81

DEĞERLI MESLEKDAŞLAR - hematolojikgenetik.comhematolojikgenetik.com/2016/gorseller/files/KİTAP-01_03_2016.pdfDEĞERLI MESLEKDAŞLARIMIZ, Yaklaşık 2 yıl önce ilkini düzenlediğimiz

  • Upload
    others

  • View
    12

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

DEĞERLI MESLEKDAŞLARIMIZ,

Yaklaşık 2 yıl önce ilkini düzenlediğimiz ve hepinizin katkılarıyla başarıyla

gerçekleşen, yoğun ilgi gören ‘Hematolojik Genetik Kurs ve Sempozyumu’ nun 24-26

Şubat 2016 tarihlerinde İkincisinin düzenleneceğini sizlere iletmek istiyoruz.

Hastalıklara multidisipliner yaklaşmanın, disiplinler arası bilgi paylaşımının önemi

her geçen gün artmaktadır.

Amacımız, bunun farkında olarak, hematoloji ve genetik ile ilgili alanlarda, klinikte

ve temel bilimlerde çalışanları biraraya getirerek bilgilerimizin güncellenmesini, ortak

çalışmalar planlanmasını, birikimlerimizin paylaşımını sağlamaktır.

Sempozyumun uluslararası ve ulusal düzeyde, konunun uzmanlarının yer aldığı,

bilimsel açıdan zengin bir program içeriği vardır. Erişkin hematolojisi, çocuk hematolojisi,

klinik genetik, moleküler genetik ve sitogenetik alanlarında çalışan, konu ile ilgi her

basamakta sağlık hizmeti verenleri ilgilendirecek olan bu sempozyumun da, ilki gibi yararlı

olacağına, ilgili alanlara bilimsel katkı sağlayacağına inanıyoruz.

Sempozyuma katılımınızdan, bilgi ve deneyimlerinizi paylaşmaktan ve sizleri güzel

İzmir’imizde, bir kez daha ağırlamaktan onur ve mutluluk duyacağız.

Başkanlar,

Prof. Dr. Ferda Özkınay & Prof. Dr. Cumhur Gündüz

DÜZENLEYEN BİRİMLER

Ege Ü. Tıbbi Genetik AD

Ege Ü. Tıbbi Biyoloji AD

Ege Ü. Çocuk Genetik HastalıklarıBD

Ege Ü. Çocuk Hematoloji BD

Ege Ü. İç HastalıklarıHematoloji BD

Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi Hematoloji BD

ONURSAL BAŞKAN

Prof.Dr. Candeğer Yılmaz

BAŞKANLAR

Prof. Dr. Ferda Özkınay & Prof. Dr. Cumhur Gündüz

ORGANİZASYON KOMİTESİ

Prof. Dr. Deniz Yılmaz Karapınar

Prof. Dr. Mahmut Töbü

Prof. Dr. Yeşim Aydınok

Doç. Dr. Asude Durmaz

Doç. Dr. Ayça Aykut

Doç. Dr. Burak Durmaz

Doç. Dr. Canan Vergin

Doç. Dr. Çığır Biray Avcı

Doç. Dr. Emin Karaca

Doç. Dr. Haluk Akın

Doç. Dr. Hüseyin Onay

SEKRETERYA

Uzm. Dr. Aslı Ece Solmaz

Uzm. Dr. Aslı Tetik Vardarlı

Uzm. Dr. Tahir Atik

*Kıdeme ve isme göre alfabetik sıralanmıştır.

Genetikte Temel Kavramlar Kursu - 24 Şubat 2016

Oturum I GENETİKTE TEMEL KAVRAMLAR

09.00-09.30 Insan Genomu Yapısı ve Organizasyonu Ferda Özkınay – Tahir Atik

09.30-10.00 Kromozom Organizasyonu, Kromozomal Anomalilerin Sınıflandırılması- Nomenklatür

Cumhur Gündüz - Erhan Parıltay

10.00-10.30 Genlerin Yapısı, organizasyonu, mutasyon tipleri, etkileri ve terminoloji

Hüseyin Onay – Aslı Ece

10.30-11.00 Kahve Arası

Oturum II KALITIM ŞEKİLLERİ

11.00-11.30 Mendelian Kalıtım, Özellikleri, Hastalıklar ve Genetik Danışma Ferda Özkınay – Esra Işık

11.30-12.00 Kromozomal Kalıtım, Özellikleri, Hastalıklar ve Genetik Danışma, Segregasyon

Özgür Çoğulu – Aslı Ece

12.00-12.20 Atipik Mendelian Kalıtım, Özellikleri, Hastalıklar ve Genetik Danışma

- Mozaizm

- UPD

- İmprintlenme Defektleri

Ayça Aykut– Erhan Parıltay

12.20-12.40 Mendelian Olmayan Kalıtım, Özellikleri, Hastalıklar ve Genetik Danışma

- Multifaktoriyel kalıtım

- Mitokondrial kalıtım

- Somatik hücre Hastalıkları

Özgür Çoğulu - Tahir Atik

12.40-13.30 ÖĞLE YEMEĞİ

Oturum III MOLEKÜLER SİTOGENETİK ve MOLEKÜLER GENETİK TANI YÖNTEMLERİ

13.30-14.00 Sitogenetik Tanı Yöntemleri ve Klinik kullanımı Elçin Bora – Esra ışık

14.00-14.30 Moleküler Sitogenetik Tanı Yöntemleri ve Klinik Kullanımı– Asude Durmaz - Aslı Ece

14.30-15.00 Moleküler Genetik Tanı Yöntemleri ve Klinik Kullanımı Hüseyin Onay-Tahir Atik

15.00-15:30 KAHVE ARASI

Oturum IV

15.30-16.00 Epigenetik Asude Durmaz - Esra Işık

16.00-16.30 Prenatal Tanı ve Genetik Danışma Ayça Aykut– Erhan Parıltay

16.30-17.00 Genetik Bilgi Bankalarının Kullanımı Buket Kosova – Tahir Atik

Oturum V Olgu Analizleri ve Değerlendirme

17.00-17.45 Olgu Analizleri Genel Değerlendirme Ferda Özkınay, Samim Özen

Hematolojik Malignitelerde Uygulamalı FISH Kursu Programı - 24 Şubat 2016

09:00 - 09:10 Açılış

09:10 - 09:30 Çocukluk çağı hematolojik maligniteleri ve klinisyenin FISH testinden Beklentileri

Doç. Dr. Talya İleri

09:30 - 09:50 Erişkin çağı hematolojik maligniteleri ve klinisyenin FISH testinden beklentileri

Prof. Dr. Güray Saydam

09:50 - 10:10 FISH'te temel kavramlar ve FISH uygulamalarının hematolojik kanserlerin tanı, izlem ve tedaviye

katkıları

Doç. Dr. Haluk AKIN

10:10 - 10:30 Kahve arası

10:30 - 11:15 FISH Uygulamaları hakkında teorik bilgi

Doç. Dr. Burak DURMAZ

11:15 - 12:00 Uygulama I - FISH laboratuvar uygulama çalışmaları

Doç.Dr.Haluk Akın, Doç.Dr.Emin Karaca, Doç.Dr.Asude Durmaz,

Doç.Dr.Burak Durmaz, Doç.Dr.Ayça Aykut, Uzm.Dr.Erhan Parıltay

12:00 - 13:30 Öğle yemeği arası

13:30 - 14:10 FISH ile elde edilen sonuçların yorumlanması ve raporlanması hakkında teorik bilgi

Doç. Dr. Emin KARACA

14:10 - 15:40 Uygulama II - Sonuçların elde edilmesi, değerlendirilmesi ve yorumlanması

Doç. Dr. Haluk Akın, Doç.Dr.Emin Karaca, Doç.Dr.Asude Durmaz,

Doç. Dr. Burak Durmaz, Doç.Dr.Ayça Aykut, Uzm.Dr.Aslı Ece Solmaz

15:40 - 16:00 Tartışma ve genel değerlendirme

Hematolojik Malignitelerde Uygulamalı Real-time PCR Kurs Programı - 24 Şubat 2016

09:00 - 09:10 Açılış

09:10 - 09:30 Kronik Myeloproliferatif Hastalıklar ve KLL' de klinik izlemde moleküler testlerin yeri

Filiz Vural

09:30 - 09:50 Akut Lösemilerde klnik ve moleküler tetkikler

Şebnem Yılmaz Bengoa

09:50 - 10:10 Real-time PCR' da temel kavramlar ve hematolojik kanserlerde kullanım alanları

Cumhur Gündüz

10:10 - 10:30 Kahve arası

10:30 - 11:15 Real-time PCR uygulamaları hakkında teorik bilgi

Zuhal Eroğlu, Burçin Kaymaz

10:30 - 12:00 Uygulama I – Real-time PCR laboratuvar uygulama çalışmaları

Zuhal Eroğlu, Çığır Biray Avcı, Aslı Tetik Vardarlı

12:00 - 13:30 Öğle yemeği arası

13:30 - 14:10 Hematolojik malignitelerde Real-time PCR ile elde edilen sonuçların yorumlanması ve raporlanması

hakkında teorik bilgi

Buket Kosova Can, Nur Selvi Günel

14:10 - 15:40 Uygulama II – Sonuçların elde edilmesi, değerlendirilmesi ve yorumlanması

Cumhur Gündüz, Vildan Bozok Çetintaş, Duygu Aygüneş

15:40 - 16:00 Tartışma ve genel değerlendirme

SEMPOZYUM BİLİMSEL PROGRAMI

1. GÜN - 25 Şubat 2016

09:00 - 09:30 Açılış

09:30 - 10:40 Panel I. VenözTromboz

Oturum Başkanları: Hüseyin Bağcı, Murat Tombuloğlu

Venöz Tromboemboliye Klinik Yaklaşım. Muzaffer Demir

Venöz Tromboembolide Laboratuvar Bulguları. Ayşegül Ünüvar

Venöz Tromboembolide Genetik. Feride İffet Şahin

10:40 - 11:00 Kahve arası

11:00 - 11:30 Konferans I.: Oturum Başkanları: Güngör Nişli, Cihangir Özkınay

21. Yüzyılda Kanser Tedavisi ve "Precision Medicine". Emin Kansu

11:30 - 12:00 Konferans II.: Oturum Başkanları: Gönül Oğur, Türkan Patıroğlu

Yeni genetik teknolojiler ve hematolojik hastalıklarda uygulamaları. Ferda Özkınay

12:00 - 14:00 Yemek Arası - Poster Değerlendirme

POSTER DEĞERLENDİRME:

Yavuz Dodurga ve İlhan Sezgin

İlter Güney ve Kadriye Bahriye Payzın Bayman

Hakan Gürkan ve Hüseyin Gülen

Özlem Giray Bozkaya ve Yasemin Işık Balcı

14:00 - 15:45 Panel II. MultiplMyelom

Oturum Başkanları: Lale Şatıroğlu Tufan, Şükrü Öztürk

Multipl Myelomda Hastada Tanı ve Tedavi Yönetimi. Mahmut Töbü

Multipl Myelom Genetiği. Seval Türkmen

15:45 - 16:30 Panel III. HemofagositikLenfohistiositoz ve Genetik.

Oturum Başkanları: Munis Dündar,Ümran Çalışkan

Hemofagositik Lenfohistiositoz'de Tanı ve Tedavi Yönetimi. Adalet Meral Güneş

Hemofagositik Lenfohistiositoz'de Genetik. Ayça Aykut

16:30 - 17:00 Kahve arası

17:00 - 17:45 Panel IV. Kemik İliği Yetmezliği

Oturum Başkanları: Lale Olcay, Gülseren Bağcı

Fankoni Anemisinde Klinik : Şule ÜNAL

Konjenital Nötropeniler: Deniz Karapınar

Kemik İliği Yetmezliklerinde Genetik, Fankoni Anemisinde Genetik: Hüseyin Onay

AÇILIŞ KOKTEYLİ

2. GÜN - 26 Şubat 2016

08:45 - 10:15 Panel V. ALL-AML-MDS

Oturum Başkanları: Nazan Çetingül, Beyhan Tüysüz

ALL Tanı ve Tedavisinde Genetik Testlerin Klinik Önemi. Hale Ören

AMLTanı ve Tedavisinde Genetik Testlerin Klinik Önemi. İnci Alacacıoğlu

MDS Tanı ve Tedavisinde Genetik Testlerin Klinik Önemi. Seçkin Çağırgan

Hematolojik Kanserlerde Moleküler Mekanizmalar ve Biyolojik Belirteçler. Ajlan Tükün

10:15 - 10:45 Kahve arası

10:45 - 11:15 Konferans III. Oturum Başkanları: Mehmet Ali Ergün, Gülsen BOZKURT

Yeni Genetik Teknolojiler ve Minimal Rezidüel Hastalık: NilsvonNeuhoff

11:15 - 12:00 Panel VI. Enzim Eksikliğine Bağlı Kalıtsal Hemolitik Anemiler

Oturum Başkanları: Canan Vergin, Derya Erçal

Enzim Eksikliğine Bağlı Kalıtsal Hemolitik Anemilerde Klinik. Zühre Kaya

Enzim Eksikliğine Bağlı Kalıtsal Hemolitik Anemilerde Genetik. Nur Semerci

12:00-13:00 Celgene Uydu Sempozyumu

MDS del(5q) Tanısı ve Tedavisinde Sorunlar ve Çözümleri

Moderatör: Ajlan Tükün Konuşmacılar: Filiz Vural - Beyhan Durak Aras

13:00-14:00 Öğle Yemeği ve Poster Değerlendirme

POSTER DEĞERLENDİRME:

Haydar Bağış ve Serap Aksoylar

Ogün Sercan ve Yusuf Ziya Aral

Mehmet Kantar ve Birol Baytan

Ayfer Ulgenalp ve Eda Utine

14:00 - 15:30 Panel VII. Hemoglobinopatiler

Oturum Başkanları: Duran Canatan,Can Boğa

Hemoglobinopati Yönetiminde Güncel Gelişmeler. Yeşim Aydınok

Erişkin Dönemde Hemoglobinopatiler: Klinik Yaklaşım. Erdal Kurtoğlu

Talasemide Tarama Testleri ve Moleküler Tanının Yeri. Nejat Akar

Hemoglobinopatilerde Genetik ve Prenatal Tanı. Oya Uyguner

15:30 - 16:00 Konferans IV. Oturum Başkanları: Yeşim Aydınok, Ferda Özkınay

An update on Molecular Diagnostic Approaches for the Hemoglobinopathies. Jan Traeger-Synodinos

16:00 - 16:30 Kahve arası

16:30 - 17:50 Panel VIII. Hemofili

Oturum başkanları: Uğur Özbek, Gökay Bozkurt

Hemofilide Çocukluk Çağında Karşılaşılan Klinik Problemler. Can Balkan

Hemofilide Erişkin Dönemde Karşılaşılan Klinik Problemler. Fahri Şahin

Hemofilide Genetik. Ercan Mıhçı

17:50 - 18:00 Akılcı İlaç Kullanımı. Tahir Atik

Organizasyon Sekreterya İletişim:

MOTTO TURİZM

www.motto.tc - [email protected]

1394 SOKAK NO: 13 KAT:1 DAİRE:4 MİMAR SİNAN MAHALLESİ ALSANCAK /İZMİR

TEL: 0232 446 06 10 - FAX: 0232 446 07 11

KONUŞMA ÖZETLERİ

YENİ GENETİK TEKNOLOJİLER VE HEMATOLOJİK HASTALIKLARDA UYGULAMALARI

Ferda ÖZKINAY

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk

Genetik Hastalıkları Bilim Dalı

Hematolojik hastalıkların çoğu genetik kökenli ve kalıtsaldır. Tanıda, korunmada, izlemde ve tedavide, genetik

testlere, genetik bilgiye ve genetik yoruma ihtiyaç vardır..

Moleküler genetik teknolojilerin başdöndürücü bir hızla gelişmesi ile, hematolojik hastalıkların genetik etiyolojisi ve

moleküler patolojisi daha iyi anlaşılır hale gelmiştir. Günümüzde yeni genetik teknolojiler araştırmaların yanısıra

hızla hızla rutine de girmektedir

Tıbbın pekçok alanında olduğu gibi hematolojide de günlük hekimlik pratiğinde büyük kolaylıklar sağlayan bu

teknolojileri yakından tanımak ve hastaların yararına kullanmak zorunlu hale gelmiştir.

Genetik bozukluklar,1980 li yıllara kadar ancak karyotip yapılarak kromozomlar düzeyinde tanınabiliyordu.

Kromozomlar DNA nın hücre döngüsünde, mitoz döneminde kabalaşıp, kondanse hale gelmesi ile oluşan yapılardır.

Kromozomların elde edilmesi için bölünenhücrelere gereksinim vardır. Daha sonra, 1990 lı yıllarda flöresan in-situ

hibridizasyon, CGH (comperative genomic hybridization) gibi, ışık mikroskobu ile görülemeyen mikrodelesyon ve

mikroduplikasyonları tanıyabilen teknikler geliştirildi ve özellikle hematolojik kanserlerde birçok genomik

bozukluğun tanımlanması olanaklı hale geldi. Hematolojik kanserlerin sınıflandırılması bu genomik değişikliklere

göre yapılmaya başlandığı gibi, hastanın prognozunu tayinde, tedavi planlanmasında, tedavi etkinliğinin

değerlendirilmesinde de bu değişiklikler en ön plana geçti. Ayrıca bazı genomik değişiklikler sonucu meydana gelen

biyobelirteçlerin, aynı zamanda tedavi hedefi olarak da kullanılabileceği ortaya konuldu.

Son 10 yılda ise DNA ve RNA dizilemesi yapan teknolojide önemli gelişmeler oldu. Önceleri, klinik tanısı

konulabilen hastalık genleri ayrı ayrı dizilenirken günümüzde yeni nesil dizi analizi teknolojisi sayesinde birçok genin

birarada (hedeflenmiş dizi analizi) dizilenmesi ya da genlerin kodonlarının bulunduğu tüm ekzonların veya tüm

genomun dizilenmesi mümkün hale gelmiştir. Bu teknoloji ile RNA lar dizilenebilmekte, epigenetik mekanizmalardan

olan miRNA lar dizilenebilmekte ve genom boyunca metilasyon araştırılabilmektedir. Bu yeni yöntemler giderek

ucuzlamaktadır.

Mongenik kalıtılan birçok hematolojik hastalıkta, sorumlu gen bilinmektedir ve mutasyonların tanınması mümkündür.

Ancak Fanconi anemisi gibi, bazı hastalıklar genetik heterojenite göstermekte olu, etiyolojide birçok gen rol

oynamaktadır. Bu hastalıklarda her genin ayrı ayrı dizilenmesi zaman alıcı ve pahalıdır. Yeni nesil dizileme

yöntemleri, bu hastalıklarda çok daha ucuza, hızlı ve doğru bir şekilde birçok genin bir arada dizilenmesini ve

moleküler tanıyı olanaklı hale getirmişir. Ayrıca kanserlerdeki çok sayıdaki genetik ve

yönetiminde ve klinik tanıda biyokimyasal testler genetik testten daha önce gelse de, prenatal tanı ve tedavi söz

konusu olduğunda moleküler testler önem kazanmaktadır. MODY tanısında, tedaviyi planlamada ve prognozu tayinde

moleküler genetik testler önemli rol oynamaktadır.

Yeni genetik teknolojilerden, devrim niteliğinde olalarak kabul edilen, son iki yılda hızlı bir şekilde araştırmalarda

kuıllanılan ve pek çok genetik bozukluğun düzeltilmesinde kullanılabileceği öngörülen, ‘genom editing’

teknolojisinin hematolojik hastalıklarda da kullanılabileceğini gösteren araştırmaların sayısı hızla artmaktadır.

Özellikle genom editing sistemlerinden, CRISPR-Cas9 (Clustered Regularly Interspaced Short Palindromic Repeats

(CRISPR) eassociated Cas9) sistemi ile alına başarılı araştırma sonuçlarının yakın gelecekte birçok hastalığın

tedavisinde eski tedavi metodlarının yerini alacağı öngörülmektedir.

Klinik pratikte, tüm genetik testler dikkate alınarak Hastalığın ve hastanın durumuna göre testler seçilmelidir. Bazen

bir hastalığın tanısı için birden fazla moleküler test uygulamak gerekebilir. Yeni nesil dizi analizi teknolojileri ile tüm

genomu dizileyerek birçok genetik hastalığı bir tek test uygulayark araştırmak ve tanıya ulaşmak olanaklı hale

gelmiştir. Ayrıca yeni geliştirilen ‘genome editing’ sistemlerinin tedavide çığır açması beklenmektedir.

VENÖZ TROMBOEMBOLİDE GENETİK

Feride İffet ŞAHİN

Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı

Trombofili, tromboza eğilim ile karakterize bir durumdur. Tromboz gelişimi multifaktöriyel nedenler ile ortaya çıkar

hem edinsel hem de kalıtsal faktörler söz konusudur. Arteriyel ve venöz trombozun etyolojisi farklıdır. Venöz

trombozda staz ve pıhtılaşma sistemi bozuklukları rol oynar. Kalıtsal trombofilide büyük oranda sadece venöz

tromboz gözlenir. Venöz trombozda risk faktörlerini değerlendirirken sadece biyokimyasal ve genetik faktörler değil

tüm tromboz risk faktörleri değerlendirilmelidir. Genel populasyonun %5-10’unda ve venöz tromboemboli (VTE)

öyküsü olan olguların %40’ında VTE ile ilişkili genlerin mutasyonları mevcuttur.

Antitrombin, protein C ve protein S eksikliği yanında Faktör V Leiden ve protrombin G20210A mutasyonları ile VTE

arasında asosiasyon bildirilmiştir. Homozigot Faktör V Leiden mutasyonu, homozigot protrombin G20210A

mutasyonu, çift heterozigot Faktör V Leiden ve protrombin G20210A mutasyonu, protein C eksikliği, protein S

eksikliği, antitrombin eksikliği, antifosfolipid antikor sendromu bulunan bireylerde trombofiliye güçlü bir yatkınlık

gözlenir. Trombofili testleri uygulanan bireylerde test sonucuna göre trombofili bulunması tekrarlayan trombozu

öngörmede ve antikoagülan tedavi sürelerini planlamada yararlıdır.

Trombofilinin belirlenmesi asemptomatik taşıyıcı aile bireylerinin yönetiminde önemlidir. Hastanın kendisinde neden

tromboz oluştuğunu öğrenmesi ve bilgilenmesi gereklidir. Test uygulanacak doğru hastanın seçimi, test öncesi

danışma verilmesi, test sonrası sonuçların doğru yorumlanması ve hastaya eğitim ve danışma verilmesi genetik

trombofilinin yönetiminde önemli basamaklardır.

Anahtar Kelimeler:Venöz tromboemboli,Faktör V Leiden, protrombin G20210A, protein C eksikliği, protein S

eksikliği, genetik

HEMOFİLİDE GENETİK

Ercan MIHÇI

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Ad Pediatrik Genetik Bd

Hemofili A ve B, X’e bağlı kalıtılan, sırası ile pıhtışlaşma faktörü VIII ve IX’un azlığına bağlı gelişen bir

hastalıklardır. 1984 yılında faktör VIII geninin sekanslanmasından bu yana Hemofili A ile ilgili çok sayıda mutasyon

tanımlanmış, bu durum klinik tanı ve tedavi amaçlı çok sayıda bilginin edinilmesinin önünü açmıştır. Faktör VIII geni

Xq28 de faktör IX’un geni Xq27’de lokalizedir. Moleküler genetik testler taşıyıcılık tayini, prenatal tanı ve inhibitör

gelişiminin tahminin yapılmasına olanak sağlamıştır. Faktör VIII‘in geni 26 ekzonlu 186 kb uzunluğundadır. Genetik

testler olarak sıklıkla bağlantı analizi, sekanslama ile direkt mutasyon analizi kullanılır. Hemofili A hastalarında en sık

görülen bozukluk FVIII geni inversiyonudur. Sıklıkla FVIII genindeki intron 22 inversiyonu ve intron 1 inversiyonu

şeklinde bulunur. Hemofili A’lı hastaların % 40-50 sinde intron 22 inversiyonu ve % 5-7 sinde intron 1 inversiyonu

görülür. Nokta mutasyon ve küçük delesyon/insertionlar hafif orta ağır olguların büyük kısmında saptanırken, şiddetli

formların %5’’inde saptanır. İnversiyon neredeyse tamamen erkek gametlerde meydana geldiği için hasta annelerinin

hepsi taşıyıcı durumundadır.

Bunlarda inhibitör oluşumu yüksektir. İnhibitör gelişiminde genetik risk faktörleri: Faktör 8 mutasyonunun tipi- HLA

Class II polimorfizmi- etnik yapı- immunolojik yatkınlık- inhibitör aile hikayesidir. Faktör VIII delesyonu olan

hastaların yaklaşık %38’inde inhibitör oluşumuna rastlanmaktadır. Hastaların yaklaşık %15-25’inde FVIII aktivitesini

düşüren antikorlar oluşur. Hemofili B’nin geni sekiz ekzonlu 33,5 kb uzunluktadır. Ekzon 8 en geniş ekzon olup

hastaların %50’sinde bu ekzonda mutasyon gelişir. Hemofili B’nin Moleküler Patolojisinde nokta mutasyonları,

delesyon ve insersiyonlar başlıca mutasyon tipleridir. Hemofili B hastalarında %71’inde nokta mutasyonları, %20’si

büyük delesyonlar ve %9’u küçük delesyon/insersiyonlar oluşturur.

Hemofili B’de %4-5’inde inhibitör gelişir. Genterapisi konusunda yoğun bir şekilde çalışma yürütülmektedir ancak

Faktör VIII ve IX proteinlerinin biyolojik olarak farklılıklar göstermesi, klasik translasyon metodları ile başarının

önünde önemli bir engel olmaktadır. Moleküler yaklaşımlarla RNA moleküllerinin kullanımı ile farede FVIII geni

mutasyon taşıyan bölgenin tamiri başarılmıştır (Spliceosome mediated RNA trans-splicing SmaRT) Faktör VIII

cDNA kapasitesinin vektör kapasitesinin üzerinde olması bir başka problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Geliştirilen

kapasitesi artırılmış vektörlerin uygulamaya girmesi tedavide önemli bir gelişmeyi başlatacaktır.

Anahtar Kelimeler:HEMOFİLİ, GENETİK, FAKTÖR VIII, FAKTÖR IX,GEN TEDAVİ

ENZİM EKSİKLİĞİNE BAĞLI KALITSAL HEMOLİTİK ANEMİLERDE GENETİK

C. Nur SEMERCİ

Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik AD

Non sferositik kalıtsal hemolitik anemiye neden olan en sık görülen enzim eksiklikleri glukoz 6 fosfat dehidrogenaz

(G6PD), pirüvat kinaz (PK) ve primidin 5’ nükleotidaz (P5’N-1)’dır. G6PD heksoz monofosfat yolağının ilk ve hız

kısıtlayıcı enzimidir. NADPH oluşumunu sağlayarak hücreleri oksidatif hasardan korur. G6PD (Gd geni) Xq28’e

lokalize 13 ekzonlu tüm hücrelerde eksprese olan houskeeping bir gendir. Bu güne kadar 400’den fazla varyant

bildirilmiş olup 186 kadarı patolojiktir. Bunların çoğunluğu polimorfik varyantlardır. Polimorfik ve sporadik

varyantların her ikisi de akut ya da kronik non sferositik hemolitik anemiye neden olurlar. X’e bağlı olarak kalıtılır,

erkeklerde daha sık görülür. Pirüvat kinaz glikolitik yolda fosfoenolpiruvatı pirüvata dönüştürerek ATP sentezini

sağlar. Eritrositlerin enerji kaynağıdır. Karaciğer ve eritrositlerde eksprese olan PK-LR geni tarafından kodlanır.

Eritrositlere eksprese olan PKR 12 ekzonlu olup tetramer proteini kodlar.

200’den fazla mutasyon bildirilmiş olup % 69’u missense mutasyondur. Otozomal resesifolarak kalıtılır. Mutasyonlar

homozigot ya da compoud heterozigot şeklinde bulunur. Primidin 5’ nükleotidaz eritrosit matürasyonu sırasında RNA

degradsyonu sonucu oluşan primidin nükleotidlerinin uzaklaştırılmasını sağlar. 7p14.3’e lokalize NT5C3A geni

tarafından kodlanır. 10 ekzonlu monomerik bir proteini kodlayan bu gende bu güne kadar 100’e yakın hastada 24

farklı mutasyon bildirilmiştir. Enzim aktivite derecesi ile klinik şiddet arasında korelasyon olmayan bu enzim eksikliği

de otozomal resif olarak kalıtılmakta olup mutasyonlar homozigot olarak bulunmaktadır.

Anahtar Kelimeler:G6PD, Gd Akdeniz, pirüvat kinaz, PK-LR, primidin 5’ nükleotidaz, NT5C3A

POSTER BİLDİRİLER

P-01 / ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ 3 YILLIK BETA TALASEMİ SEKANS

SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Zehra MANAV1, Mustafa ALTAN1, Gökay BOZKURT1, 1Adnan Menderes Üniversitesi,

Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Polikliniği’ne, beta talasemi tanısı veya taşıyıcılığı ön tanısı

ile başvuran hastalarda saptanan patojenik mutasyonların sıklığının belirlenmesi.

ADÜ Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Polikliniği’ne 2013-2015 yılları arasında başvuran 252 hastanın periferik kan

örneklerinden HBB geni PCR Reaksiyonu ile çoğaltılmış ve DNA Dizi Analizi Yöntemi ile mutasyon taraması

yapılmıştır.

DNA Dizi Analizi Yöntemi ile mutasyon taraması yapılan 252 hastada, 356 allelde beta talasemi hastalığı için

patojenik kabul edilen bir mutasyona rastlanmamıştır. 148 allelde beta talasemi hastalığı için patojenik kabul edilen

mutasyon saptanmıştır. Patojenik mutasyonlar arasında en sık görüleni 56 allelde saptanan IVS-1-110 G>A

mutasyonudur. Bunu 20 kopya ile IVS-1-6 T>C mutasyonu takip etmektedir. 3. sık görülen mutasyon ise 17 allelde

saptanan c.20 A>T HbS mutasyonudur.

Beta talasemi hastalığı Türkiye’de en sık görülen tek gen hastalığıdır. Türkiye’de HBB geninde en sık görülen

mutasyon IVS-1-110 G>A mutasyonudur. Bizim çalışmamızda da %37.8 sıklık oranıyla IVS-1-110 G>A mutasyonu

en sık rastlanan mutasyon olmuştur. Bu mutasyon 43 hastada heterozigot, 2 hastada homozigot, 9 hastada da başka bir

mutasyonla birlikte birleşik heterozigot formda bulunmaktadır. Çalışmamızda saptadığımız bulgular literatürle uyumlu

olarak değerlendirilmiştir.

P-02 / AĞIR KONJENİTAL NÖTROPENİ : ULUSAL VERİLERİMİZ

Deniz Yılmaz Karapınar1, Türkan Patıroğlu2, Ayşe Metin3, Ümran Çalışkan4, Tiraje

Celkan5, Barış Yılmaz6, Tuba H. Karapınar7, Burcu Akıncı1, Himmet Haluk Akar2,

Hüseyin Tokgöz4, Gül Nihal Özdemir5, Ayça Aslan Kıykım8, Yurdanur Kılınç9, Yeşim

Oymak7, Lale Olcay10, Zuhal Keskin Yıldırım11, Muge Gökçe12, Talia İleri13, Yusuf Ziya

Aral14, Ali Bay15, Berna Atabay16, Zuhre Kaya17, Hüseyin Onay18, Ferda Özkınay18,

Gülsün Tezcan Karasu19, Şebnem Yılmaz Bengoa20, Mehmet Akif Yeşilipek19

1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Kliniği,

2 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik

İmmünoloji Kliniği, 3

Ankara Çocuk Hematoloji –Onkoloji Hastanesi, Pediatrik Alerji- İmmünoloji Kliniği, 4

Konya

Meram Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Kliniği, 5

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Pediatrik

Hematoloji Kliniği, 6

Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Kliniği, 7

Dr Behçet Uz Çocuk

Hastanesi, Pediatrik Hematoloji Kliniği 8

Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Alerji- İmmünoloji Kliniği, 9

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Kliniği, 10

Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik

Hematoloji Kliniği, 11

Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Kliniği, 12

Kanuni Sultan Süleyman

Devlet Hastanesi, Pediatrik Hematoloji Kliniği, 13

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Kliniği, 14

Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Kliniği , 15

Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi,

Pediatrik Hematoloji Kliniği, 16

Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi , Pediatrik Hematoloji Kliniği, 17

Gazi

Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Kliniği, 18

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik

Anabilimdalı, 19

Göztepe Medical Park Hastanesi, Pediatrik Kemik İliği Transplant Ünitesi , 20

Dokuz Eylül

Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Kliniği

Ağır konjenital nötropeni nadir görülen bir hastalıktır. Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde nötrofil elastaz

genindeki (ELANE) genetik mutasyonlar en sık neden olarak gösterilmiştir. Ancak, akraba evliliklerinin yoğun olarak

yapıldığı ülkelerde farklı mutasyonların daha sık olarak görülme olasığı vardır. Bu nedenle Batı Avrupa, Doğu Avrupa

ve Orta Doğu ‘da da aynı genetik mutasyonların ağırlıkla görülüp görülmediği merak konusudur. Biz de, Kafkaslar ve

Asya gibi oldukça farklı etnik kökenleri barındıran ve Avrupa’nın pek çok yerinden çok daha fazla akraba evliliğinin

görüldüğü ülkemizde, Ulusal Kemik İliği Yetmezlikleri Veri Tabanını oluşturmayı planladık.

Bu çalışmada, Ulusal Kemik İliği Yetmezliği ve Ağır Konjenital Nötropeni veri tabanı kurulması hedeflendi. 152’si

(%31.9) ağır konjenital nötropeni olmak üzere 476 kemik iliği yetmezliği olan hastanın verileri Ulusal Kemik İliği

Yetmezliği veri tabanına kayıt edildi.

Kemik iliği yetmezliği olan hastalarımızın yaş ortalaması 12.3 idi (1-35 yaş arasında). Erkek/kız oranı 0.91 idi.

Ortalama izlem süresi 9.7 yıldı (3 ay -34 yaş arası). Olguların %49.2 ‘sinin ebeveynleri arasında akraba evliliği vardı.

Ulusal veri tabanına girilmiş olan hastalar arasında en sık HAX1 mutasyonu saptandı (n=47, 33.8%). HAX1

mutasyonu bulunan hastaların 43’ünde (%93.5) homozigot c130-131insA, p.W44X mutasyonu vardı. ELA2

mutasyonu 13 hastada (%9.6) saptandı ve ağır konjenital nötropeniler arasında ikinci en sık mutasyon olduğu görüldü.

7 hastada (5.1%) G6PC3 gen mutasyonu mevcuttu. CSF3R mutasyonu 3 (2.2%), JAGN1 mutasyonu ise 2 (1.5%)

hastada saptandı. 34 hastada (22.4%) herhangi bir mutasyon tespit edilemedi ( Bu hastaların tümünde ELANE ve

HAX1, 20’sinde ise G6PC3 mutasyonuna bakılabilmişti). 28 hastaya (18.4%) ise ağır konjenital nötropeni açısından

herhangi bir mutasyon bakılamamıştı. Hastaların %60’ına G-CSF tedavisi verilmişti. Ortalama uygulama dozu

haftanın 5 günü, 5 mcg/ kg/gün şeklindeydi. Hastaların ikisi enfeksiyöz komplikasyonlar nedeni ile kaybedildi. 5

hastada ise izlemde MDS/AML gelişti.

Türkiye’de, ağır konjenital nötropeninin en sık sebebinin HAX1 genindeki pW44X mutasyonu olduğu görülmüştür.

Dolayısıyla mutasyon analizine HAX1 ile başlayıp, eğer negative çıkarsa ELANE ve G6PC3 mutasyonlarını kontrol

etmek daha uygun olacaktır. Eğer bu mutasyonların üçü de negative saptanacak olursa akraba evliliklerinin sık

görülmesi nedeni ile daha nadir görülen mutasyonların da taranması önerilir. Bu çalışma, TÜBİTAK ve Türk Pediatrik

Hematoloji derneği tarafından desteklenmiştir.

P-03 / AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİ TANISI İLE TAKİP EDİLEN İKİ

OLGUNUN ANORMAL FISH SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Burak DURMAZ1, Emin KARACA1, Yeşim AYDINOK2, Deniz YILMAZ KARAPINAR2,

Akkız ŞAHİN2, Özgür ÇOĞULU1, Ferda ÖZKINAY1, 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik AD., 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi,

Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları AD., Pediatrik Hematoloji BD.,

Akut lenfoblastik lösemi (ALL), kemik iliğinde immatür lenfohematopoetik hücrelerin aşırı çoğalmaları sonucu kemik

iliğindeki normal hematopoetik elemanların yerini almaları sonucu ortaya çıkan tablodur. ALL’de tanı, prognoz ve

teadiviye yol gösterici olan birçok sayısal ve yapısal kromozomal yeniden düzenlenme bildirilmiştir. Burada sunulan

iki olgu, ALL ön tanısı alan, başlangıç ve tedavi sırasında floresan in situ hibridizasyon (FISH) yöntemiyle farklı

genetik anomaliler saptanan olgulardır.

Ege Üniversitesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı’na başvuran ALL ön tanılı 2 pediatrik olgu tanı ve tedavi süresi boyuca

karyotip ile birlikte BCR/ABL, TCF/PBX, TEL/AML translokasyonları, P16 delesyonu ve cMYC, IGH, MLL

yeniden düzenlenmeleri açısından FISH ile değerlendirildi.

Olgu 1’de tanı öncesinde saptanan %85 oranında 9p21 lokusu P16 delesyonu tedavi sonrasında düzelirken, tedavi

sırasında %100 oranında 21q22 lokusu AML1 geninde tetrazomi saptandı. Olgu 2’de tedavi öncesinde IGH geninin 5’

delesyonu ve 9p21 lokusu P16 delesyonu ile birlikte AML1 geninde trizomi saptanmıştır. Tedavi sırasında

hiperdipolidi ile uyumlu bulguları olan olgunun tedavi sonrasında tüm bulguları düzelmiştir.

Bu tür kromozomal yeniden düzenlenmeler, tedavi öncesi veya nükslerde sık görülse de tedavi sırasında, özellikle

tedaviye iyi cevap veren veya remisyondaki hastalarda görüldüğüne dair literatür bilgisi bulunmamaktadır. Bu

hastaların FISH sonuçları, klinisyene tedavi ve prognoz açısından yol gösterici olmaktadır ve bu sunuda, bu iki

olgunun sonuçlarının detaylı olarak tartışılması planlanmıştır.

P-04 / AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİ’DE İMMÜNGLOBÜLİN AĞIR ZİNCİR

(IGH) BÖLGESİNİ DELESYONLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Emin KARACA1, Burak DURMAZ1, Deniz YILMAZ KARAPINAR2, Nur SOYER3, Yeşim

AYDINOK2, Fahri ŞAHİN3, Burcu AKINCI2, Murat TOMBULOĞLU3, Özgür ÇOĞULU1,

Ferda ÖZKINAY1 1EUTF-TIBBİ GENETİK, 2EUTF-ÇOCUK SAĞLIĞI Ve HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, HEMATOLOJİ

BİLİM DALI, 3EUTF-İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, HEMATOLOJİ BİLİM DALI,

Akut lenfoblastik lösemi (ALL), kemik iliğinde immatür lenfohematopoetik hücrelerin aşırı çoğalmaları sonucu kemik

iliğindeki normal hematopoetik elemanların yerini almaları sonucu ortaya çıkan tablodur. ALL’de immünglobülin ağır

zincir (IgH) bölgesini içeren translokasyonların gösterildiği birçok çalışama bildirilmişken IGH bölgesinin

submikroskobik delesyonlarını içeren çalışma son derece azdır. Bu çalışmada ALL tanısı almış hastalarda IGH

bölgesinin submikroskobik delesyonlarını ve bunların klinik ve tedavi ile ilişkisinin gösterilmesi amaçlanmıştır.

Ege Üniversitesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı’na Ocak 2014 ile Aralık 2015 tarihleri arasında floresans in situ

hibridizasyon (FISH) analizi için başvuran ALL tanılı hastalar retrospektif olarak taranmış ve IGH bölgesinin

submikroskobik delesyon saptanan hastalar çalışmaya alınmıştır.

Akut lenfoblastik lösemi tanısı ile başvuran 5 hastada IGH bölgesinin submikroskobik delesyon saptandı. Hastaların

yaş ortalaması 21, delesyon oranları %26 ile %65 (ortalama : % 44.83) arasında saptandı.

Bu tür delesyonların ALL’de klinik önemi tam olarak bilinmemektedir. IGH geninin submikroskobik delesyonlarının

klinik ve tedaviye etkisini gösteren ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.

P-05 / AKUT LÖSEMİ’DE MLL GEN DÜZENSİZLİKLERİ VE 11. KROMOZOM

İLİŞKİLİ TRANSLOKASYONLARIN PROGNOSTİK ETKİSİ

Huri Sema AYMELEK1, Gönül OĞUR1, Ümmet ABUR2, Ömer Salih AKAR1, Engin

ALTUNDAĞ1, Alişan YILDIRAN3, Canan ALBAYRAK4, Mehmet TURGUT5, 1Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, 2Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi

Tıbbi Genetik, 3Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri Alerji Bilim Dalı, 4Ondokuz Mayıs Üniversitesi

Tıp Fakültesi Pediatri Hematoloji Bilim Dalı,5Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı,

Kromozom 11q23 de bulunan mixed lineage leukemia (MLL) genindeki -çoğunlukla dengeli translokasyonlar olmak

üzere- yeniden düzenlenimler, sıklıkla ya akut miyeloid yada akut lenfoblastik lösemi gelişimi ve kötü prognoz ile

ilişkilidir. Amaç: Bu çalışmada akut lösemi ya da myelodisplastik sendrom ön tanısı ile birimimize refere edilen ve

kromozom analizinde, 11. Kromozom yada 11q23 bölge değişiklikleri gösteren hastalarda genetik belirteçlerin

prognostik etkisi araştırıldı.

Tüm hastalara 24 saatlik inkübasyon Kİ sitogenetik analiz protokolü ve MLL break apart FISH uygulandı.

MLL ya da 11. Kromozom aberasyonu saptanan toplam 25 hasta mevcuttu. Hastaların 6 sı çocuk 19 u yetişkin ve 11’i

erkek 14’ü dişi idi. 6 hasta infantil lösemi, 2 hasta ALL, 10 hasta AML, 3 hasta MDS, 1 hasta lenfoma, 2 hasta

myeloproliferatif hastalık, 1 hasta KLL ön tanısı ile başvurmuştu. Sitogenetik incelemede hastaların 5 inde

t(4;11)(q21;q23), altısında del(11)(q23), bunlardan ikisinde birlikte trizomi 8 i.e. 47,XY,+8,del(11)(q23)

gözlendi.Kalan 14 hastanın üçünde t(9;11), üçünde t(1;11)(p36;q23), ikisinde +der(11q), birinde t(11;17)(q13;q25),

birinde t(10;11)(p12;q13), birinde t(3;11)(q28;q23), bir diğerinde t(3;11)?(q21;q11), birinde t(6;11)(q27;q23), birinde

t(11;18)(p15;q21) saptandı. Bu hastaların çoğunda ek kromozomal anomaliler mevcuttu. Takiplerinde hastaların %84

ünün excitus olduğu görüldü. t(4;11)(q21;q23) hastalarının tümü excitus olmuştu. Halen takip edilen ve remisyonda 3

hasta mevcuttu. Bir yeni tanı alan hasta takipte idi.

Literatürde, MLL gen düzensizlikleri sık rastlanan değişikliklerdendir; şimdiye kadar 120 den fazla resiprokal olmak

üzere çok sayıda kromozomal yeniden düzenlenim gösterilmiştir. t(4;11) daha çok B cell ALL de karşımıza çıkar.

Infantil lösemi ile birlikteliği yüksektir ve fatal olabilir. Çalışmamızda da benzer biçimde t(4;11) de excitus oranı

yüksekdi (%100). Delesyon 11q23 gerek ALL, gerek AML ve MDS de görülebilir. AML birlikteliği prognozu daha

olumsuz etkilemektedir. Hasta gurubumuzda delesyon 11q23 lerin çoğunluğu AML tanılı idi ve %83 excitus olmuştu.

t(9;11) ve (10;11) nadir görülür ve daha çok AML ile ilişkilidir. t(10;11) DIC tümör lizis sendromu ve erken organ

yetmezliği gibi çok ağır klinikle seyreder. t(9;11) intermediate ve t(1;11) li hastalar ise nisbeten daha iyi prognoza

sahiptir. Grubumuzda ise bu hastalar da kaybedilmişti.

P-06 / KONJENİTAL NÖTROPENİDE ETİYOLOJİDEN SORUMLU ELA2, HAX1

VE G6PC3 GENLERİNDE BELİRLENEN MUTASYON SPEKTRUMU VE YEDİ

YENİ MUTASYON

Tahir Atik1, Hüseyin Onay2, Esra Işık1, Deniz Yılmaz Karapınar1, Fikret Asarcıklı3,

Yöntem Yaman4, Elif Habibe Aktekin5, Talia İleri6, Şebnem Yılmaz Bengoa7, Meriç

Kaymak Cihan8, Tuğba Hilkay Karapınar7, Lale Olcay8, Selma Ünal9, Gülen Tüysüz,

Fırat Beğde6, Hasan Fatih Çakmaklı6, Meral Türker10, Ümran Çalışkan11, Ayşe Erbay12,

Ferda Özkınay1,2

1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir,

2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi,

Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, İzmir, 3 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim

Dalı, Ankara, 4 Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi, İzmir,

5 Adıyaman Kahta Devlet Hastanesi, Adıyaman,

6 Ankara

Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara, 7 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp

Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir, 8 Ankara Onkoloji Eğitim Araştırma Hastanesi, Ankara,

9 Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin,

10 Tepecik Eğitim ve

Araştırma Hastanesi, İzmir, 11

Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları

Anabilim Dalı, Konya, 12

Başkent Üniversitesi Adana Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana

Konjenital ağır nötropeni, ilk defa 1956’da Kostman tarafından tanımlanan, nadir görülen bir genetik hastalık olup,

sıklığı 1-2/1 milyon olarak hesaplanmaktadır. Yaşamın erken döneminde başlayan ağır nötropeni, tekrarlayan deri

enfeksiyonları, diş eti iltihabı, otit, pnömoni ve sepsis ile karakterizedir. . Birden fazla gendeki mutasyonlardan

kaynaklanan bu durum, otozomal resesif (OR), otozomal dominant (OD) veya X’e bağlı kalıtım gösterebilmektedir.

Sıklık sırasında göre ELA2, HAX1 ve G6PC3 genleri hastalıktan sorumludur. Bu çalışmada moleküler tanısı konulan

olguların mutasyon spektrumunun belirlenmesi amaçlanmıştır.

Bu çalışmada ELA2, HAX1 veya G6PC3 genlerinden birinde mutasyon saptanarak moleküler etiyolojisi belirlenmiş

42 konjenital ağır nötropeni olgusunun mutasyon spektrumu retrospektif olarak değerlendirilmiştir.

Toplam 42 olgu (E/K=22/20) (ortalama yaş:6,83) değerlendirildi. Olguların 12’inde ELA2, 25’inde HAX1 ve 5’inde

G6PC3 geninde mutasyonlar belirlendi. ELA2 geninde toplam 12 olguda 10 farklı mutasyon saptanırken (6’sı

missens: p.V43G, p.P257L, p.G85R, p.S46C, p.A61V, p.P139L 1’i nonsens: p.V112X, 1’i küçük insersiyon:

c.300_301insTTCGCC ve 2’si splice bölge mutasyonu: IVS2-6C>T, IVS4+5G>A), HAX1 geninde 25 olguda 4 farklı

mutasyon (3’ü nonsens veya çerçeve kayması: p.W44X, p.V144GfsX5, p.R126GfsX88 ve 1’i splice mutasyonu:

IVS1+1G>A) ve G6PC3 geninde 5 olguda 4 farklı mutasyon (2’si missens: p.P44L, p.E65A, 1’i nonsens: p.Y47X ve

1’i splice mutasyonu: IVS3-1G>C) belirlendi. ELA2 geninde belirlenen mutasyonlardan 3 tanesi, HAX1’deki

mutasyonlardan 2 tanesi ve G6PC3’de 2 tanesi novel mutasyondur

Konjenital ağır nötropeni olgularında mutasyon analizi moleküler etiyolojinin belirlenmesi ve uygun genetik danışma

verilebilmesi açısından önemlidir. Bu çalışmada konjenital ağır nötropenide etiyolojiden sorumlu olduğu bilinen üç

gende belirlenen mutasyonlar değerlendirilmiştir. Literatürde daha önce yayınlanmamış 7 yeni mutasyon bildirilmiştir.

P-07 / AKUT MYELOİD LÖSEMİ (AML) ÖN TANILI OLGULARIN

SİTOGENETİK SONUÇLARININ RETROSPEKTİF OLARAK

DEĞERLENDİRİLMESİ

HİLMİ BOLAT1, ZEHRA MANAV2, ERHAN PARILTAY1, BURAK DURMAZ1, AYÇA

AYKUT1, MUSTAFA DURAN3, FİLİZ VURAL3, MURAT TOMBULOĞLU3, EMİN

KARACA1, ASUDE DURMAZ, HALUK AKIN, ÖZGÜR ÇOĞULLU1 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Ad, İzmir, Türkiye, 2Adnan Menderes Üniversitesi Tıp

Fakültesi, Tıbbi Genetik Ad, Aydın, Türkiye, 3Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bd, İzmir,

Türkiye,

Akut miyeloid lösemi (AML) myeloid, monosit, eritroid ve megakaryositik hematopoetik prekürsörlerde

olgunlaşmanın erken dönemde durakladığı malign bir hastalık grubudur. AML, lösemilerin yaklaşık %15’ini

oluşturmakta ve erişkinlerde daha sık gözlenmektedir. Etiyopatogenezi net olarak aydınlatılmamış olsa da birtakım

genetik belirteçlerin tanı, prognoz ve tedaviye yanıtta önemli olduğu bildirilmektedir. AML de en sık 5q delesyonu, 7q

delesyonu, trizomi 8, t(8; 21)(q22;q22), t(9; 22)(q34;q11.2), t(15; 17)(q22;q21), inv(16), 20q delesyonu, trizomi 21,

trizomi 22, Y kromozomu kaybı gözlenir. Bu çalışmada, 2 yıllık bir süreçte, AML ön tanısı ile bölümümüze başvuran

hastalardaki sitogenetik değişiklikler değerlendirilmiştir.

Bu çalışmada Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı’na Ocak 2014—Aralık 2015 tarihleri

arasında yeni tanı akut lösemi tanısı ile gelen olguların kemik iliği örneklerinin sitogenetik sonuçları incelenmiştir.

Çalışmaya toplam 86 hasta alındı. Kemik iliği hücrelerinden 24, 48 ve 72 saatlik kültürler yapılmıştır. Hücre kültürü

için %30 fetal calf serum ve antibiyotik eklenmiş McCoy’s besi yeri ( Life Technologies) kullanılmıştır. Hücreler rutin

metodlara göre harvest edilmiş ve hazırlanan preperatlar tam otomatik metafaz bulma cihazi ile 20 GTG-bantlı

metafaz alanı taranmıştır.

Bunlardan 13 kadın 18 erkek olmak üzere toplam 31 olguda (%36,04) kromozomal anomali saptanmıştır; 55(%63,96)

olguda herhangi bir anomali saptanmamıştır .Anomali saptanan olguların yaş ortalaması 56,60 (±17,64) . Kromozomal

anomali saptanan anomalilerin dağılımı sırasıyla şu şekildeydi; 15 olguda kompleks (≥2 anomali) karyotip (%48,39),

5 olguda t(15;17)(q22;q21), (%16,13), 1 olguda 5q delesyonu (%3,23), 1 olguda 7q delesyonu (%3,23), 1 olguda

t(9;22)(q34;q11.2) (%3,23) ve geriye kalan 8 olguda diğer kromozomal anomaliler (%25,81) görüldü.

Saptanan oran literatürde bildirilen yaklaşık %70 sitogenetik anomali saptanma oranına göre düşük olmakla birlikte

ülkemizden yapılan çalışmalarda belirtilen oranlara benzemektedir. AML tanısı kesinleşmiş olgularda bu oranın daha

yüksek olması beklenmektedir.

P-08 / AKUT MYELOİD LÖSEMİLİ HASTALARIMIZDA SAPTANAN GENETİK

MUTASYONLAR VE BUNLARIN PROGNOZA YANSIMALARI

Ersin TORET1, Tuğba KARAPINAR2, Bengü DEMİRAĞ2, Yılmaz AY2, Yeşim OYMAK2,

Sultan KÖKER2, Filiz HAZAN2, Canan VERGİN2, 1İzmir Dr Behcet Uz Cocuk Hastalıkları Ve Cerrahisi Eğitim Ve Arastırma Hastanesi,

Çocuklardaki lösemilerin %15-20’lik kısmını akut miyeloid lösemiler (AML) oluşturur. Çocukluk çağındaki

AML’lerin büyük kısmını ‘de novo’ (birincil) tip, az bir kısmını ise ikincil tip oluşturur. Prognozu başlangıç

tedavisine yanıt ve var olan moleküler-sitogenetik aberasyonlar belirler. AML’de; yaşam süresinin uzadığı ve

proliferasyonun arttığı tip 1 mutasyonlar (BCR/ABL, FLT3, RAS gibi), farklılaşmanın ve apopitozun bozulduğu tip 2

mutasyonlar (AML1/ETO, PML/RARα, MLL gibi) ve epigenetik değişikliklerle maturasyon duraklaması ve/veya

proliferasyon kapasitesinde artışa neden olan tip 3 (EZH2, ASLX1, DNMT3A gibi) mutasyonlar görülür. Yaşam şansı

günümüzde %70’lere kadar çıkan pediatrik AML’de genetik mutasyonlar, risk gruplarını belirleme ve tedavi

planlamasında çok önemlidir. Ayrıca tedavi protokollerine ek olarak bu mutasyonlara yönelik çoğu tedavi de çalışma

aşamasındadır.

Çocuk Hematoloji-Onkoloji Kliniğinde 2003-2016 yılları arasında AML tanılı 28 hastanın dosyası retrospektif olarak

incelendi.

AML-BFM protokolleri (1998, 2004, 2012) tanı tarihlerine göre güncellenerek hastalara uygulandı. Konvansiyonel

sitogenetik analizi, t (8,21), t (15,17), inv 16 tüm hastalarda çalışılırken; laboratuvar anlaşması ve önemlerinin fark

edilme zamanı nedeniyle t(9,22), MLL-AF4 , FLT3 6 (%21) hastada çalışıldı. Beş hastada (%18) kompleks karyotip,

11’inde (%39) sitogenetik ve/veya moleküler bir mutasyon saptandı. Mutasyon çalışılabilen 6 hastada t(9,22) ve

MLL-AF4 saptanmadı. FLT3 taranan 6 hastanın sadece birinde mutasyon saptandı. Dört hastada (%14) hastalık

tekrarı ilk tanıdan ortanca 15,5 ay (10-18 ay) sonra gözlendi. Kompleks karyotip gözlenen hastalardan 2’sinde relaps

gelişti. Bu hastalardan biri CR1 sonrası izlemde refrakter hastalık ve enfeksiyon sonrası kaybedildi. Diğer kompleks

karyotip gözlenen hasta CR1 sonrası KHN uygulandı ve hastalıksız yaşıyor. Diğer 3 kompleks karyotip görülen olgu

ortalama 3,4 yıldır hastalıksız izleniyor. Mutasyon saptanan hastalardan 2‘sinde t(8,21), birinde inv(16) vardı. Hastalık

tekrarı sonrası her iki olguda KHN oldular ve hastalıksız izlemleri devam ediyor.

Akut miyeloid lösemide giderek artan sağ kalım, tedavi protokolleri ve KHN’nin artan başarısına bağlanabilir. Bu

noktada genetik mutasyonların saptanması ile oluşturulan risk grupları ve indüksiyon tedavisine verilen yanıt

prognozu öngörmede anahtar rol oynarlar.

P-09 / AML M5’E EŞLİK EDEN TRİZOMİ 4 OLGUSU

Pelin TAŞDEMİR1, Mine BALASAR1, Pembe OLTULU2, Handan ÇİPİL3, 1Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, 2Necmettin Erbakan

Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı, 3Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp

Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı,

Akut Miyeloid Lösemi (AML), myeloid prekürsör hücrelerin klonal proliferasyonu ile karakterize olan hematopoetik

neoplazmdır ve erişkin akut lösemilerinin %80’ini oluşturmaktadır. Erişkinde ortalama tanı alma yaşı 65 olup, yaş

ilerledikçe insidansı da artmaktadır. Yaşlı olgularda ortalama yaşam süresi 2 ay olup, 2 yıllık sağ kalım oranı yaklaşık

%6 civarındadır. Tek başına Trizomi 4 anomalisi, AML olgularında oldukça nadir bir sitogenetik bulgudur ve şimdiye

kadar AML M1, M2 ve M4 olgularında bildirilmiştir. Mevcut çalışmada AML M5 tanısı almış ve sitogenetik analizde

sadece trizomi 4 anomalisi tespit edilmiş bir yaşlı olgu sunulmuştur.

Hastanın kemik iliğinden elde edilen preparatlarına AML-MDS FISH Paneli ( del5q, PML/RARα, del P53,

AML1/ETO, MLL, 7q del, CBFβ/MYH11, 20q del) (Cytocell, UK) ve konvansiyonel sitogenetik analiz

uygulanmıştır. Ayrıca kromozom anomalisini teyit etmek için 4p16.3 ve 4qter FISH probları (Cytocell, UK)

uygulanmıştır.

Aşırı halsizlik ve tüm vücudunda ağrı şikayetiyle hastaneye başvuran 72 yaşındaki bayan hastanın periferik kan

değerlerinde anormallik gözlenmesi üzerine hastanemize yönlendirilmiştir. Hastanın kemik iliği alınarak patolojik ve

genetik analiz yapılmıştır. Histopatolojik inceleme sonucunda hasta Akut Monositik Monoblastik Lösemi (AML M5)

tanısı almıştır. Yapılan genetik analizde AML-MDS FISH Paneli normal olarak değerlendirilmiştir. Kemik iliği

karyotip analizi ise 47,XX,+4[5]/46,XX[13] olarak belirlenmiştir. 4p16.3 ve 4qter FISH probları uygulanarak 4 nolu

kromozomun trizomisi teyit edilmiştir. Genel durumu ağırlaşan hasta yoğun bakıma alınmış ve hastaneye

başvurduktan 2 gün sonra kaybedilmiştir

AML genel olarak erişkinlerde kötü prognoz göstermektedir. Bazı sitogenetik anomalilerin varlığı nispeten iyi

prognozla ilişkilendirilmektedir. Ancak şimdiye kadar az sayıda tespit edilen AML olgularında tek başına Trizomi 4

anomalisinin varlığının prognozla ilişkisi bilinmemektedir. Bizim olgumuzda ise genel durumu ağır olan olgu 2 gün

içinde kaybedilmiştir. Bildiğimiz kadarıyla AML M5 ve Trizomi 4 birlikteliği literatürde ilk kez sunulmaktadır.

P-10 / AML Tanısıyla Takip Edilen 49 Olguda Moleküler Belirteçlerin

Değerlendirilmesi

Esra ARSLAN ATEŞ1, Osman KARA2, Ayberk TÜRKYILMAZ1, Hasan ŞİMŞEK1,

Mehmet Ali SÖYLEMEZ1, Kenan DELİL1, Bilge Bilgen GEÇKİNLİ1, Tayfur TOPTAŞ2,

Ayşe Tülin TUĞLULAR2, A. İlter GÜNEY1 1Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Genetik, 2Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim

Ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji,

Akut Myeloid Lösemi (AML) kemik iliğinde myeloid seriden köken alan hücrelerin olgunlaşmanın erken

basamaklarında duraksaması ve anormal çoğalma özelliği kazanmasıyla ortaya çıkan bir kanserdir. Tanı, sınıflandırma

ve izlemde biyokimyasal, mikroskobik, akımsitometrik yöntemlerin yanısıra sitogenetik, moleküler sitogenetik ve

moleküler genetik yöntemler de büyük önem taşımaktadır. Prognozda çeşitli kromozomal yeniden düzenlenmeler yol

gösterici olmakla birlikte FLT3 mutasyonları kötü, NPM1 ve CEBPA mutasyonları ise iyi prognostik belirteç olarak

değerlendirilmektedir. Bu çalışmada CEBPA,NPM1 ve FLT3-ITD mutasyonlarının hasta populasyonumuzdaki

sıklığının belirlenmesi ve klinikle ilişkilendirilmesi amaçlanmıştır.

Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne son iki yıl içinde(2014-2015) başvuran 49 AML

hastasında dizi analizi yöntemiyle FLT3-ITD mutasyonu, CEBPA ve NPM1 gen muatsyonları araştırılmış ve

mutasyon saptanan 13 hastanın genetik ve klinik özellikleri sunulmuştur.

Yaşları 22 ile 73 arasında değişen olguların dokuzu kadın, dördü erkektir. Sitogenetik olarak 10 olgu normal olarak

saptanırken, iki olguda mozaik Trizomi 8 belirlenmiş, bir olguda ise kültür başarısızlığı nedeniyle sitogenetik

değerlendirme mümkün olmamıştır. Moleküler analizlerde FLT-ITD mutasyonu beş olguda pozitif bulunurken,

CEBPA geninde beş olguda ve NPM1 geninde ise yedi olguda çeşitli mutasyonlar saptanmıştır. Bu mutasyonlardan

üçü (CEBPA’da c.359T>G ve c.899_904delGCGinsAAA ve NPM1’de

c.860delGCAGTGGAGGAinsTGGGGCCTGGAGC) daha önce rapor edilmemiş mutasyonlardır. Bu üç mutasyonu

taşıyan olgulardan ikisi yeni tanı olup indüksiyon tedavisi almakta ve bir olgunun da 13 aydır progresyonsuz izlemi

sürmektedir. Üçü refrakter AML tanısıyla, biri progresyon nedeniyle kaybedilen dört olgunun üçünde NPM1

mutasyonu (c.863_864insCATG, c.860_863dupTCTG, c.863_864insCCAG) saptanmış olup ikisi beraberinde FLT3-

ITD mutasyonu taşımaktadır. Bir olguda ise yalnızca FLT3-ITD mutasyonu saptanmıştır. Diğer olgulardan kemoterapi

sürecinde olan dört olgu ve kemik iliği transplantasyonu yapılmış iki olgunun takibi sürmektedir.

Çalışmada 49 hastanın beşinde FLT3-ITD mutasyonu (%10.2), beşinde (% 10.2) CEBPA mutasyonu ve yedisinde

(%14.2) NPM1 mutasyonu saptanmıştır. Olgu sayısının az olması ve izlem sürelerinin kısa olması dolayısıyla genotip-

fenotip korelasyonu yapmak mümkün görünmemekle birlikte saptanan üç yeni mutasyon ve klinik

değerlendirmelerinin daha geniş serilere katkı sağlaması açısından sunulması uygun görülmüştür.

P-11 / ATİPİK HEMOLİTİK ÜREMİK SENDROMLA İLİŞKİLİ OLMAYAN CFH

GEN MUTASYONLARI SAPTANAN TROMBOTİK MİKROANJOPATİ VAKASI

Yeşim OYMAK1, Tuba Hilkay KARAPINAR1, Yılmaz AY1, Esin ÖZCAN1, Neryal

MUMİNOĞLU1, Sultan AYDIN KÖKER1, Ersin TÖRET1, Afig BERDELİ1, Erkin

SERDAROĞLU1, R. Canan VERGİN1 1DR. BEHCET UZ ÇOCUK HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARASTIRMA HASTANESİ,

Atipik hemolitik üremik sendrom (aHUS) trombotik mikroanjiopati ile karakterize nadir görülen bir hastalıktır. Bu

hastalık birçok mutasyonla ilişkilidir. Bunlar içinde en sık görülen CFH mutasyonlarıdır. Burada trombotik

mikroanjopati semptomları ile başvuran bir hasta sunulmaktadır.

Hastanın DNA sekans analizlerinde CFH geninde exon 9’da homozigot P.His-402Tyr mutasyonu saptandı. Babasında

homozigot CFH geninde exon 9’da homozigot p.His-402Tyr mutasyonu saptandı. Ayrıca hastada CFH geninde her

ikisi de heterozigot olmak üzere exon 7’de Ala307Ala mutasyonu ve exon 10’da Ala473Ala mutasyonu saptandı.

Beş yaşında erkek hasta halsizlikle başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde solukluk ve hepatomegali dışında patolojik

bulgu saptanmadı. Hemogramında hemoglobin 5.5 g/dl, retikülosit değeri %14.6 ve trombosit sayısı 48 000/mm3 olup

periferik kan yayması ile uyumluydu. Ayrıca periferik kan yaymasında %10 şistosit ve polikromazi mevcuttu.

Biyokimya parametrelerinden LDH yüksek ve haptoglobin düşüktü. Diğer parametreler normal sınırlardaydı. Direk

coombs testi negatifti ve ADAMTS 13 aktivitesi ve antijeni normaldi. Tam otomatik idrar tetkikinde patolojik bulgu

saptanmadı. İkinci gününde trombosit sayısı düştü, LDH yüksek seyretti ve periferik kan yaymasında şistositler halen

mevcuttu. Bu sırada vital bulguları normal sınırlarda seyreden hastaya plazmaferez tedavisi uygulanmaya başlandı.

Plazmaferez uygulaması gün aşırı sıklığa geçildiğinde mikroanjopatik hemoltik anemi bulguları tekrarladı. Steroid

tedavisi ile bulguları düzelmeyen hastaya ekulizumab tedavisi uygulandı. Ekulizumab tedavisi kesildikten üç ay sonra

hastanın laboratuvar bulguları normal sınırlarda seyretti.

CFH gen mutasyonları aHUS’de en sık görülen genetik değişikliklerdir. Şu ana kadar aHUS ile ilişkili 87 CFH

mutasyonu saptanmıştır. Ayrıca aHUS’e neden olmayan CFH mutasyonları bulunmaktadır. Bunlardan P.Ala473Ala

mutasyonu membranoproliferatif glomerulonefritle (MPGN) p.Ala307Ala ve p.His402Tyr mutasyonları yaşla ilişkili

makular dejenerasyon ile ilişkili bulunmuştur. Sonuç olarak hastada saptanan mutasyonlar şimdiye kadar aHUS

hastalarında tanımlanmamıştır. İlk olarak hastamızda trombotik miktoanjopati ile ilişkili olarak tanımlanabilecek olan

CFH mutasyonlarının hastanın babasında aynı bulgulara sebep olmamasının hastada etkili olabileceği düşünülen

epigenetik faktörlere bağlı olabileceğini düşünmekteyiz.

P-12 / AURORA KİNAZ İNHİBİTÖRÜ CCT137690 KRONİK MYELOİD LÖSEMİ

HÜCRELERİNDE APOPTOZU UYARABİLİR

Aycan AŞIK1, Çağla KAYABAŞI1, Besra ÖZMEN YELKEN1, Tuğçe BALCI1, Sevil

GONCA1, Fatma SÖĞÜTLÜ1, Röya GASIMLI1, Sunde YILMAZ SÜSLÜER1, Çığır

BİRAY AVCI1, Cumhur GÜNDÜZ1 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Bornova İzmir,

Kronik myeloid lösemi (KML), multipotent kök hücrelerin neoplastik transformasyonundan ortaya çıkan klonal

myeloproliferatif bir hastalıktır. Olgularının % 95’inde oluşan kromozom 9 ve 22 arasındaki resiprokal translokasyon

t(9;22)(q34;q11.2) sonucunda meydana gelen Philadelphia (Ph) kromozomuyla yapısı gözlenmekte ve bu

translokasyon sonucunda KML’nin patogenezinde rol alan tirozin kinaz aktiviteli bir ürün kodlayan Bcr-Abl füzyon

geni oluşmaktadır. Aurora A, B ve C olmak üzere üç izoformu bulunan aurora kinazlar, uygun mitotik ilerleme için

sentrozomların, iğ ipliklerinin ve kinetokorların fonksiyonunu düzenleyen en önemli serin/treonin protein kinazlardır.

Çeşitli çalışmalarda aurora A ve aurora B’nin, meme, kolon, nöroblastoma, pankreas ve over kanser gibi çeşitli

malignitelerde aşırı ifade edildiği belirtilmiş olmakla birlikte, bir çalışmada KML hücrelerinde de Bcr-Abl’nin bu

kinazların ifadesini indüklediğini belirtilmiştir. Bcr-Abl kinaz domainlerindeki mutasyonlardan kaynaklanan direnç

mekanizmalarının üstesinden gelmek amacıyla yapılan bir çalışmada aurora kinaz inhibitörlerinin KML hastalığının

tedavisinde potansiyel avantajlarının olabileceği ileri sürülmüştür. CCT137690, yüksek oranda seçici özellik gösteren

sentetik bir aurora kinaz inhibitörüdür. Bu çalışmada KU812 hücre hattına CCT137690 uygulamasının apoptoz

üzerine etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.

CCT137690’ın KU812 hücrelerindeki sitotoksik etkisi, KU812 hücrelerinin uygun doz aralıklarında (0,78 µM-50 µM)

CCT137690 ile 48 saatlik muamele sonrasında WST-8 ile belirlenmiştir. IC50 dozunun apoptoz üzerine etkisi

Annexin V-EGFP Apoptosis Detection Kit ile, hücre döngüsü üzerine etkisi BD Cycletes Plus DNA Reagent Kiti ile

akış sitometrisinde değerlendirilmiştir.

KU812 KML hücre hattında CCT137690’ın 48 saatlik IC50 dozu 6,24 µM olarak bulunmuştur. Apoptoz etkinliği

değerlendirildiğinde etken madde verilmemiş kontrol grubuna göre CCT137690’ın IC50 dozu apoptozu 9 kat

indüklediği bulunmuştur. Ayrıca CCT137690’ın IC50 dozunun KU812 hücrelerinde hücre döngüsünü G2/M fazında

blokladığı da bulunmuştur.

Sonuç olarak bu çalışma, bir aurora kinaz inhibitörü olan CCT137690’ın, KU812 hücrelerinde yüksek bir oranda

apoptozu uyarması ve hücre döngüsü arrestine neden olmasıyla, aurora kinaz inhibitörlerinin KML tedavisinde

potansiyel avantajlarının olabileceği görüşünü destekler niteliktedir.

P-13 / AYDIN İLİ VE ÇEVRESİNDE YAŞAYAN ALFA TALASEMİ TAŞIYICISI

ÇOCUKLARDA MUTASYON ANALİZİ

Derviş GÖKDOĞAN1, Yusuf Ziya ARAL2, Mediha AKCAN2, Özgür CARTI2, Gökay

BOZKURT3, 1Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları AD, 2Adnan Menderes Üniversitesi Tıp

Fakültesi Pediatrik Hematoloji BD, 3Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik AD,

Aydın ili ve çevresinde yaşayan ve alfa talasemi taşıyıcılığı tanısı konulan çocuklarda mutasyon tipini belirlemek ve

saptanan mutasyonların hematolojik parametreler üzerine olan etkisini değerlendirmek.

Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematolojisi Polikliniği’nde Ocak 2010-Haziran 2015 yılları

arasında demir eksikliği anemisi ve beta talasemi taşıyıcılığı dışlanmış ve alfa talasemi taşıyıcılığı mutasyon analizi ile

konfirme edilen 52 hasta çalışmaya alındı. Alfa globin genindeki mutasyonlar ViennaLab α-globin StripAssayTM

ticari kiti kullanılarak tespit edildi. Stript analizi ile saptanamayan mutasyonlar için 50 hastada Antalya Genetik

Laboratuvarı’nda alfa genlerinde DNA dizi analizi ile mutasyon taraması yapıldı.

Elliiki alfa talasemili çocukta (31’i erkek, yaş ortalaması 7.62±5.01) 12 farklı genotip ve 11 farklı mutasyon saptadık.

En sık rastladığımız 4 genotip ve 4 allel sırasıyla -α3,7/αα (%40.4), -α3,7/-α3,7(%13.5), --20,5/αα (%11,5), --MED/αα

(%9.6) ve -α3,7(%33.65), --20,5 (%7.68), --MED(%4.8), α2PolyA-1 (%3.84) idi. Mutasyonların 45’i (%86.54)

delesyonel, 7’si (%13.46) nondelesyoneldi. Delesyonel mutasyonların 33’ü tek, 11’i çift gen delesyonu idi. Tek ve çift

gen delesyonu grupları arasında hemoglobin, RBC ve RDW düzeyleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir fark

saptanmazken, MCV, MCH ve HbA2 düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark mevcuttu (p değeri

sırasıyla <0,001, <0,001, =0,006). Anemi %48.08, mikrositoz %92.31, hipokromi %100, RBC yüksekliği %96.15,

RDW yüksekliği %90.38 hastada; -α3,7/αα genotipine sahip 21 olguda ise anemi %38.1, mikrositoz %85.71,

hipokromi %100, RBC yüksekliği %95.24 ve RDW yüksekliği %85.71 oranında saptandı. HBA1: c328 del C

heterozigot mutasyonu ülkemizde daha önce tanımlanmamış bir mutasyondu. HBA2:c.93_95+2 del GAGGT

mutasyonu daha önce tanımlanmamış ve veri tabanında olmayan bir genomik değişimdir.

Alfa talasemili hastalarda mutasyon tipinin ve dağılımının bilinmesi prenatal tanı ve hasta bakımı için daha iyi

danışmanlık yapılmasını sağlayacağı gibi Türkiye’nin alfa talasemi mutasyon haritasına da katkı sağlayacaktır. Tek ve

çift gen delesyonu ayırımında MCV, MCH ve HbA2 düzeyleri yol gösterici olabilir. RDW demir eksikliği anemisi

ayırıcı tanısında uygun bir gösterge değildir.

P-14 / BARDET BİEDL SENDROMUNDA TÜMOR RİSKİ: 27 OLGUNUN KLİNİK

İNCELENMESİ

Leyla ELKANOVA1, Nilay GÜNEŞ2, Beyhan TÜYSÜZ2, Gül Nihan ÖZDEMİR3, Tiraje

CELKAN3, Olcay EVLİYAOĞLU4, Oya ERCAN4, Nur CANPOLAT5, Salim ÇALIŞKAN6,

Lale SEVER5 1İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Genetik

Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul, 2İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları

Anabilim Dalı, Çocuk Genetik Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul. , 3İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,

Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul, 4İstanbul Üniversitesi,

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Endokrinolojisi Bilim Dalı,

İstanbul., 5İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk

Nefrolojisi Bilim Dalı, İstanbul, 6İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları

Anabilim Dalı, Çocuk Nefrolojisi Bilim Dalı, İstanbullale,

Bardet-Biedl Sendromu (BBS) altı kardinal bulgu; obesite, hipogonadism, postaksiyal polidaktili, böbrek tutulumu,

retinitis pigmentosa ve öğrenme güçlükleri ile karakterize olan ve otosomal resesif kalıtım gösteren bir hastalıktır.

Prognozu etkileyen en önemli bulgu olan renal tutulum malformasyonlar ve anormal renal fonksiyon şeklinde ortaya

çıkar ve hastaların %53-82’sinde bulunur. Bu güne kadar BBS ile ilişkili olan 20 farklı gen tespit edilmiştir. BBS

multisistemik tutulum gösteren siliopati grubundan hastalıktır. Bazı hastalarda digenik veya trigenik kalıtım

tanımlanmıştır. Hastalarda ayrıca tümor riskini arttığını gösteren çalışmalar mevcuttur. Bugüne dek kraniofarengioma,

lenfoma, beyinde glioma ve böbrek tümorünün saptandığı dört olgu rapor edilmiştir. Ayrıca heterozigot mutasyon

taşıyıcılarında klinik bulguların gözlenmediği ancak hasta yakınları arasında böbrek kanseri riskinin genel

popülasyona göre 17 kat arttığını gösteren bir çalışma bildirilmiştir. Bu çalışmanın amacı BBS tanısı konan 27 hasta

klinik özellikler ve tümor riski açısından incelemektir.

Cerrahpaşa Tıp fakültesi Çocuk genetik polkliniğinde takip edilen ve BBS tanısı konan 27 olgunun dosyaları

incelenmiştir.

Olguların %93’nde anne ve baba arasında akrabalık vardı. Hastalarda klasik olan altı temel bulgusu olan polidaktili

%100, obesite % 93, mental gerilik %78, retinitis pigmentosa %67, böbrek anomalisi % 56, hipogonadizm %44

oranında bulunmuştur. Bir hastada rabdomyosarkoma tespit edilmiştir.

Mesane rabdomyosarkomu bugüne dek bu sendromda bildirilmemiştir. Bu olgunun akrabalarında tümor öyküsü

yoktu. Çocukluk çağında Rabdomyosarkom sıklığı milyonda 4.6 dır. Hasta populasyonumuzda sıklık 1/27 (%3,7)

bulunmuştur. Tüm hastalarda moleküler genetik incelenmelerinin tamamlanması ve akrabalarının tümor riski açısında

incelemeye alınması planlanmıştır.

P-15 / BECKWITH-WIEDEMANN SENDROMU’NDA KANSER RİSKİ: 37

OLGUNUN GENOTİP/FENOTİP İLİŞKİSİNİN İNCELENMESİ

NİLAY GÜNEŞ1, OYA ERCAN2, OLCAY EVLİYAOĞLU2, SALİM ÇALIŞKAN3, LALE

SEVER3, NUR CANPOLAT3, TİRAJE CELKAN4, GÜLNİHAL ÖZDEMİR4, BEYHAN

TÜYSÜZ1, 1İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK GENETİK DEPARTMANI, 2İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP

FAKÜLTESİ ÇOCUK ENDOKRİNOLOJİ DEPARTMANI, 3İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK

NEFROLOJİ DEPARTMANI, 4İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK HEMATOLOJİ DEPARTMANI,

Beckwith-Wiedemann Sendromu (BWS); makroglossi, makrozomi, karın duvarı defekti, organomegali,

hemihipertrofi, kulak memesinde çentik izi, neonatal hipoglisemi ile karakterizedir. Imprinting Center 2 (IC2)’de

hipometilasyon (%50), paternal uniparental dizomi (UPD) (%20), IC1’de hipermetilasyon (%5) gibi 11p15.5’deki

(epi)genetik değişiklikler nedeniyle oluşur. BWS’da tümör riski %10 olup, hastalarda Wilm’s tümörü (WT) ve

hepatoblastom başta olmak üzere embriyonel tümörler oluşabilmektedir. Çalışmanın amacı BWS’da genotip fenotip

korelasyonu yapmak, kanser tanısı alan ve almayan hastaların klinik ve genetik bulgularını karşılaştırmaktır.

BWS tanılı 37 hasta retrospektif olarak araştırıldı. Klinik tanılı ve moleküler analizi henüz sonuçlanmamış olan 23

hasta ve klinik tanılı ancak moleküler tanısı konfirme edilmemiş olan 1 hastanın fenotip özellikleri ile, klinik ve

moleküler tanılı 13 hastanın genotip ve fenotip özellikleri incelendi.

Hastalarda makroglossi (%95), kulakta çentik izi (%51), makrozomi (%43), karın duvarı defekti (%40), organomegali

(%40), hipoglisemi (%37), hemihipertrofi (%27) ve endokrinopati (%5) saptandı. Klinik ve moleküler tanılı 13

hastadan, 8’inde KCNQ1OT1, 2’sinde H19 geninde aberan metilasyon, 3’ünde UPD saptandı. Klinik tanılı 1 hastada

moleküler inceleme normal olarak rapor edildi. Sadece klinik tanılı grupta 1 hasta WT, 1 hasta orbital

rabdomyosarkom tanısı aldı. Klinik ve moleküler tanılı grupta ise H19 geninde hipometilasyon olan 1 hastada WT,

UPD olan bir hastada ise surrenal korteks kanseri saptandı.

BWS, en sık tanı alan (epi)genetik aşırı büyüme sendromudur. Tanı klinik olarak konulmakta, moleküler yöntemle de

desteklenebilmektedir. BWS’in en sık bulgusu makroglossi (%97), hastalarımızda %95 oranında saptanmıştır.

Hastaların 8’inde KCNQ1OT1, 2’sinde H19 geninde aberan metilasyon, 3’ünde UPD saptanmış; 23 hastada moleküler

inceleme tamamlanmamıştır. H19 aberan metilasyonu ve UPD’nin özellikle WT ve hepatoblastom riskini arttırdığı

bilinmektedir. KCNQ1OT1 geninde aberan metilasyonun ise tümör riski düşüktür. Çalışmamızdaki 37 hastanın

4’ünde tümör gelişmiş olup (%10), 2 hastada WT, 1 hastada orbital rabdomyosarkom, 1 hastada ise surrenal korteks

kanseri saptanmıştır. Moleküler olarak H19 geninde aberan metilasyon ve UPD’nin kanser ile birlikteliği saptanmıştır.

P-16 / BETA TALASEMİ HASTALIĞININ TEDAVİSİNDE CRISPR-CAS

YÖNTEMİNİN KULLANILMASI (DERLEME)

Afrooz RASHNONEJAD1, Gholamhossein AMINI CHERMAHINI1, Bilçağ AKGÜN1,

Hüseyin ONAY1, Ferda ÖZKINAY1, 1Tıbbi Genetik AD, Ege Üniversitesi,

Beta-talasemi (β-Tal) hastalarından elde edilen indüklenmiş pluripotent kök hücre (iPKH)’lerinde hastalığa sebep olan

β-globin geninin (HBB) mutasyon/delesyonlarının viral olmayan homolog rekombinasyon (HR) yöntemiyle

düzeltilmesi ideal bir tedavi yöntemi olarak bilinmektedir. Ancak, HR’un ekspresyon düşüklüğü ve virus araçlı gen

aktarmanın genoma rastgele olarak gen entegrasyonu ve immün yanıtın indüklenmesi gibi yan etkileri nedeniyle viral

olmayan taşıyıcı sistemleri alternatif hale gelmiştir.

Gen düzenleme teknolojisinde devrim yaratan ve 2013 yılından itibaren dünya çapında kullanmaya başlayan CRISPR-

Cas9 (Clustered Regularly Interspaced Short Palindromic Repeats- CRISPR associated9) yöntemi kullanılarak in-vitro

koşullarında hastalardan elde edilmiş kök hücrelerinin genetiğini düzeltilip hastaya transplantasyonu ile çeşitli

çalışmalarda başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Bu yöntemde guide RNA (gRNA, yönlendirici yada rehber RNA)’ların

kullanılması ile genomum spesifik bir bölgesini bulup endonukleazlar yardımıyla hasarlı bölgeyi çıkarıp normal,

sağlıklı gen dizisi yerleştirilir.

Son iki sene içersinde farklı araştırmacılar CRISPR-Cas9 yöntemini kullanarak in-vitro koşullarında insan β-Tal

iPKH’lerin genetiğinin düzeltilmesini gösterdiler. 2014 yılında, Song ve arkadaşları, HBB geninde CD17 (A-T)

homozigot nokta mutasyonu taşıyan iPKH’leri kullanmıştır. 2014 yılında Xie ve arkadaşları ise Çinlilerde sıklıkla

görülen HBB genin promotorundaki –28 (A/G) heterozigot mutasyonu ve 2. Ekzonun 41 ve 42. Kodonlarında görülen

4-bp (TCTT) delesyonlu iPKH’leri kullanmışlardır. 2015 yılında ise Xu ve arkadaşları HBB geninin 2. intronunda yer

alan IVS2–654 (C > T) mutasyonunun CRISPR-Cas9 yöntemi ile iPKH’lerde düzeltiğini gösterdiler. Düzeltilmiş

iPKH’ler daha sonra çeşitli hematopoetik hücrelere farklılaştırılmıştır. HBB eksprsyonun restore edilmesi ve reaktif

oksijen türevlerin üretiminin azaltılması düzeltilmiş β-Tal iPKH’lerinde gösterilmiştir. Düzeltilmiş olan hücrelerde

herhangi bir genetik hasar saptanmamıştır. Transfeksyon verimliliği CRISPR-Cas9 yönteminde 12.3% -60% olarak

saptanmıştır.

Bu çalışmalar CRISPR-Cas yönteminin β-Tal iPKH’lerinin genetiğini düzeltmesi ve ileride klinik çalışmalarda β-Tal

iPKH’lerden elde edilen hematopoetik kök hücre naklinde potansiyel bir gen tedavi yöntemi olduğunu göstermektedir.

Biz de bu konuda in-vitro çalışmayı ve proje oluşturmayı hedefledik.

P-17 / BETA TALASEMİ MAJOR HASTALIĞINDA PRENATAL TANININ ÖNEMİ

Tuba SÖZEN TÜRK1, Hüseyin ONAY1, Aslı ECE SOLMAZ1, Esra IŞIK2, Ferda

ÖZKINAY1, 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi

Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı , Çocuk Genetik Hastalıkları Bilim Dalı,

Beta talasemi; beta globin zincirinin üretiminde kantitatif yetersizlik sonucu ortaya çıkan, Türkiye’de en sık rastlanan

tek gen hastalığıdır. Türkiye genelinde taşıyıcı sıklığı %2.1 iken, Ege Bölgesi’nde bu oran %3.5’tir. Şiddetli hemolitik

anemi ve inefektif eritropoezis, sarılık, ekstramedüller hematopoeze bağlı hepatosplenomegali ve kemik iliği

ekspansiyonu görülür. Morbidite ve mortalitesi yüksek olması nedeniyle hasta bireylerin doğmasını engellemek çok

önemlidir ve gerekli koruyucu önlemlerin alınması devlet tarafından da desteklenmektedir. Günümüzde prenatal ve

preimplantasyon tanı yöntemleri ile talasemik hasta çocuğun doğması önlenebilmektedir. Prenatal tanı yöntemleri;

gebelik haftasına göre değişmekle birlikte 10-11. Haftalarda koryon villus örnekleri ile, 16-20. Haftalarda

amniyosentez materyali ile ve 19-20. Haftalarda fetal kan örnekleri ile yapılabilmektedir.

Bu çalışmada 2011-2015 yılları arasında Ege Üniversitesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı’na beta talasemi major riski

nedeniyle prenatal tanı yapılması için başvuran 203 aile ve moleküler analiz sonuçları retrospektif olarak

değerlendirilmiştir.

Sekiz olgu Marmara Bölgesi’nden, 1 olgu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden, geri kalan 194 olgu ise Ege

Bölgesi’nden başvurmuştur. Bu olgulardan 100 tanesine Amniyosentez (ASI), 102 tanesine Koryonik Villus Biyopsisi

(CVS), 1 tanesine Kordosentez işlemi uygulanmıştır. Prenatal tanı yapılan bu olgulardan, otozomal resesif

hastalıklarda beklendiği gibi 50 tanesi hastalıkla uyumlu bulunmuştur. Hastalıkla uyumlu bulunan olgulardan 11

tanesi akraba evliliği sonucu ortaya çıkmıştır. Yirmi altı tanesinde homozigot mutasyon saptanmışken, 24 tanesinde

birleşik heterozigot mutasyon bulunmuştur. Beta talasemi majorla uyumlu bulunan fetuslardan 6 tanesinin ailesi

terminasyonu kabul etmemiştir.

Prenatal dönemde saptanan talasemi mutasyon spektrumu ve talasemi majör ile uyumlu fetus oranı dağılımı daha

önceki çalışmalarla benzerlik göstermektedir.

P-18 / BETA TALASEMİ MAJOR TANILI OLGULARDA MUTASYON

DAĞILIMLARI

Emine İpek CEYLAN1, Emre TEPELİ1, Yasemin Işık BALCI2, Aziz POLAT2, Gizem

AKINCI GÖNEN1, Özlem BOZ1, Gökhan Ozan ÇETİN1, Vildan CANER1, Selcan

ZEYBEK1, Gülseren BAĞCI1 1Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Ad, 2Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve

Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Hematolojisi Ve Onkolojisi Bilim Dalı,

Dünyada en sık görülen genetik hastalıklardan biri olan beta (β) talasemi, 11.kromozomun kısa kolunda lokalize 3

ekzon-2 introndan oluşan 146 aminoasit kodlayan β globin geninde (HBB) çoğunlukla nokta mutasyonların neden

olduğu otozomal resesif kalıtımlı bir hastalıktır. Bu güne kadar 300’den fazla HBB gen mutasyonu tanımlanmıştır.

Türkiye’de en sık rastlanan β talasemi mutasyonu IVS1-110’dur. Artmış demir yükü, hayatı tehdit eden anemi ve

belirli aralıklarla olan kan transfüzyonları nedeniyle β talasemi majör, β talaseminin en ciddi klinik formudur. Bu

çalışmada hastanemizde β talasemi majör tanısıyla takip edilen 23 olguya ait mutasyon sonuçları değerlendirildi.

Pamukkale Üniversitesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı Moleküler Genetik Laboratuvarı’na Ocak 2011-Aralık 2015

tarihleri arasında β talasemi ön tanısıyla başvuran 384 olgunun hastanemizde β talasemi majör tanısıyla takip edilen

23' ü çalışmaya alındı. Laboratuvarımızda HBB geni DNA dizi analizi yöntemi ile incelendi.

Yirmi üç olgunun 4’ünde (%17,3) IVS1-110/IVS1-1, 4’ünde (%17,3) IVS1-110/IVS1-110, 2’sinde (%8,6) IVS1-

110/IVS2-1, 2’sinde (%8,6) IVS1-110/IVS1-6, 1’inde (%4,3) Fsc 5/Fsc 5, 1’inde (%4,3) Fsc6/Fsc6, 1’inde (%4,3)

Fsc8/Fsc8, 1’inde (%4,3) IVS1-130/IVS1-130, 1’inde (%4,3) IVS1-1/IVS1-1, 1’inde (%4,3) IVS1-110/Fsc5, 1’inde

(%4,3) IVS1-6/Cd29 (%4,3), 1’inde (%4,3) IVS1-6/Fsc8, 1’inde (%4,3) IVS1-1/IVS2-1, 1’inde (%4,3) IVS1-1/IVS1-

6 ve 1’inde (%4,3) IVS1-110/Fsc 8 mutasyonları saptandı.

Bu çalışmada en sık homozigot IVS1-110 ve birleşik heterozigot IVS1-110/IVS1-1 mutasyonları saptandı.

Bölgemizde β talasemi majöre neden olan mutasyonların sıklıklarının belirlenmesi, doğru genetik danışma verilmesi

ve prenatal tanı açısından önemlidir.

P-19 / ÇANAKKALE POPULASYONUNDA 2015 YILINDA HBB GENİ MUTASYON

SPEKTRUMU VE SIKLIĞI

Onur YILDIZ1, Ahmet ULUDAĞ1, Ayşegül ULUDAĞ2, Mine URFALI1, Barış PAKSOY1,

Öztürk ÖZDEMİR1, Fatma SILAN1, 1Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Abd, 17100,çanakkale-türkİie, 2Çanakkale

Onsekiz Mart Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Abd, 17100,çanakkale-türkİie,

Beta talasemi, hemoglobin sentezinde yetersiz veya anormal globülinden kaynaklanan otozomal resesif kalıtılan

kronik anemiyle giden bir hastalıktır. Çalışmada Çanakkalede 2015 yıllında hemoglobin elektroforezinde HbA2

yüksekliği, HbA0 düşüklüğü ve ya HbFte yükseklikle ile kliniğimize refere edilen hastalardaki HBB (Hemoglobin

Subunit Beta) geni mutasyon sıklığını ve sonuçların literatürle karşılaştırılması amaçlanmıştır.

Çalışmaya hemoglobin elektroforez sonucunda anormallik tespit edilen 121 hasta dahil edildi. Hastaların EDTAlı

kanından total DNA izole edildi. HBB geninin 1., 2. ve 3. Ekzonu ve intronun bir bölümü PCR tekniği ile amplifiye

edildi. Örnekler sanger sekans (3130 Genetic Analyzer, Seqscape v 2.6) yöntemi ile analiz edildi.

HBB geni analiz edilen 121 hastadan 43ünde(31,7%) 15 farklı patolojik mutasyon mutasyon saptandı. Saptanan

mutasyonlar: IVS1.110G>A(35%), IVS2.1G>A(9.3%), IVS1.1G>A(9.3%), Cod121G>C(9.3%), Cod8-AA(7%),

Cod39C>T(7%), Cod6-A(4.7%), IVS1.6T>C(2.3%), IVS1.5G>C(2.3%), Cod22A>C(2.3%), Cod44-C(2.3%),

Cod121G>A(2.3%), Cod41/42-TTCT(2.3%), 5'UTR+22G>A(2.3%)dır. Bir hastada ise Cod36/37-T ve IVS1.6T>C

(2.3%) kompound heterozigot olarak saptandı. Ayrıca saptanan 3 genetik değişiklik Cod121G>C (Hb D-Los Angeles),

Cod121G>A (Hb O-Arab), Cod22A>C (Hb G-Coushatta) ise varyant hemoglobinopatilerdendir.

Çalışmamızda literatürde olduğu gibi en sık saptanan mutasyon IVS1.110G>A (35%)dır. Diğer sık rastlanan

mutasyonlar ise sırasıyla, IVS2.1G>A, IVS1.1G>A, Cod121G>C (9.3%)dir. Literatürden farklı olarak IVS2.745C>G

hiç saptanamamış olup; Cod8-AA ise daha az oranda saptanarak en sık saptanan 4 mutasyon arasına girememiştir.

P-20 / ÇOCUKLUK ÇAĞI AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİ’DE TEL VE AML1

GEN DÜZENSİZLİKLERİNİN KLİNİK VE HEMATOLOJİK ÖNEMİ

Hatice MUTLU-ALBAYRAK1, Methiye Gönül OĞUR1, Sadriye ÖZDEMİR1, Ümmet

ABUR1, Ömer Salih AKAR1, Engin ALTUNDAĞ1, Ayşegül YILMAZ1, Canan

ALBAYRAK1, Davut ALBAYRAK1, 1Ondokuz Mayıs Üniversitesi,

Bu çalışmada, akut lenfoblastik lösemi (ALL) tanısı alan pediatrik hastalarda, sitogenetik ve floresan in situ

hibridizasyon (FISH) çalışmaları ile saptanan ALL'ye özgün genetik belirteçlerin klinik, immünolojik, hematolojik ve

morfolojik parametrelerle ilişkisinin ve prognostik önemlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.

Ocak 2005-Kasım 2013 tarihleri arasında 115 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların klinik, immünolojik,

hematolojik ve morfolojik parametreleri dosyalarından elde edildi ve kemik iliği/periferik kanlarından sitogenetik ve

FISH incelemeleri gerçekleştirildi.

Metafaz elde edilen 98 hastanın 61 (%62.2)'inde sitogenetik analiz sonucu normaldi ve 37 (%37,7)'sinde sitogenetik

aberasyon olduğu saptandı. Sadece metafaz sayısı optimal olan hastalar incelendiğinde sitogenetik aberasyon oranı

%54.4 olarak saptandı. %12 oranında hiperdiploidi ( >46 kromozom) saptandı. Bu grupta en yaygın kromozom

kazancının 4, 14 ve 21. kromozomlar olduğu gözlendi. Hipodiploidi (<46 kromozom) ise %1,7 oranında saptandı.

Sitogenetik aberasyonu olan hastaların relaps-excitus oranları sitogenetik sonucu normal olan hastalara göre belirgin

yüksek bulundu. FISH analizinde hastaların 60 (%52,2)'ında aberasyon saptandı. En yüksek anomali oranı %25.2 ile

polizomi 21 olarak belirlendi. %13,9’ unda TEL/AML1 füzyonu, %3,5'inde BCR/ABL füzyonu saptandı. Polizomi 21

saptanan hastalarda TEL/AML1 füzyonu daha az oranda görüldü. TEL/AML1 füzyonuna sahip olan hastalarda relaps

saptanmadı. 1 hasta sepsis nedeni ile excitus olmuştu. Füzyon pozitif hastaların sağkalım sürelerinin uzun olduğu

görüldü. BRC/ABL füzyon pozitif olan hastalarda ise excitus oranının yüksek olduğu ve sağkalım sürelerinin füzyon

negatif olanlara göre belirgin olarak daha kısa olduğu görüldü. Polizomi 21 olan hastalarda göreceli olarak relaps ve

excitus oranları yüksek ve sağkalım süreleri kısa bulundu.

Çalışmanın sonucunda lösemi hastalarında sitogenetik incelemelerin diagnostik katkıları yanında prognostik değer de

taşıdığı görüldü. ALL'de genetik analizlerin yetersiz kaldığı füzyon gen tespitinde, kriptik düzensizliklerin tespitinde

ve de özellikle mitotik indeksin düsük olduğu durumlarda, FISH analizi ile anlamlı tamamlayıcı veriler elde edilmiştir.

P-21 / ÇUKUROVA BÖLGESİNDE ALFA TALASEMİ MUTASYON DAĞILIMI:

FENOTİP – GENOTİP İLİŞKİSİ

Sevcan TUG BOZDOGAN1, Özge ÖZALP YÜREĞİR2, Nurhilal BÜYÜKKURT3, Hüseyin

ASLAN4, Tomasz GAMBİN5, Zeynep Canan ÖZDEMİR6, 1Mersin Üniversitesi, Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik AD, 2Adana Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Genetik Tanı

Merkezi, 3Başkent Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Adana Eğitim Ve Araştırma Merkezi, Hematoloji Kliniği, 4Osmangazi

Üniversitesi, Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik AD ,5Department Of Molecular And Human Genetics, Baylor College Of

Medicine, Houston, Texas, USA, 6Adana Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Hematoloji Bölümü,

Alfa talasemi, mikrositer hipokromik anemi ile seyreden ve tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de en sık görülen tek

gen hastalığıdır. Bu çalışmada tek merkezde çalışılmış geniş bir seri olan alfa-talasemi hastalarının mutasyon

dağılımını ve sık görülen mutasyonların fenotip-genotip ilişkisini ortaya koymak hedeflenmiştir.

Genetik tanı merkezine yönlendirilen, hafif-orta derecede anemisi, mikrositozu olan ve ferritin düzeyleri normal

sınırlarda olan 2500 hasta alfa talsemi mutasyonları açısından multipleks PCR ve ters hibridizasyon yöntemi ile

tarandı. Bu hastaların 539’unda en az bir alfa talasemi mutasyonu saptandı.

539 hastada 12 farklı mutasyon saptandı. Bu mutasyonlar içinde en sık görülenleri -α3.7 (63.3%), --MED (11.7%), --

20,5 (10.7%), α2IVS1(-5nt) (3.9%), and α2polyA-2 (3.5%) idi. En sık görülen genotipler ise -α3.7/αα (35.8%), -α3.7/-

α3.7(18.9%), --20.5/αα (11.5%), and --MED/αα (10.4%) olarak saptandı. Her ikisinde de iki gen delesyona uğramış

olmasına rağmen -α3.7/-α3.7 ve --MED/αα genotiplerinin hematolojik bulguları arasında istatistiksel olarak anlamlı

farklılık olduğu saptandı. Bu çalışmada ayrıca Asya’da sık görülen bir mutasyon olan Hemoglobin Constant Spring,

ilk kez iki Türk hastada tanımlandı.

Alfa talasemi oldukça heterojenite gösteren bir hastalıktır. En sık görülen mutasyonlar başta -α3.7 tek gen delesyonu

olmak üzere delesyonel mutasyonlardır.

P-22 / DİRENÇLİ MAKROSİTOZLA SEYREDEN YAPISAL TRİZOMİ 8

MOZAİKLİĞİ

Şule ALTINER1, Nüket YÜRÜR KUTLAY1, Osman İLHAN2, 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Ad, 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Ad,

Yapısal trizomi 8 mozaikliği (CT8M) nadir görülen bir kromozomal düzensizliktir. CT8M lösemi ve myeloid

malignensiler için artmış risk oluşturur. Fenotipik bulguların çeşitliliği nedeniyle hafif klinik bulgularla birlikte olduğu

zaman tanı atlanabilmektedir. Bu sunumda, hemogramında makrositoz gözlenen kadın hastada CT8M tanı süreci

aktarılarak, CT8M saptanan hastalarda hematolojik malignensi takibinin önemi tartışılmıştır.

Yorgunluk ve atralji şikayeti ile farklı kliniklerde izlenen 40 yaşındaki kadın hastanın hemogramında makrositoz

saptanmış, izlemlerinde makrositozun devam ettiği gözlenmiştir. Olguya MDS ön tanısıyla yapılan iki kemik iliği

aspirasyon biyopsinin patolojik incelemelerinde MDS açısından tanısal bir bulgu belirtilmemiştir. Hastanın

bölümümüze gönderilen kemik iliği örneklerinden yapılan sitogenetik ve FISH incelemelerinde trizomi 8 içeren klon

saptandı. FISH ile incelenen diğer MDS belirteçleri (monozomi 7, 20q, 7q, 17p ve 5q delesyonu) normal bulundu.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik AD’da değerlendirilmek için yönlendirilen olgunun fizik

muayenesinde anlamlı özelliğe rastlanmadı. Hastanın periferik kan ve bukkal smearından yapılan sitogenetik ve FISH

incelemelerinde trizomi 8 saptanarak hastaya yapısal trizomi 8 mozaikliği tanısı kondu. Myeloid malignensi riskini de

içeren genetik danışmanlık verilen hastaya takip önerildi.

CT8M’ne artmış malignansi riskinin eşlik ettiği bildirilmektedir. Maserati ve ark.(2002) trizomi 8 anomalisi olan

hematolojik displastik ve neoplastik bozukluklarda %15-20 oranında CT8M olduğunu bildirmişlerdir. Artmış

malignite nedenleri arasında 8.kromozomda yer alan genler düşünülebilir; MDS’de en çok amplifiye olan MYC,

hematolojik differansiyasyondan sorumlu ETO ya da meme tümörlerinde etkisi gösterilen KCNK9 onkogeni. NCCN

MDS kılavuzunda (2.2014 versiyonu) CT8M’in hematolojik malignitelerin etiyopatogenezinde yer aldığı

görülmektedir. Güncel literatürde hematolojik malignitelerle ilişkili yalnızca 15 CT8M tanılı olgunun yayınlanmış

olması, CT8M’nin hematolojik malignite açısından rutin olarak incelenmemesiyle açıklanabilir. En azından literatürde

yeterli sayıda olgu birikene kadar CT8M olgularının hematolojik malignensiler açısından erken tanı ve tedavi için

yakın takibe alınmasını önermekteyiz. Ayrıca MDS/AML olgularında klonal trizomi 8 saptandığında, CT8M’nin

ekarte edilmesinin; hastalığın izleminde trizomi 8‘in yanlış bir belirteç olarak kullanılmaması için gerekli olduğu

düşüncesindeyiz.

P-23 / DOKSORUBİSİN’NİN URG4/URGCP ÜZERİNDEN K562 VE HL-60 LÖSEMİ

HÜCRELERİNDE APOPTOZ VE HÜCRE DÖNGÜSÜ ÜZERİNE ETKİSİ

Levent ELMAS1, Mücahit SEÇME1, Yavuz DODURGA1, Gülseren BAĞCI1, Nazlı ŞİRİN1,

Çığır BİRAY AVCI2, Lale ŞATIROĞLU-TUFAN3, 1Pamukkale Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 3Ankara Üniversitesi, Tıp Fakültesi,

Doksorubisin, Streptomycinpeucetius’dan izole edilmiş ve çeşitli kanser tiplerinin tedavisi için kemoterapide

kullanılan antrasiklin-tipi bir ilaçtır. Mesane, meme, mide, akciğer, yumurtalık ve tiroid kanserleri gibi bazı kanser

hücrelerinde etki göstermektedir. Doxorubicin, kanser hücrelerinde interkalasyon ve enzim inhibisyonu

mekanizmalarıyla DNA hasarına neden olarak hücre ölümüne neden olmaktadır. İnterkalasyon etkisini; DNA’nın çift

sarmal yapısındaki baz çiftlerinin arasına girerek gösterirken, enzim inhibisyonu etkisini ise topoizomeraz I ve II

enzimleri gibi çoklu hedeflere bağlanarak DNA hasarına neden olarak göstermektedir.Bu çalışmanın amacı,

doksorubisinin, K562 ve HL-60 hücre hatlarında, hücre proliferasyonuna etkisi, apoptoz ve hücre döngüsü ile ilişki

genlerin ve özgün bir onkogen olan URG4/URGCP geninin ekspresyon değişimlerine etkisini belirlemektir.

Doksorubisinin, K562 ve HL-60 lösemi hücre hatlarında, hücre canlılığına olan etkisi, doz ve zamana bağlı olarak

lüminometrik bir yöntem olan Celltiter- Glo yöntemiyle belirlenmiş. Hücrelerden RNA izolasyonuTrizol ile

yapılmıştır. Kazpaz3, kazpaz8, kazpaz9, PARP, BCl-XL, CCND1, CDK4, CDK6, p53, TRADD, PTEN, DR4, DR5,

Bax, Bid, p21, p16, RelA,PUMA, NOXA,Bcl-2, FADD ve URG4 genlerinin mRNA düzeyindeki ekspresyon

değişimleri RT-PCR yöntemiyle belirlenmiştir. İstatistiksel analiz, ΔΔCT metodu kullanılarak,web tabanlı “RT²

Profiler™ PCR Array Data Analysis“ programıyla değerlendirilmiştir.

DoksorubisininIC50 dozları; K562 hücre hattı için 72. saatte 50 µM, HL-60 hücre hattı için 48.saatte 50 µM olarak

hesaplanmıştır.Kontrol grupları ile karşılaştırıldığında, doksorubisin uygulanan K562 hücrelerinde, kaspaz3, kaspaz8,

CCND1, CDK4, CDK6, p53, PTEN, DR4, RELA, BCl-2ve URG4/URGCP; HL-60 hücrelerinde isekazpaz3, kaspaz8,

kaspaz9, CCND1, CDK4, p53, PTEN, DR4, BID, p21, NOXA ve URG4/URGCP genlerinin ekspresyon değişimleri

istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,005).

Çeşitli kanser türlerinde kemoterapi ajanı olarak kullanılan doksorubisinin, lösemi hücre hatlarında hücre canlılığını

azalttığı belirlenmiştir. Etki mekanizmasının bu hücrelerde bazı apoptotik genlerin ve URG4/URGCP

ekspresyonlarının regülasyonu ile gerçekleştirdiği düşünülmektedir. Bu sonuçlar kapsamında, doksorubisinin, lösemi

tedavisinde de olası bir ajan olarak kullanılabileceği ve çeşitli ajanlarla birlikte kombine olarak kullanılarak lösemi

tedavi etkinliği arttırılabilir.

P-24 / FANKONİ ANEMİLİ HASTALARDA MUTASYON SPEKTRUMU: SEKİZ

MUTASYONUN İLK DEFA TANIMLANMASI

Aslı ECE SOLMAZ1, Hüseyin ONAY1, Esra IŞIK2, Bilçağ AKGÜN2, Tahir ATİK2, Ferda

ÖZKINAY1, 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve

Hastalıkları Anabilim Dalı,

Fankoni anemisi otozomal resesif geçiş gösteren, klinik ve genetik olarak oldukça heterojen bir hastalıktır. İnsidansı

yaklaşık 350000’de 1 olup ülkemiz gibi akraba evliliğinin yaygın olduğu toplumlarda daha sıklıkla görülmektedir.

Başlıca bulgusu aplastik anemi olmakla birlikte olguların %60-75’inde kısa boy, cilt bulguları, ekstremite anomalileri,

genitoüriner sistem sorunları ve gelişme geriliği gibi konjenital anomaliler görülebilmektedir. Fankoni anemisinden

sorumlu olduğu saptanan 16 gen DNA tamir yolağında yer alır ve kromozomal dengesizliğe yol açar. Bu sebeple

hastalarda akut myeloblastik lösemi başta olmak üzere kansere yatkınlık oluşmaktadır.

Bu çalışmada Fankoni anemisi ön tanısı ile izlenen 16 hastanın moleküler test sonuçları değerlendirildi. Hedeflenmiş

yeni nesil dizi analizi ile Fankoni anemisine sebep olduğu bilinen 16 fankoni geninin tüm kodlayıcı ekzon ve ekzon-

intron birleşkeleri değerlendirildi.

Çalışmaya alınan 16 hastanın 11’inde, 12 farklı mutasyon saptandı. Saptanan mutasyonlar 8 olguda homozigot, 1

olguda birleşik heterozigot, 2 olguda ise heterozigot olarak saptandı. FANCA geninde hepsi yeni olmak üzere 7 farklı

mutasyon, FANCG geninde 1 yeni mutasyon ve FANCC, FANCE, FANCL VE FANCJ (BRIP1) genlerinde ise 1’er

tanımlı mutasyon saptandı.

Bu çalışma Fankoni anemisi ve mutasyon spektrumu ile ilgili Türkiye’de yapılan ilk çalışmadır. Sonuçlar tüm

dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Fankoni anemisinin genetik olarak oldukça heterojen bir hastalık olduğunu

göstermektedir.

P-25 / FANKONİ APLASTİK ANEMİSİ TANILI 14 OLGUNUN KLİNİK

DEĞERLENDİRİLMESİ

Maryam BARGHİ1, Nilay GÜNEŞ1, Tiraje CELKAN2, Gülnihal ÖZDEMİR2, Beyhan

TÜYSÜZ1, 1İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Genetik

Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul,

Fankoni anemisi(FA), konjenital anomaliler, kemik iliği yetmezliği, kansere eğilim ve çapraz bağlayıcı ajanlarla

hücresel duyarlılıkla karakterize edilen otozomal resesif (OR) kalıtım gösteren nadir bir hastalıktır. Büyüme geriliği ve

dismorfik bulgularla birlikte 6-8 yaş civarında başlayan ilerleyici aplastik anemi hastalığın en önemli bulgularıdır.

Anemi, nötropeni, trombositopeni ve kemik iliği yetmezliğiyle sonuçlanan pansitopeni hematolojik problemler

arasındadır. Hiper/hipopigmentasyon, café-au-lait lekeleri, boy kısalığı, başparmak kısalığı veya yokluğu, radial

defekt en sık görülen iskelet anomalileridir. Hastalığın tanısı fizik ve hematolojik bulguların yanısıra diepoxybutane

(DEB) ve mitomisin C (MMC) gibi DNA’ya hasar veren ajanlarla artmış kromozomal kırık tespitine dayanır. Bu

sunumun amacı FA tanılı olguların klinik değerlendirmesidir.

İncelemeye aldığımız 14 hastada parental akraba evliliği öyküsü, hastaların klinik bulguları ve tanı metodları dosya

taraması ile incelendi. Hastaların tanısı klinik bulgu ve DEB testi pozitifliği ile kondu.

14 hastada parental akraba evliliği oranı %78’di. Boy kısalığı (%92), parmak anomalileri (%78) ve hematolojik

problemler (%71) hastalardaki en sık klinik bulgulardı. Hastalarda ayrıca dismorfik bulgular (%57), cilt bulguları

olarak café-au-lait lekeleri (%71) ve hipo/hiper pigmentasyon (%28), hafif işitme kaybı (%42), böbrek anomalisi

(%28) ve endokrinopati (%21) bulunmaktaydı. Hematolojik problem olarak 5 hastada anemi, 3 hastada

trombositopeni, 1 hastada pansitopeni, 1 hastada lökopeni mevcuttu. Hastaların hiçbirinde malignite gelişmedi. Klinik

tanılı 14 hastadan 10`unda DEB testine duyarlılık pozitif saptandı.

FA, OR kalıtılan bu nedenle tekrar riski olan, ciddi hematolojik ve iskelet problemi ile yaşam kalitesini bozan bir

hastalıktır. Erken dönemde hematolojik problemler olmadığından dismorfik bulgularla tanı konulması gerekir.

Hastalık, kansere predispozandır. Akut myeloblastik lösemi (AML) gelişme riski 15.000 kat artarken, 40 yaş öncesi

Myelodisplastik Sendrom veya AML gelişme riski %52 civarındadır. Bu nedenle hastalar hematolojik açıdan takip

edilmelidir. 15 farklı komplemantasyon grup genleri FA’e neden olmaktadır. Özellikle A grubuna ait patojenik

varyant taşıyan hastalarda erken başlangıçlı anemi ve lösemi insidansında artış bulunabilmektedir. Sunulan 14

hastanın tiplendirilmesi için moleküler tanılarının yapılması planlanmıştır.

P-26 / HATAY İLİNDEKİ ALFA TALASEMİ HASTALARININ MUTASYON

(DELESYON/DUPLİKASYON) SPEKTRUMUNUN ARAŞTIRILMASI

Özgür ALDEMİR1, Gül İLHAN2, M. Fatih DAĞLI1, Hasan KAYA2, 1Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik, 2Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları

Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı,

AMAÇ: Çalışmamızın amacı, Hatay ilinin alfa talasemi mutasyon spektrumunun Türkiye geneli ile karşılaştırılmasıdır

ve merkezimize ait alfa talasemi mutasyon çeşitliliğinin gösterilmesidir. Alfa talasemi ön tanılı 854 hastanın

delesyon/mutasyon sıklıklarını belirlemeyi ve genotip- fenotip ilişkisini göstermeyi amaçlamaktadır. YÖNTEM:

2014-2015 yılları arasında Mustafa Kemal Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Tıbbi Genetik A.D.

Moleküler Genetik laboratuvarına gelen alfa talasemi hastası ve/veya taşıyıcı şüphesi olan 854 kan örneğinden elde

edilen DNA’lardan reverse dot-blot hibridizasyon yöntemi ile sık görülen mutasyonlar (delesyon, duplikasyon)

araştırılmıştır. Hatay ili genelinde Alfa talasemi yaygın görülen tek gen hastalığıdır ve bölgenin en önemli halk sağlığı

sorunlarından biridir. Hatay ili genelinde doğrudan merkezimize başvuran hastalarında ve/veya evlilik öncesi talasemi

tarama programı için İl Sağlık Müdürlüğü Halk Sağlığı Merkezinden ve Hatay Devlet hastanesinden merkezimize

refere edilen alfa talasemi hastalarında delesyon/duplikasyon analizleri yapılmıştır. BULGULAR: Çalışmamızda Alfa

globin geninde en sık görülen mutasyon α3.7 delesyonu bulunmuştur. Çalışmamızda 15 hastada homozigot - α3.7 / -

α3.7 delesyonu, 128 hastada α3.7 heterozigot delesyonu, 6 hastada - - Med / aa delesyonu ve 8 hastada (ααα)anti 3.7 /

aa triple alfa genotipi rapor edilmiştir. SONUÇLAR: Son iki yıl içerisinde merkezimizde değerlendirilen mutasyon

çeşitliliği Türkiye genelindeki merkezlerin verileriyle karşılaştırıldı ve en sık görülen mutasyon sıralamasının benzer

olduğu ve fakat merkezimize ait (ααα)anti 3.7 / aa triple alfa genotipine sahip hasta sayısının - - Med / aa delesyonu

olan hasta sayısından yüksek olduğu görülmüştür. Hastalara, taşıyıcılara ve ailelerine genetik danışmanlık hizmeti

verilmiş.

P-27 / HEMATOLOJİK MALİGNİTELERDE FÜZYON GENE NEDEN OLAN,

NADİR GÖZLENEN KROMOZOM 8 KISA KOL TRANSLOKASYONLARI

Sevgi IŞIK1, O. Meltem AKAY1, Z. Canan ÖZDEMİR1, Özcan BÖR1, Oğuz ÇİLİNGİR1,

Hüseyin ASLAN1, Muhsin ÖZDEMİR1, Sevilhan ARTAN1, Beyhan DURAK ARAS1 1Eskişehir Osmangazi Üniversitesi,

Nadir gözlenen, füzyon gene neden olan kromozom 8 kısa kol translokasyonlarının olgular eşliğinde prognostik

önemlerinin ortaya konulmasına katkıda bulunmak.

Üç farklı olguya (2 AML, 1 T-hücreli lenfoma) kemik iliği aspirasyonu sonrası klasik sitogenetik analiz (KSA) ve

FISH analizi yapılmıştır.

Kanser sitogenetiği laboratuarımızda yapılan KSA sonucunda iki olguda (1 AML, 1 T-hücreli lenfoma) t(8;13), bir

olguda (AML) t(8;16) anomalisi saptanmıştır. Sadece T-hücreli lenfoma olgusunda t(8;13) izole gözlenirken, diğer

olgularımızda kompleks karyotip tespit edilmiştir. Olgularımızdan t(8;13) anomalisinine sahip AML hastasında (olgu

1) aynı zamanda diğer homolog 8. Kromozomun 21 ile translokasyona girdiği gözlenmiştir. Vidaza tedavisi alan hasta

tedavi sürecinde kaybedilmiştir. İzole t(8;13) anomalisine sahip T-hücreli lenfoma olgumuz (olgu 2) ise 6 kür

kemoterapi aldıktan sonra remisyona girmiştir ve takip altındadır. Diğer AML olgumuzda (olgu 3) ise t(8;16) ve

kromozom 7 uzun kol delesyonunu içeren kompleks karyotip saptanmıştır ve olgumuz tedavi sürecinde

kaybedilmiştir.

Kromozom 8’in kısa kolunda bulunan FGFR1 geninin anomalileri nadir gözlenmektedir ve prognostik açıdan kötü

olduğu bildirilmiştir. Literatürde t(8;13) anomalisine ek anomali olarak genellikle trizomi 21 raporlanmıştır.

Edindiğimiz bilgiler doğrultusunda, olgu 1, homolog kromozom 8’de t(8;21) saptanması açısından ilk olgudur ve

tedavi sürecinde yaşamını yitirmiştir. Olgu 2 ise remisyonda takip altındadır. Literatürde kromozom 8’de lokalize

KAT6A’nın rol oynadığı t(8;16) anomalisine nadiren, ek olarak kromozom 7 anomalilerinin eşlik ettiği belirtilmekte

olup, olgu 3’te de delesyon 7q saptanmıştır. Yine literatürde de belirtildiği gibi klinik olarak, vasküler koagülasyon ve

ekstra medüller infiltrasyon gözlenen olgu tedavi sürecinde kaybedilmiştir. Bu nadir translokasyonlar sonucunda

oluşan FGFR1-ZMYM2 ve KAT6A-CREBBP füzyon genleri hastalık patogenezinden sorumlu tutulmaktadır ve kötü

prognoza sebep oldukları bildirilmektedir. Bizim olgularımızdan da ikisinin kompleks karyotip göstermesi bu

translokasyonların patogeneze etkisini açıklamamızı zorlaştırmaktadır. Ancak izole t(8;13) anomalisi gösteren olgu

2’nin remisyonda olması dikkat çekicidir. Prognoza etkilerinin tam olarak anlaşılabilmesi için daha çok sayısıda

olguya ihtiyaç duyulmaktadır.

P-28 / HEMOFAGOSİTİK LENFOHİSTİOSİTOZ İLE PREZENTE OLAN HAX 1

MUTASYONU POZİTİF OLGULAR

Tuba Hilkay KARAPINAR1, Deniz YILMAZ KARAPINAR2, Yeşim OYMAK1, Yılmaz

AY1, Bengü DEMİRAĞ1, Ayça AYKUT3, Hüseyin ONAY3, Filiz HAZAN4, Yeşim

AYDINOK2, Ferda ÖZKINAY3 1Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Kliniği, Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları Ve Cerrahisi Eğitim Ve Araştırma

Hastanesi, İzmir, 2Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir, 3Tıbbi Genetik Ana Bilim

Dalı, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir, 4Genetik Birimi, Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları Ve Cerrahisi Eğitim

Ve Araştırma Hastanesi, İzmir,

11. yazar: Canan Vergin,Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Kliniği, Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim

ve Araştırma Hastanesi, İzmir Ailevi HLH otozomal resesif geçişli olup perforin geni veya sitotoksik granüllerin

ekzositozu için önemli genlerde oluşan mutasyonlar sonucu ortaya çıkmaktadır ancak halen daha vakaların yaklaşık %

10 kadarında genetik temel açıklanamamıştır. Bu çalışmada, hastaneye ilk başvurusu HLH atağı ile olan, sonraki

izlemlerinde Kostman sendromu tanısı alan 3 hastada izlenen 4 HLH atağı ve HLH atağı ile gelen olası Kostman

sendromu tanılı 1 hasta olmak üzere 4 hasta sunulmuştur.

İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi

Çocuk Hematoloji Klinikleri tarafından izlenmekte olan konjenital nötropeni tanılı hastaların retrospektif

değerlendirmesi ile çalışma yapılmıştır.

Kostman sendromu tanılı hastalar: Çalışmaya alınan hastaların hastaneye ilk gelişleri HLH atağı ile olup primer HLH

için istenen sintaksin, perforin mutasyonları hepsinde negatifti. UNC13D mutasyon analizi bir hasta hariç tüm

hastalarda negatifti. Bir hastada UNC13D geninde (2 numaralı hasta) IVS2 c.154-19 G>A (homozigot) ve IVS21

c.1992+5G>A (homozigot) varyasyonları saptandı. Her iki varyasyon da daha önce bilgi bankalarında kayıtlı

polimorfizmdi. Hastaların HLH atakları sırasındaki bulguları, Histiosit Topluluğu HLH tanı kriterlerine göre

değerlendirildi. Hastaların atak sırasındaki bulguları Tablo 1’de verilmiştir. Tüm hastalar ataklar sırasında 20 aylıktan

küçüktü. Ataklardan sonra izole nötropeninin persiste etmesi üzerine konjenital nötropeni açısından yapılan

tetkiklerinde tüm hastalarda homozigot HAX1 mutasyonu (c.130-131 ins A) saptandı. G-CSF tedavisi başlandıktan

sonra HLH atağı izlenmedi. Olası Kostman sendromu tanılı hasta: Bu hasta aynı zamanda 2 numaralı hastanın

kardeşiydi ve HLH tedavisinin 7. gününde kaybedildi. Dokuz aylıkken HLH atağı ile hastaneye yattığında kardeşinde

daha önceden tespit edilmiş olan UNC13D varyasyonları bu hastada negatif olarak bulundu. Hastanın HLH ile bize

başvurmadan önce 2 kez akciğer enfeksiyonu nedeniyle başka birimlerde tedavi edildiği öğrenildi ve o dönemdeki tam

kan sayımları incelendiğinde hepsinde nötropeni olduğu görüldü. Kardeşinde homozigot HAX1 mutasyonu da

olduğundan bu hastanın eldeki mevcut kan yayma preparatlarından HAX1 mutasyonu çalışılması planlandı ancak

örneklerin hiçbirinden genetik analiz çalışılacak şekilde optimal DNA elde edilemedi.

Literatürde HAX1 mutasyonu ile HLH arasındaki ilişkiye yönelik bir çalışma bulunmamaktadır. HLH atağı

sonrasında izole nötropeninin devam ettiği olgularda erken G-CSF tedavisine başlanmalı ve Kostman Sendromu

olasılığı açısından HAX1 mutasyonu çalışılması düşünülmelidir.

P-29 / HEMOGLOBİNOPATİ TARAMALARINDA MOLEKÜLER ANALİZİN YERİ

Duran CANATAN1, Serpil DELİBAŞ2, Gülsüm YAZICI3, Vildan ÇİFTÇİ4, Emel

ÖZTÜRK4, Turker BİLGEN5, İbrahim KESER6, 1Akdeniz Kan Hastalıkları Vakfı - Hemoglobinopati Tanı Merkezi, Antalya, 2Kdeniz Kan Hastalıkları Vakfı -

Hemoglobinopati Tanı Merkezi, Antalya, 3Antalya Genetik Hastalıklar Tanı Merkezi, Antalya, 4Ntalya Genetik

Hastalıklar Tanı Merkezi, Antalya, 5Namık Kemal Üniversitesi, Nabyltem, Tekirdağ, 6Akdeniz Üniversitesi Tıp

Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Ve Genetik Anabilim Dalı, Antalya,

Hemoglobinopatiler ülkemizde önemli bir halk sağlığı sorunudur. Ülkemizde 2003 yılında başlatılan Hemoglobinopati

Önleme Programı çerçevesinde, 33 ilde 37 birinci basamak Hemoglobinopati Tanı merkezi kurularak yeni hasta

doğumu %90 önlenmiştir. Hemoglobinopati taramalarında ilk yıllar hemoglobin elektroforezi son yıllarda kapiller

elektroforez ve yüksek performanslı likid kromatografi (HPLC) yöntemleri uygulanmaktadır. Bu çalışmada, son iki

yıldan beri kullandığımız HPLC sonuçlarını moleküler analiz yaparak, bulunan moleküler analiz sonuçlarını HPLC

sonuçları ile karşılaştırmak ve moleküler genetik analizin önemini vurgulamayı amaçladık

Hemoglobinopati tanı merkezine gelen tüm çiftlere bilgilendirme ve onam belgesi alındıktan sonra, alınan kan

örneklerinde tam kan sayımı ve HPLC yöntemi uygulanmıştır. Anormal hemoglobinlerin moleküler analizleri Antalya

Genetik Hastalıklar Tanı merkezinde yapılmıştır.

Son iki yılda 13.902 kan örneğinden kan sayımı ve HPLC testi yapılmış, çıkan sonuçlardan 61 tanesinde anormal

hemoglobin veya anormal bant (%0.43) bulunmuştur. Bunların 19’u Hb D (31.1), 14’ü Hb S(%22.9), 11’I Hb E(%18)

3’ü Hb C (%4.9) ve 14’ü anormal protein bandı (%22.9) olarak sonuçlanmıştır. Tüm örneklerde moleküler dizi analizi

yapılmıştır. Hb D bulunan 19 örnekten 16 Hb D Punjab (%84.2), 1 G-Coushatta, 1 Hb G-Waimanalo, 1 normal sonuç

bulunmuştur. Hb S bulunan 14 örnekten 13 HbS (%92.8) ve 1 normal sonuç, Hb E bulunan 11 örnekten 2 Hb

E(%18.1), 8 Hb G Coushatta ve 1 normal sonuç, Hb C bulunan 3 örnekten 2 Hb C(%66,6) 1 normal sonuç ve

Anormal protein bandı bulunan 14 örnekten 7 normal sonuç (%50), 2 Hb O Arap, 2 IVS2.1(G>A), 1 Hb S, 1 -

30(T>A), 1 -56(G>C) ve 1 Hb Fontainebleau bulunmuştur

Bu çalışmanın sonucuna göre, taramalarda ve moleküler analizde çıkan farklı sonuçlar dikkate alınarak, merkezlerde

çalışan hekimlerin ve aile hekimlerinin hukuki ve etik sorunlar ile karşılaşmaması için, mutlaka tüm anormal

hemoglobinin ve bantların moleküler analizini yaptırmalarını öner melidirler.

P-30 / HETEROZİGOT MUNCH MUTASYONU İLE KARAKTERİZE PRİMER

HEMOFAGOSİTİK LENFOHİSTİYOSİTOZ

Hüseyin TOKGÖZ1, Ümran ÇALIŞKAN1, Günay BALTA2, Alphan KÜPESİZ3, 1Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bd, 2Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi

Çocuk Hematoloji Bd, Moleküler Biyoloji Ve Genetik Bd, 3Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji

Bilim Dalı,

Familyal hemofagositik lenfohistiyositoz (HLH), lenfosit ve histiyositlerin kontrolsüz çoğalması, infiltrasyonu ve aşırı

sitokin salınımı ile karakterize bir konjenital multisistem hastalığıdır. Perforin, sintaxin ve munch mutasyonları,

familyal HLH de en sık görülen mutasyonlardır.

Dört aylık kız hasta, yüksek ateş şikâyeti ile başvurdu. Anne baba akrabalığı mevcut olmayan hastanın 2 sağlıklı

kardeşi mevcuttu, annesinin bir kez ölü doğum yaptığı öğrenildi. Fizik bakısında cilt ve mukozalar soluk, karaciğer 3-

4 cm, dalak 5-6 cm ele gelmekte idi. Tam kan sayımında BK:5300, ANS:1500 Hb:7,9 PLT:47000 idi. Kemik iliği

aspirasyonunda malign infiltrasyon olmaksızın çok sayıda hemofagositik hücre izlendi. Kültürlerinde üreme olmadı.

Yüksek ateş, pansitopeni, splenomegali, hiperferritinemi, hipofibrinojenemi, hipertrigliseridemi gibi bulgulara

dayanarak hastaya HLH tanısı kondu. HLH 2004 kemoterapi protokolü başlandı.

Yaşı itibariyle primer HLH düşünülen hastadan Ege Tıp Fakültesi Genetik bölümünde çalıştırılan perforin ve sintaksin

gen mutasyonu negatifti, o dönemde Munch mutasyonu çalıştırma imkânımız olmadı. HLA taramasında aile için HLA

uygun verici saptanmadı. Hastanın 8 haftalık HLH tedavisi tamamlandıktan sonra, primer HLH kesin ispatlanamadığı

için tedavisi kesildi. Tedavi kesiminden yaklaşık bir ay sonra hasta yüksek ateş, belirgin hepatosplenomegali,

pansitopeni ve nöbet geçirme şikâyeti ile geldi. Hastaya lomber ponksiyon yapıldı ve BOS’ta hemofagositik hücreler

olduğu görüldü, BOS kültüründe üreme olmadı. Mevcut bulgularla hastada sistemik ve santral HLH reaktivasyonu

düşünüldü ve tedaviye yeniden başlandı. Munch 13-4 R214X mutasyonu Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk

Hematoloji Bölümünde çalışıldı ve hastamızda, annesinde ve babasında heterozigot olarak saptandı. Hastaya başarılı

bir kök hücre nakli yapıldı. Hasta genel durumu iyi olarak takip edilmektedir.

Hastamızda relaps gösteren ve santral sinir sistemi relapsı gelişen HLH klinik tablosu olması nedeniyle primer HLH

düşünülmüştür. Hastada, annede ve babada heterozigot Munch 13-4 R214X mutasyonu olmasına rağmen her iki

ebeveynin bu yaşa kadar HLH kliniğinin olmaması ve hastamızda primer HLH gelişmesi, gerek munch geninde

gerekse HLH yi indükleyebilecek başka genlerde olabilecek bir akkiz mutasyon olması ile açıklanabilir (1).

P-31 / HODGKİN LENFOMALI BİR OLGUDA T(X;2)(Q11;P23)

TRANSLOKASYONU

Mine BALASAR1, Pelin TAŞDEMİR1, Pembe OLTULU2, Handan ÇİPİL3, 1Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, 2Necmettin Erbakan

Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı, 3Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp

Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı,

Hodgkin Lenfoma, B tipi lenfoid hücrelerden köken alan ve genellikle genç yaşlarda gözlenen (20-35 yaş) bir kanser

türüdür. Dünyada görülen lenfomaların %10’unu, genç yaş kanserlerinin ise yaklaşık %15’ini oluşturmaktadır.

İnsidansı yaş, cinsiyet, etnik köken, jeografik lokasyon ve sosyoekonomik duruma göre değişebilmektedir. Ortalama 5

yıllık yaşam süresi %85’dir. Hodgkin Lenfoma’da kemik iliği tutulumu ileri yaşta, sistemik semptomları olan

bireylerde gözlenmekte ve hastalığın ileri safhada olduğunu göstermektedir. Bu çalışmamızda yeni nodüler sklerozan

tip Hodgkin Lenfoma tanısı almış ve kemik iliğinden yapılan sitogenetik analizde t(X;2)(q11;p23) translokasyonu

gözlenen bir genç erkek olgu sunulmuştur.

Hastanın kemik iliğinden elde edilen hücrelerinden kültür yapılmış ve elde edilen metafazlarda Giemsa boyama ile

kromozomlar gösterilmiştir. 7 metafazda t(X;2) gözlenmiş ve kırık noktaları tanımlamak için ALK (2p23.2-p23.1),

XİST (Xq13.2 ve DXZ1 sentromer)(Cytocell, UK) FISH probları uygulanmıştır.

Boyunda kitle şikayeti ile başvuran 32 yaşında erkek hastaya servikal lenf nodu biyopsisi uygulanmış, histopatolojik

inceleme sonucunda Nodüler Sklerozan Tip Klasik Hodgkin Lenfoma tanısı almıştır. Tedavi öncesinde kemik iliği

biyopsisi yapılmış olup genetik ve patolojik değerlendirmeye alınmıştır. Genetik sitogenetik analizde t(X;2)(q11;p23)

translokasyonu tanımlanmıştır. Metafaz kromozomlarına ALK ve XİST FISH probları (Cytocell, UK) uygulanmış ve

derivatif 2 nolu kromozomun üzerinde ALK geninin (2p23) ve Xq11 bölgesinde yer alan XIST geninin bulunduğu,

derivatif X kromozomu üzerinde ise X sentromer sinyalinin bulunduğu gözlenmiştir. Böylece mevcut translokasyona

ALK geninin karışmadığı tespit edilmiştir.

Anaplastik büyük hücreli lenfomalarda 2 nolu kromozom üzerinde bulunan ALK genini içeren translokasyonlar %50

oranında gözlenmektedir ve kötü prognoz ile ilişkilendirilmektedir. t(X;2) (q11;p23) translokasyonu ise oldukça nadir

görülmektedir. Hodgkin Lenfoma’da histopatolojik alt tipler için bugüne kadar herhangi bir kromozomal

translokasyon tanımlanmamıştır. Sunulan olguda Nodüler Sklerozan tip Hodgkin Lenfoma’da kemik iliği hücrelerinde

ALK geni yeniden düzenlenmesi olmaksızın t(X;2)(q11;p23) translokasyonu tespit edilmiştir. Bilindiği kadarıyla

literatürde böyle bir olgu bulunmadığından literatüre katkı amacıyla olgumuz sunulmuştur.

P-32 / İDİOPATİK GENERALİZE EPİLEPSİLERİNDE POTASYUM İYON

KANALLARI GEN POLİMORFİZMLERİNİN ETKİNLİĞİ

Alper DAİ1, Safinur KOSKA1,

Amaç: Çocukluk çağı epilepsilerinde KCNJ10 gen polimorfizminin epilepsi tipleriyle ve dirençli epilepsi ile ilişkisi

olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır. Çalışılan polimorfizmlerin bir fonksiyonu olup olmadığının belirlenmesi

hastalığın tanı, tedavi ve patogeneziyle ilgili araştırma ve uygulamalara yeni açılımlar sağlayabilecek ve çocukluk çağı

epilepsilerinin önlenmesi ve yeni tedavi hedeflerinin belirlenebilmesi ile ilgili önemli bilgiler verecektir.

Materyal ve Metod: Bu çalışma 200 hasta, 200 kontrol grubu olmak üzere toplam 400 çocuk ile yapıldı. Tüm

hastaların yaşı, cinsiyet, mental retardasyon durumu, dirençli epilepsi durumu ve epilepsi alt tipleri bulguları

kaydedildi. Hasta ve kotrol grubundan alınan kanlardan öncelikle DNA eldesi yapıldı. KCNJ10 gen bölgelerinin PCR

yöntemiyle çoğaltılması işlemi yapıldı. DNA dizileme işleminin ardından her gen bölgesi için SNP (tek nükleotid

polimorfizmi) değişimi olan diziler tespit edilmiştir.

Sonuçlar: KCNJ10 geni SNP3 bölgesinde G/T genotipinin hasta grubunda istatistiksel olarak anlamlı ilişki olduğu

saptandı (p=0.037, OR=1,599). Ayrıca tonik klonik febril konvülsiyonlu hastalarda G/T genotipinin sıklığının

istatistiksel olarak artmış olduğu saptandı (p=0.0015, OR=2,4). Tonik klonik febril konvülsiyonlu hastalarda T

allelinin yine istatistiksel olarak artmış olduğu saptandı (p=0.0148, OR=1,752). Mental retardasyon ile erkek cinsiyet

arasında ilişki saptandı (p=0.046) KCNJ10 geni SNP1 ve SNP2 bölgesiyle epilepsi arasında istatistiksel olarak anlamlı

bir ilişki saptanmadı.

Yorum: Çocukluk çağı epilepsilerinde G/T genotipinin epilepsiye ve T allelinin ise tonik klonik febril konvülsiyona

yatkınlıkta muhtemel bir rolü olduğu kanaatindeyiz.

P-33 / İMATİNİB TEDAVİSİNE DİRENÇ GÖSTEREN KRONİK MİYELOİD

LÖSEMİ HASTALARINDA BCR-ABL GENİ KİNAZ BÖLGESİ

MUTASYONLARININ BELİRLENMESİ VE KLİNİKLE İLİŞKİSİ

Betül KOÇKAN1, Tayfur TOPTAŞ2, Işık ATAGÜNDÜZ2, Ayşe Tülin TUĞLULAR2, Ayşe

ÖZER1, Mustafa AKKİPRİK1, 1Marmara Üniversitesi Tıp Fak. Tıbbi Biyoloji AD., 2Marmara Üniversitesi Tıp Fak. Hematoloji,

Bu çalışmada, Philadelphia kromozomu pozitif olan Kronik Miyeleoid Lösemi hastalarında BCR-ABL geni kinaz

bölgesi mutasyonlarını ve frekanslarını dizi analizi yöntemi ile belirlemek ve belirlenen mutasyonların klinik açıdan

önemini değerlendirmek amaçlanmıştır. Ayrıca KML’de tanı ve tedavi sürecinde mutasyon analizi yapmanın önemini

vurgulamak ve rutin kullanıma geçmesini desteklemek planlanmıştır.

Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Bölümü’ne KML tanı ve tedavi takibi için

başvuran ve İmatinib tedavisi gören hastalar ile Nilotinib ve Dasatinib tedavisi gören İmatinib dirençli hastalardan

alınan kan örnekleri kullanılarak, periferal kandan RNA izolasyonu, ardından cDNA sentezi yapılmıştır. ABL geninin

4-8 ekzonları spesifik primerler kullanılarak Nested PCR ile amplifiye edilmiş ve DNA dizi analizi yöntemi ile

sekanslanmıştır.

Çalışmaya dahil edilen 45 hastanın 11’inde (%24.44) BCR-ABL geni kinaz domain mutasyonu tespit edilmiştir. Bu

mutasyonlar; 4 hastada E255K (%8.8), 2 hastada D241G (% 4.4), 2 hastada C369C (% 4.4), 1 hastada A366V (%2.2),

1 hastada K285N (%2.2) ve 1 hastada A380T (%2.2) mutasyonlarıdır.

BCR-ABL geni kinaz domain mutasyonları, İmatinib tedavisine suboptimal yanıt, yanıt kaybı ve direncin ana

sebeplerinden biridir. Özellikle 4 hastada tespit edilen E255K mutasyonu İmatinib ve Nilotinib tedavisine direnç ile

karakterize olan bir mutasyondur.

P-34 / JAK2 V617F MUTASYONU SAPTANMAYAN MİYELOPRİLİFERATİF

NEOPLAZİ OLGULARINDA CALRETİCULİN MUTASYONLARININ

ARAŞTIRILMASI

ÖZGÜR KIRBIYIK1, ÖZGE ÖZER KAYA1, BERK ÖZYILMAZ1, ALTUĞ KOÇ1,

YAŞAR BEKİR KUTBAY1, TAHA REŞİD ÖZDEMİR1, CENGİZ CEYLAN2, GÜLNUR

GÖRGÜN2, 1TEPECİK EAH GENETİK HASTALIKLAR TANI MERKEZİ, 2TEPECİK EAH HEMATOLOJİ BİLİM DALI,

BCR-ABL füzyonu saptanmayan Miyeloproliferatif Neoplazi (MPN) olgularının yaklaşık %60’ında JAK2 ya da MPL

mutasyonu saptanmaktadır. Calreticulin(CALR) geni ekzon 9 mutasyonları, yakın zamanda JAK2 negatif ve MPL

negatif MPN hastalarında rapor edilmiştir. CALR mutasyonları, JAK’ ve MPL negatif Esansiyel Trombositoz(ET)

vakalarının yaklaşık %50-70 kadarında, Primer Myelofibrozis (PM) vakalarının ise %60-90 kadarında bildirilmiştir.

Tanımlanan CALR mutasyonlarının büyük çoğunluğu 52 bp delesyon (Tip I Mutasyon) ve 5 bp insersiyon (Tip II

Mutasyon) olmakla birlikte farklı mutasyonlar da bildirilmiştir.CALR mutasyonları hastalık gelişiminin erken

dönemlerinde kazanılır ve JAK/STAT sinyal yolağının uyarılmasına neden olur. CALR Tip I Mutasyonu taşıyan PM

olgularında prognozun oldukça iyi seyirli olduğu bildirilmesine karşın ET için böyle bir ilişki bildirilmemiştir. Tip II

Mutasyon taşıyan PM olgularında prognozun daha kötü seyirli olduğuna dair veriler de bildirilmiştir. Bu çalışmada

JAK2 V617F mutasyonu saptanmayan MPN olgularında CALR ekzon 9 mutasyonlarının araştırılması amaçlanmıştır.

Haziran 2015 tarihinden itibaren MPN ön tanısı ile başvuran olgulara RT PCR yöntemi ile JAK2 V617F mutasyonu

varlığı araştırılmıştır. Mutasyon saptanmayan olgularda ise Sanger Dizi Analizi yöntemi ile CALR geni 9. Ekzonu

dizilenmiştir.

MPN ön tanısı ile başvuran 113 olgunun 35’inde (%30,97) JAK2 V617F mutasyonu saptanmıştır. Mutasyon

saptanmayan 78 olgunun da 20’sinde (%25,64) CALR Ekzon 9 mutasyonu tespit edilmiştir.

CALR mutasyonları özellikle JAK2 mutasyonu saptanmayan MPN olgularının etiyolojisinde önemli rol

oynamaktadır.

P-35 / KML VE ALL TANILI HASTALARDA BCR/ABL FÜZYON GENİ

MUTASYONLARININ TARANMASI

SERAP ARSLAN1, OĞUZ ÇİLİNGİR1, HÜSEYİN ASLAN1, O.MELTEM AKAY2,

BEYHAN DURAK ARAS1, MUHSİN ÖZDEMİR1, SEVİLHAN ARTAN1, 1ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ TIBBİGENETİK A.B.D., 2ESOGÜ TIP FAKÜLTESİ HEMATOLOJİ B.D.,

İlaç direncini aşabilmek, remisyonu sağlayabilmek ve hastaların sağ kalım oranını artırabilmek için bu mutasyonların

moleküler düzeyde taranması önem arz etmektedir.Bu nedenle biz de yaptığımız bu çalışma ile KML ve ALL tanılı

hastalarda direnç gelişiminin nedenini tespit etmek ve buna göre hastalığın tedavisinde izlenecek algoritmayı

belirleyebilmeyi amaçlıyoruz.

Çalışmamızda kan ve kemik iliği örneklerinden, MagNA Pure Compact Nucleic Acid Isolation (Roche) kitleri

kullanılarak DNA'ları elde edilmiştir. İzole edilen DNA örneklerinden (~10-100ng) toplam 25 µl’lik volümde miks

hazırlanarak PCR ürünleri elde edilmiştir.PCR koşulları; 94 °C 5 dk, 94 °C 30 sn, 55 °C 30 sn, 72 °C 30 sn, 72 °C 10

dk, 35 döngü olarak uygulanmıştır.PCR ürünlerinin Exonuclease I ve SAP enzimi ile pürfikasyonundan sonra 3130

ABI ile kapiller elektroforez yapılarak, minisekans SNaPshot analiz yöntemi uygulanmıştır.

Çalışmamızda,39 hasta KML-ALL olgu, 20 hasta KML kontrol grubu( Ph+ KML) olarak çalışılmıştır.KML dirençli

grubunda E/K oranı:13E/16K, ALL hasta grubunda E/K oranı:7E/3K, kontrol grubunda E/K

oranı:12E/8K.Çalışmamız sonucunda 59 hastadan 1’inde (%1.69) G250E mutasyonu saptadık. Literatürde G250E

mutasyonunun görülme sıklığı yaklaşık % 4-6 arasındadır. Sonucumuz literatür ile uyumlu çıkmamıştır.İncelediğimiz

diğer 5 mutasyon ise(Y253H, E255K, T315I, F317L ve M351T)hiçbir hastada tespit edilmemiştir.

BCR/ABL geni üzerindeki mutasyon tiplerinin belirlenmesi, tanı ve tedaviye yanıtta önemlidir.Çalışılan 59 hastadan

sadece 1’inde G250E mutasyonu saptanmıştır (%1.69). Aynı zamanda bu çalışmada 6 farklı mutasyonun sıklığını

taramayı da amaçladık. Elde edilen bulgular mutasyon oranlarının genel olarak literatür ile uyumlu olmadığını

göstermektedir. Bu uyumsuzluğun, çalışmada kullanılan SNaPshot tekniği ile ilgili olduğu düşünülebilir.Tespit edilen

mutasyon sayısının düşük olmasının diğer bir sebebi de; gruptaki örnek sayısının az olması olabilir.Çalışmanın budan

sonraki basamağında elde edilen sonuçların ikinci bir teknikle konfirme edilmesi amaçlanmaktadır.KML hastalarının

prognozunda direnç mekanizmasının önemi göz önüne alındığında, çalıştığımız mutasyonların

sıklığınınbelirlenebilmesi için gruplardaki örnek sayısının yüksek tutulması ve ikinci bir teknikle doğrulanması

gerekmektedir.KML ve ALL’li hastalarda mutasyon tipinin belirlenmesiyle, mutasyona uygun tedavi şeklinin

planlanmasına katkı sağlanacağı düşünülmektedir

P-36 / KONJENİTAL DİSERİTROPOETİK ANEMİ TİP 2: SEC23B GENİ

MUTASYONU SAPTANAN İKİ KARDEŞ OLGU

Özlem TÜREDİ1, Ceren Damla DURMAZ1, Elif Ünal İNCE1, Talia İLERİ1, Achille

IOLASCON1, Roberta RUSSO1, Halil Gürhan KARABULUT1,

Konjenital diseritropoetik anemi (CDA), inefektif eritropoez ve kemik iliğinde morfolojik olarak anormal

eritroblastlarla karakterize nadir görülen bir hastalıktır. CDA tip 2 (CDA II) en sık görülen tipidir ve otozomal resesif

kalıtılmaktadır. Bu hastalarda inefektif eritropoeze bağlı anemi, kemik iliğinde bi/multi nükleer eritroblastlar,

progresif splenomegali gelişmekte ve safra kesesi taşı, demir birikimine bağlı olarak siroz ve kalp yetmezliği meydana

gelebilmektedir. Klinik olarak kemik iliği değerlendirmesi ile tanı koyulabilmektedir. SEC23B geninde meydana

gelen mutasyonların hastalığa sebep olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada CDA II tanısı ile takip edilen iki kız kardeşe

ait klinik bulgular ve genetik inceleme sonuçları sunulmaktadır.

Hastalar ve anne-babaya ait periferik kandan izole edilen DNA örneklerinde dizi analizi yöntemi kullanılarak SEC23B

genine yönelik mutasyon analizi gerçekleştirilmiştir.

2,5 yaşındaki kız hastanın özgeçmişinden, uzamış sarılık nedeniyle yapılan tetkiklerinde total bilirubinin 22,25 mg/dL

olarak saptandığı ve fototerapi uygulandığı öğrenilmiştir. Anne ile babanın üçüncü derece akraba olduğu ve hastanın 5

yaşındaki ablasının da yenidoğan döneminde sarılık gelişmesi üzerine fototerapi aldığı ve bu dönemden itibaren anemi

ile takip edildiği öğrenilmiştir. Takiplerinde Hb’i 7.2 g/dL ve retikülositi %2.62 olarak saptanan hastaya eritrosit

transfüzyonu yapılmış, hepatosplenomegali nedeniyle yapılan kemik iliği morfolojik değerlendirmesinde

diseritropoetik anemi ile uyumlu olarak gözlenmiştir. Bu bulgularla CDA II tanısı ile her iki kardeşte yapılan SEC23B

genine yönelik mutasyon analizinde 4. ekzonda yanlış anlamlı c.325G>A, p.Glu109Lys mutasyonu saptanmıştır. Anne

ve baba da aynı mutasyon için heterozigot bulunmuştur.

SEC23B geni, endoplazmik retikulum ile golgi arasındaki veziküler transportta rol alan Coat protein komplex II’nin

bir komponentidir ve mutasyonlarının konjenital diseritropetik anemi tip 2 hastalığına sebep olduğu daha önceki

çalışmalarda gösterilmiştir. 20 ekzonlu SEC23B genindeki mutasyonların çoğunluğunu (%52) bizim vakamızda da

olduğu gibi yanlış anlamlı mutasyonlar oluşturmaktadır. Hastalarda genetik inceleme yapılarak sorumlu mutasyonun

saptanması, hem genetik tanı hem de gerek hastalığın prognozu gerekse sonraki gebelikler için aileye verilecek

genetik danışmanlık açısından büyük önem taşımaktadır.

P-37 / AKUT MYELOİD LÖSEMİ (AML) ÖN TANILI OLGULARIN FISH

TESTLERİNİN ANALİZİ

Burak DURMAZ1, Emin KARACA1, Hilmi BOLAT1, Burcu AKINCI2, Deniz YILMAZ

KARAPINAR2, Yeşim AYDINOK2, Mustafa DURAN3, Filiz VURAL4, Murat

TOMBULOĞLU4, Haluk AKIN, Özgür ÇOĞULU 1 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik AD., 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi,

Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları AD., Pediatrik Hematoloji BD., 3EEge Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi, İç

Hastalıkları AD., Hematoloji BD., 4Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları AD., Hematoloji BD.,

Akut miyeloid lösemi (AML) myeloid, monosit, eritroid ve megakaryositik hematopoetik prekürsörlerde

olgunlaşmanın erken dönemde durakladığı malign bir hastalık grubudur. Normal kan hücrelerinin azalmasıyla ortaya

çıkan anemi, trombositopeni ve lökosit sayı değişiklikleri gözlenmektedir. AML, lösemilerin yaklaşık %15’ini

oluşturmakta ve erişkinlerde daha sık gözlenmektedir. Etiyopatogenezi net olarak aydınlatılmamış olsa da birtakım

genetik belirteçlerin tanı, prognoz ve tedaviye yanıtta önemli olduğu bildirilmektedir.

Bu çalışmada, 2013-2015 yılları arasında laboratuvarımıza AML ön tanısı ile gönderilen toplam 244 olgu, AML ile

ilişkilendirilmiş olan AML1/ETO, BCR/ABL, PML/RARA translokasyonları ile CBFB ve MLL genleri yeniden

düzenlenmeleri açısından floresan in situ hibridizasyon (FISH) yöntemi ile incelendi ve sonuçlar retrospektif olarak

değerlendirildi.

Kliniğimizde MDS ön tanısıyla 711 olgu değerlendirilmiştir. Bunlardan 101 olguda anomali saptanmıştır; 610 olguda

herhangi bir anomali saptanmamıştır. Anomali saptanan olguların 29’unun ve anomali saptanmayan olguların 42’sinin

birden fazla tekrar kontrol tetkikleri bulunmaktadır. Başvuran olguların 270 tanesi pediatrik yaş grubu, 441 tanesi

erişkin yaş grubu olarak değerlendirildi ve yaş ortalaması 41.61±29.56 olarak saptanmıştır. Anomali saptanan

testlerdeki dağılım sırasıyla şu şekildeydi; 18 olguda (%17.82) kompleks karyotip (≥2 anomali), 18 olguda (%17.82)

trizomi 8, 13 olguda (%12.87) 13q delesyonu, 12 olguda (%11.88) 5q delesyonu, 7 olguda (%6.93) MLL yeniden

düzenlenmesi, 6 olguda (%5.94) 7q delesyonu, 5 olguda (%4.95) 20q delesyonu, 4 olguda (%3.96) monozomi 7, 4

olguda (%3.96) monozomi 8, 2 olguda (%1.98) trizomi 11, 2 olguda (%1.98) trizomi 13, 2 olguda (%1.98) monozomi

13, 2 olguda (%1.98) trizomi 20, 1 olguda (%0.99) monozomi 5, 1 olguda (%0.99) monozomi 20, 1 olguda (%0.99)

monozomi 11 ve 3 olguda (%2.97) hiperdiploidi saptanmıştır.

FISH yöntemi, konvansiyonel bantlama yöntemlerine göre hızlı sonuç alınması, kolay analiz edilmesi, çok sayıda

hücrenin incelenmesi ve yüksek çözünürlüklü sonuçların elde edilmesi bakımından avantaj sağlamaktadır. MDS ön

tanısı ile başvuran olgularda bu genetik belirteçler, tanı, özellikle prognoz, izlem ve tedavide klinisyenlere büyük yol

göstermektedir.

P-38 / KRONİK LENFOSİTER LÖSEMİ’DE FISH VE KARYOTİP

SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Erhan PARİLTAY1, Emin KARACA1, Burak DURMAZ1, Nur SOYER2, Tuba SÖZEN

TÜRK1, Mahmut TÖBÜ2, Haluk AKIN1, Fahri ŞAHİN2, Özgür ÇOĞULU1, 1EUTF-TIBBİ GENETİK, 2EUTF-İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, HEMATOLOJİ BİLİM DALI,

Kronik Lenfositer Lösemi (KLL) matür B-hücrelerinin oluşturduğu en sık lösemi tiplerinden biridir. B-hücreleri

kemik iliğinden köken alır ve lenf nodlarında olgunlaşır. Prognoz genellikle sitogenetik ve immun globülin ağır zincir

(IgVH) mutasyon durumuna bağlıdır. Olguların %80’inden fazlasında sitogenetik anomaliler gözlenir. Bu çalışma ile

bölümümüze KLL tanısıyla yönlendirilen olgularda sitogenetik ve FISH ile tespit edilen anomalilerin yayınlanması

amaçlanmıştır.

Ege Üniversitesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı’na Ocak 2013 ile Aralık 2015 tarihleri arasında floresans in situ

hibridizasyon (FISH) analizi için başvuran KLL tanılı 189 hasta da MYB, ATM, 13q, 17p delesyonu, IGH bölgesini

yeniden düzenlenmeler ve trizomi 12 açısından retrospektif olarak karyotip sonuçları ile birlikte değerlendirildi.

Ortalama yaşı 65 olan olguların 103 (%54,49) tanesi herhangi bir sitogenetik parametre açısından pozitif olarak

değerlendirilmiştir. Kromozomal yeniden düzenlenme saptanan olguların 40’ında (%38.83) kompleks karyotip,

28’inde (%27.17) 13q delesyonu, 12’sinde (%11.65) IGH yeniden düzenlenmesi, 12’sinde (%11.65)

trizomi/monozomi 12, 5’inde (%4.9) ATM delesyonu, 5’inde (%4.9) p53 delesyonu ve bir (%0.9) ATM delesyonu

FISH ile saptanmıştır. Bu sonuçlar karyotip sonuçları ile beraber değerlendirilmiştir.

KLL hastalarının değerlendirilmesinde ve prognostik faktörlerin belirlenmesinde sitogenetik/genetik parametreler

önemli yer tutmaktadır. Elde edilen sonuçlar literatür ile uyumlu olarak değerlendirilmiştir. Bu çalışma ile KLL

olgularında elde edilen veriler ile sitogenetik testlerin önemini vurgulamayı amaçlanmıştır.

P-39 / KRONİK LENFOSİTER LÖSEMİ’DE İMMÜNGLOBÜLİN AĞIR ZİNCİR

(IGH) BÖLGESİNİ DELESYONLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Emin KARACA1, Burak DURMAZ1, Dilan KÖSEOĞLU2, Haluk AKIN1, Nur SOYER2,

Fahri ŞAHİN2, Özgür ÇOĞULU1, Ferda ÖZKINAY1, 1EUTF-TIBBİ GENETİK, 2EUTF-İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı ,

Kronik Lenfositer Lösemi (KLL) matür B-hücrelerinin oluşturduğu en sık lösemi tiplerinden biridir. Olguların

%80’inden fazlasında sitogenetik anomaliler gözlenir. KLL’de immünglobülin ağır zincir (IgH) bölgesini içeren

translokasyonların gösterildiği birçok çalışama bildirilmişken IGH bölgesinin submikroskobik delesyonlarını içeren

çalışma son derece azdır. Bu çalışmada KLL tanısı almış hastalarda IGH bölgesinin submikroskobik delesyonlarını ve

bunların klinik ve tedavi ile ilişkisinin gösterilmesi amaçlanmıştır.

Ege Üniversitesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı’na Ocak 2014 ile Aralık 2015 tarihleri arasında floresans in situ

hibridizasyon (FISH) analizi için başvuran KLL tanılı hastalar retrospektif olarak taranmış ve IGH bölgesinin

submikroskobik delesyon saptanan hastalar çalışmaya alınmıştır.

Kronik Lenfositer Lösemi tanısı ile başvuran 15 hastada IGH bölgesinin submikroskobik delesyon saptandı.

Hastaların yaş ortalaması 65, delesyon oranları %7 ile %83 (ortalama : % 45.34) arasında saptandı.

Bu tür delesyonların KLL’de klinik önemi tam olarak bilinmemektedir. IGH geninin submikroskobik delesyonlarının

klinik ve tedaviye etkisini gösteren ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.

P-40 / KRONİK MİYELOİD LÖSEMİ OLGULARINDA FISH, KARYOTİP VE RT-

PCR SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Haluk AKIN1, Erhan PARILTAY1, Nur SOYER2, Fahri ŞAHİN3, Emin KARACA1, Burak

DURMAZ3, Tuba SÖZEN TÜRK1, Güray SAYDAM3, Özgür ÇOĞULU1, 1EUTF-TIBBİ GENETİK, 2EUTF-ÇOCUK SAĞLIĞI Ve HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, HEMATOLOJİ

BİLİM DALI, 3EUTF-İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, HEMATOLOJİ BİLİM DALI,

Kronik Miyeloid Lösemi (KML) plüripotent kök hücrelerinden köken alan miyeloproliferatif bir hastalıktır. Olguların

çoğunluğunda kendini gösteren, t(9;22)(q34.1;q11.2) sonucu ortaya çıkan BCR-ABL füzyon proteini tipiktir.

Olguların yaklaşık %95’inde sitogenetik anomali bulunmaktadır. Bu çalışma ile bölümümüze KML tanısıyla

yönlendirilen olgularda floresans in situ hibridizasyon (FISH) analizi ile t(9;22)(q34.1;q11.2) ve/veya başka bir

kromozomal anomali açısından pozitif saptanan olguların sonuçlarının sitogenetik ve gerçek zamanlı Polimeraz Zincir

Reaksiyonu (PZR) ile karşılaştırılması amaçlanmıştır.

Ege Üniversitesi, Tıbbi Genetik ve Tıbbi Biyoloji Anabilim Dallarına Ocak 2013 ile Aralık 2015 tarihleri arasında

kemik iliği biyopsisi veya periferik kandan tetkik için başvuran KML ön tanılı 46 hasta bahsedilen üç yöntem

açısından retrospektik olarak değerlendirilmiştir.

Olguların ortalama yaşı 47.85±14.62 olarak saptandı. Sitogenetik analiz sonucunda hastaların 7’sinde (%15.22) üreme

olmadı. Olguların 7’sinde (%15.22) ise FISH analizinde t(9;22)(q34.1;q11.2) saptanırken sitogenetik analiz normal

olarak değerlendirildi. Geri kalan 32 (%69.56) hastada FISH ve sitogenetik analizde t(9;22)(q34.1;q11.2) saptanmıştır.

Olguların 7’sinde (%15.22) t(9;22)(q34.1;q11.2) ile birlikte derivatif kromozom 9 veya 22 saptandı. Trizomi 8

saptanan 4 (%8.7) olgunun ikisi izole iken, ikisi t(9;22)(q34.1;q11.2) ile birliktelik göstermekteydi. Gerçek zamanlı

(PZR) sonuçları t(9;22)(q34.1;q11.2)’in gösterilmesi açısından FISH sonuçalrı ile korelasyon gösteriyordu.

KML hastalarının tedavi protokolinde tirozin kinaz inhibitörleri önemli yer tutmaktadır. BCR –ABL füzyon proteini

varlığı tedavi protokolünü etkilemekte ve t(9;22)(q34.1;q11.2) olguların takibinde önemli yer tutmaktadır. Literatür ile

uyumlu olarak değerlen bu çalışma ile KML olgularında elde edilen veriler ile testler karşılaştırılmıştır.

P-41 / LÖSEMİ KÖK HÜCRELERİNDE AURORA KİNAZ BASKILANMASININ

HÜCRE DÖNGÜSÜ VE APOPTOZ ÜZERİNE ETKİLERİ

Çağla KAYABAŞI1, Besra ÖZMEN YELKEN1, Tuğçe BALCI1, Aycan AŞIK1, Sevil

GONCA1, Fatma SÖĞÜTLÜ1, Röya GASIMLI1, Sunde YILMAZ SÜSLÜER1, Çığır

BİRAY AVCI1, Cumhur GÜNDÜZ1 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı,

Lösemi kök hücresi hematolojik kanserlerde bulunan ve normal kök hücre ile ilişkili özelliklere sahip, özellikle belirli

bir kanser örneğinde bulunan tüm hücre tiplerini oluşturma yeteneği olan, kendini yenileyebilme ve sınırsız

bölünebilme gücüne sahip kanser hücreleridir. Lösemi kök hücreleri dormansileri nedeniyle geleneksel kemoterapilere

dirençlidirler bu nedenle zamanla relaps ve dirence sebep olmaktadırlar. Aurora kinazlar kromozom segregasyonu ve

M fazı kontrol noktası dahil olmak üzere hücre bölünmesinin farklı aşamalarında rol oynayan serin/treonin kinaz

aktivitesine sahip proteinlerdir. CCT137690 molekülü aurora kinaz inhibitörü olarak tasarlanan bir moleküldür. Üç tip

aurora kinaz inhibisyonunu da sağlayabilmektedir. Bu çalışmada aurora kinaz inhibitörü CCT137690’ ın insan lösemi

kök hücreleri üzerinde apoptoz, hücre döngüsü ve sitotoksisite üzerine etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır.

CCT137690’ ın insan lösemi kök hücre hattı LSC üzerindeki sitotoksik etkisini belirlemek amacıyla, hücreler

CCT137690’ ın uygun doz aralıkları (100 μM – 195 nM) ile muamele edildi ve Cell Proliferation Reagent WST-1

testi ile sitotoksik etkileri belirlendi. CCT137690’ ın IC50 dozu ile muamele edilmiş LSC hücreleri ile CCT137690

uygulanmamış kontrol LSC hücrelerindeki apoptotik değişimler AnnexinV-EGFP Apoptosis Detection Kiti ile, hücre

döngüsündeki değişimler BD Cycletest Plus kit ile flow sitometride değerlendirildi.

CCT137690’ ın LSC hücrelerindeki IC50 dozu 7,356 µM olarak belirlendi. LSC hücrelerinin 48 saat boyunca IC50

dozuna maruz bırakılması kontrol grubu hücrelerine kıyasla belirgin bir apoptotik indüksiyona neden olmamıştır.

Bunun yanında, 7,356 µM CCT137690 ile maruz bırakılan LSC hücrelerinin hücre döngüsünün G2/M fazında

akümüle olduğu belirlenmiştir.

Aurora kinazların inhibisyonunun malign hastalıkların tedavisinde kullanımı yeni bir yaklaşımdır. Aurora kinazların

inhibisyonu ile, sınırsız bölünme yeteneğindeki lösemi kök hücrelerinin hücre döngüsünün durdurulması oldukça

önemli bir bulgudur. CCT137690’ ın lösemi kök hücre proliferasyonundaki azaltıcı etkisini, hücre döngüsünü G2/M

fazında bloklayarak sağladığını düşünmekteyiz. Sonuç olarak, CCT137690 lösemi kök hücrelerini apoptoza

yönlendiremese de hücre döngüsünü bloklayarak hücre sayısının artışını engelleyebilmektedir. CCT137690 lösemi

progresyonunu engelleyebilecek potansiyele sahiptir ve başka ilaçlarla birlikte kullanımının etkili olabileceğini

düşünmekteyiz.

P-42 / MDS TRANSFORME AML OLGUSUNDA YENİ BİR TRANSLOKASYON;

T(7;15)(Q11.2;Q11.2)

Moharram SHAMSALI1, Burak DURMAZ2, Fatoş Dilan KÖSEOĞLU3, Ajda ERSOY

GÜNEŞ3, Güray SAYDAM3, Özgür ÇOĞULU2, 1Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Temel Onkoloji AD. , 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi,

Tıbbi Genetik AD., 3Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları AD., Hematoloji BD.,

Miyodisplastik sendrom (MDS) hematopoetik kök hücrelerden kaynaklanan, miyeloid, eritroid ve megakaryositik

displazi ile sonuçlanan hematolojik malignitelerin heterojen bir grubudur. MDS’de klinik tablo geniş bir yelpazede

izlenip, doğal seyri kronik olarak yıllarca sürebildiği gibi hızla lösemik dönüşüm de gösterebilir. MDS’li olguların

%60-80’inde anormal sitogenetik bulgular saptanmaktadır. En sık görülen anomaliler arasında monozomi 5 , 5q

delesyonu , monozomi 7, trizomi 8 ve 20q delesyonudur. Sitogenetiğin prognoz üzerindeki rolü son yıllarda daha iyi

anlaşılmış olup, tüm hematolojik maligniteler içinde en fazla sitogenetik bozukluk görülen grup MDS’dir.

Burada sunulan olgu, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Hematoloji polikliniğine halsizlik, yorgunluk

şikayetleriyle başvuran 78 yaşında kadın hastadır. Fizik muayenesinde solukluk dışında herhangi bir patoloji

görülmemiştir. Kan sayımında lökosit: 1890 10e3/uL, Hb: 8.72 gr/dl, trombosit 90700 10e3/uL saptanmış olan olguya

ileri tetkik olarak kemik iliği aspirasyon ve biyopsisi işlemi uygulanmıştır. Kemik iliği biyopsi değerlendirmesi

sonucunda sellülarite %80 dolayında, kemik iliğine ait hücre serilerini baskılayan diffüz blastik hücre infiltrasyonu ve

her üç hematopoetik seride displazi bulguları saptanmıştır. Olgunun kemik iliği karyotip çalışması sonucunda

46,XX,t(7;15)(q11.2;q11.2) bulunmuştur. Hasta, MDS transforme AML olarak kabul edilmiş, ileri yaş ve kötü

performans skoru nedeniyle sistemik kemoterapi verilememiş, azasitidin tedavisi altında izleme alınmıştır. Hasta

tedavinin ikinci haftasında exitus olmuştur.

Literatürde daha önce bildirilmemiş olan bu translokasyonun, hematopoetik hücre displazisi ve kötü prognoz ile

seyreden ve kemik iliğine ait hücre serilerini baskılayan diffüz blastik hücre infiltrasyonu oluşturan bir anomali olduğu

düşünülmektedir.

P-43 / MERKEZİMİZE HEMOGLOBİNOPATİ ÖN TANISI İLE GELEN

ÖRNEKLERİN MOLEKÜLER GENETİK SONUÇLARI

Duran CANATAN1, Gülsüm YAZICI2, Vildan ÇİFTÇİ2, Emel ÖZTÜRK2, Serpil

DELİBAŞ3, Turker BİLGEN4, İbrahim KESER5, 1Aantalya Genetik Hastalıklar Tanı Merkezi, Antalya, 2Antalya Genetik Hastalıklar Tanı Merkezi, Antalya, 3Akdeniz

Kan Hastalıkları Vakfı - Hemoglobinopati Tanı Merkezi, Antalya, 4Namık Kemal Üniversitesi, Nabyltem,

Tekirdağ, 5Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Ve Genetik Anabilim Dalı, Antalya,

Hemoglobinopatiler genellikle iki grupta sınıflandırılır; alfa, beta, gama ve delta genlerinin eksikliğinden oluşan

talasemiler veya bu zincirlerde yapısal anormallikler nedeni ile oluşan hemoglobin varyantlarıdır. Dünyada 220 alfa,

344 beta, 34 delta, 42 delta/beta, 28 εδβeta talasemi yanında, 460 alfa, 601 beta, 99 gama, 74 delta zincir varyantı ve

38 HPFH olmak üzere 1940 hemoglobinopati yayınlanmıştır. Bu çalışmada amacımız merkezimize alfa, beta talasemi

ve anormal hemoglobin ön tanısı ile başvuran olguların moleküler analiz sonuçlarını paylaşmak ve ülkemizde ki

bulunan sonuçlar ile karşılaştırmaktır

Merkezimize iki yıl içinde, alfa, beta talasemi ve anormal hemoglobin ön tanısı ile gelen 213 kişinin EDTA lı kan

örneklerinden DNA izolasyonu sonrası, alfa ve beta gen analizleri yapılmıştır.

İncelenen 213 örneğin, 126’sı kadın (%59) ve 87’si erkek (%41),yaş ortalaması: 20.5±17.6 ve dağılımı 0-55 yıldı.

Örneklerden 14 alfa talasemi, 125 beta talasemi ve 74 anormal hemoglobin ön tanısı ile başvurmuştu. Alfa da 10,

betada 83 anormal Hb de 64 anormal alel bulunmuştur. Toplam 426 allelde 28 farklı mutasyon saptandı. Alfa talasemi

analizinde, 8 delesyonel (3 α20.5, 2 α4.2 2 αMED, 1 α3.7 ) ve 2 nokta mutasyonu (Hb G-Waimanalo ve Hb

Fontainebleau ) bulundu. Beta talasemi analizinde 15 farklı mutasyon saptandı, en sık bulunan beş mutasyon; IVS I-

110 G>A,, IVS I-6 (T>C), IVS II-1 G>A -30(T>A): ve Cod.39C>T idi. En sık bulunan anormal hemoglobinler ise,

HbD Punjab, HbS ve Hb G-Coushatta idi.

Ülkemizde bugüne kadar yapılan çalışmalarda ilk beş sıradaki beta gen mutasyonları; IVS I-110 G>A: %39.7, IVS I-6

(T>C):%11.3, IVS II-1 G>A: %6.3, CD 8 (-AA): %5.4 ve IVS I-1 G>A:%4.7 sıklıkta bulunmuştur. Merkezimizde

bulunan beta gen mutasyonlarında ilk üçü aynı sıraya uymaktadır. Yeni kurulan merkezimizde iki yıl içinde

yaptığımız hemoglobinopati moleküler sonuçları ülkemiz verileri ile örtüşmektedir.

P-44 / MİYELODİSPLASTİK SENDROM (MDS) ÖN TANILI OLGULARDA

İNCELENEN FISH TESTLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Burak DURMAZ1, Emin KARACA1, Hilmi BOLAT1, Ayşe UYSAL2, Mahmut TÖBÜ2,

Güray SAYDAM3, Zuhal ÖNDER SİVİŞ4, Deniz YILMAZ KARAPINAR4, Yeşim

AYDINOK4, Haluk Akın, Özgür Çoğulu 1 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik AD., 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi, İç

Hastalıkları AD., Hematoloji BD., 3Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi FakülteTıp Si, İç Hastalıkları AD., Hematoloji

BD., 4Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları AD., Pediatrik Hematoloji BD.,

Miyelodisplastik sendrom (MDS), klonal kök hücreden köken alan, genellikle erişkinleri daha az sıklıkta çocukları

etkileyen heterojen grup bir hastalıktır. Klonal kök hücre bozukluğu karşımıza her üç hemotopoetik seride

etkilenmeyle çıkmaktadır. Hastalık ilerleyici kemik iliği yetmezliği ve akut miyeloid lösemi transformasyonu ile

sonuçlanabilir. MDS’li olguların %60-80’inde anormal sitogenetik bulgular saptanmaktadır. En sık görülen anomaliler

monozomi 5, 5q delesyonu, monozomi 7, trizomi 8 ve 20q delesyonudur.

Bu çalışmada, 2013-2015 yılları arasında laboratuvarımıza MDS ön tanısı ile gönderilen toplam 711 olgu, MDS ile

ilişkilendirilmiş olan 5q, 7q, 13q ve 20q delesyonları ile trizomi 8 ve MLL geni yeniden düzenlenmeleri açısından

floresan in situ hibridizasyon (FISH) yöntemi ile incelendi ve sonuçlar retrospektif olarak değerlendirildi.

Kliniğimizde MDS ön tanısıyla 711 olgu değerlendirilmiştir. Bunlardan 101 olguda anomali saptanmıştır; 610 olguda

herhangi bir anomali saptanmamıştır. Anomali saptanan olguların 29’unun ve anomali saptanmayan olguların 42’sinin

birden fazla tekrar kontrol tetkikleri bulunmaktadır. Başvuran olguların 270 tanesi pediatrik yaş grubu, 441 tanesi

erişkin yaş grubu olarak değerlendirildi ve yaş ortalaması 41.61±29.56 olarak saptanmıştır. Anomali saptanan

testlerdeki dağılım sırasıyla şu şekildeydi; 18 olguda (%17.82) kompleks karyotip (≥2 anomali), 18 olguda (%17.82)

trizomi 8, 13 olguda (%12.87) 13q delesyonu, 12 olguda (%11.88) 5q delesyonu, 7 olguda (%6.93) MLL yeniden

düzenlenmesi, 6 olguda (%5.94) 7q delesyonu, 5 olguda (%4.95) 20q delesyonu, 4 olguda (%3.96) monozomi 7, 4

olguda (%3.96) monozomi 8, 2 olguda (%1.98) trizomi 11, 2 olguda (%1.98) trizomi 13, 2 olguda (%1.98) monozomi

13, 2 olguda (%1.98) trizomi 20, 1 olguda (%0.99) monozomi 5, 1 olguda (%0.99) monozomi 20, 1 olguda (%0.99)

monozomi 11 ve 3 olguda (%2.97) hiperdiploidi saptanmıştır.

FISH yöntemi, konvansiyonel bantlama yöntemlerine göre hızlı sonuç alınması, kolay analiz edilmesi, çok sayıda

hücrenin incelenmesi ve yüksek çözünürlüklü sonuçların elde edilmesi bakımından avantaj sağlamaktadır. MDS ön

tanısı ile başvuran olgularda bu genetik belirteçler, tanı, özellikle prognoz, izlem ve tedavide klinisyenlere büyük yol

göstermektedir.

P-45 / MİYELODİSPLASTİK SENDROM (MDS) ÖN TANILI OLGULARIN

SİTOGENETİK SONUÇLARININ RETROSPEKTİF OLARAK

DEĞERLENDİRİLMESİ

Zehra MANAV1, Hilmi BOLAT2, Erhan PARILTAY3, Emin KARACA3, Asude DURMAZ3,

Ayşe UYSAL4, Mahmut TÖBÜ4, GÜRAY SAYDAM4, Burak DURMAZ3, Ayça AYKUT3 1Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Ad, Aydın, Türkiy, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp

Fakültesi, Tıbbi Genetik Ad, İzmir, Türkiy, 3Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Ad, İzmir,

Türkiye, 4Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bd, İzmir, Türkiye,

Miyelodisplastik sendrom (MDS), klonal kök hücreden köken alan, genellikle erişkinleri, daha az sıklıkta çocukları

etkileyen heterojen bir grup hastalıktır. Klonal kök hücre bozukluğu karşımıza her üç hematopoetik seride

etkilenmeyle çıkmaktadır. Hastalık ilerleyici kemik iliği yetmezliği ve akut miyeloid lösemi transformasyonu ile

sonuçlanabilir. MDS’li olguların %40-70’inde anormal sitogenetik bulgular saptanmaktadır. MDS olgularında sıklıkla

5q delesyonu, monozomi 7, trizomi 8, 20q delesyonu, Y kromozomu kaybı ve 7q delesyonu gözlenir. Bu çalışmada, 2

yıllık bir süreçte, MDS ön tanısı ile bölümümüze başvuran hastalardaki sitogenetik değişiklikler değerlendirilmiştir.

Bu çalışmada, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı’na Ocak 2014-Aralık 2015 tarihleri

arasında MDS ön tanısı ile gönderilen, 18 yaş üstü toplam 226 olgunun kemik iliğinden çalışılan karyotip analizi

sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Çalışmaya toplam 226 hasta alındı. Kemik iliği hücrelerinden 24, 48 ve

72 saatlik kültürler yapılmıştır. Hücreler rutin metodlara göre harvest edilmiş ve hazırlanan preperatlar tam otomatik

metafaz bulma cihazi ile 20 GTG-bantlı metafaz alanı taranmıştır.

Kromozomal anomali saptanan 45 olgunun (%19,91) 12’si kadın, 33’ü erkektir. 181 (%80,09) olguda herhangi bir

anomali saptanmamıştır. Anomali saptanan olguların yaş ortalaması 64,08(±14,77) olarak hesaplanmıştır. Bu

olgularında saptanan anomalilerin dağılımı şu şekildeydi; 9 olguda mozaik Y kromozomu kaybı (%20,00), 7 olguda

trizomi 8 (%15,56), 7 olguda ≥2 kromozomal anomali (%15,56), 6 olguda 5q delesyonu (%13,33), 2 olguda 7q

delesyonu (%4,44), 2 olguda t(9;22)(q34;q11) (%4,44) ve 12 olguda diğer kromozomal anomaliler (%26,67)

saptanmıştır.

MDS ön tanılı olgularda sitogenetik incelemeler, hastalığın prognozunun belirlenmesinde, tedavinin planlanmasında

ve tedavinin takibinde, ayrıca oluşabilecek risklerin değerlendirilmesinde önem taşımaktadır. Bu çalışmada,

sitogenetik anomali oranı literatürde bildirilen oranlara göre düşük saptanmıştır. Bununla birlikte, kesin tanılı MDS’li

olgularda kromozomal anomali saptanma oranının daha yüksek olacağı düşünülebilir.

P-46 / MLPA YÖNTEMİ İLE ANTİ- LEPORE (HB P-NİLOTİC) TANISI KONULAN

BİR OLGU

Hüseyin ONAY1, Hilmi BOLAT1, Aslı ECE SOLMAZ1, Yeşim AYDINOK2, FERDA

ÖZKINAY1, 1Eütf Tybbİ Genetİk Anabİlİm Daly, 2Eütf Çocuk Sağlyğy Ve Hastalyklary Anabİlİmdaly,

Hb P-Nilotic ilk defa Badr ve ark. (1) tarafından δβ füzyon varyantı olarak tanımlanmıştır. Lepore ve anti-Lepore

hemoglobinleri (Hbs) β ve δ genlerinin non homolog çaprazlaşması sonucu meydana gelmektedir. Hb anti-Lepore’de

saptanan bu patern karşıt allellerin çaprazlaşma paterni olarak gözlemlenmiştir. Şu ana kadar 7 anti-Lepore varyantı

raporlanmıştır; Hb Parchman, Hb Miyada, Hb P-India, Hb P-Congo, Hb Lincoln Park, Hb P-Nilotic (HbVar ID 748)

ve Hb anti-Lepore Hong Kong. Heterozigot anti-Lepore alleli taşıyan hastalarda varyant hemoglobin total

hemoglobinin %15 ile %20’sini oluşturmaktadır (3). Anti-lepore kodon 32 ve 49 arasında kalan 54 bazlık bölgenin

çaprazlaşarak karşı allele geçmesi sonucu oluşmaktadır. Hb P-Nilotic Mısır, Sudan, Türk ve Meksika-Amerikan

popülasyonlarında gözlemlenmiştir.

Heterozigot Anti-Lepore mutasyonuna sahip bireyler tipik olarak herhangi bir hematolojik anormallik

göstermemektirler. Çünkü, bütünlüğünü korumuş β ve δ genleri aynı kromozomda δ- βδ-β konfigürasyonunda

bulunmaktadır. MLPA, globin genlerinin yeniden düzenlenmesi sonucunda oluşan nadir veya bilinmeyen Hb

varyantlarını saptamada hedeflenmiş mutasyon analizi ve dizi analizi testlerine ek etkili ve duyarlı bir yöntemdir.

Oniki haftalık ikiz gebelik ve hemoglobinopati taşıyıcılığı olan 35 yaşında kadın, 40 yaşında erkek. Genetik danışma

için polikliğnimize başvurdu. Eşler arasında akrabalık yoktu. Evlilik öncesi kadın olgunun taramasında hemotolojik

paremetleri normal olarak değerlendirilirken , yapılan hemoglobin elektroforezinde anormal hemoglobin piki

saptanmıştı (% 17,6). Erkek olguda ise Hb:11,9 MCV:64 ve hemoglobin elektroferizden HbA2:%5.9, HBF:%2.1

demir paremetleri normal olarak saptanmıştı.

Erkek olgunun yapılan beta talasemi strip testi analizi sonucu IVS2.1G>A mutasyonu heterozigot olarak saptandı.

Kadın olguda yapınlan DNA dizi analizi normal olarak değerlendirimesi üzerine MLPA analizi yapıldı. MLPA analizi

sonucu hasta anti lepore (P Nilotic) olarak değerlendirildi. Anti Lepore hemoglobin ve beta talasemi allellerini birleşik

heterozigot olarak taşıyanlarda beta talasemi intermedia’nın şiddetli olmayan formlarının görülebileceği

bildirilmektedir. Prenatal tanı endikasyonu olmayan aileye prenatal tanı önerilmedi.

P-47 / MULTİPL MYELOM’DA FLORESANS İN SİTU HİBRİDİZASYON

YÖNTEMİ İLE KROMOZOMAL ANOMALİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Emin KARACA1, Burak DURMAZ1, Nur SOYER2, Haluk AKIN1, Filiz VURAL2, Fahri

ŞAHİN2, Güray SAYDAM2, Özgür ÇOĞULU1, 1EUTF-TIBBİ GENETİK, 2EUTF-İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, HEMATOLOJİ BİLİM DALI,

Multiple myelom (MM) klinik olarak değişkenlik gösteren, plazma hücrelerinin kontrolsüz çoğalması ile karakterize

B hücre neoplazisidir. MM’lu hastalarda en önemli prognostik parametreler arasında sitogenetik yeniden

düzenlenmeler gösterilmektedir. Bununla birlikte sayısal ve/veya yapısal kromozom anomaliler olguların ancak %20-

50 sinde gösterilebilmektedir. Bu çalışmada MM hastalarında kromozomal anomali sıklığının interfaz FISH analizi ile

belirlenmesi, saptanan yeniden düzenlenmelerle hastalığın evresi ve prognozu arasındaki ilişkinin araştırılması

amaçlanmıştır.

Ege Üniversitesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı’na Ocak 2014 ile Aralık 2015 tarihleri arasında floresans in situ

hibridizasyon (FISH) analizi için başvuran MM tanılı 209 hasta 13q14 bölgesi delesyonu, IGH bölgesini içeren

yeniden düzenlenmeler ve p53 delesyonu açısından retrospektif olarak taranmış ve çalışmaya alınmıştır.

Olguların yaş ortalaması 63 olarak saptanmıştır. Olguların 167’sinde (%79.90) değerlendirilen tüm parametreler için

normal sonuç bulunmuştur. Olguların 42’sinde ise (%20.10) FISH analizi ile en az bir anomali gözlenmiştir. Saptanan

anomaliler aşağıdaki tabloda özetlenmiştir. Bu sonuçlar hastaların sınıflanması, tedaviye cevap ve prognozu ile

birlikte değerlendirilmiştir.

Çalışmamızda elde ettiğimiz verilere göre MM’li olgularda FISH yönteminin hastalığın takip ve prognozunda birlikte

kullanılmasının önemli olduğunu düşünmekteyiz.

P-48 / MULTİPLE MYELOM ÖN TANILI HASTALARDA FISH YÖNTEMİ İLE

KROMOZOMAL ANOMALİLERİN BELİRLENMESİ

Ceren Damla DURMAZ1, Timur TUNCALI1, Nüket YÜRÜR KUTLAY1, Arzu VİCDAN1,

Halil Gürhan KARABULUT1, Ajlan TÜKÜN1, Hatice ILGIN RUHİ1, 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı,

Multiple myelom (MM) anormal plazma hücrelerinin kemik iliğini klonal olarak infiltre etmesi ile karakterize,

hematolojik bir malignitedir. Multiple myeloma eşlik eden kromozomal anomaliler, prognostik belirteç olarak

hastalığın risk sınıflandırmasında ve tedavi seçeneklerinin belirlenmesinde temel olarak kullanılmaktadır. Bu

çalışmada, anabilim dalımıza MM ön tanısı ile yönlendirilen hastalarda MM FISH paneli ile kromozomal

değişikliklerin ve sıklıklarının belirlenmesi amaçlanmıştır.

2005-2015 yılları arasında anabilim dalımıza yönlendirilen MM ön tanılı 1171 hastanın kemik iliği örneği t(4;14),

t(11;14), 13q14 ve 17p13 delesyonları ile 7. ve 8. kromozomlardaki sayısal değişiklikler açısından analiz edilmiştir.

Moleküler sitogenetik inceleme sonucu 802 (%68) hastaya ait örnekte herhangi bir anomali saptanmamıştır. Pozitif

bulgusu olan 369 hastada ise %43 13q delesyonu, %24 trizomi 7, %16 t(11;14), %12 monozomi 8, %11 17p

delesyonu ve %9 t(4;14) saptanmıştır.

Anabilim dalımızda değerlendirilen 1171 MM ön tanılı hastada FISH yöntemi ile kromozomal anomali saptama oranı

%32 ile, literatürle karşılaştırdığımızda düşük bulunmuştur. Bunun nedenleri arasında hastaların tanısının doğru

olmaması ve sadece FISH sonuçlarının değerlendirilmiş olması sayılabilir. Ayrıca plazma hücreleri ayrıştırılarak FISH

uygulandığında kromozomal anomali saptama oranlarının da arttığı bilinmektedir. Ancak, bu örneklerde ayrıştırma

rutin olarak uygulanmamıştır. Çalışmamızda; en sık rastladığımız kromozomal değişiklik 13q delesyonudur. Bunun

yanı sıra hastalarımızda trizomi 7, monozomi 8 ve 17p değişiklikleri de sık olarak saptanmıştır. Bu sonuçlar

literatürdeki sonuçlar ile uyumludur. Sunacağımız çalışma ile MM’da saptadığımız kromozomal değişikliklerin tanı,

izlem ve tedavi seçimi açısından prognostik önemi değerlendirilmektedir.

P-49 / MUTASYON ANALİZİ İLE TANI ALAN KONJENİTAL

DİSERİTROPOETİK ANEMİLİ OLGU

Yeşim OYMAK1, Tuba Hilkay KARAPINAR1, Yılmaz AY1, Esin ÖZCAN1, Ersin TÖRET1,

Sultan AYDIN KÖKER1, Neryal MUMİNOĞLU1, Roberta RUSSO2, Achille LOLASCO2,

R. Canan VERGİN1 1DR. BEHCET UZ ÇOCUK HASTALIKLARI VE CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARASTIRMA

HASTANESİ, 2CEINGE - Biotecnologie Avanzate,

Konjenital diseritropoetik anemi nadir görülen bir grup hastalıktır. Bu hastalık ineffektif eritropoez ve kemik iliğinde

eritroid öncüllerde belirgin morfoloji değişikliklerle seyreder. Diseritropoez aneminin esas sebebidir. Klinik olarak

aneminin yanısıra sarılık, hepatosplenomegali, kolelitiazis ve demir yüklenmesi olabilir. Burada hafif anemi ile

başvuran konjenital diseritropoetik anemi vakası sunulmaktadır.

Hastadan CEINGE Biotecnologie Avanzate (İtalya)’da yapılan sekans analizinde CDA tip II’ye yol açan SEC23B

geninde exon 4’de homozigot missen c.325G>A, p.Glu109Lys mutasyonu saptandı.

Ondört yaşında kız hasta ateş, karın ağrısı ve kusma şikayetleri ile başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde vital

bulguları normal sınırlarda, skleralar ikterikti, traube kapalı olup diğer sistemler de olağandı. Laboratuvar bulgularında

hemoglobin 9.6 g/dl, MCV: 96 fl, retikülosit %2.2 idi. Trombosit ve lökosit sayısı normal sınırlardaydı. İdrarda

urobilinojen pozitif olup indirek bilirubin değeri 1.6 mg/dl saptandı. Hastanın otoimmun tetkikleri ve paroksismal

noktürnal hemoglobinuri paneli negatif geldi. Haptoglobin, ferritin, B12 vitamin, folik asit düzeyi ve tiroid fonksiyon

testleri normal sınırlardaydı. Hemoglobin elektroforezinde Hb F %0.7 Hb A2 % 3.1 geldi. Hastada makrositik anemi

etiyolojisi açısından taburculuk sonrası takiplerine devam edildi. DEB testi negatif geldi. Kemik iliği aspirasyonunda

çift nukleuslu eritroid öncüller görüldü. Hastada makrositoz, kemik iliğinde eritroid öncüllerde multinuklearite olması,

hafif splenomegali ve sarılık olması nedeniyle konjenital diseritropoetik anemiler (CDA) düşünüldü.

Hastanın sarılık, hafif splenomegali ve makrositoz bulgularıyla hemolitik aneminin olmadığı bir durumda ayırıcı

tanıda CDA akla gemelidir. CDA tip II’ elektron mikroskopi ile eritroblastlarda çift membran görünümü

patognomoniktir. Kesin tanı genetik mutasyonun gösterilmesi ile sağlanmaktadır. Bu hastada da elektron mikroskopi

bulgularının gösterilmesi mümkün olmasa da mutasyon analizinin yapılması CDA tip II tanısının konmasını

sağlamıştır.

P-50 / NÖTROPENİ İLE SEYREDEN NADİR BİR SENDROM: COHEN

SENDROMU

Dilek ULUDAĞ ALKAYA1, Ece GÜL1, Cengiz YALÇINKAYA2, Kaya BİLGUVAR3,

Murat GÜNEL3, Beyhan TÜYSÜZ1, 1İstanbul Üniversitesi,Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları ABD, Genetik Bilim Dalı, 2İstanbul

Üniversitesi,Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji ABD., 3Yale Üniversitesi, Nöroşirürji Ve Genetik ABD, New Haven,

USA,

Mutlak nötrofil sayısının 1500/mm3’ün altında olması nötropeni, 500/mm3 altında olması ağır nötropeni olarak

tanımlanır. Nötropeni asemptomatik seyredebildiği gibi kimi zaman hayatı tehdit eden klinik tablolara neden olabilir.

Cohen sendromu (CS; MIM #216550) klinik tablonun oldukça değişken olduğu, mental retardasyon, postnatal

mikrosefali, fasiyal dismorfizm, trunkal obezite, eklem laksitesi, pigmenter retinopati/miyopi ve nötropeni ile

karakterize nadir görülen otozomal resesif bir hastalıktır.Hastalığa COH1(VPS13B) genindeki mutasyonlar neden

olmaktadır. Amacımız Cohen Sendromu tanısı almış 3 olgu sunumu ile hastalığın nötropeni ile birlikteliğine dikkat

çekmektir.

Kolehmainen ve ark (2004) tarafından belirlenen sekiz kriterden(gelişme geriliği, mikrosefali, tipik fasiyel

dismorfizm, obezite ve slender ekstremite, olumlu sosyal davranış, eklem laksitesi, miyopi/retinal dejenerasyon,

intermittan nötropeni) 6≥ kriteri karşılayan hastalar gerçek Cohen Sendromu olarak değerlendirilmektedir.

Gelişme geriliği, mikrosefali, tipik fasiyel dismorfizm, obezite ve slender ekstremite, olumlu sosyal davranış, eklem

laksitesi, miyopi/retinal dejenerasyon, intermittan nötropeni, boy kısalığı, kifoz, skolyoz, sensorinöral işitme kaybı,

hipotiroidi artmış insulin direnci bulunan nötrofil sayısı 600-1000/mm3 saptanan ilk olgumuzda VPS13B’de c.436>T

(R146X) nonsense mutasyonu saptanmıştır. Gelişim geriliği, konuşma geriliği, mental retardasyon, trunkal obezite,

mikrosefali, tipik fasiyel özellikler, olumlu sosyal davranış, pigmenter retinopati, eklem laksitesi bulunan kardeş olan

ikinci ve üçüncü olgularımızda VPS13B’de c.412+1 G>T splice site mutasyonu saptanmıştır. Kardeşler olguların

birinde nötrofil sayısı 800/m3 iken diğerinde normal saptanmıştır.

Cohen sendromu dismorfik bulgular, göz,nörolojik sistem tutulumu, kısa boy, obezite ve nötropeni ile seyreden nadir

görülen bir hastalıktır. Hastaların %90’ında nötropeni görülmektedir, Nötropeni hafif orta şiddette intermitan siklik

olmayan karakterdedir ve normal beyaz küre sayısı ile birliktedir. Nötropeni erken yaşlarda hatta doğumdan itibaren

görülebilmektedir. Erken dönemde Cohen sendromunun tipik fasiyel ve göz bulgularının olmadığı hastalarda saptanan

nötropeni Cohen sendromu açısından yol gösterici olabilmektedir. Nötropeni ile seyreden mental retardasyon ile

ilişkili birkaç sendrom bulunmaktadır. Mental retardasyonu olan ve nötropeni saptanan hastalarda Cohen sendromu

ayırıcı tanıda düşünülmelidir.

P-51 / POLİMİKROGİRİ VE REFRAKTER EPİLEPSİSİ OLAN ÜÇ KARDEŞTE

GPR56 GEN MUTASYONLARININ SAPTANMASI

Sultan CİNGÖZ1, Aycan ÜNALP2, İlknur PORSUK1, Handan GÜLERYÜZ3, Sinem

AĞILKAYA1, Tülay ÖNCÜ1, Aydan SARAÇ4, Hüseyin DEMİRCİ4, Semra HIZ KURUL5,

Nurten AKARSU6 1Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Biyoloji Ve Genetik Bölümü, 2Dr Behçet Uz Çocuk Hastalıkları Ve

Cerrahisi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,-İzmir Pediatrik Nöroloji Bölümü, 3Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi,

Pediatrik Radyoloji Bölümü, 4Tübitak Marmara Araştırma Merkezi, Genetik Mühendisliği Ve Biyoteknoloji

Enstitüsü, 5Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi,Pediatrik Nöroloji Bölümü , 6Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi,

Medikal Genetik Bölümü, Gen Haritalama Laboratuarı

Polimikrogiri, nöromların kortikal organizasyon bozukluğuna bağlı olarak ortaya çıkan bir nöronal migrasyon

anomalisidir. Bu çalışmada polimikrogiri ve refrakter epilepsisi olan üç kardeşte GPR56 geninde nonsense mutasyon

saptanmıştır.

Homozigozite haritalaması ve ekzom dizilemenin kombine olarak uygulanması ile saptanan bu değişiklik hastalarda

homozigot, anne ve babada ise heterozigot olarak bulunmuştur.

Daha once sadece Portakizli bir hastada saptanan bu mutasyon nonsense mutasyon olduğundan GPR56 geni tarafından

kodlanan proteinin yapısında değişikliğe neden olmaktadır. GPR56 genindeki mutasyonların spesifik olarak bilateral

fronoparietal polimikrogiriye neden olduğu daha önceki çalışmalarda gösterilmiştir. Bu hastalarda ek olarak beyin sapı

ve serebellar atrofi gibi ortak nöroradyolojik bulguların da oldu bilinmektedir. Bizim hastamıda farklı olarak beyin

sapı ve serebellar atrofi saptanmamıştır. Ayrıca GPR56 mutasyonlarına bağlı polimikrogirinin sadece bilateral

frontoparietal bölge ile sınırlı olmadığını bu çalışma ile gösterdik.

Sonuç olarak GPR56 mutasyonları spesifik olarak bilateral frontoparietal sendromla ilişkilendirilse de mutasyon tipine

bağlı olarak ya da hastalardaki diğer etkenlere bağlı olarak farklı fenotipler ile ortaya çıkabilmektedirler.

P-52 / SHWACHMAN–DİAMOND SENDROM’LU BİR OLGU

Hasan TAŞLIDERE1, Ayça AYKUT1, Asude DURMAZ1, T.Tiraje CELKAN2, Gürcan

DİKME2, 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilimdalı, 2İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk

Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilimdalı,

Shwachman–Diamond sendromu (SDS) ilk kez 1964 yılında tanımlanmış multisistem tutulumlu bir hastalıktır. SDS

ekzokrin pankreas yetersizliği, kemik iliği yetmezliği, iskelet anomalileri , büyüme gelişme geriliği ile karakterize

otozomal ressessif kalıtılan nadir görülen bir hastalıktır. Başlıca diğer klinik bulguları ise metafizyel disostoz, hafif

düzeyde karaciğer disfonksiyonu ve enfeksiyon sıklığında artıştır. Fanconi anemisi ve Diamond- Blackfan

anemisinden sonra 3. sıklıkta görülen konjenital kemik iliği yetersizliği olan SDS 1/75000 sıklığında görülmekte olup

erkek/kız oranı 1.7:1 olarak saptanmıştır. Çocuklarda kistik fibrozisden sonra ikinci en sık ekzokrin pankreas

yetersizliğine neden olan hastalıktır. Tanı nötropeni ya da kemik iliği yetersizliği, pankreatik yetersizlik ve iskelet

anomalileri triadı ile konur. Genellikle erken çocukluk döneminde ortaya çıkan hematolojik bozukluklarla tanı konur.

persistan nötropeni hastaların % 88-100’ünde ortaya çıkan ve SDS’de en sık görülen hematolojik bozukluktur.

Sitopeni şiddeti değişkenlik gösterebilir, ancak tamamen ortadan kalkmaz. Kemik iliği bulguları ise çeşitli derecede

hipoplaziden yağ infiltrasyonuna kadar değişebilir. Aile öyküsünde benzer bulguları ve ebeveynleri arasında akaraba

evliliği bulunmayan 17 yaşındaki kız olgu atriyal septal defekt nedeniyle pediatrik kardiyoloji polikliniğinde, bilateral

nefrolitiazis nedeniyle pediatrik nefroloji polikliniğinde takipli iken hasta yürüme bozukluğu şikayetiyle pediatrik

ortopedi polikliniğine başvurmuştu. Olgunun büyüme gelişme geriliği mevcut olup tekrarlayan otit atakları

belirtilmekteydi. Perthes hastalığı tanısıyla operasyonu planlanan hastanın rutin pre-operatif tetkiklerinde bisitopeni

saptandı. Yapılan kemik iliği aspirasyonunda hiposellüler kemik iliği (%5 sellülerite) tespit edilmiş ve patolojik

hücreye rastlanılmamıştır. Bu bulguları ile olguda Shwachman–Diamond sendromu ön planda düşünülerek SBDS geni

dizi analizi istenmiştir. Illumina MiSeq yeni nesil dizi analizi ile çalışılan olguda bir allelde IVS2+2 T>C (g.1439T>C)

mutasyonu, diğer allelde IVS3-1 G>A (g.4347G>A) mutasyonu saptanmıştır. Sonuç olarak, yenidoğan döneminde

lökopenik vakalarda SDS düşünülmeli ve ayırıcı tanı için gereken tetkikler yapılmalıdır.

P-53 / SORAFENİB K562 VE HL-60 LÖSEMİ HÜCRELERİNDE URG4/URGCP

ÜZERİNDEN APOPTOZ VE HÜCRE DÖNGÜSÜNÜN DURDURULMASINI

İNDÜKLER

Yavuz DODURGA1, Mücahit SEÇME1, Levent ELMAS1, Nazlı ŞİRİN1, Güleren BAĞCI1,

Çığır BİRAY AVCI2, Lale ŞATIROĞLU-TUFAN3, 1Pamukkale Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 3Ankara Üniversitesi, Tıp Fakültesi,

Günümüzde hedefe yönelik tedavi kapsamında çeşitli tirozin kinaz inhibitörlerinin tedavide kullanılmasıyla birlikte

çeşitli kanser türlerinde belirgin sağkalım avantajı sağlanmaya başlanmıştır. Sorafenib son dönemde kanser

tedavisinde kullanılan, etkilerinin c-Raf ve b-Raf gibi protein kinazları inhibe etmek üzere tasarlanmış spesifik etki

gösteren bir ajandır. Şatıroğlu-Tufan ve arkadaşları tarafından yapılmış olan araştırmada HBV X proteini varlığında

ekspresyonunda artış gözlenen özgün-yeni bir gen tanımlanmış ve “Up-Regulated-Gene-4 (URG4/URGCP)” olarak

isimlendirilmiş olup URG4/URGCP’nin sadece karaciğer kanseri gelişiminde değil, çeşitli kanserlerin de gelişiminde

etkili olabileceğini düşündürmektedir. Bu çalışmamızda amaç, sorafenibin, K562 ve HL-60 hücre hatlarında, hücre

proliferasyonuna etkisi, apoptoz ve hücre döngüsü ile ilişki genlerin ve özgün bir onkogen olan URG4/URGCP

geninin ekspresyon değişimlerine etkisini belirlemektir.

K562 ve HL-60 hücre hatlarında sorafenibin hücre canlılığına etkisi doz ve zamana bağlı olarak Celltiter- Glo

yöntemiyle belirlenmiş. Hücrelerden RNA izolasyonu Trizol ile yapılmıştır. Kazpaz3, kazpaz8, kazpaz9, PARP, BCl-

XL, CCND1, CDK4, CDK6, p53, TRADD, PTEN, DR4, DR5, Bax, Bid, p21, p16, RelA,PUMA, NOXA,Bcl-2

FADD ve URG4 genlerinin mRNA düzeyindeki ekspresyon değişimleri RT-PCR yöntemi ile belirlenmiştir. Verilerin

analizi ΔΔCT metodu kullanılarak web tabanlı “RT² Profiler™ PCR Array Data Analysis“ programında bulunan,

Volcano Plot analizleri ile gerçekleştirilmiştir.

Sorafenibin IC50 dozları K562, HL-60 hücre hatları için 24.saate 40 µM olarak tespit edilmiştir. Kontrol grupları ile

karşılaştırıldığında, sorafenib uygulanan K562 hücrelerinde, kaspaz8, kaspaz9, PARP, Bcl-Xl, CCND1, CDK4,

CDK6, TRADD, PTEN, DR4,DR5, p16, RELA, BCl-2, FADD ve URG4/URGCP; HL-60 hücrelerinde de kazpaz8,

kaspaz9, PARP, CCND1, CDK4, CDK6, p53, TRADD, DR4, BAX, BID, PUMA, FADD ve URG4/URGCP

genlerinin ekspresyon değişimleri istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,005).

Hedefe yönelik tedavi kapsamında kullanılan tirozin kinaz inhibitörü olan sorafenibin, lösemi hücre hatlarında hücre

proliferasyonunu azalttığı tespit edilmiştir. Etki mekanizmasının bu hücrelerde bazı apoptotik genlerin ve

URG4/URGCP ekspresyonlarının regülasyonu ile gerçekleştirdiği düşünülmektedir. Sorafenib, lösemi tedavisinde

tekli veya diğer ajanlarla kombine olarak uygulandığında etkili bir molekül olabilir.

P-54 / TEKRARLAYAN GEBELİK KAYBI ÖYKÜSÜ OLAN HASTALARDA

GENETİK TROMBOFİLİ PANELİ VE PLATELET PARAMETRELERİ

ARASINDAKİ İLİŞKİNİN ARAŞTIRILMASI

Ömer ATIŞ1, Haktan Bağış ERDEM2, İbrahim ŞAHİN2, Zehra YAZICI3, Hasan DOĞAN1,

Mehmet YILMAZ4, Şener TAŞDEMİR2, Abdulgani TATAR2, 1Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Ad, 2Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Ad, 3Atatürk

Üniversitesi Fen Fakültesi, Biyoloji Ad, 4Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları Ve Doğum Ad,

Tekrarlayan gebelik kaybı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından gebeliğin 20. haftasından önce gerçekleşmiş 3 veya daha

fazla gebelik kaybı olarak tanımlanmakta olup, gebelerin %1-5’ini etkileyen yaygın bir komplikasyondur.

Çalışmamızda, tekrarlayan gebelik kaybı öyküsü olan hastaların, ortalama platelet hacmi, platelet sayısı ve genetik

trombofili paneli (Factor II g.20210G>A, Factor V Leiden, MTHFR (C677T, A1298C), PAI-1, β-fibrinogen, Factor

XIIIA (V34L), Glycoprotein IIIa (L33P)) analiz edilerek, tekrarlayan gebelik kayıplarında platelet parametreleri ve

genetik parametreler arasındaki ilişki araştırılmıştır.

Çalışma için, tekrarlayan gebelik kaybı öyküsü olan 229 hasta ve 200 kontrol üzerinde retrospektif klinik çalışma

planlanmıştır. Genetik trombofili panelinin sonuçlarına göre hasta grubu yüksek, orta ve düşük riskli olmak üzere 3

gruba ayrılmıştır. Yüksek risk grubu, diğer polimorfizmlerin herhangi biri ile veya hiçbiri olmadan Factor II

g.20210G>A ve/veya Factor V Leiden mutasyonları açısından homozigot ve/veya heterozigot hastalardan

oluşmaktadır. Orta risk grubu, diğer polimorfizmlerin herhangi biri ile veya hiçbiri olmadan ve Factor II g.20210G>A

ve Factor V Leiden mutasyonları açısından negatif olan hastaların, MTHFR (C677T, A1298C) polimorfizmleri

homozigot veya compound heterozigot olanlarından seçilmiştir. Düşük risk grubu ise, Factor II g.20210G>A ve

Factor V Leiden mutasyonları açısından negatif, MTHFR (C677T, A1298C) polimorfizmleri açısından heterozigot,

PAI-1, β-fibrinogen, Factor XIIIA (V34L) and glycoprotein IIIa (L33P) polimorfizmleri açısından homozigot veya

heterozigot hastalardan seçilmiştir.

Sonuçlara göre Factor II g.20210G>A (p=0.035) ve Factor V Leiden (p=0.027) mutasyonları, MTHFR (C677T,

A1298C) polimorfizmleri (p<0.001), PAI-1 (4G/5G) polimorfizmi (p<0.001), β-fibrinogen’in homozigot polimorfizmi

(p=0.004), Factor XIIIA (V34L)’nin homozigot polimorfizmi (p=0.001), tekrarlayan gebelik kayıpları açısından risk

faktörü olarak değerlendirilmiştir. Ortalama trombosit hacmi (p<0.001) ve platelet sayısı (p=0.001) açısından hasta ve

kontrol grubu arasında anlamlı fark vardır. Bunun yanında yüksek, orta ve düşük risk gruplarının ortalama platelet

hacmi ve platelet sayısı arasında da anlamlı fark bulunmuştur (p<0.001).

Sonuç olarak, tekrarlayan gebelik kayıpları olan hastalarda ortalama trombosit hacmi ve trombosit sayısı düşük

maliyetli ve hızlı bir belirteç olarak kullanılabilir.

P-55 / TEKRARLAYAN GEBELİK KAYIPLARI: TROMBOFİLİ VE

TRANSLOKASYON TAŞIYICISI ANNENİN OBSTETRİK ÖYKÜSÜ

Haydar BAĞIŞ1, M. Özgür ÇEVİK1, İlker GÜNEY1, Ömer Faruk KARAÇORLU1, 1Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı,

Tekrarlayan gebelik kaybı (TGK), gebeliğin 20. haftasından önce ardışık iki veya toplamda üç ve üzerinde gebelik

kaybı olarak tanımlanmaktadır. TGK’nın etiyolojisinde genetik faktörler; özellikle abort materyalindeki yapısal-

sayısal kromozom anomalileri ve annedeki trombofilik defektler de hiperkoagülabiliteye neden olarak yer almaktadır.

TGK sonrasında polikliniğimize gelen bir ailenin yapılan kromozom ve DNA analizleri sonucunda elde edilen verileri

ve bu verilerin genetik danışmanlık açısından önemi olan bir olguyu inceledik.

Abort materyalinden kromozom analizi, ebeveynlerde lenfosit kültürü ve periferik kandan kromozom analizi,

trombofili paneli (DNA fragman analizi) ve genetik danışmanlık

26 yaşında annenin G2P0Y0A2 olarak 7 haftalık intrauterin kayıp sonrası gelen abort materyalinden yapılan

kromozom analizinde karyotipi 46,XX, t(10;13)(q11.2;q32) olarak raporlandı. Parental aktarımın tespit edilmesi için

her iki ebeveynden periferik kandan kromozom analizi ve anneden trombofili paneli istendi. Analizler sonucunda anne

karyotipi 46,XX,t(10;13)(q11.2;q32) ve baba karyotipi 46,XX,inv(9)(p11q13) olarak raporlandı ve annenin dengeli

translokasyon taşıyıcısı olduğu tespit edildi. Ayrıca trombofili panelide de protrombin mutasyon analizi (G20210A)

açısından heterozigot 20210GA, Faktör V H1299R mutasyonu açısından homozigot 1299RR, ACE I/D genotip analizi

açısından Del /Del, MTHFR mutasyon analizi (A1298C) açısından heterozigot 1298AC, PAISerpine-1 mutasyon

analizi (4G&5G) açısından heterozigot 4G/5G, Β-Fibrinogen455 G>A mutasyon analizi açısından heterozigot

455G>A mutasyonları tespit edildi.

Anne ile aynı dengeli resiprokal translokasyon taşıyıcısı bebeğin düşük ile sonuçlanması ve önceden bir gebelik

kaybının daha mevcut olması ve de etiyolojide tespit edilen ek bir risk faktörü olmaması nedeniyle trombofili kaynaklı

bir gebelik kaybı olabileceği düşünüldü. Genetik test sonuçlarına göre hastaya bundan sonraki gebeliklerinde

translokasyon taşıyıcılığı için PGT veya prenatal tanı ve de tromboz riski için anti trombolitik tedavi önerildi. Hasta

doğal yoldan gebe kaldıktan sonra üçüncü gebeliğinde antitrombolitik tedaviye başlandı ve prenatal tanıda

amniyosentez sonucu karyotipi normal olarak tespit edildi. Şu an gebelik üçüncü trimesterde ve sorunsuz bir şekilde

devam etmektedir. Tekrarlayan gebelik kayıplarında trombofili paneli ve genetik danışmanlığın önemi kapsamında

örnek bir olgu sunumu olacağından vakamızı paylaşmak istedik.

P-56 / THE ANALYSES OF C677T AND A1298C POLYMORPHISMS ON THE

MTHFR GENE AND FACTOR V LEIDEN MUTATION IN PSEUDOTUMOR

CEREBRI PATIENTS

Murat COŞAR1, Betül ESER2, Mujgan ÖZDEMİR ERDOGAN3, Olcay ESER4, Adem

ASLAN5, Handan YILDIZ3, Serhat KORKMAZ5, Guliz Fatma YAVAŞ6, Mustafa SOLAK3, 1Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji AD, 2Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi

Genetik AD, 3Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik AD, 4Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi

Nöroşirurji AD, 5Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji AD, 6Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp

Fakültesi Göz Hastalıkları AD,

In this study, we aimed to investigate the genetic factors which may cause to thrombosis such as C677T and A1298C

methylen- thetrahydropholate reductase (MTHFR) gene polymorphisms and Factor V Leiden mutation in

Pseudotumor Cerebri Patients

A case-control study was performed to detect C677T and A1298C MTHFR and Factor V Leiden gene polymorphisms

in 30 patients which have headache and prediagnosed as pseudotumor cerebri (PC) after neurological examination and

cranial magnetic resonance imaging. The intracranial pressures of the patients were measured via lumbar punction and

16 of 30 patients were diagnosed as PC and the rest 14 patients diagnosed as normal patients (control group). The

C677T and A1298C polymorphisms of the MTHFR gene and Factor V Leiden mutation in the patients with PC and

control group were analyzed.

The 677 CC/CT and 677 CC/TT MTHFR genotypes between the PC patients and controls were significant. However,

677 CT/TT MTHFR genotypes between the PC patients were not significant. We were not found 677 TT genotype in

control groups. We compared 1298 AA/AC/CC genotype frequencies between the PC patients and controls groups,

and the difference was not significant. There were no participants with AA genotype of Factor V Leiden. A significant

association was not found between GA/GG of Factor V Leiden genotypes between PC patients and controls groups.

We think that C677T polymorphisms of the MTHFR can be regarded as a risk factor for PC patients. A limitation of

our study was the relatively small sample size.The present study need to be replicated in larger population samples and

investigated changes in biochemical markers of hypercoagulability

P-57 / TRAKYA BÖLGESİ’NDE GÖRÜLEN BETA TALASEMİ MUTASYONLARI

VE FREKANSLARININ ARAŞTIRILMASI

Hakan GÜRKAN1, Hilmi TOZKIR1, Tuba EREN2, Damla EKER1, Selma ULUSAL1,

Gülsüm Emel PAMUK3, Ahmet Muzaffer DEMİR3, 1Trakya Üniv. , Tıp Fak. , Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, Edİrne, 2Trakya Üniv. , Tıp Fak. , Pediatrik Hematoloji-

onkoloji Bilim Dalı, Edİrne, 3Trakya Üniv. , Tıp Fak. , İç Hastalıkları Hematoloji Bilim Dalı, Edİrne,

Trakya Bölgesi’nde yaşayan Beta Talasemi taşıyıcısı veya Beta Talasemi hastası olan bireylerde Beta Globin Geni

Mutasyonlarının ve frekanslarının belirlenerek, Türkiye’deki diğer coğrafik bölgelerde saptanmış olan Beta Globin

Geni Mutasyonları ve frekansları ile karşılaştırılması.

Çalışmaya 10.09.2011-24.12.2015 tarihleri arasında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Genetik Hastalıklar Tanı

Merkezine Beta Talasemi taşıyıcısı veya Beta Talasemi hastası olarak müracaat eden 74 hasta [34 kadın (yaş

ort.:21.85), 40 (yaş ort.:19.72) erkek] dahil edildi. Hastalardan EDTA’lı tüpe 2 ml periferik venöz kan alındı. Genomik

DNA eldesi kullanılan kitin protokolüne uygun olarak periferik kan çekirdekli hücrelerinden yapıldı [EZ1 Advanced

Instruments, Qiagen, Hilden, Germany]. Beta Globin genine ait ekson ve intron bölgeleri kullanılan kitin protokolüne

uygun olarak PCR ile amplifiye edildi [GML AG, Wollerau / Switzerland]. Elde edilen amplikonlar agaroz jelde bant

paternleri dikkate alınarak kontrol edildi. Uygun olan amplikonların Sanger Sekans yöntemi kullanılarak nükleotid

dizleri belirlendi [ABI 3130 Avant system, Applied Biosystems, Grand Island, NY 14072, USA]. Elde edilen sonuçlar

SeqScape v2.7 yazılım programı kullanılarak analiz edildi. (Transcript: NM_000518.4, ENST00000335295).

Yapılan analiz sonucunda 74 hastada 22 farklı Beta Talasemi mutasyonu saptandı. Bunlardan üç tanesini anormal Hb

varyantı olan HbS, Hb F-Carlton ve Hb O (Arab)/Hb Egypt oluşturmaktaydı. Görülme frekansları en yüksek olan

IVS-I-110 (G->A) (24,3%), Codon 39 (C->T) (17,5%), Codon 5 (-CT) (9,45%), IVS-II-745 (C->G) (6,75%), Codon 8

(-AA) (6,75%), IVS-I-1 (G->A) (6,75%), IVS-II-1 (G>A) (6,75%) mutasyonları tüm mutasyonların 78%’ini

oluşturmaktaydı.

IVS-I-110 (G->A) mutasyonu Türkiye’de en sık saptanan Beta Talasemi mutasyonu olmakla birlikte, diğer

mutasyonların görülme sıklıkları coğrafi bölgeler arasında büyük farklılıklar göstermektedir. Trakya Bölgesi’nde

ikinci sıklıkta saptanan Codon 39 (C->T) mutasyonunun, Orta Anadolu Bölgesi’nde beşinci, Doğu Akdeniz

Bölgesi’nde altıncı, Ege Bölgesi’nde yedinci sıklıkta görüldüğü rapor edilmiştir. Mutasyonların görülme sıklıkları

arasındaki bu farklılıkların; 1. Araştırmalarda kullanılan moleküler genetik analiz yöntemlerinin standart

olmamasından, 2. Akraba evliliği sıklığının Türkiye’de coğrafi bölgeler arasında ciddi farklılıklar göstermesinden

kaynaklanabileceği öngörüsündeyiz.

P-58 / TÜYLÜ HÜCRELİ LÖSEMİLİ OLGUDA 5Q31 DELESYONU VARLIĞI…

MYELODİSPLASTİK SENDROM BİRLİKTELİĞİ Mİ ? OLGU SUNUMU

Ayşe UYSAL1, Erhan PARILTAY2, Fatoş Dilan KÖSEOĞLU1, Emin KARACA2, Nazan

ÖZSAN3, Murat TOMBULOĞLU1, Haluk AKIN2, 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabiilim

Dalı, 3Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,

Tüylü hücreli lösemi (THL) tüm lösemilerin %2’ sini oluşturan çevresel sitoplazmik uzantılı B lenfosit kökenli kronik

lenfoproliferatif hastalıktır. THL spesifik bölgelere gruplanmış atipik klonal kromozomal anomaliler göstermektedir.

THL tanısı ile takip edilmekte olan olgumuza ait klinik ve sitogenetik sonuçların yayınlanması amaçlanmıştır.

90 yaşında erkek hastada 3 yıl önce halsizlik şikayeti sonrası myelodisplastik sendrom (MDS) tanısı ile takibe

alınmıştır. Olgunun şikayetlerinin artması nedeniyle yapılan periferik yayma ve kemik iliği aspirasyonu ile

immunhistokimya, sitogenetik ve FISH çalışması gerçekleştirilmiştir.

Biyopsi sonucu tüm ilik mesafesinde yağ hücre dağılımını bozmayan, nükleer kontürleri düzensiz, sitoplazmik

sınırları belirgin, hafifçe geniş şeffaf sitoplazmalı olarak izlenen lenfoid hücrelerin oluşturduğu yaygın neoplastik

infiltrasyon görülmüş ve retikülin lif derecesi II olarak saptanmıştır. İmmünhistokimya ile hücreler Annexin -1, TRAP

ve CD20 pozitif, CD3 ve CD5 nagatif olarak değerlendirildi. Ayrıca FISH sonucunda %43 oranında 5q31 ve %43

oranında 13q14.3 delesyonu gösterildi. Olguya ait karyotip de 5q delesyonu ile uyumlu olarak değerlendirildi.

Literatürde THL olgularının sitogenetik analizlerinde çoğunlukla 1, 2, 5, 6, 11, 19 ve 20 kromozomu etkileyebilen

klonal yeniden düzenlenmeler gösterilmiştir. Bu yeniden düzenlenmelerin büyük bir kısmı delesyon ve inversiyonlar

şeklindeyken trizomi 5 hariç olmak üzere sayısal değişiklikler ve translokasyonlar oldukça nadirdir. Bu anomaliler

arasında 5. kromozoma ait yeniden düzenlenmeler tüm anomalilerin yaklaşık %40’ını oluşturur. Trizomi 5, perisentrik

inversiyon ve 5q31 bölgesini de içeren delesyonlar en sık 5 kromozom anomalileridir. 5q31 bölgesine ait delesyonlar

ise genelikle MDS ve sekonder akut myelositik lösemilerde görülür. Delesyonun boyutu değişiklik gösterse de

bölgede 30’dan fazla gen bulunmaktadır. MDS olgularında allelik RPS14 gen delesyonu anahtar rol oynamaktadır. Bu

delesyon eritroit prekürsörlerinde p53 overekspresyonuna yol açmakta ve atoptozise neden olmaktadır. Bizim

olgumuzun sitogenetik analizinde 5q31 delesyonu saptanması, buna 13q14.3 delesyonunun eşlik etmesi MDS tanısını

desteklemektedir ancak bu vakalarda kemik iliği aspirasyonu biyopsisinin mutlaka yapılması gerektiğini ve nadir de

olsa THL ile MDS’ nin birlikte bulunabileceğini akılda tutmak gerekir.

P-59 / UBİKİTİN-PROTEOZOM YOLAĞI ÜYESİ RNF5 (RING FİNGER DOMAİN

E3 LİGASE) GENİNİN EKSPRESYONUNUN RESVERATROL İLE

BASKILANMASI, KRONİK MYELOİD LÖSEMİ HÜCRELERİNDE

PROLİFERASYONUN İNHİBİSYONUNU SAĞLAR

Çığır BİRAY AVCI1, Zeynep MUTLU1, Bakiye GÖKER1, Cansu ÇALIŞKAN1, Özgün

ÖZALP1, Güray SAYDAM2, Cumhur GÜNDÜZ1, 1Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi , Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye, 2Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi ,

Hematoloji Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye,

Kronik miyeloid lösemi (KML) 22. kromozom üzerindeki (BCR) geni ile 9. kromozom üzerinde bulunan

Abelson(ABL) geni arasındaki resiprokal translokasyondan t(9,22) (q34;q11) kaynaklanan Philadelphia

kromozomunun oluşumuyla sonuçlanan, hematopoetik malign bir hastalıktır. Resveratrol çeşitli bitkilerden ve

özellikle kırmızı üzümden elde edilen sitotoksik ve anti-lösemik etkileri olan doğal bir fitoaleksindir. RNF5 (RING

finger domain E3 ligase) gen ürünü, membrana demirlenmiş E3 ubikitin ligaz fonksiyonuna sahiptir ve hücrede

endoplazmik retikulum stresinde (ER stresi) görev almaktadır. Bu çalışmada, K562 KML hücrelerinde, resveratrolün

hücre proliferasyonu ve motilitesi üzerine olan etkileri, ubikitin-proteozom yolağı ile ilişkili genlerin ifade seviyeleri

sorgulanarak, araştırılması ve KML için yeni terapötik hedef moleküllerin belirlenmesi amaçlanmıştır.

K562 hücreleri doza ve zamana bağlı olarak Resveratrol ile muamele edilmiştir ve WST1 analizi ile resveratrol

sitotoksititesi doğrulanmıştır. RT-qPCR gen ekspresyonu analizi için kullanılmıştır. RT2 Profiler PCR Array gen

ekspresyon seviyelerinin tespiti için kullanılmıştır. Log2 transformasyonu uygulanmıştır. Apoptoz testi Annexin V

yöntemi ile gerçekleştirilmiştir.

Resveratrol ile muamele edilmiş K562 hücrelerinde, gen ekspresyon seviyeleri önemli ölçüde azalmıştır. Resveratrol

ile muamele edilmiş K562 hücrelerinde, Resveratrol, RNF5 ve RNF5 ilişkili UBE2G2 ve UBXN4 gen ekspresyon

seviyelerinde sırasıyla, kontrol hücrelerine kıyasla 3,45, 7,76 ve 3,34 oranında azalmaya neden olmuştur.

Elde ettiğimiz bulgular, resveratrolün RNF5 gen ekspresyonunun baskılanmasına neden olduğunu göstermektedir.

K562 hücrelerinde resveratrol muamelesi sonucu, RNF5, ubikitin konjugat enzim UBE2G2 ve UBXN4 genlerinin

ekspresyonlarının baskılanması, hücrede, fokal adezyon proteinlerinin ubikitinasyonlanmasında azalışa neden olabilir.

Ekspresyonu baskılanan RNF5, ER stresine cevap olarak sitoiskelet elemanlarından aktin proteinlerinin yeniden

düzenlenmesine neden olabilir ve hücre proliferasyonunun azalışını sağlayabilir. Dolayısıyla RNF5, KML tedavisi

için yeni bir hedef molekül olabilir.

P-60 / YENİ BİR RESVERATROL ANALOĞUNU OLAN DMU-212’NİN LÖSEMİ

KÖK HÜCRE HATTI ÜZERİNE ETKİLERİ

Besra ÖZMEN YELKEN1, Çağla KAYABAŞI1, Tuğçe BALCI1, Aycan AŞIK1, Sevil

GONCA1, Fatma SÖĞÜTLÜ1, Röya GASIMLI1, Sunde YILMAZ SÜSLÜER1, Çığır

BİRAY AVCI1, Cumhur GÜNDÜZ1 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji ABD,

Lösemi, hematopoetik kök hücre ve kök hücreden oluşan progenitör hücrelerde ortaya çıkan mutasyonlar sonucunda

transformasyon oluşması ile görülen bir hastalıktır. Kanser kök hücreleri, ilk olarak hematolojik malinitelerde

kanıtlanmış olup, lösemi kök hücreleri için ilk bulgu 1994’de Dick ve arkadaşları tarafından rapor edilmiştir.

Resveratrol, kırmızı üzümde bulunan potansiyel bir kemopreventif ve kemoterapötik ajandır. Yapılan çalışmalarda,

resveratrolün çeşitli kanserlerde anti-tümörijenik etkisi olduğu gösterilmiştir. Sentezlenen resveratrol analogları

arasında yer alan DMU-212 ile ilgili sınırlı sayıdaki çalışmada, DMU-212 ‘nin genellikle G2/M arrestini indüklediği

gösterilmiştir. Çalışmamızda, DMU-212’nin lösemi kök hücre hattında hücre döngüsü analizi ve apoptozu üzerine

etliklerinin araştırılması amaçlanmıştır.

Lösemi kök hücre hattında DMU-212’ nin sitotoksik etkisi, WST-8 metodu ile çalışılmıştır. DMU-212’nin belirlenen

IC50 dozları hücrelere uygulanarak, apoptotik etkisi annexin V-EGFP apoptoz belirleme kiti ile hücre döngüsü analizi

ise “BD Cycletest Plus” kiti ile belirlenmiştir. Analizler, BD Accuri C6 flow sitometrisinde değerlendirilmiştir.

Lösemi kök hücre hattında, DMU-212’ nin IC50 dozu 48. Saatte 27,97 µM olarak belirlenmiştir. Kontrol grubuna

göre 48. saatte belirgin bir apoptotik etki saptanmamıştır. DMU-212’nin hücre döngüsü üzerine etkinliği

değerlendirildiğinde, 48. saatte kontrol grubuna göre G2/M arrestini indüklediği belirlenmiştir.

Resveratrol analogları arasında yer alan DMU-212’nin lösemi kök hücre hattında, hücre döngüsüne etki edebileceği

hipoteziyle uyumlu olarak, DMU-212’nin, belirgin bir şekilde G2/M arrestini indüklediği görülmektedir. Bu yönü ile

DMU-212’ nin lösemi tedavisinde ek bir anti-kanser ajanı olabileceği düşünülmektedir.

P-61 / HLH OLGULARINDA PRF1 VE STX11 GEN MUTASYONLARININ

DAĞILIMI

Asude DURMAZ1, Ayça AYKUT1, Hasan TAŞLIDERE1, Ümran Çalışkan2,Ayşe Erbay3,Arzu

Akçay4,Ali Bay5, Alphan Küpesiz6, Gülen Tüysüz7,Hale Ören8, Canan Vergin9,Deniz Yılmaz

Karapınar1, Hüseyin Onay1, Ferda Özkınay1

1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı,

2Konya Meram Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı

Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, 3Başkent Üniversitersi Tıp Fakültesi Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim

Dalı, 4Acıbadem Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,

5Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk

Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, 6Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,

7Diyarbakır Üniversitesi Tıp

Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, 8Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve

Hastalıkları Anabilim Dalı, 9Behçet Uz Çocuk Hastanesi

Familyal hemofagositik lenfohistiositoz (FHL) ateş, hepatosplenomegali, pansitopeni, hipertrigliseridemi,

hipofibrinojenemi ve nörolojik bozukluklar ile karakterize nadir görülen otozomal resesif geçişli hiperinflamatuar bir

hastalıktır. Perforin, Syntaxin ve Munc13-4 genlerinde meydana gelen mutasyonlar FHL-2, FHL-4 ve FHL-3 ile

ilişkilidir. Bu çalışmada, FHL’li hastalarda PRF1 ve STX11 genleri sanger dizi analizi ile araştırıldı.

PRF1 geninde 7 olguda homozigot p.W374X mutasyonu ile 1 olguda heterozigot p.W374X ve 3 olguda heterozigot

A91V mutasyonları saptandı. STX11 geninde 5 olguda homozigot c.369_370delAG ve c.374_376delCGC, 1 olguda

homozigot Q268X mutasyonları ile 1 olguda heterozigot V267M, 2 olguda heterozigot V197M, 1 olguda heterozigot

E115D mutasyonları saptandı. STX11 geninde saptanan V197M ve E115D mutasyonları daha önce tanımlanmamış

yeni mutasyonlardı. Ayrıca yine aynı gende bulunan V267M mutasyonu ise veritabanlarında rs45574234 numarası ile

kayıtlı olup Minör Allel Frekansı %1’in altındandır. Modelleme programları ile yapılan analizler bu değişikliğin

hastalıkla ilişkili olabileceğini göstermektedir. Heterozigot mutasyon olan olgularda genin analiz edilmeyen intronik

veya regulatuar bölgelerinde ikinci bir mutasyon olduğu düşünülmüştür.

Sonuç olarak PRF1 ve STX11 genlerindeki mutasyonlar FHL’li hastalarda ana rol oynamakta olup bu genlerdeki

moleküler spektrum farklı popülasyonlarda farklı olabilir.

P-62 / HBB GENİNDE BİRLEŞİK HETEROZİGOT IVS2-654C>T VE -101C>T

MUTASYONLARINI TAŞIYAN BETA-TALASEMİ İNTERMEDİA OLGUSU

Esra Işık1, Aslı Ece Solmaz2, Bilçağ Akgün1, Birol Baytam3, Hüseyin Onay2

1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Genetik Hastalıkları Bilim Dalı,

İzmir, 2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, İzmir,

3 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi,

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Hematoloji Hastalıkları Bilim Dalı, Uludağ

Beta-talasemi, HBB geninde moleküler defektler sonucu beta-globin zincir sentezinin azalması ile karakterize

otozomal resesif bir hastalıktır. Bugüne kadar beta-globin geninde 240’tan fazla mutasyon bildirilmiştir. Ortaya çıkan

mutasyona göre klinik bulgular değişkenlik göstermektedir. Bu çalışmada HBB geninde birleşik heterozigot iki nadir

mutasyon taşıyan bir olgunun fenotipik bulguları sunulmuştur. Bu iki mutasyonun birlikteliği literatürde daha önce

bildirilmemiştir.

On üç yaşında kız olgu beta-talasemi ön tanısı ile moleküler analiz yapılması amacıyla Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi

Tıbbi Genetik Anabilim Dalı’na yönlendirildi. Daha önce kan transfüzyon ihtiyacı olmadığı, rastlantısal olarak bakılan

hemogram tetkikinde mikrositer anemi saptandığı ve serum demir metabolizması parametrelerinin normal olduğu

öğrenildi. Hemogram analizinde hafif anemi ve MCV düşüklüğü vardı. Hemoglobin elektrofozinde HbA %62.2,

HbA2 %4.5, HbF %33.3 idi ve beta-talasemi ile uyumlu olduğu görüldü. Bunun üzerine yapılan HBB geni moleküler

analizinde birleşik heterozigot IVS2-654C>T ve -101C>T mutasyonları belirlendi.

Bu çalışmada beta-talasemi intermedia klinik bulguları gösteren bir olguda IVS2-654C>T ve -101C>T

mutasyonlarının birlikteliği sunulmuştur. Her iki mutasyon da beta talasemiden sorumlu ancak oldukça nadir olarak

rastlanan mutasyonlardır.

P-61 / HLH OLGULARINDA PRF1 VE STX11 GEN MUTASYONLARININ

DAĞILIMI

Asude DURMAZ1, Ayça AYKUT1, Hasan TAŞLIDERE1, Ümran Çalışkan2,Ayşe Erbay3,Arzu

Akçay4,Ali Bay5, Alphan Küpesiz6, Gülen Tüysüz7,Hale Ören8, Canan Vergin9,Deniz Yılmaz

Karapınar1, Hüseyin Onay1, Ferda Özkınay1

1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı,

2Konya Meram Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı

Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, 3Başkent Üniversitersi Tıp Fakültesi Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim

Dalı, 4Acıbadem Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,

5Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk

Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, 6Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,

7Diyarbakır Üniversitesi Tıp

Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, 8Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve

Hastalıkları Anabilim Dalı, 9Behçet Uz Çocuk Hastanesi

Familyal hemofagositik lenfohistiositoz (FHL) ateş, hepatosplenomegali, pansitopeni, hipertrigliseridemi,

hipofibrinojenemi ve nörolojik bozukluklar ile karakterize nadir görülen otozomal resesif geçişli hiperinflamatuar bir

hastalıktır. Perforin, Syntaxin ve Munc13-4 genlerinde meydana gelen mutasyonlar FHL-2, FHL-4 ve FHL-3 ile

ilişkilidir. Bu çalışmada, FHL’li hastalarda PRF1 ve STX11 genleri sanger dizi analizi ile araştırıldı.

PRF1 geninde 7 olguda homozigot p.W374X mutasyonu ile 1 olguda heterozigot p.W374X ve 3 olguda heterozigot

A91V mutasyonları saptandı. STX11 geninde 5 olguda homozigot c.369_370delAG ve c.374_376delCGC, 1 olguda

homozigot Q268X mutasyonları ile 1 olguda heterozigot V267M, 2 olguda heterozigot V197M, 1 olguda heterozigot

E115D mutasyonları saptandı. STX11 geninde saptanan V197M ve E115D mutasyonları daha önce tanımlanmamış

yeni mutasyonlardı. Ayrıca yine aynı gende bulunan V267M mutasyonu ise veritabanlarında rs45574234 numarası ile

kayıtlı olup Minör Allel Frekansı %1’in altındandır. Modelleme programları ile yapılan analizler bu değişikliğin

hastalıkla ilişkili olabileceğini göstermektedir. Heterozigot mutasyon olan olgularda genin analiz edilmeyen intronik

veya regulatuar bölgelerinde ikinci bir mutasyon olduğu düşünülmüştür.

Sonuç olarak PRF1 ve STX11 genlerindeki mutasyonlar FHL’li hastalarda ana rol oynamakta olup bu genlerdeki

moleküler spektrum farklı popülasyonlarda farklı olabilir.

P-62 / HBB GENİNDE BİRLEŞİK HETEROZİGOT IVS2-654C>T VE -101C>T

MUTASYONLARINI TAŞIYAN BETA-TALASEMİ İNTERMEDİA OLGUSU

Esra Işık1, Aslı Ece Solmaz2, Bilçağ Akgün1, Birol Baytam3, Hüseyin Onay2

1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Genetik Hastalıkları Bilim Dalı,

İzmir, 2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, İzmir,

3 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi,

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Hematoloji Hastalıkları Bilim Dalı, Uludağ

Beta-talasemi, HBB geninde moleküler defektler sonucu beta-globin zincir sentezinin azalması ile karakterize

otozomal resesif bir hastalıktır. Bugüne kadar beta-globin geninde 240’tan fazla mutasyon bildirilmiştir. Ortaya çıkan

mutasyona göre klinik bulgular değişkenlik göstermektedir. Bu çalışmada HBB geninde birleşik heterozigot iki nadir

mutasyon taşıyan bir olgunun fenotipik bulguları sunulmuştur. Bu iki mutasyonun birlikteliği literatürde daha önce

bildirilmemiştir.

On üç yaşında kız olgu beta-talasemi ön tanısı ile moleküler analiz yapılması amacıyla Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi

Tıbbi Genetik Anabilim Dalı’na yönlendirildi. Daha önce kan transfüzyon ihtiyacı olmadığı, rastlantısal olarak bakılan

hemogram tetkikinde mikrositer anemi saptandığı ve serum demir metabolizması parametrelerinin normal olduğu

öğrenildi. Hemogram analizinde hafif anemi ve MCV düşüklüğü vardı. Hemoglobin elektrofozinde HbA %62.2,

HbA2 %4.5, HbF %33.3 idi ve beta-talasemi ile uyumlu olduğu görüldü. Bunun üzerine yapılan HBB geni moleküler

analizinde birleşik heterozigot IVS2-654C>T ve -101C>T mutasyonları belirlendi.

Bu çalışmada beta-talasemi intermedia klinik bulguları gösteren bir olguda IVS2-654C>T ve -101C>T

mutasyonlarının birlikteliği sunulmuştur. Her iki mutasyon da beta talasemiden sorumlu ancak oldukça nadir olarak

rastlanan mutasyonlardır.

P-63 / IVS-I-110 VE HB KNOSSOS BİRLEŞİK HETEROZİGOT MUTASYON

TAŞIYAN AİLEDE FENOTİPİK BULGULAR

Bilçağ AKGÜN1, Esra IŞIK1, Hüseyin ONAY2, Nur SOYER3, Tahir ATİK4, Ferda

ÖZKINAY4, 1Ege Universitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Genetik Hastalıkları Bilim

Dalı, 2Ege Universitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, 3Ege Universitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları

Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, 4Ege Universitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı,

Çocuk Genetik Hastalıkları Bilim Dalı,,

β-Talasemi, beta globin zincirinin üretiminde kantitatif yetersizlik ile karakterize, klinik olarak ise normal/hafif

anemiden, kan transfüzyonu bağımlılığına kadar değişebilen fenotipik özellik gösteren hematolojik hastalık grubudur.

IVS-1-110, 1. intronik bölgede kriptik yapışma bölgesi oluşturan, ülkemizde ve birçok Akdeniz ülkesinde en sık

rastlanılan mutasyondur. Hb Knossos ise c.82G>T değişikliği olarak da bilinen, Akdenize kıyısı olan Afrika

ülkelerinde daha çok gözlenmesine rağmen ülkemizde nadir görülen Hb varyantıdır.

32 yaşında kadın olgu talasemi intermedia tanısı ve gebe olması nedeniyle ilk kez 2014 yılında mutasyon analizi

amacıyla Ege Üniversitesi Tıbbi Genetik Anabilimdalı’na yönlendirilmiştir. Özgeçmişi sorgulandığında 23 yaşına

kadar hiç kan transfüzyonu gereksinimi bulunmazken, 23-26 yaş arası nadiren kan transfüzyonu yapıldığı, 26 yaşından

sonra ise transfüzyon sıklığının giderek arttığı ve son 3-4 senedir de her 2 ayda bir transfüzyona ihtiyaç duyduğu

öğrenilmiştir. İlk transfüzyondan önceki hemoglobin değeri 6-7 g/dl hematokrit değeri ise %20 civarındadır.

Soygeçmişi sorgulandığında ise diğer 4 kardeşine de talasemi intermedia tanısı konulduğu, üçünün benzer özgeçmişle

ve aynı yaş aralığında ilk transfüyonlarını aldıkları, 31 yaşındaki bir erkek kardeşinin ise henüz hiç kan

transfüzyonuna ihtiyaç duymadığı bilinmektedir. Yapılan β-talasemi mutasyon taraması sonucu probandın genotipi,

IVS-I-110 G>A / p.A28S (Hb Knossos) olarak saptanmıştır. Olgunun eşine de β-talasemi mutasyon taraması yapılmış

ve sonucu normal bulunmuştur. Bu bilgiler ışığında genetik danışma alan olgu, sağlıklı çocuk dünyaya getirmiştir.

Benzer şekilde iki kız kardeşinin de sağlıklı birer çocukları bulunmaktadır.

Literatürde birleşik heterozigot IVS-I-110 ve Hb Knossos olarak tanımlanan nadir vakalardan biri olduğundan ve

hastalığın fenotipine ilişkin bilgi kaynağı olacağından dolayı sunduk.