Upload
trinhdieu
View
257
Download
6
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
Sağlık Bakanlığı
Dr.Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
II. Genel Cerrahi Kliniği
Şef: Prof.Dr.Mustafa GÜLMEN
BİLATERAL SUBTOTAL TİROİDEKTOMİ YAPILAN HASTALARDA
PARATİROİD GLANDLARIN KORUNMASININ
POSTOPERATİF HİPOKALSEMİ GELİŞİMİ ÜZERİNE
ETKİLERİ
(UZMANLIK TEZİ)
Dr. Sevim Sibel UZAN
İstanbul-2005
Bana her konuda destek olan, yönlendiren, geliştiren, bilgi, beceri ve tecrübelerini aktaran,
bu günlere gelmemizde çok büyük emeği olan, tezimin hazırlanmasında değerli katkılarıyla
bana yol gösteren çok değerli hocam, klinik şefim sayın Prof. Dr. Mustafa GÜLMEN’e
sonsuz teşekkür ederim.
Daima yanımızda olan, her konuda yardımımıza koşan, deneyimlerini bizlerle paylaşan,
uzmanlık eğitimimde büyük desteklerini gördüğüm, çok değerli şef yardımcımız sayın Op. Dr.
Nejdet BİLDİK ve sayın uzmanlarımız Op. Dr. Ayhan ÇEVİK ve Op. Dr. Orhan ŞAD’a
teşekkürlerimi sunarım.
Tezimin hazırlanmasında ilgi ve desteklerini esirgemeyen, özverili, bilgi ve deneyimlerini
bizlerle paylaşan Op. Dr. Hüseyin EKİNCİ’ye teşekkür ederim.
Asistanlık sürem boyunca her konuda yardımlarını gördüğüm, çok değerli kıdemlilerime ve
diğer asistan arkadaşlarıma, cerrahi kliniğinin tüm hemşirelerine, tüm personellerine ve beni
bu günlere getiren kıymetli, özverili aileme sonsuz teşekkür ediyorum.....
İÇİNDEKİLER
SAYFA
GİRİŞ........................................................................................ 1
GENEL BİLGİLER.................................................................. 3
MATERYAL VE METOD..................................................... 22
BULGULAR............................................................................ 24
TARTIŞMA............................................................................. 30
SONUÇ................................................................................... 35
KAYNAKLAR........................................................................ 36
GİRİŞ
Günümüzde genel cerrahi kliniklerinde tiroid bezine yönelik ameliyatlar sıklıkla
uygulanmaktadır. Her ne kadar dikkatli çalışılsa da çeşitli komplikasyonlarla
karşılaşılabileceği gözönüne alınmalıdır. Paratiroid bezleri travmadan oldukça kolay etkilenen
organlar olup, tiroid cerrahisi sırasında da doğrudan yada dolaylı olarak zarar görebilirler.
Çoğu yazar başta bilateral total tiroidektomi olmak üzere tiroid cerrahisi sırasında paratiroid
bezlerinin dolaşımlarının korunmasının önemine değinmişlerdir (1,2,3,4).
Tiroidektomi yaklaşık 200 yıldan beri yapılmaktadır. Ancak bu yüzyılın başında, modern
cerrahinin kurulduğu yıllarda bile tiroidektomi esnasında veya erken postoperatif dönemde
hastaların yaklaşık %40-50’si kaybediliyordu. Diğer hastaların pek çoğunda da kalıcı ses
kısıklığı, tetani nöbetleri gibi ciddi komplikasyonlar görülüyordu (5). Theodor Kocher’in
geliştirdiği cerrahi teknik, ölüm oranını % 4.5’e kadar düşürmüş ve bu çalışma ona 1909
yılında Nobel Ödülü’nü kazandırmıştır. Bugün tiroidektomiden ölüm oranı %1’in altında
olup, birçok büyük merkezde ‘’0’’ olarak kabul edilmektedir (6,7,8).
Tiroidektomi komplikasyonlarının oranı, ameliyatı yapan cerrahın deneyimine bağlı
olarak değişmektedir. Yoğun tiroid cerrahisi yapan, bölgenin anatomisi ve fonksiyonel yapısı
konusunda eğitilmiş, deneyimli ellerde komplikasyon oranı %1-4 arasında değişmektedir
(9,10). Buna karşılık seyrek olarak tiroidektomi yapan cerrahların komplikasyon oranlarının
daha yüksek olduğu belirtilmiştir (6,11,12,13).
Hipoparatiroidizm, tiroid cerrahisinin nadir bir komplikasyonu olup operasyon tipine ve
altta yatan tiroid patolojisine bağlı olarak gelişir (14,15). Kalıcı hipoparatiroidizm bilateral
subtotal rezeksiyon yapılan hastaların %0.5-2.9’unda ve total tiroidektomi yapılan hastaların
%0-33’ünde oluşabilir (15,16,17). Kalıcı hipoparatiroidizm hastaya ömür boyu ilaç kullanma
zorunluluğu getirirken, hastanın yaşam kalitesini kötü yönde etkilemektedir. Hastanın gün
içindeki fizyolojik ve psikolojik değişimlerine PTH salgılanmasının cevap verememesi ve
regülasyonunun sağlanamaması hastayı sıkıntıya sokar. Vücutta meydana gelen kalsiyum
eksiklik miktarının bazı klinik bulguları ortaya çıkartmasıyla birlikte, somut şekilde ortaya
konabilmesi için bazı laboratuvar tetkiklerinin yapılması gerekmektedir. Bu tetkikler ancak
tam teşekküllü hastanelerde yapılabileceği ve hastanın içinde bulunacağı durum her zaman
stabil olamayacağı için tedavide de bir standardizasyon sağlanamayacaktır. İyi takip ve tedavi
edilseler dahi hastaların şikayetlerinin sürebileceği düşünülürse, özellikle sağlık koşullarının
yetersiz olduğu kırsal kesimlerde yaşayan imkanları kısıtlı hastaların karşılaşacağı zorluklar
öngörülebilir. Zamanında müdahale edilmeyen hastaları hipokalsemi krizleri beklemekte ve
belkide sonuç imkanları kısıtlı bu hastalar için ölümcül olabilmektedir. Hastaya bu derece
ağır yük getiren ve önlenmesi mümkün olan hipoparatiroidizmden korunmak için yapılan
çalışmalar çok önemlidir. Bu konuda yapılan çalışmalardaki diğer amaç postoperatif
hipokalsemi açısından riskli hastaları erken dönemde belirlemek, bu hastalarda erken tedaviye
başlamak ve risk taşımayan hastaları da erken taburcu ederek hastanede kalış süresini
azaltmaktır. Hipokalsemi gelişmesinde esas etkenin tiroid bezi patolojisine bağlı olduğu
cerrahi tekniğin ikincil rol oynadığı belirtilmektedir (18). Geçici hipokalsemide cerrahi tekniği
suçlayan araştırmacılar paratiroidlerin kanlanmasının ana etken olduğunu belirtmektedirler.
Paratiroid bezlerinin istenmeden çıkarılması veya beslenmesinin bozulması postoperatif
paratiroid fonksiyonlarının azalmasını izah eden en önemli mekanizmalardır (19). Ancak
paratiroid bezlerinin sadece inferior tiroid arterden çıkan dallarla kanlanmadığı,
trakeaözofagustan gelen kollaterallerle de beslendiği varsayımı postoperatif hipoparatiroidi
gelişmesinde tiroid patolojisi gibi başka faktörlerin de rol oynayabileceğini düşündürmektedir
(20,21).
Önlenebilecek bir komplikasyon olan hipoparatiroidizmin hastanın yaşam kalitesi
açısından bu derece olumsuz etkileri varken yapılan değişik çalışmalarla kesin bir sonuca
ulaşılamayan bu tartışmalı konulara cevap bulmak için biz de kendi servisimizde bilateral
subtotal tiroidektomi yapılan hastalarda intraoperatif parathormon (PTH) seviyelerini ölçerek
ve paratiroid glandları koruyarak paratiroid fonksiyonlarını monitörize etmek ve postoperatif
hipokalsemi açısından riskli hastaları belirlemek amacıyla prospektif randomize bir çalışma
planladık.
GENEL BİLGİLER
TİROİD CERRAHİSİNİN TARİHÇESİ
İlk tiroid ameliyatının eski Yunanlı bilgin Paulus’un anlatımına göre M.S. 500 yıllarında
yapıldığı belirtilmişsede; Bağdatlı cerrah Ebu El Kasım El Zahravi yazdığı 30’dan fazla
sayıda tıp kitabında ilk tiroid ameliyatının M.S. 1000 yıllarında yapıldığını belirtmiştir (22).
Acar ve arkadaşlarına göre; Wharton 1646 yılında daha önceden laryngeal gland adı
verilen bu glanda ilk kez tiroid adını vermiştir. Muys 1629 yılında guatrın cerrahi tedavisinde
hayvanlarda ilk kez tiroid arterlerinin bağlanması yöntemini tanımlamıştır. Von Walther
guatrın cerrahi tedavisinde arteria thyroidea superiorların bağlanma şeklini tanımlamıştır.
Günther 1864 yılında tiroidektomi ameliyatının endikasyonlarını belirtmiş ve solunum
güçlüğüne yol açan büyük guatrların mutlaka ameliyat edilmesi gerektiğini söylemiştir.
Tiroid cerrahisi tarihinde en önemli isimlerden biri de, bu konudaki çalışmaları ile 1909
yılında Nobel Tıp Ödülünü alan Theodor Kocher’dir. 1912 yılına kadar 5.000’den fazla
tiroidektomi ameliyatını başarı ile gerçekleştirmiştir. Başlangıçta total tiroidektomi yaptığı
hastalarında miksödem oluşması üzerine subtotal rezeksiyonu uygulamıştır. Weiss ilk kez
total tiroidektomi ameliyatından sonra tetani geliştiğini bildirmiştir (22). Ojeda’ya göre ise
Eiselberg total tiroidektomi yapılan olgularda tetani gelişmesine neden olan olayın paratiroid
glandlarının beraberce çıkarılması olduğunu bildirmiştir. Charles Mayo postoperatif olarak
tetani gelişmemesi için paratiroid glandlarının ameliyat esnasında iyi korunması gerektiğini
belirtmiştir. Mac Callum ve Voegtlin ilk kez paratiroid glandlarının kalsiyum
metabolizmasındaki önemini vurgulamışlardır (1).
EMBRİYOLOJİ
Tiroid bezinin, primitif farinks ve nöral krest olmak üzere iki kaynağı vardır (23). Tiroid
glandının esas gövdesi primitif farinksin endoderminin epitel hücrelerinden meydana gelir. Bu
hücreler tiroid dokusunun foliküler elemanlarının büyük bir kısmını oluşturur. Tiroid glandı;
1. ve 2. faringeal ceplerin arasında, farinks ön yüzünde, orta hatta endodermden kaynaklanan
median bir divertikül şeklinde ortaya çıkar. Median tiroid divertikülü zamanla büyür ve
tiroglossal duktus olarak isimlendirilen ve aşağı doğru uzanan içi boş bir tüp şeklini alır. Bu
duktus dil kökündeki foramen çekumdan doğar, aşağıda hiyoid kemik tarafından sarılır ve
daha sonra öne doğru yön değiştirir. Orta hatta aşağı doğru inen median tiroid divertikülü,
embriyonun yedinci haftasında, tiroid kartilajı hizasına gelince her iki yana doğru gelişmeye
başlar ve bu gelişme sonucu tiroid glandının lobları oluşur. Tiroglossal duktusun distal
ucundan piramidal lob oluşur. Normal olarak tiroglossal duktusun epiteli dejenere olarak
atrofiye uğrar ve kaybolur. Bazen tiroglossal duktusun epiteli atrofiye uğramaz ve duktus
boyunca herhangi bir yerde kist, fistül veya ektopik tiroid dokusu gelişebilir. Yedinci haftanın
sonunda tiroid yarım ay şeklini alır ve gelişmekte olan trakeadaki düzeyine lokalize olur.
Tiroid foliküllerinin oluşması embriyolojik gelişmenin sekizinci haftasında gerçekleşir.
Bu foliküller üçüncü ayda kolloid içerirler. Dördüncü ayın sonunda ise bölünme ve dallanma
ile yeni foliküller oluşur. Primordial tiroidi çevreleyen mezenkim diferansiye olarak glandın
stromasını ve onun ince fibro-elastik kapsülünü oluşturur. Nöral krest kalsitonin salgılayan
parafoliküler hücrelerin veya C hücrelerinin kaynağıdır (23). Bu C hücreleri dördüncü ve
beşinci brankial keselerin ultimobrankial gövdelerinin nöral krestlerinden göç ederler. Normal
tiroid anatomisinde, büyüklük ve şekil itibariyle değişiklikler bulunabilir.
Yetişkin normal bir insanda; tiroid glandının iki lobu ve bunların arasında bir istmus
bölümü vardır. Bazı yayınlarda tiroidin iki anlageden (bir organın veya bir bölümünün
embriyonik gelişme esnasında en erken görülebilen bulgusu) geliştiği bildirilmiştir (24).
Bunlar; büyük bir median endodermal anlage ve iki lateral anlagedir. Median anlage faringeal
duvarın ön kısmında divertiküle benzer bir oluşum olarak ortaya çıkar ve tiroid parenkiminin
büyük bir kısmını oluşturur. Lateral anlageler dördüncü faringeal ceplerin uç kısımlarından
gelişir ve tiroid ağırlığının muhtemelen %1 ile %30 arasındaki bir miktarını sağlar. Lateral
tiroid anlageler; kalsitonini yapan parafoliküler C hücrelerinden sorumludurlar.
ANATOMİ VE HİSTOLOJİ
Normal tiroid glandı yumuşak kıvamda olup ince bir kapsülü vardır ve yaklaşık 20 gram
ağırlığındadır. Sağ ve sol olmak üzere iki lob içerir ve sağ lob çok defa soldakine nazaran
biraz daha büyüktür. Her iki lob genellikle bir istmus bölümü ile birbirine bağlıdır. Sıklıkla bir
piramidal lob istmustan yukarıya doğru, çok defa sol tarafa doğru uzanır. Bu piramidal lob
ameliyat esnasında çıkarılmalıdır. Çıkarılmayan piramidal lob ameliyattan sonra büyümeye
devam ederse, boynun ön üst kısmında arzu edilmeyen bir şişliğe sebep olur. Normal bir tiroid
lobunun yüksekliği 4-5cm, genişliği 2-3cm ve kalınlığı ise 1-2cm.dir. Her bir tiroid lobunun
bir yatağı bulunmaktadır. Bu yatağın iç tarafında trakea ve özofagus, arkasında karotis kılıfı,
yan ve ön taraflarında sternokleidomastoid, sternohyoid ve sternotiroid kaslar bulunur.
Ameliyat esnasında daha iyi bir görüş sağlamak amacıyla sternohyoid ve sternotiroid kasların
transvers olarak kesilmeleri gerekiyorsa, bu kasların motor siniri ansa hipoglossiyi korumak
için, bu işlem yüksekte krikoid düzeyinde yapılmalıdır. Bu kasların kesilmesinin klinik olarak
fonksiyonel bir önemi yoktur. Tiroid glandı normalde yalnız krikoid kartilaja ve üst trakea
halkalarına yapışıktır. Bu da posterior suspansuar ligaman veya Berry ligamanıdır.
Kan Damarları: Tiroid glandına gelen ve bu organdan çıkan esas kan damarları kapsülün
dışında seyrederler ve cerrahi girişim esnasında, glanda girmeden bağlanabilirler.
Arterler: Arteriyel kan başlıca superior ve inferior tiroid arterlerinden gelir. Superior tiroid
arteri eksternal karotid arterin ilk dalıdır ve tiroid kartilajının hemen üzerinden çıkar. Superior
laryngeal arteri verdikten sonra, farinksin inferior konstriktör kaslarının yüzeyinde aşağı doğru
iner ve tiroidin anteromedial yüzünde tiroid lobunun üst polüne girer. Bu arterden piramidal
lob ve istmusa giden, nispeten büyük bir dal çıkar. Superior tiroid arter posterior dalı ile
superior paratiroidi besler. Superior tiroid arteri ile superior laryngeal sinirin eksternal dalı
arasında çok yakın bir ilişki vardır (25). Bu sinir krikotiroid kasın motor siniridir, vokal
kordun gerginliğini, böylece yüksek tiz seslerin oluşmasını sağlar (26,27). Superior laryngeal
sinir genellikle üst polün yaklaşık 1cm üstünde, superior tiroid arterinden iç tarafa doğru
dönüş yapar. Ancak arterin dallarına sarılabilir. Olguların %6-18’inde, superior laryngeal
sinirin eksternal dalı superior tiroid arteri ile birlikte veya onun çevresinde seyreder. İnferior
tiroid arterleri tiroservikal trunkuslardan çıkarlar, juguler venlerin ve karotid arterlerin
arkasında takriben krikoid kartilaj düzeyine kadar yukarı doğru ilerledikten sonra bir kavis
yaparak aşağıya ve orta hatta doğru yönelir ; inferior, posterior ve internal olmak üzere üç dala
ayrılarak orta kısımlarından tiroid loblarına girerler. Bu dallardan birinin veya daha fazlasının
rekürren laryngeal sinir ile yakın ilişkisi bulunabilir. İnferior tiroid arterinin bir dalı alt
paratiroid glandın kanlanmasını sağlar ve ayrıca küçük bir dal da ekseriya üst paratiroid
glanda kan verir. Nadiren tiroid glandına kan veren bir alt tiroid arteri (arteria tiroidea ima) de
bulunabilir. Bu arter aortadan veya innominat arterden çıkar, trakeanın önünden yukarıya
doğru seyreder ve istmusun alt kenarından glanda girer.
Venler: Venler genellikle kendilerine yandaş olan arterlerin kanlandırdıkları bölgeleri drene
ederler. Süperfisyel juguler venler platismanın altında bulunurlar. Eksternal juguler venler
lateralde bulunur ve sternokleidomastoid kası çaprazlar. Anterior juguler venler sternohiyoid
kasların hemen üzerinde yer alırlar. Tiroid glandını terkeden derin venler ile tiroid arterleri
arasında, özellikle superior ve inferior pollerde ve glandın lateral yüzünde, yakın bir komşuluk
vardır. Superior tiroid ven üst polde, superior tiroid arterinin hemen önündedir ve daha sonra
internal juguler venin krikotiroid dalına boşalır. Lateral veya medial tiroid venleri sayı
bakımından değişiklik gösterir. Bunlar tiroid loblarının lateral kenarından direkt olarak
geçerler ve internal juguler venle birleşirler. İnferior tiroid ven bir veya daha fazla trunkus
şeklinde, sıklıkla bir ven pleksusu oluşturarak alt polü terkeder. Nadiren istmusu drene eden
bir ven (v. tiroidea ima) bulunabilir. Bu ven trakeanın üzerinden aşağı doğru ilerler ve sol
innominat vene girer. İnferior tiroid venler yukarıya doğru çıkan rekürren sinir ile yakın bir
komşuluk gösterebilir.
Lenfatik Sistem: Tiroidin lenfatik sisteminin önemli bir özelliği; yaygın olması ve her yöne
doğru bir lenf akımının bulunmasıdır (28,29). Bu akım vertikal olarak mediastene veya
boynun yan kısmına veya retrofaringeal sahaya ve hatta karşı tarafa olabilir. Tiroid glandının
bölgesel nodülleri; paraglandüler nodüller, pretrakeal nodüller, rekürren laryngeal sinir zinciri,
anterosuperior mediastinel nodüller, üst juguler nodüller, orta juguler nodüller, alt juguler
nodüller, retrofaringeal nodüller ve retroözofageal nodüllerdir. İntraglandüler kapillerleri
drene eden kapsüle ait toplayıcı lenf kanalları tiroid kapsülünün altında bulunurlar (30). Bu
kanallar kapsül ile yakın ilişkileri olan lenf damarlarına drene olurlar, ayrıca istmus ve karşı
lob ile de ilişki içinde olabilirler. Tiroid glandından çıkan lenf damarları yukarıya, aşağıya ve
yana doğru seyrederler. Bu lenfatikler genellikle venlere eşlik ederler.
Sinirler: Boynun sağ ve sol tarafında bulunan reküren laringeal sinirlerin anatomisi biraz
farklıdır. Sağ reküren sinir, sol taraftakine nazaran, boyunda daha oblik bir seyir takip eder.
Bu sinirler her iki tarafta farklı düzeylerde vagus sinirlerinden çıkarlar. Sağ reküren laringeal
sinir mediastende, sağ vagusun sağ subklavikuler arterin ilk bölümünü çaprazladığı yerde bu
sinirden ayrılarak trakeaözofageal aralığın lateralinde yukarıya doğru seyreder ve krikoid
kartilajının alt boynuzu arasından larinkse girer. Sol reküren laringeal sinir; nervus vagusun
aort kavsini çaprazladığı yerde bu sinirden ayrılır ve trakeaözofageal aralıkta yukarıya doğru
seyrederek laringeal kaslara girer. Reküren laringeal sinirler tiroid glandının alt pollerinin
bulunduğu sahalarda trakeanın 1-2cm lateralinde bulunurlar ve daha sonra tiroidin 1/3 orta
bölümüne doğru yükselirler. Burada inferior tiroid arteri ile yakın komşuluğu olan birkaç dal
verebilir. Reküren laringeal sinir inferior tiroid arterin arkasından veya önünden geçebilir,
dalları ile arterin dalları arasında değişik şekillerde komşuluk ilişkisi bulunabilir. Reed bunun
için 28 komşuluk ilişkisi tarif etmiştir (31). Hunt ve arkadaşları olguların %64’ünde sağ
reküren laringeal sinirin trakeaözofageal aralıkta ve %33’ünde trakeanın lateralinde lokalize
olduğunu, sol reküren laringeal sinirin ise olguların %77’sinde trakeaözofageal aralıkta ve
%22’sinde trakeanın lateralinde lokalize olduğunu bildirmişlerdir (32). Superior laringeal
sinir; kafa kaidesine yakın olarak nervus vagustan çıkar, karotid damarlarının medialinden
aşağı doğru iner ve hiyoid kemiğin boynuzu hizasında iki dala ayrılır. İnternal dal duyusaldır.
Bu dal tirohiyoid membranı deler ve Galen anastomozunu oluşturmak üzere reküren laringeal
sinirin duyusal dalı ile birleşir. Superior laringeal sinirin eksternal dalı inferior faringeal
konstriktör kasın lateral yüzünde bulunur ve krikotiroid kası innerve etmek için aşağıya iner.
Reküren laringeal sinir yaralandığı zaman aynı tarafta vokal kord paralizisi oluşur. Kord
vokallerin gerginliğini arttırarak yüksek perdeden tiz seslerin çıkarılmasını sağlayan
krikotiroid kas superior laringeal sinirin internal dalı tarafından innerve edilir.
PARATİROİD GLANDLAR
Paratiroid glandlar 3. ve 4. faringeal ceplerin lateral ucundaki endodermal hücrelerin
proliferasyonu sonucu oluşurlar (33). Alt paratiroid glandlar ve timus 3. faringeal cepten ve
üst paratiroid glandlar ise 4. faringeal cepten kaynak alırlar. Embriyolojik hayatta alt
paratiroid glandlar ile timus arasında yakın bir ilişki vardır. Bazen erişkin bir insanda alt
paratiroid glandlarının mediastende, timusun yakınında bulundukları görülebilir; bazen de
boyunda yerleşmiş bir timus dokusu ile karşılaşılabilir. İnsanlarda genellikle dört paratiroid
glandı vardır. Bununla beraber oldukça az sayıda da olsa daha fazla veya daha az sayıda
paratiroid glandı tesbit ettiklerini bildiren araştırıcılar mevcuttur. Gilmour incelediği 527
otopsinin %80’inde 4 paratiroid glandı, %23’ünde 3 gland ve %6’sında 5 gland tespit ettiğini
bildirmiştir (34). Alveryd 354 otopsi tetkiki sonucu %90.6 oranında 4 gland ve %3.7 oranında
5 gland bulmuştur (35). Akerström ve arkadaşları 503 otopsiden oluşan bir seride; olguların %
3’ünde 3 gland, %84’ünde 4 gland ve %13’ünde 4’ten fazla gland saptandığını bildirmişlerdir
(36). Wang 160 otopside %1.9 oranında 5 gland ve %0.6 oranında 6 gland tespit etmiştir (37).
Paratiroid glandlar çevrelerindeki organ ve dokuların basılarına bağlı olarak yuvarlak, oval,
lobüle, yaprak biçiminde veya başka şekillerde bulunabilirler (32,38). Normal bir glandın
büyüklüğü yaklaşık 5-6x3x1-2 mm ve ağırlığı ise 35-40 mg.dır (33,38,39). Gilmour ve Martin
paratiroidlerin ağırlığı ile vücut ağırlığı arasında olduğu kadar, paratiroid parenkimi ile çeşitli
endokrin hastalıklar arasında da ilişki bulunduğunu göstermişlerdir (40). Paratiroid glandlar
içerdikleri yağ miktarına ve vaskülarizasyonlarına göre açık-sarı veya kahverengi-sarı renkte
görülebilirler (29). Alt ve üst paratiroid glandların lokalizasyonları ve komşulukları farklıdır.
Paratiroid glandlar; tiroid loblarının postero-lateral yüzlerinde, tiroid kapsülünün dışında
bulunurlar. Üst paratiroid glandlar; tiroid üst polü hizasından başlayan ve inferior tiroid arterin
assendan dalına kadar uzanan bir bölgede yer alırlar ve en sık olarak inferior laringeal sinirin
inferior tiroid arteri ile kesiştiği yerin yakınında bulunurlar. Alt paratiroid glandlar ; inferior
tiroid arterin tiroid glandına girdiği yere, yani alt tiroid polüne çok yakın olarak bulunurlar.
Ancak embriyonel hayatta yaptıkları göç sırasında timus ile birlikte ön mediastene kadar
indiklerinden, paratiroid glandların timusun üzerinde veya içinde tespit edilmeleri de
mümkündür (28,33,39). Embriyolojik gelişme esnasında aşağıya doğru inmenin yeterli
olmadığı durumlarda, alt paratiroid glandlar boynun daha üst kısımlarında kalırlar. Tiroid alt
polünün 2cm. altındaki glandlar genellikle timus dokusu ile ilişkilidir. Perikarda lokalize olan
paratiroid glandlar bu konudaki istisnaları oluştururlar. Akerström ve arkadaşları hastaların
yaklaşık %80’inde üst paratiroid glandların; reküren laringeal sinir ile inferior tiroid arterinin
kesiştiği yerin takriben 1cm üstünde, 2cm çapında daire şeklinde bir saha içinde bulunduğunu
bildirmişlerdir (36). Bu glandlar sıklıkla tiroid lobunun arka kenarını larinkse bağlayan fibröz
doku lifleri içinde yer almışlardır. Hastaların %4’ünde, üst paratiroid glandlar daha aşağıda
lokalize olmuşlar ve bazen inferior tiroid arter, reküren laringeal sinir veya tiroid glandının bir
çıkıntısı tarafından örtüldüğü için gözden kaçmışlardır. Üst paratiroid glandlar hastaların %
2’sinde tiroid glandının üst polü düzeyinde ve hastaların %0.8’inde ise üst tiroid polünün daha
da üstünde bulunmuştur. Alt paratiroid glandlar hastaların %61’inde tiroid polünün altında,
arkasında veya lateral kısmında bulunmuştur. Hastaların %17’sinde alt glandlar daha önde ve
tiroid lobunun daha yukarısında kapsüle yapışık olarak saptanmıştır. Hastaların %26’sında alt
paratiroid glandlar ile timusun üst kısmı arasında yakın bir ilişki tespit edilmiştir. Alt ve üst
paratiroid glandların lokalizasyon ve komşuluklarında farklılıklar bulunmasına rağmen,
glandlarının çoğunun düzenli ve simetrik yerleşim gösterdikleri ve tiroid ile ilişkili bölgelerde
bulundukları görülmüştür. Paratiroid glandların arteriyel kanlanması terminal tiptedir (41).
Paratiroid arteri olguların 2/3’sinde soliterdir ve uzunluğu 1mm ile 40mm arasında değişir.
Alt paratiroid glandların arteriyel kanlanması esas olarak inferior tiroid arteri vasıtasıyla
sağlanmaktadır (39,41). Üst paratiroid glandların kanlanması ise; inferior tiroid arteri, superior
tiroid arteri veya Evans’ın arka marjinal kavsi vasıtasıyla olmaktadır (41). Hem alt ve hem de
üst paratiroid glandların kanlanmaları tamamen inferior tiroid arterine bağlı olabilir. Paratiroid
glandların venöz drenajı; tiroid kapsülündeki venöz şebeke, tiroid gövdesinin venöz
pedikülleri veya bunların bir kombinasyonu ile sağlanır (41). Tiroid lobektomisi aynı taraftaki
paratiroid glandların iskemisine yol açabilir. Bir paratiroid veninin hemostazından genellikle
kaçınılmalıdır. Zira paratiroid glandında infarktüs riskine neden olabilir. Paratiroid iskemisi
çok defa glandın renginin koyulaşması ile kendini belli eder. Kapsülün ve superfisyel
parenkimin insizyonu venöz stazı önleyebilir ve glandın renginin normale dönmesini
sağlayabilir.
FİZYOLOJİ
Tiroid bezinin mikroskobik görüntüsü, zengin bir bağ dokusu ile bu doku içine yerleşmiş
sferik foliküllerden oluşmaktadır. Foliküler yapı çoğunlukla kübik epitel hücrelerinden oluşur.
Ancak bu hücrelerin tipi, bezin metabolik aktivitesiyle bağıntılı olarak değişime uğrar.
Metabolik aktivite arttıkça, hücreler uzar, prizmatik görünüm kazanır. Foliküllerin içi temelde
tiroglobulin moleküllerinin oluşturduğu, aköz protein yapıda kolloidle doludur. Foliküller
arasında, bağ dokusu içinde izlenen bir başka önemli fonksiyonel yapı ise nöroektodermal
orijinli C hücreleridir. Bu hücrelerin ana fonksiyonu kalsiyum metabolizmasında etkili olan
kalsitonin hormonu salgılamaktır. Tiroid hormonları genel anlamda bazal metabolizmayı
düzenleyen hormonlardır. Hücre içinde nükleus reseptörlerine bağlanarak protein yapımını
regüle ederler. Mitokondrilerde oksidasyon olaylarını hızlandırırlar. Membran yapısında yer
alan enzimlerin aktivitesini kontrol ederler. Fötüs ve yenidoğanın yaşamında, beyin ve sinir
sisteminin gelişimi tiroid hormonlarına bağlıdır .Çocukluk döneminde tiroid hormonlarının
azlığı, somatik büyüme ve gelişimin engellenmesi demektir. Geriatrik populasyonda
hipotiroidi reversibl demansla sonuçlanabilir. Böylece tiroid hormonları, yaşam boyunca
vücuda mutlak gerekli bir hormon olarak tanımlanabilir. Bezde hormon sentezi ve
salgılanması, çevresel uyarılara bağlı olarak hızlı bir şekilde ve yüksek konsantrasyonlarda
yapılır. Folikül lümeninde büyük miktarlarda depo edilerek bekletilebilir. Bezden
salgılandıklarında çoğunlukla plazma proteinlerine bağlı, aktivitesi düşük prohormon
durumundadır. Aktif hormon formu, periferik dokularda özgün reseptörlere bağlanmayla
gerçekleşir.
Tiroid Hormonlarının Sentezi ve Salgı Mekanizması: Tiroid hormonları tirozin
aminoasitlerine iyot bağlanması ile oluşurlar. Bezin en fazla sentezlenen hormonu tiroksin
(T4), en etkin hormonu ise triiyodotironin(T3)‘dir. Her iki hormonun yapısında kimyasal
köprülerle birbirine bağlı iki tirozin aminoasiti bulunur. Tiroid folikül hücrelerinde sentezin
ilk adımı iyotun hücre içine alınmasıdır. İyot hücreye difüzyonla girebilen bir iyondur. Ancak,
gereksinimin arttığı koşullarda aktif pompalar devreye girer. Enzim aktivasyonu ve
adenozintrifosfat(ATP) kullanılarak transport hızlandırılır. Transportun bazal membranda
Na+K+ATP’az aracılı sodyum transportuna bağlı olduğu saptanmıştır (42). Aktif transportla
bezdeki iyot konsantrasyonu, plazmadakinin yaklaşık 100 katına çıkabilir. Aktif iyot
transportu tiroid bezi dışında ince barsak, tükrük bezleri, deri, meme ve plasenta dokularında
da görülür. Ancak en yüksek transport tiroid bezindedir (43). İyotlu bileşikler folikül
hücresine alındıktan sonra iyot hızla okside olur ve organik yapıya katılır. Organifiye olmamış
iyot ekstrasellüler sıvıya geri verilir. Transportun başlaması ve hızlanması genelde tiroid
stimülan hormon (TSH) uyarısını gerektirir. Sentez olayında ikinci aşama iyotun peroksit
sistemi aracılığıyla okside olmasıdır. Okside olmuş iyot, tirozin aminoasitine bağlanmaya
hazır demektir. Bu olaya organifikasyon denir. Tirozine bağlanan her iyot, farklı hormon
formlarını oluşturur. Monoiyodotirozin(MIT) bir iyotun, diiyodotirozin(DIT) iki iyotun
tirozine bağlandığını belirtir. MIT ve DIT hormonun inaktif formlarıdır. İyodinize olmuş
tirozin aminoasitlerinin eşleşmesi sentezin son aşamasıdır; T4 ve T3 hormonlarının sentezi
demektir. T4 iki DIT molekülünün birleşmesi, T3 bir MIT ile bir DIT’in eşleşmesi sonucu
oluşur. T3 hormonu folikülde sentezlendiği gibi, dolaşım sistemiyle ulaştığı pek çok dokuda,
T4’ün metabolize olmasıyla da oluşabilir. Tiroid peroksidaz enzimleri folikül hücrelerinde
iyotun oksidasyonu yanında organifikasyon ve eşleşmesini de katalize eder. Tiroid bezinde
sentezlenen ve tiroid hormonlarının yapımı için mutlak gerekli olan tiroglobulin, büyük bir
glikoproteindir. T4 ve T3 iyodotironinleri ve DIT, MIT iyodotirozinleri, tiroglobulin molekülü
içinde sentezlenir ve depolanırlar. Tiroglobulin moleküllerinin normal serumda çok düşük
düzeylerde olması gerekir. Ölçülebilir düzeyde tiroglobulinin konsantrasyonu, tiroid
hastalıklarının tipine göre değişir. Özellikle tiroid tümörlerinde TSH düzeyindeki artışa bağlı
büyük artışlar gösterir.
Tiroid Hormonlarının Transportu ve Metabolizması: Sağlıklı bir erişkinde tiroid bezinden
salgılanan T4 miktarı 80ng/gün, T3 ise 6ng/gün’dür. Ancak T4’ün periferik organlarda
deiyodinasyonu, T3 düzeyini %80 oranında arttırır (44). T4’ün T3’e dönüşümü deiyodinaz
enzimleriyle, öncelikle karaciğer ve böbrekte gerçekleşir. Tiroid hormonları kana verildikten
hemen sonra özel taşıyıcı proteinlere bağlanırlar. Bu bağlanma küçük fraksiyonlar halinde
bulunan hormonun öncelikle böbrekten kaybını önler. Ayrıca bağlı hormon rezervi, yedek
depo görevi yapar. Serbest hormonun kanda gereksinme oranında bulunması sağlanır. Tiroid
hormonlarının bağlandığı proteinler karaciğerde yapılırlar ve üç tiptir; tiroksin bağlayıcı
globulin (TBG), tiroksin bağlayıcı prealbumin (TBPA) ve serum albumini. TBG, başta gelen
taşıyıcı proteindir. 63000 mol ağırlığında glikoproteindir. %75 T4, %50 T3 taşıyabilir. TBPA,
T4’e karşı afinitesi düşük proteindir, %20 oranında T4 taşır, T3’ü taşımaz. Serum albuminin
tiroid hormonlarına karşı afinitesi oldukça düşüktür. Bağlı hormonun dolaşımdaki yarıömrü
T4 için bir hafta, T3 için 1-3 gün olarak belirlenmiştir. Albumin kandaki total T4’ün sadece %
10’unu taşır.
Tiroid bezinin hormon sentezlemesi, depolaması ve salgılaması hipotalamus-hipofiz-
tiroid bezi ekseni ekseni içinde sıkı kontrol altındadır. Tetikleme olayı, tirotropin
serbestleştirici hormon (TRH) sentezi ile başlar. Hipofiz sapının median eminans bölgesinde
portal sisteme katılan TRH, hipofiz ön lobunda TRH reseptörlerini taşıyan hücreleri uyarır.
Hipofiz hücrelerinin salgıladıkları TSH dolaşım yoluyla tiroid bezine ulaştığında endokrin bez
aktive olur, T3 ve T4 salgılanır. Bu noktadan itibaren hormonların (-) feed back etkisi başlar.
Tiroid hormonları hipofiz bezini etkiler, TSH sentez ve salgısı baskılanır. TSH salgısının
azalmasıyla birlikte, TRH’nın da azaldığı görülür. TSH’nın tiroid bezine etkileri:
-Tiroglobulin moleküllerinde proteolizi arttırır. T3 ve T4’ün dolaşıma verilmesini sağlar.
-Folikül hücrelerine iyot transportunu hızlandırır, iyotu oksidasyona hazırlar.
-Tirozine iyot bağlanmasını hızlandırır, organifikasyon ve tironin moleküllerinin eşleşmesini
sağlar. T3, T4 hormonlarının yapımını kolaylaştırır.
TSH salgısının baskılanmasında 3 önemli etken:
1) Tiroid bezinden salgılanan T4 miktarı
2) Periferde T4’ten oluşan T3 miktarı
3) Hipofizde T4’ün T3’e dönüşüm hızı
Fötüste hipotalamus, hipofiz, tiroid ekseni gebeliğin 12-16 haftalık süreçleri içinde
tamamlanır. Fötal tiroid fonksiyonları maternal fonksiyonlardan bağımsızdır. Fisher ve
arkadaşları maternal TSH’nın önemli oranda plasentayı geçebildiğini ve fetusta tiroid bezini
geliştirdiğini saptamışlardır (45).
İlk kez Collip tarafından paratiroid bezlerin aktif ekstresi şeklinde hazırlanan PTH
bundan 35 yıl sonra, 1939’da purifiye edildi. PTH yaklaşık 9500 mol ağırlıklı, 84
aminoasitten oluşan düz zincirli bir polipeptid hormondur. Esas hücrelerde PTH sentezinde
ilk kademe ribozomlarda 115 aminoasitli polipeptid (preproPTH) sentezidir. Bu, endoplazmik
retikulumda önce N-terminalinden 25 aminoasitin ayrılmasıyla, 90 aminoasitli proPTH’a,
takiben golgi N-terminalinden 6 aminoasit dizisinin daha triptik bir enzimle ayrılmasıyla 84
aminoasitli PTH’a dönüşür. N-terminal aminoasitinin çıkartılması biyolojik aktivitenin %
90’dan fazlasının kaybına neden olur; immunolojik aktivitede ise çok az veya hiç değişiklik
olmaz. Normal şartlarda preproPTH ve proPTH dolaşıma salgılanmaz. Sentez edilen PTH ya
doğrudan doğruya salgılanır veya sitoplazmadaki sekretuvar granüllerde depolanır ve
ekzositoz ile hücreden atılır. Depo granüllerinde depolanan hormon miktarı azdır ve stimüle
edilmiş durumlarda, hormon sentezinde buna paralel bir artma olmazsa, 1-2 saat içinde
tükenir. Bu nedenle hücre dışı sıvıda kalsiyum konsantrasyonunun düşmesi durumunda birkaç
saat içinde PTH biyosentezi artar. Amino terminalindeki (N-terminal) 1-34 aminoasit,
molekülün tüm biyolojik ve immünolojik aktivitesini taşır. Karaciğer ve böbrek, PTH
metabolizmasında rol oynayan başlıca organlardır. Paratiroid bezlerden salgılanan polipeptid
(PTH) böbrekte ve karaciğer Kupffer hücrelerinde süratle 2500 mol ağırlıklı, biyolojik olarak
aktif N-terminal fragmanı ve 7000 mol ağırlıklı, biyolojik olarak inaktif karboksi terminal (C-
terminal) fragmanına metabolize olur. Hormonun daha ileri metabolizması daha yavaş olur.
PTH 1-84, ayrıca, esas hücrelerde de, sekresyon granüllerinde (ve belki sitoplazmada) en az
iki kez parçalanarak amino-, mid- ve karboksi- fragmanları oluşur. Mid- ve karboksi-
fragmanları biyolojik olarak inaktiftir ve PTH1-84 ile birlikte dolaşıma salgılanır; amino
fragmanları hücrede daha fazla parçalanır. Neticede dolaşımda PTH1-84 dışında çeşitli
immunoreaktif peptidler de bulunur ve bunlar PTH1-84’e karşı antikor kullanılan
radioimmunoassay’lerde çapraz reaksiyon verirler. PTH1-84’ün plazma yarı ömrü 20-30
dakikadır. Keza, N-terminal fragmanının yarı ömrü de kısadır; halbuki C-terminal
fragmanının yarı ömrü çok daha uzundur (saatlerce), hatta böbrek fonksiyon bozukluğunda,
klirensi azaldığından, günlerce plazmada kalır. Hiperkalsemide paratiroid bezinden salgılanan
C-terminal fragmanlarının oranı artar. PTH salgılanmasında bir miktar günlük değişim vardır:
en yüksek PTH düzeyleri gecedir. Bu, muhtemelen serum kalsiyum konsantrasyonlarına bağlı
değildir.
Paratiroid Hormonunun Ölçümü: Başlıca yol radioimmunassay’dir. Bu yolla PTH ölçümü
ilk kez 1963’te Berson tarafından tanımlanmış olmakla beraber, ancak son yıllarda yaygın
klinik uygulama bulmuştur. Bu gecikmede dolaşımdaki PTH’un heterojen tabiatı, uygun
spesifik antiserumların kısıtlılığı gibi bazı teknik problemler rol oynamıştır. Ayrıca, standart
olarak kullanılan PTH preperatlarının cinsi ve saflığı da serum intaktPTH değerlerinin
laboratuarlar arasında farklı bulunmasına neden olur. Dolayısıyle serum iPTH düzeyleri her
bir assay sistemin normal değerlerine göre değerlendirilmelidir. Son zamanlarda sentetik insan
PTH veya fragmanlarının kullanılması ölçümleri daha güvenilir yapmıştır. Bugün PTH
molekülünün N-terminal, C-terminal veya mid-fragman aminoasitlerine karşı spesifik
antikorların kullanıldığı 3 temel ölçüm vardır: Mid- veya C- fragmanlarına karşı antiserumlar
biyolojik olarak inaktif mid- veya C-fragmanlarını, N-fragman antiserumu ise, biyolojik
olarak aktif N-fragmanı veya PTH1-84’ü ölçer. Dolayısıyle plazma PTH ölçümleri, kullanılan
spesifik antiseruma göre, farklı sonuçlar verir. C-terminal assayi, yanlış olarak,
hiperparatiroidi tanısı koydurur. Ancak, renal fonksiyon normal olmak şartıyle, C-fragmanının
ölçümü, klirensi oldukça yavaş olduğundan, PTH salgılanmasının oldukça iyi bir
göstergesidir. Klinik durumla en yakın korelasyon gösteren ve sensitivitesi en yüksek olan ve
bu nedenlerle klinik kullanımda en uygun olan N-terminal assayidir. Normalde serum PTH-
NH2 konsantrasyonu oldukça düşüktür (10-55 pg/ml) ve yaşla artar.
Paratirod Hormon Sentezi ve Salgılanmasının Regülasyonu: PTH salgılanmasını kontrol
eden bir tropik hormon yoktur. PTH sentezi ve salgılanması serum kalsiyum konsantrasyonu
tarafından regüle edilir. Serum kalsiyum ve PTH arasında ters linear bir ilişki vardır. Serum
kalsiyumu fizyolojik ‘’set point’’ olan 5.2mg/dl (1.3mM) altına indiğinde, homeostazı
sağlamak için, sentezi ve salgılanması artar. Serum kalsiyum konsantrasyonunda 0.1mg/dl
kadar küçük bir azalma PTH salgılanmasını 2 katına çıkartabilir. Serum kalsiyum
konsantrasyonu 7mg/dl altında iken PTH salgılanması en fazladır. Serum kalsiyumundaki
değişikliklere cevaben PTH salgılanmasının değişmesi dakikalar içinde olur. Bu serum
kalsiyum konsantrasyonunun kontrolü için vücudun son derece etkin bir ‘’feedback’’
sistemidir. Hipokalsemi devam ederse, sentez kapasitesini arttırmak için, bezler hipertrofik ve
hiperplazik olur. Mesela gebelikte annenin hücre dışı sıvı kalsiyum konsantrasyonunda çok
hafif bir azalma olsa dahi paratiroid bezler büyür. Serum kalsiyumu 1.3mM üzerine çıktığında
PTH sentezi ve salgılanması suprese olur ve kalsiyum azalır. Ancak 11mg/dl üzerindeki
kalsiyum konsantrasyonunda dahi düşük düzeyde, devamlı bir PTH salgılanması vardır ki, bu
serum kalsiyumunun daha fazla yükselmesiyle suprese edilemez. Kalsiyum, PTH sentezi ve
salgılanmasını regüle etmesi dışında PTH’un bez içinde parçalanmasını da değiştirir. Uzun
süreli, yüksek kalsiyum konsantrasyonu PTH sentezini azaltması yanında PTH’un paratiroid
hücresi içinde proteolizis ile parçalanmasını arttırır. Hipokalsemi dahil bütün stimülan
ajanların PTH salgılanmasını stimüle etmesi esas hücrelerde adenilat siklazın stimülasyonu ve
hücre içinde siklik adeninmonofosfat(cAMP)’ın birikmesi ile sekretuvar granüllerin
ekzositozunun artması sonucu olur. cAMP’yi parçalayan fosfodiesteraz enziminin inhibisyonu
da ekzositozu arttırır. Paratiroid adenil siklazı, kalsiyum ile inhibe olur; hiperkalsemik
durumlarda cAMP yapımı minimaldir. Alfa adrenerjik katekolaminler, PGF2 alfa gibi PTH
salgılanmasını inhibe eden ajanlar da paratiroid hücrelerinde cAMP düzeyini azaltırlar. Yani
kalsiyum, PTH salgılanmasını kontrol eden başlıca faktör olmakla beraber cAMP de PTH
salgılanmasında önemli bir hücresel regülatördür. Beta adrenerjik katekolaminler, dopamin,
sekretin, histamin ve PGE2 adenil siklazı aktive ederek paratiroid hücrelerinde cAMP
düzeyini arttırır. Diğer bir peptid ‘’parathyroliberin’’ de sığır ve insan paratiroid hücrelerinde
cAMP yapımının ve hormon salgalanmasının kuvvetli bir stimülatörüdür. Adrenerjik
aktivitenin PTH salgılanmasının regülasyonunda fizyolojik bir rol oynayıp oynamadığı
bilinmemekle beraber, paratiroid beta reseptörler üzerine etkisi feokromositoma ile birlikte
olan bazı hiperparatiroidizm olgularını açıklayabilir. 1,25(OH)2D3, paratiroidler üzerine
direkt etkiyle prePTH mRNA’yı azaltarak PTH salgılanmasını inhibe eder. Serum
magnezyum düzeyi PTH salgılanmasının regülasyonunda bir miktar fizyolojik rol oynayabilir
ve bu kalsiyum etkisine benzerdir. Yani magnezyumdaki ani düşme PTH salgılanmasını
direkt olarak arttırır ve yükselmesini inhibe eder. Uzun süreli ve çok düşük serum
magnezyumu, PTH sentezine mani olur ve hipokalsemiye neden olabilir; zira magnezyum
PTH sentezi için gereklidir. Fosfatın paratiroidler üzerine doğrudan bir etkisi gösterilmemiştir,
ancak hiperfosfatemi kalsiyumu düşürerek PTH salgılanmasını arttırır. Potasyumun yüksek
konsantrasyonu PTH salgılanmasını stimüle eder. Quabaine de paratiroid hücreler içine
potasyumun girişini inhibe ederek salgılanmayı inhibe eder. Quabaine’nin diğer bir etki
mekanizması Na-K-ATPase pompasını inhibe etmesi olabilir. Histamin H2-reseptörler
aracılığıyla PTH salgılanmasını stimüle eder. Lityum salgılanması PTH salgılanmasını arttırır
ve paratiroid hücresinin kalsiyum tarafından inhibisyonuna duyarlılığı azaltır. Vinblastin ve
kolşisin gibi bazı ilaçlar mikrotübüler fonksiyonu bozarak, PTH salgılanmasını inhibe eder.
Kalsitonin, kortizol ve büyüme hormonu gibi çeşitli hormonlar PTH salgılanmasını indirekt
olarak stimüle eder.
PTH’un Etkileri: PTH’un 3 hedef organı kemik (osteoblastlar), böbrek ve barsaktır. Her biri
üzerine etkisi hücre dışı sıvıda kalsiyum konsantrasyonunu arttırıcı yöndedir, böylece
organizmayı hipokalsemiden korur. Plazma kalsiyum konsantrasyonunun regülasyonu 2
mekanizma ile olur.
1. PTH’un yokluğunda, kemiğin değişebilen kalsiyum havuzu ile plazma arasındaki
serbest iyon değişimi hormonal etki altında değildir. Bu değişim sonucunda kan
kalsiyumu 7mg/dl civarında tutulur ve nadiren 6mg/dl’nin altına iner. İskelet
kalsiyumunun yaklaşık %1’i hücre dışı sıvı ile serbest değişimlidir.
2. PTH’un kemik üzerindeki resorbtif etkisi ile kalsiyum mobilizasyonu sonucu serum
kalsiyumu 10mg/dl civarında tutulur.
PTH’un hücre dışı sıvıda kalsiyum arttırıcı etkisi 4 yolla olur:
1. İskelet kalsiyumunun plazmaya geçmesi
2. Kalsiyumun renal tubuler sıvıdan reabsorbsiyonunu arttırması
3. Renal 1-alfa hidroksilaz aktivitesini artırması
4. Renal tubuler sıvıdan inorganik fosfatın reabsorbsiyonunu azaltması sonucu fosfat
konsantrasyonunun azalması (bu etkisi kemikten fosfat rezorbsiyonunu arttırıcı
etkisinden üstündür).
PTH’un Kemik Üzerine Etkisi: Dolaşımdaki PTH düzeyine bağlı olarak bifaziktir: Düşük
konsantrasyonlarda anabolik etkiye sahiptir, yani organik matriksin oluşmasını ve minerallerin
depozisyonunu artırır. Kemik kültürlerinde düşük dozlarda PTH, osteoblastların sayısını ve
kollajen sentezini arttırır. Nitekim, PTH, bir osteoblastik enzim olan aktivitesi kemik
formasyonuyla paralellik gösteren alkalen fosfatazın plazma düzeyini arttırır. Sağlıklı
normokalsemik kişilerde bulunan düzeylerde hem kemik formasyonunu hem rezorbsiyonunu
stimüle eder ve formasyon, rezorbsiyona eşittir. PTH sekresyonunun artması halinde
katabolik, rezorptif aktivite hakim olur. Bu katabolik etki, yani kemikten kalsiyum ve fosfat
rezorbsiyonuna neden olması 2 fazlıdır: İlk cevap 2-3 saat içinde gözlenen süratli fazdır ve
başlıca etkisi osteositlerin aktivitesi sonucu kalsiyum rezorbsiyonuna yol açmasıdır ve
osteositik osteolizis diye adlandırılır. İkinci faz PTH’un daha uzun süreli yüksekliğinde,
yaklaşık 12-24 saat sonra belirgin olan çok daha yavaş fazdır. Osteoklastları proliferasyonu ve
aktivasyonu sonucu kemiğin osteoklastik rezorbsiyonuna bağlıdır ki hidroksiprolin ve diğer
kollajen yıkım ürünlerinin idrarla atılımının artması bunun delilidir.
Osteositik Osteolizis: Osteoblastlar ve osteositler osteoklastlara komşu küçük alanlar dışında,
bütün kemik yüzeyine yayılan birbirine bağlı hücreler sistemi oluştururlar. Keza, bütün kemik
yapısında osteositten osteosite uzanan ve yüzeydeki osteositler ve osteoklastlarla da bağlantı
sağlayan uzun, zar şeklinde uzantılar vardır. Bu yaygın sistem osteositik membran sistemi
diye isimlendirilir ve kemiği hücre dışı sıvıdan ayıran bir membran oluşturur. Osteositik
membran ile kemik arasında kemik sıvısı diye adlandırılan az miktarda bir sıvı vardır. PTH
osteoblast ve osteoklastların kemik sıvısındaki kalsiyuma permeabilitesini arttırır, kalsiyum
membran hücrelerine difüze olur ve osteositik membrandan hücreden sıvıya pompalanır, yani
PTH kalsiyum pompasını aktive eder. Kemik sıvısında, hücre dışı sıvıdakinin ancak 1/3’ü
kadar bir kalsiyum konsantrasyonu vardır. Osteositik pompa aşırı derecede aktive olduğu
zaman kemik sıvısı kalsiyum düzeyi daha da azalır ve kemikten kalsiyum fosfat tuzları
absorbe olur. Bu etki osteolizis diye adlandırılır ki burada kemik matriksin absorbsiyonu söz
konusu değildir. Kalsiyumun osteoblastlardan sıvıya aktif transportu 1,25(OH)2D3 tarafından
da stimüle edilir ve bu, 1,25(OH)2D3’ün PTH etkisini kolaylaştırmasını sağlar. Pompa
inaktive olduğu zaman kemik sıvısı kalsiyum düzeyi yükselir ve kalsiyum fosfat tuzları tekrar
matrikste çöker.
İkinci Faz (Yavaş Faz): PTH’un çok daha iyi bilinen etkisi osteoklastları aktive etmesidir.
Bu mevcut osteoklastların proliferasyonu, aktivasyonu ve osteoprogenitor hücrelerden yeni
osteoklastların formasyonu şeklinde olur. Sayıca artan dev osteoklastlar kortikal ve trabeküler
kemikte büyük rezorbsiyon kaviteleri oluşturur. Mineralize kemiğin osteoklastik rezorbsiyonu
sonucu açığa çıkan kalsiyum ve fosfat hücre dışı sıvıya geçer. Ayrıca, kollejenaz lizozomal
enzimlerin aktivitelerinin artmasıyla organik kemik matriksi hidrolize olur. PTH’un stimüle
ettiği laktik asit yapımının artması sonucu pH azalması da bu rezorptif olaya iştirak edebilir.
Kollajenin hidrolizi sonucu hücreden sıvıya geçen hidroksiprolin idrarla atılır. PTH, ayrıca,
osteoblastlar tarafından kollajen sentezini de inhibe eder. PTH’un kemik üzerindeki bu
katabolik etkisi uzun süreli hiperparatiroidide görülür. Sonuçta, PTH’un kemik üzerindeki
etkisi sadece demineralizasyon değil gerçek kemik rezorbsiyonudur. PTH osteoblastik
aktiviteyi de geçici olarak azaltır. Fakat bir süre sonra kemiğin osteoklastik rezorbsiyonu,
osteoblastların sekonder olarak stimülasyonuna neden olur. Dolayısıyle, geç etki hem
osteoklastik hem de osteoblastik aktiviteyi arttırmasıdır. Geç dönemlerde, kemik
depozisyonundan daha çok kemik absorbsiyonu olur. Ancak, kemikte kalsiyum çok fazla
olduğundan (hücre dışı sıvıdakinin 1000 misli), PTH, hücre dışı sıvı kalsiyum
konsantrasyonunda çok yükselmeye neden olduğu zaman bile kemikte kısa sürede bir etki
farketmek mümkün değildir; ancak uzun süreli hiperparatiroidizm kemikte belirgin
absorbsiyonla sonuçlanır ve osteoklastlarla dolu büyük kaviteler oluşur. PTH her tip kemik
hücresinin aktivitesini artırmakla beraber, sadece osteositler ve osteoblastlarda PTH
reseptörleri vardır. Osteoklastların aktivasyonunun osteositler ve osteoblastlar tarafından bazı
endokrin veya parakrin sinyallerle indirekt olarak sağlanması muhtemeldir. Vit D yokluğunda
PTH’un kemik üzerindeki rezorptif etkisi büyük ölçüde azalır, hatta önlenir. Bu, muhtemelen,
1,25(OH)2D3’ün hücre membranlarından kalsiyum transportunu artırıcı etkisi sonucudur.
PTH’un Böbrekten Kalsiyum ve Fosfat Atılımına Etkisi: Glomerülden filtre olan
kalsiyumun %98-99’u reabsorbe edilir. Bu reabsorbsiyonun yaklaşık %90’ı proksimal
tüplerde ve Henle kulpunun inen kolunda, geri kalanı ise distal tüplerde olur. Distal tübüler
reabsorbsiyon PTH tarafından arttırılır yani PTH kalsiyum klirensini azaltır. Proksimal tüpler
ve Henle kulpundaki reabsorbsiyon PTH’a bağımlı değildir. Böbrekler kan PTH’undaki
değişikliklere süratle cevap verir ve kan kalsiyumunun çok kısa süreli ayarlanmasını sağlar.
Eğer PTH’un kalsiyum reabsorbsiyonunu artırıcı etkisi olmasaydı, idrarla devamlı kalsiyum
kaybı kemiklerde kalsiyum boşalmasına yol açacaktı. Hiperparatiroidide, kalsiyum
reabsorbsiyonundaki artmaya rağmen, idrarla kalsiyum atılımının genellikle artmış olması,
filtre olan miktarın artmış olmasındandır. PTH hücre dışı sıvısındaki fosfat konsantrasyonunu
2 mekanizmayla etkiler:1)Böbrek üzerine direkt fosfatürik etkiyle plazma fosfatını azaltması
2)Kemik rezorbsiyonu ile açığa çıkan fosfatın plazma fosfatını yükseltmesi (eğer renal
fonksiyon bozuksa bu etki hakim olabilir). Glomerülden filtre olan inorganik fosforun %85-
90’ı reabsorbe olur. Reabsorbsiyonun büyük kısmı proksimal tüplerde aktif transport
şeklindedir ve bu aktif transportu PTH inhibe eder. Paratiroid bezlerinin ekstrelerinin
fosfatürik etkisi 1911 yılından beri bilinmektedir ve PTH verilmesinden sonra 10-15 dakika
içinde görülen en erken etkisidir. PTH, fosfat reabsorbsiyonuna paralel olarak proksimal
tüplerden sodyum, potasyum ve bikarbonat reabsorbsiyonunu da inhibe eder; magnezyum ve
hidrojen reabsorbsiyonunu arttırır. Bikarbonat (HCO3) atılımını arttırması, kemikte
hidroksiapatit kristallerinin parçalanması sırasında açığa çıkan HCO3’ın metabolik alkaloza
neden olmasını önleyebilir. İdrarla HCO3 atılımı uzun süre devam ederse hiperkloremik
metabolik asidoza yol açabilir. Bu bir çeşit, endokrin orijinli renal tübüler asidozdur. Fakat bu
asit-baz dengesizliği ağır ve hayatı tehdit edici değildir. PTH’un fosfat ve HCO3 atılımını
artırıcı etkisinin de ekstraselüler kalsiyum homeostazı üzerinde direkt etkileri vardır.
Bikarbonatürinin yol açtığı asidoz (kalsiyumun kan albümini ile bağlanmasını azaltarak ve
kemik mineral çözünmesini arttırarak) varolan hiperkalsemiyi ağırlaştırabilir. Fosfatüri,
hiperfosfatemiyi önleyerek, kalsiyum fosfat oluşmasına, böylece PTH’un kalsiyumu artırıcı
etkisinin azalmasına engel olur. PTH ürikasitin renal klirensini azaltır. Bu nedenle,
hiperparatiroidide hiperürisemi ve gut görülebilir.
PTH’un Barsaktan Kalsiyum ve Fosfat Absorbsiyonu Üzerine Etkisi: Normalde günde
yaklaşık 1000mg kalsiyum alınır ve 600mg’ı üst gastrointestinal sistemden absorbe olur. PTH
doğrudan doğruya veya hipofosfatemik etkisi ile renal tübüler 25(OH)D3-1-alfa hidroksilaz
enzimini stimüle ederek, renal kortikal hücrelerde aktif vit D metaboliti olan 1,25-
dihidroksikolekalsiferol sentezini arttırır. PTH suprese olduğu zaman 25(OH)D3, vit D etkisi
çok az olan 24-25(OH)2D3’e dönüşür. 1,25(OH)2D3 intestinal mukoza hücresine girerek
sitozolde reseptöre bağlanır ve kalsiyum bağlayıcı protein oluşumunu sağlar. Bu da, diyet
kalsiyumunun intestinal lümenden mukoza hücrelerine girişini ve kana transportunu
kolaylaştırır. PTH, 1-15(OH)2D3 sentezini arttırmak suretiyle barsaktan fosfat
absorbsiyonunu da arttırır. PTH’un barsaktan kalsiyum absorbsiyonunu arttırarak
hiperkalsemi yapma etkisi aktif vit D metabolitinin oluşmasını gerektirdiğinden, oldukça
yavaştır ve PTH verilmesinden sonra 24 saat veya daha uzun bir periyodu gerektirir. Fakat
kemik üzerine olan etkisinden daha hızlıdır.
PTH’un Diğer Etkileri: Karaciğer ve böbrekte glikoneojenezi arttırabilir. Meme bezlerinde
kalsiyum konsantrasyonunu ve izole yağ hücrelerinde lipolizisi arttırır. PTH fazlalığı veya
eksikliği durumlarında santral sinir sisteminin, periferal sinirlerin, kasların ve diğer endokrin
bezlerin fonksiyonunda, serum kalsiyum konsantrasyonundaki değişikliklere bağlı olarak
sapmalar görülür (46).
Kalsiyum Metabolizması : Sağlıklı, 70kg ağırlığındaki bir erişkinde yaklaşık 1200gr
kalsiyum bulunur. Bunun %99’u kemik dokusunda bulunmaktadır. Geri kalanın büyük bir
kısmı (%0.6) hücre içinde, %0.1’i (1.3gr) de hücre dışı sıvıdadır. Kemikteki kalsiyum,
hidroksiapatit kristalleri şeklinde bulunur. Bu kristallerin çevresi, içinde kalsiyum ve fosfat
iyonlarının bulunduğu ince bir su tabakası ile kaplıdır. Kemik, hücre dışı kalsiyum ile
osteoklastların aracılık ettiği rezorbsiyon ve yüzey tabakasındaki difüzyonel değişim yoluyla
dinamik bir denge içindedir. Hücre içi kalsiyum çoğunlukla, bileşik ve zar yapısındaki çeşitli
bağlarla bağlanmış durumdadır. Hücre içindeki serbest iyonize kalsiyum konsantrasyonu,
yaklaşık 20-100nmol/lt’dir. Kalsiyumun hücre içi konsantrasyonunun korunması, kalsiyumun
endoplazmik retikulum mitokondri gibi hücre içi organellere ve aynı zamanda da hücre dışına
pompalayan güçlü bir aktif transport mekanizması ile sağlanır. Hücre içindeki iyonize
kalsiyum ikincil mesaj fonksiyonlarında önemli bir rol oynar ve bir çok enzimin işlevinde
düzenleyici görev yapar. Total vücut kalsiyumunun sadece küçük bir bölümü hücre dışı sıvıda
bulunmasına karşın, plazma iyonize kalsiyumunun müsküler ve kardiyak uyarım üzerine
önemli etkileri vardır. Normal koşullarda plazma kalsiyum düzeyi 8.5-10.5mg/dl yada 4.5-
5.0mEq/L’dir. Kalsiyumun %50’si yani 2-2.5mEq/L’si fizyolojik olarak aktif olan, bağlı
olmayan iyonize kalsiyumdur. Toplam plazma kalsiyumunun %10 yada 0.9-1.0mg/dl’si
bikarbonat, sitrat ve fosfata bağlıdır. Kalan %40 kalsiyum plazma proteinlerine (albumin,
globulin) bağlıdır. Normal koşullarda kalsiyum diyetle alınır. Erişkin bir erkek günde 200-
3000mg, ortalama 900mg kalsiyum almaktadır. Kadınlarda ise alınan kalsiyum miktarının
sınırları 100-1700mg arasında olup, ortalama 550-700mg/gün’dür. Kalsiyum alımı yaşın
ilerlemesi ile birlikte azalır ve 65 yaş üstünde yukarıdaki değerlerin üçte ikisi düzeyine düşer.
Diyetle alınan kalsiyumun %30-40’ı barsaklardan emilir. Oral alımın 900mg/gün olduğu
durumlarda barsaklardan emilen miktar 350mg/gün’dür. Kalsiyum emiliminin büyük bölümü
incebarsakların proksimalinden (duodenum, jejunum), az bir bölümü de ileum ve kolondan
olur. Kalsiyum emilimi, oral olarak alınmasından sonraki 4 saat içinde tamamlanır. Kalsiyum
barsak lümeninden hücre içine pasif mekanizmalarla emilir. Kalsiyum hücre içine girdikten
sonra, enerji gerektiren bir mekanizmayla, muhtemelen Ca-ATPaz pompasıyla bazolateral
membrandan dışarı pompalanır. Günde 150mg kalsiyum barsak lümenine geri salınır. Sonuçta
kalsiyumun hücre dışı sıvıya ulaşan net miktarı tek yönlü emilimi (350mg/gün) ve salınımı
(150mg/gün) arasındaki farka (200mg/gün) eşittir. Kalsiyumundiyetle alınan miktarı arttıkça
emilimi de artar; ancak diyetle alınan miktarı kısıtlandığında, gaita ve idrarla zorunlu olarak
kalsiyum atılımı devam ettiğinden (idrarla atılan kalsiyum 200mg/L’dir), negatif bir kalsiyum
dengesi oluşur. Bu durum diyetle sürekli 400mg/gün altında kalsiyum alınmasıyla oluşur.
Plazma kalsiyum düzeyi; hormonların, fosfat iyonlarının ve D vitamininin kontrolü altındadır.
Tirokalsitonin, kemik rezorbsiyonunu inhibe ederek, serum kalsiyum düzeyinin düşmesine
neden olur. Fosfat iyonları, plazmada kalsiyum iyonları ile belirli bir dengede bulunmaktadır.
Fosfat iyonlarında artma kalsiyum iyonlarında azalmaya; azalma ise kalsiyum iyonlarında
artmaya neden olmaktadır. Vit D, barsaklarda kalsiyum ve fosfor emilimini arttırır. PTH
salınımını azaltır. Doğrudan kemik rezorbsiyonunu arttırabileceği gibi, bunu PTH aracılığıyla
da yapabilir. Böbreklerden fosfat atılımını kalsiyum geri emilimini arttırır (47).
Nontoksik Guatr: Tiroidin bir veya her iki lobunun gözle görülebilecek veya palpe
edilebilecek bir şekilde büyümesine guatr denir. Büyüme tek bir nodül, bir veya her iki lobun
difüz büyümesi yada multipl nodüller şeklinde kendini gösterebilir. Tiroid bezi içerisindeki
çok sayıdaki bölgede, küçük foliküler hücre gruplarının hiperplazisinin anormal büyüme
potansiyeli göstermesiyle oluşur. Hangi moleküler mekanizmanın buna sebep olduğu tam
bilinmese de en çok kabul edilen hipotez TSH’nun uzun süreli uyarısının tiroidde büyümeye
yol açtığıdır. Dünya populasyonunun yaklaşık %5’inde gösterilebilir guatr olduğu
belirlenmiştir. Bunların çoğu kadındır. Guatr en sık iyot eksikliği sonucu ortaya çıkmaktadır.
Multinodüler guatr(MNG)’ı olan hastaların %80’i ilk tanı konduğunda biyokimyasal olarak
ötiroiddir. Küçük, nontoksik MNG’ı olan, asemptomatik, ötiroid ve İİAB sonucu selim
kolloidal nodülü olan vakalarda yıllık palpasyon ve TSH kontrolleriyle takip edilmesi yeterli
olur. Büyük ve yerel bası bulguları olan nontoksik MNG vakalarında cerrahi tedavi endikedir.
Cerrahi tedavi olarak bilateral subtotal tiroidektomi ve son yıllarda ameliyat sonrası nüks
MNG’ı önlemek için totale yakın tiroidektomi önerilmektedir. Subtotal tiroidektomi
uygulanan vakalarda nodüler nüks sıklığı %10’a kadar varan oranlarda bildirilmektedir.
Hipoparatiroidizm: Paratiroid glandların 2 veya daha fazlasının çıkarıldığı, hasar gördüğü
veya arteriyel beslenmesinin bozulduğu durumlarda ortaya çıkar. Hipoparatiroidinin klinik
belirtileri hafif olgularda; sinirlilik, paresteziler, kaslarda seyirme, kramplar, ağız çevresi, el
ve ayaklarda uyuşma şeklindedir. Ağır olgularda bu belirtilere karpopedal spazm, tetani,
laringeal spazma bağlı stridor ve siyanoz, epileptiform nöbetler ilave olabilir. Klinik
muayenede, belirgin tetani bulguları olmayan hastalarda, Chvostek belirtisi ve ebe eli
görüntüsü saptanabilir. Ancak normal insanların %10 kadarında Chvostek belirtisi pozitiftir.
Ameliyattan 6-12 saat sonra klinik belirtiler ortaya çıkar. Postoperatif 2-3 gün belirti veren
veya vücut dengelerini değiştiren nedenler (doğum, travma, ameliyat) oluşmadıkça latent
olarak belirti vermeyen olgular da saptanabilir. Bazen hipoparatiroidizm uzun süre teşhis
edilemez. Latent hipoparatiroidizm adını verdiğimiz bu tür olgularda erken yaşta katarakt,
tırnak ve diş bozuklukları, monilya infeksiyonları, saçlarda seyrelme, cilt, kıkırdak, beyin gibi
dokularda kalınlaşma saptanabilir. Bu hastalarda ameliyat, travma, doğum gibi nedenlerle
akut hipoparatiroidi krizleri ortaya çıkabilir. Ameliyattan sonra 1 yıl geçmiş ve hipokalsemi
devam ediyorsa bu durumun kalıcı hipoparatiroidizm olduğu kabul edilmelidir. Bu hastalarda
iyi takip ve tedaviye rağmen halsizlik, parestezi ve irritabilite gibi şikayetler sürebilir.
Subtotal Tiroidektomi: Bir lobun %50’den fazlasının anatomik olarak çıkarılmasıdır. Bu
işlemin, istmus dahil her iki tiroid lobunda da yapılmasına bilateral subtotal tiroidektomi
denir. Amaç, arka kapsülle beraber bir miktar tiroid dokusu bırakarak, reküren laringeal sinir
ve paratiroidlere yönelik olası bir travmayı önlemek ve geride fonksiyon görecek doku
bırakmaktır. Geride bırakılması gereken doku miktarı hastalığa göre değişmektedir. Örneğin
Graves hastalığında her bir tarafta 2-4 gram, benign multinodüler guatrlarda ise 4-10 gram
doku bırakılabilir.
MATERYAL VE METOD
Çalışma Ekim 2003-Ekim 2004 tarihleri arasında Dr.Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve
Araştırma Hastanesi 2.Genel Cerrahi servisinde yapıldı.Toplam 45 hasta çalışmaya alındı.
Ameliyat öncesi değerlendirmede tiroidit, toksik guatr (hipertiroidi), tiroid karsinomu, nüks
guatr, ek paratiroid hastalığı ve böbrek yetmezliği olan hastalar çalışma kapsamı dışında
tutuldu. Multinodüler guatrı olan, ASA I-II, ötiroid hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların
preoperatif rutin tetkiklerinde herhangi bir anormallik saptanmadı. Hastalar 2 gruba ayrıldı. 25
kişilik I. gruptaki hastalarda iki taraflı olarak üst paratiroid glandları visualize edildi ve
korundu. 20 kişilik II. gruptaki hastalarda sağ veya sol üst paratiroid bezi visualize edildi ve
korundu. Ameliyatlar aynı cerrahi ekip tarafından uzman ve asistan doktorlar düzeylerinde
gerçekleştirildi. Hastalara, gerekli hazırlığı takiben genel anestezi altında Kocher’in kolye
insizyonunu takiben bilateral subtotal tiroidektomi yapıldı. Total ve/veya near-total
tiroidektomi yapılan hastalar çalışmaya alınmadı. Hastaların yaşı, cinsiyeti, PTH seviyeleri,
gözlemlenen paratiroid glandların viabilitesi kaydedildi. Preoperatif ve intraoperatif
(tiroidektomi sonrası, cilt kapatılmadan önce) PTH ve postoperatif 6.ve 24.saatlerde total ve
iyonize kalsiyum seviyeleri ölçüldü. PTH seviyesini belirlemek için örnek kan periferik
venlerden alındı. PTH ‘’chemiluminesence immunometric assay’’ yöntemi ile total kalsiyum
‘’EOS880 spektrofotometri aletiyle kalorimetrik arsenoza III’’ yöntemi ve iyonize kalsiyum
ise ‘’medikal NA/K/Ca/pH analyzer ion-selective’’ yöntemi ile çalışıldı. PTH için 12.00-
65.00pg/ml, total kalsiyum için 8.1-10.4mg/dl ve iyonize kalsiyum için 4.5-5.2mg/dl normal
değer olarak kabul edildi. Hipokalsemi gelişen ve kalsiyum replasmanı yapılan hastalar
kaydedildi. Hipokalsemi semptom varlığı (perioral ve/veya el veya ayaklarda parestezi,
Chvostek bulgusu, tetani, kas krampları ve yorgunluk) veya serum total kalsiyum seviyesinin
8.1mg/dl, iyonize kalsiyum seviyesinin 4.5mg/dl altındaki değerler olarak kabul edildi.
Hipokalsemi gelişen hastalar asemptomatik hastalarla yaş, cinsiyet, postoperatif kalsiyum
seviyesi, paratiroid glandların durumu ve intraoperatif PTH seviyeleri açısından karşılaştırıldı.
Hastalar total ve iyonize kalsiyum seviyeleri normale dönünce taburcu edildi. Total ve
iyonize kalsiyum seviyeleri normal ve asemptomatik hastalara kalsiyum replasmanı
yapılmadı. Postoperatif hipokalsemi belirti ve/veya semptomları gelişen bir hastanın kalsiyum
seviyeleri saptandı ve intravenöz kalsiyum replasmanı yapıldı. İntravenöz tedavi serum
kalsiyum seviyesi 7.5mg/dl oluncaya kadar devam etti ve daha sonra oral kalsiyum ve vitamin
D tedavisine başlandı. Ellerde uyuşukluk tarif eden II. gruptaki 2 hastaya da oral kalsiyum
tedavisi başlandı. Taburcu sırasında postoperatif kalsiyum replasmanı yapılmayan hastalara
açıklama yapıldı ve hipokalsemi belirtileri gelişmesi durumunda polikliniğimize başvurmaları
söylendi. Bu şikayetlerle polikliniğimize başvuran hasta olmadı.
Tüm hastaların postoperatif histopatolojik inceleme sonuçları benign tiroid patolojisini
göstermiştir.
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS
(Statistical Package for Social Sciences) for Windows 10.0 programı kullanıldı. Çalışma
verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama, Standart sapma)
yanısıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında t Student testi kullanıldı. Niteliksel verilerin
karşılaştırılmasında ise Fisher Exact Ki-Kare testi kullanıldı. Sonuçlar % 95’lik güven
aralığında, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirildi.
BULGULAR
Çalışma yaşları 28 ile 60 arasında değişmekte olan, 39’u kadın (%86.7) ve 6’sı erkek
(13.3) olmak üzere toplam 45 olgu üzerinde yapılmıştır. Olguların ortalama yaşı
47.73±8.96’dır. Olgular 25 kişilik ‘’Grup I’’ ve 20 kişilik ‘’Grup II’’ olmak üzere 2 gruba
ayrılarak incelenmiştir.
Tablo 1: Gruplara göre demografik özelliklerin karşılaştırılmasıGrup I Grup II
Ort. S.D. Ort. S.D. p
Yaş 47,76 8,25 47,70 10,00 0,983Cinsiyet n % n %
Kadın 22 88,0 17 85,0Erkek 3 12,0 3 15,0 1,000
Gruplara göre olguların yaş ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
farklılık bulunmamaktadır (p>0,05).
Gruplara göre olguların cinsiyet dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
farklılık bulunmamaktadır (p>0,05). Her iki grupta da olguların çoğunluğunun kadın olduğu
görülmektedir.
Tablo 2: Gruplara göre PTH, kalsiyum karşılaştırılması
Grup I Grup IIOrt. S.D. Ort. S.D. P
PTH Preop 42,72 11,84 28,15 8,71 0,001**Perop 109,00 53,87 54,42 19,92 0,001**
Kalsiyum Preop 9,13 0,21 9,11 0,15 0,758Postop 6. saat 8,34 0,21 8,16 0,26 0,020*Postop 24. saat 8,68 0,29 8,10 0,42 0,001**
* p<0,05 düzeyinde anlamlı ** p<0,01 ileri düzeyde anlamlı
Grup I’deki olguların preop PTH düzeyleri, Grup II’deki olguların preop PTH
düzeylerinden istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksek (p<0,01) olmasına rağmen her
iki grupta da normal sınırlar içindedir.
Grup I’deki olguların perop PTH düzeyleri, Grup II’deki olguların perop PTH
düzeylerinden istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0,01).
0
20
40
60
80
100
120
Preop Perop
PTH
Grup I Grup II
Şekil 1: Gruplara göre preop ve perop PTH düzeyi dağılımı
Gruplara göre olguların preop kalsiyum düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı
bir farklılık bulunmazken (p>0,05); Grup I’deki olguların postop 6. saat kalsiyum düzeyleri,
Grup II’deki olgulardan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (p<0,05). Grup I’deki
olguların postop 24. saat kalsiyum düzeyleri, Grup II’deki olguların postop 24. saat kalsiyum
düzeylerinden istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0,01).
7,4
7,6
7,8
8
8,28,4
8,6
8,8
9
9,2
Preop Postop 6. saat Postop 24. saat
Kalsiyum
Grup I Grup II
Şekil 2: Gruplara göre preop, postop 6. saat ve 24. saat kalsiyum
düzeyi dağılımı
Tablo 3: Gruplara göre iyonize kalsiyum düzeyi karşılaştırılmasıGrup I Grup II
Ort. S.D. Ort. S.D. P
İyonize kalsiyum 6. saat 4,64 0,13 4,58 0,21 0,218İyonize kalsiyum 24. saat 4,71 0,13 4,54 0,20 0,002**** p<0,01 ileri düzeyde anlamlı
Gruplara göre olguların iyonize kalsiyum 6. saat düzeyleri arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0,05).
Grup I’deki olguların iyonize kalsiyum 24. saat düzeyleri, Grup II’deki olguların
iyonize kalsiyum 24. saat düzeylerinden istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir
(p<0,01).
4,45
4,5
4,55
4,6
4,65
4,7
4,75
6. saat 24. saat
iCa
Grup I Grup II
Şekil 3: Gruplara göre 6. saat ve 24. saat iyonize kalsiyum
düzeyi dağılımı
Tablo 4: Gruplara göre demografik özelliklerin karşılaştırılması
Grup I Grup IIn % n % P
iCa 6.
saat
Hipokalsem
i2 8,0 3 15,0
Normal 23 92,0 17 85,00,642
iCa 24.
saat
Hipokalsem
i- - 4 20,0
Normal 25 100,0 16 80,00,033*
* p<0,05 düzeyinde anlamlı
İyonize kalsiyum 6. saatteki hipokalsemi tanısı konan olguların oranlarına göre gruplar
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0,05).
İyonize kalsiyum 24. saat değerlerine göre Grup II’deki olguların % 20’si (4 olgu)
geçici hipokalsemi özelliği gösterirken, Grup I’deki olguların hiçbirinde hipokalsemi
görülmemiştir (p<0,05).
0%10%20%30%40%50%60%70%80%90%
100%
Grup I Grup II
iCa 24. saat
Normal
Hipokalsemi
Şekil 4: 24. saat iyonize kalsiyum değerine göre hipokalsemi
düzeyi dağılımı
Tablo 4: Gruplarda; iCa 6. saat ve 24. saat değerleri ile perop PTH korelasyonuPerop PTH
r p
Grup I iCa 6. saat 0,264 0,202iCa 24. saat 0,076 0,717
Grup II iCa 6. saat 0,155 0,514iCa 24. saat 0,295 0,207
Grup I’de; iyonize kalsiyum 6. saat ve 24. saat değerleri ile perop PTH düzeyi arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon bulunmamaktadır (p>0,05).
Grup II’de; iyonize kalsiyum 6. saat ve 24. saat değerleri ile perop PTH düzeyi
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon bulunmamaktadır (p>0,05).
TARTIŞMA
Tiroid cerrahisi ile uğraşan cerrahların karşılaştığı üç önemli komplikasyon reküren
laringeal sinir disfonksiyonu, hipoparatiroidi ve postoperatif kanamadır. Onun için dikkatli
cerrahi diseksiyon çok önemlidir. Komplikasyon oranları laringeal sinir yaralanması için %0-
14, kalıcı hipoparatiroidizm için %1-11 ve postoperatif kanama için %0-1 arasında değişir
(5,10,48). Tiroidektomi sırasında sinir yaralanmasını önlemek amacıyla vokal kord
fonksiyonlarını monitorize etmek için sinir stimülatörü kullanımı artmaktadır (49,50). Aksine
cerrahların postoperatif ve kalıcı hipoparatiroidi gelişip gelişmeyeceği hakkında çok az fikri
vardır. Posttiroidektomik hipokalsemi veya uzun dönem sonuçlar için klinik risk faktörlerini
belirlemek amacıyla kalsiyum ve parathormon seviyeleri ölçülmüş, paratiroid glandların
vaskülariteleri gözlemlenmiştir (51,52,53,54). Operasyon endikasyonları, tiroid rezeksiyon
seviyesi ve paratiroid glandların anatomisi paratiroid fonksiyonlarını korumak için çaba
gerektirir. Tiroid cerrahisini takiben klinik olarak belirgin hipokalsemi gelişmesi çoğu vakada
paratiroid fonksiyonlarının bozulmasına bağlı olup multifaktöryeldir (55,56). Paratiroid
devaskülarizasyonu, yaralanması, paratiroidlerin kazara mobilizasyonu, dikiş veya klamp
altında kalması, koterle yakılması veya hemodilüsyona bağlıdır (57). Reküren laringeal sinir
yaralanması ve servikal hematom gibi komplikasyonlar genellikle postoperatif dönemde, ilk
24 saat içinde gelişirken hipokalsemi birkaç gün oluşmayabilir (58,59,60). Tiroidektomi
sonrası hipokalsemi sık karşılaşılan bir komplikasyon olsa da çoğunlukla geçicidir. Paratiroid
fonksiyonları glandların posterior tiroid kapsülüne yakın olmaları ve cerrahi manipulasyonlara
karşı sensitivitesinin yüksek olmasından dolayı kolaylıkla etkilenebilir. Hipokalsemi gelişmesi
temel tiroid patolojisine, uygulanan operasyonun tipine de bağlıdır (10,11). Multinodüler
guatr için çoğunlukla bilateral tiroid rezeksiyonu yapılmasına rağmen en uygun tekniğin ne
olduğu konusunda bir görüş birliği yoktur (61,62,63). Hipokalsemi, hipertiroidi (özellikle
Basedow-Graves) ve tiroid karsinomları için yapılan total tiroidektomilerden sonra daha sık
görülür (11,64). Colcock ve arkadaşları 1246 tiroidektomi olgusu üzerinde yaptıkları
çalışmada tiroidektomi sonrası ortalama semptomatik hipokalsemi insidansını %3 olarak
saptamışlardır. Bu insidans multinodüler guatrda %1.3, kanserlere %5, tirotoksikozda ise %
8.4 olarak bulunmuştur (65). Kalıcı hipoparatiroidizm ise bilateral subtotal tiroidektomileri
takiben hastaların %0.5-2.9’unda ve total tiroidektomi geçirenlerin %0-33’ünde meydana
gelebilir (12,13,14). Tiroid patolojilerine bağlı değişen insidans nedeniyle çalışma
kapsamımıza sadece nontoksik benign tiroid patolojisi teşhisi konan olgular alınmıştır.
Postoperatif ölçümlerdeki değişikliklerin daha sağlıklı saptanması için bilateral subtotal
tiroidektomi yapılan hastalar çalışmaya dahil edilmiştir.
Tiroidektomi sonrası hipoparatiroidi, hipokalsemi komplikasyonlarının araştırıldığı tüm
çalışmalarda preoperatif ve postoperatif serum kalsiyum ölçümleri ve çalışmaların bir
kısmında da PTH ve kalsitonin seviyeleri ölçümleri araştırmaların temelini teşkil etmektedir
(11,15,66,67,68,69,70). Değişik patolojiler için yapılan tüm tiroidektomilerden sonra kan
kalsiyum değerlerinde preoperatif değerlere göre az veya çok bir düşüş ve geçici hipokalsemi
görülmesi çok sıktır. Lemaire FX yaptığı çalışmada bütün tiroidektomi tiplerinin, tek taraflı
lobektominin bile postoperatif erken dönemde PTH ve kalsiyum metabolizması üzerinde bir
etkiye sahip olduğunu söylemesi bunu desteklemektedir (71). Ancak posttiroidektomik
hipokalsemilerin çoğu asemptomatiktir ve tedavi gerektirmez. Bizim çalişmamızda da I.
grupta 2 hastada postop 6.saatte hipokalsemi görülmüş ancak 24.saatte normal değerlere
ulaşan bu hastalar herhangi bir semptom tariflememişlerdir. II.grupta 3 hastada hipokalsemi
gelişmiş olup bir tanesine intravenöz kalsiyum replasman tedavisi, diğer ikisine de oral
kalsiyum ve vitamin D tedavisi uygulanmıştır. Bu hastalar parestezi tariflemişlerdir.
Tiroidektomi sonrası hipokalsemiyi incelerken etyolojiyi belirlemek araştırmaların önemli
bir bölümünün amacını oluşturmaktadır. Kalsiyum metabolizmasını etkileyen en önemli
faktör paratiroidlerden salgılanan PTH’dur. Posttiroidektomik hipokalsemide paratiroidlerin
hasarı ve istenmeden çıkarılması önemli bir etyolojik etmendir. Tekniğe uygun yapılan
bilateral subtotal tiroidektomilerde paratiroidlerin çıkarılmasından çok iskemik hasarı ön
planda düşünülmelidir. Tirotoksikozis, posttiroidektomik hipokalsemi insidansını artıran
önemli bir faktördür. Çeşitli serilerde tirotoksik hastalarda postoperatif hipokalsemi insidansı
%9-50 ‘dir (11,65,66,67,70). Bu hipokalsemik durum tirotoksik osteodistrofinin ani geri
dönmesinin bir sonucu olarak, kalsiyumun iskelet tarafından tutulması sonucu ortaya çıkar.
Bu ‘’aç kemik’’ teorisini Demester-Markine ve arkadaşları tarafından bildirilen son veriler
kuvvetle desteklemektedir (72,73). Hipertiroidili hastalar bu yüzden çalışmamızdan
çıkarılmıştır. Hipokalsemi gelişmesinden sorumlu tutulan bir başka faktör de kalsitonindir.
Wilkins ve arkadaşlarına göre tiroidektomi yapılırken salınan kalsitonin hipokalsemiye neden
olmaktadır (72). Ancak daha sonra yapılan çalışmalar, kalsitoninin kalsiyum metabolizması
üzerinde etkisinin zayıf olduğunu ve hipokalsemi yapamayacağını göstermiştir. Kalsitonin
düzeyinin ölçüldüğü çalışmalarda tiroidektomi ile kalsitonin düzeyinin etkilenmediği
gösterilmiştir (68,70).
Sıvı değişmeleri ve dilüsyonel etkileri geçici hipoalbunemiye sebep olabilir (68,73). Bu
yolla kalsiyum bağlama kapasitesi ve total serum kalsiyum konsantrasyonu düşer ama
iyonize kalsiyum seviyeleri bu durumdan etkilenmez. Onun için bizim çalışmamızda da daha
doğru sonuçlara ulaşmak için total kalsiyum seviyeleri ile birlikte iyonize kalsiyum
seviyelerini de ölçüldü.
Pervical ve arkadaşları posttiroidektomik renal kalsiyum atılımını araştırmışlardır.
Böbreklerden büyük miktarda kalsiyum filtre ve reabsorbe edilir. Hipokalsemik olgularda
renal kalsiyum filtrasyonunda anlamlı azalmaya rağmen, atılımın değişmediği saptanmıştır.
Bu da tubuler kalsiyum reabsorbsiyonunun azaldığını göstermektedir. Sonuçta
posttiroidektomik geçici hipokalsemi, kalsiyumun renal tubuler reabsorbsiyonunda ki
azalmaya bağlanmıştır (70). Kalsiyum seviyelerinin ek patolojilerden etkilenmemesi için
böbrek yetmezliği olan hastalar çalışma kapsamı dışında tutulmuştur.
Tiroidektomi sonrası geçici hipokalsemi oluşmasında paratiroid fonksiyonunu iskemi
yaratarak etkileyen inferior tiroid arterlerinin bağlanması suçlanmıştır (68,69,74,75,76). Daha
önce kliniğimizde karşılaştırmalı olarak her iki inferior tiroid arter bağlanarak ve
bağlanmadan yapılan tiroidektomi sonrası iki ameliyat metodu arasında istatistiksel olarak
önemli bir fark bulunamamıştır. Tiroid arterleri komşu özofagus ve trakea arterleri arasındaki
yaygın kollateraller, inferior tiroid arterlerinin trunkal bağlanmasından sonra paratiroidlere
yeterli kanı sağlar (20,21). Künt travma ile paratiroidlerin doğrudan hasar görmesi ve aynı
zamanda doku ödeminden dolayı venöz dönüşün bozulması sonucu paratiroid fonksiyonları
bozulabilir (13,20). Bu yüzden kullanılan tekniğe bakılmaksızın hassas diseksiyonun çok
önemli olduğunu düşünüyoruz.
Hipoparatiroidizm insidansını azaltmak için yanlışlıkla çıkarılan veya viabilitesi bozulan
paratiroid glandı yerine sternokleidomastoid kasın içine ototransplantasyon önerilmiş
(77,78,79). Bazı araştırmacilar paratiroid reimplantasyonunu postoperatif hipokalsemi için
risk faktörü olarak kabul etmişler, bazıları ise bir ilişki bulamamışlardır (80,81,82,83).
Glinoer ise yaptığı çalışmada korunan paratiroid gland sayısı ile erken hipokalsemi gelişimi
arasında linear korelasyon olduğunu saptamıştır. 1 veya 2 paratiroid glandı korunanların %
20’sinde, 3 paratiroid glandı korunanların %9’unda, 4 paratiroid glandı korunanların %3’ünde
şiddetli hipokalsemi gelişmiştir (84). Paratiroid glandların kanlanmasının iyi olduğunu
anlamak için renk değişiminin değerlendirilmesi yeterli değildir (53). Daha doğru
değerlendirebilmek için kapsüler kanamayı indükleyen insizyonel biyopsi yapılmış ama bunun
da paratiroidlere zarar verebileceği görülmüştür (4,53,85). Paratiroid glandların sadece
manipulasyonu bile serum PTH konsantrasyonunda azalmaya ve geçici hipokalsemiye neden
olur (86). Biz de çok fazla manipulasyona yer vermeyerek I.grupta iki taraflı olarak üst
paratiroid glandları, II.grupta tek taraflı olarak sağ veya sol üst paratiroid glandı gözlendi ve
korundu. I.gruptaki hastaların hiçbirinde postoperatif 24. saatte hipokalsemi gelişmezken,
II.gruptaki hastaların %20’sinde postoperatif 24. saatte hipokalsemi gelişmiştir. Bizim
çalışmamızda da olduğu gibi yapılan çalışmalardaki başlıca amaçlardan biri postoperatif
hipokalsemi açısından riskli hastaları erken dönemde belirleyerek tedaviye başlamak ve risk
grubunda olmayan hastaların taburculuğunu yaparak hastanede kalış sürelerini azaltmaktır.
Lo 100 hastayı inceledi ve intraoperatif PTH ölçümünü paratiroid fonksiyon
monitorizasyonunda kullandı. Tiroidektomi sonrası normal PTH veya %75’ten az bir düşüşün
normokalsemik hastaları tanımladığını buldu (87). Warren retrospektif olarak 23 hastayı
inceledi. Cerrahi öncesi ve 10.dakikada PTH seviyeleri ölçüldü. Total veya tamamlayıcı
tiroidektomi sonrası 15pg/ml’den daha yüksek intraoperatif PTH seviyesinin postoperatif
hipokalsemi açısından düşük riski gösterdiğini buldu. Postoperatif total kalsiyum seviyeleri ve
postoperatif PTH seviyeleri arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif korelasyon ve PTH
seviyelerindeki düşüşle negatif korelasyon mevcuttu (54). Kevin M.ve arkadaşlarının yaptığı
çalışmada postoperatif PTH ve kalsiyum seviyeleri arasında pozitif yada negatif anlamlı
korelasyon saptayamamışlar (88). PTH’un postoperatif kalsiyum seviyelerini göstermedeki
sensitivitesi %89-97’dir (89,90). Yapılan bir çok çalışmada PTH seviyesi için değişik değerler
verilerek hipokalsemi riski belirlenmiştir (55,57,92,93,94,95,96,97,98,99). Bizim
çalışmamızda da olduğu gibi yapılan çalışmalardaki başlıca amaçlardan biri postoperatif
hipokalsemi açısından riskli hastaları erken dönemde belirleyerek tedaviye başlamak ve risk
grubunda olmayan hastaların taburculuğunu yaparak hastanede kalış sürelerini azaltmaktır.
Çalışmamızda postoperatif hipokalsemi gelişecek hastaların kalsiyum seviyeleri ile
peroperatuvar PTH seviyeleri arasında anlamlı bir korelasyon saptayamadık.
Postoperatif hipokalseminin saptanmasında kullanılan yaygın yöntem postoperatif serum
kalsiyum seviyesinin yakın takibidir ama hastanın hastanede kalış süresini arttırır. Yapılan
çalışmalarda kalsiyum seviyesinin düşmesinin hipokalsemi açısından belirleyici olabileceği
ama cerrahi sonrası 24 saate kadar bunun uygun olmadığını saptamışlar (91). Operasyon
akşamı plazma kalsiyum seviyesinin hipokalsemiyi göstermedeki değeri çok azdır, çünkü
yavaş bir düşüş gösterir (100). Üstelik 24 saat içindeki kalsiyum düşüşü tiroid cerrahisine
spesifik bir cevap değildir. Kalsiyum ve diğer elektrolitlerin servikal alan dışındaki diğer
ameliyatlarda değerlendirilmesi tiroidektomili hastalarla paralelllik gösterir.Aksine PTH
seviyesi diğer ilgisiz ameliyatlarda düşmez (73). Çalışmamızda postoperatif 6. saatteki
değerler açısından 2 grup arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır.
II.grupta hastaların %20’sinde postoperatif 24.saatte hipokalsemi gelişirken, I.gruptaki
hastalarda hipokalsemi görülmemiştir. Biz çalışmamızda hipokalsemi açısından riskli hastalar
için PTH seviyesi açısından spesifik bir limit saptayamadık. Her iki çalışma grubumuzda da
postoperatif 6. ve 24. saat iyonize kalsiyum değerleri ile peroperatuvar PTH düzeyi arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon bulunmamaktadır.
Kadın cinsiyetinin ve düşük TSH seviyeli hastalarda daha çok hipokalsemi geliştiği
görülmüş(101). Bizim çalışmamızda gruplar arasında yaş ve cinsiyet dağılımları açısından
anlamlı farklılık bulunmamıştır.
SONUÇ
Toksik olmayan multinodüler guatr için bilateral subtotal tiroidektomi yapılan ve I.
grupta iki taraflı olarak üst paratiroid glandlarının korunduğu hastalarda 6. ve 24. saat iyonize
kalsiyum değerleri ile peroperatuvar PTH düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
korelasyon bulunmamaktadır. II.grupta sağ veya sol üst paratiroid glandının korunduğu
hastalarda 6. ve 24. saat iyonize kalsiyum değerleri ile peroperatuvar PTH düzeyi arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon bulunmamaktadır. Postoperatif 6. saatte hipokalsemi
gelişimi açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmamasına rağmen, 24.
saatteki değerlere göre II.gruptaki olguların %20’sinde geçici hipokalsemi gelişirken
I.gruptaki hastaların hiçbirinde hipokalsemi gelişmediği görülmüştür. Gruplara göre yaş
ortalamaları ve cinsiyet dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
bulunmamaktadır. Kalıcı hipoparatiroidizm gelişen hasta ömür boyu ilaç kullanmak
zorundadır. Üstelik hastanın gün içinde değişen psikolojik ve fizyolojik durumuna göre
kalsiyum ihtiyacı da değişkenlik gösterecektir. Rastgele bir tedavi mümkün olamayacağı için
vücutta meydana gelen kalsiyum eksiklik miktarını somut şekilde ortaya koymak, bunun için
de birtakım tetkikler yapmak gerekir ki ona göre replasman tedavisi yapılsın. Kırsal kesimde
yaşayan bir hasta için bu imkanlara ulaşmak mümkün olmayabilir. İyi takip ve tedavi edilseler
dahi hastaların şikayetlerinin sürebileceği düşünülürse kırsal kesimde yaşayan hastaların
karşılaşacağı zorluklar ortadadır. Önlenebilecek bir komplikasyon olan hipoparatiroidizmden
korunmak için paratiroid glandların korunması amacıyla oldukça dikkatli diseksiyon
yapılması gerekir. Bilateral subtotal tiroidektomi yapılan hastalarda her iki üst paratiroid
glandların korunması postoperatif hipokalsemi gelişimi açısından tek taraflı olarak sağ veya
sol üst paratiroid glandın korunduğu hastalara göre daha az risklidir. Tüm bu saydığımız
faktörleri gözönüne alarak bilateral subtotal tiroidektomi yapılan hastalarda iki taraflı olarak
üst paratiroid glandların korunmasını öneriyoruz.
KAYNAKLAR
1. Ojeda V.S. Parathyroid infarcts after tracheostomy. New Zealand Medical Journal.
86:477-478,1997
2. Attie J.N. and Khafif R.A. Preservation of parathyroid glands during total
thyroidectomy. Improved technic utilizing microsurgery. American Journal of Surgery.
130:399-404,1975
3. Halsted W.S. and Evans H.M. The parathyroid glandules, their blood supply and their
preservation in operations upon the thyroid gland. Annals of Surgery. 46:489,1907
4. Katz A.D. Parathyroid autotransplantation in patients with parathyroid disease and
total thyroidectomy. American Journal of Surgery. 1981;142:490-493.
5. Songun I. Kievit J. Cornelis J.H. va de Velde. Complications of thyroid surgery. In:
Clarck O.H. Duh Q.Y.(ed). Textbook of Endocrine Surgery. Philadelphia, London,
Toronto, Montreal, Sydney, Tokyo. W.B. Saunders Comp. 1997;167.
6. Sanders L.E. Rossi R.L. Cady B. Surgical complications and their management. In:
Cady B. Rossi R.L.(eds). Surgery of the thyroid and parathyroid glands. Third ed.
Philadelphia, London, Toronto, Montreal, Sydney, Tokyo. W.B. Saunders Comp.
1991;326.
7. Schwartz A.E. Friedman E.W. Preservation of the parathyroid glands in total
thyroidectomy. Surg Gynecol Obstet. 1987;165:327-32.
8. Mittendorf EA, McHenry CR. Complications and sequelae of thyroidectomy and an
analysis of surgeon experience and outcome. Surg Technol Int. 2004;12:152-7.
9. Ready A.R. Barnes A.D. Complications of thyroidectomy. Br J Surg.1994;81:555
10. de Roy van Zuidewijin D.B.W, Songun I, Kievit J, Van de Velde C.J.H.
Complications of thyroid surgery. Ann Surg Oncol. 1995;2:56-9.
11. Fewins J, Simpson JB, Miller FR. Complications of thyroid and parathyroid surgery.
Otolaryngol Clin North Am. 2003;36:189-206.
12. Pino Rivero V, Keituqwa Yanez T, Pardo Romero G, Trinidad Ruiz G, Marcos Garcia
M, Blasco Huelva A. Complications of thyroid and parathyroid surgery. Retrospective
study and review of the literature. An Otorrinolaringol Ibero Am. 2003;30:607-14.
13. Michie W, Stowers J.M, Frazer S.C, Gunn A. Thyroidectomy and the parathyroids. Br
J Surg. 1965;52:503-14.
14. Wingert D.J, Friesen S.R, Iliopoulos J.I, Pierce G.E, Thomas J.H, Hermreck A.S. Post-
thyroidectomy hypocalcemia. Incidence and risk factors. Am J Surg. 1986;152:606-10.
15. Sugrue D.D, Drury M.I, McEvoy M, Heffernan S.J, O’Malley E. Long term follow-up
of hyperthyroid patients treated by subtotal thyroidectomy. Br J Surg. 1983;70:408-11.
16. Haris S.C. Thyroid and parathyroid surgical complications. Am J Surg.1992;163:476-8
17. Harrold C.C, Wright J. Management of surgical hypoparathyroidism. Am J Surg.
1966;112:482-7.
18. Atkins P. Hypocalcemia following thyroid surgery. Br J Surg. 1987;74:860-4.
19. Nies C, Sitter H. Parathyroid function following of the inferior thyroid arteries during
bilateral subtotal thyroidectomy. Br J Surg. 1994;81:1757-59.
20. Wade J.H.S, Goodall P, Dcane L, Dauncey T.M. The course of partial parathyroid
insufficiency after thyroidectomy. Br J Surg. 1965;52:497-503.
21. Wade J.H.S. The morbidity of subtotal thyroidectomy. Br J Surg. 1960;48:25-42.
22. Acar H, Ergin K. Tiroid cerrahisi. Ankara Yargıçoğlu Matbaası. 1985:1-6.
23. Henry J.F. Surgical anatomy and embryology of the thyroid and parathyroid glands
and recurrent and external laryngeal nerves. In: Clark O.H, Duh Q.Y, eds. Textbook of
endocrine surgery. Philadelphia: W.B. Saunders. 1997:8-14.
24. Mansberger A.R, Wei J.P. Surgical embryology and anatomy of the thyroid and
parathyroid glands. Surg Clin North Am. 1993;72:727-46.
25. Lennquist S, Cahlin C, Smeds S. The superior nerve in thyroid surgery. Surgery.
1987;102:999-1007.
26. Durham C.F, Harrison T.S. The surgical anatomy of the superior laryngeal nerve. Surg
Gynecol Obstet. 1964;118:38-44.
27. Newman A.N, Becker S.P. Superior laryngeal nerve paralysis and benign thyroid
disease. Arch Otolaryngol Head Neck Surg. 1981;107:117-9.
28. Rossi R.L, Cady B. Surgical anatomy. In: Cady B, Rossi R.L,eds. Surgery of the
thyroid and parathyroid glands. Third edition. Philadelphia:W.B. Saunders. 1991:13-
30.
29. Henry J.F. Surgical anatomy and embryology of the thyroid and parathyroid glands
and recurrent and external laryngeal nerves. In: Clark O.H, Duh Q.Y, eds. Textbook of
endocrine surgery. Philadelphia:W.B. Saunders.1997:8-14.
30. Haagensen C.D, Feind C.R, Herter F.P, Slanetz C.A. Jr, Weinberg J.A. The lymphatic
in cancer. Philadelphia:W.B.Saunders. 1972.
31. Reed A.F. Relations of inferior laryngeal nerve to inferior thyroid artery. Anat Rec.
1943;85:17-23.
32. Hunt P.S, Poole M, Reeve T.S. A reappraisal of the surgical anatomy of the thyroid
and parathyroid glands. Br J Surg. 1968;55:63-6.
33. Mansberger A.R. Jr, Wei J.P. Surgical embryology and anatomy of the thyroid and
parathyroid glands. Surg Clin Nort Am. 1993;73:727-46.
34. Gilmour J.R. Gross anatomy of the parathyroid glands. J Pathol Bacteriol.
1938;46:133-49.
35. Alveryd A. Parathyroid glands in thyroid surgery. I.Anatomy of parathyroid glands.
II.Postoperative hypoparathyroidism-identification and autotransplantation of
parathyroid glands. Acta Chir Scand Suppl. 1968;389:1-120.
36. Akerstrom G, Malmeus J, Berstrom R. Surgical anatomy of human parathyroid glands.
Surgery. 1984;95:14-21.
37. Wang C.A. The anatomic basis of parathyroid surgery. Ann Surg. 1976;183:271-5.
38. Wang C.A. Parathyroid re-exploration A clinical and pathological study of 112 cases.
Ann Surg . 1977;186:140-5.
39. Dozois R.R, Bcahrs O.H. Surgical anatomy and technique of thyroid and parathyroid
surgery. Surg Clin Nort Am. 1977;57:647-61.
40. Gilmour J.R, Martin W.J. The weight of the parathyroid glands. J Pathol.
1937;44:431-62.
41. Hunt C.J. The superior and inferior laryngeal nerve as related to thyroid surgery. Am
Surg.1961;27:548-52.
42. Best and Taylor’s. Physiological basis of medical practice: Ed.I.B. West. Endocrine
System: Gordon N. Gill Elevent Waverly Press. Inc.1985.
43. Clark H.O: Textbook of Endocrine Surgery. Thyroid Physiology (Leigh W. Delbridge)
Chapter 1.W.B.Saunders Company. 1997.
44. Schimmel M, Utiger E, et al: Thyroidal and peripheral production of thyroid
hormones. Ann Intern Med. 1997;87:760.
45. Fisher DA, Dussauelt JH: Thyroid function in the fetus, In: perinatal thyroid
physiology and disease. New York Kaven press. 1975.
46. Sayek İ. Temel Cerrahi. Güneş Kitabevi. 2004;1631-48.
47. Sayek İ. Temel Cerrahi. Güneş Kitabevi. 2004;82-83.
48. Harnes JK, Fung L, Thompson NW, Burney RE, McCleod MK. Total thyroidectomy:
complications and technique. World J Surg. 1986;10:781-6.
49. Brennan J, Moore EJ, Shuler KJ. Prospective analysis of the efficacy of continuous
intraoperative nerve monitoring during thyroidectomy, parathyroidectomy and
parotidectomy. Otolaryngol Head Neck Surg. 2001;124:537-543.
50. Yarbrough DE, Thompson GB, Kasperbauer JL, Harper CM, Grant CS. Intraoperative
electromyographic monitoring of the recurrent laryngeal nerve in reoperative thyroid
and parathyroid surgery. Surgery. 2004;136:1107-15.
51. McHenry CR, Speroff T, Wenrwort D, Murphy T. Risk factors for postthyroidectomy
hypocalcemia. Surgery. 1994;116:641-648.
52. Husein M, Hier MP, Al-Abdulhadi K, Black M. Predicting calcium status
postthyroidectomy with early calcium levels. Otolaryngol Head Neck Surg.
2002;127:289-293.
53. Kuhel WI, Carew JF. Parathyroid biopsy to facilitate the preservation of functional
parathyroid tissue during thyroidectomy. Head Neck. 1999;21:442-446.
54. Warren FM, Andersen PE, Wax MK, Cohen JI. Intraoperative parathyroid hormone
levels in thyroid and parathyroid surgery. Laryngoscope. 2002;112:1866-1870.
55. Pattou F, Combemale F, Fabre S, et al. Hypocalcemia following thyroid surgery:
Incidence and prediction of outcome. World J Surg. 1998;22:718-724.
56. Richards ML, Casey JB, Pierce D, Strodel WE, Sirinek KR. Intraoperative parathyroid
hormone assay: An accurate predictor of symptomatic hypocalcemia following
thyroidectomy. Arch Surg.2003;138:632-636.
57. Marohn MR, LaCivita KA. Evaluation of total/near-total thyroidectomy in a short-stay
hospitalization: safe and cost-effective. Surgery. 1995;118:943-948.
58. Bentrem DJ, Rademaker A, Angelos P. Evaluation of serum calcium levels in
predicting hypoparathyroidism after total/near-total thyroidectomy or
parathyroidectomy. Am Surg. 2001;67:249-252.
59. Burkey SH, van Heerden JA, Thompson GB, Grants CS, Schlek CD, Farley DR.
Reexploration for symptomatic hematomas after cervical exploration. Surgery.
2001;130:914-920.
60. Gardiner KR, Russell CF. Thyroidectomy for large multinodular colloid goitre. JR
Coll Surg Edinb. 1995;40:367-370.
61. Reeve TS, Delbridge L, Cohen A, Crummer P. Total thyroidectomy: the preferred
option for multinodular goiter. Ann Surg. 1987;206:782-786.
62. Mittendorf EA, McHenry CR. Thyroidectomy for selected patients with
thyrotoxicosis. Arch Otolaryngol Head Neck Surg. 2001;127:61-65.
63. Thomusch O, Machens A, Sekulla C, et al. Multivariate analysis of risk factors for
postoperative complications in benign goiter surgery: prospective multicenter study in
Germany. World J Surg. 2000;24:1335-1341.
64. Nelterville JL. Complications of thyroid and parathyroid surgery. Otolaryngologic
Clinics of North America. 1990;23:544-552.
65. Colcock B, King M. The mortality and morbidity of thyroid surgery. Surg Gyn Obs.
1962;114:131-136.
66. Michie W, Duncan T, Hamer-Hodgea D, Bewsher P. Mechanism of hypocalcemia
after thyroidectomy for thyrotoxicosis. 1971;12:508-518.
67. Ramus N. Hypocalcemia after subtotal thyroidectomy for thyrotoxicosis. Br J Surg.
1984;71:589-590.
68. Falk SA, Birken EA, Baran DT. Temporary postthyroidectomy hypocalcemia. Arch
Otolaryngeal Head Neck Surg. 1989;114:168-74.
69. Gürel M, Alıç B, Erdem G, Baç B. Arteria tiroidea inferior ligasyon seviyesinin serum
kalsiyum düzeyine etkisi. Dicle Üni. Tıp Fak. Dergisi. 1989;16:86-91.
70. Pervical R, Hargreaves A, Kanis J. The mechanism of hypocalcemia after
thyroidectomy. Acta Endocnol. 1985;109:220-226.
71. Lemaire FX. Parathyroid function in the early postoperative period after
thyroidectomy. Acta Otorhinolaryngol Belg. 2001;55(2):187-197.
72. Wilkins TJ, Isles TE, Peterson CR, Crooks J, Swanson Beck J. Postthyroidectomy
hypocalcemia: a feature of the operation of the thyroid disorder. 1977;1:621-623.
73. Demeester-Mirkine N, Hooghe L, van Geertruyden J, De Maertelear V. Hypocalcemia
after thyroidectomy. Arch Surg. 1992;127:854-8.
74. Jhon H, Wills M. Parathyroid insufficiency after subtotal thyroidectomy. Br J Surg.
1964;51:586-590.
75. Tüzün S. İnferior tiroid arterin proksimalinden bağlandığı bilateral tiroidektomilerde
postoperatif hipoparatiroidi. Haseki Tıp Bülteni.1991;29:11.
76. Yetişkin E. Tiroid cerrahisinde bilateral arteriyel devaskülarizasyonun postoperatuvar
erken dönemde paratiroid fonksiyonlarına etkisi. Ulusal Cerrahi Dergisi. 1985;4:25-
29.
77. Liu Q, Djuricin G, Prinz R. Total thyroidectomy for benign thyroid disease. Surgery.
1998;123:2-7.
78. Singh B, Lucente FE, Shaha AR. Substernal goiter: a clinical rewiev. Am J
Otolaryngol. 1994;15:409-416.
79. Torre G, Borgonova G, Amato A. Surgical management of substernal goiter: analysis
of 237 patients. Am Surg. 1995;61:826-831.
80. Sasson AR, Pingpank JF Jr, Wetherington RW, Hanlon AL, Ridge JA. Incidental
parathyroidectomy during thyroid surgery does not cause transient symptomatic
hypocalcemia. Arch Otolaryngol Head Neck Surg. 2001;127:304-308.
81. Walker RP, Paloyan E, Kelley TF, Gopalsami C, Jarosz H. Parathyroid
autotransplantation in patients undergoing a total thyroidectomy: a rewiev of 261
patients. Otolaryngol Head Neck Surg. 1994;111:258-264.
82. Lo CY, Lam KY. Routine parathyroid autotransplantation during thyroidectomy.
Surgery. 2001;129:318-323.
83. Bergamaschi R, Becouarn G, Ronceray J, Arnaud J. Morbidity of thyroid surgery. Am
J Surg. 1998;176:71-75.
84. Glinoer D, Andry G, Chantrain G, Samil N. Clinical aspects of early and late
hypocalcemia after thyroid surgery. Eur J Surg Oncol. 2000;26:571-577.
85. Zedenius J, Wadstrom C, Delbridge L. Routine autotransplantation of at least one
parathyroid gland during total thyroidectomy may reduce permanent
hypoparathyroidism to zero. Aust NZ J Surg. 1999;69:794-799.
86. Giovannini Ca, Cristaldi M. Total thyroidectomy with identification of parathyroid
glands. Ann Ital Chir. 1999;70:393-6.
87. Lo CY, Luk JM, Tam SC. Applicability of intraoperatif parathyroid hormone assay
during thyroidectomy. Ann Surg. 2002;236:564-569.
88. Higgins KM, Mandell DL, Govindaraj S, Genden EM, Mechanick JI, Bergman DA,
Diamond EJ, Urken ML. The role of intraoperative rapid parathyroid hormone
monitoring for predicting thyroidectomy-related hypocalcemia. Arch Otolaryngol
Head Neck Surg.2004;130:63-67.
89. Irvin III GL, Derio III GT. A new, practical intraoperative hormone assay. Am J Surg.
1994;168:466-468.
90. Gardner SC, Leight GS Jr. Initial experience with intraoperative PTH determinations
in the surgical management of 100 consecutive cases of primary hyperparathyroidism.
Surgery. 1999;126:1132-1138.
91. Adams J, Andersen P, Everts E. Early postoperative calcium levels as predictor of
hypocalcemia. Laryngoscope. 1998;108:1829-1831.
92. Lindblom P, Westerdahl J, Bergenfelz A. Low parathyroid hormone levels after
thyroid surgery: a feasible predictor of hypocalcemia. Surgery. 2002;131:515-520.
93. Friedman M. Intraoperative intact parathormone level monitoring as a guide to
parathyroid reimplantation after thyroidectomy. Laryngoscope. 2005;115:34-38.
94. Lombardi CP, Raffaelli M. Early prediction of postthyroidectomy hypocalcemia by
one single intraoperative PTH measurement. Surgery. 2004;136:1236-41.
95. Payne RJ, Hier MP. Postoperative PTH level as apredictor of post-thyroidectomy
hypocalcemia. J Otolaryngol.2003;32:362-7.
96. William E. Evaluation of serum calcium levels in predicting hypoparathyroidism after
total/near-total thyroidectomy or parathyroidectomy. Am Surg. 2001;67:249-51.
97. Payne RJ, Hier MP, Tamilia M, Namara EM, Young J, Black MJ. Same-day discharge
after total thyroidectomy: the value of 6-hour serum PTH and calcium levels. Head
Neck. 2005;27:1-7.
98. Pelizzo MR, Piotto a, Toniato A, Pagetta C. PTH assay in the first postoperative day
after thyroidectomy early predictor postoperative hypocalcemia. Ann Ital Chir.
2003;741:511-5.
99. Lam A, Kerr PD. PTH: an early predictor of postthyroidectomy hypocalcemia.
Laryngoscope. 2003;113:2196-200.
100. Wong WK, Wong NACS, Farndon JR. Early postoperative plasma calcium
concentration as a predictor of need of calcium supplement after parathyroidectomy.
Br J Surg. 1996;83:532-534.
101. Bove A, Bongarzoni G. Should female patients undergoing parathyroid-sparing total
thyroidectomy receive routine prophylaxis for transient hypocalcemia? Am Surg.
2004;70:533-6.