47
BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali Çankırılı ANTĠK DÜNYA KLASĠKLERĠ Ġstanbul 2005 KARĠZMA YAYIN EĞĠTĠM DANIġMANLIK REKLAM HĠZMETLERĠ A ġ Nikolay Vasilyeviç GOGOL (1809 -1852) Antik Dünya Klasikleri: 16 Gogol Kitaplığı: 1 ISBN: 975-6870-46-X Baskı ve Cilt: Prizma Pres Matbaacılık Merter Keresteciler Sitesi Fatih Cad. Yüksel Sok. Merter / Ġstanbul Tel: (0212) 637 48 02 irtibat için: AlayköĢkü Cad. No: 11 Cağaloğlu/istanbul YazıĢma.- P.K. 50 Sirkeci / istanbul Telefon: (0212) 513 84 15 Faks:(0212)512 40 00 Ukraynalı aydınlar sınıfından küçük bir aileye mensup Rus yazarlarındandır. Babası, ondaki tiyatro merakını keĢfedip yazar olması için teĢvik etmiĢtir. Yüksek tahsil yapmak üzere, binbir ümitle Petersburg'a gitti. Umduğunu bulamadı ve küçük bir memur olarak göreve baĢladı. Arkasından, bir kız mektebinde tarih öğretmenliği yaptı. Bu arada ilk kitabını yazdı. Ukrayna'nın zengin folklorundan faydalanarak kaleme aldığı "Masalllar" hemen ilgi gördü. (1831) Arkasından -bütün maddi sıkıntılara rağmen-TaraĢ Bulba ve Mirgorot hikâyelerini yazdı. Üslubundaki alaycı ve trajik dil edebiyatçıların dikkatini çekti. YaĢadığı dönemin sefaletini ve buna sebep olan yönetim zaafını karikatü -rize etmesi sansür kurulunu kızdırdı. RüĢvetçilik suçuyla Roma'ya sürüldü. (1836) Nevski Bulvarı, Bir Delinin Hatıra Defteri, Portre, Burun, Palto, MüfettiĢ gibi hikâyelerinde, insanların fakirlik, sefalet ve baskı yüzünden nasıl Ģahsiyetlerini yitirdiğini ve delilik sınırına kaydığını alaylı bir dille gösterdi. Ölü Canlar'm ve MüfettiĢin kopardığı fırtına Gogol'ü tekrar Rusya dıĢına attı. Dostları bile onun aĢırı ve kırıcı bir dil kullandığını söyleyince bunalıma düĢtü. Bir halı kafilesi ile Kudüs'e gitti. Yaptığı hataları telafi etmek için fanatik bir din adamına danıĢtı; ona bütün düĢüncelerini açtı. Aldığı tavsiye üzerine Ölü Canlar'a özür niteliğinde bir ilâve yaptı. Bu aĢırı gelenekçi papazın Gogol'a empoze etmeye çalıĢtığı fikirler hiç de onun yaratılıĢına uygun değildi. Gogol tekrar bunalıma düĢtü. Yazdığı yeni hikâyelerin müsveddelerini bir gece yaktı. Son günleri acılar içinde geçti. Bütün dostları kendisinden yüz çevirdi. Gogol, insanlardan kaçıp intivaya çekildi. Devamlı aç kalmaktan bitkin düĢmüĢ bir halde, 43 yaĢında iken, 1852 yılının ġubat ayında öldü. Elinizdeki kitap hakkında : Bir Delinin Hatıra Defteri adlı bu kitap, 3 ayrı hikâyeden oluĢmaktadır. Birinci hikâye, kitaba adını veriyor aynı zamanda. ikinci hikâye, Palto. Yayınlandığı dönemde büyük yankı yapan bir hikâye. Aynı zamanda tiyatro olarak dünyanın pekçok ülkesinde ilgiyle izlendi. Üçüncü hikâyenin ismi de Burun. ġimdi sizleri, beğeneceğinizi umduğumuz Gogol'ün birbirinden güzel hikayeleriyle baĢbaĢa bırakıyoruz. 3 Ekim

BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

  • Upload
    phamnhu

  • View
    223

  • Download
    7

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ

GOGOL

Türkçesi: Ali Çankırılı

ANTĠK DÜNYA KLASĠKLERĠ

Ġstanbul 2005

KARĠZMA YAYIN EĞĠTĠM

DANIġMANLIK REKLAM HĠZMETLERĠ A ġ

Nikolay Vasilyeviç GOGOL (1809-1852)

Antik Dünya Klasikleri: 16

Gogol Kitaplığı: 1

ISBN: 975-6870-46-X

Baskı ve Cilt: Prizma Pres Matbaacılık

Merter Keresteciler Sitesi Fatih Cad.

Yüksel Sok. Merter / Ġstanbul

Tel: (0212) 637 48 02

irtibat için:

AlayköĢkü Cad. No: 11

Cağaloğlu/istanbul

YazıĢma.- P.K. 50 Sirkeci / istanbul

Telefon: (0212) 513 84 15

Faks:(0212)512 40 00

Ukraynalı aydınlar sınıfından küçük bir aileye mensup Rus

yazarlarındandır. Babası, ondaki tiyatro merakını keĢfedip yazar olması

için teĢvik etmiĢtir.

Yüksek tahsil yapmak üzere, binbir ümitle Petersburg'a gitti. Umduğunu

bulamadı ve küçük bir memur olarak göreve baĢladı. Arkasından, bir kız

mektebinde tarih öğretmenliği yaptı. Bu arada ilk kitabını yazdı.

Ukrayna'nın zengin folklorundan faydalanarak kaleme aldığı "Masalllar"

hemen ilgi gördü. (1831)

Arkasından -bütün maddi sıkıntılara rağmen-TaraĢ Bulba ve Mirgorot

hikâyelerini yazdı. Üslubundaki alaycı ve trajik dil edebiyatçıların

dikkatini çekti. YaĢadığı dönemin sefaletini ve buna sebep olan yönetim

zaafını karikatü-rize etmesi sansür kurulunu kızdırdı. RüĢvetçilik

suçuyla Roma'ya sürüldü. (1836)

Nevski Bulvarı, Bir Delinin Hatıra Defteri, Portre, Burun, Palto,

MüfettiĢ gibi hikâyelerinde, insanların fakirlik, sefalet ve baskı

yüzünden nasıl Ģahsiyetlerini yitirdiğini ve delilik sınırına kaydığını

alaylı bir dille gösterdi. Ölü Canlar'm ve MüfettiĢin kopardığı fırtına

Gogol'ü tekrar Rusya dıĢına attı. Dostları bile onun aĢırı ve kırıcı bir

dil kullandığını söyleyince bunalıma

düĢtü. Bir halı kafilesi ile Kudüs'e gitti. Yaptığı hataları telafi etmek

için fanatik bir din adamına danıĢtı; ona bütün düĢüncelerini açtı.

Aldığı tavsiye üzerine Ölü Canlar'a özür niteliğinde bir ilâve yaptı. Bu

aĢırı gelenekçi papazın Gogol'a empoze etmeye çalıĢtığı fikirler hiç de

onun yaratılıĢına uygun değildi. Gogol tekrar bunalıma düĢtü. Yazdığı

yeni hikâyelerin müsveddelerini bir gece yaktı.

Son günleri acılar içinde geçti. Bütün dostları kendisinden yüz çevirdi.

Gogol, insanlardan kaçıp intivaya çekildi. Devamlı aç kalmaktan bitkin

düĢmüĢ bir halde, 43 yaĢında iken, 1852 yılının ġubat ayında öldü.

Elinizdeki kitap hakkında :

Bir Delinin Hatıra Defteri adlı bu kitap, 3 ayrı hikâyeden oluĢmaktadır.

Birinci hikâye, kitaba adını veriyor aynı zamanda.

ikinci hikâye, Palto. Yayınlandığı dönemde büyük yankı yapan bir hikâye.

Aynı zamanda tiyatro olarak dünyanın pekçok ülkesinde ilgiyle izlendi.

Üçüncü hikâyenin ismi de Burun.

ġimdi sizleri, beğeneceğinizi umduğumuz Gogol'ün birbirinden güzel

hikayeleriyle baĢbaĢa bırakıyoruz.

3 Ekim

Page 2: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Sabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı

getirince saati sordum. Onu birkaç dakika geçtiğini söyleyince korkumun

sebebi anlaĢıldı. Yine daireye geç kalmıĢtım. Eğer Ģu pinti

muhasebecimizi yakalayıp birkaç kuruĢ avans koparma ümidim olmasa, bugün

daireye gitmeyecektim. ġube müdürümüzün suratını asıp beni nasıl

azarlayacağı belliydi. Zaten birkaç gündür dırla-nıp duruyordu: "Bıktım

senin Ģu dağınıklığından! Sen adam olmazsın azizim... Dairede aptalca

dolaĢıp, evrakı birbirine karıĢtırıyorsun. Tarihleri yanlıĢ atıyorsun,

noktadan sonra küçük harfle baĢlıyorsun. Ġlkokul çocuğu bile senden güzel

yazar."

ġu bizim müdür kadar kendini beğenmiĢ adam zor bulunur. Uğursuz, leylek

bacaklı, kısa kollu, tip bir herif. Beni kıskandığı kesin... Tatmin olmak

için odasına çağırır, bütün kalemlerini açtırır.

Haydi müdür ne ise... Ya Ģu muhasebeci domuzu! Adam sanki basit bir daire

muhasebecisi değil de hazine müdürü...

Çalımından geçilmez. Bir memurun anası bile ölse, maaĢını peĢin alamaz.

Yalvar yakar, önünde diz çök, çatla, patla; kılı bile kıpırdamaz

kâfirin... Karısından dayak yediğini sanki bilmeyen var. Adam, devlet

kasasından maaĢ verirken bile eli titrer; sanki cebinden veriyor...

Ben hariç, bizim dairenin bütün memurları torpillidir. Her birinin

sırtını dayadığı soylu bir dayısı vardır. MaaĢları az, havaları çoktur.

Hepsi de kibarlık budalasıdır. "Efendim-"den, "lütfen"den geçilmez, etraf

pırıl pırıldır. BaĢkenttekiler bile böyle temizlik görmemiĢlerdir.

Masalarımız maundan, sandelyelerimiz cilâlı ağaçtandır. Amirlerimiz

bizimle "siz" diye konuĢur. Zaten bu aristokratik hava olmasa, çoktan

istifamı basar giderdim.

Havı dökülmüĢ ve eskimeye yüz tutmuĢ paltomu giyip dıĢarı çıktım. Sağanak

halinde yağmur yağıyor. ġemsiyemi açtım, dükkânların kepenklerini

kaldıran küçük esnaflara selâm vere vere ilerledim. Hızlı hızlı temizlik

iĢine giden gündelikçi kardılardan baĢka sokakta kimseler yok. Ġleride

birkaç hademeye rastladım. Yol kavĢağında, efendi kılıklı bir memura

gözüm iliĢti. "O da benim gibi daireye geç kalmıĢ..." diye mırıldandım.

Sonra birden vaziyeti çaktım: "Yo birader! dedim, seninki daireye gitmek

değil. ġu önde giden diĢiye yetiĢmeye çalıĢıyorsun."

Ne namussuz, ne zamparadır Ģu bizim memur takımı! Subaylardan aĢağı

kalmazlar. Sokakta gördükleri her süslü kadının peĢine düĢerler.

Böyle düĢünerek yürürken, bir mağazanın kapısında duran arabaya gözüm

iliĢti. Arabayı hemen tanıdım. "Bizim Genel Müdür'ün gündüz burada ne iĢi

var?" diye merak ettim. Arabanın kapısı açıldı; etek hıĢırtılarının

ardından müdürün kızı göründü. Derhal köĢye saklandım. UĢak

yerlere kadar eği^rek temenna durdu. Küçük afet, gerdan kırarak sağa sola

baktı. KaĢ-göz oynattı ve değnek yutmuĢ gibi dim dik yürüyerek mağazanın

kapısından girdi. Durduğum yerde bütün yağlarım eridi. Yakası yağ

bağlamıĢ eski paltoma sarılıp bekledim. Dengi olmadığımı bile bile bu

kıza tutkundum.

Kızın küçük finosu, hanımı gibi hava atıp çalım satayım derken hızla

açılıp kana kapıdan içeri girmeye fırsat bulamadı; dıĢarıda kaldı. Buna

uĢak sebep olmuĢ gibi, adamcağıza havlayıpkendi diliyle onu bir güzel

azarladı.

Ben, hanımına tanıdığım kadar bu hoĢhoĢu da tanırım. Adı "Meci"dir.

Paltoma sarınmıĢ, kararsızlık içinde beklerken incecik bir sesin;

— Merhaba Meçi! dediğini duydum. KonuĢanı görmek için merakla etrafa

baktım. Yan yana yürüyen iki bayan gördüm. Biri genç diğeri yaĢlıca idi.

Yanımdan geçerken aynı ince ses:

—Ayıp değil mi, Meçi? dedi.

Vay canına! Ne iĢ bu? Gözlerime inanamıyorum... Bizim Meçi, iki bayanın

arkasından giden diĢi hoĢhoĢa yanaĢmıĢ kur yapıyor. Duyduğum ses de bu

Page 3: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

hoĢhoĢa ait... "SarhoĢ muyum neyim?" dedim kendi kendime; ama içki kim

ben kim!

Meçi cevap veriyor:

— Haksızlık etme, Fidel! Bana daha nazik davranmalısın, hav hav... iki

gündür hastayım, hav hav...

— Ah, özür dilerim, Meçi! Bu duyduğuma çok üzüldüm, hav, hav...

iki fino gerçekten insan diliyle mi konuĢuyorlardı; yoksa ben mi

köpekçiği anlamaya baĢlamıĢtım? Vay canına, hav hav!

Okuduklarımı hatırlayınca ĢaĢkınlığım geçti. ġu sıralarda, dünyada buna

benzer olaylar gerçekleĢiyor ki. Yazdıklarına

• 7

göre ingiltere'de bir balık suyun yüzüne fırlayıp iki kelime bağırmıĢ.

Bir gün iki ineğin bir mağazaya girip bir kutu Ģekr istediklerini okudum.

Haydi bütün bunlar mümkün diyelim... Ya Ģuna ne dersiniz (Meçi devam

ediyor):

— Sana mektup da yazmıĢtım; ama bizim Ponkal tenbel-lik edip getirmemiĢ

galiba...

Her Ģey mümkündür, fakat köpeklerin yazı yazabildiğini hiç duymamıĢtım.

Ağzım bir karıĢ açık kaldı...

Yazı yazmayı insanlar bile doğru dürüst beceremezken, hayvanlar bu iĢi

acaba hangi okulda öğrenmiĢler?.. Ancak soylu kiĢiler imlaya uygun

yazabilir. Gerçi son zamanlrada esnaftan yazı yazanların sayısı bir hayli

arttı. Hatta derebey-lerimizin kölelerinden bazıları da yazmayı öğrenmiĢ.

Tuh be! Memur takımının itibarı artık ayağa düĢtü demekir.

ġu "Fidel" denen hoĢ hoĢ yosmayı takip etmeye karar verdim. Bakalım

nerede oturuyor? Bu iĢin aslı nedir, öğrenmem gerek. ġemsiyemi açtım, iki

bayanın peĢine takıldım. Grohovaya sokağından MeĢcanskaya'ya saptılar;

oradan Stolyarna'ya döndüler. Sonunda KukuĢkin köprüsünün karĢı yamacına

geçip büyük bir binanın önünde durdular. Bu evi bilmeyen yoktur. MeĢhur

"Zeverkov'un Evi". Ev değil, geldi geçti hanı gibi bir yer. Kimler yok

ki: Gündelikçi kadınlar, emekli subaylar, taĢradan gelmiĢ on dördüncü

dereceden memurlar, dul ihtiyarlar... Balık isfihi gibi odalara sıkıĢmıĢ

otururlar. Trampet çalan bir arkadaĢım da burada oturur...

Ġki bayan hoĢhoĢla birlikte beĢinci kata çıktılar. "Eh, bu seferlik bu

kadarlık ilgi yeter; boĢ bir zamanımda gelir devamını öğrenirim." diye

düĢündüm ve geri döndüm.

4 Ekim ,

Bugün çarĢamba. Genel müdürün odasında çalıĢıyorum. Bütün kalemlerini

yontmak için erken geldim. Bizim müdür çok okuyan bir soylu; odası

kitapla dolu... Merak edip bazılarının adını okudum, hepsi de yüksek

ilimlerden bahseden eserler, bizim gibi ayın sonunu zor getiren ufak

memur takımının anlayamayacağı dilden kitaplar... Fransızca, Almanca ve

Ġngilizce olanları da var. Vay anasını, Ģu iĢe bak! Biz Rus-çayı zor

okurken, genel müdür hazretleri Fransızca, Almanca, ingilizce kitaplar

okuyor... Zaten hazretin yüzüne bakmak yeter; haĢmet akıyor!.. Ağzından

bir tek boĢ laf çıkmaz. Evrak getirdiğim zaman bazan lütfedip hatırımı

sorar. "Sağlığınıza duacıyız ekselans!" derim. Ne de olsa devlet adamı...

Bize benzememesi normal... Ama beni sevdiğini biliyorum. Çünkü,

ekselansları sadece değer verdiği ve sevdiği memurların hatırını sorar...

Etrafa çeki düzen verdikten sonra, sehpanın üzerindeki "Arı Mecmuası"na

bir göz attım. ġu Fransız milleti de ne ahmak! Nedir istedikleri?

Arıların dilini öğrenip daha çok bal elde etmenin yollarını

arıyorlarmıĢ... Vallahi elimde yetki olsa, hepsini meydana toplar sopadan

geçiririm... Hah, yazı dediğin böyle olur iĢte! ġu Kursklu derebeyinin

makalesi ne güzel... Bir ara saatin on ikiyi vurduğunu duydum. Vakit ne

çabuk geçmiĢ... Bir makale daha okumaya niyetlendiğim sırada kapı

vuruldu. Genel müdürün geldiğini zannederek ceketimin düğmelerini

ilikledim, esas duruĢta bekledim, öyle bir Ģey oldu ki, hiçbir yazarın

Page 4: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

bunu anlatmaya gücü yetmez. Gelen müdür değildi; O'ydu! O, yani müdürün

kızı... Alla-hım! Ey azizler! Bana güç verin! Bayılmadan kendimden

geçmeden ono cevap verebileyim. Üstündeki beyaz elbise ile tıpkı bir

kuğuya benziyordu. Hayır, ne kuğusu! GüneĢe,

evet güneĢe benziyordu. Selam verdi ve gülümsedi. Bana gülümsedi...

— Babam yok mu? diye sordu.

Eğer gözlerim kamaĢıp baĢım dönmeseydi, diyecektim ki:

— Hanımefendi, sevgili prenses... Kulunuz köleniz olayım, azizem...

Diyemedim. Tutulması dilimin, bir türlü çözülmedi. Sadece:

— Hayır efendim, henüz teĢrif etmediler... Diyebildim. O da önce bana

sonra raftaki kitaplara bakıp gülümsedi.

Bu arada elindeki mendili düĢürdü. Fırlayıp yerden mendili aldım.

Aksilikler hep beni bulur; az kalsı cilalı parkede kayıp düĢecektim.

Utançtan kızarmıĢ bir suratla, gülümsemeye çalıĢarak, mendili takdim

ettim. Nasıl anlatsam o mendili bilmem: Beyaz, kar gibi, ince

pakistadan... Generallere yakıĢır, mini mini, miski amber kokan,

kenarları iĢlemmiĢ, asil bir mendil. TeĢekkür etti ve inci gibi

diĢleriyle gülümsedi. Eteklerini hıĢırdatarak odadan çıktı. Bir saat

sonra ekselansın uĢağı geldi:

— Eve gidebilirsiniz Aksenti Ivanoviç, dedi; general bir toplantıya

gittiler.

ġu uĢak takımından nefret ederim! Antrede, bir sandelye üzerinde kurulur,

ayağa kalkmak Ģöyle dursun; selam vermeye bile üĢenirler. Sanki uĢak

değil, efendilerinin yaveri... Küstahlıkları hazmedilecek gibi değil.

Generalin uĢağında da aynı hava. Geçen gün, sandalyeye kurulmuĢ, bacak

bacak üzerine atmıĢ, yerinden kıpırdamaya lüzum bile görmeden elindeki

tütün tabakasını uzatmaz mı:

— Buyurun bir tane de siz sarın.

Bak Ģu terbiyesize! Ulan küstah, kendini bilmez mankafa! KarĢındaki

bugüne bugün soylu bir adam, bir devlet memu-

10

ru. Senin gibi aĢağılık bir uĢ«k değil...

Portmantodan Ģapkamı aldım. Tabiî paltomu da kendim "giydim. Herifin

aldırıĢ ettiği yok...

Doğruca evime gittim. ġiir defterini çıkardım. Sevgilim için Ģahane bir

Ģiir yazdım.

Sevgilimi bir saat göremesem,

Bir yıl görmedim sanırım.

Sensiz hayatın tadı yok,

Sensiz yaĢamktan nefret ederim.

PuĢkin'den kopye ettiğimi sanıyorsunuz değil mi? Hayır, tamamen öz

ilhamın eseridir. Zaten PuĢkin olsaydı, ancak bu kadar yazabilirdi...

Asil aĢka, asil bir Ģiir yakıĢır.

AkĢam paltomu sırtıma geçirip generalin evinin önüne kadar yürüdüm.

Kapıda iki saat bekledim. Belki bir yere giderler diye... Fakat umudum

boĢa çıktı.

6 Kasım

Bu sabah Ģube müdürü ile fena kapıĢtık. Daireye adımımı atar atmaz, odacı

gelip müdürün beni istediğini söyledi. Ben içeri girince, odacıyı

gönderdi.

— Aksenti Ivanoviç! Nedir bu yaptıkların?

— Ne yapmıĢım, beyefendi?

— Aklını baĢına topla, kırkım geçmiĢ bir adamsın! YAp-tıklarım gören,

"îvanoviç kafayı üĢütmüĢ." diyecek.

— Ne demek istediğinizi anlayamadım, ekselans?

— Demek yaptığın maskaralıkların farkında değilsin! Bu yaĢtan sonra

delikanlı gibi davranmak senin neyine? Kendi-

Page 5: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

ni ne sanıyorsun? Bir soylu mu, bir general mi, yoksa birinci dereceden

daire müdürü mü? Kendine gel! BeĢ parasız sıradan bir evrak memurusun...

MaaĢın sırtına yeni bir palto bile alamayacak kadar düĢük, zavallı bir

adamsın. Generalin kızına kur yapmak senin neyine? Eğer general bunu

duyarsa, iĢini de kaybeder periĢan olursun. Bak seni uyarıyorum! Git ve

aklını baĢına topla!..

Herifin beni kıskandığı kesin... Onun da generalin kızında gözü var...

Mevki makam sahibi olmakla kendini birĢey sanıyor. Saati altın

köstekliĢmiĢ, nehir kenarında yazlığı, Ģehir merkezinde konağı, atlı

arabası, uĢakları varmıĢ... Hepsi vız gelir! Ben de yükselebilirim. Henüz

kırk iki yaĢındayım. Tam çalıĢma ve yükselme çağı... Biz de sırası

gelince albaylığa ve kader "yürü" derse belki de generalliğe

yükseliriz... O zaman biz de modaya göre giyinir, kıravat bağlar seni

cebimizden çıkarırız... ġimdilik gücümüz yetmiyor, elimiz darda...

Sırtımdaki Ģu eski palto ile sevgilimin karĢısına çıkmaktan utandığımı

sende biliyorsun... Bildiğin için de burnun bir karıĢ havada, kendini dev

aynasında görüyorsun...

AkĢam tiyatroya gittim. "Rus Aptalı Filatka" oynuyordu; çok eğlendim.

Ayrıca avukatları tenkid eden ve on dördüncü derecede memurlarla dalga

geçen serbest bir vodvil vardı. Sansürün buna nasıl izin verdiğine

ĢaĢtım. Piyesin yazarı ustaca gazetecilerle, hovarda soylularla,

soyluluğa özenen tüccarlarla alay etmiĢ.

Tiyatroyu çok severim. Cebimde birkaç köpek oldu mu,doğruca tiyatroya

giderim. Bizim memur takımı arasında para verip de tiyatroya giden adama

rastlayamazsınız, ömründe tiyatro sahnesi görmemiĢ memurlarımız çoktur.

Tiyatro bir zevk, bir asalet iĢidir. ġube müdürü imlâdan anlamadığımı,

noktadan sonra küçük harfle baĢladığımı söylüyor; ama bir gün Ģahane bir

tiyatro eseri yazdığımı görür-

12

se bakalım ne diyecek^.. Bahse girerim, Ģiir yazdığımdan da haberi

yoktur... Ne ise... Geçelim bunu... ġiir deyince hemen generalin kızı

aklıma geliyor...

9 Kasım

Sabah tam vaktinde daireye gittim. ġube müdürümüz beni görmezceden geldi.

Ben de hiç ses çıkarmadım; aramızda birĢey geçmemiĢ gibi davranıp

soyluluğumu gösterdim... Gelen evrakları dosyaya kaydettim. Sıra numarası

vermeyi unutmuĢum. Ne ise, bunu da yarın yaparım.

Saat dörtte iĢten ayrıldım. Eve giderken Genel Müdür'ün evinin önünüden

geçtim; ama kimseyi göremedim. Yemekten sonra uzanıp geleceğimi düĢündüm.

11 Kasım

Bütün gün genel müdürün odasında çalıĢtım. Ekselans için yirmi üç, kızı

için de dört kalem açtım. General, masasında hazır kalem bulunmasından

çok hoĢlanır. Ah, ne asil ve ne bilgli adamdır Ģu genel müdürümüz! Fazla

konuĢmayı sevmez, hep düĢünür. Ne düĢündüğünü, aklından neler geçirdiğini

bilmek isterdim. ġu hükümet adamlarının hayatını çok merak ediyorum. Ne

yer, ne içer, ne konuĢurlar? Evinin içini, çalıĢma odasını görmek

isterdim. Ah, burada memur olacağıma, generalin evinde uĢak olsaydım!.. O

zaman sevgilimi hergün görebilir, odasını temizler, eĢyalarını

düzeltirdim. Ne zevk, ne ihtiĢam! Aynalar, dolaplar, tuvalet masasının

üzerindeki küçük koku ĢiĢeleri, pudra ve krem kutuları...

• 13

Ya o gök mavisi, gül kurusu ipek elbiseleri? Koryolanın üzerine atılmıĢ,

etrafa dağıtılmıĢ bir halde ne güzel görünürler... Gökte olmayan cennet

orası iĢte! Karyoladan kalkarken ayağını taburenin üzerine koyusunu, kar

gbi beyaz çorabını giyiĢini bir görebilsem... Aman aman... Bu kadar

yeter! Yoksa akimi yitireceğim...

Page 6: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Aklıma birden bire Meçi ile Fidel'in konuĢması geldi. "Tam sırası...

dedim kendi kendime, gidip Ģu zampara hoĢhoĢu sıkıĢtırayım generalin kızı

hakkında en sağlam bilgileri ondan alabilirim."

Doğruca generalin evine gittim. Meci'yi bulp bir kenara çektim:

— Bana bak Meçi! dedim. Ne haltlar karıĢtırdığını çok iyi biliyorum.

ġurada ikimizden baĢka kimse yok. Ben senin sırrını saklayayım, sen de

küçük hanımın hakkında ne biliyorsan anlat; tamam mı? Yemin ederim,

anlattıkların aramızda kalacak.

Kurnaz it! Beni anlamamĢ gibi kuyruğnu bacaklarının arasına alıp oturdu.

Salak salak yüzüme baktı.

— Haydi Meçi, bırak bu numaralan! Beni uğraĢtırma... Yoksa senin için iyi

olmaz!..

BakıĢları birden değiĢti. Hırlayıp diĢlerini gösterdi; sonra geri dönüp

kaçtı. Bahçe kapısından içeri girip gözden kay-boldu.Ben zaten köpeklerin

ne kurnaz, ne siyasetçi olduklarını öteden beri biliyordum. Hatta

insanlardan daha zeki olduklarını söylemek için vakit erken... Bun

dememem lâzım. Göreceğiz, Meçi! Kim daha akıllıymıĢ, sen mi yoksa ben mi?

Eve gidip sıkı bir plan yaptım. Yarın Zvarkov'un evine gidip Fidel'i

sıkıĢtıracağım. Meci'nin ona yazdığı mektupları ele geçireceğim. B

umektuplar elimde olduğu zaman Meçi konuĢmaya mecbur kalacak...

Yarın çok iĢim var, erken yatmalıyım.

12 Kasım 9

Gözlerimi açtığım sırada kilisenin saati onbiri vuruyordu. Hizmetçi kadın

gelmediği için uyanamamıĢtım. AnlaĢılan muĢmula suratlı moruk bugün de

gelmeyecek... Önemli değil. Kahvaltı yapmaya niyetim yok; traĢ da

olmayacağım. ġu mektup iĢini bir an önce halletmem lâzım.

Bakkal dükkânlarının önünden geçerken duyduğum ekĢi lahana kokusu

yetmiyormuĢ gibi, evlerin açık kapılarından insanın burun direğini kıran

ağır yemek kokuları geliyor. KoĢar adımlarla oradan uzaklaĢtım. Ben

kaçtıkça, o pis kokular inadına peĢimden geliyor.

KoĢtuğum iyi olmuĢ, Zivarkov'un o koca apartmanına çabucak gelivermiĢtim.

Hızımı kesmeden altıncı kata tırmandım. Zile bastım. Kapıyı çilli, fakat

pek de çirkin sayılmayan bir kız açtı. Kızı hemen tanıdım. Geçen gün

peĢlerinde Fidel olduğu halde ihtiyar kadınla birlikte yürüyen kız...

Nefes nefese beni karĢısında görünce ĢaĢırdı. UtanmıĢ gibi yaparak sordu:

— Kimi istemiĢtiniz, efendim.

Durumundan hemen anladım: "Koca peĢindesin sen kızım..." dedim içimden.

— Köpeğiniz Fidel'le görüĢmek istiyorum.

Zavallı... Meğer ne aptal ĢeymiĢ... Tam bir gerizekâlı örneği... Bön bön

suratıma bakıyor.

Neyse ki, adının söylendiğini duyan köpek havlayarak geldi. Böylece

kızdan daha akıllı olduğunu gösterimĢ oldu.

— Fidel, beni tanıdın mı? diye sormama fırsat kalmadan, it dölü üzerime

saldırdı.

Bu köpek milleti, konuĢmanın ve yazmanın yanısıra, insanın düĢüncelerini

de okuyabiliyor demek!..

14

• 15 •

O anda, antrenin bir köĢesinde, sepetini gördüm, itin aklımdan geçenleri

okumasına fırsat vermeden sepete koĢtum, içini alt üst ettim. Nihayet

ince bir minderin altına sakladığı bir deste küçük kâğıdı bulup çıkardım.

Fidel önce baldırıma yapıĢtı. Bir tekmeyle onu kendimden uzaklaĢtırdım.

Sevincime diyecek yoktu. Kaltak hoĢhoĢ, mektupları vermek niyetinde

olmadığımı anlayınca inler gibi titrek bir sesle havladı. Yaltaklanarak

ayaklanma kapandı. — BoĢuna kendini yorma kızım! dedim... Bu mektuplar

bana lâzım; hem de çok lâzım, iĢim bitince onları sana geri getireceğim.

Söz veriyorum, getireceğim! Haydi, Ģimdilik hoĢça kal!

Bir hamlede kendimi dıĢarı attım.

Page 7: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Zavallı çilli kız... Yüzündeki korkuyu görmeliydiniz; galiba beni deli

sandı!..

Mektuplan paltomun iç cebine yerleĢtirdikten sonra, en kısa yoldan eve

geldim. Bir de ne göreyim: Bizim yaĢlı hizmetçi temizliğe baĢlamıĢ...

Bugün temizlik günü değil. Bu iĢin içinde bir bit yeniği olmalı...

Hımm... Fidel! Evet, bu kaltak hoĢhoĢ uzaktan Finli Mavra'nm

düĢüncelerini yönetiyor mutlaka... Ha, haa, haaa! Demek kendini benden

daha akıllı sanıyorsun, Fidel?

— Kolay gelsin, Mavra Ana! dedim. Finli kocakarı cevap vermedi. Eve

girmekten vazgeçtim. Kıra çıkıp, bir ağacın altında oturacağım... Hayır,

ağacın altı olmaz! Bir çimenliğe uzanacağım, Fidel'in mektuplarını baĢtan

sona okuyacağım. Köpekler kendilerini bizden daha akıllı sansınlar

bakalım. Meçi ile Fidel'in iliĢkisi basit bir aĢk iliĢkisi değil...

Bundan eminim. Kimbilir ne entrikalar çeviriyorlar? Meçi, mutlaka

generalin siyasi faaliyetleri hakkında Fidel'e bilgi veriyor. Fidel de

hükümetin casusu... General-

den bahsettiğine gö^re, kzmdan da bahsediyordur. Aman, aman! Bu konuya

dokunmayalım... Burada keselim...

Kıra çıkmaktan vazgeçtim. Takip edildiğime dair içimden bir önsezi var.

AkĢama kadar tilki kaçıĢı uygulayarak izimi kaybettirdim... Eve

döndüğümde hava iyice kararmıĢtı. Lambanın ıĢığında mektupları okumam

imkânsız. Harfler çok küçük. Mektup tomarını kuĢağımın arasına saklayıp

yattım. Buradan çalınması çok zor...

13 Kasım

Saat ona doğru uyandım. Mavra Ana henüz gelmemiĢ. AkĢama kadar geleceğini

sanmıyorum... Fidel, iĢin farkına vardığımı anlamıĢtır... Mektupları ele

geçirmenin baĢka bir yolunu bulmadan onları okumalıyım. KuĢağımın arasını

yokladım. Mektuplar sağlamda... Sevincime ve heyecanıma diyecek yok.

Artık sıra mektuplan okumaya geldi. Toman çıkardım. Birinci mektuptan

baĢladım. Yazı gayet düzgün ve okunaklı; ama yine de üzerinde köpeksi bir

koku var... Meci'den geliyor.

Okuyalım:

"Sevgili Fidel,

Kızma ama senin Ģu basit ismine bir türlü alıĢamadım. Kim vermiĢ sana o

köylü adını? Seninkiler daha soylu bir isim bulamadı mı? Neyse, bu mektup

iĢini iyi düĢündük değil mi?"

ġu cümlelerin düzgünlüğüne bak! Sanki köpek değil, Edebiyat öğretmeni...

"Üniversite mezunuyum" diye övü-

17

nen Ģube müdürümüz bile böylesini beceremez. Küçük ama okunaklı bir yazı.

Noktalama ve imlâ hatası yok. Okumaya devam edelim:

"Duygu ve düĢüncelerini baĢkalarıyla paylaĢmayanlar, zevksiz

kiĢilerdir..."

Bak hele! Almanca bir eserden aĢırmıĢ olmalı bu vecizeyi... Eserin adı

Ģimdi aklıma gelmiyor.

"Ġnsanlar, köpeklerin gerçek kabiliyetlerinin farkına var-salardı hayat

ne sıkıcı olurdu... Onlar varsın ev köpeklerini efendilerini eğlendiren

birer Ģaklaban sansınlar... Böylesi daha iyi; hayatımız bolluk ve refah

içinde geçiyor. Küçük hanım benim için deli oluyor. Babası da sık sık

okĢar beni. Sütümü ve çayımı bol krema ile içiyorum, iyi ki kapı köpeği

olarak doğmamıĢım... ġu bizim mankafa "Polkan"ı, koca kemikleri

kemirirken görünce acıyorum. O kokmuĢ, pis kemiklerden ne zevk alır

bilmem... KuĢ ya da av etinden baĢkasını yiyemem. Ziyafetlerde, bazı

görgüsüz misafirlerin beni çağırıp ellerinde mıncıklayarak topak

ettikleri ekmeği uzatmaları yok mu; nefret ediyorum. Fakat "sevimsiz bir

köpeğiniz var" demesinler diye zıplayıp ekmeği havada yakalıyorum.

Salaklar da zevkten bayılıyorlar..."

Page 8: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Tüh sana münasebetsiz köpek! Ne saçma sapan Ģeylerden bahsediyor? Öbür

sayfaya bakayım; belki iĢe yarar bir-Ģeyler bulurum:

"... Bana, evde olan herĢeyi anlatmanı istiyorum" dedin ya; iĢte ben de

anlatıyorum..."

Tamam! Fidel'in Meci'yi kullandığı kesin!.. Bunu ta baĢtan anlamıĢtım

zaten:

"... Küçük hanım bana değer verdiği için, 'bab' da beni seviyor.

'Sofî'nin cici köpeği'diye okĢuyor..." Alçak hoĢhoĢ! Nihayet sevgilimden

bahsetmeye baĢladı...

18

"... Baba, çok tuhaf bir insafı... Sanki konuĢmaktan ziyade susmayı

seviyormuĢ gibi hep susuyor. Yemek ve çay saatleri dıĢında odasından

çıkmaz. Hep okur ve yazar..."

Sana babanı soran mı var, ukalâ köpek? Sofi'den bahset-sene!..

"... Bir hafta önce, nedense birdenbire çenesi açıldı. Hep kendi kendine

konuĢtu durdu: "Verecekler mi, vermeyecekler mi?" Kim verecek, ne

verecek; belli değil... Bir seferinde bana bile sordu: "Ne dersin Meçi,

verecekler mi?" Doğrusu ne demek istediğini anlayamadım. Onu memnun etmek

için, ne de olsa evin reisi, "evet" anlamında baĢımı salladım ve

yılıĢarak "hav! hav!" dedim. Nasıl sevindi, görmeliydin... Bir gün, yani

bir hafta sonra, bizim baba..."

Koca bir general, hem de umum müdür, nereden senin baban oluyormuĢ pis

köpek?

"... Çok sevinmiĢ olarak eve geldi. Hizmetçileri, aĢçıları ic-timaya

dizdi:

— Bu akĢam çok kıymetli misafirlerim var, elinizden gelen en iyi hizmeti

göstermenizi istiyorum! diye söze baĢladı ve bir sürü görgü kurallarından

ve resmî formalitelerden bahsetti..."

Tamam! îĢte en önemli konuya geldik. Dedim ya , bu köpeklerin siyasetle

uğraĢtıkları kesin... Bakalım bizim "Köstebek Meçi" sevgilisine ne

haberler uçurmuĢ:

"... AkĢama kadar bir sürü üniformalı, apoletli, kılıçlı adam eve geldi.

Hepsi de, bilmediğim bir baĢarısından dolayı babayı kutluyorlardı.

Sofrada babamız sevincinden kabına sığmıyordu. Etrafındakilere fıkralar

anlatıyor, Ģakalar yapıyor, herkesi güldürüyordu. Misafirler gittikten

sonra beni kucağına aldı. Boynunda asılı duran haçlı bir madalyayı

göstererek:

19

— Bu nedir, biliyor musun Meçi? diye sordu.

Burnumu, madalyayı taĢıyan geniĢ kurdelaya değdirdi; özel bir kokusu

yoktu..."

Hımm... Bak sen keretaya! Bu fino oldukça zeki... "Ba-ba'da mevki hırsı

var" demek istiyor.

"... ġimdilik veda etmek zorundayım Ģekerim... Küçük hanım Sofi beni

çağırıyor..."

Allah belânı versin, alçak köpek! Tam mektup biterken Sofi'den

bahsediyor...

ikinci mektuba da bir göz atalım: "Sevgili Fidel,

Bugün Pazar olduğu için herkes uykuda... Sabah erkenden kalktım ki, kimse

görmeden sana mektup yazabileyim. Dün Sofi çok telâĢlıydı. Giyinirken

huysuzlandı durdu..." Hele Ģükür, nasılsa Sofi'den bahsetmeyi aklına

getirebildi; çenesi düĢük hoĢhoĢ!

"... Küçük hanımım baloları çok sever; telâĢı da bu yüzdendi, insanlar

neden giyinir bir türlü anlamıyorum... Bizim gibi elbisesiz gezseler ne

var; daha zahmetsiz, daha rahat... Balolardan da birĢey anlamıyorum. Bir

sürü kalabalık, bir sürü gürültü. Sofi çoğu zaman bu balolardan sabahın

beĢinde döner. BaĢının ağrıdığından, yorulduğundan yakınır. Salak kız!

Madem yoruluyorsun, baĢ ağrısı yapıyor; sen de gitme..."

Page 9: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Hop, hop! Salak senin anandır! Terbiyesiz hayvan!

"... Bitkin, süzgün halinden balonun iyi geçmediğini anlarım. Ben Ģahsen

genç bir kız olsaydım, böyle balolara gitmezdim. Bir tavuk budu biraz

salça, yanında da pilav olunca... Hayat bu iĢte! Havuç, Ģalgam,

enginar... Nefret ederim."

Ne yapıyor bu sersem hoĢhoĢ? Saçmalamaya baĢladı! Eh,

ne de olsa, köpek... Biodakika! Meçi gibi zekî bir yaratık böyle

birdenbire saçma cümleler yazmaz... ġifre! Evet, bu cümleler Ģifreli...

Hımm... Ne ise, geçelim...

Hele Ģu mektuba bir göz atalım. Uzunca bir Ģey. Tarih de yok...

"Bahar yaklaĢıyor. Kanım kaynıyor. Kalbim, birĢeyler bekliyormuĢum gibi,

hızlı hızlı atıyor. Pencereye gidip dıĢarıyı gözlüyorum. Belki yoldan

geçersin de seni görürüm diye... Ne yalan söyleyeyim, burada bana kur

yapan çok köpek var... Hiç birine yüz vermiyorum. Bilsen, bazıları ne

ucube Ģeyler. Bakıyorsun bir sokak köpeği; pisliği üzerinden akıyor.

Fakat o bunun farkında değil. Kasıla kasıla yürüyor. Ben de gör-mezceden

gelip baĢka tarafa bakıyorum. Bir de çirkin bir buldog var sokağımızda.

Öyle hantal ve iri bir Ģey ki; arka ayaklan üzerine dikilse boyu bizim

babaya yetiĢir. HoĢ, o bunu beceremeyecek kadar aptaldır... Dili

dıĢarıda, kulakları aĢağı sarkmıĢ, patlak gözlerini pencereme dikmiĢ öyle

bekler... Sabaha kadar beklese bile yine havasını alır. Hepsine karĢı

ilgisiz kaldığımı söylemem... Meselâ komĢumuzun Ģirin bir köpeği var; adı

Tnezor. Ne asil bir isim değil mi? Yüzü de o kadar güzel ki..."

Tüh, palavracı kaltak! Böyle ıvır zıvır Ģeylerle mekutubu dolduracak ne

var? Bana ne peĢinde dolaĢan köpeklerden! Bana insandan bahset. Manevî

gıda verecek, ruhumu besleyecek insanca Ģeylerden bahsetsene! Bu sayfayı

geçiyorum. Öbür sayfaya bakıyorum. Sofi ismini okuduğum yerde duruyorum:

"... Sofi masanın önünde nakıĢiĢliyordu; ben de pencereden dıĢarı

bakıyordum.Birden uĢak içeri girdi:

— Bay Teplov geldiler efendim! dedi. Sofi'nin sevincini

20

21

görmeliydin Fidel...

— Ġçeri al! Beyefendiyi beklediğimi söyle! dedi heyecanlı bir sesle:

Beni kucakladı ve alnımdan öptü. Beni öptü, düĢünebiliyor musun?Kulağıma

eğildi:

— Gelenin kim olduğunu biliyor musun Meçi? diye sordu ve ekledi: Bay

Kamer Yunker Teplov... Esmer, kara gözlü, erkek güzeli bir prens..."

Allah canını alsın emi! iftiracı köpek! Sofi, yani benim sevgilim... O

melek ruh kız, bir baĢka erkeğe gönül verecek öyle mi?

Dur bakalım, daha ne iftiralar yumurtlayacak: "... Sonra beni yere koydu;

üstüne baĢına çeki düzen verdi. Aynanın karĢısına geçip saçını düzeltti.

Az sonra içeriye siyah saçlı, uzun favorili, genç bir saray muhafızı

girdi. Adet yerini bulsun diye ona hafifçe hırladım. "Aman Allahım! Erkek

güzeli bu mu?" dedim içimden... Aplak suratlı, yassı burunlu, patlak

gözlü, çirkin mi çirkin bir subay. Sofi bu adamın nesini beğeniyor

anlamıyorum? Benim Trezor bundan daha yakıĢıklı..."

Olamaz! Bir general kızı, bir prenses böyle çirkin bir adamı sevemez! Bu

iĢte bir terslik var... Hınzır hoĢhoĢ, yine Ģifreli yazıyor galiba...

"... Ben birĢeyin farkında değilmiĢim gibi davranarak pencereden

dıĢarısını seyrediyordum; fakat kulağım onlardaydı. Ah ne saçma, ne incir

çekirdeğini roldurmayan sözler ediyorlardı! Boçarov adında biri dans

ederken gömleğinin kalkık yakası ile leyleğe benziyormuĢ... Dans ettiği

kadın da figürleri kanĢtınyormuĢ. Bayan Lidine, gözleri yeĢil olduğu

halde, mavi olduğunu iddia ediyormuĢ. Bir sürü, bahsetmeye değmez

saçmalıklar... Kendi kendime diyorum ki, bu Teplov mu, Tepe-

lov mu her ne karın ağrgı ise Sofi'nin ilgisini çektiğine göre; babasının

odasında çalıĢan salak memur bile çekebilir..." Kim bu memur? Acaba

Page 10: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

kimden söz ediyor? "... Ah Ģekerim... Generalin oda memurunu görsen, öyle

komik adam ki... Soyadı da kendisi gibi tuhaf. Babanın kalemlerini

yontmaktan zevk alıyor salak... Ġmlâsı düzgün olmadığı için, ekselansları

onu çoğu zaman ayak iĢlerinde kullanıyor. Odacı gibi bir Ģey anlayacağın.

Zaten eski palto-suyla, pençesi delik ayakkabısıyla, taranmamıĢ fırça

gibi saçlarıyla onu gören odacı sanır..."

îtin dölüne bak hele! Eh, ben de senin ipliğini pazara çıkarmazsam; bana

da!..

"... Sofi bu adamı görünce gülmeden edemiyor. O fakir de, kızın kendisine

kur yaptığını sanıyor. Sevincinden ağzı kulaklarına varıyor. Sofi'yi

görebilmek için gizlice gelip evin çevresinde dolanıyor. Yağmur altında

saatlerce bekliyor. Sokak köpekleri gbi Ģırıl sıklam oluyor..."

Köpek senin babandır, itoğlu it! Bu da Ģube müdürü gibi beni çekemiyor!..

Zaten her Ģey Ģube müdürünün baĢının altından çıkıyor. Meçi ile iĢbirliği

yaptığına kalıbımı basarım. Evet, o da casus köpeklerĢebekesine

çalıyıyor... Bir mektup daha var. Belki bütün sırrı bu mektup çözecek:

"ġekerim Fidel,

Uzun zamandır seninle mektuplaĢamıyoruz. Evimizde bir koĢturmacadır

gidiyor..."

Nereden senin evin oluyormuĢ kancık köpek? Altı tarafı yemek artıkları

ile beslenen adi bir ev köpeğisin!..

"... Kemer Yunker artık her gün eve geliyor. General de bu ziyaretlere

göz yumuyor. Hizmetçinin söylediğine bakılırsa, yakında evimizde düğün

var..."

ġeytanın dölü, mendebur köpek! Artık gerisini okuyama-

• 22

23

yacağım. General ha! Saray muhafızı ha! Dünya nimetleri hep onlar için!..

Bizim gibi fakir takımından biri elini bir nimete uzattı mı, daha eli

değmeden bir Kamer Yunker veya ciğeri beĢ para etmez soylu bir moruk

kapıverir... Allah hepsinin belâsını versin! Benim paradan ve rütbeden

baĢka neyim eksik, ha! Benim iki gözüm var da generalin dört gözü mü var?

Ah, Ģu anda general olmayı ne çok isterdim! Sofi ile evlenmek için değil;

sırf Ģube müdürünün önümde nasıl eğildiğini, ufak memurların karĢımda

nasıl elpençe divan durduğunu görmek için... O zaman Kamer Yunker

gibileri, ben yanlarından geçerken, esas duruĢ vaziyeti almak zorunda

kalırdı. Ben de suratına tükürür geçerdim itin! Hepsi yerin dibine

batkıs! Mendebur köpeğin mektupları canımı sıkmaya baĢladı, iĢte, hepsini

de yırtıp çöp kutusuna atıyorum!

3Aralık

Hayır olmaz! Bu evlilik âdil değil! Sofi gibi bir melek, Kamer Yunker

gibi bir Ģeytanın koynuna giremez! Yalan bu! ġube müdürünün uydurduğu,

köstebek Meci'nin de Fidel'e uçurduğu bir balon bu!.. Hem Ģu Kamer Yunker

de kim oluyormuĢ? Çar hazretlerinin kapı kulu, kılıçlı bir köpek!.. Saray

muhafızı oldu diye, kral olmadı ya! Benden üstün neyi var merak ediyorum?

DüĢündükçe aklım karıĢıyor... Hem neden ben yedinci dereceden bir

memurum? Belki daha yüksek bir adamım da bundan haberim yok... Bir kont,

bir general veya bir kralım da... Kendi kendimi tanımıyorum... Tarihte

buna benzer örnekler çok... Belki gerçek adım Aksenti îvanoviç değil de

daha soylu bir isimdir... Gerçek makamım ve gerçek ismim ortaya çıksa;

sırtımda general üniforması, omuzum-

da pml pırıl sırmalı apoletler, göğsümde çapraz kılıç madalyası ile bizim

yosmaya görünsem ne yapar acaba? Babası olacak umum müdürümüz ne hallere

girer, kim bilir? Ah, ne makam düĢkünü, ne hırslı adamdır o! Mason...

Evet, yüzde yüz mason bizim general!.. Az konuĢması, çok okuması, to-

kalaĢırken sadece iki parmağını uzatması... Zaten çoktandır ondan

Ģüpheleniyordum...

5 Aralık

Page 11: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Bugün bir gazete aldım. Okuyorum, ama aklım hep meçhul kimliğimde...

Sıradan bir insan, hele yedinci dereceden bir memur olmadığım kesin!.,

öyleyse ben neyim ve kimim? Birden gözüm dıĢ haberler sayfasına takıldı.

Ġspanya'da siyasi durum pek karıĢıkmıĢ. Taht devrilmiĢ, devlet ileri

gelenleri idareyi kime vereceklerine karar verememiĢler. Her yerde isyan

hareketleri baĢlamıĢ, bu iĢ bana çok garip göründü... Taht nasıl

devrilmiĢ? YaĢlı bir senatörü tahta oturtmak isteyenler varmıĢ... Kral

kayıpmıĢ... Bu mmükün değil! Taht kralın hakkıdır. YaĢlı bir senatörün

önünde kim eğilir? Kral nasıl kaybolur? Taht kralsız, devlet baĢsız olur

mu? Kral vardır! Arasınlar, bulsunlar!.. Fransa, ingiltere veya

Almanya... Ne bileyim, bir yerlere gitmiĢtir...

8 Aralık

Daireye gitmeye hazırlanıyordum. Aklım yine Ģu ispanya iĢine takıldı.

Gitmekten vazgeçtim. Nasıl sıradan bir senatörü kral koltuğuna

oturturlardı? Her Ģeyden önce bir Ģeref

25

meselesi bu... Sonra, Avrupa da tanımaz bu senatörü!.. BaĢta Fransa

itiraz eder. ingiltere ibe bahane arıyor... ispanya'ya ait bir iĢ neden

beni böyle derinden etkiliyor? Elim hiç bir iĢe varmıyor... Yemekte çok

dalgın olduğumu Mavra Ana da farketmiĢ. Bir ara iki tabağı birden yere

fırlatmıĢım... ikisi de kırılmıĢ tabiî. Yemek yemekten vazgeçip dolaĢmaya

çıktım. AkĢama kadar düĢünmek için sakin bir yer aradım.

Geziden dönünce yattım. Yattığım yerden ispanya meselesini çözmeye

çalıĢtım.

2000 Yılının 43 Nisan'ı

Bugün bayram var! ispanya kralına kavuĢuyor!.. Kral bulundu! Bunu ancak

bugün öğrendim: Kral benim! HerĢey apaçık... Kendimi buldum, gerçek

kimliğime kavuĢtum... Bir taraftan da Ģu yedinci dereceden memurluk

iĢinin nereden çıktığını anlamaya ça

lıĢıyordum. Ne saçma Ģey! Benim gibi taht ve saltanat sahibi bir hanedan

mensubunu kim memur diye kaydettirmiĢ? Hımm... Bu mutlakaĢube müdürünün

iĢidir!.. Bizm Mason generalle anlaĢıp... Hımm... iyi ki tımarhaneye

tıkmamıĢlar... Bu adamlardan herĢey umulur...

Artık her Ģey gün gibi aĢikâr! Eskiden bir sis perdesinin arkasından

seyrediyordum dünyayı... Bunun sebebi de beynimizi kafatasımızın içinde

zannetmemiz!.. Kafatasına hap-solmuĢ bir beyin nasıl düĢünebilir? Halbuki

beyin dediğimiz Ģey elle tutulmaz gözle görünmez bir esintidir. Hazar

denizi taraflarından gelen bu ilahi esinti, düĢüncelerimizi doğurur.

Kimliğimi önce bende çok emeği olan Mavra Ana'ya açıkladım. Zavallı

ihtiyar karĢısında ispanya kralını görünce

26

korkudan neredeyse altına edecekti... Haksiz da değildi hani... Cahil

kadın, bu güne kadar kral görmemiĢ ki!.. Derhal hizmetçimi yatıĢtırdım.

ġefkatli bir sesle ve alçak gönüllülükle korkmamasını; bazı günler

ayakkabımı iyi fırçalamadığı için kendisine kin tutmadığımı, gelmediği

günler için kızmadığımı anlattım.

Korkusunun sebebini de anladım: ispanya krallarının hepsinin tıpa tıp

ikinci Filip'e benzediğini sanıyor. Karacahil ne yapsın? Mavra ile böyle

yüksek meseleleri tartıĢacak değilim tabiî... Onu rahatlatmak için

ispanya krallarının ikinci Filip'le hiçbir akrabalıkları olmadığını,

benimse soyumda hiçbir kara papazın bulunmadığını söyledim.

Artık daireye gitmeme lüzum kalmadı. Canı cehenneme dairenin! Beni bir

daha orada zor görürsünüz dostlarım... ġube müdürü evrakları dosyalatacak

baĢka bir enayi bulsun! General de odacıya kalemlerini açtırsın! Yağma

yok, kral uyandı!..

Ekim'le Mart'ın 86'sı, gündüzle gecenin arası

Bugün dairenin odacısı geldi. Üç haftadır daireye uğramadığımı söyledi.

Gelmem için yazılı bir tebligat imzalattı. Laf olsun diye imzaladım.

Page 12: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Hafta hesabının yanlıĢ olduğunu odacıya söylecek değilim ya... Gerçek

güneĢ hesabına göre bir ayda sekiz hafta olduğu halde, Yahudiler

hahamların yıkanma gününe uydurup dört hafta yapmıĢlar...

Sırf eğlence olsun diye kalkıp daireye gittim. ġube müdürü, önünde düğme

ilikleyip özür dileyeceğimi sandı. Selâm bile vermedim; ona ne kızgın ne

de fazla yumuĢak bir bakıĢ

• 27

fırlattıktan sonra geçip yerime oturdum. BaĢta Ģube müdürü olmak üzere,

bütün memur takımı alık alık bana bakıyorlar... içimden "ġu anda

karĢınızda ispanya Kralı bulunduğunu bilseydiniz, kim bilir nasıl

telâĢlanırdınız?.." diye düĢündüm, önüme dosyalamam için bir tomar evrak

koydular. Bakmadım bile. Biraz sonra dairede bir telaĢ baĢladı. Umum

müdür geliyormuĢ... Zavallı insancıklar! ispanya Kralı geliyor; ama

bilmedikleri için kılları kıpırdamıyor!.. Umum müdür geliyor diye ayaklan

birbirine dolaĢıyor. Herkes masasının üzerini, çekmecelerini temizleyip

düzenliyor. Ben de bıyık altından gülüp onları seyrediyorum.

Nihayet Umum Müdürü kapıdan giriyor. ġube Müdürü koĢup onu karĢılıyor;

önünde eğilip temenna duruyor. Memurların hepsi düğmelerini iliklemiĢ,

ayakta duruyor. Niçin kalkacakmıĢım? Ben ki, ispanya Kralıyım ve bir

devleti temsil ediyorum... Onlar bunu bilmeseler de, sıradan bir Rus

generalin önünde eğilip Ģerefimi iki paralık edemem!.. Umum müdürmüĢ! Ne

müdürü, mantar o mantar! ġiĢenin ağzına konulan bir mantar...

Ayağa kalkmadığım hemen farkedildi tabiî... ġube müdürünün yüzünü

görmeliydiniz... Renkten renge giriyor.

Biraz sonra kalem kâtibi imzalamam için önüme bir kâğıt uzattı. Okumadım

bile... Adam, filan masa memuru falanca yazacağımı sanıyor. "O eski

günlerin imzası oğlum..." dedim içimden. En baĢa, Umum Müdürü'nün

üzerine, Ģahane bir yazı ile "Sekizinci Ferdinand" kondurdum. Kâtip

imzayı okuyunca bizim Mavra gibi ĢaĢkına döndü. Az sonra, etrafımı saran

memurların saygı sessizliği görülecek Ģeydi. Çok duygulandım. Hafif bir

eli iĢareti ile:

— Biz eski arkadaĢız, dedim; fazla bağlılık gösterileri istemem.

Yerimden kalktım. Vakur adımlarla koridora çıktım. Doğruca Umum

Müdürü'nün evine gittim. General evde olmadığı için uĢak içeri almak

istemedi. Ona öyle bir Ģey söyledim ki, herif olduğu yerde dondu kaldı...

Ben de içeri girdim, Sofı'nin odasına yürüdüm. Kapı açıktı, aynanın

karĢısında oturuyordu. Beni görünce ĢaĢırdı; yerinden fırladı. Ona

doğrudan Ġspanyol Kralı olduğumu söylemedim. Bir soyluya, bir hanedan

mensubuna, kısacası bir krala yakıĢır üslupla dedim ki:

— Sevgili bayan! Hayalinizde, hatta rüyanızda bile görmediğiniz bir

mutluluk sizi bekliyor!.. DüĢmanlarınızın bütün oyunlarına rağmen yakında

birleĢecek ve ömür boyu birbirimizden ayrılmayacağız...

Ah, ne hain yaratıklar Ģu kadınlar! Kadının gerçek yüzünü ve kalbini

bağladığını ancak Ģimdi keĢfedebiliyorum... Kadın Ģeytana aĢıktır ve

kalbini Ģeytana satmıĢtır!.. Bunu ilk keĢfeden benim galiba! Evek, Ģaka

etmiyorum: Biyologların, fizikçilerin kadın hakkında yazdıklarının hepsi

saçma; o sadece Ģeytanı sever. Peter Locası'nda oturup dürbününü

ayarlayan Ģu fettan diĢinin, göğsü niĢanlarla dolu ĢiĢko generale mi

baktığını sanıyorsunuz? Siz öyle sanmaya devam edin bakalım... Hayır o,

generalin arksında durup sırıtan Ģeytana bakıyor!.. Ġblis, birazdan

ĢiĢkonun frakının içine girecek, kadına parmağıyla iĢaretler yapacak ve

onu avlayacak...

Ya Ģu "yurtsever" geçinen, yüksek rütbeli, kravatlı, smokinli

Ģarlatanlara ne demeli? Onların gerçekten size hizmet etmek için mi bu

makamlara geldiğini sanıyorsunuz? Vah size! Onlar, nabza göre Ģerbet

vermeyi çok iyi bilirler... Para için değil babasını, dinini bile satar

bu sözde yurtseverler. Hırs bürümüĢtür gözlerini. Hırs tohumuda küçük

Page 13: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

dillerinin altında, küçücük bir kesenin içinde, minik bir kurttur. Haydi

bu kurdu kimin ürettiğini de söyleyeyim: Gorohova soka-

28

29

ğında oturan bir berberi Evet, bir berber... Adını da biliyorum, ama

Ģimdi aklıma gelmiyor. Bir ebe ile beraber çalıĢıyorlarmıĢ. Asıl

maksatları bütün dünyaya islâmiyet'i yaymak. ġu anda bile Fransa'da

halkın büyük bir kısmı islam dinini kabul etmiĢ...

Tarih önemli değil; gün de öyle...

Kimliğimi her önümü gelene açıklamıyorum. Kralsam, kral gibi

davranmalıyım. Nevski caddesinde gezintiye çıktığım bir sırada "Çar

hazretleri geliyor!" dediler. Caddenin iki yanında dizilen halk,

Ģapkalarını çıkarıp kralımızın arabasını selamladı. Ben de Ģapkamı

çıkardım; ama ispanya kralı olduğumu sezdirmedim... Çarla muhatap olmama

önce saray tarafından törenle tahta oturmam gerekir, iyi ama beni nasıl

tanıyacaklar? ispanyol millî kıyafeti giymeliyim; yoksa beni

bulamazlar... Terziye ısmarlasam burun kıvırır; adam ispanya kralı

olduğumu ne bilsin. Hepsi eĢek bunların!

Kafam bu günlerde iyi çalıĢıyor. Hazar Denizi'nden esintiler bol... Hemen

aklıma geldi: Resmî günlerde giydiğim bir redingotum vardı. Onu bozup

harmaniye yaptıracağım. Fakat namussuz terzi para ister bunun için...

Kendim dikmeye karar verdim.

Odama girdim; redingotu sandıktan çıkardım. Kimse görmesin diye de kapıyı

arkadan sürgüledim. Redingotun dikiĢlerini sökmeden, makasla Ģurasını

burasını kesip har-maniyeye benzettim.

Seneyi hatırlamıyorum, ay belli değil, günü de Ģeytan almıĢ götürmüĢ...

Bu iĢte bir terslik var, ama ne ise... Konu bu değil...

Harmaniyemi göydiğim^zaman, odaya giren Mavra Ana ĢaĢırdı ve çığlığı

bastı... Önemli değil onunla uğraĢacak zaman değil. Saraydan beni almaya

gelecek heyeti bekliyorum. Maiyetim olmadan nasıl giderim? Birden kafam

çalıĢtı: "Hükümet binasının önünden geçeyim de beni görsüler." dedim.

Görsünler ki, Ġspanya heyetine "Kralınız burada!" diye haber versinler.

Ayın On yedisi

Saray heyetinin gecikmesi beni düĢündürmeye baĢladı. Böyle önemli bir

meselede onları geciktiren sebep ne olabilir? Yoksa Fransa mı engel

çıkarıyor? Evet, evet... Bu olsa olsa Fransa'nın iĢidir. Derhal giyinip

milletlerarası postaya gittim, ispanya'dan bir heyetin gelip gelmediğini

sordum. Müdür, geri zekâlının biri! Hiçbir Ģeyden haberi yok.

"ispanya'dan heyet filan gelmedi; heyet de kim?" dedi ve ekledi:

"ispanya'ya mektup gönderecekseniz, parasını verirsiniz, biz de pullar

göndeririz."

Senin de, mektubun da canı cehenneme sersem herif! Adama bak, mektup

yazacakmıĢım! Mektubu ancak saray kâtipleri yazar; krallar değil!..

>•,„,.-,,,¦¦, <

Madrid, 30 ġubat

iĢte nihayet ispanya'dayım. Öyle âni oldu ki, hâlâ kendime gelemedim. Bu

sabah ispanya heyeti geldi; derhal beni yakalayıp arabaya bindirdiler.

Acele ediĢlerine ĢaĢırmadım.

30

31

AnlaĢılan krallarım tekrar kaybetmek istemiyorlar... Yalnız anlayamadığım

Ģey, arabanın çok hızlı gitmesi. Yarım saat geçmeden ispanya sınırına

vardık.

Enteresan bir memleket Ģu ispanya! Saray baĢı traĢlı adamlarla dolu.

Bunların ispanyol soyluları ile Ģanlı askerleri olduğunu hemen anladım,

ispanya'da saçları kökünden kazıtmak bir soyluluk geleneğidir.

BaĢvezir'in hareketleri pek hoĢuma gitmedi. Beni, kolumdan yakaladığı

gibi bir odaya kapattı. KarĢıma geçip bağırdı:

Page 14: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

— Demek sen Kral Sekizinci Ferdinand'sın ha! Ben de Dokuzuncu

Ferdinand'ım ve buranın kralıyım! Yaptıklarının bir deneme olduğunu

bildiğim için:

— Beni denemeye kalkma! dedim; sen de biliyorsun ki kayıp kralınız

benim...

Sözlerimi daha yeni bitirmiĢtim ki, baĢvezir, suratıma ardı ardına iki

sopa indirdi. Canım çok acıdığı halde ses çıkarmadım. Yüksek rütbe

verilecek Ģövalyelere böyle davranıldı-ğım hatırladım. Demek, ispanya

hâlâ bu geleneğini sürdürüyor...

Yalnız baĢıma kalınca devlet iĢleriyle meĢgul olmaya baĢladım. Önce sınır

meselesini çözmem gerekiyor... Bazı cahil- ; ler hâlâ aynı topraklar

üzerinde bulunan Çin'le ispanya'yı ayrı memleketler zannediyor. Tahta

çıkar çıkmaz önce maiyetime bu gerçeği söyleyeceğim. Diyeceğim ki,

"ispanya yazın üzerine Çin yazısı çıkaracaktır!"

Bütün dünyayı ilgilendiren, çok önemli bir mesele daha var. Yarın sabah

saat yedide, Ay, dünyamıza bindirecek. Bundan kimsenin haberi yok. Ünlü

ingiliz fizikçisi Wellington da bu hususa iĢaret etmiĢti; ama tarih

bildiremediği için herkes ona gülüp geçmiĢti. Ay'ın zayıf yapısını

düĢündükçe,

32

sonucu daha çok mer^k ediyorum. Sanırım Ay'ın Hamburg'da yapıldığını da

bilmiyorlar... Yapan da cahil, kimyadan anlamayan , topal bir fıçıcı.

Onun içindir ki, ayda yaĢanmaz... Toprağında bitki yetiĢmez. Havası da

çok boğucu. Fıçıcı, Ay'ı yaparken yağlı halatla bağladığı için ziftler

bulaĢmıĢ... Bazı yerlerinin karanlık görünmesinin sebebi bu... Ay

hakkında bir gerçeği daha belirtmeliyim: Bu lekeli tepsi, insanların

sandığı kadar uzak değildir. Ayağa kalktığımız zaman burunlarımız değecek

kadar yakındır. Burunlarımızı göremeyiĢimizin sebebi budur. Öyle ise,

Ay'm yeryüzüne bindirmesi sırasında ilk ezilen burunlarımız olcaktır.

Ayakkabılarımı giyerek toplantı salonuna gittim. Polis kuvvetlerine ve

orduya Ay'ı korumaları için emir verecektim.

Toplantı salonunda yine baĢı traĢlı bir sürü soylu insanla karĢılaĢtım.

— Ey bu memleketin soylu ve Ģerefli insanları! dedim, Ay tehlikededir.

Yarın sabah dünyamıza bindirecek. Dünya kuvvetli, Ay zayıftır. Zayıfı

koruyalım, Ay'ı kurtaralım!..

ispanyol soyluları, Rus soylularına benzemiyor... Hepsi de zeki,

anlayıĢlı, fedakâr kimseler. Emrimi yerine getirmek için derhal öne

atıldılar. Kimi duvara tırmanmaya, kimi kapıyı zorlamaya baĢladı. Tam o

sırada baĢvezir göründü. Herkes kaçıĢtı. Kral olduğum için ortada tek ben

kaldım... Zalim adam, sırtıma sopayı indire indire beni odama soktu,

ispanya'nın millî gelenekleri de pek Ģiddetli doğrusu!...

ġubat'tan sonra gelen senenin Ocak ayı

"ispanya'nın nasıl bir memleket olduğunu hâlâ anlamıĢ değilim." dersem

inanın bana... Burası kadar millî gelenek-

33

leri katı bir memleket duymadım, insan kralına böyle mi davranır? Hiç ama

hiç bir Ģey anlamıyorum. Bugün papaz olmak istemediğimi söylediğim halde

bağırta bağırta saçlarımı kazıdılar... Hele traĢtan sonra baĢıma damla

damla soğuk su akıttıkları zaman ne hale geldiğimi anlatamam. Böyle

Ģövalye geleneği hiç duymamıĢtım. Ne geleneği, düpe düz iĢkence bu!

çıldıracak gibi oldum; beni zor tuttular. Benden önce gelen krallara çok

kızdım: Neden böyle vahĢi bir geleneği kaldırmamıĢlar! Tahta çıktığım ilk

gün, bu ahmakça ve zalimce geleneği yasaklayacağım. Yoksa, bu kralın

değil de engizisyonun iĢi mi? öyle ise, baĢ vezir de kilisenin adamı!..

iyi ama, baĢ vezir de olsa, bir krala ne cesaretle iĢkence yapabilir?

Mutlaka .u iĢte Fransa'nın parmağı var. Bizim eski Ģube müdürü de Fransa

hesabına çalıĢan bir casus olmalı... Beni yok etmeyi kafasına koymuĢ bir

kere... ingiltere'yi de unutmamalı! ingiliz büyük siyasetçi, fettan bir

Page 15: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

entrikacıdır... Her taĢın altından çıkar. BoĢuna dememiĢler: "ingiliz

enfiye çekince, Fransız hapĢınr." diye.

Ayın Yirmi beĢi

Zalim engizisyoncu bugün yine geldi. Ayak seslerini duyunca sandelyenin

altına saklandım. Beni göremeyince seslendi:

— Popriçev, neredesin?

Ses çıkarmadım. Tekrar bağırdı:

— Aksenti Ivanoviç! Yedinci dereceden memur, soylu kiĢi!

Cevap alamayınca, bu defa:

— ispanya Kralı Sekizinci Ferdinand! diyebağırdı.

34

Cevap verecek oldum; § ma hemen vazgeçtim: "Yağma yok!" dedim içimden,

"yine baĢıma soğuk su damlatırsın..."

Sonunda yakayı ele verdik tabiî. Canavar engizisyoncu elindeki sopa ile

kafama vurmaya hazırlanırken horoz taktiği uyguladım. Her horozun bir

ispanya'sı vardır ve kuyruklarının altında saklarlar... Ellerimle kafamı

saklayıp ispanya'mı herife döndürdüm... Adam sopayı havada sallayarak

tehditler savurdu. Bir gün kafamı kırıp elime vereceğini söyledi.

AnlaĢıldı, bunlar kafasız bir kral istiyorlar!.. Engizisyoncu hıĢımla

odamdan çıkarken homurdanmaya devam ediyordu. Aldırmadım tabiî. Onun bir

ingiliz maĢası olduğundan Ģüphem kalmadı.

349 yılının 34 ġubatı

Allah'ın artık dayanacak gücüm kalmadı! Bittim, tükendim!.. Neden

dinlemiyorlar? Bakıyorlar, ama görmüyorlar. Kulakları var ama

duymuyorlar... Benden ne istiyorlar? Onlara ne zararım dokundu ki,

iykence ediyorlar? BaĢımla ne alıp veremedikleri var? Vücudum ateĢler

içinde yanıyor! Dünya gözlerimin önünde topaç gibi dönüyor... Ben zavallı

bir adamım... Onlara verecek hiçbir Ģeyim yok... "Krallıktan vazgeçtim,

yalvarırım beni bırakın da gideyim!" diyorum; gülüp geçiyorlar! Yok mu

beni bu canavarların elinden kurtaracak birkahraman? Hani, ispanya'nın o

Ģerefli Ģövalyeleri nerede? Bir çobanı korumak için krala kafa tutan o

cesur yiğitlerden biri sürsün atını, kılıcı elinde dalsın içeri, alsın

beni, uçursun bu cehennem diyarından! Uzağa, çok uzağa, hiçbir Ģeyi

göremeyeceğim, duyamayacağım insansız bir dünyaya götürsün beni!..

35

H S

I

ili! i

Hikâyede geçen dairenin adını vermeyeceğim. Zira bu zamanda herkes

kendisine yöneltilen her tenkidi bütün topluma yapılmıĢ bir tecavüz

sayıyor. Asker olsun, sivil olsun farketmiyor. Bir rütbe ve makam iĢgal

eden her asker ve her memur, kendisini devletin temsilcisi görüyor. Böyle

olunca, ahlâksız bir memurun rezaletlerini dile getirmeniz o memura değil

de iĢgal ettiği makama, dolayısiyle devlete

] hakaret sayılıyor.

; Geçenlerde duydum. Adım hatırlayamadığım bir vilaye-

tin emniyet âmiri, ordu komutanlığına uzun bir Ģikayet di-J i

lekçesi yazmıĢ. YüzbaĢı rütbesi taĢıyan bu emniyet âmiri,

j delil olarak kalın bir kitabı da dilekçesine ek yapmıĢ. Dediklerine

bakılırsa, bu kitap uzun bir romanmıĢ. Romanın her on sayfasında, yüzbaĢı

rütbesindeki bir emniyet âmirinden bahsediliyormuĢ. Yazar olacak o hain

romancı, yüzbaĢıyı okuyucusuna daima kör kütük sarhoĢ gezen bir adam

olarak tamtıyormuĢ. YüzbaĢı davayı kazanmıĢ mı kazanmamıĢ mı, kitap

yasaklanmıĢ mı yasaklanmamıĢ mı, romancı hapsi boylamıĢ mı boylamamıĢ mı

bilmiyorum. Her ihtimale karĢı, ne olur ne olmaz, devlete hakaret etmiĢ

sayılmamak için hikâyemizde geçen müesseseye "bir daire" diyeceğim.

39

Page 16: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

iĢte bu "bir daire "de, görevine bağlı, çalıĢkan bir memur vardı. Ne

zaman, kimin aracılığı ile daireye girdiği bilinmiyordu. Bilinen o ki;

kaç müdür, kaç Ģef değiĢtiği halde o hep aynı dairede, aynı derecede ve

aynı masada kalmıĢtı. Kendisini tanıyanlar, onun sırtında paltosu ve

dazlak kafasıyla dünyaya geldiğini söyleyerek gülüĢüyorlardı.

Hikâyemizin kahramanı, yıllardır hep aynı dereceden maaĢ aldığı halde,

bir gün olsun âmirlerine sitem etmedi. Ağzı var dili yok, elinden kalem

düĢmez, baĢını yazdığı evraktan kaldırmaz, sâdık bir devlet memuruydu.

ArkadaĢlarının alaylı sözlerine kızmaz, onlarla ağız dalaĢına girmez,

kendi halinde sakin bir adamdı.

ÇalıĢkanlığının ve saf kalpliliğinin dıĢında kıskanılacak hiçbir mahareti

yoktu. Kısa boylu, yüzü çiçek bozuklanyla çopurlaĢmıĢ, kızıl saçları

alnına doğru iyice seyrekleĢmiĢ, tombul bir adamdı. Gözleri de biraz

bozuktu galiba. Yüzünün iki yanında derin birer çukur ve bu çukurları

besleyen ince kırıĢıklıklar vardı. BakıĢlarında, memur hastalığı sayılan

hemoroidin acı ifadesi vardı.

Soyadı "BaĢmaçnikov"du. BaĢmaç, fakir kimselerin giydiği adi cins kundura

manasına geldiğine göre; kahramanımızın ataları da baĢmaç giyer, yılda

bir kere pençesini tamir et-tirirlermiĢ. Bütün bunlar söylentiden ibaret

tabiî. Yine söylenenlere bakılırsa, memur BaĢmaçnikov'un adının da soyadı

kadar ilginç bir hikayesi var. Adı Akaki Akakiyeviç. Zavallı annesi,

lohusa yatağında yatarken, vaftiz babası kalem müdürü Ivan Ivanoviç

YaroĢkin'le, vaftiz annesi komiser karısı soylu Anna Semyonovna

BelobruĢkina baĢucunda onu tebrik ediyorlar. Seçmesi için üç azizin

ismini söylüyorlar: Mok-ki, Sossi, Hozzi... isimlerinden üç zavallının

çilekeĢ ve fakir bir hayat sürdükten sonra Hakk'ın rahmetine

kavuĢtuklarını tahmin etmek zor değil. Annesi, oğlunun çilekeĢ bir hayat

sürmesini arzu etmediği için yüzünü buruĢturunca, komiser karısı isimleri

beğenmediğini anlamıĢ. Bu sefer rastgele takvim yapraklarım açarak üç

isim daha bulmuĢ: Dulla, Tul-la,Vulla...

Anne bu isimleri de beğenmemiĢ: —Ne biçim isim bunlar? demiĢ.

Komiser karısı sabırlı biriymiĢ. Takvim yapraklarını açmaya devam etmiĢ.

KarĢılarına üç isim daha çıkmıĢ: Pavsa-ki, Ravsaki, Kavsaki... Vaftiz

anası bile ĢaĢmıĢ bu iĢe.

—Ne yapalım... demiĢ, zavallının kaderi kötü. Takvimle bu iĢ olmayacak.

Bari dedesinin ismini koyalım. Nedir dedesinin ismi?

Annesi içini çekerek: —Akaki... demiĢ.

Vaftiz babası kalem müdürü Ivan Ivanoviç YaroĢkin'in canı sıkıldığından

kestirip atmıĢ:

—Tamam! demiĢ, bu isim kulağa daha hoĢ geliyor. Adı Akaki Akakiyeviç

olsun.

Küçük Akaki, suya daldırılırken, ömür boyu yedinci dereceden memur

kalacağını hissetmiĢcesine basmıĢ çığlığı, iĢte kahramanımızın isim

macerasını da böylece bütün teferruatı ile okuyucuya aktarmıĢ olduk.

Akaki Akakiyeviç'i dairede kimse ciddiye almaz, saygı göstermezlerdi.

Öyle ki, koridordan geçerken odacılar bile ayağa kalkmaz, onu büyük

yerine koymazlardı, iĢine saatinde gelir, baĢını kaldırmadan verilen

dosyalan düzene koyar, resmî yazıĢmaların kopyasını çıkarırdı, iĢi

getirenin kim olduğuna bakmaksızın kabul eder, bu yüzden masası dosya ve

evraklarla dolar taĢardı.

Genç memurlar için eğlence kaynağıydı. Ev sahibesi yet-

40

• 41

miĢlik kocakarı ile bilmem neler yaptığına dair hikâyeler uydurur;

kahkaha ile gülerlerdi. Kâğıt parçalarını ufalar, baĢına serper, "Kar

yağıyor Akakiyevic, kar!" derlerdi. O bütün bu tatsız Ģakalara aldırmaz,

kızmaz, kılı bile kıpırdamaz,

karĢısında kimseler yokmuĢ gibi iĢine devam ederdi.

Page 17: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Ancak, ara sıra , memurlardan biri yanından geçerken

dirseğini Akakiyevic'in kalem tutan eline çarpınca yavaĢça

baĢını kaldırır:

—Lütfen benimle uğraĢmayın, bırakın da iĢimi yapayım... derdi.

Sesinin tonunda öyle acıklı bir mânâ vardı ki, sanki "Ben sizin

kardeĢiniz değil miyim? Neden kardeĢinizi üzüyorsunuz?" diyordu.

"ÇalıĢkan bir memur" sözü onu anlatmaya yetmez. Bu adam adeta çalıĢmak

için doğmuĢtu.

Evrak kopya ederken, dosya düzenlerken sevgilisine mektup yazan âĢık gibi

özenir; yazıda ve imlâda asla hata yapmazdı. Dairede bütün gün masanın

baĢından kalkma-macasına çalıĢır, bu yetmiyormuĢ gibi, yarım kalan iĢleri

eve götürür, gece geç saatlere kadar bitirmeye çalıĢırdı.

Eğer onun yerinde bir baĢka memur olsaydı, -yani üst makamlarda dayısı

bulunan biri olsaydı demek istiyoruz-birkaç derece terfi eder, daire

âmiri olurdu. Gerçek o ki, dairedeki geveze memurların dediği gibi,

mükâfatı "eskimiĢ bir palto ile hemoroid hastalığı" olmuĢtu.

Akaki Akakiyevic in çalıĢma dıĢında hiçbir merakı ve meziyeti yoktu.

Kıyafetine ve dıĢ görünüĢüne dikkat etmezdi. HoĢ... Etse de yeni bir

elbise diktirecek kadar parası yoktu.

Eve gelir gelmez hemen sofraya oturur; lahana çorbasıyla, eti az soğanı

bol yahniyi tadına-tuzuna bile bakmadan kaĢıklar, karnı ĢiĢinceye kadar

yerdi. Neden "karnı ĢiĢinceye kadar yerdi" dediğimize gelince; onu da

açıklayalım: Çünkü

garibim ancak midesi ĢiĢince doyduğunu anlardı.

Akaki Akayeviç diğer memur milletine benzemezdi. Onlar akĢam yemeğinden

sonra günün yorgunluğunu atmak için keselerine uygun bir eğlence yeri

ararken; o yazı masasının baĢına geçer, iĢten getirdiği evrakı kopya

etmeye baĢlardı. Bunu öyle bir zevkle yapardı ki; kalemini özenle

mürekkep hokkasına batırır, harflerin okunaklı olmasına dikkat eder,

yaptığı iĢten zevk alan bir sanatkâr edasıyla noktasını, virgülünü

kaçırmadan eserini tamamlardı.

Grameri ve üslubu pek iyi sayılmazdı, ama yazısı oldukça güzeldi.

Akakiyevic, iĢkolik bir memurdu. Onun gibi iĢini seven bir düĢük dereceli

memur daha gösterilemezdi. DıĢarıdaki eğlence yerlerine gidemeyecek kadar

fakir olan memurlar, kendi aralarında toplanır, kâğıt oynar, çay içer,

yüksek sosyetenin dedikodusunu yaparlardı. Akaki Akakiyevic, bu tür ev

gezmelerinden de hoĢlanmazdı.

Akakiyevic gibi yılda beĢ yüz rublenin altında geliri olan memurların en

büyük düĢmanı "kara kıĢ" idi. Sabahlan iĢe gitmek için evlerinden

çıktıkları zaman "kuzey rüzgârı" bütün Ģiddetiyle bu zavallıcıkların

iliklerine iĢler, yüzlerini mo-rartırdı. Fukaralar, burunları uyuĢmuĢ

gözleri yaĢarmıĢ olarak daireden içeri kendilerini zor atarlardı.

Akaki Akakiyeviç'in kuzey soğuğu ile baĢı oldukça dertteydi. Evle daire

arasındaki yolu ne kadar hızlı yürürse yürüsün; kafasının uyuĢmasına,

omuzlarının sızlamasına engel olamıyordu. Bir hayli düĢündükten sonra,

bunun eskiyen ve artık rüzgâra karĢı yıpranan paltosundan kaynaklandığını

keĢfetmiĢti. Buna "palto" demek için bin Ģahit lâzımdı. Zaten daire

arkadaĢları da ona "Akaki'nin sabahlığı" diyorlardı. Sırtı ve omuz

baĢları iyice büzülmüĢ, alttan astarı görünüyordu. Yaka ve kol yamaları

bile eskimiĢti.

42

43

Paltosunun bu periĢan halini gören Akakiyeviç, onu bir kere daha terzi

Petroviç'e götürmeye karar verdi. Petroviç, bir gözü sakat, yüzü çiçek

bozuğu, sarhoĢ bir memur terzi-siydi. Ayık olduğu zamanlar çok güzel yama

yapar, frak ve paltoları ters-yüz eder, müĢterisini yeni elbise almaktan

kurtarırdı. Petroviç, azatlı bir derebeyi kölesiydi. Terziliği de,

kölelerin elbiselerini yamarken öğrenmiĢti. ġimdi köhne bir apartmanın

Page 18: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

dördüncü katının, arka merdivenlerine bakan bir odasında oturuyordu.

Karısı hakkında çok az bilgi edinebildik. Bildiğimiz kısa boylu, ĢiĢman,

kısır ve çirkin yüzlü bir Alman karısı olduğu. BaĢına eĢarp takmaz,

baĢlık giyermiĢ. Tenbel bir kaĢık düĢmanıymıĢ. Petroviç'in, karısını

güzel görmek için sarhoĢ gezdiğini söylüyorlar.

Akaki Akakiyeviç, terzi Petroviç'in dairesine çıkarken sıkı bir pazarlık

yapmaya karar vermiĢti. "Bu sarhoĢ herife verecek bir kuruĢ fazla param

yok" diyordu içinden. Merdivenleri çıkarken neredeyse ayağı kayıp aĢağı

düĢecekti. Merdivenler, Petersburg'daki bütün arka merdivenler gibi

bulaĢık suyundan nasibini almıĢ, pis ve kaygandı. Havada insanın genzini

yakan bir amonyak kokusu vardı. Bütün bunlar yetmiyormuĢ gibi, terzi

karısının piĢirdiği bayat balık kokusu ortalığı sarmıĢtı. Dumanlı balık

kokusundan hamam böcekleri bile rahatsız olmuĢ, deliklerine kaçmıĢlardı.

DıĢ kapı açıktı. Mutfakta balık piĢiren kadın, duman bulutu içinde zor

farkediliyordu. Akakiyeviç, doğruca Petroviç'in çalıĢtığı odaya geçti.

Terzi, boynunda bir çile iplik asılı, yalınayak bağdaĢ kurmuĢ, dizlerine

serili eski bir memur frakını yamamaya çalıĢıyordu. HomurdanıĢından,

elbise ile baĢı dertte olduğu anlaĢılıyordu.

— insanı meslekten nefret ettiriyorlar! Yama tutacak hali mi kalmıĢ

bunun? Çöplüğe atılacak Ģeyi bana getiriyorlar...

Akaki Akakiyeviç, ters bir zamanda geldiğini anladı. Ġçki bulamadığı

zamanlar, Petroviç anlaĢılması zor bir adam olup çıkıyordu. Karısının

ifadesiyle "gözü bulanık iblis zıkkımlandığı zaman" kedi gibi uysallaĢır,

verilen ücrete razı olur, selam çakar, yerlere kadar eğilir, teĢekkürler

yagdınrdı.

Böye durumlarda verilen ücrete karısı itiraz eder, kocasının

aldatıldığını söyler, iĢi çıkmaza sokar, fakat Petroviç ona aldırmaz,

müĢteriden karısı adına özür dilerdi.

Petroviç'in bu fena aksiliği üstünde olduğuna göre ayık demekti. Kimbilir

paltonun tamirine kaç ruble isteyecekti. Fakat o kaç ruble isterse

istesin, Akakiyeviç iki rubleden fazla vermemeyi kararlaĢtırmıĢtı. Acaba

Petroviç'e görünmeden geri mi gitseydi? Evet, evet... En iyisi, ona

sarhoĢ olduğu bir zamanda gelmekti. Hay aksi! Tam o sırada, Petroviç eski

müĢterisini gördü:

— Buyurun, buyursunlar beyefendi!

— ġey.. Kolay gelsin, Petroviç usta...

Terzi, Akakiyeviç'in elindeki pakete bakarken, "TeĢekkür ederim; bir

emriniz mi vardı?" dedi ve elinden geldiğince kibar olmaya çalıĢtı.

Heyecanlandığı zaman, Akakiyeviç, oöze nereden ve nasıl baĢlayacağını

bilemez, lafı ağzında geveler durur; bir sürü anlamsız kelimeler

sıralardı.

—ġey, biliyorsun Petroviç usta... Yani demek istiyorum ki... Ben sana ...

ġey bazı insanlar vardır... Yani sadece para kazanmak için değil... Tabiî

ki kazanacak...

Terzi, Akakiyeviç'in lafın sonunu getiremeyeceğini anlamıĢ olacak ki,

sağlam gözünü memurun üzerinde gezdirdi. Kendi elinden çıkmıĢ olan

redingotu tanıdı. Yakasında eteğine kadar dikkatle inceledi. Tamirlik bir

iĢi yoktu; daha sapasağlam duruyordu, öyle ise, iĢ memurun elindeki

pakette olmalıydı.

44

• 45

If

IS S 3 *

P en t

¦rj

Page 19: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Akaki Akakiyeviç alıngan bir adam değildi. Petroviç'in ig neli sözleri

değil, inatçılığı onu üzüyordu. Yâni Ģu anda ter ziye değil, yanlıĢ bir

zamanda geldiği için kendine kızıyordu

Paltosunu masanın üzerinden alırken:

—Biraz düĢünmem lazım, Petroviç usta... dedi, acelesi yok.

Terzi, müĢterisini kaçırmamak için: —Bunun düĢünecek bir tarafı yok

beyim, dedi. Soğuklar yakında bastırır. Yenisini diktirmekten baĢka

çareniz yok. —Peki kaça Ģeyedersin? Yani kaça Ģeyolur bana? —KumaĢını en

iyi yerden ve en ucuza alabilirim. DikiĢine gelince, tam üzerinize göre

dikeceğimden Ģüpheniz olmasın. —Yeni bir palto diktirecek kadar param

yok; fakat merak ediyorum... Kaça çıkar acaba?

—Siz eski müĢterimsiniz; her Ģeyi içinde iki yüze malede-riz.

Akakiyeviç'in dudakları morardı, gözleri karardı. Feryadı bastı:

—Bir palto için iki yüz ruble, ha!

ömründe ilk defa böyle yüksek sesle bağırıyordu. Yüksek sese alıĢık

olmayan hançeresinden komik bir çığlık yükselmiĢti.

—Bu da sizin için beyim... dedi Petroviç. Hiçbir terzi bu fiyata iyi bir

palto dikemez. Yakasına kürk, içine miflonlu astar koyarsanız iki yüzü de

geçer.

Akaki Akakiyeviç beynine balyoz yemiĢ gibi, elinde paltosu, sendeleyerek

dıĢarı çıktı.

Petroviç zafer kazanmıĢ general edasıyla arkasından baktı. " O bir devlet

memuru iĢte, ben de Ģerefli bir terziyim..." diye mırıldandı.

Sokağa fırlayan Akakiyeviç, rastgele yürümeye baĢladı. Bir finncı

çırağının kendisine çarptığını ve kolunu da boyadığını farketmedi bile.

Üstelik eve doğru değil, tam tersi istikamete yürüyordu. Bir inĢaatın üst

katından atılan bir kova bozuk kireç tozu tam Akakiyeviç'in tepesine

boĢaldı. Bizimki, Ģapkasının ve omuzlarının kireç tozuna boyandığını da

farketmedi. Ancak bir köĢe baĢında sokak bekçisiyle burun buruna gelince

uyanabildi.

Bekçi:

—önüne baksana be adam, diye bağırdı, az daha suratımı parçalayacaktın!

Sokağın ortasında ne iĢin var? Kaldırımdan yürüsene!

Akakiyeviç o çocuksu mahcubiyetiyle eğildi:

—Çok haklısınız efendim, dedi, özür dilerim.

Bekçi, Akakiyeviç'in kireç tozuna bulanmıĢ Ģapkasını ve omuzlarım görünce

kendisini tutamadı; baĢını iki yana salladı ve kahkaha ile gülmeye

baĢladı.

Bizimki nihayet kendini toparladı; içinde bulunduğu durumu bütün

ciddiyetiyle kavradı. Yönünü eve doğru çevirdi. Ağır adımlarla yürüyor,

iĢi tatlıya bağlamanın yollarını arıyordu:

—Evet... dedi kendi kendine, yanlıĢ bir zaman seçtim. Aslında Petroviç

usta o kadar da kötü bir insan değildir. Ne yapsın zavallı. Karısına

mahcup olmamak için iĢi yokuĢa koĢtu. Bundan eminin... Karısından iyi bir

zılgıt yemiĢ olmalı. En doğrusu hafta sonunu kollamak. O zamana kadar

parası biter, "Bir tamir iĢi gelse de Ģarap parası çıksa." diye kapıyı

gözetler. Karısı da para vermeyeceğine göre, ben yetiĢirim imdadına.

Tabiî karısının evde olmadığı bir saatte... Petroviç beni kapıda görünce,

kimbilir ne kadar sevinir. Eline bir gümüĢ onluk sıkıĢtırınca yerlere

kadar eğilir: "Emredin, beyefendi." diye yalvarır.

48 •

49

"Iġte Pazar günü Ģimdi."

geçer, d,

Ttr . yeviç içinden.

Petn>vıç'ın tek gözü kapladır

cıhyor. "" ° mendebur

emin

Page 20: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

tamirmasas^Z^Z^tf ġi önde uyukluyordu. UMîrmae kulçe gibi

oturuyor; ba-

^akiyevic, emin ad,mlaria terzi masasmm 8nflne ^

Kolay gelsin Petroviç usta, dedi T m ^. "e

tarafa batag,

M müĢterisini karĢında görünce sevindi-m görmek ne saadet, beyefendi...

dedi

ZSST^ de ke.

bir

Petroviç, palto Iafinı duyunca-

- *****

50 •

gümüĢ onluk (on kapeklik) sıkıĢtırdı. Paranın sıcaklığını av-ucunda

hissedince adamın yüzü gülümsedi.

—TeĢekkür ederim, beyefendi... dedi, Ģerefinize bir ĢiĢe bitirir kendime

gelirim. Paltodan yana hiç tasanız olmasın. En iyisini, en uygun fiyata

dikerim, öyle bir palto dikeceğim ki, herkes parmakla gösterecek. Hele

kaça çıktığını duyunca daha da ĢaĢıracaklar: "Bu fiyata böyle bir palto,

imkânsız!" diyecekler.

Akakiyeviç, yeni palto hikayesini duymamıĢ gibi davrandı. Onun planında

yeni palto yoktu...

ġansını yeniden denedi:

—Petroviç usta, sen maharetli bir adamsın. Paltomu en iyi Ģekilde tamir

edeceğinden eminim... Ücretine gelince, emeğini boĢa çıkarmam. Birkaç

köpek daha veririm.

Petroviç, tamir iĢine razı olacağa benzemiyordu:

—Beyefendi, siz Ģu tamir iĢinden ümidinizi kesin. O paltonun iĢi bitmiĢ,

tamire gelmez. BoĢuna vakit kaybetmeyin, yenisini konuĢalım.

Akakiyeviç'in bütün ümitleri bir kere daha suya düĢüyordu. Eğer tamir

imkânı olsaydı, Petroviç bu kadar direnmez-di. Demek, yenisine razı

olmaktan baĢka çare yoktu, iyi ama, bu kadar parayı nereden ve nasıl

bulacaktı? Bir ay sonra ikramiye alacaktı, ama onun yeri Ģimdiden

hazırdı. Yeni bir pantolon alınacak, ayakkabıcıya tamir borcu verilecek,

iki gömlek diktirilecek, birkaç parça iç çamaĢırı alınacaktı. En iyimser

hesapla, ikramiyeden yeni paltoya en fazla yirmi ruble kalıyordu.

Gerisini nereden bulacaktı?

Gerçi, Petroviç'in pazarlık gücünü artırmak için yüksek fiyat istediğini

bilirdi. Onun ikiyüz istediği paltoyu yüz rubleye razı etmek mümkündü,

öyle bile olsa, yüz rubleyi bir araya getirmek imkânsız görünüyordu.

Belki yarısını bulur buluĢtururdu, ya kalan yarısı?

51

Yansını nasıl buluĢturacağını merak edenlere biraz açıklama yapmamız

gerekiyor. Akaki Akakiyeviç'in kendisine has huylan vardı. Harcayacağı

her rublenin iki-üç kapeğini ayırır, bir kumbaraya atardı. Ay sonunda

biriken kapekleri sayar, gümüĢ paraya çevirirdi. Birkaç yıldır bu Ģekilde

biriktirdiği paranın miktan kırk rubleyi bulmuĢtu. Sizin anlayacağınız

paltonun yarı parası hazırdı. Bütün mesele, diğer yansını nasıl bulacağı

idi.

Bazı okuyuculanmız, yanlıĢ hesap yaptığımızı zannedebilirler, iki yüz

rublelik paltoyu yüze indirdik, ancak hesap-lanmızı seksen rubleye göre

yaptık; değil mi? Bunun da sebebini açıklayalım: Yüz rubleye razı olan

Petroviç, seksen rubleye de razı olurdu... Terziyi iyi tanıyan Akakiyeviç

böyle düĢünüyor, hesabını da buna göre yapıyordu...

Akaki Akakiyeviç, iyice düĢündükten sonra, yeni bir palto için gereken

ikinci yanyı temin etmenin de çok zor olmadığına kendisini inandırdı. Bir

sene daha diĢini sıkacak, mas-raflan kısacak, bir Hint fakiri gibi

yaĢayarak kırk ruble daha i biriktirecekti.

Page 21: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Ġlk olarak iĢe akĢam çayını kaldırmakla baĢladı. AkĢam çayı olmayınca mum

yakmaya da gerek yoktu. Eve yazı getirdiği zaman, ev sahibi kocakarının

odasında oturacaktı. Ayakkabı eskitmemek için en düzgün yollardan iĢe

gidip gelecek, yere çok yumuĢak basacaktı, ikramiye parasından azami

tasarruf edebilmek için, yeni pantolon almaktan vazgeçecek, bir gömlek

diktirmekle yetinecekti, iç çamaĢın almaktan da vazgeçmesi gerekiyordu.

Pantolonun bir sene daha dayanması ve aldığı gömleğin eskimemesi için,

akĢam iĢten döner dönmez, pijamasını giyecek; üzerine de bir türlü

eskimek bilmeyen pamuklu robdöĢambnnı giyecekti, ilk günlerde bu

kısıtlamalara alıĢması kolay olmadı; fakat

diktireceği yeni paltomun hayali onu avutmaya yetti. Sanki evlenmeye

niyetlenmiĢ gibi, kendisini mutlu hissediyordu. Yeni palto, çekici, güzel

bir gelin sülüetinde onun rüyalarını süslüyor; bütün gecelerini hatta

bütün gününü dolduru-yordu. Bir hayat arkadaĢına kavuĢmuĢ, onunla el ele,

omuz omuza vuruyormuĢ gibi hissediyordu. Yeni paltosuna kavuĢma tutkusu

öyle ağır bastı ki, akĢam yemeklerini de kaldırmaya karar verdi. Aç

karnına yatınca daha güzel rüyalar görüyordu.

Yeni paltoya kavuĢma hayali, Akakiyeviç'e bir canlılık, bir kendine

güvenmiĢlik getirmiĢti. Bu geliĢme, daire arkadaĢlarının da dikkatinden

kaçmıyordu. Her ay en az bir kere Petroviç'in evine uğruyor, yeni palto

hakkında konuĢuyor, kumaĢını nereden alacağı, renginin nasıl olacağı,

dayanıklı bir astarın paltonun ömrünü ne kadar uzatacağı konuların-da

fikir alıĢveriĢinde bulunuyordu.

Palto hayali, Akakiyeviç'e bütün güçlüklere seve seve katlanma gücü

vermiĢ, onu idealist bir insan yapmıĢtı, iĢine daha istekli sarılıyor, en

zor yazılara "Hayır" demiyor, müdürün ve Ģeflerin verdiği bütün dosyalan

zamanında yetiĢtiriyor, takdir topluyordu.

Aylar aylara eklendi ve Akakiyeviç'in serveti yetmiĢ rubleye ulaĢtı. On

rublelik bir açık kalıyordu. Hesaplarını genel müdürün vereceği ikramiye

miktarını kırk rubleye göre yapmıĢtı. Borçlarını ödedikten sonra elinde

on beĢ ruble kalacaktı. Allah'ın iĢine bakın ki, müdür, kırk ruble yerine

elli değil tam altmıĢ ruble vermiĢti. Böylece Akakiyeviç'in eline

fazladan yirmi ruble geçmiĢ oluyordu. Kim bilir, belki de müdür yaptığı

hizmetlerden memnun kalmıĢ, onun yeni bir palto diktireceğini duymuĢ,

genel müdüre ikramiyeyi altmıĢ rubleye çıkarmasını teklif etmiĢti.

• 52

53

Akakiyeviç, rüyalarını süsleyen sevgilisine bir an önce kavuĢmak için

Petroviç'in kapısına dayandı. Birlikte çarĢıya gittiler. KumaĢları gözden

geçirirken, daha önce defalarca piyasa araĢtırması yaptığı halde,

Akakiyeviç'in kalbi hızla çarpıyor, heyecandan elleri titriyordu.

Nihayet, "en iyisi" diyerek bir kumaĢta karar kıldılar. Astarını da sık

örülmüĢ bir pamukludan seçtiler. Petroviç, "Parlaklığı ipeği andırıyor"

diyerek astarı övdü ve ekledi: "Sağlamlığına diyecek yok, bu astar

paltodan önce eskimez." Yakasına, samurun üçte bir fiyatına iyisinden

kedi derisi aldılar. "Uzaktan aynı samur kürk gibi görünüyor, kimse kedi

kürkü olduğunu farketmez."dedi Petroviç. Pamuk ipliğinden on kat daha

sağlam olduğu için ibriĢimi tercih ettiler. DikiĢler, en zor Ģartlar

altında bile sökülmeyecekti...

Akaki Akakiyeviç, palto için gereken bütün malzemeyi alıp Petroviç'e

teslim ederken tenbih etmeyi unutmadı:

—Petroviç usta, öyle bir palto dikecek ve öyle özeneceksin ki, Nevski

caddesindeki terzilerin elinden çıkmıĢ gibi olacak.

Petroviç, vergi vermemek ve dükkan kirasından kurtulmak için, evde

çalıĢıyordu. Bu yüzden ona ancak elbiselerini tersyüz yaptıracak veya

tamir ettirecek, düĢük dereceden maaĢ alan, fakir memurlar gelirdi.

Akakiyeviç'in bunları ima ettiğini sanarak bir hayli alındı:

Page 22: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

—Ben o züppe terzilerin onunu cebimden çıkarırım. Ben orduda generallere

elbise dikmiĢ bir ustayım. Onlara gitsey-diniz de boyunuzun ölçüsünü

alsaydınız! Hepsi tabela terzisi! Bir paltonun sadece dikiĢine yetmiĢ

ruble isterler.

Petroviç'in fiyat isterken yükseklerden attığını bilen Akakiyeviç,

duymazdan geldi.

Lafı değiĢtirmek için:

—KumaĢı tam zamanında aldık... dedi, soğuklar bastırmaya baĢladı. Bir

hafta içinde yetiĢir değil mi, Petroviç usta? —Siz pantolonla paltoyu

karıĢtırıyorsunuz beyim! Profesyonel bir palto dikiĢi on beĢ günde ancak

yetiĢir...

DikiĢ ücretini önceden konuĢtukları için, Akakiyeviç, Petroviç'in

palavralarına aldırıĢ etmedi.

—Tabiî... dedi, usta sensin. Kaç günde yetiĢeceğini de sen bilirsin.

Paltoyu daireye kadar getirdiği gün, Petroviç ustanın yüzündeki gurur

görülmeye değerdi doğrusu. Saray terzisi edasıyla paketi açtı. Zarif el

hareketleriyle paltoyu Akakiyeviç'e giydirdi. Omuzlarını düzeltti.

Kollarından ve eteğinden çekerek paltonun vücuda oturmasını sağladı, iki

adım gerileyerek eserini önce arkadan, sonra önden gururla inceledi.

Akakiyeviç, kollarını kaldırıp indirdi, öne ve arkaya gerindi, iki geniĢ

adım attı.

—Ellerine sağlık Petroviç usta, gerçekten rahat bir palto olmuĢ... dedi.

öğle tatili olmasına rağmen, Akakiyeviç'in yeni bir palto diktirdiğini

duyan mesai arkadaĢları koĢup gelmiĢler; merasime yetiĢmiĢlerdi.

Memur takımı da paltoyu alkıĢlayıp, Akakiyeviç'e "Ġyi günlerde giyin."

temennisinde bulununca, Petroviç fırsatı değerlendirmek istedi:

—iyi bir bahĢiĢi hakettim değil mi, efendiler? dedi.

Her ağızdan baĢka bir ses yükseliyordu:

—Böyle bir paltom olsa, iki rubleden az bahĢiĢ vermezdim!

—Sen de çok cimrisin; ben beĢ ruble verirdim.

—Ben bütün mesai arkadaĢlarıma ziyafet verirdim.

54

• 55

III

i 1 ı l'ı I

Akakiyeviç, sevinçle üzüntü arası bir anafor yaĢıyor, ne diyeceğini

bilemiyordu. Petroviç'in bahĢiĢ iĢini atlatabilirdi; ama Ģu ziyafet

meselesi de nereden çıkmıĢtı?

Kızardı, bozardı, kekeledi:

—ġey, arkadaĢlar teĢekkür ederim. Yani büyütüyorsunuz, alt tarafı bir

palto iĢte...

Daire Ģefi, Akakiyeviç'in imdadına yetiĢti: —ArkadaĢlar, Akakiyeviç'in

görevini ben üzerime alıyorum. Bugün isim günüm, akĢam bize davetlisiniz,

çaya buyurun.

Kimse bu davete hayır diyemezdi. Akakiyeviç'ten iĢ çıkmayacağını

bildikleri için seve seve kabul ettiler. Bu gürültü arasında Petroviç'in

bahĢiĢ ümidi de suya düĢmüĢ oldu.

Akakiyeviç, önce akĢamki çay dâvetine katılmak istemedi; fakat sonradan

bunun büyük bir kabalık olacağını düĢünerek gitmeye karar verdi. Hem

böylece gece yürüyüĢünde paltosunu deneme fırsatı bulacaktı.

O gün baĢtan sona bir bayram havası içinde geçti. ArkadaĢlarının en kaba

Ģakalarına seve seve katlandı. Paltosunu vestiyere teslim ederken, iyi

bakmasını tenbih etmeyi unutmadı. AkĢam eve dönüĢte geniĢ caddeleri

tercih etti. Yürürken artık kimseden utanmıyordu. Bir devlet memuruna

yakıĢır adımlarla yürüyordu.

Odasına çıkmadan önce ev sahibesi kocakarıya uğradı. Hem yeni paltosunu

gösterecek hem de akĢamlan mumunu paylaĢtığı için ona teĢekkür edecekti.

Page 23: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Paltosuna kavuĢtuğu için artık kendi odasında mum yakabilecek, yemek

yiyebilecek, hatta çay bile içebilecekti.

Ev sahibesine uğrayıp teĢekkür görevini yerine getirdikten sonra, odasına

girdi. Paltosun özenle çıkardı. KumaĢına ve astarına bir kere daha bakıp

yakasındaki kürkü okĢadı.

Duvardaki çiviye özenle astı. #

Çay dâvetine gideceği için akĢam yemeğini hafif yedi. Bu akĢam iĢ

getirmemiĢti. Yatağa uzandı. Bir senenin sıkıntılarını unutmak

istercesine gevĢedi. Yattığı yerden paltosunu seyrediyordu. Sanki bir

hayat arkadaĢına kavuĢmuĢcasına mutluluk duyuyordu.

Elinde olmayarak eski paltosunu hatırladı. Gidip sandıktan çıkardı.

KumaĢı iplik iplik dağılmıĢ olan bu eski palto çok komik görünüyordu. Bir

yeni paltosuna bir de ona bakıp güldü.

Bir seneyi aĢkındır gece sokağa çıkmayan Akakiyeviç, yarım saat kadar

yatak keyfi çattıktan sonra, davete gitmek üzere ayağa kalktı. Paltosunu

özenle giyip evden çıktı.

Daire Ģefi, iyi bir semtte -yani Akakiyeviç'in oturduğu yerden hayli

uzakta- oturuyordu. Uzun bir süre yürüyen Akakiyeviç, Ģefin oturduğu yere

yaklaĢtıkça sokakların geniĢlediğini farketti. DeğiĢen sadece sokaklar

değildi; evler de değiĢiyordu. Güçlü fenerlerle aydınlanan geniĢ

sokaklar, büyük evlerle uyumlu bir beraberlik sergiliyordu. Yakaları

kürklü bayanlar, süslü giyinmiĢ erkeklerin koluna girmiĢ kınta kınta

yürüyorlardı. Tek atlı küçük arabalara pek rastlanmıyordu. Arabalar hep

çift atlı ve cilalı idi. Koltukları ayı postundandı. Koltuklara yaslanmıĢ

süslü bayanlar; karĢılarında oturan erkeklerle ĢakalaĢıyorlardı.

Arabacıların kırmızı kadifeli Ģapkaları göz kamaĢtınyordu.

Yıllardır zengin muhitlere uğramayan Akakiyeviç, hayran hayran geçen

arabaları seyrediyordu. IĢıl ıĢıl aydınlatılmıĢ bir vitrinin önünden

geçerken, içeriye bakmadan edemedi. Gözleri ayakkabı sergileyen bir kadın

resmine takıldı. Ressam, dikkat çekmek için, kadının eteğini yukarıya

kaldırmıĢ; bacağını iyice açmıĢtı, ispanyol sakallı bir erkek de kadının

56

57

bacağını tutmuĢ; ayakkabı giydiriyordu. Akakiyeviç, uygunsuz bir Ģey

görmüĢ gibi utandı, kulaklarına kadar kızardı. Kendisini gören olup

olmadığını anlamak için etrafa baktı. BaĢını iki yana sallayarak oradan

uzaklaĢtı.

Daire Ģefinin geliri yerinde bir insan olduğu oturduğu apartmandan belli

oluyordu. DıĢ kapı, büyük bir fenerle aydınlatılmıĢ, Ģefin oturduğu

ikinci kata geniĢ merdivenlerle çıkılıyordu. Antreye giren Akakiyeviç,

elinde çay tepsisi taĢıyan bir hizmetçi ile karĢılaĢtı. Tepside boĢalmıĢ

çay fincanları vardı. Biraz ötede, buharlar saçarak büyük bir semaver

kaynıyordu. Semaver masasında bir sütlük, Ģekerli kurabiyelerle dolu bir

sepet vardı. AnlaĢılan ziyafet çoktan baĢlamıĢtı. Bir aralık salon kapısı

açıldı, içerden davetlilerin sesi geliyordu.

Hizmetçi, elindeki çay tepsisini masaya bıraktıktan sonra, yeni gelen

misafire "HoĢ geldiniz, paltonuzu alayım." dedi. Akakiyeviç, paltosunu

çıkarıp verdi. Göz ucuyle nereye astığına baktıktan sonra salona girdi.

Sıra mumlarla aydınlatılmıĢ geniĢ bir masanın etrafına dizilmiĢ memur

takımını gördü. Onlar da Akakiyeviç'in geldiğini farketmiĢlerdi.

Aralarında anlaĢmıĢcasına bağrıĢarak onun etrafını sardılar. Kahkahalar,

bağrıĢmalar, Ģakalar Akakiyeviç'i serseme çevirdi. Adamcağız ne

yapacağını ĢaĢırdı. Koro halinde ondan paltosunu getirmesini ve önlerinde

bir kere daha giymesini istiyorlardı. Aval aval durduğunu görünce,

elinden tutup antreye götürdüler. Akaki Akakiyeviç, gördüğü ilgi

karĢısında mahcup olmuĢ; saf bir insan olduğu için, kendisi ile alay

edildiğini farketmemiĢti.

Page 24: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Memurlar, bir müddet Akakiyeviç ve paltosu ile eğlendikten sonra oyun

masalarının baĢına geçtiler. Yalnız kalan Akakiyeviç, bu hengame arasında

iyice sersemlemiĢti, ne yapacağını, nereye oturacağını bilemedi. Nihayet

sonunda

bir sandalye alıp oyunoynayanların yanına oturmayı akıl edebildi.

Hizmetçi bir tabak içinde birkaç kurabiye ile bir fincan çay getirdi.

Çayı ve kurabiyeleri biten Akakiyeviç'in biraz sonra uykusu geldi.

Esnemeye baĢladı. Erken yatmaya alıĢık olduğu için, uyku saati çoktan

gelmiĢti. Bir ara ev sahibinden izin almak için ayağa kalkmıĢ ise de,

arkadaĢlarının ısrarı üzerine tekrar oturmak zorunda kalmıĢtı. Ziyafet

onun ve paltosunun Ģerefine veriliyormuĢ. Bir kadeh Ģampanya içmeden

giderse ayıp olurmuĢ.

Bir saat sonra, oyun faslı bitmiĢ; yemek faslı baĢlamıĢtı. Dana rostosu,

ciğer ezmesi, salata, börek ve Ģampanyadan müteĢekkil akĢam yemeği

davetlilerin iĢtahını kabarttı. Belki aylardır böyle bir zengin sofra

yüzü görmemiĢ olan fakir memur takımı, aç kurtlar gibi yemeklere

saldırdı. Akakiyeviç'e de zorla iki kadeh içirdiler, içkinin tesiriyle

neĢelenen Akakiyeviç, saat on ikiyi vurunca eve gitme zamanının geldiğini

hatırladı.

Ev sahibi ve arkadaĢtan tekrar engel olmasın diye usulca salondan çıktı.

Sevgili paltosunu giydikten sonra sokağa çıktı. Sokak ıĢıkları hâlâ

yanıyordu. Fakir mahalle sokakları için gece yarısından sonra uygulanan

kısıtlama emri, burada geçerli değildi. Süslü gece barlarından müzik ve

kahkaha sesleri yükseliyordu.

Paltosu sırtında, mutlu bur neĢe içinde yürüyen Akakiyeviç, yüzünü

yalayan soğuk rüzgara aldırmadı. Yarım saat sonra, yakıt kısıntısının

uygulandığı karanlık sokaklara girdi. Kar pırıltılarından evlerin

hayaleti görünüyordu. Sokaklarda bir tek canlı yoktu.

Sokaklar bitmiĢ, önüne ucu görünmeyen boĢ bir alan çıkmıĢtı. NeĢesi

iyiden iyiye kaçmıĢ, yerini korku almıĢtı. Doğru

58

59

yolda olup olmadığından bile emin değildi. Burada adam kesseler kimsenin

haberi olmazdı. Ne bir ıĢık, ne bir bekçi düdüğü... Sanki karanlık bir

dehlizde yürüyordu. Bir ara arkasında yürüyen birileri varmıĢ hissine

kapıldı. Kalbi küt küt atmaya baĢladı. Korkudan geriye bakmaya cesaret

edemedi, iki adım sonra omuzuna bir adam eli indi. Geriye döndüğünde

karĢısında yüzlerini seçemediği yün baĢlıklı adamlar gördü, içlerinden

biri: "Hey, baksanıza herif benim paltomu çalmıĢ!" dedi. Diğeri gülerek:

"Vay uyanık, vay!" dedi.

Akakiyeviç, tam bağırmak üzere iken, serserilerden biri memur kafası

büyüklüğündeki yumruğunu onun ağzına dayadı. "Yok, bağırmak yok!" dedi.

Akakiyeviç, beline bir tekme, baĢına bir yumruk yediğini, paltosunun

sırtından çıkarıldığım ve yere düĢtüğünü hatırlıyordu.

Kendine geldiğinde, donmak üzere olduğunu farketti. Sırtında paltosu

yoktu. Alan eskisi gibi bomboĢ ve sessizdi. Var gücüyle bağırmak istedi;

ama sesi çıkmıyordu. KoĢarak alanın öbür ucunu bulmaya çalıĢtı. Ne kadar

koĢtuğunu bilemeden alanın sonuna geldi. Bir bekçi kulübesi gördü.

Pencereden içeriye baktı. Bekçi tüfeğine dayanmıĢ uyuyordu. Pencereden

ayrılıp kapıya yöneldi. Var gücüyle kapıyı yumruklamaya ve bağırmaya

baĢladı. Bekçi uykulu gözlerle kapıyı açtı: "Ne var, ne oluyor?" demeye

kalmadan Akakiyeviç bekçinin yakasına sarıldı, bağırmaya baĢladı:

—Yolda adam soyuyorlar, sen burada uyuyorsun! Seni süründüreceğim!

Bekçi gayet piĢkin bir eda ile yakasını Akakiyeviç'in elinden kurtardı:

Page 25: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

—Memura görev baĢında hakaret edemezsiniz... dedi. Uyuduğumu kim

söylemiĢ, gördüğünüz gibi ayakta ve görev baĢındayım... Eğer bir

Ģikayetiniz varsa, yarın gündüz polisi-

ne dilekçe ile bildirirsiniz. Salınan paltonuzu bulmak onların

görevidir...

Akakiyeviç, hırsından çocuk gibi ağlamaya baĢladı. Çaresizlik içinde evin

yolunu tuttu. Üstü baĢı periĢan bir halde, saçları birbirine karıĢmıĢ,

gözleri ağlamaktan ĢiĢmiĢ bir halde evin dıĢ kapısına yaslandı.

YaĢlı ev sahibesi, kapının yıkılırcasına vurulduğunu duyunca, yatağından

fırladı. Aceleyle sabahlığım giydi. Kapıyı açarken bir eliyle de yakasını

düğmelemeye çalıĢıyordu. Akakiyeviç'i o halde görünce korkuyla irkildi ve

iki adım geriledi:

—Beyefendi ne oldu size, bu ne hal? dedi.

Meselenin aslını öğrenince, ellerini dizlerine vurarak, "Vah, vah!" diye

inledi ve hırsızlara beddua okudu. Sabah erkenden bizzat evine giderek

baĢkomiserle görüĢmesini tavsiye etti. Mahalle polisinin onu oyalamaktan

baĢka bir iĢe yaramayacağını söyledi. Akakiyeviç'in üzüntüsünü

hafifletmek için:

—BaĢkomiser beni tanır... dedi, bir zamanlar yanımda çalıĢan "Anna"

isimli Finli bir kadın, Ģimdi baĢkomiserin evinde dadılık yapıyor. Çok

iyi bir insandır baĢkomiser. Her pazar kiliseye gider. Dua ederken bile

güleç yüzlüdür. Size yardım edeceğinden emin olabilirsiniz.

Ev sahibesinin tavsiyelerini dinleyen Akakiyeviç, bitkin bir halde

odasına çıktı. Kendini yatağa attı. Bütün gece gözüne uyku girmedi. Tek

tesellisi baĢkomiserin iyi bir insan oluĢu ve ev sahibesini tanıması idi.

Sabah erkenden baĢkomiserin evine gitti. Hizmetçi, beyefendinin daha

kalkmadığını söyledi ve," îki saat sonra gelirseniz belki

görüĢebilirsiniz." dedi.

îki saat sonra dairede olması gerektiğini hiç aklına bile getirmeyen

Akakiyeviç, baĢkomiserin evine yakın bir duvar

60 •

61

dibinde bekledi. Sabırsızlık ve ümitle bir kere daha kanun adamının

kapısını çaldı. Hizmetçi onu tanımamıĢ gibi davranarak; "Niçin geldiniz,

sizi kim gönderdi, neden Emniyet Müdürlüğürne gidip beyefendiyi makamında

beklemiyorsunuz?" gibi bir sürü can sıkıcı sorularla Akakiyeviç'i

sıkıĢtırıyor; onu içeri almak istemiyordu. Verdiği cevaplar hizmetçiyi

tatmin etmemiĢ olacak ki; "Beyefendi önemli bir devlet adamıyla görüĢmeye

gitti; öğleden sonra makamına dönecek." dedi ve ekledi: "Siz en iyisi

gidip Emniyet Müdürlüğü'nde bekleyin."

Akaki Akakiyeviç, memuriyet hayatı boyunca hiç devamsızlık yapmamıĢtı. Ne

rapor, ne mazeret izni almıĢ değildi. Yıllık izninde bile daireye gelir,

yarım kalan dosyaları tamamlardı. Paltosunun gasbedilmesi onu öylesine

periĢan etmiĢti ki; mesai günü olduğunu unutmuĢ; ilk defa iĢe gitmemiĢti.

Emniyet Müdürlüğü'ne gittiği zaman aynı zorluklarla karĢılaĢtı, önce

müracaattaki polisin sorularını cevaplamak zorunda kaldı. Kızmadan,

sabırla dün gece baĢından geçenleri anlattı. Polis, hikâyeyi Ģüphe ve

tereddüt içinde dinledikten sonra, onu baĢkomiserin yazıcısına gönderdi.

Zavallı Akakiyeviç, yazıcıya da hikâyeyi baĢtan sona anlattı. Yazıcı,

Ģikâyetini dilekçe ile bildirmesi gerektiğim söyleyince Akakiyeviç'in

sabn tükendi:

— Ben Ģerefli bir devlet memuruyum! diye bağırdı ve ekledi: BaĢkomiserle

bizzat görüĢmek istiyorum. Bana engel olmaya kalkarsanız, piĢman

olursunuz, önemli makamlarda tanıdıklarım var, sizi süründürürüm!

Akakiyeviç'in çekinmeden bağırması karĢısında yazıcı yumuĢadı, önemli

makamlarda tanıdığı olanlardan herkes korkardı.

Page 26: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

— özür dilerim beyefendi, ben görevimi yapıyorum; ama muhakkak

baĢkomiserimizi görmek istiyorsanız buna engel olamam. Yalnız,

müsadenizle kendisine haber vermem gerekiyor... dedi ve gitti.

Yazıcı, baĢkomisere önemli makamlarda tanıdığı olan bir memurun kendisini

görmek istediğini söyledi. Komiser: "Buyursunlar..." dedi.

Akakiyeviç'i sırtında dökük bir palto ile karĢısında gören baĢkomiser

bıyık altından gülerek, "Bu mu, önemli makamlarda tanıdığı olan memur..."

diye geçirdi içinden. Rahat bir nefes aldıktan sonra:

—Evet, dedi, sizi dinliyorum; nedir Ģikâyetiniz? Akaki Akakiyeviç

kendisini tanıttıktan ve ev sahibesinin selâmını ilettikten sonra, acıklı

palto hikâyesini ona da anlattı. Gece bekçisinin olay sırasında

kulübesinde uyumakta olduğunu; görevini ihmalden dolayı ceza görmesi

gerektiğini ilave etmeyi unutmadı.

BaĢkomiser, hikâyeyi biraz Ģüpheli bulmuĢ olacak ki; Akakiyeviç'i

sorularla sıkıĢtırmaya baĢladı:

—Gecenin o saatinde, ıssız yollarda ne iĢiniz vardı? —Dedim ya efendim,

çay partisinden dönüyordum... —ġu çay partisi dediğiniz içki âlemi

olmasın? BaĢkomiserin paltodan ziyade, niçin ve ne sebeple eve geç

döndüğü üzerinde durunca; hele "O kötü evlerin birinden mi geliyordunuz?"

sorusu ile karĢılaĢınca bütün sabrı tükendi; Ģuurunu kaybetti:

—Sizi ae Ģikâyet edeceğim! Önemli makamlarda tanıdıklarım var! Eğer

paltom bulunmazsa, baĢınıza gelecekleri siz düĢünün!... diye bağırmaya

baĢladı.

BaĢkomiser, nöbetçiyi çağırdı. Akakiyeviç'i kalem odası-

62 •

63

na götürmesini ve Ģikâyet dilekçesi yazdırmasını söyledi, Akakiyeviç,

nöbetçinin zoruyla dıĢan çıkarken baĢkomiser: —Gereği yapılacaktır,

beyefendi... dedi, adalete güvenebilirsiniz. Biz neticeyi adresinize

resmî yazı ile bildiririz.

Ertesi gün, Akakiyeviç eski paltosu ile iĢe gitmek zorunda kaldı. Onu

eski palto ile görenler ĢaĢırdılar:

—Ne o, yeni paltonuza kıyamıyormusunuz beyefendi? diye onu alaya aldılar.

Hikâyeyi öğrenenler içinde bile dalga geçmeye devam edenler vardı. Ancak

çoğu daire arkadaĢları ona acımıĢlardı. Vicdanlı mesai arkadaĢları

aralarında para toplamaya karar verdiler. Ne var ki, bir ay içinde bu

üçüncü para toplanması idi... Birincisi, ġube Müdürü'nün emri ile,

emekliye ayrılan Genel Müdür'e hediye almak; ikincisi, bir yazar

arkadaĢın yeni çıkan kitabını kütüphaneye hediye etmek için toplanmıĢtı.

Akakiyeviç için toplanan miktar, paltonun dikiĢ parasını bile karĢılamaya

yetmiyordu.

ġube Müdürü, Akakiyeviç'i odasına çağırttı. Paltonun çalındığına çok

üzüldüğünü söyledi. Bu iĢin normal yollarla çözülemeyeceğini; ancak

nüfuzlu bir bürokratın devreye girmesi ile polisin ciddi olarak meseleye

el koyacağını ve ^ paltoyu bulacağını anlattı. Çok gizli tutması Ģartı

ile ona nü- ¦ fuzlu bürokratın kartını verdi.

Bu çok nüfuzlu zâtın kartını elde eden Akakiyeviç yeniden ümitlendi. ġube

Müdürü'nün önünde eğildi ve defalarca teĢekkür etti.

Yazarları gözümüzde fazla büyütmeyelim. Onlar da insandır ve her insan

gibi bazen unuturlar. Nitekim, bu hikâyenin yazarı da Akakiyeviç'e

tavsiye edilen önemli zâtın ismini ve görevini hatırlamıyor... Bildiği

bir Ģey varsa, o da önemli zâtın sonradan görme biri olduğu; Adalet

Bakanlı-

ğı'nda önemli bir mevkide bulunan dayısının sayesinde bu makama geldiği

idi...

Bizim nüfuzlu bürokratın, makamının adamı olduğunu göstermek için,

kendisine göre usulleri vardı. Meselâ, kendisini ziyarete gelenleri

Page 27: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

bekletir; böylece çok önemli iĢleri olduğu kanaati vermek isterdi. Göreve

baĢladığı ilk gün, maiyetindeki bütün memurları toplamıĢ; her sabah iĢe

baĢlamadan evvel merdivende sıraya dizilmelerini, kendisini saygı

duruĢunda karĢılamalarını emretmiĢti... Makamına girmek merasime tâbi

idi. önce müracaat memuruna, sonra özel kalem müdürüne, oradan bölüm

Ģefine ve nihayet sekretere kadar uzun bir yol katetmek gerekiyordu.

Rusya'da "Kutsal Devlet" geleneğinin bir felsefesiydi bu... Büyük Ģefin

huzuruna çıkmak kolay değildir. Büyüklerin davranıĢıla-rını, en önemsiz

makamda bulunanlar bile taklit etmekten zevk alırlar. Geçenlerde biri

anlattı. Sekizinci dereceden bir memur, özel kalemin baĢına geçici

görevle atanınca ilk iĢi kendisine bir makam odası ayırmak olmuĢ. Kapıya

da kırmızı apoletli, sırma yakalı, üniformalı bir nöbetçi dikmiĢ. Bu

yetmiyormuĢ gibi, arĢiv salonundaki dosyalan depodaki bir odaya kaldırtıp

burasını "toplantı salonu" yapmıĢ.

ĠĢte bizim nüfuzlu müdür de böyle sonradan görme, torpille gelme bir

acemi kiĢiymiĢ. Acemiliğini örtmek için de elinden geldiğince sert

görünmeye çalıĢıyormuĢ. "Yönetimin temel Ģartı disiplin ve sertliktir."

diyormuĢ ve tekrarlı -yormuĢ:

—Sertlik, sertlik ve sertlik!

Bizim müdüre göre, birinci sertlik, memura göz açtırmamaktır. Çünkü,

yumuĢak yönetim onları tenbelliğe itermiĢ. Ġkinci sertlik, disiplinin

gereğiymiĢ. Bizim müdürü gören bir memur mutlaka ayağa kalkmalı, ceketini

düğümlemeli, say-

64

65

gı duruĢunda beklemeli, o geçinceye kadar duruĢunu boz-mamalıymıĢ.

Memurlar ve müstahdemler, bu nüfuzlu zâttan öylesine korkarlarmıĢ ki,

"Arkasında bile gözü var." derlermiĢ. Arkasında gözü var tâbirini biraz

daha açmamız gerekecek: Efendim, geçenlerde yedinci dereceden bir memur

bizim bürokratı görünce ayağa kalkmıĢ, önünü iliklemiĢ, saygı duruĢu

göstermiĢ; ancak bir adım geçe duruĢunu bozmuĢ. Ne bilsin zavallı,

müdürün arkasında gözü olduğunu?.. Müdürümüz, sert bir geri dönüĢ yapmıĢ

ve bağırmıĢ: . —Bu ne terbiyesizlik! Bu ne saygısızlık! Bana saygısızlık/

makama saygısızlık; makama saygısızlık da kutsal devlete saygısızlıktır!

Sizi maaĢ tenzili (indirimi) ile cezalandırıyorum! Bu belki aklınızı

baĢınıza getirir... demiĢ.

Bir hafta geçmeden baĢka bir vukuat olmuĢ: Zavallı bir hademe, toplantı

salonunu süpürürken, bu çok nüfuzlu bürokratın içeri girdiğini

farketmemiĢ. Vay, sen misin Müdürü görmezden gelen! Saygısızlık cezasız

kalmamalıymıĢ... Yoksa, bu diğer çalıĢanlara da sirayet eder, müessesede

disiplin bozulurmuĢ. iki gün sonra zavallı ivedi olarak Sibirya'ya sürgün

gitmiĢ.

Bu çok nüfuzlu müdürü yalandan tanıyanlar, "Aslında iyi adamdır."

diyorlarmıĢ... ArkadaĢ canlısı, iyiliksever bir kiĢiy-miĢ. Akrabalarına

ve eski arkadaĢlarına bu yaptıkları anlatılınca inanmıyor; "Hayır, bizim

bildiğimiz adam ile sizin anlattığınız zât aynı kiĢi olamaz!"

diyorlarmıĢ. Ne bilsinler ki, müdür koltuğuna oturunca böylesine

değiĢtiğini?..

iĢin enterasan tarafı, bu nüfuzlu zât, müdür olduktan sonra da

akrabalarına ve arkadaĢ çevresine karĢı tutumunu değiĢtirmemiĢti.

Makamına dahi gelseler, onları candan karĢılar, sohbet eder, kapıya kadar

uğurlardı.

Yazarlar, nedendir bilinmez, bazan olmadık yerde lafı

uzatır; iki cümlelik bir olayı iki sayfa anlatırlar... Burada da öyle

oldu. Yazarımız, adını ve makam yerini bile hatırlayamadığını söylediği

bir müdürden uzun uzadıya bahsetti. Okuyucularını sıkmamak için sözü

uzatmak istemediğini yazıyor ve "Artık, sadede gelip Akakiyeviç'in palto

Page 28: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

hikâyesine dönelim." diyor ise de; siz inanmayın. Aslında, Sansür

Kurulu'na paçayı kaptırmaktan korkuyor...

Zavallı Akaki Akakiyeviç, elinde önemli zâtın kartı, yüre-;inde paltosuna

kavuĢma hayali, müracaat memurunun :arĢısına dikildi. Kartı göstererek:

—Sayın müdürünüzle görüĢmek istiyorum; Ģube müdü-ümüzden selâm

getirdim... dedi.

Elinde kart olduğu için kolayca müracaat memurunu aĢıp özel kalem

müdürüne gitti. Oradan bölüm Ģefine ve nihayet müdür sekreterine kadar

geldi.

Müdür sekreteri kartı inceledikten sonra: —ġimdi görüĢemezsiniz., dedi,

müdürümüz çok önemli bir zâtla toplantı yapıyor.

Aslında çok önemli dediği zât, müdürün bir çocukluk arkadaĢıydı. Toplantı

yapmıyor; sohbet ediyorlardı.

Akakiyeviç, müdürle görüĢmeden gitmeyeceğini, konunun çok önemli olduğunu

söylüyor ve ısrar ediyordu. Akakiyeviç'i atlatamayacağım anlayan

sekreter, içeri girip müdürden özür diledi:

—Efendim, dedi, Akakiyeviç adında yabancı daireden bir memur sizi görmek

istiyor, elinde kartınız var.

Müdür, karĢısında sekreteri görünce, arkadaĢına ne kadar önemli bir

makamda olduğunu göstermek istercesine kasıldı ve sesine ciddi bir ton

vererek:

—Akakiyeviç mi dediniz? Ben böyle bir isim hatırlamıyorum! Niçin gelmiĢ?

66

67

— Söylemiyor, efendim. Konunun çok önemli olduğunu, ancak size

anlatabileceğini ifade etti.

Konunun çok önemli olması müdürün hoĢuna gitmiĢti... Sesini daha da

sertleĢtirerek:

— Söyleyin, beklesin! dedi, görüyorsunuz meĢgulüm. Sekreter saygı

duruĢunu bozmadan:

— Emredersiniz, efendim! dedi ve geri adımlarla dıĢarı çıkıp kapıyı

örttü.

Aslında iki arkadaĢın konuĢacakları birĢey kalmamıĢ; bütün çocukluk

hâtıralarını anlatmıĢlardı. Sekreter çıktıktan sonra, bizim müdür tekrar

yumuĢak karekterine döndü ve arkadaĢının dizine vurarak:

— Ne güzel günlerdi onlar, değil mi Aytamonoviç? dedi. Diğeri:

— Evet... dedi, geri gelmez artık o günler. Zaman çok değiĢti.

Müdür:

— Zaman varsın değiĢs mez... dedi.

ı; bizim dostluğumuz değiĢ-

Köyden arkadaĢını ziyarete gelen ve onun çok önemli bir mevkide olduğu

halde kendisine iltifat ettiğini gören bu ralı misafir de keyiflendikçe

keyiflenivnr- ha«-«-------¦

taĢ-gururlanı-

___.«^^ı sıngını gc

_, elendikçe keyifleniyor; hatta yordu.

Müdür, yeni bir konu bulup çocukluk arkadaĢını avutmanın güçlüğünü

yaĢarken sekreter imdada yetiĢti. Özür dileyerek imzalanacak evraklar

getirdiğini söyledi.

Sonradan görme müdür, tekrar önemli kiĢi azameti takınarak evrakları

imzaladı, imza dosyasını sekretere uzatırken:

—DıĢarıda bekleyen memura söyleyin gelsin... dedi.

Bizim nüfuzlu zat, göreve baĢladıktan sonra, bu tür sert

emirler vermeyi ayna karĢısında en az bir hafta tâlim etmiĢti... içeriye

hırpani kılıklı bir zavallının girdiğini görünce, bizim müdür hepten

ciddileĢti:

—Söyleyin bakayım! dedi, nedir anlatacağınız önemli mesele?

Page 29: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Zavallı Akakiyeviç, müdürün bir general edasıyla bağırması karĢısında

paniğe kapıldı:

—ġey efendim... dedi, Ģey için gelmiĢtim. —Evet, sizi dinliyorum!

Akaki Akakiyeviç, kekeleye kekeleye palto hikâyesini anlattı. Paltosunun

yeni dikilmiĢ olduğunu, gece yarısı önünün kesilerek alçakça soyulduğunu,

bekçinin umursamazlığını, BaĢkomiser'in ilgisizliğini ve nihayet Ģube

müdürünün eline bir kart vererek kendisini buraya gönderdiğini söyledi.

Ellerini oğuĢturarak:

—Ekselansları, dedi, paltomun bulunması için ilgili makamlara emir

vermenizi istirham ediyorum; benden bu iyiliği esirgemeyin!..

Nüfuzlu zât, hakarete uğramıĢ gibi hiddetlendi: —Beyim! dedi, siz nasıl

devlet memurusunuz? Size resmi usul öğretmediler mi? Nerede olduğunuzu

sanıyorsunuz? * Bir mahalle karakolunda mı? Kiminle konuĢtuğunuzu

sanıyorsunuz? Bir hırsızlık masası polisiyle mi? Her makama baĢvurmanın

bir usulü vardır! Önce, özel kalem müdürlüğüne bir dilekçe verecektiniz.

Dilekçeniz Ģube müdürlüğüne havale edilecek, oradan sekreterime gelecek

ve sekreterim eliyle bana ulaĢacaktı.

Ümitlerinin bir bir suya düĢtüğünü gören Akakiyeviç, son bir defa

cesaretini toplayarak:

—Ekselansları, dedi, müsamahanıza sığınarak, zaman

68

69

kazanmak istemiĢtim. Hem, Ģey... bilirsiniz, sekreterlere pel güven

olmaz.

—Nee! Siz ne konuĢtuğunuzun farkında mısınız? ġu söylediğiniz sözler

resmen suçtur! Size soruyorum, ne söylediğinizin farkında mısınız?

Nüfuzlu zât ayağını yere vuruyor, hiddetinden morarıyor, sesi yükseldikçe

yükseliyordu.

Akakiyeviç taĢ kesilmiĢ; heykel gibi duruyor, ne söyleyeceğini

bilemiyordu. Birden bire zelzeleye uğramıĢ çoban kulübesi gibi titremeye

baĢladı, sendeledi. DüĢmek üzere iken sekreter yetiĢip koluna girdi;

güçlükle dıĢarı çıkardı.

Nüfuzlu zât, sözlerinin bir insanı bayıltacak kadar etkili oluĢu

karĢısında gururlanıyor; arkadaĢını yan gözle süzüyor, onu ne kadar

etkilediğini anlamak istiyordu.

Zavallı Akaki Akakiyeviç, merdivenlerden nasıl indiğini, sokağa nasıl

çıktığını, eve hangi yollardan geldiğini hatırlamıyordu. Sanki kendisini

taĢıyan vücut onun değildi. Bulutların üzerinde yürür gibi karlara

basıyor, esen tipiyi hissetmiyor; zorlukla nefes alıyordu.

Yatağa uzandığında boğazı ĢiĢmiĢ; alnında soğuk ter taneleri birikmiĢti.

Ertesi gün yataktan kalkamadı, iyi kalpli ev sahibesi, Akakiyeviç'in

odasından çıkmadığını görünce ziyaretine gelmiĢ; durumun vahametini

anlayarak bir doktor getirmiĢti.

Doktor, hastanın nefesini dinleyip boğazını kontrol ettikten sonra:

—Yazık, dedi, zavallı Ģiddetli bir hummaya yakalanmıĢ.

Kocakarının kulağına eğildi:

—HemĢire, maalesef üzülerek söylüyorum, yapabileceğim birĢey yok.

Hastanız gidici, iki güne kalmaz ahirette sevdiklerine kavuĢur... Siz en

iyisi kısa zamanda bir tabut ısmar-

lamaya balon, pahalısına gerek yok; çamdan olsun yeter.

Akaki Akakiyeviç'in bu sözleri duyup duymadığını; duydu ise üzülüp

üzülmediğini bilmiyoruz. Zira o sırada ateĢler içinde kıvranıyor;

anlaĢılmaz kelimeler mırıldanıyordu.

Doktoru yolcu ettikten sonra, iyi kalpli kocakarı, tekrar Akakiyeviç'in

yanına dönmüĢ; baĢı ucunda beklemeye baĢlamıĢtı. Hasta gittikçe

fenalaĢıyor; hırıltılarıyla yaĢlı kadını korkutuyordu. Bir ara gözlerini

açıp tavana baktı. Orada terzi Petroviç'i gördü ve sayıklamaya baĢladı:

Page 30: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

—Petroviç usta, dedi, bana dikeceğin paltonun üzerinde hırsız kapanları

bulunsun...

Gözleri tekrar yumuldu. Anlamsız birĢeyler daha mırıldandı. Bir çeyrek

saat sonra yine kendine geldi. Daha doğrusu sayıklayıncaya kadar kocakarı

öyle zannetti. Akakiyeviç, yattığı yerden duvarı göstererek:

—HemĢire., dedi, yeni paltom varken neden eskisini duvara astınız?

Kadıncağızın boğazında hıçkırıklar düğümlendi. Gözleri j yaĢardı:

1 —Kendinizi yormayın, beyefendi... dedi, istirahatinize | bakın.

Ġ Yattığı iki gün boyunca ziyaretine gelen kimse olmadı. YaĢlı ev

sahibesi, zavallının baĢından ayrılmayarak vefa ve asalet örneği verdi.

Öleceğine yakın tekrar kendine geldi. Tabiî buna kendine gelmek

denirse... Bu kez karĢısında nüfuzlu zât duruyordu.

—Özür dilerim ekselansları., dedi, Ģey için gelmiĢtim.

Arkasından ağız dolusu bir küfür savurdu. YaĢlı kadın kulaklarına

inanamadı. Bu nazik insanın nasıl olup da küfür edebildiğine ĢaĢırdı.

70

71

Sayıklamaları hazan anlaĢılmaz mırıldanmalar halini alıyor; sonunda dönüp

dolaĢıp çalman yeni paltoya geliyordu. Ekselansa ve sekreterine birkaç

küfür daha ettikten sonra nefesi kesildi. Sabahın ilk ıĢıklarıyla

birlikte can verdi. Geriye para edecek hiçbirĢeyi kalmadığı için polis

mirasçılarını aramak zahmetinden kurtulmuĢtu. Üç—beĢ tüylü kalem, bir

demet resmi antetli beyaz kâğıt, üç çift çorap, iki takım iç çamaĢırı,

bir gömlek, bir eski pantolon... Ve duvarda asılı dökük palto. îĢte bizim

devlet memuru Akakiki Akakiyeviç'in geride bıraktığı bütün mal varlığı...

KomĢuları, yaĢlı kadına tabut ve mezar masrafı için Akakiyeviç'in

çalıĢtığı daireye müracaat etmesini söylediler ise de; onurlu kadın buna

gerek görmedi. Bütün masrafları Allah rızası kendi cebinden ödedi.

Akakiyeviç'in ölümü hiç kimsenin dikkatini çekmedi. Sanki böyle biri hiç

yaĢamamıĢ gibi, arayıp soran olmadı. Garip gelmiĢ, garip yaĢamıĢ ve yine

garip ölmüĢtü. Kimseye, hatta ev sahibesine bile borcu yoktu.

MeslekdaĢlarının bütün Ģakalarına katlanmıĢ, alaylarını tebessümle

karĢılamıĢ, kimseyi üzmemiĢ, kimsenin hakkını yememiĢ, çalıĢkan ve aĢırı

saf bir adem kiĢi idi.

Hayatının en mutlu günü, Ģüphesiz, yeni paltosunu giyip daireye gittiği

gündü. Alçak yol kesiciler, ona bu mutluluğu bile çok görmüĢler;

zavallıyı hayata bağlayan biricik serveti sırtından sıyırıp almıĢlardı.

ölümünden üç gün sonra, çalıĢtığı daireden bir hademe, elinde san bir

zarfla geldi. YaĢlı kadına Akakiyeviç'i sordu, imzalatılmak üzere bir

emir getirdiğini söyledi. Emirde, 24 saat içinde göreve dönmediği

taktirde görevine son verileceği yazılıydı...

Hademe, Akakiyeviç'in öldüğünü duyunca çok üzüldü. Daireye geri dönüp

müdüre:

—Akaki Akakiyatdç BaĢmaçnikov artık göreve gelemeyecek, efendim... dedi;

çünkü üç gün önce gömmüĢler zavallıyı...

Müdürün ölüm haberine üzülüp üzülmediğini bilmiyoruz; yazar bu konuda

birĢey yazmamıĢ. Akakiyeviç'in ölüm haberi memurlar arasında biraz üzüntü

doğurmuĢ ise de; çabuk unutuldu. Çünkü yerine hemen yeni bir memur

gelmiĢ; zavallının ölümü bir garibe daha ekmek kapısı açmıĢtı.

Akaki Akakiyeviç BaĢmaçnikov'un hikâyesinin burada bittiğini zanneden

okuyucularımıza bir süprizimiz var. Akakiyeviç, yaĢarken kendisine

ehemmiyet vermeyenlerden intikam almak istercesine ölümünden birkaç sonra

kendisinden bahsettirmeye baĢladı. Kulaktan kulağa dolaĢan söylentilere

bakılırsa, geceleri Kalanki Köprüsü civarında, sırtında eski paltosuyla

memur kılıklı biri dolaĢıyormuĢ. Her geçeni çevirip sırtında Ģöyle Ģöyle

yeni bir palto bulunan hırsızı görüp görmediklerini soruyor; eğer görecek

olurlarsa kendisine haber vermeleri gerektiğini söylüyor ve ekliyormĢ:

Page 31: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

"Ben her gece buralarda olacağım. Paltomu buluncaya kadar kimseye rahat

vermeyeceğim!"

Yine söylentilere ve görgü Ģahitlerinin anlattıklarına bakılırsa, son

günlerde bu memur kılıklı adam, çalınan yeni paltosunu bulamayacağını

anlayınca kızmıĢ; sırtında paltosu olan herkesi soyup gönderiyor,

topladığı paltolarla gözden kayboluyormuĢ. Kendisine ne bıçak, ne kılıç,

ne de silah iĢlemediği için kimseden korkmuyormuĢ. Bir defasında bir

baĢkomiserin paltosunu bile sırtından çıkarıp almıĢ; adam birĢey

yapamamıĢ.

Akaki Akakiyeviç'in çalıĢtığı daireden bir memur da bu hayalet adamla

karĢılaĢmıĢ. Görür görmez çığlığı basmıĢ; çünkü hayalet adam tıpa tıp

Akaki Akakiyeviç'e benziyormuĢ... O kadar korkmuĢ ki; arkasına bakmadan

tabanları yağlamıĢ.

72

• 73

Bu Rus halkı da tuhaf doğrusu. Kelime ve kavramlarda da bir

beraberlikleri yok. Kimi hayalet adama "hortlak" derken, kimileri de

"ermiĢ kiĢi " diyormuĢ. Daha çok paltosu soyulanlar "hortlak" diyormuĢ.

Hayalet adam, palto soygununda o kadar ileri gitmiĢ ki; eski-yeni demeden

önüne gelen adamın paltosunu soyup gözden kayboluyormuĢ. Bu yüzden üĢütüp

hastalananların sayısı gün geçtikçe artıyormuĢ. Anlattıklarına göre,

hortlak adam, aynı anda birkaç yerde birden görünüyor; bilhassa nüfuzlu

kiĢilerin, zenginlerin ve kanun adamlarının paltolarını soyuyormuĢ. Palto

soygununda, Akakiyeviç'in soyulduğu gece kulübesinde uyuyan bekçi de

nasibim almıĢ. Hayalet adam, bekçinin sadece resmî paltosunu almakla

kalmamıĢ; zavallının elbisesini de alıp don-gömlek bırakmıĢ. Gecenin

ayazında iç çamaĢırı ile kalan bir adam zatürreye tutulmaz da ne olur?

Bekçinin hastahanede yoğun bakımda olduğunu söylüyorlar. Hatta zavallı

kurtulmaz; ölür diyorlar. Meselenin asıl can damarına dokunmadan

geçemeyeceğiz. Akaki Akakiyeviç'i insafsızca haĢlayan ve huzurundan

baygın ayrılmasına sebep olan "nüfuzlu zât" o gün yaptığına çok piĢman

olmuĢ. Ziyaretine gelen çocukluk arkadaĢı gittikten sonra, sekreterini

çağırmıĢ. Adama ne olduğunu, dilekçe verip vermediğini sormuĢ. Sekreter

de gidip özel kalem müdürüne sormuĢ. Müdür, Akaki Akakiyeviç adında

birinin dilekçe vermediğini söylemiĢ.

Nüfuzlu zât, bu duruma oldukça üzülmüĢ. Zavallı memurun azar iĢittikten

sonra kâğıt gibi olmuĢ yüzü gözünün önünden gitmiyormuĢ. Vicdan azabına

daha fazla dayanamamıĢ; sekreterini Akaki Akakiyeviç'in çalıĢtığı daireye

göndermiĢ. Paltosunun bulunup bulunmadığını sormasını, bulunmadı ise,

müdürün bütün nüfuzunu kullanarak paltonun en kısa zamanda bulunmasını

temin edeceğini söylemesini emretmiĢ.

74

Sekreter dönüp de Akafci Akakiyeviç'in hummadan öldüğünü söyleyince,

nüfuzlu zâtın iyice morali bozulmuĢ. O akĢam üzüntüsünü hafifletmek için

bir baĢka önemli kiĢinin içkili yemek dâvetine katılmıĢ. Misafirlerin

hepsi mevki sahibi önemli kiĢilermiĢ. Yemekten sonra içkiler içilmiĢ.

Birkaç kadeh atan bizim nüfuzlu zâtın neĢesi yerine gelmiĢ. Oyun

partisine katılmıĢ. Oyun gece geç saatlere kadar devam etmiĢ. Gece

yansından sonra eve gitmektense, bir önemli kiĢi vasıtasıyla tanıĢtığı

dul hanıma uğramaya karar vermiĢ. Dul hanımın ev kirasını ve mutfak

masrafını bizim nüfuzlu zât karĢıladığı için buraya "ikinci evim"

diyormuĢ. Önemli makamları iĢgal edenlerin ikinci evi olması artık çok

doğal karĢılanıyor; hatta önemli kiĢi olmanın özelliği sayılıyordu.

Yazar, hikâyenin burasında bir azizlik yapıp "misli geçmiĢ" zamanı

bırakarak "dili geçmiĢ" zamanı kullanmaya baĢlıyor.

Kızağına atlayan nüfuzlu zât, paltosunun yakalarını kaldırdı ve

arabacısına, "Karolina tvanovna'ya!" emrini verdi. Efendisinin ikinci

adresini çok iyi bilen arabacı, atları kırbaçladı. Tipi Ģeklinde kar

Page 32: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

yağıyordu. Kar taneleri havada savrularak bizim önemli kiĢinin yüzünü

yalıyor; paltosunun yakasını yelken gibi ĢiĢiriyor, Ģapkasının kenarlarım

titretiyordu.

Nüfuzlu zât, karısından pek de güzel olmayan Ivanovna ile geçireceği

saatleri düĢünüyor; yaĢına baĢına yakıĢmayan bir sevda türküsü

mırıldanıyordu.

Araba bir sokak dönemecine geldiği sırada, güçlü bir el önemli kiĢinin

yakasına sarıldı. Neye uğradığını ĢaĢırıp baĢını çevirince donakaldı.

îliklerine kadar üĢüdüğünü hissetti. Tüyleri diken diken oldu. Yakasına

yapıĢan ufak tefek adamı tanıdı. Bu, kendisine çalınan yeni palto için

müracaat eden

• 75

Akaki Akakiyeviç'ti... Giydiği yırtık pırtık paltodan mezar kokusu

yayılıyordu, önemli kiĢi çıldıracak gibi oldu.

Kekeleyerek:

—ġey... dedi, çok Ģükür sizi görebildim.

Hayalet adam:

—Yook! dedi sırıtarak, sen değil ben Ģükretmeliyim. Kaç gecedir senin

yolunu bekliyorum... ġu paltonu alabilmek için.

Kafasına bir yumruk indirdi:

—Haydi, bakma öyle yüzüme! Çıkar Ģu kürklü paltonu! Paltosuz, tipi

altında yürümek nasıl olurmuĢ gör bakalım!..

Nüfuzlu zât, hortlak görmüĢ çocuk gibi itaat etti. Paltosunu çıkarıp

hayalet adama verdi.

—ġapkam da! diye bağırdı hayalet adam.

önemli kiĢide kabadayılıktan eser kalmamıĢtı. Kükreyen aslanın yerini,

korkudan kuyruğu titreyen bir kedi almıĢtı.

ġapkasını da çıkarıp verdi. Paltoyu ve Ģapkayı alan hayalet adam, bir

anda gözden kayboldu. Sanki yer yarılmıĢ içine girmiĢti.

Nüfuzlu adam, hayaletten kurtulduğunu görünce, arabacıya bağırdı:

—Ne duruyorsun, çabuk gidelim! Arabacı sordu:

—Nereye ekselansları? Ġkinci adresinize mi?.. —ikinci adresin cam

cehenneme, be adam! Çabuk beni evime yetiĢtir!

Arabacıda kırbacı kullanacak derman kalmamıĢtı.

—Deeh! dedi atlara.

Yirmi dakika sonra, önemli kiĢi evinin önünde indi. Kapı-

76 •

I

ı

yi kendi anahtarıyla açtj. Titreye titreye odasına çıktı, ölü gibi

yatağına yığıldı. Krize tutulmaktan korkuyordu.

Karısı onu sabah çayına zor kaldırdı. Gece boyunca gördüğü kâbuslar adamı

periĢan etmiĢti. ġapkasız ve paltosuz, yirmi dakika, araba içinde yol

gelmiĢ; iyice üĢütmüĢtü. Bütün kemikleri sızım sızım sızlıyordu.

Babasını kahvaltıda sararmıĢ, solmuĢ bir yüzle görünce

kızı korktu:

—Aaa, babacığım neyiniz var; hasta mısınız? dedi.

Baba cevap vermedi. BaĢından geçenler hakkında bir kelime bile etmedi. Bu

macera nüfuzlu zâtın aklını baĢına getirdi. O günden sonra asla "Sertlik,

sertlik ve sertlik!" diye bağırmadı. Sabah merdivenbaĢı ictimasım

kaldırdı. Sürgüne gönderdiği hademeyi resmi bir yazı ile geri istedi.

ĠĢin enteresan tarafı, hayalet adam, önemli kiĢinin kürklü paltosunu

aldıktan sonra bir daha görünmemiĢ. GidiĢ o gidiĢ olmuĢ. Artık kimse

karakola gidip "Paltom çalındı, soyuldum." dememiĢ.

• 77

s

Page 33: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Ġl.

Petersburg'daki son derece garip olay, o yılm 25 Mart'ın-da cereyan

etmiĢti. Soyadı hiç anılmayan îvan Yakovleviç, Vaznesenski caddesinde

dükkân iĢleten bir berberdi. Dükkanın önündeki tabelada yanakları

sabunlanmıĢ bir adam resmi vardı ve altında da "hacamat yapılır"

yazıyordu.

O gün hayli erken uyanmıĢtı Ivan Yakovleviç. Gözlerini açtığında, taze

piĢmiĢ nefis bir ekmek kokusu geliyordu burnuna. Yataktan doğruldu.

EĢinin, taze piĢmiĢ ekmekleri ocaktan çıkardığını gördü. Aniden karar

vermiĢ gibi:

- Bugün kahve içmeyeceğim Praskovya Osipovna, dedi. Canım sıcak ekmek ve

soğan yemek istiyor nedense...

Aslına bakarsanız, canı kahve içmek istiyordu ama söyleyemedi. Karısının

böyle Ģımarıklıklardan hoĢlanmadığını iyi bilirdi Ġvan Yakovleviç.

Saygıdeğer eĢi, ekmeklerden birini masaya fırlatırken "ekmeği bu ahmak

yesin de, kahveyi ben içeyim" diye geçirdi aklından...

îvan Yakovleviç, geceliğini çıkarıp ağır hareketlerle kıyafetini giydi ve

iki soğan alarak sofraya oturdu. Elindeki soğanları masaya bıraktı. Bir

eline bıçağı aldı, diğer eline karısının masaya fırlattığı ekmeği... Çok

önemli bir vazifeyi yerine getiriyormuĢcasma, büyük bir ciddiyetle ekmeği

ortadan

• 81

ikiye böldü, iki parçaya ayrılan esmer hamurdan yapılmıĢ ekmeğin sol

tarafta kalan dilimi içinde ilginç bir cisim gözüne iliĢti Ivan

Yakovleviç'in. Elindeki bıçağın ucuyla ekmeğin içini kurcaladı.

"Ekmeğin içindeki bu sert cisim de ne ola ki?" dedi belli belirsiz...

ġaĢkınlık ve merak ifadesi olarak baĢını iki yana sallarken, eliyle de

ekmeğin içindeki cismi çekip çıkardı.

Birden gözleri faltaĢı gibi açıldı, elindeki cismi kor bir ateĢmiĢ gibi

ani bir hareketle masanın üzerine bıraktı.

Neye uğradığını ĢaĢırmıĢtı îvan Yakovleviç... Masadaki cisim bir burundu;

evet., bir burun!.. Ivan Yakovleviç ilk ĢaĢkınlığı atlattıktan sonra

gözlerini ovuĢturarak masadaki cismi tekrar inceledi. Evet, bu gerçek bir

burundu, iĢin garibi, bu burunu bir yerden tanıyordu sanki...

Ivan Yakovleviç sersemlemiĢ bir halde masanın üzerindeki buruna bakıp

dururken, varlığını bir an için unuttuğu karısının öfkeli sesiyle

irkildi:

- Kimden kestin bunu vahĢi haydut? ispirto fıçısı kılıklı herif! Seni

polise ihbar etmezsem, bana da Praskovya demesinler. TraĢ ederken

neredeyse insanların burnunu koparacağını daha önce kaç defa iĢitmiĢtim

zaten... Cellat mısın sen be!..

Karısının bu öfkeli sözleri karĢısında Ivan Yakovleviç'den hiç ses

çıkmıyordu. Kımıldamıyordu bile. Ölü gibiydi sanki. Gözleri, masada duran

buruna takılıp kalmıĢtı.

Kesik burnu tanıyordu! ÇarĢamba ve Pazar günleri traĢa gelen 9. derece

memur Kovalev'in burnuydu.

Birden karısına dönüp haykırdı:

- Sus biraz Praskovya Osipovna! ġimdi Ģu burnu hemen bir Ģeye saralım da,

götürüp gerekeni yapayım.

Praskovya Osipovna tekrar parladı:

- Odamda kesik bir burun saklayamam ben anladın mı pis domuz! Sakarlığın

dinere destan, sende saç sakal traĢ edecek hal mi var? Ustura bilemekten

baĢka bir Ģey yapamazsın sen!.. Senin yüzünden polislerle mi uğraĢacağım

odun kafalı herif?.. Götür Ģu kesik burnu, gözüm görmesin!

Karısı kulağının dibinde bağırıp dururken, Ivan Yakovleviç yine derin

düĢüncelere dalmıĢtı. Dalgın dalgın kafasını kaĢırken, yaĢadığı birkaç

Page 34: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

saniyelik dehĢeti tekrar tekrar düĢünüyordu. Sesli düĢünür gibi

mırıldanarak konuĢtu:

- Yahu dün gece eve gelirken sarhoĢ muydum ben? Onu bile hatırlamıyorum.

Hadi onlar bir yana, evimizde piĢen ekmeğin içinde bu kesik burnun iĢi

ne?.. ġaĢtım kaldım.

Ivan Yakovleviç kendi kendine konuĢurken, bir yandan da polislerin evde

kesik bir burun bulduklarında hemen yakasına yapıĢacaklarını düĢünerek

irkildi. Vücudunda bir serinlik dolaĢtı. Bu endiĢe ile hemen yerinden

kalktı, kesik burnu elindeki bezle sarıp cebine koydu, pabuçlarını

ayağına geçirip sokağa fırladı. Arkasından karısının cırtlak sesi

geliyordu kulağına...

Sabahın bu saatinde dıĢarda olmak her zaman yaptığı iĢlerden değildi.

Elleri cebinde, acele ile yürümeye baĢladı. Ne yapıp edecek, bu kesik

burundan kurtulacaktı. Ya kazara bir köĢe baĢında düĢürüp hemen baĢka

sokağa sapacak, ya da bir evin arka bahçesine fırlatıp atacaktı.

Ama aksilik bu ya, adımbaĢı bir tanıdığa rastlıyordu.

"Hayrola Ivan Yakovleviç, sabahın bu saatinde nereye böyle?"

"Yahu bu saatte kimi traĢ edeceksin?" diye takılıyordu görenler...

Fırsatını bulup da bir türlü cebindeki kesik burundan kurtulamayan Ivan

Yakovleviç'i iyice sıkıntı bastı. Bir an önce bu iĢi halletmek için

adımlarını daha da sıklaĢtırdı.

82

83

Nihayet müsait bir yere gelmiĢti. Çevresine bakındı, kimseyi görmeyince

cebinden elini çıkardı ve avucunun içindeki kesik burnu sanki düĢürmüĢ

gibi yere attı. Bir an büyük bir yükü üzerinden atmıĢ gibi hissetti.

Henüz birkaç adım atmıĢtı ki, arkasından duyduğu sesle kalbi çılgınca

atmaya baĢladı.

- Bir Ģey düĢürdünüz beyefendi!..

Sesin geldiği yöne döndü. Sokağın köĢesinde bir bekçi ona doğru

bakıyordu. "Allah kahretsin, bu bekçi de nereden çıktı" diye söylendi

kendi kendine. Mecburen eğildi, yerdeki paketi alarak tekrar cebine

koydu.

Dükkânların birer birer açılmasıyla sokaktaki kalabalık giderek

artıyordu. Kalabalığın artması, îvan Yakovleviç'in umutsuzluğunu da

artırıyordu. Hızlı adımlarla Isakiyevski köprüsüne doğru yönelirken,

burnu Neva nehrine atmaya karar verdi.

Pek saygıdeğer bir kimse olan Ivan Yakovleviç hakkında biraz bilgi

vererek, ben de bu arada hatamı düzelteyim.

Ivan Yakovleviç, bütün Rus esnafları gibi müthiĢ bir ayyaĢtı. Her gün

insanları traĢ ettiği halde, kendi saçı ve sakalı her zaman dağınıktı.

Alaca renkli bir Frak giyerdi. Aslında, sarı, kahverengi ve boz

beneklerle kaplı siyah renkte bir fraktı. Yağ lekeleriyle yakası pırıl

pırıl parlardı, önden de üç düğmesi kopuktu.

9. derece memur Kovalev her traĢ oluĢunda,

- Elllerin ne kadar pis kokuyor Ivan Yakovleviç! diye çıkıĢtığında, gayet

piĢkin bir tavırla:

- Niye kokacakmıĢ ki? deyip, umursamaz bir Ģekilde enfiyesine yönelip

burnuna çektikten sonra adamın suratını sabunla sıvar, yaptığı bu

harekete içten içe gülerdi.

ĠĢte bu saygıdeğer yurttaĢ Ivan Yakovleviç, Isakiyevski

84

köprüsüne geldiğinde önce çevresine göz gezdirdi. Daha sonra suyun

içindeki balıklara bakıyormuĢ gibi köprünün korkuluklarına yaslandı ve

elindeki mendile sarılı kesik burnu nehre atıverdi. Üzerinden ağır bir

yük atmıĢ gibi rahatladı. Nehire bakarken kıs kıs gülüyordu. Memur

müĢterilerini traĢ etmek üzere iĢyerine gideceğine, "Yemek ve Çay"

tabelası asılı bir dükkana yöneldi. Tam o anda, geniĢ favorileri olan,

Page 35: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

baĢındaki üç köĢeli Ģapkası ve kılıcıyla oldukça heybetli görünen mahalle

bekçisiyle karĢılaĢtı.

Bekçi, parmağıyla kendisine doğru iĢaret ederek:

- Gel bakalım buraya ahbap, diye seslendi.

Ivan Yakovleviç bir anda olduğu yerde taĢ kesilmiĢti sanki. Usûl bilen

bir insan olduğundan, kendisini toparladı ve yanma yaklaĢırken kasketini

çıkararak bekçiyi selamladı.

- iyi günler efendim!..

- Bırak Ģimdi efendiyi de, köprüde ne yapıyordun onu

söyle!

- ġeyy, diye yutkundu Ivan Yakovleviç. TraĢ için müĢteriye gidiyordum da,

köprüden geçerken nehrin suyu hızlı akıyor mu diye Ģöyle bir bakayım,

dedim.

- BaĢkasına anlat sen bu palavraları!..

- Efendim, arzu buyurursanız, sizi haftada iki kez, hatta üç kez ücretsiz

traĢ edebilirim...

- Geç onları, geç... Beni üç berber traĢ ediyor... Bunu da kendileri için

büyük Ģeref kabul ediyorlar. Sen Ģimdi doğruyu söyle bakalım, ne

yapıyordun orada?

Ivan Yakovleviç rengten renge girdi...

Fakat, olay bundan sonra bir anda karanlık bir ses perdesine bürünüyor. O

andan sonra neler olduğu hususunda hiçbir bilgi bulunmuyor.

85

II.

Memur Kovalev her zamankinden daha erken uyandı o sabah. Âdeti üzere,

"bırrrr" diye bir ses çıkardı dudaklarıyla... Niye yaptığını kendisinin

de bilmediği bir alıĢkanlıktı bu.

Yatağında doğrulup Ģöyle bir gerindi, masanın üzerinde duran küçük aynayı

istedi hiçmetçisinden... Yatarken burnunun üzerinde gördüğü küçük

sivilceye bakmak istiyordu. Fakat büyük bir ĢaĢkınlık içinde, burnunun

bulunduğu yerin dümdüz olduğunu gördü.

Kovalev çok korkmuĢtu. Yıkanma suyunun içinde ıslattığı havlu ile ilkin

gözlerini sildi, sonra yüzünde gezdirdi. Eliyle yokladı; evet, burnu

hakikaten yerinde yoktu. DüĢ görmediğine emin olmak için kendini

çimdikledi. Hayır uyumuyordu ve burnu da yerinde yoktu!..

Memur Kovalev Ģöyle bir silkinip yatağından fırladı, tekrar aynaya baktı.

Burun yeri hâlâ dümdüzdü. Elbiselerini istedi uĢağından, giyinip doğruca

Emniyet Müdürlüğü'nün yolunu tuttu.

Bu arada, size Kovalev'in 9. derece memurluğa nasıl eriĢtiğinden

bahsetsem iyi olacak.

imtihanları kazanıp gelen diplomalı 9. derece memurlardan ayrı olarak,

bir de Kafkasya'dan gelen, sonradan olma 9. derece memurlar vardır. Fakat

bu konunun üzerinde fazla durmamak lâzım. ġu Rusya garip bir ülkedir; 9.

derece memur dedin mi, Riga'dan Kamçatka'ya kadar bütün memurlar

kendilerinden bahsedildiğini zannederler. Sadece onlar de-

86

ğil, bütün rütbe sahipler^ de aynı alınganlığa sahiptir.

Kovalev, 2 yıldır bu görevde çalıĢan, Kafkaslardan gelme 9. derece

memurlardandı. Kendisini daha da soylu göstermek için, 9. derece

memurluğu yanında eski BinbaĢı unvanını da kullanırdı. Sokak satıcısı

kadınlara rastladığında, "Sen evime uğra! Sadovaya sokağında BinbaĢı

Kovalev'in evini kime sorsan gösterir." diyerek karĢılık verirdi.

Biz de, bundan böyle BinbaĢı Kovalev olarak bahsedeceğiz ondan.

BinbaĢı Kovalev her gün Nevski caddesinde gezmeyi alıĢkanlık haline

getirmiĢti. Gömleğinin yakası daima kolalı ve tertemiz olurdu. Ondaki

esaslı favoriler, yol mühendisleriyle, mimarlarda ve askerî doktorlarda

bulunurdu ancak. Yanağının ortasına kadar inerek burna ulaĢan favorilerdi

Page 36: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

bunlar... BinbaĢı Kovalev, irili ufaklı, kırmızı taĢlı birçok mühür

takardı cep saatinin kösteğine...

ġanına yakıĢır, unvanına uygun bir iĢ için Petersburg'day-dı.

BaĢarabilirse, vali yardımcılığı veya en azından önemli bir dairede iyi

bir mevki olmalıydı bu. Evlenme fırsatını da kaçırmazdı, tabii gelinle

birlikte gelecek ikiyüz bin drahoma varsa... Bütün bunlardan sonra, burnu

kayıplara karıĢan binbaĢının neden telâĢlandığını varın siz anlayın!..

Sokağa fırlayan BinbaĢı, tek bir araba göremedi aksi gibi... Yürümek

zorunda kalan Kovalev, yağmurluğuna iyice sarındı. Burnu kanıyormuĢ gibi,

elindeki mendille yüzünü kapadı. Yolda yürürken, "Belki de yanlıĢ gördüm.

Ġnsanın burnu kaybolur mi hiç?" diye bir düĢünce geçti aklından ve tekrar

aynaya bakıp kontrol etmek için bir pastaneye girdi.

87

ġansı varmıĢ ki, dükk-ânda kimsecikler görünmüyordu. Çıraklar temizlik

yapıyorlar, sandalyeleri düzeltiyorlardı. Ġçlerinden bazıları, uykulu

gözlerle börek dolu tepsileri taĢıyordu. Kenarda köĢede, kahve ve

limonata lekeleriyle bezenmiĢ önceki günün gazeteleri vardı.

"ġükürler olsun, kimse yokmuĢ. ġimdi rahatça bakabilirim." diye

düĢünerek, ürkek adımlarla aynaya yaklaĢtı.

- Hay Allah'ın cezası!., diye söylenerek yere tükürdü. Burnun yerinde

baĢka bir Ģey çıksaydı bari, o da yok! Dümdüz olmuĢ kahrolası!...

Sıkıntıdan dudaklarını ısınyordu. Kendi kendine mırıldanarak, pastaneden

bir Ģey almadan dıĢarı çıktı, hızlı adımlarla yürümeye baĢladı. Kimsenin

yüzüne bakmak, tanıdıklara gülümsemek istemiyordu. Fakat bir evin

kapısının önünde çakılmıĢ gibi aniden durdu. Evin önünde duran arabadan

bir üniformalı bir adam inip, koĢarak merdivenleri çıktı. Gözlerinin

önünde dehĢet veren bir olay yaĢanıyordu. Anlatılacak gibi değildi.

BinbaĢı Kovalev, arabadan çıkıp eve giren bu esrarengiz adamdaki burnu

tanımıĢtı. Adamdaki burnun, kaybolan burnu olduğuna emindi.

YaĢadığı bu esrarengiz olay karĢısında bir an baĢı döndü Kovalev'in,

gözleri de kararıyor, görüntüler birbirine karıĢıyordu. Bir sıtmalı gibi

titriyordu. Fakat ne olursa olsun, üniformalı adamın tekrar evden

çıkmasını beklemeye karar verdi. Gerçekten de, iki dakika sonra Tanıdık

Burun evden çıktı. Dik yakalı ceketi sırmalıydı, güderi bir pantolon

giymiĢti. Belindeki zarif kılıç, pırıl pırıl parlıyordu. En azından 6.

derece bir memur olduğuna hükmedilebilirdi.

Ziyarete gitmek için acele ettiği her halinden belliydi. Arabacıya,

"gidiyoruz" diye seslendi, yanaĢan arabaya atlayıp uzaklaĢtı.

88

Kovalev, neredeyse aklını oynacaktı. Gözleri önünde cereyan edeyen bu

olayı hafsalası almıyordu. Daha düne kadar yüzünde taĢıdığı, fazla sıcak

ve soğukta kızaran o burun, Ģimdi üniformalı olmuĢ, arabaya kurularak

gidiyordu.

ġaĢkın Kovalev, arabanın peĢinden koĢmaya baĢladı. Çok Ģükür ki, araba

fazla uzağa gitmeden Kazanski Katedrali önünde durdu. Kovalev, önceden

yüzlerine bakmaktan tiksinti duyduğu, yüzleri sarılı dilencilerin

arasında geçip kiliseye girdi. Kilise neredeyse boĢ gibiydi. Kendisini de

dua edecek değildi. Kilisenin en loĢ kısımlarından baĢlayarak, gözleriyle

Tanıdık Burun'u aramaya koyuldu. Nihayet, onu karanlık bir köĢede, tek

baĢına huĢu içinde dua ederken buldu.

"DıĢ görünüĢüne bakılırsa, en az 6. dereceden memur bu adam... Nasıl söze

baĢlasam acaba?" diye düĢündü Kovalev.

Bütün cesaretini toplayarak seslendi:

-Beyefendi... Beyefendi!..

Adam, baĢını çevirdi:

- Bana mı seslendiniz?

Page 37: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

- Bunu sormanız çok tuhaf doğrusu. Aslında sizin yerinizi bilmeniz

gerekiyor. Sizi gelip kilisede bulmam tuhaf değil mi?.. Kabul ediniz

ki...

- Siz neden bahsediyorsunuz kuzum? Sözlerinizden hiçbir Ģey anlamadım.

ġunu açık açık anlatsanız...

Kovalev bir an durdu. "Gel de çık iĢin içinden, nasıl açık-lasam bilmem

ki" diye geçirdi zihninden. Kendisini toparladı:

- ġimdi efendim., yani benim gibi., binbaĢı mevkiindeki birinin burunsuz

gezmesi ayıptır. Voznesenski köprüsünde portakal satan kadınlar için bu

durum belki normal karĢılanabilir, ama yüksek mevkideki biri için...

Orasını siz düĢü-

89

1

nabilir, ama yüksek mevkideki biri için... Orasını siz düĢünün efendim.

(Kovalev, omuzlarını silkerek konuĢmasını sürdürdü.) Takdir edersiniz ki,

bunun bir Ģeref ve borç meselesi olduğunu düĢünürseniz... Umarım

anlıyorsunuz efendim...

- Üzgünüm ama, söylediklerinizden hiçbir Ģey anlamadım.

- Niçin anlamak istemiyorsunuz derken, Kovalev öfkelenmeye baĢlamıĢtı.

Bunda anlamayacak ne var? Mesele gayet açık; siz bizzat benim

burnumsunuz!..

Burun ĢaĢkındı; dikkatlice BinbaĢı'yı süzdü, kaĢlarını çattı:

- Herhalde yanılıyorsunuz beyefendi. Ben kendime ai-tim. Hem sizinle

nasıl bir münasebetimizi olabilir ki? Elbisenize bakılırsa siz baĢka bir

dairedensiniz...

Burun, hiçbir Ģey olmamıĢ gibi tekrar dua etmeye koyuldu.

BinbaĢı Kovalev son derece ĢaĢkındı, iĢte o anda, arka tarafta bir kumaĢ

hıĢırtısı duydu. Dönüp baktı. Dantelli elbisesi içinde görkemli bir

yapıyı andıran ĢiĢman bir kadın kiliseye girmiĢti. Yanında da güzel

elbisesi ve gül kurusu Ģapkasıyla gencecik biri vardı. Arkalarından, uzun

favorili iri kıyım biri geliyordu. Kadınların uĢağı olduğunu düĢündüğü

zat bir an durdu, enfiye kutusu çıkardı.

Kovalev az önce olanları unutmuĢtu sanki. Gömleğinin yakasını düzeltti,

kösteğine asılı duran süslü mühürleri yokladı. Mütebessim bir çehre

takındı. Gözleri, bahar çiçeğini andıran genç kadındaydı. Kovalev'in

bütün dikkatini üzerinde yoğunlaĢtırdığı genç kadın ise habersiz, dua

ediyordu. Kovalev'in yüzündeki tebessüm daha da arttı. Fakat birden sanki

ateĢ değmiĢ gibi irkildi. Burnunun olmadığı hatırlayınca hüzünlendi. Bu

halinin sorumlusu olarak gördüğü Bay Burun'a, müsteĢar üniforması altında

sahtekârlık yapan

bir hilebaz, bir yalancı#olduğunu haykırmak üzere o tarafa doğru döndü. O

da ne! Bay Burun yerinde yoktu. Çevresini hızlı bakıĢlarla gözden

geçirdi. BinbaĢı Kovalev, onu göremeyince ümitsizliğe kapıldı. Hızlı

adımlarla kapıdaya yöne-lip kiliseden çıktı.

DıĢarısı günlük güneĢlikti. Aniçka köprüsüne kadar, cadde boyunca insan

kaynıyordu. Uzaktan, kendisini "Yarbayım" diye çağırdığı dostu, Senato

Komisyonu baĢkanı Yarij-kin'i gördü. Hemen gözlerini çevirdi,

görmezlikten geldi. ĠĢte Kafkasya'da binbaĢılığı tercih eden bir dostu

daha! Uzaktan kendisini görmüĢ, yanına gelmesi için el sallıyordu. "Hay

aksi Ģeytan" diye söylendi kendi kendine. Yanından geçen ilk arabayı

durdurarak, hemen atladı.

- Hey arabacı, çabuk beni Polis Müdürlüğü'ne götür. Hadi, ne

sallanıyorsun!..

Müdüriyete geldiğinde hemen kapıcıya seslendi:

- Müdür Bey'e haber ver çabuk!

- Müdür Bey yok efendim, az önce çıktı. -Yok yahu, diye gayriihtiyarî

söylendi.

Page 38: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

- Gideli de fazla olmadı. Bir-iki dakika önce gelseydiniz, buradaydı.

BinbaĢı Kovalev, mendilli eliyle yüzünü örterek tekrar arabaya yöneldi.

Arabacıya:

- Hadi yürü, diye seslendi acıklı bir sesle.

- Nereye gidiyoruz?

- Dümdüz git iĢte...

- Ama efendim, kavĢak üzerindeyiz. Sağa mı gideceğiz, sola mı?

Kovalev bir an durdu, düĢünmeye baĢladı. Bu durumda

90

91

â

en hızlı iĢ görebilecek yer Ahlâk Zabıtası'ydı. Polise bağlı oldukları

halde, onların iĢleri polisinkinden daha hızlı yürüyordu. Tam ahlâk

zabıtasına gitmeye karar veriyorken, birden Bay Burun'un nasıl utanmaz

biri olduğu aklına geldi ve orada da bir sürü düzenbazlık yapabileceğini

düĢündü. Bol bol yalan söyleyeceği gibi, o hilekâr Ģeytan yurtdıĢına da

kaçabilirdi. Sonra, ara ki bulasın!..

Biraz düĢününce, sanki aklı baĢına gelmiĢti. Bu duygular içinde, gazeteye

ilân vermek geldi aklına. Burnunun bütün özelliklerini yazıp, gazetelerde

ilân yayınlatmalıydı. Kararını hemen uygulamak için, arabacıya gazetelere

ilân veren bir acentanın adresini verdi. Kovalev sabırsızlık içinde

kıvranıyor, arabacının sırtını yumruklayıp:

- Çabuk olsana be adam! diye bağırıp duruyordu. Arabacı da, dostlar

alıĢveriĢte görsün misali kırbacını Ģaklatarak hafiften atlara

dokunduruyordu.

Araba verilen adrese geldiğinde, Kovalev hızla arabadan atlayıp nefes

nefese merdivenleri çıkıp içeri daldı. Küçük, karanlık bir odaya girdi.

Eski bir frak giymiĢ olan kır saçlı memur, ağzında kalem, önündeki bakır

paraları sayıyordu.

- Burada ilânları kim alıyor diye seslendi Kovalev. Adamı daha sonra

farketmiĢ gibi, "Merhaba efendim" dedi kibarca.

- Buyrun efendim diyen kır saçlı memur, gözlerini tekrar elindeki iĢe

çevirdi.

- Bir ilân vermek...

- Müsaade edin, Ģu iĢi bitireyim.

Memur, önündeki kâğıda bazı rakamlar yazdı, hesap tablasındaki iki

halkayı yana itti.

Elindeki bir kâğıtla memurun masasının hemen yanında bekleyen, Ģeritlerle

süslü pırıl pırıl elbisesi ile soylu bir evde çalıĢtığını belli eden

uĢak, birĢeyler anlatmaya çalıĢıyordu.

- Köpek beĢ para etjnez ama, ne yapalım ki kontes onu çok seviyor. Öyle

bir seviyor ki hem de, bulana yüz ruble verecek!.. ġurada biz bize

konuĢuyoruz diye söylüyorum, insanoğlunun zevki birbirine uymuyor. Ġnsan

köpeğe düĢkünse, bir tazı besler ya da pudel... öyle köpeğe beĢyüz, hatta

bin ruble verilir. Yeter ki iyi cins olsun.

Memur bir yandan onu dinliyor gibi görünüyor, bir yandan da elindeki

notta yazılı ilânın kelimelerinin kaç para tuttuğunu hesaplamaya

çalıĢıyordu, içerde birkaç yaĢlı ka-dm, esnaf ve tüccar görünümlü

kimseler ile kapıcı kılıklı adamlar vardı. Ellerinde kâğıtlar, hepsi

sırasını bekliyordu. Birinde sarhoĢluğu olmayan bir arabacının, diğerinde

17 yaĢında çamaĢırcı bir kızın iĢ aradığı yazıyordu.

Tek yayı olmayan satılık bir araba mı istersiniz, 17 yaĢında ĢimĢek gibi

bir at mı; yoksa Londra'dan gelme Ģalgam ve turp tohumları mı?.. Ya,

atlar için iki tavlası, gürgen ve kayın korusu yetiĢtirmeye müsait yeri

olan güzel bir sayfiye evine ne dersiniz?

Page 39: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Küçük oda oldukça kalabalıktı ve havasızlıktan nefes alınmıyordu. BinbaĢı

Kovalev, burnunu mendille örttüğünden hiç koku almıyordu. Zaten burnu da

kimbilir nerelerdeydi?..

Sabırsızlanan Kovalev, memura seslendi:

- Efendim, benim iĢim çok acele...

- Bekleyin biraz efendim, 2 ruble 43 kapek... Bir dakika... 1 ruble 64

kapek!..

Kır saçlı ilân memuru, yaĢlı kadınlardan, diğer adamlardan topladığı

ilânların parasını hesaplıyor, mabuzlarını hemen önlerine fırlatıyordu.

Nihayet sıra Kovalev'e geldi.

- Buyrun, sizinki neydi?

Kovalev, sesini ayarlamak için boğazını temizledi.

92

93

- Efendim, sizden ricam., sahtekârlık mı desem, düzenbazlık mı desem,

Ģimdiye kadar anlamadım. Yalnız Ģunu istiyorum, bu sehtekâr alçağı bana

bulana ödül vereceğim...

- Ġsminizi öğrenebilir miyim?

- ismime ne gerek var efendim!.. Hem, ismimi size söyleyemem, benim

yüksek dostlarım var. Ya öğrenirlerse?.. Allah korusun! Siz sadece 9.

derece memur., yok yok, BinbaĢı olduğumu yazın yeter.

- Kaçan uĢağınız mı?

- Ne uĢağı!.. KeĢke öyle olsa. Benden kaçan burun, burun...

- Tuhaf bir isim... Peki, birĢey mi çaldı bu Bay Burunov?..

- Yahu burun diyorum, burun! Kimbilir hangi cehenneme gitti. ġeytan aldı

götürdü sanki!..

- Anlamadım, bir burun nasıl kaybolur beyefendi?

- Nasıl kaybolduğunu ben de bilmiyorum. Ama Ģimdi 6. derece memur

kisvesiyle Ģehirde geziyor. Benim sizden ricam, onun yakalayanın derhal

bana getirmesi için ilân ya-yınlamanızdır. Söyleyin efendim, vücudumun en

çok görünen önemli bir parçası olmadan nasıl yaĢarım ben? Ayağım-daki

küçük bir parmak olsa neyse? Bu halde ben nereye gidebilirim söyleyin,

hangi toplantıya katılabilirim?

Kır saçlı memurun dudakları kıpırdıyordu. Zihninden birĢeyler geçtiği

belliydi. Kısa süren bir sessizlikten sonra:

- Hayır, böyle bir ilânı gazetede yayınlayamam! dedi.

- NedenmiĢ o?

- Gazetenin güvenilirliği zedelenir. Zaten yalan ve saçma haberler

yayınladığım söyleyip duruyorlar, bir de bu ilânı yayınlarsak neler olur

kimbilir?

- Peki neden bana inanmıyorsunuz? Bu iĢin garip olan tarafı nedir?

I

- Belki size göre yoktur. Ama bakın geçen hafta ne oldu! Bir memur geldi,

73 kapek tutanbir ilân verdi. Ġlânda siyah tüylü bir pudel'in kaybolduğu

yazıyordu. Meğer bu pudel, bilmem hangi firmanın veznedarı imiĢ!..

- Ama bunun benim burnumla ne ilgisi var? Ben kendi burnum için ilân

veriyorum.

- Hayır bayım, gazeteye böyle bir ilân koyamayız.

- Benim burnum kayıp anlıyor musunuz, Gerçekten burnum kayıp!..

- Eğer burnunuz kayıpsa bu doktorların iĢi. Ġstediğiniz Ģekilde burun

yapan bir doktor bulabilirsiniz. Gördüğüm kadarıyla Ģakacı bir

insansınız. Sakın bu da bir...

- Madem inanmıyorsunuz, size bunu ispatlayayım. ġimdi yalan söylemediğimi

göstereceğim size!..

Memur, inanmıĢ gibi üsteledi:

- Rica ederim, zahmet etmeyin, dedi önce. Ama bir görsem fena olmaz diye

de ekledi.

Page 40: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

BinbaĢı Kovalev mendili yüzünden çekti. Memurun gözleri bir an yerinden

fırlayacakmıĢ gibi oldu.

- Ġnanılmaz bir Ģey bu! Yeni piĢmiĢ gözleme gibi dümdüz... Bu kadar olur

ancak!..

- ġimdi hâlâ itiraz edecek misiniz? Ġlâm koymamak için geçerli sebebiniz

kalmadı artık, ilânı yayınlarsanız minnettar olacağım. Hem bu olay

vesilesiyle sizinle tanıĢtığımız için de çok memnun oldum. (BinbaĢı

Kovalev iĢi yağcılığa dökmüĢtü.)

- ilânı yayınlamak zor iĢ değil, dedi memur. Fakat sizin için faydalı

olacağım sanmıyorum, iyisi mi, siz bunu kalem erbabı bir zata anlatın da,

"Kuzey Arısı"nda yayınlatsın.

Bu arada memur enfiye kutusunu açıp burnuna çekti.

94

95

- Herkesin merakını uyandırır, faydalı da olur.

Kovalev büsbütün umutsuzluğa düĢmüĢtü. Gözlerini gazetenin alt

kısımlarına çevirdi. Tiyatro ilânları gözüne çarptı. Güzel aktristlerin

adlarını görünce yüzüne bir gülümseme yayıldı. Elini cebine attı, mavi

papellerden (5 ruble) aradı. Kovalev'in bir prensibi vardı ki, üst

rütbeli subaylar güzel koltuklara oturmalıydılar. Bir an burnunun durumu

aklına gelince, yeniden morali bozuldu. Kır saçlı memur da ona acımaklı

bakıyordu. Kederini dağıtmak için birĢeyler söylemek istedi.

- BaĢınıza böyle bir olay gelmesine gerçekten üzüldüm. Biraz enfiye çeker

misiniz? BaĢ ağrısını keser, nezleye iyi gelir, kederi dağıtır. Hatta

basura bile iyi gelir.

Bir yandan da, kapağında Ģapkalı bir kadın resmi bulunan enfiye

tabakasını Kovalev'e doğru uzattı. Kovalev bu davranıĢa iyice

içerlemiĢti.

- ġakanın sırası değil beyefendi, dedi öfkeli bir sesle. Enfiye çekecek

organımın olmadığının farkında değilsiniz herhalde!.. Değil sizin berbat

tütününüz, en iyisini bile gözüm görmek istemiyor.

Hızlı adımlarla oradan çıktı, tekrar polis müdürlüğünün yolunu tuttu.

Odasına girdiğinde, Komiser'i koltuğunda gerinirken buldu. "Ġki saatlik

bir uyku çeksem, keyfime diyecek olmaz" diye düĢünüyordu ki, Kovalev'in

gelmesi bütün plânlarını bozdu.

Her çeĢit sanatın kıymetini bilen biriydi Komiser. Ama banknotları

herĢeyin üstünde tutardı. Yeri geldikçe, "Efendim bu banknot var ya,

ondan iyisi yoktur. Yemek istemez, fazla yer tutmaz, cebinize kolayca

sığar, düĢseniz de kırılmaz." deyip dururdu.

Komiser, bütün p^nlarım altüst eden Kovalev'i soğuk bir ifade ile

karĢıladı. Bu saatte iĢle uğraĢmak istemiyordu hiç. Yemek sonrasında bu

iĢlerle uğraĢmanın doğru olmadığını, insanın sindirim süresince

dinlenmesi gereğinin huzur için temel Ģart olduğunu söyledi. (BinbaĢı

Kovalev, Komiser'in bu sözlerinden, eski devirlerin vecizelerini iyi

bildiği kanısına vardı.) Komiser, ayrıca hiç kimsenin, baĢka birinin

burnunu durup dururken koparmayacağını sözlerine ekledi.

Bilmiyorum daha önce söylemiĢmiydik; Kovalev'in tuhaf bir alınganlığı

vardı. ġahsı hakkında söylenilenlere pek aldırmazdı ama, rütbesi ve

unvanı hakkında kimse bir laf etmeye görsün, hiç dayanamazdı!..

Komiser'in kayıtsız tavırlarından gayet müteessir olan Kovalev, göğsünü

ileri çıkarıp omuzlarım kabartarak mağrur bir eda ile çıkıĢtı:

- Sizin bu davranıĢınız ve sözleriniz karĢısında söyleyecek tek bir

kelime dahi bulamıyorum Bay Komiser!

Kovalev, Komiser'in cevabını beklemedi, arkasını dönüp hemen kendini

dıĢarı attı. Eve doğru hızlı adımlarla yürüdü. Ayaklarının varlığını

hissetmiyordu adeta. BaĢarısızlıkla sonuçlanan bütün çabalarından sonra

eve girdiğinde, çok soğuk ve karanlık geldi Kovalev'e.

Page 41: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Antreye girdiğinde, uĢağı îvan'ı deri divan üzerinde yatarken buldu. Adam

boylu boyunca uzanmıĢ, sanki tavanda belli bir noktayı hedef almıĢcasma

oraya doğru tükürüp duruyordu. UĢağının bu davranıĢı, Kovalev'in sabrını

taĢıran son damla oldu. ġapkasını uĢağın kafasına fırlatarak:

- Domuz herif, yapacak baĢka bir iĢ bulamadın mı, diye

bağırdı.

UĢak, yattığı yerden apar topar kalkarak efendisinin paltosunu almak için

koĢtu. Kovalev, odasına girer girmez yor-

96

97

gun ve üzgün bir halde kendini koltuğa bıraktı. Derin bir nefes aldı.

"Nedir bu baĢıma gelenler Allah'ım! Elimi ya da ayağımı kaybetsem

neyse... Ama burunsuz bir adam nasıl yaĢar? Bari bir savaĢta veya düello

esnasında olsaydı bu... Heyhat, durup dururken burundan olduk!.."

Bir an aklına gelen düĢünceyle irkildi. Acaba sarhoĢ muydu, hayal mi

görüyordu? Sabah traĢtan sonra yüzüne sürdüğü votkayı su diye içip kafayı

mı bulmuĢtu yoksa? Tekrar bakayım diye aynaya doğru yöneldi. Aynada

kendisiyle karĢılaĢmadan önce gözlerini yumdu; açtığında burnunu yerinde

bulmak için neler vermezdi ki!.. Gözünü aniden açıp aynadaki görüntüsüne

baktı, ama nafile!.. Aynada yassı bir surat vardı. DiĢlerini sıkarak:

- iĢte aynı berbat surat! diye söylendi aynadan uzaklaĢırken...

BinbaĢı Kovalev hayretler içindeydi. Nasıl olur da insanın burnu dört

duvarın arasında birdendire ortadan kayboluve-rirdi? Bir düğme, bir

kaĢık, bir saat kaybolsa neyse... Ama ya burun? Burun nasıl kaybolur?

Birden kafasında bir ĢimĢek çaktı Kovalev'in... Kurmayın karısı

Podtoçina, kızıyla evlenmesi için kendisine sürekli baskı yapıyordu.

Gerçi Kovalev de ona arasıra kur yapmıyor değildi ama, Podtoçina artık

evlenmelerini isteyince, daha genç olduğunu, 42 yaĢına kadar bekâr

kalarak çalıĢmayı düĢündüğünü söyleyip sıyrılıver-miĢti iĢin içinden.

Falcılarla, büyücülerle arası iyi olan Bayan Podtoçina, intikam almak

için bunu yapmıĢ olabilirdi!.. Öyle ya; son zamanlarda dıĢardan gelen

kimse olmamıĢtı. Sadece berber Ivan Yakovleviç gelip ÇarĢamba günü traĢ

etmiĢti ve o gün de burnu yerindeydi. Hem kesilmiĢ olsa acısını hisseder,

yara bu kadar çabuk iyileĢip dümdüz olmazdı.

98

BinbaĢı Kovalev, bu olayda Bayan Podtoçina'mn parmağı olduğuna kendini

iyice*inandırmıĢtı. "Acaba onu mahkemeye mi versem, yoksa hemen Ģimdi

evine gidip hesaplaĢsam mı" diye düĢünüyordu.

Tam o sırada tahta kapının aralıklarından içeri süzülen ıĢık, BinbaĢı

Kovalev'in düĢüncelerini dağıttı. UĢak îvan, antrede mumları yakmıĢtı.

Birkaç saniye geçmiĢti ki, Ivan elindeki Ģamdanla odaya girdi; mumun

ıĢığıyla oda biraz daha aydınlandı. Kovalev, elindeki mendille hemen

burnunu kapadı. Bir hizmetçi parçasının kendisini böyle görmesini

istemiyordu.

îvan elindeki Ģamdanı bırakıp dıĢarı çıkmıĢtı ki, antreden gelen sesle

irkildi BinbaĢı Kovalev.

- 9. derece memur Kovalev'in evi burası mı?

Kovalev hemen doğruldu, hızla kapıya doğru yöneldi. Heyecanla kapıyı

açtı:

- Buyrun efendim, BinbaĢı Kovalev benim.

Favorileri ne koyu ne de açık renkli, dolgun yanaklı, yakıĢıklı

sayılabilecek görünümlü, sürekli îsakiyevski köprüsünün baĢında bekleyen

polis memuru içeri girdi. Lafı fazla uzatmadan konuya girdi:

- Sizin burnunuz kayıp mıydı beyefendi?

Kovalev aniden gelen bu sual karĢısında geveleyerek cevap verdi:

- ġeyy.. Evet.. Evet efendim.

Page 42: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

- Burnunuz bulundu!

- Sahi mi söylüyorsunuz diye bir çığlık attı BinbaĢı Kovalev. Sevinçten

dili tutulmuĢtu sanki. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez bir halde,

polisin kalın dudakları ve tombul yanaklarına vuran titrek mum ıĢığına

takılmıĢtı gözleri...

99

bul yanaklarına vuran titrek mum ıĢığına takılmıĢtı gözleri... Nihayet

ağzından birkaç kelime çıkmıĢtı:

- Nasıl buldunuz onu?

- Tuhaf bir olay; posta arabasına birmiĢ Riga'ya kaçarken, onu yolda

yakaladılar. Pasaportunu bile bir memurun adına çıkarmıĢ, ilk bakıĢta ben

de onu kodaman biri sanmıĢtım. Allah'tan ki gözlüğüm yanımdaydı. Biraz

miyop olduğumdan, gözlüklerimi taktığımda onun bir burun olduğunu far-

kettim. Mesela Ģu anda gözlüksüz olduğumdan, sizin sadece yüz Ģeklinizi

seçebiliyorum. Burnunuzu, bıyığınızı falan göremem. Benim kayınvalidem

de, yani karımın annesi de böyle!..

Kovalev sevinçten çıldıracak gibiydi.

- Nerede olduğunu söyleyin de hemen gidip alayım Ģunu!

- Heyecanlanmayın efendim. Size lazım olduğunu bildiğimden onu yanımda

getirdim. Bütün bunların sorumlusu Voznesenski caddesindeki o sahtekâr

berber! Zaten uzun zamandır o ayyaĢtan Ģüpheleniyordum. Ġçeri tıktım

Ģimdi herifi! Geçenlerde de bir tuhafiyeci dükkânından kutu kutu düğme

aĢırmıĢ... Ha, merak etmeyin, burnunuza hiç zarar vermeden sapasağlam

size getirdim.

Polis memuru, mendile sarılı burnu itina ile cebinden çıkarıp BinbaĢı

Kovalev'e verdi. Kovalev dikkat baktı:

- Ta kendisi! diye bağırdı. Bu iyiliğinizin karĢılığını nasıl ödeyeceğimi

bilemiyorum. Buyurun bir çay içelim efendim!

- Kabul etmek isterdim, fakat hiç vaktim yok. ġimdi buradan çıkıp

tımarhaneye uğramam gerek. Evimde eĢimden baĢka kaynanam ve çocuklarım da

var. En büyük oğlan oldukça zekî, ilerde büyük adam olabilir; ne çare ki

hayat pahalı, gerektiği gibi okutamıyoruz.

BinbaĢı Kovalev, polis memurunun gitmesinden bir süre

100

sonra kendine gelebildi ancak. ġaĢkınlığı büyük bir sevince dönüĢmüĢtü.

Burnu alıp' dikkatle inceledi.

- Evet, evet benim burnum bu. ĠĢte o gün sol tarafta çıkan sivilce bile

hâlâ duruyor.

öyle sevinçliydi ki, çığlık atmak geçiyordu içinden... Fakat biraz

düĢününce, sevinçli hali yerini durgunluğa bıraktı. Tıpkı taĢ atılan bir

suyun, biraz dalgalandıktan sonra durulması gibi...

Artık daha sakin düĢünebiliyordu. Burnu bulunmakla iĢ bitmemiĢti. Bir de

onu eski yerine yerleĢtirmek vardı. "Ya yapıĢmazsa?" diye geçirdi

içinden, bir endiĢe kapladı yüreğini.

Burnu kaptığı gibi aynanın karĢısına koĢtu. Eğri olarak takmasın diye

aynayı kendine iyice yaklaĢtırdı. Elleri titriyordu. Büyük bir özenle

burnu yerine oturttu. Korktuğu baĢına gelmiĢti. Burun yapıĢmıyordu iĢte!

BinbaĢı Kovalev, çabuk hareketlerle burnu ağzına götürüp iyice

hohladıktan sonra tekrar yerine koymayı denedi. Nafile!.. Burun bir türlü

yerine yapıĢmıyordu.

"YapıĢsana ahmak burun!" diye söylendi sinirli sinirli. Artık eskisi gibi

sakin değildi. Asabi hareketlerle burnu yerine yerleĢtiriyor, fakat bir

türlü istediği sonucu elde edemiyordu. Tahta gibiydi sanki... Yere

düĢerken lastik top gibi tuhaf bir ses çıkanyordu.

Kovalev yüzünü ekĢitti. "Ya hiç yapıĢmazsa" korkusu kalbinin atıĢını

hızlandırdı. Aniden yüzü aydınlandı. Oturduğu apartmanda bir doktor

olduğunu hatırladı. Hemen Ivan'ı çağırıp, doktoru derhal çağırmasını

Page 43: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

söyledi. Doktor, simsiyah favorileriyle tam bir erkek güzeliydi. Her

sabah elma yer, günde yarım saat ağzını çalkalayıp, beĢ değiĢik fırça ile

diĢlerini temizlerdi.

101

Kısa bir süre doktor geldi. Kovalev'e, bu felâketin baĢına ne zaman

geldiğini sordu. Çenesinden tutup baĢını yukarı doğru kaldırdı.

BaĢparmağı ile iĢaret parmağını birleĢtirerek burun olması gereken yere

öyle bir fiske vurdu ki, BinbaĢı Kovalev irkilerek baĢını arkadaki duvara

çarptı. Doktor, korkacak bir Ģey olmadığını belirterek, duvardan biraz

geriye doğru gelmesini istedi. Tekrar çenesinden tutarak baĢını sola

doğru çevirdi. Burun boĢluğuna tekrar daha yavaĢ bir fiske attı. "Hımm.."

diye söylenerek Kovalev'in baĢını bu kez sağ tarafa çevirdi. Bir sağa,

bir sola derken, Kovalev iyice bozulmaya baĢlamıĢtı.

- Tıbbî olarak burnunuz için hiçbir Ģey yapamayız, dedi doktor. Böyle

kalsanız daha iyi olur.

Kısa bir ara verdikten sonra sözüne devam etti:

- Gerçi tamamen imkânsız değil. Burnunuzu yerine koyabilirim, fakat

inanın eskisinden daha kötü olur.

- Ne diyorsunuz siz? Ömür boyu burunsuz nasıl yaĢarım ben? Bundan daha

kötüsü nasıl olur? insanların içine çıkamaz oldum. Benim son derece

seçkin bir çevrem var. Bu gecede iki yere davetliyim. Hem dul bayan

Çahtareva'nm evine, hem de kurmay ailesi Podtoçina'ya...

Bir an durdu BinbaĢı Kovalev.

- Gerçi, bundan böyle onunla mahkemede görüĢürüz ya!., diyerek sözlerini

sürdürdü.

- Yalvarırım doktor bey, birĢeyler yapın! ġöyle azıcık ya-pıĢsa yeter...

Ġdare ederim. Danstan filan anlamadığım için düĢme tehlikesi olmaz. Eğer

öyle bir durum olursa elimle tutar, tedbirli hareket ederim. Viziteniz

neyse, elimden geldiği kadar...

Doktor, gayet sakin, fakat kendinden emin bir sesle karĢılık verdi:

- Ben maddî çıkacsgözeterek tedavi yapmam. Bunu mesleğime ve

prensiplerime uygun bulmam. Vizite parasını, hastalarımın ısrarı ile

almak zorunda kalırım. Gelelim burnunuza... ġerefim üzerine yemin ederim

ki, bu halinizle kalmak sizin için daha iyi olacak! Gelin, herĢeyi zamana

bırakalım. Soğuk suyla yüzünüzü sık sık yıkayın. Burunsuz da, tıpkı

burunlu olduğunuz gibi gayet sıhhatli yaĢarsınız.

Bu burnu da bir kavanoza koyup içine alkol doldurun, içine biraz sirke de

katarsanız iyi olur. Hem onu iyi bir fiyata da satabilirsiniz. Eğer

anlaĢırsak ben bile alabilirim.

Kovalev, umutsuz bir sesle bağırdı:

- Hayır, hayır! Ölsem de satmam, iĢime yaramazsa da çü-rüsün gitsin daha

iyi!..

Doktor, gayet resmi bir tavırla Kovalev'i vücudu ile selâmlayarak:

- özür dilerim, daha fazlası elimden gelmiyor. Size faydalı olmak

isterdim ama...

Doktor sözünü tamamlamadan, baĢı ile selâmlayarak soylu bir edayla dıĢarı

çıkarken, Kovalev boĢ gözlerle Doktor'un siyah frakından görünen kar gibi

beyaz gömleğin kolluklarına bakıyordu.

Odada yalnız baĢına kalmıĢtı. Ani bir hareketle yerinden doğruldu. Kurmay

subayın karısı Podtoçina'ya mektup yazacaktı. Eğer kendisiyle anlaĢmazsa,

resmî makamlara baĢvuracağını söyleyecek, bu duruma düĢmesinin tek

suçlusu olarak gördüğü bayan Podtoçina'yı anlaĢmaya mecbur edecekti.

102

103

Sayın Bayan Aleksandra Grigoryevna

Tuhaf davranıĢlarınız beni ĢaĢırtıyor doğrusu. Sizi bir türlü

anlayamıyorum. Böyle yapmakla beni kızınızla evlenmeye mecbur edeceğinizi

sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Burnumun aniden ortadan kaybolması, ikide

Page 44: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

bir kılık değiĢtirip, kâh memur kıyafetinde, kâh kendi haliyle ortalıkta

gezmesi, sizin gibilerin marifeti olabilir ancak! Sizi önceden uyarmayı

bir borç biliyorum. Eğer burnum bugün derhal yerine gelmezse, sizinle

mahkemede karĢılaĢmak zorunda kalacağımızı ifade etmek zorundayım.

Hürmetkarınız Platon Kovalev

Bayan Podtoçina, Kovalev'in mektubuna hemen îvan'la cevap gönderdi.

Sayın Bay

Platon Kuzmiç

Mektubunuz karĢısında adeta dehĢete kapıldım. ġahsıma yönelik bu

hakaretleri doğrusu sizden beklemezdim. ġundan emin olunuz ki,

bahsettiğiniz adamı ne memur kılığında, ne de baĢka bir kılıkta evime

almıĢ değilim. Gerçi arasıra Filip îvanoviç Potançikov bize gelip

giderdi. Ġçkiyi sevmeyen, dürüst ve bilgili bir kimse olmasına rağmen,

kızımı istediğinde ona hiç ümit vermedim.

Mektubunuzda bir de burun lafı geçiyor. Bununla maksadınız size nanik

yapmak istemem ise, bunu duyduğuma gerçekten çok ĢaĢırdım. Nasıl böyle

düĢünebiliyorsunuz, hayret doğrusu! Halbuki hakkınızda ne kadar olumlu

düĢündüğü-

• 104 •

mü biliyorsunuz sanıyordum. Hatta Ģimdi kızımı isteyecek olsanız, bu

mektubu unutup size her türlü yardımı yapacağıma inanmanızı isterim. Bu,

her zaman benim en büyük arzum olmuĢtur. Hizmetlerinize hazırım...

Aleksandra Podtoçina

Kovalev mektubu okuyunca, Bayan Podtoçina hakkındaki düĢüncesinin yanlıĢ

olduğunu anladı.

- Bu bir suçlu insanın ifadesi olamaz. Hayır, gerçekten suçsuz bu kadın,

diye söylendi.

Kafkasya'da görevli iken bazı kereler soruĢturmalara katıldığı için bu

iĢlerden anlardı. Ne düĢüneceğini bilemiyordu BinbaĢı Kovalev,

düĢünceleri, duygulan altüst olmuĢtu.

- Bu baĢıma gelen ondan değilse, ne Allah'ın belasıdır, diye söylendi...

Bu arada, burun hikâyesi bire bin katılarak kısa zamanda bütün Ģehre

yayıldı. Halkta da bu tür garip olaylara karĢı merak had safhadaydı.

Yakın zamana kadar, ipnotizma deneyleri ile meĢgul olan halk, KonuĢennaya

sokağındaki dan-seden sandalyeleri konuĢuyordu hâlâ... Bu nedenle,

BinbaĢı Kovalev'in burnunun öğleden sonra saat 3'te Nevski caddesinde

dolaĢmaya baĢladığı söylentilerine pek aldırmamak gerekiyordu. Nevski

caddesi, meraklı kalabalığın uğultusu ile kaynıyordu. Burnun Yunker

mağazasında alıĢveriĢ yaptığı söylentisi üzerine halk mağazaya hücum

etti. , meraklı kalabalığın dağıtılması için polis gücüne baĢvuruldu. Bir

tiyatro giriĢinde kuruyemiĢ satan, uzun favorili, saygın görünüĢlü bir

açıkgöz de, güzel ve sağlam tahta sandalyeler yaptırarak, 80 kapek

karĢılığında müĢterilerine burun seyrettiriyordu. Kelli felli bir albay

da sabahın erken saatinde burada yer bulmak için gelmiĢ, kalabalığın

arasından sıyrılarak bir sandalyeye oturma imkânı bulmuĢtu. Büyük bir

merakla

105

Ġl Ģ

II

gözlerini vitrine dikti. O da ne? Vitrinde bir yün kazak ile, bir

resimden baĢka hiçbir Ģey yoktu. On yıldır aynı tablo orada duruyordu.

Albay parayı kaptırdığına mı yansın, kandırıldığına mı!.. Enayi yerine

konmak iyice damarına dokunmuĢtu Albay'in:

- Milleti aptal mı sanıyor bunlar, nasıl da kandırıyorlar, diye

söylenerek kalabağın arasına daldı..

Bir baĢka söylenti daha çıktı. Burnun Nevski caddesinde değil, Tavriçeski

bahçesinde gezdiği yayıldı halk arasında. Hatta Hüsrev Mirza'nın da

Page 45: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Petersburg'a geldiği sırada burunu gördüğü ve bu garip olay karĢısında

çok ĢaĢırdığı söyleniyordu. Tıp Fakültesi'nden bir grup öğrenci, burnu

görebilmek için günlerce nöbet tuttular. Hatta, saygıdeğer yaĢlı bir

hanım da bahçe müdürüne bir mektup yollayarak, bu burnun torunlarına ve

bütün gençlere gösterilmesini, onlara açıklayıcı bilgiler verilmesini

istiyordu.

Sosyete toplantılarda bayanları eğlendiren züppeler de, konu kıtlığı

çekerken bu burun hikayesiyle karĢılaĢınca adeta üzerine atladılar.

AğırbaĢlı, saygıdeğer kimseler de bu iĢten hiç hoĢlanmıyorlardı. Bu çağda

böyle saçmalıkların nasıl oluyor da hâla bu kadar ilgi gördüğüne

ĢaĢırıyorlar, hükümeti bu konuda çaresiz kalmakla suçluyorlardı.

Olaylar bundan sonra tekrar sise bürünüyor. Bu tartıĢmaların nasıl

neticelendiği bilinemiyor...

III.

Dünya alabildiğine saçmalıklarla dolu... Hele bunların bir kısmı

inanılacak gibi değil. Memur kılığında dolaĢarak Ģehri birbirine katan

burun, bir gün, hiçbir Ģey olmamıĢ gibi tekrar BinbaĢı Kovalev'in iki

yanağı arasındaki yerini alıveriyor!

7 Nisan günü, BinlfaĢı Kovalev uykudan uyandığında elini her zamanki gibi

yüzünde gezdirip kontrol ederken birden irkildi. O da nesi? Burnu

yerindeydi iĢte. Eliyle sıkıca tutup yerinden oynatmaya çalıĢtı. Yok,

yok! iĢte eski yerinde sapasağlam duruyordu burnu. Sevinç içinde derin

bir "Ohh!" çekti. Neredeyse odanın içinde oynamaya baĢlayacaktı. Ama Ġvan

içeri girince düĢüncesini gerçekleĢtiremedi.

Ivan su getirdiğinde yüzünü yıkadı, kurularken de gözü aynadaydı, Evet,

yerinde duruyordu. Tedirginlik içinde îvan'a seslendi:

- Hey îvan, baksana burnumda bir sivilce mi var?

Bir yandan da, "Ne sivilcesi efendim, sizin burnunuz yok" diyecek diye

ödü patlıyordu Kovalev'in...

- Sivilce falan yok efendim, burnunuz tertemiz diye cevapladı îvan.

Kovalev derin bir nefes verdi, keyifle parmaklarını çıtırdatmaya koyuldu.

Bu esnada, kapıdan berber Ivan Yakovle-viç'in kafası uzandı. Süt dökmüĢ

kedi gibi bir hali vardı. Kovalev onu görünce uzaktan seslendi:

- Gel bakalım! Ve hemen ekledi:

- Ellerin temiz mi? r

- Temiz efendim. -Yalan söyleme! -Vallahi temiz, efendim.

- Peki öyleyse, baĢla bakalım.

Kovalev sandalyeye oturduğunda, Ivan Yakovleviç omuzlarına bir havlu

attı. Fırçasıyla sabunu köpürttükten sonra, Kovalev'in yüzünü tüccar

sofralarını süsleyen kremalı tatlıya benzetti. Ivan Yakovleviç'in gözü

sürekli Kovalev'in bur-

• 106 •

107

nundaydı. Ġçten içe söyleniyordu.

-Allah, Allah... Vay anasını!..

Ivan Yakovleviç, iki parmağıyla burnu kibarca tutarak Kovalev'in baĢını

yukarı kaldırmak istedi. Ama Kovalev birden-dire parladı:

-Aman dikkat et, ne yapıyorsun? diye bağırdı.

Ivan Yakovleviç irkilerek elini Kovalev'in burnunda çekti. Gerçi

burnundan tutmadan bir insanı traĢ etmek oldukça zordu, fakat Ivan

Yakovleviç sert baĢparmağını Kovalev'in çenesine dayayarak traĢın sonunu

getirmeyi baĢardı.

TraĢtan sonra BinbaĢı Kovalev güzelce giyindi, araba çağırıp bir

pastaneye gitti. NeĢesi yerindeydi. Daha içeri girmeden, kapıdan bağırdı:

- iyi tarafından bir porsiyon çikolata istiyorum!

Hemen aynaya koĢtu. Evet, burun yerindeydi. Keyifle bir masaya yöneldi.

Sandalyeyi çekip oturdu. KarĢı masada oturan subayı, gözlerini kısarak

küçümser bakıĢlarla süzdü. Burnu bir düğme kadar küçüktü.

Page 46: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

Kovalev çukulatasını yerken aklı sürekli burnundaydı. Pastaneden

çıktığında hemen vali yardımcılığı ya da bir genel müdürlük için iĢ

talebinde bulunduğu daireye yollandı. Burada rütbece kendisiyle eĢit

alaycı bir arkadaĢı vardı. Kovalev bazen onun takılmalarına dayanamaz,

"Ne adamsın yahu, arı gibi sokuyorsun" diye terslerdi. Eğer o da

kendisini gördüğünde gülmezse, herĢey yolunda demekti. Bir türlü

burnundan emin olamıyordu. GörüĢmede hiçbir laf etmedi arkadaĢı. Kovalev

iyice rahatlamıĢtı.

DıĢarı çıktığında, sokakta Bayan Podtoçina ve kızına rastladı. Saygıyla

bayanları selâmladı. Ayaküstü biraz konuĢtular. "Bayanların da anormal

bir tepkisi olmadığına göre herĢey yolunda" diye düĢünüyordu Kovalev.

Emin olmak için

108

enfiye kutusunu çıkarıp burnuna çekti. Daha da rahatlamıĢtı. Bayanlarla

konuĢurken kıs kıs gülüyordu: "Görün iĢte et-sik etekler!.. Bana hiçbir

Ģey olmadı. Ya sen kocakarı! Kızınla evleneceğimi sanıyorsan, havanı

alırsın!.."

BinbaĢı Kovalev yeniden eski günlerine dönmüĢtü. Nevs-ki caddesinde

dolaĢmaya çıkıyor, tiyatroya gidiyor, eğlencelere katılıyordu. Burnu

sapasağlam yerinde duruyordu. Hatta hiçbir madalya almamıĢ bir süvari

subayı iken, Gostini Dvor çarĢısına gidip bir madalya alarak kendisini

ödüllendirdiği söylenir.

Evet... ĠĢte böyle bir olay yaĢanmıĢtı ülkemizin Kuzey baĢkentinde! Bir

insanın burnunun bir gün aniden bulunduğu yerden kaybolması, bir memur

kılığında Ģehirde gezmesi, Kovalev'in kayıp burnunu gazete ilanıyla

araması gerçeğe aykırı Ģeyler olarak görünüyor hep!.. Gazete ilânının

pahalıya patlayacağından değil... Ben de para düĢkünü bir insan değilim,

iĢin yakıĢıksız ve tuhaf tarafı, Ivan Yakovle-viç'in sabah kahvaltısında

kestiği yeni piĢmiĢ ekmeğin içinde burnun ne iĢi var? Olan biteni bir

türlü aklım almıyor! iĢin anlaĢılmaz yanı da, yazarlar böyle bir konuyu

nasıl yazıyor? Bu yazının yurdumuz için hiçbir faydası yoktur,

insanlarımız için de öyle... Peki ne vardı bunu yazacak? inanın, bunu ben

de bilmiyorum.

Gene de Ģunu belirtmeliyiz ki, dünyada bu tür saçmalıklara her yerde

rastlanıyor. Onları kabul edebiliyorsak, bu hikâyeyi de normal kabul

etmemiz gerekir.

Kim ne derse desin; binde bir de olsa, dünyada bazen böyle Ģeyler

oluyor!..

109

d (i n v a k I a s i k ı

dostoyevski

Kumarbaz, tüm yaĢama yayılmıĢ bir deneyimin, Dostoyevski'nin kendi kumar

tutkusunun ürünüdür. Yayıncısının Dostoyevski üzerinde oluĢturduğu baskı

sonucu yirmi beĢ gün gibi kısa bir sürede yazdığı Kumarbaz, Edebiyat

tarihine ölümsüz bir eser olarak geçmiĢtir.

HACI MURAT

t o 1 s t o y

Çarlık Rusya'sının Kafkaslar üzerinde tam bir hâkimiyet kurabilmek için

verdiği yaklaĢık 50 yıllık mücadele karĢısında direniĢin

efsaneleĢtirdiği, ġeyh ġamil'den sonraki en

î ünlü kahraman Hacı Murat'tır.

I 1896-1904 yılları arasında yazılıp 1912 yılında yayınlanan "Hacı

Murat", efsanevî Kafkas Kahramam Hacı Murat'm gerçek ve ibret dolu yaĢam

öyküsüdür.

P

Page 47: BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ GOGOL Türkçesi: Ali · PDF fileSabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç

________________J

Karamazov KardeĢler'de Dostoyevski bir romancı olmanın ötesinde bir

psikiyatr, bir feylesof, bir teolog olmaya cüret eder. Kilise ve devlet,

ideolojiler ve güzellik, özgürlük ve sorumluluk gibi her zamanın

sorunlarıyla, taĢradaki küçük bir Rus ailesinin para, aĢk, baba korkusu,

kardeĢ kıskançlığı, itibar gibi iç sorunları arasında büyük bir ahenk ve

güçle gidip gelir.

Tolstoy'un "en sevdiğim kitap" dediği Karamazov KardeĢler Dostoyevski'nin

ölümünden bir yıl önce muhteĢem bir final olarak yayınlanır.

antik dünya lasikleri

Bir Delinin Hatıra Defterinde, Ünlü yazar Gogol'ün birbirinden güzel üç

hikâyesi yer alıyor. Yazar, içinde yaĢadığı Rus toplumunun genel yapısını

ve bireylerini büyük bir dikkatle tahlil ediyor; eser yazarın birbirinden

ilginç gözlemlerini yansıtması açısında oldukça önemli. Aynı zamanda

Tiyatro oyunu olarak da sahnelenmiĢ ve oldukça büyük yankı uyandırmıĢ

olan eser, 'Bir Delinin Hatıra Defteri', 'Palto' ve 'Burun' adlı

hikâyelerle okuyucularına farklı pencereler açıyor.

Gogol.

BĠR DELĠNĠN HATIRA DEFTERĠ

"g" Fıkrası Çerçevesinde Bandrol TaĢıması Zorunlu Değildir.