Upload
others
View
5
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
DETAY PROJESİ
MART AYI ÖYKÜ VE ETKİNLİKLER-ORTAOKUL
AR-GE
2018-2019
ORTAOKULLAR YÖNERGESİ
Birinci pazartesi; okunan öyküler için öğretmenin
öncülüğünde; öykülerde öne çıkan değer başlıkları
öğrenciler tarafından tespit edilip tahtaya yazılır.
Öğrencilerin bu değerleri defterlerine yazmaları sağlanır.
Öğrenciler öyküleri dönüşümlü olarak veya akıllı tahta
varsa akıllı tahta eşliğinde okuyacaktır. Değerler Eğitimi
temsilcilerimiz hikâyeleri okul öğretmenleriyle
paylaşmalıdır.
İkinci pazartesi; öğrencilerin not ettiği değerlerden
istedikleri değerleri seçmeleri ve seçtikleri değere ilişkin
okuma saatinin ilk 15 dakikasında bir paragraf yazı
yazmaları sağlanır. Yazdıkları bu paragrafı sınıfta okumaları
ve karşılıklı görüş alışverişinde bulunmaları sağlanır. Ayrıca
uygun olan öyküler için gönüllü olarak drama çalışması da
yapılabilir. Yapılan çalışmaların görselleri kayıt altına
alınmalıdır.
Okuma saatinden sorumlu öğretmen her pazartesi sınıfıyla
yaptığı çalışmayı Değerler Eğitimi temsilcimize bildirir. Her
sınıfın kayıtlarını ayrı ayrı tutan değerler eğitimi
temsilcimiz ayın son haftası kendi çizelgesinden Bingöl
MEM AR-GE ‘nin gönderdiği FORM’a bilgileri aktarır. Aylık
Rapor Formunu AR-GE’ye ulaştırır.
1. ÖYKÜ
TOHUMLAR YEŞERDİ 1
Öğlen zili çalmış, Zeynep Öğretmen herkese afiyet
olsun dileklerinde bulunup sınıftan çıkmıştı. Sınıf
nöbetçisi, öğretmenin arkasından yavaşça sınıf kapısını
kapatmış, sınıf başkanı olan Selma masaya oturmuştu.
Nöbetçi sınıfa kimse girmesin diye kapıda beklerken,
Selma arkadaşlarına hitaben:
- Merhaba arkadaşlar. Bildiğiniz üzere,
önümüzdeki hafta cuma günü olacak Öğretmenler
Günü'nde öğretmenimize nasıl bir hediye alacağımızı
belirlemek için toplandık. Görüşlerinizi almak
istiyorum.
İlk parmak kaldıran Rumeysa olmuştu. “Arkadaşlar,
hepinizin bildiği gibi Zeynep Öğretmen kitap okumayı
çok seviyor. Bence bu hafta boyu, okumaktan en çok
hoşlandığı konuları öğrenelim, sevdiği türden bir kitap
seti hediye edelim, ne dersiniz?” Sınıf birbirine bakmış,
Selma bunu ilk öneri olarak tahtaya yazmıştı. “Hepiniz
görüşlerinizi belirttikten sonra toplu olarak
değerlendirip karar verelim, olur mu arkadaşlar?”
Sinan, “8D sınıfı, taktıkça kendilerini hatırlasın diye
öğretmenlerine çok güzel bir kolye alacaklarmış,
kuzenim söyledi.” Engin, “Manzara resimlerini çok
seviyor Zeynep Öğretmen, evinin salonuna asabileceği
büyüklükte bir tablo almaya ne dersiniz? Böylece biz
liseye geçince de bizi hiç unutmaz, tabloya baktıkça
hatırlar.” Ömer, “Resim çizmeyi de seviyor, acaba
tablonun yanında bir tuval de mi hediye etsek?”
Derya: “Tamamen bitkisel içerikli bir cilt bakım ve öz
bakım setinin yanında sağlıklı bir parfüme ne
dersiniz?” Mehmet: “Taktıkça bizi hatırlayacağı bir
başörtü, yüzük ve bileklik alsak?” liste bu şekilde uzadı
gitti. Son olarak Selma oldukça düşünceli görünen
Suna’dan görüş alacaktı. “Önceki yıllar hediyelerimizi
teker teker veriyorduk; bu sene ise mezun olacağımız
için bizi hep hatırlatacak toplu ve farklı bir şey yapalım
dedik. Biliyoruz ki hediyeleşmek sevgiyi arttırır, ancak
alınan şey ne olursa olsun yıpranır ve insan, ömrünce
onu taşıyamaz. Ama yaşatılan güzel bir anı ömür boyu
hatırlanır, kişi unutmaz! Şu durumda öğrettiklerini
uyguladığımızı görmek, Zeynep Öğretmen için en güzel
hediye olacaktır. Bundan dolayı takım ruhuyla
yaptığımız iyi bir işi tiyatro yapıp kendisine
canlandıralım bence! Ayrıca bize; ahlaklı bir şekilde
değerlerimizle yaşamayı öğreten, Allah’ı çok seven
öğretmenimize “Allah” yazılı bir tablo hediye edelim.
Böylece tabloya her baktığında Allah’ı hatırlar, Allah’ı
hatırladıkça da bize dua eder, ne dersiniz?” O zamana
kadar fikir belirtmeyen Selma da “Bence harika olur
arkadaşlar, dilerseniz bu fikri oylamaya sunalım.
“Tamam diyenler?” Tüm sınıf parmak kaldırmıştı.
Selma:
- Şu durumda tam olarak ne yapacağımıza da
karar vermek için biraz daha düşünelim arkadaşlar.
Öğretmenimizle toplu olarak yaşadığımız bir anıyı
canlandıran bir çalışma yapsak daha iyi olur sanki, ne
dersiniz?
Öğrenciler genellikle Zeynep Öğretmenin kendileriyle
geçirdiği özel anıları hatırlıyor; sınıfça yaptıkları,
herkesin payı olan bir çalışmayı hatırlamak için de
hafızalarını zorluyordu. Suna, dört senedir yaptıkları ve
hala sürmekte olan bir çalışmayı hatırlamış ve
“Buldum!” diyerek parmak kaldırmıştı. “Sosyal
Yardımlaşma Vakfından listesini aldığımız; ilimizde,
özellikle de yakın mahallelerde yaşayan ihtiyaç
sahiplerine ve yetimlere yardım ulaştırma
çalışmalarında hepimiz bulunduk, değil mi?” Selma,
“Bildiğim kadarıyla 24 kişi olduğumuz için her sene 24
haftalık ziyaret planlayıp gerçekleştirdik. Yani her sene
birer defa bu ziyaretlerde bulunduysak arkadaşlar şu
ana kadar her birimiz en az üç defa Zeynep
Öğretmenle birlikte bu ziyaretlere gittik. Değil mi?
Gitmeyen varsa parmak kaldırsın.” deyince hiç parmak
kaldıran olmamıştı. Selma fikrini açıklaması için sözü
yine Suna’ya vermişti. “Hepimiz yalnız başımıza bir
hediye aldığımız takdirde ne kadar harcayacaksak o
parayı sınıf kumbarasına koyalım. Kumbarada biriken
parayla şu ana kadar ulaştığımız 75 aile için minik
hediyeler alalım. Bingöl Kültür Merkezinin 450 kişilik
kapasitesi var. Kutlamayı yapmak üzere 24 Kasım
Cuma günü için Kültür Merkezine şimdiden
rezervasyon yaptıralım. Zeynep Öğretmen’le birlikte
biz 25 kişiyiz. Annelerimiz-babalarımız 48 kişi, 75 aileyi
de ortalama 5 kişiden hesaplarsak 375 kişiyle birlikte
ortalama 450 kişi oluyoruz. O gece müsaitlerse müdür
ve müdür yardımcımızı da kutlamaya davet ederiz.
Gelen herkese dürüm, ayran, kek ve su dağıtırız.
Sınıfça yemek servisini yapar, boşları toplar,
davetlilerin ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı oluruz.
Şu durumda bu hafta boyu; yemek ücretini ve 75
ailenin evden alınıp eve bırakılması için 22 servisin
ücretini, yani ortalama 4000 tl’yi karşılayabilecek
“sponsor” aramalıyız. Ama bunu dernek üzerinden
yapamayız, yoksa sürpriz olmaz! Organizasyondan
haberi olsa da Zeynep Öğretmen’in 24 Kasım Cuma
gününe kadar kesinlikle o 75 aile ve yapacağımız
tiyatronun konusundan haberi olmamalı!
Organizasyon tamamen ailelerimizin çalışması olursa
ve davetli listesini Zeynep Öğretmen görmezse,
böylece sürprizimizi öğrenemez inşallah. Bu yüzden
durumu babalarımızla görüşelim. Onlar sponsor bulma
konusunda bize yardım etsinler. Sponsor bulduktan
sonra rezervasyonu kesinleştirelim. Ardından servisle
taşınacaklarını söyleyip, kutlamaya mutlaka
katılmalarını rica ederek 75 ailenin tamamına
ailelerimizin de yardımıyla davetiye ulaştıralım.
Davetliler kutlama yemeğini sinevizyon gösterileri
eşliğinde yedikten sonra birkaç şiir okur ve
tiyatromuzu sergileriz; programın sonunda da aileler
için aldığımız minik hediyeleri dağıtır, programımıza
katıldıkları için teşekkür ederiz, ne dersiniz?” Selma,
“Doğrusu gerçekleştirebilirsek müthiş olur!” demiş ve
saatine bakmıştı, saat epey ilerlemişti, öğlen arası
bitmek üzereydi, artık evde yemek yemeğe
yetişemeyeceklerdi, namaz kılacak kadar zaman
kalmıştı sadece. “Arkadaşlar, dilerseniz bugün ders
çıkışında yine sınıfta toplanıp devam eder, tiyatro
konusu ve organizasyona ilişkin son kararlarımızı alırız,
ne dersiniz? “Tamam” deyip dağıldılar. Zeynep
Öğretmen derse, elinde koca bir tepsiyle gelmişti.
Bugün kayınvalidesi İstanbul’dan kendilerini ziyarete
gelmiş; oğluna, Zeynep Öğretmen'e, torunlarına ve çok
sevdiğini bildiği için öğrencilerine kendi elleriyle
tepsilerle poğaça, börek ve baklava yapmıştı. Zeynep
Öğretmen de teneffüste yemek isterler diye
öğrencilerine getirmişti. “İnanılır gibi değil!” diye
düşünmüştü neredeyse bütün sınıf. Öğlen yemek
yemedikleri için kurt gibi acıkmışlardı. İlk ders bir öykü
inceledikleri için zamanın nasıl geçtiğini
anlayamamışlardı. Teneffüste de Zeynep Öğretmen’in
ısmarladığı çay eşliğinde evden getirdiklerini yemiş,
bayağı bir enerji toplamışlardı. Bütün öğrenciler
Allah’ın kendilerini nasıl gözettiğini bir kez daha
görmüş, şükretmişlerdi. Güzel bir niyetle yola çıkana
Allah işte böyle ikramlarda bulunurdu.
2. ÖYKÜ
TOHUMLAR YEŞERDİ 2
Okulun çıkış zili çalmış, Zeynep Öğretmen iyi tatiller
dileyerek sınıftan çıkmıştı. Ders sonrası toplantıları
olduğunu söyleyerek temizlik görevlisine önceki
teneffüste sınıfı temizletmiş olan sınıf başkanı Selma,
şimdi toplantıyı başlatmıştı.
- Tekrar hoşgeldiniz arkadaşlar. Biliyorsunuz,
öğlen arası olan toplantımızda ihtiyaç sahibi
ailelerin de olduğu bir kutlama programı
hazırlamaya karar vermiştik. Dilerseniz şimdi de
tiyatro konusuna karar verelim.
Gülseren parmak kaldırmıştı, “Okuduğum bir öyküde
ihtiyaç sahibi insanların, kendilerinden daha zor
durumdaki insanlara yardım ettiklerinde kendi
dertlerini unutup mutlu olduklarını, hatta böylece
kendi ihtiyaçlarını da karşılama yolları bulduklarını
yazıyordu. Anlatılanlara hem çok şaşırmış, hem de
anlatılanlardan çok etkilenmiştim. Bir şeyi çok isteyip
de onu elde edemediğimde ihtiyacı olan birini bulup
ihtiyacını gidermeyi artık alışkanlık haline getirmiştim.
Gerçekten bu rahatlama ve huzur duygusunu ben de
hissettim. Yapacağımız drama bu 75 aileye de mesaj
vermeli. Öyle bir mesaj vermeli ki; en çok ihtiyaç
duydukları “kanaatkarlık” duygusuyla tanışsınlar. Yine
öyle bir mesaj vermeli ki; yaşadıkları ağır şartlardan
dolayı hissettikleri hüzün ve üzüntüden kurtulsunlar.
Bildiğiniz gibi Suriye Savaşı'yla ülkemize çok fazla
Suriyeli göçmen geldi. Hatırlarsanız geçenlerde Zeynep
Öğretmen söylemişti; Bingöl’de de şu an 95 Suriyeli
aile bulunmakta. Bunların sadece 20’si sahip oldukları
meslekleriyle çalışıp para kazanmakta geriye kalan 75
aile oldukça zor durumda ve halktan gelen yardımlarla
geçinmekte. Bizim ziyaret ettiğimiz Bingöllü 75 ihtiyaç
sahibi aile ile Bingöl’e sığınan 75 Suriyeli ailenin kardeş
aile olduklarını hayal ediyorum da… İşte bu hayalden
yola çıkıp bir tohum atalım arkadaşlar; kimbilir tohum
yeşerir, filizlenip dal budak sarar, ağaç olur da günün
birinde biz de bu ağacın altında gölgeleniriz. Zeynep
Öğretmen hep şöyle demiyor mu: “Bütün büyük işler,
ufacık bir hayal ile başlar; siz de iyi işler yapmayı hayal
edin ve sonra planlayıp küçük adımlarla yol alın
yavrularım.” Yapacağımız tiyatronun senaryosu ise
şöyle olsun: “Suriyeli bir aile, Bingöllü ihtiyaç sahibi bir
aileye komşu oluyor. Birbiriyle yaşıt küçük kızları da
aynı okulda 1. sınıfa devam ediyordu. Dilini
bilmedikleri için sınıfta hiç kimse Serra ile arkadaşlık
kurmak istemiyordu. Ancak Nurdan, her sabah ve
öğlen Serra ile okula gidip geliyor, teneffüslerde de
Serra ile oynuyordu. Bu şekilde Serra artık Türkçeyi,
anlaşabilecek kadar konuşabiliyordu. Yol arkadaşlıkları
sınıfta sıra arkadaşlıklarına dönüştü. Artık Nurdan,
ödevlerinde de Serra’ya yardımcı oluyordu. Nurdan’ın
yardımıyla Serra da arkadaşlarıyla birlikte okuma-
yazmaya geçmiş, bu şekilde dostlukları da giderek
artmıştı. Nurdan evde annesi ve kardeşlerine
Serra’dan bahsediyor, annesinin yatalak kardeşine
baktığını, babasının da bel fıtığı olduğundan ağır iş
yapamadığını, bundan dolayı Sosyal Yardımlaşma
Vakfının üç ayda bir verdiği yardım ve komşuların
getirdiği erzaklarla geçindiklerini anlatıyordu.
Sığındıkları ev için de belediye tarafından yıkım kararı
alındığından şimdi ne yapacaklarını, nereye
gideceklerini bilemediklerini üzülerek anlatıyordu. “En
azından bizim elhamdülillah, devlet tarafından kiramız
karşılanıyor, ve babam henüz işten çıkarıldığı için
işsizlik maaşı alıyor anneciğim.” diyerek ağlıyordu.
Bunun üzerine evlerinde kullanmadıkları bir odayı bu
Suriyeli aile ile paylaşmaya karar vermişlerdi. Sokakta
kalmalarına göz yumamazlardı. Sığındıkları evden
komşuların kendilerine verdiği döşek-yorganları, özel
birkaç parça eşyaları ve küçük tüplerini alarak
Nurdanların evine yerleşmişlerdi. Nurdan’ın annesi
Serra’nın annesine dikiş-nakış öğretmiş, mahalleden
gelen siparişleri beraber yapmaya başlamışlardı. Şimdi
iki kişi oldukları için Nurdan’ın annesi daha fazla sipariş
alıyor, kazançlarını paylaşıyorlardı. Bir süre sonra
Nurdan’ın babası Serra’nın babasını alıp fırın sahibi
olan kuzeniyle tanıştırmış, ikisi de fırına çırak olarak
yerleşmişlerdi. Bir yıl sonra fırın işini iyice öğrenmiş
eşlerinin de sermayesiyle küçük bir poğaça-gözleme-
simit büfesi açmışlardı. İşlek bir yerde olduğundan çok
satış yapıyor, oldukça fazla kazanıyorlardı. Artık her iki
aile de refaha kavuşmuş, ayrı ayrı evlere yerleşecek
kadar para kazanmışlardı. Ancak birbirlerini o kadar
çok sevmişlerdi ki ayrılmak istemiyorlardı. Biraz daha
çalışıp kazanarak altlı üstlü bahçeli bir ev satın almaya,
böylece bir ömür kardeşçe yaşamaya karar
vermişlerdi. Nurdan ile Serra da birbirlerine destek
olarak ilkokulu bitirmiş ve babalarının aldıkları şirin
bahçeli evde iki kardeş gibi yaşamışlardı.” Bu minik
öykü bize “Bir elin nesi var iki elin sesi var.” atasözünü
hatırlattı değil mi arkadaşlar? Yani “Birlikten kuvvet
doğar.” Şu durumda oraya gelen tüm ihtiyaç sahibi
ailelere bir pencere açmış olacağız. Varlığa ulaşabilmek
için, öncelikle yüreklerinin zengin olması gerektiğini
görecek ve kendilerine acımak yerine kendilerinden
daha ihtiyaç sahibi insanları bulup onlara yardım
etmeleri gerektiğine karar verecekler. O gece, o
ailelere verebileceğimiz en güzel mesaj bu olur diye
düşünüyorum arkadaşlar, ne dersiniz? Eklemek veya
çıkarmak istedikleriniz olursa görüşlerinizle tiyatro
konumuzu daha da zenginleştirebiliriz.” Gülseren’in
senaryosu herkesin hoşuna gitmiş hiçbir değişiklik
yapmadan bunu oynama kararı almışlardı. Hafta sonu
boyunca çocuk kulübünün kendilerine ayrılan
saatlerinde kapıları sıkı sıkı kapatıp bu oyunun
provalarını yapmışlardı. Hafta içi provalar devam
etmiş, bir yandan da organizasyonu tamamlamışlardı.
İhtiyaç sahibi aileleri teker teker ziyaret etmiş,
hepsinden de kutlamaya gelme sözü almışlardı.
Nihayet 24 Kasım Cuma günü gelip çatmıştı. Bütün
sınıflarda öğretmenlere hediyeler verilmiş, öğrenciler
öğretmenlerine olan sevgilerini şiirlerle dile
getirmişlerdi. 8A sınıfında ise heyecan doruktaydı.
Öğrenciler hemen ilk derste Zeynep Öğretmen’in
öğretmenler gününü kutlamış ve Zeynep Öğretmen’e
büyük bir tablo hediye etmişlerdi. “Lütfen
öğretmenim, bu gece Kültür Merkezinde yapacağımız
program bitiminde, yani eve döndükten sonra bu
tabloyu açın, olur mu?” deyip programdan önce
açmaması için ısrar etmişlerdi. Zeynep Öğretmen de
gülümseyerek “tamam” demişti. Kültür Merkezindeki
kutlama programı akşam 17.00-19.00 arasıydı. Yani
ders 14.30’da bitince, program öncesi tüm
organizasyonu gözden geçirmek ve son bir prova
yapmak için sadece iki buçuk saatleri vardı. Tüm
tiyatro ekibi Kültür Merkezine geçip provaya
başlamıştı. Aileleri taşıyacak servislere adresler
verilmiş, salona konukların ağırlanacağı şekilde bir çeki
düzen verilmiş, kapıda çikolata ve kolonyayla konuklar
karşılanmaya başlanmıştı. Hem alt kat hem de üst
katta beşer öğrenci gelen konukların oturma düzenini
belirliyor, aileler çocuklarıyla rahatça oturabilecekleri
yerlere yerleştiriliyordu. 8A sınıfı öğrencilerinin anne
babaları en ön sırada değil, davetli ailelerin arasına
gelişigüzel oturmuşlardı. Protokol oturma düzeni
olmayınca programa gelen müdür ve müdür yardımcısı
da öğrencilerin yönlendirdiği yerlere oturmuşlardı.
Zeynep Öğretmen’in de çocuklarıyla birlikte geldiğini
görünce 8A sınıfının sevinci katlanmıştı. Nihayet
saatler 17.00'yi gösteriyordu. Selma sunucu olarak
tüm konukları selamlayıp program akışını arz etti.
Ardından sinevizyon gösterileri başlamış ve yemek
dağıtımı yapılmıştı. Sinevizyon gösterileri iki bölümden
oluşmaktaydı. Yemek eşliğinde izlenecek ilk bölüm
genellikle öğretmenlerin öğrencileriyle iletişimini konu
alıyordu. Videolarda öğrencilerin okulda edindikleri
becerilerle kendi yakınlarına ve topluma sağladıkları
faydalar işleniyordu. Yemek sonrası öğrenciler
tarafından bütün boşlar toplanmış, o arada da birkaç
şiir okunmuştu. Yemekten sonraki sinevizyon
gösterilerinin ikinci bölümünde ise Suriye Savaşı'nın
başından bu yana sınırdan geçmeye çalışırken
öldürülenlerin görüntüleri ve sınırdan geçmeyi başarıp
Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin yaşadıkları zor durum
konu alınmıştı. Konukların kendilerinden daha zor
durumda olanlara yönelik farkındalık geliştirmeleri
sağlanmıştı. Zeynep Öğretmen sinevizyon sonrası şöyle
bir etrafına bakındı ve bu ailelerin hepsini tanıdığını;
öğrencileriyle onları ziyaret ettiklerini hatırladı. “Allah
Allah! Hem de neredeyse hepsi oradaydı, ne olmuştu
ki acaba, buraya niçin ve nasıl gelmişlerdi? Bu yemeğin
sponsoru da kimdi?” şeklinde zihninde bir yığın soruyla
şaşkın şaşkın etrafı gözlüyordu. “Bu ihtiyaç sahibi
ailelerin dışında öğrenci olarak bir tek kendi sınıfı ve
velileri vardı salonda. Halbuki belediyenin
sponsorluğunda herkese açık bir organizasyon
sanıyordu bu kutlamayı. Gündüz azıcık rahatsızlandığı
için evde dinlenmeyi tercih edecekti ama, öğrencilerini
kıramadığı için dört yavrusunu da alıp gelmişti. Neler
oluyordu acaba?” diye düşünürken sunucu olarak
Selma; Zeynep Öğretmen’in Öğretmenler Günü'nü, en
zor zamanlarında kendilerini ziyaret ettiği dostları
arasında kutlamak istediklerini belirten bir giriş
yapmıştı. Bu şekilde Zeynep Öğretmen’in zihnindeki
tüm sorular cevabını bulmuştu. Aman Allah’ım! Nasıl
bir duyarlılıktı bu böyle ya! Duydukları ve gördüğü
manzara karşısında ancak, “Maşaallah!” diyebilmişti.
Az sonra perde açılmış, tiyatro başlamıştı. Bütün
oynayanlar da 8A sınıfıydı! Şimdi de ancak
“Subhanallah!” diyebilmişti. Bu yavrular neler
düşünebiliyor, neler yapabiliyorlardı böyle! Tiyatroyu
sonuna kadar çocuklarıyla birlikte pür dikkat izlemiş ve
nutku tutulmuştu. Bizim “çocuk” ve “küçük” olarak
gördüğümüz yürekler, ne de “büyük” yüreklermiş!
Programın tamamı hem Zeynep Öğretmen’e, hem
müdüre hem de müdür yardımcısına tam bir sürpriz
olmuştu. Altlı üstlü salon hınca hınç doluydu.
Tiyatronun bitiminde bir alkış tufanı kopmuş ve
seyirciler tarafından öğrenciler ayakta alkışlanmıştı.
Ailelerin de öğrencilere bir sürprizi vardı. Tiyatro dahil
tüm program kamerayla kayda alınmış ve CD olarak
tüm öğrencilere dağıtılacaktı. Alkışlar hala devam
ediyordu. Aman Allah’ım! Ne muhteşem bir gece
geçirmişti! Yüreği yerinden fırlayacak gibi atarken,
“Demek ki tohumlar yeşerdi Rabbim!” diyerek
yutkundu ve mutluluk gözyaşlarını artık tutamadı.
Programın tamamına konuklar bayılmıştı. Gözyaşları
içinde, “Biz almamız gereken mesajı aldık Hoca Hanım,
artık hazır balık beklemeyecek; balık avlamayı öğrenip
bizim durumumuzdakilere öğreteceğiz!” türünden
ifadeler kullanarak öğrencilerin nasıl da amaçlarına
ulaşmış olduklarını göstermişlerdi. “Yüzlerce seminer
onlara bu duyguyu veremez, bu kararı aldıramazdı. Ya
öğrenciler? Hangi ara bu kadar olgunlaşıp
derinleştiler? Allah’ım, kuşlarım yuvadan uçuyor, sen
onların kolu ve kanadı ol!” türünden yürek dolusu
sevgiyle dua ediyor ve öğrencileriyle kucaklaşıyordu.
Rüya gibi “2 saat” geçirmişti. Yeryüzünde alabileceği
en harika hediyeyi almıştı; tüm ektiği tohumların
eksiksiz ve kusursuz çiçek açtıklarına şahit olmuştu bu
gece. Rabbinden daha ne dileyebilirdi ki? Bu
düşünceler arasında evinin yolunu tutmuş, yavrularını
uyutmuştu. Yatsı namazını kıldıktan sonra tam
uyuyacakken “hediye tabloyu” hatırlamış; salona geçip
asacağı uygun bir yer ayarlamaya çalışmıştı. Tabloyu
hediye paketinden sıyırıp da “Allah” lafzını görünce
boğazı düğümlenmiş ve artık hıçkırıklara boğulmuştu.
Tüm bu değerlerin temelindeki ana gayeyi anlamıştı
“yavrucakları”. Evet! Her şey Rabbin rızası, yaradan
aşkı, yani “Allah” içindi. Tabloyu astığı yerden “Allah”
lafzına takılı kalan gözlerinin önünden teker teker tüm
öğrencileri geçmiş, “Rabbimin kucaklayışıyla kalın
yavrucaklarım.” diye usulca dua etmişti.