başka bir deyişle, hekimler normal bir insan bedeninin düzenini ve işley-işini kavramadan, bir hastalığı onun beden üzerindeki etkilerini anlayama-zlardı. Galenos'un metodolojisi, deneylere ve gözlemlere dayanıyordu,kavramları açıklayabilmek içinmantık ve nedenselliği de yön-temleriyle birleştiriyordu ve buyöntemler zamanla tıbbî araştır-maların da yaygın yöntemlerihaline geldi.

Galen fizyolojisinin temeli"ruh'tur (pneuma). Ruhun üçşekli ve üç hareket biçimi bu-lunmaktadır. Hayvan ruhu(pneuma psyehicon) beyindedirve algı ile hareket merkezidir.Yaşam ruhu (pneuma zoticon)denen ruh ise kalbi merkezalarak kan akışını ve vücutısısını düzenler. Doğal ruh (pneumo physicon) ise beslenmenin ve metab-olizmanın merkezi olan karaciğerde yer alır (Lewis; 1998,41).

Galenos'a ait fizyoloji anlayışına göre karaciğer en önemli organdı. Alı-nan gıdalar burada işleme girer ve kan dolaşımına verilirdi. Galenos'untanımlamasına göre "doğal ruhlarla" dolu olan kan organlara dağıtılırdı. Bir

198

Page 200: BERGAMA BELLETEN - 18

kısım kan da kalbin sağ karıncığına gider ve her iki karıncığı birbirindenayıran duvardaki gözenekler içinden sol karıncığa geçerdi. Sol karıncıktan,akciğerlere gider ve daha sonra vücuda yayılırdı. Bu kan "dirimsel ruhu"taşıdığı söylenen kandı. Dirimsel ruhun beyne giden bir bölümü burada da

bir işleme uğrardı ve "canlı ruha"dönüşmüş olurdu. Bu ruh da kandolaşımı ile sinirlere dağılırdı. Bufizyolojik anlayışın başarısıgeçmiş yüzyılların kavramsalaçıklamalarına uygun olması veorganlar hakkında bilinen özellik-lerine uygun işlevler yüklenme-sidir (Westfal, 2000:103).

Galenos, bu "ruhların" be-dene girip, dolaşarak dağılmasımekanizmasında atardamar vetoplardamar sistemlerinin bir-birinden ayrı kapalı sistemlerolarak tasavvur etmişti. Galenos

Hıristiyan olmadığı halde tek tanrıya inanır ve bedenin de ruhun bir aracıolduğunu düşünürdü.

Resim — Galenos tıbbında dört humorun neden olduğu mizaçlar. Kan,sıcak ve heyecanlı; balgam, kayıtsız; sarı safra, sinirli-sıcakkanlı; karasafra, melankolili mizaca yol açıyordu.

Bu nedenle hem Yahudilik, hem Hıristiyanlık ve hem de İslam dünyasıtarafından kabul edilmesi kolay olmuştur. Kendi yazılarından olsun, çağ-daşı yazarlardan olsun Galenos ile ilgi tanımlamalardan teşhisteki üstünkavrayışı, tedavi yeteneği ve yanlışlıklarına rağmen azımsanmayacakanatomi bilgisi hakkında takdir edilmesi gereken önemli detaylar alıyoruz(Lewis, 1998,41-3)

Gerek Hipokrat ve gerekse Galenos her ikisi de humoral teoriyi büyükbir güçle benimsemişlerdir. Bu teorinin yüzlerce yıl ayakta kalabilmesininnedenlerinden biri büyük olasılıkla budur. Ege tıbbının en büyük otoritesiolarak kabul edilen Galenos'ddn sonra humoral teori büyük bir inançlaçok yaygın olarak kabul edilmiştir.

199

Page 201: BERGAMA BELLETEN - 18

Galenos, humoral teoriye tereddütsüz inanıyordu. Dört temel humor;balgam, kan, sarı safra ile kara safra sağlık ve hastalıktan sorumlu idi.Galenos bunları dört kişiIik tipleme şeklinde işledi. Bunlar balgamlı tip,kanlı tip. sarılık tip ve melankolik tip mizaçlar olarak hala kullanılmak-tadır. Onun çalışmalarının temel özelliklerinden biri anatomik ayrıntılarüzerine yoğunlaşmasıdır. Bu alanda çalışmalarından bazıları öncüniteliğindedir. Fakat hayvan diseksiyonları ile elde edilen bilgilerin in-sanlara oldukları gibi uygulanması tarihsel yanlışlıklara neden olmuştur.Galenos yanlışları ve hatalı kavramlarına rağmen, şaşırtıcı bir şekildeyazılarında ayrıntılı açıklamalar geliştirir. Ondan sonra gelen hekimleronun bütün çalışmalarına, doğru ya da yanlış olup olmadıklarına bak-madan kabullenmişlerdir.

RUH VE BEDEN

Galenos'un bedenle ilgili fikirlerini tam anlamıyla anlayabilmek için,onun tarafından ortaya atılan "üçlü sistem" görüşünü açıklamak gerekiyor.Üçlü sistem; beyin ve sinirler, kalp ve atardamarlar, akciğer ve toplar-damarlardan oluşuyordu. Bu sistemlerin her biri kendine özgü bir pneu-ma’ya -soluk ya da hava- sahipti. Pneuma physicon, yani hayvansal ruh,duygular, duyular ve düşüncelerden sorumlu olan beyinde bulunuyordu.Pneuma zoticon, yani yaşamsal ruh, kalpte bulunuyordu ve yaşam ener-jisini temsil ediyordu. Pneuma rectus, yani doğal ruh ise beslenmeyi vebüyümeyi gerçekleştiren akciğer ve toplardamarlardan oluşan sis-temdeydi. Galenos'un bu üçlü sistemi ve bu sistemi temsil eden pneu-ma'ları, ruhun varlığına ilişkin inancını da kanıtlamaktadır.

KAN DOLAŞIMIGalenos''un, kan dolaşımı hakkında yapmış olduğu açıklamalar yanlış

da olsa, fizyoloji tarihinde önemli bir gelişmeyi temsil eder. Ona göre,kan karaciğerden venler (toplardamarlar) aracılığıyla bütün vücuda dağılırve onu besler. Bu damarlardan biri, kalbin sağ karıncığına gelir, sağ vesol karıncıklar arasında bulunan deliklerden sol karıncığa geçer; burada

200

Page 202: BERGAMA BELLETEN - 18

hava ile birleşerek hayatî ruhu meydanagetirir; hayatî ruh arterlerle (atardamar-larla) bütün vücuda dağılır ve hareketioluşturur. Vücuda dağılan arterlerden birdamar beyine gider; orada bu kez hayvanîruh meydana gelir ve sinirlerle bütünvücuda dağılır. Bu ruh, düşünsel faaliyetisağlar. Ancak, daha sonra ele alınacağıgibi, XIII. yüzyılda yaşamış olan Müslü-man hekimlerden İbn Nefis, kalpte görülenya da görülmeyen hiç bir delik bulun-madığını göstermek suretiyle, Galenos''unkan dolaşımına ilişkin açıklamalarınıçürütmüştür.

KALP VE KAN DOLAŞIMIGalenos, kendi tanımıyla “anatomiye

ciddi olarak ilgi duyan herkese" yardımcıolabilmek için gözlemlerini ve yöntemleriniaksatmadan kaydederdi ve bu yazılı kayıt-ların yine kendi deyişiyle "söz konusu işlem-leri görmemiş kişilerin anlayabileceği kadaraçık" olmasına dikkat ederdi. Anlatımı çokayrıntılı olmasına ve tıbbî termionoloji kul-lanmasına karşın gerçekten de Galenos'unyazılı yapıtları çok az tıp bilgisi olanlartarafından bile kolaylıkla anlaşılabilir.Yardımcı kullanmaksızın her bir sözcüğü pa-pirüslere, balmumu ve kalemle kendisininyazdığını düşünürsek, bu konuda gerçekten

çok azimli ve sabırlı olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Bu kayıtlar gösteriyorki, Galenos'un tıbba en büyük katkılarından biri kan dolaşımı üzerine yap-tığı çalışmalardı. Gerçi kanın devir daim yaptığını anlayamadı ama toplar-damar ve atardamar arasındaki farkı, kalbin anatomisini ve damar

201

Page 203: BERGAMA BELLETEN - 18

sistemini keşfederek kanın bedendeki devinimi hakkında yeni bilgilerkazandırdı. Bu arada yanlış sonuçlara da vardı; örneğin besinin midedesindirildikten sonra akciğere taşındığını ve burada kana dönüştüğünü ilerisürdü. Toplardamarları ve atardamarların tüm bedeni boydan boya dolaşıponu kanla işleyişini en ince ayrıntısına kadar anlattı ama kanı bedenepompalayanın kalp olduğunu kestiremedi. Ona göre kalp, bedenin yaşam-sal kaynağı olan ısıyı üretiyordu. Doğru ya da yanlış, Galenos'un vardığıher sonuç, kalp-damar sistemi üzerine araştırma yapan yeni kuşak tıpadamları için çok önemli birer hareket noktası oldu.

DOLAŞIM SİSTEMİNİN KEŞFİ VE TARİHÇESİM.Ö. IV. yüzyılda, kalbin kapakçıkları Hipokrat okuluna bağlı bir

hekim tarafından keşfedilmiştir. Fakat kapakçıkların görevi o dönemlerdeanlaşılamamıştır. Ölümden sonra, kan venlerde (toplardamar) toplandığın-dan, arterler (atardamar) boş görünür. Bu nedenle antik anatomistler budamarların hava ile dolu olduğunu düşünmüş ve bu damarların havadağıtma görevine sahip olduğu kanısına varmışlardı.

Herofilus, venler ile arterleri ayırsa da, nabzın doğrudan arterlerin birözelliği olduğu düşünmüştür. Ersistratus, yaşam sırasında kesildiklerindearterlerin kanadığını gözlemlemiştir. Buradan da arterlerden kaçan (çıkan)havanın yerini kanın, venler ile arterler arasındaki küçük damarlararacılığıyla, doldurduğunu düşünmüştür. Böylece kan akışını ters olarakdüşünse de, ilk kez kılcal damar fikrini ortaya atmıştır.

GALENOS’UN BULUŞLARI M.S. II. yüzyılda Bergamalı hekim Galenos, kan damarlarının kan

taşıdığını bilmekteydi ve venöz (koyu kırmızı) ve arteriyel (açık kırmızıve daha duru) kanı tanımlamış, görevlerinin farklı ve ayrı olduğunu be-lirtmişti. Büyüme ve enerji, karaciğerde kilüsten oluştuğuna inandığıvenöz kanın özellikleriyken, arteriyel kan kalpten gelmekteydi ve havaiçerdiği için canlılık vermekteydi. Kan oluştuğu (yaratıldığı/üretildiği)yerlerden vücudun tüm bölümlerine akar ve buralarda tüketilirdi. Kalbe

202

Page 204: BERGAMA BELLETEN - 18

veya karaciğere giden kanıngeri dönüşü yoktu. Kalp kanıpompalamadığı gibi, kalbinhareketi diyastol sırasındakanı emmekteydi ve kanarterlerin (kendi) nabızlarısayesinde hareket etmek-teydi. Ayrıca Galenos, ar-teriyel kanın, venöz kanınsol karıncıktan sağa'gözenekler' yardımıylageçmesi ve havanın da ak-ciğerlerden pulmoner arteryoluyla kalbin sol tarafınageçmesi sonucu oluştuğunudüşünmekteydi. Arteriyelkan oluştuğu sırada 'isli'(duman rengi) buharlarınoluştuğunu ve bunların yine

pulmoner arter yardımıyla, dışarı verilmesi için, akciğerlere geçtiğini dedüşünmüştür.

Galenos'un, başka buluşlara yol açan çalışmaları da oldu. Büyük bil-gin, beynin, omuriliğin ve omurilik sinirlerinin anatomisini anlayabilmekiçin hayvanlar üzerinde deneyler yaptı. Sonuçta sinirlerin yalnızcaanatomisini değil işlevlerini da ortaya çıkardı. Örneğin, ses tellerini bağla-yarak bu sinirlerin sesle olan ilişkisini ve beyinle olan bağlantısını keşfetti.

Ayrıca omurilik boyunca dizilmiş sinirlere zarar vermenin, çeşitli dere-celerde felce yol açabileceğini gösterdi. Bu deneyler, insanda on adet bu-lunan üst kafatası sinirlerinin yedisinin keşfedilmesini ve omuriliktekipek çok sinirin tanımlanmasını sağladı. Bunların dışında gözler, ağız, gırt-lak, ceninin ana rahminde gelişimi ve üreme organları da Galenos'unaraştırma alanına giriyordu. Böbrekler üzerinde yaptığı deneylerleböbreklerin sidik torbasıyla bağlantılı olduğu sonucuna vardı. Bütün bubuluşların, teknolojiden yoksun bir çağda, yalnızca gözlerle, ellerle vebasit âletlerle yapıldığını anımsatalım.

203

Galen’in deneysel tıp çalışmalarında kullanıldığıCebelitarık maymunu.

Page 205: BERGAMA BELLETEN - 18

BÖBREKLERGalenos''un yapmış olduğu çalışmalardan bir diğeri de böbreklerin

işleviyle ilgilidir. Böbreklerden çıkan üreterleri bağlamak suretiyle idrarınböbreklerde süzüldüğünü ve kandaki bazı zararlı maddelerin böbreklerkanalıyla dışarı atıldığını göstermiştir. Galenos''un bunlar kadar önemlibaşka deneysel araştırmaları da vardır.

EMBRİYOGalenos, embriyo üzerine çalışmalar yapmıştır. İnsan anatomisi üze-

rine birçok çalışma yapan Galenos, embriyo konusunda da çalışmalaryapmış ve bu konu üzerindeki detaylı bulgularını On The Natural Facul-ties adlı eserinde toplamıştı.

Ayrıca Aristo'nun o zamanlar anatomi ve embriyo üzerinde yaptığıçalışma ve düşünceleri, bilimsel düşünceyi gelecek 2000 yıl boyuncaetkilemiştir.

DİĞERLERİGalenos’un en önemli çalışmalarından biri, kendisinden 400 sene

öncesinden beri hava taşıdığına inanılan atardamarların hava değil, kantaşıdığını kanıtlamasıydı. Ancak, bu çalışmalarının yanında, böbreklerinve idrar borularının nasıl çalıştıklarını denetlemiştir. Toplardamarlar ileatardamarlar arsındaki yapısal farklılıkları gözlemlemiştir. Omuriliküzerine çalışmalar yapmış, karaciğerin, kan yapımının ve toplardamar-ların merkezi, kalp ve damar sistemindeki en önemli organ olduğunuyazmıştır.

İki bin yıl önce Galenos tarafından benimsenen "uygun dozda ilâç kul-lanımı" bugün de hekimlerin en çok dikkat etmeleri gereken konulararasındadır. Galenos'un ürettiği ilâçlar ve kullandığı tedavi yöntemleriXVII. yüzyıla kadar kullanıldı, o dönemden sonra terk edildi. Bunun tekistisnası, nabız ölçümüdür. Galenos, nabız sayısını hastalığın ve sağlığınbir ölçütü olarak kullanan ilk hekimdi.

204

Page 206: BERGAMA BELLETEN - 18

GALENOS VE TIP TEORİLERİ

Hipokrat sonrası dönemde de rastlandığı gibi bilimsel ve deneyseltemeli olmayan açıklamalar tıpta her zaman görülmüştür. Mevcut bilimselbilgilerimiz düzeyini aşan bu tür "teorik" açıklamaların değişik şekillerigünümüzde bile varlıklarını sürdürmektedirler. Hastalık etkenleri vehastalık patolojileri hakkında da bazı teorik açıklamalar geliştirilmiştir.Yukarıda gördüğümüz gibi bu tür açıklamalardan biri felsefi uslamla-malarla elde edilmiş olan humoral teoridir. Hastalık etkenlerine dair birdiğer teori ise "miasma teorisi" olacaktır.

HUMORALİZMDört humor teorisi (Humoralism) hastalıkların insan organizması

içinde mevcut olan "humor" (sıvı) dengesinin kısmi ya da tamamı olarakbozulmasından kaynaklandığını savunan bir yaklaşımdır. Bu anlayışiçerisinde organizmanın birliği-bütünlüğü ile fiziksel ve mental karşılıklıilişkisi söz konusudur. Her insan kendi "bireyselliği' içersinde ele alınmakdurumundadır ve her birey kendine özgü humoral birleşim içersindedir.

205

Galen’in deneyseltıpla ilgili eserinintek nüshasının başsayfası.(SüleymaniyeAyasofya KitaplığıNo: 3772)

Page 207: BERGAMA BELLETEN - 18

Hastalıklar bu bütünlüğü ve dengeyi bozmaktadır. İnsanın mevcut dengesikırılgandır; diyet, yaşam biçimi ya da çevresel etmenlerden kolaycaetkilenir. Hastalığın ortaya çıkması hâlinde yapılması gereken tekrar eskidengelerin yerine konmasıdır.

Humoral teori eski Ege'de MÖ. VI-V.yüzyıllarda ortaya çıkmıştır.II.yüzyılda Roma'da etkin bir tıbbi yaklaşım halini aldı. BundaGalenos’un Humoral patolojiyi benimsemesinin etkisi büyük oldu. Dahasonra İslam Tıbbı ile etkisini sürdürdü. İslam eserlerinin Latince'yeçevrilmesiyle XI. yüzyıldan sonra Avrupa'da da tıpta yaygın bir anlayışhaline geldir. Kan dolaşımının William Harvey (1578-1657) tarafındanaçıklanmasından sonra da varlığını korudu. Diğer humorlardan biriolarak, kan dolaşımının bulunmuş olması bu anlayışın savunulmasına en-gelleyemedi. Yeni bulunan organizma elementleri bile hurnoral teoriçerçevesinde yorumlandılar. Ancak, hücre patolojisinin ortaya çıkması vebiyokimyasal buluşlar, bu teoriyi bilimsel tıbbın dışına çıkardı. Bununlabirlikte tıptan olmayan bazı kişilerin bu konudaki eski inançlarının var-lığına rastlanmaktadır, insan organizmasının belli sıvılardan meydanageldiği teorisi eski Ege kültüründe ilk filozofların, dünya ve evrene ilişkinaçıklamalarıyla başlangıç alır. Doğa felsefesi çerçevesinde evreni bir yada birkaç maddenin oluşumu şeklinde açıklayan filozoflar vardı. Empe-dokles ise evreni "toprak, hava, ateş ve su"dan meydana gelen bir oluşumolarak açıklıyordu.

Galenos, Aristoteles'in “Dört Suyuk” kuramını kendi fikirlerineuyarlamıştır. Bu kurama göre, insan bedeninin sağlığı yeryüzünü oluştu-ran dört elemente -ateş, toprak, su ve hava- sırasıyla karşılık gelen dörtsıvı -sarı balgam, kara balgam, su ve safra- arasındaki dengeye bağlıdır.Galenos'un tedavi yöntemlerinin kökeninde, hastalıkların insan bedenin-deki dört suyukun dengesizliğinden kaynaklandığına olan inancı yatmak-tadır. Dört Suyuk kuramını daha önce Hippokrates de savunmuştu; yalnızGalenos'un düşüncesi onunkinden biraz farklıydı. Hippokrates, hastalık-ların bu dört sıvının tüm bedendeki dengesizliğinden kaynaklandığınısavunurken Galenos, alanı belirli bir organa indirgiyordu. Hastalığın, be-denin belirli bir organında ya da bölgesinde hasara yol açtığı yönündekibulguları, Galenos'un tedavi yöntemlerini çok daha sağlam kılıyordukuşkusuz.

206

Page 208: BERGAMA BELLETEN - 18

Galenos, gittiği her yerden topladığı bitkilerden ilâçlar yapıyordu. Builâçları özelliklerine göre sınıflandırıyordu: ısıtıcılar, soğutucular, kuru-tucular ve nemlendiriciler. Bedenin neresinde dört suyuk dengesizliğivarsa o bölgeye ilâç tedavisi uyguluyordu. İşlev bozukluğunun derecesinegöre ilâç kullanımı da onun getirdiği yenilikler arasındaydı.

Dört humor teorisine ilişkin Hipokrat'tan sonra başkaları da açıkla-malar geliştirdiler. Ancak bu konuda en önemli açıklamalar Galenos'ddngeldi. Tıp felsefesi, Galenos'un açıklamaları üzerinde temellendi.Hipokratik anlayış, Galenos'un bakışıyla ileri yüzyıllara yansıdı. Hıris-tiyan ve İslam dünyası bu teoriyi benimsemekte zorluk çekmediler. Buteori evren ve insanın humoral unsurlar aracılığıyla benzerliğini o za-manki insanlar için "inandırıcı" biçimde ortaya koyuyordu. Evren ve insanarasında ilahi bir "bütünlük" sağlanmış oluyordu. Ortaçağ insan bedeniresimleri sıkça humorlar ile gezegen, mevsim gibi evrensel yapıları bir-likte göstermiştir. Tüm bu birlikteliği sağlayan da bir "sempati" gücüdür.

Galenos da, tıpkı Hippokrat gibi, 4 unsur, 4 sıvı ve 4 mizaç kuramınıkabul etmiş ve hastalıkları da bu temele dayanarak açıklamıştır.

MİASMA TEORİSİ"Miasma'' sözcüğü eski Ege

dilinde "kirlenme" anlamınagelmektedir. Burada bir şeyin"lekelenmesi" anlamı yer aldığıgibi insanın fiziksel ve ahlakiyönden de pislenmesi durumu dasöz konusudur. Miasmanın asıl neolduğu belli değildir. Burada varlığı kabul edilen şey "kokuşmuş" kötühavadır. Genel olarak kokuşmayı yapan durgun su ve bataklıklar, insanve hayvanlardan çıkan buharlar, hasta insanlar, salgılar, bozulmuş yiye-cekler, çürümüş bitkisel maddeler gibi nedenler en büyük miasma etken-leri arasında varsayılmaktadır. Kötü havanın nasıl hastalık meydanagetirdiği kuşkusuz açıklanamamıştır ve çeşitli varsayımlar ilerisurülmüştür.

207

Page 209: BERGAMA BELLETEN - 18

Kokuşmuş ve kötü hava ile hastalık tohumlarının taşınması görüşü,Galenos tarafından da savunulmuş ve daha sonra İslam dünyası ile oradanda Avrupa'ya yayılmıştır. İnsanda hastalık yapan dış etkenler konusundamiasma teorisi XIX. yüzyıla kadar etkisini sürdürmüştür.

Galenos, Hipokrat'tan sonra ortaya çıkan yukarıda değindiğimiz tıpekolleri ile ilgilenmemiş; onun öğretileri doğrultusunda eski tıbbi bilgilerikendi gözlem ve deneyleriyle birlikte sistematize ederek özetlemiştir.Sözkonusu çalışmaları 22 cilt meydana getirmiş ve bu eser, Hipokrat Kül-liyatı ile beraber Antik dönem tıbbi tedavilerini ortaya çıkartır. Bu çalış-malar Ege ve Roma tıp literatürünün neredeyse yarısını oluşturmaktadır.Tıp konusunda kimsenin kendisiyle boy ölçüşemeyeceğini söylerdi.Galenos'un, kişilik olarak kendine özgü bir insan olduğu anlaşılmaktadır.Örneğin, sürekli olarak öğrencilerine saldırır ve onların yeteneksiz olduk-larını söyler dururmuş.

Anatomi çalışmalarının toplandığı yazıları 16 cilt tutmaktadır ve bualanda geniş çalışmaları vardır. Anatomi bilgisi, insan iskeletleriüzerindeki çalışmalardan, gladyatörlere yaptıkları ameliyatlardaki dene-yimlerinden ve hayvan kadavraları çalışmalarına dayanmaktadır.Galenos’un en büyük yanılgısı hayvanlarda tespit ettiği her şeyi insan-larda da aynı olduğuna inanma yanılgısıdır. Onun anatomi çalışmalarınınsonuçları çok büyük olmuştur. Ancak, Ortaçağda onun söyledikleri hiçbirzaman kontrol edilmemiş ve herhangi bir araştırmaya tabi tutulmamıştır.Bu nedenle gerek anatomide gerekse diğer tıp alanlarındaki aynı anlayışlatıp, Ortaçağda yerinde saymıştır. Galenos'un tıptaki uzmanlığının hiçbirzaman "mercek altına" alınmamasının nedeni kuşkusuz insan kadavrasıüzerinde diseksiyon (teşrih) yapmanın Hıristiyan ve Müslümanlardayasak olmasıdır. Galenos'un tıptaki bilgileri Rönesansa kadar tartışmasızbilgiler olarak kalmıştır.

208

Page 210: BERGAMA BELLETEN - 18

GALENOS VE MÜZİKOTERAPİPsikolog Sinem Gökçe şöyle diyor; Müzik, insanlık tarihi kadar

“eski”, kimsenin bir başkasına anlatamayacağı kadar “bireysel ve öznel”,dünyanın her yerindeki tüm insanları kapsayacak kadar “genel veevrensel”, yeni ve farklı çağrışımları taşıyabilmesi ile “her an yeni” biroluşumdur. Platon’un da belirttiği gibi “müzik, ruhun eğiticisidir”.

Psikolojik sağaltımda diğer sanat alanlarının kullanılışı gibi müzik desürece dâhil edilebilen ve katkı sağlayan bir “araç” niteliğindedir. Müzik,tek başına terapötik bir etki sağlayabileceği gibi, kimi zaman uyarıp coş-turarak kimi zaman gevşetip sakinleştirerek kimi zaman da katarsis nite-likli boşalımı sağlayarak psikofizyolojik değişimleri sağlayabilir.Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik ArkeolojiBölümü öğretm görevlisi Ayça Özcan “Antikçağda müzikle tedavi”başlıklı sunumunda “Tanrıça Athena'nın çalarken yanaklarını şişirdiği vekendisini çirkinleştirdiği düşüncesi ile suya attığı flütten çıkan nağmelerAsklepionlarda ruhu iyileştirmek için bir araç oldu. Pek çok Askiepion'datıpkı Selçuklu ve Osmanlı şifahanelerinde olduğu gibi tınlayan nağmeleryankılanıp gökyüzünde titreşirken hastaların ruhları da huzur buluyor ol-malıydı.

Antik çağ tıbbında hastaların iyileştirilmesi için merhemler ve şifalıotların yanı sıra cerrahi yöntemlerin kullanıldığı hekimlik bilgileri kadarrahatlatıcı etkisi nedeniyle müzikle yapılan tedavinin de önemli yeri vardı.

209

Page 211: BERGAMA BELLETEN - 18

Antik çağın hekimleri ve filozofları seslerin insan duyguları üzerindekietkisi konusunda günümüz varsayımlarına temel oluşturacak düşüncelerileri sürmüşlerdir. Egeli düşünür ve matematikçi Pisagor yaklaşık iki binbeş yüz yıl önce müzikle tedavi yöntemini ilk kullananlardan biridir. Yinefilozof Platon da "ideal" devletinde, insanın ruhunu müzikle dinlendirmesigerektiğini belirtmiştir. Büyük İskender'in hocası Aristoteles (M.Ö. 384-322) de müziğin insan ruhu üzerindeki etkilerini araştırmış, bunu dayazılarında belirtmiştir. Tıbbın babası Hippokrates de bazı hastalıkları te-davi amacıyla hastalarını ilahilerle tapınağa götürürdü.

Antik Egede (musike) sözcüğü bugünkü anlamda yalnızca bir müzikaleti eşliğinde ya da dansla birlikte şarkı söylemeyi kapsamazdı. AntikÇağ'da müzik her türlü erdemin kaynağı, yaşamın temel öğelerinden birive eğitimin üçüncü önemli dalıydı. Yazılı kaynaklar ve arkeolojik verilerışığında müzik başlıca üç alanda karşımıza çıkmaktaydı: Ritüeller, tören-ler ve şölenler. Antik çağda insanlar müziğin, ruhun eğitilmesi ve arın-masında büyük bir etken olduğunu kabul ederlerdi.

Müzikoterapi yüzyıllar boyunca hastalıkların tedavisinde kul-lanılmıştır. Bu konudaki en eski bilgi M.Ö. 585-500 yıllarında yaşayanEgeli filozof ve matematikçisi Pisagor’un umutsuzluğa düşen ya da çabuköfkelenen hastaların, belirli melodilerle tedavi edilebileceğine ilişkin yap-tığı çalışmalardır. Hipokrates, ilahilerin tedavi edici niteliği olduğunu be-lirtmiştir. Galenos, müziğin akrep ve böcek sokmalarına karşı bir panzehirolduğunu, Lucain de kanamaların şarkılarla durdurulabileceğini ileri sür-müşlerdir. Özellikle Bergama’daki Asklepeion'da Asklepios, Hygelia vediğer hekimlerin müziği kullanarak son derece etkin tedaviler yaptıklarınadair bilgiler vardır.

Bergama Sağlık Yurdu'nun hastalara uyguladığı tedavi yöntemleriniyazıtlardan özellikle M.S. II. yüzyılın ortalarında burada on üç yıl kalmışolan hatip Aelius Aristeidis'in yazıtlarından öğrenmekteyiz.

Asklepion'un en parlak yıllarında, "Satyrosk" ve "Galenos" gibidünyanın ilk büyük hekimleri burada yaşamış ve ders vermişlerdir. Askle-pion'da genellikle, telkin, fizyoterapi ve müzik-terapinin bugün halen kul-lanılan çeşitli tedavi yöntemleri uygulanmıştır. Hastalara su ve çamurbanyoları yaptırmak, şifalı otlar ve kremlerle hastaları yağlamak, masaj

210

Page 212: BERGAMA BELLETEN - 18

yapmak ve tedavi yöntemlerinin başında geliyordu. Ayrıca kutsal su içir-iliyor, açlık ve susuzluk kürleri, soğuk havalarda koşullar düzenleniyordu.Hastaları iyileştirmede telkin, büyük rol oynuyordu. Hatip Adisteides'tenöğrendiğimize göre, hastalar ne şekilde iyileşeceklerini rüyalarında görüy-orlardı. Güçlü telkinler yoluyla hastaların düş görmeleri sağlanıyordu.Bunun için özel olarak yapılmış uyku odaları bulunmaktaydı. Sağlık yur-dunun yanındaki tiyatroda törenler yapılıyor, müzik eşliğinde hastalararuhsal tedavi uygulanıyordu.

Asklepion'da, şifanın Asklepios'tan geldiğine inanılıyordu. Bu ne-denle, Asklepion'daki her şeyin katsal olduğu kabul ediliyordu.

Belgelerden öğrendiğimize göre, eski Ege medeniyetinde ve diğermedeniyetlerde müzikoterapi uygulanmaktaydı. Günümüzde de dünyanınpek çok ülkesinde ruhsal ve bedensel sorunu olan hastaların psikiyatriksorunlarını gidermede müzikoterapi uygulanmaktadır.

GALENOS VE TİYATRO İLE TEDAVİAsklepion’da tiyatronun gerekliliği ve sağaltımda ne denli önemli

olduğunu konunun uzmanı Prof. Dr. Özdemir Nutku’dan izleyelim:

"Sanatın işlenmesi, duyarlığımızın eğitilmesidir ve bizler sanatsal birhava içinde yetiştirilmediğimiz takdirde, bomboş bir ruhsal yaşamın vetadsız bir dünyanın şiddetine ve suçuna itiliriz. Yaratma isteği olmayanyerde ölüm güdüsü oluşur ve bu da sonsuz bir yıkıcılığa götürür bizi."

Herbert READ

Psikiyatri, ruh ve sinir hastalıkları ile kişideki uyumsuzlukları önleme,tanımlama ve sağaltma ile uğraşan bir uzmanlık dalıysa, tiyatro da sanat-sal yoldan aynı şeyleri yapan bir sanat dalıdır. Tiyatro, yirmibeş yüzyıldanberi süregelen, ama çoğu kez farkedilmeyen iyileştirici ve birleştiricigücüyle, yaşamının birçok evresinde sorunlar, tehlikeler, isteriler ve kar-maşalar ortasında, insanın sığındığı, kendilerini tanıdığı, varoluş neden-lerini anladığı ve özvarlıklarını koruduğu bir sanat olmuştur. Tiyatro,kaynağında ritüller yoluyla insanlara moral kazandırmış, onun doğakarşısında kendi benliğini ortaya koymasını sağlamıştır. İnsanoğlu,

211

Page 213: BERGAMA BELLETEN - 18

çevresindeki her şeydekendi özünden değişik biröz olduğuna inanıyordu;bu öz bir anima, yani birruhtu. İnsan ölünce ruhugövdesinden ayrılırdı,ama yok olmazdı, gidipbir ağaca, bir kayaya yada suya girerdi. Ruhuniçine girdiği o şey biriçerik kazanır ve fetişolurdu. Üstelik birfetişteki ruhun gücü in-sanın ruhundaki güçtendaha üstündü; çünkü

öldürülemezdi ve istediği anda başka bir varlığa geçebilirdi. Fetişteki ruh-ları kendinden yana çekecek olan ruh kalıbı ise maske'ydi. Böylece,maske de bir fetiş oluyor ve insan ruhunu güçlendiriyordu. Binlerce yılönceki insanoğlu, ruhun ölümsüzlüğü yanısıra, onun acı çekebileceğine,yaralanabileceğine de inanıyordu. İnsan kalıbından daha sağlam bir kalıbagirdiği anda ruhun acı çekme olasılığı daha azalırdı. Bazı varlıklar acıçekmemeleri istenen ruhlar için insandan daha sağlam kalıplardı. O var-lıklar yaşadıkça ruhlar da rahata ererdi. Seçilen varlık türü böylece totemoluveriyordu. Seçilen varlık türü totem oldu mu, ona dokunmak, onu in-citmek en büyük günah ve suçtu: o varlık artık bir tabu idi. Öldürülmesikesinlikle yasak olduğu gibi, beslenmesi, üretilmesi o tupluluğun mutlu-luğu için zorunluydu. Totem'in yaşaması ve üremesi için taklit yoluylabüyü yapmak gerekiyordu. Ama öldürülemediği için, totem olan varlığınne kafası ne de derisi kullanılabilirdi. İnsanoğlu onun da kolayını bulduve çeşitli maskeler ve giysiler yaparak büyüye yöneldi.

Tiyatronun başlangıcında, ilk büyük kuramcı Aristoteles (M.Ö. 384-322) dram sanatı üzerine yazdığı Poetika 'da (çeviren İsmail Tunalı,Atatürk Üniv. Yay., Erzurum 1961) ve oyunculuk sanatı ve konuşmatekniği üzerine yazdığı Retorika 'da (İngilizce, T.A. Moxon, J.M.Dent &Sons Ltd., London 1955; çevirisi Mehmet H. Doğan, Yapı Kredi Yayın-ları, Istanbul 1995) tiyatronun iyileştirici, arındırıcı özelliğinden sözeden

212

Bergama Asklepionu

Page 214: BERGAMA BELLETEN - 18

ilk düşünürdür. Ona göre, dram sanatı, "acıma ve korku" duygularıylakişiyi entelektüel bir arınmaya götürür; Aristoteles bunu da, bir tıp terimiolan ve "tedavi" anlamına gelen katarsis ile açıklar. Daha önce Platon'un,Devlet adını verdiği yapıtının x. bölümünde, "Şiir (drama) heyecanı beslerve sular, öldürülmesi gereken bir heyecanı çoğaltır (…) ve bu heyecanyüzünden insanın faaliyeti durur ," demesine karşılık olmak üzere, Aris-toteles, katarsis kavramını öne sürmüştür. Düşünüre göre, katarsis insanyaşamı için gerekli olan bir arınmadır. Bu arınma da korku ve acımaduygularıyla gelişir. Bu iki duygu, Aristoteles'in düşünce sisteminde ayrıl-maz bir çift olarak yer alır: "(…) acıma, layık olmadığı halde, acıyadüşmüş bir kimse karşısında bir benzerlik bulmamızdan doğar " (Poetika,XIII,2). Bu iki duyguyu bu yolda tanımlamanın daha geniş açıklamasıAristoteles tarafından Retorika 'nın v. bölümünde yapılmıştır: "(…) gele-cekte olabilecek acı veren bir kötülük ya da duygusal yıkımı gösteren birhayali sahnenin insanda uyandırdığı acı ve huzursuzluk (…)" Aristoteles,aynı yerde bu savını şöyle sürdürür: "(…) genel olarak, bize korku verenşey, başkalarının alın yazısını tehdit ettiği anda bizi bir acıma duygusuiçine sokar ." Böylece, düşünür, acıma ve korku duygularının birbirinesıkı sıkıya bağlı olduğunu belirtmiş olur. Bu açıklamalar Retorika'da dahabelirgin bir biçimde karşımıza çıkar: "Acıma, layık olmadığı halde, her-hangi bir kimsenin bir yıkıma ve acınacak duruma düşmesiyle hissedilir;bu öyle bir kötülüktür ki, o anda böyle bir durumun kendi başımıza ya datanıdıklarımızın, yakınlarımızın başına gelebileceğini de düşünürüz " (II,8). Aristoteles, acıma duygusunun korkuya dönüşmesini şöyle tanımlar:"Gördüğümüz sahne, kendimize çok yakın, hatta kendimizinmiş gibiyse,o zaman acıma korku duygusuna dönüşür (…)."

Aristoteles okulunun Sorunlar (Select Fragments, çeviren Sir DavidRoss, cilt XII, Oxford, Calerendon Press 1952) adlı bir yapıtı vardır. Buyapıtın 30.Sorun'u katarsis'i şöyle tanımlar: "Melankolide bulunan sıcakve soğuk hava duygulara bağlıdır. Melankolide soğuk havanın olmasıinsan ruhundaki umutsuzluk ve korku (dehşet) ile ortaya çıkar. Bu durumbir denge ile sağlanır, o da ısıyı (gövdenin ısısını) yükseltmekle elde edilir." Düşünürün, Politika (İngilizceye çeviren John Burnet, Cambridge Uni-versity Press 1903) adlı yapıtında katarsis'e biraz olsun ışık tutan bir yervardır, o da müzik konusundadır: "Dolmuş olan duygulardan insanı kur-tarmak ve onu rahatlatmak (…)" katarsis ile anlatılmaktadır.

213

Page 215: BERGAMA BELLETEN - 18

Nitekim tiyatrodaki bu estetik "tedavi"nin, yani katarsis'in tıbbi alandakullanılması da antikte başlamıştır. Bergama'daki Asklepion o dönemdekiEpidavros ve Kos kentlerindeki gibi ünlü bir ruhsal terapi merkeziydi.Burada hastalar tiyatro, müzik ve telkinler yoluyla iyileştirilmeyeçalışılıyordu. 3500 kişilik Asklepion tiyatrosu her gün terapiye yardımcıolacak oyunlar çıkarıyordu. Burada dinsel törenler ile terapi bir aradayürütülüyordu.

Tiyatro da, antik Ege'de, rahiplerin oynadığı dinsel bir kurum olarakgörevini yapıyordu. Buradaki psikiyatri yöntemlerini çeşitli yazıtlardan,özellikle de M.S. II. yy. ortalarında onüç yıl burada yaşayan hatip AeliusAristeides'in yazılarından anlaşılmaktadır (bkz. Ekrem Akurgal, AncientCivilizations and Ruins of Turkey, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1970).Aristeides'in yaşadığı dönemde Bergama Asklepieion'u en yüksek döne-mindeydi. Satiros ve Galenos gibi ünlenmiş doktorlar burada hem tedaviyöntemlerini uyguluyorlar hem de öğrenci yetiştiriyorlardı.

Genel olarak bu doktorların uyguladıkları psikoterapik yöntemlerbugün için bile geçerli sayılabilir. Bu yöntemlerden biri su ve çamurbanyoları ve masajdı, ayrıca bitkisel ilaçlar ve yağlar kullanılıyordu. Çokyemek ve içmekten vazgeçmeleri için, hastalara 'kutsal su' yu içmeleritelkin ediliyordu. Hastaların tarımla uğraşmaları sağlandığı gibi soğukhavada çıplak ayakla koşturuluyorlardı. Hasta uyuduğu sırada telkinyoluyla onların düşlerine müdahale etme başka bir psikoterapiuygulmasıydı. Bunun için özel uyku odaları vardı. En önemli psikoterapiuygulaması tiyatro ile gerçekleştiriliyordu. Bugünkü gurup terapisine ben-zeyen bir uygulama, hastaların, sahne üzerinde, müzik eşliğinde, birritüele katılır gibi, kendilerini ifade etmeleri ile sağlanıyordu. Tiyatro,bugünkü psikodrama'larda olduğu gibi, hastaların birbirleriyle iletişimkurdukları bir alandı. Ama yine tıpkı bugünkü gibi, hastaların önce kendi-leriyle iletişim kurmaları gerekiyordu. Tiyatrodaki terapi, daha sonrakibir basamaktı. Hastalar, Tanrı Asklepios' un onları mutlaka iyileştireceğineinandıklarından burası kutsal bir yer sayılıyordu.

214

Page 216: BERGAMA BELLETEN - 18

GALENOS TIP VE FELSEFESibel Öztürk GÜNTÖRE’nin bilimsel açılımına yer vererek konuyu

aydınlatmak gerekirse:

Bergamalı Galenos, teorilerini “Doğa boşuna hiçbir şey yapmaz.”(Aristoteles etkisi) ilkesiyle hazırlamıştır. Bunu söylerken atomcu filo-zofların mekanist görüşüne karşılık veriyordu. Tıp tarihinde hayli önemlive derin izler bırakan bir tıp adamının çalışmalarını sürdürürken ne denlifelsefe ile içiçe olduğunun bir örneğidir de aynı zamanda.

Bu çalışmayı yapmakla iki dipsiz kuyuya taş atmış oluyoruz. Tıp vefelsefe, iki ayrı disiplin, iki ayrı uzmanlık alanı kuşkusuz. Genellikle butür çalışmalar yapılırken tanımlamalara girişilir. Biz bu tür keskin tanım-lamalardan özenle kaçınıp bu iki disiplin arasında bir takım gelgitler yaşa-yarak aralarındaki şaşırtıcı yakınlığa ve uzak düşüşe ucundan bucağındansokulmayı hedefliyoruz. Amaç biraz sorgulamak, biraz düşünmek, birazunuttuğumuz bilgilerimizi tazelemek ve en önemlisi belki de, felsefehakkında söz söylemek ve felsefeye ilişkin bir takım yanlışları ortaya koy-abilmek...

Bu çalışmaya başlarken önce bir sözcük araştırması yapma gereğidoğdu. Hekim ve hakim. Hekim sözcüğünün, hakim sözcüğününarapçada inceltilmiş hali olarak telaffuz edilip kullanıldığını görmekolanaklı. Bu her iki isim aslında hikmet sözcüğünden türemiş durumdadır-lar. Hikmet, sözcük anlamı olarak bilinmeyen nokta, gizli, bilinmeyen vefelsefe, olarak Türkçe açıklamasını almış. Hâkimin açıklaması da, çoktedbirli, çok bilgili, feylesof ve hekim olarak yapılmış. Görülüyor ki, filo-zof ve hekim (doktor) Arapça’da ve dolayısıyla bizim kullandığımız dildeadeta bir eş anlamlılık göstermekte. Bunun felsefe ve tıp tarihindeki enbelirgin ve bilinen örneği de İbni Sina (980-1037). Felsefede bir otoriteolduğu için hâkim, aynı zamanda da döneminin önemli bir tıp bilginiolduğu için de hekim diye anılmaktadır. İbni Sina sahip olduğu şöhretibir bakıma bu iki alan arasında kurduğu bağlantıya borçludur denebilir.“Önce teşhis sonra tedavi” diyen İbni Sina için felsefe ve tıp arasındasadece içerik farkı vardır. Antik çağın ünlü filozoflarından Aristoteles(384-322) bir hekimin oğludur. Onun için de insan bedeni bir sorukonusudur. Bu büyük filozof canlılar sorununu ele alışıyla bugünkü

215

Page 217: BERGAMA BELLETEN - 18

biyoloji felsefesine de kaynaklık eder. Bütün bir ortaçağı da mantık diz-gesinin etkisi altında tutan Aristoteles' in düşünceleri döneminin ve etk-isinde kalan bilim adamlarının ve hekimlerin de yol göstericisi olmuştur.İnsan bedeninde ilk yaşayan ve son ölen organın kalp olduğu saptaması,döneminde kabul görmüş bir düşüncedir. Prof. Dr. Nihat Keklik bir çalış-masında bir Arap hekim ve filozofu olan İshak Ibn Huneyn ( ölümü 911)‘nin "Tabiplerin ve Filozofların Tarihi " adlı yapıtında filozofların aynızamanda tabip, tabip olanların da aynı zamanda filozof olduğunu ifadeettiğini belirtmektedir.

Görüldüğü gibi, daha önce ayırdına varsak da varmasak da tıp vefelsefe arasında belki de tahmin ettiğimizden daha çok yakınlık bulun-makta. Bunu daha net görebilmek için tıp tarihine bir göz gezdirmekyeterli olacaktır.

Her şeyden önce vurgulamamız gereken nokta tıbbın da felsefenin dekonusunun insan ve yaşam olmasıdır. Her iki çalışma alanı özünde insanave yaşama ilişkindir. Soruları, arayışları, işlerlikleri hep bu ana konununuzanımlarıdır. Tıp için insan yaşamı daha doğrusu insanın sağlıklı yaşamıerek ise de pratikde direkt olarak insan sağlığını hedefliyorsa da bunavarabilmesi de bir takım doğru soruların sorulması ve verilen yanıtlarınbir eleştiri çalışmasına gereksinimi doğmaktadır.

Tarihsel süreç içinde XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra tıp bilimibugünkü şeklini kazanmaya başlayıp bilgilerini eskiden olduğu gibi dinve felsefeden değil, deneysel bilgilere dayandırarak ilerlemektedir. Buarada unutmamak gerekir ki, tıp sadece bir bilim değildir. Bir sanattır. Birteknik uygulanım alanıdır ve aynı zamanda sosyal ve kültürel yanları daolan bir çalışmadır.

Bütün bilimlerin anası olduğu kabul edilen felsefenin tıp gibi insanıve yaşamını soru konusu edinen bir gerçeklikten uzak olduğunu düşün-mek olanaksızdır.

Şimdi kuşbakışı olarak tıp tarihine bir göz atalım, bilgilerimizi tazele-mek adına. Eski Ege devrine gelene kadar tıp, dini bir görünüm sergiler.Bu konudaki ilk bilgileri (milattan önce 3000 yıllarından daha öncelerinegiden) Mısırlılardan günümüze kalan papirüslerden ve Mezopotamyalılar-

216

Page 218: BERGAMA BELLETEN - 18

dan kalan kil tabletlerden öğrenebiliyoruz. Bu kaynaklara bakınca tıp ileilgilenen kişiler o dönemin din adamları. Sihir ile büyü ile hastalıklaraderman aranmakta. Hastaya çağırılan sihirbaz ya da büyücü, o döneminhekimi.

Yeryüzünde hastalık insanlık tarihi kadar eski. O dönemin insanı doğakarşısında hayli zayıf ve korkular içinde. Sığındığı ilkel inancın koşut-luğunda, hastalık gibi bir aykırılık ile karşılaşınca, sığınacağı da inancıdoğrultusunda en yetkin kişi. Dini inanç ile hastalık arasında sıkı bağlan-tılar olmasının yanı sıra Mısır da hastalık ve yaşama ilişkin rasyonel yak-laşımlarla da karşılaşmaktayız. Mısırlılar için ölüm de yaşam gibi doğal.Her ne kadar anatomi bilgileri zayıfsa da cerrahide gelişme kaydetmişdurumdalar. Kırık ve çıkık tedavisinde alçı kullanmayı biliyor, cerrahidedikiş usulünden yararlandıklarını, dişçilikde de ayrı bir uzmanlık başarısıgösterdiklerine rastlıyoruz.

Dişçilik deyince Bergama’nın da bu konuda bir ilki gerçekleştirdiğinibelirtelim. Anadolu’da bilinen ilk dişçi Hristiyanlığın ilk yıllarındaBergama kilisesine gönderilen piskopos Antipas’tır.

Mısırlılar için yaşamsal merkez kalp olmakla birlikte hekimler yinede ruhban sınıfın üyeleri olmaktaydı, tıpkı Mezopotamyalılarda olduğugibi. Her iki kültürde de önemli olan insanın gereksinimlerini karşılamakolduğu için, o dönemin kaygısı tamamen pratiğe yönelikti. Sadece bukaygılar matematiğin, astronominin ve tıbbın gelişme sebebi olmuştur.Bilimi bilim için yapmak, ya da başka türlü söyleyecek olursak, teorikkaygı eski Ege (yaklaşık M.Ö. 700 civarında) düşün dünyası ile başla-makta. Çünkü felsefe felsefe olarak, mitolojiden bağımsız olarak varlıkgöstermekte. Sorulan sorular biçim değiştirmekte, pratik kaygılar geriplana gitmekte ve bilimsel düşüncenin tohumları atılmakta. Bugünkübilim, doğa felsefecileri ile ilk adımını atmış olmaktadır... İnsanın bilmeve kavrama arzusu felsefenin ve bilimin ana nedenidir.

Buna koşut olarak da tıp bilimsel kimliğinin ilk adımını atmış olur.Hippokrates ile birlikte tıp tanrıların etkisinden kurtulup bilimsel kim-liğine bürünmeye başlamıştır. Hippokrates M.Ö. V. yüzyılın sonlarındatıp okulunu, tıp bilimini, tıp teknik ve sanatını kuran ilk Egeli olarak ta-rihte yerini alır.

217

Page 219: BERGAMA BELLETEN - 18

Eski Ege'de hastalık doğaüstü bir olay olarak görülmeyip, hastalıklararasyonel ve bilimsel açıdan yaklaşıldı. Eski Ege'de bir esnaf olarak kabuledilen hekim, usta çırak ilişkisi içinde yetişiyordu diyor bazı tıp tarihikaynakları.

Felsefe ile sistematik düşünmeye başlayan insanın tıbba yaklaşımı dafarklı olacaktı elbet. Bunda da etkin olan disiplin kuşkusuz felsefe olmaktadır.Bugünkü bilimin gelişme noktası felsefe olup da bu denli insana dönük, in-sana ilişik çalışma alanı olan tıp, nasıl felsefeden uzak düşebilir ki?

Bergamalı Galenos, tıp ve felsefe alanında çalışmalar yapmış ve tıbbiekoller ve yöntemler arasında bir sentez kurmayı başararak teorilerini“Doğa boşuna hiçbir şey yapmaz.” ilkesiyle hazırlamıştır. Galenos'un tıb-bındaki felsefi teori ruhun bütün vücuda yaygın bir töz olduğu şek-lindeydi. Bunu söylerken atomcu filozofların mekanist görüşüne karşılıkveriyordu. Tıp tarihinde hayli önemli ve derin izler bırakan bir tıpadamının çalışmalarını sürdürürken ne denli felsefe ile içiçe olduğununbir örneğidir de aynı zamanda.

Tıp tarihi çok ünlü filozof hekimlerle doludur. Bunlara birkaç örnekverecek olursak, IX. yüzyılın son yarısında kimyayı tıbba uygulayan Razi,"Tıp Ansiklopedisi" adlı yapıtıyla tanınan bir filozof hekimdir.

XIII. yüzyılda" Külliyat-fıt-tıb " adlı kitabıyla fizyoloji ve psikolojidekendisinin doğrudan doğruya Aristoteles' in peşinden giden bir bilginolduğunu açıklayan İbn-i Rüşd bir diğer örnektir. Farabi ( 870- 950 ) Aris-toteles felsefesini benimseyen değerli bir hekimdir.

Antik çağın ünlü filozoflarından aynı zamanda da büyük bir hekimolarak anılan Empedokles (yaklaşık M.Ö. 492-432 ), tıbbi olaylarda hava,ateş, su ve toprak gibi dört elementin olduğunu ve organizmada da kan,balgam, sarı safra ve kara safra gibi dört esaslı sıvının olduğunu söyle-yerek bu sıvıların da sırasıyla kalp, beyin, karaciğer ve dalaktan kaynakaldığını belirtmiştir. Empedokles' in bu teorisi Hippokrates' in kitaplarındageçtiği gibi Aristoteles ve Galenos'un geliştirdikleri ve ortaçağ ve sonrakiyüzyıllara uzanan bir teori olduğu bilinmektedir. Ortaçağın ikinci yarısın-dan sonra hekimler modern anlamda bir bilim adamı portresi çizmektenhayli uzaktılar. Ama ortaçağ, hastane yapımında gelişme kaydetmiş birdönemdir ve doktor ünvanının ortaya çıktığı bir dönemdir de.

218

Page 220: BERGAMA BELLETEN - 18

Tıp tarihine yaptığımız bu üstünkörü ve kısa gezintiden anladığımızgeçmiş yüzyıllarda tıp ile felsefenin ne denli içiçe olduğu, birbirleriningelişmelerinde ne denli etkin rol oynadıklarıdır. Felsefe tarihine şöylesinebir bakış attığımızda bütün bilimlerin başlangıcı olan felsefenin bir süresonra pozitif bilimlerin uzmanlaşması ve kendi içlerinde yetkin-leşmeleriyle bazılarınca değerden düşmüş gözüyle bakılarak bir kenaraitilmiş boş konuşma ya da spekülasyon değerlendirilmelerine maruzkalmışsa da hangi alana elimizi uzatırsak uzatalım felsefe ile karşılaş-mamız kaçınılmaz olmaktadır. İster bilim dünyasından ister sıradan insan,bir gün bir yerde felsefe ile karşılaşır, ister bilinçli isterse bilinçsiz. Çünküfelsefe teknik anlamının dışında en insana özgü olandır ve insanın için-deki gizil gücüdür.

Tıp eski Ege sonrasında ve hele XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonratamamen bilim kaynaklı olduktan sonra felsefenin kazandırdığı disiplinearkasını dönemeyecek kadar felsefe ile içiçedir, Çünkü felsefe bir dildir.Soru sormaktır. Kavramların önünü, arkasını, içini görmektir. Eleştiridir.Yorumların bir üst yorumudur. Bilimsel düşüncenin vazgeçilmez koşullarıolan yaratıcı düşünce ve imge ve eleştirel düşünme felsefe disiplini ol-madan nasıl başarı sağlar? Bir hekim bütün bilimsel donanımına, teknikgelişmelerin getirdiği kolaylıklara, tüm somut saydığımız verilere daya-narak teşhisini koymaya çalışırken bir takım tahminler yürütmek, ken-dince yorumlar yapmak, teknik ve bilimsel donanımının birkaç adımötesine geçmek, olasılıkları değerlendirirken sorularını sormak,eleştirmek biraz da sağduyusunu işin içine katmak durumundadır. İnsanyaşamına giren her şey de felsefeye konu olduğuna göre felsefenin de tıp-tan uzak kalması olanaksız oluyor.

DÜŞÜNÜR GALENOSPlâtonculuk, Aristotelesçilik, Epikürcülük ve Stoacılık gibi düşünbilim

akımlarından etkilenen Galenos, bu akımın temsilcilerinden aldığı der-slerle kendi felsefi eklektisizmini biçimlendirdi. Dogmacı bir düşünür ol-maktan çok, tarihçi ve eleştirici bir bilgindir. Kendi eserlerinde izlediğisıra ve kullandığı yöntem, kendisinin Aristo'nun mantık ilkelerini kullan-mış bir diyalektikçi olduğunu gösterir.

219

Page 221: BERGAMA BELLETEN - 18

Galenos'un temel görüşü uzun bir denemesinde kendini bulur. Buradaiyi bir hekimin iyi bir filozof olması gerektiğini belirtir. Tektanrıcı değildi.Aristoteles'in "doğadaki herşeyin bir nedeni ve anlamı vardır" görüşünütümüyle benimsemiştir. Ayrıca Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın Roma İm-paratorluğundaki yaşamı nasıl etkilediğini eleştirel bir yaklaşımla in-celemiştir.

Galenos'un düşüncelerinin oluşmasındaki etkileri ele aldığımız zamanonun düşünsel yapısını daha kolay kavrama olanağına kavuşabiliriz.

Önemli ölçüde etkilendiği Ariştotelesçilik, eski Egeli düşünür Aris-toteles'ten kaynaklanır. Aristoteles'in kurduğu okul olan Lykeion'da 300yıla yakın bir süre canlı kalmış, bir inanç sisteminden çok, eleştirelaraştırma anlayışı olarak yaşamıştır.

M.Ö. 427 de Atina'da doğan ve M.Ö. 348-347 yıllarında ölen Egelidüşünür Eflatun'dan görüşlerini alan Plâtonculuk nesnel düşünceci biröğretidir. Platon metafiziğin kurucusu sayılır. Sokrates'in akılcılığını vesoyutçuluğunu geliştirmiştir. Özdeksel ve nesnel dünyanın gerçek ol-madığını savunan Platon, ticarete de karşı çıkıyordu. Günümüzde hayalcibir toplumculuk olarak nitelendirilen devlet tasarımı, ticaret yapmayan,bundan dolayı da ahlaklı olan bir ülke düşünden doğmuştur.

Galenos'u etkileyen düşünce akımlarından biri de Epikürcülük'tür.Epikürcülük, antik çağ düşüncesinin en ilginç düşünürlerinden biri olanEpiküros'a dayanır. Bu felsefede birkaç temel kavram vardır. Bunlar,fizikte mekanik bir nedensellik anlayışı olan atomculuk, evreninsonsuzluğu ve evrendeki nesneleri çevreleyen güçlerin dengesi ile dünyaolaylarının bütünüyle dışında yer alan kutsanmış ve ölümsüz tanrılardır.

Epikuros'un etikte kullandığı temel kavramlar ise iyinin haz ile, enyüce iyi ve sonul amacın ruhun ve bedenin acıdan arınması ile özdeşleştir-ilmesi, her türlü insan ilişkisinin en yüksek ifade biçimini arkadaşlıktabulan yarar ilkesine indirgenmesi, sonul amaca uygun olarak da tüm arzu-ların sınırlandırılması ve hazzını eşlik ettiği erdemli sakin bir yaşamınseçilmesidir.

Galenos'a gelince: Doğaya dair düşünceleri çok karışıktır. Bu konudakiyapıtlarında bazen bir kuvvetten, bazen bir varlıktan söz eder, Bazen

220

Page 222: BERGAMA BELLETEN - 18

"doğa" sözcüğünü tümel ya da tikel anlamda kullanır. Kendi düşüncelerinisıralarken kendisinden öncekilerin düşüncelerini de naklederek doğadanne anladığını belirtir.

Kitaplarında Hippokrat'ın yaptığı tanımlamalara rastlanır. Doğayı dörtsuyuğun mizacından oluşmuş evrensel bir töz diye tanımlar. Bir başkayerde ise "doğan ve ölen tüm cisimlerin esasını oluşturan ilk töz" diyebelirtir. Kimi zaman da "bize bedeni yönetmek için verilmiş bir kuvvetve bir fakülte" der.

'Yer sarsıntısına dair ve çarpıntı hakkında" başlıklı eserinde doğuştanısıdan söz ederken "doğa ve ruh" bundan başka birşey değildir. O suretleki, siz bunları daima ve kendi kendilerine hareket eden bir fakülte say-makla aldanmış olmazsınız görüşüne yer verir.

"Dölütün oluşumuna dair" adlı eserinde dölütün oluşumu için birneden aramayı yersiz bulur. "Biz, tözünün ne olduğunu bilmeksizin (doğa)adını veriyoruz. Bedenimizin yapısı, yaratıcısının yüce bilgelik ve gücünearacılık ettiğini göstermiştir. Fakat düşünürlerden bedenimizi yapanınönce her hayvan vücuduna en uygun gelen biçimi vermek için düşünensonra da uygun bulduğunu yaratmak için gerekli kuvveti belirten bilgegüçlü bir tanrı olup olmadığını ya da tanrıdan farklı bir ruh olup olmadık-larını bana göstermelerin rica ederim. Onlar "doğa" denilen şeyin tözütinsel olsun ya da olmasın, bu yüce bilgeliğe ulaşamaz diyeceklerdir. Ziraonlara göre bu töz, dölütün oluşumunda bu kadar sanatla çalışarakhareket etmez. Fakat biz bu savda bulunan Epikürle tüm bu şeylerin birtanrı kayrası olmaksızın oluştuğunu sunanların düşüncelerine inanma-yacağız".

Galenos, Eflatun ve Aristo ile birlikte amaçlı nedenler "cause finale"ilkesini kabul etmiştir.

Doğanın her eserinde, her an görülmekte olan ve yaşamla organiz-manın tüm ayrıntılarında uygulanan bu ilkeyi, doğanın üstünde bilgelik,iyilik ve güç nedenleriyle sonsuz olan bir varlığı tanımamıza yarayan birbelge sayar.

Her şeye gücü yeten tanrısal kuvvetin, sonsuz olan maddenin bağlıolduğu zorunlu koşulları değiştirmeyeceğine inanır. Bu inanış, eski Ege

221

Page 223: BERGAMA BELLETEN - 18

düşünürleri ile koşuttur. "Bizi doğa bilimlerini pek iyi incelemiş olan tümEge düşünürlerinin Eflatun ve Musa'nın görüşlerinden ayıran nokta budur.Musa'ya göre Tanrının maddeyi bir kez düzenlemeyi istemiş olması,hemen bu düzenin oluşması için muktedirdir ve onun için her şeymümkündür. Biz böyle düşünmüyoruz. Zira bazı şeyler vardır ki, nitelik-leri itibarıyla olmazlar ve tanrı böyle şeylere dokunmaz, fakat olabilenşeyler arasında en iyisini seçer.

Galenos tinsel ruh hakkında da değişik görüşler öne sürmüştür. Ruhunmaddesel bir töz olup olmadığını çözebilecek olan bir belge bulun-madığını anlatarak bu konuya değinme cesaretini göstermez. Yalnızcamaddecilikle tinselcilik arasında kararsız bir durum alır.

Ruhu, Aristo'nun yaptığı tanıma göre anlamak suretiyle maddeciliğefazlasıyla yönelmiştir. Ruhun (sıcak, soğuk, kuru, yaş) gibi cisimlerin dörtilkel karışımından oluştuğu sonucuna varır.

"insan ruhları ya can ya da canın bir aletidirler. Bu, kuşkusuz kidoğrudur. Ve onların parıltısı, güneşin ve tüm yıldızların parıltısını aşar.Bir harika olarak da aynı ruhlar zahit insanlarda tanrısal ruhun ken-disiyle karışır. Bu tanrısal ışık, tanrı hakkındaki bilgileri daha parlak,daha sağlam ve tanrıya karşı olan atılmaları daha ateşli olsun diye onlarıdaha parlak bir duruma getirir. Yüreklerde yer tutan şeytanlar ise tersineolarak nefesleriyle beyin ve yürekteki ruhları bulandırır. Yargıların önünegeçer. Açığa vurulmuş öfkelere neden olur. Yüreği ve diğer organları enzalim edimlere sürükler."

Bu düşünüş biçimi, ruhun ölmezliğini ya da daha çok Eflatun'un ilerisürdüğü ruhun düşünen kısmının ölmezliğini kabul etmesine engel olur.

"Eğer Eflatun hala yaşıyorsa, kendisinden niçin fazla bir kan yitirildiğiya da baldıran zehiri içildiği zaman ya da şiddetli bir ateşe tutuluncaruhun bedenden, ayrıldığını öğrenmek isterim. Zira Eflatun'a göre ruhbedenden ayrılınca ölüm oluşur. Ve biraz daha aşağıda da, ruh cisimtüründen bir şey olmasaydı, tüm bir bedenle birlikte sönüp gitmezdi."

Galenos, ruhun bölümleri ile parçalarına dair düşüncelerinin temeliniEflatun öğretisinden alır. Eflatun'a olan hayranlığını, ona "düşünürlerinprensi" sanını vermek suretiyle de belirtmiştir.

222

Page 224: BERGAMA BELLETEN - 18

"Hippokrat ve Eflatun'un görüşlerine dair" adlı yapıtının ilk yedikitabında insanın üç ruhuna dair, Eflatun'un ileri sürmüş olduğu öğretiyiaçıklar. Galenos, bu kuramı, Aristo ve Stoacılar karşı şiddetle savunur.

Onun psikolojisinde Stoacılıktan sızan kimi şeyler de vardır. Duyumdabiri değişkeye uğrayan organın değişmesi ve bu değişmenin bilinci bunaörnektir. Genel olarak Stoacıların hekimlik felsefesi hakkında bilgi verdiği"Julien'e karşı" adlı eserinde; sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluk nite-liklerini taşıyan dört öğenin sağlık, zeka, türlü mizaç karakterleriüzerindeki etkisini kabul eder. Bu temele dayanan hekimlik okuluna da"Philiston" denir.

Hareket eden ve duygulu olan sinirlerin ayrı oldu¬ğunu bulan Galenos,Aristo'ya karşıt olarak iradeli hareketlerle dil ve duyumların merkezininyürekte değil beyinde olduğunu da kanıtlamıştır. Galenos'a göre yürek,tutkuların ve iradesiz hareketlerin merkezidir. Bitkisel yaşamın merkezikaraciğerdir. Omurilik doğrudan doğruya kendisinden çıkmayan sinirleribeyinde birleştirmeye yarar.

Temel bölümlerini Eflatun'dan aldığı anlak kuramında "eğer en iyiolan bir ise, eğer yetkinlik bir ise, ruhun akılsal kısmının erdemi bilimolmak zorundadır. Ve eğer ruhlarımızda yalnızca bir akılsal kısım varsa,öteki erdemleri aramak gerekmez. Eğer tersine olarak bir "cesur" ruh davarsa bunun karşılığı olan bir erdemin de bulunması gerekir. Aynı suretleüçüncü bir ruh yani şehvet de varsa, bunları üç erdem izleyecek ve bu üçerdemin birbirleriyle olan ilişkilerinden de bir dördüncü erdem doğacak-tır" görüşünü savunur.

"İyiyi istememiz ve sevmemiz, kötüden ürkmemiz, tiksinmemiz, çekin-memiz de doğamızın bir sonucudur."

Açıklanamaz bir çelişkiye düşerek ruh hareketlerinin, genel olarakbeden hareketlerini taklit ettiğini, tüm görüşlerin hemen hemen tenselyapının (bünye) bir ürünü olduğunu kanıtlamak için gereken belgeler vetanıklıkları biriktirir.

"Herkes doğası itibarıyla adaletin düşmanı olmadığı gibi, dostu dadeğildir. Zira bu iki insan türü, bedenlerinin yaradılışındaki ayrıcalıkyüzünden böyle olmuşlardır."

223

Page 225: BERGAMA BELLETEN - 18

Hemen tüm çocukların kötü olduklarını, içlerinden pek azında erdemyeteneği bulunduğunu savlayarak Eflatun'dan ayrılır.

İnsanda üç doğal eğilimi kabul eder. Bunlardan her biri üç ruh türünebağlıdır:

A) şehvetli ruhta yerleşmiş bulunan "Haz" zevki

B) ilkesini "cesur" ruh oluşturan ve bizi utkuya götüren eğilim

C) tümüyle akılsal ruha özgü olan "iyi" ve "güzel" aşkı

Galenos'a göre bu üçüncü ruh da diğer ikisi gibi bedenin yaradılışınabağlıdır. Aristo gibi yalnız akıldan gelmeyen bir dizi erdemlerin de alıştır-malarla kazanıldığını kabul eder.

"iyi"yi yine Aristo gibi birbirine karşıt olan iki tutkunun tam ortasındatutmaktan ibaret sayar. Ruh kazançlarının mutluluğumuzu temine yet-meyeceğine, bunlara uygun bir ölçüde dışsal iyilikleri eklemek gerek-tiğine inanır.

Galenos'un mantıkla ilgilendiğinin de iki kanıtı bulunmaktadır.

1. Kıyas şekillerinden dördüncüsünü bulduğunu saklar. Buna göre ortaterim büyük önermeye, konu da küçük önermeye yükletilir.

2. Aristo'nun bir önermede çift anlam verebilen türlü nedenlere dairpek bulanık bir parçasını açıklarken ileri sürdüğü düşünceler.

Bunlardan başka yargının olabilirliğini de inceledi. İlk kez denklik ku-ramını kurdu.

Tüm bu değişik konulardaki görüşlerinden sonra topluca düşünbilimtarihine yaptığı hizmetlere de bakmak gereklidir, "Hippokrat ve Eflatun'ungörüşleri" adlı kitabında Stoacıların öğretisini reddeder. Bu sistemin türlüevreleriyle dönüşümlerini açıkça gösterir.

Epikürcülere, düşleri, falcıları ve astronomiyi inkar ettikleri içinçıkışır. Bu güçlerin aynı yeryüzü üzerinde olup biten şeylere genel olarakbir etki yaptığını ve özel olarak da hastalıklar üzerinde bir etkisi olduğunuaynı ruhla iddia eder.

Daha çok gençken yalnızca kişisel ve doğal bir istekle felsefeye

224

Page 226: BERGAMA BELLETEN - 18

yönelmiş, felsefeyle hekimlik öğrenimine koyulmuş olanlarında okuya-bileceği şekilde bu iki bilim arasındaki bağları gösteren felsefe kitaplarıyazmıştır.

Kişisel bir öğretisi olmayan Galenos, felsefede seçmecidir. Az çokmaddesel olan bu seçmeciliğine uzlaştırıcılık "syncretisme" adı verilir.

Doğa ve yaşam hakkındaki güzel esinlerini Eflatun'dan almıştır.

STOACI GALENOSStoacılık (Stoisizm)Stoa'cılık M.Ö. IV. yy.ın son yıllarında doğdu, kurucusu Zenon'dan

Epiktetos'a, Marcus Aurelius'a kadar hiç bir değişikliğe uğramadı. Panteistve maddeci Stoa fiziğinin temelinde çaba ve gerilim fikri vardır.

Doğanın tek varlıkları cisimlerdir; ama bunların hepsinde etkin ilke,neden ve kuvvet maddeden ayrılmaz; kuvvetsiz madde ve maddesizkuvvet yoktur. Kuvvet cisimden ayrı değildir; demek ki, cisimseldir;maddeye işler ve uzayı onunla doldurur. Bu kuvvet, bu gerilim, hareketive uyumu yaratır; dünyanın ruhudur, Tanrı'nın kendisidir. Evrende herşeyi birbirine bağlayan, bütün evreni dolduran bu ruh, bir sanatçı gibi,kaderin boyunduruğu altındaki her şeye yeni bir güç kazandırır.

Stoa'cı mantık, izlenimin edilgin bir duygulanmadan başka bir şey ol-madığını kabul eder; algılamanın olduğu yerde kabul etme ve yargı, yaniçaba vardır. Fikirlerin zincirlenişi ve yaklaştırılması zekânın olduğu kadariradenin de işlemleridir. Deney, her bilginin kaynağıdır. Onu yönetenilkeler de eski bir deneyden ve daha yüksek bir düzenden gelir.

Stoa'cı ahlâkın ilk fikri, yüce iyiliğin erdeme varmak için harcanançabada bulunduğu fikridir. Bunun dışında kalan hiç bir şeyin, zevk veacının, sağlık ve hastalığın, fakirlik ve zenginliğin farkı yoktur. Erdem,tümüyle, niyete dayanır. İyilikte ve kötülükte dereceler yoktur; bütün hata-lar birbirine eşittir. Bilge kişi erdemlidir, aynı zamanda mutludur.

Erdem, doğaya uygun yani akla uygun bir şekilde yaşamaya dayanır.Bu, insanın kendinde bir ahenge, bir uyuma varmasıdır, öbür insanlarla

225

Page 227: BERGAMA BELLETEN - 18

uyum içinde yaşamasıdır. Çünkü bütün insanlar kardeştir. Başka bir dey-işle erdem, bütün doğayla uyum içinde yaşamaktır. Ruh, akılda çaba gös-terir ve gerilir, tutkuda gevşer. Bilge kişi tutkudan kaçınabilmeli ve onakarşı duyarsız kalabilmelidir. Epiktetos «dayan ve kaçın» der.

Kıbrıslı Zenon(M.Ö. 335 - 264) Kıbrıs doğumlu stoacı temeli atan düşünür. Ticaretle

uğraşırken Sokrates ve Ksenphon'un yapıtlarını inceleyen Zenon, bir işyolculuğu için Atina'ya gidince, Krates'in derslerini izledikten sonra felse-feye yönelir. Herakleitos'un evrenbilimi ve Aristoteles mantığının birbölümünü birleştirerek Stoacılık adı verilen felsefe okulunu kurar.Geliştirdiği felsefeyi Poikile Stoası'nda verdiği derslerle yayması, Stoacıadlandırmasına kaynaklık etmiştir. Zenon, etik ağırlıklı felsefi sistemindemantık, bilgi kuramı ve fizikle ilgili sorunları da ele almıştır.

Mutluluğun, iradeyi, evreni yöneten ilahi us ile uyumlu kılmaya bağlıolduğunu ileri sürer. Mantık ve bilgi kuramında Antisthenes ve DiodorosKronos'dan, fizikte Herakleitos'dan etkilenmiştir. Kaba, ama etkili bir Yu-nanca ile yazdığı çok sayıda incelemesinden günümüze yalnızca başkayazarlar tarafından alıntılanan bazı parçalar ulaşmıştır. Bir söylentiye görefelsefenin doruğuna ulaştığına inanınca intihar etmiştir.

Herakleitos gibi Stoacılar da tüm insanların ortak bir dünya mantığınınya da "logos"un bir parçası olduğunu savunuyorlardı. Stoacılara göre tekinsanla evren arasında bir fark olmadığı gibi, "ruh" ile "madde" arasındada bir fark yoktu. Yalnızca tek bir doğa vardı. Bu anlayışa "Bircilik" (Mo-nizm) denir. Stoacılar gerçek anlamda bir "kozmopolit"tiler. Çağdaşkültüre "fıçı filozoflarından" (Kinik'lerden) çok daha açıktılar. İnsanıntoplum içindeki yaşamına önem verip politikayla uğraşıyorlardı.

Elealı Zenon(M.Ö. V. yüzyıl) Bergama’nın liman kenti Elea doğumlu ünlü filozofu

ve matematikçisi. Aristoteles tarafından diyalektiğin kurucusu olarak nite-lenir. Parmenides'in öğrencisi olan Elealı Zenon'un, mantık ve matem-

226

Page 228: BERGAMA BELLETEN - 18

atiğin gelişmesinde önemli rol oynayan ünlü paradoksları süreklilik vesonsuzluk kavramlarının açıklık kazanmasına değin çözümsüz kalmıştır.

Zenon, varlığın birliğini ve sürekliliğini ortaya koymak için bulduğukanıtlarla (ok kanıtı, kaplumbağa kanıtı, vb.) hareketin varlığına karşıçıktı. Parmenides'in soyut, analitik tarzını sürdürmüş, ama rakiplerinintezlerinden yola çıkarak reducito ad absurdum (saçmaya indirgeme) yön-temiyle bunları çürütmüştür. Aristoteles tarafından diyalektiğin bulucusukabul edilmesinin nedeni de büyük olasılıkla bu çıkış noktası ve çok etkiliolan çürütme yöntemidir.

Zenon'un yaşamı süresince matematik çıkarsamalarının etkiliolduğunu düşünmek zordur. Ama paradokslarıyla ortaya koyduğu matem-atiksel bir sürekliliğe ilişkin mantıksal sorunlar ciddi ve temellidir. Aris-toteles'in bunlara getirdiği çözüm de oldukça yetersiz kalır. Zenon, Eleatiranına düzenlenen bir suikaste karıştığı için öldürülmüştür.

Empedokles(M.Ö. 490'da doğdu) Agrigento'da doğan Empedokles siyaset adamı,

kanun yapıcısı, şair, hekim ve müneccim idi. Empedokles, Aristoteles'egöre retoriğin yaratıcısıdır. Pergamonlu Galenos, onu Roma tıbbınınöncüleri arasında saymıştır. Söylendiğine göre Gorgias onun öğrencisiidi. Bugün elimizde Peri Phiseos (Tabiat Üzerine) adlı şiirinden 450 mısra,Katharmoi'dan (Arınmalar) 120 mısra bulunmaktadır.

Herakleitos'tan, Parmenides'ten ve Pythagoras'dan yararlanmakla bir-likte eklektik bir filozof olan Empedokles'in kendine özgü olan dört unsurteorisi modern kimya çağına kadar süre geldi. Bu teoriye göre var olanher şeyi yaratıp meydana getiren dört unsur; su, hava, ateş ve toprak'tır.Bu bileşim süreklidir. Empedokles, hem Parmenides'e hem de Herak-leitos'a hak verir. Ona göre hiç bir şeyin başlamadığını ve bitmediğinisöyleyen Parmenides haklıdır; çünkü unsurlar, sürekli olarak aynı kalır.Her şeyin sürekli olarak değiştiğini öne süren Herakleitos da haklıdır;çünkü unsurların meydana getirdiği bileşimler, bir an birbirleri ile özdeşdeğildir.

227

Page 229: BERGAMA BELLETEN - 18

Empedokles'e göre unsurlarda iki ilke egemendir; onları birleştirensevgi, ayıran da nefrettir. Biyoloji alanında Empedokles'de, evrim vedoğal ayıklanma kavramlarını bulmak mümkündür. Empedokles aynı za-manda değişimcilik teorisinin de, uzaktan bir öncüsü sayılabilir.

Parmenides (M.Ö. 540 - 450) Bergama-Elea okulunun kurucusu olan filozoftur.

Sokrates'ten önceki düşünürlerden olan ve Pythagorasçı okuldan yetişenParmenides'in "Doğa Üzerine" adlı manzum felsefi yapıtından günümüzeancak 160 dize ulaşmıştır. Felsefesinin temeli ünlü "var olan vardır, varolmayan yoktur" cümlesine dayanan Parmenides'e göre var olan her şeyezelden beri varola gelmişti. Fakat hiç bir şey kendinden başka bir şeyolamazdı. Parmenides, gördüğüne de inanmıyordu.

Duyularımızın bizi yanıltıp dünyayı yanlış, mantığımıza uymayan birşekilde algılattığını düşünüyordu. Filozof olarak görevinin de "duyununaldatmacalarını" bulup ortaya çıkarmak olduğuna inanıyordu. Ona göreduyular dünyasından farklı olan varlık, sınırlıdır ve küre biçimindedir.Duyular dünyasının varlığı, açıklanamaz, çelişmelerle dolu bir şeydir.

Marcus Aurelius(M.S. 120 -180) Marcus Aurelius "Kendi Kendine Düşünceler" isimli

eserinde Epiktetos'ten sıkça söz eder. Bu son iki Romalı stoacıda, eskistoa ruhunun bir daha canlandığına tanık oluyoruz. Bunlar bireyinamacını, devlet içinde bir hizmette bulunmak olarak anlar.

Marcus Aurelius'a göre her bireyin kendisini görev başında bulunanbir asker gibi, yani komutanın kendisine verdiği emri yerine getirmekteolan bir asker gibi anlaması gerekir. Bir sipere belli bir görevle yerleşti-rilen bir asker, üzerine düşeni, elinden geldiğince yapmalıdır.

Kendisine verilen görevin doğru olup olmadığını tartışmaya askerinhakkı yoktur. Aynı bunun gibi her insana doğa ve devlet tarafından bellibir "görev" verilmiştir. Herkesin kendisine verilen görevi elindengeldiğince yapması gerekir. Sonraki stoacıların ahlakında gittikçe artanbir değer kazanan bu görev düşüncesinin Roma dünya görüşünde önemli

228

Page 230: BERGAMA BELLETEN - 18

bir yeri vardır. Roma en parlak dönemlerine görev düşüncesine dayanarakulaşmıştır.

Stoacılık yanında Epikürcülüğün de, yani sert bir görev ahlâkı yanındabir haz felsefesinin de Roma'ya girmiş olduğuna burada işaret etmeliyiz.Buna, haz felsefesini kolay anlaşılır bir biçimde dile getiren ünlü Lâtinşairi Lecretius'tu örnek gösterebiliriz. Lecretius (M.Ö. 91 - 55) şiirselbiçimde yazılmış bir eğitim eseri olarak anabileceğimiz "EşyanınDoğasına Dair" adlı eseriyle tanınır.

İşte Romalıların felsefe alanındaki başarıları, hemen hemen, bunlardır.Eski Stoacılar gerek astrolojiyi, gerek geleceği okumayı (kehaneti) ben-imsemişlerdi. Panaitios, eski stoaya bu noktada eleştiri yöneltir. Ona göreastroloji (yıldız bilimi), geleceği okumak (kehanet)... birer uydurma inanç(batıl itikat)tan başka bir şey değildir.

Panaitios'un bu karşı çıkışı etkili olmamıştır. O kadar ki, Panaitios, bugibi inançlarla uğraşanların sonuncusudur. Çünkü bu türden inançlar,özellikle astrolojiye inanma, bundan sonraki dönemde daha da önemkazanmıştır. Bu dönem için, özellikle iki düşünürden söz etmeliyiz: Bun-lardan ilki Poseidonios'tur.

Sokrates öncesi doğa filozoflarının spekülasyonları karşısında Hip-pokrates'in (M.Ö. 460-377) Herodotos ve Tukidides'in tarih yazıcılığındabaşardıklarına benzer şekilde tıp bilimi içinde deneysel-bilimsel idealinsavunuculuğunu yaptığını söyleyebiliriz: Spekülasyona değil fakatgözleme ve pratik deneyime vurgu yapar. Bu nedenle, Hipokrates antikçağda olaylara ve deneyimlere dayanan eğilimin bir parçasıdır. BugünHipokrates, herhalde en çok kendi adını taşıyan Hipokrat yemini diye bi-linen tıbbi ahlak yasasını oluşturmuş olmasıyla tanınmaktadır:

"Hekim Apollon, Esculapion, Hygia, Panacea, bütün tanrı ve tan-rıçalar adına and içerim, onları tanık ve şahit tutarım ki, bu andımı veverdiğim sözü gücüm kuvvetim yettiği kadar yerine getireceğim. Busanatta hocamı, babam gibi tanıyacağım, rızkımı onunla paylaşacağım.Paraya ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim. Öğrenmek istedikleritakdirde O'nun çocuklarına bu sanatı bir ücret veya senet almaksızınöğreteceğim. Reçetelerin örneklerini, ağızdan bilgileri şifahi malumatıve başka dersleri evlatlarıma, hocamın çocuklarına ve hekim andı içen-

229

Page 231: BERGAMA BELLETEN - 18

lere öğreteceğim. Bunlardan başka bir kimseye öğretmeyeceğim. Gücümyettiği kadar tedavimi hiç bir vakit kötülük için değil yardım için kul-lanacağım. Benden ağu isteyene onu vermeyeceğim gibi, böyle bir harekettarzını bile tavsiye etmeyeceğim. Bunun gibi bir gebe kadına çocukdüşürmesi için ilaç vermeyeceğim. Hayatımı, sanatımı tertemiz bir şekildekullanacağım. Bıçağımı mesanesinde taş olan muzdariplerde bile kullan-mayacağım. Bunun için yerimi ehline terk edeceğim. Hangi eve girersemgireyim, hastaya yardım için gireceğim. Kasıtlı olan bütün kötülüklerdenkaçınacağım, ister hür, ister köle olsun erkek ve kadınların vücudunukötüye kullanmaktan, zarar vermekten sakınacağım. Gerek sanatımınicrası sırasında, gerek sanatımın dışında insanlarla ilişkilerimdeetrafımda olup bitenleri, görüp işittiklerimi bir sır olarak saklayacağımve kimseye açmayacağım. Bu yemini bozmadığım sürece yaşamdan veher zaman herkesçe saygı gösterilen bu sanatın icrasından keyif almakbahşedilsin bana! Ancak olur da bu yemini bozar ve ihlal edersem, tamtersi olsun benim kaderim!”

Tıp ahlakı yasasının bu formu, klasik bir metin haline gelmiştir. Buyemin, doktor ile hastası arasındaki ve doktor ile toplum arasındaki ilişkiyedair düşünce mahsulü ve ahlakî bir görüşü ortaya koymaktadır. Ayrıca bu,Hipokrates'in de savunduğu tıbbi uygulamada tedbirin gerekliliğini degöstermektedir: doktor birdenbire bıçağı kapıp ameliyat etmeyekoyulmamalıdır. Hippokrates'e göre, doktor kesin ve geri dönülemezbiçimde müdahale etmekten ziyade öncelikli olarak ilaç tavsiye eden birhekim olmalıdır. Bunun temelinde doktorun doğanın karşısında değil doğaile birlikte çalışması gerektiğini ileri süren görüş yatmaktadır. Amaç,doğanın kendi işleyişini harekete geçirerek doğanın dengesini ve ahenginiyeniden sağlamaktır. Bu amaç günümüz için fazlasıyla edilgen görünüyorsada, burada iki noktayı belirginleştirmek yararlı olabilir. İlk olarak, antiseptikve teknik malzeme gibi etkenler yüzünden cerrahi işlemler, antik çağdagünümüzde olduğundan çok daha fazla tehlikeliydiler. İkinci olarak ise,Hippokrates, Aristo'nunkine benzer bir doğa görüşüne sahipti: Her şeykendi yerini arar; insanlar da, hem akılları hem de bedenleriyle sağlığınıarar; yani doğal işlevlerinin ve yeteneklerinin düzen içinde olmasına veahenkli bir dengeye ulaşmaya çabalar. Bu işleyişte doktor, bir hekim ol-manın yanı sıra diyet veya yaşam tarzı üzerinde tavsiyelerde bulunan birdanışman işlevi de görür, çünkü iyileştirilecek olan 'bütün' halindeki kişidir.

230

Page 232: BERGAMA BELLETEN - 18

Eski Egeli cerrahlar kadavra üzerinde ve hatta canlı insan (ölüm ceza-sına çarptırılmış mahkûmlar) üzerinde inceleme ve uygulama yapmışlarve böylelikle anatomik ve fizyolojik bilgilerini geliştirmişlerdir: İç organ-ları daha ayrıntılı olarak tanımlayabilmiş, organlar arasındaki işlevselilişkileri ortaya koyabilmişlerdir; mesela göz, optik sinir ve merkezi sinirsistemini ilişkilendirmek gibi. Eğer sadece çeşitli hastalıkların seyrinitanımlamak ve dışsal belirtileri gözlemek suretiyle ilaçlan denemekleyetinmeyecek ve fakat aynı zamanda eşyanın neden olduklarını da açıkla-yacaksak böyle bir bilgi gereklidir.

Galenos, bir Aristocu ve Hipokrates'in takipçisiydi. O da doğal şey-lerin ahenk ve uyum peşinde olduklarını ve doktorun bu işleyişte temkinlibir yardımcı olarak bulunduğunu vurgulamıştır. Galenos, maddesel atom-ların doğanın temel unsurları olduğuna dair teoriye karşı çıkmıştır.

Galenos, halk önünde dersler veriyor; hayvan diseksiyonları yapı-yordu. Ancak ün ve başarıları Roma'daki hekimlerin ona karşı tepki duy-malarına neden oldu. Diğer yandan elde ettiği tanı ve tedavi bulgularınıaşırı abartarak yansıtmaktadır. Yazılarında meslektaşlarıyla sıkı polemik-lere giriyordu. Kendine göre Galenos herşeyi biliyordu ve herşeye karşımutlaka cevabı vardı. Hastalıkların tanı ve tedavilerinin neler olduklarınınbüyük bir güven duygusu içerisinde tasvir ederdi.

Galenos'a göre böyle bir görüş, yaşamın işleyiş biçimlerini yanlışolarak temsil eder. Bu nedenle, Demokritos ve Epiküros tarafından önesürülen doğa teorilerine dayanan tıbbi terapi kavramını reddetmiştir.Galenos, zamanla kayda değer bir şöhret kazanmış ve Rönesans'ın sonunadeğin tıpta bir otorite olarak kalmıştır. Zamanında, bedenin fiziksel du-rumunun çeşitli vücut sıvıları arasında varolan dengeli bir ilişki tarafındanidare edildiği şeklindeki görüşleriyle uyum içinde olarak, çeşitli mizaçözelliklerini bu ilişkide varolan bir dengesizlik bağlamında teorik olarakaçıklamaya çalışmıştır: Neşeli kişinin vücudunda çok fazla miktarda kanbulunur (Latince: sanguis), soğukkanlı kişinin vücudunda çok fazla mik-tarda balgam bulunur (Yunanca: phlegma), asabi kişinin vücudunda çokfazla miktarda sarı safra bulunur (Yunanca: chole) ve melankolik kişininvücudunda çok fazla miktarda siyah safra bulunur (Yunanca: melainachole). Burada klasik Ege fikirleri olan denge ve uyum ile karşılaşıyoruz.

231

Page 233: BERGAMA BELLETEN - 18

KUŞKUCULUK

Pyrrhon (Piron)(M.Ö. 360 - 272) Egeli filozof. Pyrrhonculuk akımının kurucusu olan

Pyrrhon genellikle şüpheciliğin babası sayılır. Abderalı Anaksarkhos'unöğrencisi olan Pyrrhon, Elis'de öğretmenlik yaptı. Bir önermenin lehindeve aleyhinde aynı geçerlilikte görüşler belirtilebileceği inancıyla gerçeğiaramanın boş bir çaba olduğunu öne sürdü. Büyük İskender'in Hindistanseferine katıldı ve orada fakirlerin koşullara kayıtsız kalmaktan kay-naklanan bir mutluluk duyduklarını gözlemledi.

İnsanların duyu algılarının güvenilirliği konusunda yargıda bulun-masını (yani epokhe'yi uygulamasını) ve görünen biçimiyle gerçekliğeuygun olarak yaşamasını savundu. Pyrrhon ne varlığı araştırdı, ne "buiyidir bu kötüdür" diyerek bir seçim yaptı, ne de bir hüküm verdi. Ne birşey bekledi, ne bir şey ümit etti, ne de bir şeye inandı. Septik filozoflardagörülen bu tutumlar tam anlamıyla dogmatik özellikler olarak nite-lendirilebilir.

Antik çağ felsefecileri arasında yer alan kuşkucular, Bergama’lı ünlütıp bilgini Galenos tarafından öne sürülmüş ve antik çağdaki tüm hekimlertarafından kabul edilmiş olan dört sıvı kuramını kabul ederler. Bu kuramagöre, insan sağlığı dört vücut sıvısının arasındaki dengeye bağlıdır. Budört vücut sıvısından ikisi, kan ve safra gibi gerçekten varolan iki sıvı,buna karşın ikisi de, varsayımsal bir nitelik arzeden ve melaına khole'ytephlegma diye adlandırılan kara safra ve irinli iltihap ya da balgamdır. Sek-stus'a göre, insanların yalnızca sağlıklarının değil, fakat bedensel şekil yada farklılıklarının temelinde, bu dört sıvının farklı karışımı ya da oluştur-duğu denge vardır. Bundan dolayı, örneğin Hintlilerin burunlarıyla, İskit-lerin burunları birbirinden şekil olarak farklılık gösterir; bu ise, onlarınfarklı koku almalarına ve aynı nesneyle ilgili olarak değişik, hatta karşıtgörünüşlere sahip olmalarına neden olur.

Dört sıvının farklılık gösteren denge ya da karışımı, yalnızca uluslararasında değil, fakat aynı ulusa mensup insanlar arasında da farklılıklara,bireylerde onların kendilerine özgü özelliklerin doğuşuna yol açar. Dio-genes de, aynı konuda, tıpkı Sekstus Empirikus gibi, şunları yazmaktadır:

232

Page 234: BERGAMA BELLETEN - 18

"Örneğin, İskender'in uşağı olan Demofon gölgede sıcaklık hisset-mekte, güneşte üşümektedir. Aristoteles'e göre, Argos'lu Andren, susuzLibya'dan hiç su içmeden geçermiş".

Bedensel farklılıklardan psikolojik ya da ruhsal farklılıklara geçiş ko-laydır, zira beden ruhun aynası ya da kopyasıdır. Bu nedenle, insanlararasında nasıl ki bedensel farklılıklar varsa, aynı şekilde ruhsal ya dapsikolojik farklılıklar vardır. Ve bu farklılıklar, insanların farklı şeylerdentat almalarına, farklı şeylerden nefret etmelerine yol açar. Bu kanıtta, dog-matik diye nitelediği filozof ve bilim adamlarının görüş ve araştırmalarınadayanan Sekstus, şunları söylemektedir:

"Şu hâlde, insanlar arasında beden bakımından böylesi bir değişmeolduğu için, insanların birbirlerinden, ruhları bakımından da farklılıkgöstermeleri muhtemeldir; çünkü fizyonomi biliminin de gösterdiği gibi,beden ruhun bir tür aynasıdır. İnsanlann düşünme tarzları arasındakibüyük, hatta sonsuz farklılıkların en büyük göstergesi, dogmatiklerin,çeşitli konularla ve özellikle, kişinin neyi seçip, neden uzak durmalarıgerektiğiyle ilgili önermelerindeki karşıtlıktır...

Seçim ve kaçınma, şu hâlde, haz ve acıda, haz ve acı da algı vegörünüşte bulunduğu için, bu takdirde aynı şeyleri bazı kişiler seçip,diğerleri ondan uzak durduğu zaman, onların aynı şeyler tarafından aynışekilde etkilenmediği sonucunu çıkarsamak bizim için mantıklı olur"

(Ahmet Cevizci, Felsefe Dünyası, sayı: 20, 1996)

GALENOS VE HEKİMLİKBu konu’da Günhan YAYLA’nın araştırmasını okuyalım:

Özet: Prof. Şen ve Prof. Yayla, bir gün, üzerinde: “Medici cura teipsum*!” aforizması yazılı bulunan Latince bir metni elime tutuşturdular.Sonrasında da hekimlikle ilgili bir yazı istediler!

Hangi meslek grubuyla ilgili olursa olsun, “kısa ve derli toplu sözler”her zaman ilgimi çekmektedir. Atasözlerimizden, Latince deyimlere; kısadiyaloglardan, anekdotlara kadar.

233

Page 235: BERGAMA BELLETEN - 18

Konu esas itibariyle Tıp Tarihiyle uğraşanları ilgilendirmeliydi. Bizimgibi neredeyse kendi “tarih” olacakları değil! Ancak, hafiflemeye yüztutan konuşma dürtülerim yerini yazmaya bıraktığından, minik katkılardabulunabilirim düşüncesiyle, kendilerine çarçabuk “evet” dedim.

Yıllardan beri mayıs ve ağustos aylarını Kos (İstanköy) adasının tamkarşısında bulunan ve “Akçabük” mevkii denen nefis manzaralı bir yarı-madadaki, mütevazı sınırının da altında kalan devre mülkümde geçiririmve adaya baktığımda, “pirlerimizden” Hipokrat’ımızı düşünürüm. Heleonun adını taşıyan ve yaşam savaşını günümüzde de devam ettirerekayakta kalmayı başaran, anıt çınarın gölgesinde verdiği dersleri; “hakîm-liğin”, hekimlikle bilgeliğin ve hikmet sevgisinin tıpla iç içe olduğudönemleri; hayal eder ve duygulanırım.

Nasreddin Hoca’nın “bilenler bilmeyenlere anlatsın” fıkrasındanhareket etmeyerek “hekim” kelimesinin etimolojisine değinmek istiyo-rum. Hakîm, Arapça “hikmet” kökünden gelmektedir. Bilge, hikmetsahibi, filozof anlamlarında kullanılmaktadır. Bilim dilinin Lâtince olarakbenimsenmiş olduğu dönemlerden başlayarak batıda: “Medici’ nae Doc’-tor” deyimi yerleşmiş ve simgesel olarak da “M.D.” bu durumu ifade ederolmuştur. Biz, kendimize, hekimliği yakıştırır ve tıp doktoru olduğumuzubelirtiriz. İnşallah öyleyizdir...

Otacılık, başlangıçta, değil mesleğinin, belki de kendi adını dahibilmeyen ilk ondurucudan bu yana, süregelmektedir. Ve adı konmamışolsa da, olasılıkla insanlığın en eski, hatta ola ki ilk uğraşıdır da. Çünküyaşam, insanı düşünmeye zorlarken, sorgulama dürtüsünü de beraberindesürüklemiştir. Örneğin gebeliğin takibi ve doğum yardımı milyonlarca yılsonrasının pozitif hekimliğinin ilk adımlarını başlatmış olmalıdır.

Mısır mitolojisinde her ne kadar birçok tanrının, sağlığı koruyucu veiyileştirici özelliklerinden bahsedilmiş olsa da, İMHOTEP’in profesyonelilk hekim olduğu kabul edilir. O, İsa öncesi 28. yy.da Mısır’da üçüncühanedan Kral Coser döneminde yaşamıştır. Kendisi hem mimar hem deastrolog olup, kralın başbakanlığını da yapmıştır. İmhotep, “Asklepios”ile de özdeşleştirilmektedir.

Asklepios’un kişiliği ya da Aesc-heyl-hopa! deyimi nereden gelmek-tedir?

234

Page 236: BERGAMA BELLETEN - 18

Günümüzden 4800 yıl önce, rahip RAMA/RAM, bir meditasyonsüresi içinde yarı uyur haldeyken, kendisine ismiyle seslenen birini işitir.Bu kişi yılan işlemeli bir sopayı elinde tutmakta, üzerinde de beyaz“druida”a giysisi bulunmaktadır. “Sopalı adam”, Ram’ın şaşkınlığıgeçmeden, altında meditasyona daldığı ağacın dalındaki ökseotunu onagösterir ve “aradığın ilaç budur” der. Nasıl kullanılacağını tarif eder vegözden kaybolur. Ezoterik “Bâtıni” ananelere göre bu varlık, Avru-palılarca “Aesc-heyl-hopa” (Selâmet umudu odundadır) betimlemesiyleadlandırılır olmuştur. Grekler, “Kadüseb” görünümlü, sihirli çubuğuelinde tutan kişiyi tıp ilâhı olarak kabullenir ve ona Aesculapius (Eskülap)adını verirler.

Gebeliği ve doğumu “zabt’ü rapt” (düzen, disiplin, kontrol) altınaalmak insanlığın vazgeçilmez öğelerinden biri olmuştur. Zira İsa öncesi630’larda, Kyrene’de (Libya, Bingazi), o dönemin paraları üzerineresmedilmiş de olan “Silphionc”un bitkisel özelliğinin doğum kontrolüamacıyla kullanıldığı da varsayılmaktadır.

İmhotep’den 22 yy. sonrasında, özellikle hekimliğin unutulmayanlarısahnesine çıkan Kos’lu Hippocrates (460-377)adını altın harflerle, imge-sel ve simgesel olarak, tüm dünyanın hatırlayacağı bir şekilde tıp tarihineyazdırmıştır.

Birey oluşumuzdan bu yana, milyonlarca yıl boyunca nice adsız on-durucular, Afrikalı sihirbazlar da dâhil, sağaltım sahnesinde yeralmışlardır. Ancak gerçek hekimlik Hipokrat’ta başlamıştır. Hipokrat’ınhekimlik sanatını uygulayan bir aileden geldiği belirtilmektedir. Veaslında Datça yarım adasının burnundaki Knidos’ta da o dönemde bir tıpokulu bulunuyormuş.

Hipokrat Tıp Okulu M.Ö. V. yy. sonlarında kurulmuştur. Tıp sanatı,tıbbi teknikler, bilimsel tıbba giden yol bu Ege okulu sayesinde açılmıştır.Hipokrat Koleksiyonu (külliyesi!?) adı altında toplanmış olan yazılarondan evvel, onun zamanında ve ondan sonra yazılmış olanları kapsamak-tadır.

Hipokrat Marmara kıyıları, Trakya, Taşoz adası ve Atina’ya kadargiderek ilmini yaymaya çalışmıştır. Hatta Trakya’da Ege kıyısında,“atomcuların” merkezi olan Abdera’da bulunduğu bir dönemde, Demokri-

235

Page 237: BERGAMA BELLETEN - 18

tos’u tanıyanlar onun bir akıl hastası olduğunu düşündüklerinden,Hipokrat’tan onu muayene etmesini istemişlerdir! Atomcuların ağababasının bilgeliği böylece “doktor raporuyla” kanıtlanmış olmaktadır.

Hipokrat, Mısır’da da 3 yıl kalmıştır. Ve “hekimlik andını” İmhotep’-den ve Mısır inanç ve öğretilerinden yararlanarak kaleme almıştır.

Gerçi günümüzde de öneminin sıfırlandığı söylenemez ama o dönem-lerde yıldızların hareketlerinin tekrarı, mevsimlerin oluşması ve bunlarınsonucunda insanların yaşam ve talihlerinin etkilendiği düşünüldüğünden,yıldızlara “Tanrılık” da yakıştırılıyordu. Ancak hastalıkların sağaltımınıyine de tanrılara inanmış kişiler yapıyordu. Bu “mahir ve bilge” insanlarada “Vir probus et sapiens” deniyordu. Uygulamalar, bilgi, araştırma vegözlemlere dayanınca başarılı oluyordu. İşte Hipokrat hekimliği, tan-rıların etkisi altında kalmayarak bilimsel bir yol tutmuştur. GerekHipokrat ve gerekse Hipokrat Okulu mensuplarının neden-sonuç ilişki-lerini irdelemeleri, gözlem ve denemelere itibar etmeleri o dönemin dinianlayışı içinde sivrilmiştir.

Hipokrat’ın, oğullarını ve damatlarını da hekim olarak yetiştirdiği bi-linmektedir. Kızlarını ve gelinlerini hekim yapmadığına göre her haldebir bildiği vardı!

Hipokrat öğrendiklerinin ve bildiklerinin sonuçlarını ilgilenenlereöğretmeye çalışmış olan bir bilgindir. Kişilikli, ağır başlı, ihtirastan uzak,vicdan sahibi ve örnek ahlâkî değerleri olan bir düşünür ve bilge kişidir.İmhotep’in: “Yoksullara karşılıksız bakacağım ve hiçbir zaman verdiğimhizmetin üstünde bir ödeme isteğinde bulunmayacağım” sözlerini içerenandına ilâveler yaparak günümüzde benimsediğimiz - ancak konuyla ilgilitartışmaların da sürdüğü - Hipokrat Andını geliştirmiştir.

Jinekoloji, ortopedi ve cerrahi alanlarda yazdığı kitaplarla isim yapmışolan Efes’li Saranos (M.S.2.yy) dahi kilometre taşlarından biri olmaklaberaber, Hipokrat’tan sonraki en büyük tıp bilgini, Egeli hekim ve filozof,Bergamalı Galenos’tur.

Galenos, önce felsefi konularla ilgilenmiş, “ruhçu bir felsefi teoriye”itibar etmiştir. Öğretilerde bulunduktan sonra, Bergama, İzmir, Korintosve özellikle İskenderiye’de tıp öğrenimi almıştır. Sonrasında Bergama’da

236

Page 238: BERGAMA BELLETEN - 18

ve daha sonra da Roma’da hekimlik yapmıştır. Onun: “Pneumapsykhikon” sözü “Hayvani ruh” deyimiyle Latince’ye aktarılmıştır.

Galenos, insan kadavraları üzerinde çalışamamış ancak hayvanlardagerçekleştirdiği nekropsiler, anatomi alanında elde ettiği bulgular ve yap-mış olduğu gözlemlerle bilgisini arttırmıştır. O kadar ki kan dolaşımıylailgili araştırmaları 16.yy.a kadar güncelliğini korumuş ve Harvey’e(Williams: 1578-1657) “De motu cordis”adlı eserinde (1628): “Neredeysekan dolaşımını keşfediyormuş” dedirtmiştir.

Her ne kadar Fransızlar “Hipokrat’ın evet dediğine Galenos hayırder”e türünde bir şaka yapmışlarsa da bu söz, tıbbi kanaatler arasındakikarşıtlıkları dile getirmek için söylenmiştir. Kaldı ki Galenos, Hipokrat’ıneserlerinin yorumlarını da yapmıştır.

Leonardo’nun anatomik-disseksiyon tekniğiyle ilgili-resimleri ve not-ları, neredeyse Sobotta atlasıyla aşık atacak düzeydedir. Harvey’den önce,sadece kan dolaşımının özellikleriyle değil, “ateroskleroz” patolojisiylede uğraşmış, sormuş, sorularına yanıt aramış; irdelemiş gerçek bir bilimfelsefecisidir.

Hipokrat: “İlim ve sanat uzun, ömür kısadır demiştir. Gerçekten deevrensel yaşam boyutu içindeki ömrümüz, bir başka anlatımla soyut,somut birlikteliğimiz, saliselerle ifade edilecek düzeyde kalmaktadır. Hâl-buki düalistik felsefi bir yaklaşımda bulunacak olursak, soyut ve somutbölümlerimizin yaşamları, ayrı ayrı, sonsuz mertebesindedir.

GALENOS GÖRME ve OKUMAOkuma, önce gözlerde başlıyor. Bu nedenle olsa gerek, Aziz Augusti-

nus, “Gözler, dünyanın giriş kapısıdır.” diyor. M.Ö. V. yüzyılda Empe-dokles ise“etrafa akan derin suları tutan; ama içerideki alevlerin dışarıyageçmesine izin veren ve zarif kumaşlarla ateşi tutsak eden Afrodit’tendoğmadır”diyor.

IV. yüzyılda Epikuros bu konuda: “Ona göre, Empedokles’in sözünüettiği alevler, nesnelerin yüzeylerinden gözlerimize doğru akan ince atomtabakalarıdır. Bu tabakalar, gözlerimize ve beynimize sürekli olarak ar-

237

Page 239: BERGAMA BELLETEN - 18

tarak yağan bir yağmur gibi girerler ve nes-nenin tüm nitelikleriyle beynimizi kaplarlar. Buiddianın karşı savı, Epikuros’un çağdaşı Euk-leides’in savı da şöyle: “Işınlar, bakanın gözün-den nesnelere doğru, onları anlamak içinyönlendirilirler.” Bu iki sav’a kısaca: içe akımve dışa akım diyebiliriz... O dönemde, Aristote-les de Epikuros’u destekler ve tamamlar nite-likte bir sav ileri sürmüştür: “İnsan gözübukalemun gibidir; bakılan nesnenin biçim verengine bürünüverir.”

Altı yüzyıl daha yakına geldiğimizde, Bergamalı Galenos tarafındanyapılan ve Eukleides’in izinden giden bir açıklamayla karşılaşıyoruz:Galenos, beynimizde doğan ve optik sinir aracılığıyla gözü geçip havayaakan bir tür “görsel ruh”tan söz ediyor. Hava da bu durumda görmeyetisiyle donanıyor ve gözlenen nesneler ne denli uzakta olsalar da onlarınniteliklerini kavrayabiliyordu. Bu nitelikler, göz aracılığıyla tekrar beyne,ardından da omurilik tarafından aktarılarak duygu ve hareket sinirlerineulaştırılıyordu. Havayı iletken kılan da bakanın/görenin etkinliğiydi vegörmenin kaynağı beynimizin derinliklerindeydi.

Aslında, tartışma (savlama da diyebiliriz) temel bir soru’nun etrafındadönüyordu: Acaba biz, harfleri Eukleides ya da Galenos’un savunduğugibi, uzanıp yakalıyor muyduk; yoksa, onlar mı duyularımıza doğruuzanıyorlardı, Epikuros ve Aristoteles’in savunduğu gibi?

Bu karışıklık pek uzun sürdü; ama Leonardo da Vinci ve çağdaşlarınınyanıta ulaşmasına neden olacak ipucu, büyük bilim adamı Ebu Ali el-Hasan İbnü’l Heysem (Batı’da, Alhazen adıyla tanınır) tarafından yazılanbir kitabın XIII. yüzyılda yapılan çevirisinde gösterdi kendini. ( İbnü’lHeysem [975 Basra-1039 Kahire] daha XI. yüzyılda yazdığı Kitab el-Menazir’de, damadı Ahmed ibn Caffar’a, görme sistemi şemasını daayrıntılı bir biçimde çizdirmiştir. Büyük bir astronomi bilgini olmasınınyanında, asıl ününü fizik ve optikte kazanmış olup atmosferin kalınlığınıda ilk ölçen bilim adamıdır. Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı İzmirli, Kepler,Galileo ve Toriçelli tarafından geliştirilen teleskopu ilk bulanın geneİbnü’l Heysem olduğunu söyler.)

238

Page 240: BERGAMA BELLETEN - 18

İbn’ül Heysem’in ölümünden iki yüzyıl sonra, İngiliz bilim adamıRoger Bacon, Papa IV. Clemens’e İbnü’l Heysem’in çalışmalarının yeryer düzeltilmiş geniş bir özetini sundu. Bacon, bu sunumda -İslami bil-ginlere paye vermeden- Büyük Efendi’ye “içe akım” kuramınınmekaniğini açıkladı: Buna göre, bir nesneye baktığımızda, alt kısımdanesnenin kendisinin yer aldığı, tepe noktasında da korneanın eğikyüzeyinin merkezinin bulunduğu bir “piramit” oluşuyor. Bu piramitgözümüze girince ve ışınları göz küresinin yüzeyinde –birbirleriyle hiçkesişmeden- sıralanınca, biz de görme edimini gerçekleştirmiş oluyoruz.Bacon için görmek: Nesnenin görüntüsünün gözden içeri girip gözün“görme yetileri” aracılığıyla kavranabilmesidir.

Peki, bu algılama ve kavrama, nasıl oluyor da “okuma edimi” duru-muna gelebiliyor. Yani, sadece harfleri, kelimeleri anlamanın yanında:sonuç çıkarma, tartma, belleme, tanıma, bilme ve deneme gibi uygula-maları içeren bir eyleme nasıl dönüşebiliyor? O dönem için, bu sorularmaalesef yanıtlanamadı! Günümüz nörolinguistik (beyin ile dil bağlantısı)çalışmalarına, Basralı büyük bilim adamı İbnü’l Heysem’den neredeysedokuz yüzyıl sonra (!) Michel Dax ve Paul Broca tarafından eşzamanlı -ama birbirlerinden bağımsız- olarak başlanıldığını düşünürsek, yitirilenyıllara şaşmamak elde değil!

Görme ve okuma ediminin günümüz bilim anlayışıyla algılanmasın-dan söz ettikten sonra, “telek-parşömen” tadındaki elyazmaların rutubetlive gizemli koridorlarında dolaşmak gerekir.

GALENOS’UN İNANÇ DÜNYASIGalenos, Hipokrat'tan beri gelişip yükselen tıp bilimi ve tıp etiğine

bağlı kaldı. Aynı zamanda bu alanda deneyimin önemini de yadsımayarak,sanılanın aksine, Hipokrat ardıllarının da sürekli gözlem ve deneydenyararlandıklarını ve bunu tıp bilimini geliştirmekte araç olarak kullandık-larını savundu. İnsan vücudunu irdeleyen Galenos, evrende bir amacınvar olduğuna inandı. Tanrının, sahip olduğumuz her organı görevine enuygun şekilde yarattığını belirtti.

239

Page 241: BERGAMA BELLETEN - 18

Galenos, kendine has yöntemler kullanarak deney ve klinik gözlem-lerine dayanan bir birikim oluşturdu. Farmakolojik buluşların dayardımıyla orijinal tedavi şekilleri uyguladı. Ulaştığı anatomik buluşları,kendisinden uzun zaman sonra bile başvuru kaynağı olma özelliğinidevam ettirdi. Kendisinden önce damarlarda kan yerine havanındolaştığına inanılıyordu. Havanın değil de damarlarda kanın dolaştığınıortaya koyması ve kısmen de olsa küçük kan dolaşımının farkına varması,o dönem için çok önemli aşamalardı.

Galenos, Hıristiyanlığa ilgi ve sempati duymakla birlikte bu dinegirmedi. Eserlerinde, Hıristiyanlarla ilgi gözlemlerine de yer verdi.Sözüne sadık, ölümden korkmayan, iffetli, yiyip içmelerine dikkat eden,adalete önem veren insanların tavırlarından övgüyle söz etti. Bunakarşılık, Yahudiler ile ilgili görüşleri daha çok eleştirel bir anlam arz et-mektedir. Öne sürdüğü fikirlerinden Kitab-ı Mukaddesi de okuduğu an-laşılmaktadır. Bunların dışında Allah'ın varlığına inanmakla birliktemucizeye karşı çıktığı ve buna inanmadığı görülmektedir. Ayrıca,Yaratıcıya yaratıcı gözüyle değil, mimar Tanrı olarak baktığı ve yoktanvar etme fikrini de kabul etmeyip eleştirdiği bilinmektedir.

Galenos'un eserleri üzerinde İslam öncesi ve sonrasında çok önemliinceleme ve çalışmalar yapıldı. Cabir bin Hayyam, bir risalesinde onuntıp ile ilgili teorisine kısaca değinmektedir. Kendisi yaşamsal fonksiyon-ların tümünü ruh kavramına bağladığı gibi, islam bilginleri de maddedenayrı bir cevherin var olduğuna inandıkları, ayrıca nefis ile karıştırılmamasıgereken, kalp ile bağlantılı ve onun latif bir cisim olarak tasarladıkları ruhkavramı üzerinde durdular.

Galenos, eserlerinde, insanlarda mevcut olan şehvet, öfke ve akıl güç-lerini; karaciğer, kalp ve beynin mizacıyla özdeşleştirdi. Sözkonusu or-ganlarda meydana gelecek bozulmanın sonucunda ruhun da öleceğini ilerisürdü. Ayrıca bedenin özellikleriyle ahlak kavramı arasındaki ilişkiye dedeğindi. Eğitimin, karakterin değiştirilmesi üzerindeki etkisinin az ola-cağını ileri sürdü. Eğitimle daha çok, insanda mevcut olan ancak, saklıbulunan bazı özellik ve kabiliyetlerin ortaya çıkarılabileceğini belirtti.Ona göre şehvet gücü eğitimi kabul etmez. Ancak, öfke gücününyardımıyla akıl tarafından onu bastırmak mümkündür. Dolayısıyla şehveteğitimi kabul etmezken, buna karşılık öfke gücü ve akıl eğitimi kabul

240

Page 242: BERGAMA BELLETEN - 18

eder. Ayrıca, psikolojik motivasyonların ussal boyutu yoktur. Buna kanıtolarak da, henüz aklı gelişmemiş çocukların ve hiç aklı olmayan hayvan-ların ahlaki davranışlarını göstermektedir.

O, bu düşünceleriyle huyların kaynağının akıl olmadığını anlatmayaçalıştı. Huyların doğuştan olduğunu ve sonradan kazanılan bazı alışkan-lıkların da ikinci bir karakter olarak isimlendirilmesi gerektiğini savundu.

GALENOS VE BİLİMSEL ETKİLERİBütün bilimsel yazılar arasında, Aristo ve Batlamyus hariç, hiçbiri

Galenos'unkiler kadar etkileyici olmamıştır. Galenos, on beş yaşında ecza-cılık öğrenmeye başlamıştı. Yirmi yaşına kadar İzmir ve İskenderiye'debilim adamlarıyla birlikte çalıştıktan sonra gladyatörlerin doktorluğunuyapmak üzere doğduğu kent olan Bergama'ya döndü. Kadavraların ince-lenmek amacıyla kullanılmalarının yasak olduğu bir dönemde, gladyatör-lerin yaralarını inceleyerek bir şeyler öğrenme şansına sahipti.

Roma'ya taşındığında bazı yüksek düzeydeki hastaları iyileştirdi. Busırada tıp alanında dersler de veriyordu; bir süre sonra imparator MarcusAerilius ve oğlu Commodus'un resmi doktoru unvanını aldı. Galenos, es-kiçağdaki yazarların en verimlilerinden biriydi. Anatomi, psikoloji, hita-bet, gramer, drama ve felsefe alanında beş yüz kadar yapıt verdiğisöylenir. Kendi çalışmalarının düzeniyle ilgili bir çalışması da dâhil olmaküzere yüz kadar yapıtı halen mevcuttur. Galenos'un yazıları uzun ol-malarına karşın, şanslı rastlantılarla kendinden sonraki kuşaklara kalmışve onları etkilemiştir. Kendinden önce gelen tıp bilginlerinin çalışmalarınıtoplamış ve düzenlemiştir. Tıbbi işlemlere yönelik kendi felsefesinigeliştirmiştir. Bilimin kümeli olduğunu düşünüyordu, ilerlemekte olan birdoktor, Hippokrat ve daha önce gelen bütün otoriteleri öğrenmeliydi. Onagöre tıbbın kuşkucu yapısı, Roma'nın ülkelere dağılan yollarına benziy-ordu. Ataları vahşi doğada ilk yolları açmışlar, sonra gelen kuşaklar dayollara köprüler kurarak bunlara bir şeyler eklemişlerdi. Galenos meslek-taşlarını, deneyim edinirken "kendilerini hastalarını iyi edecek bilgibirikimine odaklama" konusunda uyarıyordu. Kalp atışları üzerinde özel-likle durmuş ve damarlarda başkalarının düşündüğü gibi hava değil, kandolaştığını göstermişti. Tanı konusunda çok başarılı olduğu biliniyordu.

241

Page 243: BERGAMA BELLETEN - 18

Galenos'un ünü yüzyıllar boyunca sürdü. Rönesans'ın en çağcıl tıp pro-fesörleri bile insan bedeni imajını Galenos'un yapıtlarında aramışlardı.Ancak, Galenos'un anlattıklarının çoğunu hiçbir zaman görmediği şeyleroluşturuyordu. Bin beş yüz yıl boyunca onun sözleri insan anatomisi içintemel alındıysa da Galenos bir kadavrayla hiç çalışmamıştı. Kendi verdiğibilgilere göre yalnızca iki kez vücudun iskelet yapısını inceleyebilmişti.Bunlardan biri etleri kuşlar tarafından yenmiş, diğeri de nehirde boğulmuşiki cesetti. Romalı yetkililer o dönemde insan vücudunu incelemekamacıyla da olsa parçalamayı yasakladığından, dış anatomi için may-munlara, iç anatomi için de domuzlara başvuruluyordu, insana en çokbenzeyen hayvanlardaki bulguların insanda da olacağı varsayılıyordu.Anatomi bilgilerinin kaynağı olarak Galenos'un verilerini seçen sonrakikuşak doktorlar, bu hatadan etkilendiler. Böylesi işleri kolaylaştırıyordu.

GALENOS’UN TÜRK VE İSLAMDÜNYASINA ETKİLERİ

Galenos, İslam dünyasında Calinus olarak tanınmıştır. EserleriArapça'ya çevrilmiş olmasından ötürü Müslüman tıp bilginlerini etk-ilemiştir.

Galenos, tıp alanında önemli bir ilerleme gösterdi. Tıp ile ilgili tüm bil-gilere ulaşmanın ancak Allah'ın ihsanıyla olabileceğine inandı. Aksininmümkün olmadığını ve tıp ilminin Allah vergisi olduğunu savundu.Hipokrat'tan beri süre gelen tıp ilmi ve ahlakına bağlı kaldı. Aynı zamandabu alanda tecrübenin önemini de inkâr etmeyerek, sanılanın aksine,Hipokrat takipçilerinin de sürekli gözlem ve tecrübeden yararlandıklarınıve bunu tıp ilmini geliştirmekte araç olarak kullandıklarını savundu. İnsanvücudunu irdeleyen Galenos, evrende bir amacın var olduğuna inandı. Al-lah'ın, sahip olduğumuz her organı görevine en uygun şekilde yarattığınıbelirtti.

Galenos, kendine özgü yöntemler kullanarak tecrübe ve klinik gözlem-lerine dayanan bir birikim oluşturdu. Farmakolojik buluşların dayardımıyla orijinal tedavi şekilleri uyguladı. Ulaştığı anatomik buluşları,kendisinden uzun zaman sonra bile başvuru kaynağı olma özelliğini devam

242

Page 244: BERGAMA BELLETEN - 18

ettirdi. Kendisinden önce damarlarda kan yerine havanın dolaştığınainanılıyordu. Havanın değil de damarlarda kanın dolaştığını ortaya koy-ması ve kısmen de olsa küçük kan dolaşımının farkına varması, o dönemiçin çok önemli aşamalardı.

Galenos'un eserleri üzerinde İslam öncesi ve sonrasında çok önemli in-celeme ve çalışmalar yapıldı. Cabir bin Hayyam, bir risalesinde onun tıpile alakalı teorisine kısaca değinmektedir. Kendisi hayati fonksiyonlarıntümünü ruh kavramına bağladığı gibi, İslam blginleri de maddeden ayrıbir cevherin var olduğuna inandıkları, ayrıca nefis ile karıştırılmamasıgereken, kalp ile bağlantılı ve onun latif bir cisim olarak tasarladıkları ruhkavramı üzerinde durdular.

Galenos, eserlerinde, insanlarda mevcut olan şehvet, öfke ve akıl güç-lerini; karaciğer, kalp ve beynin mizacıyla özdeşleştirdi. Sözkonusu or-ganlarda meydana gelecek bozulmanın sonucunda ruhun da öleceğini ilerisürdü. Ayrıca bedenin özellikleriyle ahlak kavramı arasındaki ilişkiye dedeğindi. Eğitimin, karakterin değiştirilmesi üzerindeki etkisinin az ola-cağını ileri sürdü. Eğitimle daha çok, insanda mevcut olan ancak, saklı bu-lunan bazı özellik ve kabiliyetlerin ortaya çıkarılabileceğini belirtti. Onagöre şehvet gücü eğitimi kabul etmez. Ancak, öfke gücünün yardımıylaakıl tarafından onu bastırmak mümkündür. Dolayısıyla şehvet eğitimikabul etmezken, buna karşılık öfke gücü ve akıl eğitimi kabul eder. Ayrıca,psikolojik motivasyonların akli boyutu yoktur. Buna kanıt olarak da, henüzaklı gelişmemiş çocukların ve hiç aklı olmayan hayvanların ahlakidavranışlarını, göstermektedir. O, bu fikir ve düşünceleriyle huyların kay-nağının akıl olmadığını, insanları hayra veya şerre yönelten nedenin doğalolduğunu kanıtlamaya çalıştı. Huyların tabii olduğunu ve sonradankazanılan bazı alışkanlıkların da ikinci bir karakter olarak isimlendirilmesigerektiğini savundu.

Galenos, İslam âlimlerini önemli ölçüde etkiledi. Ebu Bekir er-Razi,O’nun kitaplarından yararlandı. Ancak, İslam bilginleri bu eserlerdenyararlanırken kendisine mutlak bir otorite gözüyle bakmayarak kendigözlem ve deneylerini de ihmal etmediler. Söz konusu görüş ve düşüncelerçok önemli gelişmelere vesile oldukları gibi, bazı yanlış ifade ve kanaat-lerin sonradan yanlış olduğunun ortaya çıkarılması da ilmin gereği idi.Nitekim Razi, ünlü bilginin eserine bir eleştiri kaleme alarak tıp ve felse-

243

Page 245: BERGAMA BELLETEN - 18

feye ait bazı görüşlerini eleştirdi. Razi, Bağdat ve Rey hastanelerinde yap-tığı klinik deneyler sonrasında Galenos'un bazı gözlemlerinin tıbbi yan-lışlarını ortaya koymaya çalıştı. Daha sonraki dönemlerde bazı bilginler,Galenos'un eserleri, fikirleri ve bu fikirlere yöneltilen eleştiriler hakkındakigörüşlerini kaleme aldılar. Galenos'un kendi çağında elde ettiği konumuve birikimi azımsanmayacak ölçüde olduğu muhakkaktır.

IX. yüzyıldan itibaren Galenos'un eserleri Arapça'ya çevrilmeye başlan-mış ve bazı araştırıcılar biyografisini yazmışlardır. İslam hekimler uzunsüre Galenos'un eserleri ve buluşlarından yararlanmış iseler de, bunlar¬danbazıları (bilhassa İbni Sina) Galenos'un düşüncelerine katkılar getirmiştir.Galenos'un eserlerinin İslam tababetine olan etkileri Prof. Arslan Terzioğlutarafından aşağıdaki şekilde açıklanmıştır;

"Galenos'un eserleri İslam tababetini çok etkilemişti. Gerek Selçuklu-ların ilk devrinde 1082'de Keykavus bin İskender'in yazdığı Farsça "Kâbus-name" isimli eserde, gerekse Selçuklu Sultanı Sencer (1117-1157) dönemihekim ve astronomlarından Türk asıllı Nizamii Aruzi'nin "Çahar Makale"isimli eserinin dördüncü makalesinde Selçuklular döneminde tıp tahsiliyapılırken ders kitabı olarak okunan eserler arasında Galenos'un bu “es-sitte aşer fi-Calinus" denilen 16 eseri yer almaktadır. Bilindiği gibiGalenos'un bu 16 eseri Summaria Alexandrinorum adı altında iki yüzyılsonra Salerno. Montpellier, Paris gibi Avrupa tıp fakültelerinde de derskitabı olarak okutulmakta idi.

Selçuklular döneminde tıp eğitiminin de yapıldığı ünlü tıp merkezi ha-line dönüşen Bağdat'taki Adudi Hastanesinde tıp eğitimi yapan tıp öğren-cilerinin doktora gibi bir tez yazdıkları, 1178 (574 H.) yılında yaniSelçuklular döneminde Adudi Hastanesinde Galenos'un Hıfzıssıhası üze-rine yapılan ve bu hastanenin direktörü Abu Said el-Haravi tarafındanokunup tıp doktora tezi olarak kabul edildiği belirtilen Kitab-ı Calinos fiTedbir el-Asihha adlı Ayasofya Kütüphanesinde bugün mevcut bir yazmaeserden anlaşılıyor. Keykavus bin İskender 475 H. (1082) de Selçuklulardöneminde yazdığı Kabusname'de tıp tahsilinde gerekli kitapları sayarken"Calinus'un Sitte aşere kitabının "Asihha" bölümünden yararlanılmak"dediğine göre, bunun Galenos'un ders kitabı olarak okutulan eseri es-Sitteaşer fi Calinos'un bir parçası olması mümkün. Bu tezin bugüne kadar ulaşanen eski tıp doktora tezi olması ve bu usulün Avrupa'daki tıp fakültelerinde

244

Page 246: BERGAMA BELLETEN - 18

bu şekilde tez yapılmasını etkilemesi tıp tarihi açısından çok önemlidir.Galenos, yazdığı Hoti Ho Aristos Hiatros Kai Filosofos (Erdemli birhekimin filozof olması gerekir) başlıklı eserinde, hekimlerin eğiti¬minde,felsefe, erdem ve etik'in önemi üzerinde durur. Galenos'un etiğe dair bueseri, eski Yunanca'dan Abbasîler döneminde Eyyub ve Huneyn bin İshaktarafından ayrı ayrı iki kez Süryanice'ye, Huneyn bin İshak ve İsa bin Yahyatarafından ise, ayrı ayrı iki kez Arapça'ya çevrilmiştir.

Galenos'un hekimlerin imtihan edilmesine dair yazdığı eseri de Abbasive Selçuklu dönemi tıp eğitiminin esasını teşkil etmiştir. Ünlü hekim er-Razi de sadece hekimlik eğitiminde deontolojinin önemine değinmeklekalmamış, "Hekimlerin imtihan edilmesine dair" Galenos'un Yunancaaslı kayıp olan eserinden Kitap al-Mansuri'de bahsetmiştir. Er-Razi, gerekSelçuklu hastane ve tıp medreselerinde, gerekse Avrupa tıp okullarında derskitabı olarak okutulan bu kitabında Gatenos'a dayanarak hekimin, anato-miden, organların çalışmasından, haftalıklara karşı tatbik edilecek terapiyöntemlerinden ve bilhassa hastaları tedavideki maharetinden ve el be-cerisinden imtihan edilmesi gerektiğinden bahseder. Bir muayenehaneaçarak icra-i tababet edecek hekimlerin bir nevi Approbation olarak, Muh-tasib denilen "Ahlâk ve alışveriş yerlerinin nizamında mes'ul kontrolör"mahiyetindeki yüksek bir memur tarafından nasıl imtihan edileceğine dairAbd ar-Rahman ibn Nasr aş Şaizari'nin (Ölümü 1193) Selçuklular döne-minde 12.yy'da yazdığı "Nihayat arrutba fi talab' al-hisba" isimli eseri pekönemli bir kaynaktır. Buna göre Muhtasib imtihan edeceği hekimi Huneynbin İshak'ın ve Galenos'un "Hekimlerin İmtihan Edilmesi" başlıklı eserler-ine göre imtihan edecek. İnsan vücudunun anatomisi, fiizyolojisi ile hu-moral-patolojiden, hastalıkların ilaçlarla olan münasebetlerinden,ilaçlardan, onların yerine geçebilecek maddelerden ve bunlarla hastalıklarıntedavisinden sorular sorulacak. İmtihanı veren hekime Muhtasib, HipokratAndının benzeri bir hekim yemini yaptıracak. Selçuklular dönemindeçelişen bu sistemin bilahare Sicilya ve İtalya'da da aynen uygulan¬mayabaşladığı görülmektedir. Sarayında, önce Ânadolu Selçuklu Sultanınınsarayında çalışan hekim Yakubî'nin de çalıştığı Sicilya ve İtalya İmparatoruFriedrich von Hohenstaufen zamanında, bu Selçuklu sisteminin gelişerek1231de "Constitutiones medicinales' adı altında İtalya ve Sicilya'da hekim-lerin imtihanı, icra-i tababet etmeleri ve hekimlerin eczacılık yapamayacağıgibi esasları getiren kanunun çıkarıldığını biliyoruz."

245

Page 247: BERGAMA BELLETEN - 18

EBÛ BEKİR ER-RÂZÎ’NİN FELSEFESİNİNKAYNAKLARI

Dr. Hüseyin KARAMAN’ın yazdıklarını aktaralım;

“865-925 yılları arasında yaşamış olan Ebû Bekir Muhammed b.Zekeriya er-Râzî, felsefe, tıp, kimya gibi bilim dallarıyla ilgilenmiş ve bualanlarda birçok eser yazmıştır.

Tıp ve diğer müspet bilimlerin yanında felsefeye özel bir önem verenRâzî, felsefeye ve felsefî düşünceye karşı çıkanlara tepki göstermiş veonları düşünce ile zekadan yoksun kişiler olarak nitelendirmiştir. Çünküona göre felsefe, her tür davranış biçimine değer kazandıran bir düşüncetarzıdır. Bu anlamda felsefesiz liderlik, şairlik ve edipliğin hiçbir değerifade etmeyeceğini, bunların ancak düşünce gücü ve hikmetle ilgili olduk-ları ölçüde değer kazanacaklarını belirtmektedir.

Felsefe tanımından ruh anlayışına varıncaya kadar daha birçok konudaPlaton’dan etkilenmiş olan Râzî’nin Platonculuğu, “Devlet” ve “Kanun-lar” diyaloglarından değil de daha çok 205-820 tarihlerinde Yahya İbnBıtrik tarafından Arapça’ya tercüme edilmiş olan “Timaios” diyalogundankaynaklanmaktadır. Ancak bazı kaynaklarda kendisine isnat edilen“Timaios”la ilgili eserleri günümüze gelmediğine, bu eserlerin içerikleribilinmediğine ve filozofun “Timaios”un Arapça tercümesini eldeetmesinin mümkün olmadığı söylendiğine göre,

Râzî, Plutarkhos’un “Timaios” şerhi ile Galen’in Huneyn İbn İshak(v. 264/877) tarafından

Arapça’ya tercüme edilmiş olan “Timaios” özetini (Epitome of theTimaeus of Plato) okumuş ve onlar vasıtasıyla da “Timaios”dan etkilen-miş olabilir.

Râzî’nin ahlâk felsefesini inceleyenler, ilk önce “imamımız” dediğiSokrates’i fark ediyorlarsa da, onun ahlâk anlayışını sadece Sokrates ilesınırlandırmak doğru değildir. Çünkü Râzî’nin ahlâk felsefesi, Platon,Galenos ve Kindî gibi daha başka filozoflarla da ilişkilidir. Zaten Râzî,özellikle metafizik görüşleri açısından Harran Sabiileri ve pre-Sokratiktabiat filozoflarıyla ilişkilendiriliyorsa da, genelde o, daha önce belirt-

246

Page 248: BERGAMA BELLETEN - 18

tiğimiz gibi, Platoncu-Yeni Pla-toncu bir filozof olarak karşımızaçıkmaktadır.

Râzî’nin, tamamı günümüzekadar gelen “et-Tıbbu’r-Rûhânî”,“ e s - S i r e t ü ’ l - F e l s e f i y y e ” ,“Emaretü’l-İkbal ve’d Devle” ile“Kitabu’ş-Şukuk ala Calinus”gibi felsefî içerikli eserlerinindışındaki eserleri, daha ziyadesonraki düşünürlerinin, bizzat filozofun kendi eserlerinden yaptıkları alın-tılar ile onu eleştirenlerin Râzî’nin görüşlerini ortaya koyarken gösterdik-leri referanslardan oluşmaktadır.

Her şeyden önce, Râzî’nin ahlâk felsefesi ile ilgili olan eserine “et-Tıbbu’r-Rûhânî” ismini vermesi de Platon’a dayanan bir anlayıştan kay-naklanmaktadır. Bu anlayışa göre tıp, fiziki ve fizyolojik hastalıkları konuedinen “bedeni tıp” (et-tıbbu’l-cesadani) ve ahlâkî hastalıkları konu edi-nen “ruhî tıp” (et-tıbbu’r-rûhânî) olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır.Râzî, tıbbı bu şekilde ikiye ayıran ve ruhla beden arasında ilişki kurananlayışı Platon’a isnat etmektedir. Platon, insandan meydana gelenkötülüğün bir hata değil, ruhtan kaynaklanan bir hastalık olduğunu vedolayısıyla da tıbba tekabül eden bir ilimle ele alınıp tedavi edilmesigerektiğini belirtmektedir. Daha sonra Galen de, fizyolojik dengeninbozulmasından ve uyumsuzluğundan dolayı bedende hastalıklar meydanageldiği gibi, nefsin fiillerinin itidalde olmamasından dolayı nefiste dehastalıklar olabileceğini söylemek suretiyle aynı anlayışı devam ettir-miştir.

Bütün bunlardan hareketle, Râzî’nin tıbbı bu şekilde ikiye ayırma vebedeni hekimlikle manevî/rûhânî hekimlik arasında ilişki görme nok-tasında Platon ve Galen’den etkilenmiş olduğu söylenebilir.

Platon nefsi, şehvet, öfke ve akıl, Aristoteles ise, nebâtî, hayvânî veinsani şeklinde üçe ayırmaktadır. Zaten İslâm filozofları Plâtoncu ve Aris-tocu nefis anlayışını bazen ayrı bazen de birleştirerek geliştirmişler veahlâk felsefelerini onun üzerine bina etmişlerdir.

247

Page 249: BERGAMA BELLETEN - 18

Bunlara ilaveten Râzî’nin, ahlâk ve tıp sahasındaki görüşlerindeetkilenmiş olduğu bir diğer filozof olan Galenos’un de, benzer şekildenefsi üçe ayırmış olması, onun bu üçlü nefis anlayışında Platon, Aristote-les ve Galenos’un görüşlerini uzlaştıran metinlerden etkilenmiş olabile-ceği ihtimalini gündeme getirmektedir.

Ayrıca Râzî’nin, nefsin bedenden kurtulmadığı, yani madde ile ilişk-isini kesmediği sürece elemden kurtulamayacağı, bunun da ancak felsefeile mümkün olacağı noktasındaki görüşü ile tenasüh anlayışı hakkındakigörüşleri de Platon’un görüşlerine benzemektedir.

Yine Râzî’nin, hazzı, elemden kurtularak tabî hale dönme şeklindetanımlaması ve her tabî hale dönmenin haz meydana getirmediğini be-lirtmesi de Platon’cu düşünceyi çağrıştırmaktadır.

Bu noktada dikkat etmemiz gereken husus, Râzî’nin felsefede Platon’ayakın olması dolayısıyla ahlâk anlayışında da onu takip ettiği ve Platon’unbu konudaki görüşlerinin İslâm dünyasına geçişinin daha ziyade Galenosvasıtasıyla olmuş olduğudur. Çünkü Galenos’un, Platon’un ahlâkla ilgiliolan “Timaios” gibi eserlerine yazmış olduğu özetler Arapça’ya tercümeedilerek İslâm dünyasındaki yerlerini almışlardır. Yine bu noktadaRâzî’nin, belirtildiği üzere, Platon’un ahlâk felsefesi ile ilgili konularıyoğun olarak ele almış olduğu “Timaios”dan etkilenmiş olduğunu da gözardı edemeyiz.

Ebû Bekir er-Râzî’nin ahlak felsefesinde etkilenmiş olduğu filozoflararasında ele alınması gerekenlerden biri de Epiküros olmaktadır. Râzî’yi,özellikle haz-elem nazariyesi yönünden Epiküros ile ilişkilendirebiliriz.Zaten Lenn Evan Goodman, Râzî’nin Epikürcü bir ahlâk anlayışına sahipolduğunu ve hedonist olduğunu belirtmektedir. Ancak biz, Râzî’nin ahlâkanlayışında, hedonik çerçevede açıklanamayan birçok noktanın olması,onun Epiküros’un yanında Sokrates, Platon, Galenos ve Kindi gibi filo-zoflardan etkilenmesi, hedonistleri eleştirmesi ve hazzı biricik iyi, hayatınamacı olarak değil, kontrol altına alınması gereken bir duygulanım olarakkabul etmesi gibi nedenlerden dolayı Râzî’nin mutlak anlamda Epikürcüolmadığı kanaatindeyiz.

Ebû Bekir er-Râzî’nin etik sahada etkilendiği en önemli filozoflardanbiri de, hekim-filozof Galenos’dur. Sadece ahlâk felsefesinde değil, tıp

248

Page 250: BERGAMA BELLETEN - 18

sahasında da Galenos’a tâbî olmuş olan filozof, “Kitabu’ş-Şukuk alaCalinus” isimli eserinin hemen başında Galenos’la ilgili olarak şöylesöylemektedir: “...Bana göre insanların en büyüğü ve bana diğer insan-lardan daha çok faydası olan bir kişiyle karşılaştım. Onun sayesinde hi-dayete erdim. Onun yolunu takip ettim.”

Görülüyor ki Râzî, Galenos’u kendisini doğruya ulaştıran bir kişiolarak ifade etmekte ve onu takip ettiğini belirtmektedir. Zaten Râzî’nin,Galen’in, Platon’un “Timaios”una yazdığı özet (Cevamiu Kitabi“Timavus” fi’l-İlmi’t-Tabii) ile “Kitabu’l-Ahlâk” isimli eserinin Arapçatercümesini okuduğu belirtilmektedir.

Ayrıca Râzî, “Ahlâku’t-Tabip” isimli eserinde, herhangi bir konudakigörüşünü ifade ederken, önce Galenos’un o konu hakkındaki düşüncesinivermektedir. Zaman zaman da eserlerinde Galenos’un ifadelerini aynennakletmektedir. Böylece Râzî, düşüncelerini Galen’in görüşlerine daya-narak oluşturmaktadır.

Yine öfkenin sahibine ne derece zarar verdiğini ortaya koymak içinGalenos’un annesinden örnek vermektedir.

Bunlara ilaveten Râzî, “Kitabu’l-Havi” ile “et-Tıbbu’r-Rûhânî” isimlieserinin insanın kendi ayıp ve kusurlarını (uyubu’n-nefs) bilmesi ile ilgiliolan dördüncü ve öfkeyi engelleme, ortadan kaldırma konusundakisekizinci bölümünde de Galen’in ismi ile, erdemli ve seçkin insanlarındüşmanlarından faydalanması (fi Enne’l-Ahyare Yentefiûne bi-A’dâihim)ve insanın kendi hatalarını nasıl bilebileceği (fi Taarrufi’r-Racul UyûbeNefsihi) isimli eserlerinden bahsetmektedir. Hatta Râzî, insanın kendi nef-sindeki eksiklikleri ve reziletleri nasıl bilebileceği ile ilgili olarak kendigörüşlerini ortaya koyduktan sonra, bunların Galenos’un “fi Taarrufi’r-Racul Uyûbe Nefsihi” isimli eserinde ifade ettiklerinin bir özeti olduğunubelirtmektedir. Bütün bunlar Râzî’nin, ahlâk anlayışında Galenos’dan etk-ilenmiş olduğunu göstermektedir.

Râzî’nin, nefis-beden ilişkisi noktasındaki görüşleri de Galenos’uhatırlatmaktadır. Râzî’ye göre, bedenin mizacı nefsin ahlâkına tâbi olup,nefsin çektiği elemler bedende ortaya çıkacak olan fizyolojik belirtilerleanlaşılıp açıklanabilir. Galen da nefsin kuvvetlerinin bedenin mizacınatâbi olduğu anlayışındadır. Hatta o bu konuda bir de eser yazmıştır.

249

Page 251: BERGAMA BELLETEN - 18

Her ne kadar birçok İslâm alimi Galenos’u incelemiş ve eserlerindenistifade etmişse de, onlar arasında bu konuda en ileri olan belki deRâzî’dir. Zira hem Râzî’nin “el-Burhan, fi ma Ya’takiduhu Re’yen, fiMenafiu’l-Ağda” gibi bazı eserlerinin isimleri ile, Galenos’un eserlerininisimleri aynıdır, hem de Râzî, Galenos’un bazı eserlerinin özetini ve şer-hini yapmıştır. Ayrıca Râzî, on iki bölümden oluşan “Kitabu’l-Câmi”isimli eserinin “fî ma İstedrakehu min Kutubi Calinus Velam YezkürhaHuneyn vela Hiye fî Fihrist Calinus” başlığını taşıyan on ikincibölümünde Galen’in ve mütercim Huneyn İbn İshak’ın Galenos bibliyo-grafyalarında bulunmayan ancak Galenos’a ait olan eserleri vermiştir.Bunlara ilaveten Râzî’nin, Aristo ve Galenos’un üzerinde ittifak ettiklerişeyin doğru olduğunu ve ihtilafa düştükleri konuda ise hangisinin doğruolduğunu tespit etmenin zor olduğunu belirtmesi de Galenos’a olangüvenini ve onunla olan ilişkisinin boyutunu göstermektedir.

Ancak Ebû Bekir er-Râzî, sadece tıp alanında değil, daha önce de ifadeettiğimiz gibi, ahlâk ve felsefe sahalarında da etkilenmiş olduğuGalenos’a mutlak bir bağımlılık göstermemiş, özgür düşüncesini koru-yarak şuursuz bir taklitçi ve takipçi olmamıştır. Eleştirel tutum ve taraf-sızlığının bir göstergesi olarak, Galenos’un eleştirilmesi gerekengörüşlerini de eleştirmiştir.

Bazı konularda kendisinin Galenos’dan daha fazla tecrübe ve deney-ime sahip olduğunu belirtmekte ve onun, özellikle kozmolojik ve tıbbigörüşlerinin bir kısmını eleştirmektedir. Bu anlamda Râzî, Galenos’uninsanların nefis ve cevherleri farklı olduğu için ahlaklarının da farklıolduğu yönündeki görüşünü kabul etmeyip eleştirmiştir. Râzî’ye göre, in-sanların ahlâki yapıları, Galenos’un söylediği gibi nefislerinin farklı ol-masından değil, tabiatlarının farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Bunaörnek olarak güneş ve ateşte ısınan cisimlerin bazısının siyahlaşıp,bazısının beyazlaşmasını vermektedir. Galenos’a göre ısınan cisimlerdekibu farklılık, onların tabiatlarının farklı olmasından kaynaklanmaktadır.Hatta Râzî, Galenos’un eserlerinde gördüğü çelişkileri ortaya koymakiçin “Kitabu’ş-Şukuk ala Calinus” isimli bir de eser yazmıştır.

Ebû Bekir er-Râzî’nin, ahlâk anlayışında etkilenmiş olduğu bir filozofda, ilk İslâm filozofu olarak kabul edilen Ebû Yusuf Yakup İbn İshak el-Kindî’dir. Her şeyden önce Râzî, et-Tıbbu’r-Rûhânî isimli eserinde

250

Page 252: BERGAMA BELLETEN - 18

görüldüğü üzere, ahlâk ile psikoloji arasında ilişki kurma ve ahlâkı rûhânîtıp, ya da bilimsel psikolojinin bir bölümü olarak ele almak suretiyle Pla-ton’dan itibaren devam eden ve Kindî tarafından da takip edilmiş olananlayışı sürdürmüştür. Her ne kadar Kindî, eserlerinde bizzat “tıbbu’r-rûhânî” kavramını kullanmamışsa da “el-Hîle li Def’i’l-Ahzan” isimlirisalesi, adından da anlaşılacağı üzere, aşırı öfke ve şehvet gibi duygu veihtirasların baskısıyla ortaya çıkan istekler ile üzüntü, kaygı ve ölümkorkusu gibi duyguların, insanın ahlâki anlamda yetkinliğe ulaşmasınaengel olacağı konusunu ele almaktadır. Buna ilaveten Kindî’ningünümüze kadar gelmemiş olan “et-Tıbbu’r-Rûhânî” isimli bir eserindende bahsedilmektedir. Râzî’nin, Kindî’nin eserinin başlığını taşıyan bireser yazmış olması dikkat çekicidir. Görülüyor ki İslâm dünyasında Kindîile başlayan bu anlayış, daha sonra Râzî ve diğer bazı İslâm filozoflarıtarafından devam ettirilmiştir. Dolayısıyla da İslâm filozofları ahlâkı,“rûhânî bir tababet” olarak kabul ettikleri söylenebilir.

Ayrıca Râzî, Kindî’nin üzüntü ve ölüm korkusu konusundaki görüş-lerini de adından ve eserinden bahsetmeksizin devam ettirmiştir. Bu nok-tada her iki filozof arasında birçok benzerlikler bulunmaktadır. Zira ikiside ahlâk felsefelerinde, daha önce ifade ettiğimiz gibi Sokratik-Platoniketkiyi yansıtmaktadırlar. Onlar, kevn ve fesada konu olan bu âlemde bu-lunduğumuz sürece elem ve sıkıntıdan kurtulamayacağımız, sevilen şey-lerin kaybedilmesinin üzüntüye sebebiyet verdiği ve ölüm korkusununancak ölümden sonra daha iyi ve yüksek bir hayata geçileceğine inan-makla tam olarak giderilebileceği gibi konular ile haset ve kıskançlık an-layışlarında aynı görüştedirler.

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, tabip-filozof Ebû Bekir er-Râzî,metafizik ve ahlâk felsefesinde, sadece tek bir kişi ve ekolden etkilen-memiş olduğu gibi, tamamen bir filozofu da takip etmemiştir. O felsefîsistemini oluştururken, tabiatçı filozoflar ile Sokrates ve Platon gibiİlkçağın önemli düşünürlerinden, Epiküros, Galenos ve Kindî’den etk-ilenmiştir. Günümüze kadar gelen eserlerinde de görüldüğü gibi Râzî, bukültür ve düşüncelerden almış olduklarını, kendi bilgi, tecrübe ve gözlem-leriyle zenginleştirerek düşünce sistemini oluşturmuştur”.

251

Page 253: BERGAMA BELLETEN - 18

İMAM ŞAFİİŞâfiî hakkında incelemelerde bulunanlardan bâzılarının onun

Yunan¬ca bildiğini ileri sürerler. Bu konuda Fahrürrâzî´nin eserinde geçensözleri delil tutuyorlar. Fahrürrâzî´nin rivayet ettiğine göre, Şafiî, Şiîlikithâmiyle Harun Reşid´in huzuruna çıkarıldığı vakit, Harun Reşid onaneler bildiğini sorar.

Bu karşılıklı konuşma da şöyle geçiyor:

"Reşid ona: Tıp bilgin nasıldır? dedi.

Şafiî de şöyle cevap verdi: ?

Aristo, Hipocrat, Calinus, Sertorius, Ebuklis gibi bilginlerin dedik-lerini onların lisâniyle bilirim. Arap tabiblerinin nakil ettiklerini, Hindfeylesoflarının takrir ettiklerini, İran bilginlerinin yazdıklarım bilirim."

İBNİ RÜŞDİbni Rüşd’ün eserleri arasında Şarh Calinus, al Mantık yer almaktadır.

FARABİFelsefe, mantık, astronomi ile ilgilendiği anlaşılan Farabi’nin bunlara

ek olarak tıp ile de ilgilendiği bilinmektedir. Nitekim Farabi’yi hekimlerarasında saymak olasıdır. Fakat kayıtlarda kendisinin hekimliği ile alakalıbir kayıt ya günümüze kadar gelmemiştir yahut da bu konu ile alakalıkayıt bulunmamaktadır. Kaynaklar Farabi’nin doğrudan doğruya tıbbadair eserleri olduğunu zikretmediği için, onun hekimliği ile ilgili rivayet-lerin eski çağların meşhur hekimi Calinus ile Aristo’nun karşıtlıkları ilekendi döneminin filozofu Abu Bakr al-Razi’ye karşı olan fikirlerindendolayı, risaleler ile itirazlarından dolayı ortaya çıkmış olmasımuhtemeldir.

252

Page 254: BERGAMA BELLETEN - 18

TARİHTE BATI TIBBININ DOĞUDANALDIKLARI

Bu konuda Prof. Dr.Polat Has’ın görüşlerine yer vermek gerekir,

“Avrupa üniversitelerinde verilen ilmî derecelerde de İslâm tesiribarizdir. Meselâ; Baccalaureat Arapça "Bihakk al-rivâyâ" dan gelmekte-dir. Salerno ve diğer Avrupa üniversitelerindeki doktora imtihanı daSelçuklu medrese ve hastahanalerindeki icazetten alınmış olduğuaşikârdır.

Selçuklular devrinde ve Şam'daki Nureddin Hastahanesi işletmedeiken 1178'de Hekim Hibetullah İbn el-Muammer tarafından icazetnâmealmak için Adûdi Hastahanesi'nde yapılan ve hocası Ebu Said İbn Saidel-Haravî tarafından okunup, kabul edilen "Kitab" Calinus fi Tedbiri's-Sıhha" isimli doktora tezi İstanbul'da Ayasofya Kütüphanesi'nde mevcutolduğuna göre aynı tıp ekolünün devamı olan Şam'daki Nureddin Hasta-hanesinde de aynı şekilde hekim olmak için tıp doktoraları yapıldığı, haçlıseferleri ve diğer yollarla tıp doktoru olmak için tez yazma usulününAvrupa'daki Salerno, Napoli, Montpeiller, Bologna ve Padua Tıp

253

İbn-i Sina hastasına masaj yapıyor

Page 255: BERGAMA BELLETEN - 18

Fakültelerine geçtiği aşikârdır. Nureddin Zengî'nin yanında yetişen Sela-haddin Eyyubî'nin soyundan Melikül-Âdil zamanında kansız sonuçlananhaçlı seferini yöneten ve Kudüs ve Şam'a gelen İtalya ve Sicilya'dakiAlman imparatoru Friedrich von Hohenstaufen, İtalya'ya dönüşünde,1231'de Selçukluların tesiri ile hekim olacakların tahsilden sonra SalernoTıp Fakültesi hocalarınca imtihan edilmeden önce icrayı tabâbet ede-meyecekleri hükümlerini de içine alan bir sağlık kanunu yürürlüğe koy-muştu. Selçuklu İslâm tababetinin tesiri neticesi Friedrich vonHohenstaufen zamanında Avrupa'da hekimlere ilk defa doktor ünvanıSalerno'da verilmeğe başlanmıştı. Selçuklular zamanında İran ve Suriye'-den topladığı İslâm hekimlerinin eserlerini, Salerno ve Monte Casino'da,Constantin Africanus'un Latinceye çevirdiği biliniyor”.

Konuyu bir kez daha Doç.Dr. Polat HAS’ın değerlendirmesiylepekiştirelim; “Paris Tıp Fakültesi'nin büyük dershanesi Grand Amphithe-atre'daki dünyanın büyük hekimlerini temsil eden duvar freskinde İbnSina, Razi ile yanyana resmedilmiştir. Gerek Viyana Tıp Fakültesi'ndegerekse 1472 de kurulan Münih'in İngolstadt'daki Üniversite Tıp Fakül-tesi'nde, 15. ve 16. yüzyıllarda ders programında İbn Sina'nın Kanunu,"Canon Medicinae Avicennae" adı altında mecburi ders kitabı olarak oku-tulmaktaydı.

477 senesinde Münih'in İngolstadt Tıp Fakültesi'ndeki büyük dersha-neye İbn Sina'nın Avicenna olarak latinceleştirilmiş ismi verilmişti. Münihİngolstadt Tıp Fakültesi'nin 16. yüzyıl başındaki doktora nizamnamesinin,doktora talebelerine imtihanlarda sorulacak sorularla ilgili 2. ve 5. mad-deleri gereğince; İbn Sina veya er-Razi'den yapılacak yazılı imtihanda birpuan, Hipokrattan yapılacak imtihanda diğer gerekli ikinci puanı aldıktansonra, doktor namzetlerine dekanın sözlü imtihanında İbn Sina, Hipokratve Razi'nin kitaplarından sorular sorması öngörülmekteydi. Bu sorulariçin İbn Sina'nın eseri Kanun'un I. Kitabının 2. Fennindeki hastalık sebe-pleri ve semptomları ile ilgili kısımlar ile IV. kitabın 1. bölümünde (Fen)yer alan ateşli hastalıklarla ilgili kısımların bilinmesi gerekliydi. Münihİngolstadt Fakültesi'nin 1472 tarihli statüsü "Statuta îrclitae medicorumFacultatis studii İngolstatensis"de tıp talebelerinin Hipokrat'ın Aforiz-maları yanı sıra İbn Sina'nın Kanunu'nun 1. ve 2. Fennleri ile IV. kitabının1. Fenninden sözlü imtihan edilmesi latince olarak şöyle belirtilmektedir:

254

Page 256: BERGAMA BELLETEN - 18

"... fen primi canonis Avicennae aut prima fen guanti eiusdem". Bubölümleri tıp talebelerinin ezbere bilmesi gerekmekteydi. Bavyera kralıMaximilian I (1573—1651) 1611'de üniversite için yeni bir ders planıyürürlüğe koydu ki, buna göre 1. ders yılında teorik tıp dalındaki eğitimiçin ibn Sina'nın ve Galen'in kitapları ders kitapları olarak öngörülmek-teydi.

Viyana Tıp Fakültesi'nin 1389 tarihli statüsüne göre doktora imti-hanında tıp talebelerinin imtihan edilmek için İbn Sina'nın Kanunu, Tech-nae Galeni veya Aphorismi Hippocratis'den birisini seçmeleriöngörülmekteydi. Bütün bunların yanı sıra Razi ile İbn Sina'nın eserlerion yedinci asırda Louvain Üniversitesi tıp tedrisatının esasını teşkil et-miştir, ibn Sina tercümeleri tam altıyüz sene, Avrupa üniversitelerindeders kitapları olarak tedris edilmiştir. Razi'nin latinceye çevrilen ve XVIII.y.y.a kadar Batı'da tıp mekteplerinde klasik bir tıp kitabı gibi okutulaneseriyle bu bilim adamımız Valinos'a benzetilmiştir. Yine önemli bir bilimadamı olan Kindi de Avrupa'yı etkilemiş, eserlerinin latinceye tercümeedilmesiyle, Avrupa kültüründe de ün kazanmıştı ve ona Alkendus diyor-lardı. Avrupa'ya ışık tutan bir diğer ilim adamı Ebu-Kasım Zehravi'dir.Batı onu Albucasis olarak tanımaktadır; cerrahlığa ve ebeliğe dair "Et-Tasrif" adlı bir eseri vardır. Bu eser Gerard da Cremone tarafından latinc-eye çevrilmiştir. Bu bilim adamı modern cerrahinin kurucularındandır.

Selçuklular devrinde ve Şam'daki Nureddin hastanesi işletmede iken1178'de Hekim Hibetullah ibn al- Murammel tarafından icazetnamealmak için Adudi hastanesinde yapılan ve hocası Abu Said İbn Said al-Haravi tarafından okunup, kabul edilen "Kitab Calinus fi Tedbir al-As-sıhha" isimli doktora tezi İstanbul'da Ayasofya kütüphanesinde mevcutolduğuna göre aynı tıp ekolünün devamı olan Şam'daki Nureddin Has-tanesi'nde de aynı şekilde hekim olmak için tıp doktoraları yapıldığı an-laşılmaktadır. Haçlı seferleri ve diğer yollarla tıp doktoru olmak için tezyazma usulünün Avrupa'daki Salerno, Napoli, Montpellier, Bologna vePadua Tıp Fakültelerine geçtiği aşikârdır. Nureddin Zengi'nin yanındayetişen Salâhaddin Eyyubi'nin soyundan Melik ül-Adil zamanında kansızsonuçlanan haçlı seferini yöneten ve Kudüs ve Şam'a gelen İtalya veSicilya'daki Alman imparatoru Friedrich von Hohenstaufen, İtalya'yadönüşünde, 1231'de Selçukluların tesiri ile hekim olacakların tahsilden

255

Page 257: BERGAMA BELLETEN - 18

sonra Salerno Tıp Fakültesi hocalarıncaimtihan edilmeden önce icra-ı tababetedemiyecekleri hükümlerini de içine alanbir sağlık kanunu yürürlüğe koymuştu.Selçuklu İslâm tababetinin tesiri neticesiFriedrich von Hohenstaufen zamanındaAvrupa'da hekimlere ilk defa doktor un-vanı Salernoda verilmeye başlanmıştı.Selçuklular zamanında İran ve Suriye'dentopladığı İslâm hekimlerinin eserlerini,Salerno ve Monte Casinoda, Constantin

Africanus'un latinceye çevirdiği biliniyor”.

Galenos aşağıdaki yazısında, 3. Bölümde, embryo'nun ceninin dış zarıile çevrilmesinden ve fetus'un rahimde olgunluğa erişmesinin birçokkadında 9 aylık bir dönemini açıklar.

256

Page 258: BERGAMA BELLETEN - 18

ESERLERİGalenos, ona miras yoluyla kalan servetin büyük kısmını kitapları ve

yazmalarına harcamıştır. Onun kayıp yapıtları büyük oranda yazma yön-temi ile ilgilidir. Çünkü çalışmalarını kendisi yazmaz, yazdırırdı. Yapıt-larının belli bir kısmında araştırmalarının kaynaklandığı ve geliştiği başkatıp otoritelerinin fikirleri bulunur, daha sonra da kendi kuramı yer alırdı.Geniş özel kütüphanesi için ödünç aldığı tıp kitaplarını kopyalattırdığı daolurdu.

Marcus Aurelius'un sarayında yaşarken, Galenos hem imparator veailesinin tıbbi sorunları ile ilgilenmiş hem de araştırma ve yazılarınısürdürme fırsatı bulmuştur. Başka doktorlar bu kadar güvencededeğillerdi.

Galenos, tıp alanında olduğu kadar mantık, ahlak, dil bilgisi kanu-larında da 500 den fazla eser yazdığı ileri sürülmektedir. Ayrıca pek çok

257

Page 259: BERGAMA BELLETEN - 18

makalesi ve ansiklopedik çalışmaları vardır.Teşrihe ait eserleri ise önemlidir.

Antik çağın tıp bilgileri, modern tıbbı çoketkilemiştir. Bugün bile tıptaki teknolojik,metodolojik ve deneysel gelişmelere karşın tıpeğitimindeki pek çok temel ilkenin kökenleriantik çağa dayanmaktadır. Hippokrates veGalenos, tıbın gelişimini etkileyen en eski ve ençok atıfta bulunulan esin kaynaklarıdır, Hip-pokrates en çok hasta haklarına, hekimlerinahlakî ve meslekî yükümlülüklerine ilişkin koy-

duğu ilkelerle bilinirken, Galenos anatomi, psikoloji ve eczacılık bilimineyaptığı katkılarla ve tıbbı felsefe, mantık ve deneyle birleştirmesiyle tanın-maktadır.

Galenos'un yapıtlarından çoğu, özellikle felsefe ve edebiyata ilişkinolanlar kaybolmuş, yalnız Arap kaynaklarında tıp kitaplarından bazılarıile İngilizce baskıları bulunmaktadır.

500 eserinden geriye 180 tanesinin kaldığı bilmektedir. Diğer eser-lerinin Galenos'un evinin yanması sonucu yok olduğu sanılmaktadır.

Çeşitli dallarda ve bu arada farmakoloji alanında 50 kadar eseryazmıştır ki Daremberg bunları bir külliyat halinde toplayıp Fransızcayaçevirmiştir.

Galenos’un eserleri yüzyıllardan beri süryanice, arapça dâhil pek çokdillere çevrilmiştir. XVII. yüzyıla, yani W.Harvey (1578-1657) e kadareserleriyle tebabet dünyasına tam anlamıyla hükmeden Galenos pratiktebabet kadar bilimsel çalışmalarıyla da ün salmıştır. Bugünkü tıp biliminiHipokrat kadar ona da borçluyuz.

Galenos tıbbı ana hatlarıyla Hipokrat'ın bünye veya 4 humor teorisi(Humorale Pathologie) yerine dış etkenler teorisine dayanır. Her ne kadaro da Hipokrat gibi nebız ve idrar muayenelerine önem verir, tedaviderejim ve fizyoterapi'den yararlansa da aralarında büyük ayrılıklar vardır.Bu nedenle "Hyppocrate dit oui, Galien dit no" sözü yani "Hipokratınevet dediğine, Galenos hayır der" pek tutmuştur.

258

Claudius Galenus

Page 260: BERGAMA BELLETEN - 18

Bunun gibi Hipokrat "Similia Similibus Curantur - Benzeri benzerletedavi" yoluna gittiği halde Galenos "Contraria Contraris Curantur - Zıddızıd'la tedavi" yönüne gitmiştir. Hatta daha da ileri giderek İskenderiyeEkolünün polypharmacie'sini benimsemiş ve çeşitli preparatlar hazır-lamıştır ki bu gibi müstahzarlara hala “Galénique préparate” denir. Bu daonun droglar hakkındaki kuvvetli bilgisinin bir kanıtıdır. Nasıl ki Tiryakda antik çağda son olarak onun elinde gelişmiştir.

Galenos, Tiryak kadar pürgatif Picra ve Hiéra'sı ile de ünlüdür.Hiéra'nın günlük dozu 1/3 gram olup ballı su, bal veya tisane içinde ve-rilirdi.

Galenos'dan sonra Roma'da tebabet ve eczacılık çok zayıflamış ve Ro-malı yazarlar ancak Grek eserlerinden tercümeler yapmakla yetin-mişlerdir.

Tedaviye ilişkin 50 kadar eser yazmıştır. Bunlar Süryanice, Arapça veLatinceye çevrilmiştir. Galenos, hekimliği kadar yaptığı ve kullandığı ilaçtertipleri ile de tanınmıştır. Müshil tertipleri ve tiryak formülü çok meşhurolmuştur. Galenos, 500 kadar bitkisel, hayvansal ve mineral drogun ta-rifini yapmış ve etkilerini belirtmiştir. Hint keneviri (esrar) etkilerindensöz etmiştir.

Cladius Galenos, tıp tarihinde bir devdir.Galenos, Hipokrat sonrası okullardagördüğümüz çelişkilere karışmayıp,Hipokrat'ın öğretilerine sadık kalmış ve eskiçağların tıbbi bilgilerini gözlem ve deneyleredayanarak sistematize edip özetlemiştir. Egeve Roma tıp literatürünün yarısına eşdeğerolan çalışmalarının ilk bölümü, 22 kalın cilthalinde basılmıştır. Bu eser "Corpus Hippo-craticum" ile birlikte antik çağlardaki tıbbi te-davilerin bir özetini oluşturur. Galenos,Hipokrat'tan sonra ortaya çıkan yukarıdadeğindiğimiz tıp ekolleri ile ilgilenmemiş;

onun öğretileri doğrultusunda eski tıbbi bilgileri kendi gözlem ve deney-leriyle birlikte sistematik ederek özetlemiştir. Sözkonusu 22 ciltlik bu

259

Page 261: BERGAMA BELLETEN - 18

eser, Hipokrat Külliyatı ile beraber Antik dönem tıbbi tedavilerini ortayaçıkartır.

Galenos sürekli olarak öğrencilerine saldırıp, onların kabiliyetsizolduklarını, kendisinin teşhis ve tedavi kabiliyetleriyle kimsenin boyölçüşemeyeceğini söylerdi. Nasıl bir kişilik bozukluğu olduğunu anlamakzor olmakla birlikte bir defekti olduğu kesindir. Galenos'un, kişilik olarakkendi özgü bir insan olduğu anlaşılmaktadır.

Galenos'un yazdığı 500 kadar incelemenin çoğu bir yangında yokolduğunu söylemiştik. Çalışmalarının listesini çıkarma alışkanlığı olduğuiçin, kurtarılan 83 inceleme yazısının ona ait olduğu kesin olarak biliniyor.Bu değerli ve çalışkan doktor söylediklerini kaydetmeleri için bir diziyazıcıyı işe almıştır.

Galenos'un eserleri önce 1525' de 5 cilt olarak Venedik'te basıldı. Dahasonra 1538'de Bale'de yayınlandı. 1679 da Rene Chartier, Hippokrat'ıneserleriyle birlikte, Latince ve Yunanca 13 cilt olarak bastırmıştır.

1821'den 1833'e kadar Kühn, 20 cilt olarak eserlerinden bir kısmınıLeibzig'de yayınladı. Fransızcaya Darenberg tarafından yalnızca hekim-likle ilgili dört cildi 1854’te çevrildi.

9. yüzyıl Arap bilginlerinden hekim ve düşünür Huneyn Bin İshak,Galenos'un 129 yapıtının dökümünü yaptı. Bu yapıtların yunanca veSüryanice uyarlamalarını Arapçaya kazandırdı.

Bu çeviriler 11. yüzyılda Arap hekimlerinin açıklamalarıyla birlikteLatinceye aktarıldı.

Galenos'un Hippokrat hakkında da 18 eser yazdığı kabul edilir. YineMenedet hakkında, eleştirilerle dolu iki cilt eserinin bulunduğu bilinmek-tedir.

Hekim Galenos, Aziz Bede ile birlikte kaynakça tarihine de geçmiştir.Kendi eserleriyle ilgiii kaynakça yazan iki kişiden biridir. Bu nedenleeserlerinin sayısının yüksek, ama bulunanların az olması böyle açıkla-nabilir.

Felsefe eserlerinin sayısı çoktur. Fakat zamanımıza gelebilen azdır. Bueserlerin çoğu mantık, diyalektik ve ahlakla ilgilidir. Diğerleri o zaman-

260

Page 262: BERGAMA BELLETEN - 18

larda takip edilmekte olan başlıca dört sistemin eleştirisinden ibarettir.Bunlar tarihsel eserlerdir.

Bunlardan yalnız Latince yazılmış olan "Eflatun'un Timee'sine dair"bir parçayla, "Hippokrat ve Eflatun'un Doğmaları" başlıklı eseri vardır.Bu eser, dokuz kitaba ayrılmış olup, baş kısmı kaybolmuştur.

Felsefeye de uygulanması bakımından birçok matematik kitapları dayazmıştır. Bunlar arasında "Geometrik ispat stoacı ispattan daha çokseçilmeye layık¬tır" eseri önemlidir.

Deusu Partium adındaki yapıtı birçok gözlem ve deneyi her organhakkındaki özelliklerini verişi ve kendisinin zamanına göre ameliyattakiüstünlüklerini dile getirir.

"Bizi yaratan için bir övgü yazıyorum. Düşünüyorum ki birçok hay-vanları onun adına kurban etmek tutkun bir dindarlık bile değildir, onunbüyüklüğünü, iyiliğini, gücünü tanımak ve tanıttırmak ancak yarattığı bueserlerdeki incelikleri bilmekle olur."

Galenos'un yazdığı eserlerinden bazıları şunlardır:1. Geometrik İspat, Stoacı ispattan daha çok seçil¬meye layıktır.2. Yer sarsıntısına dair ve çarpıntı hakkında3. Dölütün oluşumuna dair4. Kısımların kullanma ve yararlarına dair (Bedenin Parçalarının Yararları

Üzerine)5. Hippokrat ve Eflatun'un görüşlerine dair6. Eflatun'un "Timee'sine dair” bir parça7. Julien'e karşı8. Varlıkların her biri hem bir, hem de birçoktur.9. Düşler aracılığıyla hastalıkların teşhisi “Rüyalarda Diagnoz Üzerine"10. Doğal kuvvetlere dair (Doğal Melekeler Hakkında)11. Küçük topla sağlık egzersizleri12. Tıbba bağlı olarak sağlığın korunması13. Sağlık14. Döl yatağının anatomisi15. Göz hastalıklarının tanısı

261

Page 263: BERGAMA BELLETEN - 18

16. De Subliguzatione Emprica17. İdrar Sekresyonu Hakkındaki Tuhaf Teoriye Karşı18. Ad Glauconem de Medendi Medhodo ve Ars Parva19. "İlaçların Tertipi" (Composition des Medicaments),20. On The Natural Faculties21. El22. Hekimlerin imtihan edilmesine dair

Tıp eğitimi veren fakültelerde; Galenos’un “Ars Medica”, “ArsParva”, “Tegni” ve “Microtechne” adlı eserleri ve Hoti Ho Aristos HiatrosKai Filos ofos (Erdemli bir hekimin filozof olması gereklidir) kitabı derskitabı olmuştur.

En etkileyici çalışması yedi yüz sayfalık "Bedenin Parçalarının Yarar-ları Üzerine" adlı yapıtıdır. Bu yapıtında tüm organların yapısını ve iş-leyişini anlatır, ilk kitabı olan "El"de şunları yazar:

"İnsan tüm hayvanlar içinde en akıllı varlıktır ve eller akıllı bir hay-vanın sahip olabileceği en uygun organdır. Anaksagoras'ın dediği gibiinsan elleri olduğu için en akıllı değil, tersine Aristo'nun dediği gibi enakıllı olduğu için elleri olan varlıktır, insanın sanatta başarılı olmasınınnedeni elleri olması değildir. Eller birer araçtır, müzisyenin enstrümanıya da demircinin maşası gibi... Her ruhun atıl bir kapasitesi vardır; amabunu eyleme dönüştürecek cihazlar olmadıkça, doğanın verdiği yetenekatıl kalmaya mahkûmdur."

Şöyle diyordu Galenos: "Eğer biri doğadaki olayları gözlemlemek is-tiyorsa anatomi kitaplarına değil, kendi gördüklerine inanmalı... Amayalnızca okumakla yetindiği sürece tüm eski anatomistlere inanmaya dahaeğilimli olur."

Tarihin bilinen akışı içinde Galenos'un kitapları kabul gören yapıtlardüzeyine gelirken kendi kişiliği unutulmuştu. Galenizm yüzyıllar boyuncadoktorların egemen dogması oldu. Yunanca yazdığı için ilk etkilediği yer-ler İskenderiye, Roma İmparatorluğunun doğu uçları ve komşu müslümandevletler olmuştu. Müslüman dünyası onun yapıtlarını Arapça'ya çevirdive kendine örnek aldı; öyle ki İbn-i Sina için İslam'ın Galenos'u tanımla-masını yapacak kadar yüceltmişti.

262

Page 264: BERGAMA BELLETEN - 18

GALENOS:

Otobiyografisini Yazan İlk Bilgin

Galenos, Roma kitap dükkânlarında kendi eserlerinin başka yazarlarınisimleri altında elden ele dolaştığını, dahası bazı çalışmaların da onaatfedilerek satıldığını belirtmekte ve bunun önüne geçmek için dekitaplarının bir listesini vermeye karar verdiğini söylemektedir. Bu nok-tada sözü Galenos’a verelim:

Galenos’un kendi kalemindenMevcut kitaplarımın tasnif edilmesine ilişkin olarak verdiğin

tavsiyenin geçerliliği, olaylarla doğrulanmış bulunuyor. Son zamanlardayaptığım bir Sandalarium gezintisinde ki burası Roma’nın en büyük kitapsatış mekânıdır, burada satışa sunulan bir kitabın benim tarafımdan mıyoksa bir başkası tarafından mı yazıldığı konusunda bir anlaşmazlığatanık oldum. Kitabın ismi şöyleydi: Doktor Galenos. Biri bana aitolduğunu zannederek satın almıştı kitabı; bir başkası –belli ki iyi birokuyucu- başlığın tuhaflığını fark edip, konusunu öğrenmeyi arzuladı.Daha ilk satırları okur okumaz kitabı hemen yırtıp, doğruca şöyle dedi:“Bu Galenos’un dili değil, başlık sahtedir.” Belli ki bu adam, gramer vebelagat, iyi söz ve yazı, retorik öğretmenlerinin eskiden Egeli çocuklaraher zaman verdikleri temel ilk eğitimi almış biriydi. Bu günlerde ise tıptaya da felsefede bir meslek edinmeye başlayan çoğu kişi düzgünokuyamıyor bile, ama bir yandan da insan çabasının en güzel ve en büyükalanıyla, yani felsefe ve tıbbın sağladığı bilgi ile ilgili olarak verilenderslere sık sık katılıyorlar.

Söz ettiğim bu tembellik (kolaya kaçma), ben daha gençken de vardı,ancak bugün olduğu kadar fazla değildi. İşte bu nedenle -ayrıca kitaplarımher türlü bozmaya maruz kaldığı, farklı ülkelerde insanlar her tür kısaltma,ekleme ve değiştirmelerle farklı farklı metinler çıkarıp kendi isimleriyleyayınladıkları için- en iyisinin önce bu bozmaların yapılma nedenleriniaçıklamak ve sonra da bana ait olan her bir kitabın içeriğinin bir kaydınıvermek olduğuna karar verdim.

263

Page 265: BERGAMA BELLETEN - 18

Galenos bu girişin ardından, 17 başlık altında eserlerinin yazım yer vesürecini anlatmaya koyulur. Tasnife Roma’da ilk bulunuşu sırasında yap-tığı çalışmalarla başlar. Yalnızca bu başlığın içeriğinin dikkatli birokunuşu bile, Galenos’un bu eserinin neden özyaşam türünün ilk örnek-lerinden sayıldığını göstermeye yeterlidir. Galenos, Martialius adındaanatomi konusunda çalışmalar yapan bir çağdaşıyla karşılaşmasını anlat-makta, adeta onu sorguya çeken yetmiş yaşını aşmış bu araştırmacıyaverdiği cevapları bir bir sıralamakta ve bu yönüyle hayatının bir kesitiniokuyucu için öyküleştirmektedir.

Bir diğer olayda, Galenos kamuya açık bir toplantıda eski hekimlerhakkında konuştuğunu anlatır, kendisinden önce tartışılan konu Erasis-tratus’un bir çalışmasıdır. Galenos, kendisini Erasistratus’un takipçisiolarak gösteren Martialius’u sinirlendirmek için bir konuşma yapar.Konuşması son derece etkili olur, öyle ki, Martialius’a muhalif bir dostubu konuşmanın bir özetini almak için adeta Galenos’a yalvarır. Roma’yızamansız terk etmek zorunda kalırsa bu özeti yanında götürebilecek vehastalarıyla deneylerinde Martialius’un fikirlerini çürütmek için kullan-

264

Page 266: BERGAMA BELLETEN - 18

abilecektir. Galenos bu örnekte de görüldüğü gibi, kitabın ortaya çıkışınıhikayesiyle beraber vermektedir, bu yönüyle Galenos için yalnızca oto-biyografi yazarı değil otobibliografi yazarı da demek mümkündür, hatta‘Kitaplarım Hakkında’ adlı eseri bir otobio/bibliografi kitabıdır.

‘Kitaplarımın Listesi Hakkında’ adlı mektubu da söz ettiğimiz ‘Kitap-larım Hakkında Yazdığım- Kitaplar Hakkında’ kadar ilgi çekicidir.Galenos bu kitaba da seslenmeyle başlar:

Yazdıklarımın sırasını açıklayacak bir el kitabına ihtiyaç olduğunuişaret ederken hakkın vardı Eugenianus, ne de olsa hepsi aynı amaçla,aynı işlevle ve aynı konuda yazılmadı. Sen de biliyorsun ki, bazılarıarkadaşlarımın isteği üzerine, onların seviyesine uygun yazıldı; diğer bazıkitaplarım ise yeni başlayanlar düşünülerek yazıldı. Her iki durumda daniyetim elden ele geçirilmeleri ve gelecek nesiller için korunmalarıydıçünkü görüyorum ki daha önceki dönemlerde yazılan kitaplar bile çok azsayıda kişi tarafından anlaşılıyor. Doktorlar ve filozoflar diğer doktor vefilozoflara karşı öğretilerini bilmeden ve doğruları yanlışlarından ayır-malarını sağlayacak mantıksal yöntem alıştırması yapmadan hayranlıkduyuyorlar.

Bu girişin ardından Galenos tıp ve felsefe alanında kaleme aldığı eser-leri okuma sıralarına göre verir. Okuyucunun ilgi alanı ve bilgi birikiminegöre okuma sırası değişebilecektir, zaten Galenos bu mektubu en çok dayeni başlayanlar için kaleme almaktadır, ancak ilk okunması gerekenkitap olarak gördüğü çalışması tektir. Sözcükleri yanlış ve kötü kullanan-lara yönelik doğru kullanımla ilgili bir kitaptı. İlk mektuptan daha kısaolan bu ikinci mektupta da Galenos eserlerinin yazım hikâyelerini ver-mektedir.

Galenos verdiği eserlerle yalnız sınırlı bir dünyanın okuyucularınınzihinleri açmamış, diğer kültürlerin yazın dünyalarını da derinden etki-lemiştir. Tıp alanında yaptığı çalışmaların çevirilerle İslam dünyasındada geniş bir okuyucu kitlesi bulduğunu ve geliştirildiğini biliyoruz, ancaközyaşam tarzında verdiği eserlerin de böylesi derin bir etki uyandırdığıdüşüncesi son yüzyılda üzerinde tartışılmaya başlanan bir konudur.

Reynolds çalışmasında, Arap özyaşam hikayesi yazma geleneğini etki-leyen yazarların başında Galenos’u sayar. Galenos’un verdiğine benzer

265

Page 267: BERGAMA BELLETEN - 18

bir kitap listesi hazırlama fikri Arap yazın dünyasının temsilcileri arasındada gitgide yaygınlaşır, bu kitap listelerinin içine yazarının hayatıyla ilgilinotlar ekleme de bir gelenek halini alır. Öyle ki Galenos’un yaptığının biradım ötesi olarak artık yazarlar tasnif sürecinde doğum yerlerini, soyağaçlarını, yaptıkları gezileri ve ilk bilgilerini edindikleri öğretmenlerinide saymaktadırlar. Yine Galenos’un Martialius’la ilişkisine benzerkıskanç rakipleri çalışmalara katma durumu, Huneyn ibn İshak’ınözyaşam hikâyesinde en açık haliyle görülür. Huneyn’in döneminin engüvenilir çevirmenlerinden biri olduğunu, Galenos’dan kimi çeviriler yap-tığını ve kuşkusuz söz ettiğimiz eserinden de haberdar olduğunu eklemekgerekir.

George Misch A, History of Autobiography in Antiquity adlı kitabındaGalenos’dan daha sonra özyaşam hikâyesi türü olarak adlandırılacakyazın türünün Flavius Josephus ve Damaskuslu Nikolaus ile birlikte ilktemsilciler arasında sayar. Misch’e göre Galenos yazdığı bu iki eserle ki-tapları üzerinden hayatından kesitler vermekte ve kitaplarının başarısıylahayatındaki değişiklik ve gelişmelerin eş zamanlı olduğunu söylemekte-dir. Kitaplar yalnızca bilgi verme amaçlı değildir, aynı zamanda öğreticive yol gösterici yanları da vardır. Okuyucu kitaplardan da, Galenos’unhayatından da dersler çıkarmalıdır.

266

Page 268: BERGAMA BELLETEN - 18

GALENOS KİTAPLARININ SINIFLANDIRILMASI

GENEL TIP"De propriis placitis" "Art medica" "De optimo docendi genere libellus" "De constitutione artis medicae ad Patrophilum liber" "De sanitate tuenda libri VI" "Methodi medendi libri XIV" "De partibus artis medicae" "De constitutione artis medicae ad Patrophilum liber" "De optimo medico cognoscendo" "Definitiones medicae"

ANATOMİ"De anatomia" "De anatomia mortuorum" "De anatomia vivorum" "De anatomiae dissentione" "De corporis partibus"

FİZYOLOJİ"De semine libri III" "De instrumento odoratus" "De partium homoeomerium differentia" "De usu partium corporis humani libri I-XVII" "De locis affectis libri VI" "De pulsibus introductio" "De atra bile"

TEDAVİ/TERAPİ"Methodus medendi libri XIV" Diät und Lebensweise"De bono habitu" "De diaeta et morbis curandis"

267

Page 269: BERGAMA BELLETEN - 18

"De victu attenuante" "De facultatibus naturalibus libri III" "De alimentorum facultatibus" "De probis, pravisque alimentorum succis"

TEMİZLİK"De venae sectione adversus Erasistratum" "De curandi ratione per venae sectionem" "De hirudinibus, revulsione, cucurbitula, in medicamentis, et quo tempore" "De purgantium medicamentorum facultate"

İLAÇLAR"De compositione medicaminum per genera libri VII" "De simplicium medicamentorum temperamentis ac facultatibus libri I-XI" "De compositione medicaminum per singulares corporis partes libri I-X" "De simplicium medicamentorum temperamentis et facultatibus libri I-XI" "Remedia" "De remediis paratu facilibus liber" "De remediis parabilibus libri III" (nach 193 n. Chr.) "De compositione medicamentorum secundum locos I-X"

PSİKOLOJİ"De consuetudinibus" "De propriorum animi cuiuslibet affectuum dignitione et curatione"

EMBRİYOLOJİ VE DOĞUM"De foetuum formatione" "De uteri dissectione"

HİPOKRATES ÜZERİNE YAZILAN KİTAPLAR"In Hippocratis de aere aquis locis librum commentarii" "De elementis ex Hippocratis sententia libri II" "De placitis Hippocratis et Platonis libri IV" "Hippocratis aphorismi et Galeni in eos commentarii libri" "In Hipp. librum de alimento commentarii IV"

268

Page 270: BERGAMA BELLETEN - 18

"Hippocratis de humoribus librum commentarii III" "Hippocratis de natura hominis liber primus et galeni in eum commentarii"

"In Hippocratis De natura hominis commentarius tertius" "In Hippocratis de victus ratione in morbis acutis" "In aphorismos Hippocratis commentarii I-VII" "De diaeta Hippocratis in morbis acutis" "In Hippocratis prorrheticum I commentaria III" "De comate secundum Hippocratem" "In Hippocratis prognosticum commentarii III" "In Hippocratis Epidemiarum librum commentaria I-VI"Nichtmedizinische Schriften

"Adversus Lycum", "Adversus Iulianum" "De ventis, igne, aquis, terra" "Galeni in Platonis Timaeum commentarii fragmenta" "Lexicon botanicum

269

Page 271: BERGAMA BELLETEN - 18

“HOTİ HO ARİSTOS KAİ FİLOZOFOS”

GALENOS’un felsefe ve tıp ahlakı konusunda ele aldığı “ERDEMLİTABİP BİR FİLOZOF OLMAK ZORUNDADIR” adlı eserini inceleye-lim;

(VIII. Türk Tıp Tarihi Kongresi, Tebliğ, 16-18 Haziran 2004, Divriği-Sivas) Prof. Dr. İsmail YAKIT, S.D.Ü. İlahiyat Fakültesi, Isparta

İslam dünyasında Calinus olarak bilinen ünlü tabip ve filozofGalenos’un gerek İslam dünyasında ve gerekse Batı dünyasında felsefeve tıp ahlakı açısından önemli bir yeri olan ve günümüze kadar ulaşanArapça tek yazma nüshası bulunan bu eserinin incelemesi ve tercümesiilgili tıp kongresinde ele alınmıştır. Tebliğ şöyle;

I-Galenos ve Kitabı Hakkında1- Claudios Galenos, İlkin felsefe okuduktan sonra değişik merke-

zlerde tıp tahsil etmiş ve Bergama ile Roma’da hekimlik yapmıştır. XVII.yüzyıl ortalarına kadar Aristo ile beraber, on dört asır boyunca bütün tıpdünyasını etkisi altında bırakmıştır. Yaptığı gözlemler ile özellikle sinirsistemi ve kalple ilgili olarak hayvanlar üzerinde yaptığı diseksiyonlar ileanatomide önemli buluşlar gerçekleştirmiştir. Büyük ölçüde ünlü hekimHippokrates (M.Ö. 460-377)’dan etkilenmiş ve onun eserlerini açıkla-malar ekleyerek Ege tıbbının zirveye ulaşmasını sağlamıştır. İslamdünyasına Galenos’un pek çok eseri tercüme edilmiştir. Özellikle 15’ifelsefe olmak üzere 129 eserinin Arapça’ya tercüme edildiğini kaynaklarbahsetmektedir. O, Hippokratesle birlikte psiko-somatik hastalıkları te-davi eden ve Batlamyus (=Ptolemaios, öl: 168)’la beraber evrenin sırrınıçözmüş bir bilgin olarak tanınır. O, aynı zamanda Hippokrates ile İbnSina (980-1037) arasında bir köprüdür.

2- Galenos’un Felsefî Tıbbının Temelleri

Bilindiği üzere, Hippokrates ve Galenos tıbbının temelinde ünlü filo-zof Pithagoras (M.Ö. 570-494) ekolüne mensup Pithogorasçıların kur-duğu Sicilya Tıp Okulu’nun görüşleri yer alır. Bu okul Pithagorasçı tabipve filozof Alkmeon M.Ö. VI.yy.) ile filozof Empedokles (M.Ö. 495-

270

Page 272: BERGAMA BELLETEN - 18

435)’in ontolojisi üzerine kurulmuştur. Eşyada adalet yani denge ilkesiniesas alan bir okuldur. Nitekim Alkmeon sağlığı, sıcak-soğuk, yaş-kuru,acı-tatlı gibi zıtlar arasında dengenin yani adaletin kurulmasına, hastalığıda bu dengenin bozulmasına bağlamıştır. Keza Empedokles de budengeyi(=adaleti) toprak, su hava ve ateşten ibaret olan yani “anasır-ıerbaa”(=dört unsur) arasında görmüştür. Bunlar, Pithagorasçıların herşeyin temelinde gördükleri “kutsal dört”e uygun olarak “tabiatın dörtkökü” olup, çeşitli oranlarda birleşerek dengeyi(=adaleti) sağlar. Böylece“Dört Hılt”(=kan, balgam, kara safra, sarı safra) ve “Dört Mizac”(=de-mevî, lenfavî, safravî, asabî) oluşur. Zaten mualece(=ilaç ile tedavi)nintemel espirisi, bozulmuş dengeyi yeniden sağlamak yani adaleti gerçek-leştirmektir. Nitekim, bu dört hılt ve dört mizacın günümüze kadar geldiğive psiko-somatik anlamda, psikolojide beden yapısı ve karakter arasındakiilişki, görüşünün temelini oluşturduğu bilinmektedir. “Tabiat” kavramınıntıpta özellikle “mizac” anlamına gelmesi, “mizac”ın da “hılt”ların belirlioranda karışımı olması, ve bu karışımın dengeli olması sağlığı, dengesizolması da hastalığı göstermesi, Tıbbı, aynı zamanda Astronomi’nin dengekavramına, Matematiğin oran ve uyum kavramına bağlamıştır. Zaten bubağlayışı meşru kılan ontolojiyi Pithagorasçılar geliştirdi. Onlara göre,varlığın arkesi “sayı”dır. Varlıklar sayılardan ibaret olup, aralarındaki iliş-kiler oranlardan ibarettir. Gök cisimleri daimi hareket halinde oldukların-dan canlı, ruhlu ve akıllıdırlar. Gök cisimlerinin belirli harmonileri vardır.Bundan evrenin müziği oluşur. Varlığı matematik yardımıyla düşünmeyeçalışırlar. Pithogorasçı düşünme, varlıklar arasındaki denge ve oran vs.,Mezopotamya, Hint, İran, Mısır ve Çin ve Yunanda kabul görmüştür. Pi-thagorasçılarda insanla evren bedeni arasında bir paralellik vardır. Pi-thagoras’tan etkilenmiş olan Platon bu paralelliği, toplumsal sınıfları,devleti, ruh katmanlarını ve erdem çeşitlerini de ilave eder. İnsan bedeniile, devlet bedeni ve kozmos bedeni arasında bir paralellik aramıştır.Dengeyi(=adaleti), kozmoloji ile temellendirmiştir. Denge, uyum, adaletkavramı, Astronomi’nin incelediği Kozmos ile Tıbbın incelediği insanbedeni arasındaki paralelliğe temel vermiş, Ahlak da erdemin temelinioluşturmuştur.(Küyel,s.509-512)

Tıp-Astronomi ilişkisi ile gökyüzünün yeryüzünü etkilemesinden İbnSina da söz eder(Sayılı, s.179).Ayrıca İbn Sina hikmeti taksim ederkenİslam düşüncesindeki geleneği yansıttığı şemasında; tıbbı, hareket eden

271

Page 273: BERGAMA BELLETEN - 18

ve değişen şeylere bağlı bilgisini “hikmet-i tabiiye” ye dahiletmiştir(Yakıt, 52).

Görüldüğü gibi, Hippokrates ile İbn Sina arasında önemli bir halkaolan Galenos’un felsefî ve tıbbî düşüncelerinin temeli bu görüşlerdenibarettir.

3- Galenos’un Adı geçen Kitabı

Süryani asıllı Arap hekim ve düşünürü Huneyn bin İshak (öl.260/873),Galenos’un eserlerinin eksik de olsa bir listesini vermiştir ve bu listedenkendisinden sonra birçok biyografi yazarı istifade etmiştir. İşte bu listedeyer alan Galenos’un eserlerinden biri de Yunanca adı “Hoti Ho AristosHiatros Kai Filosofos” adlı eseridir. Bu eser, küçük isim değişiklikleriylekaynaklarda yer almaktadır. Mesela İbn Cülcül “Yenbaği li’t-Tabib en-yekûne Feylesûfen”(=Tabibin Bir Filozof Olması Gerekir); İbnu’n-Nedimve Kıftî “Kitabun Fî Enne’t-Tabibe’l-Fadıl Feylesûfun”(=Erdemli TabibinBir Filozof Olduğu Hakkında Kitap), İbn Ebi Useybia “Kitabun Fi En-ne’t-Tabibe’l-Fâdıl Yecibu En Yekûne Feylesûfen”(=Erdemli tabibin BirFilozof Olmasının Zorunluluğu Hakkında Kitap) şeklinde söz etmekte-dirler.

Biz de küçük de olsa bu farklı isimlerden, Galenos’un eserlerihakkında en geniş bilgileri veren İbn Ebi Useybia’nınkini esas alarak“Erdemli Tabib Bir Filozof Olmak Zorundadır” adını kullandık ve bu adlatercüme ettik. Zaten Yunanca adı da bu anlamdadır. Günümüze ulaşanArapça tek yazma nüshanın üzerinde muhtemelen müntensih tarafındanyazılmış “Kitabu Calinus Fî Ennehu Yecibu en-Yekûne’t-Tabibu’l-FâdıluFeylesûfen”(=Calinus’un Erdemli Tabbibin Bir Filozof Olmasının Zorun-luluğu Hakkındaki Kitabı) şeklindedir. Tebliğ metninin sonunda bizzatorijinalinden tercümesini verdiğimiz bu tek nüsha Arapça yazmayı, H.457 Rebiulahir’de /M. 1065 Mart’ta Halid b. Ebî Rebi’ el-Endülüsî istin-sah etmiştir. (Süleymaniye, Ayasofya,3725), (72a-79b) Batılı araştırıcılar-dan Walzer, bu Arapça nüshayı, ünlü Şarkiyatçı Ritter’le birliktetanıtmıştır(Arabische Uebersetzungen Grieechische Arzte İm StambulerBibliotheke, (Tür.E.6696)). Walzer,daha önce bu eseri Yunanca aslı üze-rinden tanıtmıştır( New Light On Galens Moral Philosophy, ClassicalQuarterly,XLIII,1943, 82-96, London) Eserin Yunanca aslı asıl için (Bkz.Küyel, s.501 ve orada bahsettiği kaynaklar.

272

Page 274: BERGAMA BELLETEN - 18

Eserin başlığı hakkında Batı dünyasında yapılan araştırmalarda şu şek-ilde zikredilmiştir. Steischneider. “Das ein guter Artz Philosoph seinmüsse” (Die griechischen Aertze im arabischen Üebersetzungen, Vir-chow’s Archiv, 124, 1891, No,59,s.293); Leclerc “Qu’un bon Médecindoit être Philosophe” (Hist. De la Médecine Arabe, I,s. 247-248), Leroux,Paris, 1876); Gabrieli “Che il medico distinto debba eser filosofo” (Hu-nain b. İshak, Isis, VI, 1924, s. 287); Max Meyerhof “That The BestPhysician must be Philosopher” ve “ Quod Optimus Medicus sitquoquephilosophus” (New Light…s.649) şeklinde çevirmişler Sarton, Galenosbahsinde “Medical Philosophy and Deontology” adı altında bahsetmiştir(İntr., I,s. 304) (Bkz. Küyel, s.502) Adı geçen eser Prof. M. Küyel tarafın-dan Arapça metin ile beraber Türkçe’ye tercüme edilmiş ve “BiliminFelsefeye dayandığı Görüşünün Bir Timsali Olarak Galenos” adıylayayımlanmıştır. Tercümesinde eserin başlığı : “Galenos’un “Erdemli BirHekimin Filozof Olması Gerekir” adlı Kitabı” şeklindedir.(Bkz. Erdem,Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, C. IV, S.11,mayıs, 1988,s. 501-514,TTK, Basımevi, Ankara, 1989). Oldukça başarılı gözüken Küyel’in butercümesi ile bizim yaptığımız tercümede. Özellikle bazı terimlerin vecümlelerin ifadesinde kısmen farklılıklar vardır. Mesela başlıkta yer alan“hekim” kelimesinin orada kullanılması semantik olarak uygun değildir.

“Erdemli Hekimin Filozof olması “ ne demektir? Zaten hekim sözcüğüo dönemler itibariyle “Hakim” yani filozof karşılığı kullanılmaktaydı.Hekim zaten filozoftu. Çünkü Hakim kelimesinin hafifletilmiş bir telaf-fuzudur. Hâlbuki metnin aslında “tabib” kelimesi geçmektedir. Yani“işinde mahir, tedaviyi iyi yapan demektir. Şu halde tabib pratik bir anlamifade ederken hekim teorik anlamda kullanılmaktadır. Zaten Galenos’unifade etmek istediği husus ahlaki ve zihni anlamdadır. Öyleyse tabip,erdemleri kazanan ve felsefeyi bilen olmak zorundadır. Biz buna hekimdersek, hekimler zaten hakim yani filozof idiler, öyleyse filozof, filozofolmalıdır gibi garip bir ifâde ortaya çıkar.

273

Page 275: BERGAMA BELLETEN - 18

II- Kitabın İçeriğiCalenos’un bu eserinde yer alan ve iç içe anlatılmış bulunan hususları

birbirinden ayırdık ve onları alt başlıklar altında inceledik

1- Galenos’un kendine ait fikirleri.

Eserde Galenos’un kendi ifade ve düşünceleri ve tavsiyeleri yer al-maktadır. Bunlar şöyle ifade edilebilir.

Galenos’a göre, başarı kazanmak, ancak kabiliyet ve iradeyle olur.Başarısız insan ya bedensel bir yeteneğe sahip değil yahut da yeteri kadarirade gösterip çalışmamıştır. Eğer hem kabiliyet sahibi hem de gerekliiradeyi gösterip kendini hazırlamışsa o zaman zafer tacını başınageçirmesi işten bile değildir. Tıpkı güreşçilerde olduğu gibi, başarısızolanın ya bedensel yani fiziki bir yeteneği yoktur yahut da gerekli iradeve azmi göstererek iyi hazırlanmamıştır.

Galenos, “Hiçbir kimsede, Tanrı’nın rahmetinden verdiği kadarıyla,bu sanatı kabul etmede yeterli miktarda nefs kudreti yoktur” sözünü doğrubulmaz. Çünkü Tıp’ta becerilebilecek bir yetenek olmaması mümkündeğildir. Çünkü Galenos’a göre evren aynı evrendir. Hippokrates za-manında neyse odur. Yıldızlar, seyyareler, vakitler hep aynıdır. Değişenbir şey yoktur. Galenos’a göre, eskilerin uzun zamandan beri tedavüldebulunan sanatlardan bize bıraktıkları şeyler kolay olmayan birer erdemdir.Hippokrates’in uzun yıllar uğraşıp ortaya koyduğu şeyleri kısa zamandaöğrenmemiz kolay olmuştur.

Galenos’a göre, mal kazanma konusunda, yalnız bedenin ihtiyaçlarınıkarşılamakta zaruri olanı kâfi miktarda elde etmekle yetinecek ve insanınartık yemek, içmek, giyinmek gibi ihtiyaçlarının olmaması ile fiilenölmesi sözü ile yetinmeyecek bir kişinin bulunması mümkün değildir.

Galenos’a göre, tabiplerin Hippokrates gibi bütün şehirleri ve yerleşimbirimlerini inceleyerek bilgisini ve tecrübesini geliştirmesi gerekir. Kişizenginliği küçük görmeli ve sükûneti aramada büyük hırs ve istek göster-melidir.

Galenos’a göre, bir kimsenin erdemlerinden birini elde edip de diğergeri kalan zaruri erdemleri kazanmaması mümkün değildir. Bütün erdem-

274

Page 276: BERGAMA BELLETEN - 18

ler sanki tek bir doğru üzerinde dizilmiş gibidirler. Galenos’a göre, Tıpve felsefe birbirinden ayrılmaz. Nitekim o,“Sen, tabip nefsine hâkim ol-malıdır, iffetli olmalıdır, maldan uzak durmalıdır, âdil olmalıdır, ama filo-zof olmamalıdır” veya “sen, tabip bedenin tabiatını bilir, organlarınişlevlerini bilir, tedavi için gerekli istidlâlleri yapar ama mantık sanatı’ndatecrübeye ihtiyacı yoktur” dersen, abuk sabuk konuşup boşuna tartışıyor-sun” demektedir. Galenos’a göre: “Mâhir dokumacı veya kunduracıdanher biri, ancak kendi sanatında tecrübe sahibi olmak suretiyle işinin erbâbıolur, ama bir kimse aynı zamanda hem âdil, hem burhanda mâhir, hemde tabiatın ne olduğunu bilen kişi olması, buna karşılık uygulama yap-maması, tecrübe sahibi olmaması mümkün değildir. Bunu aksinisöyleyenler hayası olmayan kimselerdir.

Galenos’a göre, Eğer Hippokrates’ın sözünü gerçekten benimsiyorsak,bizim evvela felsefeyi bilmemiz ve kullanmamız gerekir. Bunu yaparsak,o zaman Hippokrates’a benzeriz ve onun kitaplarında açıkladığı şeylerinhepsini gerektiği gibi bilir ve üzerimize düşeni yaparsak o zaman ondanda ileri gitmiş oluruz.

2- Hippokrates’a Ait Sözler:

Eserde sık sık ünlü hekim Hippokrates’ın sözleri yer almaktadırGalenos, sık sık Hippokrates’ı örnek göstermekte ve ondan alıntılar ver-mektedir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

Hippokrates : “Astronomi Sanatı’nın Tıp Sanatı’na olan faydası azdeğildir. Bu sanattan önce gelen sanat yani Geometri Sanatı’nın zaruretiapaçıktır.”

Hippokrates: Bedenin tabiatının en ince ayrıntısına kadar araştırılarakçok iyi bilinmesini emredir. Bu bilgi Tıp Sanatı’nın bütün sözlerininbaşında yer alır.

Hippokrates: Belirtileri(=arazlar= symtômlar) türleri ve cinslerine göretaksim etmeyi bilmeyen tabipler tedavideki yöntemi bulmada hatayaduçar olurlar” demekte ve bununla Mantık Sanatı’nda tecrübe sahibi ol-mamız gerektiğini işaret etmektedir.

275

Page 277: BERGAMA BELLETEN - 18

Hippokrates: “Bizim hastada şimdi ortaya çıkan, geçmişte ortaya çık-mış ve gelecekte ortaya çıkacak olan arazları en önce ele almak ve bilmekhususunda çok gayret sarf etmemiz gerekir” demiştir.

Hippokrates diyet konusunda gerekenleri söylemiş ve izlememizgereken yolu da belirtmiştir.

3- Hippokrates’in Yaptıkları

Hippokrates, eserlerinde doğru, düzgün ve seviyeli ifadeler kullan-mıştır.

Hippokrates, kralların ayağına gitmemiştir. Mesela Pers KralıArdeşir’in davetine rağmen gitmemiştir. Ama Kral Perdikkos’un, kendisanatına ihtiyaç duyduğunu, kendisinden daha ehliyetli birini bula-madığını öğrenince gidip, hastalığını tedavi etmiştir.

Hippokrates, Kranon, Taso gibi şehirler ile küçük beldelerdeki fakirleritedavi için gitmiştir. Popolos şehri halkına ve diğer yerlere öğrencilerinigöndermiştir. Hippokrates, şehirlerin tabiatları için bir kitap yazmazarureti hissettiğinde bildiklerini tecrübeyle pekiştirmek için bütün Yunanşehirlerini, bizzat kendisi birer birer dolaşmıştır.

Hippokrates, güneye bakan, kuzeye bakan, doğuda olan, batı olan,çukurda kalan, yüksekte kurulan bütün şehirleri belirlemiş; ahalisi kanalsuyu, kaynak suyu, yağmur suyu, göl veya ırmak suyu içenleri, tabiattançok soğuk veya çok sıcak olarak çıkan suları kullananları, sularında bo-raks ve şap gibi eriyik kimyasal maddeler bulunanları, büyük bir akarsuveya göl veya dağ veya deniz kenarında oturanları vs. ye kadar incelemeyiihmal etmemiştir.

4- Tabiplerin İçine Düştüğü Durumlar

Galenos’a göre, adı geçen eserde, tabiplerin içine düştüğü durumlarşöyle sıralanabilir.

Tabipler, yarışmalarda hem başarı kazanmak isteyen ama başarıyaulaşmak için yapılması gereken çalışmayı yapmak istemeyen yarış-macıların durumuna düşmüşlerdir.

276

Page 278: BERGAMA BELLETEN - 18

Tabipler Hippokrates’a hayran ama onun yolundan gitmiyorlar.

Tabipler, ne Astronomi ne de Geometri Sanatı’na önem veriyorlar, nede bu sanatlar hakkında bir şey bilenleri takdir etmek şöyle dursun,kötülüyorlar.

Tabipler, bedenin organlarının her birinin cevherlerinin bilgisini edin-mek, neticeye ulaşmak, organların yaratılışı, büyüklükleri ve konumlarınıbilmenin gerektiğini söylerler ama öğrenmek istemezler.

Zamanımızın tabipleri, Mantık Sanatı’nda tecrübe sahibi olmak söyledursun, bu sahada tecrübe sahibi olan kişiyi, sanki faydasız bir şey yapmışgibi ayıplamaktadırlar.

Tabipler, hastada ortaya çıkan arazları(=symtômları, belirtileri)bilmeyi çok arzu ederler ama bu iş için terleme ve burun kanamalarınıinceleyen kişileri de hileci ve icatcı diye ad takarlar.

Tabipler, hasta için verilecek gıda kararlarını yani “diyet” e de dikkatetmiyorlar.

Tabiplerin Hippokrates’e benzeyen yanları kalmamıştır. Onlar Hip-pokrates’a boşuna hayranlık duyuyorlar.

Tabipler Hippokrates’in sözlerini bile anlama yeteneğine sahipdeğiller, kitaplarını okumuyorlar, okusalar da okuduklarını anlamıyorlar,anlasalar bile öğrendiklerini, zihinlerinde kalıp yer etmesi için akılsüzgecinden geçirmiyorlar. Tabipler, zenginliği erdemlikten daha şereflizannetmektedirler. Bundan dolayı, onların içinden sanatta Feidius’a,resimde Apelleus’a ve Tıp’ta Hippokrates’ın hazâkatine sahip bir kimseyetişmemektedir.

Tabiplerin, Hippokrates’ın uzun yıllar uğraşıp bize intikal eden bilgi-lerini öğrenip ona erişmek için çaba göstermesi bir türlü mümkün olama-maktadır. Çünkü onlar, “zenginlik erdemlikten üstündür” ve “sanatlarinsanların menfaatine değil, mal kazanmak içindir” fikrini ilke edin-mişlerdir.

Tabipler bu zihniyetten dolayı tıpta tecrübe sahibi olmaları mümkünolamıyor. Çünkü büyüklük, şeref ile zenginlik arzusundan dolayı, kişibirinden diğerine eğilim gösterince, ötekisinden vazgeçmek zorundakalıyor.

277

Page 279: BERGAMA BELLETEN - 18

Tabipler, içkiyi, tıka basa yemeyi, cimaya düşkünlüğü terk etmiyorlar,zevkinde ve sefasında yaşıyorlar, sükûneti tercih etmiyorlar.

Servet düşkünü tabipler gerçek birer tabip değildirler. Onlar aklıbaşında olmayanlardır (=harrâûn).

Tabipler, Tıp Sanatı’nı, takdir edilenin aksinde kullanıyorlar.

Tabipler, isimler üzerinde abuk, sabuk konuşuyorlar, boş yere tartışı-yorlar. Tıpkı saksağanlar ve kargalar gibi didişiyorlar.

5- Erdemli Tabip Niçin Bir Filozof Olmalıdır? Bilmesi ve YapmasıGereken Şeyler Nelerdir?

Bu soruların cevaplarını yine adı geçen eserden söyle sıralayabiliriz:

Tabip zenginliği küçük görmeli ve sükûneti aramada büyük hırs veistek göstermelidir.

Erdemli tabip, doğru ve düzgün bir yol tercih etmelidir.

Erdemli tabip, bütün hastalıkların kaç tür ve cinsi olduğunu, her birinintedavisinde istidlâllerin nasıl yapılması gerektiğini bilmeli. Bedenin tabi-atlarından imtizacın temellerini oluşturan Birinci, duyularla algılanan or-ganları oluşturan İkinci, âlet konumunda olan organları oluşturan Üçüncüöğeleri bilmelidir.

Erdemli tabip, Mantık Sanatı’yla organların ne işe yaradığını, canlınınbedenine ne gibi faydalar sağladığını, kıyas yoluyla tasdik edecek yaniburhan yoluna gidecektir.

Erdemli tabip, Hippokrates çizgisinde olacak, beden tabiatını, hastalık-ları ve onları tedavileri için yapılması gerekenleri bilecek. MantıkSanatı’yla bu konularda tecrübe sahibi olacaktır.

Erdemli tabip, sükûneti arayıp, mal kazanmayı küçümseyecek vedolayısıyla filozof olmaması için geriye bir şey kalmayacak.

Erdemli tabip, felsefenin Mantık, Tabiiyyat ve Ahlak gibi temelşubelerini elde etmesine engelleyen her şeyden uzak durmalıdır. Bununiçin, mal kazanmayı esas gaye yapmayacak yani kendini ondan sakınacak,

278

Page 280: BERGAMA BELLETEN - 18

adalete aykırı işten uzak duracak, lezzete sırt dönecek ve bunun gibi diğererdemlere de sahip olacaktır.

Erdemli Tabip, erdemlerden birini kazanıp, diğerlerini kazanmamazlıketmemelidir. Zira erdemlerin hepsi doğru bir çizgi üzerinde dizilmişgibidir. Tıp tahsil etmek isteyenin, evvela zaruri olarak felsefe öğrenmesi,sonra da tecrübe kazanarak bilgi ve becerilerini artırması ve nihayet filo-zof olması gerekir. Bunun için her hangi bir burhan getirmeye gerek yok-tur.

Erdemli tabip, Hippokrates’ın sözünü gerçekten benimsemeli, felse-feyi bilmeli ve ve kullanmalıdır.

Erdemli tabip, Hippokrates’ın kitaplarında açıkladıklarının hepsinigereği gibi bilip üzerine düşeni yapmalı. İşte o zaman ondan da ileriyegider.

Kitabın Etkileriİslâm düşüncesinin klasik kaynaklarından İbn Cülcül’ün, “Tabakatu’l-

Etibba ve’l-Hukemâ” adlı eserinin 2. Tabaka’sında, Hippokrates’ı an-latırken Galenos’un bu kitabından bir alıntı yapmaktadır. Eserin adını“Yenbaği li’l-Tabibi En-Yekûne Feylesûfen”(=Tabibin Bir Filozof OlmasıGerekir” şeklinde vermektedir. Buradan yaptığı alıntı da şöyledir:“Galenos’un ‘Tabibin Bir Filozof Olması Gerekir’ inde zikrettiğine göre,Pers Kralı Dârâ oğlu Dârâ’nın dedesi Kral Ezdeşir (= Erdeşir) zamanındaidi. O, Hippokrates’ı kendisine ârız olan bir hastalıktan tedavi için davetetti, fakat o bundan çekindi(=gitmedi). Çünkü Erdeşir, Yunanlıların düş-manı idi. Fakat Yunan krallarından ikisinin davetini kabul etti ve onlarıtedavi etti ve onlara yakın oldu. Çünkü o iki kralın ahlakı düzgündü.Bununla beraber o ikisi hastalıklarından kurtuldukları için teklif ettikleribir mevkiye rıza göstermedi. Erdeşir de, Hippokrates’ın kendisine sohbetdostluğu etmesi için önüne bin kantar altın döktürdü. O ondan da geridurdu.

Galenos bir makalesinde ‘Kim Hippokrates’ın ilmini isterse, erdemlikve ona rağbet hususunda onun yolunu tutsun ve rezillikten sakınsın’demiştir.” (İbn Cülcül, s.17) Bu kitaptan İbn Cülcül’ün alıntıları bu

279

Page 281: BERGAMA BELLETEN - 18

kadardır. Tabakâtı’nı edisyon kritik yaparak neşreden Fuat Seyyid de koy-duğu dipnotta, İbn Cülcül’den alıntı yapan diğer kaynakları vermekte-dir.(Bkz. S. 19)Biz zaten bu kaynakları burada ele almaktayız.

Mes’udî(öl. 345/956), “et-Tenbih ve’l-İşrâf” adlı eserinde Galenos’unbu kitabından olduğu kadar bir diğer kitabından da alıntı yapmaktadır.Konu yine Hippokrates’ın Kralı’ın davetine gitmeyiş sebebidir. NitekimMes’ûdî şöyle demektedir. “ Bunu daha önce Galenos’un Huneyn binİshak’ın tercüme ve şerhini yaptığı ‘Hipokrat Yeminlerinin Tefsiri’ adlıeserinde bahsetmiştir. O vakitler kendi yönetimi altında olan Yunan şe-hirlerinden Kus şehrine yöneldiğinde Kral Ardihşat (?) ona ikram olarakkantar kantar mal verilmesini ve taşınmasını emrettiğini hikaye eder. Zirao vakitler Pers diyarından apatik (=duyumsuzluk) adı verilen birhastalığın mevcudiyeti haberini almıştı. Hippokrates bundan dolayıçekindi. Zira bu hastalıktan Perslerin tam olarak şifa bulduklarıgörülmemişti. Zaten onlar Yunanlıların düşmanlarıydılar”(Mes’ûdî,s.114).

İslâm düşüncesinin klasik kaynaklarından olup aşağıda isimlerini vere-ceğimiz 3 ayrı Tabakât kitabında ise Galenos’un bu eserinden sadeceismen bahsedilmektedir. İbnu’n-Nedim(öl.385/995) “el-Fihrist” adlı eserinde bu kitabın adını, “Kitabun Fi enne’t-Tabibe’l- Fadıl Feylesûfun”(= Erdemli Tabibin Bir Filozof OlduğuHakkında Kitap) şeklinde vermektedir(İbnu’n-Nedim, s.352).

Keza Kıftî(öl: 646/1248), “Kitabu İhbâri’l-Ulemâ Bi-Ahbâri’l-Hukemâ”sında eserin adını aynen İbn Nedim gibi vermiştir. Zaten ondannakletmiştir.(Kıftî, s.92) İbn EbiUseybia(öl. 668/1269), “Uyûnu’l-Enbâ’ Fi Tabakâti’l- Etibbâ” sında kitaphakkında tek bir makaleden ibaret olduğu söylemekte ve adını “KitabunFi Enne’t-Tabibe’l-Fâdıl Yecibu En Yekûne Feylesûfen”(Erdemli TabibinBir Filozof Olmasının Zorunluluğu Hakkında Kitap) şeklinde vermekte-dir(İbn Ebi Useybia, s. 146).

Ünlü bilgin Birunî(öl. 443/1051), “Kitabun Fi Tahkik Mâ li’l-Hind”adlı eserinde, Galenos’un bu kitabından bahsetmiş ve bilimdeki birlik,süreklilik ve ilerleme olgusuna bir delil olduğunu vurgulamıştır. (İndia,C.3, s.152, Sachau Çevirisi Küyel’den naklen, s.504) Eserin İslam

280

Page 282: BERGAMA BELLETEN - 18

dünyasındaki yankıları hakkında en özlü yankıyı M. Arkoun’unifadelerinde bulmaktayız. Gerçi o, Galenos’un bu eserini hiçbir gerekçeyedayanmadan apokrif, dese de İslam dünyasındaki etkilerini söylemedende geçemez. Nitekim şöyle demektedir: “ Tıbbu’r-ruhani( la médecinespirituelle) kavramı, derin ilmi bir sezgi üzerine oturur. Günümüzde tıpve psikolojinin ilerlemesine bağlı olarak psikosomatiğin gelişmiş birbranşını ortaya çıkarmıştır. Böyle bir sentez, “Erdemli Tabibin Bir FilozofOlması Zorunludur” adlı eserin yazarı Galenos’a borçludur. Her ne kadarbu risale apokrif olsa da, ismi Ortaçağ’ın bütün filozof ve tabiplerine iyibir ideal telkin etmiştir.

Ebu Bekir Razi(öl: 313/925) ve İbn Sina’nın eserleri yalnız başına bugözlemi resmetmeye kâfidirler. İbn Miskeveyh(930-1030) de Tehzibu’l-Ahlak’ın VI. Bölümünü yazmak için, hemşehrisi Razi’nin açık bilgi dolu,mükemmel incelemesini tam anlamıyla kullanmıştır.”(s.307-308). Arkounayrıca ruhani tıbbın Galenos, Razi ve İbn Sina’da pratik olarak bütün etikalanı kapladığını bununla beraber İbn Miskeveyh’in, ruhani tıbbı erdemlifaaliyetin zorunlu bir tamamlayıcısı olarak gördüğünü de söyler. Arkoun’agöre, geçmişin tıbbu’r-ruhani anlayışının ve günümüzde psikosomatikaraştırmalarının temelini –her ne kadar akokrif dese de-Galenos’un bueseri oluşturmaktadır.

Gerçekten gerek İslam düşüncesi ve gerekse Batı’ya etkileriyle oluşandüşüncelere baktığımızda, Platon’un psikolojisi, Hippokrates’ın tıbbı,Aristo’nun fiziği ve Galenos’un felsefî tıbbının tüm Ortaçağ ilim hikmetanlayışının hâkim bir kompozisyonu olduğunu görürüz. Nitekim bütünfilozoflar, makrokozmos- mikrokozmos arasında kesin ve güçlü bir iliş-kinin prensibi üzerine oturmuş bir sentezin temel öğretilerini kullanmışlarve böylece insanı, kainatın bu yapısının kendisinde yansıdığı bir varlıkolarak görmüşlerdir.

Şimdi de bu eserin tercümesini verelim.

281

Page 283: BERGAMA BELLETEN - 18

ERDEMLİ TABİP BİR FİLOZOF OLMAKZORUNDADIR

Rahman ve Rahim Allah Adıyla-Yüce Allah’tan yardım dilerimCalinus’un “Erdemli Tabib’in Bir Filozof Olmasının Zorunluluğu”Hakkındaki Kitabı (İshak bin Huneyn Çevirisi)

HİPOKRAT VE GALENOS DİYALOGLARICalinus dedi ki: Tören müsabakalarında zafer kazanmaya can atan,

fakat yapmaları gerektiği şeylerin hiç birini yapmayan pek çok yarış-macının başına gelen şeyler, tabiplerin de birçoğunun başına geliyor. Öyleki onların çoğu Hippokrates(= Bukrat)’ı methediyor ve onu bütün tabip-lerin önüne geçiriyor, her hususta gereğinden başka ne varsa yapıyor vekendilerini ondan üstün görüyorlar. Şöyle ki Hippokrates: “AstronomiSanatı’nın Tıp Sanatı’na olan faydası az değildir. Bu sanattan önce gelensanat yani Geometri(=Hendese) Sanatı’nın zarureti apaçıktır.” demesinerağmen bu tabipler, bu iki sanattan hiçbirine gerekli önemi vermiyorlarhatta bu ikisi hakkında bir şeyler bilenleri de kötülüyorlar.Hippokrates, bedenin tabiatının en ince ayrıntısına kadar araştırılarak(=is-tiksa’) çok iyi bilinmesini emreder. Onun kanaatine göre bu bilgi tıpsanatında bütün sözlerin başında yer alır. Fakat bu tabipler hem bu konudaorganlardan her birinin cevherinin bilgisini edinmekten ve bu bilgidenvarılacak neticelerden, organların yaratılışından, büyüklüklerinden, bir-birleriyle olan konumlarının gerekliliğinden haberdar olmayı şiddetle arzuederler, bununla beraber bu organların yerlerini öğrenmekten de geri du-rurlar.

Hippokrates: “Belirtileri(=arazları) türleri ve cinslerine göre taksimetmeyi (81 a) bilmeyen tabipler tedavideki yöntemi bulmada hataya duçarolurlar” demiştir. Bu sözleriyle o, bizim Mantık Sanatı’nda tecrübe sahibiolmamız gerektiğine işaret etmektedir. Ama şu bizim zamanımızın tabip-leri, bu konuda da tecrübe sahibi olmaları şöyle dursun, MantıkSanatı’nda tecrübe sahibi olan kişiyi, sanki hiç faydası olmayan şeydetecrübe sahibi olmuş gibi ayıplamaktadırlar.

Bunun gibi yine Hippokrates: “Bizim, hastada şimdi ortaya çıkan,geçmişte ortaya çıkmış ve gelecekte ortaya çıkacak olan arazları en önce

282

Page 284: BERGAMA BELLETEN - 18

ele almak ve bilmek hususunda çok gayret sarf etmemiz gerekir” demiştir.Fakat bu tabipler, sanatın bu kısmını da şiddetle arzu ederler ki, onlar,işini iyi yapan, terleme ve burun kanamasını öncelikle ele alan kişiyi,hileci ve icat çıkaran diye ad takarlar. Onlar kendilerininkinden başkaşeyler öngörüldüğünde kabul etmemeleri ne kadar uygundur? Onların,hastalıktan ortaya çıkacak neticeyi dikkate alarak vereceği gıda kararındanhayli uzak olması ne kadar da uygundur. Hâlbuki Hippokrates’ın diyet(=takriru’l-gıda) hususunda izlememizi buyurduğu yol budur. O halde,onlar için ortada Hippokrates’e benzeyen acaba ne kalmaktadır? Onlarona benzemek şöyle dursun, metni bile anlama yeteneğine sahipdeğildirler, zira Hippokrates, doğru, düzgün ve seviyeli bir ifade kul-lanıyor. Hâlbuki bunların hali, onun halinin tam tersidir. Biz onların çoğu-nun, iki yerde bulunan tek isim hakkında tasavvuru imkânsız şekilde hataettiklerini görüyoruz. Ben şahsen öyle görüyorum ki, onların hepsininHippokrates’a olan hayranlıklarının hangi sebepten ötürü olduğunu sor-mamız gerekir. Çünkü onlar onun kitaplarını okumuyorlar, okusalar daokuduklarını anlamıyorlar, eğer anlasalar bile öğrendiklerini, zihinlerindekalıp yer etmesi için bilgilerini akıl süzgecinden geçirmiyorlar.

Ben de diyorum ki, insanların güzel görüp de hakkında doğru bilgiyeulaşmak istedikleri şeylerin hepsinde olan başarıları, ancak bir irade vebir kuvvet sayesinde olur. Eğer bir kimsede bu ikisinden biri yoksa okimse zaruri olarak amacına ulaşmaktan yoksun kalır. Amaçlarına ulaşa-mayan güreşçileri görmüyor musun? Onlar ya bedenlerinin tabiatı güreşeelverişli olmadığı için yahut da amaçları için gerekli tecrübeyi kazan-mayıp az çaba sarf ettikleri için amaçlarına ulaşamıyorlar. Fakat tabiatlarıelverişli olan ve bu yolda hiçbir şeyi esirgemeden tecrübe sahibi olanınbaşına, müsabakalarda galip gelinlerin hak etmiş oldukları taçlarınbirçoğunun konmasına hiçbir engel kalmaz. Zira onlarda ya alışılmış mik-tarda bir kuvvet ve bir irade bulunmadığını yahut da -bunlardan biri varsabile ötekisi yoktur- bu sanatta gerekli tecrübeden yoksun olduklarını gör-müyor musun?

“Hiçbir kimsede, Tanrının rahmetinden verdiği kadarıyla, bu sanatıkabul etmede yeterli miktarda nefs kudreti yoktur sözünün ben şahsendoğru bir söz olduğunu sanmıyorum. Zira âlem, ister zamanımızda, isterseo zamanda olsun hep tek ve aynı halde bulunmaktadır. Vakitlerin düzeni

283

Page 285: BERGAMA BELLETEN - 18

de, güneşin devirleri de değişmemiştir. Gerek sâbit yıldızlar ve gereksehareketli yıldızlar(=gezegenler) içinden başka bir yıldıza onu değiştirecek,bu sebeple de günümüzün insanlarının, kötü şekilde yönetimine sebepolacak bir olay meydana gelmiş de değildir. Onların, zenginliğin erdem-likten daha şerefli olduğunu zannetmeleri ise, istifade edileni daha tercihetmelerinden dolayı, onların aralarında sanatta Feidius, resimdeApelleus’un, Tıp’ta Hippokrates’ın hazâkatine sahip bir kimsenin bulun-mamasından ileri gelmektedir.

Eskilerin uzun zamandan beri tedavülde bulunan sanatlardan bizebırakmış oldukları şeyler bir erdemdir; bunlar kolay şeyler değildirler.Hippokrates’ın uzun yıllar uğraşıp ortaya koyduğu şeyleri bizim kısa za-manda bilmemiz kolay olmuştur. Biz ömrümüzün geriye kalan kısmında,bu sanatta arta kalan bilgileri ortaya çıkardık. Ancak, öğrenenin bunlaraerişmek için çaba göstermesi bir türlü mümkün olamamaktadır. Çünküöğrenen “zenginlik erdemden üstündür” ve “sanatlar insanların menfaa-tine değil, mal kazanmak içindir” fikrini ilke edinmektedir.

Bu sanatta amaca ulaşmak bakımından bizim dışımızdaki diğer toplu-lukların çoğu bunu mesele yapmıyorlar. Bundan dolayı, bu sanatta herhangi birinin tecrübe kazanması(=ehil olması) mümkün olmuyor. Büyük-lük, şeref ile zenginlik arzusundan dolayı hal böyle olunca, kişi birindendiğerine eğilim gösterince, ötekisinden vazgeçmek zorunda kalıyor. Bakbakalım; şu zamanımızda, mal kazanma konusunda, yalnız bedeninihtiyaçlarını karşılamakta zaruri olanı kâfi miktarda elde etmekleyetinecek, “tabii zenginliğin tanımı olan “insanın artık yemek, içmek, gi-yinmek gibi ihtiyaçları olmaması ile fiilen ölmesi” sözü ile yetinmeyecek,bir kişiyi bulduğumuzu söyleyelim. Bu mümkün mü?

Şayet biz, durumu böyle olan birini bulursak o kimse artıkkralın(=melik) ayağına gitmez, tıpkı Hippokrates’in yapmış olduğu gibi.Çünkü o, Fars kralı Ardeşir’in davetine rağmen onu görmeye gitmemiştir.Ama Hippokrates, kral Perdikkos’un kendi sanatına ihtiyaç duyup, za-manında kendisinden daha ehliyetli birini yerine koyamadığından dolayı,gidip onun hastalığını tedavi etmiştir. Hippokrates, Kranon ve Tassoşehrindeki veya küçük bile olsalar diğer birçok yerleşim yerlerindekifakirleri, gidip tedavi etmiştir. Popolos şehri halkına ise diğer öğrencilerigöndermiştir (=anlaştırmıştır). Şehirlerin tabiatı hakkında bir kitap yaz-

284

Page 286: BERGAMA BELLETEN - 18

mak zarureti hissettiğinde, kıyas yoluyla bildiklerini tecrübeylepekiştirmek için, bütün Yunan şehirlerini, bizzat kendisi birer birerdolaşmıştır. Bu arada şehirlerin güneye bakanı ile kuzeye bakanını,doğuda olanı ile batıda olanını incelemiştir. Çukurda kalanı ile yüksekteolanı da belirtmiştir. Ahalisi kanal suyu veya kaynak suyu veya yağmursuyu veya göllerin suyu veya ırmakların suyunu kullanan şehirleri de in-celemiştir. Ahalisi tabiattan çok soğuk veya çok sıcak suları kullananlarıveya içinde boraks veya şap kuvveti veya benzer şeylerin hâkim olduğusuları kullananları, şehrin büyük bir akarsuyun veya bir gölün veya birdağın veya bir denizin kenarında olup olmadığını veya anladığımız diğerşeyleri anlatmayı bile ihmal etmemiştir. O halde durumun böyle olmasınıisteyen bir kimsenin sadece zenginliği küçük görmekle kalmaması, aynışekilde sükûneti aramakta büyük bir hırs ve istek göstermesi de gerekir.Öyleyse içkiyi, tıka basa yemeyi veya cimaya düşkünlüğü, kısaca,zevkinde ve sefasında olmayı tercih eden birinin sükûneti araması(=bul-ması) mümkün değildir. Öyle zannediyoruz ki, erdemli tabibin de o halde,doğru ve düzgün yolu tercih eden biri olması gerekir. Onun aynı zamandaMantık Sanatı’nda iyi tecrübe sahibi olması lâzımdır. Tâ ki bütün hastalık-ların kaç tür ve cinsi olduğu, bunların her birinin tedavisinde istidlallerinnasıl yapılması lâzım geldiğini bilsin. Yine bizzat bu sanatla, bedenin tabi-atını yani “ilk öğelerden” meydana gelen bedenin tabiatı da öğrenilir. Yinebu sanatla, duyulara ilişkin olan “ikinci öğelerden” meydana gelen be-denin tabiatı da öğrenilir ki bunlara “cüzleri birbirine benzeyen organlar”denir. Yine bu sanatla o “ikincilere” tabi olan “üçüncü tabiat” da öğrenilirki bunun da aracı(=alet) organlardan ibaret olduğu görülür.

Bütün bu sözünü ettiklerimizin her birinin ne olduğuna ve neyeyaradığına bakarak, canlının bedenine sağladığı fayda bilinir. Burada dakıyasa başvurmaksızın sadece teslim etmek yerine burhan ikame ederektasdik etmeye ihtiyaç vardır. Kaldı ki, burhan da ancak Mantık sanatı’ylaolur. O halde, Hippokrates’ın çizgisinde olduktan sonra, bedenin tabiatını,hastalıkların sınıflarını ve tedavi için nasıl istidlaller yapılacağını bilmektekendine Mantık Sanatı’nı zorunlu kıldıktan sonra, bu konularda tecrübeedinmeyi sağlayan sükûneti aradıktan sonra, mal kazanmayı küçümsedik-ten sonra, tabibin filozof olması için gerekli şeylerden geriye ne kalmak-tadır?

285

Page 287: BERGAMA BELLETEN - 18

Nefsin, felsefenin bütün cüzlerini kapsayan ve bu suretle Mantık, Tabi-iyyat ve Ahlak cüzlerinin kendisine temine engel olan şeyden uzak dur-ması gerekir. Bu yol, ancak nefs, mal kazanmayı küçümsediğinde veondan kendini kurtardığında, adalete aykırı bir iş yapmaktan uzak dur-duğunda açıktır. Zira insanlar, adaletten ayıran şeylerin hepsini yapmaktanve malı tercihten uzaklaştırıldıklarında ve lezzete sırt çevirdiklerinde kur-tulurlar. Tıpkı bunun gibi, onların diğer erdemlere de sahip olmalarıgerekir. Zaten bu erdemler birbirine tâbidir.

Bir kimsenin erdemlerden sadece birini elde edip de diğer geri kalanzaruri erdemleri kazanmaması mümkün değildir. Çünkü bütün erdemlersanki bir tek doğru çizgi üzerinde dizilmiş gibidirler. Eğer tabiplerin Tıptahsil etmek için, evvela zaruri olarak felsefe öğrenmeleri, sonra datecrübe kazanmaları gerekiyorsa, o zaman tabip olan bir kimsenin, hiçşüphesiz filozof olması gerektiği kendiliğinden ortaya çıkar. Ben, artıkher hangi birinin, tabiplerin sanatlarını gerektiği gibi icra etmeleri içinfelsefeye muhtaç oldukları konusunda burhan getirmeye ihtiyaç var mıdırbilmiyorum?

Zira birçok kez açıkça görülmüştür ki, tabiplerden servet düşkünüolanlar gerçek birer tabip değildirler, onlar aklı başında olmayanlardır(=harrâûn). Onlar Tıp Sanatı’nı takdir edilenin zıttına kullanırlar. Bütünbunlardan sonra sen hala kelimeler üzerine didişip, abuk, sabuk konuşup,boşuna tartışarak diyecek misin ki: “Tabip nefsine hâkim olmalıdır, iffetliolmalıdır, maldan uzak durmalıdır, âdil olmalıdır, ama filozof olmasınaihtiyaç yoktur (=filozof olmamalıdır)”, “Tabip, bedenin tabiatını bilir, or-ganların işlevlerini bilir, tedavi için istidlaller yapar ama MantıkSanatı’nda tecrübe sahibi olmaya ihtiyacı yoktur”? Meselenin hakkınıteslim ettikten sonra, kendine hâkim olamayıp, halâ isimler üzerindetartışmaktan vazgeçmeyecek misin? Bana göre senin için çıkar yol, şayethala muhalefet ediyorsan, şu anda aklını başına almaktır; saksağanlarınve kargaların yaptıkları gibi boş seslerle münakaşalar yapmamaktır. Bütüngayretini nefsü’-eşyâya sarf edip, onları oldukları gibi, tâ ki gerçek hal-leriyle bilmektir. Artık senin, “Mahir dokumacı veya iyi kunduracıdanher biri, ancak kendi sanatında tecrübe sahibi olmak suretiyle işinin erbabıolur, ama bir kimsenin aynı zamanda, hem âdil, hem burhanda mâhir, hemde tabiatın ne olduğunu bilen bir kişi olması, fakat hem de uygulama yap-

286

Page 288: BERGAMA BELLETEN - 18

maması ve kendisini tecrübeye vermemesi mümkündür” gibi bir sözsöylemen mümkün değildir. Bu söz hayası olmayan bir kimsenin sözüdür.Eğer Hippokrates’ın sözünü gerçekten kabul ediyorsak (=benimsiyorsak),bizim evvela felsefeyi kullanmamız gerekir. Şayet bunu yaparsak, ozaman bizim Hippokrates’a benzer kişiler olmamıza bir engel kalmaz.Bilakis onun kitaplarında açıkladığı şeylerin hepsini, gerektiği gibi bilirde bize düşeni bizzat kendimiz çıkarırsak, işte o zaman, ondan dahaileriye gitmiş oluruz.

Galenos’un “Erdemli Tabibin Bir Filozof Olmasının Zorunluluğu”konusundaki makalesi tamam oldu. Bunu Halid b. Ebi’r-Rebi’ el-Endülüsî’nin kendisi 457 yılının Rebiülâhir’inde yazdı.

ANATOMİ ÇALIŞMALARIAnatomi hakkındaki düşüncelerinin çoğu "Anatomi Üzerine" adlı 16

ciltlik çalışmasında toplanmıştır. Anatomi bilgisi, insan iskeletleri üze-rinde yaptığı incelemelere, gladyatörler üzerinde yaptığı ameliyatlardaedindiği deneyimlere ve hayvan kadavralarında yaptığı incelemeleredayanır. Ancak hayvanlarda gözlemlediklerinin insanlarda da aynıolduğunu düşünme yanılgısına düşmüştür. Örneğin bir dananın beynindegözlemlediği "rete mirabilis"in insanlar için yaşamsal bir işlevi olduğunudüşünmüştür. Oysa insanlarda 'rete mirabilis" yoktur. Galenos, kemiklerüzerine takdire değer açıklamalarda da bulunmuş, kaslar üzerine kusursuzçalışmalar yapmış, beyini, sinirleri ve damar sistemini de ayrıntılı olarakele almıştır.

Onun anatomi çalışmalarının sonuçları çok büyük olmuştur. Ancak,Ortaçağda onun söyledikleri hiçbir zaman kontrol edilmemiş ve herhangibir araştırmaya tabi tutulmamıştır, bu nedenle gerek anatomide gereksediğer tıp alanlarında ilerleme olmamıştır. Galenos'un tıptaki uzmanlığınınhiçbir zaman "mercek altına" alınmamasının nedeni kuşkusuz insan ka-davrası üzerinde diseksiyon (teşrih) yapmanın Hıristiyan ve Müslüman-larda yasak olmasıdır. Galenos'un tıptaki bilgileri Rönesansa kadartartışmasız bilgiler olarak kalır.

287

Page 289: BERGAMA BELLETEN - 18

Galenos'un dehası fizyolo-jik bulgular için hayvanlar üz-erinde yaptığı deneylerdeaçıkça görülür. "İnsan Vücu-dundaki Bölümlerin Kul-lanımı Üzerine" adlı 17 ciltlikçalışması bu konu hakkın-dadır. Galenos böbreklerinidrar üretmedeki işlevleriniincelemek için, üreterleribağlayıp böbrekleredekişişmeyi gözlemlemiştir. Sinir-lerin işlevlerini incelemek için, sinirleri kesmiş ve böylece boyun sinir-lerinin kopması sonucu omuz kaslarının nasıl felç olduğunu görmüştür.Aynı şekilde yaptığı deneylerle, gırtlak siniri kesilince sesin kay-bolduğunu keşfeder. Kalbe giden sinirleri keserek kalbi durdurur veböylece sinirlerin beyinden değil de kalpten çıktıklarına ait eski inanışason verir. Vücut işlevlerinde meydana gelen her değişimin vücuda gelenbir zarar sonucunda oluştuğunu ve her zararın da bir işlev değişikliğineyol açtığını belirlemiştir. Bu anlayış geçerliliğini günümüzde de büyükölçüde korumaktadır.

Galenos, fizyolojisinin en temel ilkesi ruhtur (pneuma). Ruhun üç şeklive üç hareket hali vardır; hayvan ruhu (pneuma psyehicon) beyindedir,algının ve hareketin merkezidir. Yaşam ruhu (pneuma zoticon) kalbimerkez alarak kan akışını ve vücut ısısını düzenler. Doğal ruh (pneumaphysicon), beslenmenin ve metabolizmanın merkezi olan karaciğerdedir.Ruh vücuda nefes borusu olan arteria aspera'dan girer, buradan ciğerleregeçip akciğer damarından (arteria venalis) sol karıncığa ulaşır ve solkarıncıkta karaciğerden gelen kanla buluşur. Karaciğerdeki kan doğalruhla doludur; "vena porta" aracılığıyla bağırsağın kilüse çevirmiş olduğubesleyici maddeleri alır. Kan, karaciğerden toplardamarlara verilir. Toplar-damarlar karaciğerden, arterlerin kalpten çıkması gibi çıkar. 'Vena cava"yoluyla kan kalbe sağ taraftan girer. İçindeki yabancı maddelerin temi-zlenmesi için bir süre sol karıncıkta bekletilen kan, daha sonra nefes ileberaber akciğerlerden dışarı atılır. Bu arada az bir miktarda bir kan inter-ventriküler septumda bulunan küçük delikler yoluyla sağ karıncıktan sol

288

Page 290: BERGAMA BELLETEN - 18

karıncığa geçer. Vücuda alınan yaşam ruhu, atardamar sistemiyle tümvücuda dağıtılır. Bir kısmi beyne ulaşır ve burada daha önce söz edilenkarışık "rete mirabilis" ağına dağılır. Yaşam ruhu beyinde hay¬van ruhunadönüştürülür ve Galenos'un boş kanallar olarak düşündüğü sinirleraracılığıyla tüm vücuda yayılır.

Böylece Galenos, atar ve toplardamar sistemlerinin kapalı ve birbir-lerinden ayrı sistemler olduklarına inanmıştı. Kan dolaşımını keşfedenWilliam Harvey, ileride, çözüme bu denli yaklaşmış olan Galenos'un nasıldolaşım fikrine ulaşamadığına şaşacaktır. Galenos'un ve aynı dönemdeyaşamış diğer insanların yazılarından, Galenos'un teşhisteki üstünkavrayışı, tedavi yeteneği ve de azımsanmayacak anatomi bilgisine dairbilgi ediniyoruz. Galenos'un teşhis ve tedavide kullandığı yöntemlereörnek olarak, Roma'da büyük çalkantılara yol açan aşağıdaki olayı örnekolarak verebiliriz:

"Bir Persli, ellerinden birinin küçük parmağını, yüzük parmağını veorta parmağının yarısını hissetmez olur. Önce birtakım doktorlara gider,verdikleri mer¬hemler etkili olmayınca Galenos'a başvurur. Galenos'unilk sorusu, kolunda bir yaralanma olup olmadığıyla ilgilidir. Persli, sivribir taşın üstüne düştüğünü, omuzlarının arasında müthiş bir acı hissettiğiniama acının çok kısa bir süre içinde yok olduğunu söyler. Galenos, omurili-ğin yara aldığı teşhisinde bulunup yatak istirahatı ve sırtın üst tarafınauygulanacak rahatlatıcı masajlar verir ve Persli iyileşir".

Galenos daha sonra bu konuyla ilgili yaptığı açıklamada bu acınınboyundaki 7.omur bölgesinden kaynaklandığını düşündüğünü, çünküsinirlerin buraya gelip ağlar oluşturmalarına rağmen, herbir sinirin ayrıbir kökene sahip olduğunu ve parmakların duyusunu aldığı ulnar sinirin,7. servikal omur seviyesinde omurilikten ayrıldığını anlatmıştır. Bu olayınardından doktorlar arasında, elin söz konusu bölgesinde güç kaybı olmak-sızın nasıl duyu kaybı olabileceğine dair ateşli bir tartışma başlar.Galenos, deri ve kaslar için ayrı sinirler bulunduğunu ve Persli'nin derisinirleri zarar görürken kas sinirlerine bir şey olmadığını savunur.

Galenos'un teşhis konusundaki üstünlüğünün bir bölümü fizikselişa¬retleri tanıyabilmesinde yatar. Bu işaretlerden bazıları karakteristikdurumların göstergeleridir. Galenos yaptığı keskin gözlemlerle daima

289

Page 291: BERGAMA BELLETEN - 18

hayranlık uyandırmıştır. Göğüsteki yaradan kaçan havanın ciğerin delin-miş olduğunu gösterdiğini söyleyebiliyor; böbreklerden kaynaklanankanamayla, idrar torbasından kaynaklanan kanamayı ayırt edebiliyordu.Galenos'un uyguladığı tedaviler "contraria contraiis" -karşıtlar terapisifikrine dayanıyordu. Eğer hastalığa neden olan soğuksa sıcak tedavi uygu-luyor; vücudun fazla yük altında olduğunu düşündüğü durumlarda isemüshil veriyordu. Galenos, rejimlerin ve ilaçların yanı sıra, fizyoterapive diğer yardımcı yöntemlerden de çokça yararlanmıştır.

Galenos, tüm hatalarına rağmen, yaklaşık bin yıldan fazla bir süre nasılrakipsiz ve rakip olunamayacak bir otorite olarak kalabilmiştir? 210'dakiölümünden sonra, nasıl olmuş da anatomi ve fizyoloji araştırmaları dur-muştur? Konu hakkında söylenebilecek olan herşey Galenos tarafındansöylendiği için mi? Galenos hristiyan olmadığı halde tek bir tanrıya inanır,bedenin de ruhun bir aracı olduğunu düşünürdü. Bu nedenle hem Kilisehem de Arap ve Yahudi bilginleri tarafından kabul edilmesi son derecekolay oldu. Tanrı hiçbir şeyi şans eseri yaratmadığı için, neden ve sonuçarasında bir ilişki bulunmalıydı. Bu sonuçların nedenleri doktrinindenyola çıkarak, Galenos herşeyin neden ve niçinini araştırdı. Yaptığı açık-lamalarla herşeyin cevabını bildiği izlenimini yarattı. Otoritesi ve hatalarıbazı temel yanlışların neredeyse 15 yüzyıl sürmesine neden olduysa daGalenos, o kadar yüksek düzeyde bir doktor, gözlemci ve deneyciydi kibugün onu saygıyla anmamak imkânsızdır.

HİPOKRATHayat kısaSanat uzunTecrübe tehlikeliHüküm güçtür

290

Page 292: BERGAMA BELLETEN - 18

HALK HEKİMLİĞİ

FİTOTERAPİ VE LOKMAN HEKİMGALENOS

İlkçağdan beri insanlar hastalıklarda, sayrılıklarda, güçsüz düştük-lerinde, bedensel bir zarar gördüklerinde doğanın içinde deneme-sınamaile uyguladıkları sağaltım uğraşları giderek halk hekimliğini ve şifa yön-temlerini doğurmuştur. Bu sözlü kültürdür, bu Anadolu kocalarının şifareçeteleridir, bu el becerisi, mahareti, halk bilgeliğidir.

Elbette modern tıpa alternatif değildir ve zaten teknolojik ve bilimselgelişmeler karşısında yeri ve önemi giderek azalmıştır. Ama özkültürümüzdür, folklorik tıp demektir ve olağanüstü güzellik, üstün birözellik taşımaktadır. Bu bizim bir zenginliğimizdir, göçerlik çağımızınsüslü ziynetleridir, kırsal yaşamın harika yöntemleridir, göçebelerin zekapırıltılarıdır, ekoloji ve biyolojiyi kullanma alışkanlığıdır. İşte bu tarama,sınama, uygulama ve bulgu türleri sonuçta tıp biliminin yolunu ışıtmış,önünü açmıştır. Nice tıp uzmanları, farmakoloji bilgeleri, sağaltım bil-ginleri engin halk hekimliğinin, şifalı otların, kocakarı ilaçlarının kendineözgü verilerini değerlendirme, yararlanma ve inceleme gereği duy-muşlardır.

291

Page 293: BERGAMA BELLETEN - 18

Geleneksel Halk Hekimliği tarihsel süreç içinde ele alınıp tartıya vu-rulursa değeri anlaşılır. Bunu yapmadan günümüz penceresinde rastgeleatışlar yapmak, ileri geri konuşmak, küçümsemek, alay etmek hatta şar-latanlık olarak göstermek basitliktir, bilmezliktir, sapkınlıktır.

Bilindiği gibi Manisa Celal Bayar Üniversitesi ve Lokman HekimGalenos’un yurdu Bergama’da, IV. Lokman Hekim Folklorik Tıp Günleriprogramına ev sahipliği yapmış ve böylece Lokman Hekim, GelenekselHalk Hekimliği anlayışı modern tıp çalışmalarının anahtarı olarak kul-lanılmıştır.

Birçok bitkinin, otun, meyvenin, sebzenin yararlarını bize ilk anlatanhalk hekimleridir. Bize hastalıkta, sayrılıkta, incinmede, çöküntüde neyapmaklığımızı ilk söyleyen onlardır. Büyü, sihir, nazar, cin çarpması,uğrama, inme gibi bazı manevi kilitlenmeleri inanç bağlamında telkinyöntemi ile, güven ve inanç aşılayarak çözme yolunu gösteren de onlardır.Psikoterapiden pek farkı yoktur. Nazarın, göz ışınlarının etkisibağlamında anlamını ilk yorumlayanlar yine onlardır. Asklepion denilenBergama Sağlık Yurdunun özünde telkinle tedavi, psikoterapi yok mudur?Şifalı otlardan merhem, macun, solüsyon yapmak yok mudur? Hidroter-api merkezi olan Allianoi’ de termal suyun, çevredeki şifalı otların nasılinsanı iyileştirdiği tarih belgelerinde, yazılı taşlarda yazılı ve kazılıdır.

Yıl 2010 olunca konuya bakmak başka, bin yıl, iki bin yıl önce bak-mak başkadır. Her şey yaşanılan zaman içinde ve mekân içinde değer-lendirilir. Günümüzde Halk Hekimliği ve kocakarı İlaçlarını kullanmabüyük ölçüde sona ermiştir. Ancak alternatif tıp varlığını hep korumuştur.O, büyük ölçüde modern tıpla kucaklaşıp bütünleşme anlamındadır. Obize kalan küçük ölçü ise örneğin adaçayı içmek, nane ekmek, kekiksürmek, pazı haşlamak, semizotunu yoğurtlayıp çiğ olarak yemek, bolmeyva yemek, salatalığın kabuklarını cilde sürmek, bol balık yemek, ıh-lamur içmek, narenciye tüketmek; üzüm, incir, elma gibi meyvalaramüptela olmak, sofralarda bol yeşillik bulundurmaktır.

Sonra dağda, kırda, bayırda başımıza bir şey gelse, düşsek yara, bere,kırık, çıkık, kanama olsa ne yapmaklığımızı o ortam içinde ilk müdahaleyiyapmak, ilk yardımı gerçekleştirmek için bile olsa Halk Hekimliğini veŞifalı Ot yöntemlerini okumanızı, öğrenmenizi tavsiye ederiz.

292

Page 294: BERGAMA BELLETEN - 18

Halk hekimliği, geleneksel tıp ve kocakarı ilaçları diye adlandırılansağaltım çalışmaları, ilkel dönemlerden ve konar-göçer yaşam tarihimiz-den bize mirastır. Bu konuda sihir veya büyünün de önemli rolü vardır.Psikolojik sorunların, büyünün ve insan bedenine gelen travma, mikropsaldırısı ve bunlara karşı korunmak için düşünülen çareler, halk tıbbınıntemellerini atmıştır. Dolayısıyla eski toplumlarda hastalık ve sağlıkhakkındaki düşünceler, halk kültürünün bir parçası olarak doğmuştur. Buaçıdan konu daha çok antropoloji, etnoloji ve halkbilimini il-gilendirmekte, ayrıca tıp ve eczacılık açısından da dikkate değergörülmektedir.

Elbette halk hekimliği, modern tıptan farklılıklar gösterir. Gelenekseltıp, kültürün bir parçası olarak halk arasında yaşar. Modern tıp ile halkhekimliğinin arasındaki en önemli fark, hastalıkların çıkış nedeni üze-rindedir. Modern tıbbın olanaklarından yararlanamayan ülkelerde halkın,hastalandıklarında doktora gidemeyince veya inançları nedeniyle gitmekistemeyince hastalıklarını teşhis ve tedavi amacıyla başvurduğu yöntem-lerin oluşturduğu halk tıbbı, günümüzde de modern tıbbın yanında hâlâgeçerliliğini koruyabilmektedir. Bunda inançların çok ağır değişmesininde önemli rolü bulunmaktadır.

Yöremizde de, özellikle geleneksel kesimde bu tür uygulamalara, es-kisi kadar olmasa da, oldukça sık rastlanmaktadır. Halk arasında “otacı”denilen ve "kocakarı ilaçları" ile kendine göre tedavi uygulamaları yapankişiler, aslında birer "halk hekimi"dirler. Bu halk ilaçlarının hazırlan-masında ise çoğunlukla çevrede yetişen bitkilerden yararlanılmaktadır."Şifalı bitkiler" denen bu tür bitkilerin yöremizde yoğun bir kullanımıvardır. Bunların bir kısmı halk arasında oldukça tanınmakta ve bazıhastalıklarda sıkça kullanılmakta iken, bazıları ise sadece halk hekimleritarafından tanınabilmektedir. Bu tür bitkiler ve hastalıkları tedavideki etk-ileri ile ilgili olarak eczacılık fakültelerinde de çeşitli araştırmalar yapıl-makta ve bu araştırmalar yayınlanmaktadır.

Kocakarı ilacı, kelime anlamı itibariyle yaşlı kadınlar tarafındanbilimsel olmayan yöntemlerle hazırlanan, çağdaş tıbbın kabul etmediğitedavi şekilleridir.. Bu sadece Türkçede değil diğer dillerde de aynı an-lamda karşılığı olan bir deyimdir. Mesela, İngilizce'de "Old wives' tales"yani "kocakarı masalları" diye ifade edilir. Bu ifade sıklıkla, halk taba-

293

Page 295: BERGAMA BELLETEN - 18

betiyle veya geleneksel tababetle karıştırılır ve bitkilerle yapılan her te-davi kocakarı ilacı sanılır. "Kocakarı" ifadesi bu tedavi şeklinin erkeklerleilgisi olmadığını vurgulamaktadır. Yani, kadınlar, daha doğrusu yaşlıkadınlar, tarafından uygulandığı izlenimini vermektedir. Buradaki kocakelimesi Türkçede evli çiftin erkeği veya "yaşlı" ya da"büyük, ulu, bilge,saygıdeğer" demektir. Aslına, köküne bakılırsa Anadolu mitolojisinde ko-cakarı; büyük ana, koca ana ve Kibele demeye kadar varır.

Akan su hayatın üç temel elementinden biri sayıldığından pınar vekuyu sularının tedavi edici hassaları olduğu ve suyun şeytanı kovduğuinancı hâkimdi. Tuz da şeytanı kovardı. Hem suyun hem de tuzun temiz-leyici ve antiseptik hassaları bugün de bilinmektedir.

Rengin tedavide kullanımı, kökünü daha çok mistik inançlardan alır.Kırmızı renk ısıyı sembolize eder. Kırmızı kumaş ateş düşürmek için kul-lanılmıştır. Kırmızı çiçek kan; sarı çiçekler ise karaciğer hastalıklarındaverilirdi. Hristiyanlarda kırmızı, Hazreti İsa'nın kanını temsil ettiğindenkutsaldır. Mavi, Meryem Ana'nın rengidir. Fazla iyileştirici özelliği yok-tur. Ancak, gelinlerin düğün gününde üzerlerine mavi bir şey giymeleriistenirdi. Lohusaların hastalanmamak için boyunlarına mavi kurdela veyayün ipi bağlamaları önerilirdi. Mavi, Anadolu'da nazar'a karşı bir önlemolarak kullanılır. Mavi boncuğun vücudu kötü ruhların ve kötüdüşüncelerin etkisinden koruduğuna inanılır.

Rakamların tedavide önemli rolleri olduğuna, üç ve üç'ün katları ileyedi'nin güçlü etkileri olduğuna inanılırdı. İlahi ve sihirli sözlerin tekrar-lanma sayısı da etkisiyle doğru orantılıydı.

Ayrıca, astroloji elementleri tedavide kıymetli semboller olarak kabulediliyordu. Bitkilerin toplanma zamanı ayın durumuna göre ayarlanıy-ordu. Bilhassa yeni ayın 3. gününde toplama tercih ediliyor, dolunaydabitki toplanmıyordu. Bunun sebebi, ayın gel-git olayına neden olmasıyüzünden dolunayda toplanan bitkilerin topraküstü kısımlarına suçekilmesi sebebiyle kurutulmasının geç olacağı şeklinde yorumlanmak-tadır. Ancak, bitkilerin toplanma zamanlarının önemi bugün bilinmektedir.Mesela, sabah saat 9'da toplanan haşhaş (Papaver somniferum) sütündekimorfin miktarının 12 saat sonra toplanandan 4 kat daha fazla olduğu bu-lunmuştur. Kodein miktarının ise en az miktarına saat 7'de, en çok mik-

294

Page 296: BERGAMA BELLETEN - 18

tarına ise saat 12'de rastlanmıştır. Güzelavratotu (Atropa belladonna) bit-kisinde en yüksek alkaloid miktarına bitkinin çiçeklenme evresinde rast-lanır. Denizüzümü (Ephedra sp.) dallarında sonbahar ve kışın, yaza oranlaiki kat daha fazla alkaloit bulunduğu görülmüştür. Yüksükotu (Digitalispurpurea) yapraklarında kalp kuvvetlendirici glikozitler gece parçalanır,gündüz yeniden sentez edilirler. Bu nedenle yaprakların öğleden sonratoplanması önerilir.

Kocakarı ilacı denince aklımıza ilk gelen, tedavi reçeteleridir, yanihastalıkta alınması gereken pratik önlemlerdir. Bu önlemler arasında enönemli rolü bitkilerin tedavide kullanımı almaktadır. Tarihin eski devir-lerinde insanlar yaşadıkları yerin çevresindeki bitkileri kullanmaktayken,sonraları komşu ülkelerle tıbbi bitki ve baharat değiş-tokuşuna başladılar.Daha sonraları bu uygulama denizaşırı ülkeler arasında da yapılmaya baş-landı. Günümüzde tıbbi bitki ticareti mesafe tanımamaktadır. GüneyAmerika'da yetişen kınakına kabuğu Avrupa'da sıtmanın kökünükazımıştır. Yine aynı kıtada yetişen koka bitkisinden elde edilen kokaintüm dünyada uyuşturucu maddesi olarak kullanılmakta, Meksika'dayetişen bir bitki (Dioscorea) dünya hormon sanayinin temelini atabilmek-tedir.

Modern tıbbın ve sentetik ilaçların bu denli gelişmesine rağmen bugündünya nüfusunun %80'inin bitkisel ilaçlarla tedavi olması bitkilerindünyanın önemli ilaç kaynakları olduğunu göstermektedir. Bitkiselilaçların temel teşkil ettiği geleneksel tababet veya halk tababetinin ko-cakarı ilaçlarında olduğu gibi bir takım ayin veya dualara bağlı kalmak-sızın tedavi yapmakta olması yüzünden kocakarı ilaçlarının mantıkdışıuygulamalarının bu tedavi sistemlerinde yeri yoktur. Bu sistemlerde kul-lanılan bitkilerin büyük bir kısmı kökenini kocakarı ilaçlarından almışolsa bile geleneksel tababet sistemlerinde sadece gerçekten etkili olanlaryerlerini korumuş ve günümüze kadar gelebilmiştir. Bu bitkiler üzerindeyapılan araştırmalar sonucunda etkileri bilimsel olarak ispat edilebilmek-tedir.

Eczacıların temel kitapları olan farmakope veya kodekslere girmiş çoksayıda bitkisel ilaç hammaddeleri arasında sayabileceğimiz birkaç örnekşunlardır: Arap zamkı: En az 2000 yıldır hap yapımında yardımcı maddeolarak kullanılmaktadır. Sinameki, Sarısabır ve Ravent: müshil,

295

Page 297: BERGAMA BELLETEN - 18

Güzelavratotu: Spazm çözücü, Yüksükotu: Kalp kuvvetlendirici, Dereotutohumu: Çocuklarda gaz sancılarını giderici, Çavdarmahmuzu: Doğumukolaylaştırıcı ve anti-migren, İpeka kökü: Balgam söktürücü, Meyankökü: Öksürük kesici ve anti-ülser. Erkek eğreltiotu: Tenya düşürücü, Acıçiğdem: Gut ve lösemide. Söğüt kabuğu: Ateş düşürücü., vs.

M.Ö. V. yüzyılda Kos ve Larissa'da Hipokrat tarafından kurulan tıpokulları muhakeme ve mantığa dayalı filozofik ve spekülatif kurumlardı.Bu ekole göre vücutta sır yoktu. Vücut fonksiyonları mantıklı prensipleredayanıyordu. Okullarda anatomi ve cerrahi'ye ağırlık veriliyordu. Sağlık,vücuttaki dört humor (yani sıvı) tarafından sağlanıyordu. Bunlar: kan,balgam, safra ve kara safra'ydı. Hipokrat, tababetin değilse de hekimliğinbabası kabul edilir. Tababetin din ve hurafe'den ayrılıp bilimsel esaslarabağlanmasına büyük katkıda bulunmuştur. Tedavide 400 kadar bitkidenyararlandığı bilinmektedir. Bunlardan kuvvetli müshil olarak mahmude,hintyağı, ebucehil karpuzu, çöpleme; zayıf müshil olarak sütleğen, me-zeryon, lahana, kavun; idrar arttırıcı olarak sarımsak, soğan, pırasa,salatalık, kavun, karpuz, rezene; uyku verici olarak haşhaş, afyon,adamotu, banotu; boğaz hastalıklarında kekik, nane, kereviz'den hazır-lanan gargaralar; çıbanları olgunlaştırmak ve ağrıyı dindirmek için mer-hemler ya da mersin yaprağı, gül çiçeği, akzambak çiçeği gibi kokulubitkilerle bekletilmiş zeytinyağı kullanmıştı.

Hipokrat'ın tıp ekolü Avrupa tababetini 18. asra kadar etkisi altındatutmuştur. Klasik Yunan'da bu ekol, mevcut pek çok tıp ekolünden sadecebiriydi. Knidos, Rodos ve Kirene'deki okullar da ünlüydü. Ancak buokulların tümü kadınlara kapalıydı. Bu okullardaki tedavi masraflarınısadece zenginler karşılayabiliyordu. Tapınak tedavileri ise zengin, fakirherkes için devam ediyordu. Heredot, Bergama'daki Eskülapya'dan yani"sağlık beldesinden" söz eder. Buraya tedavi olmak amacıyla gidilirdi.Fakir hastalar kaldırımlara yatırılır, hastalığın çaresini bilenler kendilerinetavsiyede, ilaç yardımında veya para yardımında bulunurlardı. Benzerbir uygulamanın Sümerlerde de olduğu biliniyor. Bunun dilenciliğinbaşlangıcı olduğu da öne sürülmekte.

Genel olarak günümüzde modern tıp ile halk tıbbının karşılıklı bir etki-leşim içinde oldukları söylenebilir. Hastalıkları ortaya çıkaran nedenlerüzerinde çalışmalarını yoğunlaştıran modern tıp, hastalıkların tedavisi

296

Page 298: BERGAMA BELLETEN - 18

bakımından halk tıbbından yararlanarak, tedavide daha kesin sonuçlar al-maya yönelik ilerlemeler kaydetmiştir. Halk tıbbı da bu gelişmelerdenyararlanma imkânları bulmuştur. Bu çerçevede bazı hastalıklarda eczaneilaçları, halk ilaçlarının yerini almaya başlamıştır. Buna karşılık nazardeğmesi, cin çarpması sonucu oluştuğuna inanılan hastalıklarda halkmodern tıbba güvenmemektedir. Astım ve kalp gibi bazı hastalıklarda isehalk hem modern, hem de halk tıbbından yararlanmaktadır. Kanser veameliyatı gerektiren bazı hastalıklar halk hekimlerinin hemen hemen hiçele almadıkları hastalıklar olup, bunlar tamamen modern tıbbabırakılmışlardır.

Sonuç olarak geleneksel bir yapıya sahip olan yörelerde halkınhastalıklara bakışı da, kültürünün etkisi altında biçimlenmektedir. Yapılanaraştırmalar, eğitim durumunun yanında, ekonomik şartların da hastalık-lara karşı olan tutumu etkilediğini göstermektedir. Ayrıca şehirleşme,iletişim ve ulaşım araçlarının yoğun kullanımı da halkın modern tıbbayaklaşımını kolaylaştırmaktadır. Bu eğilim, özellikle gençler arasındadaha kuvvetli olarak görülmektedir. Buna rağmen okumuş veya oku-mamış, zengin veya fakir olsun, halkın bir kısmı hâlâ belirli hastalık tip-lerinde modern tıbbın dışındaki metotlara başvurmakta, nazar değmesi,türbeleri ziyaret, kırık - çıkık uygulamaları sıkça görülebilmektedir. Bunakarşın, yapılan araştırmalar, geleneksel tıptan, modern tıbba doğru biryönelişin başladığını, bu yönelişin ise yörenin sosyo-kültürel ve ekonomiközelliklerine bağlı olarak hızlı veya yavaş olduğunu göstermektedir.

297

Page 299: BERGAMA BELLETEN - 18

ŞİFA TARİHİSümerlerde Ninkursag hayat tanrıçasıydı. Asurlularda İştar hem ana

tanrıça, hem de sağlık tanrıçasıydı. Mısırlıların ulu tanrıçası İsis aynı za-manda hekimdi. Hititlerin Kubaba’sı, Friglerin Kibele'si, EfeslilerinArtemis'i, Egelilerin Demeter'i hayat, bereket ve ölüm tanrıçalarıydı. Mi-noslular, Mikeneliler, Giritliler de iyileşmek için sağlık ve hayat tan-rıçalarından medet umarlardı. Ölüm tanrıçası, aynı zamanda yenidendoğuş tanrıçasıydı. Asurluların ölüm tanrıçası Gula "ulu hekim" olarakda bilinirdi. İsis de ölüm sembolleri taşırdı. Varoluş çizgisinde hayat veölüm birbirinden ayrılmaz gerçeklerdi. Bergama’da sağlık, sağaltım veesenlik tanrısı ise Asklepios’tu. Asklepios, kendi adıyla kurulan sağlıkyurdu denilen ve Asklepion olarak anılan hastanelerde insanlara buhizmeti sunuyordu.

Tedavi için önce tanrıçaya yalvarılır, onun şeytanlara emir vermesibeklenirdi. Ancak, tapınaklarda yapılan bu dua ayinleri ile yetinilmez,Tanrıçalar şifacı ve eczacı, tapınakların rahibeleri ise tapınmaya gelenlerinhekimleri rolünü üstlenmişlerdi. Hasta tedavisinde dua ve tatbikat önemlifaktörlerdi. Pratik tedavi, rahatlama hissi ve hastalığın kontrolünüsağlarken, hastalığın bilinmeyen ve anlaşılmayan yönleri için tanrıçalarayalvarılırdı. O dönemlerde rahibelik yani tanrıçaların hizmetkârlığı kadın-lara mahsustu. Erkekler bu yetkiye sahip olabilmek için erkeklik organ-larını dibinden keserek kendilerini hadım ederlerdi. Tedavi etkisininkısmen ilaç olarak kullanılan maddelerle, ancak en çok rahibe/hekim'ingücü ile meydana geldiğine inanılırdı. Bu yüzden rahibelerin sadece ilgiliduaları bilmeleri yetmez, tıbbi reçetelerde kullanılan bitkisel, hayvansalve madensel maddeler hakkında da geniş bilgi sahibi olmaları gerekirdi.

Sümer, Asur, Mısır ve eski Ege'de M.Ö. 3000 yıllarına kadar tedaviuygulamaları genellikle rahibelerin elindeydi. Sümerler, Asurlular veMısırlılar belli hastalıkların tedavisi için hap, fitil, losyon ve merhem şek-linde çok etkili ilaç reçetelerine sahiptiler. Bu toplumlarla rahibelerin rolüçok üstündü. Mesela, Sümer'de ülkenin ekonomik, politik, kültürel vesosyal hayatı üzerinde etkisi olan çok çeşitli rahibeler mevcuttu. İşler tapı-naklarda görülürdü. Dini liderlerle politik liderler arasındaki ilişki degüçlüydü.

298

Page 300: BERGAMA BELLETEN - 18

M.Ö.2300 yılında yaşamış Mentuhetep, M.Ö.1500 yılında yaşamışHatşepsut ve M.Ö.100 yılında yaşamış Kleopatra gibi Mısır kraliçeleri'ninçoğu ünlü hekimlerdi. Mısırdaki tapınak ve mezarların duvarlarındakiresimler sık sık kadınları rahibe/hekim rolünde gösterir. Ayrıca, Diodurus,Öripides, Pliny ve Herodot'un kitapları bu rolleri doğrular. Zamanla, antikkültürlerde kadın şifacılar arasında bazı rol dağılımları meydana gelmeyebaşladı. Ebelik tamamen kadınlara ait bir fonksiyondu ancak bir rahibetarafından uygulanması gerekmezdi. Rahibelerin sayısı azdı ve mevkileriyüksekti. Sayıları ancak tapınağa gelen hastaları tedavi etmeye yetiyordu.Ayrıca, doğum günlük, mekanik bir hadise, ebelik ise pratikle kolaycakazanılabilecek bir yetenekti. Bu nedenle ebelik tapınak dışına çıkarıldı.Bununla beraber, Sümerlerde ve Mısırlılarda ebeler eğitiliyorlardı. Ebelerpratik bilgiler edinmek yanında dua ve büyü de bilmek zorundaydılar.Zira her şeye rağmen dini inkar edemezlerdi. Bu şekilde ebelik ile birsağlık sorununun çözümü ilk defa rahibelerden başkasına geçmiş oldu.Zamanla ebe ve rahibe arasındaki rol ayrımı çok zayıflayacak ama ebelerrahibelere açıkça hasım olmayacaklardı. Bu rol ayrımı gelecek için önemliolacak bir başlangıçtı.

Rahibelerin tıp üzerindeki tekeli zamanla ortadan kalktı ve kadınlartıbbın yetkili uygulayıcıları olmaktan çıkarılıp, tıbbı saptıran ve bilimselolmayan uygulamalar yapan kişiler olarak tanınmaya başlandılar.

Kadınların statüsünün kısıtlanmasındaki ilk adım dini fonksiyonlarınınellerinden alınması olmuştur. Sonuçta dini fonksiyonları ile birlikte tıbbifonksiyonları da elden gitmiştir. Hint-Avrupa kavimlerinin dinlerindekigüçlü erkek (tanrı) hakimiyeti, istila edilen orta doğu kavimlerindeki dişi(tanrıça)'nin yerini almaya başladı. Asurlular ve Mısırlılarda yaradılış ef-saneleri yeniden kaleme alındı ve erkek ilahlar dişilerle eşit pozisyonlarakavuşturuldu. Önceleri doğurmak için bir erkeğe ihtiyaç duymayan bakireana tanrıçalar, tanrılarla evlendirilmeye başlandı. Ana tanrıça Kibele'ninkocası Attis (diğer isimleri: Temmuz, Adon, Adonay, Adonis) Sakarya ır-mağının kızı Nana'nın (ki bu Kibele'nin başka bir sıfatıydı) ak bir bademiçini bağrına basmasıyla doğmuştu, kışın ölür, ilkbaharda yenidendoğardı.(Not: Suriye'de her yıl kışa doğru Adon'u bir yaban domuzuöldürüyordu. Bundan dolayı Samilerde domuz eti'nin lanetlenip, yasak-landığı söylenir). Yani, zayıf bir kocalık rolü verilmişti. Anaerkil

299

Page 301: BERGAMA BELLETEN - 18

toplumun Anadolu büyük tanrıçası Kibele'ye ataerkil toplumun tanrılartanrısı Zeus'u (veya Jupiter) Girit'te doğurmak şerefi verildi. Böylece Ki-bele tanrının anası oldu. Efsanelerin incelenmesinden anlaşılacağı gibi budeğişim büyük mücadelelere yol açtı. Ege mitolojisinde, Miken devir-lerinden beri tapınılan, doğumun ve ebeliğin koruyucusu, tanrıça Hera ilesonraları evlendirildiği (kardeşi) tanrı Zeus arasındaki mücadele, tan-rıçanın gücünün azalıp yokolması ile sonuçlanır.

Tapınaklardan çıkarılmakla kadınlar tıptan da çıkarılmış oldular.M.Ö.2900'lerde Mısır'da İmhotep adlı bir adam saray doktoru olarakatandı. Bu kişi saray doktoru olarak atanmış olduğu bilinen ilk erkektir.İmhotep bilimsel yöntemlere hâkimiyeti ve bilgisi dolayısıyla kısa süredeün kazandı, doktorların hamisi haline geldi ve tanrı Ptah'ın yanında ilahseviyesine yükseltildi. Sonraları Egeliler, onu kendi şifa tanrıları Eskülapyaptılar. Adonis'in oğlu Bergama'lı Eskülap'ın iki kızı Hygea (Hijya) vePanacea'nın isimleri bugün tıpta önemli anlamları içerir. Hijyen, koruyucuhekimlik; panacea ise her derde deva anlamındadır. M.Ö. VII. yüzyıldanitibaren Hygea, resimlerde, Eskülap'a hastaları sunan, onun tavsiyesiyletedavi yapan, elinde nadiren bir yılanla ya da daha çok şifalı bitki dolubir sepetle tasvir edilen masum ve güzel bir kadın olarak görünmeyebaşladı. Yani, kadın, hekimlikten hekim yardımcılığına ya da hemşireliğegeriledi.

Erkeklerin tıbba girişi ile Mısır tıbbında önemli değişiklikler meydanageldi. Tıp dinden bağımsız olarak gelişmeye başladı. Mistik özelliğinikaybetme sürecine girdi. Daha önemlisi rahibelerin iyileştirici ilahileri vemerhemlerinin yerini cerrahın bıçağı almaya başladı. Mısır tıbbında erkekegemenliği ile birlikte mumyalama sanatı da gelişip M.Ö.2300 yıllarındamükemmelleşti. Mısır mumyacıları daima erkekti ve bu uygulama onlaraderin anatomi ve cerrahlık bilgisi kazandırdı. Gözlem ve bulgular hemmumyacılar hem de cerrahlar tarafından kaydedildi ve kullanıldı. Hastalıksebepleri ilahi güçlerde değil insan vücudunda aranmaya başlandı."Erkek tıbbı" bilgi ve yeni buluşlar, "kadın tıbbı" ise hurafe anlamı kazan-maya başladı.

Kadınlar tıp okullarından ve tapınaklardan çıkarılmışlardı ancak evdefakirler ve kadınlar arasında şifacı rollerini sürdürdüler. Becerileri önce-likle şifalı bitkilerle ilgili bilgilerine ve bildikleri dua ve ilahilere dayanı-

300

Page 302: BERGAMA BELLETEN - 18

yordu. Ebelik ise tamamen kadınlara ait bir meslekti ve bu konudaki bil-gileri oldukça iyiydi. Hipokrat dahi jinekoloji ve obstetrik bilgilerini ebe-lerden öğrendiğini yazar. Pisagor'un karısı, Eurphon adlı devrinintanınmış bir hekimiyle cenin'in 7. aydan önce canlı olduğuna dair bir bahsikazanmakla ünlüydü. Ebeler doğum ve düşük yaptırırlardı. Doğumdansonra 15 gün süreyle lohusaya ve bebeğe bakar, ücret olarak bir parçakuru ekmek alırlardı.

Ege toplumunda hipokratik düşüncenin gelişip yerleşmesiyle yenitıpçılar tarafından kadın şifacılara karşı tepkiler yaygınlaşmaya başladı.Atina'lı ebe Agnodice M.Ö. IV.yüzyılda erkek elbiseleri giyip hekimlikicra ettiği için halk mahkemesine çıkarılıp yargılandı, ancak kadınlarınbaskısıyla ceza verilmedi. Bu kadın çok başarılı sezaryen ameliyatlar yap-makla ünlüydü.

Romalılarda da Egelilerdeki gibi hipokratik okulların etkisiyle kadınlartıptaki rollerini kaybetmeye başladılar. Ancak toplumun fakir kesim-lerinde varlıklarını sürdürdüler. Roma'da ebeler Medica, Obstetrica veyaSaga olarak anılıyordu. Pliny, saga olarak Elephantis, Salpe ve Sotira'dansöz eder. Bunlar sadece ebe değil aynı zamanda pekçok hastalığın te-davisinde geleneksel reçetelerle başarı sağlayan şifacılardı. M.S.I.yüzyılda yaşamış Africana adlı şifacı kadın sara ve kısırlığı tedavietmesiyle ünlüydü. Augustus'un kızkardeşi ve Mark Antuan'ın karısı Oc-tavia ile Messalina ev tababeti konusunda oldukça becerikliydiler. Halkarasında ne kadar ünlü olurlarsa olsunlar, kadın şifacılar devrin hipokratikhekimleri tarafından küçümseniyorlardı. Galenos geleneksel tıbbı ko-cakarı masalları ve Mısırlı şarlatanlığı diye nitelendiriyordu. Başkapekçok yazar onları ampirikçi, zehirci veya fahişe olarak isimlendiri-yordu. Büyücü sıfatının da verilmesinden sonra sagalar idam edilmeyebaşlandılar.

Galenci tıp hıristiyan tıbbı olarak tescil edildi. Antik kültürlerde ge-leneksel tababet ve ebelik uygulayıcıları hep kadınlar olduğu ve semavidinler döneminde bu uygulamalar pagan adetleri kabul edildiği için pa-ganizm lanetlenirken kadınlar da lanetlendi ve toplumdaki statüleri ge-riledi. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde hastalık tanrının güç ve adaletininkanıtı haline geldi. Öyle ki, hasta olmak Tanrı'nın önem verdiği kulunabahşettiği bir lütuf olarak değerlendirilip, şeref addedildi. Bu yüzden,

301

Page 303: BERGAMA BELLETEN - 18

hastalığın bir günahın cezası, iyileşmenin de affedilmenin bir işaretiolduğuna inanıldı. Acıdan kurtulmayı dua dışı yollarda arayanlar lanet-lendi. Bu şekilde eskiden tapınaklarda olan şifa tekelinin kilisenin elinegeçmesi amaçlanıyor, rahip sınıfının sağlık üzerindeki etkisini sürdürmesiisteniyordu. Ancak, halkın geleneksel ve bitkisel tedavi yöntemlerindenher önleme karşın vazgeçmemesi üzerine kilise cemaat kaybetmemek içinbu fiili durumu kabul ediyor, her cemiyette en az bir dul kadının ebelikveya kilise tarafından kabul edilen bazı tıbbi uygulamaları Tanrı adınayapmak üzere görevlendirilebileceği kilise tarafından ifade ediliyordu.Ayrıca, muska, nazarlık gibi pagan adetlerini, hıristiyan azizlerin sözlerinive hıristiyan dualarını içermesi şartıyla kabul ediyor, kutsal emanetleriniyileştirici ve koruyucu özelliğini benimsiyordu. Bitkiler için ise, Tanrı'nınher derdin devasını bitkiler yoluyla verdiği fikri hâkim oluyor, böylecedua dışı tedavi şekilleri hıristiyanlık içinde de yerini alıyordu.

Hıristiyanlığın pagan kavimlere kabul ettirilmesi sırasında paganinancında kutsal sayılan semboller hıristiyanlaştırıldı. Pagan dönemde,Efes'te tapınılan Artemis, bir Kibele, yani tanrıların tanrıçası, tanrı anası,büyük ana idi. Hıristiyanlığı kabul eden Efesliler 431 yılında Efes'tetoplanan kilise büyüklerini zorlayarak Meryem ana'ya tanrı anası niteliğiverdirdiler.

Binlerce kadının büyücülükle itham edilip öldürülmesine rağmen ko-cakarılar ve temsil ettikleri tıp sistemi orta çağları aşıp XVIII. yüzyılınortalarına kadar gelebildi. XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Batı'da görülensosyal değişiklikler kocakarıların statüsüne, büyücülük suçlamalarındançok daha ciddi bir tehdit oluşturdu. Bu değişiklikler, daha önceleri ko-cakarıya önem veren toplumlarda köklü değişmelere yol açtı ve erkekolan tabip zümresi politik taban ve sosyal kabul yönünden gittikçe dahagüçlü hale geldi. Kocakarının rolü gitgide zayıfladı ve çoğu alanlarda ge-leneksel tıbbın etkisi azaldı veya yok oldu. XVIII. yüzyılın başlarında ko-cakarı, doktorun güçlü ve etkili alternatifi iken, aynı yüzyılın içindehurafenin ve modası geçmiş fikirlerin sembolü haline geldi.

XIX. ve XX. yüzyıllarda kocakarı genellikle işçi sınıfının ve temel sağlıkhizmetlerinden yoksun kitlelerin devam ettiği geleneksel şifacılar olma özel-liklerini sürdürdüler. Yeni veya modern tıbbın aciz kaldığı hastalıkların tedavisiiçin ise orta ve zengin sınıf dahi kocakarıya gitmeye devam etti.

302

Page 304: BERGAMA BELLETEN - 18

Kocakarıların bazı tedavi şekilleri kulaktan kulağa, anneden kıza veyaarkadaşa, eşe, dosta yayılarak halk arasında yerleşiyor ve uygulanıyorduve halen de uygulanmaktadır. Kocakarıların çoğu reçeteleri bugün degenellikle kadınlar tarafından bilinmekte ve uygulanmaktadır.

Modern tıpla geleneksel tababet arasındaki en önemli fark modern tıb-bın hastalığı vücuttaki mekanik bir aksaklık olarak görmesinde yatmak-tadır. Geleneksel tıpta ise hastalık sadece bazı organların iyi çalışmamasıdeğil ferdin çevresiyle olan uyumunun bozulması olarak yorumlanır. Bunedenle modern tıp hasta organın tedavisine ağırlık verirken, gelenekseltıpta vücudun çevresiyle tekrar uyum sağlayacak tarzda güçlendirilmesiamaçlanır.

Eski Türk kavimlerinde inanılan din Şamanizm idi. İlkel şamanizmintemsilcileri kuzey ormanlarında yaşayan kavimlerden Uryankıt'lardı. Bukavim Göktürk yazıtlarındaki Kurıkan'ların torunları ve bugünkü Urenhave Yakut Türklerinin ataları sayılmaktadır. Cengiz Han’ın sol kol bey-lerinden biri olan Odaçı, Uryankıtlardandı. Odaçı adı Uygurca ve başkatürk lehçelerinde eczacı anlamına gelen otacı ile aynı anlamdaydı. İptidaişamanizmde hekim veya eczacı ile şaman aynı şahıstı. Altay şamanistler-ine göre en büyük tanrı Ülgen'dir. Ülgenin 7 oğlu ve 9 kızı vardı. Kızlarıözel ad taşımaz, hepsine Akkızlar veya Kıyanlar denir. Bunlar şamanlarınilham perileridir. Şamanist panteonunda Ülgen'in akkızlarından başkabirkaç iyi dişi ruh vardır. Altaylarda Umay, Ana Maygıl, Ak Ene; Yakut-larda ise Ayısıtlar bunların belli başlılarıdır.

Bazı şamanistlere göre en kuvvetli şamanlar kadın şamanlardır. Eskidevirlerde şamanlığın kadınlara özgü bir sanat olduğunu gösteren işaretlermevcuttur. Yakutlarda erkek şamanlar özel cübbeleri olmadığı zaman kadınentarisi ile ayin yaparlar. Özel şaman cübbesinin göğsünde kadınmemelerini temsil eden yuvarlak madeni şeyler bulunur. Cübbeninyakalarında sıralanan dokuz küçük kukla Ülgen'in dokuz kızını; küçücükcübbeler elbiselerini; demir veya madeni şeyler küpelerini temsil eder.Önceleri şaman dualarında iyi dişi ruhlara şöyle yalvarılırdı:

"Ey melikem, ey anam ateş, sen karaağaçtan yaratılmışsın.. Ötükenanamızın tabanından peyda olmuşsun... Gökte yaşayanın çakmağıylaçakılmışsın, anamız Uluken hatunun eliyle yakılmışsın... bütün ulusumuzasağlık ve güven ver"

303

Page 305: BERGAMA BELLETEN - 18

Müslümanlıktan sonra doğu Türkleri şaman dualarına peygamberlerin,meleklerin, evliya ve şeyhlerin adlarını sokmuşlardır.

LOKMAN HEKİM (ASKLEPİOS ve GALENOS)

Anadolu'da Asklepios, lokmanhekim olarak bilinir. Bergama’da Es-külap kültü ve sağaltım kültürü Lok-man Hekim söylencesinin temeliolmuştur. Anadolu inancındaki Ki-bele ile, Mezopotamya söy-lencelerindeki Gılgamış ile benzeşimgösterir. Ayrıca Çorum’un İskilipilçesi de adını Eskülap’tan aldığınıileri sürerek Lokman Hekimesahiplenir. Amasya gelenekselkültüründe de Lokman Hekim önemliyer tutar, Adana’da ve Tarsus’ta da bu

söylenceye sahiplenildiğini görüyoruz. İnsanların en çok merak ettikleriölüm konusuna çare araması yani ölümsüzlüğün sırrını çözme isteğidir.İşte bu sırrı gidip krala söyleyeceği anda yıldırım çarpıp ölmüştür. Askle-pios ya da lokman hekimin düşmesiyle elindeki ilaç yere dökülmüş veyerden her derde deva sarımsak bitmiştir. Bergama’da sarımsak,Amasya’da elma, Diyarbakır’da karpuz, Karadenizde fındık, Bursa’daşeftali, Manisa’da üzüm, Aydın’da incir ağacı bitmiştir denebilir. Diğerelindeki ölümsüzlük reçetesi olan kâğıtlardan biri suya düşmüş ve Berga-ma’da şifalı su, Manisa’da binbir türlü bitki ve bunlardan yapılan mesirmacunu doğmuştur.

Anadolu nun en eski hekim tanrısı Telesforos' un tapınağını, kültünü,bilimini de içine almıştır.

Asklepios ölünce kızı Hygieia (hiji diye okunur ve hijyen sözü sağlıkanlamına gelir) hekimlik yükünü taşır ve Asklepiad denilen (hekimler)aracılığı ile lonca düzeni içinde ilkçağ boyunca Asklepion' u yaşatırlar.

304

Page 306: BERGAMA BELLETEN - 18

İlkçağda Bergama Asklepion' u dünyanın en büyük ve en ünlü has-tanesi olmuştur. Karakalla, Hadriyanus gibi imparatorlar, Aristides gibibilginler burada tedavi olmuşlardır. Şifalı suları, ilaç maddesi otları,havası, güneşi, çamur banyosu, fizik tedavisi, spor, müzik, tiyatro ve eğ-lence ile iyileştirme yöntemleri Bergama ya özgüdür. Psikoterapi buradailk kez denendi, farmakoloji burada doğdu.

Asklepios, Bergama eski paralarında sakallı, elinde yılanlı bir asa,yanında kızı Hiji ya da Telesfor olduğu halde görülmektedir.

Lokman Hekim inancında bütün otlar kendisine, hangi derde devaolduklarını söylerdi. Bu yüzden her hastaya derman şifalı otların, 770derde derman olduğunu ileri sürülürdü. Bazı bitki ve sebzeler vardı kiLokman Hekim’e sahiplenen kentlerde tüm ot, bitki ve sebzenin önünegeçmişti, bu yüzden o beldelerde :

Sarımsak yiyen insanın nasıl öldüğüne şaşarımElma yiyen insanın nasıl öldüğüne şaşarım Karpuz yiyen insanın nasıl öldüğüne şaşarımŞeftali yiyen insanın nasıl öldüğüne şaşarım sözü lokman sözü olarakçerçevelenmişti. Ayrıca şu sözlerde lokman ilkesi olarak tutulurdu :Konuştum sıkıntı çektim, sustum rahat ettim Ayakyolunda çok oturma ciğerlere hastalık gelir. Çok tutma illet gelir.Ayağını sıcak tut başını serin, mideni hafif tut düşünme derinKesretle sakın cima etme. (Çoklukla-sıklıkla cinselliğe girme) Lezzetine anın tamah etme. (Lezzetine onun özenme)Gece uyu, gündüz ol biydâr. (Gece uyu, gündüz uyanık ol)Hapsi bevletme sakın zinhar (Sidik tutma sakın, aman)Nisfülleyl olicek sakın nagâh ( Geceyarısı ansızın kalkma)Uyanıp su içem deme ey şah. (Uyanıp su içeyim deme)Her taam üstüne yeme nimet, (Her yemek üstüne bir nimet dahayeme)Ta ki görmiyesin elemü siklet ( Ta ki görmeyesin üzüntü ve sıkıntı)

Lokman Hekimin bir kez başından şöyle bir olay geçti: zamanınbüyüklerinden birinin kızı hastalanmıştı. Lokman derdine çare bulamadı.Bir gün kızın iyi olduğunu kendisine haber verdiler. Aradı, sordu; ayvadandamlayan sudan şifa bulduğunu anlayınca sırrını kendisinden sakladığıiçin kızdı. «Suyun kurusun» diye beddua etti.

305

Page 307: BERGAMA BELLETEN - 18

Hekimliğin bütün ilâçlarını ve sırlarını oğluna öğretmiş olan Lokman,bir gün kendisine de ecelin vefa etmeyeceğini düşündü. Bütün bildikleriniöğrencilerine öğretmek istedi.

Lokman, bir gün kuşları topladı. Cennet ile cehennem arasındaki cansuyundan getirene 500 yıl ömür vereceğini söyledi. Akbaba uçtu, istenilensuyu getirdi. Fakat gagasından suyu verirken döktü. Lokman bundan çokkederlendi. Akbabanın çok yaşaması nedeninin de bu sudan bir damlasınıyutmuş olmasından ileri geldiğini söylerler.

Günün birinde Lokman Hekim hastalandı, ishalini kestirmek mümkünolmadı. Lokman bitkin bir halde idi. Kendisinden ümidi kesmişti. Son birhamle yapmak için öğrencilerini topladı «öldüğüm zaman beni hamamagötürün. Vücudumu hamur gibi yoğurun. Şu kalıba yerleştirin».«Raftaduran üç kavanozdan birincisini göbeğime, ikincisini başıma, üçüncüsünügöğsüme dökün, Başarılı olursak, ebedî ha¬yat sırrı bulunmuş olacaktır».Ölümünden sonra bütün bunları yaptılar. Yeni bir Lokman meydana geli-yordu. Heyecan içinde göğsüne dökecekleri kavanozu yere düşürürdüler.Kavanozun suyu merdivenleri kaynattı. Çıkan buhar öğrencilerin göz-lerinden acı yaşlar akıttı. Bütün dertlere şifa olan otlar, kökler ve emsimlerdahi bir gün âciz kaldı. Ve (Lokman bile ecele çare bulamadı) sözü ezelihayat kanunlarının derin anlamını belirtmiş oldu

Hipokrat hekime (hekimlerin babası) denildiği gibi, Bergamalı Galenosda (kökçülerin babası) unvanını almıştır. Galenos otlardan, köklerden şi-falı ilâç yapmakla ün almış ve eski attarların (şimdiki eczacıların) babasısayılmıştır.

İslam dünyasında Calinos hekime (Hatemüle-tibbaül kibarül muallimin)(Büyük tıp hocalarının sonuncusu) denilmiştir.

Bu büyük Galenos hekim öğrencilerine şunu söylemiştir

—Ben öldükten sonra şu fındık kadar madenden birini bir örs üstünekoyunuz. Birini de su dolu bir testiye atınız.

Bunu yaptılar. Koca bir örs eridi; aktı, iz bırakmadan kayboldu.Testideki su da buz tutmuştu.

Bu akılları durduran olay karşısında bilginler; (Calinos hekim her şeyinilmini, fennini buldum. Ancak ölümün çaresini bulamadım) demek istediğisonucuna varabilmişlerdir.

306

Page 308: BERGAMA BELLETEN - 18

YÖREMİZDEKİ

ŞİFALI OTLAR VE MADDELER

Şifalı otları kullanan hekime “otacı”, “otçu” denmekte, iyi etme yön-temine de “otacılık” adını verilmektedir. Doğa ile iç içe yaşayan toplum-lar, içinde bulundukları ortamın olanaklarından sağlıkları için deyararlanmışlardır. Konargöçer Türkmen oymaklarının yerleşik düzene enson geçenler Tahtacılarla Yörüklerdir. Dolayısıyla en geniş bilgi birikimibu kesimdedir.

Şifalı bitkilerden ilaç yapma yöntemleri:

1- Kaynatma ve demleme: Bitki soğuk su ile yıkandıktan sonra, ocakta1-2 dakika kaynatılıp, 10-15 dakika demlenmesi için dinlenmeye bırakılır.

2- Haşlama ve pişirme: Bitkinin su, ateş ya da közde belli bir zamansüresince haşlanması, pişirilmesi ya da közlenmesi gerçekleştirilir. Buişlemden sonra kullanıma hazır hale gelir.

3- Lapa yapma: Bitkinin kökü, yaprağı, çiçeği ya da meyvası kay-natılıp lapa haline getirilir.

4- Sıvısını elde etme: Bitkinin kaynatılıp özünü üsaresini bırakmasıve bunun süzülen suyunun elde edilmesidir.

5- Ezilerek merhemleştirme: Bitki özü veya meyvası ezilerek, kök veyaprakları kaynatılıp mayileştirilerek elde edilen macun işlemidir.

6- Bitki özü ve yağ çıkarma: Bitkinin çiçek, yaprak, kök ve tohum-larının kaynatılarak, ezilerek özünü ve yağını çıkarma eylemidir.

Otacı ya da otçuların en çok kullandığı şifalı otları alfabetik olaraksıralayalım:

307

Page 309: BERGAMA BELLETEN - 18

ACIDÜLEK (Cırtlangıç, Kargadüvleği, Ebucehil karpuzu, Hı-yarcık ya da Eşek hıyarı): Zehirlibir bitkidir. Ağrılara karşı kökünükaynatıp sürmekle; büyü ve akrepsokmasına karşı kökünü dövüp vur-makla; mayasıl durumunda oyulmuşkökünden birer parça yemekle;sızlayan yerlere kökündeki yum-rusundan çıkan suyunu ya da olgunmeyvelerini zeytinyağı ile güneşte eriterek sürmekle; sancı halindedövülmüş kökünden bir parçasını balla karıştırıp yemekle; sarılıkta olgunmeyvesinin suyundan bir damlasını pamuğa alıp buruna çekmekle; uyuzdurumunda kökünü kaynatıp suyunu sürmekle şifa bulunur. Sinüzittesuyunu burna damlatmakla tedavi eder ama suyu öldürücü olabilir.

ADAÇAYI: Mide ağrısına ve soğuk algınlığına karşı kaynatılıpiçilmesi şifa vermektedir.

ADAMOTU (Şeytan şalgamı): İnsana benzediği için adam otu ya daadem otu adı verilmiştir. Bir insan gibi dişili - erkekli olan bu kökleri,kişinin rahatsız olduğu uzva uygun yerinden koparılıp bir parça alınır,ezilerek ya suyu içilir ya da ilgili yere sürülür.

Bergama’da Aşağıbey köyü ve Madra Dağı’nın Çavdarlık ile Kazık-batmaz mevkiinde bulunmaktadır. Her derde devadır; mayasıla birebirdir.

ADASOĞANI: Sızlayan yere ezilip zeytinyağı ile karıştırılaraksürülürse iyi gelir. Sancı çekenler ise kaynatarak önce gargara yapıp sonrabir kaşık kadar içerse iyileşir.

AĞDALI (Zakkum): Çiçeğini kaynatıp soğuk içilmesi halinde akın-tılara, yaprağının suyunun sürülmesi ile de büyü ve akrep sokmalarına iyigeldiği bilinir. Sızlayan yerlere apraklarını inbikten çekip suyunu sürmek.ya da çiçek ve yapraklarını zeytinyağı içinde güneşte eriterek sürmekyararlı olur.

Suyunu kaynatıp içenler için balgamı söker, mafsal ağrılarına iyi gelir,oyluktan tırnağına kadar damar ağrılarını keser, kabalardaki yeli giderir

308

Acıdülek

Page 310: BERGAMA BELLETEN - 18

denmektedir. Hatta üç gün yaprağının suyunu içen yarım felç ve kötürümise ayağa kalkarmış diye söylenmektedir.

AHLAT: Meyvesinden yemek ishale iyi gelirken zehirli hayvan sok-masında filizlerini dövüp o yere vurmak yararlı olmaktadır.

AKASYA: Çiçekleri kaynatılıp içilirse nefes darlığına iyi gelmekte-dir.

AKDUT: Sabahları çokça yenirse solucan düşürmek için iyidir.

AKIR-I KAHRA: Nezle otu kökü diye halk arasında bilinir. Dallarıve kökleri romatizma, mafsal ağrıları,felç, nefes darlığı ve astıma iyigelmektedir.

AKKIZ (ŞEVKETİ BOSTAN):Tazesi haşlanır yenirse mideağrılarına, kökünü kaynatıp çokçasuyundan içilirse kum dökmeye,dalından çıkan sudan bir kaç damlaiçilirse sancıya, kökünü kaynatıpçokça suyundan içilirse sidik zoruna,.dikenli yuvarlakları suda ıslatıpiçilirse sızılara iyi gelir.

ALIÇ: Yaprağı kaynatılıp içilir. Şeker hastalığına iyi gelir.

ALTINOT: Çay gibi kaynatıp içilirse mesane ve böbrek hastalıklarınave nefes darlığına karşı giderici özellik verir.

ANASON: Kaynatılıp içildiğinde karın ve boğaz şişlerine şifa verir..

ANDIZ: Ezilen andız, birkaç gün su içinde bekletilir. Aynı suda kay-natılıp içilirse, akciğere faydalı olur. Nefesi açar.

ARDIÇ: Ardıç ağacının meyvası yani kozalağı nefes açmaya, idrarsöktürmeye, kalp ve damar açmaya, damar sertliğine, kanı sulandırıptemizlemeye, karaciğer ve akciğer hastalıklarına, vereme, gut hastalığınakarşı yararlı olmaktadır. Tohumu kaynatılıp içilirse kum düşürmeye vesidik zoruna, tohumu yutulursa öksürüğe iyi gelir.

Kellik hastalığında katranını yılan gömleğiyle kaynatıp sürmek ve

309

Akkız

Page 311: BERGAMA BELLETEN - 18

sabahları sirke ile yıkamak yine katranını bir kâğıda alıp sürmek ya daüzerine oturmak mayasıla, katranının suyunu içmek nefes darlığına, katra-nını hap ile yemek solucan düşürmeye yarayışlı olur.

ARPA: Kavrulur, dibekte dövülür, pekmez ile pişirilir, karın bölgesinelapa şeklinde sarılırsa, çocuğun ishalini keser. Ayrıca, arpa suda haşlanır.Suyu böbrek sancılarında kullanılır. Karın ağrılarına karşı ununu sirke ilekarıştırıp üstüne nane ekip vurmak yararlı olur.Ayrıca kavrulmuşunudöverek yemek mayasıla, kaynatılarak suyunu içmek sidikzoruna,yakılarak isini sürme temrelere iyi gelmektedir.

ASMA: Göz ağrısına karşı dalından akan suyu damlatmak, yaralardaise yaprağını üstüne koymak yararlıdır. İçkiden kurtulmak isteyenlereasma yaprağı suyu içmesi önerilir.

ATKESTANESİ: Baş ağrısı durumunda öğütülerek enfiye gibi çek-mek. ishalde yarım nohut kadarını yutmak., mafsal ağrılarında yağınısürmek., nefes darlığında kaynatılarak soğuk suyundan içmek, sancı tut-mada yarım nohut kadarını yutmak şifa vericidir.

AYIKULAĞI (Sığırkuyruğu): Sarı çiçekleri sabahları balla yenirsekuvvet verici, kuru yaprakları arpa unu ile hap yapılıp yutulursa mayasıla,yapraklarının buğusuna oturulursa memeli basura, yaprakları kaynatılıpiçilirse mide ağrısına, kökünün kaynatılmış suyundan içilirse sidik zorunakarşı yarayışlıdır.

AYIT ( Hayıt): Arı sokmasında yaprağı ile tohumunu döverek arısokulan yere bağlamak, ayak şişmesinde mor çiçeklerini kepekle kaynatıpbanyosunu yapmak, hazımsızlıkta ve buruntuda dövülmüş tohumundanyemek ya da kaynatılmış tohumunun suyundan içmek, ishalde kay-natılmış yaprağının suyunu içmek, kulak ağrısında bir ucu ateşe sokulantaze dalının öbür ucundan çıkan suyunu oraya koymak çok iyi sonuç verir.

AYRIK: Kökünü arpa ve mısır püskülü ile kaynatıp soğuk içmek al-bümine, köklerini kaynatıp sıcak içmek sidik zoruna iyi gelir.

AYVADANA (Payavşan): Çiçeklerinin kaynatılıp içilmesi öksürüğeve mide ağrılarına iyi geldiği söylenmektedir.

AYVA: Yaprağı kaynatılıp çayı içilirse, ishale iyi gelir. Taze filizlerinkaynatılmış suyunu içmek ishale, yapraklarının kaynatılmış suyu memeli

310

Page 312: BERGAMA BELLETEN - 18

basura külde pişirip yemek mide hastalıklarına, yapraklarını kaynatıpiçmek öksürüğe, çiçeklerin kaynatılmış suyunu içmek öksürüğe ve yürekçarpıntısına iyi gelmektedir.

AT ELMASI (Geyik elması): Yaprağı çay gibi kaynatılır içilirse, kalpdamarlarını açar. Meyvesi kaynatılır, suyu içilirse, aynı görevi görür.

AYRIK OTU: Ayrık otunun kökü kaynatılıp böbrek kumu ve taşınıdüşürmek amacıyla içilir.

BADEM: Ağız acılığını gidermede dövülüp, balla karıştırıp yemek,öksürükte sakızının kaynatılmış suyundan içmek çok yararlıdır.

BALDIRI-KARA (Karabacak): Bayanların aybaşı gecikmesinde,kum düşürmekte kaynatılmış soğuk suyundan içmek, mide hastalıklarındakaynatılmış suyundan soğuk içmek, sancıda kaynatılmış suyundan içmek,şişmede lapasını vurmak yarayışlı olur.

BALDIRAN: Diş kurdunda tohumunu suda kaynatarak ağızda çalka-makla şifa bulunur.

BAL: Çiğ yumurtanın sarısı, bal, süt karıştırılır. Bir kaseye konur. 15-20 gece uykudan uyanılıp içilirse, mide rahatsızlıklarına iyi gelir. Bal,limon suyu ile karıştırılır, sivilcenin üzerine sürülür. Bir kavanoz baladörtte bir oranında çam sakızı karıştırılır, mide hastalarına aç karnınayedirilir.

BALSAMA: Kesik, ezik ve berede durumunda olgun kırmızımeyvesini zeytinyağı içinde güneşte eriterek ilgili yerlere sürmek çok iyigelmektedir.

BAMYA: İltihaplı yaranın üzerine ateşte haşlanmış ve içerisine aryaunu koyup sarılırsa iltihabı deşer. Tazesini veya kurusunun haşlanmasıçıbanın açılıp deşilmesine yarar, memeli basurda haşlanmış bamyanınsüzülen suyunu sürmek iyileşme yapar.

BARDAK VURMA (Kupa çekme): İspirtoya batırılmış bir bezparçası, bir metal parçasına sarılır. Yanan bez, boş su bardağının içineatılır. Soğuk algınlığı ve üşütmeye bağlı olan bölgenin üzerine 5-10dakikada bir tekrar tekrar bardak kapatılır.

BEYAZ ZAMBAK: Vücut sızılarına karşı yemeklerde bir kahve

311

Page 313: BERGAMA BELLETEN - 18

kaşığı, zeytinyağında (1/10 ezilerek) karıştırılması, yüz ve diş şişlerindeçiçeklerini zeytinyağı içine koyarak sürmek pek iyi gelir.

BILDIRCIN YUMURTASI: Çiğ olarak astımlılara, nefes darlığıolanlara bir süre içirilir.

YEŞİL BİBER: Yanık ve yaralara yeşil biber yaprağı az ısıtılıp sarılır.

ÖZEL BİR KARIŞIM: Limon soyulmadan yıkanır. Maydanozdoğranır. Sarımsak soyulur, kesilir. Bir kavanoza kat kat yerleştirilir. Üze-rine şeker ve sirke eklenir. 15 gün bu kapalı kavanozdaki karışım gündebirkaç kez sallanır. 15 gün sonra kapak açılır. Bitinceye kadar, iç hastalık-larından rahatsız olanlara birer kaşık yedirilir.

BODUR MAUMUT OTU (Mor çiçekli nane şeklinde bir ot): Kay-natılır suyu içilirse, basur’a iyi gelir. Kökboya otuyla kaynatılır içilirse,karın ağrısını geçirir. Yaprağını ağızda çiğnemek ve suyunu yutmak bu-runtuya karşı, sigara gibi yakılıp içilmesi göğüs darlığına karşı ve dal-larının kaynatılmış suyunu içmek mayasıla karşı yararlıdır

BORU ÇİÇEĞİ: Sigara gibi içmek balgam sökmede, göz kamaş-masında tohumu ile tütsü yapmak göz kamaşmasında önerilir.

BÖRÜLCE (Böğrülce-Ülübü): İdrar söktürmek için kaynatılıp içiri-lir. Anüs kaşınmasında kaynatılmış suyunu içmek, idrar zorunda tohumu-nun lapasını vurmak, yanıkları kaynatılmış soğuk suyu ile yıkamak çokyararlıdır.

BÖĞÜRTLEN (Karantı dikeni): Kadın hastalıklarında kökü kay-natılıp içilir. Yağlı yoğurdun suyu ile böğürtlenin kökü kaynatılır. Böbreksancısı ve taşları için içilir. Böğürtlen kökü kaynatılır, romatizmalıya içir-ilir.

Filizlerinin kaynamış suyunu soğutarak içmek akıntılara iyidir. Ayakşişmesinde kökünün kaynamış suyunu içmek, göz zafiyetinde üzümleriniyemek, bayanların kanama kesilmesinde kökünün soğan kabuğu ile kay-natılmış suyundan içmek, ishalde üzümünü yemek veya suyunu içmek.hatta kökünün kaynamış suyunu içmek,kan basıncında kökünün kay-natılmış suyunu içmek, mesane taşında kökünün kaynamış suyundansoğuk içmek, sızılarda üzümünü ispirto içinde eriterek sürmek. Şekerdekökünün kaynatılmış soğuk suyundan içmek, tansiyonda filizlerinin kay-

312

Page 314: BERGAMA BELLETEN - 18

natılmış suyunu içmek, yanıklarda yapraklarının külünü sürmek bakımın-dan yararlı sonuçları görülmüştür.

BUĞDAY: Buğday kavurgası ve üzüm pekmezi çocuklu kadınınsütünü çoğaltır. Çiğnenmiş parmaktaki dolamanın üzerine sarılır.

BURÇAK: Öğütülüp toz haline getirilir. Sütün içerisinde karıştırılıppişirilir. Çıban şeklindeki iltihaplı yaraların üzerine bağlanır. Ayrıca miderahatsızlıklarında burçak taneleri kavrulur, öğütülür, ununa şekerkarıştırılır içilir. Bertik ve berelerde lapasını vurmak. İshalde tanelerinidövüp biraz içmek, isilikte dövülmüşünü sirke ile karıştırıp lapasını vur-mak, mayasılda kavrulmuş, dövülmüş ununu yemek yararlı olmaktadır.

CAVİ (Asilbant): Felçli hastaların burnuna tütsü olarak verilir.Büyüde de kullanılır.

CEVİZ YAPRAĞI: Ceviz yaprağı veya tavşan otu kına içine katılır.Kaynatılır. Saça sürülürse göz ağrısına iyi gelir. Yapraklarının kaynatılmışsuyunu içmek balgam sökmeye, kabuğunu kaynatıp kına baştaki yaralarasürmek, halsizlik hallerinde yapraklarının kaynatılmış suyuyla banyo yap-mak, diş temizliğinde yumuşatılmış yapraklarını dişlere sürtmek, mideağrıları için yapraklarının kaynatılmış suyunu içmek, idrar zorundayapraklarının kaynatılmış suyundan soğuk olarak içmek, sıtmada tazemeyvalarından birkaç gün yutmak ve yaralara karşı da yapraklarının kay-natılmış suyundan içmek iyi gelmektedir.

ÇAM KATRANI: Çamın katranı kaynatılır. Çıkan ziftimsi madde,nohut büyüklüğünde aç karnına sabahları bir kaşık balla yenir. Bir aykadar sonra mide ülserinin iyileştiği görülür. Uçlarının kaynatılmışsuyunu içmek balgam sökmeye, filizlerinin ıslatılmış suyunu içmek boğ-macaya,katranını sürmek ve üstüne tuz ekmek diş ağrısına, kömüründensürmek diş temizliğine, dövülmüş fıstık çorbasını içmek doğumsancılarına, fıstıklarının yağını içmek göğüs darlığına, güç kazanmak içinfilizlerinin kaynatılmış suyunu içmek ya da taze kozak çağlasını yemekçok iyidir.Fıstık helvası ise her derde devadır.

ÇAM REÇİNESİ: Çam reçinesi bir gazete kâğıdına sürüldüktensonra ağrıyan bele yapıştırılır. (Eğe kemiği ağrısı için de aynı şekil uygu-lanır.)

313

Page 315: BERGAMA BELLETEN - 18

ÇAVDAR: Samanın külünü, küllü su ile yıkayarak sürmek el kaşın-masına iyi geldiği bilinir..

ÇAY: Saç dökülmesini önlemek için demli çayla saç yıkanır.

ÇİĞ YUMURTA: Yumurtanın akının içine sabun doğranır. Macunşekline getirilir. Kırık üzerine bir bezle bağlanır. Hastanın yaşına göresargı bekletilir.

ÇİRİŞ-OTU (Çirişlik): Kökünün yumrularının kaynatılmış soğuksu¬yunu içmek akıntıya karşı, dövülmüş kökünün suyunu içmek memelibasura ve saçkırana, lapasını vurmak sızılara, dövülmüş kökünü iç yağıile karıştırıp sürmekle de yemece hastalığı iyileşir.

ÇİTLEMBİK: Ayak terlemesine karşı yapraklarını parmak arasınakoymak, kum dökmede yağından bir süre içmek, mide ağrısında tohumu-nun dövülmüşünden yemek ya da filizlerini haşlayıp yemek, öksürüktetohumunu kavurup, dövüp yemek, sancılarda yağından bir süre içmek,yaralarda sakızını sürmek iyi gelir.

ÇINAR: Sabahları kobaklarının kaynatılmış suyundan içmek akın-tılara karşı, yaprağının kaynatılmış suyuyla diplerini yıkamak saçkepeklenmesine, yaprağının kaynatılmış suyuyla gargara yap¬mak dişağrısına, kart kabuklarının kaynatılmış suyuyla banyo yapmak sızılara iyigelmektedir.

ÇITIRGI: Dallarının lapasını vurmak yara ve bertiklere, kökününkaynatılmış suyunu içmek mayasıla, dikenli dallarının kaynatılmışsuyuyla banyo kaşıntılara, kökünün kaynatılmış suyunu sürmek sızılarataze filizlerini haşlayıp yemek barsak solucanlarına karşı yararlı sonuçvermektedir.

ÇÖREK OTU (Karacaot): Grip, nezle ve nefes açmada: Tavadakavrulur. Bir bez üzerine dökülür. Bezin içinden sıcakken koklanır. Çörekotu kavrulur, havanda dövülür öksürenler, kahve gibi içer. Zeytinyağı iledövülen çörek otu, bağırsak yumuşatmada kullanılır. Ayrıca bu boğaz al-tına ve göğse nefes açmak için sürülür. Koyunun kuyruk yağı ile çörekotu dibekte dövülür. Karnı ağrıyan çocuğun karnına bir süre bağlanır.Kavrulmuşunun nöbet şekeriyle ya da balla dövülerek yenmesi midehastalıklarına, kavrulmuşunun tozundan çekmek nezleye iyi gelmektedir.Çörekotu, ölümden başka her derde devadır.

314

Page 316: BERGAMA BELLETEN - 18

Galenos Hekim «Karaçörek otunun çok faydalan vardır, insanınkarnındaki yeli giderir, kurtları öldürür, gözdeki yaşa, koklanırsa nezleyeve baş ağrısına iyi gelir, sürülürse sivilcileri ve uyuzluğu geçirir, sirke ileboğaza bağlanırsa balgamı söker, sütü çoğaltır, yağı, ihtiyarlığı giderir,nefes darlığına iyi gelir hatta kıl bitirir» demektedir.

DAĞ-KARANFİLİ: Çiçeklerini balla karıştırıp sabahları yemek ik-tidarsızlığa, ıslatılmış çiçeklerinin acı suyundan içmek mide ağrılarınaşifa vermektedir.

DAĞ-ERİĞİ: Bağırsak hastalıklarına peltesinden yemek, ishale karşıhaşlanmasından yemek, karın şişmesinde peltesini zeytinyağı sürereküstüne koymak, mide ağrılarına karşı reçelinden yemek iyi sonuç ver-mektedir.

DAM-KORUĞU: Kurdeşene karşı suda eriterek içilmesi yarayışlıdır.

DARI PÜSKÜLÜ: Kaynatılmış suyundan içmek idrar zorluğuna iyigelmektedir.

DAVAR İÇYAĞI: İçine biraz mum koyarak davarın iç yağı eritilir.Çam çırasının yanığı (püse) eklenir. Soğumaya bırakılır. Buna yumurtanınsarısı çiğ olarak eklenir. Çalkalanır. Merhem haline gelince, bir kapalıkaba konulur. Kavuşmayan yaralara balta, bıçak kesiği, silah yaralarındakullanılır.

DEFNE (Tehnel): Tohumu ezilir, bademcik bölgesine sarılır. Ekza-malı yerlere yaprağının lapasını vurmak ve suyuyla yıkamak, kum dök-mek için de yaprağının kaynatılmış suyundan içmek şifa vermektedir

DEMİR PITRAK OTU: Taze iken suyu sıkılır. Böbrek taşlarınıdöker.

DİKENLİ OT: Taş düşürmek isteyenler kökünün kaynatılmış suyunuiçerler.

DİŞBUDAK ( Akağaç ): Kum ve taş dökmek isteyenler yaprağınıkaynatarak birer bardak içerler. Şişkinlik ve sızılarda ise kabuğunun küllüsuyundan sürerler ayrıca uyuza karşı külünü suya karıştırıp sürmekte-dirler.

315

Page 317: BERGAMA BELLETEN - 18

DOMUZ TOPALAĞI, DOMUZ TURPU(Soğanlı Bitki): Domuz topalağı ezilir,unla pişirilir. Bir bez üzerinde romatizmalıyere serilir. Siklamen çiçeğinin halkarasındaki adıdır.

DOMATES: Arı sokması durumundaacıyı ve zehri kesmek için doğranmışparçası üzerine konur, Çıbanlara karşı birdilimini üstüne kapamak, diken ve cambatmasında kesilmiş bir parça domatesiüstüne koymak, isilikte suyundan sürmek,

mayasılda ortasından bölerek oraya koymak, nasırlara kesilmiş parçasınıyatarken üstüne sarmak, kan için meyvesini yemek veya suyunu içmek,yanıklarda suyundan bol miktarda sürmek yararlı olmaktadır.

EBEGÜMECİ (Develik): Kaynatılır, suyu üremi olanlara içirilir.Böbrek taşı olanlara da aynı işlem yapılır

Ateş yanıklarında lapasını zeytinyağı ile karıştırılarak üzerine vurulur,bağırsak hastalığında haşlanmasını yemek yararlıdır. boğaz inmesine karşılapasını boğaza vurmak iyi gelir, burun tıkanmasına karşı buğusunu kok-lamak ve burun kanamasında tohumunun dövülmüşünü burna çekmek,bronşitte çiçeklerini kaynatıp içmek, çivi batmasında, dallarını sütlepişirilmiş lapasını vurmak, diş etleri hastalığında kaynatılmış suyu ile gar-gara yapmak, kulak ağrısında kaynatılmış suyunun ılık banyosunuyap¬mak., mide ağrısında yapraklarının kaynatılmış suyundan içmek vebenzeri dertlere şifa verir.

EĞRELTİ-OTU (Yapıldak): Kaynatılmış suyundan sabahları soğukiç¬mek memeli basura ve bağırsak şeritlerine iyi gelmektedir.

EKŞİKULAK OTU: Tohumu kurutulur, ishalde içilir.

ELMA: Ekşi elma ocakta ısıtılır, dilimlenir, yaraya bağlanır.

ENGİNAR: Kaynatılmış yapraklarının suyundan içmek.kemikhastalığına iyi gelir, yapraklarının kaynatılmış suyundan içmekse kumdüşürmekte, haşlamasını yemek ya da yapraklarının kaynatılmış suyun-dan içmek mide ağrılarında, kaynatılmış yapraklarının suyundan bir süreiçmek şeker hastalığında şifadır.

316

Domuz topalağı/turpu (siklamen)

Page 318: BERGAMA BELLETEN - 18

FESLİĞEN: Arı sokmasında yaprağınıezip koymak, öksürükte kaynatılmış suyunuiçmek şifa sağlar.

FİLİSKİN: Mide için kaynatılmış suyun-dan içmek, sızılara karşı yağını sürmek veovmak yararlı görülmüştür.

FINDIK: Dövülüp balla karıştırılarakyenirse öksürüğü keser ve yiyeni güçlendirir.

FISTIK: Dövülmüşünü balla yemek in-sana güç ve kuvvet verir.

FUNDA YAPRAĞI (Süpürge çalısı): Antibiyotik olarak kullanılır.Böbrek ve idrar yollarındaki kum ve iltihaba, rahim akıntısına, mesaneakıntısına iyi gelir.

GELİNCİK ÇİÇEĞİ: Kaynatılmış suyu ile banyo yapılırsa, cilttekialerjilere iyi gelir. Akciğerleri güçlendirmek için kırmızı yapraklarınınşerbetini içmek, boğmacada kaynatılmış suyundan içmek, çıbanlardayaprağını üstüne koymak, mide ağrılarında tazelerinin haşlamasınıyemek şifadır.

GERDEME: Karın şişmesine karşı lapasını vurmak, mide için haşla-masından yemek, nefes darlığımda kaynatıp içmek, öksürükte kaynatılmıştohumunun suyunu içmek, idrar zorunda kaynatılmış yapraklarınınsuyundan içmek çok yarayışlıdır.

GÖVELDEK: Karaçam üzerinde yetişen bir bitki. Kaynatılır, böbrekve idrar yolları iltihabında içilir.

GÜL: Kanlı basura karşı yabanisinin göbeğiyle kaynatılmış suyunuiçmek ve tohumunu yemek, yara ve berede yaprağını zeytinyağında kay-natıp sürmek iyi gelir.

GÜLHATMİ: Çiçeğinin kurusunu sigara gibi içilirse balgamsökmede, beyaz çiçeğinden çay gibi içilirse boğmacada, çiçeğinin lapasınıvurulursa boğaz ağrısına, çiçeğinin kaynatılmış ılık suyuyla gargarayapılırsa diş etleri şişmesine, çiçeğinin kaynatılmış ılık suyu ile banyosuyapılırsa göz kanlanmasına, çiçeğinin kaynatılmış suyundan içilirse ök-sürüğü birebirdir.

317

Filiskin

Page 319: BERGAMA BELLETEN - 18

GÜZELAVRAT OTU: Yapraklarını kay-natılıp içmek ve banyosunu yapmak sinirselgerilimlere iyi gelir. Eskiden bayanlar çok azmiktarda 0,2gr yapraklarından aldıklarındagözbebeklerini büyüttüğü ve güzel göründüğüve bunun eskiden denmesi nedeniyleGüzelavrat otu diye anılmıştır. Oysa 0,2grGüzelavrat otu yaprağı dahi öldürücü derecedezehirli olduğundan dikkat edilmesi ve asla bumaksat için kullanılmaması gerekir. Latinceadı olan “Belladonna” da “Güzel kadın” an-lamına gelir.

GÜNLÜK SAKIZI (Sığla yağı): Günlükağacının yağı balla karıştırılır, aç karnınaülserli hastaya yedirilir. Ayrıca nefes darlığı,

astım, bronşit, anjin, adet düzensizliği, sara ve unutkanlığa da iyi gelmek-tedir.

GÜZ DUTU: Dut gibi önce kırmızı meyveli olur, sonra kararır. Ağızyaralarında kullanılmak üzere kaynatılır, tülbentten geçirilir. Soğutulduk-tan sonra kapalı kapta saklanır. Ağız yaraları ve protez eziklerine iyi gelir.

HAMUR: Şekerli hamur yaradaki iltihabı boşaltır. Hamur yoğrulur.Ekmek gibi inceltilir. Sıcak suda haşlanır. Suya değmeyen yüzünezeytinyağı sürülür, ılıkken burkulan yere sarılır.

HARDAL: Dövülmüş tohumunu koruk suyuyla karıştırıp yemeklerarasında yemek iştah artırıcıdır, ayrıca kan basıncında lapasını oynak yer-lere vurmak iyi gelir, kanlı mayasılda kavrulmuş tohumundan balmumuile ya¬pılmış hapı yutmak, sızılarda tohumunun suyuyla banyo yapmak,soguk algınlığında kavrulmuşunun dövülmüşünü sirkeye batı¬rılmış birbezle sürmek şifa vericidir.

HAŞHAŞ (Halaza): Haşhaş sakızından bir azını sirke ile karıştırıpyatırmak ishal ve dolamaya, kanlı basurda yararlıdır. Sakızınızeytinyağıyla ya da limonla karıştırıp vurmak sızılara iyi gelmektedir. Ha-laza yutulursa sarılıkta, akşamdan ıslatılıp sabah içilirse sızılara iyi gelir.

318

Güzelavrat otu (Belladonna)

Page 320: BERGAMA BELLETEN - 18

HAVACIVA (Tüylü boya): Gelincik hastalığında övülmüşünü karınasürülen balın üstüne ekmek, şişliklerde zeytinyağında kaynatılıp vurmakiyi sonuç verir.

HAVUÇ: Dövülmüş tohumunu nöbet şekeriyle yemek akıntıya,haşlanmışını yemek bağırsak hastalıklarına, tohumunu dövüp birer parçaiçmek böbrek hastalıklarına, kaynatılmış suyundan çocuklara içirmekishale, haşlamasını bir süre yemek göz zayıflığına, dövülmüş tohumundanbir parça yemek kanlı idrara, dövülmüş tohumunu yemeklere ekip yemekgüçlenmeye, haşlayıp yemek ve tohumununsuyunu içmek sarılığa iyi gelir.

HİNDİBA: Kaynatılmış suyundan yapılanşurubu içmek egzamaya, yaprağınındövülmüşünü güneşten kaynaklanan gözağrısına, kaynatılmış suyundan içmek kumdüşürmeye, salatası mide ağrılarına, dövülüpsürmekle de zehirli hayvan sokmasına iyigelmektedir.

HİNTYAĞI (Abdüsselak): Tohumundanyemek kabızlığa, tohumunu zeytinyağı ilekarıştırıp vurmak saçkırana karşı iyi gelir.

HIYAR: Suyu pamukla cilde sürülürselekeleri çıkarır ve güzellik verir.

HÜNNAP (Gurnap-Çiğde): Kalp hastalığı, damar açma, damarsertliği, sindirim sistemi düzensizliği için kullanılır. Tansiyonu düşürürve ayrıca şeker hastalığına da yararlı geldiği öne sürülür.

IHLAMUR ( Fanbur-Süynük): İdrar, safra ve balgam söktürücüdür.Ayrıca grip, anjin ve soğuk algınlığına, göğsü yumuşatmaya, astım ve ök-sürüğe, cilt güzelliğine, vücuda rahatlık vermeye, uykusuzluğa, kansızlığaşifadır. Nezle ve soğuk algınlığına karşı kaynatıp limonlu içmek pek iyigelir.

319

Hindiba

Page 321: BERGAMA BELLETEN - 18

ISIRGAN (Dızlayan otu, Dalayan diken,Cimcar): Kaynatılmış, soğumuş suyu şekerhastalığına iyi gelir. Ayrıca kansere, idrar veböbrek hastalıklarına, taş ve kum dökmeye,saçları beslemeye ve dökülmesini önlemeye,ödeme ve kalp ağrılarına karşı kullanılır. Ak-ciğer şişmesinde yaprağının suyuyla gargarayapmak, aybaşı zorluğunda yaprağını arpa ilekaynatıp suyundan içmek, balgama karşı to-humunu üzüm ile kaynatıp içmek, burun kana-masında kurutulmuş yaprağından içmek ya dakaynatılmış yaprağının suyundan buruna çek-mek, çıbanda tohumunun lapasını vurmak.,dalakta tohumunun lapasını vurmak, egza-mada yaprağının kaynatılmış suyundan içmek,

ellerin yumuşaması için yaprağının kaynatılmış suyuyla yıkama, kesilenyere dövülmüş yaprağını koymak, kum dökmede yaprağını ayva veebegümeci ile ya da tohumunu çokça kaynatıp içmek, kulak ağrısındayaprağının lapasını vurmak, mide ağrısında yaprağının kaynatılmışsuyundan içmek., idrar zorunda kaynatılarak suyundan içmek ve posasınıoraya vurmak., tansiyonun yükselmesinde kaynatılarak suyunu içmek.,yaralarda kurutulmuş yaprağından o bölgeye ekmek pek yarayışlıdır.

ISPANAK: Kalp hastalıklarında yaprağı ezilir suyu içirilir.

İDRAR OTU: Böbrek rahatsızlıklarında kaynatılır suyu içilir.

İĞDE: Akşam yatmadan önce uzun bir süre yenirse, mide rahatsızlık-larına iyi gelir.

İNCİR: Basur için kaynatılıp içilir. Kuru incirin içi açılır, çıbanlarınüzerine sarılır.

ÖZEL BİR KARIŞIM: İshal ve üşütmeye bağlı kusmalarda yavşanotu, nane, kekik eşit oranda alınır, kaynatılır. Hamur haline gelince, üze-rine kahve dökülür. Zeytinyağı eklenir. Yakı gibi karın bölgesine bezlebağlanır. Çocuklarda daha faydalı olur.

İTÜZÜMÜ (Yandıran): Üzümlerini zeytinyağı ve sirke ile karıştırıpvurmak sızılı yerleri iyileştirir.

320

Isırgan

Page 322: BERGAMA BELLETEN - 18

KABAK: Akıntıda,  barut  yanmasında,boğaz inmesinde lapasını vurmak, sağırlıktabütününün  içine  zeytinyağı konarak  pişir-ilmişinin suyunu koymak, şeritte çekirdeğininiçini çokça yemek ve suyunu içmek, terlemekiçin kabağın lapasını oynak yerlere vurmak iyigelir.

KABAKÜLAK-OTU (Dulkarı-döşeği):Baş ağrısına karşı yaprağını alnına koymak,çıbanı  deşmek  için  yapraklarının    tozunuüstüne   ekmek,  idrar   zorunda yapraklarınınsuyundan    içmek,  sızıda  lapasını  zeytinyağısürülerek koymak şifa vericidir.

KABARTAN (Soğanlı Bitki): Kabartlan otunun soğanı, unla birlikteezilir, haşlanır, romatizmalı yerlere sarılır. Ayrıca, kabakulak bölgesinede sarılır. 

KAKAĞAÇ: Kesiklerde kabuğunu zeytinyağında eriterek sürmek,sızıda  kabuğunun  lapasını  vurmak,  şeker  hastalığında  yaprak  veyakabuğunun çokça kaynatılmış suyundan içmek, yaralarda dallarının uçun-daki yumrulardan çıkan suyu sürmek iyi gelmektedir.

KAN OTU: Kaynatılmış  suyundan  içmek  iştah açıcıdır, her  türlümaraza iyi gelir.

KANTARON: Aybaşı  sancısında  kay-natılmışının suyundan içmek, deri kelliğindekırmızı  çiçeklisini  bodurot  ile  kaynatılmışsuyundan  içmek, kesik ve yaralarda kırmızıçiçeklerinin güneşte zeytinyağında erimişindensürmek, kuvvet için ak çiçeklisini balla yemek,mayasılda sarı çiçeklisinden kaynatıp içmek,mide ağrısında pembe çiçeklisinin dallarınındemlenmişinden  içmek,  mide  ülserinde  çaygibi kaynatılarak içmek, sıtmada pembe çiçek-lisinin  kaynatılmış  soğuk  suyundan  içmek,yara  ve  şişliklerde  sarı  çiçeklisinin  lapasınıvurmak iyidir.

321

İt üzümü

Kantaron

Page 323: BERGAMA BELLETEN - 18

KARABİBER: Bir bardak sıcak suyla bir kaşık karabiber katılır.Azıcık beklenir. Yemekten sonra bağırsak gazını gidermek üzere içilir.

KARAÇALI (Çaltı dikeni): Göz ağrısına karşı tohumunun inceelenmişini gül suyu ile oraya koymak, ur için kabuğunun lapasını vurmak,yaralarda pullarının dökülmüşünü vurmak çok iyi sonuç vermektedir.

KARAÇULA (Ekliot) : Taş düşürmek için kaynatılmış suyundaniçmek yararlı olmaktadır.

KARADUT: Ağız ağrısında şurubuyla gargara yapmak, dil pasındameyvesinin suyundan sürmek,kanama gecikmesinde kökünün kay-natılmış suyundan içmek, mide içinsabahları olgun meyvelerinden yemekoldukça iyi gelmektedir.

KARAHALİLE (Küçük Halile):İç basur ve basur kanamalarına, mideyaraları ve kanamalarına, mide gazınaiyi gelir.

KARAMUK: Göz ağrıları için karamukun kabukları kaynatılır. Gözedamlatılır. Tohumlarının kaynatılmış suyundan içmek soğuk algınlığınaiyi gelmektedir

KARANFİL: Doğum yapan kadının sağlığına erken kavuşması içinkaranfil kaynatılır, içirilir. Ağrıyan çürük dişe karanfil konur. Mor çiçek-lerinin kaynatılmış suyundan içilirse hıçkırık tutmada engelleyici olur.

KARPUZ: Balgam sökmede bütününün içine konan tuzsuz sadeyağile fırında pişirilerek yemek, göz ağrısında suyuyla gözü yıkamak, mideiçin yemek üstüne bol yemek, sıracada sarı cinsinin kurutulmuş kabuğu-nun dövülmüşünü ekmek, solucanda sabahları bolca yemek şifalıdır.

KARGI: Ayıt külüyle kaynatılmış küllü suyunu içmek idrarsökücüdür.

KATIRTIRNAĞI: Saçı uzatmak için çiçeğinin yağından sürmek,sızılarda çiçeğinin kaynatılmış suyundan içmek pek iyi gelir.

322

Karahalile

Page 324: BERGAMA BELLETEN - 18

KATRAN: Katran ağacının sakızı, el ve ayaklardaki çatlaklara konu-larak, sıcak bir demirle yakılır.

KAVUN: Ateşli hastalıklarda kabuğunun ezilerek oynak yerlere vu-rulması, bağırsak temizliğinde bolca yenmesi, doğumu kolaylaştırmadabir kaç dilim yenmesi yararlı olur.

KEÇİGEVİŞİ (Ballık): Kabakulakta tohumlarının lapasını vurmak,mayasılda tohumlarının dövülmüşünü arpa unuyla hap ya¬pıp yemek,memeli ve kanlı basurda kökünün pürçeklerinin kaynatıl¬mış suyundaniçmek yarayışlı gelir.

KEÇİBOYNUZU: Keçiboynuzu meyvesiezilir, çay gibi demlenir, öksürene içirilir.

KEDİTIRNAĞI: Mayasılda dövülmüşünüvurmak, diş ağrısında yağından oraya koymak şifagetirir.

KEKİK: Damıtma yöntemi ile kekiğin yağıçıkarılır. Bir kaba konulur. Üşütme, bulantı, mideve ağırsak rahatsızlıklarında kullanılır. Kürdan üz-erine sarılı pamuğa kekik yağı dökülür, dişin çürükyerine sokulur. Diş ağrısında yağından oraya koy-

mak, kulunçta yağınısürmek, kurtlu yarada yağından orayasürmek, sancıda kaynatılmış suyundaniçmek ve lapasını vurmak, soğuk algın-lığında yağını şekere damlatıp yemek iyigelir.

Boz cinsi kekik boğaz ağrısı için arpaunu ile kekik kaynatılır. İçilir.

KEKLİK YUMURTASI: Geç konuşançocuğa keklik yumurtası yedirilir.

KENGER OTU: Kenger otunun sakızı,fıtık olan çocuğun fıtık çıkıntısının üzerinesarılır. Göğüs tutukluğunda çiçeklerinisigara gibi içmek, ishalde sakızından bir

323

Kenger, Eşek dikeni

Kekik

Page 325: BERGAMA BELLETEN - 18

parça yemek, mayasılda kavrulmuş,dövülmüş tohumundan yemek, midesancısında yeşil sapından çıkansuyundan içmek şifa verir.

KEREVİZ: Kadınların aybaşıkanamalarının çok olması halindemaydanozla kaynatılmışının ılıksuyundan içmek, romatizmada kay-natılmış tohumunun suyunu içmek,ses kısıklığında kaynatılmış suyundan

gargara yapmak ve İçmek pek yararlıdır.

KESTANE: Çocuk sancısında yapraklarının zeytinyağında kay-natılmışından sürmek, ishalde kurusunun dövülmüşünü yemek şifalıdır.

KETEN TOHUMU (Zelrek-Güdün):Solunum yolları iltihabına, zatürreye, boğ-macaya, kabızlığa, şişliklere, ura, iştah aç-maya, kabakulak ağrısına, sindirime,romatizmaya karşı tercih edilir. Boğmacadakavrulmuşunu döverek balla karıştırıpyemek, böbrek taşı iltihabında tohumununkavrulmuş ve dövülmüşünden birer kaşıkyemeklerde yemek veya kavrulmadan tülbentiçine koyarak kaynatılmış suyundan üç günsabahları içmek, on beş gün sonra yine içersetamamen iyileşir. Çıbanlarda lapasını vur-mak, göğüs üşütmesinde kaynatılmış suyun-dan içmek, öksürükte kaynatılarak limonlu

suyundan içmek çok iyi gelir. İyi kolesterolü arttırır. Galenos’un fay-dalarından bahsettihi bir bitkidir.

KINAKINA: Kalbi yatıştırmaya, sıtmaya, cinsel gücü arttırmaya, şe-keri düşürmeye, kuvvet vermeye iyi gelir.

KIRKDAMAR OTU: Kökleri kaynatılıp suyundan içilirse ağızdan

324

Kenger bitkisinin gövdesi ve kökleri yenir.

Keten Tohumu

Page 326: BERGAMA BELLETEN - 18

ve bunundan gelen kanama durur, yaş yaprağını döverek üstüne koyduğu-muzda kesikler iyileşir, öksürük ve nefes darlığında tohumunu ballayemek şifa vericidir.

KILIR KASNA: Yara ve bertiklerde yapraklarının lapasını vurmak,buruntularda tohumunun kaynatılmış suyundan içmek, diş ağrısındasakızından bir parçasını oraya koymak, idrar sökmede iki baş kaynatılaraksoğuk içmek, ishalde sakızından bir parça yemek, saçkıranda dövülmüştohumunu zeytinyağıyla karıştırıp sürmek, şeritte tohumunu balla karık-tırıp yemek çok yararlıdır.

KIZILCIK: Şeker hastalığı için meyvesi yenir.

KIRKBAŞ OTU: Ekseriyetle bacaklarda oluşan şişkin yaraların,morartıların tedavisinde kullanılır. Kırkbaş otu havanda dövülür, çiğ sütlebirlikte kaynatılır. Bulamaç kıvamına gelinceye kadar içine arpa unu atılırve ılık iken yara üzerine sürülür.

KIZILCIK OTU (Sarı çiçekli): Arpa unu birlikte bir tavadakarıştırılır, pişirilir lapası bir beze dökülerek alınır, üzerine zeytinyağıdamlatılır. Romatizmalı bölgeye sürülür.

KİREÇ : Bir avuç kireç bir tabağa konur. Üzerine su dökülür. Kireçyıkanır. Su akıtılır. Yeniden su konur. Kireç yeniden karıştırılır. Üçüncükez bu işlem yinelenir. Tabakta kalan su da kireç duruluncaya kadar bek-lenir. Su başka tabağa alınır. İçine zeytinyağı konur. Karıştırılır yanık yer-lere sürülür.

KİRAZ: Ayak ve karın şişinde saplarının ayrık ve mısır püskülü ilekaynatılmış suyundan içmek, idrar sökmek için saplarını arpa ile kaynatıpiçmek, mide için meyvesinden yemek, idrar zorunda dövülmüş çekir-değinin kaynatılmış suyundan içmek çok faydalıdır.

KİŞNİŞ: Dövülmüşünü balla yemek güç kazandırır ve solucandökmede de etkili olur. .

KİRİŞ OTU: Kökü üzelir, suyu tülbentten geçirilir. Hafif ısıtılır, pa-muğa damlatılır. Ağrıyan kulağa konur.

KOKARSEDEF (Çıfıtot ): Dallarının zeytinyağında kavrulmuşunusoğuk sürmek çıbanları dağlayıp yokeder, Çocukların gaz ve yelinde pişi-

325

Page 327: BERGAMA BELLETEN - 18

rilmiş yağından sürmek iyi gelir, mide ağrısında yapraklarını çay gibiiçmek.ya da dallarını zeytinyağına bandırıp (sedef yağı) sürmek, sancıdadallarını kaynatıp içmek, yürek çarpıntısında tohumundan yemek esenliksağlar.

KUMOTU: Adı üzerinde kum-taş düşürmekte kaynatılmış suyundaniçilir.

KÖK BOYA OTU: Otun kökünün suyu bağırsak yumuşatmak içiniçilir.

KÖR DİKEN SAKIZI: Dişin çürüğüne ısıtılmış bir şişle sokulursa,ağrıyı keser.

KUŞBURNU: Böbrek taşını düşürmek için kaynatılıp soğutulmuşsuyu içirilir. Kurutulmuş meyvesinin çayı soğuk algınlığına, üşütmeye,mide bağırsak hastalıklarına iyi gelir.

KUŞ-TIRNAĞI OTU: Basur hastalığında tohumunun tütsüsüne dur-mak, boğaz ağrısında kaynatılmış suyundan içmek pek yarayışlıdır.

KUŞ-DİLİ OTU: Göğüs tutulmasında kurutul-muş yaprağını sigara gib içmek, mide ağrısında dal-larının kaynatılmış suyundan içmek şekerdedallarının kaynatılmış suyundan bir süre içmek, tan-siyonda yapraklarının kaynatılmış suyundan içmekşifa getirici sonuç verir.

KURTLU DİKEN: Kökünün suyundan sürmektemreye, kökünün kaynatılmış suyundan kaşınanyerlere sürmek kaşıntıya, yapraklarının kurusundanekmek yaralara iyi gelir.

KUZUKULAĞI: Akciğerler için yapraklarınınsuyunu içmek, buruntuda tohumunun kaynatılmış

suyunu içmek, mide için haşlamasını yemek şifalıdır.

KÜPELİ OT : Suyu sızılara, üzerine sürülürse temrelere karşıiyileştirici olarak kullanılır.

KUYRUK YAĞI : Kesiğin üzerine kuyruk yağı kısa bir süre konur.

326

Kuşdili

Page 328: BERGAMA BELLETEN - 18

LABADA: Bayanların aşırı kana-malarında taşta dövülmüşünü (sabaha kadarıslatıp, süzerek sabahları) içmek, mesanetıkanmasında kaynatılmış suyundan içmek,mide için salatasından yemek, anneninsütlenmesi için yeşil tohumunun kaynatılmışsuyundan içmek şifa vericidir.

LAHANA: Yara ve berelere haşlanmasınıvurmak, iştah için salatasını yemek, güç-kuvvet için turşusunun suyundan içmek, mideiçin haşlamasını yemek, nezlede çorbasınıiçmek, faydalıdır.

LEYLEK KAKACI OTU: Mide rahat-sızlığında dallarının haşlamasını yemelidir.

LİMON: Bayanların aybaşı aşırılığında suyunu içmeleri, bademciktenışadırda eritilmiş suyuyla gargara yapmak, göz ağrısında suyundan gözekoymak, baş ağrısında bir kaç dilimini alnına koymak, göz parlaklığı içinkabuğunun kurutulmuşunu döverek buruna çekmek, mide ağrısında naneile kaynatıp içmek, nasırda üzerine bastırmak, romatizmada yarım limo-nun çekirdekleri yerine afyon konarak ateşte pişirip ılıkken sürmek, saçdökülmesinde çokça kaynatılmış kepeğin içine suyunu sıkarak bir haftayıkanmak, serinlemek için limonatasını içmek, sızıda yağından sürmek,soğuklamada kaynatıp suyundan içmek, terlemek için suyunun tuzlakarıştırılmasını sürmek, yüz çillerinde suyundan sürmek, yüz çillerindesünger taşı üstüne sıkılarak köpüğünü sürmek gibi yararları vardır.

MADIMAK: İshali önlemek üzere, kaynatılarak suyu içilir.

MAHMUZE: Kemik sızısında sütüyle ovmak, saçma ve kurşunyarasında sakızından üstüne koymak, sürgün için sakızından biraz yemek,yara kurutmada kökünün dökülmüşünü veya sakızını koymak pek şi-falıdır.

MALATURA (Raziyane): Boğmaca ve öksürükte yapraklarının kay-natılmış suyundan içmek, dalak şişkinliğinde ince dövülmüş tohumundanbirer parça yemek, göz kuvvetinde ezilmiş tohumunun kaynatılmış

327

Labada

Page 329: BERGAMA BELLETEN - 18

suyunu içmek, göz zafiyetinde, kökünün temizlenmiş kabuğunun taştaezilmiş suyundan içmek, kan çıbanında kaynatılmış dallarının suyundaniçmek, kan temizliği için baharda haşlamasını yemek, kan için tohumunundövülmüşünü balla yemek, kum düşürmede yapraklarının kaynatılmışsuyundan içmek, mide hastalığında taze filizlerinin haşlamasını yemek,idrar zorunda yapraklarının kaynatılmış suyundan içmek iyi gelir.

MARUL: Mide için tazesini yemek, sarhoşlukta tohumunundövülmüşünden bir parça yemek, süt için salatasını yemek yararlı olur.

MAYASIL OTU: Adı üzerinde mayasıla karşı kaynatıp suyunu içmekbire bir gelir.

MAYDANOZ: Ağız kokmasına karşı kaynatılmış suyunu içmek,akıntıya karşı kaynatılmış suyundan içmek veya buğusuna otur¬mak, arısokmasında dövülmüşünü oraya koymak, göz kaşınmasında tohumunuince dövülmüşünden koymak, aybaşı aşırı kanama nedeniyle kereviz ilekaynatıp ılık halde içmek, idrar zorunda lapasını vurmak, sıtmadadövülmüş kökünün suyunu limonla karıştırarak İçmek, şişte lapasını vur-mak, vücut tutukluğunda kaynatılmış suyundan içmek, yara temizlemededövülmüşünü oraya koymak iyileştirici rol oynar.

MAZI: Buruntu durumunda dövülerek göbek üstüne koymak, ishaldedövülmüşünü su ile içmek, sızıda yapraklarının kaynatılmış suyundaniçmek esenlik sağlar.

MALATURA (Anasona benzeyen bir bitki): Malatura, fesleğen,semizotu birer tutam bir araya getirilir. İçine biraz arpa unu atılır. Az suile kaynatılır. Meydana gelen macun zorlu yaralarda kullanılır.

MENEKŞE: Boğaz ağrısında çiçeğinin kaynatılmış suyundan içmek,boğmacada çay gibi pişirilmişini içmek, sulu temrede yaprağının suyunutütün külüyle karıştırıp sürmek, temrede ezilmiş yaprağının suyunusürmek.

MERCİMEK: Yara ve berelerde dövülmüşünü yumurta akıyla la-pasını vurmak, güç-kuvvet için haşlamasını veya çorbasını yemek, an-nelerin sütlenmesi için lapasını üstüne bahar ekilerek karnına koymaktayarar vardır.

328

Page 330: BERGAMA BELLETEN - 18

MERCANKÖŞK: Bulantıya karşı kay-natılmış suyunu içmek, mide ağrısında dal-larının kaynatılmış suyundan içmek, soğukalgınlığında kaynatılmış suyundan içmek.,yürek çarpıntısında yapraklarının kay-natılmış suyundan içilmesi önerilir.

MERSİN: İshal e karşı yapraklarının kay-natılmış suyundan içmek., mayasılda filiz-lerinin kaynatılmış suyundan içmek, saçboyasında yağını sürmek, saçları büyütmekiçin yapraklı dalları kaynatılarak bir süre

sabunla yıkamak sağaltım verir.

MERCİVAN OTU: Bağırsak solucanına karşı kaynatılmış suyundaniçmek salık verilir.

MEYANKÖKÜ: Göğüs tutukluğunda suyuna su katarak içmek, mideülserinde ballı suda eritilerek saatte bir yudum içmek, öksürükte balındanbiraz yemek veya kökünü kaynatıp içmek iyi gelir.

MISIR PÜSKÜLÜ: İdrar söktürmek üzere kaynatılır suyu içilir.

MURT (Mersin): Murt dalı, kökboya birlikte kaynatılarak, korkugeçirenlere içirilir. Yaprağı kaynatılır ve astımlıya içirilir.

MUSKAT : Bebeklerin gazını almak için kullanılır.

MUŞMULA: Kum düşürmede dövülmüş çekirdeğinin bakla çiçeğiile kaynatılmış suyundan içmek veya kavrulmuş çekirdeğinindövülmüşünden birer parça yemek, mide için meyvasından yemek, idrarzorunda dövülmüş çekirdeğinin kaynatılmış suyundan içmek pek yarar-lıdır. Çiçeği çay gibi kaynatılır. Buharı buruna tutulduktan sonra, çay gibiiçilir (sinüzitte). Muşmulanın taze yaprakları kaynatılır, öksürük ve boğazağrısında sabahları aç karnına içilir.

MÜHRÜSÜLEYMAN OTU: Güç-kuvvet için kökünü dövüp ballayemek, nezlede enfiye gibi çekmekte şifa vericidir.

NANE : Sırt ağrısında su nanesinin dövülmüş dallarını iki bez arasınasararak vurmak, basurda ise kaynamış su nanesinin suyundan bir miktar

329

Mercanköşk

Page 331: BERGAMA BELLETEN - 18

içmek, bel gevşekliğinde bayır nanesinin kurutulmuş yaprağından ballayemek., mide için ev nanesini çay gibi içmek, nezlede bayır nanesininyapraklarının kaynatılmış suyundan içmek., sızıda bayır nanesinin la-pasını vurmak, terlemek için ev nanesini dövüp bileklere vurmak, vücutyumuşaklığı için bayır nanesinin dallarının kaynatıl-mış suyundan içmek,yara deşmede su nanesinin dövülmüşünü vurmak, yürek çarpıntısında evnanesinin dallarını lapa yapıp oynak yerlere vurmak iyi gelir.

NAR: Meyvesi mide ve bağırsak yaralarına iyi gelir. Nar ekşisinebiraz tuz atılır, soğuk su ile ishalli hastaya içirilir. Nar ekşisi, grip, soğukalgınlığı, kolestrol, damar sertliği, kalp rahatsızlıklarına kullanılır. Şekerhastalarına da iyi gelir. Olgun nar kesilir. İçine toz biber koyup ağzı ka-patılır. Ocağın sıcak bir yerinde pişirilir. Soğuk algınlığında kullanılır.İshale gerek narın kendisi gerek kaynatılmış kabuğu iyi gelir. Ekşi ve tatlınar soyulur, çekirdekleri ezilir, süzülür, balla karıştırılır. Macun kıvamınagelince, 40 gün şeker hastalarına yedirilir. Ekşi nar, bütün olarak sudakaynatılır. Bu suya una katılır, yoğurulur. İnceltilerek bir bezin üzerinesürülür. Zeytinyağı eklenir, bademcikli boğaza bağlanır.

NAR AĞACI: Buruntuda ekşisinin kaynatılmış suyundan göbeğe koy-mak, ishalde çiçeğini mazı göbeğiyle içmek, ishalde yaprağının kaynatılmışsuyundan içmek, kuvvet için tatlısını sulandırıp şerbet içmek, kuru kellikteekşisinin dövülmüş kabuğunu zeytinyağı ile sürmek, memeli basurdaekşisinin külde pişirilmişini ortasından bölüp koymak., sivilcede ekşisininsuyunu sirke ile karıştırıp sürmek, sivilcede tatlısının suyundan içmek, solu-canda kabuğunun kaynatılmış suyundan içmek, uçukta ekşisinin incedövülmüş kabuğundan ekmek, yarık yara ve kesikte kaynatılmış kabuğununkoyu suyun¬dan sürmek şifa sağlayıcıdır.

NERGİS: Sara hastalığında dövülmüş tohumunu çörekotu ve ballayemek, vücutta çıkan beyaz lekelerde çiçeklerini derin derin koklamak yarargetirir.

NASIR OTU: Nasıra karşı kalın yaprağının ince zarı alınarak oraya koy-mak, parmak kabarcığında yaprağını oralara sarıp bağlamak, yara özündeyaprağını basıp sarmalamak iyi gelir

NOHUT: Güç-kuvvet için pişirilmişini yemek, mesane rahatsızlığındasuyundan içmek, solucana karşı suda kabartılmışından aç karnına yemek veyasuyunu içmek yarayışlıdır.

330

Page 332: BERGAMA BELLETEN - 18

OĞULOTU (Melissa): Kabızlığa karşıkaynatıp suyunu içmek, mide ve sinir içinkaynatılmış suyundan bir müddet içmek,yürek çarpıntısında yapraklarından çay gibiiçmek çok iyi gelir.

OKALİPTÜS: Okaliptüs yaprağı, çamdikeni, murt yaprağı birlikte kaynatılır. İçhastalıklarında çay gibi içilir. Boğaz in-mesinde yaprağının buğusunu çekmek, göğüstutukluğunda kuru yapraklarını tütünle içmek,

nezlede yaprağının buharına durmak faydalıdır.

PALAMUT: Kabuğunun dövülmüşünden içmek ishale, ezilmiş pe-lidinden bir parça yemek basura, tırnaklarının dövülmüşünü zeytinyağıile karıştırıp yemek ise saç kıran ve lekelere, kabuğunun ortasından çaygibi içmek de idrar zoruna çok iyidir.

PAMUK ÇEKİRDEĞİ: Yağından kulağa koyulursa kulak ağrısı veşişine karşı rahatlatıcı etki verir.

PAMUK: Kan akmasında taze filizlerinin ezilmişini vurmak, uyuzdafilizlerinin kaynatılmış suyu ile banyo yapmak birebir iyilik verir.

PAMUKKALE SUYU: Göz rahatsızlıklarında bu su ile göz yıkanır.

PAPATYA: Akciğer rahatsızlığı olanlara papatya çayı içirilir. Saçdökülmelerine karşı papatya çayı ile saç yıkanır. Böbrek iltihabında vetansiyon yüksekliğinde papatya çayı içirilir. Çocuk sancısında çiçeklerininzeytinyağıyla kavrulmuşunu karnına vurmak, sancıda kaynatılmış suyun-dan içmek şifalıdır. Soğuk algınlığında ise kaynatılmış suyunu içmek vegargara yapmak tavsiye edilir.

PARSA: Egzamada yapraklarının kaynatılmış suyunu içmek, vücutkokmasında yapraklarından yapılan hapı yemek, yürek çarpmasında isedallarının kaynatılmış suyunu içmek pek iyi gelir.

PARSAMBA: Ağızdan kan gelmede yaprağının kaynatılmış suyun-dan içmek, burun kanamasında yaprağının suyunu buruna çekmek ve la-pasını imiğe koymak, yara- berede yaprağını dövüp üstüne koymakyarayışlıdır.

331

Oğulotu (Melissa)

Page 333: BERGAMA BELLETEN - 18

PATATES: Başağrısını gidermek üzere patates kesilir, tuz ekilir, alınabağlanır. Baş ağrısında dilimlerini alnına koymak, ergensellikte haşla-masını yemek, iğne yutmada haşlamasını yemek pek iyi olur.

PATLANGIÇ (Mürver): Boğaz ve diş ağrısında çiçeklerinin kay-namış suyuyla gargara yapmak, bağırsak temizlemesinde çiçeklerininsuyuyla hokna yapmak, ince dertle beyaz çiçeklerinin kaynatılmış soğuksuyunu içmek, kabakulakta dövülmüş yapraklarını vurmak, mayasıldayumrularının kaynatılmış suyundan sabahları içmek, mide için çiçek-lerinin kaynamış suyundan içmek, nefes darlığında köklerinin kay-natılmış suyundan içmek, öksürükte çiçeklerini çay gibi içmek,şişkinlikte yapraklarının lapasını vurmak yararlı olur.

PATLICAN: Ağız kabarcığında sapının külünü sürmek, akıntı içintohumunun kavrulmuşunu vurmak, egzamada lapasını sürmek, memelibasurda külde pişirip vurmak, idrar zorunda külde pişirip kasıklara vur-mak, şişlikte kesip üstüne sarmak iyi gelir.

PAZI: Mide için haşlamasını yemek, sarılıkta suyunu içmek, burunaçekmek pek iyidir.

PEKMEZ: Üzüm pekmezi sabahları aç karnına karaciğer rahatsızlığıolanlara içirilir.

PELİN OTU: Boğmacada buğusuna yakın bu-lunmak, böbrek taşında kaynatılmışını içmek, iştahiçin dallarının suyunu çay gibi içmek, Midehastalığında Melise yaprağı ile kaynatarak suyunuiçmek, mide taşında kaynatılmış suyundan içmek,sıtmada leblebi unuyla yapılmış hapından içmek,şekerde deniz pelininin kaynatılmış suyundaniçmek, tansiyon yükselmesinde dallarının kay-natılmış suyunu içmek derde devadır.

PİRİNÇ: Arpacıkla lapasını vurmak, ishaldelapasını yoğurtla yemek, kanlı idrarda lapasınıyemek yararlıdır.

PIRASA: Kökü ocağa gömülür, ısınıncaçıkarılır, suyu pamuğa damlatılır. Ağrıyan kulağa

332

Pelin Otu

Page 334: BERGAMA BELLETEN - 18

konur. El beneklerinde kaynatılmış suyuyla yıkamak, gidişkende kay-namış suyuyla yıkamak, memeli basurda buğusuna oturmak, sinirdehaşlamasını yemek iyileştiricidir.

PIRNAR: Yanıklarda küllü suyunu içmek insana şifa getirir.

PITRAK (DEVE ÇÖKERTEN): Akıntıya karşı kaynatılmış suyunuiçmek çok yerinde olur. Uyku için ise dövülmüş tohumu.

PÜSE: Çam çırası ince parçalara ayrılır. Bir tandıra konur. Üzeritoprakla kapatılır. Üzerinde ateş yakılır. Altta kalan ve ısınan çıradan akansıvı bir kapta toplanır. Bu püsenin üzerine su dökülüp içilirse mideağrısına iyi gelir.

REZENE (Raziyane): Mide ve bağırsak gazına, iştah açmaya, annesütünü artırmaya, boğmacaya, dalak hastalıklarına, kansızlığa, kançıbanına karşı kullanılır.

SAÇ BAKIMI: Demli çay soğutulur. Bir kaba alınır. İçine bir yumurtakırılır. Bir kaşık zeytinyağı ve baharat eklenir, karıştırılır. Parmaklarlaovarak saça sürülür. Saç aynı gece yatmadan önce yıkanır.

SAKIZLIK (Arslan-dişi): Kan temizliği için kökü ile meyankökünün kaynatılmış su¬yundan içmek çok iyi gelir.

SALATALIK: Cild güzelliği için ispirto içinde çekirdeksiz eri-tilmişini sürmek, özellikle yüze kesilmiş bir parçasını sürmek güzelliğegüzellik katar.

SALEP : Göğüs darlığında sakızını sütle kaynatıp içmek, mide içindövülmüş kökünü kaynatıp içmek., ses kısıklığında sakızını kaynatıpiçmek esenlik vericidir.

SAPARNA DİKENİ :Kadın hastalıklarında kökü kaynatılarak içirilir.

SARIBAŞ OTU: Şeker hastalığında kaynatıp içmek önerilmektedir.

SARI ÇİÇEK (Yılan-otu): Böcek ısırmasında çiçeklerinin kay-natılmış suyunu içmeyi, zehirli hayvan sokmasında yapraklarını dövüpvurmak iyileştiricidir.

SARMAŞIK: Baş ağrısında kurutulmuş üzümlerinin tozunu burnunaçekmek, kan için tefeklerinin salatasını yemek, mide için çalı sar-

333

Page 335: BERGAMA BELLETEN - 18

maşığının haşlamasını yemek, nezlede dövülmüş tozundan çekmek,sızıda kırmızı üzümlerinden sürmek önerilmektedir.

SARIMSAK: Akropolde yetiştirilen özel sarımsak türünün hastalık-lara şifa olarak Asklepion’da kullanıldığını ve Bergamalı ünlü hekimGalenos’un Tellidere’deki Arenada gladyatörlerin yaralarının tedavisindezeytinyağı kullandığını biliyoruz. Antikçağ'da da sarımsak, Sağlık TanrısıAsklepios'un sembollerinden biridir. Antik Dönem'in en ünlü asklepi-onlardan birinin kurulu olduğu Pergamon Antik Kenti'nin tam ortasındaendemik bir Allium türü bulunur, hem de antik kentin tam merkezi olanakropolde yetişir: Allium proponticum subsp. proponticum bitkisi belkide Bergama Asklepionunda hastaların tedavisinde kullanılan bir bitkiydi.

Ağrıyan kulağa diş halinde konur. Mide rahatsızlıklarında 1 ay kadarsabah aç karnına yutulur. Akrep ve yılan sokmasında ezilir ve yarayabağlanır. Arı sokmasında tuzla dövülmüş bir dişini koymak, arpacıktasuyunu sürmek, ateşi düşürmekte sarımsaklı ayran içmek, bağırsaktaağrısında imbikten çekilmişini içmek, bağırsak kurdunda bir kaç dişinikaynatarak suyundan hokna yapmak, basur için pişirilerek sürmek, dalakşişkinliğinde tuza batırılarak sürmek, diş ağrısında orasını sarımsaklaovmak, İmecede içyağ ve nişadırda dövülerek vurmak, ince dertte imbik-ten çekilmiş suyundan içmek, kulak ağrısında külde pişirilen bir dişinizeytinyağına batırarak kulağa koymak, kurbağacıkta dövülmüşünü dil al-tına koyarak salyayı akıtmak, memeli basurda üzüm çekirdeğiyledövülerek vurmak, mayasılda yemeklerde yemek, mide için kaynatılmışsuyundan unla yapılan hapları yutmak, nefes darlığında sarımsakla sadeyağve bal karıştırılıp birer parça yemek, öksürükte pişirilerek yemek, sancıdadövülmüşünü içmek, sarılıkta yoğurtla dövülerek hamamda sürmek, idrarzorunda dövülmüş bir başını bel sokumuna koymak, idrar zorunda birerdiş yutmak, sızılarda ispirto içinde eritilmişinden her gün bir kaç damlaiçmek, saçları büyütmekte suyuyla ovmak ve taramak, şişte haşlanmışyaprağını vurmak, yeni etyaranda dövüp sarmak, zehirlenmede sirke içindedövülmüşünü içmek sarımsağın üstün şifasını size verecektir.

SEMİZOTU: Çiğ semizotu sık sık yenirse, safra salgısını düzenler.Gebelik ağrısında yaprağının suyunu sürmek, meme ağrısında yaprak-larını dövüp vurmak, mide için haşlanmışını yemek, siğilde ezilmişyaprağını koymak pek iyi gelir.

334

Page 336: BERGAMA BELLETEN - 18

SERKELE OTU: Saçlarını siyahlatmak isteyenlere kaynatılmışsuyuyla başını yıkamaları önerilir.

SERVİ: Diş ağrısında kobakları sirke ile kaynatılarak gargara yapmak,idrar zorunda yaprakları kokar zedefle kaynatılarak içmek, yanıkta külünüsürmek, yarada yaprağını dövüp koymak pek yarayışlıdır.

SİRKE: Akıntılı kulağa birkaç gün damlatılır, ayrıca kanayan burunada sirke damlatılır.

SİRKEN: Sızılarda dallarının kaynatılmış suyuyla yapılan kepek la-pasını vurmak iyi gelmektedir.

SİCİMLİK (Kuş-otu) : Mide sancısında kaynatılmış suyundaniçmek, kumda kaynatıp suyundan içmek, yürek çarpıntısında kaynatılmışsuyundan içmek yararlıdır.

SOĞAN: İshal, bel ağrısı, geç yürüyen çocuklar için soğan kabukluolarak ocağa gömülür. Çamın reçinesi oyulan soğanın içine doldurulur.Pişince ocaktan çıkarılır, soğutulur ve yenir. Arpacıkta pişirilerek üstünekoymak, yüksek ateşte ezilerek ek yerlerine koymak, bertikte dövülerekvurmak, çocuk sancısında kesilerek biraz tuz ekip göbeğine koymak,dalakta sirke ile kaynatıp vurmak, dalamada içine zeytinyağı ve katrankoyup külde pişirilmişini bağlamak, el nasırında külde pişirilmişini üstünekoymak., karın ağrısında suyunu içmek, kolere hastalığında suyundançokça içmek, kulak çıbanında az tuzlu su içine sıkılan suyunu ılık koy-mak, kulak kurdunda ılık suyundan koymak, mide ağrısında ortasındankesilmişinin üstüne kül ekerek vurmak, mide sancısında çokça kay-natılmış suyunun ayazlatılmışını içmek, uyku için yemek arasında yemekiyi gelir.

SÖĞÜT: Diş ağrısında külünden koymak, göğüs tutukluğunda kusu-runu kaynatıp suyundan içmek, mesanede yapraklarını kaynatıp suyundaniçmek, mide ağrısında kavından bir parça içmek, romatizmada yaprağınınkaynatılmış suyuyla gargara yapmak ve biraz içmek, siğilde yaprak külüsirke ile kaynatılarak içmekte sayısız yarar vardır.

SU: Burun kanamasını önlemek için soğuk suyla baş yıkanır.

335

Page 337: BERGAMA BELLETEN - 18

SULTAN OTU: Dermansızlıkta yapraklarını ufalayıp su ile içmek,romatizmada kaynatılmış suyunda banyo yapmak, mayasılda dövülmüştohumundan yemek, memeli mayasılda kökünün kaynatılmış suyundansoğuk içmek, sızı ve büzülmede yaprağının dövülmüşünü vurmak,çıbanda yapraklarını sütle pişirip vurmak, yara ve berede kökünün kuru-tulmuş kabuğunun lapasını vurmak tavsiye edilmektedir.

SUMAK: Kesik yaralarına yeşilken sumağın dalı kaynatılır, yıkanır.Kızılsumak, üzüm pekmezi ile karıştırılır azıcık kuru kırmızı biber ek-lenir, karıştırılıp pişirilerek bir bezin üzerine alınır, gebe kalamayan kadın-ların karınlarının üzerine birkaç kez sarılır.

SUSAM: Karın ağrısında tahin helvası vurmak, mide kaynamasında,tahinini veya helvasını yemek, nefes darlığında çokça yemek, şekerdeyağından sabah akşam içmek pek iyidir.

SU ZAMBAĞI (Nilüfer): Diş etin rahatsızlığında çiçekleriylesabahları ovmak iyi sonuç verir.

SÜPÜRGELİK: İshalde tohumunun kavrulmuşundan içmek, dalaktasütünden yapılan unlu haptan yemek (Zehirlidir).

SÜT: Çocuğun ağrıyan gözüne, anne sütü damlatılır.

SÜTLÜ OT (Cırtlak sakızı): Nane ve maydanozla karıştırılaraküşütmede içirilir.

ŞALGAM: Kuvvet için yapraklarının haşlamasını yemek, mide içinşalgamın haşlamasını yemek, siyatikte kavrulmuş şalgamı sıcakça vurmakve yemek esenlik sağlar.

ŞAPLA: Aybaşı gecikmesinde lapasının buğusuna oturmak, gözşişmesinde yapraklarının kaynatılmış suyundan içmek, soğuk algınlığındakaynatılmış suyundan içmek, yakı olursa çay gibi içmek ve banyosunuyapmak iyidir.

ŞAHTERE: Egzamada kaynatılmış suyundan içmek çok yarayışlıdır.

ŞEFTALİ AĞACI: Güç-kuvvet için şeftali yemek, kurtlu yaradayaprağının suyunu sürmek, mayasılda çekirdeğinin tütsüsüne oturmak,öksürükte çekirdeğinin kaynatılmış suyundan içmek, sinek buruna kurtatmada yaprağının suyuyla gargara yapmak ve buruna çekmek, sıtmada

336

Page 338: BERGAMA BELLETEN - 18

yaprağının kaynatılmış suyundan içmek, uyuzda çiğnenmiş yaprağınısürmek, yumuşaklık için yaprak ve çiçeğinin kaynatılmış suyunu içmekve meyvesini yemek iyi gelir.

TAFLAN: Aybaşı gecikmesinde kırmızı tohumlarının kaynatılmışsu¬yundan içmek şifa verir.

TARHANA: Tarhana, ocak toprağı, su, tuz karıştırılır, pişirilir, burku-lan yere sarılır.

TAŞ-OTU (Akkaya-otu): Mide için kaynatılmış suyundan içmek çokiyi gelir.

TATULA (Boru çiçeği): Göğüs tutukluğunda çiçeklerini sigara gibiiçmek, nefes darlığında, kuru yaprak ve çiçeklerinin tütsüsünü yapmakyarayışlıdır.

TELLİ KAVAK: Mide suyunda kökünün kaynatılmış suyundaniçmek, idrar zorunda yaprağının kaynatılmış suyundan içmek yarayışlıolur.

TİRMİŞ: Tirmis taneleri, kahve gibi kavrulur, havanda dövülür birkavanozda saklanır, sabahları aç karnına basur olanlara içirilir.

TOPALAK: Akıntı için kökünün kaynatılmış suyundan içmek, ameliçin kökünden bir parça yemek, yine amel için kökünün yumrusununsuyundan bir parça içmek, karın şişliğinde kökünün kaynatılmış suyundaniçmek insana sağlık verir.

TOPRAK: Toprak elenir, sacda kavrulur, bir bezin üzerine sıcak sıcakyayılır, çocuğun karnına ve sırtına bağlanır. Üşütmüş olan çocuklara iyigelir.

TURP: Bademcik hastalığında suyunu burnuna çekmek, karınşişliğinde haşlanmışını yemek, kuvvet için ezilmiş tohumundan içmek,kulak ağrısında tuzlu suyundan akıtmak, öksürükte rendelenmişini ballayemek, sarılıkta suyunu burnuna çekmek, ses kısıklığında kaynatılmışsuyundan gargara yapmak, sızıda karasını ezerek vurmak, ana sütü çoğalt-mada salatasını yemek yarayışlıdır.

TURP OTU: Kan için salatasını yemek, kuvvet için tohumunu dövüpyemek, mide için haşlanmışını yemek çok iyi gelir.

337

Page 339: BERGAMA BELLETEN - 18

TURUNÇ: Mide ağrısında iki turunç içini akşamdan yemek, sabahda kabuklarının kaynatılmış suyunu içmek iyidir.

UDİ HİNDİ: Mide ülserine karşı kullanılır.

UN: Un elenir, kepeği kiremit parçasıyla birlikte ısıtılır ağrıyan belinüzerine sarılır.

ÜZERLİK: Balgamda kaynatılmış tohumunun suyundan içmek,eklem sızısında tohumunun lapasını vurmak, kulunçla tohumununsuyunu içmek, mide ağrısında tavlanmış tohumu ateşte kurutularak birerparça yemek., sulu egzamada ezilmiş tohumundan birer parça içmeknice şifa verir.

ÜZÜM: Ateşli hastalıkta sirkesini sürmek, baş kepeklerinde sirke ileyıkamak, kabızlıkta cevizle karıştırıp yemek, kuvvet için taze ve kurusun-dan yemek, kurdeşende pekmezinden içmek mide için suyundan içmek,mide ağrısında sirke ile kızartılmış ekmeğin üstüne nane ekerek vurmakveya sirke içine kil karıştırıp vurmak, hatta sirke içinde tarhanadan lapayapıp kuru nane ekerek bağlamak, yara kurutmada kaynatılmışpekmezini üstüne koymak çok iyi gelir.Çocuğun baş ağrısı ve göz ağrısıçekmemesi için, kuru üzüm çekirdeğinden ayıklanır. Dibekte dövülürhamur edilir. Islak bir bez üzerine yayılır. Ocağın kenarında ısıtılır. Isınmışüzüm bir başka beze alınır. Öğütülmüş karanfil üzümün üzerine dökülür.Yeni doğan çocuğun başı ile alnı arasına sarılır. Üzüm pekmezi tereyağıile kaynatılıp yeni doğum yapmış kadına içirilir. Kuru üzümle kuyrukyağı karıştırılır, ezik yere sarılır. Üzüm yaprağı haşlanır, varisli bölgeyebağlanır.

YABAN GÜLÜ: Basurda ezilmiş tohumundan unla hap yapıp yemek,memeli basurda köklerini kaynatıp içmek ve buğusuna oturmak çok şifavericidir.

YABANİ ELMA: Boğaz ağrısında kaynatılmış suyunu içmek ve la-pasını vurmak, kuvvet için çiğ veya haşlamasını yemek, öksürükte küldepişirilmişini yemek, sancıda içine sakız koyup külde pişirerek yemek,soğuk algınlığında çiçeklerinin kaynatılmış suyundan içmek gerekir.

YAPIŞKAN (Duvar-peslanı): Albüminde lapasını şişlere vurmak vesuyundan içmek, bel soğukluğunda çokça kaynatılıp, suyundan içmek,

338

Page 340: BERGAMA BELLETEN - 18

kanama çokluğunda dallarının demlenmiş suyundan içmek, kanlı basurdayapraklarının kaynatılmış suyundan içmek, kelde kaynatılmış suyuylayıkanmak, kum ve taşta kaynatılarak soğutulmuş suyundan içmek, idrarzorunda kaynatılarak suyunu içmek, şekerde kaynatılmış suyundan içmek,şişlikte lapasını vurmak iyi gelir.

YILAN BURÇAĞI: Berelerde kökünün dövülmüşünü vurmak,kabakulakta, ezilmiş kökünden zeytinyağı ve un ile yapılan hamurdan ılıkoraya koymak, kıç kaşınmasında kırmızı tohumundan yemek, mayasıldatohumunun dövülmüşünden birer parça içmek, mayasılda dallarının haşla-masını yemek, mayasılda kökünün kavrulmuş, dövülmüşünü ballakarıştırıp yemek, mayasılda kırmızısının suyundan yapılan haptan yut-mak, mide ağrısında tohumundan bir kaç tane yutmak, idrar zorunda to-humundan bir kaç tane yutmak, yumurta yiyemeyene tohumunundövülmüşünden bir parça içirmek, yılancıkta kökünün sütle pişirilmişinivurmak, yılan sokmasında yumrusunun bir parçasını sütle pişirip vurmakhemen iyileştiricidir.

YEMEK BUĞUSU: Geç konuşan çocuk, yemek buğusuna tutulur.

YILAN KAVI: Vücudunda siğili olanlara yedirilir.

YOĞURT SUYU: Böbrek sancılarında sabahları aç karnına içirilir.

YÜKSÜK DİKENİ: Gözün kuru ağrısında tohumunun tütsüsünü tut-mak iyi gelir.

ZENCEFİL (Beyaz kök- Acı kök): Ağrı ve sızılara, grip ve soğukalgınlığına, balgam söktürmeye, göz kararmasına, kusmaya, karnı yu-muşatmaya, ses kısıklığına, damar hastalıklarına karşı kullanılır.

ZERDALİ DİKENİ: Sıtmada sarı çiçeklerinden içmek, zehirli hay-van sokmasında çiçeğini dövüp vurmak iyidir.

ZEYTİN AĞACI: Bademcik iltihabında yaprağının kaynatılmışsuyuyla gargara yapmak, bertikte yağıyla ovmak, boğaz şişindetanelerinin dövülmüşünü vurmak, damar açmasında ısıtılmış yağına şekerkonularak yatarken bir fincan içmek, diş ağrısında sakızından koymak,dişeti ağrısında ezilmiş yaprağı ile ağzı çalkalamak, doğum beresindedoğumdan sonra yağından içmek, kan fesadında yağından içmek, karakabarcıkta yağı sürülerek kül ekmek ve hamurla kapamak, kulak ağrısında

339

Page 341: BERGAMA BELLETEN - 18

yağı kırmızı biberle kaynatılarak süzül¬müşünü damlatmak, kurdeşendeyağından içmek, kuvvet için yağından içmek safra ve böbrek kumundayağından aç karnına birer fincan içmek, sarılıkta yağından içmek, sızıdayağının içine deve iliği konarak ovmak, tansiyon düşürmede yapraklarınınkaynatılmış suyundan içmek, yarada eritilmiş sakızından koymakiyileştirici rol oynar. Özetle zeytinyağı, sayısız faydalıdır. İhtiyarlığıgeciktirir. Zehiri keser, karın ağrısını giderir ve kurtlarını düşürür.. Şehvetitahrik eder, ağız kokusunu alır.

ZEYTİN: Çocukların koltuk altı ve apış arasındaki pişiklere, tazezeytin ezildikten sonra sıkılır. Çıkan yağ, su ile karıştırılarak içirilir.Bergama’nın limanı Elea’nın zeytin anlamına gelmesi, zeytinin anavatanıolarak değerlendirilebileceği gibi şifa olarak da Asklepion’da bulundurul-duğunu, Galenos’un yaralı gladyatörlerin tedavisinde kullandığı anlaşıl-maktadır.

ZEYTİNYAĞI: Sırt ağrısına zeytinyağı sürülür. Donma tehlikesi at-latanların gövdesi zeytinyağı ile ovulur. Kabızlıkta sabahları aç karnınaiçilir. Zeytinyağı bir beze sürüldükten sonra, nasırlı ayağa birkaç akşambağlanır.

KOCAKARI İLAÇLARI VE YÖNTEMLERİKozak ve yöresinde eskiden hastalıkları iyileştirme, korunma ve

ilaçlama için ilginç formüller uygulanırdı. Bunları okurken şaşıracak,belki de güleceksiniz, ama sakın ciddiye alıp uygulamaya kalkmayın,çünkü modern tıp karşısında şarlatanlıktan başka yeri yoktur.

AYDAŞ PİŞİRME: Aydaş (hasta) çocuk, bir kazanın içine oturtulur.Ocağın odunları vardır. Fakat yakılmaz. Kazana fındık, fıstık, leblebi gibiçerez atılır ve çocukla birlikte kepçe gezdirilerek döndürülür. Bir süresonra çocuk kazanın içinden çıkarılır, çerezler de izleyen çocuklaradağıtılır.

DUŞŞAK KESME: Yürümeye yeltenen ya da hastalık nedeniyleyürüyemeyen, gecikmeli çocukların iki ayağı bir iple bağlanır. Küçük birtörenle bu kuşak kesilir, izleyenlere de şeker-lokum dağıtılır.

340

Page 342: BERGAMA BELLETEN - 18

DALAK KESME: Dalaklı çocukların iyileşmesi için kasaptan ya dakesimden dalak alınır, çocuğun göbeğinde törenle kesilir.

TUZ KAVURMA: Nazarlı ve hasta çocuklar için ocakta tuz kavrulur.Bir eleğin içine iri tuz, iğne, cep aynası, gümüş para ve üç eşek pisliğiatılıp ocakta ısıtılır. Çocuğun başına bez örtülüp, elek üzerinde gezdirilir.Sonra iğne ve para bir yoksula verilir.

KÖZ SÖNDÜRME: Nazar değmiş çocuğun adı okunarak, kulağın-dan yana su serpilir, serpilen su ile ateş söndürülür. Leğende artan su ilede çocuğun eli, yüzü, ayakları yıkanır.

DERME DEVŞİRME: Salgın hastalık durumunda iki kadın eski-püskü erkek giysisi ve fes giyer. El¬erinde değnek, yağ ibriği, omuz-larında torba ile dilenci gibi kapı kapı gezerler.

Yağ, bulgur, börülce, nohut, fasulye, salça toplayıp üç yol ağzındakikazana boşaltırlar. Bunlar kazanda pişirilir ve derme-devşirme yemeğin-den herkes yer, hastalığa karşı aşılanmış olurlar.

TEMRE ÇİZME: El ve yüzlerde çıkan bu cilt hastalığına yakalanankişinin eli-yüzü, üç cuma güneş doğmadan ocağı olan bir adam tarafındaniğne ile çizilir ve "haydi arkana bakmadan evine git" denir.

OTU KESME: Sulu kaşıntı hastalığı için yine ocağı olan bir adamüç cumartesi sabahı iyi gelecek otu kökünden çıkarır, toprağına tükürür,bıçağı ile çamur yapıp sürer.

DAYAZ SARMA: Kabarcık ve kaşıntı için üç yol ağzında, hasta yer-lere unlu deri ve sofra bezi sarılır.

KURTLU KAN: Verem hastalığına karşı kaplumbağa kanına ekmek,meyva doğranır ve küçük kurt atılıp yedirilir.

KAZAN KARASI: Korku, kabus ve şok geçirenlere kazanın altın-daki kara kazınarak su ile karıştırılıp içirilir.

MAVİ BONCUK: Çocuğu yaşamayan kadınların boğazına bir kuşakbağlanır ve çocuğu çok olan yedi evi gezip mavi boncuk toplarsa çocuğuömürlü olur. Adına da Yaşar, Dursun, Dursune, Döndü konur.

YARA-ÇIBAN MERHEMLERİ: Zeytinyağı-sabun merhemi kızgın

341

Page 343: BERGAMA BELLETEN - 18

kaşıkla yaraya değdirilir. Salyangoz kabuğu, bamya ve şeker dövülereksürülür. Küllü soğan kabuğu ezilip merhem olarak kullanılır. Şeftaliyaprağının suyu ile yıkanır. Gaz dökülerek de yara iyilestiriliı ya da yaralıyere işenirse iyi gelir. Yumurta akı ile rakı karışımı ilaç şifalıdır, yarasınaçürük tahta tozu ekmek birebir gelir.

BUHARA ÇÖMELME: Basur olan hastalar, bir tencerede su kay-natıp buharına çömeldiklerinde iyi gelir.

TUZLU SU: Mayasıl olanların ayakları sıcak tuzlu su ile yıkanır vekıl-çul ile sarılır.

ÇAM PÜRDANI: El kabarmasına karşı çam pürdanı ocakta kızdırılıpavuç içinde yumulursa, balta, çapa nedeniyle oluşan el kabarmaları yokolur.

YAKMA OVMA: Siğil ve sivilceler yakılırsa, el çatlakları zeytinyağıve limonla ovulursa hiçbir şey kalmaz.

SOĞAN VURMA: Ayağına pabuç vuran kişi kebap edilmiş soğan yada hurmayı merhem yapıp sürmelidir.

PEYNİR EKMEK: Darbe, düşme sonucu yara ve çürüklere peynir-ekmek çiğneyip basılırsa iyi olur.

SARIMSAKLI ZEYTİNYAĞI: Sarımsak ve zeytinyağı ısıtılıp pa-mukla ağrıyan yere sürülür.

SARIMSAKLI KARANFİL: Diş ağrısına iyi gelir.

UNLU KÖMÜR: Kömür tozu ve un karıştırılıp dişlere sürülürse diştaşlan yok olur ve dişler pırıl pırıl bir görünüm kazanır.

YUMURTALI RAKI: Yumurta akı ile rakı karıştırılıp bir bez ya damuşamba ile bele sarılırsa ağrısı kesilir.

KADIN SÜTÜ: Göz ağrısına karşı kadın sütü sürülürse iyileşir. Gözperdesine karşı ise rakı ile yumurta akı karışımı sürülür.

KÜLLÜ SU: Mide ağrısına karşı elenmiş kül ile su karıştırılır, duru-lunca içilir.

LEBLEBİ EKMEK: Kursak kaynamasına karşı kullanılır.

342

Page 344: BERGAMA BELLETEN - 18

ÇAM SAKIZI: Kıllar kökünden almak için kullanılır.

TÜYSÜZ SIÇAN: Kıl çıkması istenirse o yerlere tüysüz sıçan sürülür.

FARKLI YÖNTEMLER: Bayılan birini ayıltmak için soğan kok-latılıp kalçası çimdiklenir. Kulunç girenler, sakatlara para verirse geçer.Arı sokunca çamur sürülür, sivrisineklere karşı sığır gübresi yakılırsa,tahtakurularına karşı acı biber ve kükürt yakılırsa yok olurlar. Akrepısırınca orası iple boğulur, bıçak ucuyla kanatılır, sarımsaklı yoğurtsürülür, akrebin ölüsü ezilip konursa iyi gelir. Ayrıca siyah eşek pisliğiısıtılıp sürülür.

343

Page 345: BERGAMA BELLETEN - 18

EDEBİYATTA GALENOSMEVLANA VE GALENOS

Mesnevi Cilt 1, Mevlana, Şefik Can Tercümesi, sayfa 15-16.

“ey oğul ne zamana kadar altının, gümüşün esiri olacaksın?Rızıklar denizini, bir testiye dökecek olsan, ne kadarını alır?Ancak bir günlük kısmet, bir günlük su…

Harislerin, dünyayı çok sevenlerin göz testileri hiç dolmaz.

Sedef de kanaat edici olmayınca, içi inci ile dolmaz.Halbuki ilahi aşk yüzünden, nefsaniyetten kurtulan, benlik elbisesi yırtılankimse, hırstan da, ayıptan da, kötülüklerden de tamamıyla temizlenir.

Ey bizim sevdası hoş olan, güzel olan aşkımız, ey bizim bütün manevihastalıklarımızın, dertlerimizin tabibi; sevin, şâd ol…

Ey bizim kibir ve gurur hastalığımızın, böbürlenmemizin devası olanaşkımız!

Ey bizim hasta gönlümüzün Eflatun’u, Calinus’u!

344

Mevlana Şems-i Tebrizi’ye sesleniyor

Page 346: BERGAMA BELLETEN - 18

MESNEVİ-IV

Aşk hekimi Calinus’a bir macun verseydi, otlar toplama yüzündenbunca dikenler mi çiğnerdi o? (VI, 13)

BEYİT;

Denizi bir testiye dökersen ne alır? Bir günün kısmetini…

Harislerin göz testisi dolmadı.

Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu.

Bir aşk yüzünden elbisesi yırtılan, hırstan, ayıptan adamakıllı temizlendi.

Ey bizim sevdası güzel aşkımız; şadol; ey bütün hastalıklarımızınhekimi;

Ey bizim kibir ve azametimizin ilâcı, ey bizim Eflâtun’umuz! Ey bizimCalinus’umuz!

Biz duvara asılı duran resimleriz.

Bizi yapan ressamın varlık şavkı

Duvarın üzerine bir vurdu mu,

Bakarsın o anda canlanıvermiş, kımıldanmışız

Onun selvi boyu bir göründü mü,

Bakarsın dünya güllük gülistanlık.

Kalktı bir salındı, kendini bir gösterdi mi.

Bakarsın kıyamet koptu gitti.

Bakarsın Calinus gibi hastalar ülkesindendir o.

Bakarsın hayret yurdunda dolaşır hastalar gibi.

Sustum artık ben, sustum artık

Bu şiir utanıyor ondan."

345

Page 347: BERGAMA BELLETEN - 18

MEVLANA`DAN ESİNTİLER:

Hele döksen ne alır testiye bir deniziAzar ancak yine hırsın da kızarmaz benizi.Kanaatkar sedefin karnına incimizi

Seren eller güzel eller Calinus’umuzİlacı kibrimizin, rehberimiz, usumuz..

Gülümüz bülbüle nazlansa da gök çekimiBiliriz aşkı o yerlerde mi kalplerdeki miYetişir derdimizin hüznümüzün hekimi

Saran eller güzel eller Calinus’umuzİlacı kibrimizin, rehberimiz, usumuz..

“Yunus Emre, Galenos’tan söz ederken bize Galenos (Calinus), İslamdünyasından biriymiş gibi gelir.”

Hak Bir Gönül Verdi Bana

Hak bir gönül verdi bana Ha demeden hayrân olur Bir dem gelir şâdân olur Bir dem gelir giryân olur

Bir dem sanasın kış gibi Şol zemheri olmuş gibi Bir dem beşâretden doğar Hoş bağ ile bostân olur

346

Page 348: BERGAMA BELLETEN - 18

Bir dem gelir söyleyemez Bir sözü şerh eyleyemez Bir dem dilinden dür döker Dertlilere dermân olur

Bir dem çıkar arş üzere Bir dem iner taht-es-serâ Bir dem sanasın katredir Bir dem taşar ummân olur

Bir dem cehâletde kalır Hiç nesneyi bilmez olur Bir dem dalar hikmetlere Câlînus u Lokmân olur

Bir dem dev olur yâ peri Vîrâneler olur yeri Bir dem uçar Belkîs ile Sultân-ı ins ü cân olur

Bir dem varır mescidlere Yüz sürer anda yerlere Bir dem varır deyre girer İncil okur ruhbân olur

Bir dem gelir Îsâ gibi Ölmüşleri diri kılar Bir dem girer kibr evine Fir'avn ile Hâmân olur

Bir dem döner Cebrâil'e Rahmet saçar her mahfile Bir dem gelir gümrâh olur Miskin Yunus hayrân olur

Yunus Emre

347

Page 349: BERGAMA BELLETEN - 18

Niçe bir Cercîs ü Bercîs olam Mirrih olam

Niçe bir Câlinûs u Bukrât olam Lokman olam

Cercîs veya Circis, İsa Peygamberden sonra gelen ve onun şeriatınauyan bir peygamberin adıdır. Kavmi bu peygamberi yetmiş kere öldür-müş, oda yetmiş kere dirilmiştir.

Yunus bir şiirinde;

“Eyyûb’am bu sabrı buldum

Cercîs’em ki bin kez öldüm”

Bercis veya Bircis, Müşteri adlı yıldızdır. Ege’de Zeus, Roma’daJüpiter derler. Kudretli bir tanrı sayılmıştır. Kudretini yalnız kâder sınır-lardı. Tahtının önünde iki fıçı bulunduğu, bunlardan hayrı ve şerriçıkardığı söylenirdi. Olimpus dağının tepesinde oturduğu, yıldırımları veşimşekleri gönderdiği, bulutları idare ettiği, yağmurları yağdırdığı inancıgüdülürdü. Yıldız bilgisine göre büyük ve kutlu bir yıldızdır. Din, ilm,utanç, gönül alçaklığı, namus, belâgat ona mensuptu. Gökyüzü kadısı vehatibi anlamına kaad-i felek, hatib-i felek diye anılırdı.

Mirrih, İran’da Behram diye anılan hayır meleklerindendi. Kaldanîlertarafından bir Tanrı olarak kabul edilirdi. Mares adıyla anılırdı. SonradanEgeliler Ares, Romalılar Mars adını verdiler. İran’da yolcuları koruyanbu yıldız, Egelilerin fırtına tanrısı, sonra da savaş tanrısı oldu. Yıldız bil-gisine göre rengi ateş kırmızısı olan bu yıldız, küçük kutsuz yıldızdır.Yıldızı Mirrih yani Merih olanlar, tahammülsüz, şehvete düşkün, vurucu,kırıcı olurlar.

Câlinos, bu büyük hekimin birçok eseri Arapça’ya çevrilmiştir. Bukratise İskenderden yüzyıl önce yaşamış meşhur bir hekimdir. Lokman dameşhur bir hekimdir. Eyüp Peygamber’in kızkardeşinin yahut teyzesininolduğu Habeşî bir köle rivayeti vardır. 30. sûre Lokman sûresidir. 6-7.yüzyılda yaşayan Esope olarak kabul edenler de var.

348

Page 350: BERGAMA BELLETEN - 18

Lokman Peygamber ise hâkimdir. Derviş ve mürşid-i kâmil için birtimsaldir. Yunus bir şiirinde Calinus ile birlikte Lokmanı anmıştır.

Bir dem cehaletde kalur bir nesneyi bilmez olur.

Bir dem talar hikmetlere Câlinus u Lokman olur.

Ey devay-ı nakhvet-ü namus-u ma

Ey tü Eflatun-u Calinus-u ma

SAİD EMRE

XIII. yüzyılın ikinci yarısında ve XIV. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamışolan Yunus Emre, kendisindensonra gelen pek çok halk şairini etkilemiş,bu şairler Yunus gibi söylemeyi amaç saymışlardır. İşte bunlardan biri deSaid Emre'dir. Said Emre, Haçı Bektaş Velî'nin müridlerinden idi. XIV.yüzyılın başlarında yaşamış olan bu tasavvuf şairinin ölüm ve doğum ta-rihlerini bilemiyoruz. Hacı Bektaş Velî'nin Arapça yazdığı "Makaalat" adıeserini Türkçe'ye çeviren odur. Fakat onun XIV. yüzyıldaki yeri ve önemi,Yunus gibi (duru Türkçe ile söyleyişi) devam ettirmesidir.

Hece vezni ile yazan Said Emre'nin bir divanı vardır.

Said Emre'den örnekler:

Eyüdün göyne göyne Halimüz döne döne Düşdük ışkın odına Can gönül yana yana.

Ne olduk bilemezüz Bir yerde olamazuz Adımın diremezüz Ne deyelim sorana.

Nedür, neyi sevelim Neden ne isteyelüm Nerden nere varalum Olduk mest ü divane.

349

Page 351: BERGAMA BELLETEN - 18

Akl ü cân yavı kıldık Sermest ü şeyda olduk Yüz bin cân feda kılduk Bizi bizden alana.

Varlık içre barışduk Kadimliğe karışduk Kopduk tenden kavuştuk Said'e cân olana.

-II-Hüdavendâ kulum emrime ferman Zira sensin benüm derdüme derman.

Senün işlerine kimse karışmaz Âlimler cümlesi yolında hayran.

Bezedin yer yüzin rahmet nûriyle Yarattın gökleri bu yere sayvan.

Ebedsin senden ayrugı fenadır Kanı yıl götüren tahtı Süleyman.

Kanı Husrev, kanı Şîrîn ü Ferhad Kanı ol Calinus hakîmi Lokman.

Bular geçdi belirmedi nişanı Çürüdi tenleri canları pinhân.

Oku bismillâhi Rahmani Rahîm Ki yüz bin cânuna ola nigehban.

Said sen sözini câhile dimeNe bilür şekkeri dağdaki hayvan?

350

Page 352: BERGAMA BELLETEN - 18

Hak Bir Gönül Verdi Bana

Hak bir gönül verdi banaHa demeden hayran olurBir dem gelir şadi olurBir dem gelir giryan olur

Bir dem cehalette kalurHiç nesneyi bilmez olurBir dem dalar hikmetlereCalinus ü Lokman olur

Bir dem gelir söyleyemezBir sözü şerh eyleyemezBir dem dilinden dür dökerDertlilere derman olur

Bir dem çıkar arş üstüneBir dem iner tahtesseraBir dem sanasın katredirBir dem taşar umman olur

Bir dem gelir olmuş gedaYalın tene giymiş abaBir dem gani himmet ileFağfur ü hem hakan olur

Bir dem gelir asi olurHak zikrini yavi kılurBir dem gelir kim yoldaşıHem zühdü hem iman olur

Bir dem günahın fikrederDosdoğru tamuya giderBir dem görür Hak rahmetinUçmaklara Rıdvan olur

351

Page 353: BERGAMA BELLETEN - 18

Bir dem sanasın zerredirHiç bilmeyesin kim nedirBir dem Çalap aşkı ileGüneş gibi tâban olur

Bir dem girer mescitlereYüzün sürer anda yereBir dem varır deyre girerİncil okur ruhban olur

Bir dem gelir Musa olurYüz bin münacatlar kılurBir dem girer kibr evineFir'avn ile Hâman olur

Bir dem gelir İsa olurÖlmüşleri diri kılurBir dem gelir gümrahleyinYolunda sergerdan olur

Bir dem divü bir dem periViraneler olmuş yeriBir dem uçar Belkıs'leyinTaht ıssı Süleyman olur

Bir dem geyiktir meşedeBir dem balıkdürür sudaBir dem gelir arslan gibiÂdemlere sultan olur

Dedim gönül bu ne işeDüştün bu bitmez teşvişeEder beni suçlamanızBu iş bana Hak'tan olur

352

Page 354: BERGAMA BELLETEN - 18

Anda ki Hak düzdü işiGörmüş idim ben bu düşüAnda ayân olan hükümBunda kaçan pinhan olur

Nice biline bu gönülKim padişahlar ana kulAlemlere boy vermeyenAşk işine ferman olur

Bir dem döner Cebrail'eRahmet saçar her mahfileBir dem döner İblis'leyinBu halk ile düşman olur

Bir dem Cüneyd ü Şibli'dirHem Bayezid ü Kerhi'dirBir dem gelir Mansur'layınBoğazına urgan olur

Aşık bu gönül halineİremedin ahvalineBu manâya ol ere kimAkıl ona kurban olur

İbrahim Tennuri

353

Page 355: BERGAMA BELLETEN - 18

SENİN AŞKINSenin aşkın kime kim düştü ey canNe mezhep kodu ne din ne imanNe dünya ahiret ne zühd ü takvaNe gayret-i ar ü namus ne ad u sanNe ilm ü na amel ne akl u tedbirNe havf ü ne reca ne şer´i erkanKamu yağmaladı aşkın ey Dost haySuret mülkün yıkup eyledi viranFakir eyledi halk içinde anıAna ta´n ider oldu dost u düşmanBıraktı halk diline anı yavuzTemamet aleme eyledi destanBu aşkın oynına hiç kimse doymazKapularda kul oldu nice SultanBu aşk zencirine çünkim çekildiKoyundan dahi yavaş oldu arslanİşittin aşk oldu şah EdhemGiyüp bir çul cihanda etti seyranŞunun kim aşk aluptur kamu varınOladır deyr ü ka´be ana yeksanEzelden kim ki içti aşk şarabınEbed şöyle gider ol mest ü hayranKimin kim canına aşk odu düştüOl dem kaynadı taştı hem çü ummanBu aşk güherlerin taşra bıraktıEğer talip isen dir anı rayganBu güheri ne bilsün değme sarrafNe anlasın bu remzi değme nadanBu hikmete ne Eflatun eriştiBunu ne Calinus bildi ne LokmanBu dili canlılar bilmedi hergizO bildi bu dili ki oldu bicanBu aşk esrarın Eşrefoğlu RumiKo söyleme ki bilmez bunu insanBu ab u kil libasından çıkarsan

354

Page 356: BERGAMA BELLETEN - 18

Ola bu ma´niler sana da asanEşrefoğlu Rumi Divanı

Sekkâkî, Mirza Uluğ Bey'e büyük âlim ve şöhretli padişaha bağışladığıkasidelerinde onun simasını, dış görünüşünü tasvir ediyor. Onu âdil vefazıl bir şah diye tanıtıyor, eski Yunan ve daha sonraki Müslüman dünyasıâlimleri ile kıyaslayıp yüceltiyor:

"Aristalis u Eflatun u Batilumus u Calinus, Ali Sina vü faylakus, Arastov u Ebu Ma 'şar, Riyazî heşt u hikmeti resed, İksir u Iklıdus Bedîy u sanaîni seningtek bilmedi onlar..."Yani, şair bu kasidede Uluğ Bey'i, Aristo, Platon, Ptolemey, Galen,

Öklid, İbn-i Sina, EbuMa'şar'lardan da üstün görmektedir.

Alevi Ansiklopedisi

Ya nice bir dost ile ol ben olam ben ol olamYa nice ırak düşem mahzun olam ahzan olam

Nice bir dertler ile odlara yanam yakılamNice bir şakir olam zakir olam mihman olam

Terkidem bu hak ü badı ab ü narı yüzüneŞeş cihetten ben çıkam bi-cisim olam bi-can olam

Nice bir Cercis ü Bircis olam u Mirrih olamNice bir Calinus u Bukrat olam Lokman olam

355

Page 357: BERGAMA BELLETEN - 18

YAHYA BEY

Yahya Bey de aşk hastalığının ilâcı olmadığını, Lokman ve Eflatungibi nice bilginlerin bu konuda aciz kaldığını belirtir:

Derd-i aşkın zerrece kılmadılar dermânınıÂlem içre niçeler Lokmân u Eflâtun olup

FEHİM

Çeşm-i bimarındadır derman sana ey mürde canKande cellad-ı ecel üstad-ı Calinus olur

GALENOS İLE DELİBir gün, doktorluk mesleğinin kurucusu sayılan ünlü Bergamalı doktor

ve filozof Calinus, arkadaşlarına;'Bana filan ilacı verin!'dedi.Aralarından biri:'Ey sanatının ehli hekim! İstediğin ilaç deliliği tedavi etmek için kul-

lanılır.Delilik nerede sen nerede? Sakın böyle şeylerden söz etme bir da-

ha'dedi.Calinus;'Bugün delinin biri, önce geldi elbisemin koluna yapıştı, sonra gülüm-

seyerek yüzüme baktı, göz kırptı ve beni bıraktı.Eğer bende ona benzer bir şeyler bulunmasaydı, o çirkin yüzlü deli

hiç bana yanaşır mıydı?Kendindeki özellikleri bende görmeseydi, beni kendine yakın his-

setmeseydi nasıl yanıma gelirdi?'Evet, gerçekten de eğer iki kişi iyi anlaşıyorsa, aralarında muhakkak

ortak noktalar vardır.Bir kuş aynı cinsten olmayan bir kuşla hiç bir arada uçar mı? Yapıları

ve huyları farklı, yaratılışları ayrı kişilerin birlikte dolaşmaları ölmedenmezara girmekle eş anlamlıdır.

356

Page 358: BERGAMA BELLETEN - 18

ŞİRAZLI SADİCalinus adındaki büyük bir hakim; bilgin bir adamın yakasına

yapışmış ona saygısızlıkta bulunan bir budalayı görünce şöyle demiş: "Gerçekten alim olsaydı işi bu dereceye düşürüp cahille yüz-göz ol-

mazdı." Şirazlı Sadi

GEZGİN İBNİ BATUTA VECALİNUS (EFLATUN) BİLGE

İbni Batuta adlı Arap gezgini 1333 yılındaBergama’ ya da uğramış ve şu izlenimleriyazmıştır:

“Ertesi günü yola çıkarak Bergama’ ya vardık.Harap bir kent olmakla birlikte, dağın üzerindekikalesi sapasağlamdı. Eflatun bilgenin (Galenos

olacak) bu belde halkından olduğu ve oturduğu evin hala tanındığı söy-lentisi vardır. Burada Ahmediye dervişlerinden birinin tekkesine indik.Sonra kentin ileri gelenlerinden biri bize gereğinden fazla ikramda bu-lunmak üzere kendi konağına götürdü.

Kentin egemeninin adı Yahşi Handır. Han sözü bunlara arasında sultananlamını taşır. Yahşi ise güzel, iyi demektir. Buraya geldiğimiz zamanyaylada (Kozak) idi. Gelişimizi haber alınca bize yemekler ve ipektenyapılma bir kat giysi göndermişti.

Sonra yolu göstermek üzere bir kılavuz tutup, pek yüksek ve sarpdağları aşarak Balıkesir’ e ulaştık ki, burası da kalabalık nüfuslu, zenginve renkli çarşıları olan bir kentti.”

İhya-i Ulûm'id-Dinfilozof-hekim Calinus (Galen) şöyle der: 'Her şeyin bir sıtması vardır.

Ruhun sıtması da sıkıntı veren kimselere bakmaktır'.

357

Page 359: BERGAMA BELLETEN - 18

Ölüler kilitlenir beden cahilliğinin gecesineİçimde bitmeyen bir ah ısrar ile Bir'de...Bir yandan Heraklit'mişim, ama kendi pisliğine bürünen,Sonra eceli saçları ve teniyle, itlerine sunulan...Oysa benim de içimde bir aşk var,Aşk kadar aşk,Aşk kadar var, aşk kadar yok...Aşk kadar gel, aşk kadar git...İdrakına yansıyan ise sadece kamusal...Kutsal İsa'm nedir seni gönlüme gebe kılan?Nedir bir yanımı çağdaş Meryem olmaya zorlayan?Gaflettesin, oysa her kadın Xanthipe'dirErkeği var kılan, belki çekilmez olan...

Hacer Nazan Toy

"Xanthippe kötü huylu bir kadındı, zaman geçsin eğlence olsun diyeSokrates'i döverdi." Ancak zamanını sürekli sokaklarda insanlarlatartışarak geçiren, eve bir kuruş para getirmeyen, sürekli içmeye gittiğiiçin eve düzensiz saatlerde gelen ve alay konusu olan Sokrates’le geçirilenbir hayat Xanthippe'yi çileden çıkarmış olabilir.

Ama o kocasını seven bir kadındır. Hem sever hem döver. Nitekimidam edilmeden önce iki gözü iki çeşme ağlayan Xanthippe "ama sen suç-suz yere idam ediliyorsun" diye isyan ederken Sokrates de umursamazbir tavırla "be kadın, suçlu olmamı mı yeğlerdin?" der.

Pergamum (Bergama)'da doğmuş, bir hekim ve filozof olan Galenosda bu yönüyle Xanthippe'yi annesine benzetmiştir.

ŞEKSPİR VE GALENOS- William Shakespeare’in bir oyununda Galenos’un adı geçiyor. Tıpkı

Mevlana gibi ondan kurtarıcı gibi söz ediyor. Oyun kahramanı ölen birsevdiğinin ardından Galenos’tan yardım diliyor adeta.

- O öldü mü?- Aesculapius’um ne diyor? Galenos’um ne diyor?

358

Page 360: BERGAMA BELLETEN - 18

" … is he dead, my Francisco? ha, bully! What says my Aesculapius? my Galen? my heart of elder? ha! is he dead, bully stale? is he dead?"

- William Shakespeare, (The Merry Wives of Windsor)

GALENOS VE ÇOCUKLARA TANITIM

Her ne kadar çocuklar için de olsa Jeanne Bendick'in, Galenos'le ilgiliyazdığı kitabı yetişkinler de büyük bir tatla okuyor. Doğrusunu söylemekgerekirse, "Ülkemizde çocuklarla ilgili farklı, nitelikli, özenle hazırlanmışbilim kitapları yayınlayan bir yayınevi var mı?" diye bir soru yöneltilse,vereceğimiz tek yanıt, "Yurt Kitap Yayın'ın Çocuk Kitaplığı Dizisi'ndeki

Jeanne Bendick kitapları," olur.Benjamin D. Wiker'in desöylediği gibi, bu kitaplargerçekten çocuklar içinyazılmıştır. Ama bu kitaplarıeğitimciler, öğretmenler, hattaanne-babalar da çocuklarıylabirlikte okumalıdırlar.

Kitap ve çocuk deyince ak-lımıza hep edebiyat kitaplarıgelir. Oysa günümüz çocuğununedebiyatın yanı sıra bilim veteknolojiye karşı da duyarlığınıngeliştirilmesi ve bu tür kitaplarlada açlığının doyurulmasıgerekir. Bizde Bendick gibiçocuklar için bilim kitaplarıyazan yazarlar yok. Olanların da

359

Page 361: BERGAMA BELLETEN - 18

yayıncılar tarafından ilgi gördüğünü sanmıyorum. Oysa gelişmiş ülke-lerdeki yayınevlerinde bilim adamlarının çocukluklarından başlayıp biyo-grafilerinin, düşüncelerinin, buluşlarının anlatıldığı yüzlerce dizi var. Bizdaha bu konuda çeviriden öte gidemiyoruz. Onu da yapan Yurt KitapYayın gibi birkaç yayınevi var. Teknosa'nın düzenlediği "Küçük Mucitler"yarışmasında öylesine akılcı, yaratıcı, yaşamın her yanını kolaylaştırmakiçin çocuklar tarafından tasarlanmış, yaratılmış ve üretilmiş buluşlar vardıki, şaşar kalırdınız. Bendick'in "Bilimin Kapıları - Arşimet" kitabınıokurken de aklıma gelmişti. Kendilerinden önceki bilim adamlarını, on-ların düşüncelerini hiç bilmeden insanlar bir şey üretemezdi. Ama gör-erek, duyarak, araştırarak yine de bir yere varılabiliyordu. Yarışmacılariçinde, deprem için robotlar üretmiş üç çocuğa, ünlü İngiliz yayıneviKingfisher'ın ülkemizde yayınlanmış "Robotlar" kitabını okuyup oku-madıklarını sordum. Daha pek çok yarışmacıya pek çok kitabı. Ne yazıkki hiçbiri, yarışmaya girdikleri uğraşlarıyla ilgili hiçbir kitap oku-mamışlardı. Bazıları yarışmada dereceye girdi, ödül aldı. Ya bu çocuklarbir de bu kitapları okusalardı neler çıkacaktı kim bilir?

* * *Galenos, bizim ülkemiz çocukları için önemli biri. Çünkü Galenos,

Bergama'da doğmuş bir ailenin çocuğu. Annesi öfkesiyle meşhur birkadınmış. Bağırışları ve çığlıkları evin dışından, hatta sokaktan duyulur-muş. Galen'in babası Nicon ise ünlü bir mühendis ve mimarmış. Aynı za-manda bir matematikçi, filozof, astronom ve botanik bilimcisiymiş.Zamanını hep okuyarak, araştırarak geçirirmiş. O zamanlar bitkilerle şifaveren doktorlara "kök sökücüler" denirmiş. Galenos iyi bir hekim ol-masının yanı sıra iyi bir eczacıymış da. Belki de yaptığı ilaçlarda Anadolutopraklarında yetişen bitkileri kullanması bir rastlantı olmasa gerek.Üzümü, eğrelti otunu, hardal otunu, sarı papatyayı, sedef otunu, lavantayı,naneyi, keraviyeyi, kekiği, kendiri, böğürtleni, inciri, hanımelini, ketentohumunu, meyankökünü, narı, susamı, biberiyeyi ve sirkeyi...

* * *Okullarda çocuklara, "Büyüyünce ne olmak istediği," sorulduğunda,

genellikle, "Öğretmen, yazar," gibi yanıtlar veriyorlar. Arada bir de, "Tele-vizyon sunucusu." Belki Jeanne Bendick'in bu kitabını okuyan çocuklarınhepsi hekim olmak isteyeceklerdir.

360

Page 362: BERGAMA BELLETEN - 18

KAYNAKLARİslam Ansiklopedisi 7: 32, İstanbul (1993).

Küyel, M.T., Bilimin Felsefeye dayandığı Görüşünün Bir Timsali Olarak Galenos,Erdem, Atatürk Kültür Merkezi Dergisi,C.4,S. 11, TTK. Basımevi, Ankara, 1989

Yakıt, İ., Türk-İslam Düşüncesi Üzerine Araştırmalar, Ötüken, Neşriyat, İstanbul,2002

Yakıt, İ., Semantik Analizler Işığında Hikmet, Hekimlik ve Tababet Kavramları, VII.Türk Tıp Tarihi Kongresi, bildiri

Belleten, BERKSAV, 4. Sayı, Ocak 1993 Özmakas Y. Bergamalı Galenos

Palaz Erdemir, Hatice “Bergamalı Galenos ve Tıp Kitabı Üzerine Bir İnceleme”, IV.

Prof.Dr. Turhan Baytop Eczacılığın Babası Bergamalı Galenos, 1997

Abdulkadiroğlu, Prof. Dr. Abdulkerim: Türk Halk Edebiyatı ve Folklor Yazıları.

Anıl Matb., Ankara 1997, 371 S.

Acıpayamlı, Dr. Orhan: Türkiye’de Doğumla İlgili Adet ve İnanmaların EtnolojikÜtüdü.

Sevinç Matb., Ankara 1974, 172 S.

Acıpayamlı, Prof. Dr. Orhan: Türkiye Halk Hekimliğinde Dalak Kesme ve Etnolojikİzahı.

Antropoloji, Cilt:1, Sayı:1, ss.37-62

Acıpayamlı, Prof. Dr. Orhan: Türkiye Folklorunda Halk Hekimliğinin Morfolojik veFonksiyonel Yönden İncelenmesi. Türk Halk Hekimliği Sempozyumu Bildirileri (23-25kasım 1988), Ankara Üni. Basımevi, Ankara 1989, ss.1-8

Akçiçek, Dr. Eren: Türk Halk Hekimliğinde Sarımsak. Türk Halk Hekimliği Sem-pozyumu Bildirileri (23-25 Kasım 1988), Ankara Üni. Basımevi, Ankara 1989, ss.9-32

Atilla A. N– Öztüre N 2001, Parşömen Gravürler ve Fotoğraflarla Bergama’da

Değişim, Öztüre Holding Kültür Yayınları İzmir – 2001

Baltaş, Prof. Dr. Zuhal: Sağlık Psikolojisi. Remzi Kitabevi, İstanbul 2000,

Bayatlı O. Şifalı Otlar ve Lokman Hekim, İzmir 1947

Bayladı D. 1997, Mitoloji Tanrıların Öyküsü, Say Yayınları, İstanbul 1997

Bayraktar V. 1988, Pergamon Net Yayınları İstanbul 1988

Baytop Turhan, Türk Eczacılık Tarihi 23 İstanbul 1985

361

Page 363: BERGAMA BELLETEN - 18

Baytop Turhan, Eczacılığın Babası Bergamalı Galenos, İstanbul 1997

Baytop T. 1999, Türkiye’de Bitkilerle Tedavi, Nobel Tıp Kitapevleri İstanbul 1999

Bergama'da Fikir Adamları, Osman Bayatlı, s: 24-49, Ticaret Matbaası, İzmir, 1941

Bergama Uygarlık Tarihi, Eyüp Eriş, s: 280-282, Bergama Belediyesi Kültür yayınlarıAltındağ Matbaacılık, İzmir, 1990

Bergama Söylenceleri, Eyüp Eriş, s: 55, Bergama belediyesi Kültür Yayınları, Altın-dağ Matbaası, İzmir, 1990

Bergama Tarihinde Asklepion, Osman Bayatlı, yayına hazırlayan: Eyüp Eriş, s. 66-75 Bergama belediyesi kültür yayınları, Özen Matbaacılık, İzmir

Blanck H. 2000, Antik Çağda Kitap, Dost Kitapevi Ankara 2000 Blinquez L. J.

1981, “Greek and Roman Medicine” Archaeology March / April 1981

Bonbaz V. 2002, “Yazılı Belgeler Işığında Mezopotamya ve Anadolu’da Tıp” 38.

Uluslar arası Tıp Tarih Kongresi – İstanbul Arkeoloji Müzeleri Geçmişten

Günümüze Tıp Sergisi İstanbul – 2002

Bonnefoy Y. 2000, Antik Dünyada ve Geleneksel Toplumlarda Dinler ve Mitolojiler

Sözlüğü Cilt I Ankara 2000

Bernabeo. R. "The Roman Schools of Medecine", Zanka, A. (ed.): Pharmacy Throughthe Ages 91. Parma 1987

Boussel, P. et Bonnemain, H. Historie de la Pharmacie 63, Paris 1977

Calinus, “Kitabu’l-Ahlâk li Calinus”, nşr. Paul Kraus, Mecelletu Külliyetu’l-Âdâbbi’l-Camiati’l-Mısriyye, Kahire 1937

Calinus, “Fi Enne Kuva’n-Nefs Tevâbî li Mîzâci’l-Beden”, nşr. Abdurrahman Bedevi,Dirâsât ve Nusûs fi’l-Felsefe ve’l-Ulum İnde’l-Arab, el-Müessesetü’l-Arabiyye, Beyrut1981

Çavdar, C. Ayşegül: Günümüz Halk Hekimliğinde İslam Öncesi Halk Hekimliğininİzleri.

I.Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildirileri (17-19 Şubat 1988), Türk Tarih KurumuBasımevi, Ankara 1992, ss. 309-313

Dumesnil, R.: Histoire lllustree de la Medecine 67, Paris 1935

Erhat, Azra: Mitoloji Sözlüğü. Remzi Kitabevi, İstanbul 1999, 336 S.

Galenos, Methodus Medendi

362

Page 364: BERGAMA BELLETEN - 18

Galenos, Caldii Opera Omnia, C. G. Kühn, 20 Cilt, Leipzig- Hildesheim 1965

Galenos, Corpus Medicorum Greacorum, Leipzig- Berlin 1914

Galenos, Galen on natomical Procuduris, Çev. C. Singer, Oxford 1956

Galenos, Galen on the Natural Faculties, Çev. A.J.Brock, Londra 1991

Galenos, Galen on Abnormal Swellings, Çev. D.Sider-M. Mc. Vangh, Philadelphia1979

Galenos, Galen on Respiration and the Arteries, Çec. D. J. Furley ve J. S. Wilkie,Princeton 1984

Galenos, Galen: Three Tretises on the Nature of Science, Çev. R. Walzer ve M. Frede,İndianapolis 1985

Galen ve Spor Hekimliği” Dr. Erdem Aydın, 24. 12. 1992.

Galen’in eserleri için bkz. Huneyn İbn İshak, er-Risale, no. 49, 113, 115.“İhtisar Kitabu’n-Nabzi’l-Kebir li Calinus”, “İhtisar Kitab-u Hileti’l-ber’i li Calinus, Tel-his Kitabu’l-İleli ve’l-A’raz li Calinus ve Telhis Kitabu’l-A’dai’l-Alime li Calinus”

Hekim Galenos, Sefa Taşkın, Sürgündeki Zeus s: 28-30, Bergama Belediyesi KültürYayınları, Altındağ Matbaası, İzmir, 1990

Hieroi Logoi, Tales C. A. Behr, Amsterdam 1968

Jackson Ralph, Roma İmparatorluğu’nda Doktorlar ve Hastalıklar, Çev. ŞenolMumcu, İst. 1999

Râzî, Kitabu’ş-Sukuk ala Calinus, Kitabu’ş-Şukuk ala Calinus li Muhammed b. Zek-eriya er-Râzî” için Mehdi Mohaghegh, el-Ma’hedi’l-Ali’l-Alemi li’l-Fikri ve’l-Hazareti’l-İslâmiyye, Tahran 1993

Karagöz Ş. 2002 , “Eskiçağda Sağlık Merkezleri” 38. Uluslar arası Tıp Tarih

Karagöz Ş. 2002, “Mitolojide, Hekimlik, Sağlık, Şifa Tanrıları ve Tanrıçaları” 38.

Kremers, E. and Urdang, G. History of Pharmacy 14, Philadelphia 1941

Pearcy L. T. Galenos’un Bergaması, Archacology, 38-6, 35-9, 1985

O. Temkın, Galenosculuk, Newyork, 1973

Oberhelman S. M. Rüyalara dayanan Tanı Üzerine Galenos, JHM 38, 36-47, 1983

Nutton V. Çağdaşlarının Gözünde Galenos, BHM, 58, 315-24, 1984

Nutton V. Galenoos: Sorunlar ve Olasılıklar, Londra 1981

Nutton V. Galenos’un Kariyerinde Süredizini, Classical Quarterly, 23, 158-71, 1973

363

Page 365: BERGAMA BELLETEN - 18

Mazal, 0. Pflanzen, Wurzeln, Stafte, Samen, Graz 1981

Moraux Nutton V.P. Galen de Pergame, Souvenirs d’un medecin, Paris 1985

Schlenz. H. : Geschichte der Pharmazie 171, Hildesheim 1965

Şehsuvaroğlu, B. N. Eczacılık Tarihi Dersleri 118, İstanbul 1979

Serdaroğlu Ü. 1996, Eski Çağda Tıp, Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları İstanbul

1996

Uzel, İ. : "Galen ve Deneysel Tıp," Türk Tıp Tarihi Yıllığı 1:165 (1994)

Uzel İ. 2000, Anadolu’da Bulunan Antik Tıp Aletleri, Türk tarih Kurumu Yayınları

Ankara 2000

Uluslar arası Tıp Tarih Kongresi – İstanbul Arkeoloji Müzeleri Geçmişten

Günümüze Tıp Sergisi İstanbul – 2002

Ünver, S.: Tıp Tarihi 62, İstanbul (1943).

Terzioğlu, A. : "Galenos ve Türk İslam Tababetine Etkileri," Türk Tıp Tarihi Yıllığı1:145 1994

Touwaede, A. ; "La Pharmacologie Galenique: Constitution et Influence," Türk TıpTarihi Yıllığı; 1,156 (1994).

Sarton George, Galen of Pergamon, Born 1957

Scarborough J. Galenos’un Sorunu, Sudhoffs Archiv 65, 1-31

GALEN KİTAPLARININ ÇEVİRİLERİAbhandlung darüber, dass der vorzügliche Arzt Philosoph sein muss. [Quod optimus

medicus sit idem philosophus] translated by Peter Bachmann. Göttingen: Vanderhoeck &Ruprecht, 1996.L’Áme et ses passions: Les passions et les erreurs de l’áme. Translatedand notes by Vincent Barras. Paris: Les Belle Lettres, 1995.

Galen on Antecedent Causes. Edited and translated with introduction and commentaryby R.J. Hankinson. Cambridge: Cambridge University Press, 1998.

Galen on Bloodletting. Translated by Peter Brain. Cambridge: Cambridge UniversityPress, 1986.

Galen on Food and Diet. Translated and notes by Mark Grant. London: Routledge,2000.

Galen’s Institutio logica. Translated with commentary by John Spangler Kieffer. Bal-timore: Johns Hopkins University Press, 1964.

364

Page 366: BERGAMA BELLETEN - 18

Galen on Language and Ambiguity (De captionibus). Translated with commentary byRobert Blair Edlow. Leiden: Brill, 1977.

Galen on the Natural Faculties. Translated by Arthur John Brock. London: Heineiman,Ltd., 1952. Loeb series.

Galen on the Usefulness of the Parts of the Body {De usu partium). Translated withcommentary by Margaret Tallmadge May. Ithaca, NY: Cornell University Press, 1968.

Galen, The Therapeutic Method: Books 1 & 2 (De methodo medendi). Edited andtranslated by R.J. Hankinson. Oxford: Clarendon Press, 1991.

GALEN HAKKINDA YAZILAN BAZI KİTAPLARAckerkecht Erwin H-Das Reich des Asklepios-Stuttgart 1966

Ärzte Zeitung-Galenus-von-Pergamon-Preis-29./30. Januar 1999

Barigazzi-Galeni De optimo docendi genere-Berlin 1991

Baumgarten Hans-Galen Über die Stimme-Göttingen 1962

Bayer Hans-Anatomie des Herzens nach Galen-1943

Brink Heinrich -Die allgemeine Therapie des Galen-1898

Brunner Felix G-Pathologie und Therapie der Geschwülste in der antiken Medizinbei Celsus und Galen-

Bürgel Johann C-Averroes contra Galenum-Zürich 1977

Barnes, Jonathan. “A Third Sort of Syllogism: Galen and the Logic of Relations” inModern Thinkers and Ancient Thinkers. R. W. Sharples, ed. Boulder, CO: Westview Press,1993.Boylan,

Boudon-Millot, ed, fr. tr. Introduction génerale; sur ses propres livres que l’excellentmédecin devienne philosophe. Paris: Les Belles Lettres, 2007.

Boudon-Millot, And Alessia Guardasole, and Caroline Magdelaine, eds. La sciencemédicale antique: nouveaux regards: etudes reunites en l’honneur de Jacques Jouanna.Paris: Beauchesne, 2007.

Boylan, Michael. “Galen on the Blood, Pulse, and Arteries” Journal of the History ofBiology 40.2 (2007): 207-230.

Boylan, Michael. “The Hippocratic and Galenic Challenges to Aristotle’s ConceptionTheory” Journal of the History of Biology 15.1 (1984): 83-112.

Champier Symphorien-Speculum Galeni-Lyon 1512

De Boer-Galeni De propriorum animi cuiuslibet affectuum dignotione et curatione,De animi cuiuslibet peccatorum dignotione et curatione, De atra bile-Leipzig Berlin 1937

365

Page 367: BERGAMA BELLETEN - 18

De Lacy-Galeni De elementis ex Hippocratis sententia-Berlin 1996

De Lacy-Galeni De placitis Hippocratis et Platonis-Berlin 1987

De Lacy-Galeni De semine-Berlin 1992

Dean-Jones David E-Galen On the constitution of the art of medicine-1993

Deichgräber Karl-Galen als Erforscher des menschlichen Pulses-Berlin 1957

Diels-Galeni In Hippocratis Prorrheticum I commentaria III-Leipzig Berlin

Durling Richard J-A dictionary of medical terms in Galen-Leiden 1993

Durling, Richard W.-Galenus Latinus I.-?

Erhardt H-Aus Galen Über die Verschiedenheiten des Pulses-?

Espich Valentinus-De errore externo quem Galenus plenneleian tio exothen dixit-Witebergae 1591

F. Pfaff-Galens Kommentare zu den Epidemien des Hippokrates, Indizes der aus demArabischen übersetzten Namen und Wörter-Berlin 1960

Fabricius Cajus-Galens Exzerpte aus älteren Pharmakologen-?

Faller Adolf-Die Entwicklung der makroskopisch-anatomischen Präparierkunst vonGalen bis zur Neuzeit-Basel 1948

Faust Johann-Quarta figura quam Galenus medicus et logicus doctissimus invenit-Argentoratum 1659

Fetz Friedrich-Gymnastik bei Philostratos und Galen-Frankfurt/Main 1969

Fichtner Gerhard-Corpus Galenicum-Tübingen 1990

Fortuna-Galeni De constitutione artis medicae ad Patrophilum-Berlin 1997

DeLacy-Galen-1996

Galenus-Anatomie-Osnabrück 1997

Galenus-Die neuplatonische fälschlich dem Galen zugeschriebene Schrift Pros Gauronperi tu pos empsychutai ta embrya-Berlin 1895

Galenus-Galen on respiration and the arteries-Princeton NJ 1984

Galenus-Galenus-Venetiis

Galenus-Galenus Latinus-Stuttgart

Galenus-Speculum Galeni-Lugdunum 1517

Galenus-Fieberbehandlung nach Galen-1898

Galenus-Zur Wund- und Geschwürsheilung nach Galen-1898

366

Page 368: BERGAMA BELLETEN - 18

Galenus 1899-Beitrag zur Therapie des Galen-1899

Galenus 1899-Zur diätetisch-physikalischen Therapie des Galen besonders beimFieber-1899

Galenus 1900-Beitrag zur Kenntnis der Therapie des Galen-1900

Galenus 1900-Die Behandlung des Geschwürs nach Galen-1900

Gillet Servatius-Galenus moralis ac mysticus-Lovania 1660

Glaser Ernst-Zur Wund- und Geschwürsheilung nach Galen-1898

Goldbach Richard-Die Laryngologie des Galen-1898

Hankinson R-Galen: On antecedent causes-Cambridge 1998

Hankinson, R. J. “Evidence, Externality and Antecendence: Inquiries Into Later GreekCausal Concepts.” Phronesis 32.1 (1987): 80-100.

Hankinson, R. J. “Causes and Empiricism: A Problem in the Interpretation of LaterGreek Helmreich Georg-Galenus de optima corporis constitutione-Hof 1901

Helmreich Georg-Handschriftliche Studien zu Galen-Ansbach

Hieber Bernhard-Galen: Ueber die Unterschiede der Pulse-1943

Johannes <de Sancto Amando>-Die drei Bücher des Galen über die Temperamente-1894

Koch K.-Galeni De sanitate tuenda-Berlin

Kollesch Jutta-Galen und das hellenistische Erbe - Galen Symposium 1989 BerlinOst-Stuttgart 1993

Krug, Antje-Heilkunst und Heilkult. Medizin in der Antike - Galen Symposium 1982Kiel-1993

Kudlien Fridolf-Galen's method of healing-Leiden 1991

Lachs Johann-Die Gynaekologie des Galen-Breslau 1903

Larrain, Carlos J.-Galens Kommentar zu Platons Timaios-1992

Leupoldt Johann M-Von einem neuen Alexandria und einem neuen Galen-München1827

MacCarthy Muriel-Galen remembered-Dublin 1986

Mau Jürgen-Galen: Einführung in die Logik-Berlin 1960

Mewaldt-De comate secundum Hippocratem-Leipzig Berlin

Mewaldt-Galeni In Hippocratis De natura hominis commentaria III-?

Meyer-Steineg Theodor-Ein Tag im Leben des Galen-Jena 1913

367

Page 369: BERGAMA BELLETEN - 18

Michael. “Galen’s Conception Theory” Journal of the History of Biology 19.1 (1986):44-77.

Müller Iwan von-Ueber die dem Galen zugeschriebene Abhandlung -München 1898

Müri Walter-Der Arzt im Altertum - Griechische und lateinische Quellenstücke vonHippokrates bis Galen-Darmstadt1986

Nickel-Galeni De foetuum formatione-?

Nickel-Galeni De uteri dissectione-Berlin 1971

Nickel Diethard-Galen Über die Anatomie der Gebärmutter-Berlin 1971

Nutton-Galeni De praecognitione-Berlin 1979

Nutton-Galeni De propriis placitis-?

Nutton Vivian-Galen: Problems and prospects-London 1981

Nutton Vivian-John Caius and the manuscripts of Galen-Cambridge 1987

Owlglass-Das Wasser bei Galen-Stuttgart 1906

Peters Reinhard-Galen aus Pergamon Über die Heilkunst-1978

Pfaff-In Hippocratis Epidemiarum librum II commentaria V-Leipzig Berlin 1934

Pietsch Walter-Anschauungen über die Bedeutung von Leber und Galle im Altertumbis Galen-1935

Plange Hubertus-Zusammenstellung der bei Galen auftretenden wichtigsten Theorienüber die Sexualität unter besonderer Berücksichtigung der Beziehungen zwischen Tem-perament und Sexus-1964

Reinecke Michael-Galen und Vesal-Münster 1997

Remschmidt Hanne-Teleologie bei Galen und Vesal-1971

Rescher Nicholas-Galen and the syllogism-Pittsburgh 1966

Roganus Leo-In Galeni libellum De pulsibus ad Tyrones commentarius-Venetiis 1575

Sarton George-Galen of Pergamon-1954

Schneck, Peter-Galen und das hellenistische Erbe-1993

Schöne Hermann-Galenus: De partibus artis medicativae-Greifswald 1911

Schröder Emil-Die allgemeine Wundbehandlung des Galen-1901

Schumacher Joseph-Antike Medizin-Berlin 1963

Stebler Franciscus A-An et quomodo verum sit: Dat Galenus opes?-Ingolstadium 1738

Strohmaier G.-Galeni In Hippocratis De aere aquis locis commentariorum versio Arabic-?

368

Page 370: BERGAMA BELLETEN - 18

Strohmaier Gotthard-Galen: Über die Verschiedenheit der homoiomeren Körperteile-Berlin 1970

Tieleman Teun-Galen and Chrysippus-Utrecht 1992

Ullmann Oskar-Die Rhinologie des Galen-1900

Walzer Richard R-Galen on Jews and Christians-London 1949

Wandersleben Kurt-Beitrag zur Kenntnis der Therapie des Galen-1900

Wehren Hans-Joachim von-Vorbeugende Gesundheitspflege bei Galen-Hamburg 1965

Wenkebach-Galeni Adversus Lycum et Adversus Iulianum libelli-Berlin 1951

Wenkebach-Galeni In Hippocratis Epidemiarum librum I commentaria III-LeipzigBerlin 1934

Wenkebach-Galeni In Hippocratis Epidemiarum librum III commentaria III-LeipzigBerlin 1936

Wenkebach-Galeni In Hippocratis Epidemiarum librum VI commentaria I-VI-Berlin1956

Wenkebach, K. Schubring-Galeni In Hippocratis Epidemiarum libros commentaria,Indices nominum et verborum Graecorum-Berlin 1955

N.N.-Galen und das hellenistische Erbe-1993

369

Page 371: BERGAMA BELLETEN - 18

GALEN HAKKINDA DÜZENLENEN KONFERANSLAR1981 English

Nutton, Vivian, Galen: Problems and Prospects. London: Wellcome Institute for theHistory of Medicine, 1981.

1982 English

Kudlien, F., & Durling, R. J. Galen’s method of healing : Proceedings of the 1982Galen Symposium. Paper presented at the Galen Symposium (1982 : Christian-AlbrechtsUniversität); Studies in Ancient Medicine,; v. 1, 205. Leiden: Brill, 1991.

1986 3rd Italian

Manuli, P., & Vegretti, M. (1988). Le Opere Psicologiche di Galeno : Atti del terzoColloquio Galenico Internazionale, Pavia, 10-12 Settembre 1986. Paper presented at theColloqio Galenico Internazionale (3d : 1986 : Pavia, Italy); Elenchos (Bibliopolis (Firm))13,

1989 4th German

Kollesch, J., Nickel, D., Humboldt-Universität zu Berlin, & Institut für Geschichteder Medizin. (1993). Galen und das Hellenistische Erbe : Verhandlungen des IV. Interna-tionalen Galen-Symposiums veranstaltet vom Institut für Geschichte der Medizin amBereich Medizin (charité) der Humboldt-Universität zu Berlin 18.-20. September 1989.Paper presented at the Galen Symposium (4th : 1989 : Humboldt-Universität Zu Berlin);Sudhoffs Archiv.; Beihefte,; Heft 32,

1995 5th English

Debru, A. (1997). Galen on Pharmacology : Philosophy, history, and medicine : Pro-ceedings of the Vth International Galen Colloquium, Lille, 16-18 March 1995. Paper pre-sented at the International Galen Colloquium (5th : 1995 : Lille, France); Studies inAncient Medicine,; v. 16, 336. Leiden: Brill, 2007.

1988 Spanish

López Férez, J. A. (1991). Galeno, obra, pensamiento e influencia : Coloquio inter-nacional celebrado en Madrid, 22-25 de marzo de 1988. Madrid : Universidad Nacionalde Educación a Distancia, 1991.

2002 Italian

Garofalo, I., Roselli, A., Fischer, K., Galen, On the therapeutic method, & Book III.(2003). Galenismo e Medicina Tardoantica : Fonti greche, latine e arabe : Atti del Semi-nario Internazionale di Siena, Certosa di Pontignano, 9 e 10 Settembre 2002. Paper pre-sented at the Annali Dell’Istituto Universitario Orientale Di Napoli.; SezioneFilologico-Letteraria.; Quaderni,; 7,

2002 English

Nutton, Vivian. The Unknown Galen. London: Institute of Classical Studies, Schoolof Advanced Study, University of London, 2002.

370

Page 372: BERGAMA BELLETEN - 18

GALENOS’UN BAZI KİTAPLARININKAPAK RESİMLERİ

371

1) 1541 basımı Galen kitabı. Galenus: Clavdii Galeni Pergameni de sanitate tuenda libri sex Tubin-gae 1541

2) Galenus, Exhortatio ad bonas artes, praesertim medicinam, Bâle, Johann Froben, 1526, 8°3) GALENUS (ca. 130-ca. 200). Operum omnium sectio prima [-octava]. Illustriores quàm unquam

antea prodeunt in lucem omnes hi Galeni libri. 8 vols. in 10. Venice: [Apud Joannem de Farris, etfratres de Riuoltella], 1541-1545. Illus., 56 plates. 16.4 cm. Old vellum over boards.

4) Galen - by Thomas Linacre, 1530 5) 1916, W. Heinemann, D. Appleton and Company Galen On the natural faculties in English6) Galen On Antecedent Causes (Cambridge Classical Texts and Commentaries) Published June 10,

2004 by Cambridge University Press . Written in English.

1 2 3

4 5 6

Page 373: BERGAMA BELLETEN - 18

372

7) Hapanta. Opera omnia. Editionem curavit Carolus Gottlob Kühn. Published 1821 by Cnobloch in Lipsia . Written in Greek.

8) Galenus Latinus 1. Auflhrsg. von Richard J. Durling, Fridolf Kudlien. Published 1976 by De Gruyter in Berlin, New York . Written in Latin.

9) Selected works Galen; translated with an introduction and notes by P.N. Singer.

7 8 9

10) Published 1997 by Oxford University Press in Oxford [England], New York . Written in English.Selected Works (Oxford World's Classics) Published June 20, 2002 by Oxford University Press,USA. Written in English

11) Souvenirs d'un medecin Galien de Pergame; textes traduits du grec et presentes par Paul Moraux.Published 1985 by Societe d'edition "Les Belles Lettres" in Paris . Written in French.

12) Systématisation de la médecine texte nouveau et traduction annotée, précédés d'études introductivesGalien; ouvrage collectif sous la direction de Jacques Boulogne et Daniel Delattre. Published 2003by Presses universitaires du septentrion in Villeneuve d'Ascq . Written in French.

10 11 12

Page 374: BERGAMA BELLETEN - 18

373

13) L' ame et ses passions Les Passions et les erreurs de l'ame. Les Facultes de l'ame suivent lestemperaments du corps Galien ; introduction, traduction et notes par Vincent Barras, Terpsi-chore Birchler, Anne-France Morand ; preface de Jean Starobinski. Published 1995 by LesBelles Lettres in Paris . Written in French.

14) Galen on antecedent causes edited with an introduction, translation, and commentary by R.J.Hankinson. Published 1998 by Cambridge University Press in Cambridge, New York . Writ-ten in English.

15) Claudii Galeni librum De parvae pilae exercitio ad codicum Laurentiani Parisini Marcianiauctoritatem edidit Johannes Marquardt. Published 1879 by apud Opitzium in Gustroviae .Written in Latin.

16) Galeni libellum qui inscribitur [hoti aristos iatros kai philosophos] recensuit et explanavitIwanus Mueller. Published 1874 by Typis Joann. Paul. Adolph. Junge et Filii in Erlangae .Written in Latin.

17) De humoribus liber Author: Galenus Originally published: Argentoratum 1558 Context: Digi-tisation of the printed books of the 16th century published in the German-language area

18) Galenus Erschienen: Basilea 1537

13 14 15

16 17 18

Page 375: BERGAMA BELLETEN - 18

374

19 20 21

22 23 24

19) Mehr zum Thema: History - General HistoryMehr von: Galenus, ClaudiusThis is a reproduction of a book published before 1923.

20) De sanitate tuenda : Galenus Linacre, Thomas Erschienen: Colonia 1526 De morbis curandislibri quatuor decim

21) GALIEN / GALENUS / LINACRE, Thomas (trad.) Edition: Paris : Simon de Colines, 1530

22) Galeni librorum prima classis, naturam corporis humani... Auteur de l'ouvrage : GALIEN /GALENUS Edition : Venise : Juntas (Junte), 1565

23) Galenus, Exhortatio ad bonas artes, praesertim medicinam, Bâle, Johann Froben, 1526,24) Galenus von Pergamon; Opera omnia. Prima classis humani corporis origine, formationem

[…]. Librorum titulos et diligenti

Page 376: BERGAMA BELLETEN - 18

375

25 26 27

28 29 30

25) The front cover of the "Opera" by Galenus edited in Venice on 154726) GALENUS, Claudius (129-ca. 200/216); HIPPOCRATES (460-ca. 370 B.C.). In librum Hip-

pocratis de victus ratione in morbis acutis Commentarii quatuor. (With Latin text). Translatedby Johannes Vassaeus. Lyons: Guillaume Rouill, 1549.

27) Klaudiu Galenu Pergamenu Peri hygieion biblia hex Galenus Thorer, Alban Originally pub-lished: Basileae 1538 [erschienen] 1539

28) De philosophica historia liber unus: Galenus : Laguna, Andrés deOriginally published: Colonia 1543

29) Claudius Galenus Ars medica, quae et ars parua dicitur Lugduni: apud Gulielmum Rouillium,1561. 680, [54] p. The Art of Medicine, Called the Minor Art, a work popular even in theXVIth C., written by Claudius Galenus (ca.130 - ca.200), a Roman physician and a classicof ancient medicine. Venice: Aldus, 1525.

30) Galeni librorum pars prima. . . . The first 2 volumes of the Aldine Galen (5 volumes werepublished).

Page 377: BERGAMA BELLETEN - 18

376

28 29 30

31 32 33 34

28) De philosophica historia liber unus: Galenus : Laguna, Andrés deOriginally published: Colonia 1543

29) Claudius Galenus Ars medica, quae et ars parua dicitur Lugduni: apud Gulielmum Rouillium,1561. 680, [54] p. The Art of Medicine, Called the Minor Art, a work popular even in theXVIth C., written by Claudius Galenus (ca.130 - ca.200), a Roman physician and a classicof ancient medicine. Venice: Aldus, 1525.

30) Galeni librorum pars prima. . . . The first 2 volumes of the Aldine Galen (5 volumes werepublished).

31) Galen, De naturalibus facultatibus libri tres. Claudius Galen of Pergamon.32) Libri Tres..De Facultatum Naturalium Substantia.Quod Animi Mores...De Propriorum Animi.Paris:

Simon Colinaeus, 1528.33) Prof. Dr. Turhan Baytop, Eczacılığın Babası Bergamalı Galenos, İst. 1997 34) Yavuz Özmakas, Bergamalı Galenos, Bergama Kültür ve Sanat Vakfı Yayınları, İzm,

Page 378: BERGAMA BELLETEN - 18