209
DERLEYEN : AZAD BADIKI

DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

  • Upload
    others

  • View
    22

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 2: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

01.01.2010

Tarihli Görüşme Notu

Belediye başkanlarına operasyon provokasyondur Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, belediye başkanlarına yönelik operasyonun bir provokasyon olduğunu belirterek, orduya karşı operasyon görüntüsüyle Kürtlere yapılanların üstünün örtülmeye çalışıldığını söyledi. PKK lideri Abdullah Öcalan avukatları ile yaptığı haftalık olağan görüşmesinde gündemdeki konuları değerlendirdi. Belediye başkanlarına yönelik operasyonu provokasyon olarak değerlendiren Öcalan, orduya karşı operasyon görüntüsüyle Kürtlere yapılanların üstünün örtülmeye çalışıldığını belirterek şunları söyledi: KÜRT HALKI KENDİ ÖRGÜTLÜLÜKLERİNİ SAVUNACAKTIR

''Belediye Başkanlarına dönük bu operasyon aslında bir provokasyondur. Halkın tepkileri yoğundur sanırım bu provakasyonlara karşı. Kürt halkı herşeye karşı örgütlüdür, örgütlülüğünü koruyorlar. Kendi örgütlülüklerini elbette savunacaklar, protestoları da bu yönlü geliştireceklerdir. 3 HALKA Aslında benim KCK ile söylemek istediğim; KCK illegal bir yapılanma yani Türkiye’ye göre yasal sayılmıyor. KCK’nin ayrı bir yapılanması vardır, işte başı Kandil’dedir. KCK’nin bir sürü yerde örgütlenmeleri vardır, yapılanmaları vardır, Türkiye içinde de yapılanmaları vardır. Onların kendilerine göre bir sistemi vardır, çalışmaları da buna göredir. KCK ile legal siyaset ayrıdır. Belediye Başkanlarının, siyasetçilerin bu oluşumun üyesi olduklarını sanmıyorum, olmamaları da gerekir. Seçilmişlerin de bunu kabul edeceklerini sanmıyorum. KCK dediğim gibi ayrı, kendine göre sistemi ve örgütlenmesi olan bir oluşumdur, Türkiye’de yasal olmadığını bilir, buna göre davranır. DEMOKRATİK SİYASETE ÖRGÜTLENME Demokratik siyaset farklı bir statüde örgütlenmeye gitmelidir. Bunun için dernekler şeklinde örgütlenmeler olabilir, sivil toplum kuruluşları, insiyatifleri şeklinde örgütlenebilinir. Demokratik Toplum Kongresi’nin merkezi Amed’tedir. İçinde Kürtler elbette olur, ama başkaları da olur. Demokratik Toplum Kongresi pek çok alanda siyasetten ekonomiye, spordan sanata, kültüre kadar her alanda başta kadın ve gençlik olmak üzere, halkın içinde olurlar. Kürtlerin demokratik temelde örgütlenmesini söylemiştim. İstanbul’da da DTK’nın içinde yer alanlar olabilir ama bunlar Diyarbakır’a, Amed’e bağlıdır. İkinci halka Demokratik Toplum Kongresi’dir. SADECE KÜRTLERİN DEĞİL TÜRKİYE’NİN PARTİSİ OLMALIDIR

Üçüncü halka siyasal partidir. Bu, sadece Kürtlerin değil Türkiye’nin partisi olmalıdır, buna ne kadar hazırlıklıdırlar onu bilemiyorum. Sanırım hala tartışmalar sürüyor. Yerelden Kongrelerini yaparak, her türlü demokratik tartışmaya Türkiye’nin her yerinde hayata geçirerek bir yapılanmaya gidilebilir. Değişik çevrelerin, farklı görüşlerin bu parti içinde yer almasını önemsiyorum. Kendi düşünceleriyle, kendi gruplarıyla ortak ilkeler çerçevesinde olabilir. Siyasal parti içinde feminist grubun, feminist çevrelerin yer alması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca bu çevresel problemler, bunlar önemlidir. Çevreciler de bu siyasal partinin içinde yer alabilir. Birçok çevreden akademisyenlerle, aydınlarla, farklı isimlerle, farklı görüşlerle, üç ilke çerçevesinde görüşülebilinir. Geniş çevrelerin siyasal partide yer alması gerekir. Ben feministlerin de, çevrecilerin de farklı grupların da parti içinde kendi görüşleriyle almaları gerektiğini düşünüyorum. Siyasal partinin üçüncü halka olarak Türkiye’nin her yerinde örgütlenmesi gerekiyor. Dürüst alevi kesimler de, alevi aydınlar da dahil edilmelidir. SİYASAL PARTİ İÇİN ORTAK İLKELER Siyasal parti için bu üç hususu belirtmek istiyorum. Bu ortak ilkelerden birincisi Demokratik Cumhuriyet’tir. Bundan kastım, devletin demokratikleştirilmesidir. İkinci ilke; demokratik vatan’dır. Ben daha önce ortak vatan diye niteliyordum, bundan kastım bu bütün ülke toprağıdır. Vatan gene ortaktır ama herkesin bu topraklarda farklı ulusların, etnisitelerin yaşadığı gerçeğinin görülebilmesi için demokratik vatan diyorum. Üçüncü ilke demokratik ulus’tur. Demokratik ulus kavramı, ulusun demokratikleşmesi, burada söylemek istediğim aslında çoklu ulus’tur. Sadece Kürtler, Türkler değil, farklı etnisiteler, azınlıklar var, tümünü kapsayan çoklu kültür, çoklu kimlik, çoklu ulus, bunların bileşimine, bunların tümüne demokratik ulus diyebiliriz.

Page 3: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

İspanya’da bu var. İspanya’da tek bir İspanyol ulusu yok, ortak bir vatan var, İspanya var ama herkesi İspanyollaştıran, herkese tek tip ulus, tek tip dil dayatan bir anlayış, devlet yok. İngiltere’de buna benzer bir anlayış var. Tek devlet, tek ulus anlayışı Türkiye’de olduğu gibi, Kara delik gibidir. Herşeyi yutar, kendine benzeştirip tek tipleştirmeye çalışırken yok eder. Kürtler demokratik uluslaşmasını DTK yoluyla gerçekleştirebilirler. Kürtlerin demokratik temelde örgütlenmesini, Kürtlerin demokratikleşmesini, demokratik uluslaşmasını sağlamaya yöneliktir. Biz o yüzden DTK’nın merkezi Amed’tir dedik. Bu özellikle bölgede örgütlenir. Ancak siyasal parti tüm Türkiye’de olur. Programı da buna göre olur, Türkiye’nin sorunlarıyla, tüm Türkiye’nin demokratikleştirilmesiyle ilgili yani bir Türkiye partisi olması gerekir. Yeni partinin tüzüğünün, yönetmeliklerinin buna göre tartışılması yeniden düzenlenmesi gerekir. Bunun için savunmalarımdan, geçmiş tartışmalarımdan da yararlanılabilir. Yeni partinin kendini bu çerçevede geliştirmesini, stratejik olarak böyle örgütlemesini öneriyorum. Anadoludaki kumar kapitalizminden ancak böyle kurtulabilinir. Herkesin içinde yer alabileceği ortak ilkeleri belirttim. Bu çerçevede yürütülebilir. Ben stratejik önderliğim, sosyolojik belirlemeler yapıyorum, talimat vermiyorum, bunu uygun da bulmam, siyasi etik açısından doğru olmaz, görüşlerimi belirtiyorum. Herkes gibi benim de tartışma hakkım var. KÜRTLERE YAPILANLARIN ÜSTÜ ÖRTÜLMEYE ÇALIŞILIYOR

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın evi önünde iki subayın polis tarafından gözaltına alınmasıyla başlayan soruşturma kapsamında özel harp dairesi Seferberlik Tetkik Kurulu’ndaki aramalara da değinen Öcalan şunları söyledi: “Bütün bunlar danışıklı döğüştür. Yok öyle operasyon moperasyon, özel harp dairesine girmişler, kozmik oda diyorlar. Ne zaman ki Kürtlere AKP bir operasyon yapıyor, bunu örtbas etmek için işte ben bazı adımlar atacağım ama bana engel oluyorlar, ordu bana engel çıkarıyor, diyerek Kürtlere yönelik belirsizlik yaratıyor. Ne zaman Kürtlere karşı bir operasyon yapılsa hemen orduya karşı da bir şeyler yapılarak, orduya karşı operasyon görüntüsüyle Kürtlere yapılanların üstü örtülmeye çalışılıyor. Olası gelecek tepkileri de ortadan kaldırdılar. KCK adı altında operasyon oldu bu bir provokasyondur ama hiç kimseden çıt çıkmadı, tartışılmıyor. AKP ORDU İLE DANIŞIKLI DÖĞÜŞ HALİNDEDİR

AKP ordu ile danışıklı döğüş halindedir. Biraz özgür durmaya çalışan Kürtleri hapishanelere tıkıyor. Kürtlerin özgür-demokratik siyaset yapmak isteyen kesiminin önünü kesiyor, orduyu bahane ediyor. Yani Kürtlere bana sığının diyor. Bir yandan Kürtleri tasfiye ediyor öte yandan para vb. şeylerle bazı ailelerle Kürtleri kendine bağlamaya çalışıyor, bu açılım falan değil. KÜRTLER KENDİ DEMOKRATİK AÇILIMINI HAYATA GEÇİRMELİ Buna karşı Kürtlerin gerçek demokratik açılımı, kendi demokratik duruşlarını hayata geçirmeleri gerekiyor, bütün Türkiye için. Eğer siyaset yapacaklarsa, eğer özgürlükleri için mücadele edeceklerse bu provokasyonu, AKP’yi iyi görmeleri, bunun ne olduğunu bilince çıkarmaları gerekiyor. AKP’yi yüzde onun altına düşürmeleri gerekir. Bunların tasfiyeden başka bir çözümleri yok. Kürtleri bu yolla kendilerine bağlamak istiyorlar. Ben buna karşı savunmaları geliştirdim. Ortadoğu kültürünü demokratikleştirmek savunmamda buna ilişkin ayrıntılar var. Bu tür oyunları boşa çıkarmak, siyaset yapabilmek için bunları anlamak gerekiyor. Ben bu yüzden siyaset akademileri önermiştim ama gerçekleşmedi. Bunların mutlaka yapılması gerekiyor. Bunu bir sürü yerde hatta dört parçada, İran, Irak, Suriye, Türkiye Kürdistan’ı hatta Avrupa’da; kadınlar için de Özgürlük Akademisi demiştim, bunların hayata geçirilmesi gerekiyor. AKP bile söylediklerimizi alıp bir sürü siyaset akademisi açtı. Bütün demokratik kurumları etkin ve güçlü bir şekilde kullanmasını bilmek gerekiyor. 2010 YILI DEMOKRATİK TEMELDE BÜYÜK BİR MÜCADELE YILI OLMALI Bu vesileyle tekrar söylüyorum. 2010 mesajımı da bu temelde vermek istiyorum. İşte KCK, siyasal soykırımdır diyor, doğrudur, siyasal soykırımdır. Kürtlere uygulanan siyasal soykırımdır, ekonomik soykırımdır, kültürel soykırımdır. Buna karşı halkın ciddi bir direnişi olduğunu, örgütlü bir duruşla buna karşı çıktığını biliyorum ve onlara inanıyorum. 2010’da siyasal örgütlülüklerini yükselterek demokratik bir ulus olma temelinde özgürlüğe ulaşmak için bütün güçlerini seferber etmeleri gerekir. 2010 yılının demokratik temelde büyük bir mücadele yılı olması gerektiğini bir kez daha vurguluyorum. İşte 15 Şubat’a kadar AKP’nin tavrı da gerillanın duruşu da biraz netleşir. Abbas söylüyor, otonom gruplardır, kendi tepkileri var, biz bile engelleyemeyiz diyor, ben de engelleyemem. Şimdiye kadar birşeyler yaptım, buraya kadar getirdik. Ama böyle devam edemeyeceğini Hükümet’in görmesi gerekir. Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik önderlik yapabilirim, bunları da sosyolojik değerlendirmeler olarak sunuyorum. Ama böyle gelişirse kimse bunun önünü alamaz. Sadece dağlarda değil, çok vahim sonuçları olacak çatışmalar derinleşir. Türk aydınlarının da bunları görerek o yüzden Kürtlerle demokratik siyaset yürütmesi gerektiğini söylüyorum. AKP’nin provokasyonlarına gelmek yerine bütün bunları açığa çıkararak onların da kıyamet koparmaları gerekir. KADININ ÖZGÜRLÜĞÜ, TOPLUMUN DEMOKRATİKLEŞMESİNİN, ÖZGÜRLÜĞÜNÜN TEMELİDİR

Page 4: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Ben kadın arkadaşların sonsuz boşanmayı kavradığını düşünüyorum. Bu anlamda manevi bir güç açığa çıkardıklarını da düşünüyorum. Sonsuz boşanmadan kastım beş bin yıllık erkek egemen kültüründen boşanmadır. Kadın üzerinde bu beş bin yıllık tahakkümü ben tecavüz kültürü olarak nitelendiriyorum. Bu kültürden boşanmak elbette kadının özgürleşmesini getirecektir. Kadının özgürlüğü toplumun demokratikleşmesinin özgürlüğünün de temelidir. Kadını ulusun, sınıfın ötesinde toplumun ilk ezilen kesimi, ulusu olarak niteledim. Elbette ki kadının özgürlüğü ve eşitliği, eşit bir topluma gidecek tek yoldur. Toplumun eşitliği diyorsak bunu sağlamak gerekir. Sonsuz aşk kavramından ise özgürlük aşkını, maddi anlamda değil ama manevi anlamda büyük bir gücü açığa çıkarmayı kastediyorum. Bundan maddi bir kazanç ya da mutluluk sağlayamazsınız ama sonsuz boşanmadan insan olarak, kadın olarak özgürlük ve güzelliğinizi, Hellenleşme, tanrıçalaşma diyoruz ya, işte İştar, İnanna sağlayabilirsiniz. Manevi olarak kazanırsınız. Ben kadının sadece siyasal anlamda değil, ideolojik ve manevi anlamda da derinleşeceklerini, derinleştiklerini düşünüyorum. 2010’da erkek egemen kültüründen sonsuz boşanma temelinde özgürlüklerini yükselteceklerini düşünüyorum. CEZAEVİNDE DİRENMEK MANEVİDİR

Cezaevinde direnmek manevi bir şeydir. Sadece maddi olarak direnemezsin, sadece fiziki olarak cezaevi şartlarında direnemezsin. Sadece maddi olarak direnirsen bu fiziki yok oluşa kadar gider, manevi gücünüzü açığa çıkarmalısınız. Manevi olarak güçlü olmak gerekir ki cezaevi şartlarına dayanabilesin. 2010 yılı cezaevlerindeki arkadaşlar için manevi özgürlük yılı olacaktır, yeni yıllarını bu temelde kutluyorum. İTALYA TARİHİNİ ÇÖZÜMLEMEK AVRUPA’YI ÇÖZÜMLEMEKTİR

İtalyadan bir dergi makale yazmamı istiyormuş. İtalyan tarihine önem veriyorum. Gramsci’den özellikle daha önce de bahsetmiştim. Bu çerçevede Ortadoğu Kültürünün Demokratikleştirilmesi isimli savunmamda ana çizgileriyle belirtmiştim. Ama eğer olursa İtalyanlarla görüşlerimi paylaşmak isterim, İtalyanların görüşlerimi öğrenmesini, paylaşmasını önemsiyorum. Ayda bir makale yazmayı düşünebilirim. Daha önce İtalya çözümlemeleri ana hatlarıyla yapmıştım. Ama bundan sonraki Avrupa çözümlemelerimi İtalya üzerinden geliştirmeyi düşünüyorum. Kısmen de çözümlemiştim. İtalya’yı anlamak, Italyan tarihini çözümlemek Avrupa’yı çözümlemektir. İtalya’yı anlarsanız, çözümlerseniz Avrupa’yı da anlarsınız. Ermeni yazarlar birliğinde sanırım benim üyeliğim var zaten, PEN de olabilir, bir sakıncası yok. Bu yazarlar vesilesiyle Aramı da anarak Ermeniler için şunu söylemek istiyorum. Benim bu son çözümlememde geliştirdiğim konular, bütün Ortadoğu Kültürünün Demokratikleştirilmesidir. Savunmamdaki çözümlemelerim aslında Ermenileri de ilgilendiriyor, Ermeni sorunun çözümünü de sağlayabilir. Bu katı milliyetçilik yerine, demokratik çerçevede çözümün Ermeniler için de tartışılabilir olduğunu, bunu hayata geçirmelerini önemsiyorum. Güncel sorunlarını da ancak böyle aşabilirler. Bana cezaevinden gelen mektuplar var, Tekirdağ’dan pek çok küçük küçük mektuplar, Van Cezaevi’nden iki mektup. Bakırköy cezaevinden, mektuplar aldım. Bitlis, Midyat cezaevinden, genel olarak cezaevinden gelen mektupları iyi buluyorum. Arkadaşların gelişmeleri fena değil. Arkadaşların da belirttiği gibi, direnmek, maddi bir şey değildir sadece. Cezaevinde direnmek manevi bir şeydir. Sadece fiziki olarak cezaevi şartlarında direnemezsin. Manevi olarak güçlü olmak gerekir ki cezaevi şartlarına dayanabilesin. Van, Muş ve Bulanık halkımıza selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

03.01.2010

Tarihli Görüşme Notu

Öcalan: Kürtler 2010’da tüm güçlerini seferber etmeli Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürtlerin 2010'da siyasal örgütlülüklerini daha da yükselterek demokratik bir

ulus olma temelinde özgürlüğe ulaşmak için bütün güçlerini seferber etmeleri gerektiğini söyledi. Öcalan, “2010 yılı demokratik temelde büyük bir mücadele yılı olmalıdır” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatları aracılığıyla yeni yıl vesilesiyle bir mesaj yayınladı. Öcalan mesajında, geçen her yılı Kürt sorunun demokratik çözümü için değerlendirdiklerini, değerlendirmeye de devam edeceklerini belirterek şunları kaydetti:

KÜRTLER ORDADOĞU’DA DEMOKRASİNİN GELİŞİMİNE ÖNCÜLÜK EDECEKLERDİR

“Kürt sorununun demokratik çözümü demek; toplumların bir arada barış içinde yaşaması, kardeş olması demektir. Herkese, Ortadoğu'ya lazım olan demokrasidir. Kürtlerin ihtiyacı olan şey demokrasidir. Benim anlayışım demokratik toplumun inşa edilmesi, demokratik mekanizmanın toplumda kurulmasıdır. Kürtler demokrasi ilkeleri

Page 5: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

temelinde kendi Ulusal Kongrelerini gerçekleştirebilmelidir. Kürtler, Ortadoğu'nun demokratizasyonunu üstlenip, Ortadoğu'da model olacaklar, demokratik bir sistem oluşturacaklar, demokratik bir çıkışın anahtarı olacaklar. Kürtler Ortadoğu'da demokrasinin gelişimine öncülük edeceklerdir. Kürtler demokratizmi sağlarsa, demokratizm tüm Ortadoğu'ya yayılır.

Türkiye'yi de demokratikleştirmek gerekiyor. Birlikte yaşamaktan yanayım. Kürtler ve Türkler bin yıldır birlikte yaşıyor. Şunu anlamak gerekiyor. Kürt Türksüz, Türk de Kürtsüz olmaz. Kürt olmadan Türk de biter. Soruna doğru yaklaşılır, demokratik çözüm gelişirse barış sağlanabilir.

DEMOKRATİK ÇÖZÜM VE BARIŞ ÇABALARIMIZA TASFİYE İLE CEVAP VERİLDİ Ben dışarıda ve burada olmak üzere tam on altı yıldır demokratik çözüm ve barış için çabalıyorum. Biz

demokratik çözüm ve barışa hep şans verdik, 2009'da da verdik. Ama bütün bu çabalarımıza geçmişte olduğu gibi bu yıl da tasfiye ile cevap verildi. Bir yandan askeri operasyonlar sürerken öte yandan Kürtlerin demokratik siyaset alanlarına yönelik operasyonlar yapılıyor. Bu operasyonlar aslında bir provokasyondur. Biraz özgür durmaya çalışan Kürtleri hapishanelere atıyor. Kürtlerin özgür-demokratik siyaset yapmak isteyen kesiminin önünü kesiyor, kalan Kürtleri bu yolla kendilerine bağlamak istiyorlar. Anlaşılan bunların tasfiyeden başka bir çözümleri yok.

KÜRTLER 2010’DA TÜM GÜÇLERİNİ SEFERBER ETMELİ Buna karşı Kürtlerin gerçek demokratik açılımı, kendi demokratik duruşlarını hayata geçirmeleri, kendi

demokratik örgütlenmelerini korumaları, savunmaları, güçlendirmeleri, ilerletmeleri gerekiyor. Eğer siyaset yapacaklarsa, eğer özgürlükleri için mücadele edeceklerse AKP'nin provokasyonunu iyi görmeleri, bunun ne olduğunu bilince çıkarmaları, AKP'yi yüzde onun altına düşürmeleri gerekiyor. AKP yedi yıldır çözüm yönünde ciddi somut bir adım atmadı, demokratik açılım diyor ama bu demokratik açılım değil, bu olsa olsa baskı açılımıdır. Kürtlere uygulanan siyasal soykırımdır, ekonomik soykırımdır, kültürel soykırımdır. Buna karşı halkın ciddi bir direnişi olduğunu, örgütlü bir duruşla buna karşı çıktığını biliyorum ve onlara inanıyorum. Kürtlerin 2010'da siyasal örgütlülüklerini daha da yükselterek demokratik bir ulus olma temelinde özgürlüğe ulaşmak için bütün güçlerini seferber etmeleri gerekir.

2010 YILI DEMOKRATİK TEMELDE BÜYÜK BİR MÜCADELE YILI OLMALIDIR

Türkiye halkının, demokratlarının, aydınlarının da bunları görerek AKP'nin provokasyonlarına gelmek yerine bütün bunları açığa çıkararak onların da kıyamet koparmaları gerekir. Halklar çatışırsa herkes acı çeker, bundan hiç kimse bir şey elde edemez. Bu sorunu iki halk olarak çözersek Türkiye'nin önü açılır, Türkiye fırlar, Ortadoğu'nun lider ülkesi haline gelir. Ben burada karşılıksız, yurtseverliğin gereği olarak bunun için çabalıyorum. Ben demokrasiden asla vazgeçmem. Demokrasinin dışındaki yöntemlerin sorunu ne kadar ağırlaştırdığını biliyorum. Biz demokrasinin gelişmesini, Türkiye'de de Kürtler arasında da gelişmesini istiyoruz. Ciddi yaklaşılırsa sorun çözülür. Ciddi yaklaşalım ve bahara güçlü bir barışla girelim, çatışmayla değil. Herkesi sorumluluklarını üstlenmeye, sahiplenmeye çağırıyorum. 2010 yılı demokratik temelde büyük bir mücadele yılı olmalıdır.

Bu temelde halkımızın, halkların, herkesin yeni yılını kutlar, özgürlük ve demokrasi mücadelesinde başarılar dilerim."

Görüşme Notları:

10.01.2010

Tarihli Görüşme Notu

Öcalan'dan Abdullah Gül'e çağrı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e seslenen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan barışçıl süreç geliştirilmezse “katı-milliyetçi Ergenekoncu çizginin” Kürt-Türk çatışmasını yaratacağını söyledi. “İşte Şubat ayı yaklaşıyor. PKK engellemek istese bile halkın tepkisinin önüne geçemez” diye uyaran Öcalan, “Ben burada görüşlerimi iletiyorum. Ben konuşmazsam çatışmalar olur, kan gövdeyi götürür” şeklinde konuştu. Öcalan, söylediklerinin Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümü için olduğunu vurguladı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın haftalık görüşmesinde güncel gelişmelerin yanı sıra tarihsel tespitlerde bulunduğu öğrenildi. Öcalan’ın şu değerlendirmelerde bulundu: MUSTAFA SUPHİ’NİN KİMLER TARAFINDAN KATLEDİLDİĞİNİ ANLAMAK GEREK

“Türkiye Cumhuriyeti tarihini çözümlemek istiyorsanız, İttihat Terakki, Mustafa Kemal ve Mustafa Suphi ilişkisinin doğru incelenmesi ve doğru anlaşılması gerekiyor. Mustafa Suphi’nin nasıl ve kimler tarafından katledildiğini, boğdurulduğunu bilmek, anlamak gerekir. Mustafa Kemal’in yaptığı söyleniyor ama M. Suphi’nin boğdurulması olayında kimlerin rol aldığının ortaya çıkması birçok şeyi açıklığa kavuşturacaktır.” İNGİLİZLER FRANSIZ DEVRİMİ’Nİ ETKİSİZLEŞTİRMİŞTİR

Page 6: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“O dönemde Mustafa Kemal’in etrafı İngilizler tarafından İttihat Terakki kadrolarıyla müthiş kuşatılmıştır; İngilizler onun etrafını çepeçevre sarmışlardır. İngilizler, İttihatçı kadrolar eliyle kendi politikalarını dayatıyorlardı. Mustafa Kemal ise Moskova ve Lenin kartını oynamak istiyordu. Ancak İngilizler bu konuda çok akıllı ve ustadırlar. Kazım Karabekir ve İnönü üzerinden politikalarını yürütüyorlardı. Ben şimdiye kadar İngilizlerin etkinliğini tahmini olarak söylüyordum ama artık İngilizlerin rolü kesindir, belgeler bunu ortaya koyuyor. Hürriyet’te de okudum, Cemil Koçak yazmıştı, kısmen bunu doğruluyor. İngilizler, Fransız Devrimini etkisizleştirmiştir, Rus devrimini ve Türkiye Kurtuluş Savaşını da yönlendirmiştir. Bu yönüyle Mustafa Kemal’e Robespierre’e yapılanın aynısı yapılmıştır. Fransız Devrimi’nde Kral, Robespierre’e öldürtülmüş, daha sonra daha ılımlı bir gruba da Robespierre öldürtülmüştür.” 1922 ÖNCESİ VE SONRASI “Mustafa Kemal’in de etrafı İttihat Terakki kadrolarıyla kuşatıldı, bunlarla mücadele etti. O dönemde Meclis’te olan Ali Şükrü adlı bir milletvekili öldürülüyor. Yine Deli Halit Paşanın ölümü olayı var. Hatta Maliye Bakanı Cavit’i astırdı fakat 1927’lerden sonra bunlarla uzlaşmak zorunda kaldı. Bu uzlaşmadan sonra ittihatçılar Mustafa Kemal’i Cumhurbaşkanı yaparak etkisizleştirdiler, tüm iktidarı ele aldılar. Fethi Okyar, Mustafa Kemal’in yakın arkadaşıydı. Onu da tasfiye ettiler, yerine İnönü Hükümeti’ni getirdiler. İngilizler, İnönü ve Kazım Karabekir üzerinden kendi etkinliğini sağladı, politikalarını uygulamaya geçirdi. Taha Akyol, Kürt politikaları açısından bu dönemi 1922 öncesi ve sonrası diye ayırıyor. 1922 öncesinde Kürtlere verilen sözler var, 1922 sonrası bu sözler inkâr ediliyor. Kurtuluş savaşında Yunanlılara Türkiye’yi işgal ettiren İngiltere’dir, daha sonra denize dökülmelerini sağlatan da yine İngiltere’dir. İngiltere’nin birinci gündem maddesi Musul-Kerkük ve petroldür. Yunanlıları çıkartıp Türkleri etki altına aldıktan sonra Musul-Kerkük karşılığında Kuzey Kürtlerini de feda etmiştir. Bu yerler Misak-ı Milli sınırları içinde olmasına rağmen İngiltere ile yapılan gizli bir anlaşmayla Türkiye bunlardan vazgeçmek zorunda kalmıştır. Halen de bu anlaşmanın içeriği bilinmemektedir.” ANADOLU YAHUDİLİĞİ İLE FİLİSTİN YAHUDİLİĞİ “Aslında Mustafa Kemal Jakobendir. Cumhuriyetçidir. Fransız Cumhuriyeti’nden esinleniyor. Mustafa Kemal yaşadığı sürece İngilizler ve Sovyetler arasında denge politikaları izledi. İngilizler Anadolu’dan İonyalıları, Ermenileri ve Anadolu Rumlarını sürdü. Kürtlere de aynı politikayı uygulamak istiyorlar. Kürtleri de Kuzey’den sürüp Güney’deki ulus-devletçiğe hapsetme politikasını yürütüyorlar. Şeyh Sait ayaklanmasında, Şeyh Sait’in haberi bile yoktur. O sırada Dicle’de bulunmaktadır. Dicle’de iki asker öldürülüyor, ondan sonra hazırlıksız bir şekilde ayaklanma başlıyor. Şeyh Sait ayaklanma yürütecek durumda da değildir. Türkiye’de İngiliz etkisi 1940’lı 50’li yıllara kadar devam ediyor, hatta bu ilişkiler çok ileridir. 1941’de birçok Türk savaş pilotları İngiltere için savaşırken ölüyor. Bunlar daha sonradan ortaya çıktı. 1950’lerden sonra ABD ve İsrail hakim olmaya başlıyor. Yurt edinme konusunda Yahudilerin iki siyonizmi çatışıyor; Anadolu Yahudiliği ile Filistin Yahudiliği. Anadolu Yahudileri İzmir, Manisa, Selanik, Edirne’ye kadar varan yerde yurt edinmek istiyorlar. Filistin’de yurt edinmek isteyen, Rusya’dan, ABD’den göç edenlerden oluşan Yahudi Siyonizmi ise, Filistin topraklarını esas yurtları olarak görüyor. Bunlar baskın çıkıyor ve İsrail kuruluyor. Anadolu Yahudileri arasında Sami Kohen’in babası da var. Anadolu Yahudileri, Cumhuriyetin kuruluşunda çok etkinler; halen de ordu, yargı, üniversitelerde çok etkindirler.” AKP İSRAİL İLE ÇALIŞIYOR

“AKP de İsrail ile çalışıyor. Netanyahu radikal milliyetçidir ama özellikle Olmert ve Barak AKP ile uyum içindedirler. Kozmik oda bir görüntüdür. Bunun gerisine, arka planına bakmak gerekir. AKP tek başına yapmıyor, Erdoğan-Başbuğ ittifakı var, arkalarında ABD var. Bugünlerde söylemeye başladıkları o “yüzyıllık” lafını benden almışlardır. Önceden beridir diyorum bu Ergenekon’un yüz yıllık kökleri vardır. Ta 1906 yılındaki Teşkilat-ı Mahsusa’nın faaliyetlerine dayanmaktadır. Hatta öncesinde 1876’da Abdulaziz’in idamı da benzeri bir şeye dayanır. O günlerden bu günlere geliyor. O dönemde bunlar bütün İslam ülkelerinde ümmetçilik bağlamında örgütleniyorlar. Ilımlı İslam da Radikal İslam da Amerika ile bağlantılıdır. ABD AKP’ye Ilımlı İslam rolünü vermiş.” AKP ARAPLARI ILIMLI İSLAM ÇİZGİSİNE ÇEKEMEZ

“AKP, Arapları radikal İslam çizgisinden ılımlı İslam çizgisine çekmeye çalışıyor. Bunu Hamas üzerinden yapmaya çalışıyor. Ama ben Arapları tanırım, AKP’nin bu çizgisine gelmezler, AKP de bunu beceremez. Tam bir kördüğüm söz konusudur. İşin içinden çıkamazlar. El-Kaide’yi ve Taliban’ı da savaş döneminde Amerika örgütledi, Obama şimdi bunları geri çekmeye çalışıyor ama baş edemiyor. Bunlar iktidara alıştılar, iktidarlarından vazgeçmek istemiyorlar. Aralarındaki çatışma iktidar çatışmasıdır. Benazir Butto’ya yapılan saldırı bu çatışmanın sonucudur. Benazir Butto da Tansu Çiller gibi Amerikancıydı. Afganistan’da da Hamit Karzai’yi başa getirdiler.” CIA SALDIRISINDA ERGENEKON BAĞLANTISI “Obama bu radikal İslam’ın olduğu yerlerde onları iktidardan düşürüp yerine ılımlı İslam’ı devreye koymaya çalışırken, radikal İslamcılar da kendi yerlerini korumaya çalışmaktadırlar. Bu yedi CIA ajanını öldüren kişinin eşi de Türktür. Hatta Amerika’dan beş CIA görevlisinin bu olayı soruşturmak için Türkiye’ye geldiğini radyodan gazetelerin haber başlıkları okunurken dinledim. Buradaki Ergenekon bağlantısı barizdir. Bu, Türk Ergenekonudur. Daha önce Ankara’daki Amerikan Elçiliği saldırısını da gerçekleştirenlere El-Kaide dediler ama Türk Ergenekon’u çıktı arkasından. Bunlar CIA ajanlarını

Page 7: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

öldürecek kadar gözü karadırlar. Bu katı Ergenekoncu çizgi halen güçlüdür. Mustafa Balbay’ın günlüklerinde de geçiyor. Özkök için biz doksandokuz onlar birdir, diyor. Ordu içinde de kısmen hala varlar.” KÜRTLER KONUSUNDA İKİ İMHACI POLİTİKA VAR

“Kürtler konusunda iki imhacı politika var. Biri katı inkar ve imha çizgisidir. İşte Ergenekon’un, MHP ve CHP’nin dayattığı budur. İkincisi ise PKK’siz ve Öcalansız, sırtını Irak, Amerika ve kısmen Avrupa, Talabani ve Barzani’ye dayayan, Kuzey’den bazı sahte Kürt liderlikleri yaratarak, bunlar üzerinden sonuç almaya çalışan AKP’nin yumuşak imhacı çözümdür. AKP’nin son yedi yıllık iktidarında gerçekleştirmeye çalıştığı budur.” “Ben, daha önce mahkemeye verdiğim savunmamda da belirtmiştim. Ben ancak demokratik ve barışçıl bir çözüm içinde yer alabilirim. Kesinlikle tasfiye sürecine beni katamazlar. Bizi tasfiye etmek çözümü kolaylaştırmaz. Bizim çözümümüz demokrasidir, demokratik çözüm ve barıştır. Ben yol haritasında çözümün nasıl olması gerektiğini açıkça ortaya koydum. Bu çerçevede çözüme varız, başka türden bir çözüme kimse beni dahil edemez.” ŞUBAT AYI YAKLAŞIYOR…

“Cumhurbaşkanı bir programda demokratik açılım açısından önemli bir çözüm fırsatının heba edildiğini ancak henüz geç olmadığını belirtiyormuş galiba. Çözseymiş o zaman, kendisinin işi nedir? Elini tutan mı var? Buradan Sayın Abdullah Gül’e seslenmek istiyorum. Bizim geliştirmek istediğimiz çözüm, demokratik barışçıl çözümdür. Bunu engellemeye çalışanlar var. İşte Şubat ayı yaklaşıyor. PKK engellemek istese bile halkın tepkisinin önüne geçemez. Bu süreyi iyi değerlendirmek gerekir. Çok sert ve şiddetli, kanlı durumlar yaşanmasın. Halklar arasındaki gerginlikler artırılıyor. Romanların yerlerinden zorla sürülmesi buna bir örnektir. Eğer devlete bırakılırsa bunu çok sert bir şekilde geliştirir. Eğer bu süreçte çözüm geliştirilmezse, barışçıl çözüm dışındaki yollar güçlenir. Ben burada KCK’yi de uyarıyorum, devleti de uyarıyorum; demokratik çözüm ve barışçıl süreç geliştirilmezse katı-milliyetçi Ergenekoncu çizgi Kürt-Türk çatışmasını yaratır, bunlar acımasızdır, halkları birbirine boğazlatırlar. Geçenlerde halkı taradılar, halkın üzerine ateş açtılar.”

ESARET KOŞULLARINDA BİR ŞEY YAPAMAM

“Sayın Cumhurbaşkanının bunları iyi görmesi gerekir. Eğer çözümde samimiyseniz, ciddiyseniz, bu süreyi iyi değerlendirmeniz gerekiyor. Yok biz tasfiyeyi, imhayı dayatacağız diyorsanız, PKK kendini çok iyi bir şekilde koruyabilir, yaşatabilir, bu savaşı uzun süre yürütebilir. Bunun önüne geçmek için diyalog yolunu başlatmalısınız. İşte Sönmez Köksal da söylüyor, diyalogun binbir türlü yolu var; illa benimle olmayabilir, doğrudan olmayabilir. Yeter ki ciddiyet olsun. Benim rol almam isteniyorsa bu koşulların değiştirilmesi gerekiyor. Bu esaret koşullarında ben bir şey yapamam.” ERGENEKONCU KANADIN PARLAMENTODAKİ ZANLILARI, CHP VE MHP

“İmhacı-İnkarcı çizgi 5 Kasım 2007’de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Bush’la görüşmesiyle sona erdi. Katı milliyetçi sert Ergenekoncu kanat, bunların bir kısmı Silivri’de bir kısmı da parlamentodadır. MHP ve CHP bunların parlamentodaki zanlılarıdır. MHP, CHP, Eruygur bu kanattadır. Bunlar katı fiziki inkâr ve imhada ısrar ediyorlar. Baykal ve Bahçeli’nin kişi olarak bir güçleri yoktur, dayandıkları güçler vardır. Bunların uluslararası bağlantıları da vardır. Bahçeli Çin’e bir geziye gitmişti. Levent Ersöz de yakalanmadan önce Moskova’dan gelmişti. Tuncer Kılınç’ın da bir demeci vardı, İran ile ittifaka ilişkin, İran’a dayanıyorlar. MHP, CHP ikisi de milliyetçidir. Biri katı milliyetçi, diğeri ulusalcı milliyetçidir.” BDP’NİN BOŞLUĞU DOLDURMASI GEREKİR

“CHP ile solculuk olmaz. BDP’nin bu boşluğu doldurması gerekir. BDP’nin anti faşist tüm sol kesimleri, radikal demokratları kapsaması lazım. Demokrat Müslümanlar da yer alabilir. Türkiye’nin sorunlara yaklaşımda üç temel çizgi var; biri katı milliyetçi Ergenekoncu çizgi, ikincisi AKP, ABD, kısmen Avrupa ve Talabani ile Barzani’nin içinde olduğu yumuşak tasfiye çizgisi. Üçüncüsü ise radikal demokratların çizgisi.” BDP TÜRKİYELİLEŞMELİ “BDP Türkiyelileşmeli, Türkiye’nin tüm sorunlarını ele alan bir perspektifle çalışmalarını yürütmelidir. Daha önce de söylemiştim, feminist çevreler, çevreciler demiştim. Çeşitli kesimlerden bahsetmiştim. BDP çok renkli olmalı, Türkiye’nin renkliliğini yansıtmalı. Ben bunun için üç ilkeden bahsetmiştim; demokratik cumhuriyet, demokratik vatan, bunun içinde Kürdistan’da var, inkar edilmiyor. Ve demokratik ulus. CHP ve MHP’nin katı milliyetçi ulus anlayışına karşı demokratik ulus. Bu ilkeler etrafında biraraya gelebilirler. Bunların temsil güçleri yüksek olmalıdır.” DTK DEMOKRATİK KÜRT TOPLUMUNUN İNŞAASI İÇİN UĞRAŞIR

“DTK, demokratik Kürt toplumun inşası için uğraşır. Tamamiyle yasalara uygun çalışmalar yapar; Kürt toplumunun ihtiyaçlarına uygun çalışmalar yapar. Spordan tutalım sağlık, sanat, folklor, çevre, kadın, kültür v.s. tüm alanları demokratik anlayışla örgütler, çalışmalar yapar. DTK tamamen yasalara uygun ve sivildir. Çalışmalarını da buna göre yürütür. Mevcut tutuklamalar siyasidir, bilinçlidir, hukuki olmaktan uzaktır.” BEN KONUŞMAZSAM ÇATIŞMALAR OLUR

Page 8: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Ben burada görüşlerimi iletiyorum. Ben konuşmazsam çatışmalar olur, kan gövdeyi götürür. Ben bunların önüne geçmek için görüşlerimi dile getiriyorum. Bin yıllık kardeşiz diyorlar, ben de kardeşlik için, barış için konuşuyorum. Devletin bütünlüğüne, birliğine karşı değilim, bu yönlü bir tutumum ve konuşmam yoktur. Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümü içindir söylediklerim.” KADINLAR KENDİLERİNİN GELİŞTİRMELİ “Kadının özgürlüğü, benim çalışmalarımın temelidir, esasıdır. Kadın dünyada ve Ortadoğu’da motor güçtür. Kadın meselesi tam anlaşılmamış herhalde, suistimal ediliyor. Benim kadın özgürlüğü konusundaki çözümlemelerim doğru anlaşılmalı, doğru hayata geçirilmelidir. Kadınlar kendilerini geliştirmelidir. Bu temelde bütün kadınlara selamlarımı iletiyorum. Diyarbakır ve Kars halkımıza selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

13.01.2010

Tarihli Görüşme Notu

İmralı'daki tutuklular Öcalan'la birlikte eylemde Öcalan, İmralı Cezaevi'ne getirilen 5 mahkumla birlikte 12 Ocak tarihinden itibaren cezaevindeki şartlar düzeltilinceye ve tüm haklar verilinceye kadar ortak görüşe çıkmama kararı aldıklarını açıkladı. Öcalan, 'Bundan sonra bu durumlar düzeltilmeyene kadar ortak görüşe çıkmayacağım' dedi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede İrlanda'yı değerlendiren Öcalan, 'Kürdistan ile İrlanda arasında benzerlikler var. İrlandalılar bizi daha iyi anlayabilir. Benim İrlanda hakkında da bazı çalışmalarım var' dedi. Öcalan, şöyle devam etti: 'Daha önceki problemlerden farklı olarak yeni yerde nefes alma sorunu, uykusuzluk durumu var. Hiç doğru dürüst uyuyamıyorum. Uyku ciddi bir problem. Yeni yapılan yer ustalıkla ve bilinçli olarak yapılmış, sistemli bir yerdir. Çok özel ve bilinçli olarak ve ince planlamayla yapılmış bir yerdir. Çok masraf edilmiş, bundan sonra bunun düzeltilme durumunun olacağını da zannetmiyorum. Kendimi 15 metre derinlikte bir kuyunun dibinde gibi hissediyorum. Nefessiz kalıyorum, uyuyamıyorum. Dün de uyuyamadım. Odanın havalandırmasını pencereyi açarak sağlıyorum. Havalandırmada oturamıyorum. Havalandırma yeri yüksekçe beton duvarlardan oluşan ve sadece beş ile yedi metre uzunluğunda olan bir alandan oluşuyor. Eski havalandırmadan daha küçük. Üstü de tam açık değil. Sadece orada yürüyebiliyorum. Ancak derinliğin etkisiyle basınç yüksek.' YÖNETMELİĞİ DAHİ UYGULAMIYORLAR

'Boğazımdaki akıntı devam ediyor. Havalandırmada diğer arkadaşlarla bir araya gelemiyorum. Haftada on saat görüşme hakkımız varken haftada sadece bir saat görüşebiliyoruz. Bakanlığın açıklaması uygulanmıyor. Bugüne kadar toplam dört kez görüştüm. Ancak son görüşmede görüşme süresini elli dakikaya indirdiler. Bakan'ın açıkladığını bile burada uygulamıyorlar. Mevcut yasa ve yönetmeliklerini dahi uygulamıyorlar. Eğer doğru dürüst bunlar uygulanmayacaksa görüşmenin ne anlamı var. Biz de dün arkadaşlarla durumu değerlendirdik. Bu şartlar düzeltilinceye ve tüm haklarımız verilinceye kadar ortak görüşe çıkmama kararı aldık. Bundan sonra bu durumlar düzeltilmeyene kadar ortak görüşe çıkmayacağım. Diğer arkadaşlarla görüşürken arkamızda iki yetkili önümüzde iki yetkili duruyor. Havalandırmada görüştürülmüyoruz. Kısa bir süre öncesine kadar burada Kürtçe konuşma yasağı vardı. Fakat bu yasak yönetmelikle kaldırıldı ancak biz henüz Kürtçe konuşmayı hiç denemedik. İzin verip vermeyeceklerini bilmiyoruz. Denersek izin verilip verilmeyeceği ortaya çıkar. Buradaki şartlar çok zor, diğer arkadaşların önceki yerlerine göre çok daha ağır şartlar. Ben bu şartlara alışkınım, yine dayanırım ama arkadaşlara yazık ediliyor. Avukatlarım ve ailem dışında diğer buradaki yetkililerle konuşma şansım yok. Yemek verirlerken bile yemeği koyup sonra tabağı alıyorlar, aramızda hiçbir konuşma geçmiyor. Burada kural dışı hiç bir şey olmuyor. Odamın dışında jeneratör çalıştırılıyor sürekli ses çıkarıyor. Bu da beni çok rahatsız ediyor.' MANİFESTO AYDINLARDAN OLUŞUYOR

Makalesini yayınlayan İl Manifesto gazetesine de değinen Öcalan, 'İl Manifesto gazetesi yazarları aydın kişilerden oluşuyor. Nitelikli yazarlardır, biliyorum' dedi. Öcalan, şöyle devam etti: 'Felsefede tekillik ve evrensellik meselesi, kavramları var. Ben tekillik ile evrensellik arasında bir bağ kuruyorum. Tekilliklerin önemli olduğunu ama her tekilliğin evrensellikle bir bağının olduğunu belirtiyorum. Evrenselliğin de tekillikle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Bunlar birbirleriyle karşıt şeyler değil ilişkili olan durumlar. Mesela İrlanda'nın bir tekilliği var, Kürdistan'ın da bir tekilliği var. Ama her ikisinin de evrensellikte buluşan mutlaka bağları var.' HÜCRE CEZASI ONAYLANDI

'Daha önce verilmiş olan 20 günlük hücre cezası onaylandı. Onaylandığına dair karar tarafıma tebliğ edildi. Ancak kararın ne zaman uygulanacağını bilmiyorum. Herhalde yakında uygulamaya koyarlar. Yine 160 sayfalık savunmamın, Yol haritasına ilişkin kısmının AİHM'e gönderilmesi için talepte bulunmuştum. Gelen cevapta AİHM'e gönderilmeyeceğini

Page 9: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

belirtmişler. Bu savunmamın eğitim, propaganda ve talimat içerdiği gerekçesiyle gönderilmeyeceği belirtilmiş. Bu doğru değil. Ben kimseye talimat vermiyorum. Eğitim deniliyor ama benim zaten bütün savunmalarım birer eğitimdir. Ben buradan kimseye talimat vermiyorum, bunu doğru da bulmuyorum. Bu esaret koşullarında, bir hükümlü koşullarında bunu yapmam mümkün değildir, bu durumda bunu yapmayı ahlaki de bulmuyorum. Ancak görüşlerimi ifade etmeye devam edeceğim. Kimse benim düşüncelerimi ifade etmemi engelleyemez. Ölümüm pahasına bile olsa görüşlerimi söylemeye devam edeceğim. Benim burada yaptığım tespitler talimat değil, bir sosyolojik çözümlemedir, sosyolojik tespitlerdir.' TASFİYEYİ AKP YÜRÜTÜYOR

'Kürtlerin islami özelliğinden yararlanarak politika yapıyorlar, otuz yıldır böyle. 1970'lerde Refah Partisiyle şimdi de AKP ile bu politikaları yürütüyorlar. Numan Kurtuluş da aynı anlayıştadır. CHP ve MHP'nin Kürtler içinde maskesi düşmüş, deşifre olmuştur. Kürtler AKP ile kontrol edilmek isteniyor. CHP ve MHP'nin katı– ulus milliyetçi tasfiye anlayışını AKP daha yumuşak, ılımlı ve ince yöntemlerle sürdürüyor. Bu çok daha tehlikelidir. Amaç özünde aynıdır, tasfiyedir. Aslında 2002'den bu yana AKP ile MHP ve CHP arasında örtülü bir anlaşma var. Sözde ve sahte bir muhalefet var, ben muhalefet güçsüzdür demiyorum.' BEN ARADAN ÇEKİLECEĞİM

'Buradaki koşullarımın ağırlığından çok anlaşılmamak beni zorluyor. İrlandalılar inatçı olurlar Kürtler de çok direngen bir halktır ama başlarına nasıl bir tezgahın örüldüğünü tam anlayamıyorlar, bunun farkında değiller. Ben Şubat-Mart'tan sonra ne gelişir bilemiyorum. Savaşsınlar, barışsınlar demiyorum, talimat vermiyorum, ne yaparlarsa kendi kararlarını kendileri vermelidir. Kürtler kendi onurlarını korumayacaklar mı, kendi haklarından vaz mı geçecekler onlar karar verecekler. Öyle anlaşılıyor ki operasyonlara daha da yoğunluklu devam edecekler, tasfiye planı devrededir. Üzerimize daha da gelecekler. Her açıdan üzerimize gelecekler, bizi nefessiz bırakacaklar. Arkasından da askeri operasyon gelebilir. İşte Şubat ve Mart ayları geliyor. Ben nötr hale geleceğim aradan çekileceğim. Eğer çözüm için gelirlerse ben burada her zaman katkı sunmaya hazırım.' HALKIMIN ÜMİDİ İÇİN YAŞAYACAĞIM

'Daha önce burada bana yönelik bazı olumsuzluklar yaşandı, provokasyon yaratılmaya çalışıldı. İşte üstüme çullandılar. Ben tepki verdim. Neden yapıyorsunuz dedim. Ancak onlar tavırlarından geri adım atmadılar. Karşılık verseydim belki beni öldürebilirlerdi de. Neden karşılık vermedim? Çünkü ölmek iyi bir şey değil. Ben burada kendim ölümüme sebebiyet vermeyeceğim, kendi hayatımı sonlandırmayacağım ama onlar öldürürse öldürebilirler. Halkımın moralini yüksek tutmak, halkımın barış ve özgürlük ümidini korumak için daha fazla yaşamaya çalışıyorum.' AVRUPA'DA BİREYCİLİK HAKİM

'Avrupa'da bireycilik çok hakim. Tabi ben burada bireyi kastetmiyorum, bireycilikten bahsediyorum. Çözümün gelişmemesinin, toplumsal sorunların çözülememesinin temelinde herkesin fazlasıyla ulus-devlete bulaşması nedeniyledir. Ben Marksizmin başarılı olamamasının temelinde ulus-devlet çözümlemesinin önemli rol oynadığını düşünüyorum. Ulus-devlet anlayışı kapitalizmin, kapitalist modernitenin sonucudur. Sol bunu iyi anlayamadı. Biz sol, sosyalist ve ezilenler olarak bunu pek anlayamadık. Reel Sosyalizmin çöküşünün temelinde de bu anlayış yatıyor. Rusya'da Lenin, Çin'de Mao dahil hepsi aynı hataya düşmüşlerdir. Bunu iyi anlamak gerekir. Ki bugün Çin olmadan Amerika yaşayamıyor. Sendikalar, bazı işçi kuruluşları gibi birçok kurum aslında kapitalizme hizmet ediyorlar. Ben Marks'ın sınıfa karşı sınıf çözümlemesini doğru bulmuyorum. Sınıfa karşı sınıf değil, sınıfa karşı ya da kapitalizme karşı toplum diyorum. Toplum derken herhangi bir bölümünü kastetmiyorum. Toplumun genelini kastediyorum. Ben toplum olmadan birey olmaz diyorum. Birey toplumla anlam kazanır. Ben çözüm olarak bireyin toplumla evrensel olarak birbirleriyle buluşmasında görüyorum. Ama bu söylediğim enternasyonalizm değil.' YAPTIĞIM GRAMCİ'NİN GÜNCELLENMİŞ HALİ

'Avrupa tekilliği esas alıyor. Bu tek başına eksiktir, yetersizdir. Benim önerdiğim ne Avrupa tarzı tekilcilik ne de Reel Sosyalizmdeki gibi enternasyonalizmdir. Yine benim önerdiğim ne iktidar, ne federal ne de klasik konfederal sistemdir. Benim önerim tekillikle evrenselliği buluşturan anlayıştır. Biz buna demokratik komünalite diyebiliriz. Bu anlayış gereği demokratik ulus, demokratik vatan kavramları kullanılabilir. Bu anlayış iktidar ve devleti hedeflemiyor, iktidar ve devlete bulaşmıyoruz. Ben bu anlamda sosyalizm diyorum. Benim bu anlayışım Kürdistan'a biraz yerleşmiştir. Kürtlerin çok ezilmelerine, katliamlara uğramalarına rağmen yine de bu anlayış Kürtler arasında biraz gelişti. Herkes ulus-devlete bulaştığı için çözüm gelişemiyor. Güney'de de bu nedenle bir katliam gelişebilir, katliama uğrayabilirler, uyarıyorum. Talabani ve Barzani'yi de bunun için uyarıyorum.Gramci biliniyor o da on yıl hapiste yattı. Düşüncelerine değer veriyorum. Benim aslında burada yaptığım Gramci'nin yeni ve güncellenmiş halidir.' TÜRKİYE'DE KURUMSAL FAŞİZM VAR

'Türkiye'de bir kurumsal faşizm var. Benim şu anda içinde tutulduğum cezaevi koşulları da bu kurumsal faşizmin ürünüdür, devam ettiğini gösteriyor. Bu kurumsal faşizm yüz yıldır değişmeden bugüne kadar geldi. İttihatçıların 1906'daki faaliyetlerinden bu yana kurumsal faşizm var Türkiye'de. Bugünkü temsilcileri MHP ve CHP'de kendini ifade ediyor. Bu anlayış katı ulusalcı ve milliyetçi bir çizgidir. Ne MHP ve CHP'nin çizgisindeki bu katı ulusçuluk ne de AKP'nin İslamcı hegemonyası diyoruz. Biz her ikisini de reddediyoruz ve doğru bulmuyoruz. Türkiye'de halen katı ulusalcı-milliyetçi-laik çizgideki hegemonik güç ile Türk İslam sentezini savunan hegemonik güç var. Üçüncü bir yolu doğru buluyorum. Bu üçüncü yol da bizim defalarca ifade ettiğimiz demokratik yoldur; Demokratik konfederalizm, demokratik cumhuriyet, demokratik vatan, demokratik ulustur.' BENİ GLADİO TESLİM ETTİ

'Benim buraya getirilmeme de İtalya Gladiosu gibi diğer gladiolar etkili oldu. İngiltere'deki MI6, Yunanistan Gladiosu etkili oldu. İngiltere yoğun olarak işin içindeydi. Bunları iyi bilmek gerekir. İşte Türk Başbakanı ile İtalya Başbakanı kendilerini kardeş olarak ilan ediyorlar. Bu iki ülke üzerinden kapitalist bir evlilik yaratılmak isteniyor. Bu İtalya ve Türkiye üzerinden kapitalizmin bir model yaratmaya yönelik politikasıdır. Türk Gladiosu Ergenekon da ittihatçıların bir devamıdır. İtalya kendi gladiosunu 1990'larda dağıtmayı başardı. Ancak Türk Gladiosu-Ergenekon ise halen dağılmış değil. Şu anki Ergenekon davası Ergenekon'un tamamı değil, çok küçük bir kısmıdır. Cezaevindeki arkadaşlara, Halkımıza selamlarımı iletiyorum.' ANF

13 Ocak 2010 tarihli Görüşme Notu'dur

Page 10: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

Benim için önemli olan halkın

özgürlüğüdür

Avukatlarıyla görüşen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan "Bu sorun bir şahıs temelinde kilitlenmemelidir. Bu sorun

toplumsal bir sorundur, siyasi bir sorundur. Bir halkın özgürlük, kimlik sorunudur. Bunun böyle bilinmesi gerekir. Önemli

olan bireysel durumum değildir. Benim için önemli olan halkımın ve cezaevindeki beş bin arkadaşımın durumudur,

onların özgürlüğüdür. Benim koşullarımın düzelmesi veya özgürlüğüm ancak ondan sonra sözkonusu edilebilir" dedi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın haftalık olağan görüşmesi sırasında önemli mesajlar verdiği öğrenildi. ORTAK GÖRÜŞE ÇIKMADIK

Geçen hafta ortak görüşe çıkmamak yönünde aldıkları eylem kararının sürdüğünü ifade eden Öcalan, "Ortak görüşe çıkmadık, eylemimiz devam ediyor. Haftada on saat olan ortak görüş hakkımız bilindiği gibi 1 saat uygulanıyordu, bir saat görüşebiliyorduk. Ortak görüşe çıkmamak benim için sorun değil, ben zaten bu durumlara alışığım. On bir yılı tek başıma burada geçirdim. Zaten kimseyle de görüştürülmüyordum, öyle bir hak da verilmedi. Ben burada kendime yetiyorum ama arkadaşlara üzülüyorum. Onlara da yazık oluyor. Onlar bu duruma dayanır mı bilemiyorum. En son ortak görüşme 1 saatten 50 dakikaya indirildi. Bu koşullarda bu görüşmeleri sürdürmek, devam ettirmek anlamsız. Biz de bu nedenle ortak görüşe çıkmama kararı aldık. Biz burada kendimize dair farklı bir şey istemiyoruz. Sadece kendi kanunlarını uygulamalarını istiyoruz. Anlam veremiyorum bazen, hayret ediyorum bunlara. Ne kadar basit yaklaşıyorlar, kendi kanunlarını bile uygulamıyorlar, kendi kanunlarına bile saygıları yok. Diğer taraftan bizim uymamızı istiyorlar. Esefle karşılıyorum." diye konuştu. Öcalan, şu hususlara dikkat çekti: TELEVİZYONU PAZARLIK KONUSU YAPIYORLAR

"Çok yakın bir zamanda cezaevi müdürüyle de görüştüm. Bana uslu durmam halinde, konuşmamam halinde televizyon vereceklerini söylediler. Yani çok konuşma, uslu dur diyorlar. Tabi ben bu basit yaklaşımlara karşı çok öfkeleniyorum. Onlara da söyledim. Ben çok onurlu bir insanım, ilkelerime bağlıyım. Onurum için yaşıyorum. Bana bu kadar basit yaklaşamazsınız. Beni bir televizyonla kandıracaklarını zannediyorlar, hayret bir şey! Bu kadar basit mi bu sorunlar? Bu kadar mı ciddiye alınıyor? Burada on yıldır ellerinde tuttukları bir televizyon var ancak vermiyorlar. Bu hakkı çok gördükleri gibi bir de pazarlık konusu yapıyorlar. Herhalde beni bizden kaçan bazı şahıslarla karıştırıyorlar. Alışmışlar tabi. Birkaç küçük şeyle bunları kandırdıklarından bize de bunu yapabileceklerini zannediyorlar. Ama ben bunlara gelmem. Ben ilkelerime, onuruma, kimliğime laf söyletmem. Bunlar benim için önemli değerlerdir. Biliniyor geçmişte bu yöntemlerle birçok insanı düşürdüler. Burada da beni düşüreceklerini zannediyorlar aynı yöntemlerle. Bu kadar basit, bu kadar sıradan bir yaklaşım olamaz. Bunlar ne zannediyor, gerçekten şaşırıyorum ve kızıyorum. Ben bu kadar ucuz pazarlıklara gelmem, gelebileceğimi nasıl düşünürler? Biz burada kendi koydukları kanunlarının uygulanmasını istiyoruz, fazlasını istemiyoruz." AKP FAŞİST PARTİDİR

"AKP’nin gerçek yüzü budur. Bu gerçeğin de herkes tarafından bilinmesi gerekiyor. Beni burada “terörist” vb. sıfatlarla suçlayarak bu işin içinden çıkamazsınız. AKP bütün bu politikaların sorumlusudur. Bir televizyonu bile pazarlık konusu haline getirecek kadar küçük düşünüyorlar. Devlet adamlığı, devlet ciddiyeti bu değildir. Böyle ucuz yaklaşımlarla olmaz. Hükümet olmak, devleti yönetmek böyle olmamalı. Gerçekten hayret ediyorum, şaşırıyorum, esefle karşılıyorum. Biz aşağılık mıyız, bu tür ucuz oyunlara gelelim. Ben aşağılık mıyım, arkadaşlarım aşağılık mı, halkımız aşağılık mı ki bu tür ucuz oyunlara gelsin. İşte AKP’nin zihniyeti budur. Ben tasfiye tanımını o yüzden yaptım. Faşist zihniyet, faşizm budur. Bunların bu zihniyetinin görülmesi, anlaşılması gerekiyor. Herkesin de bu konuda uyanık olması gerekiyor. Halkımızın bunları iyi görmesi gerekiyor. Bunlara oylarını bile çok görmelidir. Kürtler kendi birliklerini sağlamalıdırlar. AKP’nin oyunlarına gelmemelidirler. İşte AKP Kürtleri aç bırakarak ardından bölgeye yardım, kredi şeklinde “yatırımlar” adı altında Kürtleri kendilerine bağlamaya çalışıyor. Kürtler bunlara tenezzül etmemelidir, bu tür oyunlara gelmemelidir. Sonuçta kaybedenler, ölenler yine halkımız olacak. Bunlar böyle bilinmelidir. İşte bu nedenle çok kızıyorum, herkese öfkeleniyorum, halka da öfkeliyim, bunları sadece Kürtlere demiyorum, Türk halkına da diyorum; niye bu tür küçük oyunları fark etmiyorlar, böyle bir zihniyete niçin oy veriyorlar, böyle bir zihniyete tek bir oy vermemeliler. AKP tüm bu oyunları oynarken bir taraftan da Baykal ve Bahçeli’nin ulusalcı-milliyetçi-katliamcı yönünü gösterip bize razı olun diyorlar.” AKP’NİN TEK DERDİ İKTİDARININ SÜRESİNİ UZATMAK

“Daha önce de belirttim CHP ve MHP’nin ulusalcı-milliyetçi-katliamcı yönünü gösterip “bak bunlar gelirse sizi öldürürler, size yaşam şansı bile tanımazlar” diyerek, bu tehditleri bize gösterip, “AKP’ye razı olun” diyorlar. Açıkça Baykal-Bahçeli eliyle ölümü gösterip kendileriyle sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar. Bizim önümüze konulan konsept budur; ölümü gösterip sıtmaya razı olun diyorlar. Bu ulusalcı-milliyetçi yaklaşımla Sünni- siyasal İslamcı yaklaşım arasında bir fark yok. Geçmişte uygulanan ulusalcı-milliyetçi faşizmdi. Şimdi AKP eliyle uygulanan ise Sünni-siyasal İslamcı faşizmdir.

Page 11: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Halkımız içinde durum budur. Kürtler, halkımız geçmişte ulusalcı-milliyetçi politikalarla kandırılıp yönetiliyordu, oyları alınıyordu. Şimdi ise AKP eliyle Sünni-siyasal İslamcı politikalarla kandırılmaya çalışılıyor. Biliyorsunuz Kürtlerin büyük çoğunluğu Sünni’dir. AKP de bu kimliği kullanıp halkımızı bu yönüyle sömürmeye çalışıyor. Biliyorsunuz özellikle Urfa’da da aynı oyunlar devamlı tekrarlanmaktadır. Tabi bütün bu politikaların arkasında İngiltere var, ABD var. Bu politikalarla amaçlanan Türkiye bölge ülkeleriyle yüksek güvenlikli anlaşmalar yapacak, Güney’deki güçlerle birlikte PKK’yi sıkıştıracak, bölgesel baskı altına alacak, Türkiye’de de AKP eliyle Kürtler kandırılıp sorun çözülmeye çalışılacak. AKP’nin burada tek derdi işte bu bilinen güçleri arkasına alarak ömrünü uzatmak, biraz daha fazla oy almak, iki üç dönem daha iktidarını sürdürmektir. AKP yedi yıldır yaptığı gibi yedi yılı nasıl geçirdiyse bundan sonrasını da bu şekilde bu yöntemlerle geçirmeye çalışacak. Tek derdi iktidarının süresini uzatmaktır." DERSİMLİLER HESAP SORMALI "İşte bütün bu tehlikeler iyi görülmelidir. BDP de bunları iyi görmelidir. İşte tarihinizi bileceksiniz ki sizi bekleyen tehlikeleri göresiniz. Hakeza Diyarbakır için Dersim için de durum aynıdır. Siz Dersimliler, aleviler kendi tarihlerinizi iyi bilmelisiniz. Her önüne gelen Dersim için alevilik için konuşmamalı. Birçok alevi kurum örgütlenmeleri var ancak hepsinden farklı sesler çıkıyor, hepsi farklı farklı şeyler söylüyor. Ortak noktalarda buluşamıyorlar. Kendilerinin doğru temsiliyetini sağlayacak örgütlenmelerini ve doğru öncülerini ortaya çıkarabilmeliler. İşte geçen gün radyodan dinledim; Kemal Kılıçdaroğlu’na soruyorlar; “Onur Öymen ile aranızdaki buz dağı eridi mi?” diye. Kılıçdaroğlu da cevaben “aramızda buz dağı yoktu ki erisin” diyor. İşte görüyorsunuz bir de bu haliyle kendisine Dersimliyim, aleviyim diyor, kendisini böyle tanıtıyor. Temsil ettiğini iddia ediyor ancak kendi değerlerine bile sahip çıkmaktan aciz. Siz Dersimliler de bunlardan ders çıkarıp, bu anlayışlardan hesap sormalısınız. Bu anlayışın üzerine gitmelisiniz. “Bizi kandıramazsınız” diyebilmelisiniz. Tepkiniz bu konuda oldukça sert olmalıdır, tavrınız net olmalıdır." SORUN BİR HALKIN ÖZGÜRLÜK SORUNUDUR

"Ben aslında bugün barış konusunda da birşeyler söylemek istiyorum. Bana karşı olan yaklaşımları da eleştirmek istiyorum. İşte devlet tarafı beni “terörist” vb. sıfatlarla göstermeye çalışıp sorunu çarpıtıyorlar. Bizimkiler de Kürt tarafı da benim sağlık durumumu, buradaki koşullarımı ileri sürüp benim adıma eyleme geçiyorlar. Benim koşullarımın kötü olduğunu ileri sürüp benim adıma eylemler yapıyorlar. Bu tarz yaklaşımları kabul etmediğim gibi ucuz da buluyorum hatta çok öfkeleniyorum bu yaklaşımlarına. Beni taklit ederek benim buradaki koşullarımı, koşullarımın ağırlığını ileri sürerek, bunları bahane ederek hareket edemezsiniz. Tamam biliyorum onlar için anlam ifade edebilirim ancak bu sorun bir şahıs temelinde kilitlenmemelidir. Bu sorun toplumsal bir sorundur. Siyasi bir sorundur. Bir halkın özgürlük, kimlik sorunudur. Bunun böyle bilinmesi gerekir. Ben bu tarz yaklaşımlara değer vermem. Ben politik yönelimlere, yaklaşımlara, siyasi akla değer veririm, bu yaklaşım tarzını önemserim. Sorunumuz siyasal, sosyal bir sorundur. Bu tarz siyasal meseleler de siyasal akıl, siyasal yöntemlerle çözülür. Budur politik-siyasi yaklaşım. Bu durum böyle bilinmeli. Gidilen her yerde ben böyle anlatılmalıyım. İşte benim koşullarım tartışılıyor, bunun üzerinden eylemler yapılıyor. Bu tarz bir yaklaşım oynanmak istenen oyunlara araç olmadır. Böyle yapılırsa benim üzerimden oynanan oyunlara araç olursunuz.” GEREKİRSE AVUKATLARIMI DA REDDEDER GÖRÜŞLERE ÇIKMAM

“Ben tekrar belirtiyorum, önemli olan bireysel durumum değildir. Benim için önemli olan cezaevindeki beş bin arkadaşımın ve halkımın durumudur, onların özgürlüğüdür, benim koşullarımın düzelmesi veya özgürlüğüm ancak ondan sonra sözkonusu edilebilir. Beş bin arkadaşım cezaevindedir yine halkımızın durumu, yaşadıkları ortadadır. Beş bin arkadaşım ve halkımızın durumu ne kadar iyiyse benim durumum da o kadar iyidir. Benim durumum onların durumuna bağlıdır. Onlar nasıl yaşıyorlarsa benim durumum da öyledir. Ben bu soruna böyle yaklaşıyorum, böyle ele alıyorum. Herkesin de bunu böyle bilmesi gerekir. Diyelim ki durumumu iyileştirdiler ama halkımın ve arkadaşlarımın durumu kötü olduktan sonra benim bireysel durumumun burada hiç bir anlamı, hiç bir değeri olmaz. Halkımız bu tarz bir önderliği kabul etti ben de halkımızın bana yaklaşımını böyle anladım. Benim demokratik önderlik anlayışım budur. Beni bu şekilde herkese anlatmak zorunluluğu vardır. Bu anlamayla alakalıdır. Benim anlayışımda, ilişkilerimde anlamaya dayalı bir yaşam söz konusudur. Anlamaya dayalı bir yaşamı yaratmak zorundayız. Anlayan insan özgürleşen insandır. Özgürleşen insan ise güzelleşir, güzel insandır. Güzelleşen insan da hayattan zevk alır. Özgürleşmeyle güzelleşen insan anlamlı bir yaşamın sahibi olur. Daha önce de söyledim anlaşılmazsam herkesi sert eleştireceğim. Gerekirse avukatlarımı da reddederim, görüşlere çıkmam." PRATİK ÖNDERLİK YAPAMAM

" Bu koşullarda pratik önderlik yapılamaz, talimat verilemez. Bunu ne ahlaken doğru buluyorum ne de kanunen doğru buluyorum. Bu yaklaşım ne ahlakidir ne de kanunidir. Ben bu hakkı kendimde görmüyorum. Pratik önderlik yapmaya ne koşulum var, ne zamanım var ne de yaşım başım müsait buna. Tabi otuz kırk yıllık siyasi tecrübem var. Burada on yıllık hatta on bir yıllık sosyolojik düşünsel derinleşmem var. Bütün bunlar paralelinde görüşlerimi, eleştirilerimi dile getirebilirim. Ancak bunu da bana çok görüyorlar, konuşma diyorlar. Ben buradakilere de söyledim; onurlu bir insanım, buradaki duruşum onurlu bir duruştur. Bana burada 12 kezdir hücre cezası veriyorlar. Beni bu şekilde disiplin cezalarıyla da sindirmeye çalışıyorlar, ben bunlara gelmem. Beni öldürebilirsiniz de ben bundan da korkmam ancak bana konuşma diyemezsiniz.” HALKIMIZIN DEĞERLERİNİ HAK EDEN BİR ŞEKİLDE YAŞAMAYA ÇALIŞIYORUM

“Ben burada bir hükümlüyüm. Bunun da çok iyi farkındayım, bu durumumun bilincindeyim. Bir hükümlü olarak burada arkadaşlarıma, halkımıza layık bir şekilde son yürüyüşümü tamamlayacağımı belirtebilirim. Tek amacım budur. Ancak bunları yapabilirim buradan. Halkımıza karşı sorumluluğum gereği kendimi yaşatmak zorundayım, bunun için bu ölümden beter koşullara dayanmaya çalışıyorum. Mazlumların, Kemallerin, Hayrilerin direnişini biliyorsunuz. Mazlum kendini feda etti, Kemal ve Hayri ölüm orucunda yaşamlarını yitirdiler. Ben bu arkadaşların anılarına saygılı olmak zorundayım, onların anılarını yaşatmak zorundayım. Onlar çok cesur insanlardı. Ben açık söylüyorum, onlar kadar cesur da değilim. Belki sıradan biriyimdir, çok abartılacak biri olmayabilirim de. Ancak bildiğim tek şey var, burada onurlu, kişilikli, halkımızı ve değerlerimizi hak eden bir şekilde yaşamaya çalışıyorum. Benim buradaki mücadelem en basit en çıplak haliyle nefsimi koruma mücadelesidir, nefsime sahip çıkma mücadelesidir. Bu konuların bu şekilde bilinmesi gerekiyor." TERÖR DEĞİL SAVAŞ VAR

“Bütün bu zor koşullarımıza rağmen barışı getirmeye çalıştık. Bunun çabasını yürüttük. Ancak olmadı, bunu başarmak isterdik, başaramadık. 2010 yılının başlarında olmamız vesilesiyle bu konuya değinmek istiyorum. Aslında barışa giden

Page 12: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

yolda yapılması gerekenler belliydi, çok basitti. Yine belirtiyorum gözyaşlarının dinmesi iki kelimeye bakar. İnsanların gözyaşları iki kelimeyle biter aslında.: Barış görüşmeleri. Yakınlarını kaybeden aileler bu iki kelimeyi dillendirerek bu sorunun çözümünü Hükümete dayatabilirler. Bu kadar basittir gözyaşlarını dindirmek. Tekrar 2010 vesilesiyle Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, Genelkurmay Başkanı’na, Emniyete, İstihbarata sesleniyorum. Barış için herkes üzerine düşen görevi gerçekleştirmelidir. Bu devlet olmanın, devlet ciddiyetinin gereğidir. Bu sorunun çözümü o kadar da zor değil. Bu konuda açık-net görüşlerimiz oldu. Çok da zor değildi bu adımları atmak ancak nedense hiç görülmedi çabalarımız. Ben burada bütün dünya deneyimlerini, barışa giden yolları inceledim, bütün bu çalışmalarımın neticesinde “ülkemizde barışa nasıl gidilir?” Konusunda görüşlerimi yazdım, belirttim, çabaladım. Ancak bu çabalarımız dikkate alınmadı. Bu dikkate almama yaklaşımı karşısında da esef duyuyorum. Kırk elli bin insan öldü deniyor, her iki taraftan toplam kırk elli bin insan öldü. Ancak bunlardan ne kadar sonuç çıkarıldı? Bunu “terör” diyerek açıklayamazsınız. İnsanları bu türden tabirlerle kandıramazsınız. Yaklaşık elli bin insanın öldüğü bir yerde “terör” değil savaş vardır. Başka ülkelerde bu kadar kayıp verilse masaya oturulur, konuşulur, çözüm yolları tartışılır. Ben illa ki bu konuda ben imle de konuşun, görüşün demedim. Değişik adresler, değişik yöntemler gösterdim, tespitler yaptım bu konularda ancak bunlar da dikkate alınmadı. Geçenlerde radyodan dinledim.” HAKLARIMIZ İÇİN MÜCADELE YÜRÜTTÜK

"Cumhurbaşkanı Gül’ün katıldığı törendeki olayı duydum. Orada da “terör”ü sonlandırıncaya kadar mücadeleye devam deniyor. İşte görüyorsunuz dökülen kanlar üzerinden hala siyaset yapılıyor. Şehitlerimiz var deniliyor, kendi şehitlerine de saygıları yok. Madem bir savaş oldu, bunun karşılığında insanlar öldü, bu insanların acılarını dindirecek, bu kayıpların önüne geçecek barışın da yapılması gerekiyor. Devlet adamlığı bunu gerektirir. Biz “93’ten beri barışın mücadelesini yürüttük, son olarak 11 yıldır da burada yürütmeye çalıştım. Bu yönde çabalarımız oldu ama bu çabalarımız sonuçsuz bırakıldı. Evet elli bine yakın insan öldü ancak yeni ölümlerin önüne geçmek bir yana hala bu kayıplar kullanılıyor; “terör” “bölücülük” deniliyor. Biz hiçbir zaman bu vatanı bölmek istemedik. Şehitlerimiz var deniliyor, peki onların şehitleri var da bizim şehitlerimiz yok mu? Biz tüm bu acılarımıza rağmen, arkadaşlarımızın, halkımızın bağırlarına taş basa basa onları barışa ikna ettik, barışa hazır hale getirdik, peki siz ne yaptınız? Acıları körüklediniz. Daha önceleri de barışa dönük bu hamlelerimizi yaptık, bu nedenle yüzlerce arkadaşımızı kaybettik.” “Son olarak da Kandil’den ve Mahmur’dan arkadaşlarımız herşeyi göze alarak, başlarına geleceklerin farkında olarak bile bile barışa katkı sunmak için geldiler. Bu arkadaşlarımızın gelişinin Hükümet-Devlet tarafından nasıl ele alındığı da ortada. Bu arkadaşlarımızın gelmesiyle amaçladığımız; herşeye, tüm acılarına rağmen Kürtlerin barışa hazır olduklarını göstermek ve sorunun çözülmesi durumunda tavrımızın ne olacağını ispatlamaktı. Ancak bu görmezden gelindi. Bu vesileyle tekrardan gelen arkadaşlarıma teşekkür ediyorum, halkımıza şükranlarımı sunuyorum. Belirttiğim gibi biz bütün acılarımıza rağmen, arkadaşlarımızın halkımızın bağırlarına taş basarak barışa hazır hale getirdik. Ancak siz hala kanlar üzerinden siyaset yapıyorsunuz. Devlet ciddiyeti burada yok. Ortada bir savaş var, kayıplar veriyorsun. Devlet adamlığı savaşa hazırladığın gibi barışa hazırlanmayı da gerektirir. Savaşmasını bilenler barışmasını da bilmelidirler. İşte tarihten örnekler var. Gandhi savaştı, savaşını yürüttü, barışmasını da bildi. Yine De Gaulle örneği var. Yine biliyorsunuz Churchill ikinci dünya savaşına girdi, savaşını yürüttü ama sonunda barışmasını da bildi, barışı sağladı. Barış için yaptıkları ortada. İşte devlet adamlığı, ciddiyeti budur. Aşiretler çağında da durum böyleydi. İki aşiret birbirleriyle savaşırdı, toplumda önde gelen birileri araya girer, barış sağlamaya çalışırlardı. Barışa hazır mısınız, diye sorarlardı, onlar da kabul ederse, aşiretler arasında barış sağlanırdı. Aşiret hukukunda da bu böyledir. Savaşırlar ve barışırlar. Bu sorunu “terör sorunu” deyip geçiştiremezsiniz, öyle basit yaklaşamazsınız. Biz kimliğimiz, özgürlüğümüz, haklarımız için mücadelemizi yürüttük. Binlerce tutsağı var, halkı var. Bu soğuklarda buz kesmiş dağlarda kalanları var. Oralarda niye bulunduklarının anlaşılması gerekiyor.” AKP ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİĞİ DAYATIYOR

“Ben daha önceleri de söyledim, benim koşullarımı ileri sürerek hareket etmesinler. Beni taklit etmesinler, beni ileri sürmesinler, benim gibi düşünmeye çalışmasınlar, kendileri gibi hareket etsinler, benim yerime geçer gibi hareket etmesinler, kendi düşünceleri olsun. Yapabiliyorlarsa becerebiliyorlarsa önderlik yapsınlar. Ama nasıl yapacaklar, bunu da kendilerinin belirlemesi gerekiyor. Cuma onlara bir şey demiyorum. Onlara saygım var. Cuma’nın geçen hafta AKP hakkındaki yorumunu dinledim. AKP’nin özel olarak misyonundan bahsediyor, sürecin tehlikelerine işaret ediyor, tasfiyeye vurgu yapıyor, demek ki anlamışlar. Bir şey demiyorum. Kendileri kendi kararlarını kendileri versinler. Hakeza Karayılan’a da bir şey demiyorum, ona da saygım var. Ancak kendi kararlarını kendileri versinler. Ben benimdir, onlar da kendileridir. Kendilerine göre düşünsünler, karar versinler, bana göre karar vermesinler. Onlar kendileri olsunlar. Gerekirse bana, ‘’bize karışma’’ desinler. Biz kendi kararımızı verdik, desinler, sen niye karışıyorsun desinler. Ben buna saygı duyarım. Benden sonra da bu mücadele devam edecek böyle bilinsin. Kendileri kararlarını alırlar. Ben bu kararlarına müdahale edersem, hayır böyle olmaz dersem beni sert eleştirsinler. Ancak onlar da verdikleri kararları uygulamazlarsa ben de onları sert eleştireceğim. Bundan sonra barışırlar mı savaşırlar mı bilemem, karar kendilerinindir. Teslim mi olurlar, direnirler mi kendi kararlarını verirler.” BENDEN SONRA DA MÜCADELE DEVAM EDECEK

"Ben daha önceleri de söyledim, benim koşullarımı ileri sürerek hareket etmesinler. Beni taklit etmesinler, beni ileri sürmesinler, benim gibi düşünmeye çalışmasınlar, kendileri gibi hareket etsinler, benim yerime geçer gibi hareket etmesinler, kendi düşünceleri olsun. Yapabiliyorlarsa becerebiliyorlarsa önderlik yapsınlar. Ama nasıl yapacaklar, bunu da kendilerinin belirlemesi gerekiyor. Cuma onlara bir şey demiyorum. Onlara saygım var. Cuma’nın geçen hafta AKP hakkındaki yorumunu dinledim. AKP’nin özel olarak misyonundan bahsediyor, sürecin tehlikelerine işaret ediyor, tasfiyeye vurgu yapıyor, demek ki anlamışlar. Bir şey demiyorum. Kendileri kendi kararlarını kendileri versinler. Hakeza Karayılan’a da bir şey demiyorum, ona da saygım var. Ancak kendi kararlarını kendileri versinler. Ben benimdir, onlar da kendileridir. Kendilerine göre düşünsünler, karar versinler, bana göre karar vermesinler. Onlar kendileri olsunlar. Gerekirse bana, ‘’bize karışma’’ desinler. Biz kendi kararımızı verdik, desinler, sen niye karışıyorsun desinler. Ben buna saygı duyarım. Benden sonra da bu mücadele devam edecek böyle bilinsin. Kendileri kararlarını alırlar. Ben bu kararlarına müdahale edersem, hayır böyle olmaz dersem beni sert eleştirsinler. Ancak onlar da verdikleri kararları uygulamazlarsa ben de onları sert eleştireceğim. Bundan sonra barışırlar mı savaşırlar mı bilemem, karar kendilerinindir. Teslim mi olurlar, direnirler mi kendi kararlarını verirler.”

Page 13: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

BEN KARARIMI VERDİM, BURADA GÜNLERİMİ ANLAMLI BİR ŞEKİLDE DOLDURACAĞIM

“Ben burada kararımı vermişim. Ne çok ılımlı, uzlaşmacı ne de çok sert bir tutum takınacağım. Politakada esnek olacağım ancak ilkelerimden taviz vermeyeceğim. İki taraflı uç yaklaşımlarda bulunmayacağım. Burada nefsimi koruma mücadelesi vereceğim. Burada günlerimi anlamlı bir şekilde doldurmaya çalışacağım. Mazlumların Kemallerin anısına bağlı kalacağım. Buradaki yürüyüşüm bu şekilde olacak.” PLANLAR TERSİNE DÖNEBİLİR

“İran idam ediyor, Suriye tutukluyor. Her tarafta halkımıza yönelik baskılar devam ediyor. Her yerde operasyonlar yapılıyor, zincirleniyorlar, kelepçeleniyorlar, tutuklanıyorlar. Avukatlar da tutuklanıyor. AKP İran ile Irak ile Suriye ile yüksek güvenlikli anlaşmalar yapıp Güneyli güçleri de yanına çekip Avrupa’nın, İngiltere’nin, ABD’nin de desteğini alarak Kürtleri tasfiye etmeye çalışıyor. Ancak unutulmamalı ki bu planlar tersine dönebilir. AKP bütün uluslararası güçleri kendi desteğine çekip bizi tasfiye etmeye çalışıyor. Tarihten örneklerde de anlaşılacağı gibi bu plan tersine dönebilir. Bu konuda vereceğim örneklerden birincisi Fransız İhtilalidir. Biliyorsunuz 1791 yılında zor durumda olan Fransız Kralı Avrupa’dan yardım istiyor, o dönem Jakobenler var biliyorsunuz, Jakobenlere karşı Avrupa’nın yardımını istiyor. Bütün Avrupa Kral’ın yardımına koşmasına rağmen halkın desteğiyle gerçekleşen Fransız Devrimi tüm Avrupa’ya kısa sürede yayıldı. Etkileri çok uzun yıllar Avrupa’yı kasıp kavurdu. İkincisi Ekim Devrimi’dir. Ruslar Birinci Dünya Savaşı’ndan çekiliyorlar, biliyorsunuz kendi içlerinde sorunlar var. Bütün Avrupa devrime karşı Çar’ın yardımına koşuyor. Buna rağmen Ekim Devrimi halkın desteğiyle gerçekleşiyor. Ekim Devrimi 1917’de oldu ama 1918’den sonra da Avrupa Çar’ın yardımına koşmaya devam etti ancak bu yardım devrimi engellemedi tam tersine bunlara karşı verilen mücadele bolşevik devrimini daha da pekiştirdi. Bolşevik Devrimi 1918-1922 arası daha çok pekişiyor. Devrimin pekiştiği yıllar bu yıllardır. Bütün bu müdahalelere karşın Ekim Devrimi sınırlarını aşıyor, Avrupa ve dünyaya yayılıyor. Aslında Türkiye Cumhuriyeti Devriminin kuruluşu ve kazandığı karakter de bu yıllara denk geliyor. Bu söylediklerim uygun bir dille ifade edilebilir. Burada AKP’nin yapmak istediği de aynıdır, yani, bütün uluslararası güçleri kendi desteğine çekip bizi tasfiye etmeye çalışıyor. Buna karşı PKK, Ekim Devrimi gibi bir devrimi gerçekleştirir mi gerçekleştiremez mi bilemiyorum. Bahsettiğim bu iki örnekte de ortaya çıkıyor ki iki devrimi de Avrupalılar engellemek için her tür yardımı sundular, yardıma koştular ancak bu iki devrim tam tersi yardıma koşan Avrupa’yı da etkisi altına aldı kasıp kavurdu. Bizim sorunumuz da benzer bir şekilde ele alınabilir. Bize karşı muazzam bir güçbirliği ve AKP’ye destek olabilir ancak bu, halkımızın desteklediği mücadelemizin büyümeyeceği, yayılmayacağı anlamına gelmez.” BDP GENŞ YELPAZEDE ÖRGÜTLENMELİ “Bugünlerde ortaya çıkan İsrail-Türkiye gerginliği biraz da İsrail’in politikalarına dayanıyor. İsrail’in mevcut politikalarıyla İngiltere’den çok fazla destek göremeyeceği ortaya çıkıyor. Bir Botaş bürokratı, 1998’de Rusya’dan sınır dışı edildikten sonra askıya alınan Mavi Akım Projesi’nin hayata geçirilmesi talimatı aldıklarını belirtiyormuş. Rusya’dan sınır dışı edilmem ve yakalanmamla birlikte Mavi Akım Projesinin hayata geçirildiğini söylüyormuş. Evet, çok önemlidir. O dönem yapılan ittifaklara, anlaşmalara ben daha önce de değinmiştim. Bugün de bu durum geçerlidir. Moskova, Türkiye, bir sürü uluslararası güç bize karşı bu ilişkileri sürdürüyor.”

“BDP için şunu söyleyebilirim. Çevrecileri kadar değişik kesimlerden insanları içine katabilir, geniş yelpazede kendisini örgütleyebilmelidir. BDP kimlik partisi görünümünü aşmalıdır. Ülkenin genel sorunlarına daha duyarlı bir parti haline gelebilmelidir. O yüzden çok değişik kesimlerden insanları, çevreleri kendi içine katabilmelidir, perspektifi bu olmalıdır. Türklerin ve Kürtlerin birlikteliğine hayati derecede ihtiyaç var. Yine büyüyebilmeleri için Çatı tarzı bir araya gelmek, temel konularda ortaklaşmak zorundalar. Ben en eski Mahirci, Denizci olarak bunları söylüyorum. Onlara da bu söylenmeli, bunu en eski Mahirci, Denizci söylüyor denilmeli.” AYDINLAR ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMALI “Haluk Gerger yazıp çiziyor ama pratik politikaya gelmiyor, pratik politika yapmıyor. Onu pratik politikaya çağırıyorum. Bir de Nabi Yağcı var, o da yirmi otuz yıldır yazıp çiziyor ama pratik politika yapmıyor. Ellerini taşın altına koysunlar, pratik politika yapsınlar, sadece konuşmakla, yazıp çizmekle bu işler olmuyor. Yine Celal Beşiktepe, Ertuğrul Kürkçü çalışmalarını yürütebilirler, bir şey demiyorum. Ancak ittifaklarını geliştirebilmeliler. Cezaevlerindeki tüm arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Tüm halkımıza, dostlara selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

29.01.2010

Tarihli Görüşme Notu

AKP darbe pazarlığı yapıyor Balyoz Darbesi iddiaları tartışmalarını değerlendiren Öcalan, “Balyoz darbe planı 2003’te yapılmış, Madem AKP bunu

biliyordu neden o zaman üzerine gitmedi? Demek ki bir pazarlık söz konusudur” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere gören görüşmede basın yayın organlarında

çıkan kız kaçırma olaylarına değinen Öcalan, “Basında bazı Kürt kızlarının kaçırılması ve öldürülmesi olaylarını okudum.

Page 14: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Arkasında ne olduğu açığa çıkarılmalıdır. Bunu ilginç buluyorum, son dönem yaygınlaştı Kürdistan’da. Daha önce de

Iğdır ve Nusaybin’de olmuştu. Bunun arkasında bir şey var, bunun açığa çıkması gerekiyor. Bunu yapanlar kötü

oynuyorlar. Bunun sonuçları kötü olur. Üzerinde durulması gerekiyor. 13-14 yaşındaki Kürt kızlarını kaçırıyorlar. Ne olup

bittiğini bilmek gerekiyor.” dedi.

“AKP Kürt siyasetçilerine siyasi operasyonlar yaparak kendince önlem alıyor. Demokratik kalkışma ve halkın demokratik

eylemliliklerinin önüne geçmeye çalışıyor” ifadelerini kullanan Öcalan, şöyle devam etti:

BDP KENDİSİNİ KAPATTIRMAMALI

“Demokratik çevrelerin kendi çalışmaları olabilir ama gene de BDP’ye değişik çevrelerin katılmasını önemli buluyorum. 1

Şubat’taki Kongre’den sonra bu çatı partisi benzeri çalışmalara hız verilebilir. Bu çalışmalar önemlidir. Daha önce bir çok

parti kapatıldı. Bu yenisi olmamalıdır. Uyarmıştım, önerilerimi de yapmıştım, tekrar ediyorum ve uyarıyorum; aynı

hatalara düşmemek önemlidir. Şunu da belirtmek istiyorum; İşte ‘PKK’nin sözcüsü olmak’ falan deyip partiyi kapatıyorlar.

PKK yasa dışı silahlı bir örgüttür. PKK der ki ‘ben devletle sorunlarımı silahla çözüyorum’. PKK’nin kendi gücü, oluşumu,

daha ağırlıklı olarak dağda ve kırsalda bir yapılanması var. Ama Barış ve Demokrasi Partisi der ki “biz sorunlarımızı

Meclis aracılığıyla yasal zeminlerde tartışmak ve çözmek istiyoruz”. Bu ayrımı iyi koymak gerekir. PKK’nin sözcülüğü söz

konusu değildir. Kaldı ki PKK kendi sözünü söyleyebilir. ”

BDP ARABULUCU OLABİLİR

“Eğer süreç gelişirse ve tarafların tartışma noktasında bir aracıya ihtiyaç olursa ve gerekli görülürse BDP bu aracılığı

üstlenebilir. Ancak şimdiden bu biçimiyle kimsenin sözcüsü değildirler. Bu “PKK terörist bir örgüttür” tartışmasına da

gerek yok. PKK’yi terörist ilan etmek BDP’nin görevi ya da işi değildir. Bu konuda lafı evirip kıvırmaya, dolandırmaya

gerek yok, “PKK’yi terörist ilan etmek benim işim değil” denilebilinmelidir. PKK’nin devletle olan sorununu silahla çözmeyi

tercih eden yasa dışı bir örgüt olduğunu herkes bilir. Sonuçta PKK ile BDP arasında bir bağ olması mümkün de değil,

mantıklı da değil. Barış ve Demokrasi Partisinin örgütlenmesi de bu çerçevede düşünülmelidir. Daha önceki partiler biraz

bu sebeple kapatıldı. Yeni parti bu hususlarda dikkatli olmalıdır. Parti açıp kapatmakla nereye varılacak? Sonuçta bunu

kırmak gerekiyor. Kaldı ki BDP sadece Kürtlerin partisi değildir. Milliyetçi temelde örgütlenen bir parti değil. Milliyetçi

temelde örgütlenen partiler var. İşte Türkiye’de de MHP onlar milliyetçi temelde örgütleniyorlar. Ama ben milliyetçiliğin

ideolojik olarak ulus-devletin dini olduğunu açıklamıştım. Bu savunmalarımda genişçe görülebilir. Kürtlerin devlet

temelinde örgütlenen bir halk olmadığını söylemiştim.”

DEVLETSİZ DEMOKRATİK HALK OLACAĞIZ

“Bu yönüyle Türklerle Kürtler farklıdır. Türkler daha çok devlet temelinde örgütlenmiş bir halktır ve devlet desteğini

almaktadır. Kürtler örgütlenmelerini demokratik temelde gerçekleştirirler. “Devletsiz demokratik halk kavramı”nı daha

önce kullanmıştım. Bu konudaki düşüncelerimin merak edildiğini ve tartışıldığını düşünüyorum. Ulus-devlet, kapitalizmin

var oluş sebebidir. Kapitalizm ulus-devletsiz olmaz, ulus-devletsiz kendini var edemez. Buna karşı ben demokratik

modernite kavramını geliştirdim. Ulus-devlet özgürlüğün ve demokrasinin sonu olmuştur. İşte anarşistler bu devlet

kavramını tartışmaya çalıştı. Bakunin, Kropotkin ve diğerlerinin devlete yönelik eleştirileri yoğundu, ancak devletin yerine

neyi koyacaklarını sistematize edemediler. İşte daha önce de belirtmiştim; Marks ve Lenin ise devleti çözmek yerine

kapitalist devlet yerine sosyalist devlet getirebileceklerini böylelikle sosyalizmi kurabileceklerini düşünüyorlardı. Ulus-

devlet kapitalizm doğurur. Devlet sosyalist olamaz. Ulus-devletin doğuracağı şey kapitalizmdir. Bununla nasıl bir

sosyalizm ortaya çıkardıklarını gördük. Sonuçta bu sosyalizm anlayışı kapitalizme hizmet etmiştir. Çin’in durumu ortada.

Kürtlerin de milliyetçi temelde örgütlenen partileri var. Mesela Şerefattin Elçiler, YNK ve KDP bunlar milliyetçi temelde

örgütleniyor. İşte federasyon talepleri ortada.”

TÜM TÜRKİYEYİ KAPSAYAN PARTİ GEREKİYOR

“Bu hususlar onların bileceği şeylerdir. Zaten bu temelde örgütlenen partiler var ama bizim anlayışımız böyle değildir.

Demokratik siyaset akademilerini de bu temelde önermiştim. Nasıl siyaset yapacaklarını anlamaları için demokratik

siyaset akademilerinin varlığı önemlidir. İşte AKP ve diğer partiler bunu iyi yapıyorlar. AKP’nin bir tane de değil, birçok

siyaset akademisi var. Kürtlerin de bu demokratik siyaset akademileri aracılığıyla nasıl bir siyaset, nasıl bir örgütlenme

yapacaklarını tartışmaları gerekiyor. Bunu gerçekleştiremezlerse daha önce de söyledim onları eleştireceğim. Kürtlerin

bütün Türkiye genelinde örgütlenmeleri önemlidir. BDP, DTK değil, BDP’nin daha farklı, bütün Türkiye’yi kapsayan bir

parti olması gerekiyor. BDP, sonuçta bir siyasi partidir. Bunun gereklerini yerine getirmesi, demokratik temelde siyaset

yapması gerekiyor. Bunun ilkelerini daha önceleri ortaya koydum. Çatı partisi ya da biraraya gelebilecekleri platformlar,

demokratik siyasetin gereklerini yeterince yerine getiremediler.”

SADECE KÜRTLERİ ÖRGÜTLEYELİM OLMAZ

“Eğer biraraya getirebilirlerse oy oranları yüzde 10’lara varır. Diğer önceki partiler bu konuda biraz dar kaldılar. “Sadece

Kürtleri örgütleyelim”, “her yerdeki Kürtler” mantığıyla yaklaştılar, BDP’nin bu anlayışı aşması gerekiyor. Elbette ki Kürt

sorunu çözülmesi gereken çok önemli bir sorundur. Ancak sadece milliyetçi temelde dar kalan bir anlayışla Kürt sorunu

çözülemez. O yüzden diğer çevrelere tekrar tekrar gidilebilir. Ne yapmak istediğimiz iyi anlatılmalıdır. Bu konularda temel

siyasetlerini içerir bir broşür düzenlenip dağıtılabilir. Bu broşür üzerinden çeşitli çevrelere gidilerek kendileriyle

Page 15: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

görüşülebilir. Ben de bu hususlarda üzerime düşeni yapmaya çalışacağım. Geçenlerde Ahmet İnsel’in bir yazısını

okudum. Kürtlerle Türklerin birlikte siyaset yapmasından ve ortak alanlardan, ortak siyasal alanlardan bahsediyordu. İşte

bunu yaratmaları, Türklerle Kürtlerin birlikte siyaset yapabilecekleri alanları yaratmaları gerekiyor. Herkese de bu temelde

gidilmelidir. Kürtler örgütlenmelerini de siyasal parti olarak bu çerçevelerde ortaya koymalılar. Benim daha önceki

dönemlerdeki önerilerimi de ele alarak siyaseti böyle yönlendirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Grup için de şunu

söylemek istiyorum: diğer partiler gibi davranılmamalıdır. Grup içi bir demokrasi anlayışları olmalıdır. Diğer partilerin grup

toplantılarında sadece parti başkanları çıkar konuşur. Mesela AKP’de sadece Tayyip Erdoğan, CHP’de sadece Deniz

Baykal çıkar konuşur. Bir başkanlık hiyerarşisi vardır. Kürtlerin ise farklarını, demokratik duruşlarını açığa çıkarmaları

gerekiyor. Sadece başkanlar değil diğerlerinin de sözünü söyleyebilmesi önemlidir. Böylece bir tartışma ortamı, tartışma

platformu olur. BDP mevcut partilerden farkını ortaya koymalıdır. Meclis kürsüsü çok iyi kullanılmalıdır. İyi hitap etmeleri

çok önemlidir. Hitabet çok önemlidir. İyi hitap edebilirler, ortalığı ayağa kaldırabilirler, hitaplarıyla çok etkili

olabilmelidirler.”

DTK SİVİL ÖRGÜTLENMEDİR

“Bu son tutuklanmalar işte KCK, DTK falan diye yapıyorlar. Ama KCK’nin DTK yani Demokratik Toplum Kongresi ile

ilişkilendirilmesi mümkün değil. Daha önce de söyledim. DTK bütün Kürtleri örgütler, yasaldır. İşte Kürtlerin tüm

alanlardaki örgütlenmelerini sivil toplum alanındaki örgütlenmesini oluşturur. Kürtlerin demokratik temelde örgütlenmeye

büyük bir ihtiyacı var. Kürtlerin toplumsal olarak da demokratikleşmesi gerekiyor. DTK her alanda Kürtlerin toplumsal

demokratikleşmesini sağlamak için çalışır. Bunun birçok yolu ve tarzı var. Ekonomik örgütlemeler, spor, sanat, dil

alanlarında Kürtlerin örgütlenmelerini sağlar. Yatay olarak toplumun örgütlemesini sağlar. İşte kır, kent kooperatifleri

demiştim, bunun gibi şeyleri sağlar. Yatay örgütlenme modeli, demokratik yönetim, demokratik kültür çok önemlidir.

Demokratik sistem budur. BDP siyasi bir partidir. DTK ise Kürtlerin kendini demokratik temelde devlet dışı bir topluluk

olarak örgütlemesinin aracıdır. İkisi aynı şey değildir. DTK toplumu örgütleyebilir, Demokratik halk kitlelerini arkasına

alabilir.”

DEMOKRATİK AÇILIM ÇÖZÜMÜN TASFİYESİDİR

“Bir örnek verirsem daha iyi anlaşılacak; İşte FKÖ örneği var. İsrail içinde milyonlarca Arap yaşıyor. Bu Araplar orada

örgütlüler. İsrail Parlamentosunda işte birkaç tane partileri, bir sürü milletvekilleri var. O milletvekilleri o parlamentoda iş

yapıyor. O parlamentoda Arapların bir temsiliyeti var. Öte yandan Araplar FKÖ içinde de örgütlüler. FKÖ bir nevi İsrail’e

karşı Arapların temsilcisidir. Biraz bu örnekteki gibi görmek gerekir. Bu tutuklamaların çoğunu KCK diye yapıyorlar, oysa

KCK, ağırlıklı olarak Türkiye dışında örgütlenmiştir, işte PKK KCK’dir. KCK ağırlıklı olarak dağda silahlı örgütleniyor. DTK

ise belirttiğim gibi FKÖ benzeri ama yasal zeminde Kürtlerin arasında metropollerde kendini örgütlemiş bir sivil toplum

kuruluşu, insiyatifi diyebiliriz. Ama burada sivil toplum vurgusunu da doğru yapmak istiyorum. Ben öyle devleti arkasına

alan, devletin örgütlediği sivil toplumdan söz etmiyorum. O zaten gerçek sivil toplum da sayılmaz. Kürtlerin demokratik

temelde yasal alanda örgütlenmeleri, gerçek sivil toplum örgütlülüğü DTK ile sağlanıyor. Yoksa KCK ağırlıklı olarak

dağdadır. Siyasal partinin ve DTK’nın işlevleri FKÖ benzeridir ama KCK daha farklı bağımsız bir örgütlenmedir.”

AÇILIM YOK AÇILIM DEDİKLERİ SAFSATADIR

“Davutoğlu dışarıda sıfır problem diyerek bizim Ortadoğu’da Demokratik Ortadoğu Konfederasyonu ile yaratmaya

çalıştığımız çözüm ihtimalini ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bizi kapitalist modernitenin hizmetinde tutmak istiyorlar.

AKP’nin tasfiye politikası olduğu kesinlikle anlaşıldı, bu çok nettir. Açılım falan yok, açılım dedikleri safsatadır. Zaten

“demokratik açılım” demiyorlar artık, milli birlik projesi diyorlar. Tayyip Erdoğan Ortadoğu’yu karış karış geziyor,

Davutoğlu’nun söyledikleri “sıfır sorun politikası”, bütün bunlar benim yol haritasında açıp tartıştığım meselelerdi. Eğer

açıklanmış olsaydı orada demokratik bir çözüm isteniyorsa yapılabilecekleri tartıştığım görülecekti. Bunu bildikleri için

bana yükleniyorlar. İşte AKP’nin demokratik açılımla ilgili bir broşürü varmış, orada ilk sayfada hemen “Apo’ya af yok”

falan diyorlar, işte bu ip mip meselelerini tartışıyorlar, faşizan bir yaklaşımdır. Ben onlardan kendim için bir şey

istemedim. Biz “barış, halkların sorunlarının çözümü” dedik. Öncelikle halkımın sorunlarının çözümünü tartışıyorum. Ben

kimseden kendim için af maf dilemedim. Ben burada halkım için yaşamaya çalışıyorum, işte arkadaşlarımız vardı, onların

direnişi benzeri bir direniştir. Oysa AKP’nin bu yaklaşımı MHP’nin yaklaşımıdır. CHP ve MHP milliyetçi bir tarzda

yaklaşıyorlar. Onların mantığı Kürt gerçekliğini Türk milliyetçiliği içinde eritmek, tam da beyaz soykırım, asim ilasyon

dedikleri budur. ”

AKP YEDİ YILDIR HERKESİ OYALIYOR

“AKP demokratik açılım, Kürt sorunun çözümü diyerek yedi yıldır herkesi oyalıyor. Bununla muazzam oy da aldılar. Hem

Kürtleri hem Avrupa’yı ve ABD’yi böyle oyaladılar. Ama artık bunun bir tasfiye ve oyun olduğu açığa çıkmıştır. Kürtlerin

de bunu böyle iyice anlaması gerekir. AKP’nin bu politikaları artık sonuç vermez. CHP ve MHP’nin tutumu da topluma

yeni bir şey getirmiyor. Zaten CHP bu haliyle yürüyemez. Ya Deniz Baykal aşılarak CHP yeni bir yola girecek ya da

aşılacaklar, tasfiye olacaklar. Sarıgül’ü hazırlıyor olabilirler. Ama AKP böyle giderse sağ bir ittifak-koalisyon

düşünebilirler. 1977’de böyle bir milliyetçi cephe hükümeti vardı. MHP yüzde onları bulursa buna benzer bir ittifak ortaya

çıkabilir. AKP-MHP ittifakı düşünüyor olabilirler ama bu kadar sağ bir ittifak işte faşizm gibi neler getirdi, biliniyor. BDP

Page 16: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

diğer demokratik kesimlere, işte sol örgütlere, iyi anlatabilmelidir. Bir araya gelirlerse bir alternatif oluşturabilirler. Güç

olabilir, siyaset yapabilirler. Bu hafta arkadaşlarla görüştüğümde o diğer arkadaşa da söyledim işte böyle böyle

parçalanarak bir yere varılamaz. Bir araya gelmenin, ortak alanlar yaratmanın, siyaset yapmanın zorunluluğunu

görmeleri gerekiyor. Demokratik Türkiye, Demokratik Ortadoğu Konfederasyonu derken Kürtlerin bir bütün olarak, bütün

parçalarda bir araya gelebilecekleri bir çeşit ortak platformdan söz ediyorum. Kürtlerin bunu Ortadoğu’da

başarabileceğini düşünüyorum. Bütün Ortadoğu’nun işte Arapların durumu da ortadadır bu temelde örgütlenmek

gereklidir.”

KADIN VE ERKEK FELSEFİ TEMELDE BULUŞABİLİR

“Kadın konusunda şunu belirtmek istiyorum; benim kadınla ilişkilenmem farklıdır. Kendini özgürleşmeye, özgürlük

mücadelesine adamış insanlar için ne olursa olsun iki kişi arasındaki tutku, kimseyi hiç bir yere götürmez ancak

hiyerarşiye, patriarkal tutuma, baskıya, tecavüz kültürüne götürür. Kadınla erkek arasında ancak felsefik temelde bir

buluşma olabileceğine inanıyorum. Geçende Taraf’ın yirmi soruluk anketine felsefeci Zizek bir cevap veriyor. Sizin için

güzellik nedir diye soruyorlar, “benden güzel ve akıllı bir kadınla felsefe tartışmak” diyor. İlginçtir ama ben de aynen böyle

düşünmüştüm. Benim kadınla buluşmam da tabi yeterince anlaşılmıyorsa da ama bu temeldedir. Kadınla felsefi buluşma

dışında bütün buluşmalar, doğru bir buluşma değildir. Kadınla felsefi buluşma dışındaki bütün ilişkilerin, evliliklerin

geleceği yer patriarkal, hiyerarşik ilişkidir ve bu tür ilişkiler eninde sonunda ilişkiyi tüketir, bitirmeye götürür. Felsefik

buluşma dışında hiç bir buluşma bunu kurtarmaz. ”

DARBE TİCARETİ YAPILIYOR

“Darbe planlarını basında dinledim. “Darbe senaryoları” diyenler de var. “Darbe ticareti yapıyor“ diyorlar AKP’ye. Aslında

danışıklı döğüştür. Balyoz darbe planı 2003’te yapılmış, Madem AKP bunu biliyordu neden o zaman üzerine gitmedi, o

zaman neden Tayyip Erdoğan bunu tartışmadı? Demek ki bir pazarlık sözkonusudur. İslamiyet’e dair şunu tekrar

söylüyorum; bugünkü Müslümanlık gerçek Müslümanlık değil. Gerçek Müslümanlığı, ümmet anlayışını tartışmak

gerekiyor. Müslümanlığı halkın benimsediği, kabul ettiği tarzda modern Müslümanlık olarak yeniden tartışmaya açmak,

diğer dinlere de bunu uygulayarak demokratik niteliğini öne çıkarmak gerekiyor. Demokratik İslam ve İslam’ın

demokratikleşmesi tartışılabilir.” CPT HEYETİ ALTI KİŞİLİKTİ “CPT heyetiyle de görüştüm. Altı kişiydiler. Onlara işte buranın koşullarını, yeniden yargılamanın önemini, AİHM’deki davamı konuştum. Burada bu hafta diğer arkadaşlarla bir saat görüştüm. Diğer cezaevlerinde arkadaşlara bir şey demiyorum. Ancak kendilerini hırpalamasınlar, kendilerine fiziki zarar verecek eylemlerden kaçınmalarını öneriyorum. Cezaevlerinden gelen mektuplar var, otuz adet kadarı verilmedi. Çok sayıda kart da var. Tekirdağ, Kırıklar cezaevlerinden mektuplar var. Adana Karataş Kadın Cezaevinden arkadaşların mektupları var, bir kısmını vermediler. Diyarbakır D Tipi, Siirt cezaevlerinden gelen mektuplar var. Midyat ve Bakırköy cezaevindeki kadınların mektuplarını aldım. Son dönem tutuklanan bütün arkadaşlar için özellikle şunu söylemek istiyorum. Cezaevinde tek başına kalmak yalnız olup etkisizleşmek anlamına gelmez. Kişi tek başına da kalsa cezaevinde kendini koruyabilir, geliştirebilir. Dışarıda da içeride de bir birey çok iyi yoğunlaşır ve kendini çok iyi programlarsa birçok şeyi aşacağına ve güçleneceğine inanıyorum. Kendilerini bu temelde geliştirmelerini diliyorum. İzmir’de ortak bir çalışma, bütün güçlerle buluşma önemlidir. Orada bunu başarırlarsa birçok şeyi başaracaklarını ve aşacaklarını düşünüyorum. Tüm halkımızı ve cezaevindeki arkadaşları selamlıyor, mücadelelerinde başarılar diliyorum.”

Görüşme Notları:

10.02.2010

Tarihli Görüşme Notu

Komplo boşa çıkarılmıştır Türkiye'ye getirilişinin 11. yıldönümünü değerlendiren Öcalan, 'Komplonun 12. yılına girilirken komplo boşa çıkarılmıştır. Bu kesin olarak anlaşılmıştır. Bu benim buradaki sabırlı duruşum ve halkımızın ortak çabasıyla gerçekleşmiştir' dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Mardin'de düzenlenen İnanç

çalıştayına değinen Öcalan, 'Önemli olan bu çalışmaların pratikleştirilmesidir. Bu çalışma kurumsallaşabilir, Diyarbakır ya

da Mardin merkezli olabilir. Önemli olan güncel sorunlara pratik çözümler bulabilecek şekilde sürekli çalışabilmeleridir.

Aslında ben bunu Demokratik Toplum Kongresi'nin tümü için söylüyorum. Temel mantığı bu olmalıdır, pratikleşme, pratik

çalışmalar yapmak ve bu şekilde sorunlara çözüm olabilmektir. Ben bunu defalarca dile getirdim. Haberlerden duydum,

Page 17: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Adıyaman'da Medine adlı kızcağızı diri diri gömmüşler, bu korkunç bir şey. Aslında gömülen yalnız o değildir onun

şahsında bütün kadınlar gömülmüştür, hepimiz gömülmüşüz. İslam anlayışına göre de böyledir, bir kişiyi öldürmek

herkesi öldürmek olarak kabul edilir. Bunun gibi çözülmesi gereken bir sürü toplumsal sorun var, bunlarla ilgilenilmelidir'

dedi.

DTK KOMÜNLER İNŞA ETSİN

Öcalan, şöyle devam etti: 'Demokratik komünalizm diyordum. Ya da komünler demokrasisi de denilebilir. Bunun

mantığında şu vardır; küçük küçük komünler oluşturarak bütün toplumun örgütlenmesi gerekir. En tepeye kadar bu böyle

örülmelidir. Mesela bir köyde üç beş tane dürüst demokrat insan yok mudur? İşte bunlar bir araya gelip bir komünü

oluştururlar. Ortak karar alırlar, bütün sorunlara ortak çözüm ararlar. Aynı zamanda şehirdeki mahallelerde de bu tür

komünler oluşturulur. Ve bunlar en üste kadar böyle gider. Diyarbakır'daki DTK'nın amacı budur. Bu komünleri bir an

önce oluşturmalılar. Halkımız buna müsait. Binlerce köy, onlarca belediye var. Bu imkanlar kullanılmalı.

Mesela Diyarbakır'da yüzlerce bu şekilde komünler oluşturulabilir.'

BDP KCK'DEN AYRI BİR ÖRGÜTLENMEDİR

'Bakın bir noktayı ayırmak gerekiyor. DTK farklıdır, BDP farklıdır. KCK'nin ise bunlarla hiç bir alakası yoktur. KCK'nin

örgütlenmesi farklıdır. KCK dağda örgütlenmiştir, şehirde de örgütlenebilir. BDP ile aynı bölgelerde örgütlenmeleri

gerekiyor, olabilir ama bu tamamen farklı oluşumlar oldukları gerçeğini değiştirmez. KCK dört parçada

örgütlenmiştir. KCK'nin kendi birimleri var. AmaKCK ile DTK ve BDP kesinlikle birbirine karıştırılmamalıdır. BDP kimsenin

legal uzantısı değildir. Bunu açıkça söylemelidir. Onlara düşman da değiliz ama hiç bir alakamız yoktur, demeliler ki bu

böyledir. Yani karşı da değildir ama ben ayrı bir örgütlenmeyim onlar ayrı bir örgütlenmedir, demelidir.'

BDP TÜRKİYE PARTİSİDİR

'Demokratik Toplum Kongresi, Kürt halkını komünal olarak örgütlemek için vardır. Legal bir çalışmadır. Bu çalışmaya

gereken önem verilmelidir. BDP ise bir Türkiye partisidir. Bu gerçekten böyledir, böyle olmalıdır. Bunun doğru olduğuna

yürekten inandığımız için, başka çare olmadığını bildiğimiz için bu böyledir. Tek doğru yolun bu olduğunu bildiğimiz için

böyledir. Bu çok önemlidir, BDP bütün çalışmalarını buna göre yapmalıdır. Ben Sol'u anlamıyorum. Artık kendisine

gelmelidir. Sol hala 1920'de Mustafa Suphilerin katledilmesini bile aydınlatamadı, açığa çıkaramadı. Sol hala bu darbenin

etkisindedir. Artık kurtulmalıdır. Türkiye'nin bu alternatife ihtiyacı var.'

SOLCULAR YAZMASIN PRATİK YAPSIN

'Soldaki arkadaşlar artık yazmaktan öteye pratiğe de dönmeliler, halkı örgütlemeliler. Ben anlamıyorum bunlar böyle

sonsuza kadar sadece yazacaklar mı? Otuz yıldır yazıp çiziyorlar, hala somut bir şey yok. Neden pratiğe, bir harekete,

bir partiye dönüşmüyorlar? Bu çalışmalar, BDP içinde de olabilir, Çatı Partisi şeklinde de olabilir. Artık harekete

geçilmelidir. Artık kaybedecek zaman yok. Mahir Çayanlar, Deniz Gezmişler boşuna hayatlarını kaybetmediler. Onlar

benim de yoldaşlarımdı. Onların anılarına sahip çıkılmalıdır. Ben bu anılara bağlı kalarak sosyalist hareketin içinde kırk

yıldır mücadele veriyorum. Ben Mahir'den etkilendiğimi hep söyledim. Mahir olmasaydı ben ve arkadaşlarım olmazdı.

Ben olmasaydım PKK olmazdı. PKK olmasaydı işte DTP olmazdı, BDP olmazdı. Yani bunlar hepsi birbirini tetikliyor,

birbirine bağlıdır bu hareketler, aynı mirastan geliyorlar. İbrahim Kaypakkaya da hakeza öyledir. O da böyle olmasını

ister. Buradaki TİKKO'cu arkadaşa da anlatıyorum bu konuları tartışıyoruz. Geçmişte Dev-yol'un içinde meydana gelen

olumsuz süreçleri de iyi biliyorum.'

TOPLUMU SOSYALİSTLEŞTİRMELİYİZ

'Bu da bizim temel paradigmamız olmalı. Bizim paradigmamız ise şudur: Halkı komünler halinde en tabandan en tepeye

kadar her yerde örgütlemektir. Pratik, günlük ihtiyaçlara da çözüm ürtecek bir şekilde yapılmalıdır bu. Sosyalizmi ancak

bu şekilde hayata geçirebiliriz. Paris komünü iyi bir deneyimdi ama iyi anlaşılamadı. Başarılı olunsaydı Marks'ın da

hedeflemiş olduğu sosyalizme ulaşılabilecekti. Ancak daha sonra devlet eliyle sosyalizm anlayışı hakim hale geldi. Oysa

devlet sosyalizmi olmaz, devlet sosyalist olmaz, toplum sosyalist olur. Toplumu sosyalistleştirmeliyiz. Bu yüzden

demokratik toplum diyoruz. Biz Marks'ı tam anlamıyoruz. Aslında o da sosyalist devlet olamayacağını söyler. Bu konuda

doğru tespit yapmıştı ama Lenin bu konuda yanlışa düştü. Proleterya diktatörlüğü, ulus-devlet eliyle sosyalizmi

gerçekleştirebileceği yanılgısına düştü. Ulus devlet aslında iki yüz yıllık bir kavramdır. Fransız devrimi aslında demokratik

temelde gelişti fakat daha sonra jakobenlerin müdahalesiyle ulus-devlet olarak sonuçlanmış oldu. İnsanlık tarihiyle

kıyasladığımızda devlet, vatan gibi kavramlar çok yeni kavramlardır. Artık devlet ve vatan kavramlarını kutsal olmaktan

çıkarmak gerekiyor. İnsanlar bu kavramlar için değil, bunlar insan için olmalıdır. Bu nedenle demokratik vatan diyoruz.'

ORTAM SOL İÇİN MÜSAİT

'MHP ve CHP'nin paradigması milliyetçi, laikçi, ulusalcı faşizmdir. Öte yandan AKP'nin paradigması milliyetçi-islamcı

paradigmadır. Bunların Türkiye'yi getirdiği nokta ortadadır. Bunlara karşı demokratik vatan, demokratik ulus ve

demokratik cumhuriyet esas alınmalıdır. Aslında Devletin demokratı da olmaz, demokrasi halk içindir. Halk devlete karşı

demokrasi ve hak mücadelesi verir. Demokrasi olmadan sosyalizm, komünizm olmaz. 1917'deki Ekim devriminden

sonraki iç savaşta Troçki de bunun böyle olmayacağını söylüyordu. Bakunin ve Proudhon da öncesinde bu yolun yanlış

olduğunu söylüyorlardı. Sovyetler dağıldıktan sonra halkın düştüğü durum ortada. Çin'i de görüyoruz, ABD kapitalizmini

Page 18: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

besliyor. Bu sosyalizm mücadelesinde, devrimlerde milyonlarca insan bugüne kadar hayatını kaybetti ama gelinen

noktada ne yazık ki klasik sol yenildi, kaybetti. Bunun sebepleri iyi tahlil edilmelidir. Artık bunu anlayıp bahsettiğim yeni

paradigma etrafında bir araya gelmek gerekiyor. İşte Güney Amerika'da bu anlamda olumlu gelişmeler var. Türkiye'de de

ortam, koşullar müsait. Bu paradigma etrafında bütün sol, demokrat, sosyalist, liberal hatta demokrat samimi dindar

kesimler bir araya gelirlerse milyonları harekete geçirebilirler, çok da başarılı olurlar. Sol metafizik konusunda da biraz

daha esnek olmalıdır. Bununla bağlantılı olarak ahlakın toplumsal yaşamdaki rolünün ne kadar önemli olduğu ortadır. Bu

anlamda metafizik alan sadece milliyetçi ve muhafazakar kesimin tekeline bırakılamayacak kadar önemli bir konudur.

İşsizlik oranı çok yaygın, yüzbinlerce, milyonlarca insan işsiz. İşte Tekel işçilerinin durumu ortada. Hak mücadelesi

veriyorlar.'

SOLCULAR BDP'DE YER ALMAK ZORUNDA DEĞİL

'Ortak mücadele artık kaçınılmazdır, ekmek kadar su kadar gereklidir. Sol için söylüyorum. BDP'nin içinde yer almak

zorunda değiller, kendi çalışmalarını da yürütebilirler ama Çatı partisi şeklinde ya da başka bir şekilde ortak bir

platformda buluşmak zorunludur. Tekrar ediyorum BDP Türkiye partisidir, böyle olacak. Demokratik Barış Partisinin

Türkiyelileşmesi Türkiye için hayati önemdedir. Söylediğim gibi Soldaki arkadaşlar kendi çalışmalarını yürütebilirler ama

bir çatı partisi etrafında mutlaka bir araya gelebilmelidirler. Buna benzer başka çalışmalar da olur, hepsi birleştirilebilir.

Samimi demokrat müslümanlar da bu çalışmalar içinde yer alabilir.

SUPHİ CİNAYETİ DE AYDINLATILMALIDIR

'Komplonun 12. Yılına girerken şunları belirtebilirim. Nasıl ki 1920'li yıllarda, öncesinde 1915'lerde Ermenileri önce

destekleyip onları öne sürüp daha sonra Anadolu'dan tamamen tasfiye olmalarına neden oldularsa aynı şekilde

Yunanlılar nasıl önce desteklenip sonra Anadoludan tamamen tasfiye edildilerse aslında 15 Şubat 1999'da

gerçekleştirilen komployla amaçlanan nihai şey de buydu. Türkiye'den daha sonra komünistler ve diğer muhalifler de

tamamen tasfiye edildiler. Ve bu şekilde Türkiye tamamen batılı kapitalist devletlerin istediği özelliklere sahip, onların

amaçlarına uygun bir devlet haline getirilmiş oldu. Bu önemli bir tespittir. Sol'un da artık bu tespiti yapması lazım. İşte

Mustafa Suphi'nin tasfiyesiyle Solun almış olduğu ve halen devam eden darbe de bundan bağımsız değildir. Halen

Mustafa Suphi olayının arkasında yer alan gerçek failler ortaya çıkarılmış değildir. Yakınlarını kaybeden aileler bir araya

geldiler. İçlerinde Sebahattin Ali'nin yakınları da var, gerçek katillerin açığa çıkarılmasını istiyorlar. Bunun Mustafa

Suphilere kadar götürülmesi, bu cinayetin de aydınlatılması gerekir. Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu'nu bu

nedenle önerdim. Bu komisyonun yapması gereken çok iş var. Bu mutlaka olacaktır ki bu ailelerin bir araya gelmesi de

bir başlangıçtır, süreç başlamıştır. Bu şekilde tüm faili meçhuller aydınlatılabilir.'

KOMPLO BOŞA ÇIKARILMIŞTIR

'Komployla amaçlanan üç şey vardı. Benim teslimimle PKK'nin tasfiyesi karşılığında aynı 1920'lerden Türkiye devletini

kendilerine bağladıkları gibi Güney'de kendilerine bağlı, kendi denetimlerinden ve kontrollerinden çıkmayacak bir siyasal

Kürt oluşumunun önü açılacaktı. Ki bu kısmen oldu. Ayrıca Kıbrıs'ta Yunanistan'a söz verilmişti. Bir de küçük Ermeni

devletine verilen sözler vardı. Türkiye'ye bunlar kabul ettirilecekti. Ama bunların hiç birisi gerçekleşmedi. Ben buradan

halkımıza artık müjdeyi verebilirim. Komplonun 12. Yılına girilirken komplo boşa çıkarılmıştır. Bu kesin olarak

anlaşılmıştır. Bu benim buradaki sabırlı duruşum ve halkımızın ortak çabasıyla gerçekleşmiştir. Bunu artık halkımıza

açıkça ifade edebiliriz; komployu boşa çıkarmayı başardık. Nasıl bunun için 11 yıl direndiysem 12. Yılda da yine aynı

şekilde direnmeye devam edeceğim. Bütün bu komploya ve tasfiye girişimlerine rağmen sonuçta hareket ve halkımız

güçlenerek çıkmıştır.'

AKP YOL AYRIMINDADIR

'AKP'nin önümüzdeki dönem yapacağı tercih önemlidir. Ya gerçek demokrasi tarafında yer alacak ve kendileriyle beraber

tüm Türkiye -Kürt, Türk, Alevi, Ermeni, Çerkez vb hiç bir ayrım yapmıyorum- kazanacak ya da CHP ve MHP'nin tarafında

yani ulusalcı, milliyetçi inkarcı tarafta yer alarak yine tasfiyede ısrar edecek ve bu da Türkiye'nin kaybetmesine neden

olacaktır. Ben bunları tespit olarak söylüyorum. Hüseyin Çelik yaptığı açıklamada 'ya bu açılım sürecini sonuna kadar

götürürüz ya da bu süreç bizi bitirir' şeklinde bir açıklama yaptı. Bunu anlamaları önemlidir. Sayın Başbakan'ın da bu

hususu iyi anlaması önemlidir.'

TUTUKLULAR MORALLERİNİ YÜKSEK TUTSUNLAR

Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: 'Muş halkına selamlarımı iletiyorum. Bulanık'ta halkımızın iki değerli evladı yaşamını

yitirdi, onları saygıyla anıyorum.

Cezaevlerinden gelen mektuplar var. Midyat cezaevinden, Bitlis cezaevinden mektuplar aldım. Bakırköy cezaevinden,

Gebze cezaevinden mektuplar aldım. Cezaevlerindeki tüm arkadaşlara selam ve saygılarımı iletiyorum. Demokratik

Kadın Hareketini çok önemsiyorum. Çalışmalarını başarılı görüyorum, çalışmalarını devam etsinler. Onlara

çalışmalarında başarılar diliyorum. Kadın konusunda yoğunlaşmaya devam ediyorum. Mart ayında 8 Mart vesilesiyle

kadın konusuna değineceğim, mesaj olarak sunacağım. Kadın arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Diyarbakır, Van,

Batman, Siirt, Antalya, Aydın, İzmir, Mersin Akdeniz ilçesindeki halkımıza saygı sevgi ve selamlarımı iletiyorum.'

ANF

Page 19: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

10 Şubat 2010 tarihli Görüşme Notu'dur

Görüşme Notları:

13.02.2010

Roma sürecimde bir Gladio birimi rol

aldı

İtalyan İl manifesto gazetesindeki makalesinde PKK lideri Abdullah Öcalan kendisine yönelik komployu kaleme aldı.

Köşe yazısında Öcalan, İtalya’da olduğu dönem abluka altında tutulduğunu, kaçırtılmak istendiğini belirterek,

‘’Kanaatimce İtalyan hükümetini de aşan bir Gladio birimi Roma sürecimde belirleyici rol almıştır’’ dedi. Öcalan İl manifesto’daki yazısı şöyle: ‘’İnsanlık tarihi, komploculuğu iyi tanıyor. Egemen iktidarların kendini sürdürme aracı olarak komploculuğun tarihi oldukça eskidir. Örneğine Sümerlerden Roma'ya pek çok tarihsel dönemde rastlamak mümkündür. Kürt halkının komploculuğun mağduru olmasının da aynı ölçüde tarihsel bir arka planı vardır. 15 Şubat 1999'da Türkiye'ye getirilmemle sonuçlanan uluslararası komployu, egemen iktidarların komplocu geleneğinin en önemli olaylarından biri olarak görüyorum. 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye'den çıkıp Atina'ya ayak basmamla başlayan Avrupa serüvenim, Rusya ve İtalya ile devam etmiş ve ardından tekrar Rusya ve Yunanistan'a dönmek zorunda kalmam ve Kenya'ya kaçırılmam ile son aşamasına gelmiştir. Dört kıtayı kapsayan uluslararası güçler koalisyonunun içinde olduğu bu olaylar dizisine komplo dememin nedeni, politik oyunlar ve ekonomik çıkarlar yanında içinde bolca ihanet, zor ve aldatmayla örülü bir süreç olmasından dolayıdır. Aradan 11 yıl geçmesine karşın, bu uluslararası komplonun güncelliğini halen de yitirmediğini düşünüyorum. Şahsımda Kürt halkına karşı gerçekleşen bu siyasi komplonun neden ve sonuçlarının anlaşılması, günümüz siyasetinin de anlaşılmasına katkı sunacaktır. Hiç şüphesiz bu siyasi komplonun temel yürütücü gücü olan ABD'nin esas hedefi, beni Ortadoğu'dan tasfiye etmekti. ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi’yle amaçladığı milliyetçilikleri ve ulus-devletçikleri ortaya çıkarıp çatıştırarak yüz yıl daha Ortadoğu’da egemen olmaydı. Böylesi bir projede özgürlük hareketlerine yer olmadığı gayet açıktır. Bu nedenle ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi, benim komployla Türkiye’ye teslim edilmemle yakından ilgilidir. Nitekim 2003 yılından itibaren başlayan süreç, beni doğrulamaktadır. Ortadoğu halklarını uluslararası egemen güçler ile yerel geric i güçler arasında bir tercihe mecbur bırakan dengeye karşın, halkların demokratik birliğini savunan üçüncü ve gerçek alternatifi temsil ediyor oluşumuz, ideolojik ve siyasal hedef haline gelmemize yol açmıştır. Uluslararası komplonun bu temel amacının yanında hedeflediği iki amaç daha vardı. Birincisi, benim bu süreç içinde imha olmam ya da teslim edildiğimde alacağım tutumla bir Türk-Kürt savaşının çıkartılmasıydı. Aslında bugünkü Iraklaşma önce Türkiye’de planlanmıştı. Böylece Türkiye’yi ekonomik, siyasi, her açıdan zayıf düşürerek tamamen kendilerine bağlamayı hedeflemişlerdi. Benim buradaki sorumlu tutumum ve beklemedikleri bir tezle ortaya çıkmam nedeniyle bu amaçları boşa çıkmış, Türkiye’nin Iraklaşması önlenmiştir. Bütün gücümle bunu önlemeye çalıştım. Bunu inanarak, gönüllü bir şekilde, halkların yararına olduğu için yaptım. Çünkü bizim duruşumuz bağımsız ve özgürlükçüdür. Zaten bu nedenle gözden çıkarıldık. Benim ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin yirmi yıllık savunma anlayışımız, Kürt ve Türk halkı ve bütün Ortadoğu halklarının kardeşliği ve demokratik birliğini sağlamaktır. Kendi özgücümüze, öz irademize dayanıyoruz. Bunu her koşulda ve şartta korumaya büyük özen gösterdik. Bu nedenle 93 yılından itibaren geliştirdiğimiz Kürt sorununda demokratik ve barışçıl çözüm yaklaşımımızı uluslararası komplonun tüm yakıcılığına rağmen daha da yükseltmemiz hem çizgimizden kaynaklı hem de uluslararası komploya bir yanıt olması amacıyladır. Eğer bu komplo sonuçlarına tam olarak ulaşamamışsa, bunda bizim barış ve demokratik çözüm stratejimizin büyük bir payı vardır. Uluslararası komplonun ekonomik arka planını ikinci bir boyut olarak dile getirmek istiyorum. İlk günden itibaren, bu ekonomik ilişki ağının aydınlatılması kapsamında Mavi Akım Projesine dikkat çekmiştim. Bilindiği gibi Mavi Akım Projesi, Rusya gazının Karadeniz altından Türkiye'ye getirilmesini amaçlayan büyük bir projedir. Geçen hafta içinde Türk basınında çıkan bir haber avukatlarım tarafından bana aktarıldı. Dönemin bir Türk bürokratı, 12 Kasım 1998 tar ihinde Rusya'dan çıkarılmamdan sonra, Türk hükümetinden gelen bir talimatla daha önce, dezavantajlı olduğu için askıya alınan bu projenin hayata geçirilmeye başlandığını itiraf ediyordu. Ve projenin kaderinin bu süreçte değiştiğini ifade ediyordu. Aynı kapsamda, İtalya'dan çıkarılmamdan sonra bu projeye İtalyan Eni şirketinin de dahil edilmesi bu bürokratın ifadeleri arasında yer almaktadır. Sadece bu örnek bile benim şahsımda Kürt halkının trajedisi üzerinden nasıl bir ekonomik döngünün sürdüğünü ortaya koymaktadır. Elbette bu kirli ilişkiler, şu ana kadar ortaya çıkanlardan daha derindir. Demokrasi ve insan hakları kavramını her fırsatta temsil ettiğini söyleyen Avrupa devletlerinin, komplo sürecinde bana tamamen kapılarını kapatması, Kürt sorunun çözümü konusunda rolünü oynamaması aksine ABD ve NATO'nun iradesine boyun eğerek, komplonun mekanı olarak talihsiz ve dramatik bir rol oynaması, Avrupa sisteminin gerçek yüzünü bir kez daha ortaya koymaktadır.

Page 20: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Yunan hükümetinin rolü ise, bu kapsam içinde daha özeldir. Bazı dostların çağrısıyla Yunanistan'a geldiğimde bana gerek kendi iç hukuklarını gerekse uluslararası hukuku uygulamadan beni Kenya'ya kaçırmaları, en kirli rolün bu ülkeye verildiğini ortaya koyuyordu. Komplo kavramının içerdiği yalan, ihanet ve ikiyüzlülük en çok bu zeminde kendini göstermiştir. İtalya'da açısından şunu söylemek isterim ki, diğer ülkelere nispeten daha olumlu bir tavır sergilemesine karşın, orada da bir abluka altında tutulduğumu ve kaçırtılmam için her yolun denendiğini ifade etmek isterim. Kanaatimce İtalyan Hükümetini de aşan bir Gladio birimi Roma sürecimde belirleyici rol almıştır. Bu anlamda İtalya Hükümeti, kendine güvensizdi ve belirleyici olma güçleri de yoktu. Yine de Yunan hükümetinin aksine, oraya gelişimden sonra ki süreci, tamamen hukuk sürecine çekmeleri ve o kapsamda yaklaşmaları olumlu olarak belirtilebilinir. Komplonun yıldönümünde bir kez daha, onun panzehiri olan barış ve demokratik çözüm konusunda elimizden gelen her şeyi yapacağımızı ifade etmek istiyorum. Ayrıca Türkiye'nin geçmişte olduğu gibi, şu anda da barışçıl çabalarımıza yanıt vermemesi, tasfiye merkezli bir strateji izlemesi, uluslararası komplonun amaçlarına ulaşma konusundaki gayretlerinin devamı olarak ta okunabilir. Bu nedenle barış ve demokrasi stratejisi sadece Kürtler açısından değil Ortadoğu halkları açısından da önemli bir emsal olmaktadır. Komplocular, ulusal ve uluslararası gerici güçler dün olduğu gibi bugün de işbaşında. Buna karşı demokrasi ve özgürlük mücadelesi yürüten güçler de, Kürt halkı da kendi mücadelesinde kararlı ve inançlı olarak yoluna devam edecektir. Komplonun çapı ve derinliği, kapitalizmin 'küresel taaruzuna' karşı, halkların ve ezilenlerin de 'küresel demokrasi' anlayışını güçlendirecek bir tutumun sahibi olmalarının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyduğunu ve bu gerçeğin bugün için de geçerli olduğunu ifade etmek isterim.'' *Bu yazı “il manifesto” gazetesinin 13 Şubat 2010 tarihli nüshasında yayınlanmıştır. Gazetenin onayını alarak ANF'de yayınlıyoruz.

Görüşme Notları:

13.02.2010

Tarihli Görüşme Notu

DAL CARCERE TURCO DI IMRALI COMMENTO

di Abdullah Ocalan Contro di me scelte di guerra

Nella sua storia l'umanità è stata spesso testimone di intrighi usati dalle potenze dominanti come strumento per la

conservazione del potere. Si potrebbero citare numerosi esempi, dai Sumeri all'impero romano. Sono premesse storiche

lontane, ma spiegano bene le congiure delle quali il popolo kurdo spesso è stato vittima. Credo che la congiura

internazionale che il 15 febbraio 1999 terminò col mio rapimento e deportazione in Turchia, sia uno degli eventi più

importanti nella tradizione di intrighi delle potenze dominanti. La mia odissea attraverso l'Europa iniziò il 9 ottobre 1998

con la partenza dalla Siria. Mi condusse ad Atene, in Russia ed in Italia. Da lì fui costretto a tornare in Russia e poi

nuovamente in Grecia. Il tutto terminò col mio rapimento dal Kenya. Parlo di una congiura internazionale, poiché l'intero

processo al quale prese parte una coalizione di potenze di quattro continenti, oltre ad intrighi politici ed interessi

economici, conteneva anche un complesso mix di tradimento, violenza e inganno.

Nonostante siano passati 11 anni, credo che questa congiura internazionale rivolta, attraverso la mia persona, contro il

popolo kurdo possa suscitare interesse ancora oggi. Comprenderne le cause e le conseguenze può contribuire a far luce

sulla situazione politica attuale. Non ci sono dubbi sull'obiettivo primario degli attori principali, gli Usa, vale a dire

l'eliminazione del nostro movimento di liberazione. Gli Stati Uniti, con il loro progetto di Grande Medio Oriente, volevano

accendere la fiamma del nazionalismo e creare nuovi piccoli stati nazionali per mantenere il controllo del Medio Oriente

nei decenni a venire. Un tale progetto non lascia naturalmente alcuno spazio ai movimenti di liberazione. Esiste quindi

un collegamento diretto tra il loro progetto di un Grande Medio Oriente e la mia estradizione in Turchia. Gli avvenimenti

che si sono succeduti dal 2003 confermano la mia affermazione. Il fatto che noi rappresentiamo una terza, vera

alternativa, rispetto ad un equilibrio fondato esclusivamente sulla scelta tra potenze dominanti internazionali e forze

reazionarie regionali, ci ha resi bersaglio di attacchi ideologici e politici.

Oltre a questo fine principale, la congiura internazionale perseguiva altri due obiettivi. Da un lato, con la mia morte o la

mia reazione all'estradizione, ci si aspettava un'etnicizzazione del conflitto, vale a dire una guerra tra turchi e kurdi.

Page 21: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Quello a cui oggi assistiamo in Iraq era stato allora pianificato per la Turchia. L'indebolimento della Turchia a tutti i livelli -

sia politico che economico - l'avrebbe completamente legata agli Usa. Il mio comportamento accorto ed il mio intervento

per una soluzione pacifica sventarono invece questo piano. Si evitò «l'irachizzazione» della Turchia. Ho lottato con tutte

le mie forze per una soluzione pacifica. L'ho fatto di mia spontanea volontà e nella convinzione che fosse nell'interesse

dei popoli. Ho inoltre sempre mantenuto un comportamento indipendente e pacifico. È proprio per questo motivo che

siamo stati la loro spina nel fianco. Il movimento di liberazione kurdo aveva sempre inteso la propria battaglia, in corso

ormai da vent'anni, come difesa del sentimento di fratellanza tra Turchi, Kurdi e tutti i popoli del Medio Oriente. Ha

sempre avuto come fine un'unione democratica. Abbiamo sempre fatto affidamento sulle nostre forze e sulla nostra

libera volontà. Abbiamo sempre fatto tutto il possibile per preservare la nostra sovranità. Per questo motivo, nonostante

la situazione estremamente critica, continuai con la nostra politica perseguita a partire dal 1993 e volta ad una soluzione

democratica e pacifica. Ciò in accordo con la nostra linea e come risposta alla congiura. Se la congiura quindi non ha

conseguito a pieno il suo scopo, lo si deve in buona parte alla nostra strategia per la pace e per una soluzione

democratica.

Dall'altro lato questa congiura politica ebbe anche una dimensione economica. Fin dall'inizio ho sempre sottolineato

l'importanza del progetto del gasdotto chiamato Blue Stream, sul quale bisognerebbe fare chiarezza e che fa parte di

questa rete di intrecci economici. Blue Stream è un grande gasdotto che trasporta il gas russo in Turchia passando sotto

il Mar Nero. Di recente attraverso i miei avvocati sono venuto a conoscenza di un articolo apparso su un giornale turco,

nel quale uno dei funzionari allora in servizio afferma che questo progetto, inizialmente bloccato a causa delle condizioni

svantaggiose per la Turchia, dopo la mia espulsione dalla Russia il 12 novembre 1998 venne improvvisamente

ripristinato su richiesta del governo turco. Ciò avrebbe cambiato il destino del progetto. Il funzionario continua dicendo

che dopo la mia partenza dall'Italia il gruppo italiano Eni entrò a far parte del progetto. Questo esempio da solo basta a

mostrare come, in collegamento con la mia persona, si stringono accordi economici alle spalle del popolo kurdo. Queste

losche relazioni vanno ben più in profondità di quanto ad oggi non si sia potuto scoprire. Gli stati europei affermano

ripetutamente di rappresentare la democrazia ed i diritti umani. Tuttavia mi chiusero tutte le porte e non fecero alcun vero

tentativo di giocare un ruolo costruttivo nella soluzione della questione kurda. Al contrario si inchinarono ancor di più al

volere degli USA e della Nato e, accettando di divenire il palcoscenico della congiura, si assunsero una parte infelice e

drammatica. Ecco il vero volto del sistema europeo.

In questo contesto il governo greco giocò un ruolo particolare. Il fatto che andai in Grecia a seguito di un invito da parte

di alcuni amici e che fui rapito e portato in Kenya, in violazione del diritto nazionale ed internazionale, mostra come a

questo paese venne affidato il ruolo più sporco. Qui si rivelarono nel modo più palese le menzogne, il tradimento e

l'ipocrisia che sono alla base del concetto di congiura. L'Italia invece, se paragonata agli altri paesi, si comportò in

maniera leggermente migliore. Tuttavia anche lì venni isolato e fecero di tutto per liberarsi di me. Credo che durante il

mio soggiorno a Roma abbia avuto un ruolo decisivo un'unità della Gladio, contro la quale il governo italiano era

impotente. Il governo italiano non ebbe la fiducia in se stesso e le forze necessarie per prendere una decisione

autonoma. Devo comunque ricordare che, a differenza del governo greco, tutto ciò che accadde dopo il mio arrivo fu

trattato nell'ambito del diritto.

Ancora una volta vorrei ribadire che farò di tutto per opporre a questi intrighi la pace ed una soluzione democratica. Il

fatto che la Turchia come in passato non abbia alcuna reazione ai nostri tentativi di pace, ma persegua una strategia

volta all'eliminazione del movimento di liberazione, può essere interpretato come la continuazione della congiura

internazionale. A tale riguardo la strategia della pace e della democrazia rappresenta un'opzione importante non solo per

i kurdi, ma per tutti i popoli del Medio Oriente.

I cospiratori di allora, le forze reazionarie nazionali ed internazionali, reggono ancora le fila come in passato. Tuttavia

anche le forze che combattono per la democrazia e la libertà continueranno la loro lotta, al pari del popolo kurdo e

avanzeranno sulla loro strada decise e risolute. Le dimensioni di questa congiura hanno mostrato quanto sia importante

che gli oppressi ed i popoli del mondo contrappongano all' «offensiva globale» del capitalismo una loro «democrazia

globale», e rafforzino ulteriormente questa posizione. Io la penso così, oggi come allora.

Traduzione: Simona Lavo

13.02.2010

Page 22: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

19.02.2010

Tarihli Görüşme Notu

Çatışmalı bir sürecin olmaması için çabalıyoruz Avukatlarıyla görüşen PKK lideri Abdullah Öcalan çatışmalı bir sürecin yaşanmaması için çabaladıklarını belirterek,

‘’Türkiye’de bir boşluk var. Kürtler ve demokrasi güçleri bu boşluğu doldurmazsa savaş ve kayıplar şiddetlenir ama bu

boşluk bizler tarafından doldurulursa Türkiye’de çok anlamlı ve uzun vadeye yayılan bir barışın önü açılır’’ dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın haftalık olağan görüşmesi sırasında önemli mesajlar verdiği öğrenildi. Öcalan

görüşmesinde şunları söyledi:

‘’Adıyaman’da 16 yaşındaki bir kızı diri diri gömdüler. Adıyaman Menzil tarikatının merkezidir, yıllardır orada yoğun

faaliyetler yürütüyorlar. Kahta’da öyle bir şey kurmuşlar ki, bu kızın öldürülmesinin nedeni buradaki tarikatla ilişkili olab ilir.

Bu ideolojik yaklaşım üzerinde durulabilir. Cezaevindeki arkadaşlar bu olay üzerinden derinleşerek, bu konuları

işleyebilirler. Cezaevindeki arkadaşlar hem bu konuda hem diğer konularda roman yazabilirler, öyküleştirebilirler, makale

yazabilirler. Bu tür olaylar roman diliyle daha iyi anlatılabilir, bu konuda anlamlı çalışmalar yapabilirler. Buna zamanları

vardır, koşulları uygundur, yapabilirler. DTK da bu türden toplumsal sorunlar konusunda çalışmalar yapabilir. Bu tür

sorunlar gerçek birer çalışma alanıdır.

BOŞLUK VAR

DBH’da yer alan arkadaşlar, ister BDP’ye katılım biçiminde olur, ister ayrı bir parti kurarlar ister çatı partisinde görev

alırlar ama önemli olan ortak mücadele hattını örmeleri ve pratik bir şeyler yapmalarıdır. Anladığım kadarıyla bazı

çekinceleri var. Yani sanki devlet yeni parti kurmalarına izin vermeyecekmiş gibi, onlara şiddetli yöneleceklermiş gibi bir

kaygıları olduğunu hissettim. Bu konuda rahat olmalılar. Türkiye’de bir boşluk var. Kürtler ve demokrasi güçleri bu

boşluğu doldurmazsa savaş ve kayıplar şiddetlenir ama bu boşluk bizler tarafından doldurulursa Türkiye’de çok anlamlı

ve uzun vadeye yayılan bir barışın önü açılır. Türkiye’de bu konuda ortak bir hattın örülmesi gerekir. Yoksa CHP-MHP

gibi ulusalcı faşist güçler bu boşluğu kullanırsa çıkmazı derinleştirirler.

1965-68 döneminde ortanın solu söylemi vardı. O dönem TİP’in muazzam bir yükselişi vardı, bu yükselişi durdurmak için

ortanın solu söylemini geliştirdiler. Ben o zamanlar Siyasal Bilgilerde öğrenciydim. Rahşan Ecevit Siyasal’a geldiğinde

devrimci öğrenciler onu protesto ettiler ve o zaman Rahşan’a şunu diyorlardı, “siz solun içini boşaltıp bu değerleri

saptırmaya çalışıyorsunuz”. O zamanın devrimci gençliği bu konuda çok sert bir tavır aldı; “devrimci solun ve devrimci

gençliğin önünde engelsiniz” dediler. Rahşan Ecevit onları dışarı attırdı. O zamanki devrimci gençliğin bu tavrının iyi

anlaşılması gerekir. Şimdiki koşullar o dönemki koşullardan daha uygundur. Şimdiki mevcut boşluğun radikal demokratlar

tarafından doldurulması gerekiyor. O zaman ortanın solu, devrimci solu engelliyordu. Şimdi ise aynı şeyi CHP ile

yapıyorlar, yapabilirler. Bunun çok iyi görülmesi gerekiyor. Bu nedenle bir an evvel ortak mücadeleyi örgütlemeleri

gerekiyor. Bunu ister BDP’nin içinde yaparlar, ister çatı partisi içinde yer alırlar, nasıl yaparlarsa yapsınlar ama önemli

olan bu boşluğu doldurmalarıdır. BDP de daha önceki partiler gibi olmamalı, onların bıraktıkları milliyetçi izlenimden

kurtulmalıdır. Yeni dönemde kendisini radikal demokratik bir Türkiye partisi olarak örgütleyebilir. Bu ortak mücadele hattı

projesi Kürtler ve radikal demokratların projesidir. Hatta bunun içerisinde muhafazakar demokratlar da yer alabilir. Her

konuda hemfikirlilik olmasına gerek yok. Kendi içlinde demokratik olunmalı, demokratik usul oturtulmalı, demokrasi

işletilmelidir. Demokratik anlayış olmalıdır. Eğer bu yapılamazsa, ortak mücadele geliştirilemezse, ben o zaman

Ergenekon etkilemesi demek zorunda kalacağım.

Bizim çözüm yönünde ‘93’ten beri çabamız oldu. Ta Özal’dan beri bu konularda çabalarımız oldu. Her şey bitmiş değil,

yani çözüm umudumuz devam ediyor, ama burası Türkiye, ne olacağı belli olmaz. Barış gelişirse çok anlamlı olacak.

Hatta etkileri ta Pakistan’a, Yemen’e kadar yayılır. Her tarafa örnek bir model olur. Ancak barış gelişmezse çok derin bir

çatışma süreci de başlayabilir. Biz bunların olmaması için çabalıyoruz.

ALEVİLERE PARTİ KURDURMUYORLAR

Yıllardır Alevilere parti kurduracağız diyorlar kurdurmuyorlar, oyalıyorlar. Yine 10 Aralık Hareketi’ne parti kurdurmuyorlar.

Bir türlü örgütlülükleri gelişmiyor; partileşeceğiz diyorlar parti kurdurmuyorlar. Geçmişten bu yana bunlar sanki bilinçli

oyalanıyor. Bunlardan dolayı bu alanda sürekli bir boşluk yaratılıyor. Böylece bu kesimler oyalanarak eritilmeye çalışılıyor

ve bu şekilde siyaseten etkisizleştiriliyorlar. Buna dikkat edilmelidir, bunların farkında olunmalıdır. BDP’nin oy oranının

Page 23: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

anketlerde yüzde 7,5’larda olduğu belirtiliyor. Ben BDP’nin oy oranının yüzde on, yüzde on buçuklarda olduğunu tahmin

ediyordum. Şaşırdım, nasıl bu kadar düşük. Demek ki iyi örgütlenilmiyor. Ortak mücadele hattını geliştirirlerse yüzde on

beşlere rahatlıkla çıkabilirler. Yüzde on yüzde on beş oy alırlarsa demokratik çözümü daha rahat geliştirebileceklerini

düşünüyorum, daha etkin olurlar. Sarıgül harıl harıl çalışıyor geliştiriyor örgütleniyor. Sarıgül bile bunu yapabiliyorsa, BDP

niye yapmasın? BDP örgütlenmesini Türkiye’nin her yerine yaygınlaştırabilir. Başta Konya, Bursa, İstanbul, İzmir, Adana

olmak üzere diğer bütün batı illerinde örgütlenmelerini geliştirebilir, buna öncelik verebilirler.

Barış umudumuzu koruyoruz ama herşeye de hazırlıklı olmak gerekir. Yine diyorum, olası gelişmelere karşı PKK kendi

kararlarını kendisi alır. Bahara kadar gelişmelerin olması önemlidir. Çatışmalı bir sürecin yaşanmaması için çabalıyoruz.

Tabi tek başına bizim çabalarımızla olacak bir şey değil. Ben burada gerekli katkıyı sunmaya her zaman hazırım, bu

güne kadar da sundum. Ancak bundan sonra sağlığım elvermeyebilir. Nefes alıp vermekte bile zorluk çekiyorum, nereye

kadar dayanırım, bilemiyorum ama dayanmaya çalışıyorum.

AKP’nin bu konuda yaklaşımı önemli. AKP bir şeyler yapmak zorunda ancak yapısı buna ne kadar müsait? Kendi

tabanına bu süreci ne kadar kabul ettirdiğini bilemiyorum. Yine değişime karşı ciddi direnen güçler de var. Ancak AKP’nin

bu konuda cesur olması gerekiyor. Bu meselelere kararlı güçlü bir şekilde yaklaşmalılar. AKP’ye de buradan çağrı

yapıyorum; tutuklamalara, baskılara derhal son vermelidir, çözüme hizmet eden yaklaşımlar içinde olmalıdır. AKP bir

yandan bunu yapıyor öte yandan değişimi de gerçekleştirmek zorundadır. Bunun sancısını yaşıyor.

İKİ HEGEMONYA

AKP bir taraftan iktidarını sürdürmek zorunda, bunun kaygısını güdüyor, bir taraftan da değişim için kendini zorluyor.

AKP herşeye rağmen değişimi gerçekleştirme konusunda cesur olmak zorundadır. Biz de Türkiye’de demokratik çözümü

geliştirmeye çalışıyoruz. Bu bizim yolumuz. Bu güne kadar Türkiye’de iki hegemonya vardır. Birinci hegemonya İttihat

Terakki hegemonyasıdır. CHP ve MHP’yle ulusalcı-milliyetçi güçlerin temsil ettiği İttihat terakki hegemonyasıdır. Bu

hegemonya 80-90 yıldır varlığını sürdürmektedir. İkinci hegemonya ise Türk-İslam sentezli hegemonyadır. Bu

hegemonyanın temsilini ise şu anda AKP yapmaktadır.

Bizim bu iki hegemonya karşısında geliştirdiğimiz üçüncü yol ise demokratik çözüm yoludur. İşte demokratik cumhuriyet

dediğim budur. Bu hususu Özgürlük Sosyolojisi adlı savunmamda da ayrıntılı olarak işlemiştim. Bizim demokratik çözüm

anlayışımızda üç ilke var. Birincisi demokratik ulus, ikincisi demokratik vatan, üçüncüsü demokratik cumhuriyettir.

Demokratik ulus, hiç bir ulusun başka bir ulusa tahakküm kurmadığı, üstünde olmadığı, zorla asimile etmediği ulus

anlayışıdır. Burada, demokratik ulusta zorunlu asimilasyon yoktur, gönüllü asimilasyon vardır. Halklar, kültürler

birbirleriyle gönüllü bir şekilde ilişki kurarlar, iç içe geçerler, birbirlerini yok etmezler, birbirlerinin yaşamsal varlıklarına

saygılı, karşılıklı birbirlerini beslerler. Demokratik ülke veya demokratik vatanda ise sınırlara takılmadan, herhangi bir

sınır problemi yaratmaksızın birlikte yaşama vardır. Demokratik cumhuriyet ile bu tamamlanır. Bu anlayışımız

Ortadoğu’nun demokratikleşmesi için de geçerlidir. Ortadoğu Kültürünü Demokratikleştirmek savunmamda bu

işlenmiştir.

İRAN’DAKİ DURUM ÇOK TEHLİKELİ

İran’da faili meçhuller de yaşanmaya başladı. İran’ın durumu Türkiye’nin 90’lı yıllarının sonrasına benziyor. Çok tehlikeli.

Ben oradaki halkımıza idamlardan dolayı başsağlığı diliyorum, sabır ve metanet diliyorum. Direnişlerini saygıyla

karşılıyorum. Kendi güvenliklerini alabilirler, Zagros’a çekilebilirler, ama kadın, çoluk, çocuk demiyorum, hedef haline

gelenler kendi öz savunmalarını alabilirler, yaşlılar, çocuklar köylerinde kalabilirler ama hedef haline gelenler Zagros’a

çekilebilirler.

IRAK’TA DEMOKRATİK BİRLİK VE BARIŞ KONFERANSINA ÇAĞRI

Yine bu vesileyle Irak’a ilişkin de şunları belirtebilirim. Irak’ta bir demokratik birlik ve barış konferansı yapılabilir. Amerika

Irak’tan çekilirse oradaki Araplar Kürtlere saldıracaklardır, adeta bir soykırım tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. O yüzden

ben demokratik birlik ve barış konferansı öneriyorum. Bütün oradaki halklar, Araplar, Kürtler ve diğerleri bu konferansta

bir araya gelip kendi demokratik birliklerini ve geleceklerini oluşturmalılar, bu konuları derinlikli tartışmalılar. Aksi taktirde

Kürtleri çok büyük tehlike bekliyor. Özellikle Saddam’ın idam edilmesinden sonra Kürtlere yönelik bu tehlike azalmamış,

tam tersine daha da artmıştır. Eğer bu demokratik birlik ve barış çalışmaları gerçekleşmezse, bu yönde çabalar sarf

edilmezse Hitlerin Yahudilere yaptığının daha beterini Araplar Kürtlere yapacaktır.

Ayrıca Suriye için de şunları belirteyim; kendi öz örgütlülüklerini, savunmalarını sağlamlaştırmalılar. Bu temelde İran, Irak

ve Suriye’deki halkımızı selamlıyorum.

İRAN’DAKİ İDAMLAR TÜRKİYE’YE SUNULMUŞ BİR HEDİYEDİR

Ben daha önce hazırladığım 160 sayfalık yol haritasında bugüne kadar Kürtlere olan yaklaşımları üç kategoride

değerlendirdim. Birincisi Kürtlere 80-90 yıldır uygulanan imha ve inkar yaklaşımıdır. Bu yaklaşım tutmadı. Bu yaklaşımla

Kürtler bitirilemedi. İkincisi ise Kuzey Irak’ta küçük bir ulus-devletçik kurup, bütün Kürtleri ve sorunu bu küçük devlete

hapsederek boğma yaklaşımıdır. Böyle bir politika, İngilizlerin politikasıdır. Bu politikanın uygulamasında birinci amaç

PKK’nin tasfiyesidir. Biliniyor, bazılarını kopardılar. Türkiye’de de DTP’nin üzerine giderek DTP’yi koparmaya çalıştılar.

Yine diğer parçalardaki halkımıza baskıyı derinleştirip bu politikayı hayata geçirmeye çalıştılar. İran’daki idam

Page 24: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

uygulamaları da bu politikaların bir sonucudur. Bu son idamlar Ahmet Davutoğlu’nun İran’a gittiği gün gerçekleştirildi. Bu

bir nevi Türkiye’ye sunulmuş bir hediyedir.

Ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim, sonuçta bu yaklaşım veya politika da tutmadı. Biz bunun üstesinden de geldik. Bu

konuda özellikle halkımıza şükranlarımı iletiyorum. Onların yoğun bağlılığı, mücadelesi, direnişi bu politikayı boşa çıkardı,

daha da güçlenerek çıktılar. Eğer bu politikaları tutsaydı, sonuç Iraklaşma, İranlaşma, İsrail-Filistinleşme gibi olacaktı.

Bizim buradaki sabırlı duruşumuz ve halkımızın mücadelesiyle bunun böyle olmasının önüne geçildi. Bizim demokratik

çözüm çizgimiz gelişme gösterdi.

“SİYASİ SOYKIRIM TEHLİKESİ ORTADAN KALKMIŞTIR”

Komplo’nun 12. Yılı vesilesiyle geçen hafta yaptığım 15 Şubat açıklamalarına şu ekleri de yapabilirim. Halkımızın

gösterdiği duyarlılık nedeniyle şükranlarımı sunuyorum. Halkımızın gösterdiği direniş komployu boşa çıkarmıştır.

Komployla amaçlanan benim imhamdı. Bunun gerçekleşmesi durumunda bir kaos ortamı ve kanlı bir süreç olacaktı. Ben

burada zor bela komployu boşa çıkarmak için kendimi yaşatmaya çalıştım. İmralı’daki koşullara karşı 11 yıllık duruşumun

esası budur. Artık şunu da rahatlıkla söyleyebilirim. Halkımızın muazam direnişi, sahiplenmesi sonucunda Kürtlerin imha

tehlikesi ve siyasi soykırım tehlikesi ortadan kalkmıştır.

DTK TOPLUMSAL SORUNLARLA İLGİLENMELİ

KCK, DTK, BDP ilişkisine ilişkin de şunları söyleyebilirim. KCK silahlı, illegal, yasa dışı bir örgütlenmedir. Kırda, şehirde,

dört parçada, Türkiye’de, metropollerde, Avrupa’da her yerde kendi örgütlemesini yapmıştır. DTK ise Kürtlerin sosyal,

kültürel, ekonomik, spor, sanatsal alanda örgütlenmesidir. DTK sadece Kürtleri ilgilendiren bir örgütlenmedir. Bir sivil

toplum kurumudur. Kendini bu şekilde örgütler, yasaldır, legaliteye dayanır. İşte Adıyaman’da 16 yaşındaki kız

çocuğunun dramı. DTK’nin işi bu tür sorunlarla ilgilenmedir. Yine bu kaçırılan kız çocukları var. Kimileri sahte doktorlar

falan bunu yapıyor diyor ama işin iç yüzü böyle değildir. Hepsi öldürülüyor. DTK bu türden toplumsal sorunlarla

ilgilenmelidir, çözümler geliştirmelidir.

HALKA ÖZ SAVUNMALARI, ÖZ ÖRGÜTLÜLÜKLERİNİ GELİŞTİRME ÇAĞRISI

Bu vesileyle halkımıza da şunu söylüyorum, kendi öz savunmalarını, öz örgütlülüklerini geliştirmeliler. Kendilerini

bekleyen bu büyük tehlikelere karşı sivil savunmalarını kendileri örgütleyebilmeli, geliştirebilmelidir. Herhangi bir devlet

tedbirine ihtiyaç duymadan kendileri bu türden sorunlarını halledebilirler.

DTK Kürtlerin sivil toplum alanıdır. BDP ise, tüm Türkiye alanına hitap eden legal siyasal partidir, legal siyasal alanda

kendisini örgütler. Siyasal alandaki boşluğu doldurur. Siyasal temsiliyeti sağlar, taleplerini bu şekilde ifade eder. KCK ile

organik bir bağı olamaz, olmamalıdır. Ancak onlara da düşmanlık yapmamalıdır; “bizim görevimiz onlara düşmanlık

yapmak değildir” diyebilmeliler. Bu konuda net olmalılar. KCK genel tüm parçalardaki örgütlülüğü ifade eder. Bunun

içinde illegalitesi vardır, silahlı güçleri vardır. Şimdi KCK yasadışı ele alınıyor ama süreç barışçıl yönde gelişirse

demokratik sürece dahil olurlar. DTK ise Kürtlerin sivil toplum kurumu, alanını ifade eder.

15 Şubat komplosunu gerçekleştiren güçler için şunu söylemek istiyorum. Bütün halkımızın da bunu bilmesi gerekiyor.

Bunların politikaları halkların yararına değil, kendi çıkarlarınadır. Bunların politikaları kendi çıkarları doğrultusunda

kendilerine bağlı küçük ulus-devletçikler yaratarak -İşte küçük Kıbrıs, küçük Yunanistan, küçük Ermenistan, küçük

Kürdistan bunlara örnektir- halkların özgürlük mücadelelerini boğmaktır. Eğer bizim söylediğimiz demokratik çerçevede

bir çözüm gelişirse o zaman bunlara gerek kalmayacak, onlar da bu politikalarında başarılı olamayacaklardır.

Sağlık koşullarım her zamanki gibidir. Çok fazla değişen bir şey yok. Geceleri uyuyamıyorum, nefessiz kalıyorum.

Geceleri arada uyanma oluyor. Çok terleme oluyor. Pencerenin açılmasıyla biraz daha rahatladım tabi, açılmasaydı daha

çok zorlanacaktım. Ancak görünür bütün rahatsızlıklarım devam ediyor. Nedeni buranın kuyu gibi bir yer olmasındandır.

Kuyu etkisi yapıyor. Herhalde bundan sonra bu koşullarda kalacağım. Pek fazla değişiklik olmayacak galiba. Bu şekilde

dayanmaya çalışacağım. Burada bundan sonra koşulların değişeceğini söylediler. Haftada üç gün diğer arkadaşlarla

görüşme olacağını söylediler, görüşme günlerimiz üç güne çıktı.

Mehmet Karasungur KDP-YNK arasındaki bir çatışmada talihsiz ve erken bir şekilde şehit düştü. Kardeşlerinden birisi de

şehit düştü. Aileyi iyi biliyorum. Selamlarımı iletiyorum. Tabi Bingöl de bizim için önemli bir yerdir. Burada çok değerli

şehitlerimiz vardır. Mücadelemize değer kazandıran bir yerdir. Muş ve Çermik’teki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Muş-

Bulanık olayında yaşamını yitiren halkımızın iki değerli evladının ailelerine ve halkımıza başsağlığı diliyorum.

Cezaevlerinden mektuplar alıyorum. Erzurum c.evinden, Adıyaman, Muş c.evinden mektup alıyorum. Hepsine tek tek

cevap yazamıyorum, mektuplarını aldım, selamlarımı iletiyorum. Cezaevindeki tüm arkadaşlara da selamlarımı

iletiyorum.’’

Page 25: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

Balyoz operasyonunun arkasında

ABD var

Öcalan, “Bu Balyoz Planı Ergenekon’dan biraz farklı. ABD bunlarla bu şekilde artık işlerin yürüyemeyeceğini gördüğü için

Başbakanı zorladı, bunları tasfiye et diye, Başbuğ’u da uyarmışlardır. Ona da bu şekilde devam edilemeyeceğini

söylemişlerdir. Bunlar şimdi tasfiye oluyor” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Öcalan, yaşamla ilgili olarak

“Davaya girmek öyle kolay bir iş değildir, getirdiği birçok zorluk var, yaşamın kendi zorlukları da var. Duyuyorum,

izliyorum korkunç bir işsizlik var. Üniversite mezunu gençler kahve köşelerinde yaşam tüketiyor, ne yapacaklarını

bilemiyorlar. Kapitalizm böyledir, insanı tüketir. Biliyorum hala sigara içen arkadaşlarımız var. Kapitalizme yanılmamak

gerekir. Yaşlanma bence beyinle ilgilidir. İnsanın zihninin güçlü olması gerekir. Zihin ne kadar güçlü olursa beden de o

kadar zinde kalır. Bunlar birbirine bağlı şeyler. Zihin güçlü olmazsa, sistemi iyi çözememişse beden de erken çöker.

Kapitalist sistemde gerçeği bulmak, gerçeği doğru yorumlamak çok zordur, bireyleri saptırır. Saptırılmış birey de artık hiç

bir şey yapamaz hale gelir” ifadelerine yer verdi.

DARBECİLER ÇILDIRMIŞ

Öcalan, şöyle devam etti: “Gelişmeler, ABD’nin kontrolünde gelişiyor. Balyoz planı ortada. Çıldırmış bunlar. Camileri

bombalamaktan bahsediyorlar. Tam çılgınlık. Kürtleri de tamamen yok etmeyi planlamışlar, Kürtleri Yunanlıların yerine

koymuşlar, Yunanlılar gibi sürmeyi düşünmüşler. Bu kadar kişi sürelim, öldürelim diye plan yapmışlar. Korkunç bir şey

bu. Benim burada yıllarca Kemalizmi yeniden ele almak gerekir düşüncemin doğruluğu ortaya çıkıyor. Türkiye mevcut

haliyle devam edemez demiştim. Bunlar şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bunlar bu korkunç planlarına NATO’nun destek

vereceğini de düşünmüşler, hayal etmişler. Bu kadar katliama NATO bile destek vermez. Bu fikrin, planın çılgınlığı ortada

ama bir defa işin içine girmişler şimdi çıkamıyorlar. Amerika da bunu kabul etmez.”

BALYOZ’UN ARKASINDA ABD VAR

“Veli Küçük onlar zaten daha önce tasfiye oldular. Bu Balyoz Planı Ergenekon’dan biraz farklı. ABD bunlarla bu şekilde

artık işlerin yürüyemeyeceğini gördüğü için Başbakanı zorladılar, bunları tasfiye et diye, Başbuğ’u da uyarmışlardır. Ona

da bu şekilde devam edilemeyeceğini söylemişlerdir. Bunlar şimdi tasfiye oluyor. Bir taraftan CHP, MHP ve ordu içindeki

Kemalistlerin daha doğrusu ittihatçı artıkların olduğu, ulusalcı katliamdan yana olan kesim. Diğer taraftan AKP’nin olduğu

muhafazakar kesim. Üçüncüsü de bizim ve demokratların temsil ettiği demokratik çizgi. Türkiye’deki durum şu anda tam

bir karmaşa halidir. Bir yandan o katı ulusalcı kesim, bunların gücü az değildir. Haberde duydum Çetin Doğan son anda

Meksika’ya kaçmayı planlamış. Bedrettin Dalan onlar da çalışma içindeler, İsrail’in sağcı kesiminin onlara desteği var.

Amerika’da en uç kesim olan Neo-conlar bunlara destek veriyor. İsrail’de Netenyahu onlar da AKP’ye destek veriyor.

Diğer taraftan da AKP ve Fethullah. Aslında tam Fethullah da değil. Birçok cemaat var, bir organizasyon halindeler. Diğer

taraftan da Kürt hareketi var.”

KÜRTLER ARTIK TASFİYE OLMAZ

“Kürt Hareketi üzerinde birçok oyunlar oynandı, tasfiye edilmeye çalışıldı. Fakat ne oldu? PKK ve halk direndi,

demokratik alanda büyük güçlenme yaşandı. Ben de burada büyük bir sabırla direndim. Ve oyun bozuldu. Artık Kürtler

tasfiye olmaz. Kürt hareketinin de artık tasfiye olunamayacağı gerçeği var. Bu görüldü. Ama bu gerçekle ne

yapacaklarını, bu gerçekle nasıl yaşayacaklarını bilemiyorlar. Her iki taraf da Amerika’nın kontrolünde. Bütün bu

gelişmeler Amerikanın kontrolünde gelişiyor. Türkiye’de MHP ve laik kesim güçsüz değildir, AKP de güçlüdür, peki bu

gelişmelerle bu süreç nasıl sonuçlanacak? Kanaatimce sonuçta demokrasi üzerinde uzlaştıracaklar. Bir demokratik şey

üzerine uzlaşma olacak. Türkiye değişecek. Değişen Türkiye’de Kürtler de demokratik bir güç olarak kabul görecek.

Kürtleri kabul ederler. Ben yol haritamda da belirtmiştim. Demokratik özerklik Kürtler için uygun bir çözümdür.”

AKP KÜRTLERLE UZLAŞIR MI?

“Aslında Cumhuriyet üç kesimi hep tasfiye etmek istedi. “İrtica” adı altında İslamcı çizgi, “yıkıcılar” diyerek Sol-Komünist

kesimi, “bölücü” diyerek de Kürtleri tasfiye etmek istedi. Ama ne oldu? Erbakan üzerinden bir tasfiye oldu ama, AKP ABD

ile bir şekilde ilişkilenerek kendisini korudu ve daha da güçlendi. Sol önemli oranda zayıflatıldı ama hala epey bir grupları,

partileri var, kalıntıları var. Kürt halkı da tasfiye olmadı, tasfiye olmayacağı da anlaşıldı. Dolayısıyla Cumhuriyet bu

Page 26: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

gerçekleri kabul etmek zorunda kalıyor. AKP Kürtlerle uzlaşır mı, bu sorunu demokratik olarak çözer mi? AKP’de herşey

Tayip Erdoğan’ın tutumuna bağlı. Ama AKP de demokratik davranmıyor. AKP kendi içindeki Kürt milletvekillerine,

işbirlikçi Kürtlere dayanarak birşeyler yapmaya çalışıyor. Ama bunlar sorunu çözemez. Kürtlere ilişkin nasıl bir tutum

takınır, bu önemli.”

KÜRT SORUNUNDA ÜÇ YOL VAR

“Kürt sorunu konusunda üç yol var. Birincisi 80-90 yıldır devam eden inkar-imha politikası, anlayışı. İkincisi küçük

Kürdistan kurup tüm Kürtleri oraya bağlamak. Yani küçük Kürdistan’ı kurararak Büyük Kürdistan hayaliyle Kürtleri bir yüz

yıl daha oyalamak. Tıpkı Yunanlıların megalo ideası gibi. Küçük Yunanistan’ı kurup, megalo ideasını yaşatmak. Yine

tıpkı küçük Ermenistan’ı kurdurarak Büyük Ermenistan hayaliyle Ermenileri oyalamak gibi. Burada da küçük Kürdistan’ı

kurup Büyük Kürdistan hayalini yaşatmak istiyorlar. Küçük Kürdistan’ı kurup bütün Kürtleri orası üzerinden kontrol

edecekler. Bunu ortaya çıkarmak hayati önemdedir. On yıldır bunu söylüyorum. Kaçanların birçoğuna her türlü imkân

verdiler. Birçok kişiye de orada şirket kurdurup kendilerine bağlıyorlar. Geçmişte nasıl ki ülkü ocakları üzerinden Sol

pasifize edildiyse, bugün de bu cemaatler eliyle hareketimiz pasifize edilmek isteniyor. Çok güçlü ekonomik imkanları da

var. Bunu da devreye sokuyorlar. Bazı aileleri bu çerçevede kendilerine bağlıyorlar. Osman “benim önümü açın ben gidip

Muhafazakar Kürtleri örgütleyeyim” diyordu. Bunun gibi birçok oyun oynandı ama hiçbirisi tutmadı. Üçüncü yol da bizim

savunduğumuz demokratik çözümdür. Biz burada demokratik cumhuriyet, demokratik vatan, demokratik toplum diyoruz.”

KARMAŞADA POLİTİKA ÜRETEN KAZANIR

“Şu an yaşanan bu karmaşa halinden muazzam politika üretenler büyük gelişme kaydeder. Erdoğan ortalığı ayağa

kaldırıyor. Bahçeli Baykal hergün feveran ediyorlar. Neden? Çünkü şu anki siyaset bunu gerektiriyor, onlar bunu biliyor.

Günün siyaseti için böyle yapmaları gerekiyor. Bizimkiler gün gün muazzam politika yürütmelidirler. Kim bu karmaşa

halinde çok iyi örgütlenirse iyi ve doğru politika yürütürse o kazançlı çıkar. Akademi kurun diye o kadar çok söyledim,

bugün akademi ihtiyacı nasıl hissediliyor, ortadadır. Bu yaşananları süreci doğru kavrarlarsa tutuklamaları da boşa

çıkarırlar. Kendi yerel demokratik önderliklerini ortaya çıkarmaları gerekir. Bu tutuklamalar devletin bir taktiğidir. İyi bir

siyaset yürütümüyle bu tutuklamalar rahatlıkla boşa çıkarılabilir. Ben siyaseti iyi yürütün derken kimseye illegal bir alanı

işaret etmiyorum. Demokratik zeminde yapılabilecek muazzam çalışmalar var, bunlar yapılmalı diyorum. Ama çok iyi

anlaşılmıyor, hantal çalışılıyor. Yerel demokratik önderlikler ortaya çıkmadı. Teorik olarak da çok dogmatikler. DTK Kürt

toplumunun yasal demokratik örgütlenmesinin adıdır. Yine BDP yasal ve Türkiye’nin tümünde çalışmalarını yürüten bir

siyasal partidir, Türkiye partisidir. Bunlar KCK’dan ayrı çalışmalardır, birbirine karıştırılmamalıdır.”

SOL HEP EZBER TEKRARLIYOR

“Ben burada on yıldır hep söylüyorum, ortada bir çalışma göremiyorum. Sol’un geleneksel durumudur bu. Bir şeyler

ezberlemişler habire aynı şeyleri tekrarlıyorlar. Ben burada muazzam bir çaba sarfettim. Ben Stalinizmi katbe kat, fersah

fersah aşmışım, dünya düşüncesine mal olacak kadar düşünce üretmişim, kendi düşüncemi oluşturmuşum. Ezbercilik ve

dogmatizm diyorum ben buna. Önemli olan pratikleşmedir. Türkiye siyasetinde şu anda en önemli olan husus

pratikleşmedir, pratik politikadır. Üç ana çizgi ve güçten söz etmiştim. Birincisi katı-ulasalcı milliyetçi çizgi, ikincisi AKP’nin

temsil ettiği ılımlı-islamcı-muhafazakar çizgi. Türkiye’yi bu iki hegemonyadan kurtaralım diyordum, diyorum. Bunlara karşı

bir çıkış olarak üçüncü yol ve çizgiyi önerdik, geliştirdik. Demokratların birlik çizgisidir bu. İşte dağ gibi kitle var ortada,

ben daha ne yapabilirim! İster BDP içinde ister dışarıda önemli olan ortak çalışma yürütülmesidir. Bunun için bir

koordinasyon kurulu kurulabilir, paralel çalışmalar yapılabilir, yürütülebilir.”

AVNİ ÖZGÜREL İYİ TESPİT YAPMIŞ

“Geçen gün de Aktüel’de Avni Özgürel’in yazısını okudum. Özgürel de Kürtler, PKK ve Öcalan konularının ayrı konular

olduğunu ancak bunların bağlantılı, iç içe oluğunu, bir arada ele alınmazsa sorunun çözülemeyeceğini belirtiyor. İyi bir

tespit yapmış, söylediği doğru. “Öcalan’ı devre dışı bırakan her seçenek Öcalan’ı güçlendiriyor” diyor. Bu da doğru.

Bugüne kadar da güçlendirdi zaten. Ben burada kimseye, devlete falan yalvarmıyorum. Yol haritamda da belirttim,

sağlığım hala elverişliyken rolümü oynamak istiyorum.”

MÜSLÜM DOĞAN AİLESİNE BAŞSAĞLIĞI

“Adıyaman’da Malatya Yazıhan’lı bir lise öğrencisi bedenini ateşe vererek hayatını kaybetmiş. Ailesine sabır, metanet ve

başsağlığı diliyorum. Dil, bedendir. Coğrafya bedendir. Kültür bedendir. Bedenlerinize sahip çıkın. Öyle tek başına kuru

bir dil bir anlam ifade etmez. Bunlar hepsi bütünlüklüdür. Bir arada düşünülürse demokratik bir toplulukla bunlar birlikte

bir anlam ifade eder. Dil, coğrafya, kültür, bunların hepsine ben beden diyorum. Bedeninize sahip çıkmazsanız baş bir

işe yaramaz bir anlam ifade etmez. Bütün bunlar DTK’nın çalışma alanlarıdır; dil, kültür, sanat, spor her alanda toplum

içinde çalışmalarını yürütürler” şeklinde konuştu.

KADIN-ERKEK TESLİMİYETİ TARTIŞILSIN

Page 27: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Kadın ile erkek ilişkisinde -bir yazar da belirtiyor– kadın mı erkeğe teslim oluyor yoksa erkek mi kadına teslim oluyor?

diye. Burası tartışılabilir, bence günümüzde ikisi de birbirine teslim olmuştur. Kadın erkek ilişkisi doğru anlaşılmalıdır. Bir

kadınla hangi temelde yan yana gelineceği önemli. Bu yaşıma geldim hala bir kadınla hangi temelde biraraya gelinebilir,

bir kadınla bir araya gelirsek ne konuşacağız, hangi konuları konuşuruz kendisiyle diye düşünüyorum. Slovaj Zizek “beni

en çok heyecanlandıran şey benden daha zeki bir kadınla felsefe konuşmaktır” diyor. Kadınla belli bir temelde diyalog ve

ilişki kurulmalıdır. Doğru yaklaşımla yani kadınla erkeğin bir araya gelme konusunda, ben buna evrenin oluşum dili

diyorum. Yani evrenin oluş tarzıdır diyorum. Ben kadın erkek ilişkisine böyle bakıyorum. Bu ilişki tarzı bu özgürlük

temelinde yakalanırsa Nirvana’ya o zaman ulaşılabilir. Ben kadına saygı temelinde yaklaşıyorum. Kadınlar beni bu kadar

takip ettiklerine göre demek ki bende bazı yönleri keşfetmişler. Ben kadına çok değer veriyorum. Kadın, özgürlüğünü

savunmalıdır. Ben buna değer veriyorum. Kadın her türlü özgürlüğünü geliştirebilmelidir, kendini bu konuda yetkin hale

getirmelidir. Ben buna örnek vermek istiyorum. İskenderiyeli Hypatia isimli bir kadın M.S. 415’te dönemin ilk Hıristiyanları

tarafından fikirlerinden dolayı ölüme mahkum ediliyor. Kadına diyorlar ki, “sen bizim yasalarımıza karşı geldin”. Onların

şiddetine karşı kadın felsefeyle cevap veriyor. Onlar saldırdıkça kadın felsefeye sarılıyor, felsefeyle kendini savunuyor,

kendi felsefesini ortaya koyuyor. Etrafını saran gençlere de “siz bana faydacı, kaba cinsellik temelinde yaklaşıyorsunuz,

ben bunu kabul edemem” diyor. Sonra kadını taşlarla linç ederek öldürüyorlar. İşte kadın özgürlüğü için kendini böyle

savunmalıdır. Adıyaman’da kız çocuğunu diri diri toprağa gömmüşler, diri diri! Üzerine atılan toprak boğazına, iç

organlarına kadar dolmuş, diriyken. Aslında toprağa gömülen kadındır, kadınlıktır, bütün insanlıktır. Bir kişinin toprağa

gömülmesiyle bir milyon kişinin toprağa gömülmesi arasında fark yoktur. Dinsel dogma o dönemde de bu dönemde de

tehlikelidir. Bu kızın anısını, hayatını roman yapabilirler. Adıyaman cezaevindekiler bunun üzerinde durabilir. Bunun için

kadınlar kendilerini çok iyi yetiştirmelidir diyorum.” Öcalan, sözlerini “Kars halkına selamlarımı iletiyorum. Bütün

cezaevindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum” diyerek bitirdi.

Görüşme Notları:

AKP çözüm önünde

en büyük engeldir

05.03.2010

Öcalan, “AKP Kürt sorununun demokratik çözümü önünde en büyük engeldir. AKP sorunu çözmek istiyormuş gibi

gözüküyor ancak çözdürmüyor. Bana göre, devlet diyaloga hazır. Ama AKP çözüm önünde en büyük engeldir. Bunu da

çok kurnazca, sinsice yapıyor. Çözüyormuş gibi görünüp aslında tasfiyeyi geliştiriyor” dedi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre sağlık sorunlarına değinen Öcalan, “Cezaevinden kaynaklanan eski sorunlarım devam ediyor. Geceleri uyuyamama durumu devam ediyor, nefes alıp vermekte zorluk çekiyorum. Yine Prostat vb. Yaşla alakalı hastalıklarım da var. Ama koşullara dayanmaya çalışıyorum. Bu saatten sonra da bir şeyin değişeceğini sanmıyorum. 11-12 yıldır burada dayandım, dayanmaya çalışacağım. Ben dayanırım da diğer arkadaşlar dayanır mı bilemiyorum. İleride koşullar değişir mi bilmiyorum. Sonuçta sağlığım cezaevi sistemine bağlıdır, sağlık sorunlarım bu şekilde ele alınmalıdır” dedi. SOLU BEKLEYECEK DURUMUMUZ YOK

“AKP’nin oyları herhalde yüzde otuzlara kadar düşmüş. CHP ve MHP de oy oranını artıramaz. Muazzam bir işsizlik ordusu oluştu. On beş milyona yakın kararsız seçmen var, bunların yeni bir partiye ihtiyaçları var. Bunun için Çatı Partisi çalışmasını önemsiyorum. Türkiye’nin böyle bir alternatife ihtiyacı var. Kısır tartışmalar içerisine girilmemeli. Sorunlarımız devasadır, çözüm için el atmayı gerektiriyor, enerjiler kısır tartışmalar için tüketilmemeli. Yeni partiye ihtiyaç var. Bu yeni parti çalışmalarına ağırlık verilmelidir, bu boşluk doldurulmalıdır. Kapitalist sistemin yarattığı devasa sorunlar var. İşte Türkiye’de muazzam işsizlik var. Hatırlıyorum, bize geçmişte Türklerden, diğer farklı kesimlerden gençlerin çok ilgisi vardı, bize geliyorlardı, katılıyorlardı, herhalde bugün de öyledir. Bu gençlerin örgütlenmesi lazım. Geçmişte olduğu gibi bugün de bu gençler örgütlenebilir. Bu yapılırsa muazzam bir güç ortaya çıkar. Batı’daki insanların örgütlenmesi gerekiyor. Sol’un durumu ortada, bizim onları bekleyecek durumumuz yok. Bu yakıcı sorunlara artık zaman kaybetmeden el atmamız gerekiyor. BDP bu perspektifle Batı’da örgütlenmesini güçlendirebilir, Afyon’da, Bursa’da, İzmir’de, diğer batı illerinde örgütlenmelidir. Bergama örneği biliniyor. Bergama köylülerinin mücadelesinin içinde gençler de yer alıyordu.

Page 28: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

BDP bu tür sorunlara da duyarlı olmalıdır. BDP her türden ülke sorunlarıyla ilgili olduğunu gösterir ve pratikleştirirse ancak böyle bir Türkiye partisi haline gelir, o zaman oy oranını da bu paralel de yükseltir.” TÜRKİYE VEKİLLİĞİ OYUNDUR

“AKP’nin Anayasa paketiyle getirmek istediği “Türkiye milletvekilliği” büyük bir oyundur, aslında burada amaçlanan BDP’nin mecliste grup kurmasının önüne geçmek, engellemeye yönelik bir düzenlemedir. BDP de tek başına seç im barajının düşürülmesi koşuluyla destek vermesi de yetersiz bir yaklaşımdır. AKP binlerce çocuğu cezaevine göndermiş hala da tutuklamalar devam ediyor, yüzlerce siyasetçi cezaevindedir. Bu anayasa paketine destek vermek için öncelikle anti- terör yasasının değiştirilmesi gerekiyor. Hatta değiştirilmesi yetmez tümden kaldırılması gerekiyor. Bu anti- terör yasalarıyla bir sürü insanı cezaevine gönderiyorlar. Bu yasanın kaldırılması gerekiyor. AKP gerçekten samimiyse önce bu cezaevindeki çocukları, tutuklu Kürt siyasetçileri serbest bırakmalıdır. Hepsi bu anti- terör yasasına dayanıyor. Bu yasa değiştirilmeden, kaldırılmadan Kürtler bu anayasa paketine destek vermemelidir. Hatta destek vermeme değil, bu anayasa paketinin en sert muhalefetini Kürtler yapmalıdır. Bu konuda demokratik tepkilerini sonuna kadar kullanmalılar, mevcut tartışıldığı kadarıyla, bu anayasa paketine hayır demelidirler. Biz demokratik bir anayasaya karşı değiliz. Ben üç temel ilkeyi söylemiştim. Bu üç temel ilkeye dördüncü bir ilke eklemiştim. Bunlar demokratik vatan, demokratik ulus, demokratik cumhuriyet ve dördüncüsü demokratik anayasadır. Bu dördüncü ilke olan demokratik anayasa çerçevesinde bir yaklaşım olmalıdır. Bütün bu ilkeleri kapsayacak yeni demokratik bir anayasanın inşası gerekmektedir. Biz bu temelde ancak iki koşulda anayasa paketine destek veririz. Bir, seçim barajının düşürülmesi. BDP’nin bu konudaki tavrı olumludur, ancak yetersizdir. İkincisi anti- terör yasalarının kaldırılmasıdır. Bu vesileyle öncelikle tüm cezaevindeki çocuklara gösterdikleri duyarlılıktan dolayı sevgilerimi, selamlarımı iletiyorum. Daha önce ve 15 Şubat vesilesiyle tutuklanan çocuklara ve diğer tutuklananlara sevgilerimi, selamlarımı iletiyorum.” AKP KURNAZ VE SİNSİ “AKP bu konuda çok kurnaz ve sinsice hareket ediyor. Demokratik adımlar olarak gösterdiği bütün çalışmalarının özünde Kürtlerin demokratik siyasetinin, gerçek demokratik açılımının tasfiyesi amacı var. Burada amaçlanan Kürt siyasetinin, gerçek demokratik açılımın tasfiyesidir. Sorunları çözmek istiyor gibi gözüken AKP aslında sorunların çözümü önünde en büyük engeldir. O kadar operasyon yapıp çocukları, siyasetçileri cezaevine gönderiyorsun sonra demokratik açılım diyorsun. Kimseyi bırakmadılar. Demokratik yarış diyorsun, bu koşullarda demokratik yarış yapılır mı, bunun adı demokratik yarış olur mu? Aslında AKP Kürt sorunun demokratik çözümü önünde en büyük engeldir. AKP sorunu çözmek istiyormuş gibi gözüküyor ancak çözdürmüyor. Aslında bu yönüyle devlet, AKP’ye göre çözüme daha yakındır. Bugün bunu engelleyen AKP’nin kendisidir. 11 yıl önce buraya ilk getirildiğim dönem, sorunun çözümü önünde MHP engeldi. Bugün ise AKP engeldir. Bugün AKP’nin önünde hiç bir kurum duramıyor, sesini çıkaramıyor, karşı koyamıyor, işte Başbuğ’un durumu görülüyor. Ben 11 yıl önce buraya ilk getirildiğimde devletin dört kurumu gelip benimle görüşmüştü. Sorunun çözümünden bahsediyorlardı. Ben onlara sizin gücünüz bu sorunun çözümüne yeter mi? demiştim, güçlerinin yetmediği zamanla ortaya çıktı. O zaman MHP sorunun çözümünü engelledi. Bugün ise AKP aynı misyonu görüyor. Bana göre, Devlet diyaloga hazır ama AKP çözüm önünde en büyük engeldir. Bunu da çok kurnazca, sinsice yapıyor. Çözüyormuş gibi görünüp aslında tasfiyeyi geliştiriyor. BEYAZ VE YEŞİL HEGEMONYA

“Türkiye’de iki tür hegemonya bugüne kadar gelişmiştir. Birinci hegemonya MHP ve CHP’nin temsil ettiği Beyaz Türkçü hegemonyadır. İkincisi ise AKP’nin temsil ettiği Yeşil Türkçü hegemonyadır. İki hegemonyanın temelinde de faşizm yatar, ikisi de kurumsal faşizmdir. MHP ve CHP’nin temsil ettiği Beyaz Türkçü hegemonya 19. Yüzyıla kadar kendisini dayandırır, yüz yıldan fazla geçmişi var. İttihat terakki zihniyetinin devamıdır. Alman milliyetçiliğine dayanır, Alman ulusa l faşizminden esinlenmiştir, kaynağı budur. MHP ve CHP’nin temsil ettiği bu Beyaz Türkçü hegemonya ile Türkiye’yi bir yere kadar getirdiler, bir yere kadar bu politikaları uyguladılar. Şimdi ise uygulanan AKP’nin temsil ettiği Yeşil Türkçü hegemonyadır. AKP’de temsiliyetini bulan Yeşil Türkçü hegemonyanın kaynağı ise İngiltere ve Amerika’ya dayanır, Anglo-Sakson’dur. AKP bugün de bu güçlerden desteğini alıyor. Bu iki hegemonyanın faşizmi de kurumsaldır. MHP ve CHP’nin çizgisi ulusal-faşist bir çizgidir, inkar-imha ve asimilasyona dayalıdır. AKP ise her ne kadar kendisini liberal çizgide gösterse de daha kurnaz ve daha sinsidir. AKP’nin şu anda yüzünde liberal bir maske var. Yüzü şirin görünüyor ancak o maskenin altında çok sinsi ve çirkin bir yüz var. Bunu görmek gerekiyor. AKP’nin maskesinin altındaki yüzünü iyi görmek gerekiyor, politikayı da bu yönlü derinlikli ele almak gerekiyor. AKP yüzüne liberal maskeyi takıp, sorunları çözüyormuş gibi gözüküp gerçekte tasfiyeyi örmeye çalışıyor. AKP’nin gösterdiği yüzüne aldanılmamalıdır, gerçek yüzü görülmelidir. Sinsi ve kurnazca oynuyor. Şu anda AKP’nin yürüttüğü politikalar ‘90’lı yıllarda Çiller’in yürüttüğü politikalardan daha tehlikelidir. Çiller döneminde açık bir şekilde imhayı dayatıyorlardı, bunu açık yaptıkları için herkesçe görülen bir tehlikeydi. Ama şimdi ise AKP daha gizli ve derinden bu işi yapıyor. Görünüşte Erdoğan ve Beşir Atalay’ın dediği gibi demokratik açılım, milli birlik projesi gibi söylemlerle sorunları çözmeye çalışıyor gibi gözüküyorlar ancak uygulamada tersi yaşanıyor, tersi yapılıyor. Bu iki hegemonya kurumsal faşizmdir. Cengiz Çandar da işte Lozan’da yapılan hatalardan bahsediyor. Orada hatalar yapılmasaydı sorun bu kadar büyümezdi, diyor. Lozan’da yükseltilen Tek Türkçülük’tü. Şimdilerde ise yükseltilmeye çalışılan Tek Kürtçülük’tür. İkisinin de bizim anlayışımızda yeri yoktur. Biz demokratik vatan, demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, demokratik anayasa ilkeleri çerçevesinde bir demokratik yaşamı, demokratik birlikteliği esas alıyoruz.” “Tabi bu haftalar, bu iki üç hafta kritik haftalardır. Sonuç da tarafların yaklaşımı süreci belirleyecektir. Ben buradan sorunun çözümüne dair katkılarımı sunmaya devam edeceğim. Ama sonuç da bu tarafların vereceği karar önemlidir. İşte Cemil Bayık’ın geçenlerde yaptığı bir açıklamasını okudum. Büyük ve final niteliğinde bir savaşa hazır olduklarını belirtiyor. Tabi taraflardan olumsuz yaklaşımlar gelişirse çatışmalar derinleşir, bu sosyolojik bir tespittir, işin sosyolojisi gereği böyledir. Barış gelişmezse savaş derinleşir. Kendi hazırlıklarının olduğunu söylüyorlar, işte dört parçadan gerillaya katılımların arttığı belirtiliyor. Herhalde katılımlar artmıştır. Yine belirtiyorum, anlamlı yaklaşımlar gelişirse ben burada tarihsel rolümü oynarım. Ben burada PKK’ye de talimat vermiyorum, verme durumum da olmaz, bu doğru da olmaz. Bahar’ın ortasına kadar herşey netleşir. Bu haftalar kritik haftalar, çözüm yönünde olumlu gelişmeler olmazsa savaş derinleşir.” GENÇLER TOPLUMA HAYAT VERMELİ

Page 29: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Bütün bunlar karşısında Kürtler, bilinçli olmalıdır, demokratik siyasetlerini, demokratik komünlerini geliştirmelidirler. Kürtler devletten artık bir şey beklememelidir. Devlete dayanmadan, devletten bir beklenti içine girmeden kendi demokratik örgütlülüklerini geliştirmelidirler, kendi sistemlerini oluşturmalıdırlar. Kendi yaşamlarını bu şekilde doldurmalıdırlar. Eğer Kürtler demokratik bilinçlerini, demokratik siyasetlerini geliştirmiş olsalardı, demokratik siyaset anlayışı toplumun geneline yedirilseydi bu kadar genç hayatını kaybetmezdi. İşte Adıyaman’da Malatyalı genç kendini yakmış, bu vesileyle tekrardan ailesine başsağlığı diliyorum, sevgilerimi ve selamlarımı iletiyorum. Söylediğim gibi demokratik siyaset zeminine olan inanç gelişmiş olsaydı böyle intiharvari eylemler yerine, bu gençler kendilerini yaşatıp, toplum içinde demokratik bilinç, demokratik ruhla harıl harıl çalışırlardı. Yoksa bu kadar genç şimdi harıl harıl demokratik zeminde büyük bir iştahla çalışmalarını yürütüyor olacaktı. Ben bu yüzden demokratik siyaset akademilerini çok önemsiyorum. Bu akademiler olsaydı, buradan yetişecek gençler topluma hayat verirlerdi. Belki anlaşılmıyor ama, demokratik bilince sahip olmak, demokratik komünler içinde yaşamak, demokrasiyi özümsemek hayatın her alanında insana değer katar, yaşama daha çok bağlar. Adıyaman’da bir kız çocuğunu diri diri gömdüler. Birçok yerde de kadın intiharları oldu, oluyor. Demokratik siyaset, demokratik bilincin toplumda örülmesi bunun çaresidir.” BATMAN’DA İNTİHAR AZALDI “Batman’da daha önceleri bir çok kadın intiharları oluyordu, son süreçte bunlar azaldı. Bunun sebebi Batman’da demokratik siyasetin gelişmesi, demokratik tartışmaların yükselmesidir. Demokratik kültür topluma yaygınlaştıkça daha çok yaşama bağlar. Benim siyaset felsefemde, bunca yıllık deneyimle ortaya çıkardığım en doğru sonuç, demokratik komünler halinde örgütlenmek ve toplumun her kesiminde bu komünleri yaymaktır. Savunmalarımın Özgürlük Sosyolojisi bölümünde bu konuları ayrıntılı olarak işledim. Savunmalarımda çözüm modelini de geniş bir şekilde açtım. Kapitalist moderniteden kurtuluş, demokratik uygarlığa nasıl ulaşılır? Bunları işledim. Benim siyaset felsefemin özü demokratik komüncülüktür. Bunu bir nevi eski dönemlerdeki aşiret, kabile ve tarikatlara benzetiyorum ancak demokratik komünlerin zihniyeti bunlardan farklıdır. Demokratik komünler, bir nevi modern aşiret, modern kabile, modern tarikat, modern ailedir. Bütün bunların modern gelişmiş halidir. Kapitalizmin liberal, bireyci anlayışından kurtarılmalıdır toplum. Toplumun her alanında demokratik komünler şeklinde çalışıp, demokratik zihniyeti egemen kılınırsa toplumu bekleyen tehlikelerin de önüne geçmiş olunur, sistemin karşı yönelimleri boşa çıkarılmış olur. Herkes kendi yerini bilmeli ve bulunduğu yerdeki konumuna göre uslubunu, tarzını şekillendirmeli, zihniyetini kendi çalıştığı alana göre şekillendirmelidir.” DTK YASAL VE LEGALDİR

“Daha önce de belirttiğim gibi KCK ayrıdır DTK ayrıdır, BDP ayrıdır, her birinin görevi, işlevi, konumu, yerleri farklıdır. DTK, Kürtlerin demokrasisini, barışını geliştirir, bunu hedef alır. DTK’nın Türkiye’de, Batı’da da çalışanları, dostları, müttefikleri olabilir ancak ağırlıklı olarak Kürtlerin demokrasisini, barışını hedefler, asıl hedefi budur. DTK’nın merkezi Diyarbakır’dır. DTK, Kürtlerin sivil toplum kuruluşudur, yasaldır, legaldir. Yan örgüt gibi olmamalıdır, yan örgüt haline de getirilmemelidir. DTK tabandan tavana örgütlenmelidir. Tabanı örgütleyip bütün alanları doldurup, bütün alanlardaki örgütlülüğü yaratıp üste doğru bir sinerji yaratmalıdır. DTK sadece Kürtlerin yaşadığı yerlerdeki boşluğu doldurur. Sanatsal, kültürel alandan tutalım, sosyal, ekonomik, spor her alanda Kürtlerin ilişkisini düzenler, sorunlarını çözer. Mesela Kürtler için bir bankacılık girişimi de olabilir, kendi bankacılık çalışmalarını da geliştirebilir. DTK bütün bu alanlardaki boşluğu doldurur. BDP ise Türkiye partisidir. Türkiye’deki ve Kürdistan’daki siyasal boşluğu doldurmalıdır. Çalışmalarını bu yönlü yürütmelidir. Sadece Kürdistan’da değil Türkiye’nin her yerinde metropollerde de kendisini örgütlemelidir. DTK’nın merkezi, Diyarbakır’dır. DTK demokratik, meşru zeminde, demokratik siyaset zemininde çalışmalarını yürütmelidir. Yasaları bilerek, yasalara uygun davranırlar. KCK ise tamamen farklıdır, illegal bir yapılanmadır. Silahlı güçleri vardır. Dört parçada örgütlemesini yürütür, kendisini dört parçada örgütler. Ben bunları sadece Türkiye için belirtiyorum. KCK İran’da, Irak’ta, Suriye’de nasıl örgütlenir, diğer oluşumlarla ilişkileri nasıl olur, bunu kendileri belirler. Kendileri kendi koşullarına hakimdirler, o yüzden bulundukları koşullara göre örgütlenmelerini nasıl geliştireceklerine kendileri karar verir. Benim buradan diğer parçalardaki örgütlenme modellerine karışmam çok doğru da olmaz. Bu konuda kararları kendileri verirler.” 8 MARTI KUTLUYORUM

“Bütün kadınların 8 Mart’ını kutluyorum, selam ve sevgilerimi iletiyorum. 8 Mart’a ilişkin olarak şunları belirtebilirim: Sümerlere kadar olan beş bin yıllık süreçte anaerkil bir dönem yaşandı. Sümerlerde bu anaerkil dönem yerini babaerkil ya da ataerkil döneme bıraktı. Bu dönemde, Sümerlerde ataerkil dönemin ilanı yapıldı. Sümerlerden bu yana geçen beş bin yıllık zaman da ataerkil dönemdir. Günümüze kadar beşbin yıl anaerkil, beş bin yıl da ataerkil dönem yaşandı. Bizim anlayışımızda ne tam anaerkillik ne de tam ataerkillik vardır. Bizim anlayışımızda ikisini buluşturan, felseyefe dayalı, felsefik temeli olan bir birlikteliktir. Evet kadın ve erkek bir arada yaşamalıdır, yaşayabilir. Ancak bu yanlış anlaşılmasın , burada kastettiğim bir cinsel özgürlük değildir, bunu da tasvip etmiyorum. Kastettiğim kadın erkek birlikteliği, felsefeyle yoğrulmalı ve felsefik temeli olan bir birliktelik olmalıdır. Kadın ve erkek birlikteliği ancak böyle anlamlı kılınabilir. Aksi durum vahşi kapitalizmde görülen kadın cinselliğine bizi götürür. Vahşi kapitalizmin bu kadın cinselliğinin sonucu felakettir. Kadın özgürlüğünden kastettiğim bilinçi ve iradeli kadındır. Benim kadına ilişkin düşüncelerim çok farklıdır, çok yenidir, Özgürlük Sosyolojisi kitabımda bu konuyu detaylı ele aldım oradan da yararlanılabilir. Kadın özgürlük mücadelesi kazanılmadan sosyalizm mücadelesi, demokrasi ve özgürlük mücadelesi başarıya ulaşamaz.”

“Yine kadın konusuyla ilgili olarak Berlusconi’den bahsetmek istiyorum. Berlusconi kadınlara yaklaşımı yönüyle çok ön plana çıktı, çok tartışılıyor İtalya’da. Berlusconi’nin bir tespiti vardı, buna dikkat çekmek istiyorum. Berlusconi “Ben bütün İtalyanların hayallerinde yaşamak istediklerini yaşıyorum, o yüzden hedef gösteriliyorum” diyor. Berlusconi kendi açısından doğru bir tespitte bulunmuş. Berlusconi kapitalist sistemin temsilcisi durumundadır. O yüzden İtalyan sosyalistlerine buradan sesleniyorum. İtalyan sosyalistlerine çağrımdır. Berlusconi’nin yaşadıklarıyla İtalyan halkının hayalindekileri aşacak felsefik temele dayanan bir kadın erkek birlikteliğini yaratmak zorundasınız. İtalyan sosyalistlerinin bir görevidir bu; yani Berlusconi’nin yaşadıklarına ve İtalyanların hayallerinde yaşattıkları kadın-erkek anlayışına alternatif bir kadın-erkek anlayışı yaratmalılar. Vahşi kapitalizmin bu iğrenç, kaba anlayışına karşı, felsefik temeli olan, anlamlı bir kadın-erkek anlayışı geliştirmelidir. Bu anlayış yani doğru bir kadın-erkek, cins anlayışı geliştirilmezse sosyalizm mücadelesi, demokrasi ve özgürlük mücadelesi başarıya ulaşamaz, anlamsız olur ve sosyalist mücadele yarım kalır. Bu vesileyle bütün İtalyan halkına selamlarımı, sevgi ve saygılarımı gönderiyorum.”

Page 30: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

KOÇERLER İÇİN ÖZEL PROJELERİM VAR

Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: “Son yaşananlar, Beyaz Türkçü hegemonya ile Yeşil Türkçü hegemonyanın savaşıdır. Beyaz Türkçü hegemonya tarihsel kaynağını İttihat Terakki ve Alman faşizminden alır. Bunlar statükonun devamını isteyenlerdir. Şu andaki statükocu kesimler bunlardır. Statükonun ötesine geçmek isteyen hegemonya ise Yeşil Türkçü hegemonyadır. Bunlar da kaynağını ABD ve İngiltere’den alır, Anglo-Sakson’dur. Yaratılmak istenen Yeşil Türkçü Gladiodur. Daha önceki Beyaz Türkçü Gladio şu anda Yeşil Türkçü Gladio içinde eritilmeye çalışılmaktadır. Dersim, Siirt, Kurtalan ve Eruh’a selamlarımı iletiyorum. Bana cezaevlerinden gelen mektuplar var, tüm cezaevlerindeki arkadaşlara çok çok selamlarımı söylersiniz. Trabzon, Rize Kalkandere, Siirt, Batman, Adıyaman, İzmit, Midyat, Erzurum cezaevinden mektuplar aldım. Hepsine selamlarımı iletiyorum. Onlara önerim kendi felsefelerini, felsefik çalışmalarını oluşturmalıdırlar.”

Görüşme Notları:

Son büyük bir saldırı tehlikesi var

14 mart 2010

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürtlere Newroz öncesi mesajında ulusal bir kongre ve ortak bir savunma

hattı oluşturmaları çağrısında bulunurken, “Son büyük bir saldırı tehlikesi vardır, uyarıyorum. Halepçenin on katı

katliamlara yönelebilirler” dedi. Öcalan sol demokrat partilerin de tek çatı altında birleşebileceğine dikkat çekerek, “Eğer

bu birliktelik sağlanırsa yüzde on barajı rahatlıkla geçilebilir. Bu baraj bir kere aşılırsa muazzam bir güç ortaya çıkar,

taşar, bütün anti demokratik yasaları, kurumları, uygulamaları süpürür” tespitinde bulundu.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın haftalık olağan görüşmesi sırasında Türkiye, İran, Suriye, Kürdistan ve

Avrupa’daki gelişmeleri değerlendirdiği öğrenildi. Öcalan Elazığ’daki depreme değinerek üzüntü verici olduğunu söyledi.

DEPREMDE YAŞAMINI YİTİRENLERE BAŞSAĞLIĞI

Öcalan, “Elazığ’da deprem oldukça üzüntü verici. Yaşamını yitirenlerin ailelerine ve halkımıza başsağlığı

diliyorum” dedi.

REEL SOSYALİZM DİLİ TERK EDİLMELİ

Solda birlik arayışlarına dikkat çeken Öcalan bu konuda şunları söyledi: “Eşitlik ve Demokrasi Partisi adı altında

yeni bir parti kurulmuş. Son zamanlarda Sol’da kayda değer gelişme bu olsa gerek. Bunlar, bu haliyle yüzde 1-2 gibi bir

oy alabilirler. Ama iyi çalışır ve ittifak yaparlarsa bu oranlarını yükseltebilirler. Birlikteliğin daha da genişletilmesi

gerekiyor. Solda duranlar artık daha geniş düşünmeliler. Eski sol dili bilinmektedir, Reel Sosyalizm dilidir. Bu dil

yenilmiştir. Bu dil artık terk edilmelidir. Sol kendini yenilemelidir. Ortak paydalar etrafında bir araya gelinmelidir. Bütün sol

demokrat çevreler ayrılıkçı olmadığımızı bu konuda samimi olduğumuzu iyi bilmelidirler. Biz halkların demokratik

birlikteliğine önem veriyoruz. Bu nedenle demokratik vatan, demokratik ulus, demokratik cumhuriyet ve demokratik

anayasa çerçevesinde birlikte yaşamı savunuyoruz. Bu Türkiye için hayatidir.”

SEÇİM BARAJI BİR KEZ AŞILSA, MUAZZAM GÜÇ ORTAYA ÇIKAR

“Bütün sol demokratik partiler bir çatı altında birleşebilirler” diyen Öcalan, sözlerini şöyle sürdürdü: “BDP de bu

çalışmalara ciddi yaklaşabilmelidir. Eğer bu birliktelik sağlanırsa yüzde on barajı rahatlıkla geçilebilir. Bu baraj bir kere

aşılırsa muazzam bir güç ortaya çıkar, taşar, bütün anti demokratik yasaları, kurumları, uygulamaları süpürür. Geniş

çerçevede bir araya gelinirse bu yüzde on barajının aşılacağına buna ortamın müsait olduğuna inanıyorum. AKP yüzde

on barajını kaldırmak istemiyor, çünkü onun da işine geliyor. Bu baraj AKP’nin anti demokratik yüzünü net ortaya

koyuyor, bu demokrasiye barajdır. Bu, küresel sermayenin talebidir. AKP de bunların politikalarını uyguladığı için barajı

indirmeye kolay kolay yanaşmaz. Bir de Türkiye milletvekilliği politikası var, bu tuzaktır. Türkiye milletvekilliği tasfiye

politikasının bir başka yönüdür. BDP buna zaten karşı çıkıyor, kendi taleplerini açıklamışlar. BDP bir barış projesine

dönüşebilir.”

MARKSİZMİN KARŞISINDA DEĞİLİM, ELEŞTİRİLERİM YAPICI

Marksizmin karşısında olmadığını da dile getiren Öcalan, “Sevim Belli ve Mihri Belli’yi selamlıyorum. Mihri Belli

umarım kısa sürede sağlığına kavuşur. Onların idealleri, bizim ideallerimizdir ve hep yaşatacağız. Benim demokratik

komünalizme ilişkin görüşlerim biliniyor. Benim Marksizme ilişkin yaptığım eleştiriler iyi anlaşılmalıdır. Marksizm

karşısında değilim, sadece yapıcı eleştiriler yapıyorum. Marks da gençlik yıllarında komünalizme ilişkin fikirlere sahipti.

Page 31: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Paris Komününden etkilenmişti, ilk gençlik yıllarında bu komün meselesi üzerine düşünceler üretmişti. Demokratik

komünalizm etrafında binlerce genç örgütlenebilir” şeklinde konuştu.

İDAM CEZASI ALANLARA SABIR DİLİYORUM

Öcalan Irak parlamento seçimleri, İran’daki idamlar ve Suriye’deki gelişmelere de değinerek şunları söyledi:

“Irak seçimlerinde önemli bir farklılık, öne çıkan bir gelişme Goran hareketidir. Zihniyet açısından, feodal, aşiretçi yapının

değişmesi açısından biraz diğerlerinden farklı. İran’da siyasi nedenlerle idam cezası alıp da hala bekleyenler var. Onlara

sabır diliyorum. Dayanmaları gerekiyor. İran’daki tutuklu arkadaşlar arasında Zeynep Celaliyan adlı bir arkadaş var. Ona

özel selamlarımı iletiyorum. Qamişlo katliamının yıldönümü nedeniyle Suriye’deki halkımıza tekrar başsağlığı dileklerimi

iletiyorum. Örgütlülüklerini güçlendirmelidirler.”

NEWROZ MESAJI: ULUSAL KONFERANS TOPLANMALI

Öcalan, Newroz’un yaklaşması nedeniyle de bir mesaj verdi. Öcalan şöyle dedi: “Newroz’un yakınlaşması

vesilesiyle bütün halkımıza, Suriye, İran, Irak, Avrupa’daki bütün halkımıza çağrım şudur; Daha önceki savunmalarımda

da belirttiğim gibi beş ilke dört pratik öneri çerçevesinde Ulusal Konferans toplanıp, ulusal bir Kongre oluşturulmalıdır. Bu

kongre tüm Kürtler için ortak politikalar belirlemelidir. Ortak savunma hattı örülmeli ve savunma güçleri

ortaklaştırılmalıdır. Kürt halkına yönelim tehlikesi her zaman mevcuttur. Biliniyor ABD Irak’tan çekiliyor. Arap devletleri

Güney’deki Kürt federe oluşumunu boğabilirler. Bunların da bu tehlikeyi bilmesi gerekir.”

SON BÜYÜK SALDIRI TEHLİKESİ VAR

Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Son büyük bir saldırı tehlikesi vardır, uyarıyorum. Halepçenin on katı

katliamlara yönelebilirler. Federe Kürt yapısını tasfiye etmeye yönelik müdahaleler olabilir. Barzani ve Talabani bu

durumun ciddiyetini görmelidir. Kürtlerin Ermeni ve Rum halkının düştüğü duruma düşmemesi için birliklerini sağlamaları

gerekir. Birincisi ortak ulusal bir kongre ve meclis yapılanmasına gidilmelidir. İkinci olarak Kürtleri bekleyen tehlikelere

karşı savunma güçleri ortaklaştırılmalıdır. Üçüncü olarak da FKÖ tarzı ulusal bir ortak yürütme organı oluşturulmalıdır.”

PKK VE DEVLETE MEKTUP GÖNDERDİM

Demokratik çözüm ve barıştan yana olduklarını ifade eden Öcalan, PKK ve Devlete çözüme yönelik mektup

gönderdiğini belirtti. Öcalan, “Biz demokratik çözüm ve barıştan yanayız. Bu konudaki çabalarımız devam ediyor ama

çözüm bir türlü gelişmiyor. Şunu belirtmek istiyorum. Ben PKK’ye de devlete de çözüme yönelik görüşlerimi içeren

mektuplar gönderdim. Cevap bekliyorum. Bakalım gelecek cevapları göreceğiz. Bu husus böyledir” ifadelerini kullandı.

AVRUPA’DAKİ OPERASYONLAR TASFİYE AMACININ DEVAMIDIR

Avrupa’da Kürtlere yönelik operasyonları da değerlendiren Öcalan, bu konuda şu tespitlerde bulundu: “Bu

Avrupa’daki operasyonlar Türkiye’deki tasfiye amacının bir devamıdır. Arkasında ABD vardır. Bu bir ABD-İngiliz

siyasetidir. AKP’nin arkasında Anglo-Sakson siyaseti vardır. Londra merkezlidir. CHP-MHP çizgisi Beyaz Türkçülük

faşizmidir. Bunların Kürt sorununa bakış açısı inkar ve imhadır, bu nettir. Ama AKP’nin yaptığı da Yeşil Türkçülük

faşizmidir. CHP-MHP’nin Beyaz Türkçülük çizgisi İttihat Terakki geleneğine dayanır, ta 1906’lara kadar götürülebilir.

Arkasında Alman faşizmi anlayışı vardır. İlk defa İttihat Terakki ile birlikte faşizm kurumsal olarak ideoloji ve iktidar

alanında yer etmiştir. Enver paşa gibi ittihatçıların çoğunda bu zihniyet egemendir. Cumhuriyetin kuruluşuna kadar Alman

destekli bu ittihatçı zihniyet tamamen etkilidir. İsveç de bu Ermeni Soykırım yasasını kabul etti. Basında Deniz Baykal “bu

cumhuriyete bir saldırıdır” dedi. O biliyor. Bu, ittihat Terakki’nin cumhuriyete hakim olan ideolojik ve iktidara dayalı

kurumsal faşizmini günümüzde de CHP ile devam ettirildiğini gösteriyor. Baykal bu anlayışla “cumhuriyete saldırıdır”

diyor. Ancak Mustafa Kemal, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren biraz bağımsız kalmaya çalışmıştır. Ama daha sonra

ittihatçılar İngilizler tarafından desteklenmiştir. İşte İngiliz yanlıları olan İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak gibi ittihatçı kadrolar

tarafından Mustafa Kemal’in etrafı kuşatılmış ve etkisiz hale getirilmiştir. Bundan dolayı Mustafa Kemal İngilizlere

yakınmış gibi görünmek zorunda kalmıştır. Hatta Mustafa Kemal’in ölümü bile şüphelidir. Bugüne gelindiğinde ise ABD

ve İngiltere bu ittihatçılardan desteğini çekmiş görünüyor. Artık AKP politikalarını destekliyor. Ilımlı İslam denilen politika

budur.”

AKP’NİN YAPTIĞI YEŞİL TÜRKÇÜLÜK FAŞİZMİ

Öcalan şöyle devam etti: “AKP’nin yaptığı şu nedenle yeşil Türkçülük faşizmidir: Bunlar çözümden ziyade;

çözüyormuş gibi görünüp, tasfiyeyi örüyorlar, yürütüyorlar. Bu nedenle bu politika çok daha tehlikelidir. Bu İngiliz

siyasetidir. Kökenleri ta 1550’lere kadar gidiyor. İngilizler, İspanya’ya bu politikayla müdahale ettiler, önce Portekiz’i

kopardılar. Basklıların durumu da bunun sonucudur. Avusturya ve Macaristan imparatorluğunu da Prusya’yı kullanarak

zayıflatıp çökerttiler. Yine Osmanlı İmparatorluğu’nu bu politikalarla dağıttılar. İşte Kıbrıs’ta, Ermenistan’da,

Yunanistan’da yaptıkları gibi küçük bir Kıbrıs, küçük bir Yunanistan, küçük bir Ermenistan yaratarak bu halkları

kendilerine bağladılar. Bunun benzeri, Kürtler üzerinde de deneniyor. İşte Güney Kürdistan’da kendi kontrollerinde küçük

bir Kürt ulus-devletçiği yaratıp, bütün Kürtleri oraya bağlamayı ve oradan kontrol ederek kendi politikalarının hizmetine

koşturmayı amaçlıyorlar. Bunu Diyarbakır’da da geliştirmek istiyorlar. Bunun için de bağımsız duruşu olan ve özgür

iradeli Kürdü temsil eden Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeyi hedefliyorlar. AKP de içine aldığı Kürtler eliyle bu politikayı

yürütmeye çalışıyor. Aslında açılım denilen proje de bu politikaların yürürlüğe konulmasıdır. Küresel sermaye AKP’ye bu

Page 32: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

rolü biçmiştir. Küresel hegemonyanın ‘30’lu yıllardaki politikalarındaki amaç, CHP yanlısı bir burjuva sınıfı yaratmaktı. İşte

Vehbi Koç; Ankara’da küçük bir dükkandan devasa bir küresel holdinge bu politikalar sayesinde gelmişti. Normal

koşullarda bu mümkün müdür? Bunlar hep o küresel politikaların gereği olarak yapılmıştır.”

AKP YANLISI BİR SINIF YARATILMAYA ÇALIŞILIYOR

“Şimdi ise AKP yanlısı bir sınıf yaratılmaya çalışılıyor, yeşil sermaye deniliyor buna.” diyen Öcalan, şunları

kaydetti: “Aynı şekilde AKP eliyle işbirlikçi bir Kürt burjuva sınıfını yaratmaya çalışıyorlar. Zaten Güney’de bu iş

halledilmiş sayılır. Aynısını Diyarbakır’a da taşırmak istiyorlar. Ama AKP’nin hepsi böyledir demek yanlış olabilir, içinde

samimi demokrat, çözümden yana olanlar da olabilir. Erdoğan için net bir şey söylemek zor. Onun hakkında soru

işaretlerim var. Gerçekten çözümü istiyor da gücü mü yetmiyor! Bunu bilemiyorum, gücü yetmeyebilir. Bu benim için soru

işaretidir. Özal olayı var. Özal gerçekten samimiydi, Anadolu çocuğuydu. Bu İngiliz-ABD siyasetinin dışına çıkmak istedi

biraz. Gerçekten barış istiyordu, o yüzden Özal’ı ortadan kaldırdılar. Ecevit de biraz böyleydi, o yüzden Ecevit’i de felç

ettiler, tasfiye ettiler. Beni de CIA ve MOSSAD Türkiye’ye teslim etti. Bütün bunları iyi anlamak lazım. Binlerce Kürt

siyasetçisi tutuklandı. AKP demokratik siyaseti tasfiye edip, kendi anlayışlarına hizmet edenleri öne çıkarıyor. Demokratik

siyasetten korktukları için bu tutuklamaları gerçekleştiriyorlar. Siyaset Akademileri önemlidir. Demokratik siyaset için

gereklidir. Demokratik siyasetin öneminin farkında oldukları için bu şekilde Kürtlerin önüne geçmeye çalışıyorlar.

Çocuklarla ilgili yasa değişikliği tartışması var, çocuk yargılamalarının, terörle mücadele yasası kapsamında çıkarılması

tartışılıyor. Bu tartışmalar da çözüme yönelik bir adım değildir.”

İZMİR’DEKİ HALKIMIZI SELAMLIYORUM

Öcalan son olarak şunları belirtti: “Cezaevlerinden gelen mektuplar var. Bingöl c.evinden bir arkadaş demokratik

komünalizm üzerine bir mektup göndermiş. Güzel yazmış, çalışmalarını sürdürmelidir. Yine Rize, Siirt, Erzurum

c.evlerinden gelen mektuplar var. Midyat c.evinden Şadiye Manap’tan mektup aldım. Bütün cezaevindeki arkadaşlara,

İzmir Kırıklar c.evindeki arkadaşlara, İzmir’deki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Kadın arkadaşlara da özel selamlarımı

iletiyor, çalışmalarında başarılar diliyorum. Yine Günlük Gazetesinin dağıtımcılarına, bütün çalışanlarına selamlarımı

iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Öcalan: Tehlike çok büyük!

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Newroz sonrası yeni bir sürecin başlayacağını belirterek, “Tehlike çok büyük. Bir Kürt-

Türk boğazlaşması yaratılmak isteniyor” dedi. Kültürel soykırımın fiziksel soykırıma dönüşebileceğini ifade eden Öcalan,

Avrupa’daki operasyonlar için ise, “Uyarıyorum, bu bir NATO kararıdır, Roj TV’yi temelli kapatabilirler” diye kaydetti. “Ben

rolümü oynadım” diyen Öcalan, PKK, BDP ve Kürtlere şu çağrıda bulundu: “Açık söylüyorum; Kararlarını kendileri

versinler.”

Öcalan, ayrıca, “Barış çabalarının devamı için tutuklanan çocukların ve siyasetçilerin bir an önce serbest

bırakılması ve barajın yüzde beşe düşürülmesi gerekir. Bunlar olursa süreç gelişir ben de üzerime düşeni yaparım”

mesajını verdi.

Öcalan görüşmesinde, tehlikenin büyük olduğunun altını çizerek, Kürt-Türk çatışması tehlikesine dikkat çekti.

Öcalan şunları söyledi:

GÜNEY KÜRTLERİNE YÖNELEBİLİRLER

“Ben daha önce Lozan’ı güncelleyelim derken sadece Kuzey Kürtleri’nin hakları için değil, Güney Kürtleri’nin

hakları için de bunu öneriyordum. ABD çekiliyor, Güney Kürtlerine yönelebilirler. Türkiye’de de Kürt-Türk çatışması

tehlikesi var. Ulusal Konferans bu tehlikelere karşı önemlidir. İlkeleri ve öneriler konusunda düşüncelerimi daha önce

belirtmiştim. Beş ilke ve dört pratik öneriyi tekrar öneriyorum. Konferans bu ilkeler temelinde geliştirilebilir.”

BEN YARIN BİLE ÖLDÜRÜLEBİLİRİM

“Ben yarın bile ölebilirim daha doğrusu öldürülebilirim. Beni buraya getirip koyanlar burada beni öldürme gücüne

de sahiptirler. Mesela yemeğe bir ilaç katarlar, belki de katıyorlardır, çok da zor değil bu, buna güçleri var, CIA’nın buna

gücü var. Teslim edildiğimde Türkiye ile bir anlaşma yapılmıştı. “Hemen öldürmeyin” demişlerdi. Yani öldürebilirsiniz ama

hemen değil, öyle anlamak lazım. Bu nedenle belirttiklerim önemlidir diyorum. Newroz sonrası yeni bir süreç başlıyor.”

Page 33: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

TEHLİKE ÇOK BÜYÜK

“Tehlike çok büyük. Bir Kürt-Türk boğazlaşması yaratılmak isteniyor. Oyunlar var. Ama kimse bunu net olarak,

ciddi olarak görmüyor. Ben burada kendimi yırtıyorum. BDP, bunun ne kadar farkında bilemiyorum. Bu bir İngiltere-ABD-

NATO oyunudur. Kürt-Türk çatışması yaratarak Türkiye’yi kendisine daha fazla bağlamak amaçlanıyordu. Benim buraya

getirilmem Bağdat’ta yapılanların Türkiye’de yapılmak istenmesiydi. Ama ben bu oyunu bozdum. Halkların

boğazlaşmasının önüne geçtim. Bu ne kadar anlaşılıyor bilmiyorum. Ben 11 yıldır bas bas bağırıyorum. Sorunu

çözmezseniz olacakları kimse tahmin edemez. Halkımız öyle 15 yaşındaki kız gibi kandırılacak bir halk değildir. Halkımız

uyanmıştır. Öyle oyunlara falan da gelmez.”

CUMHURİYET YARALI DOĞMUŞTUR

“Ben sık sık Mustafa Kemal’in 1920’lerde nasıl başardığını belirtiyorum. Erzurum Cezaevinden Cahit İlboğa,

Hüseyin Ahmet’in ortak mektubunda 1920’ler, belgeler üzerinde ayrıntılı olarak incelenmiş, iyi sonuçlara ulaşmışlar. Ben

de aynı sonuçlara ulaşmıştım. İşte bunun için ben hep Siyaset Akademisi diyorum. Tarih bilinmeden güncel

yorumlanamaz, eksik kalır. Bütün bunların akademilerde eğitim konusu yapılması gerekir. Şu önemlidir, Mustafa

Kemal’in bir kişilik olarak oluşmasında Çanakkale deneyimi önemlidir ama asıl önemli olan 1916 ile 1919 arasında

Kürdistan’da yaşadığı deneyimdir. Neredeyse dört yıl oradan çıkmadı, oradaki güçleri örgütledi. Kürtler bu süreçte

Mustafa Kemal’in her şeyini karşıladılar, ekmeğini verdiler, güvenliğini sağladılar. Mustafa Kemal’i Mustafa Kemal yapan

Kürtlerden aldığı bu destekti. Mustafa Kemal’i Mustafa Kemal yapan Kürtlerdir, Kürtler olmadan Mustafa Kemal olmazdı.

Bunu o sözde Kemalistler de anlamalı. Sabahtan akşama kadar Atatürkçüyüz, Kemalistiz diyen ordu da anlamıyor.

Bunların Kürtlerin bu dönemdeki rolünü iyi anlamaları gerekir. İngiliz ajanı Lawrence ile Arapları kopardılar. Kürtleri de

Binbaşı Noel ile koparmaya çalıştılar. Noel, Adıyaman-Sivas hattında çalışıyordu. Mustafa Kemal Sivas’tayken onu

ortadan kaldırmak istediler ama Kürtler Mustafa Kemal’i korudu. Biliniyor Misak-ı Milli, Kürtler ve Türkler birlikteliğinin

belgesidir. Cumhuriyet Misak-ı Milli temelinde Türklerin ve Kürtlerin ortak mücadelesiyle kuruldu. Kürtler Araplar gibi

İngilizlerle birlikte hareket etmemiştir, Mustafa Kemal ile birlikte hareket etmiştir. İngilizler hem bu nedenle hem de petro l

nedeniyle Kürtlerin parçalanmasına izin vermiştir. 1920’lerde yapılan Kahire Konferansı’yla İngilizler tarafından bugünkü

çözümsüzlük süreci başlatılmıştır. İngilizler daha sonra Musul-Kerkük karşılığında ilk defa Türklere “Kürtleri

öldürebilirsiniz, asimile edebilirsiniz” demiştir. Mustafa Kemal, Misak-ı Milli içinde yer alan Musul ve Kerkük’ten

vazgeçerek 1926’da İngilizlere taviz vermek zorunda bırakılmıştır. O dönem Diyarbakır milletvekilleri bağıra bağıra buna

karşı çıkmış, Mustafa Kemal’e “Kürdistan’ın parçalanmasına niye izin verdiniz, Musul-Kerkük’ü niye koparıyorsunuz?”

diye itiraz etmişler, Mustafa Kemal “mecbur kaldım” demiştir. Cumhuriyet bu nedenle yaralı doğmuştur, trajedi böyle

başlamıştır.”

LOZAN’I GÜNCELLEYELİM

“1920’lerde ülkeyi ele geçiremeyenler 1926’dan itibaren ve bugün ülkeyi ele geçirmişlerdir. Buna karşı demokratik

çözüm ve ittifak şarttır. Kürtlerle Türklerin 1920’lerde yaptığı ittifakı bugün demokratik temelde yeniden gerçekleştirmeye

ihtiyaç vardır. Şimdi yaşadığımız Sevr tehlikesi deniyor ya, ben de diyorum ki, Sevr tehlikesine karşı Lozan’ı

güncelleyelim. Lozan’ın güncellenmesinde hem Kürtler hem de Türkler kazanacaktır. Lozan’ın güncellenmesi demokratik

ulus, demokratik cumhuriyet, demokratik vatandır. Ben bu temelde buradan demokratik çözüm için, barış için çok

çabaladım. Ama çabalarım ortada kaldı. Buraya getirildiğimde Kıvrıkoğlu’nu temsilen gelenler vardı. O zaman dikkatimi

çekmişti, çok ürkeklerdi adeta kısık sesle konuşuyorlardı. Ben şaşırıyordum, bir Genelkurmay Başkanı’nı temsilen

gelenler nasıl böyle korkar diye. Sonradan farkettim ki Kıvrıkoğlu NATO’dan habersiz olarak birşeyler yapmak istedi.

Kıvrıkoğlu gerçekten kıvrak zekalıymış, tehlikeyi görmüştü, birlikte çözümden yanaydı ama izin vermediler, o ekibi tasf iye

ettiler. O zaman Ecevit de dürüsttü bir şeyler yapmak istiyordu ama etkisizleştirdiler. Ecevit’e yapılanlar ortada. Daha

önce Özal da kendi inisiyatifiyle çağrı yapmıştı, ben de kabul ettim, tam bir şeyler olacakken tasfiye edildi. Erbakan da bir

şeyler yapmak istiyordu siyasi hayatına mal oldu. İşte buradan Erdoğan’a söylüyorum; saydıklarım sorumluluk aldılar bir

şeyler yapmak istediler, ama Erdoğan çözümden kaçıyor, sorumluluk almak istemiyor. Bunların zihniyeti Türk-Sünni

zihniyetidir.”

ERDOĞAN ÇOK ZİK-ZAK ÇİZİYOR, ÇOK TEHLİKELİ OYNUYOR

“Erdoğan çok zik-zak çiziyor, çok tehlikeli oynuyor. İşte şimdi Londra’da tam olarak ne görüştüğünü bilmiyorum

ama ‘93’te Güreş’in Londra’ya gidip icazet alması gibi o da icazet alıyor. Ne demek Roj Tv’nin kapatılması? Ne demek

yüzde on barajının devam etmesi? Ne demek Türkiye milletvekilliği? Roj Tv’nin kapatılması öyle basit bir TV kanalının

kapatılması değildir, Çiller bile o dönemde Kürtlerin televizyonuna bu kadar yönelmemişti. Bu, bizi imhaya hazırlıktır.

Kültürel soykırım fiziki soykırıma da dönüşebilir.”

BU BİR NATO KARARI, ROJ TV’Yİ TEMELLİ KAPATABİLİRLER

“Uyarıyorum, bu bir NATO kararıdır, Roj TV’yi temelli kapatabilirler. NATO’nun etkisi dışındaki bir yerde

kendilerine yeni bir alternatif aramalıdırlar. Avrupa’daki tutuklamalar devam edebilir, Heronlarla üst düzey PKK

kadrolarını vurabilirler, beni de burada öldürebilirler de. Yüzde on barajı öyle basit bir düzenleme değil. Niye yüzde 5’e

indirmiyorlar? Bu, siyasi soykırımdır. Baraj sadece bir seçim tekniği değildir, bunun nedenini görmek gerekir. Bununla bir

Page 34: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

iradenin ortaya çıkması engellenmek isteniyor. Tabi ki herşeyi baraja bağlamayalım ama barajın da gündemleşmesi

lazım. Türkiye milletvekilliği de yine buna yöneliktir, grup kurulması engellenmek isteniyor.”

AKP ZİHNİYETİ ÇOK TEHLİKELİ

“Son günlerdeki tutuklamalara yönelik sessizlik beni de etkiliyor, benim onurumu da zedeliyor, ne demek bu

tutuklamalar? Önüne geleni tutukluyorsun, çoluk, çocuk, yönetici, belediye başkanı herkesi tutukluyorsun! Ben seni içeri

kapatıyorum ama sen ses çıkarma, deniliyor, böyle şey olur mu? AKP’nin zihniyeti çok tehlikelidir. Tehlike sadece Kürtler

için değildir. AKP kadınlar için de büyük bir tehlikedir. Kadınlar şimdi buldukları özgürlük kırıntılarını bile arar hale

gelebilirler. Adıyaman’da Menzil tarikatı etkilidir, burada bir kız çocuğu diri diri gömülüyor, bu recmden de daha

tehlikelidir. İşte AKP’nin zihniyeti budur. Diri diri gömülmede yavaş yavaş toprağı yutar ölürsün, oysa recm’de en azından

nefes alabiliyorsun. Yine gazetelerde hergün kadınlara yönelik şiddet haberleri var. İşte adam sokak ortasında kadını

sözde “beni sevmedin” diye öldürmüş, başka bir yerde kulak kesmiş, burun kesmiş, bunların hepsi bu zihniyetin

tezahürüdür. Bunun için diyorum ki felsefe temelinde yaklaşılmalı, felsefik çalışmalar yapılmalı, tartışılmalı, örgütlenilmeli.

Bunları, bu zihniyeti ancak bu şekilde durdurabiliriz. Yoksa varılacak son budur, şimdiki sınırlı özgürlükler bile kaybedilir.”

ORDUDAKİ İNTİHARLAR

“Aytaç Yalman bir demecinde “biz Apo ve PKK’yi yanlış değerlendirdik, Kürtlere yanlış yaklaşım gösterdik”

demişti. Önceleri çok önemsememiştim, üzerinde durmamıştım ama dikkat çekicidir. Son günlerde artan bu asker

intiharları nedendir, özellikle Deniz kuvvetlerinde neden bu kadar çok intihar var diye düşünüyorum! Ordu içinde de bir

tasfiye var. Ergenekon diye soruşturulanların hepsi Ergenekoncu olmayabilir. Tamam Veli Küçük gibi, Temizöz gibi

JİTEM’ci olanlar var ama hepsinin böyle olduğunu düşünmüyorum. Özellikle bu deniz kuvvetleri içinde intihar edenler

oyunları görüp güç getiremediklerinden midir, içlerinde 9 Mart-Celil Gürkan benzeri radikal demokratlar olabilir mi

bilemiyorum. Bunların içinde bizimle bir diyalog ve çözüm isteyenler olabilir. Büyükanıt ile Başbuğ ikili oynadılar, bir

taraftan diyaloga-çözüme yakın duranlarla öte yandan JITEM’cilerle temas içinde oldular, kendilerini böyle korudular.

Özkök bu iki eğilimin çatışmasından sıyrılarak ortaya çıkmıştı.”

YENİ BİR DÖNEM BAŞLIYOR

“Yeni bir dönem başlıyor demiştim. Bu PKK için de böyledir. Aslında PKK’yi dönemlere göre şöyle ayırıyorum.

Birinci dönem 1973-84’e kadar olan dönem. İkinci dönem 1984-93 arasıdır. Üçüncü dönem ‘93’ten bugüne kadar olan

dönemdir. Biliniyor ‘93’te Özal’ın bize bir çağrısı olmuştu, biz de buna yanıt verdik. ‘93’ten bugüne kadar hep çözüm,

uzlaşma, diyalog arayışı içinde olduk. Newroz’dan sonra yeni bir dönem başlayabilir. Ülkelerin tarihlerinde devrim

dönemleri vardır. 1789 Fransız Devrimi’nden sonra Napolyon dönemi, 1917 Sovyet Devrimi’nden sonra 1918-22

arasında yaşanan iç savaş durumu var. Bunlar bu ülkelerin tarihinde önemli dönemlerdir. Türkiye’de bilemiyorum bir

çözüm süreci gelişebilir mi, biraz zayıf görünüyor. Ama az da olsa hala umudum var.”

BEN ROLÜMÜ OYNADIM, PKK VE KÜRTLER KARARLARINI VERSİN

“Gelişmezse ne olur? Ben rolümü oynadım. Zaten buradaki koşullarım da sağlığım da, fiziğim de artık elverişli

değil. Bir hükümlü durumundayım, bir hükümlüden daha fazla şey beklenemez. Şimdilik yaşıyorum ama yarın ne

olacağım belli değil, ölebilirim, öldürülebilirim. Bu kuyunun dibinde fiziğim de eski esnekliğini kaybetti. Bu koşullarda

önderlik yapmayı ahlaki de bulmuyorum. Ne ahlaki anlayışım ne de fiziki durumum buna elvermiyor. PKK’ye de, BDP’ye

de, Kürtlere de açık söylüyorum; Kararlarını kendileri versinler. PKK zannedersem dört parçada da güçlenmiştir, güçlerini

toparlamıştır. BDP de dilerim barış sürecini başarıya ulaştırır, sağlığım ve koşullarım elverdiği ölçüde ben de barışa

yardımcı olurum.”

ÇABALARIN DEVAMI İÇİN ÇOCUKLAR SERBEST BIRAKILMALI, BARAJ İNDİRİLMELİ

“Yeni dönemin demokratik çözüm ve barış yönünde gelişmesi için önümün açılması lazım. Ben yazdığım

mektuplara cevap bekliyorum. Barış çabalarının devamı için tutuklanan çocukların ve siyasetçilerin bir an önce serbest

bırakılması ve barajın yüzde beşe düşürülmesi gerekir. Bunlar olursa süreç gelişir ben de üzerime düşeni yaparım.”

SORUN DİYARBAKIRSPOR’UN LİGDE KALMASI DEĞİL

“Böyle ciddi ve dağ kadar sorunlar varken ciddi yaklaşılmıyor. Diyarbakır Spor’un ligde kalması için herkes;

Erdoğan, Baykal, Bahçeli uzlaşmış. Yani Diyarbakır Spor ligde kalırsa sorunlar çözülecekmiş gibi basit yaklaşıyorlar.

Diyarbakır Spor’u bile tasfiyenin bir aracı gibi kullanmak istiyorlar, işi buraya kadar düşürdüler. Sanki Diyarbakır Spor

ligde kalırsa Kürtlerin ulusal onuru kurtarılıyormuş gibi yaklaşanlar da var. Bu işler bu kadar basit değil. Tehlike gerçekten

büyüktür.”

PKK, EL KAİDE’Yİ CEBİNDEN ÇIKARIR

“ABD’ye söylüyorum, Taliban’a yalvarıyorsun görüşmek için ama biz silahları gönüllü bırakmak istediğimiz halde

bizimle görüşmüyorsun, bitireceğim, tasfiye edeceğim diye PKK’yi sıkıştıracağım diyorsun. Bir kediyi bile sıkıştırdığın

zaman kedi yüzünü tırmalar. PKK’yi sıkıştırırsan PKK de kendini korur, savaşır. Gerilla savaşını mı yükseltir, şehir

eylemleri mi yapar bilemiyorum ama kendilerini her türlü savunurlar. PKK’yi tanıyorum. PKK, El Kaide’ye benzemez, El

Kaide değildir, El Kaide’yi cebinden çıkarır. PKK gücünü geliştirmiştir, yükseltmiştir. PKK de üç kuşak vardır; eski, orta ve

yeni kuşak güçleri vardır, deneyimleri vardır, önderlikleri vardır. Süleymaniye’den Karadeniz’e kadar gerilla gücü vardır,

Page 35: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

direnir. Bu direniş sadece PKK-Kürt direnişi de değildir, halkların direnişidir, Türkiye adına Türkiye halkları adına da bir

direniş olacaktır.”

KÜRTLER ESKİ CAHİL KÜTLER DEĞİLDİR

“PKK sınırları değiştirmiyor, ABD’nin çizgisine gelmediğimiz için sınırları değiştireceğimizi söylüyorlar, öyle

olmadığını ABD’de iyi biliyor. Bizim sınırları değiştirmek gibi bir hedefimiz yok. Silahlar da bizim için vazgeçilmez değildir,

kendimizi korumak ve savunmak içindir. Çözüm gelişirse silahlar bırakılır. Kürtler eski cahil Kürtler değildir, Kürtleri

kandıramazlar.”

BAYKAL VE BAHÇELİ JİTEMCİ-FAŞİSTTİRLER

“Tehlike büyük, bunu herkese anlatmak gerek. Daha önce bir saatte yapılanlar, şimdi bir dakikada, bir haftada

yapılanlar bir günde yapılmalı. Mustafa Kemal neden acele etti, oyunu gördü, şimdi de böyle, şimdi de oyun var. Öyle

beklemekle olmaz. Ben eminim ki iyi anlatılırsa Türk halkının yüzde doksanı bu sürece gelir. Zannedersem altı-yedi parti

var, EMEP, ÖDP de var herhalde. Bunlar hızla bir araya gelebilir, bir çatı olur. Şimdi EDP de var. Gerekirse çatının çatısı

gibi EDP’yi de içine alan bir oluşuma gidilir. Hatta bütün demokratlara gidilebilir. AKP içinde, CHP içinde de demokratlar

var. Bunlarla da görüşülür. Bu oluşum daha da genişletilebilir. Genişlemeye göre yeni modeller de bulunabilir. Bu

çalışmalar hızlandırılmalıdır. Sol hakkında şunu söyleyebilirim; bu işler öyle lafla falan olmaz. Pratik gerekir. Siyaset ciddi

iştir, halkın işleri ciddi işlerdir. Sorumluluk alınmalıdır. Böyle yapılırsa AKP de boşa çıkarılır. Aslında AKP perdedir,

arkasında başka oyunlar var. Küresel sermaye, Finans Kapital Türkiye’yi ele geçirmiştir, AKP bunlara teslim olmuştur.

Baykal ve Bahçeli Jitemci-faşisttirler. ABD’de bunlardan desteğini çekti. Paniklemeleri bundandır. Ama AKP’de de

CHP’de de demokratlar vardır. Bu konular onlarla da görüşülmeli. Hızla yeni bir alternatif yaratmak gerekiyor. Tekrar

ediyorum. Mustafa Kemal nasıl ki Kürtlerle ittifak yaparak başardıysa ben de Türklerle ittifak yapmak arayışındayım.

Rolümü abartmıyorum ancak yapmak istediğim budur. İngiltere, ABD-NATO oyunları ancak böyle boşa çıkarılabilir.”

MÜSLÜM DOĞAN MALATYA KÜRTLÜĞÜNÜN ONURUDUR

“Aslında daha önce üzerinde duracaktım. Kendini yakan Malatyalı genç arkadaşa, Ebu Müslüm Doğan’a ilişkin bir

şeyler söylemek istiyordum. Ben geçmişte Malatya Kürtlüğünü eleştirmiştim, sert de eleştirmiştim. Ancak bu genç

arkadaşla Zeynep Kınacı şahsında yeni bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bunlar Malatya Kürtlüğünün onurudur. Ben

bile bu arkadaşlar karşısında kendimi ezik ve çok sorumlu hissediyorum. Geçmişte Zeynep Kınacı’nın sesini de

dinlemiştim. Bence bu arkadaşlar için Malatya’da bir anıt yapılmalıdır. Malatya Kürtleri bu arkadaşların yüce kişiliğini, bu

arkadaşların anısını yaşatmalıdır.”

GENÇLERE SELAM

“Cezaevlerinden gelen mektuplar var. Veysel Avcı Feminizmle ilgili yazmış. İyi yoğunlaşmış. Erzurum

cezaevinden Cahit İlboğa, Hüseyin Ahmet’in mektubunu aldım. 1916-1919 arası Mustafa Kemal Kürt ilişkilerini yazmış.

İyi sonuçlara ulaşmışlar. Adıyaman cezaevinden Gülizar Akın’ın mektubunu aldım. Diyarbakır cezaevinden Nesrin

Akgül’ün mektubunu aldım. Daha cezaevlerinden birçok mektuplar geldi. Hepsine selamlarımı iletiyorum.Batman halkına

özellikle gençlere ve kadınlara özel selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Ortak mücadele hattı örülmeli

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, tehlikeli bir süreçten geçildiğine dikkat çekerek, “Tehlikeler herkesi

beklemektedir. O yüzden ortak mücadele hattı an be an saat saat örülmelidir” dedi. Anayasa değişikliği konusunda

tutarsız tartışmalar yürütüldüğünü belirten Öcalan, eğeri pakette değişiklik olmazsa, güçlü bir ‘Hayır Cephesi’

oluşturulmasını önerdi. Öcalan ayrıca PKK mücadele sürecinde ‘üçüncü dönem’in bittiğini, Newroz’la yeni bir sürece

girildiğini vurguladı.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın haftalık olağan görüşmesi sırasında gündemdeki konulara ilişkin önemli

açıklamalarda bulunduğu öğrenildi.

RAKKA’DAKİ SALDIRI JİTEMVARİ BİR İŞ OLABİLİR

Page 36: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

21 Mart Newroz günü Suriye devlet güçlerinin Rakka kentinde Kürtlere karşı düzenlediği saldırıya değinen

Öcalan bu konuda şunları söyledi: “Suriye-Rakka’daki Newroz kutlamalarına saldırı olmuş, üç kişi hayatını kaybetmiş

sanırım. Oradaki yönelim jitemvari bir yönelim olabilir. Bu olayın iyi araştırılması gerekiyor. Jitemvari bir yapının işi

olabilir. Bir provokasyondur diye düşünüyorum. Bu olayın Kürt şehirlerinde değil de Rakka’da olması düşündürücüdür.

Suriye içinde jitemvari yapılar, Kürtlerle diğer halklar arasındaki dostluğu provoke etmeyi amaçlamış olabilirler. Böyle bir

yapının işi olabilir. Kürtlerin Rakka’da hedef alınması ilginç. Bu olayın iyi araştırılması gerekiyor. Bu olayda yaşamını

yitirenlerin ailelerine, halkımıza başsağlığı diliyorum.”

URFA’DA JİTEM’E DAYALI GİZLİ YAPILANMALAR VAR

Urfa’da da JİTEM’e dayalı geçmişten gelen gizli yapılanmalar olduğuna dikkat çeken Öcalan şöyle devam etti:

“Hilvan’da büyük emeklerimiz, mücadelemiz oldu. Aslında sadece Hilvan’da değil Siverek’te birçok yerde bu mücadeleyi

yürüttük. Urfa’da JİTEM’e dayalı geçmişten gelen gizli yapılanmalar var. Bunlar daha çok devletten beslenen çevrelerdir.

Bahçeli de Urfa’ya gelip propaganda yapacak. Bahçeli orayı kullanmaya çalışıyor. Bahçeli Urfa’ya gittiğinde propaganda

yapacağı kesim işte bu devletten nemalanan kesimlerdir. Burada bazı aşiretler halk üzerinde baskı kurmaya çalıştı.

Urfa’da kendini gizli tutan ve devletten nemalanan bu baskıcı güçler var. Yine bir takım çocuk ölümleri meydana geldi

Urfa’da. Çocuk ölümlerinde artış oldu. Bu ölümlerin de bu gizli yapılanmalarla ilişkisi olabilir. Bu çocukların niçin öldükleri,

ölüm nedenleri açıklanmıyor, ilginçtir, üzerinde düşünülmesi gerekiyor. Yine kendi köyümün gençlerini düşünüyorum.

Bizim köyün gençleri kolaylıkla yurt dışına çıkabiliyor, Türkiye’de pasaport alıp yurt dışına çıkma koşulları o kadar zorken

bu gençlerin bu kadar kolay pasaport ve vize işlemlerini kolayca halledip yurt dışına çıkmaları düşündürücüdür.”

URFA BİLİNÇLİ OLARAK BOŞALTILMAYA ÇALIŞILIYOR

Öcalan, bu konudaki görüşlerini şöyle sürdürdü: “Aslında burada amaçlanan buraların bilinçli olarak

boşaltılmasıdır. Bu politikalar gizli bir şekilde hayata geçirilmeye çalışılıyor. Urfa’daki halkın büyük kesimi dışarıya

ırgatlığa gidiyor, bir nevi o bölge boşaltılmaya çalışılıyor. Kürtler kaçırtılıp oranın yapısı değiştirilmeye çalışılıyor. Orada

barajlar ve sulama kanalları yapıldı. Yapılan barajlarla, sulama kanallarıyla birlikte oraya gelen büyük Arap sermayesi ve

İsrailliler oradaki arazilere göz diktiler. Buradaki arazileri almaya çalışıyorlar. Araplar sermayelerini kullanarak holdingler

ve fabrikalar kuruyorlar. İsrail ise burada toprak almaya çalışıyor. Bu şekilde bu kesimler orada sermayelerini geliştirirken

orada aç bırakılan insanların açlığını, yoksulluğunu kullanarak, insanları açlıkla terbiye etmeye çalışıyorlar. Böylece

buranın yapısı değiştirilmeye çalışılıyor. Burada hem kat kat klasik ulusal sömürgecilik hem de küresel sermayenin

uluslararası sömürüsü var. Tabi bu keskin bir sınıf ayrışmasına yol açıyor. Bu belirttiklerim sadece Urfa’ya özgüdür

demiyorum. Her ilin farklılığına göre farklı politikalar uygulanıyor. Her ilin özelliklerine göre ayrı politikalar uygulanıyor.

BİTLİS VE BATMAN’DA DA OYUNLAR OYNANIYOR

Bitlis ve Batman gibi yerlerde de bu oyunlar oynanıyor. Bitlis’te holdingler kurdurularak bu politikalar

uygulanıyor. Bölgeyi bu şekilde değerlendirmek gerekir. Bu tür ekonomik-kültürel oyunlar, politikalar anlaşılmalıdır.

Ekonomik ve kültürel politikalar anlaşılmadan siyaset yapılamaz. BDP de oradaki bu oyunları görmeden oralarda doğru

bir siyaset geliştiremez. Bu bir ekonomik soykırımdır. Bu ekonomik soykırım anlaşılmadan siyasal, kültürel soykırımları

anlamak da mümkün değildir. BDP’nin bunları görerek siyaset yapması gerekiyor. Ekonomi-politik çözümlenmeden,

anlaşılmadan siyaset geliştirilemez. BDP bu ekonomik kırımı, faili meçhulleri ve katliamları anlamadan politik-kültürel

soykırımı anlayamaz, doğru bir siyaset geliştiremez.”

OYUNLAR LONDRA MERKEZLİ

“Aslında bütün bölgede, her yerde ayrı ayrı oyunlar oynanıyor” diyen Öcalan, oyununların Londra merkezli

olduğuna işaret etti. Öcalan şunları ifade etti: “Bu küresel kapitalizmin bir oyunudur. Bu oyunlar Londra merkezlidir,

oyunların arkasında İngiltere ve ABD var. Bu güçler bugün NATO’yu da kullanarak bu politikalarını hayata geçirmeye

çalışıyorlar. Avrupa’daki baskılar, Roj tv’ye yapılan baskılar hep bu merkezden yönetiliyor. 15 Ağustos Atılımını

yaptığımızdan beri yani 1984’ten bugüne 25 yıldır bu güçler bizimle uğraşıyorlar. Almanya’nın bu tarihten beri bize

yaklaşımı biliniyor. Bizim üzerimizdeki NATO politikaları ağırlıklı olarak Almanya üzerinden yürütüldü. Zaten NATO’nun

Türkiye politikaları Almanya üzerinden geliştirildi ve geliştiriliyor. Almanya NATO’nun Türkiye politikalarının yerel

ayağıdır. Almanya da NATO’nun Türkiye politikalarını uyguladı. 1999’a kadar tam 15 yıl NATO-Gladio’sunun Türkiye’deki

ayağı JİTEM’i, bize karşı kullandılar. 1985’ten 1999’a kadar 15 yıl boyunca Türkiye üzerindeki NATO politikaları ağırlıklı

olarak Almanya üzerinden yürütülürken Türkiye içinde de bu politikalar Gladio’nun Türkiye uzantısı JİTEM eliyle

uygulandı. Aslında bu Ergenekon JİTEM’in deşifre olmasından sonra kuruldu. 1999’larda JİTEM lağvedildi onun yerine

Ergenekon devreye konuldu.”

AKP, İNGİLİZ,ABD-NATO POLİTİKALARININ UYGULAYICISIDIR

Page 37: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“NATO Türkiye’den birşeyler koparma karşılığında Türkiye’ye Kürtler konusunda tavizler veriyor. Ancak NATO,

Türkiye’de iktidarlar kendi isteklerinin dışına çıktığında ise gözden çıkarmak için bir dakika bile düşünmez, onları gözden

çıkarır. Erdoğan bunu göremiyor. Menderes biliniyor Rusya’ya gidecekti, bu nedenle devre dışı bırakıldı. Yine Demirel, o

da Rusya’ya gidecekti, o da devre dışı bırakıldı. Sonrasında Ecevit Hükümeti Irak operasyonu kapsamında o dönem

taviz vermediği için Ecevit’in sağlığını bozdular, devre dışı bıraktılar ve sonrasında AKP iktidara getiri ldi. Zaten o dönem

ABD’nin ılımlı islam projesi de vardı. AKP bunun üzerine denk geldi ve iktidara getirildi. Aslında şimdiye kadar bunu

söylemedim ama şimdi söylüyorum. AKP İngiliz-ABD-NATO politikalarının uygulayıcısıdır. AKP bu politikalar için yeni bir

araçtır. Bunun dışında AKP’nin bir anlamı yoktur. Şimdilerde AKP eliyle birçok şeyi hayata geçirmeye çalışıyorlar.

Aslında AKP’nin tabanının ve AKP içindeki Kürtlerin de olan bitenden pek haberi yok.”

OLAN BİTENİ SADECE ERDOĞAN VE BAŞBUĞ BİLİYOR

“Olan biteni sadece Erdoğan biliyor. Bu durumdan sadece Erdoğan ve Başbuğ haberdar. Bunların birbirleriyle

yaptıkları haftalık toplantılar ve yurt dışına gidip yaptıkları toplantılarda hep Kürtlerle ilgili bu sorunlar tartışılıyor, karara

bağlanıyor. Bütün bu operasyonların kararları bu toplantılarda alınıyor. ABD, Kürtlere “gelin AKP koalisyonunun bir

parçası olun” deniyor. Buradan da net olarak anlaşılıyor ki, AKP’nin sorunu çözmek gibi bir niyeti yok, çözer gibi yapıyor

ama çözmüyor, ABD’nin politikalarını uyguluyor. Bu temelde yaptıklarından bile geri adım atabilir. Çünkü attıkları

adımların hiç bir anayasal-yasal altyapısı bulunmuyor.”

AVRUPA’DAKİ HALKIMIZ MÜCADELELERİNİ YÜKSELTMELİ

“Bunun dışında yapabilecekleri fazla bir şey yok” diyerek sözlerini sürdüren Öcalan, “En fazla Avrupa’da bir iki

operasyon yapabilirler, Roj Tv ellerindedir onu kapatabilirler, çalışanlarına baskı uygulayabilirler. Avrupa’daki halkımız da

bu yönelimlere karşı mücadelelerini yükseltmeli, örgütlülüklerini, sahiplenmelerini geliştirmelidir” diye belirtti.

BAYKAL VE BAHÇELİ’NİN ÇÖZÜMÜ DEHŞET BİR ANLAYIŞTIR

Öcalan şöyle devam etti: “AKP’nin bu yaklaşımlarının yanı sıra CHP ve MHP’nin Kürtlere yaklaşımı dikkatle

izlenmelidir. Bahçeli “Diyarbakır’ı, bölgeyi yeniden fethedelim” diyor. Fethin nasıl olabileceği biliniyor. Yani “tankla, topla,

tüfekle üzerlerine gidelim” diyor. Bütün Kürtleri keselim, topyekün ortadan kaldıralım demeye getiriyor. CHP’nin sözde en

ılımlılarından Onur Öymen de “Dersim’deki gibi meseleyi halledelim” diyor. Baykal’ın Dersim yöntemi ve Bahçeli’nin

fetihçi anlayışı ortadadır. Bu belirttiklerim Baykal ve Bahçeli tarafından bizzat dile getirilmiştir, onların kendi ağızlarıy la

söyledikleri şeylerdir. Bunların Kürtler için düşündükleri çözüm anlayışları budur ve bu anlayış çok korkunç dehşet bir

anlayıştır. Bu iki anlayışa AKP’nin tasfiyeci yaklaşımı da eklendiğinde Kürtleri bekleyen tehlikenin büyüklüğü

anlaşılmalıdır.”

ÖZKÖK VE BAŞBUĞ’UN ÇIKIŞI ÖNEMLİ

Özkök ve Başbuğ’un ortaya çıkışının da önemli olduğunu belirten Öcalan, şu değerlendirmelerde bulundu:

“Özkök ve Başbuğ’un çıkışı da önemli ve dikkat çekicidir. 12 Eylül öncesi sol cuntacılar ve sağ cuntacılar vardı. Bu iki

gücün çatışması sonucu aradan Evren çıktı. Darbe yaparak yönetimi ele geçirdi. Yine 12 Mart dönemi de benzerdir. 9

Mart olayı biliniyor. Solcu generallerin darbe girişimi vardı. O dönem sağcı Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç

çizgisiyle, solcu hava kuvvetleri komutanı Orgeneral Muhsin Batur çizgisi çatışıyordu. Sonuçta sağcı kanat darbeyi yaptı.

12 Mart’taki çatışmalar nasılsa, 12 Eylül’de iki karşıt gücün arasında nasıl Evren çıktıysa, 1999’lardaki durum da o

dönemlere benzerdi. Karadayı-Kıvrıkoğlu çizgisi ile Doğan Güreş-Çevik Bir-Çiller çizgisi arasındaki çatışmadan da

Özkök-Başbuğ sıyrılarak aradan çıktı. Kıvrıkoğlu ve Karadayı, Doğan Güreş-Çiller-Çevik Bir çizgisine göre daha

yurtsever, daha Türkiye içine dönük kişiler gibi görünüyordu. Doğan Güreş-Çiller-Çevik Bir çizgisi ise İngiltere ve ABD

güdümündeydi.”

KIVRIKOĞLU TEHLİKEYİ GÖRMÜŞTÜ

“1990’da Özal, bu sorunu bizimle çözmek istemişti. Yine o dönem Genelkurmay ve devlet içinde belli kişiler bize

haber gönderip bu sorunu çözmek istediklerini belirtmişlerdi. Ancak Doğan Güreş ve Çiller İngiltere ve ABD tarafından

devreye sokulup bu süreç sabote edilmişti. Biliniyor Doğan Güreş o dönem Londra’ya gitmişti, dönüşte, gazetecilere

“bize yeşil ışık yakıldı” demişti. O dönem böyle yitirilmişti. Beni buraya 1999’da getiren ekip çok donanımlı bir ekipti.

1999’da ben buraya getirildiğimde Kıvrıkoğlu adına birileri gelip benimle görüşmüştü. Ancak bunlar benimle görüşürken

kısık sesle konuşuyorlardı, tasalıydılar, korkuyorlardı. Ben o zaman bu davranışlarına pek anlam verememiştim. Meğer o

dönem Kıvrıkoğlu ekibi NATO tarafından tasfiye edilmekten korkuyormuş. Hatta biliniyor 1997 yılında Kıvrıkoğlu, Kıbrıs’ta

bir suikast girişiminden kurtulmuştu. Kurşun omuzunu sıyırarak arkadaki Albay Vural Berkay’ın ölümüne neden oluyor.

Sonradan farkettim ki Kıvrıkoğlu NATO’dan habersiz olarak birşeyler yapmak istedi. Kıvrıkoğlu gerçekten kıvrak

zekalıymış, tehlikeyi görmüştü, birlikte çözümden yanaydı ama izin vermediler, o ekibi tasfiye ettiler. O dönem İngiltere

Page 38: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

ve ABD’nin desteğini arkasına alan Çevik Bir ve ekibiydi. Kıvrıkoğlu ekibi, Çevik Bir’in temsil ettiği çizgiden korkuyorlardı.

Kıvrıkoğlu ekibi o zaman bana “savaşın tırmanması hem Kürtlere hem Türklere, size ve bize, her iki tarafa da kaybettirir”

demişlerdi. Aytaç Yalman da bir demecinde “biz Apo ve PKK’yi yanlış değerlendirdik, Kürtlere yanlış yaklaşım gösterdik”

demişti. Bu onların o dönem ki yaklaşımlarındaki pişmanlığın ifadesidir. Onlar da o dönem bir fırsatın kaçırıldığını kabul

etmiş oluyorlar. 2002’ye kadar süreci bu şekilde getirdik. O dönem çözüm için bir zemin vardı aslında. Ecevit Hükümeti o

dönem iktidardaydı. Ecevit Hükümeti aslında bir geçiş hükümetiydi. Kenan Evren nasıl 12 Eylül döneminde sağ ve sol

cuntanın arasından sıyrılıp çıktıysa 2002’den sonra Karadayı-Kıvrıkoğlu çizgisiyle Doğan Güreş-Çevik Bir çizgisi

arasından da Özkök sıyrılarak çıkmıştır. Ecevit Hükümeti o dönem de düşürüldü. Yani Ecevit’in Irak işgaline ve ABD’nin

Ortadoğu politikalarına karşı çıkması kendisinin sonunu getirdi. Biliniyor ki Ecevit’in o dönem sağlığını bozdular. Ondan

sonra AKP tek başına iktidara getirildi. Böylece Irak’a müdahaleyle birlikte yeni bir sürece girildi.”

ÜÇÜNCÜ DÖNEM BİTTİ, NEWROZ’LA YENİ DÖNEM BAŞLADI

Newroz’da yeni bir dönemin başladığını söyleyen Öcalan, “Şimdi 2010 Newrozuyla yeni bir sürece girildiği

söyleniyor. Doğrudur, ben de bu tespite katılıyorum. Üçüncü dönem bitti. Birinci dönem 1973-84’e kadar olan dönem.

İkinci dönem 1984-93 arasıdır. Üçüncü dönem ‘93’ten bugüne kadar olan dönemdir. Aslında ben bu üçüncü dönemin

2002’de bittiğini ilan edecektim. Ancak bu Hükümet bir şeyler yapar, gerçekleştirir umuduyla bundan vazgeçtim,

bekledim. 2002’den bugüne kadar olan gelişmeler gösterdi ki AKP, İngiltere ve ABD politikalarını uygulayarak bizi tasfiye

etmeye çalışıyor. AKP’nin gelişimi bu temelde oldu” dedi.

BALYOZ OLAYI AVRASYACI KESİMDİR

Öcalan şunları ifade etti: “Ayrıca 1999’a kadar varlığını sürdüren JİTEM lağvedildi yerine Ergenekon geçirildi.

Geçmişte JİTEM’in yaptıklarını 1999’dan sonra Ergenekon örgütlenmesi yaptı. 1999’dan sonra bazı faili meçhul olaylar

gerçekleştirildi. Bunlar Ergenekon eliyle gerçekleştirildi. AKP’nin 2002’de iktidara gelişi ve bölgede Irak’a müdahaleyle

birlikte değişen dengelere tepki olarak bugün Balyoz hareketi olarak bilinen olaylar patlak verdi. Bu Balyoz olayı farklıdır,

bunlar Avrasyacı kesimdir, Ergenekon kapsamında değerlendirilemez. Bunlar “Kürtlere operasyon yapıp tamamen

katledelim” diyorlar, çok katıdırlar. ABD ise “liberal haklar” diyor. Liberal haklar nedir? İşte AKP eliyle uyguladığı

politikalardır. O dönem, AKP’nin iktidara geldiği ilk dönemlerdir. Sinagoglar bombalandı, ABD konsolosluğu ve İngiliz

bankasına saldırılar oldu. Bu saldırılar bugün Ergenekon faaliyeti olarak adlandırılıyor ancak öyle değil. O dönem yapılan

bu eylemler İngiltere-ABD politikalarına karşı bir tepki niteliğindedir. Kendilerine Avrasyacı diyorlar, kendilerini böyle

adlandırıyorlar. Bunlar Kızılelmacı olarak da adlandırılıyor. Kızılelmacılar bunların siyasal alandaki temsilcileridir, siyasal

ifadeleridir. Bunlar AKP-ABD’nin ılımlı islam projesine karşı geleneksel duygularla yapılmış tepki niteliğinde eylemlerdir.

ABD’nin yeni politikalarına duyulan bir tepkinin ürünüdür. Bunlar yeni dönemde ABD tarafından terkedildikleri,

desteklenmedikleri düşüncesi ile bu eylemleri yapmışlardır. Yoksa bunların bahsedilen Ergenekon’la bağlantısı yoktur.

Şimdiki Silivri Cezaevi, o dönem politikalarına tepki duyan ve eyleme geçen bu kişiler için hazırlanmış bir cezaevidir. Asıl

yargılananlar bunlardır.”

ERGENEKON VARLIĞINI KORUYOR

“Yoksa bu gerçek bir Ergenekon davası değildir, eğer böyle olsaydı onbinlerce faili meçhuller aydınlatılırdı”

diyen Öcalan, “Ergenekon sadece bunun kılıfıdır. Yoksa ne Ergenekonu? Ergenekon hala varlığını koruyor. Bu Silivri

yargılamaları bir nevi Ergenekon’u aklama davasıdır. Madem bu Ergenekon yargılamasıdır deniliyor, bölgede işlenen 17

bin faili meçhul cinayet var, bunlar Ergenekon davasının konusu bile edilmiyor. Böyle Ergenekon operasyonu olur mu?

Faili meçhullere bile değinilmiyor. Bu olaylar bu şekilde anlaşılmazsa 17 bin faili meçhul 170 bin faili meçhule çıkar”

ifaelerini kullandı.

20 MİLYON KUZEY KÜRDÜ GÖZDEN ÇIKARILDI

Öcalan şu tespitlerde bulundu: “İngiltere-ABD gücü bugün bölgesel politikalarına destek olması şartıyla AKP’ye

Kuzey Kürtlerine istediğini yapabilirsin diyor. Bu güç aldığı tavizler karşılığında 20 milyon Kuzey Kürdünü gözden

çıkarmıştır. İşte bu güç verdiği şeyler karşılığında tavizler alan bir güçtür. Mustafa Kemal döneminde de aynı politikalar

geçerliydi. Musul-Kerkük’ün kendilerine verilmesi karşılığında Mustafa Kemal’e ‘’Kuzey Kürtlerine istediğini yapabilirsin’’

denilmiştir. Cezaevindeki arkadaşlar da bu konuları gönderdikleri mektuplarda oldukça ayrıntılı bir şekilde işlemişler.

Onlar da aynı sonuca varmışlar. Biliniyor Mustafa Kemal dört yıl boyunca Kürdistan’da kalıyor 1916-1917-1918-1919

yıllarında Kürdistan’da kalıyor. Bitlis, Silvan ve Diyarbakır’da bulunuyor. Bu illeri dolaştıktan sonra en son Erzurum’a

gidiyor. Erzurum Kongresi bu dönemin sonlarında yapılıyor. Mustafa Kemal bu dönemde Kürtlerle ittifak yapıyor ve

Kürtler tarafından Erzurum Kongresi Reisi seçiliyor. Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından destekleniyor.

Yine o dönem 7. Kolordu Komutanlığı tamamen Kürtlerden oluşmaktaydı. 7. Kolordu Komutanlığı ve Şark Vilayetleri

Page 39: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin Mustafa Kemal’i desteklemesi sonucunda Mustafa Kemal tarihteki rolünü oynayabiliyor,

tarih sahnesine çıkabiliyor.”

KÜRTLER MUSTAFA KEMAL’İ RESİ SEÇMESELERDİ KURTULUŞ MÜCADELESİ OLMAYACAKTI

“Kürtler Erzurum Kongresinde Mustafa Kemal’i Reis seçmeselerdi, Kurtuluş Mücadelesi diye bir şey olmazdı. O

zaman da Türkiye diye birşey olmazdı. Kürtlerin bu ittifakı olmasaydı Mustafa Kemal diye bir şey olmazdı. O yüzden ben

o dönemki mücadeleye bundan sonra Kürt Ulusal Kurtuluş mücadelesi diyeceğim. Bu mücadele hem Kürtlerin hem de

Türklerin Ulusal mücadelesi oluyor. Hatta o dönem biliniyor Binbaşı Noel Adıyaman tarafına kadar gelip Kürtleri

kışkırtmaya bu ittifakı bozmaya çalışıyor. Ancak bunu başaramıyor. Hatta o dönem Suruç’ta, -Suruç Rakka hattındadır–

300 Fransız askeri öldürülüyor, Fransızlar buradan kovuluyor. Bu ittifakın içinde o dönem Mir Dengir Fırat’ın dedesi de

vardır. Mustafa Kemal’in Kürtlerle ittifakı bu şekildedir. Diğer taraftan da içeriden İngiliz yanlısı İttihatçılarla Mustafa

Kemal sıkıştırılıp Kürtlerle yaptığı bu ittifaktan vazgeçirilmeye çalışılıyor. Mustafa Kemal ya tasfiye edilecekti ya da bu

politikalara uyacaktı. İçeride İttihatçı kadroların kuşatması altında Mustafa Kemal buna mecbur bırakılıyor. Bugün de AKP

için aynı politikalar uygulanıyor olabilir. Bu politikalar sonucunda Mustafa Kemal ve Kürtler arasındaki ittifak daha sonra

Kürtlerin aleyhine bozuluyor. Musul ve Kerkük karşılığında İngilizler Mustafa Kemal’e Kuzey Kürtlerine istediği gibi

davranma özgürlüğünü veriyor. O dönem Ortadoğu’nun sınırları böylece çizilmiş oluyor. Hatta o dönem Mustafa Kemal

ilk anlaşmalarını 1921’de Fransızlarla, 1922’de İngilizlerle yapıyor. Bu antlaşmalarla ilişkilerini karşılıklı olarak

geliştiriyorlar. Kürtler, bu ittifakın bozulması sonrasında yeni statülerine karşı çıkıyor ve Şeyh Sait İsyanı bu koşullarda

ortaya çıkıyor.”

İSYANIN ÖNDERİ CİBRANLI HALİT BEY’DİR

“Aslında isyanın önderi Cibranlı Halit Bey’dir -cezaevinde bulunan torununun hala mektupları bana geliyor onlar

da belirtiyorlar, benim yaptığım bu tespitleri mektuplarında yapıyorlar–. Şeyh Sait bu isyana önderlik yapabilecek biri de

değildir. Bu isyanın liderleri daha isyan başlamadan tek tek imha ediliyorlar. Kürtlerin Cumhuriyete olan tepkileri böyle

ortaya çıkıyor. O gün Mustafa Kemal’e Musul-Kerkük karşılığında Kuzey Kürtlerini teslim eden güçler ile bugün kendi

bölgesel politikalarına hizmet karşılığında Kuzey Kürtlerini AKP’ye teslim eden güçler, aynı güçlerdir. Bugün Kürtlere

yapılan siyasi ve kültürel soykırımdır. Bu siyasi ve kültürel soykırım fiziki soykırımdan daha da tehlikelidir. Geçmişte nasıl

Ermenileri sürdülerse Pontusları, Rumları sürdülerse Kürtlere yapılmak istenen de aynısıdır. Küçük Ermenistan devleti

kurararak Ermenileri Anadolu’dan sürdüler, Küçük Rum devleti kurarak Rumları Anadolu’dan sürdüler. Pontusları

Yunanistan’a sürdüler.”

KÜRTLERİ ANADOLUDAN SÜRMEYE ÇALIŞACAKLAR

Öcalan Kürtlerin sürülmek istendiğini şu sözlerle anlattı: “Kürtleri de işte Güney’de küçük bir devlet kurarak

Anadolu’dan sürmeye çalışıyorlar. Ermeniler ve Rumlara yaptıkları gibi Kürtlere de o küçük devleti adres gösterip Türkiye

Kürtlerini Anadoludan sürmeye çalışacaklar. Coğrafyayı ıssızlaştıracaklar. Amaçları budur. Bu politika dehşettir. Bu

politikalar hayat bulursa Anadolu Türklüğü de kaybeder. Bu ıssızlaşma Türklerin de ıssızlaşması anlamına gelecektir.

Burada Türkler de kaybedecektir. İşte İsveçte Ermeniler hakkında verilen kararda görüldüğü gibi bunların tek tek

işaretleri veriliyor. Bu politikalar Türklerin de yararına değildir.”

Bu nedenle ortak mücadelee hattı öneren Öcalan, şöyle dedi: “O yüzden BDP bu bilinçle Türkiye’de kendini bir

Türkiye partisi gibi örgütlemelidir. Sol ve demokrat güçlerle birlikte ortak bir mücadele bloğu oluşturmalıdır. Türkiye’de

bahsettiğim tehlikeler herkes içindir, tehlikeler herkesi beklemektedir. O yüzden ortak mücadele hattı an be an saat saat

örülmelidir. Bu konuda yoğun çaba sarfedilmelidir, ciddi olunmalıdır. Herkes bu konuda üzerine düşen görevi yerine

getirmelidir.”

KÜRTLER İKİ MAKAS ARASINDA

Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Tarihsel anlamda ABD-İngiltere politikaları belirttiğim gibidir. Ortadoğu tarshini

bu şekilde inşaa etmişlerdir. Daha önce makas örneği vermiştim. Bu ABD-İngiltere küresel politikaları makasın bir

ucudur. Makasın diğer ucunda ise İran-Suriye-Türkiye gibi geleneksel-yerel imhacı güçler var. İşte Kürtler bu makasın iki

ucu arasında kalmışlardır. Kırp, kırp, kırp diye kırpılıp, yok edilmeye çalışılmaktadırlar. Türkiye, Suriye ve İran arasında

bu konuda üçlü bir uyum var. Bu geleneksel-yerel imhacı güçler kendi aralarında uzlaşarak Kürtlere yönelik bu

politikalarını, bu geleneklerini sürdürmeye çalışıyorlar. Irak’ı şu anki konumu itibariyle bunların dışında tutuyorum. Suriye

ve İran’ın durumu boğulan adam misalidir. Boğulan adam nasıl yılana sarılırsa Suriye ve İran da üzerlerindeki baskıdan

dolayı Türkiye’ye sarılmaktadırlar. Kendi üzerlerindeki dış baskıları hafifletmek ve etkisini kırmak için Türkiye ile zorunlu

olarak yüksek düzeyli antlaşmalar yapmaktadırlar.Türkiye’ye bu amaçla yakın durmak zorundadırlar. Kürtlere

yaklaşımlarını da bu durumlarına göre belirlemektedirler. Bu üç devletin aralarında yaptığı anlaşmaların temel nedeni de

Page 40: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

budur. Çıkarları ortaktır. İşte Rakka’daki saldırılar bunun en açık örneğidir. Kürtlere yaklaşım konusunda adeta birbirleri

ile yarışmaktadırlar.”

KÜRTLERE ULUSAL KONFERANS ÇAĞRIMI YİNELİYORUM

“Ancak Irak ayağında bunu tam uygulamanın koşulları yok. Irak’ı bu durumun içine katamayız, Irak farklıdır.

Irak’taki halkımız da kendilerini korumalıdır, gerekirse korunabilecekleri alanlara çekilebilirler. Yine İran’daki halkımız

katliamlara karşı korunmak için Bradost bölgesinde güvenli alan yaratabilir. Makasın iki ucu arasına alınan bütün Kürtler

için Ulusal Konferans çağrımı yineliyorum. Bu konuda daha önce beş teorik dört pratik önerilerimi referans olarak

belirtmiştim.”

ANAYASA KOMPLOSUNA KARŞI ‘HAYIR CEPHESİ’ OLUŞTURULMALI

AKP’nin Anayasa değişiklik paketine de değinen Öcalan, bu paketin oldukça tutarsız olduğunu söyledi. Öcalan,

“Anayasa değişikliği konusunda tutarlı tartışmalar yapılmıyor. Oldukça tutarsız tartışmalar yapılıyor. Benim bu Anayasa

konusundaki tespitim şudur; Anayasa paketiyle amaçlanan hukuk komplosudur, anayasa komplosudur. Benim

geliştirdiğim slogan “Anayasa Komplosuna Hayır Demokratik Anayasaya Evet” şeklindedir. BDP Anayasa paketi

konusunda şartlarını ileri sürmüştür bunu olumlu karşılıyorum bu şartları kabul edilirse Anayasa paketini

destekleyebilirler. Ancak ileri sürdüğü şartlar kabul edilmezse Türkiye’deki diğer Sol ve demokrat çevrelerle birlikte güçlü

bir Hayır Cephesi, ortak muhalefet bloku oluşturulmalıdır” diye belirtti.

BAŞBAKAN’A ‘MUHATTAPLIK’ CEVABI

Muhattaplık sorununa da dikkat çeken Öcalan şöyle konuştu: “Ben buradan tekrar söylüyorum. Sayın Başbakan

hakkındaki görüşlerim yanlış anlaşılmamalı. Gerçekçi olmak durumundayız. Sayın Erdoğan belki bu sorunu şu anda

çözebilecek tek liderdir. Ancak biz bunu bilemeyiz. Belki çözmek istiyordur, engelleniyordur ya da böyle bir çözüm niyeti

hiç yoktur, tasfiye etmeye çalışıyordur. Ben buradan bunları bilebilecek durumda değilim. İçeride neler olup bitiyor

bunlardan haberim yok. O yüzden bu konuda kesin bir şey söyleyemem. Erdoğan Newroz alanlarında benim muhatap

olarak gösterilmemi eleştirmiş. Buradan bu konu hakkında şunları söylemek durumundayım; BDP kendini sorunun

çözümünde muhatap haline getiremiyorsa, PKK-Kandil kendisini bu konuma getiremiyorsa bu benim suçum değil. Bu

konuda bütün yük benim omuzlarıma yüklenmiş, Sayın Başbakan bunu böyle bilmeli. Bana burada fiziki ve sağlık

koşullarımdan ziyade üstüme yüklenen bu sorumluluk daha ağır geliyor. Ben burada üzerime düşen herşeyi yapmaya

çalışıyorum. Ama bunu nereye kadar götürebilirim, nereye kadar gücüm yeter bilemiyorum. Çözüm için burada

görüşmelerde bulundum, mektuplar gönderdim ancak hala cevaplarını alamadım. En son gönderdiğim mektupların

cevabı hala gelmedi. Benimle görüşme yapanlar gerçekten iyiniyetli olabilirler, sorunun çözümünü istiyor olabilirler. Ben

onların niyetlerini sorgulamıyorum. Ancak şunu bilmeliler ki güçleri herşeye yetmiyor. Görülüyor ki, bir mektup bile

engellenebiliyor. Devlet içinde bir yerlerde önleri kesiliyor.”

YENİ SÜRECE GİRİLDİ

Öcalan, yeni bir sürece girildiğine şu vurgularla dikkat çekti: “Bizim ‘90’da 93’te barış çabamız oldu. Bu yıllarda

çözüm konusunda çabalarımız oldu. Yine 1997’de benzer bir çabamız oldu. Yeni bir sürece girildiği söyleniyor. Evet

doğrudur, bundan sonra yeni bir sürece girilmiştir, bu tespite katılıyorum. Önümüzdeki iki-üç ayda her şey daha da

netleşecek, açığa çıkacaktır.”

BUNDAN SONRA YAŞANACAK ÇATŞMALARIN SORUMLUSU BEN DEĞİLİM

“Yine söylüyorum benim buradan bu koşullarda pratik önderlik yapmam mümkün değil. Benden bu

beklenmemeli. PKK çözüm gelişmezse kapsamlı bir şekilde direnişe geçeceklerini belirtiyor. Buna hakları var. Benim de

bu karara saygım olur. Bundan sonra taraflar arasında gelişecek bir çatışmanın sorumlusu ben değilim. Bu konuda

sorumlu tutulmam haksızlık olur. İşte bana gelen iddianamelerden, hakkımda açılan davaların iddianamelerinden

okuyorum, orada PKK’nin hedefinin 50 bin silahlı güç olduğu belirtiliyor. Her taraftan katılımların olduğunu ve bunların

arttığı belirtiliyor. Gençlerin yoğun katılımı olduğu söyleniyor. İşte demokratik çözüm gelişmezse bu koşullarda çatışma

da kaçınılmaz olur. Yine söylüyorum biz demokratik çözüme hazırız, barışa hazırız, kardeşçe yaşamaya hazırız. Bunun

için üzerimize düşen herşeyi yapmaya hazırız. Demokratik bilinçle demokratik zeminde mücadelemizi yürütürüz, devam

ettiririz. Bize düşen görev demokratik-yasal zeminde mücadele etmektir. Ancak KCK için bir şey diyemem. KCK dağlarda

illegal bir şekilde örgütlenmiştir, kendi kararlarını onlar kendileri verir, biz karışamayız. Ancak Kürtlerin üzerine gidilirse,

Kürtler yok edilmeye çalışılırsa Kürtlerin de dağlara çekilmeye hakları vardır. Dağları kendilerine mesken etmeye hakları

vardır, başka ne yapabilirler ki. Elbette Kendilerini korumaya hakları vardır. Kendi güvenliklerini almaya hakları vardır. Bir

kediyi bile köşeye sıkıştırırsan insanı tırmalar.”

MANDELA VE GÜNEY AFRİKA HALKINA SELAM

Page 41: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Güney Afrika’da başlatılan 1 Milyon İmza Kampanyası’nı da hatırlatan Öcalan, “Güney Afrika’da imza

kampanyası başlatılmış. Ben yakalanmadan önce Güney Afrika’ya gitmek istiyordum. Güney Afrika’ya dostluk

duygularımla gitmek istiyordum, yarım kaldı. Hala buradan da bu dostluğu sürdürmeye çalışıyorum. Başta Nelson

Mandela olmak üzere bütün Güney Afrika halkına ve oradaki dostlarımıza selam ve saygılarımı sunuyorum” dedi.

Öcalan, geçtiğimiz günlerde yaşamaın yitiren PKK’nin ilk kadrolarından Cuma Tak’ın annesi için de başsağlığı

dileğinde bulundu: “Cuma Tak’ın Annesi hayatını kaybetmiş. Ailesine başsağlığı diliyorum. Selamlarımı ve saygılarımı

iletiyorum.”

TUTSAKLARA SELAM

Öcalan son olarak şu mesajları verdi: “Cezaevlerinden gelen mektuplar var. Bolu c.evinden Suat Göksu oldukça

uzun bir mektup yazmış, kendisine selamlarımı iletiyorum. Yine Rize-Kalkandere c.evinden Kadri Emek, annesi ve

babası oldukça yaşlıymış, bana selam göndermişler, ben de onlara selamlarımı iletiyorum. Barış grubundan Haydar

Ergül’e de selamlarımı iletiyorum. Adıyaman c.evinden Gülizar Akın ve Veysel Avcı’nın mektuplarını aldım, selamlarımı

iletiyorum. Diyarbakır c.evinden İnan Akın’ın mektubunu aldım, selamlarımı iletiyorum. Tekirdağ c.evlerindekinin hepsine

selamlarımı iletiyorum. Siirt c.evinden gelen mektuplar var, selamlarımı iletiyorum. İskenderun c.evinden gelen mektuplar

var, selamlarımı iletiyorum. Karaman c.evinden mektup aldım, selamlarımı iletiyorum.

Yine başta Diyarbakır, Urfa ve Dersim olmak üzere bütün halkımızın Newrozu’nu kutluyorum. selamlarımı

iletiyorum. Tüm cezaevlerindeki arkadaşlarıma selamlarımı gönderiyorum. Newroz’a katılan tüm sanatçılara da

selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Öcalan '500 üyeli Anayasa Meclisi' önerdi

Anayasa tartışmalarını değerlendiren Öcalan, “Demokratik bir anayasa için Demokratik Anayasa Konvansiyonu’nu,

Meclisini öneriyorum. Bu Meclis 500 kişiden oluşmalıdır. Yedi bölgeden, her çevreden, her kesimden temsil

sağlanmalıdır. Ancak bu şekilde katılımcı, demokratik bir anayasa oluşturulur” dedi.

Anayasa tartışmalarını değerlendiren Öcalan demokratik bir anayasa için Demokratik Anayasa Konvansiyonu ve

Meclisini önerdi. Öcalan, ‘’Bu Meclis 500 kişiden oluşmalıdır. Yedi bölgeden, her çevreden, her kesimden temsil

sağlanmalıdır. Ancak bu şekilde katılımcı, demokratik bir anayasa oluşturulur” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Anayasa tartışmalarına

değinen Öcalan, “Daha önce Anayasa komplosu demiştim. Anayasa değişikliğinden önce yapılması gereken iki tane

yasal düzenleme var. Bir seçim barajının düşürülmesi, iki parti içi demokrasinin sağlanması” dedi.

Öcalan, şöyle devam etti: “BDP, Demokratik Anayasa koalisyonlarını ilan edebilir. EDP kuruldu, Çatı Partisi çalışmaları

da var. Benim sloganım ‘Komplocu Anayasa’ya Hayır Demokratik Anayasa’ya Evet’tir. Demokratik bir anayasa için

Demokratik Anayasa Konvansiyonu’nu, Meclisini öneriyorum. Bu Meclis 500 kişiden oluşmalıdır. Yedi bölgeden, her

çevreden, her kesimden temsil sağlanmalıdır. Ancak bu şekilde katılımcı, demokratik bir anayasa oluşturulur. Anayasa

değişikliği konusunda TÜSİAD barajın düşürülmesi gerektiğini söylüyor. Sermaye çevrelerinin de bunu tespit etmeleri iyi.

Demokrasi için bu olmalıdır. Bunlar biliyorlar, araştırıyorlar, çevrelerinde birçok profesör var, akademisyenler var, tespit

yapıyorlar, tespitleri doğrudur, katılıyorum.”

200 ÇOCUK MEKTUP GÖNDERDİ

“Mahmur’dan 200 çocuk bana Kürtçe yazılı iki yüz mektup göndermiş. Onlar Kürtlerin ve Kürdistan’ın çiçekleridir,

teminatıdır. Bunlar bizim özgürlüğümüzün model birimleridir. Mektup gönderen her bir çocuğa tek tek teşekkür ediyorum,

onları selamlıyorum.” diyen Öcalan, “Mayın patlamasında yaşamını yitiren askerlerden birinin babası, ‘açılım olsun bu

ölümler son bulsun’ diyor. Biz de açılım istiyoruz ama bu vicdansızlar gerekli olanı yapmıyorlar, çok üzücü” ifadelerini

kullandı.

Page 42: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Öcalan, şöyle devam etti: “Bugün yapacağım değerlendirmeleri, bu tarihte, 30 Mart’ta şehit düşen Mahir Çayan ve

arkadaşlarına adıyorum, onları anıyorum. Bugünkü konuşmamda otobiyografim hakkında kısa bir değerlendirmede

bulunmak istiyorum. Buna daha önce de biraz değinmiştim. Biliniyor, Mahirlerin katledilişinin kırkıncı yılına yaklaşıyoruz.

Bu vesileyle bugünkü değerlendirmeyi Mahirlerin anısına adıyorum. Özellikle Türkiye devrimci gençliğinin bunu iyi bilmesi

gerekiyor. Benim çıkışım biraz da bu arkadaşların katliamına cevap olma şeklindedir. Biliniyor bizim çıkışımız Türkiye

devrimci güçleri arasından bir çıkıştır, 70’lerde biz de devrimci gençlik hareketinin bir parçasıydık. Dev-Genç’in

sempatizanıydım, DDKO içinde de yer almıştık. Mahirlerin katledilmesiyle başlayan, biraz da bu katiamların atmosferinde

bir çıkış yapılmıştır. Daha önce de dile getirmiştim. Bizim mücadeleyi üç döneme ayırıyorum. Bunların her birisi yaklaşık

onar yıl sürmüştür. Birinci dönem ‘73’te başlayıp -1973’te özerk grup kararı vardı- ‘84’e kadar gelen süreçtir. ’84-93 Özal

dönemine kadarki sürece ikinci dönem; ‘93’te başlayıp 2002-2003’e kadar devam eden sürece de üçüncü dönem

diyorum. Bu dönemi aslında o tarihte sonlandıracaktım. Ancak çeşitli nedenlerle bu güne kadar geldi.”

PKK’DE BİRİNCİ DÖNEM

“ Birinci dönem ‘73’te başlayıp ‘84’e kadar gelen süreçtir. Birinci dönemin ilk halkası 1973-78 arası Haki Karer ve diğer

arkadaşlarla birlikte olduğumuz dönemdir. Bu dönemde biz soruna milli mesele olarak bakıyorduk. Bu dönemde ayrı bir

oluşum olarak çıkma düşüncemiz yoktu. Ancak çekirdek arkadaşlar vardı. Ali Haydar Kaytan, Cemil Bayık ve Duran

Kalkan’ın da içinde bulunduğu bu grupla 1976’lara kadar gelindi. Bunlar daha Kürdistani bir mücadeleyi ön planda

tutuyorlardı. Nitekim 1976’ya kadar bu tartışmalar devam etti. Kemal Pir ve Haki Karerlerin de -ki bu arkadaşlar Türktür–

dahil olduğu 1976’larda giderek Kürt ve Kürdistan eksenli sosyalist bir çıkışa doğru gidildi. 1978’de de PKK olarak ayrı bir

örgütlenmeye gidildi. Bilinen partileşme süreci yaşandı. 1979’larda yurt dışına çıkma süreci başlatıldı. 1980’lere

gelindiğinde bilinen o darbe yaşandı. Diyarbakır cezaevinde yoğun tutuklamalar ve inanılmaz işkenceler yaşanıyordu.

Diyarbakır’da yaşanan bu sürece ve daha önce -Mahirler, Denizler şahsında- yaşanan katliamlara cevap olabilmek için

silahlı mücadele için hazırlıklara başlandı. 1980 darbesiyle birlikte silahlı mücadeleye başlama kararı, bir bakıma

Diyarbakır cezaevinin kurtarılışı da diyebiliriz. Biz aslında silahlı mücadeleyi 1982-1983 yılında başlatacaktık. Bilinen

1984 atılımının aslında iki üç yıl önce yapılmasını planlanmıştık. 1982’de 1983’te başlatılması gerekirken, defalarca

eleştirisini yaptığım o cevap olabilme ancak 1984’te gerçekleştirilebilindi. Hazırlık döneminin uzun sürmesi nedeniyle

biraz da gecikmeli oldu.”

PKK’DE İKİNİ DÖNEM

“ İkinci dönem 1984-93 arasıdır. Bu dönem biliniyor, daha önce çok yazıldı, çizildi. Bu dönem silahlı mücadelenin

yükseltildiği, yoğun çatışmaların olduğu dönemdir. Ancak bu süreç aynı zamanda yoğun bir şekilde Kürt sorununa çözüm

arayışlarımın olduğu bir süreçtir de. ‘90’lara kadar ben ulus-devlete inanıyordum. Her ulusun bir devleti olması gerekir

diye düşünüyordum. Ancak 1990’larda Reel Sosyalizmin çöküşü ve Çin’in kapitalizme yönelmesi olayı yaşandı. Bu

deneyimlerden sonra Kürt sorununun demokratik çözümü için ciddi arayışlar içine girdim ama net bir çözüm metoduna

ulaşamadım. Bu arayışlarım devam etti. Bu nedenle 90-95 arasını siyasal bunalım süreci olarak niteliyorum. Oysa ki her

ulusun devleti olması anlayışı aslında sosyalizme ihanettir. Reel Sosyalizm örneği, devletin sorunları çözemeyeceğini,

hatta daha da ağırlaştıracağı gerçeğini ortaya koymuştur. Peki devlet ne olmalı? Devlet, uzmanlık ve tecrübenin biriktiği

küçük bir idare aygıtı olmalıdır, küçültülmelidir. Ben buna devletin reorganizasyonu diyorum. Devletin yanında demokrasi

olmalıdır. Ben halkı esas alıyorum, örgütlüyorum, demokratik konfederalizm diyorum. Demokratik Konfederal sistemi

esas alıyorum. Bunu Özgürlük Sosyolojisi adlı savunmamda da dile getirdim. Ortadoğu sorunlarının çözümü de bundan

geçer, bu sistem Ortadoğu için ilaç gibidir. Dünya için de bu sistemi öneriyorum. Siyasal bunalımı bu sistemle aştık ve bu

temelde tasfiyeci anlayışa değişim-dönüşümle cevap verdik, değişim-dönüşümü sağladık.”

PKK’DE ÜÇÜNCÜ DÖNEM

“1993’lere gelindiğinde ‘93’ten 2002’ye kadar süren döneme üçüncü dönem diyorum. Ben bu sürece tasfiye ve çözüm

süreci diyorum. Üçüncü dönem Özal ile başlıyor. Talabani’nin aracılık ettiği daha sonra Erbakan, Ecevit ile devam eden

bir süreçti. Sorunun çözüm şansının olduğu bu dönemde bütün muhataplarımız sırasıyla tasfiye edildiler. Kim bu sorunu

çözmek istediyse tasfiye edildi. Özal tasfiye edildi, suikaste uğradığı da biliniyor. Özal ve partisi bu sürece iyi

hazırlanmamıştı, hazırlıksız yakalandı. Sonuçta hem kendisi hem partisi tasfiye edildi. Daha sonra Erbakan’ın çağrısı

olmuştu. Erbakan’ın çağrısına olumlu yanıt verdim. Çözüm ve diyaloga samimi yaklaştım. Oldukça şans tanıyan, barışçıl

ve yumuşak bir tutum sergiledim. Ateşkes önerisinde bulunuyordu. Ben ona da olumlu yanıt verdim. Çözüm için Erbakan

da muhatap olmak istiyordu, onu da tasfiye ettiler. Erbakan da, partisi de yine bu sürece hazırlıklı değillerdi. 28 Şubat

müdahalesiyle, bu süreç sonlandırıldı. Bu tasfiyeci güçler açısından 28 Şubat süreci aslında tam olarak tamamlanamadı.

Sonuçta Erbakan ve partisi de tasfiye edilmiş oldu. ‘99’dan sonra Ecevit’in de çabaları oldu, bir şeyler yapmak

konusunda samimiydi. Ecevit’in yaklaşımı küçümsenmemeli. Onun sağlığını bozdular, felç ettiler, bilinçli yaptı lar. Tam da

o süreçte Irak müdahalesi gündeme geldi. Ecevit müdahaleye karşıydı. Ecevit’i de tasfiye ettiler. Üçüncü dönem boyunca

tüm muhataplarımız tasfiye edildi. Dışarıdan bir güç, muhataplarımızı tek tek tasfiye ediyordu. 2002’de AKP geldiğinde

Abdullah Gül’e mektup yazdım, bir yanıt alamadım. Erdoğan’a da yazdım biliniyor. 160 sayfalık Açılım başlıklı Yol

Haritası’nı yazdım, verdim. En son yazdığım mektuplar var, hala yanıt alamadım.”

Page 43: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

ÜÇÜNCÜ DÖNEMİ SONLANDIRIYORUM

“ Bu dönemler; birinci dönem 1970-83; ikinci dönem 84-93; üçüncü dönem 93-2002 ardından uzatma ve oyalamalarla bu

güne gelindi. Aslında ben üçüncü dönemin 2002-2003’te bittiğini ilan edecektim. 2002’den bu yana olan 7-8 yılı üçüncü

dönemin uzatmaları olarak niteliyorum. 2002’lerde biliniyor, AKP hükümete geldi. O dönem çözüm için Başbakan Gül’e

mektup yazmıştım ancak cevabını alamadım. Daha sonra biraz sabretmemizi, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na

hazırlandığını, bu iş bir bitsin bir şeylerin yapılacağı mesajını bana ilettiler. 2007’den sonra ise bazı adımlar atıldı ancak

bunun da AKP’nin sahte açılımı olduğu ortaya çıktı. Gelinen noktada Kürt açılımı, Roman açılımına dönüştü, içi

boşaltıldı. Adına tasfiye ve çözüm dediğim üçüncü dönem bitti. Açık net ve kesin bir şekilde üçüncü dönemi

sonlandırıyorum. Üçüncü dönem boyunca sürekli tasfiye edilmeye çalışıldık, hem biz hem muhataplarımız tasfiye

edilmek istendi. Biz de, tasfiyeye karşı değişim dönüşüm hamlesini yaptık.”

BARZANİ ABD’YE FAZLA GÜVENME

“Bir parantez açıp Barzani’ye son Irak seçimleri üzerinden şu değerlendirmede bulunuyorum. Talabani ve Barzani’ye

mesajım şudur: ABD’ye öyle fazla güvenmesinler. Seçim sonuçlarıyla Irak’ta da bir tasfiye süreci başlayabilir,

uyarıyorum. Irak’ta milliyetçi Araplar güçlenirse Saddam rejimini de aşan katliamlar gelişebilir. Uyarıyorum bir Halepçe

değil on Halepçe gelişebilir. Her şeyi tek tek ellerinizden alabilirler. Kürtler Kerkük’ü kaybedebilir hatta diğer yerleri, Erbil,

Süleymaniye’yi de kaybedebilirler. Zamanında yapılması gerekeni yapmayacaksın, şimdi de seçim sonuçlarından

memnun olmayacaksın, öyle olmaz. Güneyli Kürtlere önerimi daha önce de belirtmiştim. Beş teorik ilke dört pratik

önerimi gözönünde bulundurarak Kuzeydekilerle birlikte Filistin örneğindeki gibi Ulusal Meclis, Ortak Yürütme ve Ortak

savunmayı yani savunma güçlerini ortaklaştırmalarını öneriyorum. Bu yapılırsa bir çok şey kurtarılabilinir. İran’daki

halkımız da Zagros bölgesinde gerekli savunmalarını oluşturabilirler. Komplo büyüktür, bütünlüklüdür. Tüm Kürdistan’ı

hedeflemektedir. Komplonun arkasında ABD var, NATO var. Kimse ABD’ye bel bağlamasın, komplonun tamamını

görmeleri gerekiyor. Kürt oluşumuna izin vermeyecekler. AKP’nin görünen yüzüne de aldanmasınlar, gerçek yüzünü

görsünler.”

JİTEM NATO BAĞLANTILIDIR

“Komployla amaçlanan geniş kapsamlı bir Türk-Kürt çatışması yaratmaktı. Komplo sonucu buraya getirildiğimde

Türkiye’nin buraya getirilişimden kısa süre önce haberi olmuş. Bu konuda Oltan Sungurlu geçen bir gazetede, sanırım

Yeni Şafak’ta olabilir, satır aralarında okudum, şöyle diyor; “‘99’da Öcalan’ı ABD’den teslim almamız, buraya getirmemiz

büyük hata oldu, Türkiye oldu-bittiye getirildi” diyor. Türkiye’nin beni almaya hazırlığı da yoktu. Böyle bir planı da yoktu.

Bu ABD’nin NATO’nun planıdır, dışarıdan güçlerdir, Türkiye’nin içinde de bağlantıları vardır. NATO-Gladio Avrupa’da çok

güçlüdür, Türkiye’de de uzantısı vardır. İşte JİTEM ve Ergenekon. Bunlar maaşlarını dahi Gladio’dan alıyorlar.

Ergenekon operasyonları diyorlar, bu JİTEM’in tasfiyesi değildir. JİTEM Özal’dan beri iş başındadır, NATO ile

bağlantılıdır, Gladio’dur. Neden üzerine gidilemiyor? Zaten Özal suikastinin üstüne bile gidemiyorlar, neden bunu

aydınlatamıyorlar. Neden Özal’ın ölümü aydınlatılamıyor? Özal’ın tasfiyesinin aydınlatılacağını da zannetmiyorum.

Özal’ın tasfiyesi aydınlatılmayıncaya kadar açılım maçılım olmaz, yapamazlar, yaptırmazlar. Derin, kökleşmiş bir yapıdır.

Katı faşist bir zihniyettir.”

ERGENEKON İKTİDARI YENİDEN ALABİLİR

“Anayasa tartışmalarına ilişkin şunu söyleyebilirim: Aslında AKP uzlaştı, mesele böyle bir anayasa değişikliği değildi. İki

yasa, iki madde değişikliği yetiyordu. Birincisi seçim barajının düşürülmesi, ikincisi parti içi demokrasi. Bu ikisinin

değiştirilmesi çok önemli. Ama AKP bunu yapmıyor? Niye yapmıyor? Oyu mu yok? Var. 276 oy bunu değiştirmeye

yetiyor. İsteseler bir günde çıkarabilirler. İki dakikalık iştir, bunu yapmıyorlar. Çünkü istemiyorlar. Bu yapılsa parti içi

demokrasi gelecek, demokratların önü açılacak, demokrasinin önü açılacak. Kürtlerin temsil şansı doğacak. Bu iki madde

değişikliği, büyük değişiklik yaratacak. Öyle anayasa değişikliği de değil bunlar, buna yasa değişikliği yeter. AKP

yapamıyor mu, yapabilir ama yapmıyor. Çünkü uzlaştı. Kendi derdine düştü. Kendini kurtarmaya çalışıyor. Komplo

derindir, kökü dışarıdadır, içeride destekçileri vardır, çözüm istemiyorlar. Bu işin arkasında Amerika var. Veli Küçük şu

anda cezaevindedir ama Ergenekon’un büyük kısmı dışarıdadır. İşte Dalan Amerika’dadır, Çömez İngiltere’dedir.

Rusya’ya da gidip gelmektedirler. Amerika her an tekrar bunları destekleyebilir. Eskisi gibi darbe olur demiyorum ama bin

türlü oyunla iktidarı alabilirler. İçeridekiler Ergenekon’un küçük bir kısmıdır. Bu adamlar burayı basıp beni dahi

öldürebilirler, yirmidört saat içinde bunu yapabilirler. Veli Küçük’ten Genelkurmay Başkanları dahi korkmaktadırlar.

Madem Ergenekon’un üzerine gidiyoruz diyorlar o halde 17 bin faili meçhulün de aydınlatılması gerekir. Eğer bu 17 bin

faili meçhulü aydınlatmazsan bu 170 bin olur. Faili meçhulleri aydınlatmıyorsun, demek ki yalan söylüyorsun, kendini

kandırıyorsun.”

EN BÜYÜK ENGEL ERDOĞAN’DIR

“Bu anayasa tartışmaları aslında; Ankara merkezli laik-milliyetçi hegemonik kesim -ki bunlar devlet kapitalizmini temsil

ediyorlar– ile, kağıt oyunlarıyla yılda kırk milyar dolarları haybeden kazanan Kapitalist Finans’ı temsil eden Konya-

Kayseri merkezli muhafazakar islami kesim faşizmi çatışmasıdır. Biz bunlara taraf olmayacağız. Aslında

demokratikleşme önündeki en büyük engel AKP ve Erdoğan’dır, CHP ve MHP’nin etkisi talidir. CHP ve MHP ulusalcı-

Page 44: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

ırkçı faşisttir. AKP kapitalist faşisttir. BDP’nin bu oyuna gelmemesi gerekiyor, referandum olsa da bu tavrını koruması

gerekiyor. Bugün 1918’deki durum yeniden yaşanıyor gibi. 1916-20 sürecinden sonra 1921 Anayasası oluştu. Bu

anayasanın daha sonra netleştirilip demokratikleştirilmesi beklenirken 1924 anayasası ile -bu anayasada tamamen

Kürtlerin inkarı vardır- daha oligarşik ve bürokratik bir anayasa haline getirildi. Şimdi de AKP anayasası haline getiriliyor.

Ben buna AKP anayasası diyorum. Şu anda AKP anayasası ile de Kürtler inkar edilmeye devam ediliyor. Ben demokratik

anayasa diyorum, komplocu anayasa ile olmaz. Ben, 1921 Anayasasını yeniden güncelleyelim diyorum.”

AKP SAMİMİ DEĞİL

“AKP samimi değildir. Samimi olacaksa öncelikle öyle anayasa değişikliklerinin yapılması da gerekmiyor. Öncelikle seçim

barajının düşürülmesi ve parti içi demokrasiye ilişkin yasal düzenlemelerin yapılması yeterlidir ama bunu yapmıyor. AKP

anayasa değişikliği adı altında sadece kendini kurtarmaya çalışıyor. Seçim barajı düşürülürse demokratik muhalefetin

önü açılacak, demokrasi gelişecek ve muazzam gelişmeler olacak. Ancak AKP bu değişikliği yapmıyor. Erdoğan’ın

iradesinin olup olmadığını bilmiyorum. Ya da iradesi var da dışarıdan mı engelleniyor, bilemiyorum, net bir şey diyemem.

Eğer seçim barajı düşürülürse ve de parti içi demokrasi için yasal düzenleme olursa AKP demokrasi blokuna dahil edilir,

o zaman desteklenebilir. BDP tavrını ona göre belirler. BDP bu tarihsel süreci anlamalıdır. Bu nedenle olup-bitenin

anlaşılması için siyaset akademilerinin mutlaka kurulması gerekir diyorum.”

YENİ DÖNEM ÖZGÜRLÜK DÖNEMİDİR

“Mahirlerin katliamının kırkıncı yılı yaklaşıyor. Kırk yılı; bir, iki, üçüncü dönem diye adlandırdım. Üçüncü dönemin sonuna

geldik. Ben, barış, çözüm konusunda çok esnek yaklaştım. Zaman zaman eleştiri de aldım. Bu eleştirilerin

sorumluluğunu da alıyorum. Çözüm için, barış için ‘93’ten bugüne ateşkesler ilan ettim. Elimden gelen ne varsa yaptım.

Onlar tasfiyeyi dayattı ben çözümü dayattım. Üçüncü dönem boyunca çözüm için çok esnek yaklaştım, çok çaba

sarfettim. Bundan sonraki süreç varlıklarını koruma, özgürlüklerini sağlama ve yaşatma sürecidir. Ben bu hususu 160

sayfalık demokratik çözüm ve barış belgesinde -Yol haritası- de belirtmiştim. Herkesin bilmesini istiyorum. Üçüncü

dönem bitmiştir. Oyun büyüktür. Komplo büyüktür. Tüm Kürtleri hedeflemektedir. Bir mektup göndermiştim. Mektup,

ulaşmış. Cevabının şimdiye kadar gelmesi gerekiyordu, gelmedi. Belki mektuplar gelmiş, bana vermiyorlar. Bir güç

engelliyor. Mektuba el koydu bu güç. Bu çözüm istemeyen tasfiyeci güçtür. Durum ciddi, bunlar bu kadar güçlüler.

İsteseler her an burayı basıp beni öldürebilirler. Ben buradan kimseye emir veremem, yönetemem, pratik liderlik

yapamam. Üçüncü dönem bitmiştir. Yeni dönem, Kürtlerin varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama dönemidir. Kürtlere

söylüyorum, kendi kararlarını kendileri alacak, ne yapacaklarsa kendileri bilir. Bu üçüncü dönemden sonra ben birşeye

karışmayacağım. Burada kimseye talimat veremem, bu şartlarım yok, bu ahlaki de değildir. Ancak devlet bana gelip

“senin demokratik çözüm ve barış projeni kabul ediyoruz” derse müzakere süreci başlanır. Demokratik çözüm ve barış

mektuplarıma henüz cevaplar yok, bunun bile başlıbaşına bir anlamı var.”

ROJ TV ÇALIŞANLARINA SELAM İLETİYORUM

Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: “Bismil’den gelen mektuplar vardı. Bunlar cezaevinin değil. Bunlar o yörede oturan

köylüler tarafından yazılmış. Bunlara cevap olarak şunu söylüyorum. Bulundukları yerleri terketmesinler, orada

yaşamlarını sürdürsünler. Ilısu barajı 90 köyü kapsıyor. Bu köyler halkımızın tarihsel dokularıdır. Bu köyler

boşaltılmamalı. Bu tarih katliamıdır, kültür katliamıdır. Tarihsel ve kültürel soykırıma izin vermesinler. Demokratik

eylemliliklerini sonuna kadar kullansınlar. Bunu Hasankeyf için de söylüyorum. Roj tv çalışanlarına selamlarımı

iletiyorum, Cezaevindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Bismil’e ve Diyarbakır’a özel selamlarımı iletiyorum. Denizli

ve Bursada yaşayan halkımıza selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

MAYIS’TA KRITIK SEYLER OLABILIR

AKP’nin kendilerini oyaladığını ve amacının tasfiye olduğunu belirten Öcalan, "Mayıs’ta bazı kritik şeyler olabilir.

Şimdiden her seçeneğe hazır olmak lazım. Kürtlerin artık ara bir seçeneği kalmadı artık. Bu önümüzdeki dönemde bazı

şeyler gelişebilir, tasfiyeye de çözüme yönelik şeyler de gelişebilir" dedi.

Page 45: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Anayasa tartışmalarında Kürtlere yer olmadığını söyleyen Öcalan, AKP’nin İslamo Faşizmi, CHP-MHP’nin

beyaz Türk faşizmini temsil ettiğini belirterek 1921 Anayasasının bugünün şartlarına uyarlanarak güncellenmesi

gerektiğini kaydetti.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede 61. doğum

yıldönümü kutlamalarına değinen Öcalan, “Doğum günü kutlamaları olmuş. Aslında mesele benim doğum günüm de

değil, halk kendi doğuşu olarak görüyor. Mesele benim o şehirde, o köyde, o toprakta doğmuş olmam meselesi değil,

halk kendi doğuşunu kutluyor, bunu kendi doğuş günü olarak görüyor, kendi rönesansı gibi görüyor. Gidenlere,

kutlayanlara, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum, şükranlarımı sunuyorum. Ama içinin boşaltılmaması gerekir.

Ortadoğu’nun böyle bir kültürü var, ben bu kültüre saygılıyım ama içi boşaltılmış bir kült haline dönüştürülmemesi gerekir.

Benim bir anlamım var, ki böyle bir anlamım olduğuna inanıyorum. Benim bu anlamım üzerinde durmaları önemlidir,

bunu anlamaları önemlidir. Ben bu 61 yıllık ömrüme bir çok şey sığdırdığıma inanıyorum. Halk bununla kendini

özdeşleştirmiş.” dedi.

HRİSTİYANLIK ÜZERİNDE DURUYORUM

Öcalan, şöyle devam etti: “Aslında Paskalya dolayısıyla Süryanilere ilişkin bir mesaj vermeyi düşünüyordum.

Sadece Süryanilerle ilgili de değil, bütün Hıristiyanlara ilişkin bir mesaj vermek istiyordum. Ben Hıristiyanlık üzerinde

epeyce duruyorum, araştırmalarım var. Islam ile Hıristiyanlığı ve Yahudiliği kıyaslıyorum. Hıristiyanlığa bazı haksızlıklar

yapıldığını da düşünüyorum. Süryaniler Doğu Hıristiyanlığını temsil ediyor, Doğu’ya aittir. Batı Hıristiyanlığı özel olarak

Doğu Hıristiyanlığını anlamalıdır. Ortadoğu’nun da bir Rönesansa ihtiyacı var; sadece Kürtler açısından değil, Süryaniler

ve tüm Ortadoğu halkları için. Onların bayramlarını da bu temelde kutluyorum.”

GÜNEY MODELİ BAŞARILI OLMAZ

“Savunmalarımda yerel yönetimlerin nasıl olması gerektiğini geniş olarak açıkladım. Devletin bir uzantısı olan

belediyeler değil, topluma dayalı bir belediyecilik, bir yerel yönetim olmalıdır. Yerel komünler oluşturulmalıdır. Bu

çalışmalar topluma dayanarak gerçekleştirilirse devlet de saygı gösterir. Devlet para vermedi, vermiyor şeklinde

devletten para bekleyerek bir şey yapılmaz. Bu anlayıştan vazgeçilmesi gerekir. Güney’de oluşturulan model devlet-

merkezlidir, bir ulus-devlet taslağıdır. Başarılı olmaz, yozlaşır, çürür gider. Ama bizim modelimiz topluma dayandığı için

sürekli gelişir. Demokratik komünler kurulduktan sonra buna ihtiyaç da kalmaz. Her yerde güçlü bir örgütlenmeye gidildiği

zaman para gibi diğer yan şeyler de gelir. Yerel komünler demokratik konfederasyon şeklinde de örgütlenebilir ler.

Toplumun sorunlarını ancak böyle çözebilirler. Ben, böyle yapılırsa, herşey yüzde yüz çözülecek demiyorum. Belki

Türkiye şartlarında her şey yüzde yüz çözülmez ama yüzde elli oranında çözüm gelişebilir. Bunun için çok yoğun çaba

olmalı ve yoğunca örgütlülük içinde olunmalıdır.”

Irak parlamento seçimlerini de değerlendiren Öcalan, “Güney Kürdistanlıların tek blok olmaları iyidir, kutluyorum.

Kürtlerin toplam sandalye sayıları Toplam 57 sanırım. Sandalye sayısı biraz düşmüş. Daha önce söylemiştim, bu şekilde

başarmaları zor görünüyor. Kürtlerin ulusal birliğe ihtiyacı var. Kürtlerin bundan böyle ulusal birlik için çalışmaları

gerekiyor. Talabani ve Barzani’nin de bu yönde çalışmaları gerekiyor. Onları seçimlerden dolayı da kutluyorum, başarılar

diliyorum.” şeklinde konuştu.

MODANIN DOĞDUĞU YER MEZOPOTOMYADIR

Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Avrupa’daki halkımız yoğun bir örgütlülük içinde olmalıdır. Kendi demokratik

örgütlülüklerini geliştirmelidirler. Avrupa’daki örgütlenme bir KCK örgütlenmesidir. Oradaki yasaları da dikkate alarak bir

örgütlenme içerisinde olmalıdır. Avrupa’daki örgütlenme belki tam başarılamıyor ama oradaki yasaları da dikkate alan bir

KCK tarzında örgütlenme olabilir. Ben oradaki yasaları dikkate almayın demiyorum. Zaten orada her şey açıktır. Burada

da yerelde bu örgütlenme tarzı başarılı olursa, birbirlerini etkiler, birbirlerine yansır. Benim savunmam en çok bu konular

üzerinedir.

Kadın sorunu konusunda şunu söyleyebilirim: Aslında benim 61 yıllık yaşamım kadına dayatılan sahte namus

anlayışıyla mücadele ile geçti. Köyden çıkışım da bununla bağlantılıydı. Ben bu konuda çok yoğunlaştım. Kadının kendi

özgürlük bilincini ortaya çıkardığıma inanıyorum. Benim 61 yıllık yaşamımın bir başka özeti de budur. Adıyaman’daki

kadının diri diri gömülmesi, yine küçük kız çocuklarına yapılanlar ortadadır. Kadınlar kendi örgütlülüklerini yaratmak

kadar, küçük kızlar dahil, bütün kadınların eğitimleriyle de ilgilenmelidirler. Daha önce Özgür Kadın Akademilerinden

bahsetmiştim. Bu basite alınmamalıdır. Sanattan spora, sağlıktan kültüre hatta modaya kadar her alanda yoğun bir

eğitim olmalıdır. Geçenlerde Batman’da açılan bir mağaza için Ukrayna’dan getirilen bir kadın-modele ilişkin haber

okumuştum. Bu bana çok gülünç geldi. Oysaki modanın doğduğu yer, Batman’ın da içinde olduğu Mezopotamya’dır.

Önemli olan bunu ortaya çıkarmaktır. Sanattan spora, sağlıktan kültüre hatta modaya kadar her alanda yoğun bir eğitim

olmalıdır, bunu kıyafetlerine de yansıtmalıdır. Ben kadında bireyselliğin önemini yadsımıyorum, bireysellik tabii ki

önemlidir. Ama toplumsallık olmadan bireysellik tek başına bir anlam ifade etmez. Böyle bir anlayış PKK’de de

yerleştirilmeye çalışıldı. O bizim kaçkınların yaptığı basit evlilikler, birliktelikler bana göre kadının bitirilişidir. Böyle basit

evliliklere, birliktelik değil, en ucuz tabiriyle birbirinin bitirilmesi diyorum. Kendilerine başarılar diliyorum, selamlarımı

iletiyorum.

Page 46: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

1921 ANAYASASI BUGÜNE UYARLANMALI

“Anayasa tartışmaları konusunda öncelikle şunu belirtmek istiyorum, anayasa tartışmalarında Kürtlere yer yok.

Kürtleri tanıyan bir anayasa değişiklik paketi değil bu. Sadece Kürtler de değil, bunun dışında diğer demokratik alanlarda

da açılımlar yok, yeni şeyler yok. Bir tarafta CHP-MHP’nin temsil ettiği Beyaz Türk faşizmi var. Diğer tarafta ise AKP’nin

başını çektiği bir iktidar-İslam çizgisi var. Ben, AKP’nin temsil ettiği bu çizgi, Beyaz Türk faşizm çizgisinden daha az

tehlikelidir diyemem. Bana göre her ikisi de demokratik değil, hegemonik anlayıştır. Birincisi Ankara merkezlidir. İkincisi

de Kayseri-Konya hattında oluşturulan Suudi sermayesi tarafından desteklenen çizgidir. Bu her iki anlayışın da tarihsel

geçmişi vardır. Birinci anlayış Beyaz Türk oligarşisi ve faşizmidir. Bunlar İttihat-Terakki’nin devam eden zihniyetidir.

Cumhuriyet kurulduktan sonra bunlar M. Kemal’i de kuşatarak etkisiz hale getirdiler. Kurtuluş Savaşı’nda M. Kemal dört

yıl, 1916,17,18,19 boyunca Kürtlere dayanarak poltitka yapmıştır. Kürtlere dayanan bir politika ve savaş olmasaydı,

kurtuluş mücadelesi denen bir mücadele de olmayacaktı. Bu ortaklaşma siyasal ifadesini 1921 Anayasasında buldu. Bu

nedenle ben İttihat-Terakki ve bu Beyaz Türk faşizm çizgisinden bahsederken 1921 Anayasasını kastetmiyorum.

1921 Anayasası demokratiktir, devlet ve Kürtlerin ortaklaşması sonucunda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla 1921

Anayasasının bugünün şartlarına uyarlanarak güncellenmesi gerektiğini söylüyorum. BDP’nin 1921 Anayasası ve

bugüne güncellenmesi konusunda çok yoğun bir çalışma içinde olması gerekmektedir. Bahsettiğim o dönemde devlet

içinde Kürtlere karşı iki çizgi vardı: Birisi İnönü’nün başını çektiği İngiliz yanlısı çizgiydi. İttihat-Terakki kadroları bu çizgiyi

yürütüyordu. Diğeri de M. Kemal ve Fethi Okyar’ın çizgisiydi. Hatta Fethi Okyar Kürtlere karşı yumuşak davrandığı için

onu başbakanlıktan alıp, yerine İnönü’yü geçirdiler. Cibranlı Halit’in iki torunu bana mektup göndermişler. Onlar da bizim

dedelerimiz nasıl tasfiye oldular diye soruyorlar bana. İşte söylüyorum. Yine Şeyh Sait’in torunları var. Onların da durumu

aynı. Bunlar bahsettiğim laik beyaz Türk faşizm çizgisi tarafından tasfiye edildiler. 1924 Anayasası bu İttihatçı oligarşik

beyaz Türk faşizmi çizgisinin anayasal ifadesidir. Bu anlayış, bu 1924 Anayasası, daha sonra ufak değişiklikler olsa da

çizgisini koruyarak geldi. Bugün de temsilini CHP-MHP çizgisinde buluyor.”

AKP İSLAMO FAŞİSTTİR

“İkinci çizgiye gelince; AKP’nin temsil ettiği bu çizgi İslamo-faşizm de denilen ve Emevilere kadar giden bir

devlet İslamıdır, iktidar İslamıdır, karşı-İslam’dır. Her iki çizgide de Kürtlere yer verilmiyor. BDP’nin ve tüm demokrat

kesimin bunu iyi anlaması gerekir. Her iki çizgide de demokratik açılımlar yok. Kürtler ve demokratik güçler bunların

birinden birini tercih etmek zorunda değiller. BDP ve demokratik güçler anayasa için yoğun bir çaba içerisinde olur ve

kendi önerilerini sunarlar. İzlediğim kadarıyla da zaten sunuyorlar. Baraj ve parti içi demokrasi meselesi bu anlamda

önemlidir. Kürtler eğer kendilerini tanıyan, demokratik açılımlar getiren bir anayasayı kim yaparsa yapsın desteklemelidir.

Bunu AKP de yapsa destekler, CHP ve MHP de yapsa destekler. Ama kendilerini tanımayan, demokratik açılımları

bünyesinde taşımayan bir anayasayı da desteklemezler.”

KÜRTLERİN ARTIK ARA SEÇENEĞİ KALMADI

“Daha önceki haftalarda da dile getirmiştim. Bizim mücadele tarihimizi üç döneme ayırmıştım. Birinci dönem,

93’e kadar devam eden ikinci dönem, 93’ten bu yana da devam eden üçüncü dönem. Bu üçüncü dönem aslında 2002’ye

kadardır. Ben 2002’de bu üçüncü dönemi sonlandıracaktım ancak o dönemde AKP yeni iktidar oldu. AKP’ye şans

vermek istedim ama AKP bizi oyaladı ve bugüne kadar oyalayarak getirdiler. AKP kesinlikle tasfiyeyi amaçlıyor demiştim.

17 yıldan beri ben rolümü yerine getiriyorum. Bir çok şey benim omzuma binmiş durumda. Herşeyin benim üzerimden

yürütülmesi ya da her şeyin benim omzuma bindirilmesi doğru değil. Benim burada yerine getirebileceğim şeyler, barış

için oynayacağım rol imkanlardan dolayı sınırlıdır. Bu önümüzdeki süreçte onlar her ne karar vereceklerse,

mücadelelerini, politikalarını nasıl yürüteceklerse, nasıl bir seyir izleyeceklerse bunları kendileri belirlerler, kendileri karar

verirler. Mayıs’a doğru gidiyoruz, Mayıs’ta bazı kritik şeyler olabilir. Şimdiden her seçeneğe hazır olmak lazım. Kürtlerin

artık ara bir seçeneği kalmadı artık. Bu önümüzdeki dönemde bazı şeyler gelişebilir, tasfiyeye de çözüme yönelik şeyler

de gelişebilir. AKP bir yandan da binlerce Kürdü tutukladı, tutuklamaya da devam ediyor. Ben fiziksel yönelimleri de

saymıyorum.”

ÇATI ÇALIŞMALARI DEVAM ETSİN

“Solun, Mustafa Suphilerin neden ve nasıl tasfiye edildiğini iyi anlamaları ve çözmeleri gerekir. Sol bunu

çözmeden bir atılım yapamaz. Devlet 1920’lerde Mustafa Suphiler şahsında solu, 1924 anayasasıyla birlikte Kürtleri,

daha sonra da Mehmet Akif ve Said-i Nursi şahsında da İslamcıları tasfiye etti. Çatı partisi ile ilgili çalışmalar var sanırım.

Çatının çatısı diye bir öneride bulunmuştum. Birçok parti ve çevre vardı. Şimdi EDP de var. Hepsi birlikte ortak çalışmalar

yürütebilir.” diyen Öcalan, “Kürtler kendi içindeki sorunlarına yönelebilirler. İç barışın sağlanması için çalışmalar

yürütülmelidir. Sadece buradaki Kürtleri kastetmiyorum. Her parçadaki bütün Kürtlerin iç barışı ve birliğinin sağlanmasına

ilişkin çalışmalara ağırlık verilmelidir. Mesela korucular var, bir çok suç işlemişler ama bir araya gelip barış sağlanabilir.

Demokratik Toplum Kongresi bu çalışmaları yürütebilir.” ifadelerini kullandı.

İSTANBUL’UN İLÇELERİNİ SELAMLIYORUM

Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: “Diyarbakır Cezaevindekilerin hepsine de selamlarımı iletiyorum. Bana

Newrozla ilgili çok sayıda kart geldi, ben de herkesin Newrozunu kutluyorum. Bismil’den de gelen mektuplar vardı. Bismil

Page 47: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

ve Hasankeyf halkı bu Ilısu Barajı’na karşı durmalı. Bunun sulamayla ilgisi yoktur. Askeri amaçlı ve stratejiktir. Sincan

Cezaevinden gelen, Nilüfer Şahin isimli Malatyalı bir kadın arkadaşın mektubu vardı. Yazdıklarını oldukça beğendim,

değerli buldum. Savunmalarımdaki Marx değerlendirmelerimi yorumlamış. Doğru, Marx emek-değer teorisi ve sosyoloji

konusunda epey kafa yormuş ve yetkindir ancak Marx ulus-devlet ve endüstriyalizm konusunda sınıfta kalmıştır.

İstanbul’un tüm ilçelerindeki halkımıza selamlarımı iletiyorum.”

ABDULLAH OCALAN

Görüşme Notları:

Türk’e saldırı tesadüf değildir

Ahmet Türk’e saldırıyı değerlendiren Öcalan, “Samsun’da Ahmet Türk’e yönelik bu saldırıların gerçekleşmesi

tesadüf değildir, planlıdır. Kürtlere işgalci Yunan gözüyle bakıyorlar, bunun iyi anlaşılması gerekir” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Ahmet Türk’e

Samsun’da yapılan saldırıyı değerlendiren Öcalan, “Daha önce İzmir’de şimdi de Samsun’da Ahmet Türk’e yönelik bu

saldırıların gerçekleşmesi tesadüf değildir, planlıdır. İzmir’in de Samsun’un da onlar için özel bir önemi var. Ahmet

Türk’ün, Kürtlerin İzmir’e gidişini İzmir’in Yunanlılarca işgali gibi algılıyor bu kesimler. Bu kesimlere kontrgerilla mı den ir

ne denir bunlara bilemem ama bunlar, örgütlüdürler ve hala devletin içerisinde etkindirler. Bunlar kendilerini Kuva-i Milliye

olarak da isimlendiriyor olabilirler. Devletin ne kadarı bunların elinde onu bilemem. Ama Kürtlere işgalci Yunan gözüyle

bakıyorlar, bunun iyi anlaşılması gerekir. Bunların vatanseverlik anlayışı böyledir! Samsun’da da böyle bir olayın olması

tesadüf değildir. Samsun da 19 Mayıs nedeniyle bu kesim için özel anlamı olan bir yerdir. İzmir’deki olayı da

Samsun’daki olayı da yapanlar birbirleriyle bağlantılıdır, bunları aynı örgüt organize ediyor. İttihat Terakki döneminden

beri örgütlüler. Mersin’deki bayrak provokasyonu da bunların işiydi. Söylediğim gibi bunlar Kürtlere işgalci gözüyle

bakıyorlar. Bunların vatan anlayışı Kürtleri bile işgalci olarak gören bir anlayıştır. Bu tür olayları polis amblemiyle,

rozetiyle yapacak halleri yok ya! Bunlar bir örgüttür, bunu anlamak gerekir.” dedi. Öcalan, şöyle devam etti:

AKP ÇIKARLARINI DÜŞÜNÜR

“Kemal Yamak eski bir kontrgerilla başıydı. 12 Eylül’de Diyarbakır’da kolordu komutanıydı. Onun bir kitabı vardı,

Diyarbakır cezaevinde yaşananlarla ilgili şeyleri de yazmış. Bu kitapta Ecevit’le olan bir konuşmasına da yer vermiş.

Ecevit kontrgerillayı duyunca kendisine tavır alıyor. Ve ona “kontrgerilla nedir?” diye soruyor. O da “kontrgerilla her

partide yer alan senin partinde de yer alan yüzlerce kişidir ve bunların hiçbirisinin birbirinden haberi yok, hiç birisi de

birbirini tanımaz” diyor. Ve bu Kemal Yamak aynı zamanda Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde genel

sekreterliğini yapmıştır. Ki Turgut Özal’ın kuşkulu ölümü ortadadır. Söylediğim gibi bu kesimler devletin içinde hala

güçlüdürler. Biliniyor Bülent Arınç’a yapılmak istenen suikast resmi kayıtlara da geçmiştir. Kontrgerilla demiştim bu

Ergenekon olarak da adlandırılabilir. Ama adı her neyse devletin bu kesimi aslında tasfiye edilmiyor. Ergenekon davası

olarak kamuoyuna yansıyanlar buzdağının sadece görünen kısmıdır, bu örgütün, yapılanmanın asıl gövdesi karşısında

ortaya çıkarılanlar sadece devede kulaktır. Bunun dışarıdaki ayakları da vardır. AKP şu anda bunlara karşı görüldüğü

gibi tasfiye çalışmasında değildir. Çalışmaları sadece kendisini kapattırmamaya dönüktür. AKP bunları tasfiye eder gibi

gösterse de aslında kendi çıkarlarını korumaktadır. Hatta bu kesimlere Kürt meselesini ben kendi yöntemimle tasfiye

edeceğim mesajını vermiştir. Asıl yapılan Kürt hareketinin tasfiyesidir. Ama söylediğim gibi AKP’nin içinde iyi niyetliler de

olabilir.”

SÜREÇ İÇİN ÖNGÖRÜ YAPMAK ZOR

“Umarım süreç olumlu sonuçlanır. Net bir şey söyleyemiyorum. Süreç kesin çözüme evrilecek demek de zor,

tersi olacak demek de zor. 160 Sayfalık yol haritasını vermeleri gerekiyor. Bu yol haritasını revize etmem de söz konusu

değil, bir daha yol haritası yazamam. Ben orada gereken herşeyi ifade etmiştim, bunların tartışılması lazım. Ben artık

eski sağlığımı, esnekliğimi kaybettim. Artık vücuduma bir ağrı-sızı girdiğinde haftalarca, bir ay çıkmıyor, eskisi gibi

değilim. Muhataplık konusunda benden bir şey bekleniyorsa bu koşullarda daha fazla bir şey yapamam. Benden bir şey

bekleniyorsa koşullarımın düzeltilmesi lazım.Kimse yanılmasın, doğru anlasınlar. Ben on iki yıldır burada bu koşullarda

dayanmaya çalışıyorum, taviz de vermiyorum. Devlet benim bu ciddi duruşumu anlamıştır, anlamak zorunda kalmıştır.”

Page 48: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

İKİ HAYATİ KONUDA TAVİZ OLMAZ

“Ben daha önce de mektuplarımda iki şarttan bahsettiğimi açıklamıştım. Bunlar hayatidir ve bunlardan taviz

veremeyiz. Birincisi insan hakları ve demokrasi şartıdır. Bir çözüm gelişecekse insan hakları ve demokrasi ekseninde

gelişecektir. Öyle burjuva tarzı insan hakları anlayışından bahsetmiyorum. İkincisi de güvenlik şartıdır. Bu güvenlik şartını

KCK üzerinden değerlendiriyorum. Halkımızın güvenliğinin güvenceye alınması lazım. Güvenlik öyle sadece benim

güvenliğim değil. Ben burada öldürülebilirim diyorum, bazıları “Apo öldürülecek! diye anlıyor. Bu öyle değil, ben burada

çürütülüyorum. Benim buraya getirilmemde ABD’nin rolü var. Onların politikalarını da eleştiriyorum. Bu nedenle hedef

alınabilir ve öldürülebilirim, diyorum. Ama bunu öyle birileri camı kırıp gelip beni öldürecek anlamında söylemiyorum.

Beni burada 12 yıldır tasfiye etmeye çalıştılar ama başaramadılar. 12 yıldır burada yavaş yavaş çürütülerek

öldürülüyorum. Burada bir ölüm çukurunda gibiyim, nefes alamıyorum, gün be gün çürütülüyorum. Bu iki şart dikkate

alınmadan diyalog ve uzlaşı sağlanamaz.”

ANAYASA YAZ BOZ DEĞİLDİR

“Bu Anayasa Paketi konusunda da geçtiğimiz haftalarda değerlendirmeler yapmıştım. Anayasa işi öyle basit

değil, öyle safsata değildir, yaz-boz kağıdı değildir. Anayasa şudur: Anayasa, egemen güçlerin birbirleriyle olan ilişkilerini

ve halkın bunlarla ilişkilerini, hukukunu düzenler. Bu nedenle çok önemlidir. BDP hala tam olarak anlamıyor. Bizim

anayasa konusundaki tutumumuz şudur. Anayasa bir toplumsal sözleşmedir, toplumun taleplerinin ortaklaşmasıyla olur.

1921 Anayasası eksiklikleri olsa da bu niteliği yansıtıyordu. Önemli olan mevcut anayasada kendisini ifade etme imkanı

bulamayan sınıfların, grupların, kesimlerin sesi olabilmektir. Önemli olan milyonlarca yoksulun, emekçinin haklarının

anayasal güvenceye alınmasıdır. Mevcut anayasa ve yapılmak istenen değişiklikler sadece CHP’nin, MHP’nin ve

AKP’nin taleplerini karşılıyor. Milyonların talepleri gözardı ediliyor. Eğer samimilerse neden bunların talepleri de

görülmüyor? Yüzde on barajını yüzde beşe bile indirmiyorlar. Bu şekilde milyonlarca ezilenin iradesinin meclise

yansımasına engel oluyorlar. Biz bunların samimi olduğuna nasıl inanalım? Birazcık samimi olsalardı bunu düzeltirlerdi.

Parti içi demokrasiyi sağlayacak düzenlemeler yaparlardı. AKP zaten devletin ilgili kesimleriyle uzlaşmış görünüyor. CHP

ile de aslında uzlaşmışlardır. Bu konu çok önemlidir, oyuna gelmemek gerekir. Biz ne ittihatçı gelenekten gelen CHP ve

MHP hegemonyasına mahkumuz ne de AKP’nin bunun yerine koymaya çalıştığı yeni hegemonyaya mahkumuz. CHP ve

MHP Ankara merkezli hegemonyanın İttihatçı temsilcisidir. AKP ise Kayseri-Konya merkezli küresel kapitalist

hegemonyanın temsilcisidir. Halklarımız bu iki hegemonya arasında tercih yapmak zorunda değildir. Bu nettir.”

ÖNÜMÜZDEKİ BİR KAÇ HAFTA KRİTİK

“Önümüzdeki birkaç hafta kritiktir. Sürecin nasıl evrileceğini önümüzdeki haftalar gösterecektir. Ben

değerlendirmelerimin esas bölümünü üçüncü dönemin bitişi ve sonrasına ilişkin olarak yapmak istiyorum. Artık üçüncü

dönem bitiyor. Önümüzdeki dönemin barış ve demokratik çözümü geliştirecek bir dönem mi olacağına yoksa savaşın

gelişeceği bir dönem mi olacağına devlet ve PKK karar verecektir. Ben elimden gelen herşeyi yaptım, yapmaya da

devam edeceğim ama söylediğim gibi kararı onlar verecekler, sorumluluk bende değil.”

KÜRTLER ARASI BİRLİKTELİK ÇALIŞMALARI YÜRÜTÜLMELİ

“Kürtler arasındaki birliktelik çalışmaları yürütülmelidir. Sadece Kuzey Kürtleri için değil dört parçada çalışma

yürütülmelidir. Kürtler arasındaki ilişki sağlanmalıdır. Hatta buna dönük Kürt Ulusal Konferansı’nın toplanmasına öncülük

yapılmalıdır.”

EVRİM ALATAŞ İÇİN ÜZÜLDÜM, ANISINI YAŞATMAK İÇİN NE GEREKİYORSA YAPILMALI

“Gazeteci Evrim Alataş hayatını kaybetmiş. Üzüldüm. Başsağlığı diliyorum. Ben Evrim’in birkaç yazısını

okumuştum. Yazılarını özellikle doğduğu köy ve Kürt çocuklarla ilgili bir yazısını beğenmiştim. Aynı zamanda Teslim

Töre’nin yeğeniymiş galiba. Ben onun, Malatya’nın, kendisini halkına adamış Zeynep(Zilan) ve Müslüm Doğanların

hatırasını önemsediğini biliyorum. Okuduğum yazısından da bu sonucu çıkarmıştım. Kürt halkı ve Malatya gençliği

Evrim’in de, Zilanın da, Müslümün de anılarına bağlı kalmalı, anılarını yaşatmalıdır. Başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

Halkımızın başı sağolsun. Evrim, Zilan, Müslümlerin anısını yaşatmak için ne gerekiyorsa yapılmalıdır.”

ERKEKLER KENDİLERİNİ DÖNÜŞTÜREMİYOR

“Kadın Konferansı yapılacak sanırım. Kadınların dönüşümünde benim de biraz katkım olduğunu düşünüyorum.

Bir anımı anlatarak konuya girmek istiyorum. 11 Nisan Annemin ölüm yıldönömüydü. Bu vesileyle onu da anmış olalım.

Ölünceye kadar ona bir telefon bile açmamıştım, o yüzden kızgındı bana. Bazen üniversiteden köye uğradığım zamanlar

annem bana hep “bana dört metre kumaş bile almadın” derdi. Oysa ben daha büyük ideallerin peşindeydim. Ne yazık ki

bu sistem içinde kadınlar somut elle dokunulur şeyler isterler. Eşya isterler. Maddi değerler, eşyalar onları mutlu eder. Ki

bu onların suçu değildir, böyle yetiştiriliyorlar. Ama biz böyle yapmadık, ne yaptık, kadın sorununu toplumsallaştırdık. Bu

şekilde kadın sorununun çözümü konusunda gelişme yarattık. Ben hep toplumun kurtuluşunun kadının kurtuluşundan

geçeceğini söyledim ve hala yıllardır bunu söylüyoruz. Cinsiyetçi toplum sistemi içerisinde ne kadın kurtulabilir ne de

erkek kurtulabilir. Kadınlarımız gerçekten çaresizdirler. Düşünün 14-15 yaşında bir kız, özgür bir şekilde erkeklerle ilişki

geliştirmeye kalksa hemen toplumda ismi çıkar, dışlanır. Ya da toplumun dayattığını kabul eder evlenir yine bir erkeğin

hakimiyetini kabul eder ve köle gibi yaşar. Nereden baksanız bir çıkar yol bırakılmıyor kadınlara. Kadın ve erkeğin

Page 49: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

sağlıklı bir temelde ilişki kurması bu sistem nedeniyle çok güçtür. Ben bizzat kendim yıllardır bu konuyla uğraşmama

rağmen bir kadınla bu sistem içinde bir ilişki kurmaya korkuyorum. İkinci gün sorun çıkacağından korkuyorum. Bu sorun

benden kaynaklı da olabilir. Neden böyle söylüyorum. Çünkü erkekler bu konuda kendilerini dönüştüremiyorlar. Özgür

ilişki, özgür yaşamı sağlayacak şekilde bir birliktelik yaratmak bu sistem içinde çok zor görülüyor. Kadına yaklaşımı bir

enstrümana yaklaşıma benzetiyorum. Bu yanlış anlaşılmasın, kadını bir araç olarak ele alıyoruz anlamında

düşünülmesin. Müzik enstrümanına doğru yaklaşıldığı takdirde çok güzel müzik meydana getirilebilir. Hangi sesi vermek

istersen o sesi alırsın. Yani kötü, yanlış yaklaşırsa kötü sonuçlar ortaya çıkarır. Ben daha önce de kadınlara söylemiştim.

Bir kadın akademisi kurulabilir. Bunun bünyesinde çalışmalar yürütülebilir. Akademi konusunda sadece Diyarbakırla

yetinilmemeli, yaygınlaştırılmalıdır.”

CEZAEVLERİNE SELAM GÖNDERİYORUM

“Siirt halkına , Siirt cezaevindeki arkadaşlara, Diyarbakır E ve D Tipi C.evindekilere, Urfa Cezaevi’ndeki

kadınlara selamlarımı iletiyorum. Cezaevlerindeki arkadaşlar, bu kötü durumu iyiye çevirebilir. Cezaevinde olmayı bir

fırsata çevirebilir. Bu fırsatı iyi değerlendirebilir, içeride daha huzurlu biçimde yoğunlaşabilirler, bol bol araştırma

yapabilirler. Cezaevlerinden çok sayıda mektup elime ulaştı. Çoğu Newroz kutlamalarıyla ilgili. 70’e yakın mektup elime

geçti, 6’sı hakkında verilmeme kararı verildi. Hemen hemen bütün cezaevlerinden Muş, Diyarbakır, Siirt, Urfa, Mardin

mektup var. Trabzon bile var. Adana Karataş cezaevinden mektup var. Cezaevindeki tüm arkadaşlara selamlarımı

iletiyorum. Daha önce istediğim kitaplar vardı. Grek mitolojileri, Ermeni mitolojileri bunlar Say yayınlarından çıkmış olmalı.

Tarih Öncesinde Ticaret, Helen ve Roma Uygarlığı, Anadolu’nun Neolitik Tarihi gibi kitaplar. Diyarbakır ve Siirt halkına

selamlarımı iletiyorum.

Görüşme Notları:

Demokratik Anayasa şartı ile paket desteklenebilir

Öcalan, “AKP’nin sunduğu anayasa paketinin desteklenmesi tek şarta bağlıdır. Tek bir şartla bu anayasa paketi

desteklenmelidir, o şart da şudur: Demokrasi ve İnsan Hakları Şartı. En önemli ve en genel başlık demokratik

anayasadır” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede son siyasi

gelişmeleri değerlendiren Öcalan, Kürtlere ilişkin “Bundan sonra hiçbir güce ihtiyaç duymadan kendi öz savunmalarını

geliştireceklerini söylüyorlar. Öz savunma başta olmak üzere siyasi, sosyal, kültürel her alanda örgütlenmelerine ağırlık

verecekler. Örgütlü oldukları her tarafta Suriye, İran, Irak, Türkiye, Avrupa, her yerde öz savunma örgütlenmelerini de

içeren siyasal, sosyal, kültürel her türlü örgütlenmelerine ağırlık verecekler, bunu anlıyorum. Yani eskisi gibi tek başına

siyasi diyalog arayışıyla yetinmeyecekler, kendi toplumsal örgütlülüklerini geliştirecekler, ağ gibi, böyle örecekler”

değerlendirmelerini yaptı.

Öcalan, “Siyasi diyalog yoluna da açıktır ancak esas olarak kendi sistemlerini inşa edeceklerini,

oluşturacaklarını söylüyorlar. Kendi demokrasimizi kendi özgücümüzü yaygınlaştıracağız diyorlar. Bu da her yerde

yaygın örgütlülük anlamına geliyor. Bu şekilde toplumun her kesiminde örgütlenmeleri durumunda BDP’ye de fazla

ihtiyaç kalmayacak” dedi. Öcalan, şöyle devam etti:

ÇATIŞMA BİZİM TERCİHİMİZ OLMAYACAK

“Kürt sorunun çözümü konusunda siyasi diyalog yolu açılırsa buna cevap verilir, veririz. Bu diyalog sürecinin

başlatılması demek çatışma riskininin, olasılığının önüne geçmek demektir. Aksi taktirde hiç istemediğimiz, tasvip

etmediğimiz, önceliğimiz olmadığı halde çatışma ortamı gelişecektir. Ancak üstüne basa basa söylüyorum. Gelişecek bu

çatışma ortamı bizim tercihimiz değildir, olmayacaktır. Siyasi diyalog ve müzakere süreci başlatılırsa bu çatışma riski

ortadan kalkar. Aksi taktirde bizim istemediğimiz halde bir çatışma ortamı oluşur. Yine söylüyorum, bu bizim tercihimiz

olmayacak, sorunun çözümü için geliştirilecek, geliştirilmesi gereken diyalog süreci önemlidir. Bu şekilde süreç

geliştirilebilir, sorunun çözümü bu tartışmalarla rayına oturabilir. Yine bu konuda iyiniyet adımları atılabilir. Bu süreçte

bazı iyiniyet adımları atılabilir, yasal düzenlemeler yapılabilir, bazı belediye başkanları bırakılabilir. Aksi taktirde gelişecek

olan çatışma ortamı geçmiş dönemlerdekinden daha farklı olarak daha şiddetli bir şekilde gelişecektir.”

TERCİHİMİZ ÇÖZÜMDÜR

Page 50: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Ancak bizim tercihimiz çatışma değil çözümdür, bunun için de siyasi diyalog ve müzakere sürecine ihtiyaç

vardır. Biz gerek İmralı öncesi gerekse de İmralı süreci dahil toplam 17 yıldır sorunun çözümü konusunda çabalarımızı

yürütüyoruz. Biliniyor ben 17 yıl önce bu konudaki stratejik tavrımı belirlemiştim. Bu bir stratejik tavırdı, karardı. Bu

kararın, demokratik barışçıl yöntemlerin doğruluğuna olan inançtı. O günden bu güne kadar bu yönde, sorunun

demokratik ve barışçıl yönde çözümü için çabalarımız ve emeklerimiz oldu. Son yedi yıldır da özelde AKP genelde devlet

nezdinde diyalog ve çözüm konusunda çabalarımız ve girişimlerimiz oldu. Ancak AKP ile 7 yıl, ondan öncesi de on yıl

toplam 17 yıldır bu çabalarımızı tek yönlü geliştirmeye çalışıyoruz. Bu konudaki ısrarımız ortada, biliniyor. O yüzden

tekrar söylüyorum, sorunun çözümü konusunda siyasi diyalog ve müzakere süreci başlatılmalıdır ve sorunun

muhataplarıyla bu süreç derinleştirilmelidir. Yoksa hiç istemediğimiz halde, arzu etmediğimiz halde orta şiddet li bir

çatışma süreci yaşanacaktır. Bu da herkesin kaybı demektir, gelişecek olan bu çatışma süreci herkesin kaybına

olacaktır. Bu dönemde olumlu gelişmeler de olabilir, olmayabilir de, gelişmeler olumsuz da olabilir. Yaz başına kadar,

Mayıs sonu Haziran başına kadar tahminimce bazı şeyler netleşir.”

PAKETE DESTEK ŞARTA BAĞLANMALI

“Pratik-güncel meselelere ilişkin değerlendirme yapmak istediğim ikinci husus Anayasa tartışmalarına ilişkin

olacak. AKP’nin sunduğu bu anayasa paketinin desteklenmesi tek şarta bağlıdır. Önceki haftalarda da bahsetmiştim bu

şarttan. Tek bir şartla bu anayasa paketi desteklenmelidir, o şart da şudur: Demokrasi ve İnsan Hakları Şartı. Bu şartın

içinde öncelikli ve en önemli olarak yer alan husus Demokratik Anayasa’dır. Türkiye’de demokratik bir anayasanın varlığı

zorunludur. Anayasa çalışmasıyla ne CHP ve MHP’nin temsil ettiği statükocu-direnç konumuna ne de AKP’nin olası

oyunlarına gelinmemelidir. Bunlardan farklı olarak kendisine ait üçüncü tarz oluşturulmalıdır. Gerçek demokratik bir

anayasanın anlam ve ruhuna uygun hareket edilmelidir. Demokratik bir anayasa olmadan demokratik bir toplum nasıl

oluşturulabilir! Bu birincisi ve en önemlisidir; yeni ve demokratik bir anayasanın oluşturulması. Bunun yanında bir de

çocukların durumu var. Terör yasası var, bu yasanın kaldırılması gerekiyor. Belediye başkanlarının, BDP kadrolarının

tutuklanması var, KCK operasyonları kapsamında tutuklamalar var. Bütün bu tutuklananların serbest bırakılması

gerekiyor. Yine yüzde onluk seçim barajının düşürülmesi, BDP’nin hazine yardımından faydalandırılması gibi konular da

demokratik anayasa yanında ayrıntılı bir şekilde ele alınmalı, düzenlenmelidir. En önemli ve en genel başlık demokratik

anayasadır, Bu hususlar da demokratik anayasa başlığı yanında ayrı ve ayrıntılı olarak ikinci bir başlık altında

düzenlenmesi gereken hususlardır. Bu şart çerçevesinde AKP’nin bu konuda samimi bir adım atacağına kanaat

getiriliyorsa, bu anayasa taslağı desteklenebilir. Bu konuda inisiyatif tamamen kendilerinindir. Bu konuda bunları

düşünüyorum.”

KCK VE DTK TAMAMEN FARKLI ŞEYLERDİR

“Avrupa’da dernekler vardır, örgütlülükleri vardır ama bunların hepsi aynı sistem dahilindedir, dolayısıyla

yapacağı kongreler de bu şekilde ele alınır. Bunlar konfederal örgütlenme içindedirler. Bunun adı rejim oluyor, yani bir

nevi sistemdir, bu sistem içinde kendilerine yer buluyorlar. Her yerin bir örgütlenmesi vardır. Bu Avrupa Demokratik

Topluluğudur. Buna Avrupa Demokratik Topluluklar Birliği de denilebilir. Bu şekilde tanımlanabilir. Bunlar Avrupa’daki

yasal örgütlenmelerdir. Yasal zemine göre örgütlenirler ve oranın yasalarını dikkate alırlar. Her yerde bulundukları yerin

yasallığına göre örgütlenme olmalıdır.

Türkiye’deki model ise Demokratik Toplumdur. Merkezi Diyarbakır’dadır. Oradaki hukukçu arkadaşlar da bu

yasal zemin hakkında bilgi sahibidirler, bu konuları biliyorlardır, ona göre örgütlenirler. Yoksa bu KCK değildir. KCK

tamamen ayrı bir şeydir. DTK bundan farklıdır. KCK kendi örgütlenmesini kendi yapar, kendi alanını kendisi yaratır. DTK

ise ayrı, yasal zemine oturur. BDP de yasal zeminde siyaset yapar. BDP’nin alanı da yasal siyaset alanıdır ve Türkiye’nin

genelinde örgütlenir. Sadece Kürdistan’da değil Batı’da her yerde örgütlenmesini yürütür ve Türkiye partisi olarak

kendisini inşa etmeye çalışır. Bu perspektife uygun bir örgütlenmeye gider. DTK bölgede çalışma yürütebilir, hatta

Türkiye ile birlikte İran, Irak, Suriye yani Ortadoğu’da çalışma yürütebilir. Bu vesileyle İran’daki, Irak’taki, Suriye’deki

halkımıza selamlarımı gönderiyorum. Kendi demokratik birliklerini, örgütlülüklerini geliştirme yönünde çaba

sarfetmelidirler. Bu yönlü çalışmalar yapabilirler, çalışmalarında başarılar diliyorum.”

IRAK’TA KONGRE YAPILSIN

“Irak’ta Demokratik Ulus Kongresi yapılması yönündeki önerimi yineliyorum. Bu Kongre’ye her taraftan, her

kesimden katılım olmalıdır. Evet bu Demokratik Ulus Kongresi’dir. Konferans şeklinde değil de Kongre tarzında ele

alınmalıdır. Bunun için daha önce belirttiğim beş teorik üç pratik araçla Kongre yapılabilir. Bu beş teorik üç pratik araç

Kongre’nin aracı olmalıdır. Bu araçlarla Kongre’ye gidilmelidir. Bu şekliyle ele alınırsa Kongrelerinde bir düzeyi, başarıyı

yakalarlar. Onun için öneriyorum bu araçları. Bu vesileyle tekrardan halkımızı selamlıyorum.”

TÜM KADINLARI SELAMLIYORUM

“BDP’nin yerel yönetimler Konferansı yapıldı sanırım. Kendilerine çalışmalarında başarılar diliyorum. Yine Kadın

Konferansı yapılacakmış herhalde bugünlerde. Bu vesileyle kadınlar için şunu söylemek istiyorum. Kadınlar, kadın bilinci

oldukça gelişti, bir düzeye geldi. Yine kadın özgürlük mücadelesinin başarıya ulaşacağına olan inancımı belirtiyorum.

Kadın özgürlük mücadelesi başarıya ulaşacaktır. Kadın cinsi ekseninde yürüttüğümüz özgürlük mücadelemiz de kadın

Page 51: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

özgürlük mücadelesinden aldığı güçle başarıya ulaşacaktır. Buna inancım tamdır. Kadın özgürlük mücadelesi genel

özgürlük mücadelesine güç verecektir. Bu vesileyle bütün kadınları selamlıyorum. İzmir’deki kadınlara da teşekkür ve

selamlarımı iletiyorum. Avrupa’daki halkımıza, Roj Tv’ye, çalışanlarına, Türkiye’de Günlük gazetesi çalışanlarına

selamlarımı iletiyorum.”

KOPANLARI MÜCADELEYE ÇAĞIRIYORUM

“Daha önce 21 Mart Newroz vesilesiyle bizden ayrılan, kopanlara bir çağrım olmuştu. Ben bu çağrımı buradan

yineliyorum. Bizi eleştirebilirler. Bana dair de, düşüncelerime dair de eleştirileri olabilir. Bu şekilde eleştirisi olanlar olabilir.

Bu hususlar tartışılabilir, doğaldır. Eleştiri yapabilirler. Kimilerinin çelişkileri olabilir, kimileri de bizzat dönmek için benden

çağrı bekliyor olabilir. Ben bir kez daha bir şekilde bizimle bağını koparıp da aşırı bir şekilde bizimle çelişmemiş, uç

çelişkiler yaşamayanlara, yerinde oturanlara tekrar çağrı yapıyorum. Doğru, kazanımcı bir tartışma sürecini kendi

içlerinde yaşamalılar. Hareketimiz etrafında birleşmeyi ve güç katmayı esas almalıdırlar. Aksi taktirde bu sürecin bu

gelişmelerin üstesinden tek başlarına gelemezler, ezilirler, bu sistem hepsini boğuntuya getirir. O yüzden tekrardan bir

katılımı esas almalılar. En azından bu çabanın sahibi olmalıdırlar, diyorum. İran’da, Irak’ta, Suriye’de, Avrupa’da,

Türkiye’de, her tarafta bu durumda olanları tekrar mücadelemiz etrafında birleşmeye çağırıyorum.”

PKK DAHA GÜÇLÜ KONUMA GELMİŞTİR

“Yunanistan’da kendini yakan bir genç varmış. Adı Şiyar Bozkurt. Benim durumum için kendini yakmış. Ama bu

çok önceleri, daha önce olan bir şey. Ben yeni duydum, çok üzüldüm. Üniversite son sınıftaymış hatta o sene okulu

bitirecekmiş. Tabi bu bu genç arkadaşı saygıyla anıyorum. Bu gencin, Şiyar Bozkurt’un anısı yaşatılmalıdır. Hayatı, anısı

bir kitapla yaşatılmalıdır. Onun hayatını içeren, onu anlatan güzel bir kitap çalışması yapılabilir. Böylece anısı

yaşatılabilir. Bunlar önemli değerlerimizdir, anlamları bilinmelidir. Yine Viyan adında bir arkadaş bedenini ateşe vermişti,

Güney Kürdistan’lı bir arkadaş oluyor galiba. Benden üç ay haber alınamadığı zaman kendini yakıyor, bedenini ateşe

veriyor. Viyan arkadaşı da bu vesileyle saygıyla anıyorum. Yine daha önceki haftalarda da belirttim, Malatya’da Evrim

Alataş, Zeynep ve Müslüm’ü saygıyla anıyorum. Bu vesileyle hayatını kaybeden bütün yoldaşları saygıyla anıyorum.

Vedat Türkali’nin açık mektubu varmış Başbakana. Türkiye’nin sorunlarının çözümüne ilişkin Vedat Türkali ve diğer

aydınların katkısı önemlidir. Bu çalışmalara görüşleriyle, önerileriyle katılabilirler, destek sunabilirler. Değerlidirler,

katkıları önemlidir. Bu vesileyle selamlarımı iletiyorum. Ayşe Hür’ün tespiti doğru bir tespittir. Çözüm yönünde adımlar

atılmadığı için bu durum PKK’yi güçlendirdi. PKK her zamankinden daha güçlü bir konuma gelmiştir.”

DİPNOT DERGİSİNİ OLUMLU BULUYORUM

Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: “Andre Gunder Frank’ın Yeniden Doğu kitabını istemiştim. Dipnot dergisi

bana ulaştı. Düzeyini olumlu buluyorum, İyi yazılar var. Daha önce Ermenilerle ilgili Üç Bin Yıllık Kavga adlı kitabı

istemiştim. Cumhuriyet Yayınevinden çıkmış bildiğim kadarıyla. Çin’e ilişkin bir kitap almıştım. Rusya’ya ilişkin yeni bir

kitap çıkmış. Yine bu aralar böyle biyografi kitapları olabilir. Son dönemlerde Osmanlı’daki padişahlara ilişkin işte o

dönem saray çevresini anlatan kitaplar çıkmış. Türki şahsiyetlere ilişkin kitapları önceden vermiyorlardı ama şimdilerde

bu tarz kitapları verebilirler. Yine İttihat Terakki ile ilgili bir kitap çıkmış. Bu arada 21 Mart ve 4 Nisan vesilesiyle mektup

gönderenlere ve cezaevindeki yoldaşlara özel selamlarımı iletiyorum. Erzurum C.evinden Cahit İlboğa sık sık mektup

gönderiyor. Bayağı iyi ve içerikli yazıyor, düzeyi oldukça iyi, çalışmalarını devam ettirmelidir, başarılar di liyorum,

selamlarımı yolluyorum. Adana Karataş c.evinden Ayfer Ayçiçek ve dört arkadaşının mektubunu aldım, yoğunlaşmaları

iyidir, yürüyüşlerine devam etsinler. Yürüyüşlerini zaferle taçlandıracaklarına inanıyorum. Rize-Kalkandere’den yine

mektup aldım, selamlarımı iletiyorum. Diyarbakır c.evinde Nesimi Kalkan arkadaşın ekonomiye ilişkin yazısını aldım,

oldukça iyiydi. Yine ağır bir hasta bir arkadaş Vasiyet gibi bir mektup kaleme almış. Kendisine şunları söyleyebilirim.

Mücadelemizi başarıyla yürüteceğiz. Mücadelemiz başarıya ulaşacaktır. Bunu böyle bilmesini, bu konuda rahat olmasını

istiyorum. Kendisine çok özel selamlarımı gönderiyorum. Suriye Kürdistan’ında Türkiye’deki Hüseyin Musto adlı bir

arkadaşın mektubunu aldım. Onun şahsında tüm Suriye’deki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Bolu cezaeviden mektup

var selamlarımı iletiyorum. Yine başta Batman, Mardin, Siirt, Diyarbakır c.evleri olmak üzere bütün cezaevlerindeki

yoldaşlara selamlarımı iletiyorum. Yine 4 Nisan ve 21 Mart vesilesiyle mektup gönderenlere selamlarımı iletiyorum.

C.evlerinden oldukça düzeyli, gelişkin mektuplar alıyorum. Suat ve dört arkadaşı, oldukça gelişkin mektuplar yazıyorlar.

Onların da bahsettiğim arkadaşların mektupları ve bu gibi mektuplar da dergilerde yer alabilir. Onların bu konulardaki

düşüncelerini ifade imkanı verilebilir. Bu konularda oldukça yetkin değerlendirmeleri var. Kars-Göle ve Dersim halkımıza

özel selamlarımı iletiyorum.”

Page 52: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

AKP oyununu bozduğum için üzerime geliyorlar

Öcalan, “Haziran başına kadar bekleyeceğim eğer çözüm konusunda bir irade gelişmezse artık aradan

çekileceğim” dedi. Anayasa paketi eleştirileri için de “8. Maddenin geçmemesini bahane ederek BDP ve beni hedef

gösteriyorlar. AKP’nin oyununu bozduğum için bu kadar üzerime geliyorlar’’ diye konuştu.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Öcalan, Anayasa

Paketi konusunda AKP’nin derdinin demokratikleşme olmadığını belirterek, oyun oynadığını söyledi.

Öcalan şöyle dedi: “Bu anayasa paketi konusunda AKP’nin ne yapmak istediğini çözdüm. AKP’nin kodunu,

şifrelerini çözdüm. AKP’nin bu anayasa paketi konusundaki yaklaşımlarının hepsi bir oyundur. Anayasa Mahkemesi’ne

ilişkin düzenleme 337 oyla geçti, radyodan dinledim. Ancak 8. Madde 327 oyda kaldı ve düştü. Aslında AKP istese bu

maddeyi de geçirebilirdi, buna gücü yeterdi ancak maddeyi geçirmeyerek bunun üzerinden beni ve BDP’yi sorumlu

tutmaya, suçlamaya çalışıyorlar. Yoksa maddenin geçip geçmemesi kendilerinin çok umurlarında değildir. Bu maddenin

geçmemesini bahane ederek BDP ve beni hedef gösteriyorlar. AKP kendisini demokratik hamleler yapıyor şeklinde

gösterip bizi de bunun engelleyicisi olarak sunmaya çalışıyor! AKP bu konularda oyun oynuyor. Yoksa derdi

demokratikleşme değildir. Bazı sağ liberal kesimler de bu oyuna alet oluyor. İşte Nuray Mert gibi bazı kimseler bunu

anlamış. AKP gerçekten demokratik gelişmelerden yanaysa Siirt’teki bu tecavüz olayının üzerine niye gitmiyor? ”

SİİRT’İN NAMUSU KİRLETİLMİŞTİR

PKK lideri Öcalan şu değerlendirmelerde bulundu:

“Siirt’teki Pervari’deki yine yatılı bölge okulundaki yaşanan tecavüz olaylarının hepsi bilinçli, örgütlü ve planlı bir

şekilde yapılıyor. Bu olayların içinde onlarca, yüzlerce insan var. Bu olaylar derin ve planlıdır, bu kadar insanın içinde

olması tesadüf olmadığının göstergesidir. Ben bu konularda daha önceleri uyarılar yapmıştım. Bu olaylarla büyük bir

soykırımın provası yapılıyor. Siirt’te Pervari’de yaşananlar bir soykırımın işaretidir. O kadar insan bu işin içine bulaşacak

ve bunların hiçbiri bunca zaman açığa çıkarılmayacak! İki yıl devam etmiş. İşte görüldü kendi adamları var bu işin

başında, oradaki müdür yardımcısı var olayın içinde. En başta bunlar var. Bu olayların Siirt’te yaşanması da manidardır.

Kürtlerin yerel seçimlerde burayı almasına karşı bir nevi Kürtler’den intikam alınmak istenmiştir. Bu bir öç alma olayıdır.

Siirt’teki, Pervari’deki tecavüz bütün Kürtlere yöneliktir. Bu tecavüz olayıyla Siirt’in, Pervari’nin namusu kirletilmiştir, Siirt

lekelenmiştir, Pervari lekelenmiştir. O yüzden daha önce de dedim, kıyamet koparılmalıdır. Ufacık kız çocuklarını

korkutarak, onların acziyetini kullanarak istismar ediyorlar ve istediklerini yapıyorlar. Bu bir vahşettir, dehşettir. Buna nasıl

seyirci kalınır, anlamıyorum.”

TECAVÜZ KÜLTÜRÜ İLE HESAPLAŞILMALI

“Bu tecavüz kültürünü düşünüyorum da bazen kadınlara çok kızıyorum, bu tecavüz kültürünü aşmadan, bununla

mücadele etmeden ne aşk olur ne de aş olur. Ne sevgi olur ne de aşk olur. Bu tecavüz kültürüyle çatışmak kadın

özgürlüğü için şarttır. Ben kadınları anlamıyorum. Ne yapıyorsunuz? Ne yapıp edin buna bir çözüm getirmeleri gerekiyor.

Radyodan, TRT-1’den dinledim. Olayla ilgili olarak aydınların, yazarların konuşmaları istendiğinde yutkunuyorlar, çok

etkilendiklerini ve konuşamayacaklarını söylüyorlar. Oradaki insanlar da hakeza öyle, olayla ilgili konuşamıyorlar,

konuşmakta zorlanıyorlar. İşte alın size Siirt ve Pervari’de yaşananlar. AKP gerçekten demokratsa, samimiyse bu

sorunların üzerine gitmelidir. Yatılı Bölge Okullarında da buna benzer şeyler yaşanıyor. Orada küçük çocuklar ailelerinin

yoksulluğu, açlığı da kullanılarak yerinden yurdundan ediliyorlar. Bu durumlarından, bu aciziyetlerinden cesaret alarak bu

çocuklara istedikleri gibi davranıyorlar, istismar ediyorlar. ”

YİBOLARDA SOYKIRIM VAR

“YİBO’ların durumu çok iyi çözümlenmelidir. Burada Kürt çocukları ailelerinden koparılıp, kendi kültürlerinden,

dillerinden uzaklaştırılmakta, böylece başkalaştırılmaktadır. Türkçe bilmeyen Kürt çocukları buralarda kendi dillerini

unutmaktadır. Bu mudur AKP’nin demokratlığı? Bizdeki Kürt aydınları YİBO’lar hakkında yazmalı ve bu konu üzerinde

durmalılar. Bu çocuklara uygulanan soykırımdır. Bu bir kültürel soykırımdır. Bu bir dil soykırımıdır. Birleşmiş Milletler’in

67. Maddesinde de belirtiliyor. Orada soykırımın tarifi yapılıyor; İnsanları kendi dilinden ve kültüründen kopartıp,

uzaklaştırıp başka bir kültüre ve dile yöneltmek ve bu kültür içinde yaşamaya zorlamak bir soykırımdır diyor. Bu maddede

soykırımın tanımı böyle yapılıyor. YİBO’larda da uygulanan budur. Buralarda binlerce Kürt çocukları küçük yaşlardan

itibaren ailelerinden koparılıp kendilerine yabancı bir dil ve kültürün içine atılarak soykırıma tabi tutulmaktadırlar.”

DİLSİZ TOPLUM ONURSUZ TOPLUMDUR

Page 53: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Tabi burada biliyorsunuz toplumda devasa işsizlik sorunu vardır, Kürtlerin işsizliği ve açlığı da kullanılmaktadır.

Buna mecbur bırakılmaktadırlar. Bunlar da yetmiyormuş gibi her tür iğrenç uygulamaları da bu çocuklara yapmaktadırlar.

Üç yaşındaki çocuğa tecavüz ediliyor; bu onursuzlaştırmadır, kişiliksizleştirmedir. Yani bu durum tecavüz ede ede her

istediğini yaptırmadır. Çaresiz bırakmadır. Kürtlere yapılmak istenen de budur. Bu yüzden diyorum bu bir Kürt

soykırımıdır. En önemli şey kültür ve dildir, bir halkın onurudur dil ve kültür. Kültürü ve dili alırsanız onursuz bir insan

topluluğu kalacaktır. Hatta bu konuda hiç unutmam. O zamanlar çok küçüktüm. Anneme ağır yöneliyordum. Sen kendi

çocuğunla kendi dilini konuşmuyorsun, kendi kültürünü öğretmiyorsun diye çıkışıyordum. Hiç unutmam; çardağın

altındaydım. Anneme tavuk ve civcivlerini göstererek, “görüyorsun” demiştim “tavuk bile yavrularıyla kendi diliyle iletişime

giriyor onları kendi diliyle çağırıyor. Sen beni niye bir tavuk kadar bile koruyamıyorsun!” demiştim. O dönemler okula

giderken Türkçe bilmiyordum, bu konuda oldukça zorlanıyordum. Görüyorsunuz o yaşlarda bile bir çelişkimiz vardı. Ve ilk

isyanımız, başkaldırımız böyle oluyordu. Tabi sonra bu isyanı geliştirip, derinleştirip günümüze kadar getirdik.”

BDP BİRLEŞMİŞ MİLLETLERE GİTSİN

“Bu soykırımın birçok boyutu var. Kültürel soykırım, dil soykırımı, siyasi soykırım, ekonomik soykırım, doğa

soykırımı hepsi buna dahildir. Sanırım BM Sözleşmelerinde bu soykırım tarifi düzenleniyor. BDP de bu kapsamda

konuyu Birleşmiş Milletler’e götürmelidir. Bu konuda çalışma yürütmeliler. BM de halkımızın haklarını savunmalıdırlar.

Her türlü soykırım yapılıyor; sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, doğa soykırımı yapılıyor. Hiç bir tepki yok. Çocuklar

ailelerinden kopartılıyor bir tepki yok, tecavüz olayları yaşanıyor, kimsenin elinden bir şey gelmiyor, bir tepki yok.

Yanıbaşınızda kültürünüz, mirasınız, doğanız katlediliyor, barajlar yapılıyor, insanlar hiçbir tepki vermiyor, bunlara engel

olamıyor, sadece seyirci kalıyor. Bunlar çok acı şeyler. Daha önce de söylemiştim, Dersim’de de buna benzer şeyler var.

İşte AKP iktidarı altında bunlar yaşanıyor. Yine daha önce siyasi soykırım olarak nitelediğim 1500 Kürt siyasetçinin, DTP-

BDP’linin tutuklanması var. Tam bir yıldır bu insanlar mahkemeye çıkarılmadan öylece cezaevinde tutuluyorlar,

iddianameleri bile hazırlanmamış. Bu bir siyasi soykırımdır.”

BU UYGULAMALAR HİTLERİN GAZ ODALARINI ARATMIYOR

“Ermeni soykırımı, “Büyük Felaket” deniliyor ya; sadece 220 tane Ermeni aydınının 24 Nisan’da tutuklanıp

sürülmesiyle başlıyor bu büyük felaket. Ama Kürtler’de bu sayı 1500’dür. Bu operasyonlar kapsamında tutuklanan BDP

yöneticisi Osman Yiğit cezaevinde yaşamını yitirmiş, ailesine, halkımıza başsağlığı diliyorum. Kürtlerin soykırımı 1500

Kürt siyasetçisi-aydınının cezaevine gönderilmesiyle başlamış bulunuyor. Bu siyasi soykırımla amaçlanan Kürtleri

iradesizleştirip teslim almadır. Bu uygulama Hitler faşizmini aratmayan bir uygulamadır. Biliyorsunuz Hitler, Yahudi

soykırımında Yahudileri gaz odalarına gönderiyordu, toplama kamplarında tutuyordu. Kürtlere uygulanan soykırım ise

Hitlerin gaz odalarını aratmayacak cinstendir. ”

ERDOĞAN HİTLER’İ PARTİSİNDE ARASIN

“Erdoğan Hitler-İnönü değerlendirmesi yaptı. İnönü’yü daha önceleri benim ne kadar eleştirdiğim biliniyor, onun

hakkında ne kadar değerlendirme yaptığım biliniyor, ona girmeyeceğim. Ancak Erdoğan Hitler’in ruhunu çok uzaklarda

aramasın, kendi partisine, partisinin politikasına baksın yeter. Bir taraftan tecavüzlerle bir taraftan YİBO’larla, bir taraftan

da Kürt siyasetçilerin tutuklanmasıyla Kürtlerin soykırımına girişeceksin öte yandan da Kürtlerden destek isteyeceksin!

AKP bu konuda samimi olmalıdır. Bu anayasa paketini bütün bu gelişmelerden bağımsız ele alıp “demokrasi hamlesi”

olarak görmek, bu konuda beni ve BDP’yi hedef göstermek insafsızlıktır, vicdansızlıktır! AKP’nin bu anayasa paketiyle

gelişmeleri kendi lehine çevirmeye çalışıyor. Gerçekleştirmek istediği kendi siyasi iktidarını, egemenliğini güçlendirerek

devam ettirmektir. Bana niye bu kadar yöneliyorlar? Ben AKP’nin oyununu bozduğum için bu kadar üzerime geliyorlar.

Bütün nedeni budur. Kimse bu konuda bizi suçlayamaz, kimsenin buna hakkı yoktur. Bunları görmeden nasıl bu sonuca

varıyorlar? Bu soykırımı görmeyeceksiniz, bunları işlemeyeceksiniz, üç yaşındaki kız çocuğuna tecavüz edilecek, bunlar

tartışılmayacak ama ben ve BDP sorumlu tutulacağız! Bu çevreler bizi MHP ve CHP’nin konumuna düşmekle

suçluyorlar. Biz ne MHP ve CHP’nin durumuna düşeceğiz ne de AKP’nin yedeğine düşeceğiz. BDP demokratik anayasa

çalışmasını geliştirebilir. Bu demokratik anayasa çalışmasını bütün topluma, sivil toplum örgütlerine, aydınlara, her

kesime yayabilir. Demokratik anayasa konusunda bir tartışma platformu yaratılabilir. Herkese demokratik anayasanın

zorunluluğunu anlatılabilir. Bu konuda yoğun bir çalışma yürütülebilir.”

AKP BİZİ ASKERLE ÇATIŞTIRIP GÜÇTEN DÜŞÜRMEK İSTİYOR

“Daha önce de belirtmiştim, Türkiye’de iki Türkçü kesim var. Bir tarafta laik-ulusalcı-Türkçü bir çizgi var. Bu,

başkenti Ankara’da olan ve ağırlıklı olarak MHP ve CHP’nin temsil ettiği Türkçülük çizgisidir. Öte yandan da AKP’nin

temsil ettiği Konya-Kayseri merkezli İktidar İslamcı-Türkçü anlayış var. Biz bu iki Türkçü anlayış arasında tercih

yapmayacağız. Hatta İktidar İslamcı-Türkçü anlayış Ulusalcı-Türkçü anlayıştan daha tehlikelidir. İkisi de birbirinden

tehlikelidir. İki Türkçü anlayış da faşizmdir, ikisi de kurumsal faşizmdir, demokratik olanı, çoğulculuğu yok eder. Kürtler

konusunda CHP ve MHP, AKP’nin gizli müttefikleridir. Sayın Erdoğan’a söylüyorum. Senin gizli müttefiklerin Baykal ve

Bahçelidir. AKP özünde demokrasiyi getirmiyor, iktidarını sağlamlaştırmaya çalışıyor, demokratik talepleri oyalıyor.

AKP’nin amaçladığı bizi, Ergenekon’un ve askerin bir kısmıyla çatıştırıp güçten düşürerek aradan sıyrılmaktır. Bu

politikaların arkasında ABD var, İngiltere var. Benim buraya getirilmemde de bu güçlerin rolü var. Küçük parçaları bir

Page 54: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

araya getirdiğimde iyice anlaşılıyor. Benim buraya getirilmem de belli pazarlıkların belli tavizlerin karşılığında oldu. Bu

komplonun arkasında ABD ve İngiltere başta olmak üzere belli tavizler karşılığında Yunanistan, İran, Irak, Suriye ve

Ermenistan gibi ülkeler de vardı. Türkiye benim iade edilmem karşılığında birçok taviz vermiştir ve kendisini bu ülkelere

bağlı kılmıştır. İşte benim yakalanmamla birlikte kendi bölgesinde birçok ülkeyle İran’la Suriye’yle, Irak’la ikili anlaşmalar

yaptılar. Bölgedeki ilişkileri düzenlemeye çalıştılar. Yunanistan’a Ege Adaları konusunda taviz verdiler. Yunanistan’la 14

Mayıs’ta müzakereye oturacaklar, bakalım ne çıkacak? Sonrasında işte biliniyor Suriye ile, İran ile ikili anlaşmalar

yaptılar, kendi Kürt politikalarını ortaklaştırdılar. ”

AHMET TÜRKLER OYUNLARA GELMEDİLER

“İşte şu anda İran-Suriye-Türkiye ant-i Kürt irttifakı geliştiriyor, bu çok tehlikelidir. Irak’ta da benim

tutuklanmamdan sonra Saddam rejimini çözdüler ve orada yeni bir düzenlemeye gittiler. Güney liderliklerini öne

çıkardılar. Ermenistan’la da ilişkileri düzenlemeye çalışıyorlar, işte protokoller. Bütün bu gelişmelerin benim

yakalanmamla ve Kürt hareketiyle yakından ilgisi vardır. Bütün bu gelişmeler benim komployla Suriye’den çıkarılmamla

başladı, bu komployla yakından alakalıdır. Aslında bütün bu çabalarla amaçlanan BDP’nin teslimiyeti ve PKK’nin

tasfiyesiydi. BDP teslim alınmaya çalışılarak PKK de kuşatılarak tasfiye edilmeye çalışılacak, ben de burada ölüme

terkedileceğim. Ancak gerek benim buradaki çabam, gerek PKK’nin çabası, gerekse halkımızın direnişiyle bu oyunlar

boşa çıkarıldı. BDP’nin teslim alınmasını, bir dönem Ahmet Türk üzerinden yapmaya çalıştılar. Biliyorum Ahmet Türk,

iyiniyetli biridir, ancak onun üzerinden bu teslimiyet politikasını uygulamaya çalıştılar. Ahmet Türk onlar bu oyuna gelmedi

sonra da bazı saldırılar, Samsun’daki saldırılar oldu. Bu saldırılar tesadüfi değildir. Aslında Samsun saldırısı, bu

oyunların boşa çıkmasından sonra Ahmet Türk’e duyulan öfkenin ifadesiydi, amaçlarına ulaşamamanın bir

dışavurumudur, bunun böyle anlaşılması gerekir.”

ÇÖZÜM ZOR DEĞİLDİR

“Aslında sorunun çözümü çok zor da değildir. Ben daha önce de değindim iki şartım vardı. Birincisi İnsan

Hakları ve Demokrasi Şartı. İkincisi Güvenlik şartıydı. Ben daha önceleri gerek yazılı gerekse sözlü bu konuları AKP

iktidarı döneminde devletin sağduyulu, bilen kesimine gerekse AKP’ye, Başbakan’a ilettim. Bu konuda çok şey

istemediğimiz de bilinmelidir. Bu iki şart da anayasal haklardır. Birinci şart İnsan hakları ve demokrasi şartıdır. Bu da

demokratik anayasa demektir. Demokratik bir anayasanın inşası demokratik haklar demektir. Kürtlerin demokratik

haklarının anayasal güvenceye alınmasıdır. İkinci şart ise güvenlik şartıdır. Güvenlik şartı da anayasada düzenlenmiş bir

anayasal haktır. Bütün toplulukların güvencesi olmalıdır. Türkiye Halkı’nın da güvencesi olmalıdır, Kürtlerin de güvencesi

olmalıdır. Bu iki şart gerçekleştiğinde ben de üzerime düşeni yaparım dedim. Daha önce de çağrı yaptım, “bu şartlar

yerine getirilirse ben silahlı güçleri bir yere toplarım” dedim. “Sizin de uygun gördüğünüz onların da uygun gördüğü bir

yerde güçleri toplarım. Ve bunu başaracak gücüm de var, buna inanıyorum” dedim. Öyle içeride dışarıda onların yanında

olup olmamam farketmez. Ben buna şimdi de hazırım. İşte örgütün silahlı güçleri Kandil’de, Cudi’de, Cilo’da ya da

Süphan’da toplanabilir. Bu şartlar gerçekleşirse bunu yapabilecek gücüm var. İlla ki öyle yanlarında olmak zorunda da

değilim.”

ARTIK NE OYALAYACAĞIM NE DE OYALAMALARINA İZİN VERECEĞİM

“Tabi ta Özal’dan beri bizim çözüm ve diyalog konusunda çabamız ve arayışlarımız oldu, oluyor, devam ediyor.

Ancak her görüşmemizde, ilişkiye her geçtiğimizde dönemin hükümetleri tasfiye edildiler. Özal döneminde de güçlerin bir

yerde toplanması görüşülmüştü. Özal sorunun çözümü konusunda samimiydi. Biz de buna yanıt vermekte geç kaldık

ancak Özal da tasfiye edildi. Sonra Erbakan döneminde de bu güçlerin bir yerde toplanması gündeme geldi. Erbakan’ın

da bu konuda iyiniyetli girişimleri vardı. Erbakan’ın bu girişimlerine yanıtımız olumlu oldu. Erbakan bu iradeyi gösterdi

ancak onu da tasfiye ettiler. O dönemdeki bu girişimimiz de böylece heba oldu. Sonra Ecevit dönemi geldi, onun

döneminde de görüşmelerimiz oldu, buraya geldiler görüştük. Güçlerimizi geri çekme konusunda adım da attık. Ancak bu

çabamız da karşılık bulmadı ve Ecevit tasfiye edildi. Özal’dan beri diyalog ve çözüm konusunda yazılı ve sözlü

girişimlerimiz oldu, oluyor. Ancak bundan sonra ne ben oyalayacağım ne de beni oyalamalarına izin vereceğim. Sekiz

yıldır AKP’ye sabrettim. Başbakana sesleniyorum: kalk de ki “ben Kürtlerle barışmak istiyorum”, bu iradeyi göster, biz de

güçlerimizi çözüme imkan sunmak için uygun bir mevzilenmeye tabi tutalım. Son olarak Mayıs sonu ve Haziran başına

kadar bekleyeceğim eğer çözüm konusunda bir irade gelişmezse ben artık aradan çekileceğim. Bundan sonra ben

sorumluluk kabul etmeyeceğim. KCK’ye de diyeceğim ki “sağlık koşullarım artık elvermiyor”. Sonra Hükümet, Devlet ne

yapar, KCK ne yapar, savaşırlar mı, barışırlar mı, kendi aralarındaki sorunları nasıl ele alırlar, kendileri karar verirler

bunlara. Ben bundan sonra aradan çekileceğim. Haziran başında herşey netleşir. Bundan sonraki gelişmelerden de

kimse beni sorumlu tutamaz, bunu açık ve net söylüyorum. Bu benim son çağrımdır.”

PKK KENTLERDE İSYAN ÇIKARIR

“PKK’ye KCK’ye de şunu söylüyorum. Karayılan, Duran ve son olarak da Cemil Bayık’ın söyledikleri ortada.

Kendileri görüşlerini, düşüncelerini dile getiriyorlar. Artık bu işin merkezinde kendileri vardır. Hepsinin görüşlerine,

düşüncelerine saygım var. Kendi koşullarını kendileri daha iyi biliyorlar. Artık bu işi onlar yürütecekler ve kararlarını

verecekler, devletle savaşırlar mı barışırlar mı kendileri karar verecekler. Yüzde seksen oranında sosyal, siyasal,

Page 55: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

ekonomik, kültürel her alanda halkın içinde örgütlenip ihtiyaçlara cevap olabilecekler mi? Devrimci Siyaset Akademilerini

oluşturabilecekler mi? İşte belirtiyorlar, kentlerde isyanlar, şehir ayaklanmaları, yaygın çatışmalar olacağını söylüyorlar,

şiddeti orta düzeye tırmandıracağız diyorlar, bunu ben demiyorum, kendileri diyor. Bunların hepsine kendileri karar

vereceklerdir”

Öcalan ayrıca, “İran’daki Kürt sorunun çözülmesi gerekiyor, İran’ın bu kuşatmadan kurtulabilmesi için

demokratikleşmesi gerekiyor’’ dedi.

Görüşmede sağlık sorunlarına da değinen Öcalan “Bel kısmında soğuma var. Muhtemelen bu kaslardandır.

Öne doğru eğilemiyorum, bu bölgemde kas ağrısı var, oturup kalkarken zorlanıyorum. Muhtemelen yeni cezaevi

koşullarıyla alakalıdır. Son dönemlerde gözlerimde yaşlanma, sulanma, ağrı ve kaşınma var. Zorlanıyorum. Muhtemelen

bunlarda buranın havasıyla ilgilidir.” dedi.

KADIN KONFERANSI ÖNEMLİ

Diyarbakır’daki kadın konferansını da değerlendiren Öcalan, şöyle konuştu: “Diyarbakır’da yapılan Kadın

Konferansına o zaman çok değinemedim, aslında bu konferans çok önemliydi. Demokratik Özgürlükçü Kadın Hareketi

çok önemlidir. Kadın özgürlüğü kapsamında kadın demokrasisinin geliştirilmesi önemli. Kürt kadınlarının gelmiş olduğu

düzey iyidir. Güney’deki kadınların da kadın bilincinin geliştirilmesi önemli. Bu konuda Türkiye Kürdistan’ındaki kadınların

durumu daha iyidir, Türkiye Kürdistan’ındaki kadınlar diğer parçalardaki kadınlara yardımcı olabilmeliler, bu konuda

onlara öncülük edebilmeliler. Aslında söylenecek çok şey var.”

TATVAN DA DESTANSI YERDİR

“Tatvan’da önümüzdeki günlerde bir Kadın Festivali yapılacak herhalde. Tatvan ve o çevre açısından kadın

özgürlüğü ve mücadelesi önemlidir, çünkü kadın mücadelesi dönüştürücüdür. Kürdistan demokratik özgürlükçü kadın

hareketi mücadelesinde kendilerine başarılar diliyorum ve kendilerini selamlıyorum. Tatvan ve Batman’ın ve o bölgelerin

bizim mücadelemizde çok önemli yeri vardır. Tabi Tatvan çok önemli bir yerdir. Adıyaman C.evinden bir kadın Ahlatlı bir

arkadaş ağır hastadır herhalde. Bir yazısında çıktığında en büyük hayalinin Tatvan’da Kadın Akademisi’n i kurmak

olduğunu belirtiyor. Tabi bunlar önemlidir. Tatvan için şunu söyleyebilirim. İleride daha güzel ve önemli şeyler olabilir

orada. Tatvan, Van çevresi, Van Gölü’nün çevresi tarihi-kültürel açıdan çok önemlidir. Kültürel açıdan zengin yerlerdir,

destansı yerlerdir. Bir ucu Zağroslora, bir ucu Kafkaslara, diğer ucu da Anadolu’ya uzanıyor. Sanat ve estetik açıdan

Tatvan festivallere uygun bir yerdir. Yanlış hatırlamıyorsam Zilan için de öyle bir değerlendirme var. Orada kadın

kültürleşmesi, kadın topluluğu olduğu söyleniyor. Van-Tatvan tarafları bu damarın, bu kültürün oluştuğu yerlerdir. O

yüzden orada kadın çalışmaları ve bu çalışmaların kökleşmesi anlamlıdır. Orada kadın kültürleşmesi önemlidir. Tatvan

bu anlamda demokratik öz yönetimin, toplumsal inşanın iyi bir örneği olabilir, buna uygun bir yerdir. Burada Kadın

Siyaset Akademisi kurulabilir. Bu vesile ile Ozan Mizgin ile Lübnanlı, adını hatırlayamadığım bir kızı anıyorum. Bunlar

yanımda yetiştiler. Mizgin, Tatvan’da ele geçmemek için kendi eliyle yaşamına son verdi. Bir de Lübnan’lı bir kız vardı. O

da Batman’da ele geçmemek için o da kendi eliyle yaşamına son vermişti. Şehit Mizgin ve Lübnan’lı kız da çok yiğitti,

ikisi de elimizde büyüdü. Halkımızın çok değerli şehitleridir.”

Öcalan sözlerini “Kadınlara, Tatvan’a, Batman’a, halkımıza özel selamlarımı iletiyorum” diyerek tamamladı.

Görüşme Notları:

31 Mayıs’tan sonra çekileceğim

Öcalan, “Dört yıl önce elimi birçok şeyden çekmiştim, ancak barışçıl bir çözüm ihtimali için yine elimden geleni

yaptım. Bundan sonra bunu yapmayacağım. 31 Mayıs’a kadar bekleyeceğim. Bu zamana kadar olumlu bir gelişme

olmazsa artık hiç bir şeye karışmayacağım” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede sağlık sorunlarına

değinen Öcalan, “Sağlık durumuma ilişkin; gözlerim de ağrı var, sürekli yaş akıyor, alerji gibi bir şey olabilir, mikrop

kapmış olabilir. Göz için verilen bir ilacı kullanıyorum” dedi.

Page 56: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Son günlerde tutumunu sertleştiren İran’a da değinen Öcalan, “Basından öğrendiğime göre İran’da 4 PJAK’lı

idam edilmiş ve 5 gerilla da zehirlenmiş. Tüm ölenlerin ailelerine başsağlığı diliyor, acılarını paylaşıyorum. İran’ın

durumunu bilmek gerekiyor. Oradaki mollaları küçümsememek gerekir. Bunlar çok güçlü ve baskıcıdırlar. Bunlar çok

acımasızdır. Molla rejimi çok baskıcı, gerici bir rejimdir, vicdansızdır, vahşidir. Bunların öyle bilindiği gibi acıma

macımaları da yoktur. İran daha fazla sert de yönelebilir. Ben İran’ın bu şekilde yönelebileceğini tahmin etmiştim. Daha

öncesinden de söylemiştim, Bradost hattında halkın savunmasını yapabilecek bir hat oluşturulabilir. Aksi halde İran

kadın, çoluk çocuk demez, hepsini tarar, katliam yapar, bu tarihsel olarak da böyledir, çok tehlikelidir İran, bunun

bilinmesi gerekir. Bu konuda çok dikkatli olmak gerekiyor. İran’da farklı, köklü kesimler, örgütler de var. Beluciler,

Acemler, Azeriler, bunlarla ittifak yapılabilir. Bunlarla ilişkilenilebilir. Ancak İran rejiminin karakterini de bilmek gerekir. ”

dedi. Öcalan, şöyle devam etti:

SURİYE ARABULUCULUK YAPABİLİR

“İran ve Türkiye arasında ittifak var. İdamlar, İstanbul’da gerçekleştirilen ittifak toplantısından sonra gerçekleşti.

İran bu ittifaktan da güç alarak bu idamları gerçekleştirdi. Suriye Devlet Başkanı Esad’ın bir açıklamasını da öğrendim

basından. Esad, sorunların bölgesel müzakerelerle çözülmesini istiyor. Biz bu mesajı aldık. Bu bize yönelikti. Beşar Esad

bu mesajıyla İran ve Türkiye’nin sertlik politikalarına bir şekilde ortak olmak istemediğini söylemeye çalışıyor. Bu

açıklaması önemlidir. Türkiye ve İran’ın bu imha politikalarına ortak olmayabilir. Suriye’nin rolü önemlidir. Türkiye’nin

Suriye’yle İsrail arasındaki arabuluculuk rolü gibi Suriye’nin de Türklerle Kürtler arasında arabuluculuk rolü ve misyonu

olabilir. Ben 20 yıl Suriye’de kaldım. Suriye’yi tanırım. Hafız Esad ve Cemil Esad anısına da Beşar Esad önemli rol

oynayabilir. Bunlar bizim yaklaşımımızı biliyorlar. Beşar Esad’ın sorunların bölgesel müzakerelerle çözülebileceği

yaklaşımı, bizim yaklaşımımızla örtüşüyor. Böyle bir rol oynarlarsa, bu, Türkiye ile aralarını bozmaz, Türkiye ile ilişkilerini

geriye götürmez, hatta ilişkileri daha da ileriye götürür. Demokratikleşmeye de yardımcı olur.Aynı şekilde Güney’deki

güçler de Türkiye, İran ve bizim aramızda, daha doğrusu sorunun çözümü konusunda arabuluculuk rolünü

üstlenebilirler.”

TÜRKALİ DEVRİM ABİDESİDİR

“Kürtler ve Türkiye devrimci-demokratik hareketi arasındaki ilişkinin romanlaşması önemlidir. Bunu en iyi

yapabileceklerden biri de Vedat Türkali’dir. Kürt Özgürlük Hareketi ile Türkiye devrimci-demokratik hareketi çok daha

önce biraraya gelmiş olsalardı, Türkiye’nin şu andaki hali çok başka olurdu. Kürt Özgürlük Hareketi’nin geldiği konum ile

Türkiye devrimci-demokratik hareketinin bulunduğu konum bellidir. Bunun en canlı örneği, abidesi Vedat Türkali’dir.

Kürtlerle komünistler, sosyalistler, devrimciler, demokratlar arasındaki manevi bağı, ilişkiyi, birlikteliği, umudu ve bunun

gerçekleşeceğini yazabilir. Bunun yüzde ellisi gerçekleşmiştir. Devrim konusunda umutlu olmak gerekir. Mutlaka

gerçekleşecektir devrim. Şu an gerçekleşiyor zaten ve ardı arkası da dalga dalga gelecektir. Bu konuda umudumu

koruyorum.”

81 İLDE AKADEMİ KURULMALI

“Birçok şeyde geç kalınıyor. İşte siyaset akademilerinde, bölge ülkelerinde temsilciliklerin açılmasında da geç

davranılıyor. Oysa 81 ilde akademi kurulmalıydı. Komünal bir yaşamın örnek alınması önemlidir. Komünal demokratik

yaşama inanan, bunun pratiğini iyi yapabilen birkaç kişi bunları pratikleştirebilir. Yaşamımın büyük bir bölümü o

topraklarda geçti. Ben on bin yıllık komünal yaşamı önemsiyorum. Mesela ben şimdi dışarıda olsam, büyük şehirlerde,

İstanbul’daki plazalarda yaşamam. Gider, bir köyde ya da on bin nüfusluk bir yerleşim biriminde doğa ile iç içe komünal

bir hayatı gerçekleştirerek yaşarım. Dışarıda olsam benim tercihim böyle olur.”

ÇETE ANLAYIŞI İLE MÜCADELE ETTİM

“15 Ağustos’a gerillaları ben hazırladım. Bunu savunmalarımda da yazdım, kabul ettim. 15 Ağustos için

gerillaları yurt içine gönderdim. Ancak gelişen gerilla anlayışı tam benim istediğim gibi gelişmedi. Benim gerilla anlayışım

bu değildi. Bazen bir korucu için on tane çocuk öldürdüler. Ben başta böyle olayları gerçekleştirdiklerine inanmıyordum.

Hatta ilk birkaç ay bunlara inanamıyordum. Ancak sonra anladım ki, gerillaların bir kısmı farklı ilişkiler gerçekleştirmişler,

çete anlayışını geliştirmişler, devletin bazı unsurlarıyla ortak şeyler yapmışlar. İşte Çürükkayalar, Dörtlü Çete, Hogir,

Şemdin onlar farklı bir anlayışı, çete anlayışını geliştirdiler. Benim istediğim gerilla anlayışı bu değildi. Bunlar bizi çok

zorladılar. Bunlar bir de yaptıkları bazı şeyleri benim adıma yaptıklarını söylüyorlardı. Ben kesinlikle bunlara bu konuda

talimat vermedim, bunların yaptıklarını tasvip de etmedim.”

HALKIMIZA SOYKIRIM TEHLİKESİ VAR

“Öcalan ismi kullanılarak kahramanlık yapılmamalıdır. Ben dört yıl önce elimi birçok şeyden çekmiştim, ancak

barışçıl bir çözüm ihtimali için yine elimden geleni yaptım. Bundan sonra bunu yapmayacağım. Benim zihniyetimde ucuz

şeylere yer yoktur. Ben 31 Mayıs’a kadar bekleyeceğim. Önümüzde iki-üç hafta var. Bu zamana kadar olumlu bir gelişme

olmazsa artık hiç bir şeye karışmayacağım. Kim, ne yapacaksa, kendi kararlarıdır. Orta yoğunluktaki bir savaştan söz

ediliyor,bunun şöyle bir tehlikesi var: böyle bir savaş gelişirse bu sadece öyle dağla da olmaz, şehirlerde de bunun etkisi

çok büyük olur. Şehirlerdeki serhıldanlar kent isyanlarına dönüşebilir. Her şehirde büyük katliamlar da gelişebilir.

Halkımız bunu bilmeli ve buna hazırlıklı olmalıdır. Savaştan beslenenler büyük bir şiddet uygulayabilir. Bu şiddette birçok

Page 57: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

genç, kadın, çoluk, çocuk ve halkımızdan birçok insan da ölebilir. Devlet çok daha sert ve acımasızca Kürtlere

yönelebilir. Herkes tedbirini almalıdır. Benim için bir şey yapmasınlar, ne yapıyorlarsa kendileri için yapsınlar. Halkımızın

üzerinde soykırım, bir tehlike ve tehdit olarak duruyor. Onun için ne yapıyorlarsa kendileri için yapsınlar. Benim buradaki

durumum gerekçe yapılmamalı. Ne yapıyorlarsa kendi onurları, kendi kaderleri, kendi hakları için yapsınlar. ”

AKP TÜCCAR KÂRI İÇİN SAVAŞ ÇIKARIYOR

“Eğer bu şiddette bir çatışma gelişirse, gerisini AKP, MHP, CHP ve PKK düşünsün. Burada sorumluluk onlara

aittir. Baykal kaçıyor, sorumluluk AKP ve MHP’ye kaldı. Durumun ciddiyetini herkes bilmelidir. Herkes elini taşın altına

koymalıdır. AKP, MHP, CHP teşhir edilmelidir. Aslında devlet içinde çözüm isteyenler var, siyasiler istemiyor, AKP

istemiyor. Marks’ın ünlü bir sözü var; “sermaye bir günlük kârı için babasını bile asar”. AKP de tüccarlarının bir yıllık kârı

için tüm orduyu savaşa sürüklüyor. Bunlar kendi sermayeleri için her şeyi yapar. Onlarca, yüzlerce askerin, polisin ölmesi

bunların umurunda değildir. Bunlar için asıl olan kârdır. Sınıra tonlarca yığınak yapmışlar. Bir milyon askeri kendi kârı için

sınıra yığmışlar. Ben daha önce Konya-Kayseri merkezli sermayeden bahsetmiştim. Aynı şekilde TOBB’un

sermayesinden de bahsetmiştim. AKP de bu sermaye için sorunları çözmüyor. Demokratik açılımı bu tüccarlarının bir

yıllık kârına kurban ettiler.”

ÇÖZÜM İSTEYENLER BAYKAL’A MÜDAHALE ETTİ

“Devlet dediğimiz de iki kesimdir. Birinci kesimi Kürt sorunun çözümünden yana olan bir kesim. Diğeri de

çözümü istemeyen mevcut durumdan memnun olan bir devlettir. Bunlar da kendi içlerinde çatışma içindedir. Baykal, Kürt

sorununun çözümü önünde engel olduğu için, yaşanan olay, devlet içinde çözüm isteyen kesimin Baykal’a

müdahalesidir. Baykal öyle tek başına bir kişi değildir, güçlüdürler. Devlet Baykal’ı durduramadığı, engelleyemediği için

böyle bir şeye başvurdu. Ama Baykal, hodri meydan diyor, savaşa devam edeceğini, durmayacağını söylüyor. Bunda

başarılı olup olmayacağını da bilmiyorum. Baykal dediğimiz bir kişi değildir. Bunlar geniş bir ekipten oluşuyorlar.

Baykal’ın yaptığı da bir tecavüz kültürüne dayanıyor. Üstte Baykal böyle davranıyorsa altında ne olabileceği de tahmin

edilebilir. AKP de açılım ve anayasa ile kendisini kurtarma çabası içerisindedir. Anayasa değişiklik paketinin içerisi

boştur.”

‘AKP ÇÖZMEK İSTEMİYOR’

“Bugün artık çok net anlaşılıyor ki AKP de en az CHP ve MHP kadar Kürt sorunu önünde engeldir. AKP Kürt

sorununu çözmek istemiyor. CHP, Deniz Baykal’ın tasfiye edilmesiyle şimdilik kenarda duruyor. Bir müddet sorumluluk

AKP ve MHP’de olacak. 8 yıldır Erdoğan, Baykal ve Bahçeli Kürt sorunu konusunda bir ittifak içerisindedirler.

Birbirlerinden farkı yoktur. Anayasa değişiklikleri de bir oyundan ibarettir. Şu anki anayasa değişikliği paketinde Kürtler

yok, Kürtlerin hakkı yok, demokratikleşme yok, insan hakları yoktur. 8 maddeyi de AKP çekmiştir, orada bir oyun var;

hem 8. maddeyi çekti hem de bunu bizim boynumuza bırakmaya çalıştı. Dolayısıyla referandum Kürtleri, demokratları

ilgilendiren bir husus değildir. Ancak yüzde yüz baraj var, yüzlerce çocuğun tutuklanması var, tecavüzler var, Kürt

özgürlük mücadelesinin 1500 siyasi tutuklusu var. Bu anayasa, mevcut 12 Eylül anayasasından daha ileri değildir.”

KÜRT SOYKIRIMI DEVAM EDİYOR

“Kürtlerin üzerinde fiziki soykırım, kültürel soykırım ve her türlü soykırım devam ediyor. Ermeni sorunu bile 220

kişinin tutuklanmasıyla başladı. Ama Kürtlerde şu an 1500 siyasi tutuklu var. Kürt özgürlük hareketinin en aktif çalışanı

tutuklu durumundadır. Bu idamlara karşı Kürtler duruşunu netleştirmelidir, eğer netleştiremezlerse yarın onları da idam

ederler. Yarın Kürtlerin başına Ermenilerin başına geleni getirirler; 1913’lerde 250 Ermeni aydınını İstanbul’dan

sürüyorlar, buna karşılık bugün Kürtlerin biri parti genel başkanı olan iki milletvekilini tasfiye ettiler. Sekiz belediye

başkanı, 1500 den fazla kadrosu, ikibin üçbine yakın kadın, çocuk, halktan insan cezaevinde. Milletvekillerini safdışı

ediyorlar, diğerlerini içeri alıyor. Bu açılım falan değil, bu AKP’nin Kürt Özgürlük mücadelesine karşı imha politikasıdır.

Türkiye’de siyasette bir kilitlenme yaşanıyor, bu durum 31 Mayısa kadar devam ederse ben artık karışmayacağım.

Güneydeki halkımızın, KDP ve YNK’nin de bu durumu görmesi gerekiyor. Eğer bizi tasfiye ederlerse sıra size gelir,

Kuzeyi tasfiye edip daha sonra sizi tasfiye edecekler, bu tüm Kürtler için geçerli. Burayı halledip oraya gelecekler. Eğer

ulusal bir birlik sağlanırsa, buna karşı bir güç oluşturabilir, bunun önüne geçilebilir; eğer ulusal birlik oluşursa bir çözüm

geliştirilebilir.”

CİDDİ YAKLAŞMIYORLAR

“Burada bana öyle teröristtir diyorlar, eylem, savaş, anayasaya değişiklik paketine red talimatı veriyor diyorlar.

Bizim çözümümüz demokratik anayasadır. Otoriter anayasa değil, oligarşik anayasadan değil demokratik anayasadan

yanayız; tek ulustan değil demokratik ulustan yanayız. Oligarşik bir cumhuriyetten değil demokratik bir cumhuriyetten

yanayız. Tekçi vatandan değil demokratik vatandan yanayız. Ben buradan Başbakan’a sesleniyorum. Sayın Başbakan!

Demokratik çözüm için ciddi yaklaşın. Önümü açarsanız ben, etkimin olduğu bütün kesimleri silahların susması konusu

dahil, bir hafta içerisinde ikna etmezsem bana ne derseniz deyin, bana ne yaparsanız yapın. Ben bunu yapma gücümün

olduğuna inanıyorum ve bunu yapabilirim. Yapmazsam o zaman haklısınız derim. Ama ciddi yaklaşmıyorlar, ciddi

değiller, çözüme yaklaşmamaktadırlar. Ciddi yaklaşsınlar, ben bir hafta içinde silahlı güçleri bir yerde toplarım, çatışmalı

Page 58: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

süreci bitirebilirim, buna gücüm vardır. Bunun için öncelikle Hükümetin ve Büyük Millet Meclisi’nin önümü açması gerekir.

AKP de demokratik çözüme ciddi yaklaşmalıdır.”

KÜRTLERE YAKLAŞIMLARI TECAVÜZDÜR

“Siirt’teki tecavüz olayıyla ilgili iddianame açıklanmış; olaya içinde AKP’lilerin, polisin, jandarmanın ve müdür

yardımcısının bulunduğu birçok kişinin katıldığı belirtiliyor. Bu bir devlet politikasıdır. Seçimden sonra Kürtlerden intikam

alınıyor, bu şekilde intikam alınıyor. “Sana her türlü soykırımı, tecavüzü uygulatırım” diyor. Bunu bilinçli olarak yapıyorlar,

“benim Kürtlere yaklaşımım budur” diyor. Bunu yapan, devletle bağlantılı bir çete vardır. Urfa’da da çocuklarla ilgili

uygulanan politikalar var. Siirt’ten Urfa’ya kadar, Mardin’den Bingöl’e, Hakkari’ye, Ağrı’ya kadarki hat üzerinde bu çete

faaliyetlerini sürdürüyor. Toplam beşyüz kişiden bahsediliyor. Baykal’ın yukarıda yaptığı, çeteler eliyle burada yapılıyor.

Bu korkunçtur, Kürtlerin onurlarıyla oynamaktır. Kabul edilemez. Kürtlerin burada anlaması gereken şudur: Bunlar

seçimden sonra oldu değil mi? Bununla Kürtlere şunu demek istiyorlar; “siz ne yaparsanız yapın, belediyeyi de

kazansanız, seçimi de kazansanız, bizim tecavüzümüzden kurtulamazsınız.” Bunun böyle anlaşılması gerekir. Bu

tecavüz kültürünü açığa çıkaramamak, zavallılıktan başka bir şey değildir.”

“Batman’da iki haftada on’a yakın çocuğun kaybolması da bu devlet bağlantılı çetelerin işidir. Yoksa tek başına

bu yapılamaz. Jitem, şimdi Ergenekon diyorlar, kontrgerilla, ne derseniz deyin, bunlar devletin işidir. Devletin bilgisi

olmadan bunlar gerçekleşemez. Çocukları bu şekilde kaçırıyorlar, çocuklara tecavüz ediyorlar. Amaçlanan, halkı

hazırlıksız, örgütsüz bir isyana teşvik etmektir. Bu şekilde halkı hazırlıksız yakalayıp taramaktır. Daha korkunç şeyler de

olabilir. Bu kontrgerilladır. Midyat ve Diyarbakır, Batman ve diğer birçok cezaevinden gelen mektuplar var. Birçoğu 1

Mayıs’la ilgili. Teşekkür ediyorum. Hepsine selamlarımı iletiyorum. Tüm halkımıza da selam ve sevgilerimi sunuyorum.”

Görüşme Notları:

Çekilirsem Kuzey Kıbrıs statüsü istenebilir

21.05.2010

Öcalan, çekilmesi halinde KCK’nin ortaya çıkarak sorumluluk üstlenebileceğini belirterek, “Demokratik özerkliği

ilan ediyoruz’ diyebilirler. İşte Abhazya, Kosova, Çeçenistan örnekleri var. Uzağa gitmeye gerek yok; Türklerin,

Türkiye’nin de çok iyi bildiği Kuzey Kıbrıs örneği var” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre sağlık sorunlarına değinen

Öcalan, “Gözlerimdeki problem artarak devam ediyor, beni zorluyor. Merhem ve damla verdiler, kullanıyorum ama

geçmedi, etkili olmuyor. Yine nefes almakta sıkıntılar devam ediyor, bu yüzden pencereyi açtığımda da kapı-pencere

arası cereyan oluyor, bel ağrılarım devam ediyor. Ayrıca uyumama durumu, uykusuzluk devam ediyor. Havasızlık

problemi var. Böyle olunca da sağlığım ciddi şekilde bozuluyor. Buradaki arkadaşlar da nasıl dayanacak bilemiyorum,

daha yeni gelmişler, zaman gösterecek. Daha önce buraya bir heyet gelmişti, burada inceleme yapmışlardı, yarım saat

kaldılar, onlar bile etkilendiler, özellikle havasızlığa dayanamadılar” dedi.

KILIÇDAROĞLU’NUN GELİŞİNİ ÖNEMLİ BULUYORUM

CHP’ye genel başkan seçilen Kemal Kılıçdaroğlu’nun partiye yenilik getirebileceğini ifade eden Öcalan,

“Kılıçdaroğlu bir yenilik getirebilir, Kemalizmin demokratik güncellenmesi sağlanabilir. Buna bir ihtiyaç olduğunu daha

önce de belirtmiştim. Önemli buluyorum” diye konuştu.

Öcalan, İran’daki gelişmelere ilişkin olarak “İran’da idam edilen arkadaşların ailelerinin acılarını paylaşıyorum.

Direnen halkımıza selamlarımı iletiyorum. Sorunların çözümü için İran’la da bir diyalog ve müzakere süreci başlatılabilir

ama İran yönetimi zor bir yönetimdir, müzakerenin zorlukları var” ifadelerine yer verdi. Öcalan, şöyle devam etti:

UZLAŞMA İLKELER ÜZERİNDEN OLUR

“Tarihi günler yaşıyoruz ama bunun ne kadar farkındalar, taraflar ne kadar bunun ciddiyetinde b ilemiyorum.

Sonuç nereye gider bilemiyorum. Biz sorunu köklü biçimde çözmek istiyoruz. Ben 18 yıldır bunun mücadelesini

veriyorum. Bu kadar tarihi ve köklü bir sorun bazı küçük tavizlerle ele alınamaz. Şunu söylüyorum uzlaşma, tavizler

üzerinden değil ilkeler üzerinden olur, bu çok önemlidir. Bunu tüm ilgililere, herkese söylüyorum. Kalıcı çözüm ilkeler

üzerinden olur. Taviz, yozlaştırır.

Page 59: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Ben daha önce insan hakları ve demokrasi şartı demiştim. Bu çerçeve önemlidir. Başbakan da AKP de

demokratik anayasa diyor. Biz de demokratik anayasa diyoruz. Bunun ne anlama geldiğini daha önce defalarca anlattım.

Yine bunların hepsini 156 sayfalık yol haritamda ayrıntılarıyla anlatmıştım. Tekrar tekrar aynı şeyleri söylemek, ayrıntıya

girmek istemiyorum. Toprak bütünlüğü ve sınırlar diyorsunuz, tamam diyoruz. Ulus-devleti bana bir tepsi içindeki elma

gibi sunsalar, hayır diyorum. Bunun nedenlerini daha önce geniş geniş izah ettim.”

BAŞBAKAN’A BÜYÜK İYİLİKLER YAPTIM

“Demokratik cumhuriyet, demokratik vatan, demokratik ulus, demokratik anayasa dedim. Tabi demokratik

anayasada sorunun çözümü formüle edilecektir. Seçim barajı ve parti içi demokrasinin önemine tekrar vurgu yapıyorum.

Hükümet’e Başbakan’a söylüyorum, bu barajı düşürmeyerek birkaç fazla milletvekili çıkarmakla neyi halledeceksiniz! Bu

sorunu halletmezseniz zaten üç ay sonra gidersiniz. Ayaklarının altındaki toprak kayıyor. İşte görüyorsunuz Kılıçdaroğlu

geliyor. Başbakan’a diyorum ki sen çözmezsen Kılıçdaroğlu çözecek. AKP’ye, Başbakan’a söylenmelidir; Öcalan 8 yıldır

size büyük iyilik yaptı, ama siz bunun değerini bilmediniz. Binlerce, hatta onbinlerce gerilla aç, açıkta, mevzilerde, benim

hatırım için durdular. Çatışmasızlık, eylemsizlik dönemleri benim etkimle gelişti. Ben bunun farkındayım. Bu gücümü

barış için, diyalog için, çözüm için kullandım. Ben burda bir askerin bile ölmemesi için çabaladım. Defalarca mektup

yazdım. Sayısız öneri geliştirdim. Ama hiç birini dikkate almadınız. Bu bir nevi son şansınızdır. Ben her defasında

uzatılan eli tutmak istedim. Bütün risklerine rağmen bu çaba içerisinde oldum. Ama olmadı. Şimdi yeni bir dönemdeyiz,

yeni bir süreç var.”

GÜVENLİK ŞARTI OLMADAN SÜREÇ İLERLEMEZ

“Asıl önemli şey insan hakları ile demokrasi şartı ve Güvenlik Şartı’dır. Güvenlik Şartı için müzakere diyalogu

çok önemlidir, bu olmadan süreç ilerlemez. Güvenlik şartı önemi ve kapsamı nedeniyle BDP’yi de aşıyor. BDP’nin

müzakere çerçevesi bellidir. Güvenlik Şartı tartışmalarında KCK olmadan olmaz. KCK demokratik meşru bir

örgütlenmedir. KCK ve benim katkım olmadan güvenlik şartı yerine getirilemez. Binlerce, onbinlerce gerilla var. Bunlar ne

olacak, nerede toplanacak, nasıl bir geçiş süreci olacak? Cezaevinde beş bin tutuklu var. Avrupa’da onbinlerce mülteci

var. Binlerce siyasi yasaklı var. Silah bırakmak istediklerinde silahları nereye bırakacakları belli değil. On binlerce kişinin

siyasi-sosyal yaşama nasıl dönecekleri belli değil. Bütün bunların adım adım konuşularak çözümlenmesi lazım. Bütün

bunlar kiminle konuşulacak? BDP’yi aşıyor derken bunu kastediyorum. Burada KCK devreye girmelidir. KCK de doğal

olarak bu konularda hakim olacaktır. Onlarda bana soracak, bana bakacaklardır. Böyle olmadan kalıcı bir çözüm olmaz.”

CİDDİYET, KARARLILIK VE İRADE İSTİYORUM

“Tekrar ediyorum biz köklü ve kalıcı bir çözüm geliştirmek istiyoruz. Bizim niyetimiz çok ciddidir. Hazırlıklıyız.

Ciddi ve kalıcı bir çözüm isteniyorsa bunun için kendileri bilir, gidip Kandil’le görüşebilirler. Ama bu her açıdan zordur,

pratik açıdan da zordur. Bunlar ciddi işlerdir. İçişleri Bakanı isterse bu diyalog kanallarını yaratabilir. Kaldı ki kendileri bir

Kamu Güvenliği Müsteşarlığı kuruyorlar. Bu müsteşarlık üzerinden harekete geçebilirler. Bu güvenlik müsteşarlığı

Hükümet cephesinden güvenlik şartıyla ilgili müzakereleri koordine edebilir. Onların işi bu zaten. Bilmeleri lazım. ‘99’da

Genelkurmay adına gelenler olmuştu. Onlarla görüşmelerimiz vardı. Ancak ne zaman ki Ecevit tasfiye edildi, o

görüşmeler de kesildi. AKP geldi bu görüşmeler kesildi. Ondan sonra AKP’ye büyük şans verdik, 8 yıl büyük bir iyilik

yaptık ama bunun değerini bilmediler. Benim her dönemde uzlaşma ve diyalog çabam oldu. Ben bu konuda son derece

istekli ve dürüst davrandım. Önce Özal ile diyalog sürecimiz oldu ama Özal tasfiye edildi. Ardından Erbakan’la böyle bir

süreç geliştirilmeye çalışıldı, 28 Şubat süreci geldi Erbakan tasfiye oldu. Sonra Ecevit dönemi geldi, bazı gelişmeler

olabilirdi, Bahçeli’nin de içinde olduğu bir müdahaleyle Ecevit tasfiye edildi. 2002’den beri de AKP iktidarda. Bu iktidar

dönemindeki mektuplarım, çabalarım biliniyor ama bir sonuca ulaşılmadı. Ben geri çekilme konusunu bir taktik falan

olarak söylemiyorum. Ben tutumumu gözden geçirmeye, bir süre daha ertelemeye hazırım. Ama ciddiyet istiyorum.

Kararlılık istiyorum. İrade istiyorum.”

ÇEKİLİRSEM NE OLUR?

“Şimdi yeni bir süreç gelişmez ve ben daha önce söylediğim gibi aradan çekilirsem ne olur? Tarihi

sorumluluğum gereği herkese bunu belirtmek istiyorum. Burada üç şey olur: Birincisi Devlet PKK’ye ağır saldırılarla

yenilgi olmazsa bile ciddi kayıplar verdirebilir -işte son hava saldırılarında görülüyor bazı şeyler–, bu birinci seçenektir. Bu

durumda bunun sorumlusu devlet ve hükümet olacaktır. İkinci seçenek ne olabilir? İkinci seçenek ise KCK ortaya çıkarak

sorumluluk üstlenebilir; zaten daha önce Murat Karayılan ve Duran Kalkan’ın açıklamaları olmuştu, yeni bir süreç

demişlerdi. “Siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel her açıdan halkımızın sorumluluğunu üstleniyoruz, demokratik özerkliği

ilan ediyoruz” diyebilirler. İşte dünyada bunun çok örneği var; Abhazya, Kosova, Çeçenistan örnekleri var. Uzağa gitmeye

gerek yok; Türklerin, Türkiye’nin de çok iyi bildiği Kuzey Kıbrıs örneği var. Bunun sorumluluğu da KCK’ye aittir,

kendilerinin bileceği iştir.”

SAVAŞ YOZLAŞTIRABİLİR

“Şimdi üçüncü seçeneğe geliyorum. Üçüncü olarak da savaş devam eder, bir dengede sürer. Zaten kendileri de

çözüm gelişmezse orta-şiddette bir savaş gündeme gelebilir diyorlar. Fakat ben 15 Ağustos Atılımı’ndan sonraki sürece

baktığımda benim savaş-gerilla anlayışımda olmayan şöyle bir tehlike görüyorum. Savaş daha fazla uzarsa, her iki

Page 60: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

tarafın da yozlaştırdığı bir savaş gündeme gelebilir. Bununla ne demek istiyorum, şunu söylüyorum: Devlet içinde de

PKK içinde de bazı çeteler türeyebilir, kontrolsüz, denetimsiz bir şiddet, yozlaşmış bir savaş gündeme gelebilir. Devlet

içinde işte bu Ergenekon vb. şeyler; bizde de daha önce üzerinde çok durduğum Hogır, dörtlü çete vb. şeyler gündeme

gelebilir. Bunun sorumluluğu ise PKK ve devlete aittir. Bunlar iyi anlaşılmalıdır. Bütün bu süreçlerden kimlerin sorumlu

olacağını belirttim. Önemlidir, tekrar ediyorum, sorumluluk kendilerine aittir. Ben tarihi sorumluluğum gereği bunları

belirtiyorum, uyarı görevimi yerine getiriyorum.”

MADENCİLERE BAŞSAĞLIĞI DİLİYORUM

“Halkın onuruyla oynamaya kimsenin hakkı yoktur. Benim bütün derdim bu. Halk adına iş yapmak insana onur

kazandırır. Bu onur kazanılmak isteniyorsa, buna uygun davranılmalıdır. Halkın onuru her zaman ve her yerde titizlikle

gözetilmelidir. Ben burada bütün zorluklara rağmen halkımızın onurunu koruyorum, onlar için yaşıyorum, buna çok dikkat

ediyorum. Onurlu yaşam da ancak böyle olur.

Son yaşanan maden felaketinde yaşamını yitiren işçilere rahmet, ailelerine başsağlığı dileklerimi iletiyor,

acılarını paylaşıyorum. Cezaevinden gelen çok sayıda mektuplar var. Cezaevindeki tüm arkadaşlara selamlarımı

iletiyorum. Van ve Muş halkımıza özel selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Muhatap bulamadığım için çekiliyorum

“Kürtlerin bugün yaşadığı bir soykırımdır” diyen Öcalan, “Bu süreci daha fazla devam ettirmemin ne anlamı ne

faydası ne de şartları vardır. Bir muhatap bulamadığımdan dolayı da 31 Mayıs’tan sonra çekiliyorum” dedi.

PKK lideri Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. ANF’nin edindiği bilgilere göre görüşmede Kürt meselesinin

barışçıl çözümü için muhatap bulamadığı belirterek, ‘’31 Mayıs’tan sonra çekiliyorum. Ben bir savaş çağrısı değil bir

savaş falan başlatmıyorum. Bu şekilde sürecin ne Kürtlere ne KCK’ye ne de devlete bir faydası vardır. Bundan sonra

sorumluluk KCK’dedir, hatta BDP’de ve devlettedir’’ dedi.

HALKIMIZIN İRADESİNİ KIRMAK İSTİYORLAR

Son günlerde Kürtlere yönelik eylemleri de irdeleyen Öcalan, “Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şerzan

Kurt’un yakınlarına başsağlığı dileklerimi sunuyor, acılarını paylaşıyorum. Tokat’ta da Kürt öğrencilere dönük benzer

saldırılar var. Sindirmeye çalışıyorlar, bunlar sindirme amaçlıdır. Bu saldırılar daha da artarak devam edebilir, buna karşı

tedbirler alınabilmelidir. Bu saldırıların, linçlerin planlı olduğu, halkımızın ve gençliğin iradesini kırmak için bu tür linç

kampanyalarının giderek yoğunlaştığı, toplumu katliama hazırlamanın hedeflendiğini herkes söylüyor. Evet, öyledir.

Kürtlere uygulanmak istenen siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel bir soykırımdır. İşte görülüyor 1500 Kürt siyasetçisi

içeride, yüzlerce çocuk, kadın içeride. Bu saldırıların hepsi birbirleriyle bağlantılı ve tek merkezlidir. Siirt’teki olaylar, bu

linç olayları, operasyonlar, hatta İran’daki idamlara kadar hepsi aynı merkezi kararla gerçekleşmektedir.”

MUHATAP BULAMADIM

Bundan sonra sorumluluğun KCK’de olduğunu belirten Öcalan, “Bir kez daha söylüyorum. Karşımda muhatap

olmadığından dolayı bu süreci daha fazla devam ettirmemin ne anlamı ne faydası ne de şartları vardır. Bir muhatap

bulamadığımdan dolayı da 31 Mayıs’tan sonra çekiliyorum. Bu yanlış anlaşılmasın. Ben bir savaş çağrısı değil bir savaş

falan başlatmıyorum. Benim sağlığım ve şartlarım da ortada. Bu şekilde sürecin ne Kürtlere ne KCK’ye ne de devlete bir

faydası vardır. Bundan sonra sorumluluk KCK’dedir, hatta BDP’de ve devlettedir. Sonuçta ben burada yönetemem. Ne

Page 61: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

yapacaklarına kendileri karar verecekler. Bayık, Karayılan, Abbas, Haydar onlar samimidirler, halkın önderliği rolünü

üstlenmişlerdir. Artık bu ağır sorumluluk onlardadır. Bulunduğum şartlardan dolayı haklarında olumlu, olumsuz bir şey

demek istemiyorum. Osman-Botan gibi alçaklar ise yanlarına kadın ve milyonlarca para alarak kaçtılar. Görüyorsunuz

bunların izi hala Avrupa’da çıkıyor. Bunlar binlerce kişi de yanlarına alarak gittiler. Bunlara da çağrı yapıyorum kendilerini

bir şekilde affettirsinler, yoksa bunları bu haliyle bundan sonra ne yer, ne gök kabul eder. Bana dayanarak bir şey

yapılmamalıdır, ne yapılacaksa, herkes kendisi için yapsın artık kendi siyasetlerine kendileri karar vermeliler.’’ dedi.

‘’Bir kez daha belirtiyorum, ben muhatap bulamadığım için çekiliyorum’’ diyen Öcalan, şartların değişmesi ve

muhatabın çıkması durumunda görüşmeye hazır olduğunu kaydetti.

DEVRİMİMİZ BÜYÜK SONUÇLAR DOĞURACAK

Öcalan şunları belirtti: ‘‘Kürtler arasında birlik çok önemlidir. İran’da, Türkiye’de, Kerkük’te, Erbil’deki saldırılar,

Ezidi katliamları hepsi aynı merkezden yapılıyor. Türkiye-İran-Suriye ittifakının sonucudur bunlar. Tüm Kürtler

hedeflenmektedir. Bu nedenle dört parçadaki tüm Kürtlerin kendi iç birliklerini sağlamaları, bir Ulusal Birlik Kongresi’nin

Erbil’de düzenlenmesi bu süreçte önemlidir. Uluslararası kamuoyu, aydın ve demokrat çevreler Kürt sorununa sadece bir

etnik mücadele olarak bakmamalılar. Kürt devrimi Ortadoğu’nun kalbindedir. Öyle Filistin, Afganistan falan gibi değildir.

Bu devrimin sonuçları en az Fransız Devrimi, Rus Devrimi gibi geniş, kapsamlı sonuçlar yaratacaktır, ancak onların

aksine milliyetçilikten arınmış olacaktır.”

“Benim çözüm projem demokratik özerkliği esas almaktadır. Benim demokratik özerklik projem bir yandan kendi

içinde sınırlarla çatışmayan bir çözüm, öte yandan esasında evrensel hegemonyayı reddeden ama çatışmayan, kendi

ilkelerini korumak şartıyla, “imparatorluk” da denen Küresel hegemonyanın içinde erimeden, varlığını sürdürebilen bir

çözümdür. Bu çözüm demokratik konfederalizmin ilkelerini de ihtiva ediyor. Siyasal, sosyal-kültürel, ekonomik,

diplomatik, güvenlik beş ilke demiştim, bunları ihtiva eder. Bu meselenin demokratik özerklik temelinde çözümü bütün

Ortadoğu’yu aydınlatacak, İtalya için de, İspanya için de bir model olacaktır. Benim devlet ve iktidar konusundaki

görüşlerim Gramsci’nin görüşleriyle paraleldir. Marks, ulus-devleti kabul etmişken, ben bunu kabul etmiyorum. Avrupa’nın

şu an yaşadığı krizin sebebi de yine bu ulus-devlet yapılanması, anlayışıdır.”

‘KÜRTLER ANAYASALARINI VE DEMOKRATİK ÖZERKLİĞİNİ İLAN EDİP REFERANDUMA GÖTÜREBİLİR’

“Anayasa referandumuyla ilgili olarakta: Kürtler AKP’nin bu sahte anayasa refarandumuna gitmemelidir. Bu

anayasa değişikliği Kürtlere yönelik gerçekleştirilen siyasal ve kültürel soykırım örtbas eden, soykırımı gizleyen sahte bir

adımdır. Ayrıca yeni demokratik bir anayasanın koşullarını ortadan kaldırıp, öteleyen bir girişimdir. Buna karşı BDP,

Kürtler bir alternatif yaratabilirler. Kendi anayasalarını, demokratik özerkliklerini ilan edip bunu referanduma götürebilirler.

Halkın oyuna başvurulur, bizim de alternatif çözüm paketimiz budur, diye halka sorulabilir. Bu bir anket tarzında da

olabilir. Bu anayasa değişikliği içinde Kürtlere dair bir şey yoktur. Yapılan, tamamen bir iktidar, yargının kontrolünü ele

alma savaşıdır. AKP bürokrasiyi kendi eline almaya çalışıyor. Yargının kontrolünün CHP’nin veya AKP’nin elinde

olmasının Kürtler açısıdan hiç bir farkı yoktur. Hatta bu şekilde yargı daha da kötüye gidecektir. Şunu anlamak gerekir.

Kürtlere karşı AKP, CHP ve MHP arasında faşist oligarşik bir ittifak vardır. Normalde bu ittifaklar fazla uzun sürmezdi, en

fazla bir yıl sürebilirdi. Oysa bu ittifak 2002’den günümüze kadar 8 yıldır sürmüştür. Şimdi Deniz Baykal’ın gitmesiyle

birlikte bu ittifak da çözülmeye başlamıştır. Kılıçdaroğlu ile ilgili ise şu anda kesin bir şey söylemek istemiyorum.

Başbuğ’un temsilcisini yönetime almış; olumlu da olabilir, olumsuz da olabilir, ama sonuç itibariyle bu üçlü faşist ittifak

çözülmüştür.”

AKP’YE TASFİYE GÖREVİ VERİLDİ

Page 62: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Aslında AKP’nin iktidara geldiği süreçte ordu AKP’yi tasfiye etmeyi amaçlamış ve buna karşı planlar da

hazırlamıştı. Bu 27 Nisan’daki muhtıra da AKP’yi korkutmaya yönelik bir adımdı. Fakat Amerika bu kez Erdoğan’a sahip

çıkmıştır, ABD’nin bu desteğiyle birlikte askerler tutuklanmış ve Genelkurmay da buna ses çıkaramamıştır.ABD bu

süreçte AKP’ye her türlü desteği vermiştir. Şimdi bu Silivri’deki yargılamadaki darbe planları Özal ve Erbakan’a zaten

uygulanmıştı, ABD sahip çıkmasaydı aynı ekip Erdoğan’a da bu planları uygulayacaktı. 27 Nisan açıklamasından sonra

Dolmabahçe Sarayı’ndaki görüşmeyle Büyükanıt’a “sizi de yargılarız” mesajı açıkça verilmiştir. Bunun karşılığında da

Kürt hareketinin tasfiyesi konusunda anlaşmışlardır. Bu anlaşma gereğince AKP tasfiye edilmeyecek, bunun karşılığında

AKP de Kürtlere yönelime ses çıkarmayacaktır. Kürtlere karşı üçlü faşist ittifak bu temelde kurulmuştur, sahte açılım

öyküsü de ondan sonra başlamıştır. AKP içinde bu konuda iyiniyetli olanlar olabilir ama etkin değiller.”

DEVRİMCİ ÖNDERLİK POZİSYONUM VARDI

“Ben buraya getirildikten sonra da öncesinde de yirmi yıldır belki benim de layıkıyla yerine getiremediğim bir

devrimci önderlik pozisyonum var. Aynı şekilde yirmi yıldır devlet de çözüm konusunda üzerine düşeni layıkıyla yerine

getiremedi. Önceleri muhatap vardı. Özal, Erbakan bu konuda dürüst insanlardı, ya bir şeylere evet ya da hayır derlerdi.

Ama Erdoğan’dan farklı olarak arkalarında ABD’nin bu denli desteği yoktu. Özal’ın çok pratik bir zekası vardı, Özal

yaşıyor olsaydı, sorun bu noktada olmazdı, çözümlenmiş olurdu ama tasfiye edildi. Erbakan da ben Suriye’deyken

sorunun çözümü için Suriye Devlet Başkanı üzerinden bana üç kere mektup göndermişti, çözümde samimiydi ama

engellendi, tasfiye edildi. Ecevit de bir şeyler yapmaya çalıştı, af çıkarmaya çalıştı ama Bahçeli engelledi ve Hükümeti

düşürmek suretiyle süreci tıkattı. Bahçeli öyle sıradan biri değildir, özel harbin adamıdır. Oysa Erdoğan, Dolmabahçe

görüşmesinde bu güçlerle uzlaşmıştır, bunlara taviz vermiştir, dürüst davranmamıştır, Kürtlere yönelik tasfiyenin bir

parçası olmuştur. Biz sekiz yıl boyunca çözüm için AKP’ye sabrettik, muhatap arayışındaydık, muhatap bulamadık,

bulamıyoruz. Az önce de anlattığım gibi ‘90’lı yılların başından beri devletin içinden bazı kesimler, kurumların çözüm

yaklaşımları oldu. Hem ordu içerisinden hem de hükümetlerden bu yaklaşımları gördük ama hiç biri sonuca ulaşamadı.

Bugün gelinen noktada devletten öte AKP hükümeti çözüm istemeyen taraf konumuna düşmüştür, oy kaybetmemeye

çalışıyorlar.”

ÇEVİK BİR’E ‘GELİN BU SORUNU ÇÖZELİM’ DEDİM

“Bir anımı paylaşayım. Ben 1999’da buraya ilk getirildiğimde havalandırmadayken Çevik Bir olduğunu tahmin

ettiğim kişiyi merdivenin üzerinde gördüm. Belki başka bir şey için gelmişti, beni de öyle bir–iki dakikalığına görmüş oldu.

Ona hitaben “Gelin, bu sorunu çözelim, artık bu ölümleri durduralım” dedim. O da bana hitaben “nasıl dağa çıkardıysan

öyle indireceksin” dedi. Devletin hakim görüşü hala bu şekilde görünüyor. Şimdi anlaşılıyor ki Çevik Bir göründüğünden

daha etkiliymiş, Bir yanda Karadayı, öte yanda Çevik Bir, Orduda bir ikilik sözkonusuymuş. Hasan Cemal’in kitabından

da bu anlaşılıyor. Çevik Bir’in Karadayı’dan daha etkin ve güçlü olduğu anlaşılıyor. Ben de bu cevap üzerine “bu

meseleye ciddi yaklaşmak lazım öyle basit değil, yardım edin birlikte çözelim” dedim. Ve çekip gitti. Zaten kendiliğinden

gelişen kural dışı bir karşılaşmaydı. ”

İRAN VE TÜRKİYE SOYKIRIM İÇİN ANLAŞTI

“Bahsettiğim Kürt karşıtı üçlü faşist ittifakın aynısı AKP tarafından uluslararası alanda da Türkiye-İran–Suriye

üçlemesiyle hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Bu ittifakın amacı da Kürtlere dönük soykırımdır. Hatta bu halka daha

geniştir; Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap Birliği de bu ittifakın içinde sayılabilir. Daha geniş yorumlarsak Çin ve

Rusya da bu ittifaka dahil edilmeye çalışılıyor. Ben boşuna yaşanan süreç 3. Dünya Savaşı’dır demiyorum. Fakat Suriye

Devlet Başkanı Esat, İstanbul’daki açıklamasında, “müzakereyle çözüm esas alınmalı” demek suretiyle bu ittifaktan

Page 63: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

çekilmiştir, bu işte ben yokum demiştir. Türkiye’nin savaş yoluyla çözüm arayacağını anladı ve buna girmek istemedi.

Türkiye ve İran arasında bu ittifak devam etmektedir. Daha doğru bir deyişle bu anlaşma Erdoğan ve Ahmedinecad

arasında yürümektedir. 5 Kasım Bush-Erdoğan görüşmesinde Türkiye her ne kadar PKK’nin etkin bir şekilde tasfiyesiyle

ilgili söz almış ise de beklediğini bulamamıştır. Çünkü Türkiye, ABD’nin Barzani’yi de kullanarak PKK’yi tasfiye etmesini

beklemiştir. Ama gerek ABD gerekse Güneyli güçler bunun silahla yoluyla mümkün olmadığını gördüklerinden sonuç

alınmamıştır. Bu arada AKP Türkiye’deki çözümü de kendi içindeki Kürtler üzerinden, bazılarını yanına çekerek işi

götürebileceğini düşündü ama başaramadı. Bunlar gerçekleşmeyince Türkiye İran’la anlaşmıştır. Yapılan operasyonlar,

idamlar, kesinlikle bu anlaşmanın sonucudur. Ben Tayyip beyi daha önce bu konuda uyardım, ona da Cumhurbaşkanı’na

da mektuplar yazdım, bu şekilde olmaz dedim. Ama Tayyip bey beni dinlemedi, tabi Başbakandır dinlemeyebilir de, onun

bileceği iş, yanlış ata oynadı.”

ERDOĞAN İTTİFAKTAN ÇEKİLECEK

“Ben bu ittifakı 2.Dünya savaşındaki Almanya-Japonya-İtalya ittifakına benzetiyorum. İtalya o zaman şu an

Suriye gibi ittifaktan çekilmişti. Japonya’ya da atom bombası atılmıştır. İran’a da bu bir yıl içinde bombardıman olabilir

diye tahmin ediyorum. Erdoğan ve Davutoğlu bir yandan Suriye ve İran ile ittifak yaparken diğer yandan ise İsrail ve

Amerika ile görüşmelerini sürdürmeyi amaçlıyor. İki kocalı kadın misali iki tarafı da idare etmeye çalışıyor ama bu

mümkün değil. Zaten İran’a verilen bir süre var, bu süre de dolmak üzere. Erdoğan’ın daha fazla dayanabileceğini

sanmıyorum. Belki İran biraz dayanabilir ama Erdoğan bir-iki aya kadar bu ittifaktan çekilmek zorunda kalacaktır. Tıpkı

Japonya’ın bombalanmasından sonra Almanya’nın teslim olması gibi.”

KÜLTÜREL SOYKIRIM UYGULANIYOR

“Şimdi soykırımla ilgili de bir şeyler söylemek istiyorum. Eğer Japonya Almanya’ya destek vermemiş olsaydı

Yahudi soykırımı yapılamazdı. Aynı şekilde Almanya Osmanlı’ya destek vermeseydi Ermeni soykırımı gerçekleşmezdi.

Ermeniler ve Yahudiler oldukça bilinçliydiler, bu nedenle soykırımları ancak fiziki şekilde olabilirdi. Türkiye de İran’la

anlaşalarak Kürt soykırımını gerçekleştirmeye çalışıyor. Oysa Kürtlerin durumu fiziki soykırıma fazla uygun

olmadığından, kültürel soykırıma daha müsait olduğu için bu uygulanmıştır. Anadilde eğitimin yasaklanması kütürel

soykırım değildir de nedir. Soykırımla ilgili uluslararası sözleşmlere göre anadilde eğitimin yasaklanması açıkça kültürel

soykırımdır. Ama fiziki soykırımlar da denenmiştir, işte Halepçe buna bir örnektir. Daha önceleri de 1925’lerde Genç-

Hani-Dicle olayı buna bir örnektir. İşte İran’daki idamlar, Van-Özalp’ta çocukların bombayla ölmesi son örneklerdir.

Bunlar soykırıma uygun ortam yaratmak için düzenlenmiş tahriklerdir. Balonu erken şişirtip patlatmışlardır. Şeyh Sait’in

adamları Diyarbakır’a girdiğinde kadınlara tecavüz olayları bilinçli bir şekilde arttırılarak bunlara mal edilmiştir. Bu tertip

nedeniyle Diyarbakır halkı desteğini çekmiştir. Benim yakalanmam da fiziki soykırıma uygun ortam yaratmak için bir

tahrikti, ancak bu oyunu görerek boşa çıkardım. Aynı şekilde Siirt’teki tecavüz olayları da bir tahriktir. Halkımız bilinçlidir,

oyuna gelmemiştir. Eğer halk bu provokasyona gelmiş olsaydı kanlı şekilde bastıracaklardı. Bu nedenle yine söylüyorum

bu tecavüz olayları devletle bağlantılıdır. Psikolojik savaşın, özel savaşın bir parçasıdır.Kürtlerin bugün yaşadığı bir

soykırımdır. Zaten anadilini bile yaşatmıyor. Ermeni soykırımı yapılırken iki yüz kişi tutuklanmıştır ama Kürtlerin 1500

siyasetçisi tutuklandı, aynı zamanda 4000 çocuk tutuklanmıştır, çocuk! Kadınlar içeridedir, kadınlar tutuklanmıştır!”

KCK KENDİ KARARINI VERİR

“Ben karşımda bir muhatap olmadığı için çekiliyorum ama bu muhatap olursa görüşme olmaz anlamına

gelmiyor. Dediğim gibi çekiliyorum, bundan sonra ne olacağına Kürtler kendileri karar verecektir. Türkiye’deki ve diğer

parçalardaki KCK örgütlenmeleri kendi koşullarına göre karar verip mücadele yöntemlerini belirleyebilirler. Ben masum-

Page 64: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

sivil insanların zarar görmemesini umut ediyorum. 1984’te silahlı mücadeleyi başlatmak amacıyla Ülkeye gönderidiğim

güçler benim öngördüğüm bir savaş yürütemediler. İşte bu Hogir gibi örnekler var. Benim savaş anlayışım bu değildir.

Ümidim sivillerin ölmemesidir.”

DEVLET SİVİLLERE, KADINLARA VE ÇOCUKLARA DOKUNMAMALI

“Devlet de savaş hukukuna uymalı, sivillere, kadınlara ve çocuklara dokunmamalıdır. KCK de buna uymalıdır.

Ama olur mu olmaz mı bilemiyorum, sorumluluk onlara aittir. Bundan sonra PKK devletle uzlaşabilir de, bir çözüme de

gidebilirler, ‘90’lı yıllardaki gibi savaşırlar ve sonuç alamadan tıkanabilirler de. Ya da ihtimaldir PKK yenilebilir, savaşı

kaybedebilir, tasfiye de edilebilir, bunları bilemeyiz. Savaş geliştikten sonra ne olacağını bilemeyiz. Ben Sayın Erdoğan’a

yine sesleniyorum. Bu sorunu kendi içimizde demokratik barışçıl yollardan çözebiliriz. Aksi taktirde bundan sonraki tüm

sorumluluk AKP hükümetinindir.”

SAĞLIK SORUNLARI SÜRÜYOR

Sağlık sorunlarına değinen Öcalan, “Sağlık durumuma ilişkin; gözlerim sürekli sulanıyor, biber sürülmüş gibi

yanıyor, kızarıyor ve kaşıntı var. Neden bu kadar uzun zamandır devam ettiğini bilmiyorum. Daha önceleri doktor her gün

rutin kontrol yapardı ama bir süredir sistem değişti, artık her gün gelmiyor, gelenler de göz uzmanı değil. Belki alerji

olabilir ama bilemiyorum.” dedi.

Öcalan son olarak “Demokratik Özgür Kadın Hareketi’ne ve yeni dönem kampanyalarına başarılar diliyorum.

Diyarbakır, Dicle, Siirt halkına, tüm halkımıza selamlarımı iletiyorum” diye belirtti.

Görüşme Notları:

Katkı sunmam için Meclis karar almalı

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “Benim bu süreçte soruna katkı yapabilmem için Meclis karar alacak, önümü

açacak. Daha önce de Koçgiri İsyanı konusunda Meclis ortak karar aldı. Bir uzlaşma yolunu seçti. Anayasada ‘anayasa

Kürtlerin haklarını, kültürlerini güvence altına alır’ şeklinde tek bir madde yer alırsa çözüm gerçekleşir’’ dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede siyasi akademilere

değinen Öcalan, “Urfa’da akademinin kuruluşu önemli ama sadece Akademi değil, BDP, tüm kurumlar, tüm demokratik

çevreler güçlerini birleştirmelidirler. Bir güçbirliği sağlanmalıdır. Toplumu her yönüyle dayanışma halinde olunmalıdır,

böyle hareket edilmelidir. Akademi için de acele etmelidirler, tamamlamalıdırlar” dedi.

Öcalan, şöyle devam etti: “Çok kritik bir süreçten geçiyoruz. Bu süreç çok önemli. Nasıl sonuçlanacak

bilemiyorum. Bu süreçle ilgili medyada yanlış anlaşılıyorum. Ben burada artık bir şeyin önüne geçmek istemiyorum.

Kendimin kendime engel, alet olmasını istemiyorum. 12 yıldır bir şey gelişmedi. Ben artık bir şeylerin önünü tıkamak

istemiyorum. Türkiye’de sanki sahte bir şekilde barış varmış gibi kandıramam kendimi. Sanki sahte bir şekilde demokrasi

varmış gibi davranamam. Kendi kendimi kandıramam, kendimi de kullandırmam. Benimle gelip görüşmelerinin bir önemi

yok. Önemli olan sonuçtur. Eğer sonuç ortada yoksa, çözümle neticelenmiyorsa görüşmelerinin de anlamı kalmıyor.”

DÖRT KOMPLO DÖNEMİ YAŞANDI

“Ben son iki yüz yıllık çağdaş Kürt tarihinde, benimle ilgili son otuz yıllık süreci dört komplo dönemine

ayırıyorum. Birinci Komplo Dönemi, Özal döneminde. Türkiye’de bir özel savaş lobisi var. Bu özel savaş lobisi çok

gelişkindir. Geçmişten bugüne 1925 M.Kemal döneminde, Cibranlı Halit, Şeyh Said, Seyit Rıza’nın idamları özel savaş

lobisinin işiydi. O dönemde Musul-Kerkük sorunu vardı, şimdi yine bu sorun var. 1960 darbesi, 12 Eylül darbesi, bunların

hepsi özel savaş lobisinin işidir. Savaş lobisi terimiyle sadece Özel Harp Dairesi’ni kastetmiyorum. Özel Harp

Dairesinden birçok alana kadar özellikle sivil alanda çok örgütlüler. Artık adını koyuyorum, savaş lobisi diye. Bu savaş

Page 65: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

lobisi Türkiye’ye hükmediyor. Sivil alanda çok daha güçlüdür. Geçmişten bugüne Çiller, Yılmaz, Bahçeli, Baykal ve

bunlar gibi birçok kimse özel savaş lobisinin içindedir. Ben bu sisteme özel oligarşik sistem diyorum. Özal, Kürt sorunu ve

PKK ile karşılaştığında buna ilk tepki olarak, geleneksel savaş lobisini harekete geçirdi, devreye soktu. Ancak Özal, bu

özel savaş lobisinin gücünü ya tam olarak bilmiyordu ya da dikkate almadı. Ama bence Özal bunların gücünün sınırlı bir

şekilde farkındaydı. Bu özel savaş lobisi Özal’ın Kürt sorunu yönündeki girişimlerine karşı -bizim de o dönem bilinen ’93

ateşkes süreci ile buna yanıt olmamız vardı- Özal’ı götürdüler, ortadan kaldırdılar. O dönemde bir Füsunoğlu vardı ancak

bunun genelkurmay başkanı olmasına engel oldular.”

ÖZEL SAVAŞ LOBİSİ ÇİLLERİ GETİRDİ

“Geleneğe aykırı bir şekilde özel savaş lobisinden olan Güreş’i getirdiler, Çilleri de getirdiler. Hatta Demirel de

anlamamıştı Çiler’in getirilmesini. Çiller’in başa getirilmesi aslında Demirel’e de bir darbeydi. Demirel bunu geç anlamıştı.

Güreş başa gelir gelmez Londra’ya gitti ve İngiltere’den PKK’ye karşı yeşil ışık aldıklarını söyledi. Güreş-Çiller ikilisi özel

savaş lobisiyle beraber o dönemde korkunç şeyler yaptılar. Bütün fail-i meçhuller, binlerce insanın öldürülmesi, köylerin

boşaltılması vd. hep bu dönemde oldu. Bu özel savaş lobisi her yerde çok örgütlüdür. Mesela Urfa’yı ele alalım: özel

savaş lobisinin Urfa’nın özelliğinden dolayı, Urfa üzerinde özel politikalar uyguladığının bilinmesi gerekir. Orayı

bildiğimden dolayı bunları anlatıyorum. Gerek ailelerle gerekse oradaki feodal yapı ile oynanmaktadır. Bilindiği gibi Faik

Bucak Türkiye KDP’sinin kurucusu ve genel sekreteriydi. Onun öldürülüş biçimi de aile içindendi. Peki kim öldürdü onu,

özel savaş lobisinin aile içine sızan yapısı onu öldürdü. Bugün bunların Türkiye’deki özel savaş lobisinin oyunları olduğu

anlaşılıyor. Özel savaş lobisinin faaliyetlerinin feodal yapı ve aile üzerinde etkileri de bu şekilde ortaya çıkıyor. Yine aynı

zamanda bölgede yaşayan Arap kesimler, araziler üzerinden oynanan oyunlar da bunun göstergesidir. Mesela sulama

kanallarıyla bazı yerlere su verilip bazı yerlere verilmemesi bununla bağlantılıdır. On milyon insanı doyurmaya yetecek

kadar zengin topraklara sahip olan Urfa’da insanlarımız işsiz-aç bırakılmış, %80 işsizlik oranı var. Her yıl ırgatlığa,

mevsimlik işçiliğe gidiyor.”

ERBAKAN ÇÖZÜM İSTİYORDU

“İkinci Komplo Dönemi, Erbakan dönemidir. Suriye üzerinden Erbakan’la mektuplaşmıştık. Sorunun çözümü

yönünde adımlar atılacaktı. Bunun için o dönem bir ateşkes “95 ateşkesi’’ sürecimiz oldu, sekiz ay kadar sürdü. Ancak

Erbakan’ı da tasfiye ettiler. Erbakan Hükümeti sorunun çözümünü istiyordu, askerin de bir kısmı istiyordu hatta devletin

de bir kısmı istiyordu ama özel savaş lobisi daha baskın çıkınca çözüm gelişemedi. Karadayı da o zaman çözümden

yanaydı, olumlu bakıyordu ancak özel savaş lobisine karşı etkili olamadı.’’

‘’Üçüncü Komplo Dönemi, Ecevit-Kıvrıkoğlu dönemidir. Bu dönemde de çözüm yönünde diyaloglar, görüşmeler

oldu. Biz ’98 ateşkes sürecini başlatmıştık. Ama özel savaş lobisinin dış ayakları da vardı, bunlar daha güçlüydü ve bu

dönemde harekete geçerek Suriye üzerinde yoğun baskı uyguluyorlardı, ABD-Londra-İsrail’in Suriye’den çıkarılmamız

yönünde yoğun baskıları vardı. Bu nedenle Suriye’den çıkmak zorunda kaldık, bilinen Yunanistan ve Rusya

yolculuğumuz var. Rusya’da 10 milyar dolar ve Mavi Akım Projesi karşılığında buradan çıkmamızı ve İmralı’da tutulmamı

sağlayan da bu güçlerdir.”

ÇÖZÜM İÇİN SİYASİ KANAL AÇACAKLARDI

“99’da da ben buraya getirildikten sonra da Ecevit-Kıvrıkoğlu adına gelip benimle görüştüler. Bunları daha önce

çok anlatmıştım. Görüşmeler iki yıl kadar sürdü. Şimdi ben bu süreçlerde Karadayı-Kıvrıkoğlu-Ecevit sorun çözecekti

demiyorum ancak onların bir siyasal alanın açılmasını, sorunun çözülmesi için bir siyasi kanal açacaklardı. O dönem

Ecevit-Kıvrıkoğlu döneminde bir af meselesini de gündeme getirdiler, MHP buna engel oldu. Böylece affı çok sınırlı

tuttular. MHP’nin burada tarihi bir sorumluluğu vardır. MHP-Bahçeli de özel savaş lobisinin içindeydi. Bu dönemde daha

sonra özel savaş lobisi harekete geçerek Ecevit’i etkisizleştirmeye çalıştılar. Özel savaş lobisinin temsilcisi Çevik Bir ile

Kıvrıkoğlu’nu etkisizleştirmeye çalıştılar. Kıbrıs’ta Kıvrıkoğlu’na bir suikast yapıldığı biliniyor. Bu suikastin bu özel savaş

lobisiyle direkt ilgisi var. Hasan Cemal de yeni kitabında sanırım bundan bahsediyor, bu konuda böyle bir bağlantıdan

bahsediyor. Ben bunu bilmiyordum, bu kitaptan öğrendim. Avni Özgürel’in de bu konuyla ilgili yazısını okudum. Bu

dönemde savaş lobisinin ismi de değişti, Ergenekon oldu. O döneme kadar farklı isimler vardı. O dönemden itibaren

kesin bir şekilde Ergenekon’a çevrildi. 60 yıllık Gladio Ergenekon adını aldı. 2002’de özel savaş lobisi Ecevit’e baskılarını

arttırdı. Ve Hükümete erken seçim kararı aldırarak bilinen süreci, AKP döneminin başlamasına neden oldular.”

ERGENEKON’UN SADECE PARMAKLARINA DOKUNUYORLAR

“Şimdi de Dördüncü Komplo Dönemi var. Ergenekon’un bu Silivri kesimi Ergenekon’un çok küçük bir

bölümüdür, daha çok deşifre olan kesimidir. Ergenekon’un büyük kısmı henüz ortaya çıkarılmamıştır. Şu anki deşifre

olmuş kısmını ben Ergenekon’un kolları ve bacaklarıyla daha doğrusu parmaklarıyla oynanması olarak görüyorum. Yani

bir bedenin sadece parmaklarını alıyorlar, koparıyorlar. Ama gövde, kol ve bacaklar yerinde duruyor ve sağlamdır.

Ergenekon’un bir numarası dışarıdadır ve sağlamdır ve hala çok etkindir. Kim olduğu da bilinmiyor ya da karışılamıyor.

Hatta bu üst düzey yöneticilerine ulaşılamadı. Silivri kesiminde bir kısmı ise Ergenekonla doğru dürüst bağlantısı da yok,

hatta mağdur durumunda olanlar da var. Seyfi Oktay onlar gibi. İlgisi olduğunu düşünmüyorum. Ama Ergenekon’un

büyük bir kısmına, ana gövdesine dokunulamıyor. Ecevit döneminde rol alanların bir kısmı şimdi yargılanıyor ama

Page 66: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

diğerlerine dokunulamıyor. Benim anlayamadığım nokta AKP’nin gücü mü yok, bunların üzerine gitmeye mi korkuyor

yoksa onların üzerine gitmek mi istemiyor. Bu konuyu tam netleştiremedim. Bu sabah buradaki arkadaşlarla da konuştum

bu konuyu. Bazıları AKP’nin buna gücünün yetmediğini söylüyor, bazıları da AKP’nin özel savaş lobisiyle uzlaştığını

söylüyor. Başbakan’a da haksızlık etmek istemiyorum. Ama durumu anlamaya çalışıyorum.”

ÖZEL SAVAŞ LOBİSİ DEVREYE GİREBİLİR

“Bu dönemde ne olur bilemiyorum. 31 Mayıs sonrası yani 1 Haziran’la başlayan dönemde özel savaş lobisi yine

etkin olmak isteyecektir. Bu özel savaş lobisinin gücünü küçümsememek lazım, her yerde örgütlenmişler. Ben 1980’den

bu yana örgütü çok eleştirdim. 1984 öncesi de 1990’da da sonrasında da örgütü çok ağır eleştirdim. Şimdi tekrar bu ağır

eleştirilerimi yapmak istemiyorum ancak bu eleştirilerimi hatırlatıyorum, sadece hatırlatmakla yetiniyorum. Özel savaş

lobisi devreye girerse eskisi gibi olmaz, çok daha etkin şekilde devreye girer. Hiç acımaz, yönelirler. Daha önce

Ermenilere yönelmişlerdi. Kürtlere de yönelebilirler. Ermeniler çok bilinçli oldukları için onları fiziki soykırıma uğrattılar.

Kürtler ise çok dağınık, sayıca çok, feodal ve aşiretsel yapıda oldukları için onlara kültürel soykırımı uygulattılar, kültürel

soykırımla asimile etmeye çalıştılar. Şimdi ise fiziki soykırımı uygulamak isteyebilirler. Behçet Cantürk’lere yönelme

şeklinden çok daha ağır bir şekilde yönelebilirler.”

AKP KENDİ ERGENEKON’UNU KURUYOR

“AKP kendi Ergenekonu’nu kuruyor. Anlamak lazım. AKP kendi derin lobisini kuruyor. Ben ne özel savaş

lobisinin ne de AKP’nin derin lobisini kabul ederim. Her ikisinin de oyununa gelmem, bu konuda çok netim. İkisi de kendi

iktidarlarını kurmak için uğraşıyor. BDP gibi ciddi bir kurum bile neden bunları yeteri kadar anlayamıyor? BDP bu

dönemde çok dikkatli olmalıdır. BDP dışından yüzlerce Kürt BDP’den rahatsız oldukları için BDP’yi eleştiriyor. Toplumun

her kesimiyle çok yönlü bir ilişki içinde olunmalıdır. Sol kesimle ilişkilerini ittifaka yönelik demokratik çalışmaları başarıya

ulaştırmaları gerekir. CHP ile de ilişkilerini geliştirmelidir. BDP, eğer AKP’nin gücü geriletilirse sonrasına hazırlık

bakımından CHP ile Kürt sorunun demokratik çözümü konusunda görüşürler, konuşurlar, bu hayatidir. Türkiye’de özel

savaş lobisi çok güçlüdür ancak bu durum, barışı isteyenlerin güçsüz olduğu anlamına gelmiyor. Devlet içinde barışı

isteyen güçlü bir kesim var. Barışı isteyen kesimin gücünün savaşı isteyen tarafa gitmemesi için de BDP çalışmalar

yapmalıdır. Şu an sadece bir düşünce olarak şunu belirteyim. Eğer olumlu şeyler gelişirse yeniden bir yol haritasını

hazırlayarak devlete sunabilirim, Devletin dört kurumuna da -Cumhurbaşkanı’na, Hükümet’e-Başbakan’a, belki

Genelkurmay’a, Meclis Başkanı’na– mektuplar gönderebilirim. Ancak dediğim gibi bu kesin karar verdiğim bir durum

değildir, sadece bir düşüncedir, paylaşmak istedim. Olur mu olmaz mı daha sonra gelişen duruma göre karar veririm.

Ayrıca sağlığım da buna elverir mi bilmiyorum. Yeni bir yol haritası yazmak için sağlığım elverir mi, onu da bilemiyorum.”

BARIŞ İSTEYENLERİ GÜÇLENDİRMEK GEREKİR

“Barış isteyen kesimin güçlenmesi için Kürt sorunun demokratik şekilde çözülebilmesi için Meclis’in olaya el

atması lazım. Meclis bir karar almalı sorunun çözümü yönünde. Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulabilir, Güney

Afrika’daki gibi. Ya Meclis’in kendisi ya da Meclis adına özel bir komisyon kurulabilir. Bu belki zordur ama kurulabilir. Bu

komisyon barışın önünde engel olan ne varsa bunların hepsini ortaya çıkaracak. Savaşta kimin ne kadar rolü varsa hepsi

ortaya çıkarılmalıdır komisyon tarafından. Bu komisyon böylece herkesi dinleyecek. Devlet içinde mesela Demirel’i

dinlemeli, Mesut Yılmaz’ı dinlemeli, Tansu Çiller’i dinlemelidir, diğer ilgili olan herkesi dinlemeli, beni dinlemeli, KCK

dosyasında tutuklu 1500 kişiyi dinlemeli, Silivri’dekileri dinlemeli, PKK içindeki bazı kişileri dinlemelidir. Bu komisyon

herkesi böylece Meclis’e çağırıp dinlemelidir. Ancak komisyona olan samimi beyanlarından dolayı kimseyi

cezalandırmama güvencesi verilmelidir. Komisyon bakacak eğer samimiyse ona cezalandırmama güvencesi verecek.

Eğer bu güvence verilirse herkes daha rahat samimi itiraflarda bulunacaktır. İtiraf derken yanlış anlaşılmasın, itirafçılığı

kastetmiyorum. Burada çözüm için samimi beyanları kastediyorum. Ne kadar fail-i meçhul varsa bunların hepsi ortaya

çıkarılacak. Sorunun çözümünün önünde ne kadar engel varsa hepsi ortaya çıkarılacak. Silivri’deki davada eksik olan

kısım budur, bu sebeple bir sonuca varılamıyor, göstermelik bir mahkemedir Silivri’deki. Bu biçimiyle çok fazla şey

beklenemez. Bu komisyon bir çeşit yargı görevini görecek ama öyle ‘99’daki sahte, uydurma, göstermelik bir İmralı

yargılaması gibi değil, ciddi, sorunu çözücü, bütün bilinmeyen noktaları ortaya çıkaran gerçek bir yargı anlayışı

işlemelidir. ‘’

KATKI SUNMAM İÇİN MECLİS KARAR ALMALI

“Benim de bu süreçte soruna katkı yapabilmem için Meclis karar alacak, önümü açacak. Ben de halkımla, siyasi

kesimlerle, örgütle iletişim kurabileceğim, onları bu sürece ikna edeceğim. Buna gücümün olduğunu da biliyorum. Bu

Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu daha önce denenmiş ve başarıya ulaşmıştır, Güney Afrika’da, Latin

Amerika’da başarıyla uygulanmıştır. Meclis’in sorunun çözümü için insiyatif alması çok önemlidir. Daha önce de Koçgiri

İsyanı konusunda Meclis ortak karar aldı. Bir uzlaşma yolunu seçti. Kürt sorunun demokratik çözümü için Meclis yine

önerilerde bulunacak. Ve o öneriler hayata geçirilecek. Kürtlerin hakları anayasal güvence altına alınacak. Anayasada

“anayasa Kürtlerin haklarını, kültürlerini güvence altına alır” şeklinde tek bir madde yer alırsa çözüm gerçekleşir. Ben bu

anayasal güvenceyi çok uzun bir süredir dile getiriyorum. ‘90’lı yıllarda da bunu dile getirmiştim. Öyle TRT-6 gibi, kurs

gibi göstermelik, sahte adımlarla değil gerçek demokratik haklar güvenceye alınmalıdır.”

Page 67: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

KAÇMADIM DURUMUM ROL ALMAMI ENGELLİYOR

“Ben ‘90’lı yıllardan beri ortalama 15 yıldır barış yönündeki ısrarımı sürdürüyorum. Ama benim mevcut şu an

içinde bulunduğum durum, bu konuda daha fazla rol almamı engelliyor. Benim 31 Mayıs’tan sonra çekilmem sorundan

kaçmak değil tam aksine buradaki bu şartlarda daha fazla çabalarımı sürdürememeden kaynaklanıyor. Burada bu

şartlarda pratik olarak hiçbir şey üstlenemem. Benim bu pozisyonum çözüm önünde engel teşkil ediyorsa bu da ortadan

kalkmış oluyor. Gidin savaşın da demiyorum, savaş talimatı da vermiyorum. Savaşırlar mı barışırlar mı, kazanırlar mı

kaybederler mi, kendileri bilir. Son olarak herkes üzerine düşeni yapmalıdır. BDP çok yönlü çalışmalıdır. Öyle göstermelik

bir anayasa değişikliği değil, yeni demokratik bir anayasa için BDP var güçlerini ortaya koymalılar.

Peru Komünist Partisi’ne özel selamlarımı iletiyorum. Bana cezaevlerinden gelen mektuplar var.

Cezaevlerindeki arkadaşlara, Muş ve Urfa’daki halkımıza selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Çözüm gelişmezse Türk-Kürt çatışması gündeme gelir

Öcalan, “Eğer bir diyalog ve çözüm süreci gelişmezse Türk-Kürt çatışması gündeme gelir. Kimse bu tehlikenin farkında

değil” dedi. Öcalan, İsrail’in Türkleri aşağılaması gibi Türklerin de Barzani şahsında Kürtleri aşağıladığını belirtti.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Barzani’nin Türkiye

temaslarına değinen Öcalan, “Barzani’nin BDP’lilerle de görüşmesi olmuş. Barzani AKP’nin desteklenmesi gerektiği,

diğer hükümetlere göre Kürt sorununa yaklaşımlarının daha olumlu olduğu, desteklenmesi gerektiğini belirtiyor. Ancak

son gelişmeler ortada, tutuklamalar, operasyonlar ortada. Barzani’ye “siz AKP konusunda bunu demekle aslında AKP’yi

de zor durumda bırakıyorsunuz” denilmeli. Ortada çözüm falan yok. Barzani’nin bu tutumu AKP’nin de işine yaramaz,

Barzanilerin kendilerinin de işine yaramaz. Geçmişte bunlar benim yanıma geliyorlardı, bana başı kesilmiş fotoğraflar

gösteriyorlardı, işte böyle böyle yaptılar diye. Onları çok uyardım, şimdi de uyarıyorum; akıllarını başlarına almazlarsa

daha kötüsü olur, elli tane Halepçe olur. Bunu nasıl görmüyorlar? Daha önce ulusal konferansın, kongrenin önemini

defalarca belirttim. Beş teorik ilke üç pratik önerme demiştim, bunu esas alabilirler. Bu temelde yapmazlarsa sorumluluk

kendilerine aittir derim.” dedi.

İSRAİL KÜRTSÜZ YAŞAYAMAZ

Öcalan, şöyle devam etti: “Aslında mesele Gazze meselesi değil, mesele Kürdistan üzerinde oynanan oyunlardır. Gazze

maskedir, Gazze ile Kürdistan’da oynanan oyunların üstünü örtüyorlar. Fırtına Kürdistan üzerinde koparılıyor. Urfa’ya

zaman zaman değiniyorum, tipik bir örnek olduğu için, Urfa’yı bildiğim için belirtiyorum. Sadece bir Urfa yüzlerce

Gazze’dir. Urfa’dan kadınlar, çocuklar Akdeniz’e, Karadeniz’e her gün onbinlercesi sürülüyor. On milyonu doyuracak

verimli toprakları susuz bırakılmış, her gün göçe tabi tutuluyor. İşte bu insanların gittikleri yerlerde çektikleri Gazze’den

yüz kat daha beterdir. Birinci olarak şunu söylüyorum; İsrail bu bölgede Kürtlersiz yaşayamaz, boğulur. Bunun için on

yıldır bir proje peşindedir. Güney’de küçük bir ulus-devleti kurduruyor, buna ihtiyaç duyuyor. Türkiye bunu daha yeni

anladı. Türkiye’yi yönetenler bu projenin tehlikesini anlayınca büyük öfkelendiler.”

AMERİKA DESTEĞİNİ ÇEKTİ

“İkinci olarak şunu görmek gerekir. Türkiye’nin şimdiye kadar yürüttüğü Kürtlerin inkarı ve imhası politikasına kayıtsız-

şartsız destek veren Amerika ve İsrail, bu desteklerini geri çekiyorlar. Şimdi bu Türkiye-Suriye-İran ittifakı da çözülüyor

olabilir, kesin bir şey demiyorum, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat İstanbul’da yaptığı açıklamada; “inkar etmekle

olmaz, tanımak lazım” demişti. Bu ittifak çatırdıyor olabilir. İran çekiliyor, Suriye de bu oyuna gelmiyor. Böylece yükün

tamamını Türkiye’nin sırtına yığacaklar. Asıl mesele budur, Gazze bunu örtmek içindir. Daha önce AKP’nin Gazze

üzerine gitmesine, bunu kaşımasına destek verdiler ama bu son Gazze olayında destek vermediler. AKP ABD’nin İsrail’e

destek vermeyeceğini düşündü, fakat tersi oldu. Gazze öfkesi bu yüzdendir. AKP şok oldu. Beklemiyorlardı. Başka ne

yapacaktı, İsrail’e savaş açacak hali yok ya. Gazze olayında öyle ederler, böyle ederler, birkaç açıklamadan sonra,

anlaşma olur, İsrail’e boyun eğerler. Barzani’nin Ankara ziyaretinde sadece Türkiye bayrağının olması da İsrail’e bir

mesajdır. Türkiye Barzani’ye İsrail’in temsilcisi gözüyle bakıyor, devletin bakışının bu olduğunu söylüyorum. İsrail, Türk

büyükelçisini nasıl alçak bir koltuğa oturtup, masaya sadece İsrail bayrağı koyduysa, bunlar da sadece Türk bayrağı

Page 68: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

koyarak cevap veriyorlar. İsrail nasıl Türkleri aşağıladıysa, Türkler de Barzani şahsında Kürtleri aşağılıyor. Bu bilinçli bir

şeydir. ”

KÜRT YARARINA SİYASET OLMALI

“Geçen hafta belirttiğim dört komplo dönemi basında da işlenmiş. Buradaki arkadaşlar bana söyledi sağ basın da epey

işlemiş, ilgi göstermiş. Savaş lobisi Erdoğan’ı götürecek dedim, bu Kılıçdaroğlu olayı da bunun bir parçası gibi görünüyor.

Ermeniler akıllı oldukları için fiziksel soykırıma tabi tutuldular. Kürtleri ise insan ile hayvan arası yaşam koşullarına

terketmişler. Kürtler çok dağınık fiziksel imhaya gelmiyor, onları da kimlik soykırımına, kültür soykırımına tabi tutuyorlar,

bunu hergün yapıyorlar. Bu devirde anadilde eğitim yapmayan halk kaldı mı? Afrika’nın en ücra yerindeki kabileler bile

anadilde eğitim yapıyor, bunu bile doğru dürüst mecliste dile getirmeyeceksin, bunun siyasetini yapamayacaksın, ben

sana nasıl saygı duyayım! Barzani’ye anlatacaksın, tehlikenin büyük olduğunu söyleyeceksin, onlarca kez, yüzlerce kez

görüşeceksin, toplantılar yapacaksın. Elindeki gücü bileceksin. Barzani’ye-Talabani’ye diyeceksin ki bu olup bitenler sizin

de yararınıza değil diyeceksin. Barzani onların da anlamaları gerekiyor, öyle ufak çıkarlar peşinde koşmakla işler

yürümez, Kürtler yararına siyaset geliştirilemez. Böyle ufak çıkarlarla bugünü kurtarırsın ama yarın felaketle karşılarsın!

Ben bazen düşünüyorum, neden işler yürümüyor, neden tarzları böyle diye çok düşünüyorum. Ayda yılda bir heyet

göndermek diyorlar, başkaları günlük görüşüyor, kendi içlerinde ayda yılda bir bile görüşemiyorlar. Burada çok

öfkeleniyorum. Vardığım sonuç şu: Kürt aydını, ne kadar aydın bilmiyorum ama Kürt aydını, Kürt siyasetçisi kendi

doğasını tanımıyor, kendi doğasıyla barışık değil, daha da önemlisi kendi doğasıyla, kendi gerçeğiyle yüzleşmekten

korkuyor diye düşünüyorum. Bu sonuca ulaşıyorum. Bu durum da ortaya böyle şizofrenik bir kişilik çıkarıyor. Bir Fransız

düşünürü kapitalizmin kendisinin ortaya şizofrenik kişilikler çıkardığını söylüyor. Ama Kürdistan’da gelişkin bir kapitalizm

de yok, bu şizofrenik kişilikler nasıl ortaya çıkıyor, anlayamıyorum.”

SİYASET AKADEMİLERİ ÖNEMLİ

“Siyaset akademileri önemli. Hem kadromuz yok diyorlar, hem bu kadar yavaş gidiyorlar, anlamıyorum. AKP üç yüze

yakın akademi kurmuş, Ben bu akademileri niçin diyordum? Tartışın. Yerelde tartışın. Yörenin aydınları, yerel

entellektüelleri, siyasetçileri, bu konuyu bilenler tartışsın, her türlü tartışılsın, her olasılık gözönünde bulundurulsun,

siyaset böyle üretilsin. Kaybedecek zaman yok, hızlandırılmalıdır. Ben buna demokratik anayasal süreç diyorum.

Çalışmalarını yoğunlaştırsınlar, pratikleştirsinler. Demokratik anayasa çerçevesinde diğer demokrasi güçleriyle de bir an

önce ortaklaşsınlar. “Gün pratik siyaset yapma günüdür.”

PKK KENDİSİNİ DRENİŞİYLE İSPATLADI

“KCK sanırım benim cümlemin aynısını kullanmış; “varlığını koruma özgürlüğünü sağlama direnişi” demişler. Aktif

savunma durumuna geçmişler. Sanırım bazı kararlaşmalar yaşamışlar. Herhalde, bu kararları birkaç gün içinde

kamuoyuna bildirirler. Bunlar şimdi bu demokratik özerkliği pratikleştireceğiz diyorlar. Yani Amanoslardan Kaçkarlara

kadar her yerde onlarca yüzlerce üslenmeleri var. Şimdi ben bunları geçmişte çok eleştirdim. Hiç bir zaman ben im

öngördüğüm şekilde bir savaş tarzları olmadı. Ama kendilerine göre bir direniş tarzları oldu. Bugünlere böyle bir direniş

geleneğiyle geldiler. Belki benim istediğim tarzı geliştiremediler ama yenilmezliklerini de kendilerince geliştirdikleri direniş

tarzıyla ispatladılar.”

ÖNEŞ’İN TESPİTLERİ DOĞRU

“Cevat Öneş’in AKP’ye de sorunun çözümü için Öcalan, PKK ve BDP ile görüşmesi gerektiği yönünde açıklaması olmuş.

Ben defalarca çağrıda bulundum, mektup yazdım, yol haritası verdim ama herhangi bir adım atılmıyor. Tamam tespit

doğru ne olacak o zaman, nasıl olacak, nasıl çözülecek? Kararlı bir duruş sergilemiyorlar, çözüm için en küçük bir adım

atmıyorlar. Ben yazdım hepsini devlete verdim, böyle böyle çözülebilir dedim, işte size yol haritası dedim. Ama en en

küçük bir adım, en küçük bir diyalog işareti bile yok. Liberal aydınların genelinde AKP’nin çözümü gerçekleştireceğine

dair bir kanı var. Ancak tam tersine, çözümün önünde engel olan AKP’dir. AKP kendi korkusuna düşmüş, can derdine

düşmüş, bu yüzden hegemonik iktidarını kurmak istiyor, bu anayasa değişikliği de bunun içindir, demokrasiyle ilgisi

yoktur. AKP’nin demokrasiyle bir ilgisi yoktur. Bunun iyi anlaşılması gerekir.”

AKP FAŞİZMLE HEGEMONYA KURUYOR

“Nasıl ki 1921’den sonra CHP anayasa değiştirerek -1924 anayasasına geçerek- 80 yıl hegemonyasını sürdürdüyse

AKP’ de bunu 2002’den bu yana yapmak istiyor. CHP’nin 80 yılda yapmak istediğini AKP 8 yılda yapıyor. Yani AKP,

CHP’nin kötü bir taklidini yapıyor. Mustafa Kemal’e şunun için değindim; 1916-1924 arası Kürtlerle ittifak halindedir.

Bunun için 1921 anayasası nispeten farklıdır diyordum, bu anayasada demokratik bazı maddeler vardı, özerklik gibi ama

bu şans da kaçtı. 1921 anayasasından sonraki bütün anayasalar şimdiki anayasa da dahil hepsi darbe anayasalarıdır.

Mustafa Kemal, Yahudi sermayesi ve İngilizler tarafından kuşatıldıktan, etkisizleştirildikten sonra 1924 anayasasıyla

birlikte CHP hegemonyası kuruldu, 2002’de de AKP hegemonyası devraldı. Hegemonik iktidarın sürdürülmesi ancak

faşizmle mümkün olabilir, AKP’nin yaptığı budur. Bunu yaparken arkasına Konya-Kayseri merkezli Arap-Suudi destekli

ve küresel sermayeyi arkasına alarak yapıyor. Öz kaldı, sadece biçim değişti. Ben şimdiye kadar çözümün önünde engel

olan bürokratik oligarşi diyordum, şimdi buna siyasi oligarşi diyorum. Siyasi oligarşiyi sadece iktidar anlamında

kullanmıyorum, siyasi muhalefeti de buna katıyorum. Bu gidişattan onlar da sorumludur. Anayasa değişikliklerine

Page 69: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

bakıyoruz, hiç bir demokratik içeriği yok, Kürtlere ilişkin hiç bir gelişme yok. Asgari demokratik koşullar bile yok. Yüzde on

barajının kaldırılması ve parti içi demokrasi bir adımdı onu bile atamadılar. Yani çözüm için hiç bir adım atılmadı, AKP

başından itibaren çözüme engel oldu.”

AVRUPA ÇÖZÜMÜ ENGELLEDİ

“2001-2002’de Ecevit çözmek istiyordu, Ecevit’ten Genelkurmaydan geldiler görüştük, tam çözümün arifesine gelinmişti,

af filan çıkarılacaktı, tam da o süreçte savaş lobisi devreye girdi, Ecevit’i etkisizleştirdiler. Tam da aynı süreçte Avrupa

Birliği PKK’yi “terörist” ilan etti! Yirmi yıldır savaşan PKK’yi terörist ilan etmeyenler, tam da barış-çözüm sürecinde PKK’yi

“terörist” ilan ettiler! Bu tesadüf değil. Çözümün arifesinde olduğu bir dönemdi, af çıkarılacaktı ama affı adli suçluların

affına çevirdiler. MHP süreci engellemek için Hükümetten çekildi. MHP emperyalizmin bu politikalarına yattı,

emperyalizm adına hareket etti. Yine Kıvrıkoğlu’na “sen bizden habersiz iş çeviriyorsun” dediler, Kıbrıs’ta ona suikast

girişiminde bulundular. O dönem devlette, orduda çözümden yana iradeler vardı ama savaş lobisi bunu engelledi.

AKP’nin iktidara gelişiyle çözüm yönündeki görüşmeler tamamen kesildi. Gül başbakanken Gül’e, daha sonra Erdoğan’a

mektuplar yazdım. “Hazır güçlerimiz dışarıdayken, çatışmasızlık süreci varken bu işi çözelim” dedim, yanaşmadılar.

Sonra bilindiği gibi 1 Haziran süreci gelişti. Eğer AKP çözüme gelseydi, ordu engel olamazdı.”

TÜRK-KÜRT ÇATIŞMASI GÜNDEME GELEBİLİR

“AKP siyasi iktidardır, sen siyasi iktidarsın, ordu senin dediğini yapacak, siyasi sorumluluk sendedir. Siyasi iktidar

görevini yapmayınca, rolünü oynamayınca ordu bildiği gibi yapar. AKP çözümsüzlüğü devam ettirme konusunda orduyla

anlaşmıştır; “sen bana karışma ben de Kürtlere yönelim konusunda sana karışmayacağım” temelinde uzlaşmıştır. Şimdi

bugüne geliyorum. Eğer bir diyalog ve çözüm süreci gelişmezse işte o istedikleri Türk-Kürt çatışması gündeme gelir.

Kimse bu tehlikenin farkında değil. Şimdi ben bunu, 1918 Rusya’sındaki o dönemde yaşananlar yine 1789 sonrası 91

Fransa’sında yaşanan o iç savaş dönemlerine benzetiyorum. Biliniyor bu dönemlerde buralarda çok kan döküldü. Kürt-

Türk çatışması derinleşebilir. Ben tarihi görevimi yerine getiriyorum, herkesi uyarıyorum.”

BÖYLE SÜRERSE YARI BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN İLAN EDİLİR

“Böyle devam ederse zaten demokratik özerklik diyorlar, bunu pratikleştireceğiz diyorlar, bunun bir adım ötesi İran’ı da

Suriye’yi de başka güçleri de arkalarına alan yarı-bağımsız Kürdistan ilanına kadar giden bir kanlı sürece yol açılabilir,

çok kan dökülür, çok insan ölür. İşte 1 milyon askerimiz var diyorlar, güçlüyüz, yenebiliriz diyorlar, yenebilirler de ama

ben PKK’yi tanıyorum PKK direnir, yenilmez. Fakat, benim tercihim bu değildir. Demokratik cumhuriyet, demokratik ulus,

demokratik vatan, demokratik anayasa demiştim. Benim tercihim kan akmadan demokratik anayasal çözümdür. Eninde

sonunda çok kan dökülse de gelinecek nokta çözümdür, çözüm galebe çalacaktır. Bu kadar acı çekmeden bu kadar kan

dökülmeden çözümün sağlanması için çabalıyorum. Bunun için BDP’lilere demokratik anayasa çalışmalarını

yoğunlaştırmalı diyorum. Bu çerçevede herkesle görüşülmeli diyorum. Demokratik anayasa çerçevesinde kim ilkeli

davranıyorsa onunla demokratik anayasa konusunda ittifak yapılabilir. AKP buna geliyorsa AKP ile, CHP buna geliyorsa

CHP ile hatta ilkeler temelinde MHP ile bile ilkelere doğru yanaşıyorsa yapılabilir.”

“Ben mevcut durumu kaba bir benzetme olacak ama evlilik ilişkisine benzetiyorum. Öyle bir evlilik ilişkisi ki, erkeğin her

dediği oluyor, sabahtan akşama kadar dövüyor ama kadının sesi çıkmıyor. Böylesi evliliğin erkeğe de faydası yok, erkeği

de yozlaştırır, kadının her gün dayak yediği bir evde huzur da olmaz. Ya bu evliliğe itiraz etmeyeceksin, boyun eğeceksin

ya da kabul etmiyorsan bunun gereğini yapacaksın. Kadın hareketini selamlıyorum, beni merak etmesinler, bütün

zorluklarına rağmen sağlığımı koruyacağım, çalışmalarında başarılar diliyorum. Cezaevlerinden gelen mektuplar var.

Batman, Adıyaman, Erzurum Oltu, Elbistan, Kırıkkale, Tekirdağ, Edirne, Diyarbakır, Rize-Kalkandere, İzmir-Kıraklar ve

diğer birçok c.evinden mektuplar aldım. Hepsine ayrı ayrı selamlarımı iletiyorum. Batman ve Denizli’deki halkımıza

selamlarımı iletiyorum.”

Page 70: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

Son nefesime kadar direneceğim

Başbakan Erdoğan’ın grup konuşmasıyla kendisini tehdit ettiğini belirten Öcalan, “Direneceğim, kimliğimden,

onurumdan taviz vermeyeceğim, son nefesime kadar onurumla direneceğim. Bütün halkımız bunu böyle bilsin.

Gördüğüm kadarıyla devlet barış yapmaktan, PKK de devrim yapmaktan korkuyor” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre AKP hükümetinin Kürt sorunu

karşısındaki tutumuna değinen Öcalan, “Buradaki pozisyonumun barış ve demokratik çözüm olduğunu, bu konuda ciddi

adımlar atılması halinde bu rolümü oynayacağımı ama Hükümetin böyle bir yaklaşımı olmadığını söyleyebilirim” dedi.

Öcalan, “Kamu Güvenliği Müsteşarlığı kuruldu. Muammer Güler bu hafta bu konuyla ilgili olarak İçişleri Bakanıyla birlikte

İngiltere’ye gitmiş. Bunlar yine icazet almaya gitmişler. Yeni konsept uygulamaya konacak. Aynen ‘90’lı yıllarda Doğan

Güreş’in İngiltere’ye gidip “yeşil ışık” alması gibi. Ne yazık ki yüz yıldır Kürdistan’ın kaderini İngilizler belirliyor. Sadece

İngiltere demek de doğru değil, Anglo-Sakson siyasetidir bu. Buradan Müsteşara bir uyarım olacak. Eski politikalarında,

imha temelindeki politikalarda ısrar ederlerse, geçmişte yaşandı, görüldü, bu çok kötü sonuçlara yol açacaktır.” diye

konuştu. Öcalan, şöyle devam etti:

İRAN’LA DİYALOG GELİŞEBİLİR

“İran’ın kabul etmesi halinde bir diyalog süreci başlayabilir. İran diyaloga gelmezse çok zorlanır, üzerinde büyük

bir uluslararası baskı ve kuşatma var, bunun altından kalkamaz. Bu kuşatmayı Kürtlerle diyalog ve içeride

demokratikleşme adımlarıyla, demokratik birliği sağlayarak ancak aşabilir. Bu arada Suriye’de bazı gelişmeler olmuş, işte

11 PKK’li öldürdükleri yönünde haberler basına yansımış. Sanmıyorum, Suriye böyle bir şey yapmaz. Suriye devleti,

Kürtleri imha konseptinde tam olarak yer almaz, öyle düşünüyorum. Oradaki Kürtler de demokratik mücadelelerini,

demokratik örgütlenmelerini geliştirmeliler. Mesut Barzani Türkiye’den sonra Almanya ve Fransa’yı ziyaret etmiş. Gidip

herhalde Almanya İngiltere ile yeni konsept üzerine konuşacak. Bu konuda onları daha önce uyarmıştım. Tüm Kürtlere

yönelik katliam tehlikesi var, tehlikenin farkında olmalıdırlar. Öyle dış güçlere fazla güvenmesinler. Dış güçler menfaatleri

gerektirdiğinde Kürtleri gözünü kırpmadan satarlar, Güney’deki devleti de çok kolay bir şekilde satarlar. ”

TECAVÜZ OLGUSUNA DAR YAKLAŞILIYOR

“Kadınların düzeyi iyi görünüyor ama daha çok yol almaları gerekiyor ancak çok değerli kadınlarımız var. Bu

tecavüz kültürünü aşalım meselesini iyi yakalamışlar ama galiba biraz somut ve dar yaklaşılıyor. Bu basına yansıyan

Siirtteki gibi somut tecavüz olaylarını protesto ediyorlar gibi bir hava oluşuyor. Halbuki bu tecavüz kültürü binlerce yıldan

beri ataerkilliğin kadını esir almasından itibaren başlamış ve günümüze kadar gelmiştir. Kadınlarımızın bu zihniyetle

mücadele etmesi gerekir. Feministlerin de böyle dar ve yüzeysel yaklaşım sorunu var. Sıradan evlerde meydana gelen

tecavüzlerden söz ediyorum. Sanılmasın ki bu evlerde her şey kadının özgür iradesiyle, seçimiyle oluyor. Kadının hiç bir

konuda karar verme hakkı yok. Her şeyi erkek belirliyor, her şey onun canının istediği şekilde oluyor. Yanlış anlaşılmasın,

ben aile kurumuna karşı değilim. Çok ilkeli bir şekilde olursa ve taraflar kendilerine gerçekten güvenirlerse belki olabilir.

Bazen burada düşünüyorum, dışarıda olsam ben böyle bir ilişkiyi yürütebilir miyim diye. Bana göre kadın-erkek ilişkisi,

birlikteliği, adeta bir sanat gibi olmalıdır. Böyle olursa anlamlı olabilir. Ama bugünkü koşullarda en kendine güvenen

Page 71: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

kadın, hangi erkekle olursa olsun, isterseniz en ideal erkek olsun, birlikte olmaya başladıktan sonra 24 saat içinde

erkeğin boyunduruğu altına girmeye başlar. Çünkü sistem böyle kurulmuş. Bu sözü daha önceleri de söylemiştim. Ben

bu yaşıma kadar bu tür ilişkilerden hep kaçtım, halen de kaçıyorum. Bu konuyla ilgili yazılan başka kitaplar, düşünceler

de var, okudum. Fatmagül Berktay’ın bu konuyla ilgili bazı kitapları var, onlardan da yararlanılabilir.”

HAYATI KADIN VAR EDİYOR

“Sistem kadını tamamen esir haline getirmiştir. Kadın hiç bir yerde gerçek anlamda yoktur. İş hayatında yoktur,

yönetimde yoktur vesaire. Ama aslında kadın doğal olarak bu yeteneklere sahiptir. Neolitik dönemde doğuran, besleyen

kadındı, yemek kültürü onların eseridir. Hayatı onlar var ediyorlardı bugün de bu yeteneklere doğal olarak sahiptirler.

Savunmalarımda hep neolitik dönemin tanrıça kültüründen bahsediyorum ama bunun da yanlış anlaşılmaması gerekiyor.

Tanrıça derken dini anlamda bir kutsallıktan bahsetmiyorum. Kadın tabi ki kutsaldır ama ben bu tanrıça kültüründen

bahsederken kadının o çağlardaki sosyal konumundan bahsediyorum, kendini nasıl koruduğundan bahsediyor, onu

kastediyorum. Tanrıçalıktan, bugünkü duruma nasıl düşürüldüğünün anlaşılması açısından tarihe gidip tanrıça

kültüründen bahsediyorum.”

NAZIM KADINA DUYGUSAL YAKLAŞTI

“Kadın meselesine üç farklı bakış var; 1-Duygusal yaklaşım, 2-İmgesel yaklaşım, 3-Düşünsel ve Felsefik

yaklaşım. İşte Nazım Hikmet onlar ve başka bazı yazarlar, şairler, edebiyatçılar kadın meselesine duygusal ve imgesel

yaklaşıyorlar. Hatta bizden de özellikle cezaevindeki bazı arkadaşlar imgesel, hayali yaklaşıyorlar. Ama bizim

yaklaşımımız imgesel-hayali değil, gerçekçi, düşünsel ve felsefik yaklaşımdır. Bu beşbin yıllık erkek egemen tecavüz

kültürü ancak böyle düşünsel ve felsefik yaklaşımla aşılabilir. Duygusal ve imgesel yaklaşımlar kurtarmaz. Kapitalist

modernite kadını bir seks objesi haline getirmiştir, işte moda adı altında bu süslemeler, püslemeler, “yakışıyor” adı

altında aslında kadını pazarlıyorlar. Kadına adeta bir seks makinesi olarak bakılıyor. Erkekler kadına sadece seks

gözüyle bakar hale getirilmiştir. Yirmidört saat bunu düşünüyorlar ve kadına da bu gözle bakıyorlar. Kadına verilmiş en

önemli bir görev bu, erkeğin sınırsız seks güdüsünü karşılamak. Halbuki hayvanlarda bile böyle değil, hayvanlarda bunun

bir düzeyi, düzeni var. Erkek ve dişi sadece belli dönemlerde karşılıklı ihtiyaç temelinde çiftleşir.”

ÇOK ÇOCUK KADINI YIPRATIR

“Kapitalist modernite kadının gerçeğini örtbas etmek için onun sürekli fiziksel yonünü, cinsellik yönünü ön plana

çıkararak, moda adı altında pazarlayarak kadının gözünü boyuyor ama özünde aslında kadını köleleştiriyor. Ne

giyeceğine, saçını nasıl keseceğine, nasıl kokacağına, kilosuna, her şeyine sistem ve erkekler karar veriyor. Aşk ve sevgi

kavramlarını da çarpıtıyor. Oysa aşk ve sevgi veya birliktelik karşılıklı bir irade kabulüne, kadının iradesine saygıya ve

kadının doğasına, özüne uygun temelde olursa anlamlı olur, aksi takdirde egemen tecavüz kültürü anlayışıyla yaşanan

“aşk-sevgi” kadını bitiriyor. İşte Erdoğan’ın kadına bakışı ortadadır, fazişan, ırkçı-ulusalcı bir yaklaşımdır. Bunların

İslamiyet anlayışı da kadını tepeden tırnağa tamamen kendisi dizayn etmek istiyor. Ne giyeceğine, kılık kıyafetine kadar

her şeyini onlar belirliyor. Çok sınırlı bir rol veriyor. Kadını erkeğe göre şekillendiriyor. Erdoğan, kadının iradesini hiçe

sayarak, “en az üç çocuk” diyor. Buna sen karar veremezsin, bu ancak kadının kendisinin karar vereceği bir meseledir,

çünkü bundan en çok etkilenecek olan kadının kendisidir, kadının doğasına saygı, bu konudaki kararı kadına bırakmayı

gerektirir. Hele bir de çok çocuk yaparsa kadın, tamamen sosyal, ekonomik, siyasal her alanda yaşamdan kopuyor,

hiçleşmiş oluyor. Ben aileye ve çocuğa karşı değilim. Ama bir çocuk doğurmak, kadını hem fiziksel hem psikolojik olarak

çok yıpratır. Bir çocuğun bakımı bile kadını yıpratıyor, eve kapatıyor, bitiriyor. Kadının bunun bilinciyle kendini bu duruma

düşürmemesi, kendini koruması ve özgürlüğü için örgütlenmesi, mücadele yürütmesi gerekiyor.”

Page 72: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

KILIÇDAROĞLU ÇÖZÜM İÇİN GETİRİLMEDİ

“Alevilik ve Kılıçdaroğlu meselesiyle ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Kılıçdaroğlu meselesini anlamak için

özel savaş kesimlerinin Baykal’ı neden düşürdüğünü anlamak lazım. Şimdi Baykal çözümün önünde engel olarak

görüldüğü için mi tasfiye edildi yoksa özel savaş lobisi tarafından onların istediği pozisyona yeterince gelmediği için,

yetersiz görüldüğü için mi tasfiye edildi? Bu soruyu tersten de sorabiliriz; Kılıçdaroğlu bir çözümün önünü açmak için mi

getirildi yoksa Deniz Baykal’ın ulusalcı politikaları yetersiz görüldüğü için mi onun yerine getirildi? Bu soruların cevabını

zaman gösterecek. Bu nedenle Kılıçdaroğlu hakkında net bir düşünce ifade etmek istemiyorum. Bunu BDP’nin tavrı ve

politikaları deşifre edebilir, netleştirebilir. Birinci olasılık yani Kılıçdaroğlu çözüm için getirilmiş ise, daha önce ifade ettiğim

gibi demokratik kemalizm çözümü olarak getirilmiş olabilir. Böyle olursa çözüm için olumlu olacaktır ama galiba çözüm

için getirilmemiş gibi görünüyor.”

ABD, İNGİLTERE ÇÖZÜMÜ ENGELLEDİ

“Başbakan da benimle ilgili açıklamalar yapmış, beni suçlamış, bu yüzden cevap hakkım doğuyor, ona cevap

vereceğim. Benim geçen haftalarda söylediklerim basında işleniyor, Ecevit, Erbakan, Özal meseleleri tartışılmış. Ben

tekrar uzun uzun o süreçleri anlatmayacağım. Ama 2002’de ne olduğunu anlatayım. Buraya ilk getirildiğimde hem Ecevit

adına gelip görüşenler hem Kıvrıkoğlu adına gelip görüşenler bana şunu söylediler. “Bu Kürt meselesinde bölücülükten

ve şiddetten vazgeçilirse siyasal yöntemlerle her türlü çözümün gündeme gelebileceğini, tartışılabileceğini” söylediler. Bu

benim de anlayışıma zaten uygundu, ‘90’lı yıllardan beri bu konudaki görüşlerimi defalarca ifade etmiştim zaten. Ben de

onlara “olur” dedim, hatta bunun için silahlı güçlerin tamamını sınır dışına çektik. Bu süreç yıllarca devam etti. Ama bu

süreç değerlendirilmedi ve hiç bir adım atılmadı. Ecevit bir şeyler yapmak istedi, işte bu Rahşan Affı falan tartışıldı.

Aslında o daha geniş bir af olarak düşünülüyordu, ama olmadı. Buna içeriden siyaseten Bahçeli engel oldu, Bahçeli net

bir şekilde demokratik çözümün önünü tıkadı. Dışarıdan da Anglo-Sakson politikalar bu çözüme engel oldu. İngiltere ve

Amerika, Anglo-Sakson siyaseti Irak’a müdahaleyi önlerine koymuşlardı, Ecevit buna karşı çıkıyordu, Kürt meselesinin

çözümünde de atmak istediği adımlar vardı, bu nedenlerle Ecevit’i tasfiye ettiler. Bu güçler Güney’de kendilerine bağlı bir

Kürt federe devleti karşılığında Kuzey Kürtlerinin ve PKK’nin ezilmesine, tasfiyesine onay verdiler. Kuzey’deki Kürtler bu

şekilde Anglo-Sakson’a bağlı Güney oluşumuna feda edilmiştir.”

AKP’NİN ÇÖZÜM PROJESİ YOKTUR

“AKP’nin de onlarla kurduğu ilişkiler bu çerçevededir. AKP, Güney oluşumunu da gerçekte kendi kimlikleriyle

kabul etmiş değildir, sadece Kuzey Kürtlerinin ve PKK’nin tasfiyesi için onları kullanma temelinde yaklaşmaktadır, bunun

için onlara bazı ekonomik imkanlar tanıyarak sahte, ikiyüzlü bir ilişki içindedir. Barzani ve Talabani’nin bunu anlaması

gerekiyor, bu konuda uyanık olmalılar. AKP bu Anglo-Sakson politikalar için iktidara getirilmiştir, AKP’nin çözüm için hiç

bir projesi yoktur. Başbakan Erdoğan’ın dünkü konuşmalarını da dinledikten sonra kesin olarak bu sonuca vardım. AKP

tamamen Anglo-Sakson politikaları uyguluyor, bu açılım projesi de aslında Anglo-Sakson politikasıdır, onlara aittir. İşte

Türkiye’de sözde bireysel haklarla bu işi halledecekler! Bu da İngiltere’nin emekçilerine verdiği bireysel haklara benziyor,

bu şekilde sol, sosyalist hareketleri ve sendikaları etkisiz hale getirmişlerdi. Bireysel haklarla işçi partisini sisteme entegre

ederek, devrimci niteliğini ortadan kaldırdılar.Kürtlere de bireysel haklar deyip PKK’yi tasfiye etme konseptidir bu. Yaşar

Kaya gibi milliyetçi isimler, Okçuoğlu, Kemal Burkay gibileri işte bu bireysel haklar politikasıyla aldatıyorlar, onlar da bu

oyuna geliyorlar. İşte Ecevit’i gördünüz, Haberal’in hastahanesinde sözde tedavi oluyordu ama aslında ne olduğunun

farkında değildi, Haberal’in hastahanesinde bilinçli şekilde felç edilerek, çökertildi. Öte yandan orduda da bu Kıvrıkoğlu

ekibini tasfiye ettiler. Ecevit ve Kıvrıkoğlu’na yapılan aslında bir darbedir. Hatta o dönem Kıvrıkoğlu adına benimle

Page 73: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

görüşenler şimdi Ergenekon’dan yargılanıyorlar! Siyaset arenasında AKP ön plana çıkarıldı, aynı politikaları uygulamak

için orduda Özkök ve ekibi ön plana çıkarıldı, Büyükanıt ve Başbuğ’da bu çizgiyi sürdürdüler.”

MUSTAFA KEMAL KÜRTLERE OTONOMİ SÖZÜ VERDİ

“Ortadoğu’nun ve Kürdistan’ın kaderini yüz yıldır İngiltere belirliyor. Az önce anlattığım Anglo Sakson politikaları

İngilizler 1920’lerde de uygulamışlardır. Mustafa Kemal 1916-1924 arasında sekiz yıl boyunca politikalarını belirlerken

hep Kürtlerle yaptığı ittifakla birlikte hareket etmiştir. İngilizler için Musul-Kerkük’teki petroller çok önemliydi. Ne olursa

olsun kendi denetimlerine almak istiyorlardı fakat Musul-Kerkük çok açık bir şekilde Misak-ı Milli sınırları içinde kalıyordu

o dönem. Musul Kerkük Kuzeydeki bölgeler gibi Kürtlerin çok yoğun yaşadığı yerlerdi, yani Misak-ı Milli Kürtlerin yaşadığı

bu yerleri de içine alıyordu. Mustafa Kemal’in politikası Kürtlerle birlikte hareket etmeydi. İşte İzmit konuşmasında

Kürtlere muhtariyet verileceğinden bahsediyor, 1921 anayasasına işaret ediyor, bu anayasada bu yönlü düzenlemeler

var. Yine başka bir tarihteki konuşmasında Kürtlere otonomi verileceğinden sözediyor. İngilizler ise Musul-Kerkük’ü kendi

denetimlerine almak için harekete geçtiler.”

YAHUDİLER BEYAZ TÜRKÇÜLÜĞÜ GELİŞTİRDİ

“Aynen bugün nasıl kendi kontrollerinde federe oluşuma gittiylerse o dönemde kendi kontrollerinde ve Musul-

Kerkük’ü de içine alan bir Irak devleti peşindeydiler. İngilizlerin öte yandan İngiliz yanlısı İsmet İnönü, Fevzi Çakmak

üzerinden ittihatçı kadroları da örgütleyerek Mustafa Kemal’i kuşatarak, etkisizleştirdiler, yalnızlaştırdılar. İnönü, Çakmak,

Mustafa Kemal arasında en zayıf durumda olan Mustafa Kemal’di. Mustafa Kemal bunların gücünü anlayınca bunlarla

uzlaşmak zorunda kalmıştır ve bunun sonucunda bilinen inkar-imha süreci geliştirilmiştir. Bu süreçte Yahudiler de bu

Anglo-Sakson politikaları içinde yer almıştır, Ortadoğu’da kendilerine ait bir devlet istiyorlardı, bunun altyapısını

hazırlamak peşindeydiler. İşte Türkiye’deki Yahudiler, örneğin Sami Kohen’in babası, “biz Yahudiliğimizden vazgeçtik

artık bundan sonra Türküz” demişlerdir. Aslında böyle de değildir, Yahudiliklerinden vazgeçmemişlerdir. Daha sonra

Cumhuriyet’in resmi ideolojisi olan beyaz Türkçülük anlayışının öncülüğünü de bunlar yapmıştır.”

AKP’YE TASFİYE ROLÜ VERİLDİ

“Mustafa Kemal bu noktaya çok da isteyerek gelmemiştir, zorunlu olarak gelmiştir. İngilizler Lozan’da Musul-

Kerkük gizli görüşmelerinde, Musul-Kerkük’ü alma ve cumhuriyetin sınırları dışında tutma karşılığında İnönü’ye “Kuzey

Kürtlerine istediğinizi yapabilirsiniz” deniliyor ve Cumhuriyet bu temelde tanınıyor. Buna karşı Kürtler kıyameti koparıyor,

Şeyh Sait isyan ediyor. İngilizler bu isyanı da kullanarak Mustafa Kemal’i buradan da sıkıştırmışlardır. Şeyh Sait idam

ediliyor, daha sonra Ağrı, Dersim isyanlarıyla devam ediyor. İmha ve asimilasyon politikaları, çözümsüzlük süreci bugüne

kadar geliyor. Bu politikalar 2002’den beridir AKP eliyle uygulanıyor. Bugün yaşanan da aslında 1925’lerin aynısıdır. O

dönem Musul-Kerkük karşılığında bugün de Güney’deki federe devlet karşılığında AKP’ye sözde açılım adı altında

Kuzey Kürtlerini tasfiye etme rolü verilmiştir. Yahudiler-İsrail bugün de geçmişte olduğu gibi bu Anglo-Sakson politikalara

destek vermektedirler.”

ANLAŞMA OLMAZSA TOPLUMLAR AYRILABİLİR

“Şimdi Erdoğan’a cevap vermek istiyorum. Erdoğan son grup toplantısında yaptığı konuşmalarında çok sert

BDP’yi, bizi suçluyor. İşte burada tecavüz, zor kültürü var. BDP de Erdoğan’ın neden böyle bir şey yaptığını tam olarak

anlayamadı. BDP’nin Erdoğan’a vermesi gereken cevabı şöyle olmalıydı; “Evet ben küçük bir parti-grup olabilirim, senin

içinde de Kürtler var, sana destek olan Kürtler de var ama bana destek veren, kendi iradesiyle özgür bir şekilde varolmak

isteyen beş milyona yakın Kürt de var” demeliydi. Erdoğan burada belki ifade edilmesi hoş değil ama Kürtleri “karı” olarak

görüyor. Bu benzetmeyi kullanmak çok uygun olur mu, ama durum budur. Erdoğan Kürtlere bu gözle bakıyor. Binlerce

Page 74: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

yıllık ataerkil tecavüz kültürünün şekillendirdiği bir zihniyetle Kürtlerle zorla ilişkiye girmek istiyor. Bir evlilik ilişkisinde bile

zorla ilişki olmaz. Bir evlilik ilişkisinde erkek eşiyle zorla ilişkiye girebilir mi? Bunun için eşlerin karşılıklı rızası olmalı, bu iş

özgür iradeyle olur. BDP şunu demeliydi. Senin yanında yeralan, seni kendi özgür iradesiyle destekleyen Kürtler de var.

Onlarla istediğin şekilde ilişki kurabilirsin, istediğini yapabilirsin, çünkü kendileri kendi iradeleriyle seninle birlikte o luyorlar.

Ama bizimle birlikte olmak istiyorsan, bizim rızamızı alman lazım. Aksi taktirde zorla ilişkiyi dayatırsan boşanma

gündeme gelir. Toplumlarda da bu böyledir, bu iş gönüllü birliktelikle olur, zorla olmaz. Gönüllü birliktelik ya da gönüllü

ayrılma. İşte Çekoslovakya örneği ortadadır. Bugün de işte Belçika tartışıyor bunu. Eğer anlaşma olmazsa toplumlar

birbirlerinden ayrılabiliyor. Ama bizim istediğimiz ayrılma değildir, bunu da defalarca söyledik, biz özgür, eşit, gönüllü

birlikten yanayız. Söylediğim gibi durum budur. AKP Anglo-Sakson politikaları uygulamakta ve açılım adı altında Kürtleri

oyalamaktadır.”

DİRENECEĞİM TAVİZ VERMEYECEĞİM

“Bu arada KCK açıklama yapmış, Özerk Kürdistan’dan, Kürdistan’ı yönetmekten bahsediyor. Bu çok ciddi bir

iştir, Kürdistan’ı yönetmekten bahsediyorsunuz. Yapmayın demiyorum, kararı siz vereceksiniz, daha önce zaten söyledim

bunu. Ben savaşın ya da savaşmayın demiyorum. Benim koşullarım ortada, kimse bana güvenerek, bana dayanarak iş

yapmasın, kendi kararlarını kendileri versinler. Ayrıca burada ne olacağım da belli değil, beni burada yarın bile

öldürebilirler. Erdoğan dünkü (Salı günü) konuşmasında beni tehdit etti. Ama ben direneceğim, kimliğimden, onurumdan

taviz vermeyeceğim, son nefesime kadar onurumla direneceğim bütün halkımız bunu böyle bilsin. Devlet barış istiyorsa

ben buradayım. Ben burada açıkça şunu söylüyorum. Benim gördüğüm kadarıyla devlet barış yapmaktan korkuyor, PKK

de devrim yapmaktan korkuyor. Ben yirmi yıl Ortadoğu’da çalıştım, 12 yıldır da burada bu zor koşullarda barış için

elimden geleni yaptım. 12 yıldır ben burada barış için çabalarken arkadaşlar gerekli tüm desteği verdiler ve çağrılarıma

disiplin içinde uydular, hepsine teşekkür ediyorum. Aslında buraya ilk getirildiğimde beni karşılayan albaylardan biri,

bana; “Öcalan sen yanlış yaptın, Mustafa Kemal gibi ordularının başına geçmen, bizzat savaşın içinde olman gerekirdi”

demişti. Yani neden Kandil’e gidip askeri güçlerin başına geçmedin demek istiyordu. Tabi ben bu ihtimali de o zamanlar

çok yoğun bir şekilde düşünmüştüm ama kararımı Avrupa’ya gitme yönünde kullanmıştım. Bu kararı almamda siyasi

çözüme olan inancım rol oynadı. Hala da verdiğim bu kararın arkasındayım, işte buradayım ve bu kararımdan pişman da

değilim.”

POZİSYONUM BARIŞ POZİSYONUDUR

“Söylediğim gibi benim buradaki pozisyonum barış pozisyonudur. Ama daha önce de defalarca söylediğim gibi

artık muhatap bulamıyorum. Eğer Hükümet bir temsilcisini gönderirse, bu konuda parlamentodan bir karar çıkartıp

önümü açarlarsa ben iki günde tüm silahlı güçleri bir alanda toplayabilirim. Buna gücüm de var iddiam da var, kendime

güveniyorum. Silahlı güçleri BM’nin ya da NATO’nun denetimi altında bir bölgeye de çekebiliriz. Hatta Türk ordusunun

görebileceği bir alan da olabilir. Bunları Türkiye kamuoyu da bilmelidir. Cezaevlerinden gelen birkaç mektup vardı.

Cezaevlerindeki tüm arkadaşlara, tüm kadın arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Kars, Hınıs ve Çınar halkına selamlarımı

iletiyorum.”

Page 75: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

Öcalan çözümün koşullarını açıkladı

“Çözüm gelişmezse özel savaş lobisi ülkeyi iç savaşa götürür” diyen Öcalan, çözümün koşullarını açıkladı.

Öcalan, önce seçim barajının düşürülmesini, TMK’nın kaldırılmasını, çocukların salıverilmesini, KCK tutuklarının serbest

bırakılmasını, sonra da demokratik anayasa hazırlanmasını istedi.

Kürt Halk Önderi Abdllah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere gore sağlık sorunlarına değinen

Öcalan, “Sağlık durumumda çok fazla değişen bir şey yok. Gözlerimin yaşarması devam ediyor. Muhtemelen buranın

ortamıyla alakalıdır. Yaz, havalar sıcak bunun da etkisi olabilir, sıcaklardan kaynaklı olabilir” dedi. Son günlerde

kendisinin tehdit edilmesi değerlendirmelerine de değinen Öcalan, şöyle devam etti: “Benim tehdit edilmemi,

sınırlandırmamı savunanlar var. Klasik yöntemlerle Kürt sorunun çözülemeyeceği ortadadır. Basından öğrendiğime göre

Nuray Mert de belirtmiş, artık Kürtler de eski Kürtler değildir, öyle klasik imhacı yöntemlerle de bitirilemezler. Habertürk’te

bir yazı yayınlanmış. Bu yazıda avukatlarımla görüşmelerde suç unsuruna rastlandığında direkt fiili müdahalenin olacağı

belirtiliyor. Talimat verdiğim söyleniyor, ben şimdiye kadar burada kimseye talimat vermedim, vermeyeceğim de, öyle bir

hataya da düşmem. Ben burada savaş talimatı da vermedim. Zaten burada bu konulara müdahele etmem doğru da

olmaz.”

HALKTA ÇATIŞMASIZLIK BEKLENTİSİ VAR

“Çözüm süreci gelişmezse özel savaş lobileri devreye girer ve denetimi imkansız bir süreç başlar. Süreç

tarafların denetiminden çıkar. Bu son çatışmalar da saldırılar da ortaya çıkardı ki Kürt sorunu en temel sorun olarak

ortada duruyor. Diğer sorunları gölgeliyor, kendini dayatıyor. Halkta da büyük beklentiler her yerde bir heyecan ve

hareketlilik var. Bu konuda benden de beklentiler var. Bir açıklama bir çözüm önerisi bekleniyor herhalde. Çatışmasızlık

konusunda, çatışmaların durdurulması konusundaki beklentilerdir bunlar. Bu beklentiler Kürtlerde, halkımızda var.”

PSİKOLOJİK ATMOSFER OLUŞTURULMALI

“Benim Kürt sorununun çözümündeki tercihim bilinmelidir. Ben Kürdistan Devrimi’nin derinleştirilmesi yoluna da

gidebilirdim. Kürdistan Devrimi’nin derinleştirilmesi demek Vietnam devriminde olduğu gibi milyonlarca insanın ölümü

demektir. Ben bu yolu tercih etmedim, demokratik yoldan çözümü tercih ettim. Kürt sorunun demokratik çözüm yöntemini

tercih ettim. Tabi Kürt sorunun demokratik barışçıl çözümü için benim daha önce de belirtiğim görüşlerim vardı, bunlar

biliniyor. Sorunun çözümü demokratik anayasa ekseninde yapılacak düzenlemelerle mümkün kılınabilir. Demokratik

anayasa talebi temel beklentimizdir. Sorun bu eksende yapılacak düzenlemelerle çözülebilir. Bu demokratik anayasa

inşasından önce pratik olarak bazı adımların atılmasıyla başlanabilir, bu bir nevi çözüm konusundaki iyiniyetin ifadesidir

ayrıca psikolojik atmosferin oluşturulması için gerekli kanuni düzenlemeler de yapılmalıdır. Seçim barajının düşürülmesi,

TMK’nın kaldırılması, çocukların meselesinin halledilmesi, KCK operasyonlarında tutuklananların serbest bırakılması,

parti içi demokrasinin geliştirilmesine ilişkin hususlarda yasal düzenlemeler, iyileştirmeler yapılabilir. Bu konularda

yapılacak iyileştirmelerle birlikte son olarak demokratik anayasa hazırlanabilir. Benim sorunun çözümünde öngördüğüm

yöntem budur.”

AKP KARARLI TAVIR SERGİLEMELİDİR

“AKP, Erdoğan Hükümettedir. Bunları yapabilir. Bu konuda muhalefetin ve sivil toplum örgütlerinin de desteğini

alabilir. Ben buradan tekrar Başbakan’a bu konuda çağrı yapıyorum. Kürt sorunu demokratik barışçıl yollarla çözülebilir.

Meclis bu sorunun çözüm yeridir. Meclis’te bu sorunun çözümü konusunda karar alabilirler. Tabi ben daha once Erdoğan

için, “Erdoğan’ı tam çözemedim” demiştim. Bu sorunu çözmeye Erdoğan’ın gücü yeter mi bilmiyorum. Yetmeyebilir,

güçleri sınırlı olabilir. AKP demokratik anayasa temelinde bu sorunu çözmezse daha önce belirttiğim üçlü komp lo

dönemlerindeki gibi kendileri de bir komployla götürülebilirler, bu da dördüncü komplo dönemi olur. AKP bu sorunu

çözmezse bir komployla düşürülebilir. Böyle bir sonucun sorumluluğunu da bize yükleyemezler. Bizi bu konuda sorumlu

tutamazlar. Ne BDP ne de PKK bu konuda sorumlu tutulabilir. İktidarda olan AKP’dir, sorumluluk da ona aittir. AKP bu

sorunu çözmezse belirttiğim gibi özel savaş lobileri devreye girer, AKP’nin bunlara gücü yetmez. Bu özel savaş lobileri

içeride de dışarıda da bürokraside, yargıda, ordu içinde her yerde vardır ve desteğini bulur. Özel savaş lobileri gelişirse

AKP bunların karşısında duramaz. Ben bu tehlikeye şimdiden işaret ediyorum. AKP daha önce belirttiğim üçlü komplo

dönemlerindeki Hükümet komplolarıyla karşılaşmak istemiyorsa cesur olmak zorundadır. AKP tutarlı, uygulanabilir,

kararlı bir tavır sergilemelidir. Yoksa gelişecek olan özel savaş lobileri tehlikeli olur, sonlarını getirir. ”

Page 76: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

KILIÇDAROĞLU MASKELİ İSE TEŞHİR EDİLSİN

“Bu sorunun çözümünde CHP’ye de görev düşüyor. Demokratik anayasa konusunda Kılıçdaroğlu da destek

vermelidir. AKP ve CHP’ye bu görev düşüyor. Kılıçdaroğlu’nun gelişi Baykal’ın tasfiyesi de iyi çözümlenmelidir. Bu

konuda ben de tam net değilim. Baykal’ın tasfiyesinin çeşitli nedenleri olabilir. Baykal statükocu, çözümsüzlüğü

derinleştirdiği için tasfiye edilmiş olabilir, ya da tam tersi tehlikeyi gördüğü, çözümsüzlük politikalarını farkettiği ve buna

ikna olmadığı için tasfiye edilmiş veya kendisi bu işi bırakmış olabilir ya da özel savaş lobisi Baykal’la bu işi, çözümsüzlük

siyasetini götüremeyeceklerini anladıkları için de Baykal’ı tasfiye etmiş olabilirler. Kılıçdaroğlu da bu olasılıklar üzerinden

getirilmiş olabilir. Kılıçdaroğlu çözümsüzlüğü derinleştirmek için de getirilmiş olabilir. Bu amaçla getirilmişse CHP, Baykal

döneminin de gerisine düşebilir. Kılıçdaroğlu özel savaş lobisi maskesini taşımıyorsa bu sorunun çözümüne katkı

sunmalıdır. Yok eğer çözümsüzlüğü derinleştiriyorsa, statükoda ısrar ediyorsa özel savaş lobisi maskesi var demektir. O

zaman da bu maskesini düşürmek gerekir. Kılıçdaroğlunu bu yönüyle teşhir etmek ve çözmek gerekiyor. Ayrıca Alevi-

Kürt kimliğinden dolayı Kılıçdaroğlu ile alevi-Kürt kesimi tutulmak istenmiş olabilir. Kaybedilen Alevi-kürt tabanını

kazanmak için Kılıçdaroğlu’na oynanmış olunabilir. Kaybedilen alevi-kürt tabanını kazanmaya yönelik ucuz bir siyaset

sözkonusuysa bu siyaset teşhir edilmelidir.”

ÇÖZÜM GELİŞMEZSE ÖZEL SAVAŞ LOBİSİ DEVREYE GİRER

“Tekrar söylüyorum, Kürt sorunun demokratik yollarla çözümü gelişmezse özel savaş lobileri devreye girer,

dışarıdakilerle bağlantı kurar, komplolar dönemi başlar, Kürdistan Devrimi derinleşir ve iç savaş çıkar, bundan da herkes

kaybeder. Bu benim tercih ettiğim bir yol değildir. Benim tercihim Kürdistan Devriminin derinleştirilmesi yani çatışma, iç

savaş tercihi değildir. Ben demokratik barışçıl yollarla demokratik zeminde sorunun çözümünü esas aldım. Tercihim bu

yoldadır. Bizim Türkiye’yi bölme, sınırları değiştirme gibi bir niyetimiz yoktur. Ben daha önce de belirtmiştim “devlet

barıştan PKK devrimden korkuyor” diye, devletin barışa niyeti yok PKK’nin de devrime niyeti yok. Bugüne kadar

hükümetler Kürt sorununu çözmeye yanaşmadıkları gibi PKK de Kürdistan Devrimini gerçekleştirmeye niyet etmedi.

Bugüne kadar gelen ve otuz yıldır süren bu iki yaklaşım karşılıklı olarak birbirini bu şekilde bugüne kadar getirdi. Bunun

sonucunda da yozlaşan bir savaş ortaya çıktı ve günümüze kadar bu yozlaşma devam etti. Bundan sonra da iki tarafta

aynı yaklaşım devam ederse yozlaşma derinleşerek sürer. Ben bu konuda bir anti parantez açmak istedim. Yine

söylüyorum benim tercihim Kürdistan Devrimi’nin derinleşmesi, çatışmaların yükselmesi, iç savaş durumu değildir.

Demokratik zeminde demokratik anayasa başta olmak üzere belirttiğim çeşitli yasal düzenlemelerle çözüm yoluna

girilebilir.”

FRANSIZ DEVRİMİ DEMOKRASİ TARİHİDİR

“Tarihte biliniyor Fransız Devrimi ve Ekim Devrimi döneminde yaşananlar var. Fransız Devrimi demokrasinin

Ekim Devrimi ise demokratik sosyalizmin tarihidir. Tarih bunu böyle yazar. Tarih böyle der. Bunu ben söylemiyorum, tarih

kitapları söylüyor. 1789 Fransız Devrimi’nden sonra yaşananlar biliniyor. Devrimden sonra meşruti bir anayasa tartışması

yapılıyor. Meşruti bir anayasaya ihtiyaç duyuluyor. Bu meşruti anayasa gerçekleştirilemediği, yapılamadığı için iç

çatışmalarla devrim derinleşti. Bir terör ortamı ortaya çıktı, 1792-1794 terör dönemi var. Bu yıllar arasında terör olayları

tırmandı. Fransız devrimiyle ortaya çıkan demokrasi anlayışı bu nedenle tam layıkıyla yayılamadı, etkisini gösteremedi.

Meşruti anayasa kabul edilmiş olsaydı, terör olayları yaşanmasaydı Fransız devriminin sonraki yüzyıllara etkisi daha

anlamlı olurdu. Yine 1917 Ekim Devrimi’nde ise devrimden sonra Çarlık yanlılarının Çarlık Rusyası etkisiyle de olsa

talepleri vardı. Lenin ise bu taleplere karşı demokraside fazla ısrarcı olmadı. Ben burada bunları Lenin’i eleştirmek

amacıyla söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın ancak Lenin demokraside biraz daha ısrar etseydi yüzyıla damgasını vuran

demokratik sosyalizm daha iyi ve daha doğru kendini tamamlayabilirdi. Ancak bu olmadığı için 1918-1922 yılları arasında

Rusya’da iç savaş çıktı. Lenin bu savaştan zaferle de çıksa, demokratik sosyalizm zayıflayarak çıktı. Bu iç savaş

demokratik sosyalizmin sonraki yıllara olan etkisini zayıflattı. Bu iç savaş olmasaydı, o dönem demokraside ısrar edilmiş

olsaydı 20. Yüzyıla damgasını vuran Ekim Devrimi demokratik sosyalizm geleneğini daha uzun yaşatabilir ve bugüne

kadar ayakta kalabilirdi. Ancak bu olmadığı için yozlaşma oldu. Lenin’den sonra bilinen Stalin diktatörlüğü yaşandı ve

günümüze kadar yozlaşarak etkisini yitirdi. Her iki örnekte de ortaya çıktığı gibi dönemin ihtiyaçlarına, taleplerine

demokratik zeminde cevap verilmiş olsaydı Fransa’da demokrasi, Rusya’da demokratik sosyalizm geleceğe daha iyi,

derinlikli, kalıcı bir etki bırakabilirdi. Fransa’daki terör, Rusya’daki iç savaş son iki yüz yılımıza bu şekilde damgasını

vurdu.”

M. KEMAL ÖZERKLİK TARAFTARIYDI

“Bugünkü Türkiye’ye de damgasını vuran gelişmeler III. Selim’den bugüne kadar yaşananlardır. III. Selimle

başlayan komplolar tarihi günümüze kadar devam etmiştir. III. Selim’in komployla ortadan kaldırılması, sonrasında

Alemdar Mustafa’nın yine komployla tasfiye edilmesi, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması, tanzimat fermanı, ıslahat fermanı,

I. Meşrutiyet, II. Meşrutiyet, Abdulhamit diktatörlüğü yaşandı. Cumhuriyet öncesi bu komplocu gelenekle kapitalist

komploculuğun buluşması sonucunda daha vahim bir komploculuk gelişti. İşte İttihat Terakki komploculuğu. Son olarak

da Cumhuriyetin ilanıyla günümüze kadar gelen 80 yıllık komplolar tarihi, Cumhuriyet komploculuğu ortaya çıktı. Bu

komplocu gelenek cumhuriyet doğmadan cumhuriyetin etkisini zayıflattı, cumhuriyeti boğuntuya getirdi. Bu komplolar

Page 77: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

neticesinde Mustafa Kemal de yarı-tutsak hale getirildi. İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak gibi isimler bu yıllarda daha

etkindirler. Başlarda Kürtlere muhtariyet verilmesi tartışılıyor hatta 10 Şubat 1922 tarihinde Meclis’te Kürtlere özerklik

verilmesi yönünde görüşmeler oluyor. Yapılan oylama sonucunda 64 ret oyuna karşılık 373 kabul oyuyla Meclis’ten

geçiyor. Yine İzmit Basın Konferansı’nda Mustafa Kemal Ocak 1923’te Kürtlere özerklik verileceğini söylüyor. Ancak

sonrasındaki gelişmeler bunların tam tersi oluyor. Şeyh Sait, Seyit Rıza, Cibranlı Halit gibi Kürtlerin bastırılması da bu

komplocu gelenekle alakalı, bağlantılıdır. Burada Kürtler önce havaya kaldırılıyor sonra sırtları yere vuruluyor, imha

ediliyorlar. Provokasyonları hazırlayıp, yaratıp kendileri bastırdılar. Aslında bunlar komployla doğdurulup komployla

boğuntuya getirildiler. Hatta biliniyor Seyit Rıza görüşmeye çağrılıyor, seni affedeceğiz deniliyor, sonra ne olduysa

bilinmedik bir şekilde alelacele idam ediliyor. İşte komploculuk budur. Kürtler önce kaldırıldı sonra sırtları yere vuruldu ve

komplolarla tasfiye edildiler.”

KÜRT TASFİYESİNDE YAHUDİLERİN PAYI VAR

“Bütün bu gelişmelerde aslında İngiltere’nin de etkisi vardır. Hatta Yahudilerin de bu yaşananlardan payı vardır.

Yanlış anlaşılmasın ben bunu yahudi karşıtlığı temelinde anti-semitik düşüncelerle söylemiyorum, tarihsel gerçeklikleri

ifade ediyorum. Biliniyor bir grup Yahudi, İsrail devletinden önce Anadoluyu anayurt yapmaya çalıştılar. 1925’lerden

itibaren de önceki yıllardan farklı olarak milliyetçi-beyaz Türkçü anlayış geliştirilmeye başlandı. Bu anlayışın öncülüğünü

Yahudiler yaptı. Anti-semitizm yapmıyorum, tarihsel tespit yapıyorum. Beyaz Türkçülük nedir, nasıl gelişmiştir, onu biraz

açayım. O dönem Yahudiler kendilerine rakip olarak gördükleri Hıristiyanları, özellikle Ermeni ve Rumları tasfiye

ettiler. Çünkü o dönem Ermeni ve Rumlar ticareti ve sermayeyi ellerinde bulunduruyorlardı. Yine aynı şekilde orta sınıf

müslümanlar da bu gerekçelerle hedefe alındılar, tasfiye edildiler. Kendileri tek kaldıklarında ise kendilerini Yahudi Türk

olarak tanımladılar, biz hem Yahudiyiz hem Türküz dediler, Yahudi Türküyüz dediler. Beyaz Türkçülük anlayışı bu

temelde gelişti. Bu Beyaz Türkçülüğü yani Yahudi Türkçülüğünü kabul edenler bu ideolojinin hizmetçisi olacaklar, kabul

etmeyenler ise hain ilan edilip tasfiye edileceklerdi. Beyaz Türkçü anlayış böyle gelişti.”

BEYAZ TÜRKÇÜLÜĞÜ YAHUDİLER GELİŞTİRDİ

“Bu geliştirilen Beyaz Türkçülüğün Yahudilerin Anadoluyu yurt edinme düşüncesiyle de alakası vardır.

Günümüze kadar da Türkiye’de bu beyaz Türkçü anlayışın izleri görülüyor ve kendisini var etmiştir. İşte Üzeyir Garih

örneği biliniyor. Üzeyir Garih Küçük Hüseyin Efendi’nin mezarını ziyaret ediyor, bu ziyaret esnasında öldürülüyor. Bu olay

Küçük Hüseyin Efendi’nin bağlı olduğu tarikat ile Yahudiler arasındaki ilişkinin derinliğini gösteriyor. Yine Fevzi

Çakmak’ın mezarı da buradadadır, ikisi de Eyüp mezarlığındadır. Fevzi Çakmak da vasiyetinde burada gömülmek

istediğini belirtmiş. İsmet İnönü, Fevzi Çakmak gibi isimlerin bu beyaz Türkçülükle ilişkisi ve ittifakı vardır. Biliniyor

Mustafa Kemal’in arkadaşı Fethi Okyar’ın kurduğu Serbest Cumhuriyet Fırkası da kapatılıyor, bunda bu Beyaz Türkçü

anlayışın, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmakların etkisi ve müdahalesi var. İşte bu Beyaz Türkçü anlayışın gelişmesi 1925-

1926’lardan itibaren başlar. Mustafa Kemal’in sınırlandırılması, yalnızlığa itilmesi de bu ittifakın sonucudur. Mustafa

Kemal adeta gölge olmuştur. Biliniyor İzmir Suikasti için yapılan mahkemede bunlar bütün kurmaylarıyla mahkemeye

gidip Mustafa Kemal’e karşı güç gösterisinde bulunuyorlar, ona mesaj veriyorlar. Mustafa Kemal bu mesajı alıyor ve bu

tarihten sonra iyice çekiliyor.”

CUMHURİYET KOMPLOLAR TARİHİDİR

“Tabi benim tarih anlayışım kendime göredir, kendime has bir tarih anlayışım vardır. Cumhuriyet bu komplolar

sonucunda ölü doğmuştur. Cumhuriyet tarihi bu nedenle komplolar tarihidir, Kürtlerin, İslamcıların, yine sosyalist ve

komünistlerin komplolarla tasfiye edilmesi tarihidir. Yine Kürdistan’da Cumhuriyet tarihi boyunca her bölgenin yapısına

göre farklı komplolar tezgahlanmıştır. İşte Batman’da Cemilê Çeto örneği buna birebir uymaktadır. Yine Van’da

Ermenilere karşı yapılanlar buna örnektir. Aynı şekilde Dersim’de Seyit Rıza’nın başına getirilenler değişik bir örnektir. Bir

bütün olarak her yörede farklı da olsa bir komploya rastlanır. Ben bunları niye belirtiyorum? Şuraya varıyorum:

Türkiye’nin yakın dönem tarihi, siyasal tarihi anlaşılmadan, öğrenilmeden Türkiye’de siyaset yapılamaz, yapılsa da

başarıya ulaşılamaz. Bunları bilmek gerekiyor. Cumhuriyet komploculuğu anlaşılmalıdır. Mustafa Kemal’in içinde

bulunduğu durum öğrenilmeden, Mustafa Kemal anlaşılmadan günümüze dair sağlıklı sonuçlar çıkarılamaz.”

AKADEMİLER YAKIN TARİHİ TARTIŞSIN

“Demokratik Siyaset Akademilerinde Türkiye’nin yakın dönem siyasal tarihi üzerinde aylarca durulmalıdır.

Sadece benim bu söylediklerimden yola çıkılarak bile altı ay boyunca bu konular siyaset akademilerinde tartışılabilir. Ben

demokratik siyaset akademilerini bu yüzden öneriyorum. Verdiğim Fransa ve Rusya deneyimleri tartışılabilir. Çözüm

konusunda kendime güveniyorum, çözme gücüne ve yeterliliğine sahibim. Benim çözüm çizgim demokratik anayasa

ekseninde gelişecek çizgidir.”

ÇÖZÜM ISRARIMI SÜRDÜRÜYORUM

“Yine belirtiyorum demokratik zeminde çözüm gelişmezse ne olur? Kürdistan Devrimi derinleşir, karşılıklı

çatışma süreci tırmanır. Özel savaş lobileriyle denetim dışına çıkan bir süreç yaşanır. Ben biliyorum Kürdistan

dağlarından Kürtler sökülüp atılamaz, Kandil’e yüzbin kişilik bir ordunun yönelmesi durumunda bile başarıya

ulaşamayacağı söyleniyor, basında okudum bunu. O dağlarda Kürtlerin yenilmesi güçtür, mümkün değildir. Kürtler o

Page 78: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

dağlarda yenilmezler, asla kaybetmezler, kesinlikle kaybetmezler, karşılıklı çok kanlı bir süreç de gelişse karşılıklı çok

kayıplar da verilse Kürtler mutlaka kazanacaktır. Ancak bu bizim tercihimiz değildir. Bu şekilde çatışma sürecinin

derinleşmesi durumunda Vietnam Devrimi gibi iki milyon insan ölebilir. Ben bugüne kadar böylesi bir sonuca engel

oldum, kan dökülmeden demokratik çözüm için çabaladım ve hala da bu konudaki ısrarımı sürdürüyorum.”

İKİ TARAFLI ATEŞKES GELİŞTİRİLEBİLİR

“Diyarbakır’daki sivil toplum örgütlerinin yaptığı açıklamaya da belirttiğim paralelde sonuna kadar katılıyorum.

Ancak sadece bir açıklama yetmez ben buna eylemsellik boyutuyla katılıyorum. İki taraflı çatışmasızlık süreci

geliştirilebilir. Böyle bir irade ortaya çıkarsa KCK de buna uyabilir. Ancak şunu belirteyim, kimse kurbanlık koyun gibi de

kafasını uzatarak bekleyemez. Meşru müdafaa hakkı kullanılır, bu evrensel bir haktır. Ayakta kalmak için her canlı

kendisini savunmak zorundadır. Bitki-hayvan bütün canlılar için bu geçerlidir. Ben daha önce de belirtmiştim, “Gül

Teorisi” demiştim. Gül bile yaprakları dökülürken dikenleriyle kendi öz savunmasını yapıyor, kendisini koruyor. Bu böyle

anlaşılmalıdır. Bu öz savunma hukuki, ekonomik ve diplomatik çalışmalarla güçlendiğinde kendiliğinden fiilen demokratik

özerklik ortaya çıkıyor. Böylesi bir durumda demokratik özerklik de fiilen zaten gelişir. Dört temel alanda öz savunma,

hukuk, ekonomi, diplomasi olarak gelişebilir demokratik özerklik.”

SEÇİMLER İÇİN SEFERBER OLUNMALI

“Bir demokratik seferberlik başlatılabilir. Bu yanlış anlaşılmamalıdır, savaş anlamında değil seçimlere yönelik bir

seferberliktir. Demokratik anayasa zeminini hazırlamak için seçimlerde başarı sağlanmalıdır. Sürecin önünde engel olan

sadece yargı değil, her yerde orduda, bürokraside, toplumda, siyasette bahsettiğim bir çok çevreden engelleme vardır.

Engelleyenler güçlüdür ama asıl sorumlu hükümettir. Sen Hükümetsin bunlara hakim olman, bu engelleri ortadan

kaldırman gerekir.”

HALKIMIZA SELAM İLETİYORUM

“Cezaevlerinden sık sık mektuplar alıyorum. Siirt, özellikle Batman cezaevinden çok mektup aldım. Daha da

derinleşeceklerini düşünüyorum. Bütün halkımıza selamlarımı gönderiyorum. İran’daki halkımıza selamlarımı

gönderiyorum. Türkiye’deki demokratik anayasa eksenli bir çözüm İran’da da ele alınabilir. İran çözüme gelmelidir, bu

İran’ın da yararınadır. Yine Suriye’deki halkımıza, Irak’taki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Avrupa’daki halkımıza,

Kafkasya’daki halkımıza, bütün her yerdeki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Ayrıca Diyarbakır D Tipi c.evi, Urfa c.evi,

Siirt c.evi ve bütün c.evlerindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Dersim, Ağrı, Van, Batman halkımıza, Serhat

halkımıza özel selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Müzakere olmazsa devrim süreci gelişir

"Müzakere olmaz ise devrim süreci gelişir" diyen Öcalan, "Öldürerek PKK yok edilemez. Profesyonel ordu,

teknolojik silahlar, bunlar PKK'yi yok edemez. Kaldı ki çatışmaların şehirlere yayılması tehlikesi var. O zaman işin içinden

çıkılamaz" dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Suriye’nin Kürt

sorununa değinen Öcalan, “Suriye Devlet Başkanı Sayın Beşar Esad'ın daha önce İstanbul'a geldiği sırada basına sarf

ettiği beyanları var. Demokratik çözüm için diyalog ve uzlaşmadan bahsetmişti. Bu çerçevede bir çözüm önemlidir” dedi.

HEWLER’DE TEMSİLCİLİK ÖNEMLİ

Öcalan, Başbuğ’un konuşmasına ilişkin olarak da “Başbuğ'un bu son beyanları eskinin tekrarıdır. Denenmiş,

bitmiş, iflas etmiş bir anlayışın tekrarıdır” şeklinde konuştu. BDP’nin dış temsilcilik açmasının önemine değinen Öcalan,

“BDP Hewlêr'de temsilcilik açacak sanırım. Orası çok hareketli bir yer. Brüksel önemlidir, Washington önemlidir ama

Hewler daha önemlidir. Temsilcilik açılması önemlidir. Oradakiler bizim insanlarımız. Orada beşyüzü aşkın şirket var.

Şimdiye kadar orada bir büronun olmaması hatadır.” ifadelerini kullandı. Öcalan, şöyle devam etti:

URFA OLMASA SAVAŞ BAŞARILAMAZDI

Page 79: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Siyaset akademisinin Urfa'da açılması çok önemlidir. Daha önce söylemiştim, Urfa'da devasa sorunlar var,

Irgatlık, işsizlik, yoksulluk, göç, -dünyanın dört bir yanına Urfa'lı gençler göçüyor- kadınların durumu ortada, muazzam

sorunlar var. Bu sorunların çözümü için çok ciddi çaba ve demokratik mücadele gerekiyor. Urfa'yı çözmek bir çok şeyi,

bölgeyi çözmek anlamına gelir. Urfa'nın tarihini biliniyor. Aslında Urfa'da Fransızların yenilgiye uğratıldığı mücadele -ki bu

Kürtlerin eseridir- olmasaydı belki de Kurtuluş Savaşı başarılamazdı. Bu sürecin ilk kazanımı Fransızlarla yapılan Türk-

Fransız anlaşmasıdır. Yine bu süreçte Binbaşı Noel'in Mustafa Kemal'e yönelik takibi Urfa'dan başlamış, oradan sonra

Sivas ve Elazığ'a kadar uzanmıştır ama başlangıcı Urfa'dır.”

M. KEMAL ÖZERKLİK TANIDI

“Kürtlerin Kurtuluş Savaşındaki yeri ve önemli rolü aslında 1921 anayasasına da yansıdı. O dönemde Kürtlere

özerklik tanıyan düzenlemeler de yapıldı, Özerklik tanındı. Mustafa Kemal'in o dönemdeki konuşmalarında da bunlar var.

Ama İngilizler, İttihat Terakki Kadroları, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak eliyle Mustafa Kemal'i etkisizleştirdiler, Kürtler

İngiliz politikasına kurban edildi. Daha sonra Kürt meselesinde giderek özel savaş lobisi etkin olmaya başladı.

Günümüzde de Urfa'da özel savaş lobisi etkinlik kurmaya çalışıyor. Araplar üzerinden oynanıyor, halkımızın maruz

bırakıldığı durum da ortada. Urfa'nın geniş olanaklarına rağman korkunç bir yoksullaştırma politikası yürütülüyor. Bu

nedenle Akademi'nin kurulması önemlidir, çok önemsiyorum. Göbekli Tepe, İbrani tarihinde Urfa'nın yeri ve önemi

üzerine yaptığım değerlendirmelerim var. Urfa'da bugünlerde sivil toplum örgütlerinin bir açıklaması olmuş herhalde, bu

yönlü açıklamalar sanıyorum devam ediyor. Antep, Adıyaman, Maraş, Malatya hattı sessiz görünüyor. BDP buralarda

etkin bir örgütleme yapamıyor herhalde. Ben biliyorum, hatırlıyorum, bu bölgeler gelişkin bölgelerdi, demokratik yönü,

demokratik özü gelişkin yerlerdi. Kapitalizm bu bölgeleri mahfvetti. Bu bölgeleri kapitalist özentiden kurtarmak gerekir.

BDP buralarda çalışma yapması önemlidir.”

ÜÇ ÖNERİSİNİ YİNELEDİ

“Hükümet'e, KCK'ye, BDP'ye ve tüm ilgililere sorunun demokratik çözümü için bazı pratik önerilerde

bulunuyorum. Bu kapsamda üç öneri sunuyorum: Birincisi, önce bir eylemsizlik, karşılıklı bir eylemsizlik durumu

sağlanabilir. İkincisi, Meclis bünyesinde Güney Afrika benzeri bir Hakikat ve Adalet Komisyonu kurulabilir. Bu komisyon

kendi alanında uzman kişilerden oluşmalıdır. Meclis'te bir komisyon olur ama ona bağlı çeşitli alt çalışma grupları olur.

Yine bu da uzmanlardan oluşur. Aydınlar ve sivil toplum temsilcileri yer alabilir. Bu komisyon çatışmalı süreçle ilgili ben

dahil bütün tarafları dinler. Geçmiş dönemde yer alan Çiller, Ağar ve dönemin diğer aktörlerini dinler. Bu komisyon

gerçekleri açığa çıkarır. Komisyon kapsamlı çalışır, bütün tarafları dinler, ulaştığı sonuçları halkla, kamuoyuyla paylaşır,

taraflar birbirini affeder, bir dönem böyle kapanır. Bunu yapmak o kadar zor değil, Güney Afrika'da başarılı oldu, çözüme

götürdü, burada da başarılı olmaması için bir neden yok. Bununla paralel olarak güçlerin bir alana toplanması gündeme

gelir. BM gibi uluslararası güçlerin güvencesi altında çözüme kadar bekletilebilir.Bun dan sonra üçüncü aşama gelir.”

KURTULUŞ OLACAKSA HEPİMİZ İÇİN OLACAKTIR

“Üçüncüsü de, belli bir alanda toplanmış güçlerin yurda dönüşü sağlanır. Öyle Habur'daki gibi değil, toplu bir

geliş olur. Bu sürecin güvenlik boyutu KCK ile görüşülür. Demokratik Anayasa çalışmaları ise BDP üzerinden yürür, bu

çalışmaya diğer partiler de katılır. Bu temelde anayasal ve yasal çözümler gelişirse silahlar bırakılır. Burada benim rolüm

yanlış anlaşılıyor. Öyle kendisini kurtarmak istiyor gibi yaklaşımlar ucuz yaklaşımlardır. Benim içinde olmadığım bir

sürecin başarı şansı yoktur, bu eşyanın tabiatı gereği böyledir. Benim öyle kendimi kurtarmak gibi bir derdim yok,

kurtuluş olacaksa hepimiz için olacaktır. Sorunun çözümü için bir müzakere süreci başlatılmalıdır.”

MÜZAKERE OLMAZSA DEVRİM SÜRECİ GELİŞİR

“Bu olmazsa ne olur, Müzakere süreci olmazsa ne olur? Burası önemlidir. Ben geçenlerde Devrim

Süreçlerinden bahsetmiştim. Bu süreçlerden şunun için bahsediyorum. Devrim süreçleri bir başladı mı kontrolden çıkar,

hiç kimse kontrol edemez. Şu an Türkiye'de bu tehlike var mı, var. Ben buradan PKK'ye 'şöyle yapın, böyle yapın'

demiyorum. PKK'ye taktik de vermiyorum. PKK kendi taktiklerini zaten uyguluyor, kendine göre bir direniş tarzı var,

kendileri bilir. Ben kimseye savaşı yükseltin derinleştirin demiyorum. Bir tespit yapıyorum, bir tehlikeye dikkat çekmek

istiyorum. Benim 31 Mayıs açıklamam da yanlış anlaşılıyor. Ben 'bir ateş yanıyor, bunu söndürelim' diyorum. Bazıları

çıkmış Bahçeli gibi habire ateşe odun atıyor, böyle ateş söndürülemez. Ben tersini söylüyorum, gelin bu ateşteki odunları

çekelim diyorum. Ateşin alevlenmesinin getireceği tehlikelere dikkat çekiyorum.”

ÇATIŞMALAR ŞEHİRLERE YAYILIR

“Ben sadece gerilla ölümlerine değil asker ölümlerine de gerçekten üzülüyorum. Ben bunların önüne geçmek

istiyorum, demokratik-barışçıl çözüm yolunu, önerilerini ortaya koyuyorum ama ne ittihatçı artığı CHP ve MHP ne de

Hürriyet ve İtilaf Partisinin devamı sahte-islamcı zihniyetiyle çözüm gelişmez. İşte 'hala bitiririz, öldürürüz, yok ederiz'

diyenler var. Öyle bazılarının dediği gibi vurarak, öldürerek PKK yok edilemez. Profesyonel ordu, teknolojik silahlar,

bunlar PKK'yi yok edemez. Belki zarar verebilirler. Sonra Türkiye'den dünyanın dört bir tarafında yaşayan Kürtlerden

oraya bir akış oluyor. Bu nedenle PKK bitirilemez. Kaldı ki çatışmaların şehirlere yayılması tehlikesi var. O zaman işin

içinden çıkılamaz.”

ETNİK ÇATIŞMALAR GÜNDEME GELEBİLİR

Page 80: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Daha önce 'Devrim ve Karşı-Devrim' dönemlerinden bahsetmiştim. 1789 Fransız Devrimi, 1917 Ekim Devrimi,

Alman Nasyonal Sosyalizmin ilk yılları incelenmelidir. Bu Türkiye'de illa böyle olacak anlamında demiyorum. Bir tehlikeye

dikkat çekiyorum. Daha önce de söyledim, önemli olduğu için tekrar ediyorum. Bir çözüm gelişmezse üç şey olabilir

demiştim. Birincisi çatışmalı süreç, savaş devam eder, bu süreçte devlet PKK'ye büyük zarar da verebilir ama daha önce

de söylediğim gibi PKK'nin bir direniş tarzı var, sürekli katılım kaynağı var, olanakları var, PKK'yi bitiremezler. İkincisi

çatışmalı süreç daha da derinleşir, sürece yayılırsa, savaş uzarsa her iki tarafta da yozlaşma gündeme gelir, iki tarafta da

çeteler türeyebilir. İşte devlet içerisinde jitem tarzı faili meçhuller, köy yakmalar gündeme gelir. Böyle zamanda PKK'de

de çete benzeri şeyler gelişebilir. Üçüncüsü çatışmalar, savaş her tarafa sıçrar, şehirlere yayılır. Etnik-toplumsal

çatışmalar gündeme gelir. Süreç kontrolden çıkar, kaos olur. Kimse kazanmaz, herkes kaybeder ama devlet daha büyük

kaybeder.”

GELEN MEKTUPLAR VERİLMİYOR

“Bana gönderilip de verilmeyen birçok mektup var. Almanya'dan sanıyorum Offenbach'tan yazılmış bir mektup

verilmedi. Diyarbakır-Bağlar 5 Nisan Mahallesinden gelenbir mektup verilmedi. Bunlar gibi verlmeyen birçok mektup var.

Bunlar dışarıdan gönderilip de verilmeyen mektuplardır. Bir de cezaevlerinden gönderilip de verilmeyen mektuplar var.

Malatya cezaevinden gelen bir mektubu aldım. Mektup gerçekten derindi, başarılar diliyorum. Erzurum cezaevinden

gelen iyi mektuplar va Bunlardan biri özellikle güçlüydü. Özellikle Cumhuriyet Tarihi konusunda iyi bir yoğunlaşması vardı

yazarın. O döneme ait bazı gelişmelere ilişkin belgeleri bulup çıkarıyor, başarılar diliyorum. Zonguldak cezaevinden

gelen bir mektup aldım. Yine İran Kürtlerindendi. Türkiye c.evlerinde bulunan diğer parçalardaki tüm arkadaşlara özel

selamlarımı iletiyorum. Adıyaman, Tekirdağ, Buca, Diyarbakır c.evlerinden de ark.ların mektupları var, hepsine

selamlarımı iletiyorum. Avrupa'daki tüm kurumlarımızın çalışanlarına, tv, gazete, dernek çalışanlarına, sanatçılara çok

çok selam söylüyorum. Tüm halkımıza, Urfa, Kars, Erzurum, Serhat'daki tüm halkımıza selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Hükümet operasyon hazırlığı içinde

Hükümetin yeni bir operasyon hazırlığı içinde olduğunu ve son iki hafta içinde cezaevi koşullarının

ağırlaştırıldığını kaydeden Öcalan, “Baskıları giderek artıracaklar. Hükümet yeni bir operasyonun hazırlığı içinde. AKP'nin

geliştirdiği Kürt imhasıdır. Erdoğan-asker ittifakı daha tehlikeli” dedi.

İMRALI’DA ARTAN BASKIN VAR

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Görüşmede cezaevi koşullarına değinen Öcalan,

“Buradaki koşullar, son iki haftaki gelişmelerle çok bağlantılı. Dışarıyla orantılı olarak artan bir baskı var. Bir haftadır

radyo dinleyemiyorum. Tamir edeceğiz diye aldılar hala vermediler. Aşırı bir havasızlık var. Nefes alamıyorum.

Uyuyamıyorum. Ancak mazgalı kaldırdığım zaman başımı dışarı uzatarak soluk alabiliyorum. Mektuplar da artık tam

verilmiyor. 15 mektup gelmiş ikisi verildi 13'ü verilmedi. Verilenler Siirt cezaevinden. Verilmeyenler arasında Siirt,

Erzurum, İskenderun cezaevlerinden gönderilen mektuplar var. Daha önce veriliyordu mektuplar. Ama şimdi verilmiyor,

ne değişti ki verilmiyor! Gelişen süreçle bağlantılı bunlar. Yine buraya konuştuklarımızı yazıya çeviren makine

koyacaklarmış. Baskıları giderek artıracaklar. Çok net olan bir şey var, Hükümet yeni bir operasyonun hazırlığı içindedir”

dedi.

CPT’NİN YAPTIĞI SAMİMİYETSİZLİKTİR

CPT raporuna da değinen Öcalan, şöyle devam etti: “CPT Raporunu açıkladı. Ben İmralı sistemi demiştim.

Bunların işbirliğiyle bu sistemi burada yürüttükleri biliniyor. Yaptıkları samimiyetsizliktir. Madem bunları dile

getiriyorsunuz, gelin söylediklerinizin arkasında durun. Bunların hiçbiri uygulanmıyor. Bunlar Türk devletiyle işbirliği içinde

koordineli olarak çalışmaktadırlar. CPT cezaevi idaresi tarafından görülmemek kaydıyla mektup gönderme hakkına vurgu

yapıyor. Neden bahsediyorlar bunlar, bu cezaevi idaresi bunu dinler mi? Elli kere söylesem dahi mektubu açmadan

gönderirler mi? Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Böyle bir yol olsa ben her hafta bir mektup gönderirim onlara. CPT'nin

bu söylediklerinin burada uygulanma şansı yok. Bunlar el ele verdiler, CPT-Avrupa Konseyi-Türkiye elbirliğiyle yeniden

yargılanmamın önünü de kapattılar.”

AÇILIM KONSEPTİN ÇARŞAFIDIR

Page 81: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Öyle görülüyor ki Hükümetin çözme niyeti yok. Demokratik açılım dedikleri kirli imha konseptinin bir örtüsüdür,

peçesidir, çarşafıdır. Yürütülen budur. Halkımızın bunu iyi görmesi gerekir, tüm kesimlerin bunu iyi görmesi gerekir.

Zaten bu gerçekleştirilen demokratik açılımın aslında bir imha ve inkarın bir kamuflajı olduğu ortaya çıktı. Bu Mavi

Marmara olayı aslında göründüğü gibi değildir, Gazze'ye yardım değildir, orada 9 vatandaşın öldürülmesi onların

umurunda değildir. O “one minute” krizinin nedeni de öyle Gazze ya da Filistin değildir. Gazze ve Filistin bir örtüdür. Asıl

amaç İsrail'i sıkıştırarak Kürt imhası için kendi yanına çekmektir. İsrail'i Kürt imhası operasyonuna dahil etme

pazarlıklarının bir parçasıdır. İsrail'i yanına çekerek, ABD'yi de yanına alarak Batı'da böyle üçlü bir ittifakla Kürt imhasına

ortak etmeye çalışıyorlar. İsrail tabi böyle bir şeye gelmez, sanırım gelmek de istemez. Çıkarlarıyla ne kadar uyuşur

bilemem. ABD'nin de zaten oraya kullanacak askeri yok. Irak'ın da yok, Barzani'nin de yok. Zaten Türkiye'nin orada

yapacağı tek şey uçaklarla gidip bombalamaktır, onun dışında yapacağı bir şey yok. Türkiye Doğu'da da Türkiye-İran-

Suriye ittifakını geliştirmeye çalışıyor. Suriye operasyon yapmaz sanırım. Daha önce de böyle bir haber çıkmıştı.

Suriye'yi kullanmak isteyen kesimlerin uydurdukları haberler bunlar. Suriye kolay kolay buna gelmez. İran da buna

gelmez sadece sınır ötesinden obüslerle bombalar.”

AKP KÜRT İMHASI GELİŞTİRİYOR

“AKP'nin geliştirdiği budur, Kürt imhasıdır. Bütün kesimlerle bu yönde ittifak yapmaya çalışmaktadır. Askerle

pazarlığı da bu temeldedir. Tarihi Dolmabahçe görüşmesi bir dönüm noktasıdır. Ben o zaman bu görüşmenin konusunun

Kürtler üzerinde pazarlık olduğunu belirtmiştim, bu netleşti. Erdoğan bu görüşmenin içeriğine ilişkin olarak bir açıklama

yapmayacağını, bu görüşmede konuşulanların kendisiyle mezara gideceğini belirtmişti. Erdoğan bu görüşmede askerle

uzlaşarak, Kürt imhası karşılığında iktidarını sağlama almaya çalışmaktadır. Son üç genelkurmay başkanıyla da bu

yönde mutabakatları vardır. Düşünüyorum da Eski Ergenekon mu daha tehlikeli yoksa AKP'nin yeni Ergenekonu mu

daha tehlikelidir. Hatta şunu da söyleyebilirim. '93'teki Çiller-Güreş ittifakı mı daha tehlikeli yoksa bugünkü Erdoğan-asker

ittifakı mı daha tehlikeli? Net olmamakla birlikte bugünkünün daha tehlikeli olduğunu söyleyebilirim.”

SAVAŞ TARZIM KİTAPLARIMDA VAR

“Ben burada savaşın da savaşmayın da diyemem, koşullarım maddi ve manevi olarak buna elvermiyor. Ben

sadece görüşlerimi belirtiyorum. 1999'da benim önümde iki yol vardı; Dağ ve Avrupa. Neticede şu an buradayım.

Avrupa'yı seçtiğim sıralarda çok ciddi bir ikilem yaşamıştım, daha önce buna ilişkin değerlendirmelerim olmuştu. Bunu

tarih nasıl yazar bilemem ama ben böyle karar verdim. Dağa gitmiş olsaydım büyük bir operasyonla belki beni imha da

edebilirlerdi. Eğer imha olmasaydım da belki bu arkadaşlar kadar ne cesur ne dayanıklı olabilirdim. 1984 atılımı

öncesinde ben arkadaşları hazırladım, ülkeye yolculadım. Ben onları eğitirken işte gidin çoluk, çocuk, kadın öldürün

demedim. Benim savaş anlayışım böyle değildir. Benim savaş tarzım kitaplarımda var, orada yazmıştım. Ancak gidip bir

korucu yüzünden bir köyü cezalandırmak gibi eylemler daha önce de bahsettiğim üçlü, dörtlü, beşli çetelerin işiydi. İşte

bahsettiğimiz Hogir, Şahin Baliç, Kör Cemal ve Şemdin'in işleridir. 1984 atılımından sonra onların savaş tarzlarını hep

eleştirdim. Ben bunu buraya beni sorgulamaya gelenlere de söylemiştim, benim savaş anlayışım bu değildir, demiştim.

Onlar da hak vermişti, “sizin savaş anlayışınız değil ama sizin adınıza bunları yaptılar” demişlerdi. İşte bazıları yanlarına

kadınları kızları alarak kaçma olayları Şemdin'de de Osman'da da yaşandı.”

DONKİŞOTVARİ EYLEMLER TARZIM DEĞİLDİR

“Ben son karakol baskınlarını Donkişotvari tarzda eylemler olarak görüyorum. Yel değirmenlerine karşı kılıçla

savaşan Donkişot var. Burada bu kadar güçlü teknolojiyle korunmuş karakollara karşı iki-üç gencin gidip açık alanda

normal bir arabayla saldırı yapmaları benim onayladığım bir tarz değildir. Doğru bir tarzın yakalanması gerekir. Ben

askerlerin öldüğü bir eyleme de sevinmiyorum. Ne asker ne gerilla ölmesin istiyoruz. İşte anaların çektiği acıları

görüyorsunuz. Gerçi ölen askerlerin yarısı da Kürtmüş, burada Türk-Kürt ayrımı yapmıyorum tabi ki, kimsenin ölmesini

istemiyoruz, çözüm için çabalıyoruz. Üç aşamalı çözüm planımızı ortaya koyduk, buna karşılık hiçbir şey yapılmadı.

Bizim bu çabamıza karşı devletten-Hükümetten bir adım gelmedi. Devletin mevcut çözüm anlayışı en ağır imhadır.”

İNTİHARVARİ ŞEYLER YAPMAYACAĞIM DİRENECEĞİM

Benim buradaki konumum da iyi anlaşılmalıdır. KCK vardır, BDP vardır bir de ben varım. Buradan her zaman

söylüyorum, beni taklit etmesinler. Benim konumumla onların konumu farklıdır. Benim maddi ve manevi olarak pratik

önderlik yapmam mümkün değildir. Ben burada görüşlerimi açıklıyorum. Benim burada yaptığım onurlu bir direniştir, bu

direnişi göstermeye devam edeceğim. İntiharvari şeylere girişmeyeceğim, sonuna kadar direneceğim. Çatışmaların

sonlandırılması için bölgede STK'ların yapmış olduğu işte o 99 STK'nın açıklaması bana gelir gelmez ben uyacağımı

söyledim. Şimdi diyorum ki bakın ben sizin çağrınıza anında uydum, üzerinden bir hafta geçti, ama devlet hala bu

çağrıya uymadı, bir şey yapmadı, aksine operasyonları arttırdı. Peki siz devletin ne yaptığını takip ettiniz mi, devletten

hesap sordunuz mu? Anlaşılıyor ki devletin bize yönelik imha politikası devam edecek ve bunlar bize yönelik çağrılarla,

bizi kurban edecekler ama devletten bir hesap sorulmayacak. İşte Erdoğan bugünkü gazetede “dünyanın neresinde

görülmüş dağda eli silahlı adama devletin bir şey yapmaması” diyor. Gerilla cesetlerine yapılanlar ortada, sağ

yakalananlar infaz ediliyor. Bunlarla rencide ediliyoruz. Biz diyoruz ki gerillayı BM güvencesi altındaki bir yere çekmeyi

Page 82: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

dahi teklif edip siyasetin önünü açmaya çalışalım ama buna dahi gelinmiyor, toptan imha dayatılıyor. Hükümet büyük bir

operasyon hazırlığı içinde. Kültürel, ekonomik, sosyal, siyasi, askeri her alanda büyük bir operasyon içinde.”

BOYKOT ÖNEMLİ VE OLUMLUDUR

Biliniyor basına da yansıyan yargılaması süren ikiyüz kişinin tecavüzüne uğrayan bir Mardinli kız var. Ben ona

çok özür dileyerek Mardinli mağdure diyorum, olay Mardin'de gerçekleştiği için. Kendisi diyor ki ben bu işe para

kazanmak için, zengin olmak için göz yumdum. Bu şekilde zengin olunmaz. Şimdi bu açıklamayı yapan STÖ'lere, baroya

söylüyorum: Ticaret Odaları, iş adamlarının zengin olmayı planlamadan önce tecavüzü durdurmaları gerekiyor. Ben

zengin olmayın demiyorum, zengin olabilirsiniz ama önce tecavüzü durdurun. Bu sorun çözülmeden ne avukat

avukatlığını yapabilir, ne doktor doktorluğunu yapabilir, ne de işadamı işadamlığını yapabilir. Referandum konusunda da

şunlara değineceğim. Boykot kararını olumlu ve önemli buluyorum. “Demokratik bir anayasaya kadar kesin boykot”

dememiz lazım.

Muş, Diyarbakır, Hakkari'deki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Ayrıca hayatını kaybeden gerilla ailelerine

başsağlığı diliyorum, özel selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Çatışmasızlık ortamı için kanallar oluşturulmalı

Bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının önerilerini dikkate aldığını belirten Öcalan, “Önce karşılıklı olarak bir güven

ve çatışmasızlık ortamının oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Bunun kanalları oluşturulmalıdır. Bu süreçte herkes sorumlu

davranmalıdır” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Öcalan görüşmede Kürt meselesinin çözümü

konusunda görüşlerini dile getirerek şöyle konuştu:

“Bu son eylemlerden anlaşılıyor ki Botan'da orta yoğunluklu savaş ve çatışmalar yaşanıyor. Diğer yerlerde de

var, Doğubeyazıt oralarda da çatışmalar var herhalde. Boru hattına da eylem düzenlenmiş herhalde. Operasyonlar

devam ediyor. Zaten hava operasyonları yapıyorlar, daha büyüğünü de yapabilirler.Bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının

da bir açıklaması olmuş. Bu açıklama önemli. Bu açıklama çerçevesinde yeni bir durum değerlendirmesi olabilir. Meclis

bünyesinde sorunun çözümü için demokratik anayasa komisyonu kurulabilir. Bu bir çeşit devletin anayasa konvansiyonu

görevini yerine getirmelidir. Aynı zamanda bu bir Kurucu Meclis görevini de yerine getirmelidir. Kurucu Meclis gibi

çalışmalıdır. Ayrıca Meclis bünyesinde Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu kurulmalıdır. Bu komisyon Silivri, KCK

davası ve tutuklamaları, İmralı ve diğerlerini ele alıp, araştırmalıdır. Gerekli olan yasal ve anayasal düzenlemeler

yapıldıktan sonra hukuk dışında bırakılan tüm kesimlerin geri dönüşü sağlanmalıdır. Avrupa'da onbinlerce politik mülteci

konumunda bulunanlar geri döner. Vatandaşlıktan atılmış binlerce kişinin dönüşü sağlanır. Maxmurdakilerin geri dönüşü

sağlanır. Yani kısaca hukuk dışında bırakılan herkesin böylece geri dönüşü sağlanır. Burada yeni bir kavram

kullanıyorum; Buna bir tür demokratik bir anayasa projesinin yol haritası diyebiliriz. Bu süreçte herkes sorumlu

davranmalıdır. Köşe yazarları da demokratik ve sorumlu bir şekilde haber yapmalıdırlar. Ben Sivil toplum örgütlerinin

yaptığı açıklama ve önerilerini dikkate alıp sorumlu davranıyorum. Tabi bütün bunlardan önce karşılıklı olarak bir güven

ve çatışmasızlık ortamının oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Bunun kanalları oluşturulmalıdır. Herkes bu konuda üzerine

düşen demokratik siyasi sorumluluğu yerine getirmelidir.”

REFERANDUMU BDP BELİRLER

“Referandum konusunda halkımız her yerde her bölgede her kentte toplanacaklar, durumu tartışacaklar ve bir

karara varacaklar. Kimsenin iradesine ipotek koymuyoruz. Ancak serbest bırakıyoruz derken kimse yanlış anlamasın,

yine boykot olabilir ancak halkımız referandum öncesi evvela toplanacak, bol bol tartışacak ve gelişecek sürece göre

kendisi karar verecek. Yanılmıyorsam referandumda evet ile hayır atbaşı durumda gidiyor. BDP burada kilit

konumundadır. BDP'nin tavrı referandum sonuçlarını etkiler. BDP önümüzdeki günlerde bu konuda toplantılar da

yapmalıdır. BDP bu referandum sürecini yeni bir anayasanın yapılması sürecine dönüştürebilir. Bir seferberlik ruhuyla

seçime kadar çalışılmalıdır. Yeni demokratik bir anayasanın hazırlanması için çalışmalarını hızlandırabilir. Halkımızı yeni

bir anayasa talebine hazırlayabilir. AKP'nin bu referandum politikaları bir yol kazası anlamında bir delinin bir kuyuya taş

atıp da kırk akıllının çıkaramamasına benzetilebilir. Tam da böyledir. Halkımız da buraya çok takılmadan yeni bir

Page 83: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

anayasanın hazırlanması çalışmalarına hız verebilir. BDP bölgedeki STÖ'lerle birlikte yeni bir anayasa hazırlığına girişip

bu yeni anayasayı sunabilir, aydınlarla, yazarlarla paylaşabilir bunu.”

KÜRTLERİN HUKUKLARI İNKAR EDİLDİ

“Şu an referanduma sunulacak olan anayasa paketini ben daha önce Kürtlere karşı komplo olarak

nitelendirmiştim, doğrudur. Ancak bu komplo çok daha derinliklidir. 1921 anayasasında bazı demokratik şeyler vardı. 10

Mart 1922'de gizli bir oturumla Kürtlere karşı bir komplo hazırlanıyor. 1924-25 ve 26 yıllarında Kürtlere karşı hep komplo

kuruldu ve Kürtler hukuk dışında bırakıldılar, hukukları inkar edildi, hukukları ellerinden alındı. 1922'den bu yana tam 88

yıldır Kürtler hukuk dışında bırakıldılar. Mustafa Kemal'e yapılan suikast, Şeyh Sait isyanı ve sonraki isyanlar, İstiklal

Mahkemeleri bunların hepsi Kürtlere karşı bilinçli bir komplonun parçalarıdır. Yani bazı isyanlar provoke edildi. İsmet

İnönü, Fevzi Çakmak'lar bu komployu derinleştirdiler ve devam ettirdiler. Kürtleri hukuk dışında bırakanlar, bir halkın

sürülmesini isteyenler, Kürtlere karşı bu komploları yapanların çoğu da Türk değil, Türklük adına bunları yapıyorlar.

Bunlar Beyaz Türklerdir, “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözündeki gibi. Kürtlere karşı uygulanan komplo Alman faşizmine,

Hitlere esin kaynağı olmuştur. Hitler bunlardan feyz aldığını bizzat söylemiştir. CHP, DP, AP, Komünist Partisiyle bu

komployu devam ettirdiler. Bu komploda bütün bunların rolü vardır, Komünist parti de dahil. Kürtlere karşı 1920'lerde

alınan kararlarla Kürtlerin yerlerinden sürülmesi amaçlanmıştır. Bir halkı bu şekilde kim hukuk dışına itmiş, kim hukuk

dışında bırakmış, bunda kimin ne kadar rolü var, provokasyonların ne kadar rolü var, CHP ve diğer saydığım partilerin

bunda ne kadar rolü var? Bütün bunların ortaya çıkarılması lazım. Akademiler bunun için önemlidir. Bunlar siyaset

akademilerinde bol bol işletilmeli, bol bol tartışılmalıdır.”

NASRETTİN HOCA GİBİLER

“Halkımız taş atan-TMK mağduru çocuklarla ilgili AKP politikalarına da aldanmasın, takılmasın. Hükümetin

çocuklarla ilgili yaptığı Nasrettin Hoca'nın fıkrasına benziyor. Önce Nasrettin Hoca'nın eşeğini kaybettiriyorlar sonra

eşeğini bulup getiriyorlar, diyorlar ki “Hoca sevindin mi?” Hükümet de önce yasa çıkarıp bütün çocukları cezaevlerine

atıyor sonra da yeni yasa çıkarıp yasayı değiştirip, “bak gördünüz mü demokratik düzenleme yapıyoruz, demokratik yasa

çıkarıyoruz” diyorlar. Hükümetin yaptığı budur. Tekirdağ, Bakırköy, Midyat, Diyarbakır, Gebze cezaevlerinden mektup

aldım. Mektup gönderen ve cezaevlerindeki tüm arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Bana son gelen mektupları ise

vermediler. Hakkari ve Yüksekova'daki çocuklara ve gençlere özel selamlarımı iletiyorum. İzmir, İstanbul ve Balıkesir'deki

halkımıza selamlarımı iletiyorum.”

‘ERKEKLER SORUNUN NASIL ÇÖZÜLECEĞİNİ BİLMİYORLAR’

Edinilen bilgilere göre görüşmede kadın-erkek ilişkilerini değerlendiren Öcalan, “Erkekler işin içinden

çıkamayınca kadını dövüyor, kadına şiddet uyguluyor. Yani ne çıkış bulabiliyor ne de o “erkekleşme” denilen şeyi

uygulayabiliyor. Tabi ben genel bir durumu anlatıyorum. Bu köklü ve derin bir sorundur, ta Sümerlere kadar gider. Sümer

Rahip Devletinden bu yana beş bin yıldır kadın sorunu devam ediyor. Erkekler bu sorunun nasıl çözüleceğini

bilemiyorlar. Kadına hiçbir şekilde tokat, dövme, küfür gibi şeylerle kesinlikle yaklaşılmamalıdır. İşin içinden

çıkamıyorlarsa “buyrun ne yapmak istiyorsanız serbestiniz” denilmeli. Bırakın kadın nereye gidiyorsa, ne yapmak

istiyorsa yapsın. Bu konuda en ufak bir öfke, kırgınlık da duyulmamalı. Ben şahsen böyle yaklaşıyorum. Yani kadına

prensiplerle yaklaşıyorum. Ben hep kadına ilkeli yaklaştım. Bana da farklı şekilde yaklaşmak isteyen kadınlar oldu ama

ben bana prensip dışı yaklaşmalarına, bana yanaşmalarına izin vermedim. Belli bir prensiple yaklaşılmadığı zaman da

böyle sonuçlar ortaya çıkıyor. Onun için ben kadın konusunda çok dikkatliyim. Ben hayret ediyorum belli sorumluluklar

yüklenenler, aile sorununu çözemiyorsa, nasıl mesleklerini sürdürecekler, nasıl toplumu demokratik temelde inşa

edecekler!” dedi.

SAVUNMALARIM KÜRTÇEYE ÇEVRİLSİN

Urfa ilindeki siyasi çalışmalara da değinen Öcalan, “Urfa'da Belediyeler neden kaybediliyor, neden

kazanılmıyor? Demek ki sadece devletin baskısından değil, çok düşürülmüş bir halk var. Kendi düştüğü durumun

bilincinde bile olamayacak kadar düşürülmüş bir halk var, bir gerçeklik var. Orada okumuş birçok avukat var, demokratik

inşaayı esas alan bir çalışma yürütülürse çok yol alınabilir. O bölgede bunu yapacak insanlar yok mu? Oradaki halkımıza

selamlarımı iletiyorum.” ifadelerin kullandı.

Öcalan, şöyle devam etti: “Benim düşüncelerim, görüşlerim Azadiya Welat'ta Kürtçe olarak yayınlanıyordur

sanırım. Görüşlerimin Kürtçe yayınlanması önemlidir. Hatta görüşlerimin Kürtçe yayınlanması, her tarafa gitmesi

önemlidir. Kürtçe yayınlanması, herkese ulaşması ve herkesin okuması, anlaması demektir. Savunmalarımın da

Kürtçeye çevrilmesini rica ediyorum. Demokrasi bir devlet biçimi ya da devlet yönetimi değil, bir devlet formu değil, bir

toplumun politikleşmiş halidir. Toplumun politik işleyiş halidir. Devletsel değil toplumsal bir formdur. ”

Page 84: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

Müzakere olmadan çözüm olmaz

Öcalan, “Bu sürecin ana karakteri müzakeredir, müzakere olmadan bu sorun çözülmez, mutlaka müzakere olmalıdır. Çatışmasızlık sağlanmazsa, buna ortam hazırlanmazsa hiçbir gelişme olmaz’’ dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede sağlık sorunlarına değinen Öcalan, demokratik çözüm gelişmemesi durumunda Kürtlerin çaresiz ve seçeneksiz olmadığını, kendi başının çaresine bakacağını söyledi.

Öcalan değerlendirmeleri şöyle: KÜRTLER NEREDE NASIL KAYBETTİ?

“BDP'nin referandum süresince asıl tartışması gereken konu varlığının kabul edilip-edilmeyeceğidir, yani Kürtlerin varlık-yokluk meselesidir. Asıl tartışılması gereken konu budur. Önemli olan boykot kararı alıp almamak değil, soruna bütünlüklü yaklaşılıp yaklaşılmadığıdır. Ben bu soruna bütünlüklü yaklaşıyorum. Bu konuda kamuoyunda çok teknik-dar tartışmalar yapılıyor, çok basit üsluplarla, evet ve hayırla sınırlı tartışmalar yürütülüyor. Bu çok önemli değil, evet de hayır da olsa çok önemli değil, asıl önemli olan sorun bunun ötesindedir. Önemli olan tarihsel bütünlükten kopmamaktır. Kürtlerin nerede nasıl kaybettiğini iyi anlamak gerekiyor. Bunlar anlaşılmadan, bilince çıkarılmadan günümüzü nasıl belirleyeceğiz?

1922'den bugüne tam 88 yıl boyunca ne oldu da Kürtler kaybetti?! Kürtler şu anda bu cumhuriyetin neresinde? Bu kaybedişin tek bir nedeni yok. Bu kaybedişte sonuçta sosyal, siyasal, sınıfsal, ekonomik, kültürel birçok neden var. Kürt isyanları da oldu. Tek bir nedenle Kürtler bu hale getirilmedi. Ben tartışılmalı derken bu hususlar tartışılmalı ve tarih bilinci oluşturulmalı diyorum. Benim istediğim, her problemin, tüm platformlarda kendi aralarında ve halkla birlikte tartışılmasıdır. Altı ay boyunca tartışılsın, bütün problemler çözülür. Kürtleri kim dışarıda bıraktı, neden bıraktı? Bu cumhuriyeti birlikte kurduk, Kürtler bu cumhuriyetin kurucu öğesidir deniliyor. Bunun, tarihi kaybedişin, dışarıda bırakılmanın hesabını sormak gerekiyor. Madem bu cumhuriyeti birlikte kurduk diyorsun, madem kurucu üyeyiz, kardeşiz diyorsunuz, o zaman bizi anayasanın neresine yerleştireceksiniz? Demokratik anayasa eksenli bir süreç yürütülmeli. Baştan aşağıya yenilenmiş bir anayasa. Kendimize ait bir ana okulumuz dahi yok, bu nasıl bir kardeşliktir, böyle kurucu öğelik mi olur? Çanakkale'de Kürtler de savaştı, Kurtuluş Savaşında vardık, Sakarya'da vardık, Cumhuriyetin kuruluşunda vardık, peki sonra ne oldu da Kürtler bu hale düştü! Bu belirteceğim birinci husus.”

MÜZAKERE OLMADAN SORUN ÇÖZÜLMEZ

“İkinci husus ise; Bu sürecin ana karakteri müzakeredir, müzakere olmadan bu sorun çözülmez, mutlaka müzakere olmalıdır. Çatışmasızlık sağlanmazsa, buna ortam hazırlanmazsa hiçbir gelişme olmaz. Ben daha önce de çatışmalar kentlere sıçrayabilir demiştim, hemen çarpıtıp işte “Apo tehdit etti” diyorlar. Böyle ucuz değil! Ben burada olabilecekleri belirtiyorum. Sen sorunu siyasi yollarla çözmezsen, tıkanır ve sonucunda doğal olarak çatışmalar yükselir. Dörtyol'da İnegöl'de yaşandığı gibi çatışmalar, saldırılar, insanların yaşadığı yerlere, kentlere sıçrar. Çatışmaların kentlere sıçraması kır çatışması gibi değildir. Çok daha ağır sonuçları, tahribatları olur. Ben buradan uyarıyorum, tehdit etti diyorlar. Ne oldu, en sonunda kentlere sıçradı, hem de hiç beklenmeyen yerlerde, Dörtyol'da, İnegöl'de -ki İnegöl Bursa'da Türkiye'nin en sakin, kimsenin bilmediği, beklemediği, en barışçıl yerlerinden biridir- oluyor. Toplumda bir birikim var. Örneğin Yüksekova gibi bir yerde kent çatışması olursa ne olur? Yüzbin kişi bir anda sokağa dökülür, -insanlar silahlıdır, oradaki aşiretler biliyorsunuz her zaman silahlıdır- halk arasına gerilla da karışırsa, uçaklar kalkar, bombalar, panzerler tarar, bir an da on bin kişi ölebilir. Bunun İstanbul, Mersin, Adana, Diyarbakır gibi kentlerde olması halinde, Diyarbakır gençlerini böyle bir durumda kim durdurabilir? Ben Diyarbakır'ı biliyorum, Diyarbakır'ın gençleri bir hareketlendi mi, sokak aralarına yayıldı mı, aralarına bir de gerilla katılmışsa kimse durduramaz. Böyle şeyler gelişirse, kent çatışmalarına sıçrarsa, bir günlük bilanço otuz yıllık süreçteki bilanço kadar olur. O zaman böyle bir durumda asker-polis de halkın karşısında duramaz, ya memleketine kaçar ya birliğine çekilir. Daha çok uçakla, helikopterle, panzerle hareket eder. Ben bu tehlikeli sonuçlara işaret ediyorum, taraflara bunu söylüyorum, devlete de PKK'ye de bunu söylüyorum, olası tehlikelere dikkat çekiyorum. Bunlar sosyolojik tespitlerdir. Ben burada sosyolojik tespitler yapıyorum, tehlikelere işaret ediyorum.”

PKK DE DEVLET DE BENİ DİNLEMİYOR

“Bu toplum daha ne kadar kaldıracak bu yaşananları. Ben bu yaşananlardan üzüntü duyuyorum, sadece PKK'liler için değil ölen polisler-askerler için de üzülüyorum. Ama yetmiyor. Bu sorunu ya çözeceksin ya da bunlar doğal olarak yaşanır. Bu anlattıklarımı Türk halkı da anlamalıdır, ben tehlikelere işaret ediyorum. Demokratlar, Türkiye'deki sosyalistler, aydınlar, bu konuda sadece fikirlerini dile getirmekle yetinmesinler, sorumluluk da almalılar. Ben tüm bu gelişmelerden ve olabileceklerden endişeliyim, kaygılıyım, bunlardan memnun değilim. Bunların yaşanmaması için, sorunun çözümü için gece gündüz düşünüyor, çabalıyor, hatta bir saat bile uyuyamıyorum. Bu gelişmelerden rahatsızım ve bunları aşmaya çalışıyorum. Devlet de PKK de bildiğini okuyor. İşte görüyorsunuz iki taraf da beni dinlemiyor, aldıkları kararları uyguluyorlar. Ben devlet ile PKK arasında boğulmayıp, bunları aşmaya çalışıyorum. Şu andaki durum bıçak sırtında bir barış, barıştan ziyade bıçak sırtında bir durumdur. Bu bıçak her an batabilir, zaten batıyor da. Çözüm gelişmezse bıçak her iki tarafa da şiddetli batar. Yani bu işi, bıçak sırtında yürütüyoruz. Bu nedenle tüm kesimlere “Öcalan'ın sesini duyun” diyorum.”

KURUCU MECLİS OLUŞTURULMALI

Page 85: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Bu sorunun çözümü için ben daha önce de önerilerimi belirtmiştim. Meclis önce bu sorunu gündemine alıp bazı ilkesel kararlar almalıdır. Sonra iki şey yapmalı, bir Kurucu Meclis oluşturmalı, ikincisi Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu. Bunlar yapılmadan sorun çözüm yoluna girmez. Bunlar sağlanıp gerekli yasal adımlar atılırsa bir ortam oluşturulur, ardından KCK'de, PKK'de silahlı güçlerini Birleşmiş Milletler gözetiminde güvenli bir yerde toplar, çözüm süreci böyle gelişir. Benim buna gücüm yeter, ben bunu yapabilirim. Eğer koşullar oluşturulursa bunu yapabilirim. Aksi taktirde son günlerde şahit olduğumuz gelişmeler cereyan ediyor. Bu koşullarda benden bir şey istenemez. İki tarafa da sesleniyorum; bu koşullarda yaşayan birisinden bir şey istemek ahlaki, vicdani, insani değildir, bu demokratça bir yaklaşım da değildir. Bir insana bu koşullarda bu kadar sorumluluk yüklenemez, el insaf! Devlet başarısızlığını, PKK de yetersizliğini bana yüklüyor. ”

ÇÖZÜM İÇİN ORTAM GEREKİR

“Sorunu BDP ile çözebiliyorsan çözebilirsin, sorunu PKK ile çözebilirsin ancak görülüyor ki onlarla çözemiyorsun, onların çözüm gücü yok ama benim rol almamı istiyorsan da Meclis'te bana ilişkin ilke kararı çıkarmalısın. Bunun dünyada örnekleri var. Ben bu koşullarda rol alamam, gerillaya ulaşmam gerekir. Bu konular hakkında konuştuğumda suç sayılıyor, rahat bir şekilde konuşamıyorum, iletişime geçemiyorum, onun için sorunun çözümünde rol almam isteniyorsa Meclis bu konuda benim için bir ilke kararı almalıdır. 12 yıldır televizyon yok, diğer arkadaşlar telefon edebiliyorlar, ben bundan bile faydalanamıyorum. Bu koşullarda nasıl rol oynayabilirim? Kaldı ki artık yaşım da ilerliyor. Buna cezaevi koşullarını da eklersek daha fazla rol almam imkansızlaşıyor. Bir de şu bilinmeli ki fiziksel durum bir yere kadar, ben ebediyen olmayacağım. Olsam da aynı zindelikte, sağlıkta her zaman olamam. Kaldı ki önemli olan toplumsal sağlıktır, toplumsal sağlık olmazsa, o zaman herkesin sağlığı bozulur, böyle bakılmalıdır.”

ÇATIŞMALAR YÜKSELİRSE BİNLERCE KİŞİ ÖLÜR

“Ben daha önce 31 Mayıs'ta çekileceğim derken biraz da yaş ve sağlık koşullarımı düşünerek bu kararı verdim. Benden çok şey bekleniyor. Benim birdenbire çekilmem durumunda bir patlama olabilirdi, benim yokluğum durumunda olabilecek bir kaosa engel olmak için yavaş yavaş çekilmem ve hareketi, halkımızı buna hazırlamam gerektiğini düşündüm. Ben bu şekilde daha ne kadar yürütürüm bilemiyorum. Ne devletin bu sorunu çözmeye ne de PKK'nin devrimi yapmaya niyeti var. Artık halk da bezmiş durumda. Bu karşılıklı, iki halkta da var. Halk aç, yoksul, yorgun, yıpranmış ne yapsın, çözüm istiyor. Bu çatışmalardan bu kaostan en fazla yoksul halkımız etkileniyor. Artık halkımız bu yoksulluktan, açlıktan dolayı başkalarının yüzüne bile bakacak durumda değil. Bu çatışmalar yükselirse binlerce insan ölür. Hakkari'de bir günde on bin insan ölür kimse kendini kurtaramaz. Birkaç holding sahibi Kürt var, onlar işte bir-iki saat içinde pılını pırtını toplar, kaçıp giderler, onlara bir şey olmaz. Sadece açıklama yapmakla bu sorun çözülmez. Ancak STÖ'ler sadece açıklama yapıyor. Açıklamalar sadece bize yönelik değil, devlete yönelik de olmalı, devlete de çözüm önerileri ile baskı uygulanmalıdır. Demokratik çözüm gelişmezse Kürtler çaresiz, seçeneksiz değildir, kendi başlarının çaresine bakarlar. ”

DEVLET VE PKK’YE SESLENİYORUM

“Devlete sesleniyorum, bu sorunu çözeceksen çöz, imha edeceksen et! PKK'ye de sesleniyorum, devrim yapacaksan yap teslim olacaksan da ol! Artık bu işi uzatmanın manası yok, artık toplum bu çözümsüzlüğü, oyalamayı kaldırmıyor. Bana burada yedi-sekiz yıldır dört kez 'bekleyin' dediler, her seferinde seçim var dediler. Ama sonuç ortada. Bizi oyalıyorlar, durum budur. Ben burada 12 yıldır sabrettim, sorunun çözümü için gece-gündüz uğraştım. Burada sabırla barışı, toplumsal çözümü gerçekleştirmeye çalıştım, bu sabrı gösterdim, ancak benim de bir sınırım var. Bir kere de herşeyi bozabilirim, kim ne yaparsa yapsın diyebilirim. O zaman gelip burada beni bir saat içinde öldürebilirler de hiç umurumda değil, bundan da korkmuyorum. Ben referandumdan sonra oyalamaya izin vermeyeceğim. Ben gerektiğinde 12 yıl daha dayanırım, gerektiğinde bir saniye bile sabretmem ve oyalamayı asla kabul etmem. İşte referandumdan sonra bu sefer önümüzde seçim var, seçime az süre kalmış bahanesiyle oyalanmayı kabul etmeyeceğim. Aksi taktirde Kürtler kendi başlarının çaresine bakacaklar. Halkta yoğun bir tepki var. Bu durum daha fazla kaldırılamaz, ruhsal bir kopuş var. Her iki tarafta da bir birikim var.”

KOSOVA BENZERİ ŞEYLER GELİŞEBİLİR

“Cemil Bayık'ın “demokratik özerklik ilan edeceğiz” açıklaması vardı. Bir çözüme gelinmezse işte Kosova da bir örnektir, bu tarz şeyler gelişebilir. İşte benim Kürtler kendi başlarının çaresine bakarlar dediğim de budur. Kürtler birlikte yaşamaktan yanadırlar, ayrılmaktan yana değiller hatta biz eski Misak-ı Milli'yi de dahil ederek birlikte bir çözüm istiyoruz. Ancak birlikte yaşama isteği tek başına anlam ifade etmez, bunun karşılıklı olması, hukukunun olması, gereklerinin yerine getirilmesi lazım. Madem birlikte yaşıyorsak bu birlikte yaşamanın yasal bir evlilik şeklinde olması, anayasal ifadesinin olması gerekir. Kadın örneğinden de yola çıkarsak; evlilikte bir kadın her gün dayak yer, hakarete uğrarsa ya kaçar ya da bu durumu kabul etmez boşanır. Kürtlerin durumu da böyledir. Eğer Kürtleri inkar edersen, hiçbir hakkını vermezsen Kürtler de bunun gereğini yapma hakkına sahiptir.”

KONFERANSA ÜÇ SOMUT ÖNERİ “Güney için de öyle Amerika'ya, başka güçlere dayanarak bir yerlere geleceklerini düşünürlerse yanılırlar; o

destek çekildiğinde iki saatte yok olurlar, onların da can güvenliği yoktur. Amerika kendi çıkarlarını korur, onları korumaz. Ulusal konferansa ilişkin FKÖ tarzında bir önerim var. FKÖ gibi sadece silahlı bir örgüt değil, diplomasisi, yürütmesi ve savunması olan bir örgütlenme olabilir.

Burada ben üç şey öneriyorum, 1-Ulusal Konsey oluşturulmalı, 2-Yürütmesi oluşturulmalı, tam Hükümet değil, yürütme olabilir, işlerin yürütülmesi ve diplomatik bağlantıları,

ilişkileri sağlayacak, pratik işleri görecek bir yürütme oluşturulabilmeli, bu yürütme dar tutulmalıdır. 3-Savunma güçlerinin koordineli ve uyumlu hale getirilmesi gerekiyor. Güçlerin daha önceki gibi karşı karşıya

gelmemeleri ve birbirleriyle savaşmamaları, birbirlerinden haberleri olması gerekir. Bunların yanında daha önce belirttiğim ulusal kongre, teorik ilkeler var, beş ilke şartı biliniyor. Bunlar tartışılmalı.

Daha önce belirttiğim demokratik konfederalizm tarzında sınırlarla oynamadan Kürtlerin yaşadığı her yerde demokratik örgütlenmeler oluşturulabilir. Kürtlerin yaşadığı her yerde devletin sınırlarıyla oynanmadan, ayrı devlet olmadan, sorunlarının demokratik çözümü esas alınarak örgütlenirler. Ben bunu Suriye'deki, İran'daki Kürtler için de söylüyorum

Page 86: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

onlar da bu kongreye katılabilirler. Güney Afrika'da da Afrika Ulusal Kongresi var. Buna benzer örnekler dünyada var, bu örneklerden de yararlanılabilir. Artık zaman birlik zamanıdır.”

DTK’NİN AMACI DEMOKRASİDİR

“DTK, BDP gibi bir siyasal parti değildir. Bir parti iktidara gelmek için vardır, DTK'nın böyle bir misyonu yoktur, yani bir siyasal parti değildir, sivil toplum kuruluşudur. Amacı toplumun demokratikleştirilmesidir. DTK'nın yasal zemine oturtulması gerekir, bu konuda örnekler var. DTK her kesimden Kürdün içinde kendisini ifade edebildiği bir sivil toplum kuruluşudur. İşte 650 sivil toplum kuruluşu deniliyor. İşte bu 650 sivil toplum kuruluşu DTK içerisinde kendisini ifade edebilir. Diyarbakır Barosu da, Ticaret Odası da hepsi DTK'nın içinde olarak kendisini orada ifade edebilir. DTK sivil toplum örgütlerinin bir üst çatısı olmalıdır. DTK'da talepler ortaklaştırılır ve kendi içlerinde bir komisyon kurup, Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a, ilgililere taleplerini iletir, ortak bir ses olurlar. DTK'nın ayrı, bağımsız bir yeri olmalı, gerekirse yeniden başvuru yapılmalı, tüzüğü olmalı, yoksa hazırlanmalı, tamamiyle bir sivil toplum kuruluşu şeklinde çalışmalıdır. ”

“Urfa'da Erkan Gönültaş isimli genç kendini yakmış. Bu tür yakma eylemlerini tasvip etmiyorum ama direnişlerine saygı da duyuyorum ama direnişin bir çok çeşidi var, daha değişik direnebilirler. Ailesine ve halkımıza başsağlığı diliyorum. Sanırım gelecek hafta Aram Tigran'ın anması olacak. Defnedildiği yerde anma olacaktır, ayrıca Diyarbakır'da bu sene çok görkemli, kalabalık, geniş katılımlı bir anma olur herhalde. Dersim'de inanç akademisinin işlevi önemlidir. Ben sadece Dersim için değil o bölge için belirtiyorum. Bildiğim yerlerdir. Bu akademi o bölgenin tüm kültürlerini, inançlarını geniş şekilde temsil eden bir merkez olabilir. BDP ve diğer çevreler de bu çalışmayı destekleyecektir. Tüm halkımıza, cezaevindeki arkadaşlara, Özgür Halk dergisi çalışanlarına selamlarımı iletiyorum. Ayrıca tüm Hakkari ve Yüksekovalı çocuklara sevgilerimi ve selamlarımı iletiyorum. ”

Sağlık koşulları hakkında bilgi veren Öcalan, “Sağlık koşullarım daha önce belirttiğim gibi, farklı bir şey yok. Nefes alma sıkıntım devam ediyor. Burası için Kuyu demiştim, bu koşullarda kalmamın etkisi de var, nefessiz kalıyorum. Bu son günler çok sıcak olduğu için etkiliyor, oldukça havasız ve boğucu. Uyurken başımı ancak mazgal deliğine dayayarak nefes alabiliyorum. Bu şekilde oraya dayamasam, nefes alamıyorum, uyuyamıyorum. Sağlık durumu böyle, ancak dayanacağız, bu şekilde yaşamaya çalışıyorum.” dedi.

Görüşme Notları:

Oyalama siyasetini kabul etmeyeceğiz

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, PKK’nin aldığı eylemsizlik kararını onayladığını belirterek referandum

sonrasına kadar hükümet ve ordunun tavrının belli olacağını ve bu süreci izleyip değerlendireceğini söyledi. Öcalan tüm

demokrasi çevrelerini de sürece katkı sunmaya çağırdı.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, geçtiğimiz Cuma günü avukatlarıyla görüştü. Öcalan görüşmede KCK ve

KONGRA-GEL’İN eylemsizlik kararını, AİHM’deki yeniden yargılanma başvurusunu ve diğer önemli güncel gelişmeleri

değerlendirerek şu belirlemelerde bulundu:

“Yeniden yargılamayı AİHM ret etti. Bana özel hukuk uygulanıyor. Hukuksuzluğa hukuksuzlukla cevap

veriyorlar. Bunlar zaten Kenya'daki komplo ve kaçırılmayı da otaya çıkarmadılar. Bir dönüm noktası olabilirdi. Ya bu

komployu açığa çıkarıp beyaz bir sayfa açabilirler, ya da hukuksuzluğa devam ederler.

KİŞİYE ÖZEL HUKUK UYGULANIYOR

İdam cezasının ağırlaştırılmış müebbete dönüştürülmesi ile ilgili dosya önemlidir. Bize, yargılandığımız zaman

olmayan bir cezayı verdiler. AİHM eğer kendilerine ulaşması konusunda garanti verirse savunmamın beşinci cildini de

yazarım. Çünkü bu son savunma önemlidir, sorunun çözümüne dair somut durum ile ilgilidir, somut şeyler

düşünüyorum. Verirler mi bilemiyorum. Mahkeme buradaki şartlara ilişkin gelip inceleme yapabilirler. 24 saat burada

kalsınlar. Ben burada nefes almak için kafamı pencereye dayıyorum. Öyle ancak zar-zor nefes alabiliyorum. Bu şartlar

altında ben savunmayı yılsonuna doğru hazırlayabilirim. Ek süre istenebilir. Kendilerine ulaşmasını sağlayacaklarsa, ben

savunmayı hazırlarım. Söylediğim gibi burada bana özel hukuk uygulanıyor, kişiye özel hukuk uygulanıyor, AİHM'in bunu

görmesi gerekiyor.

BATMAN’DAKİ OLAY AYDINLATILSIN

Bu Batman meselesi nedir? Karanlık bir olaya benziyor. Çok yönlü araştırmak gerekir. PKK'nin üzerine yıkmaya

çalışıyorlar. Komplo olabilir. Batman'da vurulan bir şeyh vardı. Bu aileler ile özel olarak ilgilenilmelidir. Bu oyuna

gelmemeleri konusunda uyarılmalılar. Bu konuda diğer aile ve aşiretler de aydınlatılsın, bilinçlendirilsin. Uyanık olsunlar.

Bu olay söylediğim gibi bir komplo olabilir ve yeni bir faili meçhuller süreci de başlayabilir. Ben bunun için öz savunma

diyorum. Bu vesileyle Salih Özdemir ve diğer hayatını kaybedenleri de saygıyla anıyorum.

Page 87: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Kendinizi koruyun diyorum ama bundan bile acizler. Çevrelerinde binlerce kişi var, kendilerini örgütleyemiyorlar

mı, koruyamıyorlar mı? Ben bunları duydukça çok öfkeleniyorum, kızıyorum. Bu olayda özellikle o arkadaşların evden

çıkış gerekçesi ortaya çıkarılmalıdır. Daha önce de söylemiştim; tanınan şahsiyetler geceleri zorunlu olmadıkça dışarı

çıkmamalı, tek başına dolaşmamalı.

ARAM TİGRAN İÇİN MÜZE AÇILMALI

Aram Tigran için Diyarbakır'da bir müze açılabilir. Hatta sanatçılar müzesi ya da sanat evi adıyla açılabilir,

burada Aram Tigran'a bir oda ayrılır. Onun dışında önemli Kürt sanatçı ve şahsiyetlerinin hatıralarına yer verilir. Ayrım

yapılmadan, örneğin Celal Güzelses gibi kendilerine mal etmeye çalıştıkları sanatçılar da sahiplenilir.

DEVLETÇİ ÇÖZÜM YOLLARINA İNANMIYORUZ

Demokratik özerklik meselesi de sanırım tartışılıyor. Biz bu öneriyi Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl

yöntemlerle çözülmesi için en uygun yol olduğu için önerdik.

Taha Akyol anlamıyor. Bunların kafaları devletçi ideolojilerle dolu. Ama bu şekilde olması da normaldir. Çünkü

insanlar yüzyıllardır kapitalizmin yoğun bombardımanı altında. Basmakalıp düşünce biçimleriyle yetişmişler. Sosyal

bilimler ve üniversiteler de kapitalizme hizmet etmişlerdir. Bu yüzden farklı bir çözüm modeli olabileceğini anlamakta

güçlük çekiyor, bunu tasavvur edemiyor, bu düşünce kalıplarının dışına çıkamıyorlar. Ben bu değerlendirmeleri yaparken

hem kendi düşüncelerimden hareket ediyorum, hem de bir çok kapitalist düşüncenin dışına çıkabilmiş yazarların

kitaplarından, fikirlerinden de yararlanıyorum.

Biz devlete, devletçi çözüm yollarına inanmıyoruz. Bunu yıllardır söylüyoruz. Bu arada ben tam anarşist

düşünürler gibi de düşünmüyorum. Sadece devletin, ırkçı-faşist yapılanmalarından, bakış açısından arındırılmasını

istiyoruz. Bizim için asıl olan, toplumun demokratizasyonudur. Halkın gerçek anlamda demokrasiyi içselleştirmesidir. Bu

sistemde önemli olan halkın örgütlenerek bilinçlendirilmesidir. Devletten bağımsız ve ondan beklentide olmadan bu

yapılabilir. Bu nedenle yüzlerce sivil toplum örgütünün, meclislerin kurulmasını önerdim.

GÜNEY’DE TUZAĞA DÜŞÜLDÜ

Devletçi bir çözümün çözüm olmayacağı, işleri daha da kötü bir noktaya getireceği açıktır. Burası için

federasyon çözümünü savunan Elçi gibi isimler de var. Ama böyle bir modelin sorunu çözmeyeceği ve Filistin sorunu gibi

belki de kangrenleşerek yüz yıl sürecek bir kaosa neden olacağı açıktır. İşte biz, bütün bunların önüne geçmeye

çalışıyoruz. Güney'de de aslında bu tuzağa düşülmüştür. Bu, emperyalizmin bir tuzağıdır, tıpkı Filistin gibi. İşte Filistin'de

emperyalizmin oyuncağı bir devlet kurdurup, oraya istedikleri gibi müdahale ettiler. Ne İsrail'e ne Filistin'e bu nedenle

barış geliyor. Aslında Güney'deki Kürdistan oluşumuyla da yapılmak istenen budur. En azından bu görülüp, bu tuzağa

düşülmemelidir.

Ben demokratik özerklik meselesini savunmalarımda, özellikle “Özgürlük Sosyolojisi”nde ayrıntılı bir şekilde

anlattım. Demokratik özerkliğin anlaşılması için bu kitapların yoğun şekilde okunup, tartışılması gerekiyor.

PKK’NİN KARARINI ONAYLIYORUM

Ben PKK'nin aldığı bu kararı onaylıyorum. Zaten daha önce benim de bu yönlü çağrılarım olmuştu. Arkadaşlara,

özellikle dağdakilere bu konuda çok teşekkür ediyorum. Herhalde bu referandumun sonuna kadar olacak. Bana kalsa 35

gün de yeter, referanduma kadar sürmesi kafiydi, yani 13-14 Eylül'e kadar yeterdi. Ama çok da önemli değil. Önemli olan

bu sürecin iyi değerlendirilmesidir. Gerilla bu süreçte karakol saldırılarından uzak duracaktır. Ayrıca kendilerini korumak

durumunda kalmadıkları müddetçe kesinlikle mayınlı saldırı da yapmayacaklar. Ama söylediğim gibi eğer imha amaçlı

geliyorlarsa ve başka çare kalmamışsa, kesinlikle kendilerini korumak için herşeyi yapabilirler.

Bu süreçte tüm kesimler her zamankinden çok çalışmalıdır. Öyle rehavete kapılıp bu sorun zaten zamanla

kendiliğinden çözülür diye düşünülürse, bu çok büyük bir hata olur. Çünkü bu süreç hem büyük bir barışın vesilesi

olabilir, demokratik çözüm doğurabilir; hem de tam tersi, istemediğimiz, çok büyük ölçüde bir savaş da gelişebilir. Ben

gerçekten tedirgin oluyorum. Ergenekonvari savaş lobileri tekrar devreye girebilir.

Barışın ve savaşın koşulları at başı gidiyor. Bunu gerillalar da iyi anlamalıdır. Süreç hem barışa hem savaşa

gebe bir süreçtir. Bütün gerilla alanlarında benim adıma bu belirttiğim hususlar çerçevesinde konuşmalar yapılmalı ve

hepsine tek tek teşekkür ettiğim belirtilmelidir.

OYALAMA SİYASETİNİ KABUL ETMEYECEĞİZ

Söylediğim gibi referanduma kadar bekleyeceğiz ve hükümetin tavrına bakacağız. Bu eylemsizlik süreci AKP'nin

ne kadar samimi olup-olmadığını açığa çıkaracak. Eylemsizliğe karşı ordunun tavrı da belli olacak. Bu sürenin sonuna

doğru gelişmeleri izleyip yeni bir değerlendirme yapacağım. Bundan sonra oyalama kabul etmeyeceğiz. Ben daha önce

çekiliyorum derken de bu oyalamalar yüzünden devletin, hükümetin ciddi bir yaklaşımı olmadığı sonucuna vararak öyle

bir karar almıştım. Bundan sonra da oyalamaya çalışırlarsa, ben artık bir şey yapamam.

Bu süreçte bütün sivil toplum örgütleri, aydınlar, yazarlar, sosyalistler, demokratlar, bu sorunun demokratik ve

barışçıl yoldan çözümünü isteyen herkes sürecin kalıcı bir çözüme dönüşmesi için ellerinden gelen katkıları

yapmalıdırlar. Ateşkes çağrısında bulunanlar bu süreci iyi değerlendirmelidirler.

Page 88: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Bu ateşkes dönemi siyasetin rolünü oynaması gereken bir dönemdir, siyaset ön plana çıkarılmalıdır. BDP adeta

bu dönemi politik hamle dönemi olarak değerlendirebilir.

REFERANDUMDA SON GÜNE KADAR DÜŞÜNÜN

Diğer bir konu da referandum meselesidir. Bilindiği gibi bu anayasa paketinde Kürtleri doğrudan ilgilendiren bir

husus yoktur; Kürt meselesi adeta yok sayılmıştır. Halkımız da konuyu her türlü tartışmada serbesttir. Bu düzenlemeler

AKP'nin kendi hegemonyasını kurabilme ihtimalinin önünü açıyor. Bunu görüp bu tuzağa da düşmemek gerekiyor.

Halkımız da son güne kadar tartışsın, gözlem yapsın. Buna göre kendi kararlarını versin, eğilimlerini olgunlaştırsın. Biz

biliyoruz ki, “evet” diyen taraf islamcı milliyetçi kesimdir. Ama karşılarındakiler de ulusalcı milliyetçilerdir. Ama biz bu

demokratik gelişmelere göre demokratik bir tavır almalıyız.

Bir kere şunun netleştirilmesi lazım. Biz Kürtler neden bu cumhuriyette yokuz. Madem asli kurucu unsuruz, bu

cumhuriyetin kuruluş aşamasında Kürtler de yer aldı, neden yok sayılacak bir hale geldik. Bu sorunun yoğun bir şekilde

tartışılması gerekir. İşin püf noktası burasıdır; biz nasıl bu kadar iradesizleştik? Osmanlı'da Kürtlerin özerk bir pozisyonu

vardı. M. Kemal bile cumhuriyetin kuruluş yıllarında Kürtlerle birlikte hareket etmiştir ve özerklikten de söz etmiştir. Ama

düşünebiliyor musunuz, bu konudaki sözleri “Nutuk”ta bile sansürlenmiş, hem de M. Kemal hayatta iken. Ahmet Özer'in

“Türkler ve Kürtler” kitabında da bu konular yer alıyor. Türkiyeli demokratların da konuya bu açıdan yaklaşmaları

gerekiyor.

Batman halkına özel selamlarımı iletiyorum.

Görüşme Notları:

Öcalan demokratik özerkliğin esaslarını açıkladı

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, tarihi bir süreçten geçildiğini belirterek Demokratik Özerklik projesinin siyasi,

hukuki, ekononomik, kültürel, öz savunma ve diplomasi boyutlarını açıkladı. Öcalan, “Demokratik Özerklik Kürtlerin

çözüm projesidir” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, haftalık olağan görüşmesinde gündemdeki konuları değerlendirirken,

demokratik özerkliğin nasıl olacağı konusunda da detaylı açıklamalarda bulundu. Öcalan, “Herkes benden birşeyler

bekliyor. Herşey omuzlarıma yıkılmış. Devlet zorlanıyor, KCK zorlanıyor. Herşey yine bana yüklendi. Beklentiler var”

dedi.

BAZI STK’LARLA ANLAŞMIŞLAR

Demokratik Toplum Kongresi’nin son kongresini değerlendiren Öcalan, “DTK son Kongresine Türkiye'deki diğer

gruplar katılmamış. Onlara yönelik yapılan katılım çağrısı onların tavırlarını açığa çıkardı. Referanduma yönelik

Diyarbakır'da birkaç gün önce bazı sivil toplum kurumlarının açıklamalarını dinledim. Tabi bunlar devletle anlaşmışlar.

‘Eğer PKK tasfiye olursa insiyatifi size veririz’ diye onları ikna etmişler. Bu konuda birileri kendileriyle anlaşmış. Tabi b iz

buna engel oluyoruz. Onların bu planları tutmuyor” diye belirtti.

DEMOKRATİK ÖZERKLİK KÜRTLERİN PROJESİDİR

“Demokratik Özerklik Kürtlerin çözüm projesidir” diyen Öcalan, bu projeyi şöyle anlattı: “Demokratik Özerkliği

şöyle izah edebiliriz; Demokratik ulus, bir ruh ise demokratik özerklik ise bedendir. Demokratik özerklik demokaratik ulus

inşasının ete kemiğe bürünmüş halidir, onun somutlaşmış, bedenleşmiş halidir. Demokratik özerkliğin birkaç unsuru veya

boyutu vardır:

Siyasi Boyutu: Bu boyutta bir meclis olur. Ya da halkın bir kongresi olur. Bu kongre demokratik toplum

kongresidir. Bu kongrenin bir de yürütmesi olur.

Hukuki Boyutu: Demokratik Özerklik projesinin hukuki statüsünü ifade eder. Katalanlar bunu 'status' olarak

ifade ediyorlar. Biz de buna statü diyelim. Bu çok önemli. Yani hukuki olarak Kürtlerin statüsü ne olacak? Bu belirlenerek

Anayasa ve yasalara yansıtılır. Yasalarla demokratik özerkliğin çerçevesi içeriği belirlenir.

Ekonomik Boyutu : İnşa edilen demokratik ulusun bir de ekonomik politikası olur. Nasıl bir ekonomi olmalıdır,

bu belilenir. Barajlar, yeraltı yerüstü kaynaklarına ilişkin bir politikası olur. Ekonomik sistem olarak kapitalizmi kabul

edemeyiz. Belki kapitalizmi tam olarak ortadan kaldıramayız ama önemli oranda kapitalist ekonomik sistemi değiştirebilir,

Page 89: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

onu aşındırabilir, kendi ekonomik sistemimizi kurabiliriz. Bu sistemde halkın ekonomisi olur, bir kısmını da özel ekonomi

oluşturur. Bütün bunlar tartışılmalıdır.

Kültürel Boyutu: Kültürel boyut daha çok dil, anadilde eğitimi, tarih ve sanatı kapsar. Kürtçe'nin Türkçe ile

ilişkisi nasıl olmalıdır, anadilde eğitim nasıl yapılabilir, demokratik ulusun dil politikası nasıl olmalıdır, bunlar

tartışılmalıdır. Bir eğitim politikası oluşturulmalıdır. Kürtler kültürel soykırımı tam olarak nasıl aşabilir, bunu da bolca

tartışıp, bilince çıkarmalı ve kültürel soykırımı aşmalıdır.

Öz savunma Boyutu: Biz buna güvenlik boyutu da diyebiliriz. Yani burada soykırımı ele alıyoruz. Kürtler

soykırımdan nasıl kurtulabilir bunu somutlaştırmalıdırlar. Buradaki soykırım kavramı tüm soykırım çeşitlerini kapsıyor.

Sadece fiziki değil kültürel ve her çeşit soykırımdan bahsediyorum. Yani Kürtlerin bir özsvunma durumuna kavuşması

sağlanır. Toplum burada kendi öz savunmasını kurar. Bununla sadece elde silah bir durumu kastetmiyorum. Öz

savunma KCK, PKK tarzı silahlı yapılanmayı değil halkın kendi güvenliğini sağlamasını ifade eder. Demokratik toplumun

her alanda örgütlenmesini, kurumsallaşmasını, kendi güvenlik sistemine kavuşmasını ifade ediyorum. Bu konuda halk

tartışarak farklı sonuçlara ulaşabilir. Mesela askeriyede yer alacaklar mı, bunlar tartışılır. Korucular nasıl lağvedilecek,

koruculuk meselesi nasıl halledilecek, bunlar tartışılmalıdır. Bu güvenlik boyutu halkın öz savunması ekmek su hava

kadar önemlidir. Bu olmadan yaşanmaz.

Diplomasi Boyutu: Bu da Kürtlerin diğer halklarla, toplumlarla olan ilişkilerini ele alır. Komşu çevre ülkeler ve

diğer parçadaki Kürtlerle ilişkiler olur. Diğer toplumlar ile nasıl bir ilişki istiyoruz, onlarla nasıl yaşamalıyız? Diplomas i

boyutu bunu karşılar.”

DEMOKRATİK ÖZERKLİK İÇİN TOPKEYÜN SEFERBERLİK

Öcalan şöyle devam etti: "Kürtler, BDP, DTK demokratik özerklik projesi ile uğraşmalıdır. Demokratik özerklik

projesini somutlaştırmalıdırlar. Kürtlerin gerçek gündemi budur, bu olmalıdır. Bu referandum Kürtlerin gerçek gündemini

değiştirmek için bu kadar ön plana çıkarılıyor, suni bir gündemdir. Bu tartışmalarla Kürtlerin demokratik özerklik taleplerini

gölgede bırakmaya çalışıyorlar. Kürtler bunun üzerine seçime kadar çalışmalıdır. Ki yarın öbür gün geç kalmayalım,

Kürtlerin projesi budur diye sunmak önlerine koymak gerekebilir. Kürtlerin projesi nedir dendiğinde projemiz hazır

olmalıdır. Demokratik Özerklik konusunu Katalanlar da tartışıyor, Katalanlar zekidirler. Bu özerklik konusunda bir proje

hazırlayıp sundular. İspanya Anayasa Mahkemesi de bu projeyi birkaç noktası hariç onayladı. Kalan noktaları da

önümüzdeki dönemde muhtemelen kabul ederler. Halen tartışıyorlar. DTK, BDP demokratik özerklik projemiz ile ilgili

seçime kadar çok hızlı bir şekilde çok büyük tartışmalar gerçekleştirmelidir. Demokratik özerklik projesini somutlaştırmalı,

somut bir şekle getirmelidir. Çok büyük tartışsınlar, gece gündüz ibadet eder gibi ekmek su kadar lazım olan bu

demokratik özerklik projesi üzerinde çalışmalıdırlar. Belki bazen aç kalınabilir, az yenilip az içilebilir ama demokratik

özerklik Kürtlere ekmek ve sudan daha önemlidir. Demokratik özerkliği bol bol tartışsınlar. Ben buna topyekün seferberlik

diyorum.

TARİHİ BİR SÜREÇTEYİZ

Demokratik özerklik üzerinde çalışmaları DTK yapar. Bu DTK'nın alanıdır. Demokratik bir anayasayı hazırlamak

da BDP'nin alanıdır. Yarın seçimlerden sonra devlet çözüm önerilerini tartıştığında bir çözüme dair önerileri olmalıdır.

Çözüme dair bir projeleri olmalıdır. Bunu yoğun bir şekilde tartışsınlar. Milyonlarca halkımızın demokratik özerkliği yoğun

tartışması ve kavraması gerekiyor. Bunu bir çözüm projesi olarak geliştirebilmeliyiz. Bilinmelidir ki demokratik özerklik ve

demokratik anayasa ayrı şeylerdir. BDP, Demokratik anayasa çalışmalarını tüm Türkiye genelinde yapmalı ve Türkiye

genelindeki sivil toplum örgütleriyle görüşmeler yapmalıdır. BDP'nin demokratik anayasaya ilişkin yoğun bir çalışması

olmalıdır. Demokratik anayasaya ilişkin geniş bir projeleri olmalıdır. Kürtler, DTK, BDP nasıl bir yaşam isteyeceklerini

tartışacaklar, buna karar verecekler. KCK, PKK demokratik özerklik sistemi içinde kendi yerini belirleyecektir. Bu onların

bileceği bir iştir. Bunu gece gündüz tartışacaklar. Tarihi bir süreçteyiz. Demokratik özerklik konusunu daha önce

tartışmıştım. Özgürlük sosyolojisi kitabımda değinmiştim. Bu defa anlamlı bir çözümün geliştirilmesi önemlidir.

Demokratik ulus inşası ulus devlet inşası anlamına gelmez. İşte Filistin'i görüyorsunuz; Filistin, Güney Kürdistan

tarzı, ulus devlet bile değildir. Bunlara küçük bir devlet kurdurarak birbirleriyle çatıştırmayı düşünüyorlar. Bu anlayışta

olan Kürtler 'küçük bir devletimiz olsun bize yeter' diyorlar. Bu anlayış yüz binlerce insanın ölümü anlamına gelir.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkını sadece devletle, devlet sahibi olmakla sağlanabileceği düşüncesi reel sosyalizmin

yıkılışının temel nedenlerindendir. Bu ulus devlet anlayışı reel sosyalizmi bitirdi. Kendi kaderini tayin etme hakkı, ister

ulus devlet ister sosyalizmin ister liberalizmin görüşü olarak ortaya çıksın, nihayetinde bu kapitalizme hizmet etmektir.

Marx, Engels, Lenin hepsi bunu yanlış yorumladılar. Demokratik ulus inşası ile ilgili görüşlerimi özgürlük sosyolojisi

savunmamda geniş tartıştım."

BATMAN OLAYI MUTLAKA AYDINLATILMALI

Batman olayına da değinen Öcalan, olayın mutlaka aydınlatılması gerektiğini söyledi. Öcalan şöyle dedi:

“Batman olayı üzerinde durulmalı ve mutlaka aydınlatılmalıdır. BDP'nin bunu ortaya çıkarmış olması gerekiyordu. Kim

tarafından yapılırsa yapılsın BDP buna karşı çıkmalı tavır almalıydı. Batman'daki Salih Özdemir olayında bunların niçin

gece yarısı dışarı çıktığı da mutlaka aydınlatılmalıdır. Tanınan şahıslar gece randevularına gitmesinler. Gideceklerse de

Page 90: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

programlı planlı gitsinler. Mesela BDP de bir yerde açıklama ya da miting yapacağı zaman kendi tedbirini önceden

kendisi alır. Hiçbir boşluğa yer bırakmayacak şekilde planlamasını yapmalı. Öyle sadece devletin güvenliklerini

sağlamalarını bekleyerek olmaz. Bunları yapmayacaksan kendi güvenliğini sağlamayacaksan sonra da sızlayıp bize

yöneliyorlar demenin bir anlamı yok. Provokasyonlar tanıdık simalara yönelebilir. Geçmişte Mersin'deki bayrak

provakasyonunda da provakasyon sonrası kime yöneleceklerini planlamışlardı. Amacına ulaşamadı ama bu

provakasyonlar planlıdır. Tüm planlamasını önceden yapıyorlar, provakasyon esnasında kime yöneleceklerini iyi

biliyorlar. Özellikle tanıdık simalara yönelebilirler. Bu nedenle herkes kendi tedbirlerini alabilmeli, can güvenliklerini

koruyabilmelidirler. Bu anayasada da yer alan bir haktır.”

30 - 40 AYRI YERDE PROVOKASYON PLANLIYORLAR

Öcalan, Dörtyol’daki olaylara dikkat çekerek, 30 -40 ayrı yerde bu provokasyon olaylarının planlandığını söyledi.

Öcalan şunları belirtti: “Dörtyol'da bir provakasyon tasarlanmıştı. Mesele sadece Dörtyol'da değil 30-40 ayrı yerde bu

provakasyon olaylarının planlandığını düşünüyorum. Bu olaylar Maraş, Sivas olaylarına benziyor. Bu Dörtyol olayında üç

yüz kişiyi öldürebilirlerdi. Bu Sivas katliamın Maraş katliamının eksik kalanının tamamlanmasıdır. Musa Anter'in

öldürülmesi gibi aydın komploları gerçekleştirilebilir. Bunlar bir örtülü katliam denemesidir. Burada başarılı olunamadı.

Sebebi AKP içindeki çelişkiler, MHP içindeki çelişkiler ve devlet içindeki çelişkiler ile ilgiliydi. Ve biraz da tesadüftü. Göze

alamadılar. Devlet içinde bu olaylara karşı olan dürüst kimseler de var. Bu olayları burada ben de engellemek için

elimden geleni yaptım, yapıyorum. Bu provakasyonlar akim kaldı. Bu olayların önceki olaylardan farkı şudur: Önceki

olayların başarıya ulaşma sansları yoktu ama şu anki olayların başarıya ulaşma şansı var. Bu nedenle çok tedbirli ve

dikkatli olmak gerekiyor. Özellikle bazı bölgelerde daha risklidir. Şimdi durum buna daha musait. Devlet içinde bazı

yapılar her türlü provokeyi yapabilirler. Savaş bu şekilde devam ederse her iki taraftan da yozlaşmış bir savaş tarzı

devreye girer ki bu çok daha tehlikeli olur. Bir sonrakinde katliam girişimi gerçekleştirilebilir. Çok fazla insan ölür. İşin

içinde çıkılamaz. Bu provakasyonlarla yapılmak istenen örtülü bir soykırımdır. Dörtyol'daki olayların içinde AKP mi var

MHP mi var devlet mi var bilemiyorum. Ama bu olaylardan AKP'nin haberi olduğunu düşünüyorum. Kürtlerin ise bunlara

karşı şu an yaptıkları savaş değil sadece kendilerine karşı yapılan bu örtülü soykırımı durdurmaktır, başka bir şey

değildir.”

KADIN ÖZGÜRLEŞMELİ

Haftalık görüşmesinde kadın çalışmalarını da ele alan Öcalan, bu konuda şu meajları verdi: “Kadın

çalışmalarında sadece tecavüz kültürüne karşı çalışma yürtümek yetmez. Tecavüz kültürüne karşı mücadele edilirken

her anlamıyla yetkinleşmek ve mücadele etmek gerekir. Bu çalışmaların yaygınlaştırılması ve kurumsallaşması lazım.

Aksi halde yapılan yürüyüşler, mitingler kuru bir gürültüden öteye geçmez. Kadın özgürleşmeli. Bu tarihten gelen bir

sorundur. Ne kadın erkeğin kölesi olmalı ne de erkek kadının kölesi olmalı.Tecavüz derken sadece cinsellik anlamıyla bir

tecavüzden bahsetmiyorum. Burada çok derinlikli çok boyutlu bir kuşatma var. Medyaya da yansıyan Mardin'den bir

haber vardı. Bu kız çocuğu yüz kişinin tecavüzüne uğramış orada. Aynı şey Mardin'in bir köyünde de olmuştu. Aslında bu

sadece oralarda değil her tarafta yüzlerce örneği mevcut. Bu kültürel anlayış her yerde ortaya çıkmaktadır. İran'da da

recm cezasına çarptırılan kadınlar var. Tabi ben sadece tecavüz kültüründen de bahsetmiyorum, medyada çıkan şu

klasik tacavüzleri kastetmiyorum. Hem kültürel hem ekonomik hem sosyal, hayatın her alanındaki tecavüzden

bahsediyorum. Bu nedenle kadınlar hayatın her alanında özgün örgütlenmelerini yaratmalıdırlar. Siyaset

akademilerinden bahsetmiştim, burada kurumsallaşabilirler. Diyarbakır'da ve her yerde kadınlar bunları iyice

tartışmalıdır.

Erkek kadın ilişkisinde kadın belirleyici olmalıdır. Hem kadın üzerindeki hem toplumsal kuşatma hemde erkeğin

kuşatması tarihten gelen bir sorundur. Kadın burada özgürlüğünü kaybetmiştir. Evlilik de şu anda kadın üzerinde

hükmetmenin bir aracı olarak uygulanıyor. Siz de anlamalısınız ki kadın erkek ilişkisi dipsiz bir kuyu gibidir. Çok derindir.

Buradan herşey çıkabilir. Ya birbirlerini bitirirler ya da filozof olurlar. Biliyorsunuz bunun güzel örneklerinde bir tanesi

filozof Sokrates'tir. Zaten kendisi de diyor: 'Evlilik beni filozof yaptı'. Zizek'in de bu konuda ki tespiti çok önemlidir. Ben

evliliği mahkum etmiyorum ama bu ilişkilerin çok zorlu olduğunu, özgürlük temelinde olması gerektiğini belirtiyorum.

Evlilikte kadının tercihi esas alınmalıdır. Kadın belirleyici olmalıdır. Kadınlar yaşamdaki ihtiyaç ve taleplerini doğru

belirleyip ve bu konuda karar alma gücünü göstermelidirler. Hayatın her alanına dair kendi özgün tartışmalarını yapıp bu

kararları alıp bu kararlarını uygulamalıdırlar.”

DOĞUBAYAZIT’I ÇOK SEVERİM

Öcalan son olarak “Doğubeyazıt’ı çok severim” diyerek, “Doğubeyazıt halkına, Patnos halkına, Serhad halkına,

Botan'a, Tatvan, Bitlis, Van ve İzmir'deki halkımıza özel selamlarımı iletiyorum, Bitlis' e özel bir savaş sistemi uyguladılar.

Ancak bu artık kırıldığını düşünüyorum, gelecekte çok önemli gelişmeler olacaktır. Tüm tutsaklara özellikle kadın

tutsaklara özel selamlarımı iletiyorum. Evrim Alataş'ı da tekrar anıyorum. Tüm halkımıza ve aydınlara selamlarımı

iletiyorum” dedi.

Page 91: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

Boykot daha da aktifleştirilebilir

Öcalan, “AKP'yi ciddi ve samimi görmüyorlarsa mevcut boykot tutumlarını daha da aktifleştirebilirler, aktif boykot

konumuna geçerler. Referandum konusunda kararı halka ve kurumlarımıza bırakıyorum. Tartışmalarından sonra hayır

bile diyebilirler, ben buna da karışmam, halkın vereceği her karara saygılıyım” dedi.

AKP’nin modern Hamidiye Alaylarını geliştirdiğine dikkat çeken Öcalan, ‘’Daha önce Türk-İslam’dı şimdi İslam-

Türk zihniyetini yapılandırıyor, Kürtleri de bu sisteme yedeklemek istiyor. Yani Hamidiye alaylarının bir tür

güncellenmesiyle karşı karşıyayız. Abdulhamit bunu koruculuk temelinde yaptı. Ama AKP modern Hamidiye Alaylarını

geliştiriyor’’ diye konuştu.

Eylemsizlik kararına rağmen operasyonların geliştiğini belirten Öcalan, eylemsizliğin meşru müdafaayı ve

misillemeyi haksız kılmayacağına dikkat çekti. Öcalan İmralı’da kendisiyle yapılan görüşmelerin ise devlet sıfatıyla

yapıldığını belirtti.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede sağlık sorunlarına

değinen Öcalan, “Sağlık açısından yeni bir durum yok ama bilinen sorunlarım devam ediyor. Başarırsak bir mucize olur,

buradan sağ çıkmam bir mucize, büyük bir başarı olur. Kitaplarla, romanlarla anlatılacak bir durumdur yaşadıklarım”

dedi.

Öcalan, şöyle devam etti: “Süreci genel olarak takip ediyorum, devletle görüşmem konusunda neden bu kadar

kıyamet kopartılıyor. Bunun tarihsel arka planı var. Yalçın Akdoğan'ın değerlendirmelerini okudum. Benim tutumumla ilgili

bir değerlendirme de yapmış. İşlerin bu noktaya geleceğini ben hep söyledim. Ama anlaşılmadı. Daha önce rolümü hep

söylüyordum. Fakat kurumların rolünü oynamadığı bir ortamda bütün yük omuzlarıma biniyor. Ben çekilmeyi biraz da bu

nedenle, kurumlar rolüne uygun hale gelsin diye belirtmiştim. Yoksa bütün sorumluluğu bana bırakıyorlar. Kaldı ki

sağlığım da gerçekten her zaman böyle olmayabilir. Buranın beni ne kadar zorladığını hep söylüyorum. ”

GELENLER DEVLET SIFATIYLA GÖRÜŞÜYOR

“Karayılan aslında herkesin bildiğini söylemiş. Taraf çevresi ve bunun süreci tıkatacağı yorumunu yapanlar

aslında Hükümeti kurtarmaya çalışıyor. Bütün bu olup bitenlerde Hükümetin rolüne değineceğim. Hazırlıksız ve yetersiz

olduklarını zaten belirteceğim. Karayılan'ın dediklerinden anlaşılması gereken şudur. Önemli olan görüşmedir, görüşmeyi

yapan devlettir. Gelenlerin genelkurmaydan, istihbarattan veya sivil otoriteden olmasının önemi yoktur, devlet sıfatıyla

görüşüyorlar. Karayılan'ın söylediklerinden ben de bunu anlıyorum. ”

DİYARBAKIR ÖZSAVUNMA OLUŞTURSUN, KENT KONSEYİ KURSUN

“Diyarbakır'daki esnaf ve sanayicilerin açıklamalarına da değineceğim. Selahattin Demirtaş için Pol Pot tarzı

filan demişler. Saçmalıktır bu. Bu cesareti nereden alıyorlar. Fakat bizimkiler de çok rahat. Herkes çok kendini beğenmiş,

herşeyi bildiklerini zannediyorlar. Nasıl böyle oluyorlar anlamıyorum. Yıllardır Diyarbakır için Kent Konseyi tarzında bir

önerim oldu. Zannedersem Diyarbakır'da kent merkezinde yüzde seksene yakın bir destekleri var. Böyle bir destekle

nasıl bu kadar dağınıklar anlamıyorum. Ben konuşuyorum onlar bildiklerini yapıyorlar.

Diyarbakır için öz savunma güçlerini önermiştim. Bir tehlike durumunda Diyarbakır'ı, Diyarbakır merkezindeki

halkı kim koruyacak? Soruyorum, gerilla mı koruyacak? Mümkün değil. Özsavunma, silahlı güç anlamında değildir,

örgütlülük anlamındadır. Mahalle birlikleri oluşturulur, bunlar temsilini Kent Konseyi'nde bulur. Bütün bunlar Akademilerde

tartışılabilir. Halk kendi çözüm ve analizlerini kent meclislerinde karara bağlayabilir. İran'ın eylemsizlik kararına rağmen

saldırıları oluyorsa, karşısındakilerin de kendini savunma ve misilleme hakkı meşrudur. Böyle olmazsa meydan

provokatörlere kalır, anlamlı barış süreçleri de böyle gelişmez.”

MİSİLLEME DOĞAL BİR HAKTIR

“Eylemsizlik kararına rağmen operasyonların devam ettiği anlaşılıyor. Eylemsizlik meşru müdafaayı haksız

kılmaz. Meşru müdafaa ve misilleme doğal bir haktır. Geçmişte de geri çekilme döneminde buna benzer saldırılar

olmuştu. Geri çekilen güçlere saldırılar yapılmıştı. Zannedersem o dönemde beşyüze yakın kayıp verilmişti. Bu vesileyle

şunu da belirtmek istiyorum. Kimse benim arkama sığınarak, onun verdiği karardır, eylemsizliktir diyerek kayıplara

sebebiyet vermesin, savunmasız kalmasınlar. Savunma ve misilleme hakkı her zaman doğal olarak vardır, eylemsizlik

kararı bu hakkın kullanılmasına engel değildir. Ben kimseye talimat vermiyorum ama kendini savunma ve cevap verme

Page 92: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

hakkı meşrudur. Tekrar belirtiyorum, anlamlı bir barışa ancak böyle ulaşabiliriz. Böyle olmazsa meydan provokatörlere

kalır, anlamlı barış süreçleri de gelişmez.

Batman'daki olayda provokasyon ihtimali yüksektir, açıklığa kavuşturulmalıdır. Ben öteden beri ta dörtlü çete

sürecinden beri savaş tarzlarını eleştirdim. İyiniyet-kötüniyetten ziyade objektif olarak bakıldığında ortada provokatif bir

durum var. Tehlikelere karşı önlem alınması gerekirdi. Jitem tarzı sızmalara karşı daima uyanık olunması gerektiğini hep

belirtmiştim. Bu tehlike bitmiş, sona ermiş değil, sızmak isteyenler her zaman olabilir.”

ANADOLU’YU KÜRTLER TÜRKLERE AÇTI

“Ben uzun bir süredir ABD ve İsrail başta olmak üzere uluslararası sistem neden Türkiye'de Kürtlerin dışlandığı

bir siyasal sistem istiyor diye yoğunlaşıyordum. Ulaştığım bazı sonuçlar var. Bu aralar Ahmet Özer'in kitabını da

inceliyorum. Orada da bazı şeyler var. Kürt-Türk ilişkisi tarihi söylendiği gibi gerçekten de bin yıllık bir tarihi kapsıyor.

Hatta 1071 değil 1050'lerde başlayan bir tarih sözkonusu. Anadoluya Türk beyliklerinin akınları var, bunlar Kürtlerin

yardımıyla Anadolu'ya yayılıyor, yerleşiyor. Bizanslara karşı Kürt beylikleriyle birlikte savaşıyorlar, hatta Silvan hattında

bir tampon bölge oluşturuyorlar. Kürt beyliklerinin desteği olmazsa Malazgirt savaşını kazanma ve Anadolu'ya yerleşim

mümkün olmazdı. Türklerin Anadolu'ya siyasal yerleşmeleri Kürtlerin sayesinde oluyor. Bu kesin tarihi bir gerçek.

Yayılmaları da yine Kürtlerle yaptıkları ittifaklarla gerçekleşiyor. Yavuz Selim döneminde bu ilişki yenileniyor, yeniden

kuruluyor. Bu sayede Doğu'da 1514'de İran-Safevilere karşı Çaldıran Savaşı kazanılıyor, Ortadoğu yolu böyle açılıyor.

Ardından 1516'da Yavuz, Mercidabık savaşında Memlükleri yenilgiye uğratıyor. Daha sonra Kürtlerin desteğiyle 1517'de

Ridaniye savaşıyla Memlükleri nihai olarak yenilgiye uğratıyor, Memlük hükümdarının idamıyla Mısır yıkılıyor ve Halifeliği

ele geçiriyorlar. ”

KANUNİ ÖZERKLİK VERDİ

“Sonra Kanuni dönemi geliyor. İlişkiler devam ediyor. Kanuni”nin meşhur bir sözü var; “Kürtler

imparatorluğumuzun etten duvarı ve etten kalesidir” diyor. O dönemde Kürt beylikleriyle imzalanan, bilinen Cumhuriyet

dönemi Amasya Protokolü dışında ayrı bir Amasya protokolü var. İlginçtir bu protokolde bugünkü deyimiyle Kürtlere

özerklik anlamına gelecek açık hükümler var, özerklik veriliyor. Gelişen uluslararası kapitalist sistem bu ilişkileri bozuyor.

Uluslararası sistemin müdahalesiyle III.Selim dönemiyle başlayan bir süreç var, daha sonra bu toprakların ruhuna

yabancı bir zihniyet olan İttihat Terakki zihniyetini empoze ediyorlar. Mustafa Kemal bu zihniyetin farkında ve bunun

dışında bir yaklaşımı var. Buna uygun pratik çabaları da var. 1916'da Kürdistan'a gidiyor, ta 1919'a kadar esas olarak

Kürdistan'daki ilişkileri sayesinde ayakta kalıyor. Hatta şuna dikkat çekmek istiyorum. Erzurum Kongresi'nde delege

olması Kürtlerin sayesindedir. Kongre'deki Bitlis delegesi çekiliyor, yerini Mustafa Kemal'e bırakıyor ve Mustafa Kemal

böylece esasen bir Kürt delegesi olarak bu kongreye katılıyor. Bu tarihi hakikati herkesin bilmesi gerekiyor. Fakat

uluslararası sistem Musul-Kerkük karşılığında Kürtlerin dışlanmasına onay veriyor. 1925'te Mustafa Kemal'e komplo

düzenliyor. 1925 komplosuyla Mustafa Kemal etkisiz hale getiriliyor. Biliniyor, İzmir Suikastiyle Mustafa Kemal

yalnızlaştırılıyor. Aynı dönemde kendi ekibinden olan Fethi Okyar başbakanlıktan alınıyor, yerine İsmet İnönü getiriliyor.

Ardından Mustafa Kemal ilahlaştırılıyor, sen tanrısın, İnönü de peygamber, Fevzi Çakmak da vurucu güç deniliyor.

Mustafa Kemal etkisizleştiriliyor, yetkileri sembolik hale getiriliyor, asıl güç İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak'a veriliyor.

Uluslararası sistem böylece hakimiyetini kuruyor, İttihat Terakki zihniyetini geliştiriyor. Gerçek Türklükle alakası olmayan

Beyaz Türk kavramı böyle ortaya çıkıyor. Türk kapitalistleşmesi bu temelde gelişiyor. Yalçın Küçük de bunları

kitaplarında yazmış. O öyle Mustafa Kemal'e atfen söyledikleri “Ne Mutlu Türküm Diyene” söylemi de Beyaz Türkler

tarafından geliştiriliyor. Kürtler bu şekilde siyasal sistemden dışlanıyor.”

AKP ESNAFLARI KULLANIYOR, 1925’TEKİ GİBİ

“Burada ulaştığım ve dikkat çekmek istediğim sonuçlardan biri, ilginçtir, bugünkü esnaf-sanayici açıklamalarına

da ışık tutuyor. 1925 Şeyh Sait isyanı döneminde yine Diyarbakır merkezli bazı esnaf oluşumları, çevreleri Şeyh Sait

aleyhine devlet tarafından kullanılıyor. Ben açıklama yapan esnaf-sanayiciler kötüniyetli falan demiyorum, onların

niyetlerinden bağımsız objektif gerçekliği açıklıyorum. Bir kullanılma durumu var, uyanık olmaları gerekir. AKP bunları

kullanır, bir süre sonra da atar.

AKP’NİN HESAPLARI TUTARSA KÜRT HAREKETİ BİR YÜZYIL DAHA GERİYE GİDER

Buradan AKP politikalarına geliyorum. AKP'yi de aşan ve AKP'ye dayatılan bir uluslar arası sistemle karşı

karşıyayız. Bu sistem AKP'ye bir rol biçmiştir. AKP'yi de yekpare bir blok olarak görmüyorum, içinde farklı düşünenler de

olabilir. Fakat uluslararası sistem AKP'ye “Kürtlere sınırlı, sembolik, kırıntı anlamında bazı haklar ver, Kürtleri kendine

bağla” rolünü biçmiştir. Bazı akademisyenler, “Abdulhamit döneminde kurulan Hamidiye Alayları koruculuk sistemine

dayalı inşa edilip yüz yıl Kürt hareketini oyalamış ve kesintiye uğratmıştır” diyorlar, doğrudur, katılıyorum ama AKP'nin

Kürtler üzerindeki oyunları ve politikaları bundan daha tehlikelidir. Uluslar arası sistem ve AKP'nin hesapları tutarsa Kürt

hareketini bir yüzyıl daha geriye götürmeyi bir tarafa bırakalım, boğuntuya ve bitişe götürecektir. Dil ve kültürel

asimilasyon da gerçekleşeceği için bu sefer özünü kaybetme sözkonusu olacaktır. Tehlike bu kadar büyüktür. Yatılı

Bölge okullarında daha beş yaşındayken çocuklar alınıp asimilasyona tabi tutuluyor. Bu, BM yasalarına göre de bir

Page 93: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

insanlık suçudur. Dünyanın hiçbir yerinde böyle uygulama kabul görmüyor. Çocuğu doğal ortamından ve anadilinden

kopartarak asimile etmek kabul edilemez.”

KAPSAMLI BİR PLANLA KARŞI KARŞIYAYIZ

“Kürt politikalarının uygulanması konusunda uluslararası sistemle AKP arasında bazı çelişkiler ve çatışmalar da

var ama bunlar uzlaşmaz çelişkiler değil, uzlaşabilirler. Aynı şekilde uluslararası sistem Güneyli güçleri AKP'yi

desteklemeye endekslemiş. Son günlerde Atalay'la Burkay'ın da bir görüşmesi olmuş. Burkay ve Hüseyin Yıldırım

röportajları da biraz bu mesajları vermeye yöneliktir. Yani kapsamlı bir planla karşı karşıyayız. Güney'de Erbil merkezli

bir tür Katar Emirliği gibi -Katar Emirliği'yle bütün Arap dünyasını kontrol ediyorlar- bütün Kürtleri de Güney'e bağlayarak

kontrol altına almak istiyorlar.”

İSLAM-TÜRK ZİHNİYETİ YAPILANDIRILIYOR, AKP MODERN HAMİDİYE ALAYLARI GELİŞTİRİYOR

AKP uluslararası sermayenin de desteğiyle Kayseri-Konya merkezli İslam-Türk -daha önce Türk-İslamdı şimdi

İslam-Türk- zihniyetini yapılandırıyor, Kürtleri de bu sisteme yedeklemek istiyor. Yani Hamidiye alaylarının bir tür

güncellenmesiyle karşı karşıyayız. Abdulhamit bunu koruculuk temelinde yaptı. Ama AKP modern Hamidiye Alaylarını

geliştiriyor; özellikle ekonomik ve kültürel yozlaşma anlamında uyguluyor. Ben bu durumu, kendilerinden de özür

diliyorum, “Mardin Mağduresi” ne benzetiyorum. Aslında amacım kişiselleştirmek değildir, Siirt'te de aynı olay yaşandı.

Ekonomik sebeplerle tecavüz kültürü geliştiriliyor. Ekonomi alayları, kültürel alaylar, siyasal alaylar şeklinde kapsamlı bir

soykırım sözkonusudur. Ekonomik anlamda bazı aileleri palazlandırıp kendilerine bağlıyorlar. Bu şekilde AKP içine alınan

Kürtler de var.

DOLMABAHÇE’DE NE KONUŞULDUĞUNU KESTİREMİYORLAR

MHP ve CHP son günlerde AKP'yi Dolmabahçe görüşmelerini açıkla diye sıkıştırıyorlar ama orada ne

konuşulduğunu kestiremiyorlar. Bence Dolmabahçede bir uzlaşmaya varıldı. Erdoğan'a “sen Kürtleri dışla biz de sana

karışmayalım, yol verelim” temelinde uzlaştılar. AKP'nin muhalifi gibi görünen CHP ve MHP de bu politikaların diğer

versiyonlarıdır, alternatifi olamazlar. Bunlara karşı biz kalıcı-gerçek çözümü geliştiriyoruz.”

DEMOKRATİK ESNAFLAR, SANATÇILAR, SPORCULAR BİRLİKLERİ KURULMALI

“Daha önce belirtmiştim. Demokratik özerkliğin altı boyutu-unsuru var. Bunları tekrar etmeyeceğim. Demokratik

özerklik kurumları kapsamlıdır. Kültürel, ekonomik, siyasi, hukuki, güvenlik ve diplomasi. Her konuda derin tartışmalar

yapılabilir. Akademilerde bu tartışmanın zemini oluşturulabilir. Halk analiz ve çözümlerini Kent Meclislerinde karara

bağlayabilir. Örnek olsun diye söylüyorum, mesela Diyarbakır'da yoğun örgütlenmelerle birlikte bazı birlikler

oluşturulabilir. Demokratik Esnaflar Birliği, Demokratik sanatçılar Birliği, Demokratik sporcular birliği gibi... bunun gibi

pekçok demokratik birlik oluşturulabilir. Bu birlikler temsilini Kent Meclislerinde bulur. Demokratik özerklik, demokratik

ulusla ruh ve beden gibidir. Demokratik ulus ruhsa, demokratik özerklik bedendir. Yani demokratik özerklik bedense

demokratik ulus ruhtur, birbirlerini bu şekilde tamamlarlar, birbirlerinden ayrılmazlar, ruh-beden ilişkisi de bu şekildedir.

Beden olmazsa ruh, ruh olmazsa beden olmaz. Demokratik ulus olmazsa demokratik özerklik olmaz, demokratik özerklik

olmazsa demokratik ulus olmaz. Bayrak meselesine de takılmamak gerekir.

KÜRTLER GÜVENLİĞİNİ GARANTİYE ALSIN

Demokratik özerkliğin güvenlik boyutu da bazı aydınlar tarafından farklı devlet arayışı olarak yorumlanıyor.

Bunun da farkındayım. Bu konu yanlış anlaşılıyor. Şunu söylemek istiyorum. Mevcut askeri yapı içinde Kürtler yer alacak

mı, almayacak mı? Polis-emniyet yapısı içinde Kürtler yer alacak mı almayacak mı? Bu kurumların Kürtlere bakışı ne

olacak? Kürtler kendisini nasıl koruyacak, güvenliğini nasıl garantiye alacak? Bunlar çok önemli konulardır. Bu konular

üzerinde ileride çok geniş duracağım. Bu güvenlik boyutunu BDP de, PKK de tek başına yapamaz, bunu ben

yürüteceğim, bu konulara ileride ayrıntılı olarak değineceğim.”

EYLEMSİZLİK SONRASI ÇATIŞMALAR BAŞLAYABİLİR

“Güncel siyasi görev ise hızla Türkiye'de bir demokratik anayasa hazırlanmasına yönelik olmalıdır. Bu konuda

bütün ilgili çevrelerle hızla bir diyalog geliştirilmelidir. Aydınlar, sivil toplum örgütleri, yazarlar, gazeteciler bu konuda

seferber olmalıdır. Demokratik anayasa olmadan demokratik çözüm gelişemez. Bu olmazsa ne olur? Ben uyarımı

tekrarlıyorum. Eylemsizlik sürecinden sonra yeni bir çatışma dönemi başlar, hatta daha önce Cemil Bayık'ın da söylediği

orta-yoğunluklu bir savaş gündeme gelebilir. Sadece kırsalda değil, kent merkezlerine de sıçrar. İşte bu Dörtyol

tesadüfen başka yerlere sıçramadı. Böyle olursa çok rahatlıkla başka yerlere de yansır, bunun zemini var; iki halk karşı

karşıya gelir, çatışma kaçınılmaz olur, onlarca hatta yüzlerce kişinin ölümüne yol açabilir. Bunun ne kadar farkına

varılıyor, bilemiyorum. Tehlike büyüktür, herkesin dikkatini çekiyorum. Ben burada bu tehlikelerin önüne geçmek,

demokratik çözüm ve barışı sağlamak için çabalıyorum. Benim bu çabalarım uluslararası sistemin AKP'ye dayattığı

politikaları boşa çıkardığı, Kürtler üzerindeki oyunları bozduğu için benim üzerimden işte “görüşülüyor” diye bu kadar

kıyamet koparılıyor. Ben bunun arkasında nelerin yattığını böyle ifade ediyorum.”

AKP’Yİ SAMİMİ GÖRMÜYORLARSA BOYKOT TUTUMU AKTİFLEŞTİRİLEBİLİR

“Erdoğan'ın açıklamalarını biliyorum. 3 Eylül'de Diyarbakır'da yeni bir şey söyleyeceğini de zannetmiyorum.

Dilerim yanılırım. Ama bir bütün olarak baktığımda AKP'yi bu konuda hazırlıksız buluyorum. Yani belli bir hazırlıkları yok,

Page 94: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

olumlu adım atmayacaklar gibi görünüyor. Herşeyi bir tarafa bırakalım, yüzde on barajını bile kaldırmaları hayati

derecede önemlidir, fakat böyle bir düzenleme hazırlıkları da görünmüyor, bir oyalama taktiği içinde olabilirler. Halkla

yoğun tartışılmalı, AKP'yi ciddi ve samimi görürlerse tutumlarını elbette değiştirebilirler, buna ben değil kendileri karar

verirler. Aksi taktirde yani AKP'yi ciddi ve samimi görmüyorlarsa mevcut boykot tutumlarını daha da aktifleştirebilirler,

aktif boykot konumuna geçerler. Referandum konusunda kararı halka ve kurumlarımıza bırakıyorum. Tartışmalarından

sonra hayır bile diyebilirler, ben buna da karışmam, halkın vereceği her karara saygılıyım.”

AKADEMİLER EKONOMİ DE TARTIŞMALI

“Malatya, Siirt ve Urfa halkına selamlarımı iletiyorum. Urfa, sorunların çok biriktiği bir yer; ekonomik sorunlar

dizboyu. Göç, ırgatlık ne dersen var. Bu yüzden Akademilerin bu sorunları tartışması gerekir. Akademilere katılım

düzeyinin nicel ve nitel artırılması gerekir. Urfa'da aşiretlerarası sorunlar, arazi sorunları, kan davaları hala sürüyor.

Sorunlara çözüm üretmek için Akademiler şarttır. Cezaevinden Taylan Çintay'ın mektubunu aldım, güzel çalışmaları var,

sanırım Malatyalıydı. Kendisine selamlarımı iletiyor, rahatsızlığı için de geçmiş olsun diyor, acil şifalar diliyorum. Tüm

cezaevlerindeki arkadaşlara da selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Görüşmeler devam ederse rol alabilirim

İmralı’da kendisiyle gerçekleştirilen görüşmeleri açıklayan Öcalan, “Görüşmeler devam ederse ben burada

aklımı, mantığımı kullanarak rol alabilirim. Kamuoyuyla da yaptığım bu görüşmeleri açıkça paylaşırım, bütün

gelişmelerden de kamuoyunu bilgilendiririm.” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede sağlık sorunlarına

değinen Öcalan, “Sağlığımla ilgili bilinen şeyler devam ediyor, değişen bir şey yok, durum aynı. Yukarıdan, yüksek olan

pencereden gelen hava akımı aşağıya doğru basınç uyguluyor, nefessiz bırakıyor, baskı var, boğuyor. Nefes almakta

zorlanıyorum, ancak dayanıyoruz. Ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Bu nefessizlik durumundan öteye, üzerime

yüklenen siyasi sorumluluk, baskı beni daha çok zorluyor. İki taraf da hem PKK hem devlet burada bana yükleniyor. Ben

iki hafta daha bu sorumluluğu taşıyabilirim, tabi gelişmelere bağlı. Gelişme olursa rolümü oynarım ama Başbakan

Erdoğan'ın son dönemdeki çıkışlarına baktığımda hayrete düşüyorum, Kılıçdaroğlu'ndan bile geri konuşuyor. Bir taraftan

görüşüyorlar, diğer taraftan niye böyle yapıyorlar, milliyetçi söylemler geliştiriyorlar, milliyetçiliği körüklüyorlar? Tamam

milliyetçi oyları hedeflediğinden yapıyor olabilir ancak böyle yapmamaları gerekiyor, bu yaklaşım herkese kaybettiriyor.

Böyle kısa vadeli hesaplarla sorunu nasıl çözecek! Bu son konulara ilişkin açıklamalarına bakıyorum, oldukça hayrete

düşüyorum. Böyle ucuz yaklaşımlarla çözüm gelişmez, milliyetçi söylemlerle olmaz.” dedi.

BOYKOT DERİNLEŞTİRİLMELİ

“Boykot fikrini sadece benimsemek ve buna destek yetmez, boykot daha aktifleştirilmeli ve derinleştirilmelidir”

diyen Öcalan, şöyle devam etti: “Demokratik özerklik tartışılırken Batıdaki Kürtleri de elbette hesaba katıyoruz. Biz zaten

Türkiye'nin batısındaki Kürtleri düşünüyoruz, onları da hesaba katıyoruz. Tabi bu demokratik özerklik tartışmaları yanlış

tartışılıyor. Çok yanlış boyutlarda ele alınıyor. Bizim ortaya koyduğumuz demokratik özerklik projesi, etnisiteye ve coğrafi

sınırlara dayanmıyor. Bizim demokratik özerklik anlayışımızda tek etnisite anlayışı, tek coğrafya anlayışı yok. Bu

konulara Özgürlük Sosyolojisi adlı savunmamda oldukça ayrıntılı olarak değinmiştim. Alıp okunabilir, incelenebilir. Bizim

anlayışımız Kürtlük anlayışı değildir, bizde tek başına Kürtlük anlayışı yoktur. Sadece bu anlayışla hareket etmiyoruz.

Bizim ortaya koyduğumuz demokratik özerklik modeli tek başına Kürtlüğe, Türklüğe, Araplığa dayanmıyor. Demokrasiye

dayanıyor. Örneğin Hatay'da da, Adana'da da bir demokratik özerklik kurulabilir. Orada Araplar kendilerini ağırlıklı ifade

ederler. Bizim demokratik özerklik anlayışımız tek bir inanca da dayanmıyor. Halklara dayanıyor hatta tek başına halklar

diye ifade etmem de eksik kalır, değişik toplumsal tabakalara, toplumsal sınıflara, toplumsal kesimlere dayanır.

Bahsettiğimiz demokratik özerklik sadece Kürdistan'a ilişkin değil, Ege, Karadeniz, Orta Anadolu'ya da ilişkindir. Burada

önemli olan kapitalist moderniteyle ortaya çıkan ulus-devlet anlayışının sorgulanması ve aşılmasıdır. Tartışmalar bunun

üzerinden gelişmelidir.”

ULUS-DEVLETİ SORGULUYORUZ

Page 95: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Biz kapitalist moderniteyle ortaya çıkan dört yüz yıllık ulus-devlet deneyimini sorguluyoruz. Ulus-devlet

modelinin halklara, toplumsal sınıflara, toplumsal tabakalara, toplumsal kesimlere dar geldiğini, yetmediğini görmek

zorundayız. Nitekim Avrupa bile bu konuları tartışmaya ve aşmaya başladı. Ulus-devlet merkezli kapitalist anlayış

aşılmak zorundadır. Sosyolog Weber'in benim de katıldığım “Demir Kafes Teorisi” var. Bu teoriye göre ulus-devlet,

toplumu boynundan demir kafese alıyor ve kendine tutsak ediyor. Toplum bu demir kafesin içinde esir ediliyor. Ulus-

devletin toplum üzerindeki tahribatı bu teoriyle izah edilebilir. Ulus-devletin kurduğu bu kafes topluma dar geliyor. Bizim

de yapmaya çalıştığımız ulus-devletin bu tahribatlarını gidermektir. Türkiye'de de mevcut ulus-devlet anlayışı sorunları

çözmekten ziyade sorunun kaynağını teşkil etmektedir. Bu sistem Ortadoğu ve Türkiye toplum gerçekliğine aykırıdır,

aşılmak zorundadır. Türkiye mevcut haliyle hiçbir kesime cevap olamamaktadır, Hiçbir kesimi tatmin edememektedir.

Türkiye'de varolan bu ulus-devlet anlayışı, her taraftan yontulmaya başlanmıştır. Böyle bir süreç başladı Türkiye'de. Her

kesim bir köşeden bu ulus-devleti yontmaya çalışıyor. Burada biz Kürtlere düşen görev belki de bu konularda öncülük

etmektir. Biz demokratik özerklik projesini kendimizle sınırlandırmıyoruz. Salt Kürtlük etnisitesine dayandırmıyoruz.

Kürtler bugün bunun öncülüğünü yapabilir ancak bu demokratik özerklik anlayışı bütün Türkiye'yi kapsayan bir projedir.

Burada görülmesi gereken ulus-devlet anlayışıyla Türkiye'nin yönetilemeyeceğidir. Demokratik özerklik, ulus-devlet

karşısında en doğru, uygulanabilir bir seçenektir. Sadece Kürtler için değil her yerde, Türkiye'de, Ortadoğu'da

uygulanabilir bir seçenektir.”

ÖZERKLİKTE ÖNELİ OLAN TOPLUMUN İRADİSİDİR

“Demokratik özerklik yönetiminde önemli olan toplumun yönetim iradesidir. Toplum devletin belli yetkilerini ele

geçirip kendi yönetim anlayışını geliştirir. Devletin elinde kalan yetkiler sınırlı bazı yetkiler olacaktır. Toplum, merkezi

devleti sınırlayarak kendi yetkileriyle kendini yönetecektir. Önemli olan devletin sınırlandırılmasıdır. Ben buna merkezin

yetkilerini topluma devretmek diyorum. Burada sadece halk da demiyorum, toplum diyorum. Bahsettiğim gibi Kürtler

sadece Türkiye'de bunun öncülüğünü yapıyorlar. Bu proje Türkiye ile de sınırlı değildir. Irak için de Ortadoğu için de

geçerlidir. Burada da uygulanır, gelişir. Bu gelişmeler birbirlerini besler, birbirlerinden haberdar bir şekilde gelişir. Ben

ulus-devleti hemen ortadan kaldıracağız demiyorum fakat ulus-devleti olduğu gibi de kabul edemeyiz. Ulus-devlet belki

hemen aşılamaz, bunun farkındayız ancak ulus-devletle yetinmeyeceğiz. Ulus-devleti idare etmeye de niyetimiz yok.

Türkiye'de de yaratılmaya çalışılan “tek ulus inşaası”dır. Cumhuriyet tarihinde yaratılmak istenen ulus kimliği Türklük

kimliğidir. Hatta ben buna daha önce ‘Türk olmayan Türkçü ideoloji’ demiştim, böyle tanımlamıştım. Burada yanlış

anlaşılmasın daha önce de dile getirmiştim, Yahudi düşmanlığı, anti-semitistlik yapmıyorum ancak tarihsel bir gerçeklik

olarak ‘Türk olmayan Türkçü ideoloji’ de Yahudilerin rol aldığını söylemek zorundayım. Ben daha önceleri buna “Anadolu

Siyonizmi” de demiştim. Yahudiler bu Türkçü ideolojiyi geliştirerek Türkiye'de ulus-devleti inşa ettiler. Türkiye'deki ulus-

devletin temelinde bu ideoloji vardır. Bu faşist-Türkçü anlayış biliniyor, İttihat ve Terakki'de de ifadesini bulur. Bir ulus

inşa etme adına bütün farklı dil ve kültürler, kimlikler ve inançlar tek tipleştirilmeye çalışılmıştır. Bu İttihat ve Terakki

faşizmi Hitler faşizmine bile fikir babalığı yapmış, Hitler faşizmini cesaretlendirmiştir. Biz demokratik özerklik derken bu

tarihsel haksızlığa vurgu yapıyoruz: ‘Cumhuriyetin kuruluşunda varsınız ama içinde yoksunuz’ haksızlığıdır bu.”

ÖZERKLİKTE DEVLET KARŞITLIĞI YOKTUR

“KCK'nin bu ateşkes sürecinden sonra demokratik özerkliği ilan etme olasılığı var. İlan edilecek demokratik

özerklik Türkiye'nin cumhuriyet tarihine de bir eleştiri olacaktır. Demokratik özerklik ilanı 1919-1922'nin güncellenmesi

olacaktır. Biliniyor ki o yıllarda Erzurum'daki Kongre'ye, delegeliği düşen düşen Bitlis delegesinin yerine Mustafa Kemal,

Bitlis delegesi olarak yani Kürt delegesi olarak Erzurum Kongresi'ne katılıyor. İşte biz bu tarihin güncellenmesini istiyoruz.

Niye güncellenmesi gerektiğini söylüyorum, bu yıllar arasında demokratik özerkliğin tarihsel kökleri var. Bir de 1925'teki

kırılmanın-provokasyonun-komplonun, ilişkilerdeki bozulmanın iyi anlaşılması gerekir. Demokratik özerklikte devlet

karşıtlığı yoktur. Kürtler, güvenliğinden spora kadar tüm alanlarında devlete ihtiyaç duymadan kendi toplumsal

örgütlülüklerini geliştirmeliler. Sosyal, ekonomik, kültürel örgütlenmelerini gerçekleştirmelidirler. Kendi iç güvenliklerini

sağlamalılar. Bunun için devletin bunları kabul etmesini beklememelidirler. BDP de siyasi mücadelesini geliştirebilir.

Burada demokratik siyasi seferberlikten bahsediyorum. Demokratik özerklik ile birlikte Kürtler ulus olma hakkını, tarihsel

haklarını, diğer kimlikler de kendi demokratik haklarını, azınlık haklarını elde ederler. Kürtler sosyal, siyasal, kültürel

konumları gereği demokratik özerkliğe en yatkın toplumsal kesimdir. Kürtler bu özelliğiyle demokratik özerkliğin ve

Türkiye demokrasisinin öncülüğünü yapabilirler. Kürtlerin demokratik özerkliği, kademe kademe Türkiye'nin her tarafına

yayılabilir. Sadece Kürtlere ait bir proje değil. Aslında İlker Başbuğ'un korktuğu, tehlike olarak gördüğü husus budur.”

GÖRÜŞMELER DEVAM EDERSE ROL ALABİLİRİM

“Önümüzdeki bu son iki hafta oldukça önemli. 15-20 Eylül'de birçok şey netleşir. Referandum sonrası 12-20

Eylül arası bazı şeyler daha çok netleşir. Ben de halkımıza bu tarihe kadar bekleyin diyeceğim. Eğer bu tarihe kadar bir

gelişme olmazsa ben sorumluluk almayacağım. Ve KCK alacağı kararlara göre kendi sorumluluğunu üstlenmelidir. Eğer

belirli adımlar Hükümet tarafından atılırsa o zaman rolümü oynamaya çalışacağım. Benimle yapılan görüşmeleri, biraz da

ilk buraya getirildiğim dönemdeki gelişmelere benzetiyorum. Buraya ilk getirildiğim dönemler askeri heyet, bir süre

benimle diyaloga geçti, bir süre görüştüler ardından görüşmeler aniden kesildi. Ve bir daha uzun süre görüşme olmadı,

Page 96: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

buna bir anlam veremedim. Şimdi de benzer bir durum yaşanabilir. Ve bunun ardından topyekün bir saldırı olabilir, bunlar

ihtimal dahilinde olabilecek şeylerdir. Son genelkurmay başkanının 17 Ekim süresinin uzatılmasını istemesi de bunun

işareti olabilir. Diyalog ve görüşme olmazsa kapsamlı bir yönelim olursa benim burada yapabilecek bir şeyim kalmaz.

Görüşmeler devam ederse ben burada aklımı, mantığımı kullanarak rol alabilirim. Kamuoyuyla da yaptığım bu

görüşmeleri açıkça paylaşırım, bütün gelişmelerden de kamuoyunu bilgilendiririm.”

PARTİLER UCUZ YAKLAŞIYOR

“Bütün bunların yanında siyasi partilerin polemiklerine, ağız dalaşlarına baktığımda oldukça ucuz, dar, çıkarcı

yaklaşımlar görüyorum. Türkiye'deki bu partiler devleti içinden çürütmüşler, yozlaştırmışlardır. Belki devlet değiller ancak

devlete zararları büyüktür. Burada ilan ediyorum, bu partiler devletin içini oymuşlar, devletin devletliği de kalmamış. Ben

bunlara “politik parti oligarşisi” diyorum. Türkiye'deki bu siyasi partiler ülkeyi bir kaosa sürüklüyorlar. İktidar olamazsa bile

oligarşik egemenlikleri her zaman mevcuttur. Bu siyasi parti oligarşisi gerçeğini iyi görmek gerekir. AKP de bu oligarşinin

bir parçası durumundadır. AKP öyle dile getirildiği gibi, söylendiği gibi çetelerin, statükoculuğun üzerine gitmiyor. Tam

tersi AKP, Ergenekon gibi oluşumlarla pazarlık yaparak, tavizler koparıp, tavizler vererek kendi varlığını sürdürüyor.

Teslim olmuşlardır. Varlığını bu teslimiyete dayandırarak sorunların köklü çözümünü gerçekleştirme şansını yitiriyor.

Erdoğan'ın kullandığı dile bakıyorsunuz, çok ucuz. Ancak Kürt sorunun çözümü için Sayın Başbakan'ın, Sayın

Cumhurbaşkanı'nın daha aktif rol almaları gerekiyor. Bu konuda bütün tarafları üzerlerine düşen sorumluluğu

gerçekleştirmeye çağırıyorum. Devlet de Hükümet de Başbakan da kendi sorumluluklarını yerine getirmek zorundadır.

Son olarak tekrar ediyorum. Cumhurbaşkanı “insiyatifimi kullanacam” diyor. Cumhurbaşkanı'na buradan sesleniyorum.

İnsiyatifini kullansın. Sorumluluk alabilir, devreye girebilir.”

AKP DİKTATÖRLÜĞE GİDİYOR

“Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki AKP, diktatörlüğe doğru gidiyor. Türkiye'de İttihat ve Terakki'den bu yana yüz

yıllık bir çete kültürü var. İktidarda olmasalar da iktidar adına cinayetler, katliamlar işliyorlar. Ben bunlara “örtülü-gizli

soykırım çeteleri” diyorum. İttihat ve Terakki'den bugüne kadar gelen gelenek “örtülü-gizli soykırım rejimi”dir. Gelirken de

emin olmak için tekrar bir göz attım. Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa anlatır; “İttihat Terakki adı geçmesin, ittihat terakki

adına olmasın diye biz yöntem olarak şunu geliştirmiştik”, “Yunanlı askerlerin kılığına girip cinayetler işlerdik. Bu

cinayetleri Yunanlılara mal ederek, Yunanlılar adına işlenmiş gibi gösterirdik, üzerlerine Yunan isimleri yazılı mektuplar

bırakırdık” demektedir. Günümüzde de bu tür örtülü-gizli cinayetler işlenmektedir: Siirt-Pervari'deki tecavüzler, Şırnak'taki

tecavüzler, yine hatırlanırsa Maraş'ta dört kızkardeşin el ele tutuşarak suya atladığı -bu intihar olarak basına yansıtılmıştı

ancak intihar değil- söylenen olay, yine bu son Konya-Kulu'daki dört kardeşin ölümü. Bu son olayda dört çocuğun oyun

amacıyla oraya girdiği çok inandırıcı gelmiyor.”

BATI KÜRTLERİNİ GÖÇERTMEK İSTİYORLAR

“Bu tür olaylarla ne amaçlanabilir? Birincisi Batıdaki Kürtleri korkutmak ve göçertmek olabilir. İkincisi Örtülü

soykırım çetelerinin faşist, tekçi Türkçü zihniyetinden kaynaklı olabilir. Bu katiamları KCK de BDP de anlayamıyor,

anlamaya da çalışmıyor. Bu konular üzerinde kafa yorulmalıdır. İşte bütün bu olayların hepsi planlı, programlı bir

soykırımdır, cinayetlerdir. Devletin direkt içinde olmasalar bile Türkiye toplumunda yaratılan Kürtlere karşı “soykırım

çeteleri”nin işidir. Bu olayların çok yönlü araştırılarak ortaya çıkarılması gerekir. Bu olaylar öyle kendiliğinden gelişen

olaylar değildir. Cumhuriyet tarihinde bu tarz cinayetler, soykırım uygulamaları sadece Kürtlere karşı uygulanmadı. İşte

Maraş'ta, Sivas'ta -insanlar yakıldı-, Çorum katliamları, 1938'de yaşanan Dersim katliamı - Dersim'de çocukların çok

vahşice öldürüldükleri anlatılır-, bütün bunlar birer örnektir. Yine Ermenilere yapılan katliamlar, uygulamalar ortadadır.

Son olarak Hrant Dink kalmıştı, onu da katlettiler. Hrant Dink, ayakta kalan son Ermeni'ydi. Türkiye'de yaşayan diğer

Ermeniler zaten korkularıyla yaşıyorlar. Hrant Dink tek Ermeni'ydi. Bu özelliğinden dolayı hedef alındı, katledildi. Bu da

son Ermeni katliamıdır. Sonra ne oldu? Hrant Dink'in katili Ogün Samast emniyette polis tarafından omuzlara alındı,

kahraman ilan edildi! Yine Malatya'da Zirve Yayınevi'ne yapılan baskın, vahşice boğaz kesme, işte rahip Santori cinayeti.

Bunların hepsi “Türklük” adına yapılan soykırım uygulamalarıdır. Bu çeteler, tarihten bugüne örgütlüdürler ve her dönem

Türkiye'yi esir aldılar ya da almaya çalıştılar. İşte “Hizb-i kontra”, Türk İntikam Tugayı, TİT deniyordu. İşte Akın Birdal'in

vurulması vardı. Bu ölümleri bile anlamıyorlar. AKP'nin bugün temsil ettiği birinci kimlik “Türklük”, ikincisi ise “İslam”, yani

“Türk-İslam”dır. AKP bugün bu iki kimliği yani Türk-İslam kimliğini temsil etmektedir. AKP ile bu çeteler arasındaki savaş

da bir iktidar savaşıdır. Yoksa sanıldığı gibi statükoya karşı, yeni, değişimci bir mücadele değildir. Bu bir iktidar savaşıdır,

ben buna “çeteler savaşı” diyorum hatta bu tanım da karşılamaz, “iki hegemonik gücün savaşı” diyorum. AKP bu

hegemonik savaşı kazanırsa iktidarını sağlamlaştırır, diktatörlüğünü ilan edecektir. Bu hegemonik savaşı kaybederse işte

bahsedilen Yüce Divan yolu gözükür, yargılanır. AKP de bütün bunların bilincindedir. AKP diktatörlüğe doğru gidiyor.

Bütün gelişmeler bunu gösteriyor.”

KÜRTLER SOYKIRIMI İYİ GÖRMELİ

“Kürtler kendilerine yıllardır uygulanan bu soykırım rejimini iyi görmelidir. İşte son olarak Konya'daki dört

kardeşin ölümü dikkat çekicidir. BDP bu olayları aydınlatmaya çalışabilir. Toplumun her tarafında, her yerinde ağ ağ

örgütlenebilir, hakim olabilir, böylesi olaylar olduğunda hemen müdahale edebilir. Hukukçular da olayların mantığını

Page 97: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

anlayabilir. Bu tür olayların peşini bırakmamalıdırlar. Bu tür olaylar öyle kolay açıklanamaz! Bunların hepsi planlı, belli

güçler tarafından organize edilen cinayetlerdir. Örneğin Şırnak'taki yatılı bölge okulundaki tecavüzler, bunlar tek başına

yatılı bölge okulu gerçekliğiyle açıklanamaz. Bu tür olaylarda çok değişik etmenler, etkenler de vardır, cinsel sapıklık,

sadistlik, vahşilik gibi nedenler de var. Avukatlar da bu tür olayların üzerine gidebilir. Örneğin akıllı, çalışkan bir avukat

tek başına bu olaylardan sadece birinin üzerine gidip, aydınlatsa, açığa çıkartsa İtalya'daki temiz eller operasyonu gibi

diğer bütün kirli işlerin hepsi çorap söküğü gibi aydınlatılabilir. Ama doğru düzgün bir ilgilenme bile yok. Bu da

örgütlülüğün zayıf olmasıyla alakalıdır. Toplumun içinde ağ gibi örgütlenilirse bütün bu olaylar hemen aydınlatılabilir ve

halkımıza sahip çıkılabilir.”

İKİ HAFTA BEKLEYECEĞİM

"Bu son iki hafta çok önemli. İki hafta daha bekleyeceğim. Buradaki çabalarım; yasal, anayasal bir zemin yaratıp

bu zeminde sorunun çözülmesi yönündedir. Tercih ettiğim yol, yasal-anayasal yoldur. Önümüzdeki günlerde olumlu

gelişmeler olmazsa benim burada yapabileceğim bir şey kalmayacak. Eğer bazı gelişmeler olursa ben de rolümü

oynamaya çalışırım. Süreç tıkanırsa o zaman devlet de KCK de kendi yaptıklarının sorumluluğunu almak zorundadırlar.

AKP'nin önünde tarihi fırsatlar var, bunları değerlendirebilir. KCK de bundan sonra attığı adımların sorumluluğunu

almalıdır. Çözümün gelişmemesi durumunda Kürdistan'da ikili iktidar durumu ortaya çıkar. Bir taraftan KCK iktidarı diğer

taraftan devlet iktidarı olur, bu şekliyle yürür. İşte Kosova, Kuzey Kıbrıs örnekleri var, devletten bir beklenti içine

girmezler. Gelişmeler gösteriyor ki yeni bir çatışma süreci ihtimal dahilindedir. KCK de bundan sonra bir karar alırsa bu

devrimci bir karar olmalıdır. Geçmişteki gibi kontra, jitemvari eylemlere bulaşılmamalıdır. Ben yine buradan belirtiyorum,

böylesi bir durumda da sorumluluk kendilerinindir. Ben böyle yapın demiyorum. Benim geliştirmek istediğim tarz, yasal-

anayasal düzlemde sorunu çözmektir.”

HALKI ZOR DURUMA SOKACAK EYLEMLERDEN KAÇINILMALI

“Halkı zor duruma sokacak eylemlerden kaçınmalıdırlar. Ben geçmişte de bahsettim, bizim gerillacılık, savaş

anlayışımızı kendi içimizden çıkan çeteler yıprattı. Ben doğru-devrimci savaş tarzında eğitip gönderdiğim bazı tipler

benden ayrılır ayrılmaz benim adımı da kullanarak söylediklerimin tam tersini yaptılar. Bir köydeki korucuları

cezalandıracağım diye içimizde türeyen çeteler yapıyordu bunları. Hogir, Kör Cemal, Şahin Baliç, Şemdin Sakık...

Bunlardan daha önce bahsetmiştim. Bunların Jitemle kol kola bu tarz kontravari eylemleri yaptıkları daha sonra açığa

çıktı. Bazıları da iktidar hırsıyla yaptı. PKK Ana Karargahı olarak bunlara hakim olamıyorduk. Biz böylesi eylem emirleri

vermiyorduk, bize rağmen böylesi eylemler yapıldı ve savaş yozlaştı.”

KENTİ YAĞMALAYIP ŞEYH SAİT’E MAL ETTİLER

“Tarihten bir örnek verecek olursam, Şeyh Sait daha Diyarbakır'a girmeden Diyarbakır şehir merkezinde

bugünkü jitemvari tarzda hırsızlık ve talan yaparak onlara malettiler. Şimdiki KCK de kendi içindeki sızmaları, jitemvari

kontra oluşumları önleyebilmelidir. Üzerinde hiçbir şaibe bırakmamalıdır. Salih Özdemirlerin olayları gibi olaylar

yaşanmamalıdır. Batman'daki bu olayda iki yönden araştırılmalıdır. Birincisi şudur: Evet eylemi PKK yapmış olabilir,

eylemi yapanlar bilmeyerek de yapmış olabilirler. Ancak içlerinde sızma olabilir ya da yönlendirilmiş olabilirler, bu

araştırılmalıdır. İkinci araştırılması gereken husus ise Salih Özdemirleri akşam vakti öyle apar topar eylem yerine

gönderten etkenler, sebepler açığa çıkarılmalıdır. Akşam vakti öyle apar topar onları oraya kim gönderdi? Ne oldu da

hemen eylem yerine koştular. Bunlar araştırılmalı, açığa kavuşturulmalıdır.”

ROJ TV DAVASI AFGANİSTAN İLE İLGİLİ

“Roj tv hakkında açılan davaya ilişkin de şunu belirtebilirim: Afganistan'la ilgilidir. Afganistan'da Türkiye'nin

askerine ihtiyaçları var. Rasmussen de oradan sorumlu. Bu gelişmeler onunla alakalıdır. Çok tarihi günlerden geçiyoruz.

Kürtler kararlarını kendileri vermelidirler, kendilerini bekleyen tehlikeleri görmek zorundadırlar. Dörtyol, İnegöl benzeri

olaylarla amaçlanan, Kürtleri erken isyana teşvik edip, erkenden isyan ettirip, boğuntuya getirmektir. Dörtyol ve İnegöl'de

üçyüz-dörtyüz kişinin öldürülmesi planlanmıştı. Biz de burada kendimize göre aldığımız bazı önlemlerle bunları

engellemeye çalıştık. KCK, BDP bunları yeterince anlayamıyor. Bunlarla Kürtlerin katliamı hesaplanıyor. Katliam dışında

kalan Kürtleri de Güney'deki Federe devlete sürerek oraya hapsetme planları var. Kürtlere de bu şekilde Ermeniler gibi

yapmak istiyorlar. Böylesi tehlikeler vardır.”

URFA’DA PARA DAĞITILIYOR

“Urfa'da birçok yerde boykotun kırılması için paralar dağıtılıyor. Urfa'da bunun için 8 trilyon para harcandığı

söyleniyor. Bazı kesimleri de kendilerine bağlayarak Kürtlerin boykot tavrını yumuşatmaya çalışıyorlar. İşte o esnaf-

tüccarlar da açıklama yaptılar. Buradan onlara sesleniyorum, kendilerini kullandırtmamaları gerekir. Yine Kürtler adına,

alakası olmayan isimleri kullanarak, gazetelerde, tv'lerde konuşturarak bu birliği bozmaya çalışıyorlar. Kürtlerin siyasal

tavrını parçalamaya çalışıyorlar. İşte 2003, 2004'lerde de PKK'yi ikiye böldüler. Kürtler içindeki islami duyguları

kullanarak, AKP'ye taban yaratılmaya çalışılıyor. Yine imamları kendi yanlarına çekmek istiyorlar. İmamlar da kendi

üzerlerinde oynanan bu tehlikeli oyunların farkında olmalılar, kendilerini korumalılar. Hakkari'de bir imam öldürüldü. Bunu

PKK'nin üzerine yıkmaya çalışıyorlar. Bu tür oyunlara karşı uyanık olunmalıdır. BDP sadece boykotla yetinmemelidir, bu

tür oyunları teşhir etmek için de mücadele edebilir, bunlar teşhir edilmelidir. Bursa'da mevsimlik işçiler ahırlarda

Page 98: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

yaşatılıyormuş. Yerleşim yerlerinin dışında yaşıyorlar ve sırf Kürt oldukları için minübüslere alınmıyormuş. BDP bu

sorunlara el atmalıdır, gidip yerinde incelemelidir. Halkımızın yaşadığı bu sıkıntılara duyarlı olmalı ve onlara sahip

çıkmalıdır. Öyle sadece boykotla yetinmemeli, Kürtlerin tüm sorunlarıyla ilgilenmeli, örgütlemeli, birbirinden haberdar

olmalıdır. Tüm cezaevindeki arkadaşlara, dostlara, Dersim, Hatay ve Kars'taki halkımıza selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Kürtler her saldırıya karşı kendilerini savunmalı

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, son günlerde yaşanan gerilla kayıplarının “çok üzücü” olduğunu belirterek,

“Kesinlikle Kürtler her saldırıya karşı kendilerini her şekilde savunmalı, cevap verebilmelidir” dedi. Öcalan, "Kürt halkının

güvenliği garantiye alınmadan kimse barıştan sözetmesin, silah bırakmaktan bahsetmesin. Halkın güvenlik meselesi

hallolmadan bundan sonra hiçbir şey olamaz" diye belirtti. 13-20 Eylül arasında pek çok şeyin netleşeceğini belirten

Öcalan, devlet ve hükümete “son kez” şu çağrıyı yaptı: “Haklı taleplerimizin kabul edilmesi gerekir. Aksi halde direnme

hakkımızı da kullanmakta haklıyız.”

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Öcalan, şunları

söyledi:

BOYKOT

“Hükümet Musa Anter'in adını ağzına alıyor. Bunu yapmaya hakları yok. Onu katledenler kontrgerilla, devlettir.

Şimdi bunları sorgulamadan adını kullanıyorlar. Referanduma ilişkin daha önce de belirmiştik, Hükümet, herkesi

kapsayan demokratik bir anayasa konusunda somut bir adım atsaydı Kürtler “evet” diyebilirdi. Aynı şekilde eğer CHP

tutumunu değiştirip bu konuda olumlu ve net bir duruş gösterseydi Kürtler “hayır” da diyebilirdi. Boykotun anlamı şudur:

Boykot, “biz demokratik-çoğulcu, herkesin kendisine ait hissettiği bir anayasa istiyoruz” demektir. Biz hem ulusalcı-

milliyetçi faşizme karşıyız hem de İslamcı-milliyetçi faşizme karşıyız. Biz Türkiye Cumhuriyeti'ne, devletine ve

hükümetine demokratik çözümü, demokratik anayasayı dayatmak için boykot kararının arkasındayız.”

DEVLETLE GÖRÜŞMELERİM OLDU

“Devletin bazı yetkili kişileriyle görüşmelerim oldu. 13-20 Eylül tarihleri arası önemlidir, bu tarihten sonraki

gelişmelere bakmak gerekiyor, o zaman belli olacak her şey. Ama kesin bir şey söylemekte mümkün değil. 2001 yılında

da benzer bir süreç yaşanmıştı. O dönem askerler görüşmeleri yürütüyordu. Ama 2001 yılında bu görüşmeler aniden

kesildi. Bu yüzden kesin bir şey söylemek mümkün değil, aynı şey yaşanabilir. Biliniyor o dönemde Ecevit'e müdahale

edilmişti. Şimdi gelen yetkili kişiler bu sürecin farkındalar, içlerinde bunun böyle gitmeyeceğini görenler de var.”

WALLERSTEIN ÖNEMLİ SOSYOLOGDUR

“Wallerstein, önemli bir sosyologtur. O da, Türkiye'nin artık üniter yapısını değiştirmesi gerektiğini, üniter devlet

modelinin miadını doldurduğunu, bu modeli keşfeden ülkelerin örneğin İtalya, İngiltere, Fransa'nın bile bunu terkettiğini,

Türkiye'de özerklik uygulanırsa üniter devletin sona ereceğini belirtiyor. Bizim söylediklerimizle paralel. Ayrıca demokratik

özerkliğin toplumsal hiyerarşiyi aşmayı hedefleyip hedeflemediğinin çok önemli olduğunu da belirtiyor. Muhtemelen o da

bizim hareketimizi ve görüşlerimizi takip ediyor ve onun üzerinden bazı açıklamalar yapmış olabilir. Ben hep söylüyorum,

bu ulus-devlet, en fazla beş yüz yıllık bir maziye sahiptir. Kapitalist modernitenin beş yüz yıldır halkları kontrol altına

almak için kullandıkları son modeldir. Bunu uzun zamandır tartışıyorum ama özellikle Özgürlük Sosyolojisi adlı savunma

kitabımda bu konulara çok geniş değindim.”

ULUS DEVLET FAŞİZM GETİRİR

“Ulus-devlet gerçekliğini iyi çözümlemek gerekir. En üst aşaması faşizmdir. Avrupa bunu Hitler Almanya’sıyla

yakından gördü. Ve aslında sanıldığı gibi bu Hitler faşizmi de sona ermemiştir. Bu ulus-devlet anlayışı devam ettiği

sürece faşizm tehlikesi de devam edecektir, yeni Hitlerler yaratmaya da devam edecektir. Bu devlet modeli, Ortadoğu'ya

kesinlikle uymaz. Ortadoğu’nun toplumsal ve kültürel dokusu bu modele uymuyor. Amerika da ulus-devlet modelinin

Ortadoğu’daki uygulayıcılarından biridir ve şu anda da uygulayıcısıdır. Siz bu modeli Irak'a uygulayamazsınız, bunu

kesinlikle yapamazsınız. Aynı şekilde bu modeli Afganistan'da da uygulayamazsınız, olmuyor. İşte İran'da Şia devleti, bu

Page 99: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

modeli uygulamakta direniyor ama olmuyor. Halklar direniyor. Şia rejimi-milliyetçiliği katliamlar doğuruyor. İran da bu

ısrarını sürdürürse bundan zarar görecek. Aynı şekilde Arap milliyetçiliği, ulus-devleti de faşizme, katliamlara yol açtı,

açıyor. Türkiye'nin durumu zaten ortada. Beyaz Türklerin uyguladığı faşizm diğer tüm farklılıkları yok sayıyor. Hatta

Osmanlı-İttihat ve Terakki döneminde yapılan Ermeni kırımını Nazi Almanya’sı kendine örnek almıştır, bundan feyz

almışlardır! Hitler, faşizmi bunlardan öğrenmiştir. Bu nedenle biz demokratik özerkliği öneriyoruz, sadece Kürtler için

değil, tüm halklar için, Ortadoğu için, Afganistan için bunu öneriyoruz.”

ÖZERKLİK ETNİSİTEYE DAYANMAZ

“Kapitalist Modernite'nin ulus-devlet projesi, Ortadoğu'nun sorunlarını çözmüyor, tersine daha da içinden

çıkılmaz hale getiriyor. İşte İsrail-Filistin ortada. Bizim önerdiğimiz demokratik özerklik, etnisiteye dayanmaz, katı coğrafik

sınırları da yoktur, demokratik toplum birimlerine dayanır. Bu birimler çok ve çeşitlidir. Her toplumsal kesim, bir

demokratik toplum birimi olarak kabul ediliyor. Örneğin Diyarbakır'ın Bağlar semti, Bağları iyi bilirim, bir demokratik

toplum birimi olarak kabul edilebilir. Burada yaşayan insanlar, günlük sorunlarını, diğer tüm meselelerini tartışıp

çözebilmek için kendi konseylerini-meclislerini oluşturur. Diyarbakır'ın kendisi de bir toplumsal birim olarak kabul

edilebilir. Kendi Kent Konseyi'ni oluşturur. Diğer mahalle birimleri de kendini bunun içinde temsil ederler. Özgürlük

Sosyolojisi kitabımda demokratik özerkliğin 6 boyutunu çok derinliğine tartışmıştım. Demokratik özerkliğin anlaşılması

açısından bu kitaptaki tezlerin iyi okunup tartışılması gerektiğini düşünüyorum, böylesi araştırmalarla kitaplar yazılabilir,

gelişkin yazılar çıkarılabilir.”

KÜRT ULUSAL KONSEYİ KURULMALI

“Kürt Ulusal Konferansına ilişkin çalışmalar çok önemlidir. Tüm Kürt kesimleri bu çalışmaya katılmalıdır. Bu

konuda daha önce görüşlerimi paylaşmıştım. Dört teorik ilke üç pratik öneri demiştim. Özellikle üç pratik önerinin

uygulanmasını önemli buluyorum. Birincisi Kürtlerin karar mekanizması olacak, parlamento benzeri bir kurum. Ancak

bunu yalnızca ulusal parlamento anlamında değerlendirmek zorunda değiliz. Parlamentodan ziyade Kürdistan Ulusal

Konseyi olarak da isimlendirilip değerlendirilebilir. Önemli olan bunun, bütün Kürtlerin ortak karar alabilecekleri bir

mekanizmanın olmasıdır. FKÖ örneğine bakılabilir, kısmen benziyor. Bunun bir de icra ve yürütmesi olmalıdır, ikinci

önerim budur. Burada alınacak kararları pratik hayata geçirecek organ olacaktır. Üçüncüsü ortak bir özsavunma gücünün

oluşturulmasıdır. Bu da çok önemlidir. Bu, Kürtlerin güvenliğiyle direkt ilgili bir durumdur. Kürt halkının güvenliği garantiye

alınmadan kimse barıştan sözetmesin, silah bırakmaktan bahsetmesin. Halkın güvenlik meselesi hallolmadan bundan

sonra hiçbir şey olamaz. Kürtler bir soykırım tehlikesi ile karşı karşıyalar. Fırsatını bulsalar bu katliamları yapmaktan

çekinmeyecek güçler var. Kendi varlığını korumak için özsavunma şarttır. Kürtler de kendilerini korumak zorundadır.

Bunu sadece gerilla ile HPG ile sınırlı anlamamak lazım, bu nedenle özsavunma olmazsa olmaz diyoruz. Herkes bundan

sorumludur, bireyler de kendi savunmalarını kendileri sağlamalıdırlar, halk da kendi tedbirlerini almalıdır. Hatta bu

güvenlik meselesi, Kürtlerin güvenliği sağlanmadan artık halkımız çocuklarını askere gönderirken bir kez daha

düşünmelidir, askere gönderdiği gençlerini bir de bu açıdan değerlendirmelidir.”

TARAF’I ESEFLE KARŞILIYORUM

“Diyarbakır’daki bu halk adına konuştuğunu söyleyen tüccarlara, iş örgütlerine de şu hatırlatılmalıdır; bu halkın

güvenliği sağlanmadan barıştan sözetmek ne kadar samimidir. Bunlar görmüyorlar mı bu soykırım tehlikesini ki, böyle

konuşabiliyorlar. Bu tavrı protesto ediyorum. Taraf çevresini, Orhan Miroğlu, Yasemin Çongar'ı esefle karşılıyorum.

Bunlar bizim yıllardır barış için yaptığımız görüşmeleri, yaptığımız fedakarlıkları görmezden geliyor, bize haksızlık

ediyorlar. Taraf çevresinin “Kürt burjuvazisi” diyerek öne çıkarmak istediği, sözde barışçıl çözüm isteyen, seslerinin

kısıtlanmak istendiğini söylediği bu grupların Kürtlükle bir alakası kalmamıştır. Bunlar Kürtlüklerini ne kadar inkar

ederlerse bu sistem içinde o kadar çok rant elde ediyorlar, bu sistem içinde o kadar yükseliyorlar! Halk açlık yoksulluk

içinde perişan olurken bunlar en lüks şekilde yaşıyorlar! Bunlar Kürtleri de, Diyarbakır’ı da temsil edemezler. Diyarbakır

halkı bunları kabul etmez, asla temsilcileri olarak da kabul etmez. Bunlar şimdi hep birden Kürtler adına konuştuklarını

söylüyorlar! Oysa ki ne kadar çok ihanet ederlerse o kadar çok sistemden çıkar elde ediyorlar. Kürtler bunları iyi

tanımalıdır.”

KÜRTLERE SOYKIRIM UYGULANIYOR

“Daha önce de söyledim, bu soykırım sadece fiziksel soykırımla sınırlı değildir. Kültürel, ekonomik, her alanda

soykırım zaten uygulanıyor. Düşünsenize bir anadilimizi bile özgürce öğrenip, kullanamıyoruz. Bu en doğal haktır.

Birleşmiş Milletlerin sözleşmelerinde de anadilin yasaklanması, baskı altına alınması, serbestçe kullanılmaması kültürel

soykırım olarak nitelendiriliyor. Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa Sözleşmeleri de bu hakları güvence altına almaktadır.

Varolan yasaklara da çok takılmamak, aşmak için çaba göstermek gerekir. Buna annemle olan ilişkim iyi bir örnektir. Ben

daha yedi yaşında okula başladığımda baktım ki kendi anadilimden farklı bir dili öğrenmek zorunda bırakılıyorum. Bir

çocuk olarak korktum, yabancı bir dili nasıl öğreneceğim diye düşündüm. Bu benim çok zoruma gitti. Bu konu yüzünden

anneme kin besledim, onunla tartıştım ve o çocuk zihniyetimle annemin beni bu kültürel soykırımdan kurtarmasını

bekledim ve bunu yapamadığı için -ne yapabilirdi ki zaten- onunla çok tartıştım ve tepki gösterdim. Ve düşünebiliyor

musunuz evden çıktıktan sonra ve annem ölünceye kadar bir kez bile telefondan onunla konuşmadım. O kadar buna

Page 100: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

isyanım büyüktü ki, ölüm döşeğindeyken bile annemi aramadım. Bunun acısını hala yaşıyorum. Tartışmalarımda

anneme “tavuklar bile kendi yavrularıyla kendi anlayacağı dilden konuşuyor, anlaşıyor, yavrularını tehlikelere karşı

koruyor, sen bunu neden yapamıyorsun” diyordum. İşte benim meselem, Apo'yu ortaya çıkaran gerçeklik budur. Bu

anadil meselesi, ekmek kadar su kadar önemlidir.”

ANADİL OLMAZSA BEYİN ÖLÜMÜ OLUR

“Anadilini öğrenemezsen, eğitimini yapamazsan sağlıklı düşünemezsin, üretemezsin, adeta beyin ölümünü

yaşamış oluyorsun. Kürt aydınının yaşadığı sorunların temelinde bu vardır. Bu nedenle yeterince güçlü, nitelikli Kürt

aydını yetişemiyor! Annemle başlattığım -aslında o zavallı kadının da yapabilecek çok fazla bir şeyi yoktu- isyanımı,

sisteme karşı devam ettirdim. İşte bu yüzden de buradayım. Yurtsever ailelerimiz, mutlaka ne olursa olsun kendi

çocuklarına anadillerini öğretmelidir. Bu bizim mücadelemizin en önemli boyutudur. Bütün yasaklara rağmen, yasakları

aşarak bunu yapmalıdır. DTK de kendini bu konuda sorumlu görmelidir, mahallelerde kendi anadilini öğretecek

yöntemler, kurumlar geliştirmelidir. Aileler de evlerini birer anadilini geliştirdikleri eğitim okullarına dönüştürmel idir. Bu

konudaki hassasiyetim biliniyor. Bu anadil meselesinin önemini iyi anlamalıyız. Ben işte bu acı yüzünden, bunu bildiğim

için evliliğe de karşıyım, ciddi eleştirilerim var. Çocuk yapılmasına da karşıyım demeyeyim de çocuk sahibi olanların

sorumluluğunu da bilmesi gerekiyor. Önemli olan çocuğun, doğduğu günden bugüne içinden geçtiği sürecin anlamını

kavrayabilmesi, kendi ana dilini ve kültürünü özümseyerek kültürel soykırıma karşı kendini koruyabilmesidir. İşte bu

yüzden tüm bu evlilikleri ağır eleştiriyorum. Kadınlar belki alınabilirler ama çocuklarımıza anadilimizi bile

öğretemeyeceksek, bu sisteme teslim olacaksak bütün bunların hiçbir anlamı olamaz. Bu konu bizim için en hayati bir

konudur. Anadil ve kültürleri çocuklara büyürken özümsetilmelidir. Kültürel soykırım, başka soykırımlara benzemez, en

tehlikelisidir, fiziksel soykırımdan bile daha tehlikelidir ama anlaşılmıyor, insanı çürütüyor, insanlığından çıkarıyor,

onursuz bir kişilik ortaya çıkarıyor. Hatta kültürel soykırım insanı öyle bir hale getiriyor ki bunun farkına vardığın zaman

bile artık bir şey yapamayacak duruma gelmiş oluyor. Bu kültürel soykırım boğazımızdan-boynumuzdan bir zincir, bir ip

gibi bizi yakalamış, köleleştiriyor. Çocuklar boyunlarında bu zincirle büyüyorlar, aileler de bunu kırmaya çalışmayarak,

buna katkı sunuyorlar. Bu, Türkçe'ye, Türkçe öğrenime karşı olduğum anlamına gelmiyor. Türkçeyi de öğreniyoruz, ona

bir itirazımız yok. Bu koşullarda Kürtçe'yi bir kenara bırakmak zorunda kaldım. Ama bütün bunlar mücadeleyi bıraktığımız

anlamına gelmez.”

DİYARBAKIRSPOR’A ELEŞTİRİLER

“Faşizm spora da bulaşmıştır. Futbolun faşizmle ilişkisi biliniyor. Bu Diyarbakırspor'un yönetiminde de

yaşanıyor. Öyle fakirlik edebiyatı da falan yapıyorlar! Ama bu durum yeni değildir. Ta Büyükanıt'ın Diyarbakır'da kolordu

komutanı olduğu dönemde uygulamaya konan bir projedir. Erdoğan'ı da gördünüz işte Diyarbakır'da yanına Hakan

Şükür'ü, birtakım Galatasaray'lı futbolcuları sahneye çıkardı. Bunlar hep bilinçli yapılan şeylerdir. Bu üç renk

meselesinden bahsediliyor, Galatasaray sempatizanlığımdan bahsediliyor ama şu anda Galatasaray da Diyarbakırspor

da özel harp politikalarına hizmet ediyor. İyi bakılmazsa bazı şeyler gözden kaçıyor. Mesela 90'lı yıllarda Diyarbakır'da

Galatasaray ile Diyarbakırspor'un bir Türkiye Kupası maçı vardı. Diyarbakırspor taraftarları Galatasaray'ı sevdikleri için

alkışlıyorlardı. Galatasaraylı futbolculardan sadece yabancı kaleci olan Tafarel yüzünü seyircilere dönüp seyircilere el

sallayıp onları selamlamıştı, diğer futbolcular taraftarlara yüzlerini bile dönmemişlerdi! Galatasaray ve Diyarbakırspor, bu

politikalara alet olmaktan kurtulursa eğer, ikisine de sempati duyabilirdim. Diyarbakır halkı da böyle bir Diyarbakırspor'u

kabul etmez. Eğer Diyarbakırspor halka aitse o zaman tüm halka, herkese Diyarbakırspor'a üye olmanın yolu açılsın, bu

şekilde demokratikleştirilsin. O zaman halk da Diyarbakırspor'a sahip çıkar, herkes elinden gelen katkıyı sunar. Aslında

sporun kapitalizm tarafından nasıl kullanıldığını çok iyi biliyoruz. Ama bu halkın demokratik bir şekilde spor kulüpleri,

dernekleri kurup geliştirmelerine engel değildir. Kürtler bütün kent, köy ve kasabalarda her türlü spor kuluplerini kurup,

spor yapıp, sporlarını geliştirmeliler. Spor, ruh ve beden sağlığı açısından faydalıdır, tabi ki yapılmalıdır.”

İMAMLARI KULLANMAK İSTİYORLAR

“Geçenlerde bir imam öldürülmüştü. Şimdi burada AKP'nin yeni bir politikasının sözkonusu olduğunun görülmesi

gerektiğini düşünüyorum. Bu imamları kullanmak istiyorlar. Onlar vasıtasıyla halka propaganda yapıp halkı kandırmak

istiyorlar. Geçmişteki Hizbullah uygulamasına benzer bir uygulama gibi. Halkımız bu oyunlara gelmemelidir. Kendisine

yakın imamların olmadığı camilere gitmemeli, onlara itibar etmemeli, gerekiyorsa kendi evlerinde toplanıp kendi

cemaatleriyle ibadetlerini yaparak böylesi politikaları boşa çıkarmalıdırlar. Sanırım bir iki gün önce bir imam daha

öldürülmüş. Halktan biri, halkımızın mele dediği biri. O zaman bir karışıklık yaratmaya çalıştıkları iyice açığa çıkmış

oluyor! Halkımız bu oyunlara karşı uyanık olmalıdır, bunlara karşı tedbirlerini almalıdır, bunları dışlamalıdırlar. Anti-

propagandalarına karşı her türlü önlemlerini almalılar.”

AKP VE ORDU ANLAŞMIŞLARDIR

“Daha önce de tartışmıştım, AKP ile ordu, askeri şura'da anlaşmışlardır. Ordu siyasette AKP'ye yol verecek,

karışmayacak, AKP de ordunun Kürtlere yönelik her türlü operasyonlarına, Kürdistan'daki şiddetine göz yumacak. Hem

de şimdiki Genelkurmay Başkanı Koşaner'in, Büyükanıt ve Başbuğ'dan daha ileri bir anlaşma yaptığını düşünüyorum.

Başbuğ ve Büyükanıt'ın döneminde de hükümetle çelişkiler vardı ama bu çelişkiler daha da asgariye inmiş görünüyor.

Page 101: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Zaten sınırötesi operasyon için yeni genelkurmay başkanı talepte de bulunmuş! AKP de bu arada kendi yöntemleriyle

Kürtleri kandırmaya devam edecek, işte örneğin bazı imamları devreye koyacak.”

KÜRTLER HER SALDIRIYA KARŞI KENDİLERİNİ SAVUNMALI

“Son günlerde yaşanan gerilla kayıpları da çok üzücü. Bu eylemsizlik sürecinde bunların olması öfke

uyandırıyor. Eylemsizlik süreci yanlış anlaşılmamalıdır. Meşru savunma hakkı çerçevesinde her türlü savunma ve

misilleme hakkının varlığı tartışmasızdır. Görülüyor işte, demokratik çözüm ve barış için biz elimizden geleni yapıyoruz,

tüm fedakarlığı gösteriyoruz ama sonuç ortada. Yine vurguluyorum 13-20 Eylül arası pek çok şey netleşir. Bu

referandumdan sonra topyekün imha amaçlı operasyonlar, yönelmeler olabilir. Bunlar hesaba katılmalıdır. Ama kesinlikle

Kürtler her saldırıya karşı kendilerini her şekilde savunmalı, cevap verebilmelidir. Eski tarzla olmaz. Daha önce de

belirttim; pratik önderlik yapamam, koşullarım buna uygun değil. Bu nedenle herkes kendi kararlarını kendisi verecek ve

uygulayacaktır. 20 Eylül'den sonra ben karışmayacağım, sorumluluk da bana ait değil, devlet de bunu böyle bi lsin.

Kürtler her konuda kendi kararlarını kendileri alıp, uygularlar. Uygulayamayacakları kararları da almasınlar. Eğer

demokratik özerkliği uygulayacaklarsa buna uygun bir yapılanma ve konumlanma içine girmelidirler.”

HÜKÜMETE SON KEZ ÇAĞRI YAPIYORUM

“Devlete de Hükümete de son kez çağrı yapıyorum. Biz bu ülkede özgürce yaşamak istiyoruz, ayrılmak gibi bir

talebimiz yok, defalarca söyledik. Haklı taleplerimizin kabul edilmesi gerekir. Aksi halde direnme hakkımızı da

kullanmakta haklıyız.”

ÜZÜLÜYORUM SABIR DİLİYORUM

“Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin yaşadıkları sorunlar var. Ayrıca tüm cezaevlerinde toplam 50'ye yakın

ağır hasta var, bunların çoğu kanser ve durumları kötü. Bu arkadaşlar için çok üzülüyorum, hepsine sabır diliyorum,

geçmiş olsun diyorum. Bu konuda herkesin üzerine düşeni yapması gerekiyor. BDP'liler, Cumhurbaşkanı ve Başbakan

nezdinde bu konuda girişimlerde bulunmalıdır. Diğer koşulların kötü olmasına gelince; ne yazık ki bu sorunları hepimiz

yaşıyoruz. Burada biz de aynı sorunlarla uğraşıyoruz. Hatta ben örneğin telefon ve televizyon hakkından da

yararlanamıyorum. Arkadaşların hepsine söylediğim gibi sabır diliyorum. Hepsini sevgiyle selamlıyorum. Ben de bütün

halkımızın bayramını kutluyorum. Diyarbakır ve İzmir’deki halkımıza selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Buradaki görüşmeleri bombaladılar

Hakkari’deki patlamayı değerlendiren Öcalan, “Yapılan bu son patlamayla buradaki görüşmeler dinamitlendi,

bombalandı. Bu görüşmeler oldukça verimli geçiyordu, umutluydum” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Hakkari’deki

patlamaya değinen Öcalan, şu görüşleri ifade etti:

“Hakkari'deki patlamaya ilişkin Başbakan'ın ilk saatlerde yaptığı açıklamalarda hızlı bir şekilde PKK'yi hedef

göstermesi ilginç. Yine aynı şekilde Genelkurmay Başkanlığı da olaydan hemen sonra jet bir açıklamayla örgütü sorumlu

tuttu. Nasıl böyle yapıyorlar, bunu nasıl göze alıyorlar, ne yapmaya çalışıyorlar? Burada söylemek istediğim bunun ağır

siyasal sonuçlarıdır, bunun altından nasıl kalkacaklar? Daha sonra PKK'nin yapmadığı anlaşıldığında Genelkurmay

bunun siyasi sorumluluğunu nasıl taşıyacak, bunun altından nasıl kalkacak, kamuoyunu nasıl ikna edecek! Genelkurmay

ve Başbakanın böyle alelacele açıklama yapması ilginç! Ben bu olaya daha temkinli yaklaşıyorum, ihtimallere göre şartlı

değerlendireceğim bu olayı. Bu patlamaya ilişkin şöyle düşünüyorum. Bu, PKK içerisine sızmış jitem-kontra tarzı bir

ekibin işi de olabilir. Yine PKK içinde yönlendirilen başıboş bir grubun işi de olabilir, bunlar iyiniyetli olabilir ancak

kendileri durumdan vazife çıkarıp eylem yapmış olabilirler. Batman'da Salih Özdemirlerin olayı gibi olabilir de. Yine

milislerin işi olabilir, köylü intikamcılığının bir sonucu olabilir. Köylü intikamcılığıyla kendilerince intikam almış olabilirler.

Bakın ben ihtimaller üzerine konuşuyorum. Devlet içerisinde devletten kaynaklı bir olay da olabilir. Genelkurmay ya da

Hükümetin bilgisi dahilinde olmuş olabilir. Yine Genelkurmay ve Hükümetin bilgisi dahilinde olmayabilir, Genelkurmay ve

Hükümetin bu olayları engellemeye gücü yetmemiş olabilir de. Her iki durum da oldukça vahimdir. Tehlikeli sonuçlar

doğurur. Ben bu olayı duyduğumda şok oldum, şu andaki ruh halim kaos gibidir, anlamaya çalışıyorum.”

HÜKÜMET VE GENELKURMAY ANLAŞTIYSA BÜYÜK BİR TEHLİKE

Page 102: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Bu olay, Güçlükonak olayına benziyor. Sadece 2011 seçimleriyle sınırlı değildir, Kürtlerin imhasıyla ilgilidir. Eğer

Hükümet ve Genelkurmay anlaşmışsa, bu, Kürtler için çok büyük bir tehlikedir, bu bir soykırım provasıdır. Eğer böyleyse,

bu, Hakkari'nin özel hedef seçilmesi demektir, Hakkari'nin, Şırnak'ın kuşatılmasıdır. Hakkari'nin özel hedef haline

gelmesidir. Bir nevi Hakkari'nin geçmişte Dersim'e yapılanlar gibi kuşatılmasıdır. Dersim nasıl kuşatıldıysa, Hakkari de bu

şekilde kuşatılmış olabilir, bu konuda uyanık olunmalı, tedbirler alınmalıdır. Eğer böyle Hükümet-Genelkurmay bilgisi

dahilinde kasıtlı bir olaysa, Dersim gibi imha edilene kadar, teslim alınana kadar bu tür saldırıları devam ettireceklerdir.

Olayın olduğu köy, korucu köyü ama bir kısmı daha önce silah bırakmış, Güçlükonak gibi. Her iki köyde korucu köyüydü,

benzerlikler var, bunlardan silah bıraktıkları için intikam alınmaya çalışılmış olabilir. Yine büyük oranda boykota uymuşlar,

bu onurlu davranışları karşısında hedef alınmış olabilirler.

HAKKARİ OLAYI ÇOK ÖNEMLİDİR

Bu Hakkari olayı çok önemlidir. Bu patlamanın mutlaka aydınlatılması gerekiyor. Bu konuda herkes üzerine

düşen görevi yapmalıdır. Benim burada görüşmelerim devam ediyor. Bir gazetecide yazdığı yazılarda bu görüşmelerin

yapılabileceğini işliyor. Takip ettiğim kadarıyla akıllı biri, anlıyor. Tabi bu konulara kafa yoruyor. Biraz öyküleştirerek bu

meseleleri ele alıyor ama tespitlerinin zamanlaması, öngörüleri dikkat çekici. Bu heyet ile yaptığım görüşmeler, anlamlı

görüşmelerdi. Bu görüşmelerden oldukça umutluydum. Bu patlama, devlet içindeki birimlerin birbirleriyle kopukluk içinde

olduğunun da göstergesi olabilir. Devlet içerisinde belli birimlerin birbirleriyle çelişki ve çatışmalarının sonucu da bu tarz

eylemler olabiliyor. Bazı iyiniyetli birimlerin bu saldırılardan haberi olmayabilir. İyiniyetli bazı çabalar, bu tür saldırılarla

sabote edilmeye çalışılabilir. Ben bu konuda bir tarafı da suçlamak istemiyorum. Sayın Başbakan'ın da bu konuda haberi

olmayabilir.

HEDEF BENİMLE GÖRÜŞMELER OLABİLİR

Burada hedef, benimle yapılan görüşmeler de olabilir. Burada oldukça anlamlı görüşmeler oldu. Çok anlamlı

sonuçları da olabilirdi. Tam bu esnada Hakkari'de bu patlamanın olması oldukça düşündürücüdür. Bu olay çok yönlü

araştırılmalıdır. Yine belirtiyorum, ben bu olayla ilgili ihtimallere göre şartlı konuşuyorum. Bir tarafı peşin hükümle

suçlamıyorum, çünkü bir tarafa yüklenmek için elimde veriler yok, genel gelişmelere göre değerlendirme yapıyorum. Bu

olayı PKK'nin içinde de, devletin içinde de birileri gerçekleştirmiş olabilir. Ben iki tarafa da şüpheci yaklaşıyorum. Yoksa

tek başına bir tarafa yüklemiyorum. Bu patlama PKK'nin içinde bir grubun işi olabilir, içine sızmış bir ekibin işi olabilir,

kendisince durumdan vazife çıkarmış başıboş bir grubun işi de olabilir, yine belirttim, eski tarz milislerin işi olabilir, mi lis

gelip oraya bomba koymuş olabilir, köylü intikamcılığıyla hareket edilmiş olabilir. Yine bu patlama Genelkurmay ve

Hükümetten habersiz olarak bir jitemvari-kontra bir gücün işi olabilir. Böyleyse durum oldukça vahimdir. Eğer böyleyse bu

durum gösteriyor ki, devlet içindeki çeteler hala etkindir ve gelişmeleri, süreci sabote edecek güçleri vardır, çok

güçlüdürler. Ya da bu patlamayı gerçekleştirenler tek başına genelkurmayın ya da tek başına hükümetin bilgisi dahilinde

bu eylemi gerçekleştirmiş olabilirler. Ya da hem genelkurmay hem de hükümetin bilgisi dahilinde yapılmış olabilir. Eğer

böyleyse bu durum da oldukça vahim bir durumdur. Genelkurmay ve hükümetten bağımsız-habersiz bu saldırının

gerçekleşmesi de, yine genelkurmay ve hükümete bağımlı olarak onların bilgisi dahilinde bu saldırının gerçekleştirilmesi

de vahimdir. İki durum da oldukça vahimdir. Ben bunu PKK dışı olasılığa göre değerlendiriyorum, eğer PKK'den kaynaklı

bir eylem değilse böyledir diyorum. Ben böyle ihtimallere göre şartlı değerlendiriyorum. Bu konu hakkında şartlı-seçenekli

düşünüyorum.

HASSASIM KAYGILARIM VAR

Bu konuda hassasım. Kaygılarım var. Bu konudaki hassasiyetimi kamuoyuyla paylaşmak istiyorum. Ben burada

yine tekrarlıyorum, şu sonuca ulaşıyorum: Eğer PKK'den kaynaklı bir eylem değilse ve devletten haberli ya da habersiz,

ilişkili ya da ilişkisiz bir grubun işiyse, bu oldukça tehlikelidir. Eğer bu eylem kendi başına bir grubun işiyse devlet içinde

hala özel çetelerin varlığına işarettir ki bu da bir güçtür ve tehlike arzeder. Böyleyse bundan sonra da bu tarz olaylar,

eylemler, provokasyonlar gerçekleştirilebilir. Bu konuda halkımız, herkes uyanık olmalı ve kendi özsavunmalarını

almaları gerekir. Asfalta, yola çıkarken bu tarz eylemlere dikkat etmeliler, uyanık olmalılar. Eğer bu olay genelkurmay ve

hükümetin bilgisi dahilinde bir grubun işiyse bu da soykırım demektir. Bu daha çok tehlikelidir. Bu durumda çıkaracağımız

sonuç, devletin Hakkari ve Şırnak gibi yerleri özel hedef seçtiğidir. Buralara önümüzdeki dönem bu tarz yönelimler

olabilir, halkımızın bu konuda da bilinçli olması ve özsavunmasını geliştirmesi gerekiyor. Bu saldırı planlı ve devletin

bilgisi dahilinde bir saldırıysa Hakkari'nin yüzde doksandört oranında boykotuna bir cevaptır. Ve özel olarak burayı hedef

seçmedir. Aynı geçmişte Dersim'e yapılanlar gibi. Dersim nasıl her yönlü kuşatılıp üzerinde oynandıysa Hakkari'nin de bu

şekilde kuşatılma tehlikesi vardır. Yine diyorum ben burada bu olay hakkında tek yönlü düşünmek istemiyorum ve

kamuoyuyla şunu da paylaşmak istiyorum. “Öcalan bu konuda hassastır, kaygıları vardır” diyorum. Halkımızın

provokasyonlara karşı uyanık olması ve bunları açığa çıkarmaya çalışması gerekiyor. Halkımız çift taraflı

provokasyonlara karşı uyanık olmalı, sadece devletten gelen provokasyon değil PKK kaynaklı provokasyonlara karşı da

uyanık olmalıdır. İşte PKK tarihinde biliniyor, en iyi örneği Hogir'dir. Hogir, on sene içimizde kaldı ve binlerce gerillanın-

sivilin ölümünden sorumludur. Bu ve benzeri örnekler çoktur. O yüzden provokasyonlara karşı herzaman dikkatli

olunmalıdır.

Page 103: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

PATLAMA HÜKÜMETE DE MESAJDIR

Yine söylüyorum, bu saldırı eğer PKK kaynaklı değilse, devlet içinden kontra bir gücün, kontracı bir anlayışın ya

da devletin bilgisi dahilinde bir grubun işiyse bu iki durum da vahimdir. Genelkurmay ve hükümetin bilgisi dışında süreci

provoke etmek isteyen grupların işiyse bu, şu anlama gelir: Biz istediğimiz zaman süreci sabote edebiliriz, bu gücümüz

var. Burada verilen mesaj budur. Bu sadece bize değil, hükümete de bir mesajdır. “Bize rağmen hiçbir şey

yapamazsınız” mesajıdır. Ama devlet içerisindeki tüm birimler, insanlar bunlar gibidir diye düşünmek doğru değil, iyiniyetli

olanlar da var. Benim burada yaptığım görüşmeler oldukça anlamlı bir görüşmelerdi, anlamlı sonuçları olabilirdi, buna

inancım vardı. Bu görüşmeler sırasında hükümetten veya genelkurmaydan bağımsız bir şekilde böylesi bir eylemin

yapılması, “sizin yaptığınız görüşmeler fasa-fisodur. Bak, ben istediğim zaman sizin çalışmalarınızı engelleyebilirim,

sabote edebilirim, aldığınız kararları boşa çıkarabilirim” mesajıdır. Burada amaçlanan, bu görüşmeleri sabote etmek

olabilir.

HÜKÜMET SORUMLULUARI AÇIĞA ÇIKARMALI

Burada Hükümete, AKP'ye düşen görev, bu olayın üzerine kararlı bir şekilde gitmek ve sorumluları açığa

çıkartmaktır. Önümüzdeki dönemdeki gelişmeler, hükümetin bu konudaki iradesine bağlıdır. Bu kadar önemli

görüşmelerin olduğu bir aşamada Hakkari'deki bu patlamanın yaşanması düşündürücüdür. Bu patlama, cumhuriyet

tarihinin en önemli olaylarından biridir. Bu patlama devletten ve PKK'den kaynaklı olabileceği gibi başka devletlerden de

kaynaklanmış olabilir. İran gibi devletlerin parmağı da olabilir, isim vermek istemiyorum, herhangi bir devletin PKK

kılığıyla yaptığı bir eylem de olabilir. Hakkari konumu gereği, Hakkari'ye yakın bölgesel devletlerin, bölgesel güçlerin PKK

kılıfıyla bu tarz eylemlerine uygun bir coğrafyadır. Bu saldırı, bölgesel hatta uluslararası güçlerin de içinde olduğu bir

saldırı olabilir. AB ve ABD'nin bu mesele hakkındaki tutumları biliniyor.

BÖLGESEL KÜRESEL GÜÇLER DE OLABİLİR

Bölgesel-küresel kontrgerilla, iç-dış güçler, tekrar bazı sonuçlara ulaşabileceğimiz görüşmeleri sabote etme

amacıyla bu Hakkari olayını yapmış olabilirler. Bu bir oyundur. Eğer böyleyse Öcalan diyor ki “bu bir siyasi komplodur”.

Yine tekrarlıyorum, Öcalan bu konu hakkında şartlı, seçenekli düşünüyor. Devletin içinde, dışında, devletten kaynaklı bir

eylem olabilir, aynı şekilde PKK'den kaynaklı bir eylem olabilir ya da üçüncü bir olasılık olarak bölgesel-uluslararası

devletlerin PKK kılıfıyla gerçekleştirdikleri bir eylem olabilir. Çok önemli görüşmelerin yapıldığı bir süreçte böylesi bir

eylemin gerçekleştirilmesi üzerinde durulmalıdır. Hakkari'de 10 gerilla yaşamını yitirmiş. Eylemsizlik halinde olan gerilla

güçlerinin genelkurmay merkezli, merkezi bir koordinasyonla ağır teknik kullanılarak katledilmesi oldukça tehlikeli bir

işarettir. Genelkurmayın Hakkari'deki patlama sonrası da hemen jet hızıyla PKK'yi hedef göstermesi tesadüf olmuyor bu

durumda. Bu on gerilla olayının ayrıntılarıyla birlikte Hakkari'deki olay da başka bir anlam kazanıyor. İki olay da birbirine

yakın yerlerde olmuş sanırım. Durum biraz daha netleşiyor. Bu durumda bu iki olayı değerlendirdiğimizde Hakkari'ye

merkezi bir yönelim olduğundan bahsedilebilir. Hakkari hedef haline getiriliyor, pilot bölge olarak seçilmiş olabilir. Zaten

daha önce de referandum sonuçları sonrası hedef gösterilmişti.

HAKKARİ KUŞATMASI

Referandum sonrası bazı yetkililer, Hakkari'nin halledilmesi gerektiğinden bahsettiler. Hakkari halkının

referandumdaki bu onurlu duruşuna, yüzde 94'ler oranındaki boykotuna bir cevap olabilir bu saldırılar. Ben buna “Hakkari

Kuşatması” diyorum. Hakkari kuşatma altına alınıyor olabilir, alınmaya çalışılıyor olabilir.

OLAY MERKEZİ İSE ATEŞKES ANLAMSIZLAŞIR

Eğer bu iki olay merkeziyse, genelkurmay ve hükümet imha planında anlaşmışlarsa, imha kararı almışlarsa tek

taraflı eylemsizlik anlamsızdır. Bundan sonra belirleyici olan AKP'nin-Hükümetin bu olaylar karşısındaki tutumudur.

Hükümet, öyle “bitiririz, yok ederiz, tasfiye ederiz” der hedef gösterirse, o zaman geliştirmeye çalıştığımız bu demokratik

çözüm ve barış süreci fiilen ortadan kalkacaktır, bunun sorumlusu da Hükümet olacaktır. Ancak bu olaylar karşısında “biz

tasfiyeci çeteleri bertaraf ettik ya da bunlarla mücadele edeceğiz” denilirse, bu kararı verdiklerini görürsem, bu konuda bir

irade gösterilirse süreç geliştirilebilir. Ben burada Sayın Başbakan'a da haksızlık etmek istemiyorum. Sayın Başbakan

konusunda hassasım. Bu konuda kesin yargıyla konuşmak istemiyorum. Başbakan hakkında kesin bir yargıda bulunmak

istemiyorum. Ancak Kürt sorununu gerçekten çözmek istiyorsa bu türden olayların-provokasyonların peşini

bırakmamalıdır. Hakkari olayının hemen sıcaklığında hedef gösterici yaklaşımlardan kaçınmalıdır. Herkes bu konularda

hassas ve temkinli olmalıdır. Başbakan yaptığı açıklamada, Demirtaş'ın Hakkari olayı sonrası açıklamalarını talihsiz

açıklamalar olarak değerlendirdi. Ben de buradan Sayın Başbakan'ın açıklamalarını talihsiz açıklamalar olarak

değerlendiriyorum. Böyle alel acele açıklamalar doğru değil, olayın araştırılıp, aydınlatılması gerekir. Bu patlama

cumhuriyet tarihinin en önemli olaylarından biridir, aydınlatılması gerekiyor. Bu patlama, kesin oyundur. Ben demokratik

çözüm ve barıştan yanayım, ölümlerin olmasını istemiyorum. Ben ölümlerin durmasından yanayım.

ORDU HÜKÜMET ANLAŞMIŞ DA OLABİLİR

Referandumda “evet”in kazandırılmasını da farklı değerlendirdik burada. Hükümetin orduyla anlaşmış

olabileceği ihtimalinden bahsetmiştim. Referandumda “Evet”in kazanmasıyla AKP iktidarının önü açılacak, güçlenecek

bunun karşılığında da ordu, AKP'den askeri anlamda önünün açılmasını ya da bir serbesti almış olabilir demiştik. “Evet”e

Page 104: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

yol vermekle Hükümetin önü açılacak ve bunun karşılığında genelkurmayın da askeri anlamda önü açılacak. Bu son

olaylar da bu tezimizi, bu ihtimali güçlendirir durumda. Bu durum ta 2007'deki Dolmabahçe görüşmelerine dayanıyor ve

son olarak da son YAŞ toplantısında bu konuda hükümet ile ordu arasında bir anlaşma ihtimalini de düşünüyorum.

Hükümet kendi iktidarının önünün açılması karşılığında genelkurmaya belli tavizler vermiş olabilir. Işık Koşaner dönemi

bu yönüyle tam bir uzlaşmanın sağlandığı bir dönem de olabilir. Eğer Erdoğan, bu son olayların üzerine gidip

aydınlatmaya çalışmazsa, bunların üzerine gitmezse; “1925'ten itibaren İsmet İnönü Kürtler için neyi ifade ediyorsa

günümüzde de Erdoğan Kürtler için aynı şeyi ifade ediyor” diyeceğim. Hakkari'deki bu iki olayı yan yana getirdiğimizde

halkımızın büyük tehlikelerle, soykırım tehdidiyle karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Hakkari bir nevi Dersim gibi

kuşatma tehdidindedir, belki oradaki gibi katliam olmaz, amaç topyekün bir yönelim olabilir. Buna karşı KCK ve halkımız

özsavunmalarını almalıdırlar. Ben daha önce bu konuda “devrimci halk savaşı”ndan bahsetmiştim. Ancak yine diyorum,

kendi kararlarını kendileri bu konularda alırlar.

BEŞİNCİ DARBE GİRİŞİMİDİR YAŞANILAN

Bu saldırılar yine belirtiyorum devlet içinde denetim dışı bazı çetelerin, grupların işi de olabilir. Bu denetim dışı

kontra çetelerinin tamamen genelkurmayın denetiminden çıktığı dönem Karadayı dönemidir. Karadayı dönemiyle birlikte

genelkurmay bu çetelere hakim olamadı. Karadayı döneminde bu konuda bir kırılma yaşandı. O dönemki bazı

gelişmelerle bu tezimi güçlendiriyorum. Yine hatırlanırsa Kıvrıkoğlu dönemi de böyleydi. Kıvrıkoğlu'na Kıbrıs'ta suikast

girişimi olmuştu. Bu suikast girişimi de bu kontra çetelerin artık denetlenemez duruma geldiğinin bir göstergesi, işaretiydi.

Bu gelişmeler aynı zamanda Kürt sorunun çözümünü geciktiren ve zorlayan gelişmelerdi. Demokratik çözüm ve barışa

her yaklaştığımızda böylesi çeteler devreye girerek süreci sabote ettiler. '98 ateşkesi süreci biliniyor, o dönem

geliştirdiğimiz ateşkes sabote edildi. Sayın Özal döneminde de barış girişimlerimiz bu çeteler tarafından sabote edildi ve

tarihi bir fırsatı kaçırdık. Sonra Erbakan dönemindeki çabalarımız boşa çıkarıldı. O dönemde Türkiye açısından tarihi bir

fırsat kaçırılmış oldu. Yine Ecevit döneminin barışı da benzer komplolarla boşa çıkarıldı. Ecevit barışı da böylece heba

oldu. Bu dört darbenin ardından bugün yaşadığımız beşinci darbe sürecidir. Son geliştirilen bu eylemsizlik sürecine karşı

beşinci darbe girişimi sözkonusudur. Hakkari'deki olaylar bu şekilde değerlendirilmelidir. Bu olaylarla özellikle bu

patlamayla gerçekleştirilmek istenen, benimle görüşen ekibin devlet katındaki tasfiyesi de olabilir. Burada hedef sadece

ben değilim, benimle görüşen ekibin de tasfiyesi amaçlanmış olabilir. Yani burada yaptığımız görüşmeler engellenip, biz

devre dışı bırakılmak isteniyor olabiliriz, amaçlanan bu olabilir.

PATLAMA İLE BURADAKİ GÖRÜŞMELER DİNAMİTLENDİ

Yapılan bu son patlamayla buradaki görüşmeler dinamitlendi, bombalandı. Bu görüşmeler oldukça verimli

geçiyordu, umutluydum. Türkiye'de ne zaman bu konularda olumlu gelişmeler olsa, böylesi provokatif bir eylemle bu

gelişmeler sabote ediliyor. Hatırlıyorum İlker Başbuğ'un meşhur 14 Nisan 2009 tarihli konuşması vardı. Başbuğ 14 Nisan

2009 tarihli konuşmasında olumlu ifadeler kullanmıştı ancak bu konuşmanın yapıldığı tarihlerde yine böylesi bir sabote

eylemi olmuştu ve havayı tersine çevirmişti. Burada asıl hedefleri, yapılan ve yapılacak olan görüşmelerdir, bu

görüşmelerde ulaşacağımız sonuçlardır. Yoksa belirtildiği gibi asıl hedef sadece BDP ile yapılacak görüşme değildir.

Bütün bu tehditlere karşı herkes savunmasını almalıdır. Süreç her an sabote edilebilir. Bu süreci sabote etmek isteyen

güçlerin eli çok uzun da olabilir, sanıldığının aksine güçlü de olabilirler. Süreci sabote etmek isteyen bu güç burada bana

bile ulaşabilir, bilmiyorum, belki bu kadar güçlü de değiller. Ancak herşey ihtimal dahilindedir. Bana burada ulaşıp beni

imha da edebilirler, o yüzden, herkes uyanık olmak zorundadır.

KCK SİSTEMİNİ UYGULAR

KCK de kendi çatısı altında nasıl bir sistem öngörüyorsa onu uygular. İşte demokratik özerklik konusunda

savunmamda da belirttiğim gibi altı boyut var. Kendi sistemlerini kendi çatısı altında uygulayacakları toplumsal sistemi

ilan edeceklerini belirtiyorlar. Kendilerini nasıl yöneteceklerine nasıl savunacaklarına artık kendileri karar verirler ve bunu

uygulayıp sorumluluğu kendileri üstlenirler, ben bu konulara karışmayacağım, bu konularda görüş bildirecek durumda da

değilim. Zaten burada sürekli olmayacağım, bir gün öleceğim, herkesin bunu gözönünde bulundurması gerekir. 20 yıldır

her şeyi sırtıma yüklemişler, her şeyi benden bekliyorlar, herşeyi benim üzerimden geliştirmeye çalışıyorlar, bana

yaslanmışlar, hala da hem devlet hem PKK benden bir şeyler bekliyor. Ben burada, bu koşullarda ne yapabilirim? Bu

konuda insaflı olunmalıdır. Rica ediyorum herşeyi benden beklemesinler. Dolayısıyla kendi kararlarını kendileri

verecekler. İşte DTK, BDP, Belediyeler Birliği, Sivil Toplum Örgütleri kendileri hakkında kararlarını kendileri verecekler ve

uygulayacaklar. Gece gündüz çalışacaklar, iş yapmaya odaklansınlar, az konuşup çok iş yapmalılar. Aksi taktirde onları

çok sert eleştireceğim. Belediyeler birliği de yasallık içerisinde birliklerini geliştirip organizeli, bütünlüklü çalışmaları

geliştirebilirler. İşte 99 belediye başkanından bahsediliyor. Bu belediye başkanları, birliklerini geliştirecek, yasal zeminde

demokratik halkçı belediyecilik anlayışını geliştirip yaygınlaştırmadırlar.

KÜRTLER UZLAŞSINLAR YOKSA ZARARLI ÇIKARLAR

Bölgedeki sanayici, işadamlarına, tüccarlara da seslenmek istiyorum. AKP'li Kürtlere de seslenmek istiyorum.

BDP'li Kürtlerle, diğer kesimlerdeki Kürtlerle biraraya gelip tartışsınlar, birbirleriyle uzlaşsınlar, hatta sadece AKP'li

Kürtlere değil, diğer kesimlerdeki bütün Kürtlere sesleniyorum. Biraraya gelip tartışın, uzlaşın ve ortak çıkarlarınızı

Page 105: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

koruyun. Aksi taktirde bu ilişkisizlik, diyalogsuzluk ortamında karşılıklı birbirinizin provokasyonuna gelip, birbirinizin

ekonomik çıkarlarına, ailelerinize, çoluk çocuğunuza zarar verirsiniz. Özsavunmaları için bu gereklidir. İki taraftan da

karşılıklı provokasyonların önüne geçmek için bir araya gelip diyalog kurup uzlaşmayı esas almalıdırlar. Aksi taktirde

üzerlerinde oynanan her türlü oyunun karşılıklı olarak kurbanı olurlar. Diyarbakır buna en iyi örnektir. Diyarbakır'ın

yapısını biliyorum, bu tür provokasyonlara müsait bir zemini vardır.

DTK STÖ’LERİ TEMSİL ETMELİ

DTK ise kendi bağrında sivil toplum örgütlerini temsil etmelidir. Sivil toplum örgütlerinin kendilerini bağrında

ifade edebildikleri bir platform haline getirilmelidir. Bölgedeki bütün sivil toplum örgütlerinin DTK içerisinde kendilerini

rahatça ifade ettiği bir birlik kurulmalıdır. Sivil toplum örgütleri kendilerini DTK'da ifade edebilmelidir. Gereksiz

tartışmalardan kaçınıp bu konuda bir çabanın sahibi olmalıdırlar. Yine belediyeler kendi birliklerini sağlamlaştırmalıdır,

geliştirmelidir. KCK de kendi sistemini kendisi kurmalıdır. KCK, DTK, BDP ve Belediyeler dışında kalan alanı örgütler.

Birbirleriyle değişik alanlarda karşılaşabilirler ancak hepsi kendini ayrı örgütler. KCK, bu son gelişmelerin, bu son

saldırıların üzerinde ciddiyetle durmalıdır. “Devrimci halk savaşı” tarzında örgütlenmeden bahsetmiştim. Yine bunu

yaparken Türkiye demokrasi ve devrimci güçleriyle ittifakı her zaman esas alınabilir. Böylece hem Kürdistan hem de

Türkiye'de bir bu tarzda bir mücadele hattı örülür. PKK için de daha önce '98'lerde de belirtmiştim, o dönemki gerillacılık

anlayışını eleştirmiştim, böyle gerillacılık yapılacaksa ben bu tarz gerillacılığı kabul etmiyorum demiştim. Bugün için de

PKK'ye söyleyeceğim aynıdır. Gerillacılık yapılacaksa doğru bir tarzda yapılmalıdır, aksi taktirde ben ağır eleştireceğim.

Gerilla birlikleri de gerekirse KCK'nin anlayışını eleştirebilir, dinlemeyebilir, kendi doğru tarzlarını geliştirebilirler.

ÇOCUKLAR SOYKIRIMA MARUZ BIRAKILIYOR

Soykırım tehdidinden bahsetmiştim. Şimdi de bu imamlar ve yeni öğretmen atamaları dikkatimi çekiyor. Bu

konulara kafa yoruyorum. Radyoda dinledim. Erdoğan, okulları boykot kararına ilişkin BDP'nin çocukları istismar ettiğini

belirtiyor. Ben BDP'nin bu boykot kararına ilişkin olarak çocukları okula göndersinler veya göndermesinler demiyorum.

Ama Başbakanın bu konudaki konuşması üzerinde duruyorum. Başbakan boykotu çocuk istismarı olarak değerlendiriyor

ve bunu, çocuk istismarını da yeni anayasa paketindeki çocuk hakları düzenlemesine dayandırıyor. Milli Eğitim Bakanı

Nimet Çubukçu da BDP'nin anayasal suç işlediğini belirtiyor. Ben Başbakan'ın çocuk istismarına ilişkin bu açıklamasını

ilk dinlediğimde “yeni anayasa düzenlemesine göre BDP çocuk istismarı yapıyor” dediğinde başımdan aşağı adeta

kaynar sular boşaldı. Anayasal değişiklikteki çocuklarla ilgili bu maddenin de hangi amaçla düzenlendiği böylece ortaya

çıktı. Hemen ilk fırsatta bu maddeye atıf yaparak çocuk istismarından bahsettiler. Çocuklar hakkındaki bu anayasal

düzenlemeyle amaçlanan kültürel soykırımdır. Çocuklarımızın kendi anadilinde eğitim alamaması kültürel bir soykırımdır.

Bunun bir hak değil de, istismar olarak yorumlanması kültürel soykırım amacını gösteriyor. Anayasadaki bu düzenleme

kültürel soykırıma hizmet amaçlı kullanılıyor! Burada çocuk istismarı yoktur, tersine en temel insani bir hakkın talep

edilmesi sözkonusudur. Daha önce kadınlar-analar konusunda da değinmiştim, tavuk meselesini örnek vermiştim.

Çocuklarımız kendi dillerinden koparılıp kültürel soykırıma tabi tutulacaksa, çocuklarımızı devletin elinden çekip

almalıyız, o zaman devletin elinden çekip alsınlar. Biz bu kültürel soykırıma izin vermeyeceğiz desinler. Gerekirse okulları

tamamen boykot edip kendi eğitimlerini kendileri sağlasınlar. Hatta evler, her ev birer okul haline getirilmeli, evlerde dil

eğitimleri sağlanmalıdır. Selahattin Demirtaş, bu konuda bir açıklama yaptı. “Ben de çocuğumu okula göndermeyeceğim”

dedi. Benim de kendisine bu konuda bir önerim olacak. Bu okula göndermemeyle birlikte çocuklarının dil eğitimini

devletten beklemeden bir özel Türkçe öğretmeni bir de özel Kürtçe öğretmeni tutup, çocuklarına dillerini bu yöntemle

öğretebilirler. Bunu gerçekleştirerek kamuoyuna deklare edebilirler. Bu benim bir önerimdir. Bu anadilde eğitim

konusunda Birleşmiş Milletler, AİHM ayağa kaldırılmalıdır. Başvurular ve davalar açılmalıdır. “Çocuklarımız kültürel

soykırıma tabi tutuluyor, anadilde eğitimlerini göremiyorlar” gerekçesiyle bu konularda BM'ye, AİHM'e binlerce başvuru

yapılmalı, davalar açılmalıdır. Haklarını her düzeyde savunmalıdırlar. Türkiye'nin Kürt çocuklarına uyguladığı politikalar

BM Çocuk Hakları Sözleşmelerine de aykırıdır. Bu sözleşmelerde buna ilişkin düzenlemeler var, kültürel soykırım tanımı

var. Bu konuda bütün dünya ayağa kaldırılmalıdır. Yine Avrupa'daki halkımız da dil konusunda duyarlı olmalıdır. Aksi

taktirde Kürt çocuklarının durumu Ermeni çocuklarından daha kötü olacaktır. Kürt çocuklarının okuduğu okullar çok daha

asimile edici, tahrip edici olacaktır.

HİZBULLAH’IN YERİNİ DİYANET ALMIŞTIR

Bu son saldırıların yanında iki imamın öldürülmesi gibi cinayetler de yaşanıyor. Bu konulara dikkat edilmelidir.

Din konusunda da şunları belirtebilirim. Geçmişte Hizbullah ile fiziki soykırım, bugünkü manevi soykırım Diyanet imamları

aracılığıyla yapılmaktadır. Hizbullah'ın yerini bugün Diyanet almıştır. Bugün yaptıkları manevi-dini soykırımdır. Halkımız

bugün faşist-devletçi propaganda yapan imamlara rağbet etmemelidir, bunlar öldürülsün demiyorum, bunu doğru da

bulmuyorum ama bu tür imamlardan uzaklaşmalıdır, onları yalnız bırakmalıdır. Bu imamları boykot etmelidir. Demokratik

islam temelinde kendi mescitlerini, camilerini kendileri yapmalı ve ibadetlerini, dini vecibelerini buralarda

gerçekleştirmelidir. Hizbullah, eskiden enselerine sıktığı tek kurşunla yurtsever insanları katlediyordu. Bu fiziki bir

soykırımdı. Ancak bugün Diyanet imamları aracılığıyla yapılan dini-manevi soykırım, bu Hizbullah'ın fiziki soykırımından

daha tehlikelidir. Ben, sahte imamların verdikleri hutbeleri çok iyi biliyorum. Bu hutbeler faşist zihniyetle verilen ve manevi

Page 106: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

soykırımı amaçlayan hutbelerdir. Bunun ne islamla ne de insanlıkla alakası vardır. O yüzden dini bütün halkımız

demokratik islami zihniyetle gerekirse parasını kendileri karşılayarak ibadetlerini mahallelerde kuracakları mescitlerle-

camilerle gerçekleştirebilirler, dini bütünlüklerini böyle korurlar. Bu tarz manevi-dini soykırım yapan camilere de gitmezler,

ibadetlerini bu tür yerlerde yapmazlar, buraları boykot ederler. Yine aleviler de aynı şekilde manevi-soykırımcı sisteme

hizmet eden cemevleri yerine kendilerini ifade eden cemevlerini inşa ederek ibadetlerini buralarda yaparlar. Halkımızı da

bu konularda uyarıyorum, uyanık olmaya çağırıyorum, manevi soykırıma dikkat çekiyorum.

İRAN’LA ÇÖZÜM KANALLARI İŞLETİLMELİ

İran'a ilişkin son dönemlerde çatışmalar yaşanmıyorsa, bir çatışmasızlık ortamı varsa, İran'la sorunlarını

demokratik temelde çözmek esas alınabilir, barışçıl bir çözüm esas alınabilir, çatışmasızlık durumu devam ettirilebilir.

Yine Suriye için de aynı şeyleri, İran'a önerdiğim şeyleri öneriyorum, burada da sorunun çözümü için demokratik kanallar

zorlanabilir. AİHM'deki ana davamıza ilişkin mahkeme savunma yapmamız için 30 Ekim'e kadar ek süre vermiş. süreyi

31 Aralık'a uzatmamız iyi olurdu. Hukukta geçmişe yönelik hakların korunması var. Benim geçmişte kazandığım haklarım

korunmalıdır. Benim burada kazanılmış haklarım önemli. İşte soykırımdan bahsettim, bu davamla da amaçlanan hukuki

haklarımın elimden alınması, hukuki soykırımdır. Ben bunu hukuki soykırım olarak değerlendiriyorum.

ÖZDEMİR AİLESİNE SELAMLARIMI GÖNDERİYORUM

Cezaevlerindeki arkadaşlara da ayrım yapmaksızın hepsine selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum. Gereksiz

yere birbirleriyle didişeceklerine, tartışacaklarına bütün güçlerini, birikimlerini demokratik özerkliğe yani dışarıya kanalize

etmeye, oraya güç vermeye seferber etmeliler. Aksi taktirde hepsini sert bir şekilde eleştireceğim. Ciddi olsunlar,

lafazanlık yapmasınlar, sorumlulukla davranmalılar. Bu son olayda hayatını kaybeden ailelere ve halkımıza başsağlığı

diliyorum. Öncelikle referandumda gösterdiği iradeden dolayı halkımıza selamlarımı gönderiyorum, özellikle Hakkari

halkına gösterdiği onurlu duruştan dolayı özel selam ve sevgilerimi gönderiyorum, onları tebrik ediyorum, yanlarında

olduğumu bilmelerini istiyorum.Yine belirtiyorum. Herkes bu son gelişmeler karşısında tutumunu netleştirmelidir. Bu son

Hakkari olayı PKK içinden dışından, devlet içinden dışından ya da bölgesel ve uluslararası güçlerin işi olabilir. Mutlaka

açıklığa kavuşturulmalıdır. Herkes bu konuda uyanık olmalı, kendi tedbirlerini almalıdır. Ben bu özsavunma konusunda

buradan nasıl hareket edeceklerini belirleyemem, kendilerini bu konuda tedbirlerini alıp hayata geçirmeliler. Taşlıçay,

Diyadin, Tutak, Iğdır, bir bütün olarak Kuzey Serhat halkına, Batman'daki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Yine

çocuklarla ilgili annelere yaptığım eleştiriler iyi anlaşılmalıdır. Ben çocukları çok sevdiğim için analara bu eleştirileri

yapıyorum. Batman'da Salih Özdemir'in ailesine selamlarımı iletiyorum. Birbirleriyle sıkı ilişkiler içine girsinler, “kardeşi

kardeşe düşürme, aralarında bölünme yaratma” oyunlarına gelmesinler, kendi içlerinde bir araya gelip, tartışsınlar,

birbirleriyle dayanışma içinde olsunlar. Bu şekilde yaparlarsa kendileri üzerinde hesaplanan oyunları, provokasyonları

boşa çıkarabilirler.

Görüşme Notları:

İki protokol hazırlanıp Meclis’e sunulmalı

Öcalan, “Buradaki görüşmelerin sonucunu karşılıklı üzerinde uzlaşılacak iki protokol şeklinde ele alıyorum. Biri

güvenlik boyutu-protokolü, diğeri de demokratik haklar ve anayasa boyutu-protokolü. Bu protokoller seçimlerden sonra

oluşacak parlamentoya sunulabilir” dedi. Öcalan Hakkari’deki sivillere yönelik saldırının ise Ankara merkezli bir karar

olabileceğini söyledi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede demokratik siyasete

değinen Öcalan, şu görüşleri dile getirdi: “Demokratik siyaset önemlidir, bu meseleler siyasal alanda çözüme kavuşur.

Hem siyaseti yapamıyorlar hem de bırakamıyorlar. Dürüstler, birikimliler ama birikimlerini harekete geçiremiyorlar.

Tarzları ve tempoları yetersizdir. İyi niyetliler ama Ahmet Türk’e dönük yumruk olayını bile tam çözemediler, basite

aldılar. Daha kötüsü de olabilirdi, öldürücü bir darbe de vurabilirlerdi, tehlikenin farkında değiller.”

DIŞ SEFERLER NEYİN NESİ?

Buradaki görüşmelere çok ilgi var deniliyor, benden çok beklenti olduğu belirtiliyor. Gördüğünüz gibi işler geldi

bana düğümlendi. Ben böyle olacağını aslında çok önceden söylemiştim. Ben ‘99’da durumumu “çarmıhtaki adam”

olarak değerlendirmiştim. Aslında bu hala devam ediyor. Buna rağmen büyük bir çaba içerisindeyim. Dünyada en az

Page 107: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

bilgilendirilen kişi benim ama en küçük bir bilgi kırıntısıyla en detayına kadar yorumlayabiliyorum. Zor koşullardayım ama

hala ilk günkü gibi canlıyım, diriyim, sorumluluğumun farkındayım, bu nedenle öyle çok şikayetçi de değilim. Başbakan

ne yapmaya çalışıyor? Bu kadar dış seferler neyin nesi? Dışarıda ne var, sorun ancak burada çözülür.

HAKKARİ'DEKİ SALDIRI ANKARA MERKEZLİ OLABİLİR

Hakkari’deki olay üzerinde durmak istiyorum, bu olay çok önemli. Kürt siyasetçileri yeteri kadar

değerlendiremiyorlar, kişilikleriyle bir sorunum yok, bırakıp gidenlere bir şey demiyorum fakat tarzları, tempoları çok

yetersiz. Bu Hakkari olayını da tam anlayamadılar, yorumlayamadılar. Ben zaman olsa sabahtan akşama kadar bir

olaydan hareket ederek Türkiye’de ne olup bittiğini, kimin ne yapmak istediğini rahatlıkla anlatabilirim. Şimdi Hakkari

olayına geleyim. Hakkari’deki imamın öldürülüşüne karşılık bir olay olabilir. O dokuz köylünün öldürülüşü bununla

bağlantılı olabilir. BDP’liler, siyaset yapanlar bunu nasıl anlamıyor? Dünyada en az bilgilendirilen kişi benim, ben en ufak

bir bilgi kırıntısıyla yola çıkarak olayın en ince detayına kadar anlamaya çalışırım. Bu olayla deniliyor ki “sen benden bir

kişi öldürürsen ben senden yirmi kişiyi öldürürüm” diyor. İşte 1700 Kürt siyasetçinin tutuklanması da bir cemaat

operasyonudur. Bu merkezi bir karar olabilir.

YEŞİL TÜRKÇÜ FAŞİZM ÖRGÜTLENDİ

Daha önce de değinmiştim, 75 yıl Beyaz Türk Faşizmi egemendi şimdi ise Yeşil Türkçü Faşizm her yönüyle

örgütlenmiştir. Bunun içinde ABD’si de Irak’ı da var. Bir ucu okyanus ötesindedir, bir ucu Kürdistan’da Güneydedir. Ben

buna “yeni hegemonya” diyorum. AKP, evrensel Yahudilik ile İsrail Siyonizmi arasındaki çelişki ve çatışmalardan ustaca

yararlanıyor. Sırtını evrensel Yahudiliğe dayayarak İsrail Siyonizmine karşı çıkıyor! Eğer sırtını evrensel Yahudiliğe

dayamazsa bu karşı çıkışı yapamazdı, bu gücü kendisinde bulamazdı. AKP, bir tarafta ABD ve İngiltere bir taraftan da

evrensel Yahudilikle cemaatin gücünü arkasına alıyor. AKP, bu uluslar arası hegemonyanın politikalarının yürütücüsüdür.

Cumhuriyetin kuruluşundan önce Osmanlı döneminde İstanbul’da bir Yahudi sermaye gücü vardı, Osmanlı yönetimi-

iktidarı üzerinde etkisi güçlüydü. Hatta Kırım’da olduğu gibi bazı Türk devletlerinin kuruluşunda etkili olmuşlardır -İlginçtir

takip ettim Davutoğlu kızını bir Kırım Türkü’ne vermiş- Bunlar Cumhuriyetle birlikte bu gücünü artırarak devam ettirdi.

Mustafa Kemal’in durumu ilginçtir, aslında Çankaya’da hapiste gibiydi. İktidar ve yönetim gücü İnönü ve Fevzi

Çakmak’taydı. Fevzi Çakmak’ın Yahudi kökenli olduğu ispatlandı.

‘YENİ HEGEMONYA ERGENEKON’DAN DAHA TEHLİKELİ’

İşte biliniyor, Yahudi işadamı Üzeyir Garih vardı. Fevzi Çakmak’ın mezarını sık sık ziyaret ettiği söyleniyordu. O

da enteresan bir şekilde öldürüldü. Bu güç daha önce Mustafa Kemal’in kurduğu Serbest Fırka’yı da kapattırmıştı. Hatta

bazıları Mustafa Kemal’in 2.Dünya savaşının hemen öncesinde ölümünü de kuşkulu olarak değerlendiriyor, tıpkı Ecevit’in

ABD’nin Irak mücadelesinden hemen önce etkisizleştirilmesi gibi. Mustafa Kemal o kadar kuşatılmıştı ki en yakınlarından

bile bilgi alamıyordu. Şimdi ortaya çıkmış; Mustafa Kemal, İnönü öldü zannederek çocuklarına miras bırakmıştı! O kadar

kuşatılmıştı yani. Bütün bunların altında İngilizler var. İngiltere ve ABD Yahudi sermayesiyle birlikte uluslar arası alanda

egemen güç oldular. AKP bunlara dayanıyor, bu temelde yeni hegemonyasını kuruyor. Yeni hegemonya Ergenekon’dan

daha tehlikelidir.

‘CAMİNİ, CEMEVİNİ AYIRACAKSIN’

Ergenekon biliniyor, emir-komuta içerisinde bir hiyerarşik işleyişi var, işte o Hizbullah falan iki kutuba ayrılmıştı,

Menzil ve diğeri. Eline silah verilmişti, gidip adam öldürüp geliyordu. Burada ise öyle değil, her yönüyle fethediyor,

katliam yapıyor, imamları da o amaçla kullanıyorlar. Bunların öyle dine inandıkları da yok, onlar için din bir maskedir, dini

kendi hegemonyaları için kullanıyorlar. O zaman böyle imamları yalnızlaştıracaksın, böyle imamların camiine

gitmeyeceksin, kendi camiini kuracaksın.

Bu yeni hegemonya cami üzerinden mi gelişiyor, sen de camini ve cemevini ayıracaksın. İbadetini kendi dilinden

yapacaksın. İslamiyetin esaslarını Kürtçe anlatacaksın, halkın dini ihtiyacını kendi diliyle gidereceksin. Ben onun için

diyorum mücadeleyi yürüten siyasetçiler bu olayı bile anlamıyorlar yeterince.

İşte PKK diyor “kesin kesin benim dokuz köylünün öldürülmesi olayıyla bir ilgim yok”. Başbakan bu olayı neden

araştırmıyor? Ben yıllardır, Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulsun diyorum. Bir an önce kurulmalı ve gidip araştırarak,

bu olayı açığa çıkarmalı. PKK kesin yapmadım diyor, o zaman hükümet bunu araştırıp açığa çıkarmalıdır.

‘ORDU YAPTI HABERİM YOK DEMEK’ ALDATMACADIR

Başbakan bir gazeteciye 9 gerillaya ilişkin operasyon hakkında bilgisinin olmadığını, referandum öncesi

kendisine karşı yapılmış bir operasyon olduğunu söylemiş. Ne kadar doğru acaba! Ben gelişmeleri dikkatle izliyorum.

Öyle başkası yaptı, ordu yaptı, benim haberim yok demekle kurtulamaz. Doğrudur daha önce AKP ile ordu arasında bir

çelişki ve çatışma vardı ama Büyükanıt döneminde uzlaşma süreci başladı, Başbuğ ile sürdü, son YAŞ toplantılarıyla

birlikte AKP ordu ile tam bir uzlaşma içindedir. Bu yüzden öyle “ordu yaptı haberim yok” demek tam bir aldatmacadır.

‘BİZ BÜTÜNLÜK İÇİNDE ÇÖZÜM ARIYORUZ’

Biz Türkiye’nin bütünlüğü içinde soruna çözüm arıyoruz, öyle bölücü falan değiliz. Kardeşlik anlayışımız, b irlik

anlayışımız stratejiktir. Bu topraklar üzerindeki medeniyetler bizim katkılarımızla inşa edilmiştir, atalarımızın bunda çok

emeği var. Biliniyor Kürtlerin ilk proto tipleri Hurilerdir. İşte Gutiler, Mitaniler, Medler, bunlar bizim atalarımız. Biz bu

Page 108: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

yüzden ayrılıkçı olamayız. Ben Anadolu ve Mezopotamya’da iktidar yapılanmalarını uzun uzun ve derinliğine inceledim

ve şu sonuca vardım: Anadolu ve Mezopotamya’daki iktidar diyalektiği bir arada yaşama ilkesine göre oluşmuştur. Hitit

uygarlığıyla Mezopotamya uygarlığı her zaman birbirini desteklemiştir. Devlet ve iktidar ilişkilerinde biri olmadan diğeri

başarılı olamamıştır. Onun için ben dedim ki siz Orta Asya’ya geldiğiniz yere bile gitseniz biz buradayız. Bizim

atalarımızın bu uygarlıkların oluşumunda emeği var, katkısı var, dört bin yıllık tarihi var. Biz bu emeğe ve bu tarihe sahip

çıkıyoruz. Burada bu kadar birikmiş emeği bırakmayız, bırakmayacağız. Bu konuda ilginç bir şey okumuştum, çok ilginçti,

aslında biraz bugüne benziyordu. Elbistanlı Kürt köylüsü ile bir Kayserili tüccar arasında bir diyalog var. Kayserili tüccar

Kürt köylüsüne “biz ortağız” diyor. Kürt köylüsü de Kayserili tüccara; “sen benim malımı aldın gasp ettin payımı

vermiyorsun, bu nasıl ortaklık” diyor. Ne kadar ilginç değil mi bu güne çok benziyor. Şimdi de devletin başında Kayserili

var.

‘İKİ BOYUTLU PROTOKOL OLUŞTURULMALI’

Bu konuda iki esastan bahsedeceğim. Yapılan görüşmelerin sonucunu karşılıklı üzerinde uzlaşılacak iki protokol

şeklinde ele alıyorum. Biri güvenlik boyutu-protokolü, diğeri de demokratik haklar ve anayasa boyutu-protokolü. Bunun

içinde yasal zemindeki durum var. Bu şekilde protokollerin, seçimlerden sonra oluşacak parlamentoya sunulabilir. İki

komisyon oluşturulabilir: biri Anayasa Hazırlık Komisyonu olabilir, şimdi mecliste bulunan komisyonu kast etmiyorum.

Onun rolü ve görevi ayrıdır. Bahsettiğim komisyonu yeni anayasa ile ilgili tartışmalardan sonra çıkacak sonuca göre

oluşan taslağı seçimden sonra oluşacak yeni parlamentoya sunulabilir.

İkincisi ise Hakikatleri araştırma komisyonu olabilir. Bu komisyon ise işte bu Hakkari gibi bütün faili meçhul

olayları, Ergenekon’u araştıracak, inceleyecek sorumlularını ortaya çıkarabilir. Süreç böyle işleyebilir. Önümüzde sekiz

ay var. Bu sekiz ayı heba etmeyelim.

Geçen gün Günlük’te gördüm, Katalan Anayasası’na ilişkin bir çalışma vardı. Bunun gibi çalışmaları örnek

alabilirler. Şimdiden Kürtler kendi anayasa önerilerini hazırlayabilirler, bunun için gecelerini gündüzlerine katarak

çalışabilirler, komisyonlarını kurabilirler, kendi anayasa taslaklarını oluşturabilirler. Bu konuda güçlü bir hazırlık olmalı.

‘CHP İLE GÖRÜŞÜLMELİ, DEVLET AKP’DEN İBARET DEĞİLDİR’

Bu çerçevede CHP ile görüşülebilir. Kılıçdaroğlu’nun “seçimi beklemeden yeni anayasa yapalım” yaklaşımını

anlamlı gördüm. Gelişecek süreç, bir devlet projesidir sadece Hükümetin değildir. Önümüzdeki sekiz ay çok önemlidir.

“AKP dışında bir alternatif de yok” diyenlere geliyorum. Bir süredir CHP’yi izliyorum. Baykal etkisi hala var ancak

Kılıçdaroğlu’yla birlikte CHP’de bir değişim işaretleri de var, bu gerçekleşir mi bilemiyorum. Bu nedenle CHP ile

görüşülmeli. Türkiye-Devlet AKP’den ibaret değildir. Evet AKP devlette örgütlenmiş ama devletin tamamı AKP değildir.

Burada yapılan görüşmeler devlet adınadır. Kimsenin korkmasına gerek yok, bu bir devlet projesidir.

‘ŞU AN GEÇİŞ SÜRECİ YAŞIYORUZ’

Şu an bir geçiş süreci yaşıyoruz. Ben demokratik özerkliği Kürtlerin özgürlük alanı olarak ele alıyorum.

Demokratik özerklik daha önce de belirttiğim gibi etnisiteye ve coğrafi sınırlara dayanmaz. Bu bir özyönetimini

oluşturmadır. Demokratik Özerklikle Kürtler kendi demokratik özyönetimlerini inşa edecekler. Bu bir savaş ilanı falan da

değildir, demokratik bir inşa, demokratik örgütlenme faaliyetidir. Bu her alanda yaygınlaştırılır, spor kulüplerinden tutalım

kooperatiflere kadar, toplumun her alanı örgütlenir.

‘DİYARBAKIR GERÇEK BİR KALE HALİNE GETİRİLMELİ’

Daha önce ve Özgürlük Sosyolojisi kitabımda altı ilke-boyut demiştim. DTK, bu konularda çok çaba sarf edebilir.

Hatta, Kürtler gece gündüz bu konuları tartışmalıdırlar demiştim. DTK tüm farklı kesimlerin, sivil toplum örgütlerinin bir

platformu, konfederasyonu gibidir. Bütün illerde icra kurulları, temsilcilikleri vardır.

Özgürlük Sosyolojisi’nde bunları detaylı açtım. Bunlar iyi algılanmalıdır. Diyarbakır’da daha önce söylemiştim,

Kent Konseyi oluşturulabilir. Kürtler Diyarbakır’ı adeta ilmek ilmek örmelidirler, gerçek bir kale haline getirmelidirler.

Mesela anadilde eğitimi devlet kabul etmiyor, o zaman ne yapılabilir? Kürtler de her mahallede Kürtçe eğitim

birimlerini oluştururlar. Bunu yaparlarsa sonra yasal boyut da gelir. Tehlike, örgütlü olmayan Kürtleri de kapsıyor, biz

olmazsak devlet onları da ezer geçerler, tehlike bütün Kürtler içindir. Ben tehlike büyüktür derken paniğe de kapılmamak

gerekir aksine daha da cesur olunmalıdır. Kürtler demokratik temelde, yasal zeminde çalışmalarını yürütürler, öz

savunmayı da her alanda kurarlar. İşin özü şu; biz kapitalist moderniteyi yaşamadan demokratik moderniteyi kuruyoruz,

bunun mücadelesini veriyoruz.

‘KUZEY ÇÖZÜLMEZSE GÜNEY GÜVENDE OLMAZ’

Kuzey’deki sorun çözümlenmeden Güney’deki sorun çözümlenemez, hiç kimse güvende olamaz.

Güneydekilerin bunu anlamaları iyi. Tehlikenin tüm Kürtleri kapsadığını, büyük olduğunu görmeleri lazım. Bunun için

Ulusal Konferans diyorum. Tüm Kürtleri kapsayan ortak temsiliyet, ortak savunmayı oluşturmak gerekir.

Kadın özgürlüğüyle ilgili çok değerlendirmelerim oldu, çabalarım da biliniyor. Kadın çalışmalarını izliyorum,

düzeylerini iyi buluyorum. Tecavüz kültürüyle ilgili söylediklerim yanlış anlaşılmamalı, doğru anlaşılmalıdır. Tecavüz

kültürü derken kadının bir bütün olarak iradesizleştirilmesi şeklinde ele alıyorum.

BDP’lilere, halkımıza ve herkese selamlarımı iletiyorum.

Page 109: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

Yeşil komplo dönemi başladı

Bugüne kadar PKK ve Kürtlere üç kez komplo uygulandığını belirten Öcalan, “Bu Hükümet döneminden önceki

komplo dönemlerini siyah komplo dönemleri olarak nitelendirebiliriz. Şimdi yaşanan komplo dönemi ise Yeşil komplo,

yeşil kontra dönemidir” dedi. Öcalan, “31 Ekim'e kadar bekleyeceğiz ondan sonra ben yokum, aradan çekileceğim ve

artık süreci KCK götürecektir” dedi ve uyardı: “Orta yoğunluklu savaş kapıdadır.”

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Özal’ın ölümü ile ilgili

haberlere değinen Öcalan, “Özal'ın ölümü medyada bol tartışılıyor. Kardeşi Korkut, “abimin öldürüldüğünden hiç şüphe

etmiyorum, kesin öldürülmüştür” diyormuş. Daha önce bu kesinlikte konuşmuyordu, yaşı ölüme yaklaştığı için daha rahat

konuşuyor, daha korkmadan konuşuyor. Bu konuda daha önce ilk tespiti ben yapmıştım. Benimle görüşüleceği gün Özal

öldürüldü. Öldürüldüğünü ilk söyleyen de ben oldum. O dönem bir komplo dönemiydi. Özal'ın öldürülmesi Kürt sorunun

çözümüne, bize dönük bir komploydu. Şu an yaşananlar 1925'teki komploya benziyor. 1925 komplosu önemli bir

komplodur. Bunu iyi bilmek, iyi kavramak gerekir. Bu '25 komplosunda Kürtler tasfiye edildi. O tarihten itibaren Mustafa

Kemal de kuşatılmaya başlandı, Çankaya'ya kapatıldı, yetkisiz sembolik bir hale getirildi. Bir çeşit burası gibi tecrit edildi.

Hasta yatağındayken İsmet İnönü'nün öldüğü haberini alıyor ve onun çocuklarına miras bırakıyor. Bu derece dünyadan

tecrit edilmiş bir haldedir. Özal öldürüldü. Mustafa Kemal'in de İkinci Dünya Savaşı öncesinde ölümü de kuşkuludur.

Çünkü İkinci Dünya Savaşı dengelerinde Mustafa Kemal gibi birisi belirleyici olacaktı, bu nedenle ikinci dünya savaşında

yeri yoktu! Tıpkı Amerikan'ın Irak'a müdahale öncesinde Ecevit'in ölüme doğru götürülmesi gibi. Bütün bu kuşatmalar o

dönemde Londra merkezliydi. O dönem Kurtuluş Savaşından gelen beş general vardı bunlara “beşli general” deniyordu.

Birisi hariç dördü tasfiye edildi. Kazım Karabekir mesela çok güçlü bir komutandı, tasfiye ettiler. Diğer paşaları da Rauf

Orbay, Rıfat Bele, Ali Fuat Cebesoy onları tasfiye ettiler. Bu önemli bir kuşatmaydı.” dedi.

DÖRT KOMPLO DÖNEMİ

Öcalan şöyle devam etti: “Bize karşı da çok önemli komplolar oldu; dört komplo dönemi var. Birincisi Özal'ın

öldürülmesiyle yaşanan Birinci Komplo Dönemi: Özal, Kürt sorununa cesur bir biçimde yaklaştı. “Bu sorunu kesin

çözeceğim, çözmem gerekir” diyordu. Oğlu Ahmet Özal, bu konuda kesin bilgiler veriyor. “Babam bu işi kesin çözmek

istiyordu” diyor. O dönemde Özal'ı kuşattılar, ordu içinde de çözüm isteyen herkesi tasfiye ettiler. Eşref Bitlis, Bahtiyar

Aydın gibi o dönem birçok subayı çözüm yanlısı gördükleri için, kendilerinin önünde engel gördükleri için öldürdüler,

tasfiye ettiler. Bu konuda Talabani'nin de önemli bilgileri var. Talabani “biz Eşref Bitlis ile çözüm noktasında aynı

fikirdeyiz” diyordu. Talabani '93'te bunu bana söylemişti. O dönemde Uğur Mumcu gibi bazı aydınları da tasfiye edip

öldürdüler.”

İKİNCİ KOMPLO DÖNEMİ : '97, '98'de yaşandı. O dönemde Erbakan daha samimi, daha çözüme yakın

yaklaştı. Erbakan, Kurtulmuş'a oranla daha dürüsttü. Kurtulmuş da diğerleri gibi “Öcalan dışında her türlü çözüme

hazırız” diyor. Bu cümle onun hangi merkeze bağlı olduğunu gösteriyor, zaten dağılıp gittiler, bir daha da kendilerine

gelemezler. Erbakan'da da Özal'da olduğu gibi saf ve doğru bir yanı vardı. Bizimle de ilişkiye geçmişti. '97-98 döneminde

bizimle hem sivil kesim hem de askeri kesim irtibata geçmişti. Ancak Gladio çok güçlüydü. Taraf Gazatesi'nin bir

yazısında da okudum. “Kim bu dönemi baltalayan?” diye soruyordu. Doğru bir soru. O dönem de çözüm şeyi varken

komplo devreye konuldu.

ÜÇÜNCÜ KOMPLO DÖNEMİ: 2003-2004 yılında denendi. Bu dönemde Kürtleri parçalamak suretiyle yeni bir

komplo tarzı ortaya konuldu. O dönemde de başarılı olamadılar.

Şimdi de ‘DÖRDÜNCÜ KOMPLO DÖNEMİ’ ile karşı karşıyayız. Benim açımdan Erdoğan'ın konumu

netleşmiştir. Kesin bazı şeyleri artık rahatlıkla söyleyebilirim. Hakkari olayı kesin kontra eylemiyse eğer, örgütle bir ilgisi

yoksa, bu durum bazı şeyleri gösteriyor.

ŞİMDİ YEŞİL KOMPLO DÖNEMİ BAŞLADI

Bu Hükümet döneminden önceki komplo dönemlerini Siyah Komplo Dönemleri olarak nitelendirebiliriz. Şimdi

yaşanan komplo dönemi ise Yeşil Komplo Dönemidir. Siyah komplo dönemleriyle bu yeşil komplo dönemi birbirinden

farklıdır. Siyah komplo dönemlerinde jitem'e, kontraya, itirafçılara sınırsız yetki verilmişti, sokak başlarında, her yerde

adam öldürme yetkisi verilmişti. Mesela sokak ortasında Musa Anter'i öldürdüler, bunun gibi Diyarbakır'ın birçok

sokağında gündüz ortasında ve diğer birçok şehirlerde insanlarımızı öldürüyorlardı. Bu yetki bizzat devlet tarafından

Page 110: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

onlara verilmişti. O dönemde Türk Gladio'su bizzat en üste bağlıydı. Tansu Çiller, Doğan Güreş bunlar emir veriyorlardı.

Bütün bu cinayetler bunların bilgisi dahilinde gerçekleşiyordu.

Özal öldürüldükten hemen sonra bu ekibin güçlü hale gelmesi tesadüfi değildir. Türk Gladio'su o dönemde

İtalya'daki gibi, önünde engel gördüğü herkesi rahatlıkla öldürebiliyordu, işte Özal'ın öldürülmesi. Tıpkı İtalya'daki Gladio

gibi önünde engel gördüğü herkesi öldürüyordu. İtalya Gladiosu biliniyor kendi başbakanlarını bile öldürdüler.

Öldürdükleri bu başbakan Komünistlerle ittifaka yönelmişti yani standartların dışında davranan birisiydi bu nedenle

öldürdüler. Türkiye'deki Gladio da bu şekilde davrandı. Fakat daha sonra Türk Gladiosu-kontrası-Ergenekonu artık

üstekilerden bağımsız hale geldiler, aldı başını gitti. Karadayı “biz bunlara dahil değiliz” derken bunu kastediyordu.

Kıvrıkoğlu'na da Kıbrıs'ta suikast düzenlediler, kurşun kolunu sıyırıp arkasındaki bir albaya değdi. Bu dönemde Gladio'da

Çevik Bir ve ekibi çok güçlüydü. Birçok şey onlara bağlıydı. Hatta Çevik Bir bu suikastin sorumlusu olarak Ergenekon

dosyasında adı geçiyor.

CİNAYETLER ERDOĞAN'IN BİLGİSİ DAHİLİNDE

Şu anki komplo döneminde eski tarz cinayetler, fail-i meçhuller işlenmez. Hakkari olayı biraz farklıydı. Daha

sonra buna değineceğim. Eskiden bu cinayetleri Gladio işlerdi, Gladio'nun bu cinayetleri işlemesi için tam yetki verilmişti.

Ancak bu yeşil komplo döneminde eski tarz Gladio-kontra yok. Öyle tek tek cinayetle sokak başlarında, şurada burada

adam öldürmek olmaz bu dönemde. Yeni bir anlayış yeni bir tarz olarak artık herşey Erdoğan'ın bilgisi dahilinde

gerçekleşir, Erdoğan'ın bilgisi olmadan kimse cinayet işleyemez, kimse cinayet işleme yetkisine sahip değil. Hakkari

meselesi orada bir imamın öldürülüşüne bir karşılıktır. 10 gerillanın imha edilmesi olayı Ankara merkezlidir, operasyonu

Ankara'dan gelip yapmışlardır. Hem o 10 gerillanın imha edilmesi hem de Hakkari'deki patlamayla halkımızın

öldürülmesi, o imamın öldürülmesine karşılıktı. Bizzat emri veren Ankara'dır, Ankara'dan gönderilen özel bir ekip oraya

bombayı yerleştiriyor ve gidiyor. Bu benim için nettir. Erdoğan'ın imam olayıyla ilgili açıklamasında ağzından yakaladığım

bir iki cümle ile bunu anladım. Bu yeşil komplonun merkezi Washington'dur. Washington merkezli yürütülüyor.

FETHULLAH GÜLEN’İ ÇOK BÜYÜTMEMEK GEREK

Bu öyle zannedildiği gibi Washington derken sadece Fethullah Gülen anlaşılmamalıdır, Fethullah Gülen'in rolü

burada basittir, onu çok da büyütmemek gerekir. Çok daha başka önemlileri var. Haberlere de yansıdı, bazı Türk pilotları

Afganistan'da Taliban için savaşmış, bu ilişkiler çok iç içe ve bilindiğinden çok daha farklı boyutlardadır. Hanefi Avcı

kitabında imamlardan, imamların örgütlenmesinden bahsediyor. Her birimde sorumlu imamlar olduğunu söylüyor. Bu

örgütlenmelerin farkındadır bu nedenle bazı açıklamalar yapıyor. Ben bütün bu yeni örgütlenmeleri yeşil komplo, yeşil

kontra olarak adlandırıyorum. Bunlar her yerde de örgütlenmişlerdir.

ULUSLARARASI GÜÇLER HENÜZ ÇÖZÜME HAZIR DEĞİLLER

Yürütülen son uluslararası diplomasi, örgütün tasfiyesine yönelik bu çalışmalar şu sonucu doğuruyor. Türkiye

üzerinde hesabı olanlar, yani bazı dış ülkeler-güçler henüz bu sorunun çözümüne hazır değiller. Bir çözümün olması

onları hazırlıksız yakalayacaktı, yani anlaşıldı ki buna henüz hazır değiller. Çünkü Kürt sorununda geçmişi olan, yüzyıllık

hesapları var. Bu komplo 1920'den itibaren Kürtler için hazırlanıyor. Çözümün olması bu hesaplarını bozacaktı ve onlar

bu nedenle bir çözüme henüz hazır değiller. Bu uluslararası komplonun merkezi Paris'tir, Berlin'dir, Moskova'dır ve diğer

birçoğudur. Tabi başta Washington olmak üzere bu çalışmalar yürütülüyor. Daha da kuşatabilirler, muhtemelen Roj tv'yi

de kapatacaklardır. Neden şimdi bu kadar AKP'ye destek veriyorlar, şunun için: Eskiden Avrupa AKP'yi bir türlü kabul

etmiyordu. Ancak şimdi kabul ediyor. Kabul ettiği için bazı pazarlıklar, bazı tavizler koparmak istiyor. Bu pazarlık ve

tavizler karşılığında da Kürtler üzerinde oynanıyor. Kürtler korkmasınlar. Bu ittifakları ilelebet değil. Bu ittifak dağılacaktır.

Kürtler kendi çalışmalarını aynı şekilde sürdürmelidirler. Onların bu diplomasi oyunu da hiçbir sonuç vermeyecektir. İşte

İsrail, Türkiye-Suriye-İran ortaklaşmasından rahatsız olmuştur, bu yüzden Türkiye ile ittifakında geri çekilmiştir, ABD'de

de bu durumdan rahatsızdır.

BİZ DE BOŞ DURMUYORUZ

'99'dan bu yana benim üzerimden tasfiye planları hazırlamak isteyenler olabilir. Ancak ben bu oyunlara

gelmedim, bu komploların, tasfiye planlarının hiçbirisini gerçekleştiremediler. Biz de burada boş durmuyoruz. Bazıları

buradaki kavganın büyük bir boğuşma olduğunu söylüyorlar. Ama bu Kürt aydınlarının zavallılıklarını gösteriyor,

anlayamıyorlar. Bu kavgamızı, bunları idrak edemiyorlar, çözemiyorlar.

DÖRTYOL AYDINLATILIRSA ERDOĞAN’IN YENİ TARZ KONTRA İLİŞKİSİNİN BOYUTU ORTAYA ÇIKAR

Kıvrıkoğlu ve Ecevit çizgisi diğerlerine oranla biraz daha bağımsızlıkçıydı. Bu nedenle oynanan bazı oyunların

önüne geçme çabaları vardı. Tabi benim Türkiye'ye teslim edilmem karşılığında bazı şeyleri kabul etmiş olabilirler ama

herşeyi de yapmak istemiyorlardı. Daha sonra Ecevit'i de ölüme götürdüler. 2005 yılında Başbakan Diyarbakır'a gidip

“Kürt sorunu benim sorunumdur, çözeceğim” dediğinde Türk Gladiosu onu da Ecevit gibi götürecekti, ancak anlaştılar.

AKP döneminde Balyoz gibi dört tane darbe planı yapıldı. Daha sonra Başbakanla bu Gladio anlaştılar, bazı esaslar

üzerinde anlaştılar. Birlikte yönetme kararı aldılar. Ancak Erdoğan-Bush görüşmesiyle Türk Gladiosu-Ergenekonunun

kontrol dışı kısmının tasfiyesine karar verildi. Ancak bu Erdoğan-Bush görüşmesiyle de Türkiye bu uluslararası alandaki

önemli bazı pazarlıkları da kabul ettiler. Erdoğan-Bush görüşmesinde, Erdoğan Kürtlerin tasfiyesini gerçekleştireceklerine

Page 111: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

inandığı için Balyoz gibi darbe planları geri çekildi ve Ergenekon tasfiye süreci başlatıldı. Şimdi yeşil komplo dönem inde

artık kontrolsüz pek bir şey gerçekleşmez. Yeni bir yeşil kontra devrededir. Bu yeni bir tarz kontradır. Dörtyol olayı tam

aydınlanırsa Erdoğan'ın yeni tarz kontra ile ilişkisinin boyutu ortaya çıkacaktır.

KADININ ÖZ SAVUNMASI ÖNEMLİ

Dördüncü komplo dönemi veya yeşil komplo döneminde kadın konusunda şunları belirtmek istiyorum. Bu

dönemin kadın boyutu var. Bu dönemde en çok kadının öz savunması önem taşıyor. Doğrudan namus anlayışıyla

yaklaşmıyorum, kadının beyinsel, ruhsal, bedensel kendini korumasından bahsediyorum. Erdoğan'ın “üç çocuk yapın”

açıklamasının altı boş değildir. İşte Rize Belediye Başkanı diyor ki Kürtlerden kız alın. Bu öyle basit bir söylem değildir.

Rize belediye başkanı kendi başına bunu söylemiyor, Tayyip Erdoğan'ın bilgisi dahilinde konuşuyor. Tayyip Erdoğan

kendi döneminde söyleyemediklerini bu belediye başkanı dile getiriyor. Bunlar belli bir planın, komplonun parçasıdır.

Bildiğim kadarıyla Ağrı'dan Rize'ye 12-13 yaşlarından bir kız, sanırım oraya fındık toplamaya giderken bir Rize'liyle

tanışmış, bu basında büyük bir “aşk” olarak gösteriliyor. Bu nasıl bir aşk! 12-13 yaşındaki bir kızın aşkı mı olur! Oraya

çalışmaya, fındık toplamaya giden bir kız, çok kötü şartlarda çalışıyor, maddi olanaklara ihtiyacı var, daha iyi şartlarda

yaşamak için böyle bir tercihe mecbur kalmış. Aile de buna onay veriyor. Diğer taraf da hiç ihtiyacı olmamasına rağmen

kendi bölgelerinde çok daha eğitimli kızlar olmasına rağmen bunu tercih ediyor!

Aslında bu normal bir evlilik ya da aşk değil, bir köleliktir, bir kölelik muamelesidir. Kızı alıp köle gibi çalıştıracak,

kullanacak. Ben bu kız için “Ağrılı mağdure” tanımlamasını kullanıyorum. Sanırım bu şekil evlilikler Ağrı'da yaygınmış.

Ağrı, Muşta da yaygındır. Kısmi olarak Urfa ve Diyarbakır'da da oluyor. Örneğin Urfa'dan kız Karadeniz'e götürülürken

Malatya'da bir kaza olmuştu. Bu yeşil komplo döneminin bilinçli bir politikasıdır. İşte bölgeden Kürt kızları götürülerek bu

şekilde aileler üzerinden bir ilişkilenme geliştiriliyor. Mesela Diyarbakır'da Kepoğlu ailesinin kızı bir karadenizliye

verilmişti. Bu ailenin 13 bin kişilik bir nüfusu var. Bu şekilde bu aileler üzerinden kültürel bir soykırım geliştirilmek

amaçlanıyor. Sanmayın ki Kürt kızlarıyla normal bir evlilik yapılıyor, tamamen onları köleleştirme, kendi hizmetlerinde

kullanmaya yöneliktir. Aslında kendi çevrelerindeki kızları, Kürt kızlarından daha okumuş ve daha kendi anlayışlarına

uygundur ama kendi çevresinden değil, bilinçli olarak Kürt kızları seçiliyor! Bin tane Kürt kızı bu şekilde Karadeniz,

Kayseri'ye götürülmesi, bin tane Kürt ailesiyle ilişkilenmek, bu bin aileyi kendi toplumundan koparıp kontrolleri altına

almak anlamına gelir. Ağrı'da bir konuda birinci gelen kıza, Toki'den bir ev vermişler. Fakat bunun çok planlı bir şekilde

reklamnı yaptılar. Mardin'de tecavüze uğrayan, mağdur olan bir kız vardı. İlk olayda tecavüze uğrayan bu kız daha sonra

“bunu para kazanmak için yapmaya devam ediyorum” demiş. Hakim de rıza olduğu gerekçesiyle suçluların cezalarında

indirim yaptılar.

EVLİLİK ÖZGÜR EŞ KURAMINA DAYANMALI

Onun hayatını anlatan bir kitap yazılmalı, sadece bu değil, bunun gibi konular üzerinde yoğunlaşılmalıdır.

Batman'da da bilinen tecavüz olayları var. Yatılı bölge okullarında da bu tür olaylar çok yaygındır, planlıdır, bunlara çok

dikkat etmek gerekiyor. Bu saydıklarım örnekler gibi binlerce örnek var. Siirt'te yaşanan olaylar var. Küçük yaştaki

çocuklara tecavüz edip öldürüyorlar. Bir toplumda kadın kültürel soykırıma uğramışsa o toplum bitmiştir, o toplumdan bir

şey çıkmaz. Yine bir toplumda kız çocuklarına tecavüz ediliyorsa ve bir yerde buna yüzlerce insan da dahil oluyorsa o

toplum bitmiştir. Peki Kadın kurumları ne yapıyor? Yarısı sisteme hizmet ediyor. Kadın kurumları, kızları eğitmeliler,

bilinçlendirmeliler. Kadın kurumları bir Kongre oluşturmalıdırlar, bu kongrenin bir daimi yürütmesi mutlaka olmalıdır, gece

gündüz durmadan çalışmaları gerekir. Batman'daki, Siirt'teki, Mardin'deki tecavüz olayları, bahsettiğim olaylar var.

Bunlarla ilgilenilmelidir. Bizim bu konudaki çabamızı burada uygulamak zorundayız.

Bütün bunlar bu dönemin politikalarının sonucudur. Yani Kürtler, büyük bir kültürel soykırım pençesindedir. Ben

bizimkilere de şunu söylüyorum, öneriyorum; Özgür Eş Kuramı. Bu kavramı kullanıyorum. Savunmamda da bu konuyu

belirttim. Ben bütün evlilikleri lanetlemiyorum, mahkum etmiyorum. Ancak bir evlilik özgürlük temelinde tutarlı olmalıdır.

Evlilik bu anlamda tutarlıysa anlamlı olur. Kürtlere bu konuda şunu söylüyorum, kendi kızlarının eğitimine özel önem

vermelidirler, kendi kızlarını korumalıdırlar. Kendi kızlarına, çocuklarına kendi eğitimlerini vermelidirler, bunlar için eğitim

yerleri açmalıdırlar. Çocuklarına sahip çıkmalıdırlar. Kürtler çok büyük bir soykırım planının kıskacındadır. Hatta ben yeni

savunmamın adını “Kürtler Kültürel Soykırımın Kıskacında” olarak verdim.

31 EKİM’DE ÇEKİLECEĞİM

Ben aslında daha evvel çekiliyordum. Ancak bana geldiler, 2006'da benden barış için yardım istediler. Ben de

2006'da barış için ateşkes çağrısında bulundum. Şimdi daha iyi anlıyorum ki 2006'daki aslında bir tasfiye planıymış. O

döneme ilişkin bir araştırma yapılmalıdır. Bu tarihten itibaren beş yıldır ben burada barış için çaba sarfediyorum.

31 Ekim'e 15 gün kaldı. Bu ayın sonuna kadar bekleyeceğim. Ben 31 Ekim'in sonuna kadar eğer çözüm amaçlı

gelmezlerse kellem de gitse bundan sonra karışmayacağım. Bu oyuna gelmeyeceğim, bana çözüm temelinde

gelmezlerse hiçbir açıklama da yapmayacağım. Eğer bana çözüm amaçlı gelirlerse de ben o zaman kendi görüşümü

belirtirim. Ama özet olarak şunları söyleyeyim: Daha önce de belirttiğim gibi “iki protokol” görüşümü tekrarlayacağım.

Birincisi güvenlik protokolü, ikincisi demokratik haklar protokolü, anayasa bunun içindedir. Ben daha önce yazdığım

mektupta da bu iki protokol hususunu belirtmiştim. Devlete ve Kandil'e yazdığım mektupların cevabını da henüz

Page 112: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

alamadım. 31 Ekim'e kadar bekleyeceğiz ondan sonra ben yokum, aradan çekileceğim ve artık süreci KCK götürecektir,

KCK kendi kararını kendisi verir.

‘ORTA YOĞUNLUKLU SAVAŞ KAPIDADIR’

İşte “orta yoğunluklu savaş” kapıdadır. Her türlü savunma, öz savunma konumlarını güçlendirirler. Halkla birlikte

bu işi yürütürler. Dün sınır ötesi operasyon izni veren teskere de meclis'ten geçmiş. Meclis'in gizli görüşmesi oldu, bunun

ne kadar gizli olduğu da ortada. Diyarbakır ve bölgedeki STK'lar da devletin, hükümetin bu soykırım politikaları

konusunda çok bilgi sahibi değiller, bilmiyorlar. Devlet soykırım politikalarını uyguladığında hiç fark yaratmaksızın tüm

Kürtleri bu soykırıma dahil edeceklerdir. Onlar öyle bireysel çıkarlarla, birkaç holdingle yaklaşıyorlar ama yarın

gelişebilecek yönelimlerde kendileri de altında kalırlar. Hiçbir şey yapamıyorlarsa en azından tarafsız kalmalıdırlar.

Bölgedeki STK'ların bir çözüm formülü varsa getirsinler kabul etmezsem o zaman derler Öcalan kabul etmemiş. Ama bir

çözüm formülleri yoksa, o zaman en azından devletin bu kültürel soykırım politikalarına alet olmasınlar, bu öyle şu veya

bu partiye oy vermek, referandumda evet veya hayır meselesi değildir.

DEMOKRAT İMAMLAR GÖREV ALMALI

İmamlar konusunda da çok dikkatli olunmalıdır, imamlara doğru yaklaşılmalıdır. Bölgedeki camilerde demokrat

imamlar görev almalıdır. Bu işi de halkın demokratik imamları üstlenmelidir. Aynı şekilde bölgedeki diğer demokratik

konularda da bölgedeki demokratik örgütler, sendikalar ve diğerleri görev üslenmelidirler. Kürtler çocuklarına dikkat

etsinler. Ağrılılar çocuklarına sahip çıksınlar. Ağrı'daki halkımıza özel selamlarımı iletiyorum. Diyarbakır, Van ve Muş

halkımıza selamlarımı iletiyorum. Ermenistan'daki halkımıza da selamlarımı iletiyorum.

Görüşme Notları:

Görüşmeler müzakereye geçiş aşamasında

“Kimse AKP'nin oyununa gelmesin, devletin yaklaşımı AKP'den yani hükümetten çok daha olumlu bir

durumdadır” diyen Öcalan, kendisiyle yapılan Devlet görüşmelerinin daha da ciddileştiğini kaydetti. Öcalan, “Henüz

diyalog aşamasından müzakere aşamasına geçilmiş değil ama müzakereye geçiş aşaması olarak değerlendirebiliriz”

dedi. Ancak hükümet dahil muhalefet partileri CHP ve MHP’nin çözüm önünde engel oluşturduğunu ifade eden Öcalan,

“Oligarşik iktidar, günlük siyaset yapanlar devleti yıkacak. AKP'nin amacı kendi Hamas'ını yaratmaktır” diye belirtti.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede kadın sorunlarına

değinen Öcalan, “Kadın meselesine zaman zaman değinmiştim, yeni hazırladığım savunmamda da buna değiniyorum.

Daha önce söylemiştim şu Rize Belediye Başkanı'nın kuma açıklaması, tesadüfi değildir. Bunun tarihi geçmişi vardır,

bunlar çok derin şeyler. Kürt kadınlarının Karadeniz-Kayseri-İç Anadolu bölgesine götürülmesi-evlilikler yapması ve bu

çabaların desteklenmesi basit, sıradan olaylar değildir. Köklü bir asimilasyon çabası, göstergesidir. Bu bir politikadır.

Kadın üzerinden sistemli bir asimilasyon politikası, uygulaması sözkonusudur. Tarih boyunca beşbin yıldır kadın eve

hapsedilmiştir, ölümden beter ucube bir yaşam devam etmektedir. İntiharlar bu nedenle oluyor. Kadına öyle yaşam

koşulları dayatılmış ki, ölse daha iyi; bu yaşam koşulları ölümden daha öte, daha beterdir. Bundan dolayı kadınlar o

kadar çok sıkışıyor ki çareyi intiharda buluyor. Bu Batman'daki, bölgedeki diğer intiharlar, sanırım Güney'de daha da

yoğun oluyor bu olaylar, yüzlerce kadın intiharından bahsediliyor. Sonuçta kadınların nasıl bir sıkışmışlık içinde olduğunu

gösteriyor bu olaylar. Ölümü tek çare olarak görüyorlar. ” dedi. Öcalan, şu şekilde devam etti:

KADINLAR ERKEĞİ YENİDEN YARATMALI

“Kadınlarımızın ‘geleceğimiz ne olacak’ gibi kaygılara düşmesine gerek yok. İçinde bulundukları ya da ileride

içine hapsedilecekleri koşullardan daha kötü ne olabilir? Kadınlarımız artık öyle küçük kaygıları bir kenara bırakmalıdırlar.

Biliyorum bizim saflarımızdaki kadın arkadaşlarımızın bir kısmında da zaman zaman bu tür kaygılar oluyordu. Kadınlar

kendi özgün çalışmalarını ortaya koymalı ve bu şekilde kendilerini özgünleştirmelidirler. Kendi öz bilinçlerini, öz

örgütlenmelerini güçlü yaratmalılar. Kadınlar bu anlamda çalışmalı, yeniden erkeği yaratmayı gerçekleştirmeliler.

Tecavüz kültürünün esiri olmamalılar. Bu bahsettiğim sadece fiziki anlamda tecavüz değildir, binlerce yıldır devam eden

tecavüz kültüründen bahsediyorum. Kadınların Diyarbakır'da bir yerleri, merkezleri olmalıdır, çalışmalarını buradan daha

sağlıklı yürütebilirler. Ve halkın içindeki kadınlara ulaşıp onları aydınlatmalıdırlar. Hepsine selamlarımı iletiyorum.”

KCK DAVASI KOMPLOYDU

Page 113: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Bu KCK davası, operasyonu zaten bir komploydu. Belli ki bu konuda devlet içinde de çatlaklar var. Bu

komploda devlette farklı düşünenler var, hepsi bu komploya dahil değil. Bu komploda amaçları Hatip Dicle ve Fırat Anlı

ile birlikte diğer Kürt siyasetçilerini operasyonla rehin almak suretiyle komployu gerçekleştirmekti. Bunu hükümete akıl

verenler sözde radikalleri ayırıp bu şekilde örgütü güçten düşürüp, zayıflatarak tasfiye edebileceklerini hesapladılar. Ama

bu boş bir hesaptı, bunu boşa çıkardık. Bu aslında 2005'ten beri devam eden bir süreçti. Bir yandan oyalayarak öbür

yandan da kendilerine göre şahin kesimleri tasfiye etmenin hazırlıklarını yapıyorlardı. Bunların planına göre bir yandan

bizi oyalamaya çalışmak, öte yandan da sözde kendilerine göre KCK'de öne çıkanları, yeteneklileri içeri alıp dışarıda

kalanları ise sindirmeye çalışmaktı. Ama bu komploda başarılı olamadılar. Bu komplo, tasfiyeye yönelikti, biz bu

komployu boşa çıkardık. Bu şekilde sonuç alamayacaklarını bilmeliydiler.”

CHP DEĞİŞMEK ZORUNDA

“CHP değişmek zorunda, değişmezlerse kendileri de zarar görecek; yok olup giderler, değişim onların da

yararınadır. Ben 2000'de de söylemiştim, CHP, Kemalizmi güncelleştirmelidir, bu, onların tek çıkar yoludur. Yol

ağzındayız. Bunun farkında olmalılar. Bu, onların son çaresidir. Buradan Kılıçdaroğlu'nu uyarmak istiyorum. Kemalizmin

güncelleştirilmesinde, demokratikleştirilmesinde onların da çıkarı vardır. Kemalizmin güncelleşmesi önemlidir, bunu

CHP'nin yapması lazım, yaparsa kurtulur, yapmazsa biter gider, bu onun son şansıdır. Mustafa Kemal etrafında yanlış

temelde oluşturulmuş mitolojinin artık yıkılması gerekiyor. Bu anlayış Kemalizmi de ifade etmiyor. Mustafa Kemal'in etkili

olduğu dönem 1919-1923 arası dönemdir. Atatürk'e karşı komplolar yapıldı, Atatürk yalnızlaştırıldı. İsmet İnönü ve Fevzi

Çakmak İngilizlerin güdümünde ayrı bir ekip olarak bunun içinde yer aldılar.Bunlar Mustafa Kemal'le birlikte hareket eden

Fethi Okyar'ı da tasfiye ettiler. Bugünkü cumhuriyet Mustafa Kemal'in ilk kurduğu cumhuriyet değildir. O uzlaşma

zemininden uzaklaşılmıştır. Aslında biz başından beri 1921 Anayasasını ve yanılmıyorsam tarihi 10 Mart 1922 olacak,

Kürtlere özerklik veren kanunu kabul ettiğimizi, bunların güncelleştirilmesi gerektiğini istedik, istiyoruz. Mustafa Kemal,

Kürtlere özerklik verme temelinde Kürtlerle anlaşmıştır, onları bu temelde yanına almıştır. Bunlar kamuoyundan

gizleniyor, bu kanunun bulunması gerekiyor, açığa çıkarılması gerekiyor. Mustafa Kemal'in bu yönü toplumdan

gizlenmiştir.”

1920’DE KÜRT ÖZERKLİK KANUNU ÇIKARILDI

“Ben ne ucuz Atatürk hayranıyım ne de Atatürk'ü düşman sayıyorum. Bilinçli olarak Atatürk, Kürtlerin bir

numaralı düşmanı olarak lanse ediliyor. Cumhuriyetin kuruluşundan beri böyle bir Kemalist mitoloji oluşturuldu ve

günümüze kadar devam ettirildi. Kürtlere yapılanların tamamını Atatürk'ün yaptığı şeklinde şimdiye kadar anlatıldı.

Kürtler bu şekilde Cumhuriyete düşman haline getirildiler. Ben bunun böyle olmadığı gerçeğini ortaya çıkardım. Mustafa

Kemal'i kuşatan, yalnızlaştıran Beyaz Türk diye nitelediğim bu kesimin iktidarı 2000'li yıllara kadar devam etmiştir. Bunlar

aslında Türk milliyetçisi de değiller, bunlar Sabetayistlerle de işbirliğiyle bunu devam ettirdiler. Yalçın Küçük de bunlara

değiniyor ama karışık anlatıyor, pek anlaşılmıyor ama yine de okunmaya değer. Ben şunu söyleyeyim, Yahudi düşmanı

değilim, yanlış anlaşılmasın, Yahudilerin de Ortadoğu'da barış içinde yaşama hakları vardır. Hem İsrail'de hem de

Dünyadaki Yahudiler içinde önemli demokratlar hatta dünyaca önemli demokratlar vardır. Ben genelleme yapmıyorum,

tarihi hakikatlere değiniyorum. Atatürk'ün bir numaralı Kürt düşmanı olmadığı gerçeğini başta Genelkurmay'ın ortaya

çıkarması lazım. Aslında bu onların görevi ve onların sorumluluğudur. Bunu açığa çıkarmalılar. Buradan onlara

sesleniyorum, Atatürk'ün Kürt düşmanı olmadığını ortaya çıkarmalıdırlar. Kürtlere 10 Mart 1922'de özerklik yasası

çıkarılmış, yasa kabul edilmiştir, adı da Kürt Özerklik Kanunu'dur. Ancak uygulanmayıp rafa kaldırılmıştır. Hatta bu

Kanunun daynağı da 1921 Anayasası'dır. Bu Anayasa'da bunun zemini vardır. Bunun araştırılması gerekiyor. Bu

dönemdeki belgelere ulaşılmalıdır. ”

BEYAZ TÜRKLER GİTTİ YEŞİL TÜRKLER GELDİ

“2000'li yıllardan sonra Beyaz Türkçülüğün yerini Yeşil Türkçüler almış durumdadır. AKP bunu temsil ediyor.

Bunların arkasında da ABD ve İngiltere vardır ve şimdi iktidardadırlar. Ve bunlar daha sinsi ve daha tehlikel i hareket

ediyorlar, çünkü arkalarında muazzam bir güç var, bunlara muazzam paralar aktarılıyor. Bunun kökleri dışarıdadır.

Bunun için dışarıdan büyük para ve güç desteği sağlanmaktadır. Bunlar için söylenen sivil diktatörlük kaygıları da boş

değil. Böyle bir hegemonyaya gitme ihtimalleri olduğunu başından beri söylüyorum. Gülen okullarının Güney

Kürdistan'daki etkisine kadar, ki burada Talabani'nin torunları da eğitim görmekte, ilişkileri vardır, Işık okullarında

okumaktadırlar. Bu tesadüfi ve rastgele bir olay değildir. Onlar da buna dahiller. Ki Zaman gazetesinin son zamanlarda

bu yöndeki tutumları da ortada. Bölgede islami rengin gelişmesi de, daha önce de söylediğim kendi kontrollerindeki

imamları halkı kandırmak için kullanmaları da bununla bağlantılıdır, bölgede de örgütleniyorlar. Eskiden silahla şimdi ise

bu tip eylemlerle varlıklarını devam ettiriyorlar. Bugün bölgede yapılan örgütlenmeler Hizbullah'ın silahsız halidir. Bu çok

ciddidir, silahsız Hizbullah'ı oluşturuyorlar. Zamanla İslam dinini amaçları için kullanmaları çok tehlikeli bir karaktere

bürünebilir.”

AKP KENDİ HAMASINI YARATMAK İSTİYOR

“AKP'nin amacı kendi Hamas'ını yaratmaktır. Böyle bir durumda bizleri çiğ çiğ yutarlar. Sayın Başbakan da bu

tehlikenin boyutunun, işin ciddiyetinin farkında olmayabilir ama bu Hamas tarzı örgütlenmeler bölgeyi ele geçirirse

Page 114: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

kendisi de artık kontrol edemez ve bunlar sadece bizi tasfiye etmeye çalışmakla kalmazlar, bütün bölgeyi kontrolleri

altına alabilirler. Filistin'de de böyle yaptılar, El Fetih'ten iktidarı nasıl aldılar? Bu Hamas zihniyetinin Filistin'de yaptıkları

görülmüyor mu? İktidarı ele geçirme sürecinde insanları binaların tepelerinden aşağıya attılar. Aynı süreç bölgede de

tekrarlanmak isteniyor. Bunların dinle bir alakası da yoktur. Bunları sahte İslamla yapmaya çalışıyorlar. Kürtler de buna

karşı kendi İslami anlayışını geliştirmelidir. Kendi imamları olmalı. Bu konudan daha önce bahsetmiştim.”

SEÇİM ÇALIŞMALARI BAŞLAMALI

“Seçim çalışmaları başladı mı bilmiyorum, her yerde komisyonlar kurulabilir. Başlamamışsa bir an önce

çalışmalara başlanmalıdır. Milyonlarca Kürt oyu var, bir tane oy bile AKP'ye gitmemelidir.

Bunlar Diyarbakır'daki o sivil toplum örgütlerini de dahil etmeye çalışıyorlar. Onlar bu oyunun farkında değiller.

Onları kandırıyorlar. Bu durum Savaş Buldan, Behçet Cantürk cinayetleriyle aynı niteliktedir, aynı mekanizma yapıyor

bunları. O zaman öldürmeyle yapılmak istenen şimdi bunlarla bu şekilde yapılmaya çalışılıyor. Onlarda öldürülme vardı,

bunlarda ise kazanarak yaşatma, kendi yanına çekme ve bu şekilde hedef haline getirme vardır. Bunları kullanıp bir

kenara atabilirler. Bu çok büyük bir oyun, farkında olmayabilirler, iyiniyetli olabilirler ama bu politikaların farkında

olmalılar. Aslında iki durum da, öldürme de yanına çekme de aynıdır, aynı amacın uygulamalarıdır. Kürt hareketini tasfiye

ederek bunlarla yapay bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Tabi bunları kullanıp daha sonra işleri bittiğinde bunlara tekmeyi

atarlar. 2004'te buna benzer bir oyunu örgüt içinde de yaptılar. Bunlar farklı düşünebilirler, farklı önerileri olabilir ama

parçalı görüntü vermemelidirler. Bunlar DTK içine alınmalıdır. Kendi düşüncelerini DTK platformunda istedikleri gibi ifade

etmelidirler, böyle yaparlarsa kimse onlara bir şey de demez. Parçalı duruş olmamalı, kendilerini kullandırmasınlar.

Tehlike tüm Kürtler içindir, birlik olma zamanıdır. Söylediğim gibi bu, aynı mekanizmanın işidir, sadece tarz farklıdır. O

zaman imha etmek istediklerini Savaş Buldan, Behçet Cantürk gibileri jitem vd. küçük grupları kullanarak imha

ettiriyorlardı. Şimdi de bahsettiğim çevreleri ön plana çıkarıp, kullanıp, hedef haline getirip, imha ettirmeye çalışıyorlar. Bu

oyuna gelmemeliler.”

DEVLETLE GÖRÜŞMELERİM DEVAM EDİYOR

“Kamuoyu ile şunları paylaşmak isterim. Öcalan'ın devletle görüşmeleri devam ediyor, görüşmeler daha da

ciddileşiyor. Henüz diyalog aşamasından müzakere aşamasına geçilmiş değil ama müzakereye geçiş aşaması olarak

değerlendirebiliriz. Gelen yetkililer dürüst ve ciddi insanlar. Biz çatı rolünde devlete karşı değiliz. Devlet uzlaşmacı,

birleştirici, çatı rolünde olmalı ve hizmeti esas almalıdır. Devlet bir ideolojiye bağlı kalmamalıdır. Etnik-ırki, cinsiyetçi, dini,

ideolojik olmamalıdır. Devlet politik oligarşinin-iktidarın-siyasi yapının rant aracı olmamalıdır. Kamuoyunun şu hususu net

bir şekilde anlaması lazım. Şu anda devletin yaklaşımı olumludur ancak bir bütün olarak politik oligarşi, yani hükümet

dahil muhalefet partileri CHP ve MHP çözümün önünde engel olarak duruyorlar. Siyasiler, CHP, MHP ve AKP daha çok

sermaye, daha çok para, daha çok menfaat peşindeler. Onlardaki devlet algısı bu şekildedir, rant kapısı olarak

bakıyorlar. İktidara bu nedenle talipler, devleti bu amaçla ele geçirmeye çalışıyorlar, dürüst değiller. Ama siyasilerin bu

yaklaşımı Türkiye'yi felakete götürür. Bu şekilde vahşice devleti parçalamaya çalışıyorlar. Devlete böyle yaklaşılmamalı.

Devlet aygıtı aslında toplumun yönetiminde tecrübe birikimi ve hizmet aracı demektir. İşlevi bu olmalıdır. Toplumun tüm

kesimlerine eşit mesafede ve onların ihtiyaçlarını karşılayacak bir konumda olmalıdır. Bizim ayrı bir devlet ya da

federasyon gibi taleplerimiz yok. Biz, demokratik taleplerimizin karşılandığı böyle bir devlette birlikte yaşamaktan

yanayız. Türkiye kamuoyu bunu böyle bilmelidir. Devlet çatı görevini görmeli. Bu durumda basın, devletten yana tavır

koymalı. Politik oligarşinin popülist ve gündelik siyaset yaklaşımı doğru değildir. Basın, devletin bu olumlu yaklaşımını

anlamalı ve ön plana çıkarmalıdır. Siyasi partilerin, yani benim politik oligarşi dediğim yapının kışkırtmalarına,

oyunbozanlığına alet olmamalıdır. Oligarşik iktidar, günlük siyaset yapanlar devleti yıkacak. Devlet bir üst çatıdır.”

KİMSE AKP’NİN OYUNUNA GELMEMELİ

“Kimse AKP'nin oyununa gelmesin, devletin yaklaşımı AKP'den yani hükümetten çok daha olumlu bir

durumdadır. AKP'nin kendi çıkarları ve rant peşinde olduğunu, meselenin çözümüne doğru yaklaşmadığını belirtmek

istiyorum. 8 yıldır AKP bizi oyalıyor, samimi davranmıyor. Bakın geçmişte benzer birçok süreç de yaşadık. Özal mesela

daha samimiydi. Bu nedenle öldürüldü. Yine Erbakan bizimle daha ciddi, olumlu diyaloglar kurdu. Hatta Kıvrıkoğlu

zamanında görüşenler daha samimiydiler. Ecevit de öyleydi. Ama etkisizleştirildiler. MHP ise daha önce söylediğim gibi

Siyah Türkçülüğü temsil eden zihniyettir. Bunların Türkçülük anlayışı Hitler'den etkilenmiştir. Nihal Atsız vb.lerinin

durumu biliniyor. Üç partiye söylüyorum, özellikle de MHP'ye söylüyorum, Devlet ciddi bir üst yapıdır. Oligarşik iktidar;

rant peşinde, ihale peşinde, devleti yabancılara satıp talan peşinde. Bunlar devleti dışarıda uluslararası sermayeye,

içeride de birkaç tane zengine peşkeş çekiyorlar. Öcalan ise bunların tersine birlik peşinde, ülkeyi güçlendirmek ve adalet

peşindedir. Ben mektup gönderdim. Ateşkes kararını artık KCK ve devlet verecek. ”

HAKİKAT KOMİSYONU KONUSU ÇOK ÖNEMLİ

“Bu komisyon konusu çok önemli. Bugün de yapacağım en önemli önerim bu olacak, bu hayatidir. Meclis

bünyesinde bir Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu'nun kurulmasıdır. Başlangıç ve pratik anlamda bu, en hayati

şeydir. Bu Adalet ve Hakikatleri Araştırma Komisyonu Meclis'e bağlı olarak Meclis çatısı altında kurulmalıdır. Bu

komisyon araştırmalarının sonuçlarını rapor halinde meclise sunar. Bu komisyonun ortaya koyacağı hakikatlere sonuna

Page 115: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

kadar bağlı kalacağız. Bu komisyon herkesin bilgisine başvurabilir, herkesi dinleyebilir, beni, Tayyip Erdoğan'ı,

geçmişteki siyasetçileri ve generalleri dinleyebilir. Ben giderim gerekirse beyanda bulunabilirim, hatta Karayılan da bu

komisyona bilgi verebilir, yaşanan karanlık olaylara ilişkin binlerce belge sunulabilir, PKK'nin de bu konuda arşivi var. Bu

komisyon bu şekilde gerçekleri ortaya çıkarabilir. Araştırmaya, yakın zamanda gerçekleşen Taksim patlaması, Hakkari

patlaması, 10 gerillanın yaşamını yitirmesi ve imam olayıyla başlayabilirler. Dediğim gibi bu üç olayla başlanabilir.

Ardından geçmişe doğru, örneğin geçmişte yaşanan faili meçhulleri ortaya çıkarırlar. Ben bu konuda elimden geleni

yaparım. Bunu yapmaya hazırım. Her türlü desteği sunmaya hazırım. Eğer AKP samimiyse bu komisyonu kurmalıdır.

AKP bundan kaçmamalıdır. Bu komisyon hakikatleri açığa çıkaracaktır, bundan kaçılamaz. Bu şekilde AKP'yi

yakalayacağız, bundan kaçıyorsa demek ki suça bulaşmıştır. Bu şekilde, bu esaslara uygun bir şekilde komisyon

kurulursa ondan sonra kimse komisyon kararı olmadan konuşmaz. Biz, bu komisyonun aldığı her karara sonuna kadar

bağlı kalacağız, ne derlerse onlar gibi olacak. Çatışmasızlık, silah bırakmaya kadar herşeyde biz bu komisyonun alacağı

kararlara bağlı kalacağız. Bu konuyu buraya gelen devlet yetkileriyle de konuştuk. Onlar da bu düşünceye olumlu

yaklaşıyorlardı. Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu'yla AKP'nin gerçekliği ortaya çıkabilir. Bu şekilde demokratik

siyaset yoluyla onlara yanıt veriyoruz. Eğer bu komisyonu kurmazlarsa ve buna yanaşmazlarsa o zaman bu patlama ve

olaylarda Hükümetin de parmağı olduğu anlaşılır. Demek o zaman bunların ortaya çıkmasını istemiyor. Bu komisyonu

şayet kurarlarsa o zaman herşey ortaya çıkarılır. PKK mi yapmış, bu da ortaya çıkarılır.”

DİYARBAKIR AYAĞA KALKSIN MI İSTİYORLAR

“İkinci bir önerim de Demokratik anayasaya ilişkindir. BDP, Demokratik Anayasa üzerine çalışmalarını devam

ettirebilir. Demokratik Anayasa Konferansı çalışmaları 8 ay boyunca devam ettirilebilir. Anayasa konusunda iki farklı

çalışma olabilir. BDP yeni demokratik anayasayı tüm Türkiye geneli boyutuyla ele alır. DTK ise Kürtlerin taleplerini

ilgilendiren özerklik anayasası üzerinde çalışabilir. Benim önerilerim bunlardır. Ben 8 yıldır AKP'ye şans veriyorum.

Şimdiye kadar beşinci seçim oldu. Yanıma geldiler bu seçim geçsin, şu seçime kadar bekleyin dediler, 8 yıldır bu şekilde

oyaladılar, şimdi de önümüzdeki seçime kadar diyorlar. 8 yıldır ben onları bekliyorum, onlar bizi ne sanıyorlar, ne

yapmaya çalışıyorlar, ne istiyorlar! Diyarbakır ayağa mı kalksın istiyorlar. Kürtler isyan mı etsin istiyorlar, istedikleri bu

mu? Artık biz bu oyuna gelmeyeceğiz. Bu defa da ciddi şekilde gelinmezse “çıkın gidin işinize” derim. Şayet bu süreç

değerlendirilmezse Fransız Devrimi'ndeki 1791-94 gibi, Rus devrimindeki gibi iç çatışma, olaylar gelişir. ”

TORİ VE GÖLDAŞ AİLESİNE BAŞSAĞLIĞI DİLİYORUM

“Tarihçi Tori ve yazar İsmail Göldaş hayatını kaybetmiş. Ailelerine taziye dileklerimi iletiyorum. Tutuklanan SDP

Başkanı Rıdvan Turan ve arkadaşlarına selamlarımı iletiyorum, Solu tek parti altında biraraya getirebilirlerse çok iyi olur.

Van, Silvan, Siirt ve Eruh halkına selamlarımı iletiyorum. Özellikle Van kadınlarına ve diğer bölge kadınlarına özel

selamlarımı iletiyorum. C.evlerindeki arkadaşlara da selamlarımı iletiyorum. ”

Görüşme Notları:

Demokratik Özerklik Anayasası hazırlanmalı

Avukatlarıyla görüşen PKK lideri Abdullah Öcalan, Demokratik Özerklik Anayasası’nın hazırlanması gerektiğine

dikkat çekerek, KCK’nin örgütlenmesini hızla tamamlamasını istedi. KCK'ye çağrı yapan Öcalan, Kürdistan illeri başta

olmak üzere bütün il merkezlerinde Kent Konseyleri ilçe ve köylerde ise Bölge Konseylerinin oluşturulmasını istedi.

‘‘Tek başına ne Hükümet ne Genelkurmay ne MİT, Emniyet hiç kimse tek başına çözemez’’ diyen Öcalan, bir

Hakikat ve Adalet Komisyonu’nun mutlak şekilde kurulması gerektiğini belirtti. Silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesi

konusunda bir anlaşmanın olmadığını kaydeden Öcalan, KCK davasındaki tutukluların rehin alındığını hatırlattı.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Kürt sorunun dış

yansımalarına değinen Öcalan, “Eylemsizlik kararı Avrupa basınında olumlu yankı bulmuş. Yani Avrupa da artık sorunun

ciddiyetinin farkına mı vardı, Avrupa artık olumlu-ılımlı mı düşünüyor, bu PKK'nin terörist örgütler listesinden çıkarmanın

başlangıcı olabilir mi? Bilemiyorum. Avrupa Parlamentosunda her yıl yapılan 7. Kürt Konferansı bu ay yapılacakmış.

Buradan bu Konferans aracılığıyla şunu ifade etmek istiyorum: “Siz bu toprakların son yüzelli yıllık tarihinde

politikalarınızla dört halkın katliamlarına yol açtınız. Halkların özgürlüğünü bir avuç ranta, ekonomik çıkarlarınıza kurban

Page 116: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

ettiniz. Bu rant karşılığında sattınız. Türkiye'deki egemen sistemle de uzlaştınız. Bu çözümsüzlük politikasıydı. Bunda

Avrupa'nın sorumluluğu var, bununla yüzleşmelisiniz, aksi halde tarih karşısında sorumluluktan kurtulamazsınız.” dedi.

KCK DAVASINDA TUTUKLU OLANLAR REHİN DURUMUNDA

KCK davasındaki tutsakların rehin alındığını belirten Öcalan, şöyle devam etti:

“Diyarbakır'daki KCK davasını takip ediyorum, dil meselesi ön plana çıkarılmış biliyorum, bu konuda yapın veya

yapmayın demiyorum. Ancak KCK sisteminin anlaşılmasında bir sıkıntı var. KCK hususunun tam anlaşılamadığını

görüyorum, beş yıldır da yanlış uygulanıyor. KCK davasında tutuklu olanların durumu tam rehine almadır, onlara rehine

muamelesi yapılıyor. İki yıldır hukuksuz bir şekilde yargılamadan cezaevinde tutuyorlar, Silivri'de de öyle yapıyorlar.

Böyle giderse bu şekilde yargılamalar on yıl devam eder. Bu bir çürütme politikasıdır. Daha önceleri infaz ediyorlardı

şimdi çürütüyorlar.

Vedat Aydın biliniyor, zaten Hatip Dicle ile de yakın arkadaşlardı, Vedat'ı katlettiler Hatip'i de böyle cezaevinde

çürütmeye çalışıyorlar. Daha önce on yıl hapsedilmişti, şimdi de hapiste çürütülmek isteniyor. Hatip Dicle'yi de biliyorum

öyle silahla da ilişkisi yok. Yaptıkları, söyledikleri tamamen ifade özgürlüğü çerçevesindedir. Vedat Aydın'ın

katledilmesiyle Hatip Dicle'nin cezaevinde çürütülmesi aynıdır, aynı politikanın biçimleridir. Bu tehlikeler görülmelidir,

bunlar görülmeden doğru bir duruş sergilenemez. Basından izledim, bir avukat çıkmış, “inatlaşmayı bırakın, bayramdır,

çoluk çocuğunuz evde sizi bekliyor” demiş. Bireysel düşüncesi, olabilir ancak anadil onurdur, oradaki ısrar onurunu

korumada, varlığını korumada ısrardır, buna yöneliktir. Bu, varlık yokluk meselesidir, hayati konulardır. Çıkıp nasıl

bundan vazgeçin diyebiliyorlar. Avukatların yarısı bu şekilde hiçbir şey anlamıyor. Tek tek insanların peşine düşüp onları

bu tür yöntemlerle cezaevinden çıkarmaya çalışıyorlar! Çıkardıktan sonra da işte müvekkilimizi kurtardık diyerek bunu

başarı sayacaklar, bundan mutlu olacaklar! Hani o bilinen Nasrettin Hoca'nın eşeğinin kaybettirilmesi hikayesine

benziyor. Önce Hoca'nın eşeğini kaybettiriyorlar, sonra tekrar kendileri bulup getirip “Hoca sevindin mi?” diyorlar. KCK

tutuklularının durumu da buna benziyor. Haksız-hukuksuz şekilde tutup rehin aldılar, ardından teslim almak isteyecekler,

teslim olanları da tek tek bırakacaklar. Bunu da bir lütuf gibi gösterip sevinmelerini bekleyecekler. KCK tutuklamaları

aslında bir çürütme politikasıdır. Ben daha önce buna siyasi soykırım demiştim. Aslında bütün bunların tarihi bir geçmişi

de var.”

SOYKIRIMIN TARİHİ 15 ŞUBAT 1925’TİR

“Bana göre Kürtlere yönelik geliştirilen siyasal soykırımın başlangıç tarihi 15 Şubat 1925'tir. Neden böyle

diyorum? 15 Şubat 1925'te Şeyh Sait hiç de hazırlıklı olmadığı halde aslında planlanan tarihten çok önce ayaklanmaya

zorlandı. Şeyh Sait'e Dicle'nin bir köyündeyken, köye aranan birisi gelip sığınıyor. Ardından silahsız-tesisatsız askerler

gönderilerek, “bu adamı bize verin” diyorlar. Şeyh Sait, onurlu biri, kendisine sığınan adamı verir mi? Direniyor vermiyor,

vermeyince çatışma çıkıyor, askerler ölüyor. Böylece Şeyh Sait hiç hazırlıklı olmadığı halde bu olay gerekçe gösterilerek

isyana zorlanıyor. Bu olay ne zaman başlıyor? 15 Şubat 1925'te. Ne kadar ilginç değil mi? Benim de komployla teslim

edilmemin tarihi 15 Şubat 1999. Bana verilen idam cezası da Şeyh Sait'in idam edildiği tarih olan 29 Haziran tarihli, çok

ilginç. Bütün bunlar tesadüf değil. 15 Şubat 1925 komplosuyla siyasal soykırım tarihi başladı ve daha sonra Kürdistan'ın

bütün geneline ta Diyarbakır'dan Dersim'e kadar her yerde ve günümüze kadar uygulandı. Şimdi de KCK davası adı

altında aynı siyasal soykırım politikası Diyarbakır'da yine devam ediyor. Ermeniler için 24 Nisan 1915 neyse Kürtler için

de 15 Şubat 1925 odur.”

ÇÖZÜM İÇİN HAKİKAT KOMİSYONU ŞART

“Kürt Sorununun demokratik şekilde çözülmesi için yapılması gereken çok önemli şeylerden hatta en önemli

olanı, Bir Hakikat ve Adalet Komisyonu'nun oluşturulmasıdır. Bunun ismi o kadar önemli değil, önemli olan işlevidir,

hakikatin açığa çıkarılması, adaletin sağlanmasıdır. Bu konuda Türkiye'de uzman, tecrübe sahibi kişiler var. Her

kesimden, işte sivil ve askeri kesimlerden, akademi çevrelerinden, aydınlardan, hatta halktan bu konuda uzman ve

tecrübeli insanlar bu komisyona dahil edilir. Sayıları çok sınırlandırılmayabilir, 30-50 olabilir. Bu komisyon konusu Meclis

kararı olmadan olmaz, hatta hukuken ve siyaseten bu mümkün değildir, Meclis kararı gerekir, dünya deneyimleri de

böyledir. En bilineni Güney Afrika'dır ama Dünyada 16 ülke bu şekilde bu yöntemle sorunlarını çözdü.

BU SORUNU KİMSE TEK BAŞINA ÇÖZEMEZ

Bu sorunu tek başına ne Hükümet ne Genelkurmay ne MİT, Emniyet hiç kimse tek başına çözemez. Meclis

kararı olmadan zor olur. Önemli olan Meclis öncülüğünde geniş yelpazede birçok kesimin içinde yer alacağı bir

komisyonun kurulmasıdır. Şunun için komisyon diyorum: Meclis bir konuyu nasıl ele alıyor, doğrudan genel kurula

gelmiyor, genel kurula gelmesi için önce konunun komisyonlarda görüşülmesi sonra genel kurula gelmesi gerekiyor.

Burada yapılacak olan da budur. Burada komisyonun ismi önemli değildir, önemli olan hakikatlerin açığa çıkarılmasıdır.

Bu komisyon son otuz yılı kapsayan bir çalışma yapabilir. Son otuz yılda yaşanan olayları inceleyip hakikatleri ortaya

çıkarır. İşte herkes izliyor, son günlerde Turgut Özal'ın kardeşi, oğlu, eşi çıkıp onun öldürüldüğünü söylüyor, hatırlanırsa

bunu ilk ben söylemiştim. Böyle iddialar var. Kardeşi doğru söylüyor, bu işin çözüm yeri savcılık değil, mahkeme değil,

Meclis'tir diyor, ancak Meclis araştırma komisyonuyla çözülebilir diyor. Doğru söylüyor. Buna benzer pek çok olay var,

işte Eşref Bitlis olayı var, diğer komutanlar var, 9 gerillanın öldürülmesi var, Taksim'deki patlama var, benzeri birçok olay

Page 117: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

var. Bunlar ancak belirttiğim komisyon çalışmaları çerçevesinde açığa çıkarılabilir. Bu komisyon gerçeğin açığa çıkması

için Tansu Çileri, Doğan Güreşi ilgili herkesi dinler, beni de dinler, ben de görüşlerimi açıklarım.”

SEÇİM SONRASINI BEKLEMEYE GEREK YOK

“Bu komisyon, bugüne kadar yaşanan acı olaylardaki sorumluları ortaya çıkarır, Meclis'in gündemine getirip, bu

konularda Meclisten karar aldırabilir. Bu konuda öncelikle Hükümetin karar vermesi gerekir sonra diğer partilerle uzlaşı

sağlar. AKP'nin seçim sonrasını beklemesine gerek yok. Çünkü bu Komisyon parlamento çalışmasıdır, sadece bir

dönemlik de değil, yani bir dönemin parlamentosunun işi değil, diğer parlamento dönemlerine de sarkabilir, dolayısıyla

seçim sonuçlarından etkilenecek bir çalışma değil. Bazı konularda AKP, seçim sonrasını bekleyebilir ancak bu konu

seçimle ilgili değildir, seçim sonrasını beklememelidir. Bu komisyon en kısa sürede kurulmalıdır.

‘AKP’NİN TİRANLIĞINA HİZMET ETMEYECEĞİZ’

Bu komisyon üzerinde sanırım bütün partiler de mutabıklar. Bu AKP'nin de CHP'nin de istediği bir şeydir, hatta

CHP'nin bir önerisi oldu galiba bu konuda. Herkes bu konuda seferber olmalıdır. BDP de bu konuda özel bir çalışma

yürütmelidir. En kısa sürede bu komisyon kurulmalıdır. Bu dönemde AKP'nin ikili bir karakteri sözkonusu. Biz AKP'nin

tiranlığına hizmet etmeyeceğiz, bizim görevimiz bu değildir, buna alet olmayacağız. Ben cumhuriyetçiyim, demokratik

cumhuriyetçiyim. Ne CHP'nin 80 yıllık hegemonyası ne de AKP'nin 8 yıllık hegemonyasını kabul etmiyorum, ikisine da

karşıyım, ikisini de reddediyorum. “Ben ilkesel olarak silahları devreden çıkarmak istiyor, silahların devreden

çıkarılmasına evet diyor, bu ilkesel bir tutumdur”. Ancak silahların devreden çıkarılması için hakikatlerin açığa çıkarılması

ve toplumda bir uzlaşının gerçekleşmesi gerekir. Bunun için ilk Hakikatleri Araştırma komisyonu kurulmalıdır. Kurulan

komisyon bu konuda karar verirse, uyarız. Eğer komisyon işlevini görürse, bu konuda ilerlemeler sağlanırsa, o zaman

silahlı güçler sınır dışına çekilebilir veya ülke içinde bir yerde toplanabilir, hükümetin, devletin bilgisi dahilinde bunu

yapabiliriz.

Bu komisyonun kurulması gerçekleşmezse sorun nasıl çözülecek, sorun çözülmezse benim tarihe ve halka

karşı sorumluluğum var, bunları söylemek zorundayım, bunları söylerken Öcalan tehdit ediyor falan demek ucuz

yaklaşımlardır. Uyarı görevimi yapıyorum. Burada benimle yapılan görüşmelerle bir düzeye gelinebilir, bu konuda

ilerlemeler sağlanabilir. Bundan dört-beş yıl önce, 2006'da Kürtlerin de içinde olduğu çevreler beni ateşkese zorladı,

bunu sizin üzerinizden yaptılar, illa ki ateşkes yapmamız gerekiyor dediler, bu konuda beni oldukça zorladılar. Ama ben

artık bu tür oyunlara gelmeyeceğim. Eğer ilerleme sağlanırsa ben devreye girer geri çekilme dahil rolümü oynarım.

Herkesin şunu iyi görmesi gerekir, bu geri çekilme benzeri kararlar hayati kararlardır. Bu kararı da benden başka kimse

veremez.”

SİLAHLI GÜÇLERİN KONUMUNU YANLIŞ DEĞERLENDİRİYORLAR

“Fakat bakıyorum bazen öyle şeyler oluyor ki, çok şaşırıyorum, öfkeleniyorum. İşte basından izledim, bazıları

çıkıp sorumsuzca “silahlı mücadele miadını doldurmuştur” diyor. Buna kendileri nasıl karar verirler, bu hakkı nasıl

kendilerinde buluyorlar? Silahlı güçlerin pozisyonu ve geleceği hakkında Kandil bile tek başına karar veremezken, bunları

nasıl söyleyebiliyorlar? Açık söylüyorum Kandil bile bu konuda tek başına yetkili değil. Bu sorunu Kandil bile çözemezken

onlar nasıl çözecekler? Bunları dile getirenler, silahlı güçlerle bir ilişkileri yok ki nasıl onlar hakkında söz söylesinler!

Herkes kendi işine bakmalı, herkes sorumlu olduğu konularla ilgilenmeli, kafa yormalı, söz söylemelidir. Bazıları bırakmış

kendi asıl işlerini silahlı güçlerin durumunu konuşuyor, bu konu onlara düşmez. Bunları anlamıyorum, niye kendi işlerini

yapmıyorlar, niye kendi işi olmayan konulara giriyorlar? Anlamıyorlar mı?

Şöyle bir düşünüyorum da herkes işin içinde görünüyor ancak Kürtlerin geleceği, özgürlüğü hakkında kafa

yoran, üreten yok. Burada yanlış anlaşılmasın, binlerce, onbinlerce arkadaşımızın emeği, katkısı var ama yeterli değil.

Yeni savunmalarımda bu konuyu işledim, nasıl başladığımı, nasıl bugüne getirdiğimi edebi bir dille anlatıyorum. Ama

siyasi mücadele yürütenlerin çoğu fiziken varlar ancak bu konularda kafa yormuyorsunuz. Herkes hala bana yaslanmış,

herşeyi benden bekliyorlar. Ben bu yüzden uyuyamıyorum burada, kafa yoruyorum. Ama onlar kendi yapması gereken

işleri dururken, bunu doğru dürüst yapmazken kalkıp kendilerini aşan, dünyanın, ABD'nin Avrupa'nın bile çözemediği

silahlı güçler konusunda ahkam kesiyorlar. Çözebilseydi ABD ve Avrupa bu konuyu çözerdi ama onları bile aşan bir konu

olduğunu gördüler. ABD'si Avrupa’sı bile artık bu konuda beni tek etkili-yetkili kişi olarak görürken bunların yaptıkları

açıklamalara bakın! Çevik Bir bile burada benimle görüşürken “sen dağa çıkardın sen dağdan indireceksin” demişti. Tabi

burada yarı tehdit de vardı, tehdit olabilir de olmayabilir de. Önemli olan bir gerçeği tespit etmesiydi. Burada yaptığım bu

süreçteki görüşmelerde heyettekiler bile ancak silahlı güçler sorununu benim çözebileceğimi belirttiler. Bu gerçekleri

herkes görürken, bizimkiler niye göremiyorlar? Kalkıp silahlı güçler miadını doldurmuş diyorlar, AKP seni bırakır mı? Hem

parası, hem olanakları, hem gücü var, senin neyin var, yer yutar seni. Bunu nasıl görmüyorsunuz? Şimdiki gibi rahat

siyaset yapabilecek misiniz, devlet seni yaşatır mı, neyin karşılığında silahlar bırakılsın diyorsunuz? İşte basit gibi

gelebilir ama Diyarbakır'da Toki inşaat çukurunda iki çocuk boğulmuş, bu ölümleri engellemek için ne yapıldı, iki kepçe

toprak atılsa içine, o çukur kapatılsa bu ölümler olmayacak. ”

AKP POLİTİKALARI CESARETLENDİRİLİYOR

Page 118: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Yanlış anlaşılmasın ben, burada kişilerle ilgili değilim, bir zihniyeti, anlayışı ve bir oyunu ortaya çıkarmaya

çalışıyorum. Oyun kurmuşlar, Kürtlerin altını oyuyorlar, çoğu farkında değiller. Ama burada bir oyun var. AKP

referandumdan önce basbas bağırarak ‘sivil toplum örgütleri cesur olsun, ön plana çıksın’ dedi. İşte bu tür açıklamalar da

buna hizmet ediyor, benim demek istediğim bu. Bu tür çıkışlarla AKP tasfiye politikası konusunda cesaretlendiriliyor

sonuçta. Benim derdim bu. Aynı şeyi işte ticaret odası da başkaları da aynı şeyi yaptı. Bunu görmüyorlar mı, yine altlarını

oyduklarını görmüyorlar mı? Bunlar bu oyunlara gelerek kendilerini düşürdükleri tehlikeyi farketmiyorlar mı? Bu sistem bu

haliyle bunları bir gün bile yaşatmaz. Bunlar bu tür açıklamalar yaparak tasfiye planının değirmenine su taşıyorlar. Basın

da bilinçli olarak bunları ön plana çıkarıyor. Türk basını bu konuda çok tecrübeli. Hemen o eğilimi ön plana çıkarıp “işte

muhatap alınması gerekenler bunlardır” diyorlar. Herkes kendi işini yapacak. Kandil'in bile üstesinden gelemediği bir

konuda sen nasıl böyle olmalı dersin, kurucusu sen misin? Bunlar ahlaki değil, saygısızlıktır. Apo vicdan sahibidir, adil bir

insandır, hakkaniyetlidir, hak bilirim ancak bu tür şeylere de taviz vermem.”

SINIR DIŞINA ÇEKİLME ANLAŞMAMIZ YOK

“Bizim de burada silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesi konusunda bir anlaşmamız yok. Şu anda heyetle

yaptığımız görüşmelere diyalog da diyebiliriz, müzakere de diyebiliriz, kavram çok önemli değil, buna takılmamak

gerekiyor. Ben burada sorunun demokratik barışçıl yollarla çözümü için 11-12 yıldır çabalıyorum. Burada birçok görüşme

yaptım. Bugüne kadar yaptığım bu görüşmelerden sonra daha yeni yeni birbirimizi anlamaya başlıyoruz. 11-12 yıldır

daha yeni ortak dili ve karşılıklı saygıyı yakalıyoruz, bu kolay olmadı. Ben buraya benimle görüşmeye gelen heyetlere de

yaptığımız görüşmelerde defalarca söyledim. “Siz bile bu sorunun nereden kaynaklandığını anlayamıyorsunuz, o yüzden

çözemiyorsunuz” dedim. Bu sorun, bir İngiliz planıdır. Daha yeni yeni beni anlamaya, bu konularda ikna olmaya

başladılar. Tabi bu durum, bu düzey kolay yakalanmadı. İşte bu nedenle ben her fırsatta demokratik siyaset akademisi

diyorum ne kadar yerine getiriliyor bilmiyorum. Doğru bir siyaset ve dilin ortaya çıkması için bu akademiler zorunludur,

gereklidir. Burada devletle olgun bir dil geliştiriyoruz. Karşılıklı saygı temelinde birbirimizi anlıyoruz. Bu olmasaydı

korkunç katliamlar gelişirdi.”

‘DEMOKRATİK ÖZERKLİK ANAYASASI’

“Demokratik özerklik konusunda şunları belirtmek istiyorum: Bu konu da eksik ele alınıyor. KCK davasını takip

ediyorum. Sadece dil konusuna vurgu yapılıyor. Ancak bizim demokratik özerklik anlayışımız salt dil ile sınırlı değil. Bizim

demokratik özerklik anlayışımızın bir arka planı var. Arka planında demokratik dünya sistemi çözümlemesi var,

demokratik siyaset felsefesi var, demokratik örgütlenme modeli var. Demokratik özerklik anlayışımız böyle kapsamlı,

bütünlüklüdür, bütünlüklü yaklaşmak gerekiyor. Bu bir toplumsal yönetim modelidir. Hukukçular bu konularda faydalı

çalışmalar yapabilirler. Niye yapamıyorlar, anlamıyorum, engel olan nedir? Burada bir halkın özgürlük sorunu var, bu işler

ciddidir.

Daha önce demokratik özerklik anayasası konusunda çalışma yapılmasını söylemiştim, bu çalışmaya

hukukçular katkıda bulunabilir. Bu demokratik özerklik anayasası yanlış anlaşılmasın, ayrı bir anayasa değildir. Genel

ülke anayasasının bir parçası, bir bölümüdür. Yani genel anayasadan ayrı değildir. Demokratik özerkliğe ilişkin

savunmalarımda daha önce işlemiştim, altı boyuttan hukuki, ekonomik, siyasi, kültürel, sosyal, güvenlik-savunma

boyutlarından bahsetmiştim. Bu altı boyut çeşitlendirilebilir, çoğaltılabilir, azaltılabilir, önemli değil. Tüm bu boyutlar

temelinde bunları esas alarak bir demokratik özerklik anayasası hazırlanabilir. Demokratik özerkliğin boyutlarının her biri

üzerinde günlerce, haftalarca hatta aylarca tartışmalar yürütülebilir, dar bir zamana sıkıştırılmamalıdır, mesela ben

burada zaman imkanım olsa on saat güvenlik boyutunu anlatabilirim. Bu çalışmaya hemen başlanmalı, harıl harıl

çalışılmalıdır. Bu vesileyle BDP'ye de iki çağrıda bulunuyorum. Birincisi, Diyarbakır merkezli ve DTK'nın yürüttüğü Kürt

halkının demokratik özerklik anayasası çalışması ile eşgüdüm içinde olmalıdır.

1921 ANAYASASI REFERANS ALINABİLİR

“Bu çalışmalar yürütülürken 1921 anayasasının özerklikle ilgili bölümlerinden yararlanılabilir. Ayrıca Mustafa

Kemal'in o dönemde Kürtlere özerkliğe ilişkin yaptığı konuşmalar var, daha önce bahsettiğim 10 Şubat 1922 Kürt

Özerklik Kanunu araştırılarak ortaya çıkarılabilir. Biliniyor, Mustafa Kemal'in ilk Başbakanı Fethi Okyar'dı. “Ben elime Kürt

kanı bulaştırmam” dediği için tasfiye edildi. Bir başbakandı, ama tasfiye edildi, ardından bilinen süreç gelişti. İngiliz

hegemonyasını arkasına alan İnönü-Çakmak ikilisi iktidarı aldı. Mustafa Kemal bu şekilde etrafı sarılarak etkisizleştirilme

sürecine alındı. Kürtler devre dışı bırakıldı. Sonraki anayasalar biliniyor. BDP, ikinci olarak Ankara merkezli ve demokrasi

güçleriyle birlikte yeni demokratik anayasa çalışmasını yürütmelidir. Bunun için acilen bir demokratik anayasa konferansı

yapılmalıdır.”

KCK ÖRGÜTLENMESİ HIZLA TAMAMLANMALI

“Daha önce önermiştim, Kent Konseyi demiştim. Kürdistan illeri başta olmak üzere bütün il merkezlerinde bu

konseyler oluşturulur. Bir de il merkezi dışında kalan o ilin ilçe ve köylerini kapsayan bir Bölge Konseyi oluşturulur. Buna

bir örnek vereyim. Diyarbakır merkezde Kent Konseyi oluşur. Bu konsey daha önce de söylemiştim, merkezde yer alan

bütün STÖ' leri, zanaatkarlar, esnaflar, gençlik, kadın, bütün mahalle ve semt temsilcilerini bünyesinde barındırır. Bir de

merkezin dışında yer alan Diyarbakır'a bağlı işte kaç ilçe varsa o ilçe ve köylerin temsilcilerinden oluşan bir Bölge

Page 119: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Konseyi oluşturulur. Sorunlar burada tartışılır. Bunlar öz örgütlülüğün oluşturulmasına yönelik çalışmalardır. Beni soran,

bana selam gönderen herkese özel selamlarımı iletiyorum.Dersim'e özel sevgi ve selamlarımı gönderiyorum.”

Görüşme Notları:

Çözümün önünde en büyük engel AKP

1 Mart'a kadar eğer çözümün gelişmemesi halinde savaşın daha da derinleşebileceği uyarısı yapan Öcalan,

“Devlet ve ordu çözüm istiyor, AKP çözüm istemiyor, çözüme hazır değil. Barışın önündeki en büyük engel AKP'dir”

dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre Avrupa Parlamentosu’ndaki Kürt

Konferansı’na değinen Öcalan, “Avrupa Parlamentosundaki Kürt Konferansı'na Desmond Tutu da mesaj göndermiş,

önemlidir. Siyasi tecrübeleri çok fazla, çok deneyimliler, nasıl çözülebileceğini iyi biliyorlar. PKK'nin Avrupa'da terör örgüt

listesinden çıkarılmasının gelişen diyalog sürecini olumsuz etkileyeceği yönünde ifade edilen görüşler isabetli değil, tersi

doğrudur. Yani tersi, işimizi kolaylaştırır. Asıl PKK'nin terör örgütü listesinde bulunması çözümü zorlaştırıyor. ” dedi.

Öcalan, şöyle devam etti:

BİR AYDIR GÖRÜŞMELER OLMUYOR

“Burada son bir aydır herhangi bir görüşme olmuyor ama bu ileride olmayacağı anlamına da gelmez. Buradaki

görüşmeler müzakere değil hatta diyalog da değil aslında ben bir aracıyım, arabulucuyum burada. Ben devlet ile PKK

arasında aracıyım. Çünkü henüz müzakerelere geçmedik. Müzakereye geçilse maddeler üzerinde tartışılır. Fakat henüz

üzerinde somut konuştuğumuz bir madde yok çünkü Hükümet henüz karar vermemiş. Müzakereye geçilse bu

görüşmeler nasıl sonuçlanır bilemiyorum.”

VERDİĞİM TARİH 1 MART

“1 Mart'a kadar bir sonuç çıkması lazım. 1 Mart iyi bir tarihtir, güzel-uygun- bir tarihtir. Bu tarihe kadar bu

görüşmeler bir sonuç verirse, anlamlı bir barış, onurlu bir barışla sonuçlanır. Ben buna kutsal barış, büyük barış derim.

Ya da bu görüşmelerden bir şey çıkmaz, daha kötü bir süreç başlayabilir. 1 Mart'a kadar görüşmelerden anlamlı bir barış

çıkmazsa ben bu aracılıktan çekilirim, çekilmekten ziyade “yapamadım, başarısız oldum, devlet de, hükümet de çözüme

gelmedi, artık daha fazla aracı olamam” diyeceğim. Karışmayacağım onlara. Verdiğim tarih 1 Mart. Sıfıra doğru geri

sayım başladı.”

SİLAHSIZLANMA EN SON AŞAMADIR

“2006'da bizi çok oyaladılar. O dönem silahsızlanmayı gündeme getirdiler, bize dayatmaya çalıştılar. Beş yıldır

oyalandık. Başta yapılan bir yöntem hatası yanlış sonuçlar doğurur. Ben beş yıl sonra bu yanlışı fark ettim. Bu süreçte

pek çok gerilla, masum-yoksul Anadolu çocuğu olan asker-polis yaşamını yitirdi. Onlara da çok üzülüyorum. O dönem

silahsızlanma en başta masadaydı, o bir hataydı, artık silahsızlanma en son aşamadır. Devlet benimle barış için

görüşüyor. Bu görüşmelerin barışla sonuçlanması çabasında. Fakat Hükümet henüz kararını vermemiş. Ne müzakere

kararını veriyor ne de barış kararını veriyor. Devlet adına benimle görüşenler beni anladı, tehlikenin farkındalar. Türkiye

Iraklaşabilirdi ama bunu ben engelliyorum. Buraya gelen yetkililere de söyledim, Türkiye'nin Iraklaşmasını önleyen kişi

benim.Barış için elimden gelen çabayı gösteriyorum. Fakat Başbakan burada yapılan görüşmeleri dahi sahiplenmiyor,

“devlet görüşüyor” diyor. Sayın Erdoğan'dan, Başbakan'dan bir tek şunu istiyorum, Meclis'ten bir barış kararı çıkarsın

yeter. Bir tek barış kararı. Ondan sonra her şey çözüm yoluna girer. Öncelikle bu barışa karar vermesi lazım.”

HÜKÜMET ÇÖZÜME HAZIR DEĞİL

“Devlet ve ordu çözüm istiyor, AKP çözüm istemiyor, çözüme hazır değil. Bu durumda, barışın önündeki en

büyük engel AKP'dir. AKP içinde iyi niyetli insanlar olabilir, hatta Başbakan da iyi niyetli olabilir, fakat AKP barış

konusunda bir karar vermiyor. Ben Başbakan'ı henüz çözemedim, çünkü kapalı biri. Şu çok önemli; Başbakan, Özal'a mı

evrilecek, Çiler mi olacak? Yani Özal gibi birisi olmaya mı karar verecek, yoksa Çiller gibi olmaya mı karar verecek? Bu

benim için kocaman bir soru işaretidir. Özal barış için kararını vermişti, öldürülmeden önceki gün, bize diyalog için bir

heyet göndermişti. Diyalog halindeydi bizimle. Başbakan Amerika'ya gidiyor, İngiltere'ye gidiyor, Çiller gibi olursa

Çiller'den daha tehlikeli olur. Ama şu an kapalı biri, kapalı duruyor. AKP'nin “biz barışa güç getiremeyiz, yapamayız”

görüşü de doğru değildir. Sen Hükümetsin, barış kararını vermen gerekir.”

Page 120: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

ÖZKÖK ÇÖZÜM İSTEYEN TARAFTAYDI

“Mahmut Övür yazısında, AKP iktidara geldiği ilk dönemde, H. Özkök'ün 'Kürt sorunu çok önemli bir sorundur,

mutlaka çözülmelidir' diyerek bir projeyle Hükümete geldiğini, Özkök'ün bu teklifini Meclis'e götürdüklerini, ancak

siyasette çok büyük dirençle karşılaştıkları için Hükümetin ürktüğünü ve teklifi geri plana aldığını yazmış. Özkök, Eşref

Bitlis gibi çözüm isteyenlerdendi. Bitlis paşayı öldürdüler. Özkök, daha önce '97'de, 98'de bizimle diyalog kuran

gruptandı. Taraf'ta da bu yazıldı. O dönem sorunu çözmek isteyen bir grup vardı, ancak dış güçler izin vermedi. Asker

içinde de, polis içinde de çözüm isteyenler var. AKP şu anda barış için bir karar vermemiş, hatta MHP'nin pozisyonuna

girmek üzere. MHP'nin bir zamanlar ki engel pozisyonu gibi bir pozisyona da girebilir.”

AKP BAŞKA ŞEYLER PEŞİNDE

“Bu sorunun barışçıl çözülmesi lazım fakat AKP başka şeyler peşinde, başka şeylerle ilgileniyor. AKP

hegemonik bir inşa içerisinde. Kendi hegemonyasını her alana inşa ediyor. Anayasa Mahkemesi'ni halletti, HSYK'yı ele

geçirdi, diğer bir çok alanda da hegemonik inşasını devam ettiriyor. İşte bugün de generalleri görevden aldı. Önümüzdeki

seçimle birlikte bu hegemonyayı tamamlamak istiyorlar. AKP'nin gelişiyle hem ordu hem devlet ikiye bölündü. Bizi de

ikiye bölmeye çalıştılar. 2003-2004'te kısmen başardılar. Ama sonuç almadılar. Bu süreçte de bizi bölmek için

uğraşıyorlar. İşte bunun için, anlamak önemlidir diyorum. Demokratik siyaseti, felsefesini anlayan birkaç kişi olsaydı, iki-

üç kişi bile iyi anlasaydı bugün bu halde olmazdık. Ben bunun için siyaset akademileri demiştim. Bu akademilerde

yüzlerce, binlerce siyasetçi yetiştirilir. Benim burda söylediklerim anlaşılmıyor. Benim burada söylediklerimden AKP

faydalanıyor, hayata geçiriyor, kendine göre uyguluyor, siyaset akademileri açıyor. Ama asıl anlaması gerekenler

anlamıyor.”

AKP MÜSLÜMANLIĞI MÜSLÜMANLIK DEĞİL

“AKP'yi bazı dış güçler yönlendiriyor. Mesela AKP bölgede çok para harcıyor, bu para, AKP'nin parası değil,

dışarıdan gelen paradır. Bunların Müslümanlığı Müslümanlık da değil. Gerçek Müslümanlık, dürüstlüktür, demokrasidir.

Bunların tüm derdi, kaygısı ranttır, paradır, insanlar ölmüş umurlarında değil. İşi gücü oy peşinde koşmaktır. Kendi

çıkarları uğruna masum Anadolu insanları ölsün, hiç umurlarında değil. Ama ben ölen yoksul Anadolu çocuklarına, asker

ve polise de çok üzülüyorum. Ben insanların inançlarına saygı duyuyorum ama samimi olunmalıdır. Din, para getiren bir

şey değil ama bölgedeki tüm cemaatlerin ciddi para harcadıklarını biliyorum. Bu para din üzerinden elde edilen para

değil, kaynağı dışarıdır, yeşil gladio'dur. Bunların müslümanlıkla da ilgileri yoktur. Dürüst müslümanlar, namazlarını

kılarlar, gerekli olan şeylerini yaparlar. AKP'nin bölgede tek derdi birkaç aşirete para kazandırmaktır. Bunların tek dertleri

rant, insanlar ölmüş hiç umurlarında değil. AKP'nin bazı milletvekillerinin kendilerine, aşiretlerine beş on bin dolar daha

kazandırmak için yapmadıkları şey yok. Bu milletvekillerinin maaş almak dışında hiçbir marifetleri, hünerleri yok. Başka

bir iş bildikleri de yok. AKP'nin bölgede yüzde beşten fazla oy almaması gerekir. Neden oy alsınlar ki! Şu an çok iyi

çalışılsa AKP'nin bölgedeki oyu yüzde beşe düşer. Şurası çok net: AKP'ye verilen her oy savaşa gider, AKP ve diğer

partilere gitmeyen her oy barışa gider. Bunu halkımız böyle bilmelidir. AKP şimdi paralı asker sistemini kuruyor. 50 bin

paralı asker almayı düşünüyor. Bu, şu demektir; kendine bağlı, kendi adamlarından oluşan 50 bin asker oluşturuyor

demektir.”

ÖNÜMÜZDE ÜÇ AY VAR

“Önümüzde üç ay var. Barış olmaz ve savaş hatta bir toplumsal savaş gelişirse, herkes, bölgedeki,

Diyarbakır'daki STK'lar da etkilenirler. Herkes altında kalır bu işin. Bölgedeki iş adamlarına, iş çevrelerine sesleniyorum;

yine para kazanın, para kazanmanıza kimse bir şey demiyor. Barış için söylediklerinize de aynen katılıyorum, altına imza

atıyorum ancak bunu Hükümet'e de kabul ettirin, öyle gelin. Örneğin iş adamları neden bölgede yatırım yapmadıklarını iyi

tespit etmelidirler. Bunun sebebinin savaş olduğunu, yatırım yapma koşullarının olmadığını da hükümete

söyleyebilmelidirler. Barış şartlarını öncelikle Hükümete kabul ettirmelidirler. Siyaset kolay iş değildir. Bakıyorum,

çoğunlukla ciddiyetten uzak bir şekilde konuşuluyor. Siyasetle ilgili Kürt çevrelerinin yayınlarında da görüyorum;

demokratik özerklik ile ilgili bir çalışma yok. Örneğin bir yazıda Bedirhan işleniyor. Tamam Bedirhan önemli bir şahsiyettir

ama şu an daha hayati konular var önümüzde. Kürt sorununu işleyen gazeteler ve dergiler genelde böyle, hiçbirisi doğru

düzgün bir şeyler yazıp çizemiyor. Seviyeleri genelde aynı, bir adım öne çıkamıyorlar. Görevlerini yerine getirmesi

gerekenler bir türlü işlevsel, ciddi çalışmıyorlar. Yeterince çalışılmıyor, siyaset anlaşılmıyor. Fransız Devrimi'nde yapılan

anayasa çalışmalarına benzer bir çalışma yürütülebilir ve bu çalışma 8-10 ayı da bulabilir. İki-üç günlük toplantılar

yapıldıktan sonra dağılıyorlar ve sonra hiçbir şey yapılmıyor. Bu sefer de çalışılmazsa çok ağır eleştiririm. Bu süreç

hassas bir süreçtir, önemlidir, bu süreçte daha aktif olunmalıdır.”

ŞEHİR KONSEYLERİ KURULMALI

“Bütün şehirlerde Şehir Konseyleri kurulabilir. Mesela Diyarbakır'da en az 300 kişiden oluşan bir Şehir Konseyi

kurulabilir. Batman'da 200 kişiden oluşan bir Şehir Konseyi kurulabilir. Diğer şehirlerde de yüz-yüzelli kişilik Şehir

Konseyleri kurulabilir. Şehir Konseylerinin içinde her kesimden her görüşten kişiler olabilir. Şehir Meclislerine, samimi

İslami gruplar da var, onlar AKP'den ayrıdır, onlar da girebilir. Barış isteyen herkes olabilir, barışı kabul ediyorsa MHP'li

biri de olabilir. Şehir Konseylerinin derhal bir barış kararı vermesi gerekir, barışa ilişkin bir deklarasyon açıklayabilirler.

Page 121: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

AKP ve diğer partilere barış şartları, barışa ilişkin prensipler belirtilebilir, bunları kabul ederseniz gelirsiniz diyebilir ler. Bu

karar çıkarılır ve uygulanırsa, ben de buna uyarım. Bu yapılırsa hızlı bir şekilde barış gelişir. Beş on şehir bunu

uygulamaya koyarsa barış mutlaka gelir.”

ÖZERKLİK ANAYASASI EN AZ 8 AY GEREKTİRİR

“Demokratik özerklik anayasası iki-üç toplantıda ortaya çıkacak bir şey değildir; en az 8 ay gerektirir. Bunun çok

iyi hazırlanması gerekir. DTK'nın demokratik özerklikle ilgili çalışması da çok önemlidir. Bunun için savunmalarımdan

yararlanılabilir. Demokratik özerklik anayasasını son savunmamda daha ayrıntılı işleyeceğim. Demokratik özerklik,

Kürtlere özgü bir sistemdir. Demokratik özerklik çalışmasının yarısı belediyelerin payınadır. Yani yüzde elli ellidir.

Demokratik özerkliğin anayasası çalışmaları yapılabilir ve hızlandırılabilir. Baydemir ve diğer belediye başkanları da bu

konuyla ilgilenebilir. 1924'te Kürtlere verilen bir demokratik özerklik sözü var. 1922'de özerklik yasası Kürtlere ilişkin

çıkarıldı. Bunlar konuşulmuyor. Halbuki bu konuların bol bol işlenmesi lazım. Kürdistan İslami Hareketi'nin b ildirilerini

basında okudum, aynen katılıyorum fakat bir şartla, dürüst olmalılar, söylediklerini pratiğe geçirmeleri lazım. DTK kendi

içinde İnanç Komisyonu kurulabilir. Dürüst olanları, Abdullah Timoqi gibi dürüst olanların DTK içerisinde yer almaları

faydalı olur. Altan Tan gibileri bu konuları işleyebilir, ilgilenebilir, dürüst olanları bir araya getirebilirler.”

BAŞBAKAN BARIŞA KARAR VERSİN

“Çözüm gelişmezse, 1791 Fransa'daki büyük terör dönemi, 1918 Sovyetlerin kuruluşundan sonraki iç çatışma

gibi bir çatışma çıkabilir. Biz savaş yanlısı değiliz, savaş yerine direnişi esas alıyoruz. Başbakan barışa karar verirse,

demokratik çözüm için barış süreci gelişirse, biz gerillaları da araziden çekebiliriz, silahsızlandırmayı da o zaman

konuşabiliriz. Bu bireysel hak meselesi de AKP'nin verdiği bir şey, bir lütuf değildir, AKP'nin ortaya koyduğu bir mesele

de değildir. Ta '99'dan bu yana benimle görüşen devlet yetkililerinin gündeme getirdiği bir şeydi. Ama AKP sanki bunu

kendisi yapıyormuş gibi yansıtıyor! Bu doğru değildir, bu, AKP'nin yaptığı bir şey değildir. İşte yazıda da vardı, Özkök-

asker çözüm için Hükümete gidiyor ama Hükümet sorumluluk almıyor, çekiniyor, “tabanımız hazır değil” diyor. O zaman

hazırla tabanını, on yıldır neden hazırlamadınız tabanınızı?”

15 ŞUBAT’I KÜRTLER İÇİN SOYKIRIM GÜNÜ İLAN EDİYORUM

“Kürtlere karşı komplonun-soykırımın başlangıç tarihi 15 Şubat 1925'tir. 15 Şubat 1925'te biliyorsunuz Şeyh

Sait'e karşı komplo düzenlendi. Bana da 15 Şubat'ta komplo yapıldı. Cibranlı Halit onları tasfiye ettiler, sonra 15 Şubat'ta

Şeyh Sait'e yöneldiler. Şeyh Sait'in idam günü 29 Haziran; bana verilen idam kararının günü de 29 Haziran'dır. Bunlar

tesadüf değildir, mekanizma bu kadar tesadüfi çalışmaz. 15 Şubat, sadece benim için kara gün değil, 15 Şubat 1925

Kürtlere karşı yapılan soykırımın başlangıcıdır. 15 Şubat'ı Kürtler için soykırım günü ilan ediyorum.”

AKP GLADİO’NUN PARÇASIDIR

“Mustafa Kemal, soykırımcı olarak sunuluyor, öyle değil. Başbakan Fethi Okyar, Mustafa Kemal'in arkadaşıydı,

onu hükümetten düşürdüler. İngiliz yanlısı İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak'ı yerine getirdiler. Bunlar Mustafa Kemal'in

etrafını kuşatmışlardı. Ben buna Beyaz Türkçü hegemonya demiştim. Bu, 1980'lere kadar devam etti. 1980'lerden sonra

da Yeşil Türkçü hegemonya devreye konuldu.”

“Ben son savunmamda gladioya ilişkin çok kapsamlı değerlendirmeler yaptım. MHP ve ülkücüler Gladio

tarafından ABD'de eğitildiler. Şu an AKP'nin arkasında duran da aynı güçlerdir, aynı gladio'nun ürünüdürler. Son beş

yıllık süreci değerlendirdiğimde gladio'nun benim düşündüğümden daha kapsamlı olduğunu anladım, son savunmamda

ayrıntılı şekilde işliyorum bunu. Türk Gladiosu-Ergenekon'u bir ahtapot gibidir, birçok kolu vardır. Başını ezsen bile kolları

çalışır, kollarını birbirinden ayırsan her kol ayrı çalışır. AKP de bu sürecin bir parçasıdır. Bunu iyi anlamak gerekir. AKP'yi

yönlendiren bazı güçler var, onlar da bir çözüm sunmuyorlar.”

1 MARTTA BARIŞ GELMEZSE SAVAŞ DERİNLEŞİR

“Beş yıllık süreç içerisinde PKK silahlı mücadeleyi yükseltemedi, devlet de çözümü geliştirmedi ikisi de

tıkandılar. Hem devlet hem de PKK her şeyi üzerime yıktı, her şeyi benden beklediler, bekliyorlar. 1 Mart'a kadar eğer

çözüm gelişmezse, savaş daha da derinleşebilir. Bunu yaparlar mı yapmazlar mı, savaşırlar mı savaşmazlar mı kendileri

bilir. Bütün bunları bir an önce söyleme gereğini duyuyorum. Belki ömrüm de yetmez, belki burada ölebilirim de,

nefessizlikten de ölebilirim. Dolayısıyla söyleyebildiğim kadarını söyleme ihtiyacını hissediyorum. Bir boşluk bırakmak

istemiyorum.”

BEYLERBEYİ’NDE AKP İLE CHP AŞKI

“Bu platonik aşk konusunda da şunu söyleyeyim: Başbakan “CHP ile BDP platonik aşk yaşıyor” demiş. Asıl AKP

ile CHP, Erdoğan'ın Başbakan olması için Beylerbeyi sarayında gerçek aşk yaşadılar. Oradan da nurtopu gibi bugünkü

iki partili bir iktidar doğdu. Suriye halkımıza, PYD'ye, İran'daki halkımıza, PJAK'a selamlarımı iletiyorum. Ağrı'ya,

Doğubeyazıt'a, Iğdır'a, Kars'a özel selamlarımı iletiyorum. Şırnak, Silopi, Hakkari, tüm Botan halkına özel selamlarımı

iletiyorum. Avrupa'da yaşayan Asuri halkına selamlarımı iletiyorum. Kendi varlıklarını korumalıdırlar. Kürdistan'daki tüm

halklar korunmalıdır; Asurileri, Ezidileri, diğer tüm halkları koruyacağız.”

Page 122: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

Demokratik ulus inşası yapıyoruz

11 Aralık 2010

Kürtlerin yapmak istediği şeyin demokratik bir ulus projesi olduğunu belirten Öcalan, ‘’Bizim yapmak istediğimiz

demokratik ulusun inşasıdır. Demokratik ulus anlayışımız tamamen halka dayalıdır. Demokratik özerklik ise demokratik

ulus projesinin politik ifadesidir’’ dedi.

Belediye başkanlarının tutuklanmasını sert bir dille eleştiren Öcalan, seçilmiş belediye başkanlarının

tutuklanmasının savaş kışkırtıcılığı olduğunu belirterek, ‘’bizi kışkırtıyorlar. Seçilmişlerin tutuklanması savaşın devamını

istemek demektir. Bu tutuklamalara derhal son verilmelidir” diye konuştu.

PKK lideri Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede belediye başkanlarının

tutuklanmasına değinen Öcalan, “Seçilmiş belediye başkanlarının tutuklanması savaş kışkırtıcılığıdır, bizi kışkırtıyorlar.

Belediye başkanlarının, seçilmişlerin tutuklanması savaşın devamını istemek demektir. Bu tutuklamalara derhal son

verilmelidir. Tutuklanan belediye başkanlarının yerine geçeceklerin on katı daha fazla çalışması gerekir. Eşbaşkanlık

usulüne geçebilirler. Her yerde belediye başkanları tutuklanıyor, eşbaşkanlık sistemi aynı zamanda buna karşı bir

önlemdir” dedi.

Avukatlar ile görüşmede Öcalan şöyle devam etti:

KENT MECLİSLERİ HEMEN KURULMALI

“Kent Meclisleri hemen kurulmalıdır. Bugüne kadar neden önemle üzerinde durulmadığını anlayamıyorum. Ben

art niyetli olunduğunu, dürüst olunmadığını söylemiyorum, böyle olduğunu da düşünmüyorum ama madem siyasetle

uğraşılıyor, o halde bunlar çok iyi yapılmalı, başarılmalıdır. İl Konseylerini de her yerde kurmalıdırlar. Ben burada barışın

gelişmesi için çok çaba sarf ediyorum. 12 yıldır bunları defalarca dile getiriyorum. Bugüne kadar büyük bir emekle yoğun

bir çabayla bu noktaya getirdik fakat dışarıdakiler çözüm konusunda çok çaba sarfedemiyor, yol alamıyorlar. Sürekli

benden bekleniliyor. Gidilen her yerde halk ayağa kalkıyor ama bu değerlendirilemiyor. Halkın öncülüğü yeterince

yapılamıyor. Halkın ne istediği de bellidir. Halk kendi hakları için güvence istiyor. Yöneticiler, bu işi yürütenlere düşen

halkın istediklerini, Kürtlerin istediklerini bir siyasi forma sokmak ve bunu kamuoyuna sunmak, hükümete, devlete

sunmaktır. Bunlar bile iyi yapılamıyor.”

STÖ’LER ÇÖZÜM ÖNERİLERİNE SUNSUNLAR

“Diyarbakır'daki STK'lardan bazıları benim için “Apo'nun vesayeti var” diyorlar. Onlara şunu söylüyorum; çözüm

önerilerini sunsunlar, maddeler halinde sunsunlar, o zaman ben onların vesayetini kabul edeyim. Madem Diyarbakır

Ticaret Odası olarak sorunu biliyorlar ve anlıyorlarsa bunun çözümüne ilişkin önerilerini de sunmalıdırlar. Bu STK'lar Kent

meclislerinde bu önerilerini açıklamalıdırlar, kent meclisleriyle birlikte hareket etmelidirler, DTK'da yer almalıdırlar, varsa

önerileri sunarlar. Hepsi koordineli ve ilişkili çalışmalıdırlar. Küçük hesaplar yapmamalıdırlar. Yoksa onlar da şehir

korucuları durumuna düşerler, AKP bunları kullanır, işleri bitince de ortada bırakır. Kürdistan'daki bütün STK'lar

konumlarını iyi bilmeli, iyi belirlemelidir.”

ROJ TV’YE NATO BASKISI OLDU

“Roj tv'ye yönelik baskı, NATO içindeki Gladio baskısıdır. Bu Gladio, Türk Gladiosuyla birlikte bize karşı da çok

mücadele ettiler. 1960'larda 27 Mayıs'la birlikte Türkiye'de bu Gladio uygulamaları başladı. Bu gladionun bize karşı

yürüttüğü politikaları dört aşama olarak değerlendirebiliriz. 1985'ten başlayarak bize karşı mücadele yürüttüler. Bugün

dördüncü aşama yaşanmaktadır. '90'lı yılların başında bu mücadeleyi çok yönlü yürüttüler. O dönem bu politikalarını

Çiller üzerinden yaptırıyorlardı. Çiller, bir bütünüyle kendini bize karşı yapılan bu politikalara vermişti. NATO gladiosu

Tansu Çiler-Doğan Güreş ekibini tamamen ele geçirmişti, bunlar tamamen gladionun kontrolünde hareket ediyordu. O

dönem Güreş'e karşı çok büyük rahatsızlıklar da vardı. NATO gladiosu Güreş onları tamamen kontrollerine almışlardı.

Bunlar '98'e kadar bize karşı çok yönlü mücadele ettiler. '98'de bizim gerçekten artık yenildiğimizi düşünüyorlardı. O

dönem Çevik Bir'in Gladyo'nun adamı olduğundan şüphem yok artık. Özkök ve Kıvrıkoğlu ordu içinde daha olumlu

bakıyorlardı sorunun çözümüne. Bu gladyo daha sonra Ecevit'i de tasfiye etti. Daha sonra o 2002-2004 döneminde bizi

parçalama politikasını yürüttüler. Bizi tasfiye edeceklerini düşünüyorlardı, AKP onlar bunu bekliyordu. Bugün de

Dördüncü aşama yaşanmaktadır. Bu, en tehlikeli olan aşamadır.”

DEVLET ÇÖZÜM İÇİN AZ DA OLSA AÇIK KAPI BIRAKACAK

Page 123: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“AKP 2005 yılına kadar bizi tasfiye edebileceğine inanıyordu. Bu gerçekleşmeyince 2005 yılından bu yana

Türkiye'deki Gladio'yla uzlaşma yoluna gitti. Ve böylece Genelkurmay Kürtleri istediği gibi öldürebilecek, katliamlar

yapabilecek ve AKP de buna karşılık iktidarını sürdürebilecekti. Bu uzlaşma bugüne kadar devam etti. Bu anlaşmayla

gladyonun tepesindekilere dokunulmadı. Tasfiye edilenler daha çok alt kademedekilerdir. Bu anlaşmayla Büyükanıt,

Eruygur, Tolon onlar paçalarını sıyırdılar. Böylece AKP ile Gladio kendi aralarında anlaşınca MHP ve CHP boşluğa

düştü. Çünkü CHP bugüne kadar ordu ile ittifak halindelerdi. AKP ile ordu uzlaşınca artık Baykal'a da gereksinimleri

kalmadı. Baykal'ın tasfiyesini böyle okumak gerekir.

CHP Kılıçdaroğlu ile birlikte kendini kurtarmak istiyor. AKP ile Gladyo Kürtlere karşı mücadeleyi birlikte

yürütüyorlar. Türkiye'nin İsrail ile ilişkileri de biliniyor ayrıca. Eskiden Gladio-Jitem Kürtlere karşı cinayet işliyorlardı, AKP

ile gladionun anlaşmasından sonra artık AKP'den habersiz ve bağımsız olarak bir cinayet işlenmeyecek. Eğer cinayet

işlenecekse bu, AKP'nin izniyle ve bilgisi dahilinde ancak gerçekleşir. Devlet 2006’dan bu yana bir taraftan görüşmeyi,

diğer taraftan tasfiyeyi birlikte devreye sokmuştu. Devlet bunu başaramayacağını yeni anlamış durumda, bunu 2010'da

yeni anlamış durumdadır. Bundan sonra devlet çözüm için az da olsa açık bir kapı bırakacak. Yani bir kapı aralığı olacak.

Bizim de çok önemli çabalarımız oldu. BDP'ye çok iş düşüyor.”

1071 TARİHİ DEVRİMDİR

“1071, Kürt-Türk ittifakı için çok önemli bir tarihtir, devrim niteliğinde bir ittifak söz konusudur. O dönem Kürtler,

Güney'de sıkışmış ve tehlikeyle karşı karşıya. Türkler de Batı'da sıkışmış, zor durumda. Ve her iki güç, Türkler ve Kürtler

ittifak yapıyorlar Bizans'a karşı. Bu ittifak aslında bir devrimdir. Ve bin yıllık bir ittifak olan bu ittifak, kardeşliğin de

başlangıcı olmuştur. Bugün de gerçekleştirmek istediğimiz Türk-Kürt kardeşliğidir. Bu kardeşliğin, bu ittifakın bugün

demokratik bir şekilde gerçekleşmesini istiyoruz. Benim bu konuda yeni ve önemli bir tespitim var. Avrupa'da 1789'la

başlayan bir demokratik ulus devrimleri var. Bu devrimler başta demokratik ulus devrimleri şeklinde ortaya çıktı. Ancak

burjuvazi, biraz da masonik öğeler, bu devrimleri amacından saptırarak ulus-devlete dönüştürdüler. Yani bu, devrim

içinde bir karşı-devrimdir. Uluslar batıda demokratik devrimlerini gerçekleştirme yoluna gittiler ancak burjuvazi ve diğer

güçler bir karşı devrimle bunu dönüştürdüler. Daha sonra batıda Hitler gibi yönetimler çıktı. Avrupa günümüzde bu ulus-

devleti aşarak yeni bir yapılanmaya gitti.”

ULUS DEVLET SINIRLANDIRILMALI

“Avrupa Birliği ulus-devleti sınırladı. Bu önemli. Ulus-devletin sınırlandırılması çok önemli. Bu belki devrim

yoluyla gerçekleşmedi fakat evrimle gerçekleşti. Avrupa Birliği ulus-devleti sınırlamadan yol alamayacağını,

ilerleyemeyeceğini anladığı için ulus-devleti sınırlama yoluna gitti. Son 60 yıldır Avrupa'da hiç savaş olmaması, ulus-

devletin sınırlanmasının bir sonucudur. Avrupa ulus-devlet nedeniyle 25 yılda iki büyük dünya savaşı yaşadı, ulus-devlet

sınırlanmasaydı yenidünya savaşları gerçekleşebilirdi. Ortadoğu'da ise, ulus-devlet sınırlaması yoktur. Bu nedenle de

bugünkü kötü durumundadır. Saddam Hüseyin'i doğuran Ortadoğu'daki ulus-devlet yapısıdır. Ortadoğu'nun

demokratikleşebilmesi için ulus-devletin mutlaka sınırlandırılması gerekmektedir. Yine İsrail, Filistin, Hamas devleti,

Arafat'ın devleti, Afganistan'da Taliban savaşları, bunların hepsi Ortadoğu'daki ulus-devletin sonuçlarıdır. Marksizm'in

uluslara, ulus-devlete ilişkin çok önemli yanlış yaklaşımları oldu. O dönem Kropotkin, Bakunin işçi sınıfına uluslara, ulus-

devlete daha doğru yaklaşımlara sahipti. Marks'ın bu konudaki tezleri çöktü, Kropotkin ve Bakunin'in tezleri daha doğru

çıktı.”

JÖN TÜRT HAREKETİ YAHUDİ ETKİSİNDEYDİ

“İttihat Terakki de bir pro-faşizm zihniyetini taşımaktadır. Çok tehlikeli bir zihniyettir. Başarabilselerdi çok daha

kötü sonuçlanabilirdi. Bu zihniyet, bir ulusun küçük bir iktidarı için ya da bir ulusun iktidarını sürdürmesi için herkesi feda

edebilecek bir zihniyettir. Bugün de mesela CHP'deki Canan Arıtman gibileri bu zihniyetin temsilcileridir. Jön Türk

hareketi önemli oranda Yahudilerin etkisindedir ve bir Yahudi hareketi gibidir. Bazı arkadaşlarım da beni bu konuda

bilgilendirdiler. Jön Türk Hareketiyle ilgili okuduğum bir kitaptaki 1910'daki gelişmeler-belgeler de bunu göstermektedir:

Bu tarihte bir İngiliz elçisinin İngiltere'ye gönderdiği bir raporunda Yahudilerin İttihat ve Terakki'yi ele geçirdiğini ve

yönettiğini belirtmektedir. Burada tabi ki Yahudilerin tamamı için söylemiyorum, bu yanlış da anlaşılmasın, ant-i semitist

de değilim, Yahudi düşmanlığım yok ama bazı Yahudilerin böyle bir etkinliklerinin olduğu kesindir.”

15 ŞUBAT KÜRT KOMPLOSUDUR

“15 Şubat 1925, Kürtlere karşı yapılan komplonun başlangıcıdır. Benim buraya getirilmem de 15 Şubat'tadır.

Şeyh Sait'e yapılan komplo, bugüne kadar gelen komplonun başlangıcıdır. 29 Haziran idam tarihleri-kararları da aynıdır.

Bir taraftan Kürdistan'ın büyük parçası Kuzey'deki Kürtler topyekün imha edilmeye çalışılırken Güney'de bir güç

oluşturulmak isteniyor. Yani bir tarafta imha planları hayatı geçirilirken diğer tarafta Güneyde bir güç yükseltiliyor ve

bugüne kadar getiriliyor. Ta 1925'ten bu yana uygulanan plan, strateji budur. 10 Mart 1922'de Kürtlere ilişkin bir özerklik

yasası çıkarılıyor ancak bu gizlenerek hiç uygulanmıyor. 1921 anayasası da önemli ve demokratik bir anayasadır. Ancak

daha sonra Kürtlere karşı 1925'teki komployla birlikte bu yasalar hiç uygulanmıyor.”

DEMOKRATİK ULUS İNŞASI YAPIYORUZ

Page 124: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Yüksekova eskiden en geri kalmış bir yerdi ama şimdi nasıl en gelişmiş ve ileri bir yer haline geldi! İşte bu,

örgütlenme ve kolektif yaşamla başarılabilir. Halk istedi mi yapamayacağı, başaramayacağı şey yoktur. İşte Yüksekova,

Hakkari de öyledir. Her yer, Yüksekova'yı örnek almalıdır. Yüksekova halkı her şeye hazır, yüzde 99'u hazır ama lider

eksikliği var. Her yer Yüksekova gibi olmalıdır. Yüksekova gibi birkaç yer daha olsa çözüme daha daha çok zorlarız,

çözüm daha hızlı gelişir. Bizim yapmak istediğimiz demokratik ulusun inşaasıdır. Yani Kürtlerin yapmak istediği şey,

demokratik bir ulus projesidir. Demokratik ulusu her yönüyle inşa etmek istiyoruz. Demokratik ulus anlayışımız tamamen

halka dayalıdır. Demokratik özerklik ise demokratik ulus projesinin politik ifadesidir. Bunun politik açıklamasıdır.

Demokratik özerkliğin bütün unsurları birlikte ele alınmalıdır. Böylece yanlış anlaşılmaların da önüne geçilmiş olunur. Tek

tek ele alınınca yanlış anlaşılıyor. Sanırım medyada tartışılıyor yanlış anlaşılıyor, öz savunma gücünden bahsediliyor. Bu

sadece demokratik özerkliğin bir ayağıdır. Diğer ayakları da var, ekonomik, kültürel, sosyal, siyasal, hukuksal vb.

boyutları da vardır. Bir bütün olarak ele alınmalıdır. Özsavunma çalışmalarına da hız kazandırılmalıdır. Kırsalda-köyde

kendini koruyabilirsin ama şehirlerde nasıl koruyacaksın! Türkiye'de hastalıklı bir aydın anlayışı var. Bu 12 Eylül'ün, 12

Eylül faşizminin getirdiği sorunlu bir aydın anlayışı var, bu anlayış kanser gibidir. Aydınların bundan kendilerini uzak

tutmaları gerekir.”

ÇÖZÜM GELİŞMEZSE HER TÜRLÜ SAVAŞ GELİŞİR

“DTK demokratik ulus inşaası projesini güçlendirmelidir. Savunmalarımda var. Bunları ben yedi boyut olarak

açıklıyorum, daha önce altı boyut olarak açıklamıştım ancak bunu sınırlandırmıyorum, bu daha da genişletilebilir.

Demokratik ulus inşaası projesi demokratik esaslara dayanır. Bunun ekonomik, sosyal, politik, kültürel vs. boyutları

vardır. Benim üzerinde çalıştığım model Karl Marks'ın modelini aşan bir modeldir. Avrupa, ulus-devletten çok çekti.

Üzerinde çalıştığım model özgün ve kendi alanında bir ilktir. Üzerinde yoğunlaşmak lazım1 Mart'a kadar süre belirledik,

AKP'nin tavrına göre en fazla Haziran'a kadar beklenebilir. Eğer sorun çözülmezse dağda bir günde yüzlerce gerilla ve

askerin öleceği çatışmalar yaşanabilir. Ben buradan tehdit etmiyorum, bu savaşın önüne geçmek istiyorum, bunun iç in

çabalıyorum. Çözüm gelişmezse her türlü savaş gelişir, büyük savaş yaşanır. Öncekilere benzemez. Barış ve çözüm

gelişmezse çok büyük bir savaş, geçmişi geride bırakacak bir savaş bizi bekliyor. Bunları yol haritamda da belirttim.”

ÖZERKLİK PROJESİ HALKLA TARTIŞILMALI

“Cezaevlerindeki arkadaşlar, kendilerine zarar vermesinler. Kendilerini geliştirsinler, üretsinler, yazsınlar,

çizsinler. Onlardan cezaevlerinden çok sayıda mektup alıyorum, benden özel selam bekliyorlar ama bu kadar kişiye tek

tek özel selam sayamıyorum, kendilerini geliştirsinler, cezaevlerindeki tüm arkadaşlara selamlarımı iletiyorum.

Demokratik özerklik projesi halkla paylaşılmalı, halkla tartışılmalıdır. Yapılan her toplantının sonuçları halka

sunulmalıdır. Halk kendi görüşlerini kendi taleplerini belirtir, sunar. Demokratik özerklik konusunda halk toplantıları

yapılmalı. En az beş milyon kadar insan bu şekilde bilgilendirilmelidir.”

Görüşme Notları:

Özerklikten kasıt, Kürtlerin statüye kavuşturulmasıdır

Öcalan, "Demokratik özerklikten kasıt, Kürtlere bir statü belirlemesidir, Kürtlerin bir statüye kavuşturulmasıdır.

Kürtlerin projesinin bölmekle bir alakasının olmadığının iyi anlaşılması gerekir. Kürtlerin çözüm projesinde önemli olan

husus, Kürtlerin bir demokratik-politik güç olarak kabul edilmesidir’’ dedi.

‘PİLOT SABİHA GÖKÇEN’İ KAÇIRALIM DEMİŞTİ’

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Öcalan şunları

söyledi:

“Pilot Necati'nin bizimle olduğu bir yıl çok önemli bir yıldı. Mutlaka bilinmesi ve araştırılması gerekir, bir de ölüm

şekli, kimin onu öldürdüğünün araştırılması çok önemli. Bu, birçok şeyi netleştirir. Ajan olup-olmadığı belirsizdir, ajan ise

durum değişir. Bizimle olduğu dönemde bize “Sabiha Gökçen'i kaçıralım” demişti. Kaçıralım deseydim anında kaçırırdı.

Bunu yapsaydık bizleri de Deniz Gezmişler gibi ortadan kaldırırlardı. Ancak bunu istemesi acaba provokatif amaçlı mıydı,

yoksa intikamcı bir amaçla mı söylemişti? Onun devletle işbirliği var mıydı acaba, bunların aydınlatılması çok önemlidir.’’

PROJE DAHA İYİ SUNULABİLİRDİ

Page 125: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Kongre de, Parti de demokratik özerkliği çok dar ve basit ele almışlar. Onlardan beklenen bir taslak veya

kırmızı bir kitap ortaya koymaları değildir. Bu projeyi daha iyi sunabilirlerdi. Mesela demokratik özerkliğin tüm Türkiye'nin

projesi olduğunu yeterince açıklayabilirlerdi. Öncelikle Türklerle nasıl bir demokratik bütünleşme sağlayabileceğini

açıklayabilirlerdi. Türkiye'deki milliyetçi kesimin ne kadar güçlü olduğunu, dirençli olduğunu bilmeleri gerekirdi. DTK'nın

basit ve dar şekilde demokratik özerkliği kırmızı kitapçık şeklinde ele alması tehlikeli olabilir. Bu tarz, yarar yerine zarar

da verebilir. Onlar çözüm projelerini ortaya koydular, buna karşı Türkiye'deki milliyetçi güçler ayağa kalktılar. Onların sinir

uçlarına dokunmuş deniliyor. Her iki taraf da sertleşerek çatışmaya gidebilirler, ben de her zaman olmayabilirim. Ben

burada bunun önünü almaya çalışıyorum.”

SON SAVUNMAMDAN RAHATSIZ OLDULAR

“Hükümetin, MGK'nın bu kızgınlıkları sanıyorum savunmamdan kaynaklanıyor. Son yazdığım savunmamdan

rahatsız olmuş olabilirler. 22 Aralık'ta müdüriyete teslim ettim. Toplam 792 sayfa. Herhalde AİHM'e gönderirler. Bu

savunmamdan rahatsız olduklarını tahmin ediyorum, bundan dolayı kıyamet koptu. Herhalde hükümet, MGK bundan

rahatsız oldu. MGK da bunun için sert bir bildiri yayınladı.

Savunmamın ismini “Kürt Sorunu Ve Demokratik Ulus Çözümü” koydum. Demokratik Özerklik de kitabın içinde

geniş bir yer kaplıyor. Çözüm önerilerini toplam dokuz başlıkta topladım. Demokratik özerklik, bu başlıklardan sadece bir

tanesidir. Demokratik Özerklik zaten başlıbaşına çok geniş, önemli bir konu, epey geniş yer verdim kitabımda. Kitabın

redakte ihtiyacı olacaktır. İsmi, Kürt Sorunu ve Demokratik Modernite Çözümü olalabilir. Bu tabi ki genel isimdir. Altında

da “Demokratik Ulus Olmak” ibaresi olabilir. Ben bu kitabımda birçok konuyu çok geniş bir şekilde işledim. Sanıyorum

MGK bildirisi de buna yöneliktir, öyle tahmin ediyorum.”

CUMHURİYET’E ELEŞTİREL YAKLAŞTIM

“Ben Cumhuriyetin ilk dönemlerine de eleştirel yaklaştım. Tamamen komplolar tarihini işliyorum. Gladio'yu çok

geniş ele alıyorum. Türkiye tarihini bir komplolar tarihi biçiminde ele alıyorum. Türkiye'deki bu komplo-Gladio tarihini dört

döneme ayırıyorum. Günümüze kadar dört komplo-gladio dönemi olmuştur. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Kürtlere karşı

hep komplolar kurularak o dönemde politikalar yürütülüyor. Bu konu benim için gittikçe netlik kazanıyor. 1925'te Kürtlere

yönelik komplolar gelişince o dönemin başbakanı Fethi Okyar; “ben elimi Kürt kanına bulamam” diyerek çekildi. Daha

sonra başka bir ekiple bu komplo devam etti. 15 Şubat'ta Şeyh Said'e gönderilen birlikten iki asker vurdurularak komplo

başlatıldı Kürtlere karşı. O dönem bir ekip, özellikle bu komploları geliştirdi, yürüttü. Bu ekibin başında beş general var.

Şeyh Said'e karşı komplo geliştirdi. Menemen'de aynı ekip, komplo kurarak cumhuriyete karşı bir provokasyon

geliştirdiler. Yine Seyit Rıza'nın idam edilmemesi için Mustafa Kemal'le görüşmeler yapılacağı esnada, aynı ekip, aynı el,

alelacele Seyit Rıza'yı idam ettiler, Mustafa Kemal'le yapacakları görüşmeyi bu şekilde engellediler. Böylece Seyit

Rıza'ya karşı da bu şekilde komplo devam ettirildi.

Aynı şekilde kitabımda, bu komploları geliştiren aynı ekibin Mustafa Kemal'i de etkisizleştirdiğinden,

yalnızlaştırıldığından bahsediyorum. Fevzi Çakmak ile İnönü bazı entelektüel Yahudilerle de anlaşarak Kürt komplolarını

gerçekleştirmişlerdir. Mustafa Kemal'i bir çeşit tutuklu durumuna koydular, bunu belirtiyorum.

ERDOĞAN GLADİO İLE UZLAŞTI

Özal döneminde de bu komplolar daha da farklı şekilde devam etti. O dönem Kürtlere karşı infazlara, faili

meçhullere NATO izin veriyordu. Doğan Güreş'in “Londra'dan yeşil ışık aldık” demesi de bu nedenledir. O dönemde

Jandarma Komutanına, birçok subaylarına da suikast kurup, normal bir ölüm süsü vererek ortadan kaldırdılar. Tansu

Çiller Gladio'ya teslim olmuştur. Gladio, Erbakan ile Ecevit'i tasfiye etti. Erdoğan ise Gladio ile uzlaştı. Ben kitabımda

Başbakan'ın pozisyonunu da bir uzlaştırma pozisyonu olarak belirtiyorum. Benim kafamda Başbakanın durumu tam net

değildir; acaba AKP Gladio'yu etkisizleştirdi mi, yoksa Gladio'ya teslim mi oldu? Kitabımda AKP ile Gladio'nun

uzlaştığından bahsediyorum. Önceki Kızılelmacı koalisyon yerine kendi gladiosunu yarattığından bahsediyorum.

Savunmam hükümete ulaştırılmış olabilir, öfkeleri bundan dolayı olabilir. Bu dönemde AKP ile Gladio'nun uzlaştığından

bahsediyorum, Kürtlere karşı tabi ki. Yeni dönemde AKP'den habersiz bir şey olmaz, gerçekleşmez.”

DİYALOG SÜREÇLERİNDE PROVOKASYONLAR GELİŞEBİLİR

“Bu dönemde iki boyutta bir durum gelişebilir. Çözüm derinleştirilebilir, buna bağlı olarak da diyaloglar daha

derinleşerek devam edebilir. Çünkü kendi tecrübelerimden de, önceki tecrübelerden de biliyorum ki bu diyalog

süreçlerinde provokasyonlar gelişebilir. Bu nedenle Mart ayında yeni bir değerlendirme yapılabilir, ben de bir

değerlendirme yapacağım. Bu provokasyon her yönden de gelebilir.

BURADA ÖLÜMÜM SAVAŞ NEDENİ OLUR

Benim burada ölümüm sonsuz bir savaş nedeni olur, sonsuz bir savaşı başlatır. Yarın öbür gün deprem bile

olsa ve ben burada ölürsem bu yine savaş nedeni sayılacaktır. Ya da burada birisi bana saldırırsa bu bir savaş nedeni

sayılacaktır. Ya da ben normal bir hastalıktan da ölsem bu bir komplo sayılacaktır, PKK bunu böyle algılayacaktır. Ama

ben şunu diyorum; “İmralı'da ölmek yok öldürülmek var”. Burada ölmek yok, öldürülmek vardır. Burada her türlü ölüm,

öldürmek olarak algılanır, PKK bunu böyle algılar. Burada normal ölüm yok, öldürülmek vardır. Sonuçta nasıl ölürsem

öleyim öldürülmüş olurum, çünkü burası cezaevi. Dolayısıyla yarın ne gelişeceği belli değil, hatta başbakana da

Page 126: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

yönelebilir. Çünkü ben kendi tecrübemden de biliyorum. Öylesi bir süreçte Özal öldürüldü, yarın Erdoğan da öldürülebilir,

yarın darbe de olabilir ülkede.”

HER AN HER ŞEY OLABİLİR

“Her an her şey olabilir. Mesela Özal öldürüldü, Jandarma komutanı öldürüldü, Erbakan ve Ecevit tasfiye edildi.

Tüm bunlardan tecrübeliyim, yarın ne olacağı hiç belli olmaz. Bu nedenle Mart diyorum. Hatta Mart'tan önce de olabilir.

Bu sadece benimle ilgili değildir. Yarın devlet saldırır on gerilla öldürür, yine süreç böyle provokasyonlarla tersine döner,

bu nedenle çözüm için acele etmek gerek.

ÖNEMLİ GELİŞMELER OLABİLİR

Çözüm için gerekli şartların oluşturulması gerekir. Çözümün şartları açıklanır, seçime kadar da bu şartlar,

çözüm şartları, durumları hazırlanır. Süreç ve diyalog iyi bir şekilde gelişiyor ve gittikçe derinleşiyor. Yarın olağanüstü b ir

durum gelişmezse, bir engel çıkmazsa çözüm gelişebilir, önemli gelişmeler olabilir. Ocak ayında yine engelleme olmazsa

çözüme yönelik önemli gelişmeler olacaktır. Seçimlerden sonra da AKP veya iktidara gelecek olanlar çözüm için gerekli

projelerini açıklarlar. Seçimden sonra çözüm de derinleşebilir. Bu, şuna bağlı. Kürtler ne kadar kendilerini geliştirirlerse,

oylarını arttırırlarsa, büyürlerse o kadar demokratik çözüm için bir özne haline gelirler, bu şekilde kabul edilme durumuna

gelirler. Fakat AKP ne kadar Kürtlerden daha fazla oy alırsa, Kürtlerin oyu ne kadar daha az olursa o zaman AKP

“Kürtleri ben temsil ediyorum, Kürtler bir şey istemiyor” diyecektir. Bu durumda da Kürtlerin talepleri, statüleri büyük

tehlikeye girer, Kürtler geriler, yok olma noktasına gelirler.”

ÖZERKLİKTEN KASIT STATÜDÜR

“Bu yeni diyalog döneminde birbirlerine karşı herhangi bir saldırının olmaması gerekiyor. Sadece misilleme

haklarını kullanabilirler. Yani o saldırırsa diğeri, diğeri saldırırsa o misilleme hakkını kullanabilir.

Bizim çözüm anlayışımızda temel olan şey demokrasidir. Kürtlerin demokratik çözüm projesi herkesedir, herkes

için geçerlidir, tüm Türkiye için geçerlidir. Çünkü esası demokrasidir. Demokratik özerklik kavramı sanıyorum bazı

kesimleri rahatsız ediyor. Burada demokratik özerklikten kasıt, Kürtlere bir statü belirlemesidir, yani Kürtlerin bir statüye

kavuşturulmasıdır. Burada biz sınırlarla, bayrakla, bu tür şeylerle uğraşmıyoruz. Kürtlerin demokratik bir Türkiye'yle nasıl

bütünleşebileceğini tartışıyoruz. Böyle bir bütünleşme herkes için önemlidir. Dolayısıyla burada bu Kürtlerin projesinin

bölmekle bir alakasının olmadığının iyi anlaşılması gerekir.”

BİZİM BAYRAKLA İŞİMİZ OLMAZ

“Bizim uğraştığımız Statüdür. Kürtlerin statüsü nasıl olmalı? Statü, bir varlık nedenidir. Burada söz konusu olan

antitedir, yani Kürtlerin antitesi sorunudur. Antite, yani Kürtlerin varlığı sorunudur (Entite: varlık, özvarlık, kendilik).

Demokratik özerklikten kastımız Kürtlerin siyasi bir statüsünün belirlenmesidir. Kürtlerin bu statüye kavuşturulmasıdır.

Buna “demokratik siyasi statü” diyoruz. Bunun neresi ülkeyi böler? Buna demokratik sosyalite de diyebiliriz. Kürtlerin

çözüm projesinde önemli olan husus, Kürtlerin bir demokratik-politik güç olarak kabul edilmesidir. Bu, dünyanın her

yerinde böyle çözülmüştür. Kürtlerin bu statülerinin çözümü derinleştirilmelidir. Kürtlerin talepleri dile getirilirken de bunun

iyi formüle edilmesi, iyi dile getirilmesi, iyi işlenmesi lazım. Bu iyi işlendiği zaman kim buna karşı çıkabilir? Kürtlerin

varlığına, bu statülerine kim karşı çıkabilir? Yoksa bizim bayrakla, sınırlarla, resmi dille bir işimiz, bir sorunumuz yok. Biz

sosyal alanda çözüme önem veriyoruz. Sosyal, kültürel, siyasal projelerle ve çözümlerle ilgileniyoruz.”

BÖLMEK DEĞİL BÜTÜNLEŞMEK İSTİYORUZ

“Biz devleti bölmek istemiyoruz, biz demokratik Türkiye ile bütünleşmek istiyoruz, bunun için çaba sarf ediyoruz.

Bayrak bir simgedir. Bizim için çok önemli değildir. Bayrak egemen sınıfların simgesidir. Biz egemenler gibi, egemen

sınıflar gibi bakmıyoruz. Bu olaylarda etrafında dolandıkları bir dil var; bu dil, Türkiye'de ulus-devletin oluşturduğu bir

dildir. Devletin yanına yeni bir devlet, bayrağın yanına yeni bir bayrak doğru değildir. Bu bir tuzaktır, bundan uzak

durulmalıdır. Tek dil, tek bayrak gibi şeyler ulus-devlet ideolojisi olup, küçük burjuva milliyetçiliğidir. Bundan dolayı

milliyetçiler ortalığı ayağa kaldırıp velveleye verdi. Ben defalarca söyledim, yol haritasında da bunu belirttim. Biz

demokratik siyasetle, demokratik ulus inşaasını gerçekleştirmeye çalışıyoruz. CHP ve MHP boğazına kadar rantçılığa

bulaşmıştır. 80 yıldır CHP bunu yapıyor, MHP de öyle. Bu devlet rantçılığıdır. Partiler daha çok olaya rantçı yaklaşıyorlar,

asıl bu devleti böler.”

KÜRTLER DEMOKRATİK TOPLUM İNŞAALARINI HER ALANDA GERÇEKLEŞTİRMELİDİRLER

“Kürtler demokratik toplum inşaalarını her alanda gerçekleştirmelidirler. Kent Meclisleri gibi diğer

örgütlenmelerini iyi yaparlarsa, Kürtlerin talepleri konusunda birlik olurlarsa kim buna direnebilir? Örneğin bir milyonluk bir

kentte, mesela Van'da bütün kent bir olduğu zaman kim buna direnebilir? Yani birlik halindeki bir milyonluk bir kenti kim

yıkabilir, kim karşı gelebilir? DTK'nın demokratik özerklik taslağı erken, acele oldu. Çözüm nasıl gelişir? Örneğin Van.

Ben Van'da olsam ve 24 saat halka gitsem elbette halk beni dinler. Bu halk işsiz ve çaresiz. Onlara sıkıntılarını ve çözüm

yollarını anlatırdım, onları ikna ederdim. Ben boşuna Kent Meclisleri demiyorum. Dört dörtlük Van demokratikleşmeden,

dört dörtlük Batman demokratikleşmeden, dört dörtlük Diyarbakır demokratikleşmeden çözüm gelişmez. Mesela Van'ın

bir milyon nüfusu var, onlara gitseniz ve onları ikna etseniz zaten bunlar çözümü dayatırlar. Devlet bunların karşısında

duramaz ki, böyle çözüm gelişir.

Page 127: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

BİZİM İSTEDİĞİMİZ KENDİ DİLİMİZLE, KÜLTÜRÜMÜZLE ÇOCUKLARIMIZI YETİŞTİRMEK

Bizim istediğimiz kendi dilimizle, kendi kültürümüzle çocuklarımızı yetiştirmek. Daha önce anlatmıştım benim bu

konuda çocukken kültür ve dilim için annemle mücadelemi. Çocuklar kendi dili ve kültürüyle yetiştirilmelidir. Başkalarının

kültürüyle yetişen çocuk o kültürün çocuğudur. Ben başka kültürleri öğrenmesinler demiyorum, ancak önce kendi

kültürlerini öğrenmelidirler. Bizim amacımız kültürümüzü, dilimizi, sanatımızı nasıl yaşatırız, bunları nasıl yaşarız'dır.

İnsanın kendi dilini, kültürünü, sanatını yaşaması son derece doğal bir şeydir. Buna kimse karşı çıkamaz.

Bölgedeki, Diyarbakır'daki bu sermaye kesimi de Kürtlere ilişkin projelerini ortaya koymalıdır. Öyle şuraya

buraya bakarak değil, kendi projelerini ortaya koymalıdırlar.

2011 YILI DEMOKRATİK SEFERBERLİK YILI OLMALI

“Hannah Arendt'in kitaplarını Politikayla ilgilenen herkes okumalıdır. Çok önemli tespitleri var. Siyaset sanatı,

siyaset felsefesi hakkında çok doğru tespitleri var, benim tespitlerimle çok örtüşüyor.

Muş c.evi, Diyarbakır D Tipi c.evi Bitlis c.evi Siirt c.evindeki arkadaşlardan gelen mektuplar var. Tüm c.evindeki

arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Hasta olan arkadaşlara özellikle selamlarımı iletiyorum.

Bölgedeki Ezidilerin, Hıristiyanların, Asurilerin yeni yılını kutluyorum. Bizim demokratik çözüm projemize onlar

dahildir, onlar da bu demokratik çözüme güç versinler. Bizim demokratik çözüm projemize Irak'taki Türkmenler, İran'daki

Türkler (Azeriler), diğer halklar hepsi dahildir, herkes içindir. 2011 yılı Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümünün

geliştiği bir yıl olabilir. Bütün halkımız demokratik seferberlik ruhuyla hareket etmeli. 2011 yılı demokratik seferberlik yılı

olmalıdır.”

VAN’DA KÜLTÜR MERKEZİ YAPILABİLİR

“Van'da Kültür Merkezi yapılabilir. Güzel bir yerde, mesela Van Gölü'nün kenarında olabilir. Örneğin tarihte Babil

Kralı'nın kızı için yapılan saray ve bahçesi de olan bir şey yapılabilir. Hatta bu Kralın kızı için yapılan saray, dünyanın

harikalarından biri sayılıyor. Güzel, geniş, mermerden yapılan, halkın çalışabileceği ve halk için kültür merkezi yapılabilir.

Urartuların merkezi konumundadır Van. Urartuların oradaki uygarlığı belirgindir, çok katkısı olmuştur. Tabi bu proje

düşünülmelidir, güzel ve geniş bir yerde bahçesi de olan bir kültür merkezi inşa edilebilir. Eğlence merkezi tarzında değil;

kültür merkezi sadece Van için de değil, bölgesel olmalı. Aynı şekilde Diyarbakır ve Batman'da da yapılabilir.

Aram için Diyarbakır'da kendi sanatının, müziğinin de içinde bulunduğu bir müze olabilir. Sadece Aram değil

genel olarak sanata yönelik, dengbejleri ve diğer sanatçıları da kapsayan bir merkez yapılabilir. Bunların hepsini içine

alabilecek daha komplike, daha geniş bir merkez açılabilir. Diyarbakır'da Dicle kenarında olabilir. Aram'ın naaşını ileride

getirmek gerekecek.

Hakkari Yüksekova'da Sedat Karadağ'a ve ailesine özel selamlarımı iletiyorum. Batman, Muş, Van halkımıza

selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Hizbullahçıların bırakılması tesadüf değildir

Hizbullahçıların serbest bırakılmasına sert tepki gösteren Öcalan, “Bu Hizbullahçıların bırakılması tesadüf

değildir. Bazı şeylerin hazırlığı yapılıyor olabilirler. Zamanında Sol'u milliyetçilikle bitirdikleri gibi demokratik Kürt

hareketini siyasal İslam’la bitirmek için yapılan bilinçli politikalardır ve birbiriyle bağlantılıdır” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede cezaevi koşulları ve

sağlık sorunlarına değinen Öcalan, “Benim sağlığım toplumsal gerçekliğimizle bağlantılıdır. İşte görülüyor Türkiye

toplumu ne hale getirildi! Üniversite gençliğinin hali ortada, apolitikleştirildiler. Sol paramparça, bir araya gelemiyor. So l'u

bitirmek için MHP'yi kullandılar. CHP deseniz, bir şey çıkacağı yok, Mustafa Kemal'i bile hala anlayamıyorlar. Türkiye'de

tek muhalif dinamik olarak Kürtler kalıyor ama onlar da gerekenleri yeterince, gerektiği gibi yerine getiremiyor, etkisiz

kalıyor. Beni, sağlığımı asıl zorlayan bu durumdur. 12 yıldır burada bu tespitleri yapıyorum, kendimce çözüme yönelik

öneriler geliştiriyorum ama bir türlü gerçek anlamda yol katedemiyoruz. Fiziksel sorunlarım da var elbette, örneğin bu

nefes alma konusundaki sorunlarım, bir türlü bitmiyor. Ama bunlarla bir şekilde başa çıkıyorum. Asıl olarak toplumsal

sorunların çözümsüz kalması, toplumsal gerçeğin anlaşılmaması beni zorluyor” dedi.

Öcalan, şöyle devam etti:

Page 128: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

HİZBULLAH’IN BIRAKILMASI TESADÜF DEĞİLDİR

“Hizbullah meselesini takip etmeye çalışıyorum. Bu nasıl olur, Diyarbakır'a nasıl yaparlar bunu! Diyarbakırlılar

buna nasıl müsaade eder? Bu katilleri, canileri, vahşice cinayet işleyenleri -işte insanların cesetleri çuvallarda, yer altında

çıkarılıyordu- bırakıyorlar ve halaylarla, kutlama havasında karşılanıyorlar! Bütün bunlar Diyarbakır'da oluyor. Diyarbakır

onbinlerce evladını verdi. Orada gençlerimizi vahşice doğradılar. Anlamıyorum, Diyarbakır'da nasıl oluyor bunlar,

Diyarbakır'da yüzde seksen oy alınıyor, nasıl oluyor? Diyarbakır halkı yurtseverdir, bilinçlidir ama demek ki

örgütlenemiyorlar, onlara öncülük yapılamıyor!

Bunların bu şekilde bırakılması tesadüf değildir, bazı şeylerin hazırlığı yapılıyor olabilir. Bu adamlar sıradan

suçlular değildir. Bu katilleri öyle sıradan suçlularmış gibi bırakamazlar. Eğer bizimkilerin içinden böyle benzer canice

işler yapanlar varsa onları da bırakmasınlar. İşte o Konca Kuriş meselesi hafızalardadır, kadını ne şekilde öldürdükleri

biliniyor. Sanırım farklı feminist düşünceleri de vardı. Aslında vahşice katledilen Konca Kuriş şahsında katledi len bütün

kadınlardır.”

ÇARŞAFLI ÖZGÜRLÜK MÜ OLUR?

“Kadın meselesiyle ilgili çok yazdım, bu meseleye nasıl baktığımız biliniyor. Savunmalarımda da bu konuya

önemli bir yer verdim. Kadın sorunu bütün sorunların temelidir, kadının özgürlük meselesinin halledilmesi genel olarak

toplumsal özgürlük mücadelesinin çözüme kavuşturulması demektir. Kadın derken cinsiyetçi anlayışla söylemiyorum.

Amerikalı bir yazarın geçenlerde bir kitabını okudum, kadın bir yazar, Amerikan feminist yazarın yaptığı tespitlere ben de

katılıyorum, objektif yazmış. O biyolojik feminizm ve kültürel feminizm ayrımı yapıyor. Tabi işin siyasi boyutu da var.

Kadının siyasal mücadelede yer alması çok önemli. Bu noktada kadın çalışması daha da önem kazanıyor. Özgürleşmiş

kadın, tek başına değil, erkeği de katarak, erkek egemen zihniyete ve iktidara karşı birlikte mücadele etmelidir. Binlerce

yıldır devam eden bu tecavüz kültürüne artık son verilmelidir. Tecavüz kültürünü aşarak özgür kadını yaratmak gerekir.

Yanlış anlaşılmasın, ben evliliğe de karşı değilim ama eşit olmayan, erkek egemen koşullardaki evlilikler birbirini

bitirmeye götürüyor. Aslında bugünkü kadınlık ve erkeklik anlayışı verili bir anlayıştır. Kadın, oluşturulmuş bu kimliğe göre

binlerce yıldır sömürülmektedir. Emeğinin karşılığını alamamaktadır. Örneğin bu Hizbullah vb. dini anlayışlar kadını

kapatıyorlar, toplumdan izole ediyorlar, hadi türbanı bir tarafa bırakalım, bu çarşaf mı burka mı onun içine kapatıyorlar,

tepeden tırnağa kapalı, yüzleri bile görünmüyor. Böyle özgürlük anlayışı mı olur? Kadının bu şekle sokulması özgürlükle

açıklanabilir mi? Gerçek İslamiyette de böyle bir şey yok, bunların zihniyetinin İslamiyetle bir alakası da yok.”

“Geçen ilginç bir haber dikkatimi çekti. Mardin'in bir köyünde oluyormuş galiba. Mardin'in bir köyünde erkekler,

Fas'tan kadınları gelin getiriyorlarmış kuma olarak. Bu kadınların bir kısmı birkaç dil biliyor, içinde öğretmen olanlar var.

Birkaç eşi ve onbir-oniki çocuğu olanlara kuma olarak geliyorlar. İlginç bir durum. Benim okuduğum haberde bu şekilde

yetmiş-seksen evlilikten bahsediliyor. Fas Arapların etkisinde ama Yahudilerin de bir egemenliği var. Ve bütün bu olanlar,

yaşananlar planlı olabilir. Bu şekilde kadınlar kullanılmış oluyor. Hem de Siyonizm bu şekilde Mardin'e de el atmış oluyor.

Daha önce Urfa'da da aynı şekilde örneğin Harran eski belediye başkanı dört kadının üstüne yanılmıyorsam Ankara'dan

bir kadını kuma alarak evleniyor. Daha sonra bu kadın AKP milletvekili oluyor. Bu, kadının nasıl kullanıldığının bir diğer

göstergesidir. Yine Urfa'da İsraillilerin binlerce dönüm toprak aldıkları söyleniyor. İşte mayınlı arazilerin temizlenmesi işi

de İsrail firmalarına verilmişti. Filistin'e de bu şekilde toprak satın alarak vb. şekilde yerleştiler, sonra devletlerini kurdular.

Arap devletleri sesini çıkarmadı. Özellikle tekrar belirteyim, yanlış anlaşılmasın ben anti-Semitist değilim. Yahudilerin de

bütün halklar gibi Ortadoğu'da barış içinde yaşama hakları var. Hatta gelip bölgede toprak alıp yaşayabilirler ama bunu

açık açık yapmalılar, art niyetleri, gizli ajandaları olmamalıdır. Aynı şekilde Arap halkıyla da bir sorunumuz yok, birçok

Arap dostumuz, arkadaşımız var, yanlış anlaşılmak istemiyorum, ben Şam'da yıllarca kaldım ama Arap devletleri,

örneğin Suudi sermayesi İsrail'e destek oluyor, ses çıkarmıyorlar.”

50 BİN KİŞİLİK ÖZEL PARALI ORDU KİMİN İÇİN KURULUYOR?

“Özsavunmayla ilgili söylediklerim galiba yanlış anlaşılmış. Bizim siyasetçileri de anlamıyorum onlar da yanlış

ele alıyorlar, beceremiyorlar. Yerinde ve zamanında gerekli olanı yapamıyorlar, siyaset yapmayı bilmiyorlar. Gerektiği

gibi siyaset yürütemedikleri için ben burada o kadar zorlanıyorum. Siyaseti iyi yapamıyorlar. İşte bu katilleri, canileri

serbest bıraktılar. Bunların ne yapacakları belli değil. Öte yandan 50 bin kişilik özel paralı ordu kuruluyor. Bunu kim için

ne için kuruyorlar. “Terör” için kuruyoruz diyorlar, operasyon için diyorlar, operasyon başına para alacaklar deniliyor.

Kime operasyon yapacaklar, “Terör” dedikleri Kürttür, Kürt halkıdır. Bunlar Kürt halkıyla savaşacaklar. Bunların hepsi

bölgeye gönderilecekmiş! Şimdi böyle bir ordu neden kuruluyor? Bir yandan sorunun diyalogla çözümünü istiyoruz

diyorlar öte yandan bu hazırlıklar yapılıyor, Hizbullahçılar bırakılıyor. Ben anlamıyorum, bizim siyasetçiler bunu

görmüyorlar mı, niye sormuyorlar, bu ordu ne zaman kiminle savaşacak? demiyorlar. Bunlar halkımızla savaşacaklar. Bu

durumda tabi ki Kürt halkı da özsavunmasını yapacaktır, meşru savunmasını yapacaktır. Ondan sonra da özsavunma

denince yanlış anlaşılıyor. Uluslararası hukukta, anayasada vardır, meşru savunma hakkı anayasal bir haktır. Ben neden

ısrarla Kent Konseyleri kurulsun diyorum. Meşru savunma tehlikeleri anlamak, kendini korumaktır."

AMED KONSEYİ MEŞRU SAVUNMAYI TARTIŞMALI

Page 129: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Kongre ve Amed Konseyi toplanmalı, meşru savunmayı tartışmalıdır. İşte Hizbullahçılar bırakılıyor, özel ordu

kuruluyor, geçmişte cumhuriyetin başından bu yana yapılan katliamlar var, kültürel soykırım devam ediyor, ayrıca

bölgedeki dini örgütlenmeler hızla sürüyor. On bin imam kadrosundan bahsediliyor, cemaatler var. Bütün bunları birarada

düşünmek gerekiyor. Kongre ve Amed halk konseyi toplanıp bütün bunları tartışmalı. Meşru savunma işte budur. Bu

şekilde toplanıp tartışmak, tehlikenin farkında olmak gerekir. Gerektiğinde işte halkımız sokağa dökülüyor ama bu katiller

böyle bırakılırken niye sessiz kalınıyor, mitingler, yürüyüşler yapılmıyor? Herşey benden beklenmemeli, herşeyi benim mi

söylemem lazım, kendileri bunları düşünmelidir. Bir yandan devlet bir yandan örgüt herşeyi benden bekliyor, ben ise

burada nefes bile almakta zorlanıyorum. İşte benim sağlığımı asıl zorlayan budur. Daha önce de ifade ettim, Kent

Konseyinde Diyarbakır'ın bütün kesimleri gelip yerini alabilirler, orada her şeyi özgürce tartışabilmelidirler. Bu

Hizbullahçılarla da konuşulur, diyaloga geçilir, eğer eski tarzlarında devam etmeyeceklerse, özeleştirilerini yapmışlarsa,

hatalarından ders çıkarmışlarsa, bundan sonra kendilerini legal olarak ifade edeceklerse onlar da çağrılır, hem

Konsey'de hem Kongre'de kendilerini temsil edebilirler. Eğer eski tarzda devam edeceklerse o zaman meşru savunma,

öz savunma devreye girer, onlara Diyarbakır'da yer verilmez. Yine Sanayi Odası ve diğer çevreler de, Kongre ve

Konsey'de yerlerini almalılar. Burada tartışmalara, kararlara katılmalılar. Sadece devletten ihale ve para alıp oturmakla

olmaz.

ÖZERKLİK DEMOKRATİK TOPLUM ÖRGÜTLÜLÜĞÜDÜR

“Demokratik özerkliğe ilişkin de bir iki şey belirtmek istiyorum, o da tam anlaşılmıyor. Ben ısrarla belirtiyorum.

Bizim bu çözüm modelimiz devletçi bir çözüm modeli değildir, devlet hedeflemiyor. Bazı yazarlar ya anlamıyorlar ya da

bilinçli şekilde çarpıtıyorlar. Benim farklı bir bakış açım var. Ben toplumun ve devletin tarihini ayrı ayrı ele alıyorum. Bizim

savunduğumuz sistem demokratik bir toplum modelidir, devlet modeli değildir, toplumun örgütlülüğüne dayanıyor.

Toplum içinde hiyerarşi ve devlet ortaya çıktığından beri ona karşıt-paralel olarak sivil toplum örgütlülüğü de her zaman

var olmuştur. Bu ikisi devlet-iktidarla sivil toplum bugüne kadar hep çatışarak gelmiştir. Ben devlet-iktidar karşıtı

kesimlere zaman zaman politik ve ahlaki toplum da diyorum, demokratik toplum olarak da adlandırıyorum. Önerdiğimiz

sistemi bazen Demokratik Özerklik bazen Demokratik Konfederalizm olarak da isimlendiriyorum. Öyle sanıldığı gibi

federatif bir yapılanmayı da hedeflemez. Toplumun demokratik örgütlenmesi, demokratik yönetimi ile ilgileniyoruz.

Bunları savunmalarımda geniş şekilde açımlamıştım. Geldiğimiz 20. ve 21. Yüzyıl itibariyle bu iktidar ve devlet

yapılanması ulus-devlet şeklinde olmuştur.”

PARADİGMAMIZI OKUYAMIYORLARI

“Geçmişte toplumda iktidar ve devlet ortaya çıktıktan sonra bugüne dek değişik aşamalar katederek ulus-

devlete kadar gelmiştir. Ama bütün bu aşamalar birbirleriyle bağlantılıdır. Ulus-devlet yapısını kazın, altından ortaçağın

teokratik devletı çıkar. Aynı şekilde onun da altında ilkçağların köleci devleti çıkar. Aslında bugünkü ulus-devlet

sistemiyle geçmişteki devlet yapılanmaları arasında temelde bir fark yoktur. Yine herzamanki gibi egemen sınıf vardır,

iktidar ve devlet vardır ve öbür tarafta da sömürülen halk yığınları, kesimleri vardır. Geçmişte köle, günümüzde ücretli

köledir. Günümüzde birçok insan ücretli köle gibi çalışıyor, hatta bir kısmı köleden de beter iş bile bulamıyor, işsiz. İşsizlik

en kötü durumdur. Bu nedenle devletçi, iktidar odaklı yaklaşım çözüm önerimiz olamaz, bunlar çözüm değil sorun

doğuran yapılardır. O yüzden bizim sistemimizde tarihin başından beri toplumun dinamik, direnen yapıları esastır.

Demokratik toplumu güçlendirmeye çalışıyoruz amaç budur.

Savunmalarım okunursa orada daha detayları var. Bizim yaklaşımımız tamamen farklı olduğu için onlar bunu

anlayamıyorlar, klasik yaklaşımlarının dışına çıkamadıkları için farklı bir model olabileceğini düşünemiyorlar. Bunlar çok

geriden takip ediyorlar, paradigmamızı okumuyorlar, incelemiyorlar. Biz paradigmamızın değiştiğini, yeni bir ulus-devletin

soruna çözüm olamayacağını yıllardır söylüyoruz.”

SOL MİLLİYETÇİLİKTE, KÜRT HAREKETİ İSE SİYASAL İSLAMLA BİTİRİLMEK İSTENİYOR

“Türkiye'de Sol, MHP'nin ulusal-milliyetçiliği kullanılarak ezildi, marjinalleştirildi, bu hale getirildi. Bugün aynısını

siyasi İslam kullanılarak Kürt hareketine yapmak istiyorlar. Bunu görmek ve uyanık olmak gerekir. Bu nettir. Bu

Hizbullahçıların bırakılması, bu binlerce imam kadrosu, bölgedeki cemaatler, özel paralı ordu kurulması vb. çabalar hep

zamanında Sol'u milliyetçilikle bitirdikleri gibi demokratik Kürt hareketini siyasal İslam’la bitirmek için yapılan bilinçli

politikalardır ve birbiriyle bağlantılıdır. Sormak gerekiyor bu Hizbullahçıların arkasındaki para nereden geliyor? Artık eski

klasik sömürge yöntemleri kullanılmıyor, küresel finans bütün dünyaya hükmediyor, dizayn ediyor. Sanırım İngilizlerin bir

sözüydü, 1. Dünya Savaşı'ndan sonra söyleniyor; “artık sömürmek için ülkeleri klasik yöntemlerle, askeriyeyle top tüfekle

işgal etmeye gerek yok. Bunun başka yollarını bulmak gerekir” diyorlardı. Bugün Küresel finansın yaptığı şey işte budur.

Bu anlamda Türkiye, dünyanın en çok sömürülen ülkelerinden biridir. Bu uluslararası sermaye boşuna mı Türkiye'ye

yatırım yapıyor? Sözümona Türkiye'de üretimin arttığı söyleniyor, bu gerçekçi değil. Üretilen malların ara ürünlerinin

çoğu yurtdışından geliyor, Türkiye'de montajı yapılıyor ve tekrar yurtdışına gönderiliyor. Asıl büyük kârı, uluslararası

sermaye bu şekilde Türkiye'den çekiyor. Türkiye'deki çalışanlar karın tokluğuna çalıştırılıyorlar. İş bulamayan milyonlar

da çabası. Yine bölgeye yapılan ve uluslararası sermayenin de destek verdiği HES'ler var. Hem cüzi bedellerle

vatandaşın toprağını elinden alıyorlar hem de ekonomik olarak kendilerine bağlıyorlar, büyük ekonomik çıkarlar elde

Page 130: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

ediyorlar. Verimli topraklar baraj altında kalıyor, kullanılamıyor. Bu da o yörede tarımın yok olmasına, işsizliğe neden

oluyor. Bu kadar büyük paralarla yapılan barajlar da onbeş-yirmi yıl içinde toprakla doluyor, kullanılamaz hale geliyor.”

AKDENİZ KIYILARI PEŞKEŞ ÇEKİLİYOR

“Asıl büyük tahribat ise çevre katliamıdır. Ilısu Barajı, Dersim'de ve bölgedeki birçok yerde yapılmak istenen

barajlar var. Doğa ve tarih yok ediliyor, vadiler yok ediliyor. Bizim Halfeti oralar da o verimli topraklar da sular altında

kaldı. Güzelim Karadeniz kıyıları, doğası aynı şekilde yok ediliyor, sular altında bırakılıyor. Akdeniz kıyıları da turizm adı

altında belli sermaye çevrelerine peşkeş çekiliyor, plaj falan kalmamış durumda. Mesela Antalya. Dünyanın değişik

yerlerinde maddi durumları iyi olanlar burada yiyip içip eğleniyor. Ama oraların yerli halkı sadece köle gibi, karın

tokluğuna çalıştırılıyorlar. Türkiye'de yaşayan insanlar bu nimetlerden yararlanamıyor. Mesela orada yaşayan

Sarıkeçililerin durumu ortadadır, artık konaklayacak yayla ve kışlak bile bulamıyorlar, hayvanlarını otlatacak yer-mera bile

bulamıyorlar. Antalya'da bu yapılanlara turizm adına yatırımlar deniyor, oysa turizm bir yatırım ve kalkınma aracı

sayılamaz. İşte tüm bu yaşananlar kapitalist modernitenin yarattığı tahribatlara bazı örneklerdir. Kapitalist modernite

bunları dört yöntemle milliyetçilik, cinsiyetçilik, dincilik ve bilimcilikle örtbas ederek, halkları esir alıyorlar. Milliyetçilik işte

küresel finansın kullandığı bir yöntemdir, biz bu tuzağa düşmeyeceğiz, bu nedenle milliyetçiliğe karşıyız,

paradigmamızda milliyetçiliğe yer yoktur. Aynı şekilde kullanılan diğer yöntem cinsiyetçiliktir. Binlerce yıldır kadın, bu

yöntemle eve hapsedilip sömürülüyor. Biz bunu da reddediyoruz. Yine dincilik de kullanılan diğer bir yöntemdir, işte bize

karşı bölgede yapılan budur. AKP bunu iyi kullanıyor. Söylediğim gibi bunların gerçek İslam’la bir ilgileri yoktur, tamamen

küresel sermayenin çıkarlarına göre uygulanan politikalardır. Bilimcilik de bütün bunları perdelemek için kullanılmaktadır.

Bunların laikliği de sadece sözde kalmaktadır. İşte Türkiye'de Diyanet adeta devletle birbirine yapışık durumdadır.

Devlet, diyanet vasıtasıyla dini kendi politik çıkarlarının aracı olarak kullanıyor.”

ÇÖZÜM İSTEYENLER İÇERDE İSTEMEYENLER DIŞARDA!

“Önemli bir değerlendirme daha yapacağım. Bu değerlendirme tarihi ve aslında biraz da özeleştirel bir

değerlendirme olacak. Bugüne kadar Ergenekon yargılamalarıyla birlikte devletteki gladionun jitemvari yapıların tasfiye

edildiği söyleniyordu. Biz de biraz böyle düşünüyorduk. Aslında olanlar tam da böyle değildir. Bu konu üzerine sürekli

düşünüyorum. Geçenlerde buradaki arkadaşlarla da tartıştım. Nasıl fark etmemişiz bugüne kadar? Bu nedenle özeleştiri

diyorum. Sanırım Hanefi Avcı'nın kitabında da geçiyormuş. O da çözüm konusunda benimle görüşülmesi taraftarıymış,

bunu öneriyormuş ve şimdi içeride ve Ergenekon'dan yargılanıyor. Yine geçmişte benimle burada çözüm amacıyla

görüşen bazı isimler de Ergenekoncu diye yargılanıyor. Aslında Ergenekoncu diye tasfiye edildiği söylenenlerin bir kısmı

çözüm yanlısı isimlermiş. Ama asıl Gladionun çözümü istemeyen kesimleri dışarıda bırakılmıştır, onlar hala dışarıdadır

ve AKP bunlarla uzlaşmıştır. Deşifre olmuş Veli Küçük gibi, karanlık, cinayet işleyen, darbeci isimlerin yanına çözüm

isteyen, hatta geçmişte benimle burada çözüm amacıyla görüşen isimleri de bunlarla ilişkilendirerek bu şekilde asıl

çözüm yanlılarını tasfiye ediyorlar. Geçmişte biliniyor mesela Cem Ersever -jitemin bizzat kurucusudur, yüzlerce, binlerce

faili meçhule neden oldular- ama daha sonra yanlış yaptıklarını, sorunun bu yöntemlerle çözülemeyeceğini anlayıp dile

getirince tasfiye edildiler. Yani insanlar zamanla yaptıkları hatadan dönebiliyorlar. Bugün içinde bulunduğumuz durumda

AKP, asıl çözüme karşı olan ve dışarıda olan Gladiocularla-Ergenekonla anlaşmıştır ama çözüm yanlısı olan bazı

şahısları da Ergenekon'la ilişkilendirilerek içeri atarak, çözüm isteyenleri bu şekilde tasfiye ediyor. AKP'nin özel ordu

kurma çabaları, Hizbullah'ı bırakması bundan ayrı düşünülemez.”

“Meşru müdafaa doğal, yasal, anayasal bir haktır. Hatta mevcut anayasada bile vardır. Kongre ve Konsey'lerde

toplanıp, bu konuyu etraflıca tartışıp, biz anayasal hakkımızı kullanmak istiyoruz, denilebilir. Ayrıca öyle bireysel hak,

kolektif hak ayrımı da doğru değildir. Kürtler kendilerine yönelik saldırılara karşı kendilerini savunmasınlar mı? Böyle bir

düşünce olabilir mi? Elbette kendini savunacaktır, doğal olan da yasal olan da budur.”

KART GÖNDEREN YÜKSEKOVALI BERİTAN’A TEŞEKKÜRLER

“Cezaevinden gelen mektuplar var. Cezaevlerindeki tüm arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Çınar ve Urfa'daki

halkımıza selamlarımı iletiyorum. Urfa'daki çalışmalar da hızlandırılmalı, Kent Konseyi ve mahalle meclislerini kurmalılar,

geç kalmamalılar, ciddi çalışmalar yapılmalıdır.

Yüksekova'da küçük bir kız çocuğu, Beritan Baban isminde. Kürtçe yazılmış bir yeni yıl kartı göndermiş.

Teşekkür ediyorum. Beritan Şahsında Yüksekova ve Hakkari'deki bütün çocuklara özel selamlarımı, sevgilerimi

gönderiyor, yeni yıllarını kutluyorum.”

Page 131: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

Mart'ta çekilebilirim

PKK lideri Abdullah Öcalan, bazı güven verici pratik adımlar atılmazsa Mart’la birlikte aradan çekilebileceğini

söyleyerek, “Güven kaybı ve ortamın gerginleşmesi ile birlikte seçim sürecine de sancılı bir şekilde de girilebilir.

Bahsettiğim pratik adımlar atılmazsa Mart'ta çekilebileceğim hususunu halkımız da herkes de bilmelidir” dedi.

Öcalan’ın Çarşamba günü gerçekleşen haftalık olağan görüşmesinde güncel gelişmeler ve tarihsel alt yapıları

konusunda önemli açıklamalarda bulunduğu öğrenildi. Kürt sorununun çözümünde hükümetin tavrının önemli olacağını

belirten Öcalan, Mart ayına kadar güven verici bazı pratik adımların atılması gerektiğini kaydetti. Tahliye edilen

Hizbullahçıları da değerlendiren Öcalan, burada yaratılmak istenenin “Kürt Haması” olduğunu ancak bunların şebeke

olduğunu vurguladı. Öcalan, Kürtleri de özsavunma yöntemlerini geliştirmeye çağırdı.

Yazdığı savunmalarına değinen Öcalan şunları söyledi:

YOL HARİTASINDAKİ 10 İLKE

“2009 yılında savunmamın bir parçası olarak hazırlayıp sunduğum Yol Haritası sanırım AİHM'e ulaşmış. O

dönemin günceline cevap olmak için acelece ve taslak halinde yapılmış bir çalışmaydı. Yol haritasında işlediğim konuları

son savunmamın V. cildinde çok ayrıntılı ve çok daha derinlemesine işledim. Yol haritasında işlediğim konular bu yönüyle

aşıldı. Ancak yine de yararlanılabilir. Bazı bölümleri ise hala büyük oranda uyduğumuz bölümlerdir, özellikle çözüm

modelleri başlığı altında işlediğimiz konular. Büyük oranda orada bahsettiğim çözüm modeli halen geçerlidir, buna

uymaya ve uygulamaya çalışıyoruz. Bu yönüyle de değerlendirilebilir. Yol haritasında bahsettiğim özellikle çerçevesini

çizdiğim on ilke önemlidir. Bu ilkelerin kapsamlıca tartışılması ve anlaşılması gerekiyor.”

ÖZERKLİK ÇALIŞMALARI HALKA KAVRATILMALI

“Diyarbakır'daki Kongre bazı çalışmalarda geç kalıyor. DTK Demokratik Özerklik Çalışmasını eksik ele aldığını

ifade etmiştim. Ben defalarca demokratik özerklik çalışmalarının öncelikle topluma yedirilmesi, halka kavratılması, kendi

içinde tartışılması gerektiğinden bahsetmiştim. Bu altyapı oluşturulmadan, bunlar tamamlanmadan sanki ilan anlamına

gelen bir çalıştay yapıldı, bu da yanlış anlamalara yol açtı. Demokratik özerklik tartışmaları başlangıçtır, bu bir starttır.

Benim burada dile getirdiğim bazı hususlar kamuoyunda yanlış tartışılıyor, eksik ele alınıyor. İşler bu şekilde gitmez. İşte

demokratik özerklik meselesi de böyle yüzeysel ele alındı. Ben bu projenin topluma yedirilmesi, halk içinde özce

tartışmaya açılmasından bahsettim. Ancak bunlar yapılmadan hemen kamuoyuna bir nevi ilan şeklinde yansıtıldı.

Altyapısı daha iyi hazırlanabilirdi. Hazırlıksız, altyapısı tam oluşturulmadan ele alınması yanlış anlaşılmaları da

beraberinde getirdi. Yine Hizbullah'a ilişkin değerlendirmelerim de öyle. Bu konular ele alınırken tarihsel arka planıyla,

tarihsel çözümlemelerle birlikte ele alınması gerekiyor. Sadece güncel boyutuyla ele alınırsa ne dediğimiz de anlaşılmaz,

yetersiz kalır. Yaptığımız her işin bir anlamı, derinliği olmalıdır.”

AKP HEGEMONİK GÜCÜNÜ İNŞA ETMEYE ÇALIŞIYOR

“AKP'nin hegemonik gücünü kurmaya çalıştığı yönündeki tespitlere yakınım. AKP'nin hegemonik gücünü

kurmaya çalıştığına büyük oranda ben de inanıyorum. Böyle bir tehlikenin işaretleri var. Burada AKP konusunda oldukça

yoğunlaşıyorum, son dönemlerde kafa yoruyorum, anlamaya çalışıyorum. Ulaştığım sonuçlar büyük oranda AKP'nin

Page 132: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

hegemonik gücünü inşa etmeye çalıştığı yönündedir. Bu noktada medya da dahil her yeri ele geçirmeye çalışıyorlar.

Bizim geliştirmek istediğimiz demokratik modernite anlayışı birçok kesimin de dikkatini çekiyor sanırım. Bazı bilim

adamları, felsefeciler bu konuda tartışmalar yürütüyor, yani modernlik kavramı etrafında ciddi tartışmaların yürütüldüğünü

görüyoruz. Bu tartışmaların bizim geliştirmek istediğimiz demokratik modernite anlayışıyla ilgisi olduğunu düşünüyorum.

ANLAYIŞIMIZ ÖZGÜR YURTTAŞI HEDEFLER

Türkiye'de hegemonik güç savaşının yüz yıllık geçmişi vardır. Ta Enver Paşa dönemine kadar dayanır.

1920'lerde bunun işaretlerini görürsünüz. Türkiye'de bugüne kadar ortaya çıkan iki türlü hegemonik güç anlayışı var.

Birincisi CHP'nin başını çektiği laik-cumhuriyetçi hegemonya. İkincisi ise AKP'nin başını çektiği Türkçü-İslamcı

hegemonya. Biz bu iki hegemonyayı da reddediyoruz. Bizim geliştirmeye çalıştığımız üçüncü yol, demokratik modernite

anlayışıdır-yoludur. Bizim demokratik modernite anlayışımızda insan haklarına saygılı, demokratik yasal-anayasal bir

sistem vardır. Özgürlükçüdür. Özgür yurttaşı hedefler. Biz ne federalizm istiyoruz ne konfederalizm istiyoruz. Ayrı bir

devlet de istemiyoruz. Bir devlet verseler de kabul etmeyiz. Biz halk olarak, Kürtler olarak Cumhuriyet içinde demokratik

haklarını kullanabilen özgür yurttaşlar ve özgür toplum olarak birlikte yaşamak istiyoruz”.

HEGEMONİK GÜÇ SAVAŞININ 100 YILLIK TARİHSEL TEMELİ VAR

“Dediğim gibi Türkiye'de bu iki hegemonik güç savaşının yüz yıllık tarihsel temeli var. Laik-Cumhuriyetçi

hegemonya, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, 1920'lerde Türk orta sınıf burjuvazisiyle Yahudilerin ittifakı sonucu ortaya

çıktı. Bu ittifak sonucu yeni cumhuriyetin inşasına gidilirken kendisince tehlikeli gördüğü bütün toplumsal kesimler tasfiye

edildi. Bu ittifakın arkasındaki hegemonik güç ise İngiltere'dir. Türk orta sınıf burjuvazisiyle Yahudilerin ittifakı -bu ittifakın

içerisinde Yahudilerin entelektüelleri de vardır- bir nevi bugün Beyaz Türkçü denilen anlayışın da alt yapısını oluşturur,

onu temsil eder. O dönem Yahudilerin bir devleti de yoktu o nedenle yönlerini Anadolu'ya döndüler, burada etkin oldular.

O dönem ortaya çıkan tablo, daha önce de değinmiştim bir nevi proto-yahudilik, proto-İsrail’dir. Bir nevi İsrail devletinin

ön biçimiydi. O dönem yaratılan buydu. Bu ittifak yani laik-Cumhuriyetçi hegemonya 1923-1950 arası sisteme tam

hakimdir. Bu arada kendisine zararlı gördüğü bütün toplumsal kesimleri tasfiyeye yönelmiştir. Kürtlerin devlet içerisindeki

sürekliliği, ağırlığı bu dönemde sona erdirilmiştir. Bu tasfiye, çeşitli provokasyonlarla sağlanmıştır. Şeyh Sait’e karşı

yapılan provokasyonu gibi. Bu döneme kadar süren Kürtlerin devletsel sürekliliği-ağırlığı komplolarla provoke edilip

isyana teşvik ve sonrası askeri müdahalelerle sonlandırılmıştır. Böylece Kürtler sistem dışına atılmıştır. Yine İslamcılar

da aynı şekilde yaratılan provokasyonlarla tasfiye edilmiştir. İşte o şapka devrimi adı altında Kastamonu'da Atıf Hoca ve

Menemen örnekleri gibi olaylarla İslamcılar provoke edilip ardından bastırılarak tasfiye edilmiştir. Bunlar daha sonra

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nda da bir araya geldiler. Tekrar bir araya gelip bu partide toplansalar da darbelendiler,

partileri kapatıldı. Bu dönem Mustafa Kemal, sadece bir simge haline getirilip tamamen etkisizleştirildi. Cumhuriyetin

kuruluşunda önemli roller alan meşhur dört paşa da zaman içerisinde tasfiye edildiler. Bu dönem yine sosyalistlerin de ilk

tasfiye dönemidir. İşte bu tasfiyeler dönemi CHP öncülüğündeki laik-cumhuriyetçi hegemonya dönemidir.”

AĞCA PAPAYA SUİKAST İÇİN KAÇIRILDI

“1950'den sonra Türkiye'nin NATO'ya üye olmasıyla birlikte 1950-80 arası bu laik-cumhuriyetçi hegemonya

biraz farklılaşsa da etkinliğini sürdürdü. Öyle ki kendi hegemonik anlayışı dışına çıkan herkesi darbelerle tasfiye

etmekten de çekinmedi. Adnan Menderes'in başına getirilenler buna en iyi örnektir. Çünkü Menderes biraz bu

hegemonyanın dışına çıkmak istedi, işte Rusya'ya gidip burada ilişkiler geliştirmek istedi. Bunlar Menderes'in sistem

dışına çıkması olarak değerlendirildi ve bu süreç Menderes'in asılmasıyla sonuçlandı. Yine Erbakan, Demirel, Ecevit

dönemlerinde de aynı şekilde olmasa da yine hegemonik müdahalelerde bulunuldu. İşte Demirel buna en iyi örnektir.

Page 133: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Demirel gitti-geldi, en sonunda bu hegemonik güce ayak uydurdu. Bu dönem NATO'ya üyelikle birlikte Türkiye'de Gladio

örgütlenmesi, toplumsal gelişmelere müdahalede bulunup önemli rol oynamıştır. Bilindiği gibi Gladio, NATO'nun özel

savaş örgütlenmesidir. 1980'e kadar NATO Gladiosuyla Türkiye Gladiosu tamamen birdir, özdeştir.

Daha iyi anlaşılması için bir örnekle açıklayayım. Ağca'nın Maltepe cezaevinden kaçırılması, Papa'ya suikast

düzenlemesi karşılığında yapılmıştır. Türk Gladiosuyla NATO Gladiosunun birliğinin, özdeşliğinin bir örneğidir. Büyük

oyunun bir parçası için bir Türk kullanılıyor. 1980 askeri darbesinden sonra ise aralarındaki ilişkide farklılaşmalar oldu.

1980 sonrası bu değişimi Kenan Evren'in “Türkiye Gladiosu ile NATO Gladiosu arasındaki ilişki 80'lerde farklılaştı,

'90'larda ise Türkiye Gladiosu özerkleşti’ anlamında ifadeleri çok iyi özetlemektedir. 12 Eylül askeri darbesinin ilk

yıllarındaki sonuçlarına fazla değinmeyeceğim. NATO Gladiosunun PKK üzerindeki ilk oynaması 1985 yılıdır. PKK'nin

silahlı atılımından hemen sonra, 1 yıl sonra uygulanmaya başlanmıştır. Ancak dikkat çekmek istediğim nokta şudur; 1985

yılı NATO Gladiosunun PKK'ye ilk müdahale yılıdır. 1984 silahlı atılımından hemen sonra, bir yıl sonra NATO Gladiosu

PKK ile savaşmaya başlamıştır ve bu müdahaleyi de NATO Antlaşmasının 5. maddesine dayandırmışlardır. Biliyorsunuz

NATO Antlaşmasının 5. maddesine göre NATO'ya üye devletlerden birine karşı yapılan saldırı tüm NATO üyelerine

yapılmış sayılır şeklinde düzenlenmiştir. İşte NATO bu maddeye dayanarak PKK'ye müdahalesini 1985 yılında

başlatmıştır. Türkiye NATO'nun 5. maddesinin uygulanmadığını söylüyor. Tabi bu müdahale yasal-resmi ilan edilmiş bir

kararla yapılmamıştır, açıklanmamıştır ama gizli bir şekilde Gladio tarzında, özel savaş olarak başlatılmış ve

yürütülmüştür. Biliniyor NATO Gladiosu'nun merkezi Almanya'dır. Almanya 1987 yılında PKK'yi terör örgütü listesine

alarak bir nevi NATO'nun tavrını netleştiriyordu. 1987 yılında Almanya'da alınan bu kararla PKK'nin üzerine gidildi. Onun

etkisiyle birçok yerde PKK'nın faaliyetleri yasaklandı.

EN KARANLIK DÖNEM, ÇİLLER-GÜREŞ DÖNEMİ

Son olarak da bu süreç 2000'li yılların başlarında AB'nin PKK'yi terör örgütü listesine almasıyla tamamlanmış

oluyordu. Türkiye'nin PKK ile savaşı, Türkiye Gladiosu ile NATO Gladiosu arasındaki özdeşlik ilişkisinin karakterini de

değiştirdi. Kenan Evren'in bahsettiğim sözü bunu kanıtlıyor. Çiller darbesiyle birlikte Türkiye Gladiosu bir nevi özerkleşti.

Özal'ın Kürt sorununu çözme konusundaki iyiniyetli yaklaşımı biliniyor. Hatta o dönem Özal ve Jandarma Genel

Komutanı'nın -Eşref Bitlis'in- iyiniyetli çözüm çabaları vardı. Bu çabalar Gladio'yu rahatsız etmişti. Hatta hatırlıyorum bir

gazeteci, sanırım Mehmet Ali Birand idi, benimle röportaj yaptıktan sonra Özal, kendisini arayıp ona ‘sen beni çok zor

durumda bıraktın, başıma iş aştın, şimdi benim üzerime gelecekler’ dediği biliniyor. Zaten bu konuşmasından iki üç gün

sonra kendisine Kartal Demirağ tarafından suikast düzenlendi. Özal bu tehlikelerin farkındaydı. Ancak bunlardan yılmadı,

yine de cesaretlice sorunu çözmek istedi. Bu sorunun çözümüne girişmeyi tek başına yapmaya çalışması kendi sonunu

getirdi. Ve görüyorsunuz hala ölümüyle ilgili dosya kapanmamış durumda, savcılık soruşturması aşamasında devam

ediyor. Özal'ın öldürülmesiyle açıkça Çiller'in başbakanlığı ve Doğan Güreş'in genelkurmay başkanlığı dönemine yol

açıldı. Bu dönem Türkiye Cumhuriyeti'nin en karanlık dönemidir. Kenan Evren'in bahsettiği özerkleşme budur. Bu, Çiller

darbesidir. O dönem 4 bin köyün yakılması, boşaltılması ve yüzbinlerce Kürdün göçe zorlanması hatta onbinlercesinin de

katledilmesi olayları da var. Bu olaylar bile tek başına en az Ermeniler ve Rumlara yapılanlar kadar ağırdır. Ermeniler ve

Rumlara yapılan fiziki soykırımdan daha da ağır sonuçları olan bir dönemdir. Belki Ermeniler ve Rumlar üzerinde

sağlanan başarı Kürtler üzerinde sağlanamadı ancak yapılmak istenen ve amaçlanan en az Ermeniler ve Rumların

başına getirilmek istenendi.

GÖRÜŞTÜĞÜM HEYET İYİ NİYETLİ AMA NE KADAR ETKİLİ?

Page 134: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

PKK'nin ortaya çıkışından sonra, o dönemde PKK'ye karşı Gladio içindeki ittifaka Güney Kürdistan yönetimi de

dahil edildi. Daha sonra Suriye ve İran da PKK'ye karşı olan bu ittifaka çeşitli şekillerde dahil edilmiştir. Biliniyor,

geçenlerde NATO, Barzani'ye NATO Barış Ödülü verdi. Bu verilen ödül de bu ittifakla bağını gösteriyor. Yine 1990'lı

yıllarda bilindiği gibi Barzani'yle, o dönem bölgede görev yapan komutanlardan Necati Özgen ve bazı itirafçılarla birlikte

çektirdikleri fotoğrafları var. Bunların hepsi o dönemki Gladio ittifakının ispatı gibidir. Bu dönem ta 1997-98 Çevik Bir

dönemine kadar devam eder. 28 Şubat sürecine kadar bu şekilde gelindi. NATO Gladiosu, Türkiye Gladiosu'nun bu

özerkleşmesinden rahatsız olmuştur. Hatta Karadayı ve Kıvrıkoğlu NATO Gladiosunun o dönem için temsilcileri gibidirler.

Bunların hareket alanları da Türk Gladiosunun etkisi altında daraltılmıştı. Bütün bu olumsuzluklar karşısında dönem

dönem Kürt sorunun çözümü konusunda bazı iyi niyetli adımlar atılmak istendi. Özal'ın girişimleri onun sonu oldu, Özal o

şekilde tasfiye edildi. Yine Erbakan dönemindeki girişimler siyaseten tasfiye biçiminde bastırıldı. Ecevit döneminde bazı

iyiniyetli girişimler oldu. Ecevit döneminde ben buradayken bazı iyiniyetli kesimler sorunun çözümü için buraya gelip

benimle görüşüyorlardı. Çözüm için çabaladıklarını söylüyorlardı.

MART’LA BİRLİKTE ARADAN ÇEKİLEBİLİRİM

Son olarak da şimdi burada görüştüğüm heyetin iyiniyetli çabalar içerisinde olduklarını görüyorum. Ancak bu

heyetin ne kadar etkili-yetkili olduğunu, hükümet üzerinde ne kadar etkili olduğunu bilmiyorum. Ecevit döneminde

gelenlere de sormuştum, ‘ne kadar güçlüsünüz, çözüm için gücünüz var mı, kendinizi dinletebilir misiniz?’ şeklinde

sorular yöneltiyordum. Onlar da “merak etme bütün sorumluluk bizde gücümüz var” diyorlardı. Ancak gittiler bir daha

gelmediler, taru-mar oldular, dağıldılar. Şu anda işleyen süreç nasıl devam edecek bilemiyorum. Burada önemli olan

hükümetin tavrıdır. AKP Mart'a kadar bazı pratik adımları atmalıdır. Mart'a kadar olumlu değerlendireceğimiz,

geliştirebileceğimiz bazı güven verici pratik adımlar atılmazsa Mart'la birlikte aradan çekilebilirim. Güven kaybı ve ortamın

gerginleşmesi ile birlikte seçim sürecine de sancılı bir şekilde de girilebilir. Bahsettiğim pratik adımlar atılmazsa Mart'ta

çekilebileceğim hususunu halkımız da herkes de bilmelidir.

MART’TA GENEL DEĞERLENDİRME YAPACAĞIZ

Yine Mart'ta genel bir değerlendirme zaten yapacağız. Ancak bu şekilde giderse sorumluluk almamın da bir

anlamı kalmayacak. AKP çözüme ne kadar yakın, çözüme ne kadar hazır göreceğiz. AKP iktidarıyla birlikte Türkiye'de

faşist-İslamcı bir hegemonik güç inşa edildiği yönünde işaretler-veriler oldukça kuvvetli.

ÖZELEŞTİRİ

Yeri gelmişken bir özeleştiri yapmak istiyorum. Geçen hafta da bu konuya kısaca değinmiştim. Ben Ergenekon

davasıyla içeri alınanların daha çok çözüm karşıtı, savaş kışkırtıcılığı yapanların olduğunu düşünüyordum. Ergenekon

operasyonuyla çözüm karşıtı güçlerin tasfiye edilmeye çalışıldığını sanıyordum. Ancak ondan sonraki siyasi gelişmeler

dikkatle incelendiğinde buradaki amacın çözüm karşıtı güçlerin tasfiyesi olmadığı görülüyor. Daha ziyade deşifre olmuş,

bilinen kesimler tasfiye edildi. Ama AKP, dışarıda olup da deşifre olmamış çözüm karşıtı güçlerle anlaşıp kendi

Gladiosunu-hegemonik gücünü inşa etmenin adımlarını atıyor. Aslında AKP bu Ergenokon konusunda kamuoyunu

aldatıyor. Görüntüde çözüm karşıtlarını tasfiye ediyor gibi görünse de, özünde çözüm karşıtlarıyla anlaşmıştır. Bütün

bunların bu amaçla olduğunu düşünüyorum. Geçmişte farklı düşünüyordum şimdi böyle düşünüyorum. Hatta AKP ile

ordu arasındaki anlaşmanın temeli 2007'de Büyükanıt ve Erdoğan'ın Dolmabahçe toplantısında atılmıştır. Öyle sanıldığı

gibi AKP'nin orduyu tasfiye etmesi değil burada bir anlaşma vardır. Bu anlaşma sonucunda günümüze kadar gelen

adımlar atıldı.

BİZİM SAMİMİ MÜSLÜMANLARLA BİR SORUNUMUZ OLMAZ

Page 135: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Günümüzdeki Hizbullahçıların tahliyesini de AKP'nin bu yeni hegemonik güç inşası bağlamında değerlendirmek

gerekiyor. Bu tahliyeleri iki üç kişinin tahliyesi olarak görmek hatalıdır. Böyle görülürse çok basit yaklaşılmış olur. Sonuçta

bu insanlar yüzlerce insanımızı canice, insafsızca katlettiler. Sadece tahliyeleriyle de yetinmediler, bir de bunlar

Diyarbakır'ın ortasında düğün dernekle karşılandılar! Oysa bu konuda güçlü bir şekilde tepki ortaya konulmalıydı. Nasıl

serbest bırakılıp bu şekilde “kahraman” gibi karşılanıyorlar! Burada kastettiğimiz tepki bir kesimi suçlayan bir tepki değil,

yüzlerce cinayet işleyenlerin serbest bırakılmasına duyulan demokratik tepkidir. Binlerce insanımız bunların cinayetlerinin

mağdurudur. Bu somut haksızlığa karşı bir demokratik tepkidir, yoksa bir kesime yönelik değil. Benim geçen hafta

yaptığım çağrı da yanlış anlaşıldı. Ben o çağrıyı yaparken içlerindeki tek tek bireylere, samimi olanlara çağrı yaptım. Yani

içlerinde samimi-dürüst Müslümanlar varsa, geçmişte yaptıklarından pişmanlık duyan varsa samimi bir şekilde özeleştiri

verip özür dileyip, Kürtlerin DTK, Kent Konseyleri gibi ortak platformlarına katılabilirler. Çağrıyla bunu kastetmiştim. Bizim

samimi Müslümanlarla bir sorunumuz olamaz.”

HİZBULLAH TAHLİYELERİ SIRADAN DEĞİL

“Biliniyor daha geçenlerde cemaate uzlaşma çağrısı yapmıştım. Çözüm konusunda rol alabileceklerini

belirtmiştim. Ama öyle bir fırtına koparıldı ki bu kesimleri adeta korkuttular. Geri çekilmek zorunda bırakıldılar. Bu örnekte

de çözümsüzlükte ısrar eden güçlerin kimler olduğu daha iyi anlaşılıyor. Hizbullah tahliyelerindeki zihniyetle

çözümsüzlükte ısrar eden zihniyet aynıdır. Bunlar öyle sıradan tahliyeler değildir. Bir taraftan bu katilleri serbest

bırakacaksın diğer taraftan bazı PKK'lileri zorla mahkemeye çıkartıp ceza vereceksin! Sırf bu yasadan faydalanmasın

diye zorla ceza vereceksin. Benim bile aldığım ceza birkaç haftada Yargıtay tarafından onanırken, bunların dosyalarını

tozlu raflarda on yıl bekletmenin amacı nedir? Bir taraftan bu katilleri dışarı çıkaracaksın diğer taraftan her gün onlarca

Kürdü, demokratik siyaset hakkını kullandı diye tutuklayacaksın.

KCK TUTUKLAMALARI GAYRI MEŞRU

Alın işte 2000 KCK tutuklusu var, bunlar ellerine silah aldılar mı! Bir insan öldürdüler mi! Hayır, bir çakı bile

kullanmamışlardır. Tamamen demokratik kanallarla şiddete bulaşmadan özgür yurttaşlar olarak demokratik siyaset

yapma hakkını kullandıkları için şu anda cezaevindeler. Hiçbiri de KCK'li değil, KCK ile alakaları da yok. Ben bu KCK adı

altındaki tutuklamaları gayri meşru görüyorum. Bu tutuklamalar gayri meşrudur. Bunlara karşı halkımız, BDP doğal olarak

direnecek, hep ayakta olacak, tutuklamaları kabul etmeyecektir. Tutuklamalar karşısında Demokratik Direniş Haklarını

kullanabilmelidirler. Son olarak Hakkari'de vurulan genç de buna örnektir. Bunların demokratik siyaset hakkını

kullanmaları suç mudur? AKP bu konuda samimi olmalıdır. Bir taraftan Kürt siyasetçileri tutuklayıp alanı boşaltacaksın

sonra da bu katilleri, dışarı çıkararak yarattığın boşluğu bunlarla doldurmaya çalışacaksın! Bu tahliyeleri Hükümet ve

Yargıtay arasında bir çelişki olarak yansıtmaya çalışıyorlar! Ne alakası var, bu kadar basit değil. Burada günlük değil,

uzun vadeli planlar söz konusudur. Öyle Hükümet-Yargı çelişkisi gibi basit bakılmamalıdır.”

YARATILMAK İSTENEN KÜRT HAMASI’DIR, AMA BUNLAR ŞEBEKE

“Burada yaratılmak istenen “Kürt Haması”dır. Hamas'ı yaratarak nasıl ki FKÖ'yü bitirdilerse, -biliniyor Hamas,

FKÖ'lüleri dördüncü beşinci katlardan aşağılara atarak vahşice öldürüyordu- burada yarattıkları sahte İslamcılıkla da Kürt

hareketini bitirmeye çalışacaklar. Bunlara Kürt Hamas'ı demek de doğru değil, bunlar şebekedir, evet bunlara “şebeke”

diyeceğim. Bu şebekeler, bir de Müslümanız diyorlar, bunların dinle de İslamiyetle de alakaları yoktur. Kürtlere yaklaşımı

tamamen faşistçedir. Bunların onurlu aydın-yazarlara da yöneldikleri biliniyor. İlk işledikleri cinayetler Uğur Mumcu,

Muammer Aksoy gibi demokrat cumhuriyetçi aydın-yazarların katledilmesi olmuştur. Bu zihniyet faşist-İslamcı bir

zihniyettir. Bunların değerleri cumhuriyet değerleriyle de örtüşmüyor, cumhuriyet de bunları kabul etmez. Bizim

Page 136: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

yaptığımız da bu yönüyle cumhuriyeti de korumaktır. Bunların çoğunun birden fazla eşi var. Müslümanlıkla alakaları

yoktur.”

HALKIMIZA MÜSLÜMANLIĞI ÖĞRETMESİNLER, ZATEN MÜSLÜMANLAR

Öyle halkımıza da Müslümanlığı öğretmeye çalışmasınlar. Halkımız zaten müslümandır, değerleri konusunda

samimi bir halktır. Bakın görüyorsunuz bu çıkarılanlardan önde gelenlerinden üçünün imza atmadığı, ortadan kaybolduğu

söyleniyor. Neredeler bunlar? Nereye gönderildiler? İşte Mustazaf dernekleri varmış. Ulusal televizyon kanalı

açacaklarmış deniliyor. Bunlarda o kapasite yoktur, kendi başlarına değer yaratamazlar, kaynakları başka yerlerdir. Değil

ulusal bir televizyon kanalı açacak kadar, bir lokantada yemek yiyecek kadar bile paraları yoktur bunların. Bir televizyon

kurmak için milyonlarca dolar gerekiyor, bu paraları kimden temin edecekler? PKK'yi bitirmek karşılığında ta İran'dan

tutalım, Türkiye ve Uluslar arası çözüm karşıtı güçlere kadar uzanan tüm güçlerden nemalanacaklar!”

OYUN ÇOK TEHLİKELİ

“Burada oynanan oyun çok tehlikelidir. Sözde, İslamcı geçinenleri kullanarak, halkımızın dini duygularını

sömürerek Kürt Hareketini tasfiye etmektir amaçları. 1960'lı '70'li yıllarda nasıl MHP, milliyetçiler kullanılarak Türkiye so l

hareketi, sosyalistler tasfiye edildiyse şimdi de amaçlanan, sahte İslamcıları kullanarak Kürt Hareketinin tasfiyesidir.

1970'li yıllarda MHP'ye iktidar olmasa da siyasi iktidarla bütünleştirilerek sosyalistlerin tasfiyesinde önemli bir rol

oynatıldı. Bugün de bu sahte İslamcılıkla yapılmak istenen de aynıdır. Bu sahte İslamcılar geçmişte Kürtlere PKK'ye

karşı özel savaş yürüten Gladio örgütlenmesinin içinde yer alarak, kullanılarak masum insanlarımızı canice

katlediyorlardı. İşte domuz bağları, mezar evleri, işkence yöntemleriyle öldürülmeler biliniyor. Bu mudur Müslümanlık, bu

mudur insanlık? Halkımız uyanık olmalıdır.”

BUNLARIN NE DİNLE NE DE İSLAMİYETLE ALAKALARI YOK

“Bunların ne dinle ne de İslamiyetle alakaları yoktur. Bu tamamen faşist bir zihniyetin dışa vurumudur. Din de

İslamiyet de bu faşist hegemonyacılığa alet edilmemelidir. Halkımız bu oyunlara gelmemelidir. Bunlar belki de şimdiden

yarın-öbür gün hangi katliamları yapacaklarını ya da bireysel olarak kime yöneleceklerini planlamaya başlamış da olabilir.

Dolayısıyla bu tahliyeler sıradan tahliyeler değil, uzun vadeli bir planın parçasıdır. Bazı ihanetçi tipler de Kürt hareketinin

tasfiyesi için sahte İslamcılıkla birlikte kullanılacaklar. Bahsettiğim gibi bu meseleler daha geniş değerlendirilmesi

gereken meselelerdir.

BİZİM SİZİN İMAMLIĞINIZA İHTİYACIMIZ YOK

İşte alın Bardakoğlu'nun Diyanet İşleri Başkanlığı görevinden alınması olayını. Yine Diyanetten farklı yaklaşım

gösteren 20'den fazla kadının başına getirilenler. Yine bölgeye on bini aşkın özel görevli imamın gönderilmesi olayı var.

Bunların hepsi tesadüf müdür? Bu gönderilen imamların hiçbirinin dinle alakası yoktur, bunlar özel amaçlı, özel görevli

olarak gönderilmiştir. Halkımız bunların görev aldığı camilere gitmemelidir, köylerine kabul etmemeli, sizin imamlığınıza

ihtiyacımız yok demelidir. İşte bunlar gelip köylerde imamlık yapmaya çalışacaklar! Kesinlikle bunlara izin verilmemeli,

“bizim sizin imamlığınıza ihtiyacımız yok” demelidir halkımız. Ve kendi öz dini örgütlülüklerini kendileri sağlamalıdır.”

ERDOĞAN VE AHMEDİNECAD NEREDEYSE İKİZ KARDEŞ OLDULAR

“Kürt karşıtı ittifakın içinde yer alan bir başka güç İran'dır. İran ve Türkiye, Kürt sorunu konusunda ikiz kardeş

gibidirler. Hatırlıyorum 1980 yılında ben Lübnan'da kamptaydım. Oradaki kampa iki İran'lı genç geldi ve Lübnan'daki

Hizbullah'ı kurmak için çalışacaklarını, bunun için geldiklerini söylüyorlardı. Sonra onların kurduğu o Hizbullah o kadar

büyüdü ki Lübnan'da rejimi krize soktu ve onlar istemedikçe rejim bir şey yapamaz hale ge ldi. Türkiye'de de benzer

gelişmeler olabilir, bu tarz oluşumlar önümüzdeki dönemde hem İran hem Türkiye tarafından desteklenebilir! Çünkü bu

Page 137: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

iki ülke Kürt sorunun çözümsüzlüğü konusunda birbirlerine muhtaçtırlar. İran'da Kürt sorunu çözülürse Türkiye çözü lür;

Türkiye'de Kürt sorunu çözülürse İran çözülür. İki ülke de bu durumun farkındadır. Burada hedeflenen Kürt sorunun

çözümsüzlüğü yani Kürtlüktür. İran ve Türkiye'nin bu Kürt karşıtlığı temelindeki zorunlu ittifaklarının sonucu Kürtlere

yönelimi de ortaktır. İşte İran'da idam edilen Kürtler var. Yüksekova, İran'a yakınlığından dolayı iki gücün ortak hedefi

haline gelebilir. AKP döneminde dikkat çekicidir, İran ziyaretleri sık sık oluyor. Erdoğan ve Ahmedinecat neredeyse ikiz

kardeş olmuşlardır.”

SOYKIRIM TEHDİDİ HALEN VAR

“Kürtlerin önünde bir soykırım tehdidi hala vardır, buna da bu yönelime de önce en örgütlü olduğumuz yerden

Hakkari'den başlayabilirler, sonra Cizre, Şırnak, Diyarbakır, Batman, böyle örgütlü olduğumuz bütün alanlara yönelik

saldırı dalgası da başlatabilirler, bu konularda uyanık olunmalıdır.”

İKİ DİLLİ YAŞAM

“İki dilli yaşam konusunda da şunları belirtmek istiyorum. Biz kendi çocuklarımıza kendi dilimizi

öğretemeyeceksek, kendi kültürümüzü yaşatamayacaksak yaşamın bir anlamı var mıdır Kürtler için? Bu bizim

varlığımızla ilgili bir sorundur. Dilimiz onurumuzdur, varlık nedenimizdir. Önce varlığını koruma sonra özgürlük

mücadelesi gelir. Bu, varlık sorunu çözülmeden özgürlük sorunu başta olmak üzere diğer sorunlara eğilemezsin. Ben bu

yüzden tehlike büyüktür diyorum. Özsavunmadan kastım da budur. Hakkari'de Geçitli Köyü'nde öldürülen köylüler,

katledilen 9 gerilla, bunların hepsi birer işarettir. Bilindiği gibi Hakkari'de bir “imam” öldürüldü, bu imamın öldürülmesinden

sonra bu olaylar oldu. Verdikleri mesaj, bir kişiye karşı yirmi kişi öldürürüz mesajıdır. Buna benzer olaylar -işte Hizbullah

katilleri de serbest bırakıldı- ileride daha da geliştirilebilir, katliamları planlıyor olabilirler, kanlı vahşetler geliştirebilirler.

Niye Hakkari, niye Yüksekova? Çünkü orası Kürt siyasi hareketine kendi duruşuyla değer katmıştır, katmaya devam

ediyor. Bahsettiğim hegemonik güçler bu durumdan oldukça rahatsızlık duyuyorlar. Saldırı bu değeredir. Bu 20

insanımızın faillerinin bulunması için bir komisyon kurulmasını ve bu olayların bu komisyon tarafından aydınlatılması

gerekmektedir. Halkımız da oraya gelen yetkililerin her AKP'linin yakasına yapışabilmeli, “bu yirmi insanımızın katillerini

açığa çıkarın” diyebilmelidir.

HAKKARİ’NİN HEDEF ALINMASININ NEDENİ KÜRTLEŞMESİDİR

Hakkari-Yüksekova bu konuda çok daha hassas olabilir. Oradaki esnaflar da maddi kaygılarla hareket

etmemelidir. Üç beş maddi kayıp yaşayabilirler ama bu çok önemli görülmemelidir asıl önemli kayıp toplumsal kayıptır.

Buradaki ölümler benim için canalıcı, kilit roldedir. Geçitli köylülerinin ve gerillanın içinde olduğu 20 insanımızın

öldürülmesi olayı aydınlatılırsa birçok şey bu olaylarla birlikte açığa çıkacaktır. Bu ölümler açığa kavuşturulursa günümüz

siyasi dengeleri için birçok husus da aydınlatılır, buna inanıyorum. Geçitli Köyü niye hedef alındı? Sonradan öğrendim,

orası korucu köyüymüş ancak referandumda bu köyde yüzde doksanların üzerinden boykot çıktığı için burası hedeflendi.

Demek oluyor ki hedef olmamak için korucu olmak da yetmiyor. Bu nedenle Korucular da tehlike altında olduklarının

farkında olmalıdırlar. Yine belirtiyorum, Hakkari'nin, Yüksekova'nın hedef alınmasının nedeni oranın Kürtleşmesidir,

hepsinin Kürt olmasıdır, kentin tamamının örgütlenmesidir. Geçmişte Dersim'in başına getirilenler bugün Hakkari'ye

yapılmak isteniyor. Dersim'de başarılı oldular, büyük oranda Dersimlileri de asimile ettiler. Kendilerini Dersim'in

bastırılması ve asimilasyonu konusunda başarılı görmeselerdi, Dersim'in sorun olmaktan çıktığını kabul etmeselerdi

Kılıçdaroğlu'nu CHP'nin başına getirmezlerdi.”

KANDİL HALKINI KORUMALI

Page 138: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“BDP'nin de bu tehlikeleri, bu yönelimleri iyi görmesi gerekiyor. Halkına sahip çıkması, halkını koruması

gerekiyor. Bu konuda sürekli tetikte olmalıdır. Öyle halkını sokağa dökmek yetmez, sokağa döktüğün gibi korumasını da

bilmeli, örgütlülüğünü derinleştirmeli, güçlendirmelidir. Halkımızı korumalıdırlar. Yine Kandil'i de bu konuda eleştiriyorum.

Kandil, halkını korumada yetersizdir. Halkımız gerektiği gibi savunulamazsa, demokratik devrim geliştirilemezse bu

durum karşı-devrime zemin sunar. Halkımız da kendi özsavunma yöntemini geliştirebilmelidir. Önemli olan ve kalıcı olan

halkın kendi demokratik meşru özsavunma kanallarını-örgütlülüklerini oluşturmasıdır.”

GENELKURMAY’IN NE DEDİĞİ UMRUMDA BİLE DEĞİL

“İşte Genelkurmay muhtırasının özsavunmaya ilişkin olduğu belirtiliyor, genelkurmayın ne dediği umurumda bile

değil. Neye ilişkin olursa olsun biz varlığımızı korumak zorundayız. Burada yarın öbür gün öldürülebilirim de ama bu da

hiç umurumda değil, biz her zaman ve her koşulda varlığımızı korumayı esas alacağız. Ben vicdanım ve sorumluluğum

gereği halkıma bu uyarıları yapmak zorundayım. Kaldı ki özsavunma hakkı anayasal, evrensel bir haktır. Yarın öbür gün

diyecekler Apo isyana teşvik ediyor. Hayır öyle değil. Özsavunma hakkında söylediklerim de çok çarpıtılıyor, çok dar ele

alınıyor.

ÖZ SAVUNMA

İşte hemen silahlı güçlerden bahsediliyor, oysa özsavunma tek başına silahlı savunmayı ifade etmez, bizim

geliştirmek istediğimiz öz savunma, yasal, demokratik meşru yollarla demokratik muhalefet yoluyla varlığımızı

korumaktır. Bizim özsavunma anlayışımız bölünmeyi değil, tam tersine anayasal-yasal haklar temelinde demokratik

muhalefet hakkını kullanarak Türkiye ile demokratik bütünleşmeyi sağlayan bir anlayıştır. Yani özsavunma anlayışımız

bölünmeyi değil demokratik temelde birleşmeyi ifade eder. Yasal demokratik yollarla özgür yurttaşlar olarak varlığımızı

koruma-savunma hakkımız vardır. Bir demokratik muhalefettir, asıl bunun, bu demokratik muhalefet hakkımızın önü

açılmazsa şiddet tırmanır ve bölünme olur. Kürtlerin demokratik muhalefet hakkı kısıtlanmamalıdır. En önemli tehlike de

bu hakkın kısıtlanmasıdır. Özsavunma ulaslararası evrensel bir haktır, herkes, her topluluk için kullanılabilir. Belirttiğim

bu hususları savunmamın V. Cildinde ayrıntılı bir şekilde işledim.”

“Suriye, İran, Irak halkımıza da bu temelde selamlıyorum. Kendilerini demokratik birlik temelinde değiştirip

dönüştürebilirler, örgütlenmelerini geliştirebilirler. Yılbaşı vesilesiyle cezaevlerindeki bütün arkadaşları selamlıyorum.

Ayrıca İzmir, Dersim, Hınıs, Yüksekova ve Hakkari'yi selamlıyorum.”

Görüşme Notları:

AKP'nin amacı Kürtleri tasfiye etmek

Öcalan, “Şu anda sorunun çözümü için AKP Hükümetinin bir barış kararının olması gerekir. Ama bütün

gelişmeler gösteriyor ki hükümetin böyle bir barış kararı yok. Aksine AKP'nin amacı Kürtleri tasfiye etmektir” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede yazdığı son

savunmalara değinen Öcalan, “Daha önce de belirttiğim gibi el yazımla 790 Sayfadan oluşan son savunmamın 5. cildini

AİHM'ne gönderdim. Bu savunmama ek olarak ayrıca 2 sayfa daha yazmıştım, dilek ve temenileri içeriyor. Benim

durumumun tam bir hukuk skandalı olduğunu AİHM'in de artık anlaması gerekiyor. AİHM oyunlara gelmemelidir, bazı

siyasi ittifaklar olabilir ona bir şey demiyorum ama hukuk sözkonusu olunca ilkeli olmak gerekir. Türkiye'de benimle ilgili

bir şey sözkonusu olduğunda tam bir hukuk oyunu sergileniyor. Geçenlerde bir yasa çıkacaktı öğrenci affıyla ilgili sırf ben

Page 139: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

yararlanmayayım diye yüz bin öğrencinin yararlanmasına engel oldular. Daha önce de buna benzer şeyler yaşandı,

biliniyor, sırf ben yararlanmayayım diye kanunu çıkarmaktan vazgeçtiler. Benim infaz şartlarımı da AİHM iyi

değerlendirmelidir. İdamı kaldırdılar ama ağırlaştırılmış müebbet hapis de idam benzeri bir uygulamadır. Benim durumum

söz konusu olduğunda Türkiye kendi kanunlarını bile uygulamıyor.” dedi. Öcalan, şöyle devam etti:

15 ŞUBAT SOYKIRIM TARİHİDİR

“15 Şubat, Kürtlerin soykırım tarihidir. Sadece benimle ilgili değil. Şeyh Sait'le başlayan ve benimle devam eden

Kürtlerin soykırım tarihidir. Cibranlı Halit onları daha önce yakalamışlardı, isyandan önce. Şeyh Sait'in öyle ayaklanma

başlatma gibi bir hazırlığı da yoktu. Niyeti de yoktu. Bir komplo, bir provakasyon sonucu Şeyh Sait olayı gelişmişti.”

M. KEMAL ÇELİŞKİLERDEN YARARLANDI

“Mustafa Kemal esas itibariyle İngiltere'yle Sovyet Rusya'sı arasındaki çelişkilerden yararlanarak devleti yaşattı.

Mustafa Kemal İngiltere'yle Rusya arasındaki çelişkileri ve bu çelişkilerin kaynağını iyi biliyordu. Sovyet'e dayanıyordu

fakat İngiltere'ye de yaklaşan politikalar sergiliyordu. Aslında o dönem Rusya'yla İngiltere arasında Ortadoğu'da üç yeni

tampon-ara-denge devlete izin çıkmıştı; Türkiye, İran ve Afganistan. Türkiye denge unsuru bir devlet olarak ortaya çıktı.

İngiltere'de Türkiye'ye karşı iki farklı görüş vardı. Bir taraf Türkiye'yi kesinlikle istemeyen kesimdi. Bu kesim Türkiye'nin

doğuşuna izin verilmemesi gerektiğini savunuyordu. Fakat George Lloyd 1922 Hükümet değişikliğiyle gitti, daha

muhafazakar, ılımlı, Türkiye'nin doğuşuna izin veren kesim yeni Hükümetin başına geldi. İngiltere'deki bu yeni hükümet,

Türkiye'nin kontrolü temelinde bir denge unsuru olarak ortaya çıkmasına izin verdi. Mustafa Kemal de kendisi anti

komünist birisi olmasına rağmen Lenin'e ve Stalin'e dayanarak onların desteğini sağlıyordu, özellikle de Stalin'e

dayanıyordu. Mustafa Kemal ömrünün sonuna kadar da bu iki devletin çelişkilerinden ve arasındaki dengeden

yararlanarak yaşattı devleti.”

TÜRKİYE’NİN DOĞUŞUNDA YAHUDİLERİN KATKISI BÜYÜKTÜ

“Fakat İngiltere “imparatorluğumuzun Ortadoğu'daki yayılma politikalarına ilk çomak sokan Mustafa Kemal'dir”

diyordu. Bu nedenle Mustafa Kemal'i hiçbir zaman affetmediler, etrafını kuşattılar. Mustafa Kemal de etrafının İngiliz

yanlılarıyla kuşatıldığını biliyordu ve buna ses çıkarmıyordu. Mustafa Kemal'i böylece kuşattılar. İngiltere o dönem

Türkiye'de Yahudilere destek sağlıyordu. Yahudilere Türkiye'nin şu an bulunduğu coğrafyayı yurt olarak gösteriyordu ve

Yahudilere Yahudi devletinin burada kurulacağını söylüyordu. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşunda ve

sonrasında Yahudilerin çok büyük katkısı vardır. Yani aslında Türkiye Cumhuriyeti bir proto-İsrail olarak kuruldu, yani bir

ön-İsrail devleti olarak kuruldu. Bunun için biliniyor ilk önce Anadolu'yu Hrıstiyansızlaştırdılar, Ermeni, Asuri ve

Suryanileri fiziki soykırımdan geçirdiler. Hıristiyanlara yapılan soykırımla Kürtlere yapılan soykırım farklıdır. Hrıstiyanlara

fiziki soykırım'da başarılı oldular ama Kürtler'de bunu tam başaramadılar. Bu nedenle Kürtlere fiziksel soykırımla birlikte

ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel soykırım uyguladılar, hala uyguluyorlar.”

80’DE GLADYO MİLLİLEŞTİRİLDİ

“O dönem Türkiye Cumhuriyeti'nden Kürtleri tasfiye ettiler. Fethi Okyar “ben elimi Kürt kanına bulaştırmam”

dediği için tasfiye edildi, iktidardan düşürüldü, yerine İngiliz yanlısı İnönü Hükümeti ve Fevzi Çakmak ekibi getirildi.

Bunlarla iktidarı ele geçirdiler. Mustafa Kemal gücünü yitirdi ve bir nevi sembol olarak kullanıldı. Öylesini

güçsüzleştirilmişti ki İnönü ve o ekibe karşı daha sonra kurdurduğu Serbest Fırka da başarılı olamadı. İkinci olarak

islamcı kesimi tasfiye ettiler. Bir de komünist-sosyalist kesimleri tasfiye ettiler. Aslında bu üç kesimin, kuruluş

aşamasındaki üç müttefikin cumhuriyetten dışlanması günümüzün de sorunu olarak varlığını sürdürüyor. 1920'lerden

50'lere kadar İngiltere, Türkiye üzerinde denetim sağlıyordu. 1950'lerden sonra denetim Amerika'ya geçti. 1950'lerde

Türkiye'de NATO'ya bağlı özel bir Gladio kuruldu. 1950'lerde kurulan bu Gladio, Türkiye ve Amerika için “milli bir Gladio”

iken, 1990'larda bu gladio özerkleşti. 1990'da Doğan Güreş, “Kürtleri tasfiye için İngiltere'den yeşil ışık aldık” demişti.

NATO PKK'ye karşı Türkiye'yi destekledi, Merkezi de Almanya'ydı. 1985'lerden itibaren NATO sözleşmesinin 5.

maddesini de bize karşı harekete geçirdiler. Türkiye'ye çok yoğun bir destek verdiler. Fakat binlerce köyün

boşaltılmasını, binlerce faili meçhul cinayeti NATO'nun emri ve onayıyla gerçekleştirmediler. NATO, köy boşaltmalarına

ve faili meçhullere izin vermemişti. Bu köy boşaltmalar ve faili meçhuller Türkiye'de özerkleşen gladio eliyle yapıldı.

Türkiye'deki NATO Gladio'su 1980'de Kenan Evren döneminde millileştirilmeye çalışıldı. 1990'da ise Çiller darbesiyle

özerkleşti. Şu an var olan mücadelede bunun sonucudur. Bugün içeride tutulan kesim deşifre olan kesimdir.”

DEŞİFRE OLAN GLADYO TASFİYE EDİLDİ SADECE

“1990'larda Tony Blair'in bir sözünü hatırlıyorum. “Kuzey Irak'ta bir Kürt bölgesi oluşturmaktan başka bir

politikamız yok” diyordu. NATO bu şekilde Türkiye'yi bize karşı destekledi. Fakat özerkleşen bu gladio'nun da 2007'de

Washington'da Erdoğan-Bush görüşmesinde tasfiyesine karar verildi. NATO Gladiosu deşifre olan ve kontrollerinden

çıkmaya çalışan gladioyu AKP'nin desteğiyle tasfiye ediyor. İçeride olanlar bunlardır. Ancak benim daha önce bu konuda

söylediklerimi düzeltiyorum. Daha doğrusu düzeltmek değil de açıyorum. Daha önce iyi formüle edemedim belki, şimdi

netleştirip daha iyi ifade ediyorum. AKP'nin Türkiye'deki iktidarını ordu içinde kabul eden kesim vardı, etmeyen kesim

vardı. AKP ordudaki kabul eden kesimle anlaşarak -ki bu ordu içinde NATO Gladiosunu temsil eden kesimdir- anlaşarak

diğer özerkleşen gladio kesimini tasfiye yoluna gitti. Yani gladio tam tasfiye edilmedi, gladionun bir kesimiyle tam

Page 140: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

anlaşma ve uzlaşma sağlandı. Bunun böyle bilinmesi gerekir. Bu NATO gladiosu dediğimiz, öyle küçük değil, çok büyük

bir alana yayılmış durumda. Türkiye'den Afganistan'a Pakistan'a kadar yayılmış durumdadır. Süleymaniye'deki çuval

olayı da bununla bağlantılıdır. Oradaki özerkleşen gladio, Talabani'ye suıkast hazırlığı yapıyordu. Ama her anı

izleniyordu ve anında müdahale ettiler. Çuval olayı bu nedenle gerçekleşti. Orada üç bin kişilik Türk birliği var. Niye

kimse üzerinden durmuyor, bundan bahsetmiyor.”

KOMPLOYU DAĞ VE HALK BOŞA ÇIKARDI

“Erdoğan ile Baykal 2002'de Beylerbeyi'ndeki bir köşk'te anlaştılar. Bu görüşme belgelidir. Yanılmıyorsam Yalçın

Küçük'ün bir kitabında dageçiyor fakat biz de biliyoruz. Bu anlaşmayla Erdoğan'ın başbakanlığının yolu açıldı. Yani

c.evindeyken başbakanlığa giden yolunu açtılar. Baykal, “AKP nasıl olsa gidicidir, iki yıl kadar iktidarda kalır sonra gider”

diye düşünerek Erdoğan ile anlaştı. Anlaşmanın içeriği de aslında Kürtlerdi. Erdoğan'a “sen siyasal islamla Kürtleri bitir”

dedi. Baykal Kürtleri AKP eliyle bitirip sonra kendisinin 2004'te başbakan olacağını düşünüyordu. Plan buydu. Bu plan

içerisinde Bahçeli de vardı. Bahçeli onlar da bu oyunun içindeydiler ve yıllarca AKP'yi desteklediler. O dönemde ayışığı,

sarıkız vb. darbe planları da bu planla bağlantılıdır. Bu süreçte PKK'yi de içeriden tasfiye edeceklerdi. 2003'lerdeki barış

tutumumuz Devlet tarafından zaaf olarak nitelendiriliyordu. Bunda kısmen başarılı da oldular, o bilenen kaçışlar yaşandı.

Dağdaki arkadaşların ve halkımızın büyük direnişi bu planı boşa çıkardı, plan tutmadı. İngiltere onlar da AKP'yi

destekledi, Amerika ve İngiltere'den yeşil ışık aldı, iktidarını sürdürdü.”

GAZETELERİNDE ELEŞTİRİYORLARDI HAKLI OLDUĞUM ÇIKTI

“İngiltere'nin, Amerika'nın, büyük güçlerin Kürt sorununu çözme gibi bir niyetleri yok, çözmek istemiyorlar. AKP

de Kürt sorununu çözmek istemiyor. İngiltere-Amerika, büyük güçler Kürt sorununu çözmek istemedikleri için PKK'yi koz

olarak ellerinde tutmak istiyorlar. Bu nedenle PKK'ye ihtiyaçları var. Bu kozla Türkiye'ye baskı yaparak Kuzey Irak'taki

süreci tamamlamak istiyorlar. Ayrıca İran konusunda da Türkiye'yi kullanmak istiyorlar. İngilizlerin bir sözü var; “Limanı

sert bağlamak” diyorlar. Yani Türkiye'yi kendilerine sağlam bağlamak istiyorlar. Büyük plan bu. Bu planı AKP de tam

olarak bilmiyor. Aslında AKP bir şemadır. AKP'nin büyükbabaları vardır. Ancak AKP de sorunu çözmek istemiyor. Cevat

Öneş diyor ya “ortada bir siyasi irade yok”. Doğrudur, ben de öyle düşünüyorum. Liberallerle de şimdi kavgalılar. Taraf

çevresi, onlar yeni mi farkediyorlar? Biz uzun zamandır söylüyorduk bunları. Bize kızıyorlardı. Hatta aleyhime yazı

yazıyorlardı. Bana; “Apo sen AKP'ye çok haksızlık ediyorsun” diyorlardı, gazetelerinde. İşte ne yazık ki şimdi benim haklı

olduğum ortaya çıktı.”

DEVLET ARTIK ADIMLAR ATMALI

“Devletin artık barışın yolunu açabilecek adımlar atması gerekiyor. Yerine getirilmezse ben artık çekileceğim.

Haziran sonrasına yönelik bir adım atılacağının işaretini, yeşil ışığını bile henüz vermediler. Bu işaret verilmezse, barış

adımları atılmazsa benim yapabilecek bir şeyim kalmaz. Bu durumda Haziran kararı da gözden geçirilebilir. Herkes bunu

doğru anlamalıdır. Somut şeyler tartışılırsa, varsa Hükümetin bir barış projesi yine değerlendirmelerimi yaparım. Ben

bütün verileri değerlendiriyorum. Şu an somut bir barış projesi göremiyorum. Ancak ABD gibi İngiltere gibi büyük

devletlerin ani çıkışları da olabilir, bilemiyorum.”

MECLİS BARIŞ KARARI ALMALI

“Ben daha önce de ifade etmiştim. Hükümetin bu sorunun çözümü için bir barış kararı alması lazım. İsterse,

iradesi olursa bu çok kolay alınacak bir karardır. Gül'e başbakanlığı döneminde mektup yazmıştım. Gerekli uyarılarda da

bulunmuştum. Ancak cevap vermedi. Çok yazdım, Erdoğan'a da yazdım, cevap olmadı. Halen de barışa ilişkin bir

karşılık vermeleri, bir kararları yok. Hanefi Avcı da kitabında “Apo'yla çözmemiz lazım, Apo'yla görüşülebilir” demiş.

Mehmet Ağar “düz ovada siyaset yapsınlar” dediği için önünü kestiler, tasfiye ettiler. Biliniyor Hanefi Avcı ve Mehmet

Ağar, geçmişte benimle en çok uğraşan, benimle en amansız mücadele eden kesimlerdendi. Hatta Suriye'de bana

suikast düzenleyen kesimin içindeydiler. Fakat bunlar bile sorunun çözülmesi gerektiğini, bunun için benimle görüşülmesi

gerektiğini söylüyorlar. Bunlar anladılar ki bize karşı olan mücadele tarzıyla başarılı olamıyorlar o zaman barışa

yöneldiler. Bana 2002'de burada askerler “savaşacaksanız adam gibi savaşın” demişlerdi. Hanefi Avcı, Mehmet Ağar,

Eşref Bitlis, Cem Ersever, Erbakan, hatta Turgut Özal -ki başta bize karşı şahindi- bu tarzla bize karşı başarılı

olamayacaklarını anladıkları için diyaloga, barışçıl çözüme yöneldiler. Kıvrıkoğlu ve Karadayı da biraz böyleydiler,

diyaloga karşı değillerdi, biraz diyalogtan yanaydılar. Yani böyle kendilerinin sınırlı bir yaklaşımları vardı. Ecevit dürüst bir

adamdı fakat görev yapamaz hale getirildi.”

AKP’NİN AMACI KÜRTLERİ TASFİYE ETMEKTİR

“Şu anda sorunun çözümü için AKP Hükümetinin bir barış kararının olması gerekir. Ama bütün gelişmeler

gösteriyor ki hükümetin böyle bir barış kararı yok aksine tasfiye kararı olduğu görülüyor, hükümete yakın bazı kesimler, o

Polis Akademisi ve oradaki bazı yazarlar, Zaman çevresi vb.lerinin yönlendirmesiyle KCK operasyonları yapıldı. Şimdi de

her tarafta böyle sinsice, gizli şekilde bu operasyonlar durmadan devam ediyor. Kars'taki gibi. Bu operasyonlar

hükümetten kesinlikle bağımsız değil. Bu kesimler “biz bunları içeri alırız ortalık bize kalır, istediğimiz gibi at oynatırız,

geriye kalan kitle bize kalır” düşüncesindeydiler. Fakat bu plan tutmadı. Devlet içinden de bu KCK operasyonları doğru

bulmayan kesimler var. Kürt Hareketi ne kadar farkında bilmiyorum ama AKP'nin bu tasfiye planları jitemin tasfiye

Page 141: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

planlarından daha az tehlikeli değil. 2010 yılı da AKP'nin bu planının tutmadığını gösteren yıl oldu. Ortada alınmış bir

tasfiye kararı var. BDP de Kandil de yeteri kadar farkında değil. Hakkari'deki imam olayında da görüldü. Başbakan'ın bize

karşı öfkesi çok büyük, tehdit ediyor. Bire-yirmi alırım anlamındaydı o. Bir imama karşılık yirmi insanımız öldürüldü,

Geçitli olayı bununla ilgilidir. Tüm bunlar bir soykırım tehlikesine işaret ediyor. Bülent Arınç da geçenlerde bir açıklaması

vardı; “amacımız onları pasifize etmektir” diyor. Yani bir pasifikasyon uyguluyorlar. Bu görülmüyor mu? Bu tasfiye

niyetleri fark edilemiyor mu? KCK'den dolayı 2000 kişi içeride. 10 bin kişi bile daha alabilirler. Çünkü ortada alınmış bir

karar var. Çözüm projeleri yok, böyle bir merkezi kararları var. Bütün bunlar kapsamlı bir planın parçaları. İşte görülüyor

bölgeye 1.500 yeni imam atanmış, yeni camiler kuruluyor. Ben söylüyorum, kendi cemaatlerinizi, kendi camilerinizi

kendiniz kurun. Bölgeye maksatlı atanan bu imamların arkasında saf tutmayın. AKP'nin amacı Kürtleri tasfiye etmektir.”

KCK TUTUKLULARI ÖLÜM ORUCUNA GİRMEMELİ

“KCK tutukluları şunu bilmelidirler, onlar birer rehinedir. Belediye başkanları, Iğdır Belediye Başkanı, o da

içeride. İyi bilsinler, bunlar rehinedir. Devlet onları rehine tutuyor içeride. Kürtçe savunma da işin görünen kısmı. Daha

örgütlü ve tehlikelerin farkında olarak hareket edebililer. Bu gayri meşru yargılamalara ilişkin demokratik tepkilerini ortaya

koyabilirler. Fakat ölüm orucu türü eylemlere girişirlerse, onların provokasyon çıkarma amaçlarına zemin sunabilirler,

kolay hedef haline gelirler. Tehlike sanılandan daha büyüktür. BDP de yeteri kadar farkında değil. AKP kendi hegemonik

gücünü inşa ediyor, her tarafa yayıyor. Kendi iktidarını sağlama alıyor. Faşist-İslamcı bir hegemonyadır, bunların

müslümanlıkla, islamlıkla alakası yok. Bütün bunları siyaset akademilerinde tartışılabilecek konulardır. Ciddi konulardır.

Bu Hizbullah'ın çok küçük bir güç olduğuna dönük değerlendirmeler var. Doğru küçük grup olabilir ama devlet onları,

başka grupları harekete geçirebilir, size yönelir, farkına bile varmazsınız. Her tarafta bunlar bekliyorlar, yanıbaşınızda

bekliyorlar, tehlikenin farkında değilsiniz. Önemli olan içlerindeki samimi kesimlerle bir ilişkinin kurulmasıdır. Onlar Kent

Konseyi'ne çağrılır, konuşulur. Samimi kesimleri işin farkındalarsa Kent Konseylerinde yer de alabilirler.”

BURADA NEFES BİLE ALAMIYORUM

“Ben burada ağır mahkumiyet koşullarındayım, nefes bile alamıyorum, uyku yok. Burada daha fazla bir şey

yapamam. Ben burada bir rehine gibiyim, çarmıha gerilmiş biriyim. Çarmıha gerilmiş birisinin de özgür karar vermesi

doğru değil, ahlaki de değildir. Çarmıha gerilmiş birisi ancak bu kadarını yapabilir, ben de ancak böyle yapıyorum,

savunmalar hazırlıyorum. Kürt Hareketi de bunu bilerek hareket etmeli ve üstümdeki bu yükü kaldırmalıdır. Ben gerekli

olan savunmalarımı yazdım, görevimi de yerine getirdim. 2004, 2005, 2007, 2008'de kandırmaya çalıştılar. Bu sefer

kesinlikle böyle olmamalıdır. Ben halkımızı kandıramam. Yol haritasında da belirtmiştim, sorun çözülmezse, amaçlanan

tasfiye ise “varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlamak için topyekün direniş aşaması başlayabilir” demiştim. Bu konular

gece gündüz tartışılmalıdır. Kürt Hareketi kendi kararını kendi verecektir.

Benim sırtımdan geçinenler, beni kullananlar ayrılıp gittiler. İyiniyetli olanlar kaldılar. Ama bunu ne kadar

geliştirirler bilemiyorum, kendileri bunu belirlerler.”

MUHTIRA SAVUNMALARIMA YÖNELİKTİ

“MGK bildirisi çıktığında herkes çok şaşırdı, nerden çıktı bu eski tarz ifadeler. Hatta şok olanlar oldu. Ama ben

şaşırmadım. Bu bildiri doğrudan benim son savunmamla (V.Cilt) ilgilidir. Savunmamı kaldıramadılar, böyle cevap

verdiler. Gül, Diyarbakır'da halkın temsilcileriyle görüşmek istemedi. İsteseydi onlarla da biraraya gelebilirdi. Kent

Konseyi temsilcilerini kabul etmedi. Bunun yerine kendi yandaşlarıyla görüştü. O Diyarbakır burjuvazisi olarak

adlandırılan kesim var ya son zamanlarda, onlarla görüştü. Halkın iradesini tanıma yok, halkın temsilcilerini kabul etme

yok. Seni inkar etmeye geliyor, sen demokratik tepkini ortaya koymuyorsun! BDP de doğru değerlendiremedi. En iyi

değerlendirmeyi bir köşe yazarı yapmıştı; “Gül, 20-30 yıllık emeği ortadan kaldırmaya geldi” diyordu. Doğru kavramış, tek

cümleyle güzel söylemiş.”

DEMOKRATİK ULUS KAVRAMINI KULLANACAĞIM

“Arif Doğan çıkmış konuşuyor ama bilgi kirliliği yaratıyor. Öyle sandalyede falan oturması da hikaye olabilir.

Kürtler tehlikenin farkında olmalı, önlemlerini almalıdırlar . Hükümetle asker arasında çelişki olması işbirliği

yapmayacakları anlamına gelmiyor. Bunların hepsini bir bütün olarak düşünmek lazım. Kent Konseyleri, İl Konseyleri

önemini sürekli vurguluyorum. Bunların kısa sürede kurulup, tamamlanmaları demokratik çözüm açısından yararlı

olacaktır. Ben bundan sonra demokratik ulus ittifakı kavramını kullanacağım. Bu kavramı ilk defa dile getiriyorum. İttifak,

birlik arayış ve çalışmalarını bu şekilde kavramlaştırmış oluyorum. Bu çerçevede ÖDP, EMEP, ve diğer sol çevrelerle

görüşülüp, diyalog geliştirilmesi önemlidir. Onlar da bunun içinde yer alır. İyi örgütlenirse potansiyel var, harekete

geçirilirse yüzde on barajı bile aşılabilir.”

KILIÇDAROĞLU BDP İLE DİYALOĞA AÇIK OLMALI

“Kılıçdaroğlu, Baykal'ın yeni bir versiyonu olmak istemiyorsa, kemalizmi demokratikleştirme gibi bir misyonu

varsa BDP ile diyaloga açık olmalıdır. CHP ve Kılıçdaroğlu cumhuriyetin demokratikleştirilmesi, kemalizmin

demokratikleştirilmesi yönünde bir açılım içine girerse bir birliktelik gelişebilir. Hatta böyle bir misyonu varsa, yapılacak bu

ittifak Kürt-Türk ilişkilerinde yeni bir sayfa açabilir. Cezaevlerindeki tüm arkadaşları ile Kars ve Muş'taki halkımızı

selamlıyorum.”

Page 142: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

Önümüzdeki günlerde açıklama yapacağım

Öcalan, “Önümüzdeki günlerde, halkımıza somut demokratik çözümün belirdiği ya da belirmediği yönünde

açıklamada bulunacağım. Eğer umduğumuz yönde bir gelişme olursa ben “demokratik çözüm umudu hala var”

diyeceğim ve devam edeceğiz, yoksa ben aradan çekileceğim” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede 15 Şubat

komplosuna değinen Öcalan, “15 Şubat eylemleri her yerde olmuş sanırım. Güney'de Erbil-Hewler ve Süleymaniye'de

PÇDK öncülüğünde kitlesel eylemler olmuş. Demek ki orada halk bize dönüyor” dedi. Güney Kürdistan’daki protesto

eylemlerine de değinen Öcalan, “Güneyde halkımızın yönetime karşı olan bu tepkilerini, eylemlerini anlamlı buluyorum.

Talabani ve Barzani' de bunları görmelidir. Bu sorunların çözümü Ulusal birliğin sağlanmasından geçiyor. Ulusal Kürt

Konferansı için çalışılmalıdır” çağrısında bulundu.

Öcalan, “17 yaşında Lise öğrencisi Mustafa Malçok, 15 Şubat komplosunu protesto etmek için eylem yapmış.

Halk sahiplenmiş, taziyesi yapılmış. Çok önemlidir, çok değer veriyorum ama bu yaygınlaşmasın, gelenek haline

gelmesin. Önüne geçemediğimiz için üzülüyorum. Ailesine başsağlığı diliyorum. Bu tür yakmaların olmasını istemiyorum.

Ayrıca Midyat'ta bir arkadaş daha kendini yakma teşebbüsünde bulunmuş. Halkımız böyle eylemlere düçar kalmasın.

Mücadelenin çok çeşitli biçimleri vardır. Hewraman Nakşibendi Şeyhi Abdurrahman Nakşibendi, 15 Şubat komplosuna

ve Suriye'den çıkarılmamda Mübarek'in rolünü değerlendirmiş. Çok doğru tespitler. Mübarek'e ilişkin bedduamız tuttu”

dedi. Öcalan, şöyle devam etti:

KÜRTLERİN SOYKIRIMI PLANLANIYOR

“AKP hegemonyasını kurmaya çalışıyor. Bu böyle bilinmelidir, böyle anlaşılmalıdır, çok nettir bu. Buna karşı

herkes elinden geleni yapmalıdır. Savaş lobisinin güçlü olduğu mu, etkili olduğu mu düşünülüyor. Bunların söylediği,

savaş lobisini güçlü oldukları için tasfiye etmek mi, yoksa bölgede Kürtlerle mücadelede başarısız oldukları için mi

cezalandırıyorlar? Mesela Hanefi Avcı olayı var. Çözümden yana olduğu için mi tasfiye edildi? Bu Balyoz'da

tutuklananların çoğunun bölgede Kürtlerle mücadelede başarısız oldukları söyleniyor. Bunun için mi cezalandırıyorlar?

Yoksa ordu içinde çözüm isteyenler mi cezalandırılıyor? Bunların yerine kendilerinin söyledikleri 50 bin kişilik özel ordu

kuracaklar. Bir de 100 bin kişilik hudut koruma birliği kuruyorlar, toplamda 150 bin paralı ordu kuruyor. Bir de bunlara

terörle mücadelede başarılı olursa prim verileceği söyleniyor. Terör kim? Onların dediği, terör Kürtlerdir, Kürt sorunudur.

Terör adı altında Kürtlerin soykırımı planlanıyor. Daha önce korucular, ülkücüler, hizbul-kontrayı kullandılar ama bu yeni

güç daha tehlikelidir. Çünkü yasal olarak silahlandırılmış ve yetkilendirilmiş bir güçtür. Bugünlerde meclisten geçecek,

yasallaşacak. Bu 150 bin kişilik paralı ordu, kelle başına primle çalışacak. En tehlikelisi budur. Doğan Güreş ve Tansu

Çiler zamanında yapılanlardan daha tehlikelidir.”

DİYARBAKIR MISIR’A DÖNSÜN DEMEDİM

“Basında benimle ilgili doğru olmayan birtakım haberler çıkıyor. Benim “Diyarbakır Tahrir meydanı olmalı”

şeklinde talimat verdiğimi, savaşı başlatacağımı söylüyorlar. Yine AKP basında bizim için “seçim öncesi kaos yaratmak

istiyorlar” diyor. Bunlar doğru değil, gerçeği yansıtmıyor. Ben buraya ilk getirildiğimde rahmetli Ecevit hükümeti vardı.

Ecevit'le birşeyler yapılabileceğini düşündüm, o da bir şeyler yapmaya çalıştı. Biliniyor olmadı. Ecevit tek başına olsaydı

belki bir çözüm gelişebilirdi. Hatta Mesut Yılmaz'la bile bir şeyler geliştirilebilirdi ama bunu engelleyen iç ve dış güçler

vardır.

Bu iç ve dış güçler hala var ve çözümün önünde engel teşkil etmektedirler. Dış güçlerin başında İngiltere

geliyor. İçte de MHP bunu engelledi. Aslında bu süreç Özal'la başladı. O dönemde Özal ile görüşmeler oldu. Özal

çözümden yana idi. Ama tasfiye edildi. Erbakan da bu konuda bir şeyler yapmaya çalıştı. Ama hepsi tasfiye edildiler.

İngiltere'nin rolünü iyi görmek gerekir. Ben o yüzden Talabani ve Barzani'yi de uyarıyorum. Ta Mahmut Berzenci'den

başlayarak Mahabat Cumhuriyeti'ne kadarki süreçte etkili olan İngiltere'dir. 1960'larda, '90'larda başarılı olamadılar.

2000'li yıllarda bu güçlerin oluşturduğu Güney'deki oluşum yapay bir oluşumdur. Bu politikalar görülmeli, oynanan

oyunlara karşı uyanık olunmalı, Kürtlere yönelik tehlikelere karşı ulusal konferans bir an önce toplanmalıdır.

Bunun iyi görülmesi, iyi anlaşılması gerekiyor. Bugün de bu devam ediyor. Aslında bu soykırım ve inkar

politikası 1925'ten başlayarak günümüzde hala devam ediyor. Öncesi 1923-1924'lere kadar gidiyor. Şeyh Sait isyanı

Page 143: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

başlamadan önce İngiltere'ye gittiler-geldiler, isyanı ezerek bastırdılar. 1980 darbesinden önce İngiltere'ye gidildi-gelindi

80 darbesi oldu.”

AKP’NİN YAKLAŞIMI KESİNLİKE TASFİYEDİR

“Daha sonrasında 1990'larda Doğan Güreş İngiltere'ye gitti-geldi, o korkunç sonuçlar biliniyor gördük. Geçen

Tempo dergisinde Muzafer Ayata'nın bir röportajını okudum. O da 98 sürecini anlatıyor. 1999 sürecine kadar bunlarla işi

götürdüler. 2000'lerde AKP'yi İngiltere'de hazırladılar. Ve AKP'yi kurdular. AKP İngiltere'de kuruldu. Bunun çok iyi

bilinmesi gerekiyor. 2000'den bu yana da tasfiyeyi AKP eliyle yürütüyorlar.

Biliniyor Osmanlar olayıyla hareketi içten bölme ve tasfiye yoluna gittiler. Bin civarında kişiyi bizden kopardılar.

Ben o süreçte Abdullah Gül'e de mektup yazmıştım, çok mütevazi taleplerim olmuştu ama tasfiyeyi dayattılar. 2006'da

bazı görüşmeler yapıldığı söylendi. İçime sinmediği halde yine bir süreç başlattık. Daha önce de tek taraflı sınır dışına

çekilme de olmuştu, sonunda büyük acılar da oldu. Bir şey yapmaya çalışırken bunun bir karşılığının olması gerekiyor.

Siz tek başına ne yaparsanız yapın ne kadar çaba sarfederseniz edin bunun bir karşılığı olmadığı zaman bir sonuç elde

etmek çok zordur. Elini boşluğa ne kadar vurursan vur ses çıkmaz. Karşılığında bir el olmalı ki ses çıksın. Burada esas

bilinmesi gereken şey şudur. AKP'nin yaklaşımı kesinlikle tasfiye üzerinedir, çözüme yönelik değildir. Çok daha

tehlikelidir. Bu hususlar iyi teşhir edilmelidir. Devlet değil ama AKP kesin olarak çözüm istemiyor, tasfiyeyi örüyor.”

“Erbakan, AKP ile ilgili “bunlar sömürücülerin muhasebecileridir” demişti. Çok doğru bir tespitti. Evet bunlar

sömürücülerin muhasebecisidirler. Kendilerine de komisyon alıyorlar. Aldıkları bu komisyonla da bazı Kürtleri parayla

kendilerine bağlıyorlar. Tasfiyeyi şimdi de bu şekilde yürütmeye çalışıyorlar. Yani Şıwan gibilerini ve diğerlerini koçbaşı

yapmak istiyorlar. 2003'te Osman-Botanlara yaptırdıklarını şimdi de bunlara yaptırıyorlar. Bu gerçekliğin iyi görülmesi

gerekiyor.”

ÖNÜMÜN AÇILMASI GEREKİR

“Yürütülen bu tasfiye politikaları, 1925'ten bu yana CHP'nin katı laikçi anlayışıyla yapıldı. Bugün de aynı

politikalar AKP'nin ılımlı İslam rengini de katarak çok daha tehlikeli bir şekilde yürütülmektedir. Bunun açığa çıkarılması

gerekiyor. 1925 Şeyh Sait povokasyonu Kürtleri 15 yıl geriye götürdü. 15 yıl boyunca Kürtlere bu bahaneyle soykırım

yapıldı. Dersim katliamı bu temelde geliştirildi. 15 Şubat 1999 komplosuyla da yapılmak istenen bu soykırımı daha da

derinleştirmektir. Cemil Bayık da değerlendirmiş 15 Şubat komplosunu. Bu soykırım ve inkar politikalarını herkesin iyi

görerek ona göre hareket etmesi gerekiyor. Ben söylediğim için değil, kendi namuslarını, onurlarını gram kadar varsa

korumaları için yapmaları gerekir. Bilinmesi gereken şudur. Mart başına kadar ben bir açıklama yapacağım demiştim. Ne

yapacaklarına kendilerinin karar vermeleri gerekiyor. Burada herkes, Devlet de bizimkiler de yükü omuzuma yüklüyorlar.

Yirmi yıl boyunca Suriye'de aynı şeyi yaptılar. 12 yıldır da burada yine aynı şeyi yapıyorlar. Her şeyi benden bekliyorlar.

Kapitalizmden dolayı kimsede vicdan kalmamış. Ben nasıl yapacağım bunu? İşte Cevat Öneş açıklamasında diyor ki

Öcalan barışın önünü açmalıdır. Evet doğru söylüyor. Peki açmam için önümün de açılması gerekiyor. Ben bu koşullarda

bunu nasıl yapabilirim? Pratik önderlik yapma koşullarım olmadığı halde bunu nasıl benden isteyebilirsiniz? Daha önce

havuz örneğini vermiştim. Benden boş havuzda yüzmemi istiyorlar. Su yoksa veya dizlere kadarsa nasıl yüzebilirim?

Eğer çözüm gelişmezse Diyarbakır hatta on Tahrir Meydanı bile olabilir. Eğer Tahrir Meydanı olacaksa bunu ben

söylediğim için değil, kendi onurlarını korumak için yapmaları gerekiyor. Yapıyorlarsa yapsınlar, yapmıyorlarsa

yapmasınlar, bu Diyarbakır'ın bileceği bir iştir. Diyarbakır isterse bunu çok rahat bir şekilde yapabilir. İşte KCK de

mücadelelerini yürütebilecek durumda olduklarını söylüyorlar. Ben daha öncesinden savaş tarzlarını, gerillacılık tarzlarını

eleştirmiştim. Ben bu Mart başındaki durumla ilgili yine söylüyorum. Demokratik çözümün gelişmemesi halinde Mart'tan

sonra kimse şarlatanlık yapmasın. Hepsi için söylüyorum. Herkes ne yapacaksa onu yapsın. KCK, BDP, DTK ve

Diyarbakır ne yapmak istiyorsa onu yapacak. Bunun sorumlusu ben değilim. Herşeyi benden beklemesinler.”

ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE AÇIKLAMA YAPACAĞIM

“Kısaca seçimlerle ilgili de bir şeyler söylemek istiyorum. Seçimlerin geniş bir yelpaze içerisinde ele alınması

gerekir. Rahatlıkla 30 çıkarabilirler. Galiba bağımsız-demokrat adaylarla girilecek. Dürüst, demokrat, herkesin adayı

niteliğinde kişiler aday gösterilirse olabilir. Biz barışa evet diyoruz, demokratik çözüme ve halkların kardeşliğine evet

diyoruz. Askeri dayatmaya, askeri vesayete hayır diyoruz.”

“İşte 150 bin kişilik özel ordu, bir askeri vesayet dayatmasıdır. Bizim temel anlayışımız demokratik ulustur. Biz

devletin bölünmesinden, parçalanmasından yana değiliz. Kardeşlikten, birlik beraberlikten, demokratik çözümden

yanayız. Bunun için bugüne kadar gerekli mücadeleyi verdim, üstüme düşeni yaptım. Bizim mücadelemizin bundan

sonraki adı, demokratik ulustur. Biz bu temelde bundan sonraki çalışmalarımızı Demokratik Ulus Anayasası şeklinde

yürüteceğiz. Bunun sonucunda demokratik ulus anayasası konferansı düzenleyeceğiz. Önümüzdeki günlerde, Halkımıza

somut demokratik çözümün belirdiği ya da belirmediği yönünde açıklamada bulunacağım. Eğer umduğumuz yönde bir

gelişme olursa ben “demokratik çözüm umudu hala var” diyeceğim ve devam edeceğiz, yoksa ben aradan çekileceğim,

herkes başının çaresine baksın, kendi kararını versin diyeceğim.”

GÜNEY AFRİKA’DAN ÖCALAN’A BARIŞ ÖDÜLÜ

Page 144: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Güney Afrika Mücadelesi Gazileri Eylem Komitesi 2010 Uluslararası Barış Ödülü bana verilmiş. Teşekkür

ediyorum, bunu anlamlı buluyorum. Benim Nelson Mandela gibi olduğumu söylüyorlar. Doğru söylüyorlar. Ama

Mandela'ya gerekli koşullar sağlandı, rolünü oynadı, gelindi-gidildi, bu sağlandı. Ama bu koşullar henüz bana

sağlanmadı.

Şeyh İzettin Hüseyni vefat etmiş. Halkımızın başı sağolsun. Ailesine taziyelerimi bildiriyorum.

Roj tv çalışanlarına selamlarımı iletiyorum. Erzurum c.evinde Mehmet Aras var, o da 20 yıldır kanser hastası.

Cezaevindeki tüm hasta tutsak arkadaşlarıma özel selamlarımı iletiyorum. Kadın hareketine selamlarımı iletiyorum.

Çalışmalarında başarılar diliyorum. Daha sonra 8 Mart'a ilişkin mesajım olacak. Siirt, Batman, Diyarbakır, Şırnak, Silopi,

Cizre, Erzurum, Antep, İzmir-Turgutlu-Söke'deki halkımıza, Mersin-Akdeniz gençliğine selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Newroz'a kadar gözleyeceğiz

‘AKP'nin amacı kesinlikle Kürt sorununu çözmek değildir, kendi hegemonyasını kurmaktır. İktidarını

güçlendirmek için Kürtleri tasfiye etmektir’’ diyen Öcalan, sorunun çözümü önünde en büyük engelin AKP olduğunu

belirtti. AKP'nin tasfiye politikalarına karşı Kürtlerin mücadelesini yükseltmesini isteyen Öcalan ‘’Newroz'a kadar

gözleyeceğiz, hükümetin tavrına bakacağız’’ dedi. Öcalan, CHP’nin şu anki pozisyonunu da AKP’den daha olumlu

bulduğunu kaydetti.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşmede Ortadoğu’daki

gelişmeleri değerlendiren Öcalan, “Mısır'da, Tunus'ta, Libya'da, Süleymaniye'de olanlar görülüyor. Aslında Türkiye'de de

bölgede de bu potansiyel var. Biz istersek benzer süreçleri başlatabiliriz. Bizim Tunus, Libya, Mısır ve Güney

Kürdistan'dan daha fazla halk gücümüz ve eylem yeteneğimiz vardır. Bizim bunu yapacak gücümüz ve potansiyelimiz

vardır. Newroz'a kadar gözleyeceğiz, hükümetin tavrına bakacağız. Haziran'a kadar bu tür gerginliklerin çözüm sürecini

olumsuz etkileyebileceğini hesaba katıyoruz. Bu süreçte çok büyük çatışmalarla devlet zor durumda bırakılmamalı.

Çünkü hala bir çözüm umudu olduğuna inanıyoruz.” dedi.

XİZRİ’NİN İDAMI İNSANLIK DIŞI

İran’da idamlara dikkat çeken Öcalan, “Hüseyin Xiziri sahiplenilmelidir, anısı yaşatılmalıdır. Hüseyin Xiziri'nin

halktan saklanarak idam edilmesi Kürt halkının varlığına, onuruna ve kimliğine yapılan insanlık dışı bir saldırıdır.” diye

konuştu.

Öcalan, şöyle devam etti:

MALÇOK’UN ANISINA SAHİP ÇIKILMALI

“Diyarbakır'da Genç Kadın Hareketinin Konferansı olmuş. Kendilerine selamlarımı iletiyorum, çalışmalarında

başarılar diliyorum. Gençlik de kendi kaderini kendisi çizecektir. Ne yazık ki, gençlere kendilerini özgürce ifade etme

imkanı bırakılmıyor. Bir kısmı başka seçenek bırakılmadığı için eline silah almak zorunda kalıyor. Bir kısmı da en son

Mustafa Malçok örneğinde olduğu gibi kendisini feda ederek çözümsüzlüğü protesto ediyor. Diyarbakır'da kendisini

yakan Mustafa Malçok ve geçen yıl Adıyaman'da kendisini yakan Müslüm Doğan'ın bu eylemlerini çok anlamlı

buluyorum. Bu eylemlere çok büyük değer veriyorum. Bu eylemler doğru anlaşılmalı ve sahiplenilmelidir. Bu 16-17

yaşındaki gençlerin anısına sahip çıkılmalıdır. Bu eylemlerini çok önemsiyorum. Böylesi bedenlerini ateşe verme

eylemleri son derece değerli, önemsenecek ve üzerinde dikkatle durulacak anlamlı davranışlardır, kutsal değerdedir.

Ancak bu tür eylemlere çok üzülüyorum. Gençlerin bu tür kendi bedenlerini ateşe verme eylemine girmemeleri gerekir.

Kesinlikle kendi bedenlerini benim için veya herhangi önemli bir şey için yakmamalarını söylüyorum. Bundan

vazgeçmelerini tekrar öneriyorum. Bu önemli günlerde örneğin benimle ilgili yıldönümlerinde bu tür eylemlerin

yapılmasını doğru bulmuyorum. Yine de bu eylemleri önemsiyor ve sahiplenmesi gerektiğini düşünüyorum. Diyarbakır'ın

ruhundan bahsediyorlar. İşte ruh budur, Diyarbakır'ın ruhu budur. Bu gençlerin kendilerini feda etmeleri başka nasıl izah

edilebilir? Konferansını yapacak olan gençlere de bu arkadaşların anısını unutmamaları, yaşatmaları gerektiğini

söylüyorum. Onların mücadelelerini yaşayarak ama mücadeleyi, örgütlenmeyi büyüterek sürdürmeleri gerektiğini

söylüyorum. Aynı şekilde Hüseyin Xiziri'nin anısını da yaşatmalıdırlar. Mustafa Malçok Eğilli'ydi herhalde. Eyleminde bir

not da bırakmış. Söylediğim gibi bu arkadaşlar ve önceden de bu tür eylemlere girişen arkadaşların anısı önünde

Page 145: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

saygıyla eğiliyorum. Kutsal değerlerimizdir. Bu gençler, başka çıkar yol bulamadıklarından bu yönteme yöneliyorlar.

Fakat ben bu yöntemi doğru bulmuyorum, her zaman başka mücadele yöntemleri, yolları, çeşitleri vardır.”

KÜRTLERİN İMHA VE İNKARI DURDURULDU

“Devlet Kürtlere karşı 80-90 yıldır inkar ve imha politikasını acımasız bir şekilde uyguladı. 1950'lerden itibaren

de 60 yıllık gırtlağına kadar NATO Gladio'suna batma durumu yaşandı. Ama şimdi Kürtlerin varlığını kabul eden bir

noktaya geldi. Yapılan mücadele neticesinde artık devlette bir algı değişmesi meydana gelmiştir diyebiliriz. Benim de

buradaki çabalarımın da katkısıyla Kürtlerin imha ve inkarı durduruldu. Kürt varlığı artık kabul ediliyor. Artık çözüm

döneminin gelişmesi gerekiyor. Tabi 80-90 yıllık bir algıdan vazgeçmek öyle kolay değildir. Ama gelinen aşamada

devletin bu inkar politikasından vazgeçme noktasına geldiği anlaşılıyor. Biz de bu imha ve inkar politikasından kurtulmak

istiyoruz. Devletteki bu algı değişmesi de öyle kolay olmadı. Bu algının ne kadar köklü olduğunu anlamak için tarihe

doğru bakmak gerekir. Şeyh Sait ayaklanmasının 15 Şubat 1925 provokasyonuyla başlatılmasıyla benim 15 Şubat 1999

komplosuyla Türkiye'ye-İmralı’ya getirilişim aynı tarihlere tekabül etmesi tesadüf değildir. Daha önce de ben 15 Şubat

1925 tarihini Kürt soykırımının başlangıç tarihi olarak ilan etmiştim. Aynı şekilde Şeyh Said'in 29 Haziran'da idam

edilmesiyle bana aynı tarihte idam cezasının verilmesi de tesadüf değildir. Bunları bilmeden Kürt sorununu anlamak

mümkün değildir.”

AKP EN BÜYÜK ENGELDİR

“AKP'nin yaklaşımı tam bir faciadır. Bu öğrenci affı meselesinde bile benim yüzümden onbinlerce öğrencinin

hakkını yediler, gaspettiler. Bilmiyorlarmı ki, benim bu saatten sonra gidip Siyasal Bilimler Fakültesi, mülkiye son

sınıfında öğrencilik yapmayacağımı, bunu yapacak konumda olmadığımı. Bu kadar basit ve yüzeysel yaklaşıyorlar.

AKP'nin amacı kesinlikle Kürt sorununu çözmek değildir, kendi hegemonyasını kurmaktır. Kendi hegemonyasını kurmak,

iktidarını güçlendirmek için Kürtleri tasfiye etmektir. Kürtler bunu böyle bilmelidir. AKP'nin bu hegemonyacı yaklaşımı

tehlikelidir. Ben hegemonyaya karşı çıkıyorum ve buna karşı mücadele edeceğim. Devlet Kürtleri inkar politikasından

vazgeçerek Kürt sorununu çözme konusunda irade sahibi görünüyor ama AKP bunun önündeki en büyük engeldir.

Kürtlerin yapması gereken de AKP'nin tasfiye politikalarına, tasfiye ve inkara karşı mücadelelerini yükseltmektir.”

ÖZERKLİK EKSİK VE YANLIŞ ANLAŞILIYOR

“DTK'nın komisyonları olabilir. Ama parçalı görüntü vermemelidir. DTK bir bütünlük içerisinde çalışmalıdır.

Komisyonları olabilir ve daimi olarak çalışabilirler. Ama DTK bir bütün olarak hareket etmelidir. DTK'yi parçalara bölmek

doğru olmaz, bütünlükten kopulmamalıdır. DTK bütünlüklü bir çalışma içerisinde olmalıdır. Demokratik Özerklik de tam

anlatılamıyor. Savunmalarımda demokratik ulus çözümünü belirtmiştim, 8 boyut demiştim, demokratik özerklik bunun

sadece siyasi boyutudur. Son savunmamda Kürt sorununun çözümüne ilişkin somut önerilerim de var. Yol haritasının da

kamuoyuyla paylaşılması yararlı olur. Yol haritasında ortaya konulmuş bir proje vardır, bu bir çözüm projesidir. Önemli

tespitlerim de var orada. Devletin de bu yol haritasına yaklaşımı olumludur, onlar da farkındadırlar, tehlikenin, gidişatın

farkındadırlar. Yol haritasında daha öz ve pratik bilgiler var. Ben son savunmamda bunları daha geniş bir şekilde ele

aldım. Son savunmamda demokratik ulus çözümünü çok geniş ve tüm boyutlarıyla ele aldım. Demokratik ulus çözümü

bir bütün olarak ele alınmalıdır, parçalı yaklaşım doğru değildir. Bu nedenle örneğin demokratik özerklik çözümünün de

yanlış ve eksik anlaşıldığını düşünüyorum. Demokratik özerklik, demokratik ulus çözümünde yedi sekiz boyuttan sadece

bir tanesi olup işin sadece siyasi boyutudur. Bunun dışında ekonomik boyut, sosyal boyut, kültürel boyut, hukuki boyut,

güvenlik-özsavunma boyutu ve diplomatik boyut vardır. Bu boyutların her birinin ayrı ayrı önemi vardır ama demokratik

ulus çözümü bağlamında bir bütün olarak değerlendirmek lazım. Bu boyutları bir bütün olarak değerlendirmek gerekir,

sadece biri üzerinde -demokratik özerklik- yoğunlaşmak doğru değildir. Demokratik özerklik bu boyutlardan sadece siyasi

boyuttur. Ben bunları çok geniş bir şekilde son savunmamda ele aldım. Söylediğim gibi çözüm konusunda somut öneriler

de içerdiği için bu savunmamın AİHM'e ulaşması engellenme ya da geciktirilmeye çalışılabilir, bunun üzerinde

durulmalıdır.”

KADAFİ, MÜBAREK REJİMLERİ ÇÖKTÜ, BİZ GÜÇLENİYORUZ

“Demokratik ulus çözümüne ilişkin tezim, dünyanın en önemli teorilerinden biridir. Ortadoğu için de çözüm

modeli olabilir. Ortadoğu'da Mısır, Libya, Tunus, Süleymaniye'deki gelişmeler de benim haklılığımı ortaya koymakta ve

benim söylediğim noktaya gelmektedir. Ortadoğu'da yarattıkları ulus-devlet şu an çökmüş durumdadır. Bu sorunların

temelinde, arka planında kapitalist modernite vardır. Daha önce de belirtmiştim, Ortadoğu’da oluşturulan ulus-devlet

modeli İngiliz planıydı, dünyaya onlar yaydılar, daha sonra ABD de bunu sürdürmüştü ama günümüzde kendi yarattıkları

bu rejim çöküyor. Halkların talepleri tabi ki haklıdır. Ama bunu sadece bu şekilde ele almak eksik olur. İngiltere ve ABD

de kendi kurdukları sistemlerinin çöktüğünü, aşılması gerektiğini görüyorlar ve kendilerince müdahale ediyorlar. Artık

onlar da işin içindedir. Onların çözüm olarak sunmak istedikleri şey AKP benzeri ılımlı İslam dedikleri modeldir. Ama bu

henüz Türkiye'de bile sorunlara çözüm olamamıştır, Kürt sorunu bile tüm yakıcılığıyla devam etmektedir. AKP çözümden

kaçmaktadır. Çözüm bizim önerdiğimiz demokratik ulus çözümüdür. Daha önceki “Ortadoğu'da Uygarlık ve Demokratik

Uygarlık Çözümü” adlı savunmamda da Ortadoğu kültürünü demokratikleştirmek, demokratik kültürü egemen kılmak

demiştim. Bu savunmam tam da bu sorunlara işaret ediyor ve çözüm önerilerini getiriyordu. Yine “Özgürlük Sosyolojisi”

Page 146: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

savunmamda da bu konuya ilişkin önemli tespitlerim vardır. Hüsnü Mübarek, benim Suriye'de çıkmamda rol oynadı,

Türkiye ile Suriye arasında arabuluculuk yaptı. Fakat sonunda hizmet ettiği sistem onu koruyamadı, ülkesinden

çıkardılar. Kadafi de bana “Libya'ya gel, imkan yaratabiliriz” demişti ama şimdi kendisini bile kurtaramıyor. Kadafi'nin

Yeşil kitap dediği de çözüm getirmediği, sonuç almadığı ortaya çıktı. Bunların kurduğu rejim, kendi kendini bitirme

noktasına geldi ve çöktü. Ama içinde bulunduğum bu kısıtlı koşullara rağmen biz daha güçlüyüz, güçleniyoruz.”

EZİLENLERİN BİRLİKTELİĞİ ARAYIŞI SÜRMELİ

“8 Mart'a ilişkin kadınlara özel selamlarımı, sevgilerimi iletiyorum. Bugünkü mücadeleye öncülük edecek birikim

ve kapasiteleri vardır. Bunu yapmalıdırlar da. Önemli olan bu gösterilerde eylemliliği ön plana çıkarmalarıdır. Kendilerine

başarılar diliyorum.”

“Benim seçimlere ilişkin daha sonra da bir şeyler deme imkanım olacak. Ama ana hatlarıyla şunları

söyleyebilirim. Yüzde on seçim barajını aşmak için ittifaklar geliştirebilirler. Mesela koşullar uygunsa çeşitli kesimlerle

ittifak söz konusu olabilir. Diğer sol partilerle, demokrasi güçleriyle, azınlıklarla, sendikalarla, çevreci gruplarla,

Yeşilcilerle ortak bir demokratik blok oluşturulabilir. Yani bütün ezilenler, sistemden şikayetçi olan muhalif güçler ve

Kürtler bu blokta yer almalıdır. Böyle bir bloğun hazırlıkları önceden iyi yapılmış olsaydı belki bu baraj zorlanabilirdi ama

geç kalınmış. Seçimlere bağımsız adaylarla girilecek gibi görülüyor. Ama yine de bu konuda aceleci davranmaya gerek

yok. Her ihtimal düşünülerek son zamanlara kadar da bu ittifak ihtimalleri göz önünde bulundurulmalıdır. Duruma göre

hareket edebilirler. Seçim barajını aşma durumu varsa bu bağımsız adaylık yeniden değerlendirilebilir.”

MANİSA, AYDIN, DENİZLİ’DEN VEKİL ÇIKARILABİLİR

“BDP bağımsız adaylarla girmeyi mantıklı görebilir, başka türlü riske girmek istemeyebilirler. Ama söylediğim

gibi bu ittifaklar durumu da göz önünde bulundurulabilir ve değerlendirilebilir. Aslında başından beri demokratik bir blok

için çalışmalar yürütülmüş olsaydı belki baraj da aşılabilirdi. Ben buna demokratik ulus bloku demiştim. Bunun için çeşitli

çalışmalar yapılabilir. Bu görüşmeler demokratik çevrelerle, sol çevreler, çeşitli sendikalar, emekçiler, ezilenlerle, ÖDP,

EMEP gibi kesimlerle görüşülmelidir. BDP'nin oyu için yüzde 7-8 diyorlar. Bence oyları bu değildir, daha fazladır. Bunun

için geniş çerçevede çalışmalıdır. Çıkaracakları milletvekili sayısı en az 30-35 olmalıdır. İyi çalışılırsa bu sayı 40 da

olabilir. “Az olsun bizim olsun” anlayışından vazgeçilmelidir. Batı'daki adaylar tanınmış ve demokrat adaylar olmalı. Öyle

adaylar olmalı ki aldıkları Kürt oyu kadar da Türk oyu alabilmeliler. İzmir'in iki bölgesinden Manisa'dan, Denizli'den,

Aydın'dan, Adana'dan, Mersin'den hatta Antalya'dan birer milletvekili çıkarılabilir, çıkarılmalıdır. Yine İstanbul'un üç

bölgesinden rahat çıkarılır. Eğer uygun ortak adaylar bulunursa hem Kürtlerin hem de Türklerin oy verebileceği şahıslar,

doğru isimler seçilirse neden olmasın? Sol demokrat çevrelerle görüşülmelidir. Bunlar Demokratik Ulus Bloku içinde yer

almalılar.”

DEMOKRATİK ULUS BLOKU OLUŞTURULABİLİR

“Devlet de artık bir noktaya gelmiş durumda. Bu demokratik ulus bloğunu devlet de kabul edecek. Bu süreci

değerlendirmek gerekir. Bu tarihi süreç kaçırılmamalıdır. Devleti demokratik bloğa ikna ederek, demokratik anayasa

çözümünü geliştirmeye çalışıyoruz. Daha önce de söylemiştim. Türkiye'de üç blok var. Bu blokların tarihi eskidir. Birinci

blok: 1920'lerin ulusalcı-milliyetçi bloğu ki bu bloğu şu an CHP ve MHP temsil ediyor. Bunların ilk meclisteki karşılığı

Birinci gruptu. Birinci grubu temsil ediyordu. İkinci blok muhafazakar-İslamcı bloktur. O dönem bu bloğun başını Mehmet

Akif Ersoy gibiler çekiyordu. Bunların da ilk meclisteki karşılığı ikinci gruptu. Terakkiperverle devam ediyor, şu an bu

bloğu AKP ve diğer dini çevreler temsil ediyor. Biz ise Üçüncü blok olan -ki Mustafa Suphilerin de içinde yer aldığı-

demokratik bloğu oluşturmaya çalışıyoruz. Çünkü bu ilk iki bloğun söylediğim gibi ilk mecliste temsilcileri-grupları (birinci

ve ikinci grup) vardı ama bizim oluşturmaya çalıştığımız demokratik ulus bloğunun oluşmasına o dönem izin verilmedi.

İşte komünistleri, solcuları Mustafa Suphi şahsında Karadeniz'de boğdurdular, tasfiye ettiler. Yine Çerkez Ethem, Yeşil

Ordu aynı şekilde tasfiye edildi. Kürtler'de Koçgiri, Şeyh Sait, Seyit Rıza olaylarıyla tasfiye edildiler. Bu şekilde

demokratik bloğun oluşmasına engel oldular, bugüne kadar oluşmasına izin verilmedi. Şimdiye kadar devlete ulusalcı-

milliyetçi ve İslami dinci bloklar hep hakim oldu. Biz ise çözümü geliştirecek ve çözümü getirecek Üçüncü bir blok olan

demokratik ulus bloğunu oluşturmaya çalışıyoruz. İşte ben bu bloğu oluşturup devlete kabul ettirmeye çalışıyorum. Biz bu

demokratik ulus bloğuyla Mustafa Suphi suikastını ortaya çıkaracağız ve bu suikastı aydınlatacağız. Aynı şekilde Koçgiri,

Şeyh Sait, Seyit Rıza olaylarının gerçek yüzünü de açığa çıkaracağız. Bu demokratik ulus bloğunu Kürtler, demokrat

kesimler, solcular, emekçiler, azınlıklar, sendikalar, sivil toplum örgütleri, çevreciler, yani bütün ezilenler, bütün

demokratik talepleri olanlar yer almalıdırlar. Çözüm süreci gelişirse ilerideki seçimlerde bu blokla 150 -200 rakamlarına

da ulaşılabilir.”

PKK’YE YÜKLENMEKLE OLMAZ

“Eylemsizlik kararından benim haberim var. Önümüzde 8 Mart ve 21 Mart Newroz var. O zamana kadar

hükümetin tavrını izleyeceğiz. Çözümden yana olanlar ve demokratik çözümü isteyenler bir araya gelerek çözüm

önerilerini geliştirsinler. Bu arada bu Diyarbakır'daki ve bölgedeki sivil toplum örgütleri hepsi DTK toplantısında bir araya

gelir. DTK bütün bu sivil toplum örgütlerini derhal, en kısa sürede bir araya toplar. Buna Hak-par, Şerafettin Elçiler de

dahil olabilirler, çözüm istiyorlarsa dahil olmaları gerekir. Hatta bize karşı en uçta yer alanlar bile çözümden yanaysa,

Page 147: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

samimiyse, gelip çözüm süreci içinde yer alabilir. Onlar da çözüm yönünde taleplerini ortaya koyabilirler. Bunlar çözüme

dönük taleplerini hem Hükümete hem de KCK'ye aynı zamanda iletsinler. Şayet hangisi bu çözüm önerisini kabul

etmezse o zaman çözüm önerisini kabul etmeyene karşı politik tavır alsınlar. Baksınlar PKK ve hükümetin bu taleplere

karşılığı nasıl olacak? Eğer PKK bu taleplere olumsuz yaklaşırsa o zaman PKK'yi mahkum ederler. Ama hükümetin tavrı

önemli olacak. Eğer Hükümet-AKP bu taleplere olumsuz yaklaşırsa o zaman sürekli PKK'ye yüklenmekten vazgeçmeleri

gerekir. Kimin çözüm, kimin savaş istediği de bu şekilde ortaya çıkar. Öyle orada oturup sadece PKK'ye yüklenmekle

olmaz. Kürt sorunun çözümü için bir adım dahi atmayan ve çözüm önünde engel olan AKP'nin dümenine su

taşımasınlar. Çok tuhaf bulduğum bir şey var, diyorlar ki “silahlar sussun”. Hiçbir çaba göstermeden öyle ikide bir “silahlar

sussun” denmesinin hiçbir anlamı yok. Ne silahı? Biz silah mı kullanıyoruz? Biz kimseye karşı silah kullanmıyoruz, silah

kullanmak zorunda bırakılıyoruz.”

CHP AKP’DEN DAHA OLUMLU

“Biz demokratik anayasa çözümünü geliştirmeye çalışıyoruz. Demokratik Anayasa Konferansı geliştirilmelidir.

Seçime kadar bunun çalışmaları yapılmalıdır. Ben çözümden yana umutlarımı yitirmiş değilim hala umutlarım var. Çözüm

gelişiyor ve derinleşiyor. 21 Mart Newroz'a kadar devlette birtakım değişiklikler olabilir ve bazı pratik gelişmeler olabilir.

Ensarioğlu gibiler DTK bünyesinde çözüm için çaba göstermelidir. Çünkü çözümden en çok onların yararı var. Çözüm

değil de, şiddet baş gösterirse ilk önce ve en fazla zarar görecek onlar olur. Yanlış anlaşılmasın bunları bir tehdit olarak

söylemiyorum, bu bir tehdit değildir. Ama bu tür sorunların çözümü tüm dünyada ve tarihsel olarak böyledir. Bu böyle

bilinmelidir. Herkes pozisyonunu buna göre almalıdır. Bu noktada şunun da bilinmesini istiyorum, ben, CHP'nin şu anki

pozisyonunu AKP'den daha olumlu buluyorum. CHP'nin bu pozisyona geçmesinde halkın haklı talepleri ve baskısı, tavrı

etkili olmuştur. AKP de bu şekilde halkın baskısıyla çözüm yönünde değişime zorlanmalıdır. Şu haliyle CHP'yi AKP'nin

daha ilerisinde görüyorum. Zaman zaman olumlu açıklamaları oluyor.”

ŞİWAN KENDİSİNİ KULLANDIRTMASIN

“AKP'nin amacı Kürt sorununu çözmek değildir. Kendine yakın yandaş yaratmaktır. Amacı Kürtleri tasfiye

etmektir. AKP son zamanlarda Şıvan Perwer ve Kemal Burkay ile görüşüyor, onları Türkiye'ye getirmeye çalışıyor.

Kemal Burkay öyle televizyonda bizi eleştireceğine samimiyse gelip demokratik siyaset içinde yer alsın mücadeleye

katılsın, katkı sunsunlar, kimseye engel değiliz. AKP bunları Türkiye'ye getirerek bunlar üzerinden rant sağlamaya

çalışıyor. Askere karşı “ben bunları kendime bağlıyorum, özgür Kürdü tasfiye ediyorum” görüntüsü vermeye çalışıyor.

Şimdi bu Kemal Burkay'ın, Şıvan’ın bir kitlesi mi var? Peki Türkiye'dekiler Kürt değil mi? Onlarla niye konuşmuyorsun,

diyalog geliştirmiyorsun? Mesela Ahmet Türk ile niye görüşmüyorsun? Milyonlarca Kürdü temsil ediyor. Milyonlarca

Kürdü temsil edenlerle, kitlesi olanlar var. Onlarla niye görüşmüyorsun? Yine Sivil Toplum Örgütleriyle niye

görüşmüyorsun? Yani burada haklı talepleri olan milyonlarca Kürt ve bunların temsilcileri varken neden bunlarla

görüşmüyorsunuz da gidip Avrupa'daki birkaç kişinin peşine ısrarla düşüyorsunuz? Demek ki bu konuda bir

samimiyetiniz yok. Açık ki başka hesaplarınız var. Şıvan Perwer'e söylüyorum, gelsin demokratik çözüm sürecinde yer

alsın, kendisini kullandırtmasın. Şayet AKP ile hareket edeceklerse onların halk nezdinde beş paralık kıymeti kalmaz.

Gelsinler demokratik çözüm sürecinde yer alsınlar diyorum. Çözümden yana olan, ben çözüm istiyorum diyen herkes

gelip bu süreçte yer alabilir.”

HALA UMUTLUYUM DİYALOG SÜRÜYOR

“Ben Mısır ve Tunus’taki gibi kesintisiz ayaklanma yöntemini şimdilik önermiyorum. Biz potansiyelimizin

harekete geçmesini uygun bulmuyoruz. Kitlemizi, örgütlülüğümüzü harekete geçirme çabamız şimdilik yok. Ama Mısır ve

Tunus'takilerden çok daha ileri olduğumuz bilinmelidir. Çünkü yılların örgütlülüğü ve mücadelenin verdiği tecrübemiz var.

Devlet ile görüşmelerim, diyalog süreci devam ediyor ben bu görüşmelerden hala umutluyum, hala umudum var, diyalog

devam ediyor. 21 Mart'a kadar herhangi bir olumsuzluğun olmaması gerekir. Bazı gelişmelerin olabileceğini

düşünüyorum. 21 Mart'tan Haziran'a kadar da bu durum devam edebilir. Kürt sorunun çözümü için demokratik anayasal

çözümü geliştirmek istiyoruz. Bunun için burada yoğun çalışıyorum.”

DİYARBAKIR’DA BİR “AZADİ MEYDANI” OLMALI

“Diyarbakır'da bir özgürlük meydanı olmalı. İsmi de Azadi meydanı olabilir. Pratik öneri yapıyorum. Diyarbakır'da

böyle bir meydana demokratik çözüm ve barış çadırlarının kurulmasını öneriyorum. Bu çadırlar seçime kadar devam

edebilir. İnsanlar bu çadırlara yoğun bir şekilde gelip gidebilirler. Çadırlar Van'da, Batman'da başka uygun yerlerde de

kurulabilir. Bu çadırlarda kendi talep ve çözüm önerilerini bol tartışabilirler, geliştirebilirler. Bu demokratik bir eylem

olduğu için Hükümetin polisinin de karşı çıkacağını sanmıyorum. Bu seçim sürecinde anlayışla karşılayacaklardır. Zaten

önümüzde 8 Mart, 21 Mart gibi etkinlikler de var. Bu etkinliklerin merkezi de bu çadırlar olabilir. Başka türlü şeyler de

olabilir. Örneğin bütün partilerin adayları gelip bu çadırlarda seçime dönük programlarını açıklayabilirler, halk da bu

çadırlara gelen adaylara-partilere demokratik talep ve çözüm önerilerini iletebilirler. Kim bu önerilerini yerine getirecekse,

çözüm geliştirecekse oylarını onlara versinler. Bu çadırların üzerine demokratik çözüm ve barış çadırı yazılabilir. Bu

pratik öneriyle halk zamanla yoğun bir şekilde bu çadırlara gider, ziyaret eder ve sahiplenir. Zaman zaman kalabalık da

olabilir, az kitle de olabilir. Önemli olan böyle bir zemini oluşturmaktır, bu mutlaka yapılmalıdır. Ayrıca KCK davası da

Page 148: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

devam ediyor. Duruşma günlerinde ve öncesinde çadırlar bu amaçla da kullanılır. Duruşmaya giden avukatlar da

duruşma öncesi ve sonrasında bu çadırları ziyaret ederler. Söylediğim gibi bizim potansiyelimiz gerek eylemsellik

açısından gerek halkın katılımı açısından çok daha yüksek bir durumdadır. Tunus, Mısır’a benzer süreçleri başlatmak

için daha fazla imkana sahibiz, bunu yapacak gücümüz ve potansiyelimiz de var. Ancak biz daha demokratik bir şekilde

bu çadırlarla seçime gidersek daha uygun olur.”

GERİLLA ÇATIŞMALARDAN KAÇINSIN

“Gerillaya özel olarak çağrım, bu süreçte çatışmalara girmekten mümkün olduğunca kaçınsınlar. Güvenlik

boyutunda ise kendi öz-savunmalarını yapsınlar, kendilerini en iyi şekilde korusunlar. Gerilladan bu süreçte demokratik

çözüme destek vermelerini bekliyorum. Gerilla kendilerine saldırı yapılmadıkça üstlerine gidilmedikçe herhangi bir

saldırıya geçmemeleri ama inisiyatifi daima ellerinde bulundurmaları gerekir, inisiyatifli olmalılar, inisiyatiflerini

artırmalıdırlar. Herhangi bir rehavete kapılıp Hakkâri’deki 9 gerillanın şehit edilmesi gibi acı kayıplara yol açmalılar, pusu

ve komplolara karşı da dikkatli olmalıdırlar.”

TÜRKİYE KAMUOYU AKP’Yİ ÇÖZÜME ZORLAMALI

“Türkiye kamuoyuna şunu söylemek istiyorum. Gençlerin kanının dökülmesine artık izin vermeyelim. Demokratik

çözüm umuduna güç vermelidirler. Demokratik çözüm sürecinde yer almalıdırlar, AKP'yi de çözüme zorlamalıdırlar.”

“Ağrı, Doğubayazıt, Iğdır, Kars, Batman, Diyarbakır ve Van'daki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Serhat halkına

özel selamlarımı iletiyorum. Serhat halkı çok çile çekmiş bir halktır. Serhat halkı bu dönem tam bir seferberlik ruhuyla

mücadeleyi yükseltmelidir. Ayrıca Maxmur halkına selamlarımı iletiyorum. Maxmur halkımız yaşadıkları bütün zorluklara

rağmen direndiler ve hala da direniyorlar. Orada kısıtlı ve zor şartlara rağmen örnek olacak bir model oluşturmuşlardır.

Onların bu mücadelesini özel olarak selamlıyorum. Cezaevinden bana mektuplar gelmişti. Bütün cezaevlerindeki

arkadaşlara selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Anayasal güvence olmaz ise KCK sistemi devreye girer

Kürtlere karşı hukuk kırımı yapıldığını söyleyen Öcalan, ‘Kürtlerin statülerine dönük bir gelişme sağlanmazsa,

Kürtlerin hakları anayasal güvenceye alınmazsa, artık Kürtlerle ilgili tamamen KCK sistemi devreye girer’ dedi. Öcalan,

“Şunu herkes bilsin, ben sağ olduğum, yaşadığım sürece hiç kimse, Kürtlerin onuruyla oynayamaz” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Son günlerde televizyonlarda aleyhinde yapılan

konuşmalara değinen Öcalan, “Son birkaç gündür de yazarları tehdit ettiğim şeklinde tartışmalar yapılıyor.

Televizyonlarda bir haftadır aleyhimde konuşuyorlar. Yok “Öcalan ölümle tehdit etti” diyorlar. Benim öyle kimseyi ölümle

falan tehdit etme durumum yok. Burada öyle bir söz de sarfetmedim. Bize ihanet eden Osman-Botanları falan bile ölümle

tehdit etmediğimiz biliniyor. Açıkça söylüyorum, bizim öyle kimseyi ölümle tehdit ettiğimiz yok” dedi.

‘KÜRTLERE KARŞI HUKUK KIRIMI YAPILIYOR’

Kürtlere karşı hukuk kırımı yapıldığını belirten Öcalan şunları söyledi:

“Çiller döneminde etrafında 1993-94'te Çiller'in Kürtlere dönük kirli politikalarına alet olan Kürt sözcüleri vardı.

Bir de bu dönemde Erdoğan'ın etrafında böyle 200 tane danışmanı var. Şimdi de sürekli bize karşı açıklama yapıyorlar.

Her dönemde böyle tipler vardır. Çiller'in özel savaş örgütünü çözdük, Başbakan'ın da özel savaş örgütü var onu da

çözmeye çalışıyoruz. Hukuk kullanılıyor. Çiller dönemi, 93-95'lerde yaptığını AKP de hukukla yapıyor. KCK'den 2000

tutuklu var, bunlara en ağır cezalar isteniyor, ağırlaştırılmış müebbede varıncaya kadar cezalar isteniyor. Bunlar öyle

silahlı da değiller, silahla alakaları da olmamıştır, tamamen demokratik siyaset yaptıkları halde tutuklanıyorlar. Bunları

tutukluyorsun Burkay'ın ise 35 yıllık cezasını bir gecede kaldırıyorsun, beraat veriyorsun. Bunları anlamak lazım.

Tutuklamalarla yapıyor. Tutuklamalar da halen devam ediyor. Kürtlere karşı hukuk kırımı yapılıyor. Daha bu sabah yine

Hakkari'de gözaltına alınanlar olmuş. Devlet-hükümet bu kişileri bize karşı kullanmaya çalışıyor. KCK tutuklularının bir

kelime bile Kürtçe konuşmalarına izin vermiyorsun ama Kemal Burkay'a devletin resmi kanalı TRT'de Kürtçe

konuşturuyorsun. Bu da devletle ilişkilerini ortaya koyan en büyük belgedir. Bu aydınlar hep bizi eleştiriyorlar, bunları niye

görmüyor, devleti-hükümeti neden eleştirmiyorlar. “

‘BEN SAĞ OLDUĞUM SÜRECE HİÇ KİMSE KÜRTLERİN ONURUYLA OYNAYAMAZ’

Page 149: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Ben bu Şıvan meselesini de biraz açayım. Benim Şıvan'a özel bir karşıtlığım yok. Şıvan'ın Arınç'la

görüşmesinin benim açımdan hiçbir sakıncası yoktur, istediği kişiyle görüşebilir, görüşmesin demiyorum. Ama öyle kişisel

çıkar için değil. Kürtler için görüşsün. Kürtlerin hakları için ne diyor, çözümleri nelerdir bunları görüşsün. Peki Arınç'la

görüşüyorsun ama ne yapıyorsun? Kürt sorununun çözümü için bir plan, bir proje mi sunuyorsun? Kürtler adına

müzakere mi yapıyorsun? Hangi güvenceleri alıyorsun? Aleyhimize konuşan yazarların var mı Kürt sorununa ilişkin bir

projeleri, çözümleri? Kemal Burkay'ın bir projesi mi var, Kürtler adına devletle müzakere mi ediyor? Var mı böyle bir

durumu? Varsa böyle bir durumun, varsa bir projen ve devletle müzakere edebiliyorsan, Kürtler adına seni ciddiye alıp

müzakere ediyorlarsa o zaman sen bizi temsil et, biz sana uyalım. Hem Kürtler adına bir projen olmayacak, hem Kürtler

adına müzakere etmeyeceksin, hem de devletin resmi televizyonuna bizim aleyhimize röportaj vereceksin. Biz ilk kez

devletle ciddi müzakere fırsatı yakalamışız, bunu da bozmaya çalışıyorsun. Biz burada bir uzlaşmaya, Kürtlerin hakkını

anayasal güvenceye bağlamaya, görüşmelerle bunu sağlamaya çalışıyoruz. Belki de ilk defa tarihi bir fırsat yakalamışız,

devlet de ciddi yaklaşırsa, anayasal çözümü sağlayacağız. Kürtlerin hakları için bir çözümleri varsa konuşsunlar,

eleştirsinler. Yol haritamız var kamuoyuyla paylaşıldı. Bu konuda bir eleştirileri varsa söylesinler. Ama öyle Öcalan tehdit

ediyor demesinler, ciddi olsunlar. “

“Şunu herkes bilsin, ben sağ olduğum, yaşadığım sürece hiç kimse, Kürtlerin onuruyla oynayamaz. Bu böyle

bilinsin.”

‘BİZİM YAPMAK İSTEDİĞİMİZ ÜÇÜNCÜ BLOĞU ANAYASAL GÜVENCEYE ALMAKTIR’

“Demokratik ulus çerçevesinde ittifak yapılabilir. Bu sadece seçim ya da ittifak değil, tarihi bir durumdur.

1920'lerde yapılamayan bir durumdur. 1920'lerde iki blok var. Birincisi Müdafaa-i Hukuk olarak da bilinen ulusalcı blok.

İkincisi Terakkiperver-Liberal blok. Üçüncüsü de Mustafa Suphilerin de içinde olduğu; Kürtler, azınlıklar, emekçiler bloğu.

Üçüncü blok, yani Kürtler, dini azınlıklar, emekçiler ve ezilenler anayasanın dışında bırakılmışlardır. Biz, 1920'de

tamamlanmasına izin verilmeyen süreci kaldığı yerden ele alıyoruz. İttihat Terakkiden gelen ulusalcı-milliyetçi cepheyi

bugün CHP ve MHP temsil ediyor. İkinci bloğu günümüzde AKP temsil ediyor Ilımlı İslam adı altında. Üçüncü blok

Kürtler, dini azınlıklar, emekçiler ve ezilenler anayasanın dışında bırakılmışlardır. Bizim yapmak istediğimiz bu anayasa

dışı bırakılan Üçüncü Bloğu anayasal güvenceye almaktır. Çözümü Demokratik anayasal çözümdür. Biz dini azınlıkların

varlığını da anayasal güvenceye bağlamak istiyoruz. 1920'lerde Mustafa Suphilerin boğdurulmasıyla başlayarak gelişen

süreçle Üçüncü Bloğun anayasaya girmesi engellenmiştir. Üçüncü blok, bizim bugün savunduğumuz demokratik ulus

bloğudur. Kürtler, farklılıklar, dini azınlıklar, emekçiler ve ezilenleri kapsıyor. Benim buradaki görüşmelerimin özünde bu

Üçüncü Bloğun da anayasada yer alması vardır.”

‘DEMOKRATİK ULUS BLOĞU’

“Bugün katı-ulusalcı blok zayıflamıştır, yeni bir demokratik uzlaşma zemini doğmuştur. Belirttiğim bu üçüncü

bloğun da güvenceye alınmasıyla bir demokratikleşme sağlanabilir. Devletle bir anlaşmamız olursa bu temelde olacaktır.

Bu blok Kürtlerin, ezilenlerin, farklılıkların hepsinin, anayasa dışına itilmiş herkesin uzlaşma bloğu olsun. Birinci ve İkinci

bloğu daha önce açıklamıştım, hangisinin kimleri temsil ettiğini belirtmiştim. Aydınlar da bu durumu anlamalı. AKP'nin

bloğunda mı yer alacaklar yoksa demokratik ulus bloğunda mı yer alacaklar? Anayasa yapımı sürecinde hangi blokta yer

alacaklarını, yerlerini taraflarını belirleyebilmeliler.”

‘BİZ CUMHURİYETTEN DIŞLANAN HER KESİMİN, HERKESİN PARTİSİYİZ’

“Demokratik Ulus Bloğunun sadece Kürtlerden oluşmadığı anlaşılsın. BDP medyada bilinçli olarak MHP'nin

karşısında milliyetçi bir parti gibi gösterilmeye çalışılıyor. Bu anlayış kırılsın istiyoruz. Biz cumhuriyetten dışlanan her

kesimin, herkesin partisiyiz. Biz milliyetçi değiliz. Biz demokrat sosyalistiz. Cumhuriyetten dışlanan ne kadar azınlık

varsa, farklı kesimler varsa, emekçiler, ezilmişler varsa hepsinin partisiyiz. Demokratik Ulus çerçevesinde Süryaniler,

Ermeniler de temsil edilmelidir.”

‘ERMENİLERİN BUGÜNKÜ DURUMDA OLMALARININ NEDENİ DAR ERMENİ MİLLİYETÇİLİĞİDİR’

“Ermenilere ilişkin şunu belirtmek istiyorum: Ermeniler katliam ve kırıma uğradılar. Ermenilerin bugünkü

durumda olmalarının nedeni dar Ermeni milliyetçiliğidir, Ermeni milliyetçiliğinin durumudur. Dar Ermeni milliyetçiliğinin bu

durumundan da İngiltere sorumludur. Ermenilerin bugünkü sorunlarını aşabilmeleri için dar milliyetçilikten, dini

milliyetçilikten, Hrıstiyanlığa dayalı dini milliyetçilikten de vazgeçmeleri gerekir. Bu onlara kaybettirdi.”

“Düşüncelerim Araplar için de geçerlidir. Bu konuda yararlanmaları önemlidir. Yine Kuzey Afrika'dan; Fas'tan,

Tunus'tan Irak'a kadar gelişen halk iradesini selamlıyorum.”

‘EGEMEN ERKEĞE KAÇIŞ KURTULUŞ DEĞİLDİR’

“Cezaevinden mektuplar alıyorum. Kadın arkadaşlar evinden bir erkeğe kaçan kadınlara sahip çıkıyorlar, bu

yanı çok öne çıkarıyorlar. Mektuplarında daha çok bunu işliyorlar. Sıkışmış kadınlar, kızlar olabilir. Her türlü baskı, şiddet,

istismar altında olanlar olabilir. Ama kaçma farklı bir durumdur. Egemen erkeğe kaçış, kurtuluş değildir, bunun

savunulacak bir tarafı yok. Erkeğe kaçan kadın, kadını aşağılıyor, onurunu zedeliyor. Çünkü egemen erkeğe kaçıyor, bu

da bir çeşit ölümdür. Arkadaşlar bunlara sahip çıkılması gerektiğinden bahsediyorlar. Tamam, şiddete uğrayan, zor

durumda olan kadına sahiplenilsin, alınıp eğitilsin, her türlü olanaklar sağlansın ama biz bu kaçma kültürünü kabul

Page 150: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

edemeyiz, bu kültüre teslim olamayız. Ben erkek egemene kaçan kadına karşıyım. Ataerkil bir toplum. Kaçma bu kadını

özgürleştirmez. Bu, kaçmanın kültürümüzde savunulacak tarafı da yok. Bu tür sorunlar DTK'nın görevidir, bunları

çözecek. Gidip bunları tespit edip, bu olayları çözmelidir.”

‘BELEDİYELER KADIN EVLERİ YAPABİLİR’

“Sıkışmış, zor durumda olan kadınlar için belediyeler kadın evleri yapabilir, belediye onları korumaya dönük

projeler geliştirebilir. İşte belediyenin koruma evleri, ya da yeni kurumlar, oraya getirecek, onları eğitecek,

bilinçlendirecek. Yoksa erkek egemene kaçış, bir egemenlikten diğerine kaçıştır, özgürlük değildir. Felsefi olarak

savunulacak bir durum değildir. Ama şimdi cenazesi yerde kalmış kadınlara el atılır, yardım edilir o ayrı. Ancak egemen

erkeğe kaçmanın, özgürlük açısından, felsefi olarak savunulacak bir yanı yoktur. Kadın kaçışının bu anlamda

savunulabilecek bir yanı yoktur. Zaten birinden diğerine kaçmak özgürlük değildir. Şimdi bu evlilik konusuna da biraz

değineceğim. Şimdi bir erkek kadına “karım oldu” diyorsa o erkek bitmiştir. Artık o erkekten bir şey çıkmaz. Bir kadın da

“benim erim” diyorsa o kadın da orada bitmiştir. Bunlar benim kabul edebileceğim şeyler değildir. Buradaki dil,

düşüncenin, zihniyetinin ifadesidir.”

‘BEN GÜDÜLERİME TESLİM OLMADIM’

“Kadın-erkek ilişkisi güdüsel temelde gelişiyorsa bu çok tehlikelidir, felsefi olarak hiçbir yere götürmez

insanı. Ben böyle bir ilişkiden hep korktum. Biliniyor benim de bir evlilik olayım oldu. Ben, güdülerimin beni teslim

almasına izin vermedim. Güdü karşısında teslim olma yaklaşımını kabul etmedim. Bu konuda beni ben yapan şey de

budur. Daha önce söylemiştim, evlilik insanı rezil de edebilir, vezir de edebilir. Böyle bir söz de var. Filozoflar da böyle

ifade ediyorlar. Ben güdülerime teslim olmadım. Ben güdülerime yenilmediğim için, güdüsel evlilik yapmadığım için

Apoyum. Güdülerine yenilen, güdüsel evlilik yapan bir süre sonra “ölür”! En aşık olanlar bile bakıyorsun, evliliğin

ertesinde birbirlerini boğazlıyorlar. Kadınla yaşamayı öğrenmek lazım, kadınla nasıl yaşanılır iyi bilince çıkarmak lazım.

Biliniyor, kadın Kürtçe'de jın diye ifade ediliyor. Jın, jin kelimesinden geliyor, anlamı hayattır. Kadınla rezonansa girmek

lazım. Bu evlilik olayında öyle şeklin, biçimin bir önemi yok. Bir rezonans -fizik ve kimya bilim dallarına ait bir kavram.

Daha çok iki kuvvet arasında bir dengeyi ifade eder- vardır, eşler arasında asıl olan onun yakalanmasıdır. Bu öyle çok

fiziksel güzellikle ilgili bir şey değildir. Ruhta bir rezonansın yakalanmasıdır. Fiziki olarak en güzel kadının bile, anlamlı,

özgürlükçü bir birliktelik yaşamadığı zaman güzelliği bir kerede kaybolup gider. Burada önemli olan kadının ruh

güzelliğini de ortaya çıkarabilecek, kadına yönelik bütünsel bir yaklaşımın ortaya çıkarılmasıdır. Kadına dönük böyle

bütünlüklü, anlamlı, ruh güzelliğini de ortaya çıkarabilecek bir yaklaşım olursa o zaman kadın erkek ilişkisi asıl anlamına

kavuşur ve jin yani hayat anlam kazanır. Bilinç düzeyleri henüz bunları yeterince anlamaya yetmeyebilir. Bu konuda

Kadın hareketi de bunlara öncülük yapmalıdır. Cezaevlerindeki kadınlar da bunları iyi anlamalıdır. Filozofik derecede

önemli yaklaşımlar gösterilmeli, bilince çıkarılmalıdır.”

‘KÜRTLERİN STATÜLERİNE DÖNÜK BİR GELİŞME SAĞLANMAZSA KCK SİSTEMİ DEVREYE GİRER’

“Mart konusunda asıl değerlendirmeyi önümüzdeki günlerde yapacağım. Eğer olumlu bir gelişme olursa, seçime

kadar mevcut eylemsizlik durumu devam eder. Olumlu bir gelişme olmazsa “artık yokum derim” aradan çekilirim. Ben

bugüne kadar da büyük bir savaşın önüne geçtim, durdurdum. Kürtlerin statülerine dönük bir gelişme sağlanmazsa,

Kürtlerin hakları anayasal güvenceye alınmazsa, artık Kürtlerle ilgili tamamen KCK sistemi devreye girer. Bundan sonra

varlığını koruma ve özgürlüklerini sağlama mücadelesi olur. Kürtlerin durumuyla ilgili tüm boyutları hayata geçirir. Bunlar

yedi boyuttur; sosyal, siyasi (demokratik özerklik), kültürel, hukuki, ekonomik, diplomatik ve demokratik öz savunma

boyutlarıdır. Eğitim, sağlık da sosyal boyuta girer. KCK bugüne kadar siyasi boyuta ağırlık verdi. Bundan sonra bu yedi

boyutu birlikte ele alır. Zaten Murat Karayılan'ın açıklaması da o yönde, topyekün direniş geliştireceklerini belirtiyor.

Benim sağlık durumum artık daha fazla bu işi yürütmeme uygun değil zaten. Bir gelişme olmazsa, siyasi-ideolojik

yönleriyle de artık yürütemem. Ben 13 yıldır sorunun çözümü için elimden geleni yaptım, yazılması gereken her şeyi

yazdım, sunulması gerekenleri, yol haritasını sundum. Bugüne kadar sınırlandırılmış bir savaş vardı, bunun önüne de

bugüne kadar geçtim. AKP'ye karşı da 2002'den beri çok sabırlı oldum. Ama AKP bugüne kadar sorunu çözmedi.”

“8 Mart kutlamalarına ilişkin olarak tüm katılanları kutluyorum, benim adıma yaptıklarına da teşekkür ediyorum.

Bakırköy Cezaevinde kalan tüm kadın arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Gebze Cezaevi Adıyaman

Cezaevindeki arkadaşlara da selamlarımı iletiyorum. Halkımıza selamlarımı iletiyorum.”

Page 151: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

Artık bu halkın iradesini hiçbir güç engelleyemez

PKK lideri Abdullah Öcalan, AKP’yi “provokasyonlar ve komplolardan vazgeçmeye” çağırarak, “Artık bu halkın

iradesini hiçbir güç engelleyemez” dedi. Öcalan, “Devletin ciddi kurumlarına sesleniyorum, ciddi olsunlar, halka yapılan

bu saldırıları durdursunlar. Bu yapılanlara engel olsunlar” dedi.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Çarşamba günü yapılan haftalık olağan görüşmesinde gündemdeki konulara

ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu. Öcalan bu yılki Newroz kutlamalarına ilişkin, “Newroza katılım yüksek olmuş,

halkımız kendi değerlerini sahiplenmiş. Ben de tekrar Newroz'a katılan halkımıza ve emeği geçenlere teşekkürlerimi

iletiyorum, Newrozlarını bir kez daha kutluyorum” dedi.

YAŞAM MÜCADELESİ VEREN TUTUKLULAR BU SÜRECİN KAHRAMANLARI

Hasta tutukluların durumuna da dikkat çeken Öcalan, şöyle dedi: “Yaşam mücadelesi veren tutuklu arkadaşlar,

çok değerlidir. Onlara özel selamımı iletiyorum. Onlara şunu söylüyorum. Çözüme giden süreçte bu sürecin kahramanları

onlardır. Benim nezdimde onlar herşeyi yapmıştır, onların eksik yaptığı bir şey yoktur. Ben dahil hiçbirimiz onlardan daha

değerli değiliz. Başarmışlardır. İşte bu Newrozu da hep beraber gördük. Mücadelenin geldiği noktayı gösteriyor,

mücadelemiz zafere doğru yürüyor. Bu kesindir. Artık bu halkın iradesini hiçbir güç engelleyemez. Bu Newroz'daki

katılımların coşkusunu görüp, sevinmeleri lazım. Mücadelenin geldiği noktayı görüyorlar, bundan dolayı huzurlu olmalılar.

Şehadete yürürken kalan hayatlarını bunun bahtiyarlığı ve huzuru içinde sürdürmelidirler. Onlar bu zaferin

kahramanlarıdır. Bu şekilde bakmak, değerlendirmek gerekir. Çok selam ve sevgilerimi sunuyorum.”

SAVUNMAMDAN RAHATSIZLAR

Savunmalarının halen AİHM’e verilmediğini sözlerine ekleyen Öcalan, “Son savunmam da herhalde daha

AİHM'e verilmemiş, bu kadar zaman geçtiğine göre sorun çıkarıyorlar, rahatsız olmuşlar galiba. O yol haritası broşürüne

de böyle yaptılar, uzun süre engel oldular. Tabi bu savunmamda önemli şeylere değindim, bundan dolayı rahatsız olmuş

olabilirler” ifadelerini kullandı.

DTK DİYALOG SÜRECİNDE ÖNEMLİ GÖREVLER ALACAK

Önerdiği demokratik ulus bloğunun stratejik olduğunu ifade eden Öcalan, “Bizim demokratik ulus bloğuyla

amaçladığımız 1920'den bu yana dışlanan, ezilen demokratlara, sosyalistlere, emekçilere, Kürtlere, dini azınlıklara bir

temsil kapısı açma çabasıdır. Eğer bu blok gerçekleşirse, CHP ve AKP kadar güçlü bir bloktur. Bunun zemini vardır.

Bunları da sadece seçime dönük ifade etmiyorum, Türkiye'nin demokratik dönüşümü açısından stratejik önemdedir bu

bloğun teşkili” diye belirtti.

Seçimlerde aday olmayacak vekillerin durumunu da değerlendiren Öcalan, “Aday olmayacak milletvekilleri,

bunu görev değişimi olarak görmeleri gerekir. Mücadeleye başka alanlarda devam edebilirler. DTK'da görev almalıdırlar,

DTK da önemlidir. Pratik çalışmalar yapmalıdırlar. DTK bu diyalog sürecinde önemli görevler alacaktır” dedi.

TÜSİAD’IN YENİ ANAYASA ÖNERİLERİ BENİM ÖNERİLERİME YAKIN

Öcalan, TÜSİAD’ın yeni anayasa önerilerine ilişkin ise şunları söyledi: “TÜSİAD'ın yeni anayasa konusundaki

önerileri fena değil. Bu konuda benim söylediklerimle örtüşüyor. Bu anayasa taslağı benim önerdiğim anayasa taslağına

yakın, tam inceleyemedim ama bazı eksiklikler de olabilir. Türkiye'de bu aşamada gelinen noktada TÜSİAD bile böyle bir

anayasa önerisi yapmak durumuna gelmiştir. Ben de daha önce değinmiştim, demokratik anayasayı biz de ileri

sürmüştük, ulus ve vatandaşlık tanımının bir etnisiteye bağlı olmadan yapılması gerektiğini belirtmiştik. Özgürlükler de

ülkesel bütünlük de önemlidir. İkisi birbirine karşıt şeyler değil, ikisini de önemsiyorum, ikisi birlikte de olabilir.”

ORTADOĞU’YU DİZAYN ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR

Ortadoğu’da yaşanan halk ayaklanmaları ve Libya müdahalesine değinen Öcalan, şu değerlendirmelerde

bulundu: “Amerika ve bağlı uluslararası güçlerin Ortadoğu'ya müdahalesi ve dizayn çalışmaları devam ettiği görülüyor.

Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmeye çalışıyorlar. Bunu Büyük Ortadoğu Projesi olarak da adlandırıyorlar. Bu projenin

önünde engel gördüklerini tek tek tasfiye ediyorlar. Bu tasfiye planı aslında benimle, benim şahsımda Kürt özgürlük

hareketi PKK ile başlamıştır. Irak'tan önce bize yöneldiler. Benim komployla 99'da Türkiye'ye teslim edilmemle bu süreç

başlamıştır. Daha sonra Afganistan müdahalesi, ardından Irak’a girdiler. Ecevit'in bu müdahalelere karşı bir duruşu var,

bu nedenle onu da engel olarak görüyorlardı. Bugün de görülüyor Ortadoğu kaynıyor, NATO Libya'ya müdahale ediyor,

Kaddafi'yi tasfiye etmeye çalışıyorlar. Arap ülkelerinin çoğu hareketli. Suriye'nin de suyu ısınıyor. Orada da olaylar

Page 152: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

başlamış durumda. NATO'nun aslında Ortadoğu'ya ilk müdahalesi ve 5. maddenin ilk uygulanması da 1984'teki 15

Ağustos atılımından sonra bir yıl gecikmeli olarak 1985'de bize karşı yapılmıştır. NATO Sözleşmesinin 5. maddesi ilk

olarak bize karşı uygulandı. Bazıları bunu kabul etmese de gerçeği budur. Açık-resmi değil gizli olarak bize karşı

uygulanmıştır. Biliniyor, 5. maddeye göre bir NATO ülkesine herhangi bir saldırı olduğunda diğer müttefikler saldırıyı

kendilerine karşı yapılmış gibi sayıp saldırıya uğrayan ülkeyi korurlar. O dönem bize karşı 5. madde temelinde müdahale

resmi anlamda ilan edilmese de NATO'nun özel gizli savaş ordusu Gladio tarzında uygulamaya konuldu. O dönem

(1985) NATO-Gladiosunun merkezi Almanya'ydı. O yıl Almanya bizi, terör örgütü olarak kabul edip Almanya'da

yasakladı. Bu NATO-Gladiosunun Türkçesi JİTEM'dir. Gladio'nun Türkiye versiyonu JİTEM'dir. Daha çok orduya-askere

dayalı bir yapılanmaydı. Bu konsept 1985'ten 1999'a, benim buraya getirilişime kadar devam etti. Bu süreçte JİTEM bizi

sürekli tasfiye etmeye çalıştı, binlerce kişiyi yargısız şekilde katletti. Her türlü hukuksuz yöntemi uyguladılar, bir dönem

Hizbul-kontra yöntemini de kullandılar. Fakat bu yöntemlerinin hiçbirinde başarılı olamadılar, öldürmekle bizi

bitiremediler. Sonra 1999'da ne zamanki buraya getirildim, JİTEM'in de işi bitti. JİTEM, bu kadar cinayetine rağmen, bizi

tasfiye edemediği için başarısız bulundu. Bir de binlerce cinayet ve hukuksuzlukları, kirli yüzleri açığa çıkmıştı, artık

kullanılamaz hale gelmişti. Zaten basına da yansımıştı, 1999'da bu şimdi adı geçen Savcı Cihaner tarafından ilk kez

JİTEM İddianamesi hazırlanmıştı. Aslında bu durumda JİTEM'in gözden çıkarıldığının işaretiydi. Onlara göre JİTEM artık

fonksiyonel değildi, işi bitmişti.”

ÖZAL, ECEVİT VE KIVRIKOĞLU…

“Bütün bu anlattıklarım şunu gösteriyor. Kürt sorununda 1999'a kadar iç çözümden yana olanlar etkisiz

kalmışlardır. Bu dönem çözümsüzlükten yana olan NATO-Gladiosunun, JİTEM'in yani ABD ve Avrupa Devletlerinin

baskın olduğu bir dönem olmuştur. Bu dönemde ABD ve AB dışında iç çözümü geliştirmek isteyenler ise hep tasfiye

edilmişlerdir. Örneğin Özal ve ekibi bir noktadan sonra bu sorunun şiddetle çözülemeyeceğini anlamışlardı. Diyalog

yöntemini geliştirmek istediler. Biliniyor bu yönde temaslarımız da oldu. Ama sonuçta Özal da tasfiye edildi. Eşref Bitlis

de bu çerçevede tasfiye edildi. Halbuki Özal da başta bize karşı her türlü özel savaş yöntemlerini uygulamıştı. Fakat

bundan sonuç alınamayacağını anladıktan sonra diyalog ve iç çözüm noktasına gelmişti. Bu çerçevede benim de

devletle diyaloglarım 1993'te başladı. O dönem Özal'ın iç çözüm yaklaşımı Çiller-Güreş darbesiyle engellendi. Ve

JİTEM'in uyguladığı yöntemler daha da vahşileşerek devam etti. Bu konseptin devam ettiği süreçte Erbakan da iç

çözümü gerçekleştirmek istediği için tasfiye edildi. Karadayı'nın tutumu da biraz farklıydı. Kıvrıkoğlu da bu yöntemleri tam

tasvip etmiyordu. O yüzden Kıvrıkoğlu'na Kıbrıs'ta suikast yapılmıştı. 1999 sürecinin başlamasından 2002 yılına kadar

Kıvrıkoğlu ve Ecevit döneminde burada benimle devlet adına çeşitli görüşmeler yapıldı. Sadece 10 günlük sorgu

sürecinden bahsetmiyorum. 2002'ye kadar uzun bir süre devlet yetkilileri, gelip benimle görüşüyordu, fikir alış verişinde

bulunuyorduk. Bu dönemde görüşmeye gelenler arasında askeri, sivil ve istihbari görevliler vardı. 2002'de bu görüşmeler

aniden kesildi. Ecevit'in de o dönem tutumu iyiydi, iç çözümü geliştirmeye dönük çabaları vardı, bir rol almak, inisiyatif

almak istiyordu. Yine ABD müdahalesine karşı duruşu vardı. Bu nedenlerle tasfiye edildi, ölümü hala tartışılıyor.”

2002’DEN SONRA YENİ KONSEPT BAŞLADI

“1985'te bu şekilde başlayıp devam eden süreç, 1999'da benim buraya getirilmem ve GLADİO-JİTEM’İN

uyguladığı uluslar arası konseptin iflas etmesine kadar sürdü. Bundan sonra yeni bir dönem başladı. Bu yeni dönem

aslında tam olarak 2002'de başladı. 1999-2002 arası bir ara dönemdi. Yeni dönem önemlidir ve iyi anlaşılması gerekir,

2002'den sonra yeni bir konsept başlamıştır. Bu yeni dönemin-konseptin merkezi Londra-Washington'dur, planlar burada

yapılıyor. Tam da bu süreçte, yani 2002 yılından itibaren burada süren yoğun barış çabalarımız sonucunda sağlanan

çatışmasızlık ortamına rağmen PKK'nin tüm Avrupa Birliği ülkelerinde ve ABD'de terör örgütü listelerine alınması tesadüf

değildir. Bu durum yeni konseptin uygulayıcılarının ABD ve Avrupa ülkeleri olduğunun bir başka göstergesidir. Bu

noktada geçmişi hatırlamakta fayda var.”

İNGİLİZ POLİTİKALARI

“Kürt sorunun Cumhuriyetin kuruluşundan beri çözümsüz kalması ve kangrenleşerek bugüne kadar gelmesinde

İngiliz politikaları belirleyici olmuştur. Mustafa Kemal'in etkisizleştirilmesinde de İngiliz politikaları etkili olmuştur. Aslında

Mustafa Kemal'in tavrı cumhuriyetin ilk yıllarından 1924'e kadar olumluydu. Kürtler için geniş bir muhtariyetten, yani

özerklikten bahsediyordu. Bu, bizim demokratik özerklik dediğimiz şeyin ta kendisidir. Hatta biliniyor 1924 yılı başlarında

İzmit konuşmasında bunu açıkça ifade etmiştir. Fakat daha sonra İngiliz politikaları devreye konularak işte bu Musul-

Kerkük hesapları temelinde Şeyh Sait ayaklanmasını zamansız ve örgütsüz haldeyken bir provokasyonla başlatıp,

kullandılar. Bu şekilde Mustafa Kemal'i korkutarak sert önlemler almasını sağladılar. Bu sert önlemler 1940'a kadar

devam etti.”

AÇILIMDA İKİ YÖNTEM: SİYASİ TASFİYE VE TAVİZ POLİTİKASI

“Günümüzde yani 2002'den sonra yine bu merkezlerin desteğini de alarak iktidara gelen AKP hükümetiyle

birlikte yeni konsept uygulamaya konulmuştur. Yöntemler değişmiştir. Artık orduya-askere dayalı GLADİO-JİTEM yerine

daha çok sivil polislerin yani emniyetin koordinesinde, daha doğrusu bu polis akademisi olarak nitelenen çevrenin -yalnız

bir okul olarak kastetmiyorum bunun basında da siyasette de üniversitelerde de kısmen bazı askerler olmak üzere geniş

Page 153: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

çevrelerde temsilcileri var- öncülüğünde bu yeni konsept uygulanıyor. Bilindiği gibi açılım ilk bu akademi çevresinde

ortaya atıldı. İlk çalıştay bu akademide yapılmıştı. Bu demokratik açılım dedikleri de bu konsepte dahildir. Bu konsepti

yürütenler iki yöntem kullanıyorlar. Bir yandan Kandil'in siyasi soykırım dediği benim siyasi tasfiye demeyi daha uygun

bulduğum yöntemle özgürlük mücadelesinden vazgeçmeyenleri, legal siyaset yapıp teslim olmayan Kürtleri, özgürlük

mücadelesini sürdürenleri içeri tıkıyorlar. İkinci yöntem olarak da benim “taviz politikası” diye adlandırdığım yöntemi

kullanıyorlar. Her iki yöntem iç içe birbirine paralel uygulanıyor.”

SİYASİ TASFİYE YÖNTEMİNDE KCK ÖRNEĞİ

“Birinci yöntem olarak siyasi tasfiye yöntemine en iyi örnek KCK davasıdır. Akıl almaz bir şekilde iki bin kişiyi

sudan sebeplerle cezaevine koydular. Geçmişte JİTEM’in uyguladığı yöntemleri, faili meçhulleri yerine “hukuku”

kullanarak siyaseten tasfiye ediyorlar. Bunu çok acımasızca ve yaygınca yapıyorlar. Ağzını açanı, bir söz söy leyeni içeri

alıyorlar. Demokratik siyaset yapma hakkı tanımıyorlar. Öte yandan bu yeni konsepte direnen ve eski konseptte ısrarcı

geçmişteki GLADİO-JİTEM yönteminin taraftarlarını da Ergenekon davasıyla içeri alıyorlar. Evet, Ergenekondan

yargılananlar 1999'a kadar uygulanan JİTEM konseptinden vazgeçmeyip yeni konsepte direnenlerdir. Geçen bir yerde

okudum, Ergenekonla yeni konsepte karşı çıkanları içeri alırken, KCK tutuklamalarıyla da Kürt legal, demokratik

siyasetini tasfiyeyi kendilerince bir denge içinde yürütmeye çalışıyorlar. Şimdi Ergenekon sürecinde ortaya çıkan

belgelerden de anlaşılıyor ki, ordu içinde o dönem Hilmi Özkök, bu yeni konsepti kabul edenlerdendir. Ondan sonra

gelen Büyükanıt ve Başbuğ'un ikili oynadığı anlaşılıyor. Bu diğer basında yer alan İbrahim Fırtına onların içinde yer aldığı

yedi general ise 1999 öncesi konsepte direnen yeni dönem konseptine karşı çıkan isimler olduğu anlaşılıyor. Yine Baykal

da '99 öncesi konsepte dahildir, bundan dolayı yeni konsept sürecinde tasfiye edildi ve yeni konsepte uygun Kemal

Kılıçdaroğlu getirildi. Bu yeni konsept uyarınca 2002'deki süreçten itibaren bir yandan Güney'deki oluşum üzerinden KDP

ve YNK'yi de kullanarak PKK'yi Kandil'de tecrit edip kendi güdümlerine almaya çalıştılar. Bu kapsamda işte Osmanların-

Botanların nasıl kullanıldığını halkımız iyi biliyor. O zaman bizim de müdahalemizle ve halkımızın sağlam duruşuyla bu

girişimleri sonuçsuz kaldı. Öte yandan da DTP'yi kendilerine bağlamaya çalışmak istediler. DTP'nin de sağlam duruşuyla

yanlarına çekmeyi başaramadılar kapattılar. Bunların hepsi siyaseten tasfiye yöntemleriydi.”

TATLISES OLAYI PLANLI KOMPLO

“İşte bugün yaşananlar da dahil olmak üzere bu aydınları tehdit etme meselesi, Bengi'nin Sebahat'in meselesi,

sonra bu türkücü Tatlıses olaylarının hepsi planlıdır, tahrik yöntemi kullanılarak sivil polisler eliyle provokasyon

yaratılıyor, bunların hepsi planlı komplolardır.”

KİMSEYİ TEHDİT ETMİYORUZ

“Daha önce de söyledim biz buradan kimseyi tehdit etmiyoruz, kimse hakkında ölüm kararı vermedim, vermem

de. Bizde böyle bir gelenek yok. Bu aydınlar meselesinin bu şekilde ortaya çıkarılarak büyütülerek sunulması tesadüf

değildir, planlıdır. Daha başka bazı isimleri de davet ediyorlar. Ben kimseye gelmeyin de demiyorum. Ama amaç BDP'ye

karşı kendilerine bağlı yapay bir Kürt partisi oluşturmaktır. İşte bu marjinalleşmiş, etkisi olmayan federasyonu savunan bu

partilere izin vererek, sözümona “işte herşey tartışılıyor, konuşuluyor, çözülüyor,” diyecekler. BDP'ye yönelik KCK adı

altında tutuklamalarla legal siyaset alanında doğacak boşluğu bunlarla doldurmak istiyorlar. Bazı partileri bu temelde

yeniden canlandırmak istiyor olabilirler. Buna bazı isimleri de katmak istiyorlar. Bunların bu çabalarının hepsi boştur.

Eğer gerçekten demokratik çözümden yanaylarsa, dürüstlerse, katkı sunmak istiyorlarsa, buyursunlar gelsinler. Kürtlerin

ortak siyasi platformlarında, DTK'da kendi farklı düşüncelerini özgürce ifade edebilirler. HAK-PAR ve KADEP de gelip

DTK'da kendilerini temsil edebilirler. Hatta Hizbullah'ın çözüm isteyen samimi kesimleri de gelip DTK'da sorunun

çözümüne katkı sunabilirler. Çünkü DTK bütün Kürtler için bir şemsiye ve çatıdır. Kürtler DTK bünyesinde; diğer sol,

sosyalistler, ezilenler, dini azınlıklar, emekçiler, feministler, çevreciler, tüm demokrat grup ve çevreler ise Demokratik

Anayasa Konferansı çerçevesinde bir araya gelip, demokratik anayasa çözümü için çalışmalılar. Demokratik Ulus Bloğu

da demiştim. 1920'lerden bu yana cumhuriyetten dışlanan kesimlerin bloğudur bu. Bu belirtiklerimi sadece seçime dönük

olarak ifade etmiyorum, bu yaklaşımımız ilkesel ve stratejiktir. Aydınların, demokratların, sosyalistlerin bunu bilerek bu

tarihi süreçte rol almaları gerekiyor. Bunun tarihi sorumluluğu vardır, bu sorumluluğa uygun davranmalılar.”

TAVİZ POLİTİKASI, TRT 6…

“Yeni dönemin-konseptin siyasi tasfiyeyle birlikte uygulanan ikinci yöntemi de taviz politikasıdır. Bir yandan bu

tasfiye için her tür şiddet uygulanırken öte yandan sözde atılan küçük adımlarla, Kürtçe kurslara, Kürtçe türkü şarkıya izin

vererek, TRT-6'i kullanarak sorunu çözdük diyorlar! Onlara göre çözüm bundan ibaret. Yeni Şafak'ta hergün bu temelde

“sorunu çözdük, Kürt meselesi bitti” diyorlar. Diğer bazı gazetelerde de bazı yazarlar sürekli konuyu bu şekilde ele

alıyorlar. Oysa Kürt sorunu hala dağ gibi önümüzde duruyor. Bu aydınlar da bu taviz politikalarına, bu oyuna alet

oluyorlar. Ben bu politikalara alet olmalarını eleştirince de “tehdit etti” diyorlar. Ama halk her şeyi görüyor.”

“Bu konseptin uygulayıcılarına ve AKP'ye göre aslında bu iş 2010'da seçim öncesinde seçimler başlamadan

halledilecekti, seçimlere de böyle gidilecekti. Planlama buydu. Bizi tasfiye edip kendine bağlı Kürtlerle çözüm

geliştireceklerdi güya. Gördüler ki bizi tasfiye edemediler. Kürt sorunu da önlerinde duruyor. Bu noktada önemle şu

hususu belirtmek istiyorum: bana altın tepsi içinde bir devletçik sunsanız bile ben bu şekilde asla kabul etmem. Çünkü

Page 154: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

ilkesel olarak devletin, ulus-devletin bir çözüm olmadığını biliyoruz. Demokrasiyi, demokratik anayasal çözümü esas

alıyoruz. Ben demokratik çözümden yanayım diyorum.”

AKP’Yİ UYARIYORUM, ARTIK BU PROVOKASYONLARDAN VAZGEÇ!

“AKP'yi uyarıyorum, artık bu provokasyonlardan, komplolardan vazgeç. Aydınların sözde tehdidi meselesinin

sürekli gündemde tutulması, halka yapılan saldırılar, devam eden tutuklamalar, işte bu Bengi ve Sebahat'a ilişkin olaylar,

son olarak bu Tatlıses olayı, bunların hepsi polis tarafından hazırlanan provokasyondur, komplodur, planlıdır. Bizim

türkücülerle Tatlıses’le ne işimiz olur? Önce saldıracaksın, tahrik edeceksin, sonra da yok işte taş attı, tokat attı diye

kıyamet koparacaksın! Sen bir milyonluk ordunla 30 yıldır bu halka soykırım uyguluyorsun, katlediyorsun, her türlü şiddeti

uyguluyorsun, hapsediyorsun, bu ağır saldırı ve tahriklere karşı bir taş-tokat atıldı diye ortalığı ayağa kaldırıyorsun. Bu

ahlaksızlıktır. Ben zaten gerillanın önüne zor geçiyorum. Ben önüne geçmezsem günde 1500 insan ölür. Devletin ciddi

kurumlarına sesleniyorum, ciddi olsunlar, halka yapılan bu saldırıları durdursunlar. Bu yapılanlara engel olsunlar.”

Öcalan, kendini yakma eylemlerine de değinerek, bunların engellenmesini istedi: “Avusturya'da yaşayan

Elbistanlı Hüseyin Çetinkaya Newroz günü bedenini ateşe vermiş. Çok anlamlıdır. Elbistan'daki asimilasyona karşı

gerçekleştirdiği bir eyleme benziyor. Özellikle asimilasyonun yoğun olarak uygulandığı Elbistan'dan birisinin böyle bir

eylem gerçekleştirmesini çok önemli buluyorum, asimilasyona karşı bir cevaptır. Bu yönüyle daha da anlam kazanıyor.

Elbistan ve benzer asimilasyonun yoğun uygulandığı bölgelerdeki halkımız Hüseyin arkadaşımızın verdiği mesajı iyi

anlamalıdır. Bunlar anlam-mana olarak çok değerli eylemlerdir. Bu eylemleri ben kahramanlık olarak görüyorum, bu

arkadaşlar birer kahramandırlar. Bu eylemlere çok değer veriyorum, çok önemsiyorum, anlamlı buluyorum ama bu

yöntemi tasvip etmiyorum. Bu tür eylemler yöntem haline gelmemelidir. Bu tür eylemlere engel olunmalı, önüne

geçilmelidir. Daha önce Diyarbakır'da Mustafa Malkoç ve Adıyaman'da Müslüm Doğan arkadaşlar da bedenlerini ateşe

vermişlerdi. En son dört gerilla da bedenlerini ateşe vermiş. Bunlar yöntem olmamalı, özendirilmemeli, başka eylem

biçimleri geliştirmeliler. Onların yaptığı kahramanlıktır ama onlar asıl bedenlerini ateşe vererek alevlendireceklerine,

kendilerini yakacak duruma getirenlere karşı etkin ve farklı mücadele yöntemleri geliştirmelidirler. Anılarının önünde

saygıyla eğiliyorum. Hiçbirimiz, ben dahil hatta hepimiz bu arkadaşlar kadar olamayız. Ben daha önce Diyarbakır'daki,

Malatya-Adıyaman'daki kendini yakan arkadaşlarla ilgili olarak da söylemiştim, bu eylemleri değerli bulmakla birlikte bu

tarzı tasvip etmediğimi belirtmiştim. Bu eylem ve irade gücüne büyük saygı duyuyorum ama bu iradenin bu tarzda değil

de mücadeleyi büyütmenin birçok yöntemi, biçimi yönünde değerlendirilebilmelidir.”

Öcalan son olarak, Diyarbakır ve Van halkına selamlarını iletti.

Görüşme Notları:

İtaatsizlik sonuç alınıncaya kadar sürebilir

PKK lideri Abdullah Öcalan, ölümleri durdurmak için demokratik çözümde ısrarlı olduklarını belirterek, sivil

itaatsizlik eylemlerinin “sonuç alınıncaya kadar, çözüm gerçekleşene kadar devam edebileceğini” söyledi. Öcalan, Kürt

yönetmen Yılmaz Güney’e ilişkin de ilk kez bir anısını paylaştı.

Alınan bilgilere göre Öcalan, haftalık olağan görüşmesinde gündemdeki konuları değerlendirdi. Öcalan sağlık

sorunlarının sürdüğünü belirterek, “Sağlığım konusunda, gözlerim ağrıyor, akıntı ve yaşarma bir türlü durmuyor. Niye bu

kadar ağrıdığını bilmiyorum. Kitap okumakta zorlanıyorum. Sanırım farklı bir sorun var. Damla verdiler fakat bir işe

yaramadı, geçmedi. Sürekli temizliyorum, bu nedenle tahriş oluyor” dedi.

SURİYE’DEKİ KÜRTLER SÜRECE DAHİL OLABİLİR

Suriye’deki gelişmeleri ve konu hakkında KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın açıklamalarını

değerlendiren Öcalan şöyle dedi: “Karayılan, Beşar Esad'ın reform yapacağız sözünün yeterli olmadığını, Kürtlerin

Suriye'de ayaklanması halinde Arap ayaklanmalarından çok daha güçlü bir ayaklanma olacağını söylemiş. Doğrudur,

Page 155: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Arap ayaklanmalarından daha güçlü olur, Kürtler örgütlüdürler. Bu noktada halkı hazırlamak önemlidir. Suriye'deki

halkımız bu süreci iyi değerlendirebilir. Bu sürece müdahil olabilir. Suriye Kürtlere karşı düşmanlık yapmaz herhalde.

Suriye'deki halkımızın vatandaşlıklarının verilmesi de önemli. Orada demokratik örgütlenmelerine izin vermeleri önemli.

Demokratik bir uzlaşma sağlanabilir. Beşar Esad da demokratik adımlar atabilir, Suriye'nin böyle bir ihtiyacı var. Bu

adımları atıp babasının anısına da layık olmalıdır. Buna ilişkin bir açıklama da yapacak galiba. Umarım orada bazı

adımlar atılıp demokratik bir çözüm gelişmesinin önü açılır.”

ÇADIR EYLEMLERİNİN NE KADAR SÜRECEĞİNE HALK KARAR VERİR

Öcalan, çadır eylemleri için de şunları dile getirdi: “Demokratik Çözüm İçin Çadır eylemleri demokratik

eylemlerdir. Aydınların ziyaretleri de gerekli ve olumludur. Çadır eylemi, sivil bir eylemdir, demokratik bir eylemdir,

anayasal bir haktır. Kimse buna karşı da çıkamaz. Öyle taşa, sopaya da gerek olmadan, demokratik hak çerçevesinde

bu haklarını kullanabilirler, bu eylemliliklerini sürdürebilirler. Cumhurbaşkanı da anayasal bir hak olduğunu söylüyor. Sivil ,

demokratik hak çerçevesinde bu eylemlerini devam ettirebilirler. Hükümet de bu çadır eylemlerine müdahale etmemelidir,

bu eylemleri bu çerçevede görmelidir. Başka türlü, gençler ölsün daha mı iyi? Biz kimse ölsün istemiyoruz. Biz ölümleri

durdurmak için demokratik çözümde ısrar ediyoruz. Bu çadır eylemlerinin ne zamana kadar süreceğine de halk karar

verecektir. Sonuç alınıncaya kadar, çözüm gerçekleşene kadar devam ettirebilirler. Zaten dört taleplerini de kendileri

belirtiyorlar. Bu çadırlar, çadır platformları demokratik siyaset akademisine çevrilebilir, orada halkımız aydınlatılabilir,

halkımızla tartışılır, oynanan oyunlar, halka karşı geliştirilen politikalar konusunda bilinçlendirilebilir. Halkımız buraları

sorunlarını tartışma ve çözme platformuna dönüştürebilirler. Bu çadır platformları halk akademileri haline getirilebilir.”

SEÇİMLER DE SÜRYANİ ADAYA DA YER VERİLMELİ

Yaklaşan seçimleri değerlendiren Öcalan şu mesajları verdi: “Seçimlerde demokrat adayların gösterilmesi, şu

açıdan önemli; Türkiye'deki faşist odaklar bununla geriletilebilir. Yaratılmak istenen bir Kürt-Türk savaşının önüne bu

birliktelikle geçilebilir. Adaylar arasında bir Süryani adaya da yer verilebilir. Süryanilerin bölgede, Midyat'ta tarihsel

bağları var. Zahferan'da dini merkezleri var. Oradaki diğer kesimleri de temsil edebilirler.

Seçim konusunda mühendislik hatası yapılmamalıdır. Böyle matematik hesap yanlışları olmamalıdır. Dengeli bir

dağılım gerçekleştirilmeli. Adaylarda yetenek, yeterlilik ve etkinliği olmasına dikkat edilmelidir.”

İRAN ÇOK TEHLİKELİ

Öcalan, İran’da Newroz sonrası yaşanan gözaltılara dikkat çekerek, İran rejiminin çok tehlikeli olduğunu söyledi

Öcalan şöyle dedi: “İran'da Newroz sonrası gözaltı ve tutuklamaların gerçekleştiği belirtiliyor. Tahminen yüzlerce kişi

vardır, belki de bin kişi olabilir. İran çok tehlikelidir, çok dikkat edilmelidir. Gerekirse oradaki insanlar dağlara sığınabilir,

Irak tarafına geçebilirler. Oradaki dağlarda barınabilirler. İran bu dönemde kötü rol oynayabilir. Buna ilişkin her türlü

tedbirlerini almalıdırlar.”

MAHİR ÇAYAN’LA GÖRÜŞMÜŞTÜM

30 Mart Kızıldere katliamı nedeniyle de bir mesaj vren Öcalan şunları belirtti: “30 Mart Kızıldere katliamının da

yıldönümüdür. Büyük bir değer biçiyorum. Ben, Mahir Çayan'la da görüşmüştüm. Onun ağzından duymuştum,

mücadelesi halkların ortak mücadelesidir. Ayrıca Deniz Gezmiş'in idama giderken söyledikleri de var. Kızıldere eylemi

Denizlerin idamını engellemek içindi. Sol'un sosyalistlerin ders çıkarması gerekiyor. Bu bir Birleşik Cephe eylemiydi. Kırk

yıldır bu mücadele devam ediyor. Benim ilk tutuklanma tarihim de Kızıldere olayından sonradır. Mahir Çayanlarla ilgili

bildiri dağıtma nedeniyle tutuklanmıştım. Kızıldere olayı bizim bu mücadelede kararlaşmamızda önemli bir rol oynamıştır.

Ben son savunmamda ayrıntılı bir şekilde bunları ele aldım. Onların başlattığı, bizim de kırk yıldır devam ettirdiğimiz

Page 156: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

mücadele Kürt ve Türklerin, halkların birliği ve özgürlüğü mücadelesidir. Çayanların başlattığı mücadele tarihi önemdedir

ve bizlere, yolumuza her zaman ışık tutacaktır. Bizzat onun ağzından duydum; çözümü, kurtuluşu, Kürt-Türk demokratik

birliğinde görüyordu.”

NEWALA QESABA EYLEMİ

Öcalan, ilk toplu mezar yeri olarak bilinen Newala Qesaba’ya yapılan yürüyüşe de değinerek, yürüyüşe

katılanları kutladı. Öcalan şunları söyledi: “Newala Qesaba yürüyüşüne katılanları da kutluyorum. Bu vesileyle Agit ile

ilgili şunları belirtmek istiyorum. O, mücadelemizin değerlerine, ilkelerine çok sadıktı. O, gerçek bir halk önderiydi. 1985'te

onu gitmeye ben hazırlamıştım, bizim belirlediğimiz esaslar çerçevesinde gitti. Dörtlü Çete'yi ilk fark eden, onlara karşı ilk

ciddi tepkiyi gösteren, karşı koyan oydu. Ölümü de bu tavrıyla bağlantılıdır. Onu da burada saygıyla, sevgiyle anıyorum.

Agit için Nevala Qesaba'da bir anıt mezar yapılabilir. Kemikleri bulunursa bu anıt mezara konulur. Ama bulunmasa da

sembolik olarak bu anıt mezar yapılabilir. Orada gömülen diğer arkadaşlarımız, yurtseverler için de mezarlar

yapılmalıdır.

Öcalan kendini yakma eylemlerini de değerlendirerek, bu yöntemi benimsemediğini vurguladı: “Kendini yakan

arkadaşlarla ilgili bir iki hususu belirteyim. Bu arkadaşların eylemleri fedai eylemliliklerdir. Kendini davaya adamışlıktır.

Büyük bir fedakarlıkla bu eylemleri yapmışlardır. Diyarbakır'da Mustafa Malçok, Adıyaman'da Müslüm Doğan'ın eylemleri

yüksek fedai eylemleridir. Aynı şekilde Vedat Acar'ın eylemi de bu çerçevededir. Ancak daha önce bu yöntemi

benimsemediğimi belirtmiştim. Yine belirtiyorum, bu yöntemlere gerek yok. 1980-90'lardaki bazı fedai eylemlilikler vardı;

ancak Agit'in anısına da, mücadelesine de, değerine de bağlı kalınarak bugün mücadele daha farklı şekillerle, metodlarla

yürütülebilir.”

İDAM TARTIŞMALARI AKP KAYNAKLI

Öcalan çocuk tecavüzleri ve yeniden gündeme getirilen idam konusuna ilişkin şunları dile getirdi: “Çocuk

tecavüzleriyle ilgili birkaç şey söyleyeyim. Sanırım bir siyasi parti bununla ilgili bir gösteri yapmış. Orada çocuk

tecavüzcülerinin fotoğrafları yanında benim fotoğraflarımı da taşımışlar. Bu alçaklıktır, şerefsizliktir. Bunlar benim

fotoğraflarımı da gösterip yine idamdan bahsediyorlar. Bunlar AKP'den yeşil ışık alarak bunu yapıyorlar. Böyle bir şey

olmasaydı, bunlar bunu tek başına yapamazlardı. Halkımız bunu net olarak görmeli.

Bütün bu rahip cinayetlerini de bunlar işlediler. Tecavüze uğrayan bizim çocuklarımız. Bu yatılı bölge okulları

var, biliyorsunuz. Yıllardır Kürtlere yapılan tecavüzler ortada. Kürt çocuklarına yapılan tecavüzler ortada. Bizim çocuklara

yapılan sadece cinsel tecavüz değildir, bu iyi bilinmelidir. Hem tecavüz sadece fiziki-cinsel tecavüz de değildir. Birçok

tecavüz çeşidi vardır. Siyasal tecavüz bunlardan birisidir. Kürtlere her türlü tecavüz çeşidini uyguluyorlar. KCK davası bir

siyasal tecavüzdür. Tecavüz çeşitlerinden biri de ekonomi ve coğrafya tecavüzüdür, Kürtlere ekonomik tecavüz yapılıyor,

o HES'lerle coğrafi tecavüz uyguluyorlar. Kültürel tecavüz uygulanıyor. İşte dil, dilin yasaklanması, dilini kullanma

önündeki tüm engeller bir kültürel tecavüzdür. Fiziki-cinsel tecavüz, bu tecavüzlerden sadece birisidir fakat en aşağılık

olanıdır. Denizli'de işte Kürt kız çocuklarına tecavüz etmişlerdi. Hem Kürt çocuklarına tecavüz ediyorlar, hem Kürtlerin

her tür haklarına tecavüz ediyorlar, hem de kalkıp Kürtleri suçluyorlar. Yani hem tecavüze uğrayansın hem de suçlu

olarak ilan edilensin! Bu çok aşağılık bir durum. Tecavüz eden de ettiren de sensin. Yirmi yıldır sen; Maraş, Sivas, Çorum

katliamlarını yapıyorsun, rahiplerin boğazlarını kesiyorsun, çetelerin, gladyonun adına tetikçilik yapıyorsun, şimdi de

kalkmış bizim aleyhimize çalışıyorsun. Bunların kadroları yıllarca Gladyonun tetikçiliğini yaptılar. Bunun için Florida'da

eğitildiler.

GÜÇLERİ YETİYORSA HEMEN YARIN İDAM ETSİNLER

Page 157: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Ben idamdan da korkmuyorum. Eğer güçleri yetiyorsa hemen yarın idam etsinler. Ben idamdan korktuğum için

değil, demokratik bir çözüm için bugüne kadar burada sabrettim. Ben idam değil de başka şekilde de burada ölebilirim.

Bu, büyük bir komplodur. İşte bu tecavüz olayları kullanılarak tekrar idamın tartışılması bilinçlidir. AKP de bunlara cesaret

veriyor. Burhan Kuzu idama karşı olmadığını söylemiş. Halk da, BDP de bunları görmelidir, bunlara karşı tedbirlerini

almalıdır.”

AYDINLAR MESELESİ ESKİLERE DAYANIR

“Aydınlar” konusunu da değerlendiren Öcalan bu konuda şöyle dedi: “Bu aydınlar konusunda da birkaç şey

belirtmek istiyorum. Bu aydınlar meselesi ta eskilere dayanır. 1985 yılında NATO bize karşı 5. maddeye dayanarak karar

aldı. NATO, iki şekilde çalışır: Biri, merkezi Florida olan Gizli NATO, diğeri Açık NATO şeklinde çalışır. Şu an Libya'da

uygulanan açık NATO'dur. NATO açıkça oraya müdahale ediyor. Bize karşı ise daha çok Gizli NATO çalıştı, çünkü biz

devlet değiliz. 1985'te NATO bu gizli görevi Almanya'ya vermişti. Almanya üzerinden bize karşı kampanyalar, çalışmalar

başlamıştı. O tarihten bu yana bize karşı sahte bir muhalefet geliştirilmeye çalışıldı. 1990'a kadar Almanya üzerinden bu

çalışmalarına devam etti Gizli NATO. 1990'dan itibaren İngiltere devreye girdi. Bize karşı politikaları artık İngiltere

devraldı. İngiltere Tansu Çiller-Güreş ekibini oluşturarak bize karşı büyük bir komploya girişti. Bu büyük komplo

sonucunda Özal tasfiye edildi. Özal iyi niyetliydi. Ama bu büyük komployla tasfiye edildi. Bu büyük bir tasfiyedir. İngiltere,

Çiller-Güreş ekibi üzerinden bize karşı yine bir sahte muhalefet geliştirmeye çalıştı. Planları şuydu; bizi tasfiye ettikten

sonra yerimize, oluşturdukları sahte muhalefeti geçireceklerdi. Bunun toplumsal bir dayanağı-gerçekliği yoktu. Bugünkü

Libya muhalefeti gibi paraşütle sahte bir muhalefet indireceklerdi. Libya'da bugünkü muhalafet de aynen paraşütle

indirilen bir muhalefettir. 1990'lı yılların başındaki komplo ve tasfiye de, 1998'deki komplo da Gizli NATO'nun işidir. Bizim

yerimize bir muhalefet geçirmek istiyorlardı. Burkay bu nedenle o tarihte benim için “o adada cüzzamlı mahkum” diyordu.

Burada cüzzamdan kasıt, kimsenin yaklaşamadığı, tecrit edilen, yani devreden çıkarılandır.

Bu Gizli NATO, Türkiye'de daha çok Gladio-jitem tarzında çalıştı. O dönemin jitemi, jandarma jitemiydi.

2002'den bu yana ise Polis Akademisi eksenli bize karşı komplolar, tasfiyeler yürütülüyor. Önder Aytaç gibileri bu

çerçevede konuşuyorlar, benim idam edilmem gerektiğini de söylemiş. Emre Uslu da yine bu çerçevede yazıyor.

2002'den sonra oluşturulmaya çalışılan konsept de bu polis akademisi çevresinde geliştiriliyor.

TATLISES OLAYI DA BİR KOMPLO

1985'ten 2002'ye oluşturulmaya çalışılan muhalefet bu Gizli NATO-Gladio-jitem ekseninde bize karşı devreye

konuldu. 2002'den sonra ise bu muhalefeti polis akademisi eksenli yürütüyorlar. Bu aydınlar meselesi de burdan çıkıyor.

Yani eskiden jandarma jitemi vardı, şimdi ise polis jitemi var. Adları farklı olsa da bize karşı yürüttükleri politikaların

amacı, zihniyeti aynıdır. Hükümetin bu açılım dedikleri politika da ilk olarak polis akademisinde başladı. Bu politika orada

oluşturuldu. Bunların hepsi o polis akademisinin oluşturmaya çalıştığı politikalar çerçevesinde hareket ediyor. Bunların

hepsi sahte aydındır. Bir etkileri de yok bunların.

Bunlar bu dönemde bize karşı sürekli yeni tarzlarıyla komplolar geliştiriyorlar. Bu Tatlıses olayının da komplo

olduğunu düşünüyorum. Yaralanması komplonun bir parçası olabilir. İşte AKP'den aday olacakmış, mesaj göndermiş,

mesajı okutuluyor. Aydınlarda olduğu gibi sahte bir sanatçı grubu yaratmak istiyorlar Kürtlerden.”

YILMAZ GÜNEY ÖCALAN’A NE DEDİ?

Öcalan bu konuda dünyaca ünlü Cannes Film Festivali Altın Palmiye ödülü sahibi Kürt yönetmen Yılmaz

Güney’e ilişkin bir anısını anlattı: “Yılmaz Güney bizzat bana, Tatlısesle ilgili ‘buna dikkat edin, bunu yerime geçirmek

istiyorlar, böylece sahte bir Kürt sanatçısı yaratmak istiyorlar’ demişti. Yılmaz Güney ile görüştüğümde bunu bizzat bana

Page 158: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

söylemişti. Bu anımı da bu şekilde bir kez daha kamuoyuyla, medyayla paylaşıyorum. Her konser için yüz, yüzelli, ikiyüz

bin lira para istiyorlar. Bir konser için bu kadar para isteniyorsa bu artık sanat değil başka bir şeydir, başka bir şeye

hizmet ediyor. Halkı düşünüyorsan, halka yönelik sanat yapıyorsan o zaman demokratik kongrenin (DTK) sanat

komisyonu var, içinde yer alırsın, uygun şekilde sanatını icra edersin. Burada yer almazsan bir konser için bu kadar para

istersen o zaman halk da seni tecrit eder, izole olursun. Amacın türkü falan söylemek de değil, para kazanmaktır.”

BURASI BİR ÖNDERLİK KURUMUDUR

Öcalan, yürüttüğü görüşmelere ilişkin de bilgi verdi: “Sanırım buradaki görüşmeler merak ediliyor. Bu konuya da

kısaca değineceğim. Bu görüşmeler bilinmelidir. Bu görüşmeler burayla yapılıyor, burası bir önderlik kurumudur. Bunun

gereklerini yapıyorum. Yine burada yapılan görüşmeler burayı bağlar, buradaki görüşmeleri ne KCK, ne BDP, ne DTK,

ne de Türk Solu adına yapıyorum. Ne ben ne de burada yaptığım görüşmeler tam anlaşılmıyor. Yine KCK de,

Avrupa’dakiler de, BDP de beni yeterince anlamıyor. Sürekli benden bir şeyler bekliyorlar. Bütün sorumluluğu bana

bırakıyorlar. Neyin nasıl yapılması hususunda savunmalarımda olabildiğince destek sundum. Ama hala benden pratik

anlamda sorumluluk bekleniyorsa, bu yanlıştır. Çadır olayını bile bana bağlıyorlar. Ben bu görüşmeleri önderlik kurumu

adına yapıyorum. Burada benim şahsım önemli değil, önemli olan önderlik kurumudur. Burası bir önderlik kurumudur.

Burayla yapılan görüşmeler de bu kapsamda yapılıyor. Bunun bu şekilde anlaşılması gerekiyor. Ben önderlik olarak

sorunlar için ön açıcı oluyorum. Görüşmeye gelenler de benim bu önderlik konumumu bildikleri için gelip benimle

görüşüyorlar.

BDP DE KENDİ ADINA GÖRÜŞMELER YAPABİLİR

BDP de kendi adına görüşmeler yapabilir. Devletle görüşmeler, diyaloglar gerçekleştirebilir. Zaten zaman

zaman yapıyorlardı. BDP, KCK'den farklı bir yapılanmadır. Legal alanda siyasi örgütlülüğünü, siyasi faaliyetlerini yürütür.

BDP mutlaka kendi yerel önderliklerini oluşturmalıdır bu dönemde. Yaptıkları diyalogları da kendi adına yapabilir. Kendi

çözüm yöntemini, kendi programını, projelerini, parti programlarını nasıl uygulayacaklarına da kendileri karar verirler.

Mesela bu çadır olayı tam da BDP'nin işidir. Demokratik Blok çalışmasını yürütebilirler.

Aynı şekilde DTK da halkımız adına, kendi temsiliyeti adına devletle görüşmeler yapabilir. Temsil gücünü

kullanırlar. Ama bu da onların kendi programıdır, bunu da kendi adına yapar. DTK, aydınlarla birlikte çalışmalı ve

görüşmeler yürütebilmelidir. Yine Avrupa’dakiler bu yönlü çalışmalıdırlar. BDP, DTK, KCK kendi rollerini iyi oynamalı,

kendilerini çözüm için ve kendi projeleriyle ortaya koymalıdırlar. Demokratik çözüm için devletin takınacağı tutum,

önümüzdeki bir kaç görüşmede netleşebilir.”

Öcalan son olarak şunları belirtti: “Malatya cezaevinden, bana ulaşan bir mektup var. İlginç ve güzel bir

mektuptu. Çok ve özel selamlarımı iletiyorum, çalışmalarına devam etmelidirler. Adıyaman cezaevinden gelen bir mektup

var, selamlarımı iletiyorum. Diğer cezaevlerinden, Van, Bitlis, Muş cezaevlerinden gelen mektuplar var, hepsine

selamlarımı iletiyorum. Batman gençliğine ve Batman halkına da selamlarımı iletiyorum.”

Page 159: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

Bu son şans!

“Devlete ve Türk halkına” seslenen PKK lideri Abdullah Öcalan, yürüttüğü görüşmelerin tarihi sonuöçları

olabileceğini belirterek, “Demokratik anayasal çözüme şans vermelidir. Çünkü bu onların da son şansıdır... Demokratik

anayasal çözüm gelişmezse kendiliğinden topyekün savaş dönemi başlar. Kızılca kıyamet kopar. O zaman sözün bittiği

zamandır” dedi. Öcalan, “Seçimden sonra hükümet fark etmez, ister şimdiki hükümet olsun ister sonraki hükümet olsun

tutumları netleşecektir. Birkaç ay var önümüzde. Bu aylar demokratik anayasal çözüm için son şanstır” diye ekledi.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın haftalık olağan görüşmesinde önemli açıklamalarda bulunduğu öğrenildi. Öcalan,

Demokratik zeminde Kürt sorunu çözülmezse, “varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama savaşının” gündeme geleceği

konusunda uyardı.

HALFETİ’YE GİDEN HALKIMIZI SELAMLIYORUM

62. doğum günü vesilesiyle yapılan etkinlikleri değerlendiren Öcalan şunları söyledi: “4 Nisan vesilesiyle

kutlamalar yapan, eylemde bulunan, Halfeti'ye, köyümüze giden halkımızı selamlıyor, teşekkür ediyorum. Oraya ilişkin

anılarım çoktur. Orada üzerimizde emeği olanlar var, bunları unutamayız. Onlara borçluyuz. Onların ve halkın emekleri

olmasaydı bu noktada olmazdık, bugünleri göremezdik. Böyle her yerde pek çok değer ailesi var, ancak bu tür aileler

yalnız kalabiliyor; kıyıda, köşede sahipsiz bırakılıyor. Oysa gidip onlarla tartışılabilir, yeni süreç kavratılabilir. Yeni süreç

kavratılmalıdır. Bu tip aileler Diyarbakır'da da var. Bu tür ailelere sahip çıkmak, onlarla buluşmak gerekiyor. Yalnızlıkları

paylaşılmalıdır. BDP, DTK böylesi ailelere sahip çıkabilir. Bu ailelere sahip çıkmak sosyal bir iştir. Biz siyasallaşmadan

bahsetmiyoruz, burada bahsettiğim siyasallaşma da değil sosyalleşmedir. DTK bu tarz çalışmaları yürütebilir, asıl bu

DTK'nın görevidir ama DTK kendi görevini tüm boyutlarıyla anlamış değil. Sadece siyaset değil sosyalleşme de

önemlidir. Bu gibi boşlukların neden doldurulamadığını anlamıyorum. Kenara itilme, yalnızlaştırma, unutma, sahipsiz

bırakma gibi yaklaşımlar kapitalist modernitenin yarattığı davranış kalıplarıdır.”

KAPİTALİST MODERNİTE

Kapitalist modernitenin toplumdaki tahribatlarına değinen Öcalan şunları belirtti: “Kapitalist modernite toplumda

ve yaşamda bu ve benzeri tahribatları yaratıyor. Sosyal ağları parçalayan kapitalist moderniteye karşı demokratik

modernite diyoruz. Bunu aynı zamanda toplum modernitesi ya da halk modernitesi diye de adlandırılabiliriz. Bizim

geliştirmeye çalıştığımız demokratik modernite, toplum, halk modernitesidir. Sosyalleşmeye önem verilmelidir. Kapitalist

modernite ya da birtakım pots-modern yaklaşımlar da var. Bunlar anlaşılmadan, bilince çıkarılmadan demokratik

modernite anlaşılamaz. Demokratik modernite, kapitalist modernitenin alternatifidir. Kapitalist modernite hastalıklarından,

tahribatlarından kendini kurtarmadan demokratik modernite yaratılamaz. Bu tarz sosyal çalışmalar, sosyal ağlar yaratma

DTK'nın görevi olabilir. Kapitalist modernite toplumun sosyal ağlarını parçalamaktadır. Bunlara karşı, bu tehlikelere karşı

tarih bilincinin gelişmesi gerekir. Sosyalleşme olgusu iyi bilinmelidir. İşte Ergani Çayönü, kadının ilk toplumsallaşması

burada başlar, neolitiğin beşiğidir buralar, ilk toplumsallaşma buradan başladı ve her yere yayıldı. Hatta bir İngiliz

profesörü Çayönü için “buradan tarihe bakmak muhteşem!” diyor. Bizimkiler bu tarihsel gerçekliğin farkında değil, bir

yüzeysellik, bir bilinçsizlik var. Tabi bu durum üzücü bir durum. Tarihsel bilinç olmadan bu çalışmalar eksik kalır.”

DALKILIÇ İÇİN BAŞSAĞLIĞI

Öcalan, geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybeden BDP PM Üyesi Vakkas Dalkılıç için de başsağlığı

dileğinde bulundu: “Amara yürüyüşü çalışmalarında Vakkas Dalkılıç hayatını kaybetmiş. Hem Vakkas Dalkılıç'ın ailesine

hem de geçen yıl hayatını kaybeden Mahsum Karaoğlan ve Mustafa Dağ'ın ailelerine ve halkımıza başsağlığı diliyorum.

Saygıyla anıyorum.”

SURİYE’DE KÜRTLER KENDİLERİNİ YÖNETMELİ

Öcalan Suriye’de yaşanan gelişmeleri de değerlendirdiğ: “Suriye'de Esad'ın Kürt aşiretleriyle görüşeceğine dair

haberler var. Aşiretlerle değil, orada Kürt örgütleri var, PYD var. Onlarla görüşmelidir. Suriye-Esad demokratik reformlar

yaparsa biz destekleriz. Bu reformlar içerisinde demokratik özerklik gibi idari ve kültürel özerklik hakları tanınabilir.

Mesela belediyeler devredilebilir. Kürtlerin kendilerini yönetmelerinin önü açılabilir. Kimlik hakları tanınabilir. Bu şekilde

yapılırsa destekleriz. Suriye önemli bir ülkedir, dikkate alınmalıdır. Esadlar benim soruna yaklaşım tarzımı bilirler. Bu

şekilde idari ve kültürel özerklik hakları tanınırsa biz de kendilerini destekleriz, oradaki Kürt örgütleri de Suriye'ye destek

olurlar.”

Page 160: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

İYİ HESAPLANIRSA DİYARBAKIR’DA 6 ADAY ÇIKARILABİLİR

Öcalan yaklaşan seçimler konusunda ise şunları söyledi: “Seçimlere ilişkin, iyi hesaplanırsa, hesap hatası

olmazsa, iyi programlanırsa Diyarbakır'da 6 aday çıkabilir. Kürt ittifakı temelinde adaylar da olabilir. Birikimi ve

deneyimleri var. Ama gruba dahil olmaları, grup disiplini içinde olmaları önemlidir. Kendi özgünlüklerini koruyabilir, farklı

partisel görüşleri de olabilir ama grup disiplinine uyma şartı olmalıdır. Yani ittifak çerçevesinde rollerini oynamalıdırlar.

Süryanilik ve Ezidilik de güçlü bir damar ve tarihtir, onların temsiliyeti de önemlidir. Seçim adaylığı partide çalışma içinde

bulunarak, emek vererek, bu işleyişten, bu süreçten geçerek gerçekleşmelidir. Yeni dönem milletvekili adayı olmayanlar

küsmemelidir, çalışmalarına devam etmeliler, örneğin DTK'da yer alabilirler. DTK önemlidir, bu çalışmalara destek

sunabilirler.”

HALK İBADETİNİ KÜRTÇE YAPMAK İSTİYOR

Öcalan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürtlerin çözüm çadırları önünde kıldığı Cuma namazlarına “dine

bölücülük sokuluyor” şeklinde tepki göstermesi konusunda şunları ifade etti: “Başbakan'ın ‘dine bölücülük sokuluyor’

yaklaşımı doğru değil. Halk inancını kendi anadiliyle yaşamak istiyor, inancını, ibadetini Kürtçe yerine getirmek istiyor. Bu

gayet normal bir durumdur. Demokratik Çözüm Çadırları çok önemlidir. Bu çadırlar demokratik siyaset akademileridir,

halkın akademileridir, bir nevi okuldur. Çözüm çadırları Kürtlerin kendi liderliklerini sınayacakları bir alandır. Burada

demokratik önderliklerini sınayacaklar. Bu demokratik çözüm çadırları sonuç alınıncaya kadar devam edebilir. Eğer bu

başarılırsa Kürt sorunu demokratik zeminde çözülür. Demokratik siyaset, demokratik toplumu, demokratikleşmeyi

hedefler. AKP biraz da demokratik çözüm çadırlarından duyduğu rahatsızlıktan dolayı, korkusundan dolayı halka

saldırıyor. Bu haklı, meşru, demokratik bir eylemdir, polis saldırmamalıdır. Demokratik çözüm çadırları halkın sivil

çözümdeki ısrarıdır. Çadır eylemleri yasal, demokratik eylemlerdir. Bu çerçevede olmalıdır, polis saldırmadıkça, şiddet

ortamına prim verilmemelidir. Halkın örgütlenebileceği yerlerdir. İyi işletilirse güçlü sonuçlar alınabilecek eylemlerdir.

Demokratik çözüm çadırları topyekün bir savaşa girmemek için son şanstır. Seçimlere kadar, Haziran'a kadar çözümün

gelişmesinde bu çadırların rolü önemlidir.”

TÜRK HALKINA: BEN DEVLETLE GÖRÜŞÜYORUM

Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu vesileyle Türk halkına da seslenmek istiyorum. Ben devletle görüşüyorum,

bu bilinmelidir. Burada yürüttüğümüz görüşmelerle Kürt sorununun demokratik anayasal çözümünü amaçlıyoruz.

Görüşmelerin nasıl sonuçlanacağı belli değildir. Türk halkı şunu iyi bilmeli, Demokratik anayasal çözümün gelişmesi

demek, şiddet ortamının ortadan kalkması ve demokratik birlik-bütünlüğün demokratik kanallarla sağlanması demektir.

Siz de öyle anlamalısınız. Demokratik birlik-bütünlük, demokratik anayasal çözüm ile sağlanır. Bu görüşmeler böyle

okunmalıdır. Demokratik çözüm gelişmezse herkes kaybeder. Türk halkı bu tehlikeleri görmeli, tarihi rolünü oynamalıdır.

Demokratik anayasal çözüm, demokratik birliği her alanda tesis edecektir. Bu, halk, ulus, devlet olarak da böyledir.”

DEVLETE: BU SON ŞANS

“Devlete de seslenmek istiyorum. Yürütülen görüşmelerin tarihi sonuçları olabilir. Bunu değerlendirmelidir.

Demokratik anayasal çözüme şans vermelidir. Çünkü bu onların da son şansıdır. Bu yönde irade göstermesi, demokratik

geleceğin inşası demektir. Demokratik anayasal çözüm gelişmezse kendiliğinden topyekün savaş dönemi başlar. Kızılca

kıyamet kopar. O zaman sözün bittiği zamandır.”

GERİLLAYA: KENDİNİ SAVUN

“KCK, HPG ve DTK, BDP herkes kendi önderliğini geliştirmek zorundadır. Bu son kayıplar, özellikle Hatay'daki

kayıplar da gösteriyor ki, ortada bir zaafiyet var, boşluk var. Bu kadar deneyim, tecrübeye rağmen hala böyle kayıpların

yaşanması düşündürücüdür. Böyle gerillacılığı kabul etmiyorum. Son kayıplar da gösteriyor ki, ihmalci, kendiliğindenci bir

yaklaşım var. Bu tarz yaklaşımları kabul etmek mümkün değildir. Öncülük rolüne ciddi yaklaşılmalıdır. Halkımızın

beklentilerini kimse boşa çıkarmamalıdır.

Gerilla için meşru savunma esastır. Kimse öyle kurbanlık koyun gibi boynunu ölüme uzatmaz. Seni imha

ediyorsa, vuruyorsa, kırıyorsa, öldürüyorsa sen de kendini savunacaksın. Meşru savunma hakkını herkes kabul eder.

Benim burada imkanlarım sınırlıdır, kimse benden pratik önderlik beklenmemelidir. Ağır hükümlülük koşullarında

yaşamaktayım. Bütün yük benim omuzlarıma yüklenmemelidir. Benim burada yaptığım görüşmeler de yanlış anlaşılıyor.

Ben burada ateşkesi sağlamıyorum. Burada yürüttüğüm görüşmelerde demokratik anayasal çözümü geliştirmek

istiyorum. Demokratik anayasal çözümün gelişmesi durumunda can kayıpları da yaşanmayacak, Kürt sorunu demokratik

zeminde çözümüne kavuşmuş olacaktır.”

KÜRT HALKINA: PRATİK ÖNERİLER AŞAMASINDAYIZ

“Son olarak Kürt halkına seslenmek istiyorum. Ben burada yürüttüğüm görüşmeleri önemsiyorum. Olumlu

sonuçları olabilir olmayabilir de. Pratik öneriler aşamasındayız. Bazı pratik öneriler sundum. Gerçekleşirse olumlu

gelişmeler yaşanabilir. Anlaşılmayan bir hususa değinmek istiyorum. Sanki ben burada ateşkesi sağlamış gibi

görünüyorum, böyle bir algı var. Burada ateşkesi sağlamıyorum, anayasal demokratik çözümü zorluyorum. Burada

yaptığım görüşmeler beni bağlar. Yaptığım bu görüşmelerle BDP ve Kandil’le de diyalog zeminini açıyorum. Kendi

cephelerinde sorunun çözümü için çalışırlar. Ben burada, onlar bulunduğu yerlerde, herkes kendi rolünü oynamaya

Page 161: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

çalışır. Halkımız da kendi örgütlülüğünü güçlendirir, güçlendirmelidir. Bahsettiğim gibi pratik öneriler sundum, bunların bir

sonuca bağlanması için seçimlere kadar bekleyeceğiz. Bu paralelde ben seçimlere kadar meşru savunma temelinde

hareket edilmesini uygun buluyorum. Halkımız ve gerilla güçlerimiz Haziran'a kadar meşru savunma temelinde kendini

konumlandırmalıdır diyorum. Ha üzerlerine gelinmesi durumunda savunma yapabilirler. Bu savunma, etkin savunma

olmalıdır. Bunu söylerken Haziran'a kadar topyekün savaş geliştirilsin demiyorum. Seçimlere kadar savunma temelinde

konumlanabilirler. Ben seçime kadar bu şekilde gidilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu, ateşkes sağlama değildir.”

BU YENİ BİR AŞAMADIR

“Buradakiler benim önderliğimi kabul ederek bu görüşmeleri yapıyorlar. Bu yeni bir aşamadır. Seçimlerden

sonra zaten süreç netleşecektir. Seçimden sonra hükümet fark etmez, ister şimdiki hükümet olsun ister sonraki hükümet

olsun tutumları netleşecektir. Birkaç ay var önümüzde. Bu aylar demokratik anayasal çözüm için son şanstır.”

İKİLİ BİR SAVAŞ

“Demokratik zeminde Kürt sorunu çözülmezse, daha önce 156 sayfalık yol haritasında da belirttiğim gibi –ki hala

güncelliğini korumaktadır- varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama savaşı gündeme gelecektir. Biz istemezsek de böyle

bir aşama söz konusu olduğunda ikili bir savaş verilecektir. Birincisi varlığını koruma savaşıdır. Bu, varlığını sürdürme,

kendini var etme, yok olmama savaşıdır. Kürtler halk olarak soykırım kıskacındadır. Biz soykırım kıskacında varlığımızı

korumaya çalışıyoruz. Varlığını koruma savaşının yanında ikincisi özgürlüğünü sağlama savaşı da yürütülecektir. Bu da

hamlesel bir süreçtir. Bu savaş ikili karakterdedir, iç içe geçmiştir. Böylesi bir savaş da topyekün savaş aşaması

anlamına geliyor. Topyekün savaş aşamasında sana saldırdılar mı öyle anlık değil, gerekirse beş gün topyekün direnilir,

savaşılır. Bu savaş devam eder, bu böyledir. Kırsal da şehir de bu savaşın içine girer. Her yer kendi gücüne ve özgün

durumuna göre öz savunma savaşını yürütür. O zaman herkes üzerine düşen görevini yapar, kendi korumasını alır.

Böylesi bir durumda benim de durumum ne olursa olsun önemli değil, arada olmamın bir anlamı da kalmaz. Ama

topyekün savaş dönemi başlasa bile burada görüşmeler devam eder mi bilemiyorum. Ancak halkımız da topyekün

direnişin yanında kendi demokratik özerkliğini daha önce bahsettiğim yedi boyut çerçevesinde derinleştirerek hayata

geçirmeye çalışmalıdır. Durumun ciddiyeti ortadadır. Tarihi günler yaşıyoruz. Herkes kendini bu döneme göre

konumlandırmalıdır.”

BDP VE DTK ÖNCÜLÜK ROLÜNÜ OYNAMALI

“BDP, DTK de kendi öncülük rolünü oynamalıdır. Onlara da görev düşüyor. Milletvekili olmak istediğin kadar,

buna gösterdiğin çaba kadar halka sahip çıkmaya çalışıp, ona öncülük etmelisin. Halkına sahip çıkmayacaksın, öncülük

etmeyeceksin ama ben milletvekili olacağım diyeceksin. Bu şekilde olmaz, bu şekilde öncülük yapılmaz. Halka bağlılık,

halkçılık oldukça zayıf. Sorun, yarı-seçkincilik sorunudur. Yarı seçkincilik, yarı-aydın durumudur.”

7 GERİLLA AİLESİNE BAŞSAĞLIĞI

“Operasyonlarda hayatını kaybeden 7 gerillanın ailesine ve halkımıza başsağlığı diliyorum, selamlarımı

söylüyorum. Bu kayıplar bizim değerlerimizdir. Her zaman anılmalı, yaşatılmalıdırlar.”

“Yine cezaevinden mektuplar aldım. Birçok ağır hasta var. Başta ağır hasta arkadaşlar olmak üzere tüm

cezaevlerindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Diyarbakır E ve D Tipi cezaevlerinde kalan arkadaşlara, Amed ve

Dicle halkına selamlarımı iletiyorum. Yine Dersim'e selamlarımı gönderiyorum. Kadın özgürlüğünü toplumsal özgürlük

olarak görüyorum. Bu temelde çalışmalarını geliştirmeliler. Kadınlara bu düşüncelerle selamlarımı iletiyorum. Özgür

Gündem gazetesine de yayın hayatında başarılar diliyorum.”

Görüşme Notları:

15 Haziran'dan sonra erteleme olmayacak

PKK lideri Abdullah Öcalan, KCK’nin “savunma pozisyonunu” 15 Haziran’a kadar uzatma kararına dikkat

çekerek, “15 Haziran'dan sonra herhangi bir erteleme ya da uzatma durumu sözkonusu olmayacaktır. Bu nettir. 15

Haziran son tarihtir.” dedi. Öcalan, Anadolu’yu Vermeyeceğiz yürüyüşü ile sivil Cuma namazlarını da desteklediğini

belirtirken, barışçıl eylemlerin 15 Haziran’a kadar sürmesi çağrısında bulundu.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın haftalık olağan görüşmesinde, eylemsizlik sürecine ilişkin önemli açıklamalarda

bulunduğu öğrenildi. Sağlık sorunlarına da değinen Öcalan, “Gözlerimdeki yaşarma zorluyor. Ancak biraz azaldı halde

Page 162: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

devam ediyor. Buranın hava koşullarının da olumsuz etkisi var. Yine kaldığım hücre kuyu etkisi yapıyor. Sadece gözlerle

ilgili değil nefes alma konusunda da çok zorlanıyorum” dedi.

TÜM ANNELERE SELAM

Tüm annelere selamlarını gönderen Öcalan, “Ali Haydar Kaytan ve Rıza Altun'un anneleri başta olmak üzere

tüm annelere sevgi, saygı ve selamlarımı iletirsiniz. Rıza Altun'un annesi rahatsızmış, kendisine geçmiş olsun dileklerimi

gönderiyorum. Ayrıca Avrupa'daki bütün kadınlar ve gençlerimize selamlarımı iletiyorum” diye belirtti.

AVRUPA’DAKİLER ÜLKE BAĞLILIKLARINI HEP SÜRDÜRMELİ

Avrupa’da açılan Mezopotamya Sosyal Araştırmalar Akademisi’ne dikkat çeken Öcalan, şu mesajları verdi:

“Belçika'da Mezopotamya Sosyal Araştırmalar Akademisi açıldığını duydum. Bu akademiler önemlidir, daha önce de

defalarca vurgulamıştım. Sadece ideolojik-siyasi eğitim değil, ekonomi, sosyal, kültür, tarih konusunda da eğitim

verilmelidir. Avrupa'daki gençliğin kendini koruyabilmesi, savrulmaması adına da bu Akademiler yararlı olacaktır.

Avrupa'da kapitalizmin, burjuvazinin göbeğinde yaşıyorlar, orada yaşam zordur. Gençlerin özellikle kendilerini iyi

korumaları gerekir. Aksi taktirde çok kolay ayakları kayabilir. Ülkeye dönme duygularını hep diri tutmalıdırlar. Hiçbir

zaman unutmamalı, ülkeye bağlılıklarını hep sürdürmelidirler. Orada sıradan basit hayatlar kurabilirler ama bu onları

bitirebilir, benim tarzım bu değildir. Eğer bir davaya inanıyorsanız, bir halkın davasını yürütecekseniz bir öncelik

sıralamanız olması gerekir. Benim için bu böyledir. Ben halkım için herşeyden vazgeçtim, benim için başka hiçbir şeyin

önemi yok. Ölünceye kadar Kürt halkının haklı mücadelesi için direneceğim. Benimle birlikte yürüyecek olanlar bunu

böyle bilmeliler ve buna göre benimle yürümeliler. Yoksa istiyorlarsa kendi bildikleri yoldan gidebilirler. Ama bu davaya

inanmışlarsa, birşeyler yapmak istiyorlarsa, benim peşimden geleceklerse ilkeli bir yaşam sürdürmeliler.

GENÇLİK DİKKATLİ OLMALI

Daha önceleri de belirtmiştim; evlilik hayatı sağlıklı bir temele oturtulabilirse anlamlı olabilir, mücadeleyle birlikte

yürütülebilir ama biliyorum ki bu çok zordur. Genelde aile hayatı başladı mı öncelikler sırası değişiyor. Ve insanların çoğu

bu nedenle savrulup gidiyor. Çünkü kapitalist sistem buna göre şekillenmiştir ve tuzaklarla doludur. Ben demokratik

moderniteyi bütün bu sorunları görüp aşmak için geliştirdim ve önerdim. İnsanlarımızı kapitalizmin çirkef yaşam

biçiminden kurtarmak için bu önerileri getirdim. Kapitalist hayat tarzı kadını, gençliği ve bir bütün olarak yaşamı tüketiyor .

Bu çerçevede Avrupa'daki gençliğin çok daha dikkatli olması gerekiyor. Başta Avrupa gençliği olmak üzere bütün genç

yoldaşlara tekrar selam ve sevgilerimi iletiyorum.”

“ANADOLU’YU VERMEYECEĞİZ” YÜRÜYÜŞÜNÜ DESTEKLİYORUM

Öcalan, doğa katliamına karşı başlatılan “Anadolu’yu Vermeyceğiz” yürüyşünü desteklediğini açıkladı: “Büyük

Anadolu Yürüyüşü adı altında “Anadolu'yu vermeyeceğiz” sloganıyla HES'lere, barajlara, bir bütün olarak doğa

katliamına karşı farklı şehirlerden Ankara'ya kadar yürüyüş düzenleniyormuş. Bu yürüyüşü önemsiyorum ve yürüyüşlerini

selamlıyorum. Biyolojik olarak “doğa katliamına hayır” çerçevesinde olmasının daha doğru olacağını düşünüyorum. Ve

bu doğrultuda desteklediğimi belirtiyorum.”

BEŞAR EL ESAD PYD İLE GÖRÜŞMELİ

Öcalan, 15 Mart’tan bu yana Suriye’de yaşanan protesto gösterileri ve Kürtlerin vatandaşlık haklarının verilmesi

konusunda da şunları dile getirdi: “Suriye'de vatandaşlık hakkı olmayan yaklaşık 300 bin Kürd'e vatandaşlık hakkı getiren

yasanın onaylandığı ve geçen yılki Newroz'da tutuklanan 48 Kürt yurtseverin serbest bırakıldığı belirtiliyor. Sanırım

Suriye biraz çekiniyor. Yapıldığı söylenen son reformalar, bu yükselen muhalefetten çekinildiği için, Kürtleri bunun

dışında tutmak için atılmış adımlara benziyor. Biraz durumu dengelemeye çalışıyor. Beşar Esad'ın aşiretlerle değil, resmi

olarak, siyasi temsilci olarak PYD ile görüşmesi gerekir. Ancak demokratik bir dönüşümü gerçekleştirirlerse Suriye bu

süreci atlatabilir. Bu durumda biz de destek sunarız. Suriye, bizim Türkiye için de önerdiğimiz demokratik özerk lik

temelinde bir uzlaşma ve çözüm için diyalog yolunu açmalıdır. Eğer Suriye bunu kabul ederse Kürtler Esad'a destek

verecektir. Bu hem oradaki Kürt halkının hem de Arap halklarının kurtuluşu olur. Fakat aksine hareket edip sadece geçici

adımlar atıp oyalama tarzı siyaset yürütürlerse o zaman oradaki Kürt halkı da PYD öncülüğünde, oradaki Arap

muhalefetiyle demokratik özerklik temelinde birlikte mücadele yürütür. Öyle anlaşılıyor ki Suriye için artık bir

demokratikleşme dönemi başlamıştır. Suriye'nin bu süreci sonuna kadar demokratikleşmeyle götürmesi gerekir.”

LİSTE DIŞINDA KALANLAR DTK’DA GÖREV ALMALILAR

Öcalan, Türkiye’de 12 Haziran’da yapılacak genel seçimlere ilişkin, “Seçim listeleri belli olmuş. Öncelikle şunu

belirteyim; liste dışında kalan arkadaşlar DTK'da görev almalıdırlar. DTK önemsiz değildir. Bazı hatalar yapılmış olabilir

ancak herkes bu durumu anlayışla karşılamalıdır. Siyaset uzun soluklu bir iştir, aday olmayanlar önümüzdeki dönem

değerlendirilebilirler. Sol güçler, demokratik güçbirliği içinde birarada çalışmalara devam etme konusunda kararlılıklarını

sürdürmelidirler. Biz demokratik siyasette bir hamle yapmaya çalıştık. İşte bunlardan dolayı da siyaset akademileri

üzerinde o kadar duruyorum. Demokratik siyaset nasıl yapılır, öğretilmesi gerekmektedir. Bu temelde aday olmuş-

olmamış olan bütün arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. AKP'den aday olan Kürtler var, ama AKP'ye demokratik çözüm

ve barış şartını dayatmalıdırlar, bu sorumlulukları var, bunun bilincinde olmalılar” dedi.

KÜÇÜK BURJUVA KİŞİLİKLERLE HALKIN DAVASI SAĞLIKLI YÜRÜTÜLEMEZ

Page 163: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Küçük burjuva kişiliklerle halkın davası sağlıklı yürütülemez. Herkesin derdi

halk olmalı. Ben burada bu koşullarıma rağmen, bu sağlıksız vücuduma rağmen bütün ruhumla, bütün hücrelerimle

kendimi halkıma adamışım. Ben tek başına kalsam da Kürt halkının hakkını hiç kimse yedirmeyeceğim.

MERSİN’DE MAHALLE KOMİTELERİ KURULMALI

Ertuğrul Kürkçü Mersin'den aday olmuş. Mersin'de hemen mahallelerde komiteler kurulmalıdır. Seçim

çalışmalarını komite tarzı örgütlemelerle yapmalıdırlar. Birlik anlayışımız, demokrasi güçleri ve tüm sosyalistleri bir araya

getirme çabalarımız çok iyi anlatılmalıdır. Vekil seçileceklerin vekillik görevi dışında zaten böyle tarihi görevleri de var.

İTTİFAKA SADECE SEÇİME ENDEKSLİ BAKMIYORUZ

Biz Demokratik Ulus Bloğunu önemsiyoruz. Bu ittifaka sadece seçim endeksli olarak bakmıyoruz. Bu ittifak

demokratik bir Türkiye'nin, demokratik anayasal çözümün önünü açacaktır. Böyle stratejik bakıyoruz. Kürtlerin ve Türkiye

halklarının bu birliğe ihtiyacı var. Aslında doğru hareket edilseydi, yıllardır söylediğim bu demokrasi bloğu, demokrasi

güçlerinin ittifakı hayata geçirilmiş olsaydı, bugün vekil sayısı ikiye de katlanırdı, baraj sorunu da olmazdı. Ancak bu

konuda anlaşıldığımı zannetmiyorum.

Antep, Bingöl, Adıyaman, Malatya, Kars ve Elazığ'da bağımsız adayların komiteler tarzında örgütlü bir şekilde

çalışılması durumunda çıkabileceğini düşünüyorum.”

15 HAZİRAN’DAN SONRA HERHANGİ BİR ERTELEME OLMAYACAK

KCK’nin savunma pozisyonu 15 Haziran’a kadar uzatma kararına değinen Öcalan, bu konuda önemli

açıklamalarda bulundu: “KCK yaptığı açıklamayla savunma pozisyonunu 15 Haziran'a kadar uzattığını deklare

etmiş.Halkımız şunu bilmelidir ve önemli olan da şudur ki, 15 Haziran'dan sonra herhangi bir erteleme ya da uzatma

durumu sözkonusu olmayacaktır. Bu nettir. 15 Haziran son tarihtir. KCK'nin yaptığı açıklamalardan da böyle anlaşılıyor.

Halkımız bunu böyle bilmelidir. 15 Haziran'a kadar çözüm gelişmezse büyük bir savaş gelişecektir. Sürecin nasıl

gelişeceğini burada yaptığım görüşmeler belirleyecektir. Büyük ihtimalle 15 Haziran'a kadar görüşmelerim olacak. Bu

yapacağım görüşmelerden sonra hükümetin demokratik çözüm yönünde adım atacağı yani çözüme gideceği konusunda

veriler ortaya çıkarsa, müzakere süreci başlamış olacak ve bu şekilde bir çözüm yoluna girmiş olacağız. Bu seçimlerden

sonra AKP'nin anayasal bir çözüme, bu yeni anayasa kapsamında çözüme gitme ihtimali var, umarım öyle olur. Ama

tersi olursa benim yapacağım bir şey kalmaz.

TEHLİKELİ SÜREÇ BAŞLATILIRSA, ÇEKİLECEĞİM

Başbakan'ın 2005'te Diyarbakır'da çözüme dönük yaptığı konuşmadan sonra başlatmış olduğu tehlikeli süreç

gibi bir süreç başlatılırsa, söylediğim gibi çekileceğim. Halkımız böyle bilsin. Bu durumda benim burada ölü veya diri

kalmam farketmez, beni artık yok saysınlar. Bana ne yapacakları umurumda değil. Artık halkımız ve hareket kendi

bildiğini yapacaktır. Ki muhtemelen topyekün bir savaş gelişecek. Bu savaş kırda da kentte de dağda da ovada da

metropolde de her yerde sürecek, savaş sanatının bütün yönleri uygulanacaktır. Ben bunu bir tehdit olarak

söylemiyorum, öngörü olarak söylüyorum, olabileceklerden bahsediyorum. Ki KCK yaptığı açıklamalarda da aynen

bunları söylüyor. Bunu ben söylemiyorum KCK söylüyor. KCK böyle olacağını söylüyor. Böyle bir savaş gelişirse kan

gövdeyi götürür, biz bunu istemiyoruz. Ben 12 yıldır burada sürekli demokratik-barışçıl çözüm için elimden gelen herşeyi

yapıyorum. Bu tehlikelerin önüne geçmeye çalışıyorum. Türkiye kamuoyu da şunu iyi bilmelidir ki, önemli bir eşikte

bulunuyoruz.”

DEMOKRATİK ÇÖZÜM İHTİMALİ VAR

Kürt sorununun demokratik yollarla çözülme ihtimalinin de var olduğunu kaydeden Öcalan şöyle dedi: “Kürt

sorununun demokratik yollardan çözülme ihtimali de mevcuttur. Böyle olursa, demokratik çözüm gelişirse Türkiye'nin önü

ekonomi de dahil her alanda açılacaktır. Ama aksi taktirde istemediğimiz büyük bir savaşın gelişme ihtimali de var.

Halkımız bunu böyle bilsin ve hazırlıklarını buna göre yapsın. Ben burada tek başıma barış arayışlarımı sürdürüyorum.

KCK'nin, BDP'nin, DTK'nın konumu farklıdır. AKP daha önce de söylediğim gibi polis eliyle bu polis akademisi dediğimiz

çevrenin akıl hocalığında halka ve demokrasi güçlerine baskı uyguluyor. İşte binlerce kişi havadan sudan sebeplerle

tutuklanıyor.

JİTEM’İN MERKEZİ FLORİDA’YDI

Ama dikkat edilirse ben emniyet genel müdürlüğü diyorum, MİT'i, yani istihbaratı ve genelkurmayı buna

katmıyorum. Bu akademi çevresi ve polis 2002 öncesi JİTEM’in yaptığı görevi üstlenmiş durumda. JİTEM’in merkezinin

Florida olduğunu daha önce söylemiştim. Çiller, Çatlı vb.leri burayla bağlantılıydılar.

YENİ KONSEPTİN MERKEZİ UTAH

Bahsettiğim yeni konseptin uygulayıcısı olan akademi çevresi gibilerinin merkezi ise Amerika Utah'tır. Bugün

yaşananların çoğu Utah'ta planlanıyor. İşin içinde CIA ve FBI vardır. Amerikan desteği olmadan bunlar bu politikaları

burada uygulayamazlar.

İMAM’IN ORDUSU

Söylediğim gibi 15 Haziran'a kadar bu durum netleşecektir, elli dokuz günümüz kaldı. Hem halkımız hem tüm

Türkiye kamuoyu bunu böyle bilmelidir. AKP şu anda her şeye hakimdir, “bu sorunu çözmeye gücüm yok” demeye hakkı

Page 164: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

yoktur. Artık ordu ve medyada da etkindir. Eğer Kürt sorununu çözmeye yanaşmazsa Çiller hükümetinden daha tehlikeli

olduğunu ilan edeceğim. Zaten uyguladıkları yöntemler de bunu gösteriyor. Sınır boylarına sürekli çok sayıda özel

birlikler gönderiliyor. Bir yandan ordu içinde etkinler demiştim ama öte yandan bu özel okullarla bir sürü imam ordusuyla

bölgede halkımızın kafasını karıştırmaya çalışıyorlar. Bu “imamın ordusu” denilen kitapta da sanırım bu hususlara

değiniliyor.”

SİVİL CUMA’YI DESTEKLİYORUM

Öcalan, devam eden sivil taatsizlik ve sivil Cuma namazlarını da değerlendirdi: “Sivil cuma namazlarına ilişkin

de şunları belirtmek istiyorum; Bu sivil itaatsizlik eylemlerini destekliyorum ve onları selamlıyorum. Gerçek İslam işte

budur. Bu Medine İslam'ıdır. İktidara bulaşmamış Hz. Muhammed'in islamı budur. Ben de ilkokuldan itibaren Cuma

namazlarına gittiğimi iyi biliyorum. İslam'la Selam kelimesinin kökeni aynıdır, barış, huzur, esenlik demektir. Bu sivil cuma

namazlarına katılan bütün halkımızı selamlıyorum. Onların, barışı, selam'ı yani İslam'ın da gerçek anlamı olan barışı

esenliği getirme yolundaki namazlarının kabulünü diliyorum.”

BARIŞÇIL EYLEMLER 15 HAZİRAN’A KADAR SÜRMELİ

Öcalan, “Bu barışçıl eylemlerini 15 Haziran'a kadar sürdürmeleri gerekir. Gerçek İslam da bunu gerektiriyor.

Devlete, iktidara dayanan imamların değil, çözüm isteyen, barış isteyen halkın gerçek imamlarının arkasında

durulmalıdır. Bu devlet barış, adalet ve demokratik çözümü sağlayana dek bunu yapmaya hakları vardır, İslam'ın adalet

anlayışı da bunu gerektiriyor.

Son olarak tekrar söylüyorum, fazla vaktimiz yok, iki ayımız kaldı. Savaş gelişirse herkes bundan zarar görür

ama kaybedecek şeyi olanlar daha çok zarar görür.”

Öcalan, sözlerini şöyle tamamladı: “Cezaevlerinden gelen mektupların çoğunu ne yazık ki vermiyorlar. Edirne

cezaevindeki arkadaşlar ve diğer tüm cezaevlerindeki arkadaşları selamlıyorum. Ayrıca Mehmet Aras gibi cezaevindeki

tüm hasta arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Başta Diyarbakır, Batman halkı olmak üzere bütün halkımıza selamlarımı

iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Çözüm için muhatap bulamıyoruz

PKK lideri Abdullah Öcalan, çözüm için muhatap bulamadıklarını belirterek, askeri ve siyasi operasyonlarla

tasfiyenin derinleştirildiğini ifade etti. Yaşananlar karşısında Yemen ve Tunus örneğini hatırlatan Öcalan, BDP, DTK ve

Kandil’e “Kendinize güveniyorsanız işte Yemen'deki, Tunus'taki örnekleri görüyorsunuz, ben sizi tutmam” mesajını verdi.

Öcalan, Biz bu diyalog sürecine şans verme adına 15 Haziran'a kadar biraz bekleyip görelim dedik. Ama şimdi

yaşananlar ortada. Kendi kararlarını kendileri vermelidirler. CIA başkanı gelip burada beş gün boşu boşuna kalmadı, en

önemli gelişme budur. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye ve Amerika gizli bir anlaşma yaptı” diye belirtti.

HAK-PAR’DAN DA ADAY OLSAYDI İYİ OLUDU

Alınan bilgilere göre haftalık görüşmesinde 12 Haziran seçimleri için belirlenen bağımsız adayları değerlendiren

Öcalan, “Seçimlerde SDP genel başkanı da aday olsaydı iyi olurdu. Yine HAK-PAR'dan da olsaydı iyi olurdu. HAK-PAR

seçimden çekilerek demokrasi bloğu adaylarını destekleyeceklerini açıklamış. Bu olumlu bir yaklaşımdır, mesele sadece

seçim değil, birlikte hareket edilmesi önemlidir. Demokrasi bloğu stratejiktir, sadece seçime dönük olmamalıdır” dedi.

DAHA BÜYÜK BİR YÖNELİME HAZIRLANIYORLAR

Devam eden operasyonlara dikkat çeken Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Öyle anlaşılıyor ki bu siyasi ve askeri

operasyonlar durmayacak. Hatta daha da büyük bir yönelime hazırlanıyorlar. Seçimden sonra bu operasyonları

derinleştirebilirler. İki yönlü yapıyorlar. Hem kırda hem şehirde birlikte yürütüyorlar. Vekillere, siyasetçilere de

yönelebilirler. Leyla Zanalara yaptıkları gibi yapabilirler. Kimsenin can güvenliği yok. Önemli bir sürecin içindeyiz.

Yaklaşık üç yıldır burada görüşmeler yapıyorum, hatta YSK kararıyla aynı günde bir görüşmem de oldu. Son görüşme

tam da YSK'nın kararını verdiği gün yapıldı, ilginçtir. Bu karar buradaki görüşmeleri sabote etmeye dönüktür. Daha önce

de bu tür şeyler oldu. Bir seferinde de tam buraya benimle görüşmeye geldiklerinde Hakkari'deki 9 köylünün katledilmesi

olayı yaşanmıştı. Onlar da ne olduğunu anlamamıştı, habersizdiler. Yine yaptığım bir başka görüşme de tam da bu KCK

tutuklamalarının başladığı güne denk gelmişti.

Page 165: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

KCK OPERASYONLARI ARKASINDAKİ GÜÇ KARANLIK

Bu KCK operasyonlarının arkasındaki güç kimdir, karanlıktır. Bu hususların aydınlatılması siyaseten önemlidir.

Hakikatleri araştırma komisyonunu biraz da bunları aydınlatmak için öneriyorum. Yine Hakkari'deki 9 köylünün

öldürülmesi, YSK kararı gibi örnekler böyledir. Bir yandan benimle görüşüyorlar öte yandan hem askeri ve siyasi

operasyonlar devam ediyor.

BU BİR TASFİYE POLİTİKASIDIR

Bir tasfiye politikası devrededir. Böyle düşünüyorum. Tasfiye derinleştiriliyor. Bir tasfiye politikası devrede,

benim üzerimden bir oyalama geliştiriyor olabilirler. Ama ben net ifade ediyorum, ben halkımı oyalamayacağım. Bunu

söylemek zorundayım. Zaten bunun işaretleri de çok net görülüyor. CIA başkanı gelip burada beş gün boşu boşuna

kalmadı, en önemli gelişme budur. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye ve Amerika gizli bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre

Amerika'nın Suriye, İran ve Libya politikalarını Türkiye alttan destekleyecek. Türkiye'nin Suriye ve İran politikası bu

anlaşmayla değişmiştir. Daha önce Türkiye-İran-Suriye ittifakı almış başını gidiyordu, etkiliydiler. Türkiye sözde anti-

emperyalistti. Beş altı yıldır sözde Amerika'ya karşı dik duruyorlardı, İsrail'le çatışıyor gibi görünüyorlardı. Fakat bu

sadece bir görüntüden ibaretti. Bugün bu anlaşmayla Türkiye-İran-Suriye ittifakı dağılmıştır. Türkiye, Amerika'nın Suriye

ve İran politikalarına destek verecek. Bunun karşılığında Türkiye, Kürtlere istediği gibi yönelecektir. Kürtler defalarca

katliamdan geçirilse de Amerika'nın hiç umurunda olmaz, çıkarları için Kürtleri de herşeyi de feda ederler, Kürtlerin

katledilmesi, binlercesinin ölmesi umurlarında değildir. Bu çerçevede hem askeri operasyonlar yoğunlaşıyor,

yoğunlaşacak hem de Kürt siyasetçilerinin ileri gelenleri ve kadrolar hedeflenecek, etkisizleştirilmeye çalışılacak. Bu,

tutuklamayla olur, başka biçimde olur.”

ABD’NİN KARARI NE ANLAMA GELİYOR?

ABD Hazine Bakanlığı’nın PKK’liler hakkındaki kararını da değerlendiren Öcalan şöyle dedi: “Amerika üst düzey

PKK'liler hakkında malvarlığını dondurma kararı vermiş. Bu arada da Türkiye Amerika'dan helikopter ihalesi aldı. Bizim

malvarlığımız mı var, Amerika bilmiyor mu ki bunların malvarlıkları yok. Aslında çok ince yöntemleri var, bu onlara bir

mesajdır. “Ben sizinle uğraşıyorum” mesajını veriyor, “sizin hakkınızda bir karar aldım” demiş oluyor. Daha önce

Karayılan, Duran Kalkan onları da listeye almışlardı. Amerika ve İngiltere'nin eskiden beri uyguladığı genel bir

politikasıdır. Türkiye bunların oyunlarına gelmemelidir. Saddam'a aynısını yapmadılar mı, Saddam'ı Kuveyt'e

saldırtmadılar mı, önce İran daha sonra Kuveyt batağına çekmediler mi? Önce Saddam'a “seni destekleyeceğiz” dediler,

hem İran'a hem Kuveyt'e saldırttılar, sonra ne olduğunu hepimiz gördük. Bugün de aynısını Türkiye'ye yapıyorlar,

Türkiye'yi Kürtlere saldırtıyorlar. Ama bunun sonuçları ağır olur, bu felaket getirir.

TALABANİ VE BARZANİ TEHLİKENİN FARKINDA OLMALILAR

Öcalan şöyle devam etti: “Talabani ve Barzani de tehlikelerin farkında olmalıdırlar. Onlar da bu oyunun içine

alınıyorlar. Fakat şunu net bilmelidirler ki, PKK olmazsa onların ömrü sadece yirmi dört saattir. Eğer PKK'yi tasfiye

ederlerse sıra onlara da gelir, onları yirmi dört saatte bitirirler. Talabani ve Barzani bu tehlikelere karşı ve Kürtlerin ortak

çıkarı için Demokratik Ulusal Kongre'yi toplamalıdırlar. Amerika'nın Ortadoğu liderlerinin başına getirdiklerini

görüyorlardır. Kaddafi'yi yanlarına çektiler, sırtını sıvazladılar, işte gittiğinde Elysse'de, Amerika'da çadır kurdurttular.

Fakat şimdi onun da hali ortada. Yine Beşar Esad'ın durumu benzerdir. Onu da Türkiye'yle ilişkilendirdiler, İngiltere

basınında Esma Esad'ı öne çıkardılar, pohpohladılar. Şimdi Esad'ın durumu içler acısı, Türkiye Amerika'yla anlaşarak

Suriye'ye ilişkin politikalarını değiştiriyor. Yine Mübarek olayı biliniyor. Otuz yıl boyunca Amerika'nın has adamıydı. Fakat

Amerika onu yirmidört saatte gözden çıkardı. Şimdi sözde bir hastanede tutuluyor. Ama aslında gözaltındadır ve bunun

da arkasında İsrail vardır.

ERDOĞAN’A: ORTADOĞU LİDERLERİNİN AKIBETİ BUDUR

Ortadoğu'nun liderliklerinin akıbeti budur. Erdoğan bunu bilmelidir. İşte şimdi ABD ile anlaşarak alt-emperyalist

ülke havasına girdiler, son zamanlarda “bölgede büyük-güçlü-etkili-model devletiz” diyorlar! Tarihten de mi ders

almıyorlar? Amerika ve İngiltere'nin bugün uyguladığı politikaların tarihte de örnekleri var. İngilizler Yunanlıları da bu

şekilde kullandılar, kendi politikaları için Anadolu'ya sürdüler. Sonuç tüm Rumların Anadolu'dan tasfiyesi oldu. Yunanlıları

önce yanına çekti daha sonra batağa sürükledi, Yunanlıları kurban etmiş oldu. Yine 1925'te Şeyh Sait olayında Kürtleri

yanına çekiyormuş gibi bir görüntü oluşturdu, daha sonra Musul-Kerkük karşılığında Kürtlerin kurban edilmesine onay

verdi. Ve Kürt katliamları, jenosidi ondan sonra başladı. Kürtler hakkında soykırım kararı 1925'de alınmıştır. Bu

politikaların İkinci Dünya Savaşı sıralarında da örnekleri var. Türkiye'yi 2. Dünya Savaşı ve sonrasında yanlarına çekmek

karşılığında Hatay'a onay verdiler. Daha sonra Menderes biraz çizgileri dışına çıktığında tasfiye ettiler. Özal da iyi

niyetlice, kendince bir çözüm geliştirmek isterken onu da götürdüler. Ecevit'i de tarumar ettiler. 2002'de bir şeyler olacaktı

ama pişmanlık yasasıyla birlikte boşa çıktı. 2002'den beridir AKP süreci var, tasfiye politikasını uygulamaya koydular,

PKK'yi bölme, parçalama yoluna gittiler, işte 2004'te bu Osmanlar-Botanlar alçak bir şekilde yanlarına kadınları-kızları da

alarak gittiler.

Bize karşı ABD ve İngiltere'nin Türkiye'yle anlaşma örnekleri daha önce de vardı. 92'de Doğan Güreş

İngiltere'ye gidip anlaşmaya vardıktan sonra dönüşte “yeşil ışık aldık” demişti. Hatta bunu bir gazeteci kitabında da

Page 166: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

yazmıştı, Doğan Güreş'in gidip İngiltere'de yeşil ışık aldığını belirtmişti. Bundan sonra Kürtlere yönelik çok acımasız

yönelimler geliştirdiler. İnsanları vahşice öldürdüler, binlerce faili meçhul yaşandı. Erdoğan farkında değil, iktidar insanı

sarhoş eder. Çiller'i biliyorsunuz, nasıl korkunç hale geldiğini. Bugün yaşanan da budur. CIA Başkanı buraya gelip

anlaşma yapmıştır. Fakat söylediğim gibi bu tehlikelidir, bu politikalarla hareket ederse Erdoğan'ın sonu daha beter olur.

Buradan uyarıyorum, bu sorumluluğu kabul etmeyeceğim, bundan sonra gelişeceklerin sorumluluğu bana ait değildir.

2002'de AKP iktidarı başladıktan sonra ordudaki, benim JİTEM dediğim GLADİO güçlerinin iki-üç sefer darbe

teşebbüsünde bulundukları şimdi anlaşılıyor, fakat başarılı olamıyorlar. 5 Kasım 2007 tarihinde Bush-Erdoğan

zirvesinden sonra ABD açıkça desteğini ordudan çekip AKP'yi desteklemeye başlamıştır. Aslında Ergenekon davasıyla

da yapılan budur. Ben bu generaller için “satılmış” demiştim, daha sonra Veli Küçük de 5 Kasım Erdoğan-Bush

görüşmesini kastederek “biz o gün satıldık” demişti. Aslında başlarına geleni iyi anlamıştı.

ASKERİ VE SİYASİ OPERASYONLARLA BDP VE PKK TASFİYE EDİLMEYE ÇALIŞLIYOR

Askeri ve siyasi operasyonlarla BDP ve PKK tasfiye edilmeye çalışılıyor yerine bazı işbirlikçi Kürtlerle görüşüp

sahte bir Kürt oluşumu yaratmaya, alternatif bir Kürt partisi oluşturulmaya çalışılıyor. Aslında bunlardan Kürt partisi de

olmaz, Kürtler bunların partisini kabul etmez. Bunları Kürtlerin üzerine sürüyorlar. Altında başka şeyler, planlar var.

Bunlardan Kürt partisi falan da olmaz, başaramazlar, bir alternatif olamazlar. Kürtler şu anda ateş topu olmuşlar, her gün

cinayet, tutuklamalarla karşı karşıyadırlar. Bunlar akıllarını başlarına alsınlar, ateş topuna dönmüş Kürtlere

yaklaşmasınlar. Uzak dursunlar Kürtlerden. Diğer partilerden aday olan Kürtler de bunu böyle bilmeli, onlar da bunların

farkında olmalı, kendilerini bu politikalara alet etmemeli, kullandırtmamalıdırlar.

KCK TUTUKLULARINA SAHİP ÇIKILMALI

İşte Kürt siyasetini de “şahinler güvercinler” diye ayırmak istediler. Ortada derin bir tasfiye politikası var. Aslında

bu tasfiye çok önceden başlamıştı. Ben 2006'da da Kürt politikacıları uyarmıştım, beni anlayamadılar. O dönemki

görüşmeler kafama çok yatmamıştı aslında ama karışmadım, onayladım. Bazı Kürt siyasetçilerin iyiniyetle yaptığı

görüşmeler sonuçsuz kaldı. Anlamıyorlar, dürüstler ama kandırılabiliyorlar. O dönem MHP ile yapılan tokalaşma

sahneleri de yumuşatma yaklaşımları da bunun bir parçasıydı. Avrupa'da o dönemde yapılan görüşmeler de bununla

bağlantılıydı. O dönemdeki diyaloglar konusunda ikna olmamıştım, temkinli yaklaşmıştım ama bir şans tanımak adına

onaylamıştım. Fakat daha sonra işte DTP'yi de kapattılar, bilinen yönelimler oldu. İyiniyetliydiler ama bunların farkında

değildiler. Bu süreçten onları zor kurtardık. Geçmişte JİTEM eliyle yaptıkları tasfiyeciliği şimdi o polis akademisi

çevresinde geliştiriyorlar. Bunlar geçmişteki CHP diktatoryasından yirmi kat daha tehlikelidirler, daha beterdirler. Bunlar

Kürt politikacılara daha da yönelebilirler. Onların çevresini, yanındakileri, ailelerini alabilirler, zaten alıyorlar. Bu durum

görülmelidir. Bu kadar tutuklamalar var. Cayır cayır tasfiye ediyorlar. Siyaset kurumu ne yapıyor? Bu kadar tutuklama,

KCK tutukluları var. Bu tutuklular serbest bırakılıncaya kadar daha etkili bir pratik ve politikanın sahibi olabilirler.

Diyarbakır, çocuklarına, KCK tutuklularına sahip çıkmalıdır, “bunlar bırakılmıyorsa biz de tutum alıyoruz” diyebilirler. Tek

başına bunun için bile sonuç alıncaya kadar çok şey yapılabilinir, siyasetçiler bunu bile başaramıyorlar.

15 HAZİRAN’A KADAR NETLEŞECEK

Aslında İsmail Beşikçi doğru söylüyordu; “Öcalan'ın tutukluluk koşullarında müzakere yürütmesi doğru değil”

demişti ama bu süreci götürecek kimse olmadığı için ben bu sorumluluğu üstlenmek zorunda kaldım. Benden başka

kimse var mı, kim yapacak! Ben halkımıza teşekkür ediyorum, beni bu noktaya onlar getirdiler. Halk arkamda durdu,

halkla aramda özel bir bağ var. Kürt siyaseti de Sayın Öcalan dedi, muhatap gösterdi, teşekkür ediyorum ama benim

burada koşullarım çok sınırlı. Görülüyor elim-kolum bağlı. Daha önce “dar bir koridordayım, kıpırdayamıyorum, hareket

alanım kısıtlı” demiştim. Benim tek yapabildiğim buraya gelen heyetle görüşmeleri sürdürmek. Bunu da bir umut ışığını

değerlendirmek için yapıyorum. Ama öyle anlaşılıyor ki bunlar inisiyatifli değil, AKP'ye belirlediğimiz çözümü kabul

ettiremiyorlar, ikna edemiyorlar. Anladığım kadarıyla ne orduya ne AKP'ye burada belirlediğimiz çözümü kabul

ettirebiliyorlar. Bu KCK tutuklamalarından, operasyonlardan onlar da rahatsız olduklarını, yanlış olduğunu söylüyorlardı.

Heyetin yetki düzeyi düşüktür, yükseltilmesi gerekir. 15 Haziran'a kadar bir ya da iki görüşme yapma ihtimali var. Bu

görüşmelerden sonra artık durum netleşecektir. Ben yol haritasındakilerden daha somut-pratik bazı öneriler içeren kısa

metinler hazırlayacağım.Fakat daha farklı, daha somut, net yapılması gereken şeyler var. Bunlar da yapılmazsa zaten

yapacak bir şey kalmaz. Bu durum 15 Haziran'a kadar netleşecek, herşey bu tarihte belli olacak.”

SAVUNMAM RAHATSIZ ETTİ

Öcalan ayrıca şu noktalara dikkat çekti:

-Savunmamın 5. cildi henüz AHİM'e verilmemiş. Bu da gösteriyor ki içeriğinde yaptığım değerlendirmelerden

rahatsız olmuşlar. Bu nedenle vermemeleri anlaşılıyor. Ben bu savunmamın ismini bu duruma uygun şekilde “Soykırım

Kıskacında Kürtler” olarak koyacaktım. Sonrasında değiştirerek “Demokratik Ulus Çözümü” yaptım.

MUHATTAP BULAMIYORUZ

-Türkiye kamuoyuna sesleniyorum. Türkiye kamuoyu bilsin ki bu bir oyundur. Amerika kendi çıkarları için

herkesi satar. Amerika'yla yapılan bu anlaşma çözüm getirmez, felaket getirir. Ben bu durumun sorumluluğunu

üstlenmiyorum. Biz aslında demokratik anayasal çözümle sonuca gitmeye çalıştık, yumuşak bir geçiş yapmak için

Page 167: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

elimizden geleni yaptık. Fakat karşımızda çözüm için muhatap bulamıyoruz. Demokratik anayasal çözüm çabamıza

askeri-siyasi operasyonlarla, tasfiyeyle cevap veriliyor.

BEN KÜRTLERİN ONURUNU TEMSİL EDİYORUM

-Ben burada Kürtlerin onurunu temsil ediyorum ve ölünceye kadar da bunu çiğnetmem. Bu gelişmeler

karşısında Kürtler de kendi pozisyonlarını değerlendirmek durumundadırlar. Kürtler bu özgürlük davasından

vazgeçmezler. Bu ateşkes meselesi de yanlış anlaşılıyor. Ben biraz bu sürece şans vermek için gerillanın karakol

baskını, sabotaj türü eylemlere girmemesini önermiştim, gerilla buna uydu. Buna karşı bir dönem operasyonlar azaldı.

Ama bu gerillanın kendisini imha ettireceği anlamına gelmez. Kendilerini iyi korumaları, çatışmadan kaçınmaları

gerekiyordu, üzerlerine gelindiği taktirde de kendilerini her türlü savunmaları gerekir. Sana saldırılırsa tabi ki kendini

koruyacaksın, cevap vereceksin, bunu defalarca söyledim. Sadece süreci biraz daha sağlıklı götürmek adına bazı

önerilerim vardı. Bu Kandil'de kendini yakan dört gerillanın yaptığı da doğru anlaşılmalıdır. Bu sürecin tıkandığını

gördükleri için, bu tutumlara tepkilerinden kendilerini yaktılar. Bununla yönetime bir mesaj verdiler. Bunlar büyük

direnişlerdir, tarihidir, hepsini saygıyla anıyorum. Mustafa Malçok meselesi de aynı şekildedir. O da Diyarbakır'a duyduğu

öfkeden dolayı bunu yapmıştır. Suyun kenarına gidiyor ve bir de mektup bırakıyor galiba. Ve öyle bir yumruğu havada

cayır cayır yanıyor ve üstelik yanma halindeyken bile kendisini suya atmıyor. Bu ne büyük bir iradedir. Bu tarihi bir

eylemdir. Büyük bağlılığın ifadesidir, kahramancadır. Bu eylemlerin yüklediği sorumluluğun bilincinde olunmalıdır.

GERİLLA KENDİ ÖZ SAVUNMASINI YAPSIN

-Ben burada gerillaya da sesleniyorum. Kendi öz savunmalarını kendileri yapsınlar. Yirmidört saat gerillacılık

yapacaklar. Gerilla yirmidört saat gerilladır. Her an uyanık ve tetikte olmaları gerekiyor.

YEMEN VE TUNUS ÖRNEKLERİ

-Şimdi bu durumu halk, BDP, DTK, Kandil oturup değerlendirmek durumunda. Kendi kararlarını almak

durumundalar, kendi kararlarını almalıdırlar. Söylediğim gibi yirmi yıldır herşey benim omuzlarıma yıkılıyor. Yeter artık

beni bu kadar zorladıkları. Burada yapacaklarım sınırlı, koşullarım zor, uygun değil. Ne yapacaklarsa kendileri bi lir, büyük

ihtimalle çözüm gelişmeyecek, tasfiye geliştiriliyor. Onlar da hazırlıklarını buna göre yapacaklardır. Onları bu davaya ben

çağırmadım, vazgeçin de demem. Ben bırakın desem bile özgürlüğüne, onuruna düşkün Kürt halkı bu özgürlük

mücadelesini bırakmaz. Ama “gücümüz yetmiyor, biz Ermeniler gibi soykırıma uğramaktan, katledilmekten korkuyoruz

diyorsanız”, ona da saygı duyarım. Eğer “bu mücadeleyi sürdüreceğiz” diyorsanız da gereğini yapın, öyle konuşmakla

olmuyor. Kendinize güveniyorsanız işte Yemen'deki, Tunus'taki örnekleri görüyorsunuz, ben sizi tutmam. Bazı yerlerde

sonuç aldılar. İşte Tunus'ta biri kendini yaktı, onun üzerine üç gün ayaklandılar. İşte 15 Şubat'ta kendini yakanlar var.

Yapabiliyorsanız onlara layık olun. Dağdan da bir şey beklemeyin. Göze alabiliyorsanız gereğini yaparsınız. Biz bu

diyalog sürecine şans verme adına 15 Haziran'a kadar biraz bekleyip görelim dedik. Ama şimdi yaşananlar ortada. Kendi

kararlarını kendileri vermelidirler. Gücünüz yetiyorsa hazırlığınızı yaparsınız, demokratik özerkliği kurar, hayata

geçirirsiniz.

SURİYE’DE KÜRTLER BİRLİKTE HAREKET ETMELİ

-Suriye'ye ilişkin şunları söyleyebilirim. Esad'ın durumu da söylediğim gibidir. Amerika önce onu da yanına çekti,

fakat şimdi kritik noktadadır. Ya Zeynel Abidin gibi teslim olacak ya bir çözüm yolu açacak ya da zorla tasfiye edilecek, o

zaman herşeyini kaybeder, ailesi de gider. Suriye'de Kürtlerin birlikte hareket etmesi gerekiyor.

-Bütün emek, özgürlük ve demokrasi adaylarına başarılar diliyorum, selamlarımı iletiyorum. Ertuğrul Kürkçüler

de rollerini iyi oynamalılar. Şerafettin Elçi'ye de selamlarımı iletiyorum. Süreç önemlidir onların da sorumlulukları var.

Başarılar diliyorum hepsine.

-Van'daki halkımızın, gençlik ve kadınlara selamlarımı iletiyorum. Van önemlidir. Başarılar diliyorum. Kadınlara

ilişkin de bir iki şey söylemek istiyorum. Bakırköy ve Adana Kadın cezaevlerinden gelen mektuplar var. Mektuplarındaki

derinleşme düzeyini çok olumlu buluyorum. Kadın gelişme ve derinleşme düzeyleri beni umutlandırdı. Bu arkadaşlar hem

birbirleriyle hem de bütün cezaevlerindeki kadın arkadaşlarıyla mektuplaşarak bu görüşlerini paylaşabilir, daha da

geliştirebilirler. Bir de Erzurum cezaevinde ağır hasta olan Mehmet Aras'a selamlarımı iletiyorum. Bismil'de hayatını

kaybeden İbrahim Oruç'un ailesine sabır ve başsağlığı diliyorum. Iğdır ve Doğubeyazıt halkımıza da selamlarımı

iletiyorum.

Page 168: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

15 Haziran'dan sonra ya müzakere, ya kıyamet!

“Kürtlere yönelik büyük bir tasfiye durumu var. Kararlarını almalılar” diyen PKK lideri Abullah Öcalan bu sürecin

kesinlikle hata kabul etmeyeceğini belirtti. Öcalan, “15 Haziran'dan sonra ya anlamlı bir müzakere dönemi başlar ya da

büyük bir savaş başlar, kıyamet kopar” dedi.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 4 Mayıs Çarşamba günü gerçekleşen haftalık olağan görüşmesinde önemli

değerlendirmelerde bulundu.

TÜRKİYE’DE HUKUK YOK

Türkiye’deki hukuk sistemine dikkat çekerek “soykırım kıskacında hukukun olmayacağını” vurgulayan Öcalan,

“Türkiye'de doğru-dürüst hukukçuluk yapmanın dahi zemini yok. Türkiye'de önce bir hukuk zemininin olması lazım,

Türkiye'de hukuk yok. Soykırım kıskacında hukuk olmaz. Demokratik zemin olmadan hiçbir şey doğru dürüst

yapılamayacağı gibi, hukukçuluk da yapılamıyor.” dedi.

BÜYÜK BİR TASFİYE DURUMU VAR

DTK çalışmalarını da değerlendiren Öcalan şunları söyledi: “DTK bir çatı örgütü olarak mücadeleye öncülük

edebilir. Kendi kararlarını vermeleri lazım. Kendi önderlerini oluşturabilirler. Kürt siyasetçiler siyasi bir alan açamadılar.

Bu konuda çok ilerleme kaydedemediler. Tasfiye ediliyorlar.”

Öcalan şöyle devam etti: “Kürtlere yönelik büyük bir tasfiye durumu var. Kararlarını almalılar. Doğru karar

vermeleri önemlidir. Bu süreç kesinlikle hata kabul etmez. Bu baskılara karşı nasıl tavır alacaklarını belirlemelidirler.

Benim burada yapabileceğim fazla bir şey yok. Önümüzde bir, birbuçuk ay kaldı. Ama Hükümetin mevcut tavrı sürerken

benim ve heyetin yapabileceği fazla bir şey olmaz. Heyetle belki en fazla bir iki görüşme daha olabilir. Sonrasında da

yapabileceğim bir şey kalmaz.

KÜÇÜK BURJUVALIK SÖZKONUSU

Ama siyasi alan da diğerleri de bir alan açamadılar, başarısız oldular. Demokratik siyaseti geliştiremiyorlar. Bu

zayıf kişiliklerden dolayı yol katedilemiyor, ilerlenemiyor. Demokratik siyaset anlaşılmıyor ve yapılamıyor. Biraz

demokratik siyaset anlaşılsaydı, halkın içinde, örgütlerde çalışılırdı, yanlış durumlarla karşılaşılmazdı. Vekil olarak onore

edilmek istenenlerin de yapması gereken buydu. Yoksa atama usulüyle vekil olunmaz. Bu anlamda dillere destan bir

küçük burjuvalık söz konusudur. Demokratik siyasetin kanallarını sonuna kadar açtığımız halde bu durum halk için

değerlendirilemiyor.”

YOKSUL HALKA DEMOKRATİK SİYASET KANALLARI AÇILMALI

2001’de demokratik blok projesini hayata geçirmek istediklerini belirten Öcalan şunları ifade etti: “Demokratik

ulus bloku projesini 2001'de hayata geçirmek istedik. O zaman anlaşılmadı, dar yaklaşıldı. Ben anlaşılmadığım gibi

önüme çeşitli engeller kondu, dar yaklaşımlarına beni de ikna etmeye çalıştılar. Eğer o zaman anlaşılmış olsaydı, bugün

sorunun çözümünde daha etkin olacaklardı, yüzde yirmi-otuzluk bir oyla-potansiyelle bugün iktidarın büyük kanadı

olunabilirdi. Böyle bir demokratik bloklaşmanın baraj sorunu olmazdı, baraj da aşılırdı. Bu da sadece baraj, seçim değil,

Türkiye'nin barışına katkı sunacaktı. Mücadele bir sürü olanak yarattığı, demokratik siyasetin kanallarını sonuna kadar

Page 169: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

açtığı halde bu kanalda yürümeyi bilmiyorlar. Demokratik siyaset nasıl yapılır bilmiyorlar. AKP gece gündüz çalışıyor,

kendini bütünüyle bu işe veriyor. CHP bile artık bir şeyler yapmaya başlamış, kendine bir alan açmaya çalışıyor. Ben

seçimle ilgili ve diğer konularla ilgili eleştirilerimi, ağır eleştirilerimi, asıl değerlendirmelerimi seçim sonrasına bırakıyorum.

Seçim sonrasında bu konularda geniş açıklamalarda bulunacağım.

Demokratik siyasetin doğru temelde yürütülmesi halinde daha büyük gelişmeler olacağını düşünüyorum.

Yapılması gereken çok fazla bir şey de değil, sadece yoksul halka demokratik siyaset kanallarını açmaları, örgütlemeleri

yeterlidir. Örneğin Urfa'da potansiyel güçlüdür, eskiden Urfa'nın yarısı bizimleydi. Hakkari de üç adayı seçebilecek

güçtedir. Kars'ta da potansiyel vardır, bir vekil çıkarabilecek kadar vardır. Güçlü olunan yerlerde diğer bağımsız

adaylardan gruba dahil edilebilecek olanlar varsa desteklenebilir. Bu temelde anlaşılabilir onlarla, anlaşılabilecek

kimseler bulunabilir. Bu önemlidir.

TARİHİ ROLLERİNİ OYNAYABİLİRLER

Batı'da Türkiye kamuoyundaki çalışmaların yapılması, geliştirilmesi önemlidir. Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul

Kürkçü ve diğerlerine bu konuda önemli sorumluluklar düşüyor. Bunun farkında olarak çalışmalarını genişletebilir, birliği

sağlayabilirler. Bu tarihi sorumluluktur. Bu onlar için de iyi bir fırsattır, tarihi rollerini oynayabilirler.”

AKP’NİN YAPTIĞI MUAVİYE VE LADİN DİNİDİR

Diyanet İşleri’nin tutumuna da dikkat çeken Öcalan şöyle dedi: “Diyanet İşleri bölgeye iki yüz kadın vaiz atamış.

Dini kullanma politikalarını daha fazla devreye koymuşlar, daha önce vardı, derinleştiriyorlar. Daha da artırabilirler. AKP

burada dini kullanarak politika yürütüyor. Bunların yaptıkları Muaviye dinidir, Ladin dinidir, sonunu da gördük. Bunların

yaptıkları Muhammedi din değildir. Bunların amacı Kürtleri kendi politikalarına ikna etmektir. Dünya tv, TRT-6 bunların

hepsi onların politikalarının bir parçası. Bunların dini Muaviye'nin dinidir, Ladin'in dinidir, iktidara bulaşmıştır, iktidar

dinidir. Gerçek dinle, Muhammedi dinle hiçbir alakaları yoktur. Bunların yaptıkları, bunların politikaları tekçi-faşisttir.

Halkın sivil cuma namazları İslam'ın ta kendisidir.”

15 HAZİRAN SON TARİHTİR, YA MÜZAKERE YA KIYAMET

Öcalan heyetle görüşmelerine işaret ederek, “Biz heyetle görüşmelere başlarken ‘ölümler, tutuklanmalar

olmayacak diye anlaşmıştık. Ölüm de olmayacaktı, operasyonlar, tutuklanmalar da olmayacaktı, taş da atılmayacaktı.

Ancak bunlara uyulmadı. Hükümet bu kadar gözaltı, operasyonlar yapıyor. Hükümet bunun açıklamasını yapmak

zorundadır.

15 Haziran son tarihtir. 15 Haziran'dan sonra ya anlamlı bir müzakere dönemi başlar ya da büyük bir savaş

başlar, kıyamet kopar. Her ikisi de çok büyük olur. Müzakere olursa büyük ve anlamlı bir müzakere olur, savaş olursa da

büyük bir savaş olur. Her ikisi de büyüktür, anlamlıdır ve kutsaldır.”

ORTADA BİR KAFA KARIŞIKLIĞI VAR

Öcalan şöyle devam etti: “Benim buradaki koşullarım biliniyor. Mandela ‘ben özgür olmadan bir tek sağlam adım

atamam’ demişti. Mandela'nın bu tavrı doğruydu. Ama ben bazı şeyleri yapmasam bu işi çözebilecek, yapabilecek kimse

yok. Devlet kimseyi dikkate almıyor. 2005-2006'da ben çekilecektim ancak halkın ve siyasetçilerin talepleri, diyalog

kurma talepleri oldu. Ben de dikkate aldım. Ancak kimse üstüne düşeni yapamıyor, benim burada söylediklerim de

uygulanmıyor. Ortada bir kafa karışıklığı var, bu nedenle devlet de onları ciddiye almıyor, bastırma yoluna gidiyor.

BU TARZ SİYASET VE GERİLLACILIĞI ONAYLAMIYORUM

Diğerleri için de geçerlidir; otuz yıldır bir gerilla tarzını oluşturamadılar, benim bu yönde söylediklerimi

uygulamadılar. Bu tarz gerillacılığı onaylamıyorum. Gerillacılıkları da siyasi alandaki tarzları da benim tarzım değil,

Page 170: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

onayladığım şeyler de değil. Benim tarzım olsaydı Dersim coğrafyasında bu şekilde gerilla kayıpları yaşanmazdı.

Savaşmayı da barışmayı da bilmiyorlar. Otuz yıldır bütün mesele benim sırtıma yüklenmiş. Bu yapılanlar sadece

özentidir. Gerillacılıkları da özentidir, siyasi alanı da özentidir. Bununla ilgili hesap verilebiliyor mu? Veremiyorlar. Yani bu

işi ciddiye alan kimse yok. Taktik ve pratik önderlik yapılamıyor. Bu tarz siyaset ve gerillacılığı onaylamıyorum.

TUNUS’TA BİR KİŞİ KENDİNİ YAKTI, HÜKÜMET DEVRİLDİ

Mustafa Malçok, 17 yaşında bir genç. Dicle kenarında kendini yakıyor, elleri zafer işaretiyle havada, bu

durumdayken bile yanındaki suya tenezzül etmiyor. İşte Kürtlerin karar gücü budur. Kürtlerin gerçek karar ve düzen gücü

budur. Bunun dışında hiçbir kararı, hiçbir gücü tanımıyorum. İşte onurlu Kürdün tavrı budur. Benim tarzım böyle onurlu

bir duruştur. Aynı şekilde Kandil'de kendini yakan dört gerillanın tavrı da böyle anlamlıdır. Bu sorunu çok ciddiyetle ele

almak lazım. Ciddi bir karar, onur oldu mu bu iş yürür. Tunus'ta bir kişi kendini yaktı, hükümet devrildi. Kürtlerde de bu işi

ciddiyetle ele alan olursa sonuç alınabilir.

“Kürtler çok düşürülmüş, zihinleri-kişilikleri parçalanmış, tamam Kürtlerle çok oynanmış, kafaları karışmış”

diyenler olabilir. Kürtlerle çok oynanmış, çok düşürülmüş ama Kürtler ayağa kaldırılabilir, bu durum değiştirilebilir. Otuz

yıldır gelişen bir mücadele var, değişen şeyler var.”

ARAP BAHARI DEĞİL, HALKLARIN BAHARI

Öcalan, Suriye’de 15 Mart’tan bu yanan yaşanan protestoları da değerlendirdi: “Suriye'de bir uzlaşma durumu

olabilir. Esad'la demokratik zeminde uzlaşılabilir. Kürtler Suriye'de özsavunmasını oluşturabilir. Oradaki Kürtlerin birlikte

hareket etmeleri gerekir, bu önemlidir. Oradaki halkımız hızla örgütlenebilir. Ben daha önce Ortadoğu halklarının baharı’

demiştim. Sanırım 2003'te kullanmıştım. Şimdi gazeteler yazıyor, ‘Arap Baharı’ deniliyor ya. Arap baharı değil, halkların

baharıdır, merkezi Kürdistan'dır. Ortadoğu'da halklar, mezhepler, diğer farklılıklar bir arada konfederal temelde bir araya

gelebilir, ilişkilenebilir, örgütlenebilirler. Ben buna demokratik konfederalizm demiştim. O zaman Kürtlere hem kendi

aranızda hem de Ortadoğu halklarıyla bu temelde birarada örgütlenebilirsiniz demiştim. Kürtlere, ‘Ortadoğu'da böyle bir

örgütlenmenin zemini var, Kürtlerin de bunlara öncülük yapabilecek konumları var, Kürtlerin böyle merkezi bir rolü var,

eğer bu rolünü oynarlarsa Ortadoğu'da demokratik bir birliktelik doğabilir, halkların baharı gelişebilir’ demiştim.”

BENİM PROJELERİMİ AKP-DAVUTOĞLU HAYATA GEÇİRMEYE ÇALIŞIYOR

Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Benim projelerimi biraz AKP-Ahmet Davutoğlu hayata geçirmeye çalışıyor o da

içini boşaltarak yapıyor. Onlar asla başarılı olamaz. İlk olarak hemen Suriye, Irak, Türkiye arasında bir su birliği projesi

hayata geçirilebilir. Daha önce de söylemiştim; Su ve Tarım birliği. Bu, Avrupa'da daha önce kurulan kömür-çelik birliği

projesine benziyor ancak bu kömür-çelik projesi kapitalist temeldeydi, bizimkisi ise demokratik bir temelde kurulacak.”

ETNİK MİLLİYETÇİLİĞİ DOĞRU BULMUYORUM

Öcalan, “Savunmalarımda geliştirdiğim fikirler, teoriler Kafkasya için de geçerlidir. Kafkasya'nın durumuna da

çare olabilir. Onların gösterdiği ilgi önemlidir, kitaplarım aynı zamanda reel sosyalizme de eleştiri niteliğindedir. Ermeni

milliyetçiliği konusundaki eleştirilerimi yadırgayanlar olmuş, doğru anlaşılmasını isterim. Ben Ermeni milliyetçiliğinin,

soykırıma zemin oluşturduğunu söylüyorum. Onu da İttihat-Terakki milliyetçiliği kadar tehlikeli buluyorum. Ermeni

milliyetçiliğinde Kilise etkisi ve milliyetçiliğini tehlikeli buluyorum. Etnik milliyetçiliği doğru bulmuyorum. Kendi

milliyetçilikleriyle ilgili, tarihleriyle ilgili özeleştirel bir yaklaşım geliştirebilirler. Ben böyle yaptım” dedi.

CEZAEVLERİ

Öcalan “Cezaevlerine değinmek istiyorum” diyerek söyle devam etti: “Cezaevlerinden epey mektup alıyorum,

onlarda önemli teorik gelişme görüyorum. Bu çalışmalarını devam ettirmeliler. Sadece buraya değil, birbirlerine de teorik

Page 171: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

mektuplar yazmalı, bu konuda iletişim halinde olmalılar. Kırıkkale'den Serhat Çetiner'in mektubunu önemli, derinlikli

buldum. İki konuda eleştirisi var bana. İlki, merkezi uygarlığın bir kolu olan Çin uygarlığının rolüne az değindiğimi

belirtiyor. Doğrudur, bu eleştiriyi kabul ediyorum. Bu konuda bir de kendisine bir öneride bulunuyorum. Bu konuyu kendisi

yazsın, yoğunlaşıp yazabilirse iyi olur. İkinci eleştirisi de Avrupa uygarlığının 16 ile 18. yüzyılda hegemonik olmadığını,

hegemonyanın Doğu'da, daha çok da Çin ve Hint uygarlıklarında olduğunu belirtiyor. Bu eleştiri doğru değil. Belki

ekonomik anlamda o zaman Doğu ileride olabilir fakat felsefi, bilimsel, edebi yönde Avrupa büyük hegemonik ilerleme

kaydetmiş, kendi büyük hegemonyasını inşa etmiştir o dönemde. Doğu'nun çok ilerisindedir. Daha çok inceleyebilir o

dönemi. Selamlarımı iletiyorum.

Adıyaman Cezaevi'nden Veysel Avcı, feminizm konusuyla özel olarak ilgileniyor, epey üzerinde durmuş, önemli

tespitleri var. Serdar Aslan da yerel siyaset üzerine yazmış. Bu görüşlerini yerel siyasette pratikleştirebilir. Selamlarımı

iletiyor, çalışmalarında başarılar diliyorum. Adana-Karataş cezaevinden Ayfer Ayçiçek bir mektup yazmış, bu arkadaşın

özde çok pozitif geliştiğini görüyorum, çalışmalarını değerli buluyorum. Başarılar diliyorum.

Gebze cezaevinden, Gülbahar'dan mektup aldım. Bakırköy cezaevinden gelen mektuplar var. Meltem

Yağmur'un mektubunu değerli, derinlikli buluyorum. Kimlik, siyaset gibi konularda çalışmalar yapıyor. Çalışmalarını

derinleştirebilir. Ona da selamlarımı iletiyorum. Yine orada görme engelli arkadaşımız Hediye'nin ve Gönül Erdoğan'ın

birer mektubunu aldım. Onlara ve Bakırköy'deki tüm arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Bazen bir mektup gönderiliyor,

içinde üç mektup çıkıyor. Hepsini tek tek okuyorum, çok değerli buluyorum.

Bir kadın arkadaş da mektubunda Özgür Kadın'dan, kadının özgür kılınmasından bahsediyor. Önemli ama özgür

kadın yaratıldı, yaratılıyor. Bu konuda çok yol kat ettiler kadınlar. Benim için kadın özgürlüğü herşeyden önce gelir. Çok

önemlidir. Benim için kadın özgürlüğü bütün özgürlüklerden, ulusal kurtuluştan, emeğin kurtuluşundan önce gelir. Kadın

özgürlüğü olmadan diğer özgürlükler sağlanamaz. Yeni yüzyılda, yeni dönemde bütün gelişmeler kadın özgürlüğü

ekseninde gelişecektir.

Siirt, Bitlis, Midyat, Ankara cezaevlerinden kadın arkadaşlardan gruplar halinde mektuplar alıyorum. Hepsine

selamlarımı iletiyorum. Cezaevlerinden gelen mektuplardan kadın özgürlüğü konusunun anlaşıldığını, anlaşılmaya

başlandığını görüyorum.

Cezaevlerinden epey gelen mektuplar var. Hepsine tek tek cevap yazamıyorum. Cezaevlerindeki arkadaşlar bu

teorik çalışmalarını pratikleştirebilir, hayata geçirebilirler. Yazılarını dergilere yazabilirler, makalelerini yayınlayabilirler.

Van ve Muş cezaevindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum.”

Öcalan son olarak, “Urfa'daki halkımızı selamlıyorum. Hakkari'ye özel selamlarımı iletiyorum. Süleymaniye'deki

halkımızı da selamlıyorum. Avrupa’daki halkımıza, Özgür Politika ve Roj Tv çalışanlarına, hepsine selamlarımı

iletiyorum” dedi.

Page 172: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

Kürtlerin kellesine karşılık ABD-Türkiye anlaştı!

PKK lideri Abdullah Öcalan, 15 Haziran’dan önce heyetle son bir kez daha görüşeceğini belirterek, hükümetten

yeşil ışık gelmesi halinde silahlı çatışmanın devreden çıkacağını söyledi. “Artık ondan sonra yaşanacak olan

başkaldırıdır, isyandır, her şey olabilir” diye uyaran Öcalan, Erdoğan’ın da Özal’dan değil Çiller’den yana tercihini

koyduğunu belirti. Öcalan, ayrıca Türkiye'nin Ortadoğu'da ABD'ye vereceği destek karşılığı “Kürtlerin kellesi” üzerine

anlaşma yapıldığını belirterek, yeni bir Gladyo’nun devrede olduğuna dikkat çekti.

PKK lideri Abdullah Öcalan 18 Mayıs günü İmralı cezaevinde gerçekleşen görüşmede önemli açıklamalar ve

tespitlerde bulundu. Kürtlere karşı yeni bir Gladyo’nun devrede olduğuna işaret eden Öcalan, kendisiyle görüşen heyetin

de “iyi niyetli” olduğunu belirterek, görüşmeleri konusunda bilgi verdi.

Öcalan, ABD ile Türkiye arasında Kürtler üzerine anlaşma sağlandığını ifade ederek, ABD’nin etkisi altına

girmeyeceklerini vurguladı. Öcalan, Erdoğan’ın açıklamalarını da değerlendirirken, “Çillerleşti” ifadesini kullandı. 15

Haziran’a kadar çözüm sinyali verilmesi durumunda ise gerillaların uygun bir pozisyon alacağı ve silahlı çatışmaların

devreden çıkacağını kaydeden Öcalan, aksi halde “devrimci halk savaşı”nın başlayacağını tekrarladı.

TOPLU BİR İMHA SÜRECİ SÖZKONUSU

Öcalan cezaevinde, son gerilla kayıplarına işaret ederek, “Son yaşanan gerilla kayıpları eski tarz gerillacılıktan

kaynaklanıyorsa bu onların eksikliği. Dersim’deki, daha önce Amanoslar’daki toplu öldürmelerden anlaşılıyorki, toplu bir

imha süreci söz konusu. Çandar'ın da dediği gibi 15 Haziran süreci başlamış durumda” dedi.

Dörtlerin eylemi ile Haki Karer ve İbrahim Kaypakkaya’nın hayatını kaybedişini yıldönümü olan 18 Mayıs’a

dikkat çeken Öcalan, “Bugün (18 Mayıs) Haki Karer, Dörtler ve Kaypakkaya'nın şehadet yıldönümü. Ben bu

açıklamalarımı onlara ithaf ediyorum. 6 Mayıs'ta Deniz Gezmişler de idam edilmişti. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Bu konuya daha önceki görüşmelerimde de değinmiştim. Anılarını yaşatıyoruz” diye belirtti.

BENİMLE GÖRÜŞEN HEYET GLADYO İLE BAĞLANTILI DEĞİL

Öcalan, Türkiye sosyalistleri ile birliğin sağlandığına işaret ederek cezaevinde yaptığı görüşmelere değindi: “Bu

seçimle Türkiye halkıyla, Türkiye sosyalistleriyle birliğimizi sağladık ve geliştirdik, bu çok önemli. Bu bir başlangıç oldu,

daha da gelişecek. Ben iki konudan bahsedeceğim; Birincisi, şimdi bu gelen ve benimle görüşen heyet iyi niyetli bir

heyettir. Bu heyet gladio ile bağlantılı değildir. Ben bunu kendilerine de söyledim, Dedim ki, siz gladio ile bağlantılı

değilsiniz, komplonun içinde değilsiniz. Ben bu heyetin gladio'dan bağımsız olduğunu görüyorum. Bu konuda eminim.

Heyet sorunu çözme konusunda iyi niyetli olup, bu konuda komplo içerisinde değildir. Heyet güçlüdür, ikna edebilir, irade

sahibidir. Heyet ne tam hükümet memuru ne de kandırmaca bir devlet ekibidir, bağımsızdır. Bu heyetle görüşmelerimiz

ciddidir, bir kandırılma durumu söz konusu değildir. Ancak hükümeti, başbakanı ikna etme güçleri var mı? ABD'ye

rağmen bir şeyler yapabilecekler mi, burası önemli.

HEYETLE 15 HAZİRAN ÖNCESİ SON KEZ GÖRÜŞECEĞİM

“Heyetle önümüzdeki günlerde, 15 Haziran'dan önce son bir kez görüşeceğim. Çok önemli bir görüşme. Bu

konuda heyet bana ipucu verecektir. Bazı bilgiler verecektir. Bu görüşmede bazı şeyler az çok netleşecektir. Şimdiye

kadar bize karşı uygulanmakta olan NATO gizli ordusunun, gladiosunun bir komplosu devam etmektedir.

NATO GLADYOSU’NUN KOMPLOSU İLE KARŞI KARŞIYAYIZ

Dördüncü kezdir çözüme çok yaklaşırken, NATO Gladiosunun komplosuyla karşı karşıyayız. Burada heyetle

çözüme dönük, çözümü geliştirecek görüşmelerimize karşı, çözüme karşı yeniden bir gladio komplosu devreye

sokulmakta, çözüm engellenmektedir. Tam da bu noktada şunlara değinmek istiyorum; Şu an yeni bir gladio ile, gladio

darbesi ile, gladio komplosu ile karşı karşıyayız. Bu söylediklerimi kendi tecrübelerime de dayanarak söylüyorum. Belli bir

tecrübe var bu tecrübelerimi de dikkate alarak bunları dile getiriyorum. Dönemin iyi anlaşılması için biraz açmak

gerekiyor.”

BİRİNCİ KOMPLO DÖNEMİ

Öcalan şöyle devam etti: “Birinci komplo dönemi, Özal döneminde gerçekleşen komplodur. Ben buna çözüme

karşı 93 komplosu diyorum. Özal döneminde uluslar arası bir gladio vardı. Türkiye'deki gladio da bunun içindeydi ve

güçlüydü. Özal bu sorunu çözmek istiyordu. Bana ilk haber gönderdiğinde “bu işi çözelim, çözmek istiyorum” diyordu.

Ben buna fazla ihtimal vermiyordum. Özal'ın çözebileceğine fazla ihtimal vermiyordum. “Bu bir oyundur” diyordum.

Sorunu çözmek için Özal, Talabani'yi yanıma göndermişti. Talabani'ye bu kuşkumu dile getirdim. “Özal bunu çözemez,

çözebilir mi” dedim. Talabani bana “Özal bu işi çözmek istiyor” dedi. Özal Talabani'ye “Eşref Bitlis de benden yana, bu

Page 173: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

sorunu çözeceğim” demişti. Talabani “yeter ki ateşkes ilan edilsin” demişti. Ben başta buna kuşkulu bakıyordum ancak

sonra ikna oldum, uzun bir tereddütten sonra ikna oldum. Özal silahlı birliklerin bir yerde toplanmasını, ateşkesin

olmasını benden istedi. Çözüm için onları kırmadım. Onlar bu şekilde çözümün gelişeceğini söylüyorlardı. O dönem bu

fırsata bir şans tanımak istedim. Barış, ateşkes ilan ettik. Fakat devlet o dönem çözüme hazır değildi. Özal devleti,

askeri, partisini barışa hazırlamamıştı, barışa ikna edememişti. Ateşkesten sonra gladio devreye girdi. O dönem çözümü

geliştirmeye çalışan Özal'a ve Eşref Bitlis'e karşı darbe yapıldı. Özal'ı götürdüler. Eşref Bitlis'i de götürdüler. Eşref Bitlis'in

ekibini de dağıttılar. Bahtiyar Aydın onlar, Mardin'deki Rıdvan Özden ve diğer bazı subayları tasfiye ettiler. O dönem

JİTEM de ikiye bölündü. Cem Ersever onları tasfiye ettiler, çünkü bunlar Eşref Bitlis'e bağlıydılar. O dönem bu gladio

Doğan Güreş, Tansu Çiller eliyle yürütüldü. 93'teki ateşkesin bozulmasıyla birlikte 93-94'te dört bin köy boşaltıldı, on

binlerce faili meçhul cinayet işlendi. Adeta bir felaket yaşandı. Bu NATO gladiosunun çözüme karşı geliştirdiği ilk

darbedir. Ben buna birinci komplo dönemi diyorum.

Özal ve Eşref Bitlis'e dönük darbenin başını çekenlerden biri de Süleyman Demirel'di. Bu darbeyi T. Çiller, D.

Güreş ve S. Demirel, NATO gladiosu ile birlikte gerçekleştirdi. Zaten bilindiği üzere o dönem Genelkurmay Başkanı

Muhittin Füsunoğlu olacaktı ama T. Çiller ekibi darbe yaparak onun genelkurmay başkanı olmasını engelledi ve onun

yerine Doğan Güreş genelkurmay başkanı yapıldı.

İKİNCİ KOMPLO DÖNEMİ

İkinci komplo dönemi 97-98 döneminde yaşandı. Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı bu mevcut

savaşı sınırlandırma isteğindeydi. Yani savaşı sınırlandırma eğilimindeydi. Erbakan döneminde çözüme yönelik girişimler

oldu. Erbakan iyi niyetle bazı girişimlerde bulundu. Abdülhalim Haddam da tekrar yazmış, Hürriyet'te çıkmış, doğrudur. O

dönem Erbakan da Özal gibi, silahlı güçlerin bir yere toplanmasını, silahların susmasını ve bundan sonra çözüm için

görüşmelerin yapılacağını, çözümün konuşulacağını söyledi. Ben onu da kırmadım. Ancak tekrar gladio devreye girdi.

Birinci komplo döneminde gladionun başını çekenler Güreş-Çiller ekibiydi. Bu ikinci dönemde ise Türkiye'deki gladionun

başını çeken kişi Çevik Bir'dir. O dönem D. Güreş rolünü Çevik Bir oynadı. Hatta bu Çevik Bir, Kıvrıkoğlu'nun

genelkurmay başkanı olmasını istemediği için ona suikast girişiminde bulundu. Bu dönemde Karadayı, daha sonra da

Kıvrıkoğlu her ikisi de savaşı sınırlandırmak istiyorlardı. Onlar da silahların susmasını, çatışmaların bitmesini, silahlı

güçlerin bir yere toplanmasını, ondan sonra çözüme dair her şeyin konuşulabileceğini söylüyorlardı. Bize de haber

gönderdiler. Cezaevine gidip Muzafer Ayata ile görüşmüşlerdi, cezaevi üzerinden benimle de görüşme talepleri oldu.

Muzaffer Ayata da Tempo dergisine anlatmıştı. Doğru söylüyor. Onlara ulaşmışlar, bana da daha sonra telefon ettiler.

Avrupa'ya da bir temsilcilerini göndermişler. Ben onların bu savaşı sınırlandırma isteğine karşılık verdim. Çözüme şans

tanıdım. Ancak Tansu Çiller'e bağlı istihbarat şefi Bülent Orakoğlu bizim bu görüşmelerimizi tespit etmiş, dinlemeye

almış, daha sonra deşifre etti. Yine uluslar arası gladio devreye girdi. Bu dönemdeki çözüm arayışımız da bu şekilde

komployla boşa çıkarıldı. Türkiye'de o dönemde Çevik Bir'in başını çektiği gladio ekibiyle CIA ajanı T. Çiller bu

komplonun başını çektiler. T. Çiller'in CIA ajanı olduğu sonradan ortaya çıktı. Mesut Yılmaz nispeten daha ılımlı, iyi

niyetliydi. Bu dönemde de böylece çözüme dönük arayışlarımız komploya kurban gitti. O dönemi anlatan bir konuşma

yapmıştım Med TV de. Bir barış şansımız vardı, bir barış güvercini olduk ama bu barış güvercinini uçurdular diye

nitelemiştim.

Benim üzerime çok geldiler. NATO gladiosunun komplosu sonucu Suriye'ye baskı uygulandı ve Suriye'yi

savaşla tehdit ettiler. Benim Suriye'den çıkmam sağlandı. Suriye'den çıkarılma sürecimi Haddam da anlatıyor. Uluslar

arası NATO gladiosu bize karşı netti politikalarında, tavırlarında. Benim bu uluslar arası komploda öldürülme planım da

vardı. Bana karşı geliştirilen NATO gladiosu komplosunda AB, ABD ve Rusya anlaşmıştı. Rusya ile IMF üzerinden

anlaşma sağlamışlardı. Komploya Rusya, İtalya, İsrail ve Yunanistan da dahildi. Yunanistan'dan sonra beni Beyaz

Rusya'ya indirmek istiyorlardı. İçinde bulunduğum uçak Beyaz Rusya'ya indi. Oradan Hollanda'ya gideceksin dediler

ancak Beyaz Rusya'da havaalanına indiğimizde her taraf boştu, hiçbir güvenliğimiz yoktu. Ben durumdan şüphelendim

ve uçaktan inmeyi reddettim. O an bana karşı bir şeyler yapılacaktı ancak ben uçaktan inmeyince Mandela ile görüşme

talebimi kabul ettiler. Beni Mandela'ya götürme sözü verdiler. Daha sonra Kenya'ya götürdüler. Benim Kenya'ya

götürülmem aslında bir kaçırılmaydı. Bu hikaye uzundur, daha önce de defalarca anlatmıştım, uzun uzun anlatmaya

gerek yok. Kenya'da iken çiftlikte kalma fikri de ilk o dönem ortaya atıldı. Bana “seni bir çiftlikte tutalım, yüksek duvarları

olan, güvenlikli, geniş bir çiftlik, uzun bir süre kalırsın” dediler. Bu şu demekti; NATO'nun, Amerika'nın denetimi,

denetiminde kalmak demektir. Amaçları bir süre gözlem altında tutmaktı. Bin Ladin gibi bir çiftlikte uzun süre tutacaklardı.

Zamanı gelince de imha edeceklerdi veya başka bir şey yapacaklardı. Ama burada önemli olan onların kontrolünde olma

durumudur. Bin Ladin de Pakistan'ın kontrolünde bir çiftlikte kalıyordu. Pakistan’da ABD güdümündedir. Ben çiftlikte

kalma fikrini kesinlikle reddettim, kabul etmedim. Elçilikte kaldım. On beş gün kadar orada kaldım. O dönem bana eşlik

eden Yunan istihbaratı, Kalenderidis, Karamanlis onlar hepsi CIA elemanları, gizli NATO subaylarıydılar. Yunan elçisi

Kostullas da FBI, CIA ajanıydı, zaten ikisi de aynıdır, fark etmez. Daha sonra Kenya polisi bana “elçilikten çıkacaksın,

çıkmazsan elçiliği basarız” dediler. Ölümle sonuçlanabilecek bir baskın olacaktı. Ancak biz tedbirli davrandık. Elçilikten

çıkarken elimize bir tabanca vermek istediler. Dilan da oradaydı. “Bununla kendinizi korursunuz” dediler. Yani orada

Page 174: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

bizim fiziki direneceğimizi zannediyorlardı. Eğer direnseydik, o silahı da kabul etseydik, bizi öldürüp direnmiş görüntüsü

vereceklerdi. Tek başıma silahla ne yapabilirdim ki, aslında ölmek çok şey değildi ama böyle ölmek istemedim. Bin Ladin

gibi, onun için de “elinde bir silahla direndi” dediler. Beni de bu şekilde öldürebilirlerdi. Benzer şeyler var fakat benim ve

Ladin'in durumu farklıdır, benim durumum daha özgündür. Biz elçilikten silahsız çıktık, silahsız çıktığımız için bize karşı

bir şey yapamadılar. Daha sonra beni kaçırıp uçağa bindirdiler. Yine de üzerimde silah olabileceğini düşünmüşler.

Uçakta dört-beş kişi üzerime çullandılar yere yatırdılar, silahsız olduğumu görünce de bağladılar. Hatta onlardan biri,

“üzerinde silah bulunsa öldürebilirdik” dedi. Bu şekilde benim buraya getirilmemle ikinci barış görüşmeleri de NATO

gladiosunun komplosuyla son buldu.

ÜÇÜNCÜ KOMPLO DÖNEMİ

99'da daha çok askeri ağırlıklı heyet gelip benimle o dönemde, görüştü. O dönemdeki askerler tecrübeliydi,

samimi gibiydiler. Onlardan birisi “Oyun büyük, bunu boşa çıkarmamız gerekiyor. Siz ülkeyi bölmek istemediğinizi belirtip

şiddetten vazgeçerseniz, her konuyu konuşabiliriz” dediler. Bunun üzerine ateşkes ve sınır dışına çekilme çağrım oldu ve

gerillalar sınır dışına çekildi. Ecevit o dönemde bir şeyler yapmak istiyordu çözüme yönelik. Rahşan affı da bu nedenle

düşünülmüştü. Gerillayı da kapsayacaktı. O dönemdeki heyetle olan görüşmelerimiz 2001'e kadar devam etti. Daha

sonra bilindiği gibi tekrar NATO gladiosu Türkiye'deki gladio ile birlikte devreye girdi. Ecevit'i tasfiye ettiler. Kürt hareketini

de o dönemde ikiye ayırmak için çoktan hazırlıklarını yapmışlar. Bu durum Amerika'nın Irak'a müdahalesiyle doğrudan

bağlantılıdır. Osman-Botan alçağı bu oyuna geldiler. Bunlar Güney'e gittiler, sığındılar. Diğerleri de Kandil'de kaldılar.

Kandil'de kalanlar bu ayrılmayı zamanında önleyebilirlerdi ancak bunu başaramadılar, süreci iyi yönetemediler, yetersiz

kaldılar. Benim müdahale etmemi istediler. Ben o dönemde “Bir bedenimi ikiye ayırdıktan sonra birini tercih etmemi

istiyorsunuz, ben bunu kabul edemem” diyerek büyük bir öfkeyle karşılık verdim. Onlara çok öfke duydum, çok ağır

eleştiriler yönelttim, çok ağır hakaretler ettim. Adeta bedenimizi ikiye bölmelerini nasıl kabul edebilirdim? Ama o alçak

Osman-Botanlar kopup gittiler. Bine yakın kadro da eridi. O dönem zamanında yeterli bilgi getirilmedi bana. Kopukluklar

oldu. Sonuçta örgüt ikiye bölmek istediler. Bu süreci Bir Halkı Savunmak kitabında geniş geniş anlattım. Hem Kürtlere

karşı geliştirilen politikalar hem de Kürtlerin kendi içindeki kopuşlar hakkında çok detaylı çözümlemeler yaptım. Örgüt

üzerindeki bu oyun, bu komplo 2002'de başladı. 2002-04 arası bu kopmalar, ayrışmalar, bu tasfiye politikası yaşandı.

Tabi o dönem ABD'nin Ortadoğu ve özellikle Irak'a dönük politikaları söz konusuydu. İşte AKP de 2002'de bu temel

üzerine, bu politikalar üzerine başa getirildi. AKP'nin 2002'de iktidara gelmesiyle yeni bir konsept hayata geçirildi. NATO

gladiosunun komploları farklı bir şekilde gelişmeye başladı. Bu, üçüncü komplo dönemiydi.”

2006’DA BİR ÇAĞRIDA BULUNDULAR, BU BİR OYUNDU

Öcalan değerlendirmelerine şöyle devam etti: “Böylece 99'dan 2004'e kadar beş yıl geçmiş oldu. Tüm bunlara

rağmen PKK'nin yeniden inşasıyla, Kongra-Gel ve KCK sistemleriyle örgütü yeniden şekillendirdik. O dönem örgütteki

kopuşlar ve örgüte yönelik tasfiye politikaları karşısında Abdullah Gül'e mektup yazdım. Kendisine bu sorunları birlikte

aşabiliriz, bu sorunların önüne geçebiliriz, çözüm için gerekli olan adımları atabiliriz dedim. Ama bana cevap vermediler,

duyarsız kaldılar, bir şey yapmadılar. Ben de o dönemde yaşanan bütün bu gelişmelerden dolayı örgüte ‘ne yapıyorsanız

yapın, sizi serbest bırakıyorum, kendi kararlarınızı kendiniz alın, kendi örgütlenmenizi kendiniz yaparsınız’ dedim. Ve

PKK yeniden bir yapılanmaya, bir silahlı hamleye başladı.

O dönemi de böylece geçirdik. 2006'da bana çağrıda bulundular. Ahmet Türk onlar üzerinden haber gönderdiler.

Bize karşı tasfiye politikalarında başarılı olamayınca, ateşkes için bana haber gönderdiler. Ben tam ikna değildim ama bir

çağrıda bulundum. Ahmet Türk onlar bir politika geliştiremediler. DTP de başarısız kaldı. Bana göre o dönemde yapılan,

bir hataydı. Bunun bir oyun olduğu da sonradan anlaşıldı. Bu da başarılı olamayınca, kuşatmaya aldılar, hücre cezaları

vermeye başladılar. Hücre cezasıyla bize karşı yeni politika oluşturdular. Hem hücre cezalarıyla burada bana karşı hem

de askeri operasyonlarla örgütü kuşatmaya almaya başladılar. 2006'da ben 125 sayfalık bir broşür hazırladım ona da el

koydular ve vermediler. Halen onlardadır. O 125 sayfada bir çok ilişkiyi, gladioyu açıklamıştım. Bu komplolar dönemini de

orada geniş açmıştım.”

KOMPLOLARA RAĞMEN ÖLMEDİYSEK HATA YAPMAMAMIZDANDIR

“Bugüne kadar bu komplolara rağmen ölmediysek, hayatta kaldıysak, hata yapmamamızdan kaynaklanıyor.

Dikkatli davrandık. Hata yapsaydık durum farklı olurdu” tespitinde bulunan Öcalan şunları söyledi: “Örgüte yönelik

politikalar ile bana karşı geliştirilen hücre cezaları da başarılı olmayınca yeni bir tasfiye politikasını devreye koydular. Bu

yeni bir Gladioydu, yeşil Gladio! Daha önce buna yeşil komplo dönemi demiştim. Bu dönem diğer dönemlerden daha

farklı gelişti. Bu dönemde hem siyasi operasyonlar, KCK operasyonları başladı hem de askeri operasyonlar. İkisi birlikte

devreye girdi. Yani hem siyasi hem askeri operasyonlar eş zamanlı olarak yürütüldü. Bu AKP iktidarının politikasıydı.

Tam bu gladio-komplo döneminde önceki dönemlerdeki gazetelerin yerini Zaman gazetesi aldı. Zaman üzerinden daha

çok yapılmaya başlandı. KCK operasyonları diri Kürdü tasfiye etme amaçlıydı. Bu dönemde geliştirilen politikalar daha

çok örgütlü Kürtleri dikkate almadan, muhatap almadan onları tasfiye ederek, bunun yerine kendine bağlı yeni sahte bir

Kürt yaratma politikalarıydı. Bu dönemde TRT-Şeş vb sözde açılımlarla, bu diri Kürt kesiminin yerine kendi benzeri Kürdü

yaratmaya çalışıyorlardı. Benimle de o dönemde görüşme yaptılar. KCK operasyonlarını doğru bulmadıklarını söylediler.

Page 175: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Üç yıldır heyetle bu görüşmeleri yapıyoruz. Heyetle görüşmeler başladıktan sonra mektup göndermeye başladım. Ben de

o dönemde bu politikalara karşı, 2009'da yol haritasını yazdım. Yol haritasına da el koydular, vermediler. Daha sonra

AİHM üzerinden ancak alınabildi.

KÜRTLERİN YOK EDİLMESİ ÜZERİNE ABD İLE ANLAŞMIŞLAR

Daha önce de Türkiye'de Gladio dönemleri olmuştur. 1980'de oldu, 60'da oldu. Kore savaşı döneminde oldu.

Türkiye'de özellikle 1952 Kore savaşından bu yana Gladio dönemleri hep olmuştur. Bugün yeni bir durumla karşı

karşıyayız. Türkiye NATO gladiosu ile, ABD ile anlaşmış durumda. Kürtleri topyekün bitirme, tasfiye etme planı

devrededir. Ortadoğu'da Türkiye desteğine karşılık Kürtlerin kellesi Türkiye'ye verilecek. Bu konuda ABD ile anlaşmışlar,

bu anlaşma Kürtlerin yok edilmesi üzerinedir. ABD elçisi gördüğünüz gibi Erdoğan'ı helikopter pistinde yakalıyor, ona

talimat götürüyor. Mevzu bu politikalardır. Tüm bunlar ABD ile Türkiye'nin anlaştığını gösteriyor. Daha önce ABD ile

Türkiye Ortadoğu konusunda tam anlaşamamışlardı, Kürtlerden dolayı tam anlaşamıyorlardı. Kürtlerden dolayı bazı

nüanslar, bazı ufak-tefek anlaşmazlıklar vardı. Ancak şu an o anlaşmazlıkları da çözmüş durumdalar. Bugünkü durum 5

Kasım 2007'de Erdoğan-Bush görüşmesindeki anlaşmanın bir benzeridir.

ORTADOĞU’DAKİ TÜRKİYE DESTEĞİNE KARŞILIK KÜRTLERİ KELLESİ

Ortadoğu'daki Türkiye desteğine karşılık Kürtlerin KCK şahsında kellesi verilecek. Anlaşma budur! Bu tüm

kamuoyuna ve aydınlara bu şekilde anlatılmalı. Bu yeni bir durumdur, Kürtler bunu aylarca tartışmalı. Türkiye, Suudi

Arabistan ve Pakistan arasında bir ittifak, bir ortak politika oluşturulmuştu.

LADİN’İ ASIL DESTEKLEYENLER TÜRKİYE, PAKİSTAN VE SUUDİ ARABİSTAN

Bin Ladin'in meselesi de bu politikalarla bağlantılıdır. El Kaide lideri Ladin'in öldürülmesi fasa fisodur. ABD diyor

ki “Biz birkaç senedir Ladin'i, gözetim altında tutuyorduk”. Doğru söylüyorlar. Zaten Ladin'i etkisiz hale getirmişlerdi.

Yıllarca gözetim altında tuttu. Ve en son silahlı çatışma görüntüsü vererek öldürüldü. Aslında Ladin'i asıl destekleyen

devletler Türkiye, Pakistan ve Suudi Arabistan'dır. Bu devletleri Ladin arkalamıştı. Bu devletler Ladin'i destekliyordu,

kendi güdümlerinde tutuyordu. ABD bunu biliyordu, bu devletleri zorlamaya başladı, bu devletler de zorlanınca Ladin'i

satıp Amerika'nın hedefine bıraktılar.

BEŞAR ESAD’I GÖTÜRECEKLER, SIRA İRAN’A GELECEK

Amerika'nın Ortadoğu'da yeni politikaları söz konusudur. Türkiye de bunu görüyor. Beşar Esad'ı götürecekler.

Artık fazla dayanamaz. Ya onu teslim alacaklar ya da Kaddafi gibi direnecektir. Muhtemelen direnecektir de. Ama

sonunda düşürülecektir. Zaten Libya'yı sattılar. Suriye'nin düşmesinde ise Türkiye ağır hareket ederek bunu sürece

yayıyor, öyle ani yapılmasını istemiyor. Aynı şekilde sıra İran'a da gelecektir. Belki İran geciktirilecek ve İran da

direnecek ama sonunda İran da düşürülecektir. İran'ı sürece yayacaklar ama sıra oraya da gelecek.

ABD İLE AB ARTIK ORTADOĞU’DA BİRLİKTE HAREKET EDİYOR

Daha önce ABD ile AB ülkeleri arasında Ortadoğu politikaları konusunda bir fark vardı. Bazı ufak nüanslar vardı,

bir makas aralığı vardı. Ancak şimdi o makas aralığı da kapandı. Birlikte hareket ediyorlar.

AKP ABD’NİN AYAKLARINA KAPANDI

AKP de bu nedenle kendisini kurtarmak için Amerika'nın bu politikalarına tam teslim olmuştur. Adeta ayaklarına

kapanarak kendi iktidarını sürdürme peşindedir. Bu nedenle Kürtleri satıyor. Türkiye, Pakistan ve Suudi Arabistan, Suriye

ve Libya'yı sattıkları gibi İran'ı da satacaklar. Beşar Esad da bu nedenle şu an Türkiye'ye öfkeli. Pakistan ve Suudi

Arabistan'a politikalarından dolayı menfaatler sağlandı. Şimdi de Suriye politikaları için Türkiye'ye 18 milyar dolar para

sağlanıyor. Libya'ya müdahale sürecinde Türkiye ilk birkaç gün farklı konuştu. Ancak on gün geçmeden Türkiye tam tersi

bir tutum sergiledi.

TÜRKİYE KADDAFİ’Yİ SATTI

Türkiye ABD ile anlaşarak Kaddafi'yi sattı. Şu an NATO'ya sağlanan İzmir'deki askeri üs de gösteriyor ki,

Türkiye tamamen ABD ile anlaşmış durumda ve bütün imkanlarını seferber etmiştir. Kürtleri de bu politikalarla bağlantılı

olarak satmıştır. Buna bütün Kürtler dahildir. Suriye’deki, İran’daki, Irak’taki Kürtler de dahildir.

KÜRTLER SURİYE İLE DE İRAN İLE DE ANLAŞMAYA ÇALIŞABİLİR

Bu süreçte Kürtler Suriye ile de, İran ile de anlaşmaya çalışabilirler. Suriye ve İran'a şu söylenebilir; sakın

Kürtleri kullanmaya kalkmasınlar. Bu, onlar için bir felaket olur, onların sonu olur. Ben onları sert bir şekilde uyarıyorum:

Kürtlerle anlaşmalıdırlar. Demokratik özerklik temelinde bir anlaşmaya gidilebilir. Şayet Suriye devleti kabul etmezse

Kürtler muhaliflerle hareket edebilirler. Ancak Suriye'deki muhaliflerle birlikte hareket etme durumunda da çaba Suriye'yi

demokratikleştirmek yönünde olmalıdır. Şayet bunlar gerçekleşmezse Suriye ve herkes bilmelidir ki Kürtler soykırım

kıskacındadırlar. Kürtler bu süreçte var olma-yok olma mücadelesi vermektedirler. Kürtlere imha dayatılmaktadır, ölüm-

kalım meselesidir.”

KÜRTLERİN POLİTİK OLARAK İKİYE BÖLÜNME TEHLİKESİ VAR

Öcalan bugünden sonraki tabloyu ise şöyle çizdi: “Bugünden sonraki tabloyu şöyle görüyorum. Bunu halkımız,

herkes bilmeli. Suriye ve İran’daki Kürtler özgürlük çizgisinde kalacak ve daha da gelişecekler. Irak’taki Kürtler ise

Page 176: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

özellikle bir kesimin İran’la derin ilişkileri var ve İran’ın etkisi çok fazla. İran'ın buradaki etkisi köklü olduğu için tamamen

İran'dan kopmazlar. Bu nedenle oradaki Kürtlerin politik olarak ikiye bölünme tehlikesi vardır, bu şimdiden görülmelidir.

ABD’NİN ETKİSİ ALTINA GİRMEYECEĞİZ

Biz bugüne kadar hiç kimsenin boyunduruğu altına, etkisi altına girmedik, girmeyiz de. Bugüne kadar hep

bağımsız kaldık. ABD'nin etkisi altına hiç girmedik, bugünden sonra da girmeyeceğiz. Türkiye, İran, Irak, Suriye de

bunları iyi bilsin. Ama Kürtlerin daha fazla üzerine gelirlerse, daha fazla imha, daha fazla tasfiye dayatırlarsa, başka

ittifaklar gelişebilir. Kürtler daha farklı ittifaklara yönelebilir. Nasıl ki ABD Türkiye ile ittifak geliştirip Kürtleri imhayı

planlıyorsa, Kürtler de bu imhalara karşı ittifaklar geliştirebilirler.”

BDP ÇÖZÜME HAZIRLANMALI, KANDİL KENDİNİ SAVUNMAYA

Öcalan şöyle devam etti: “BDPliler ‘Biz halkı zor durduruyoruz, zaptedemiyoruz, onları tutmakta güçlük

yaşıyoruz’ diyorlar. Kimsenin halkı zorla tutmak gibi bir görevi yoktur. Artık bu dilden vazgeçilmelidir. Senin görevin halkı

durdurmak değil, halkı demokratik çözüme, demokratik çözüm sürecine hazırlamaktır. Aynı şekilde Kandil de ‘biz gerillayı

zor tutuyoruz, zapt edemiyoruz, gerillayı durduramıyoruz’ diyor. Bu dilden, bu politikadan vazgeçilmesi gerekiyor. Gerilla

kendi savunmasını yapmak zorundadır, kimse bunun önüne geçemez. BDP’nin ve Kandil’in de bu dili sürdürmemesi

gerekir. Bu doğru da değil, etik de değil. BDP'nin görevi halkı demokratik çözüm sürecine hazırlamak, Kandil'in de görevi

doğru çizgide hareket etmeyi sağlamaktır.

GERİLLA MİSLİYLE CEVAP VERME HAKKINA SAHİPTİR

Gerilla sınırı geçtikten sonra aktif savunma, pasif savunma diye bir şey kalmaz. Bunlar boş şeylerdir. Gerilla 24

saat gerillacılık yapar. 24 saat ayakta, uyanık şekilde hareket ederler. Ben burada heyetle görüştüğümde onlara da

söyledim. Meşru savunma hakkı vardır, üzerlerine gidilirse, operasyon yapılırsa misliyle cevap verilir. Gerillaya yapılan

operasyonlara karşı kimse gerillayı tutmaya kalkamaz. Kendilerini on kat daha iyi savunacaklardır. Misliyle cevap verme

hakkına sahiptir. Bunun önünde bir engel de yok! Kimse de engel olamaz. Tüm kamuoyu da bunu bilmelidir. Bu son

yaşanan kayıplardan dolayı da Kandil sorumludur. Gerillasından komutanına kadar yaşanan bu kayıplardan dolayı Kandil

sorumludur. BDP’nin kullandığı bu dilden vazgeçmesi gerekiyor. Halkı demokratik özerkliğe hazırlama görevi

bulunmaktadır.

GENÇLİK İNİSİYATİFİ İNTİFADA GİBİ BAĞIMSIZ HAREKET EDER

Ayrıca gençliğin inisiyatifi vardır, zaten kendi özerk örgütlenmeleri vardır. Her yerde kendi örgütlülüklerini

kurarlar, kendi önderlerini de kendileri seçerler, önderliklerini oluştururlar. Öyle kimseyi de esas almalarına gerek yok.

Filistin'deki intifada gibi kendi örgütlülükleriyle bağımsız hareket ederler.”

HÜKÜMET ŞU AN TAMAMEN SAVAŞ POLİTİKALARINA TESLİM OLMUŞ

“ABD ve Türkiye'nin bu ittifakına, bu anlaşmasına karşı benimle görüşmeye gelen heyet bir şey yapabilir mi?

Heyet veya devlet içinde savaşın gelişmesini istemeyen, barışı arzulayan kimseler Kürtlere karşı geliştirilen bu

politikalara karşı gelebilir mi, bu politikaları durdurabilir mi, bilemiyorum. Tekrar ediyorum, buraya gelip benimle görüşen

heyet iyi niyetlidir. Bu meselelere de hakimdir. Ancak bu şeylere gücü yeter mi, onu da göreceğiz. Hükümet şu an bu

savaş politikalarına tamamen teslim olmuştur. ABD ve Türkiye Kürtlerin kellesi karşılığında anlaşmışlar diyorum. Bunun

için tüm aydınlara diyorum ki; “buna karşı çıkılmalı, sessiz kalınmamalıdır.” Bugün radyodan dinlediğim kadarıyla

Erdoğan'ın üslubu gösteriyor ki ABD ile anlaşmışlar. Türkiye'nin Ortadoğu'da ABD'ye vereceği destek karşılığı Kürtlerin

kellesi kendilerine verilecektir.

ERDOĞAN ÇİLLERLEŞTİ

Eskiden teslim almaya çalışıyorlardı, şimdi teslim olunsa bile böyle bırakmazlar, siyaseten yok ederler. Ben

daha önce Recep Tayyip Erdoğan için Özal mı olacak, Çiller mi olacak diye sormuştum. Recep Tayyip Erdoğan

Çillerleşti. Tercihini Çiller olmaktan yana kullandı. Bu bir taktik midir, bilemiyorum ancak şu anki yürüttüğü politikalar Çi ller

olmaktan yana tercihini kullandığını gösteriyor. Kürtleri sürekli tasfiye ediyor, hem askeri hem siyasi operasyonla her gün

Kürtleri tasfiye ediyorlar. Benim şu andaki duruma ilişkin yorumum; Kürtler soykırım kıskacındadır.

KÜRTLER İÇİN YENİ BİR GLADYO DEVREDE

Kürtlere karşı yeni bir gladio devrededir. Gelinen aşamada çözüme yaklaşırken bir NATO Gladiosu komplosuyla

karşı karşıyayız. Son savunmamın beşinci cildinde bu yeni Gladio örgütlenmesini daha önceki yapılanmalarıyla birlikte

çok geniş açımladım. Savunmamı da bu nedenle vermiyorlar.”

15 HAZİRAN’A KADAR BEKLİYORUM

“15 Haziran tarihini kullanmakla, 15 Haziran'da mutlaka çözüm olur demiyorum. Hemen 15 Haziran'da çözüm

gelişir demiyorum, beklemiyorum. Burada önemli olan husus şudur: 15 Haziran'a kadar başbakanın -büyük ihtimalle

hükümet yine onlar olacak- Kürtleri çözüm sürecine dahil ederek sorunu çözeceklerine ilişkin bir açıklama yapmasıdır. Bu

konuda Başbakanın bir adım atması, yeşil ışık yakması önemlidir. Ben bu nedenle 15 Haziran akşamına kadar

bekliyorum bu mesajı. Buraya benimle görüşmeye gelen heyet de bana bu konuda herhalde bir ipucu verecektir. ABD ile

anlaşma kesin yapılmış mı, bu konu önemli. 15 Haziran'a kadar bekliyorum. Eğer bana bu konuda yeşil ışık yakılırsa,

Page 177: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Kürtleri de dahil ederek -çünkü daha önce dahil edilmeyerek yol katedilmeye çalışılmıştı- ben de buna büyük öfke

duymuştum.

ÇÖZÜMÜ DEKLARE EDERLERSE SİLAHLI ÇATIŞMA DEVREDEN ÇIKAR

Ama şimdi sorunu çözeceklerini deklare ederlerse, ben de gerillaları bir yere toplamak için devreye girerim.

Gerillalar uygun bir pozisyon alır, silahlı çatışma devreden çıkar, demokratik çözüm süreci de başlamış olur. Başbakan

15 Haziran'a kadar çıkıp konuşsun ve bana: “Silahlı güçlerini bir yere çek ve biz demokratik anayasa çözümü üzerinden

çözüm geliştireceğiz” desin. O zaman bu savaşı durdurmuş olur.

HALKA ÇAĞRI

Burada halkımıza, örgütlerimize şu çağrıda bulunuyorum: Ben sizlere pratik önderlik de yapmak isterdim ancak

koşullarım elvermediği için teorik önderlik yapıyorum. 15 Haziran'a kadar bu söylediğim çerçevede bir yeşil ışık

yakılmazsa, çözümün gelişeceğine dair bir bildirim yapılmazsa, beni ölmüş bilin! Artık ondan sonra yaşanacak olan

başkaldırıdır, isyandır, her şey olabilir. Ben buna devrimci halk savaşı diyorum. Tarihi günler yaşıyoruz, tarihi süreçteyiz,

önemli gelişmeler olur. Herkes bunların farkında olmalı. BDP, Kandil hepsi bunun farkında olarak hareket ederler.

Umarım savaş olmaz, çözüm gelişir, barış olur.

Görüşme Notları:

Yeşil ışık bekliyorum

PKK lideri Abdullah Öcalan, 15 Haziran’dan sonra çekilme yönündeki açıklamalarının “tehdit ve şantaj”

olmadığını belirterek, bunun gerekçelerini üç madde halinde sıraladı. “Bir yeşil ışık bekliyorum” diyen Öcalan, heyetle

yaptığı görüşmelerden bir sonuç çıkarsa demokratik çözüm yolunun devreye gireceğini söyledi. Öcalan, “Sonuç almamız

durumunda 15 Ağustos'tan itibaren yeni bir süreç başlayacak” dedi.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 25 Mayıs Çarşamba günü yapılan görüşme sırasında seçim çalışmaları,

İmralı’daki görüşmeler, AKP iktidarının yürüttüğü politikalar ve 15 Haziran uyarısına ilişkin önemli açıklamalarda

bulunduğu öğrenildi.

Öcalan, bu görüşmesinde neden çekileceğini 3 maddeye bağlarken, AKP’nin dokuz yıllık iktidarını kendi

üzerinden yaşattığını ifade etti. Bir yeşil ışık beklediğini ifade eden Öcalan, aksi halde 15 Haziran sonrasının herkes için

farklı olacağını kaydetti.

ÇUKUROVA ROMANLAŞTIRILABİLİR

Çukurova’ya değinen Öcalan şunları söyledi: “Çukurova yöresinin insanları dürüst, namuslu insanlardır.

Çukurova kültürü önemlidir. Oraya göç eden Kürtler, çoğunluğu son derece temiz, duyarlı insanlardır. Belki çok fazla

mücadeleye katkıları olmuyor. Bu da daha çok ilgisiz bırakıldıklarından, yoksulluklarındandır. Bu ilgisizlikler beni oldukça

rahatsız ediyor, üzülüyorum bu durumlara. Çukurova kültürü emeğe dayalı yaşayan, emeğin değerli olduğu bir kültürdür.

Buranın kültürü ve burada yaşananlar güçlü bir dil, iyi bir anlatımla romanlaştırılabilir. Orhan Kemal'in toprakla ilgili bir

romanı var. Orhan Kemal'in bu romanında iki onurlu emekçi var. Çukurova'nın durumunu çok güzel, edebi, güçlü şekilde

romanlaştırıyor. Bugünkü emekçi insanların durumu da benzer bir dil, benzer bir edebi güçle romanlaştırılabilir.”

MERSİN EMEĞİN SEMBOLÜDÜR

Mersin’i de değerlendiren Öcalan şunları ifade etti: “Mersin'i iyi biliyorum. Mersin emeğin sembolüdür, yoğun

emek kültürünün olduğu bir yerdir. Bu anlamıyla önemli bir yere sahiptir. Orada yaşayan herkes emeğiyle geçinen

insanlardır. Yoksulluk vardır. Mersin'de Araplar da var. Onlar da yoksul, emekçi insanlardır. Sadece Araplar değil,

Kürtler, Aleviler, hatta oradaki Türkmenler de buna dahildir. Bütün bu kesimler emeğiyle geçinen, yaşayan kesimlerdir.

Türkmenler çok önemlidir. Bu yönüyle Mersin emek kültürünün olduğu bir yerdir. Aleviler tarihleri boyunca katliam

gerçeğiyle yüzleşmiş en önemli topluluklardandır. Bu tarihi gerçekliği anlamak için daha ne yaşamak gerekir? Bu süreçte

kendilerini ifade etmekten geri durmayacaklardır. Bu kesimlerin tümü örgütlenme sürecine katılmalıdır. Mersin'deki tüm

grupları; Kürtleri, Arapları, Alevileri, Türkmenleri selamlıyorum ve demokratik mücadelelerinde başarılar diliyorum.

Ertuğrul Kürkçü'yü de bu temelde selamlıyor, başarılar diliyorum. Mersin'de bu kültüre uygun bir çıkış yakalanabilir.”

SEÇİMLERDEN SONRA ÇATI PARTİSİ GİRİŞİMİ OLABİLİR

Page 178: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Seçimlerden sonra bir çatı partisi girişimi olabileceğini söyleyen Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Seçimden

sonra bir çatı partisi girişimi olabilir. Ertuğrul Kürkçü bu çalışmalarda da yer alabilir. Bu çatı partisi tek başına mil liyete

dayalı olmayacak, etnisite sorunlarını çözmüş, kendi içinde milliyetlere ve kültürlere duyarlı olan, emek eksenli bir çatı

örgütü olur. Türkiye'de böylesi yeni bir çatıya ihtiyaç var. Seçimlerden hemen sonra bütün kültürleri bir araya getiren, bu

kültürlere açık, emek eksenli bir çatı partisi çalışması başlayabilir. Türkiye'de bu anlamda ciddi bir boşluk var. Saldırgan

kapitalist tekelciliğe, tekelci kapitalizme karşı ancak bu tarz örgütlenmelerle cevap olabiliriz. Bundan sonrası öyle klasik

partilerle gitmez. Bugüne kadar varolan klasik partiler, hayati sorunlara cevap olamaz, çok fazla başarı şansları da

yoktur. Oluşturulacak yeni parti, ciddi bir alternatif olacaktır. Hemen olmasa da % 20-30'larda bir oy rahat alır. İktidarın

alternatifi olacaktır.

Çatı örgütü çalışması emek eksenli bir parti girişimi olacak. Marx'ın kapitalizm eksenli modernite tespitini aşan

bir modernite çözümlememiz var. Bizim bu yeni girişimle amacımız bütün ezilenlerin birlikteliğini sağlayarak ciddi bir

alternatif yaratmaktır. Böylesi bir oluşumun baraj sorunu da olmayacaktır. Yoksa eskinin klasik partileriyle Türkiye'nin

devasa birikmiş sorunları çözülemez. Klasik partiler demokratik öncülük rollerini oynayamıyorlar. Demokratlar,

sosyalistler hayal kırıklığına uğramış, umutlarını yitirmiş olabilirler. Artık bu duyguları aşarak birlikte demokratik ulus

bloğu çerçevesinde bir araya gelmek zorundayız. Zaten bahsettiğim bu yeni çatı partisi çalışması da Demokratik Ulus

Bloğu mantığına dayanıyor. Bu konulara şimdilik bir giriş yapmış olduk. Bu konuyu önümüzdeki süreçte geliştirebiliriz.”

TÜZEL VE ÖNDER MUTLAKA SEÇİLMELİ

İstanbul’daki adayların seçilmelerinin de önemli olduğunu belirten Öcalan, aslında İstanbul’un daha fazla aday

çıkaracak kapasiteye sahip olduğunu kaydetti. Öcalan şöyle dedi: “İstanbul'daki adayların seçilmeleri de önemlidir.

Levent Tüzel'in, Sırrı Süreyya Önder'in, diğer arkadaşların seçilmelerini önemsiyorum, mutlaka seçilmeleri gerekir.

Aslında İstanbul'da daha fazla aday çıkaracak kapasite de vardır.”

URFA, ADIYAMAN VE MALATYA’NIN POTANSİYELİ

Öcalan Urfa, Adıyaman ve Malatya konusunda ise şunları dile getirdi: “Yine Urfa'nın da dört aday çıkaracak

kapasitesi vardır. Urfa'nın neredeyse Türkiye'nin tamamı kadar bir potansiyeli vardır. Son dönemlerde çok büyüdü.

Bunlar yeterince değerlendirilemiyor. Adıyaman, Malatya yörelerinde de durum öyledir. Bu yörenin insanı kendisine

misyon biçen, iyi ve güçlü insandır. Güçlü kişilikler vardır.”

15 HAZİRAN TEHDİT VE ŞANTAJ DEĞİL

Öcalan, daha önceki haftalarda 15 Haziran’da çekileceği yönündeki açıklamalarının hem Kürtler hem de Türkiye

kamuoyunda yeterince anlaşılmadığını belirterek, bunu tehdit ve şantaj olarak değil çözüm için söylediğini vurguladı.

Öcalan şunları ifade etti: “15 Haziran'da çekileceğim yönünde yaptığım açıklamaların gerek Kürtler gerek Türkiye

kamuoyu tarafından yeterince anlaşılmadığını düşünüyorum. Uzun zamandan beri ve şu an omzumda oldukça yük var.

Üzerimde çokça düğüm var. Benim burada, bu koşullarda daha fazla rol almamın, pratik önderlik yapmamın doğru

olmadığını düşünüyorum. Ben daha önceleri de pratik önderlik yapamayacağımı, bunun doğru olmadığını belirttim. 15

Haziran'da çekileceğim derken, bu, tehdit, şantaj olarak değerlendiriliyor. Tehdit amaçlı değil, Kürt sorununun çözümü

için bu açıklamaları yaptım. Mevcut koşullarla pratik önderlik yapmam faydadan çok zarar veriyor. Gerek devlet gerek

Kandil ve BDP, bütün sorunları benim üzerime yıkmış, Kürtler de benden pratik önderlik bekliyor. Bundan sonra kendi

durumlarına ilişkin kendi kararlarını kendileri almalıdırlar. Benim burada zaten sonumun ne olacağı da belli değil. Bir

deprem olsa burası üzerime yıkılsa ne olacak. Bu durum ömür boyu süremez. Bir kayanın bile fiziksel bir ömrü vardır.

Fiziksel açıdan en fazla ne kadar dayanabilirim, bilemiyorum. O yüzden herkes kendi önderliğini yapmalıdır. Aynı şekilde

Kandil'dekiler de hepsi 60'lı yaşlarına gelmişler, belli bir tecrübeye sahipler, kendileri önderlik yapabilecek tecrübeye ve

olgunluğa sahiptirler.”

DEVLET BURAYA KADAR SABREDECEĞİMİ BEKLEMİYORDU

Öcalan şöyle devam etti: “Buraya getirildiğim günden bugüne hep sabırla sorunun demokratik yollarla çözümü

için çalıştım. Hatta hatırlıyorum; 2000'li yılların başıydı, buraya gelip benimle görüşenler “Savaşacağınız kadar savaşın”

diyorlardı, “Savaşabiliyorsanız savaşın, nereye kadar savaşacaksınız” diyorlardı. Aslında devlet benim burada bu kadar

sabredeceğimi beklemiyordu. Erkenden bu süreci bitireceğimi düşünüyorlardı. PKK de aynı şekilde benden bu kadar

sabır beklemiyordu. Hem PKK hem devlet benim burada bu kadar sabırla demokratik çözüm üzerinde duracağımı, bunun

için çalışacağımı kestiremiyorlardı. Ben sadece İmralı sürecinde değil, öncesi de dahil olmak üzere toplam olarak tam 18

yıldır silahlı yöntemin devre dışı bırakılması ve silahsız yöntemlerle sorunun çözümü için tek taraflı olarak uğraşıyorum.

Ancak gelinen aşamada sonuç aldığımızı söyleyemem.”

BİR YEŞİL IŞIK BEKLİYORUM

İmralı’da yaptığı görüşmelere de dikkat çeken Öcalan, şu açıklamalarda bulundu: “Son olarak burada heyetle

yaptığım görüşmelerde silahlı mücadele yönteminin devre dışı bırakılıp, silahsızlanma sürecinin de içinde olduğu

demokratik çözüm yönteminin devreye girmesi için çalışıyorum, çabalıyorum. Bir yeşil ışık bekliyorum. Bu heyetle

yaptığımız görüşmelerden sonuç alınırsa demokratik çözüm yolu devreye girecektir. Seçimlere kadar, muhtemelen

Haziran başında bir görüşmemiz daha olacak. Ben bu yapacağımız görüşmede heyete daha somut, pratik öneriler

Page 179: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

sunacağım. Bu önerilerime olumlu cevap verilirse, devletin stratejik önderliği bu önerilere olumlu yaklaşır, demokratik

çözüm yolunda karar alırsa, ben de o zaman rolümü daha anlamlı bir şekilde oynarım. Böylesi bir durumda

sorumluluktan kaçmam da söz konusu olmaz.

ÜZERİME DÜŞEN ROLÜ OYNAYACAĞIM

Üzerime düşen rolü oynayacağımı herkesin bilmesini isterim. Sunacağım bu önerilerin kabul edilmesi ve

demokratik çözüm konusunda mutabakata varılması durumunda barışçıl çözüm için burada çalışmalarıma

başlayacağım. Böylesi bir durumda daha rahat çalışma yürütebilmenin koşullarının oluşturulması gerekecek. O zaman

şimdiki gibi haftada bir saatlik görüşmelerle bu işler yürütülemez. Sorunun aktörleriyle, BDP ile, herkesle görüşmeler

yapacağım. Sonuç alıcı iletişim koşulları oluşturulmalı ki, ben de burada rolümü daha iyi oynayabileyim. Bu koşulların

sağlanması durumunda gün gün burada ben barış çalışmaları yapacağım, çalışma yürüteceğim, buradaki tüm zamanımı

bu çalışmalara ayıracağım.

DEVLET BİR KARAR VERECEK

Heyete sunacağım pratik önerilerim değerlendirilecek ve AKP demiyorum, devlet bu konuda bir karar verecek.

O zaman AKP engel, şu engel, bu engel olmayacak. Böylesi engelleri kabul etmeyeceğim. Bunlar olursa ben de rolümü

oynarım. Aksi takdirde 12 yıldır tutulduğum bu ağır koşullarda rolümü oynamam beklenmemelidir.

BU KOŞULLARDA DAHA FAZLA ROL ALAMAM

İsmail Beşikçi de daha önce belirtmişti; cezaevi koşullarında pratik önderlik yapılamayacağını söylemişti. Doğru

söylüyor, buradan kendisinin bu düşüncelerine katıldığımı belirtmek isterim. Zaten ben de pratik önderlik yapmıyorum,

teorik önderlik yapıyorum. Mevcut haliyle konumum sorunun çözümüne ilişkin değil, engel bir durum oluşturmaktadır.

Ben de bu koşullarda daha fazla rol almamın sorunun çözümü önünde engel olduğunu belirtmek istiyorum.

AKP DOKUZ YILDIR İKTİDARINI BENİM ÜZERİMDEN YAŞATTI

Bu şekliyle süreci yürütmenin ahlaki olmadığını düşünüyorum. Benim üzerimden oyalanma, çözümün

ötelenmesi vb oyunlara daha fazla müsaade edemem. AKP dokuz yıllık iktidarını benim üzerimden yaşattı. AKP hala

bana dayanarak yaşamaya, ömrünü uzatmaya çalışıyor. Buna daha fazla izin vermeyeceğim. CHP'nin 80 yıllık

hegemonyasından sonra AKP'nin son on yıllık hegemonyası yaşanıyor. Biz bu hegemonyaya hizmet etmeyeceğiz. Ben

çocuk değilim, beni kandıramazlar. Aslında ben bu süreci 2005 yılında bitirecektim. Ancak o zaman yine aracılar

üzerinden haber göndererek “sorunu çözeceğiz, çözmek istiyoruz” dediler. Ve 2005'ten bu yana altı yıldır bana ızdırap

çektirdiler. Demokratik çözüme olan inancımdan dolayı bütün bunlara katlandım. Ben bu şekilde gelişmelerin önünde

engel olmak istemiyorum artık. Mevcut statü sadece AKP'nin günlük politikalarını kurtarmaya yönelik bir sonuç

doğurabilir, bunun dışında ne Kürtlere ne de devlete bir faydası olacaktır.

KÜRT SİYASETÇİLERİ DE GELİŞMELERİN ÖNÜNDE ENGEL OLMAMALI

Kürt siyasetçileri de gelişmelerin önünde engel olmamalıdırlar. Onların görevi halkın, gerillanın devrimci

mücadelesini engellemek, önünde durmak, buna set çekmek değildir. Taktiksel, stratejik düzenlemeler yapabilirler ancak

halkın ve gerillanın mücadelesini engellemek gibi bir hak olamaz.

Ben de artık bu koşullarda pratik önderlik yapmayacağım derken bunu kastediyorum, mevcut statü de

gelişmelere engeldir. Herkes kendi taktik-stratejik kararlarını kendileri alacak. Bundan sonra bana dayanarak olmaz.

Benim buradaki rolümü, pozisyonumu kimse doğru anlamadı. Bana dair dogmatik bir önderlik anlayışı var. Ben bundan

sonra olmasam da yazılı, sözlü olarak çözüme dair görüşlerimi savunmalarımda ve yaptığım görüşmelerde belirtmiştim.

Bunlardan faydalanılabilir.

ÇEKİLME İÇİN ÜÇ NEDEN

Ben 15 Haziran'da çekileceğim derken üç nedenden dolayı çekileceğimi belirtiyorum. Bunlar;

1- AKP'nin kendi hegemonik iktidarını bana dayandırması, benim üzerimden kendi iktidarını yaşatmaya

çalışması,

2- Kürt siyasetinin ideolojisiz, örgütsüz siyaset anlayışı.

3- Askeri stratejik-taktik yöntemlerle alakası olmayan, bağdaşmayan gerillacılık tarzı.

Bu üç nedenle mevcut koşullarda rol almamın bir önemi olmadığı gibi, artık üzerimdeki bu düğümlerin çözülmesi

ve omzumdaki bu yüklerin atılması gerekiyor. Ben 15 Haziran'da çekileceğim derken bunu kastediyorum, yoksa kimseye

15 Haziran'dan sonra gidin, vurun, kırın, dökün demiyorum.

ASKER ATEŞKESİ DİNLEMİYOR

Gerillaya da seslenmek istiyorum. Benim burada barışı, ateşkesi devam ettirdiğim zannediliyor. Böyle bir algı,

inanç var. Ben burada barışı, ateşkesi sağlamadım. Asker ateşkesi dinlemiyor. Her türlü teknik araçlarıyla saldırıyor,

kimyasal silahlar kullanılıyor. Afganistan'daki gibi pilotsuz hava araçları kullanıyorlar. Tüm bu saldırılar karşısında gerek li

tedbirlerini almalıdırlar. Barışı, ateşkesi sağlama gibi bir durum söz konusu değil. Yapmaya çalıştığım, tecrübelerim

doğrultusunda sorunun çözümü için gidilmesi gereken yolu göstermektir. Kendimce doğru olan yolu göstermeye ve bunu

kabul ettirmeye çalışıyorum.

GERİLLA KENDİ PRATİK ÖNDERLİĞİNİ BELİRLEMELİ

Page 180: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Barışı ateşkesi sağlamışım gibi rehavete girilmemelidir. Gerilla, kendi bulunduğu somut koşullara göre üç

kişiyse üç, beş kişiyse beş, kendi pratik önderliğini o anda koşullarına göre belirlemelidir. Mücadele yöntemlerini kendi

pratik koşullarına göre belirlemelidirler. Ne yapıyorlarsa ona göre yapmalıdırlar.

GÖRÜŞMELERDEN SONUÇ ALINIRSA 15 HAZİRAN’DAN SONRA DA SÜRER

Burada yaptığım görüşmelerden sonuç almamız durumunda görüşmeler sonlanmayacak, 15 Haziran 'dan sonra

da sürecektir. Sonuç almamız durumunda 15 Ağustos'tan itibaren yeni bir süreç başlayacak ve silahlı yöntemin devre

dışı bırakılmasıyla birlikte sorunun silahsız demokratik çözümü sürecine girilecektir. Olumlu gelişmeler olmazsa 15

Haziran sonrası herkes için farklı olacak, bu böyle bilinmelidir. Herkes bu durumda kendi rolünü oynamalıdır. Devlet bu

konuda adım atmazsa, demokratik çözüm seçeneğinin hayat bulmaması durumunda ortaya iki yönetimli çatışma süreci

çıkacaktır. Birinci yönetim, demokratik özerklik yönetimidir. Bu yönetim sadece Kürtlerle sınırlı değildir. Karadeniz'den

Trakya'ya, Ege'ye bütün Türkiye'de örgütlenen demokratik özerk yönetimdir ve onların güçleridir. İkinci yönetim ise,

AKP'nin hegemonik iktidar yönetimidir. Demokratik çözüm şansının yitirilmesi durumunda bu iki güç arasında, yani

demokratik özerk güçler ile AKP'nin iktidar güçleri arasında çatışma kaçınılmaz olacaktır. Ben burada tehdit etmiyorum,

sosyolojik bir tespit yapıyorum. Bu ortaya çıkan çatışma bir Türk-Kürt çatışması olmayacaktır. AKP'nin iktidar güçleriyle

demokratik özerk güçlerin çatışması olacaktır. Bu ikili yönetim gücü savaşı esnasında CHP, MHP, Ergenekon nereye

savrulur, nasıl konumlanırlar, nerede dururlar bilmiyorum. Bu meseleyle de çok ilgilenmiyorum. Ergenekon diye bir güç

var mı, ne yapar, CHP, MHP'nin pozisyonları ne olur, ne yaparlar net bir fikrim yok, umurumda da değil.”

GENÇLERE ÇAĞRI, O KADAR KOLAY TUTUKLANMAYIN

Öcalan gençliğe de seslendi: “Buradan bütün gençliğe de seslenmek istiyorum. Mustafa Malçok sınırsız bir

cesaret ve inancın göstergesidir. Eylemi bu anlamda anlamlıdır, anısı yaşatılmalıdır. Aynı zamanda gençler şahsında

manevi komutandır. Bu bağlılık ve cesaret örgütlülüklerine yansımalıdır. Yiğitlik ve cesaret var ancak bu tek başına

benim posterlerimi ellerine alarak sokaklarda taşınmasıyla, bana bağlılık ifadeleriyle olmamalıdır. Ayrıca kimse benim için

kendini de feda etmemelidir. Bu konuda manevi vicdan azabı çekiyorum. Bunu kabul etmiyorum. Somut koşulların somut

tahlili doğrultusunda kendi örgütlülüklerini geliştirmelidirler. Yüzlercesi tutuklanıyor, cezaevine konuluyor, mücadele

edilirken o kadar kolay kendilerini tutuklattırmamalıdırlar, öldürtmemelidirler. Ciddi örgütlenmeler yaratmalılar. Öyle doğru

düzgün bir mücadele yürütmeden cezaevinde kendilerini çürütmemelidirler. Somut koşullara göre değişen daha anlamlı,

uzun vadeli öz örgütlülükler oluşturmalıdırlar.”

BU KOŞULLARI KABUL ETMİYORUM

Öcalan şöyle devam etti: “Bu koşullarda bir yaşamı alçakça bulduğumu, bu koşulları kabul etmediğimi de

belirtmeliyim. Kürtlerin bu koşullarda yaşaması, ölümden daha beterdir. Ben ölümü bu koşullardaki bir yaşama tercih

ederim. Tabii devrimcilik, adanmışlığı, büyük bir fedakarlığı gerektirir. Ben bu duygularla sadece Kürtlere değil, sol'a,

demokratik sol'a da bir şeyler katmaya, soluk kazandırmaya çalışıyorum. Uzun yıllar bunun için sabırla, inançla çalıştım.

Bakıyorum da kırk yıllık bir devrimci yaşamım var. Hatırlıyorum, 31 Mart Kızıldere katliamı ile başladım devrimci

mücadeleye. 31 Mart katliamını protesto etmek için 7 Nisan'da dağıttığım bildirilerden dolayı tutuklandım ve bir süre

Mamak cezaevinde kaldım. Böylece başladım.

SURİYE’DEKİ KÜRTLERE ÇAĞRI

Suriye’deki Kürtlere de seslenen Öcalan, “Suriye’deki halkımıza da sesleniyorum. Suriye’deki demokratik özerk

birliklerini, özsavunma birliklerini oluşturmalılar. Kendileri soykırım tehdidi altındadırlar. Bu tehdidi de göz önünde

bulundurarak örgütlülüklerini geliştirmeliler. Yine Iraktaki halkımız da kendi örgütlülüklerini geliştirmeliler. Orada

demokratik ulus birliği çerçevesinde konferanslarını gerçekleştirmeliler, birliklerini bu temelde güçlendirmelidirler.”

Öcalan son olarak şunları söyledi: “Yakın arkadaşım Faruk Vakıf Ahmetoğlu'nun vefat ettiğini öğrendim.

Ailesine, annesi-babasına başsağlığı ve sabır dileklerimi iletiyorum.

Demokratik Modernite dergisi çalışanlarına selamlarımı gönderiyorum, çalışmalarında başarılar diliyorum.

Cezaevindekilerin açlık grevini bırakmış olması olumludur. Ben onlara ilişkin değerlendirmelerimi 15 Haziran sonrasına

bırakıyorum. Çalışmalı, yoğunlaşmalarını sürdürmeli, yeni döneme göre kendilerini konumlandırmalı, kendilerine iyi

bakmalılar. Tüm halkımıza selamlarımı iletiyorum.”

Page 181: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

AKP'ye ikinci bir şans tanımayacağım!

PKK lideri Abdullah Öcalan, 15 Haziran’dan sonra üç seçenek olduğunu belirterek, “Somut bir adım atmazlarsa,

ben AKP'ye ikinci bir şans tanımayacağım, kesinlikle ikinci bir kez şans tanımayacağım!” dedi. Öcalan iktidarın din

üzerinden yürüttüğü tartışmalara da dikkat çekerek, “Bugünkü iktidarın İslam anlayışı ABD'nin, kapitalizmin ürettiği İslam

anlayışıdır” diye belirtti.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1 Haziran günü gerçekleşen görüşmesinde özellikle iktidarın din üzerinden

geliştirdiği söylemler ile 15 Haziran sonrası olası gelişmeler üzerine durduğu öğrenildi.

GERÇEK İSLAM MEDİNE İSLAMIDIR

İktidar tarafından gündeme getirilen “Zerdüştlük” tartışmalarına değinen Öcalan şu değerlendirmelerde bulundu:

“Bana yönelik Zerdüşt olduğumuz yönünde propagandalar yapılıyor. Buna cevap vermek istiyorum. Sivil cuma

namazlarına ilişkin eleştiri yapıyorlar. Bunlara cevap vereceğim. Ben kitaplarımda da belirtmiştim, Zerdüştlüğün birçok

din üzerinde etkileri olduğunu söylemiştim. Hz. Muhammed'in cenazesi daha ortadayken ihtilaf başlıyor, ayrışmanın

başladığı biliniyor. İktidar yanlısı, saltanat yanlısı İslam ile gerçek İslam-Medine İslamı arasında ayrışmalar, çatışmalar

başlıyor. Daha Hz. Muhammed'in cenazesi yerdeyken, kendini çok iyi gizleyen saltanat yanlısı Emevi anlayışı ile başını

Hz. Ali'nin çektiği dürüst Müslümanlar arasında kavgalar başlıyor. Bu dönemde Emevi anlayışı kendisini çok iyi gizler.

Hz. Muhammed'in çok sevdiği torunlarını, Hz Hüseyin'i çok vahşi bir şekilde katlettiler. O günden bu yana iktidar İslamı

ile gerçek İslam arasında süregelen bir çatışma var. Bugünkü iktidar da iktidar İslamı geleneğinden geliyor. Gerçek

İslam, Medine İslamıdır. Medine sözleşmesi diyoruz buna. Medine Sözleşmesi, Medine'de yaşayan tüm toplulukların,

toplum birimlerinin üzerinde anlaştığı bir toplumsal sözleşmedir.

DİN ÜZERİNDEN PROPAGANDA YAPANLAR DİNDEN ANLAMIYORLAR

Medine İslamı, toplumsal sorunların tartışıldığı camileşmenin de ilk gerçekleştiği dönemdir. Medine İslamında

toplumsal sorunlar camide tartışılıyor, zikrediliyor, dile getiriliyor ve çözüme kavuşturuluyor. ‘Zikir’ kelimesi de buradan

geliyor; ‘zikir’ kelimesi konuşmaktır. Bunun dışındaki zikir yalandır, gerçek değildir, sahtekarlıktır. Hakkımda bu şekilde,

Zerdüştlük üzerinden, din üzerinden propaganda yürütenler dinden anlamıyorlar. Dinde, İslam'da esas olan imandır.

İbadet imandan sonra gelir. İman olmazsa ibadetin de bir kıymeti yoktur. Bu iktidar, bu propagandayı yapanlar sahte bir

din anlayışına sahipler, sahip oldukları anlayış iktidar İslamı anlayışıdır.

İKDİDARIN İSLAM ANLAYIŞI ABD’NİN, KAPİTALİZMİN ÜRETTİĞİ İSLAM ANLAYIŞIDIR

Hakkımızda bu propagandayı yapanlar Amerika'nın 70'lerde ortaya attığı Yeşil Kuşak projesinin ürünüdürler.

Radikal İslamcılık -El-Kaide gibi- Amerika'nın ortaya çıkardığı bir projedir. El-Kaide'nin başına da oyun getirdiler. El-Kaide

liderinin öldürülmesi ya da öldürülme süsü verilmesi, cenazesinin bulunmaması bütün bunlar aslında bu oyunun

parçasıdır. Bahsettiğim gibi Yeşil Kuşak projesinin ürünü. Ladin'in öldürülüp-öldürülmediği de belli değil. Radikal

İslamcılık, ılımlı İslamcılık, ikisi de ABD'nin ürettiği, ortaya attığı İslam anlayışıdır. Bugünkü iktidar da Amerika'nın

1980'lerden itibaren Türkiye'ye dayattığı ılımlı İslam anlayışının ürünüdür. 12 Eylül darbesiyle Türkiye'ye “laik ulusalcılık

yerine, milliyetçi İslamcı anlayışı koy” denildi. Ilımlı İslam bir proje olarak Türkiye'ye dayatıldı. Bugünkü iktidarın İslam

anlayışı ABD'nin, kapitalizmin ürettiği İslam anlayışıdır. 12 Eylül'den sonra ortaya çıkan İslam anlayışında ABD'ye karşı

olan unsurlar, gruplar vardı. Bu nedenle Refah'ı, Saadet'i tasfiye ederek, içinden bugünkü iktidarı devşirdiler.

BUGÜNKÜ İKDİDAR DİNDEN, İMANDAN YOKSUNDUR

Bugünkü iktidar ABD kapitalizmiyle tam bir uyum içerisindedir. İktidar İslamı, Saltanat İslamı anlayışını temsil

etmektedir. Dinden imandan da yoksundur, din imanla hiçbir alakaları yoktur. Bunların din anlayışı maskeli bir din

anlayışıdır, şeklidir, usulidir, esasında iman yoktur. Esasında iman olmadığı için, gerçek dini temsil etmediği için de

aslında İslamın özünün de inkarıdır, reddidir. İmanla alakaları yok, ibadetleri de sahtedir. Benim İslam'a getirdiğim

yorumlardan AKP iktidarı son derece rahatsızlık duymaktadır. Büyük bir rahatsızlık duymaktadır.

ONLARIN SAHTE İSLAM ANLAYIŞINI ORTAYA ÇIKARDIĞIM İÇİN ÖFKELİLER

Ben onların sahte din anlayışını, iktidar İslam anlayışını ortaya çıkardığım için bana büyük öfke duyuyorlar. İşte

ben maskelerini düşürdüğüm için bana karşı saldırganlaşıyor ve bana karşı propaganda yapıyorlar. Bu nedenle bana her

yerden, planlı şekilde saldırıyorlar.

HALKIMIZ GERÇEK İSLAM’I ÖZÜMSEMELİ, KENDİ CAMİLERİNİ KURMALI

Page 182: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Halkımız bunların din anlayışını iyi anlamalıdır. Uyanık olmalı ve bu oyunlara gelmemelidir. Bunların gerçek

dinle alakaları yoktur. Benim halkımıza söylediğim şudur: İktidar İslamı, Saltanat İslamından uzak durup, gerçek İslam'ı

yaşamaları, özümsemeleri gerekir. Bunun dışındaki sahte İslam anlayışlarına itibar etmemeleri gerekir. İslamın özüne

uygun olarak kendi camilerini, ibadethanelerini mahallelerde, her yerde kurmaları gerekir. Kendi camilerini, cemaatlerini

İslamın özüne uygun olarak kurmaları, yaşamaları ve bu şekilde örgütlenmeleri gerekir. Eğer bunu hemen

yapamıyorlarsa açık alanlarda da namazlarını kılabilirler, sonra bu açık alanları imkanları dahilinde ibadethanelere,

camilere çevirebilirler. Bunları sadece bu döneme özgü, dönemsel düşünmemeleri gerekir. Bunu uzun vadeli ve daimi bir

şekilde düşünüp, buna göre örgütlenmeleri gerekir. Halkımız kendi camilerinde mesela cuma namazında şunu

uygulayabilirler: Namaz kılındıktan sonra bir saat-iki saat kendi sorunlarını, örgütlülük sorunlarını, sosyal, siyasal,

ekonomik sorunlarını, toplumsal sorunlarını tartışırlar. Bunları bir çözüme kavuşturabilirler. Medine döneminde kılınan

cuma namazlarından sonra halkın camide mevcut sorunlarını çözmeye yönelik çabaları gibi. Zaten o mekanların özü ve

amacı da budur.

ÜÇ ANLAYIŞ MEVCUT

“Bugüne kadar Türkiye'de toplumsal sorunlara ilişkin üç anlayış mevcuttur” diyen Öcalan bunları şöyle dile

getirdi:

BİRİNCİSİ: MİLLİYETÇİ-ULUSALCI GELENEK VE ANLAYIŞ

Birincisi, milliyetçi-ulusalcı gelenek ve anlayıştır. Bugün bunun temsiliyetini MHP ve CHP yapmaktadır. MHP ve

CHP arasında bazı farklar olsa da özünde aynı anlayışı, bir anlayışı temsil etmektedir. Milliyetçilik İttihat ve Terakki'den

gelmedir, ulusalcılık ise Kemalizm'den, 1920'lerdeki anlayıştan gelmedir. 1925'ten 1950'lere kadar devlet milliyetçi-

ulusalcı anlayışla gelmiştir. Günümüze kadar da devam etmektedir. Bu anlayış ABD tarafından desteklenmiştir, ABD

güdümündedir, biliniyor Türkeş ve arkadaşları ABD'de Florida'ya götürülüyor ve orada eğitiliyor. Kapitalisttir, burjuva

anlayışıdır, halka dayanmaz, halka dayanmayan bir anlayıştır. Bir önemli özelliği de hegemonik olmasıdır. Bugün

temsiliyetini CHP ve MHP de bulmaktadır.

İKİNCİSİ: MUHAFAZAKAR MİLLİYETÇİ ANLAYIŞ

İkinci anlayış, muhafazakar milliyetçi anlayıştır. Bugünkü temsiliyetini AKP'de bulmaktadır. Bu anlayış dincilik ile

milliyetçiliğin bir arada olduğu bir anlayıştır. 1950'lerden günümüze kadar gelmektedir. Ancak son yıllarda AKP ile birlikte

iktidar olmuştur. Özal döneminde de bu anlayış kısmen vardı. Bu muhafazakar milliyetçi anlayışın en büyük özelliği

dünya kapitalizmi ile finans kapital ile tam bir uyum içerisinde olmasıdır. Ulusalcı-milliyetçi anlayışta az da olsa ABD

kapitalizmine karşıt yönler vardır. Fakat muhafazakar milliyetçi anlayış global kapitalizm ile tam uyum içerisindedir. Halka

kesinlikle dayanmaz. Emekçilerle, işçilerle, halkın gerçek sorunlarıyla ilgilenmez, bunlarla hiç alakası yoktur. Tamamen

hegemoniktir. Dünya kapitalizmi tarafından desteklenmektedir.

Uluslararası kapitalist sistem eski milliyetçi-ulusalcı anlayış yerine muhafazakar milliyetçi anlayışı, yani bugünkü

AKP'yi desteklemektedir. Bugün MHP'de yaşanan kaset olayları da bununla bağlantılıdır, MHP milliyetçiliği yerine,

ulusalcı-milliyetçi anlayış yerine Türk-İslamcılığını yerleştirme amaçlanmaktadır. MHP-CHP milliyetçiliği yerine AKP

anlayışını geçirmeye karar vermişlerdir. Yaşanan kaset olaylarının özü budur.

HÜRRİYET’İN YERİNİ ZAMAN ALDI

Bu ikinci anlayış, muhafazakar milliyetçi anlayış kendi hegemonik yapısını büyük oranda inşa etmeye girişmiştir.

Bununla bağlantılı olarak eski milliyetçi ulusalcı anlayışı yansıtan temel yayın organı Hürriyet gazetesi iken, ikinci anlayışı

yansıtan yayın organı ise Zaman gazetesidir. Hürriyet gazetesinin yerini Zaman gazetesi almıştır. Sabah, Yeni Şafak,

Zaman, Akit ve Star, daha doğrusu yandaş medya dedikleri gazeteler bu ikinci anlayışı topluma empoze etmektedir.

Zaman gazetesi şimdi okunmamasına rağmen tirajı en yüksek gazete konumuna yükselmiştir. Bu da yeni bir gladio'dur.

Bu ikinci anlayışın ekonomik örgütlenmeleri de MÜSİAD ve TUSKON'dur. TÜSİAD ise daha çok ulusalcı milliyetçi

çevrenin ekonomik örgütlenmesidir. Bu her iki anlayış da, milliyetçi-ulusalcı anlayış ve milliyetçi muhafazakar anlayış da

hegemoniktir, halkın sorunlarıyla ilgilenmez, halka dayanmaz, işsizlik vb. halkın gerçek sorunlarıyla ilgilenmez, hatta

işsizliği bilerek artırır.

ÜÇÜNCÜSÜ: DEMOKRATİK ANLAYIŞ VE GELENEK

Üçüncü anlayış bizim sahip olduğumuz demokratik anlayış ve demokratik gelenektir. Bu ilk iki anlayışa karşı

üçüncü yoldur. İki anlayışa karşı bu üçüncü yolu öneriyorum. 1920'lerde Mustafa Suphilerden itibaren bize kadar gelen

demokratik örgütlenme, demokratik toplumsal anlayıştır. Bu anlayış ekolojik, kadın özgürlükçü, toplumsal demokratik bir

anlayıştır. 1920'lerde Mustafa Suphiler; tasfiye edilen, inkar edilen Kürtler; yine 1920'lerde tasfiye edilen dürüst

İslamcılar, kısacası dışlanan, ezilen tüm kesimleri kapsar. Bu anlayış tamamen demokratik, emekçilere, halka, ezilen

kesimlere dayanır. Bizim de yapmaya çalıştığımız, demokratik anlayışta da ilk iki anlayışta olduğu gibi, bir temsiliyeti

sağlamaktır. Bu üçüncü yolun, seçeneğin örgütlülüğünü belli bir düzeye çıkarmak, temsiliyetini sağlamaktır.

15 Haziran öncesi kendisiyle bir görüşme daha yapılabileceğini söyleyen Öcalan, AKP’ye ikinci bir şans

tanımayacağını kaydetti. Öcalan şunları ifade etti:

BİRİNCİ SEÇENEK: MEVCUT KAOTİK DURUM

Page 183: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“15 Haziran'a ilişkin; muhtemelen son bir kez benimle burada bir görüşme daha yapılacak. 15 Haziran'dan sonra

önümüzde üç seçenek var. Birinci seçenek, bugüne kadar tek taraflı olarak devam eden daha çok kaotik bir durumu

yansıtan seçenektir. Tek taraflı ateşkes hali olup-olmadığı tam belli olmayan, daha çok kaotik devam eden bir durumdur.

Son birkaç yıldır devam eden mevcut durumu kast ediyorum. 15 Haziran'dan sonra bu durum devam edebilir. Böyle bir

seçenekte AKP'nin Kürtleri kasıp kavurma durumu da devam eder.

İKİNCİ SEÇENEK: KANDİL SEÇENEĞİ

İkinci seçenek, Kandil seçeneğidir. Kandil'in mevcut savaşı orta düzey savaşa çıkarmasıdır. Kandil ile PKK ve

KCK'nin süreci ele alıp savaşı orta düzeye çıkarmasıdır. Eskiden böyle bir tabir kullanıyorlardı. Böyle bir güçleri var mı,

savaşı orta düzeye çıkarabilirler mi, buna hazırlıklılar mı, bunu yapabilecek güç ve hazırlığa sahipler mi bilemiyorum. Bu

orta düzey savaş, pasif-aktif savunma vb de bu durumda anlamını kaybeden gereksiz kavramlardır. Böyle bir durumda

devlet de buna karşı Kandil'i dikkate alır mı, almaz mı bilemiyorum. Devlet de bu duruma karşı kendi hazırlığını yapar,

kendi metodunu uygular.

ÜÇÜNCÜ SEÇENEK: BENİM EĞİLİMİM

Üçüncü seçenek, benim eğilimimdir. Birinci seçenek devletin eğilimi ve tutumu, ikinci seçenek Kandil'in eğilimi

ve tutumu, üçüncü seçenek ise benim çözüm eğilimimdir. Üçüncü seçenek benim sunduğum demokratik çözüm

projesidir. Ancak benim bu üçüncü seçeneği hayata geçirebilmem için bazı koşullarım olacak. Bunları şart olarak ileri

sürmüyorum ancak üçüncü seçeneği hayata geçirebilmem için böyle üç-dört adet koşulun yerine getirilmesi lazım. Ben

burada pratik önderlik yapabilecek durumda değilim, çünkü tutukluyum. Şu anki mevcut koşulları da daha fazla

sürdürebilmem mümkün değil. Eğer devlet bu üçüncü yol eğilimimi önemserse, dikkate alırsa o zaman demokratik

çözümün gelişmesi için devreye girerim, elimden geleni yaparım. Böyle bir durumda gelişecek çözüme de demokratik

anayasal çözüm diyorum. Bu demokratik anayasal çözüm gelişirse Türkiye'de önemli demokratikleşme adımları gelişir.

PKK de bu çözüme bağlı olarak silahsızlandırılır. Ben demokratik çözümden yanayım, demokratik anayasal çözümden

yanayım. Devletin bu koşulları kabul etmesi ve demokratik çözüme imkan tanıması halinde de ben açık müzakere

yürüteceğim, her şeyi açık bir şekilde yürüteceğim. Ancak bunun için AKP'nin istekli olması lazım, çözümü istemesi

lazım. Belki devlet de bu çözümden yana tercihini kullanır. Ancak hayır, AKP “ben her şeyi tek taraflı yaparım” derse, ben

de bunu kesinlikle kabul etmeyeceğim ve çekileceğim. Birinci ya da ikinci seçenek devreye girer, daha doğrusu herkes

kendi seçeneğini devreye sokmaya çalışır.”

2005’TE DEVREDEN ÇIKMA EĞİLİMİNDEYDİM

Öcalan şöyle devam etti: “Ben aslında 2005 yılında mevcut durumu sonlandıracaktım. Devreden çıkma

eğilimindeydim. PKK de o dönem mevcut durumu sonlandırma ve AKP'ye karşı daha sert yöntemlere başvurma

eğilimindeydi. Ancak AKP iktidarda yeni olduğu için ona bir şans vermek, AKP'yi engellemek daha doğru göründü. 1

Haziran 2004 hamlesi olmasına rağmen savaşın derinleşmesini önledim. AKP iktidarının ikinci, üçüncü yılı olması

vesilesiyle yeni olduklarını ve biraz zaman ve fırsat verilmesi için çağrıda bulundular. Ben de demokratik çözümün

geliştirilebilmesi için fırsat sundum ancak anladım ki bugüne kadar hep bir oyalama eğilimindeler.

AKP’YE İKİNCİ ŞANS TANIMAYACAĞIM

Ben demokratik çözüme olan inancım ve gerekliliği de dikkate alarak hep sabırla bekledim. Eğer 15 Haziran'a

kadar Kürtleri de demokratik anayasal çözüme dahil ederek çözecekleri yönünde bir açıklama yapmazlarsa, somut bir

adım atmazlarsa, ben AKP'ye ikinci bir şans tanımayacağım, kesinlikle ikinci bir kez şans tanımayacağım! AKP, “hayır,

ben anayasayı tek taraflı yapacağım, kendi formülümü uygulayacağım, kendi bildiğimi okuyacağım” derse bu bir savaş

ilanıdır. Savaş ilanına karşı da nasıl cevap verileceği bellidir.

BEN DEMOKRATİK ÇÖZÜMDEN YANAYIM

Böyle bir durumda ben dahil ne Kandil ne BDP, hiç kimse halkın önüne geçemeyecektir. Öyle bir durumda

halkın önüne geçmek alçaklıktır. Ben de halkın önüne geçersem, halkın demokratik tepkilerinin önüne geçersem, bana

da çok şiddetli eleştiriler yöneltilmelidir. Tekrar ediyorum, ben demokratik çözümden yanayım. Fakat demokratik

çözümün önü açılmazsa kesinlikle AKP'ye bir daha şans tanımayacağım. Eğer demokratik çözüme şans tanımazlarsa,

AKP kendi formülünü dayatırsa, mevcut gözaltı sayıları ve tutuklamalar kat be kat artar, çok sancılı bir döneme geçilir.

Bundan devlet, herkes büyük bir zarar görür.

DEMOKRATİK ÇÖZÜM OLMAZSA, DEVLET İLE KANDİL KARŞI KARŞIYA KALIR

Demokratik çözümün gelişmemesi durumunda devlet ile Kandil karşı karşıya kalır, herkes kendi metodunu,

kendi çözümünü dayatır. Bu durumda arada kalanlar olabilir. Arada kaldığını söyleyen Diyarbakır'daki bazı sivil toplum

örgütleri de DTK'da yer alabilir. DTK böylesi bir durumda farklı kesimlerin, arada kalanların çatısı işlevini görebilir.

MUSTAZAF-DER DTK BÜNYESİNDE ÇALIŞMA YÜRÜTEBİLİR

Bazı sivil toplum örgütleri açıklamalar yapıyor, “biz tarafsızız, kimsenin tarafını tutmuyoruz” diyorlar. Mazlum-

der, Mustazaf-der gibi kurumlar DTK bünyesinde çalışmalarını yürütebilirler, DTK'da yer alabilirler. İki tarafla da

görüşebilirler, bir nebze olsun çözüme katkıları olabilir.

HER İKİ DURUMA HAZIRLIKL OLUNMALI

Page 184: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Demokratik çözümün gelişmemesi durumunda büyük bir savaş, çatışma çıkabilir. Bundan herkes kaybeder,

herkes zarar görür. Bu durumda BDP'nin ise çok fazla yapabileceği bir şey kalmaz, daha doğrusu yapabileceği sınırlı

şeyler olabilir. Yine de sınırlı da olsa kendi çalışmalarına devam edebilir, yapabileceği şeyleri yapmaya devam etmelidir.

Demokratik çözümün gelişmesi hali de, savaş olması durumu da, her iki durum da Kürtlerin lehinedir. Her iki duruma da

hazırlıklı olunmalıdır.

EN ÇOK KORUCULAR ETKİLENİYOR

Bu savaştan en çok korucular etkilenmektedir. Çatışmaların daha da artması durumunda en çok zarar görecek

olan da onlar, öne sürülenler de onlardır. Onlar üzerinden savaş yürütülmekte. Onlarla görüşmeler devam edebilir, onlara

çağrılar yapılabilir.”

SEÇİMLERE SEFERBERLİK RUHUYLA ÇALIŞILMALI

Yaklaşan seçimlere ilişkin de mesaj veren Öcalan, Bingöl’ün durumuna dikkat çekti: “Bingöl'e dair şunları

söyleyeyim: Bingöl konusunda daha önce hata yapıldı. Devlet bu hat üzerinde büyük bir oyun oynadı. Yerellik, lehçeciliğe

dayalı ayrımcılık politikasını yaşama geçirmeye çalıştı ve kısmen de başarılı oldu. Bingöl-Muş-Diyarbakır üçgeninde çok

kirli şeyler yaşandı, devlet kirli politikaları hayata geçirmeye çalıştı. PKK içinde de Çürükkayalar bu politikaları

uygulamaya çalıştı. Bu üçgende PKK'yi ele geçirmek için her türlü pisliği, tasfiyeyi gerçekleştirmeye çalıştılar. 1980'lerde

bunlar PKK'yi bölgede ele geçirme amacıyla hareket ediyorlardı. Bağlılıkları da sahteydi. O bölgede devlet de JİTEM -

gladio da diyebiliriz- tarzı yapılanmaları büyük oranda hayata geçirdi.

BİNGÖLLÜLERE ÇAĞRI

Ancak buna karşılık Bingöl bölgesinden, Moskova'da kendi bedenini ateşe veren büyük bir kahramanımız,

militanımız da var. Onun gibi birçokları var. O dönem Moskova'da bizim yanımızda kalıyordu. İsmi Ahmet Yıldırım, biz

orada Tayhan diyorduk. Benim ve Kürtlerin o günkü durumuna karşı büyük bir cesaretle bedenini ateşe verdi. Böyle

kişiler tarihsel kişiliklerdir. En az Mustafa Malçok kadar sahiplenilmelidir, bu şekilde anılmalıdır. Bingöl'de anılmalı, sah ip

çıkılmalıdır.

Bingöl'de devletin geliştirmeye çalıştığı bu politikalar çok köklüdür. Aslında 1925'ten beri süren bir politikanın

sonucudur. Özellikle Bingöl'de Zazalık-Kurmanclık gibi ayrıştırmalar hayata geçirilmeye çalışıldı. Ancak bu suni bir

ayrımdır. Bu yönlü geliştirilen pek çok ayrım politikası gibi yapay bir ayrımdır. Halk bu gerçeği görüp uyanık olmalı ve

demokratik birlik esasına dayalı birlikteliğini kurmalıdır.

İYİ SONUÇ ÇIKARSA DEMOKRATİK ÖZERKLİK ONAYLANACAK

Seçimlere de on gün kaldı. Bu son on gün içinde çalışmaların büyük bir seferberlik ruhuyla devam etmesi

gerekir. Bu seçimler demokratik özerkliğin onaylandığı seçimler olacaktır. Büyük bir ivme yakalanması halinde

demokratik özerkliğin onaylanması anlamına gelecektir. Bu bağlamda halk gerçek tercihini kullanmış olacaktır. Yan i halk

demokratik özerklik ile AKP arasında bir tercih yapacaktır. Seçimlerin iyi sonuç doğurması halinde demokratik özerklik

onaylanacak, fiilen de hayata geçirilecektir. Seçimlerin kötü sonuçlanması halinde ise demokratik özerkliğe hayır

anlamını taşıyacaktır. Halkımız bunu böyle anlamalı, buna göre son on gün içinde büyük bir seferberlik ruhuyla seçimlere

hazırlanmalıdır. AKP de sandık sonuçlarını değiştirmek, kendi lehine sonuçlandırmak için elinden geleni yapacaktır. Her

türlü güvenlik tedbirini, her türlü baskıyı uygulayacaktır. Halkımız, bu kaygıya göre hareket edip sandıklara, oylarına

sahip çıkmalı, gözlemciler yerleştirmeli ve uyanık olmalıdır.”

ESP’Lİ ARKADAŞLARA SELAMLARIMI İLETİYORUM

Öcalan son olarak şunları ifade etti: “ESP'li arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Ben seçimlerden sonra çatı

partisi oluşumu hakkında açıklamalarda bulunacağım. Devletin de sol'un bu demokratik yolunu kapatmaması, en

azından yarışın, mücadelenin demokratik zeminde kalması için buna engel olmaması gerekir. Seçimlerden sonra bu

konularda çalışmalar yapılabilir. Ancak bu çalışmalar yapılırken büyük, küçük örgüt farketmez, tümü bu çalışmanın içine

dahil edilmelidir.

Bu vesileyle Şırnak, İdil, Siirt, Bingöl, İzmit ve İzmir'deki aday ve çalışanlara, tüm halkımıza selamlarımı

iletiyorum.”

Page 185: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

AKP cuntası daha tehlikeli! 10 Haziran 2011

Öcalan, “AKP cuntası vardır! Yeni İslamcı milliyetçi cunta, ulusalcı milliyetçi cuntadan daha derin, daha tehlikeli

ve daha örgütlüdür. Yapılanmaları daha güçlüdür. Bu cuntanın ABD ile anlaşması daha derindir. İşte AKP bu derin

İslamcı milliyetçi cuntaya dayanıyor” dedi.

PKK lideri Abdullah Öcalan, seçimler öncesi son görüşmesinde önemli açıklamalarda bulundu. Öcalan şunları

söyledi:

URFA TEK BAŞINA BİR ÜLKE GİBİDİR

“Urfa'da aslında büyük bir potansiyel var, dört aday bile seçilebilirdi. Urfa'yı iyi anlamak gerekir. Urfa tek başına

bir ülke gibidir. Urfa üzerinde oyunlar oynanıyor. Yapısı değiştirilmeye çalışılıyor. Urfa üzerinde oynanan oyunları iyi

görmek gerekir. Orada buna göre bir siyaset tarzının belirlenmesi gerekir. Urfa'da toprak ve su üzerine politikalar

üretiliyor, oyunlar oynanıyor. Urfa'nın verimli toprakları ve suyu boldur. Bu topraklara ve suya sahip çıkılmalıdır. Bu

verimli topraklar ve suyundan dolayı bir çok kesimin gözü Urfa'nın üzerindedir. Araplar ve İsrailliler gelip Urfa'da toprak

satın alıyor, yatırımlar yapıyor. Aynı şekilde Urfa'nın dinsel yapısından dolayı din üzerinden de oyunlar oynanmaya

çalışılıyor. Bütün bunları görmek zorundayız. Aksi takdirde orada demokratik siyaset geliştirilemez. Urfa'nın bu anlamda

kendisine ait bir demokratik örgütlenme çalışması olmalıdır.”

KİMSE BENİM SÖYLEDİKLERİMİ TEKRARLAMAK ZORUNDA DEĞİL

“Kimse benim söylediklerimi tekrarlamak zorunda değil, beni taklit etmek zorunda değil. Benimle uyumlu

görünmek zorunda da değiller. Böyle bir görüntü verilmeye çalışılıyor, ancak bu doğru bir yaklaşım değil. 30 yıldır bu

durum hep böyle gidiyor. Bütün yük benim omuzlarıma yükleniyor. Ben buradan herşeyi yüklenemem. Kandil'in koşulları

ayrı, demokratik siyaset koşulları ayrı, benim koşullarım ayrıdır. Her birimiz farklı farklı koşullarda yaşıyoruz. Kandil ayrı

bir kurumdur, demokratik siyaset ayrı bir kurumdur, ben ayrı bir kurumum. Her kurum da kendi çözüm politikalarını kendi

belirler ve bunları hayata geçirmeye çalışır. Ayrıca her üç kurum kendi kanallarını kendisi yaratabilir. Her kanal üzerinden

görüşmeler yapılabilir. Kandil, illegaldir, silahlı bir direniş örgütüdür, gerilla hareketidir. Politikasını da buna göre üretir.

Kendi konumunu bu gerçekliğine göre belirler. Demokratik siyaset kurumları ise ayrıdır, legal demokratik alanda

mücadele ediyorlar. Politikalarını buna göre belirlemeli, diplomasilerini bu gerçekliğe göre yürütmeliler. Ben ise ayrı bir

kurumum, koşullarım bellidir. Buradakiler de, heyettekiler de benim ayrı bir kurum olduğumu kabul ediyorlar. Bana buna

göre yaklaşıyorlar.”

HERKES KENDİ KOŞULLARINA GÖRE HAREKET ETMELİ

“Koşullarmız farklıdır, dışarıdakiler özgürdür, ben mahkumum. Onların yapacakları ve benim yapabileceklerim

farklıdır. Kimse benimle uyumlu olmak zorunda değil derken bunu kastediyorum. Herkes mevcut koşullarına göre hareket

etmek zorundadır. Yürütülecek çalışmalar buna göre belirlenmelidir. Ben bu koşullarda bütün güçleri yüklenemem, pratik

koşullara hakim değilim ve pratik önderlik de yapamam. Ayrıca burada ateşkesi de geliştirmiyorum. Yapmaya çalıştığım,

kendi tecrübelerim, birikimim doğrultusunda demokratik anayasal çözüme katkıda bulunmaktır. Bütün bu iyi niyetli ve

barışçıl çabalarıma rağmen bir Avrupa yetkilisi beni diktatörlükle suçluyor. Herşeyi otoriter bir şekilde elimde tuttuğumdan

bahsediyor. Kürtler üzerinde otorite kurmaya çalıştığımdan söz ediyor. Bu koşullarda demokratik çözüm konusunda bu

kadar çaba içerisinde olmamıza rağmen diktatörlükle itham edilmem kabul edilebilir değildir.

Bütün enerjimi demokratik anayasal çözüm temelinde harcıyorum, burada bunun için çalışıyorum. Benim

tutulduğum koşullarda bütün gelişmeleri kontrol etmem sözkonusu olamaz. Herkes kendi koşullarına göre hareket

etmelidir. Olası gelişmelere karşı ne kadar hazırlıklılar? Kendi örgütsel durumlarını, gerçekliğini görerek, süreci nasıl

göğüsleyeceklerine kendileri karar vermelidir. Kendilerini herhangi bir gelişme karşısında nasıl savunacaklar? Halkı,

onları bekleyen tehlikeleri göğüsleyebilecekler mi? Bunların hesabını-kitabını kendileri yapacak, kararlarını kendileri

alacak, kendileri uygulayacaktır.”

BURADA HUKUK YOK

Page 186: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Siyasette boşluk bırakılmamalıdır. Ben de burada kendi koşullarıma göre çalışmalarımı yürütüyorum, hareket

ediyorum. Buradaki heyet de bunları kabul ederek, yani benim kurum olduğumu kabul ederek benimle görüşüyor. Ben

burada mahkumum. Aslında durumum mahkumiyet de sayılamaz. Gladio'nun, Nato Gladiosunun operasyonuyla buraya

getirildim. Dolayısıyla benim buradaki statüm hukuk dışıdır, rehine statüsüdür. Biliniyor rehineler bir şeyler karşılığında

rehin tutulurlar. Rehin tutulanın gücü-konumu karşılığında istediklerini elde etmek için karşı taraftan bir şeylerin yerine

getirilmesi istenir. Herkes benim bu statümün farkında olmalı. Burada hukuk yok, mahkemelerin nasıl yapıldığı biliniyor,

burada bir tiyatro oynandı. Guantanamo'da tutulanlar da bir nevi rehine gibi tutuluyor. Orada tutulanlardan hukuk dışı

yollarla bilgi alınmaya, onlardan yararlanılmaya çalışılıyor. Aslında burası da Amerika'nın Guantanamosundan önce

düşünülmüş, hayata geçirilmiş bir yerdir. Ben de burada rehine olarak tutuluyorum. Rehinelerin başına ne gelir? Ya

politik gücü-konumu karşılığında istenilenler yerine getirilir ve serbest bırakılır, ya rehin tutanların şartları yerine

getirilmez ve rehine öldürülür ya da hiç bir şey yapılmaz, rehine çürütülür. Rehineliğin böyle iki-üç sonucu vardır. Ben

burada çürütülmeme izin vermem.”

AKP TASFİYEYİ GERÇEKLEŞTİREMEDİĞİ İÇİN BDP’YE SALDIRIYOR

“Aslında Kürt sorununu da beni burada kullanarak kendilerine göre çözmek istediler. Ben bunun erken farkına

vardım, izin vermedim. Legal siyaset üzerinden oynanan oyunlar da aynıdır, onlar üzerinde de oyunlar oynamaya

çalıştılar. AKP, BDP'yi kendine bağlayıp, kuyrukçu konumuna düşürerek tasfiyeyi örmeye çalıştı. Ama bunu

başaramadılar. AKP'nin BDP'ye öfkesi de bundan dolayıdır. Bu tasfiye politikalarına derinlikli yaklaşılırsa bunlar boşa

çıkarılabilir. Yüzeysel yaklaşımlarla bu politikalar boşa çıkarılamaz, üstesinden gelinemez. Zaten mevcut siyaset tarzı da

fukaracadır. O kadar darbe yenmesine rağmen hala anlaşılmıyor ama yavaş yavaş anlaşılacaktır. AKP bu tasfiye

politikalarını gerçekleştiremediğinden şimdi bana, BDP'ye saldırmaya başlıyor. Öfkesinin nedeni, karşısında direnen tek

gücün Kürtler olmasındandır.”

MHP VE CHP DİZAYN EDİLECEKLER

“Zaten MHP ve CHP'nin içinde bulundukları durum da AKP'ye karşı direnmeye müsait değil; geçiş sürecindeler,

dizayn sürecindeler. Ancak demokratik siyaset güçlerinin durumu da oldukça zayıf, AKP de bunun farkında olarak bir

boksör edasıyla yumruklarını sağa-sola savuruyor, gördüğü boşluklara yumruklarını savuruyor. Boşluk bırakılırsa

darbelerin nereden geldiği bile anlaşılamaz. İşte yaygın tutuklamalar, gözaltılar bunun sonucudur.”

TAHRİR GİBİ ÖZGÜRLÜK MEYDANLARI YARATILABİLİR

“Her gün yüzlerce kişi gözaltına alınıyor, halk korunmazsa daha da fazla alırlar, buna göre sahip çıkılmalıdır.

Siyasilerin sorumluluğudur. Buna yanıt verilemedi. Halkı arkalarına alıp, her türlü operasyonlara karşı tutum alabilirlerdi.

Önlem alınmazsa bunlar devam edecektir. Çeşitli komplolar kurarak, her siyasiye farklı yönelimler olabilir. Bunlar

karşısında ise demokratik siyaset tarzı güçlendirilerek, Tahrir gibi özgürlük meydanları yaratılabilir.”

ERDOĞAN’IN EN BÜYÜK ÇILGINLIĞI KÜRTLERE YAKLAŞIMIDIR

“Direnme seçeneği bizim için yeni bir seçenek değil. Zaten yıllardır direniyoruz. Ben burada direniyorum,

siyasetçiler dışarıda direniyor, gerilla dağda direniyor, yıllardır yaptığımız şey direnmek. AKP yıllardır benim üzerimden

Kürt sorununu kendisine göre çözmeye çalıştı. Ben buna alet olmadım. Yine BDP'yi kendi yanına çekerek Kürtleri tasfiye

etmeye de çalıştı. AKP Kürt siyasal hareketini tasfiye ederek Kürt sorununu kendisine göre çözmek istiyor. Zaten

yaptıkları açıklamalarda da bunu, yani tasfiyeyi belirtmekten çekinmiyorlar. Erdoğan çılgın projelerden bahsediyor.

Aslında en büyük çılgınlığı siyaseten Kürtlere yaklaşımıdır. Kürtlerin tasfiyesi konusunda çılgınlık yapacağa benziyor. Bu

çılgın projelerini bu kadar rahatlıkla ifade etmesinin nedeni de tekelci kapitalist sistemi arkasına almasından kaynaklıdır.

Arkasındaki derin gücün farkında olduğu için bu kadar rahattır. Çılgın projelerle insanlarla adeta dalga geçiyor.”

AKP SORUNLARI ÇÖZECEKMİŞ GİBİ ALGI YARATIYOR

“AKP sorunları çözmek istiyormuş gibi bir algı yaratıyor. TRT-Şeş ve Kürtçe kurslarla çözeceğini, Kürtlerin de

bunu bir çözüm olarak kabul edeceğini zannetti. Fakat AKP çözüm partisi değildir. Kurulduğu günden beri Kürt hareketini

tasfiye etmek istiyor. Kuruluş amaçlarından biri de budur.”

AKP KENDİ CUNTASINI OLUŞTURDU

“AKP 2002'den bu yana kendi cuntasını oluşturarak, bu cuntadan aldığı destekle Kürtleri tasfiye etmeye

çalışıyor. ABD ile anlaşarak kendi cuntasını oluşturdu. ABD-AKP anlaşması sonucunda geleneksel ulusalcı milliyetçi

cunta yerine İslamcı milliyetçi cunta oluşturuldu. AKP böylece hegemonik iktidarını kuruyor. ABD de bu yeni cuntaya

destek verdi. Zaten geçmişin ulusalcı-milliyetçi cuntası teşhir olmuştu, açığa çıkmış ve yıpranmıştı. Bu cuntayla işlerin

yürümeyeceğini anlayan ABD, AKP ile birlikte İslamcı milliyetçi cuntayı oluşturdu. Tabi bunların hepsi ABD'nin bölgesel

politikaları dahilindedir.”

ABD FETHULLAHÇILARLA ANLAŞMA İÇERİSİNDE

Page 187: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

“Ortadoğu'daki politikaları üzerine kuruludur. Geleneksel ulusalcı milliyetçi cunta döneminde ABD milliyetçilerle,

Türkeşgillerle anlaşma dahilinde cuntayı oluşturup politikalarını yürütürken, şimdi de Fettullahçılarla anlaşarak İslamcı

milliyetçi cuntayı oluşturdular. ABD geçmişte milliyetçilerle anlaşmıştı, şimdiyse Fettullahçılarla anlaşma içerisindedir.

Biliyorsunuz Türkeşler 1952'de ABD'ye giderek orada eğitim gördü. Ve Türkiye'ye gelip ulusalcı milliyetçi cuntayı

oluşturarak başına geçtiler. Geleneksel ulusalcı milliyetçi cunta tarihsel olarak İttihat Terakki milliyetçiliğine dayanır. O

dönem İttihat Terakki karşısında Hürriyet ve İtilaf fırkası vardı. AKP de buna benziyor. 2000'lerin başına kadar ABD bu

geleneksel cuntayla işlerini yürüttü. 2000'li yılların başında bu geleneksel cunta Ergenekon olarak ifadelendiriliyordu.

Artık bunlarla işlerini yürütemeyeceklerini anladıklarında ise AKP ile birlikte yeni cuntayı oluşturdular.”

ZAMAN YENİ CUNTANIN SÖZCÜLÜĞÜNÜ YAPIYOR

“Geçmişte Türkeşlerle yapılan anlaşmanın daha etkili ve sonuç alıcı olanı 2004'te AKP ile ABD arasında yapıldı.

Sonrasında 2007 Dolmabahçe toplantısıyla da AKP, Genelkurmay ile anlaşmaya gitti. Yeni İslamcı milliyetçi cunta süreci

böyle geliştirildi. Bu yeni cunta sürecinde ABD Fettullahçılarla anlaşma halindedir, zaten o da Amerika'da yaşıyor. Zaman

gazetesi de bu İslamcı milliyetçi cunta döneminin sözcülüğünü yapıyor. Bu gazete dikkatli takip edildiğinde bu

görülmektedir. Dolayısıyla AKP'nin kuruluşunun amacı, Türkiye'nin köklü-temel sorunlarının çözümü değil, ABD ve

İngiltere'nin Ortadoğu'daki bölgesel politikalarının hayata geçirilmesidir.”

AKP ABD’NİN POLİTİKALARINI SÜRDÜRMEK İÇİN KURULAN BİR PARTİ

“AKP, çözüm için değil, ABD'nin politikalarını yeni boyutlarla sürdürmek için kurulan bir partidir. ABD geleneksel

ulusalcı milliyetçi cuntayla tarihsel bir boşanma yaşadı. Artık bu cuntanın teşhir olduğunu ve bunlarla işlerini

yürütemeyeceğini anladığında, bu sonuç ortaya çıktı. 2000'li yılların başındaki ulusalcı milliyetçi cuntanın dört darbe

girişimine destek vermemesinin nedeni de budur.”

AKP ULUSALCI MİLLİYETÇİ CUNTADAN DAHA TEHLİKELİ BİR ÖRGÜT

“AKP cuntası vardır! Yeni İslamcı milliyetçi cunta, ulusalcı milliyetçi cuntadan daha derin, daha tehlikeli ve daha

örgütlüdür. Yapılanmaları daha güçlüdür. Bu cuntanın ABD ile anlaşması daha derindir. İşte AKP bu derin İslamcı

milliyetçi cuntaya dayanıyor.”

İRAN’IN HAREKET SAHASINI DARALTIP KUŞATACAKLAR

“AKP, ABD-İngiltere'nin bölgesel politikalarına hizmet etmesi, onlara uyum sağlaması karşılığında iktidardadır.

İşte Başbakan Libya'ya gidiyor, Kaddafi'den madalya alıyor, dostluk ilişkileri geliştiriyor, geliyor, sonra ortada bırakıyor.

Suriye'de Esad'la kardeş oluyor, yoğun görüşmeler yapıyor, sonra Esad'ı yalnız bırakıyor. Afganistan'da ABD'ye yardım

ediyor, Pakistan'la yıllara varan işbirliği geliştiriyor. Aslında Bin Ladin'in Pakistan'da öldürülmesi de bu bölgesel

işbirliğinin, anlaşmanın sonucunda olmuştur. Bin Ladin'in yeri biliniyordu, kendisini kullandılar, işleri bittikten sonra da

tasfiye ettiler. Ahmedinecad'ın da yakınlarda buna benzer bir açıklaması oldu: Bin Ladin'in uzun süreden beri ABD'nin

kontrolünde olduğunu belirtiyordu. ABD bölgedeki politikalarıyla bölge ülkelerini kendine bağlıyor, politikalarına alet

ediyor. Bu politikaları sonucunda İran'ın da hareket sahasını daraltıp kuşatacaklardır.”

AKP ABD’NİN ELLİ İSLAM ÜLKESİNDEKİ VEKİL ÖRGÜTÜDÜR

“AKP Libya, Suriye, Afganistan, Pakistan'daki ABD politikalarına karşı gösterdiği uyum ve yaptığı katkılarla

iktidarını sürdürüyor. AKP bölgede elliye yakın İslam ülkesinde ABD politikalarına hizmet ediyor. AKP, ABD'nin elli İslam

ülkesindeki vekil örgütüdür. Tüm bu hizmetlerinin karşılığında ABD'den Kürtlerin tasfiyesinin icazetini almış durumdadır.

ABD ve AKP Kürtler konusunda anlaşma içerisindedirler. AKP, Avrupa ile de ilişkilerini düzeltti, daha önce sorunları,

çelişkileri vardı. Onlarla da ilişkilerini düzeltti, şu anda bazı eleştiriler alsa da aralarında sorun yok. Bu konuda da

rahatlamış durumdalar.”

12 EYLÜL İLE HESAPLAŞMA YOK, BUNLARIN HEPSİ TEZGAH

“12 Eylül ve Evren konusuna da değinmek istiyorum: AKP, 12 Eylül ile, Kenan Evren ile hesaplaştığını söylüyor,

kamuoyunda böyle bir algı yaratıyor. AKP'nin 12 Eylül'le hesaplaştığı filan yok. Bunların hepsi tezgahtır, oyundur. Aslında

Evren'in ifade vermesi daha önce hazırlanan bir senaryonun sonucudur. AKP, Kenan Evren'in zorla ifadesini almıyor,

Evren, kendi isteğiyle ifadesini veriyor.”

ÇATIŞMA BÜTÜN TÜRKİYE’YE YAYILABİLİR

“Bütün bu gelişmeler iyi görülmeden tasfiye politikalarının önüne geçilemez. Kandil de BDP de bunları iyi

görmeli, değerlendirmelidir. Stratejik derinliğe dayalı bir bakış açısına sahip olunmalıdır. Tekrar söylüyorum, benim

çabalarım demokratik anayasal çözüme yöneliktir. Burada yaptığım görüşmeleri bu eksende yürütüyorum. Kandil de

herkes de kendi koşullarına göre tavrını belirler. Benim söylediğim şeyleri yapmak zorunda değiller. Pratik konularda

pratik önderliklerini kendileri yaratabilirler. Ben burada demokratik anayasal çözümü sağlamaya çalışıyorum. AKP'nin

buna vereceği cevap önemlidir. AKP demokratik anayasal çözüme gelmezse, çözüm gelişmezse işin doğası gereği

Page 188: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

çatışma ortamı doğabilir. Bu durumda Kürtler demokratik özerklik temelinde kendi toplumsal inşalarını

gerçekleştirebilirler. Buna da güçleri vardır. İkili hukuktan bahsediliyor, bunlar geliştirilebilir. Çözümün gelişmemesi

durumunda ortaya çıkacak çatışma bir Türk-Kürt savaşı olmayacaktır; demokratik özerk güçlerin kuvvetleriyle AKP'nin

hegemonik iktidar güçlerinin kuvvetleri arasında bir çatışma süreci başlayacaktır. Bu çatışma bütün Türkiye'de

yaşanabilir. Ben bunları söylerken tehdit etmiyorum, deneyimime dayanarak sosyolojik bir tespit yapıyorum.”

KAPİTALİSTE SİSTEM SALDIRILARINA KARŞI ÖZERK GÜÇLERİN ORTAK DİRENİŞİ

“Ortaya çıkacak bu savaş AKP'nin, ABD ve Avrupa ile birlikte uyumlu bir şekilde yürüttüğü tekelci kapitalist

sistem saldırılarına karşı demokratik özerk güçlerin ortak direnişi olacaktır. Bu azgın tekelci hegemonyaya karşı Kürtlerin,

sosyalistlerin, çevrecilerin, feministlerin, değişik çevre ve grupların bir araya gelip geniş katılımlı, ortak bir mücadele alanı

yaratmaları gerekiyor. Bu saldırgan tekelciliğin yürüttüğü politikalarla Türkiye yaşanmaz kılınıyor, kültürler, doğa, toprak,

su katlediliyor. HES projeleriyle Anadolu sarıp sarmalandı, mahvedildi. Bu saldırgan tekelciliğe karşı Kürtlerin,

sosyalistlerin, değişik kültür ve inançların bir araya gelip demokratik ulus esprisiyle örgütlenmeleri gerekiyor. Seçimlerden

sonrası için bunun yolu çatı partisi girişimidir. Herkese bu konuda rol düşüyor. Herkes rolünü iyi oynamalıdır. Bizim çatı

partisi girişimimiz demokratik ulus anlayışına dayanır. Önemli olan bu bloklaşmanın olmasıdır. Çok tarihi önemde bir

çalışmadır. On yıl önce de söylemiştim ama çok anlaşılmadı. O zaman doğru bir şekilde hayata geçirilebilseydi, şimdi %

30'larda oy oranına sahipti. Bu blok oluşumu Türkiye'de, her yerde örgütlenebilir. Türkiye'nin temel sorunlarına duyarlı bir

şekilde çalışmalarını yürütür. Demokratik-siyasal yöntemlerle demokratik anayasal çözümü zorlar.”

KÜRTLER ARASI BİRLİK ÇALIŞMALARI ÖNEMLİ

“Çatı partisi bunları yaparken, DTK da kendi varlığını sürdürecektir. DTK Kürtler içerisindeki çalışmalarını devam

ettirebilir. Türkiye'deki, diğer parçalardaki Kürtlerin demokratikleşme, ulusal birliği sağlama çalışmalarını yürütebilir. Zaten

ulusal konferans çalışmaları yürütülüyor. Kürtlerin kendi içindeki sosyal, siyasal, ekonomik, bütün meseleleriyle ilgilenir,

projeler üretebilir. Ayrıca DTK Kürtlerin demokratik özerklik anayasası çalışmasını da yürütebilir. Demokratik özerklik

anayasası oluşturulabilir. Bu demokratik özerklik anayasasının genel anayasaya uyarlanması, uygun olması sağlanabilir.

Kürtler arası birlik çalışmaları da önemlidir, bu çalışmalara yer verilebilir. Yine olası çatışmalı durumlarda DTK devlet ile

Kürtler arasında arabuluculuk rolünü yerine getirir, etkin çalışmalar yürütebilir. Bayram Bozyellerin, Ş. Elçilerin DTK'da

aktif görev almaları, temsiliyetleri önemlidir, onlara da selamlarımı iletiyorum.”

HENÜZ HEYETLE GÖRÜŞMEDİK

“Önemle belirtiyorum; ben burada tecrübelerim, olanaklarım ölçüsünde uygun gördüğüm, Kürt sorununun

demokratik anayasal çözümü için çalışıyorum. Heyetle görüşmelerimi bu amaçla yapıyorum. 15 Haziran öncesi son bir

defa heyetle görüşmemiz olacaktı. Şu an itibariyle görüşmedik. Belki görüşme olur, belki de bir daha hiç gelmezler.

Bunları bekleyip göreceğiz. Gelirlerse benim daha önceki önerilerime olumlu-olumsuz bir cevap verecekler. Ben daha

önce kendilerine 156 sayfalık yol haritası çalışmamın çok net, açık bir özetini sunmuştum. Orada pratik önerilerimi

sunmuştum. Yine daha önceleri de sorunun demokratik anayasal çözümünün nasıl gelişeceği yönünde yazılı, sözlü

açıklamalarım oldu. Son savunmamda da bu konuları ayrıntılı işlemiştim.”

AKP’NİN İSLAMCI MASKESİNİ DÜŞÜRDÜĞÜMÜZ İÇİN ÇOK ÖFKELİ

“Az-çok sürecin karakteri belli oldu. Benim açımdan AKP'nin kendi hegemonik inşasını sağlamaya çalıştığı

nettir. AKP Kürtleri tasfiye etmek istiyor. Kürt tasfiyesi konusunda Türkiye'de değişen bir şey yoktur. AKP öncesi CHP ve

MHP öncülüğündeki ulusalcı milliyetçi hegemonya Kürtleri bitirmeye çalıştı. Şimdi de AKP öncülüğündeki İslamcı

milliyetçi hegemonya Kürt tasfiyesini geliştirmeye çalışıyor. Bu anlamda değişen hiçbir şey yoktur Türkiye'de. AKP bu

tasfiye politikasını uygularken sahte dincilik yapıyor, dincilik maskesini kullanıyor. Aslında AKP'nin dinle de alakası

yoktur. CHP'nin ulusalcı maskesi, MHP'nin milliyetçi maskesi, AKP'nin de İslamcı maskesi vardır. Bu üç parti de bu

maskelerin arkasına saklanarak kirli politikalarını hayata geçiriyorlar. Biz AKP'nin bu İslamcı maskesini düşürdüğümüz

için biraz da öfkeli. Son dönemlerde bana, BDP'ye, Kürt hareketine saldırıyor, bizleri karalıyor. Bu saldırının temelinde de

duyduğu bu rahatsızlık vardır.”

KİMSENİN İNANCIYLA SORUNUMUZ YOK, OLDUKÇA SAYGILIYIZ

“Bizim kimsenin inancıyla bir sorunumuz yoktur. İnançlara oldukça saygılıyız, değer veriyoruz. Değer verdiğimiz

için AKP'nin sahte İslamcı anlayışını kabul etmiyoruz ve buna karşı mücadele yürütüyoruz. Biz Medine İslamiyetini

önemsiyoruz. Medine İslamiyetinin doğru bir İslam anlayışı olduğunu savunuyoruz. Müslümanlar Medine'ye ilk geldiğinde

önceleri camiler yoktu. O dönem Medine'deki Müslümanlar önce hurma ağaçlarının gölgesinde, sonra yaptıkları damların

altında, sonrasında da mescitlerde dönemin toplumsal sorunlarını tartışıp, bu sorunlara çözüm üretmeye çalışmışlardır.

Sürekli kendi içlerinde tartışma, sorunlara çözüm bulma, aşiret sorunlarıyla ilgilenme, barış arayışında olmuşlardır.

Page 189: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Medine İslamı budur. Medine İslamı toplumsal İslamdır, sosyal İslamdır. Dayanışmacıdır. Biz Medine İslamını kabul

ediyoruz ve bunun gerçek İslam olduğunu düşünüyoruz.”

İKTİDARIN İSLAM ANLAYIŞI EMEVİ İSLAMI’DIR

“AKP'nin İslam anlayışı ise iktidar İslamıdır; Muaviye, Emevi İslamıdır. Biz bu iktidarcı İslam anlayışına karşıyız.

İslam Devrimi, dönemi itibariyle sosyal bir devrimdir. Toplumda ilerleme sağlamıştır. Biz toplumsal İslamı iktidar İslamına

tercih ediyoruz. Yapmaya çalıştığımız bu anlamda İslamın güncelleştirilmesidir. Halkımız böyle görmelidir. Ayrıca Kürtçe

ezan gibi şeyler doğru değildir. Önemli olan İslamın özüdür. Biz bu özle ilgiliyiz.”

HİZBULLAH VE MAZLUM-DER’E ÇAĞRI

“Bu temelde Hizbullah, Mustazaf-Der, Mazlum-Der gibi tüm İslami çevrelere sesleniyorum: Bizim kendilerinin

inancıyla bir problemimiz olamaz, tam tersi onların inancına saygılıyız, değer veriyoruz. Bu sahte İslamcılığa öfkemiz de,

gerçek İslama değer verdiğimizdendir. Bu çevreler kendilerini sahte İslamcılara kullandırtmamalıdırlar. İçlerinde kendi

dinine, inancına bağlı, aynı zamanda dürüst insanlar olduğunu biliyorum. Ama bu samimiyetlerinden, dürüstlüklerinden

dolayı kullanılanlar oluyor. Geçmişte Hizbullah böyle kullanıldı. Jitem'in onları nasıl kullandığı biliniyor. Zamanla bu

konuda bir çok itiraf da yapıldı. Hizbullah'ın içinde de samimi, dürüst insanlar vardı ve bu samimi kesimin tamamı

kulanıldı geçmişte ve on bin insan hayatını kaybetti. O yüzden uyanık olmalıdırlar. Gelişebilecek yeni bir çatışma

sürecinde geçmişte olduğu gibi bugün de AKP kendilerini kullanmaya çalışabilir. Bu kirli oyunlara alet olmamalıdırlar.

Geçmişte olundu ve bu binlerce insanın hayatına mal oldu. Bu çok tehikeli bir durumdur, bizi anlamalıdırlar. Karşılıklı

ölümler durdurulmalıdır. Ben bir tehlikenin varlığına işaret ediyorum. Kendilerine ilişkin bu kaygılarımı samimi bir şekilde

paylaşmak istiyorum. Ayrıca bahsettiğim bu çevreler DTK'ya da gidebilirler, kendilerini DTK'da ifade edebilirler, DTK

çalışmalarına katkıda bulunabilirler. Buradan hepsine çağrı yapıyorum ve tek tek hepsine selamlarımı iletiyorum.”

KÜRT SORUNUNU ÇÖZMEK İSTEMİYORLAR

“AKP Kürt siyasi hareketini tasfiye ederek Kürt sorununu çözmek istiyor. Bu amaçla da her türlü operasyonu

yapıyor, gözaltına alıyor, tutukluyor, öldürüyor. Geçmişte bu işler Genelkurmay, ordu eliyle yapılıyordu, AKP döneminde

ise daha çok polis eliyle yaptırılıyor. Son bir ayda KCK, Kandil elli kayıp verdi. Hakkari'de PKK'nin infaz ettiği iddia edilen

bir imama karşı dokuz köylü ve dokuz gerillayı katlederek cevap veriyor. Yani bir kişiye karşı yirmi kişiyi öldürerek karşılık

veriyor. AKP bu konuda oldukça acımasızdır, gözünü karartmıştır. Demokratik anayasal çözümün gelişmemesi

durumunda saldırıları daha da artacaktır. Herkes bu konuda uyanık olmalıdır. Böylesi topyekün bir yönelimde meşru

savunma esastır. Kulakların kesildiğinden, gözlerin oyulduğundan, kimyasal silah kullanıldığından bahsediliyor. AKP

bunları tek başına yapmıyor. Tekelci kapitalist sisteme hizmeti karşılığında teknik yardım dahil bir çok yardım alıyor.”

KİMSE BENİ TABULAŞTIRMASIN

“Kimse kendini kurbanlık koyun konumuna düşürmemelidir. Ben geçmişten bu yana, otuz yıldır bu tartışmaları

yürüttüm. Çok uğraştık ama bana olan dogmatik yaklaşımları kıramadık. Ben de bir insanım. Beni kimse tabulaştırmasın,

ilişkilerimiz gayet normal olmalıdır. Eski arkadaşların hepsi fedakardırlar, benden de fedakar, yiğit ve cesurdurlar.

Hatırlarım, hiç durmuyorlardı, çok çalışıyorlardı. Böyle bakıyordum onlara, hiç yerlerinde durmuyorlardı, emek

veriyorlardı. Ben onlar kadar yiğit değilim. Ancak tek başına bu özelliklerle ne gerillacılık yapılabilir ne de demokratik

siyaset yapılabilir. Stratejik derinlik olmalıdır, ideolojik, örgütlü bir duruş olmalıdır. Bunlar olmadan tek başına fedakarlıkla,

dürüstlükle bu sorunların altından kalkılamaz.”

GERİLLACILIK

Ben mevcut gerillacılık tarzını da yıllardır eleştiriyorum. Gerillacılık yapmaya karar veren, kendi bilincini, zihnini

ona göre hazırlamalıdır. Bu konularda kendini sağlamlaştırmadan, kararlaşmadan, yeterince hazırlamadan silah omza

atılmamalıdır. Yoksa iki gün dahi gerilla koşullarına katlanamaz, kaçar gider ve zarar verir. Örgüt yaratmak, o örgütü

canlı tutmak derinlikli bir yaklaşım gerektirir. Kendi pratik koşullarına göre hareket etmeli, yaşamlarını ona göre

kurmalıdırlar. Ben de burada yaşamımı cezaevi koşullarına göre düzenliyorum. Burada dışarıdaymışım gibi

yaşamıyorum. Gerillacılık yapan 24 saat gerilla olduğunu unutmaz. Sadece fedakarlıkla yürünemez. Yine tek başına

bireysel yiğitlikle de mücadele yürütülemez, büyüyemez. Bunun için sağlam bir ideoloji, sağlam örgütlülükler

yaratılmalıdır. İdeolojin, örgütlülüğün olmasa, tek başına yiğitlik, fedakarlık bir şey ifade etmez. Devrimci mücadele ve

gerilla mücadelesi ancak böyle yürütülebilir.

DEMOKRATİK SİYASET

“Demokratik siyaset zemininde de öyle tek başına iyilik, dürüstlükle yol alınamaz. Bu alana göre yoğunlaşılmalı,

derinleşilmeli, örgütlenme gücü geliştirilmelidir. Herkes kendi görevini, devrimci mücadelesini layıkıyla yürütmelidir. Aksi

takdirde tehlike büyüktür. Bütün kazanımlar ellerinden alınabilir. Kapsamlı bir yönelim içerisine girebilirler. Bu tehlike

sadece bizim için, Türkiye'deki Kürtler için geçerli değildir, Barzani-Talabani için de geçerlidir. Güney'de kurulan henüz

Page 190: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

devlet bile değildir, devletçiktir hatta devletçik bile değildir, beylik düzeyindedir. Zaten küçük bir yere sıkıştırılmışlardır.

Onları da 24 saatte bitirmek isteyebilirler. Buna engel olmak da zordur. Bu nedenle ulusal birlik çerçevesindeki çalışmalar

hızlandırılmalı, ilişkiler geliştirilmelidir.”

ABD’NİN PKK İMAJI

“ABD'nin PKK imajı bellidir. Bunu 2004'lerde gösterdiler. PKK içinde ayrılan bazılarını kullanarak PKK'yi

kendilerine bağlamaya, kendilerine bağlı bir örgüt haline getirmeye çalıştılar. Bu tipler de bu oyunlara geldi ve bazı

insanlar PKK'den bunun sonucunda ayrıldı. Ancak PKK'yi tamamen bitirmeyi, etkisizleştirmeyi başaramadılar. Tekrar bu

tür oyunları oynayacaklardır, bu tür girişimleri ileride de olacaktır. PKK'yi kendine çekme, kendi örgütü haline getirme,

BDP'yi kuyrukçu yapma, beni de burada rehine koşullarında tutarak kullanma yoluyla kendilerine ait bir çözüme alet

etmeye çalıştılar, çalışacaklar. Bu oyunlar karşısında sağlam bir örgütlülük kurulmalıdır. Ancak böyle başedilir bu

oyunlarla.

PKK’SİZ, BENSİZ ÇÖZÜM ARAYIŞINDALAR

“Sonuç olarak, PKK'siz, bensiz bir çözüm arayışındadırlar. Biz ise bunlara rağmen demokratik barışçıl çözümü

geliştirmeye çalışıyoruz. Geçmişte demokratik barışçıl çözüme şans vermek için gerillayı sınır dışına da çektik. Ancak bu

sınır dışına çekilme tam istediğimiz gibi olmadı. O dönem Ecevit dönemiydi. 2002'de burada benimle görüşen askeri

yetkililerden biri bana “Kendinizi kabul ettirmek istiyorsanız daha fazla savaşmalısınız” diyordu. Zaten onların geri

çekilmeden haberi yoktu, bunu duyduklarında da şaşırmışlardı. Biz onlardan habersiz attık bu adımı. Demokratik barışçıl

çözüme şans vermek için güçlerimizi sınır dışına çektik. Acı kayıplar da verdik. Ecevit döneminin olmasının da etkisi

vardı bu kararı vermemizde. Ecevit bazı gelişmeler kaydetti, barışçıl çözüme hazır görünüyordu. Böyle bir riski alacak

gibiydi ancak daha sonraki süreçte MHP-Bahçeli engeline takıldı. Aşamadı bu engeli, sonrasında da biliniyor, AKP

iktidara geldi ve biz 2004'lere kadar AKP'ye şans verdik. İki-üç yıl da öyle geçmiş oldu. Aslında biz o dönem AKP'yi iyi

okuyamadık. AKP'ye yanılgılı yaklaşımlarımız oldu, yanlış tespitler yaptık. Yine de bunlara rağmen 2005'te bu sürecin

önüne geçmeye çalıştım. Daha fazla alet olmadım. Ama bu dönemde yine haberler geldi, bunları dinledim,

değerlendirdim. O dönemde bu çağrılara karşılık vermeye çalıştık. Böylece açılan bu yeni süreç bugünlere kadar geldi,

devam etti, halen o süreci yaşıyoruz. Şimdi önümüzde demokratik anayasal çözüm seçeneği ya da demokratik özerklik

temelinde kendi yürüyüşünü gerçekleştirme, kendi kaderini belirleme seçeneği var. Bizim demokratik özerklik talebimiz

hukuki bir taleptir. Bunun hukukta yeri vardır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartında da bu hususlar düzenlenmiş,

Erdoğan zaten bunun böyle olduğunu bilir. Özerklik taleplerinin burada da karşılığı var. Avrupa özerklik şartı bizim

taleplerimizle birlikte Türkiye'de yaşam bulur.”

KÜRTLERLE DEVLER ARASINDAKİ İLİŞKİ BOŞANMA HALİ GİBİDİR

“Kürtlerle devlet arasındaki ilişki boşanma hali gibidir. Yaratacağımız yeni birliktelik ise özgür bir evlilik olmalıdır.

Bu yönüyle bir nevi kadın sorunu gibidir. Kürtler ve devlet arasındaki ilişki ve mücadele, kadın-erkek arasındaki özgür

birliktelik, eşit ilişki mücadelesi gibidir.”

ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLER TARİHİ GÜNLERDİR

“Önümüzdeki günler tarihi günlerdir. Türkiye'de ve bölgede Kürtlerin demokrasi ve özgürlük mücadelesi zaferle

sonuçlanırsa, bu zafer ilk çağdaki toplumsal devrimin devasa, muazzam sonuçlarının bir benzerini yaratacaktır.”

SURİYE

“Suriye'de de demokratik birlik temelinde Kürtler mücadelelerini yürütebilirler. Emperyalist saldırılara karşı öz

savunma gücü oluşturulabilir. Bu güç kendilerine, Esad'a karşı değil, emperyalist saldırılara karşı bir güç olacaktır. Kürtler

bu güçlerini yaratırken karşıtlık temelinde değil, uzlaşma-diyalog temelinde görüşmeler yürütebilirler. İran ve Irak'taki

halkımızı da selamlıyorum. Kendi demokratik ulus birliklerini sağlamaları gerektiğini düşünüyorum. Yine Avrupa'ya

selamlarımı iletiyorum. Avrupa'daki basına, TV çalışanlarına başarılar diliyorum.”

SEÇMLER TARİHİ NİTELİKTE

“Birkaç gün sonra yapılacak seçimler tarihi niteliktedir. Tüm halkımızın ve demokrat, sosyalist ve devrimci

kesimlerin bu seçimlerdeki tarihi rollerini layıkıyla yerine getireceklerine inancım tamdır. Halkımız oylarına sahip

çıkacaktır. Seçim çalışması yürüten tüm alanları, halkımızı, blok adaylarını selamlıyorum, mücadelelerinde başarılar

diliyorum. Dersim'i selamlıyorum. Urfa, Ağrı, Dersim olmak üzere tüm halkımızı selamlıyorum. Vedat Türkali'nin

söylediklerinden haberim var, kendisine özel sevgi ve selamlarımı gönderiyorum.”

Page 191: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Görüşme Notları:

Öcalan Meclis'i göreve çağırdı 17 Haziran 2011

“Eylemsizlik süreci bu koşullarda ancak birkaç ay sürebilir” diyen PKK lideri Abdullah Öcalan‚ "Meclis derhal

toplanmalıdır. Çözüm konusunda rolümü oynayabilmem için Meclis'in bana bir çağrı yapması gerekiyor. Eğer Meclis bu

çağrıyı yaparsa ben de silahlı güçlerin çatışmasız bölgelere çekilmesi konusunda ve diğer hususlarda elimden geleni

yaparım. Meclisin önümü açması gerekiyor" dedi.

PKK lideri Abdullah Öcalan, seçimlerden sonra beklenen kritik görüşmeyi gerçekleştirdi. Heyetle görüştüğünü

belirten Öcalan önemli açıklamalarda bulundu.

BLOK TAM İSTENEN DÜZEYDE DEĞİL

Öcalan seçim sonuçları ile Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’una ilişkin şunları söyledi: “Seçim sonuçlarıyla

bloğa ilişkin önerilerimizin haklı olduğu ortaya çıkmış oldu. Zaten 13 yıldır bu doğrultuda tespitlerim, önerilerim oluyordu.

Türkiye'nin böyle bir güçbirliğine, bloğa ihtiyacı olduğunu sürekli vurguladım ama gereği yerine getirilmedi. Blok aslında

şu anki haliyle tam istenen düzeyde de değildir. Son değerlendirmelerimde de hep söylüyorum. Cumhuriyetin

kuruluşundan bugüne eksik olan blok, demokrasi ve özgürlük bloğu olmuştur. Mustafa Suphilerin, Çerkez Ethemlerin

tasfiyesiyle bu bloğun oluşumu ta başından engellenmiştir. Sosyalistlerin tasfiyesi 1920'lerde Mustafa Suphilerin

katledilmesiyle başlamıştır. Bu nedenle Türkiye bugüne kadar hep alternatifsiz kalmıştır, halklar hep milliyetçi-ulusalcı

blokla, milliyetçi-islamcı bloğa mahkum edilmiştir, bir alternatif yaratılmamıştır. Bugün artık devlet de bu konuda sorun

çıkarmayacaktır. Ve blok bileşenlerinin bunu iyi anlaması gerekir, ciddiye alması gerekir, bu yüzden zaman zaman onları

eleştiriyorum. Onlara çok önemli bir rol düşüyor. Önümüzdeki süreç demokratik anayasa süreci olacaktır. Ben bu süreci

demokratik anayasal çözüme işlerlik kazandırma olarak tanımlıyorum. Bu seçim sonuçlarıyla da bir blok gereksiniminin

olduğu ispatlanmış oldu. Artık bu husus üzerinden tartışma olmaz. Ertuğrul Kürkçü doğru söylüyor ama ben de diyorum

ki neden bu kadar geç kaldınız. Halkla temas kurmalıydınız, örgütlemeliydiniz. Bırakalım halkı doğru dürüst bir gençlik

birliği bile oluşturulamadı. Bu kadar yoksulluk, bu kadar kültürel dejenarasyon ortamında ciddi bir güç olunamaması

eksikliktir. Şimdi hem BDP hem blok bileşenlerine önemli roller düşüyor.”

ARTIK ÇATI PARTİSİ ELZEM OLDU

Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Ne Kürt siyasetçiler ne blok bileşenleri ne de AKP beni anlıyor. Bu belki de

kimsenin suçu değildir, kapitalizmin kuşattığı, tükettiği kişilikler haline gelinmiş, ideolojik yoksunluk, örgütsüzlük ve kişisel

yozlaşma var, bireycilik almış başını gidiyor. Herkes adeta teslim olmuş. Bakıyorum bazen siyasetin rengi bile bilinmiyor.

Adeta bir boşluktan yararlanmak üzere siyaset yapılıyor, bu tarzla da kimse ciddiye almaz. İşte görülüyor, AKP'liler

seçimde nasıl çalıştılar, bunlar kurtturlar, çok çalışıyorlar. Siyasette bu şekilde gidilirse, kendini yenileme gerçekleşmezse

kimse kaale almaz.

Blok çalışmaları ciddi bir şekilde sürdürülmelidir. Bu seçim sonuçları da bunun bir ihtiyaç olduğunu ve bu

konuda geç kalındığını gösteriyor. Artık bu durumda bir çatı partisinin elzem olduğu anlaşılıyor. İlgi duyan, anlamak

isteyen üzerinde yoğunlaşabilir, daha önce üzerinde çok durdum, savunmalarımda da işledim. Bunlardan

yararlanabilirler. Bu çatı partisinin bütün bileşenlerin üyelerinden oluşan 100 kişilik bir meclisi olabilir. Bu meclisin içinden

de 24 kişilik bir yürütme kurulu olur, gölge kabine gibi çalışır ve ülkenin tüm sorunları için çözümler geliştirir. Çatı

partisinde de eşbaşkanlık sistemi uygulanabilinir. Daha sonra bu konuyla ilgili açıklamalarıma devam edeceğim.”

OLAN ALEVİLERE OLDU

Seçim sonrasında CHP ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu da değerlendiren Öcalan, şunları ifade etti: “Kılıçdaroğlu

iyiniyetli olabilir, bir şey demiyorum, dürüst de olabilir, kişiliğine bir şey demiyorum ama bilinçli bir planın, senaryonun

sonucu CHP'nin başına getirildi, aslında kısmen de başarılı oldular ama olan Alevilere oldu. Kılıçdaroğlu bir asker-

Ergenekon operasyonuyla CHP'nin başına getirilmiştir, iyi analiz edilirse bunu görmek zor değildir. Kılıçdaroğlu'nun

CHP'nin başına getirilişini iyi anlamak lazım. Bu operasyonun asıl amacı Alevi Kürtleri bizden uzaklaştırmak, CHP'ye

Page 192: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

oyları kanalize etmekti. Dersim'de neden böyle oldu? Alevilik konusunda büyük bir mücadele verdiğimiz biliniyor. Aslında

bir süredir geliştirilen bir siyasettir.”

DERSİM’İN DE BİNGÖL’ÜN DE ŞANLI BİR DİRENİŞ TARİHİ VAR

Öcalan şöyle devam etti: “Dersim'de Alevicilik, yine Bingöl'de Zazacılık zihniyeti geliştirilerek, bunu dayatmaya

çalışıyorlar. Bingöl-Dersim hattında kontralar bilinçli olarak Sünni-Alevi Kürt ayrımı, Bingöl'de Kürt-Zaza ayrımı yapıyorlar.

Bunu iyi anlamak lazım, bu öyle kendiliğinden değil bilinçli olarak yapılıyor. Bazı sahte tiplemeler de bu politikalara

hizmet ediyorlar. Aslında dayatılmak istenen gericiliktir, bu yapılmak isteniyor, Kamer Genç gibilerle yapılmak istenen

budur. Kamer Genç bir açıklamasında “sadece Şafiler Kürttür, Dersimliler Türkoğlu Türktür” gibi laflar ediyor. Ankara'da

iki-üç binada sadece misafirlerine yemek verdiği, yedirip içirdiği söyleniyor. Bu parayı nereden buluyorlar? Bu para

Kamer Genç'in parası değildir, ona bunun için para bulunuyor. Bununla fakirleştirilen, aç bırakılan ve kişiliksizleştirilmeye

çalışılan halk üzerinden yapılmak istenen bir kampanyadır. 12 Eylül döneminde cuntanın danışma meclisinde yer almış

biridir. Bilemiyorum Dersimliler onurlarını bu şekilde nasıl koruyacaklar, kendilerini nasıl muhafaza edecekler, bu da

tartışma konusudur. Aslında bu tür sahte kişiliklerle halkı kandırma yoluna gittiler, bu da senaryonun bir ürünü. Sahte

kişiliklerle halkı aldatmaya çalışıyorlar. Derinliğine kavrayamama, yüzeysel yaklaşımların aşılması gerekiyor. Öteden beri

Dersim kişiliği olarak da biliniyor bu. Aslında Dersim'in şanlı bir direniş tarihi var, biliniyor. Biraz da bu nedenle Dersim'e

yöneliyorlar. Hakeza Bingöl de öyle, direnişçi bir tarihi var, birçok değerli direnişçi kadromuz, arkadaşımız da var. Bu

yüzeysellikten kurtulmak; ideolojik yoksunluktan, kişisel yozlaşmadan, aşırı bireycilikten, örgütsüzlükten uzaklaşmakla

olur. Demokratik-devrimci mücadele yürütmek o kadar kolay değildir. Bugüne kadar bu mücadeleyi layıkıyla yerine

getirmeye çalıştık. Bu sahtekar politikalara karşı devrimci-demokratik mücadeleyi yükseltmek gerekir. Bu sahte kişiliklere,

sahte Alevicilik anlayışına karşı yeterli mücadele yapılmadı mı, gerekli tedbirleri alamadılar mı? Yeterince anlatamadılar

herhalde. Yine AKP Dersim gibi bir yerde nasıl bu kadar oy alıyor? Oysa Dersim'in mücadeleci tarihi ortada. Hakkari,

Şırnak ve genel olarak Botan bölgesi bütün kontra ve özel savaş yöntemlerine rağmen kendilerini korumayı bildiler,

direnişlerini sürdürdüler, dejenere olmadılar, yozlaşmadılar. Dersim üzerinde iyi durulmalı, analizi yapılmalıdır.

URFA’DA BÜYÜK OYUNLAR OYNANIYOR

Urfa'da geçen seçimlerde de benzer bir oyun oynadılar, o zaman başarılı olmuşlardı, ikinci adayı

kaybettirmişlerdi, yoksa diğer aday da o zaman kazanmıştı. Urfa konusunda daha önce de söylemiştim, büyük oyunlar

oynanıyor burada. Devletin öteden beri toprak, su üzerindeki mülkiyetçi egemenliği halkı zorda bırakıyor. Onun üzerinden

kirli politikalar yürütüyorlar, bunu daha öncede söylemiştim, bunu iyi bilmek gerekiyor. Urfa'nın dağ kadar sorunları var,

nasıl bu kadar dar bir örgütlenme oluyor, siyasal örgütlenme nasıl böyle yetersiz kalıyor, bunu anlamak mümkün değil.

KCK TUTUKLULAR REHİNE STATÜSÜNDE

KCK davasında tutuklu bulunanlara ilişkin Öcalan şunları söyledi: “KCK tutukluları konusunda daha önce

söylemiştim, onların durumunun rehine statüsü olduğunu belirtmiştim. Onlara yapılan operasyon, hukuki, ahlaki, vicdani

ve insani değildir. Buraya gelen heyet de bu KCK operasyonlarının doğru olmadığını, karşı olduklarını söylüyorlar. Biz

burada demokratik anayasal çözüm üzerinde dururken bu operasyonların herhangi bir anlamı yoktur, bu operasyonlar

olmamalıdır.”

RIDVAN TURAN’A SELAMLARIMI İLETİYORUM

Öcalan SDP’lilere de seslenerek, kendilerine büyük değer verdiklerini söyledi: “SDP'li arkadaşlara ve genel

başkanları Rıdvan Turan'a selamlarımı iletiyorum. Seçim sürecindeki sorunların büyütülmemesi gerektiğini

düşünüyorum. Onlara büyük değer veriyoruz. Kendilerini gösterebilirler. İşte bir oluşum, çatı partisi olacak, onlar da bu

çatı partisi konusunda rollerini oynamalıdır.”

Öcalan devamla, “Demokratik çözüme katkı sunmak isteyen aydınlar, istiyorlarsa sunabilirler. Şimdiki

durumumuz geçmişteki gibi değil. Devletle temas kurma konusunda bir sıkıntımız yok. Aydınlar kamuoyunu hazırlama

yönünde çalışmalar yürütebilirler” diye belirtti.

DEMOKRATİK ÖZERKLİK SEKİZ BOYUTTAN SADECE BİRİ

“Seçim sonuçlarıyla ilgili olarak mesele sadece demokratik özerklik değildir. Daha önce söylemiştim,

savunmalarımda da var” diyen Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: “Demokratik özerklik demokratik ulus çözümünün sadece

siyasi boyutudur, yani sekiz boyuttan sadece biridir. Demokratik özerkliğin hukuki boyutu var, diplomasi boyutu var,

sosyal boyutu var, kültürel boyutu var, özsavunma boyutu var, ekonomik boyutu var, ekolojik boyutu var. Bunları gözden

kaçırmamak lazım. İşte bir nehir üzerinde birden fazla HES'in yapılması, insanların bulunduğu coğrafyadaki yaşamını

Page 193: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

etkileyen, elindeki yaşam olanaklarını yok eden, bulunduğu doğayı ve tarihini tahrip eden bir yaklaşımdır. Bu bile tek

başına bir isyan sebebi olacak önemdedir. Bu nedenle HES'lere karşı çıkılması doğru ve gereklidir.”

HEYETLE GÖRÜŞMEMİZ OLDU

Öcalan, heyetle beklenen görüşmenin de gerçekleştiğini belitti: “Heyetle bir görüşmemiz oldu. Görüşmemizin

temel konusu, demokratik anayasa çözümüdür. Böyle bir anayasal çözüm için koşullar uygun hale gelmiş sayılabilir. Bu

noktada BDP'nin ve blok bileşenlerinin az önce söylediğim gibi işin ciddiyetini ve alacakları rolün önemini iyi kavramaları,

geç kalmamaları gerekiyor.

BLOK BÜNYESİNDE HEMEN BİR KURUL OLUŞTURULMALI

Blok bünyesinde hemen bir kurul veya komisyon oluşturulmalı ve demokratik anayasa çalışmalarına

başlamalıdırlar. Ben buna Demokratik Anayasa Konseyi veya Kurulu diyorum. Kendi taslaklarını hemen oluşturmalıdırlar.

Blok bileşenleri bu konuda hazırlık yapmalılar. Elçi onların da bu konularda tecrübeleri var. Demokratik anayasanın

oluşturulması için, içinde tüm siyasi partilerin ve çeşitli sivil toplum temsilcilerinin yer aldığı bir Anayasa Meclisi

oluşturulması gerekiyor. Bloğun Demokratik Anayasa Komisyonu ya da Konseyi de bu mecliste yer almalıdır. CHP'li bir

yetkilinin de buna benzer bir açıklaması, tespiti vardı, ben de buna katılıyorum. AKP'nin de bu öneriyi kabul etmesi

gerekiyor.

İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ SÜREÇ İKİ BOYUTLU

Şu an içinde bulunduğumuz süreci demokratik anayasal çözüme işlerlik kazandırmak süreci olarak

adlandırıyorum. Bu dönem anayasal süreci belirginleştirme dönemidir. Benim buradaki pozisyonum demokratik anayasal

süreci olgunlaştırma ve katkı yapma pozisyonudur.

İçinde bulunduğumuz süreç iki boyutu olan bir süreçtir. Birinci boyut benim heyetle yaptığım görüşmede

ulaşmaya çalıştığımız demokratik anayasal çözümdür. Burada bu görüşmelerim, bu çabalarım devam ederken sürecin

ikinci boyutu ise meşru savunma pozisyonunun sürdürülmesidir. Yani anayasal çözüm çalışmaları ile meşru savunma

pozisyonu atbaşı yürümelidir. Bu nedenlerle şimdilik devrimci halk savaşını, orta yoğunluktaki savaşı esas almıyoruz. Biz

Kürt sorununun çözümü için demokratik anayasal çözümü esas alıyoruz.

SÜRECİN ZORLUKLARI

Sürecin zorluklarından bahsediliyor. İşte seçimin yeni yapılmış olması, Meclis'in açık olmaması, yeniden

toplanmasının ve hükümetin kurulmasının zaman alacağı söyleniyor. Buna karşı ben de diyorum ki, süreci zorlayan diğer

bir zorluk da vardır. O da sürecin uzamasıdır. Belirsizliğin uzaması tehlikelidir, içinde bir sürü riski barındırır. Bu anlamda

devam eden bu askeri operasyonlar ve meydana gelen çatışma ve kayıplar süreci zorlayan diğer bir husus olmaktadır.

Bu süreç, belirsizlik uzadıkça çözümün gelmesi de zorlaşabilir, böyle bir handikap var. Çünkü süreç uzadıkça yaşanan

çatışmalar, meydana gelen kayıplar, yapılan tutuklamalar barış şansını da azaltıyor; handikap derken bunu

kastediyorum. İşte şehirlerde her gün yapılan onlarca tutuklamalar, süreci zorlayan, çözümsüzlük riskini artıran

sebeplerden biridir. Kadın, çoluk, çocuk ayrımı yapmadan adeta sürü gibi tutuklamalar oluyor. Her gün bir yerlerde on

beş, yirmi, otuz kişi gözaltına alınıyor, tutuklanıyorlar. Bu tür gözaltı ve tutuklamalar gençleri siyasetten koparıp dağa

yönlendiriyor, gerillaya katılımı da artırıyor. İşte sürecin uzamasının tehlikeleri derken kastettiğim bunlardır. Süreç

uzadıkça çözüm şansı da bu anlamda azalıyor. Bu tutuklamaların hiçbirisi hukuki değildir, bu tam bir saçmalıktır. Böyle

binlerce kişi gizli örgüt üyesi diye tutuklanır mı, böyle binlerce sivil üyesi olan gizli örgüt mü olur? Üstelik bu

tutuklananların hiçbirinin üzerinde silah milah da yok. Daha önce JİTEM üzerinden bunu öldürerek yapıyorlardı, şimdi

polis üzerinden topluca tutukluyorlar. Açıktır ki AKP derin devlet de denilen Ergenekon'un üst düzeyiyle anlaşmıştır.”

GENÇLERE ÇAĞRI

Öcalan “Ben bu noktada gençlere de çağrı yapmak istiyorum” diyerek şunları belirtti: “Kendilerini böyle kolay

tutuklatmamalıdırlar, tedbirlerini almalı, basitçe tutuklanmamalıdırlar. Gençliğin bu konuda örgütlenmesi gerekir. Ya

çalışma yürütmemeli ya da yürütüyorlarsa tedbirlerini almalıdırlar. Ayrıca o gösterilerde öyle gelişigüzel sağa sola molotof

atmalarına gerek yok, bu da süreci zorlayan bir husustur. Devrimci direnişleri olacak ama bu sağa-sola gelişigüzel

molotof atmak değildir. Eğer gençlerin tutuklanmasına engel olunmuyorsa bu KCK'nin de sorumluluğudur.”

GERİLLA KENDİNİ SAVUNMALI

Öcalan şöyle devam etti: “Benzer şeyleri gerilla için de söylüyorum. Üzerlerine gidilirse, saldırılırsa ellerindeki

imkanlarla misliyle cevap vereceklerdir. Bu her zaman böyledir. Kesinlikle kendilerini imha ettirmemek için kendilerini her

türlü şekilde savunacaklardır. Bu meşru savunmadır. Bunu anlamaları bu kadar zor mu? Daha önce defalarca söyledim.

Özellikle eylemsizlik süreçlerinde gerilla kayıplarının önüne geçmeleri gerekiyor. Gerilla çatışmaya girmekten özenle

Page 194: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

kaçınmalı, kayıp vermemek için özellikle eylemsizlik sürecinde dikkat etmeli, elinden geleni yapmalıdır. Pek çok kez

yetersizliklerini, özeleştirilerini yapıyorlar ama 30-35 yıldır bu yetersizliklerinden, eksikliklerinden de bir türlü

kurtulamadılar. Bunu anlamış değilim.”

TBMM’YE ÇAĞRI: MECLİS TATİLE GİRMEMELİ

TBMM’ye de çağrıda bulunan Öcalan şunları kaydetti: “Tüm anlattığım nedenlerle yani sürecin uzamasının ve

belirsizliğin yaratacağı sakıncaların önüne geçmek amacıyla TBMM'ye çağrı yapıyorum. Bu nokta çok önemlidir.

Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Nasıl ki 1920'lerdeki birinci meclis olağanüstü toplandı, gece-gündüz çalışıp tatil

yapmadıysa, bu meclis de öyle yapmalıdır, tatile girmemelidir. Çalışma yapmak için Ekim ayını beklememelidir. Çünkü

yine 1920'lerdeki gibi tarihi bir süreçten geçiyoruz. Bu nedenle yeni Meclis derhal toplanmalıdır, benim önerim budur. Ve

çözüm için, benim çözüm konusunda rolümü oynayabilmem için Meclis'in bana bir çağrı yapması, hakikatleri araştırma

komisyonu kurulması ve demokratik anayasa meclisinin oluşturulması için harekete geçilmesi gerekiyor. Bu önemlidir,

daha önce de bu konuda öneri yapmıştım fakat yeterince önemsenmemişti. BDP'liler de AKP ile görüşmeler yapmalı,

meclisin kapanmaması ve bana rolümü oynamam konusunda çağrı yapması hususunun önemini anlatmalılar. Eğer

Meclis bu çağrıyı yaparsa ben de silahlı güçlerin çatışmasız bölgelere çekilmesi konusunda ve diğer hususlarda elimden

geleni yaparım. Öyle kendim için şarta falan da bağlamıyorum, kendimi düşündüğüm falan da yok. Fakat benim rolümü

oynamam için Meclisin önümü açması gerekiyor. Karayılan da söylüyor, gerillayı başka türlü indirmenin yolu yok. Benim

onları ikna etmem için gerillaya ulaşmam gerekiyor. Ben olmadan gerillanın bulunduğu mevzilerden kıpırdaması, belli bir

yerde toplanması mümkün değildir. Gerillanın bana farklı bir bağlılığı, sahiplenmesi vardır. Bu kendiliğinden oluşmuş bir

şeydir, ben ne yapayım. Bunu söylerken gerillayı bir tehdit aracı olarak kullanmıyorum. Dediğim gibi anayasal çözümü

sağlamak için gerillaya ulaşmalıyım.

SAVAŞ OLASILIĞINA KARŞI TEDBİRLER TAM ALINMALI

Seçimlerde AKP'nin yüzde elli oy alması, yine BDP'nin oylarını ve vekil sayısını önemli ölçüde artırması, ayrıca

seçim sürecinde CHP'nin hakikatleri araştırma komisyonu, akil adamlar, özerklik ve demokratik anayasa sürecine

katılacakları yönündeki beyanlarına şans vermek adına bu sürecin bir süre daha böyle gitmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bütün bunlar demokratik anayasal bir çözüm için umut verici verilerdir. Bunları gözönünde bulundurmak adına devrimci

halk savaşını şimdilik gündemimize almıyoruz. Fakat saldırılar devam ederse KCK de buna meşru savunma temelinde

gerekli cevabı verecektir. Savaş olasılığını düşünerek tedbirlerini tam almalıdırlar. Bu gözaltı, tutuklamalar devam ederse

KCK'nin de karşılığında o kadar gözaltı, tutuklama ve yargılama yapma hakkı doğar. Yanlış anlaşılmasın ben savaş

taraftarı değilim, savaş ilanı yapmıyorum. Fakat KCK de açıklamalarında bu yönde hazırlıklar yaptıklarını, bu tür

değerlendirmeler yaptıklarını belirtiyorlar. Zaten bu süreç bu koşullarda ancak birkaç ay sürebilir.

BU TARİHİ FIRSAT HEBA EDİLMEMELİ

Ben buradan, bu koşullarda savaş kararı almam, bunun da iyi anlaşılması gerekiyor artık. Daha önce olduğu

gibi şu seçim olacak, bu seçim olacak, şu bu nedenle bu tarihi fırsat heba edilmemelidir. AKP'nin seçimlerde yüzde elli oy

almasının iyi olduğu, ona Kürt sorunun çözümünde sorumluluk yüklediği yönünde yorumlar yapılıyor. Ben de bu

yorumlara katılıyorum. AKP bu sorumluluğunun gereğini yerine getirmeli ve Kürt sorununu çözmelidir.

SABRIMI, SAĞDUYUMU KORUMAYA DEVAM EDECEĞİM

Biz burada anayasal çözüm süreci üzerinde dururken ve çalışırken Başbakan daha önce ben olsaydım asardım-

keserdim diyordu. Bu dil, sürece uygun olmadığı gibi ahlaki de değildir. Başbakanın tahrik, savaş çığırtkanlıklarına

gelmeyeceğim. Bütün bunlara rağmen sabrımı ve sağduyumu korudum, korumaya devam edeceğim. Başbakanın bu

savaş çığırtkanlığı bana savaş kararı aldırtmayacaktır. AKP de bunu bilmeli, beni anlamalı. Gerçekten tutuklamalara,

gözaltılara, gerilla ve asker gençlerin ölümlerine son vermeliyiz. Bunun yolu da Kürt sorununun demokratik anayasal

çözümünü geliştirmektir. Gerilla ölümleri de asker ve gençlerin ölümleri de beni üzüyor, bu ölümler karşısında çok

zorlanıyorum. 13 yıldır söylüyorum, şimdi de söylüyorum. Benim hassasiyetim, düşüncelerim neden anlaşılmıyor.

Aydınların, gazetecilerin de beni anlaması gerekir, çabama destek sunmaları, katkı sunmaları gerekir.”

Öcalan son olarak şunlara dikkat çekti: “Son savunmamı halen vermemişler. Hem acilen savunmayı bize

gönderin diyorlar, hem de vermiyorlar. Üzerinden 7-8 ay geçti. Bu ikiyüzlülüktür, benim açımdan ağır bir hak ihlalidir,

savunma hakkı ihlalidir.

Son olarak Hatip Dicle konusuna değinmek istiyorum. Bırakılması ve meclise gönderilmesi gerekiyor.

Bırakılmaması büyük siyasi riskler taşır, bizim savunduğumuz barışçıl çözüme de darbe anlamına gelir.

Page 195: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

İtalya'daki avukatım, Milano belediye başkanlığını kazanmış, kendisine başarılar diliyorum. Berlusconi gerilemiş

orada. Bunu bekliyordum. Seçildiği yerde ahlaki ve politik toplum modelini uygulamasını öneriyorum.

Şırnak ve Diyarbakır halkımıza selamlarımı iletiyorum. Hakkari halkımızı kutluyorum onlara özel selamlarımı

iletiyorum. Tüm bölgelerdeki halkımızı seçimlerdeki sonuçlarından dolayı kutluyor, selamlıyorum. “

Görüşme Notları:

Pratik adım yoksa Meclis'e gitmeye gerek yok

PKK lideri Abdullah Öcalan, Hatip Dicle’ye ilişkin YSK kararını “AKP’nin de içinde olduğu büyük karanlık bir

komplo” olarak değerlendirerek, BDP ve Blok’un Meclisi boykot kararına destek verdi. Öcalan, “Hükümet söz versin yeter

deniliyor. Aslında yetmez. Artık Siyasi İktidar tarafından pratik adımların atılması gerekmektedir” dedi. İmralı’daki heyetle

yaptığı görüşmelerin hayata geçmesi gerektiğini vurgulayan Öcalan, “Bunun en önemli önceliklerinden biri de KCK

davalarının da derhal tasfiye edilmesi, lağvedilmesidir” diye belirtti.

Öcalan’ın 24 Haziran günü avukatları ile gerçekleştirdiği görüşmede Yüksek Seçim Kurulu’nun Hatip Dicle’ye

ilişkin verdiği karar ile İmralı’da devletle yapılan görüşmeler konusunda önemli açıklamalarda bulunduğu öğrenildi.

GÖRÜŞMELERİMİZDE TARTIŞMA AŞAMASI BİTTİ

“Son yaşananları sadece Hatip Dicle ile ilgili değil de bir bütün olarak ele alıyorum meseleyi. Yani basit tek bir

konu değil de konuya bir bütün olarak yaklaşıyorum. Bu konu ile ilgili çok yoğunlaştım, düşündüm” diyen Öcalan, şöyle

devam etti: “15 Haziran'daki açıklamamın bazı dayanakları vardı. Fakat eksik bıraktığım konular vardı. Benimle 15

Haziran'dan bir gün önce yapılan görüşmede birçok konuyu konuştuk. Burada yapılan görüşmeleri CHP de merak ediyor,

Öcalan'la ne konuşuluyor, ne görüşülüyor, bilmek istiyoruz diyorlar. Kamuoyu da, MHP de merak ediyor. Buradaki

görüşmelerin kamuoyu tarafından bilinmesi önemlidir.

Burada yaptığımız görüşmeler önemlidir, ciddidir. Belli bir aşamaya da gelmiştir. Artık konuşma, tartışma

aşamasını bitirmiş bulunuyoruz. Tartışacağımız bir konu kalmadı. Benimle görüşenler devlet adına görüştüler.

HÜKÜMETİN BU GÖRÜŞMELER KONUSUNDA KARAR VERMESİ GEREK

Bundan sonra hükümetin yaptığımız bu görüşmeler konusunda karar vermesi gerekiyor. Geçen hafta meclise

çağrı yapmamın nedeni de buydu. Meclis ve hükümet demokratik çözümü esas alırsa artık tamamen pratik bir aşamaya

geçeceğiz. 15 Haziran'da çağrı yaptım. Hükümet kurulunca derhal demokratik çözümü ele almalıdır. Hükümetin

kurulmasını beklemeye gerek yok. Eski hükümet de bunu yapabilir. Çünkü burada esas olan devlettir. Kalıcı ve süreklilik

arz eden devlettir.

MECLİS TATİLE GİRMEMELİ

Önceki hükümet ile yeni kurulacak hükümet arasında bu açıdan bir fark yok. Her ikisi de bunu ele alıp

onaylayabilir. Bu nedenle Meclis tatile girmemelidir. Tarihi süreçlerden geçiyoruz. 1920'de kurucu meclis ara tatil

vermeden çalışmıştı. Şimdiki süreç o günlerden daha tarihi süreçtir.

HÜKÜMET PRATİK ADIM ATMAZSA KRİZ DOĞAR

Şimdi pratik adımlar aşamasına geçilmezse ne olur? Hükümet Kürt Sorununun demokratik anayasal çözümü

konusunda pratik adımlar atmazsa kriz doğar. Bugüne kadar yapılan görüşmelerin oyalama amaçlı olduğu ortaya çıkar.

15 Temmuz'a kadar benimle tekrar görüşmeye gelecekler. Bu görüşmede pratik adımları hayata geçiremeyeceklerini

beyan ederlerse ondan sonrası devrimci halk savaşı devreye girer.

15 TEMMUZ’A KADAR SÜRE

Fakat 15 Temmuz'a kadar benimle görüşüp “biz bu pratik aşamaya geçeceğiz, pratik adımları atacağız,

demokratik çözüm gelişecek” derlerse o zaman ben de elimden geleni yapar, rolümü oynarım. O zaman da demokratik

anayasal çözüm gelişecektir.

ŞİMDİ İKİ YOL VAR

Bu nedenle şimdi önümüzde iki yol var: Demokratik anayasal çözüm ile devrimci halk savaşı. Birinci seçenekte

yani demokratik anayasal çözümde şu var: Kürt Sorununun demokratik anayasal çözümü pratikleşecek. Hükümet,

esaslar-ilkeler üzerine yapabileceklerini belirler ve bunları hayata geçirir. İkinci seçenekte ise çözüm gelişmezse devrimci

halk savaşı başlar. O zaman devlet de 3 bin kişi değil 300 bin kişi tutuklar. 50 bin kişi değil de 500 bin kişi ölür. KCK de

Page 196: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

her türlü olasılığa hazır olduklarını, devrimci halk savaşı yürütebileceklerini ve demokratik özerkliği ilan edebileceklerini

söylüyorlar. Demokratik çözümün sekiz boyutu var. Demokratik özerklik bunlardan sadece biridir. Eğer demokratik

anayasal çözüm gelişmezse diğer yedi boyut da demokratik özerklikle birlikte hayata geçirilir.

DİCLE’YE YAPILAN BÜYÜK BİR KOMPLODUR

Hatip Dicle'ye yapılan büyük bir siyasi komplodur. Karanlık ve alçakça bir komplodur. 80 bin kişinin oyuyla

Diyarbakır'da seçilmesine rağmen Hatip'e yapılan aslında sadece Hatip'e değil Hatip'in şahsında Diyarbakır'a yapılmıştır.

Diyarbakır da semboliktir. Bütün Kürtlere yapılmıştır. Burada yapılmak istenen bir siyasi irade kırmadır. Hatip’e yapılan

daha doğrusu Diyarbakır'a yapılan siyasi fahişe dayatmasıdır. Fahişelik iradenin kırılması, iradenin tamamen teslim

alınmasıdır. İstediğini, yaptırmak istenen her şeyi ona yaptırılmasıdır. Kadın için kullanılan fahişelik kavramında erkek

kadının iradesini kırıp onu onursuzlaştırdıktan sonra her istediğini yaptırır ona. Siyasi fahişelikte de siyasi iktidar halkın

iradesini kırıp onursuzlaştırdıktan sonra ona her istediğini yaptırmak istiyor.

DİYARBAKIR’IN YARISI TOPRAĞIN ALTINA GİRSE BUNU ASLA KABUL ETMEZ

Burada da Hatip şahsında yaptırılmak istenen siyasi fahişeliktir. Diyarbakır'a yaptırılmak istenen siyasi

fahişeliktir. Tüm Kürt toplumuna yaptırılmak istenen siyasi fahişeliktir. Siyasi fahişelikle onların iradesi kırılmak isten iyor.

İradesi kırılan bir kimseye, bir topluma da her şeyi yaptırabilirsiniz. Fakat ben biliyorum, Diyarbakır onuruna düşkündür,

onurunu korur. Hatip de bu durumu kabul etmez. Hatip değerli saygıdeğer birisidir. Ne Hatip bunu kabul eder, ne de

Diyarbakır halkımız bunu kabul eder. Diyarbakır'ın yarısı toprağın altına da girse kendisine dayatılan bu siyasi fahişeliği

asla kabul etmez. Kürt halkı da bu durumu kabul etmez. Bu, AKP'nin de içinde olduğu büyük bir karanlık komplodur.

Biliyorum, AKP de içindedir. Amaç onların iradelerini kırmak, onları iradesizleştirmektir. AKP içinde Kürtler var, başbakan

onlara her istediğini yaptırabilir. Bu onun hakkıdır. Fakat biz özgür Kürtler, özgürlük hareketine bağlı Kürtler bu siyasi

fahişeliği bu irade kırmayı asla kabul etmeyeceğiz. 5 milyon kişi de ölse biz bu teslimiyeti asla kabul etmeyiz.

BLOK’UN KARARINA SAYGI DUYUYORUM

BDP-demokratik blok, meclise gitmeyeceği kararını almış. Onların kararına saygı duyuyorum. Meclise

gitmelerine gerek yoktur. Kendi halkının içinde mücadelelerini yürütebilirler. Bu kararları oldukça haklı ve onurludur,

demokratiktir, hukukidir. Eğer onların mecliste bulunmaları isteniyorsa bu ancak demokratik anayasal çözüm yolunda

atılacak pratik adımlarla gerçekleşebilir. Hükümete meclise hangi esaslar çerçevesinde gireceklerini sunabilirler.

Hükümet söz versin yeter deniliyor. Aslında yetmez. Artık Siyasi İktidar tarafından pratik adımların atılması

gerekmektedir.

KCK DAVALARI DERHAL LAĞVEDİLMELİ

Artık Başbakan ya da yetkili birisinin çözüme dönük açıklama yapması yetmez. Burada heyetle yaptığımız

görüşmelerin hayata geçirilmesi gerekir. Bunun en önemli önceliklerinden biri de KCK davalarının da derhal tasfiye

edilmesi, lağvedilmesidir. Öyle gözüküyor ki hükümet çözüme pek yanaşmıyor. Sonrasında ne olur, bilemiyorum. Devlet

kendi başına hareket edebilir mi? Devletin tek başına yapacağı şeyler, atacağı adımlar da var. Yüzleşme komisyonu

kurulacaktı. Barış için demokratik çözüm, hakikat komisyonları kurulacaktı. Artık 15 Temmuz'dan önce heyetle

yapacağım görüşmede somut adımlar bekleyeceğim. Buna göre hareket edeceğim.

PRATİK ADIM ATILMAZSA BLOK MECLİS’E GİTMEYEBİLİR

Demokratik çözüm gelişmezse, hükümet çözüme yanaşmaz, pratik adımlar atılmazsa BDP-Blok da meclise

gitmeyebilir. Herkes seçim bölgesinde halkıyla bir araya gelebilir. Halkın içinde demokratik siyasetlerini yürütürler,

geliştirirler. Bu durumda gerekli tedbirlerini, öz savunmalarını da alabilirler. Şimdiden almaya başlarlar. BDP-Blok kendi

öz savunmasını şimdiden alabilir, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları kendi öz savunmalarını alırlar. Her mahalle

örgütlenmelerini şimdiden oluşturabilir. Köyler de aynı şekilde.

ERDOĞAN’A ÇAĞRI: SİZE TUZAK KURULDU

Eğer çözüm gelişmezse devrimci halk savaşı gelişebilir. Devrimci halk savaşının esasları bellidir. KCK bunu

yapabileceğini söylüyor. Eğer böyle bir savaş gelişirse büyük bir savaş ve kaos ortamı doğar. AKP çözüme yanaşmıyor.

Hükümet Kürtlere karşı çok acımasızca hukuku, kanunları devreye koyarak onları tasfiye etmeye çalışıyor. Bu çok

tehlikeli bir durumdur. Sayın Başbakan'a açık çağrımdır: Sayın Erdoğan bugünkü haliniz Saddam'ın Kuveyt'e saldırdığı

anki durumuna benziyor. Amerika daha doğrusu İngiltere nasıl ki Saddam'ı İran'a sonra da Kuveyt'e saldırttıysa şimdi de

sizi Libya'ya gönderiyor, Suriye'ye gönderiyor. Kürtlerin üzerine gönderiyor. Saddam da kendi Kürtlerinin üzerine gitti,

kendi Kürtleriyle savaştı. Şimdi de siz arkanızda Amerika gücüyle Kürtlere karşı savaşıyorsunuz. Aslında bu büyük bir

tuzaktır. Bu tuzak size karşı da kurulmuş bir tuzaktır. Bunu anlamak gerekiyor. Tıpkı Saddam gibi, Saddam'ı tuzağa

düşürdüler. Burada size açık çağrı yapıyorum. Benim size aynı zamanda açık mektubumdur. Bu oyuna gelmeyin. Derhal

buna bir son verin. Demokratik anayasal çözüme yönelin. Yapmanız gereken doğru şey budur.”

KADIN KONUSU ÖNEMLİ VE TARİHİ BİR KONUDUR

Sema Yüce’nin hayatını kaybedişinin yıldönümü dolayısıyla da değerlendirmelerde bulunan Öcalan, kadınlara

ilişkin şu mesajları verdi: “Sema Yüce'nin şahadetinin yıldönümünde, Tutak’ta mezarı başında anma yapılmış, bu tür

anmaları önemli buluyorum, anlamlıdır. Sema Yüce şahsında tüm şehitlerimizi saygıyla anıyorum.

Page 197: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Kadın konusu önemli ve tarihi bir konudur. Benim de en çok üzerinde durduğum konulardan birisi kadın konusu

olmuştur. Kadın Özgürlüğü konusunda bugüne kadar çok ciddi çalışmalarımız oldu, bundan sonra da bu çalışmalarımız

devam edecektir. Kadın konusunda bizim yapmaya çalıştığımız iki şey var ve bunlar çok önemlidir.

Birincisi; kadının ideolojik fikir olarak özgürleşmesi ve güç kazanmasıdır. Kadının ideolojik olarak çok yetkin hale

gelmesidir.

İkincisi; kadının kendi örgütlülüğünü oluşturması, kendi örgütlülüğüne kavuşması, kendi örgütlenmesini yapacak

düzeye gelmesidir. Kadın ancak bu iki konuda yol alabilirse özgürleşmesi alanında da önemli adımlar atmış olacaktır.

KADIN ÖZGÜRLEŞMESİ OLMADAN TOPLUM DEVRİM YAPAMAZ

Kadın özgürleşmesi olmadan toplumun devrim yapması, özgürleşmesi mümkün değil bana göre. Kadının

özgürleşmesi, verili kültüre karşı özgürleşebilmesi yoğun bir gelenek eleştirisiyle, mevcut gelenek eleştirisiyle mümkün

olabilir. Bu da çok zordur. Bunun çok zor olduğunu biliyorum. Mevcut ilişkiler büyük oranda tecavüzler, kadının bedeni

üzerinde tecavüzler üzerine kuruludur. Mevcut kültürde erkek, kadını üzerinde tecavüz edebildiği bir beden olarak görme

eğilimindedir. Bir erkeğin mevcut şartlarda kendini bundan arındırması, bu anlayıştan kurtarması çok zordur. Kadın

özgürleşmedikçe erkek de bu durumundan kurtulamayacaktır.

KADIN ERKEK İLİŞKİSİ BİYOLOJİK DEĞİL, İKTİDAR EKSENLİ VE SİYASALDIR

Kadın erkek ilişkisi biyolojik değildir, tamamen iktidar eksenli ve siyasaldır. Beş bin yıllık tarihi de eklediğinizde

kadının iktidarsızlaştırılmasıdır. Bu bilimsel açıdan da böyledir. Kadın konusunu çok önemsiyorum. Kadın köleliği,

özgürleşmesi toplumdaki en önemli sorundur. Kadının mevcut durumdaki köleliği bana göre toplumdaki köleliğin en

alasıdır. Verili kültürde kadının kendini özgürleştirmesi çok zordur, zor bir olaydır. Ben bunu kendimden de biliyorum.

Benim, küçüklüğümden beri boyunduruk altına girmeme, özgür olma, her şeyden azat olma gibi bir yanım, tarafım var.

Halen de öyleyim. Buna rağmen her gün kendimi özgürleştirme yönünde korumaya çalışıyorum. Kaldı ki bir kadının

kendini özgürleştirmesi, özgürlüğünü koruması çok daha zordur. Neredeyse imkansızdır. Çünkü kapitalist moderniteyle

birlikte beş bin yıllık uygarlıkta kadının düşüşü o kadar büyük ki, ayağa kalkması özgürleşmesi çok zordur.

HEM KADIN HEM DE ERKEK GELENEKSEL YÖNLERİNİ AŞAMIYORLAR

Tabi ben kadın özgürleşemez, direnemez demiyorum. Fakat kadının özgürlüğü, özgürleşmesi bu mevcut köle

gibi yaşamı, düşüşü kırmasıyla bağlantılıdır. Kadının her zaman direnen bir tarafı var. Kadının erkekte bulunmayan bir

çöz özelliği bulunmaktadır. Bazı konularda erkeklerden daha gelişkindir. Kadının özgürleşebilmesi için ilk önce kendisini

tanıması lazım. Düşüş ne kadar derinse özgürleşmek için direniş de o kadar derin ve büyük olmalıdır.

Hem kadın hem erkek geleneksel yönlerini aşamıyorlar. Bu çok zor ve çok derindir. Yani kadın geleneksel

kadınlığı aşmalıdır. Kendi özgürlük çizgisinde devam etmelidir. Geleneksel kadınsılığa ve yaşamına ilgi duymamalı,

tamah etmemelidir. Ve çok da önemsememelidir. Gündem gazetesinde Nesrin Akgül diye birisi yazmış. Orada Roma

Devleti tarafından asılarak öldürülen bir kadın filozofun, Hypatia'nın bir sözünü aktarıyor. Hypatia “Siz erkekler benim

bedenimden-cinselliğimden başka hiçbirşey göremiyorsunuz, anlamıyorsunuz” diyor. Hypatia dördüncü yüzyılda

yaşamış, Yunan felsefesinin son kültürünü temsil ediyor, Romalılar tarafından İskenderiye'de idam edilmiştir.

ÖZÜNDE KADIN ERKEKTEN DAHA GELİŞKİN VE İLERİDİR

Oysaki kadının bedeninden başka paylaşılacak çok yanı ve özelliği var. Çünkü kadın erkekten özünde daha

gelişkin ve ileridir. Verili kültürün etkisiyle kadın kendini tecavüz kültüründen kurtaramıyor. Çünkü bunu içselleştirmiştir.

Kapitalist uygarlıkta kadın-erkek ilişkisi en basit biyolojik istem olan cinselliğe dayanır. Bu kadar basit bir yaklaşımdır.

Oysa bu kısa süreli biyolojik, basit bir süreçtir. En benim diyen kadın dahi kendini bu tecavüzden kurtaramamaktadır.

Sema Yüce bunu kabul etmeyenlerden. Ve kabul etmediği için böylesi bir eylemi gerçekleştirdi. Ve bu şekilde de Sema

Yüce'yi anıyorum, bu değerlendirmelerimi Sema Yüce'ye atfediyorum. Bu temelde kadınların çalışmalarını önemsiyorum.

O zor koşullarda, dağda yaşıyorlar, ama mücadeleleri çok değerlidir ve önemlidir. Başarılar diliyorum.”

ALTAN, CONGAR, ÇANDAR VE HASAN CEMAL’E SELAM

Öcalan, Ahmet Altan, Yasemin Congar, Cengiz Çandar ve Yasemin Congar’a da selamlarını iletti: “Ahmet Altan

ve Yasemin Çongar'a selamlarımı iletiyorum. Ahmet Altan'ın yazılarını okuyorum. Özgürlükçü yanının güçlü olduğunu

biliyorum. Onların Taraf gazetesiyle önemli bir özgürsel yol açtığını biliyorum. Bunu çok değerli ve önemli buluyorum. En

değme solcudan daha yararlı ve cesur buluyorum. Taraf gazetesinin Türkiye'deki hegemonik yapıya eleştiriler yaparak

özgürlüksel bir duruş sergilediler. Benim Taraf gazetesine eleştirilerim de var. Onları zaman zaman eleştirdim de. Ama

benim bu eleştirilerim onların bu değerli, özgürsel yanını ortadan kaldırmaz. Eleştirilerim var ve bunu da anlasınlar. Zaten

Kürt sorununa, toplumsal konularda da eleştirisel yaklaşmak gerekir. Yasemin Çongar'ın da yazılarını aynı çerçevede

buluyorum. Değerlidir, özgürlük yanı gelişkindir. Onun edebi yanı da, yönü de var, gelişmiştir. Daha önce edebiyat

üzerine yazdığı yazıları okuyordum. Son zamanlarda yazmıyor ya da ben alamıyorum. Cengiz Çandar ve Hasan Cemal'e

selamlarımı iletiyorum.”

HAK-PAR ADAYI DA BLOK’TA OLMALIYDI

Öcalan son olarak şunların ifade etti: “Hak-Par adayının da Emek, Demokrasi ve Özgürlük bloğunda yer

almasını istiyordum. Sayı çok önemli değil. Bir kişiyle de olsa temsiliyet önemliydi. Genel başkanları olabilirdi. Ya da

Page 198: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

onların kendi içlerinden biri olabilirdi. Ama olmadı. Bundan dolayı kusura bakmasınlar. İttifak çalışmalarında yer

alabilirler. Özellikle Kürdistan ulusal konferansında bulunabilirler, yer alabilirler. Bu ittifak son derece önemlidir, tüm

Kürtlerin yararınadır. Tüm Kürtlerin bu mücadelede yer almaları önemlidir. Kim bu mücadeleyi iyi yaparsa onu

destekleyelim. Geçmiş önemli değil. Bundan sonra ulusal konferans ve Kürtlerin diğer çalışmalarında yer almak

önemlidir. Bu konuda kendilerine daha önce dile getirdiğim dört ilke üç pratik öneri sunuyorum. Kendilerine selamlarımı

iletiyorum.”

SÜRYANİLER BİRLİĞİ’NE BAŞARILAR DİLİYORUM

“Dünya Süryaniler Birliği'nin açıklamalarını takip ettim ve bu açıklamalarını çok değerli buluyorum, çok önemlidir.

Kendilerine başarılar diliyorum.”

“Cezaevinden bana bir mektup gelmiş. Muş, Zengok köyünden. Sakıkların köyünden olduğunu ve yoğunlaştığını

söylüyor. Ona önerim bol bol Hegel'i okusun. Hegel'i tam anlasın. Malatya, Bakırköy cezaevlerinden mektuplar aldım.

Malatya cezaevindeki tüm kadın arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. Hamili Yıldırım Maraş Cezaevi'nden mektup

göndermiş, hastaymış, kendisine selamlarımı iletiyorum. Başta Bolu Cezaevi olmak üzere tüm cezaevlerine selamlarımı

iletiyorum.”

“Siirt ve İzmir'deki halkımız başta olmak üzere bütün halkımıza ve dostlarımıza selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Barış Konseyi için mutabakat sağlandı

PKK lideri Abdullah Öcalan, heyetle görüşme yaptığını ve 15 Temmuz tarihinin kendisi için bir hükmü

kalmadığını söyleyerek, son görüşmesin Barış Konseyi’nin kurulması için mutabakata vardıklarını belirtti. Öcalan, “Barış

Konseyi ne resmi bir devlet organı olacak ne de sadece sivil bir organ olacaktır. Barış Konseyi, barış çalışmaları, barışın

gerçekleşmesi ve çözüm için çalışacaktır. Bir ay veya bir aydan daha kısa bir sürede Barış Konseyi kurulmalıdır” dedi.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 6 Temmuz günü gerçekleşen haftalık görüşmesinde İmralı’da devam eden

görüşmeler, daha önce sunduğu protokoller, 15 Temmuz tarihi, Çatı Partisi, yemin krizi ve çatışmasızlık sürecine ilişkin

önemli açıklamalarda bulunduğu öğrenildi.

PROTOKOLLERDE İMZA SÖZKONUSU DEĞİL

Öcalan, kendisiyle görüşen heyete ve Kandil’e sunduğu protokollere ilişkin şunları söyledi: “Benimle görüşen

heyet ve onlara daha önce sunduğum protokollere ilişkin şunları belirtmek istiyorum. Protokoller konusunda kamuoyunda

bir yanlış anlaşılma ve algılama olmuştu. Karayılan da söz etmiş. Protokoller kamuoyunda yanlış anlaşıldığı gibi bizim ve

devlet tarafından karşılıklı imzalanmış bir şey değildir. Protokollerde imza söz konusu değildir. Bu konularda bir yanlış

anlaşılma olmuştur. Protokoller karşılıklı imza şeklinde değil de çözüme ilişkin üzerinde mutabakata varılan bir metin

şeklindedir. Protokoller ön açıcı, çözüm geliştirici ve çözüme ilişkin devletle üzerinde uzlaşmaya vardığımız ve bağlı

kalacağımız çözüm metinleridir, çözüm protokolleridir. Protokoller önümüzdeki süreçte atılması gereken somut ve pratik

adımlara ilişkindir. Protokollere imza atma söz konusu değildir. Daha o aşamaya gelmiş değiliz. Halen heyetle protokoller

üzerinde görüşmeler ve çalışmalar devam ediyor, üzerinde çalışılıyor.”

15 TEMMUZ’UN ARTIK HÜKMÜ KALMADI

Öcalan, daha önceki açıklamalarında dile getirdiği 15 Temmuz tarihinin “artık bir hükmet ve anlamı kalmadığını”

söyledi: “Daha önce bahsettiğimiz 15 Temmuz tarihi yanlış algılanmasın. 15 Temmuz dememizin sebebi heyetle

yapacağımız son görüşme tarihinin 15 Temmuz'a yakın tarih olmasındandır. Zaten heyetle yapacağımız görüşmeyi daha

erken gerçekleştirdik. Benim için esas olan bu görüşmeydi 15 Temmuz tarihi değil. Bu görüşmeyi de bugün

gerçekleştirdiğimizden artık benim için 15 Temmuz'un bir hükmü ve bir anlamı kalmamıştır.”

BARIŞ KONSEYİ’NİN KURULMASI İÇİN MÜTABAKATA VARDIK

Heyetle son görüşmesinde Barış Konseyi’nin kurulması için mutabakata vardıklarını söyleyen Öcalan şöyle

konuştu: “En son heyetle yaptığımız bugünkü görüşmede üzerinde uzlaştığımız en önemli ve atılması gereken pratik

adım, Barış Konseyi'nin oluşturulmasına-kurulmasına ilişkindi. Heyetle Barış Konseyi'nin kurulmasına ilişkin bir

mutabakata varmış durumdayız. Zaten bu durum protokollerde de yer almaktadır. Barış Konseyi'nin kurulması, atılması

gereken ve atılacak en önemli somut adımdır. Barış Konseyi, mutlaka kurulmalıdır. Barış Konseyi ne resmi bir devlet

Page 199: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

organı olacak ne de sadece sivil bir organ olacaktır. Barış Konseyi, barış çalışmaları, barışın gerçekleşmesi ve çözüm

için çalışacaktır. Bir ay veya bir aydan daha kısa bir sürede Barış Konseyi kurulmalıdır.”

ANAYASA KONSEYİ KURULMALI

Öcalan şöyle devam etti: “İkinci ve en önemli diğer bir husus da Anayasa Konseyi'nin kurulmasına ilişkindir.

Anayasa Konseyi, anayasa yapım çalışmalarını yürütecektir. Anayasa Konseyi ‘Anayasa Meclisi’ şeklinde ayrı bir meclis

olmayacaktır, klasik meclis şeklinde algılanmamalıdır. Anayasa Konseyi, yeni anayasa yapımı çalışmalarını yürütecek bir

konseydir. Bu konseyin içinde BDP de yer alıp anayasa çalışmalarını yürütebilir. BDP de Anayasa yapım çalışmalarında

yer alacak ve bu çalışmaları yürütecektir. Anayasayla ilgili diğer çalışmalar da var ama beni ilgilendiren Blok'tur. Aynı

şekilde anayasa konseyi çalışmalarına ben de katkı sunarım.”

YEMİN KRİZİ NASIL AŞILIR?

Öcalan, “Yemin krizi nasıl aşılır?” diyerek şöyle konuştu: “Bu kriz çözülür mü çözülmez mi bilemiyorum. Ancak

BDP daha önceki gibi oyunlara gelmemelidir. Daha önce söylediğimiz gibi hükümetle bir mutabakata varılarak yemin

edebilirler. Bu mutabakat mutlaka olmalı ve önemlidir. Yapacakları mutabakat metni, devlete sunduğum protokollerle

paralel olabilir veya kendi koşulları ve durumlarına göre yapabilirler. Örneğin bu protokollere Hatip Dicle'nin durumu,

diğer beş tutuklu vekilin serbest bırakılması, KCK'lilerin serbest bırakılması, hatta tüm tutsakların serbest bırakılması,

yüzde on barajının düşürülmesi ve TMK'nın değiştirilmesi gibi hususlar eklenebilir. Öyle hemen Hatip Dicle meselesi ve

diğer meseleler çözülmeyebilir, öyle hemen serbest bırakılma olmayabilir. Ancak bu koşulların yerine getirilmesi için

zaman içinde devletin-hükümetin yapacağı şeyler bir yazılı metne bağlanır ve zamanla yerine getirilir. Bu metinle, bu

sorunların gelecekte çözümü için bir mutabakat sağlanmış olur. Bu mutabakat, sorunların çözümü için ön açıcı ve çözüm

geliştirici olur. CHP’nin de yemin krizine ilişkin hükümetle bir protokolleri olur mu olmaz mı bu değil de beni asıl

ilgilendiren Demokratik Blok'tur.

CEMİL ÇİÇEK ÜZERİNE DÜŞENİ YAPABİLİR

Devletin, BDP'nin bu yazılı mutabakatı konusunda çok da sıkıntı çıkarmaması gerekir. Zaten basına yansıdığı

gibi Cemil Çiçek de çözülmesi gereken en önemli birinci sorunun Kürt sorunu olduğunu söylüyor. Bu konuda Cemil

Çiçek, üzerine düşeni yapabilir. Bu şekilde yazılı bir mutabakat sağlanırsa BDP de yemin edebilir ve Meclis'e dahil olur,

çalışır. Çalışmalarında başarılar diliyorum.”

ÇATI PARTİSİ TÜRKİYE’Yİ 20-25 BÖLGEYE AYRILABİLİR

Öcalan Çatı Partisi konusunda şunları söyledi: “Çatı Partisi konusunda, daha önce söylediğim gibi Türkiye 20-25

bölgeye ayrılabilir. Örneğin Karadeniz bölgesini Doğu, Orta, Batı diye üç bölgeye ayrılabilir. İstanbul bir bölge olabilir.

Ege üç bölge olabilir ve diğer yerlerde böyle sosyal, ekonomik ve kültürel durumlarına göre böyle bölgelere ayırabilirler.

Örneğin Kürdistan’ı yedi bölgeye ayırabilirler. Bu şekilde Türkiye'yi 20-25 bölgeye ayırabilirler. Bundan kastım

YERELLİK'tir. Yerellik esas alınmalıdır. Mesela iki-üç vilayet birleşerek kendi yerel konferanslarını yapabilir. Yapılan bu

yerel konferanslarda o yerlerden olan, orada oturan her bir bölge için 20-25 delege seçilebilir. Yerelden yaklaşık

seçilenlerin sayısı 400 kişi olabilir. Ancak söylediğim gibi yapılacak yerel konferanslarda seçilecekler mutlaka orada

olanlar ve orada oturanlar olmalıdır. Bunun mutlaka böyle olması gerekir. Örneğin İstanbul'da yerel konferans olacaksa o

zaman İstanbullu, orada oturan kişileri seçerler. Karadeniz'de mi yerel konferans yapılacak veya Botan'da mı, aynı

şekilde oralı olup da orada oturanlar seçilmelidir. Bu şekilde yaklaşık 400 kişi yerelden seçimle, seçilerek belirlenebilir.

Diğer 100 kişi de uzman kişilerden, akademisyenlerden, sivil toplum örgütlerinden, sendikalardan ve diğer kesimlerden

belirlenebilir. Bu şekilde 500 kişilik bir Kongre oluşturulabilir. Bu oluşturulacak Çatı Partisi sadece Kongre olmaz veya

sadece parti şeklinde de olmaz. Hem Kongre hem de Parti şeklinde yarı-Kongre biçiminde olabilir.

DEMOKRATİK ULUS KONGRE-PARTİSİ

Daha önce bu Çatı Partisi için Demokratik Topluluklar Partisi ismini önermiştim. Ancak bugün ilk defa daha

uygun bulduğum bir isim öneriyorum: DEMOKRATİK ULUS KONGRE-PARTİSİ. Araya tire koymamın sebebi ne tam

Kongre ne de tam parti olmasındandır. Yarı Kongre şeklinde olabilir. Aynı zamanda yasal mevzuata göre hukuken

varolabilmesi için ve hukuki varlığının kabullenilmesi için de Demokratik Ulus Kongre-Partisi şeklinde parti olarak

kurulabilir. Bu şekilde hukuken varlığı da olur. Gerçi anayasa ve diğer yasalar da değişecektir. Ancak şimdilik bu şekilde

hukuken de var olur.

100 KİŞİLİK KONGRE-PARTİ MECLİSİ DE OLABİLİR

Bu Kongre-Partinin aynı zamanda 100 kişilik bir de Kongre-Parti Meclisi olur. Bu yüz kişi, 500 kişilik Kongre

üyeleri arasından seçilir. Demokratik Ulus Kongresi-Parti Meclisi oluştuktan sonra üç ayda bir toplanır. Ve çalışmalarını

bu şekilde devam ettirir. Ayrıca bu Kongre-Partinin 25 kişilik bir de Yürütmesi olur. Bu 25 kişilik yürütme Konsey şeklinde

işleyebilir. Bu Kongre-Partinin başkanlığı da zaten Genel Başkan-Eşbaşkanlık şeklinde olur. Muhtemelen eş başkanlıklar

da şu anki parlamenterlerden seçilir. Ancak BDP'nin eş başkanları, Kongre-Parti'nin eş başkanları olmazlar, onlardan

farklı kişiler eş başkan olurlar. BDP varlığını devam ettirir. Ancak Çatı Partisine seçilecek eş başkanları BDP'nin

eşbaşkanları olmaz, seçilen iki parlamenter olur. Bu şekilde Demokratik Ulus Bloğu oluşturulur. Bu blokta tüm sol-

sosyalist çevrelerin olması gerekir. Zaten üç sol-sosyalist adayı da seçildi. Seçilen üç kişi şimdilik yeterli sayılabilir.

Page 200: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Benim için Türk Solu, Kürt Solu gibi bir ayrım yoktur, Kürt-Türk ayrımı da yoktur. Benim için esas olan Demokratik Ulus

Bloğudur. Ben bunu esas alırım. Beni ilgilendiren budur.

DEMOKRATİK ULUS BLOGU İNŞA EDİLİRSE SOL MÜTHİŞ BAŞARI SAĞLAR

Şayet söylediğim şekilde Demokratik Ulus Bloğu inşa edilirse Sol, müthiş bir başarı sağlar. Bir sonraki

seçimlerde en az yüzde yirmi oy alabilirler. Bu blok o zaman Türkiye'nin en güçlü üç bloğundan biri olur. Bu bağlamda

Sırrı Süreyya, Ertuğrul Kürkçü'ye EMEP'in başkanı Levent Tüzel'e selamlarımı iletiyorum. Tüm sosyalist çevreler olmalı,

hiçbir sol-sosyalist çevre Çatı Partisinin dışında bırakılmamalıdır. Hatta liberal özgürlükçüler de olabilir. Buna inansınlar,

bu yönde çalışmalarını yürütsünler. Tüm bu çalışmalara hızlı bir şekilde başlanabilir. Sanırım Ekim'e kadar Demokratik

Ulus Kongre-Partisi çalışmalarını tamamlarlar.”

YOL HARİTASI İYİ OKUNMUYOR

Öcalan geliştirdiği yol haritasına da dikkat çekerek şöyle dedi: “Geliştirdiğim yol haritası iyi okunmuyor. Neden

yol haritasını okumuyorlar? BDP, benim yol haritamı ya okumamış ya da anlamıyorlar. Devlet bile yol haritasını iki yıl aldı

okudu, üzerinde yoğunlaştı ve üzerinde çalışmalar yaptı, faydalandı. Ama BDP, yol haritasını okumadı bile, okumuyorlar,

ya da anlamıyorlar, üzerinde çalışmıyorlar. BDP, hukukçular yol haritasını neden okuyup takip etmiyorlar? Yol haritası

çalışmam okunmalı ve anlaşılmalıdır. Türkiye'deki yazarlar da takip ettiğim kadarıyla bu çalışmayı olumluyorlar. TESEV

raporunda da Yol Haritasından faydalanılmış, üzerinde durulmuş ve raporda yol haritasına yer verilmiş. Son savunmam

da aynı şekilde yol haritasının daha kapsamlısıdır.”

SON SAVUNMAM ORTADOĞU’NUN KURTULUŞ MANİFESTOSUDUR

Yazdığı son savunmalarına ilişkin de bilgi veren Öcalan şunları kaydetti: “Son savunmam adeta Ortadoğu'nun

kurtuluş manifestosudur. Çok değerlidir. İçinde her şey var, faydalanmasını bilmelidirler. Zaten BDP'nin son seçimlerdeki

Dersim ile Urfa'daki en son hali ortada. Bunun için daha önce de demiştim. Demokratik siyaset akademileri bu nedenle

çok önemlidir. Çok güçlendirilmeleri gerekiyor. Bu akademilerde onlarca profesyonel insan yetiştirebilir. Ve her tarafta

çalışabilirler. Bu yöndeki çalışmalara hemen başlanabilir, seferberlik ruhuyla bu çalışmalar gerçekleştirilebilir.”

ÇATIŞMASIZLIĞA İLİŞKİN KARARI KCK VERİR

“Çatışmasızlık sürecine ilişkin de şunları söylemek istiyorum” diyerek sözlerini sürdüren Öcalan şöyle konuştu:

“Şu an gerilla birçok alana dağılmış durumda. Aynı şekilde asker de alanlara dağılmış operasyon yapmaktadır. Asker de

sınırlarda ve diğer bölgelerde yoğunlaşmaktadır. Yaşanan bu çatışmalar daha çok birbirlerine karşı yaptıkları

misillemelerdir. Ben çatışmaların artmasını istemiyorum. Ölüm haberlerine üzülüyorum, keşke olmasın diyorum. Şu an

ne bir ateşkes durumu var ne de ateşkesi bitiren bir savaş başlangıcı var. Zaten şu an devrimci halk savaşını durdurmuş

bulunmaktayız. Şu an yaşanan çatışmalar karşılıklı misillemelerdir veya karşılaşmadır. Bu karşılıklı misillemeler veya

çatışmalar artabilir de azalabilir de. Ancak her koşulda gerilla öz savunmasını yapacaktır. Gerilla ölmemek için askerle

karşılaştığında kendini savunacaktır. Bunun için aktif veya pasif savunma yoktur. Gerilla yirmi dört saat öz savunmasını

yapacaktır. Kendisine yapılan saldırılara da misliyle karşılık verecektir. Gerilla bu konuda beni yanlış anlamasın. Ben

çatışmasızlığa ilişkin bir şey söyleyemem.Söylemem de doğru olmaz zaten. Ben burada KCK adına karar alamam.

Gerillanın şu anki dağılımını, konumlandırılmasını net bilemediğimden genel durum üzerinden bir değerlendirmede

bulunuyorum. Tüm hususları dikkate alarak kendi kararlarını kendileri verir. Ben buradan saldırı emri veremem, doğru da

olmaz. Artık tüm bunları değerlendirerek çatışmasızlık konusunda KCK, kararını kendisi verir. Daha önce söylediğim gibi

bana buradan bir görev verilirse ben buna hazırım, üstüme düşeni yaparım, rolümü oynarım. Bunun için daha önce

söylediğim gibi Hükümet, parlamentoyu toplar -ki Hükümet de kuruldu, Meclis başkanı da seçilmiş- bana çağrı yaparsa,

ben o zaman gerilla güçlerini bir yerde toplama konusunda üstüme düşeni yaparım. Ancak şu an çatışmasızlığa ilişkin

kararı KCK kendisi verir. Ayrıca Demokratik ulus inşası temelinde KCK, İran, Suriye ve Irak'ta yapacakları konusunda

kararını kendisi verir.”

ULUSAL KONFERANS

Öcalan Kürtler arası ulusal konferansa da değinerek şu ifadeleri kullandı: “Kürtlerin kendi aralarında yapacağı

Ulusal Konferans için benim doğrudan isim söylemem, isim önermem doğru değildir. Önerilecek isimler yetenekli, yaratıcı

ve becerikli olmalıdır. Bu konuda sorumluluk üstlenecek isimler önerilebilir. Ancak benim isim belirtmem doğru değildir.

Zaten hazırlık komitesinin görevi esas değil, konferansa ilişkin teknik çalışmaları yürütmektir. Örneğin konferansın ne

şekil yapılacağı, kimlerin katılacağı, nasıl katılım sağlanacağı ve konferansın gündemine ilişkin teknik çalışmaları

yürütmektir. İsim çok önemli değildir, nitelik önemlidir. Sözcülük sayısı az kişiden oluşabilir, çok da fazla kişiye gerek

yoktur. Zaten değindiğim gibi hazırlık komitesinin görevi çalışmaları konferansın yapılmasına ilişkin teknik

çalışmalardır. Buna ilişkin değerlendirmelerim daha sonra da olacaktır.

KONFERANS BÜNYESİNDE PARLAMENTO OLUŞTURULMALI

Ulusal konferans içinde ve bünyesinde bir parlamento oluşturulmalıdır. Ahmet Türk ve Şerafettin Elçi bu

çalışmaları yapabilirler. İkisine de selamlarımı iletiyorum. Daha önce söylediğim savaş ve barış ilkesiyle diğer temel ilke

ve pratik öneriler üzerinden konferans çalışmaları yapılabilir. Ulusal Konferansın yapacağı en önemli hususlardan biri

parlamento kurmaktır. Zaten KNK var, ancak bu kurulacak parlamento KNK'nin yeniden yapılandırılması şeklinde olabilir.

Page 201: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Hatta Filistin'deki FKÖ modeli örnek alınarak bir parlamento oluşturulabilir. Daimi meclis şeklinde olur. Ulusal konferansın

yapacağı en önemli ikinci şey de bu parlamentonun bir yürütme organını oluşturmaktır. Hatta buna gölge kabine de

diyebiliriz. Bu şekilde parlamentonun da bir yürütmesi olmuş olur. Ulusal konferansın yapacağı üçüncü ve en önemli

şeylerden biri de silahlı güçlerin koordinesidir. Barzani'nin silahlı güçleri veya Irak Kürt federasyonu silahlı birlikleri ve

diğer silahlı güçlerin koordinesi sağlanmalıdır. KCK'nin temsilcisi de ulusal konferansta yer almalı ve KCK kendi

temsilcileriyle kendisini temsil etmelidir.”

SURİYE’DE KÜRTLER BİRLİKTE HAREKET ETMELİ

Suriye’deki gelişmeleri değerlendiren Öcalan, “Suriye'deki 11 Kürt partisi Suriye Kürt Partileri Koalisyonunu

kurmuşlar. Burada Demokratik Özerklik önemlidir. Birlikte hareket etmelidirler. Onlara ve Suriye'deki halkımıza da

selamlarımı iletiyorum. Bu yönde çalışmalarını devam ettirmeleri gereklidir. Onlar da Demokratik Özerkliği esas alırlar.

Türkiye için öngördüğümüz Demokratik Özerklik modelini Suriye şartlarına ve koşullarına uyarlayacak şekilde demokratik

çözüm geliştirme çalışmaları önemlidir. Suriye'deki durumun ne olacağı, geleceği belli değil. Kürtler hem rejim iktidarıyla

hem de muhaliflerle Demokratik Özerklik çözümü temelinde görüşebilirler. Yine varlıklarına yönelik gelişebilecek

tehlikelere karşı şimdiden özsavunma güçlerini oluşturmaları önemlidir.”

YAMAN, HPG VE MAOİST GERİLLALAR İLE TİKKOLU GERİLLA İÇİN BAŞSAĞLIĞI

Öcalan son olarak şu mesajları verdi:

*Yaşamını yitiren Nuri Yaman için üzüntülerimi ifade ediyorum. Ailesine başsağılığı dileklerimi iletiyorum.

*Şırnak'ta seçim kutlamalarına yapılan müdahalede gaz bombası sonucu yaşamını yitiren barış annesi Hatice

İdin, Maoist gerillalar, TİKKO gerillası ve HPG gerillası Mazlum Erenci'yi saygıyla anıyorum. Ailelerine ve halkımıza

başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

*Hatip Dicle'ye de selamlarımı iletiyorum.

*Son olarak cezaevlerine ilişkin birkaç şey söylemek istiyorum. Hasta tutsak arkadaşlar için mücadele ediyoruz.

Onların durumuyla ilgileniyoruz.

*Bakırköy cezaevinden bir çok mektup alıyorum. Son zamanlarda oraya bayağı arkadaşlar getirildi. Orada bir

yığılma sözkonusu. Hediye Aksoy arkadaşın durumunu biliyorum, kendisine ve diğer hasta arkadaşlara özel selamlarımı

iletiyorum. Mektuplarına tek tek cevap yazamıyorum ama düzeyleri iyi, yoğunlaşmaları iyi, çalışmaları iyi. Hepsine, tüm

cezaevlerindeki arkadaşlara selamlarımı iletiyorum.

*Van, Muş ve Bitlis cezaevlerindeki arkadaşlara da selamlarımı iletiyorum. Ayrıca Van, Hakkari, Diyarbakır ve

Batman halkımıza özel selamlarımı iletiyorum.

06 Temmuz 2011 Tarihli Gorusme Notudur

Görüşme Notları:

Benim dışımda kimse silah bıraktıramaz

18.07.2011 PKK lideri Abdullah Öcalan, “Askeri yakan ateş de gerillayı yakan ateş de aynı ateştir” diyerek, “Sorun

sürüncemede bırakılırsa, demokratik çözüme gelinmez, silahların susturulması için bize gerekli olanaklar tanınmazsa ne

yazık ki bu çatışmalar devam eder” diye uyardı. Öcalan, Silvan olayına dikkat çekerek “Yarın bunun on katı gelişebilir. Bir

günde çok fazla kayıplar da yaşanabilir. Eskisi gibi sadece kırsalda da olmayabilir, şehirlerde de olabilir. Halk bir günde

toplanıp Paris'te nasıl Bastil zindanına yürüdülerse Diyarbakır'da da işte o tutukluların olduğu yere yürürse ne

yapacaksınız? Bütün bunlar olabilir. Öfke birikmesi var” diye belirti. Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarına tepki gösteren

Öcalan, yıllardır silah bırakmaktan bahsettiklerini vurgulayarak, “Silahları bıraktırma irademiz var. Açık ve net

söylüyorum. Benim dışımda kimse silahları bıraktıramaz” dedi.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 18 Temmuz pazartesi günü yaptığı görüşme sırasında Demokratik Özerklik ilanı,

Silvan çatışması, Çatı Partisi ve İmralı’da heyetle yaptığı görüşmelere ilişkin önemli açıklamalarda bulunduğu öğrenildi.

ASLINDA DEMOKRATİK ÖZERKLİK 2005’TE İLAN EDİLMİŞTİ

Page 202: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

DTK’nın 14 Temmuz’da ilan ettiği Demokratik Özerkliği değerlendiren Öcalan, “Aslında demokratik özerklik

2005'te ilan edilmişti. Önemli olan bunun içini doldurmaktır, pratik uygulamasını yapmaktır. İlandan ziyade pratikleşmesi

önemlidir. Pratikleşmedikten sonra ilan çok da anlamlı değil. Artık pratikleştirme yönünde çalışmalarını

yoğunlaştırabilirler” dedi.

BDP’NİN ŞİDDETLE HİÇBİR İLİŞKİSİ YOKTUR

BDP’nin “neden kendisini ifade edemediği” eleştirisinde bulunan Öcalan şöyle konuştu: “BDP'ye ‘şiddetle arana

mesafe koy’ deniliyor. Bu konuda, BDP'liler kendilerini tam ifade edebilmelidirler. BDP'nin şiddetle ne ilişkisi var,

denilebilir. Zaten şiddetle ilişkileri olsa silahlı olurlardı. BDP'nin şiddetle hiçbir ilişkisi yoktur. Zaten BDP'nin PKK'yi, KCK'yi

temsil gücü de, durumu da yoktur. Temsilcisi de değildir. Aralarında öyle bir siyasi temsiliyet ilişkisi yoktur. Bunu açıkça

söylemeliler. BDP'liler ‘biz siyasi temsilcileri değiliz ama PKK'ye de düşmanlık yapamayız’ diyebilirler. ‘İşte gelmişiz,

Meclisteyiz, biz demokratik sivil bir partiyiz, sorunun demokratik çözümünü sağlıyoruz, yasal, anayasal çalışmalarda

rolümüzü oynamaya hazırız’ diyebilirler. ‘Demokratik anayasal çözüm için arabuluculuk dahil rolümüzü oynarız’

diyebilirler.”

DTK’DA AZERİLER, TERKEMELER VE ARAPLAR DA YER ALABİLİR

DTK örgütlenmesine de işaret eden Öcalan, “Azeriler, Terekemeler, Araplar DTK'da yer alabilirler. Daha önce

de söylemiştim. DTK daha çok özgür Kürt ulus örgütlülüğüdür. Çalışmalarını yürütürler” ifadelerini kullandı.

ASIL ÖNEMLİ OLAN DEMOKRATİK BLOK ÇALIŞMALARI

Öcalan şöyle devam etti: “Ama asıl önemli olan Demokratik Blok Çalışmalarıdır. Çoktan başlamalılardı

çalışmalara. Bunu geliştirme sorumluluğunu anlamıyorlar. Benim yazdıklarımı okumuyorlar mı? Burada anlata anlata

dilimde tüy bitti, kulaklarım patladı. İşte ne halde olduğum ortadadır, nefessiz kalıyorum, nefesim tükendi. Durumum

merak ediliyor, soruluyor. Saygıdan soruluyor, biliyorum. Ama Saygı bir bilinç işidir, bir zihniyet işidir. Doksan yıllık ulus-

devletçi faşizmle başka türlü mücadele edilemez. Bu kadar şovenizm, faşizmle -işte görülüyor nasıl yükseliyor- başka

türlü baş edilemez. Devletli ulus faşizmi görülmüyor mu? Devletli ulus anlayışı kimseye yaşam hakkı tanımıyor. Biz buna

karşı demokratik ulus anlayışını geliştirdik. İşte “tek, tek, tek....” diyorlar, tekçi zihniyete karşı bunları söylüyoruz.

CHP’DEN BİR ŞEY ÇIKMAYACAĞI ANLAŞILMIŞTIR

Doğru bir sosyalizm, doğru bir yönetim, doğru bir örgüt bunlara karşı birleşerek olur. Sosyalistler, demokratlar,

çevreciler, feministler, etnik, kültürel sorunu olan herkes, dini, etnik azınlıkların tümü bu çalışmaya dahil olmalıdır. Bu

aslında on yıl önce geliştirilmesi gereken bir işti. On yıl önce de söyledim. Adına Blok dedik, Emek Hareketi dedik, Çatı

dedik -ismi çok önemli değil-, o zamanlarda yapılsaydı şimdi yüzde yirmilerde oyu olurdu. CHP'den bir şey çıkmayacağı

anlaşılmıştır. Baykal'ın CHP'si ise onbeş yıl bunu engelledi. Anlaşılıyor ki CHP ulus-devletçi milliyetçiliği aşamayacak.

AKP dar ve muhafazakardır. Muhafazakar zihniyet de bu köklü sorunları çözemez. MHP zaten demokratik çözüme

kökten karşıdır.

HERKESİN AYRI AYRI EVİ OLSUN AMA BUNLARI ÖRTECEK BİR ÇATI OLMALI

Bu anlamda Demokratik Blok Çalışmalarının hayati önemi ortaya çıkmaktadır. Hemen tüm demokrat kesimlerle,

bütün sosyalist partilerle görüşmeler başlayabilir. İşte ÖDP vb. tüm partiler, gruplar gene kendi varlıklarını koruyabilir,

BDP de kendi varlığını korur. Ama bunların tümünü kapsayacak bir çadır gerekir değil mi? Yağmur yağdığında altına

sığınabilecekleri bir çadırları, çatıları olurdu. Herkesin ayrı ayrı evi olsun, vardır. Ama bunların tümünü örtecek bir çatı

olmalı; çatı olmazsa ne olur, ilk yağmurda gidersin. Bu küçük evler ilk yağmurda gider. Tek tek küçük kaldıklarında

yağmur onları götürür, kendilerini koruyamazlar, bunun en basit anlatımı budur. Onun için on yıldır çatı diyorum. Bunun

mutlaka yapılması gerekir. Son savunmamda demokratik ulus konusunu detaylı işledim. Hepsi orada var. Savunma,

herhalde kısa sürede kitaplaştırılır ve ilgili herkese ulaştırılabilir.

BLOK PARTİSİ TÜRKİYE’Yİ 20-25 BÖLGEYE AYIRMALI

Blok partisinin yerellerde örgütlenmesi konusunda özerk bölgeler meselesini daha önce de söyledim. Türkiye'yi

20-25 bölgeye ayırmalıdırlar. Sayı çok önemli değil. Birbirine kültürel, sosyal, ekonomik ve diğer özellikleriyle benzer olan

dört-beş il bir araya gelir, bu özellikleri etrafında bir bölge olur. Bu öyle tesadüfen söylenmiş bir şey değildir. Her bölgen in

yerel-özgün bir kültürü vardır. Örneğin İstanbul bir bölge olur, Trakya bir bölge olur. Ege, kuzey, güney ve iç Ege diye üçe

ayrılabilir. Akdeniz birkaç bölgeye - Örneğin Antalya özgün bir kültürdür, tek bir bölge olabilir-, İç Anadolu birkaç bölgeye

ayrılabilir. Konya bir bölge olur. Kayseri merkezli birkaç il bir bölge olabilir. Böyle coğrafik, ekonomik ve sosyal özellikler i

olan bir bölgelendirme daha uygundur. İşte Karadeniz üç bölgeye ayrılır. Doğu, güneydoğu birkaç bölge olur. 6-7 bölge

olabilir. Örneğin Botan bir bölge olur. Türkiye'yi yedi coğrafi bölgeye bölmek gerçekliğe uymuyor, yeterli de değildir. Çok

Page 203: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

zengin bir kültürdür, öyle 80 il demek denk düşmüyor. Benim dediğim özerk bölgeler belli özelliklere göre bir araya

getirilen illerden oluşur.

ÇATI MECLİSİ

Böyle yerelden, bölgelerden örgütlenilebilir. Bir de Çatı Meclisi kurulur. Bu 25 civarındaki bölgelerden de yerel

konferanslar yapılarak Kongre'ye 400 delege gelir. 100 delege de sivil toplum kuruluşlarına, akademi, akil adamlara,

aydınlara ayrılabilir. Toplamda 500 delege olur. Daha önce de Kongre'ye ilişkin 500, 100 ve 25 formülünü söylemiştim.

Başkanları eş başkanlık şeklinde olur. 25 kişilik gölge kabinesi olur. Bu gölge kabineyi çok önemsiyorum. En geç Ekim

ayına kadar tamamlanması gereken bir süreçtir. Meclis'te -TBMM- de oluşturulur. Ekim'e kadar bitirilmesi önemlidir.

Çünkü Ekim'de Meclis açılacak, anayasa çalışmaları olacak. Bu şekilde anayasa çalışmalarına da katılırlar.

AKP-CHP-MHP FAŞİST BİR İTTİFAK KURDU

İşte Meclis'te AKP-CHP-MHP faşist bir ittifak kurup, bildiri yayınladılar. Bu ittifaka karşı hemen bir bildiri

hazırlayıp parlamentoda ilan edebilirler. Bu ittifaka karşı herkesi demokratik çatı altında alternatif ittifaka davet ederler.

Aynen şöyle formüle edebilirler: “Bu tekçi, dıştalayıcı, ayırıcı zihniyete karşı Ortak vatan ve ortak ulus anlayışı temelinde

ülkemizdeki tüm demokrat kesimleri, zenginliğimiz olan farklılıkları Demokratik Ulus Kongresi çatısı altında bir araya

gelmeye çağırıyoruz”.

ASURİ-SÜRYANİLERİ ÇOK ÖNEMSİYORUZ

Asuri-Süryaniler de demokratik özerklik sistemine dahil olmuştur. Onları çok önemsiyoruz. Son olarak bir

vekilleri de oldu. Demokratik çözüm sürecinde onlar da yerlerini almalıdırlar. Onların değerlerini biliyor, yaşadıkları

felaketlerdeki acı ve ölümleri saygıyla anıyorum. Tarihsel ve zengin bir kültürdürler. Özgürlük bugün herkes kadar

Süryaniler için de gereklidir. Ekmek ve su kadar ihtiyaçtır. Sadece onlar değil; Ermenilerin, hatta demokratik Hellen

kültürünün yerini bulması demokratik özerklik sistemiyle mümkündür. Ermeniler de Demokratik Ulus Kongresinde

yerlerini alabilirler. Bu temelde kendilerini saygıyla selamlıyor, çalışmalarında başarılar diliyorum.”

EVRİM ÖNÜNDE SAYGIYLA EĞİLİYORUM

Öcalan, Muş’ta 14 Temmuz’da bedenini ateşe veren Kürt kızı Evrim Demir’e ilişkin şunları söyledi: “Muş-

Bulanık'ta 18 yaşındaki Evrim Demir 14 Temmuz'un yıldönümünde barış için bedenini ateşe vermiş, hayatını kaybetmiş.

Üzüldüm, keşke olmasaydı. Daha önce de söylemiştim. Bu tür yakma eylemlerini tasvip etmiyorum. Bu tür eylemler beni

derinden etkiliyor. Beni çok zorlayan eylemlerdir. Bu eylemler karşısında kendimi çaresiz hissediyorum. Tekrar

söylüyorum. Bu tarz kendini yakma eylemleri asla tasvip etmediğim eylemlerdir. Bununla beraber Evrim arkadaşın

eyleminin derinliğine saygı duyuyorum. Büyük anlam veriyorum. Önünde saygıyla eğiliyorum. Halkımıza düşen, bu büyük

değerleri asla unutmamaktır, hep yaşatmaktır. Ancak rica ediyorum, bu tür kendini yakma eylemlerine girişmesinler. Bu

tür eylemlerin sayısı 100'ü buldu. 15 Şubat yıldönümünde de dört gerilla arkadaş bu şekilde eylem yaparak kendilerini

feda etmişlerdi. Evrim arkadaş sanırım mektubunda benim de adımı anmış. Ben gerçekten bu eylemin büyüklüğü

karşısında eziliyorum. Bu tür eylemler yerine kendilerini özgürce ifade etme olanaklarını yaratmalılar ve yaşayarak

mücadelelerini yükseltmeliler.

Bıraktığı notta, Mustafa Malçok'un yanına defnedilmek istediğini belirtmiş. Evet, öyle istemişse öyle yapılmalıdır.

Mustafa da 17 yaşındaydı. O da eylemiyle bizi derinden yaralamıştı. Söylediği gibi Mustafa'nın yanına defnedilmelidir.

İkisi için onlara yakışacak bir anıt mezar inşa edilmelidir. Biz, kadınların hele Kürt kadınlarının bu acılı yaşamlardan

kurtulup adeta tanrıçalar gibi yaşamasının mücadelesini veriyoruz. Ailesini selamlıyor, başsağlığı dileklerimi iletiyorum.”

DEMOKRATİK ÖZERKLİK SADECE BÖLGEYE ÖZGÜ DEĞİL

Demokratik özerklik modelinin sadece bölgeye özgü olmadığını belirten Öcalan, geniş bir kuramın alt dalı

olduğunu ifade etti: “Demokratik özerklik modeli bir bölgeye özgü bir çözüm modeli değildir. Demokratik özerklik önerimiz

demokratik modernite adını verdiğimiz geniş bir kuramın alt dalıdır. Aslında son savunmamın adı Demokratik Modernite

idi. Öyle düşünmüştüm. Irak'tan Afganistan'a kadar kapitalist modernitenin çözümsüzlüğü ortadadır. Kapitalist modernite

şu anda Anadolu'yu yeme-bitirmeyi kendine hedef olarak seçmiştir. Biliniyor, kapitalist modernitenin üç sacayağı vardır.

Kapitalist modernitenin üç sacayağı; işte ulus-devlettir, kapitalizm ve endüstriyalizmdir. Buna karşı demokratik

modernitenin de üç sacayağı var demiştim; ulus-devletçiliğe karşı demokratik ulus; endüstriyalizme karşı ekolojik toplum,

kapitalizme karşı ise sosyal piyasa ya da komünal ekonomi diyebiliriz; üç sacayağı bunlardır. Son savunmamda bunları

geniş geniş anlattım. Demokratik özerklik, bu temel ayaklardan biri olan demokratik ulusun yedi ya da sekiz boyutundan

sadece biridir. Bu boyutlar çoğaltılabilir, azaltılabilir. Ancak demokratik özerklik, demokratik ulusun bu boyutlarından

Page 204: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

sadece siyasi boyutudur. Böyle algılanmalıdır. Kaldı ki bölgesel bir çözüm biçimi değildir. Bütün Türkiye'de

uygulanabilecek, Türkiye gerçeğine, kültürüne daha uygun bir modeldir. Yerellerin, yerel kültürlerin güçlendirilmesidir.”

BAŞBAKAN YA NE SÖYLEDİĞİNİ BİLMİYOR YA DA FARKINDA DEĞİL

“Son günlerde yaşanan bu çatışma için şunları ifade etmek istiyorum” diyen Öcalan şunları söyledi: “Şu anda

mevcut durumda ortamı sakinleştirmek, yumuşatmak gerekir. Sayın Başbakan ‘silah bıraksınlar, yoksa bir şey olmaz’

diyor. Ya ne söylediğini bilmiyor ya da farkında değil. Çok açık ve net söylüyorum. Biz yıllardır silah bırakmaktan söz

ediyoruz. Ben daha önce de Sayın Erbakan döneminde de Özal zamanında da silahların bırakılabileceğini,

bıraktırabileceğimi belirtmiştim. 1993'te dışarıdaydım. O zamanlar öyle İmralı'da da değildim. Yani içeride veya dışarıda

olmam fark etmiyor.

HEYETLE BİR GÖRÜŞME DAHA OLDU

Şunu söylemekte sakınca bulmuyorum. Heyetle en son bir görüşme daha gerçekleştirdik. Kamuoyunun

bilmesinde fayda var. Böyle kritik ve sıcak bir dönemde bile görüşmenin sürmesi ciddidir, önemlidir. Silahları bıraktırma

irademiz var. Açık ve net söylüyorum. Benim dışımda kimse silahları bıraktıramaz. En azından şimdi durum budur. Bunu

ben söylediğim için böyle değildir, bu rolü ben kendi kendime biçmiyorum. Bunu herkes görüyor, herkes söylüyor, devlet

de söylüyor, ‘bir tek sen silahları bıraktırabilirsin’ diyor. Burada görüştüğümüz devlet yetkilileri, bilinçli, deneyimlidirler,

onlar da bunu söylüyor. ‘Ancak sen bunu yapabilirsin’ diyorlar. Herkes ‘ancak sen yapabilirsin diyor’. Ben de bu rolden

kaçamam. Gereği neyse yapmak istiyorum. Bunun için çok açık Sayın Başbakana buradan sesleniyorum. Bana rolümü

oynamam için gerekli pratik araçların sunulması gerekir.

BAŞBAKAN ÇAĞRI YAPARSA…

Önüm açılırsa rolümü oynarım. Ben bu pratik araçların sunulmasını İmralı'da olduğum için söylemiyorum,

dışarıdayken de aynı şeyi söylüyordum. Şimdi dışarıda olsam yine aynı şeyi söylerim. Bunun kendimi kurtarmakla ilgisi

yoktur. İçeride de olsam dışarıda da olsam pratik araçlarımın olması gerekir. Daha önce parlamentonun bu konuda karar

alması gerektiğini belirtmiştim. Ben Meclis'in tatile girmemesini bunun için istemiştim. Gerekirse Meclis acil toplanıp bu

konuda görüşüp çağrı yapabilir. Veya Başbakan bir çağrı yapabilir; “biz bu işin silahlarla çözülmeyeceğine inanıyoruz. Bu

meseleyi demokratik anayasal yöntemlerle çözeceğiz” derse, bir haftada hallederiz.

ELİMDE ALAATTİN’İN SİHİRLİ LAMBASI YOK

Pratik araçlar elime verilmezse ben nasıl rolümü oynarım? Elimde Alaattin'in sihirli lambası ya da sihirli değnek

yok ki! Tekrar söylüyorum rolümü oynamam için koşulların sağlanması gerekir. Ben sağımı solumu yoklayacağım, ne var

ne yok bileceğim, bu konuda örgütleme yapmam gerekir. Demokratik çözüm araçlarının elime verilmesi lazım.

SİLAHLARIN SUSMASI İÇİN GEREKLİ OLANAKLAR TANINMAZSA ÇATIŞMALAR SÜRER

Böyle olmazsa ne olur? Sorun sürüncemede bırakılırsa, demokratik çözüme gelinmez, silahların susturulması

için bize gerekli olanaklar tanınmazsa ne yazık ki bu çatışmalar devam eder. Ben gerilla kayıplarına da asker polis

kayıplarına da üzülüyorum. Askeri yakan ateş de gerillayı yakan ateş de aynı ateştir. İşte görülüyor Silvan'daki olaylar.

BASTİL ZİNDANI ÖRNEĞİ

Yarın bunun on katı gelişebilir. Bir günde çok fazla kayıplar da yaşanabilir. Eskisi gibi sadece kırsalda da

olmayabilir, şehirlerde de olabilir. Halk bir günde toplanıp Paris'te nasıl Bastil zindanına yürüdülerse Diyarbakır'da da işte

o tutukluların olduğu yere yürürse ne yapacaksınız? Bütün bunlar olabilir. Öfke birikmesi var. İşte Muşlu kız bedenini

ateşe vermiş. Bunlar küçük küçük kıvılcımlardır. Her an büyük patlamalara yol açabilir. Bunu söyleyen de ben değilim.

PKK söylüyor; Devrimci halk savaşını geliştirme güçlerinin, hazırlıklarının olduğunu söylüyor. Onun için parlamento

gerekirse olağanüstü toplanmalı diyorum.

BİZ BÖLÜCÜ DEĞİLİZ, TEKÇİ ZİHNİYETE KARŞIYIZ

Bunu çok net ve açık söylüyoruz. Türkiye kamuoyu bunu bilmeli. Biz bölücü değiliz. Biz tekçi zihniyete karşıyız.

Kesinlikle bölücü değiliz, bütünlükten yanayız. Vatanın bütünlüğüne itirazımız yok, ortak vatandan yanayız. Ulusun da

bütünlüğüne itirazımız yok ama demokratik ulus temelinde bütünlük diyoruz.

DİRENMA HAKKI MEŞRUDUR

Page 205: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Kürt halkı da demokratik anayasal çözümü küçümsememelidir. Bu önemlidir. Demokratik anayasal çözüm için

hızla gerekli hazırlıklar yapılmalıdır. Demokratik anayasal çözüm gelişmezse halkın direnme hakkı vardır. Direnme hakkı

meşru ve anayasal bir haktır. Ben halkın direnme hakkını kullanmasının önüne geçemem. Kimse halkın meşru direnme

hakkını elinde alamaz.

HÜKÜMET İLE BDP ARASINDAKİ GÖRÜŞMELER SÜRMELİ

Hükümet ile BDP arasındaki görüşmeler devam etmeli. Hükümet kuruldu, artık hazırlıklarını yapmışlardır. Benim

yazdığım ikişer sayfalık protokoller önemlidir. Bu protokoller, genelde devletle üzerinde mutabık kaldığımız metinlerdir.

Bu protokoller çerçevesinde Hükümet ile görüşülebilir. Seçim yapılsın dendi bekledik, hükümet yok dendi bekledik, artık

hükümet kuruldu. Bir yaklaşım ortaya çıkmak zorunda. Hükümet bu protokollere ilişkin yaklaşımını ortaya koyabilir. Nasıl

yaklaşıyorlar, ne yapacaklar? Hükümet korkmamalıdır. Ben bu protokolleri burada devlete sundum. İşte devletin de

reddetmediği önerilerdir bunlar. Hükümet hangilerini kabul ediyor, hangileri konusunda çekinceleri var, eksik varsa

tamamlanır, fazla varsa çıkarılır, böylece bir uzlaşmaya varılabilir.

MECLİS’E DÖNMEK İÇİN MÜTABAKAT

Diğer konuda da, yani Meclis'e dönme meselesinde ortak bir mutabakata varılabilir. Şöyle bir bir cümle,

mutabakat olabilir; “Tutuklu vekillerin durumu bir demokrasi sorunudur, çözümü de politiktir. Biz bu sorunu anayasa ve

yasaları birlikte değiştirerek çözeceğiz”. İşte böyle formüle edilebilir. Hatip Dicle'nin durumu da ileride Diyarbakır'da bir

ara seçimle çözüme kavuşturulabilir.

Başta Barış Anneleri olmak üzere herkese selamlarımı iletiyorum. Ahlat, Tatvan, Norşin ve Diyarbakır halkımıza

selamlarımı iletiyorum.”

Görüşme Notları:

Benim dışımda kimse silah bıraktıramaz

27.07.2011

BENIM YAPACAKLARIM BITTI

Abdullah ÖCALAN

PKK lideri Abdullah Öcalan, Devlet ve Kandil’e seslenerek, “Benim yapacaklarım bitti. Bundan sonra benim

rolümü sürdürmem için sağlık, güvenlik ve özgür hareket alanının sağlanması gerekiyor. Artık bunlar olmadan hiçbir şey

yapmıyorum” dedi. Öcalan "Öcalan İran operasyonunun da “bölgesel boyutta bir saldırı” olduğunu söyleyerek, “İran Kürt

özgürlük damarını kökten bitirmek istiyor, çok tehlikelidir” diye belirtti.

PKK lideri Abdullah Öcalan, 27 Temmuz Çarşamba günü yaptığı görüşmesinde çok önemli açıklamalarda

bulundu.

Öcalan, sağlığına ilişkin şunları belirtti: “Sağlığımı soranlara şunu söyleyebilirim, sorunlarla boğuşuyorum, nasıl

boğuştuğumu sorabilirler. Önemli olan bizim bu boğuşmadan nasıl bir sonuçla çıkacağımızdır.”

İRAN OPERASYONU ALÇAKÇA BİR SALDIRIDIR

İran ordusunun 16 Temmuz’dan beri sınır hattı boyunca yürüttüğü operasyonları değerlendiren Öcalan şöyle

dedi: “Tahmin ediyorum Türkiye de İran'ın Kandil'e yönelik 16 Temmuz'dan beri süren operasyon işinin içindedir. İran'ın

saldırısı alçakça bir saldırıdır. Bu iğrenç bir saldırıdır. Bu iğrenç saldırıyı da İran şimdilik üstlenmiş durumdadır. Bu saldırı

sadece Kandil'e dönük bir saldırı değil, dört parçadaki Kürtlerin özgürlük damarını kesmek istiyor, bitirmek istiyor bu

saldırıyla. Gerilla kendisini korumasını bilir, savaşır.

Page 206: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

İRAN’IN ŞU ANKİ DURUMU SADDAM’IN DURUMUNA BENZİYOR

İran'ın şu anki durumu Saddam'ın durumuna benziyor. İran Kürt özgürlük damarını kökten bitirmek istiyor, çok

tehlikelidir. Bu bölgesel boyuta sahip bir saldırıdır. Türkiye İran'ı sahaya sürüyor ama İran tehlikenin farkında da değil.

İran tehlikeli oynuyor, Türkiye'de bunu anlayacak kimse yok. Hükümet, zaten onun derdi başka, gündemi başka, gününü

kurtarma peşinde. İran burada durmayacaktır, Kürtlerden sonra Türkiye'yi de baskısı altına almaya çalışacaktır. Çünkü

İran bölgede İsrail'e kadar hegemonyasını kurma peşindedir. Türkiye bunu anlamıyor, tehlikeli oynuyor. ABD'nin

politikaları da doğru değil, ABD objektif olarak İran'a yardım ediyor, İran ile aynı tarafa düşüyor!

SİVİLLER GEREKİRSE ORADAN ÇIKARILMALI

Kandil’deki siviller de korunmalı, ailelerin güvenliği sağlanmalı. Orada sivillerin zarar görmemesi sağlanmalıdır.

Siviller gerekirse oradan çıkarılır. Uluslararası kuruluşlar da dikkatlerini İran'a yöneltmeli, bu konuda çalışmalar yapılması

gerekir. Güneyli güçler de bu duruma sessiz kalmamalıdır.

TÜRKİYE İRAN ÜZERİNDEN KÜRTLERİ HALLETMEYE ÇALIŞIYOR

Türkiye İran üzerinden Kürtleri halletmeye çalışıyor. Bölgesel bir plan bu. Kürtlerin kazanımlarını ortadan

kaldırmak istiyorlar. İran bu saldırıyla ABD ve İsrail'e de yakınlaşma, işbirliği mesajı veriyor. Yine Ahmedinejat, mollalar,

Amerika ve İsrail'e karşı Türkiye'ye de mesaj veriyor, yanına çekmeye çalışıyor.”

HER İKİ TARAF DA BENİ İDARE EDİYOR

Öcalan, içinde bulunduğu koşullarda pratik önderlik yapamayacağını belirtirken şöyle devam etti: “Ben burada

pratik önderlik yapamayacağımı, bu şartlarda bunu sürdüremeyeceğimi söylemiştim. Her iki taraf da bana bir şeyler

söylüyorlar. Devletin-AKP'nin zaten ne yaptığı ortada. Her iki taraf da beni idare ediyor. Aslında bu bir şantajdır. Kandil

beni taşeron olarak kullanıyor. Devlet de heyeti taşeron olarak kullanıyor. Her iki taraf da beni taşeron olarak

kullanıyorlar.

BENİM YAPACAKLARIM BİTTİ

Her iki tarafın beni taşeron olarak kullanmasına son veriyorum. Bugün itibariyle buna son veriyorum. Benim

yapacaklarım bitti. Bundan sonra benim rolümü sürdürmem için sağlık, güvenlik ve özgür hareket alanının sağlanması

gerekiyor. Artık bunlar olmadan hiçbir şey yapmıyorum. Bu şekildeki pozisyonum devlete de, Kürtlere de zarar veriyor.

Bazıları da “Öcalan bu şartlarda orada yönetemez, yapamaz, içeriden pratik önderlik yapılamaz.” diyordu. Doğru

söylüyorlar. Bu koşullarda barış görüşmesi yapılamaz.

BENİM DURUMUM MANDELA’YA BENZİYOR

Benim durumum Güney Afrika'daki Mandela'ya benziyor. Durumum onunki gibidir. Desmond Tutu, Mandela'ya,

“özgür olmadan bu işe girişmeyin, tehlikelidir” diyordu. Doğru söylüyordu. Ama sonra Mandela'nın önünü açtılar. Ben de

özgür olmadan, özgür hareket etmeden bu barış işine girişmem, kalkışmam. Bundan sonra doğru değil. Biliniyor, Güney

Afrika'da Mandela'ya gerekli koşulları sağladılar, o da rolünü oynadı.

DE CLERK ROLÜNÜ OYNAYACAK KİMSE YOK

Türkiye'de De Clerk rolünü oynayacak kimse de yok. Bırakın De Clerk'i, Erdoğan şu anda Çiller rolüne

soyunmuş. Operasyon üzerine operasyon yapıyor. Heyet de üzerine düşeni yapmadı. KCK de üzerine düşeni yapmadı.

Bu şekilde yol da alamıyoruz. Ayrıca zarar da veriyor. “Devletin ali menfaatleri” deniliyor ya, devlete de zarar veriyor.

Kürtlere de zarar veriyor. Bu şekilde bu koşullarda daha fazla sürdürmem Kürtlerin yararına değil.

HER İKİ TARAFIN DA İŞLERİNİ KOLAYLAŞTIRDIM

Ben her iki tarafın da işlerini kolaylaştırdım, onlara öneriler sundum, onlara çözüm yolunu gösterdim, protokoller

sundum, işlerini kolaylaştırıcı adımlar attım. Daha ne yapayım? Daha fazlasını ayda yılda bir burada bir saat konuşarak

mı yapacağım! Daha ne yapayım? Ama her iki tarafın da tavırları başka. Beni de burada taşeron gibi kullanıyorlar. Her iki

taraf da beni idare ediyor. Ben idare edilecek birisi değilim. Bunu böyle bilsinler. Ben Kürtlerin onuruyla oynanmasına izin

vermem, buna hiçbir şekilde müsaade etmeyeceğim.

KÜRT SİYASETÇİLERE VE TÜRK YETKİLİLERE…

Kürt siyasetçileri şunu bilmeli. İkide bir “biz halkı tutamıyoruz, biz kitleyi zor durduruyoruz, kitle patlama

noktasındadır. Sorun çözülmezse devrimci halk savaşını başlatırız, savaşa da barışa da hazırız” diyorlar. Seni tutan mı

var, yapar mısın yapmaz mısın sen bilirsin. Ama bu şekilde daha fazla benim üzerime yıkma. Türkiye de, ikide bir

“bitireceğiz, şöyle bitireceğiz” diyor. Sen de bitireceksen bitir.

HÜKÜMETE: BİTİRECEKSEN BİTİR, NE DURUYORSUN?

Hükümet, bitirmek için ne yapıyorsa yapsın; özel timleri, polisi devreye sokuyormuş, bilmem dört kuvveti bir

kuvvete bağlıyormuş, üçüncü kuvvet yaratıyormuş, ne yapıyorsanız yapın. İşte dün başbakanlıkta yine zirve yapmışlar.

Ne karar aldıklarını bilmiyorum. Ama bu şekilde ben yokum. İşte “Sri Lanka gibi olacak” diyorlar. Üç yüz uçağı kaldırıp

Kandil'i bombalayıp bitireceklerini söylüyorlar, yapacaksan ne duruyorsun! Örgüt de hazırsa Sri Lanka olmadığını ispatlar

o halde.

AKP SAVAŞ İSTİYOR, ÇÖZÜM İSTEMİYOR

Page 207: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

Ben taşeronluk yapmayacağım. Heyete de söyledim, Erdoğan'a da çağrı yaptım. Gerillayı güvenli bir alana

çekeceğim demiştim. Ama buna dahi imkan tanımadılar. Öcalan “ben silahlı güçleri güvenli bir yere çekeceğim” diyorum.

Buna dahi cevap vermiyorlar. Ben daha ne yapayım. AKP savaş istiyor, çözüm istemiyor. Bu şekilde, Başbakanın o

çokça değer verdiği anaların gözyaşları böyle dinmez. Anaların gözyaşını dindirmek için silahlı güçleri güvenli bir yere

çekeyim diyorum, buna bile cevap vermiyorlar. Tersine her gün operasyonlar var, çatışmalar yaşanıyor, asker, gerilla

ölüyor. Kanın aktığı yerde barış nasıl gelişir? Hükümete açık mektubumdur. Eğer gözyaşının dinmesini istiyorsanız,

gerillayı güvenli bir yere çekmemin yolunu açın. Böyle yaparsanız bir hafta içinde çözeriz.

SAVAŞ GÜMBÜR GÜMBÜR GELİYOR

Savaşın gümbür gümbür geldiğini bunu durduracak tek kişinin ben olduğumu söyleyenlere diyorum: Ben burada

ayda yılda bir yaptığım bir iki saatlik görüşmeyle mi bunu başaracağım. Yapabiliyorsa bu koşullarda gelip kendileri

yapsın. Bu koşullarda kim bir şey yapabilir. Öcalan'ın rolünü oynaması için Hükümetin adım atması lazım, irade

göstermesi lazım. Onlar da üzerine düşeni yapmalılar. Hem bu koşullarda hem de tek taraflı nasıl olacak? Liberal

aydınlara sesleniyorum, böyle şey olur mu? Herşeyi bana yüklüyorlar. Herşeyi benden bekliyorlar. Bu koşullarda ne

yapabilirim? Elimde çözmek için sihirli bir değnek yok ki? Bir hayvanı dürtmek için bile elinizde bir değnek olmalıdır.

Benim şu anki durumum, susuz bir havuzda yüzmeye benziyor. Havuzun içinde su yok ama bana yüz diyorlar, sürekli

yüz diyorlar. Nasıl yüzeyim bu şekilde, böyle şey olur mu? Ben bu şartlarda daha fazla ne yapabilirim ki! Bu neden

görülmüyor? Ama başka sorumluluk alan da yok. Benden susuz havuzda yüzmemi istiyorlar. Hatta benden havada

yüzmemi bekliyorlar.

30 YILDIR HERKES TÜM YÜKÜ OMZUMA ATMIŞ

30 yıldır herkes tüm yükü omzuma atmış. 30 yıl dışarıda 13 yıldır da burada sırtımda taşıyorum. Benim bu

önderlik tarzıma alışmışlar. Benden, benim bu önderlik tarzımdan sürekli yardım almaya alışmışlar. Beni sürekli

çalıştırıyorlar. Ama artık kendilerine daha fazla yardımcı olamam. Böyle anlayışı kabul etmiyorum. Bu şekildeki

gerillacılığı kabul etmiyorum. Savaşırlar mı savaşmazlar mı, güçleri var mı yok mu ne yaparlar bilemem. Ama ben bunu

bu şekilde daha fazla da devam ettiremem. Gerilla da süreci iyi anlamalıdır, gerekirse kimseyi dinlememeli, değerlerimize

bağlı olmalı, ona göre süreci sahiplenmelidir. Siyasetçiler de doğru dürüst karar vermeli ve kararlarını da uygulamalıdır.

BUNDAN SONRA BU KOŞULLARDA BEN YOKUM

Ben heyete de bu şartlarda daha fazla sürdüremeyeceğimi anlatmıştım. Heyetle herhalde bir kez daha

görüşürüm. Bu kararımı onlara da anlatacağım. Bundan sonra her iki taraf anlaşabilirlerse anlaşsınlar. Bundan sonra bu

koşullarda ben yokum. Kendi aralarında anlaşıyorlarsa anlaşırlar, savaşıyorlarsa savaşırlar, ben karışmıyorum.

ROL ALMAMI İSTERLSERSE ÜÇ ŞARTIM VAR

Benim rol almamı isterlerse üç şartım var; sağlık, güvenlik ve özgür hareket etme. Bu üç şartı

sağlayabiliyorlarsa ben devam ederim. İki taraf da rolüm konusunda anlaşırlarsa, sağlık, güvenlik, özgür hareket alanı

yaratırlarsa, rolümü oynarım. Bu şartları sağlayamıyorlarsa ben daha fazla devam etmeyeceğim.

BİR TEK ANANIN DAHİ GÖZYAŞI DÖKMESİNİ İSTEMİYORUM

Ben bir tek ananın dahi gözyaşının dökülmesini istemiyorum. Bir ananın gözyaşının dökülmesi bana acı veriyor.

Türkiye kamuoyunun şunu bilmesini istiyorum. Ben Başbakan'a “çözüm için gerillaları bir yerde toplayalım”, “sorunu

hemen bir haftada çözelim” demiştim. Ama Başbakan'dan ses yok. Başbakan'ı itham ediyorum. Barış istemiyor, her türlü

kolaylığı sağlamamıza rağmen barışa yanaşmıyor. Daha ne yapabilirim?

KÜRT AYDINLARA ELEŞTİRİ

Tarih, Kürt tarihi inceleniyor ama bugün derinlemesine ele alınmıyor. Celadet Ali Bedirhan, meseleyi iyi

biliyordu, iyi anlamıştı, iyi araştırmıştı. Mustafa Kemal'e mektup da yazmıştı. Ama elinden bir şey gelmiyordu. O dönem

cılız kaldı. Fazla bir şey yapamadı. Ama ben bu şartlarda herşeye rağmen dünya kadar şey yaptım. Bu görülmüyor mu?

Bir şeyler yazan, bir şeyler anlatan yazar arkadaşlar var ama onlar da derinliğine anlayamıyor, yetersiz kalıyor.

Birbirlerine benziyorlar. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.

Bazı Kürt aydını geçinenler de hala sırtımdan geçiniyorlar, hala beni kullanarak varlar. Bazıları burada iken

herşeylerini biz karşılıyorduk. Her türlü imkanı sağlıyorduk. Bunlar Avrupa'da da bizim sırtımızdan geçindiler. Şimdi de 13

yıldır benim sırtımdan yaşatıyorlar kendilerini. Hiç irşey yapmıyorlar ama yine de bana saldırıyorlar. Şu anda bile

sırtımdan geçiniyorlar. Bu sayede Türkiye'ye dönüyorlar ve hala bana saldırıyorlar!”

BU SÜRECİ EN İYİ EVRİM DEMİR ANLADI

Öcalan değerlendirmelerini 14 Temmuz’da bedenini ateşe veren 18 yaşındaki Kürt kızı Evrim Demir’e adadığını

söyledi: “Değerlendirmelerimi Evrim Demir anısına yapıyorum, ona adıyorum. Bu süreci en iyi anlayan Evrim Demir'dir.

İşte genç bir kız, 18 yaşında ama herşeyi, bu süreci, olup-bitenleri en iyi o kavramış. Ve kavradığı gibi kararını vermiş,

eylemini yapmış. Daha fazla söze de gerek yok. Evrim süreci anlamıştı ama KCK, PKK, BDP, DTK bunlar anlamış değil.

Bu sürecin gerçek anlayanı ve öncüsü Evrim Demir'dir. Mustafa Malçok da aynı şekilde. Her ikisi de çok genç, saygı

duyulacak öncülerimizdir. Bize bu süreçte öncülük edecek en iyi kişilerdir. Ama bu şekilde kendilerini feda etmeleri yerine

Page 208: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

kendilerini özgürce ifade edebilecekleri yaşam olanaklarını oluşturmalarını tercih ediyor, öneriyorum. Her ikisini de

saygıyla anıyorum.”

SAVUNMALARIMDA DİYALEKTİĞE YENİ BİR YORUM KATTIM

Savunmalarına ilişkin bazı sorular aldığını ifade eden Öcalan şunları söyledi: “Savunmalarıma ilişkin bazı

sorular alıyorum. Bu sorulara şartlarımdan dolayı çok kısa yanıtlıyorum. Savunmalarımda epistemolojik açıdan yenilikler

var. Karşılıklı besleyici diyalektiğe dayalı paradigma ile sınıf çatışması teorisinin pek anlaşılmadığı belirtiliyor ve sınıfların

birbirini beslemesinin mümkün olup-olmadığı soruluyor. Savunmalarımda diyalektiğe yeni bir yorum kattım. Aslında

sınıfsal açıdan Marks olaya kendi koşulları üzerinden yaklaştı. Bu nedenle kaba ve katı bir diyalektik yorum geliştirdi.

Antagonizma tartışmaları önemlidir. Ama Marks'ın anladığı anlamıyla antagonizma doğru değildir. Bizim bakış açımıza

göre doğada hiçbir şey tamamen yok olmaz. Birbirini besleme daha önemlidir. Yıkıcılık doğru değildir. Birbirini tamamen

yok etmek doğru değildir. Zaten biliyorsunuz doğada mutlak yokluk yoktur, mutlak kesinlik de yoktur. İki ucun yok etme

temelinde birbiriyle mücadelesi doğru değildir.

MUTLAK KARŞITLIK DOĞRU DEĞİL

Bununla birlikte bu mücadele yaratıcıdır ve özgürleştiricidir. Ama doğada esas olan, % 99 karşılıklı beslemedir.

Çatışma ise yüzde birdir. Bu açıdan Marks'ı eleştirmek lazım. Onda herşey siyah beyazdır. Ama örneğin doğadaki

renkleri düşünelim. Ak ile siyah renklerini örnek verelim. Siyah bir renk değildir, beyaz da bir renk değildir, bunlar

birbirlerini soluma ile var olurlar. Bunların dışında bir sürü renk vardır. Dolayısıyla mutlak karşıtlık doğru değildir.

Siyaseten sınıfsal açıdan da mutlak karşıtlık doğru değildir. Savunmalarımda genişçe yer verdim. Bu proletarya

diktatörlüğüne götürür. Oysa biz demokratik moderniteyi savunuyoruz.

Diğer bir soru çalışmalarımda iktisadi alan vurgusunun biraz geri planda kaldığı, kullandığım sosyal piyasa

kavramının Keynes ve ardıllarınca ortaya atıldığı ve yıpranmış bir kavram olduğu yönündeydi. Bunun yerine yeni bir

kavram düşünülüp düşünülemeyeceği soruluyor. Savunmalarımda iktisadi alan da işlenmiştir. İktisadi anlamda

Braudel'den aldığım kavramları işledim. Braudel de kapitalizmi eleştiriyor. Tekel karşıtlığını o da ele alıyor. İktisadi alan

Braudel incelemesiyle daha da zenginleştirilebilir. Kullandığım “Sosyal Piyasa” kavramı da Braudel'e aittir. Kendimce

geliştirdim ve zenginleştirdim. Kapitalizmin piyasa ekonomisine ve sömürüsüne karşı emekçiden yana bir kavramdır bu.

Dünya Bankası çevresi bu kavramı kullanmış olabilirler ama benim dediğimin bunlarla ilgisi yok. Sahte liberaller bu

kavrama ayrı bir anlam yüklüyorlar, bu liberal sahtekarlıktır. Bu kavramı maske olarak kullanıyorlar. Bu sosyal piyasa

kavramı benim savunmamın özgün yanlarından biridir. Piyasa sosyalizmde de var, olmalıdır. Herkes ürettiği en kaliteli

malları piyasaya sürer fakat bu kar amaçlı bir piyasa değildir. Bu, toplumun yararına olan bir piyasadır. Kaliteli kültürel

değerlerin topluma sunulmasıdır. Oysa kapitalizm piyasanın inkarıdır. Bu anlamda kapitalizmi de yeniden tanımladım.

POLİTİKA TAMAMEN ANTİ-DEVLETTİR

Üçüncü bir soru; savunmalarda toplumu yeniden inşa etme bağlamında politika kurumuna özel vurgu yaptığım,

buna göre politika özgürleştirir dediğim belirtilerek, politikanın nasıl özgürleştireceği soruluyor.

Evet, politikanın özgürleştirdiğini savunuyorum. Bu, savunmamın en özgün tezlerinden biridir. Bunun kaynağı da

Hannah Arendt'e aittir. Arendt'i tamamen incelemiş değilim ancak bunu çok iyi işliyor, özgün yanları var. Politikanın

özgürleştirici olduğuna inanıyorum.

Marks diyor ki bilinç-sınıf özgürleştirir. Hegel de akıl-devlet özgürleştirir diyor. Ben ise politika özgürleştirir

diyorum. Bundan ne kastettiğim soruluyor. Evet, politika tamamen anti-devlettir. Bu konuyu uzunca değerlendirebilirim

ancak şartlardan dolayı en kısa ve öz ifade ediyorum. Esasında devlet politikanın inkarıdır. Bu yüzden politika

özgürleştirir. Marks'ın dediği gibi sınıfın özgürleştirmediği, bu yönlü sosyalizm denemelerinden anlaşıldı. Hegel, devlet

özgürleştiririr diyordu ama Hitler faşizminden de anlaşıldığı gibi o da özgürleştirmiyor, aksine yıkıcıdır. Bu tür durumlarda

devlet herşeydir vatandaş hiçtir, bir noktadır. Noktalaşmaya karşı durmak gerekir. Çünkü nokta hiçtir. Devlet ne kadar

güçlü var olursa vatandaşlık o kadar az olur. Devlet ne kadar küçülürse vatandaşlık da o kadar büyük olur. Devlet zaten

özünde anti-özgürlüktür hem de anti politikadır. Devletli sistemlerde vatandaş nokta kadardır, yani sıfırdır, hiçbir şeydir.

Bu nedenle özgürleşmek için devlete karşı politikayı savunmak önemlidir. Politika yapmak özgürlüktür.

Bu tez, savunmalarımın en özgün tezlerinden biridir. Ben Marks ve Hegel'den farklı olarak toplumun inşasının

temeline özgürlüğü koyuyorum. Hatta bu nedenle politika eşittir özgürlüktür. Bunların hepsi savunmalarımda mevcuttur

ama yeterince okunduğunu, dikkate alındığını, uygulandığını sanmıyorum.

Bu çabalarımı Lenin'in çabalarıyla karşılaştıranlar da oluyor. O da eleştiriyordu, yeni bir sistem öneriyordu ve

pratize etmeye çalışıyordu. Lenin de teori geliştirmiştir, pratiğe de dökmüştür, o imkanları olmuştur. Ama işte benim

burada böyle bir imkanım yok. Ancak bunu kimse anlamıyor.

BİZİM DEMOKRATİK MODERNİTE TEORİMİZ VAR

Bir diğer soru “iktidar birikimi” kavramına ilişkindir. Sermaye birikimine çok atıf yapılmıştır ama “iktidar

birikiminin” ilk kez kullanıldığı söyleniyor. Sermaye birikimi savunmam açısından önemli bir kavram. Fakat en az onun

kadar önemli olan diğer kavram da iktidar birikimidir. Bunlar birbirlerinden bağımsız olan şeyler değil. Sermaye birikimi

oldukça iktidar birikimi de kaçınılmaz oluyor. Braudel de Marks da sermaye birikimine değinmiştir fakat ikisi de bir sonraki

Page 209: DERLEYEN : AZAD BADIKI · Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik

DERLEYEN : AZAD BADIKI

hamleyi, iktidar birikimini görememiştir. Sermaye birikimiyle bağlantılı iktidar birikimini görememiştir. İşte Hitler'i gördük.

Hitler, iktidar birikiminin zirvesiydi. Bunları siyasete iyi uyarlamak gerekir.

Bunlar moderniteyle bağlantısı olan şeyler. Bizim demokratik modernite teorimiz var. Kapitalist moderniteye

karşı demokratik moderniteyi savunuyoruz. Kapitalizmin yıkıcılığına ve emekçilerin sorunlarına karşı bu model önemlidir.

Kapitalist modernitenin endüstriyalizmine karşı biz ekolojik üretim toplumunu savunuyoruz. Ulus-devlete ya da devletin

ulusuna karşı demokratik ulus blokunu, demokratik toplumu savunuyoruz. Demokratik ulus, küçük birimler olarak varlığını

koruyacak. Mesela Türkiye için Türkiye Demokratik Ulus birimleri kavramını kullanabiliriz. Herkes kendi dil, renk ve

özgünlüğüyle buna katılacak. Mesela bir halka düşünülebilir, fakat bu halkanın ucu kapalı değil, uçları birbirine değmiyor.

Ucu açık bir halkadır. Ucu kapalılık, nokta haline gelmedir. Nokta haline gelinmemelidir. Yani her halkanın uçları

kapanmayacak, diğer halkalara açık olacak. Kesişme noktaları olacak. Birbirlerine etkilenmeler, birbirlerine verip almalar

olacak, buna açık olacak. Bir halka Kürt, bir halka Türk, bir halka Arap, bir halka Acem vs hepsi iç içe geçiyor, kesişme

noktaları oluyor, ortak değerleri, ortak kültürleri oluyor. Bunlar demokratik ulus birimleridir. Bu şekilde özyönetim

güçleriyle kendilerini ortaya koyarlar. Bunlar Dipnot vb. çeşitli dergilerde tartışılabilinir.

Bunlar savunmamın temelini oluşturuyor. Ertuğrul Kürkçü onlar da bunun üzerinde durabilirler. Türkiye'de

kapitalizm nasıl bu kadar emekleri sömürdü, doğayı sömürdü, her şeyi yok etmeye başladı, nasıl bu hale gelindi? Buna

karşı hala neden mücadele verilemiyor, neden örgütlenme yapılamıyor? Blok çalışmaları bu temelde hızlandırılabilir. İşte

görülüyor 70 yıldır sol bir araya gelemedi. Onu da bana yüklediler. Savunmalarımdan yararlanılırsa yüzde yirmilerde oy

alınır, patlama olur.”

DERSİM’İ YÖNLENDİREN BİR GLADİO VAR

Öcalan son olarak şunları söyledi: “Dersim ve Bingöl üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Buralar seçimlerde

beklenenin elde edilemediği yerler. Bu durumun değerlendirilmemesi, üzerine gidilmemesini esefle karşılıyorum. Dersim'i

idare eden, Dersim'i yönlendiren bir Gladio var. Aynı şekilde Bingöl'e yerleşen Bingöl'ü de idare eden bir Gladio var. Ama

her iki yerdeki Gladio da aynı merkezden yürütülüyor. O Kamer Genç gibiler “biz Alevi Türküz, Kürt değiliz” diyorlar.

Bunlar Gladio elemanları, çocuklarını da Amerika'da okutuyorlar. Kamer Genç 1980 darbesinin adamıdır. Hatta Kamer

Genç örtülü ödenekten beslenmektedir. Her türlü şeyi yapmasına rağmen buna ses çıkarılmıyor, neden? Çünkü

Dersim'in bir kısmını bu şekilde tutuyor, Gladioya bağlı kılıyor. Bingöldekiler de “biz Kürt değiliz, Şafi Zazayız” diyorlar.

Dersim'de Alevi-Zazacılığı bize karşı geliştiriyorlar. Yine Bingöl'de Şafi-Zazacılığı geliştiriyorlar. Bu ikisinin de kaynağı

Gladiodur. Bunlar iyi çözümlenmelidir, üzerinde önemle durulmalıdır. Aslında ikisi de aynıdır. İkisi de Kürtlüğü bitirmeye

dönük özel savaş uygulamalarıdır. Bunların tedbirleri alınmalıdır. Her ikisini de yöneten, idare eden aynı merkez, aynı

Gladio, aynı zihniyettir. Bu durum iyi çözülmelidir. Bu durum iyi çözülmediği sürece orada yol katedilemez, bu

görülmelidir.

Bazı dergilerde yayınlanan makaleler üzerine “Apo'dan özgürlük filozofu yaratıyorlar” şeklinde eleştiriler

yapanlar olmuş. Ne filozofu! Bu tür şeylere ihtiyaç duymuyorum.

Bazı cezaevlerinin boşaltılarak tutsakların başka yerlere nakledildiğine dair haberler basında çıktı. Yeni bir KCK

operasyonunun yapılabileceği belirtiliyor. Eskisinden çok daha kapsamlı, çok daha büyük operasyonlar yapabilirler. Daha

kapsamlı askeri operasyonlar da yapabilirler. Bu durum da herşeyi daha içinden çıkılmaz hale getirecektir.

Dipnot dergisini de takip ediyorum, başarılı buluyorum, çalışmalarında başarılar diliyorum. Tüm halkımıza en

derin sevgi ve selamlarımı iletiyorum.”