40
P erspektif P erspektif DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sayı: 204 • İslam Toplumu Millî Görüş Aylık Yayın Organı HAMBURG ROSTOCK DORTMUND KASSEL NÜRNBERG HEILBRONN MÜNİH IRKÇI TERÖR

DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

  • Upload
    others

  • View
    1

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

PerspektifPerspektifDEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 • İslam Toplumu Millî Görüş Aylık Yayın Organı

HAMBURG ROSTOCK

DORTMUNDKASSEL

NÜRNBERG

HEILBRONN MÜNİH

IRKÇITERÖR

Page 2: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki
Page 3: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

Pers pek ti fIGMG AY LIK YA YIN OR GA NI

DEZEMBER / ARALIK 2011Yıl/Jg.: 17, Sayı/Nr.: 204

Boschstr. 61-65, D- 50171 KerpenTel.: 02237/ 656-0 • Fax: 02237/ 656 555

www.igmg.deE-Mail: [email protected]

YA YIN CI • HE RA US GE BERIGMG-Is la misc he Ge me ins chaft Mil lî Gö rüş e.V.

Amt sge richt Bonn, VR 6621Vertreten durch den Vorstand:

Kemal Ergün, VorsitzenderOguz Ücüncü, GeneralsekretärHakkı Çiftçi, stellv. Vorsitzender

Genel Yayın Yönetmeni / Chefredakteur:Mustafa Yeneroğlu (V.i.S.d.P)

Editör: İlhan BİLGÜBaskı · Druck: Ya vuz söh ne-Du is burg

Ya yın la nan ma ka le ve fi kir ya zı la rı nınso rum lu luk la rı ya zar la rı na ait tir.

Di e in der Ze itsc hrift ve röf fent lich ten Mei nun genbin den di e Au to ren, nicht di e IGMG.

İLAN SER Vİ Sİ · AN ZE IGEN SER VI CE:Tel.: 02237/ 656-201 • Fax: 02237/ 656 555

E-Ma il: ta nit [email protected]

ABO NE SER VİSİ · ABON NE MENT:IGMG-Is la misc he Ge me ins chaft Mil lî Gö rüş

Mitgliederbetreung:Boschstr. 61-65, D- 50171 Ker pen

Tel.: 02237/ 656-0 • Fax: 02237/ 656 555E-Ma il: mitg li [email protected]

Yıl lık abo ne üc re ti: 59,-EU ROJah re sa bon ne ment: 59,-EU RO

IGMG Ge nel Mer kez Üye le ri ne üc ret siz dir.

Der Be zugs pre is ist für Ve re ins mitg lie derim Mitg li eds be it rag ent hal ten.

HE SAP NO · BANK VER BIN DUNG:BANK AUSTRIA:

IBAN: AT 23 12 000 515 74 66 56 01SWIFT: BKAUATWW

Selamların en güzeli ile

Bir Kurban ve Haccı DahaGeride Bırakırken

Allah’a sonsuz şükürler olsun ki, bir Kurban ve Hac dö-nemini daha geride bıraktık. IGMG Hac ve Seyahat Şir-keti’nin düzenlediği Hac organizasyonu bu yıl da başarı iletamamlandı. Şu sıralarda, ilk bahar aylarından başlayacakolan umre seferleri için hazırlıklara başlanıyor. Bu sene top-lamda 5400’e yakın hacıya hizmet sunuldu. Allah hacıla-rımızın haclarını kabul ve mebrur eylesin.

IGMG Sosyal Yardım Derneği HASENE, her yıl olduğugibi bu yıl da büyük bir Kurban Kampanyasına imza attı.Kurum, 300’ye yakın gönüllüsü ile 52 ülkede 128 bine ya-kın Kurban’ın kesim ve dağıtımını gerçekleştirdi. Cenab-ıHak’tan, bu kampanyaya bağışta bulunan kardeşlerimizinkurbanlarını kabul etmesini niyaz ederken gönüllülere birkez daha teşekkür ediyoruz. HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki kardeşlerimizin yaralarına merhemolmaya çalıştı, yapılması gerekli yardımlar konusunda ça-lışmalarını bizzat bölgede yürüttü.

Bu arada, önceki ay tüm Avrupa’dan 2300’ü aşkın üni-versite öğrencisinin katıldığı UNIDAY ‘11 başarılı bir şe-kilde icra edildi.

Çok daha aktüel bir gelişme olan ırkçı terör bu ay yi-ne gündemdeydi. Daha doğrusu ırkçı terör gündemi altüstetti. Konunun önemine atfen gün yüzüne çıkan cinayetle-rin buz dağının sadece görünen kısmı olduğuna işaretle, he-pimizi tedirgin etmesi gereken bu gelişmelerin sebep ve so-nuçlarını ve aşırı sağcı terörün yakın tarihî gelişimini çeşit-li açılardan ele almaya çalıştık.

Ayrıca, Libya eski lideri Kaddafi’nin iktidardan düşürül-mesine ve esas itibariyle Müslümanlara hiç yakışmayan bir şe-kilde öldürülmesine tanık olduk. Kaddafi’yi ve yaptıklarını kim-senin tasvip etmesi mümkün değil. Fakat, teslim olan ve emandileyen bir insanın bu şekilde katletmesini kesin bir dille kı-nıyoruz. Kaddafi’nin ‘‘hastalıklı’’ kişilik ve tutumlarına yöne-lik bir incelemeye yer veriyoruz. Öte yandan dünyayı son za-manlarda yeniden sarsan ekonomik kriz, pek çok Avrupaülkesinde önemli toplumsal ve siyasal krizi de beraberin-de getirdi. Konu, gelişmelere ve mevcut ekonomik siste-me yönelik eleştirel bir yaklaşımla ele alındı.

Gelecek sayımızda buluşmak üzere, kalbî selamlarımla.

• Mustafa YENEROĞLU

Page 4: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

Van’da Deprem Olmuş! .....................................................................................

“Döner Cinayetleri” ve Irkçı Terör .....................................................

Sağcı Terörün Yakın Tarihine Bakış ................................................

Krizdeki Ekonomik Sistem ..........................................................................

Bir ‘Kutsal’ Adamın Ölümü: Kaddafi ...............................................

UNIDAY ’11: “Düşlerimiz Maziye Dayanır” ..............................

Hac’dan Dönüldü Şimdi Umre’ye Hazırlanıyoruz ..........

Halilullah’ın (a.s.) Yolu........................................................................................

Aşk, Eylem ve Kurban İle Gelen Hasene......................................

Yaşadığımız Hayatın ‘Normal’ Olmadığını Gördük........

Modernleşmiş Mısır’da Kurban...............................................................

Kurban’ı ve Bayram’ı Avrupa’da Yaşamak...................................

“Sizden; İyiliği Emr, Kötülüğü NehyedenBir Topluluk Bulunsun”.....................................................................................

İslamî Hareketleri Anlamak........................................................................

Van Depremi ..................................................................................................................

56

101214

1620

2224262830

32

3438

iç indekiler

16

24

38

UNIDAY ’11:“DÜŞLERİMİZ MAZİYE

DAYANIR”

AŞK, EYLEM VE KURBANİLE GELEN HASENE

VAN DEPREMİ

g ü n d e m

t e ş k i l a t

i s l a m v e h a y a t

d ü n y a

Page 5: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

23 Ekim 2011 tarihinde Van ve çevresinde bir dep-rem meydana geldi. Deprem bölgesi olması hasebiyle böy-le bir tabiat olayına şaşırmamalı. Zamanı geldiğinde yi-ne, yeni depremler muhtemelen devam edecektir. Uz-manların da dediği gibi öldüren deprem değil, insanla-rın ihmalkârlığı, açgözlülüğü. Bütün bu olumsuzlukla-ra rağmen ölenleri geri getirmek mümkün değilse de yı-kılan binaları yeniden inşa etmek mümkün. Ancak işindepremden de ölümcül olanı ve insanı sarsan kısmı dep-rem bölgesinde Kürt ya da Türk avına çıkılmasıdır. Birsürek avına dönüşürcesine, etnik kökenleri karıştıran zih-niyet yıkılan binalardan daha da öldürücü bir durum arzediyor. Aslında ruhların, kalplerin ölümüdür bu. Bir ta-raftan depremin o korkunçluğundan ürkerek ne yapa-cağını bile şaşıran insanları kurtarmak yerine, onlara yar-dım ellerini uzatmak isteyen insanların ırkını sorma den-sizliğini yapanlar çıktı, diğer taraftan ise, hâşâ, Allah adı-na, bu mağdur insanlara ceza keserek “oh olsun” demeyegetiren soysuzlar.

‘‘Peki, bu duruma nereden ve nasıl gelindi?” sorusunaverilecek cevap, Van’da fiziken yıkılmış olan binalarınyeniden inşa edilmesinden çok daha kuşatıcı ve kurta-rıcı olacaktır. Depremde yardıma koşanların o insanî duy-guları, yıkıntılar altından insanları canlı kurtarma mü-cadelesi verenlerin heyecanları, canları dahil pek çok şe-yini kaybedip yine de tevekkülü ve teşekkürü elden bı-rakmayan o yürekler bu kurtarıcılığın ilk işaretleridir.

1999 yılında, Marmara depremini yaşayan bir ülke-de meydana gelen bu son deprem de gösterdi ki, devletuyumuş, açgözlüler gözlerini doyuramamış, onların bubitmek bilmeyen tamahkârtlığına göz yuman devlet debu suça iştirak etmiştir. Artık devletin uyumasına da, dev-leti uyumaya sevkeden vatandaş vicdanına da dur demekzamanı gelmiştir.

Yardım ve kurtarma çalışmalarında sivil toplum ku-ruluşlarının ve bazı belediyelerin devletin yardımlarınınönüne geçmesi takdire şayân olsa da, hâlâ, bir afet son-rasında yapılabileceklerin çok uzağında olduğumuz or-tadadır.

120 bin çadır getirmedi diye eleştirilen Kızılay’ı, eğereleştirecek isek, deprem öncesinde eleştirmek gerekir-di. Ama, şimdiki Kızılay’ın 1999 yılındaki Kızılay olmadığınıda gururlanarak söyleyebiliriz.

Hükümetin, ülkenin yeniden ve toptan imarına da-ir planladığı, ama ne zaman icra edileceği de merak ko-nusu olan girişimini ertelemesine kimsenin tahammülkalmamıştır. Gerek iktidar partisi, gerekse muhalefet ol-sun, bu kararın en kısa zamanda icra edilmesi için hü-kümetin kapısını bir dakika bile boş bırakmamak gere-kir. Siyasî istikbâl uğuruna alınacak olan tedbirler de negerekçe ile olursa olsun engellenmemelidir. Bu en ma-sumane bir vatan görevidir ki, icrası hükümete, denet-lemesi de millete ait bir borçtur.

Afet sonrasında kurtarma işlemlerindeki acemiliklergiderek azalsa da, artık bu konuda eksiksiz ve kuşatıcı birdevlet politikası oluşturulması mecburîdir. Bu alanda uz-manlaşmış olan sivil toplum kuruluşları hem teknik mal-zeme, hem de eğitim bakımından daha da büyük bir des-teğe ihtiyaç duymaktadır. Bu alanda yapılacak olan ka-mu desteği gerekirse bütçeye de girmeli, deprem, sel, çığ,yangın, kimyevî ve trafik kazaları gibi çeşitli alanlarda çoksayıda uzmanlaşmış kurum oluşturulmalıdır.

Depremin korkunçluğunu artık bütün dünda biliyor.Ne yazık ki Türkiye olarak hâlâ depremle birlikte yaşa-manın yollarını bulamadık. Her şeyin devletten bekle-nilmesini istemiyoruz, ancak insanların hafızaları unut-kanlıkla malül ise de (hafızayı beşer nisyan ile malüldür),devletin hafızasının aynı malüllükle muallel olması ka-bul edilemez. Bunun içindir ki devlet, siyasî sonucu neolursa olsun, deprem yönetmeliğine uymadan inşa edi-lecek olan hiçbir yapıya müsaade etmeyecektir. Teknoloji,bilgi üretecek, tecrübeyi yaygınlaştıracak ve bütçesindedeprem gerçeğini göz önünde bulunduran bir tutanakher zaman bulunduracaktır.

Tek tük de olsa, devremde dahi etnik ava çıkan sırt-lanların ulumalarını ortadan kaldırmak için ise, son ay-larda tekrar gündeme gelen yeni anayasa çalışmaların-da bölge halkının beklentilerine cevap verecek bir yol iz-lenmelidir. Devleti ile toplumu ile bir bütün olarak hertürlü etnik ayrımcılığı, milliyetçiliği körükleyen davra-nışlardan kaçınmak, her insana yaradılışı gereği insan ola-rak ve insan gibi muamele etmek kimsenin göz ardı ede-meyeceği bir gereklilik ve dahi zorunluluktur.

En nihayetinde, Kürt de insandır, Türk de. �

g ü n d e m

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 5

Van’da Deprem Olmuş !

İlhan Bilgü • [email protected]

Page 6: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

g ü n d e m

Çicekçi Enver Şimşek, Terzi Abdurrahim Özdoğru, Ma-nav Süleyman Taşköprü, Manav Habil Kılıç, Dönerci YunusTurgut, Dönerci İsmail Yaşar, Anahtarcı Theodoros Boulgarides,Büfe İşletmecisi Mehmet Kubaşık ve İnternet Cafe İşletmeci-si Halil Yozgat katledilmekle kalmadı, her eve bir ateş, bin-bir gözyaşı düştü; gidene mı ağlasınlar, yapılan suçlamala-ra mı isyan etsinler kimse bilemedi? 10 yıl süren belirsizlik veher gün daha çok öldüren onur kırıcı zanlar...

Almanya’da 2000–2007 yılları arasında sekiz Türk, birYunan ve bir de polis memuru olmak üzere on kişinin kat-ledildiği ve 22 kişinin yaralandığı olayların kendini Natio-nalsozialistischer Untergrund (Milliyetçi Sosyalist Yeral-tı Örgütü) adıyla tanımlayan ırkçı bir terör örgütü tarafın-dan işlendiğinin ortaya çıkması ve örgütün Almanya iç is-tihbarat birimi ‘‘Anayasayı Koruma Dairesi’’ ajanlarıyla bağ-lantılarının tespit edilmesi adeta bir deprem etkisi yaptı.

Uwe Böhnhardt, Uwe Mundlos ve Beate Zschäpe adın-daki teröristlerin en az on kişiyi öldürmeleri, birçok ban-ka soymaları ve bu süreçte on üç yıldan uzun bir süre bo-yunca yakalanamamaları Almanya’da olması ihtimal dışıolaylardan addedilirdi. Özellikle de uluslararası terörizmekarşı gösterilen yoğun ve şiddetli mücadele bu düşünce-yi pekiştiren bir unsurdu. Nitekim terör denilince Almanya’datek akla gelen, 70’li yıllarda şehirleri sarsan, radikal sol gö-rüşlü Kızıl Ordu Franksiyonu (RAF), dolayısıyla solcu te-rör ve 11 Eylül süreciyle birlikte Al Qaida terör örgütü bağ-lamında siyasi literatüre kazandırılan ‘‘İslamcı’’ terör ola-bilirdi. Bunun dışında asker postallı, yeşil zeytin rengi mon-tlu dazlakların, bireysel olarak bağıra bağıra beyzbol sopasıylaortalığa saldırması, evleri ateşe vermesi dışında organizeteröre yönelmelerine zeka seviyeleri itibariyle imkan tanınmazdı.

Dolayısıyla, profesyonel bir biçimde, yer altından ve de-rin lojistik desteğe sahip bir şekilde harekete geçirilmiş hüc-re tipi eylemlerin radikal sağa mensup kişiler tarafından acı-masızca icra edilmesinin, Almanya siyasî elitlerinin ve is-

tihbarat birimlerinin bilgisi dışında olduğunu ve bu nedenleAlmanya’da oluşan şokun ağırlığını Türk kamuoyu anla-makta zorlanabilir.

Katliamların SeyriBu sebeple olayların seyrini biraz daha yakından irde-

lemek gerekir. Cinayetlerin akabinde başlatılan soruşturmalardasavcıların, emniyet birimleri ve istihbarat güçlerinin, uygu-lamada birbirine çok benzeyen olayların birçok karineye rağ-men ırkçı bir arka plana sahip olması ihtimali üzerine hiç-bir şekilde durmamış olması aslında durumu bütünüyle özet-ler niteliktedir. Aksine, benzer durumda her olayda, öldü-rülen kişilerin arkasından, mafyaya karışmalarından kumarborcuna, organize suç örgütlerinin iç kavgasından, Türk Kürtçatışmasına kadar birçok suçlamada bulunulmuştu.

Örneğin, 9 Eylül 2000 tarihinde, Nürnberg şehrinde in-fazı andıran bir şekilde öldürülen Enver Şimşek’in eşi polistarafından kocasını öldürtmekle suçlanacaktı. 27 Haziran2001 tarihinde, yakın mesafeden iki farklı silahtan kafasınasıkılan üç kurşunla katledilen Süleyman Taşköprü’nün ai-lesine, oğullarının muhtemelen uyuşturucu mafyası tarafındanöldürüldüğü söylenecekti. 25 Şubat 2004 tarihinde, DoğuAlmanya’nın Rostock şehrinde, yine kısa mesafeden kafa-sına sıkılan kurşunlarla katledilen Yunus Turgut olayında,birçok olasılık üzerinde durulmuş, yabancı düşmanlığı hiç-bir surette, kimsenin aklına gelmemişti. 9 Haziran 2004 ta-rihinde, Köln’ün ‘‘Küçük İstanbul’’ olarak da adlandırılan,Türklerin yoğun olarak yaşadığı bir caddede patlayan bom-ba sonrasında 22 kişi yaralanmış, caddedeki esnafın verdi-ği bilgiler ve kamera görüntülerinde faillerin açık tenli ol-duklarının belirlenmesine ve diğer olaylardaki faillerin eş-kalleriyle örtüşmesine rağmen, çok kısa zamanda hem sav-cılık hem siyaset olayın sağ terör eylemi olabileceğini kate-gorik olarak reddetmiş, eşkallerin örtüşmesini tesadüf ola-rak nitelemişti. Nitekim olay emniyet açısından lokal kav-gaların veya Türklerle Kürtlerin kendi aralarındaki çekişmelerininbir eseriydi. Savcılığın temel gerekçesi; birilerinin olayı üst-lenmemesi terör eylemleri için karakteristik olmayan bir du-rumdur şeklindeydi. Olayın ardından anında geniş çaplı ope-rasyon yapılmamasını, Sosyal Demokrat Parti Genel Baş-

“Döner Cinayetleri’’ ve Irkçı TerörAşırı Sağcı Cinayetlerle Beliren Toplumsal Kriz

Mustafa Yeneroğlu • [email protected]

s a y f a 6 • P e r s p e k t i f

Page 7: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

kanı Sigmar Gabriel, ‘‘cinayetler müslümanlar tarafından iş-lense ve ölenler Alman olsa idi, tüm caddeler kapatılır, helikopterlerledevletin tüm birimleri en yüksek mertebede harekete geçirilir-di’’ şeklinde yorumlayacaktı. Savcılık, 4 Nisan 2006 tarihindeöldürülen Mehmet Kubaşık’ın eşine, kocasının haraç maf-yası tarafından ya da kumar borcu veyahut da bir kadın iliş-kisinden dolayı öldürülmüş olabileceği, hatta bizzat kendi-sinin azmettirmiş olabileceğini bildirecek, Theodoros Bo-ulgarides adındaki Yunan vatandaşı hakkında ise Batı Trak-ya’da doğmuş olması sebebiyle Türk mafyasının katletmişolabileceği yazılacaktı.

Varsayımlar nesnel herhangi bir dayanak olmaksızınspekülatif bir biçimde sürdürülürken, katledilenlerin ba-zen aile fertleri, bazen arkadaşları, bazen de komşuları suç-lanıyor, akla nedense radikal sağ örgütler gelmiyordu.

Nürnberg Polis Teşkilatı tarafından oluşturulan özelkomisyonun başında bulunun emniyet müdürü, 30 Tem-muz 2007 tarihinde, ZDF televiz-yon kanalına verdiği demeçte; “Eğerolayların failinin bir mesajı varsa, iti-raf etmeliyim ki, bu mesajı anlamıyoruz”diyordu. Aynı kişi 15 Nisan 2006 ta-rihinde, Focus dergisine verdiğidemeçte ise olayların yabancı düş-manlığı gibi bir arka planı olabile-ceğini kesinlikle reddederken, so-rumlularla ilgili; “Fail kesinlikle şu-nu amaçlamaktadır: Topluma endi-şe ve korku yaymak” yorumunda bu-lunuyordu. Oysa 6 Nisan 2006 ta-rihinde, Halit Yozgat’ın Kassel şeh-rindeki bir internet cafe’de öldü-rülmesinden sonra, Hessen AnayasaKoruma Dairesi’nin bir ajanınınolay mahallinde bulunduğu olayınhemen akabinde tesbit edilmişti. Sözkonusu kişi, olaydan sonra polise şahit olarak ifade vermeyentek kişi olunca harekete geçen emniyet birimleri, şahsı göz-altına aldıklarında, bu kişinin Hessen Eyaleti Anayasayı Ko-ruma Dairesi’nin o dönemde kadrolu irtibat personeli ol-duğu belirlenecek ve aynı gün serbest bırakılacaktı. Oysaevinde yapılan incelemelerde Adolf Hitler’in ‘‘Kavgam’’ ad-lı, yasaklı eserinden bölümler ve seri cinayetler konusun-da kitaplar bulunduğu gibi, şahsın yaşadığı kasabada tanınanve “Küçük Adolf” lakabıyla çağrılan biri olduğu ortaya çı-kacaktı.

Aslında olayların cereyanıyla ilgili bulgular sağcı te-rörün işin içinde olduğunu o kadar doğrular nitelikte ki,bu doğrultuda soruşturmaların yoğunlaştırılmamasınınsebebinin izah edilmesi mümkün değildir. Üstelik cina-yetlerin Almanya geneline yayılmış olması, ayrıca fede-ratif yapı dolayısıyla var olan toplam 32 Eyalet Kriminal

Dairesi ve Anayasa Koruma Dairesinin ilgisizliği deskandalın boyutunu göstermekte.

Konuyu araştırmakla sorumlu, emniyet teşkilatındaki özelkomisyonun adı ise çok manidar: “Boğaziçi Özel Komisyo-nu”. Yine Nürnberg Emniyet Teşkilatı’nın kurduğu diğer birözel komisyonun adı, “Hilal özel komisyonu” konulmuştu. Butanımlar olayların hangi bağlamda soruşturulacağını başlangıcıitibariyle ortaya koyuyordu. Adeta katlıamlar ‘ötekileştirilip’,‘ötekileştirilenlerin’ iç meselesi mesajı veriliyordu. Sadece em-niyet teşkilatı mensupları Türklerle ilgili klişeler tarafındanyönlendirilmiyordu. Dünyanın en ciddi haber organlarındanolarak bilinen Der Spiegel dergisi de katliamların ardında “Er-genekon” terör örgütünün olduğunu iddia edebiliyordu. Za-ten medyada olaylar için bulunan isim de ‘‘döner katliamla-rı’’ idi. Tüm kamuoyu da olayla ilgili haber yaparken, “dö-ner katliamlarından” bahsediyordu. Sanki hunharca öldürülenlerinsan değil, ‘et yığını’ idi. Bu kanıya o kadar alışılmış olacak

ki, Avrupa’daki Türk kamuoyu bile ‘‘döner katliamları’’ kav-ramını sorgulamadan sahiplenecekti. İtalyanların katledildiğibir cinayet serisinin “spagetti-katliamı” olarak adlandırıldı-ğını ya da Almanların öldürülmesi durumunda “beyaz laha-na turşusu katliamları” tanımlamalarının kullanıldığını düşünelim,bu kabul edilebilir miydi?

Teröristlerin KorunmasıBütün bu tespitler, teröristlerin yetiştiği ortamlara ba-

kıldığında çok daha vahim bir tablo arzediyor, şöyle ki: Fa-illerin bazıları, Doğu Almanya’nın Thüringen Eyaletine bağ-lı Jena şehrinde Neonazi olarak birçok olaya karışmış, şe-hirde bilinen kişiler ve adım adım izlenmekteler. DöneminEyalet Anayasa Koruma Dairesi Başkanlığı görevini yürütenHelmut Roewer’i ise olaylar silsilesinde bir diğer karanlıkkişi olarak görüyoruz. Roewer’in 1994 yılında göreve

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 7

Page 8: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

g ü n d e m

başladıktan sonra ilk icraatlarından birisi radikal sağamensup Thino Brandt adında bir şahsı irtibat personeli ola-rak kadroya alıp, kısa zamanda Thüringen ve çevresindekurulan Thüringen Vatan Koruması (Thüringer Hei-matschutz) derneği bünyesine neonazilerin toplanıp güç-lenmesine vesile olması. Ayrıca, İç İstihbarat Dairesi tarafındanyüzbinlerce mark ile finanse edilen buluşmaların müda-vimi olarak terör örgütü mensupları da dikkat çekmekte.

Diğer taraftan, bu suçlamalara maruz kalan Roewer, po-lis teşkilatını suçlayıp, 1998 yılının başında eyalet polis teş-kilatından bazı üst düzey yöneticilerin desteğiyle bu teş-kilatın yeraltına indiğini iddia etmektedir. Aynı yılın Ana-yasa Koruma Dairesi raporunda da, terör örgütü mensuplarıismen zikredilmekte ve 1996 ve 1997 yıllarında en az dörtpatlamaya hazır bombaya sahip oldukları belirtilmektedir.Sonrasında ise polis bir garajda 1,4 kilo patlayıcı madde(TNT) ele geçirmiştir. Bunun üze-rine savcılık istihbarat raporlarıdoğrultusunda terör örgütü kurul-masıyla ilgili soruşturma yapmasıgerekirken, sadece patlayıcı mad-de bulundurmaktan tahkikat baş-latmış ve terör suçlarında olduğu gi-bi 10 yıllık zaman aşımı süresi ak-sine patlayıcı madde bulundur-makla ilgili 5 yıllık zaman aşımı so-nucu 2003 yılında dosyayı kapatmış.Üstelik zaman aşımıyla alakalarıolmayan istihbarat daireleri de dos-yaları arşive kaldırmış.

2000 yılında Roewer, bazı aşırı sağgruplara akıtılan maddî kaynaklardolayısıyla görevden alınmış, sonra-ki yıllarda radikal sağa mensup yayınlaramakaleleriyle katkıda bulunması dikkat çekmiştir. FakatRoewer’in başlattığı yöntem devam ettirilmiş ve yeni eyaletAnayasa Koruma Dairesi Başkanı, Brandt’ı tekrar görevlen-dirmiştir. Bu arada, Gera şehrinde bir camiye saldırı düzen-leyen başka bir irtibat personelinin bizzat Anayasa KorumaDairesi Başkanlık makamında karşılandığı o günlerin gaze-telerinde haber konusu olmuştur. O döneme şahitlik eden-ler, İç İstihbarat Dairesinin özel gayreti neticesinde faşist birortamın oluştuğunu, istihbaratın irtibat personelleri aracılı-ğıyla radikal sağa çok fazla para akıtıldığını, kimin kimi ispi-yonladığının birbirine karıştığını, anayasayı korumakla görevlipersonelin mi Neonazilere, yoksa Neonazilerin mi devlete sız-dığının sorgulanabilecek nitelikte olduğunu belirtmektedir.Bazılarına göre ise ispiyonlama işi aynı aktörler tarafından ay-nı anda karşılıklı olarak yapılmıştır.

Sadece Thüringen Anayasayı Koruma Dairesi’nde, söz-konusu terör grubu ve ilişkili oldukları çevreler ile ilgili bil-giler, 24 klasör doldurmuştur. Teröristler için para toplanması,

Jena, Rudolfstadt ve başka şehirlerde konser düzenletti-rilip, elde edilen gelirlerin istihbarat elemanları aracılığıylayine teröristlere ulaştırılması ve üçlünün zamanında ne-rede saklandığının birçok kişi tarafından bilindiği bugünanlatılanlar arasında.

Sağcı TerörAslında radikal sağın oluşturduğu tehdidin son yıllar-

da artarak gelişmesi bilinmeyen bir şey değildir. İç istih-barat raporlarına göre ülke çapında şiddete hazır en az 9.500kişi bulunmaktadır ve örneğin 2010 yılında her gün orta-lama üç şiddet eylemi aşırı sağcılar tarafından gerçekleş-tirilmiştir. 1995 yılı raporlarında terör ağı oluşturma ça-balarına dikkat çekilmiş olmasına rağmen, bu uyarı uygu-lamada gözardı edilmiştir. İçişleri Bakanı Friedrich, Nor-veç olaylarından sonra kameraların önüne geçerek, istih-

barat raporlarının aksine Almanya’da ırkçı terör yapıları-nın olmadığını belirtmekteydi. Oysa bağımsız raporlara gö-re 1990 yılından bu yana ırkçı şiddet neticesinde 182 in-san öldürülmüştü (her ne kadar hükümet bu rakamları bi-le gözardı edip, ısrarla 47 kurbandan bahsetse dahi).

Neonazi terör grubunun deşifre edilmesinin şoku o ka-dar şiddetli olmuş olacak ki, son olayların akabinde bizzatİçişleri Bakanı’nın ifadesiyle sağ terör kavramı ilk kez Almansiyaset literatürüne girmiştir. Bu, Almanya bağlamında şa-şılacak ve ilginç bir durumdur zira şimdiye kadar sağ şiddetleilgili benzer tanımlamalardan özellikle kaçınılıyordu.

Cevabı Aranan SorularBütün bu gerçekler, ‘‘Almanya, güvenlik güçlerinin ra-

dikal sağ gruplarla iç içe olduğu bir derin devlete sahip mi?’’sorusunu Die Zeit gazetesinden Heinrich Wefing’e sordurdu.Almanya’nın, hukuk devletine olan güvenin ciddî yara ala-bileceği bir süreçten geçtiği şüpheye yer bırakmıyor. Ve

s a y f a 8 • P e r s p e k t i f

Page 9: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

cinayetlerle ilgili acilen kamuoyunun aydınlatılması gerekenpek çok soru bulunmaktadır. Örneğin: Anayasayı Koru-ma Dairesi’ne bağlı ajanların söz konusu terör olayların-da somut olarak ne gibi rolleri vardı? Bu olaylara bizzat ka-tıldılar mı, destek mi oldular ya da Neonazileri gizledilermi? Kriminal dairelerdeki analistler ilk katliamlardan son-ra olayları radikal sağın eseri olarak deşifre ederken, nedenciddiye alınmadılar? Olaylarda Federal Kriminal Dairesive eyalet kriminal dairelerinin rolü neydi? Irkçı motivas-yonlu suçları ve terör suçlarını soruşturmakla mükellef Fe-deral Savcılık neden soruşturmayı kendi sorumluluğunaalmadı? Radikal sağcılar arasında sevilen ve istihbaratın daçok iyi tanıdığı “Gigi ve Kahverengi Şehir Müzisyenleri”(Gigi und die braunen Stadtmusikanten) grubu, meşhur“Döner Katilleri” şarkısını 2009 yılında konserlerde din-leyicilerle birlikte söylerken, istihbarat birimleri neredey-

di? Uzun zamandan beri youtube’da bile dinlenebilecek şar-kılarda katillerin övüldüğü ve hangi motivasyonla cinayetlerinişlendiği müzik yazarları tarafından bestelenirken, radikalsağı avucunun içi gibi bilen istihbarat birimleri neden buolguları dikkate almamıştı? Aşırı sağ içerisinde yüzlerce ir-tibat personelinin bizzat ırkçı oldukları bilinmesine rağ-men neden devlet ödenekleriyle beslenmekteler?

Irkçı Parti NPD’nin Yasaklanması Çözüm mü?Radikal sağın içerisine sayısız ajan ve irtibat personelinin

sızdırılmış olduğu artık herkesçe bilinen bir gerçek. Nitekim,ırkçı parti NPD (Almanya Milliyetçi Demokrat Parti)’nin ya-saklanma sürecinde radikal sağ kesim içine birçok ajanın sız-dırılmış olduğunu tüm kamuoyu öğrenmişti ve NPD’li her7 yöneticiden birinin, iç istihbaratın ajanlarından biri oldu-ğu ortaya çıkmıştı. Üstelik bazıları söylem ve eylemleri do-layısıyla yasaklama kararına gerekçe teşkil eden kişilerdi. Zi-ra Anayasa Mahkemesi’nin Mart 2003 tarihinde partiyi ka-

patma davasını reddetmesinin sebebi, devletin istihbarat bi-rimlerinin partiye fazlaca egemen olmasıydı ki, partinin kimtarafından yönetildiği yani anayasaya aykırı eylemlerinin NPD’yemi, yoksa devlete mi mal edilebileceğini ayırt etmek müm-kün değildi. Dolayısıyla radikal sağın merkez üssü zaten dev-let tarafından ayakta tutuluyordu. Bugün NPD’nin 350 yö-neticisinden takriben 100 kadarının istihbarat personeli ol-duğu emniyet birimleri tarafından söylenmektedir. Böyle-likle NPD’nin varlığının garantörü olarak tartışmasız bir şe-kilde devlet gözükmektedir.

Asil Tehdit Sağ PopülizmBunlar, herkesin bildiği gerçekler olduğu için, ne zaman

Almanya’da radikal sağ menşeli bir suç işlenmiş olsa, ilk tep-ki olarak NPD’nin yasaklanması talep edilir. Bu talep doğaldır.Ancak sağ terör ve sağ popülizm arasındaki bağlantılar o ka-

dar geçişkendir ki, NPD içerisindeve çevresindeki fikrî tahrikçile-rin üzerine gidilmesiyle olayın ka-patılmaması gerekmektedir. Saltaksiyonizmi hedefleyen bir tartışma,kendisini NPD’nin yasaklanmasıyönündeki taleplere odaklamakta, an-cak ortalığı kasıp kavuran sağ popülizmtehlikesinin ırkçılığın asıl kaynağı ol-duğu gerçeğinin tartışma platform-larına taşınmasını engellemektedir.Yıllardan beri yapılan çok sayıda araş-tırma, ırkçı stereotiplerin giderek top-lum içine yayıldığına ve daha normalkarşılandığına yönelik uyarılardabulunurken, diğer taraftan bu söy-lemler İslam’a yönelik doğal eleşti-riler olarak görülüp, cesaretlendi-

rilmektedir. Böylece giderek daha fazla nefret ve dışlama ze-mini oluşturulmaktadır. Sayısız gencin bu atmosferde ko-layca radikalleşebilmesi ise, sağ popülizm bağlamında hiç-bir şekilde dikkate alınıp tartışılmamaktadır. Oysa toplumuzehirleyen, ırkçı şiddete zemin hazırlayan asıl kalıcı tehditırkçı popülizmdir.

Ancak bununla mücadelenin, etnik milliyetçi ve tek kül-türlü toplumsal düzen kurgusunu aşamamış ve toplumsaldeğişimi kavrayamamış siyasî elitlerle başarılması müm-kün gözükmemektedir. Toplumun çoğulculuğu tartışmagötürmez bir gerçek iken, bir başbakan alkışlar arasında çı-kıp “çok kültürlü toplum kesinlikle başarısızlığa uğramış-tır” diyebiliyorsa, hükümet ortağı "Alman sosyal sistemi-ne olan göçe karşı kendimizi savunacağız – gerekirse sonkurşuna kadar’’ gibi ifadelerde bulunabiliyorsa, ülkenin aşı-rı sağa karşı topluma yönelik eğitim programlarından so-rumlu bakanı bakanlığı görevi öncesinde kendi internet say-fasında ırkçılığın merkez üssü olmuş bir sayfaya tavsiye ni-

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 9

tşkm

Page 10: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

g ü n d e m

Aşırı sağın alarm zilleri, Avukat Manfred Roeder’inkurduğu Deutsche Aktionsgruppen (Alman Eylem Grup-ları) örgütünün Hamburg’da bir mülteci kampını yaka-rak iki Vietnamlı ilticacıyı 22 Ağustos 1980 tarihinde öl-dürdüklerinde, sonuna kadar çalarken aslında daha son-ra meydana gelecek olan gelişmelerin de habercisiydi. Üs-telik Hamburg yangını ve cinayeti, birden bire ortaya çık-mamış, adeta ‘‘bağıra bağıra’’ gelmişti. Eylemciler önceAlman resmî kurumlarına, ardından Esslingen Kayma-kamı Hans Peter Braun’un evine daha sonradan da, okul,otel ve diğer kurumlara saldırmışlardı. Bu saldırılar son-rasında Deutsche Aktionsgruppen etkisiz hale getirildiy-se de, aynı motiften kaynaklanan eylemlerin giderek şid-detini artırdığına her gün yeniden şahit olduk, oluyoruz.Zwickau’da tesadüfen mi yoksa bilinçli olarak mı orta-ya çıkartıldıkları bilinmeyen Neonazi terör grubunun enaz 9 kişiyi öldürmekten sorumlu oldukları ortaya çıkın-ca toplumda ve siyaset arenasında meydana gelen büyükinfialin nasıl bir netice ile sonuçlanacağı bu minvalde me-rak edilmiyor değil. Olayların derinlemesine değerlen-

dirilmeme tehlikesi ise her zamanki kadar söz konusu. Zira son gelişmeler, 1991 yılında Hoyesverda kentin-

de, 1992 yılında Mölln ve Rostock’da, 1993 yılında Solingen’deolduğu gibi evlerin yakılarak insanların öldürülmesine kar-şı etkin bir yaklaşımın mevzu bahis olmadığını bariz bir şe-kilde gösteriyor. Ölümlerle neticelenen saldırıların hukukdevleti ciddiyetiyle bağdaşmayacak şekilde değerlendiril-diği, güvenlik ve adalet mekanizmasının kendisinden bek-lenen otoriter tutumu gösteremediği kendini apaçık ortayakoyuyor. Nitekim, söylemek istediklerimize verilebileceken bariz örneği, Dresden kentinde, 1 Temmuz 2009 tari-hinde bir Neonazi saldırısının davası görüldüğü esnada,Marwa Ali El-Sherbini’nin tam da mahkemenin orta ye-rinde, vahşiyane bir şekilde katledilmesi ve adalet ve em-niyet güçlerine olan güveni sarsması oluşturuyor.

Son olaylarla ilgili olarak Yeşiller Partisi Eşbaşkanı CemÖzdemir’in de yeniden eleştirip gündeme getirdiği ve za-manın Başbakanı Helmut Kohl’un Solingen katliamı son-rasındaki dayanışma ziyaretlerini “Başsağlığı Turizmi”olarak damgaladığı ruh hali, siyasetin konuya dair bakış veumursamazlığını ve adalet beklentilerinin toplumda giderekazaldığı izlenimlerini doğruluyor.

Hoyesverda saldırılarını polisin “önemsememesi” son-rasında toplumsal bir saldırıya dönüşmesi ve arkasındanRostock’da günlerce süren saldırılara Batı Almanya’dan dagruplar halinde aşırı sağcıların katılması, siyasetin vur-dumduymazlığını gösterdiği gibi, adaletin ve emniyetin deAlmanya genelinde etkin olmadığını gösteriyordu. Bu sal-dırılar bağlamında, Alman televizyoncuların da yakındanşahit olduğu bir anekdot hakikaten zikretmeye değer: “Al-man”ların tahliye edidiği zannedilen bir binanın çıkışlarıkomşu “Alman”lar tarafından zincirlenerek kapatılmışdurumdaydı. Saldırılar devam ederken, iftaiye de, bu şart-lar altında söndürme işlemi yapılamayacağı gerekçesi ileyangını söndürmüyordu.

Siyasetin var olan problem ya da problemlerin çözü-mü konusunda etkin olmasını bir tarafa bırakın, göçmen-lerin evlerine ve mülteci kamplarına yapılan saldırılarödüllendirilircesine, üst üste hem yabancılar yasası hemde iltica yasası değiştirildi ve her iki sınıfa dahil insanlarınpek çok hakkı kısıtlandı.

Sağcı Terörün Yakın Tarihine Bakış“Başsağlığı Turizmi”nin mantığı

Salih Enes Bilgili • [email protected]

s a y f a 1 0 • P e r s p e k t i f

Helmut Kohl Solingen dayanışmasına “Başsağlığı Turizmi” demişti

Page 11: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

Adaletin aşırı sağ saldırılar karşısındaki acziyeti son ola-rak Süddeutche Zeitung’da Jan Bielicki tarafından da eleş-tiri konusu oldu. Süddeutsche Zeitung’un 19-20 Kasım 2011nüshasında Jan Bielicki geçen yüzyılın başından beri işlenenaşırı sağ cinayetleri inceledi. Zaten yazının başlığının da vur-guladığı gibi (Das Maß der Justiz: Adaletin Ölçüsü) Bielicki,öteden beri aşırı sağ eylemlere verilen cezaların cay-dır(may)ıcılığını tartışıp pek çok cinayetin cesasız kaldığı-na bir kez daha vurgu yaptı. Bielicki’nin tarihsel süreci elealan yazısında anlattığı gibi, zamanın Bavyera Başbakanı KurtEisner, 21 Kasım 1919’da sokak ortasında Anton Graf vonArco auf Valley tarafından öldürülür. Mahkeme hakimle-rinden biri Graf von Arco’nun “Anavatanına karşı parılda-yan bir aşk ile” hareket ettiğini söyler. Ve katil, ölüme mah-kum edilse de affedilip 1924 yılında serbest bırakılır.

Son Neonazi terörünün kaçinsanın hayatına kastettiği hu-susunda verilen rakamlardaki ih-tilaf ve ciddiyetsizlik yıllar ön-ce olduğu gibi davranış tarzının“Anavatanına karşı parıldayanbir aşk” olduğu konusunda biz-leri giderek daha çok ikna edi-yor. Zira bu cinayetlerde top-lamda 182 kişi mi yoksa 47 ki-şi mi öldürüldü hâlâ açık değil.Aslında sayıların hiçbir önemiyok. Dilinin, derisinin, dininin, görüşünün farklılığından yada aykırılığından dolayı insanların öldürülmesi, hem de ya-kılarak öldürülmesi büyük bir toplumsal infial uyandırmasıgereken ve herhangi bir şekilde küçümsenecek bir eylem tü-rü değil. Kanaatimizce, Alman aşırı sağının iki önemli özel-liği var ve belki de tüm aşırı sağcı hareketlerin temel özel-likleridir bu özellikler: Yahudi ve yabancı düşmanı olma-ları. Şimdi bu özellik İslam düşmanlığı olarak tebarüz edi-yor. Ve fakat aşırı sağ, “vatanperver”dir. İnsanın vatanperverliğinianlamak kolay gibi görünse de, bu vatanseverlik aşkına baş-ka insanları yakarak öldürecek kadar ileri gitmesini anla-mak kolay değildir.

Öyle anlaşılıyor ki, Almanya’da olsun diğer Avrupa ül-kelerinde olsun aşırı sağ hareketler ülkenin temel sorun-

larının sorumlusu olarak Yahudiler, göçmenler yani kısa-ca “ötekiler” gösteriyor. Bu gelişmeler, sorunların baş so-rumlusu olan siyasetçilerin kendi beceriksizlilerinin tümbir topluma nelere mal olduğunun artık görülmesi gerek-tiğini ortaya koyuyor.

Başbakan Merkel’i tüm Almanlar adına utandıran,Dışişleri Bakanı Westerwelle’yi dünya karşısında boynubükük hale getiren bu caniyane eylemlerin asıl sebebininyalnızca ülkelerin içinde bulundukları ekonomik ve sos-yal sorunlar olmadığı da bilinmelidir. Bu sorunlar çeşitliinsanlar nezdinde böyle bir tesir bıraksa da, kendinden ol-mayan insanlara karşı “nefret”i bir ölüm makinasına dön-üştüren ruh halini tahlil edip, topyekün toplumsal bir uya-nışa geçmedikten sonra, bu nefretin giderek daha da bü-yümeyeceğini kimse garanti edemez.

Siyaset, emniyet, adalet ve medya kendine pay çıkarmakzorundadır. Bu, nasıl bir siyasettir ki, Neonazi terörü-nü bunca olaydan sonra henüz yeni yeni dillendirme-ye başlar da, bu terörden utanır hale gelir. Bu nasıl biradalettir, nasıl bir emniyettir ve nasıl bir medyadır ki,işin adını “Döner Katili”, deyip iç hesaplaşma, mafya sa-vaşı koyar, İstanbul Boğazını kasdedilerek “Boğaz Ko-misyonu” kurar. Ceska Modell 83 ve 7.65 Milimetre ka-librasyonundaki silahı önce Nürnberg’de bir “Türk”ekabul ettirmeye çalıştırır da, sonra her ne olduysa o si-lahı, teröristlerin üçüncüsünün yaktığı villanın kalıntı-larında ele geçirir. Dolayısıyla siyaset, emniyet, adaletve medya vakit kaybetmeden sorumluluğunun bilincindeolmalıdır.�

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 1 1

Aşırı sağ terörün Yunan ve Türk kurbanları

Neonazi terörünün kurbanaları arasında “Alman” polisi de bulunuyor

Page 12: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

g ü n d e m

Dünya bir kez daha ekonomik kriz söylentileri ile çalka-lanıyor. Gündemin, dolayısıyla gündemimizin en önemli ko-nusu, bu kez Avrupa menşeli olması beklenen ekonomik kriz.Peki bu kriz de başarıyla atlatılabilinecek mi? Muhtemelenevet! Daha önceki (1929’daki, 1974’deki ya da 2008’deki)krizler gibi, mevcut sistem (sadece ekonomik olmayan) kri-zinden yine kendini yenileyerek/onararak çıkacak.

Krizin sebepleri ve olası çözüm yollarına dair “ekono-mik’’ bir tahlile girişecek değiliz. Ancak, kriz devam eder-ken, dünya nüfusunun ihtiyacı olan üretimin 7 katı üretimyapıldığını, buna rağmen dünya nüfusunun büyük ço-ğunluğunun fakirlik içerisinde yaşadığını hatırlatmaktanda imtina etmeyeceğiz. Ve bütün bu tüketim çılgınlığınave bu çılgınlığın başına açtığı işlere rağmen, tüketebileceklerininbirkaç mislini üretmeye kriz esnasında da, krizden sonra

da devam edecek insanoğlu, tıpkı krizden önce olduğu gi-bi (krizden önceki birkaç asır boyunca olduğu gibi).

Kriz korkusu, malum, bir kısım Avrupa ülkelerininborçlarını ödeyemeyecek olması endişesinden kaynaklanı-yor. Durum, hemen bu devasa borçların hangi insafsız “te-fecilere’’ olduğu sorusunu akla getiriyor. Cevap ise kolaycabulanabilir cinsten; çoğu yine Avrupalı sermaye sahipleri-ne. Ee öyle ise çözüm de kolay olsa gerek diye düşünecekoluyoruz. Ancak çözümün bu denli kolay olabileceğini dü-şünecek kadar naif oluşumuz, bir kez daha yanılmamıza yolaçıyor. Zira, her zamanki gibi (bu kez Avrupalı) sermaye sa-hipleri, verdikleri borçlardan asla feragat etmeyecek, para-larıyla daha çok para kazanmaktan asla vazgeçmeyecekler.Kriz sonucu yüz binlerce insanın “ekmeğinden’’ olup işsizkalacak olması, yüz binlercesinin ise dolaylı olarak etkilenecekolması kimsenin fikrini değiştirmeyecek, kendilerindenönce, aynı durumla defalarca karşı karşıya kalmış olan ser-maye sahibi “dedeleri’’nin fikrini değiştirmediği gibi. Nite-kim aynı hırs, sanayileşme dönemi boyunca, 19. yy’ın orta-larına kadar ortalama insan ömrünün 37’ye kadar düşme-sine yol açmış, çocukların çalıştırılmasını sınırlayan (8 ya-şından küçük çocukların çalıştırılmasını yasaklayan) ilk ya-sa 1841 yılında, Fransa’da kabul edilmişti. Asırlar boyuncaİnsanlar günde 18 saat çalışmak zorunda bırakılmış, 3-5 ya-şındaki çocuklar vücutlarının küçük olması nedeniyle, ebe-veynlerinin giremediği maden ocaklarında kullanılmıştı, bü-tün bu trajedi ise dönemin sermaye sahiplerine, kendileri-ni biraz daha az kâr etmek zorunda olduklarını hissettirmedi.Bu bağlamda, Bertrand Russell’ın Batı Felsefesi Tarihi ad-lı eserinde, Romantik Döneme giriş için aktardığı cümlelertam da söylemek istediklerimizi özetler nitelikte: “Duyarlı-ğa sahip kişi, yoksunluk çeken tek bir köylü ailesi de görse göz-yaşlarına boğulacak; fakat köylülerin bir sınıf olarak payınadüşeni artırma yolundaki iyi düşünülmüş tasarılara soğuk dav-ranacaktı…’’

İnsan tabiatı itibariyle aç gözlüdür, ya da İbn-i Atâ’nıntabiriyle, cibilliyeti icabı edepsizdir. Aç gözlülüğünü diz-ginlemesi, nefsini terbiye etmesi gerekir. Bunu yapmadı-ğında, yapamadığında ise başına geleceklerden yine, biz-zat kendisi sorumlu olacaktır, bu ilk insandan beri böyle-dir (ve son insana kadar da böyle olacaktır). Dolayısıyla,

Krizdeki Ekonomik SistemKapitalizm Süreçten Bir Kez Daha Kendini OnararakÇıkabilecek mi?

Ahmet Faruk Çağlar • [email protected]

s a y f a 1 2 • P e r s p e k t i f

Page 13: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

kriz sebebiyle meydanlara dökülen, işlerini kay-betme korkusuyla (yani, her geçen gün artan“refah’’ seviyelerinin düşmesi korkusuyla) ken-dini yönetenlere kin kusan insanlar, en az ken-dilerini yönetenler kadar suçlu olduklarını ha-tırlamalıdır. Kimsenin açgözlülüklerini do-yurduğu için, onlara bu imkanları sağlayan-lara kızma hakkı yok. Varsa da bu hak, ken-dilerine kızabilecekleri ölçüde var.

Anlaşıldığı üzere, beklenen bu krizin sebebinin,herhangi bir afet ya da olağanüstü bir durumdeğil. Krizin temel sebebi, çok kabaca, birile-rinin ödeyebileceklerinden fazla borç almış ol-masından ya da birilerinin birilerine ödeyebi-leceklerinden fazla borç vermiş olmasından kay-naklanıyor. Öyleyse, bir krizin eşiğine gelinceyekadar kimse farketmedi mi, göremedi mi bu “işin’’sonunun buraya varacağını? Muhtemelen gör-dü, ama “çaktırmadı’’ ve dahi görmek isteme-di. Her geçen gün, daha “zengin’’ bir hayat sü-rülüyorken, değirmenin suyunun neredengeldiğinin ne önemi olabilirdi? Esasen sistemde, değirmenin suyunun nereden geldiğini kim-senin bilmesini istemiyordu (ve istemez).Önemli olan değirmenin dönmeye devametmesidir. Kapitalizm için, bisikletin tekerleklerinin(değirmen gibi) sürekli dönmesi gereklidir, an-cak neden döndüğü, bu dönüşün bisiklet sahibini nereye çı-karacağı sorusu asla akla getirilmemelidir. Akla böyle bir so-runun gelmesi, pedalı çevirmek hususunda bir tereddüte yolaçabilir ve bu tereddüt ise tekerleri artık dönmeyen bisik-letin düşmesi demektir. Pedal sürekli çevrilmelidir, üretimsürekli devam etmelidir. Peki ya neden? Nedeni insanlarıilgilendirmemelidir. Sorulabilecek tek soru nasıl sorusudur,pedalın nasıl daha hızlı çevrilebileceği sorusu…

Bu artık bizim için de böyle değil mi? Son yıllarda, övün-düğümüz yegane başarımız hangisi? Konuştuğumuz tekkonu, konuşmamızı süsleyen rakamlar neye, hangi alanadair? Bildiniz, ekonomiye… On yıl öncesine kadar ken-dimizden, durumumuzdan utanırdık (!), son yıllarda iseartık kim olduğumuzu gururla söyleyebiliyoruz, her yer-de bizim başarılarımız konuşuluyor, ne de olsa artık eko-nomimiz daha güçlü, artık daha çok paramız var. Artık hemonlar bizi, hem biz kendimizi daha çok “adam’’ hissedip,“adam’’ yerine koyabiliriz.

Eskiden değerimizi ne kadar az şeye sahip olduğumuz,ne kadar az şeye ihtiyaç duyduğumuz belirlerdi. Bir lok-ma ile bir hırkanın aynı cümlede bir araya gelmesi bu dün-ya tasavvurunun neticesiydi. Sadece bizim için değil, Pla-ton için de önemli olan; hayatta en çok şeye sahip olmakdeğil, en az şeye ihtiyaç duymaktı. Artık insanlar ne kadarçok şeye sahip olurlarsa o kadar var hissediyorlar kendi-

lerini, ve tabii değerli ve güçlü. Hangimizin en büyük ama-cı, çoluğuna çocuğuna daha “zengin’’ bir gelecek hazırla-mak değil? Ne de olsa biz çok büyük ekonomik sıkıntılarçekmiştik, en azından çocuklarımız ekonomik olarak güç-lü olmalı, “ele güne’’ karşı yoksunluklarından, yoksulluk-larından dolayı mahçup olmalılar. Onlar da, diğerleri ka-dar güçlü (zengin) olmalı, onlar kadar “iyi’’ yaşamalılar.Böylesine masum düşünüyor olmanın nesi yanlış olabilirki? Ne acı değil mi? Bizden sonraki nesillere bırakacağı-mız en değerli şeyin maddi imkanlar olduğuna her geçengün daha çok ikna oluyoruz.

Kapitalizm yarasına, yani kendine pansuman yapma-yı bu kez de becerecek muhtemelen. Yüzyıllardır karşılaştığıher sıkıntıyı avantaja çevirmeyi bildiği gibi, bu sıkıntı daaşılacak. Zira dünyanın en zeki, en yetkin isimleri (arala-rındaki bizim zeki çocuklarla birlikte) krizden çıkış yolla-rına dair çözümler üretmeye çalışıyor. Tökezleyen eko-nomiler bu krizden de ders çıkarıp (tıpkı bizim ekonomimizgibi), ileride daha çok üretmeye, tüketmeye, borçlanma-ya, dolayısıyla zenginleşmeye devam ederken, insanlar buzenginliğin aslında onları mutlu etmediğini, edemediğiniakıllarının ucuna dahi getirmeyecek. Bu “zenginlik’’ten hergeçen gün daha çok pay alan, kendilerini, alamayanlara na-sıl alabileceklerini öğretmekle görevli addeden bizler gi-bi ve bizlerin yardımıyla… �

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 1 3

Page 14: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

g ü n d e m

O, kendi tabiri ile bir “devrim” lideri idi; yine bir dev-rim ile hayatı son buldu. Devrilmesi için Birleşmiş Milletler“sivilleri koruma” adına bir karar çıkarmış, Kuzey AtlantikPaktı (NATO) da bu kararın icrasını üstlenmişti. Kadda-fi, NATO desteğindeki direnişi pek önemsememiş, “Bendevlet başkanı değilim. Görevim yok ki istifa edeyim. Ben sa-dece bu halkın devrim öncüsü lideriyim” diyerek de karşı di-renişe geçmişti. Kendisi NATO’yu “İnfaz Timi: Firkatü’lİdam” kurmakla suçlamış, El Kaide’nin uzantıları dediğidirenişçiler hariç, hemen hemen idaresi altında bakanlıkgibi üst düzey görevler üstlenmiş olan diğer direnişçiler-le de anlaşabileceğini söylemişti. Onun ölümü pek çok açı-dan ibretlik bir ölüm olarak tarihe geçecektir.

Tam adı Muammer Muhammad Abu Minyar el-Kad-dafi olan Kaddafi’in iktidardan uzaklaştırılmasını isteme-yen neredeyse yok gibiydi. Fakat, öldürüşü ile ilgili görüntüler,hakikaten ne bir devrime, ne insanlığa, ne de yeni Libya’nın“kanunlarının kaynağı” olacak olan “şeriat”a sığabilecek gi-biydi. Kaddafi vahşiyâne bir şekilde, teslim olmak istedi-ği ve imdât çığlıkları attığı sırada başına postallarla vuru-larak öldürüldü. Üstelik, “Evladlarım,ben sizin babanızım, bu yaptığınızharamdır, şeriatte yeri yoktur...”deyip kendisine emân verebile-ceklerini umduğu insanların yü-reklerine hitâb ederek yalvarma-sına rağmen. “Hak etti, o da az çek-tirmedi bu halka” diyerek bu vah-şiliği mazur göstermeye kimseninhakkı yoktur. Zira, yeni bir ülke kur-mak davasında olanların, bu ülkenintemellerini adalet üzerine kur-mak yerine, kin ve nefret üzerinekurmaya hakları yoktur. Nitekim

o zaman, direnişçileri bu kadar nefretle dolduran bir eskiülke, o eski idare ile, yeni kurulacak ama intikam üzerinekurulu ülke arasında bir fark olmayacaktır. İnsanlar, bir dik-tatörlükten kurtulup bir başka diktatörlüğü seçmek zorundadeğildir. Yazar Selahattin E. Çakırgil bu olayı yorumlarken,“Evet, utandırdılar biz müslümanları... Bütün dünya karşı-sında mahcûb ettiler bizi... Başımız önümüze eğik...” şeklin-de çok haklı bir eleştiri getirmiştir. Biz de NATO ile Bir-leşmiş Milletler’in ahlâken, vicdanen bu vahşiyane tutumkarşısındaki sorumluluğa ortak olduğunu da hatırlatmak-ta vicdanî bir mesuliyet olduğuna inanıyoruz.

Kaddafi bu emân dilemesi karşısında soğukkanlılıkla ken-disini öldüren insanların, kendisini bir ‘mukaddes’ varlık ola-rak gördüklerine dair olan inancını yitirmek istemiyor gibiydisanki. Çünkü o er Riyad gazetesine verdiği demeçte, hâlâkendisinin öncüluk ettiği eski devrim sürecindeki hayalle-rini sayıklıyordu:1 “Ben halkımın gözünde, kendisini Japon im-paratoru adına öldürecek kadar ileri giden Japon imparatorundandaha da mukaddesim. Ben onlar için mukaddesim, onlar içinbir sembolüm. Ben onlar adına petrolü alıp devletleştirdim, benonların babası yerindeyim, yetimlerini korudum. Onlara mad-dî ve manevî olarak önderlik ettim. Ama o halk eğer bunu in-kar ediyorsa, yaşamayı da hak etmiyor demektir.”

Görüldüğu gibi Kaddafi daha Mayıs ayı başında hal-kından umudunu kesmemiş ve kendine özgü hayal dün-yasından vazgeçip gerçek dünyaya dönmek istememişti.Ne var ki, belki de sonunu da görüyor ve kendisini böyle-

Bir ‘Kutsal’ Adamın Ölümü: Kaddafi

Hakkı Yazar • [email protected]

s a y f a 1 4 • P e r s p e k t i f

Page 15: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

sine kutsamayan bir halkınhayat hakkı olmadığını dü-şünebiliyordu. Kaddafi ger-çekten de ilginç bir kişilikti.Kişiliğindeki karmaşa, fikir-lerine, fikirleri de ülke idaresineve uluslararası siyasetineyansıyordu. Meselâ bir “Ye-şil Kitap” efsanesi vardıonun. Şimdilerde unutul-maya yüz tutmuş ise de1970’li yıllarda Arap ülkele-ri dahil pek çok ülkenin ka-nı kaynayan gençlerinin dik-katini üzerine çekmişti. Kad-dafi yeşile öylesine vurgun-du ki, ülkenin bayrağını tekrenk yeşile boyadığı gibi bi-nalarını da yeşile boyuyordu.Yeşil Kitap, İslam’ın bir yorumu mudur, Marx’ın, Mao’nunbir yorumu mudur kimse bir şey anlamadı. Yeşil Kitap oku-ma günleri ve festivallerinde bile bu kitabı okuyan, dinle-yen kimseler, bir masal kahramanının gerçek dünya ile il-gili düşüncelerini okur gibiydi.

Ve onun bir de Cemahiriye dediği bir siyasal olgusu var-dır ki, bunun da ne olduğunu kimse anlayabilmiş değildir.Zira kendisi de bunu ne halkına ne de diğer insanlara an-latabilmiş değildir. Ona göre Cemahiriye bir halk idaresi-dir. Ve bir nevi “respublika”yı hatırlatır. Fakat o ne respublikadır,ne de halkın kurduğu komitedir. Bu komite, Kaidu’l Fâti-hu’s Sevra (Devrimin Fatih Lideri) Muammer Ebu Min-yar’ın kafasında kurulmuş ve yalnızca kafasında işlemiştir.

Kaddafi’nin Libya’sı yalnızca cemahiriye de değildir.O aynı zamanda sosyalisttir de. Bir zamanların savaş ka-zanmamış, ama omuzları ve göğüsleri savaş madalya ve rüt-beleri ile dolu generallerini hatırlatırcasına ilginç ve uzunbir isimle isimlendirir Libya’sını: El-Cemahiriyyatu’l-Arabiyyatu’l-Libiyyetu’ş-Şa’biyyetu’l-İştirakiyyatu. Türk-çe’ye belki şöyle tercüme edebiliriz: Libya Arab SosyalistHalk Cemahiriyesi. Tabiî bunun yazılı olmasa da diplomatikve resmî dilde önüne eklenmiş el Kebîr (Büyük) şeklinde

bir kısmı da var. Lakin halkmanasına gelen şa’b kelime-si ile, yine aynı manaya ge-lebilecek olan cemahiriyekelimesi öylesine birbirin-den farklı ve ustaca kullanıl-mış ki, bunun ne demek ol-duğunu her halde yalnızcaKaddafi bilebilir. Her şeydenönce Libya, Arab Cemahiri-yesidir. Sonra SosyalitHalk’ın Arab Cemahiri-ye’sidir. Cemahiriye keli-mesindeki muamma çözü-lemediği için siyasal literatüreancak böylece girmiş ve kar-şılığında mutlaka bir başka ekyoruma muhtaç başka keli-melerle kullanılabilmiştir.

Bu da olsa olsa Kaddafi’nin ruh halini yansıtan bir duru-mun tezahürüdür. Zaten Kaddafi’nin konuştuğu lehçe ken-di kabilesine has bir lehçe olduğu için zaman zaman ulus-lararası ilişkilerde tercümanların başına dert olmuş idi. De-mek ki, Libya’nın ismi de, idaresi de ve nihayet Kaddafi’ninvahşiyane bir şekilde öldürülmesi de Kaddafi’nin bu kar-maşık ruh halinin bir yansımasıydı.

Libya’da yeni bir yönetimin işbaşına geçiyor olması, Kad-dafi’ye karşı silahlı bir direniş gösterilmesi, haksızlık olmasın,Kaddafi’nin bir zamanlar ülkesinde sevilmediğini göster-mez. Ne var ki, 1990’lı yıllardan itibaren iktidarı oğullarıve sülalesinin diğer önde gelenleri ile paylaşması sonrasındabu sevgi giderek kaybolmuş durumdadır. Belki de Kaddafison nefesini verirken o eski şaşaalı dönemlerde, kendisi-ni bir baba gibi gören Libya halkının hâlâ mevcut olduğunusanarak, o eski günleri hatırlatmak istemişti. Kader bu ki,1942 yılında Sirte’de başlayan hayat, 1 Eylül 1969 yılındadevrim ile zirveye ulaşmış, 20 Ekim 2011 tarihinde 42 yıl-lık iktidar sonrasında yine ayne yerde son bulmuştur. �

1 http://www.alriyadh.com/2011/05/01/article628486.html

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 1 5

Kaddafi kendisini Libya’nın kutsalı görüyordu

Page 16: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

t e ş k i l a t

“Düşlerimiz Maziye Dayanır” İslam Toplumu Millî Gö-rüş (IGMG) Gençlik Teşkilatı Üniversiteliler Başkanlığı’nındüzenlediği Üniversiteliler Günü’nün sloganı idi. İlk bakıştaçelişkili gibi görünse de bu şiar, Avrupa’daki Müslüman öğ-rencilerin yol haritasının belirlenmesinde yol gösterici birözelliğe sahip.

IGMG Gençlik Teşkilatı Başkanı Mesut Gülbahar da,Üniversiteliler Günü öncesinde yaptığı açıklamada buna işa-ret ediyordu: Gülbahar, “Bu yaklaşım, bilim tarihinde Müs-lümanların yeri ve İslam sanatının asırlara uzanan gelişimi vekemâli gibi konular söz konusu olduğunda özellikle geçerlidir”diyerek, Müslüman üniversitelilere yol gösteriyordu. Gül-bahar bunun için, Avrupa’nın mevcut kültürüne Müslümanlarınkatkıları üzerine düşünülüp ve bu kültüre bugün de Müs-lümanlar olarak nasıl katkı sağlanabileceğimiz üzerindeyoğunlaşılması gerekteğine işaret ediyordu.

Bu meyanda, Üniversiteliler Günü, “Avrupa’daki Müs-lüman gençlerin, içinde yaşadıkları topluma nasıl ve ne tür birkatkıda bulunabilcekleri ya da bulunmak zorunda olduklarıve tarihimizdeki örneklerden yola çıkarak, nasıl örnek şahsi-yetler olabilecekleri” sorularına genel bir cevap olarak de-ğerlendirilebilir.

IGMG Gençlik Teşkilatı, bu yıl üçüncüsü düzenlenenÜniversiteliler Günü UNIDAY ’11 ile Avrupa’daki tüm gençMüslümanlara bu konularda fikrî bir zemin oluşturmak veihtiyaç duyacakları desteği sağlamak istediğini göstermekistedi.

UNIDAY’11 organizasyonunun üç önemli misafiri var-dı. Bu misafirlerin ikisi konuşmacı olarak programda yer alır-ken, gözlemci olarak katılan üçüncü misafir, özellikle İsla-

mî düşünme ve İslamî kimlik konularına sıklıkla ve önem-le vurgu yapan, aynı zamanda İslamî kesimin önemli med-ya uzmanlarından birisi olan Dr. Yusuf Kaplan idi.

Konuşmacı olarak katılan misafirlerin ilki İslam Ülke-leri Parlamenterler Birliği Genel Sekreterliği görevini de yü-rüten, tasavvuf ve tasavvuf kültürünün önde gelen isimle-rinden Şeyh-i Ekber Muhyiddin’i Arabî uzmanı olmakla kal-mayıp, tasavvufu İslamî hayatın temel bir özelliği olarak ka-bul eden Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç idi. Diğer konuşma-cı ise bilim ve sanat alanında Müslümanların dünya kültü-rüne katkılarını inceleyen araştırmaları ile ünlü Prof. Dr. Sa-lim el Hassani idi. Misafirler arasında, T.C. Başbakanlık YurtDışı Türkler ve Akraba Topluluklar Daire Başkanı KemalYurtnaç ve Münster Başkonsolosu Nafi Cemal Tosyalı dayer aldı.

Fatih Çiçek’in okuduğu Kur’an-ı Kerim kıraati ile başla-yan programı ünlü sunucu Serdar Tuncer takdim etti.

Programın yapıldığı Bielefeld’deki salonda (Stadthal-le’de) başlıca sanatsal etkinlik olarak, Peygamber Efendimi-zi anlatan, O’nun isimleri ile O’na medhiyler sunan çeşitli hil-ye-i şeriflerin yer aldığı hat sanatı sergisi yer aldı. Üniversite-li gençlerin merakla izledikleri bu sergi ile de İslamî sanatla-rın önemine ayrıca vurgu yapılmış olundu. Salonda ayrıca İr-şad Başkanlığı, Hukuk, Üniversiteliler ve Kurumsal İletişimgibi farklı IGMG birimlerinin tanıtım standları yer aldı.

Musiki alanında Göksel Baktagir ve ekibi “Doğu Rüz-garı” başlığı altında tasavvuf ve Türk Sanat Musikisi’ndennefis parçalarla genç Müslüman üniversitelileri unutulmazbir musiki ziyafeti sundu.

Kur’an-ı Kerim okunmasını müteakiben IGMG Genç-

UNIDAY ‘11: “Düşlerimiz Maziye Dayanır”

s a y f a 1 6 • P e r s p e k t i f

Page 17: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

lik Teşkilatı Üniversiteliler Teşkilatlanma Başkan Yardım-cısı Taner Doğan programa katılan bölgeleri yoklama ya-parak takdim etti.

IGMG Gençlik Teşkilatı Üniversiteliler Başkanı CelalTüter ise, İslam’ın Avrupa medeniyetine yaptığı katkıları kı-saca değerlendirdiği konuşmasında şunları ifade etti:

“İslam, Avrupa medeniyetine Yunan ve Roma medeniyetiile birlikte önemli katkılarda bulunmuştur. Endülüs, İslam me-deniyetine yeni bir hamle ve yeni bir dinamizm getirmiş, Av-rupa’ya da sosyal, kültürel ve siyasal alanlarda etkide bulun-muştur. Endülüs’ün bu açıdan önemi yadsınamayacağı gibi, Si-cilya Müslümanlarının etkileri de unutulmamalıdır. Bu dönemdedünyanın hali hazırda kullandığı rakamlar neşet eder. Üniversitelerbu coğrafyalarda Yunanca’dan Arapça’ya tercümeler yapar-lardı. Daha sonra da bu bilgiler tüm Avrupa’ya yayılırdı. Ay-dınlanma sürecinin önce İtalya’dan başlaması, takdir edersi-niz ki, bir tesâdüf değildi. Ayrıca Balkanlardaki tarihi önem-deki sosyal ve kültürel etkilerimizi unutamayız. Mirasçısı olduğumuztarihimizin canlı hatıralarını Saraybosna’da, Mostar’da hâ-lâ görebilirsiniz.

Şimdi kendimize bir kez daha bakıyoruz. Avrupa’ya 60 son-rası gelen nesil ya aynîleşti ya da kendi kendilerine yaşadı. Ken-dileri gibi düşünen insanları bir araya getirip ibadethaneler aç-tılar. Zira ‘‘Bizlerin kaybolması’’ndan korkmuşlardı. Peki bukorkunun asli sebebi neydi? Çünkü onlar etraflarını tanımıyorve etraflarına yabancıydılar. Ve fakat korumaya çalıştıkları kut-si değerleri vardı. O zaman biz ne yapacağız? İnsan, inançla-rını savunması gerektiği yerde savunamazsa, korunma ihtiya-cı duyar. Ama bizler, ‘‘Biz varız ve hâlâ buradayız’’ diyerek bukorkuya kapılmıyor, geçmişimize de bakarak, var olduğumu-zu, içinde bulunduğumuz toplumlara katkıda bulunmak is-tediğimizi söylemek istiyoruz. Bizim geleneklerimize bağlı kal-mamız, bizim samimiyetimizi ve kendimize güvenimizi tem-sil ediyor.

Şu anda 260 ayrı alanda okuyan bu kadar üniversitelimiz

burada. Mevlana’nın pergel örneğindeki gibi pergelin sabit aya-ğı bizim geçmişimiz, hareketli ayağı da bugünümüzün Avru-pa’sıdır. Avrupa’nın dilini, kültürünü, toplumunu bilen insanlarolarak, üzerinizdeki görev çok büyüktür, bu görevi ifada gele-neğimizin önümüze düşürdüğü ışık tahmin edilenden çok da-ha değerlidir...”

IGMG Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü ise, programa ka-tılan üniversiteleri selamlayıp katılımları için teşekkür ettiktensonra dünyadaki son gelişmelerin kısa bir tahlilini yaptı. Üçün-cü özetle şöyle konuştu:

“Şu anda, ABD’de, Türkiye’de, Avrupa’da, Kuzey Afrikave Arab Yarımadasında her nesle nasib olmayan tarihî olay-lara tanıklık ediyoruz. Daha birkaç ay öncesine kadar ‘bunlarmümkün olamaz’ diyebileceğimiz olaylar gerçekleşiyor. Reytinglerisarsılmaz olan gelişmiş ülkeler faiz batağında boğulurken, biryandan da daha düne kadar dost ve makbul lider sayılan, ade-ta koruma altında tutulan Arap despotlar tek tek devriliyor. Mu-hammed Buazizi adındaki genç bir akademisyenin nelere ve-sile olduğunu, nefeslerimiz tutularak birlikte izliyoruz. Despotların,Facebook, El Cezire ve Cuma namazlarını dahi yasaklamayıdüşündükleri söyleniyor. Sosyal medyanın etkisinin zaten far-kındayız. Ancak, çoğu zaman bir ritüel ve bir sorumluluk ola-rak algıladığımız Cuma namazının asıl fonksiyonunu, cema-atle yapılan ibadetin, cemaat olma bilincinin nelere muktedirolduğunu ve olması gerektiğinin tekrar farkına vardık. Bugünprogramımızın sloganı olan ‘Düşlerimiz Maziye Dayanır’ ilebu giriş arasında nasıl bir irtibat olduğu merak edilebilir. An-cak, takdir edersiniz ki, bütün bu anlattıklarımın bu sloganladoğrudan bir irtibat noktası vardır. Zira bundan tam 20 yılönce Doğu Bloku denilen Demir Perde ülkeleri tek tek yıkılır-ken Müslümanlar olarak yine tarihe tanıklık etmiştik. Hatır-layın, dünya iki kutuplu bir dünya idi, tek kutuplu hâle geldi.Kapitalizm yeryüzünde herkese daha güzel bir hayat vaade-diyordu. Artık savaşlar bitecek, küresel tüketim pastsından payalarak herkes mutlu olacaktı. Bunun sömürüyü esas alan bir

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 1 7

Page 18: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

s a y f a 1 8 • P e r s p e k t i f

sistemle olamayacağını her ne kadar söylemiş olsak da, kimsebizi dinlemedi. Bizler, oyunun dışında kalanlar olarak sadeceseyrettik, müşahede ettik. Faizle, sömürü ile olmaz dedik. İşgalle,savaşla olmaz, adaletsizlikle, çifte standartla olmaz dedik, kim-se dinlemedi. Keşke dinlemiş olsalardı.

Demek ki, sesimiz cılız çıktı. Donanınımız azdı. Bunun içinbirçok gelişmeye seyirci kaldık, hatta bazen gelişmelerin obje-leri haline geldik. Ama şimdi açık söylüyorum, artık aynı lük-sümüz yok. Aktör ve öncü olmak durumundayız. Bu ise donanımıtam, toplumsal etkinliği yüksek bir kitle ile, yani sizlerle müm-kün olacaktır. Zira faiz batağından daha fazla faizle kurtul-maya çalışanlara, Arap baharını güdümlü demokrasilerle ye-ni despotlarla formatlamaya çalışanlara, 11 Eylül terör saldı-rılarının 10. Yılında Müslümanları adeta bir cadı avına tâbitutanlara, Almanya’ya göçümüzün 50. Yılında, bu ülkenin geç-mişine ve geleceğine katkı sağlayan ve sağlayacak olanlara ikin-ci sınıf insan muamelelesi yapanlara, Üstad Necip Fazıl’ın de-diği gibi ‘‘Durun kabalalıklar, bu cadde çıkmaz sokak haykırsamkollarımı makas gibi açarak’’ diyorum.

Müslümanların gelişmelere seyirci kalmalarının bedeli çokağır oldu. Dünyanın hali ortada. Silahlanma almış başını gi-diyor. Somali başta olmak üzere ülkeler açlıktan kırlıyor.Şimdi yeni bir sese ve toptan çözümlere ihtiyaç var. Çözümlertaptaze; kökleri mazide. Yani, dinimizin kültürümüzün, me-deniyetimizin derinliklerinde. Bundan dolayı, geçmişimizle deyüzleşerek, yeni reçeteler ortaya koymak durumundayız. İslamToplumu Millî Görüş çatısı altında, hayatlarımızı Kur’an veSünnet’le barıştırarak, kişisel gelişimimizi önemseyerek, toplumsalsorumluluklar üstlenerek bir iyilik ve adalet dalgası başlatarak,tarihin bu dönüm noktasında, tarihin seyrine sizlerle birliktemüsbet bir etki yapma imkanına sahip olduğumuza olan inan-cımı tekrar hatırlatmak istiyorum.”

T. C. Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba TopluluklarDaire Başkanı Kemal Yurtnaç da UNIDAY’11’de kısa birkonuşma yaptı. Kemal Yurtnaç sözlerine Başbakan Sayın Re-cep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Yardımcısı Sayın Bekir Boz-dağ’ın selamı ile başladı. Yurtdışı Türkler ve Akraba Top-luluklar Daire Başkanlığı’nın faaliyetlerini anlatan Yurtnaç,programa katılan üniversitelileri tebrik etti ve eğitimin çok

önemli olduğuna işaret etti.İslam Ülkeleri Parlamenterler Birliği Genel Sekreteri ve

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ögretim Üyesi Prof.Dr. Mahmut Erol Kılıç ise konuşmasında şunları kaydetti:

“Bizim için burada ‘‘Hangi İslam’’ sorusu önemlidir. Ziragünümüzde İslam diyen pek çok insan var. Fakat, İslam adı-na işlenen cinayetleri de maalesef görüyorsunuz. Kim İslam adı-na bir takım yargılarda bulunuyorsa, söylediklerinin sıhhati ko-nusunda araştırma yapın, o zaman hangi İslam’dan bahset-tiğini anlarsınız.

Burada katiyyetle milliyetçi bir söylemle konuştuğumu dü-şünmeyin. Ancak Anadolu İslam’ını önemsediğimi bilmenizi is-terim. Anadolu derken bir mekanı kasdediyorum. Bu terkibe yap-tığım vurgu, Anadolu İslam’ının dokusunda yer alan İslam an-layışını, o hamuru karan, o hamuru yoğuran büyüklerin düşüncesistemlerini analiz etmeniz gerektiğine işaret içindir.

Son dönemde İslam anlayışında bazı kırılmalar yaşadık.Bu kırılmaları sizler düzelteceksiniz. Babalarınızdan, dedele-rinizden bunu beklemeyin, onların derdi, sizlerin maddî sıkın-tiya düşmeden okumanızdı. Ama onlar sizlerden büyük şeylerbekliyor. Çünkü bizim geleneğimiz, hem Batı’yı hem de Doğu’yubilen ve onları analiz ve sentez eden bir gelenekti. Hep birlik-te, son bir iki gün içinde bir diktatörün sonunu gördük. Biz birhukuka tâbi, yasaları olan bir topluluğuz. Çapulcu değiliz. Birsuçlu yakalandıktan sonra önce mahkemeye çıkarılır ve ceza-sını mahkeme veririr. İşte bu bir kırılmadır. Anadolu İslam an-layışı, Yunus Emre’nin inandığı İslam böyle değildi.

Şunu unuymayın ki, Batı da Doğu da izafîdir, görecelidir,relatifdir. Batılı da insandır, Doğulu da. Hatta ağaçlarla da-hi tahmin ettiğinizden çok ortak özelliklerimiz var. Anadoluİslam anlayışı ile yoğrulmuş olanlar, bir ormandan ağaç keserkenbile diğer ağaçların rahatsız olmaması için baltasını bir bez ileörter ancak kesecekleri ağacın önüne geldiklerinde bu örtüyüaçar ve o ağaca dahi vururken dikkat ederdi.

Ben Müslümanım diyorsanız, Anadolu’nun büyük İslamustalarını tanımak zorundasınız. Bunu samimî bir ısdırap, iç-ten gelen bir duygu olarak paylaşmak istiyorum. Maalesef İs-lamî hasssasiyete sahip bizler, İslam anlayışındaki kırılmalardandolayı başka bazı İslam anlayışlarını okuduğumuz kadar ken-

t e ş k i l a t

IGMG Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç

Page 19: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

di ustalarımızın eserlerini yeterince ve gerektiği gibi okumuyo-ruz., Millî Görüş İslamı’nın Pîrlerini de okumalı ve tanımalı-yız. Örneğin, Anadolu’nun İslam ustalarının anlayışına göreİslam dört derecelidir. Bunun ilk ikisi izafîdir. Daha sonra ge-lecek olan o iki derceye varmak için gerekli derecelerdir. Birin-cisi normatiftir, hukuktur. Bu, Bab-ı Şeriat’tır. Bazı pratikler,şekle ihtiyac duyduğu için, bu şeklî olanı şeriat düzenler. Amaburada, neden, niçin sorusunun arayışına başlamak için uzunbir yolculuğa çıkılır. Buna yol denir, yani Tarikat. Bu yollarınikisi de beraber ve ciddî olarak izlenirse merkeze ulaşılır. Bu-na bilgi kapısı; marifet denir. Bilgiye eren, bilen ve bilinenin birolduğu hakikat kapısına erişir. Bu dört dereceli din anlayışı baş-ka dinlerde pek görülmeyen bir husustur. Yukarıya doğru ay-rılıkların birleştiğini görürsünüz.

Sizler dünyaya ışık tutucu kişiler olmalısınız. Görüyorsu-nuz, hangi İslam formatı Herat şehrini güller şehri yaptı da, han-gi İslam formatı kan şehri yaptı. Devrin önümüze çıkardığı so-rulara cevap bulmalısınız.

Dikkat edin: Osmanlı parçalanınca, sadece coğrafyasıparçalanmadı, zihniyetler parçalandı, İslam anlayışı parçalandı.Bu anlayışı sizler yeniden inşa etmelisiniz. Sırf muhalif söylemlerinizbir anlam ifade etmez. İktisat ve felsefe projeniz var mı varsaiçerikleri ne? Sadece muhalif söylemle, sadece Batı’yı tenkid ede-rek, bir yere varamazsın. Projeleriniz nerede? Unutmayın, in-sanlığın ortak değerleri vardır. Alman felesefe geleneğini öğre-nin, ama Davudî Kayserî’yi ve Niyazî Misrî’yi, Muhyiddin-iArabî’yi de öğrenin ve kendinizi bir kaynakla sınırlamayın. Ga-ye, Hakk’ın rızasını kazanmaktır. Bilin ki, bütün ilimler tek birhedefte toplanmalıdır. Ve öğrendiğiniz ilimler Allah’a giden yo-lu açmıyorsa, o zaman sizin ilimler hiyerarşinizde bir problemvar demektir. Bu problemi çözecek olanlar da yine sizlersiniz.”

Prof. Dr. Salim el Hassani konuşmasının başında İngi-lizce, Türkçe ve Almanca olarak gençleri selamladı. Ko-nuşmasından önce sunduğu İslam bilim tarihi ile ilgili kısatanıtım filmiyle salonu dolduran yaklaşık üç bin üniversiteligencin coşkulu tezahüratlarına mazhar oldu.

Hassani konuşmasında, İslam ülkelerinin bir bölümü da-hil özellikle Avrupa ülkelerinin “Karanlık Çağ” dediği dö-nemde İslam dünyasında bilim ve sanatın zirveye ulaştığı-

nı ve Müslümanlar olarak bu geçmişin iyi bilinmesini ve ge-leceğe bu geçmişten hareketle yön verilmesi gerektiğini söy-ledi. İlmin ve sanatın bütün insanlığın ortak ürünü olduğunuve gelecekte de İslam kültür ve medeniyetinin insanlığa ka-zandıracak çok şeyi olduğunu bildiren Hassani, bunun içinAvrupa’da yaşayan ve üniversitelerde okuyan Müslüman ög-rencilere büyük görevler düştüğünü sözlerine ekledi. “Geç-mişimiz, farklı kültürlerle ortak yaşam için eşsiz bir örnektir”diyen Hassani, Avrupa’daki Müslümanların toplumsal ba-rış için de görevleri olduğunu, Müslüman gençlerin sahihbir imanın yanı sıra “amel-i salih”e de sahip olmalarının şartolduğunu söyledi.

Akabinde, IGMG Gençlik Teşkilatı Başkanı Mesut Gül-bahar, Federal Almanya Eğitim ve Araştırma Bakanlığı’nın“Çevre Koruma” projesinde birinciliği kazanan Ali Karaca’yaplaket takdim etti. Gülbahar, “Göçün 50. Yılını yaşıyoruz.Geçmiş 50 yılda bizimle, Müslümanlarla ve babalarımızlailgili söylenmiş olumsuzlukları bir kenara bırakıyoruz. Ali biz-leri temsilen bu ödülü aldı. Biz bu toplumun geleceği içinher türlü fedakarlığa hazırız. Bizden ilmimizi isteyin.v Biz-den sorunları çözmek için fedakarlık isteyin. Tüm imkan-larımızı seferber etmeye hazırız. Gençlerimize sahip çıkmayahazırız. Bizden tek şey istemeyin: Dini değerlerimize olanbağlılıktan taviz vermemizi beklemeyin,taviz istemeyin.İnsanlığa faydamız ve katkımız bundan sonra da devam ede-cek. Bundan sonra bir değil bin, onbinlerce ödül alacak kar-deşlerimiz sizler olacaksınız” şeklinde bir konuşma yaptı.

Daha sonra IGMG Gençlik Teşkilatı Bölge Üniversite-liler Başkanlıkları arasında en başarılı çalışmaları yapan böl-gelere başarı ödülleri takdim edildi. Başarı ödülünü erkek-ler kategorisinde birinciliği Hamburg, ikinciliği GüneyHollanda ve üçüncülüğü de Hannover Bölgesi alırken, ba-yanlar kategorisinde Köln Bölgesi birinciliği elde etti. Ba-şarı ödüllerinin takdiminden sonra ise tasavvuf ve Türk Sa-nat Musikisi’nden örneklerin sunulduğu “Doğu Rüzgarı” prog-ramına geçildi. Göksel Baktagir’in yönettiği musiki ziyafe-ti büyük bir coşku ile izlendi.

UNIDAY ’11 programı, tekrar Kur’an-ı Kerim’den ba-zı ayetlerin okunması ile sona erdi. �

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 1 9

Prof. Dr. Salim el Hassani Kemal Yurtnaç

Page 20: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

t e ş k i l a t

IGMG Hadsch-Umra & Reisen GmbH tarafından or-ganize edilen Hac seferleri, en son kafile olan Freiburg, Nürn-berg ve Schwaben kafilelerinin 29 Ekim tarihinde dönü-

şü ile tamamlandı. IGMG Hadsch-Umra & Reisen GmbHhali hazırda, bahar aylarından itibaren başlamak üzere Pas-kalya, Yaz ve Ramazan Umre seferlerinin hazırlığına da baş-ladı. Hac için yapılan başvuruların yoğunluğu sebebiyle ge-lecek seneye kalan hacı adaylarının yanı sıra 2012 yılı hacmüracaatlarının kayıtları ise devam ediyor.

Umre ve Hac için müracaatlar, cemiyetlerle ilgili böl-gelere yapılacağı gibi doğrudan IGMG Hadsch-Umra &Reisen GmbH merkezine de yapılabiliyor.

BAŞARILI BİR DÖNEM DAHA GERİDE KALDIIGMG Hadsch-Umra & Reisen GmbH Genel Müdürü

Hakkı Çiftçi, bu sene de başarılı bir organizasyon gerçek-leştirdiklerini, hacılar ile Suudî Arabistan hac yöneticile-rinin de organize için kendilerine takdir ve teşekkürlerinibildirdiğini söyledi. Çiftçi ayrıca şunları söyledi:

“Allah, tüm hacıların haclarını mebrur eylesin. Orga-nizasyonumuzda hizmet veren, görev yapan tüm kafile vegrup başkanlarımıza ve hacılarımıza teşekkür ediyoruz. Bumeyanda, özellikle hac müraccatlarının erkenden yapılmasınıbir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Zira, vize işlemlerininzamanında yapılması, konaklama ve diğer hizmetlerin da-ha iyi bir şekilde organize edilebilmesi için, erken müra-caatlar hac seferlerinin düzenleyicileri olarak bizleri rahatlattığıgibi resmî işlemlerin de erkenden ve gerektiğince yapıl-masına da yardımcı oluyor.”

Hac hizmetleri iki bölümden oluşuyor. Bu hizmetle-rin birinci bölümü, Peygamber Efendimizin medfun bu-lunduğu Mescid-i Nebevî’ye ev sahipliği yapan Medine’denoluşuyor. İkinci bölümü de Hac ibadetinin gerçekleştiğiKâbe, Arafat ve Cemerât’ın (Şeytan taşlanan mekanlar)bulunduğu Mekke ziyareti oluşturuyor. Yoğunluk sebebiyle,Hac öncesinde daha erken giden kafileler önce Medine’yegidip oradaki ziyaretlerini yapıyorlar. Bu kafileler daha son-ra Mekke’ye hareket ediyor. Hac günlerine yakın bir za-manda giden kafileler ise Medine’ye, Hac’dan sonra gidi-yorlar. Daha önce Medine’ye giden kafileler ise Hac son-rasında geri dönüyorlar. Bu seneki organizasyona göre 14kafile önce Medine’ye hareket etti. Diğer 20 kafile ise Hacsonrasında veda tavaflarını yaparak Medine’ye geçti.

IGMG Hadsch-Umra & Reisen GmbH ile, 34 kafileşeklinde sefer düzenlendi. Çeşitli sayılardaki kafilelerözellikle Almanya’dan ve diğer Avrupa ülkelerinden mey-

Hac’dan DönüldüŞimdi Umre’ye Hazırlanıyoruz

s a y f a 2 0 • P e r s p e k t i f

Hacılarımız Arafat’a hareket ediyor.

Page 21: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

dana geldi. Bu sene ilk olarak, Münih ve Stuttgart kafile-leri dönüş yaptı. En son olarak ise 167 hacısı bulunan Nürn-berg, Freiburg ve Schwaben’den oluşan kafile evlerine dön-dü. Ve bu sene toplamda, yaklaşık 5400 hacıya hizmet ve-rildi.

KABE İMAMİ HALİD GAMDÎ ARAMIZDAYDIBu sene organizasyonumuzu ziyaret edenler arasında

Kabe İmamlarından Kurra Halid el Gamdî de yer aldı. ElGamdî, hacılara sundukları hizmetlerden dolayı 170 civarındakigörevli, kafile ve grup başkanlarımıza bizzat teşekkür ettive Allah’ın misafirleri olan hacılara hizmetin büyük ecir vesevab kazandırdığını bir kez daha hatırlattı.

Ziyaretçilerimiz arasında Türkiye’den hafız, kurra ve ilimadamları da yer aldı. Prof. Dr. Mahfuz Söylemez, Prof. Dr.Mustafa Ağırman ile hafız ve kurradan İshak Danış, Mus-tafa Nalbant, otel ve Arafat ile Mina’da kurulan çadırlarımızdagerçekleştirilen irşad programlarının misafirleri oldu.

Öte yandan daha önceleri uzun süre Hac Genel Ko-ordinatörlüğü görevini üstlenen IGMG Genel Başkanı Ke-mal Ergün de, hac hizmetlerini bizzat denetleyerek, hacı-larımızla birlikte oldu ve çeşitli sohbetlerde bulundu.

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 2 1

Kabe İmamlarından Halid al-Gamdî IGMG Hac Organizesini ziyaret etti.

Mina’da Cuma Namazı

Arafat’a hareket heyecanı

Kafile ve grup başkanları Mina çadırlarında

Page 22: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

i s l a m v e h a y a t

İslam’ın beş temel esasından birisi olan hac, “Ulu’l Azm”Peygamberlerden olan Hz. İbrahim ile yeniden ihya edil-miştir. Hac aynı zamanda bir Müslüman’ın Allah’a nasılteslimiyet arzedeceğini de sembolize eder. Çünkü haccıngerçekleşebilmesi için “tavaf” edilmek suretiyle ziyaret edil-mesi gereken Kabe’yi, Halilullah olan Hz. İbrahim, oğluİsmail (a.s.) ile birlikte inşa etmiş, İsmail’in annesi Hacer’inMekke’ye yerleştirilmesi ve İsmail’in Kurban edilmesi gi-bi hadiseler de bu çerçevede gelişmiştir. Hadiseler, Allah’atam bir teslimiyet ile bağlılık (İslam olma, Müslüman ha-line gelme), bu anlamda tam bir kul olma (ubudiyet) hal-lerini ortaya koymaktadır. Ki, “Bunu İbrahim de kendi oğul-larına vasiyet etti, Yakub da: Oğullarım! Allah sizin için budini (İslam'ı) seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak ölü-nüz (dedi),” (Bakara Sûresi [2:132] ayetinde vaz edildiğigibi, Allah’a tam bir teslimiyet/ubudiyet İbrahim aleyhisselâmınyoludur.

Haccı, başta ihram ile birlikte bir bütün olarak de-ğerlendirdiğimizde, bu teslimiyetin apaçık bir şekilde te-zahür ettiğine şahit oluruz. Zira ihram, Allah’ın normalhayatta kullarına helâl gördüğü ve insanların da hoşu-na giden eylemlerden dahi uzak durmaktır. Koku sürünmek,süslenmek bu davranışların başında gelir. Allah böyle em-retti diye, ihram süresince bu helâl işlerden uzak durmafiili elbette ki tam bir teslimiyeti gösterir. Nasıl ki, İb-rahim aleyhisselam, vatan edindiği Filistin’den kalkıp su-suz ve meskun olmamış bir beldeye gelip, eşini ve be-beğini terkederek, teslimiyet gösterdi ise; Hacer terke-dilmeyi, İsmail de Kurban edilmeyi kabullendi. Kolay mıidi İbrahim’e ihtiyarlık halinde iken ömrünün 86. yaşındakavuşabildiği tek evladını, o çaresiz, zavallı bebeklik ha-liyle çöllere terketmek, daha sonra da Kurban etmek? Yaterkedilmek Hacer için? Ve İsmail için Kurban edilmek?Bütün bunların bir insan için kolay olduğunu düşüne-bilmek mümkün mü? Ama onların, Allah’a olan bağlı-lıkları, Allah’ın kendileri için takdir ettikleri hayata tes-limiyetlerinde zerre kadar bir tereddüt görülmesi müm-

kün değildi. İşte bu teslimiyet onları, bütün zorluklarısabırla göğüslemelerinin yolunu açtı. Hem de ne bere-ketli bir yol.

Hadiseyi berbaer hatırlayalım; “Ey İbrahim, bizim bu-raya terkedilmemiz, Allah’ın arzusu mudur?” diye soran Ha-cer’in, “Evet” cevabı karşısındaki teslimiyeti, ile İsmal’in şuteslimiyetini. “Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa eri-şince: Yavrucuğum! Rüyada seni Kurban ettiğimi görüyorum;bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emro-lunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, de-di.” (Saffât Sûresi [37:102]

İşte bu teslimiyet, Müslüman olan bir kulun teslimi-yetinin timsalidir. Bu teslimiyet, elbette ki geçilmesi ge-reken bir imtihanı kazanmanın yolunu da açar o insan için.Ve hem İbrahim, hem Hacer hem de İsmail kazanmıştır.Bu dünyalarını da, hertürlü hesabın eksiksiz sorulacağı öbürdünyalarını da. Onların yolundan gidenler için eşsiz bir tim-sal olan bu teslimiyet, kendine sarılan herkesi işte böyle-ce kurtaran bir teslimiyettir.

Bu teslimiyetten sonra İbrahim (a.s.) yakınmaz, yükününağırlığına isyan etmeyi bırakın, itiraz bile etmez. Yaptığı şey,kendisini tüm bu amel ve sahih inancından dolayı dostuolarak kabul eden Yüce Allah’a (c.c.) şöyle dua etmektir:“Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları içinben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kabe'nin)yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye yerleştirdim. Artık sende insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kılve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şük-rederler.” (İbrahim Sûresi [14:37])

Dikkat edilecek olursa İbrahim’in, Hacer’in ve İsma-il’in teslimiyetinde sabır ve namaz birlikte yürüyor. Sade-ce kabullenmek yetmiyor, aynı zamanda, kulluğun en önem-li ifadelerinden birisi olan Allah’ın yüceltilmesi ve her tür-lü noksanlıklardan tenzih edilmesi olan namaz ile kuv-vetlendiriliyor. Zaten, “Sabır ve namaz ile Allah'tan yardımisteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah'a saygıdan kalbiürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.” (Ba-kara Sûresi [2:54] ayet-i kerimesinde gündeme getirildi-ği gibi, Müslümanların Allah’ın yardımına ulaşabilmele-rinin yolu sabır ve namazdan geçmektedir.

İbrahim (a.s.), Hacer ve İsmail’in (a.s.) hayatında sabırve namaz birbiri ile bütünleşmiş Allah da vaad ettiği gibi on-ları dileklerine, muradlarına erdirmiştir. Bugün bile onca ko-

Halilullah’ın (a.s.) Yoluİhram, Tavaf ve Hac Üzerine

Mahmut Aydınel • [email protected]

s a y f a 2 2 • P e r s p e k t i f

Page 23: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

laylığına rağmen ihram ve haccın diğer menasikleri sabra da-vet eden sıkıntılarla doludur. Fakat, Müslümanların Allah’aolan kulluklarının gereği olarak bu sıkıntıları göğüslemele-ri hep sabır, namaz ve dua ile mümkün olabilmektedir.

“Kim hac yapar, Hac esnasında cinsî temastan korunur,çirkin söz ve davranışlardan uzak durursa, annesinden doğ-duğu gündeki gibi günâhlarından kurtulur.” (Nesaî, Hac, 4)buyuran İbrahim’in neslinden âlemlere rahmet olrak ge-len Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bizzatkendisi de sabırda, tevekkülde, teslimiyette ve namazda enönde duran birer örnektir. Öyle ki, Allah’ın Resûlü her ge-ce kalkıp Yüce Rabb’ini anmak, O’nu tes-bih ederek yüceltmekle de mümtâz bir ör-neklik teşkil etmektedir. Bu yüzdendir kiHac, Hz. İbrahim’in (a.s.), Hz. Muhammed’in(s.a.v.) örneğinde olduğu gibi onların yo-lundan gidenleri de ibra edecek bir ibadettir.

Acaba, Hacer’in İsmail (a.s.) ile, dahasonra zaman zaman İbrahim (a.s.) ile bir-likte bu ıssız belde de yalnız olmaları sebebeylemidir ki Hacc’ın tüm menasiki yalnız ba-şına yapılır. Tavaf örneğin. Her ne kadar,insanların çoğu aynı anda Kabe’yi tavaf et-se de, herkes kendi öz nefsi ve dünyası iledua eder. Allah Resûlü’nden nakledilen dua-ların yanında kişi o anda istediği şekildeRabb’ine yalvarır, tevbe eder, yardım ister,hamd ve şükrünü arzeder. Farz namazla-rın cemaatle kılınıyor olmasından, haccıncemaatle eda edildiği anlamı ortaya çıkmaz.Herkes kendi halindedir, tavaf edip, sa’y ya-parken. Arefe günü vakfe esnasında, bay-ram günleri şeytan taşlarken ve nihayetHacc’ın asıl rüknü olan ziyaret tavafını ya-parken, herbir insan milyonlar arasında kendi başınadır.Bunun için belirli bir saat tesbit edilmemiş, vakfe için birgünün gündüz saatleri, tavaf için ise bayramın birinci gü-nünden itibaren başlangıç noktası vaz edilmiştir. Dikkatediniz, kıyafetler bile aynıdır. Erkekler iki parça bezle ki-yafetlenmişler, kadınlar ise en sade kiyafetleriyledir. Amamilyonların herbiri teslimiyetlerini ortaya koyarak Rab’le-rini anar, ondan yardım diler ve dileklerinin kabul etme-si için dua ederler.

Allah (c.c.), Halilullah olan İbrahim’in (a.s.) yolundangidenlerin bu mekanları ziyaret etmeleri için belki de buyüzden, yani, İbrahim’in, Hacer’in, İsmail’in yalnızlıkları-na gösterdikleri teslimiyeti görüp onların yolundan gitsindiye oraya çağırmaktadır. Zira, “Orada apaçık nişaneler, (ay-rıca) İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyetteolur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlarüzerinde bir hakkıdır. Kim inkar ederse bilmelidir ki, Allahbütün alemlerden müstağnidir.” (Âl-i İmrân Sûresi [3:97]

İhrama bürünmüş Müslümanlar kendileri emniyetiçinde oldukları gibi mahlukâta karşı da güvenilir davran-mak, onların da emniyetini sağlamakla mükelleftirler. Butam bir teslimiyetin işaretidir. Ihram sahibleri, Allah'u Teâ-lâ'nın yasakladığı her şeyden sakınır. Gömlek ve şalvar gi-bi dikilmiş elbiseler giyemeyeceği gibi, sarık, külah, kaftanve mest de giyemezler. Güzel koku süremez; başının ve be-deninin kıllarını tıraş edemez, tırnaklarını kesemez ve on-dan bir parça bile olsa koparamazlar. İnsanların ekip ye-tiştirdiği cinsten olmadığı gibi, onların emekleri sonucu daortaya çıkmamış olan ağaç ve bitkilerin koparılmasından

ve onlardan menfaat temin etmekten uzak dururlar. Yanibütün menhiyattan zaten uzak durmaları gerektiği gibi, ken-dilerine normal hayatta helâl olan eylem ve hallerden deuzak durmak zorundadırlar.

Aşağıdaki ayet, doğrudan hac ile ilgili olmasa bile, Hz.İbrahim’in (a.s.), Hz. İsmail’in (a.s.) Muhammed’in(s.a.v.) gösterdiği ihlaslı bir kulluğun, itirazsız bir teslimi-yetin en doğru yol olduğunu göstererek, gerçek kurtulu-şu vaad ediyor. Ki hac, mevzu bahis olan “Yoluna gücü ye-tenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hak-kıdır” çağrısına ve hukukuna, “Lebbeyk Allahumme lebbeyk!La şerike leke: Ey Allahım! Buyur! Şenin hiç bir ortağın yok-tur” şeklinde bir teslimiyet olduğuna göre “hacı”, en gü-zel dine sahib olan kimsedir.

“İşlerinde doğru olarak kendini Allah'a veren ve İbrahim'in,Allah'ı bir tanıyan dinine tabi olan kimseden dince daha güzelkim vardır? Allah İbrahim'i dost edinmiştir.”(Nisâ Sûresi [4:125]

Hac ile teslimiyete erenlere ne mutlu! �

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 2 3

Kabe’de Tavaf

Page 24: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

i s l a m v e h a y a t

Yaptığımız, yapıyor olduğumuz her bir eylemde bizi,“tahrik” eden, harekete geçiren ya da motive eden saiklerfarklı farklıdır. Kiminin hareket ettiricisi maddi çıkar, ki-mininki maddi haz, kimininki ise elde etmeyi umduğumuzfaydadır.

Mü’minleri hareket geçiren en temel saik ise Allah rı-zasıdır ve öyle de olmalıdır. Oğlu İsmail üzerinden çetinbir sınava tâbi tutulan ve imtihanını yüzünün akı ile verenHz. İbrahim’in “başarı”sını Allah’ın rızasında aramamız doğ-ru olacaktır. Allah’ın rızasını elde etme ısrarında ortaya koy-muş olduğu aşk onu Halilullah (Allah’ın dostu) mertebesinekadar yükseltmiştir.

Amaç olarak kendine Allah’ın rızasını kazanmayı ko-yan ve bunun üzerine aşkla inşa ettiği eylemlerini birikti-ren mü’minin her ameli, 1’e 700 veren bir tohum gibi be-reketlenmektedir. “Mallarını Allah yolunda harcayanlarındurumu, her biri yüz taneye sahip yedi başak bitiren bir to-hum tanesine benzer. Allah, dilediğine kat kat fazla verir. Al-lah, rahmeti bol olan ve her şeyi bilendir” (Bakara 261). Mal-larını, imkanlarını ve zamanını Allah’ın rızası yolunda kul-lanmak konusunda tereddüt etmeyen Müslümanlara budünyada güzellikler bahşedildiği gibi ahirette de kat be katmükafatlar sunulacaktır.

Bu şuurla hareket eden HASENE – IGMG Hilfs- undSozialverein e.V., 2011 Kurban Kampanyası’nı tamamla-dı. 01.10.2010’da kurulan ve he-deflerinin merkezine “İnsanlarınen hayırlısı insanlara en faydalıolandır” Hadis-i Şerif’ini koyan vedaha bir yaşını henüz doldurmuşolan Hasene, milyonları aşan maz-luma, mağdura ve muhtaca ulaş-tı, ulaşmaya devam ediyor. Maz-lumlar ve mağdurlar için el ele slo-ganı ile çalışmalarını sürdürenHasene, geçen sene 2010 KurbanKampanyası’nı yüzünün akı ilevermiş, 85.474 bağış toplamış,97.448 hisse dağıtmıştı. Bu yıl

belirlenen 100.000 kurban bağışı hedefi Hasene yetkililerininçabaları, Bölge ve Şube Temsilcileri’nin, Hasene KurbanKesim Gönüllüleri’nin gayreti ve himmeti ve yapmış ol-duğu yardımlarla, Ensar olmaya, paylaşmaya talip “EnsarYürekli” Avrupa’lı yardımseverlerin katkıları ile 118.557kurban bağışına, toplamda ise 127.952 adet kesilen kur-bana dönüşmüştür. Geçen seneki bağış adedini neredey-se bir buçuğa katlayan çaba, gayret ve aşk ancak Allah’ınrızasına nail olmadaki arzu ile açıklanabilir. Ve tabii, aşk-la yapılan çalışmalarda farklı yansıyor. Bir eylem aşkla ya-pıldığı vakit sonuçları apayrı oluyor.

2011 Kurban Kampanyası için bu aşk kokan eylemler-den sadece bir tanesine örnek vermek istiyorum: Kurbanbağışı toplama hususunda başarı göstermiş bazı bölgeler veşubelerin temsilcileri ile görüşürken aşklarını, gayretlerini,azim ve mücadelelerini sadece ses tonlarından anlamamakmümkün değildi. Bu isimlerden biri Ruhr-A Bölgesi Her-ne-2 Şubesi’nden Kerim Arslan Bey idi. Hasene Herne-2 Şu-be sorumlusu olan Arslan, 2010 Kurban Kampanyası’ndakesim gönüllüsü olarak Tanzanya’da bulunuşunu ve oradakiyaşadıkları, gördüklerini paylaşırken çok etkilendiğini ifa-de etti. Birkaç kiloluk et alabilmek için 12 saatlik yolculu-ğun ardından dağıtım yerine ulaşan bir bayanın kendisiniçok etkilediğini söyleyen Arslan, bu fotoğrafın zihnine ka-zındığını ve daha fazla çalışması için motive edici bir güç ol-duğunu bizlerle paylaştı. Kerim Arslan, aşkı ile hareket edengönüllülerden sadece bir tanesi. Yüreğini avucuna alıp ko-şan yüzlerce Kerim Arslan var. Peki bu mücadele, bu cehdne için? Daha fazla mazluma ve mağdura ulaşabilmek, on-

larla tanışabilmek, kaynaşabilmek vepaylaşabilmek için...

Mazlum ve mağdur, yetim ve ök-süz adına ortaya konan tüm ulvî ça-balar yeryüzünün şefkat damarıolup çıkıyor. Bütün bu emek sahiplerikapısı çalınmayanların kapısını ça-lıyor, kimsesizin kimi oluyor, yeti-min başını okşayan bir şefkat elinedönüşüyor, bekleyenin beklenenioluyor. Kesilen ve dağıtılan127.952 kurban, milyonlara varanihtiyaç sahibinin midesine daha var-madan, gönlüne varıyor. Yoksa

Aşk, Eylem ve Kurban İle Gelen Hasene

Murat Kubat • [email protected]

s a y f a 2 4 • P e r s p e k t i f

Page 25: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

geçen sene ve bu sene yaşadığımız tecrübenin bize gösterdiği,gittiğimiz ülkelerdeki bizleri bekleyen gözler ve yürekler-deki ifade, sanırım sadece birkaç hafta yetecek birkaç ki-loluk et paylaşımıyla açıklanamayacak kadar anlamlı. As-lında bizler kaybolan parçalarımızı keşfediyoruz; hakikattebizler kendi gücümüzün ve imkânlarımızın farkına varıyoruz.İmanımızın nelere kâdir olduğunun bilincini kuşanıyoruz.Kök anlamı itibariyle kurbiyetten (yakınlaşmak) gelen kur-banın sadece Allah’a yaklaşmak değil; müslümanları, coğ-rafyaları da birbirine yaklaştırmaya vesile olduğunu da id-rak ediyoruz.

Bu sene 282 kesim ve dağıtım gönüllüsüyle, 4 kıta 53 ül-kede bulunan Hasene, depremin yaşandığı Van ili başta ol-mak üzere Türkiye’de de 65 ilde 2011 Kurban Kampanya-sı’nı yürüttü. Balkanlar’dan Türkiye’ye, Ortadoğu’dan Kaf-kaslar’a, Uzak Doğu’dan Asya ve Afrika’ya ve dahi Ameri-ka’ya, o madden uzak ama manen yakın coğrafyalardaki mil-yonlarca insana ulaşan bu iyilik ve güzellik hareketi, ortakbir duaya dönüştü. Geçen sene 3 kıtaya ulaşan Hasene, busene Haiti’de kesilen 286 kurbanla 4 kıtaya ulaşmış oldu. Busene Somali merkezli yaşanan kıtlık dolayısıyla kurban ke-simleri bölgede yoğun bir şekilde sürdürüldü ve bu kıtlık ne-ticesinde oluşan Etiyopya, Cibuti ve Kenya sınır kamplarıda dahil Somali’de 27.478 kurban kesildi. Acıların dinme-diği diğer bir bölge olan Pakistan’da kesilen kurban sayısı16.975’i bulurken, Türkiye’de 3 ilde toplu kesimler gerçekleştive toplam 65 ilde dağıtımlar oldu. Depremin yaşandığı Vanilinde ise kesilen 1.000 kurbanın dağıtımları yapıldı; ve dep-remzedelerin acıları paylaşıldı, onların daima yanlarında ol-duğumuz hissi verilmeye çalışıldı. Hasene ayrıca kar yağış-larının bölgede etkili olmaya başladığı şu sıralarda, kışa ko-runaksız çadırlarda kalan Vanlı depremzedelere yaptıraca-ğı prefabrik evlerle onların yanında olduğunu bir kez dahagöstermek istiyor.

İyilik ve güzelliklerin ortaya çıkmasında fedakarlıkkavramı hiç kuşkusuz merkezi bir kavram. Bu sebeple, Ha-sene’nin 2011 Kurban Kampanyası’nda fedakârlık örne-

ği ortaya koyan kesim gönüllülere ve ailelerine değinme-den geçemeyiz. Hasene’nin ensar yürekli kesim gönüllü-leri bayramlarını aileleriyle beraber geçirmeden feragat et-tiler. Kendi çocukları yerine onların ellerini Afrika’nın si-yah renkli yetim çocukları, Asya’nın çekik gözlü öksüzle-ri öptü, oralardaki kardeşleri ile kucaklaştılar ve mü’minolmanın doyumsuz sıcaklığını hissettiler ve hissettirdiler.Kesim gönüllüsü olarak değişik ülkeler giden fedakâr ki-şilerin çocukları babalarından, hanımları kocalarından, ba-baları ve anneleri oğullarından, kardeşleri kardeşlerindenayrı bir bayram geçirdiler, ama asla buruk değillerdi; ziraçocuklar babalarının, hanımlar kocalarının, anne-babaoğullarının, babasızların, kocasızların, kimsesizlerin, maz-lum ve mağdurun, kısaca ihtiyaç sahibi tüm insanların ya-nında olduğunu bildiklerinden duydukları sevinç buruk-luklarını tümüyle bastırmıştı. Bayramın sevinçle yaşandı-ğını bilen bu ensar yürekli insanlar sevindirerek sevinme-nin mutluluğunu yaşadılar ve yaşattılar. Selam olsun en-sar yürekli Avrupa’lı müslümanlara.

Husn kökünden türeyen hasene, ihsân, muhsin, ahsen,hasen, husnâ kelimeleri ile kökdeştir. Değerli, seçkin ve ken-disine rağbet edilen, ilgi gösterilen her şeye isim olan husn1,hasene isminde kişinin ulaştığı her türlü sevindirici nimete,iyi ve güzel olan her şeye dönüşüyor. Hasene, ismi ile mü-semma haseneler (iyilikler, güzellikler) ortaya koymaya de-vam ediyor. Çatlamış dudaklara bir damla su; karanlıktakalmışlara bir ışık; kalemsiz ve okulsuz, eğitimsiz kalmış-lara eğitim; yetim, öksüz kalarak bakıma, desteğe ihtiyacıolana destek sağlamaya, ensar yüreği ile paylaşmaya hazırAvrupa’lı hayırseverlerin yardımlarıyla devam ediyor. Ha-sene’nin mazlum ve mağdura uzattığı şefkat eli değerlile-şiyor, seçkinleşiyor ve kendisine rağbet edilmesi için se-bepler, vesileler meydana getiriyor. Ne mutlu bu güzelliklerininşasında zerre kadar payı olan mü’minlere! �

1 Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 257

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 2 5

Page 26: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

i s l a m v e h a y a t

Hayalimdeki Etyopya (Habeşistan) ile gerçek Etyop-ya arasındaki farkı anlatmam o kadar zor ki, ikisi birbirin-den öylesine farklıydı ki... Fakat, IGMG Sosyal Yardım Der-neği HASENE’nin Kurban Kampanyası çerçevesinde birgrup gönüllü ile birlikte Etyopya’ya gittiğimizde gerçek Et-yopya’yı görme imkanım olacaktı. Zihnimde, şimdi bam-başka bir ülkede olmanın heyecanı ile, 52 ülkede kesilipdağıtılması planlanan yaklaşık 128 bin Kurban’ın 6 bini-ni Etyopya’da dağıtmak üzere gönderilen gönüllüler ara-sında yer alırken, başka bir dünyada gözlerimi açıyordum.

Etyopya Kurban gönüllüleri grubumuz farklı sosyal kat-manlardan gelen 12 kişiden oluşuyordu. Grubumuzdakiherkes mizaç olarak birbirinden çok farklı da olsa uyum için-de çalışıyorduk. Bu ülkedeki yaşadığımız ve kazandığımız ha-yat tecrübeleri, birbirini tanımayan gönüllüleri de, birbirinebağlanan, birbirine güvenen, kampanya sonrasında da dost-luklarını devam ettirecek olan çok güzel tecrübeler olacaktı.

Kampanya için bayramdan 6 gün önce ulaşmıştık Et-yopya’ya. Kurban Bayramı’nın bir Pazar gününe gelmesidolayısıyla başkent Addis Abeba’nın çeşitli yerlerine ku-rulmuş hoparlörlerden gelen duaları da dinliyorduk. Öy-le ki, bu günün Kurban Bayramı olması sebebiyle gün bo-yunca hoparlörlerden dinlediğimiz seslerin Kur’an-ı Ke-rim’den Ayetler olabileceğini dahi düşünüyorduk. Fakatokunan duaların Hıristıyanların duaları olduğunu çok da-ha sonra öğrenecektik. Ülkede çok sayıda Avrupalı’nın mis-yonerlik faaliyetlerine de şahit olup, bunların bir kısmıy-la sohbet imkanı da bulacaktık. En es-ki Afrika kilisesine sahip olan Etyopya’daHıristiyanlığın izlerini her yerde his-sedebiliyorduk.

Kurban Bayramı hazırlıkları esna-sında başkent Addis Abeba’yı gezme im-kanımız da olmuştu. Afrika’nın en bü-yük kilisesi olan, eski Habeşistan Kili-sesi’nin etrafında dolaştık. Bu Kilise öy-lesine büyüktü ki, araba ile saatte 35 ki-lometre hızla ancak bir buçuk dakika-da bir ucundan bir diğer uçuna varabildik.Kilisenin etkileyici bir özelliği de var-dı tabii ki. Bu kilisenin yanından geçerkenaynı ihtişamda, büyük bir caminin ol-

masını da hayal ediyordum. Hıristiyanlığın hayatın her ala-nına etki ettiği bir ülkede Müslümanların hâlâ varlıkları-nı sürdürebilmeleri bizleri derinden etkiledi.

Organizasyon sürecinde sürekli olarak beraber çalış-tığımız kurumu beklemek durumunda kalacaktık. Fakat,onların bizleri kasten beklettiğini söylemek ise tümüyle ger-çeği yansıtmaz. Onların bu hallerini kültürel kimliklerin-de aramanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Avru-pa’da, Almanya’da alıştığımız çalışma sistemini burada gö-remesek dahi, yine de, beraber çalıştığımız kurumun per-sonelinin bize ayak uydurmak için oldukça gayretli olduklarınısöyleyebilirim.

Hazırlıklarımızı yaptıktan sonra grubumuzu dördeayırdık. Gruplardan birisi, başkent Addis Abeba ve çevresindedağıtımı organize etmek üzere orada kalacaktı. Diğer üçgrup ise, 15 saat sürecek olan ve normal olarak bizim yoldiyemeyeceğimiz ama Etyopyalıların yol diye tarif ettiği‘‘yollardan’’ Baalee bölgesine ulaştık. Baalee, 18 köyden mey-dana gelen bir ilçe idi. Köylerin en küçüğü 500 aileden olu-şurken, en büyüğü 1000 aileden oluşuyordu. Ama bura-da aileden bahsederken bir Etyopya ailesinden bahsetti-ğimizi hatırınızdan çıkarmamanız gerektiğini söylemek zo-rundayım. Öyle ya, bir Etyopya ailesinin ortalama çocuksayısı 8, bir erkeğin dört kadınla evlenmesinin çok normalkabul edildiğini göz önünde bulundurursanız bu ailelerinbüyüklüğünü ancak o zaman layıkiyle anlayabilirsiniz. Me-selâ, beraber çalıştığımız partner kuruluşun çalışanların-dan bir tanesinin, 43 kardeşinin yaşadığını öğreniyoruz. Veyine sorduğumuzda öğrendik ki, ölenler ile birlikte toplamda86 kardeş imişler. Bu bize öylesine ulaşılmaz bir rakam ola-rak görünüyordu ki, hepimiz bu rakama nasıl ulaşılabile-

Yaşadığımız Hayatın ‘Normal’ Olmadığını Gördük

Kerem Erdoğan • [email protected]

s a y f a 2 6 • P e r s p e k t i f

Page 27: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

ceğini biraz da latife ederek hesap etmeyebaşladık. Birkaç dakika sonra içinden çı-kamadığımız hesabımızın cevabını ilgi-li şahış şöyle veriyordu: Babaları 100 ya-şında vefat etmiş. 17 yaşından itibarenhep 4 eşi olmuş... Bu sonuç, bizim gibiortalama 3 çocuğa sahip bir aile ortamındangelenler için oldukça etkili bir kültür şo-ku oldu.

Köylere ilk ayak bastığımızda gör-düklerimiz bizim için yürek parçalıyıcı ni-telikteydi: Çocuklar ve bebekler, ya elbi-sesi olmadan ya da çok az bir giyimle ça-murlu zeminde neşe ile oynuyorlardı.Aileler ise duvarları balçıkla sıvanmış, ta-banlarının bazı yerleri çaputlarla kaplı, top-rak zeminden oluşan ince dallarla örtülükulübe evlerde yaşıyorlardı. Köylerdehayat şartları biraz daha iyi olan ailelerinkaldıkları evlerin duvar ve damları ise oluk-lu tenekelerden yapılmıştı. Ama, şiddet-li bir rüzgarda onların bu lüksü de oradanoraya savruluyordu. Görece iyi hayatşartları ortamında yaşayan bizler, bu düşüncelerle sarsılmışiken köylüleri neşeli, dostane, misafirperver ve nazik bulmanında huzurunu yaşıyor, kendimizi beklemediğimiz kadar ra-hat hissetmeye başlıyorduk. Öyle ki köylüler, çok az şeyle-ri de olsa, her şeylerini, hiçbir tereddüt göstermeden ken-dilerine misafir gelen bizlerle paylaşma yarışına giriyorlar-dı. Arkadaşlarımızdan birisinin midesi ile bir problemi ol-muş, önümüze bize ikram için getirilen yemekten tadama-mak zorunluluğunda kalmıştı. Bu durum karşısında bize so-rulan şu soru hepimizi derinden sarsacaktı: “Fakir olduğu-muz için bizim yemeğimizden yemek mi istemiyorsun? Fa-kir olsak da Allah bizimledir ve O’nun rızası için her şeyi ya-parız.” Bu cevap sonrasında arkadaşımız göz yaşlarını tuta-mayacak ve bize ikram eden ev sahibi köylü ile kucaklaşıp,durumu izah etmeye çalışarak özür dileyecekti. Sonunda buarkadaşımız zorakî de olsa, ikram edilen yemekten yeme-ğe başladı ve bunun için kendisinden utandığını kulağımı-za fısıldadı. Bize ikram edilen yemeğin ne olduğunu merakedebilirsiniz: Haşlanmış et! Ki, bu sade eti köydeki insan-ların çoğu ancak hayal edebiliyorlardı. Fakat her biri, yok-sul da olsalar, misafirlerine en iyisini ikram edebilecek, mi-safirlerini doyurabilecek samimî yüreklere sahiplerdi.

Bizim gibi bir bilgi toplumundan, internet ve iletişimaraçlarının sıradanlaştığı bir alt yapıdan gelen insanlar için,hiçbir arabanın geçmediği ve elektriğin dahi neredeyse ol-madığı bu köylerin hayatı şartları bir başka şoktu. Elektriksiznasıl yaşanabileceğini kavramakta zorlanıyorduk. Ancakbiz de bu tecrübeyi orada yaşayarak görmüş olduk. Elek-triksiz, internetsiz ve cep telefonsuz da pekala yaşanabili-

yordu. Ve hayat böyle de güzeldi. Pek tabii ki, şükredebilmesinibilenler için. Hatta öyle ki, düşündükçe, bugün günlük ha-yatımızın vazgeçilmez bir parçası olan elektrik, internet,telefon ya da araba gibi şeylerin aslında ‘‘normal’’ olma-dığını/olamayacağını anlıyorduk.

Bizler için bu insanların yoksulluklarını görmek amayine de hayatın normal seyredebildiğini izlemek eşsiz birtecrübe oldu. Kampanyamızda biz gönüllülere verilen 6bin Kurbanın kesim ve dağıtım görevini hakkıyla yerinegetirmenin huzuru içinde geri döndük. Bu Kurban kam-panyası sayesinde, hiç tanımadığımız ama kalplerimizi so-nuna kadar açtığımız, zengin mi zengin ailelerle dost ol-duk. Diğer arkadaşlarım gibi ben de bu insanların gözle-rinin içine baktım ve çok safiyane sevinçler ve samimiyetgördüm. Ailelerin çoğunluğu ülkede önemli oranda hay-van ticareti yapıyor olmalarına rağmen ancak Kurban bay-ramında et yiyebiliyordu. Çünkü et almaya veya hayvanyetiştiştirmeye güçleri yetmeyen insanların sayısı ziyade-siyle fazlaydı... Nihayetinde görevlerimizi gönül huzuru için-de yerine getirdik. Alışık olmadığımız hayat şartları bizle-ri kimi zaman fiziksel olarak yormuş da heyetimizin tümmensupları memnuniyet ve sevinçle geri döndü.

Etyopya’da (Habeşistan’da) geçirdiğimiz bu 10 gün son-rasında, insanların birbirine nasıl saygı göstermesi gerek-tiğini öğrendik. Bu ülkenin kültürüne ve orada yaşayan Müs-lümanlara imrendik. Orada yaşadıklarım benim için unu-tulmayacak bir hayat tecrübesi olduğu gibi şahsen huy vedavranışlarımı da etkiledi...

Elhamdülillah! �

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 2 7

Page 28: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

i s l a m v e h a y a t

Zengin bir maziye sahip, tarih boyunca birçok mede-niyetin beşiği olmuş ülkelerinden biri olan Mısır'da, Ha-sene Derneği’nin Kurban kesim görevlisi olarak bulunmakhayli heyecanlıydı. Kahire dendiğinde aklıma hep şehrinsadece Mısır’ın değil, Afrika’nın da başkenti olması gelmiştir.Ve şimdi ben de bu tarihî derinliği, eski medeniyetlerin iz-lerini taşıyıp taşımadığını merak ettiğim şehirdeyim.

Mısır şehrinin tarihinin, M.Ö. 5000 yıllarına dayandı-ğını söylüyor arkeologlar. Firavunlar dönemi bu geçmişin,elde görece bilgileri olan en eskisi olarak bilinmekte. Bu-güne kadar sır olarak kalan ve dünyanın malum yedi ha-rikası arasında ilk sırada yer alan piramitler, Firavunlar za-manında yaptırılmış. Mısır, Makedonya Kralı Filip’in oğ-lu Büyük İskender’in ölümünden sonra 640 yılına kadarRoma ve Bizans hakimiyeti altında kalmış. Bu tarihte iseHazret-i Ömer, Ashâb-ı Kiram’dan Amr ibn Âs komuta-sındaki orduyu Mısır'ın fethine gönderir. Ve bu tarihtensonra bütün Mısır halkı adım adım İslamiyetle şereflenir.

Kahire, mevcut yapısı ile Mısır ve çevre ülkelerinin po-litik, ekonomik ve kültürel merkezi konumundadır. Mısırhükümeti, parlamentosu, devlet daireleri ve diplomatik tem-silciliklerin bir çoğu Kahire'de bulunmaktadır. Kahire, ba-rındırdığı birçok üniversite, yüksek okul, tiyatro, müze veabideleriyle ülkenin atardamarı ve dahi kalbi konumun-dadır. Kahire'nin ünlü camileri arasın-da yer alan İmam Şafii Camii, Amr İbn-i As Camii ve El-Refai Camii mimari an-lamda Türkiye'den ve Osmanlı Mi-marisinden farklı özelliklere sahip.

Nil Nehri’nin Mısır’dan geçmesi veKahire’yi de ikiye bölmesi hem çöle renkkatması hem de tarıma olan desteğiy-le bu ülkeye farklı bir zenginlik ve gü-zellik katıyor. Eski Kahire’de en çok il-gimi çeken mekanlar ise mezar evler ol-du. Dönemin halkı, mezarların üzeri-

ne tek katlı ve kapıları olan ev mezarlar yapmışlar ve gün-lük yaşamın içinde bu uygulamaya hâlâ devam ediyorlar.Kentin evsizleri de bu mezarların içine yerleşmiş yaşıyor-lar. Belki rakam biraz abartılı olabilir ama aldığımız bilgi-lere göre, iki milyon civarında insan hâlâ bu mezar evler-de yaşıyor. Elektriği, su gibi günlük ihtiyaçları da bugün-kü teknoloji sayesinde sağlanmış bu evlerin. Evin zemini-ne ailenin ölen fertleri bir boşluk açılarak gömülüyor. Son-ra da o boşluğun ağzı çamur ile kapatılıyor. Ve aile bura-da yaşamaya devam ediyor. Yeni bir vefat olduğu zamançamur kapak açılıyor ve daha önce vefat eden kişinin ke-mikleri kenara itilerek yeni ölüye yer açılıyor. Mezarın ağ-zı yeniden sıvanıyor ve hayat bu şekilde devam ediyor.

İlgimi çeken bir başka şey ise; geniş ve bir o kadar uzuncadde ve yollarda hiç trafik ışığının olmamasıydı. Bugünitibariyle, tüm Kahire’ye trafik ışığı yapmaya kalksalar 2 mil-yar dolarlık ciddî bir meblağ gerekiyormuş. Bunu göze ala-mayan devlet, sorunu polis gücüyle çözmüş ya da çözmeyeçalışıyor. Trafik aşırı yoğun, gün ortasında ortalama bir Av-rupa ülkesinde 5 dakika alacağınız yolu ancak bir saatte ala-biliyorsunuz. Birbirini sollayanlar, sağlayanlar, kilitlenmiştrafikte yol istemek için durmadan korna çalanlar ve bu ka-labalıktan yükselen bir ses cümbüşü insanı adeta sersemeçeviriyor. Ayrıca taksilerin eskiliği de ziyadesiyle rahatsızedici. Tam bir hurdaya dönüşmüş olan bu taksiler, hala müş-teri taşımakta direniyor.

Kurbanları mümkün olduğu kadar, Kahire’ye okumakmaksadıyla birçok farklı ülkeden gelen öğrencilere dağıt-maya çalıştık. Üniversite bedava olduğu için ekonomik im-kanı olmayan birçok Afrika’lı da burada okumayı tercih edi-yor. Bu öğrencilerin birçoğu ilahiyat fakültelerinde oku-

Modernleşmiş Mısır’da Kurban

Celal Tüter • [email protected]

s a y f a 2 8 • P e r s p e k t i f

Page 29: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

mak için gelmişler. El-Ezher Üniversitesinin, 10. yüzyıldakurulmuş, dünyanın en eski üniversitelerinden biri olma-sı hasebiyle ciddî bir cazibesi söz konusu ve hâlâ en fazlaöğrenciye sahip üniversite konumunda. Sadece İslam ül-kelerinden değil, Avrupa’nın birçok ülkelerinden de öğ-renci barındırmakta Kahire. Öğrenci sayısı muazzam; ne-redeyse 2 milyon. Edindiğimiz bilgilere göre, bunun 500bini yüksek, 1,5 milyonu ilk ve orta kısım öğrencisiymiş.Şehirde, ilkokuldan üniversiteye kadar her bölüm varmış.Afrika’dan gelen öğrenciler Avrupa’daki kardeşlerininkendi ülkelerinde yaptığı kurban organizasyonlarından ha-berdar olduklarından yapılan işi garip karşılamıyorlar. Mı-sır halkına ise bu faaliyetler nispeten tuhaf geliyor, zira ken-di aralarında böyle bir dayanışma çok fazla yaygın değil.

Türk öğrencileri her yıl bayramın ikinci günü gelenek-sel “Bayramlaşma Programı” organize ediyorlar. Bu yılki or-ganizasyona ben de katıldım ve bir konuşma yaparak “gur-bet elde bayram ve gurbette ilim’’ konuları üzerinde durdum.Zira kanımca, en fazla ilim gurbet ellerde edinilir, farklı top-lumlarda bulunmak insana ufuk katar, tecrübe katar ve hat-ta özgüven kazandırır. Orada okuyan Türk öğrencilerle bun-lar üzerinde tartıştıktan sonra kurban etlerimizden yapılankavurma sefasıyla farklı bir hava teneffüs etmeye çalıştık.

Kahire sokaklarında dikkatten kaçmayan başka bir hu-sus ise, az “gelişmiş’’ pek çok ülkede olduğu gibi fakirlikve sefaletle lüks ve ihtişamın yan yana olması. Ayrıca Müs-lüman bir beldede temizliğe bu denli dikkat edilmemeside insanı hayli rahatsız ediyor. Yaşamış olduğunuz dininbelki de en fazla önem verdiği husus temizlik. Bizim içinve mensubu olduğumuz kültür dairesi için temizlik ima-nın yarısıdır, ve kültürel alışkanlıkların da dışında, temiz

olmayan mekanda ibadet dahi yapılamayacağının bildirildiğibir dine sahip olacaksınız ama ortalık pislikten geçilmeyecek.Hele bunu türbelerde ve mezarlıklarda görünce insanın tüy-leri ürperiyor. Bunlar imkansızlıkla ilgili olan şeyler değil,bu mekanların en önemli sorunu, sadece bakımsız değil-ler, aynı zamanda pisler de. Ölüsüne saygısı olmayanın di-risine saygısı olur mu diye düşünmekten ve kardeş bildi-ğimiz bu insanların bu durumunu gördükçe üzülmekteninsan kendini alıkoyamıyor. Ecdad bizim nüfüsumuzu hepölülerimizle saymış, onları hep canlı tutma adına, ölümünve ölünün de bu hayatın bir parçası olduğu tasavvurunumuhafaza adına. Beraberimdeki arkadaşımı da şaşırtan birbaşka hadiseyi paylaşmak istiyorum sizlerle; Kahire’ye gel-mişken dört büyük mezhep imamlarından biri olan, bü-yük alim İmam-ı Şafi’yi ziyaret etmeden, o şehri dolaşmakmüsaadesiz gezmek olacaktı bizim için. Biz de İslam âle-minin en büyük imamlarından olan, hatta milyonlarca in-sanı taşıyan bir mezhep imamı olan, İmam-ı Şafi’nin tür-besini ve bulunduğu camiyi ziyaret için yola koyulduk. Me-kana henüz varmadan anayolu camiye bağlayan sokağıngörüntüsü hepimizi âdeta ürpertti. Daha sonra aynı ağız-dan, “keşke o sokağı ve türbe ile caminin o halini görme-seydik’’ dedik.

Her şeye rağmen, başka coğrafyanın mü’minleri ile birbayram geçirmek eşsiz bir tecrübe oldu hepimiz için. Ya-pılan yardımların güldürdüğü yüzler, içimizdeki merhametçınarının daha asırlarca yaşayacağının habercisiydi adeta.Aklımızda yapılacak vazifelerin çokluğu, İnsanlığa ve da-hi bütün aleme bu bayramı hediye eden, bayramları kar-deşlerimizle hemhal olmamıza vesile kılan Rabbimizehamd içinde döndük evlerimize. �

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 2 9

Page 30: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

i s l a m v e h a y a t

İslam’ın en önemli toplumsal dayanışma ve kaynaşmagünlerinden başlıcaları Ramazan ve Kurban bayramları-dır ki, Allah Resûlü (s.a.v.) bu iki bayramın Allah tarafın-dan Müslümanlara bahşedilmiş günler olduğunu bildirmiştir.Bayramların en önemli özelliği ise sevinçleri paylaşma gün-leri olmasıdır. Bu yüzdendir ki Müslümanlar yakınları vedostları başta olmak üzere tanıdık ya da yabancı herkeslebayramlaşır, kucaklaşarak kardeşliklerini pekiştirirler.Kurban Bayram’ı, Hacca gitmemiş olan Müslümanların zen-gin hükmünde olanlarının Allah’tan bir buyruk olarak Al-lah rızası için Kurban keserek, hem kendileri hem de eş-dost ve tanıdıkları, ayrıca tanımadıkları da dahil, Kurban-larının etlerini paylaşarak dostluk ve samimiyetlerini ar-tırdıkları fırsat günleridir. Ne var ki, Avrupa gibi Müslü-man nüfûsun genel nüfûsa oranla azınlıkta olduğu yerler-de Kurban ve bayramlar gereği gibi kutlanamamakta,Müslüman çocuklar Kurban ve bayramların hikmetlerinikavramakta zorluk çekmektedir. Müslüman çocuklar ken-di bayramlarını, örneğin Hristiyanların Noel veya Paskalya

bayramlarına nisbet yaparak anlama yoluna gitmek durumundakalmaktadır. Bu da bir nevi, kimliklerinin kendi dinî gele-neklerinden ziyade, başka din mensuplarının geleneklerinegöre şekillenmesine yol açmaktadır.

Avrupa’daki Müslümanların önemli bir kısmı kurbanla-rını tamamen ihtiyaç sahibi Müslümanlara bağışlayarak birbaşka kardeşlik örneği sergilemekle kalmayıp, takdire şayanbir amelde bulunmaktadırlar. Fakat bu hayırlı amellerin de-vam ettirilmesinin yanı sıra, Müslüman çocukların, Kurban’ınve bayramın hikmetlerini anlayarak kendi kimliklerini oluş-turmalarına imkan sağlayacak organizasyonları da artırmalarıgerekmektedir. Zira kurban ile amaçlanan, sadece yoksul Müs-lüman’lara kesilen hayvanlar vesilesiyle yardımcı olmak de-ğil, aynı zamanda kurban ile sembolize edilen kurbiyetin veteslimiyetin zengin ya da fakir bütün Müslümanlarca yakinenidrak edilmesidir. Her ne kadar, hukukî ve idarî altyapının ye-tersizlikleri söz konusu olsa da, kurban vecibesinin mümkünolduğunca genç dimağlarda yer etmesi, ihmal edemeyeceği-miz vazifeler arasında yer alır. Her insanın ve tabiî her çocu-ğun ruh halini doğrudan etkileyebilecek olan bir Kurban ke-simini çocukların yerinde izlemeleri son zamanlarda giderekdaha tartışmalı bir konu halini almış ve bu ibadetin huşusu-nu zedeler kimi vecheler kazanmış ise de, en azından Kurban

Bayramı’nı, Kurban ile idrak edebilmenin çeşitliyolları araştırılabilir. Ve bu bakımdan cemiyet ida-recilerine büyük görevler düşmektedir.

Burada,önce Kurban’ı anlamak önemlidir. Zi-ra, şu andaki uygulmasından hareketle Avrupalı Müs-lüman çocuklar, Kurban’ı fakirlere ve ihtiyaç sahiplerinegönderilen bir yardım olarak tasavvur ve tahayyületmektedirler ki, bu tasavvur, gerçeğin çok az birbölümüne tekabül eder. Cemaatlerin bu konuyuihmal etmelerinin devam etmesi halinde ileriki dö-nemlerde Kurban tasavvuru böylece yerleşir olur,ve o zaman da Kurban kesmenin hikmetlerine eri-şilmesi zorlaşır.

Hac Sûresi’nin ilgili ayetleri ve Resûlul-lah’ın sünneti Kurban’ın “et” yemek veya yedirmekiçin olmadığını önümüze koymaktadır. Kurbanher şeyden önce Allah’ın emridir. Ayette şöyleburyurulur:

“Biz, her ümmet için Allah'ın kendilerine rızıkolarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine

Kurban’ı ve Bayram’ıAvrupa’da Yaşamak

İlhan Bilgü • [email protected]

s a y f a 3 0 • P e r s p e k t i f

Page 31: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

O'nun adını ansınlar diye Kurban’ı gerekli kıldık.” (Hac Sû-resi [22:34]) Evet, Kurban Allah için kesilir ve onun etin-den de yenilebilir. Fakirlerin hakkı da buna dahildir. Bir di-ğer ayette bu konuda şöyle buyurulur:

“Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıktığında)onlardan hem kendiniz yeyin, hem de ihtiyacını gizleyen-giz-lemeyen fakirlere yedirin.”(Hac Sûresi [22:36]) Yani, Kur-banların üzerinde, ihtiyacını gizlesin ya da gizlemesin bü-tün ihtiyaç sahiplerinin bir hakkı vardır. Avrupalı Müslü-manlar olarak biz de bu görevimizi yerine getirmek için ça-balıyoruz. Cemiyetlerimizin başlattığı, bazı Kurbanların bu-rada kesilerek cemaate bir bayramlaşma programı dahilindedağıtılması geleneğinin daha da geliştirilmesini istememizinbir diğer nedeni de budur. İslam ülkelerindeki kurbanlık-ların çocuklarla birlikte görülmeye gidilmesi geleneğini bu-rada hemen hayata geçirmek mümkün olamasa dahi,bayrama ailece, bütün bir Müslüman toplum olarak hazırlanmageleneğini daha da canlandırmak durumundayız. Okul ta-tillerinin müsait olduğu zamanlarda ise, başta Türkiye ol-mak üzere çocuklarımızla birlikte bayramlarımızı İslam ül-kelerinde geçirebilmenin de yollarını bulmalıyız.

Kurban kesiminin bir vahşet olduğu, bunun yerine Kur-ban kesmek isteyenlerin fakirlere bağışta bulunmasının da-ha insanî olacağını ileri süren çevrelerin ve görüşlerin art-tığı günümüzde, yukarıdaki ayet Kurban kesmenin bir ter-cih olmadığını gösterdiği gibi, müteakip ayet de Kurban’dakiasıl maksadın ne olduğunu açıklamaktadır:

“Elbette onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır.Ancak O'na sizin takvanız erecektir.” (Hac Sûresi [22:37])Kaldı ki, insanlar hâlâ pek çok hayvanı keserek etlerini ye-mektedirler. Fakat Kurban’ın, Kurban olabilmesi için be-lirli şartlar vardır. Aksi takdirde, bu şartların yerine geti-rilmesi hususunda eksiklik olan herhangi bir Kurban, Al-lah Resûlünün (s.a.v.) ifadesi ile “et”lik bir hayvandan baş-kası olmayacaktır. Kurban her şeyden önce Allah rızası için,yaş ve sıhhat bakımından belirli özellikleri olan hayvanlardan

oluşur ve Eyyâm-ı Nahr denilen “Kurban Günleri”nde ke-silirse Kurban olur. Ki bu günler Hicrî ayların sonuncusuolan Zi’l-Hicce ayının 10. günü Bayram Namazı’nı müteakibenbaşlar. Yoksa bu vakitlerden önce veya sonra kesilecek olanhayvanlar Kurban niyeti ile kesilse de Kurbanlık özellik-lerini yitirirler. Allah Resûlünün bu konudaki uygulama-sı şöyledir:

Ashabdan Bera (r.a.) dayısı Ebû Bürde’nin (r.a.) na-mazdan önce kurban kesmesi üzerine, Resûlullah’ın(s.a.v): “Bu et koyunundan ibaretdir, tekrar bir kurban kes!”buyurduğunu ve “Her kim namazdan önce kurban keserse,ancak kendisi için kesmiş olur. Kim namazdan sonra keser-se onun kurbanı tamam olmuş ve Müslümanların sünnetineisabet etmiştir. Namazı kılmadıkça hiç bir kimse katiyyen kur-ban kesmesin!” dediğini bildirmiştir. (Muslim, Kurban)

Kurban kesimini gözleyen kimi çocukların psikolojikolarak etkilenebileceği kısmen de olsa doğrudur. Aslındabu konu, yaşını başını almış diğer insanlar için de geçerli-dir. Dolayısıyla bu konuda yapılacak olan her çalışmanınçok dikkatlice yapılması gerektiğini hatırlattıktan sonra, İs-lam dünyasında, Kurban kesmenin insan psikolojisine et-kisini inceleyen araştırmaların dikkate alınmasının zaru-retini de hatırlatmak isteriz.

Bununla birlikte bayrama dönüp, Peygamber Efendi-mizin (s.a.v.) bayramlaşma sünnetine de tekrar nazaredip, Avrupa’daki Bayramlarımızın sünnete uygun olma-sı için neler yapmamız gerektiğini görmek ve göstermekistiyoruz. Ümmü Atıyye (r.anha) şöyle rivayet etmiştir: “Ra-sûlullah (s.a.v.), bakire, genç kız, örtünme çağına gelmiş kızçocuklarıyla hayızlı kadınları bayram namazına çıkarırdı.Hayız halindeki kadınlar namaz kılınacak yerden uzak du-rur ve Müslümanların dualarına katılmış olurlardı.” (Tir-mizî, Bayram 539) Başka rivayetlerde de, Efendimizin bay-ramlarda Müslümanları eğlenmeye teşvik ettiği ve bayrameğlencelerini hanımları, kızları ve torunları ile izlediği yeralmaktadır. �

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 3 1

Page 32: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

i s l a m v e h a y a t

İslam’ın temel hedeflerinden biri, Yüce Allah’a, insanlarave diğer mahlûkata karşı görevinin bilinci ile davranan faziletliinsanlar yetiştirmek ve bunlardan oluşan bir toplum inşa et-mektir. Dinimizin Müslüman topluma yüklediği vazifelerdenbiri de, marufu/iyiliği emretmek ve münkerden/kötülüktenvazgeçirmektir. Yüce Allah insanoğlunu eşref-i mahlûkat ola-rak yaratmış, nimetlerle donatmış, ancak yalnız bırakmamış,gönderdiği Peygamberlerle onu hem dünyada hem de son-suz âlemde mutlu kılacak doğru yolu göstermiştir.

Kur’an-ı Kerim defaatla kullanılan maruf kelimesi,sözlükte; bilinen, tanınan, benimsenen şey, münker ise; tas-vib edilmeyen, yadırganan, görülmesinden veya yapılma-sından sıkıntı duyulan şey anlamlarına gelir. İyi ve doğruolarak kabul edilen inanç, düşünce ve davranışlara tek birkelimeyle işaret edilmek istendiğinde en çok maruf keli-mesi kullanılır. Akl-ı selime, sağduyuya ters, İslam’a aykı-rı, Müslüman toplum tarafından yadırganan düşünce vedavranışlar için de, genellikle münker kelimesi kullanılmaktadır.

İyiliğin hâkim olması yahut hâkim kılınması ve yay-gınlaştırılması, kötülüğün önlenmesi ve bu şekilde faziletlibir toplumun inşa edilmesi ve yaşatılması için bu faaliye-tin icrasının farz olduğu yüce kitabımızdan anlaşılmaktave İslamî kaynaklarımızda da tüm açıklığıyla belirtilmiş-tir. İslam toplumunda ortak bir şuurun meydana gelme-sini sağlayan bu ilke bir bakıma İslam’ın temel dinamiği-dir. Bunun ihmali değerler sisteminin zayıflamasına ve top-lumun fesada uğramasına yol açar ve telafisi zor bir takımfelaketlere sebep olur.

Marufu emretmek, münkeri nehyetmek birbirinden ay-rılmayan, beraber işlenmesi ve izah edilmesi gereken ko-nulardır. Biz bu yazımızda daha çok marufun üzerinde du-racağız. Bir sonraki yazımızda ise inşaallah münkerden ba-hisle konuyu ele alacağız.

Maruf; Allah’a itaat sayılan, O’na yakın olmayı sağla-yan, insanlar için iyilik olarak kabul edilen ve dinimizce de-ğer verilen bütün güzel tutum, söz ve davranışları ifade eder.İmam Gazali daha geniş bir bakış açısı ile marufu, İslamDini’nin getirdiği hayat tarzına, görgü kurallarına uygunolan söz ve davranışlar olarak tanımlar. O halde maruftan

maksat, Allah’ın emir ve tavsiye ettiği söz, fiil ve davranışlardır.Buna göre maruf, farz, vacip, müstahab, mendup ya da na-file hükmünde olan her ameli içine almaktadır. Örnek ola-rak; fahşa ve münkerden arındıran namaz, malın kirini te-mizleyen, sosyal tesanütü sağlayan zekât ve sadaka gibi bel-li ibadetler ile anne-babaya yapılan iyilik, insanlarla iyi ge-çinmek vs. de maruf kapsamında yer almaktadır. Dinimizdeve buna bağlı olarak Müslümanların örf ve âdetinde kötüolmayan şey, nefsin kabul edip huzura erdiği, sükûn bul-duğu, aklen ve dinen güzel olduğu kabul edilen her türlüsöz ve davranışlardır maruf. Kısaca maruf, hayrın, fazile-tin, hakkın ve adaletin kendisidir ve Resulullah (s.a.v.)’inemrettiği her şeydir.

Peygamberimiz (s.a.v), “İyilik güzel ahlaktır ve insanınkalbini rahatlatan, gönlüne huzur veren şeydir. Kötülük isekalbin rahatsız olduğu ve insanların muttali olmalarındanrahatsız olduğun şeydir,” (Müslim) buyurmuşlardır. Bütüniyi ve güzel davranışlar birer iyiliktir. Maddi ve manevi yar-dımlar, sadakalar ve hayırları da iyilik olarak sıralayabili-riz. Kişinin kendisi, ailesi, çocukları ve başkaları için yap-tığı fedakârlıkların hepsi birer iyiliktir. İnsanın ahiret azı-ğı ve gerçek sermayesi iyiliktir. İyiliğin temelinde doğru-luk vardır. Peygamberimiz (s.a.v), “Doğruluk insanı iyili-ğe, iyilik ise insanı cennete götürür. Yalan insanı kötülüğe, kö-tülük ise insanı cehenneme götürür”(Buharî) buyurmuşlardır.İyilik huzur ve güvenin, kötülük ise huzursuzluk ve güvensizliğinsebebidir. İnsanı şerefli ve yüce yapan sır iyilik yapmaktave insanlara yardımcı olmakta gizlidir. Hayat iyilikle gü-zelleşir, ruh ve kalpler iyiliklerle doyar ve huzura erer. Yü-ce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de, “Rabbimiz bize dünyada da iyi-lik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından ko-ru!” (Bakara Sûresi [2:201]) şeklinde dua etmemizi iste-miştir. İyiliğin değerini ise ancak iyiler bilir. Herkes aynıgüneşten istifade etse, aynı sudan içse de karakterine vekabiliyetine göre onu yansıtır. Atalarımız, “Arı su içer balakıtır, yılan su içer zehir akıtır” demişlerdir. Suda zehir yok-tur, zehiri yapan yılanın bünyesidir. Bu nedenle bazı insanlariyilik yapmayı ve iyi olmayı bir türlü beceremezler. Allahrızasını kazanmanın ve mutlu olmanın yolu iyilerden ol-mak ve iyilik yapmaktan geçer. İnsan ne yaparsa sonuçtakendisine yapar. İyilik de yapsa kendi lehine yapmış olur,kötülük de yapsa kendi aleyhine yapmış olur. Bütün fiil-lerinin sonucu kendisine döner. Hakikatte iyiliğin ne de-

“Sizden; İyiliği Emr, Kötülüğü NehyedenBir Topluluk Bulunsun” *

Abdulgafur Levent • [email protected]

s a y f a 3 2 • P e r s p e k t i f

Page 33: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

mek olduğunu ilgili ayet tebyin etmiştir. Nitekim Rabbi-miz şöyle buyurur: “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafla-rına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahi-ret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman edenle-rin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere,yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve(özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kı-lan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine ge-tirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlar-da (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bun-lar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sa-kınanların ta kendileridir”. (Bakara Sûresi [2:177])

İyiliği emretmek, dolayısıyla münkeri menetmek, ya-saklamak demektir. İlahi emir ve yasakların insanlara ile-tilmesi, en önde gelen dini görevlerden birisidir. Yüce Al-lah bu görevin yerine getirilmesini Müslümanlara farz kıl-mış ve aynı zamanda onları bundan sorumlu tutmuştur.Nitekim Kur’an-i Kerim’de: “İçinizde hayra çağıran, iyili-ği emredip, kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun, iştekurtuluşa erenler onlardır.” (Al-i İmran Sûresi [3:104]) bu-yurulmuştur. Diğer bir ayette ise,“Siz, insanların iyiliği için çıkarıl-mış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği em-reder, kötülükten meneder ve Allah’ainanırsınız,” (Al-i İmran Sûresi[3:110]) buyurulur. Kur’an veSahih sünnete tabi olduğu müd-detçe Müslümanlar, dünyada en hayırlı topluluklardır. Çün-kü onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar, kendileri içinarzu ettikleri iyilik ve güzellikleri, diğer toplumlar için deister ve arzu ederler. Eğer bir toplumda hayra davet ve ma-rufu emir ve tavsiye olmazsa, münker olan işler birer ku-ral haline gelir ve yaşam biçimine dönüşür.

Bu mukaddes görevi ifa edenler, öncelikle tavsiye etmişoldukları bu iyilikleri kendi hayatlarına tatbik etmeliler ki, kar-şı tarafa tesiri ve etkisi olsun. Nitekim Yüce Allah: “…İnsanlaraiyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz”?(Bakara Sûresi[2:444]) buyurmak suretiyle marufu emredenin kendini unut-maması, tavsiye ettiğini kendi hayatına da uygulaması gerektiğiniaçıkça ifade etmektedir. Marufu emir ibadeti ise herkestençok alimlere düşer, nitekim Efendimiz: “Âlimler Peygamberlerinvarisleridir. Peygamberlerin miras bırakacak ne altın ve ne degümüş paraları vardır. Onların tek bıraktıkları miras ilimdir.Peygamberlerin bıraktığı ilimden öğrenen kimse yüksek bir de-receye ulaşmış demektir” (Ebu Davud, Tirmizî) hadisini bu-yurmuştur. Öncelikle İslam’ın ruhunu kavramış, ilmiyleamil, muhlis, sözü özü bir, Peygamber varisi âlimler, hayraçağırma, marufu emretme vazifesini yapmalı ve buna öncü-lük etmelidirler. Bu görevi yerine getirme hususunda dev-letin, toplumun, ailenin ve ferdin ayrı ayrı yükümlülükleri vesorumlulukları da vardır. İcranın başında bulunan idareci, yö-netici güç ve iktidar sahibi olmalı ve bunu hayırdan yana iyi

bir toplumun inşasından yana kullanmalıdır. Aksi halde ma-rufa motor, münkere kilit olamazlar. Âlim, bilge insan, top-lumun öncüleri ve kanaat önderi konumundabulunanlar, özel-likle toplum tarafından da kabul görmüş bu zevat-ı kiram, in-san ve toplum psikolojisini davet ve tebliğ metodunu, ma-rufun karşı tarafa nasıl anlatılması hususunu, çok iyi bilip vekendi hayatlarına da uygulamaları gerekir ki müspet sonuç-lar alınabilsin. Yüce Allah: “Kullarıma söyle sözün en güzeli-ni söylesinler.” (İsra Sûresi [17:53]) buyurmak suretiyle bugörevi yapanların çok yönlü, nitelikli, tatlı dilli ve ikna ediciolmaları gerektiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda Nahl Sûre-si’ndeki ayeti de zikretmek yerinde olur. Bu ayette Yüce Al-lah: “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır. Onlarla engüzel şekilde mücadele et”(Nahl Sûresi [16:125]) buyurmuştur.

Rahmet Peygamberi, Hz. Muhammed (s.a.v.): “Karde-şini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa hiçbir iyiliği horgörme” (Müslim) buyurmuştur. Hz. Lokman (a.s)’ın oğlu-na yapmış olduğu öğütleri nasihat edinelim ve yazımızı dün-ya ve ahretin kurtuluşuna vesile olacak bu öğütlerle nihaye-te erdirelim: “Lokman, oğluna öğüt vererek: Ey oğulcuğum! Al-

lah'a eş koşma, doğrusu eş koşmak büyük zulümdür, demişti.Biz, insana, ana-babasını (onlara iyilik yapmasını) da emret-tik. Anası, onu, (karnında) meşakkat üstüne meşakkatle taşı-mıştır, (çocuk karında büyüdükçe zahmet çoğalmıştır). Süttenkesilmesi de iki sene içindedir (ve insana dedik ki): Hem bana,hem de ana-babana şükret, dönüş ve geliş ancak banadır. Eğer,hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koş-man için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünya-da onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönü-şünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyle-ri haber vereceğim. (Lokman, öğütlerine devamla şöyle demiş-ti:) Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardaltanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya gök-lerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (se-nin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedirve her şeyden haberdardır. Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği em-ret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğ-rusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir. Küçümseyerek insan-lardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. ZiraAllah, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez.Yürüyüşünde mutedil ol. Sesini alçalt. Seslerin en çirkini, eşek-lerin anırışıdır”. (Lokman Sûresi [31:13-19]) �

* Al-i İmran Sûresi [3:104]

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 3 3

“İçinizde hayra çağıran, iyiliğiemredip, kötülükten alıkoyan

bir topluluk bulunsun.”

Page 34: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

d ü n y a

20. yüzyılın yeniden canlanan bir fenomeni olarak gö-rebileceğimiz İslamî Hareketler’in İslam düsüncesine ye-ni perspektifler katmalarının yanı sıra, bilhassa Batı’da ya-şayan Müslümanların kimlik arayışına bir cevap olabile-cekleri gerçeği küçümsenmeyecek kadar büyüktür. Bu ge-lişmelere bağlı olarak, Batı Dünyası’nın bu tür hareket-leri, Müslümanları cihada ve teröre teşvik edeceği endi-şesiyle ekseriyetle bir tehdit unsuru olarak görmektedir.İslamî Hareketler’in mahiyeti, ortaya çıkma nedenleri, Ba-tı’yla ilişkileri ve farklı yönlerini, Eskişehir Osmangazi Üni-versitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesiDoç. Dr. Cenap Çakmak ile ele aldık. Çakmak’ın çalış-maları ağırlıklı olarak uluslararası hukuk, Amerikan dışpolitikası ve küresel sistemde sivil toplumun rolü gibi alan-larda yoğunlaşmakta olup, İslamî Hareketler ve Cihad ala-nında da önemli araştırmaları bulunmaktadır.

“İslamî” ile “İslamcı” kavramları arasında ne gi-bi bir fark var? Konu ele alınırken hangisi, niçin ter-cih edilmelidir?

Aslına bakılırsa anlam bakımından çok ciddî bir farkolduğunu söylemek zor. Kaldı ki mesela İngilizcede buiki kavramı ifade etmek için ayrı kavramlar bulamazsınız.Ama kavramların kullanılmasıyla il-gili belirgin tercihlerin olduğunu dabelirtmekte fayda var. Bu maalesefbirçok başka kavram için de geçerli.İslamî kelimesini bilinçli olarakbelli bir kesim kullanırken, İslam-cı tabirini yine bir başka kesimbaşka amaçlarla, çoğunlukla dasuçlayıcı veya hakir görücü bir ton-la kullanıyor. Özellikle muhafaza-karların veya dinî hassasiyeti yük-sek kimselerin tercihi ‘İslamî’denyana olurken İslam ile şiddet ara-sında bağ kurmakta beis görmeyen

kesim diğerini daha sık kullanıyor. Bu kategoride yer alankimselerce mesela dindar ile dinci arasında da fark var;ancak birinci grup insanlar açısından dinci ifadesi yinerencide edici bir anlam taşıyor.

Fakat özellikle Türkiye için konuşacak olursak son dö-nemlerde, özellikle muhafazakarlığın yükselişi ve dindarkesimlerin zenginleşme ve statü değişimi ile birlikte öz-güven sahibi olmalarının bir sonucu olarak ‘İslamcı’kavramı bu kesimler arasında da daha rahat kullanılır hâ-le geldi. Bugün artık çok sayıda muhafazakar entelektü-el kendini İslamcı olarak tanımlamakta bir beis görmü-yor. Ancak aynı şeyin dindar-dinci ayrımı için geçerli ol-madığını da belirtmek isterim.

Bu özgüven artışı ile yakından ilişkili bir başka konuda: Artık ‘İslamcılar’ da kendilerinin bir dönem maruzkaldığı kavramsal saldırıların bir benzerine tevessül edi-yorlar aslında. Laikliğe fazlaca anlam yükleyen veya onukatı bir şekilde yorumlayanlar, bugün İslamcılar ya da bu-gün için onların doğal müttefiki gibi görülen liberaller ta-rafında laikçi diye tanımlanabiliyor. Özetle bence kavramlararasında bir fark bulunmuyor; ancak kimin hangi kavra-mı tercih ettiği söz konusu kişinin dünya görüşü veya var-sa önyargıları hakkında belli belirsiz bir fikir verebiliyor.

İslamî Hareketler neden ortaya çıktı? İslamî hareketler genel itibariyle, en iyimser bir tah-

minle 20. Yüzyıl sonrası döneme ait. Yani bu dönemdenönce bugünkü anlamda İslamî hareketlere rastlayamıyoruz.Bu bir yönüyle şu demek: İslamî hareketler modernleş-me ile eş zamanlı; mutlaka aralarında bir nedensellik iliş-

kisi olmayabilir; ama bir eşzaman-lılık gözlüyoruz.

Tabi bütün İslamî hareketlerinaynı motifle ortaya çıktığını iddia et-mek çok gerçekçi olmayabilir. An-cak özellikle birbiri ile ilişkili ikiönemli noktanın altını çizmektefayda var. Birincisi, İslam’ın kitleselolarak yaygın olduğu coğrafyalardasiyasal örgüte genelde İslamî birkimlik hakim olageldi. Bu kimlik mü-kemmel değildi belki ama bu ayrı birkonu. Hatta bu birimlerdeki İslamtanımı ve algısının orjinaline göre son

İslamî Hareketleri AnlamakDoç. Dr. Cenap Çakmak İslamî Hareketleri Değerlendiriyor

Hacer Çakmak • [email protected]

s a y f a 3 4 • P e r s p e k t i f

İslamî kelimesini bilinçli olarakbelli bir kesim kullanırken, İs-

lamcı tabirini yine bir başka ke-sim, çoğunlukla da suçlayıcı ve-ya hakir görücü bir tonla kulla-nıyor. Muhafazakarların veya

dinî hassasiyeti yüksek kimsele-rin tercihi ‘İslamî’den yana. İs-

lam ile şiddet arasında bağ kur-makta beis görmeyen kesim di-

ğerini daha sık kullanıyor.

Page 35: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

derece geri ve yanlış olduğu da iddia edilebilir. Bu da apay-rı bir konu; ama hemen hemen hepsinde İslam belirle-yici bir role sahipti. Diğer bir ifadeyle toplumsal yaşan-tı ve siyasal örgütlenme şu ya da bu şekilde İslam veyaİslam denilen bir şey tarafından belirleniyordu. Bu Ab-basilerde de, Emevilerde de, Selçuklularda da, Osman-lılarda da böyleydi. Ve bu devletler veya siyasî aktörler,kendi bulundukları coğrafyada İslam’ın tehdit altında ol-duğunu ima eder bir yenilgi yaşamadılar. Kendi aralarındaveya Avrupalılar ile mücadele ettiler; ancak bu mücade-lelerin hiçbiri tabiri caizse İslam’ın yenilgisi ile nihayeteermedi.

Halbuki 20.yy ile birlikte bu durum değişmeye baş-ladı. İslam ilk kez kendini Batı dünyası karşısında güçsüzhissetmeye başladı. Bu hem siyasî ve hem de zihnî anlamdabir yenilgiydi; bunun İslam toplumları üzerinde büyükbir etkisinin olduğu aşikar. Yenilgi öylesine bariz idi ki,mesela Abduh gibi İslam alimleri, İslam ile evrimi telifetmeye çalıştı. Bu şu demekti: Batının evrim iddiası kar-şısında söyleyecek bir şeyimiz yok; bari İslam’ın evrimeaykırı olmadığının tespitini yapalım.

Bir diğer neden de tabiî ki yaşanan siyasî yenilgidir.Batı bariz bir şekilde İslam memleketlerine hakimiyeti-ni kabul ettirmiştir. 20.yy’ın devletler sisteminde bağımsızİslam devleti sayısı son derece azdır. Bu durum uzuncabir süre böyle devam etti ayrıca; bunu da hatırlamak ge-rekir. Bugün İslam coğrafyasında yer alan devletlerin ba-ğımsızlıklarını kazanmaları son derece yenidir.

Dolayısıyla İslamî hareketler bu hakimiyete bir tep-ki olarak doğdu. Elbette tek tepki bu değildi; milliyetçihareketler de bu minvalde değerlendirilebilir; ki diğer ba-ğımsızlık mücadelelerinde esasen rastlanan da budur. Amaİslam toplumlarının neredeyse hiçbiri uluslaşmasını ta-mamlamış değildir; o nedenle İslam dünyasında milliyetçihareketlere çok sonradan, o da sahici milliyetçi bir çer-çevenin dışında rastlanacaktır. Özetle Batı hakimiyetinekarşı tepkinin ana motoru işlevini İslamî hareketler üst-lenmiştir diyebiliriz.

“Cihad” kavramı İslam dininin doğuşundan berivar olan bir kavram. Yer yer ve zaman zaman Müs-lümanlar arasında farklı anlam ve öneme büründü kuş-kusuz; kimi zaman fazla ön plana çıktı, kimi zamanise pek de önem arz etmedi. Bu kavramın günümüz-de tekrar canlanmasını neye bağlıyorsunuz? Bu sü-reç içerisinde Batı’nın rolü nasıl değerlendirilmeli?

İslamî hareketlerin önemli motivasyonlarından bir ta-nesi bu zaten. İslamî duyarlılığı olan kitleleri harekete ge-çiren en önemli kavram cihad. Gerçekten de uzunca birsüre İslam dünyasında cihad vurgusunun çok güçlü ol-madığını görürüz. Ancak İslamî hareketlerinin Batı ha-kimiyetine tepkileri cihad vurgusu üzerinde oldu. Dola-yısıyla cihadı yeniden canlandıranların İslamî hareketler

olduğunu söyleyebiliriz. Cihad İslamî hareketler için hembir motivasyon kaynağı oldu; hem de eylem ve davranışlarınımeşrulaştırıcı ve geniş kitleler üzerinde etki alanlarını ge-nişletebilmelerinin bir aracı oldu.

Bu söylediğim, şiddet odaklı veya barışçıl, hemen he-men bütün İslami hareketler için geçerli. Bu da haliylecihad kavramının farklı gruplarca farklı yorumlandığı an-lamına geliyor. Ama neticede hepsinin de ortak amacı ila-yı kelimetullah; yani Allah’ın isminin yüceltilmesi. Bu me-sela Nurculuk için de öyle; Milli Görüş için de öyle; yada mesela Müslüman Kardeşler için de öyle. Nurcular bu-na hizmet der; Milli Görüş, milli görüş der; kimileri dedoğrudan cihad der. Ama hepsinde amaç aynıdır.

Ancak şunu doğru anlamak gerekir; çoğunluklu İslamîhareketlerin ilkesel anlamda amacı cihad ise de bu konudanet olduklarını söylemek mümkün değildir. Mesela el-Kaide cihatçıdır; ama ne istediğini tam olarak ortaya ko-yamaz. Müslüman Kardeşler de öyle; yani makro düzeydene istemektedir diye sorsanız net bir cevap alamazsınız.İşte bütün Müslümanların esenliği, özgürlüğü gibi sonderece yuvarlak ve belirsiz; sadece temenni ifade edencümleler duyarsınız. Ancak bu onların somut amaçları ol-madığı anlamına gelmez. Hemen hemen hepsinin bu tür-den amacı vardır ve onun peşinden giderler. Ama cihat-la ilişkili amaçları sorunludur bana göre.

İslamî Hareketler’in çoğu bugün terör ile ilişki-lendirilmekte. Bu tür hareketlerin aktüel tartışmalarınve oluşturulmak istenilen olumsuz resmin gölgesin-de kaybolan pozitif yanları var mıdır?

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 3 5

Page 36: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

s a y f a 3 6 • P e r s p e k t i f

Bir kısmının eylemlerinin terörkategorisine sokulabileceğine hiçşüphe yok. Ama terör başlı başınasorunlu bir kavram. Hukukî ol-maktan ziyade siyasî bir tanımla-ma. Genelde şiddet içeren tepki ve-ya isyan hareketleri ile boğuşan ül-kelerin daha hassas ve detaylı birterör çerçevesi ve tanımlaması olu-yor. Mesela bayrak yakmak terörsorunu yaşayan bir ülkede teröristfaaliyet gibi algılanırken İsveç gi-bi bir yerde ifade özgürlüğü kap-samında değerlendirilebiliyor. Do-layısıyla neyin terör olarak tanım-lanabileceği konusu son derecetartışmalı. Bununla birlikte şidde-te başvurma konusunda ciddî birproblem görmeyen bazı İslamî ha-reketlerin en azından bazı eylem-lerinin terör olarak değerlendiri-lebileceğini kabul etmek gerekir.

Fakat ne yazık ki bu konuda Ba-tı’da gerek önyargılardan gereksede korkulardan kaynaklanan aşırıbir tutumun yükselişte olduğunugözlüyoruz. Cihadı veya İslamîyaşayış tarzını kategorik olaraktehdit olarak gören böylesi bir an-layışın İslamî hareketlerin faali-yetlerine soğukkanlı bir şekildebakabildiğini söylemek zor. Batı dün-yasında yapılması gereken İslamîhareketlerin kategorik olarak de-ğerlendirilmesinden vazgeçilmesi.Diğer bir ifadeyle, bir grup İslamcı olabilir; ama barış-çıl yöntemler kullanıyordur; bununla mesela el Kaide’yiaynı kefeye koymak büyük bir hata olur.

İslamî hareketlerin olumlu yanları yok mudur? Ke-sinlikle vardır. Önemli bir kısmının gerçekten samimidüşünceler üzerine bina edildiğini söylemek mümkün.Yine büyük bir kısmının şiddetle aralarına mesafe koy-duklarını biliyoruz. Bir kısmı mesela şeriat istemekle bir-likte bunun zorunlu olmadığını ve sırf şeriat getirmekiçin şiddete başvurulamayacağını kabul eder. Bir kısmısadece isyancıdır; bir kısmı daha çok hayır işlerine vesosyal adalet faaliyetlerine adanmıştır vs.

Batılı siyasîlerin İslamî Hareketler’e karşı olan ta-vırlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Mesela Filis-tin halkının hür iradelerine dayanan demokratik birseçim sonrası oyların yarısından fazlasını alabilenHamas, terör örgütü olmak vb. suçlamalardan do-

layı bir siyasî ortak olarak gö-rülmüyor. Bu haklı bir tutum mu?

Özellikle bilgisizlik ve korkudankaynaklanan hatalı bir bakış açısıvar Batılılarda. Bunu da belki an-layışla karşılamak gerekir. Neticedebu korku ve endişeleri haklı kıla-cak çok fazla örnek de var aslında.Ancak yine de çokkültürlülük, ço-ğulculuk ve demokrasi ilkelerine özelbir önem atfeden Avrupa’nın bu ko-nularda daha dikkatli ve hassasdavranması gerekir. Unutmamakgerekir ki birçok Müslüman, dik-tatörlükle yönetilen İslam ülkele-rindense Avrupa ülkelerini tercihediyor. Bu Batılılar da için deönemli bir avantaj. Ancak giderekdozu artan İslam karşıtlığı da üze-rinde durulması gereken önemli birsorun Avrupa için.

Şimdi Avrupa’nın Hamas’a yö-nelik tutumu hakikaten de çok il-kesel değil. Bu net bir şekilde or-tada. Seçimlerdeki başarısına rağ-men Hamas’ın ısrarla resmin dışı-na itilmeye çalışılması hakkani-yet ölçüleriyle açıklanabilir değil.Bunda elbette ki İslamcılık ile ilgilikorkuların ve endişelerin payı var.Neticede Hamas da cihatçı bir ha-reket. Şiddet ile olan ilişkisi sorunlu;bu da ciddî soru işaretlerine yol açı-yor. Bu noktada ayrıca Hamas’ınmutlak anlamda masum olmadığının

da altını çizmek gerekiyor. Öncelikle asıl sorun belirt-tiğim gibi şiddetle aralarındaki ilişkinin belirsizliği. Birsiyasî örgüt mü, bir silahlı örgüt mü belli değil. Mese-la intihar saldırılarını onaylar bir tavrı var; sivillere yö-nelik saldırılar konusunda da pek dikkatli olduğu söy-lenemez. Bu tavrı İsrail de aynısını yapıyor gerekçesi ilemeşrulaştıramazsınız. Yine, mesela İsrail’in yok edilmesigibi bir amacı söylem düzeyinde de olsa hâlâ dile getirmekhiç gerçekçi değil. Bunun mümkün olmadığını hepimizbiliyoruz; ama işte bu söylem Batı’da şüphelerin doğ-masına neden oluyor.

Günümüzde özellikle Avrupa’da ekseriyetle Se-lefî akımlar terörün müsebbibi ve teşvikçisi olarakgösteriliyor. Bilhassa Almanya’da bu grubun genç-ler üzerinde bıraktığı etki, endişe ile takip ediliyor.Selefîler ile terörün arasında bir bağ gerçekten ku-rulabilir mi? Terörü tarihsel ve güncel bağlamda teş-

d ü n y a

Özellikle bilgisizlik ve kor-kudan kaynaklanan hatalıbir bakış açısı var Batılılar-da. Bunu da belki anlayışlakarşılamak gerekir. Netice-de bu korku ve endişelerihaklı kılacak çok fazla ör-nek de var aslında. Ancak

yine de çokkültürlülük, ço-ğulculuk ve demokrasi il-kelerine özel bir önem at-

feden Avrupa’nın bu konu-larda daha dikkatli ve has-

sas davranması gerekir.Unutmamak gerekir ki bir-

çok Müslüman, diktatör-lükle yönetilen İslam ülke-lerindense Avrupa ülkele-

rini tercih ediyor. Bu Batılı-lar da için de önemli bir

avantaj.

Page 37: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

vik etme gibi bir tutumuları varmı?

Bugün kendilerini Selefî diye ta-nımlayanlar ile tarihsel Selefîlerarasında bir benzerlik olduğunudüşünmüyorum. Bir açıdan bakıl-dığında mesela İmam-ı Azam’ınbile Selefî olduğunu söyleyebilirsiniz.Tarihsel Selefîliğin temel hareketnoktası, İslam’ın Peygamber za-manındaki gibi yaşanması gerekti-ği düşüncesidir.

Bu nedenle mesela büyük bir İs-lam alimi olan İbn-i Teymiyye’ninbugünkü Selefîlerin fikir babası ol-duğunu söylemek biraz haksızlık ola-caktır. İbn-i Teymiyye’nin cihadave savaşa özel bir önem verdiğineşüphe yok; ancak bu tamamen o dö-nemde İslam dünyasını etkileyenMoğol istilasının yarattığı travmaile izah edilebilir. Böylesine bir is-tila karşısında bir İslam aliminin sa-vaş çağrısı yapmasının eleştirilirbir tarafı yoktur.

Buradan yola çıkarak bugünintihar saldırılarını meşrulaştırmakve hatta teşvik etmek çok zorlamabir yorum olur. Esasen temel prob-lem de burada yatıyor. Bir kere şid-deti hangi gerekçeyle olursa olsunmeşrulaştırdığınız zaman geri dö-nüşü olmayan bir yola girmiş olu-yorsunuz.

Bir süre sonra mesela sizin gi-bi düşünmeyenlerin de yok edilebileceği sonucuna va-rabiliyorsunuz. Bu nedenledir ki savaş anlamında cihadkararının ancak meşru kamu otoritesi tarafından veri-lebileceği kabul edilir ki bu oldukça isabetli bir görüş-tür bana göre.

Terörle bağlantılı olarak Batı’da çoğu zamanKur’an’da bulunan bazı “şiddet” içerikli ayetlere atıfyapılarak, İslami Hareketler’in bunlara dayanarak şid-dete başvurdukları öne sürülüyor. Bunun yanı sırafaaliyetlerini bu şekilde temellendiren hareketler demevcut. Zikredilen ayetlerin varlığı malum, bunla-rı günümüze taşırsak nasıl anlamalıyız? Bu bağlam-da mevcut tutumları sizce nasıl değerlendirmeliyiz?

Maalesef bu ayetler bağlamında İslam’ın şiddet di-nî olduğu ileri sürülebiliyor. Gerek Hazret-i Peygamberinve gerekse de dört halifenin savaşlara katıldığı doğrudur.Ama sanki onlardan önce o coğrafyada hiç savaş olmu-

yormuş gibi bundan İslam’ın sorumlututmak büyük bir haksızlık. İsla-miyet’in ortaya çıkışından itiba-ren yapılan savaşlara bakıldığındagenel bir mantığın izlerine rastla-mak mümkün. Bunların çoğundaMüslümanların savunma amacıy-la hareket ettiklerini gözlemleye-biliyoruz. Elbette sonraki dönem-lerde istila veya fetih maksatlı gi-rişimler de oldu. Ancak dediğim gi-bi bunu sanki İslam’ın bir icadı gi-bi göstermek doğru değil.

Şimdi genel olarak bu ayetler nediyor? Diyor ki kendinizi savu-nun; peki bu herkese yönelik bir çağ-rı mıdır? Bence değil; biraz önce be-lirttiğim gibi bunun kararını vere-cek olan meşru kamu otoritesidir.Yine çok ayrıntıya girmeden şunusöylemek mümkün: İslam bir verive realite olarak savaşı kabul eder.Ama mesela savaşın insanî kurallarile yürütülmesi ve haklı bir sebebedayanması gerektiğini ifade eder.Bu noktada Batı dünyasında var olanhaklı savaş teorisi ile yakınlaştığı-nı söylemek mümkün. Ayrıca savaşhukuku Avrupa’da şekillendiril-diyse de bu hukukun öncüllerininİslam kaynakları olduğu da açıktır.Siyer dediğimiz şey tamamen, sa-vaşın hangi kurallar çerçevesindeyürütülmesi gerektiğini ifade eder.

İleriye dönük olarak İslamî Ha-reketler’in gidişatı sizce ne olur? Batı ile ilişkilerin-de ne gibi gelişmeler olabilir?

Elbette bu konuda kesin bir şey söylemek zor. An-cak ben sadece temennimi belirtmekle yetineyim. İste-rim ki İslamî hareketler İslam’ı Batı dünyasında iyitemsil etsinler.

Bunun karşılığını mutlaka alacaklardır. Ve yine ümitederim ki Batılılar da daha akl-ı selim davranır ve İslam’ıdaha iyi anlamaya gayret gösterirler. Ancak ne olursa ol-sun, Avrupalılar ne kadar gayret gösterirse göstersin; on-ların İslam olarak tanıyacakları büyük ölçüde Müslümanlarınonlara ne sunduğundan ibaret olacak. O yüzden de İs-lamî hareketlerin öncelikle İslam’ı iyi temsil etmeleri veMüslümanları hakiki manada dönüştürmeleri büyük önemarz ediyor.

Zaman ayırıp bilgilerinizi bizimle paylaştığınız içinteşekkür ederiz. �

D E Z E M B E R • A R A L I K 2 0 1 1 • s ay f a 3 7

Maalesef bazı ayetler bağ-lamında İslam’ın şiddet di-

nî olduğu ileri sürülebili-yor. Gerek Hazret-i Pey-gamberin ve gerekse dedört halifenin savaşlarakatıldığı doğrudur. Ama

sanki onlardan önce o coğ-rafyada hiç savaş olmuyor-muş gibi bundan İslam’ınsorumlu tutmak büyük birhaksızlık. İslamiyet’in orta-ya çıkışından itibaren ya-

pılan savaşlara bakıldığın-da genel bir mantığın izle-rine rastlamak mümkün.Bunların çoğunda Müslü-manların savunma ama-cıyla hareket ettiklerini

gözlemleyebiliyoruz.

Page 38: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

d ü n y a

Van ve çevresinde meydana gelen ve milletimizi derinbir üzüntüye gark eden depremde hayatlarını kaybeden kar-deşlerimize bir kez daha Yüce Allah'tan rahmet, yakınla-rına sabr-ı cemil ve yaralılara acil şifalar diliyoruz.

IGMG e.V. ve IGMG Hilfs- und Sozialverein e.V. iş-birliği ile deprem bölgesine yardım götürmek üzere, RuhrA Bölge Başkanı olarak ben, Köln Bölgesinden MehmetKuzu ve diğer arkadaşlarımız ile bölgeye Avrupa’dan gi-den ilk heyet olduk. Yol boyunca telefonla yaptığımız gö-rüşmeler neticesinde, depremde en büyük yıkımın Erçiş’teolması nedeniyle ilkin Erçiş’e geçtik.

İlçeye yaklaştıkca depremin sert yüzü kendini göster-di, ilk karşılaştığımız manzara, yıkılan bir binanın yolu ka-patmış olmasıydı. Biraz daha ilerleyince, 24 öğretmenimizemezar olan o koca bina ile karşılaştık ve depremin acısınıyüreğimizde hissetttik. Enkazın üzerinde ekipler çalışıyorlardı,azimle ve yağmura aldırış etmeden belki bir cana, bir öğ-retmene ulaşabilirmiyiz umudu ile. Islanmıştık, ağladığı-mızı kimse fark etmedi, çünkü göz yaşımız yağmura karışmıştı.Afete maruz kalmış kardeşlerimizi bir de yağmur mağdurediyordu.

İlçenin nüfusu 77 bindi, lakin ilçede, yurdun dört biryanından yakınları için gelmiş 150 bin insan vardı. Hemyardım kuruluşları hem kurtarma ekipleri hem de sivil araç-lar olarak Türkiye’nin her yerinden insanımız gönül gö-nüle yardım ediyorlar ve yıkılan binalarda umut arıyorlardı.

Heyet olarak, baştaAfet Koordinasyon Merkeziolmak üzere, resmi ve siviltüm yardım kuruluşları ilebölgede yardımların or-ganize edilmesi ile alakalıgörüştük. Görüşmelersonrasında bölgede acilolan ihtiyaçları tespit ettik.

Heyetimiz oradayken,bir artçı deprem daha ol-du, ilk defa bastığımız ze-

minin ayağımızın altından kaydığına şahit oluyorduk vebulunduğumuz binadan insanlar dışarı çıkmak için ko-şuşturuyordu. Yaşadıklarımız bana Zilzal Suresini hatırlattıve bu satırları yazmadan bile o anı hala hissediyorum. Van’da-ki ve Erciş’teki kardeşlerimizin halini siz düşünün.

Koordinasyon Merkezi ile görüşmemiz neticesinde 50adet, 40 metrekare büyüklüğünde Prefabrik konut yapıl-ması noktasında anlaştık ve bu projeyi IGMG ve HaseneDerneği’ne ileterek çalışmalara başladık.

İlk etapta 2540 koli yardım paketi bölgeye ulaştırıldıve 2540 ailenin iki haftalık ihtiyacı olan gıda yardımı böl-gede dağıtıldı. Bu dağıtımda Fransa’dan Yusuf Çakır ve Han-nover’den Asalettin Toklu kardeşimizin büyük gayretle-ri oldu. Kendi imkanları ile bölgede kalan kardeşlerimiz,o daracık mekanlarını bizimle paylaştılar. Avrupa’danVan için edilen dualar, Van’da yine dualarla karşılandı, ha-la da karşılanıyor. Yaşanan binlerce olay Anadolu insanı-nın samimiyetini ve kardeşliğini bir kez daha gösterdi, pe-kiştirdi.

Çalışmalarımızın ardından, Muş’a gitmek için Otobüsebindiğimde yüreğimiz hâlâ Erçiş’te idi. Bedenlerimiz oto-büste ısınmıştı lakin ayaz gecelerde çadırlarda yatmak zo-runda kalan kardeşlerimizi düşününce başımız yine öneeğilmişti. Çaresizlik buydu, ne kadar yardım etsek de, ya-şadıklarımızı sizlere ne denli ifade etmeye çalışsak da, ke-limeler kifayetsiz kalıyor. İnsan bazı şeyleri yaşamadan an-layamıyor. Söylemek istediklerimi biraz da olsa anlamakiçin, bir gece evinizin balkonuna çıkın ve yarım saat ora-da bekleyin, üzerinize herhangi bir şey almadan, işte o za-man oradaki kardeşlerinizin acısını belki biraz da olsa an-layabilirsiniz.

Maddî imkanı yerindeolan kardeşlerimiz, bu dep-remde mağdur olan kar-deşlerimiz için siz de bir pre-fabrik alarak IGMG ve Ha-sene aracılığı ile yardımdabulunabilirsiniz. Bir evinizde Erçiş’te olabilir. Sizlerinyolunu bekleyenleri, KurbanBayramlarını soğukta ge-çirmek zorunda kalan kar-deşlerinizi unutmayın! �

Özcan Kuri • [email protected]

s a y f a 3 8 • P e r s p e k t i f

Van DepremiErçiş’te Yıkılan Evler ve Yitirilen Canlar

Page 39: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki
Page 40: DEZEMBER / ARALIK 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 204 ...€¦ · HASENE ayrıca, Van’daki dep-rem sonrası Avrupa’dan bölgeye intikal eden ilk yardım ku-ruluşu olarak Van’daki

İSLAM TOPLUMU MILLLÎ GÖRÜŞCenaze Fonu

Boschstr. 61-65. D- 50171 KerpenTel: 02237-656 313 • 02237 656-0 (Santral) • Faks: 02237-656 555Cenaze Fonu Acil Tel.: 0177-478 83 34 • [email protected]

.

günsaat

En acılıgününüzde

yanınızdayız724