208
Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

Şemail-i ŞerîfiResulullah (s.a.v.) Efendimiz’in Hacamat Olması Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in İsimleri MUHAMMED İsm-i Şerifi Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Geçim Tarzı

  • Upload
    others

  • View
    24

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • Peygamberimiz (s.a.v.)’in

    Şemail-i Şerîfi

  • Atillâ MURATOĞLU

    İrtibatBüyükkovanağzı Mah. Altınkılıç Sk.

    No:12 Meram / KONYAGsm: 0530 608 71 77

    1.Baskı: Nisan 20162.Baskı: Mart 20173.Baskı: Nisan 2018

    ISBN978-605-83532-0-6

    Baskı - CiltDamla Ofset Mat. ve Tic. A.Ş.

    Büsan Org. San. 10631 Sk. No: 4 Karatay / KONYATlf: 0332 345 00 10

    www.damlaofset.com.trSertifika No: 14972 / B.T.: Nisan 2018

  • PEYGAMBERİMİZ (s.a.v.)’in

    ŞEMAİL-İ ŞERÎFİ

    Atillâ MURATOĞLU

    PARA İLE SATILMAZ

    Konya-2018

  • İthaf Bu çalışmamı,üzerimde hakları bulunan rahmetliAnneme ve Babama ithaf ediyorum.Rabbim! Küçüklüğümdeonlar beni nasılyetiştirmişlerse,şimdi sen de onlara (öyle) rahmet et.(İsra suresi,24.)

  • KİTAPTAKİ KAYNAKLARIN KISALTILMASI

    rb : Ruhul Beyan Tefsirirb. e. y. : Ruhul Beyan tefsini Erkan yayınlarıkr. m. : Kur’an-ı Kerim Mealirs : Riyazüs- Salihinih : İhya-û Ulumiddinma : Marifetnamemz : Mecma’uz-Zevaidcf : Cem’ul-Fevaidpk : Peygamber Külliyatıns : İmam Nesait : Tirmizitş : İmam-i Tirmizi-Şemail-i Şerif r : Ramuz El- Ehadist : Tergib ve Terhibb : Sahih-i Buhari Muhtasarı-Tecrid-i Sarih m : Sahih-i Müslimtc : Tac Tercemesics : Cami’us-Sağirm. ş : Müsned-i Şihapit : İslam Tarihi M. Asım KöksalSö : Büyük lügat-Sözlükh. müs. : Hakim en-Nisabürü-el-Müstedrekm. e. : Mücizat-ül Enbiyad. i. i. : Diyanet İslam ilmihali İ. k.: : İbn Kayyim-El-Cevziyye

  • İÇİNDEKİLERSunuşPeygamberimiz (S.a.v.)Peygamberimiz’in Hilyesi ŞemailHz. Peygamber (S.a.v.) Efendimiz’in Yaratılış GüzellikleriResulullah (s.a.v)’in Nübüvvet MührüResulullah (s.a.v.)’in Efendimizin SaçıResulullah (s.a.v.) Efendimizin Saç ve Sakal Bakımı Resulullah (s.a.v.) Efendimizin Saç ve Sakalının AğarmasıResulullah (s.a.v.) Efendimizin Saç ve Sakal Boyaması Resulullah (s.a.v.) Efendimizin Gözlerine Sürme ÇekmesiResulullah (s.a.v.) Efendimizin Giyim TarzıResulullah (s.a.v.) Efendimizin MestleriResulullah (s.a.v.) Efendimizin NalinleriResulullah (s.a.v.) Efendimizin Yüzük- MührüResulullah (s.a.v.) Efendimizin Yüzüklerini Takış Tarzı Resulullah (s.a.v.) Efendimizin Kılıçlarının Evsafı Resulullah (s.a.v.) Efendimizin ZırhlarıResulullah (s.a.v.) Efendimizin Miğferleri Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in MızraklarıPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Yay’larıPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Kalkan’larıPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Bayrak ve SancaklarıPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Ak Katırı ve MerkebiPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in DeveleriPeygamber (s.a.v.) Zevceleri için Yaptırmış Olduğu OdalarOdaların Yıkılıp Mescid’e KatılmasıPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Vakf Ettiği MülklerPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Atları Resulullah (s.a.v.) Efendimizin Sarıkları

    1729303137404245464950545558606263646465656567686970707172

  • Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in İzarları Resulullah (s.a.v.) Efendimizin Yürüyüş Tarzı Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in Asa’sıPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in, Mihcem, Mıhsarrası ve KadibiResulullah (s.a.v.) Efendimizin Oturuş TarzıResulullah (s.a.v.) Efendimizin Dayandığı EşyalarResulullah (s.a.v.) Efendimizin Dayandığı KimselerResulullah (s.a.v.) Efendimiz’in Yemek Yiyiş TarzıResulullah (s.a.v.) Efendimizin Yedikleri EkmekPeygamber (s.a.v.) Efendimizin KatıklarıResulullah (s.a.v.) Efendimizin Yemekte Ellerini Yıkamaları Resulullah (s.a.v.)Efendimizin Yemek öncesi ve Sonrası Okuduğu DualarResulullah (s.a.v.) Efendimiz’in Yediği MeyvelerResulullah (s.a.v.) Efendimiz’in İçecekleriResulullah (s.a.v.) Efendimiz’in İçiş TarzıResulullah (s.a.v.) Efendimiz’in Su içtiği KadehPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Güzel Koku KullanmalarıResulullah (s.a.v.) Efendimiz’in Konuşma Tarzları Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in Gülüş TarzlarıResulullah (s.a.v.) Efendimiz’in ŞakalarıPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Şiire ve Şairlere Karşı Tutumu Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in Hanımları ile Yaptığı Gece SohbetleriResulullah (s.a.v.) Efendimiz’in UykusuPeygamber (s.a.v.)’in Yatış ŞekliResulullah (s.a.v.) Efendimiz’in Yatak TakımıPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Seriri (Sedir’i)Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in İbadet HayatıResulullah (s.a.v.)’in Gece İbadeti. Teheccüd Namazı Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Misvak KullanmalarıResulullah (s.a.v.) Efendimiz’in İbadetlerinden Kuşluk NamazıResulullah (s.a.v.) Efendimiz’in Farz Dışındaki Namazları Evde KılmasıResulullah (s.a.v) Efendimiz’in Oruçları

    74757778798182828588949599101103106107110113115120123126127131133134137140142143145

  • Resül-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in İtikafıPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Kur’an Okuyuş TarzlarıResulullah (s.a.v.) Efendimiz’in Ağlaması Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in AhlakıPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in TevazuuResulullah (s.a.v.) Efendimizin HayasıResulullah (s.a.v.) Efendimiz’in Hacamat OlmasıPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in İsimleriMUHAMMED İsm-i ŞerifiPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Geçim TarzıPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in YaşıPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in VefatıPeygamber (s.a.v.) YıkanmasıPeygamber (s.a.v.) Efendimizin Kefeninin Niteliği Peygamber (s.a.v.)’in üzerine Kılınan Cenaze Namazı Resulullah (s.a.v) DefnedilişiPeygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Mirası Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’i Rüyada Görme Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in MucizeleriBİBLİYOĞRAFYAYAYINLANMIŞ ESERLERİ

    147150151154157161163165166168173175182183183184190191196207208

  • ÖNSÖZ Sonsuz hesapsız hamd, bir tek eşi ve benzeri olmayan yü-celer yücesi Allah’a (c.c.) olsun. O, Alemlerin her işini, ezeli ilmiy-le takdir edip belirlemiştir. Gül bahçesine benzeyen alemi, topraktan yarattığı insan-la süsleyip donatmıştır. Bütün Alemi insan için, insanı da Yüce Zat’ının tanınması için yaratmıştır. Salavatların en faziletlisi, övgülerin en mükemmeli, selam-ların en güzeli; kainatın Efendisi, yaratılmışların en şereflisi, bü-tün varlıkların özü Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri’nin mükemmel ruhuna olsun. Onun şanı “ Sen olmasaydın, kainatı yaratmazdım” hitabıyla yüceltilmiştir. (c.s.sah. 514, m.sah. 17) Onun ehline ve ashabına da selam olsun ki, onlar sözle-rinde, işlerinde, inançlarında ve üstün ahlâk ilkelerine uymakta Peygamber (s.a.v.)’in izinde yürümüşlerdir. İman nuru ve irfan huzuruyla gönülleri dolmuştur (r. anhüm) Bilindiği üzere İslam dininin iki ana kaynağı vardır. Birincisi Kur’an-ı Kerim, İkincisi Resül-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizin sün-net-i seniyesidir. Hiç kuşkusuz, sözlerin en güzeli Allah’ın (c.c.) kelamı, yolla-rın en hayırlısı Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimizin yoludur. Resulullah (s.a.v) Efendimizin Şemail-i Şerifine dair olan bu eser, Resulullah (s.a.v.)’in dış görünüşü, kıyafetleri, yemesi, iç-mesi, konuşma tarzı, ibadetleri, ahlâkı, tevazuu, geçimi ve vefatı gibi hususları içermektedir.

  • 12 Atillȃ Muratoğlu

    Hadis-i şerif ve sahabi sözlerinden meydana getirilmiş bu-lunan bu çalışmada isimlerini hürmet ve minnetle andığımız, başta Aişe-i Sıddıka (r. anha) ve adı geçen diğer validelerimize, ashab-ı kiram (r. anhüm) hazeratına, eserlerinden azami dere-cede istifade ettiğimiz hadis müelliflerine adını anmadığımız bütün geçmiş ulemamıza Yüce Allah’tan rahmet dilerim. Al-lah’ım onu bana, Eserin basılması için maddi katkıda bulunan kardeşlerime, okuyana, okutana, insanlara ulaşması için gay-rette bulunanlara ve amele dönüştürenlere hayır ve kolaylık ver. Rabbimin “ Mal ve evladın fayda vermeyeceği bir günde …(Şuara. 88) bana ahiret azığı kılmasını diliyor; bu hizmetleri Sa-lih amellerimden, rızasına uygun işlerden ve ömürlerin sonuna dek iyilikleri kalıcı olan güzelliklerden kılmasını yüce Mevla’dan niyaz ediyorum. Tevfik Allah’tandır. Bu eseri baştan sona okuyup, eser için takriz yazma lütfun-da bulunan değerli hocam Prof. Dr. Orhan ÇEKER’e ayrıca teşek-kür ederim. Atillâ MURATOĞLU Konya 2016

  • GİRİŞ

    Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in bütün hayatı riyazat, tefek-kür ve zühd denilen ruhi tecrübelerle doludur. O (s.a.v), Pey-gamber ve devlet başkanı olduğu halde, söküğünü dikmekten, merkebe binmekten, yün yada kıldan yapılmış elbise giymek-ten, kölelerle bir arada bulunmaktan çekinmemiş, en sıkıntılı zamanlarında, en dar anlarında dahi insanlara yardımcı ve des-tek olmaktan geri durmamıştır. Nefsi için asla kızmaması, intikam almak ve beddua etmek gibi bir zaafa kapılmaması, onun (s.a.v.), Hakk’ın yardımıyla nef-sini ne ölçüde tezkiye ve terbiye ettiğini gösterir. İbadeti İhsan terimiyle, yani Allah’ı görüyormuşcasına kul-luk şeklinde tarif ve ifade eden Allah Resulu (s.a.v.), ömrü bo-yunca imanını “ihsan“ olarak yaşamış ve ashabının o modele uymalarına gayret etmiştir. Onun (s.a.v.) mümtaz ashabı (r.an-hüm), en büyüğünden en küçüğüne kadar, Muhammed’i mek-tebin talebeleri olmuş, nefs engelini aşarak, Allah, Resulullah (s.a.v.) ve İslam için her şeylerini feda etmeye hazır olduklarını göstermişlerdir. Dünya’nın cazibe ve gailesine asla aldırmamış-lardır. İslamın sınırları genişledikce sorumluluk ve yüklerinin arttığını dünya nimetleri arttıkça tehlikenin de ziyadeleştiğini (arttığını) ifade ederek, zühd ve takva yolunu daha sağlam yol olarak görmüşlerdir.

  • 14 Atillȃ Muratoğlu

    Özellikle ashab içerisinde bazıları ve Suffe ehli olarak bilinen, dünya ve dünyalıklarla hiç bir ilgi ve alakaları bulunmayan güzide sahabiler, Süfilerin asr-ı saadatteki ilk temsilcileri sayılabilecek şahsiyetlerdir. Tasavvufun aslını, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ve ashabı-nın yaşayışları tarzında görmekteyiz. Peygamber (s.a.v.) Efendi-miz Zamanında hal olarak bizzat mevcut olan tasavvuf, insanın rühi kemale ermesini temin eden bir vasıtadır. Tasavvufun kay-nağı da, Kitap ve Sünnet’tir. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in ya-şadığı zühdi hayat, ashabı tarafından da benimsenmiştir. Tasav-vufta Allah’a kul olmak azadeliktir, hürriyeti ilandır. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz de kendisini hep “kul peygamber” olarak tavsif etmiştir. Tasavvufta önemli olan Resulullah (s.a.v)’in Allah Tea-la’dan alıp vaaz’ettiği, getirip tebliğ buyurduğu İslami esaslara uygun bir hayat yaşamaktır. Bu gün inanmış kimselerin cemiyet içindeki çekingenlikleri ve tereddütleri, hayata intibaksızlığın bir neticesidir. Dini bilgiler, İslami prensipler kuvveden fiile geç-medikçe, (amel edilmedikçe) sun’i hayattan, tabii hayata geçiş gerçekleşemez denilmektedir. İşte tasavvuf insana bu şahsiyet olgunluğunu verme hususunda İslami esaslar ışığında bazı kurallar vaaz etmiş ve bu nazari bilgileri tatbik için de müesseseler kurmuştur. Buna tasavvuf ıslahında Tahalluk yani ahlâklanma ve Tahakkuk (Bir şeyin doğruluğunun meydana çıkması) ismi verilmiştir. Haya-tımızın her safhasında durum böyledir. Sadece nazari bilginin insan hayatında fazla bir değeri yoktur. Resulullah (s.a.v.) Efendimizi tanımadan, onun yaşamını bilmeden, onun gibi yaşama çabasına giren ashabı (r.a.) ör-nek ittihaz ederek, yaşam biçimi haline getirmeden, Kur’an ve Hadis ilimlerinden faydalanmak mümkün değildir. O (s.a.v.) İnsan aleminin ve kainatın gözbebeğidir, bunun kadrini bilerek, uyulması gereken tek örnek olarak almak müslümanlar için en salim ve sağlam yoldur. Allah Teala her varlığı bir sebebe mebni olarak yaratmıştır. Kainatta bütün mevcudat yaratılış gayeleri istikametinde sey-retmektedir. İnsan yaratılış gayesini bilmek durumundadır.

  • 15Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    Gaye nedir, sebep nedir, gidiş nereyedir, Allah’a kul, Resülüne ümmet, Kur’an’a hadim olmak değil midir? İşte bütün hayat bu üç unsura bağlıdır ve dönüp dolaşıp gidilecek tek yer O’nun hu-zuru değil midir? Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, çok sade ve çok mütevazi yaşardı. Çok cömert idi. Daima sadaka verir, fakir olurum endi-şesi taşımazdı. Ashab’ına (r. anhüm) dünyaya kapılmamalarını söyler, nafile namaz kılmakla, sabır ve tevekkülle, helal kazançla, zikretmekle, Allah’a yaklaşmayı tavsiye ederdi. Kalp temizliğine çok önem verirdi. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in kendisine çağırdığı İslam, Kur’an’dan ve sahih sünnetten öğrenilebilir. İşte bu İslam, insan-lar için tam bir hidayettir. Yüce Allah bu dini her yönden mü-kemmel kılmıştır. Öyle ki, varlıkta hükmü açıklanmamış mes’ele kalmamıştır. O mes’ele mubah mıdır, haram mıdır, mekruh mu-dur, veya sünnet midir, vacip midir, farz mıdır? Mes’ele; İnanç, ibadet, siyaset, sosyal, iktisat, savaş, barış, hukuk veya insanı ilgilendiren diğer bir mes’ele olsun, mutlaka onunla ilgili bir hüküm vardır. Yüce Allah Nahl süresinin 89 ayetinde: Bu kitabı (Kur’an’ı) sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için de bir müjde olarak indirdik buyu-rur. Yusuf süresinin 111 ayetinde; O kendinden öncekileri tas-dik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); ‘‘İman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.’’ buyurur. Allah’ın hükmü, ancak kesin vahyin olması ve sadık Peygamber (s.a.v.)’in onu haber vermesiyle öğrenilebilir. Bu durumda insanın Allah’ın emrine teslim olması gerekir. Çünkü insan, Allah’ın (c.c.) yaratığıdır. Allah Teala ilmiyle her şeyi ihata ettiği (İçine aldığı, kuşattığı) ve hükmünde hikmet sahibi olduğundan, kulluğun gereği O’na teslim olmaktır. Hayatın ka-nunları insanın Allah’a (c.c.) teslim olmasını gerektirir. Çünkü bu kanunları da, insanı da en iyi bilen Allah Teala ve Tekaddes Haz-retleridir. Bütün yönleriyle İslam dininin anlaşılabilmesi, sünnetin eksiksiz-noksansız bir şekilde öğrenilmesiyle mümkün olabilir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, İlahi emirleri insanlara

  • 16 Atillȃ Muratoğlu

    tebliğ etmekle kalmamış, aynı zamanda dini bilfiil yaşamış ve tatbik etmiştir. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’i tanımadan İslam’ı yaşamak mümkün değildir. Yüce Rabbimden, Nebi’sine salat ve selam etmesini, nimet-lerine şükretmede bizleri de başarılı kılmasını ilahi takdirinin gizliliklerini bizlere de bildirmesini niyaz ediyorum. Yüce Allah’ın salat ve selamı, gelmiş ve geçmiş bütün insan-ların Efendisi, Makam-ı Mahmud’un sahibi Peygamber (s.a.v.)Efendimiz’in üzerine olsun. Daha önceki nebi kardeşlerine, ya-kın ashabı ve yardımcılarına, hadis-i şerifleri derleyerek bizlere ulaşmasını sağlayan Buhari, Müslim, A.İbni Hanbel, Tirmizi, Ebu Da-vut, Nesai, İbn-i Mace gibi diğer hadis ülemasına da salat ve selam olsun.

  • PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) Peygamberler zincirinin son halkası, ahir zaman peygam-beri diye bilinen Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Se-lem Efendimiz’dir. O, Hatem’ül-Enbiyadır. Artık O’ndan sonra bir daha peygamber gelmeyecektir. Yüce Allah’ın yüce kita-bında bildirdiği üzere O, Allah’ın Resülü ve Peygamber’lerin so-nuncusudur. (Ahzab süresi 40.) Allah Teala, Peygamber (s.a.v) Efendimize; Bedeni, nefsi, ah-lâkı ve sülüki (davranış) olgunlukları bahşetmiştir. Yerde ve gökte övülme sıfatıyla muttasıf bir tek Efendimiz (s.a.v.) bulunmaktadır. Allah’ın (c.c) salat ve selamı ona olsun. Efendimizin peygamberi özellikleri ve Şemail-i konusunda yüce kitabımız Kur’an ayetlerinden pek çok ayet-i kerime olup biz sadece bir kaçına değineceğiz.

    Resulullah (s.a.v.) Allah Teala Katındaki Yeri Ahzab süresinin 56 ıncı ayetinde Yüce Allah: Allah ve melek-leri, Peygamber’e çok salevat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevat getirin ve tam teslimiyetle selam verin, Allah’ın salevatı, rahmet etmek ve kulunun şanını yüceltmektir. Meleklerin sale-vatı, Peygamber’in şanını yüceltmek, müminlere bağış dilemek anlamınadır. Mü’minlerin salatı ise, dua anlamına gelmektedir. İsra suresinin 79 uncu ayetinde: Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece)

  • 18 Atillȃ Muratoğlu

    Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin. Kevser Suresinde: (Resülüm!) Kuşkusuz biz sana Kevser’i (bol ni-met, ilim ve büyük şeref ) verdik, Fetih suresinin 1.inci ayetinde: Biz sana apaçık bir fetih ih-san ettik, Allah Teaala’nın Resülüne (s.a.v.) şahitlik etmesi Nisa suresinin 79 ayetinde “Seni insanlara elçi gönderdik; (Buna) şahit olarak Allah yeter. Aynı surenin 166 ıncı ayetinde: Fakat Allah sana indirdiğine şahitlik eder; Melekler de (buna) şahitlik ederler ve şahit olarak Allah kafidir. Peygamberlerden, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e iman et-melerine dair söz alınması. Al-i İmran suresinin 81 ayetinde: Hani Allah, Peygamberler-den:” Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yar-dım edeceksiniz” Bunu kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi? dediğinde “ Kabul ettik” cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenler-denim, buyurmuştu. Resulullah (s.a.v)’in evrensel bir peygamber oluşu Sebe suresinin 28 inci ayetinde Yüce Allah (c.c.) Biz seni bü-tün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Enbiya suresi 107 inci ayetinde “ (Resülüm!) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik. Resulullah (s.a.v)’in Ümmetine merhameti “And olsun, içinizden size öyle bir peygamber geldi ki, sı-kıntıya uğramanız ona ağır gelir; size düşkün, mü’minlere şef-katli, merhametlidir”. Tevbe. 128. “Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların Mü’minlerin analarıdır. Ahzab. 6. Resulullah (s.a.v)’in Rabbine ibadetteki ihlası “De ki; Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde ye-dirilmeyen Allah’tan başkasını mı dost edineceğim! De ki: Bana

  • 19Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma! (denildi)(En’am 14.) De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim. (En’am. 162. 163.) De ki: Bana, dini Allah’a halis kılarak O’na kulluk etmem emrolundu. Bana müslümanların ilki olmam emrolundu. Zümer.11-12. Resulullah (s.a.v.)’i Peygamber olarak göndermekle Al-lah Teala’nın bu ümmete ihsanda bulunması Andolsun ki Allah, mü’minlere büyük lütufta bulundu. Daha önce açık bir sapıklık içerisindelerken onlara, kendi içlerinden, kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, onları temize çıkaran ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderdi. (Al-i İmran 164.) Ümmiler arasından kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Halbuki onlar, önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler. (Cum’a. 2.)

    Daveti tebliğ Emri ve Allah’ın Onun HimayesiniÜstlenmesi Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. (Maide. 67) Ey Peygamber! Kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla: “İman ettik” diyenlerden ve Yahudilerden inkara koşanlar seni üzme-sin (Maide 41)Ey Peygamber! Sana ve sana uyan mü’minlere Allah yeter.(Enfal 64) Rabbinin Hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin. (Tur 48.) Sana emrolunanı açıkca söyle ve ortak koşanlardan yüz çe-vir. (Seninle) alay edenlere karşı Biz sana yeteriz. (Hicr. 94. 95.)

  • 20 Atillȃ Muratoğlu

    Resulullah (s.a.v)’in Kıyamet Günü Ümmetine ŞahitlikYapması Her ümmet içinden kendilerinden, kendi üzerlerine bir şa-hit getirdiğimiz gün, seni de onların üzerine şahit getirmiş ola-cağız. Bu kitabı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı, müslümanlar için de bir müjde olarak indirdik. (Nahl. 89)

    Ehl-i Kitabın, Resulullah (s.a.v.)’i Tanıması Fetih süresi 29 ayetinde: Muhammed Allah’ın elçisidir. Be-raberinde bulunanlar da kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Bakara süresi 89 ayetinde “ daha önce inkar edenlere karşı yardım isteyip dururlarken (Kur’an) kendilerine gelince onu in-kar ettiler. Bakara süresinin 146 ayetinde: Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (O kitaptaki peygamberi), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir gurup bile bile gerçeği gizler Yahudiler Tevratta, Hıristiyanlar da İncil’de ahir zaman pey-gamberinin vasıflarını gördüler, onun gelmesini beklediler; her nesil bunu kendinden sonra geleceklere anlattı ve inanmalarını tavsiye etti. Bunun için her iki zümre de peygamberin gelmesini dört gözle bekliyorlardı. Ancak onun Araplar arasından ve bir yetim kimse olarak gönderildiğini görünce sırf ırkçılık gayret ve düşüncesiyle inkar ettiler. Halbuki onun hak peygamber oldu-ğunu, kendi oğullarını bilip tanıdıkları gibi biliyorlardı.

    Kur’an’ın İslam Düşmalarının Bazı İftiralarını Reddetmesi Necm süresinin 3. ayetinde “ O, hevadan konuşmaz. ” 4. ayetinde ise O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir. Hakka süresinin 38-43 ayetlerinde: “ Yoo…. Yemin ederim gördüklerinize ve görmediklerinize ki, O (Kur’an) elbette şerefli bir Peygamberin (Allah’dan aldığı) sözüdür. O, bir şairin sözü de-ğildir. Ne de az inanıyorsunuz!Bir kâhin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz! O, Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.

  • 21Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    Tür süresinin 29 ayetinde: (Resülüm!) Sen öğüt ver. Rabbi-nin lütfuyla sen ne bir kâhinsin, ne de bir deli. Bir müslüman için, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, diğer her hangi bir peygamber konumunda değildir. Şöyleki: Müslümanlarca Peygamber (s.a.v.) Efendimize karşı takınıl-ması gereken Özel tavırlar ile; Peygamber (s.a.v.) Efendimizin müslümanlar nezdinde taşıdığı özel konumlar vardır. Bunlar; 1-İman Edilmelidir: İman: İnanmak İtikad. Hakkı kabul, tasdik ve iz’an etmek. İs-lamiyeti kabul edip amel etmek. Dini bütün hakikatleri ile kabul edip gereğini yerine getirmek (Sözlük. 1. 924) Peygamberlere iman, amentünün dördüncü maddesini oluşturmaktadır. Yüce kitabımız da peygamberlere genel ola-rak inanmanın yanında, Peygamber Efendimiz’e de özel olarak iman edilmesi emredilmektedir. A’raf süresinin 158. nci ayetinde: “ Öyle ise Allah’a ve Ümmi Peygamber olan Resülüne-ki O, Allah’a ve onun sözlerine inanır, iman edin ve o’na uyun ki doğru yolu bulasınız. ”Hadid suresi 7. inci ayetinde Allah’a ve Resulüne iman edin, buyrulmaktadır.

    2-İtaat edilmelidir: İtaat: Alınan emre uymak. Söz dinlemek, boyun eğmek demektir. Kendi istek, irade ve arzusuyla yapılan itaate “tav’an itaat” istemeyerek zorla olanına da “kerhen itaat” denilir. İtaatın zıddı ise isyan’dır. İsyan ise; emre boyun eğmeme, dinlememe, itaatsizlik etme yani kısaca asi olma demektir. Al-i İmran suresi 32 ve 132 ayetlerinde “ Allah’a ve Resülü-ne itaat edin. (Bütün emir ve yasaklarda, Allah’ın elçisine uyun.) Bu ayet Hz. Peygamber’in yüceliğine işaret etmektedir. Çünkü Allah Teala , Kendisine uymayı, habibine uymaya bağlamış, ken-disine itaatı da, ona itaat etmekle beraber zikretmiştir. Her kim, Allah’ı sevdiğini iddia eder de, Peygamberimizin yoluna aykırı hareketlerde bulunursa, Kur’an nassıyla o kimse yalancıdır.

  • 22 Atillȃ Muratoğlu

    Bir şair; İlahi sevdiğini göstermeye çalışırken, ona isyan ediyorsun Yemin ederim ki bu çok alçak bir iştir. Eğer sevgin doğru olsaydı, ona itaat ederdin. Çünkü, seven sevdiğine itaat eder. (r.b.t.1-524) 3-İttiba edilmelidir: İttiba: Tabi olma, arkasından gitme, itaat etme imtisal etme demektir. Bunun zıddı ise İctinab’dır ki o da: Çekinmek, sakınmak uzak durmak manalarına gelir. Allah’ı seviyorum demek yeterli değildir. Bunun bir be-lirtisi olmalıdır. O da, gönderdiği ve görevlendirdiği son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)’e uymaktır. Onun izin-den gitmek ve güzel ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Peygamberi sevmek her işinde onu örnek almak ve sünnetine uymaktır. Bir insanın sevdiğini sık sık anması ve onun memnun olaca-ğı davranışlarda bulunması kadar tabii ne olabilir?Bu aynı zamanda Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından da sakınmak demektir. Yüce kitabımız, bir kimsenin Allah’ı sevip sevmediğinin değerini onun, Peygamberimiz (s.a.v.)’e uyup uymadığına bağlamakta olup bunu da Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in ağzından söyletmektedir ki Al-i İmran suresi 31 inci ayetin-de: (Resülüm) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın buyur-maktadır.

    4-Her şeyden çok sevilmelidir: Bir şeyi sevmek onu bilmeye ve tanımaya bağlıdır. Çün-kü insan ancak bildiğini ve tanıdığını sever. Sevmek hayatın en güzel cevheridir. Sevgi insanı diri tutar, sıhhatli kılar, iyiliğe götürür kötülükten korur. Zıddı buğzdur ki: Kin, nefret, sevmeme ve düşmanlık etmektir. Bu iki kavramların (sevgi-Nefret) ikisi birden aynı anda bir arada bulunmazlar.

  • 23Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    Bir şeye verilen değerin ölçüsünü, ona karşı beslenen sev-ginin derecesi ortaya çıkarır. İnsan ilgi duyduğu her şeyi derece derece sever ve sevme-lidir de. Ancak, ifrata kaçmama noktalarına titizlikle dikkat edil-melidir. Sevgide Allah sevgisi birinci sırada, Peygamber sevgisi ikin-ci sırada, Vatan sevgiside üçüncü sıradadır. Bu sıralamanın ne değişmesi mümkündür, ne de yürürlükten kaldırılması. Bundan sonraki sıralamalar ise herkesin kendi takdirine bırakılmıştır. Sevgi sıralamasına ışık tutan şu ayet, çok dikkatle incelen-meli ve gözden hiçbir zaman uzak tutulmamalıdır. Tevbe sure-si’nin 24. ayetinde Yüce Allah “De ki: Eğer babalarınız, oğulları-nız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız mes-kenler size Allah’tan, Resülünden ve Allah yolunda cihat etmek-ten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekle-yin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez. ” Peygamber (s.a.v) Efendimizi sevme bakımından da Ahzap suresi 6. ayet bizlere çok çok önemli bir noktaya işaret işaret et-mektedir ki Yüce Allah: Peygamber, mü’min’lere kendi canların-dan daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır, buyurmaktadır. Bu duruma Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de işaret ederek Enes (r.a.) rivayet etmiş olduğu bir hadisi şerifte: Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, hiç biriniz beni kendi canından, ana, babasından ve çoluk çocuğundan daha çok sevmedikce iman etmiş olmaz. Buyurmaktadır. (b. 15) Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; Sevgi dünyamızın baş köşesi-ne oturtulmalıdır.

    5- Örnek alınmalıdır: İnsan, kendisini şekillendirebilmesi için mutlaka bir örneğe ihtiyacı vardır. Bize bu örneği Yüce Allah yüce kitabının Ahzab süresinin 21 ayetinde: Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.

  • 24 Atillȃ Muratoğlu

    El-Hakim et-Tirmizi (r.a.) şöyle demiştir: Allah Resülü’nde örneğin bulunması, onun izlenmesi, sünnetine uyulması, söz ve hareketlerde ona muhalefet etmekten kaçınılmasıdır. (r. b. 6. 433) Buna göre her mü’min, dileğinin gerçekleşmesi ve ameli-nin fayda vermesi için Hz. Peygamber’e uymak zorundadır.

    6-O, Alemlere Rahmettir: Enbiya süresinin 107 ayetinde Yüce Allah: “(Resülüm) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik” buyuruyor. Rahmet: Merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek, koruma acıma olduğu gibi yağmur anlamında da kullanılmaktadır. Allah (c.c) Peygamberini bütün insanlığa rahmet olarak göndermiştir. Onun getirdiği şey, iki cihan saadetinin sebebidir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz kafirler için de bir rahmettir. Çün-kü onun sebebiyle cezaları ertelenmiş ve onunla yer yüzünden tamamen yok edilme azabından, yere batmak ve şekillerinin çirkin şekilde değiştirilmesi cezasından kurtulmuşlar, emin ol-muşlardır. Resülüllah (s.a.v.) Efendimiz’in hem hayatı, hem vefatı rah-mettir. Nitekim şöyle buyuruyor: “ Hayatım sizin için hayırlıdır, vefatımda sizin sizin için hayırlıdır. Amelleriniz bana gösterilir. Hayırlı olan için Allah’a hamd ederim, şer olan için de sizin için Allah’dan mağfiret ve af dilerim. (r.b.5.367.) Gerçekten de Peygamberimizin getirdiği nizam bütün in-sanlığı mutlu kılacak ve hayatta en mükemmel noktaya getire-cek kapasitededir.

    7-Peygamberliği Daimidir: Ahzab süresi’nin 56. ıncı ayetinde Yüce Allah (c.c.) Allah ve melekleri , peygambere çok salevat getirirler. Ey müminler! siz de ona salevat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin” bu-yurarak, mü’minlerin Efendimiz (s.a.v.) Salat’ü selam getirmeleri emredilmektedir. Allah bütün mü’minlere, peygamberlerine salat ve selam getirmelerini emretmekte ve ona saygı göstermelerini istemek-

  • 25Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    tedir. Allahümme salli ala Muhammedin demek salat, Esselamü aleyke eyyühe’n-nebiyyü demek selamdır. Peygamberimiz’den rivayet edilen çok sayıda salevat-ı şerife vardır. Bunları okumak, mümkün olduğu kadar çok salat ve selam getirmek, Peygam-ber’imiz’(s.a.v)’in sevgisini celbeder, şefaatına sebep olur. İbn Mes’ud (r.a.) rivayet etmiş olduğu bir hadisi şerifte Re-sulullah (s.a.v.) Efendimiz: Kıyamet gününde insanlar içerisinde bana en yakın olanı bana en fazla salavat getirendir, buyuruyor. (cs. 1. 1275.)

    8-Adı hep Allah ile anılır: Yüce Allah: İnşirah suresinin 4. ayetinde “ Biz senin şan ve şerefini yükseltmedik mi? buyuruyor. Çok mühim yerlerde ve sıkca tekrar edilen durumlarda, Al-lah’ın adı ile Peygamber’imizin adı, hep yan yana birlikte geç-mektedir. Müslümanlarca her fırsatta söylenen Kelime-i Tevhid, Laila-he illallah; Muhammedür Resulullah. Her namazda selamdan önce okunan Kelime-i Şehadet de her iki kutsal isim birlikte geçmektedir. Eşhedü en la ilahe illal-lah; ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resülüh . On beş asırdır her Allah’ın günü beş defa okunan Ezan-ı Muhammedi’yle insanlar, ibadete çift isimli davetiye ile çağrıl-maktadır: Eşhedü enla ilahe illallah. Eşhedü enne Muhamme-den Resulüllah! Bu durum ülkemizde de: Bu ezanlar ki, şehadetleri dinin te-meli. Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli şeklinde İstiklal marşımızın içerisinde resmen teminat altına alınmıştır. Süleyman Çelebi de bu gerçeği şu beytiyle ifade etmiştir: Zatıma mir’at edindim zatını. Bile yazdım adın ile adımı. Camilerimizde mihrabın sağına Allah Celle Celalüh lafza-i Celalinin; soluna da Muhammed Aleyhisselam ism-i şerifinin yazılıp asılmasının gelenekleştirilmesidir. Bu mukaddes isimle-rin yan yana kıble istikametine asılıp yerleştirilmesi ve oranın Allah’ın evi olduğunu gösteren en büyük alametidir.

  • 26 Atillȃ Muratoğlu

    İbni Abbas (r.a.) rivayet etmiş olduğu bir hadisi şerifte: Re-sulullah (s.a.v.) Camiler Allah’ın evleridir, buyurmaktadır. (r. 234. 7. t. 1. 327) Her fırsatta o tarafa giden ne varsa Resulullah (s.a.v.)’e on-larla selam gönderme, hatta o canibe doğru hoşca esen rüzgar ile de selam gönderme Hazreti Peygamber’i canlı tutmanın bir başka tezahürü olmuştur. Şair; Ey bad-ı saba, uğrarsa yolun semt-i Haremeyn’e, Ta’zimimi arz eyle Resül’üs-Sekaleyn’e! Allah’u Teala kendisine: Resulullah, Nebiyyullah” gibi lakap-larla bunların dışında kendisine şeref katan başka lakaplar ver-miştir. Bütün bunlar Resulullah (s.a.v.)’in mertebesini yüceltmek içindir. Bir hadise göre Cebrail, Resulullah (s.a.v.) der ki: Ya Mu-hammed! Rabbin senin zikrini nasıl yücelttiğini bilip bilmediği-ni soruyor. Bunun üzerine Resulullah; “ Allahu Teala daha iyi bilir “ deyince Cebrail, Yüce Allah’ın bu soruya şöyle cevap verdiğini bildiriyor: Benim anıldığım her yerde sen de benimle birlikte anılmaktasın. (r. b. 10. 87)

    9-Ravza-i Mutahhare’yi Ziyaret, Hac Merasimine dahil edil-miştir: Haccın farzları arasında Medine’deki mukaddes ve mü-barek makamları ziyaret yoktur. Ancak Peygamberimiz’in vefatından sonra, Allah-Peygam-ber beraberliğini sağlama ve onu hep canlı tutma düşüncesiyle Peygamberimiz’in Kabr-i Şerifi’ni ziyaret etme de, Hac menasi-kine dahil edilmiştir. Bu gün hacca gidenlerce, Beytullah’ı ziya-retten önce veya sonra, Peygamberimiz’in Kabr-i şerifi ziyaret edilir. Bu tür vecibeler, haccın farzlarından değilse bile, yapılma-sı gerekli olan çok önemli bir görevdir. 10-Sünneti, İslam’ın ikinci kaynağıdır: İslam’ın kaynağı, yani onun dayandığı esaslar, genellikle dört olarak kabul edilir. Bun-lar da: Kitap, sünnet, icma-i ümmet ve kıyas-ı fukaha. Bu dört delil de temelde ikiye indirilir. Allah’ın kitabı ve Hazret-i Pey-gamber (s.a.v.)’in Hadisleridir. Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de Haşr suresinin 7. ayetin-de “ Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size ne yasakladıy-

  • 27Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    sa ondan da sakının”. Bu ayetle de tescil edildiği üzere, Hazret’i Peygamber (s.a.v.) kanun koyucudur. O’nun emirleri ve yasakları asla ve asla tartışma konusu değildir.

    11-Resulullah (s.a.v.) Ümmidir: Ümmi: Anasından doğduğu gibi kalıp okuma-yazma öğrenmemiş, mektep-medrese yüzü görmemiş, bir hoca önüne diz çökmemiş kimse, demektir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz , Kur’an-ı Kerim’de A’raf süre-si’nin 157 ve 158 inci ayetlerinde “ Ümmi Peygamber” diye tavsif edilmiş olup hem de bu durum, Efendimiz (s.a.v.)’in seçkin özel-liklerinden biri olarak tanıtılmıştır. Onun bu sıfatı özellikle Ramazan’da teravih namazı araların-da ve bazı dini merasimlerde, zikir meclislerinde cemaatın hep bir ağızdan;“ Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammedin’in Nebiyy’il-Üm-miyyi ve ala alihi ve sahbihi ve sellim” diye söylediği “ salat-ı ümmiye” içinde de ayrıca geçmektedir. Ümmilik, sıradan kimseler için bilgi eksikliğini ifade eden noksan bir sıfattır, o kişinin tahsil ve terbiyesindeki noksanlı-ğı, eksikliği ortaya koyar. Ama Peygamber (s.a.v.) nisbet edil-diği zaman ise onun kemal bir sıfatıdır. Çünkü onun bilgi ve davranışındaki mükemmelliği;okuyup yazanları, mektep med-rese görenlerin yüksek tahsil edip ilim merkezlerinden bilgi alıp öğrenenleri bile çok aciz bırakan çok yüksek bir seviyededir. Bu O’nun, Allah (c.c.) tarafından gönderilmiş bir peygamber oldu-ğunu; bunca bilgisini ve görgüsünü, o zamanda yaşamış Yahudi ve Hıristiyan alimlerinden, kâhinlerinden ve bir kısım gün gör-müş tecrübeli bilginlerden ve hiçbir insanoğlundan öğrenme-diğini ve ne biliyorsa, ne söylüyorsa ve ne öğretiyorsa bütün bunların, kendisine, Yüce Allah tarafından verilmiş bir vergi ol-duğunun açık bir ifadesidir.

  • 28 Atillȃ Muratoğlu

    12-Müslümanın, Resulullah (s.a.v.)’e karşı edepli olması Ey iman edenler! Seslerinizi peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir. (Hucurat. 2.) Bu ayet indikten sonra sahabiler, Hz. peygamber’le (s.a.v.) fısıltıya yakın bir sesle konuşurlardı. Bazı alimler, Resulullah’ın kabri şerifi yanında sesi yükselt-meyi ve selamlarken kabre dört arşından fazla yaklaşmayı mek-ruh görmüşlerdir. Hammad b. Zeyd, Hz. Peygamber’in bir hadisini anlatırken yanındaki bir adam güldü. Hammad öfkelendi ve Ben Resulul-lah’ın vefatından sonra onun hadisi söylenirken sesi yükseltme-yi, o hayatta iken yanında sesi yükseltmek gibi görürüm, dedi. Sonra kalktı ve o gün hadis okumaktan vazgeçti. Özetle: Hem hadisin hem de muhaddisin yanında sesi yük-seltmek mekruhtur. Üstelik gülmek, alay ve küçüksemekten uzak olmaz Ciddi olan meclisin buna tahammülü yoktur. Eğer eskiler, günümüzün va’z ve ders meclislerine girseler, gördük-leri edepsizlik ve kötülüklerin çokluğundan dolayı anında çı-karlardı. Allah’tan bizi yüce ahlâk ve edeple edeplenenlerden kılmasını dileriz. (r. b. 8. 191.)

  • PEYGAMBERİMİZ’İN HİLYESİ Sözlük Manası: Güzel sıfatlar. Süs, Zinet, cevher, güzel yüz. süret, hey’et, görünüş. Hilye-i Şerif: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in mübarek vasıflarını anlatan manzum veya nesir halindeki yazı. (söz-lük.2.777.) Resulullah (s.a.v.) Efendimiz hayatta iken, O’nu tanıtan söz-lü tasvirlere ihtiyaç duyulmuyor ve aynı zamanda gerek de gö-rülmüyordu. O’nu görme arzusu duyanlar uzak yakın demeden bütün imkanlarını zorlayarak, bir kere bile olsa O’nu görme şe-refine eriyorlardı. Resulullah (s.a.v.) gören ve ona iman eden bu mutlu insanlara sahabe veya ashab denmektedir. Resulullah (s.a.v.)’in vefatını takip eden günlerden sonra müslümanlar da tarifi imkansız bir “Peygamber hasreti başla-mıştır. Bir de yeni müslüman olup da henüz Resulullah (s.a.v.) ile görüşmeye fırsat bulamamış kimseler ile Asr-ı Saadet döne-minin çocukları, zaman geçtikçe Resulullah (s.a.v.) görme gibi büyük bir fırsatı kaçırmış olduklarının hasretini çekip yanmakta idiler. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz hayatta iken henüz temyiz ya-şına gelmemiş veya Resulullah (s.a.v.) vefatınına müteakip do-ğan çocuklar ve bu dönemde yeni müslüman olmuş büyükler de, islamın ikinci neslini oluştururlar ki, bunlara da tabiün denir. Bu nesilden olanlar, her fırsatta birinci nesilden olanlara; Bize, Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz’in şeklini tarif eder misiniz?

  • 30 Atillȃ Muratoğlu

    sorusu yönetmişler ve bu sorulara muhtelif cevaplar verilmiş, Hazreti Peygamber (s.a.v.) görenlerin görmeyenlere anlatmala-rı, zaman içerisinde zengin bir bilgi birikimi meydana getirmiş-tir. Bu sözlü tasvirlerin her birine de Hilye adı verilmiştir. Hilyelerde esas olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in fiziki özel-likleri anlatılmakta birlikte, bazı eserlerde ruhi portresiyle ilgili hususlara da yer verilmiştir. Şemail kelimesi hilye anlamında da kullanılmıştır.

    ŞEMAİL Hz. Peygamber (s.a.v.)’in fiziki ve ahlâki özelliklerini ifade eden bir terim ve bu konuda yazılan eserlerin ortak adı. Sözlükte: Huy, tabiat, ahlâk gibi manalara gelen “ şemail” kelimesi tarih ve tasavvufa dair eserlerde bir insan olarak Resu-lullah (s.a.v.)’in dış görünüşünü, özel hayatını ve ahlâkını ifade eden bir terim halinde kullanılmıştır. İnsanları Resulullah (s.a.v.)’i bütün yönleriyle öğrenmeye ve onun özelliklerini benimseme-ye ilk defa Kur’an-ı Kerim teşvik etmiştir. Şemaile dair eserlerde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in sır-tında nübüvvet mührü bulunduğu, ileri yaşlarda saçında ve sa-kalında kaç beyaz kıl olduğu belirtilmiş, gözlerine sürme çekti-ği, giydiği elbiselerin , mestlerin, pabuçların, parmağına taktığı yüzüğün, kullandığı kılıçların, zırh ve miğferlerin, başına sardığı sarıkların nasıl olduğu, nasıl yürüdüğü, nasıl oturduğu, oturur-ken nelere dayandığı, neleri, nasıl yediği, yemekten önce ve sonra neler yaptığı, yemeğe nasıl başlayıp bitirdiği, neleri nasıl içtiği ve nasıl geçindiği incelenmiş; güzel koku süründüğü, ne-lere nasıl gülüp ağladığı, kimlerle nasıl şakalaştığı, ashabıyla bir-likte şiir dinlediği, hanımlarıyla sohbet ettiği, nelerin üzerinde nasıl uyuduğu gibi konular ele alınmış; O’nun (s.a.v.) hangi iba-detleri nasıl yaptığı üzerinde durulmuş; üstün ahlâkı anlatılmış; ayrıca onun nasıl ve kaç yaşında vefat ettiği, geride neleri miras bıraktığı ve onu rüyada görmenin mahiyetiyle ilgili rivayetler-den de söz edilmiştir.

  • 31Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Yaratılış Güzellikleri Rivayetlerin bazıları uzun, bazıları da kısadır. Ravilerin her biri, görebildiği ve ifade edebildiği şekilde anlatmıştır. Bu rivayetler, muhtelif zamanlarda ifade edildiğinden fark-lılık göstermekle beraber, birbirini tamamlamaktadır. Rivayetlerde hep, Resulullah (s.a.v) Efendimiz’in tarifi imkansız olan güzelliği anlatılmaya çalışılmış ve onu bütün gerceği ile anlatamamanın ızdırabı çekilmiştir. Hz. Ali (r.a.) gibi hikmet pınarı ve söz ustası dahi bu hususta ifade güç-lüğü çektiğinden söz etmiştir. Peygamberler içerisinde Yusuf (a.s.) güzelliği ile ün sal-mış ve onun bu yönü darb-ı mesel olmuştur. Hz. Ömer (r.a.) seçkin sahabilerden Cerir İbn-i Abdul-lah (r.a.)’ın güzelliğini anlatmak için; Cerir, bu ümmetin Yu-suf’udur derdi. Alemlerin, yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Resulullah (s.a.v.) Efendimiz ise yaratılmış olanlardan da, yaratılacak olanlardan da eşsiz ve güzeller güzeli idi. İnsan aklının yüce manaları kavrama gücü nasıl sınırlı ise, insan gözünün de güzellikler karşısındaki tahammül gücü öyle sınırlıdır. Her göz, her derecedeki güzelliğe tahammül ede-mez. Güzel için kullanılan “ Göz kamaştırmak “sözü bu ger-çeği bir nebze olsun anlatmaktadır. Rivayet olunur ki, Resül-i Ekrem Hazretlerinin müba-rek bedeninde bulunan Batıni güzelliklere delil olan zahiri güzellikler hiçbir şahsın bedeninde toplanmamıştır. Hatta İmam-ı Kurtubi rivayet eder ki, Nebiyy-i Muhterem Hazretlerinin güzel görünüşü tamamen açıklanmamıştır. Şayet, bütün zahi-ri güzelliklerinin tamamı açıkça görünmüş olsa idi, Ashab-ı Kiram O’na bakmaya takat getiremezlerdi. (t. ş. 11.)

    METİNLER1-Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: Nebi Aleyhisselam çok uzun ve kısa değil, orta boylu idi. Mübarek elleri ve ayakları büyük idi. Başı büyük idi. Mübarek

  • 32 Atillȃ Muratoğlu

    omuz, diz ve bilekleri kemikli idi. Mübarek göğsü çok kıllı ol-mayıp, göğsünden aşağı göbeğine kadar bir ince değnek gibi kılları uzanırdı. Efendimiz yürüdükleri zaman yüksek mekandan aşağıya iner gibi önüne eğilerek yürür idiler. O’ndan önce ve O’ndan sonra O’na benzer hiç kimseyi asla görmedim. (t.ş.18.)2-Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Efendimiz (s.a.v.) sıfatca, cemali peygamberisi ile insanların en güzeli idi. Uzuna meyleden bir boyu vardı. Omuzları arası geniş ve yüz etleri hafifti. Saçları-nın siyahı kuvvetli, gözleri sürmeli, kirpikleri uzundu. Ayağı ile yere bastığında tamamı ile basardı. Ayak çukuru hafifti. Ridasını omuzlarından bırakınca gümüş parçası gibi görülürdü. Gülünce mübarek ağzından nur parlardı. (r. 519. 9.)3- Cabir İbn-i Semure (r.a.) anlatıyor: Ben mehtaplı bir ge-cede Resulullah (s.a.v.) gördüm. Üzerlerinde kırmızı bir elbise vardı Peygamber’in nurlu yüzü ile Ay’dan hangisinin daha güzel olduğuna vakıf olup anlamak için bir defa Resulullah’ın güzel yüzüne, bir defa da Ay’ın yüzüne baktım. Vallahi benim yanımda Nebiyy-i Muhterem Hazretlerinin Sa’adetli yüzü Ay’dan daha güzel idi. (t. ş. 26.)4-İbn-i Abbas (r.a.) Ön dişleri seyrekti. Konuşurken dişleri ara-sından nur çıkıyor gibi güzükürdü. (r. 519.13.)5- Enes ibn-i Malik (r.a.)’den şöyle dediği rivayet olunmuştur. Ben hayatımda Nebi (s.a.v.)’in elinden daha yumuşak hiç-bir ipeğe, hiçbir dibaya yapışmadım. Yine ben ömrümde Resu-lullah’ın kokusundan daha hoş bir koku da ebedi koklamadım.(b.9.276.)6- Bera İbn-i Azib (r.a.) ‘den: Bize söyler misin Nebi (s.a.v.)’in yüzü kılıç gibi (parlak) mı idi? diye sorulmuş, O da: Hayır, kılıç gibi değil, ay misali (parlak ve toparlak çehreli) idi. (b. 9. 274.)7- Ebu Said-i Hudri (r.a.) den: Nibe (s.a.v.) Haya cihetiyle ken-di köşesinde oturan bakire kızdan çok daha utangaçtı dediği rivayet olunmuştur. (b.9.276)10- Hz. Hasan İbn-i Ali (r. a) den: Resulullah (s.a.v.)’in şemailini anlatan biri olduğu ve ben de onun anlatmasından hoşlandı-ğım için dayım olan Hind ibn-i Ebi Hale et-Temimi’ye sordum. O’da bana Allah Resülü (s.a.v)’i bana şöyle vasıflandırdı:

  • 33Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    (Hind İbn-i Hale (r.a.) Hz. Peygamber’in üvey oğludur. Hz. Hatice (r.a.) ilk kocasından olmadır. Hz. Fatıma ‘nın ana bir kar-deşidir;dolayısıyla Hz. Hasan ve Hüseyin’in dayılarıdır. Bedir ve Uhud muharebelerine Hz. Peygamber safında iştirak etmiş ve Hz. Ali (r.a.) ile birlikte bulunduğu Cemel Vak’ası’nda öldürül-müştür.) Allah Resulü (s.a.v.), çok yakışıklı ve alımlı idi. Mübarek yüzü ayın ondördündeki dolunay gibi parlardı. Orta boydan daha uzunca, uzun boydan biraz kısaca, başı büyük, saçı dalgalıydı. Saçları kendiliğinden iki yana ayrılırsa öylece bırakır toplamaz, bir tarafa sarkarsa (yatarsa) da olduğu gibi bırakırdı. Saçlarını uzattığı zaman kulak memelerini geçerdi. Teni beyaz renkli idi. Geniş alınlı idi. Kaşları gür idi. İki kaşı-nın arasında, bir damar vardı ki, öfkeli hallerinde kabarır, normal zamanlarında ise gözükmezdi. Burnu gayet güzel idi. Kaşlarına yakın kısmında hafif bir yükseklik, parlayan bir nur vardı. Dikkat-li bakmayan kişi, onu biraz kıvrık burunlu zannederdi. Gür sa-kallı, iri gözlü, düz yanaklı idi. Ağzı geniş dişleri inci gibi parlaktı. Dişleri seyrek idi. Göbek kılı ince idi. Boynu sanki bir gümüş huz-mesi idi Endamı ve azaları uyumlu, mutedil idi. Etleri kesinlikle sar-kık değildi. Karnı ile göğsü eşit idi (yani göbeği çıkık değildi) İki omuzu arası geniş, omuz kemik başları kalın idi. Genel olarak kılsız beyaz tenli idi, ancak boğazın bittiği yerden göbeğe kadar uzanan iplik gibi kılları vardı. İki memesi ve karnı kılsız idi. Kol-ları, omuzları ve göğsü biraz kıllı idi. Bilekleri uzun, el ayası ge-niş, el, ayak ve diğer azaları kalındı. Ayaklarının ortası çukurdu (düztaban değildi)Üstü ise düz olup üzerine su döküldüğünde her tarafa yayılırdı. Giderken ağır ağır giderdi. Ölçülü ve dengeli bir yürüyüşe sahip idi, Yavaş, vakur fakat sür’atli yürürdü, sanki yüksekten aşağıya iniyormuş gibi bir yürüyüşü vardı. Dönerken bütün vücuduyla dönerdi. Gözleri yere bakar bir durumda olurdu. Yere bakışı (yürürken) göğe bakışından çok ve daha uzundu. Bakışları son derece anlamlı idi ashabı ile yürür-ken onları önüne alırdı. Karşılaştığı kimselere ilk önce selamı o verirdi. Dedim ki:

  • 34 Atillȃ Muratoğlu

    Biraz da onun konuşma şeklini anlat. Şöyle anlattı: Birbiri ardınca hüzünlü düşüncelere dalardı, daima düşünceli idi. O’nun hiç rahatı yoktu. Luzumsuz ve gereksiz konuşmazdı. Sukütu uzun olurdu. Söze başlarken de bitirirken de dudakları ile konuşurdu. Az sözle çok mana ifade edecek şekilde gayet güzel ve veciz konuşurdu. Sözlerinde ne fazlalık olurdu ve ne de eksiklik. Haşin değildi, hiç kimseyi küçümsemezdi. Az dahi olsa nimete önem verirdi. Yiyecek ve içecekleri ne över ve ne de zemmedip, beğenmemezlik ederdi. Dünya ve dünyalık bir şey onu öfkelendirmezdi. Ancak haksızlık yapıldı-ğında öfkelenir ve haksızlık giderilinceye kadar hiçbir şey öfke-sini durdurmazdı. Hak ve hakikat bahis konusu oldu mu onu hiç kimse dindiremezdi. Hiç kimseyi tanımaz gerçeği haykırırdı. Kendi nefsi için kızmaz ve onun için intikam almaya kalkışmaz-dı. İşaret ettiğinde, parmağı ile değil eli ile işaret ederlerdi. Bir şeye hayret edip şaştığı zaman avucunu (tersine) çevirirdi. Konuştuğu zaman, sağ elinin ayasını sol elinin başparmağı ile bitiştirirdi. Öfkelendiği zaman intikam almak ve azarlamaktan kaçınırdı. Güldüğünde gözlerini yumardı. Genellikle gülüşü tebes-süm olur, dişleri dolu tanesi gibi parlardı. Hz. Hasan (r.a.) diyor ki: Epey bir zaman bunu Hüseyin’den gizledim. Sonra ona anlatınca, onun benden önce bunları da-yıma sormuş olduğunu anladım, benim sorduklarımı o da sor-muş. Babası Hz. Ali (r.a.)’e, O’nun (s.a.v.) giriş, çıkış, oturuş ve kal-kış şekillerini sormuş. Sormadık hiçbir şey bırakmamış. Hz. Hüseyin (r.a.) der ki: Babama Resulllah (s.a.v.)’in girişini sordum; şöyle dedi: Girişi, evine müsaade ile (haber vererek) girerdi. Evine girdiğinde zamanını üç kısma ayırırdı; bir kısmını Allah’a (c.c.), bir kısmını ailesine, bir kısmını da kendisine. Sonra da insanla-ra ayırırdı. İleri gelen kimselerle de sade vatandaşlarla da eşit şekilde konuşurdu. Onlardan hiçbir şeyi saklamazdı. Ümmete seviyelerine göre muamele ederdi, herkese kendi durumuna

  • 35Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    göre değer verir, insanların dindeki faziletlerine önem verirdi. Dinde bilgili olanlara daha başka bakardı. İnsanlardan kimisinin bir, kimisinin iki, kimisinin de bir çok hacetleri olurdu. Bunları da göz önünde tutar ve ona göre davranırdı. Onlarla ihtiyaç ve maslahatlarına göre meşgul olurdu. Kendilerine lazım ve layık olanı onlara bildirirdi. Şöyle buyururdu: Burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Bana ihtiyacını ulaştırmaktan aciz olanların ihtiyaçlarını bana ulaştırın. Çünkü hacetini arzedemeyenlerin hacetini yetkiliye ulaştıranın Allah kıyamet gününde ayaklarını kaydırmaz. Daima doğrunun yanındaydı, başkasını kabul etmezdi. Yanına geçici olarak girerlerdi, çıktıklarında mutmain olarak çıkarlardı. Yanından birer delil ve kılavuz olarak çıkarlardı. Hz. Hüseyin (r.a.) dedi ki: O’nun (s.a.v.) çıkış şeklini sordum; Şöyle dedi: Resulullah (s.a.v.) dilini tutardı, ancak insanları birbirine sevdirecek, birbirleriyle kaynaştıracak şeyleri konuşurdu. Onları ürkütmez, kaçırmazdı. Her kavmin liderine önem atfederdi; ik-ram ederdi. Bilahare onu, onların üzerine vali tayin ederdi. Onun sırrını ve ahlâkını onlardan gizlemeden ona itaat etmelerini tav-siye ederdi. Güzel ahlâkla ahlâklanmalarını tavsiye ederdi. Ashabını özler (göremediği zaman) sorardı. İnsanların durumlarının nasıl olduğunu, işlerinin ne alemde olduğunu da sorardı. Güzele güzel, çirkine çirkin derdi. İşi daima dengeli idi, tutarsız değildi. Gaflet ederler korku-suyla kesinlikle gaflete düşmezdi. Bezerler, usanırlar diye luzu-mundan fazla söz söylemezdi. Daima hazırlıklı ve temkinli olur-du. Hak ve hakikattan ayrılmaz, diğer insanların hakkı çiğne-melerine de müsaade etmezdi. Nezdinde en üstün ve en iyileri, ihlas ve samimiyet bakımından en ileri olanlarıydı. Katında mer-tebe bakımından en büyükleri, insanlarla iyi geçinen ve yardım-laşmayı başaran kimseler olurdu.

  • 36 Atillȃ Muratoğlu

    O’nu (s.a.v.) oturuşunu sorunca şöyle dedi: Resulullah (s.a.v.) her hangi bir fayda söz konusu olmadan ne otururdu, ne de kalkardı. Kendilerine özel yerler edinmezdi. Belirli oturma yerleri edinmekten insanları nehyederdi. Böyle yapılmasını da emrederdi. Birlikte oturduğu kimselerin her biriyle ilgilenir, farklı mua-mele ettiği izlenimini vermezdi. İhtiyacını gidermesi için onunla oturan veya onu ayakta tutan kimseye karşı sabırlı olur, o kişi ayrılmadıkça kendisi onu terk edip ayrılmazdı. Biri kendisinden bir şey istediğinde mutlaka ona verirdi ya da tatlı sözler söyleye-rek onu savardı. O’nun güler yüzlü oluşu ve herkese nazik dav-ranışı adeta onu halka bir baba yapmıştı. Herkes onun katında ve nazarında eşit idi. Onun (s.a.v.) meclisi; bir hilim, sabır, emanet ve haya mec-lisiydi. Onun meclisinde sesler yükselmez, namus ve ırzlar çiğ-nenmez, kimseye sataşılmazdı. Gayet dengeli, hayalı idiler. Bir-birlerine takva tavsiye ederlerdi. Son derece mütevazı idiler, küçükler büyüklere saygı gösterirler, büyükler de küçüklere sevgi ve şefkat gösterirlerdi. İhtiyacı olanları kendi nefislerine tercih ederler, garibe yardım elini uzatırlardı. Hz. Hüseyin (r.a.) dedi ki; Resulullah (s.a.v.) kendileriyle oturduğu kimselere karşı nasıl davranırdı? Hz. Ali (r.a.) şu cevabı verdi: Allah Resulü (s.a.v.) daima güler yüzlü, yumuşak huylu idi, sert ve kaba değildi Gürültücü ve hayasız değildi. Kusur arayan, gereksiz yere insanları öven değildi. Arzulamadığı şeylere kulak asmazdı. Kimseyi umutsuz yapmazdı. Herkese ümit var davranırdı. Üç şeyden uzak dururdu:Luzumsuz tartışmak , fazla konuşmak ve kendisini ilgilendirme-yen şeylere ilgi duymak. İnsanlarla ilgili şu üç şeyden de uzak dururdu: Kimseyi kötülemez, kimsenin kusurunu, mahremiyet ve ayıbını araştırmazdı. Ancak fayda umduğu şeyleri söylerdi. Konuştuğu zaman, yanındakiler sanki başlarında kuş varmış gibi başlarını eğerlerdi. Ancak O (s.a.v.), sukut buyurduğu za-

  • 37Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    man konuşurlardı. Yanında söz düellosu yapmazlardı. Yanında biri konuştuğu zaman herkes suspus olur onu dinlerdirdi; Sö-zünü bitirinceye kadar müdahalede bulunmazlardı. Onların konuşmaları da bir başka idi. Onların güldükleri şeye o da gülerdi, hayret ettiklerine O (s.a.v.) da hayret ederdi. Gelen yabancının aşırı ve mantık dışı davranışlarını sabırla karşılardı, onu azarlamazdı. Ashab bazen buna kızarlardı da onları teskin eder, şöyle dedi: Böyle kimse-leri gördüğünüzde, onu irşad edin. Övgüyü, ancak karşılığını verenden kabul ederdi . Kimsenin sözünü kesmezdi, bitirinceye kadar beklerdi. Adam ya bitirirdi ya da kalkıp giderdi.

    Hz. Hüseyin (r.a.) dedi ki: Ona (yani Hz. Ali’ye): Peki sus-kunluğu nasıl idi? diye sordum. Cevab verdi: Sallallahu Aleyhi Vesellem’in sükutu şu dört şeyi hedeflerdi. Hilim, Çekingenlik, takdir ve tefekkür. Takdiri: Fark gözetmeksizin insanlara bakmak ve aynı şekil-de dinlemekti. Tezekkürü ya da tefekkürü hem fani dünya hem baki ahiret hakkında idi. Hilmi ise sabrında idi. Zira onu hiç bir şey kızdırmaz ve ürkütmezdi. Çekingenliği dört şeyde tecelli ederdi: Kendine uyulması için en güzel olanı almak, vazgeçirmek amacıyla kötüden uzak durmak, ümmeti için yararlı olan hususlarda ictihat etmek, dünya ve ahiret hayatlarını temin edecek hususlarda onlar için çalışmak. (m. z. 14-14026-c. f. 7. 8423. t. ş. 24)

    Resulullah (s.a.v)’in Nübüvvet Mührü Yüce Allah (c.c.) Bir yandan Hz. Peygamber (s.a.v.)’in pey-gamberlerin mührü olduğunu ve ondan sonra artık bir daha peygamber göndermeyeceğini kesinlikle bildirirken, diğer ta-raftan da, bu Mühr’ün eserini, onun mübarek vücudunda tecelli ettirmiş bulunmaktadır. Buna benzer peygamberlik işaretlerinin, önceki peygam-berlerde de bulunduğu , ancak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in işareti-nin diğerlerinden farklı olduğu bildirilmektedir. Nitekim, Hakim (r.a.)’nın Veheb İbn-i Münebbih (r.a.)’dan naklettiği bir rivayet şöyledir:

  • 38 Atillȃ Muratoğlu

    Allah (c.c.) hiçbir peygamber göndermemiştir ki, onun sağ elinde peygamberlik ben’i olmamış olsun. Ancak bizim pey-gamberimiz Muhammed Mustafa Aleyhisselam bunun istisna-sını teşkil etmektedir. Zira Resulullah’ın peygamberlik ben’i, sağ elinde değil, kürek kemikleri arasındadır. Peygamber (s.a.v.) bu durum sorulunca: Kürek kemiklerim arasında bulunan bu ben, benden önceki peygamberlerin ben’i gibidir. Ne var ki, artık benden sonra bir daha nebi ve resul gelmeyecektir demiştir. (el-Müstedrek 11. 577) Bu konuda kaynaklardan alınan bilgiler, kısaca ana hat-larıyla şöyledir: Resulullah (s.a.v.)’in mübarek sıfatlarında, kürek kemikleri arasında, el ile hissedilecek şekilde kabarık, mühür damgasına benzeyen bir iz vardı. Bunun şekli ve hacmi hakkındaki rivayetler ise, mahiyeti itibariyle aynı olmasına rağmen, anlatanların ifade ve tasvirleri bakımından bazı değişiklikler arzetmektedir. Şöyle ki; görgü şahitlerinden bazısı onu, Hicaz bölgesinde kullanılan bir eşyanın düğmesine, kimisi de keklik veya güvercin yumurtasına, bazıları da gül tomurcu-ğuna, bazısı da yumruğa veya insan bedeninde meydana gelen siğile benzetmişlerdir. Bu benzetmelerdeki ifade farklılıkları ise anlatanların ifade gücünden kaynaklandığı kadar, soranların kültür seviyesi, gör-güsü ve yaşadığı çevrenin şartlarından da kaynaklanmaktadır. Nübüvvet mührünün tasvirindeki benzetme farklılıklarına da, bu durumlar da yol açmıştır. İslami kaynaklar aynı zamanda Nübüvvet mührünün bir başka yönü üzerinde de durmuşlar; Bu, son peygamberlik nişa-nı doğuştan mıdır, yoksa sonradan mı olmuştur? Ebu Said (r.a.) Resulullah (s.a.v.)’in sırtında ki Nübüvvet mührü kabarık bir et parçası gibiydi. (r. 519. 14.) Kaynakların verdiği bilgiye göre; Bu mühür, doğuştan değildir. Hz. Aişe (r. anha) den rivayet edilen bir hadisi şerifte, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır.: Peygamberliğin baş-langıcında, Cebrail ve Mikail (a. s)nazil olduklarında (yeryüzü-ne indiklerinde) Cebrail göğsümü yararak kalbimi çıkardı. İçini açarak altından bir leğen içinde zemzem suyu ile yıkadı ve tek-rar yerine yerleştirdi. Sonra da sırtımı mühürledi. Hatta mührün basılışını kalbime kadar hissettim. (b. 2. 273.)

  • 39Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    Diğer bir rivayette: Cebrail geldi, elindeki nurdan mühür ile beni mühürlerken, kalbim nuru nübüvvet (peygamberlik nuru) ve hikmetle doldu diye buyurdular. Nübüvvet mührünün, doğuştan olmadığı gibi, Efendimiz (s.a.v.) vefat edince kaybolduğu yolunda da bir rivayet vardır. İbn-Sad ve Beyhaki’nin, aynı senetle kaydettikleri bu rivayet ise şöyledir: Resulullah (s.a.v.) Efendimiz bu fani dünyaya veda ettik-lerinde, ölüp ölmediği yolunda şüpheye düşülerek; ashabdan bir kısmı ölmüştür! derken, bir diğer gurup da ölmemiştir! diye diretmişlerdir. İşte bu tartışmaların yapıldığı sırada, Esma bin-ti Umeys (r. anha) gelerek, elini Resulullah (s.a.v.)Efendimizin omuzları arasına sokmuş ve Nübüvvet mührünün kaybolduğu-nu anlayınca: Resulullah (s.a.v.) vefat etmiştir. Zira kürek kemikleri ara-sında bulunan mühür kaldırılmıştır demiştir. (t.ş.38) (Esma binti Umeys ilk müslümanlardandır. Onun Peygamber (s.a.v.)’e sıh-ri bir yakınlığı vardır. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in baldızıdır. Yani Meymune (r. anha) annemizin ana bir kız kardeşidir.) Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, peygamberlik nişanı, onun mübarek bedenlerinin bir parçası değil, peygamberlik nişanı ile alakalı ilahi bir timsal-i mücessemdir. (Mücessem: Varlığı belli olan gö-rülen)

    METİNLERSaib b. yezid (r.a.) anlatıyor: Bir def’asında, teyzem beni alıp Resulullah Efendimiz’in huzuruna götürdü ve: Ya Resulullah, yeğenimin bir rahatsızlığı var; size getirdim dedi. Resulullah Efendimiz ise, mübarek elleri ile başımı okşadı ve bana hayır duada bulundu. Sonra abdest aldı (derhal benden elem gitti) ben de abdest aldıkları suyun artanından içtim Suyu içmek üzere arka taraflarına geçmiştim, İşte bu esnada, kürek kemikleri arasında bulunan Peygamberlik mührünü gördüm. O, cibinlik düğmesi veya keklik yumurtası büyüklüğünde idi. (b. 1-144-9. 259. t. ş. 31.)

  • 40 Atillȃ Muratoğlu

    Cabir b. Semure (r.a.) Hazretlerinden rivayet edilmiştir. Buyur-dular ki: Ben Resül-ü Ekrem hazretlerinin iki omuzu arasındaki Nübüvvet Mührünü gördüm. Güvercin yumurtası kadar kırmı-zımtırak bir ben idi. (t. ş. 32. -r. 519. 15)Ebu Zeyd Amr b. Ahtab el-Ensari (r.a.) anlatıyor: Peygamber Efendimiz bana: Ya Eba Zeyd, bana doğru yaklaş ve sırtımı elinle kaşı dedi. Ben de, emr-i Peygamberiye uyarak, elimle mübarek sırtlarını kaşıdım. Bu sırada parmaklarım, Mühr-i nübüvvet’e do-kundu. Bu hadiseyi Ebu Zeyd’den rivayet eden Ulba der ki: Mühür sö-zünü işittiğim zaman, peygamberlik mührü nasıl şeydir? dedim. Peygamberlik mührünün etrafında birbirine yakın latif kıllar vardı (t. ş. 33.)Abdullah b. Sercis Hazretlerinden rivayet edilmiştir: Bir gün Resulullah Efedimiz’in ziyaretlerine gitmiştim. Kendileri ashab-dan bir cemaatın içinde oturuyorlardı. Huzuru saadette yerimi değiştirerek, arka taraflarına gittim içimdeki peygamberlik müh-rünü görme arzumun olduğunu anladılar mübarek sırtlarından rida ((örtü) yi indirdiler. Ben peygamberlik mührünü gördüm . Mübarek omuzları üzerinde idi. Yumruk gibi idi. Yani cild ile aynı seviyede olmayıp, ondan yüksek idi O peygamberlik mührünün etrafında da inciler gibi benler vardı. Sonra arkalarından dönüp, ön taraflarına geldim ve: Ya Rasulallah, Allah (c.c.) senin ümme-tini mağfiret buyursun, dedim. O, da seni de mağfiret buyursun buyurdular. (t. ş. 38.)

    Resulullah (s.a.v.)’in Efendimizin Saçı Kaynaklardan elde edilen bilgilere göre Resulullah (s.a.v.), ustura tıraşlı değil, uzun saçlıdır. Saç biçimi ise, uzunluk kısa-lık durumuna göre , üç şekil arzetmektedir. En kısa şekli kulak yumuşağına kadardır, en uzun şekli de omuzlarına dokunacak derecede olandır ki, her durum için üç ayrı tabir kullanılmıştır. Kısadan uzuna doğru kaynaklardaki ifadeler; Kulak yumuşağına kadar olan haline “ Vefre”, kulak yumuşa-ğını biraz geçen “ lime “, omuzlara dokunacak kadar uzun olan haline ise “ Cümme “denilmektedir.

  • 41Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    Rivayetler arasındaki değişiklikler ise gayet normaldir. En kısa şekli olan “ vefre “ yeni tıraş olunmuş hali;En uzun “ cümme “de, tıraşın gelmiş halidir. Her ravi, kendi gördüğü andaki halini anlattığına göre, rivayetler arasında bulunan farklılıkları bir çe-lişki olarak değerlendirmemek gerekir. Abdullah İbni Ömer (r.a.) rivayet etmiş olduğu bir hadisi şe-rifde; Resulullah (s.a.v.) yaptığı hacda saçını kazıttı buyurmakta-dır. (b. 868.) Yalnız kazıtma işi hep, hac ve umre dolayısıyle olmuştur. Asr-ı saadet döneminde , saçların ustura ile kazınması, sadece çocuklarda olduğu görülmekte, büyükler ise saçlarını hep uzatmaktadır. Resulullah (s.a.v.)’in saç tarama şekli, İbn-i Abbas (r.a.)’ın rivayetinden de anlaşılacağı üzere. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in devr-i saadetlerinde, Hicaz bölgesinde iki türlü saç tarama biçi-mi vardı. Ehl-i kitap olanlar, kaküllerini önlerine düz tararlardı. O gü-nün putperestleri ise perçemlerini ortadan ikiye ayırarak yanla-rına bırakırlardı. Efendimiz (s.a.v) gönderilmesiyle birlikte top-lumda bir üçüncü gurup daha oluştu. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz, müslümanların ahlâk ve davranışlarına olduğu kadar, onların kılık kıyafet gibi dış görünüşlerinin de disiplin unsurlarına da titizlik gösterirdi. Hakkında vahiy gelmemiş hususlarda bir davranış ölçü-sü getirdiğinde, önceki dinin aykırı olmayan uygulamalarını aynen benimserdi. Şirk ve putpereslik izi olan her şeye karşı tavrını koyar, daha önceki bir peygamberin şeriatının bakiyesi olan uygulamaları, yeni vahiy gelinceye veya yeni değerler oluşuncaya kadar sürdürürlerdi. İşte bu mes’elede de, her iki guruba muhalif olsun diye yeni bir model getirme yoluna gitmemişler; başlangıçta ehl-i kitabın uygulamasını benimseyerek onlar gibi perçemlerini önüne düz taramışlar; Hicaz bölgesinde putperestliğin kökü kazınıp top-lumda taraftarı kalmayınca , bu defa da saçlarını önden ikiye ayırarak sağa sola bırakır olmuşlardır. (b. 9. 317.)

  • 42 Atillȃ Muratoğlu

    METİNLER İbn-i Abbas Hazretlerinden rivayet edilmiştir. Buyurdu-lar ki: Putlara tapan müşrikler saçlarını iki bölük edip, yarısını sağa ve diğer yarısını da sola bırakırlardı. Ehl-i Kitap ise saç-larını alınlarının üzerine doğru salıverirdi. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.) müşriklerin adetlerinden sakınıp, Kitap ehli arasında Peygamberlerden kalan ve neshedilmemiş bulunan adetlere muhabbet ederek, mübarek saçlarını alınları üzerine salıverirlerdi. Fakat daha sonra bu adetlerini değiştirerek saçlarını mübarek başlarının iki tarafına salıverdiler ve alınlarında saç bı-rakmadılar. (t. ş. 42.) (Mirek Şah’ın sözüne göre, Nebiyy-i Muhterem Hz. lerinin bu iki tarafa saçlarını salıverme adetine başlamalarının Vahiy ile olduğunu söyler. Çünkü O (s.a.v.) bu adeti terk etmediler. Bina-enaleyh ekseri ülema Sünneti-i Şerif’in bu olduğunu söylediler. İmam-ı Nevevi Sedl ve Fark caizdir buyurmuştur.(b.9.273.t.ş. -62)Enes b. Malik (r. a.) Hazretlerinden rivayet edilmiştir: Buyurdu-lar ki: Güzellik kaynağı Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin başındaki saçları mübarek kulaklarının yarısına ulaşırdı. (t.ş.39.)Hz. Aişe (r.anha) Mübarek saçları uzadığında kulak yumuşağı-nı, omuzları üzerinde kalacak şekilde biraz geçerdi. (r.520.3.)Katade Hazretlerinden rivayet edilmiştir. Buyurdular ki: Ben Enes bin Malik (r.a.) Hazretlerinden, Resulullah (s.a.v.)’in şerefli saçlarının nasıl olduğunu sordum. Enes Hazretleri ise Yüce Pey-gamber’in saçlarının kıvırcık veya ibrişim gibi düz olmayıp, ikisi arasında olduğu ve kulak yumuşağına ulaştığını söyledi. (t. ş. 41) Hz. Ali (k.v.)’nin hemşiresi Ümmü Hani (r. anha)’dan rivayet edilmiştir. ki: Nebiyy-i Zişan Hazretleri bir defa Mekke’ye şeref verdiklerinde dört zülüfleri vardı. (t. ş. 41.)

    Resulullah (s.a.v.) Efendimizin Saç ve Sakal Bakımı Hz:Aişe (r.anha)’dan rivayet edilmiştir. Buyurdular ki: Ben hayızlı olduğum halde Resül-ü Ekrem Hazretlerinin saçlarını ta-rardım. (t.ş.43.) (Bu hadis-i Şerif’den maksat, bir kimse mahre-mine başını tarattırabilir. O mahrem ister abdestli olsun, isterse

  • 43Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    abdestsiz olsun caizdir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ümmetine genişlik olması için Hz. Aişe (r.anha) validemize mübarek başla-rını taratmasıyla caiz olduğuna işaret buyurmuştur. Enes b. Malik (r.a.) Hazretlerinden rivayet edilmiştir, Buyur-dular ki:Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in mübarek saçlarını çoğu zaman yağlar ve sakal-ı şeriflerini de tararlardı. Mübarek saçları-na da yağ süründükten sonra da çoğu zaman sarıklarının altına tülbent koyarlardı. O kadar yağlarlardı ki, başlarına koydukları tülbent sanki yağcının elbisesi gibi olurdu (t.ş.45.) Abdullah b. Mugaffel (r.a.) hazretlerinden rivayet edilmiştir. Buyurdular ki: Resulullah (s.a.v.) Her zaman saç ve sakal tarayıp yağlamayı nehyederdi. Fakat, bazen saç ve sakal tarayıp, yağ-lanmayı nehyetmezdi. (t.ş.46.) Hz. Aişe (r.anha) validemiz anlatıyor; Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; Abdest ve gusül aldığında, saçlarını ve sakal-ı şerif-lerini tararlarken ve ayakkabılarını giyerken, hep sağ eliyle, sağ ayağı ile ve sağ tarafı ile başlamayı pek severlerdi. (t.ş.46.)(Bu hadisi şerifte üç husustan bahsedilmektedir.)1-Amelle ilgilidir ki bu da abdest ve gusuldür. 2-Ziynetle ve kendine dikkat etmekle ilgilidir; Saç ve sakalı tara-yıp yağlamaktır. 3-Giyinmekle ilgilidir ki;ayakkabı giymektir. Bu üç şeyi zikirden maksad; güzel şeylerin hepsinde bütün ibadet, giyinme ve adetler ve diğer şeylerde hep sağdan başlayıp yapmanın sün-net olduğunu açıklamak içindir. Ama sol el ise istibra, istinca, sümkürmek ve buna benzer şeylerde kullanılır. Mescidden çıkarken, tuvalete girerken, ayakkabı, mest ço-rap, pantolon iç çamaşır vesaire gibi şeyleri çıkarırken sol ayak ile başlamak lazımdır. İmam-ı Nevevi (r.a.) buyururlar ki; Şer’i kaide-i Nebevi, muh-terem ve iyi olan şeylerde sağ ile başlamak ve bunun aksi olan şeylerde ise sol ile başlamak müstehabdır. Yine İmam-ı Nevevi Hazretleri, buyurdular ki: Ehl-i Sünnet alimleri “Bir kimse Abdeste sol tarafından başlasa gerçi abdes-ti sahih ve tam olsa dahi faziletten (sevabdan) mahrum olur “ (sünneti terk ettiği için) diye ittifak ettiler. (tş. 46)

  • 44 Atillȃ Muratoğlu

    Enes (r.a.) Resulullah (s.a.v.) uyurlarken yanında, misvak, abdest suyu ve sakal tarağı bulundururdu. Uyandığında hemen misvak kullanır, sonra abdest alarak sakalını tararlardı. (t.1.57.) Hz. Aişe (r.anha) rivayet ettiği hadisi şerifte: Resulullah (s. a.v.) seferde ve hazerde şu beş şeyi yanından ayırmazdı: Ayna, sürmedanlık, tarak, misvak ve sakal tarağı. (r.547.7.) Hz. Aişe (r.anha) rivayet ettiği bir hadisi şerifte: Resulullah (s.a.v.) aynaya baktığı zaman Yarabbi Yaratılışımı ve vücudumu güzelleştirdiğin gibi ahlâkımı da güzelleştir. buyururlardı.(t.1. 57. m.z.17.225) Abdullah b. Mugaffel (r.a.) Hazretlerinden rivayet edilmiştir: Buyurdular ki: Resül-ü Ekrem Hazretleri sık sık saç sakal taramayı yasakladılar. (t.1.59.t.ş.47.) Bazı muhakkikler, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in bu yasak-tan gayeleri, fazla süslenmenin, nefsi heva ve hevese uymaktan çekinmek içindir dediler. Çünkü, sakal taramak, yağ sürünmek ve vücudu kirli şeylerden temizlemek islamın şanındandır. Yok-sa sadece süs için değildir. Onun için Peygamber (s.a.v.) Efendi-miz her vakit taramaktan ve yağlanmaktan nehyetmiş ve bazen bu işleri yapmaya müsaade etmiştir. İmam-ı Nesai, Hamid b. Abdurrahman’dan rivayet ediyor: Resulullah (s.a.v.) ile çok sohbet etmiş bir kimseyle görüştüm, buyurdu ki:Resulullah (s.a.v.) Bizi her gün sakal taramaktan nehyetti. (t.ş.47.) Bu yasak süslenmeye meyl olacağı içindir. Yoksa güzel koku ve yağ kullanmak sünnettir. İbn. Ömer (r.a.) rivayet ettiği hadi-si şerifte; Resulullah (s.a.v.) Üç şey reddedilmez. Yastık, minder, Koku ve süt buyururlar. (r. 262. 9) Abdullah b. Mugaffel (r. a) Hazretlerinden rivayet edilmiştir. Buyurdular ki: Resül-ü Ekrem Hazretleri mübarek saçlarını ba-zen tarayıp, yağlarlardı. (t.ş.47.)

  • 45Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    Resulullah (s.a.v.) Efendimizin Saç ve Sakalının Ağarması Rivayetlerden de anlaşılacağı üzere, Resulullah (s.a.v.) Efen-dimiz’in mübarek saçları ve sakal-ı şerifleri, göze batacak kadar ağarmamıştı. Efendimiz (s.a.v.)’in vücud yapılarında, son nefes-lerine kadar hiçbir değişiklik meydana gelmemiştir: İhtiyarlık belirtileri, dişlerinin dökülmesi, az görme, yavaş işitme, saç dö-külmesi, saç-sakal ağarması ve benzeri arızi durumlar Efendimiz (s.a.v.)’de görülmemiştir. Rivayetlere göre, ak düşen yerler: Sakal başları, yani göz ile kulak arasındaki favori denilen yerler, alt dudak ile çene arasın-daki bölge ile saçlarının dağınık yerlerindeydi. Sakal-ı şeriflerin-deki aklık sayısı , saçlarındakinden fazla idi. Bunlar da karşıdan bakıldığında fark edilecek gibi değildi. (t.ş.48) Ağarmaya yol açan sebepler ise Efendimiz (s.a.v.) kendi ifa-deleri ile şöyle izah edilmektedir. Benim saçımı ve sakalımı Hud ve benzeri surelerdeki ayet-i kerimeler ağarttı. (Benzeri sureler: el-Vakı’a, el-Karia, Me’aric, tekvir.) Hud suresinin 112 inci ayetinde “ Emrolunduğun gibi gibi dosdoğru ol “ ayetinin yüklediği sorumluluk duygusu bir taraf-tan, diğer surelerde yer alan kıyamet durumları, geçmiş ümmet-lerin başına gelenler ve kendi ümmetinin durumu ile onların başına gelecek olanlar Efendimiz (s.a.v.)manen endişelenmesi-ne maddeten de saçının sakalının ağarmasına yol açmıştır.

    METİNLER Tabiinden Katade (r.a.) der ki, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz kına ile saç ve sakalını boyadılar mı? diye Hz. Enes’den sordum. Enes (r.a.) Hayır, Efendimizin saç ve sakallarının beyaz olması kına ile boyama mertebesine vasıl olmadı, ancak mübarek kıllarının beyazı sakal başlarında az bir şey idi, yani birkaç kıl idi. Fakat Ebu Bekr-i Sıddik Hazretleri saç ve sakallarını kına ve ketem ile boyarlardı, buyurdular. (Asr-ı Saadet dönemi Hicaz’ında, saç ve sakal boyamada kullanılan maddeler genellikle kına’dır. Ketem adlı bir ot kökün-den elde edilen bir boya çeşidi daha vardır ki, bu da daha çok

  • 46 Atillȃ Muratoğlu

    kına ile karıştırılarak kullanılır. (Kına ile keten birlikte kullanılınca saçı kırmızı değil, kumrallaştırır.) İmam-ı Buhari (r.a.) rivayetinde:Resulullah (s.a.v.) ‘in beyaz kılları sakal başlarında ve mübarek çenelerinde idi. (t. ş. 48) Müslim (r.a.) Enes (r.a.) rivayet ettiği hadisi şerifte: Resulullah (s.a.v.) ağarmış olan kılları, sakal başlarında, çenesi üstünde ve mübarek başlarında idi. Hz. Enes (r.a.) den başka bir rivayette:Resulullah (s.a.v.)’in ağarmış olan mübarek kıllarının tamamı yirmiye ulaşmış idi. Abdullah İbni Ömer (r.a.) Rivayet edilmiştir:Buyurdular ki: Pey-gamber (s.a.v.)’in beyazlaşmış saçları ancak yirmiye yakın-dı(r-520. 3-. t. ş. 48. 52.)

    Resulullah (s.a.v.) Efendimizin Saç ve Sakal Boyaması Ebu Rimse Hz. leri buyurdular ki: Ben, yanında oğlum ol-duğu halde huzuru Rasulüllah’a girdim. Efendimiz: (Şu yanın-daki oğlun mudur?) buyurunca, Evet oğlumdur ve oğlum ol-duğuna şahadet ederim, deyince oğlun senin suçunla ve sen de oğlunun günahı ile mu’ahaze olunmazsınız.) buyurdular. Re-sül-ü Ekrem Hazretlerinin (saç ve sakal) kıllarının beyazını (kına ile boyadıklarından dolayı) kırmızımtırak gördüm. (t.ş.55) Kütübü Sitte sahiplerinden Ebu Davut Hazretleri de Allah’ın sevgilisi’nin kına ile sakal-ı şeriflerini boyadığını rivayet etmiştir. Hz. Peygamber’in saç ve sakallarını kına ile boyayıp boyamadığı hususunda muhtelif rivayetler var ise de S. Müslim’i şerh eden Muhyiddin Nevevi Peygamberimizin sakallarını bazen boyayıp, bazen terk ettiklerini herkes gördüğü üzere rivayet eyledi de-miştir. (t.ş.56) Beşir bin Hasasiye Hz. lerinin zevcesi Cehzeme (r.anha)dan rivayet edilmiştir. Buyurdular ki: İki cihan güneşi Peygamber (s. a.v.) hazretlerini, güneş doğar gibi kıymetli evlerinden çıkarken, mübarek başlarının kıllarını (saçlarını) meshederken gördüm. (zira yıkamışlardı) Halbuki mübarek başlarında kınadan veya kına boyasından eser vardı. (t.ş.57)

  • 47Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    Yani Cehzeme Hz.’ leri, Resül-ü Ekrem Efendimiz gusl etmiş olduklarından, mübarek saçlarını silerek ve kurulayarak çıkar-ken mübarek başlarında kınadan eser gördüm dedi. (t.ş.57) Enes İbn-i Malik (r.a.)’den: Nebi (s.a.v.) saçını boyadı mı? Diye sorulmuş. O da: hayır, boyamadı. Çünkü biraz beyazlık onun yalnız iki gözüyle iki kulağı arasına dökülen iki zülfünde vardı (yani şakaklarında) demiştir. (b.9.268.) Enes b. Malik (r.a.) Hazretlerinden rivayet edilmiştir. Buyur-dular ki: Ben Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in mübarek saçlarını kına ile boyanmış gördüm. (t.ş.57) Bu iki hadis-i şerif birbirine zıt gibi görünürse de, Muhad-disin-i Kiram, bu iki hadis arasını düşünüp, Kına ile saç ve saka-lını boyamadı buyurması çok zaman-ekser vakitte demek olur. Boyamış gördüm dediği ise (bazı zamanlarda) demektir dediler. Bilindiği gibi mübarek çok temiz olan saçı ve latif sakalları çok siyah olmakla beraber beyazları yirmiye ulaşmamıştı. Fakat caiz olduğuna işaret için bazen kına kullanırlardı. (t.ş.58) Alimler saç ve sakallarını boyamak mı münasip, yoksa terk mi münasibdir diye ihtilaf ettiler. Bazı ulema boyamak münasib-dir dediler. Çünkü , Buhari ve Müslim’in Ebu Hureyre (r.a.) rivayet ettiği bir hadisi şerif de: Resulullah (s.a.v.) Yahudi ve Hiristiyanlar saçlarını kınalamazlar, siz onlara muhalefet ederek kınalayınız buyurdular. (b. 1956.)Bunun üzerine İmam-ı Hasan ve Hüseyin ve Ashab-ı Kiram’ın büyükleri saç ve sakallarını kınalarlardı. Bazı alimler kınalamayı terk etmek evladır, dediler. Çünkü Resül-ü Ekrem Hazretleri: Bir kimse İslam da sakal ağartsa Kı-yamet gününde onun ak sakalı kendisine Nur olur buyurdular. Hatta imam-ı Ali, Seleme bin el-Ekve, Ubey b. Ka’b ve sahabenin büyüklerinden bazıları kınalamadılar. Tabarani İbn-i Mes’ud’(r.a.)den Resulullah (s.a.v.) Ak sakalın renginin değiştirilmesini sev-mezlerdi diye rivayet etmiştir. Bu delilerin hepsi doğru ve mu-teber olmakla Hadis alimleri Resulullah (s.a.v.)’in (müşriklere muhalefet ediniz) emirlerine uyarak boyamalıdır. Kına ile sakalı boyamak adet olmayan memleketlerde ise kınalamak ile meş-hur olmamak için kınalamayı terk etmek daha iyidir, dediler. Ama siyahla saç ve sakal boyamak Tahrimen Mekruhtur. Bazıları kadınlara caizdir dediler. (t.ş.58.)

  • 48 Atillȃ Muratoğlu

    Ancak harpte düşmana karşı ak saç ve sakalların siyaha bo-yanmasına ilim adamları müsaade etmişlerdir. Çünkü genç ve kuvvetli gösterir. Enes (r.a.) Rivayet ettiği diğer rivayette ise; Re-sulullah (s.a.v.) (Saçınıza düşmüş) beyazlığı değiştirin, kendisiyle beyazlığı değiştirmiş olduğunuz şeylerin en güzeli, kına ve çivit otudur. (mz. 8785) İmam Ahmet (r.a.) Enes (r.a.)’den rivayet etmiş olduğu bir hadisi şerife göre Hz. Ebubekir (r.a.)’ın babası Ebu Kuhafe Mek-ke’nin fethinde İslam ile müşerref olduğunda, saçı sakalı ağar-mıştı. Resulullah (s.a.v) Ebu Kuhafe’nin saç ve sakalını kınalaya-rak rengini değiştirin. Fakat siyah boya kullanmayın buyurdular.(m.z. 8780-8791) Ebu Davud ve İbn-i Mace (r. anhüma)İbni Abbas (r.a.)’den rivayet ediyorlar: Saçını ve Sakalını kınayla boyamış bir adam Resulullah (s.a.v.)’in huzuruna gelmişti de Bu ne güzel olmuş buyurdu. Sonra saç ve sakalını kına ve ketem ile boyamış birisi geldi: Bu diğerinden daha güzel olmuş buyurdu. Saç ve sakalı-nı sarıya boyamış başka biri uğradığında ise: Bu diğer ikisinden daha güzel olmuş buyurdu. (cf. 5880) Ebu Zer (r.a.)’ın bildirdiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle bu-yurdu: Ağaran saçlar için en güzel boya kına ve ketemdir. (cf.5. 5881)Netice olarak: Bu hadisi şeriflere göre siyaha boyamanın caiz olmadığı anlaşılmaktadır. Siyahla boyamanın yasağı hakkında ise Ebu Davut ve Nesai (r. a.), İbn-i Abbas (r.a.) rivayet ettikleri hadisi şerifte: Resulullah (s. a.v.) Ahir zamanda güvercin kursağı gibi sakallarını siyaha boyayan bir kavim gelecektir. O kimseler cennetin kokusunu dahi alamazlar buyurdular. (cf.5.5891) İbn Abbas (r.a.)‘nın diğer bir rivayetinde ise: Resululah (s.a.v.) Ahir zamanda kıllarını siyaha boyayan bir kavim olacak. Allah kıyamet gününde onlara (rahmet nazarıyla) bakmayacak.(m.z. 8793) İbni Ömer (r.a.)’ın bildirdiğine göre; Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Her kimin İslam yolunda saçı ağarırsa bu, kıyamet gününde onun için bir nur olur. (cf. 8775)

  • 49Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    Dört imam (r.a.) Amr b. Şa’bi (r.a.) den rivayet ettikleri hadis-te: Resulullah (s.a.v.) Ak kılları yolmayın, çünkü onlar mü’minin nurudur, buyurdular. (m.z.8776) Müslim’in (r.a.) rivayet ettiği hadisi şerifte: Resulullah (s.a.v.) Baş ve sakaldaki ak kılların koparılmasını sevmezlerdi, buyurdu-lar. (mz. 8773)

    Resulullah (s.a.v.) Efendimizin Gözlerine Sürme Çekmesi İbni Abbas (r.a.) dan rivayet edilmiştir. Resulullah (s.a.v.) İsmid ile sürmelenin, çünkü o göze cila verir ve kirpiklerin ço-ğalmasını temin eder. (kirpikleri devamlı olarak yeniden çıkarır)(mz. 8353- t. ş. 59) İsmid: Kırmızıya meyilli bir siyah taştır. Hicaz bölgesinde çok bulunur. En iyisi de İsfahan’da olur. Batıdan getirileni de var-dır. En güzeli çabuk ufalanan, tozları parlak olan, iç kısmı daha yumuşak ve içinde kirli maddeler bulunmayandır. (Bu gün sür-me dediğimiz bu taşın öğütülmüşüdür.) Faydaları: Gözden devamlı yaşın akmasını keser, gözde olan yaraları giderip gözü kuvvetlendirir. Göze başdan inen şeyleri giderip, gözün sıhhatini korur. Göze cila verir. Gözü güzelleştirir. Kibrikleri bitirerek göze kuvvet verir. Göze düşen toz ve çöple-rin çapuk çıkmasını sağlar. Gözü temizler yaşlılara ve çocuklara çok faydalıdır. Yaralardaki fazla etleri giderir. Bunun içindir ki, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz ümmetine sürme çekmeyi emir bu-yurmuşlardır. (i. k. 438-t.ş.59) Cabir bin Abdillah (r.a.) anlatıyor. Resulullah (s.a.v.) Uyuya-cağınız zaman ismid ile sürmeye devam ediniz. çünkü İsmid ile sürme çekmek, göze parlaklık (cıla) verip, kirpiklerin bitmesine sebep olur. (mz. 8352) İbadetlerin ancak sağlam bir vücudla tam olarak yerine ge-tirilmesi ile mümkündür. Her ne kadar sürme vücudun bir azası-na fayda veriyorsa da, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in emirlerini yerine getirmek gönül huzuru ve manevi faydalarında teminini sağlar. İbni Abbas (r.a.) derki: Resulullah (s.a.v.) sürmedanlığı vardı. Her gece uyumadan önce ismid ile üç defa mübarek sağ gözüne

  • 50 Atillȃ Muratoğlu

    üç defada mübarek sol gözüne sürme çekerlerdi. kullanırlardı. (r. 544.16.t.ş.59) Şu husus gayet iyi bilinmelidir ki:Sürmeyi , geceleyin uyumadan önce çekmek sünnet, uyandıktan sonra çekmek sünnet değildir. Efendimiz (s.a.v.)’in gözleri kudretten sürmeli olduğu halde uykudan önce kullanırlardı. Uyandıktan sonra abdest aldığı za-man sürmenin kendisi kaybolur, sadece izi kalırdı. Öyle ise sür-me çekileceği zaman uyumadan önce üç defa sağ ve üç defa da sol göze çekilmelidir. Sabah vakti abdest alınınca da sürmenin kendisi gider, izi kalır. İşte sünnet olan budur. Uykudan sonra sürme çekmek mekruhtur. (t, ş, 61)

    Resulullah (s.a.v.) Efendimizin Giyim Tarzı Efendimiz (s.a.v.) başlarına; Burnus veya kalensüve adı veri-len bir külah üzerine sarılmış sarık (imame) giyerlerdi. Ayrca; İbn Ömer (r.a.): Resulullah (s.a.v.) beyaz takke takardı. (m. z. 8505) Üstlerine giyindikleri elbiseleri de genellikle iki parçadan ibaret idi ki:Bunların üst parçasına Rida, alt kısmına giyilene ise İzar adı verilirdi. Kamis adı verilen önü kapalı entari gibi uzun bir göm-lek giymeyi ise daha fazla tercih ederlerdi. İhtiyaç halinde ise bunların üzerine, cübbe, aba ve bürde gibi adlar verilen hırka nev’inden bir kıyafet giydikleri de vaki idi. Bazende , şalvar adı verilen bir iç donu giydiği ve Giyecek izar bulamayan kimse, şal-var giysin buyurmuşlardır. (c.s.7.38.) Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Bir gün Resulullah (s.a.v.) ile be-raber çarşıya gittik. Kumaşçıların olduğu yere oturdu. Dört dir-heme şalvarlar satın aldı. Çarşı ahalisinin tartan tartıcıları vardı. Resululah (s.a.v.) ona: Tart ve tarttığın şey ağır bassın buyurdu. Ben de: Ya Resulullah! Sen Şalvar giyiyormusun diye sorunca: Evet. Yolculukta ve mukimde (evde), gecede ve gündüzde giyi-yorum. Kuşkusuz Ben örtünmekle emrolundum. Bundan daha örtücü bir şey bulamadım karşılığını verdi. (mz. 8510) Ayaklarına giydikleri ayakkabı çeşidi ise na’leyn adı verilen sandal tipi bir pabuçla mest tipi ayakkabılardır. Efendimiz (s.a.v.) giydikleri elbiselerde her hangi bir renk üzerinde ısrar etmeyip, beyaz, siyah, yeşil, sarı ve kırmızı renk-

  • 51Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şemail-i Şerîfi

    lerden yapılmış elbiseleri muhtelif zamanlarda giymişler, Efen-dimiz (s.a.v.) beyaz rengi tercih etmişler ve İbni Abbas (r.a.) ri-vayet ettiği bir hadisi şerifte: Beyaz elbise giyiniz ve ölülerinizi onunla kefenleyiniz. Çünkü elbiselerin en hayırlısı beyaz olanı-dır, buyurarak ümmetine de beyaz giymeyi tavsiye buyurmuş-lardır.(t.ş.69) Temiz oluşunun hikmeti; Beyaz elbise de kir, leke vs. gibi şeyler fazla görünmektedir. bu sebeple giyen kimsenin temiz tutmaya özen göstereceği gibi kirlenince de kirini fazla saklaya-mayacağından hemen temizlenmesi gerekir. Ölülerin beyazla kefenlenmesine gelince: Ölü kabirde çok latif olan Allah Tea-la’nın meleklerine takdim ediliyor. orası da sanki bir mahşer ye-ridir. Büyük bir meclise gidecek olan kimseye beyaz elbise daha uygun olduğu gibi ölüye de beyaz kefen efdaldir. Efendimiz (s.a.v.)’in pamuklu kumaştan yapılmış giyecekler yanında, yünden dokunmuş elbise giydikleri de olmuştur. İpek elbise giymemişler, hatta giyilmesini de erkeklere yasaklamış-lar. Ebu Müse’l-Eş’ari (r.a.) Rivayet ettiği hadisi şerif de Resulullah (s. a.v.) İpek giymek ve altun kullanmak ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına helaldir buyurdu. (r.s.81.) Ancak, özel du-rumları, mazeretleri olan bazı ashabına ise ipek gömlek giyme-lerine müsaade etmişlerdir. Enes (r.a.)den: Resül-i Ekrem (s.a.v.) Zübeyr ile Abdu’r-Rah-man b. Avf’ın üzerlerindeki kaşıntıdan dolayı onların ipek giy-melerine müsaade etti. (r.s.813.) Resulullah (s.a.v.), Cuma ve bayramlarda yerli ve yabancı heyetleri kabul ettikleri zamanlarda, resmi kıyafet diyebileceği-miz özel kıyafet de kullanmışlardır. Cabir İbn-i Abdullah (r.a.) ‘ın anlattığına göre: Resulullah (s.a.v.) Efendimiz, Cuma ve bayramlarda kırmızı cüb-besini giyerdi. (b.127-348)

    METİNLER 1-Mü’minlerin anası Ümmü Seleme (r. anha) dan rivayet edilmiştir. Buyurdular ki: Resül-ü Ekrem Hazretlerinin elbiseler içinde en çok sevdiği elbise gömlek idi.

  • 52 Atillȃ Muratoğlu

    Bunun sebebi ise, gömlek, bedeni rida ve izardan daha çok örttüğü içindir. Denilir ki: Elbise halkın keten, pamuk, yün, ipek ve kürkten yapılıp giydikleri şeye denir. Cezeri der ki: Önü kapalı olarak dikilmiş elbisedir. Önü açık olursa , ona kaftan denir, Kamusta: Gömlek (kamis) pamuktan olur, yünden olmaz, hadiste geçen pamuktan olanıdır. (t. ş. 62)2-Enes (r.a) ve Esma binti Yezid (r. anha) dan rivayet edilmiştir. Buyurdular ki: Resül-ü Ekrem Hazretlerinin gömleğinin kolunun uzunluğu, bileklerine kadardı, bileklerini geçmezdi. (mz. 8509) Cezeri (r.a.) der ki: Gömlek kolunun uzunluğunun bileği geçmemesinin sünnet olduğuna bu hadis-i şerif bir delildir. Fakat gömlekten başka elbiselerde ise parmakları geçmemesi sünnettir. (t. ş. 63.)3- Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:Resulullah (s.a.v), Usame İbn-i Zeyd (r.a.)’e dayanmış olduğu halde hane-i saadetlerinden çık-tılar. Üzerlerinde latif görünüşlü kalın pamuktan dokunmuş bir elbise olup, hacıların İhram bağladıkları gibi, elbisenin bir ucu-nu sağ koltuğu altından alıp, sol omuzu üzerine atmıştı. O şekil-de yanında bulunanlara namaz kıldırdılar. (t. ş. . 65.)4-Ebu Said el- Hudri (r.a.) hazretlerinden rivayet edilmiştir. Bu-yurdular