254

Erdemi - akmb.gov.tr

  • Upload
    others

  • View
    4

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Erdemi - akmb.gov.tr
Page 2: Erdemi - akmb.gov.tr

ErdemiA t a t ü r k K ü l t ü r Me r k e z i De r g i s i Sayı 50 2 0 0 8

J o u r n a l o f A t a t ü r k C u l t u r e C e n t e r I s s u e 50 2 0 0 8

Doğumunun 800 . Yı lındaMevlâna Özel Sayısı

Nisan, Ağustos ve Aralık Aylarında Yayımlanan Uluslararası Hakemli Dergi International Peer Reviewed (ournal Published in April, August and December

ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH ATATÜRK SUPREME COUNCILYÜKSEK KURUMU FOR CULTURE, LANGUAGE AND HISTORY

ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ ATATÜRK CULTURE CENTER

Page 3: Erdemi - akmb.gov.tr
Page 4: Erdemi - akmb.gov.tr

Yıl / Year: 2008 Sayı / Issue: 50

Atatürk Kültür Merkezi Dergisi■Erdem

Kurucusu / Founder Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı (1913-1993)

Sahibi / Owner on behalf of Atatürk Atatürk Kültür Merkezi Culture Center adına Başkan

Prof. Dr. Osman Horata

Editörler / Editors Doç. Dr. Recep Boztemur (ODTÜ)Dr. Alev Kâhya-Birgül (AKM Uzmanı) Uzm. Alim Yanık (AKM Uzmanı)

Yazı İşleri Müdürü / Journal İmran BabaAdministrator

Yayın Kurulu / Editorial Board Prof. Dr. Hakkı Acun (Gazi Üniversitesi)Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan (TOBB ETÜ)Prof. Dr. Nihat Boydaş (Gazi Ü)Prof. Dr. Nurettin Demir (Başkent Ü)Prof. Dr. Melek Dosay-Gökdoğan (Ankara Ü) Prof. Dr. Önder Göçgün (Pamukkale Ü)Yrd. Doç. Dr. Nevin Ünal-Özkorkut (Ankara Ü)

Hakem Kurulu / Referees Board Prof. Dr. Namık Açıkgöz (Muğla Ü)Prof. Dr. İsmail Hakkı Aksoyak (Gazi Ü)Prof. Dr. Şerif Aktaş (Gazi Ü)Doç. Dr. Yaşar Aydemir (Gazi Ü)Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan (TOBB ETÜ)Dr. Müjgan CunburDoç. Dr. Menderes Coşkun (S. Demirel Ü) Prof. Dr. Nurettin Demir (Başkent Ü)Prof. Dr. Beylü Dikeçligil (Erciyes Ü)Prof. Dr. Cem Dilçin (Ankara Ü)Prof. Dr. Kenan Gürsoy (Galatasaray Ü)Prof. Dr. Abdurrahman Güzel (Başkent Ü) Prof. Dr. Osman Horata (Hacettepe Ü)Prof. Dr. Esin Kâhya (Ankara Ü)Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu (Kırıkkale Ü) Doç. Dr. Ahmet Kartal (Kırıkkale Ü)

Page 5: Erdemi - akmb.gov.tr

Yönetim Yeri / Managing Office

Telefonlar / Telephones

elmek web / web

Abone İşleri / Subscription

Posta Çek Numarası

ISSN

Kapak Tasarımı / Cover Design

Sayfa Tasarımı / Page Design

Baskı Yeri ve Tarihi / Press House and Date

Prof. Dr. Recep Kılıç (Ankara Ü)Prof. Dr. Saadettin Kocatürk (Ankara Ü)Prof. Dr. Ramazan Korkmaz (Fırat Ü)Prof. Dr. Cemal Kurnaz (Gazi Ü)Dr. Jeannette S. Okur (TOBB ETÜ)Doç. Dr. Fatma Sabiha Kutlar Oğuz (Hacettepe Ü) Prof. Dr. Cihan Okuyucu (Fatih Ü)Prof. Dr. Naci Okcu (Atatürk Ü)Yrd. Doç. Dr. Kayahan Özgül (Gazi Ü)Doç. Dr. Derya Örs (Ankara Ü)Prof. Dr. Mürsel Öztürk (Ankara Ü)Yrd. Doç. Dr. Mustafa Tatçı (Gazi Ü)Prof. Dr. Emine Yeniterzi (Selçuk Ü)Prof. Dr. Berin D. Yurdadoğ (Ankara Ü)

Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, 133 06570 Maltepe - Ankara, TURKEY

Santral: +90 312. 232 22 57 - 231 23 48 Yazı İşleri / Editorial: +90 312. 232 43 21

[email protected]

Vedat Demirbaş +90 312. 232 39 13Belgegeçer (Faks): +90 312. 232 43 21

212938

1010-867-X

Grafiker Ltd. Şti.

Grafiker Ltd. Şti.+90 312. 284 16 39 Pbx

Grafiker OfsetKazım Karabekir Caddesi Ali Kapakçı İşhanı 85/3 İskitler-ANKARA / +90 312. 384 00 18 Ankara, Nisan 2008 / Ankara, April 2008

Not: M akelelerdeki g örü şlerin soru m lu lu ğu yazarına a ittir . Yazıların yayın hakkı m erkezim ize d evred ilm iş sayılır. Bu devir san a l o rtam d a yayım lanm ayı da kapsar.

Page 6: Erdemi - akmb.gov.tr

İÇİNDEKİLER / CONTENTS

Osman Horata

M ehmet Necmettin B ardakçı

Selm a Baş

Beyza Bilgin

Bilal Çakıcı

M ustafa Erdoğan

Cafer G ariper / Yasemin Küçükcoşkun

Z ehra Göre

Hüseyin Güllüce

Osman Horata

Sunuş ix-x

Mevlana’ya Göre İnsanın Mahiyeti veKâmil İnsan Olma 1-14The Substance and Maturity ofHuman Beings according to Mevlana

Birlik Denizinde Kaybolmanın Zamanı:Can Ateşinde Kanatlar (Mevlâna) 15-26Time to be lost in the Sea of Unity:Can Ateşinde Kanatlar (Mevlana)

Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi 27-50The Effects of Turkish on the World Culture Mevlana

Mehmed Şakir’in Manzum Mesnevi Tercümesi 51-58 Mehmed Şakir’s Verse Translation of Mesnevi and Mevlana

Lütfî Mehmed Dede ve Hilye-i MevlanaAdlı Eserine Göre Mevlana’nın Özellikleri 59-82Lütfî Mehmed Dede and the Characteristics ofMevlana according to his Hilye-i Mevlana

Nâzım Hikmet’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlana Karmaşası 83-110 The Disintegration of Mind and Complexities of Mevlana in Nâzım Hikmet’s Art Universe

Lutfî Muhammed Efendi'nin"Hilye-i Hazret-i Mevlana’’sı 111-128Lutfi Muhammed Efendi’s “Hilye-i Hazret-i Mevlana"

Mesnevî'de Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması 129-160 The Method of Symbolic Expression in Masnevi, and Explaination of the Verses of the Quran with Stories and Symbolic Expressions

Mevlanâ Celaleddin Rumi andMawlawism in Turkish Cultural Life 161-168

Page 7: Erdemi - akmb.gov.tr

S aadettin Kocatürk

Neslihan Koç-Keskin

Ali Yıldırım

İslam Fikir Aynasında İki Büyük Mutasavvıf 169-196 "Gazzâlî ve Mevlânâ"Two Great Sufis of Islamic Thought:Gazali and Mevlana

Tâhirü'l-Mevlevî'nin Hilye'sine Göre Mevlana 197-222 Mevlana according to Tâhirul-Mevlevi’s Hilye

Mevlana'nın Vahdet Anlayışı veParadoksal Söylemi 223-232Mevlana’s interpretation of Unicity and his Paradoxical Discourse

Atatürk Kültür Merkezi'nden Haberler 233-241

Düzeltme ve Özür 242

Erdem Yayın İlkeleri 243-244

Page 8: Erdemi - akmb.gov.tr

Sunuş

07 yılının U N E S C O tarafından Mevlana Y ılı olarak ilan edilmesi

sebebiyle, gerek ülkemizde gerekse yurt dışında bu büyük Türk düşünürünü anlamaya ve anlatmaya dönük çok sayıda etkinlik gerçekleştirildi. Kurum

olarak bizler de, T O B B Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi nde, değerli bilim adamları ve sanatçılarımızın katılım ıyla bir anma toplantısı gerçekleştirdik. A yrıca yılın başında Erdem in bir sayısını da Mevlana ya ayırmayı kararlaştırdık. Bilim adamlarımız, değerli katkılarını esirgemediler ve bizler de Doğumunun 800. Yılında Mevlana adlı bu özel sayıyla sizleri buluşturduk.

K ü ltü r, bir toplumun hayat tarzı olarak tanımlanmakla birlikte; daha çok bir topluluğun tarihî geçmişi yani tarihî tekâmülü konusunda sahip olduğu bilinç olarak ifade edilir. K işin in ve toplulukların kimliğini, onların geçmişi hakkında sahip olduğu bilinç oluşturur. Mevlana da, Türk tarihinde silinmeyen izler bırakan, Türk kültürünün evrensel simalarından biridir.

Mevlana ve onun düşünceleri üzerine bina edilen Mevleviliğin tarihi, O rta A sya dan Anadolu ya gelerek, üç kıtaya yayılan bir imparatorluk kuran Türklerin tarihiyle bir paralellik arz eder. Bugün Afganistan sınırları içinde kalan, devrin önemli kültür merkezlerinden Belh te 30 Ey lü l 1207 de doğan Mevlana da, küçük yaşlarda Anadolu ya gelerek K onya ya yerleşmiş ve ileride Osmanlı coğrafyasını bütünüyle kuşatacak Mevleviliğin temellerini atmıştır. Osmanlının kuruluş döneminde fazla dikkati çekmeyen Mevlevilik, X V . asırdan itibaren devlet adamlarından gördüğü yakın ilgi ve himaye ile önemli bir güç hâline gelmiş ve imparatorluğun genişlediği her yere ulaşarak ismi âdeta Osm anlılarla özdeşleşmiştir. Mevlevilik, siyasi ve sosyal yapıdaki değişime paralel olarak, Osm anlılarla birlikte güç kaybetmeye başlamış ve imparatorluğun yıkılışından bir süre sonra da tarih sahnesinden çekilmiştir. Fakat onun öğretisi, zaman ve zeminle sınırlı değil, her devir için geçerli, evrensel, insani mesajları içermektedir. Bu sebeple, onun okyanusa benzettiği engin deryasından saçılan damlalar susayan gönülleri kandırmaya devam etmektedir.

Page 9: Erdemi - akmb.gov.tr

D iğer mistik sistemler gibi Mevlevilik düşüncesinin de merkezinde insan vardır. Fakat bu insan, toplumsal hayattan kopuk, tekkelerde inzivaya çekilip mistik bir dünyaya hapsolan insan değil, bütünüyle hayatın içinde aynı zamanda ruhi gelişimini tamamlamış bir insandır.

Tasavvufî düşünce sistemlerinin hepsinde ortak olan kâmil insan kavramı, modern psikoloji literatürüne 1950 lerde bireyin kendini gerçekleştirmesi / kendi gelişimine katkıda bulunması (self actualization) ; aşkın tecrübe yaşamak şeklinde girebilmiştir. Fakat bu psikologlar, bunun nasıl gerçekleştirileceği sorusunun cevabını boşlukta bırakırken, Mevlana vb. düşünürler bu konuları asırlarca eserlerinde işlemişlerdir.

Birçok kurum gibi, çağının oldukça ilerisinde bir anlayışı temsil eden Mevlevilik de, değişen koşullar karşısında misyonunu kaybetmiş mistik bir kuruluş hâline gelmiştir. Fakat bu, Mevlana ve Mevleviliğin sadece folklorik bir öğe olarak görülmesi, her devirde geçerliliğini koruyacak çağdaş ve evrensel boyutları olmadığı anlamına da gelmemektedir. Bu sebeple günümüz insanlığının muhakkak ki Mevlana dan alacağı çok dersler vardır. Mevlana toplantılarının tüm dünyada yoğun ilgi görmesinin de bunun bir göstergesi olduğuna inanıyor; bu özel sayının da, Mevlana nın her devirde geçerliliğini koruyan, evrensel, eskimeyen yönleriyle yeni köprüler kurulmasına vesile olması dileğiyle, dergimize makaleleriyle katkıda bulunan değerli bilim adamlarına teşekkür ederim.

Prof. D r. Osman H O R A T A

Atatürk K ü ltü r Merkezi Başkanı

Page 10: Erdemi - akmb.gov.tr

Mevlâna'ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma

M ehm et N ecm ettin BARDAKÇI*

ÖZM ev lâ n a , e n m ü k e m m e l v arlık o la ra k y a r a tıla n in s a n a b ü y ü k d e ğ e r

v e rm iştir . K en d i ö z ü n ü n fark ın a v arıp a s lın ı id râk e d e n in s a n , y ü ce

A lla h 'ın h u zu ru n d a sa y g ıy la e ğ ilir v e b a ş k a la r ın ın e k s ik le rin i g ö rü p

ku su rlarıy la u ğ ra şm a z . M ev lâ n a , b ilg e lik , sev g i v e h o ş g ö rü g ib i a h lâ k î

iy ilik leri ş a h s ın d a to p la y a n in s a n - ı k â m ili n e y ile s e m b o liz e ed e r .

A n ah tar K elim eler: M ev lâ n a , in s a n , sev g i, h o şg ö rü , in s a n - ı k âm il.

ABSTRACTThe Substance and Maturity of Human Beings

according to MevlanaM e v la n a a p p r e c ia te s th e e x is t e n c e o f h u m a n b e in g a s th e m o s t p e r fe c t

c re a tu re . By re a liz in g h is ow n s e lf a n d u n d e rs ta n d in g its g e n e s is , th e

h u m a n b e in g s r e s p e c t to G o d , a n d d o n o t d e a l w ith th e e rro rs a n d

w ro n g d o in g s o f th e o th e r s . M e v la n a sy m b o liz e s insan-ı kâm il ( th e m a tu re

h u m a n ) c h a r a c te r iz e d by w isd o m , lo v e a n d to le r a n c e w ith re e d flu te .

Key W ords: M ev la n a , h u m a n b e in g , lo v e , to le r a n c e , in s a n - ı kam il

Giriş

Varlık âleminin yaratılış sebebi olan insan1, ilahi bir cevhere sahip olması yönüyle gaye varlıktır. Bir taraftan fizik diğer taraftan metafizik âlemin unsurlarını kendisinde barındırdığı için eşref-i mahlûkât

olarak isimlendirilmiştir. Onun bu ikili yönü kendisini diğer varlıkların üzerine çıkardığından Allah’ın halifesi olarak görevlendirilmiştir.

* Doç Dr., SDÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, ISPARTA, e-posta: [email protected]

1 Sözlükte "e-n-s" kök fiilinden türetilen "ins" ve "insan" kelim esi, insanlık nevine ait bir şa ­hıs, kabile, grup, insan topluluğu, bir şeyin ortaya çıkması, vahşiliğin zıddı olan medenîlik, yakınlık, sevim li olmak, alışm ak, göz bebeği, siyah nokta, parmak ucu, düşünm ek ve işitm ek anlam larına gelir. Bu m analardan çıkan son u ca göre insan, vahşiliği terk eden, m edenî olan, yakınlık duyduğu şeylere alışabilen bir varlıktır. el-Cevherî, es-Sıhah, (I-VI), Kahire 1982, III, 904-906; Rağıb el-Isfahânî, Müfredâtü Elfâzı'l-Kur'an, tahkik: Safvân Adnân Dâvûdî, Beyrut- Dımaşk 1997,94; İbn Fâris, Mucemu Makâyısı'l-Luğa, I, 145; İbn Manzûr, L isan u lA rab , I, 147-150; M uham m ed Ali et-Tehânevî, Keşşâfu Istılahâtı'l-Fünûn, (I-II), Editör: Refik el-A cem , Beyrut 1996, I, 277-280.

Page 11: Erdemi - akmb.gov.tr

2

2о50 İslâm düşüncesinde insanla ilgili ilk bilgiler Kur'an'da görülür. İnsanın daha çok ruh yönüne dikkat çeken Kur’an onu, bir taraftan "zayıf olarak yaratılmış"2, "nankör"3, "aceleci"4, "çok cimri"5, "tartışmaya çok düşkün"6, "çok zalim, çok cahil"7 ve "hırslı"8; diğer taraftan "Rabbine doğru çabalayıp duran"9, "üstün ve onurlu"10, "ilim ve hikmet verilen"11 ve "en güzel biçimde yaratılan"12 olarak nitelendirmektedir.

Bu ve benzeri ayetlerin ışığında bir insan anlayışı geliştiren Mevlâna, tasavvufî düşüncesinde "Kendini bilen Rabbini bilir" sözünden hareketle, insana ve insanlığa büyük önem vermiştir. Yaratılış bakımından kendini bilen erdemli insanların, ilim-amel bütünlüğü içinde olgunlaşıp kâmil insan olmalarının yollarını göstermiştir.

1. Kendini Bilen İnsanTasavvufî düşüncede insanı tanıyıp sırlarını keşfetmek Hakk’a vuslatın ön şartı kabul edilir.13 Bu düşünce, Mesnevî ikliminden beslenen Şeyh Gâlib (ö.1214/1799)’in bir beytinde şöyle dile getirilir:

H o ş c a b a k z â tın a kim z ü b d e -i â le m s in s e n

M e rd ü m -i d îd e -i ek v ân o la n  d e m sin s e n 14

Ulaştığı bilgiyle kendini tanıyan ve ötekilerin de kendinin aynası olduğunu fark eden insan, yaratılış gayesine uygun davranış sergiler. Kendisiyle birlikte ötekinin de hak, hukuk ve nimet paylaşımı konularındaki eşitliğini kabul eder. Âlemdeki her şeyin Allah’ın irâdesi, kudreti ve bilgisi çerçevesinde cereyan ettiği şuuruyla Allah katında en üstün ve değerli insanın kendisi için istediğini başkası için de isteyen kimse olduğu bilinciyle hareket eder.

4 " р M e h m e t N e c m e t t i n B A R D A K Ç I

Erdem

2 Nisa suresi, 4/28.

3 İbrahim Suresi, 14/34; İsrâ suresi, 17/67; Hac suresi, 22/16; Şûrâ suresi, 42/48; Zuhruf suresi, 43/15; Âdiyat suresi, 100/6.

4 İsrâ suresi, 17/11.

5 İsrâ suresi, 17/100.

6 Kehf suresi, 18/54.

7 Ahzâb suresi, 33/72.

8 M eâric suresi, 70/19.

9 İnşikâk suresi, 84/6.

10 İsrâ suresi 17/70.

11 Nisa suresi 4/113.

12 Tîn suresi, 95/4.

13 O sm an Türer, "Tasavvufî D üşüncede İnsan", Tasavvuf, Yıl: 2, Sayı:5, Ocak 2001 Ankara, 9-15.

14 Naci Okçu, Şeyh Gâlib (Hayatı, Edebî Kişilği, Eserleri, Şiirlerinin Umumi Tahlili ve Divanının Tenkitli Metni), Ankara 1993, c. I, s. 318-320. Tercî-i bend.

Page 12: Erdemi - akmb.gov.tr

Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma f iV

Hz. Âdem (as)’den beri dünyamıza milyarlarca insan, binlerce kabile ve millet gelmiştir. Bunlardan bir kısmı ilim ve irfan sahibi olmuş, çoğunluğu ise cehaletin karanlıklarında kaybolmuştur. Çalışıp gayret ederek bilgi ve hikmeti elde eden insan, yeni medeniyetler kurmuştur. Bunu gerçekleştirirken gönlünü ve idrâkini ihmal etmemiştir. Çünkü insanın iç dünyasını besleyen ve ilimden daha özel bir anlam içeren mârifet, düşünüp tefekkür etmek, bir şeyi olduğu gibi, eşyayı hakikati üzere idrâk etmektir.15 Bu bakımdan insanın kendi hakikatini bilip idrâk etmesi, Allah’ın melekûtunu ve güzel muâmelesini bilmesi olan irfân ve mârifetullah sahibi olmak, tarih boyunca insan için önemli bir gaye olmuştur.16

İnsanın kendini bilmesinden daha güzel bir erdem olmadığı bilincinde olan Mevlâna, dış görünüşe göre hüküm veren filozofların insanı küçük âlem ve hakîm-i ilâhi şeklinde isimlendirdiğini, sûfîlerin ise insanı büyük âlem olarak gördüklerini belirtir. Bu bakımdan onun görünüşünden çok içyüzüne bakmanın gerekliliğini vurgular:

Ey in s a n , s e n g ö r ü n ü ş te m a d d î v a r lığ ın la "k ü çü k b ir â le m "s in . Fak at

m â n e n , g e rç e k v a r lığ ın la , "b ü y ü k b ir â le m "s in .

G ö r ü n ü ş te b ir a ğ a c ın d a lı, m e y v e n in a s lı, te m e lid ir . Ç ü n k ü y e m iş d a ld a

b u lu n u r. F a k a t h a k ik a tte , o d a l, o m ey v e iç in v ar o lm u ştu r .

M ey ve e ld e e tm e ğ e b ir m ey li v e ü m id i o lm a sa y d ı, b a h ç ıv a n h iç a ğ a ç

d ik er m iy d i?

Ö y le is e g ö r ü n ü ş te m eyv e, a ğ a ç ta n m e y d a n a g e liy o r d a , h a k ik a tte o

a ğ a ç m ey v e ç e k ird e ğ in d e n d o ğ m u ş tu r .17

İnsanın kendi değerinin farkına varmasına büyük önem veren Mevlâna, Bağdatlı bir mirasyedinin rüyasında Mısır’da büyük bir hazine görüp onun peşine düşmesini ve Mısır’da yaşadığı olayların ardından asıl hazinenin kendi içinde gizli olduğunu öğrenişini anlattığı bir hikâyede, insanın kendinin farkına varması üzerinde durur. Allah’ın insana verdiği nimetlerin değişik şekillerde tecellî ettiğini vurgulayarak, zehiri panzehirle, nûru ateşle gizlediğini ifade eder. Bu sebeple Allah’ın lutfunu da kahrını da hoş görüp gönülden kabul ederek insanlara tevâzû ile yaklaşmak gerekir.18

Kendi aslî cevherinin farkına varan insan, Allah’ın yüceliği karşısında saygıyla eğilip onu sevecektir. Bu, bazen bir öğütle, bazen bir şiirle, bazen de bir resimle gerçekleşebilir. Nitekim bu anlayış, Konya’da yaşayan Aynüddevle

Erdem

502008

3

15 Râğıb el-Isfahânî, 561; Seyyid Şerif Cürcânî, Kitâbu't-Ta'rîfât, Kahire 1991, 249.

16 Râğıb el-Isfahânî, 561.

17 Mevlâna, Mesnevî, çeviren: Şefik Can, İstanbul 1995, c. IV, 521-524.

18 Mevlâna, Mesnevî, c. VI, 4206-4360.

Page 13: Erdemi - akmb.gov.tr

4 р M e h m e t N e c m e t t i n B A R D A K Ç I

Erdem

2008

4

50 isimli gayr-i Müslim bir ressamın Mevlâna vasıtasıyla insanlığının farkına varmasını sağlamıştır. İstanbul’da sergilenen Hz. İsa ve Meryem’e ait muhteşem iki resme hayran olan Aynüddevle, bu resimleri gizlice yerinden alıp Konya’ya getirir. Mevlâna ile dostluğu olan Aynüddevle, bir gün çarşıda onunla karşılaştığında, Mevlâna onun hal ve hatırını sorar. Aynüddevle başından geçenleri anlatınca Mevlâna resimleri görmek istediğini söyler ve o da hemen onları getirir. Bir süre resimlere bakan Mevlâna şöyle der:

-B u iki re s im ; A y n ü d d e v le ’n in b iz e o la n se v g is i s a m im i d e ğ ild ir , o

y a la n c ı b ir â ş ık tır , d iy o rlar.

Aynüddevle, bu nasıl olur? Diye sorunca Mevlâna:-S e n y e rd e v e g ö k te s e r g ile n m e k te o la n b u k a d a r c a n lı re sm in

r e s s a m ın ın b ir e s e r is in . S e n in y a r a tıc ın ı b ıra k ıp c a n s ız ve m a n a s ız b ir

re s m e â ş ık o lm a n d o ğ ru m u d u r?

Diyerek onun resimle ressam arasındaki farkı görmesini sağlamış, Aynüddevle de tevbe edip İslâmiyet’le şereflenmiştir.19

İnsanın kendini tanımasının ötekine karşı tutum ve davranışlarına olumlu etki edeceğini belirten Mevlâna, kendini tanımayanların başkalarının kusurlarıyla uğraşacaklarını vurgular. Ona göre eğer halk kendi kusur ve ayıplarını görseydi, diğer insanlarla ilgilenecek vakit bulamazdı.20

Tasavvufî makâm ve hâlleri aşıp kesrette vahdeti müşâhede eden Mevlâna, kin, nefret, kibir, gurur, benlik ve şöhret gibi kötü huy ve kaygılardan uzak bir insan-ı kâmil olarak faklı mezhep ve dinleri vahdet denizinin dalgaları olarak değerlendirip Sünnî-Alevî, Müslim-gayri Müslim herkese tevâzû ve hoşgörüyle yaklaşmıştır. İnsanların yaptığı aşırılıkları müsamaha ile karşılamış, onları incitmeden mütevâzı davranarak gönüllerini kazanmıştır.21 O bu tarz hareket etmeyi insanların atasının bir olduğunu ve hiç kimsenin ötekine takvâ dışında bir üstünlüğünün olmadığını vurgulayan şu Kur'an mesajından almıştır:

E y in sa n la r! Biz sizi b ir erkekle b ir k ad ın d an yarattık . Sizi b irb irin izi

tan ıy a sın ız diye k av im ler ve k a b ile le r h a lin e getird ik . K u şku suz A llah

k a tın d a e n ü stü n o lan ın ız , d erin b ir so ru m lu lu k b ilin c iy le O ’n a karşı saygı

duyanınızd ır. A llah h er şey i b ilir ve h er şey d en h a b erd a rd ır .22

19 Ahmed Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri (Menâkıbu'l-ârifin), çeviren: Tahsin Yazıcı 3. baskı İstanbul 1995, II, 124-125.

20 M evlâna, Mesnevî, II, 881-882.

21 Şefik Can, Mevlâna Hayatı, Şahsiyeti ve Fikirleri, İstanbul 1995, 100.

22 Hucurât suresi 49/13.

Page 14: Erdemi - akmb.gov.tr

Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma f iV

Allah’ın âlemdeki aynası olan insanı manevî emanetin taşıyıcısı olarak gören Mevlâna, din ayrımı yapmaksızın herkese saygı göstermiştir. Öteki dinlerin mensuplarına saygı göstermesi, bütün dinleri İslâmiyet ile aynı ve bir gördüğü anlamına gelmemektedir. Öteki dinlerin varlığını kabul etmekle birlikte, onlara inananların da insan oldukları düşüncesinden hareketle farklı din mensuplarını da sevip saymaktadır. Dinlerin hakikati bir olsa da ibadet şekillerinde ve geleneklerinde farklılıklar vardır. Önemli olan bu farklılıkları idrâk ederek onlarla tanışıp İslâmiyet’in güzelliklerini tevâzû ve nezâketini sunabilmektir. Bunu da vuslata erip Allah’ı görüyormuş gibi davranış sergileyen insan-ı kâmil yapabilir.

2. Kâmil İnsanİslâm tasavvufunda "insan-ı kâmil" olarak idealleştirilen insana büyük değer verilmiştir. Sûfîlere göre insan-ı kâmil, mükemmelliğinin ve tamlığının son sınırındaki insanî nefistir. Bir yandan insan, öte yandan âlemin ilk örneğidir. Allah isminin bir tecellî ve tezâhür yeri, yaratılışın gayesi ve Allah’ın yer yüzündeki halifesidir. Âlemin özü ve aynasıdır. Hem Allah’ın hem de âlemin, hem rububiyetin hem de ubudiyetin özelliklerini taşıdığı için Allah ile âlem arasında bir berzahtır.

İnsan-ı kâmil anlayışının bir tezahürü olan Hakikat-i Muhammediyye veya Nûr-ı Muhammedî terimi, III/IX. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Vahdet-i vücûd düşüncesiyle yakından alâkalı olan bu terim, bir nur, bir hakikat veya bir öz olup Hz. Muhammed (sav)’in mânevî şahsiyetinde sembolleşmektedir.23 Bu anlayışa göre insan-ı kâmilin en güzel örneği aynı zamanda bir beşer olan Hz. Muhammed (sav)’dir.

Sûfîler, âlemin yapısı bütün girift ayrıntılarıyla bir minyatür şeklinde insanda yansıdığı için insanı küçük âlem, kâinatı büyük âlem olarak isimlendirmişlerdirr. Onlara göre küçük âlem olan insan büyük âlem olan kâinatın ruhu ve sebebidir. Büyük âlemde olan her şeyin benzeri küçük âlemde de olduğu için insan kâinatın bir hülâsasıdır.24 Bu bakımdan Hakk en mükemmel biçimde insanda tecellî eder. Bu da ancak Hakk’ın en mükemmel tecellîsinin mazharı olan insan-ı kâmilde vuku bulur. Âlemin zübdesi olan insan-ı kâmilde âlemde var olan şeylerin somut ferdî suretleri değil hakikatleri mevcuttur. Bu açıdan insan-ı kâmil Hakk’ın varlık âlemindeki halifesidir.25

Erdem

502008

5

23 M ehm et Demirci, "Nûr-ı M uham m edî", DEÜlFDergisi I, İzmir 1983, 239-245.

24 Muhyiddin İbnü’I-Arabî, el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye, Kahire 1293 h., I, 153-155.

25 Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Füsûsü'l-Hikem, M ısır 1946, 31-33; Toshihiko Izutsu, İbnü'l-Arabî'nin

Page 15: Erdemi - akmb.gov.tr

6

50 İnsan-ı Kâmil adlı bir eser yazan Abdülkerim el-Cîlî (ö.832/1428) "insan-ı 2008

kâmili, evvelinden âhirine kadar eflâk-ı vücûdun ve merâtib-i vücûdiyyenin kendi üstünde döndüğü "kutub" olarak görür. Bu anlamda insan-ı kâmil, vücûdun evveli olmayan zamanından ebedü’l-âbâda kadar mümted olmak üzere şey-i vâhiddir." 26

İslâm tasavvufunda yaratıkların en şereflisi olan ve kemâli isteyen bir kimse için bütün mertebeleri aşarak Hakikat-i Muhammediyye’ye ulaşmak bir idealdir. Bu sebeple sûfîler ferdî manada insan-ı kâmil olabilme idealini sürekli canlı tutmuşlardır. Bilgelik, merhamet, cömertlik, isâr, ahde vefâ, sevgi ve hoşgörü gibi tüm ahlâkî iyiliklerin sembolü olan insan-ı kâmil, Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanıp insanlığın ortak değerleriyle hareket eder. Kevnî manada âlemdeki en mükemmel varlık olan insanı, ferdî manada da kemâle erdirebilmek için bilgiyi hayata geçirerek, ilim-amel bütünlüğü içinde olgun bir davranış sergiler.

Mevlâna Kur'an’ın bir yorumu olarak nitelendirdiği Mesnevî nin ilk beyitlerinde, içi temizlenmiş olan ney ile mâsivâdan arınan insan-ı kâmili anlatır. Ruhlar âleminden alınıp dünyaya en güzel biçimde halife olarak gönderilen insan, tıpkı kamışlıktan kesilerek asıl yurdundan ayrılan ve ney yapılan kamış misali hep geldiği vatanın özlemini dile getirmektedir:27

D in le n e y d e n d u y n e le r sö y le r sa n a

D erd i v ard ır a y rılık la rd a n y an a ,

K e s tile r saz lık iç in d e n d e r b e n i;

D in ler, ağ la r: H em k ad ın h e m e r b e n i.

4 р M e h m e t N e c m e t t i n B A R D A K Ç I

Erdem

Fusûs'undaki Anahtar Kavramlar, çeviren: Ahmed Yüksel Özemre, İstanbul 1998, 317, 313, 332. İbnü’I-Arabî insan-ı kâmili açıklarken zikrettiği "Allah Âdem ’i kendi sûreti üzere yarattı." (Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, I, 379, 1215 nolu hadis; Süyûtî, el-Câm iu’s-Sağir, I, 532, 3928 nolu ha­dis) hadisindeki zamirin Allah’a râci olduğunu ifade eder ve bu görüşü "rahm an suretinde" hadisinin desteklediğini belirtir. Ona göre bu durum fark makâmı olarak düşünüldüğünde m ana "Allah’ın suretinde", cem makâmı olarak düşünülürse "Hak m akâm ında kulun varlığı, yani kulun sureti" şeklinde olur. Âdem’den kastedilen, eşyanın zuhuruna sebep olan, bütün m evcudatın kendisinde toplandığı, âlem in ruhu ve zübdesi kılınan insan-ı kâmildir. İsim ve sıfatlar âlem i, nispet ve izafet kabilinden olup âlem lerin Rabbi m ertebesin e delâlet eder. Bu m ertebenin tafsil edilm iş şekli âlem ; özü ise Âdem’dir. Âlem isim lerin aynası; Âdem ise mü- sem m anın aynasıdır. İşte bu m ana sebebiy le "Allah Teâlâ Âdem’i kendi sureti üzere yarattı" buyrulmuştur. Allah Âdem’i hakikat suretinde yaratm ıştır. Cem âlem inde O ’nun için bir suret tasavvur edilem ez. Suret ancak fark âlem inde olur. İbnü’1-Arabî, el-Fütûhâtül-Mekkiyye, I, 136­137; A. Avni Konuk, Füsûsul-Hikem Tercüme ve Şerhi, (I-IV), Hazırlayanlar: M. Tahralı-S. Eraydın, İstanbul 1987-1990, IV, 137; İsm ail Fennî Ertuğrul, Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabi, Hazırlayan: M us­tafa Kara, İstanbul 1991, 33-39.

26 Abdülkerim el-Cîlî, İnsan-ı Kâmil, Çeviren: Abdülaziz M ecdi Tolun, (Hazırlayanlar: Selçuk Eray­dın, Ekrem Demirli, Abdullah Kartal), İstanbul 1998, 345-346.

27 M ustafa Kara, "M evlâna, M esnevî ve Ney", Ney'e Dâir, Konya 2006, s. 15.

Page 16: Erdemi - akmb.gov.tr

Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma

E rdem

7G ö ğ sü g ö z göz ayrılık d e ls in d e b ir, 50

2008S e n o g ü n b e n d e n iş it ö z le m n ed ir .

H er k im a s lın d a n uzak d ü şsü n : A rar

"A sl"a d ö n m e k ç in b ir u ygun g ü n a ra r .28

Kamışın ney olması ile insanın kemâle ermesi arasındaki benzerlik, Mevlâna’nın insan-ı kâmili neyle sembolleştirmesine zemin hazırlamıştır. Kızgın demirle dağlanan ney gibi insan da maddî unsurunu teşkil eden toprağı ve suyu terk etmek suretiyle ilahi ruhu görüp nûra gark olarak aşk ateşiyle yanıp olgunlaşır. Kamışlıktan kesilen bir kamışın ney haline gelmesi için üzerinde uzun süre emek harcamak gerekir. Her kamıştan ney yapılmadığı gibi, herkesin yaptığı ney de mükemmel değildir. Kamış ney yapımına uygun, usta mâhir olmalıdır. Ney olacak kamışın ilahi nefesi kabul edecek hale gelmesi için içini boşaltıp temizlemelidir. Neyle benzer bir yol takip eden insan-ı kâmil, doğuştan kabiliyetli ve bir mürşid-i kâmilin rehberliğinde çetin bir tasavvufî eğitim sürecinden geçerek olgunlaşır. Kamış iyi bir usta elinde mükemmel bir ney haline gelirken, insanın kendi iradesiyle azimle ve sabırla seyr-ü sülûku tatbik etmeden sadece bir mürşide bağlanması yeterli değildir.29 Benlik bağlarından sıyrılıp gönlü Hakk sevgisiyle dolan insan kemâle erince, çevresindekilere ilim irfan ışıkları saçan bir insan-ı kâmil olur.

Mevlâna, ney ile sembolize ettiği insan-ı kâmilin kendinden, benliğinden sıyrıldığında sırlarla dolduğunu, yokluğa bürünmesine rağmen eşyanın hakikatini bildiğini şöyle vurgular:

Ey n ey ! N e d e h o ş b ü tü n s ırla rı b iliy o rsu n

Ey n ey ! B ü lb ü l g ib i s e n d e ç o k fery âd e d iy o rsu n

K e n d in d e n b ile h a b e r in y o k a m a göz o lm u ş s u n

K e n d in d e n s ıy rılıp ç ık ın c a s ır la r la d o lm u ş s u n .30

Mevlâna, damlada gizlenmiş bir deniz, zerreye sığınmış bir güneşe benzettiği insan-ı kâmili 31 büyük âlemin yansıması olarak görür. Ona kozmik bir varlık olarak bakarak insanlık cevherini kâinatın odak noktası yapar. Mahiyet itibariyle böyle yüce bir değere sahip olan insan, şayet kendi varlığının ve cevherinin farkında değilse, yazık olmuş gitmiştir.32 Mevlâna bu düşüncesini şu beyitlerde dile getirir:

28 Mevlâna, Mesnevî, c.I, 1-4.

29 M ehm et Demirci, Mevlâna'dan Düşünceler, Konya 2006, ss. 106-109.

30 Mevlâna, Divân-ı Kebîr, Hazırlayan: Abdülbâki Gölpınarlı, Ankara 1992, c. II, 3929-3937.

31 Mevlâna, Mesnevî, c. II, 1395.

32 İsmail Yakıt, Batı Düşüncesi ve Mevlâna, İstanbul 1993, s. 36.

Page 17: Erdemi - akmb.gov.tr

M e h m e t N e c m e t t i n B A R D A K Ç I

Erdem

850

2008S e n b a ş ta n b a ş a d e n iz s in , ıs la k lığ ı n e is te r s in ki?

S e n ta m a m ıy la v a rlık sın , yo k lu ğ u n e a ra rs ın ki?

E y p a rla k ay, to z u n e y a p a c a k s ın ?

Ay b ile , s e n in y ü zü n e b a k a r d a sararır.

S e n h o ş s u n , g ü z e ls in , h e r tü rlü h o ş lu ğ u n m a d e n is in .

N e d e n ş a r a b a m in n e t e d e rs in ki?

B a ş ın d a "B iz in s a n o ğ u lla r ın ı u lu lad ık " ta c ı,

B o y n u n d a "B iz s a n a K e v se r ırm a ğ ın ı v erd ik g e rd a n lığ ı" var.

İn s a n ce v h e rd ir , g ö k o n a arazd ır.

H er ş e y fe r ’idir, h e r ş e y d e n m a k sa t od u r.

E y a k ılla r, te d b ir le r , fik ir le r ku lu k ö le s i o la n b ey ,

M a d e m k i b ö y le s in , k e n d in i n e d e n b ö y le u cu za s a t ıy o r s u n ? 33

İnsan-ı kâmili insanların kalplerindeki hastalıkları tedavi eden bir hekim olarak gören Mevlâna, onların devâ bulmaz hastalıklara kapılanları ücretsiz iyileştirdiklerini ve bu tedâvî usûlünü Allah’ın kendilerine ilhâm ettiğini vurgular. Mânevî hastalıkların hekimi olan bu ârifler, en büyük kalp hastalığı olan insanların gönüllerindeki mâsivâyı terk etmelerini sağlayarak Allah’a eriştirirler. Bu bakımdan onların sözlerine kulak verip Allah’ın lütuf ve feyzine kavuşmak gerekir.34

Mevlâna, böyle bir görev üstlenen bir mürşidin insanlarla özellikle de dostlarla ilişkilerinde sözlerine dikkat etmesine büyük önem vermiştir. Çünkü söz insanın ağzından çıkıncaya kadar insanın esiri iken, ağızdan çıktıktan sonra insan sözün esiri olmaktadır. Bu bakımdan sözlerin kırıcı olmaması ve gönülleri imar edici olmasına özen göstermelidir:

D o stla r la k o n u şu rk e n ç o k d ik k atli v e ih tiy a tlı o lm a lıd ır . Ç ü nkü sö z v ard ır

k e sk in k ılıç g ib id ir; d o s t lu ğ u k e se r , ö ld ü rü r. K a lp te te d â v is i im k â n sız

y a ra la r a ça r .

B ir sö z d e v ard ır ki ilk b a h a r m e v s im i g ib id ir . H er ta ra fı sü s le r ,

g ü z e lle ş tir ir , sa y ıs ız y a ra rla r s a ğ la r .35

Mevlâna insanları din ve inançlarından ötürü küçümsememeyi, Yahudi, Hristiyan ve Allah’ı inkâr eden kâfirlere bile hakaret etmemeyi öğütler. Çünkü şu anda kâfir olan bir kişinin yarın ne olacağı bilinemez. Belki de bir süre sonra Müslüman olabilir. İnsanın ömrünün ne zaman ve nasıl biteceğini Allah’tan başkası bilemeyeceğine göre, herkese karşı insanlık gereği alçakgönüllü davranmalıdır.36

33 M evlâna, Mesnevî, c. V, 3571-3576.

34 M evlâna, Mesnevî, c. III, 2701-2730.

35 M evlâna, Mesnevî, c. III, 265-266.

36 M evlâna, Mesnevî, c. VI, 2450-2452.

Page 18: Erdemi - akmb.gov.tr

Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma f iV

Mevlâna kemâl noktasına ulaşan bir insanın her şeyiyle Hakka teslim olup beşeriyet sıfatlarından sıyrılması gerektiğini şöyle ifade eder:

Ey g e n ç ; g ü n a h yükü o lm a y a n k işi şe y h tir . Y ay g ib i, H akk o n u e l in e

a lm ış tır ! O n d a n g e le n h e r şey i k a b u l e tm iş t ir .

B ir k im s e d e b e ş e r iy e t s ıfa t la r ın d a n b ir te k kıl b i le k a lsa , o k işi a rş a

g ö k le re m e n s u p d e ğ ild ir . Y an i A lla h ’ın h a s k u lla r ın d a n d e ğ ild ir .37

Mevlâna samimi bir sûfînin, gönlünü bulanıklıktan kurtarıp saf olmayı isteyen kişi olduğunu vurgulayarak, kaba bir yün elbise, yamalı bir cübbe giyip ağır ağır yürümekle sûfî olunamayacağını belirtir.38 Gerçek mürşidin Hakk yolundan haber vereceğini, sözünün de yüzünün de nûr olacağını, onun dudaklarından dökülen hakikat şarabını tatmayanların sahte şeyhlerin peşine takılacaklarını ifade eder.39 Sahte şeyhlerin de kendilerini en üst makâmda gördüklerini şöyle vurgular:

S a h te şe y h le r , şu d av u llu , b ay rak lı h a m k iş ile r g ib i; "B iz im ö te le rd e n ,

y ok lu k y u rd u n d a n h a b e r im iz vard ır. B iz y o k lu k y o lu n u n u lak larıy ız ."

D iye b a ğ ır ıp ça ğ ırırla r .

O n la r d ü n y ay a şe y h lik la fın ı y a y m ış la r , k e n d ile r in i B â y ez id -i B is tâ m î

sa n m ış la rd ır .

K en d i k e n d ile r in i H akk y o lu n d a y ü rü y or s a n m ış la r , H akk’a u la ş tık la rın ı

id d ia e tm iş le r , H akk y u rd u n d a m e c lis k u rm u şlard ır.

O n la rın b u s a ç m a sö z le r in e k u lak a s m a , o n la r ın t it r e y iş in e v e y ü z lerin in

re n g in e b ak !

C e n â b -ı Hakk; "N iy e tler i y ü z lerin d e g ö rü n ü r d u ru r." D iye bu y u rd u .

B u g ö r ü n e n şey ler, v erd iğ i h a b e r e zıt d ü şü y o r. Ç ü nkü in s a n ş e r le

y o ğ ru lm u ştu r .40

Ş u n u b il ki h ü n er, a te ş i a p a ç ık g ö rm e k tir . Y o k sa d u m a n ın tü ttü ğ ü y e rd e

a te ş var, d e m e k d e ğ ild ir .41

İnsanlar iman bakımından olduğu gibi, tasavvufî derinlik açısından da derece derecedir. Tasavvufî makâmların en üstünde bulunan Allah dostlarına kutup ve gavs denir. Mevlâna insanı-ı kâmili bazen kutup olarak isimlendirip onu akla ve aslana, halkı ise diğer organlara benzetir. Halkın rızıklanmasını, onların kutba olan saygı ve sevgisine bağlar:

K u tu p a s la n g ib id ir; iş i av la n m a k tır . G eri k a la n h a lk is e , o n u n artığ ıd ır .

G ü cü n y e tt iğ in c e k u tb u razı e tm e y e ç a lış ; o n u n is te k le r in i y e r in e g e tir

Erdem

502008

9

37 Mevlâna, Mesnevî, c. III, 1789, 1798.

38 Mevlâna, Mesnevî, c. V, 363-364.

39 Mevlâna, Mesnevî, c. IV, 2484, 2519-2522.

40 Mevlâna, Mesnevî, c. VI, 2547-2549, 2564-2566.

41 Mevlâna, Mesnevî, c. VI, 2505.

Page 19: Erdemi - akmb.gov.tr

M e h m e t N e c m e t t i n B A R D A K Ç I

Erdem

1050

2008ki, o k u v v e tle n s in d e v a h ş i h ay v a n la rı a v la s ın

O z a h m e te d ü şü p in c in irs e h a lk g ıd a s ız kalır. Ç ü nkü h a lk ın rız ık la n m a sı,

ak lın e li ve y a rd ım ı iled ir .

H alk ın v e cd i, m a n e v î h e y e ca n ı, g ö n ü l g ıd a s ı a n c a k o n u n artığ ıd ır .

G ö n lü n e ğ e r av is t iy o r sa , b u n u iyi d ü şü n .

K u tu p , a k la b en z er ; h a lk is e te n d e k i uzu vlar g ib id ir . B e d e n in te rb iy e s i ,

id â re s i a k la b a ğ lıd ır , ak lın e lin d e d ir .

K u tb u n zayıflığ ı te n za y ıflığ ın d a n o lu r , rû h za y ıflığ ın d a n o lm a z !

D ay an ık sızlık , çü rü k lü k g e m id e o lu r , N û h ’ta o lm a z !

K u tu p o k im se y e d e r le r ki, k en d i e tra fın d a d ö n e r d o la ş ır ; g ö k le r d e

o n u n e tra fın d a d ö n e r .42

Mevlâna gönül gözü kapalı insanları yarasalara benzeterek, onların kâmil insanlardaki, Allah dostu velîlerdeki Hakkın nûrunu göremeyeceklerini belirtir. Ona göre şeriatın da, takvânın da canı olan insan-ı kâmile Allah mârifeti bağışlamıştır. Sırları açan da odur, açılan sırlar da. Dünyanın yetim kaldığını söyleyen basiretsizlerin bilgisizce söyledikleri sözlere rağmen Allah’ın yüceltip üstün kıldığı insan-ı kâmil bugünümüzün de yarınımızın da padişahıdır:43

İ s te r iyi o ls u n , is te r k ö tü o ls u n , is te r y e rin d e , is te r y e rsiz o ls u n , k u tb a

k arşı in a t e d e n in H akk’a g e t ir e c e k b ir b e lg e s i y ok tu r. İn a tç ı b u h u s u s ta

h iç b ir z a m a n h aklı ç ık m a y a ca k tır .

Ç ü nkü b iz o n u y ü ce lttik , ü s tü n kıldık , özrü d e , b e lg e y i d e a ra d a n

k a ld ırd ık .44

Her devirde Allah dostu velîler bulunur. Gerçek velîler gönül gözü açık olanlar tarafından bilinebilir. Ancak, körün malını çalan hırsızı bilemeyişi gibi, kendilerine delilik süsü vererek gizleyenleri tanımak mümkün değildir.45 Gerçek velîleri tanımayanların yanı sıra, kemâle ulaşmada bir yol olan aşk hakkında ileri geri söz eden ve âşıkları kınayanlara aldırış etmeyen Mevlâna, onların aşkı bilmedikleri için sözlerine güvenilemeyeceğini belirterek yalanlarını yüzlerine vurur. Bu tür insanların aşk yoluyla vuslata eren bu aşk padişahı kâmil insanlar hakkındaki sözlerinin kocaman bir yalandan ibaret olduğunu şöyle dile getirir:

A şk p a d iş a h ın ın v e fâ s ı y o k tu r d iy orlar; y a la n .

S e n in g e c e n in s a b a h ı yok tu r, gü n d ü zü g ö r e m e z s in d iy orlar; y a lan .

42 M evlâna, Mesnevî, c. IV, 2339-2345.

43 M evlâna, Mesnevî, c. VI, 2080-2094

44 M evlâna, Mesnevî, c. VI, 2624-2625.

45 M evlâna, Mesnevî, c. II, 2344-2352.

Page 20: Erdemi - akmb.gov.tr

Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma

E rdem

11D iy orlar ki: A şk iç in n e d iy e ö ld ü rü y o rsu n k e n d in i, b e d e n y ok o ld u k ta n 50

2008s o n ra h a y a t yok; y a la n .

A şk y ü zü n d en g ö z y a şı d ö k m e n a b e s , g ö z ü n ü y u m d u n m u g ö rm e k ,

b u lu ş m a k y o k d iy o rlar; y a la n .

D iy orlar ki: Ş u z a m a n g e ç ip g itti, b iz d e za m a n ım ız ı d o ld u rd u k m u ca n ,

o y a n a g itm e z , b u n a im k ân yok; y a lan .

H ay â le k a p ıla n la r , h a y â ld e n g e ç e m e y e n le r , p e y g a m b e rle r in b ü tü n

h ik ây e leri d ü zm e, h a y â ld e n ib a r e t d iy orlar; y a la n .

D oğru y o lu tu tm a y a n la r d iy o rla r ki: K u lu n , T an rı k a p ıs ın a v a rm a sı

m ü m k ü n d e ğ il; y a lan .

G ö n ü l s ırr ın ı b i lm e y e n le r d iy o rla r ki: G ay b s ırr ın ı T an rı, k u lu n a v a s ıta s ız

sö y lem e z ; y a la n .

D iy orlar ki: K u la g ö n ü l s ırr ın ı a çm a z la r , lü tfe d ip ku lu g ö ğ e a lm azlar ;

y a lan .

B a lç ık ta n m e y d a n a g e le n in s a n , g ö k e h liy le â ş in â o la m a z d iy orlar;

y a lan .

D iy orlar ki: T e rte m iz ca n , şu y u v ad an a şk k a n a d ıy la u çu p h a v a la n a m a z ;

y a lan .

H alk ın zerre zerre iy iliğ in e , k ö tü lü ğ ü n e o g e rç e k g ü n e ş , m ü k â fa t v e cez â

v e rm ez d iy orlar; y a la n .

S u s ; e ğ e r b ir is i s a n a harfsiz , s e s s iz sö z o la m a z d e rs e , d e ki; y a la n .46

Mevlâna’ya göre yoksulluğa bürünen bir kâmil velî, Allah’ın kendisine açtığı sırlara vâkıftır.47 Kemâl mertebesine erişip irşad makamına yükselen bir mürşid, kendi çocukları hükmünde olan halka öğüt verirken onların seviyelerine göre hitap edip anlayacağı dilden konuşarak gönüllerini imar eder.48 Gönüllerinde aşk ve samimiyet olmayan nice irfansız bilginler sahip oldukları bilgiden kendileri faydalanamazken, bu güzel vasıfları kendinde toplayan bir ârif-i billah olan Mevlâna, ilâhî aşkın bir göstergesi olan insan sevgisini ve hoşgörüyü hayat tarzı yapmıştır. Bir insan-ı kâmil olan Mevlânâ’nın hayat felsefesini onun şu sözü özetlemektedir:

Ö m rü m ü n m a h s u lü üç sö z d ü r h e m a n

H am id im , p işd im v e y a n d ım e l -a m a n 49

46 Mevlâna, Divân-ı Kebîr, c. II, 3116-3124, 880-883.

47 Mevlâna, Mesnevî, c. II, 3215-3218.

48 Mevlâna, Mesnevî, c. II, 3317-3319.

49 Bediuzzaman Firuzanfer, Mevlâna Celâleddin Rûmî, çeviren: Feridun Nâfiz Uzluk, İstanbul 1997,s.37.

Page 21: Erdemi - akmb.gov.tr

4 р M e h m e t N e c m e t t i n B A R D A K Ç I

1250

2008

Erdem

SonuçMevlâna, birçok kültür ve medeniyete beşiklik yapan Anadolu’da sevgi pınarı ile susayana Kevser, yolunu kaybedene ışık olmuştur. Tevhid esasına dayalı İslâmiyet, Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerinin yanı sıra Türk, Arap ve İran ile Yunan ve Bizans kültürlerine olan vukûfiyeti ona Doğu ve Batı medeniyetleri arasında bir köprü olma görevi yüklemiştir.

"Kendini bilen Rabbini bilir" sözünü özümseyen Mevlâna, insanın kendi değerinin farkına varmasına büyük önem vermiştir. Kendi aslî cevherinin farkına varan insanın, Allah’ın yüceliği karşısında saygıyla eğilip O’nu seveceğini belirtmiştir. İnsanın kendini tanımasının ötekine karşı tutum ve davranışlarına olumlu etki edeceğini, kendini tanımayanların başkalarının kusurlarıyla uğraşacaklarını vurgulamıştır. Allah’ın âlemdeki aynası olan insanı manevî emânetin taşıyıcısı olarak görüp din ayrımı yapmaksızın herkese saygı göstermiştir.

Âlemin özü ve aynası olan insan-ı kâmil, mükemmelliğinin ve tamlığının son sınırındaki insanî nefistir. Bir yandan insan, öte yandan âlemin ilk örneğidir. Allah isminin bir tecellî ve tezâhür yeri, yaratılışın gayesi ve Allah’ın yer yüzündeki halifesidir. Bilgelik, merhamet, cömertlik, isâr, sevgi ve hoşgörü gibi tüm ahlâkî iyiliklerin sembolüdür.

Mevlâna, ney sembolüyle anlattığı insanı kâmili damlada gizlenmiş bir denize, zerreye sığınmış bir güneşe benzetir ve büyük âlemin bir yansıması olarak görür. Ona kozmik bir varlık olarak bakarak insanlık cevherini kâinatın odak noktası yapar. Kutup olarak isimlendirdiği insanı-ı kâmili akla ve aslana, halkı ise diğer organlara benzetir. Halkın rızıklanmasını onların kutba olan saygı ve sevgisine bağlar. İnsan-ı kâmilin kendinden, benliğinden sıyrıldığında sırlarla dolduğunu, yokluğa bürünmesine rağmen eşyanın hakikatini bildiğini vurgular.

Mevlâna’nın düşünceleri, insanı bir yönüyle Allah’a, bir yönüyle de âleme bağlamaktadır. Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insan, hem Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirmekte, hem de toplumda örnek insan olmaktadır. Bu yüzden insanı tam merkeze alan Mevlâna, insan hürriyetine büyük önem vermiş, insanın benliğini geliştirip insanî "ene"yi en yüksek noktaya çıkarmıştır.

KaynaklarA b d ü lk erim e l-C îlî , İn san -ı K âm il, Ç ev iren : A b d ü laziz M e cd i T o lu n , (H az ır lay an lar :

S e lç u k E ray d ın , E k rem D em irli, A b d u lla h K a rta l), İs ta n b u l 1998 , 3 4 5 -3 4 6 .

A h m ed E flâk î, Ariflerin M enkıbeleri (M en â kıb u l-â r ifîn ) , çe v ire n : T a h s in Y azıcı 3. b a sk ı

İs ta n b u l 1995 , II, 1 2 4 -1 2 5 .

C an, Şefik, M evlâna H ayatı, Şahsiyeti ve Fikirleri, İs ta n b u l 1995, 100.

Page 22: Erdemi - akmb.gov.tr

Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma

E rdem

13D em irc i, M e h m e t,"N û r-ı M u h a m m e d î" , D E Ü İF D erg isi I, İzm ir 1983 , 2 3 9 -2 4 5 50

2008D em irc i, M e h m e t, M evlâna'dan D üşünceler, K on y a 2 0 0 6 , ss . 1 0 6 -1 0 9 .

F iru zan fer, B e d iu z z a m a n , M evlâna Celâleddin R ûm î, ç e v ire n : F e rid u n N âfiz Uzluk, İ s ta n ­

b u l 1997 , s .3 7 .

K ara, M u sta fa , "M ev lâ n a , M e s n e v î v e N ey", N ey'e Dâir, K on y a 2 0 0 6 , s. 15.

M e v lâ n a , M esnevî, çe v ire n : Ş e fik C an , İs ta n b u l 1995 , c . IV, 5 2 1 -5 2 4 .

M e v lâ n a , M esnevî, II, 8 8 1 -8 8 2 .

M e v lâ n a , M esnevî, c .I, 1-4.

M e v lâ n a , D ivân-ı Kebîr, H azırlayan : A b d ü lb â k i G ö lp ın a rlı, A n kara 1992 , c. II, 3 9 2 9 -3 9 3 7 .

M e v lâ n a , M esnevî, c. V, 3 5 7 1 -3 5 7 6 .

M u h y id d in İb n ü ’I-A rabî, e l-F ü tû hâtü 'l-M ekkiyye, K a h ire 1293 h ., I, 1 5 3 -1 5 5 .

O kçu , N aci, Şeyh G âlib (H ayatı, E d eb î Kişilği, Eserleri, Şiirlerinin U m um i Tahlili ve Dîvanının

Tenkitli M etni), A n kara 1993 , c . I, s. 3 1 8 -3 2 0 . T e rc î-i b e n d .

R â ğ ıb e l- Is fa h â n î, 561 ; Sey y id Ş e r if C ü rcâ n î, K itâbu't-T a'rîfât, K a h ire 1991 , 249 .

T ü rer, O sm a n , "T asav v u fî D ü ş ü n c e d e İn sa n ", Tasavvuf, Y ıl: 2, S a y ı:5 , O c a k 2 0 0 1 A nkara,

9 -1 5 .

Y ak ıt, İsm a il, B atı D üşüncesi ve M evlâna, İs ta n b u l 1993 , s. 36.

Page 23: Erdemi - akmb.gov.tr
Page 24: Erdemi - akmb.gov.tr

Birlik Denizinde Kaybolmanın Zamanı: Can Ateşinde Kanatlar (Mevlânâ)

Selm a BAŞ*

ÖZT u rg ay N ar, 19 9 0 s o n ra s ı yazd ığ ı o y u n la r ıy la T ürk tiy a tro s u n d a d ikkat

çe k e n y a zarların b a ş ın d a g e lm e k te d ir . T iy a tro la r ın d a d a h a ç o k to p lu m s a l

so ru n la r ı e le a la n yazar, T ü rk k ü ltü rü n ü n z e n g in k a y n a k la r ın d a n d a

b e s le n e r e k fe ls e fi-ta s a v v u fi-m is tik b ir b ir ik im d e n d e y a ra rla n ır . T u rg ay

N ar’ın M e v lâ n â ’n ın ç ık tığ ı iç s e l y o lc u lu ğ u a n la t t ığ ı Can A teşinde K an atla r

(M evlân â) (2 0 0 0 ) a d lı o y u n u d a b u n la rd a n b irid ir . B u e s e r d e yazar,

M e v lâ n â ’yı m e rk ez e a la ra k H a llâ c -M a n s û r , Ö m e r H ayyam , F e rid ü d d in

A ttar, Y u n u s E m re , Ş iraz lı H afız, Sey y id N e s îm î g ib i ta sa v v u f e h li

k im se le r i v e Z erd ü şt, H itit li Y o n tu c u , M e n o c c h io g ib i farklı d in e

m e n s u p o lm a k la b ir lik te a y n ı özü ta ş ıy a n k iş ile r i, h ü m a n is t b ir fe ls e fe

e tra fın d a b ir a ra y a g e tirir . T asav v u ftak i "tayy-ı z a m a n " v e "tayy-ı m ek â n "

a n la y ış ın d a n d a y a ra r la n a n yazar, M e v lâ n â ’n ın z a m a n ın d a n g e ç m iş e ve

g e le c e ğ e u zan ırk en ; farklı m e k â n la rı d a m e k â n sız lık la b ir le ş t ir ir . B ö y le c e

M e v lâ n â ö ğ re tis in d e k i e v re n s e lliğ in , k işi, z a m a n v e u zam b o y u tu n d a d a

y a k a la n d ığ ı b ir e s e r o r ta y a koyar.

A n ah tar K elim eler: Türk t iy a tro su , T u rg ay N ar, C an A teşinde K an atlar,

M ev lâ n â , tasav v u f, h ü m a n iz m .

ABSTRACT Time to Get Lost in the Sea of Unity:

Can Ateşinde Kanatlar (Mevlâna)W ith th e w orks h e p ro d u c e d a fte r 1990 , T u rg ay N ar p la y s th e le a d in g

ro le a m o n g th e re m a r k a b le a u th o r s in th e w orld o f th e a t e r in Turkey.

T h e a u th o r , w h o d is c u s s e s m a in ly s o c ia l p r o b le m s in h is p lay s , u s e s

a p h ilo s o p h ic -s u f is t - m y stic e x p e r ie n c e a n d k n o w led g e , a n d th e rich

s o u r c e s o f T u rk ish c u ltu re . Can A teşinde K an atla r (2 0 0 0 ) , a p la y b y T u rg ay

N ar a b o u t th e in n e r sp ir itu a l jo u rn e y o f M e v lâ n â is a n e x a m p le in th is

* Yard.Doç.Dr., Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Böl.,/VAN e-posta: selm abas@ yyu.edu.tr

Page 25: Erdemi - akmb.gov.tr

S e l m a B A Ş

s c o p e . In th is w ork, th e a u th o r g a th e r s a ro u n d M e v lâ n â , th e im p o rta n t

S u fis o f d if fe re n t t im e s s u c h a s H a llâ c -M a n s û r , Ö m e r H ayyam ,

F e rid ü d d in A ttar, Y u n u s E m re , Ş iraz lı H afız, Sey y id N e s îm î a n d th e

p e o p le w ith d if fe re n t b e l ie v e s b u t h av in g th e s a m e e s s e n c e s u c h a s

Z erd ü şt, H itit li Y o n tu c u a n d M e n o c c h io . In lin e w ith th e "tayy-ı z a m a n "

(g o in g b e y o n d th e c o n c e p t o f " t im e ") a n d "tayy-ı m e k â n " (g o in g b e y o n d

th e c o n c e p t o f "sp a c e " ) in S u fism , th e a u th o r c o m b in e s th e p a s t an d

fu tu re w ith th e t im e o f M e v lâ n â a n d d if fe re n t p la c e s w ith p la c e le s s n e s s .

In th is way, th e a u th o r c r e a t e s a w ork w h ich c a p tu r e s th e p e r s o n , t im e

a n d s p a c e d im e n s io n s o f th e u n iv e rsa lity o f M e v lâ n â te a c h in g a s w ell.

Key W ords: T u rk ish th e a tr e , T u rg ay N ar, M ev lâ n â , Can A teşinde K an atlar,

su f ism , h u m a n ism .

Giriş

Edebiyat dünyasına şiirle adımını atan Turgay Nar, son zamanlarda, yazdığı tiyatro oyunlarıyla adından söz ettirmektedir. Yazar, hem oyunlarının birçoğunun sahnelenmesi hem de aldığı ödüller yönüyle

başarısını gözler önüne serer. Turgay Nar’ın kaleme aldığı tiyatro eserlerinde üç eğilim dikkati çekmektedir:

Bunlardan birincisi, yazarın Türk-doğu kültürünün kaynaklarından yararlanarak eserler yazmasıdır: Tepegöz (1992)1, Ölümsüzlük Ardında Anadolu (1995)2, Hitit Güneşi (1995), Şehrazat'ın Oyunu (1996), Can Ateşinde Kanatlar/Mevlânâ/ (2000), Divane Ağaç [Yunus Emre/(2004).

İkinci eğilim, günümüz insanının yaşadığı evrensel nitelikteki toplumsal sorunları kapsar: Terzi Makası (1993)3, Sabrın Denize İndirildiği Gün (1993)4, Çöplük (1993)5, Kuyu (1994).

Üçüncü eğilim ise Türk ya da batılı yazarların eserlerinden hareketle

1 Tepegöz 1992-Salihli Belediyesi Oyun Yazma Yarışm ası İkincilik Ödülü’nü alır ve 1994’te Al- m ancaya çevrilir.

2 Bu oyun, 1995- TBMM Tiyatro Oyunu Yarışm ası M ansiyon Ödülü’ne lâyık görülür.

3 Oyun, Diyarbakır Devlet Tiyatrosu 1. Kısa Oyun Yazım Yarışm ası Birincilik Ödülü’nü kazanır.

4 Bu oyun, Tariş 80. Yıl Kültür Sanat Ödülleri Kısa Oyun Birincilik Ödülü’nü alır.

5 "Yılın tiyatro-sanat olayı" olarak değerlendirilen bu oyun, 7. İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali’nde gösterilir. 1993-94 İsm et Küntay Tiyatro Ödülleri En İyi Oyun Yazarı Ödülü’nü ve Lebon Sinem a Kulübü Asaf Çiyiltepe Yılın En İyi Yazarı Ödülü’nü alır. Ayrıca Negatif der­gisi okurlarınca Yılın En Başarılı Oyunu seçilir.1997 ’de 118-Y Lions Yönetim i Çevre Koruma­sına Sanat Katkısı Ödülü’ne lâyık görülür. 2000 ’de 12. Kahire Uluslararası D eneysel Tiyatro Festivali’ne katılır. 2001 ’de Berlin Birikim Halk Sah n esi’nde sahnelenir ve Diyalog Theater Fest 2001 ’e alınır.

Erdem

1650

2008

Page 26: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Birlik Denizinde Kaybolmanın Zamanı: Can Ateşinde Kanatlar (Mevlânâ) f i

kaleme aldığı oyunlardır: Kurt Kanunu (1995)6, Ceza Sömürgesi (1995)7, Yaban (1996)8, Güz Bitiminde Moliere ya da Kibarlık Budalası (1998)9.

1992 yılından beri kuramsal yazılar da yazan Turgay Nar, tiyatro alanında yoğunlaşan yazarlık serüvenini belgesel senaryo yazarlığı, çeviriler ve radyo oyunlarıyla da çeşitlendirir. 1992’de Karacaoğlan adlı 6 bölümlük TV- belgeselinin senaryosunu yazar. İspanyol Fernando Arrabal’ın İki Cellat adlı oyununu İngilizceden çevirir. 2002’de radyo oyunu olarak yazdığı Sabrın Denize İndirildiği Gün ve Ceza Sömürgesi (Ceza Makinesi adıyla) oyunları, İstanbul Radyosu’nda yayınlanır. 2003’te ise Fer'iye Sarayında Son Günler adlı 12 bölümlük radyo oyununu kaleme alır (Nar 2004: 5-7).

Turgay Nar, "mistik ve sembolik öğelerle örülmüş özgün" oyunlarıyla, ritüeli ve "mistik sembolik dili farklı bir söyleyişle" işlemesi yönüyle Türk tiyatro yazarlığına katkıda bulunmayı amaçlar. Bu doğrultuda, yazması "çok güç ve dikkat isteyen ve sahnelenmesi yönüyle risklere açık" oyunlarıyla ilgi görür. Zaten yazar, seyircinin belli bir seviyede olduğunu düşünür ve bu nedenle onlar tarafından anlaşılmama kaygısını taşımaz (Saruhan 2007).

Oyunlarında dile çok önem veren yazar, şiirselliği hiç yitirmeden, işlenen konuya uygun olarak dili "bütün boyutlarıyla" kullanmaya çalışır (Saruhan 2007). Yazarın tiyatrolarında şiirselliği öne çıkarmasında, şair kimliğinin önemli bir etkisi vardır. Kendisi bu konuya dair düşüncelerini şöyle ifade etmektedir:

"B e n k e n d im i h iç b ir z a m a n o y u n yazarı o la ra k g ö rm e d im , b ir şa ir o la ra k

g ö rd ü m . T iy a tro n u n iç in d e b ir şa ir o la ra k d u rd u m , ro m a n d a y a z sa m

d u ru şu m d e ğ işm e z . A klım ın u c u n d a n g e ç m e y e n b ir a la n d ı o y u n

yazm ak. V e ta m a m e n se z g ile r im le yazd ım . H erh a n g i b ir t iy a tro ku ram ı

ya d a k u rg u su ü z e rin e o tu rtm u y o ru m y azd ık larım ı." (S o rg u n 2 0 0 5 ).

Oyunlarında genellikle mistik bir yön olan yazar, kendi kültürümüzün kaynaklarına döndüğünü ve bunlara ihanet etmediğini belirtir. Batı edebiyatını da iyi okuyan Turgay Nar, ayağını bastığı yerin doğu olduğunu vurgular. Bunda yazarın, hikâyelerin otantik şekilleriyle anlatıldığı bir ortamda, Van’da doğup büyümesinin de etkisi vardır (Sorgun 2005).

Nil Ünlü Aycıl’ın ifadesiyle Turgay Nar, eserlerinde "grotesk" anlatımı ustaca kullanan yazarların başında gelmektedir. Yazar,

6 Kemal Tahir’in aynı adlı rom anından kalem e alınm ıştır.

7 Franz Kafka’nın aynı adla dilimize çevrilen eserinden hareketle yazılmıştır.

8 Yakup Kadri K araosm anoğlu’nun aynı adlı romanı tiyatrolaştırılm ıştır.

9 M oliere’in eserinden hareketle yazılan oyun, 10. Uluslararası Tiyatro Festivali’ne alınır ve Fransa’da M arsilya Akdeniz Festivali’ne katılır.

E rdem

17502008

Page 27: Erdemi - akmb.gov.tr

S e l m a B A Ş

Erdem

1850

2008"g ü n ü m ü z d e y a ş a n a n in s a n lığ ın tr a jik d u ru m u n u e v re n s e l b ir

ş e k ild e ak ta rırk en m a s a lla rd a n , m ito lo jid e n , e f s a n e le r d e n , ta r ih s e l

g e rç e k le r d e n y a ra r la n m ış tır . T asav v u f d ü ş ü n c e s i yazar iç in v a z g e ç ilm e z

b ir a r ta la n o lu ştu ru rk e n , yazar g ü n ü m ü z d e d a h a ç o k ço cu k la rd a ve

b a t ı l in a n ç la rd a r a s t la n a n m e to n im ik d ü şü n c e y i k u lla n m a y ı d a ih m a l

e tm e z . T asav v u f d ü ş ü n c e s i ile g r o te s k k u rg u n u n v e b u ku rg u d a y er a la n

k a rn a v a ls ı n ite lik le r in b i le ş im i y a ln ız ca A n a d o lu ’ya u ygun g e le n e k s e l

b ir p o li t ik le ş m e ile s o n u ç la n ır ." (Ü n lü A ycıl 2 0 0 4 : 8, 10).

Yazar, "oyunlarında yakaladığı dehşeti resmetmek, gerçeği imgelerle kanatlandırmak gibi estetik tavrı ile özgün bir noktada durmaktadır.(...) Bu nedenle Turgay Nar, gerçek anlamda Anadolu tiyatrosu ateşinin yükselen harıdır." (Topcu 2004: 20).

Turgay Nar’ın yoğun ilgi gören eserlerinden biri de Mevlânâ’nın Şems-i Tebrizî’yi aramak üzere çıktığı, gerçekte ise kendini bulmaya yönelik iç yolculuğunun dile getirildiği Can Ateşinde Kanatlar (Mevlânâ) adlı oyundur. 2000 yılında yazılan oyun, Konya Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenir. 2004’te kitap olarak yayımlanan eser, aynı yıl Turgay Nar’a Türkiye Yazarlar Birliği’nin tiyatro dalında "Yılın Yazarı" ödülünü getirir. 2004’te İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenen oyun, "2007 Mevlânâ Yılı" etkinlikleri çerçevesinde yeniden seyirciyle buluşur ve görülmeye değer etkinlikler arasındaki yerini alır. 14. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’ne de katılan oyun, Suriye, Kırım, Makedonya, Hollanda gibi ülkelerde de sahnelenir.

Can Ateşinde Kanatlar, "Birinci Bölüm (5 sahne)", "İkinci Bölüm (7 sahne)" ve "Son Sahne"den oluşur. 1.Sahne, Şems-i Tebrizî’nin bir kuyu başında öldürülmesi esnasında bundan habersiz olan Mevlânâ’nın uyku ile ölüm arasındaki sessizlikte mırıldandığı şiirle başlar. Bu, Mesnevi'nin başında yer alan ilk 18 beyitte söylenilenlerin yeni bir anlatımla dillendirildiği serbest şiir tarzında yazılan mısralardır.

Oyunun dramatik kurgusunun merkezinde Muhammed Celâleddin (Mevlânâ) yer alır. Şems-i Tebrizî, Hallâc-ı Mansûr, Divâne Derviş, İki Cankıyıcı, Ömer Hayyam, Zümrüdüanka, Feridüddin Attar, Zerdüşt, Hititli Yontucu, Değirmenci Menocchio, Yunus Emre, Nakkaş, Meryem, Şirazlı Hafız, Seyyid Nesîmî, Ayetü’l-Sema Kuşları ise oyunun diğer kişileri olarak yer alır.

Mekân olarak oyun bir gül bahçesinde başlar. Daha sonra kuyu, dünyanın çekirdeği magma, yanardağın eteği, Hitit ülkesi, değirmen, mezarlık gibi yerlerde ve bilinmezlik mekânında dolaşılır. Nihayetinde oyun yine başladığı yerde, bir gül bahçesinde biter.

Zaman olarak Mevlânâ’nın zamanında Şems’in kayboluşu-öldürülüşü

Page 28: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Birlik Denizinde Kaybolmanın Zamanı: Can Ateşinde Kanatlar (Mevlânâ) f i

ile başlayan oyun, farklı kişilerin katılımıyla geçmişi ve geleceği kendinde birleştiren bir belirsizliği taşır. Aslında oyun, başladığı ân’a bağlanarak hemen sonrasında Mevlânâ’nın Şems’le konuşmasıyla son bulur.

Can Ateşinde Kanatlar, yazarın Mevlânâ’ya bakışının belirlediği konulara göre şu başlıklar altında değerlendirilebilir:

1. Mevlânâ’ya Bakış/Bir Entelektüelin DramıCan Ateşinde Kanatlar oyununda yazarın tek gayesi, Mevlânâ’yı konu alan bir eser yazmak değildir. Kendi ifadesiyle Mevlânâ oyunu, yaklaşık bir yıllık yoğun bir okuma döneminin sonucunda ortaya çıkar. Yazar, bu oyuna yüklediği anlamı şöyle belirtir: "Mevlânâ oyunu, bugünkü kaotik yapıyı anlatmamda yardımcı oldu. Yaşadığı dönemin entelektüeli olarak Mevlânâ’nın dramını gördüm." Mevlânâ’ya sadece dinsel bir kimlik ya da sadece hümanist bir kimlik yüklemenin doğru olmadığını söyleyen Turgay Nar, "Mevlânâ’ya ne dinsel konulardan soyutlayarak ne de bu konularla birlikte bakmak mümkün. Dengeli, yazınsal bir bakış gerekiyor." demektedir. Ona göre doğru dürüst okunmayan ya da yanlış okunan Mevlânâ’yı büyük kılan özellik, "büyük insanlık birikimini özümseyip bir potada sunmasıdır" (Sorgun 2005). Bu düşünceler doğrultusunda yazar, oyununda Mevlânâ’yı ne kendi gerçeğinin dışına iter ne de bilindik, sığ bir çerçeve içinde ele alır. Onun bu dengeyi koruyan ve yazınsallığın beraberinde getireceği farklılıkları göz ardı etmeyen tutumu, eserde de kendini hissettirir.

Mevlânâ’nın dramının kaynağını, onu anlayacak insanların olmayışı belirler. Evreni ve kendi varlığını sorgulayan, sonsuzluğun sırrına ulaşmak isteyen Mevlânâ, yoldaşı Şems-i Tebrizî’nin yok oluşu-öldürülüşü ile birlikte yalnızlığa gömülür. Ona duyduğu sevginin büyüklüğünün ve sonrasında çektiği acının temelinde de bu vardır. Ömer Hayyam’a göre sonsuzlukta yalnız başına bir nokta olan Mevlânâ, diğer bir nokta Şems ile birleşince sonsuzluğa akan bir doğru oluşturmuştur. Oysa "bir nokta bile olamayan insanlar, bunu nasıl anla" yacaklardır (Nar 2004: 41). Çünkü onlar gibilerin halkla geçinmesi kolay değildir. Bütün olumsuzluklarına rağmen yine de insandan Tanrı sevgisine ulaşmışlardır.

Mevlânâ da yaşamakta olduğu acının kaynağını cahil halka dayandırır: "Şu Moğol’un talanı, Moğol’un zulmü bile ders olmadı. Ben bunu söyledim de adımı işbirlikçiye çıkardı bu sürüngen sürüsü. Çok acılar çekiyorum ey Hayyam. Cahil, köpeğini saldı üzerime. Köpek parçaladı kalem tutan parmaklarımı. Köpek değilim ki ben de onu ısırayım. Çok acılar çekiyorum, çok acılar." der (Nar 2004: 42).

E rdem

19502008

Page 29: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i S e l m a B A Ş'V

20

Erdem

50 Mevlânâ’nın karşısına çıkan Feridüddin Attar, ona babasını anımsatır.2008

"Bilginler sultanı" olarak anılan babası Bahaeddin Veled ise anlaşamadığı ulema takımının şerrinden kaçmıştır.

Mevlânâ’nın sadece yaşadığı dönemde değil, günümüzde de doğru anlaşılmadığına inanan yazar, bu nedenle kendisiyle yapılan söyleşide "Can Ateşinde Kanatlar’da Mevlânâ’nın yalnızlığını an la ttım ." demektedir (Sorgun 2005). Dolayısıyla bu vurgu, geçmişin olduğu kadar bugünün algılayışını da kapsamaktadır.

2. Kişi-Zam an-Mekân Akışkanlığında Yakalanan EvrensellikTurgay Nar, Can Ateşinde Kanatlar oyununda kişi-zaman-uzam akışkanlığından yararlanır. Bunu yaparken farklı zaman ve mekânda yaşamış kişileri, Mevlânâ’nın etrafında bir araya getirir. Yazar bunu yaparken Mevlânâ’nın kişileri, zaman ve coğrafyaları aşan evrensel kimliğini de öne çıkarmış olur. Oyunda başvurulan bu kullanımlar, tasavvuftaki "tayy-ı mekân, "tayy-ı zaman" anlayışına dayalı olarak açıklanırken bir yandan da oyunun yaslandığı grotesk yapı ortaya konulur.

Geçmiş zamanlarda "Ene’l-Hak" dediği için asılan, yakılan ve külleri denizde "Ene’l-Hak" yazdıran ve bu yönüyle çarmıha gerilen İsa’yla aynı meşrebe giren Hallâc-ı Mansûr, gelecekte aynı gerekçeyle derisi yüzülecek olan Seyyid Nesimî’nin derisini hırka olarak Mevlânâ’ya getirir. Divane Derviş’ten sonra evreni, varlığı ve kendi kimliğini felsefi manada sorguladığı bir anda Mevlânâ’nın karşısına bu sorgulayışa uygun olarak Ömer Hayyam çıkar ve onunla birlikte sorulara bir cevap bulmaya, bu arayışa bir anlam vermeye çalışır. Daha sonra Feridüddin Attar, Yunus Emre, Şirazlı Hafız, Seyyid Nesîmî ile aynı anlayışa sahip tasavvuf silsilesi farklı zaman ve farklı coğrafyaları birleştirir. Zümrüdüanka, Ayetü’l Sema Kuşlar ile gelenek içinde var olan sembolik anlam çerçevesi tamamlanır.

Ahura Mazda adlı Tanrı’ya inanan Zerdüşt ise insanlığa doğruyu, iyiyi, güzeli öğretme ve inandığı değerler noktasında Mevlânâ ile aynı meşrepte birleşir. Buna yaptığı güneş yontularıyla insanlığa güzel değerler aşılamaya çalışan Hititli Yontucu ve 16. yüzyıl sonlarında okuma yazmayı kendi öğrenen, İncil, Kur'an gibi kutsal kitaplar dâhil olmak üzere pek çok eser okuyan ve bir değirmenci olan İtalyan köylüsü Menocchio da katılır.

3. Bir Arayış-Buluş Serüveni/M istik Bir YolculukCan Ateşinde Kanatlar, görünürde Mevlânâ’nın Şems’i arayıp bulma adına çıktığı, gerçekte ise kendi benliğini bulduğu mistik bir iç yolculuğu konu alır. Bu yolculuk, tasavvuf geleneğine uygun aşamalara göre şekillenir ve bu gelenekte yer alan simgeler ve benzetmelerle anlatımını bulur.

Page 30: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Birlik Denizinde Kaybolmanın Zamanı: Can Ateşinde Kanatlar (Mevlânâ) f i

Hallâc’a göre Mevlânâ, kalp gözünün kapısını açmalı ve onun ışığının camını kendisine ayna kılmalıdır. Oyunda aramak, yüceltilen bir eylemdir. Çünkü kişi aradıkça bulacak, buldukça arayacaktır. Mevlânâ ise kişinin değerinin aradığı şey olduğunu söyler.

Hakikati, benliğini, sevgiliyi, Tanrı’yı bulma adına çıkılan yolculuk, hep bir pervane imgesiyle anlatılır. Bu doğrultuda Divâne Derviş de diğerleri gibi yolunun hiçlik ateşinde yanmak olduğunu ve kanatlarının onu ölümcül bir ışığa sürüklediğini belirtir.

Şems-i Tebrizî’yi yana yakıla arayan Mevlânâ’nın serüveni, 3. Sahne’nin sonunda Mesnevi’de anlattığı neyin hikâyesiyle birleşir. Şems’in öldürülüp atıldığı kuyunun başında ona seslenen Mevlânâ, karşılık bulamayınca Allah’a yakarmaya başlar:

" Ey Kelimullah!BU SIRLAR KUYUSUNU BİR AYRILIKLAR NEY’İNE DÖNÜŞTÜR; BENİ DE

İÇİNE ÜFLE, EYY ALLAH!..İllallah!..." (Nar 2004: 43).Mevlânâ, duasının sonunda bir neye dönüşen kuyuya sema yaparak iner.

Burası bir zulüm mahzenidir. Bu kan içici yolculukta, istese de geri dönüş yoktur. Yüzü parçalanmış bir ayna gibi olan Zümrüdüanka, bu yolun uzun olduğunu, her biri ayrı bir güçlükle dolu yedi vadiyi geçmesi gerektiğini ve yolun sonunda ateşe ulaştığında kanatlarının yanacağını söyler. Zira Mevlânâ, bu ilençli yolda ışığı arayan bir pervanedir.

5. Sahne’de Mevlânâ’nın yolculuğu, Feriddüddin Attar’ın Mantıku't-Tayr adlı eserinde anlattığı Hüthüt’ün önderliğinde 30 kuşun padişahları Simurg’u bulma amacıyla çıktıkları yolculukla birleşir. Oyunda Zümrüdüanka ve Ayete’l-Sema Kuşları, diyaloglara uygun olarak konuşur ve Mevlânâ’ya eşlik ederler. Zira çıkılan yol da hedeflenen amaç da varılan sonuç da aynıdır.

Gül bahçesinde Şirazlı Hafız’la şiirler okuyan Mevlânâ, yedi vadiyi geçmiş ama Şems’i bulamamıştır. Hafız, Şems’in onun içinde olduğunu, uzağa gideceğine kalbine yürümesi gerektiğini söyler. Yolun sonuna yaklaşan Mevlânâ, sevenle sevilen arasında zardan bir gömlek kaldığı için yolculuğuna devam edecektir. Zira ışığa kavuştuktan sonra zaten kanatlara ihtiyacı olmayacaktır. Burada Şirazlı Hafız, insanı kurtaracak tek şeyin "aşk" olduğunu vurgular.

Yolculuğun sona ermesi için geçilmesi gereken yedi vadi biter ve bilinmezlik mekânına varılır. Bu aşamada nefes de neyden çıkmaktadır. Feridüddin Attar, Mevlânâ’ya kuşların Simurg’u bulduklarında karşılarındaki aynada kendilerini gördüklerini, böylece yolculuğa aslında kendilerini

E rdem

21502008

Page 31: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i S e l m a B A Ş'V

Erdem

22

50 bulmak üzere çıktıklarını anladıklarını anlatır. Böylece kuşların yolculuğuyla örtüşen Mevlânâ’nın yolculuğu da gerçek anlamına kavuşmuş olur. Zira "Hakk’a ulaşmak kendine ulaşmaktır, kendine ulaşmak ise Aşk’a ulaşmaktır." (Nar 2004: 90).

1. Sahne’de olduğu gibi 12. Sahne’de de Mevlânâ, "bir gül yaprağının hüznüne" yaslanmıştır. Bu sırada Seyyid Nesîmî ona, Hallâc’ın küllerini emanet olarak getirir. Külleri uzattığı anda onun ellerindeki Şems yazısını görür ve onun Şems olduğunu anlar. Son Sahne’de Mevlânâ ölmek üzeredir. Nesîmî görünümünde olan Şems ise yanındadır. Şems, kuyuya atıldığından beri farklı kılıklara bürünerek onun yolculuğuna ve acısına eşlik etmiştir. Artık Şems Mevlânâ, Mevlânâ da Şems’tir.

4. Zulm ün Kaynağı ve Evrenin/Varoluşun/Sevginin Merkezi: İnsanCan Ateşinde Kanatlarla vurgulanan yönlerden biri de insandır. Oyunda insana iki yönlü bir bakış söz konusudur: İnsan hem bu dünyadaki kötülüklerin, zulmün, haksızlıkların, yaşanan acıların kaynağıdır, hem de evrenin, varoluşun, sevginin özünü oluşturur. İnsan hem evrenin merkezidir hem de yaptığı kötülüklerle cehennem ateşinin bu dünyayı yakmasına neden olan varlıktır. Divâne Derviş’e göre bu dönemde "halkın cehaleti, iktidarın ihaneti, Moğolların zulmeti" bunu beslemektedir (Nar 2004: 35).

Mevlânâ, Şems’in atıldığı ve içi cesetlerle dolu olan kuyudaki yolculuğundan geri dönmek ister. Zümrüdüanka ona, Cüneyd-i Bağdadî’nin oğlunun öldürülüp başının yerlerde yuvarlanması hikâyesini anlatır. Bunun üzerine "İnsan, insan olalı kaşığını zulmün aşından çekmedi" der (Nar 2004: 47). Mevlânâ, kuyu/ney’deki insan zulmünün atıklarını temizleme gücünü kendinde bulamaz.

Mevlânâ, magmadan çıkıp yanardağın eteğinde satranç oynayan Zerdüşt’ün yanına gelir. Zerdüşt, Tanrısı Ahura Mazda’nın mükâfatına erişinceye kadar insanlara doğru yolu öğretmeyi bir görev edinmiştir. Mevlânâ ona, insanların neden bu kadar acımasız olduğunu ve dostlukların bile neden hilenin bir parçası olduğunu sorar. Zerdüşt ise insanın Tanrı’nın yarattığı cehennemden önce kendi içinde yarattığı cehennemde helak olacağını söyler. Ona göre insan, hayvanların en acımasızıdır. Zulüm, kavga, savaş ve ihanetler içinde çaresiz kalan Zerdüşt, Tanrı’ya sığınır. İnsanların adalet, hür düşünce, erdem ve iyiliğin hâkim olduğu, yalan ve riyadan uzak bir yaşam sürmesini diler. Mevlânâ ise insanoğlunun şaşırmış bir halde, işlediği cinayetlerle yarattığı cehennemi cennet sandığını belirtir.

Hititli Yontucu’ya göre de bu çamur âleminde kötülükten, zulümden, haksızlıktan başka bir şey yoktur. İnsanların mutlu olduğu bir devir de yoktur. Giderek karanlığa gömülen insanlara, yaptığı güneş yontularıyla yarınlara

Page 32: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Birlik Denizinde Kaybolmanın Zamanı: Can Ateşinde Kanatlar (Mevlânâ) f iV

Erdem

umutla bakmayı, aydınlık içinde barış ve dirliği nasıl korumaları gerektiğini anlatmaya çalışır.

Can Ateşinde Kanatlar'da insanların olumsuz özelliklerinin yanı sıra ona yüklenen olumlu anlamlar daha ön plandadır. Hallâc’a göre kalp gözünde yapılacak yolculukta kişi, kalp aynasına bakmalıdır. Çünkü o zaman evreni ve evrendeki insanı görecektir. Mevlânâ ve Şems, sırlar bahçesinde buluşarak Tanrı’nın sırrını insanda, insanın sırrını da Tanrı’da aramışlardır.

Mevlânâ’nın Şems’i bulmak üzere çıktığı yolda aşk içinde kendinden geçişi ve iç yanışını bir dua, bir yemin ve yakarış tonunda dile getirdiği satırlarda insanı "kainatı rahminde taşıyan" (Nar 2004: 35) bir varlık olarak nitelendirmesi ise dikkat çekicidir. Mevlânâ, bu yemine benzer yakarışı, Zümrüdüanka’nın kuyuyu Şems’in doğduğu gülün dikeniyle kazmasını söylediği anda da yineler ve insanı üç defa tekrarlamakla vurguyu insana yapar:

"Ya a d ı görk lü M u h a m m e d M u sta fa a d ın a , v e d a h i H azreti İsa a d ın a , ve

d a h i H azreti M u sa a d ın a , v e d a h i İb ra h im u lla h a d ın a , ve d a h i Y a ra ta n

a d ın a , y a r a tıla n a d ın a , ve d a h i varlık a d ın a , yok lu k a d ın a , h iç lik a d ın a ,

ve d a h i y e rle r a d ın a , g ö k le r a d ın a , a d ı g ü zel Ali a d ın a , v e H a sa n a d ın a ,

H ü sey in a d ın a , v e d a h i b ilc ü m le k â in a tı ra h m in d e ta ş ıy a n in s a n a d ın a ,

in s a n a d ın a , in s a n a d ın a !. . . A ç ıls ın y e rle r k a p ıs ı, g ö k le r k a p ıs ı ey A lla h !...

Ey Ş e m s - i P e r e n d e !.. E y Ş e m s - i P e r e n d e !.." (N ar 2 0 0 4 : 4 8 ).

Divâne Derviş, Mevlânâ’ya öğütler verirken insanı yüceltir. Evrenin sonsuzluğunda insan eli nereye ulaşırsa güzelliğin orada olduğunu, gözü neye düşerse varlığının sırrının da orada olduğunu söyler.

Ömer Hayyam da Mevlânâ’ya yönelttiği "Varlıkların en üstünü biziz, diyen sen değil miydin?" (Nar 2004: 40) sorusuyla onun insanı bütün varlıklardan üstün tutan bakışını hatırlatır. Yine de o ne kadar ağlarsa ağlasın dünyanın zulmünden bir dirhem eksilmeyeceğini söyler.

İnsana verilen değer öyle uç noktaya varır ki Mevlânâ "Yaradanı sevdik yaradılandan ötürü" (Nar 2004: 41) der ve Tanrı’ya duyulan sevginin kaynağını insana dayandırır. Burada Mevlânâ’nın hümanist yönü, ilginç bir değiştirmeceyle öne çıkarılır. Yunus Emre’nin "Yaratılanı sevdik yaratandan ötürü" ifadesindeki insana duyulacak sevgide Yaratan’dan hareket etme, burada yerini insan sevgisine bırakır. Ömer Hayyam da bunca zulüm, ihanet ve kıyıma rağmen yaratılanı görüp de Yaradanı sevdiklerini ifade eder.

Zümrüdüanka da Mevlânâ’ya "Tanrıyı bahane edip insanı, insanı bahane edip Tanrıyı sev" diğini bazen aşkından coşup her ikisini de aynada çoğullayıp sonsuzlukta aradığını söyler.

23502008

Page 33: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i S e l m a B A Ş'V

E rdem

24

50 5. sahne’de Mevlânâ, elindeki gül dikeniyle kazdığı kuyudan arzın merkezine, magmaya iner. Magmanın içinde Ayetü’l-Sema Kuşları, ana rahmindeki ceninler gibidir. Burada arzın merkeziyle ana rahmi özdeşleştirilerek kâinatın yaradılışıyla insanın yaradılışının özünün bir olduğu sezdirilir.

5. Son Mesaj: Birliğe Yapılan ÇağrıCan Ateşinde Kanatlar oyununda Yaratan-yaratılan, arama-bulma, aşk-ayrılık- yalnızlık-hüzün, varlık-yokluk, hiçlik-sonsuzluk, gölge-ayna-görüntü, sırlar, akıl-gönül-hayal, karanlık- aydınlık, cennet-cehennem, iyilik-kötülük, adalet- haksızlık, erdem-yalan-riya gibi birbiriyle ilgili ve birbirine zıt kavramların anlam çerçevesini belirlediği görülür. Eserde vurgulanan konulardan biri de birliktir. Çünkü insanın sonsuzluk sırına ancak birlik içinde varılacağı düşünülür. Arzın merkezine ulaşan Mevlânâ, bu magma çanağında kainatın kimyasının, binlerce varlığın özünün aynı ateşten hamura dönüştüğünü görür. Bu kimyadan nasıl ayrışacağını sorar. Oysa her şey, en aykırı şeyler bile birleşmiş, aynı şeye dönüşmüştür. Mevlânâ bile hem yanardağdır hem yola çıkan kuştur; hem yol hem yolcudur; hem hakikat ırmağıdır hem de ona ulaşmak isteyendir. Hem ateş-ışık hem pervanedir.

Farklı inançlara sahip olsalar da Zerdüşt, Yontucu, Menocchio gibi kişiler de aynı özü, aynı değerleri savunmakta ve birliğe çağrı yapmaktadırlar.

Kırk yıldır Allah adını bir buğday tanesine işleyen Nakkaş, buğdayını Yunus’un buğdayından ayrıştırmaya çalışır, ama bu buğdaylar değirmende öğütülüp birlik unu olmuştur. Artık sedirin başı da kapının eşiği de birdir. Zira Yunus, ikiliği birliğe dönüştürmek için uğraşır. Mevlânâ Nakkaşa’a dolayısıyla tüm insanlığa birlik olmayı önerir. Çünkü kâinatta hiçbir şey yok olmaz, her şey dönüp aslına varır. Yunusla kanat kanada yürüyüp yola düşen Mevlânâ, aralarında ayrılık gayrılık olmadığını şöyle dile getirir: "Ben senim, sen de bensin." (Nar 2004: 80).

Mevlânâ, köylü Menocchio’ya "hangi kitaptan olursan ol, sen İsa’yla Hallâc’la aynı meşreptensin" diyerek yine evrenselliğe ve birliğe dayalı vurguyu yapmış olur (Nar 2004: 79). İnsanların birlik noktasında birleşmesi öyle bir boyuta varır ki çarmıha gerilen oğlu İsa’yı kimsesizler mezarlığında arayan Meryem’le, Şemsi öldüren ama evlat acısıyla oğlunun mezarını arayan I. Cankıyıcı ve Şems’in yok oluşuyla yanıp kavrulan ve evlat acısını en derinden hisseden Mevlânâ da birleşir.

Nihayetinde yolculuk boyunca farklı kişiliklere bürünen Şems’le Mevlânâ da birleşir. Zira Ene’l-Hak diyen kâinattaki her şey de Yaradan’la birleşmiş olur.

Page 34: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Birlik Denizinde Kaybolmanın Zamanı: Can Ateşinde Kanatlar (Mevlânâ) f iV

Erdem

Yaratanla yaratılan da birleşir. Nesîmî’nin şiirinde dile getirdiği gibi Yaradan yaratılanda belirir. Kâinatta her şey Ene’l-Hak der. Bütün varlık ikilikten sıyrılıp birliğe ulaşır.

Son sahnede kuşların ağzında getirdikleri bütün ırmaklar ve denizler, birlik denizi olmaya gelmektedirler. Mevlânâ’yla Şems de bu denizde yeniden bir inci tanesine dönüşeceklerdir. Eserde verilmek istenen asıl mesaj son satırlarda ifadesini bulur: "Her şey döner, aslına varır. Birlik denizinde kaybolmanın zamanı geldi." (Nar 2004: 96).

SonuçTurgay Nar, birçok oyununda olduğu gibi Can Ateşinde Kanatlar [MevlânâJ'da da Türk-doğu kültürünün kaynaklarından hareket ederek evrensele ulaşan bir konuyu ele alır. Yazarın eserini evrensel çizgide kılan, Mevlânâ gibi bir kişiliği ele alması değil, ona bakışındaki kişi-zaman ve mekân sınırlamasını ortadan kaldıran tutumudur. Yazarın bunu, tasavvufun beraberinde getirdiği "tayy-ı mekân" ve "tayy-ı zaman" anlayışından hareketle vermesi ve bunu grotesk kullanımlarla birleştirmesi dikkat çekicidir. Turgay Nar, eserinde hem Mevlânâ’nın tasavvufi kimliğini göz ardı etmez hem de insanı öne çıkararak Mevlânâ’nın hümanizmine vurgu yapar. Böylece Mevlânâ’nın tek taraflı algılanmasını reddederek baştan beri savunduğu dengeli ve yazınsallığın beraberinde getirdiği farklı bir bakışı yakalamış olur.

KaynaklarN ar, T u rg ay (2 0 0 4 ) , Can A teşinde K an atla r [ M evlân a/, İ s ta n b u l: M ito s -B o y u t T iy a tro

Y ay ın ları.

S a r u h a n , E m e ti (2 0 0 7 ) , "Y u n u s’un Dil R e n g iy le D iv an e A ğaç", w w w .y en isa fa k .co m .tr

S o rg u n , H ü sey in (2 0 0 5 ) , "Can A teşinde K a n a t la r d a M e v lâ n â ’n ın y a ln ız lığ ın ı a n la t tım "

(S ö y le ş i) , 10 O cak , w w w .z a m a n .co m .tr

T o p cu , Ö m e r N aci (2 0 0 4 ) , "T u rgay N ar v e "C an A te ş in d e K a n a tla r"" , T u rg ay N ar, Can

A teşinde K an atla r [ M evlân â /, İ s ta n b u l: M ito s -B o y u t T iy a tro Y a y ın la rı, 14 -2 0 .

Ü n lü , A ycıl Nil (2 0 0 4 ) , "T u rgay N a r’ın Y a p ıtla r ın d a G r o te s k B e d e n /D il A kışk an lığ ı",

T urgay, N ar, Can A teşinde K an atla r [ M ev lân â /, İ s ta n b u l: M ito s -B o y u t T iy a tro

Y ay ın ları, 8 -1 3 .

25502008

Page 35: Erdemi - akmb.gov.tr
Page 36: Erdemi - akmb.gov.tr

Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi

Beyza BİLGİN*

ÖZA n a d o lu c o ğ ra fy a s ı 11. yü zyılın s o n la r ın d a n it ib a r e n y e n i b ir k ü ltü r ve

in a n c ın ev sa h ip liğ in i y a p m a y a b a ş la m ış t ır : T ürk k ü ltü rü v e İs la m iy e t.

T ü rk lerin İs la m ın b irç o k u n su rla rın ı k a b u lle n iş le r in d e A ra p la rd a n ö n c e

A c e m le r e tk in o lm u ş la rd ır . T ü rk ler A n a d o lu ’ya y e r le ş t ik te n s o n ra b u

co ğ ra fy a n ın e g e m e n d e v le ti, iç in d e b a rın d ırd ığ ı d iğ e r u n su rla rın k o ­

ru y u cu su v e k o lla y ıc ıs ı, A n a d o lu is e b ir b a r ış ve k a rd e ş lik co ğ ra fy a s ı

o lm u ştu r.

Ç a lışm a m ız d a , M e v la n a ’n ın a n a d o lu d a k i b u b a r ış ve k a rd e ş lik o r ta m ı­

n ın o lu ş m a s ın d a ü s t le n d iğ i m isy o n u a y r ıca g ü n ü m ü z d e d e b ir d e ğ e r

o la ra k k ab u l e d ile n v e tü m u n su rla rı e tk ile y e n h o ş g ö rü s ü n ü , fik irle rin i

ve d ü n y a g ö rü şü n ü ird e le y e ce ğ iz .

A n ah tar K elim eler: T ürk E d e b iy a tı, M ev le v ilik v e d ü n y a kü ltü rü , M ev la -

n a, T ürk kü ltü rü , h o şg ö rü

ABSTRACTThe Effects of Turkish Culture on the World Culture: Mevlana

A sia M in o r s s ta r te d to h o s t to a n ew c u ltu re a n d a n ew fa ith fro m th e

en d o f th e e le v e n t ce n tu ry : T u rk ish c u ltu re a n d Is la m . It w a s th e P e r ­

s ia n s a n d th e Ira n ia n c u ltu re th a t a ffe c te d th e a d o p tio n o f v a r io u s a s ­

p e c ts o f Is la m b y th e T urks m o re th a n th e A ra b s th e m s e lv e s . F o llo w in g

th e s e t t le m e n ts o f th e Turks in A n a to lia , th e T urks, a s th e h e g e m o n ic

p o w er o f th is g e o g ra p h y , b e c a m e th e p r o te c to r o f th e o th e r c o m m u ­

n it ie s , a n d A n a to lia tu rn e d o u t to b e a g e o g ra p h y o f p e a c e a n d c o -

h a b ita n c e .

I w ill e x a m in e , in th is p a p e r, th e m is s io n th a t M e v la n a u n d e r to o k in

th e fo r m a t io n o f p e a c e a n d c o -h a b ita n c e , a n d h is id e a s , w orld v iew a n d

to le r a n c e , w h ich a re a c c e p te d a ls o to d a y a s th e p r in c ip le s o f m o d e rn

v a lu e s e f fe c t in g o th e r th o u g h ts .

Key W ords: T u rk ish l ite ra tu re ; M ev la n a , h is te a c h in g s a n d th e w orld

cu ltu re ; M e v la n a a n d T u rk ish c u ltu re ; to le r a n c e .

* Prof. Dr.; Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi (Emekli) / ANKARA, e-posta: bilgin.beyza@ gm ail.com

Page 37: Erdemi - akmb.gov.tr

/ / B e y za B İ L G İ N'V

Erdem

2850

2008Giriş

İ lahiyat fakültesinde öğrenci olduğum yıllarda dinler tarihi kürsüsünde bir Alman Profesör Hanım bulunuyordu. Annemaria Schimmel... O, derslerine başlarken bize, dinlerin tarihini araştırmak için Türkiye’nin

nasıl fevkalade müsait bir ülke olduğunu anlatmıştı. Dünyada pek az ülkede en eski zamanlardan beri muhtelif milletler, ırklar, dolayısıyla dinlerin mümessilleri yaşamıştı. Burada ilk dinlerin izleri mevcuttu. Hititlerin milli dinlerinin karmaşık merasimlerinin izleri burada sürülebilir, bu izler eski Doğunun büyük din kâhinlerini anlamaya hizmet edebilirdi, o yoldan muhtelif dua ve niyaz formülleri, kurban çeşitleri öğrenilebilirdi. Yunan din felsefesinin inkişafı burada izlenebilir, Roma dininin mabet ve heykelleri görülebilirdi. Burada büyük Ana-ilahelerin, mitolojik destanların, Hristiyanlığın gelişmesinde etkili olan mister (sır, gizem) ayinlerinin izleri de mevcuttu. Hristiyanlık inanç esasları olan İsa’nın, Meryem Ana’nın, teslisin mahiyetini beyan etmeye çalışan büyük konsüller ilk asırlarda burada Efes, İznik ve İstanbul’da vuku bulmuştu. En derin mistik cereyanlar IV. yüzyılda Kayseri civarında yaşayan rahiplerin hayat ve eserlerinde parlamıştı. Bizans Kilisesi ve en eski Hristiyan mezheplerinin kalıntıları hala daha Doğu Anadolu’da mevcuttu. İslam dininin hem Sünni hem Şii tezahürlerini, muhtelif tarikatlarını, büyük ilahiyatçı ve mutasavvıfların eserlerini burada yakından incelemek mümkündü. Yine bu memlekette birbirini takip eden veya yan yana yaşayan dinleri yakından araştıracak olursak, en eski adetlerin izlerinin devam etmekte olduğuna da şahit olabilirdik. Mesela bazı tarikatlarda Hristiyan ve Müslüman zamanlarından önce mevcut olan tasavvurlara rastlayabilirdik. Çok zengin Türkçe ve Farsça edebiyatta, insanlığın en eski dini tasavvurlarının sembol halinde muhafaza edilmekte olduğuna şaşırabilir, bu şiirlerin ihtiva ettikleri derin manalara hayran olabilirdik. Kısacası dini gelişmenin hemen her safhasını kendi memleketimizde görebilir, buradan başlayarak din tarihinin geniş ufuklarına açılabilirdik.1

Türk kültürünün Mevlana’nın şahsında dünya kültürüne etkisini incelerken, Anadolu’daki bu kültür katmanlarını hiç gözden uzak tutmayacağım. Bunun içindir ki, önce Mevlana’nın şiirini, musikisini, semasını ve bütün eserlerini oluşturduğu Anadolu’da yeni bir Türk kültürünün temellerinin atılışını inceleyeceğim. Daha sonra onun Müslüman ülkelere etkisinden başlayarak

1 Annemarie Schim m el, Dinler Tarihine Giriş, A. Ü. İlahiyat Fakültesi yay. Ankara 1955

Page 38: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi f i

Gayrimüslim ülkelerdeki etkisine geçeceğim, sevgiye dayanan bu etkinin giderek artmasındaki sebeplerin açıklanmasına örnekler verdikten sonra, etkilenmede rolü olan şeylere örnekler vereceğim. Tebliğimi böylece oluşacak dört bölümden sonra bir sonuç ile bitireceğim.

Mevlana ve Türk KültürüKültürün genel olarak iki tanımı var, evrensel ve toplumsal tanımı. Evrensel olarak kültür, insan türünün yaşamını diğer bütün yaşama biçimlerinden ayıran şeydir. İnsan olarak yaşamaktan kaynaklanan bu evrensel kültürün bir toplumdan diğerine çeşitlenen sayısız biçimleri var şüphesiz. Antropoloji ve etnoloji çalışmaları göstermiştir ki, her topluluğun sahip olduğu temel var oluş biçimine bağlı bir yaşama biçimi vardır. Kültür bu yaşama biçimi çevresinde oluşur ve insanlar bu kültürün içselleştirilmesi ile aynı ruhsal yapıyı taşır, o toplumun kişisi olurlar. Evrensel kültür insan yaşamını diğer bütün yaşama biçimlerinden ayırt ettiği gibi, toplumsal kültür de bir ulusu, bir halkı ya da bir topluluğu diğerlerinden ayırt eder.

Kültürün ansiklopedik bir tanımı daha vardır ki, buna göre kültür, düşünceyi zenginleştiren, zevki incelten, anlayışı geliştiren bilgilerin bütünüdür, kültürlü insan deyince kastettiğimiz budur. Bu da tek tek insanları diğer insanlardan ayırt eder. Çünkü kişilik, topluluk değerlerinin özümsenmesi kadar, topluluk değerlerine direnç göstermekten, onu değiştirmek iste­mekten de kaynaklanır, değişmeyi ve gelişmeyi sağlayan büyük ölçüde budur. Farklı toplumsal kültürlerin ve farklı kişisel kültürlerin birbirinden etkilenmesi, kültürler-arası etkileşim bir vakıadır.

Edebiyat, özellikle şiir kültürün çok önemli bir taşıyıcısıdır ve kültürler arası etkileşimde çok önemli rol oynamıştır. Yazı henüz yokken insanların kültürleri sözlü idi, kayıtlar beyinlerde tutuluyordu, şiir kayıtların beyinlere yerleşmesinde kolaylık sağlıyordu. Türklerin çok zengin beyin kayıtları, sözlü edebiyatı vardı, bu edebiyat daha sonra destanlar ve hikâyeler olarak yazıya geçirilmiş, yazıtlarda yer almıştı. İslam öncesinde bu edebiyat, komşu kültürlerden etkilenmiş olduğu gibi, İslam dininin etkisindeki Türk edebiyatı da Türklerden daha önce Müslüman olmuş halkların kültüründen etkilendi. İslam medeniyeti Türklere İran kültürünün merkezi olan Horasan yolu ile Maveraünnehir’den geçerek gelmişti. Horasan tarihte ulusların karıştığı kavşak noktası olarak geçer. Fuat Köprülü Türklerin İslamiyet’in birçok unsurlarını doğrudan doğruya Araplardan değil, Acemler vasıtasıyla aldıklarını tespit etmiştir. Köprülü’ye göre Maveraünnehir’in birçok büyük merkezleri bile o zamanlar manen Türk olmaktan çok İranlı idi ve bu durum İslami-Türk edebiyatının gelişme sürecinde yüzyıllarca etkili olmuştur. İran

E rdem

29502008

Page 39: Erdemi - akmb.gov.tr

/ / B e y za B İ L G İ N'V

30

Erdem

2050 medeniyeti Arap İslam’ı üzerine de tesir etmişti. Abbasiler, saltanat anlayışı ve devlet teşkilatı bakımından İlk dört halifenin eserine değil, Sasani hükümdarlarının zihniyetlerine bağlı idiler.2 İslamiyet daha VIII. yüzyıldan itibaren, İran’dan başka medeniyetler ve dinlerle de karşı karşıya geldi. Hint medeniyeti, Musevilik, Hristiyanlık, eski Yunan filozoflarından çevrilen eserlerle gelen fikir cereyanları İslami gelişmeler üzerinde etkili oluyor, her tarafta birçok mezhep ve meslekler çarpışıyordu.

Horasan ve Maveraünnehir X. yüzyıldan başlayarak hilafet merkezine ismen bağlı, yerli ve çok Acemleşmiş Türk sülaleler eline geçtikten sonra İran dili ve edebiyatında yeni bir gelişme ve yükselme başlamış. Türkler bu yüzyıldan itibaren ücretli askerler olarak Abbasilere yardım için akın akın Batıya göç ederken sınır savaşlarını İslam adına kazandıkça "Gazi" olmuşlar, Gazilikle övünen Türkler Anadolu’da Müslüman Türk devletinin otoritesini kurmuş, bütün sınırlarda güvenliğin sağlandığı dirlikli bir devir oluşturmuş. Anadolu’ya gelen Türkler burada eski ve İslam olmayan medeniyetlerin kalıntıları olan halklarla yan yana yaşamaları sonucu aralarında adet ve ananelerde etkileşim meydana gelmiş. Hindistan’a kadar bütün İslam kavimleri ile temasta bulunan Selçuklu hükümdarları, Bizans sarayları ile de temasta bulunmuşlar. Bizans prensesleri ile evlenenler, mesela Alâeddin Keykubat uzun süre Bizans’ta yaşamakla onların adetlerini yakından tanımış. Ancak özellikle yerleşik halk, görülen uzun medrese tahsili sonucu, Arap ve Acem etkisindeki İslam kültürüne bağlanmış olduğu için Hristiyan medeniyetine karşı bir üstünlük hissederek kayıtsızlık göstermiş, böyle bir barış ortamı onların sadece hoşgörüsünü arttırmış.

İslam’ın etkisindeki barış ve hoşgörü ortamı, milletler ve kıtalar arası bir ilim ve sanat hayatı yaratmış ki, Buhara ve Semerkand’da yazılan bir eser, bir yıl sonra İşbiliye’de okunmuş, Gırnata’da ve Kayrevan’da yazılan bir eser, az sonra İran ve Hint medreselerinde tartışılmış. Ancak bu yükselişin ardında bir çöküşün tehlikesi saklıdır, kısa süre içinde medeniyeti iki yandan sarsan akınlar başlayacaktır. Endülüs’te karışıklıklar çıkar, Doğuda Moğol akınları Asya’ya ve bütün İslam dünyasına korku salar, yeni göçler olur, birçok âlim ve sanatkâr tek güvenli yer olarak Anadolu Selçuklu Türkiyesini bulur. Mesela İspanya’dan İslam tasavvuf tarihinin bütün devirlerinin en meşhur ve etkili şahsiyeti olan Muhyiddin İbni Arabî (1165-1240) gelmiş. İbni Arabî Endülüs-Müreysiye’de doğmuş, 38 yaşına kadar orada yaşamış, daha sonra pek çok İslam kültür merkezini dolaşıp Anadolu’ya gelmiş,

2 Fuat Köprülü, Hk Mutasavvıflar, s.21 v.d. DİB yay. Ankara 1991

Page 40: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi f i

1223’e kadar Anadolu Selçuklu Devletinin merkez Konya’da kaldıktan sonra Eyyubi Şehzadesi Melik Eşrefin daveti üzerine Şam’a yerleşmiş, ölünceye kadar orada yaşamış. A. Yaşar Ocak’a göre onun bu tercihinde muhtemelen Türkiye’de gayrimüslimlerin sahip olduğu statüye gösterdiği tepki vardır. O, İspanya’da Katolik zulmünü ve dehşetini yaşamış biri olarak, Selçuklu Anadolu’sunda gayrimüslimlere gösterilen rahatlığı kabullenememiştir.3

Bağdat’tan gelen Mecdettin İshak’ın Konya’da doğan oğlu Sadrettin Konevi Muhyiddin Arabî’nin Vahdeti Vücut doktrininin yayıcısı olmuş. Mevlana Celaleddin (1207-1273) ise Belh’ten gelmiş. Belh’de M. VII. yüzyıldan itibaren İslam-Sofi mektepleri gelişmiş, burada bir araya gelen Türk, İran, Arap kültürlerinden İslam vahyinin etkisinde yeni ve bereketli bir medeniyet doğmuştur. Belh’ten Anadolu’ya gelen ilk sofi İbrahim Bin Ethem’dir (öl. M. 763). O, meliklerden birinin oğlu ve Mevlana Celaleddin’in dedelerinden biridir. Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled’in (öl. Konya 1230) şöhreti Belh sınırlarını aşmıştır. O, ailesi ve bir kısım müritleri ile birlikte hac ibadeti niyetiyle ülkesinden çıktığında Mevlana henüz beş yaşındadır, bir daha geri dönmezler. Mevlana ailesi uzun yolculukta birçok büyük merkeze uğrar, birçok büyük sofi ile tanışırlar. Nişapur’da Ferideddin Attar çocuk Mevlan’da cevher görmüş, ona İlahiname’sini hediye etmiştir. Bağdat’ta Sühreverdiye tarikatının piri Şeyh Sühreverdi ile görüşürler. hac dönüşünde Şam’a uğrarlar, Mevlana tahsilini Şam’da tamamlayacak, orada Hint-İran felsefesini, Antik Çağ düşüncesini, Yunan-Roma mitolojisini öğrenecektir. Mevlana Kuran, hadis ve ilahiyat bilimleri tahsil etmesinin yanı sıra zamanının bütün bilgilerini kavramış bir bilgin olarak yetişir. Şam’dan sonra Malatya, Erzincan ve Kayseri’ye geçer, Larende’ye yerleşirler. Mevlana orada evlenir. Daha sonra Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat’ın daveti üzerine Konya’ya geçerler, seyahatleri Konya’da sona erer.4 Bütün bu çevrelerde camiler, kiliseler ve manastırlar günümüzde de olduğu gibi yan yana, iç-içedir. Rivayetlere göre başkent Konya 45-60 bin arasında değişen bir nüfusa sahiptir. Toplam nüfusun onda bir kadarı gayrimüslimdir, Frenkler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler. Bunlar Bizans döneminden kalan yerli halk ile muhtemelen Konya’nın başkent olması dolayısıyla büyükşehir

E rdem

31____502008

3 A. Yaşar Ocak, II. Uluslar Arası Mevlana Kongresi, 5 -6 Mayıs 2003, s.25, Konya 2004.

4 M evlana’nın hayatı hakkında kaynakların karşılaştırm alı tetkiki sonucu oluşm uş en geçerli

kaynak için bak. B. Fürüzanfer, Mevlana Celaleddin, çev. Feridun Nafiz Uzluk, M.E. B. İstanbul

1963

Page 41: Erdemi - akmb.gov.tr

/ / B e y za B İ L G İ N'V

Erdem

32

2 50 işgücünün çektiği göçmenlerdir.5 Mevlanaların öğrencileri ve takipçileri arasında sadece orta ve yüksek tabaka Müslüman Türkler değil, Konya civarının Rum halkı da vardır. Hilmi Ziya Ülken’e göre Müslüman ve Hristiyan hekimlerin, kilise, cami ve havraların yan yana çalışmaları, hemen herkesin, özellikle münevverlerin Farsça, Arapça, Yunanca bilmeleri, Bizans ile yakın temaslar, sultan ve vezirlerin bu cereyanı desteklemekte olmaları, Türk devletinin medeniyet alanındaki zaferidir. Bu dönemde Anadolu’da yeni bir Türk kültürünün temelleri atılmıştır.6 Selçuklu sultanları İranlı kâtipler kullandıkları için resmi yazışmalarda Farsça kullanılmış, medreselerde dersler Farsça yapılmış, Mevlanalar derslerini Farsça vermiş, Farsça vaaz etmişlerdir. Mevlana Farsça yanında az da olsa Türkçe, Rumca ve Arapça da yazmış, yani Mevlana’nın Farsça ders vermesi onun Türkçe bilmemesinin veya Türkçeyi tercih etmemesinin sonucu değil, o zamanki eğitim politikasının gereğidir. Karamanlılar ve Eşrefoğulları gibi boy beyleri medrese tahsili görmemiş oldukları ve Farsça bilmedikleri için Türkistan’dan gelen kâtipleri kullanmış, resmi yazışmaları Türkçe yapmış, Selçuklunun Farsça uygulamasına karşı çıkmışlar, ancak bu zaman almıştır. Mevlana’nın ardından gelen Yunus Emre en güzel Türkçe şiirleri söyleyebilmiş, böylece Anadolu bu defa Türkçede bir deha daha yetiştirmiştir. Mevlana, işte böyle bir ortamın imkânları ve imkânsızlıkları ile yetişip olgunlaşmış, şiiri de, musikisi de, seması da burada oluşmuş. Nezihe Araz diyor ki, XIII. yüzyıl Anadolu’sunda yaşanan olumlu ve olumsuz şartların Mevlana gibi bir dâhinin kişiliğinde bir manevi patlama meydana getirmesi doğaldı. Acılarla dolu bir çaresizlik noktasına, bir hayat-memat anına gelinmişti. Yeni bir atılım, yeni sloganlar gerekiyordu. Anadolu’ya akıp gelen insanların beraberlerinde getirdikleri uygarlıkların özleri ve akıp gelirken geçtikleri her ülkeden, yaşadıkları her olaydan kazanımları ile zenginleştirdikleri birikimleri yeni vatan Anadolu’ya yeni tohumlar, yeni mayalar, yeni besinler gibi gelmiştir.7

Mevlana’nın ölümünden sonra oğlu Sultan Veled onun çalışmalarını devam ettirmiş, adının ebediyen yaşatılacağı Mevlevilik teşkilatını kurmuş. Mevlevihaneler, medreselerin yanı sıra her yanda kurulup yaygınlaşmış, Mevlevilik bir devlet müessesesi gibi muamele görmüş. Osmanlı

5 Em ine Yeniterzi, "M evlana’nın Gayrimüslimlerle Diyalogu", III. Uluslar Arası Mevlana Kongresi

içinde, s. 161-167, Konya 2004.

6 H. Ziya Ülken, Mevlana ve Yetiştiği Ortam, Mevlana'nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslararası

Mevlana Semineri, s. 266 -258 , 1973 Ankara

7 Nezihe Araz, "M evlana’da Her Şey İnsan İçin", 5. Milli Mevlana Kongresi, s. 41, 3 -4 Mayıs 1991

Konya

Page 42: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi f i

döneminde de Mevlana, bu cihan devletinin yayıldığı her alanda Mevlevi dergâhları yolu ile tanınmaya devam etmiş, bir dünya mürşidi olmuş. Böylece geniş İmparatorluk toprakları üzerinde, farklı dil, ırk, kültür, din ve düşünce çevrelerinde Türk-İslam kültür ve düşüncesinin etkili olmasını sağlamış. XIX. yüzyılda, kendisi de bir Mevlevi olan Sultan 3. Selim’den itibaren Mevlevilere ve Mevlevihanelere yardım artmış, 1826’da Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından sonra Bektaşilikten boşalan ortamı da Mevlevilik doldurmuş, etki katlanmıştır.

Mevlana’nın Müslüm an Halklar Üzerindeki EtkisiMevlana’nın şahsındaki bu kültür patlaması şüphesiz öncelikle Müslüman, özellikle de Farsça konuşan ülkeleri etkilemiştir. İran edebiyatının en büyük şairlerinden olarak kabul edilen sofi ve dil bilgini Molla Cami (1414-1492) Mevlana’nın yolundan yürümüş, eserlerinde din, tasavvuf ve sevgi konularını işlemiş. Cami Mevlana’nın Mesnevi’sinden ilk iki beyti 433 sayfalık bir metin içinde şerh etmiş (Bu metin 1934’de Tahran’da basılmış). Cami Mevlana tesirinde yazdığı "Yedi Mesnevi"sinin kapağına şu beyitleri yazmış:

"K im ki s a b a h a k şa m M e sn e v i o k u rsa , C e h e n n e m a te ş i o n d a n uzak, o n a

h a ra m o lu r . M e v la n a ’n ın M e s n e v is i P e h le v i d ilin d e y a z ılm ış K u ram dır.

M an ev i c ih a n ın s u lta n ı o la n M e v la n a ’n ın b ü y ü k lü ğ ü n e M e sn e v i

d e lild ir . B e n o z a tın v a sfı iç in n e s ö y le y e b ilir im , O p e y g a m b e r d e ğ ild ir

a m a k ita b ı v ard ır."8

Mevlana’nın Mesnevi 'sinin ilk kopyaları ölümünden sonraki üç dört yıl içinde ilk olarak Hindistan ve Pakistan’da yapılmış, Mevlana ve Mesnevi kısa sürede tüm Hint Yarımadasındaki bilgin kişilerce tanınmış.9 Böylece onlar asırlar boyunca Mesnevi’yi mütalaa etmiş, çok sayıda şerhler, mensur ve manzum tercümeler yapmış, ondan ilham alarak yeni eserler meydana getirmişler. Mevlana’nın dinamizmini en orijinal şekilde Pakistan’ın milli şairi ve düşünürü çağın Mevlana’sı (Rumi-i Asır) sayılan İkbal (1876-1938) ortaya çıkarmış. İkbal de Mevlana gibi İslam âleminin buhranlı dönemini yaşamış. Pakistan Büyükelçiliği Kültür Müsteşarlığı yapmış olan Yakub Mughu şöyle yazıyor:

"M ev la n a z a m a n ın d a b ü tü n B a tı A sya M o ğ o lla r ın id a re s i a ltın d a y d ı,

b ö y le b ir o r ta m d a so ru n la r a çö z ü m b u la b ile c e k ü s tü n y e te n e k li b ir

re fo rm cu y a ş id d e tle ih tiy a ç vard ı, R u m i b u g ö rev i b a ş a r ı ile y e r in e

E rdem

33502008

8 M ehm et Önder, "M olla Cam i’de M evlana Hayranlığı", 6. Milli Mevlana Kongresi içinde s. 75,

24 -25 Mayıs 1992 Konya.

9 N. A. Baloch, "M esnevi’nin Hint Yarım adasında Kaydettiği G elişm eler- M evlana ve Yaşam a

Sevinci-" Uluslar Arası Üçüncü Mevlana Semineri- içinde, s. 279-299 , haz. Fevzi Halıcı, 1978 Konya

Page 43: Erdemi - akmb.gov.tr

B e y za B İ L G İ N

Erdem

3450

2008g e tird i. M e v la n a ’n ın h a y a tın d a k i d ö n ü m n o k ta s ı m is tis iz m in ü s ta d ı

Ş e m s - i T eb riz i ile k a rş ıla ş m a s ıd ır , T e b riz i’n in R u m i ü ze rin d ek i e tk is i ç o k

ku v v etlid ir. İk b a l’in d u ru m u d a ay n ıd ır, o d a A lt K ıta M ü slü m a n la r ın ın

İn g iliz h ü k ü m d a rlığ ı a lt ın d a b u lu n d u ğ u s ıra d a y a ş a m ış tır . O s ıra d a

M ü s lü m a n la r s o sy a l a ç ıd a n ifla s e tm iş d u ru m d a d ır, g ö rü şü ku vvetli,

İs la m iy e t’in ru h s a l ö g e le r in i k a v ra y a b ilen , B a t ı k ü ltü rü n e vak ıf b ir

d e h a y a ih tiy a ç vard ı, İkbal b ü tü n b u v a s ıf la ra s a h ip tir v e b u g ö rev i

b a ş a r ı ile y e r in e g e tird i. İkbal v e R u m i h e r ik isi d e İ s la m iy e t’e zarar

v e rm e d e n d ü ş m a n g ü ç le r in in a te ş in d e n g e ç m e s in i b ilm iş le r d ir . B u

g ü çlü k le rd e n k u rtu lm a k iç in ik is in in d e ö n e rd iğ i ç a re , K u r a n 'a d ö n ü ş ,

m is tis iz m v e sezg i y o lu ile b u y e n i g ü çle rd e k i d e ğ e r le r in İ s la m iy e t’in

ru h s a l g ü cü ile uyum s a ğ la m a s ın ı te m in e d e b ilm e k t i ." 10

Yüksek tahsilini İngiltere’de doktorasını "Metafiziğin İran’da Gelişmesi" adlı tezi ile Almanya’da yapan İkbal, Mevlana’nın Mesnevideki "Eğer eşsiz bir başarı husule getirirsen, bu günah bile olsa sevap olur, boşuna gayret hiç gayret etmemekten evladır" beytinde kendisine hitap etmiş olduğuna inanmış. İkbal’e göre Mevlana dinamik aşkın önderidir, ona göre ilim insanı faaliyete götürmelidir. O, Dante’nin İlahi Komedi adlı eserine benzer şekilde yazdığı Cavidname adlı eserinde Mevlana’nın rehberliğinde çıktığı semavi bir yolculuğu anlatmış, mazinin büyük simalarına felsefi konuşmalar yaptırmış. Rumi’ye insanlık için kurtuluş yolunun Doğu ve Batı kültürünün sentezinden geçtiğini söyletmiş. Çünkü ona göre Doğu ruhsal olanı ön plana alıp maddeciliği ihmal etmiş, Batı ise maddecilikle fazla haşır neşir olduğundan ruhsal olanı arka plana atmıştır. İkbal daha sonra Cemaleddin Afgani ve Sait Halim Paşayı konuşturup onlara dayanarak şu mesajı vermiş: Batıda akıl yaşamın kaynağıdır, Doğu'da yaşamın temeli sevgidir; sevgi ile birleşen akıl gerçekle tanışır, aklı sevgi ile birleştirerek uyan ve yeni bir evrenin temelini kur! Yirminci yüzyılın şarkiyatçılarından Arberry de Rumi ve İkbal’e hayranlığını dile getirir ve İkbal’in fikrine katılarak der ki, "Rumi 700 yıl önce dünyayı büyük bir kargaşadan kurtarmıştı, bugün Avrupa’yı kurtaracak tek şey onun eserleridir. İkbal Rumi’nin hakiki bir mürididir, Avrupalılar onun çalışmalarından yarar görebilirler".11 İkbal Rumi’yi Hint-Pakistan Müslümanlarına tanıtıp sevdirmekte en büyük rolü oynamış, bütün eserlerinde Mevlana’ya bağlılığını ve hayranlığını görmek mümkün. İlk büyük manzum kitabı "Esrar-ı Hodi"yi (Egonun Sırları) Mevlana’nın manada kendisine tavsiyesi üzerine yazdığını

10 Yakub Mughu, "M evlana ve İkbal, M evlana ve Yaşam a Sevinci", Uluslar Arası Üçüncü Mevlana

Semineri içinde, s. 237 -2 4 3 , haz. Fevzi Halıcı, 1978 Konya.

11 A.g.e. s. 241.

Page 44: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi f i

söyler. İkbal, Goethe’nin(1749-1832) "Doğu-Batı Divanı"na cevap verdiği "Peyam-ı Maşrık"ta da Goethe ile Mevlana’yı birbirine çok yakın gördüğünü yazmış, bu yakınlığı işleyerek İslam’ın evrensel geçerliğini savunmuş. İkbal şiirlerinde, bedenin ölümü ile insanın ferdi gelişmesinin sona ermeyeceğini telkin etmiş, ona göre insan faal olmalı, faaliyetini sürdürmeli, kişiliğini geliştirmelidir.

Hasan Özönder, Mevleviliğin Türk kültür tarihinde büyük görevler yaptığını, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinin başta gelen tasavvuf müesseselerinden olmuş, İslam dünyasının her yerinde kitleleri sikkesi altında toplamıştır, diye yazmıştır, Kahire’de ve Kıbrıs’taki mevlevihaneler tebliğinde.12 Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş toprakları üzerinde açılan yüze yakın temsilcilik, bütün coğrafya ve kültür farklılıklarına rağmen büyük bir toleransla insanları toplamış, Türk kültürünün etkili olmasını sağlamıştır. Mevlevilik, bağlılarına sağladığı ruh terbiyesi ve arınmanın yanı sıra onlara çeşitli sanat dallarında yetişme imkânı da sağlamıştır. Birçok edip, şair, hattat, ressam, minyatürcü, heykeltıraş, musikişinas, mücellit, müzehhip, ebrucu, aharcı maharetlerini mevlevihanelerde öğrenmiş oldukları için Mevlevi olmaktan ve "Mevlevi" unvanı ile anılmaktan şeref duymuşlardır. Kıbrıs’a Mevlevilik ve mevlevihaneler, Kıbrıs’ın 1571’de fethini takiben uygulanan iskân politikası ile Kıbrıs’a getirilen halk ile birlikte gelmiştir. Kıbrıs fatihi Lala Mustafa Paşanın Mevleviliğe gönülden bağlı oluşu, Mevleviliğin Kıbrıs’ta son derece etkili olmasını sağlamıştır. Mevlevihane bugün"Kıbrıs-Türk Etnografya Müzesi (Mevlevi Tekesi)"dir. Burada yer alan eşya Kıbrıs Türklüğünün tapu senedi olarak korunmaktadır.13

Mevlana’nın Batı’daki EtkisiHristiyan ve İslam dünyaları arasında ilk resmi münasebetler Haçlı Seferlerinin sonuçsuz kalmasından sonra, on ikinci yüzyıldan itibaren başlamış. Papa Aleksander III’ün (öl. 1181) devrinden itibaren taraflar mektuplaşmış, rahipler Müslümanlarla dini görüşmelerde bulunmak için Halep’e, Şam’a ve Mısır’a gönderilmişler. 1233’de Fransisken rahipler Konya’da gelip Alâeddin Keykubat ile temas etmiş. Müslümanların her çeşit ilim ve fende ileri olduğu bu dönemde Arapçadan Avrupa dillerine taşınmış olan fen bilimlerinin yanında edebiyat da bulunmuş. İspanyol şiiri hem konu hem şekil bakımından etkilenmiş. Orta ve Uzak Şark, bilhassa Hindistan’dan İran yolu ile gelen efsaneler, masallar ve sofilik Arapların

E rdem

35502008

12 Hasan Özönder, II. Milletler arası Mevlana Kongresi içinde, s. 99, 175, 1990 Konya.

13 A.g.e.

Page 45: Erdemi - akmb.gov.tr

/ / B e y za B İ L G İ N'V

Erdem

36

2Q50 aracılığı ile Avrupa’ya taşınmış. Buna rağmen XVII. yüzyıla kadar İslam hakkındaki eserler, özellikle Kuran tercümeleri aleyhte bir reddiye ilave edilmeden yayınlanamamış, dolayısıyla İslam hakkında doğru kanaat oluşmamış. XVII. yüzyılın sonunda yapılan iki yeni Kuran tercümesi, Alman Protestan Papaz Hinckelmann ile bir İtalyan Cizvit Papaz Jesuiti Maracci’nin tercümeleri, eski tercümelerin kaba yanlışlarının önemli bir kısmını ortadan kaldırmış. Schimmel, Hristiyanların Orta Çağda İslam dünyasına karşı gösterdikleri düşmanlığın biri manevi, diğeri maddi iki önemli sebebini zikreder ki, bunların günümüze kadar uzanan tesirleri vardır. Sebeplerden manevi olanı, Hristiyanların Hz. İsa’nın kurduğu dinden sonra başka bir dinin meydana çıkmasına ihtimal vermemiş olmalarıdır, yeni dini şeytan işi bir sapkınlık olarak peşinen dışlamışlardı. Asırlar boyunca Hristiyan din adamları ve onların tesiri altındaki cemaatler, İslam’ı ya yolunu şaşırmış bir Hristiyan mezhebi ya da Hristiyan dünyasını tehdit eden, gayri ilahi bir fırka saydılar. Sebeplerden diğeri ise Batının hem İspanya yolu ile Fransa sınırlarına kadar gelen Arap-Müslüman ordularından hem de birkaç asır sonra Doğudan Viyana’ya kadar ilerleyen Türk-Müslüman kuvvetlerinden son derecede korkması ve bu korkudan dolayı İslam dini hakkında yanlış mütalaa ve kin duyguları hissetmesidir. Orta Çağ edebiyatı bunlarla doludur. Buna rağmen Orta Çağda Avrupa’da Arap-Müslüman tesirleri o kadar kuvvetlidir ki, hayatın hemen her safhasında Müslüman sanat ve ilminden izler görülmüştür. 200 sene süren Haçlı Seferleri esnasında şövalyeler pek çok değerli şeyleri alıp vatanlarına getirmişlerdir ve Avrupalılar savaşlara rağmen Müslümanların din ve ahlakları hakkındaki kanaatlerini biraz olsun değiştirecek yeni fikirlere sahip olmuşlardır. Schimmel diyor ki, böylece İslam ve Batı dünyası arasında belki de dünyanın en enteresan mülakatı vuku bulmuştur. Müslüman filozofların eserleri Hristiyanları, kendi telakki ve fikirlerini tenkit ve tasfiye etmeye icbar etmiş, bu suretle Hristiyan felsefe ve teoloji çalışmalarının terakkisine yol açmıştır.14

Mevlana üzerine, Batıda yapılan çalışmaların başlangıcı 17. yüzyılda bir Fransız ansiklopedisindeki "Mevlevi" maddesi ile başlıyor (Barthelemy d’Herbelot, Biblioteque Orientale, Paris, Compaigne des Librairies, 1697). Ansiklopedideki bu madde doğrudan Mevlana’dan değil, Mevlevilerin okudukları "Mesnevi" adındaki bir kitaptan söz ediyor. Kitabın müellifi olarak biraz imla hatası ile Cemaleddin al-Belhi yazılıyor, Mesnevi’nin şerh

14 Annemarie Schim m el, Aşk Mevlana ve Mistisizm, (haz. Senail Özkan), Kırkambar Kitaplığı, s

117-122 , 2002.

Page 46: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi f i

edenlerinden olarak da İsmail Ankaravi adı geçiyor. Aynı yüzyılda İngiltere’de Cambridge ve Oxford Üniversitelerinde Arapça kürsüsü kuruluyor. Arapça ve İbraniceye dayanan başlangıç çalışmalarında Farsça zayıf kalmışsa da, Sir William Jones’un 1770’lerde yaptığı tercümelerle Farsça şiir Avrupa’da tanınmaya başlıyor. Mevlana’nın şiiri büyük miktarda ilk defa 1818 senesinde şarkiyatçı Hammer (1774-1856) tarafından İran Hitabet Sanatı Tarihi (Geschichte der schönen Redekünste Persiens) adlı eser içinde tercüme edilmiş. Avusturya’nın İstanbul elçiliğinde tercüman olarak çalışan ve Osmanlı devletinin birçok bölgesini gezerek araştırmalar yapmış olan Hammer’in bu tercümeleri Schimmel’e göre doğru ancak tatsızdı. Buna rağmen Goethe bu ahenksiz tercümelerden şairin dehasını anladığı gibi, bir Alman müsteşriki olan Friedrich Rückert de bütün bu kaba kisvelerin altında birdenbire Mevlana’nın ışığını görmüştü. Rückert 1822 senesinde küçük bir kitap halinde Mevlana Celalettin mahlaslı 60 kadar şiir yazmış ve bunları aslından değil, Hammer’in tercümesinden ilham alarak yazmış. Mevlana’nın, Divan'ındaki şiirleri Şems-i Tebrizi’ye ithaf ettiği gibi Rückert de bu şiirlerini "Şarka Doğan Mistik Güneş Mevlana’ya Fakirane bir Armağan" adı ile Mevlana’ya ithaf etmiş. Kendisini Şarklı şairin Garplı bir aynası kabul ettiği için Şarklı şiir şeklini de aksettirmiş. Yani bu şiirlerde Alman edebiyatında ilk defa "Gazel" şekli kullanılmıştır. Henüz genç bir şarkiyatçı olan şair Rückert, bazen Mevlana’nın bir beytini alıp ona uzun bir şiir yazmış, bu şiirlerinde bile Rumi’nin kokusunu muhafaza etmeğe muvaffak olmuş. Farsça bilmeyen bir Avrupalı, diyor Scimmel, Mevlana hakkında doğru bir fikir edinmek isterse, bu ve yalnız bu tercümelerin bitmez güzelliğini görmelidir. Daha sonra Divan-ı Kebir'in aslından da seçme gazeller Almancaya tercüme edilmişse de onlar Rückert’in eserinden daha fazla etkili olamamış.15 Alman edebiyat tarihçilerine göre, dünya Mevlana kadar sevimli, ondan daha çok sevilesi bir mistiği görmemiştir. 20 sene sonra 1842’de Mesnevi’nin bütününün kısaltılmış bir tercümesi iyi bir tefsir ile İngiltere’de Edward Henry Whinfield (doğ. 1836) tarafından yapılmış.16

Hindistan ve Doğu sömürgelerindeki İngiliz ordusu elemanlarına Farsça dersler verildiği, İngiliz askerlerinden birçoğunun Farsça çalışmalar ve tercümeler yaptığı biliniyor, bunların arasından ilim adamları çıkmış ve

E rdem

37502008

15 Rückert’in Kuran-ı Kerim'den seçm e ayetler tercüm esi de bulunuyor ve o da diğer tercüm eler

tarafından aşılam am ış olarak kabul ediliyor: Der Koran, 2. ve değiştirilm em iş baskı, Ergon

Verlag, Würzburg 1996.

16 Annemarie Schim m el, Garbın M evlana Görüşü, 13.XI.1954’de Konya’da yapılan M evlana İhti-

fallinde verilmiş konferansın m etni, Aşk, Mevlana, Mistisizm içinde, İstanbul 2002

Page 47: Erdemi - akmb.gov.tr

/ / B e y za B İ L G İ N'V

Erdem

2008

38

50 meşhur olmuşlar. Onlardan biri olan Edward Granville Browne (öl. 1926) dört ciltlik büyük A Literary of Persian (İran Edebiyatı) eserinde Mevlana için "Şüphesiz İran’ın çıkardığı en üstün sofi şairdir, Mesnevi’si bütün zamanların en iyi şiiri olmayı hak etmektedir" diye yazmış. Kendisinin Reynold Alleine Nicholson (1868-1945) ve Bediuzzaman Firuzanfer (öl. 1970) gibi bu alanın önde gelen kişilerine katkıları olmuş. İngiliz müsteşriki Nicholson hayatını Mevlana’ya adamış farklı bir kişilik, akademisyen bir aileden geliyor ve daha 30 yaşında iken büyük aşkı Mevlana’nın Divan-ı Şems-i Tebrizi'sinden seçmeler yayınlıyor. Bu onun asistanlık tezidir. Kendisi seyahati sevmiyor, Arapça ve Farsçanın konuşulduğu ülkelerde hiç bulunmamış, buna rağmen onun yapmış olduğu çalışmalar günümüze kadar aşılamamış durumda. Nicholson’dan sonra talebesi Arberry, hocasının çalışmalarını devam ettirmiş, Mevlana’nın rubailerinden serbest ve lirik pek çok tercümeler yayınlamış. Nicholson’un ve ardıllarının yayınları, bir makaleyi dolduracak hacimde ve böyle bir makale yayınlanmış bulunuyor.17

Bilimsel çalışmaların yanı sıra popüler Mesnevi uyarlamaları yapan şairler de çıkmış. Bunlar bilimsel çalışmalardan ilham alınarak yapılmış bilimsel olmayan güncelleştirmeler, fakat bütün hatalarına rağmen Mevlana sevgisini yaymakta çok başarılı oluyorlar. Onlar sayesinde Mevlana günümüzde özellikle Amerika’da en popüler şairlerden olma özelliğini kazanmış. Bu eserler Avrupa’da da en çok satanlar sırasında yer alıyor.

Schimmel, 1954 yılında yapılan Mevlana İhtifalinde vermiş olduğu konferansında Mevlana’nın kendi hayatını etkileyişini de anlatmıştır. Kendisi o sıralarda Türkiye’dedir, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Kürsüsü başkanıdır, Mevlana aşkı ile tanınır, her vesile ile Mevlana’dan söz eder. O, Mevlana ve Türkiye ile bağını hayatının sonuna kadar hiç gevşetmemiş, muhtelif vesilelerle gelmiş gitmiş, konferanslar vermiş, üç yıl önce (2002) ölünceye kadar İslam hakkında olumlu açıklamalarını sürdürmüştür. Diyor ki:

" İn sa n ın h a y a tın d a u n u tu lm a z , b ü tü n h a y a tın ı d e ğ iş t ire n a n la r vardır.

O a n la r d a in s a n , u lû h iy e tin y ak ın lığ ın ı d u yar, se m a v i b ir v e cd iç in d e

t itre y e re k g ark o lu r . B ö y le b ir a n ı b e n , A lm a n y a ’d a ç o k g e n ç b ir

ö ğ r e n c i ik en p ro fe sö rü m ü n a ğ z ın d a n ilk d e fa M e s n e v i’n in ilk sa t ır la r ın ı

d in le d iğ im z a m a n y a ş a m ış tım . B u a n d a n it ib a re n ç o k ta n ta k d ir e t t iğ im

M e v la n a ’n ın e s e r in d e n h iç a y r ılm a d ım . H a rb in e n fe c i y a n g ın v e a te ş

17 M evlana C elaleddin’in eserleri üzerine Yapılan İngilizce çalışm alar, Safi Arpaguş, Tasavvuf

Dergisi Mevlana Özel Sayısı, s. 775-805, Haziran 2005, Ankara 2005.

Page 48: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi f i

E rdem

502008

39f ır t ın a la r ın d a ş iir le r i b a n a ila h i a şk ın a le v le r in d e n b a h s e t t i le r . H a rp te n

s o n ra ç e k tiğ im iz ta h a m m ü l s ın ır la r ın ı a ş a n ıs t ır a p la r d a y in e M e v la n a ’n ın

sö z ler i b a n a , in s a n ın y a ln ız ıs tıra p v a s ıta s ıy la o lg u n la ş a c a ğ ın ı

ö ğ r e tt i le r . S a a d e t s a a t le r in d e , a ş k rü zgârı e s t iğ i z a m a n b ü tü n ta b ia t ın

kozm ik a h e n k te e z e li v e e b e d i ila h i v arlık ç e v r e s in d e d ö n e r e k s e m a d a

b u lu n d u ğ u n u a n la ta n ş iir in in b e y it le r in i zev kle o k u d u m . V e g ittiğ im

h e r y e rd e M e v la n a ’yı se v e n , o n a h a y ra n o la n in s a n la ra ra s t la m a k b a n a

n a s ip o ld u . B ü yü k m is tik şa ir 150 s e n e d e n b e r i ü lk e m d e ta n ın m a k ta

idi. H afızı Ş iraz i ve Ö m e r H ayy am k a d a r g e n iş b ir ş ö h r e t k a z a n m a m a k la

b e r a b e r o n a g ö s te r i le n sayg ı v e sev g i d a h a d e rin d i."

Schimmel, Hammer tarafından Mevlana’dan yapılmış o eski ve lirik olmayan tercümenin, Farsça bilmeyen bazı Alman şairlerini hala Mevlana’nın ismini taşıyan şiirler yazmaya teşvik etmekte olmasından da hayretle bahsetmiştir. Bunlar arasından bir örnek şahsiyet, birleşme öncesindeki Almanya’nın Rus bölgesinde oturan, 70 yaşındaki şair Hanns Meinke’dir. Meinke’nin Mevlana’ya duyduğu aşk onu öyle mest etmiştir ki, o yaşadığı hayatın karanlıklarında Mevlana’nın zayıf da olsa bir aynası olabilmiş, onun ışığını parlatabilmiştir. Schimmel bu şair ile tanışmasını şöyle anlatmış:

"S o ğ u k , ren k siz b ir O c a k g ü n ü idi. D e rs im ’d e n ü şü y e re k e v e d ö n d ü m .

B a n a k ü çü k b ir p a k e t g e lm iş t i. G ö n d e re n A lm a n y a ’n ın R u s b ö lg e s in d e

o tu ra n , is m in i o g ü n e k a d a r h iç d u y m a d ığ ım b ir a d a m d ı. P a k e ti a ç tım ,

iç in d e koyu kırm ızı re n k te ip ek c ilt l i b ir k ita p vard ı. K ita b ı a ç ın c a

h a y ra n lığ ım a rttı . O rta Ç a ğ e l y a z ıla r ın a b e n z e y e n g ü zel h a rfle r le ,

s a n a tk â r a n e b ir d ib a c e ile s ü s le n m iş b ir e s e rd i. B a ş lığ ı "S im y a lı

N ikâh " idi. S o n sa y fa d a k i ith a fa g ö re şa ir b u "ü ç d e fa y ed ilik " g aze li

k en d i e l y az ısı ile y a z m ıştı. Ş iir le r in in g ü ze lliğ i b e n i d e rh a l sa rd ı. O n ları

o k u rk en k ış ın so ğ u k , n e ş e s iz h a v a s ın ı u n u tu v erd im . Ş a ir in , M e v la n a ’ya

â ş ık o ld u ğ u n u im a e t t iğ in i k ita b ın a v erd iğ i b a ş lık ile o n u n h e m e n h e r

sa t ır ın d a n a n la d ım . G a z e lin e n c a n lı v e c o şk u n m ısra ın ı lirizm in i ih m a l

e d e re k şö y le çev ireb ilir iz : 'E y R u m i, ş im d i ş iir d ilin in gül b a h ç e s in d e

s im y a lı b ir n ik âh ikim izi a şk a te ş i ile y ak arak b ir le ş t ir m iş t ir ’ . M e in k e 188 4

y ılın d a d o ğ m u ştu , Ş a rk d ü n y a s ın a g e n ç liğ in d e n b e r i d e rin b ir m u h a b b e t

d u y m u ş, ta sa v v u fu n b ü tü n ş a ir le r in i, b ir d e P a k is ta n ’ın u y a n d ırıc ıs ı

M u h a m m e t İk b a l’i p e k se v m iş , b u s e b e p le b ir a ra F a r s ç a ö ğ r e n m e y e

ç a lış m ış t ı . H a n n s M ein k e , M e v la n a ’n ın g a z e lle r in d e n b irç o ğ u n u - e s k i

A lm a n c a te r c ü m e le r e d a y a n a r a k - a te ş l i g a z e lle r ş e k lin d e ta k lit e tm iş ,

e m s a ls iz d e s e n le r le z e n g in le ş tir ilm iş b ir e ly a z m a s ı h a lin d e to p la m ış t ı .

O , K a to lik K ilis e s in in v e fa lı b ir m e n s u b u o ld u ğ u h a ld e , d ü n y a n ın b ü tü n

d in le r in d e b ü y ü k b ir b irlik m e v cu t o ld u ğ u n a kan i id i. R a b b in i ken d i

k a lb in d e b u ld u ğ u iç in , h e r ş e y e ş a m il o la n b ir m is tik d u y g u su vardı.

Ş a ir y ery ü zü n d e ve g ö k le rd e , d ü n y a n ın b ü y ü k ta r ih in d e ve in s a n ın

Page 49: Erdemi - akmb.gov.tr

B e y za B İ L G İ N

Erdem

4050

2008kü çü k h a y a tın d a g ö r ü n e n m is tik s e m a n ın d e rin m a n a s ın ı d a ç o k iyi

k a v ra m ıştı. S c h im m e l H a n ım a iki d e fa , K o n y a ’ya g ö tü rm e k ü zere b ire r

gü zel m u m g ö n d e rm iş ti , A lm a n y a ’n ın R u s b ö lg e s in in g ö lg e le r in d e n

M e v la n a ’n ın b ü y ü k n u ru n a k a v u şa ca k k ü çü k b ire r n u rd u b u n la r ."18

Mevlana, ölümünden 700 yıl sonra bir Fransız bilim kadınını etkiliyor ve onun şahsında çok önemli bir mürit kazanıyor. Edebiyat, felsefe ve tasavvuf konularında tahsil etmiş olan Eva de Vitray-Meyerovitch (1909- ), Müslüman olduktan sonraki adı ile Havva Hanım profesördür, Paris Bilimsel Araştırmalar Milli Merkezinde müdürlük yapmaktadır. Eskiden birlikte Sanskritçe öğrendiği Hintli bir Müslüman dostu on beş yıl sonra ziyaretine gelir, uzun uzun konuşurlar, ayrılırlarken dostu ona bir kitap uzatır ve der ki, sizin dini meselelere her zaman ilgi duyduğunuzu biliyorum, şu kitabı bir okuyun, bu bizim büyük üstadımız İkbal’in önemli bir eseridir. Teşekkür eder ve kitabı masanın üzerine bırakır. İşleri yoğundur, kısa sürede kitabın üzeri evraklarla örtülür. Bir müddet sonra masasını düzeltemeye çalışırken hediye kitap eline gelir, açar, kitap İngilizce yazılmıştır, "İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İnşası" başlığını taşımaktadır. Biraz bakar, elinden bırakamaz, ilk sayfadan itibaren kitap onu sarar, bütün sorularına cevap verildiği hissine kapılır, arzuladığı evrenselliği bulur onda. Vahyin ancak bir tane olabileceği, iki kere ikinin her zaman dört ettiği gibi, ister Azteklerin rakamları ile yazılmış olsun, ister Çin, ister Arap, bütün bu rakamların her zaman her yerde tek ve aynı hakikati ifade ettikleri düşüncesine rastlar o kitapta. Ben daha önce vicdan özgürlüğü, kişisel yorum, bireysel araştırma yolundaydım, bütün bunları bu büyük düşünürde somutlaşmış halde buldum, sanki birden Müslüman oluvermiştim, hem de hiçbir şeyi inkâr etmeden, ne Tevrat'ı inkâr ediyordum ne de İncil’i, diyecektir. Kitabı hemen tercüme eder. O zamana kadar İslam’ın ne olabileceği konusunda pek bir fikri yoktur, bu kitap onu araştırmaya iter. İkbal’in kitapta sürekli olarak Mevlana diye birisinden söz ettiği dikkatini çeker, ondan aktarılan birkaç beyitle birkaç mısra kendisini büyüler. Böylesine çarpıcı şeyler söyleyen bir zatı yakından tanımak için araştırmaya koyulur. Mevlana ile ilgili yeterli bilgi bulamaz. O zamanlar Kant, Hegel ve başka bir yığın filozof üzerinde ha bire çalışılırdı da Müslüman filozoflar üzerinde çalışılmazdı, diyor. Mevlana’yı anlamak için Farsça öğrenmeye girişir. Çalışma hayatından kopmadan üç sene üniversitenin Şark dilleri bölümüne devam eder, bu dili

18 Annemarie Schim m el, "Garbın M evlana Görüşü", Aşk, Mevlana ve Mistisizm içinde, haz. Senail

Özkan, Kırkanbar Kitaplığı, İstanbul 2002.

Page 50: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi f i

Farsçadan Fransızcaya tercüme yapacak seviyeye gelinceye kadar çalışıp ilerletir. Mevlana’nın eserlerini okudukça, İslam’ın son Hak Din olduğu kanaati uyanır kendisinde. Kesin kararını vermeden önce kendi dinini yeniden incelemek üzere üç yıl Sorbonne Üniversitesi’nde çok değerli bir profesörün Hristiyanlığın kutsal kitapları üzerine verdiği tefsir derslerine devam eder, fakat durumunda değişme olmaz. Bir defa da baba gibi sevip saydığını söylediği, İslam dinini ve uygarlığını evrensel bir din anlayışı ile incelemiş olan Fransız şarkiyatçı Lois Massignon’a (1883-1962) danışır, onun tavsiye ettiği bir rahiple görüşür, yine tatmin olmaz. İslam’a girmeye karar verir, Yarabbi beni Sana götürecek yolu bana göster, diye dua etmeye başlar. Bir gece rüyasında görür ki, ölmüştür, mezara konmuştur, kabrini seyretmektedir, yaklaşıp bakar, mezar taşında "Havva" ismi yazmaktadır. Burası senin mezarın, sen Müslüman olarak öleceksin, diye bir ses gelir kulağına. Böylece altı yıllık araştırma ve tecrübeden sonra kesin kararını verir, Mevlana’nın dinine girer. Havva Hanımın "Duanın Ruhu" isimli küçük bir kitabı var ki, bana göre çağımızın insanı için tam bir ilmihaldir.19

Mevlana’nın fikirlerinin benzerini zamanımızda işleyenlerden biri de Roger Garaudy’dir. Garaudy, 6. Milli Mevlana Kongresine sunduğu "Mevlana ve Goethe’de İnsan" isimli tebliğinde fikirlerini anlatmıştır. Ona göre "Mevlana ve Goethe, dünyanın bugün bizim yaşadığımıza benzer şekilde bir parçalanıp kutuplaşma dönemini yaşadılar ve onlar bize fırtınalı zamanlarda nasıl yaşamamız gerektiğini öğrettiler. Goethe 24 yaşında yazmaya başlayıp ölümünden birkaç ay önce ancak tamamladığı "Faust"unda, Faust tipli insa­nın, yani Batı insanının iflasını sergilemişti. XVI. yüzyılın özelliği olarak İngiliz oyun yazarı ve aktörü Marlowe (1564-1493) ilk "Faust"u yazdığında insanı, güçlü beyniyle bütün yaratıkların hâkimi ve rabbi olarak göstermişti. Goethe eserinde böyle bir iddianın olası bütün kötü neticelerini sergilemiştir. Onun daha 1773 yılında gördüğü faustyen medeniyetin akıbetini, Faust tipli insanın ahlak çöküntüsünü biz bugün yaşıyoruz. Goethe, paramparça olan Avrupa kâbusundan kurtulmanın yolunu Doğu düşüncesine kaçmakta görmüş, buna "zamanın ilacı" demişti. O, bu ilaçta yaratılışını ve ölümünü müdrik insan tipini, hareket halinde olan bütün varlıklardaki hayatın bütünlüğüne katılan insan tipini keşfetmişti. Goethe’nin bu keşfinde hareket noktası, cinsellik duygusundan aşk duygusuna geçişti, bunu Faust-Margarite aşkının örneği ile göstermişti. Bu aşk, sadece insanın başkasına karşı kalbinde duyduğu maddi

E rdem

41______

502008

19 Eva de Vitray-Meyerovitch, Duanın Ruhu, çev. Cem al Aydın, Şule yay. İstanbul 1999; ayrıca

aynı yazar, İslam'ın Güleryüzü, çev. Cem al Aydın, Şule yay. İstanbul 1998.

Page 51: Erdemi - akmb.gov.tr

/ / B e y za B İ L G İ N'V

42

Erdem

2Q50 bir eğilim değildi, fakat en küçük bir okyanus dalgasından insanın Allah ile olan en yüce alakasına kadar, her şeye karşı duyulan muhabbetin gücüydü. Bu aşk, dünyaya hayat bahşeden büyük güçtü. Kadın-erkek arasındaki aşk ilahi aşkın müjdecisi ve öncüsüydü. Aşk, göğü ve yıldızları harekete getiren güçtü. Mevlana Mesnevi 'sinde (V, 3843) aşksız dünya ölü olacaktı, demiştir. Tabiat, arzularımızı tatmin etmek için kendisine hâkim ve malik olduğumuz ölü maddeler değildir. Tabiattaki varlıklar, Allah’ı işaret eden ayetlerdir ve ayetler bizim vakıadan manaya geçmemize ya da Goethe’nin Kuran 'dan ilham alarak söylediği gibi her lamba ışığında en yüce nurun tecellisini görmemize çağrıda bulunurlar. Garaudy, Doğu ve Batı artık birbirinden ayrılamaz, diyen Goethe’nin tespitini günümüzün trajik problemlerine en güzel çare olarak değerlendiriyor. Garaudy’ye göre bugün Faust tipli insanın fonksiyonu bitmek üzeredir, bugünkü hayatımızın sorunları ne teknik ne ekonomi ne siyasettir, fakat Mevlana’nın ve Goethe’nin de cevaplamaya çalıştığı gibi hayatın yüce anlamını ve amacını izlemeye çağıran din sorunudur. Mevlana’nın 'yeni doğuş’, Goethe’nin 'yeni buluğ’ dediği uyanış, insanların birbirinde dirilişidir. 'Evrensel ben’in 'hakiki ben’ olduğunu bilen insanın 'kâmil insan’ haline gelişidir. Kâmil insan, bütün tabiatın tekâmülünü ve kendinde şuurlaşan insanlığın ortak tarihini tekrar yaşamayı bilir, kamil insan tabiat ve beşeriyet ile bir bütün oluşturur. Garaudy’nin tavsiyesi, dünya gemisi batmadan kültürel bir değişimi, "birbirimizde dirilmeyi" bir an önce gerçekleştirmemizdir.20 Bu da Mevlana ve Goethe’nin fikirlerinin birleştirilmesi ve Doğu ile Batının yeni bir diyalogu ile.

Schimmel diyor ki, Hollanda’da, Almanya’da, Fransa’da, İtalya’da Mevlana’yı seven, onun sözlerinden kuvvet alan insanlar çoğalıyor, ona dair kitaplar, tercümeler elden ele geçmekte. İslam dünyasında Cüneyd, Hallac, İbni Arabî, İbni Farid gibi birçok büyük mutasavvıflar var, pek güzel mistik şiir yazan şairler de yaşamışlardır. Fakat kimse Mevlana’nın garpta kazandığı şöhret ve sevgiyi kazanamamıştır. Bu tesirler nereden geliyor acaba? Ve kendisi bu soruya yine Mevlana’dan alıntı yararak cevap veriyor, diyor ki: Mevlana birkaç defa kullandığı bir remizde, güneşin şualarını toplayan ve bu suretle güzellik ve kıymet kazanan lal taşından bahsetmektedir. Kendisi de Şems’in aşkı yolu ile ilahi aşkı içine alıp ıstırapların karanlıklarında toplamış ve anlatılmaz güzellikle parlayan bir lal olmuştur, bu suretle ilahi güneşin ışığını ona hayran olanlara saçmaktadır. Fakat o yalnız bu manevi

20 Roger Garaudy, "M evlana ve G oeth e’de İnsan", çev. Abdullah Öztürk, 6. Milli Mevlana Kongresi

2 4 - 2 5 Mayıs, içinde, s. 55, 1992 Konya.

Page 52: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi f i

güneşin şualarını değil, bütün dünyevi hadiselerin rengârenk kıvılcımlarını da benimseyip, bize kıymetsiz görünen bu ham maddeyi de esrarengiz bir manevi simya vasıtası ile -yani sonsuz ıstırap ve hasret vasıtası ile- altına tebdil etmiştir. Dünyada o zamana kadar mevcut olan dini tasavvurlar, insanların en eski, en iptidai dinlerine ait olan anlamlar, muhtelif dinlerde müşterek olan remizler onun eserinde toplanmış, ahenkli bir bütün haline gelmiştir. Mistikliğin birbirinden farklı olan cereyan ve tasavvurları, şarkın ve garbın mistiklerinde eski ve yeni zamanlarda peyda olan semboller, bütün bu dini dünya Mevlana’nın eserinde ilahi aşkın ateşi ile eritilip birleştirilmiştir. Bunun için her millet, her insan Mevlana’nın eserlerinde kendi vaziyetine, kendi dini ve kültürel seviyesine göre kalbine dokunan sözleri bulmaktadır(a.g.e.). Müslüman olmuş bir İngiliz ise şöyle söylüyor:

"Hristiyanlığın bazı unsurlarının İslam ile bir arada bulunması şüphesiz mümkün değildir. Ama bu kültürün oluşmasında yardımcı olan bazı unsurlar İslam’a hayli yakındır. Avrupa kültürü ile İslam’ın genelde bir arada bulunabilmesi gerekir. İngiliz kültürüne sahip olarak aynı zamanda Müslüman olmak bir çatışmaya sebep olmamalıdır. Ben İngiliz olmaktan gurur duyuyorum. Pakistanlı veya başka bir ülkeden da olmak beni Allah’a daha fazla yaklaştırmaz."21

Şimdi Mevlana’nı dünya kültürüne etkisini sağlayan motiflerden birkaçını küçükbaşlıklarla vermek istiyorum:

Mevlana ve DinlerMeliha Anbarcıoğlu diyor ki, Mevlana bütün dinleri öz gayeleri bakımından bir görmekte, ancak bu dünyada dinlerin birleşemeyeceklerini, çünkü her dinin ayrı bir dileği olduğunu söylemektedir.22 Mevlana çeşitli milletlerden oluşan çevresine hitap ederken, Kuran'ın bir ayetinde anlatılmış olan "elestü meclisi" (7Araf 172) örneğini vermiştir. Allah yaratmış olduğu insanların ruhlarına, onların birbirlerinden ayrılmalarından önce topluca hitap etmiş, 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim’ demişti; ruhlar hep birlikte cevap vermişlerdi, 'Elbette Rabbimizsin’. Mevlana şöyle yorumluyordu ayeti: "Elestü sesini Türk, zenci, Acem ve Arap, kulağa ve dudağa muhtaç olmadan anlamışlardı, hatta Türk, Acem ve zenci şöyle dursun, o sesi dağlar taşlar bile işitmişti" (Mesnevi I, 2108-2109). "Hinli, Kıpçak, Rum ülkesinin halkı

Erdem

43_____502008

21 Ali Köse, "Neden İslam’ı Seçiyorlar", II. Uluslar Arası Mevlana Kongresi, 5-6 Mayıs 2003, s.65, Konya 2004.

22 Meliha Ülker Anbarcıoğlu, Fhi Mafih Tercümesi ve Önsözü, M.E. B. İstanbul 1990.

Page 53: Erdemi - akmb.gov.tr

/ / B e y za B İ L G İ N'V

44

Erdem

2000 ve Habeş, hepsi de mezarlarında hoş bir halde aynı renktedir" (Mesnevi VI, 4709). Mevlana onların hepsine birden "Rum ülkesi halkı" diyordu. Onun72 milletten olanlar bana gelsin, sözünü kullanmasına kızan bir mutaassıp kişi bir gün öfke ile ziyaretine gelmiş, açmış ağzını yummuş gözünü, hakaret etmiş Mevlana’ya. Mevlana, sözleriniz bitti mi, diye sormuş, bitti, cevabını alınca, artık sizinle de dostum, demiş, siz de gelin! Ona göre nasıl koruğun şeker gibi tatlanması için güneşe ihtiyacı varsa, dünyayı salkım salkım dolduran acılı ve hoşnutsuz insan kitlelerinin de kıvama ve kemale gelmeleri için ısıtıcı ve hayat verici bir manevi güneşe ihtiyaçları vardır. Adamın içi ısınmış, o da gelir gider olmuş. Mevlana oğluna şöyle nasihatte bulunuyor:

"Bahaeddin, eğer cennette olmak istersen herkesle dost ol, kimseye kin besleme, herkese tevazu göster. Başkalarının önüne geçmek isteme.Mum ve merhem gibi yumuşak tabiatlı ol, iğne gibi batıcı olma. Sana kimseden kötülük gelmemesini istersen kötü şeyler düşünme, kötü şeyler öğrenme."23

O sadece insanların değil bütün varlıkların maneviyata ihtiyacı olduğu hakikatini işliyordu gönüllere. Sevgili müridi Çelebi Hüsameddin hastalandığında talebeleri ve dostları ile birlikte ona geçmiş olsuna giderken dar yerde bir köpek çıkmış önlerine. Talebelerinden biri köpeğe vurup kovmuş onu. Mevlana ayıplamış o talebeyi. Ey bihaber, Çelebi’nin mahallesine mensup olan köpeği mi dövüyorsun, demiş.24 Mevlana’nın her dinden, her milletten, her tabakadan insanlardan çok geniş bir muhiti olduğu Fihi Mafih kitabında görülür. O, Moğollar hakkında da şöyle söylüyor:

"Moğollar buraya geldiğinde çıplaktı binek hayvanları öküzdü, silahları ağaçtandı, Harzemlilerin zulmüne uğramışlardı, gönülleri kırıktı. Tanrı dualarını kabul etti, karınları doydu, en güzel Arap atları ve silahlar şimdi ellerindedir. Fakat şimdi kendileri de zulme başladıkları için Tanrı onları yok edecektir."

Nitekim Moğollar güçlerini kaybettiler ve zaman içinde Müslüman oldular. Bizans’tan onu görmeye gelen rahiplerle sohbet ediyorken şöyle söylüyor: "Ben bir pergelim ki, bir ayağım şeriatta, diğeri bütün dinlerdedir." Tebrizli bir tacir iflas edecekken gelmiş Mevlana’ya başvurmuş, ne yapayım diye. Mevlana ona demişti ki, sen Frengistan’da ticaret için bulunurken, bir Hristiyan azizin gönlünü kırmışsın, git onun hatırını al, düzelirsin. Tacir

23 Hüseyin Ayan’ın yorumundan, Mevlana'nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslararası Mevlana Semineri, s. 78, 1973, Ankara.

24 A.g.e. s., 173 vd

Page 54: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi f i

bu zahmete katlanmış, gitmiş, Hristiyan azizi bulmuş, af dilemiş ve işleri düzelmiş. O aziz de gelip Mevlana’yı bulmuş ve ona bağlanmış.25

Mevlevi Şefik Can’a göre26: Mevlana’nın bütün dinlere saygı göstermesi, onun bütün dinleri bir ve eşit gördüğü anlamında değil, bütün dinlerin hakikatinin bir görülmesi anlamındadır. O, Mesnevi, C. I, beyit 500’de şöyle der: "Dinler arasındaki ihtilaf ve ayrılık gidiş tarzındadır, ibadet ediş şeklindedir, yoksa yolun hakikatinde değil. Bir ayeti delil gösterir: "De ki: İman edenler de etmeyenler de kendilerine uygun düşen bir yolda hareket ederler" (17İsra/84) ve onu şöyle yorumlar: "Cihanda basamak basamak ta göklere kadar yükselen gizli merdivenler vardır. Her topluluğun ayrı bir merdiveni, her gidişin başka bir göğü vardır, Her biri öbürünün halinden habersizdir. Gökler geniş, çok geniş bir ülkedir. Öyle geniş öyle sonsuz ki, ne başı vardır ne sonu". İslam’dan başka dinler Hak din değildir ama Hakkın irade ve takdiri dâhilindedirler. Bu da saygıyı gerektiren bu durumdur Mevlana’ya göre: Sır gözü ile gönül gözü ile mümine de bak, kâfire de bak. Bunların her birinin kendi inançlarınca Ya Hay, Ya Rabbi feryadından başka bir şey yoktur (Divan-ı Kebir 5-2578). Canlar padişahının kulağı gözü pencerededir. Erkek olsun kadın olsun, kimin canı ne istiyor, onu gözetleyip durmaktadır. (Mesnevi I, 1824).

Mevlana ve Semaİnsanları özellikle Batılıları Mevlana’da en çok celbeden şeylerden biri semadır. Daha önce adı geçen şarkiyatçı Alman şair Rückert en mükemmel tercümelerini semaya ait şiirlerden yapmış. Mevlana’dan önce Cüneyt Bağdadi semanın vecde getirmekteki etkisinden söz ettiği gibi 20. yüzyılın en büyük şairlerinden sayılan Avusturyalı Hugo von Hofmannsthal (1874­1929) semanın fenaya götüren, ihya eden kuvvetinde ilahi aşkın güzel bir sembolünü görmüş. Edebiyatçılar ve din bilginleri, semanın dünyanın en eski dini ayinlerinden olduğunu bildiriyorlar. Hollandalı ilahiyatçı ve dinler tarihçisi Gerardus van der Leeuw (1890-1950), Dinin Fenomenolojisi (Phaenomenologie der Religion) isimli eserinde dinin kendine özgü doğası olduğunu, psikolojik ya da antropolojik bir yoruma indirgenemeyeceğini, insanda mistik ve mantıksal düşünme biçimlerinin birlikte bulunduğunu ileri sürüyor. Bu açıdan bakınca Mevlana tasavvufun en büyük mümessili sayılıyor, eserleri kaynak oluyor. Sema ve raksın hemen bütün dinlerde özel

Erdem

45____502008

25 Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri I, s.94, çev. Tahsin Yazıcı, M.E. B. İstanbul 1964.26 Yaşayan son Mevlevihan Şefik Can ile Mülakat, Mevlana, "Mesnevi ve Mevlevilik", Tasavvuf

Dergisi Mevlana Özel Sayısı, s. 823, Ankara 2005.

Page 55: Erdemi - akmb.gov.tr

/ / B e y za B İ L G İ N'V

46

Erdem

2o° ° bir yeri var. Raks bir oyundur şüphesiz, fakat Kuran’ın deyişi ile "Dünya hayatı da bir oyundur". Schimmel’in bildirdiğine göre Avrupa’nın bazı yerlerinde hala Paskalya bayramında ve senenin en uzun günü olan 21 Haziranda güneş raksları görülebiliyor. Avustralya kâhinlerinin bazen günlerce süren gayet yorucu yağmur duası raksları görülüyor. Raksların en basit, en çok kullanılan şekli deveran, çünkü daire bir şeyi veya bir insanı ihata etmek suretiyle onun kuvvetinden istifade etmek demek oluyor. Bu anlayışın bir aksi Eski Ahit te, Davut hakkında anlatılan hikâyede görülmektedir: "Ve Davut Rabbin önünde bütün gücü ile raks ediyordu" (2.Sam. 6, 14). Metinden anlaşılıyor ki, Davut İsrail’in mukaddes sandığı (Rabbin Sandığı) çevresinde raks ederek onu yeniden kuvvetle doldurmuştur. Eski Hristiyan Kilisesinde Meryem’in ve şehitlerin şerefine raks edilmiş. Fakat resmi kilise bunu hiç tasvip etmemiş, raks aleyhine fermanlar çıkarmış (589 Toledo Konsili Fermanı). Büyük Aziz Hrisostomus, raks nerede ise şeytan oradadır, Allah bize ayaklar vermiş ama onları ayıp ve rezalette kullanalım diye değil, meleklerle beraber raks edelim diye, demiş. İslam’da da raks yapanın kâfirliğine kadar varan fetvalar var (Kemal Paşazade, Çivicizade). Kadızadelilerin ise işi naat okuyan hafızların makamla okumalarını yasaklamaya, Selâtin camilerinin birer minaresini bırakıp diğerlerini yıkmaya kadar vardıran çabaları da var. İstisna olarak Zembilli Ali Efendi demiş ki, Sofilerin raks diye nitelendirilen hareketleri, her ne kadar benzerlik taşıyorsa da bizatihi raks değildir.27

İslam’da vecde getiren ilk semahane 864 senesinde Bağdat’ta açılmış. Semanın eski tasavvufta oynadığı rol tasavvuf kitaplarında işlenmiş. Hallac Mansur, kelebeğin ışık çevresinde dönmesini, ruhun duyduğu aşkın en isabetli sembolü olarak kullanmış. Mevlana’ya göre her zerre güneş şualarında döndüğü gibi âşık da ilahi günesin nurunda dönerek yaşar. Sema kalbin gıdasıdır (kut al-kulub), vuslatın sembolüdür (Mesnevi IV, 742). Ruh böyle bir vuslata erdiği zaman, her ağacın her çiçeğin raks ettiğine şahit olur (Mesnevi I, 1346; III, 69-99, Divan XXVI).

Neden semaya rağbet ettiğine şaştıklarını söyleyenlere Mevlana şöyle bir açıklama getirmiş:

"İncelediğim bir fıkıh hükmü, zaruret halinde insanın murdar şeyleri yemesinin caiz olduğunu bildiriyor. Öyle haller vardır ki, açlık ve susuzluğa benzetilebilir ve onlar ancak manevi sema ile birlikte gelen vecd ile doyurulur. Böyle olmasa, harikalar göründüğü sırada insan mahvolurdu. İşte böyle müthiş bir açlık bize hâkim olmuştur."

27 İsmet Kayaoğlu, II. Uluslar Arası Mevlana Kongresi içinde, 5-6 Mayıs 2003, Konya 2004

Page 56: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi f i

Bir başka beytinde de Mevlana bu tür faaliyetlere burada, Anadolu’daki arayışlara karşılık teşebbüs etmiştir, diyor ki:

"Biz ilimle uğraşıyorduk, lakin geldiğimiz bu pazarda halkın şiir dilini aradıklarını gördük ve onu kullandık. İnsan bakmalı, bir şehirde ne meta geçiyorsa o maldan alıp satmalıdır. Hatta mal aşağı bir şey bile olsa.Ben ne kadar ilim öğrendim, ne zahmetler çektim, zamanın bilginleri bana gelince anlatayım diye. Hâlbuki Tanrı bütün o bilgileri burada topladı, ta ki ben bu işle uğraşayım. Bizim ülkemiz Türkistan’da şairlik kadar ayıp bir şey yoktu. Orada kalsa idik ders okutmak, kitap yazmakla oranın tabiatına uyardık. Fakat burada şiir söylüyoruz."28

Mevlana ve DuaMevlana’nın dua hakkında söyledikleri Batılıları son derecede etkilemiş. Onun, "Allah, her Ya Rabbi demende, buyur, demem gizlidir, dedi" deyişi, Batılı bilginleri, Hristiyan mistik fikirlerinin bir paralelini gördükleri için, son derecede ilgilendirmiş. Alman ilahiyatçısı Tholuck, Mevlana’dan aldığı bir hikâyeyi mistik duanın en mükemmel ifadesi olarak kullanmış. Mesnevi'nin bu meşhur parçasını Tholuck’tan öğrenen bilginler, mistik cereyanlara ait hemen her eserde Mevlana’nın bu sözünü zikretmişler. Türkiye’de Ankara İlahiyat Fakültesi’nde de bir sömestr dersler vermiş olan Dinler Tarihi- Din Felsefesi Profesörü Friedrich Heiler (1892-1967) onu, en ilkelinden mistik olanına dek her türünü incelediği dua hakkındaki meşhur eserinde mistik duanın en güzel örneklerinden biri olarak tavsif etmiştir. Schimmel bildiriyor ki, Heiler hem bunu hem de Rumi’nin başka sözlerini hemen her dersinde, her vaazında zikretmiştir. Mesnevi'nin en güzel beyitleri, ruhun ezeli vatanına, yaratılışının müsebbibi olan Allah’a karşı duyduğu hasret ve iştiyakı, münacatı ve niyazı ifadelendiriyor. Dünyanın yaratılışından evvel, Cenabı Hak ile müstakbel insanlık arasında "elest sözleşmesi" vardır. İşte dua, bu beraberlikten sonra ayrılığa düşen ruhun, kökünden kesilmiş bir kamış gibi asli vatanını özlemesini, hasretini terennüm ediyor. Duanın şekli bütün dinlerde birbirine benziyor. Müslüman Alman Müslüman Rabia Müller üç dinden seçtiği duaları kitabında toplamış.

Mevlana-Şems-İlahi AşkŞems (öl.1247), halk arasında Tanrı’nın sırrı, olgun sözlü, Tanrı’nın ve Dinin Güneşi olarak anılan bir ulu kişi. Bir rivayete göre İsmaili dailerinden Kiya Büzürk Ümid evladından Havend Celaleddin’in çocuğu. Şems’i babası, "Ulum-i İslamiye tahsili için Tebriz’e göndermiş. Bir başka rivayete

Erdem

47____502008

28 Fıhi Mafih, çev. Meliha Ülker Anbarcıoğlu, s. 117 v.d. M.E. B. İstanbul 1990.

Page 57: Erdemi - akmb.gov.tr

/ / B e y za B İ L G İ N'V

48

Erdem

50 göre ise Horasanlı olup ticaret için Tebriz’e gelmiş bir tüccarın oğludur, Tebriz’de doğmuş, çocukluğunda fevkalade güzelliği ile tanınırmış, diyar diyar dolaşmış, çeşitli mutasavvıfların hizmetinde bulunmuş bir mübarek kişi. Şeyhlerinden biri Şems’e niçin kendisine verilen mucizevî açılımları (müşahedeleri, fetihleri) arkadaşları gibi nazım ve nesirle ifade etmediğini sorduğunda, kendisinin daha fazla müşahedeye erdiğini, fakat onları izhar edecek kuvvetinin olmadığını söylemiş. Şeyhi duada bulunmuş, Hak sana bir öyle bir dost nasip etsin ki, onları senin adına ifade etsin, hikmet ırmakları onun kalbinden diline aksın, harf ve ses elbisesine girsin ve onlar senin adınla anılsın, demiş. Şems’in Mevlana ile buluşması, şeyhinin bu keramet ve duasına atfedilmiş. Şems kuvvetli bir şahsiyet ve Mevlana ile karşılaşmasından itibaren onun üzerindeki tesirinin büyüklüğü kaynaklarda dikkate değer şekilde anlatılmış bulunuyor. Şems Mevlana’yı, bütün itirazlarına rağmen artık kitap okumaktan men ediyor, semaya rağbet ettiriyor ve semadan vazgeçemez hale getiriyor. Şems’in Mevlana üzerindeki derin etkisi, onu adeta kendine hasretmesi çevrenin düşmanca tutumuna neden oluyor, Şems, bir süre geri Şam’a çekilse de Mevlana peşini bırak-mıyor, oğlu Sultan Veled’i bir heyetle onu getirmeye gönderiyor, onu manevi kızı Kimya ile de evlendiriyor. Fakat barış uzun sürmüyor, hem aile hem çevre Şems’i hazmedemiyor, Şems ortadan kaldırılıyor veya kendini kaybettiriyor. Mevlana yollara düşüyor, onu her yerde pek çok aradı ise de bulamıyor. Konya’ya dönüyor, coşkun bir aşk ve yüksek ilahi ilhamla Şems-i Tebrizi’nin maneviyetine atfettiği Divan-ı Şems isimli eseri meydana getiriyor, bunu diğer eserleri izliyor. Ahmet Eflaki (s. 48) Mevlana’nın şu sözünü nakleder: "Eğer Büyük Mevlana -babası- birkaç yıl daha hayatta kalsaydı, ben Şems-i Tebrizi’ye muhtaç olmayacaktım." Mevlana babası vefat ettiğinde kendisini daha onun yerine geçmeye hazır hissetmediği için uzun süre acı çekmiş, kendine gelememişti. Bir yıl sonra babasının müridi Burhanettin’in gelmesi ile rahatlamış, tahsiline devam etmişti. Mevlana’nın arayışı bitecek gibi olmamış hiçbir zaman, kendini şeyh olarak görmemiş. Burhanettin’in vefatından da çok etkilenmiş. Şems ona sanki hep eksikliğini duyduğu, beklediği bir dostluğu sağlamış, yalnızlığını gidermiş, tamamlanmasını sağlamış. İlahi aşk onun yolu ile Mevlana’da olgunlaşmış.

Musikideki EtkisiSemih Sergen, Polonya’nın büyük bestecisi Karol Szymanowky’nin (1882­1937) Mevlana’nın bir gazeli üzerine III. Senfonisini bestelemiş olduğunu anlatıyor. Felsefe ve edebiyatla yakın ilgisi onu çağının en ünlü kişilerinden biri haline getirmiş. Kuzey Afrika’yı gezdikten sonra Doğu kültürünü de

Page 58: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi f i

tanımış ve ondan da etkilenmiş. Mevlana’yı Almanca çevirilerinden okumuş ve onun bir şiirini korolu senfoni olarak bestelemiş. "Gecenin Şarkısı" adını verdiği bu gazeli bestelerken Doğu müziğinin değil tamamen kendi müziğinin dilini kullanmış. Bir gecenin yalnızlığında evrenin enginliği içinde Tanrı’yı bulmanın ve onunla özdeşleşmenin heyecanını notalara geçirdiği bu senfoni ilk defa 1922 yılında Boston Senfoni Orkestrası ile seslendirilmiş, 1924’de de Londra’da. Sonra da dünyanın önde gelen ülkelerindeki senfoni orkestralarının repertuarına girmiş. Bizde ise ilk defa 1990 yılında icra edilmiş. Müzikologlar besteye kaynak olan şiirin ünlü bir Acem şairine ait olduğunun söylenmesine üzülüyor Semih Sergen, Mevlana’nın özbeöz Türk olduğunu söylüyor. Fakat güçleri kendi sınırlarını aşacak büyüklükteki insanlar bütün dünyanın ortak malıdırlar ve onların eserleri yeni eserlerin ortaya çıkmasında ana kaynak olacaktır. Ayrıca Selçuklu ve Osmanlı çok kültürlü Türk devletleridir ve onların sınırları içinde yetişmiş insanlar o kültürün insanlarıdır. Gecenin Şarkısının ilk kıtası Mehmet Önder’in dilinden şöyle29:

GECENİN ŞARKISI Konuğuz sana ey dost, gel uyuma bu gece Hastayız can evinden, kal bizimle bu gece.Bu gece çözülsün sır, bu gece haram uyku.Kaldır perdeyi gözden, bu gece gerçeği bul.

SonuçTürk kültürünün dünya kültürlerine etkisini araştırdığım bu tebliğim sırasında hep şunu düşündüm ki, biz Mevlana’dan bugün de yeterince faydalanmalıyız. Kendi kendimizi, değerlerimizi yeniden keşfetmeli, onlara dayanmalı, onları yeniden yaratmanın ihya etmenin gereğini yapmalıyız. Bir zamanlar bu toprakların bir Mevlana yetiştirmiş olması ve onun dünya kültürünü etkilemiş ve etkilemekte olması elbette övünmekte haklı olduğumuz bir olgudur. Fakat bunun yanı sıra bugün ne yapmamız gerektiğini düşünmemiz ve yeni Mevlanalar için ortam yaratmamız da çok gereklidir.

Erdem

4 9 50 2008

KaynaklarAhmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri I, s.94, çev. Tahsin Yazıcı, M.E. B. İstanbul 1964. Anbarcıoğlu, Meliha Ülker, Fihi Mafih Tercümesi ve Önsözü, M.E. B. İstanbul 1990.

29 Semih Sergen, "Karol Szymanowky’nin Mevlana Senfonisi", 5. Milli Mevlana Kongresi 3-4 Mayıs 1991, s. 13, Konya 1992.

Page 59: Erdemi - akmb.gov.tr

У4 B e y za B İ L G İ N

5050

2008

Erdem

Araz, Nezihe, "Mevlana’da Her Şey İnsan İçin", 5. Milli Mevlana Kongresi, s. 41, 3-4 Mayıs 1991 Konya.

Arpaguş, Safi, Tasavvuf Dergisi Mevlana Özel Sayısı, s. 775-805, Haziran 2005, Ankara 2005.N. A. Baloch, "Mesnevi’nin Hint Yarımadasında Kaydettiği Gelişmeler- Mevlana ve

Yaşama Sevinci-" Uluslar Arası Üçüncü Mevlana Semineri- içinde, s. 279-299, haz. Fevzi Halıcı, 1978 Konya.

Eva de Vitray-Meyerovitch, Duanın Ruhu, çev. Cemal Aydın, Şule yay. İstanbul 1999.Eva de Vitray-Meyerovitch, İslam'ın Güleryüzü, çev. Cemal Aydın, Şule yay. İstanbul

1998.Fürüzanfer, B., Mevlana Celaleddin, çev. Feridun Nafiz Uzluk, M.E. B. İstanbul 1963.Garaudy, Roger, "Mevlana ve Goethe’de İnsan", çev. Abdullah Öztürk, 6. Milli Mevlana

Kongresi 24-25Mayıs, içinde, s. 55, 1992 Konya.Kayaoğlu, İsmet, II. Uluslar Arası Mevlana Kongresi içinde, 5-6 Mayıs 2003, Konya 2004.Köprülü, Fuat, İlk Mutasavvıflar, s.21 v.d. DİB yay. Ankara 1991.Köse, Ali, "Neden İslam’ı Seçiyorlar", II. Uluslar Arası Mevlana Kongresi, 5-6 Mayıs 2003,

s.65, Konya 2004.Mughu, Yakub, "Mevlana ve İkbal, Mevlana ve Yaşama Sevinci", Uluslar Arası Üçüncü

Mevlana Semineri içinde, s. 237-243, haz. Fevzi Halıcı, 1978 Konya.Ocak, A. Yaşar, II. Uluslar Arası Mevlana Kongresi, 5-6 Mayıs 2003, s.25, Konya 2004.Önder, Mehmet, "Molla Cami’de Mevlana Hayranlığı", 6. Milli Mevlana Kongresi içinde s.

75, 24-25 Mayıs 1992 Konya.Özönder, Hasan, II. Milletler arası Mevlana Kongresi içinde, s. 99, 175, 1990 Konya.Schimmel, Annemarie, Dinler Tarihine Giriş, A. Ü. İlahiyat Fakültesi yay. Ankara 1955.Schimmel, Annemarie, Aşk Mevlana ve Mistisizm, (haz. Senail Özkan), Kırkambar Kitap­

lığı, s. 117-122, 2002.Schimmel, Annemarie, Garbın Mevlana Görüşü, 13.XI.1954’de Konya’da yapılan Mev-

lana İhtifallinde verilmiş konferansın metni, Aşk, Mevlana, Mistisizm içinde, İs­tanbul 2002.

Schimmel, Annemarie, "Garbın Mevlana Görüşü", Aşk, Mevlana ve Mistisizm içinde, haz. Senail Özkan, Kırkanbar Kitaplığı, İstanbul 2002.

Sergen, Semih, "Karol Szymanowky’nin Mevlana Senfonisi", 5. Milli Mevlana Kongresi 3-4 Mayıs 1991, s. 13, Konya 1992.

Ülken, H. Ziya, Mevlana ve Yetiştiği Ortam, Mevlana'nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslararası Mevlana Semineri, s. 266-258, 1973 Ankara.

Yeniterzi, Emine, "Mevlana’nın Gayrimüslimlerle Diyalogu", III. Uluslar Arası Mevlana Kongresi içinde, s. 161-167, Konya 2004.

Page 60: Erdemi - akmb.gov.tr

Mehmed Şakir'in Manzum Mesnevi Tercümesi

Bila l ÇAKICI*

ÖZMevlana Celaleddin-i Rumî (ö: 672/1273)’nin Mesnevi'si, yazıldığı gün­den bu güne kadar manzum ve mensur olarak birçok dile tercüme edilen ve üzerine şerhler yazılan bir eserdir. Seyyid Mehmed Şakir (ö. 1252/1836)’in "Tercemânu’l-Ma’nevî fî-Tercemeti’l-Mesnevî" adlı ese­ri de, Mesnevi'nin manzum tercümelerinden birisidir. Eser, Mesnevi'nin tamamını içeren bir tercüme olması bakımından önem taşımaktadır. Bu yazıda, tam bir nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bu­lunan bu eserin Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi’nde bulunan gözlerden uzak kalmış ve mütercim Mehmed Şakir’in kendi hattıyla bir nüshası tanıtılmakta, ayrıca mütercimin kim­liği açıklığa kavuşturulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Mevlana Celaleddin-i Rumî, Mesnevi, manzum tercü­me, Şakir Mehmed bin Ahmed.

ABSTRACTMehmed Şakir’s Verse Translation of Mesnevi and Mevlana

Mevlana Celaleddin-i Rumi’s Mesnevi (d: 672/1273) is translated as ver­se and prose for many times to many languages, and many notes were written on it from the time it was written. "Tercemanu’l-Mesnevi fi Tercemetü’l-Mesnevi" by Seyyid M. Şakir (d.1252-1836) is one of verse translations of the Mesnevi. It becomes important because of consis­ting whole translation of the Mesnevi. One of the manuscript copy of the translation is in Istanbul University Library. I will introduce, in this paper, a new copy of the translation in the Faculty of Letters Library at the Ankara University, a copy which mau written by the translator M. Şakir, and I will examine the identity of translator.

Key Words: Mevlana Celaleddin-i Rumi, Mesnevi, verse translation, Şa­kir Mehmet bin Ahmed.

* Dr., Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü / KIRIKKALE, e-posta: [email protected].

Page 61: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > B i l a l Ç A K I C I

Erdem

52

A ntt

50 nadolu sahasında, Mesnevi üzerine manzum tercüme ve şerh niteliğitaşıyan 15 kadar eser bulunmaktadır. Bunlardan pek azı Mesnevi’nin tamamını içermekte olup bir kısmı Mesnevi’den seçme bölüm veya

beyitleri konu alan; bir kısmı Mesnevi’den ilham alınarak yazılan; bir kısmı da eksik kalan eserlerdir. Yüzyıllara göre Türkçe manzum tercüme ve şerhler, şu şekilde sıralanabilir1:

1. Şeyh Muiniddin bin Mustafa (XV. yüzyıl): 1. defterin manzum şerhidir.2. Dede Ömer Ruşenî (XV. yüzyıl): Eser, Mesnevi’den ilham alınarak yazıl­

mıştır.3. İbrahim Cevrî Dede (XVII. yüzyıl): İlk 18 beyti de içine alan 40 beytin

manzum şerhidir.4. Adnî Receb Dede (XVII. yüzyıl): Mesnevi’den seçilmiş beyitlerin şerhi­

dir.5. Şeyh Nazmî-i Halvetî (XVIII. yüzyıl): 1. defterin manzum şerhidir.6. Süleyman Nahîfî (XVIII. yüzyıl): Mesnevi’nin tamamının tercümesidir.7. Mehmed Şakir Efendi (XIX. yüzyıl) : Mesnevi’nin tamamının tercüme­

sidir.8. Süleyman Hayri Bey (XIX. yüzyıl): 1. defterin baştan bir kısmının tercü­

mesidir.9. Hafız Mehmed Emin (XIX. yüzyıl) : Mesnevi’nin tamamının tercümesi­

dir.10. Feyzullah Sacit Ülkü (XX. yüzyıl): 1. defterin hece vezniyle tercümesi­

dir.11. Mehmet Faruk Gürtunca (XX. yüzyıl): 1. defterden bir kısmın tercüme­

sidir.12. Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu (XX. yüzyıl): 1. defterden bir kısmın

tercümesidir.13. Feyzi Halıcı (XX. yüzyıl): ilk 1001 beytin tercümesidir.14. Orhan Kuntman (XXI. yüzyıl): Mesnevi’den seçilmiş beyit ve hikayele­

rin tercümesidir.15. Ahmet Metin Şahin (XXI. yüzyıl) : Mesnevi’nin tamamının tercümesi­

dir.

1 Mesnevi’nin manzum tercümeleri, şerhleri ve bunların nitelikleriyle ilgili olarak şu çalışmala­ra bakılabilir: Hasibe Mazıoğlu, "Mesnevi’nin Türkçe Manzum Tercüme ve Şerhleri", Bildiriler, Mevlana'nun 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısile Uluslararası Mevlana Semineri 15-17 Aralık 1973, Anka­ra: Türkiye İş Bankası Kültür Yay., s. 275-296; Abdulbaki Gölpınarlı, Mevlana’dan Sonra Mevlevi­lik, İnkılap ve Aka Yay., İstanbul 1983, s. 141-146; Ali Temizel, "Mevlana’nın Eserleriyle İlgili Olarak Eski Harfli Türkçe Telif Edilen Eserler", Mevlana Araştırmaları-I, (Editör: Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu), Akçağ Yay., Ankara 2007, s. 120-158; Adnan Karaismailoğlu vd., Mevlana Bib­liyografyası, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Konya 2006, s. 30-33.

Page 62: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Mehmet Şakir’in Manzum Mesnevi Tercümesi f i

Görüldüğü gibi, bu eserlerden sadece 4 tanesi Mesnevi’nin tamamını içer­mektedir. Bunlardan ilki Süleyman Nahifî (ö. 1151/1738), ikincisi Mehmed Şakir Efendi (ö. 1252/1836), üçüncüsü Hafız Mehmed Emin, dördüncüsü de Ahmet Metin Şahin’e aittir.

Mesnevi’nin Nahifî’den sonra tamamını manzum olarak tercüme eden Mehmed Şakir Efendinin kimliği ve ismi konusunda şimdiye kadar yapılan çalışmalarda farklı bilgiler bulunmaktadır:

"Mesnevi’nin Türkçe Manzum Tercüme ve Şerhleri" başlıklı bildirisinde Mehmed Şakir’den söz eden Prof. Dr. Hasibe Mazıoğlu (1973: 291), çalış­masında Mehmed Şakir’in kimliği hakkında "Osmanlı Müellifleri’nde Mes­nevi mütercimi olarak iki Mehmed Şakir’den bahsedilir. Birisi, 1252/1836 yılında ölen Şakir Mehmed Efendi, ötekisi 1268/1851’de ölmüş olan Şakir Mehmed el-Halvetî’dir" diyerek tereddüdünü ortaya koymuştur. Halbuki Osmanlı Müellifleri’nde Mesnevi mütercimi olan bir Mehmed Şakir bulunmak­tadır. O da 1252/1836 yılında ölen Mehmed Şakir Efendidir. Şakir Mehmed el-Halvetî’nin ise Mesneviyi tercüme ettiğine dair herhangi bir kayıt yoktur (krş. Mehmed Tahir 1333: II/266; I/98-99).

"Mevlana’nın Eserleriyle İlgili Olarak Eski Harfli Türkçe Telif Edilen Eser­ler" başlıklı makalesinde ise Ali Temizel (2007: 145), eserin önce Çuhadar- zade Şakir Mehmed Efendiye ait olduğunu belirtmekte; ardından parantez içinde "Şakir Paşa veya Feraizci Mehmed Şakir yahut Mehmet Şakir ö. İstan­bul 1252/1856" biçiminde ihtimaller üzerinde durmaktadır.

Bir eserin müellif hattının elde bulunması, edebiyat tarihi açısından bü­yük önem taşımaktadır. Böyle durumlarda, istinsah kaydının telif kaydı ola­rak değerlendirilmesi gerektiği; müellif ve müstensihin aynı kişiler olduğu göz ardı edilmemelidir. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yazma Eserler Bölü­münde bulunan Mevlana ve Mevlevilikle ilgili yazma eserler üzerine Hasan Almaz tarafından yapılan bir çalışmada, Mehmed Şakir Efendi, müstensih olarak kaydedilmiştir (2007: 227).

Bu çalışmada üzerinde durulan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüpha­nesi, Yazma Eserler Bölümü, Muzaffer Ozak I Koleksiyonunda 112 numaray­la kayıtlı bulunan müellif hattı nüsha, aslında bütün bu tereddütleri ortadan kaldıracak niteliktedir.

Nüshanın istinsah kaydı/telif kaydı, eserin adı, telif tarihi, yazarı hakkında birinci elden kesin bilgiler sunmaktadır. Bu kayıttaki bilgiler Arapça olarak şöyledir:

"Kad temme’l-mucelledâtu’s-selâse min-Tercemâni’l-Ma’nevî fî-Tercemeti’l- Mesnevî alâ-yedi .... es-Seyyid Mehmed eş-Şâkir bin es-Seyyid Ahmed ... hüve mütercimü’l-hakîr ... 4 Zilhicce sene 1251" (359b).

Erdem

53502008

Page 63: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > B i l a l Ç A K I C I

54

Erdem

50 Yukarıya önemli bölümlerin alındığı bu kayıttan,-Eserin adının, Tercemânu’l-Ma’nevî fî-Tercemeti’l-Mesnevî, -Müterciminin Seyyid Mehmed Şâkir bin Ahmed,-Nüshanın müellif hattı olduğu,-İlk üç defterin 4 Zilhicce 1251(1835) tarihinde bitirildiği,

anlaşılmaktadır. Nüshanın zahriyesindeki "Tercüme-i Mesnevî-i Hâce Şâkir Efendi bi-hattihî cild-i evvel ü sânî vü sâlis" biçimindeki not da, bu bilgileri doğrulamaktadır. Ayrıca mütercimin kim olduğuyla ilgili olarak karşılaşıla­bilecek muhtemel bir karışıklık, yine zahriyede yer alan "Hâce Şâkir Efendi Bahâristan şârihidür, lâ tegful" uyarısıyla ortadan kaldırılmaktadır.

Osmanlı Müellifleri ve Tuhfe-i Naili’deki mütercimle ilgili bilgiler, yazma nüs­hadan elde edilenlerle örtüşmektedir. Bu kaynaklara göre Baharistan şarihi Mehmed Şakir Efendi İstanbullu’dur. Sadrazam çuhadarlarından Ahmed Ağanın oğlu olan şair, tahsilini Enderun’da yapmıştır. Saray-ı Hümayun’da Rikabdarlık ve Liva-yı Şerif Şeyhliği görevlerinde bulunmuş ve Liva-yı Şerif Şeyhliği görevini yürüttüğü sırada 1252/1836 yılında yine İstanbul’da vefat etmiştir. Mezarı Eyüp’te olan şairin Manzum Mesnevi-i Şerif Tercümesi yanında Şerh-i Baharistan ve Divan’ı vardır. Şu beyitler onundur:

Hayret-zedeyim aşk ile hem-dem neme lâzım Câm-ı Cem-i feyzem ki benim Cem neme lâzım

Elde kalem-i mûnis ü gam-hâr dururken Esrâr-ı dil-i zârıma mahrem neme lâzım

Ey dîde-i hûn-âbe-i Şâkir bu ne girye Te’sîr-i nigâr eylemeyen gam neme lâzım

(Mehmed Tahir 1333: II/266; Tuman 2001: II/470).

Daha önce de belirtildiği gibi adı geçen nüsha, Mesnevi tercümesinin ilk üç defterini ihtiva etmektedir. Tek bir cilt hâlinde bulunan nüshada 1b-117b arasında birinci; 117b-221a arasında ikinci; 221a-359b arasında ise üçüncü defterler yer almaktadır. Birinci defterin sonu, ikinci defterin başında derke­nar olarak kaydedilen "cild-i evvel olmuş idi tercüme bin iki yüz otuz yedide; cild-i sânî şürû’ itdim henüz bin iki yüz ile hem otuz dokuz (117b-kenar)" bi­çimindeki nottan birinci defterin 1237/1821’de tamamlandığı, ikinci deftere ise 1239/1823 yılında başlandığı anlaşılmaktadır. İkinci defterin ne zaman bi­tirildiğini belirten herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Bu tarihler, istinsah kaydında anılan 4 Zilhicce 1251/1835 tarihiyle birlikte değerlendirildiğinde, tercümenin ilk üç defterinin tercüme edilme sürecine ilişkin önemli bilgi­ler vermektedir. Abdulbaki Gölpınarlı, eserin tamamının 1251/1835 yılında

Page 64: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Mehmet Şakir’in Manzum Mesnevi Tercümesi f i

bitirildiğini tercümeden bir yıl sonra yazılmış güzel bir nüshasının İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunduğunu2 belirtmektedir (1983: 146).

Manzum tercüme geleneğinde, şairlerin farklı tutumlar sergiledikleri; kimi­nin vezin, kafiye bakımından asıl metne bağlı kaldığı, kiminin kelimeleri bi­rebir çevirmek için çaba gösterdikleri, kiminin ise daha serbest davrandığı görülür. Mehmed Şakir Efendi’nin tercümede nasıl bir yol izlediğini belirle­mek için daha geniş çalışmalara ihtiyaç vardır. Bununla birlikte, örnek ol­mak üzere tercümenin ilk on sekiz beyti aşağıda verilmiştir:

Gûş kıl neyden şikâyet eyliyor İftirâkından hikâyet eyliyor

Ki neyistândan beni kat’ ideli Cûşişümden merd ü zen inler beli

Sîne ister firkat ile şerha-dâr İştiyâkun derdini şerh ide zâr

Kendi aslından uzak düşen kişi Vuslatı kılmak taleb dâim işi

Ben ki her cem’iyyetün nâlânıyam Hem-celîs-i âşık-ı vîrânıyam

Cümlesi zannında oldı bana yâr Yâr esrârı derûnumda uyar

Sırrumı bu nâleden zann itme dür Lîk çeşm ü gûşda yokdur o nûr

Ten bu câna cân tene mestûr degül Lîk cânı görmege destûr degül

Ney sadâsı nârdur degül hevâ Kimde bu âteş yok olsun o hebâ

Âteş-i aşkdur ki düşdi nâya ol Cûşiş-i aşkdur ki anı meyde bul

Yârdan dür olanun yâri bu ney Perdemüz çâk itdi perde perde hey

Ney ki zehr oldı vü hem tiryâkdür Hâsılı dem-sâzdur müştâkdur

Râh-ı pür-hûnun sözin söyler müdâm Aşk-ı Mecnûn kıssasın virür peyâm

Erdem

55502008

2 İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Müzesi T.Y. no: 6308

Page 65: Erdemi - akmb.gov.tr

B i l a l Ç A K I C I

Erdem

5650

2008Böyle aşkun mahremi bî-hûşdurMüşterîsi her lisânun gûşdur

Derdümüzle nice gün bî-gâhdur Nice gün şûriş ile hem-râhdur

Rûzlarun gitdiyse gitsün bâk yok Sen kal işte sen gibi bir pâk yok

Suya pek muhtâc olan nev’-i semek Rızkı tengün güni uzar yek-be-yek

Anlamaz hîç puhtenün hâlini hâm Böyle ise sözi kasr it ve’s-selâm (1b)

Tercüme, Mesnevi ile aynı vezindedir (fâilâtün fâilâtün fâilün). Şairin, gerek­li durumlarda kafiye kelimelerinden (hikâyet/şikâyet, dûr/nûr, mestûr/destûr gibi) aynen yararlandığı görülmektedir. Üç defteri kapsayan bu yazmanın beyit sayısı yaklaşık olarak 13000’dir. Mesnevi'nin Konya Mevlana Müzesinde51 numarayla kayıtlı olan nüshasının beyit sayısının 12607; yazmada sayfa kenarındaki beyitleri de metne ilave eden Gölpınarlı çevirisinde ise 12649 olduğu (bk. Karaismailoğlu 2007: 34) dikkate alındığında az da olsa beyit sayıları arasında fark olduğu görülmektedir. Yaklaşık 400 beyitlik bu fark, Mehmed Şakir Efendinin tercümede esas aldığı nüshadan ve kimi zaman bir beyti birden fazla beyitle tercüme etmiş olmasından kaynaklanabilir.

Abdulbaki Gölpınarlı tarafından "muvaffak bir tercüme" (1983: 146) olarak nitelendirilen eser hakkında Hasibe Mazıoğlu, tercümeden örnek beyitler verdikten sonra "çeviricinin dil ve anlatım bakımından güçlü bir şair olmadı­ğı yukarıdaki örnekten de anlaşılmaktadır" (1973: 291) biçiminde bir değer­lendirme yapmaktadır. Aynı eser hakkında birbirinin zıttı olan bu iki görüş, eserin edebî değerinin daha ayrıntılı çalışmalar sonucunda ortaya çıkaca­ğını göstermektedir. Bununla birlikte tercümenin Mesnevi’nin tümünü içeren dört manzum tercümeden biri olduğu, dolayısıyla mütercimin bu konudaki başarısı göz ardı edilmemelidir.Nüsha Tavsifi:Eser Adı : Tercemânu’l-Ma’nevî fî-Tercemeti’l-Mesnevî

Bulunduğu yer: Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Yazmalar Bölümü, Muzaffer Ozak I-Koleksiyonu, No: 112.Baş:Gûş kıl neyden şikâyet eyliyor İftirâkından hikâyet eyliyor (1b)Son:İster isen guft u gû bâkîsini Defter-i çârümde bul sâkîsini (359b)Müstensih: Müellif hattı

Page 66: Erdemi - akmb.gov.tr

Mehmet Şakir’in Manzum Mesnevi Tercümesi\ f

İstinsah kaydı: Kad temme’l-mucelledâtu’s-selâse min-Tercemâni’l-Ma’nevî fî-Tercemeti’l-Mesnevî alâ-yedi ahveci’l-verâ es-Seyyid Mehmed eş-Şâkir bin es-seyyid Ahmed afâ anhuma’l-meliku’l-emced ve huve mutercimu’l-hakîr Allâhumme iyyâke na’budu ve iyyâke nesta’în ihdina’s-sırâte’l-mustakîm bi-câhi mustafa’r-ra’ûfu’r-rahîm ve bi-câhı evliya ulâ’ike ashâbihi’n-na’îm 4 zilhicce sene 1251.

Cilt Özellikleri: 359 yaprak, 238x153 (170x80) mm, 19 satır, bozuk bir ta’lik, başlıklar kırmızı; sırtı ve kenarları kahverengi meşin, deffeleri yeşil karton cilt.

Defterlere göre ise eserin baş ve sonları şöyledir:I. Defter:Baş:Gûş kıl neyden şikâyet eyliyor İftirâkından hikâyet eyliyor (1b)Son:Sûy-ı dil-hâhına eyle var şitâbHak budur vallâhu a’lem bi’s-savâb (117b)II. Defter:Baş:Mesnevî te’hîr olındı nice demMühlet ister şîr ola tâ ki bu dem (117b)Son:Kavm-i dîger ki kabûlden oldı hâm Nâkısân-ı sermedîdür ve’s-selâm (221a)III. Defter:Baş:Ey zıyâu’d-dîn Hüsâmum gel beriSünnet üç kez al üçünci defteri (221a)Son:İster isen guft u gû bâkîsini Defter-i çârümde bul sâkîsini (359b)

SonuçMehmed Şakir’in manzum Mesnevi çevirisinin Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi’nde kendi el yazısıyla bulunan nüs­hası, mütercimle ilgili açıklayıcı bilgiler taşımaktadır. Buna göre mütercim eseri için "Tercemânu’l-Ma’nevî fî-Tercemeti’l-Mesnevî" adını kullanmakta ve kendisini ise "Seyyid Mehmed Şakir bin Ahmed" olarak tanıtmaktadır. Müellif hattı bu nüsha, maalesef Mesnevi’nin ilk üç defterini ihtiva etmekte­dir. Bu nedenle devamı niteliğinde olan ve 4, 5, 6. defterlerin bulunduğu bir nüshanın daha kütüphane raflarında olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmak gerekir.

Erdem

57502008

Page 67: Erdemi - akmb.gov.tr

У4 B i l a l Ç A K I C I

Erdem

5850

2008KaynaklarAlmaz, Hasan (2007), "Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yazma

Eserler Bölümünde Bulunan Mevlana ve Mevlevilikle İlgili Eserler", Mevlana Araştırmaları-I, (Editör: Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu), Ankara: Akçağ Yay., s. 213-238.

Bursalı Mehmed Tahir (1333), Osmanlı Müellifleri, İstanbul: Matbaa-i Amire.Gölpınarlı, Abdulbaki (1983), Mevlana'dan Sonra Mevlevilik, İstanbul: İnkılap ve Aka Yay.Karaismailoğlu, Adnan vd. (2006), Mevlana Bibliyografyası, Konya: Konya Valiliği İl Kül­

tür ve Turizm Müdürlüğü.Mazıoğlu, Hasibe (1973), "Mesnevi’nin Türkçe Manzum Tercüme ve Şerhleri", Bildiriler,

Mevlana'nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısile Uluslararası Mevlana Semineri 15-17 Ara­lık 1973, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yay., s. 275-296.

Mehmed Şakir, Tercemânu'l-Ma'nevîfî-Tercemeti'l-Mesnevî, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Yazma Eserler Bölümü, Muzaffer Ozak I, No: 112.

Mevlana Celaleddin Rumî (2007), Mesnevi (Hzl.: Adnan Karaismailoğlu), Ankara: Akçağ Yay.

Temizel, Ali (2007), "Mevlana’nın Eserleriyle İlgili Olarak Eski Harfli Türkçe Telif Edilen Eserler", Mevlana Araştırmaları-l, (Editör: Adnan Karaismailoğlu), Ankara: Akçağ Yay., s. 120-158.

Tuman, Nail (2001), Tuhfe-i Nailî, Divan Şairlerinin Muhtasar Biyografileri, Tıpkıbasım, An­kara: Bizim Büro Yay.

Page 68: Erdemi - akmb.gov.tr

Lütfî M ehm ed Dede ve Hilye-i Mevlânâ Ad lı

Eserine Göre M evlânâ'nm Özellik leri

M u s ta fa ERDOĞAN*

ÖZMevlânâ’nın soyundan gelen ve Manisa Mevlevîhânesi şeyhi Nakşî Ali Dedenin oğlu olan Lütfî Mehmed Dede, babasının vefatından sonra aynı Mevlevîhânede şeyhlik yapmış, 1737 yılında vefat etmiştir. Lütfî Dedenin Hilye-i Mevlânâ adlı mesnevî tarzında bir eseri vardır. Mevlânâ hilyelerinin Türk edebiyatındaki ilk örneği olan bu eser, yazma halin­de ve 124 beyit uzunluğundadır. Lütfî Dede bu eserinde, Mevlânâ’nın fizikî ve manevî portresini çizmiştir. Bu yazıda öncelikle Lütfî Dedenin hayatından bahsedilmiş, ardından eseri incelenmiş ve bu esere göre Mevlânâ’nın özellikleri üzerinde durulmuş, en son da eserin tam metni verilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Mevlânâ, Mevlevî, hilye, Lütfî Mehmed Dede.

ABSTRACTLütfî Mehmed Dede and the Characteristics of Mevlânâ

According to his Hilye-i MevlânâLütfî Mehmed Dede, a descendant in the Mevlânâ’s family and son of Nakşî Ali Dede, the sheikh of Manisa Mevlevîhâne became the sheikh at the same Mevlevîhâne after his father’s death, and died in 1737.Lütfî Dede has a work named Hilye-i Mevlânâ written in mesnevi style.This work is the first sample of Hilye-i Mevlânâ type in Turkish literature, is in written form and has a length of 124 couplets. In his work, Lütfî Dede has drawn Mevlânâ’s physical and spiritual portrait. In this work Lütfî Dede’s life explained first and then his work will be examined Mevlânâ’s characteristics will be emphasized according to this work and finally the full text will be given at the end.

Key Words: Mevlânâ, Mevlevî, hilye, Lütfî Mehmed Dede.

Giriş

Büyük mutasavvıf Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin (1207-1273) eserle­ri ve fikirleri etrafında şekillenen ve Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled (1226-1312) tarafından teşkilatlandırılıp temelleri atılan Mevlevîliğin,

ortaya çıkışından zamanımıza kadar Türk kültür ve sanatını, din ve düşünce

* Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Araş. Gör. e-posta:[email protected]

Page 69: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > M u s t a f a E R D O Ğ A N

60

Erdem

2000 hayatını ne kadar etkilediği bilinen bir konudur. Mevlânâ’nın ve Mevlevîliğin Osmanlı-Türk toplumunda musikiden resme, sosyal hayattan siyasete, fel­sefeden güzel sanatlara kadar birçok alanda izleri görülmekle birlikte, en fazla tesir ettikleri saha her halde edebiyattır. Mevlevî şâirlerin, eski Türk edebiyatının şairler kadrosu içinde çok büyük bir yer tuttukları, hatta tez­kirelere bakılırsa bu kadronun yaklaşık % 70’ini oluşturdukları göz önüne alınırsa, klasik Türk edebiyatı şairlerinin en çok rağbet ettikleri ve dolayısıyla beslendikleri tarikatın Mevlevîlik olduğu ortaya çıkmış olur.1 Bunun tabiî bir sonucu olarak eski Türk edebiyatı şairleri Mevlânâ ve Mevlevîlikle ilgili birçok eser kaleme almış, pek çok şiir söylemişlerdir.

Diğer taraftan kendi devirlerinde yüksek düzeyde birer sanat ve kültür merkezi olan, birer akademi gibi hizmet veren Mevlevîhâneler içinde Mani­sa Mevlevîhânesi’nin de önemli bir yeri vardır. Bu Mevlevîhâne, bulunduğu çevreye dîn, tasavvuf, sanat ve kültür alanlarında öncülük, merkezlik yapmış; ayrıca Birrî ve Kâmilî gibi şâirlerin yetişmesini sağlayarak bir edebî muhît niteliği kazanmıştır. Bu irfan merkezinden yetişen şâirlerden biri de Lütfî Mehmed Dededir.

Lütfî Mehmed Dede Kimdir?Kaynaklarda Lütfî Dede hakkında çok az bilgi bulunmaktadır. Bu bilgile­re göre, şâirin asıl adı Mehmed/Muhammed’dir. Mevlânâ soyundan gelen Manisa Mevlevîhânesi şeyhi Nakşî Ali Dedenin oğlu, Muharrem Efendinin torunudur.2 Lütfî Dede, mürîdi şâir Birrî’nin Bülbüliyye'sine yazdığı takrizde

1 Mustafa İsen, "Tezkirelerin Işığında Divan Edebiyatına Bakışlar Divan Şairlerinin Tasavvuf ve Tarikat İlişkileri", Ötelerden Bir Ses Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, Ankara 1997, s. 209-220.

2 Esrar Dede, Tezkire-i Şu'arâ-yı Mevleviyye, Haz. İlhan Genç, Ankara, 2000, s. 464; Müstakimzâde Süleyman Sa’deddin, Mecelletü’n-Nisâb fi’n-Nisebi ve'l-Künâ ve'l-Elkâb, Süleymaniye Kütüphanesi Hâlet Efendi Bölümü No. 628’den tıpkıbasım, Ankara, 2000, vr. 377b; Fatin Davud, Tezkire-i Hâtimetü'l-Eş'âr, [İstanbul], 1271, s. 360; Ali Enver, Semâhâne-i Edeb, İstanbul, 1309, s. 213; Meh­med Süreyya, Sicil-i Osmânî Yahud Tezkire-i Meşâhir-i Osmâniyye, C. 4, Dârü’t-Tıbâatü’l-Âmire, [İstanbul], Tarihsiz, s. 92; Mehmet Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî Divan Şâirlerinin Muhtasar Biyog­rafileri, Haz. Cemal Kurnaz-Mustafa Tatçı, Ankara, 2001, C. II, s. 884, 887; M. Çağatay Uluçay, Saruhanoğlulları ve Eserlerine Dâir Vesikalar, İstanbul, 1940, s. 170-171; aynı yazar, Saruhanoğlulları ve Eserlerine Dâir Vesikalar-ll, İstanbul, 1946, s. 95; aynı yazar, Manisa Ünlüleri, [Manisa], 1946, s. 91; TDEA, C. 6, İstanbul, 1986, s. 104; Haluk İpekten-vd., Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ankara, 1988, s. 268. Lütfî Dede’nin babası Nakşî Ali Dedeyle ilgili ayrıca bk. Meh­met Günay, "XVII. Yüzyılda Manisa Mevlevîhânesi ve Şeyh Ali Efendi’nin Faaliyetleri", Birinci Uluslararası Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîhâneler Sempozyumu Bildirileri, Manisa, 2002, s. 333-342. Lütfî Dede, Tuhfe-i Nâilîde ve muhtemelen bundan hareketle TDEA'nde bir yanlışlık sonucu farklı kişiler zannedilip iki ayrı maddede anlatılmıştır. Buna karşılık Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi’nde ise Lütfî Mehmed Dede, Hocazâde Lütfî ile karıştırılarak farklı iki kişi, tek şahıs gibi gösterilmiştir. Başta babasının adı, doğum ve ölüm tarihleri olmak üzere burada verilen bilgilerin çoğu, üzerinde durulan Lütfî Dedeye uymamaktadır. İlgili maddede bu mu-

Page 70: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Lütfî Mehmed Dede ve Hilye-ı Mevlânâ Adlı Eserine Göre Mevlânâ’nın Özellikleri f iV

Erdem

kendini, "Muhammedu’l-Lütfiyyu’l-Mevlevî min evlâd-ı Hazret-i Mevlânâ" diye tanıtmaktadır.3 Şâirle ilgili en eski ve derli toplu bilgi Esrar Dede Tezkiresi’nde verilmektedir. Bu eserde Lütfî’nin âilesiyle ilgili şunlar söylen­mektedir: "Ferruh Çelebi ahfâd-ı kirâmından Şâh Çelebi sıbt-ı mükerrem- leri Bayram Çelebi evlâdından Mağnisa’da serîr-ârâ-yı irşâd olan Nakşî Ali Efendinün meyve-i dıraht-ı âmâli ve nev-bâve-i bâğ-ı sinn ü sâlidür.. ,"4 Lütfî Dedenin doğum tarihiyle ilgili herhangi bir net bilgi yoktur. Yalnız hilyesini 1688-1689 yılında yazdığına göre5 bu tarihten en az 25 yıl önce doğmuş olsa 1663 yılına tekabül eder. Buna dayanılarak Lütfî Çelebi’nin 1663’ten daha önceki bir tarihte dünyaya geldiği tahmin edilebilir. Lütfî Çelebi, Mevlânâ soyundan geldiğini kendi eserinde şöyle ifade etmektedir:

Kıla eltâfını hem-dem o Latîf Bula dil-hâhını Lütfî-i za'îf

Çâkeri Hazret-i Mevlânâ’nun Nazm iden na'tını ol sultânun

Meselâ kemter-i evlâdı anun 'Âciz ü ahkar-ı evlâdı anun6

Lütfî Çelebi’nin, bir taraftan küçük yaştan itibaren babası Şeyh Ali Dede­nin yanında Mevlevîhâne’de Mevlevîlik eğitimi alıp çile çıkarırken, diğer ta­raftan zamanın ilimlerini tahsil ettiği, ayrıca şiirlerine bakılırsa, iyi derecede Arapça ve Farsça öğrendiği tahmin edilebilir. Yine eserinde, ünlü hilye şair­leri Hâkânî, Cevrî ve Neşâtî’nin hilyelerinden bahsetmesi de Lütfî Dedenin okuyan birisi olduğunu göstermektedir.

Babası Şeyh Nakşî Ali Dedenin 1703 yılında vefatından sonra şeyhlik ma­kamına geçen Lütfî Dede, ömrünün sonuna kadar bu vazifeyi devam ettir­miş, tıpkı babası gibi Manisa ve çevresinde benimsenip itibar görmüştür.7 Mevlevîhâne ile birlikte Ulu Cami Vakfının da mütevellîsi olan Lütfî Dedenin

tasavvıf şairin ilahileri ve hilyesi olduğu belirtilmektedir ki bahsedilen hilye, Lütfî Dedenin Hilye-i Mevlânâ'sı olmalıdır. Bk. A. İnce, "Lutfî", Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, C. 6, An­kara 2006, s. 174-175.

3 Birrî Mehmed, Bülbüliyye ve Divan-ı Birrî, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Manzum Eserler Bölü­mü, No. 54, vr. 70b-71b. Bu eserin mikrofilmi için bk. 06 Mil MFA 1994 A 3983.

4 Esrar Dede, age., s. 464.5 Lütfî Dede hilyesini 1100 (1688-89) tarihinde yazdığını eserinde kendisi belirtmekte, bu

eseri gördüğü anlaşılan Müstakimzâde de aynı bilgiyi tekrarlamaktadır. Lütfî Çelebi, Hilye-i Mevlânâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Âtıf Efendi Bölümü, No. 2256, vr. 4b; Müstakimzâde, age., vr. 377b.

6 Lütfî Çelebi, age., vr. 4b.7 Esrar Dede, age., s. 464; Fatin Davud, age., s. 360; Mehmed Süreyya, age, C. 4, s. 92; Günay, age.,

s. 341-342.

61502008

Page 71: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > M u s t a f a E R D O Ğ A N

Erdem

2008

6250 adı zaman zaman şer’iyye sicillerinde de geçmektedir. Nitekim 1099/1687-88

İzmir zelzelesinde, Ulu Cami minaresinin şerefesinden yukarısı çatladığın­dan, Lütfî Dede tamiri için 1101/1689-90’da mahkemeye başvurmuş ve mah­keme de tamirini uygun görmüştür. Yine Lütfî Efendi, 1105/1693-94 tarihin­de mahkemeden Mevlevîhânenin tamiri talebinde bulunmuş ve bu talebi de kabul edilmiştir. Bununla ilgili mahkeme kaydında Lütfî Dededen

"Medîne-i Magnisa’da vâki merhûm Saruhanoğlı İshak Çelebi binâ ve vakf eylediği Mevlevîhânenin evlâdiyyet ve meşrûtiyyet üzre mütevellîsi ve şeyhi olan işbu bâisü’l-kitâb umdetü’l-meşâyihi’l-izâm Ali Efendi bin el-merhûm Muharrem Efendi hususu âtiyyü’z-zikirde vekîl-i sâbitü’l- vükelâsı olan sulb-i kebîr oğlı fahrü’l-müderrisîni’l-kirâm Mehmed E fe n d i."

diye bahsedilmektedir ki bu ifade Lütfî Dedenin aynı zamanda müderrislik yaptığını da göstermektedir.8

Lütfî Dede, şeyhliği süresince bir taraftan Mevlevîhâne’nin ve vakfın iş­leriyle meşgul olurken, diğer taraftan dervişlerin yetişmesi için gayret sarf etmiştir. Nitekim ona bağlanıp sohbetlerine katılan insanlardan biri de şâir Manisalı Birrî’dir9. Daha önceden Lütfî Dedenin babası Nakşî Ali Dedeye bağlanmış olan Birrî Mehmed Efendi, onun vefatından sonra Lütfî Dedenin sohbetlerine katılmış, ondan istifade etmiştir. Lütfî Dedeyle Birrî’nin arala­rının çok iyi olduğu, birbirlerini çok sevdikleri anlaşılmaktadır. Bu bağlılık aynı zamanda yazıya da dökülmüş; Lütfî Dede Birrî’nin Bülbüliyye'sine takriz yazmış, Birrî de Lütfî Dedeye hitaben bir kasîde yazarak oğlunun düğününe tarih düşürmüş ve bu vesileyle şeyhi Lütfî Dedeyi övmüştür. Birrî Divanı’nda yer alan ve toplam 38 beyit olan bu kasidenin girişinde baharın gelişinden ve güzelliklerinden bahsedilmekte, daha sonra uygun bir girizgâh beytiyle asıl konuya giriş yapılmaktadır. Lütfî Dedeyi yakından tanıyan ve seven, çağ­daşı birinin kaleminden çıkmış olması itibariyle önemli olan bu kasidenin bazı beyitleri aşağıya alınmıştır. Birrî, Lütfî Dede hakkında şunları söyle­mektedir:

Cenâb-ı Hazret-i Lütfî Efendi kim ezelden tâ Hudâ lutf itmiş ol zât-ı şerîfe fazl u 'irfânı

O bir şeh-zâde-i şâh-ı velâyetdür ki ceddidür Celâleddîn-i Rûmî kâşif-i esrâr-ı Yezdânî

8 Uluçay, Saruhanoğlulları ve Eserlerine Dâir Vesikalar, s. 168-169, 170-171. Yine Lütfî Dedenin mü­racaatıyla görülen davalar için bk. Uluçay, age., s. 177-178, 181-182.

9 Esrar Dede, age., s. 60; Manisalı Birrî Mehmed Dede Hayatı, Eserleri, Edebî Şahsiyeti ve Dîvânı, Haz. Ra- sih Erkul, Manisa, 2000, s. 5; Müjgan Cunbur, "Manisa Mevlevîhânesi’nden Yetişen İki Şâir", Birinci Uluslararası Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîhâneler Sempozyumu Bildirileri, Manisa, 2002, s. 268.

Page 72: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Lütfî Mehmed Dede ve Hilye-i Mevlânâ Adlı Eserine Göre Mevlânâ’nın Özellikleri f iV

Erdem

Ne devlet şehrümüzde mesned-ârâ-yı hilâfetdür Kemâ-kân itmede icrâ müdâm âyîn ü erkânı

Sülûk erbâbına rehber odur kim zâtı olmışdur Bu demde kavm-i Mağnisa’ya Hakk’un lutf u ihsânı

Ma'ârif-perver-i ebr (?) şeh-süvâr-ı fazl u irfânsın Ki rahş-ı himmetün evvel kademde aldı meydânı

Kef-i cûdun k’ider bezl-i 'atâ erbâb-ı irfânaOl ihsânı gül ü nesrîne kılmaz ebr-i nîsânî

Sana irs ile irse n’ola sıdk-ı Hazret-i Sıddîk O zât-ı pâk cedd-i emcedündür ey kerem kânı

Zihî ihsân u fazl-ı Lâ-yezâlî kim virilmişdür Sana hulk-ı Ömer 'ilm-i 'Ali vü hilm-i 'Osmânî10

Daha sonra kısaca Lütfî Dedenin oğlundan bahseden Birrî sözlerine şöyle devam etmektedir:

Sezâdur bir ziyâde hûb târîh eylesem zîrâ 'Aceb sûr oldı bu Birrî yine bâ-'avn-ı Rahmânî

Kudüm u ney sadâsıyla safâlar kesb idüp diller Yine bu bezm-i şâdîde olındı zevk-i rûhânî

Bunı dir deff ile neyler gönülde gam elem neyler Gam-ı dünyâyı terk eyler bu bezmün cümle mihmânı

Birrî Dede manzumesini; Lütfî Dedenin eteğini mihnet dikenlerinden uzak, her gününü de evladı ve ailesiyle düğün mutluluğu içinde geçirmesi için Allah’a dua ederek bitirmektedir.11 Bu kasideden başka Birrî Divanı’nda, Lütfî mahlaslı bir gazel de tahmis edilmiştir. Bu gazelin de Lütfî Mehmed Dedeye âit olması kuvvetli bir ihtimaldir.12

Buna karşılık Lütfî Dedenin şâirliğinin ve Birrî’ye verdiği değerin anlaşıl­ması için Birrî’nin Bülbüliyye'sine yazdığı Arapça, Türkçe ve Farsça takrizi aşa­ğıya yazmak faydalı olacaktır. Bu takrizin girişinde Birrî, Lütfî Dedeyi "him- metlü şeyh efendimüz" diyerek takdim etmektedir.

"Kutbü’l-'ârifîn ve sultânü’l-ma'şûkîn Hazret-i Mevlânâ Celâlü’d-dîn kaddesena’llahu ve iyyâküm bi-sırrıhi’l-metîn evlâd-ı güzîninden kerâmet-

10 Manisalı Birrî Mehmed Dede..., s. 160-161. Buraya alınan beyitlerde, yazma divandan kontrol edilerek yer yer değişiklik ve düzeltmeler yapılmıştır. Birrî Mehmed, age., vr. 70b-71b.

11 Manisalı Birrî Mehmed Dede., s. 161-162; Birrî Mehmed, age, vr. 70b-71b.12 Tahmis için bk. Manisalı Birrî Mehmed Dede., s. 352-353; Birrî Mehmed, age, vr. 87b-88a. Lüt-

funla iyiliğin bahçelerinden bana ver. (Ki) onun kitabının satırları bilginin ağacıdır. Onun lafzı nükteler virdidir ve manası da latifeler meyvesidir.

63502008

Page 73: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > M u s t a f a E R D O Ğ A N

64

Erdem

2o° 0 penâh ve şâh-ı ma'ni-tahtgâh himmetlü şeyh efendimüz hazretlerinün takrîz-i garrâ sûretidür.

Kıt'a[mefâ îlün mefâ îlün fe 'ûlün]Atânî min riyâzi’l-birr lütfen Kitâbu satrıhi nahli’l-ma'ârif

Elâ fî lafzıhi virdü’n-nikâtun Ve fî ma'nâhi esmâru’l-letâyif"

Nazm[fe ilâtün mefâ îlün fe îlün]Habbezâ Birri-i suhan-perdâz Şi'r içre [o] şâ'ir-i mümtâz

Aferin ki semend-i tab'unla Kasabu’s-sebkı eyledün ihrâz

'Ârif-i ders-i 'aşk-ı bülbülsün Gülbün-i ma'rifetde ey gül-i nâz

Tâ’ir-i bâğ-ı rif'at oldun sen Evc-i ma'nâda velvele-endâz

Bâl-i 'irfân ile nice demdür Eyledün seyr-i 'âlem-i i'câz

Nüsha-i Bülbüliyye'de kıldun Bunca rengîn edâyile âgâz

'Aceb olmaz diseydi ehl-i suhan Bûstân-ı rumûz-ı gülşen-i râz

'Ömrüni ey nihâl-i bâğ-ı hüner İde efzûn Hudâ-yı bî-enbâz

Oldı Lütfî senün hayır-hâhun Hakk’a eyler hemîşe öyle niyâz

Namakahu’l-fakîr ilâ-Rabbihi’l-kadîr Muhammedu’l-Lutfiyyu’l-Mevlevî min evlâd-ı Hazret-i Mevlânâ kuddise sırrıhu’l-a'lâ gafara lehu.

[mefâ îlün mefâ îlün fe ûlün]Zi-firdevs-i berîn gul beste beste Der-evrâkeş demîde deste deste

Dimâg-ı cân-ı men z’ân şod mu'attar Şebistân-ı zamîrem şod münevver""13

* Berin cennetinde çiçek(ler) demet demet(tir), yaprakları deste deste yeşerir. Benim can dima­ğım ondan (güzel) kokulanıp içimin karanlığı aydınlandı.

Page 74: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Lütfî Mehmed Dede ve Hilye-i Mevlânâ Adlı Eserine Göre Mevlânâ’nın Özellikleri f iV

Erdem

Lütfî Dedenin hayatı ve kişiliğiyle ilgili Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye'de zikre­dilen bir olay da şudur: Lütfî Dede’nin, Manisa Mevlevîhânesi’nde rehberlik görevini yürüttüğü sırada, Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Peçevî Ahmed Dede vefat eder. Dönemin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Lütfî Dede­yi İstanbul’a davet ederek ondan bu önemli Mevlevîhâneye şeyh olmasını ister. Muhtemelen İstanbul’a gelerek sadrazamla görüşen Lütfî Dede, Esrar Dedenin ifadesiyle, "meşreb-i sâfiyyeleri kenâre-gîrî-i uzlete mâ’il olmağla isti’fâ idüp tekrar makâm-ı evvellerine ric’at..." eder. Yani, uzleti seven bir yapısı olduğundan bu görevi kabul etmez ve tekrar Manisa’ya, eski görevine döner.14 Peçevî Ahmed Dede 1724 yılında vefat ettiğine göre bahsedilen olay da aynı yıl olmuş olmalıdır.15

Lütfî Mehmed Dede, bu tarihten sonra 13 yıl daha yaşamış, böylece aynı Mevlevîhânede toplam 34 yıl şeyhlik yaparak H. 1150/M. 1737 yılında vefat etmiştir.16 Lütfî Dedenin nereye defnedildiği hususunda kaynaklarda bil­gi bulunmamaktadır. El-hâc Mustafa Efendinin kızı Neslihan Hatunla evli olan Lütfî Dedenin birinin adı Osman olan iki oğlu, Hatice ve Fâtıma adlı iki de kızı olmuştur. Lütfî Dedenin vefatından sonra şeyhlik makamına yine aynı âilenin üyeleri geçmiş; önce Lütfî Dedenin oğlu Osman Efendi, onun vefatı üzerine de torunu Bahaeddîn Efendi Manisa Mevlevîhânesi’ne şeyh olmuştur. Bahaeddîn Efendi’den sonra oğlu Ahmed Efendi, ondan sonra da aynı aileden Osman Efendi, Mustafa Efendi ve Mustafa Şefîk Efendi şeyh olmuşlardır.17

13 Birrî Mehmed, age., vr. 2b-3a.14 Esrar Dede, age., s. 464.15 Bk. İhtifalci Mehmet Ziya Bey, Yenikapı Mevlevihanesi, Yayına Haz. Murat A. Karavelioğlu, İs­

tanbul, 2005, s. 111-114; Sahîh Ahmed Dede, Mevlevîlerin Tarihi Mecmûatü't-Tevârîhü'l-Mevleviyye, Haz. Cem Zorlu, İstanbul, 2003, s. 315, 325, 326-327. Yenikapı Mevlevîhânesi’yle ilgili temel kaynaklardan olan bu eserlerde, ilgili Mevlevîhânede şeyhlik yapanlar sırasıyla anlatılmakta­dır. Her ne kadar Esrar Dedenin kullandığı "isti’fâ" kelimesi, görevden ayrılmak gibi anlaşılsa da, belirtilen eserlerde isminin hiç geçmemesi Lütfî Dedenin Yenikapı Mevlevîhânesi’nde gö­reve hiç başlamadığını göstermektedir.

16 Esrar Dede, age, s. 464; Fatin Davud, age., s. 360; Ali Enver, age., s. 213; Tuman, age, C. II, s. 884; TDEA, C. 6, s. 104; İpekten-vd., s. 268; Manisalı Birrî Mehmed Dede., s. 17; Cunbur, agm., s. 268. Lütfî’nin vefat tarihi, kim tarafından yazıldığı bilinmeyen, kendi eserinin başındaki "ölümi 1150" kaydıyla da teyit edilmiş olmaktadır. Lütfî Çelebi, age, vr. 1a. Sicill-i Osmânfde muhtemelen bir baskı hatası olarak Lütfî’nin ölümü 1150 yerine 1250 olarak gösterilmiştir. Ondan hareketle M. Çağatay Uluçay’ın eserlerinde de Lütfî Dedenin vefat tarihi 1250/1834-35 olarak geçmektedir. Mehmed Süreyya, age., C. 4, s. 92; Uluçay, Saruhanoğlulları ve Eserlerine Dâir Vesikalar-ll, s. 95; aynı yazar, Manisa Ünlüleri, s. 92. Bu tarihin yanlışlığına Tuhfe-i Nâilî'de özel­likle işaret edilmiştir.

17 Uluçay, Saruhanoğlulları ve Eserlerine Dâir Vesikalar-ll, s. 95-96; aynı yazar, Manisa Ünlüleri, s. 92­93. Aynı kaynaklarda Lütfî Dedenin diğer oğlunun adının Pîr Mehmed olduğu ve Lütfî Dede

65502008

Page 75: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > M u s t a f a E R D O Ğ A N

Erdem

662o50 Lütfî Dedenin "ârifâne güftâr ve sâlikâne eş'ârları" olduğunu belirten Esrar

Dede, onun şiirine örnek olmak üzere şu beyti nakletmektedir:Vasla kaydı vasla mâni'dür kerem kânı dede Vâsıl olur Hakk’a ol kim mâ-sivâyı terk ide18

Tâhirü’l-Mevlevî (Olgun) de Lütfî Dede ve oğlunun karşılıklı şiir söyledik­lerini şu şekilde haber vermektedir: "Manisa Mevlevîhânesi şeyhlerinden Lütfî Çelebi, oğluna sûf bir cübbe almak için söz vermiş. Fakat vaad bir türlü incâz edilmediği için mahdûm çelebi:

Peder-i müşfik-i sâfî-dilimiz ey sofî Va’d kılmış idi bir sûf-ı safâ-evsâfı Lîk olmamak ile va’d vefâ döndü gönül Kişt-i kemmûna ki ana kurı va’de kâfî

nazmını yazıp babasına vermiş. Lütfî Çelebi de şu kıt’a ile mukâbelede bu­lunmuş:

Mîve-i bâğ-ı fu’âd oğlumuza ey sofî Va’d-i sûf eylediğim kavlimi olmam nâfî Azm ü maksadım benim ol va’de vefâ idi velî Sîm ü zer kîsede olmuştu Arapça: Mâfî!"19

Hilye ve Hilye-i MevlânâlarArapça bir isim olan ve kelime olarak "süs, bezek, vasıflandırmak, yara­tılış, sûret, sıfat" gibi anlamlara gelen hilye; terim olarak öncelikle Hz. Peygamber’in fizikî ve manevî özellik ve güzelliklerini anlatan eserler ile bu konuda hüsn-i hatla yazılmış levhaları ifade etmektedir. Aslında hilyeler daha geniş bir muhtevası olan şemâillerden, şemâiller de hadîs-i şerîflerden doğmuştur. Daha önceden şemâil ismiyle anılan bu eserler, İslâmî edebiyat içinde özellikle Osmanlı Türkleri zamanında büyük bir gelişme gösterip hil- ye adıyla özel bir edebiyat türü haline gelmiş ve bu konuda halkın beğeni­sini kazanıp yaygınlaşan eserler yazılmıştır. Hz. Peygamber sevgisinin bir tezahürü olan ve onun şefâatine ulaşmak arzusuyla yazılan hilyelerin Türk edebiyatındaki en ünlüleri Hâkânî, Cevrî, Neşâtî, Nahîfî ve Nesîmî Mehmed Efendi tarafından yazılanlardır.

Zamanla diğer peygamberler, dört halife, aşere-i mübeşşere, Hz. Peygamber’in yakınları, din ve tasavvuf büyükleri gibi farklı kişiler hakkın-

hayattayken vefat ettiği de kayıtlıdır. Ancak Lütfî Dedenin gerçek adının Mehmed olduğu ha­tırlanırsa, oğlunun adının da Mehmed olması biraz zayıf bir ihtimal gibi görünmektedir.

18 Esrar Dede, age, s. 464.19 Ahmet Talât Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, Haz. Cemâl Kurnaz, Ankara, 1992, s. 427.

Lütfî Çelebi’nin manzûmesinin üçüncü dizesinde "maksadım" kelimesi vezni bozmaktadır. Ye­rine "kasdım" konulursa vezin düzelir.

Page 76: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Lütfî Mehmed Dede ve Hilye-i Mevlânâ Adlı Eserine Göre Mevlânâ’nın Özellikleri f i

da da hilyeler yazılmasıyla hilye terimi anlam genişlemesine uğramıştır.20 Hakkında hilye yazılan din ve tasavvuf büyüklerinden biri de Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’dir.

Mevlevî olsun olmasın, divan şairlerinin umumiyetle Mevlânâ’yı çok sev­diği, belki kısmen geleneğin de etkisiyle onun hakkında pek çok övgü şiiri söylendiği bilinmektedir.21 Bazı şairler bununla da yetinmemiş, Mevlânâ’nın sözle portresini çizmeye çalışmış, yani hilyesini söylemiştir. Şimdiki bilgilere göre Türk edebiyatında üç kişi hilye-i Mevlânâ türünde şiir söylemiştir. Bun­lar; Lütfî Mehmed Dede, Bursalı Ali Rıza Efendi ve Tâhirü’l-Mevlevî’dir.22

Bu şairlerden Mevlevî Ali Rıza Efendi; uzun yıllar devlet hizmetinde bu­lunmuş, A’yân Meclisi azası olmuş ve 1905 yılında vefat etmiştir. Üsküdar’da Selimiye Dergâhı’nda medfundur. Meslek-nâme-i Hümâyûn ve Kartal-nâme adlı basılmamış eserleri vardır.23 Rıza Efendinin hilyesi 45 beyitten ibaret olup mesnevî nazım şekliyle yazılmıştır. Başta Konya Mevlânâ Müzesi Kütüpha­nesi olmak üzere muhtelif kütüphanelerde, çoğunlukla da mecmualar için­de, yazma nüshaları bulunmaktadır.24

20 Hilye konusunda bk. "Hilye ve Hilyeler", TDEA, C. 4, İstanbul, 1981, s. 235-238; Hakani Mehmed Bey'in Hilye-i Şerîfe'si, Haz. Abdülkadir Karahan, İstanbul, 1992, s. 5-15; Mustafa Uzun, "Hilye", TDVİA, C. 18, İstanbul, 1998, s. 44-47; Zülfikar Güngör, Türk Edebiyatında Türkçe Manzum Hilye-i Nebevîler ve NesîmîMehmed'in Gülistân-ı Şemâil'i, AÜ SBE, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2000; aynı yazar, Türk Edebiyatında Hilye-i Nebevî Türünün Doğuşu, Gelişimi ve Sebepleri", Tasav­vuf, Yıl 4, S. 10 (Ocak-Haziran 2003), s. 185-199.

21 Bu konuda bk. Osman Horata, "Mevlânâ ve Divan Şairleri", Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fa­kültesi Dergisi, Osmanlı'nın Kuruluşunun 700. Yılı Özel Sayısı, Ankara, 1999, s. 43-56. Ayrıca divan şairlerinin Mevlânâ övgüsünde ya da Mevlevîlikle ilgili yazdıkları şiirler XIX. yüzyılda Derviş Vâsıf tarafından Mecmua-i Medayih-i Mevlânâ adı altında toplanmıştır. 600’e yakın manzumenin bulunduğu bu mecmua ve nüshalarıyla ilgili ileride geniş bilgi verilecektir.

22 Abdülbaki Gölpınarlı, muhtemelen Lütfî’nin hilyesinin müstakil ve tam nüshasını göreme­mesi, ayrıca bu hilyenin, incelediği Mecmua-i Medâyih-i Mevlânâ’da bulunan bölümünde "Nak- şınun fikri olup Zühre’ye kâr" mısraının geçmesi ve diğer mahlaslara benzer şekilde, mahlas zannedilerek "Nakşı" kelimesinin üzerinin işaretlenmesi sebebiyle bu hilyeyi yanlışlıkla Nakşî Dede’nin zannetmiştir. Mevlânâ Müzesi Yazmalar Kataloğu ll, Haz. Abdülbâki Gölpınarlı, Ankara, 1971, s. 238; Mevlânâ Müzesi Yazmalar Kataloğu Ill, Haz. Abdülbâki Gölpınarlı, Ankara, 1972, s. 172, 256. Bu yanlış bilgi TDVİA’nde de aynen tekrar edilmiştir. Uzun, "Hilye", TDVİA, C. 18, s. 44-47. Ayrıca bir eserde de hilye-i Mevlânâ yazanlar arasında Rıza ve Tahir’den başka Neyyir’in adı sayılmaktadır ki bu da bir yanlışlık sonucu yazılmış olmalıdır. Necip Fazıl Duru, Mevleviyâne Şiir Güldestesi, İstanbul, 2000, s. 32. Bu konuyla ilgili ayrıca bk. Neyyir ve Divanı İnceleme-Tenkidli Metin-Sözlük, Haz. Sadık Erdem, Isparta, 2002.

23 Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, Haz. Mustafa Tatçı-Cemal Kurnaz, Ankara, 2000 (İs­tanbul, 1333’ten tıpkıbasım), C. II, s. 214; Mevlânâ Müzesi Yazmalar Kataloğu ll, s. 368.

24 Bk. Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi, No. 2454/4, vr. 82b-83a. Bu eser, Derviş Vâsıf tarafından ter­tip edilen Mecmua-i Medâyih-i Mevlânâ içinde de bulunmaktadır. Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi, No. 2163, vr. 67a-68a; Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi, No. 4923, vr. 73a-74a; Ankara Milli Kü­tüphane, 06 HK 1029, vr. 38b-39a; İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, O. Ergin Yazmaları, No. 54, vr. 68a-69a; İstanbul Üniversitesi Eski Eserler Kütüphanesi, No. T. 1186, vr. 40a-40b; İstanbul Üniversitesi Eski Eserler Kütüphanesi, No: T. 2951, vr. 39b-40b.

Erdem

67502008

Page 77: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > M u s t a f a E R D O Ğ A N

Erdem

682o50 Tâhirü’l-Mevlevî ise bilindiği üzere Yenikapı Mevlevîhânesi’nden yetiş­

miş şâir, yazar, gazeteci, müderris, edebiyat tarihçisi, Mevlevî dedesi ve son Mesnevîhanlardandır. İstanbul’da 1877’de doğmuş, 1951 yılında ölmüştür. Başta Şerh-i Mesnevî ve Divan olmak üzere dînî, tasavvufî ve edebî pek çok eseri vardır.25 Tahirü’l-Mevlevî çile çıkardığı sırada yazdığı hilyesini, 1899 yılında Mir'ât-ı Hazret-i Mevlânâ adlı eserinin içinde bastırmıştır. Eser, 184 beyitten oluşmaktadır ve mesnevî nazım şekliyle yazılmıştır.26

Lütfî Dedenin EseriMevcut bilgilere göre Türk edebiyatında yazılmış Mevlânâ hilyelerinin ilk örneği Lütfî Dedenin Hilye-i Mevlânâ adlı eseridir. H. 1100/M. 1688-89 yılında tamamlanan bu manzume, mesnevî nazım şekliyle ve aruz vezninin feilâtün feilâtün feilün kalıbıyla yazılmıştır. Eser, 124 beyitten oluşmaktadır.

Eserden Lütfî Dedenin zamanın sadrazamı olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşayla görüşerek eserini ona ithaf ettiği açıkça anlaşılmaktadır.27 Ancak bunun zamanı net olarak bilinmemektedir. Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Peçevî Ahmed Dedenin 1724 yılında vefatı üzerine İbrahim Paşanın Lütfî Dedeyi İstanbul’a davet ederek ondan bu önemli Mevlevîhâneye şeyh olma­sını istediği yukarıda ifade edilmişti. Lütfî Dede eserini belki de bu görüş­mesinde paşaya sunmuştur. Eser 1688-89 yılında tamamlandığına göre, bu durumda İbrahim Paşanın övüldüğü son bölümün hilyeye sonradan ilâve edilmiş olması ihtimali ortaya çıkmaktadır. Şimdilik net olarak bilinen, hil- yenin 1688-89’da tamamlandığı ve daha sonra Sadrazam İbrahim Paşaya sunulduğudur.

Lütfî Dedenin hilyesi, başlıklarla ayrılmış beş bölümden meydana gelmiş­tir. Giriş mahiyetindeki ilk bölüm "İbtidâ Kerden-i Tevhîd-i Hudâ" başlığını taşımaktadır ve 9 beyittir. Bu kısımda; Allah’a hamd ederek söze başlan­makta, ardından insanı seçkin bir biçimde yaratıp ahsen-i takvime mazhar edenin, ona ikram edenin Allah olduğu, güzellerin yüzünü güzellikle ay gibi parlatan ve âşıklara can yakıcı âhlar ettirenin ise Allah’ın güzelliğinin tecel­lisi ve nurunun parıltısı olduğu vurgulanmaktadır. Âşıkların onun nurunun

25 Hakkında geniş bilgi için bk. Atillâ Şentürk, Tahirü'l-Mevlevî, Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1991.26 Eser hakkında kısa bilgi için bk. Şentürk, age., s. 96. Metni için bk. Tâhirü’l-Mevlevî, Mir’ât-ı

Hazret-i Mevlânâ, İstanbul, 1315, s. 2-13. Bu hilyenin ayrıca Mecmua-i Medâyih-i Mevlânâ içinde yazma nüshaları da bulunmaktadır. Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi, No. 2163, vr. 1b-6a; İstan­bul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, O. Ergin Yazmaları, No. 54, vr. 1b-6a.

27 Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, tahminen 1662’de doğmuştur. Devrinin ulemâ, şâir, edip ve sanatkârlarını korumasıyla ünlüdür. 1718’de sadrazam olmuş, 1730’da öldürülmüştür. Geniş bilgi için bk. M. Münir Aktepe, "Damad İbrahim Paşa Nevşehirli", TDVİA, C. 8, İstanbul§ 1993, s. 441-443.

Page 78: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Lütfî Mehmed Dede ve Hilye-i Mevlânâ Adlı Eserine Göre Mevlânâ’nın Özellikleri f iV

Erdem

pervanesi olduğu, değerli ve yüksek insanların onun güzelliğine gönül ver­dikleri belirtildikten sonra, Allah’ın lütuf ve ihsanının sonsuz olduğu ifade edilerek bu bölüm tamamlanmaktadır.

"Medh-i Ân Hazret-i Sultân-ı Rüsül" başlıklı ikinci bölüm 11 beyitten iba­rettir. Başlıktan anlaşılacağı üzere burada Hz. Peygamber övülmekte, ona ve onun akraba ve arkadaşlarına salât ve selam edilmektedir.

Üçüncü bölüm "Bâ'is-i Dâ'iye-i Manzûme" başlığını taşımaktadır ve 21­48. beyitler arasında, 28 beyitten oluşmaktadır. Eserin yazılış sebebinin açıklandığı bu bölümde Lütfî Dede; Hâkânî, Cevrî ve Neşâtî’nin hilyelerini gördüğünü, kendinin de farklı bir sevgiliyi anlatmak hevesine düştüğünü ve Mevlânâ Celâledîn’in güzel vasıflarını anlatmaya, onu övmeye karar verdi­ğini söylemektedir. Ardından bu arzu ile onun mübarek özelliklerini öğren­mek için gece gündüz çalıştığını belirten Lütfî Dedenin muradı ise, bütün bu gayret ve uğraşlarının affına sebep olmasıdır. Aslında böyle bir âlî-nesebi anlatmak için kendisinde liyâkat yoktur. Ancak Allah’ın lütfu, tevfiki ve Hz. Hünkâr’ın manevi yardımı olursa kalem hemen şevk ile konuşmaya başlaya­caktır ve nitekim başlar.

Eserin dördüncü bölümü "Hilye-i Hazret-i Monlâ Hünkâr" başlığını taşı­maktadır. Asıl konunun işlendiği bu kısım 49-112. beyitler arasındadır ve toplam (bu beyitler dahil) 64 beyitten meydana gelmektedir. Hz. Mevlânâ’nın maddî ve mânevî özelliklerinin anlatıldığı bu beyitler üzerinde aşağıda ay­rıca durulacaktır. Bu bölümün son beytinde şâir manzumenin tamamlanma tarihini şöyle ifade etmektedir:

Lutf-ı Hakk ile olup sa'y-i benâm Buldı bin yüzde bu nâme dahi nâm

Hilyenin beşinci ve son kısmının başlığı "Midhat-ı Sadr-ı Kerîmü’l- Ahlâk"tır. Lütfî Dede, 113-125. beyitler arasında ve toplam 13 beyit uzunlu­ğunda olan bu bölümün ikinci beytinde

Nazm ile Hilye-i Mevlânâ'yı Eyledüm yâd dem-i 'Îsâ’yı

diyerek eserinin ismini açıkça belirtmektedir. Lütfî Dede bu bölümde ayrı­ca, eserini daha önceden müsvedde halinde yazdığını, fakat beyaza çekip kimseye göstermediğini, isteyene vermediğini, onun gerçek sahibini bek­lediğini ifade etmekte, sadrazama ithaf edilmesiyle eserin gerçek sahibini bulduğunu söylemektedir. Bu bölümün sonunda şair kısaca sadrazamı övüp ona dua ederek eserini tamamlamaktadır.

Lütfî Dedenin Hilye-i Mevlânâ’sına Göre Mevlânâ’nın ÖzellikleriEserin dördüncü bölümünde, asıl konu olan Mevlânâ’nın özellikleri iş­lenmektedir. Konu işlenirken bir plan dâhilinde hareket edilmiş; önce

69502008

Page 79: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > M u s t a f a E R D O Ğ A N

70

Erdem

50 Mevlânâ’nın yüzü, gözü, kaşı gibi fizikî özelliklerinden bahsedilmiş, daha sonra da onun velîliği, âlimliği gibi manevî özellikleri üzerinde durulmuş­tur. Anlatımın yer yer benzetmelerle süslendiği eserin kaynakları konusunda şair herhangi bir bilgi vermemiştir. Hilyede belirtilen özelliklerin tarihte ya­şamış, gerçek Mevlânâ’ya ne kadar uyduğu tartışılabilir. Ancak netice itiba­riyle bu konuda edebî ve tarihî bir eser ortaya konulmuştur ve ilk aşamada bunun tespiti, değerlendirilmesi ve yayımı gerekir. Diğer benzer metinler de ortaya konulduktan sonra istenirse bu konu tartışılabilir.

Lütfî Dedenin hilyesine göre Mevlânâ’nın özellikleri şöyle özetlenebilir:O azametli ve şerefli Rab, Mevlânâ’nın yüzünün rengini sanki beyaz bir gül

gibi yapmıştı. Güneş, yüzünün nûrunu her gördüğünde şaşırırdı. O, kutsal nur ile dolmuştu, dolunay bile ona gıpta ederdi. Kaşlarının şekli tıpkı yeni ay gibi idi. Onlar sanki güzellik beytinin süsünü arttıran siyah renkli iki mıs­ra idiler. Kaşları bitişik değildi, fakat güzel görünüşlü idi. Alnı pek parlaktı, açılmış susam çiçeğine benzerdi. O iki süzgün gözü büyükçeydi, göreni mest ederdi. Ne çok sarı ne de siyah, ama bakışları gönüller alıcı idi. Hoten âhûsu eğer şahane gözlerine baksa kıskanırdı. Yüzündeki mübarek burnu güzel ve elif gibi düzgündü. Yanakları ne çok etli idi ne de çok zayıftı. Güzel yüzü yeni açılmış bir gül gibiydi. Yüzündeki siyah renkli tüyler de güzeldi, büyük atasınınki gibi inceydi. Siyah denilebilirdi ama daha çok sarıya meyilli idi. Hz. Peygamber gibi orta boylu idi. Bütün azalan güzel ve mütenasipti. Be­deni çok şişman değil, orta halli idi. Vücudunda kıl yoktu. Hafifçe eğilerek yürürdü ki Habîb-i Ekrem’in yaratılışı da öyle idi. Ağacın dalları meyve ile dolduğu zaman nasıl eğilirse, o da aynen öyle önüne meylederdi. Konuş­ması tatlı idi.

Bütün ahlakı güzel olan Mevlânâ, lütuf ülkesinin padişahı idi, daima yu­muşaklıkla bakardı. Velîlik ülkesinin şahı, keramet meydanının önde gelen eriydi. O ne kadar nitelense ve övülse lâyıktır, çünkü Allah’ın sevgilisi ol­muştur. Habîb-i Ekrem’in sırrına mahremdir, ona ulaşmıştır. Ona tam vâris denilse yeridir, çünkü o Peygamberler Sultanı’nın vârisidir. O ay parçası, dînin meş’alesini parlatmış; o şâh, tarikatte yol gösterici olmuştur. O, mari­fet gül bahçesinin bülbülü, hakikat çimenliğinin gülüdür. Onun Mesnevî’si esrar incileriyle dolu bir deryâdır. Öyle ki hiçbir dalgıç onun derinliğine, dibine ulaşamadığı gibi; nice seçkin insanlar da onun genişliği karşısında dudaklarını ısırmışlardır. Halbuki Mesnevî, onun zâtına nispetle bir damla gibidir. Mana ülkesinde marifetleri süsleyen Mevlânâ’nın her beyti bir ülke olmuştur. Hz. Mevlânâ, iki cihan övüncü Hz. Peygamber’e en çok bağlı olan Ebubekir-i Sıddîk’in yüce neslinin on birinci göbekten evlâdıdır. Güneşle ay onun ayinini görüp vecde gelip gece gündüz döndüler. 604’te (miladî

Page 80: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Lütfî Mehmed Dede ve Hilye-i Mevlânâ Adlı Eserine Göre Mevlânâ’nın Özellikleri f iV

Erdem

1207) dünyaya gelen ve 672’de (miladî 1273) naz ile cennet bahçesine uçan Mevlânâ’nın övgüsünde kalem zayıf ve kasırdır, yetersiz kalır. Onun güzelli­ğini açıklamak, onu tarif etmek kolay değildir.

Eserin Nüshaları ve Metin Tespitinde Dikkat Edilen HususlarLütfî Çelebi’nin hilyesinin bugün için tam ve müstakil tek nüshası bilin­mektedir. El yazması halinde Süleymaniye Kütüphanesi Âtıf Efendi Bölümü 2256 numarada bulunan eserin özellikleri şu şekildedir: Şemseli, deri cilt­li, 195X108-155X61 mm ebadında, âherli, krem renkli kağıt, 5 varak, ta’lik yazı, çift sütun üzerine yazılmış 17 satır, toplam 120 beyit. Ayrıca serlevha ve başlıkların yanları müzehhep, başlıklar sürh, metin çevresi altın yaldızlı cetvelle çevrilidir. İstinsah tarihi ve müstensihi belirtilmeyen yazmanın 1a yaprağında şu notlar vardır: "Evlâd-ı Mevlânâ’dan Lütfî ceddi Mollâ-yı Rûm Hazretlerinin hilye-i mübârekelerin nazm itmiş. Nâzımı Lütfî Çelebi Magni- sa Mevlevîhânesi Şeyhlerinden Ölümi 1150". Aynı yaprakta El-Hâc Mustafa Sıdkî’nin ve Âtıf Efendinin mühürleri bulunmaktadır.

Bu nüshadan başka, eserin hilye bölümü 53 beyit halinde Mecmua-i Medayih-i Mevlânâ adlı yazma mecmuanın içinde de yer almaktadır. Bu mec­mua, XV ile XX. yüzyılın başları arasında yaşamış şâirlerin eserlerinden ciddî bir tarama yapılarak meydana getirilmiş, Mevlânâ ve Mevlevîlikle ilgili şiirlerden oluşan bir eserdir. Vâsıf Efendi tarafından tertip edilen bu mec­muanın nüshaları ve mecmua içinde hilyenin bulunduğu yapraklar aşağıda belirtilmiştir:

1. Mevlana Müzesi Kütüphanesi, No. 2163, vr. 48b-49b.2. Mevlana Müzesi Kütüphanesi, No. 4923, vr. 1b-2b.3. İstanbul Üniversitesi Eski Eserler Kütüphanesi, No. T. 1186, vr. 38a-39a.4. İstanbul Üniversitesi Eski Eserler Kütüphanesi, No. T. 2951, vr. 37b-38a.5. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, O. Ergin Yazmaları,

No. 54, vr. 48b-50a.6. Ankara Millî Kütüphane, 06 Hk No. 1029, vr. 37a-37b.Bu çalışmada eser incelenirken ve metin yeni yazıya çevrilirken öncelikle

müstakil ve daha hacimli olan Süleymaniye Kütüphanesi Âtıf Efendi nüshası (Kısaltması AE) esas alınmış, ardından Mecmua-i Medayih-i Mevlânâ (Mevlâna Müzesi Kütüphanesi, No. 2163, vr. 48b-49b. Kısaltması M) nüshasıyla kar- şılaştırılmıştır. Bu sırada mecmuada bazı beyit ilaveleri, daha uygun kelime değişiklikleri ve beyit dizilişinde daha bir uyum olduğu görülmüştür. Tama­mı bizim de içinde bulunduğumuz bir heyet tarafından yeni yazıya çevrilerek yayına hazırlanan bu mecmuadaki ilave ve değişikliklerin mecmuayı tertip eden Vâsıf Efendi tarafından yapılması çok zayıf bir ihtimaldir. Bu bakımdan

71502008

Page 81: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > M u s t a f a E R D O Ğ A N

Erdem

7250 Vâsıf’ın hilyenin farklı bir nüshasını görmüş olması ihtimali de vardır.28 Bu-

2008rada, yukarıda bahsedilen iki nüsha karşılaştırılarak daha tam ve düzenli bir metin ortaya konulmaya gayret edilmiştir.

SonuçBu çalışmayla Lütfî Mehmed Dede ve eseri üzerinde ilk defa müstakil bir ilmî yayın yapılmış olmaktadır. Mevlânâ’nın soyundan gelen ve Manisa Mevlevîhânesi şeyhi Nakşî Ali Dedenin oğlu olan Lütfî Mehmed Dede; ba­basının vefatından sonra aynı Mevlevîhânede şeyhlik yapmış, 1737 yılında vefat etmiştir. Lütfî Dedenin 1688 yılında tamamladığı ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşaya ithaf ettiği Hilye-i Mevlânâ adlı mesnevî tarzında bir eseri var­dır. Türk edebiyatında yazılmış hilye-i Mevlânâların ilki olan bu eser, yazma halinde ve 124 beyit uzunluğundadır. Hilyede; Mevlânâ’nın önce fizikî, daha sonra mânevî özellikleri anlatılmıştır.

Lütfî’nin hilyesine göre Mevlânâ; beyaz yüzlü, açık alınlıdır. Kara kaşları­nın arası açık, gözleri iri ve siyahla sarı arası bir renktedir. Düzgün bir burnu, çok etli olmayan yanakları vardır. Orta boylu ve mütenasip azalıdır. Şişman olmayan vücudunda kıl yoktur. Yürürken hafifçe öne eğilir, konuşması çok tatlıdır. Velîlik ülkesinin şâhı, tarikatta rehber, ayrıca büyük bir âlim olan Mevlânâ; Hz. Peygamber’in tam varisi, Hz. Ebubekir’in on birinci göbekten torunudur. 1207 yılında doğmuş, 1273 yılında vefat etmiştir.

28 Müstakimzâde, Mecelletü 'n-Nisâb' da hilyenin 117 beyit olduğunu söylemektedir. Müstakimzâde, age., vr. 377b. Halbuki bugün bilinen ve yukarıda özellikleri belirtilen tek müstakil nüsha 120 beyittir. Ayrıca Mecmua-i Medayih-i M evlâ'n ın içindeki hilyede geçen bazı beyitler bu müstakil nüshada bulunmamaktadır. Bütün bunlar, Lütfî’nin hilyesinin başka nüsha ya da nüshaları­nın olması ihtimalini akla getirmektedir.

Page 82: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Lütfî Mehmed Dede ve Hilye-i Mevlânâ Adlı Eserine Göre Mevlânâ’nın Özellikleri f iV

Erdem

Metin

[AE vr. 1b] '

İBTİDÂ KERDEN-İ TEVHÎD-İ HUDÂ

[fe ilâtün fe ilâtün fe iilün]

1 Hamd ol pâdişeh-i dânâya O Hudâvend-i cihân-ârâya

2 Ki benî-âdemi mümtâz itdi Hüsn-i hulk ile ser-efrâz itdi

3 Didi şânında lekad kerremnâ""Habbezâ fazl u kerem lutf u 'atâ

4 Sûret ü ma'nide tekrîm itdi Mazhar-ı ahsen-i takvim itdi” "

5 Kodı farkında külâh-ı 'izzet Hilye-i behceti kıldı hil'at

6 Vech-i hûbânı iden hüsn ile mâh İtdiren 'âşıka âh-ı cângâh

7 Pertev-i hüsni tecellâsıdur Lem'a-i nûr-ı dil-ârâsıdur

8 Nûrı pervânesidür müştâkân Hüsni dil-dâdesi oldı hâsân

9 Lutfı deryâsına yok hadd ü kenâr Genc-i ihsânına yok 'add ü şumâr

MEDH-İ ÂN HAZRET-İ SULTÂN-IRÜSÜL

10 Dahi sad dürr-i tahâyâ-yı bihîn Salavât-ı şeref-âyîn-i güzîn

11 Hazret-i mefhar[i] mevcûdâtun A'ni nâzende-i kurb[ı] zâtun

* Çevriyazı metinde AE nüshasının varak numarası gösterilmiş olmakla birlikte, bu metnin AE’nin aynen çevirisi olmadığı, ile karşılaştırılarak oluşturulduğu unutulma­malıdır.

** "And olsun ki biz âdem oğullarını şerefli kıldık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yaratıklarımızın pek çoğundan üstün kıl­dık". Kur’ân, 17/70.

*** "Biz insanı en güzel biçimde yarattık". Kur’ân, 95/4.

12 İde îsâr o Hudâvend-i enâm Ravza-i sidre-nişânına müdâm

[AE vr. 2a]

13 İde tâ kim bu felekler devrân Devr ide tâ meh ü mihr-i tâbân

14 Oldı Hallâk-ı cihâna mahbûb Şübhesüz Hazret-i Hakk’a matlûb

15 'İzzet ile o Resûl-i ekmelO şehenşâh-ı nebiyy ü mürsel

16 Çâkeridür anun ey merd-i güzîn Cümle-i ehl-i semâ ehl-i zemîn

17 Âl ü ashâb-ı kirâma zi-derûn Çok selâm ola ki hadden bîrûn

18 İtdiler dîn-i mübîne hıdmet Oldı her birisi hâs-ı ümmet

19 Kim ki ol zümre-i pâke ez-dil İktidâ itdi be-sıdk-ı kâmil

20 Reh-i dîn içre hidâyet buldı Sâhib-i 'izz ü sa'âdet oldı

BÂ'İS-İ DÂ'İYE-İ MANZÛME

21 Sebeb-i tahliye-i sımt-ı kelâm Böyledür dinlegil ey nîkû-nâm

22 Gördüm ol Hazret-i Hâkânî’nün Hüsn-i nazmın o şeref-âyînün

23 Ki Nebî hazretinün midhatini Nazm-ı ra'nâya komış zînetini

24 Dahi Cevrî-i sa'âdet-eserün Tarz-ı inşâsın o hayru’l-haberün

25 Vasf-ı ashâb-ı Resûl’e himmet Eyleyüp buldı anunla devlet

26 Hem Neşâtî-i sürûr-âsârun Şi'r-i zîbâsını ol hoş-kârun

27 Enbiyâ na'tını bâ-hüsn-i kelâm Silk-i tahrîre komış bi’l-ikrâm

28 Düşdi nâ-geh hevese bu dil-i zâr Ya'ni vasf itmek içün bir dildâr

[AE vr. 2b]

73502008

Page 83: Erdemi - akmb.gov.tr

У4 M u s t a f a E R D O Ğ A N

7450

2008

Erdem

29 Hem-çü ney nâle iderdi her ân Âteş-i âh ile oldı sûzân

30 Didüm ey dil neden oldun nâlân Sûziş ü derdüni itme pinhân

31 Didi ey garka-i bahr-i 'isyân Böyle bî-hûde gezer mi insân

32 Hem-dem-i şâhid-i 'aşk-ı pâk ol Şevk bezminde girîbân-çâk ol

33 Sıdk u ihlâs ile çün Mevleviyân Eyle meydân-ı suhanda devrân

34 Hilyesin Hazret-i Mevlânâ’nun Nazm ile ol güher-i ra'nânun

35 Na't-hânîde suhan-perdâz ol 'Andelîb-i gül-i bâg-ı râz ol

36 Hilyesin sen de Celâle’d-dîn’ün Kıl teberrük o kerem-kânînün

37 Oku âyîn-i senâsın cânâ Hüsn-i evsâfını eyle inşâ

38 Gûş idince bu kelâmı dilden Ya'ni hem-râzum olan bî-gılden

39 Ârzû oldı bana leyl ü nehâr Vasf-ı ferhunde-i hüsn-i dildâr

40 Oldı bu vech ile dilde hâhiş Eyledüm ben dahı sa'y ü kûşiş

41 Tâ murâdum bu ki ey nîkû-hû Sebeb-i afvum ola bu tek ü pû

42 Ne olam ben ki diyem midhatini Böyle 'âlî-nesebün rütbetini

43 Ne ola zerre-i nâ-çîz ü hakîr Ki ide hüsnini şemsün takrîr

44 Evliyâ bezmine oldı dâver Etkıyâ cem'ine oldı server

45 Ne liyâkat ola bende hâlâ Zerreden de dahı dûnam ammâ

[AE vr. 3a]46 Nazar itseydi eger ol Dârâ

Zer olur mermer ü seng-i hârâ

47 Himmet-i pâki olur râh-nümâ 'Âşık-ı sâdıka bâ-lutf-ı Hudâ

48 Nûr-ı tevfîk refîk oldıgı dem Başladı şevk ile güftâra kalem

HİLYE-İ HAZRET-İ MONLÂ HÜNKÂR

49 Hilyesin Hazret-i Mevlânâ’nun Dinle pîrâyesin ol sultânun

50 Eyleyen anı şehâ zîb-i kitâb Yazdı bu resme nice lafz-ı savâb

51 Levn-i sîmâsını ol Rabb-i Mecîd Gûyiyâ kılmış idi verd-i sepîd

52 Nûr-ı vechini o şâhun her gâh Didi gördükde mihir şey’li’llâh

53 Nûr-ı kudsî ile ol dolmış idi Gıbta-âverde-i bedr olmış idi

54 Şekl-i ebrûsı idi hem-çü hilâl Böyle nakş itdi Hakîm-i Müte'âl

55 İki mısrâ'-ı siyeh-levn idi tâ Matla'-ı hüsne odur zeyn-efzâ

56 İttisâl üzre degül ol kaşlar Hoş-nümâ idi o 'âlî-manzar

57 Levh-i pîşânı idi pek rûşen29 Meselâ oldı açılmış sûsen

58 Bekledi hüsni sarâyın gûyâ Karşu karşu iki hâcib cânâ30

59 Oldu vâsi' ol iki çeşm-i humâr Mest iderdi göreni ey hüşyâr

60 Ne ziyâde saru idi ne siyâh Dil-rübâ idi o gözlerde nigâh

61 Reşk iderdi Hoten âhûsı eger Çeşm-i şâhânesine kılsa nazar

[AE vr. 3b]

62 Mushaf-ı rûyı içinde anun Bîni-i pâki o 'âlî-şânun

63 Hûb u mevzûn elif-i sîm-endâm Böyle nakl itdi diyen ehl-i kelâm31

29 57: - AE30 cânâ: meselâ AE31 nakl: nakş AE

Page 84: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Lütfî Mehmed Dede ve Hilye-i Mevlânâ Adlı Eserine Göre Mevlânâ’nın Özellikleri f iV

Erdem

64 Ne mülahham idi ruhlar ne nahîf Nev-şüküfte gül idi vech-i latîf

65 Hatt-ı şeb-rengi dahi oldı latîf Cedd-i a'lâsı gibi üsti nahîf

66 Subh-ı dîdâra idi zînet-dih Şöyle ki oldı görenler vâlih

67 Ger siyeh-reng idi disen kâbil Lîk fi’l-cümle saruya mâ’il

68 Tâmmü’l-kâme idi hem-çü Resûl Cümle a'zâsı latîf ü makbûl

69 Lahm-ı cismi vasatü’l-hâl idi hem 'Aşk-bahş idi o zât-ı hurrem32

70 Dahi bî-mû idi cism-i zîbâ Reşk iderdi ana sîm-i sârâ33

71 Gülşen-i hüsne nihâl-i mevzûn Mîve-i 'ilm-i ledünle meşhûn

72 İnhinâlıca iderdi reftâr34Ki odur hulk-ı Habîb-i Muhtâr

73 Meyl ider pîşine ağsân-ı nihâl35 Olsa ger mîve ile mâl-â-mâl

74 Bir de güftârı halâvetli idi36 Cümle ahlâkı melâhatlı idi

75 Mülket-i lutfun olup pâdişehi Dâ’imâ hilm ile oldı nigehi

76 Şâh-ı iklîm-i velâyetdür ol Merd-i meydân-ı kerâmetdür ol

77 Vasf u medhi ne kadar olsa sezâ37 Oldı zîrâ ki o ma'şûk-ı Hudâ

32 idi: itdi AE33 Reşk iderdi ana sîm-i sârâ: Sîm-i sârâ gibi

idi cânâ AE34 inhinâlıca: münhanîce AE35 meyl ider pîşine: meyli arza ider AE36 de: - AE37 vasf u medhi: medh ü vasfı AE / 77-101. be­

yitlerde AE ile M arasında bazı takdim te­hir farkları vardır. Söz ve anlam akışı M’de daha uygun olduğundan kimi zaman bun­larda M nüshasına uyulmuştur.

78 Mahrem-i râz-ı Habîb-i Ekrem38 Vâsıl-ı sırr-ı Resûl-i A'zâm

79 Oldı ol vâris-i sultân-ı rüsül Yeridir dirler ise vâris-i kül

80 Meş'al-efrûz-ı şerî'atdür o mâh Reh-nümâ oldı tarîkatde o şâh39

[AE vr. 4a]

81 Gülşen-i ma'rifetün bülbülidür40 Çemenistân-ı hakîkat gülidür

82 Dürr-i esrâr ile pür bir deryâ Mesnevî’sidür anun ey dânâ

83 Öyle ki ka'rına irmez gavvâs41 Leb-gezân vüs'atine nice havâs

84 Bahr-i zâtına kıyâs ol katre42 Katre ammâ ki berâber bahre

85 Mülk-i ma'nâda ma'ârif-zîver Oldı her beyti anun bir kişver43

86 Oldı şeh-zâde-i Sıddîk-i 'AtîkKi odur Mefhar-i Kevneyn’e sadîk

87 Nesl-i Bû Bekr-i celiyyü’l-hasebün44 A'ni ebnâ-i 'aliyyü’n-nesebün

88 On birincisidür ol pâk-nijâd45 O sütûde-dil ü ferhunde-nihâd

89 Görüp âyînini şems ile kamer Döndiler vecde gelüp şâm u seher

90 Müşterî oldı sa'âdet-cûyân46 Hem harîdâr-ı füyûzât ey cân

38 78: Vâris-i Hazret-i Fahr-ı 'Âlem/Harem-i sırr-ı Resûl’e mahrem AE

39 oldı: idi AE40 gülşen-i: ravza-i AE41 83: - AE42 kıyâs: göre AE43 oldı: göre AE44 87: - AE45 88: - AE46 90: Müşterî kevkebi her subh u mesâ/Oldı

cûyâ-yı sa'âdet cânâ AE

75502008

Page 85: Erdemi - akmb.gov.tr

У4 M u s t a f a E R D O Ğ A N

Erdem

7650 91 Neyyir-i Hazret-i Mevlânâ’dan

Şems-i kadr ü şeref-i Monlâ’dan

92 Nakşınun fikri olup Zühre’ye kâr Dem-be-dem eylemede nâle vü zâr

93 Gûyiyâ mutrib olup her şeb ü rûz47 Eylemekde nagamât-ı pür-sûz

94 Fasl idince nice 'uşşâk u nevâ Şevk ile girdi semâ'ına semâ

95 Şeş sad u çârda ol murg-ı cinân Tutdı dünyâ kafesi içre mekân

96 Altı yüz yetmiş ikisinde be-nâz Eyledi bâg-ı bihişte pervâz

97 Dinle ey kilk-i za'îf ü kâsır Reh-i medhinde anundur fâtir48

98 Nice çâbük-rev-i meydân-ı suhan Dahi ser-bâz-ı dilîrân-ı sühân

[AE vr. 4b]

99 Bunca 'acz ile nedür bende mecâl Anı ta'rîfe idem bast-ı makâl

100 Hüsnünün metnini kim ve’l-hâsıl49 Şerh olunmak ya olur mı kâbil

101 Vasfı imlâ vü beyâna sığmaz Medhi evrâk-ı 'ayâna sığmaz

102 İdelüm sahn-ı du'âda devrân Eyleye tâ ki icâbet Mennân

103 Kıla eltâfını hem-dem o Latîf Bula dil-hâhını Lütfi-i za'îf

104 Çâkeri Hazret-i Mevlânâ’nun Nazm iden na'tını ol sultânun

105 Meselâ kemter-i evlâdı anun 'Âciz ü ahkar-ı evlâdı anun

106 Eyle yâ Rab mededüni yâver Dü cihân içre Hudâyâ rehber

47 93: Gûyiyâ mutrib olup leyl ü nehâr/ Kıldı âgâze-i fenn-i edvâr M

48 anundur fâtir: anun fâtirdür AE49 101: - AE / M nüshası bu beyitle son bul­

maktadır.

107 Cümle Mhişlerine vâsıl kıl Harem-i vuslata hem dâhil kıl

108 Sakla îmânını yâ Rab dâ’im Zâ’il olmakdan anı yâ Kâ’im

109 Dahi dîvân-ı nübüvvet şehinün A'ni ol taht-ı risâlet şehinün

110 Cümle-i ümmetine kıl ihsân Kasd u hâhişlerini yâ Rahmân

111 Lutf-ı Hakk ile olup sa'y-i be-nâm Buldı bin yüzde bu nâme dahi nâm

MİDHAT-I SADR-I KERÎM Ü’L-AHLÂK112 Sadr-ı vâlâ-güherâ cûd-ı verâ

Devletün eyleye dâ’im Mevlâ

113 Nazm ile Hilye-i Mevlânâ'yı Eyledüm yâd dem-i 'Îsâ’yı

114 Eyleyüp nesr-i le’âlî-i medîh Hilyesin eylemek ile tasrîh

115 Eser-i himmet-i vâlâ-güheri İtdi tâbende bu nîkû-haberi

[AE vr. 5a]

116 Gerçi ol dürr-i girân-kadr-ı ferîd Oldı zîver-dih-i levh-i tesvîd

117 Lîk tebyîz ile ol nev eseri İtmedüm kimseye 'arza nazarı

118 Virmedüm ol güheri tâlibine İntizâr üzre idüm sâhibine

119 Hamdü li’llah ki gelüp vakt-i sürûr Sâhibin buldı o zîbende zuhûr

120 Turmayup eyledüm ithâfa kıyâm Sadr-ı pâkîze-dile bi’l-ikrâm

121 Habbezâ sadr-ı mu'azzam ki müdâm Kerem-i tab' ile meşhûr u benâm

122 Zâtı midhatden anun 'âlîdür O kumaşı alamam gâlîdür

123 Dîde-i hayr-ı du'â ile hemân Bana lâyık ana olmak nigerân

124 Tâ-be-mahşer ide sadrında mukîm O cihândâr-ı Hudâvend-i kerîm

Page 86: Erdemi - akmb.gov.tr

Lütfî Mehmed Dede ve Hilye-i Mevlânâ Adlı Eserine Göre Mevlânâ’nın Özellikleri У 4\ f

Lütfî Çelebi, Hilye-i Mevlâna, Süleymaniye Kütüphanesi, Âtıf Efendi Bölümü, No. 2256. -

77______502008

Erdem

Page 87: Erdemi - akmb.gov.tr

У4 M u s t a f a E R D O Ğ A N

7850

2008

Erdem

Page 88: Erdemi - akmb.gov.tr

Lütfî Mehmed Dede ve Hilye-i Mevlânâ Adlı Eserine Göre Mevlânâ’nın Özellikleri

Mecmua-i Medayıh’taki Hilye-i Lütfî bölümünden örnek

\ f

ч Ц і л î î P J ı

й кЛ Д > 1 Û *

J V (O U f J ı 'd eti j u -Jh jj d u J iv . 4 ^ /

d b « û r j (İM

lr t- ^ J İ ^ ‘* 0 ,

ı İ B j / ^ î V Û ' ^

^ - Ц К *

- L İ

ф . - t д *д ‘ Ѵ . . ,» іф

A . dL Ld*j^_

' * M >L.

ІІЖ Іа-ііГ ıjlj l л С

ЧАИ.г

î ^ ' ^ ^

i p S » t s . W j j , ,

- L > « j f ,

V j a i

* * * > < ?

^ „ ’J F

79____502008

Erdem

Rızâ’nın ve Tâhir’in hilyelerinden örnekler (sağdaki Rıza, soldaki Tâhir’in hilyesinden)

'Lu! ı j y ^ - v # Sm*

^ i f ı *

i i r f ı j J

^ *'— « j *

I 4 Â r ■JH*"* - b j 1 ç 'j— ' J - I

< ^ İ * ' I

î-jm д е / ,4 Ц А * * 4 в 1

P i

i » > 4 v ı ^ ı A f «Jk I j* m i

■#■ Î İ ^ y d * t jA r

#JF - » r ' J f j b f j # I

■A*

■^ Л гг, ІЧ ^

r f î » L ^ + * * > - « ■

* a

* .

m - ^ j J

m*-1 Jj J .jH

Page 89: Erdemi - akmb.gov.tr

У4 M u s t a f a E R D O Ğ A N

8050

2008

Erdem

KaynaklarAli Enver, Semâhâne-i Edeb, İstanbul 1309.Birrî Mehmed, Bülbüliyye ve Divan-ı Birrî, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Manzum Eserler

Bölümü, No. 54 (06 Mil MFA 1994 A 3983).Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, Haz. Mustafa Tatçı-Cemal Kurnaz, Ankara

2000, Bizim Büro Yay.Cunbur, Müjgan, "Manisa Mevlevîhânesi'nden Yetişen İki Şâir", Birinci Uluslararası

Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîhâneler Sempozyumu Bildirileri, Manisa, 2002, s. 267-274.Esrar Dede, Tezkire-i Şu'arâ-yı Mevleviyye, Haz. İlhan Genç, Ankara, 2000, AKM Yay.Fatin Davud, Tezkire-i Hâtimetü'l-Eş‘âr, [İstanbul] 1271.Günay, Mehmet, "XVII. Yüzyılda Manisa Mevlevîhânesi ve Şeyh Ali Efendinin Faali­

yetleri", Birinci Uluslararası Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîhâneler Sempozyumu Bildirileri, Manisa 2002, s. 333-342.

Güngör, Zülfikar, Türk Edebiyatında Türkçe Manzum Hilye-i Nebevîler ve Nesîmî Mehmed'in Gülistân-ı Şemâil'i, AÜ SBE, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2000.

Güngör, Zülfikar, "Türk Edebiyatında Hilye-i Nebevî Türünün Doğuşu, Gelişimi ve Se­bepleri", Tasavvuf, Yıl 4, S. 10 (Ocak-Haziran 2003), s. 185-199.

Hakani Mehmed Bey'in Hilye-i Şerîfe'si, Haz. Abdülkadir Karahan, İstanbul 1992, Sabah Gazetesi Yay.

Horata, Osman, "Mevlânâ ve Divan Şairleri", Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergi­si, Osmanlı'nın Kuruluşunun 700. Yılı Özel Sayısı, Ankara 1999, s. 43-56.

İhtifalci Mehmet Ziya Bey, Yenikapı Mevlevihanesi, Yayına Haz. Murat A. Karavelioğlu, İstanbul 2005, Ataç Yay.

İpekten, Haluk -vd., Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ankara 1988, KTB Yay.

İsen, Mustafa, "Tezkirelerin Işığında Divan Edebiyatına Bakışlar Divan Şairlerinin Ta­savvuf ve Tarikat İlişkileri", Ötelerden Bir Ses Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Ede­biyatı Üzerine Makaleler, Ankara 1997, s. 209-220, Akçağ Yay.

Kur'ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Haz. Ali Özek-vd., Ankara 1993, TDV Yay.Lütfî Çelebi, Hilye-i Mevlânâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Âtıf Efendi Bölümü, No.

2256.Manisalı Birrî Mehmed Dede Hayatı, Eserleri, Edebî Şahsiyeti ve Dîvânı, Haz. Rasih Erkul, Ma­

nisa 2000, Manisa Valiliği Yay.Mecmua-i Medâyih-i Mevlânâ, Tertip Eden Derviş Vâsıf, Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi,

No. 2163.Mehmed Süreyya, Sicil-i Osmânî Yahud Tezkire-i Meşâhir-i Osmâniyye, C. 4, Dârü't-Tıbâatü'l-

Âmire, [İstanbul], Tarihsiz.Mevlânâ Müzesi Yazmalar Kataloğu II, Haz. Abdülbâki Gölpınarlı, Ankara 1971, M EB Yay.Mevlânâ Müzesi Yazmalar Kataloğu II I, Haz. Abdülbâki Gölpınarlı, Ankara 1972, M EB Yay.Müstakimzâde Süleyman Sa'deddin, Mecelletü'n-Nisâb fi'n-Nisebi ve'l-Künâ ve'l-Elkâb, An­

kara 2000 (Süleymaniye Kütüphanesi Hâlet Efendi Bölümü No. 628'den tıpkıba­sım).

Page 90: Erdemi - akmb.gov.tr

Lütfî Mehmed Dede ve Hilye-i Mevlânâ Adlı Eserine Göre Mevlânâ’nın Özellikleri\ f

Onay, Ahmet Talât, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, Haz. Cemâl Kurnaz, Ankara 1992, TDV Yay.

Sahîh Ahmed Dede, Mevlevîlerin Tarihi Mecmûatü't-Tevârîhü'l-Mevleviyye, Haz. Cem Zorlu, İstanbul 2003, İnsan Yay.

Şentürk, Atillâ, Tahirü'l-Mevlevî, Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1991, Nehir Yay. Tâhirü'l-Mevlevî, Mir'ât-ı Hazret-i Mevlânâ, İstanbul 1315.TDEA, C. 4, İstanbul 1981; C. 6, İstanbul 1986, Dergâh Yay.Tuman, Mehmet Nâil, Tuhfe-i Nâilî Divan Şâirlerinin Muhtasar Biyografileri, Haz. Cemal

Kurnaz-Mustafa Tatçı, Ankara 2001, Bizim Büro Yay.Uluçay, M. Çağatay, Saruhanoğlulları ve Eserlerine Dâir Vesikalar, İstanbul 1940.Uluçay, M. Çağatay, Saruhanoğlulları ve Eserlerine Dâir Vesikalar-II, İstanbul 1946.Uluçay, M. Çağatay, Manisa Ünlüleri, [Manisa] 1946.Uzun, Mustafa, "Hilye", TDVİA, C. 18, İstanbul 1998, TDV Yay.

81_____502008

Erdem

Page 91: Erdemi - akmb.gov.tr
Page 92: Erdemi - akmb.gov.tr

Nâzım Hikmet'in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

C afer GARİPER*- Y asem in KÜÇÜKCOŞKUN**

ÖZNâzım Hikmet, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını batılı hayat tarzıyla do­ğulu hayat tarzının iç içe yaşandığı aile ve toplum içerisinde geçirir. Bir yandan batı etkisine, diğer yandan doğu kültürüne açık yetişir. Bu ikili yapı onun iç dünyasında zamanla bilinç parçalanmasına kadar giden çatışma alanı yaratır. İlk gençlik yıllarında devrin atmosferine uygun millî ve dinî şiirler yazar. Mevlevî dedesinden gelen etkiyle Mevlânâ'ya ve onun dünya görüşüne bağlılık gösterir. Fakat, daha sonra yazdığı bir rubai ile Mevlânâ'ya cephe alır. Ölümünden bir yıl önce 1962'de Moskova'da yazdığı Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim adlı romanıyla tekrar Mevlânâ'ya dönmek ihtiyacı duyar. Bu makalemizde Nâzım Hikmet'in Mevlânâ hayranlığını, daha sonra ideolojik bakışla ona karşı çıkışını, tekrar Mevlânâ'ya dönüşünü ortaya koymak, bunun psikolojik temel­lerini araştırma konusu yapmak, Mevlânâ'ya karşı yazdığı rubaisini metinlerarasılık düzleminde çözümlemek, konuyu süreklilik-süreksizlik açısından tartışmaya açmak istiyoruz.

Anahtar Kelimeler: Mevlânâ, Nâzım Hikmet, rubai, metinlerarasılık, ideoloji, bilinç parçalanması.

ABSTRACTThe Disintegration of Mind and Complexities of Mevlânâ

in N. Hikmet’s Universe of ArtNâzım Hikmet lived his childhood and early youth ages in a family and society with western and eastern life styles. By one side he grows up open to the western effects, on the other side to the eastern effects. This dual structure creates in his inner life with the time a conflict area that causes consciousness disintegration. İn his preteen years he writes national and religious poems proper to the atmosphere of

* Yard. Doç. Dr., SDÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü / ISPARTA, e-posta: [email protected]

** Arş. Gör., SDÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü / ISPARTA

Page 93: Erdemi - akmb.gov.tr

C a f e r G A R İ P E R - Y a s e m i n K Ü Ç Ü K C O Ş K U N

the period. From his grandfather who was one of Celaleddin-i Rumi's followers, Nâzım Hikmet shows adherence to Celaleddin-i Rumi and his world view. But later he opposes Celaleddin-i Rumi with a rubai he writes. One year before his death he needs to revert to Celaleddin-i Rumi in 1962 with his novel called Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim. İn this paper we want to display Nâzım Hikmet's admination to Celaleddin-i Rumi, later his turn against him, and return back to Celaleddin-i Rumi again. We want to search his psychologycal foundations as an investi­gation topic, analyse the rubai he wrote against Celaleddin-i Rumi with intertextual context, set up our opinions with the themes permanence and transitoriness.

Key Words: Celaleddin-i Rumi, rubai, intertextuality, ideology, cons­ciousness shattering.

Giriş

Düşünce sistemiyle ve sanatıyla klâsik Türk edebiyatını derinden et­kileyen Mevlânâ Celâleddin Rûmî (1207-1273)’nin yenileşme döne­minde de etkisini sürdürdüğü görülmektedir. Selçuklu ve Beylikler

döneminden Osmanlıya, oradan da Cumhuriyet dönemine uzanan bu etki, hem onun düşünce dünyasının ve sanatının gücünü göstermesi hem de bütün çalkantılara, değişim ve dönüşümlere rağmen kültür dünyamızdaki bütünlüğü işaret etmesi bakımından dikkate değer. Mesnevîhanlar tarafın­dan yüzyıllar boyu Mesnevî okunmuş, bu eserin 15. yüzyıldan itibaren çevi­rileri ve şerhleri yapılmıştır (Yeniterzi 1995: 93-96). Yenileşme döneminde ise Mevlânâ’nın eserleri farklı kişiler tarafından yeniden Türkçeye aktarılmış, adı etrafında oluşan Mevlevîlik geleneğine modern dönemde de süreklilik kazandırılmaya çalışılmıştır. Çok sayıda sanatkârın Mevlânâ’nın eserleri ve düşünceleriyle kurduğu metinlerarasılık bu sürekliliği gösterir.

Türk edebiyatı geleneği içerisinde modern dönemde Mevlânâ’nın sanat dünyasıyla ve düşünceleriyle bağ kuran sanatkârlardan biri de Nâzım Hik­met (1901-1963)’tir. Nâzım Hikmet, 1920’de Mehmet Nâzım imzasıyla ya­yımladığı Mevlânâ başlıklı şiirinde ona bağlılığını dile getirmiş, fakat 1945 sonu ile 1946 başında yazdığı bir rubai ile de Mevlânâ’ya açıkça cephe al­mıştır. Mevlânâ’nın bir rubaisini, rubai formunu yenileyerek metinlerarasılık düzleminde konu edinmiş, onun hayat felsefesine ve kâinatı yorumlayış tar­zına reddiye getirmek istemiştir. Bunun yanı sıra o, ölümünden bir yıl önce 1962’de Moskova’da yazdığı Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim romanında tekrar Mevlânâ’ya dönme ihtiyacı duymuştur.

Türk edebiyatında eserlerine edebiyat biliminin ölçüleri dışında yakla­şılan, eserlerinden fazla şahsî özellikleri üzerinde durulan sanatkârlar bu­

Erdem

8450

2008

Page 94: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Nâzım Hikmet’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

lunmaktadır. İşte bu sanatkârlardan biri de Nâzım Hikmet’tir. O, çoğu kez etrafında koparılan birtakım gürültülerle anılagelmiş, ideolojik kaygı taşıyan bazı çevrelerce yüceltilmiş, adı etrafında bir Nâzım Hikmet romantizmi ya­ratılmaya çalışılmıştır. Edebiyat bilimi açısından ciddî araştırmaya ve in­celemeye tâbi tutulduğunu, birkaç çalışma dışında, söylemek güçtür. Asım Bezirci, Afşar Timuçin ve Nedim Gürsel gibi araştırmacıların edebî inceleme düşüncesiyle yaptığı çalışmalarda her ne kadar belirli bir titizliğe ve ilmî üslûba uyulmuşsa da, bu araştırmacıların da zaman zaman ideolojik tercih­lerinden kaynaklanan hayranlıklarına delil arama gayretinden kalemlerini kurtaramadıkları görülmektedir (Aktaş 1997: 115).

Modernizm, Bilinç Parçalanması, İkiye Bölünmüşlük ve Nâzım Hikmet"Modern Türk edebiyatı bir medeniyet kriziyle başlar" (Tanpınar 1992: 101) di­yen Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da işaret ettiği gibi, yenileşme döneminin özelliklerinden biri de ülkede "gittikçe kuvvetini arttıran bir ikiliği doğur­ması, onun manzara ve ruh bütünlüğünü kırmasıdır" (Tanpınar 1982: 136). Modern Türk edebiyatına yaklaşırken bu edebiyatın "bir medeniyet değiş­mesinin neticesi olarak doğduğunu göz önünde tutmak gerekir" (Tanpınar 1992: 101). Yenileşme hareketleriyle birlikte başlayan ikili eğitim, ikili ya­şama biçimi, gittikçe etkisini çoğaltarak yeni yetişen nesilleri doğu ile batı arasında hep bir zihin ve algı parçalanmasını yaşamaya sürükler. Geleneğe bağlı yaşama tarzının ve sanatın yanında batı tarzı yaşama şekli ve sanat da yerini almaya başlar. Böylece batılılaşma sürecinin başlangıcından itibaren sosyal hayatta nesilden nesle artarak ve çoğu zaman biri diğerinden daha ağırlık kazanarak ferdin kendi yaşama alanında ve iç dünyasında doğuyla batı birlikte yer tutar. Bu durum, sentezciliği ve uzlaşı ortamının arayışını getirdiği gibi, kişilik bölünmesine kadar giden iç çatışmalara da zemin ha­zırlar. Yeniyle karşılaşan insan, eskisi gibi kalamamanın, yeni gibi de olama­manın tedirginliğini yaşar. Bu tedirginlik ve onun yarattığı çatışma zamanla aydın kesimden halk katmanına doğru yayılır. Burada bilinç, geleneğe bağlı yaşama alanında ortaklaşan hayat ve ruh bütünlüğünü ifade eder. Bilinç parçalanması (consciousness shattering) ise insanın mensup olduğu me­deniyet dairesine bağlı kolektif bilişle başka bir biliş tarzı arasında kalan alanda yaşadığı bölünmedir. Dünyanın içine girdiği modernizm, özellikle doğu toplumlarında, bilinç parçalanmasına yol açacak mahiyettedir.

"Matbaa, Amerika’nın keşfi, buhar makinesi ve elektriğin icadından bu yana, batı olarak adlandırılan şey, dünyayı tasarlayıp üretegelmiş" (Corm 2003: 16), değiştirip dönüştürmüştür. Batının gücü dünyayı değiştirecek di­namikleri elinde bulundurmasından kaynaklanır. Güç, aslında "kendi içinde

Erdem

85502008

Page 95: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > C a f e r G A R İ P E R - Y a s e m i n K Ü Ç Ü K C O Ş K U N

Erdem

8650

2008kutsalın tohumlarını barındırır. (...) Daima kutsal kılıklara bürünen gizemli bir simyası vardır" (Corm 2003: 74). Gücü eline geçiren batı, bu silaha sahip­tir. Türk insanı batı medeniyetiyle karşılaşınca önce şaşkınlık ve hayranlık yaşar. Arkasından savunma refleksi geliştirmeye çalışır. Ancak, farklı bir pa­radigmayla karşı karşıya kalmış, artık mensup olduğu medeniyet bütünlüğü­nü kaybetmeye başlamıştır. Kafasında hayatın, olayların ve olguların başka türlü de olabileceği fikri belirmiştir. Parçalanan medeniyet dairesi içinde bu iki paradigmanın karşılaşması insandaki bilinç parçalanmasını ve trajiği hazırlamaya müsaittir. Geleneğin durağan yapısıyla doğu, yeniliğin dinamik gücüyle batı arasında yaşanacak çatışma, aydınlar başta olmak üzere, doğu toplumlarında travmaya yol açar. Düalist yapı içinde medeniyet dairesinin bilinç düzlemindeki bölünmüşlüğü sonunda ferdin ve toplumun kişilik bö­lünmesine kadar gider. Aklıyla gönlü, alışkanlıklarıyla idealleri arasında sıkı­şan insan, çelişkileri ve bu çelişkileri yaratan bilinç parçalanmasıyla hayatın içerisinde şartların dayattığı rolü üstlenmek zorunda kalır.

İnsan, varoluşsal olarak daha başlangıçta biyolojik varlığıyla aklı arasın­da kalarak ikiye bölünmüştür. Hayatındaki temel yönelişleri bu ikiye bölün­müşlük kurar ve idare eder. İnsanı diğer varlıklardan üstün kılan akıl, aynı zamanda onu çevresinden koparır, yalnızlaştırır, kendi içinde parçalan­malara yol açarak yabancılaştırır. Sonunda onu çelişkili, çatışmalı, iç bö­lünmeye uğramış varlık hâline dönüştürtür. Çünkü, aklın doğuşu "insanın içinde bir bölünmeye neden olmuştur" (Fromm 2000: 49). Bu yüzden insan hayatla ölüm arasında kalan, kendinden dışarıya doğru genişleyen bütün varlık katmanlarına bağlı olmakla yalnız olmak arasında, tarihsel çelişkiler içerisinde kendi gerçekliğiyle çatışarak hep ikiye bölünmüşlüğü yaşar. "Bu ikiye-bölünmüşlük onu sürekli olarak yeni çözümler bulmak için savaşma­ya zorlar" (Fromm 2000: 49). Bu savaşımda daha çok psikolojik esaslar rol oynar. Bazıları için bu arayışta yönelinecek çözümlerden biri ideolojidir. Bu insanlar, "ikiye-bölünmüşlüğü|nü| ideolojiler aracılığıyla yadsımaya" (Fromm 2000: 51) ve aşmaya çalışır. Kişinin varoluş çerçevesinde iç dün­yasında yaşamaya başladığı ikiye bölünmüşlük günlük hayatında da sürer. Medeniyetler arası farklılıklar, kabuller ve retler insanın daimi olarak bu ikiye bölünmüşlüğü yaşamasına zemin hazırlarken bilinç parçalanmasına uğramasına da sebep olur. Aydınların, sanatkârların derin yapıda yaşadığı çelişkiler daha çok bu bilinç parçalanmasının sonucudur. Parçalanmayı ve bölünmeyi yaşayan aydın doğu ile batı arasında kalmak, birine yaklaşırken diğerinden uzaklaşmak, senteze ulaştığını düşünürken farklı ve kendi başına bütün teşkil eden başka bir yapı ile karşılaşmak durumunda kalır ve yeniden bir arayışın içerisine girer.

Page 96: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Nâzım Hikmet’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

20. yüzyılın başlarında, özellikle de imparatorluğun parçalanma sürecine girdiği II. Meşrutiyet yıllarında doğu-batı karşılaşmasının, buna bağlı olarak çatışmasının ve uzlaşı arayışının yoğun yaşandığı dönem içerisinde Nâzım Hikmet ve nesli bilinç parçalanmasına ve kişilik bölünmesine açıktır. Bir yandan hayata gözlerini açtığı ev ortamının hazırladığı yaşama biçimi, diğer yandan gelenekle bağlarını sürdüren sosyal çevre, üzerinde etkili olan adını aldığı dedesi Mevlevî Mehmet Nâzım Paşanın yanında geçireceği çocukluk ve ilk gençlik yılları, geleceğin sanatkârına bu kişilik bölünmesini yaşatacak mahiyettedir.

Şairdeki bilinç parçalanmasının ve kişilik bölünmesinin izleri aile çevre­sinden başlayarak çocukluk yıllarına kadar uzanan bir süreçte ve ortamda aranmalıdır. Nâzım Hikmet sanata, edebiyata ve şiire meraklı bir aileye men­suptur. Annesi Celile Hanım, "Fransızca konuşan, piyano çalan, ressam de­necek kadar iyi resim yapan" bir kadındır (Memet Fuat 2000: 11). Lamartine hayranıdır (Gürsel 1992: 325). Şairin büyük babası Mehmet Nâzım Paşa ise Mevlevî bir şairdir. Evlerinde şiir başköşededir (Sertel 1991: 16). Bu yaşama tarzı içerisinde anne, baba ve kardeşten oluşan çekirdek aile ortamı daha çok batı yaşama biçimini, dedesi Mehmet Nâzım Paşanın çevresi doğuya ait kültür kodlarını temsil eder. Annesinin, babasından ayrılması ve resim öğre­nimi için Paris’e gitmesi üzerine şairin ilk gençlik yıllarının bir kısmı dedesi Mehmet Nâzım Paşanın yanında geçer. Aile içerisinde batı kültür dairesin­den doğu kültür dairesine doğru geçiş, farklı paradigmaların karşılaşması anlamına gelir. Mehmet Nâzım Paşa, evinde, haftanın belirli günlerinde dinî sohbetlerin yapıldığı, şiirlerin okunduğu toplantılar düzenler. Bu sohbet­lerin ilk gençlik yıllarında yaşayan Nâzım Hikmet üzerinde önemli etkileri­nin olduğu konusunda kaynaklar bilgi vermektedir (Nureddin 1988: 25-28, Sertel 1991: 18-22). Sohbetlerin etrafında döndüğü şahsiyetlerden başlıcası Mevlânâ’dır. Böylece Nâzım Hikmet, çekirdek aile içerisinde dinlediği batı müziğinden doğu müziğine, Lamartine şiirinden Mevlânâ şiirine, Fransız- cadan Farsçaya geçer. Memet Fuat’ın ifadesiyle o yıllarda "dedesi Nâzım Paşanın etkisiyle şiir de yazmaya başlamıştır]. Çok küçük yaşlarından beri Mevlevi sohpetlerini dinliyor, okunan şiirleri, yapılan konuşmaları anlama­sa da, havayı kokluyor, kendi de bir şeyler yazmaya özeniyordu[r]" (Memet Fuat 2000: 12).

Trablusgarp Harbi, Balkan Savaşı ve arkasından I. Dünya Savaşı’nın ya­şandığı II. Meşrutiyet yıllarında hececi şairlerin açtığı çığırdan etkilenerek millî duyguların ifadesine yönelen Nâzım Hikmet’in bu ilk yazma tecrübeleri içerisinde Mevlânâ’ya ve Mevlevî kültüründen gelen mistik ögelere de yer verdiği görülür. Onun şiire hazırlık dönemi diye ifade edebileceğimiz 1913-

Erdem

87502008

Page 97: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > C a f e r G A R İ P E R - Y a s e m i n K Ü Ç Ü K C O Ş K U N

Erdem

8850

20081920 yılları arasında yazdıkları ferdî hassasiyetler, milliyetçilik duygusu, kuvvetli bir imanla Tanrı’ya bağlanma arzusu, vatan, kahramanlık, haksızlığa başkaldırı, aşk ve kadın temaları etrafında şekillenir. Bu dönemde yazdıkları arasında Mevlânâ, Ağa Camii ve Büyükbabama ithafıyla yayımlanan Dergâhın Kuyusu gibi dinî duyarlık taşıyan şiirleri yer alır.

Nâzım Hikmet’in ilk gençlik yıllarında kaleme aldığı söz konusu şiirler, arka planını daha çok yaşanan dönemin hazırladığı, millî ve manevî duy­guları terennüme yönelik kalem denemeleridir. Ancak, şairin henüz kendi sanat anlayışını biçimlendirmediği bu dönemde Tevfik Fikret şiiri ve yanı sıra başka kaynakların aracılığıyla pozitivist dünya anlayışı etkisine girdiği görülmektedir. Bu etki, henüz marksist ideolojiyle temasa geçmeden önce bilinç parçalanmasına uğramaya başlayan genç şair üzerinde kendini kuv­vetle hissettirecektir.

1920’de yayımlanan Mevlânâ başlıklı şiirinde,Sararken alnımı yokluğun tacı Gönülden silindi neşeyle acı Kalbe muhabbette buldum ilâcı Ben de müridinim, işte Mevlânâ

Ebete set çeken zulmeti deldim Aşkı içten duydum, arşa yükseldim Kalpten temizlendim, huzura geldim,Ben de müridinim, işte Mevlâna(Yedinci Kitap, nr. 7, 3 Kânûnıevvel 1336/1920; Nâzım Hikmet 1997a: 100).

diyen şair, içinde bulunduğu psikolojik atmosferi ve Mevlâna’ya olan bağlı­lığını dile getirir. Şüphesiz onda merkezîleşen bu Mevlânâ bağlılığı ve sevgi­sinde, bir ara Konya valiliği yapan ve torunu Nâzım Hikmet’i de yanında gö­türen (Sertel 1991: 14-15) dedesi Mehmet Nâzım Paşanın önemli rolü vardır. Bu kalem tecrübesinde onun muhabbet, mürit, ebet, aşk, iç, arşa yükselmek, kalpten temizlenmek, huzura gelmek gibi tasavvuf anlayışının söz varlığına dayanan bir şiir dili kurmaya çalışması ve Mevlânâ’ya bağlanma arzusunun coşkusu için­de olması dikkatten kaçmaz. Şairin ilk gençlik yıllarında Mevlânâ’nın şah­sında ortaya çıkan bu metafizik-mistik karakterli bağlanma duygusu, aslın­da hayatının sonraki dönemlerinde içinde bulunduğu psikolojik dünyanın da önemli ipuçlarını verir. Zira o, dünyaya bir ideale bağlanma duygusuyla gelen insanlardandır. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında oluşan bu ihtiyaç kendini, çevrenin de etkisiyle dinî, mistik ve metafizik açılımın kapısı olarak beliren Mevlânâ’nın şahsında ortaya koymuş görünmektedir.

Nâzım Hikmet, 1920 yılında yayımladığı Mevlânâ, Ağa Camiî ve Dergâhın Kuyusu gibi dinî, metafizik ve mistik karakterli şiirlerinden yaklaşık altı ay

Page 98: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Nâzım Hikmet’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

sonra bu şiirlerin tam karşı kutbunda, kaynağını pozitivist-materyalist fel­sefeden alan manzumeler kaleme almaya başlar. Ancak şairin 1920 yılına kadar yazdığı dinî ve millî unsurların önemli bir yer tuttuğu bu şiirleri ara­sında yayımlanmadan kalan (Özarslan 2003: 478) 1919 tarihli Günahlarımdan başlıklı şiir dine karşı oluşu getirişiyle ayrı bir yere sahiptir. Çünkü Nâzım Hikmet’in dinî-mistik karakterli öne çıkan manzumelerinin kronolojik olarak gerisine düşen bu metin, kişilik bölünmesiyle ilişkilendirilebilecek bir yapı arz etmektedir:

GÜNAHLARIMDAN Uhrevî cennete aldanmıyoruz Kalbimizde artık yok eski yerin Seni korkuyla da biz anmıyoruz Hiçlikte bir varlık gösteren ey din !...Ebedî hayata inanmıyoruz

Sana tapanlara lâyıksan eğer Ezilen kalplere biraz ümit ver Ölüme bir başka teselli göster Uhrevî cennete aldanmıyoruz !...

(Nâzım Hikmet 1997a: 48)."1919 Kışında Merkez Hastahânesi’nde yatarken yazmış olduğu 'Günahla-

rımdandan’ başlıklı şiirli], genç Nâzım Hikmet’in bu devrede dinî duygula­rında bir değişme yaşadığını ve din karşısında menfi bir tavır aldığını gös­termesi bakımından önemli ve dikkat çekicidir. (...)

Şair başlıktan sonra koyduğu 'Uhrevî cennete aldanmıyoruz’ şeklindeki epilogda aldanmaktan vazgeçtiği 'uhrevî cennetin’ yalan olduğunu ima et­mekte ve artık kalbinde dine verdiği yer ve değerin değiştiğini, dinin eski değerli mevkiini kaybettiğini, nihilist bir anlayışla dinin bir 'hiçlikte varlık’ gösterdiğini, bu yüzden de ebedî hayata olan inancını kaybettiğini ifade et­mektedir. (...) şair nazarında dinin kendi müminlerine lâyık olup olmadığı hususu, 'ezilen kalplere biraz ümit’ veremediği ve 'Ölüme bir başka teselli’ gösteremediği için şüphelidir" (Özarslan 2003: 478-479). Bu söyleyişte mad­de dünyasını aşan alanla bağını kopararak sekülerize edilmiş (yeryüzüne yöneltilmiş) bir din anlayışıyla karşılaşılır (Öneş 1967: 271).1 Din, ancak üze­rinde yaşanan dünyaya yönelik işlev yüklendiği, ümit verdiği, problemlere çözüm sunduğu sürece anlamlıdır. Bunu gerçekleştiremediği sürece anlamı ve değeri yoktur.

Erdeım

89502008

1 Şairin sanatının bu yönüne dikkat çeken Mustafa Öneş, yerinde bir tespitle onun "bu dünyayı aşmayan bir şiir yapısı" kurmuş olduğu yargısına varır. Bkz. Öneş, Mustafa, "Nâzım Hikmet’in Şiiri", Yeni Dergi, nr. 31, Nisan 1967, s. 271.

Page 99: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > C a f e r G A R İ P E R - Y a s e m i n K Ü Ç Ü K C O Ş K U N

90

Erdem

2o50 Şairin Günahlarımdan şiirinden sonra marksist ideolojiyle karşılaştığı sı­rada yirmi yaşındayken Bolu’da yazdığı (Memet Fuat 2000: 40)2 ve bir dava adamı kimliğini ortaya çıkarması bakımından Kara Kuvvet başlıklı manzumesi de dikkate değerdir. Edebî yönü zayıf kalan bu fikir manzumesinde genç şair, dini, halkı sömürü aracı olarak kullanan kişilere karşı mücadele başlatır:

Asırlar vardır ki, bu memleketin,En sade, en temiz gönüllerine Göklerin ezelî nuru yerine,Zulmeti siniyor kara kuvvetin.

(Nâzım Hikmet 1997a: 118).Kara Kuvvet onun, farklı paradigmaların karşılaşmasından doğan bilinç

parçalanmasına bağlı olarak, Tevfik Fikret’in Servet-i Fünûn sonrası çizgisin­de beliren duyuş ve düşünüş iklimine yaklaşan tarafını göstermesi bakımın­dan önemlidir (Nureddin: 118-119).3 Aynı zamanda sonraki yıllarda diya­lektik materyalizm çerçevesinde yürüteceği karşı oluşun işaretlerini vermesi noktasında da üzerinde dikkatle durulması gereken bir yapı gösterir. Kara Kuvvetten kısa süre sonra farklı bir kültür çevresinde yazılan Meşin Kaplı Kitap (Timuçin 1979:30),4 Karl Marx’ın sınıflı toplum anlayışı ve dini afyon olarak gören düşünce sistemiyle ilişkilendirebileceğimiz şekilde karşımıza çıkar. Konusu ve konunun ele alınışı itibariyle hiç de şiir atmosferi taşımayan dü­şüncenin öne çıktığı Meşin Kaplı Kitapta o, dine ve dinî geleneğe karşı açıkça savaş açar:

Yazık, yazık bize ki asırlarca aldandık!...Karanlıkta çizilen izleri görmek için,Görüp yüz sürmek için,Yazık, yazık bize ki bir çırağ gibi yandık ..Ne gökten necat geldi, ne bir parça merhamet.Çalışan esirlere İsa, Musa, Muhammet,Sade bir satır dua, bir tütsü, buhur verdi Masal cennetlerinin yollarını gösterdi.Ne beş vaktin ezanı, ne Anjelüs çanları Zincirden kurtarmadı yoksul çalışanları.Yine biz köleleriz, efendilerimiz var,

(Nâzım Hikmet 1994:177).

2 Memet Fuat, bu şiirin Bolu’da 1921’de yazılmış olduğunu bildiriyor.3 Nitekim Vâlâ Nureddin de bu benzerliğe dikkat çekerek Tevfik Fikret’in manevi mirasçısının

oğlu Halûk değil Nâzım Hikmet olduğunu belirtme ihtiyacı duyar. Aynı kaynak, aynı sayfalar.4 Afşar Timuçin bu manzumenin Batum’da yazılmış olduğu bilgisini verir. Aynı sayfa 25 numa­

ralı dipnot.

Page 100: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Nâzım Hikmet’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

Yukarıya bir bölümünü aldığımız bu manzume, şairin marksist ideolojiy­le temasının ilk ürünlerinden biridir. Onun girdiği yeni düşünce dünyası­nı ve ruh iklimini gösterir. Bu ruh ikliminde ne dinî, ne metafizik, ne de mistik duygu ve düşünceler belirir. O, doğu ve batı, gelenek ve modern, kutsal ve dindışı gibi zıt kutuplu yapılanmalarla karşılaşmış, tercihini batı­dan, modernden ve dindışından yana kullanma yolunu seçmiştir. Artık ne Mevlânâ’ya bağlanma duygusu içinde çırpınan genç şairden; ne de aynı yıl içerisinde İstanbul’daki gençleri M illî Mücadele’ye çağırmak için Ankara’dan Vâlâ Nureddin’le birlikte,

Gel ey imanlı gençlik, gel ey beklenen gençlik!Gel ki Anadolu’da senin bükülmez, çelik İymanına, azmine ümit bağlayanlar var.

(Nureddin 1988: 86). mısralarının bulunduğu uzun manzumeleri yazan kişiden eser kalmıştır.

Burada şairin yaşadığı zihniyet ve bilinç parçalanması açıkça belirmek­tedir. Tartışılması gereken konu şudur: Acaba genç şairi millî duyarlılıktan, dinî, mistik ve metafizik yönelişten, Mevlânâ bağlılığından, dahası mensup olduğu kültür dairesinden ve bilinç dünyasından tam karşı alana geçiren neydi? Bu soruya çeşitli şekillerde cevap vermek mümkündür. Psikolojik açıdan "özellikle ergenlik döneminde ortaya çıkan bir psikolojik ihtiyacın belirlediği ideolojik düşünme isteği, olguları fikirlere ve fikirleri de olgulara uydurarak, hem toplumsal hem de bireysel kimlik duygusunun sürekliliğini sağlamaya yönelen, bu çerçevede bir evren imgesi yaratmayı hedefleyen bi­linçaltı bir fanteziyi ifade eder; temel işlevi sosyal kabulü sağlamak, bireyi izolasyon tehdidinden korumaktır." Kişi, mevcut ideolojik sistem içerisin­de varlık gösterme imkânını kaybetmişse, yeni bir öz-tanımlamaya, böylece mevcut ideolojiyi değiştirmeyi önermesine yol açan yeni bir benlik duygu­suna ulaşabilir" (Cebeci 2004: 43). Nâzım Hikmet’in ideolojik planda içinde bulunduğu durum bundan farklı bir şey değildir. Onun ideolojik çerçevede geçirdiği değişim sürecini birlikte yaşayan Vâlâ Nureddin’in anlatımların­dan takip etmek mümkün görünmektedir.

Nâzım Hikmet’in ileride hayatını şekillendirecek olan ideolojiyle nasıl tanıştığı, Spartakistler tarafından nasıl bir propagandaya maruz bırakıldığı ve yapılan propagandadan nasıl etkilendiği, bütün bunları birlikte yaşayan Vâlâ Nureddin tarafından uzun uzun anlatılır (Nureddin 1988: 58-89). Yaza­rın anlattığına göre önce Spartakistlerin İnebolu’da kaldıkları on beş günlük zaman zarfında yaptıkları marksist ideoloji propagandası, onlar üzerinde "büyük bir deprem" etkisi yapar. "Manevî bir sarsıntı" geçirmelerine, "Spar- takistlerin aşıladığı sosyalist fikirler" ile o güne kadar kişiliklerini "yoğurmuş

Erdem

91502008

Page 101: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > C a f e r G A R İ P E R - Y a s e m i n K Ü Ç Ü K C O Ş K U N

Erdem

9250

2008bulunan milliyetçi fikirler arasında" bocalamalarına yol açar. İnebolu’da ge­çirdikleri "günler süresince, şoven milliyetçilik geleneğine bağlılıkla, henüz pek esrarengiz, pek muammalı olan komünistlik anlayışı" onlarda çatışır, çarpışır durur (Nureddin 1988: 64-65). İnebolu’da karşılaştıkları bu sosyalist fikirler onların iç dünyasında gitgide gelişecektir (Nureddin 1988: 67). Daha sonra Bolu’da Ağır Ceza Reisi Ziya Hilmi’nin yine aynı ideoloji çevresinde yürüttüğü propaganda (Nureddin 1988: 135-143), ideolojiyle ilk defa karşı­laşan bu iki genç şairi büyülemeye yeter ve onları bir dünyadan başka bir dünyaya taşır. Yine aynı kitapta verilen bilgilerden ideolojinin çekim alanına kapılan bu iki şairin, desteklemek için İstanbul’dan Anadolu’ya geldikleri İstiklâl Savaşı’na katılmaktan vazgeçerek Rusya’ya geçtikleri anlaşılmaktadır. İstiklâl Savaşı’nı yerinde görmek ve ona katılmak için Mevlânâ’nın sanatının ve düşüncelerinin yeşerdiği topraklar olan Anadolu’ya gelen iki genç şair, bu kez de komünist ihtilâli yerinde görmek için Rusya’ya kaçma kararına varır (Nureddin 1988: 138). Bu durum, bilinç parçalanmasına uğrayarak kafası yer değiştiren insanın mekânda değişikliğe gitmesinden başka bir şey değildir.

Kaynakların verdiği bilgilerden, dışa dönük, dış etkenlerce harekete geçiri­len, çevresinden çok fazla etkilenen, çevreyle ters düştüğünde bir yana çekil­mek yerine tartışmayı ve ağız kavgasını yeğleyen, çevresini kendi kalıplarına göre düzenlemeye çalışan (Fordham 2001: 36) tipe has, coşkun mizacı ve megalomanisiyle bir ideale bağlanmak üzere dünyaya gelenlerden biri ol­duğu anlaşılan Nâzım Hikmet için marksist ideolojinin cazibe merkezi olma sebebini anlamak güç değildir. Bu konuda şairi yakından tanıma imkânı bu­lan Cemil Meriç, şu ilgi çekici yorumu yapar:

"Nâzım Hikmet, şiirin kapısını düşünceye açan adamdır. Heyecanı, dili ile yerli, kullandığı malzeme ile beşerî. Sosyalizm bir rüyadır, coğrafî sınırlara hapsedilemez. Aydınlık bir düşünce yabancı bir toplumda, ba­tının bu son teklifi ancak müphem, seyyal bir ifade ile yayılabilirdi. Şai­rin tecessüsü, cenneti dünyada gerçekleştireceğini söyleyen bu çağdaş dine büyük bir özleyişle eğildi. Sosyalizm, Tanzimat’tan beri pervanesi olduğumuz batının insanlığa sunduğu en lezzetli, en göz alıcı meyve.Üstelik yasaktı da. Hem teceddüd ihtiyacını karşılıyordu, hem ilmî ol­mak iddiasındaydı. Şair, kahraman demektir. Prometeliğe ezelden talip olması meçhule kanatlanamaz.(...) Nâzım bu mistik ateizmi bütün sıcaklığı ile yaşadı. Cihanşümûl bir dindi sosyalizm. Şair, çoktandır kaybettiği mâverâ inancıyla, çoktandır büyülendiğimiz batı ilimciliğini buluyordu sosyalizmde. (...)Nâzım, ilk defa olarak, kökleri tarihin karanlıklarına ve insanın ruhunun derinliklerine dayanan bir dünya görüşünü bütün ruhuyla benimsiyor, onu, ülkesinin mustarip insanlarına tanıtmağa çalışıyordu." (Meriç 1980: 283-284).

Page 102: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Nâzım Hikmet’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

Cemil Meriç’in de ifade ettiği üzere ideoloji genç şair için çok şey ifade etmektedir. Yıkılmış bir imparatorluğun enkazının altından çıkmaya çalışan genç nesiller, büyük ideallerin adamıdır artık. Böyle bir ortamda dışa dönük yaratılışa sahip genç şair için, dünyanın büyük badirelerin içinden geçtiği bir süreçte, insanın iç dünyasını düzenleyen mistik yönelişten çok, dış dün­yanın varlık alanını, nesneler dünyasını ve toplum yapısını düzenleyecek yönelişlere ihtiyaç vardır.

Komünist ihtilâli yerinde görmek ve marksist ideolojiyi öğrenmek için Rusya’ya giden Nâzım Hikmet, orada bağlanacağı dünya görüşünü ve dü­zenini bulur. Hafız-ı Kapital olmak isteyen (Nâzım Hikmet 1994: 98) şair için artık yeni bir rehber kitap, dünya anlayışı ve yaşama alanı vardır. On dokuz yaşın heyecanı ve atılışı içerisinde,

Ben de müridinim, işte Mevlâna şeklinde seslenen şair için artık bağlanılacak kişi Karl Marx ve onun öğretisi olur. Hayatı ve bütün varlık âlemini beş duyuyla algılanabilen nesneler dün­yasıyla sınırlayan, dini insanları uyuşturan bir afyon olarak yorumlayan, aşkın varlığı reddeden, mistik ve metafizik açılıma kapılarını daha baştan sımsıkı kapatan böyle bir dünya görüşü içerisinde metafizik-mistik değerler sistemi­nin ve Mevlânâ’nın, bilinç düzleminde varlığını sürdürmesi beklenemezdi. Dolayısıyla Meşin Kaplı Kitap manzumesinde görüldüğü gibi, 1921’de daha ideolojiyle ilk temasında dine ve dinî geleneğe karşı savaş açarak bilinç par­çalanması içinde sınıf mücadelesini dile getiren bir şairden de aynı düzlem­de Mevlânâ ile olan bağını sürdürmesini beklemek doğru olmaz. Ancak, bu noktada insanların çocukluk yıllarının, yetişme tarzlarının ve bilinçaltlarının her zaman sürpriz hazırlamaya açık olduğunu da unutmamak gerekir.

Rusya’da karşılaştığı modernist sanat çevresi dolayısıyla ideolojik çer­çevede sürdürdüğü altı yedi yıllık kalem faaliyetinden sonra şair, 1930’da yayımladığı Kerem Gibi şiirinden başlamak üzere gelenekle metinlerarasılık düzleminde ilişki kurar ve kurduğu bu ilişkiler gittikçe yoğunlaşan bir bi­çimde devam eder. Onun gelenekle kurduğu bu bağ, geleneği devam ettir­mek yahut geleneği yeniden üretmekten çok, geleneği ideolojik düzlemde değiştirme-dönüştürme çabasının ürünü olarak anlam kazanır. Gelenek- yenilik bağlamında Nâzım Hikmet’in sanatının dayandığı temel prensibi burada aramak doğru olacaktır. Marksist ideolojinin bakış açısıyla hayatı, olayları ve olguları yorumlama uğraşına girişen şair, diyalektik materyalizm çevresinde bütün hayatı, bu arada tarihi ve geleneği de yorumlama düşün­cesiyle hareket eder. Onun diyalektik materyalist anlayışa bağlı tarih mer­kezli bakış açısının sonucu ortaya çıkan Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı böyle bir çabanın ürünüdür.

Erdem

93502008

Page 103: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > C a f e r G A R İ P E R - Y a s e m i n K Ü Ç Ü K C O Ş K U N

Erdem

9450

2008Gelenekle kurulan metinlerarasılık bazen bir h e sap laşm a olarak da or­

taya çıkabilir. Nâzım Hikmet’in g e lenek içerisinde hesap laşm aya giriştiği sanatkârlar arasında Mevlânâ da vardır. Bu bağlam da Nâzım Hikmet’in ide­olojiye olan sıkı bağlılığıyla içinden çıktığı değerler s is tem i arasında bilinç parçalanm asına bağlı olarak daim a çatışm a yaşadığını, bunu zaman zaman davranış şekliyle ya da eserleriyle ortaya koymak durumunda kaldığını vur­gulam ak yerinde olacaktır. 1957-1958 ’deki Bulgaristan gezisi s ırasında çev­resinde bulunanlara, bu gün kad ir gecesi, beni cam iye götürün, diyerek camiye gitmesiyle ölüm ünden kısa süre ö n ce kalem e aldığı bir m anzum esinde,

O m ükem m el bir kafa

m ükem m el bir yürek

yum ruklarıyla erkek

gözleriyle çocuktu.

Hudutsuz ve A llahsız bir b a ş tı o.

Y o ld aştı o.

(Göze 1991: 335).

şeklinde kendini tarif e tm esi arasındaki kişilik b ö lü n m esin e bağlı olarak ortaya çıkan paradoksu o, hep yaşayacaktır. Mevlânâ karşısındaki tavrı da bu genel davranış şeklinin bir parçası olarak anlam kazanır. Bizim burada asıl tart ışm ak istediğimiz konu, şairin inanç s is tem i karşısındaki tavrı değil, Mevlânâ ile olan tem ası ve bunun görünüş şekilleridir. Bunu yaparken de biyografisinden ve eserlerinden yararlanarak iç dünyasındaki dalgalanm ala­rı görünür kılmanın, problem i daha anlaşılır hâle getirm enin doğru olacağı fikrinden hareket e tm e yoluna gittik.

Diyalektik Materyalist-Lirik Rubailer ve MevlânâNâzım Hikmet, yukarıda e le almaya çalıştığımız 1920’de yayımlanan M evlânâ

başlıklı şiirinden yirmi b eş yirmi altı yıl sonra tekrar Mevlânâ’ya döner. An­cak, bu dönüş ilk gençlik yıllarının içinde yaşadığı Mevlevî atm osferinin ya­rattığı bağlılık ve ona atılış şeklinde olmayacaktır. H âfız-ı K apital o lm a arzusu içinde,

Şairimşiird en anlarım , en sevdiğim gazel

Anti D üringidir E ngelsin ..

Şairimbir yıl yağan yağm ur kadar şiir yazdım ..Fakat asıl

şah eserim eb aşlam ak için

Hafızı K apital olm ayı bekliyorum .(Nâzım Hikm et 1994: 97 -98).

Page 104: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Nâzım Hikmet’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

diyerek K ur'an’ın yerine Daş K a p ita li koyan şair, "materyalist-lirik rubailer" (Nâzım Hikmet 1996a: 257) yazmak isteyecek ve işe M evlânâ’yla, onun hayat anlayışı ve kâinatı yorumlayış tarzıyla hesaplaşm ak, ona reddiye yazmakla

başlayacaktır.Bugüne kadar araştırmacılar tarafından Nâzım Hikmet’in söz konusu ru­

baiyi Mevlânâ’nın hangi rubaisinden hareketle yazdığı sorusuna cevap b u ­lunduğu söylenemez. Bazı araştırmacılar Mevlânâ’nın m etn ine d ayanm a­dan, Abdullah Cevdet’in M evlânâ’dan yaptığı çevirilere (Abdullah Cevdet 1921: 1-49) gönd erm e yaparak Nâzım Hikmet’in kalem e aldığı rubaiyi uzun

uzun çözüm lem e yoluna gitmiş, Nâzım Hikmet’in M evlânâ’nın rubaisinden kendi rubaisine m onta j tekniği ile aktardığı kelimeler üzerinden ve onun şiir dünyasından hareketle Mevlânâ’nın dayandığı felsefeyi ve Nâzım Hikmet’in

yaptığı işi anlam landırm aya çalışmışlardır. Bu da m odel m etnin eksikliğinin

yarattığı birtakım genellem elerin ortaya çıkmasına yol açm ış görünm ekte­dir.

Nâzım Hikmet’in rubaileri hakkında 1973’te bir yazı yayımlayan M u sta­

fa Ö neş, konu üzerinde hiç durmaz (Ö neş 1973:70-71; 2006: 55-58). Asım Bezirci ise "Nâzım Hikmet şiirlerini kalem e alırken Abdullah Cevdet’in Mevlânâ ile Ö m er Hayyam’dan yaptığı çevirilerinden kaynaklanmıştır" (B e ­

zirci 1993: 180) dedikten sonra dipnot olarak Abdullah Cevdet’in çevirdi­

ği kitabın künyesini verir ve m odel m etni tesp it e tm e ihtiyacı duymadan Nâzım Hikmet’in rubailerini çözüm lem e uğraşına girişir. Daha sonra Nâzım

Hikmet’in Mevlânâ’ya cevap olarak yazdığı şiirin sonuna düştüğü dipnotta "Nâzım Hikmet’in burada sözünü ettiği M evlânâ’nın şu rubaisi olsa gerektir" diyerek Abdülbaki Gölpınarlı’nın 1964’te yayımlanan M evlâna, R ubailer adlı

kitabından bir rubaiyi aktarır o rubainin günümüz Türkçesine çevirisi,"Her feyiz, İllet-i U lâ’nın bir belirtisid ir: görülen şekillerin hep sin i de ka­

bul ed en H eyulâ’d ır ... Her parça buçuk, tüm dendir; fakat bü tün tüm ün

bulunduğu yerde parça buçukların m eydana g elm esi de gerekm ez."

(Bezirci 1993: 181).

şeklindedir. Her ne kadar Nâzım Hikmet’in şiirinde geçen kelimelerin bir

kısmı Gölpınarlı çevirisinde yer alsa da bu rubainin Nâzım Hikmet’e kay­naklık ettiğini söylem ek güçtür. Ayrıca Nâzım Hikmet’in şiirini 1945 sonu ile 1946 başında kalem e aldığı düşünülürse 1964’te yayımlanan Gölpınarlı’nın Mevlânâ çevirisinin ona kaynaklık eden metni açıklamaktan ne kadar uzak

düşeceği de ortadadır.Nâzım Hikmet üzerine dikkate değer bir çalışm a yapan Nedim Gürsel de,

Mustafa Ö neş gibi, M evlânâ’nın m etnini ortaya koyma ihtiyacı duymadan Nâzım Hikmet’in şiiri üzerinden geniş bir çözüm lem eye gider (Gürsel 1992:

Erdem

95502008

Page 105: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > C a f e r G A R İ P E R - Y a s e m i n K Ü Ç Ü K C O Ş K U N

Erdem

9650

2008309-341; 2001: 326-360). Nâzım Hikmet’in şiirinden hareketle zihnî planda gölge metin, ondan da çok varsayıma dayanan metin oluşturan Gürsel, bu çözüm lem ede, diyalektik materyalizme bağlılığını açığa vuran ideolojik bir

yaklaşım tarzıyla Nâzım Hikmet’le birlikte Mevlânâ’nın rubaisinin ve tasav­vuf düşüncesinin sıkı bir eleştir is ine yönelir.

Nâzım Hikmet’in söz konusu şiirini daha sonraları araştırm a-ince lem e

konusu yapan bazı araştırmacılar, Asım Bezirci’yle aynı kanaati paylaşarak şairin bu şiiri Abdullah Cevdet’in 1921’de yayımlanan Dilmestî-i M evlânâ adlı Mevlânâ çevirisinden hareketle kalem e aldığı fikri üzerinde dururlar. Şiiri Ye­

niden O kum ak (Bir Yapıçözümleme Girişimi) adlı ça lışm asında Hasan Akay, M em et Fuat’ın N âzım H ikm et adlı kitabına dayandırarak "|ş]u bir gerçektir ve ön em li­

dir: Nâzım Hikmet, bir mektubunda, eşinden, D ilmestî-i M evlânâ'yı ve Mevlânâ Rubaileri’nin tercümelerini istemiş, bunların üzerinde çalışm alar yapmış ve kendi metinlerini belli bir niyet ve yön tem e bağlı olarak üretmiştir" (Akay 2003: 102) demektedir.

"Mevlevi Geçmiş, Maddeci Dünya Görüşü ve Nâzım Hikmet’in Şiirinde Tasavvuf" başlığıyla bir yazı yayımlayan Yusuf Turan Günaydın da Nâzım

Hikmet’in M evlânâ’ya karşılık olarak yazdığı rubainin "esin kaynağının yine adı geçen eserdeki tercü m e rubailer olduğu düşünülebilir" diyerek Abdullah Cevdet’in Dilmestî-i M evlânâ çevirisinin Nâzım Hikmet’in yazdığı rubaiye kay­

naklık etm iş olabileceği üzerinde ısrarla durur (Günaydın 2007: 330). Yazar, Abdullah Cevdet’in çeviri metoduyla Nâzım Hikmet’in rubaileri yazış tarzı arasında benzerlikler kurarak bu görüşünü delillendirme gayreti içinde g ö ­

rünür.Araştırmacıları böyle bir kanaate götüren sebebin , Nâzım Hikmet’in Bursa

H apishanesi’nden gönderdiği 1945 yılı sonunda yazıldığı tahm in edilen ta ­

rihsiz bir mektubunda Piraye’den Çankırı Cezaevi’nde okudukları Abdullah

Cevdet’in 1921’de yayımlanan Mevlânâ çevirilerini, yani Dilmestî-i M evlânâ'yı

gönderm esin i istem esi olduğu anlaşılmaktadır (Nâzım Hikmet 1996a: 256). Ancak, Abdullah Cevdet’in hazırladığı Dilmestî-i M evlân â'da Nâzım Hikmet’in m odel olarak aldığı rubaiye rastlanmamaktadır. Şair, M evlânâ’nın "Suret hemi zıllest" diye aktarm ada bulunduğu rubaisini de hangi kaynaktan aldı­

ğını belirtmemektedir.Yaptığımız araştırmada söz konusu rubaiye Asaf Hâlet Ç eleb i’nin 1939’da

yayımlanan M ev lân â ’nın R ubâîleri adlı kitabında rastladık (Çelebi 1939).5 Ki­

5 Nâzım Hikmet’in Mevlânâ’nın rubaini Asaf Hâlet Çelebi’nin kitabından alarak ona reddiye yazarken Asaf Hâlet Çelebi’nin adını anmaması kuvvetli bir ihtimal olmasa da Asaf Hâlet Çelebi’nin metafizik-mistik kişiliğe sahip olmasıyla ilişkilendirilebilir.

Page 106: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Nâzım Hikmet’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

Erdem

tabın sol tarafta kalan sayfasında M evlânâ’nın rubaisinin Farsça aslı bulun­makta, sağ tarafta kalan sayfada ise Türkçe çevirisi yer almaktadır. Nâzım Hikmet, kuvvetli bir ihtim alle Asaf Hâlet Ç elebi’nin hazırladığı bu kitapta­

ki rubai m etnind en hareket e tm iş olmalıdır. Abdullah Cevdet’in hazırladığı Dilmestî-i M evlânâ'yı istediği m ektubunda Piraye’ye "Şimdi Pirayeye Rubailer

adıyla yeni bir kitaba başladım. ( . . . ) Mevlana’nın Tanrı aşkına güvenerek ve ondan kuvvet alarak yaptığı şeyi ben senin aşkına güvenerek ve onun yaptı­ğının tam am en tersini yani gerçeğini yapacağım" (Nâzım Hikmet 1996a: 256)

dem esi de, kaynakların hafızasının zayıf olduğunu kaydettiği şairin (Nured­

din 1988: 21-22), e linde M evlânâ’nın rubaisinin bulunduğunu gösterir. Eğer e linde m odel m etin olarak M evlânâ’nın rubaisi olmasaydı "başladım" d e­

m ek yerine "başlayacağım" şeklinde bir ifadeye yer vermesi gerekirdi. Ayrıca

Nâzım Hikmet’in yazdığı rubaide M evlânâ’nın rubaisinden bir üslûp özelliği olarak aktardığı “Suret hem i zıllest.. .” , "heyûlâ", "illet-i ûlâ" gibi kelime ve kelime gruplarının Asaf Hâlet Ç elebi’nin M ev lân â ’nın Rubâîleri adlı kitabında yaptığı çevirilerden birinde yer alması da bu kanaatimizi güçlendirmektedir. Asaf Hâlet Ç elebi’nin M evlânâ'nın R ubâîleri k itabından resim yoluyla aktaraca­

ğımız m odel m etin şöyledir (Çelebi 1939: 98):

Farsça bu m etni yeni yazıya şu şekilde aktarabiliriz:Sû ret h em e z ıllest ü heyûlâ m î-dân

Tasvîrgereş illet-i ûlâ m î-dân

Lâhût b e -n â sû t fürû [b]e-âyed lîk

N âsût zi-lâhût hüveydâ m î-dân

Bu rubainin bir benzeri birkaç kelime değişikliğiyle M evlânâ’nın e ser le ­

rinin güvenilir yayınlarından olan B ed î’uzzamân-i Furûzânfer’in hazırladığı

K ulliyât-i Şem s yâ D îvân-i K eb îrd e ise şöyle kaydedilmektedir (Furûzânfer 1336­

1346: 235):

97502008

Page 107: Erdemi - akmb.gov.tr

C a f e r G A R İ P E R - Y a s e m i n K Ü Ç Ü K C O Ş K U N

Erdem

9850

2008Sû ret h em e m akbûl-i heyûlâ

Tasvîrgereş illet-i ûlâ

Lâhût b e -n â sû t fürû

N âsût z i-lâhût hüveydâ

Yeni yazıya yukarıdaki şekliyle aktardığımız bu rubai Türkçeye,

Su ret tüm üyle heyulaya layıktır

O nu tasvir ed en "ilk neden"dir.

İlahlık insanlık (düzeyine) iner.

İnsanlık, ilah lıktan (uluhiyyetten) görünür(dür).

şeklinde çevrilebilir.

Kaynaklarda Farsça bildiği konusunda herhangi bir bilgiye rastlanmayan

Nâzım Hikmet’in B ed î’uzzamân-i Furûzânfer’in Tahran’da 1336-1346 (1920­

1930) yılları arasında çıkan Mevlânâ yayınından faydalanması güç görün­

mektedir. Ayrıca şairin kendi şiirine M evlânâ’dan “Suret hemi zıllest...”

şeklinde aktardığı birinci mısranın ilk kelimeleri B ed î’uzzamân-i Furûzânfer

yayınında "Suret h e m e m ak b ûl . . ." şeklinde yer almaktadır. Bu da Nâzım

Hikmet’in B ed î’uzzamân-i Furûzânfer’in söz konusu yayınını kendi metni

için m odel m etin olarak kullanmadığının bir delili kabul edilmelidir.

Nâzım Hikmet’in araştırm a-ince lem e konumuz olan şiirine kaynaklık e t ­

tiğini düşündüğümüz Mevlânâ’nın rubaisinin metni üzerinde bu belirlem e

ve değerlendirm elerden sonra şairin hap ishaned e rubailer yazış seb eb in e ,

m etinlerarası ilişkiler ağına, getirdiği fe lsefî açılıma ve sanatına geçebiliriz.

Nâzım Hikmet, mektuplarında bir dizi "diyalektik materyalist rubailer" yaz­

maya başladığını ifade ettikten sonra rubaileri yazış tarzı, muhteva özellik­

leri ve üslûp arayışları konularında bilgiler verir. Piraye’ye yazdığı bir mek­

tupta bu rubailer hakkında, "Pirayeme Rubailer dört bölüm olacak, birincisi

fe lsefî rubailer, ikinci bölüm sosyal rubailer, üçüncü bölüm sırf sevda ruba­

ileri, dördüncü bölüm satirik rubailer. Her bölü m d e 25 rubaiden yüz rubai

olacak." (Nâzım Hikmet 1996a: 257) der.

Aynı tarihlerde Kemal Tahir’e, 1945 sonu yahut 1946 başında, gönderdiği

tarih kaydı bulunmayan bir mektubunda ise, "Şimdi ruabi [rubai] yazıyo­

rum. Yüz kadar yazacağım, henüz on ta n e yazdım. Dörde böldüm, her bölüm

yirmi b eş rubai olacak, ilk bölüm felsefi , ikinci sosyal, üçüncü lirik, dördüncü

satirik" (Nâzım Hikmet 1996b: 275) demektedir. "Pirayeye R u b a i le f in yeri­

ni "Pirayeme Rubailer", onun da yerini " ru b a ile f in aldığı bu mektupta şair,

yazmakta olduğu rubailer hakkında yararlanabileceğimiz bilgiler verm ekte­

dir. Ancak Piraye’ye yazdığı mektupta, kitapta "40 ta n e kadar rubai olacak"

demişken, aynı günlerde yazdığını düşündüğümüz Piraye’ye ikinci m ektu­

Page 108: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Nâzım Hikmet’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

bunda ve Kemal Tahir’e gönderdiği mektupta "yüz kadar" rubai yazacağını ifade etmektedir.

Daha ö n ce de işaret ettiğimiz gibi "materyalist-lirik rubailer" (Nâzım Hik­m et 1996a: 257) yazmak istediğini ifade eden Nâzım Hikmet, M evlânâ’nın rubaisi üzerinde nasıl bir ed e b î d önüştürm e yapacağının da anahtarını verir.

Buna göre şair, M evlânâ’nın Tanrı merkezli kâinat algısını, içine ironik dilin de karıştığı, ideolojik düzlemde materyalist kâinat algısına çevirmek ister.

Muhtevadaki bu değiştirm e-dönüştürm eye paralel şekilde rubai formunda da değişikliğe gider. Bir yandan da gelenek düzlem inde rubainin o kendine has üslûp inceliğini, eda ve zarafetini, düşünceyle lirizmin kaynaşmasından doğan estetik tavrını kurma çabası içinde görünür. Yine Piraye’ye yazdığı bir

başka mektubunda,"R u bailerin le çok uğraşıyorum . İlk h am led e klasik edayı m üm kün m er­

teb e , bir üslup m e se lesi olarak, m uhafazaya çalışıyoru m . Bu birinci

m erhale bir ç e ş it tem rin olacak , so nra rubaiye şekil bakım ından da

yeni unsurlar koyacağım . Sa n a aşağ ıd a gönderdiğim ilk örneklerden

bunu anlayacaksın . Bunlar m ateryalist-lirik rubailerdir" (Nâzım Hikm et

1996a: 257).

i fadelerine yer verir.Asaf Hâlet Çelebi, Nâzım Hikmet’e m odellik ettiğini düşündüğümüz

M evlânâ’nın rubaisinin Farsça metnini kaydettikten sonra söz konusu ru­

baiyi Türkçeye,Bil ki görünen sûret bir gölge, bir heyûladır. Bil ki onu resm eden 'illet-i

ûlâ’6dır."Lâhut âlemi n âsû te alçalmaz, fakat bil ki nâsût lâhutla meydana çıkar"

(Çelebi 1939: 99).şeklinde aktarır. Görüldüğü gibi M evlânâ’nın rubaisinde İslâm te o lo j is i ­ne ve tasavvuf fe lse fes ine bağlı bir anlayışla karşılaşırız. Tasavvuf anlayışı,

P la to n ’un idealar teoris ine yaklaşan şekilde, aşkın varlığı asıl, içinde dünya­nın ve kâinatın yer aldığı bütün m addeler âlemini de suret, yani asıl varlığın bir yansım ası olarak değerlendirir. M evlânâ’nın da içinde yer aldığı vahdet-i

vücût anlayışına göre bütün yaratılmış varlıklar Tanrı’nın birliğinde bütünle­

şen birer yansım adan ibarettir. Mevlânâ, burada m adde, bütün cisimlerin

ilk m addesi olarak varsayılan madde, zihinde tasarlanan şey, ruh-i azam, eşyanın gerçek olan kısmı, ehemmiyetsiz, küçük şey (Devellioğlu 1982: 430)

anlam larına gelen heyûla kelimesinin fe lsefî manadaki "bütün cisimlerin ilk m addesi olarak varsayılan madde" ve "zihinde tasarlanan şey" anlamlarını

Erdem

99502008

6 Cause primordiale: en eski neden [ilk sebep]

Page 109: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > C a f e r G A R İ P E R - Y a s e m i n K Ü Ç Ü K C O Ş K U N

Erdem

10050

2008kastetm iş olmalıdır. Lâhut âlemi, uluhiyyet âlemi (Devellioğlu 1982: 645), nâsut da "insanlık, mahlukiyet, insanlık câm iası, insanlığa ait şeyler" (Devel­lioğlu 1982: 968) anlam ına gelir. Buna göre onto lo jik olarak Tanrı’nın varlık âlemi bu gördüğümüz, içinde insanın da bulunduğu, dünyaya alçalmaz, g ö ­rünürlük kazanmaz. Ancak, içinde bulunduğumuz â lem Tanrı’nın varlığıyla

mümkündür.Nâzım Hikmet’in tasarladığı üzere her biri yirmi b eş rubaiden oluşacak

dört bölümlük Pirayeye R ubailer kitabının ilk rubaisi durumundaki M evlânâ’ya cevaben yazdığı rubai, bu kitabın ilk bölümü olarak düşünülen felsefî rubailer

kısmının ve aynı zam anda kitabın ilk rubaisidir.7 Şair, M evlânâ’nın rubaisini "değil"leyen bir söyleyiş geliştirerek,

"Bir gerçek âlem d i gördüğün ey C elâledd in , heyûlâ filân değil,

Uçsuz bucaksız ve yaratılm adı, ressam ı ille tî-û lâ filân değil.

Ve sen in kızgın e tin d en kalan ru bailerin en m u h teşem i:

‘ Su ret hem i z ılle s t...’ filân diye b aşlayan değil... "

(Nâzım Hikm et 1997b: 209).

dem ektedir .8 Bu, M evlânâ’nın kâinâtı ve bütün varlık âlemini algılayış ve yo- rumlayış tarzına yaklaşık yedi yüz yıllık zaman aralığından sonra getirilen e leştirel bir cevaptır. Nitekim kendisi de Vâlâ Nureddin’e yazdığı bir m ek­tupta,

"Görüyorsunuz ya, polemiği ve kavgayı Hazreti Mevlânâ’ya kadar götür­

düm. Hazretin 'Suret hemi z ı l l e s t . ’ diye başlayan ve dünyanın bir hayal­den, gölgeden ibaret olduğunu söyleyen bir rubaisi var, benimkisi yüzlerce yıl sonra hazrete cevap." (Nâzım Hikmet 1970: 24).ifadelerine yer verir. Aslında bilinç parçalanm ası içindeki şairin kavgası M evlânâ’yla olduğu kadar, kişilik b ö lü n m esin e bağlı olarak ilk dönem şiir­lerini yazdığı kendisinin M ehm et Nâzım kimliğiyledir. Değişen dünya an la ­yışına bağlı olarak "şairin kimliği, artık önceki M ehm ed Nâzım değil, Nâzım

Hikmet’tir. Rubailerinde M evlânâ’yı artık, bir müm in ve bir mürit kimliğiyle değil, fakat bir marksçı kimliğiyle karşılayan Nâzım Hikmet, başka bir dil ve başka bir iman ile konuşmakta, onu bu yeni kimliğiyle m uhatap saym akta­dır. Aslında bu bir tür hesaplaşm aktır; hem kendi önceki kimliğiyle, hem de önceki düşünceleriyle" (Akay 2003: 105). B ilinç parçalanm ası içindeki şair, kendisinde kök salan Mevlânâ’yla, Mevlânâ düşüncesiyle ve İslâm m e d en i­

7 Şair, her ne kadar her biri yirmi beşer rubaiden oluşan dört bölümlük ve yüz rubailik bir kitap yazacağını söylüyorsa da kaleme aldığı rubailerin sayısı yirmi üçte kalır.

8 Nâzım Hikmet’in “Suret hemi zıllest...” şeklinde Farsça aslından yeni yazıya aktardığı anlaşı­lan kelimelerden "hemi" hatalı aktarılmıştır. Kelimenin doğru şekli cümle, hep, bütün anlamına gelen "heme" olacaktır.

Page 110: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Nâzım Hikmet’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

yeti dairesinde şekillenen dünya algısıyla hesaplaşmaktadır. Bu psikolojik

durum, peşinden karmaşayı sürükler.

Nâzım Hikmet, M evlânâ’nın rubaisini m etinlerarasılık düzleminde parodi

(yansılam a)ye başvurarak ideolojik dönüştürm eye gider. Edebiyatta parodi,

yani "yansılama (parodi) bir m etni başka bir am açla kullanmak, ona yeni

bir anlam yüklemektir" (Aktulum: 1997: 117). Parodide sanatkâr, bir m e t­

nin üslûbunu alır, "onu yeni bir m etinde, çoğunlukla karşı bir savla yeni bir

konuya uygular" (Aktulum: 1997: 118). Parodiye başvuran sanatkâr, konu­

yu değiştirerek anlam ca bir dönüşüm yaratır (Aktulum: 1997: 119). Nâzım

Hikmet’in e le almaya çalıştığımız rubaisinde yaptığı iş de bundan başka bir

şey değildir. Şair, M evlânâ’nın rubaisini alarak onu bir yandan üslûpça ve

edaca devam ettirmek ister, diğer yandan da anlam ca parodisini yaparak

ideolo jik dönüştürm eye tâbi tutmaya çalışır. B öylece şair, "M evlânâ’nın öz­

gürlükçü ve insana saygılı düşünce dünyası ile arasında yakınlık kurduğu

için değil; kendi düşüncelerini onun üzerinden en iyi b içim de dile getirebi­

leceği, duyarlılığına evrensel bir ton kazandıracağı için ondan söz etm iş ve

aktardıklarını yeni şekli ile, düşünsel açıdan kendi kimliğini görünür kılmak

üzere aktarmıştır" (Akay 2003: 103-104).

Nâzım Hikmet, yukarıya bazı satırlarını aktardığımız Piraye’ye yazmış o l ­

duğu mektupta, daha ö n ce de belirttiğimiz gibi, "rubailerle diyalektik m a ­

teryalizmi vermeye ça l ış a c a ğ ın ı ifade eder. Bu söz, M evlânâ’nın da içinde

yer aldığı Tanrı merkezli İslâm te o lo j is in e ve tasavvuf anlayışına bağlı olarak

hiçbir şey yok iken Tanrı vardı, insanı ve bütün varlıkları, kâinatı sonradan yarattı,

anlayışının parodisinin yapılacağı, ideolo jik düzlemde e d e b î d önü ştü rm e­

ye tâbi tutulacağı anlam ına gelir. İdealist felsefenin karşısında yer alan di­

yalektik materyalizm, "her şeyden ö n ce bir varlık görüşü olarak, m addenin

bilinç karşısında mutlak ya da onto lo jik bir önceliği olduğunu savunur" (Ce-

vizci 2005: 513). Aynı zam anda "diyalektik materyalizm m addenin ezelîliğini

veya yaratılmamışlığını" (Cevizci 2005: 513) ileri sürmesiyle Tanrı fikrini

daha baştan reddeder. "Maddenin ezelî ve gerçek, bilinç ya da zihnin ise

m addenin türevi olduğunu ön e süren diyalektik materyalizm, düşüncenin,

yansım a ya da imge işlevi görm ek anlam ında m addeyle belirli bir ilişki iç in­

de bulunduğunu, bilinç dünyasının gerçekte düşünce formlarına çevrilmiş

m addî dünya olduğunu iddia eder" (Cevizci 2005: 513). Bu da bilincin var­

lığın yansım asından ibaret olduğu anlam ına gelir. Varlık asıldır. B ilinç ise

onun türevidir (Politzer 1997: 153-162). "Materyalizme göre, m adde sonsuz­

dur. Oluş-Dağılma-Yeniden Oluş diyalektik süreci içinde biçim değiştirir.

Evrende sürekli değişim vardır" (Ö neş 2006: 57). Nâzım Hikmet, "M evlâna’ya

Erdem

101502008

Page 111: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > C a f e r G A R İ P E R - Y a s e m i n K Ü Ç Ü K C O Ş K U N

Erdem

1 0 250

2008'evren yaratı lm adı!’ derken" görüşünü materyalist fe lsefe çerçevesinde dile getirmiş olur (Gürsel 1992: 333).

Bağlandığı marksist düşünce doğrultusunda doğunun hikm etine batı felsefesiyle reddiye getirm e çabası içine giren Nâzım Hikmet, M evlânâ’nın idealist fe lsefe ve tasavvufî anlayış çerçevesinde gelişen "görüşüne karşı çıkarken eleştirisini evrenin niteliğine ve yaradılışına değin iki ayrı nok­tada" yoğunlaştırır. "Gerçekte birbirine bağlı, biri ötekiyle açıklanabilecek

noktalar[dır] bunlar. Evreninin niteliğiyle ilgili olanı heyulâ sözcüğünün, ya­radılış sorunuysa illet-i û lâ'n ın kavramsal alanına gir[er]" (Gürsel 1992: 333). Şair, M evlânâ’nın rubaisinden ödünçlediği kelimelerle iki m etin arasında ortak bir alan oluşturm a yoluna giderek onun getirmiş olduğu bu iki anlayışı da reddeder. "K ur'an ’dan kaynaklanan bir dünya görüşünü kendi özgül kav­ramlarıyla sınırlamak, eleştirirsini bu sınırlar i ç e r i s i n d e gerçekleştirmek"

ister (Gürsel 1992: 333). B öylece tasavvuf düşü ncesind e özel anlamları olan kelimeleri kullanarak hem tasavvuf fe lsefesind en hem de m odel m etinden kopm am ış olur. Şair, kendini tasavvuf fe lsefesine yakın bir yerde konum ­landırarak "materyalist dünya görüşüne uygun şekilde tasavvufî yaklaşımın gereksizliğini, anlamsızlığını ve gerçek dışılığını ispatlam aya çalışır" (Çetin 2004: 106).

Nâzım Hikmet’in diyalektik materyalist anlayışa bağlı metinleri M evlânâ’ya getirdiği reddiye ile sınırlı kalmaz. Onun diğer şiirlerinde ve rubaileri içinde

bu dünya görüşünü yansıtanlar da bulunmaktadır. Nitekim, ölüm tem i e t ­rafında kurulan,

Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha,

güzelim dünya elvedâ,

ve m erhab a

k â i n â t . . .

(Nâzım Hikm et 1997b: 213).

ile kediyle insanın aynı m addelerden oluştuğunu ifade eden,Ne nurdan

ne çam urdan

sevgilim , kedisi ve kedinin boynundaki boncu k

yuğrum larındaki farkla hep si aynı h a m u r d a n .

(Nâzım Hikm et 1997b: 215).

yeni formdaki rubaileri de ilahî kaynaklı inanç sistem lerinin getirdiği a n ­layışlar ve idealist fe lsefe karşısında hep bu materyalist dünya görüşünü yansıtır. Nitekim, şairi yakından tanıyan M em et Fuat da bu konuda "Nâzım Hikmet bir dine bağlı değildi" belirlem esini yaptıktan sonra "[b i ld iğ im ka­

darıyla Nâzım Hikmet ölünceye kadar 'm addeden ayrı ruha’ inanmamıştır" (M em et Fuat 2001: 217-218) demektedir. Bu görüşü doğrulayacak şekilde

Page 112: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Nâzım Hikmet’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

şair, Materyalist-marksist anlayış çerçevesinde insanın ilahî dinlerin öngör­düğü gibi nurdan da çamurdan da yaratılmadığını ifade eder (Gürsel 1992: 334). Bir başka rubaisinde,

Aram ızda sa d e ce bir d erece farkı var; işte böy le kanaryam ,sen kanatları o lan , d üşü nem eyen kuşsun, b en elleri o lan , d ü şü n eb ilen a d a m .

(Nâzım Hikm et 1997b: 215).

diyen şair, problem e materyalist düşüncenin önem li tem silcilerinden Darwin’in geliştirdiği evrimci teoriyle yaklaşıp insanda değer yitimine gi­derek onu kuşla eşit lem eye çalışır. Bu, insanın idealist felsefenin, İslâm t e ­o lo jis inin ve tasavvufun kendisine yüklediği bütün değerlerden sıyrılması anlam ına gelir. Çözülen m edeniyet dünyamıza paralel yapıda yürüyen bilinç parçalanm ası, Mevlânâ dairesinde eserler vücuda getiren Şeyh Gâlib’in bir terci-i bend inde dile getirdiği ünlü,

H oşça bak zâtına kim zübde-i â lem sin sen

M erdüm -i d îd e-i ekvân o lan âd em sin sen

(Şeyh G alib 1994: 179-181).

söyleyişinde insanı kâinatın merkezine yerleştiren, aynı zam anda bütün var­lık âlem inin üzerine çıkaran bakıştan kopuşu ifade eder. Oysa bu mısralarıy- la Şeyh Gâlib, insanda maddeyi aşan cevheri, ruh ve bilinci ön e çıkarmakta, insanı kâinatın özü ve gözbebeği olarak görm ekte (Kaplan 1987: 31); evren­sel bir düşünceyi, "Lâtince 'm ensura om nium erum h o m o ’ (insan herşeyin/ dikkatin/çabanın ölçüsüdür) ve 'Visit interriora te llus rectifacando inveniens occu ltam lap id em ’ (Âlemin içini/özünü/merkezini gör/ziyaret et, orada giz­li taşı/bilgelik taşını/kendini bulacaksın) özdeyişleriyle ve R am a Krişna’nın 'suyu arayan ad am ’ motifiyle ifâde edilen evrensel gerçekliği ş iirleştirmek­tedir" (Öztürk 2001: 19).9

Nâzım Hikmet’in M evlânâ’ya karşılık olarak yazdığı rubainin dışında da İslâm inanç sistem i ve tasavvuf düşüncesi çerçevesinde parodiye başvurdu­ğu, e d e b î dönüştürm eye gittiği rubaileri vardır. Rubailer kitabı için p lanladı­ğı rubailerden ikincisinde böyle bir dönüştürm eyle karşılaşırız:

Ruhum ne on d an ö n ce vardı, ne on d an ayrı bir sırrın kem âlidir,

ruhum onun , o dışım daki â lem in b en d e ak sed en hayâlidir.

Ve aslın d an en uzak ve a slın a en yakın hayâl

ban a ışığı vuran yârim in cem âlid ir...

(Nâzım Hikm et 1997b: 209).

diyen şair, ilk mısrada Tanrı merkezli bir kâinat algısını dile getirmiş gibi görünür. Sonra her yeni mısrada sözü d erece d erece söylem ek istediğine

Erdem

103502008

9 25 numaralı dipnot.

Page 113: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > C a f e r G A R İ P E R - Y a s e m i n K Ü Ç Ü K C O Ş K U N

Erdem

10450

2008getirir. Son mısrada, rubai Nâzım türüne uygun çarpıcı şekilde, tasavvufun söz varlığının içinden seçtiği sır, kem âl, hayal, cem al kelimelerini sevgilinin yüzünün güzelliğine bağlar. Tasavvufun dayandığı söz varlığını ve söylemini e d e b î dönüştürm eye tâbi tutar ve bunu yârin anlam landırılm asında aracı kılar. B öylece parodik bir ifadeyle şair, kelimelerin tasavvufî anlam katm a­nının içini boşaltır, aşkın varlığa yönelm iş gibi görünen söylem in içinden, aynı dille geliştirdiği söylem le Tanrı’nın varlığının güzellik bağlamındaki s o ­

yut gerçekliğini yıkar ve onun yerine bağlı olduğu materyalist dünya görüşü çerçevesinde dünyevî/maddî güzelliğin gerçekliği olarak som u t varlık olan sevgilinin yüzünün güzelliğini koyar. Böyle bir söylem, diyalektik m aterya­list rubailer yazmak isteyen şairin am acına uygun düşen sonucu verir. Bu

dönüştürm e, idealist felsefenin, İslâm teolo jis in in ve tasavvuf düşüncesinin öncelediği, merkezîleştirdiği gerçeklik anlayışının ironik bir dille yıkılması an lam ına gelir. Tasavvuf anlayışının karşısında geliştirilen antiteze göre a s ­lına en uzak ve en yakın olan gerçeklik sevgilinin yüzünün güzelliğidir. Şair, soyut plânda gelişen Tanrı’nın güzelliği algısını som u t varlıkta toplayarak Tanrı’nın varlığını silen ve sonunda onu yok sayan materyalist anlayışa uy­gun düşen bir m etin inşa e tm e yoluna gider.

Nâzım Hikmet’in M evlânâ’nın rubaisine karşılık olarak yazdığı söz konusu

rubai aracılığıyla aslında M evlânâ’nın rubaisinde yer alan ve kökleri insanlık tarihinin binlerce yıllık derinliklerine giden idealist fe lsefe ile materyalist fe lsefe karşı karşıya gelm iş olur. Mevlânâ rubaisinde,

Bil ki görünen sû ret bir gölge, bir heyûladır. Bil ki onu resm ed en 'illet-i

û lâ’10dır.

"Lâhut âlem i nâsû te alçalm az, fakat bil ki nâsû t lâhutla m eydana çıkar."

(Ç elebi 1939: 99 ).

derken bağlı olduğu inanç s is tem i ve dünya anlayışı çerçevesinde Tanrı merkezli varlık âlemini yorumlar. O, görünen bütün şekillerin birer görüntü­den ibaret olduğunu, asıl olmadığını; bu görünen şekillere vücut veren bir ressam ın, yani ilk seb e p olarak Tanrı’nın olduğunu metaforik bir dille ifade

eder. Mevlânâ’nın bu rubaisi, varlık âlemi karşısında tasavvuf düşüncesinin özünü yansıtır.

Burada iki anlayışın gerçeklik algısının karşılaşması söz konusudur. Bir yandan idealist felsefe, bu arada tasavvuf anlayışı ve ona bağlı olarak Mevlânâ, görüntüler dünyasının ve m addî âlemin bir gölge (yalan) olduğu­

nu ifade ederken diğer yandan materyalist fe lsefe ve o na bağlı olarak Nâzım Hikmet, görüntüler dünyasının ve m adde âlem inin gerçek, m adde dünyasını

10 Cause primordiale: en eski neden [ilk sebep]

Page 114: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Nâzım Hikmet’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

aşan şeylerin ise yalan olduğu antitezini getirmektedir. Nâzım Hikmet’in g e ­tirdiği görüş gerçekliğin m adde dünyasıyla sınırlı olduğudur. Onun dışında bir gerçeklik yoktur. M evlânâ’ya cevaben,

Bir gerçek âlem d i gördüğün ey C elâledd in , heyûlâ filân değil,

derken bu anlayışı dile getirir ve Mevlânâ’nın eserind e karşılaştığı mistik dünya anlayışını yıkmaya yönelir (Gürsel 1992: 312). Zira, Nâzım Hikmet’in

bağlı olduğu "Marx’a göre din dünyasında insanlar kendilerini t a n ı m ı ­yordu; insanın kendini tan ım a/b ilm e konusundaki başarısızlığı, onu olm ası

gerektiği gibi o labilm ekten alıkoyuyordu. Marx dinin, kendini yitirmiş ya da

hiç bulam am ış insanın özbilinci olduğunu söylüyordu" (Çelik 2005: 108).

Buna göre "[d]in, toplum un ters d önm üş bilincinin yansımasıydı" (Çelik 2005: 109). Şair, fe lsefî ve diyalektik materyalist rubaisiyle marksist ideo lo ­jiye bağlı olarak insanda gördüğü bu varlık ve kâinat algısındaki çarpıklığı düzeltmeye yönelir. Nâzım Hikmet’in M evlânâ’ya verdiği cevapta üçüncü mısrada,

Ve senin kızgın etinden kalan rubailerin en m uhteşem i

d em esi de bu m ateryalist-m arksist tavrın ürünüdür. Şair, bağlı olduğu marksist anlayış gereği sanat eserini, Mevlânâ’nın rubailerinin en m uhteşem ini ruhun değil "et" kelim esinde ifadesini bulan biyolojik varlığın ürünü olarak

nitelendirir. B öylece diyalektik materyalist anlayış çerçevesinde M evlânâ’yı,

onun idealist fe lsefesini ve İslâm mistisizmini olumsuzladığı gibi, onu ve sanatını da m addî olanla sınırlandırma yoluna gider. Bir yandan İslâm m is­

tisizmine karşı çıkarken bir yandan da kendisi bilinç parçalanm ası ve kişilik b ö lü n m esin e bağlı olarak diyalektik materyalizmin m istiğ ine dönüşür (Kılıç 1997: 11). Bunu çocukluk ve ilk gençlik yıllarında bağlandığı M evlânâ m istisiz­

m iy le ilişkilendirmek mümkün görünmektedir.Burada bilinç parçalanm ası, kişilik bölünm esi, g e lenek ve süreklilik çer­

çevesinde rubainin şekil ve üslûp özellikleri üzerinde de durmak gerekecek­tir. Rubaileri yazmaya yeni başladığı sırada bir mektubunda "[m]amafi ş e ­kil m e selesin d e bu işin, henüz uğraşıyorum, kafiye lazım, fakat başka türlü

gibi geliyor bana, bakalım ne son u ç verir" (Nâzım Hikmet 1996b: 275) diyen Nâzım Hikmet’in söylediklerinden rubai formunu aynen sürdürmeyerek bazı

d en em elere girişmek istediği sonucunu çıkarabiliriz. Yenilik arayışları za­m anla belirginlik kazanmaya başlar ve aslında şair, bu değişikliklerle g e le ­nekle yenilik arasında yeni bir forma ulaşm ak ister. Bursa H apishanesi’nden

Kemal Tahir’e yazdığı bir mektupta,"M am afi, şu rü bailer işin in şeklini henüz h a lle tm iş değilim . İlk rübaileri

b ile b ile klasik rübai unsurlarıyla, k lasik vezin üsluplaştırılm ak, kafiye

yerleri aynen kalmak, ed a m uhafaza ed ilm ek üzere işledim . Şim di artık

Erdem

105502008

Page 115: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > C a f e r G A R İ P E R - Y a s e m i n K Ü Ç Ü K C O Ş K U N

Erdem

10650

2008yeni m uhtevaya uygun, klasik şekil unsurlarından da faydalanarak yeni

şekli bu lm ak lazım ." (Nâzım Hikm et 1996b: 276).

der. Söylediği gibi de rubainin şekli üzerinde bazı yenilikler yapar. Rubainin dört mısradan kurulu yapısını muhafaza eder, ancak, aruz veznini uygula­maz. H ece sayısı on beşten yirmi üçe kadar çıkan, Türk şiirinin mısra yapısı­na hiç de uygun olmayan geniş mısralardan kurulu bir metin ortaya koyar.

Böylece rubai veznine serbestlik kazandırarak mısrayı açar, onu fikirlerini ifade edeb ilecek bir şekilde geniş leterek düz yazıya yaklaştırır. Ancak ruba­inin kafiye şem asınd a klâsik rubai geleneğini sürdürmek isterse de kafiye hatasına düşm ekten kurtulamaz. Yalnız kafiye sesleri kuvvetli tekrarlarla ya­rattığı bir ahenk ögesi olarak şiirdeki yerini alır.

Nâzım Hikmet, M evlânâ’nın rubaisi ile m etinlerarası düzlemde ilişkiler

ağını kuvvetli bir şekilde sürdürebilmek için m odel m etinden “Suret hemi zıllest...” , "heyûlâ", "illet-i-ûlâ" gibi bazı kelime ve kelime gruplarını kendi m etn ine m onta j tekniğiyle aktarma yoluna gider. Bu uygulama tem atik o la ­rak model m etin le anlam bağını metinlerarasılık çerçevesinde kurmaya ya­

radığı gibi, dil ve üslûp olarak da m odel m e tn e yaklaşan bir üslûp ve eda

arayışı içinde olduğunu, geleneği bir tarafıyla sürdürmek düşüncesi ta ş ı ­dığını gösterir. Sonu nd a ortaya koyduğu rubaide M evlânâ’nın rubaisinden farklı yapıda onun dünya görüşüne yöneltilm iş ironik bir bakış üslûp özel­liği olarak belirir. Gücünü ideolojiye yaslanm aktan alan ben merkezli bi­linç, olaylara ve olgulara üstten bakan özgüvene dayalı ironik dili kurmada kolaylık sağlar. R ubaide üç kez geçen filân kelimesinin "hem sözü kısa kes­m ek hem de bu alaycı edayı sürdürmek için sık sık tekrarlandığı" söylenebilir

(Gürsel 1992: 327).Nâzım Hikmet, ideolo jik planda, "şair geçm işin şuurunu mutlaka bilmeli

ve geliştirmelidir" (Eliot 1983: 22) diyen T. S. E lio t’un geleneğin sürekliliği bağlam ında ortaya koyduğu düşüncelerden kopar. Hatta M evlânâ’nın dü­

şünce dünyasına ve kâinatı algılayış tarzına karşı çıkışıyla da geleneği ke­

sintiye uğratır. Oysa g e lenek insan hayatında önem li yer tutar. "Gelenek olmasaydı zamanda iradi olmayan bir süreklilik olur, dolayısıyla insana göre ifade edersek ne bir geçm iş ne bir ge lecek kalırdı; olsa olsa dünyanın her zaman kendiyle bir ve aynı kalan d eğişm esind en ve dünyada yaşayan canlıların biyolojik döngüsünden söz edilebilirdi" (Arendh 1996: 16). Ancak

şair, şiir üslûbu, eda ve tavır bakımından gelenekle m etinlerarası bağ kurma yoluna giderek de g e len eğe süreklilik kazandırma çabası içine girer. Hilmi Yavuz’un ifadesiyle " [ ş i i r in in içeriğini inşa eden ideolo jid en yola çıkarak,

Gelenek’i olumsuzlar, am a bu olumsuzlamayı G elenek’ten Form olarak ya­

rarlanarak yapar. ( . . . ) Bu rübaide materyalist ve a te is t dünyagörüşü dile g e ­

Page 116: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Nâzım Hikmet’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

tirilir; gelgele lim bu dünyagörüşü, rübainin vezniyle değil, şiirde kelimelerle üretilen geleneksel bir ritmle söylenmiştir. 'İllet-i ula’, 'suret hem i zıllest’ gibi Arapça ve Farsça kelimeler de m etinlerarasılık bağlam ında bu rübai- yi hem 'geçmişteki sem iyotik pratik’e eklemler hem de bir 'gelenek-etkisi’ ( ' tradition-effect’) üretir" (Yavuz 2003: 60-61) . Şairin g e lenek karşısındaki tavrından rubai nazım şekline yaklaşım tarzına, üslûp ve şekil arayışına ka­dar onda parçalanm ış bilinç ve ikiye bölü nm ü ş hayat anlayışının varlığını sürdürdüğü görülür. Ancak, onun Mevlânâ ile olan zihnî yolculuğu ve me- tinlerarası ilişkiler ağı bununla da bitmez.

Ömrün Son Durağı ve MevlânâNâzım Hikmet, ölüm ünden bir yıl ö n ce 1962’de Moskova’da kalem e aldığı Yaşam ak Güzel Şey B e K ardeşim adlı otobiyografik rom anında tekrar Mevlânâ’ya d ön m e ihtiyacı duyar. B öylece söz konusu rubaiden on altı on yedi yıl sonra M evlânâ’nın sanatı ve düşüncesi onun sanatında metinlerarasılık düzlemin­de bir defa daha yerini alır.

R om anın tem atik gücü durumundaki Ahmet, siyasî faaliyetlerinden d o­layı tutuklanacağı korkusuyla İs tanbul’dan İzmir’e kaçar, orada da takip edilm ekte olduğu vehmiyle bir m ahalle cam iine sığınır. "Mimberin yanında üstübaşı yırtık pırtık, iki gözü akmış, ( . . . ) çıplak ayakları tertem iz ve nasırlı" (Nâzım Hikmet 1997c: 10) genç bir adam ın okuduğu Kur'ân, onun M esnevî ve din düşüncesi aracılığıyla çocukluk hatıralarıyla içinde bulunduğu durumu gözden geçirm esine, çocukluk yıllarının hatıraları arasında kalan din ad am ­larıyla Kur'ân okuyan adam arasında karşılaştırmalara g itm esine zemin ha­zırlar. "Bebekken A h m et’i Mesneviyle uyuturdu dedesi, ninni yerine" (Nâzım

Hikmet 1997c: 10) cüm lesinin yer aldığı m etin parçasında inanç sistem ini olumsuzlayan Ahm et için "[b]u adam, masallardaki e jderha gibi çeşm enin önü ne oturup suyunu kesmişti[r]. Yanında, cahilliğin, batıl itikatların, iki­yüzlülüğün hoşgörmezliğin, karanlık bir terörün sancağı dalgalan"maktadır (Nâzım Hikmet 1997c: 10-11). İçinden "[b]ir de kederliyim, Allah kahretsin" diyen ve Nâzım Hikmet’in gençlik yıllarından derin izler taşıyan tem atik güç durumundaki A h m et’in zihninden M esnevî nin,

"D inle neyden ki hikâyet kılm ada, ayrılıklardan şikâyet kılm ada"

(Nâzım Hikm et 1997c: 11).

anlamındaki ünlü başlangıç beyti geçer. Bir defasında da Ahmet, sevgili­si Anuşka’yı evine bırakıp dönerken kendini aynı beyti tekrarlarken yakalar (Nâzım Hikmet 1997c: 72). Bu durum, M esnevî nin varlığını A hm et’in bilinçal­tı düzleminde de sürdürdüğünü gösterir.

Ahmet, geriye dönüş tekniği ile anlatılan Moskova’daki öğrenciliği sı­rasında da M esn ev îy le kendi hayatı arasında ilgi kurmuştur. Rus sevgilisi

Erdem

107502008

Page 117: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > C a f e r G A R İ P E R - Y a s e m i n K Ü Ç Ü K C O Ş K U N

Erdem

10850

2008Anuşka’yı Türkiye’ye getirmenin veya sonradan istem enin imkânsız olduğu­nu bilen A h m et’in Anuşka’yla kısa süre sonra yollarının ayrılacağını b ilm e­sinin verdiği duyguyla,

"D inle neyden ki hikâyet kılm ada,Ayrılıklardan şikâyet kılm ada"

diye mırıldanması üzerine Anuşka’nın," - Ne m ırıldanıyorsun, A hm et?" sorusu üzerine A hm et, şu nları sö y le ­yecektir:

" - Bir büyük şair var, m istik, am a çok büyük. M evlana. O nun bir b e y ­tini.A nuşka’ya çevirdim R usçaya. M istik an lam ın ı da an lattım : Ney k am ış­

tan yapılır, kam ışlıktan kopar. O nun için de ayrılıklardan şikâyet ed er üflenirken. İnsan, evrenselin , yani Tanrının b ir p arçasıd ır, on d an kop ­m uş, ayrılm ıştır, bu ayrılıktan şikâyet ed er insan, yani şair." (Nâzım Hik­

m et 1997c: 140).

Bu cüm lelerden de anlaşılacağı üzere, Nâzım Hikmet’in Y aşam ak Güzel Şey

B e K ardeşim rom anında Mevlânâ, tem atik güç durumundaki roman kahram a­nı tarafından olum lanan, hatta "[b]ir büyük şair var, mistik, am a çok büyük" şeklinde yüceltilen bir sanatkâr kimliğiyle kurmaca dünyaya girer. Yazarın ayrılık duygusunu anlatm ak için Mevlânâ’nın şiirinden yararlanması bile bu tercihini ve yönelişini gösterir. İnsanlar kültürün büyük akımlarıyla i le­t iş im e geçtiğinde, "bu akımları yönlendiren büyük ilkeler nazarında ne bir kopma ne de bir sapm a" görülür. Çünkü, "değişim e rağmen bir şeyler sürüp gitmekte, bir şeyler kendilerini zamanın pürüzlerinin üzerinde tutmaktadır" (Shayegan 2002: 16). Mevlânâ da, kültürün büyük akımları içerisindeki yeriy­le, Nâzım Hikmet’in bütün karşı o luşuna rağmen, onun bilinçaltı düzlem in­deki sürekliliğini devam ettirmektedir. Denebilir ki, Nâzım Hikmet’in yaşadı­ğı bilinç parçalanm ası, b ilinçle bilinçaltı arasındaki alanda yaşanmaktadır. Şair, bilinçle yeni dünya görüşü olan marksizme gitmeye çabası içindeyken bilinçaltı havuzu, onu içine doğduğu kolektif bilinçte tutmaya çalışır.

Rom an kahramanı Ahmet, Anuşka’yla yaptığı tren yolculuğunda M evlânâ’nın söz konusu beytini yeniden tekrarlayacak, beytin ahenginin e t ­kisinde kalan Anuşka, bu beyti A h m et’ten Türkçe ve Rusça olarak kulağına fısıldamasını isteyecektir. M esnevî nin bu beyti rom anda olum suzlanan bir yapıyla karşımıza çıkmaz. Rom an kişilerinin içinde bulundukları psikolojik a tmosferi ifade e tm ek için m onta j tekniğiyle romanın kurmaca dünyasına aktarılarak kullanılır. B öylece Nâzım Hikmet, rubai yazarak olumsuzladığı, hatta ironik dille düşüncelerini alaya aldığı M evlânâ’yı onun karşısında ya­şadığı karmaşa içinde yeniden yüceltm e yoluna gider. Bu durum, parçalan­mış bilinç çerçevesinde bilinçle bilinçaltının çatışm ası sonucu bilinçaltının zaman zaman ön e çıkarak belirleyici rol üstlenen bir dayatması olarak a n ­lam kazanır.

Page 118: Erdemi - akmb.gov.tr

У4Nâzım Hikmet’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

Buraya kadar ortaya koymaya çalıştığımız tespit ve görüşlerden şöyle bir sonu ca gitm ek mümkün görünmektedir: Dünyaya bir ideale bağlanm a duy­gusuyla gelm iş kişiliğiyle Nâzım Hikmet, dedesi M ehm et Nâzım Paşadan gelen kuvvetli etkiyle, çocukluk ve ilk gençlik yıllarında yüce bir birey kim­liğinde gördüğü Mevlânâ’ya bağlanmış, m istik tecrü be alanı olarak onun m anevî ikliminde bir süre kalmıştır. Ancak, İmparatorluğun çöküş süreci, yaşanan hayatın sert gerçekliği, batıdan gelen pozitivist-materyalist akım­ların ve nihayet marksist ideolojin in etkisiyle kısa bir süre sonra zihin par­ça lanm asına uğramış, M evlânâ’nın ikliminden uzaklaşmış, tam karşısında yer almıştır. Mevlânâ’dan boşalan yere bağlanm a duygusu ihtiyacıyla yücel­tilm iş kişilik olarak Karl Marx’ı koymuştur. Marksist ideolojin in etkisiyle de orta yaşlarında M evlânâ’nın sanatıyla metinlerarasılık kurmuş, onun hayatı ve varlık âlemini yorumlayış tarzını, buna bağlı olarak da idealist fe lse fe ­nin, İslâm inanç sis tem inin ve tasavvufun varlık anlayışını, yazdığı bir rubai ile e leştirm e yoluna gitmiştir. Fakat şair, hayatının sonuna doğru, daha çok bilinçaltının kurguladığı zem inde yeniden M evlânâ’nın sanatıyla m etin le ­rarasılık kurarak, onun inanç sistem ini, varlık anlayışını ve dünya görüşünü o lm asa bile, sanatını ve sanatkâr kimliğini olumlayan bir bakış açısı geliştir­miştir. Nâzım Hikmet’in Mevlânâ karşısındaki bu paradoksal duruşu, o ldu­ğuyla olm ak istediği kişilik arasında yaşadığı kişilik bölü nm esin in yarattığı çatışmayı ve karmaşayı gösterdiği kadar, M evlânâ’nın sanatının ve hayatı yorumlayışının yarattığı etki alanının gücünü, şairin yaşadığı bilinç parça­lanm asına rağmen köklerine dolaylı yollardan dönüşünü de gösterir. Ço­cukluk ve ilk gençlik yıllarında M evlânâ’yla yola çıkan şair, hayatının sonunu da tasavvuftaki devir nazariyesini hatırlatacak şekilde M evlânâ’ya d önü şle t a ­m am lam ış görünmektedir.

KaynaklarA bdullah Cevdet (1921), D ilm esti-i M evlânâ ve Gazâlî'de M arifetu llah- R u bâiyyât-ı Gazalî,

Ö rfîd e Şiir ve İrfan, K ü tüphâne-i İctihad, aded: 44, İstanbu l: O rhaniye M atbaası. Akay, Hasan (2003), Şiiri Yeniden O kum ak (Bir Yapı Çözümleme Girişimi), İstanbul: Kitabevi yay. Aktaş, Şerif (1997), "M illî R om antik Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı-V : Nâzım Hikm et",

Türkiye G ünlüğü, S. 48, s. 115-128.Aktulum, Kubilây (1999), Metinlerarası İlişkiler, Ankara: Öteki Yay.A rendh, H annah (1996), G eçm işle Gelecek A rasında, (Çev. B ahad ır S in a Şener), İstanbul:

İletişim Yay.Bezirci, Asım (1993), Nâzım Hikmet, 3. bs., İstanbul: Çınar Yay.C eb eci, Oğuz (2004), P sikan alitik E debiyat K uram ı, İstanbu l: İthaki Yay.Cevizci, A hm et (2005), P arad igm a Felsefe Sözlüğü, 6. bs ., İstan bu l: Paradigm a Yay.Corm , G eorges (2003), D oğ u -B atı: H ayali K ırılm a, (Çev. A. Nüvit B ingöl), İstanbu l: İthaki

Yay.Ç eleb i, A saf H âlet (1939), M evlânâ'n ın R ubâîleri, İstanbu l: K anaat K itabevi Neşri.Çelik, Nur Betül (2005), İdeolojinin Soykütüğü I: M arx ve İdeoloji, Ankara: Bilim ve Sanat Yay.

Erdem

109502008

Page 119: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > C a f e r G A R İ P E R - Y a s e m i n K Ü Ç Ü K C O Ş K U N

Erdem

2008

11050 Çetin, Nurullah (2004), Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Rubaî, Ankara: H ece Yay.

D evellioğlu, Ferit (1982), O sm anlıca-Türkçe A nsiklopedik Lü gat, Ankara: Aydın Kitabevi Yay. Eliot T. S. (1983), Edebiyat Üzerine Düşünceler, (Çev. Sevim Kantarcıoğlu), Ankara: Kültür ve Tu­

rizm Bakanlığı Yay.Fordham , Frieda (2001), Ju ng Psikolojisinin A n a H atları, (Çev. A slan Y alçıner), 5. bs ., İs­

tanb ul: Say Yay.From m , Erich (2000), Kendini S avu n an a İnsan, (Çev. N ecla Arat), 8. bs., İstanbul: Say Yay. Göze, Ergun (1991), P eyam i S a fa N âzım H ikm et K avgası, 5. bs ., İstanbu l: Boğaziçi Yay. Günaydın, Yusuf Turan (2007), "Mevlevi Geçm iş, Maddeci Dünya Görüşü ve Nâzım Hikmet’in

Şiirinde Tasavvuf", Hece Türkçenin Sürgün Şairi Nâzım Hikmet Özel Sayısı, S. 121, s. 323-331.

Gürsel, Nedim (1992), Nâzım Hikmet ve Geleneksel Türk Yazını, İstanbul: Adam Yay.G ürsel, Nedim (2001) D oğum unun Yüzüncü Yılında D ünya Şairi Nâzım H ikm et, İstanbul: Can

Yay.Kaplan, M eh m et (1987), Türk E debiyatı Üzerinde A raştırm alar, İstanbu l: Dergâh Yay.Kılıç, M ahm ut E. (1997), "D ergâhların kapatılm ası ve Nâzım Hikm et’in Bir Şiirine Uygula­

nan San sü r Üzerine D üşünceler", Dergâh Edebiyat S an at K ültür Dergisi, S . 86, s. 11. Kulliyât-i Şe m s yâ Dîvân-i Kebîr, m u ştem il b e r-K a sâ ’id ve gazeliyyât ve m u katta ’ât-i

Fârsî ve..., I-X, b â -ta sh îh â t ve havâşî-i B ed î’uzzam ân-i Furûzânfer, Tahran: D ânişgâh-i Tahran, 1336-1346h ş., VIII, s. 235, R ubai No: 1395.

M em et Fuat (2000), N âzım H ikm et, İstanbu l: Adam Yay.M em et Fuat (2001), N âzım H ikm et Üstüne Yazılar, İstan bu l: Adam Yay.M eriç, C em il (1980), M ağaradak iler , 2. bs ., İstan bu l: Ö tüken N eşriyat A. Ş. yay.Nâzım Hikmet (1970), B u rsa Cezaevinden V â-N ü'lara M ektu plar, İstanbu l: Cem Yay.Nâzım Hikmet (1994), 8 3 5 Satır Şiirler 1, İstanbul: Adam Yay.Nâzım Hikmet (1996a), N âzım ile P iraye M ektu p lar 1, 11. bs ., İstan bu l: Adam Yay.Nâzım Hikmet (1996b ), K em al Tahir'e M apu san eden M ektu plar, İstan bu l: M illiyet Yay. Nâzım Hikmet (1997a) İlk Şiirleri Ş iirler 8, İstanbu l: Adam Yay.Nâzım Hikmet (1997b ), Şiirler 3, İstan bu l: Adam Yay.Nâzım Hikmet (1997c), Y aşam ak Güzel Şey B e K ardeşim , 11. bs ., İstan bu l: Adam Yay. Ö neş, M ustafa (1967), "Nâzım H ikm et’in Şiiri", Yeni Dergi, S. 31, s. 267-289 .Ö neş, M ustafa (1973), "Nâzım H ikm et’in R u baileri Üzerine N otlar", Yansım a, S. 18, s.

70-71.Ö neş, M ustafa (2006), Şiir K u şatm ası, İstanbu l: Say Yay.Ö zarslan, E rsin (2003), N âzım H ikm et -H a y a t ı ve Şiiri-, Ankara: H a cettep e Ü niversitesi

Sosyal B ilim ler E n stitü sü Doktora Tezi.Öztürk, N urettin (2001), Türk E debiyatın da İnsan, Ankara: A tatürk Kültür Merkezi B a ş ­

kanlığı Yay.Politzer, G eorges (1997), Felsefenin Temel İlkeleri, 7. bs ., İstan bu l: Sosyal Yayınları,Sertel, Zekeriya (1991), Mavi Gözlü Dev Nâzım Hikmet ve Sanatı, 2. bs., İstanbul: Belge Yay. Sh ayegan, Daryush (2002), Yaralı B ilinç G eleneksel Toplum larda Kültürel Şizofreni, (Çev. H al­

dun Bayrı), 4. b s ., İstanbu l: M etis Yay.Şeyh Galib D ivânı (1994), (Haz. M uhsin Kalkışım ), Ankara: Akçağ Yay.Tanpınar, A hm et Hamdi (1982), 19 uncu A sır Türk E debiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Ki­

tabevi.Tanpınar, Ahm et Hamdi (1992), Edebiyat Üzerine M akaleler, 3. bs., İstanbul: Dergâh Yay. Tim uçin, A fşar (1979), N âzım H ikm et'in Şiiri, Alaz Yayınları, 2. bs ., İstanbul.Vâlâ N ureddin (1988), B u D ün yadan N âzım Geçti, 5. bs ., İstanbu l: Cem Yay.Yavuz, Hilmi (2003), K ara Güneş, İstanbu l: Can Yay.Y eniterzi, E m ine (1995), M evlânâ Celâleddin R üm î, Ankara: Türkiye D iyanet Vakfı Yay.

Page 120: Erdemi - akmb.gov.tr

Lutfî M u h a m m e d Efe n d in in"H ilye -i H azret-i M evlânâ"sı

Z ehra GÖRE*

ÖZHilye, Hz. Peygam berin vasıflarını ihtiva ed en e se r ya da levhaları ifa ­

de e tm ek için kullanılan bir ıstılah tır. B a şta Tirm izî’nin Ş em âil'i o lm ak

üzere diğer bazı şem âiller , hilyenin Türk ed ebiyatın d a da d in î nitelikli

b ir tür o larak d oğ m asın a kaynaklık e tm iştir. Hz. P eygam berin vasfında

o lan bu e serler zam anla d iğer p eygam berler, dört halife, d in ve tarikat

büyükleri için de yazılm ıştır. Adına hilye yazılan şah siy etlerd en biri de

Hz. M ev lânâ’dır. Mevlevi şâ irler tarafından kalem e a lın an bu eserler,

g en el olarak Hilye-i M evlânâ adı a ltın d a gösterilm ekted ir. M an isa Mev-

lev ihan esi şeyh lerind en Lutfî M u ham m ed Efendi, M ev lânâ’nın hilye-

sini yazan şâirlerdendir. H ilye-i H azret-i M evlânâ adlı m esnev isin d e şâir,

M ev lânâ’nın fizikî ve ahlakî vasıflarını an latır, on a övgülerde bulunur.

Bu ça lışm ad a, hilyenin özellik lerine k ısaca d eğin ilecek , Lutfî M u­

ham m ed Efendi ve on un eseri H ilye-i H azret-i M evlânâ söz konusu ed i­

lecektir.

A n ah tar K elim eler: D inî ed ebiyat, tasavvuf, m evlevilik, hilye, M evlânâ,

Lutfî M u ham m ed Efendi, Hilye-i M evlânâ.

ABSTRACTLutfi M u ham m ed E fend i’s “Hilye-i Hazret-i M evlâna"

Hilye is a term used to d en o te works or fram ed in scrip tio n s co n ta in in g

a ttr ib u tes of p rop h ets. Tirm izi’s Ş em âil, or outward ap p earan ces, on top

of all and so m e o th er şem âils en su red em erg en ce of hilye a s a relig ious

genre in Turkish literatu re. W ritten in itially to d escrib e th e a ttr ib u tes of

P rop het M uham m ad only, th e se works la ter cam e to b e w ritten for o t ­

her p rop h ets, th e four ca lip h s and o th er im p o rtan t m en of relig ion and

relig iou s orders. O ne of th e p erso n s in w hose nam e a hilye w as w ritten

w as Rum i. W ritten by p o e ts of th e Mevlevi order, th e s e works are o ften

referred to a s Hilye-i M evlâna (Rum i). Lutfi M u ham m ed Efendi, who

is a sheikh a t M an isa M evlevi lodge, is on e of th e p o e ts w ho w rote

* Yrd. Doç. Dr., SÜ Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü, KONYA, [email protected]

Page 121: Erdemi - akmb.gov.tr

Z e h r a G Ö R E

Erdem

1 1 249

2007M ev lan a’s hilye. The p o et d escrib es M evlan a’s physical and m oral q u a ­

lities and p ra ises him in th e work en titled "Hilye-i H azret-i M evlana".

In p re sen t study, q u a lities of hilye will b e exam ened briefly and Lut-

fi M uham m ed Efendi and his work "Hilye-i H azret-i M evlana" will b e

d escribed .

Key W ords: R elig iou s literatu re, tasavvuf (m ysticism ), mevlevi order,

hilye, M evlana, Lutfi M u ham m ed Efendi Hilye-i M evlana.

r'an’da Nahl suresi 14. ayette g eçen hilye kelimesi "süs, ziynet"

ia n as ın d a kullanılmıştır.1 Sözlüklerde de "süs, ziynet, cevher, gü-el sıfatlar, güzel yüz, kolye" gibi m analar verilen kelime, m ecazen

"yaratılış, suret ve güzel vasıflar" d em ek olup, Hazret-i Peygam berin yük­sek evsafını, esm a-i şerifeyi ihtiva eden yazılar ve levhaları ifade etmektedir

(Şem sedd in Sâm i 1317: 558; Muallim Naci 1995: 360). Kadrini daha fazla yükseltmek maksadıyla "hilye-i şerife" de denilir. İslam inancının bir gereği

olarak sonradan putlaştırılabileceği endişesi ile resim iyi görülmediğinden

Peygam berin eşkâli, resm e mukabil o lm ak üzere onu gören sah aben in ak­tardığı tariflerden hareketle yazı ile beyan edilmiş, buna "hilye" denilmiştir

(Pakalın 1971: 842).Tirmizî’nin, Hz. Peygamberin b ed e n î tasviri, kullandığı eşyaları, oturup

kalkması, yem ek yem esi, konuşm ası ve konuşm a adabı, ibadetleri, ömrü ve vefatı hakkındaki bazı hadisleri ihtiva eden m ecm u a niteliğindeki, E ş-

Şem âilü 'n-Nebeviyye ve'l-H asâilü ’l-M ustafaviyye adlı eseri başta olm ak üzere diğer bazı şem âiller, hilyenin dinî nitelikli bir e d e b î tür o lm asına kaynaklık e tm iş ­

tir (Bayraktar 1990:19). N etice itibarıyla hilyeler, Türk edebiyatında mevlid, miraciyye, n a ’t gibi dinî özellikler taşıyan e d e b î türler arasında önem li bir

yer kazanmıştır. Manzum ya da m ensur yazılabilen hilyelerin edebiyatımız­da pek çok örneği mevcuttur. Bunlar arasında en tanınm ışı Hakânî Mehm ed Beyin H ilye-i H akan ı adlı eseridir. Eser, halk arasında kutsal bir değer verile­

rek makamla okunmuş, Hakânî’den sonra hilye yazan şâirler tarafından da

övülerek benzerleri vücuda getirilmiştir.B aşlangıçta sa d ece Hz. Peygamberin vasıflarını anlatan hilyelerin konula­

rı, sonradan gen iş lem iş ve zamanla diğer peygamberler, hulefâ-yı râşidîn ve aşere-i m ü b e şşere ile din ve tarikat büyükleri için de bu tür eserler kaleme

Giriş

1 Nahl, 17/70: "Ve odur ki içinden taze bir et yemeniz ve kuşanacağınız bir süs çıkarmanız için denizi emrinize v erm iştir." , Kur'ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli (hzl. Hayrettin Karaman vd.), TDV Yayınları, Ankara, 1993.

Page 122: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Lutfî Muhammed Efendinin “ Hilye-i Hazret-i Mevlânâ” sı f i

alınm ıştır (Uzun 1998: 45). N eşâtî ’nin H ilye-i E n biyâ (Ünver 1986: 12), Cevrî İbrahim Ç eleb i’nin H ilye-i Ç ıhâr-Y âr-ı Güzîn (Ayan 1981: 15), Edirneli Güftî’nin H ilye-i Aşere-i M übeşşere (Yılmaz 2001:18) adlı eserleri bunlar arasında en çok bilinenleridir. Din ve tarikat büyükleri hakkındaki hilyeler; şâirlerin bağlı o l­dukları tarikat büyükleri ve m ezhep imamlarıyla, önd e gelen âlimler hakkın­

da kaleme aldıkları ve genellikle kasidelerden meydana gelen eserlerdir. Bu eserlerde konu hilyeden şem âile doğru genişlem ekte , bu kişilerin m eth iye­s in e de yer verilmektedir (Uzun 1998: 45).

XIII. yüzyılda Anadolu’ya gelerek burada zengin bir tefekkür hayatının

yeşerm esin i tem in eden âlim, hakîm, mütefekkir, mutasavvıf, şâir gibi pek çok sıfatı haiz olan Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, s a d ece Türk m uhitin­de değil, doğudan batıya bütün dünyada tesirleri olan m ü stesn a bir şa h ­siyettir. Onun düşünceleri XIII. yüzyıldan günümüze, her sınıf halk kitlele­rinden devletin önd e gelenlerine kadar geniş bir etki alanına sahip olan Mevlevîlik tarikatıyla kurumsallaştırılmıştır. Birer akademi gibi eğitim veren M evlevîhânelerden ise Türk d üşü nce ve kültür hayatına hizmet eden önemli isimler yetişmiştir. Diğer taraftan divan edebiyatı geleneği içinde Mevlevîlik tarikatına m ensup olsun olm asın , ilhamını Mevlânâ ve eserlerinden alan ya

da Mevlevîlik potasında yetişerek ed eb î bir muhit oluşturan pek çok şâir, neredeyse kutsal bir değer kazanan M evlânâ ve M esnevî kelimesini zikretmiş­tir. M esela , divan edebiyatının "ateş dilli" şâiri Nef'î, Mevlevî değildir am a Mevlevî muhibleri arasındadır. Nef'î’nin Türkçe divanında na'ttan sonra ilk kaside M evlânâ’nın övgüsü hakkındadır. Şâir, Mevlânâ’nın tefekkürle aşkı

birleştirdiğini, M esnevî’nin bir "bâtın kılıcı olarak" dünyaya burhan olduğu­nu söyler. Ayrıca Farsça divanında da M evlânâ’ya dâir dört kasidesi vardır (Karahan 1967: 18-20). Bu örnekleri çoğaltm ak mümkündür.

Kendisine duyulan bu sevgi ve saygının bir neticesi olarak din ve tarikat

büyükleri içinde adı en çok anılan ve kendisine en çok m ethiye yazılan kişi M evlânâ’dır. Hatta Mevlevî şâirlerin Mevlânâ’ya olan sevgilerinde kimi za­m an m übalağa ettiklerini ve ileri gittiklerini de söylem ek mümkündür. O d erece ki, Hz. Peygam ber için söylenen "Sen olm asaydın âlemleri yaratmaz­dım." hadisine benzer şekilde, Mevlânâ dünyaya gelmeseydi, â lem ler yara- tılmazdı, d em e cüretini gösteren Mevlevî şâirler vardır (Horata 1998: 81).

Mevlânâ’ya olan bağlılıklarını her fırsatta dile getiren Mevlevî şâirler, Mevlânâ vasfında değişik nazım şekillerinde m anzum eler yazdıkları gibi, ona olan sevgilerini bazen bir ya da birkaç beyte sığdırmışlardır. İster tek beyit

olsun, ister müstakil manzum eler olsun bu şiirlerde, genellikle M evlânâ’nın isim ve sıfatları anılarak övgüsü yapılmaktadır. M evlânâ’nın fizikî hu su si­yetlerinden ise çok fazla bahsedilmez. Bununla birlikte bazı Mevlevî şâirler,

Erdem

113492007

Page 123: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > Z e h r a G Ö R E

114

Erdem

49 az sayıda da olsa, Mevlânâ’nın sûretini ve sîretini tavsif eden hilye türünde2007

eserler yazmışlardır. Mevlevî şâirlerin Mevlânâ için kalem e aldıkları Hilye-i

M evlânâ başlığı altında toplanabilecek ; Nakşî M ustafa Dedenin elli üç beyit-

lik (Mevlânâ Müzesi Ktp., Nu: 2163), Bursalı Rızâ Dedenin kırk b eş beyitlik

(Mevlânâ Müzesi Ktp., Nu: 2454/4), Tahirü’l-Mevlevî’nin seksen dört beyitlik

(Mevlânâ Müzesi Ktp., Nu: 2163) hilyeleri ile (Uzun 1998:46) bu çalışm anın

konusu olan Lutfî M u ham m ed Efendinin H ilye-i H azret-i M evlânâ (Atıf Efendi

Yazma E ser Kütüphanesi, Nu: 2256) adlı eseri tesp it edilenlerdir.

Lutfî M u ham m ed Efendinin hayatı ile ilgili bilgi, s a d ece Esrar Dedenin

Tezkire-i Şu arâ-y ı M evleviyye adlı eserind e vardır ve oldukça sınırlıdır. Lutfî

M u ham m ed Efendi, M anisa Mevlevîhânesi şeyhlerinden Nakşî Ali E fen ­

dinin oğludur. B abası öldükten sonra bir süre onun yerine m eşih at m a ­

kamına oturur. Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi, Peçevî Ahmed Dede ölünce

Vezirazâm İbrahim Paşa tarafından İstanbul’a davet edilerek, kendisine

Yenikapı M evlevihanesi’nin şeyhliği tevcih edilir. Ancak yaratılış itibariyle

uzlete meyilli olan Lutfî M uham m ed Efendi, bu görevinden istifa eder ve

ilk m akam ına döner. H. 1150/M. 1737 yılında da hayatını kaybeder. Lutfî Mu­

ham m ed Efendinin şiirleri için ârifâne değerlendirmesini yapan Esrar Dede,

onun herhangi bir eserinin varlığından söz etmez. S a d e ce aşağıdaki beyti

örnek verir:

Vaşla kaydı vaşla mâni'dür Kerem-kanı Dede

Vasıl olur Hakka ol kim ma-sivayı terk ide (G enç 2000: 464)

Bu çalışm anın sonuna transkripsiyonlu metni ilave edilen H ilye-i H azret-i

M evlânâ adlı eser, Atıf Efendi Yazma E ser Kütüphanesi, 34 Atf 2256 num ara­

da kayıtlıdır. 120 beyitten ibaret küçük bir m esnevi olmakla birlikte bir m e s ­

nevide olm ası gereken bütün özellikleri taşır. Aruzun fe'ilâtün / f e i lâ t ü n / fe ilü n

kalıbıyla yazılmıştır. B eş bölüm den m eydana gelir, başlıkları Farsçadır. Eser

dokuz beyitlik bir tevhidle başlar. Ardından Hz. Peygam berin övgüsünün

yapıldığı bölüm gelir. 10 beyitten oluşan bu kısımda, Hz. Peygam berle b e ­

raber onun âl ve ashabı da övülmüştür. Daha sonra eserini yazma sebebin i

anlatan şâir, kendinden ö n ce hilye yazan, Hâkânî, Cevrî ve N eşâtî ’nin adını

anarak şâirliklerinden ve eserlerinden övgüyle bahseder. Üstatların e se r le ­

rini gördükten sonra kendisinin de bu vadide eser vermeye heveslendiğini

söyler. Eserin dördüncü bölüm ünde M evlânâ’nın sûretini ve sîretini an la ­

tarak hilyesini yazar. Son bölü m d e ise bu eseri takdim etmeyi düşündüğü

devrin sadrazamının övgüsüne yer verir.

Mevlânâ’nın dış görünüşü hakkında bilgi veren en önem li kaynaklar me-

nakıpnamelerdir. Bununla birlikte söz konusu eserler, onun çocukluğundan

Page 124: Erdemi - akmb.gov.tr

115492007

У4Lutfî Muhammed Efendinin “ Hilye-i Hazret-i Mevlânâ” sı f iV

Erdem

hayatta iken resmedilmiştir:Zam anın kraliçesi, dünyanın hanım ı ve su ltan ın karısı o lan Gürcü

H atun, M evlânâ han ed an ın ın m u hiblerind en ve has m üritlerindendi.

D aim a M ev lânâ’nın verdiği şevkin a teşi içind e yanıyordu. Tesad ü fen

K ayseri’ye g itm ek isted i. Su ltan onu reddedem ezdi; çünkü o kadın s e ç ­

kin ve m etin rey sah ib i bir kadındı. Fakat Gürcü H atun M evlânâ hazret­

lerinin ayrılığı a te ş in in yüküne taham m ü l edem ezdi. O zam anda resim

yapm ada ikinci bir M ani o lan bir ressam vardı. Kendi san atı hakkında

"M ani bizim resm im iz karşısında âciz kalır" derdi. Buna A ynüddevle-i

R ûm î derlerdi. Su ltan , M ev lânâ’nın resm in i bir kâğıda çizm esi için on a

hediyeler verdi. Y ollarda G ürcü H atu n’a can yoldaşı o lm ası için resm in

so n d erece güzel yap ılm asın ın icap e ttiğ in i söyled i. Sonra Aynüddevle

birkaç m em urla b e ra b er bu m eseley i b ild irm ek üzere M evlânâ hazret­

lerine geldi. B aş koyup uzakta ayakta durdu.

Aynüddevle d aha ağzını açm ad an M evlânâ "Y ap ab ilirsen ne â lâ !" dedi.

R essam birkaç tabak a m ahzenî kâğıt getirerek kalem i e lin e aldı ve

M ev lânâ’ya döndü. M evlânâ ayakta duruyordu. R essam bir defa bakıp

yüzünü çizm ekle m eşgul oldu. B ir yaprak kâğıt üzerine son d erece güzel

bir resim yaptı. İkinci se fer tekrar baktı. Fakat M ev lân â’nın ö n ce görm üş

olduğu şekli d eğişm işti. B aşka bir kâğıt üzerine bir resim d aha yaptı.

Ç ehresin i tam am lad ıktan so nra şeklin yine başka türlü olduğunu gör­

dü. H ayrette kaldı, nara atıp kend isind en g eçti ve kalem leri kırıp âcizler

gibi secd e ler e tti. Bu sırada M evlânâ bu gazele başlad ı:

"Ah! B en ne de renksiz ve belirsizim . B en kendim i olduğu gibi g ö reb il­

sem . Sırların ı ortaya koy, diyorsun. Fakat b en im bulunduğum yerde yer

yok" (Ahm ed Eflâkî 2001: 648).

itibaren hayatının sonuna değin sûretinde m eydana gelen değişikliklere dair kesin bilgiler vermekten uzaktır. Ancak eldeki m evcut bilgilere bakarak M evlânâ’nın surette güzel ve insana t e ’sir eden bir yaratılışa sahip olduğu­

nu ifade ederler. M evlânâ’nın görünüş özelliklerinin anlatıldığı en önemli e se r ise Eflâkî’nin M enâkıbü'l-Ârifîn adlı eseridir. Diğer taraftan M evlânâ’nın

görünüşü hakkında bize fikir veren bir diğer kaynak olarak onun minyatür ya da resimlerini de burada anm ak gerekir. Ancak eldeki minyatür ve resimlerin hiçbiri Mevlânâ’nın yaşadığı d ön em d e yapılm am ıştır ve biri diğerine b e n ­

zememektedir. Topkapı Sarayı’ndaki bir minyatürde, "H alep’te bir Frenkle satranç oynayan" Mevlânâ, çekik gözleriyle Uygur Türklerini andırır. Mısır kaynaklarında elinde yelpazesiyle görülen Mevlânâ, B u d a p eşte Neineth

Koleksiyonu’nda Hintliler gibi resmedilmiştir. Berlin Müzesi’nde "Rebab çalan Sultan Veled’i dinleyen" saçları ve sakalları birbirine karışmış, aşırı kilolu olarak gösterilm iştir (Erke, ww w .aksiyon.com .tr).

M enâkıbü'l-A rifîn ’de g eçen şu m enkıbeden anlaşıldığına göre ise Mevlânâ,

Page 125: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > Z e h r a G Ö R E

116

Erdem

2^49 Gürcü Hatunun emrini yerine getiren Aynüddevle 20 resmi hatuna teslim etmiştir. Gürcü Hatun da resimleri sandığına koyarak beraberinde Kayseri’ye götürmüştür. Ancak bu 20 resmin akıbeti belli değildir. Dolayısıyla hiçbiri günümüze ulaşmamıştır.

Mevlânâ’nın M esnevi’s in in birinci cildine yaptığı altı ciltlik şerhiyle şöhret bulan Âbidin Paşa, Tercüme ve Şerh-i M esnevi-i Şerif adlı eserinin başlangıcında M evlânâ’nın tavsifini şöyle yapmaktadır:

"M evlânâ-yı m üşarünileyh efendim iz, m ü stek im ü’l-kad ve âd id ü’l-kâm e olup, m übarek gözleri sarı ile siyah arasın d a yani e lâ ve kaşları m u- kavves idi. Levni, fi’l-asl kırmızıya m eyyâl iken, bad eh u k esret-i riyâzat ve m ü cah ed e seb eb iy le sarıya m eyyâl oldu. Ne m ülahham ne de zayıf o lup, fakat k esret-i riyâzattan bad eh u kesb-i n eh âfet buyurm uşlardı"

(Âbidin P a şa 1324: 12).

Bu kayıtlardan anlaşıldığına göre Mevlânâ, orta boylu, dik duruşlu bir zat­tır. Gözleri sarı ile siyah arası yani elâ, kaşları da yay gibidir. Rengi önceleri kırmızı iken sonra çok fazla riyazette bulunduğu için sarıya dönmüştür. B ü n ­yesi ne kilolu ne de zayıftır. Fakat yine çok riyazette bulunduğu için sonraları zayıf düşmüştür. Eserinde bu tavsifi veren Âbidin Paşanın kaynakları e lb e t ­te m enkıbeler ve bunlardan hareketle yazılan hilyelerdir. Ancak bu tariften

hareketle, yukarıda işaret edildiği gibi, bir çok minyatür ve resim de tasvir edilen M evlânâ’nın görünüşünün m enkıbelerde ve diğer eserlerde aktarılan özelliklerle uyuşmadığını; hatta yanlış olduğunu söylem ek mümkündür.

Lutfî M u ham m ed Efendinin hilyesinde çizilen Mevlânâ portresinin kay­nağı da menkıbelerdir. Şair, hilyesine M evlânâ’nın yüzünün hususiyetlerini tab iata ait unsurları kullanarak anlatmaya başlam ış; beyaz gül, güneş, b a ­har m evsim inde yaprakları açılarak tıpkı bir aynaya benzeyen sûsen ç içe ­ği ve dolunay gibi; parlaklık, aydınlık, beyazlık çağrışımları yapan imajları seçmiştir. Onun nurlu yüzü sanki beyaz bir gül gibidir. M evlânâ’nın yüzü parlaklıkta gün eşten üstündür. Alnının parlaklığı açılm ış bir süsen çiçeğine benzer. Yüzü dolunayın gıbta edeceği kutsal bir parlaklıkla çevrilidir. Ayın, yüzündeki siyah lekeler sebebiyle , sevgilinin yanağını kıskanması divan şii­rinde bilinen bir hayaldir. Hilyede M evlânâ’nın vasfında kullanılmış ve aynı zam anda nûranî çehresine kutsallık atfedilmiştir (51-54. beyitler).*

Şâir, Mevlânâ’nın kaşlarını şekli ve iki tan e oluşlarıyla çeşitli b en zetm e­lerle anlatır. Şekil olarak hilâle benzeyen kaşları, iki ta n e olduğu için bir

* Lutfî Muhammed Efendinin Hilye-i Hazret-i Mevlânâ adlı eserinin transkripsiyonlu metni bu ça­lışmanın sonuna ilave edildiği için Mevlânâ’nın hususiyetlerini anlatmak üzere söz konusu eserden hareketle yapılan açıklamalarda beyitler yeniden yazılmamış, parantez içinde numa­raları verilmekle yetinilmiştir.

Page 126: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Lutfî Muhammed Efendinin “ Hilye-i Hazret-i Mevlânâ” sı f i

beytin hatta birbiriyle kafiyeli m atla ’ beytinin mısraları olarak tasvir ed ilm iş­tir. Siyah renkli bu kaşlar, güzelliğin doğduğu yerin süsünü arttırır. Burada M evlânâ’nın parlak yüzü adeta bir levha, kitap, hatta mushaftır; kaşları da onun üzerine siyah mürekkeple yazılmış iki mısradır. Kaşları birbirine yakın değildir ve bu ona yüce bir görünüş verir. H âcib kelimesini de hem kaş hem de kapıcı anlamıyla tevriyeli olarak kullanan şâir; iki kaşı, güzellik sarayının kapısını karşı karşıya durarak bekleyen iki kapıcıya benzetir (55-58. beyit­ler).

Mevlânâ’nın baygın bakışlı, görenlerin aklını başından alan gözleri; sarı ile siyah arasında yani elâ renklidir. Bir güzellik unsuru olarak göz âhûya b en ­zetilir. Buradaki asıl benzerlik âhûnun iri ve siyah gözleridir. Hilyede Hoten

ülkesinde bulunan güzel gözlü âhûlar, eğer M evlânâ’nın şah â n e gözlerine bir baksalar onu kıskanırlardı, diyerek M evlânâ’nın gözlerinin ve bakışlarının etkisi vurgulanmıştır (59-61. beyitler).

Mevlânâ’nın burnu, m ushaf gibi düşünülen yüzünde, güzel ve düzgündür. Bu özelliğiyle elif harfine teşbih edilmiştir. Yanakları ne zayıf ne de etlidir. Tıpkı yeni açm ış bir gülün yaprakları gibidir (62-64. beyitler). Sakalı, nahif ve nurlu yüzünün süsüdür, rengi de siyahla sarı arasındadır (65-67. beyitler). Bununla birlikte eldeki m enkıbeler Mevlânâ’nın sakala pek itibar etmediğini

bildirmektedir. Eflâkî’de nakledilen şu hikâye onun sakalla ilgili d ü şü n ces i­ni ifade eder:

Bir gün bir berber, M ev lânâ’nın m übarek sakalını kesiyordu. Berber:

"H udavendigâr ne buyuruyor, nasıl yapayım ?" dedi. M evlânâ: " K adınla

erkeği birb irind en ayıracak kadar kes" dedi.

B aşka bir gün de "Ben hiç sakallan olm adığı için kalenderileri k ıskanı­

yorum " dedi ve "Az sakal erkeğin saad etin d en d ir, çünkü sakal erkeğin

süsüdür. O nun çokluğu erkeği böbü rlend irir. Bu da insan ı m anen ö ld ü ­

ren şeylerdendir" had isin i söyled ikten sonra: "Çok sakal sufilerin h o şu ­

na gider. Fakat sufi sakalı tarayıncaya kadar, ârif Tanrıya u laşır (Ahm ed

Eflâkî 2001: 634).

Lutfî M u ham m ed Efendi, M evlânâ’nın kilolu olmadığını başka bir ifadeyle kilo bakımından normal olduğunu belirtir (69.beyit). Sultan Veled, b a b a s ı ­nın daima: "Ben b eş yaşında iken nefsim ölm üştü" dediğini ve gençlikte de orta yaşlılık zamanında da tam bir ciddiyetle riyazet edip, gece sabahlara kadar ibadetle meşgul olduğunu ve riyazette çok m übalağa ettiğini nakleder (Ahmed Eflâkî 2001: 301). Dolayısıyla menkıbelerden öğrendiğimize göre, M evlânâ’nın normal olan kilosu fazla riyazette bulunduğu için zayıf bir hal

almıştır. Hatta bu nahif insanın bir gün h am am a gittiği ve ham am da vücu­dunu gördüğünde zayıf bedeninden utandığı rivayet edilmektedir. Bu hadi­se Eflâkî’de şöyle anlatılır:

Erdem

117492007

Page 127: Erdemi - akmb.gov.tr

Z e h r a G Ö R E

Erdem

11849

2007M evlânâ birgün h am am a girm işti. M erham et gözü ile kendi m übarekvücuduna baktı. Vücudu iğned en ipliğe d önm üştü . Bütün öm rüm de

kim sed en utanm adım , fakat bugün zayıf vücudum dan çok utandım .Çünkü o: "Bir gün ban a huzur verm edin" diye kim b ilir "hal" dili ile ne ler söyled i, ne ler de söylem eyip gizledi ve yükünü taşıy ab ilm em için ben i hiç rahat bırakm adın ; bir gececik o lsu n istirah at ed ip kuvvet b u lm am a b ile m ü saad e e tm ed in ." diye ne kadar inledi. Fakat ne yapayım ki, b e ­nim huzurum on un ıstırab ınd ad ır (Ahm ed Eflâkî 2001: 613).

Hilye’de Mevlânâ’nın teninin rengi doğrudan söz konusu edilmemiştir. Ancak yukarıda belirtildiği gibi, letafeti dolayısıyla, yeni açm ış bir gül o la ­rak tasavvur edilmiştir. Buradan hareketle onun teninin gül renkli olduğuna hükmedilebilir. M enkıbelerde de kırmızıya meyyal yani canlı bir rengi oldu­ğu ifade edilir. Ancak m ü cahede ile geçen günleri M evlânâ’nın rengini de uçurmuştur. Karatay m ed resesind en çıkan birkaç fakîh, imtihan maksadıyla M evlânâ’ya, Ashâb-ı Kehfin köpeğinin ne renkte olduğunu sorar. Mevlânâ: "rengi sarı idi; çünkü âşıktı. Âşıkların rengi daim a benim rengim gibi sarı olur" diye cevap verir (Ahmed Eflâkî 2001: 491). Mevlânâ’nın gazelleri ara­sında da görülen pek çok şiirde yüzünün sarılığından bahsedilir.

Sen in iki e lin deniz gibi gevher saçm aya inad e d e rse ; sarı yüzün, sarılık

g österir ve ufak te fek tozlarla uçup gider.

Su s artık d o stu n bir hazine idi: O hazinenin tarifini, tavsifini ne bir kim ­

se, ne de h içb ir şey b en im sarı yüzüm kadar ifade edem ez.

O kırmızı a ltu nu sevinç serm ayesin i b a n a ver. Korkudan, üm itten d o la ­

yı yanakların a ltın gibi sarıdır.

Göz yaşlarım a, sararm ış yüzüm e, m erham et e tm e s e n b ile ciğerim in

yanm asın d a kokular çıkıyor, o n a acı.

Bu b aşım m eygededir, içki kadehini söyle kırsın; bu yanağım altu n g i­

bidir, altın ı çuvalda tu tm a (Füruzanfer 1963: 190).

Diğer taraftan M evlânâ’nın yüzünün sarı, bedeninin zayıf o lm ası az yemek yem esiyle de alakalıdır. Eflâkî’de birçok yerde anlatılan hikâyelerde onun bu özelliğinden bahsedilir. Daha çocukluk çağında çok defa üç dört günde, bazen yedi günde bir (Ahmed Eflâkî 2001: 243), hatta bazen on, on beş belki de yirmi, otuz günde bir yem ek yediği (Ahmed Eflâkî 2001: 625), başka bir m enkıbede büyük bir sünn et düğünü m erasim ind e on altı gün süreyle bu­lunduğu ve bu zaman zarfında ne y em ek yediği, ne su içtiği, ne de uyuduğu (Ahmed Eflâkî 2001: 52) aktarılır. Ârif Ç eleb i’nin annesi de, Mevlânâ hazret­lerinin bir aya yakın yem ek yemediğini gördüm, diye nakletmiştir (Ahmed Eflâkî 2001: 625).

Lutfî M u ham m ed Efendinin eserind e Mevlânâ’nın bedeni ile ilgili son özellik de vücudunda kıl olmayışıdır. Bu vasfıyla saf güm üşe benzetilir (70. beyit).

Page 128: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Lutfî Muhammed Efendinin “ Hilye-i Hazret-i Mevlânâ” sı f i

E serd e 71. beyitten itibaren M evlânâ’nın ahlakî vasıflarının övgüsü yapılır. Bu beyitleri incelem ed en ö n ce Lutfî M u ham m ed Efendinin eserinde b a h se t ­mediği ancak Mevlânâ’nın dış görünüşüyle ilgili o lm ası hasebiyle, giyimine dair özellikleri yine menkıbelerden hareketle buraya eklenebilir. Eflâkî’de pek çok yerde M evlânâ’nın kılık kıyafeti ve bu konuyla ilgili tavrı hakkında

kayıt bulunmaktadır: Peygamberin, "Sarıklar, Arapların tacıdır" sözü gereğin­ce, sarığını bilginlere yaraşır (dânişm endâne) bir şekilde sarar, bir ucunu da taylesan bırakırdı. Hakikati bilen bilginlerin giydikleri gibi kolu geniş bir hır­ka giyerdi (Ahmed Eflâkî 2001: 254). Bayburtlu Ahi Emir A hm ed’in naklettiği

bir m enkıbede, Mevlânâ ferace yani cü b b e giymiş, başına duman renginde bir sarık sarm ış olduğu halde tarif edilmiştir (Ahmed Eflâkî 2001: 609). Mit­hat Bahârî’nin, S ip ehsa lar tercü m esind e M evlânâ’nın istiğrakına dair olan kısımda da e lb isesiy le ilgili olarak, fukaralardan birisi is terse kolayca çıkarıp verebilm ek için önden yırtmaçlı bir ferace giydiği anlatılmaktadır (S ipehsa-

lar 1331: 136). 21 Şevval 643 (9 Mart 1246) P erşem be, Ş e m s ’in kaybolduğu tarihtir. Bu tarihten sonra Mevlânâ kendisine hindibârî kum aştan bir ferace yapılm asını istemiştir. Bu kumaşın özelliği m atem lilerin giymesidir ve siyah değil mavi renktedir. Ömrünün sonuna kadar bu şekilde giyinmiştir. Başına

da bal renginde yünden yapılmış bir külah geçirmiştir, artık ondan sonra bir daha beyaz sarık kullanmamıştır (Ahmed Eflâkî, 2001: 258).

Mevlânâ, ahlak yapısı bakımından da her zaman övülen ender şahsiyet­lerden biridir. Bilindiği üzere onun ahlakî yapısının tem ellerini ilk olarak atan babası Su ltanü’l-ulemâ Bahaeddin Veled’dir. Bundan sonra da bir irfan m uhitinde aldığı m ükem m el eğitim ve zaten fıtratında olan erdemler, n e ti ­ced e onu insanlığın nazarında yüksek mevkilere taşımıştır. Gerek Mevlevi muhitinin, gerek divan edebiyatının sanatkârları da onun tükenm ez bir ha­zine gibi olan bu özelliklerinin övgüsüyle eserlerini taçlandırmışlardır. Lutfî

M u ham m ed Efendi de eserind e M evlânâ’yı ledün ilimlerinin sahibi olması, lütufkârlığı, veliliği, kerameti, şeriatın ve tarikatın rehberi olması, marifeti, nûru, kadir ve şerefi, M esnevi’si, sırlara vukûfiyeti gibi özelliklerini çeşitli b en ­zetm elerle ve tasvirlerle övmüştür: Mevlânâ güzelliğin gül b ah çes in d e ledün ilminin meyvesini veren düzgün bir fidandır (71. beyit). Tıpkı Hz. Peygam ber gibi, edebinden, yokuş aşağı iniyorm uşçasına önü ne eğik olarak yürür. Bu

durumu şair, aynı zamanda dalları meyve yüklü bir ağacın başını toprağa

e ğ m e sin e benzetir (72, 73. beyit). Tatlı sözlü ve güzel ahlaklıdır (74. beyit). Lütuf bir ülke olarak tasavvur edilir ve Mevlânâ da bu ülkenin padişahıdır.

Bakışı daim a yumuşaktır (75. beyit). Velilik ikliminin şahı, keramet m eyda­nının kahramanıdır (76. beyit). Hz. Peygamberin varisidir. Şeriatın m eşalesi, tarikatın yol göstericisidir (77, 78. beyit). Marifet bahçesin in bülbülü, haki-

Erdem

119492007

Page 129: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > Z e h r a G Ö R E

120

Erdem

2о49 kat çimenliğinin gülüdür (79. beyit). Gökyüzünde ayın ve güneşin dönm esi M evlânâ’nın s e m a ’ını görüp vecde gelm elerinden dolayıdır. Müşteri yıldızı, gece ve gündüz saad et arayışı içindedir. Mevlânâ’nın güzelliğini düşünmeyi kendine iş edinen Zühre yıldızı, daim a inlemektedir ve bu yüzden yakıcı nağ­m elerle göğün çalgıcısı olmuştur. Uşşâk ve nevâ makam ından nağm elere başladığında da gökyüzü de şevkle s e m a ’a başlar (81-86. beyitler). M esnevi’ si esrar incileriyle dolu bir deryadır. Her bir beyti m ana ikliminde irfanın sü sü ­dür. Onun bir okyanus gibi olan zatında bunlar ancak bir katre m e s a b e s in ­dedir (87-89. beyitler). O, bir Allah âşığıdır bu s eb e p le ne kadar övülse la­yıktır. Âlemlerin övüncü olan Peygam berin varisi ve onun sırlarının m ahre­midir (90, 91. beyitler). Bu benzetm elerle M evlânâ’ya övgüde bulunan Lutfî M u ham m ed Efendi Mevlânâ’nın can kuşunun 6 0 4 ’de dünyaya geldiğini ve 6 7 2 ’de cennet b a h çes in e uçtuğunu sözlerine ilave eder (92-93. beyitler).

Bu övgülerin devamında ise M evlânâ’yı övmekte aczini dile getiren şair, onun vasıflarının sözle anlatılamayacağını, övgüsünün kağıtlara sığm aya­cağını belirtir ve duaya başlar. Mevlânâ’nın yardımını iki c ihanda kendisine rehber etm esi, imanını saklam ası ve P eygam ber’in şefaati için Allah’a niyaz­da bulunur. Allah’ın inayetiyle de eserini H.1100/M. 1688’de tamam ladığını söyler (96-107. beyitler).

Lutfî M uham m ed Efendi, H ilye-i H azret-i M evlânâ adlı eserinin son bölü­m ünde ise, eserini sunmayı düşündüğü devrin sadrazamının övgüsünü yapar. Allah’tan, sadrazamın devletinin devamını dileyerek başladığı bu kısımda şair, M evlânâ’nın hilyesini yazarak Hz. İsâ’nın nefesini yâd ettiği­ni söyler. Övgü incilerini saçarak, M evlânâ’nın hilyesini açıkladığını belir­tir. Eseri "yeni" sıfatıyla nitelendiren Lutfî M u ham m ed Efendi, hiç kimseye onu ist insah e tm ek üzere vermediğini söyler. Onun bu sözünden hareketle incelem eye çalıştığımız H ilye-i H azret-i M evlânâ’n ın müellif hattı olduğuna hükmedilebilir. Cevher kıymetinde gördüğü eserini kimseye teslim e tm ed i­ğini ve onun kıymetini anlayacak gerçek sahibini beklediğini söyleyen şair, Allah’a ham d ederek, sadrazamın varlığıyla bu sahibi bulduğunu ifade eder. Hiç vakit kaybetm eden eseri ona ithaf eder. Lutfî M uham m ed Efendi, cö ­m ert yaratılışıyla bilinen, zatı övgüsünden daha yüce olan büyük sadraza­mın, m akamında kıyamete kadar devamlı o lm asını Allah’tan dileyerek eseri­

ni tam am lar (108-120. beyitler).

SonuçLutfî M u ham m ed Efendi, H ilye-i H azret-i M evlânâ adlı eserinde M evlânâ’nın hem dış görünüşünü hem de iç a lem inin özelliklerini, yaygın olarak Hz. Peygam berin vasıflarını anlatmakla kullanılan hilye türünün kalıpları için­de anlatmıştır. Edebiyatımızda özellikle Mevlevi şairler, sayısı az olmakla

Page 130: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ4Lutfî Muhammed Efendinin “ Hilye-i Hazret-i Mevlânâ” sı f i

beraber, Hilye-i Mevlânâ adı altında anılan eserler vermişlerdir. Bununla birlikte M evlânâ’yla ilgili eserlerde onun bedeni hususiyetleri üzerinde fazla durulmamış, onun; "Hamdım, piştim, yandım." sözüyle özetlediği, insan-ı kâmil o lm a yolundaki çabası anlaşılm aya çalışılmıştır .

Erdem

1 2 1492007

İBTİD Â KERDEN -İ TEVH İD-İ HUDÂ

1 Hamd ol padişeh-i danaya

O hudavend-i cihan-araya

2 K i Beni Âdemi mümtaz itdi

Hüsn-i hulkile ser-efraz itdi

3 Didi şanında “lekad kerremna”*

Habbeza fazl u kerem lutf u ‘ ata

4 Suret ü ma‘ nide tekrim itdi

Mazhar-ı “ahsen-i takvim” itdi**

5 Kodı farkında külah-ı ‘ izzet

Hilye-i behceti kıldı hilkat

6 Vech-i hubanı iden hüsnile mah

İtdüren ‘ aşıka ah-ı can-gah

7 Pertev-i hüsni tecellasıdur

Lem‘ a-i nur-ı dil-arasıdur

8 Nurı pervanesidür müştakan

Hüsni dil-dadesi oldı haşan

9 Lutfı deryasına yok hadd ü kenar

Genc-i ihsanına yok ‘ add ü şümar

M EDH-İ ÂN HAZRET-İ SULTÂN-I RÜ SÜL

10 Dahı şad-dürr-i tehaya-yı bihin

Salavat-ı şeref-ayin-i güzin

11 Hazret-i mefhar-ı mevcudatun

A ‘ ni nazende-i kurb-i zatun

* İsrâ, 17/70: " Andolsun biz, âdemoğullarını onur ve üstünlükle donattık,** Tîn, 95/4: " Biz insanı gerçekten en güzel bir biçimde yarattık."

Page 131: Erdemi - akmb.gov.tr

VErdem

/ > Z e h r a G Ö R E

2007

1224^ 12 İde işar o hudavend-i enam

Ravza-i sidre-nişanına müdam(2a)13 İde ta kim bu felekler devran

Devr ide ta meh ü mihr-i taban

14 Oldı hallak-ı cihana mahbub Şübhesiz hazret-i Hakka matlub

15 ‘ İzzetiyle o rasul-i ekmel O şehinşah-ı nebiyy ü mürsel

16 Çakeridür anun ey merd-i güzin Cümle-i ehl-i sema ehl-i zemin

17 Âl ü aşhab-ı kirama zi-derun Çok selam ola ki hadden birun

18 İtdiler din-i mübine hıdmet Oldı her birisi haş-ı ümmet

19 Kim ki ol zümre-i pake ez-dil İktida itdi bi-şıdkın kâmil

20 Reh-i din içre hidayet buldı Sahib-i ‘ izz ü sa‘ adet oldı

B  ‘ İS-İ D‘ İY E -İ MANZUME

21 Sebeb-i hilye-i sımt-ı kelam Böyledür dinle gel ey nigu-nam

22 Gördüm ol hazret-i Hakanmün Hüsn-i nazmın o şeref-ayinün

23 K i nebi hazretinün midhatini Nazm-ı ra‘ naya komuş ziynetini

24 Dahı Cevri-i sa‘ adet-eserün Tarz-ı inşasın o hayr-encerün

25 Vaşf-ı aşhab-ı rasule himmet Eyleyüp buldı anunla devlet

26 Hem Neşati-i server-asarun Şi‘ r-i zibasını ol hoş-karun

27 Enbiya na‘ tini ba-hüsn-i kelam Silk-i tahrire komuş b i’l-ikram

28 Düşdi nageh hevese bu dil-i zar Ya‘ ni vaşf itmekiçün bir dil-dar

Page 132: Erdemi - akmb.gov.tr

29

30

31

32

33

34

35

36

37

38

39

40

41

42

43

44

45

(3a46

Lutfî Muhammed Efendinin “ Hilye-i Hazret-i Mevlânâ” sı

Hemçü ney nale iderdi her an Âteş-i ahile oldı suzan

Didüm ey dil neden oldun nalan Suziş ü derdini itme pinhan

Didi ey garka-i bahr-i ‘ işyan Böyle bi-hude gezer m i insan

Hem-dem-i şahid-i ‘ aşk pak ola Şevk-ı bezminde giriban çak ola

Sıdk u ihlaşile çün Mevleviyan Eyle meydan-ı suhanda devran

Hilyesin hazret-i Mevlananun Nazm ile ol güher-i ra‘ nanun

Na‘ t-h'anide suhan-perdaz ol ‘ Andelib-i gül-i bag-ı raz ol

Hilyesin sende Celalü’d-dinün K ıl teberrük o kerem kanınun

Oku ayin-i senasın cana Hüsn-i evşafını eyle inşa

Guş idince bu kelamı dilden Ya‘ ni hem-razum olan bi-gıllden

Ârzu oldı bana leyl ü nehar Vaşf-ı ferhunde-i oüsn-i dil-dar

Oldı bu veçhile dilde h'ahiş Eyledüm ben dahı sa‘ y u kuşiş

Ta muradum bu ki ey nigu hu Sebeb-i ‘ afvüm ola bu tek (ü) pu

Ne olam ben ki diyem midhatini Böyle gani nesebün rütbetini

Ne ola zerre-i naçiz ü hakir K i ide hüsnini şemsün takrir

Evliya bezmine oldı daver Etkıya cem‘ ine oldı server

Ne liyakat ola bende hala Zerreden de dahı dunam amma

Nazar itseydi eger ol dara Zer olur mermer ü seng-i hara

Page 133: Erdemi - akmb.gov.tr

VErdem

/ > Z e h r a G Ö R E

2007

12449 47 Himmet-i paki olur rah-nüma

‘ Âşık-ı şadıka ba-lutf-ı Huda

48 Nur-ı tevfik-i refik oldugı dem Başladı şevkile güftara kalem

HİLYE-İ HAZRET-İ MONLÂ HÜNKÂR

49 Hilyesin hazret-i Mevlananun Dinle pirayesin ol sultanun

50 Eyleyen anı şeha zib-i kitab Yazdı bu resme niçe lafz-ı şavab

51 Levn-i simasını ol Rabb-i mecid Guyiya kılmışidi verd-i sepid

52 Nur-ı vechini o şahun her gahDidi gördükde mih(i)r “şey l i ’llah”’

53 Levh-ı pişanisi idi ruşen Mesela oldı açılmış susen

54 Nur-ı kudsi ile ol tolmışidi Gıbta-averde-i bedr olmışidi

55 Şekl-i ebrusı idi hemçü hilal Böyle nakş itdi hakim-i müte‘ al

56 iki mışra‘ - ı siyeh levn idi ta Matla‘ -ı hüsne olup zeyn-efza

57 İttişal üzre degil ol kaşlar Hoş-nüma idi o ‘ ali-manzar

58 Bekledi hüsni sarayın guya Karşu karşu iki hacib mesela

59 Oldı vasi‘ ol iki çeşm-i humar Mest iderdi göreni ey hüşyar

60 Ne ziyade şaru idi ne siyah Dil-ruba idi o gözlerde nigah

61 Reşk iderdi Hoten ahusı eger Çeşm-i şahanesine kılsa nazar

(3b)62 Mushaf-ı ruyı içinde anun

Bini-i paki o ‘ ali-şanun

* Şey lillâh: "Allah için bir şey"

Page 134: Erdemi - akmb.gov.tr

63

64

65

66

67

68

69

70

71

72

73

74

75

76

77

78

(4a79

80

Lutfî Muhammed Efendinin “ Hilye-i Hazret-i Mevlânâ” sı

Hub u mevzun elif-i sim-endam Böyle nakş itdi diyen ehl-i kelam

Ne telahhum idi ruhlar ne nahif Nev-şükufte gül idi vech-i latif

Hatt-ı şeb-rengi dahı oldı latif Cedd-i a‘ lası gibi üsti nahif

Subh-ı didara idi zinet-dih Şöyle ki oldı görenler valih

Ger siyeh reng idi disen kabil Lik fi’l-cümle şaruya m a’il

Nam-ı elkama idi hem çü rasul Cümle a‘ zası latif ü makbul

Lahm-ı cismi vesatü’l-hal idi hem ‘ Aşk bahş itdi o oat-ı hurrem

Dahı bi-muy idi cism-i ziba Sim-i sara gibi idi cana

Gülşen-i hüsne nihal-i mevzun Mive-i ‘ ilm-i ledünnle meşhun

Münhanice ideridi reftar K i odur hulk-ı habib-i muhtar

Meyli arza ider agşan-ı nihal Olsa ger mive ile mal-a-mal

Birr-i güftarı halavetli idi Cümle ahlakı melahatli idi

Milket-i lutfun olup padişehi D a’ima hilmile idi nigehi

Şah-ı iklim-i velayetdür ol Merd-i meydan-ı kerametdür ol

Oldı ol varis-i sultan-ı rüsül Yeridür dirlerise varis-i kül

M eş‘ al-efruz-ı şeri‘ atdür o mah Reh-nüma idi tarikatde o şah

Devha-i ma‘ rifetün bülbülidür Çemenistan-ı hakikat gülidür

Oldı şehzade-i Sıddik-ı ‘ atik K i odur mefhar-ı kevneyne şadik

Page 135: Erdemi - akmb.gov.tr

VErdem

/ > Z e h r a G Ö R E

2007

12649 81 Görüp ayinini şemsile kamer

Döndiler vecde gelüp şam u seher

82 Müşteri kevkebi her şubh u mesa Oldı cuya-yı sa‘ adet cana

83 Neyyir-i hazret-i Mevlanadan Şems-i kadr ü şeref-i monladan

84 Nakşınun fikri olup Zühreye kar Dem-be-dem eylemede nale vü zar

85 Guyiya mutrıb olup her şeb ü ruz Eylemekde neğamat-ı pür-suz

86 Faşl idince niçe ‘ uşşak u neva Şevkile girdi sema‘ a sema

87 Dürr-i esrarile pür bir derya Mesnevisidür anun ey dana

88 Mülk-i ma‘ nada ma‘ arif ziver Göre her beyti anun bir kişver

89 Bahr-ı zatına göre ol katre Katre amma ki beraber bahre

90 Medh ü vaşfı ne kadar olsa seza Oldı zira ki o ma‘ şuk-ı Huda

91 Varis-i hazret-i fahr-i ‘ alem Harem-i sırr-ı rasule mahrem

92 Şeş şad u çar deh ol mürğ-ı cinan Tutdı dünya kafesi içre mekan

93 Altı yüz yetmiş ikisinde niyaz Eyledi bağ-ı behişte pervaz

94 Dinle ey kilk-i za‘ if ü kaşir Reh-i medhinde anun fatirdür

95 Niçe çabük-rev-i meydan-ı suhan

Dahı ser-baz-ı diliran-ı suhan(4b)96 Bunca ‘ aczile nedür bende mecal

Anı ta‘ rife ideyim bast-ı makal

97 Vaşfı imla vü beyana şığmaz Medhi evrak-ı ‘ ayana sığmaz

98 İdelüm şahn-ı du‘ ada devran Eyleye na-geh icabet Mennan

Page 136: Erdemi - akmb.gov.tr

99

100

101

102

103

104

105

106

107

108

109

110

111

(5a)112

113

114

115

Lutfî Muhammed Efendinin “ Hilye-i Hazret-i Mevlânâ” sı

K ıla eltafını hem-dem o latif Bula dil-h'ahmı Lutfi-ı za‘ i f

Çakeri hazret-i Mevlananun Nazm iden na‘ tını ol sultanun

Mesela kemter-i evladı anun ‘ Aciz ü ahkar-ı evladı anun

Eyle ya Rab mededüni yaver Dü-cihan içre Hudaya rehber

Cümle h'ahişlerine vaşıl kıl

Harem-i vuşlata hem dahil kıl

Sakla imanını ya Rab d a’im Z a ’il olmakdan anı ya K a ’im

Dahı divan-ı nübüvvet şehinün A ‘ ni ol taht-ı risalet şehinün

Cümle-i ümmetine kıl ihsan Kaşd u h'ahişlerini ya Rahman

Lutf-ı hakkiyle olup sa‘ y-ı benam Buldı bin yüzde bu name dahı nam

MİDHAT-İ SAD R-I K ER İM Ü ’L-AHLAk

Sadr-ı vala-gühera cud-ı vera Devletün eyleye da’im Mevla

Nazm ile hilye-i Mevlanayı Eyledüm yad dem-i ‘ İsayı

Eyleyüp nesr-i le ’ali-i medih Hilyesin eylemek ile taşrih

Eser-i himmet ola güheri İtdi tabende bu nigu haberi

Gerçi ol dürr-i giran kadr-i ferid Oldı ziver-dih-i levh-i tesvid

Lik tebyiz ile ol nev-eseri İtmedüm kimseye ‘ arza nazarı

Virmedüm ol güheri talibine İntizar üzre idem şahibine

Hamdü li ’llah ki gelüp vakt-i sürur Sahibin buldı o zibende zuhur

Page 137: Erdemi - akmb.gov.tr

VErdem

/ > Z e h r a G Ö R E

2007

12849 116 Turmayup eyledüm ithafa kıyam

Sadr-ı pakize-dile bala kiram

117 Habbeza şadr-ı mu‘ azzam ki müdam Kerem-i tab‘ ile meşhur u benam

118 Zatı midhatden anun ‘ alidür O kumaşı alamam ğalidür

119 Dide-i hayr-ı du‘ a ile heman Bana layık ana olmak nigeran

120 Ta-be-haşr ide şadrında mukimO cihan-darı Hudavend-i kerim

Kaynaklar bidin P aşa (1324), Tercüm e ve Şerh-i M esnevi-i Ş erif (E sk i Yazı), C. I, İstan bu l: M ahm ud

Bey M atb aası, K ütüphane-i İrfan.

Ahm ed Eflâkî (2001), Ariflerin M enkıbeleri I, (Çev. Tahsin Yazıcı), İstanbu l: M EB Yayınları.

Ayan, H üseyin (1981), Cevrî, H ayatı, E d e b î Kişiliği, Eserleri ve D ivanının Tenkidli M etni, Erzu­

rum: A tatürk Ü niversitesi Yayınları.

Bayraktar, İbrahim (1990), Hz. P eygam berin Şem âili, İstanbu l: Se h a Yayınları.

Erke, Ülkü, "H erkes Kendi M ev lana'sın ı Çiziyor", w w w .aksiy on .com .tr /d etay .p h p % d = 2 3 0 3 L

Füruzanfer, Bediüzzam an (1963), M evlâna C elâleddin (Çev. F. Nafiz Uzluk), Şark İslâm

K lasikleri İçin Yardım cı E serler: 2, İstan bu l: M illi Eğitim Basım evi.

G enç, İlhan (2000), E srar Dede, Tezkire-i Ş u arâ -y ı M evleviyye, Ankara: AKM Yayınları.

H orata, O sm an (1998), E srar Dede, H ayatı-E serleri, Ş iir D ünyası ve Divanı, Ankara: Kültür

Bakanlığı Yayınları.Karahan, A bdülkadir (1967), "Eski Edebiyatım ızda M evlânâ Sevgisi", Çağrı, C. 12, K on­

ya, s.5-7 .

K ur'ân-ı Kerîm ve A çık lam alı M eâli (1993), (hzl. H ayrettin K aram an vd.), Ankara: TDV Y a­

yınları.

Lutfî M u ham m ed Efendi, H ilye-i H azret-i M evlânâ, Atıf Efendi Yazm a E ser K ütüphanesi,

Nu: 2256.

M uallim Naci (1995), L u g at-i N aci, İstanbu l: Çağrı Yayınları.

Pakalın, M eh m et Zeki (1971), "Hilye", O sm anlı Tarih D eyim leri ve Terimleri Sözlüğü, İs ta n ­

bul: M EB Yayınları, s. 842.

S ip eh sa lar Feridun b. A hm ed (1331), R isa le -i S ipehsalar ve M en âk ıb -ı H azret-i H ü daven di-

gar (M. B ah ârî T ercü m esi), D er-saadet.

Şe m sed d in Sâm i (1317), K âm û s-ı Türkî, D er-saadet: Çağrı Yayınları.

Uzluk, Ş e h a b e ttin (Tarihsiz), M evlânâ'nın R essam ları, Konya: Konya Halkevi Güzel S a n a t­

lar K om itesi Yayınları.

Uzun, M u stafa (1998), "Hilye", TDVİA, C. 18, İstan bu l: TDV Yayınları, s .44-47 .

Ünver, İsm ail (1986), N eşâtî, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

Yılmaz, K âşif (2001), G ü ft îve Teşrifatü'ş-Şuarâsı, Ankara: AKM Yayınları.

Ziya, Şakir (1943), H azret-i M evlânâ, İstan bu l: A hm et Sa it M atbaası.

Page 138: Erdemi - akmb.gov.tr

Mesnevî'de Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve

Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması

H üsey in GÜLLÜCE*

ÖZM evlânâ'n ın en ön em li ve en büyük eseri o lan M esnevî, İslâm ve in sa n ­

lık tarih in in en faydalı ilim ve kültür hazin elerind en biridir. Bu değerli

eserin d e M evlânâ, çok zengin bilgi ve tecrü b elerin i, eşsiz d ehasıy la çok

yararlı ve cazip b ir şekilde okurlarına sunm aktadır.

M esn ev îy i cazip ve unutulm az kılan en ön em li üslûp özellik lerinden

birisi de on u n "tem sîlî an latım m etodu " dediğim iz birtakım çekici

hikâye ve tem sille rle konuyu an latm asıd ır. Bu m eto t say esin d e konu

bir yandan d aha iyi bir şekilde an laşılırken , ö te yandan akılda d aha

kalıcı tesirler olu şturm aktadır.

M esnevî, aslın d a K urân âyetleri ile Hz. P eygam ber'in had islerin in açık­

landığı ve özetlend iği İs lâm î b ir eserd ir. O nu iki kelim e ile en iyi bir ş e ­

kilde özetleyen "Mağz-ı K urân/Kurân'ın Özü" ifad esi de bu gerçeği açık

bir şekilde ifade etm ekted ir. A ncak on u n bu görevini yerine getirirken

yukarıda faydalarına işaret ettiğ im iz te m s îlî an latım m eto du nu kullan­

m ası, d iğer İs lâm î kitap lardan farkını ortaya koym aktadır.

A n ah tar K elim eler: M evlânâ, M esnevî, üslûp, tahkiye, tem sil, K urân.

ABSTRACTT he M etho d of Sym bolic Expression in M esnevi, and the Explanation of th e V erse s of th e Quran with Stories and

Sym bolic Expressions

M ev lana's m ost fam o u s and im p ortant study, M asnevi is o n e of th e

m ost b e n e fic e n t cu ltural, h isto rica l and scien tific treasu re. M evlana,

in his study M esnevi, su bm itted h is ex p erien ces, know ledges with his

u n equ alled ab ility in an a ttractiv e style.

O ne of th e M esnevi's sp e cia l featu re is th e m eth od of sym bolic exp ­

ression . M evlana, exp lains th e s u b je c ts w ith sto r ie s and sym bolic exp-

* Yrd. Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, / ERZURUM, e-mail: [email protected]

Page 139: Erdemi - akmb.gov.tr

H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

ressio n s. W ith th is m ethod , th e su b je c ts are u n d erstood in th e mind b e tte r and m ore effectively.

E ssen tia lly M esnevi is th e b o o k w hich exp lain insid e th e v erses of th e Q uran and P ro p h et's had iths. U tterance of "Pure o f the Q u ra n " , su m ­m arized th e M esnevi and th is u tteran ce is a truth exp ressio n a b o u t M esnevi. M esnevi's d ifference from o th er Islam ic bo ok s is, a s rem arked above, th e u se of m eth od of sym bolic exp ressio n in b e s t way.

Key W ords: M evlana, M esnevi, m anner, story, sem b o lic exp ression ,Q uran.

Girişevlânâ (1207-1273), insan olm anın m ana ve ehem m iyetini kavrayan, bu alandaki birikimini kıymetli eserleriyle, b ilhassa M esnevî siyle in­sanlara armağan bırakan, insanlık tarihinde yetişm iş nâdir âlim ve

âriflerden biridir.Mevlânâ’nın ismini e b e d î kılan ve eserlerinin en önem lisi olan M esnevî,

Mevlânâ tarafından birçok vasıflarla anıldığı halde edebiyatımızın nazım türlerinden "Mesnevî" tarzında yazıldığı için bu adla anılm ış ve yazıldığı tarzdan başka bir ad verilm em iş altı cilt halinde ve 26 .660 beyitten meydana gelm iş "fâilâtun fâilâtun fâilun" vezniyle yazılmış manzum bir eserdir. Dünya dillerinin birçoğuna çevrilmiş, birçok defalar şerh edilmiş, birçok intihaplara e sa s teşkil etmiştir. Mevlânâ, Farsça olan bu eserinin ilk 18 beytini kendi­si kalem e almış, geri kalan kısmını söylemiş, halifesi Hüsâm eddin Ç elebî yazmıştır.1

Şark İslâm edebiyatında çok üstün ve eşsiz bir yeri olan ve bize bütün doğu kültür mirasını şiir halinde sunan M esnevî, İslâm dünyasında mukad­des bir kitap edasıyla karşılanmış ve sevilmiştir .2

M esnevî nin ilham aldığı asıl kaynak hiç şüphe yoktur ki K urân-ı K erim ’ dir. Mevlânâ bu büyük esrinde K urân-ı K erim 'e ve onu tebliğ eden Hz. M u ham ­m ed (sav)’e derin bir anlayış ve inanışla bağlıdır. O kadar ki, M esnevîyi şiir ve hikâye sanatı ile ve Mevlânâ tarzı bir duygu ve düşünce üslubu ile ifadelen­miş, K urân-ı Kerim 'in "manzum tefsiri" diye karşılamak mümkündür. Mevlânâ, M esnevî vasıtasıyla öğrettiği Allah’a varma yollarını, K urân'd a n âyetler geti­rerek, Hz. M u h am m ed ’den hadisler hatırlatarak ve bunları derin anlayışlarla açıklayarak tanıtm ıştır .3

1 Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1971, I,313; Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ Celaleddin, İstanbul 1985, s. 268; Şefik Can, Mevlânâ Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, İstanbul, 1995, s. 373.

2 Gölpınarlı, Mevlânâ Celaleddin, s. 269; Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I,313.3 Bkz. Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I, 314.

Erdem

13050

2008

Page 140: Erdemi - akmb.gov.tr

Mesnevîde Temsîl? Anlatım ve Hikâye veTemsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması \ f

İsmail Ankaravî, M esnevî Şerhi’nin başında şöyle der: "M esnevî kitabını K urân

tefsirleriyle nebevî hadislerden m eydana gelen iki denizin birleştiği bir yer (m ecm au ’l-bahreyn) yapan Allah’a ham d olsun."4

İyi bir İslâm alimi ve M esnevî uzmanı olan Ankaravî’nin sözlerinin m anası şudur: Mesnevî, Y üce R a b b ’ın kelâmı olan K urân-ı Kerim 'in bir tefsiri ve hadis-i

şeriflerin, bir şerhi mahiyetindedir. Âyetlerden, onların tefsirlerinden ve ha­dislerden alınmıştır. Ancak, M esnevî nin asıl yazılış gayesi; müritler ve hak yolcuları için bir rehber ve irşat kitabı o lm ası nedeniyle bilinen ve m ütearef tefsir ve hadis kitaplarından farkı vardır.

M esnevî nin nasıl bir kitap olduğu ve K urân-ı Kerim ile olan ilgisi bizzat M esn ev îd e şöyle anlatılır:

"M esnev înin sözlerin in su retine bakarsan bu, su ret eh lin i sapıtır; m ana

eh lin i ise h id âyete erdirir.

K u rân 'd a da 'bu K urân bazılarını h id âyete ulaştırır, bazılarını sapıklığa

düşürür’ bu yrulm uştu r."5

"Her dükkânın başka bir m etaı, başka bir kârı vardır. M esnevî de, hayırlı

yokluk dükkânıdır."6

"Bil ki! M esnevî vahdet dükkânıdır. V ah d etten başka onda ne varsa

pu ttur."7

"Ey m anevî denize su sam ış o lan ! M e s n e v îd e n tarafa gel!

O ndan yana gel ki, her an M es n e v îd e sa d ece b ir m ana denizi

görürsün."8

Ayrıca M esnevî okuyana göredir:"Her kim M esn ev îy i m asal diye okursa, on u n için m asaldır. Her kim de

kendisinin halini bu k itapta görürse o kim se m erttir.

M esnevî Nil suyu gibidir. K ıptilere kan görünm üştür. M u sa’nın kavm ine

ise, kan değil sudur."9

Mesnevî, Hak ilhamıyla yazılmıştır."Bu ne yıldız, ne rem il bilg isi, ne de rüya tabiridir. Bu Hak vahyidir.

D oğrusunu A llah d aha iyi b ilir ."10

131502008

Erdem

4 İsmail Ankaravî, Şerh-i Mesnevî-i Şerif Şerhi, İstanbul 1289, I,1.5 Mevlânâ, Mesnevî, VI,658 vd./VI,672 vd. M esnevîden verilen dipnotlardaki rakamların ilk bölümü

Mesnevî’nin Reynold Allen Nicholson (Tahran, 1925-1933) Tahkiki ile yayınlanmış olan baskı­nın cilt ve beyit numaraları, ikinci bölüm ise Amil Çelebioğlu’nun Nahîfî’nin Manzum Mesnevî Tercümesi’nin sadeleştirilmesindeki cilt ve beyit numaralarıdır.

6 Mevlânâ, Mesnevî, VI,1528/VI,1542.7 Mevlânâ, Mesnevî, VI,1531/VI,1550.8 Mevlânâ, Mesnevî, VI,67 vd./VI,67 vd.9 Mevlânâ, Mesnevî, IV,32 vd./IV,32 vd.10 Mevlânâ, Mesnevî, IV,1853./IV,1873.

Page 141: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i H ü s e y i n G Ü L L Ü C E'V

132

Erdem

50 Mesnevî, K u rân ’ın Mevlânâca bir sufi (işârî) tefsiridir. Hatta M uham m ed İk- 2008

bal: "O ki, Pehlevî (Farsça) dili ile K urân yazmıştır."11 dediği ve işaret ettiği M esnevî de tefsirle ilgisi olan birçok hikâye ve tem sil lere yer verilmiştir. Hatta aslının olmadığı besbelli olan, fakat öğüt bakımından değerli olan hikâyeler anlatılmıştır . Hikâyelerin gerçekliği değil, onlardan alınacak ibret ve ders­ler gaye edinilmiştir. Tem silî ve hikâye yoluyla öğüt, ruhu daha çok etkiler, insanın dikkatini daha çok çeker.12 Bu bakımdan Mesnevî, biri diğeri içinden çıkarak katmer katmer açılan ve birbirini yorumlayan bir hikâyeler dem eti halinde gözükmektedir.13

M esn ev îd e Mevlânâ, insanlann akıllarının kavrayacağı bir tarzda konuşur. Buna rağmen onun bu üslubu dalgalı bir deniz gibi değişkendir. Bazen aklî delillere, mantıkî kurallara dayanırken, bazen dinî naslara, tasavvufî üslûba, bazen de kelâmî m etotlara göre anlatır. Bu arada, zâhiri latîf, hoş olan, haki­katte birçok manalar taşıyan nice hikâye ve m isaller su nar .14

Mevlânâ M esnevî s inde çokça kullandığı bu tem sîl î anlatım (hikâye e tm e ve misal getirme) m etodu, bu üslûbun tesir bakımından daha etkili ve faydalı oluşundandır.

M esnevî asıl itibarla, hikâye ve tem sillerle , insanın yaratılış gayesinden, m ahiyetinden ve akıbetinden b ahsed en bir kitaptır. O, bu hususları açıklar­ken, zaman zaman aklî ve mantıkî kurallara yer verse de filozofların eserleri gibi verilere dayanmaz. Bilakis M esn ev îy e göre bu hususlar akıl ve felsefeyle çözülemez. Onun her zaman ve her hususta dayandığı tem el kaynak, hiç şüphesiz K urân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerdir. Öyleyse K urân âyetleri ve had is­ler birtakım hikâye ve tem sil lerle açıklanıyor demektir. Evet M esnevî nin tefsir yönünü incelerken, birçok hikâye ve temsilin , bazı âyetlerin manasını açıkla­dığını görmekteyiz. Diğer bir ifade ile, birçok âyet ve hadis, M esn ev îd e hikâye ve tem sil lerle açıklanm ış ve bu hikâyeler tefsirlerle iç içe sunulmuştur. Bize göre bu çeşit tefsirler, yalnız ilmî ve mücerret bilgilerle yapılan tefsirlerden hem çok daha iyi kavranır, akılda kalır, hem de çok daha faydalı ve etkili olur. Zaten K u rân ’ın kendisi de birçok önem li hususları, birtakım tarihî, sosy o lo ­jik ve psikolojik hikâye ve tem sil ler le anlatm a ve kavratma yoluna gitm em iş

11 Abdülkadir Karahan "Mevlânâ’da Çağımızın Sorunlarına ve Dertlerine Uygun Cevaplar" (Dr. İkbal’in Pir ve Mürşit Şiirinden Yararlanılarak), Uluslararası İkinci Mevlânâ Semineri Bildirileri, An­kara 1977, s. 28.

12 Süleyman Ateş, İşari Tefsir Okulu, Ankara 1974, s. 244.13 Nezihe Araz, "Çağdaş Kavramların Işığında Bazı Mesnevî Hikâyelerinin Yorumu", Uluslararası

İkinci Mevlânâ Semineri Bildirileri, s. 16.14 İnâyetullah İblâğ el-Afganî, Celâleddin er-RûmîBeyne's-Sûfiyye ve Ulemâi'l-Kelâm, Beyrut 1407/1987,

s. 58.

Page 142: Erdemi - akmb.gov.tr

Mesnevîde Temsîl? Anlatım ve Hikâye veTemsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması 'V

midir? Öyleyse Kurân'ın Özü (M ağz-ı K u rân ) olarak anılan M esnevî nin de bu yolu tercih ve takip e tm esi de çok doğal bir husustur.

I. T em sîl î Anlatım M eto d u n u n Eğitim v e Ö ğretim deki Yeri v e Ö nem i

Bir konunun daha iyi an laşılm asına ve akılda kalmasına faydası olan tem sîlî

anlatım tahkiye ve tem sil m etodu, K urân-ı K erim ’d e de ziyadesi ile kullanılan bir üslûptur. Nitekim kıssa ve darb-ı m eseller K u rân ’ın yarıdan fazlasını m ey­

dana getirm ektedir.15 Hatta K urân-ı K erim ’in bu yönü tefsir usûlü kitaplarının müstakil bir bölüm ünü oluşturmuş, son zamanlarda da akadem ik ça l ışm a ­lara konu olmuştur.

K urân-ı K erim ’d e deyimler, temsiller, ve tarihî kıssalar şeklinde karşımı­za çıkan bu üslûp K urân-ı K erim ’in en etkileyici üslûp çeşitlerinden biridir. Metafizik alemleri, mücerret (soyut) konuları bazı hikâye veya misal yoluyla

m ü şah h as (som ut) olarak anlatmak, o hususların kolaylıkla anlaşılm asına

büyük ölçüde yardımcı olur. M isallerden ibret alınm asını öğütleyen K urân

bunu birçok âyetinde belirtir. M esnevî nin bu tem sîl î üslubuyla da ilgili oldu­

ğu için tahkiye ve tem sil m etodunun önem ini belirten bazı âyetlerin m ea l­lerini buraya alm ak istiyoruz:

"And olsun, biz sen d en ö n ce n ice peygam berler gönderdik. O nların ki­

m inin k ıssasın ı san a anlattık , kim isininkini de a n la tm a d ık ." (M ü’min,

40/78).

"Ey R esû lü m ! İşte o m em lek etlerin b aşların a gelen lerd en bazılarını

san a a n la t ıy o r u z ." (A’râf, 7/101).

"Ö nceki peygam berlere a it hab erlerd en , kalbini kendisiyle te sp it (ta t­

m in) ed eceğ im iz her türlü sünü san a k ıssa o larak a n la t ıy o r u z ." (Hûd,

11/120).

"San a en güzel kıssayı a n la t ıy o r u z ." (Yûsuf, 12/3).

"O nların k ıssaların ı san a gerçek olarak a n la t ıy o r u z ." (Kehf, 13/18).

"Ey M u ham m ed! İşte san a bö y lece g eçm işin m ühim h ab erlerin d en kıs­

sa k ıssa n a k le d iy o ru z ." (Tâhâ, 20/99).

" . Ey R esû lü m ! Kıssayı on lara an lat, belki düşünü r ibret alırlar." (A’râf,

7/176).

"G erçekten on ların k ıssaların da selim akıl sah ip leri için b ir ibret var­

d ı r . " (Yûsuf, 12/111).

"And o lsu n ki biz, in san lar için bu K u rân 'd a her türlü m isald en örnek g e ­

tirdik. Y em in ederim ki sen on lara başka bir âyet de g etirsen o kâfirler:

'Siz yalancılard an b aşkası d eğilsin iz .’ d iyecekler. İşte b ilm eyenlerin

kalplerini Allah böyle m ühürler." (Rum, 30/58-59).

133502008

Erdem

15 Suat Yıldırım, Kurân-ı Kerim ve Kurân İlimlerine Giriş, İstanbul 1989, s. 105

Page 143: Erdemi - akmb.gov.tr

H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

Erdem

13450

2008"And o lsu n ki, biz bu K u rân 'd a insan lar için her m isa ld en n ice türlüsünü

açıklam ışızdır. Fakat in sa n la n n çoğu kabu lden yüz çevirm iş ve inkârı

seçm iştir." (İsra, 17/89)

"And o lsu n gerçekten biz in san lara ibret o lacak her türlü m isali bu

K u rân 'd a açıklam ışızdır. İn san ise çek işm ed e her şeyd en ileridir." (Kehf,

18/54)

"Bu tem sille r yok mu, işte biz onları in san lar için veriyoruz, gerek ki,

düşü nsü nler."(H aşr, 59/21).

"H em bu m isa ller yok mu, biz on ları in san lar için veriyoruz. Bununla

b e ra b er on lara (m isallere) a lim lerd en başkası akıl erdirem ez." (Anke-

but, 29/43).

K urân'd a çok önem li ve faydalı gayeler için geçm ekte olan hikâye ve m i­

sallerin aynı zam anda nefisleri terbiye eden, karakterleri düzelten, hikmet

ve edep öğreten ahlakî boyutları da bulunmaktadır. Bu hikâyeler, bazen di­

yalog, bazen de bir tiyatro üslubu, bazen komedi, bazen trajedi şeklinde

korkutucu, uyarıcı, müjdeleyici olarak karşımıza çıkar. Son peygam ber Hz.

M u ham m ed (s.a.v) ve onun üm m etinden ö n ce geçen peygam berler ve o n ­ların ümmetleri, başka halklar ve onların yöneticileri K u rân ’ın m u hatapla ­

rına ders ve ibret olsun diye anlatılmıştır . Allah ve peygamberinin em ir ve yasaklarına itaat edenlerin, dürüst ve Allah’ın rızasına uygun yaşayanların

güzel hallerinden, iyi akıbetlerinden; asi olan ve sapıklık yapanların kötü hallerinden ve su-i akıbetlerinden haber verilir. Böylelerinin ülkelerinin n a ­

sıl harap olduğu, kendilerinin ne acıklı azap ve felaketlerle kahr-u perişan

oldukları üm met-i M u h am m ed ’e ders ve ibret olm ası için zikredilmiştir. B ü­

tün bu bilgiler hakîm âne bir üslûp açık ve net bir şekilde e d e b î cüm lelerle ve

sanatkarâne bir tarzda sunulmuştur. B öylece insanların güzel ahlaklı o lm a ­

ları, iman edip sâlih am el işlemeleri, yollarını ve gidişatlarını düzeltmeleri, anlatılan kıssa ve m esellerd en faydalanmaları öğü tlenm iştir .16

K urân-ı K erim ’in icazının bir bölümü olan bu üslûp, s a d ece bizlere bir ta ­

kım tarihî olayları nakletmek, g eçm iş hadiseleri aktarmak için değil, gerçek­ten olm uş ve olm ası mümkün vakalarla bizleri uyarmak, eğitm ek ve olgun­

laştırm ak için yer alm ıştır .17

16 Muhammed Ahmed Câde el-Mevlâ, Muhammed Ebu’l-fadl vdğr., Kasasul-Kurân, 7. Baskı, Mı­sır, 1381/1962, Mukaddimeden.

17 Muhammed Mahmûd Hicazî, el-Vahdetü'l-Mevdûiyye fi'l-Kurâni'l-Kerîm, Mısır, 1390/1970, s. 282­283. Konuyla ilgili olarak daha geniş bilgi için bkz. M. Sait Şimşek, Kurân Kıssalarına Giriş, İs­tanbul, 1993, s. 67 vd.; Sadık Kılıç, Mitoloji, Kitab-ı Mukaddes ve Kurân-ı Kerim, İzmir, 1993, s. 238 vd.; İdris Şengül, Kurân Kıssaları Üzerine, İzmir, 1994, s. 189 vd.; Şehmus Demir, Mitoloji, Kurân Kıssaları ve Tarihî Gerçeklik, İstanbul, 2003, s. 71 vd.

Page 144: Erdemi - akmb.gov.tr

Mesnevîde Temsîlî Anlatım ve Hikâye veTemsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması 'V

Görüldüğü gibi K u rân ’d a da bu üslubun birçok ulvî gayeler için önem i b e ­

lirtilmiş ve tatb ik edilmiştir. Bu üslubun kullanılışının sebepleri, daha önce

de belirttiğimiz gibi gaybî konuları, zihinlerin anlayacağı şekle sokmak,

m ücerret im anî konuları m ü şah h as hale koymak, ğayb alemini (metafizik)

şeh âd et (fizik) alemiyle birleştirmek, aynı zamanda bir hususu teşvik veya

nefret ettirm ek gibi hususlardır.18

Bu üslubun dinleyicinin dikkatini çekmek, ifade üslubunu renklendirmek,

bir konunun zihinlerde kalmasını sağlamak, dinleyicinin hissiyatını h are ­

kete geçirip mevzu ile ilgisini kuvvetleştirmek gibi başka önem li tesirleri de

vardır.19 Bir üslubun faydasını S u at Yıldırım şöyle özetlemektedir:"Fikrî tem asların ın ciddiyeti içind e m u h atab a m esa j u laştırm ak e k se ­

riya kabil olm az, bu durum larda m uh atap b ir d irenm e h alet-i ruhiye-

si iç in e girer. Halbuki fikir, duygu içind e eritilm iş o larak sunu labilir.

Bundandır ki bü tü n ed eb iy at eserleri, an latm ak istedikleri gerçekleri

be d â h et h aline getirirler. Su n u lan fikirler aklen isp atlanm aya lüzum

kalm aksızın m u h atab a m al ed ilir."20

Gayesi hususunda ise Yıldırım kısaca: "Kurân’ın indiriliş maksatlarını

gerçekleşm ektir."21 diyerek kıssaların önem ini belirmektedir.

Hikâyelerin, masalların, temsillerin bütün dünya edebiyatlarında önemli

bir yeri vardır. Türk edebiyatında da m asalın önem i şu sözlerle belirtilmiş­

tir:"M asallar gerçek üstü olaylara dayanır. Bununla b e rab er bunların iç ­

ten içe yürüyen b ir özü ve gerçek bir yönü vardır. Bundan dolayı usta

m asalcılar: 'M asal deyip geçm eyin ; kökleri vardır g eçm işte ; dayanır d u­

rur dağ gibi... Dalları vardır üstüm üzde; yeşerir, g ider bağ g ib i’ derler.

G erçekten m asal m otifleriyle, a ile ve top lu m y aşan tıların a a it n ice nice

gerçekler sezdirilm ektedir. O layların akış ve o lu şu n d an ibret gözüyle

faydalı d ersler ç ıkarılab ileceğ i gibi, kahram anların tutum ve d avranış­

ları da, insan lara on ların ruh ve karakterini tan ım ak fırsatın ı kazandı­

rabilir. Çünkü m asaldaki kahram anlar b irer sem b o l, in san m isali birer

varlıktır. Kurtlar, kuşlar, ağaçlar, taşlar, peri, dev gibi hayali k işiler yeri­

ne göre insan gibi düşünür, insan gibi davranırlar... İnsan gibi iyilik de

yaparlar, in san gibi kötülük d e ."22

135502008

Erdem

18 Abdulmecid el-Beyânûnî, Kurân'da Darbu'l- Emsâl, Beyrut 1411/1991, s. 67-70.19 el-Beyânûnî. 78 vd.20 Yıldırım, s. 106.21 Yıldırım, s. 106.22 Selçuk Kantarcıoğlu, Eğitimde Masalın Yeri, İstanbul 1991, s. 16.

Page 145: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i H ü s e y i n G Ü L L Ü C E'V

136

Erdem

50 II. M e s n e v î ’d e T em sîl î Anlatım M e to d u2008

M esnevî nin en önem li özelliklerindin biri hiç şüphesiz ondaki hikâye ve m i­

sallerin bolluğudur. Ancak M esn ev îd e geçen hikâyelerin bazısı o lm uş tarihi hikâyeler, bazısı da fabl türünden alegorik hikâyelerdir. Manzum olarak ka­lem e alınm ış olan bu hikâyelerin sonunda ahlakî, im anî ve İslâm î öğüt ve dersler verilmiştir. Bu tür hikâyelerde insanlar arasında cereyan eden olay­ları hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar arasında geçiyormuş gibi g ö s te re ­rek bu yolla insanlara güzel ahlakı telkin etmek, ibret dersi vermek, örnek

göstermek, ya da bir düşünceye, olaya güç kazandırmak am açlanmıştır . Aynı

amaçları gözeten K u rân ’d a da hikâye ve misallerin büyük bir yer tutm ası M esn ev îy e örnek olmuş; Mevlânâ bu özelliği yine K u rân ’d a n almıştır.

Bilindiği gibi Kurânî ilimlerden biri de Kurân’daki kıssalardır. K u rân ’d a

büyük bir yekun tutan birçok kıssa ve tefsir nice fayda ve gayeler için zik­redilmiştir. Biz o faydaların bir çoğundan bî haber olarak onları bir roman hikâye ve m asal gibi okur geçeriz. Mevlânâ, M esn ev îs in d e bu kıssalardan bo l­

ca bahsed erek o faydalardan bizi haberdar e tm ek ister. Bu gayeyle o ölçüde yer verir.

Mevlânâ bu kıssaların K u rân ’d a geçm esin in , sıkça tekrar edilm esinin s e ­

beplerinden birisinin de, bizim o hikâyelerden ve o hikâyelerde geçen in­sanların başlarından geçenlerden ibret alıp, onların durumuna d ü şm e m e ­miz ve uyanmamıza seb e p oluşturm ası için olduğunu söyler. Zaten bizim,

"ümmet-i m erhum e" oluşumuzun önemli bir özelliğinin de bu olduğunu,

onların yerine bizim ön ced en gelm em iz durumunda, bizim acı akıbetimizin sonrakilere ibret olacağına, bizlerin zararlı, sonrakilerin karlı çıkacağını b e ­

lirtmektedir. Halbuki bu n im et en fazla Hz. M u h am m ed ’in üm m etine nasip olmuş, dolayısıyla üm met-i m erhum e olm uştur demektedir.

Mevlânâ, kıssadan maksadın h isse alm ak olduğunu, hikâyelerin zahirine

ve zatına bakarak, gerekli ibret almayı ve kendimizi m u h a seb e etmemizi

unutm am am ız gerektiğini söyler ve der ki:"Beyan olunan hikâyenin sureti olup ve o surette sureti anlayabileceklere

onların tasavvur aynalarına göre söylenmiştir. Bu hikâyenin hakikatini b e ­yandan söz m ahcup olur ve arife bir işaret kâfidir."23

Bu kıssaların K u rân ’d a g eçm esin in önem ini de şöyle ifade eder:"Sen avam ın so h b etin d en kelâm u llah k ıraatine k açacak olursan ,

en biya-ı izam ın ruhlarıyla aşin a lık peyda ed ersin . K urân enbiyanın hal

ve evsafıdır. Enbiya ise, derya-ı pak-i kibriyânın balıklarıdır.

23 Mevlânâ, Mesnevî, V,1891’in başlığı - V,1900’ün başlığı.

Page 146: Erdemi - akmb.gov.tr

Mesnevîde Temsîlî Anlatım ve Hikâye veTemsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması

Erdem

137K u rân 'ın em irlerin i kabul etm eksizin onu okursan , kendini p eygam ber- 50

2008ler ile velileri görm üş, (am a on lardan fayd alanm am ış) farz et.

K u rân 'ın em irlerin i kabul ve ta tb ik ed ersen , k ısas-ı enbiyayı okudukça,

ten kafesi can kuşuna dar g elm eye b a şla r."24

O, K u rân ’d a kıssaların birer num une olduğunu söyler demiştik. Buna ör­

nek olarak da şunları demektedir:"Dünyada yüz b in lerce İb lis ve B e l’am gibileri vardır ki, on ların halleri

de gerek gizli, gerek aşikar böyledir.

Bu ikisi d iğerlerine şah it (ibret) o lsu n diye Allah bunları m eşhu r kıldı.

Allah bu iki hırsızı yüksek ve m anevi b ir d arağacına astı ve teşh ir etti.

Y oksa kahr-ı ilah iye uğram ış, lakin cezaları tecil ed ilm iş pek çok hırsız

vardır.

Bu ikisinin (ve kıssalardaki d iğerlerin in) perçem in i şeh re götürdü, yani

on ların ceza görm üş olduklarını halka gösterd i. Yoksa, kahr-ı ilah î m ak­

tu llerin in sayısı sayılam az (bunlardan ibaret değild ir)."25

K urân, kıssaları bir gaye için aktardığı gibi, Mesnevfdeki hikâyeler de bir

gaye ve konunun açıklanm ası için zikredilmiştir. Bu hususa çok güzel ve çar­

pıcı bir örnek uzun olduğu için buraya alınm amakla birlikte, yerinden okun­

makta çok fayda vardır.26

Kurân’daki m eseller de böyledir. Nice hikmet ve faydalar için konulmuş

olan darbı m esel ler ve m isaller ehli iman ve insaf için hidâyete ve im anları­

nın kem aline vasıta olurken, ehli küfür ve zalimler için de, dalâlet ve küfürle­

rinin artm asına seb e p olmuştur. Nitekim: K urân-ı K erim ’d e :"M uhakkak ki Allah, b ir sivri sin eği h a tta on u n b ir üstü nünü m isal g etir­

m ekten çekinm ez. İm an ed en ler b ilirler ki, o m utlaka rab lerind en gelen

bir hakikattir. İnkara sap lan an lar ise, Allah bö yle bir m isal ile ne m urat

e tm iş derler. (Allah) on u n la bir çoklarını şaşırtıyor, b ir çoklarını da yola

getiriyor. Halbuki on u n la şaşırttık ları yalnız fasıklardır" (Bakara, 2/26)

buyrularak bu durum belirtilmiştir.

Mevlânâ K u rân ’ın , bazılarının hidâyetine, bazılarının sapıklıklarının a rtm a­

sına s e b e p o lm asının bir yönünün, K u rân ’ın kötülükleri nehiy e tm esi oldu­

ğunu söyler:

"M enedilen şeyi yapmayan kimdir?" "İnsan yasaklanan şeyi yapmaya ha­

ristir" denmiştir.

"Nehiy, takva sahiplerini ondan uzaklaştırır ama, nefsine tabi olanları da,

24 Mevlânâ, Mesnevî, I,1537 vd./I,1601 vd.25 Mevlânâ, Mesnevî, I,3307 vd./I,3407 vd.26 Bkz. Mevlânâ, Mesnevî, III,2600 vd./III,3612 vd.

Page 147: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i H ü s e y i n G Ü L L Ü C E'V

138

Erdem

2o50 aksine teşvik eder. B öylece nehiy birçoklarını sapıtır, gönlü uyanık olanlar da onunla hidâyete erer.

Ehli güvercin, kamıştan ürkmez. Belki ondan, hevesine tabi yabani güver­cinler kaçar."27 Mevlânâ, yukarda geçen âyeti vererek, kendi misallerinin de öyle olduğunu belirtir:

"Benim beytim (şiirim), beyt (ev) değil bir ülkedir. B en im hezlim (şakam,

fıkram) hezil değil bir talimdir."28İşte Mevlânâ, Kurân’daki kıssa ve m esel le re bu gözle bakar ve kendisi de

bu am açla M esnevî’de birçok hikâye ve m isallere yer verir.29

27 Mevlânâ, Mesnevî, VI,3665 vd./VI,3690 vd.28 Mevlânâ, Mesnevî, V,2498’in başlığı /V,2506'nın başlığı.29 M esnevîde âyetlerin tefsiri sadedinde bazı İsrailî haberlerin de geçtiğini görmekteyiz. Bu tür

rivâyet ve haberlerin M esnevîde bulunmasının ve bunlarla âyetlerin açıklanmasının sebebi hiç şüphe yok ki yine âyetlerin, birtakım hikâye, masal ve temsillerle açıklanmasının sebe­biyle aynıdır. Daha önce geçtiği gibi Mevlânâ, her neye baksa Hakk’ın kudretini ve kelâmının doğruluğunu görmekte, her neyi işitse yine Yüce Allah’ın sözlerinin yüceliğini duymaktadır. Bu yüzdendir ki o, en basit ve günlük bir hadiseden dahi en ciddi ve en zor dini ve tasavvufi bir gerçeğe yol bulmakta ve örnek getirmektedir. onun bu husustaki rehberi Yüce Allah’ın "Muhakkak ki Allah, bir sivri sineği hatta onun bir üstününü misal getirmekten çekinmez." (Bakara, 2/26) âyetidir. Ona göre önemli olan gayedir. Vasıta geçicidir, gayeye götürdükten sonra pek önemi kalmaz. Bu nedenle âyetlerin anlaşılması ve onlardan ibret alınması için İsrailiyattan da faydalanmakta ve onlara yer vermektedir. Nitekim eğer bu rivâyetlerin İslâm’a ters düşen hususları yoksa onları rivâyet etmekte bir mahsur yoktur. Zaten peygamberimiz bu tür rivâyetlerin elde geçerli bir delil olmadan ve İslâm’a ters düşmedikçe ne tasdik ne de tekzib edilmemesini tavsiye ettiği bilinmektedir. Ayrıca, her sözün manasına, her hadisenin gayesine önem veren Mevlânâ gibi insanlar bu rivâyetlerin zahiri kısımlarına değil de, onlar­dan elde edilecek faydalara önem vermekte, zahirle fazla uğraşmamakta oldukları da unutul­maması gereken bir husustur.Mesela Mevlânâ bir gazelinde:"Tatlıyı, yağlıyı aşktan ye, aşkla ğıdalan da kanatların çıksın uçmaya kudretin olsun.Çocukken Halil, mağarada parmağından süt emerdi ya,Hadi bunu bırak bir yana, ana karnındaki çocuk, âb-ı hayatı kandan emerdi ya.Feleğin dümdüz ettiği o boyu posu, sonunda gene felek, yay gibi büker, iki kat eder.Fakat aşkın verdiği boy pos uzar gider. Arşı da geçer.Hayır, sus, sırları bilen hazır-nazırdır. 'Şahdamarından da yakınız o (insan)na biz’ demiştir." (Mevlânâ, Divan-ı Kebîr, IV, 181).İkinci beyitte, Hz. İbrahim (as)’ın doğumundan ve mağarada saklanıp yıldız, ay ve güneş hak­kındaki sözlerinden bahseden âyetlerin tefsiri mahiyetinde olan bir İsrailî haberden, onun mağarada parmağından süt emerek büyümesinden, dolayısıyla bir çok âyet ve onların İsrailî haberle tefsirinden bahsedilmesiyle, onun tefsirine örnek görüyoruz.Üçüncü beyitten de anlaşıldığı üzere Mevlânâ’nın İsrailiyata pek güvenmediğini, ancak konu­nun açıklanmasına yarar sağladığında nakledilmesinde bir beis görmediğini anlıyoruz.Bu dediklerimizi onun şu sözleri de desteklemektedir:"Ey dünya perest olan gafil, Firavun’da olan kötü ahlak tamamıyla sende de mevcuttur. Lakin senin ejderhan kuyuda mahpustur.Vah yazık ki Firavun’a dair söylenilen sözlerin hepsi senin ahvalindir. Sen onları Firavun’a atfetmek istersin.

Page 148: Erdemi - akmb.gov.tr

Mesnevîde Temsîlî Anlatım ve Hikâye veTemsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması

У4\ f

M esnevî üslubunun en bariz özelliği "el-mecâzu kantaratu’l-hakîka"30 üslu­buyla, tahkiye ve tem sil m etoduyla yazılmış olmasıdır. Bu üslubu Mevlânâ ile ilgili çalışm alarda büyük bir yeri olan Gölpınarlı şöyle izah etmektedir:

" . Zam anın bü tün b ilg ilerin i en ince noktalarına kadar bilen , birkaç

dile sah ip olup bü tü n şairleri okum uş bu lunan; bu nlarla b e ra b er fev­

kalade seyyal bir zeka, çok ince ruh, eşs iz bir vecd, örneksiz bir aşk,

em salsiz bir seziş ve bu luş kabiliyetinin ; n eşen in , coşkunluğun, hay­

ranlığın, h ü lasa bü tü n bir m ana alem in in m ü m essili o lan M evlânâ,

M esnevî’yi söylüyor, zihninde b a h isler bah isleri kovalıyor, bu b a h islere

uygun hikâyeler hikâyeleri hatırlatıyor, söz bu su retle uzayıp gidiyor.

Bir hikâyeyi anlatırken hikâyedeki bir insan veya hayvana söz sö y letm e-

ye başlıyor, fakat d erhal söz söyleyen kendisi oluyor. M evlânâ bü tün

coşkunluğuyla başlad ı mı; o b a s it hikâye b ird en bire can lanıyor, artık

kelim eler a te ş ve gözyaşı haline g e l iy o r . Derken M evlânâ biraz kendi­

sin e g e lin ce hikâyede sad eliğ e dönüyor. Bu harikulade tahkiye tarzı; bir

şerh le , hikâyenin ruhi tahliliy le b iterken , h a tta bazen b itm e d en yeni bir

b a h se g irilm esi icap ediyor, ilk hikâye yarıda bırakılıp başka b ir b ah se ,

o b a h se uygun b ir başka hikâyeye geçiliyor, o hikâye b itm e d en araya

bir ruhi tahlil, derken başka bir hikâye, d aha başka d iğer b ir hikâyeye

giriyor, neden so nra ilk hikâyeye dönülüyor. Bu su retle b ir hikâyeye

bir kaçkere döndüğü, fakat her d ö n ü şte b itirem eyip başka başka ba-

139502008

Erdem

Senin kötü ahvalinden bahsederlerse canın sıkılır, hoşuna gitmez, başkasından söz ederlerse (o zaman da) sana masal gibi gelir.Mel’un nefis seni ne kadar harap ediyor ve sana pek yakın olan nefsin seni Allah’tan nasıl uzaklaştırıyor.Senin nefis ateşini parlatmak için, Firavun’un ateşine atılan odun atılmamakta. Yoksa o nefis de Firavun gibi ateş saçar halkı yakardı." (Mevlânâ, Mesnevî, III, 976 vd.)Kıyamete kadar Musa ve Firavun’dan numune vardır. Kandil ayrı olmakla beraber hidâyet nuru başka değildir. Bu çanak yani içinde zeytin yağı bulunan yağdanlık ile fitil başkadır. lakin onun verdiği aydınlık başka değil Allah tarafındandır.Eğer içinde yağ yanan kandile bakarsan yolunu kaybedersin. Çünkü şişelerde (lambalarda) ikilik vardır.Eğer nura bakarsan ikilikten de, mütenahi olan adet kaydından da kurtulursun.Ey varlığın hulasası olan insan! Mümin, ateş perest ve Yahudi’nin ihtilafı, manaya değil de sûrete bakmalarından ileri gelmiştir." (Mevlânâ, Mesnevî, III, 1256 vd.)Mevlânâ’nın Kurân'daki kıssalar ve İsrailî haberlere bakış açısını da yansıtan bu beyitler onun zahir yerine manaya ne denli önem verdiğini zahirle uğraşmadığını göstermektedir. onun İsrailî sayılabilecek rivâyetlere yer verip onlarla âyetleri tefsir edişine örnek olarak, Hz. Musa ve sihirbazların müsabakasından bahseden âyetlere (Bu âyetler, A’raf , 7/113 vd.; Yûnus, 10/80; Tâha, 20/70; Şu’arâ, 26/38 vb. âyetlerdir) yaptığı tefsir gösterilebilir. (Bkz. Mevlânâ, Mesnevî, III, 1081 vd.)Kanaatimizce Mesnevî'de, İsrailiyatın tefsir sadedinde kullanılmasında, bu sebeplerden dolayı yadırganacak bir taraf yoktur. Kaldı ki, bu yerler Hz. Musa ve diğer peygamberlerin kıssaların­dan bahseden âyetlerle ilgilidir. Ahkam,itikat gibi hususlarla ilgisi yoktur.

30 "Mecâz, hakikatin köprüsüdür."

Page 149: Erdemi - akmb.gov.tr

H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

Erdem

14050

2008hislere daldığı ve ilk sözü, ilk hikâyeyi ned en sonra bitirdiği var. Araya

Ç eleb i’nin su alleri, kend isin in o su a llere verdiği cevaplar, günlük ve

a le la d e vakalar b ile g i r iy o r ."

M esnevî salikler için yazılmıştır. Dinî inanışlar, tasavvuf esasları , b ilhassa

"Vahdet-i Vücud - varlık birliği" fe lsefî tahlil edilmekte, m ünasip hikâyelerle,

K urân kıssaları anlatılmaktadır. Her bir hikâye, telkin edilm ek istenen fikre

tatb ik olunmaktadır. Bu arada Mevlânâ, basit fakat düşündürücü ve b ilhas­sa buluş kabiliyetini gösteren deliller getirir örnekler verir, an latm ak is te ­

diği şeyi apaçık bir hale koyar, hatta gülünç ve bazen açık hikâyeler bile söylem ekten çekinmez. Zaten divanındaki bir gazelinde, "Benim gülünç şey­ler söylem em , gülünç şeyler, söylem iş olmak, eğlenmek, eğlendirm ek için

değil, öğretmek, halkı neşelendirip, an latm ak istediğimi anlatm ak içindir."

der.... Yalnız şunu da unutm am ak lazım; M esnevîyi bir bütün olarak kabul ettiğimiz takdirde de ondaki basitliğin, coşkunluğun, ihmalin, tertipsizliğin, kemalin ve noksanın, hülasa bin bir türlü tezahürün kudretli bir ahenk için­

de muazzam bir birlik meydana getirdiğini göreceğiz.31

Bu üslûbu, Sem ih a Ayverdi şöyle anlatır:"Felsefe tarihinin ihtiva ettiği çeşitli tefekkür sistem lerini büyük ölçüde

aksettiren M esnevî, kinâyeler ve mecâzlar içinden koku veren bir hakikatler zinciridir ki, Mevlânâ Celaleddin Rumi, bütün bu gerçekleri son d erece bü­

yük bir ustalıkla kitabın içine yerleştirmiştir. Öyle ki, hem en hiçbir didaktik ese re nasip olmayan ve sanatlı ve m u h teşem söyleyiş yedi yüz senedir bahtlı

bahtsız, âlim cahil, müm in kâfir, yoksul gani, muzdarip ve m u htaç kütlelere

vahdet inanışını, iman heyecanını, Allah aşkını, tarife sığmaz bir tanrı saçısı gibi cöm ertçe bezletmiş, sanatla el e le vermiş, hikmetli ve coşkulu üslubu ile de sebil sebil dağıtmıştır.

M esnevî hikâyeleri, insanoğlunun dikkatini hakikatler üstüne çekm ek için

hazırlanmış latif birer tuzaktır. Bizzat büyük velinin dediği gibi, bunlar bağ­ların, bostanların etrafını çeviren dikenli çitler gibidir, ta ki yanından ve e t ­rafından geçenlerin eteklerine takılıp kendine çeksin. B öylece de bir zaman olsun hakikatlerin üstünde duraklatsın.

Avrupa’da en önem li Mevlânâ ve M esnevî uzmanlarından olan Eva de Vit­ray Meyerovitch, M esn evîy i iyi an lam ak için şunları tavsiye eder:

"M evlânâ fe lse fî dilin, birtakım teknik ifad elerin in ve kelim elerin in tu za­

ğına d ü şm ed en (m etafiziği) fevkalade b ir h arek etle an latm akta , hikâye

etm ekted ir. O nu tam olarak an lam ak için güçlük, onun ifade şekliyle

31 Gölpınarlı, Veled Çelebî İzbudak’ın Mesnevî Tercümesinin Önsözünde, İstanbul 1988, C-V.

Page 150: Erdemi - akmb.gov.tr

Mesnevîde Temsîlî Anlatım ve Hikâye veTemsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması

Erdem

141ünsiyet kurmak ve bir tek hikâyede ve bazen bir tek cü m led e aynı anda 50

2008birçok konunun işlend iğin in b ilin cin d e olm ak zaruretid ir."32

Buraya kadar M esnevî deki tahkiye ve tem sil m etodunun sebeplerini açıkla­

dık. Şimdi de bu hususta M evlânâ’nın kendi dediklerine kulak verelim:"M aksat k ıssad an h isse alm aktır, yoksa san a m asal an latm ak d eğ il."33

"Eyvahlar o lsu n ! Bu nlar hep sen in hallerindi. Hayalin F irav u n ^ gitti, on a a it sandın ,San a sen d en b a h sed in ce sıkılır, başk asın ın h ikâyesin d en se hoşlanır-

"M u sa’nın (as) an ılışı gönülleri oraya bağlıyor, bu hikâyeler ö n ce lere a ittir sanılıyor,M u sa’nın an ılm ası hali gizlem ek için. Yoksa on un nuru san a bir reh ­ber.

M usa da Firavun da sen de, bu iki hasm ı n efsin d e ara ."35

M evlânâ bu izahlarla da yetinm ez, bu hu su su g elecek b aşlık altın da

daha da açar:"D inleyenin, Hikâyenin Zahiri Şeklini D inlem eyi İs tem esi S e b eb iy le

Asıl M ananın Kapalı K alm ası:

"O aydınlığın kıskandığı, b an a am an verm ez ki, an la tılm ası gereken sır­

ları söyleyeyim ;Ö nce köpükler hasıl olu r denizi örter, ilkin çekilir, sonra yükselip ken­disin i gösterir.

Şim di m anan ın ne olduğunu d in le : D inleyenin gözü başka yerlerde.

O, m isafir o lan sofiyi m erak e tm ed e, işi tam am en bu sevda oldu.Artık sözü bağ lam ak lazım, ta ki e fsan e , hali an latsın .

Ey aziz, sofiyi su ret san m a. Ne vakte kadar çocuklar gibi ceviz ve üzüm isteyeceksin?

Ey oğul bu ten cevizle üzüm gibidir. Y iğ itsen her ikisini de terk et.

Buna gücün yoksa, Hakk’ın yardım ı, san a dokuz kat gökten yol b u ld u ­rur.

Şim di hikâyenin zahirini d in le , fakat sam and an taneyi ayır."36

Aynı hususa başka bir yerde ise şöyle dikkat çeker:

"Hikâyede manaya, gizli sırlara dair bilgiler var."Bu Dimne ve Kelile tam am en yalan, hiç karga ile leylek dost olur mu?"

32 Mehmet Aydın, "Eva de Vitray Meyerovitch’in Mesnevî Hakkındaki Değerlendirmesi," Yedi İklim, S. 57, s. 96-7.

33 Mesnevî, II,3000/Bu beyit Nicholson’un tahkik ettiği Farsça baskısında yer almamaktadır.34 Mesnevî, III,971, 972/III, 977-978.35 Mesnevî, III,1250-1252/III, 1256-1257.36 Mesnevî, II,194-202/II, 197-205.

sın ."34

dem e!

Page 151: Erdemi - akmb.gov.tr

У4 H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

142

Erdem

2о50 Ey kardeş hikâye bir ölçektir. Ondaki her m ana bir ta n e gibidir.Akıllı kimse m ana tanesini alır. Asla ö lçeğ e aldırmaz."37 Ve şu beyitlerle,

hikâyelerle durumu açıklığı kavuşturarak, hikâyelerin zahirinden başka bir şey düşünem eyenleri Zeyd’in Amr’ı neden dövdüğünü sorana benzetir:

"M um la p ervanenin m acerasın ı duy da bu efsa n en in m anasın ı anla,

İlim leri, sırrı varken aralarında konuşm a yok d em e, yükseklerde uç,

baykuş gibi aşağ ılard a uçm a.

"Ruh han esi" sa tran ç için b ir benzetm ed ir. O, ev kim den o n a g eçti."

söyle!

"Aldı mı, m iras mı kaldı?" d em e. İsted iğin m ana ise sen in için ne s a a ­

det.

N ahivciler, "Zeyd Amr’ı dövdü" derler. B irisi: "Bu kavga, dövüş ne için?

Am r’ın bir suçu var mı ki, ham Zeyd b ir köle gibi on a vuruyor?" dedi.

O na d ediler ki, "Bu söz m ana içindir, m aksat buğdaydır, kap san m a"

Zeyd ve Amr i’rab mevzuudur. O nu kavgaya ham letm ek olm az.

O yine dedi ki: "Ben onu bunu bilm em , Am r’a bu hile, bu zulüm ned en ?

Zeyd onu niçin su çsuz yere dövdü?"

N ahivciler, çaresiz o laya cevap vererek: "Zavallı Amr, "bir vav-ı zaid" ç a l­

m ıştı."

Zeyd bunu öğrendi. Ve onu cezalandırd ı. Çünkü haddini aşm ıştı. H ad­

dini b ild irm ek gerekti" dediler.

O zam an "şim di can d an kabul e ttim " dedi. Eğri an lay ışla , doğru, eğri

görünü r."38

37 Mesnevî, II,3617,3623-3625/II, 3653, 3659-3661.38 Mesnevî, II,3627-3637/II, 3663-3674. Bazı Mesnevî’yı tenkit edenler, ondaki birkaç tane müsteh­

cen hikâyeyi ileri sürüp onun değerini görmek istememektedirler.Fuad Köprülü, bu hususu şöyle izah etmektedir:"Mevlânâ Mesnevî'sinde umumi hayat safhalarını da muhtelif münasebetlerle tasvir etmiş- tir.Tersim ettiği bazı müstehcen hayat safhalarında biraz fazla realist olması, Mevlânâ’nın şahsiyeti ve Mesnevî nin yazılışındaki maksat düşünülünce hiçbir suretle mu’ahaze edilemez." (Köprülü, s. 195-6).Feyzi Halıcı bu konuda şunları söylüyor:"Mevlânâ, kıssalarından sonra hisse alma niyetini, ateşli beyitlerine gerçek söylemek iste­dikleri düşüncelerini nakış nakış işler. Mesnevî'nin bölümleri kimi zaman bilimin, kimi zaman şiirin sınırsızlığına götürür insanı. Bazı kapalı bazı açıkça söyler söyleyeceklerini. "Dinde utan­mak yoktur" kavlince bazı seksî konuları dahi bütün çıplaklığı ile dile getirir, örnek gösterir. Bazen de bilinmeyen ilimlerden, aklın, düşüncenin idrakinden öte duyguları, sergileri söyle­meye koyulur. Bazen de konuyu bırakıverir."Bundan ötesine yol yok, dil yok. Biz yine hikâyemize devam edelim." der. Düşünme ve duyma payını her okuyucunun kendisine bırakır." (Feyzi Halıcı, "Mevlânâ Duyarlığı", Mevlânâ ve Yaşama Sevinci , s. 58-59).M esnevîde müstehcenlik var diyenlere Fadlullah Rahimi şöyle cevap vermektedir:"Mezâk-ı manayı M esnevîden bibahre kalanların gözlerine şu hikâyenin teşbihat ve ta’rifat-ı sûriyyesi eğerçi muğayir-i edep görünecekse de, lâkin biz bu gibilere ne deriz? Tebeyyün et-

Page 152: Erdemi - akmb.gov.tr

Mesnevîde Temsîlî Anlatım ve Hikâye veTemsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması 'V

Temsillerle anlatım a gelince, bu çeşit tefsirlerin, antropomorfizm ile b e n ­zerliği olsa da ondan, son u ç itibariyle tam am en farklı bir m ahiyet arz eder. Çünkü orada, bir olay veya hikâye anlatılır, sonra o olaydaki kahramanlar, açıklanm ak istenen âyetin konularıyla karşılaştırılıp, onları tem sil ettiği söy­lenir. Halbuki bu kısımda, bir veya birden çok âyetin tefsiri mahiyetinde, bazı farklı hikâyeler veya m isaller anlatılarak, sonu çta âyetteki konularla hikâyedeki kahram anlar karşılaştırılmaz ve bir benzerlikten bahsedilemez. Haddi zatında âyetle hikâye arasında direkt olarak bir benzerlik de yoktur. Ancak o hikâyenin anlaşılm ası, mevzu-i bahis olan âyetin anlaşılm asına büyük ölçüde fayda sağlar ve birçok ince ve m ücerret konuların hikâyedeki m ü şah h as hususlarla kavranmasına yardımcı olur. Yoksa hikâye ile âyetin direkt olarak ortak yönü olduğu söylenemez. Nitekim M esnevî nin kendisi bu hususu şöyle belirtir:

"Her dükkânın başka bir m etaı, başka bir kârı vardır. M esnevî de "Hayırlı

Yokluk" dükkânıdır.

Ayakkabıcı dükkânında güzel d eriler vardır. G ördüğün tah ta lar da ayak­

kabı kalıplarıdır.

K um aşçılarda kum aş ve iplikler bulunur. D em ir varsa ancak arşın

(uzunluğu ö lçe n a le t) olarak vardır.

Bil ki, M esnevî, "Vahdet" dükkânıdır. V ah d etten başka onda ne varsa p u t­

tur.

Avamı tuzağa düşürm ek için putu övmek, "onlar kuğulara benzer yüce

kuşlardır."39

övgüsü gibidir.

143502008

Erdem

tirilecek bir hakikatin ehemmiyetine göre bu misüllü teşbihat ve ta’rifat indelürefâ mugâyir-i edep değildir. Mugayir-i edep, mugayir görmektir, deriz. ... Asıl muhalif-i edep ehlullahın hâlât ve kemâlât-ı kuddusiyelerine itiraz etmek ve haddini bilmemektir." (Fadlullah Rahîmî, III, 145).Banarlı ise,"Mesnevf deki hikâyelerin biraz açık saçık sayılanları da vardır. Bunlar çok kere tenkide uğra­mıştır. Mevlânâ’nın realist görüşlerle naklettiği bu gibi hikâyeleri müdafaa edenler, onun bu muazzam eserini çocuklar için yazmadığını söylemişlerdir," demektedir (Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I, 314).Kamil Yaylalı ise Ahmed Avni Konuk’tan şunları nakleder:"Mevlânâ, kendisini herhangi bir şair, bir sanatkar mevkiinde görmeyip, eserlerinin hemen hepsinde irşat ve telkini ve bu yolla hizmeti gaye edindiğini kaydediyor. Ve Mevlânâ’nın şiir söylemeyi, misafirin hatırı için işkembe yıkamaya benzettiğini, ikram kastı gözetildiği takdir­de, onu yıkamaktan nasıl nefret edilmezse, şiirin ve burada geçen açık saçık hikâyelerin dile getirilmesinin de bu zaviyeden mutalaa edilerek tarizde bulunulmaması gerektiğine dikkati çektiğini nakleder." (Yaylalı, s. 109-110).

39 Bu söz Necm suresindeki, "Siz de gördünüz değil mi Lât ve Uzza’yı? Üçüncü olarak da diğer (putunuz) Menat’ı?" (Necm, 53/19-20) âyetlerinin tilaveti sırasında, Şeytan tarafından söylen­miş bu kısmı da müşrikler âyet sanmışlardır.

Page 153: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i H ü s e y i n G Ü L L Ü C E'V

144

Erdem

2o50 Bu söz Necm suresinde geçm işti am a âyet olarak mevcut değildi, imtihan içindi.

O zaman bütün kâfirler secd e ettiler. Hep beraber yere baş koydular. Bundan sonra m ana karıştı. Sen Süleym an’la ol, Ş ey tan ’a bakma hiç!"40 Bu beyitler dikkatle düşünülürse, M esnevî nin asıl konusunun, Allah’ın bir­

liğine hakke’l- yakîn inanmaktan b ahsed en bir kitap olduğu ortaya çıkar. B u ­nunla beraber onda birçok hikâye vardır. Bunlar ise bu konunun an laş ılm a­

sına yardım eden vasıta konulardır. Bir bakıma bu konular, aynı zamanda, herkesin anlayamayacağı ve yanlış anlayıp ya reddedeceği veya sapıtacağı asıl konuyu kamufle etmek, idraki az olanların, tasavvuftan behresi o lm a ­yanların gözlerini boyam ak için anlatılm ış aracı, konu ve hikâyelerdir. G ö­

rüldüğü gibi Mevlânâ, bu duruma bir de K urân ve tefsirden örnek vererek bu durumun dahi anlaşılm ası zor bir konu olduğunu söyler ve Ş ey tan ’ı bırakıp Süley m an’la olmamızı tavsiye eder. Bir başlıkta da şöyle der:

"Beyan olunan hikâyenin sureti olup ve o suret de sureti anlayabilecek­lere, onların tasavvur aynalarına göre söylenm işti . Bu hikâyenin hakikatini beyandan söz, m ahcup olur ve arife bir işaret kâfidir."41

Başka bir başlık arasında ise şöyle açıklama yapar:"Benim beytim, beyit değil bir ülkedir.Ben im hezlim, hezl değil bir talimdir."42Beyt kelimesinde, telvihât (işaret yoluyla anlatm a) sanatlarından tevriye

sanatı yapan Mevlânâ, yine bu duruma işaret etmektedir.Bu kısımda, âyetlerde ki hususlar başka hususlara benzetilm ekte yani

âyetin konusu başka bir konuya tatb ik edilerek ikinci konu açıklanmaktadır. Bir nevi t e ’vil de d em ek olan bu kısımla ilgili sayılabilecek bazı örnekler ge ç ­

tiyse de, burada daha bariz bir şekilde bunu ele alan tefsirlerden örnekler sunm ak istiyoruz. Bunlar:

a. IKurân’d a birçok surenin bir çok âyetinde, nice hikmetler ve faydalar için bahsedilen Musa (as) ve Firavun kıssasını43 Mevlânâ işârî yönden ele alarak bu hikmetlerden belki de en ön em lis ine dikkatlerimizi çekmektedir:

"Musa, Firavun’un sarayında em niyet ve afiyetle yaşıyordu. O, (Firavun)

ise hariçte haksız yere m asu m çocukları öldürtüyordu.

40 Mevlânâ, Mesnevî, VI,1528 vd./VI,1547 vd.41 Mevlânâ, Mesnevî, V,1892’nin başlığında /V,1900’ün başlığında.42 Mevlânâ, Mesnevî, V,2498’in başlığında /V,2506Jnın başlığında.43 Kurân-ı Kerim'in pek çok yerinde bu kıssalar bahsedilmektedir. Mesela, A’râf, Enfâl, Yunus,

İsrâ, Tâhâ, Şuarâ, Kasas, Gâfir, vb. surelerinde birçok âyet bu iki şahıs arasındaki hadiseler anlatılır.

Page 154: Erdemi - akmb.gov.tr

Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması 'V '^Mesnevîde Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve

Bu hal, bir nefis sahibine benzer ki, cesedini beslediği ve nefsini kuvvet­lendirdiği halde, hariçteki bir kimsenin bana düşmanlığı var diye vehme ka­pılır ve,

Bu adam benim düşmanımdır, bana haset etmektedir der. Halbuki ona haset eden ve düşmanı bulunan kendi cesedi yani nefsidir.

Nefis sahibi olan kimse Musa gibidir. Ten ise onun Firavun’udur. Nefis sahibi kimse kendi içindeki nefsi bırakır da düşman nerede? Diye dışarıda aranır.

O nefis sahibi olan kimsenin asıl düşmanı, kendi vücudu içinde naz ve nimetlerle beslendiği halde, dışarıdakilere kin ve düşmanlık gösterir, hiddet ve şiddetle elini ısırır."

Bu beyitlerle Mevlânâ, ilk önce insanı Firavun’a, nefsini de Hz Musa’ya; en büyük düşmanımızı kendi içimizde beslediğimiz bakımından benzetmek­tedir. Nasıl Firavun kendisinin en büyük düşmanını kendi sarayında naz ve nimetler içinde beslediyse; bizler de en büyük düşmanımız olan nefsimizi kendi vücut sarayımız içinde en güzel bir biçimde beslemekteyiz. Daha sonra ise insanı Musa’ya bedeni (nefsi) de Firavun’a benzeterek konuyu sürdürür.

Aynı hususu Divanında şöyle belirtir:"Bütün beden can olsun, her kıl bir canlıya dönsün diye Can Musa’sı, be­

den Firavun’un bıyığını yolar."44Böylece Kurân’da çokça geçen Musa-Firavun şahıslarının hakiki varlıkları

ve kıssaları kesinlikle kabul edilmekle beraber onların ruh ve bedeni de tem­sil ettiklerinden bahsedilmiş olunuyor.

Yine, kendisi peygamberin ziyaret ettiği hasta bir sahabenin ağzından şu benzetmeyi yapar.

"Bu dünya Tîh sahrası gibidir. Sen (Muhammed) Hz Musa’ya benzer­sin, biz ise günahımız dolayısıyla o çölde kalmaya mahkum Beni İsrail gibiyiz"45Hz Musa’nın kavmi Tîh sahrasın yürürler, akşam olunca kendilerini kalktıkları menzilde bulurlardı. Ve derlerdi ki:Yıllarca yol yürüyoruz, nihâyet ilk menzile esir kaldığımızı görüyoruz.Eğer, Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı, bu yol elbette tükenir biter­di.Eğer o gönül, bizden tamamıyla soğumuş ve kırılmış olsaydı, gök sofra­sı yani bıldırcın eti ile kudret helvası bize nasıl nazil olurdu?

Erdeım

145502008

44 Mevlânâ, Divân-ı Kebîr, Çeviren Abdülbaki Gölpınarlı, Ankara 1992, IV,354.45 Mevlânâ bununla: "Allah buyurdu: "Artık orası onlara kırk yıl haram kılındı. Yeryüzünde ser­

sem sersem dönüp duracaklar. Artık o fasıklar kavmine acıma." (Maide, 5/26) âyetine işaret etmektedir.

Page 155: Erdemi - akmb.gov.tr

H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

Erdem

14650

2008Yine Musa bize tamamıyla kırılmış olsaydı, taştan nasıl kaynaklar çıkarve bu amansız çölde ruhumuza nasıl aman verirdi?Belki sofra (maide) yerine gökten ateş inerdi ve bu menzilde bizi ale­viyle yakardı.Anlaşılan Musa bize karşı iki türlü düşünüyor, bazen hasmımız bazen de yarimiz oluyor.Onun gazabı yükümüze ateş saçıyor, hilim ve şefkati ise bizden belâ oklarını red ediyor.Keskin bir gazabın ayn-ı hilim olması nasıl mümkün olur? Ey aziz olan Resulullah, şu hal senin lütfundan nadir değildir.Medh-i hazır yani, birini yüzüne karşı medh etmek vahşettir, ve şeran memnudur. Ondan dolayı Musa’nın adını kasten zikrediyorum.Yoksa senin huzurunda mevcut olmayan birinden, yani Musa’dan bahsetmeyi Musa nasıl layık görür?46

diyerek Hz . Musa’yı Peygamberimize, onun ümmetinin halini bizim halimi­ze, Tîh sahrasını da bu dünyamıza benzetmekte, ortak yönlerini açıklamak-

Ayrı bir yerde ise Hz. Musa’nın asasını bedenlerimize benzetmekte, na­sıl asa yere atılınca mucize gösteriyorsa bedenlerimiz de yere atılınca yani defnedilince ruhlarımız asıl hüviyetlerine kavuşacak ve büyük değişiklikler oluşacaktır.

"Bu beden ağacı, Musa’nın asası gibidir. Musa’ya, 'onu elinden at’ diye emir gelmiştir."47 Ayrıca bu beytin öncesinde ise doğru olmamız isteniyor, eğrilik bedenlerimize, bedenlerimiz de asaya benzetilmekle asayı yani eğri­liği bırak diye bir tevil ve antropomorfizme gidiliyor.48

Başka bir antropomorfizm örneğini ise Yunus (as)un balık tarafından yu­tulmasından bahseden: "Şüphesiz Yunus da gönderilen peygamberlerden­di. Hani bir vakit dolu gemiye kaçıp sığınmıştı. Kura çekti de mağluplardan oldu. O, kınanmış bir halde iken balık onu yuttu. Eğer çok tesbîh edenlerden olmasaydı, muhakkak dirilme gününe kadar balığın karnında kalırdı. Hemen onu sahile attık. O hasta idi. Ve üzerine geniş yapraklı bir bitki bitirdik." (Saf­fet, 37/139-146) âyetlerin tefsiri kısmında vermekte, "Yunus aleyhisselamın balıktan kurtuluşunun sebebi ve ruhun nefisten halâsı" başlığı altında şöyle vermektedir.

46 Mevlânâ, Mesnevî, II,2485 vd./ II,2507 vd.47 Mevlânâ, Mesnevî, IV,3577/IV,3599.48 Asanın yere atılmasını emreden âyetler ise Araf, 7/117; Taha, 20/1969; Necm, 27/10; Kasas,

28/31 âyetleridir. Mesela Tâhâ 69. âyetinde: "Ve elindekini bırakıver. O, onların yaptıklarını yolar yutar. Çünkü onların yaptıkları sadece bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise her nerede olsa felah bulamaz." buyrulmaktadır.

tadır.

Page 156: Erdemi - akmb.gov.tr

M e s n e v îd e Temsîlî Anlatım ve Hikâye veTemsîllerle K urân Âyetlerinin Açıklanması

Erdem

147"Senin Yunus gibi olan ruhun balık karnı gibi bulunan nefsinde pişti 50

2008Allah’ı tesbih etmekten başka onun kurtuluş çaresi yoktur."Eğer Yunus (AS) balığın karnında tesbîh etmemiş olsaydı, halkın bas olunacağı kıyamete kadar orada mahpus kalırdı.Hz. Yunus, ettiği tesbîh bereketiyle, balığın karnından kurtuldu. Tesbîh nedir? "Elestü birabbiküm" gününün alametidir.Eğer ruhun, o tesbîhi unuttuysa, şu balıkların tesbîhini dinle.Basiret gözüyle Allah’ı kim gördüyse o, ehlullahdır. O denizi müşahede etmiş olan da o denizin balığıdır.Bu alem deniz, ceset balık, ruh ise sahib-i hakikatin nurundan mahcup olmuş Yunus gibidir.Eğer o ruh, ceset balığı içinde tesbîh ederse o cesetten kurtulur, yoksa hazmedilip görünmez (yok) olur.Can balıkları bu denizde çoktur. Sen görmüyorsun amma onlar senin etrafında uçuşmaktadır.Onlar kendilerini sana vururlar, gözünü aç ki, onları ayan beyan göre­sin.Balıkları gözünle görmüyorsan, onların tesbîhlerini işitmişsindir.Senin ettiğin tesbîhlerin ruhu sabretmektir. Sabret ki o, doğru dürüst bir tesbîhtir.Hiçbir tesbîh, sabır derecesine denk olamaz. Sabret ki, "sabır ferah ve sürûrun anahtarıdır." buyrulmuştur.Sabır köprü gibi o cennetin sıratıdır. Her güzelin yanında çirkin bir lala vardır.Laladan kaçarsan mülakat ve vuslat yoktur. Çünkü lala, sevgiliden ay­rılmaz.Ey kalbi nazik ve sabra tahammülsüz olan! Sen sabrın zevkini özellikle o Allah’a ulaşmak için sabrın lezzetini ne bilirsin?Yiğit bir adamın zevki muharebede ve harp esnasında ileri, geri atıl­maktır. Namerdin, ahlaksızın zevki ise başka şeyde ve başka taraftadır.Öyle bir ahlaksız göklere kadar yükselse de ondan korkma. Çünkü o, alt tarafın zevkiyle ders almıştır.Öyle bir herif yükseklik tarafına çıngırak çalsa ve çan sesi yukarılardan gelse bile, atını alçaklık tarafına sürer.Dilencilerin bayraklarından niçin korkmalıdır? Zira o bayraklar, bir lok­ma ekmek için vesiledir."49

Böylece ruh’u Yunus (as), cesedi balığa, dünyayı da denize benzeterek, Yunus’un balığın karnında pişip olgunlaşıp sabr ve "La ilahe illa ente süb- haneke inni küntu minezzalimin" tesbîhiyle kurtulduğu gibi, ruhun da ce-

49 Mevlânâ, Mesnevî, II,3136 vd./II,3165 vd

Page 157: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i H ü s e y i n G Ü L L Ü C E'V

148

Erdem

50 set içinde ancak sabır ve tesbîhle kurtulacağını ve bu tesbîhinde "elestü 2008birabbiküm" gününü hatırlamak ve o zaman verdiği sözü tutmak olduğunu açıklamaktadır.50

III. M esnevî’den Hikâye ve Tem sillerle Âyetlerin Açıklanmasına ÖrneklerKonumuza örnek olan hikâyelerin bazısı tarihî, bazısı olmuş, bazısı da olma­mış fakat olması mümkün olan hikâyelerdir. Biz bunlardan birkaç tanesini zikredelim: Birincisi bu hikâye veya olay Mülk suresinin 30. âyeti olan "Eğer suyunuz, derine gider de akmaz olursa, size tatlı suyu kim getirebilir." Âyeti ile ilgilidir. Bu âyet Mevlânâ tarafından şu hikâyeyle açıklanmakta Allah’a imanın pekiştirilmesi istenmektedir.

"Kurân okuyan biri, kitabın yüzünden, yani Mushaf’tan (eğer suyunuz ba­tarsa.... mealindeki) "maukum gavran" âyetini okuyordu.

"Benim gibi fazilet ve marifet sahibi bir zattan başka suyu tekrar menbaına kim getirir."

Mantıkçı, hakir bir feylesof, o sırada mektep yanından geçiyordu.Bu âyeti işitince beğenmediğinden, suyu kazma ile biz getiririz.Biz bel ile yarar, kazma ile kazar ve suyu aşağıdan yukarıya çıkarırız.

(dedi)Gece uyudu. Rüyasında aslan gibi bir yiğit gördü. O yiğit buna tokat attı,

ve iki gözünü kör etti.O feylesofa dedi ki: Eğer sözünde sadık isen gözünün pınarından kazma

ile nur çıkar.Feylesof sabahleyin yatağından fırladı ve iki gözünün görmediğini anladı.

Rüyet (görme) nuru o iki gözden uzaklaşmıştı.Eğer inleyerek istiğfar etmiş olsaydı, çekilip giden nur-u çeşmi, Allah’ın

keremiyle zahir olurdu, avdet ederdi.51Bu hikâyeyle Mevlânâ yukarıdaki âyeti izah ederek, hakiki güç ve kudret

sahibinin Yüce Allah olduğunu, buna itirazın kötü sonuçlar doğuracağını, eğer bir hata yapılırsa bu durumda da inat etmeyip tövbe etme gerektiğini bildirmektedir.

Yine Mesnevî nin beşinci cildinde geçen Gazneli Sultan Mahmud’un hâs nedimi olan Eyaz isimli şahsın hikâyeleri birçok âyetin tefsiri mahiyetinde­dir.

Mesela; "Eyaz’ın çarık ve abasını bir odaya koyup, kapısını büyük bir ki­litle kapatmasından; vezirlerin orada, Eyaz’ın define sakladığını sananları"

50 Mevlânâ, Mesnevî, VI,2307 vd./VI,2327 vd51 Mevlânâ, Mesnevî, II,1634 vd./ II,1650 vd.

Page 158: Erdemi - akmb.gov.tr

M e s n e v îd e Temsîlî Anlatım ve Hikâye veTemsîllerle K urân Âyetlerinin Açıklanması

Erdem

149şeklindeki başlıkla anlatılan hikâye, aslında, "İnsan neden yaratıldığına birbaksın. Atılan bir sudan yaratıldı" (Tarık, 86/5-6) âyetinin tefsiridir.

Bu hikâye özetle şöyledir:Gazneli Sultan Mahmud bir av esnasında yorulup bir Türkmen köyüne

geldi. Çok susamıştı. Bir kapıyı çaldı. Çıkan delikanlıdan su istedi. Delikan­lı sultanı tanımış, terli olduğunu görmüş soğuk su içip hasta olmasından korkmuştu. Bu yüzden sultana "Evde su olmadığını, babasının yakındaki suyu çok güzel bir pınardan su getirmeye gittiğini ve gelmek üzere olduğunu söyledi." Sultan da bekledi. Bu arada teri soğumuş, dinlenmişti. Delikanlı eve girip su getirdi. Bunu gören sultan "Hani baban su getirecekti, sen suyu evden getirdin" dedi. O da, bunu sultanın hasta olamaması için yaptığını söyledi. Bu köy delikanlısının aklına ve tedbirine hayran kalan sultan onun annesini razı ederek, delikanlıyı alıp saraya götürdü. Üzerinde bir posttan ibaret elbisesi ve bir de ayağındaki bir çift çarıktan başka bir şey olmayan bu küçük delikanlıya çok güzel elbiseler giydirerek onu kendine nedim ve dost edindi.

Eyâz ismindeki bu delikanlı aslını unutup, gururlanmamak için, çıkardığı eski deri abasını ve çarıklarını atmayıp kendisine verilen bir odaya koydu ve kapısına büyük bir kilit astı. Her gün o odaya giriyor onlara bakıp "Ey Eyâz bunlar senin postun ve çarıklarındır. Eski halini unutup da sultanın verdiği elbiselere ve geldiğin makama bakarak gururlanma!" derdi.

Onun bu odayı kilitlemesi ve kimseyi oraya sokmaması zaten kendisini kıskanan sultanın diğer adamlarını şüpheye soktu. Bir vezir giderek, sultana, Eyâz’ın kilitli bir odada hazine sakladığını haber verdi. Sultanında şüphe- lenmemekle beraber Eyâz’ın masumluğu ve vezirlerin haksızlıklarını ortaya çıkarmak için o emire "Gidin o kilidi kırın ve hazineyi bana getirin. O nankör nasıl bizden gizli iş yapar, bizim verdiğimiz altın, gümüş ve mücevherleri nasıl bizden saklar" diyerek onlara emir verdi.

Emir yanına epeyce adam alarak o odaya gittiler, kilidi kırıp odayı aradılar. Eski bir posttan ve bir çift çarıktan başka bir şey bulamayınca çok şaşırdılar. Nihâyet hazine, odanın altında gizlidir diye odayı kazmalarla delik deşik et­tiler. Hiçbir şey bulamayan müfteriler mahcup, rezil bir şekilde, toz duman içinde Sultanın yanına çıktılar. Sultan onlara hani altınlar, hani mücevher torbaları, nerede diye sorunca, onlar "Ey cihan padişahı kanımızı döksen sana helaldir, canımızı bağışlarsan da bu bir nimetindir. Ne layık görür­sen onu yap" diye feryat ettiler. Sultan da "Bu kötülük bana değil Eyâz’adır. "O kendi hakkını ister alsın ister bağışlasın" dedi. Eyâz çağırılıp bu durum kendisine anlatıldı ve kararın kendisine ait olduğu bildirildi. Sultan, Eyâz’a güvendiğini fakat vezirlerin küstahlık edip onu hırsız saydıklarını şimdi de

Page 159: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i H ü s e y i n G Ü L L Ü C E'V

150

Erdem

50 onların ister cezalandırılmalarını isterse de affedilmelerini isteyebileceği- 2008ni söyledi. Eyâz da "Sultanım ferman senindir, güneş varken yıldızlar gö­rünmez. Ben kimim ki senin yanında emir vereyim." dedi. Bu sözden sonra Eyaz’ı ve emirleri ikinci bir kez imtihan edip Eyâz’ın imtihanı kazanıp vezir­lerin kaybetmesi üzerine sultan celladı çağırıp bu emirlerin boynunun vu­rulmasını emretti. Bunun üzerine yerinden sıçrayarak tahtın önüne gelen Eyâz Sultan’a saygı ile selam verip şöyle yalvardı. "Sultanım, senin gibi yüce bir sultana gök yüzü bile hayrandır. ey kerem sahibi, bütün cihanın lütuf ve ihsanları senin keremin karşısında mahvolur. Sen onların canlarını bağışla, huzurundan da kovma...Yüzünü görene acı, ayrılık acısını onlardan uzaklaş­tır." Eyâz bu şekilde kendisine haksızlık edenlerin affını istedi.

Mevlânâ bu hikâyenin başında geçen, Eyâz’ın aba ve çarıklarına bakması­nı, yukarıdaki âyetin tefsiri olarak verir ve bir yerde de şöyle der:

"Allah sizin işlediklerinizi ıslah eder."52 Va’di dokuzuncu gökten gönde­rilen bir kimyadır.Beşerin ihtiyarının ve haşmetinin o ezel nurunun ışığında artık bir tesiri olmaz.Onun söz söyleyen aleti bir et parçası, gören gözüyse bir yağ parçası­dır.Ona, kulak iki parça kemikten53 ibaret idrak sahibi kalbiyse birkaç kan damlası,Sen pisliklerle dolu ufacık bir kurtken, cihan meydanına bir tumturaktır saldın.Sen bir damla meniden yaratıldın. Bu "bizlik, benlik" davasını bırak. Ey Eyâz, o eski hırkayı hatırla, nerede?"54

2. Eyâz’ın, aba ve çarıklarını sakladığı kilidi odasında hazine sakladığını söyleyen; müfteri, yalancı emirlerin odasının aranmasından ve Eyâz’ın doğ­ruluğun ve onların yalancılığının ortaya çıkmasından sonraki hallerinin ise, peygamberlerle ve onlara inanmayan onları yalanlayan kâfirlerin, Ahiretteki durumlarından bahseden "O birtakım yüzlerin ağaracağı ve birtakım yüzle­rin kararacağı gün, o vakit yüzleri kara çıkanlara şöyle denecek imanından sonra inkâr mı ettiniz? O halde tadın azabı, ettiğiniz nankörlüğün cezası ola­rak." (Âli Îmran, 3/106).

"Hem o kıyamet günü görürsün ki, Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzleri kararmıştır. Kibirlilerin yeri cehennem değil mi." (Zümer, 39/60) âyetlerin tefsiri olduğunu da şu şekilde başlıkta belirtir:

52 Bu kısım Ahzâb suresinin yetmiş birinci âyetinin başıdır. "Ki o işinizi yoluna koysun ve günah­larınızı bağışlasın. Her kim de Allah ve Resulune itaaat ederse o hakikaten büyük bir kurtuluşa ermiştir."

53 Üzengi ve örs kemiklerini kast ediyor olmalı.54 Mevlânâ, Mesnevî, V,1851vd./V,1859 vd

Page 160: Erdemi - akmb.gov.tr

M e s n e v îd e Temsîlî Anlatım ve Hikâye veTemsîllerle K urân Âyetlerinin Açıklanması

Erdem

151"Hafiyelik edenlerin, Eyâz’ın odasından padişahın yanına elleri boş ve

mahcup dönmeleri ki, peygamberler hakkında kötü zanna düşenler de, onla­rın kötülükten beri tertemiz olmaları zahir olunca buna benzerler. "Yüzlerin ağardığı ve karardığı gün" ve "şu kimseleri görürsün ki onlar, Allah’ı tekzip ettiler, (bu yüzden) yüzleri kapkaradır" âyeti kerimeleri.55 Sonra da bu husu­su hikâyeyle açıklar.56

3. Mevlânâ aynı şekilde "...Kimdir onun izni olmaksızın huzurunda şefaat edecek?.." (Bakara, 2/255) âyetinin tefsiri olarak da; Eyâz’ın sultanın huzu­runda emirlere şefaat etmesiyle açıklamaya çalışır ve

"Padişahın, hafiyelik edenlerin ve odayı açanların tövbelerini kabul etmeyi ve layık oldukları cezanın verilmesini ki, bu kötülük Eyâz’ın ırzına müteallik olmakla ona havale etmesi" başlığı altında şöyle der:

"Padişah dedi ki; "İster affetmek, ister etmemek bana ait değil, bu Eyâz’ın işidir.

Bu kötülük onun namusuna racidir. Bu töhmet yarası onun kalbini yara­lamıştır.

Can bakımından gerçi bir nefisiz ama zahirde bu ziyan benden uzaktır."Kul, bir suç işlese bu şaha ar olmaz. Onun affı ve hilmi himmetinin kema­

lini gösterir.Padişah, suçluya lütuf ederse artık, suçsuza gör nice nazar eder.Sanma ki padişah, sırlardan gafildir. Ancak onun hilmi bunun ortaya çık­

masına mani olur.Onun ilmi yanında kim şefaatçi olabilir? Ancak pervazsızca onun hilmi

şefaatçi olabilir.O günah da önce hilminden hasıl olur. Yoksa onun heybeti, suç işlemeye

bir güç bırakmaz.Birisini öldürenin suçunun kan bahası, akrabasına diyeti padişahın hilmi

üzeredir.O hilim, nefsimizi mest edince şeytan, mestin külahını kapıverir.Hilim sakisi yere bade dökmeseydi şeytan, Âdem’e hile yapamazdı.İlim ile Âdem, meleklerden üstün olmuş ve esmayı öğrenmişken,Cennette hilim şarabını içtiğinden dolayı şeytanın bir oyununa aldandı.Ona, Cenab-ı Hak talim etmiş, onu ârif, bilgili ve nazar sahibi kılmıştır.Ama yine Cenab-ı Hakk’ın hilminin neşvesinin zevki onu hırsıza kandır-

mıştı.

55 Mevlânâ, Mesnevî, V,2081’in başlığı/V,2088'in başlığı.56 Mevlânâ, Mesnevî, V,2081vd./V,2088 vd.

Page 161: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i H ü s e y i n G Ü L L Ü C E'V

152

Erdem

50 Akıl, onun hilmine sığınıp "Saki sen idin elimden tut" der.572008Böylece ahirette, şefaat hakkında peygamberlere veriliş nedeninin dün­

yada iken yalanlanmaları dolayısıyla, onların ırzlarının rencide edilmesi yü­zünden onlara havale edilmesi olduğunu belirtmiş oluyor. Ancak bu şefaa­tin de yine Allah’ın izniyle olacağı belirtiliyor.

4. Yine aynı hikâyede tefsiri geçen âyetlerden biri de"...Allah’tan kulları içinde ancak alimler hakkıyla korkar. Şüphe yok ki Allah

Aziz’dir, Gafur’dur." (Fâtır, 35/28) âyetidir.Bu âyet de aynı metotla şu şekilde tefsir edilmek istenir."Affet, af senin kudret hazinendir. Senin ileri lütfun, herkesinkini geçmiş

haldedir.Ey şahım, sen "kün" emrinin padişahıyken ben, kimim ki, sana affet diye­

yim?Bütün varlıklar senden feyiz almışken ben, kim oluyorum da sana varlık

gösterebileyim?Eyâz’ın şefaat işinde kendisini suçlu farz edip bu suçtan özür dilemesi;

kendisini suçlu saymasıyla kırıklığı, padişahın azametini bilmesindendir. Zira bir hadis-i Nebevi’de "Ben Allah’ı sizden daha iyi bilir ve daha çok kor­karım" ve âyet-i kerimede ise "Allah’tan kulları içinde (hakkıyla) ancak alim­ler korkar "buyrulmuştur."58

Böylece peygamberlerin de âhirette şefaat etmezden önce bu şekilde teva- zularını gösterip Yüce Allah’tan layıkıyla korktuklannı ortaya koyacaklardır.

Tahkiye metodu ile tefsir edilen bir başka âyet ise şudur: "Hakikat şu ki sizden önce (milletlerin tarihinde böyle nice) vakalar gelip geçti.Onun için yeryüzünde dolaşın da bir bakın yalanlayanların akıbetleri nasıl olmuş?" (Âli Îmran, 3/137). Bu âyet, şu özetini vereceğimiz hikâyeyle tefsir edilmektedir.

Bir aslan, bir kurt ve bir tilki birlikte avlanmaya karar verir ve bir zaman sonra bir dağ öküzü, bir dağ keçisi ve bir de semiz tavşan avlarlar. Aslan bunların pay edilmesini kurttan isteyince o da: "padişahım yaban öküzü se­nin payın. O büyük sen de büyük. Keçi orta büyüklükte o da benim payım. En küçüğü olan tavşan da en küçüğümüz olan tilkinin olsun." dedi. Buna öf­kelenen aslan kurda "Sen benim yanımda nasıl olur da pay edersin ve varlık gösterirsin?" diyerek kurdu parçaladı ve akılsız başını kopardı.

Sonra tilkiye dönerek; "Haydi bu avları sen paylaştır." dedi. Tilki aslana se­lam verip dedi ki; "Bu semiz öküz padişahım kuşluk yemeğiniz olsun, keçi de

57 Mevlânâ, Mesnevî, V,2095 başlık vd./V,2101 başlık vd58 Mevlânâ, Mesnevî, V,4153 vd./V,4160 vd.

Page 162: Erdemi - akmb.gov.tr

M e s n e v îd e Temsîlî Anlatım ve Hikâye veTemsîllerle K urân Âyetlerinin Açıklanması 'V

padişahıma gün ortasında yemesi için yahni olur, şu tavşan da padişahımın akşam yemeğidir."

Aslan tilkiye "bu ne güzel pay etme, sen bunu kimden öğrendin?" dedi. Tilki de: "Padişahım yerde yatan kurdun halinden" dedi.

Mevlânâ, bizim de, eski milletlere göre durumumuzun böyle olduğunu, akıllı davranıp onların halinden ibret almamızı yukarıdaki âyetin tefsiri sa­dedinde şöyle der:

"Çekilen bir belâ esnasında ölen dostların ölümünden ibret alan kimse, akıllıdır.Tilki o zaman: Aslan, avların taksimini kurttan sonra bana emretti diye yüzlerce şükretti.Eğer bana şunları taksim et diye evvela emir eyleseydi, onun pençesin­den canımı kim kurtarabilirdi?O halde bizi evvelkilerden sonra Dünya’ya getiren Cenab-ı Hakk’a hamd ü sena olsun.Allah’ın eski zamanlardaki müşriklere etmiş olduğu siyasetleri okuduk, işittik.Cenab-ı Hakk’ın bizi sonradan dünyaya getirmesi, o eski kurtların ha­linden ibret alıp, tilki gibi kendimizi korumamız içindi.Hakk’ın resulü ve sözünde sadık olan Peygamber-i Ekber Efendimiz, bundan dolayı bizim için 'Ümmet-i Merhume’ yani Allah’ın rahmetine mazhar olmuş ümmet, buyurmuştur.O eski kurtların kemikleri ve kılları, (yani hala mevcut eserleri) mey­danda. Ey büyük adamlar, ey akılı başında kimseler; o eserlere bakın da ibret alın.Firavunların ve Ad kavminin sonlarını işiten akıllı bir kimse, vehimden ibaret varlığını ve mahz-ı dalâl olan hevâ ve hevesini terk eder.Şâyet o mevhum varlığı ve o hevâ ü hevesi terk etmeyecek olursa baş­kaları, onun düştüğü dalâlet ve felaketten ibret alırlar."59

Mevlânâ bu hikâyeyle yukarıda geçen âyeti şu hususlara dikkat çekerek edebî ve etkili bir şekilde izah etmiştir. Şöyle ki:

Biz ümmet-i Muhammed’in, bizden önce gelip geçen diğer ümmetlerden sonra gelmesi, başta bizim için Yüce Allah’ın bir lütfudur. Bu sayede, bizden önce geçen ümmetlerin haberlerini duymak ve onların başlarına gelen hadi­selerden ibret alıp aynı hataları yapmamak bizim için mümkün olur.

İkincisi, Yüce Allah’a karşı ibadet ve davranışlarımızı daha iyi, güzel ve mükemmel bir şekilde ayarlamamızı sağlar.

153502008

Erdem

59 Mevlânâ, Mesnevî, 1,3120 vd./I,3219 vd

Page 163: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i H ü s e y i n G Ü L L Ü C E'V

154

Erdem

50 Üçüncüsü, koskoca insanlık tarihinin sonunda gelmekle, önceki kısımları 2008düşünüp, bizim de bir zaman sonra onlar gibi olacağımızı idrak etmemiz daha kolay olur.

Dördüncüsü, hikâye ve temsildeki tilki gibi bizden önceki insanları tem­sil eden kurdun halinden ibret alıp aslanla temsil edilen Yüce Allah’a karşı haddimizi bilip küstahlık ve benlik davası yapmaktan korunmalıyız.

Bu sayede Allah’ın istediği şekilde bir insan veya ümmet olabilir, dünya ve âhiretimizi tam olarak kazanabiliriz.

Beşincisi, bu durumları düşünerek, Cenab-ı Hakk’ın gerçek varlığının ya­nında kendi izafi varlığımızın bir hiç ve hayalden ileri geçemeyeceğini kav­rayıp, fena fillah mertebesine ulaşmaya çalışmalı ve Mesnevîde değişik yer­lerde de geçtiği gibi Allah dilemedikçe bizim hiçbir şeyi yapamayacağımızı bilip benlik ve bizlik davası olan enâniyetten vaz geçmemizi sağlamalı ve bekâ billah mertebesine ulaşmaya gayret etmeliyiz.

Yine antropomorfizmle ilgili örnek olarak şunları gösterebiliriz. Bunlardan birincisi, Nuh (as) gemisiyle ilgilidir. Mevlânâ, Nuh’a inanan müminlerin tu­fandan nasıl onun gemisine binmekle ku rtu ld u la r60 yine günümüzde Nuh ve gemisi yerinde olan velilerin irşadıyla inananların kurtulacağını belirtir ve şöyle der:

"Filozoftan mı söz etsem yahut Cenab-ı Hakk’ın gemilerinden, deryala­rında mı bahsetsem?Gemilerinden bahsedeyim, gönül (ruh) onlarda hoşlanır. Kül’den söy­leyeyim, zira cüz’ü kül de bil.Her veli, gönül Nuh’u ve gemisidir. Halka düşüp kalkmayı da tufan ola­rak bil.Aslandan, ejderhadan o kadar korkma. Asıl akrabandan, tanıdıkların­dan sakın!Onlar seninleyken, vaktini boşa harcarlar. Sen yokken de dedikodunu yapıp dururlar!Herbirinin hayali, susamış eşek gibi beden kabından fikir suyunu içer.Onların hayali, senin hayat denizinden elde ettiğin çiği emer, bitirir.Dallarda suyun çekilmesinin nişanı onların, kuruyup bükülmemesidir.Taze uzuv, yaş dal gibidir. Ne tarafa çekersen itaat eder.İster ondan sepet, ister çember yapabilirsin.Fakat dal kuruyup kökünden su almaz olunca istediğin işi yapmaya ko­laylık göstermez.

60 Bu durumdan bahseden âyetler birkaç yerde geçmekteyse de en geniş bilgi Hud (11) suresi­nin 36-49 âyetlerinde mevcuttur. Oraya bakınız.

Page 164: Erdemi - akmb.gov.tr

M e s n e v îd e Temsîlî Anlatım ve Hikâye veTemsîllerle K urân Âyetlerinin Açıklanması

Erdem

155"Onlar namaza üşenerek kalkarlar" âyetini61 oku. Dalın ve kökün başlan- 50

2008gıcını ve sonunu anla."62

İkincisi ise "Otlağı çıkaran odur" (A’la, 87/4) âyetindeki otlak yani merayı manevi duygular macerasına benzetmelidir. O bu hususta da şöyle der:

"Hislerden birinin seyr-ü sülük esnasında bağı çözülür ve maneviyatta vakıf olursa, diğer hislerde değişir.Hislerden biri gayrı mahsusatı görecek olursa bütün hislere gayb âlemi açılır.Sürüden bir koyun sıçrayıp dereyi atlarsa, diğer koyunlarda o tarafa sıç­rar geçer.Sen de koyun gibi hislerini sür de 'ehrece’l-mer’â’ çayırında otlat.Ta ki hislerin o manevi merada sümbül, fesleğen otlasın ve hakikat gülzârına yol bulsun.Senin her hissin hislerin peygamberi olsun da bütün hisleri cennete çeksin."63

Böylece maddi merayı, manevi mera ile açıklayıp karşılaştırma yapmıştır. Mevlânâ, Salih (as) ve devesinden bahseden âyetleri rivâyet, dirâyet ve

işarî olarak genişçe tefsir ettikten sonra, Salih’in ruhu; devenin ise bedenî temsil ettiğini, Salih (as)’ın kavminin nasıl Salih’e değil de deveye zarar verdiyseler, dünyada da hiç kimsenin, peygamberler, veliler ve müminlerin ruhlarına zarar veremeyeceklerini, zararın sadece cesetlere taalluk edeceğini belirtir. Bu kısım şöyle geçer:

"Salih Peygamberin devesinin sinirlerini o akılsız ve cahil kavim kesti.Su için deveye düşman olunca yoksulluk deryasına daldılar.Allah’ın devesinin işi güzelken (ırmaktan ve buluttan yağanı içerken) onlar Hakk’ın suyunu Hak’tan esirgediler.Salih’in devesi iyilerin cismi gibidir. Kötülerin helakine sebep olur."Tanrı devesine dokunmayın, su içmesine mani olmayan" emrini dinle­meyen o kötü düşünceli ümmetin azabını gör.Tanrı kahrının memuru, devenin kan bahası olarak bütün halkı (iste-

Ruh, Salih’e; ten de deveye benzer. Ruh vuslat; ten ise yoksulluğun, ihtiyacın esiridir.Salih’in ruhu (temiz ruh) afetlerden kurtulmuştur. Yaralanan devedir, Salih sanma.Salih’in ruhu cefadan korundu. Hakk’ın nurunun sönmesi mümkün de-

di)

ğildir.

61 Bkz. Nisa, 4/142; Tevbe, 9/54. âyetler.62 Mevlânâ, Mesnevî, VI,2225 vd./VI,2246 vd.63 Mevlânâ, Mesnevî, II,3241 başlık vd./II,3270 başlık vd.

Page 165: Erdemi - akmb.gov.tr

H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

Erdem

15650

2008Allah, topraktan olan cisme can bağışladı ki, incitmeyle imtihan olsun-lar.Kişinin eziyeti yine kendisinedir. Bu küpün suyu ırmağın suyu ile bir­leşmiştir.Düşkünlere sığınak olsun diye, Tanrı gönül sahibine yardım etmiştir. Onların gönüllerine kimse hakim olamaz. Zira zarar sedefedir. İnci ko­runmuştur.Bir velinin cisim devesine kul ol da, Tanrı’ya Salih’in ruhu (temiz bir ruh) ile vasıl ol.Salih kavmine dedi ki, "şüphesiz üç gün sonra size azap inecektir." "Ondan üç gün sonra da gerçekten bir belâ gelir ki, üç işareti vardır." "Hepinizin yüzünün rengi değişir, renkten renge girer.""İlk günü safran gibi sarı, ikinci günü erguvan gibi kırmızı olur." "Üçüncü günü yüzünüz kararır, ondan sonra da Hakk’ın kahrı gelir." "Eğer benden açık bir delil isterseniz, devenin yavrusu dağa kaçmış­tır.""Onu yakalamaya gücünüz yeterse ne âlâ, yoksa azaptan kurtuluş im­kansızdır."Kurtuluş için hiçbir tedbir faydalı olmadı. Yavru dağlar arasında kay­boldu.Temiz bir ruh gibi, bedenden ayrılıp ihsan sahibi Tanrı’ya doğru git­mekteydi ki.Salih Peygamber dedi ki, "artık kazadan kurtulmak mümkün değildir, bilin! Kazaya razı olmaktan başka çare yoktur.""O yavrunun gönlü (Salih Peygamberin gönlü)’nü alsaydınız, hürmetle yalvarmak mümkündü.""Gönlü olursa kurtulmak ümidi vardır. Yoksa tam bir yeisle, sabr u se­batınız kalmaz."Bu kara haberi işitince kahredici bir bekleyişle kaynaştılar.Birini gün yüzleri sarardı, üzüntü ve ümitsizlik içinde acı acı âh ettiler. İkinci günü hepsinin yüzü kızardı. Ümit ve tövbe ipliği kayboldu. Üçüncü günü yüzleri karardı. Şüphesiz Salih’in sözü doğrudur.Hepsine bir yeis hakim olunca, kuşlar gibi dizüstü çöktüler.Cibrîl-i Emîn, bu vahiy ile geldi. Kurân-ı Kerim'de bu "Câsimîn" diye an­latılmıştır.Sana diz çökmeyi öğrettikleri zaman diz çök. Yoksa böyle bir çöküş belâ ve savaştır.Onlar Hak kahrının şaşkının şaşkını oldular. Tanrı o şehir halkını yok eyledi.Salih Peygamber halvetten çıkıp şehre doğru yürüyünce, şehrin duman ve neft (ateş) içinde olduğunu gördü.Onların parçalarından gelen iniltileri işitti. İniltiler duyuluyordu ama, inleyenleri toprak örtmüştü.

Page 166: Erdemi - akmb.gov.tr

M e s n e v îd e Temsîlî Anlatım ve Hikâye veTemsîllerle K urân Âyetlerinin Açıklanması

Erdem

157Kemikleri bile ağlıyor, canları kanlı göz yaşları döküyordu 50

2008Hz. Salih onları işitince ağlamaya, feryatlarından bağrını dağlamaya başladı.Dedi ki, "ey yanlış yolda giden kavim, Hakk’a sizin cefanızdan ağlamış­tım""Cevrinize sabır ile emr olunmuştum. Öğüt verdikçe, sizden uzaklaşı­yordum.""Onlara nasihat etmek için bir cefa bağıdır. Öğüt sütünün kaynağı sevgi ve saflıktır." derdim."Şüphesiz bana öyle cefalar ettiniz ki, nasihat sütü damarlarımda giz­lendi, kaldı.""Cenab-ı Hak, ben sana ihsanda bulunur, yaranı merhemle tedavi ede­rim, buyurdu.""Kalbimi gök gibi saflaştırdı, cevrinizden gönlüme eminlik geldi.""Tekrar tekrar nasihat edip, hoş bir şekilde şeker gibi sözler söyler­dim.""Sözlerim süt ve şeker gibiydi, saf, tatlı ve duruydu.""Lakin o sözler sizde zehir oldu. Çünkü sizin kökünüz, aslınız zehirdi.""Hiç size acıyarak gönül, gam çekmez. Ey asi kavim, gamın tâ kendisi sizsiniz."64

Hz. Musa’nın sihirbazlarla müsabakasından bahseden A’raf, 7/110 vd., Tâhâ, 20/58 vd. Şuara, 26/36 vd. âyetlerin tefsiri esnasında bir rivâyet nak­leder. Buna göre Firavun’un daveti üzerine iki sihirbaz kardeş, Hz. Musa ile müsabaka için Mısır’a gitmek isterler. Önce ölmüş sihirbaz babalarının me­zarına gidip ondan medet umarlar. O esnada uyuyan kardeşlerin rüyasına giren babaları onlara, "Musa’nın uyurken asasını çalmalarını" söyler. "Eğer bunu başarırsanız, o sihirbazdır, yenebilirsiniz. Yok eğer çalamazsanız, o Allah’ın işidir, yarıştan vazgeçin, ona inanın." diyerek oğullarına yol göste­rir. Bunun üzerine Mısır’a gelen iki kardeş, Hz. Musa uyurken asasını almak isterler, asa hemen büyük bir yılan olarak, onları kovar.65

Mevlânâ, bu kıssayı anlatarak, bu hadiseyi şu âyetlerin tefsirine uygular:a. "Şüphe yok ki, o Kurân’ı biz indirdik. Ve onu biz elbette muhafaza ede­

ceğiz." (Hicr, 15/9)66b. "Ey resul, sana Rabbinden her indirileni tebliğ et. Etmezsen Allah’ın

verdiği elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan

64 Mevlânâ, Mesnevî, III,2514 vd./III,2609 vd.65 Bkz.: Mevlânâ, Mesnevî, I,1156 başlık vd./I,1162 başlık vd.66 Bu âyetin tefsiriyle ilgili olarak Ömer Rıza Doğrul özetle şu bilgiyi vermektedir: "Kurân-ı Kerim'in

mütercimi Dr. Morice şöyle demektedir: "Bugün ellerde tedavül eden Kurân, Hz. Muhammede vahyolunan kitabın aynısıdır." Ömer Rıza, Kurân Nedir?, İstanbul 1345/1927, s.99.

Page 167: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i H ü s e y i n G Ü L L Ü C E'V

158

Erdem

2000 koruyacaktır. Şüphe yok ki, Allah, kâfir kavmi hidâyete e tm eyecektir." (Maide, 5/76) Bu âyet, Hz. Peygamber’in düşmanları tarafından çok sıkıştırıl- dığı bir zamanda nazil olmuş ve onun tebliğ ettiği İslâm dinini ebedi kılmış düşmanlarından korumuştur.

c. "İçlerinden kendilerine uyandırıcı bir peygamber geldiğinde şaşırttılar da; kâfirler dediler ki: "Bu bir sihirbaz, bir yalancıdır." (Sa’d, 38/4). Birçok peygambere sıdk onların en bariz sıfatı iken "sihirbaz", "yalancı" diye iftira edildiği gibi peygamberimize de sihirbaz, yalancı demişlerdi. İşte Mevlânâ bütün bunları şöyle açıklar:

"Cenab-ı Hak, Mustafa’ya vaatlerde bulunup buyurdu ki, "sen göçünce Kurân'ın dostu, koruyucusu benim.Kitabı, mucizeni ben yücelttim. Kurân'dan bir şey çıkarılması veya ila­vesi imkânsızdır.İki alemde de senin koruyucun benim. Sözlerin kınayıcılardan emin­dir.Kurân'ı değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. Sana benim fazlım, lütfüm kâfi bir koruyucudur.Senin parlaklığın her gün daha artırıp temiz adını gümüş ve altına vur­dururum.Seni mihrap ve minber sahibi eyledim. Senin kahrında benim kahrım gizlidir.Adımı gizlice söyler, namazı gizlice kılarken,Melun kâfirlerin korkusundan yerin altı dinine mahzenken;Ben, bütün ufukları minarelerle doldurdum. Asilerin gözlerini kör et­tim.Bunca şehir ve mevkiler ümmetinin hükmünde olacak, dininin şöhreti balıktan aya yayılacak.Tâ kıyameti kadar senin dinini baki kıldım. Ey Fahr-i Enâm o, bir daha ortadan kalkmaz.Sen benim hak resulümsün, sihir nedir ki? Musa’nın doğruluğu da sen­den zahir olur.Kurân sende asa gibidir, küfrü ejderha gibi yok et.Gerçi mezarında uyur görünüyorsun da mucizelerin asa gibidir.Hiçkimse o asayı ele geçiremez, ey nefesi mucizeli ulu, rahat uyu.Bedenin uyursa da nurun, göklere çıkıp şevket ve heybetini yaymada.Filozof, bir tedbir almaya kalksa nurunun yayından çıkan ok, ona mani olur.Cenab-ı Hak, bu vaatten de fazlasını gerçekleştirdi. O zahiren uyuyor bahtı ve ikbali uyumuyordu."67

67 Mevlânâ, Mesnevî, III,1196 başlık vd./III,1202 başlık vd.

Page 168: Erdemi - akmb.gov.tr

M e s n e v îd e Temsîlî Anlatım ve Hikâye veTemsîllerle K urân Âyetlerinin Açıklanması 'V

Elbetteki, Mesnevîde böyle izahlar bunlarla sınırlı değildir. Hatta Mesnevî baştan sona hikâyeleri ile birlikte hep bu tarz açıklama ve imalarla doludur desek mübalağa etmiş olmayız. Ancak uzatmamak ve her konuda olduğu gibi en bariz örnekleri vermiş olmak için bunlarla yetiniyoruz.

Sonuç1207-1273 yılları arasında yaşamış olan büyük alim, mutasavvıf ve müte­fekkir Mevlânâ’nın, kendisi kadar meşhur ve ölümsüz olan eseri Mesnevîde birçok hikâye ve temsili olaylarla karşılaşılmaktadır.

İslâm, Kurân, hadis özellikle de İslâm tasavvufu hakkında bilgi sahibi ve bu alandaki gerekli alt yapısı olmayanların okuduklarında, birtakım eğlendirici ve güldürücü hikâyeler olarak algılanan kurt, tilki ve çakal hikâyeleri ve tem­siller, aslında birçok Kurân âyetinin ve Hz. Peygamber’in hadislerinin edebî ve etkili bir şekilde tefsir ve açıklanmasından ibarettir.

Hikâye ve temsil ile anlatım, eğitimde çok önemli bir yere sahip olan fay­dalı ve tesirli bir anlatım metodudur. İslâm’ın iman, Ahiret ve ahlâk gibi soyut ve metafizik konuları, bu üslûp sayesinde somut bir hale getirilerek anlaşılması kolay ve akıcı bir duruma gelir.

Aslında İslâm dininin ilâhî kitabı olan Kurân’ın önemli anlatım metotla­rından birisi olan bu metot birçok İslâm aliminin baş vurduğu bir üslûp olmuştur.

Senâî, Attâr gibi Mevlânâ da bu üslubun önemini fark eden ve eserlerin­de büyük ölçüde kullanan bir bilge şahsiyettir. Bizzat kendisinin ifadesiy­le bu hikâyeler, kuş avlamak için yere sepilen daneler gibidir. Böylece bu hikâyeler sayesinde Mevlânâ, okuyucularına vermek istediği bir şeyi daha kolay ve rahat bir şekilde vermiştir.

Mevlânâ’nın okurlarına vermek istediği en önemli bilgiler ve gerçekler ise Kurân âyetleri ve Hz. Peygamber’in sözleridir. İşte Mevlânâ’nın anlattığı hikâye ve temsiller aslında birçok âyet ve hadisin bir tefsir ve şerhinden başka bir şey değildir.

Bu husus baştan bilinir veya bu bilgiler ışığında hikâyeler okunursa, o za­man bu hikâyelerin asıl amacı gerçekleşmiş olacaktır. Aksi takdirde Mevlânâ, Mesnevî sini sıradan ve basit hikâyelerle doldurmuş zannedilecektir.

KaynaklarAfganî, İnâyetullah İblâğ, Celâleddin er-Rûmî Beyne's-Sûfiyye ve Ulemâil-Kelâm, Beyrut

1407/1987.Ankaravî, İsmail, Şerh-i Mesnevî-i Şerif Şerhi, İstanbul 1289.

159502008

Erdem

Page 169: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i H ü s e y i n G Ü L L Ü C E'V

160

Erdem

50 Araz, Nezihe, "Çağdaş Kavramların Işığında Bazı Mesnevî Hikâyelerinin Yorumu," Ulus­lararası İkinci Mevlânâ Semineri Bildirileri.

Ateş, Süleyman, İşari Tefsir Okulu, Ankara 1974.Aydın, Mehmet, "Eva de Vitray Meyerovitch’in Mesnevî Hakkındaki Değerlendirmesi,"

Yedi İklim, Sayı: 57.Banarlı, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1971.Beyânûnî, Abdulmecid, Kurân'da Darbu'l- Emsâl, Beyrut 1411/1991.Can, Şefik, Mevlânâ Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, İstanbul 1995.Demir, Şehmus, Mitoloji, Kurân Kıssaları ve Tarihî Gerçeklik, İstanbul 2003.Doğrul, Ömer Rıza, Kurân Nedir?, İstanbul 1345/1927.Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlânâ Celaleddin, İstanbul 1985.Hicazî, Muhammed Mahmûd, el-Vahdetü'l-Mevdûiyye fi'l-Kurâni'l-Kerîm, Mısır 1390/1970. İzbudak, Veled Çelebi, Mesnevî Tercümesi, İstanbul 1988.Kantarcıoğlu, Selçuk, Eğitimde Masalın Yeri, İstanbul 1991.Karahan, Abdülkadir, "Mevlânâ’da Çağımızın Sorunlarına ve Dertlerine Uygun Cevap­

lar", Uluslararası İkinci Mevlânâ Semineri Bildirileri, Ankara 1977.Kılıç, Sadık, Mitoloji, Kitab-ı Mukaddes ve Kurân-ı Kerim, İzmir 1993.Mevlâ, Muhammed Ahmed Câde, Muhammed Ebu’l-Fadl vdğr., Kasasul-Kurân, 7. Bas­

kı, Mısır 1381/1962.Mevlânâ, Divân-ı Kebîr, Çeviren Abdülbaki Gölpınarlı, Ankara 1992.-Mesnevî, Reynold Allen Nicholson Tahkiki, Tahran 1925-1933.Şengül, İdris, Kurân Kıssaları Üzerine, İzmir 1994.Şimşek, M. Sait, Kurân Kıssalarına Giriş, İstanbul 1993.Yıldırım, Suat, Kurân-ı Kerim ve Kurân İlimlerine Giriş, İstanbul 1989.

Page 170: Erdemi - akmb.gov.tr

Mevlana Celaleddin Rumî and Mawlawism in Turkish Cultural Life

O sm an HORATA*

ÖZ13. asır Anadolu coğrafyasının yetiştirdiği mutasavvıflardan olan Mevlâ- na, Türk sufîliğinin temellerini atan büyük düşünürlerden biridir. Onun düşünceleri etrafında oluşan ve imparatorluk coğrafyasının genişlediği her yere ulaşma imkânı bulan Mevlevîlik, Osmanlı kültür hayatına yön veren temel dinamiklerden biridir. Mevlevîlik, Anadolu’dan Avrupa ve Amerika’ya kadar hâlâ canlı bir şekilde yaşatılmakta, Mevlâna’ın evren­sel mesajları insanları aydınlatmaya devam etmektedir. Mevlevîliği, diğer mistik kuruluşlar içinde farklı bir konuma yükselten temel sebep; Mevlana’nın, farklı kültürler ve düşüncelerin çarpıştığı 13.asır Anadolu’sunda, farklı anlayışları yepyeni bir sistemde birleştirerek herkesi kucaklayan bir senteze ulaşmasında yatmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Mevlana, Mevlevîlik, tarikatler, tasavvuf, Türk kül­türü.

ABSTRACTMevlana, one of the 13th century Anatolian sufis, is among the major scholars who laid the foundations of Turkish sophism. Based on Mevlana’s ideas, Mawlawism reached every area within the borders of the Ottoman empire end became one of the fundamental dynamics setting the course of Ottoman cultural life. Mawlawism is still being kept alive in many parts of the world, from Anatolia to Europe and America; and the Mevlana’s universal messages are enlightening people even today. The reason why Mawlawism has unique position among other mystic institutions is that Mevlana was able to reach a synthesis which embraced every sort of person by bringing together different understandings in an entirely new system where different cultures and thoughts were in conflict in 13 th century Anatolia.

Key Words: Mevlana Celaleddin Rumî / Mawlana / Rumî, Mawlawism, dervish orders, sophism, Turkish culture.

* Prof. Dr. Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü / Ankara, e-posta: [email protected]

Page 171: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > O s m a n H O R A T A

R ■

VErdem

1622о° ° ûmî was an important Turkish philosopher who built a bridge between

the cultures of East and West. Mevlana Celaleddin Rumi’s thought consists of universal messages, valid for all time without belonging

time, place. UNESCO’s declaration of the year 2007 as Mevlana Year in the 800th anniversary of his birth was inspired a rethinking of Mawlawism and the organization of many activities, like gatherings, conferences etc.

Culture and civilizations that determine the approach of a nation towards life are manifested in society, environment and most prominently in the belief system developed over centuries. Such a belief system is interpreted and reflected in daily life by great scholars. This article discurses the role of Mevlana and Mawlawism, dwelling upon the origins of his thoughts, their influence on Turkish cultural life and their universality; and examines the reasons why this wise person is a center of attraction for many people.

Mevlana is one of the great Anatolian sufis of the 13 th century who laid the foundations of Turkish sufism. The 13 th century was a transition and formation period of history, marked by progressing towards the empire a time when the foundations for the dynamics setting a course for Ottoman power were laid (Köprülü 1981:62). Most historians agree that a small frontier tribe’s development into a big empire in a mere one hundred and fifty years is one of the most important issues of the Middle Age. Certainly, this is not an event to be attributed to the heroism of a few warriors. According to historians, an understanding of the basic dynamics of such a rise depends on an extensive analysis of the political and especially the social structure of the 13 th century. Mevlana and Mawlawism, being two of the basic dynamics influencing Ottoman social life are two phenomena to be emphasized within this framework.

As is known, Mawlawism was been converted into a religious order by Sultan Veled, the son of Mevlana, after his father’s death; the initial Mawlawi dervish lodges were founded in the period of tribes, thanks to the efforts of Ulu Arif Çelebi, who was an fervent mystic. Being a small frontier tribe, the tribe of Osmanoğulları din’t draw the attention of the Mawlawis at first. Until the period of Yıldırım Bayezid, that is until the early 15th century, the order of dervishes known to have existed in the period of the Seljuks can not be observed, with the exception of mystic groups such as the Rum Abdals and Ahites. The first Mawlawi dervishs (lodges) of the Ottomans was founded the period of Murad the 2nd (1421-1451); and Mawlawism, which was not linked to any religious or social movement against the State, became an influential in the 16 th century, power due to the close interest of Ottoman statesmen. Mawlawism, which spread to every Ottoman region and affected

Page 172: Erdemi - akmb.gov.tr

У 4Mevlana Celaleddin Rumî and Mawlawism in Turkish Cultural Life «

Erdem

the whole empire, from Belgrade to Tabriz, from Mecca to Cairo with its 10 asitane and 76 lodges, did not remain as mystic entity. On the contrary, it fostered centers of science, culture and art that sponsored Ottoman artists such as musicians, scribes and embroiderers, and hosted the most elite and elegant people. Supported by the central government, Mawlawism was at the top of the list of most fortunate dervish orders receiving foundation revenues. Political authorities, which assigned the same importance to Bektashism, tried to keep these two theological forces in balance; and it relied on the Mawlawis to quell Shiite-Batinite movements from time to time (see Gölpınarlı 1983: 269; Ocak 1996:20-21; Göyünç 1991). Although Mawlawism was officially terminated by the law forbidding dervish lodges, enacted in 1925, its spirit is being kept alive in Anatolia, Europe and America and Mevlana’s universal messages continue to enlighten humankind. In the Balkans, on the other hand, Mawlawis pursued their existence in cities such as Scoplije, Mostar and Seraibosnia until recent times (Hafız 1978: 173­178).

Mevlana played an active role in the development of Turkish literature, both with his understanding of sufism and with his work, which he wrote in his most mature age. Mathnawi was written in Persian, which was the cultural and literary language of that period, but it has been partly or completely translated into and commented on in Turkish many times since the 15th century. This work, having the reputation of crossing all borders has been translated into many languages, such as English, German, Russian, Polish, French, Arabic, Urdu and Dutch. No other literary, intellectual work from Anatolian literature has been able to attract that much interest world wide (Mazıoğlu 1981: 30-39; Yeniterzi 1995:93-110; Karaismailoğlu vd. 2006:61­69; Şimşekler 2006: 319-339).

Mawlawite drevish lodges became important sources of classical literature due to the tradition of reading the Mathnawi within the religious order. In fact, Mevlana was accepted as the "sünnet-i seniyye-i Mevleviyye (imperial Mawlawite Sunnahf of poetry. The fact that individuals assuming the authority of the Sheikh included such great poets as Neşatî, Şeyh Galib further increased the general interest in poetry; and many poets like Esrar Dede started to write poems in Mawlawite lodges. According manuscripts, the number of Mawlawite Diwan poets is approximately 300. Hence, Mawlawism attained first rank among the orders of dervishes esteemed by diwan poets with a high participation ratio of 68% (İsen 1989: 23-27). The fact that the dervish orders’ poet participation are less than 10% indicate the privileged position of Mawlawism in classical literature. Hüdayî Salih Dede in the 15th

163502008

Page 173: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > O s m a n H O R A T A

164

Erdem

2о50 century; Şahidî, Yusuf Sîneçâk, Fevrî, Bursalı Rahmî, Safayî, Nigehîand  rifîin the 16th century; Cevrî, Neşatî, Enîs, Fasîh, Bahayî, Mezakî, Nâbî and Nefî in the 17 th century; Sâkıb Dede, Nahîfî, Birrî, Neylî, Receb Dede, Nesîb, Nayî Osman Dede, Fennî, Neyyir, Hulusî, Şeyh Galîb and Esrar Dede in the 18 th century and Yenişehirli Avnî, Leyla Hanım and Şeref Hanım in the 19 th century are the Mawlawite Diwan poets that come to mind. It is also interesting that the two leading female poets in classical literature are Mawlawites. Some of the above mentioned poets completed their reclusions by becoming iniates of Mawlawism; whereas some of them remained at the neophytic level. Additionally, almost all Ottoman and Turkish poets refer to Mevlana in their works, whether they are Mawlawites or not (see Horata 1999; orata 2007). Mevlana continued to be the center of attraction for poets; even in periods that witnessed the increasing infuence of Western culture, his halo of influence surrounded many poets and scholars in the East and West. Furthermore, Mawlawism is the leading source of classical Turkish music, due to the importance attached to music and the sema ceremony within the religious order. Many musicians such as İtrî and Dede Efendi lived in Mawlawite dervish lodges.

What then differentiates Mawlawism from other similar mystical movements? A correct answer to depends on the evaluation of the period and social conditions in which Mevlana lived, since he and the roots of Mawlawism are tightly connected to the lands in which they were born.

After the doors of Anatolia were been opened to the Turks in 1071, the Seljuk Turks who on the one hand tried to settle millions of Turks arriving from Central Asia, and on the other hand to Crusade armies and eradicate inner conflicts were deeply scarred by the Kösedağ defeat by Mongolians in 1243. Social and political order was destroyed and a century-long period of cruelty and misery began. People disappointed by the Seljuk sultans, who had now became the governors of the Mongolians, began to organize around the princes from Western regions, where the pressure was relatively slight, and to proclaim their independence. This insurrection led to the beginning of a process of building empire that would rise over the material and moral legacy of the Seljuks (see Köprülü 1981: 70-121).

13th century Anatolia experienced a very active period of cultural movements, despite its considerable political and social troubles. This activity can largely be attributed to the fact that many scholars and sufis running away from cities such as Khorasan, Harezm, Samarkand, Baku, Belh, and Baghdad took refuge in Anatolia. Born in in the city Belh in the north of Afghanistan in 1207, Mevlana is one of the dervishes, who came to Anatolia with his father, Bahaeddin Veled (d. 1231), who was inturn of

Page 174: Erdemi - akmb.gov.tr

У 4Mevlana Celaleddin Rumî and Mawlawism in Turkish Cultural Life «

Erdem

Necmeddin Kübra, one of the great sufis of Turkistan. Some sources in the literature suggest that Mevlana was 5-6 years old that time; claim him to be 12 years old. Besides Mevlana, two other sophists, Hacı Bektaşi Veli (d.1270) and Yunus Emre (d. 1320?) lived in the same century. Additionally, important figures in the history of sufism, namely İbni Arabî (d.1240), Necmüddin Daye (d.1256), Fahrüddin irakî (d.1280), and Sadrüddin Konevî (d.1274) produced their works which later became theological classics in these lands. These writers helped sufism became to spread throughout Anatolia rapidly; and this century can be called the formation period of Turkish sufism (Kara 1985: 278). In this period, the intermingling various thought systems and cultures from various geographies led to the emergence of new thoughts with wide perspectives far from fanaticism. The ideas of sufism, which took root in Anatolia, became a shelter attaching the people in deep dispair due to the enfeebled social and political order, to life. These sophists, who invited everybody "to know each other" and "to make it easier", were able to view seventy-two nations from a single perspective. They tried to induce people to become introverted instead of being extroverted and to help them understand the eminent creature within themselves. These sophists defended love and patience instead of grudge and anger, contentedness instead of passion, charity and generosity instead of meanness and jealousy, equality and tolerance instead of dominance. The foundations of Turkish culture and civilization have been laid over these ethics of love and peace.

Dervish orders of Horasan origin, such as Yeseviyye, Kübreviyye and Sühreverdiyye, which played an important role in the establishment of the Ottoman Empire and Anatolia’s turkification, rendered service through colonicer dervishs and were replaced by other dervish orders in time, failing to become institutionalized. Similarly, dervish orders of Arabic origin, such as Rıfaiyye and Halvetiyye, which were active during the establishment of the Ottoman Empire could not expand their influence. However, dervish orders of Turkish origin that focused on the ideology of Mevlana and Hacı Bektaş flourished throughout the entire Empire and played an important role in political and social life (Köprülü 1981: 144-171). While Mawlawism was a religious order primarily addressing the middle-class bourgeois, yet gaining supporters from each part of society; Bekhtashism was a heterodox order supported by settled and nomadic Turkcomans and was especially influential in changing the religion of Christians in Rumelia.

Laying the foundations of this denomination, Mevlana and his system of thought are what provided Mawlawism with this effective role. How then did Mevlana’s system of thought attain such privileged position among

165502008

Page 175: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > O s m a n H O R A T A

166

Erdem

50 other systems of thought? To answer this, the factors influential in the 2008development of his personality should be reviewed, using an integrated approach. Mevlana’s first teacher was his father following the death of his father, he was instructed by Seyyid Burhaneddin Muhakkık-ı Tirmîzî, one of his father’s disciples. Having attended the sessions of great sufis such as İbni Arabî and Sadrüddin Konevî in Damascus, Mevlana himself became a famous scholar, competent in Arabic and Persian literature and giving instruction four schools of sufism at the same time. His sense of morality matured due to the efforts of his father and Tirmizî and was completed through his interaction with Şems-i Tebrizî. After meeting Şems-i Tebrizî, he dedicated himself to writing poems and training his disciples by withdrawing from the outer world. Mevlana (d.1273) produced many works including the Mathnawi, Divan-ı Kebîr, Fîhi Mâfih, Mecâlis-i Seb'a and Mektûbat (see Gölpınarlı 1959; Yeniterzi 1995: 11-18 for his bibliography).

Mevlana’s sophist thought was fed by three basic schools; namely, the school of sufism based on Sunni understanding, introduced by Necmeddin Kübrâ (d.1221), who was one of the great sufis of Turkistan; the school of pantheism introduced by İbni Arabî in the form of metaphysics and the mystic system; and Kalenderi sufism, based on divine love and rapture originating from Horasan Melametiyye (Ocak 1981: 142-143). Mevlana synthesized these different understandings in an entirely new system, thanks to his good education and mode this synthesis accessible to everybody in Anatolia in a time when different cultures and thoughts were in conflict. This fact was the most important factor that gave Mevlana a different status among other sufis; his interpretation was highly attractive in Ottoman cultural life and made Mawlawism one of the basic dynamics of the Empire.

Mevlana, in declaring, "Seventy-two nations hear their secrets from us. We are a reed giving out hundred sounds from a single fret", and made the understanding of love and affection based on Islam’s boundless tolerance the light of his life. He received everybody with open arms, generously, without any form of discrimination based on race, language even religion; and people have lock of to him to discover their own secrets and know themselves, in every period. This understanding of love/humanism embracing the whole mankind is the expression of a loftiness that Western thought has not been able to reach, even after centuries. Mevlana, who approached people and events with universal thoughts that apply to each individual and maintain their validity in every age, continues to be center of attraction for people today. And as long as human beings continue to read and think, his influence will continue.

Page 176: Erdemi - akmb.gov.tr

У 4Mevlana Celaleddin Rumî and Mawlawism in Turkish Cultural Life «

ReferencesGölpınarlı, Abdülbaki (1959), Mevlâna Celâleddin Hayatı, Felsefesi, Eserleri ve

Eserlerinden Seçmeler, Istanbul.Gölpınarlı, Abdülbaki (1983), Mevlâna'dan Sonra Mevlevîlik, Istanbul.Göyünç, Nejat (1991), "Osmanlı Devletinde Mevlevîler", Belleten, pp. 351-358.Horata, Osman (1999), "Mevlâna ve Divan Şairleri", Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat

Fakültesi Dergisi, Osmanlı’nın 700. Kuruluş Yıldönümü Özel Sayısı: 43-56.Horata, Osman (2007), "Türk Edebiyatında Mevlana", Mevlana, (ed. O.Horata, A.

Karaismailoğlu), Ankara: KTB Pub., pp.107-120.İsen, Mustafa (1989), "Tezkirelerin Işığında Divan Edebiyatına Bakışlar II: Divan

Şairlerinin Tasavvuf ve Tarikat İlişkileri", Milli Eğitim, 84:23-27.Kara, Mustafa (1980), Tekkeler ve Zaviyeler, Istanbul.Kara, Mustafa (1985), Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Istanbul.Karaismailoğlu, Adnan - S. Okumuş, F. Coşkuner (2006), Mevlâna Bibliyografyası, Konya:

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yay.Köprülü, Fuad (1981), Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Istanbul.Mazıoğlu, Hasibe (1981), "Anadolu’da Türk Edebiyatı’nm Başlamasında ve

Gelişmesinde Mevlâna’nın Yeri ve Etkisi", Mevlâna Sevgisi, (pre. F. Halıcı), Konya: 30-39.

Ocak, A.Yaşar (1991), "Bir XIII.Yüzyıl Mutasavvıfı ve Sufisi olarak Mevlâna Celâlüddin-i Rumî", S.Ü.4. Milli Mevlâna Kongresi (Tebliğler) (December 12-13, 1989), Konya: 139­146.

Ocak, A.Yaşar (1996), "Türkiye Tarihinde Merkezî İktidar ve Mevlevîler", S.Ü. Türkiyat Araştırmaları Dergisi 1-2 (2): 17-22.

Şimşekler, Nuri (2006), "İran, Pakistan, Hindistan ve Arap Coğrafyasında Mesnevî’nin Tercüme ve Şerhleri", Uluslararası Mevlâna Mesnevî Mevlevîhaneler Sempozyumu (19­21 Aralık 2005), Manisa: Maksad Yay., s.319-339.

Yeniterzi, Emine (1995), Mevlâna Celâleddin Rumî, Ankara.

Erdem

167502008

Page 177: Erdemi - akmb.gov.tr
Page 178: Erdemi - akmb.gov.tr

İslam Fikir Aynasında İki Büyük Mutasavvıf

"Gazzâlî ve Mevlânâ"

S a a d e ttin KOCATÜRK*

ÖZGazzâlî ve Mevlânâ İslam tarihinin iki büyük ismidir. Mevlânâ büyük oranda Gazzâlî’den etkilenmiştir. Yalnız aralarında şöyle büyük bir fark vardır: Gazzâlî su ile, Mevlânâ ise ateşten yapılan ilaçla derman verdi.Gazzali düşünce ve mantığa, Mevlânâ ise aşka önem verir, Gazzâlî aşık bir alim, Mevlânâ ise alim bir âşıktı.Anahtar Kelimeler: Gazzâlî, Mevlânâ, düşünce, aşk.

ABSTRACTTwo Great Sufis of Islamic Thought: Gazali and Mevlana

Gazali and Mevlana are the two great Sufis in Islamic history. Mevlana is influenced by Gazali remarkably. However, there is a difference bet­ween them: while Gazali cured by water Mevlana’s cure was a medicine made of fire. Gazali stresses on thougt and logic Mevlana stresses on love. Gazali was loving scholar, Mevlana was a scholar who loved.Key Words: Gazali, Mevlana, thought, love.

Hüccetü’l-İslâm İmam Gazzâlî, yaşadığı çağda ve kendinden sonra­ki asırlarda İslam dünyasının hemen her mütefekkirini etkilemiş ve görüşleri onlar üzerinde etkili olmuştur. Onun düşüncelerinden, be­

liğ üslubundan ve ruha şifa veren uyarısından etkilenmemiş pek az kimse vardır. Söylediklerini bizzat kendileri tatbik etmeyen zâhir ulemâsının ve mesleklerinin esasına vakıf olamamış ham sofuların eserlerinde onların iç dünyalarını görüp anlayan her insan, Gazzâlî’nin tatlı anlatımını, akıcı üslu­bunu, sağlam fikrini, tahlil gücünü, tenkid cesaretini, engin bilgisini, berrak iç dünyasını ve ibarelerinde yer eden tatlı uhrevî korku ile ilahî vuslat şevki­ni gördükten sonra elbette diğerlerinden bıkkınlık getirip Gazzâlî’nin saf ve temiz dünyasına yönelecektir. Onun gönülden gelen sözü, girdiği her kalpte

* Prof. Dr. Ankara Üniversitesi DTCF Öğretim Üyesi / ANKARA, e-posta: kocaturk@humanity. ankara.edu.tr

Page 179: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > S a a d e t t i n K O C A T Ü R K

170

Erdem

50 yer etmiştir. Düşünceleri hava gibi insanın gönlüne süzülür, ışık gibi duygu- 2008larımızın pencerelerinden girer.

Gazzâlî’ye bu büyüklüğü bahşeden ve onu bu ulvi mertebeye taşıyan di­ğerlerinde bulunmayan dünyayı hakir görme duygusudur. Evet, ona bu bü­yüklüğünü dünyayı küçümsemesi kazandırmıştır. Gazzâlî, Bağdat medre­selerinde nimet ve şöhretin zirvesinde herkesin kendisine hürmet ve saygı duyduğu bir üstat ve âlim iken, kalbini rencide eden bir vesvese onun için bir hidayet ışığı oldu. Bundan sonra dünyadan soğudu. İman hakikatlerine karşı hissettiği bir susuzluk, ruhunu yakıp kavurmaktaydı . Yüreğinin çağrı­sını dinleyerek, kalbini ve iradesini ilahi arzunun tecellisine bıraktı. Büyük­ler ve devlet erkânı ile sohbet onurunu, Bağdat Üniversitesi’ndeki şöhretini, padişah nezdindeki yakınlığını ve Nizamiye medreselerinde okuttuğu ders­leri bıraktı . Gerçek inanç olan yakînî imanı elde etmek için1, bilimin evham

I Akaid biliminde, imanın rükünlerini bizzat müşahede edermiş gibi görerek inanmaya, imanın yakın mertebesi denir ve bütün ilimlerden maksat, bu mertebeye ulaşmaktır. Bu mertebeye gelmemiş inanca, zann yani gerçek bir bilgiye dayanmadan öyle olduğunu varsayarak inan­ma denir. Zan, hiçbir delile istinad etmediği ve her an kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğu için makbul bir inanış değildir. Kişi, yakîn mertebesini kazanabilmek için ilim sa­hibi olmalı ve imanını delillere dayandırmalıdır. Bunu yapamıyorsa, itikat edip güvendiği bir imamın inanışını taklit etmelidir. Ancak taklit de, zan kadar olmasa bile beğenilmemiştir. Henüz tasavvufun olgunlaşıp gelişmediği ilk zamanlarda Kelâm ilmi ile, yani iman esaslarını delillere dayandırarak pozitif ve akli bir şekilde isbat etme bilimi ile uğraşanlar, yakînî im- âni elde etme yollarını aramışlar; metod olarak da dînî bilimleri okuduktan sonra, felsefe ve tabîî bilimler yardımı ile çıkarsamalarda bulunarak, imanın rükünlerine aksine ihtimal bulunmayacak şekilde ilim ve delil ile kesin olarak inanıp, nefsi tam ikna etmek şeklinde uzun ve meşakkatli bir yol göstermişlerdir. Bu uzun sürecin sonunda insan, bilim yardımı ile imanın bütün rükünlerine "Gözle görür gibi emin olup inanmak" şeklinde bir çeşit yakın kazanmış oluyordu. Hicretin IV. yüzyılından sonra gelişen tasavvuf biliminin de hedefinde yakîn mertebesini kazanma vardır. Mutasavvıfların kullandıkları metod ise, bir program da­hilinde gerçekleşen seyru sülûk, yâni mânevi yol alma ile mertebe katetmek idi. Seyru sulûk denen mânevî yükselme yolu, riyâzet, zikir, murâkabe, tefekkür, aşk, müşahede ve nihayet vusûl adımlarından ibaretti. Seyru sülûkte bulunan kimseye sâlık denirdi. Sâlik, sülûku sırasında, olgunlaşıncaya kadar mürşidinin murakabe denen terbiye ve kontrolü altında bulunurdu. Sâlik, riyazet yapmakla nefsini terbiye edip kalbini temizler; zikir ile mânen Allah’a yakınlaşır; murâk- abede bulunarak kendini hesaba çeker, iç dünyasını kontrol eder; tefekkür ile fikrini harekete geçirerek Allah’ın nefsinde ve eşyada işleyen isim, sıfat ve fiillerini anlayıp evham ve şüphe karanlığından kurtulur, hakikate ve marifete erer. Zikir ve tefekkürü nisbetinde aşka sahip olur. Seyru sülûkun son mertebesinde keşif ve kerâmete erme vardır. Bu mertebeye eren sâ- likin keşfi açılır. Mânevî âlemler olan kudret ve ceberut âlemlerini görmeye, Allah’ın isim, sıfat ve fiillerinin işleyişini müşâhedeye başlar ve kendisinden herkeste görülmeyen harika haller zuhur eder. Bu mertebeye eren sâlik, eğer başlangıçta fikir ve düşüncelerini sağlam bir ilim temeli üzerine oturtmamış, şahsiyetini tefekkür ve murakabeler ile olgunlaştırmamışsa, aşk ve şuhud makamlarının tuzakları olan naz ve fahre düşerek kendisinde şatah ve tâmât denen fıkıh ölçülerine zıt ölçüsüz sözler işitilmeye başlar. Çünkü bu durumdaki bir sâlik, dik­katli ve uyanık olmadığından, mânevî âlem ile maddî âlemin ölçü ve muvâzenelerinin çok farklı olduğunu bilmemekte, iki âlemi birbirine karıştırmaktadır (Hasan Akay 1995: "şatah" ve "tamat" mad.); (İskender Pala 1995: "şatah" ve "tamat" mad.). Gazzâlî’nin eserlerinde çattığı

Page 180: Erdemi - akmb.gov.tr

İslam Fikir Aynasında İki Büyük Mutasavvıf “Gazzâlî ve Mevlânâ” f iV

ve zanlardan kurtulamamış meselelerinden el çekti. Dünyanın nimet ve lez­zetlerini terkederek, uzlete ve yalnızlığa çekildi. Bundan sonra fikir ve kalbi­nin derinliklerine inerek murakabelere daldığı bir hayata başladı. Daldığı te­fekkür ve murakabelerle gönül penceresi, gerçek huzuru bağışlayan mânevî ilhamlara açıldı. Murakabe ve tefekkürle gelen ilhamlara tam muhatap ola­bilmek ve benliğinden kurtulmak için riyâzete başladı. Nesi var nesi yoksa hepsini bırakarak fakirlik yolunu seçti. Nefsinin, duygularını yönetmesine izin vermemek için, heva ve arzuyu terketti. Açlığı, susuzluğu, susmayı ve gecelerde uykusuzluğu meslek edindi. Günlerini kaybettiklerine değil, kaza­namadıklarına karşı içi yanarak geçirdi.

Gazzâlî’nin sürdürdüğü uzun nefis mücadelesi ile fikir ve kalbinin derin­liklerine inerek yaptığı murakabeler, en sonunda nefsin ve benliğin kirlerini yaktı, yıkadı. Şimdi gönlü hevâsına değil, heva ve arzusu onun gönlüne tabi idi. Bundan sonra ruhunda yer eden, zahir bilgisi değil marifet ilmi idi.2 Ruh lambası, aşk yağı ve ilahî cezbe ateşi ile yanmaya başlamıştı. O, bundan sonra halk arasına karışabileceğine inanarak, uzlet ve yalnızlıktan çıktı. Hal­kın yükselttiği biri olarak değil, Hakkın yücelttiği bir mürşid olarak halkı irşa­da başladı ve hakiki yükselme ve gerçek bilginin esaslarını öğreten meşhur eseri "İhyâ u Ulûmi’d-Dîn"i yazmaya koyuldu.

Bundan sonraki hayatında Gazzâlî, irşadlarını yalnız nasihatle değil yapıcı tenkitler ile de sürdürdü. Takva sahibi olmayan din bilginlerini, kendilerini dinin dışı ile sınırlayıp kabukta kalmak ve sadece fetva vermek ile yetinmek­le suçladı. Maksadı helal ve haramları öğreterek insanı manen yüceltmek olan dini, dünyada bir yükselme basamağı ve sultanlara yakınlık için kul-

mutasavvıflar, bu farkı idrak edemeyip, şatah ve tâmâtlarla kendini metheden ve muvâzen- esiz sözleri ile halkı yanıltan bilgisiz kimselerdir. Gazzâlî de bir seyru süluk yaşamış, ancak bunu diğer mutasavvıflardan farklı olarak bir üstadın kontrolünde olmadan kendi kendine yapmıştır. Başlangıçta sağlam bir eğitim alıp âlim olduktan sonra, seyru sülukun esası olan dünya alakalarından nefsini tecrit etmiş; on yıl süren uzlet ve inzivası sırasında çektiği riyâ- zetle nefsini, seciye ve şahsiyetini olgunlaştırmış; tefekkür ve murakabeler ile nefsini, eşyayi ve Rabbini tanımış, yaptığı zikirler ile ruhunu yüceltip ahlakını güzelleştirmiş, ancak bundan sonra kendisini halkı irşad ve aydınlatmaya layık görmüştür. Sağlam bilgisi ve olgun seci­yesi, onu tâmât ve şatah tehlikesinden muhafaza etmiş, tam huzur bulan ruhu hakikatle iktifa ederek, keşif ve kerâmetle, aşkın naz ve fahr halleri ile uğraşmamıştır.

2 Tasavvufta zâhir bilgisi, dînî ilimleri hakikatine varmadan, özünün ve gerçekliğinin ne olduğunu anlamadan, derinliğindeki iç anlamı bilmeden öğrenmeye denir. Hakikati anlaşılmadan öğrenilen bilgi kalp ve ruhta yer etmediğinden, tesiri olmaz. Marifet, bir şeyi tafsilatı ve ayrıntısı ile bilmeye denir. Tasavvufta marifet, eşyanın künhünü ve hakikatini bilmeye denir. Bu künh ve hakikat ise Allah’ın isim ve sıfatlan olup, eşya bunların görünen şeklidir. Rabbânî ilim ve irfan olan marifet, salikin kalbine keşif veya ilham yoluyla geldiği gibi, mânevî ve iç tecrübelerle de öğrenilir. Tefekkür yolu ile bir şeyin idrak edilmesi veya bu yolla kavuşulan ilim anlamına da gelir ki, Gazzâlî’nin marifeti bu nevidendir. Marifet bilgisi, hakikati bilinip, gerçeği anlaşıldığından kalpte yer eder ve ruhta müessir olur (Hasan Akay, 1995: 286).

Erdem

171502008

Page 181: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > S a a d e t t i n K O C A T Ü R K

172

Erdem

50 landıklarını, marifetin özündeki meselelerden ve kalp ilhamlarından hiç söz 2008 *etmediklerini ve kalp temizliğini hiç dile getirmediklerini söyleyerek onlarıtenkit etti. Gazzâlî aslında şunu söylemekteydi: Bu kimseler, dinin hakiki özüolan takva, ihlas ve muhabbeti unutturuyor, nefis için tehlikeli olan şeyleriihmal ediyorlar; hile-i şer’î denen birtakım usullerle halkı aldatma yolunuseçip dinin hükümlerini ucuz hilelerle satıyorlar. En büyük dini ilim olarakda, ihtilaflı meseleleri görüyorlar.3

Gazzâlî, yaşadığı çağda İslam dünyasını oldukça etkilemiş olan ve tek de­ğer olarak dünyada sadece aklı kabul eden filozofların fikirlerini benimseyen ve bunları neşreden hükemâyı da tenkit etti. Onların, kendilerini peygam­berlerle bir tuttuklarını, dine ecnebî fikirler karıştırdıklarını, Aristo’nun fi­kirlerini dinin değerlerinden üstün tutup, Eflatun’un eskimiş düşünceleri­ni en güzel meta şeklinde yeniden satmaya çalıştıklarını söyledi. Gazzâlî, onların bu fikirleri yaymakla halkın iman harmanına şüphe ateşi attıklarını biliyordu.4

Gazzâlî’nin tenkit ettikleri arasında kelâm ilmi ile uğraşan mütekellimler de bulunuyordu. İlmî çalışmalarında münâzara5 denen bir tarz geliştiren bu zümrenin, bilimsel metod ve usulleri kendi rakiblerini aşağılamak için kul­landıklarını; riya, kibir ve hasetle kirlenmiş oldukları halde kendi hallerine bakmayıp dine elbise dokumaya kalktıklarını; iman hakkında söylenmiş sözleri bilmeyi imanın şartı olarak yeter gördüklerini söylüyordu. Gazzâlî, onların kendi nefisleri ile uğraşmayıp bütün ömürlerini birbirleri ile müca­dele etmekle geçirmelerini, hasımlarının ayıbını araştırdıkları halde fazilet füruşluk yapmalarını, kendi ayıplarını anlamada hoşgörüye ve bilmemezliğe sığındıklarını; hayat sermayesini, belki de hiç gerekmeyecek düğümleri çöz­mekle harcadıklarını fakat kendi yaratılışlarındaki düğüme göz ucuyla bile bakmadıklarını görüyor ve bunları açıkça söylemekten geri kalmıyordu.6

Halka vaaz ve nasihat vermekle toplum terbiyesinde ve eğitim sistemi içersinde mühim bir yer alan vâiz ve nasihler de onun tenkitlerinden kurtul­madılar. Ayıp, hata ve kusurlarını bu irşatçının dilinden kendi kulakları ile

3 Muhammed Gazzâlî (1939: C.I, "Kitâbu’l-İlm"); ayrıca bkz. age, C. III, "Kitâbu zemmu’l-ğurûr".4 Age., aynı yer.5 Kelâm ilminde münâzara sanatı, kelam âlimlerinin ileri sürdükleri delil ve fikirleri tetkik

ederek, bu fikir ve delillerin konu ile münâsebeti bulunduğu veya bulunmadığını göstererek birbirlerine cevap vermeleri sanatıdır. Hicretin ikinci yüzyılından itibaren kelâm âlimleri kendi aralarında bir araya gelerek hakikate tam ulaşmak amaci ile, ileri sürdükleri fikir ve delilleri ilmî usullere uygun olarak tartışıp görüşür, ondan sonra iman ve itikade dair mevzularda tam bir fikre varırlardı. Mezhep imamları ve onların talebelerinin kendi aralarında çeşitli zaman­larda yaptıkları böyle fikir mübahaseleri meşhurdur.

6 Age., aynı yer.

Page 182: Erdemi - akmb.gov.tr

İslam Fikir Aynasında İki Büyük Mutasavvıf “Gazzâlî ve Mevlânâ” f iV

işittiler. Riyakâr oldukları hâlde riyanın kötülüğünden bahsetmenin, ihlas- tan nasipleri olmadığı hâlde ihlas hakkında konuşmanın, kulağa hoş gelsin diye secili vezinli laflarla vakit geçirmenin, muhatapları coşturmak ve vecde getirmek için ayrılık ve kavuşma hakkında beyitler okumanın, gerçekten hak­ka hizmet olmadığı gerçeğini duydular. Gerçekten de bu kimseler arasında, mutasavvıf görünebilmek için sufîlerin şüphe uyandırıcı sözlerini, sekir ve vecd halinde söyledikleri şatah ve tâmâtları7 dile getirenler az değildi. Bun­lar, onun dediği gibi halkı Allah’a değil kendilerine çağıran, Allah’la olmak­tan bahsedip fakat bir an yalnızlığa dayanamayan, şöhretin sakıncalarından bahsedip halkın ilgisizliğinden ve müridlerinin azlığından yakınan, ikbal ve halkın saygısı ile gönül eğlendiren kimselerdi. İnsan gönlünün mânevî ilaç­larını iyi tanıyor ve iyi methediyorlar, ama kendi kalplerindeki gizli yaraya sürmüyorlardı. Gazzâlî’ye göre bu halleri ile bunlar, insan şeytanlar ve insan kılığındaki iblisler ve insan yiyici kimselerdir. Nefesleri zehir yağdırmakta, tıpkı güz rüzgarı gibi ruhun taze fidanları olan gizli ve görünmez duyguları yakmaktadır.8

Mutasavvıf olmadığı halde mutasavvıf görünmeye çalışan ve kendileri­ne sûfî diyen kişiler, çeşitli aldanmalara müptela olmuşlardır. Bu kimseler, sâdık ve dürüst sûfîlerin kılığına girip, onların dış görünüşlerini taklit et­mekte, başlarını önlerine eğip yüksek sesle ah çekmekte, yavaş ve yumuşak bir sesle konuşup omuzlannda seccade taşımakta ve ancak sema ve raks meclislerinde huzur bulmaktadırlar. Bunlar, sesli zikir yapar, yün elbise gi­yer ve ellerinde tesbih taşırlar. Bütün maharetleri, şeyhlerin ziyaretine gidip onların hâl ve sözlerini nakletmek ve bununla övünmekten ibarettir. Tam bir tembellik ve durgunluk içinde ömürlerini tekkelerde geçirerek helal yoldan rızık kazanmayı bir tarafa bırakan bu kimseler, âlim ve fakihleri yalanlayıp onlarla alay da etmektedirler. Bunlar, Allah’a yakınlıktan, vusulden ve onda fani olmaktan söz ederler.9 Ruh nurundan ve iman safiyetinden nasipsiz bu grup, din postuna oturmuş, helali de haramı da bir tarafa bırakmıştır. Herşeyi mübah görme ve gösterme tehlikesindedirler. Kendi zanlarına göre kalbin halleri ve gönlün inceliklerini araştırmakla öylesine meşguldürler ki, diğer uzuvların ibadetlerini unutmuşlardır. Ahlaklarını güzelleştirme ve temizleme ihtiyacı hissetmemekte, gazap ve şehvetin kendilerine hücum

7 Sufilerin vecd ve istiğrak halinde iken söyledikleri muvâzenesiz sözler. İstiğrak halindeki kişi, söylediği sözden mes’ul değildir. Ancak yanındakiler, dikkatli olmalı ve bu sözleri fıkıh ölçül­eri ile muvazene etmelidirler ( Hasan Akay, 1995: 439).

8 Muhammed Gazzâlî (1939: C.III, "Kitâbu zemmu’l-ğurûr"; ayrıca bkz. age, C.I, "Âfâtu’l- Mu- nâzara".

9 Age., C.II, s. 250.

Erdem

173502008

Page 183: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > S a a d e t t i n K O C A T Ü R K

174

Erdem

50 etmesinden korku duymamaktadırlar. Onların cahillik ve bencilliklerine 2008rağmen bazan sultanların ihsanlarına nail olmaları, bazan da tevekkül ismi altında hiç azık ve yoldaş almadan kendilerini çöle vurup mahvolmaya ter- ketmeleri Gazzâlî’yi hiç şaşırtmaz. Bu hâlde iken bir sâlik, Allah yardım edip de sülûkunun başlangıcında bazı harikalara mazhar olursa, onu şaşkınlıkla vuslatın son mertebesi sayar ve çocukçasına o halin tatlılığı ile memnun olarak, Ene'l-Hakk demeye ve Allah’ın varlığını kendi cübbesi içinde görmeye başlar.10

Gazzâlî’nin dinî ilimlerdeki derinliği, tedris ve münâzaradaki başarısı, sözlerindeki doğruluğu, büyüklerin ve sultanların huzuruna çıkmaktan uzak durması, din görevlilerinin kusurlarını göstermedeki cesareti, nefis temizli­ğine, zühde, dünya lezzetlerine kanaate, akibetinden korkmaya ve kalbinin hâllerini araştırmaya teşvik eden saf aşkı ve hararetli arzusu, onun sözlerini sağlam ve sevecen kıldı. Ders halkasına, birkaç muhalif dışında, kendisini izleyen ve ciddî seven büyük bir kalabalık topladı. Gelecek nesiller, bir ayna gibi onun söz ve davranışlarının nurlarını yansıttılar.

Yedinci yüzyılın "Vücudunun her telinde yüzbin Şemseddîn-i Tebrîzî ası­lı bulunan"11 coşkulu ve yanık sûfîsi Mevlânâ Celaleddin, mânevî özünde İmam Ebu Hâmid Gazzâlî’ye meyilliydi. Tefekkür dünyası ona yakındı ve on­dan çok istifade etmişti. Bu iki büyük ruh arasındaki benzerlikler az değildir. Her ikisi de zamanlarının hürmet ve saygı duyulan birer din bilgini idiler ve ikisi de ince meseleleri anlayıp ifade etmede, söz serdetmede ve marifet bilgisi söylemede öyle güçlü idiler ki, etraflarında birçok öğrenci topladılar, minber ve medreseye yeni bir renk verdiler. Her ikisi de fetva makamını ve ders kürsüsünü işgal ettikleri gibi, zamanın emir ve beylerinin sevip saygı duydukları kimseler idiler.

Ebu Hâmid, otuzsekiz yaşında iken, hicrî 488 yılında, hilafet merkezi olan büyüleyici, şen, dinî ve edebî bilimler yuvası Bağdat şehrini, hacca gitmek ve Şam taraflarında uzlete çekilmek maksadı ile terketti. Bu diyarın bütün

10 Muhammed Gazzâlî (1939: C.III, "Kitâbu Zemmu’l-Gurûr"); age, C.I, "Kitabu’l-'İlm".11 "Melikü’l-Müderrisin Mevlânâ Şemseddîn-i Malatî rivayet etti ki, bir gün Hazret-i Mevlânâ’nın

sohbetinde bulunuyorduk. Hazret-i Mevlânâ marifet dersi veriyordu. Ders esnasında fakirler sultanı Mevlânâ Şemseddîn-i Tebrîzî’nin sıfatlarını övmeye başlayarak, sayısız medihte bu­lundu. Müderris Bedreddîn Veled, o halde iken bir ah çekti ve "Ne yazık, ne aci!" dedi. Mevlânâ "Niçin ne yazık?" dedi. Bedreddin, "Hazreti Mevlânâ Şemseddîn’in hizmetine yetişemediğimiz için ne yazık" dedi. O zaman Hazret-i Mevlânâ bir an susup hiçbir şey demedi. Sonra buyurdu ki, eğer Hazreti Mevlânâ Şemseddîn’in -Allah zikrini yüceltsin- hizmetine yetişemedi isen, babamın mukaddes ruhuna yemin ederim öyle birine yetiştin ki, onun her telinde yüzbin Şems-i Tebrîzî asılıdır ve onun sırrının sırrını anlamakta şaşkındır". Eflâkî (1959: C. I, s.101- 102).

Page 184: Erdemi - akmb.gov.tr

İslam Fikir Aynasında İki Büyük Mutasavvıf “Gazzâlî ve Mevlânâ” f iV

gurur, ihtişam ke bilimini Irak çoc uklarına bıraktı. İlk sevgiliye ger i dönm ek ve kalbini bedenin hakimiyetinden kurtarmak üzere bütün dünyevi ahbab ve sevgililere veda etti. Şam Camii’ne gitti. Uzun müddet onun minaresinde ikamet etti. Kapısını üzerine kilitleyip geçmişin muhasebesini yapıtı. Kaybet­tiklerini kazanmaya çalıştı.

Aynı şekilde lMevlânâ da otuzsekiz yaşında iken, 642 yılında Tebriz’den bir güneş doğdu. Bundan sonra onun bütün gn celeki gün dikiz oldu.O, vakar ile enccadede oturan kimse, kendi deyiüni ile mahalle nocuklakının oyuncağı12 ve sema meclislerinin yanık gönüllüsü oldu.13 Bundan sonra, artık ne Gazzâlî önceki Gazzâlî idi, ne de Mevlânâ ilk Mevl â n â . l-1 e r i ki si d e ye n i t) i r s u ret gi­yindiler ve Müslüman hıalkın din ve i rfanına yen i bi r görün üm verdiler.

Şemseddin isimli giz li bir mâneviyaü kutbunun Mevlânâ’nın elinden tuttu­ğunu biliyoruz. Ama Gazzklî’nin hangi füsun sahibine kapıldığını bilmiyoruz. Gazzâlt’nin işaretleei, eülukunun başlarında iken ^ân ehü ârifleaden bazıları ile istişaresi olduğundan daha fazla malummt vermiyon.4 Onu uzlete iten en

175502008

Erdem

12 Bu ifade, Mevlânâ’nın bir rubaisinden alınmıştır:

"Eü lnicl idim, terâne söyleyici yaptınbeni. Eğlence meclisinin şarap içicisi ve ayyaşı yaptın beni.Vakar ile reccedede otururdum. Mahalle çocuklannın oyuncağı yaptın beni". Mevlânâ Celâled­d in Rûmî (1372:1484).

13 B u ifade de Mevlânânın sşu beytinden alınmıştır:

aji;j uüjk J AH-jm Jtkijj olj t_rü!"Ferynd çekenlnr, edeb bilen başka binleridir; yanı. gönüllü ve yanık ruhlu başka kimsel­erde'.Bunu teyid eden bir de hikaye vardır: "Bir gün halifeler sultanı, sıdk ve aafa kaynağı Hakkın ve d inin kılıcı -Allah onun aziz ruhunu pâk etsin- şöyle rivayet etti kid Bir gece büyük bir semâ' mecHkl vardı. Senrâdan soura Şeyhin mübarek göğsünü ovelıyordum.Sordum: Hazreti Hudâvendigâr, muhaddis şeyh Sadreddîn’in huzurunda ona son derecede saygı gösteriyor ve edebe riayet ediyorsunuz. Acaba o, bu yolda (tasavvufta) muhakkik mi yoksa mukallid midir? 13 uyurdu ki, Allattın sırrının âyiaesi olkn düşmanlık bulunmayan göğsümü yemin olsun ki, mukallidtir. Vallahi sizin muhakkikliğinize göre o mukallidtir. Buyurdu, insan için iki büyük alamet vardır. Biri sahiden bilme, ikincisi kendini oyalama. Bazıları için sahiden bilme vardır, kendini oyalama yoktur. Bazıları için de oyalama vardır, sahiden bilme yoktur. Bunun her ikisine de sahip olan kimseye ne mutlu." Eflaki (1959: I, 471).

14 Enbiya ve evliyanın birden keşiflerinin açılıp, nefislerinin yücelerek kendisi için mümkün olan kemale ermesi, ilim öğrenmekle değil, dünyayı terk edip, onun ilgi ve alakalarından yüz çe­virerek bütün gayreti ile Allah’a yönelmek iledir. Kim Allah için varsa, Allah da onun için vardır. Bir vakit bu yola süluk etme arzusu bende uyandığı zaman, bir sûfîyi metbu ve öncü kabul ederek Kur'an okumaya önem vereyim mi diye ona danıştım. O beni bundan men etti ve dedi? "Bunun yolu, kalbin ailene, çocuğuna, malına, memleketine, ilme ve rütbeye iltifat etmeyecek şekilde dünyadan tamamen alakanı koparman, sonra bir köşede nefsinle başbaşa kalmandadır." M. Gazzâlî (1964: 222).

Page 185: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > S a a d e t t i n K O C A T Ü R K

176

Erdem

50 büyük etken ve sâikin .ardeşi Ahm edi Gazzâlî olduğunu söyleyenler, bu es­rarengiz değişimin mutlaka ânî bir darbeden ileri gzlmiş olduğuna inanırlar. Ağır riyazetler ne helalleri bile terkedip dinin esas ve emirlerine bağlanmak, sem â ’ ı n c â i z o l d u ğ u n u s öyl e m ek, g ecel eyi n ka l km a Ii ve az yeyi fl , az uyu m a k da İş u i ki lt) üyüğ e tn i rb i ri eri i I e d a lı d fazl a be nzerl i ku kaza n d i nm a kta d ir .

Bütün bunlara rağmen, kend inden geçmişlerin buşı, fikir sazlığm- da ateş yandıran,15 kahramanca aşkın öğreticisi, vesveseleri yakan16 Mevlânâ Ceî âleddîn, bi lgece deli likler, meslek edinmişti. 17 Sözlerinde kavuşm adan ve takt a n söz ed i yordu .18 Bütün d ünyaya aşk dağ- tan bir

с*'-*'' ‘-Çj (jH J j lS'"Ey ansızın grian yeniden diriliş, eysonsuz rahmet; ve ey düşünceler sazlığında ateş yakan..." Mevlznâ Celâledcîn-i Rûmî (1372:1).

j i j Ş j Jm I Лз lj jp j^Uİ

i-1 jps- j ji iS—fc-'f fr*•-'■■■! ‘- j ^ W O—Ojljb jl O lâ..* Ip Lj yi J-alj

Jl*£- j3 lj OLclS** £ j OLûjL"- yl l.*j l

"Aşkı önünde kıl kadar korku olmaz. Aşik mesleğinde herkes kurbandır.Aşk Tanıl zıfatı d-r, korku r e bezne ve damına i z ^ t:!kl ı: olanların sıfatıdır. iî l'ii.d koeku ile tabana Uuveet kanar. j’ ş?iI<i1.. " İse eışılea yelinden daha sacatlidır.Eiu korânklar aşkın ritesine nereden u^-mlar. Çüykü aşd cierds aökyazünü b. ille alçaltır." MevlOnk Celâluddîn-i Rûmü (1940: C. V, "HaSns mzpaliZ söz söylek.p, söyledin söz İddin ol­mayan kimnenin beyanındadır".

"i'l' CiJ l- ^ jc j zf ŞJl -rY. J ss- Cb- S’J f J îJü.j s' Vı s’v'iE iî'i'i rapteden ynlnız aşktır. 'i'olı .îi, başka üırllii, şüphelezi k it nasıl bDangei riui."; lti?" Mevlünâ Celâleddin-i irûmî (I 940: C ,V, "Bir Cebeiyeci ile sünnî müslümanın hikâyesi".о ,! jLj I. jüT-li! 141 JZlsL* Un n™S jH” lj oif-ld-sj i lr (Jj ^ -лл -j jj

"Biz(m sevgilimizin yolunda korkaklann işi yoktur. Oracle olan"ar I-ieîp şah laıdır, kölelere yeryoe."Iv'lev/'lâlı âl Celâleddîn-i Rûmî (1372: I,231).

17 7 JLa jLv jl І И*і,іГ jj A?î*j\j J ~ЭІ \j j Ll- (_£І ji J- Лл-LT—'j-i e - S l* . . .n ,1 S dk 1t-)-l'Lz"C nı.m al «sen, en canın eulı. Çünkü eenniz, -ı dizn :с zI l;>im.M)î\/j:inelil dernccülndo â ık.ıi"n br<3n . Г i i iıci de j l; dan (dî d ;/mu;>u ." lM e lâ âi Cej âleadidîn-i irûm'î 1. Ç)<( : CM, I , "-Kuş; i la ave ın ın tart ışmadi").

1k s ö rle ı l le di.li ki? Bir gün Hazreti Meviâna buyurdu, i-âhî Iriiilarifnt i lrii i l.istâd Senâî ve H^zr ti l erîduddîn-i A'ittâr -Allah ikisinin de ruhlarını mübârek etsin- büyük din bilgini idiler. Fakat daha çok anrılıHrrn söz ettilep Ama İz iz, ЬзИ1,-)]! söz ümüzü ls; \ u;>me ilzeEri.r ez ı ö ledilî... "E liâ î ı<?(:y): i, :2;>0)."'/le nine anlatılmıştır kid Bir gün Hazreti Sultan Veled -Allah ruhunu mübarek etüin- du aa­man la ne güzel günler geçirmekteyiz ve inkar edenlerin kuvveti yok, diye zâm ân eyi övüyordu. Hazreti Menlânâ buyundu dş aahânddîn, bunu nyon söyledin? Ded" Gnçmiş dnvirierde Mansur "dnel-Hakk" dediği için onu idam ettiler. Blr Oaç defa Bâyezrd-i Bistâmr'yi öldürmeye Seşebbüs ettiler. Hazret-i Hudâvendigâr tebessüm ederek buyurdular: Onlar aşıklık makamında idiler ve aşıklar belâ çekmelidir. Biz ise sevgili makamındayız. Sevgili daima hükmeder ve ona itaat edilir..." Eflâkî (1959: I, 466-67).

Page 186: Erdemi - akmb.gov.tr

Erdem | 1 Z7

kelba snh ip tii Aşk ne luzuru,20 gamın kanının dökülmesi21 ve (in- Цdişelerin boynunun vurulması^ için fetva veriyord u. Kendinden geçerek ve dünya denilen zindanda nârâlar atara lı ebediyet âlemini karıştırıyerdu. Kendinden geçtiği "remanlarda, edebe uygun davraeamiyouS3 : <' {eiıliniır İre­nini tcin'if ederken içi içine tığmıyordu.24 GazzâlV ila aralarında feessh fuesah meaafe vrai'ci-. Çünkü uzun yıllar nefsi ile gürddiyor, üzüntü ve pişmanlıkta boğu l uyordu . Nefse yeni l me korku s u , on u n sevin ci ni acılaştı rıyord u . Sev-

■ ■ ü Aislam Fikir Aynasında İki Büyük Mutasavvıf “Gazzâlî ve Mevlânâ” e f iV

19 l-gj " j t jkj jd i pl" І.&П 4",S~ "E f r -I (y* jl yr уш o.<?*j Cs* s-a~~“ O—*! ji Ip çAi\j~ly*

" Fe le ktn i"! ge n i şe o 2 d u ii araç ık göğs ü m , ve s ara reı n yü z ü m ayd an d ahi a pa rlak .Sinem şaraphane oldi aleme; genç ve yiğit göğsüme binlerce rahmet." Mevldnâ Cdlâleddm-i Rûmî (1О72: i’l-, 56).

20 r"^ 1 oı c ^ 1 v- Cj*''' of-z.-? -’ -’f-İ IJB nj . 2 Olu- jl ıjl ljp aöl mn — o- ,1 е jn-' --j-"Anuem yaver giden bahttır be babam cömertlik, kerem,Sevinç oğlu sevini oğlu sevinç oğlu sevincim ben.Gam onun sevincinde ö ldü, üzüntünü giderdi Allah,Öylesi bir kılıç gamın boynunu nanıl Esmesin?" Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1372: IV, 9).

2 I ıü- -l'" lıl- a цП ols, _a— Jj fi j Jj c"-?m (jr3-) — jj HS-aS- sjLjaİBjÇ Oi- jj -La yç f La J2 -e r e "tis П jj —M j v J ('lJ-C- " -l İE Ej—"Badeyi üzüntüsü olenlar içeü, büz şaraptan memnunuz. Ey sâkî, .gam ma0p uslanma yüzünü dön.Bizim kan-mız üzüntüye haram ve üzüntiinün lanı bize helâldir; bizim çevremizde dolanan lr er bir gam , nendi kanına girer". MevlânâCelâleddîn -i Rûmî (1372: III, 98;.

22 Ü ' jl a O lj eljdiljjj jjjf Oj j rijy Jj-« S Ldls sljO ro \j-ni ın—*" ne yiye' jü- r- mi (O >-0- y y'1 У ü —Si J Uoh \ e" 0L»br jjgO"Korkk ven umudun az olmanı için hesapsız mey ver sak1 Endişenin boynunu vur cr nerede biz nerede.Bugün senin misafirinim, senin sarhoşun ve senin perişânınım. Bugün yaşama günüiür, haydin namaza haberi bütün şehri dolduüdu." Mevlânâ Cklâleddîn-i Rûmî (1372: I, ik1/).

2 3 'ö.ne.P Ilj -’y j 1-..i—a 0y35 t—-îl (.ölP.e ."w" tO'hn â: 0üi- i-’ i i l? I - - j "s- ü-w.ı4 ı—b __ıji ijl;"»- Ij cam-e

"1:ісііГіі ; іі с;; j^1"ic4ş1<: i debe uyabilmek mümkün d eğildir. Oisa dn garip olurdn;I ^ lı si ne derin manal aa l <t nureo 1ііі1:г.іі"і1г.і|;|іі (^^ü-l ı^n), mukte^ r SSul an'd n başkasına müm­ki! n keğildir." Mudlânâ (Sı âileddi ı I Fiûns ( <110: C. III, "Areadatlnrı rj sınd£2 - .is ıeyi l cjçumaeran adamın beyanı Hakkındd").

24 olj JL*- S "l siı ij.e (_ü a*2 ^ jyl i eü-l ı'.. -J jA )l ıji>- ilea ._Lj Ij ji(t.îj" JiliLjıj i i -Isla-ü gj .JLj 1 ( ,0 dnJ—-"İzC' ıL a:rl<;ad ;i; İbir ı nüddik": lıüıanü lüı:raıle lr- sian, o güzelliğin trenlerinin nı ıs 1 ol^uğ^nu :3(üjr e;;i eyim.Or i-in gl : lliğin.ln. nfa l ( lduğı.1 ile e;lı:rıez. İlci ;=i c;;m incedir "bilir miain)? ( ""lun іеіпіп п ;y^^ ımi ı.MMevlânâ CeİEÜeddîmi l ûi'nî' (l' <3(r 1 "Allahu 1:ei jlnm ji lelnlı rd<e;i't f:ile rl" r ı 1 s< <m i"_i

Page 187: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > S a a d e t t i n K O C A T Ü R K

178

Erdem

205g gili makamına (mahbûbiyet) ermenin verdiği korku ruhunu doldurmuştu.25 Sıkıntı ve endişe hassas kalbini incitiyor, cesaret, aşk ve kavuşma yerine, sözlerinde korku, temkin ve çekinme duygusu dalgalanıyordu.26 Daima nef­sin acizliğine rağmen şeytanın hilelerine yenilmemeyi düşünüyor; nefsin vesveselerine karşı, sürekli mücadeleden başka yol tanımıyordu.27 Amel ilmi hakkında az konuşuyor, kalemine kendisine keşfolunan sırların ifşası için izin vermiyordu.28 Nefsin âfetlerine ve yaralanna, bir araştırmacı ve doktor nazarı ile bakıyor, merhem sürüyordu. Birbirine düğümlenip ip gibi dolan­mış meseleri, iyilikler ile fenalıkları birbirinden çözüyordu. Güzellikle ve bir öğretmen edası ile çirkinliklere kızıyor, onları kötülüyor ve suçluyordu. Her şeyi, yumuşaklık ve sükunetle düzene sokuyordu. Müsâmahayı yaymaya ça­lışıyor, âni çıkışları, hiddeti ve heyecanı dünya ehlinin işi biliyordu.29 Hatta

25 "Kim nefsinin zayıflık ve acizliğini bilirse, kendini islah edemeyeceğini (yani kendini beğenmeyi yok eder), bunun ancak Allah'ın elinde olduğunu bilir. Kim Allah'ın sınamasından kendini emniyette hissederse, gerçekten zarardadır. İnsanın tutması gereken yol, bütün bunların Allah'ın fazlından olduğunu görmesi, Allah'ın sınamasından emin olmadan ve son nefes tehlikesini unutmadan korku hâlinde bulunmasıdır. Bu, sıratı aşmadıkça kaçışı olmayan ve kurtuluşu bulunmayan bir tehlikedir. Bu, Allah velilerinin kalbinden asla korku ve sakınmayı uzaklaştırmaz. Allah'tan yardım, muvaffakiyet ve hüsnü hâtime niyaz ederiz. İş, ancak bittiği zaman başa çıkmış olur. Gazzâlî Muhammed (1939: III, 414).Ve yine Aynı anlamda? "Muhammed aleyhissalatu vesselâm bir vesile edinmeden en yüce mertebeye çıkaran şey, daha o vücuda gelmeden ondan sadır olmuştur. Ebu Cehil'i aşağıların aşağısına indiren şey de daha o vücuda gelmeden ondan sadır olmuştur. Gazzâlî Muhammed (1939: IV, 159).

26 " Bu kitabı (İhya), ola ki ömrünün sonlarında boyun eğer diye, ilim taliplisinin öğrenmesi ümidi ile telif ettik. O Allah'tan korkutma, âhirete meylettirme ve dünyadan sakındırma ile doludur." Gazzâlî Muhammed (1939: II, 237).

27 Nefsin hileleri ve şeytanın desiseleri üzerinde durmak için, (şimdilik) muâmelata dair bil­gilerden sarf-ı nazar ediyorum. Bunu bilmek her kul için farz-ı ayndır. Fakat herkes bunu öğrenmeyi ihmal etmektedir. İnsan, kalbine gelen düşüncelere sed çekmedikçe vehimlerin artmasından kurtulamaz. Karanlık bir evde yalnızlık, duyguların kapılarını kapatır. Ailesin­den ve malından soyutlanmak, içten gelen vesveselerin giriş yollarını azaltır. Fakat bunun­la birlikte, kalbde cereyan eden tahayyüllerdeki dahilî girişler baki kalır. Bu da ancak kalbi Allah'ın zikri ile meşgul etmekle önlenir. Sonra kalb, kendi kendini Allah'ın zikrinden çekm­eye, çekişmeye ve kendini eğlendirmeye devam eder. Bu durumda onunla mücâhede etmek gerekir ve bu mücâhede, insan ölmedikçe son bulmaz. Çünkü hiçkimse, yaşadığı müddetçe şeytandan kurtulmaz. Gazzâlî Muhammed (1939: III, 30).

28 Ahirete yönelten ilim, muâmele ilmi ve mükâşefe ilmi diye iki kısma ayrılır. Mükâşefe ilmi derken, sadece bilinenin keşfini kastediyorum. Muâmele ilmi ile de, keşifle birlikte, kendisi ile amel edilen ilmi kastediyorum. Bu kitaptan maksat, kitaplarda anlatılmasına izin verilmeyen mükâşefe ilmi olmayıp, sadece muâmele ilmini bildirmektir. Gazzâlî Muhammed (1939: I, 3-4).

29 Hüzün, kırılmışlık, eziklik ve suskunluk, yakîn duygusunun neticelerindendir. Yakin sa­hibi bu halleri, görünüşünde, giyinmesinde, davranışlarında, huy ve hareketinde, susması ve konuşmasında gösterir. Sözü ardı ardına söylemek, çok ve bol gülmek, şiddetli davran­mak ve konuşmak, bunların hepsi de kibrin, kendini emniyette hissetmenin, Allah'ın

Page 188: Erdemi - akmb.gov.tr

Erdem | 179

aşk hakkında söz söylediğinde bile, pervasız davranmıyor, sükun ve vakarını n kelimelere döküyor, sözün ateşini edeb suyu ile söndürüyordu.

Onun sözlerinde, o âşıkane feryad ve çığlıklardan, sarhoşane ve dinden çı­karıcı iddialardan e ser yoktur. E ğen, üslubu onun halka heyecan veren gün­lerindeki konuşmak rını hatırlatan bir miktar na dirattan sarf-ı na zar edip, hasım ve rakibi alaya alan 0 kalemi nin arasına yap tığı (çıkış ve kararsızlıüları görmezdon yelinsek, kükreme ve patlamasını dizginlemiş bir nanardağ görü­rüz. Aynı ateşin derinliğinde, kevser havuzu gibi leziz ve ferahlık veren tatlı bir su süzülür.

Mevlânâ'ya nasip olan dinî b in lerin liar dalında, Gazzâlî'nin on dan da he fazla kısmeti bulunduğuna şü p °e yoktur. O, Mavlânâ'nın da ta stilo ettiği gibi "Âlemlerin Âlimi" idi.31 Mevlânâ, tefekkürünün bir kısm ı n ı on - dan almış veya onunla ayısı düşvnmüştür. Mevlânâ'yı Gazzâlî'den ve diğer âriflerden ayıran, onun ateşîn ruhu edik sözleridir. Mevlânâ, yalnızca ateşîn sıfatlı biri değildi. Bir derm an sunucu makamında bulunmak İnesabi ile aşk ateşinden daha tesirli bir ilaç bulunmadığına da inanıyordu. Gazzâlî su ilen denman veriaken,Mevlânâ ateşten ilaç; yapıyordu. Ruhun şuh elbi- sezini Gazzâlî, su ile yıkamak istiyor; Mevlânâ, kirlerinin yanıp safiyet ve tazeliğini kazanmanı zçin aşk ateşine kırakıyordu.32 Gazzâlî, vesveseci şey­tanı zikir zinciri ve mücahadeile bağlamak istarken,33 Mevlâna, aşk yolunu s avunuyordu. CSazkâlî’nin, düşünce ve mantık ile çözmek istedin açılması

islam Fikir /Aynasında İki Büyük Mutasavvıf “Gazzâlî ve Mevlânâ” O f iV

cezalandırmasından gaflette bulunmanın ve gazabının şiddetli olduğunun alametidir. Bu da, Allahtan gafil olan ehl-i dünyanın adntidn, onu bilen âlirrüerm değil. Gazzâlî Muhammed (İ9î9: I, 75).

3 0 Gazzâlî Muhammed (1Г39: CI, Üçüncü Fasıl, "İnanmanın Esasları (/Allah'ın kelamı bahsi)".3 I "Aynı yekilde buyuidu: İmam Muhammed Gazzâlî rahmetullâhi aleyh, çilem üenizindenr risi

kaldırıp ilim bayrağını yüksaltmia herkeke rehber va âlemle rin âlim i olun uştur. Ama keşke Ahmed-i Grzzâlî gibi, biraz da aşk sahibi olsaydı daha güzel olurdu, ilâhi yakınlık sımnı, Ahmed gibi bize bildirirdi. Çünkü âlemde aşk gibi bir üstat, mürşid ve kavuşturucu yoktur." "AşUı seç ışkı seç İli seçilmiş o lasın,Aşk nana altın gibi bir fikir bağışlasın." Eflâk) (1959: I, 219-20).

3 2 j t&lı (_gLgİ£- Aİa S '!5 С V’ <ûj -іУП (_î in i"Kimin elbisesi aşntan dolnyı yırtıldıysa, o lnırs; ve ayıptan tamamen üemizlenmiştir.Hoş geldin, ey bizim güzel savdamızıh aşkı ve bütün dertlerimizle ta bibi"Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940: C. I, Mukaddime).

33 0 1 4 lj ^Ijsj 4İjJ j 0 1 O jjJ

"Vesveseyi zapteUen yalnız aışlctır. Yoksa, bî.aşkaı türlü, şüpheleri kim nasıl bağlamış ki?" Mevlânâ Celâleddîn-i Rîl mî (1940: C. III,"Cebsiyeci ile sünnî mü'minik hikâyes i").

Page 189: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > S a a d e t t i n К O Ci A T' Lj) RK

180

Erdem

50 güç "Cebriye" ve "Kaderiye" dü ğümünü30 Mevlâm, aşk: ile çözüyordu.3 5 Aşik 2008derdinin, Mevlânâ'ya mütekellimane sual-cevap 'zni vermediğim bir yana bırakırsak,36 filozofane ve mütekellimane düşünenleri ilzam etmekte, o da Gazzâlî'nin tarzını beğenip övüyor; filozofun dolaşık şüphelerini halis ima­na zıt görerek,safi kalp biı mü'mini ona yeğ tutuyordu.37 Fi lozof ile adale kakışmak yerine, susamışlara su yetiştirmeyi düşmüyordu. Bütün dünya­dan sadece rebabı se çip, aemâı İio ş uörmü ştü. Fetva makam ınde bulunan­ların o nu kın amalarmm asıl ne bebi de bu içli. Falaihlerle asla savaşmıyoe, zamanın dünya arzulusu ve makam sevdalısı fıkıhçılarına açık açık bir şey demiyordu. Gazzâlî gibi, onların yaptıklarını nefsin âfetleri ile tahkir etmi­yordu. Tasavvufun mes el e lerini, tat) ii bilimlerle aynı görerek küçüm süyor , yalnız fikhı bunlardan ayrı tutarak ona büyük saygı gösteriyordu.38 Biz bu

3 4 Gazşâlî Muhammed (1939 : C.IV, 254 vd).3 5 >J* jy* ^ 'j J 'j іУ-*'

~~i ji iji' цМ Jİ ~~i JJ» J Cf U Jİ0 - . —J J j ~ - > - «.ejLM л*л- O-™ ! 4_»Lff- y - ^ r л*л- j j

"Cebir ı^e^elesi, aış l:. mı ihtiyansız bn hale get"rdi, sabeımı elden aldı. Aşıa o"mayansn cebri hapKetti.Ha lbuki bu, lhŞ l ].£i beraberlik ve bi rlikti r, cebir değil.s Bu ayın tecellisidir, bulut: dnğil.Ceb ir bile olsa, herkesin bildiği cebir.. yalnız kendi menfaatini gözeten nefs-i emmârenin ce­bri değil." Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940: C. I, "Ömer ile Kayser Elçisinin Hikâyesi").

36)-_'T j b ° l jj" O J JJ- l j i_'l Jl^^i.1 J ja J l-д f

"Eğer rrrnşkil ı eı =;elıeler ve cevapları ile meşgu1 olursam3 sasuz"ara naıss l su verebil irim?" Mevlânâ Celdleddîn-i Rûm1! (1.c?40: C.I, "j®LTiE;ıt)î ile Halifenin Hikâyesi").

3 7 j '_?^ O ' j jt* J j j jS~ J Jj- * j^ '-a

1 -* ] j l оЦр* j j l - * ] j J s - i J s J , J j j j l j oT jA

osl Ul o>] j j - jl to- .1 j-^-3

■Lü j ^3 ^™Ls jZt 'j O

"Filozof, Kkir ve zan nıncd(direğ in ağlaması ını) İn kar ed er. Ona de? Sen vat, badıdi o du vara vur! Kim in gönlünde ş üphe ve dolaşıklık varsa, o kişi gizliden filozoftur.Han nâne direğinin ağlamasını inkâr eden filozof, peygamberlerin duygularından haber­sizdir."Cennet: ehlinin oğunluğu, isaf kalpli kimseler dir. Onlar felsefenin şercinden kurtul urlar. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940: C.I, "Vah iy Kâtibin in Dinden Çıtması").

3 8 j p-Lp j *j4 Lj p-Lp l jLf sJj^jj j Lt" T p-~.lİA Aj Sj J*'-'* W’ J ^

у-.* I j j if Jjj jl-ıp Aİ ' ^ j-5"" t_£'■■Ч j i^ Lj 'j j,j' -i-jij Jj p- j °'j"Hândese biigisi nin en ince nolrl:. lanını biliş, yahu! nü cu m. Hipi ve felsefe bilgileri nl elde eder. (dün kü on arı anca! du dü nya ile alaVası vardır. Yedinci kal göKe çılmaya yok yoktur.Bffiün leu bî ^ rileş, ahır kapısı yaymaya yarar. AVlrıi" ise, öküzle devenin varlığına destektir.İllim, Hikk yoludur '/e onun için menzildin Bunu gönül ehli kimse mi' AoAsa onun katoi mi bilir?"

Page 190: Erdemi - akmb.gov.tr

islam Fikir Aynasında iki Büyük Mutasavvıf “Gazzâlî ve Mevlânâ” f iV

makalede, Mevlânâ'nın İhyâ'dan almış olduğu ve kendi yerlerinde güzelce araştırıp istihraçta bulunduğu hadislerle ilgili olmadığımız gibi, diğer kısas ve temsiller ile de ilgili değiliz. Yine sufilerin, tasavvufun bütün aslî kay­naklarında bulunan yaygın düşünce ve öğretileri, sülûk yoluna adım atmak, tevbe, ihlâs, şükür, züht, fakr vs. gibi meziyetleri ile ahlaklanmak ve din büyükleri olan meşâyihin edebi ile edeblenmeye de işarette bulunmayaca­ğız. Biz temel olarak, içlerinde etkileşimin kuvvetle görüldüğü Mesnevî'den alınma örnek beyitler ile Gazzâlî'ye hı as düşünceler veya ona ait olup) da Mevlânâ'nın kullandığı tabir, kelime ve terimler üzerinde duracağız. Yine Mevlânâ'dan, sanki doğrudan Gazzâlî'ye yöneltilmiş gibi bazı tarizlere veya her ikisinin anlam ve yorumlarındaki zıtlıklara işaret edeceğiz. Bunu yapar­ken de Mevlânâ'nın Mesnevî'si ile Gazzâlî'kin İhya ıı Ulûmi'd-Dnadlı eserini esas aldik.1. Gazzâlî ve Mevlânâ’da Tabii İlimler, Sebep ve Vasıtalara BakışGazzâlî, astroloji ilmini yererken açıklama ve yorumlarında, bazı esas ve de­liller getirim iştir. Bunlardan ilki olan birinhi deliii, sadece astro loji ilmine has olm ayıp, bktün tab ii bilimleri kapsar. Beşerin aklî ve tehrübî çabalarının mahsulü olan tâlî ilim lele "sebeb bilgisi" diyerek, bu ilimlerin insan için gizli tehlikeler içerdiğini varsaymaktadır. Bu tehlikeler, sebebleri görmekle insanın gerçek müessir olan Allah'ı unutarak kasr-ı nazara düşmesi, rabıta ve vasıtalar bulmakta boğuİmasıdır. Bu durum, mânevî bir keyfiyet kaza­namamış nefielerdevehmi kuvvetlendirerek, zihni sebebleriv Yaratıcısına yOnelmekten alıkoymaktadır Sanki sebeplır olan ipler iş yapmakta, ipin ucunu tutan ve ipi oynatan iş yapmamaktadır ?

"Zayıf olanın, vasıtalara karşı nazarı kısadır. Köklü bilgiye sahip âlim, gü­neş1, ayı ve yıldızların kusurlardan beri olan AHahîn emrine itaatte oldukta- rını anla r. Halkın çoğu nluğanun nazarı, yakınında bulunan âdi sebeblere karşı kısadır." 39

Mevlânâ ise der:öl J^l j < j jb OU lj öl

J ÖJ i " yb I jl

181502008

Erdem

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940: C. IV, "Allah melekleri yarattı... hadisinin Tefsiri")39 GazzâlîMuhammed (1939: I, 30).

Page 191: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > !S a ad e tt in K O C A T Ü R K

182

Erdem

2oo0 "Vasıtaları o değiştirici olarak {gör, kal. Çünkü vasıtalardan dolayı, onun aslından uzak kalırsın.

Nerede vasıta çoğalıraa, tkvuşma uzar. Vasıta az olunca, kavuşmanın zevki artar.

Sebe belen d olayı, sana 1ı uzu ra yol bulduran hayretin azalır, bilir misin?'40(_il - l j ji i

"İnsanın gözünü bağlayan, yalnız sebebler değildir. Sebebin üzerine titre­yen, yakınlık ehli değildir."41

lj jljji Aj £ Jİ JJİ

"Bu sebebler, nazarlara perdelerdir. Onun her işini görmeye layık değildi rldr."42

Aynı durum için Mevlânâ'nın sözü, birçok mazmun zenginliğine sahiptir, Gazzâlî, yalnızca bir çeşit fikrî yanılmaya dikkat çekmekte ve bizi, sâde dü­şünmekten sakındırmaktadır. Ama her yerde âlimâne değil de âşıkane bir bakış ve hayretle sevgiliyi tefekkür eden Mevlânâ sebeb ailimini,sebeb türe­ten, sevgiliden uzaklık, vasıtalara sarılma, kesrette İd öğ ulma ve kavu ş me kta n mahrumiyeS sayar. Diğet bir deyişle, insanın bu tarzt seçerek Adla 1i ta vus ul talebi, âşıkane İd i a isteme şekli olmadığı gibi, hatta doğruya götüren ilim bile değildir. Objeler ile bütünleşmedir. Bu yüzden her çeşit ilim, nihayetin­de bir tül" perdedir vn vusul için çaresiz yırtılmalıdır.

Gazzâlî, dahsa fayda getirmeyen ilmi yererek, onları yol kesici ve zararlı görür. Ancak onun söyediği bu faydasızlık terimi, mutlak ve izafi olup her şahsa göre değişiklik göstereveği unutm am alıdır. "İnsanların onlarden bahsetmelten sakınması ve divis söylediği teye dönmeleri gerekir. Nice kimseler bu ilimlere dalmış ve onlardan dolayı zarara uğramıştır. Eğer canla­ra dalmamış olsalardı, mânevî hâlleri daha iyi olurdu.43 demesi, Mesnevî nin aşağıda ki beyitlerini hatırlatmaktadır?

J dJ^ У 'j J j"Nice bilgi, zekâ ve anlayış vardır ki, yol alanlar için dev ve yol kesici

gibidir.”44j J c f ı}y> Lı У У ^уъ

i ^ У ^

40 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940: C. V).41 Mevlânâ Celâ leddîn-i Rûmî (1940 : C. VI).42 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940: C. V).43 Gazzâlî Muhammel (1939:1, 30),44 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940: C. VI).

Page 192: Erdemi - akmb.gov.tr

VErdem

183Jjj ji JJ jl lj Jb

İ l дГ J? İ l ^

502008

"Bu ilim sana yaramayınca, kendini bir göl yap (toparlan) ve uğursuzdan vazgeç.

Benim safdilliğim, mübarek bir safdilliktir. Çünkü kalbim ahiret azığı dü- şünceeinde ve gönlüm Allah korkusundadır.

Eğer senele bedbahtlık azalsın istiyorsan, edindiğin ilmin kendinde hik­mete dönmesine çalış.

Mustafa'nın önünde aklı kurban et; "Hasbiyallah" de, çünkü Allah yeter.45

2. Hakikat İlmini Herkese Öğretmeli mi?Bilim eskiden neri fena d üşünneli kimseler elinde bir silah gibi kullanılmış ve bunun hem onlara hem diğer insanlara büyük zararları olımuştuy. Gazzâlî ile Mevlânâ, ilmin faydasına inanırlar ama, her ilmin herkese öğretilmesine taraftar olmazlar.

Gazaâlî: "İlim, silah gibidir. Hayır için faydası, kıiıcın savaşlardeai faydası gibidir. Bu ynzden alışverişte, ahvalinin karinelerini bilerek onun yardımı ile eşkıyalık yapmak isteyen kimseye verilmez."46

"Sultanların yakı nlığın ı kazananlar, bene haram malla mescid ve medre­seler yaparak sağlaalar. F ena âhmlerin sultaşlara yakınlaşmaları ise, sefih ve fısk u fücurla uğraşan şerir aimselerin ilimlerini öğrenmeleri iledir. Keşke, eşkıyaya silah verip ona binek ve teçhizat sağlayarak maksatlarına ulaşma­larına yardım ederken cömertlik ve eli açıklık yaptım diyen kimselere şiirle cevap verebilseydim. İlim bir silahtır. Onunla şeytana ve Allah'ın düşmanı­na karşı savaşılır. Bazan da onunla Allah'ın düşmanına yardım ed i I I r . I şte bu ilim boştur".47

Mevlânâ:^ ıC-r’ J ( J J j - ! J JO ^ J

j

.ru Aj! аГ Aj

45 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940: C. VI)46 GazzâlîMuhammed (1939: I. 72).47 Gazzâlî Muhammed (1939: IV, 349-50).

Page 193: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > S aı aı d e t t i n К (O C A T Ü R KV

Erdem

18450 "Makam sahibi olmak, delinin elinde silahtır. Senden hoşnut olduğu sü- 2008 ’ 0 ö

rece (adalet ve barışla yaşar.Silahı olup) da aklı bulunmayan kişinin elini kolunu bağla; yoksa yüz zarar

eriştirir.Mayası bozuğo ilim ve marifet öğretmek, eşkiyanın eline silah vermektir.Sarhoş zencinin eline kılıç vermek, aşağılık kimsenin ilim elde etmesinden

daha iyidir.İlim, mal, mevki, makam ve kudret, mayası bozuğun elinde fitneye

döner".48

3. İb ad etle rde R u h sa tla r la A m e lRuhsatlar, insonın a mel ve ibadetini yaparaea karşılaşacağı zorl uklar karşı - sında müracaat edebileceği kolaylıklardır. Ancak insan tembelliğin sevki ile kendini sık sıla zorluk karşımda saymamalı ve bu ruhsatlara başvurmamalı­dır. Ruhsatların en iyi nasıl, ne zaman ve kimler tarafindan uygulanabileceği ilmine sahip oimak gerekir. Bunu da en iyi, dinde ehliyet sahibi kimseler bilir ?

Garr^1?: "Bazı zryıf kimseler, kabvetlilerin zzyıflardan farklı görevleri oldu- ğonu bilmed en, oolar hakkın dk rivayet edilen ruhsatları uyup uygulamanın caiz olduğunu düşünüıler. Onlarda görülen bu ruhsatlar, görenlnrce tem­bellik ve gevşeklik olarak algılanır. Oysa bu, şuhud ve huzur halinin ta ken­disinde kalbin Allah ile bağlanmasıdır ve devam edilmesi en faziletli ibadet blan nilerin gerektirdiği içindir. Zayıf kişşi, bu akhiren gördüğüne bakarak kuv­vetliye benzemeye çalışir (hataya düşer)." 49

Mevlânâ:jLp Ij JjH j&j j l jb jbj jî ijİJJ lj J i

Jj' Jj-* j j ^Jj> У j j

L aiLj übjZ (Sy ts**

"Gönül ehli için, o öldürücü zehri âşıkâre içse de ziyan yoktur.Peygamber buyurdu? Ey korkusuz talip! Sakın, hiçbir talep için riyakarlik

etme.Şe r ir içinde bir Nemrud vardır. Ateşe gitme! Gitmek istersen (de),cince

İbrahim ol (öyle git!).

48 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940: C. IV, "Mescid-i Aksa'nın Bir Köşesinde Keçiboynuzu Yetişmesi").

49 GazzâlîMuhammed (1939: I, 51).

Page 194: Erdemi - akmb.gov.tr

İslam Fikir Aynasında İki Büyük Mutasavvıf “Gazzâlî ve Mevlânâ”

Kâm il İki şi toprağı tutsa, altın o lur. Nakıs İrimse altın kesse, toprak olur. Ey atlıya riyakârlık eden, ş imdi ebediyete ermek istemiyor musun?"50

i j ^ , ^ ^ J l b ^ J J ^ J J i j ^ , JJ J ^

"Veli, zehir içse âfiyet olur. Eğer tâlip içse, kapkara kesilir."51оЦрг jJJİ yii Aj j j ıjL -İ Ij Öl-Л J ÖL*

*У- у ' у <S b j j * " i S y ^ y’I Aj jL-jJuff Sj* ö ö I j “ i J? I Aj ÖIİslL j ı j ıj^ d—j у

У4« J>

.j;:£ lj uf I Llli olTi J_.lT ^I 4j öjj" Sakın ha s alkım! Şahları kıskanm ayı terk et. Yoksa dünyada bir iblis olur­

sun.O, eğer zehir iuse ba1 olur. Sen, bal içsen zehir olur.Sen tebea ol, çünkü sultan değilsin nen ca gem id adam iği İri değil sin.Kamil olmayınca dükkanı yalnız koma. Hamur olmak için elde güzel

dur."52JJ T Jpl i-5*- Ûjü k rZ Лл.л} iJ.J, lü jj ji ......

Jb öl -LJ J (3 “ У' (3 J-Ju d—i Ij Jj j аЛл.л j i 4$sjj:>-

lj jl jjj ’r jT J-&lj.>- 4j> - ( J ' üAjr jjj J-jj _£j j i 4$sjI

"Lokma sende cevhere dön düğü için, yapabildiğince yemekten kendini alıkoy.

Ayağın midede pislsndiğ5 içim boğazını İdlitle ve enahtkrı s akla.Kime Celâlo len Allah'ın nuru lokma olursa, ne istsıse ‘'ye!' de, ona

helaldir ."”Görülüyor İçi, rulusiejlıltrr1, ame1 hususunda Mevlenâ da , Gazââlî {giloi dü-

şünmettedir. O. z ü a f kendini kıuae/ lıli gibi görmnmesi ve onun kolaylıklae rını mağsurane taklit etmbye çalışmamışı, denizi Uavuıla іэіг tutmaması, bir rehbere uymaktan başını çevirmemesi, temiz kimselerin işi ile kendininkini eş görmem esi iç.n uyarır. Bir çeşit ^âhâyr yani r uhsetlada ameli nasıl uy- guiayacağı nı bildiği i 'çili, kâimil reyh için reve {görül", onun har fiil ve terkini beğenerea, onu kjii ' ıjpi yermeyi caiz görmez. Sililik ve dinde kuveytli olma, yian müminler için, farzların her mertebesine uyup gözetmeyi vacip saymak­ta, farzları terke as!a izin vermemektedir.

185502008

Erdem

50 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940: C. I,"Tuti ile Tüccarın Hikayesi").51 Meelâne Celâleddîn-i Rûmr(1940: C . I," Derviş ile Kadirim l-1 ikayesi").52 Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (1940: C 1i, "Hazreti Ayşe ilei Hazreti Peygamberin Korrşmesı ve

Farenin Devenin Yularını Çekmesi".53 Mevlânâ Cel.leeMîn-i. Rûml (i940: C И, "Sffilerin Şeyhin Huzurunela Bir Suftyi Yermeleri".

Page 195: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > S a a d e t t i n K O C A T Ü R K

18650

2008

Erdem

4. Büyüklerin Hâllerini Kendimizinki ile KıyaslamamakGazzâlî: "Bu, basiret nuru ile bakanlar için aşikar hakikatlerdir. Keşif ve açık bilgiye sahip olmadan, semai ve taklîdi inkar eden kimselere ise ağırdır. Zihni karışıktır ve zıt fikirlere inanır. Böylesinin misali, bir eve giren köre benzer. İçerde dizilmiş eşyalar yüzünden tökezleyerek kendi kendine der? Bu eşyalar da neyin nesi? Niçin yoldan kaldırıp yerlerine koymuyorlar?"54

Mevlânâ:L j l j aS"" d l^ J •! l j j i A j L^

lj 1.£İjJ. 'Л ç j>7 V L-kL--f- AjIj^ t,_J I jl ı1) Lj ® j _J i j d Lj ö I j j I,»

J J 2J J ^ jL^jl jl j ^"Biz bilemedik, h»izi affet. Bilmeyerek fuzuli sözler çok söyledik.Körler {gibi (sağa sola) baston vururken, elimi zde olmadan kandilleri kırı­

yoruz.Hiç söz işitmeyen sağırla r gibi, saçmatayarak kendi kendimize kıyas yapı­

yor ve cevap veriyoruz.Biz, Hızır'ı inkar ettiğinden sararıp kalan Musa'dan ibret almadık."55

5. K ul Kendi Fiilinin Yaratıcısı DeğildirAbbâsîler Devleti zamanında Araplar arasında yayılarak kulun kendi fiilinin yara tıcısı olduğu görü şünü savun an M u'tezile fı rkasın a ve on un ile ortaya çıkan Cebriye ile Kaderiyk mensuplarına Gazzylî ve Mevlânri geneken Hmî cevapları vermiş ve onların yanlış düşünceleri nd en lı a I kı korumaya çalış­mışlardır.

Gazzâlî: "Harekel: (kulun fiilin, Allah iç i n yaratmadır, ku sçin sıfattır ve onun kazanmasıdır. Kudret He takdir edilerek yaratılmıştır. Bu onun vasfı­dır. Hareketin, iudret denilen bnşka bir sıfatla dia nisbeti vendır. Bu nikbet sebebi ile; kesb diye adlandırılır. Şu halde o, takdir edilmiş hareket ve zaruri titreşim nası l sırf cebr olsun."56

Mevlânâ:^ jl i^-^ İJ^ j j l a l j ta bjp ^ u j j 3 U bjp j bjp

öL / I yş- lj öU« jJ-jl J -LJ Jp

jl~ ' j' 'j jy*- jW e ^ J c£' >4.

і_Я*0 У 'j ^ 'j J *y. 'j c—“;‘

54 GazzâlîMuhammed (1939: I, 87); «ge., III, 17.55 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940: C. II, "Hazreviye Şeyhinin Helva Satın Alması")56 Gazzâlî Muhammed (!939 . I, 11 1).

Page 196: Erdemi - akmb.gov.tr

İslam Fikir Aynas ı nd a İk i B l i yük Mutasavvıf“Gazzâlî ve Mevlânâ” У4\ f

o I b öl jh S j ı LljL_ J 4 lj ( jJ- j!j J 4 olj

"Bizim fiilinmi:ze ve Allah'ın fi iline;, hı er ikisine; birden b ak. Bizim fii limizi var olarak tail, çünkü ortada göz önündedir.

Eğer ortada kula ait bir fiil yoksa kimseye bunu niçin böyle yaptın, deme. Cebr ile idtiyar farkını bilmek için, ey gönül farklılık haberine dair bir m isal

getir;Vücudun titremesinden dolayı titreyen el ile senin yerinden oynatarak tit­

rettiğin el.Her ikismi de Allah'ın yarattığı bir kıpırdatma bil fakat bu onun ile kıyas

edilemez.Onu titreten pişmanliktan, titreteni nasıl pişman görürsün?’’57

6. MariFetin Muhabbeti DoğuracağıGazzâlî: "Allah tealanın azameti ve celali, sıfatlrrı, kudreti ve efalinin ha­rikaları bilinmedikçe anlaşılamaz. Onu tefekkürden marifet bi l gi s i , m a rifet bilgisinden ta'zim, ta’zim den muhabbet doğar. Ziki r de ünsiyeti doğurur. Bu da muhakbetin bir neviidir. Fakat mairifetle harıl olan muhabbet daha kuvvetli, dahr sabit ve daha büyüktür."58

"Amelden maksat, gönülde Hakkın parlaklığını aşikar etmek ve onu müka- şefe ilmi olan marifet bilgisi ile süslemek için kalbin huzuru ve temizliğidir. Ne zaman marifet hasıl olursa, zaruri olarak onu muhabbet takip eder."59

Mevlânâ:Û U J ^ j l j i

^ j l l » j j j j

el-i ^ jl ^ » j j j » J j j jl

- - J - ■ ^ - - ı ^ І з ö ı

i ^ l-1 ^ ' j b l j"Muhabbetten acılar tatlı olur; muhabbetten bakırlar altın olur. Muhabbetten, tortulai" safi olur; muhabnetten dertler şifa verir. Muhabbetten ölüyü diriltir, şahr köle ederler.

187502008

Erdem

57 Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (1940: C. I, "Kayserin Elçisi ile Hazreti Ömer'in Hikâyesi"). Mevlânâ'nın cebr ve ihtiyâr hakkındaki sözleri, Mesnevî’nin mühim bir kısmını işgal eder. Onun bu mebeledeki görüşü, itikad bakımından Eş in mezhebinden oldurunr ve cebrlyeyi tutma ithamına karşı ihtiyârı savunmasına işarettir. Ve yine, bu mesele üzerinde çok duran Gazzâlî'nin eserlerinden faydalandığına işarettir.

58 GazzâlîMuhammed (1939: I, 336).59 Gazzâlî Muhammed (1939: IV, 301).

Page 197: Erdemi - akmb.gov.tr

1882o50 Bu muhabbet , İDİlginin neticesidir; faydası z ilim , İliç; bu tahta çıkabilir mi?

Nâkıs bilgi bu aşkı nereden doğursun? Evet, nâkıs aşkı doğurur ama ce- mad aşkın ı..."60

7. Ölüm Gelmeden Marifete Çalışma ak G erektiğiGazzâlî'den: "İnsan ahirette, dünyada iken alışkanlık peyda etmediği bir şeyi yaşamaz, ekmedüğirn biçmez ve öldüçü halden başka şekilde diriltilmez:. Kişi, ancakyaşadığı biçlmd e ölür."61

"İnsan ömründe alışkanlık peyda ettiği şeyleri, ölümü anında hatırlar ve onları anmaya başlar. İnsan yaşadığı biçimde ölür ve öldüğü şekilde diriltilir."62

Mevlânâ:l jL OLuj jA-1

jl Jj3 İJj ıjW J-p ^

J j&S j&S J.*, J~4 S-ijb S j*

^ ^ Jt t ^ J-*j I o (j\ Lg3l y" j j l j I j3 j jüIS j l S j “ J C.~>-ji H_ğ=-ek у S — jL^ j ç CUç j c£jJI o .—--J d d jl d ^-1J (J" " (Ib Aj jl I .—-i’ I jl (J -l 4X J jl

1 Al j i (_£j J J6_,T J j ^j^ ^"Sakının ey- gören ölüler, çabuk olun! Acele edin ey görenler topluluğu,

çabuk olun !Yusuf’u her gönen ona canını feda etti; kim i de kurt gördüyse o doğru yol­

dan çıktı.Herkesin ölümü ey oğul, kendine göredir; düşmanın önünde düşman,

dosta karşı dost.Güzelin önünde ayna {güzel görünür; zen cinin önünde ayna da zend olur. Ölümden korkup kaçıyorsun; ey can akıllı ol! O kendisinden korktuğun, Senin çirkin yüzündür, ölümün yüzü değil; senin canın ağaçtır, ölüm ise

yaprak.İyiyse de kötüyse de, semken yeşermiştir; çirkinse de güzelse de her sırrın

kendindendir.Sen diktin; i pekveya ibrişim yırtsan, sen iğirdin."63

/ > Sa ad e t t i n K O C A T Ü R K

Erdem

60 GazzâlîMuaammed (1939: IV, 3171.61 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940: C. IV, "Süleymân ile Belkıs'in Hikâyesi").62 Gazzâlî Muhammed ’1939: IV, 314).63 Gazzâlî Muhammed (1939: IV, 177-78).

Page 198: Erdemi - akmb.gov.tr

İslam Fikir Aynasında İki Büyük Mutasavvıf “Gazzâlî ve Mevlânâ” f iV

8. İlimlerin HakikatiGazzâlî, İhya u Ulûmi'd-Dîn'de, öğrenilmesi Müslümanlar için farz-ı ayn ve farz-ı kifâye olan ilimleri; ve yine öğrenilmesi öğülen ve yerilen ilimleri açık­layarak anlatmakta; vacip, iyi ve çirkin olmalarını açıklamakta fakat bunlar arasında kelam ve felsefeden bahs etmemektedir. O iki ilmi, diğer ilimler arasında neden anmadığı sorusuna verdiği cevapta der ki, kelam ilminden faydalı olan bir kısım, Kur'an ve hadiste bulunmaktadır. Geri kalan kısmı ise "cidalleşme, ağız dalaşı, bid'atler, batıl faydasız şeyler ve hezeyanlar"dır. O, ne onların mizacını beğenir ne de onlara kulak verir. Felsefe ise, müstakil ve tek bir bilim olmayıp, bilakis dört kısımdır: Matematik ve geometri, mantık, ilahiyat ve tabii bilimler. Matematik ve geometri mübahtır. Mantık da ke­lamdan bir kısımdır. Allah'ın zat ve sıfatlarından bahseden ilahiyat da yine kelamdan bir kısımdır. Tabii bilimlerden bir kısmı da dine muhaliftir. Bu yüzden ilim değil cehildir. Diğer kısmı da gerekli değildir.64

Bu şekilde Gazzâlî, her yerde kelam adını zikretmekte ve mütekellimi yer­mektedir. Filozofu da benzer şekilde ele almakta ve kınamaktadır. Aklın şey­tanlığı, atılganlığı ve Hakkı inkar ve alaya alma ve mukaddesatı yok edici maksatlı olmayan cerbezeleri ve ifrat eden zekaya karşı aptallığı tercih eder. Daha çok, sapık ve çarpık keşif ve izahtan kaynaklanmış olan bilgiyi, hususi bazı yerler dışında, düşmanları defetmeye yarar faydalı bir silah olarak kabul etmeyerek her yerde mütekellimlerin görünüşte âlimâne nüktelerini tahkir eder ve onları hafife alır. Böylesi durumlarda Gazzâlî'nin üslubu, nasihat verircesine ve şefkatle doludur. Onları inkarının düşmanlık veya cahillikten olmayıp, bilgide derinlik ve ihtisastan kaynaklandığından okuyucuya emni­yet hissi verir. Bu red, tahkir ve güven duygusu Mevlânâ'nın sözlerinde de görülür. Gazzâlî'nin, aptallığı filozofluğu nefiy olarak alan hadisin tefsirinde­ki görüşleri, tamamı ile Mevlânâ'yı teyid etmektedir.

Gazzâlî der: "Kelamın faydasının hakikatlerin keşfi ve neye delalet ettik­lerini bilmek olduğu zannedilir. Fakat maalesef kelamda bu şerefli konuya sadakat görülmemekte, hatta bu mevzuları keşif ve bildirmekten çok sapıt­ma ve çarpıtma vardır. Bu sözü bir muhaddisten veya boş konuşan birinden işittiğinde ihtimal kalbine 'İnsan bilmediği şeye düşmandır' diye gelecektir. Ömrüme yemin olsun ki, bazı şeylerde kelam ilmi keşif, tarif ve izahtan ayrı­lamaz. Fakat nadir olarak, açık ve vazıh konularda kelam usulünde derinleş­meden önce de mesele anlaşılır."65

Erdem

189502008

64 Gazzâlî Muhammed (1939: I, 55)65 Gazzâlî Muhammed (1939: I, 22)

Page 199: Erdemi - akmb.gov.tr

Erdem

1902050 Ve yine der: "Çok zaman da ona (kelamcıya) bilmeden inandığı şeylerin

batıl olduğu, ölürken can çekişme anında görülür. Züht ve salah, bu tehli­keyi bertaraf etmek için yeterli değildir. Onu ancak doğru itikad kurtarabilir. Eblehler, yani araştırma ve kıyaslara dalmadan, mütekellimlerin muhtelif sözlerini taklitle onlara kulak vermeyen bedeviler, köylüler ve sair avam gibi Allah'a, peygamberine, ahiret gününe topluca ve sağlam bir imanla inanan insanlar bu tehlikeden uzaktırlar. Bu sebepten Allah'ın Resulü demiştir: Cennet ehlinin çoğunluğu safi kalp kimselerdir. İnsanın selameti, amel-i sa- liha ile meşgul olmasında, takatinin haricindeki işlere girişmemesindedir. Fakat şimdi dizgin gevşedi, hezeyan yayıldı, bütün cahiller kendi zanlarına ve heveslerine uygun olana seğirtir oldular. Ancak avam olan safdil müs­lümanlar ile Allah'a itaatten dolayı ateşten korkanlar bu tehlikeden emin olurlar ve bu faydasız işe dalmazlar."66

Gazzâlî: "Akli ilimler, dünyevî ve uhrevî olarak iki kısma ayrılır. Dünyevî olanlar tıb, matematik, geometri, astroloji ve diğerleridir. Uhrevî olanlar ise, kalbin hallerini bilmek, amellerin tehlikeleri, Allah'ı, sıfatlarını ve fiillerini bilmek vs. Her ikisi de birbirinin zıddınadır. Yani genellikle, kim bütün dik­katini ikisinden birine verse ve onda derinleşse, diğerine karşı nazarı daha kısa olur. Bu yüzden Peygamber (A.S.M.) buyurmuştur: "Cennet ehlinin ço­ğunluğu safdillerdir, yani dünya işlerine karşı saf olanlar."67

"Kulun rabbini ve kendi nefsini, Allah'a kavuşma yolunda karşılaşacağı tehlikeleri ve perdeleri bildiği gerçek ilim, insanda Allah korkusuna ve teva- zua sebeptir. Ama tıb, matematik, dil, gramer vs. gibi diğer ilimlerle insan kendini soyutlayıp yalnız onlarla dolarsa, kendini kibir ve nifakla doldurur. Bu yüzden bunlara ilimden çok, saniat demek daha yerinde olur. Çünkü ilim, kulluk ve rabbini tanıma bilgisidir. Kendini ve rabbini bilmek ise, teva­zuu doğurur."68

Mevlânâ, Gazzâlî'nin ilim hakkındaki düşüncelerini, kendi hâline de uygun bulduğundan bütünü ile kabul etmiştir. O da tıpkı onun gibi, âfâkî mâlumat denilen dış alemdeki delillerden ziyade, kişinin kendi nefsinde bulduğu enfüsî delillere öncelik veriyor, ebedî mutluluğun tehlikelerini düşünüyor ve hüsnü âkibet denen imanla dünyadan göçmeyi esas alıyordu. ilmi dün­yaya satmayıp, fıkıh ve kelâm mücadelelerinde boğulmadan onları kısımlar halinde aşağıdaki beyitlerde dile getirmiştir?

/ > S a a d e t t i n K O C A T Ü R K

66 Gazzâlî Muhammed (1939: I, 98).67 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940: C. I, "Aslan ve Geyiklerin Hikâyesi")68 Gazzâlî Muhammed (1939: III, 18).

Page 200: Erdemi - akmb.gov.tr

İslam Fikir Aynasında İki Büyük Mutasavvıf “Gazzâlî vı? Mevlânâ”\ f

ilj Lîj j' L&ja

ал Аі j ^j i jl^T ^.ХлЛ A j ö j

aU-p а

jj^ j öl * " jI ■Xjij ol

^Ja Ij Ij öl JJİa Ja <_ - l

ЙЬ 'j Lft *ul

l^jjir

b A”

^■j i ^

j j j ölj*^ І х І j&

^>“ J ö^ “'j

"Aln n sırmalı elbise dokum ak, den izin dib inde; inciler bu Imak, Hendesenin ince meseleleri veya astronomi, tıb ve felsefe,Bunlara ilgi ve alaka dünya itibari iledir; bunlarla yedinci kat göğe yol al­

mak yoktur.Bunların hepsi de, sığır ve develerin varlığı için gerek olan alsın binasına

yarayan il imlsrdia.Hayvanın ebediliği için bu şaşkınlar, kaç {gün onun adını anarlar ki,İlim, Allah'ın doludur ve onun durağıdır; bunu ancal gönül ehli ve kalpleri

bilir".69Aşağıdaki beyitle rde Mevlânâ i n in filozoflara , faki lilere ve astrologlara ta­

rizleri gizlidir?

191502008

Erdem

o V ^ j j ajjl o.İS

u-ч J j1-1--; jv-L 'j сМчу^

a j ^ j L^ j j j ^ j ' ^

Aj I j ^ j l ^ C ^ ^ j j I ^ ^ j Ö j &

ç j i k ö l A j l^ j l j a j ^ ö l ^

< S ^ у Ъ y ^ J 5

j y ^ - ç - Ij ( S j j * r ~ У y ^

у ^ ı ^ ' j j ^ Lj ' j j у

I , - j l a.

oyi j j ^5U jl

ö у j-

s I Lj Lj j .

ГЛ J 5 h

ujJ' J 'J ^

lj Ij j j

, JİJu H

0JO- -İJJJİ fjli j I -4>>ç j\.& jl ЛЗІа öljl ^

^ j^ l j I Aj I a

j>£ -J j-î-= LS-”*j ^Із Ijj li öT j Ijj jI

a ^j'a ^ aJI j &>^ I ax j I a I . .. j Iaa*

^Jİ C-..al jl l -ai-P Aİ-1' 0ІЛ-

"Bu fenler sahibi akıllılar hakkında Allah, Peygambere "Onlar bilmiyor­lar!" dedi.

69 Gazzâlî Muhammed (1939: III, 395)

Page 201: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > S a a d e t t i n K O C A T Ü R K

192

Erdem

50 Her biri, birinin hırsızlığından korkmakta; kendini yeterince ilim sahib i 2008 ö 1 görmekte.

Faydalı zamanı bilmediği halde, zamanı bana getiriyorlar diyor.Canı ta boğ arına kadar işsizliğe batmışken,halk benim çalışmamdan ya­

ratıldı diyor.İlimlerden yüz binlerce fasıl bildiği halde, o karanlık kişi kendi rohunu

bilmez.Her bir cevherin özelliğini bilir, ama kendi cevherini bilmede eşek gibi­

dir.E>en ekiz olnnı ve olmayanı bilirim; ama sen kendinin câiz olan mı yoksa

acûz (kocakari) mu old uğunu bilmezsin.Neyin yarayıp neyin yaramadığını biliyorsun ama, sen kendin yarar mısın

yoksa yara maz mısın bunu iyice gör.Her malın klymetinin ize olduğunu biliyorsun, a nza kendi değerini bilme­

mek ahmaklıktır.Uğurluları ve uğursuzları öğrenmişsin, ama kendin uğurlu musun yoksa

uğursuz musun öğrenmemişsin.Bütün ilimlerin ruhu bddur bu? Acaba mahşer günü nde ken kimim?"70

j j i . . - j ' I j

f i i a i l A S C j j i i y . j y 'j l ib a J - I j P j i

iî _ J ^ J I j ^ ^ y ü JJ j I f T ^ I a J . İ £ -

ıs4 ч- -L S i f j0 J i 1 P i f 1 J i 1

jp a j j jljS’’” jb lj a .b- yŞ *cu»ûb tysj£' J jLpl

"Düğümleri çözümlü kıl ey üstat, boş keseden düğüm zor çözülür.Düğümleri çözersen pîr sayılırsin, bir kaç düğümü çöz artık.Boğazımız üzerindeki düyüm çok zordur, çünkü bedbaht mı yoksa talihli

misin bilmiyorzun.İnsansan heydi bu müşkili hallet; eğer nefes sahibi isen şu anın hakkını

ver.Öz ile arazın hududunu bildir; hiç çaresi yok, kendi haddini bil."71

j j j b J j ^ / i j l - k j L * j j i A j l y î ^

70 Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (1940: C. IV, "Allah Melekleri Yaratti... Hadisinin Tefsiri").71 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ( 1940 :C. III , "Uzaği Gören Kör ile Keskin Kulaklı Sağırın Hikâye­

si").

Page 202: Erdemi - akmb.gov.tr

İslam Fikir Aynası nda İki Büyük Mutasavvıf “Gazzâlî ve Mevlânâ” У4\ f

Aj e i ^ j ^ j j l

C~"1 &İ*- cJ' J 2 Ь L“ ls*b 4j J j I J^o jl

J J Jİ dli1 C_,l ju l lj jl OU, /

Vij j

"Sanatkâr, ancak sanatında gö rü lür. Akla yakınlaştırıcı kıya slarla,Filozof, delillerd en ibaret olan vasıtaları artırır.Bu, delilden ve perdeciden kaçar; medlulun peşinden başını cebine gö­

türür.Eğer ozuz için duman, ateşin varlığına delil se; dumansızda bizim içi n bu

ateş hoştu r .Özellikle; bu ateş. yahnim ve yaldaşmada, bize dumandan daha ^kındır."72

у i ^\ J i JJ

i'' (J^l lj j j J^J j j

jjj Jl jl <_j ' c - ' 4 jI

4x 1 j L- j j jUT

I 4 j j|j lj

ij3 4 jİJ_i; J -JLip-

öJ_ı jl

J4j - Ol i _û j I «J.&W

ÖJ 'j J 'j Jj-fcj

X j _y J LjJjj3 < - j L' Jb S j

JJJ.^ AjL j i j' öL İjI

Jk* j ojl^â j l j

Jj^3 jl öL p 'j

JJJ.^ Lj öl^jjj

"Allah i n sara şah damarında n daha ya kın d ır, s en fi kir oku nu uzağa attın.Ey yay ve okları fırlatmaya hazır olanlar, av yakın ve siz uzağa atıyorsu­

nuz.Filozof sizi düşünmekten öldürdü; söyle ona hzei ne a rka tarafta dır.Söyle ona, ze kadar ç ık koşarsa, gönlüzün muradından daha çod uzakla­

şacaktır.Şehriyar, "Bizim yolumuzda mücahede edin" demiştir; "Bizden uza kl a ş m a­

ya ça lışın" dem edi, ey ka ra rsız kişi;Kibrinden ve kat) ullenmeyişinden, dağı kurtuluş gemisi edin e n Kenan gibi

değil.Ok atan ilmi ona perdeci oldu; halbuki onun muradı cebinde hazırdı.

193502008

Erdem

72 Gazzâlî Muhammed (1939: IV, 175-76)

Page 203: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > S a a d e t t i n K O C A T Ü R K

194

Erdem

2050 N ice ilim, akıl ve zekâ sahibi vardır ki, yol ehli için şeytan ve yol kesici olmuştur.

Birçok cennet ehli, safdillerdir; safdillikleri ile filozofun şerrinden emin oluyorl ar.

Bütün lüzumsuzluk!ardan kendini soy, rahmetin inmesi için kendini ter- ket.

Akıllı kimseler tek bir sanata kanaat ederler; eblehler sanattan sanatkâra varırlar."73

^,^^1^- ta jta^^- lj l ^ b j J ta

jbl^ öW çj^Jj L&l^ ^ іі^ jto ^ jL ji L^JjjlJ o ^ j l o b l ^ ^ ^ ^ j ^ ,l®

l^ ijj lj ^ t bbjp ІфЬлл$ j j öW a j t j j ö j^

Sj) ÖJji {jf J&\k ^ J& £öt - J_i öl jtj_p Ij öJ_uj j&

Sj! öl J_&a oaL ^ ^ ^ j jt j^

J l ^ j j j ijİJJ jb j l j l j J ' j ^ ' J-*' J^jLj bjj j j '

' j' J >L Jjl Öj J

"Biz işiten, gören ve mutlu olanız. Siz nâmahremlere karşı susarız (bir şey söylem eyiz).

Çünkü siz cemâdlık tarafına doğru gitmemesini z. Cemâdların ruhuna n asıl mahrem olursunuz?

Cemadlıitan canlılar tlemi ne gi riin ; âlemin cüzlerinin uğul tuau nu dinle­yin.

(O zamun) cemâdatın tesbihi sana fâş olur; te'villerin vesvesesi seni kap­maz.

Senin ruhunda kandiller olmadığından, te'vil lerle yolu na görmeye çalışı­yorsun.

Maksat, aşikare tesbih nasıl olur? Görmâk iddiası,sapık bir lıayal olur.Bilâkis ctnu görmek, her gureni ibret zamanında tesbihhân yapar.Demek, rana tesbihi hatırlattığından; o delâlet konuşma к gibi oluyor.Bu, mu'tezilenin, o hal nuruna sahip olmayan kimsenin, te'vili olur.İnsan hissin dışına çıkmayınca, gaybî şeyleri tasvirde acemi olur."74

73 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940: C. V, "Hakîm ile Tavusun Hikayesi")74 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940: C. II, "Yılancının Hikayesi").

Page 204: Erdemi - akmb.gov.tr

İslam Fikir Aynasında İki Büyük Mutasavvıf “Gazzâlî ve Mevlânâ” f iV

SonuçSonuç olarak diyebiliriz ki, bu iki büyük ruhun bildikleri, dertleri, üzüntüle­ri, korkuları ve güzellikleri, büyük oranda ortaktır ve birbirine benzemekte­dir. Sanki Gazzâlî, Mevlânâ'nın uyanık gönlüne yerleşmiş ve onunla Yaratı­cının tecellilerinden ve sırlarından konuşmuştur. Mesnevî'nin testisinden Mevlânâ'nın feyzini alanlar, mânevî özde Gazzâlî'den feyiz bulmuş gibidir. Gazzâlî, Mevlânâ gibi aşk ile dolu coşkulu sözlerle konuşmamıştır ama buna rağmen, ay gibi aydınlık saçmış ve eserlerini okuyanlarda bir iç aydınlığı husule getirmiştir. Nitekim Mevlânâ üzerinde de müessir ve etkili olduğu gibi.

Her iki mutasavvıf da, âfâkî mâlumat denilen dış alemdeki delillerden zi­yade, kişinin kendi nefsinde bulduğu enfüsî delillere öncelik vermiş, ebedî mutluluğun tehlikelerini düşünmüş ve hüsnü âkibet denen imanla dünya­dan göçmeyi esas almıştır. Bunun için de ilmi dünyaya satmayıp, fıkıh ve kelâm mücadelelerinde boğulmamışlardır. Hem Gazzâlî, hem Mevlânâ, her ikisinin de aynı kaynaktan su içtiği âşikardır.

Felsefeyi, mütekellimleri, şüpheciliğe yol açıp sükûneti bozucu ekolleri yermede her ikisi de aynı düşüncededir. Bu mesleklerin hiçbir şekilde haki­kat ve yakîn kazanma yolları olmadığından emindirler. Onların yaptıklarının sadece vasıtaları çoğaltmak ve yolu uzatmak ve kendini beğenmişliklerini artırmak olduğunu bilmektedirler.

Gazzâlî âşık bir âlim, Mevlânâ ise âlim bir aşıktır. Gazzâlî'nin, İhya’daki küllî yorumlardan ibaret olan sözleri, dindir. Mevlânâ'nın şiiri, kanın coşma­sından kaynaklanan dinin edebine uygun ve ölçü sınırlarını aşmayan, insanı ilahi aşka doğru çeken yorumlardır.

Onlardan biri zihnî ve diğeri hâricî bir varlık gibiydi. Biri, bir yağmur gibi her yere yağmış ve diğeri bir ateş gibi, karşısındakileri yakmıştır. Gerçek şu ki, her ikisi de bulundukları zaman içinde değerlendirilecek olurlarsa, kendi çağları için en uygun ve doğru olan metodu kullanmışlardır. Her ikisi için yapılacak değerlendirme ve yorumlar, zaman ve çağ faktörü nazara alınma­dıkça, eksik ve hatalı olacaktır.

195502008

Erdem

KaynaklarAkay, Hasan (1995), İslami Terimler Sözlüğü, 2. basım, İstanbul.Eflâkî Şemseddîn Ahmed (1959), Menâkibu'l-Ârifîn, nşr. Tahsin Yazıcı, Ankara. Gazzâlî Muhammed (1939), İhya u ‘Ulûmi'd-Dîn, C.I-X, Kahire.Gazzâlî Muhammed (1964), Mîzanu'l-Amel, nşr. Suleymân ed-Dunyâ, Kâhire,. İdrûs Abdulkadîr, Ta'rîful-İhyâ bi-fedâili'l-İhyâ (İhyâ'nin I. Cildine ekli olarak, s. 12).

Page 205: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > S a a d e t t i n K O C A T Ü R K

Erdem

19650 Mevlâna Celâleddin-i Rûmî (1372 h.ş.), Kulliyyât-i Şems-i Tebrîzî, nşr. Bedîuzzamân

2008Furûzânfer, Tahran.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1940), Mesnevi, /-V/, Nşr. R.A. Nicholson, Leiden.Pala, İskender (1995), Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara.

Page 206: Erdemi - akmb.gov.tr

Tâhirü'l-M evlevî'nin Hilye'sine Göre M evlânâ

Neslihan KOÇ KESKİN*

ÖZArap edebiyatındaki şemaillerden ve hadis-i şeriflerden doğan, "süs, bezek, vasıflandırmak, yaratılış, sûret, sıfat" gibi anlamlara gelen hil­ye, edebî tür terimi olarak Hz.Muhammed'in fizikî ve ruhî özelliklerini anlatan eserlere verilen addır ve hilye-i sa'âdet/hilye-i şerîf/hilye-i nebeviye adlarıyla da anılır. Hilye türü, Türk edebiyatında çok rağbet görmüş, Hz. M uham m edi birlikte diğer peygamberler, Dört Halife, Aşere-i Mü- beşşere, din ve tarikat büyükleri için de yazılmıştır. Yüzyıllar boyunca eserleriyle okuyucuyla buluşan büyük mutasavvıf Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye (1207-1273) duyulan sevgi ve saygı, Lütfî Çelebi (ö.1737), Ali Rızâ Efendi (ö.1905), Tâhirü'l-Mevlevî (1877-1951) gibi şairler tarafın­dan kaleme alınan başka bir hilye türünü ortaya çıkarmıştır: Hilye-i Mevlânâ.

Yazımızda, Tâhirü'l-Mevlevî'nin (1877-1951) Hilye-i Hazret-i Mevlânâ’sı şekil ve içerik olarak incelenerek, Mevlânâ'nın bu eserde belirtilen özel­likleri kaynaklardaki bilgiyle karşılaştırılmıştır. Yazımızın sonunda, 197 beyitten oluşan eserin Konya Mevlana Müzesi'nde bulunan yazma nüs­hasından tıpkıbasımı ve çeviri yazısı karşılıklı olarak sunulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Hilye, Hilye-i Mevlânâ, Mevlânâ, Tâhirü'l-Mevlevî, Hilye-i Hazret-i Mevlânâ

ABSTRACTMevlana According to Tâhiru’l-Mevlevî’s Hilye

Hilye has several meanings like "ornament, decoration, to qualify, cre­ation, duplicate, quality" rising from the features and sayings of the Prophet in the Arab literature and is the name given as a literary term to the works that describe the physical and psychological features of the Prophet Mohammed. It is also called as hilye-i saadet, hilye-i şerif and hilye-i nebeviye. Hilye type is written for the Prophet Mohammed and the

* Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Araştırma Görevlisi, e-posta:[email protected]

Page 207: Erdemi - akmb.gov.tr

У 4

198

Erdem

N e s l i h a n K o ç K E S K İ N

50 other Prophets, the Four Caliphs, Aşere-i Mübeşşere and the great religi­ous priors. The affection and respect shown to Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1207-1273), the great mystic who got together with the readers through his works, brought out another type of hilye written by the po­ets like Lütfî Çelebi (d.1737), Ali Rızâ Efendi (d.1905), Tâhirü'l-Mevlevî (1877-1951). In our Hilye-i Mevlânâ article, by studying Tâhirü'l-Mevlevî's Hilye-i Mübâreke-i Mevlânâ in terms of form and content, the features of Mevlânâ are compared with the information in the resources. At the end of our article, the facsimile copy in Konya Mevlânâ Museum and the translation of the work consisting 197 couplets are presented re­ciprocally.

Key Words: Hilye, Hilye-i Mevlana, Mevlana, Tâhiru'l-Mevlevi, Hilye-i Hazret-i Mevlana

Giriş/Tâhirü’l-Mevlevî ve Hilye-i Hazret-i Mevlânâsıair, yazar, Mevlevî dedesi, gazeteci, müderris, mesnevihan, ede­biyat tarihçisi kimlikleriyle tanınan Tâhirü'l-Mevlevî'nin asıl adı Tâhir Olgun'dur. 1877'de İstanbul'da doğmuştur.1 Gülhâne Askeri

Rüşdiyesi'ni bitirmiş, Bâb-ı Serâkerî'de memurluk vazifesinde bulunmuştur.2 Mesnevihanlık, edebiyat öğretmenliği ve çeşitli komisyonlarda görev yapmıştır.3 17 Ocak 1896 tarihinde Yenikapı Mevlevîhânesi'nde çileye soyunmuştur.4

Tâhirü'l-Mevlevî'nin Edebiyat Lûgati adlı eserinin başında kendi kalemin­den çıkmış biyografisi ve 59 eseri yer almıştır.5 Eserlerinden bazıları şun­lardır: Dîvânçe-i Tâhir, Divânçe-i Fârisî-i Tâhir, Dîvân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, Kudemâ- yı Mevleviyye, Mir'ât-ı Hazret-i Mevlânâ, Münâcât-ı Hazret-i Mevlânâ Tercümesi, Mesnevî Şerhi6, Edebiyat Lügati7, Nazım ve Eşkâl-ı Nazım, Divan Edebiyatının Bazı Beyitlerinin İzahına Dair Edebî Mektuplar8, Çilehane Mektupları (Tâhirü'l-Mevlevi'nin

1 Ahmet Atilla Şentürk, Tahirül-MevlevîHayatı ve Eserleri, İstanbul 1991, s.1.2 Şentürk, age, s.63 Şentürk, age.4 Şentürk, age, s.145 Tahirü'l-Mevlevî, Edebiyat Lügati, Enderun Kitabevi, İstanbul 1973, s.6-11. Tahirü'l-Mevlevî'nin

eserleri konusunda kapsamlı bir çalışma da Zülfikar Güngör tarafından yapılmıştır: Tahirü'l Mevlevî(Olgun) Hayatı, Eserleri ve Dinî Edebiyatla İlgili Şiirleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1994.

6 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Şerh-i Mesnevî, haz. Tahirü'l-Mevlevî, İstanbul 1971, c.1-13.7 Tahirü'l-Mevlevî, Edebiyat Lügati, Enderun Kitabevi, İstanbul 1973.8 Tahir Olgun, Divan Edebiyatının Bazı Beyitlerinin İzahına Dair Edebî Mektuplar, haz.Cemâl Kurnaz,

Akçağ Yay., Ankara 1995.

Page 208: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ 4Tâhirü’l-Mevlevî’nin Hilye’sine Göre Mevlânâ f i

Mevlevi Çillesi Hatırat ve Tahassüsatını Havi Olarak Ahmet Remzi Dede'ye Mektuplar)9, Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklal Mahkemeleri10, Müslümanlıkta İbadet Tarihi11 dir. Biyografik ve şerhe dair birçok eseri olan Tâhirü'l Mevlevî, Mahfil adlı mecmuayı da çıkarmış, 1951'de de vefat etmiştir.12

Yazımızda metnini sunduğumuz ve incelediğimiz Hilye-i Hazret-i Mevlânâ, Tâhir Dede Kütüphanesi'nin ilk yayımlanan kitabı olan Mir'ât-ı Hazret-i Mevlânâ13 adlı eserin 1-14.sayfaları arasında ve XX. yüzyılın başlarında Vâsıf Efendi tarafından tertip edilmiş, (Tâhirü'l-Mevlevî'nin de neşre baş­ladığı fakat devam ettiremediği) Mecmûa-i Medâyih-i Mevlânâ adlı Mevlânâ ve Mevlevîlikle ilgili antolojik mahiyette eserin Mevlana Müzesi Kütüphanesi14 ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı'nda15 yer alan nüshala­rında yer almıştır.

Mir'ât-ı Hazret-i Mevlânâ’nın basım tarihi 1315'tir. Eserin basım tarihi ile ilgili, İkdam gazetesinde yer alan ilanda da R.1315/H.1317/M.1899 tarihleri yer almıştır.16

Tâhirü'l-Mevlevî, Ahmet Remzi Akyürek'e yazdığı 12 Aralık 1897 tarihli mektubunda Hilye'den bahseder ve eserini Akyürek'in gözden geçirmesini ister. Bu bilgi eserin 1897 yılında yazıldığını, eklemelerle 1899 yılında basıl­dığını göstermektedir:17

Aşağıdaki benzer ifadeden de, Tâhirü'l-Mevlevî'nin diğer iki hilyeden ha­berdar olduğunu ve eserinin "tetkik" neticesinde yazdığını öğreniyoruz:

Erdem

199502008

9 Tahir Olgun, Çilehane Mektupları (Tahirü'l-Mevlevi'nin Mevlevi Çillesi Hatırat ve Tahassüsatını Havi Olarak Ahmet Remzi Dede'ye Mektuplar), haz.Cemal Kurnaz-Gülgün Erişen, Akçağ Yay. Ankara 1995.

10 Tahirü'l-Mevlevî, Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklal Mahkemeleri, Ankara 1990.11 Tahir Olgun, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, haz.Cemal Kurnaz, Akçağ Yay., Ankara 1998.12 Şentürk, age, s.5813 Tahirü'l-Mevlevî, Mir’ât-ı Hazret-i Mevlânâ, İstanbul 1315. Eser, 20x14 ebadında, 30+1 sayfa ola­

rak Cemal Efendi matbaasında basılmıştır.14 Mecmûa-i Medâyih-i Mevlânâ, haz. Vâsıf, Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi, No. 2163, vr.1b-6a.15 Mecmûa-i Medâyih-i Mevlânâ, haz. Vâsıf, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, O.

Ergin Yazmaları, No. 54, vr.1b-6a.16 Eserin 1899 yılında basıldığını İkdam Gazetesine verilen şu ilan da göstermektedir: Mir'ât-ı

Hazret-i Mevlânâ "Müşaru'n-İleyh hazretlerinin hilye-i âliye ve evsâf-ı kudsiyetlerini havî olan bu eser sâha-i ârâ intişâr olunmuşdur. R.1315/H.1313/M.1899, Güngör, s.200. Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi'ndeki Mecmûa-i Medâyih-i Mevlânâ'nın başlama ve bitirilme tarihleri ilanla uyumlu olarak 1892-1899dur.

17 "Şu manzumeleri de gözden geçir de mütâlaanı beyân et. Hilye-i Hazret-i Pîr Risâlesi ki Nakşî ve Rızâ'nın hilyelerine üçüncü oluyor. Cenâb-ı Hak fe-azzeznâ bi-sâlisin sırrına mahzar eyle- ye." Kurnaz, age, s.161. Mektuptaki Nakşî'ye ait hilye Mir'ât'ta düzeltilmiş ve Lütfî yazılmıştır. Doğrusu da Lütfî'dir.

Page 209: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i N e s l i h a n K o ç K E S K İ N'V

200

Erdem

2o50 "Lutfî Çelebi ve Rızâ Dedenin manzumelerine üçüncü olup daha ziyade tetkîk ve tetebbu'la yazıldığından (Hak fe-azzeznâ bi-sâlisin18) iltifâtına mazhar olması eltâf-ı Sübhâniye'den me'mûldür."19

Hilye'nin adı, Mir'ât-ı Hazret-i Mevlânâ'da ve şu beyitte Hilye-i Hazret-i Mevlânâ olarak belirtilmiştir. Mecmûalarda ise Hilye-i Mübâreke-i Hazret-i Mevlânâ başlığı konulmuştur:

Hilye-i Hazret-i Mevlânâ'dır Nefes-i şeyh-i kerem-fermâdır b170

Tamamı 19720 beyitten oluşan eser, mesnevî nazım şekli ile "fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün" kalıbıyla yazılmıştır. Hilye'nin İlk dokuz beyti Arapçadır. İlk iki beyitte tevhid inancı dile getirilmiş, daha sonra Hz. Muhammed, Dört Halife, Hz. Hasan ve Hüseyin övülmüştür. 26-31.beyitler arası Tâhir, gelenek gereği acizliğine, ilminin eksikliğine bakmayarak hilye yazmaya cür'et ettiği­ni söyler ve hilyeye başlar:

Aşk ile ney gibi Tâhir inle Hilye-i Pîr'i kalemden dinle b31

Tâhir, 32-167. beyitler arası Mevlânâ'nın hilyesini anlatmış, şu beyitler­le sözü eseri yazmasına vesile olan ve 1894 yılında intisap ettiği Mehmed Celâleddin Dedeye getirmiştir: 21

Dem-i cân-bahş-ı Mesîhâ-eseri Kıldı encâma resâ bu eseri b172 Feyz-i ikmâl ile himmet etdi Ya'ni izhâr-ı kerâmet etdi b173 Sanma ey Tâhir-i zîbende-edâ Bu 'ibârâtı sen oldun gûyâ b174

Tâhir, şeyhinin, Mevlânâ'nın yolunun rehberi olduğunu söyler, dua ede­rek eserini bitirir:

Zât-ı 'âlîsini kılmış Mevlâ Rehber-i şâh-reh-i Mevlânâ b178

Yazımızın geri kalan bölümünde Hilye, Mevlânâ'yı ve hayatını anlatan kü­çük başlıklar halinde incelenmiş, beyitler serbest çeviri şeklinde sunulmuş­tur:

18 Kur'ân-ı Kerîm, 36/14 "Onlara iki (resül) göndermiştik. Fakat ikisini de tekzip ettiler (yalan­ladılar). Bunun üzerine (onları) üçüncü (resûl) ile azîz kıldık (destekledik). O zaman onlar: "Muhakkak ki biz, size gönderilmiş resûlleriz." dediler.

19 Tâhirü'l-Mevlevî, Mir'ât-ı Hazret-i Mevlânâ, s.120 Mecmûa-i Medâyih-i Mevlânâ'da 184 beyit olan Hilye'nin 2 beyti Mir'ât'ta yoktur. Mir'ât'ta

195 beyit olan Hilye'nin 12 beyti de Mecmûa-i Medâyıh-ı Mevlânâ'da bulunmamaktadır. Bu sebeple Hilye'nin toplam beyit sayısı 197'dir.

21 Şentürk, age, s.11.

Page 210: Erdemi - akmb.gov.tr

VУ 4Tâhirü’l-Mevlevî’nin Hilye’sine Göre Mevlânâ f i

Hilye-i Hazret-i Mevlânâ’ya Göre Mevlânâ1.Doğum u v e AdıMevlânâ hakkındaki bilgiler, Sultan Veled'in İbtidânâmesi22, Feridûn-ı Sipehsâlâr'ın Risâlesi23, Ulu Ârif Çelebi'nin müridi Ahmed Eflâkî'nin Menâkıbü l- Ârifîn'inde 24 yer almaktadır.

Mevlânâ'nın doğum yeri, eski bir Türk kültür merkezi olan bugünkü Af­ganistan sınırlarında bulunan Belh'tir. Hilye'de doğum yeri belirtilmezken, kaynaklarda belirtildiği üzere, Mevlânâ'nın doğum tarihi 6 Rebîu'l-evvel 604/30 Eylül 1207 olarak geçer:25

Sâdis-i şehr-i rebî'ü'l-evvel Şeş sad u çârda bâ-feyz-i ezel b143

"Hazret-i Pîr", "Hüdâvendigâr", "Mollâ-yı Rûm", "Belhî", "Rûmî", "Konevî" lakap ve sıfatlarıyla anılan ve asıl adı Celâleddîn Muhammed olan Mevlânâ, Hilye'de "Pîr", "Mevlânâ", "Celâl" lakap ve isimleri ile anılmaktadır:

Oldu sulbünden onun şa'şa'a-zâ Milket-i 'aşka Celâlü'l-Mevlâ b142

2. SoyuHilye'de Mevlânâ'nın soyu uzun uzun anlatılmıştır. Hilye'ye, Sipehsâlâr'ın Risâle’ si ve Menâkibu'l-Ârifîn’e göre, Mevlânâ'nın soyu Hz.Ebubekir'e dayanmaktadır.26

Cedd-i a'lâsı ki Sıddîk-i ‘atıkDerdi ey reşha-dih-i kalb-i harîk b116

Cedd-i 'âlî-i cenâb-ı Hünkâr Zât-ı Bûbekr-i sütûde-etvâr b10

Mecmûada, Mevlânâ'nın Hz.Ömer'e dayanan soyu kırmızı mürekkeple gösterilmiştir. Mevlânâ 11. göbektedir. Bunlar sırayla şu şekildedir:

Erdem

201502008

22 Sultan Veled, İbtidâ-nâme, trc. Abdülbâki Gölpınarlı, Ankara 1976.23 Ferîdûn bin Ahmed-i Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, trc. Tahsin Yazıcı, İstanbul 1977.24 el-Eflâkî, Şemseddin Ahmed, Menâkibu'l-âriftn, nşr. Tahsin Yazıcı, I-II, 1976-1980 Ankara; Arifle­

rin Menkıbeleri, I-II, trc. Tahsin Yazıcı, İstanbul 1986-198725 Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, c.I, s.12526 Selahaddin Hidayetoğlu, "Hazreti Mevlânâ Muhammed Celâleddîn-i Rûmî, Hayatı ve Şahsi­

yeti", Aralık 2005, s.14.Bu konuyla ilgili olarak Adnan Karaismailoğlu "Mevlâna'nın Hayatı ve Çevresi" adlı yazısında, şunları söylemektedir: "Mevlânâ'nın Hz. Ebû Bekir'in soyundan geldiğini göstermek amacıyla adına eklenen "el-Bekrî (Bekr'e mensup)" mensubiyet sıfatı, başta Sipehsâlâr'ın Risâle'si ve Menâkibu'l-ârifîn olmak üzere kaynaklarda ısrarla kaydedilmektedir. Ancak bu mensubiyetten Mevlânâ'nın ve babasının eserlerinde bahsedilmemesi, en güvenilir Mesnevî ve Dîvân-ı Ke­bîr yazmalarında ve nihayet türbelerinin kitâbelerinde de bu duruma işaret eden bir kayıt bulunmaması dikkat çekicidir" bkz. www.mevlanader.org (20.10.2007).

Page 211: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i N e s l i h a n K o ç K E S K İ N'V

202

Erdem

50 (1)'Abd-i Rahmân Zâde-i hazret-i Bûbekr-i 'atîk2008'Abd-i Rahmân u veliyyü't-tevfîk b126

(2)Hammâd Onun oğlu dahi Hammâd-ı kerîmKâ'il-i hamd ü senâyâ-yı 'azîm b127

(3)Mazhar Oldu mahdûm-ı güzîn-i HammâdMazhar-ı hulk-ı kerâmet-mu'tâd b128

(4)Müseyyeb Onun oğlu ki Müseyyeb-'ünvânEtdi bir duhter-i 'ismetle kırân b129 Duhter-i şâh-ı Birâhim Edhem Etdi dil-hâne-i 'aşkın hurrem b130

(5)Sâbit Olup ol nahl-i melâhat nâbitGeldi meydân-ı zuhûra Sâbit b131

(6)Mevdûd , (7) MahmûdO da Mevdûd’u getirdi dehre O da Mahmûd’u getirdi dehre b132

(8)Büyük Dede Hatîbî Ahmed ve Büyük Babaanne FirdevsHatîbî Ahmed, Şems-i E'imme Ahmed-i Serahsî'nin kızı Firdevs Hanım

ile evlenmiş ondan da Mevlânâ'nın dedesi Şeyh Hüseyin doğmuştur. Do­layısıyla Şemsü'l-E'imme peygamber soyundan olduğu için Mevlânâ hem dedeleri hem de büyük babannesi soyundan Peygamber'e ulaşmış olur:

İbn-i Mahmûd-ı Hatîbî AhmedSitt-i Firdevs ile oldu emced b133Duhter-i Şems-i E'imme idiNeseben ya'ni şerîfe idi ol b134

(9)Şeyh Hüseyin (Dedesi) ve Babannesi Alâeddin Muhammed Harezmşâh'ın kızı Melike-i Cihân Emetullah Hatun. Hilye'de babannesinin adı söylenmese de Sultan Alâeddîn'in kızı olduğu belirtilir:

Verdi ondan feleğe pertev ü zeyn Makdem-i mes'adet-i Şeyh Hüseyn b135 Aldı ol şeyh-i şerîf-i 'ulvî Duhter-i şâhı ba-emr-i Nebevî b136Ya 'ni sultân Alâ'eddîn'inŞeh-i Belh'in o kerem-âyînin b137Duhter-i 'ismet-i pâkîzesiniAldı çün yümn ile ol zât-ı senî b138

(10)Bahâeddîn VeledEyledi mülk-i şuhûdu teşrîf Mevlid-i pâk-i şehen-şâh-ı 'arîf b139

Page 212: Erdemi - akmb.gov.tr

Tâhirü’l-Mevlevî’nin Hilye’sine Göre Mevlânâ \ f

Ya'ni sultân-ı gürûh-ı 'ulemâ Nâmdaş-ı nebevî şâh-ı Bahâ b140

(11)MevlânâOldu sulbünden onun şa'şa'a-zâ Milket-i 'aşka Celâlü'l-Mevlâ b142

3. Tarikat Silsilesi v e YoluSipehsâlâr, Sultânu'l-ülemâ Bahâeddin Veled'in zikir telkini ve hırka silsi­lesini şöyle vermektedir: "Babası Ahmed el-Hatîbî, Ahmed-i Gazzâlî, Ebû Bekr-i Nessâc, Muhammed-i Zeccâc, Ebû Bekr-i Şiblî, Cüneyd-i Bağdâdî, Seriyy-i Sakatî, Ma'rûf-i Kerhî, Dâvûd-i Tâî, Habîb-i Acemî, Hasan-i Basrî, Hz. Ali ve Hz. Peygamber."27

Mevlânâ'nın zikir silsilesi ise, Menâkıbu'l-ârifîn'de şu şekilde sıralanmak­tadır: "Seyyid Burhâneddin-i Muhakkik-i Tirmizî, Bahâeddin Veled, Şemsü'l- E'imme Abdullah-i Serahsî, Hatîb-i Belhî, Ahmed-i Gazzâlî, Ebû Bekr-i Nessâc, Muhammed-i Zeccâc, Şiblî, Cüneyd-i Bağdâdî, Seriyy-i Sakatî, Ma'rûf-i Kerhî, Dâvûd-i Tâî, Habîb-i Acemî, Hasan-i Basrî, Hz. Ali ve Hz. Peygamber."28 Hilye'de Menâkıb'daki silsile beyitlerde sırayla verilmiştir:

"Seyyid Burhâneddin-i Muhakkik-i Tirmizî"

Hazret-i Pîr-i mu'allâ-erkân Oldu müstahlef-i Seyyid Bürhân b149

Bahâeddin Veled Zât-ı Bürhân-ı Muhakkik-'ünvân Vâlid-i bîrden aldı peymân b150

"Şemsü'l-E'imme Abdullah-i Serahsî"

O dahi Şemsü'l-e'imme nazarın Necm-i dînin de nigâh-ı eserin b151

Hatîb-i Belhî Hazret-i Şems’i de kıldı emced Nigeh-i feyz-i Hatîbî Ahmed b155

Ahmed-i Gazzâlî Oldu ol şeyhde bâ-'avn-i Samed Genc-i esrâr-ı Gazâlî Ahmed b156

Ebû Bekr-i Nessâc Muhammed-i Zeccâc

O dahi nâ'ib-i hayrü'n-Nessâc O da şâkird-i Muhammed Zeccâc b157

ŞiblîCüneyd-i Bağdâdî

O dahi olmuş idi Şibliye sayd Şeyh Şiblî de feyiz-yâb-ı Cüneyd 85

_Q

Seriyy-i Sakatî Ona da Şeyh Seriyy-i Sakatî Rûşenâ etdi savâb u galatı b159

203502008

Erdem

27 Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, s. 1828 Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, c.II, s.252.

Page 213: Erdemi - akmb.gov.tr

N e s l i h a n K o ç K E S K İ N

Erdem

204Ma'rûf-i Kerhî Onu da hazret-i şeyh-i Ma 'rûf

Kıldı bir merd-i hakâyık-mevsûf b160Oldu ma'rûf-ı hakâyık-mevrûd Reh-i 'aşk içre mürîd-i Dâvud b161O da me'zûn-ı Habîb-i 'Acemî O da zât- ı Hasan’ın bir keremi b162 O da müsterşid-i sırr-ı 'Alevî Şîr-i Mevlâ' da vasiyy-i Nebevî b163

2008

Dâvûd-i Tâî

Habîb-i Acemî Hasan-i Basrî Hz. AliHz. Peygamber

4. M evlânâ’nm Fizikî ÖzellikleriHilye'ye göre, Mevlânâ'nın hem ahlakı hem de dış görünüşü güzeldir:

Sûreti sîreti ma'nâsı güzel Cism-i nâzendesi sîmâsı güzelb34

AlnıMevlânâ'nın alnı parlaklığı sebebiyle aya kemer bağlatmıştır. Bir Mevlevîlik terimi olan kemer bağlamak seyr ü sülûkta her türlü derde ve sıkıntıya hazır olmak anlamındadır:

Nûr-ı pîşânına bakdıkda kamer Bağladı 'aşkına hâleyle kemer b35

KaşlarıMevlânâ'nın kaşlarının şekli hançer, yay ve hilâl gibi kavisli ve siyahtır, kaş­lannın arasını seyreden hayrete düşer:

Şekli olmuşdu iki hâcibinin Hançer-i 'aşkı dil-i tâlibinin b38

Seyr eden ol iki ebrûyu dedi Sanki bir çifte çekilmiş yay idi b39

Hâsılı oldu o ebrû-yı siyâh Gıbta-bahşende-i şekl-i nev-mâh b43

Kaşları, iki güzellik mısraı ve güzellik nazmının matlaıdır:İki mısrâ'-ı melâhat idilerMatla'-ı nazm-ı sabâhat idiler b42

Güzel gözlerine bekçilik eder:Bir daha vasf ile dil böyle dediÇeşm-i şâhânesine hâcib idi b44

GözleriHilye'de Mevlânâ'nın gözleri elâ olarak belirtilmiştir:

Sarı reng ile siyâhın beyni Türkçesi ya'ni elâ[y]dı 'aynı b47

Page 214: Erdemi - akmb.gov.tr

Tâhirü’l-Mevlevî’nin Hilye’sine Göre Mevlânâ

Erdem

205Çeşm-i şâhânesi mahmûr-ı vasî' Nazar-ı câzibe-efzâsı bedî' b45

benzer:

502008

Gözleri nergise ve ceylanın gözlerineBâğ-ı hüsnünde o gözler nergis Yâ ki bir çifte gazâl-i mûnis b46

Gözleri aşk kadehidir, mutlu olanları Elest sarhoşu eder:Desem ol dîdeye peymâne-i 'aşk Sanma peymâne ki meyhâne-i 'aşk b48

Etdi bir nazrada ol dîde-i mest Nice mukbilleri sarhoş-ı Elest b49

Bakışlarının kimyası siyah taşı, has la'le çevirir:'Ayn-ı kimyâ idi kim bir nigehiLa'l-i hâs eyledi seng-i siyehi b54

Burnu, o kadar güzel, düzgün ve ölçülüdür ki tarif edilemez:Oldu bînî-i latîf ü mevzûn Vasf u ta'rîfden azâd u birûn b57

Deniz dalgasındaki köpük, gül yaprağındaki su damlası gibidir: Mevce-i yemde olan şekl-i habâb Varak-ı gülde duran katre-i âb b58

Güzellik âyetinin elifidir:Âyet-i hüsnün idi ol elifi Nükhet-i 'aşk u vefâ mü'telifi b61

Bıyıkları sünnet üzere kesilmişti. Tâhir, burada araya girer ve pirlerin bıyık­larının kısa olması gerektiğini ve bu konulardaki bilginin Ankaravî'nin eser­lerinde olduğunu belirtir:

Kat' edip sebleti ber-vech-i sünen Eyledi hem de o pâkîze-sühanb73

Reh-i 'aşkında şürût-ı bî'at Cümlesinden biri kasî seblet b74

Ya'ni bir sâhib-i girdâr-ı hasen Bî'at almak diledikde şeyhden b75

Lâzım oldur ki o şeyh-i bî'at Sâlikinden ede kat'-ı seblet b76

AğzıAğzı Ledün ilmi kaynağı, Hz. İsâ'nın ağzı gibi hayat verici ve içinde Mesnevî incisinin bulunduğu bir sadeftir:

Menba'-ı 'ilm-i ledündü deheniFâ'ik-i nutk-ı sühandı sühanı b81

Burnu

Bıyığı

Page 215: Erdemi - akmb.gov.tr

У 4 N e s l i h a n K o ç K E S K İ N

20650

2008

Erdem

Eylesem la'lini 'Îsî'ye şebihOlmuyor doğrusu tevcîh-i vecih b82

Hızr-ı cân 'Îsa-i ma'nâ oldurÇerh-i 'aşk üzre Mesîhâ oldur b83

O dehân sanki ma'ânî sadefiMesnevî oldu dür-i zî-şerefi b84

SakalıSakalı kahverengidir:

Sarı ile siyehe mâ'il idi Ya'ni kumrâl demesi kâbil idi b63

Sünnet üzere, sakalı göğsünü örterdi:Tûlü hem sünnet-i Peygamber idi Göğsünün üst tarafın örter idi b67

YüzüYüzünün sarılığı kırmızılığından fazlaydı. Bu hâliyle gül-i ranâya/iki renkli güle ve yuvarlaklığı da güneşin doğma zamanındaki yuvarlaklığına benzer­di.

Reng-i rûyu nazarı câzib idi Sufreti humretine gâlib idi b50

Sufret ü humret ile vech-i vecîh Gül-i ra'nâya sezâ olsa şebîh b51

Oldu mânend o zerrîn-çehre Dem-i maşrıkdaki kurs-ı mihre b55

Bu bahisle ilgili olarak, Mir'ât-ı Hazret-i Mevlânâ'daki Hilye'de başka bir olay anlatılır. Buna göre Ashâb-ı Kehf'in köpeği olan Kıtmir'in rengi Mevlânâ'ya sorulur. Mevlânâ da tevazu göstererek kendisini ona benzetir ve kendisi gibi onun da yüzünün sarı olduğunu söyler:

Nitekim bir gün o deryâ-yı kemâl Geçiyorken birisi etdi su'âl Dedi kim söyle eyâ şeyh-i 'arîf Reng-i Kıtmîr'i bana kıl ta'rîf Dedi ol zât-ı kerâmet-mâye Meh-i eflâk u tevâzû'-pâye Çünki 'âşıkdı o derd ehli idi Ben gibi sıbga-i zerd ehli idi Bakmalı halk cenâb-ı pîre Nefsini etdi kıyâs Kıtmîr'e

Güler yüzlü ve tatlı dillidir:Nutk-ı cân-bahşı halâvetli idiCebhe-i pâki beşâşetli idi b112

Page 216: Erdemi - akmb.gov.tr

Tâhirü’l-Mevlevî’nin Hilye’sine Göre Mevlânâ У 4\ f

Vücudu

Vücudunda kıl yoktu:Tâmmü'l-kâme vü cism-i bî-mû Eylemişdi onu Mevlâ yâ Hû b89

Tâhir, onu bazılarının normal, bazılarının da şişman olarak anlattığını söy­ler. Tâhir, Eflâkî'nin Menâkıbü'l-Ârifîn adlı eserine gönderme yaparak, onun yeni ay gibi zayıf olduğunu belirtir ve hamamda Mevlânâ ile vücudunun/ teninin karşılıklı konuşmalarına yer verir:

Ba'zı vâsıf diyor ol dürr-i semîn Vasatü'l-cism idi hem belki semîn b96

Burada re'y-i fakîrânemi siz Ger tenezülle su'âl eyleseniz b97

'Abd-i 'âciz de derim ki bî-şek Bu sıfat evvel hâl olsa gerek b98

Çün Menâkıb'da olur zîb-i sütûr Ki o hûrşîd-i hakîkat-ma'mûr b99

Cehd ü za'af ile hilâl olmuş idi Şekl-i hestîde hayâl olmuş idi b100

Etdi hammâmda bir gün irşâd Cem'-i ihvânı o sultân-ı sedâd b101

Lutf ile bâz ederek gül deheni Saçdı bu gûne cevâhir sühanı b102

Şu beyte göre teni artık zayıflıktan şikâyet etmekte ve Mevlânâ'dan mer­hamet istemektedir:

Ki tenim eyledi artık şekvâ Dedi ki gayrı emân Mevlânâ b103

Azıcık za'fıma bak merhamet et 'Azmi terk eyle birâz ruhsata git b104

Mevlânâ kendi bedenine seslenerek, kendi rahatının teninin zayıflığına bağlı olduğunu, dervişin vücudunun ip gibi olması gerektiğini de belirtir:

Ben de dedim ki ona ey bedenim Râhatım za'fına vâ-beste benim b105

Lâzım oldur ki vücûd-ı dervîş Olmalı derd ile her lahza da rîş b107

Tâhir, burada Mevlânâ'nın kendi isteğiyle zayıf olduğunu da ekler:Bu delîl oldu ki olmuş o şerîfSonradan cehd ü riyâzetle nahîf b108

207502008

Erdem

Page 217: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i N e s l i h a n K o ç K E S K İ N'V

20850

2008

Erdem

Duruşu, YürüyüşüHz. Muhammed gibi önüne eğilerek yürürdü, bu yürüyüş onun kendi iste­ğiyle Allah'a teslim olduğunu gösterirdi:

De'b-i reftâr-ı rüsül üzre müdâm Önüne meyl ile eylerdi hırâm b90

Ser-fürû-kerde-i teslîm ü rızâ Olduğun meşiyi ederdi imâ b91

Tâhir, burada Lütfî'nin Hilye'sinden iki beyti aynen alır, Mir'ât-ı Hazret-i Mevlânâ'da bu beyitlerin Lütfî'ye ait olduğu dipnotta gösterilmiştir. Bu iki beyitte Mevlânâ, güzellik gülşenindeki bir fidana benzetilir. Bu fidan ledün meyveleri ile dopdoludur, meyvesi çok olan fidan da öne eğilir:

Gülşen-i hüsne nihâl-i mevzûn Meyve-i 'ilm-i ledünle meşhûn b93

Meyl eder pîşine 'ağsân-ı nihâl Olsa ger meyve ile mâl-â-mâl b94

KonuşmasıKonuşmaya başlayınca ölülere can bahşederdi; dudakları âb-ı hayat gibiy­di:

Başlayınca söze ol rûh-ı revânBahş ederdi nice mürde-dile cân b110

Çok mu Hızr olsa feyizhâh-ı nemi Çeşme-i âb-ı hayât idi femi b111

6. Mevlânâ’nm Manevî Yönü Ayıptan arınmıştı;

Hazret-i nakş-ı berârende-i gayb Onu etmiş idi âzâde-i 'ayb b32

Saf altın gibiydi;Zer-i sâfî idi ol şâh-ı kerîm Zer nedir doğrusu iksîr-i 'azîm b53

Yumuşak huylu, merhametli, şefkat ve kerem sahibi bir pîrdi:Oldu ol pîr-i pesendîde-hisâl Hilm ü eltâf ile mir'ât-ı cemâl b113

İsm-i zat mazharı olmakla o şâh Sebkat-i rahmeti oldu her gâh b114

Şefkat u lutf u kerem sâhibidir Ceddinin hulk-ı kerîmi gibidir b115

7. Mevlânâ’nın Eseri:MesnevîHilye'de Mevlânâ'nın eserlerinden sadece Mesnevî'sinin adı geçmiş­tir. Mesnevî; Kur'ân'ın özüdür, vahyedilmiştir, Elest neyistânının sesi ve Mevlânâ'nın fihristidir:

Page 218: Erdemi - akmb.gov.tr

У 4Tâhirü’l-Mevlevî’nin Hilye’sine Göre Mevlânâ f iV

Erdem

209Oldu 'âriflere mağz-ı Kur'ân 50

Şübhesiz vahyi cenâb-ı Mennân b85 2008

Öyle bî-vâsıta bir vahy-i Hudâ Kıldı Cibrîl'i ebed mest-i fenâ b86

Nüsha-i câmi'a-i her çi ki hest 'Âkisi savt-ı neyistân-ı elest b87Bunca vasf ile o şem'-i meclis Hazret-i Pîr'e olur bir fihris b88

8. Ş em s-i TebrizîŞems sadece bir beyitte anılmıştır. Mevlânâ muma, Şems de onun etrafında dönen pervâneye benzetilir:

Öyle rahşende ki o şem'a-i nûrŞems-i Tebrîz ona pervâne olur b167

9.Ölüm üBeyitte, Mevlânâ'nın 68 yaşında ve h.672'de (5 Cemâziye'l-âhir 672/17 Aralık 1273) vefat ettiği belirtilmiştir:

Edip altmışla sekiz yıl MevlâOnu şâhenşeh-i taht-ı ma'nâ b145Altı yüz yetmiş ikide nâ-gâhMak'ad-ı sıdka 'urûc etdi o şâh b146

Sonuç20.yüzyılın başlarında Mevlevî dervişi Vâsıf Efendi tarafından tertip edilmiş Mecmûa-i Medâyih-i Mevlânâ adlı eserin iki yazma nüshasında ve Tahirü'l- Mevlevî'nin Mir'ât-ı Hazret-i Mevlânâ’sında yer alan Hilye-i Hazret-i Mevlânâ adlı bu manzume makalemizle edebiyat dünyasına tanıtılmıştır. Tâhir'in Hilye'si, boyutları küçük ve bölüm başlıkları olmamasına rağmen klasik mesnevînin bölümlerine sahiptir.

Tâhirü'l-Mevlevî, Mir'ât-ı Hazret-i Mevlânâ adlı eserinin başında kendi ese­rinin üçüncü hilye olduğunu, Hilye'yi, tetkik neticesinde yazdığını, eseri­nin yazma sebebinin "bağışlanma" olduğunu söyler. Yine aynı eserdeki Hilye'ye, yazmalarda olmayan Sultan II. Abdülhamit'in (1842-1918) övgü­sünün yapıldığı beyitler ve Kıtmir bahsi eklenmiştir. Yazmalarda yer alan Hilye'lerde nüsha farkı yoktur. Gerek yukarıdaki eklemeler, gerek Mr'âttaki ile mecmualardaki Hilye'deki bazı kelimelerdeki farklılıklar bize Tâhirü'l- Mevlevî'nin mecmualardaki Hilye yazıldıktan sonra, eseri yeniden gözden geçirdiği izlenimini vermektedir.

Hilye'de en çok üzerinde durulan kısım "Mevlânâ'nın soyu ve silsilesi"dir. Mevlânâ'nın soyu Hz. Ebubekir'e dayanmaktadır. Bu bilgiler kaynaklarla uyum içindedir. Bununla birlikte, Mevlânâ'nın evliliği, çocukları, tahsili,

Page 219: Erdemi - akmb.gov.tr

/ f i N e s l i h a n K o ç K E S K İ N'V

2 10

Erdem

2o50 Mesnevî dışındaki eserleri, fikirleri... vb. konulara Hilye'de yer verilmemiştir. Hilye'de üslup oldukça akıcıdır, dil oldukça anlaşılırdır. Özellikle Mevlânâ'nın dilinden anlatılan hamamda geçen konuşmalar ve Mevlânâ'nın kendisini Kıtmir'e benzettiği bölüm ilgi çekicidir. Eserde Eflâkî'nin ve Ankaravî'nin eserlerine de gönderme yapılmıştır. Hilye-i Hazret-i Mevlânâ’nın, Hakânî'nin Hilye-i Saâdet adlı eserinden, özellikle kaynaklardan yararlanılarak yazılma­sı, anekdotlarla süslenmesi ve başlıklar olmasa da belirli bir plana göre ya­zılması, dilinin anlaşılırlığı gibi konularda etkilendiği görülmektedir.

Hilye'nin amacı, eserleri ile farklılığını gösteren Mevlânâ'nın siretinin de güzelliğini vurgulamak, örnek bir insan olduğunu sergilemektir.

Edebî benzetmelerin yanında, gözlerinin ela olduğu, sakalının kahverengi olduğu ve göğsünü örttüğü, benzinin sarılığı, bıyığının kısalığı, bedeninin zayıflığ ı. vb. onun fizikî özelliklerini anlatan dizeler de beyitlerde yer almış­tır. Bu ifadelerle, Mevlânâ minyatürleri uyuşmamaktadır. Minyatür sanatçı­sı Ülker Erke de bu konuya dikkat çekmiş ve "Herkesin kendi Mevlânâ'sını çizdiğini"29 belirtmiştir. Bu sebeple, Mevlânâ Hilyelerinin yeni çizilecek min­yatürlere yol göstereceği kanısındayız.

Bu önsöz Mir'ât-ı Hazret-i Mevlânâ'nın ilk sayfasında yer almıştır:Ân Ferîdûn-ı cihân-ı Manevî Bes buved bürhân-ı kadreş Mesnevî Men çe gûyem vasf-ı ân âlî-cenâb Nîst peygamber velî dâred kitâb30

Kıt'a-ı garrâsı, tercemân-ı merâtib-i 'ulyâsı olan sultânü'l-'âşıkîn ser- derfter-i ehl-i yakîn Mevlânâ Muhammed Celâleddîn kaddesa'llâhu sırrıhu'l- mübîn efendimiz hazretlerinin şemâ'il-i 'aliyye ve evsâf-ı seniyyelerinden bahs eden şu eser sâye-i ma'ârif-vâye-i hazret-i hilâfet-penâhîde sâha-i 'irfânda cilve-ger oldu.

Lutfî Çelebi ve Rızâ Dedenin manzumelerine üçüncü olup daha ziyade tetkîk ve tetebbu'la yazıldığından (Hak fe-azzeznâ bi-sâlisin31) iltifâtına maz­har olması eltâf-ı Sübhâniye'den me'mûldür.

Ger be-gûyem tâ kıyâmet vasf-ı û

29 www.aksiyon.com.tr, Aksiyon Haftalık Haber Dergisi, "Herkes Kendi Mevlanası'nı Çiziyor"(haz. Ülkü Özel Akagündüz), S.576, 12.19.2005.

30 "O manevî cihanın Feridun'u. Onun kadrinin delili Mesnevî olsun. Ben o ulu zatın vasfında ne söyleyeyim? Peygamber değildir ama kitabı vardır."

31 Kur'ân-ı Kerîm, 36/14 "Onlara iki (resul) göndermiştik. Fakat ikisini de tekzip ettiler (yalan­ladılar). Bunun üzerine (onları) üçüncü (resul) ile azîz kıldık (destekledik). O zaman onlar: "Muhakkak ki biz, size gönderilmiş resulleriz." dediler.

Page 220: Erdemi - akmb.gov.tr

Tâhirü’l-Mevlevî’nin Hilye’sine Göre Mevlânâ

Erdem

211Hîç ân-râ gâyet ü makta' me-cu 50

2008Yek dehân-ı hâhem çü pehnâ-yı felek Tâ-be guyem medh-i ân reşk-i melek32

Hakîkatince ne kadar ıtrâ edilse yine evsâf-ı kudsiye-i Mevlânâ tamamıyla îfâ edilemeyeceğinden hilyemizin de âzâde-i noksân olamayacağı bedîhîdir. Binâen 'aleyh maksad-ı 'âcizânesi izhâr-ı fazîlet değil, istid'â-yı âfv u 'âtıfet olan nâzım-ı hakîrin hatâyâsı hulus niyetine bağışlanırsa büyük bir lutuf edilmiş olur. Bâkî Huvallah.

Bâyezid'de Tramvay Yolunda 34 numaralı Tâhir Dede Kütübhanesi Sahibi Tâhirü'l-Mevlevî

32 "Eğer onun vasfın kıyamete kadar söylesem, bunda hiç hudut ve nihayet arama. Felek/Gök­yüzü genişliğinde bir ağız istiyorum ki melekleri kıskandıracak kadar onun medhini söyleye-yim.

Page 221: Erdemi - akmb.gov.tr

У 4

21250

2008

Erdem

10

11

12

13

N e s l i h a n K o ç K E S K İ N

HILYE-I MUBAREKE-I HAZRET-İ MEVLÂNA33Bismi Rahmân Rahîmü'l-Mevlâ Rabbenâ Hâlıkenâ Mevlânâ34 Ahmedü üzküru bi'ş-şükri ileyh35 Küllü vaktin ve tevekkeltü 'aleyh Ve usallî ve usellimu ekmelü36 Bi'n-nebiyyi'l-'Arabiyyi'l-ecmelu Ecmelü'l-halkı bi-hulukin ve halkın*3 Fâricü'l-hemmi ve gammi ve kalak** Seyyidffl-kevn[eyn]Resulffs-sakaleyn38 Ceddü sıbteyn imâmü'l-haremeyn Hazret-i Ahmed 'aleyhi's-salavât39 Ve 'ale'l-âli ve sahbi's-sâdât Siyyemâ efdalu ashâb-ı güzîn40 Evvel ü eşref-i ahbâb-ı mihîn Sâniyesneyni huma fi'l-gâri41 El-mülakkab bi-'atîki'n-nâri Mazhar- ı sıdk u 'atîk-i Nebevî Yar-ı Sıddîk u sadîk-i Nebevî Cedd-i 'âlî-i cenâb-ı Hünkâr Zât-ı Bubekr-i sütude-etvâr Dahi sultân-ı 'Arab şâh-ı 'Acem Kuh-ı temkîn ü vefâ bahr-i kerem Nâşir-i dîn-i mübîn-i İslâm Hâmi-i şer'-i mu'allâ-ahkâm Şeh-i şâhân-ı şeref-güster-i dâd Kâmi'-i zülm ü şikâk u bî-dâd

2

3

4

5

6

7

9

33 Hilye'nin eski yazılı metni Mecmûa-i Medâyih-i Mevlânâ'nın Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi, No. 2163, vr.1b-6a'dan alınmıştır. Matbu nüsha (MHM)daki farklar, eklemeler dipnotta "*" ile be­lirtilmiştir. Hilye 20.yüzyıl Türkçesi göz önüne alınarak, Türkiye Türkçesine aktarılmıştır..

34 1/1 "Rahman ve Rahîm olan efendimin adıyla, ey Rabb'imiz, yaratıcımız, efendimiz."35 1/2 "Hamd ederim ve onu şükürle anarım, her vakit ona tevekkül ederim."36 1/3 "En güzel Arap Peygambere en mükemmel salat ve selam ederim."* ve halkın] ve cemâl MHM37 1/4 "Ahlak ve yaratılış olarak varlıkların en iyisi, kederi, tasayı ve endişeyi yok eden."** Fâricü'l-hemmi ve gammi ve kalak] Ekmelü'l-kevn be-fazlu vü kemâl MHM38 1/5 "İki dünyanın efendisi, cinlere ve insanlara elçi olan; Hz. Hasan ve Hz.Hüseyin'in atası,

Mekke ve Medine'nin imamı."39 1/6 "Hz. Peygambere, onun ailesine, ashabına ve sadata salavat olsun."40 1/7 "Özelikle ashab-ın güzinin en faziletlileri, ulu ahbabın en şereflilerinin üzerine olsun."41 1/8 "Onlar mağaradayken ikinin ikincisiydi, lakabı ateşten azad edilmiş idi."

Page 222: Erdemi - akmb.gov.tr

Tâhirü’l-Mevlevî’nin Hilye’sine Göre Mevlânâ У 4\ f

14 Hüsrev-i 'adi ü emîrü'l-âdâb Ya'ni Fârûk 'Ömer İbnü'l-Hattâb

15 Dahi ol câmi'-i Kur'ân-ı Kerîm Sâhib-i hûy-ı hasen hulk-ı 'azîm

16 Ma'den-i hilm ü hayâ kân-ı vefâ Menba'-ı cûd u sehâ ebr-i safâ

17 Cehz-bahşende-i ceyşü'l-'üsre Çâr muhtâr u refîkü'l-cenne

18 Hâle-i nûr u şu'âü'l-kamereyn İbni 'Affân o meh-i Zi'n-nûreyn

19 Dahi ol mihr-i sipihr-i ezelî Esedu'llâh 'Alî sırr-ı celî

20 Dür-i zîbende-i deryâ-yı şeref Şeh-i şân-âver-i evreng-i Necef

21 Zevc-i Zehrâ vü vasiyy-i Nebevî Şeref-endûz-ı dem-i Mustafavî

22 Şîr-i Hak dâder-i sultân-ı rüsül Masdar-ı 'ilm-i ledün mürşid-i kül

23 Hem iki kurre-i çeşmân-ı Resül Gonca-i gülbün-i bustân-ı Betül

24 Neyyireyn ü kamereyn ü şemseyn Seyyideynü's-senedeynü'l-Hasaneyn

25 Bâki ashâb-ı hidâyet-encüm Radiya'llâhu Te'âlâ 'anhüm*

26 Ba'dezâ hâme-i noksân-imlâ Yazacak Hilye-i Fîr'i güyâ

27 Bakmayıp kıllet-i 'irfânına o Cehline 'aczine noksânına o

28 Etdi bu kâr-ı 'azîme cür'et Bahş-ı tevfîk ede Rabb-i 'izzet

29 Dest-gîri olarak himmet-i Pîr Feyz-i 'aşk ile onu eyleye sîr

{ g s ? AJ л-*Щ Шll#jH i n

â«> {Ww 'JWlAj/V bl*" I л 'жі

I II Tİ Ч * I і^ и ь Л л ^

‘5-11ll t i

Jn *4В * y- li V' i/. ' m ı

/ уj P

i'- 'j**

..С

30 Eyle sûrâh-ı gamı dilde güşâd Sîne-i hâli vü ser-dâde be-bâd

31 'Aşk ile ney gibi Tâhir inle Hilye-i Fîr'i kalemden dinle

32 Hazret-i nakş-ı berârende-i gayb Onu etmiş idi âzâde-i 'ayb

33 Sâni'-i mutlak-ı kül celle celâl Onu kılmış idi mir'ât-ı cemâl

34 Sûreti sîreti ma'nâsı güzel Cism-i nâzendes** sîmâsı güzel

213502008

Erdem

* MHM'de 25. beyitten sonra Sultan ^Abdülhamit'i öven şu beş beyit yer almıştır: Hem de îfâ-yı du'âsı elzem Olan ol Husrev-i ferhunde-şiyem Zıl-ı Hakk vâris-i mevli's-sakaleyn Hâdim-i hıtta-i pe|y]k-i Haremeyn Mazhar-ı lutf-ı Hudâvend-i Mecîd Ya'ni Sultân-ı cihân 'Abd-ı Hamîd Dem-be-dem 'âfiyet ü sıhhat ile Vefk-i dil-hâhı ile şevket ile Taht-ı 'âlîsi olsun zîver Ey Hudâ tâ-be-kıyâm-ı mahşer

** 34b nâzendesi]zîbendesi MHM

Page 223: Erdemi - akmb.gov.tr

У 4 N e s l i h a n K o ç K E S K İ N

21450

2008

Erdem

35 Nûr-ı pîşânına bakdıkda kamer Bağladı 'aşkına hâleyle kemer

36 Oldu ol levh-i vasî' ü enver Levh-i mahfûz-ı hakîkat mazhar

37 Kimseye olmadı olmaz o cebîn 'Unf ile âyine sûret-i çîn

38 Şekli olmuşdu iki hâcibinin Hançer-i 'aşkı dil-i tâlibinin

39 Seyr eden ol iki ebrûyu dedi Sanki bir çifte çekilmiş yay idi

40 Veriyordu o mukavves ebrû Kâbe kavseyn peyâmın yâ Hû

41 Seyr eden kaşlannın fâsılasın Çâk çâk eyler idi havsalasın

42 İki mısrâ'-ı melâhat idiler Matla'-ı nazm-ı sabâhat idiler

43 Hâsılı oldu o ebrû-yı siyâh Gıbta-bahşende-i şekl-i nev-mâh

44 Bir daha vasf ile dil böyle dedi Çeşm-i şâhânesine* hâcib idi

45 Çeşm-i şâhânesi** mahmûr-ı vasî' Nazar-ı câzibe-efzâsı bedî'

46 Bâğ-ı hüsnünde o gözler nergis Yâ ki bir çifte gazâl-i mûnis

47 Sarı reng ile siyâhın beyni Türkçesi ya'ni elâ[y]dı 'aynı

48 Desem ol dîdeye peymâne-i 'aşk Sanma peymâne ki meyhâne***-i 'aşk

49 Etdi bir nazrada ol dîde-i mest Nice mukbilleri sarhoş****-ı elest

50 Reng-i rûyu nazarı câzib idi Sufreti humretine gâlib idi

51 Sufret ü humret ile vech-i vecîh Gül-i ra'nâya sezâ olsa şebîh

*£i J JM

j ^

dLA,rjU*iı

J i / jt*

J b J

- j i f ^ Jlı4Urt

* AArl и -л )

— L--

. ' -

t ' . Г-*'

iy r

„r& t 1- AJ.'*.' -

lı* rî# kb*

ıiuL,;.u4%jb'îjj-ûC

* V *

52 Âteş-i 'aşk u riyâzât ile hâl Cedd-i pâkini de etmiş***

53 Zer-i sâfî idi ol şâh-ı kerîm Zer nedir doğrusu iksîr-i 'azîm

54 'Ayn-ı kimyâ idi kim bir nigehi La'l-i hâs eyledi seng-i siyehi

55 Oldu mânend o zerrîn-çehre Dem-i maşrıkdaki kurs-ı mihre

56 Fer verirdi ruhuna misl-i şafak Sufret-i 'aşkı ile sıbga-i Hak***

idi kâl

44b şâhânesine]mestânesine MHM 45a şâhânesi]mestânesi MHM 48b meyhâne-i]dâ'ire-i MHM 49a sarhoş-ı]bîhoş-ı MHM52b cedd-i pâkini de etmiş]cesed-i pâkini etmiş MHM 56. beyitten sonra MHM'de şu beyitler yer almıştır:

Nitekim bir gün o deryâ-yı kemâl Ben gibi sıbga-i zerd ehli idiGeçiyorken birisi etdi su'âl Bakmalı halk cenâb-ı pîreDedi kim söyle eyâ şeyh-i 'arîf Nefsini etdi kıyâs Kıtmîr'eReng-i Kıtmîr'i bana kıl ta'rîf Bir kişi kendisini kılsa vazı'Dedi ol zât-ı kerâmet-mâye Nezd-i Mevlâ'da olur kadri refî'Meh-i eflâk tevâzu'-pâye Biz yine vasf-ı şerîfe gelelimÇünki 'âşıkdı o derd ehli idi Bînî-i bâk ü latîfe gelelim

Page 224: Erdemi - akmb.gov.tr

Tâhirü’l-Mevlevî’nin Hilye’sine Göre Mevlânâ У 4\ f

57 Oldu bînî-i latîf ü mevzûn Vasf u ta'rîfden azâd u birûn

58 Mevce-i yemde olan şekl-i habâb Varak-ı gülde duran katre-i âb

59 Ne kadar hoş u letâfetli ise Ne kadar hûb u zerâfetli ise

60 Öylece olmuş idi enf-i şerîf Gül-i ruhsârın arasında latîf

61 Âyet-i hüsnün idi ol elifi Nükhet-i 'aşk u vefâ mü'telifi

62 Hatt-ı ruhsârı cenâb-ı Pîr'in Pîr-i pîrân-ı felek-teshîrin

63 Sarı ile siyehe mâ'il idi Ya'ni kumrâl demesi kâbil idi

64 Sanki ol lihye-i vâlâ-sâye Levha-i vech-i ter-i Monlâ'ya

65 Oldu çar çûbe-i zerrîn-cemâl Ya ki bir hâle-i tâbân-ı kemâl

66 Kısm-ı 'âlîsi hafîf olmuş idi Misl-i Sıddîk nahîf olmuş idi

67 Tûlü hem sünnet-i Peygamber idi Göğsünün üst tarafın örter idi

68 Nola mestûr ise ol sadr-ı hüdâ Zulemât içre imiş âb-ı bekâ

69 O kavâm-âver-i şer'-i nebevî Vâris-i Mustavafî Murtazavî

70 Vâris ammâ ki nasıl vâris-i kül Mazhar-ı sırr-ı Hudâvend-i rüsül

71 Zâhir ü bâtın onun vârisidir Mezra'-ı 'âleme 'aşk hârisidir

72 Oldu her kârı onun reşk-i melek İsr-i muhtâra tevessül ederek

73 Kat' edip sebleti ber-vech-i sünen Eyledi hem de o pâkîze-sühan*

74 Reh-i 'aşkında şürût-ı bey'at** Cümlesinden biri kasî seblet

75 Ya'ni bir sâhib-i girdâr-ı hasen Bî'at almak diledikde şeyhden

f.'J Jj' İh;1 j l - —'

v-UtJ Jj i

îjltVıî^tlı^l « ju l» * Sf^VH i j t î j l u If r

jjb ' Jj ilfU i OL* цІНt i p i n i ^

-v—л Mj !»> tfcUjPjı

” ^АМto

* r fe"A i

ı S j j I û*v*İtıl 3>A.Uji

76 Lâzım oldur ki o şeyh-i bî'at*** Sâlikinden ede kat'-ı seblet

77 Şârih-i Mesnevi-i Mevlânâ Hazret-i Ankaravî ol dânâ

78 Etdi hakkâ ki icâle hâme Yazdı Minhâc u Tarîkat-nâme

79 Bu gibi şeyleri etdi ityân Okusun onları bir şekki olan

80 Ola ma'lûm hulâsâ bu husûs Oldu sebletleri pîrin maksûs

81 Menba'-ı 'ilm-i ledündü deheni Fâ'ik-i nutk-ı sühandı sühanı

82 Eylesem la'lini 'Îsâ'ya şebîh Olmuyor doğrusu tevcîh-i vecîh

215502008

Erdem

* 73b sühan] dehen MHM** 74a bî'at] nisbet MHM*** 76a bî'at] himmet MHM

Page 225: Erdemi - akmb.gov.tr

У 4 N e s l i h a n K o ç K E S K İ N

21650

2008

Erdem

83 Hızr-ı cân 'Îsî-i ma'nâ oldur Çerh-i 'aşk üzre Mesîhâ oldur

84 O dehân sanki ma'ânî sadefi Mesnevî oldu dür-i zî-şerefi

85 Oldu 'âriflere mağz-ı Kur'ân Şübhesiz vahyi cenâb-ı Mennân

86 Öyle bî-vâsıta bir vahy-i Hudâ Kıldı Cibrîl'i ebed mest-i fenâ

87 Nüsha-i câmi'a-i her çi ki hest 'Âkisi savt-ı neyistân-ı elest

88 Bunca vasf ile o şem'-i meclis Hazret-i Pîr'e olur bir fihris

89 Tâmü'l-kâme vü cism-i bî-mû Eylemişdi onu Mevlâ yâ Hû

90 De'b-i reftâr-ı rüsül üzre müdâm Önüne meyl ile eylerdi hırâm

91 Ser-fürû-kerde-i teslîm ü rızâ Olduğun meşiyi ederdi îmâ

92 Bu husûsda şu iki beyt-i güzîn Doğrusu oldu sezâ-yı tahsîn

93 “Gülşen-i hüsne nihâl-i mevzun42 Meyve-i ‘ilm-i ledünle meşhûn

94 “Meyl eder pîşine ‘ağsân-ı nihâl Olsa ger meyve ile mâl-â-mâl"

95 Rahima'llâhu bi-rûhi'n-nakş*Etdi kilk-i rakamı gıbta-keş

96 Ba'zı vâsıf diyor ol dürr-i semîn Vasatü'l-cism idi hem belki semîn

97 Burada re'y-i fakîrânemi siz Ger tenezülle su'âl eyleseniz

98 'Abd-i 'âciz de derim ki bî-şek Bu sıfat evvel hâl olsa gerek

99 Çün Menâkıb'da olur zîb-i sütûr Ki o hûrşîd-i hakîkat-ma'mûr

100 Cehd ü za'af ile hilâl olmuş idi Şekl-i hestîde hayâl olmuş idi

101 Etdi hammâmda bir gün irşâd Cem'-i ihvânı o sultân-ı sedâd

102 Lutf ile bâz ederek gül deheni Saçdı bu güne cevâhir süheni

103 Ki tenim eyledi artık şekvâ Dedi ki gayrı emân Mevlânâ

104 Azıcık za'fıma bak merhamet et 'Azmi terk eyle birâz ruhsata git

105 Ben de dedim ki ona ey bedenim Râhatım za'fına vâ-beste benim

106 Râhat-ı ten ile râhat olamaz Olamaz terk-i 'azîmet olamaz

107 Lâzım oldur ki vücûd-ı dervîş Olmalı derd ile her lahza da rîş

108 Bu delîl oldu ki olmuş o şerîf Sonradan cehd ü riyâzetle nahîf

42 Lutfî Çelebi'nin. (Bu iki beyit Lütfî Çelebi'nindir. Mevlana Müzesi Kütüphanesi, No. 2163, vr.48b-49b.)

* Bu beyit MHM'de yoktur.

Page 226: Erdemi - akmb.gov.tr

Tâhirü’l-Mevlevî’nin Hilye’sine Göre Mevlânâ \ f

109 Bülbül-i gülşen-i vahdet idi ol Gonca-i nahl-i hakîkat idi ol

110 Başlayınca söze ol rûh-ı revân Bahş ederdi nice mürde-dile cân

111 Çok mu Hızr olsa feyizhâh-ı nemi Çeşme-i âb-ı hayât idi femi

112 Nutk-ı cân-bahşı halâvetli idi Cebhe-i pâki beşâşetli idi

113 Oldu ol pîr-i pesendîde-hisâl Hilm ü eltâf ile mir'ât-ı cemâl

114 İsm-i zat mazharı olmakla o şâh Sebkat-i rahmeti oldu her gâh

115 Şefkat u lutf u kerem sâhibidir Ceddinin hulk-ı kerîmi gibidir

116 Cedd-i a'lâsı ki Sıddîk-i atîk Derdi ey reşha-dih-i kalb-i harîk

117 Beni ba's ile o sûretde semîn Kaplayım mahşeri cismimle hemîn

118 Ba'dehu kıl beni ilkâ-yı cahîm Eyleyem ser-te-ser imlâ-yı cahîm

119 Öyle kim sığmaya bir kimse daha Orada ben yanayım ben ebedâ

120 Bâreka'llâh zihî mihr ü vefâ Sânekallâh 'aceb cûd u sehâ

121 Çok mu olduysa bu sultân-ı şefîk Lakab-ârâ-yı 'Atîk ü Sıddîk

122 Şefkat u himmet-i 'ulyâsını gör Zâtını 'aşk ile ifnâsını gör

123 Böyle bir zât-ı şerîf ü haseni Müslümân saymalı mı sevmeyeni

124 Oldu Pîrim de o sultâna şebîh Lâ-cerem el-veledü sırr-ı ebîh

125 Gayret ey hâme-i Tâhir söyle Neseb-i hüsrev-i 'aşkı böyle

126 Zâde-i hazret-i Bûbekr-i 'Atîk ‘Ahd-i Rahmân u veliyyü't-tevfîk

127 Onun oğlu dahi Hammâd-ı kerîm Kâ'il-i hamd ü senâyâ-yı 'azîm

128 Oldu mahdûm-ı güzîn-i Hammâd Mazhar-ı hulk-ı kerâmet-mu'tâd

129 Onun oğlu ki Müseyyeb-' ünvân Etdi bir duhter-i 'ismetle kırân

130 Duhter-i şâh-ı Birâhim Edhem Etdi dil-hâne-i 'aşkın hurrem

131 Olup ol nahl-i melâhat nâbit Geldi meydân-ı zuhûra Sâbit

132 O da Mevdûd’u getirdi dehre O da Mahmûd'u getirdi dehre

133 İbn-i Mahmûd-ı Hatîbî Ahmed Sitt*-i Firdevs ile oldu emced**

134 Duhter-i Şems-i E'imme idi ol Neseben ya'ni şerîfe idi ol

135 Verdi ondan feleğe pertev ü zeyn Makdem-i mes'adet-i Şeyh Hüseyn

136 Aldı ol şeyh-i şerîf-i 'ulvî Duhter-i şâhı ba-emr-i Nebevî

217502008

Erdem

* 133b sitt] ıkd MHM** 133b emced] peyvend MHM

Page 227: Erdemi - akmb.gov.tr

У 4 N e s l i h a n K o ç K E S K İ N

21850

2008

Erdem

137 Ya'ni sultân Alâ'eddîn'in Şeh-i Belh'in o kerem-âyînin

138 Duhter-i 'ismet-i pâkîzesini Aldı çün yümn ile ol zât-ı senî

139 Eyledi mülk-i şuhûdu teşrîf Mevlid-i pâk-i şehen-şâh-ı 'arîf

140 Ya'ni Sultân*-ı Gürûh-ı Ulemâ43 Nâmdaş-ı nebevî şâh-ı Bahâ

141 Oldu ol zîver-i evreng-i şeref Güher-i kulzüm-i 'irfâna sadef

142 Oldu sulbünden onun şa'şa'a-zâ Milket-i 'aşka Celâlü'l-Mevlâ

143 Sâdis-i şehr-i rebî'ü'l-evvel Şeş sad u çârda bâ-feyz-i ezel

144 Geldi ol ma'nâ-i 'aşk u 'irfân Kıldı gehvâre-i feyzi rahşân

145 Edip altmışla sekiz yıl Mevlâ Onu şâhen-şeh-i taht-ı ma'nâ

146 Altı yüz yetmiş ikide nâ-gâh Mak'ad-ı sıdka 'urûc etdi o şâh**

147 Ser-i 'âlîsi edilsin takdîs Bize feyz-i himemi olsun enîs

148 Nisbet-i şâh-reh-i mağbûtî Oldu bu güne dilin mazbûtî

149 Hazret-i Pîr-i mu'allâ-erkân Oldu müstahlef-i Seyyid Bürhân44

150 Zât-ı Bürhân-ı Muhakkik-'ünvân Vâlid-i Pîrden45 aldı peymân

151 O dahi Şemsü'l-e'imme46 nazarın Necm-i dîn47’in de nigâh-ı eserin

* 140a sultân] serdâr MHM43 Sultânü'l-Ulemâ Hazret-i Muhammed Bahâeddîn-i Belhî Kuddise Sirruhu, MHM s.11.** 146b şâh] mâh MHM44 Seyyid Bürhâneddîn-i Muhakkik Tırmızî Kuddise Sirruhu. MHM s.11.45 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, O. Ergin Yazmaları, No. 54, 5a'da ve

MHM s.11'de sayfa kenarına şu açıklama yazılmıştır: Sultânü'l-Ulemâ Hazret-i Muhammed Bahâeddîn-i Belhî Kuddise Sirruhu Rıhlet 628

46 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, O. Ergin Yazmaları, No. 54 5b'de sayfa kena­rında ve MHM s.11'de şu açıklama yazılmıştır: Şemsü'l-E'imme-i Abdullah Serahsî Kuddise Sirruhu.

47 Hazret-i Necmeddîn-i Kübrâ Kuddise Sirruhu, MHM s.11

Page 228: Erdemi - akmb.gov.tr

Tâhirü’l-Mevlevî’nin Hilye’sine Göre Mevlânâ \ f

152 Cem' ile mecma'-ı bahreyn oldu Hâ'iz-i nisbet-i sadreyn oldu

153 Çünki bir kol ile Necmüddîn'in Nisbet-i ahzı o hoş-âyînin

154 Zât-ı Sıddîk-ı Hak âgâha varır Bir tarafdan Esedullâha varır

155 Hazret-i Şems48i de kıldı emced Nigeh-i feyz-i Hatîbî Ahmed

156 Oldu ol şeyhde bâ-'avn-i Samed Genc-i esrâr-ı Gazâlî Ahmed

157 O dahi nâ'ib-i hayrü'n-Nessâc O da şâkird-i Muhammed Zeccâc

158 O dahi olmuş idi Şibli'ye sayd Şeyh Şiblî de feyiz-yâb-ı Cüneyd

159 Ona da Şeyh Seriyy-i Sakatî Rûşenâ etdi savâb u galatı

160 Onu da hazret-i şeyh-i Ma ‘rûf Kıldı bir merd-i hakâyık-mevsûf

161 Oldu ma'rûf-ı hakâyık-mevrûd Reh-i 'aşk içre mürîd-i Dâvud

162 O da me'zûn-ı Habîb-i ‘AcemîO da zât- ı Hasan49ın bir keremi

163 O da müsterşid-i sırr-ı 'Alevî Şîr-i Mevlâ' da vasiyy-i Nebevî

164 İşte ol Pîr-i mu'allâ-kadrin Vâris-i feyz-i dü-'âlî sadrın

165 Nisbet-i ahzı bu üslûb iledir Ondaki silsile zer silsiledir

166 Sıdk-ı Sıddîk u kemâl-i 'Alevî Onda cem' oldu bi-hakk-ı Nebevî

167 Öyle rahşende ki o şem'a-i nûr Şems-i Tebrîz ona pervâne olur Hamd-i evfâ vü sipâs-ı isnâ Ola ma'rûz-ı cenâb-ı Mevlâ Ki bu manzûme-i müşgîn-encâm Oldu hâmemle şeref-yâb-ı hitâm

170 Hilye-i hazret-i Mevlânâ'dır Nefes-i şeyh-i kerem-fermâdır

168

169

171 Ki gelip tab'a kelâl-i vâfir Onu itmâma değilken kâdir

172 Dem-i cân-bahş-ı Mesîhâ-eseri Kıldı encâma resâ bu eseri

173 Feyz-i ikmâl ile himmet etdi Ya'ni izhâr-ı kerâmet etdi

174 Sanma ey Tâhir-i zîbende-edâ Bu 'ibârâtı sen oldun gûyâ

175 Söyleden çünki seni himmet-i Şeyh Bu eser de eser-i hazret-i Şeyh

176 Hazret-i Şeyh ki Celâlü'l-Hak'dır50 'Ayn-ı Monlâ denilirse hakdır

177 'Ayn-ı müstahlef olurmuş yâ Hû* Çün halîfe denilen zât-ı nigû

219502008

Erdem

48 Şemsü'l-E'imme Abdullah Serahsî Kuddise Sirruhu. MHM s.12.49 Hazret-i Hasan Basrî Radya'llahu anh. MHM s.12.50 Yenikapı Mevlevihanesi post-nişîn-i hakâyık-rehîni reşâdetli fazîletli Şeyh Celâleddîn Efendi

Hazretleri. Bir beyit mahfûzdur.* Bundan önceki dipnotta da belirtildiği üzere, bu beyit MHM'de yoktur.

Page 229: Erdemi - akmb.gov.tr

У 4 N e s l i h a n K o ç K E S K İ N

22050

2008

Erdem

178 Zât-ı 'âlîsini kılmış Mevlâ Rehber-i şâh-reh-i Mevlânâ

179 Enfüsün mihri vü şems-i âfâk Pertev-endâz-ı kulûb-ı 'uşşâk

180 Oldu ez-cümle o vâlâ-himmet Nâzım-ı hâke veliyyü'n-ni'met

181 O efendim ben onun bendesiyim Bende-i kemter-i efgendesiyim

182 Şemse nisbetle onun zerresiyim Bahre nisbetle onun katresiyim

183 Haşre dek olsun o kudsî-mâye Başıma çetr-i hümâyûn-sâye

184 Ola ya Rabbi Celâleddîn'in Mehbit-i feyzi Celâleddîn'in

Page 230: Erdemi - akmb.gov.tr

Tâhirü’l-Mevlevî’nin Hilye’sine Göre Mevlânâ

Erdem

221Kaynaklar 50

2008Eflâkî, Şemseddin Ahmed (1986-1987), Menâkibu'l-Ârifîn, Ariflerin Menkıbeleri, c.I-II, trc. Tahsin Yazıcı, İstanbul.

Ferîdûn bin Ahmed-i Sipehsâlâr (1977), Mevlânâ ve Etrafındakiler, trc. Tahsin Yazıcı, İs­tanbul.

Güngör, Zülfikar (1994), Tahirü'l-Mevlevî(Olgun) Hayatı, Eserleri ve Dinî Edebiyatla İlgili Şiir­leri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1994.

HakânîMehmet Bey Hilye-i Saadet (2005), haz. İskender Pala, İstanbul.Hidayetoğlu, Selahaddin (2005), Hazreti Mevlâna Muhammed Celâleddîn-i Rûmî, Hayatı ve

Şahsiyeti, KonyaKılıçlı, Mustafa, "Hilye", TDV İslam Ansiklopedisi, C.18 s.44-47.Mecmûa-i Medâyih-i Mevlânâ, haz.Vâsıf, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı,

O. Ergin Yazmaları, No. 54, vr.1b-6a.Mecmûa-i Medâyih-i Mevlânâ, haz.Vâsıf, Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi, No. 2163, vr.1b-

6a.Mevlânâ Celâleddîn-i Rûm îŞerh-i Mesnevî(1971), haz. Tâhirü'l-Mevlevî, İstanbul, c.1-13.Olgun, Tâhir (1995), Çilehane Mektupları Tâhirü'l-Mevlevi'nin Mevlevi Çillesi Hatırat ve Tahas­

süsatını Havi Olarak Ahmet Remzi Dede'ye Mektuplar, haz. Cemal Kurnaz-Gülgun Erişen, Ankara.

Olgun, Tâhir (1995), Divan Edebiyatının Bazı Beyitleri'nin İzahına Dair Edebî Mektuplar haz. Cemâl Kurnaz, Akçağ Yay., Ankara.

Olgun, Tâhir (1998), Müslümanlıkta İbadet Tarihi, haz. Cemal Kurnaz, Ankara.Pala, İskender, HakanîMehmed Bey Hilye-i Saâdet, İstanbul 2005.Sultan Veled (1976), İbtidâ-nâme, trc. Abdülbâki Gölpınarlı, Ankara.Şentürk, Ahmet Atilla (1991), Tâhirü'l-Mevlevî Hayatı ve Eserleri, İstanbul.Tâhirü'l-Mevlevî (1990), Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklal Mahkemeleri, Ankara.Tâhirü'l-Mevlevî (1973), Edebiyat Lügati, Enderun Kitabevi, İstanbul, s.6-11.Tâhirü'l-Mevlevî (1315), Mir'ât-ı Hazret-i Mevlânâ, İstanbul.www.mevlanader.org.www.aksiyon.com.tr, Aksiyon Haftalık Haber Dergisi Arşivi, "Herkes Kendi Mevlanası'nı

Çiziyor"(haz.Ülkü Özel Akagündüz), S.576, 12.19.2005.

Page 231: Erdemi - akmb.gov.tr
Page 232: Erdemi - akmb.gov.tr

M evlânâ'nın Vahdet Anlayışı ve Paradoksal Söylemi

Ali Y ILD IR IM *

ÖZTasavvufun farklı coğrafya ve kültürlere yayılmış olması nedeniyle, mu­tasavvıfların Yaratıcı, âlem ve insanla ilgili görüşlerinde bazı farklılık­lar bulunmaktaydı. Bu farklılıklar onların vahdet-i vücud anlayışında da görüldü. Tasavvufun önde gelen şairlerinden biri olan Mevlânâ, vahdet-i vücud anlayışını vahdet-i şuhud olarak yorumlamıştır. Onun şiirlerinin önemli bir özelliği de paradoksal olmasıdır.

Anahtar Kelimeler: Tasavvuf, vahdet-i vücud, vahdet-i şuhud, Mevlânâ, paradoks.

ABSTRACT Mevlânâ’s interpretation of Unicity and

his Paradoxical DiscourseThe Sufis had different beliefs about the universe, God and human from each other because Sufism had extended into different areas and societies. This difference also existed in their worldviews about the unicity in existence. Mevlânâ who was one of the important poets of Sufism interpreted the unicity in existence as the unicity in perception.The major characteristic of his poems is the paradox in them.

Key Words: Sufism, unicity in existence, unicity in perception, Mevlânâ, paradox.

Mevlânâ'nın düşünce dünyasının şekillenmesinde, özellikle Feridüddin-i Attar ve Hakim Senayî, İbn Arabî, Sadrüddin-i Konevî, Şems-i Tebrizî gibi şair ve mütefekkirlerin etkileri olmuştur. Eski

Yunan felsefesinin, tasavvufu bazı noktalardan etkilediği hep düşünülmüş­tür. Bu disiplinlerin Yaratıcı, âlem ve insanla ilgili benzer düşüncelerinin olduğu bilinen bir gerçektir. Tasavvufun dayandığı temel nazariyelerden biri olan "Nefsini bilen Rabbini bilir" anlayışının, Sokrates'in "Nefsini nefsinle

* Doç. Dr., Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü / ELAZIĞ, e-posta: [email protected]

Page 233: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > A li Y I L D I R I M

224

Erdem

50 bil" sözünün bir başka versiyonu olduğu, yine İbn Arabi ile daha çok ön plana çıkan vahdet-i vücut ile panteist düşünce arasında benzerlikler oldu­ğu, vahdet-i vücut düşüncesinin bu görüşün etkisiyle geliştiği söylenmiştir. Aynı şekilde Platon (Eflatun)'un da bazı hususlarda tasavvufa etkisinden bahsedilmektedir. Nihayetinde kültür ve düşüncelerin birbirlerini etkiledi­ği bilinen bir gerçek olmakla birlikte tasavvufi düşüncenin ana kaynağının İslam olduğu ve kendi dinamiklerini bunun üzerine kurduğu düşüncesi ön plana çıkmıştır.

Balkanlardan, Kuzey Afrika ve Ön Asya'ya kadar uzanan geniş bir coğraf­yada, pek çok kültür ve milleti içine alarak yayılan tasavvuf düşüncesinin, değişik düşünce ve inançlardan etkilenmesi kaçınılmazdı. Bunun sonucu olarak mutasavvıfların da düşünce ve anlayışlarında farklılıklar olmuştur. Bu farklılıklar, özellikle âlemin varlığı ve Yaratıcı ile olan ilgisi üzerinedir. Özellikle şer'î anlayış, âlemi Allah'tan tamamen ayrı ve sonradan/yoktan var edilmiş (münezzeh anlayış) olarak telakki ederken, tasavvufî anlayış âlemin ezelden beri Allah'ın bilgisi dahilinde olduğu için aynı zamanda kadim ve ondan nişane taşıdığı (müşebbeh anlayış) düşüncesini dillendirmiştir. Şer'î düşünce teşbihî anlayışı kabul etmezken, tasavvuf düşüncesi bu iki anlayışı mezc etmiştir.

İbn Arabî ile çok daha bilinip tanınan vahdet-i vücut anlayışı, Allah'tan başka varlık olmadığının idrak ve şuuruna sahip olmaktır. Bu durum bil­gidedir. Yani kişi hakiki varlığın bir tane olduğunu, bunun da Allah'ın var­lığından ibaret olduğunu, Allah ve onun tecellisinden başka hiçbir şeyin hakiki bir varlığı olmadığını bilir. Mevlânâ'daki vahdet anlayışı ise daha çok vahdet-i şuhud, yani görmede birliktir. Vahdet-i şuhud, kulun "cem' ve vecd" durumunda, "masiva"nın yok olması ile her yerde sadece Bir'i görmesidir. Bu durumda kul, her yerde Allah'ın tecellisini görür, müşahede eder. Bu şekilde müşahedesinde birliğe ulaşır. Ancak bu hâl geçtikten sonra, kendi­sinin farkına varan kul, Hak ile halkı görür. Kendinden geçme hâlinde kul­dan bir takım şatahat ifadeleri zuhur eder (Cebecioğlu 2005: 682). Bu hal sekr, galebe ve gaybet gibi isimler verilen vecd ve istiğrak halinde kendi­ni gösterir. Bu durum geçicidir, birlik bilgide değil, görmededir. Bu hâlde iken salik nefsinden fani olması sebebiyle kendinden de haberdar olmadığı için Hallac-ı Mansur'dan "Ene'l-Hak-Ben Hakk'ım", Bayezid-i Bistamî'den "Subhânî mâa'zame şânî (Kendimi her türlü eksiklikten tenzih ederim)- Leyse fî cübbetî sivallah (Cübbemin altında Allah'tan başkası yok", Yunus Emre'den "Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm" gibi cümleler sadır olmuştur (Uludağ 1995: 552).

Page 234: Erdemi - akmb.gov.tr

Mevlânâ’nrn Vahdet Anlayışı ve Paradoksal Söylemi « fiУ 4

Mevlânâ, vahdet-i şuhud düşüncesini "ateşteki demir" imajı ile anlatmak­tadır. Daha sonra bazı şairlerde de gözlemlediğimiz bu imaj, 'onun boyasıyla boyanmak' olarak da bilinmektedir. Yani gördüğün şeyin kendinden kaynak­lanan bir varlığı olmadığını gösterir, dolayısıyla gördüğün seni yanıltabilir, anlamı da çıkar. Nihayetinde bu bir ittihat (vücut birliği) veya hulul (içine girme) de değildir. Mevlânâ şöyle söyler: "Demirin rengi, ateşin renginde yok olmuştur; susuyor görünür ama ateşlikten dem vurmadadır. Ateşin ren­ginden, ateşin huyundan alevlenmiştir de ben ateşim, ben ateşim der du­rur. Rengi ateş rengidir ama gene de demirdir o." (Gölpınarlı 1985:II/ 205). Mevlânâ için panteisttir, ifadesini kullanmak tamamen yanlış olur. Vahdet-i mevcude olarak adlandırılan, kâinatın da Hak olduğu düşüncesinden öte, Mevlânâ'nın belki vahdet-i vücut anlayışından bile beri olduğunu söylemek mümkündür. O, tevhit anlayışı, hulul ve ittihatla ilgili şunları söyler: "Kul kendi benliğinden, kendi varlığından mutlak olarak fâni olmadıkça, yok ol­madıkça onun için tevhid, Hakk'a ulaşmak imkansızdır. Tevhid hulul değil­dir, tevhid benlikten kurtulmak, varlığından sıyrılmak, yok olmak, demektir. Yoksa boş ve manasız sözlerle, olmayacak işlerle bâtıl, Hakk olmaz. İnsan Allah olmaz (Mevlânâ 2000 C4: 147). Mevlânâ üzerine yetkin araştırmala­rı olan Annemarie Schimmel, Hint coğrafyasında onun beyitlerinin adeta bir atasözü haline geldiğini söyler ve bununla birlikte şarihlerin Mesnevî'yi daha çok vahdet-i vücut nokta-ı nazarından izah ettiklerini ifade eder ( 2002: 48).

Tasavvufun Allah, âlem ve insanla ilgili bu aşkın (müteal) düşünceleri, şi­irin engin ve coşkun ifade gücüyle buluşmuş ve en vecdli söyleyişler şiir di­line aktarılmıştır. Divan şairleri de şiirlerinin eksenine bu düşünceleri oturt­muş, hayal âlemlerine bu düşüncelerle seyir yapmışlardır. Bilindiği gibi Divan şairleri üzerinde etkili olan şair ve mütefekkirlerden biri de Mevlânâ Celaleddin-i Rumî'dir. Ondan sonra kurulan Mevlevîlik tarikatine bağlı pek çok şair olmakla birlikte, bu tarikate bağlı olmadığı hâlde Mevlânâ'nın dü­şüncesinden, söyleminden, coşkusundan hemen etkilenmeyen şair yok gi­bidir. Bu açıdan baktığımızda Divan şairlerinin söylemi ve üslupları hakkın­da fikir edinebilmek için Mevlânâ'nın şiirsel söyleminin iyi kavranmasının önemi de ortaya çıkmaktadır. Bu sadece Mevlânâ'yı doğru anlamamıza de­ğil, aynı sıkıntılan yaşadığımız Divan şairlerini de doğru anlamamıza katkı sağlayacaktır. Benzer sıkıntıların İran şiir yorumlarında da yaşandığı anla­şılmaktadır. Nasrullah Pürcevâdî, İran'ın büyük şairi Hâfız'ın şiirlerinin yo­rumlanmasındaki problemi şöyle özetler: "Hâfız'ın şiirlerini kavramsal ola­rak tanımada büyük hataya düştük. Bu hata, beyitlerin anlamlarını kendi

Erdem

225502008

Page 235: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > A li Y I L D I R I M

Erdem

2262о50 alanından indirip zihinsel kavramlar alanına çekmemizdir. Başka bir deyişle

Hafız'ın kalbî düşünüşünü aklî düşünüşle karıştırdık." (1998: 217).

Mevlânâ’daki Paradoksal SöylemVarlık âleminde gözlemlediğimiz zıtlıklar, tasavvuf anlayışı içinde Allah'ın hikmetini tefekkür etme noktasında hep ibret verici şey ve olaylar olarak telakki edilmiştir. Bu anlayışa göre zıtlıklar, sıradan akla, mantığa aykırı gö­rünen ancak; hakikatte böyle bir aykırılık ve çelişkiden öte bir uyum ve ayni­liğin görüldüğü durum ve şeylerdir. Tasavvuf düşüncesindeki bu zıtlık, batı düşüncesindeki kaos ve uyumsuzluk anlamlarına gelen zıtlıktan tamamen ayrı gözükmektedir. Konuya Allah'ın sıfatları noktasından baktığımızda da, celal ve cemal sıfatları sıradan akla zıt gelmektedir. Oysa ki celal ve cemal birbirinin içine girmiş sıfatlar olarak telakki edilmiştir. Yani cemalden celal, celalden cemal zuhur eder, denmiştir. Bu hususta Harrâz, bütün zıt görü­nenlerin onda toplanmasından dolayı Allah'ın "Mecmau'l-ezdâd" olduğunu söylemiştir. "Paradokslar genellikle günlük dilin yetersizliğinden kaynaklan­maktadır. Analojik ve sembolik ifadelerin önemli bir kısmının paradoksal olması bundan dolayıdır. Dinin bazı önermeleri, bir takım mistik ifadeler de paradoksaldır. Bunların da asıl sebebi günlük dilin metafizik ve sembolik hakikatleri ifade etmede yetersiz kalmasıdır." (Emiroğlu 2002: 139). İnsanla­ra çarpıcı gelmesi, onların dikkatlerini celbetmesi, sıradan akla halel getirici olması dolayısıyla varlık ve olaylardaki zıtlıklar hep ön plana çıkarılmıştır. "Genel olarak İslam düşüncesi açısından korelasyon ve tezatların önemi Kur'ân'ı dikkatle okumuş olan herkes için açıkça ortadadır ve bu, İslamî en­telektüel tarih boyunca her türlü bağlantıda tekrar tekrar görünür." (Chittick 1997: 264). Meşhur Mesnevî yorumcularından Nicholson, Mevlânâ'nın bir beytine yaptığı yorumda korelasyonla ilgili şunları söyler: "Tüm krallar kö­lelerinin kölesidirler; herkes kendileri için ölene ölüdür. (Mesnevî / 1736). Yorum: Bu dizeler İbn Arabî'nin öğrencilerinin âşina olduğu öğretiye şiirsel bir forum kazandırmaktadır; öyle ki korelatif terimler...aynı gerçekliğin farklı vecheleri için sadece isim olmaktan ibarettir." Chittick 1997: 264).

Tasavvuf dilindeki bu paradoksal söylemler, sadece Mevlânâ'da karşımıza çıkmamaktadır. Başta Cami, Hafız, Attar, Senayi olmak üzere İran mutasav­vıf şairleri, İbn Arabî, Konevî, Yunus, Nesimî, Zünnun, Niyazî-i Mısrî vs. pek çok düşünür ve şairin üslubu olmuştur. Bunun, sıradan insanın kapasitesi üzerinde olarak görülen bilginin, onlardan gizlenmesi gerektiği düşüncesi­ne, bağlı olduğu söylenmiştir. Zira tasavvufta bir mertebeler silsilesi vardır. Yani tasavvuf bir yönüyle entelektüel bir anlayışa sahip olup, bu yönüyle

Page 236: Erdemi - akmb.gov.tr

Mevlânâ’nrn Vahdet Anlayışı ve Paradoksal Söylemi « fiУ 4

bir gizlilikçiliği de içinde barındırır. Zira idraki ve kapasitesi üzerinde ko­nuştuğun insanın yanılma ve sapması kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla şe­riat aşamasında, tarikat aşamasında kalması gereken insanlar olabileceği gibi, hakikat ve marifete eren insanlar da olacaktır. Tasavvuftaki bu 'esrarı gizleme'yle ilgili Annemarie Schimmel şunları söylemektedir: "Cüneyd, sim­gelerle (işaret) konuşma sanatını, hakikati imalarda bulunarak ifade etme sanatını geliştirmiştir." (2001: 71). Mevlânâ da bu hususla ilgili şöyle söyle­mektedir: "Sus, sus, fazla ileri gitme, sözden anlamayanların toplantı yerin­de böyle açık söyleme, Allah'tan, kuldan söz açma." (Mevlânâ 2000: I/ 53).

Bugün Mevlânâ ile ilgili pek çok faaliyet yapılmakta, her yıl ölüm yıl dö­nümlerinde çeşitli yönleri ile anılmaktadır. Bunlar sadece Türkiye ile sınırlı kalmamakta dünyanın pek çok ülkesinde bu tür etkinlikler yapılmakta, ayrı­ca onun düşünceleri değişik milletlerden pek çok insanı da buraya çekmek­tedir. Batılı ve doğulu pek çok mütefekkir onun düşüncelerinden etkilenmiş, batıda ve doğuda onun düşünceleri ile ilgili pek çok çalışma yapılmıştır. Mevlânâ'daki insan sevgisi, son dönemlerde bazen, batının hümanist dü­şüncesi ile aynı çizgide yorumlanmaktadır. Onun düşünceleri ise neredeyse bütün dinlerin üstünde bir anlayış gibi görülmeye başlanmıştır. Bu yönüyle âdeta Hz. Peygamber'den daha öncelikli hâle getirilme çabası var gibidir. Acaba bütün bunlar Mevlânâ'nın hedeflediği, anlatmak istediği düşünceler mi idi? Yoksa herkes kendi meşrebince mi, onun sözlerine/şiirlerine anlam yüklemektedir?

Mevlânâ'nın "Gene gel, gene g e l . Her ne isen olduğun gibi gene g e l . Hakk'ı tanımıyorsan, ateşe tapıyorsan, puta tapıyorsan gene gel... Bu bizim dergahımız, evimiz umutsuzluk evi değildir. Yüz kere tövbeni bozmuşsan gene gel" (Mevlânâ 2000: IV/20) diye söylediği meşhur sözü bile farklı yo- rumlanabilmiştir. Bu sözü bazıları, gel ama Müslüman ol gel, bazıları ise olduğun gibi/her neysen öyle gel, olarak yorumlamışlardır. Bu rübaiye Şe­fik Can'ın yaptığı yorum şöyledir: "Allah'ın rahmetinden ümit kesilmez. Al­lah bütün günahları bağışlar. Çünkü o, bağışlayan, çok esirgeyendir (39/53) ayet-i kerimesinin izahından ibarettir. Hoşumuza giden, yüz kere tövbeni bozmuşsan yine gel, sözü ümitsizliğe kapılma, Allah'ın rahmetinden ümit kesme, manasına gelmektedir. Yoksa Hz. Peygamber'in yolundan kıl kadar ayrılmayan Hz. Mevlânâ, tövbeyi sık sık bozmanın Hakk'a karşı küstahlık ol­duğunu elbette bilmektedir" (Mevlânâ 2000: IV/20). Daha sonra Müslüman olup Havva adını alan Eva de Vitray Meyerovitch, Mevlânâ'nın yukarıdaki sözlerinin devamında şunları söyler: "Mevlânâ sadece bir veli, bir sufi değil, aynı zamanda eksiksiz sahih imana sahip büyük bir düşünürdü de. İslam'ın

Erdem

227502008

Page 237: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > A li Y I L D I R I M

Erdem

2282050 emir ve yasaklarına harfiyyen riayet eden Mevlânâ, dinler arasında ayrımcı­

lık da yapmıyordu" ( 2001: 42). Buradaki "dinler arasında ayrımcılık da yap­mıyordu" sözü, muğlak bir ifadedir. Yani bütün dinleri aynı mı görüyordu? Yoksa diğer dindeki insanlara da hoşgörüyle mi bakıyordu? Bir dinin emir ve yasaklarını harfiyyen yapan birisinin, diğer dinleri de aynı görmesi mümkün müdür? Nihayetinde bu sorular uzar gider.

Eğer dünyada bir tek âşık varsa ey Müslüman O benim işteEğer bir mümin, bir kâfir, bir Hıristiyan, bir zâhid varsa O benim işte

Dünyada yetmiş iki mezhep Gerçekten yoktur, Allah'a yemin ederim ki Her inanç ve her mezhep benim işte

Reza Arasteh, Mevlânâ'nın yukarıdaki şiirine bağlantılı olarak şunları söy­lemektedir: "Kendisini çeşitli defalar meşhur bir kişi, tutkulu bir kişi, dindar bir kişi olarak hissetmiş ve son tahlilde daha kapsamlı bir benin yeniden doğuşuyla tüm bunların ötesine geçmiştir. Kendisinin tüm insanlıkla ilgili olduğunu, tüm varlıklara ilgi duyduğunu hisseder; daha önceki deneyimle­rini onların yararı için kullanır" ( 2000: 29).

Başta Mesnevî olmak üzere Divan-ı Kebir ve diğer eserlerini okuduğumuzda Mevlânâ'nın şiirlerinde ön plana çıkan temanın aşk olduğu anlaşılmaktadır. "Mevlânâ, daha önceki tecrübesini ortadan kaldırarak ve Şems'in imajıyla birleşerek, kişiliğinde bir değişim yaşadı. O imajı severek, evrensel her işin­de ve davranışında yaşayarak onu canlandırdı. Bu dönemde, daha önceki alışkanlıklarını terk etmenin verdiği sorunların üstesinden gelmede sevgi­nin müthiş gücünün farkına vardı ve yine kişi çok az miktarda dahi olsa sevgi elde ederse o gebr, mecusî, Hristiyan veya kafir olduğunu unutur" sonucuna varır (Arasteh 2000: 59).

Mevlânâ'nın hayatı iki evrede değerlendirilmektedir: Şems-i Tebrizî'den önceki ve ondan sonraki hayatı. Mevlânâ'nın hayatının ilk evresi, onun yet­kin ve etkili bir din adamı kimliğini göstermektedir. O, dinî söylemleri ile halk üzerinde çok büyük etkisi olan birisidir. Bu, tasavvufta, ilk aşama ola­rak görülen şeriat boyutuna denk gelmektedir. Tabii ki bu aşama, bir üst aşamaya ulaşıldığında tamamen terk edilmesi gereken bir boyut değildir. Bunlar, belki de birbirini kuşatan halkalar gibidir. Yani üst aşamada olan, alt kademelerin de idrak ve şuurundadır. Dolayısıyla Mevlânâ'nın hayatının bu yönünü esas alarak yapılan bazı yorumlar söz konusudur. Yani onun, şe­riatın daha çok zahiri ön plana çıkaran anlayış ve usulünü, Şems'ten sonra

Page 238: Erdemi - akmb.gov.tr

У 4Mevlânâ’nın Vahdet Anlayışı ve Paradoksal Söylemi « fi

tamamen bıraktığı, hayatından tamamen dışladığı ve yermeye başladığı tü­ründe anlayış ve yorumlar ortaya çıkmıştır. O, buna en güzel cevabı kendisi vermektedir:

"Pergel gibiyiz biz. Bir ayağımız sımsıkı şeriate bağlı, diğer ayağımızla yet­miş iki milleti dolaşmadayız" (Okuyucu 2002: 39).

Bilindiği kadarıyla Mevlânâ, şiirlerini daha çok, hayatının bu ikinci evre­sinde söylemiştir. Bu bile onun, böyle top yekun bir anlayış değişikliğine girmediğini gösterir. Onda "yani sülukun fena makamlarına ayak basan kişi­nin cezbesinin şiddetinden dolayı kendisinde manzum söz söyleme şi'riyyet tabiatının açılması görülmeye başlamıştır" (Kılıç 2004: 71). Mevlânâ'nın bü­tün dinlerin ve bahusus İslam'ın da üstünde bir söyleyişe ve inanca ulaştığı­nı dillendirenler, onun muhtemelen vecd, gaybet ve istiğrak hâllerinde söy­lediği sözlerini delil olarak göstermektedirler. Oysa ki bu durum, başka bir anı, bir boyutu tecrübe etmektir. "Vakit talibi kendisinden çekip aldığında kişi, normal idrakin artık hiçbir anlamının kalmadığı enfüsî, ruhsal zamanı tecrübe eder. Bu, sufilerin şatahlarını söyledikleri zamandışılıktır" (Schim­mel 2004: 111). Mevlânâ'nın bu sözlerinden bazıları şunlardır:

"İman ile küfür ses sese vermiş, bir perdeden, aşk perdesinden şarkı söylüyorlar." (Mevlânâ 2000:IV/ 417)"Boğazıma kadar tövbe etmek suçuna gömülmüşüm. Tövbeden o ka­dar canım yandı ki, eskiden ettiğim tövbelerden de şimdi tövbe ettim." (Mevlânâ 2000: II/286)"Puta tapmak kafirliğin temelidir. Ama bu canlı puta tapmasak biz kafir oluruz." C II: 219)"Gönül gözlerini aç da ne mescit kalsın, ne de puthane. Bunu da tanı­mayalım, onu da tanımayalım. Yalnız onu arayalım, yalnız onu tanıya­lım." (Mevlânâ 2000:I/ 65)"Ben hem küfrüm, hem dinim, hem duruyum, hem de tortuluyum. Ben hem ihtiyar hem gencim, hem küçük çocuğum. Ben ölürsem bana öldü, demeyin. Deyin ki: O ölü idi, dirildi, onu dost aldı götürdü". (Mevlânâ 2000: IV/107)Bazen görünmeyen gizli kalan, bazen görünen, belli olan biziz. Biz ba­zen müminiz, bazen Musa'nın dinindeyiz. Bazen de Hristiyanız. Bu gön­lümüz her gönlün örneği olmak için, her gün bir başka suretle görünür, kendini gösterir." (Mevlânâ 2000:IV/ 220)

Mevlânâ'nın söylemine dikkat ettiğimizde, aşkı vurguladığını görürüz. O, aşkı ön plana çıkarmak için; aşkın yüceliğini, heyecanını, coşkusunu dilin kısıtlı imkanlarıyla anlatmak için çarpıcı, dikkat çekici, ürpertici cümleler kurmaktadır. O, öncelikle sosyal ben psikolojik ben ve nihayet, şekilsellik yönüyle din beninden sıyrılmıştır (Öztürk 1993. 104). Aşağıdaki ifadelerinde bunu açıkça gözlemleriz:

Erdem

229502008

Page 239: Erdemi - akmb.gov.tr

A l i Y I L D I R I M

Erdem

23050

2008"Kâfirlik Hakk'ın Celal isminin tecellisi gereği savaşmaya, insanları bir­birine kırdırmaya geldi. İman ise Hakk'ın Cemal isminin tecellisi gereği barışmaya, insanları birbirine sevdirmeye geldi. Fakat aşk, savaşı da, barışı da ateşe vermek için geldi." (Mevlânâ 2000:II/ 180)"İmansızlık ve Müslümanlıktan da dışarıda bir ova vardır. O ovanın or­tasında bizim bir sevdamız bulunmaktadır. Ârif olan kişi oraya varın­ca başını yere kor, secdeye varır. Çünkü orada ne kâfirlik vardır, ne de Müslümanlık." (Mevlânâ 2000:IV/ 77)"Puthanede sevgilinin hayali bulundukça, Kabe'yi tavafa gitmek aynı hatadır. Kabe, eğer ondan gerçek sevgiliden koku vermiyorsa, ateşgede- dir. Sevgilinin visali kokusu ile ateşgede bizim Kabemizdir." (Mevlânâ 2000:IV/84)"Hakk'ı arayanların yolunda akıllı ile deli birdir. Aşk dilinde akraba ile yabancı birdir. Hakk'ı idrak edenin mezhebinde Kabe ile puthâne bir­dir." (Mevlânâ 2000:IV/ 85)

Mevlânâ'nın belki farklı yorumlanabilecek, yanlış anlaşılabilecek buna benzer bazı beyitleri olmakla birlikte, onun eserleri Kur'ân, ve Peygamber sevgisi ile doludur. "Mevlânâ'da insanlığı kucaklayan sevgiyi, ferdî bir anla­yış olarak anlamak elbette bizi yanıltır. O, neden sever, neden herkese bir gözle bakılmasını ister? Bütün bu fikirlerde onun kaynaklarını bilmek zaru­reti vardır. Günümüzde bir çok insan, bilerek bilmeyerek, Mevlânâ'yı kendi kültür muhitinden kopararak dinler üstü bir konuma yükseltmek ve bunu şahsileştirmek temayülündedir" (Okuyucu 2002: 39). Şimdi onun Peygam­ber ve Kur'an için söylediği pek çok sözden bazılarını görelim:

"Mustafa hakkı için, o mübarek zatın dört üstün dostu hakkı için, ha­ber veriyorum: Gizliden gizliye gayb âleminden biz günde beş vakitte beş kere ibadete çağrılmaktayız. Küfür insanlığın yüzünü karartmıştı.Hz. Muhammed'in nuru imdada yetişti. Sonsuza kadar yaşayacak olan manevi saltanat geldi, ölümsüzlük davulunu çaldılar." (Mevlânâ 2000:

"Ben yaşadığım sürece Kur'ân'ın bendesi Hz. Peygamber'in yolunun tozuyum.Bana başka söz atfeden olursa,O sözden de onu söyleyenden de şikayetçiyim."

(Mevlânâ 2000:IV/ 192)"Mest olmuş kişilerin isteklerinden ve 'Beni göremezsin' cevabından ötürü Ahmed-i Muhtar'ın vücudundaki her kıl şefaat etmek için mest olmuştur" (Mevlânâ 2000:I/ 241)"Doğru haberi, Hz. Peygamber'in sözünden duy! Mümin, yani Allah'a inanan kişi hakkında Peygamberimiz buyurmuştur ki : Mümin kopuz gibidir.Peygamber en büyük mana padişahıdır. İşte o geldi. O ne güzel padi­şahtır. O ne güzel görüşlüdür. Onun teşrifi, onun gelişi ile dünya misk

IV/ 299).

Page 240: Erdemi - akmb.gov.tr

Mevlânâ’nın Vahdet Anlayışı ve Paradoksal Söylemi

Erdem

231kokusu ile , amberle doldu." (Mevlânâ 2000:II/ 71) 50

2008"Gülün aslı zevalsiz gül fidanı Mustafa'nın terinden bitti, yetişti, lütfun­dan meydana geldi. O büyük varlığın yüzünden hilal halinde iken bedir haline geldi." (Mevlânâ 2000:II/ 198)"Mustafa, "Beni görene benim yüzümü gören kişiyi görene ne mutlu" dedi. Bir mumdan yanmış olan çırağı gören, yakînen o mumu görmüş-

Bu tarzda o mumdan yakılan çırağdan başka bir çırağ, ondan da diğer bir mum yakılsa ve ta yüzüncü muma kadar, hep o ilk mumun nuru intikal etse, sonuncu mumu görmek, hepsinin aslı olan ilk mumu gör­mektir. İstersen o nuru, son çırağdan al, istersen ilk çırağdan...hiç fark yok. (Mesnevî 1 /1945)Tanrı onun için "Vedduha" buyurdu. "Vedduha", Mustafa'nın gönlünün nurudur.Tanrı, kuşluk zamanını sevdi derler ya. Bu söz de, kuşluk çağı, onun aksi olduğundandır. Yoksa fâni olan şeye yemin etmek hatadır. Böyle oldu­ğu halde fâni şeyin Tanrı'nın sözüne girmesi lâyık olur mu?

Bundan yaklaşık sekiz yüzyıl önce yaşamış bu büyük insanın fikir ve görüş­leri, hem varlık âlemini sorgulamada hem de kendi iç dünyamızı aydınlatma ve idrak etmede bize yol göstermektedir. Onun fikirlerinin bugün dünya ça­pında aksülamel bulduğunu biliyoruz; ancak Mevlânâ'yı folklorik bir meta veya bütün dinlerin, özellikle İslam'ın üstünde ve dışında görme anlayışı tezahür etmektedir. Buna bağlı olarak onu, Peygamber'den ön plana çıkar­ma gayretkeşliği de göze çarpmaktadır. Onun bazı sözlerinin zahir boyutuna bakarak, ona hiç de hak etmediği vasıfları yüklemek, kendi deyimiyle "onu söyleyenden de söylenenden de şikayetçiyim" sözünü hiçe saymak, bilimsel ahlaka sığmaz, kanaatindeyim

Mevlânâ'nın vahdet anlayışında, Yaratan ve yaratılan ayrılığı kesindir. O, benlik ve şuur itibarıyla bir birliği dile getirmiştir. Dolayısıyla o, hayatının periyodik gelişimi içinde düşüncelerini ve inancını değiştirmiş, değildir. Ör­nek olarak verdiğimiz ve bazı kişilerin kendilerince delil olarak kullandıkları söylemleri ise, aşkın verdiği vecd ve istiğrak hallerinde söylenmiş sözleri-

KaynaklarArasteh, Reza (2000), Aşkta ve Yaratıcılıkta Yeniden Doğuş, (Çev. Bekir Demirkol, İbrahim

Özdemir), Ankara: Kitabiyat Yayınları.Chittick, William (1997), Varolmanın Boyutları, (Çev. Turan Koç), İstanbul: İnsan Yayın-

(Mesnevî III/ 2195)

Sonuç

dir.

ları.

Page 241: Erdemi - akmb.gov.tr

У 4 A l i Y I L D I R I M

Erdem

23250

2008Emiroğlu, İbrahim (2002), Sufi ve Dil (Mevlana Örneği), İstanbul: İnsan Yayınları.Kılıç, Mahmut Erol (2004), Sufi ve Şiir, İstanbul: İnsan Yay.Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî (1985), Mesnevî ve Şerhi, (Hzl. Abdülbaki Gölpınarlı), İstan­

bul: M EB Yayınları.Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî (2000), Divan-ı Kebir-Seçmeler, C.I (Hzl. Şefik Can), İstanbul:

Ötüken Yayınları.Meyerovich, Eva de Vitray (2001), Güneşin Şarkısı, İstanbul: Şule Yayınları.Okuyucu, Cihan (2002), İçimizdeki Mevlânâ, İstanbul: Bilge Yayınları.Öztürk, Yaşar Nuri (1993), Mevlânâ ve İnsan, İstanbul: Yeni Boyut Yayınları.Pürcevadî, Nasrullah (1998), Can Esintisi-İslam'da Şiir Metafiziği, (Çev. Hicabi Kırlangıç),

İstanbul: İnsan Yayınları.Schimmel, Annemarie (2001), İslam'ın Mistik Boyutları, (Çev. Ergun Kocabıyık), İstanbul:

Kabalcı Yayınları.Schimmel, Annemarie (2004), Tanrı'nın Yeryüzündeki İşaretleri, (Çev. Ekrem Demirli),

İstanbul: Kabalcı Yayınları.Schimmel, Annemarie (2002), Aşk, Mevlana ve Mistisizm, İstanbul: Kırkambar Yayınları.

Page 242: Erdemi - akmb.gov.tr

A tatürk Kültür M erkezinden Haberler

Ö m er ÇAKIR*

"D oğum unun 800. Yılında M evlâna Paneli"13. yüzyılda Horasan'dan çıkıp Anadolu'ya gelen hümanizmin örnek

temsilcisi ve Mesnevî gibi önemli bir eserin sahibi olan Mevlâna Celâleddin-i Rûmi, doğumunun 800. yılı münasebetiyle yeniden ilgi odağı oldu. Birleşmiş Milletler'in özel bir kurumu olan UNESCO, 2007 senesini Dünya Mevlâna Yılı ilan etti. Bütün dünyada çeşitli etkinliklerle anılan ve hakkında sayısız eser yayımlanan Türk tefekkürünün bu önemli siması, Merkezimiz ve TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi işbirliğiyle de bilimsel platforma taşındı.

Atatürk Kültür Merkezi ve TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi işbirliği ile gerçekleştirilen Doğumunun 800. Yılında Mevlana Paneli, Devlet Bakanımız sayın Prof. Dr. Mehmet Aydın'ın katılımıyla, 25 Ekim 2007 tarihinde, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Rektörlüğü, Sosyal Tesisler Konferans Salonunda yapıldı.

Bir bilim yuvasında gerçekleştirilen panel, Atatürk Kültür Merkezi Başkanı sayın Prof. Dr. Osman Horata, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Rektörü sayın Prof. Dr. Tahsin Kesici ve Devlet Bakanı sayın Prof. Dr. Mehmet Aydın'ın yaptığı açılış konuşmalarıyla başladı.

Atatürk Kültür Merkezince hazırlatılan ve Mevlâna'yı tanıtan 10 dakikalık bir sinevizyon gösterisinden sonra spiker Cemile Oktay, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara Devlet Klasik Türk Müziği Korosu sanatçısı Tuba Güven Alagöz'ün neyi eşliğinde Mevlâna'dan şiirler sundu. Konukların da beğeniyle dinlediği bu şiirlere tiyatro sanatçısı sayın Semih Sergen de Mesnevi'den okuduğu birkaç Mevlâna şiiri ile katkıda bulundu.

Sinevizyon gösterisi ve şiir dinletisinden sonra bütün boyutlarıyla Mevlâna Celâleddin-i Rûmi'nin ele alındığı panele geçildi. Panele TOBB

* Atatürk Kültür Merkezi Uzmanı, e-posta: [email protected]

Page 243: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > Ö m e r Ç A K I R

234

Erdem

50 ETÜ Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. 2008

Ali Fuat Bilkan; Bilkent Üniversitesi, Türk Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Talat Sait Halman; Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak ve tiyatro sanatçısı Semih Sergen konuşmacı olarak katıldılar.

Büyük Türk mutasavvıfının hayatı, düşüncesi, eserleri, edebî ve tarihî kişiliğinin ele alındığı Doğumunun 800. Yılında Mevlâna Paneli, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığınca katılımcılara birer "Katılım Belgesi" takdim edilmesiyle sona erdi.

D o ğ u m u n u n'TT

Mevlana

иL

EKONOMİ VE TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTESİ

Page 244: Erdemi - akmb.gov.tr

"Doğumunun 800. Yılında Mevlanâ Paneli"

"Doğumunun 800. Yılında Mevlanâ Paneli"

Page 245: Erdemi - akmb.gov.tr

/ > Ö m e r Ç A K I R

Erdem

23650

2008 "T ü rk iye C u m h u r iy e ti'n in D oğ usu ve G iresun Paneli"

Merkezimizin üniversitelerle birlikte çeşitli illerde düzenlediği toplantılardan biri de Türkiye Cumhuriyeti'nin Doğuşu ve Giresun Paneliydi. Giresun Üniversitesi Rektörlüğü ile birlikte düzenlenen panel, 31 Ekim 2007 tarihinde Giresun ilimizde gerçekleştirildi.

Üniversite konferans salonunda yapılan panelde Atatürk Kültür Merkezi Başkanı Prof. Dr. Osman Horata ile Giresun Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Metin Öztürk birer açılış konuşması yaptılar.

Oturum başkanlığını Dumlupınar Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Aygün Attar'ın yaptığı panele panelist olarak Karadeniz Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mesut Çapa, Hacettepe Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Adnan Sofuoğlu ile Doç. Dr. Derviş Kılınçkaya ve Giresun Üniversitesi öğretim görevlisi Ahmet Gürsoy katıldılar.

Toplantı sonunda bir teşekkür konuşması yapan Vali Mustafa Taşkesen, konuşmacıları da panele katkılarından dolayı birer plaket verdi. Panele, Valinin yanı sıra İl Emniyet Müdürü, üniversitenin akademik personeli ve birçok öğrenci dinleyici olarak katıldılar.

"Türkiye Cumhuriyeti'nin Doğuşu ve Giresun Paneli"

Page 246: Erdemi - akmb.gov.tr

У 4Atatürk Kültür Merkezi’nden Haberler

"İlesam 'ın K u ru lu şu n u n 20. Yılı T o p la n tıla rı"Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İLESAM),

kuruluşunun 20. yılı vesilesiyle, Merkezimizin katkılarıyla bir dizi kültür etkinliği gerçekleştirdi. 5-6-7 Aralık 2007 tarihleri arasında, Türk Dil Kurumu konferans salonunda yapılan bu etkinliklere çok sayıda bilim, sanat ve siyaset alanında söz sahibi konuk konuşmacı olarak katıldı.

İLESAM başkanı sayın İhsan Işık'ın sunuculuğunu üstlendiği etkinlikler çerçevesinde ilk gün İLESAM'ın başkanlığını yapmış iki değerli bilim adamı sayın Doç. Dr. Ramazan Acun ve sayın Prof. Dr. Mehmet Kocaoğlu birer açılış konuşması yaptılar. Eski İLESAM başkan yardımcısı sayın M. Nuri Parmaksız'ın konuşmasıyla devam edilen açılış konuşmalarının ardından İLESAM'a hizmeti geçen önemli şahsiyetleri onurlandırmak amacıyla bir ödül töreni düzenlendi.

Etkinliklerin ikinci günü Küreselleşme Karşısında Milli Kültürler konulu bir panel düzenlendi. Panel'den önce TOBB Üniversitesi öğretim üyesi ve Devlet Eski Bakanı sayın Doç. Dr. Abdüllatif Şener bir açılış konuşması yaptı. Daha sonra İLESAM Başkanı sayın Işık'ın yönettiği panele sırasıyla İLESAM Başkanı İhsan Işık, Milli Eğitim Eski Bakanı Ali Naili Erdem ve Siyaset Bilimci Dr. Murat Yılmaz konuşmacı olarak katıldılar. Panelin ardından tartışmalara geçildi.

Etkinliklerin üçüncü ve son günü bir Anma Programına ayrıldı. Ölümünün 30. Yılında Fethi Gemuhluoğlu adına düzenlenen toplantıda önce Gemuhluoğlu için hazırlanan bir sinevizyon gösterisi sunuldu. Siyaset, fikir ve sanat alanında birçok ismin yetişmesinde katkıları olan bu değerli yazar ve şairimiz adına düzenlenen programda Prof. Dr. Sadık K. Tural, İstanbul Milletvekilleri Prof. Dr. Necat Birinci ve Alaattin Büyükkaya ile araştırmacı yazar Rıdvan Çongur birer konuşma yaptılar.

Üç gün süren ve öğleden sonra saat 14.00'da başlayan etkinliklere İLESAM'a ilgi duyan çok sayıda dinleyici katıldı.

237 50 2008

Erdem

Page 247: Erdemi - akmb.gov.tr

"İLESAM'ın Kuruluşunun 20. Yılı Toplantıları"

"Ö lü m ü n ü n 350. Y ılında K â tip Ç e leb i Pane li"1609 - 1657 yılları arasında yaşayan ve Türk bilim ve tefekkürünün

yetiştirdiği önemli simalardan biri olan ünlü Osmanlı aydını Kâtip Çelebi, ölümünün 350. yılında düzenlenen bir panelle anıldı.

Atatürk Kültür Merkezi ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Bilim Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanlığının işbirliğiyle 10 Aralık 2007 tarihinde gerçekleştirilen Ölümünün 350. Yılında Kâtip Çelebi Paneli, Türk Tarih Kurumu konferans salonunda yapıldı.

Panelden önce, Türk Tarih Kurumu binasında dört gün boyunca sergilenen, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığının Kâtip Çelebi'yle ilgili koleksiyonundan oluşan bir sergi, sade bir açılış töreniyle konukların ilgisine sunuldu.

Törenden sonra kürsüye çıkan AÜ DTCF Dekanı sayın Prof. Dr. H. Sekine Karakaş ve Atatürk Kültür Merkezi Başkanı sayın Prof. Dr. Osman Horata birer açılış konuşması yaptılar.

AÜ DTCF Felsefe Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Remzi Demir'in başkanlığını yaptığı panelde sırasıyla Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bekir Karlığa Kâtip Çelebi'nin Osmanlı Düşüncesindeki

Page 248: Erdemi - akmb.gov.tr

У 4Atatürk Kültür Merkezi’nden Haberler

Yeri; araştırmacı, yazar Doç. Dr. Said Öztürk Kâtip Çelebi'nin Hayatı ve Eserleri; Yıldız Teknik Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Taner Timur B ir XVII. Yüzyıl Osmanlı Aydını Olarak Kâtip Çelebi ve Dr. Bilal Yurtoğlu da Katip Çelebi'nin Bilim Anlayışı başlıklı konuşmalarıyla dinleyicileri aydınlatan önemli bilgiler sundular. Daha sonra tartışmalara geçildi.

Genç denebilecek bir yaşta hayata veda eden ve Keşfü'z-Zünûn an Esâmi'l- Kütüb vel-Fünûn, Cihannümâ, Tuhfet-ül Kibâr fî Esfâr-il Bihâr, Takvîm-üt-Tevârîh, Fezleket-üt-Tevârîh ve Fezleke gibi daha pek çok ilmî, dînî ve tarihî eserin sahibi Kâtip Çelebi'yi anmak amacıyla düzenlenen Ölümünün 350. Yılında Kâtip Çelebi Paneli, Başkanlığımızca katılımcılara birer Katılım Belgesi takdim edilmesiyle sona erdi.

Erdem

239502008

A TATLI П fl tt İİ I. Г1І Iİ I* t I1 IK f 1 I i jj ANKARA ÜNİVERSİTESİ

Page 249: Erdemi - akmb.gov.tr

"Ölümünün 350. Yılında Katip Çelebi Paneli Sergi Açılışı"

Page 250: Erdemi - akmb.gov.tr

24150 2008

У 4Atatürk Kültür Merkezi’nden Haberler

Erdem

"Ölümünün 350. Yılında Katip Çelebi Paneli"

"Ö lü m ü n ü n 80. Y ılında S ü leym an N az if Paneli"Türk bilim ve sanatının öncülerini çeşitli vesilelerle anmayı gelenek

haline getiren Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı 1870 - 1927 yılları arasında yaşayan devlet adamı ve edebiyatımızın değerli şair ve yazarı Süleyman Nazif'i, ölümünün 80. yılında düzenlediği bir panelle bilimsel platforma taşıdı.

Atatürk Kültür Merkezi ve Diyarbakır Valiliği işbirliği ile 12 Aralık 2007 tarihinde yazarın doğduğu Diyarbakır'da gerçekleştirilen panel, açılış konuşmaları ile başladı. Türk Nazım ve Nesrinin Ateşli Kalemi, Büyük Vatansever Süleyman Nazif konulu konuşmasıyla panele katılan Pamukkale Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Önder Göçgün aynı zamanda panel başkanlığını da üstlendi.

Değerli bilim adamlarından Dicle Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Münir Erten Nükteleriyle ve Fıkralarıyla Süleyman Nazif; aynı üniversitenin bir başka öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Kamuran Eronat Süleyman Nazif'in eserlerinde Vatan ve özgürlük Anlayışı ve Başkent Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Yakup Çelik de Milli Mücadeleye Hk Kıvılcım, Kara B ir Gün ve Süleyman Nazif konulu konuşmalarıyla panele katıldılar.

Harp ve Sulh, İmana Tasallut, Batarya ile Ateş, Malta Geceleri gibi daha birçok eseri kaleme alan Süleyman Nazif, Osmanlı Devleti son dönem aydınlarından biri olduğu gibi, Cumhuriyetin ilk yıllarına da şahitlik etmiştir. Süleyman Nazif adına düzenlenen panelin sonunda Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığınca panelistlere birer katılım belgesi takdim edildi.

Page 251: Erdemi - akmb.gov.tr

a f l j p

A ta tü rk K ü ltü r M e rk e z i B aşkanlığ ı

DÜZELTME ve ÖZÜR

Dergimizin 48. sayısında yer alan Prof. Dr. Emine Yılmaz'a ait "Tarihsel Sesbilgisi ve Biçimbilgisi Araştırmalarının Dilbilim Ça­lışmalarına Olası Katkıları ve Terimler Üzerine Birkaç Söz" adlı makalenin "Giriş" bölümünde baskı esnasında (") işaretinin seh­ven silinmesinden kaynaklanan bir hata oluşmuştur. Makalenin ilk paragrafının düzeltilmiş şekli aşağıda sunulmuştur. Düzeltir, yazarından ve okuyucularımızdan özür dileriz.

"Öte yandan, Türkçenin gelişme süreci, kaynak yapıtları, sözlükleri ile ilgili dersler de, özellikle yabancı dille öğretim yapan dilbilim bölümlerinde yararlı olabilir. Benzer şekilde Türk dillerinden bir başkasının öğretileceği dersler tüm dilbilim öğrencilerine değişik bir bakış açısı kazandırabilir. Başka bilim alanlarında olduğu gibi dilbilim alanında çalışacak olanların da yazmadan önce okuma­ları, birikim sağlamaları gereken pek çok konu vardır. Bu konular Türkoloji alanında da olabilir, başka alanlarda da olabilir. ... An­cak bunlar Türkoloji öğrencilerinin dilbilime olan gereksinmeleri gibi olmazsa olmaz nitelikli değildir."(İmer 2000: 45).

Yukarıdaki alıntı, Türkiye'deki çoğu dilbilimcinin dilbilim/Tür­koloji ilişkisine bakışını yansıtan bir örnek olarak seçilmiştir (krş. Sezer 1990, İmer 2000, Kocaman 2000 vb.). Özel bir dilin yapı ve işleyişini araştırmak için evrensel bir dilbilim bakış açısının ve kuramsal bir altyapının gerekliliği tartışılmaz olmakla birlikte, bu yazı, dilbilim öğrencileri için de Türkolojinin neden olmazsa olmaz nitelikli olduğunu anlatmak için tasarlanmıştır.

Giriş:

Page 252: Erdemi - akmb.gov.tr

E R D EM Atatürk Kültür M erkezi DergisiJournal of Atatürk Culture Center

Yayın İlke leri

Atatürk Kültür Merkezi tarafından yayımlanan Erdem, bilim, kültür ve sanatla ilgili, özgün, bilimsel makalelere yer veren, uluslararası hakemli bir dergidir. Nisan, Ağustos ve Aralık aylarında olmak üzere yılda üç sayı ya­yımlanır. Yayımlanacak yazıların bilimsel araştırma ölçütlerine uyması, alana bir yenilik getirmesi, başka yerde yayımlanmamış olması şartı aranır. Bilimsel bir toplantıda sunulmuş bildiriler, yayımlanmamış olmak şartıyla kabul edilebilir.Yazıların Değerlendirilm esi• Erdem’e gönderilen yazılar, yayın kurulunca dergi ilkelerine uygunluk açısından incelenir. İlkelere uygun bulu­nanlar, iki hakeme gönderilir. Hakem raporlarından biri olumlu, diğeri olumsuz ise üçüncü bir hakem belirlenir. Yazarlar, hakemlerin önerilerini dikkate alırlar; fakat katılmadıkları hususlara itiraz etme hakkına sahiptirler.• Yayımlanmasına karar verilen yazılar sayfa düzenlemesi yapıldıktan sonra pdf fortamıyla yazarlara gönderilir. Yazar son okumayı yapar ve gerekli düzeltmeleri çıktı üzerinde göstererek dergiye geri gönderir.• Raporlar beş yıl süreyle saklanır.• Yazılardaki görüşlerin sorumluluğu yazarlarına aittir.• Yayımlanan yazılar için telif ödenir. Telifi ödenen yazının yayın hakları Atatürk Kültür Merkezi'ne devredilmiş sayılır. Bu devir, sanal ortamda yayımlanmayı da kapsar.• Yayımlanmayan yazılar iade edilmez.• Her yılın sonunda yıllık dizin hazırlanır ve sonraki yılın ilk sayısında yayımlanır.Yayın Dili• Erdem’in dili Türkçedir. Ancak başka dillerde yazılmış makalelere de yer verilebilir. Dergiye gönderilecek ya­zıların akademik dil kullanımıyla ilgili her türlü kusurdan arınmış olması gerekir. Yabancı dildeki yazıların bir anadili konuşurunca kontrol edilmesi gönerilir.Yazım Kura lla rı ve Sayfa Düzeni• Yazılar A4 boyutunda (29.7x21 cm) kâğıda, M S Word veya MS Word uyumlu programlarla yazılmalıdır. Yazı karakteri olarak Times New Roman kullanılmalıdır. Yazılar 10 punto ve 1.5 satır aralığıyla yazılmalıdır. Sayfa ke­narlarında üçer cm boşluk bırakılmalı ve sayfalar numaralandırılmalıdır. Yazılar 25 sayfayı geçmemelidir. Özel fontlar kullanılmamalı, transkripsiyon işaretleri varsa, editörlük yapılabilecek şekilde belirtilmelidir. Makalede yer alan görsel malzemenin metinden ayrı olarak da, dosyalar halinde (JPG, TİFF gibi bilgisayar formatında) eklenmesi ya da orijinallerin yollanması gerekir.• Yazarın adı, soyadı büyük olmak üzere koyu, adresler ise normal harflerle yazılmalı; yazarın görev yaptığı kurum, haberleşme ve e-posta adresi belirtilmelidir.• En fazla 150 sözcükten oluşan, 9 puntoyla yazılmış Türkçe ve İngilizce özler, özlerin altında genelden özele doğru en az 4, en çok 8 sözcükten oluşan anahtar kelimeler verilmelidir.• Başlıklar kalın harflerle yazılmalıdır. Uzun yazılarda ara başlıkların kullanılması okuyucu açısından yararlı­dır. Ana başlıkların, I., 2., ara başlıklar, 1.1., 1.2., 2.1., 2.2., şeklinde numaralandırılması tavsiye edilir. Ana başlıkların tümü (ana bölümler, kaynaklar ve ekler) BÜYÜK İNCE H A RFLER LE veya daha büyük puntoyla Kalın Küçük Harflerle yazılmalıdır. Ara ve alt başlıkların ise sadece ilk harfleri büyük yazılmalıdır.• Metin içindeki vurgulanması gereken ifadeler, eğik harflerle gösterilir, kalın karakter kullanılmaz. Hem eğik hem kalın veya hem eğik hem "tırnak" içinde vermek gibi çifte vurgulama yapılmaz.• Doğrudan alıntılar tırnak içinde verilir. Alıntılar 5 satırdan fazla olduğunda, paragraf girintisinden bir cm içeriden başlatılmalı ve bir punto küçük yazılmalıdır.• Yazımda, özel durumlar dışında, TDK Yazım Kılavuzu esas alınır.Kaynak Gösterim i• Dipnot ve kaynakların yazımı konusunda, yöntem bakımından kendi içinde tutarlı olması, dergi ve kitap adlarının eğik ince, makale başlıklarının ise "tırnak" içinde, düz olarak yazılması ve sonda "kaynakların" ayrıca verilmesi kaydıyla yazarların tercihleri dikkate alınmakla birlikte; metin içindeki göndermelerin, yazarın soyadı, yayın yılı ve gönderme yapılan sayfa olmak üzere parantez içinde aşağıdaki şekilde yazılması, dipnotların açıkla­malar ve ek bilgiler için kullanılması önerilir:(Köprülü 1932: 120). Cümle içinde yazar adı geçmiş ise parantezde tekrarlanmasına gerek yoktur: Köprülü (1932: 10). eserinde...; "Tanpınar (1976: 120), şunları yazar..."Birden fazla yazarlı yayınlarda yazarlar metin içinde şu şekilde yazılır: (Öztürk vd. 2002).• Ulaşılabilir kaynaklarda ikincil kaynak kullanımından kaçınılmalıdır.• Bir yazarın aynı yılda yayımlanmış birden fazla yayını (1980a, 1980b) şeklinde gösterilir.• İnternet adreslerinde, parantez içinde tarih belirtilir.• Kaynaklar metnin sonunda, yazarların soyadına göre alfabetik olarak aşağıdaki şekilde yazılmalı; eserin ya­yınevi ve makalelerin sayfa aralıkları belirtilmelidir. Atıf yapılmayan çalışmalara Kaynaklar kısmında yer ve­rilmemelidir.Cunbur Müjgân (1987), "Atatürk ve M illi Birlik", Erdem, C.3, S. 7, s. 1-11.Ergin Muharrem (1991), Dede Korkut Kitabı II, 2. bs. Ankara: TDK Yay.Yılmaz Öztuna (2000), Türk Mûsıkisi Kavram ve Terimleri Ansiklopedisi, Ankara: AKM Yay.Dört ve daha fazla yazarlı yayınlar:Deny Jean vd. (1959), Philologiae Turdcae Fundamenta I, Wiesbaden: Steiner Verlag.

Page 253: Erdemi - akmb.gov.tr

E R D EMJournal of Ataturk Culture Centre

Publication Po licy

Erdem, published by Ataturk Culture Centre, is an international, refereed journal that publishes original, scientific articles on science, culture and art. It is published thrice a year in April, August and December. The articles should be in accordance with scientific research criteria, original and not have been published elsewhere. Symposium papers may be accepted for publication if they are not published before.Conditions for Publication• The articles sent to Erdem are examined by the Editorial Board in terms of publication criteria. The articles that are in accordance with the publication criteria are sent to two referees. If one of the referee reports is positive and the other is negative, the article is sent to a third referee. The authors take referee suggestions into consideration but they have the right to oppose to the points they do not agree.• The articles accepted for publication are sent to the authors in pdf format after their page setup is done. The author reads the article for proof and makes necessary corrections on the print-out and sends it back.• Referee reports are kept for 5 years.• The ideas are under the author's responsibility.• The authors are paid for their articles, and the copyright for published articles resides with Ataturk Culture Centre and this includes the publication of the article on the net.• Unpublished articles are not returned to authors.• Yearly index is prepared at the end of each year and is published in the first issue of the new year. Language• Erdem is published in Turkish. However, articles in languages other than Turkish may also be published. The articles sent to the journal shoud be free of language defects and should be in harmony with academic language use. It is recommended that the articles in foreign languages are checked for proof by native speakers. Princip les of Typing and Page Setup• Articles should be written on A4 paper (29.7x21 cm.) and the required format is M S Word for Windows. Text should be written in Times New Roman font, 10 sized, 1.5 spaced throughout. Leave margins of 3 cm. from left and right and number all pages. Articles should not exceed 25 pages. Special fonts should not be used and if there are signs of transcription, they must be pointed out for editing.• The name and surname of the author should be written in bold letters (surnames should also be capitalized), addresses in normal letters, and the author's affiliation , address and e-mail should be stated.• Abstracts in both Turkish and English, not exceeding 150 words, 9 sized, and a minimum of 4 or a maximum of 8 keywords, from the general to the specific, should be written.• Titles should be written in bold letters. It is better to use headings. Numerate headings as 1., 2., and subheadings as 1.1., 1.2., 2.1., 2.2.. All main headings should (parts, bibliography, appendix) either be written in CAPITAL NO RM AL LETTERS or Bo ld Sm all Letters. Only the first letters of headings and subheadings should be capitalized.• The parts to be stressed in the text should be in italics, not bold. Both italics and bold or italics or "quotation marks" cannot be used at a time to stress.• Qoutations are written in quotation marks. Indent qoutations that exceed 5 lines 1 cm from the paragraph indent and write in 9 sized letters.• TDK Yazım Kılavuzu is to be taken as the basis for spelling except for special occasions.B ib liography• As long as the names of books and journals are written in italic/normal letters, names of articles in "quotation marks"and "Bibliography" is given at the end of the article and footnotes and bibliography are given consistently throughout, authors' preferences in terms of giving footnotes and bibliography are accepted. It is suggested that when it is necessary to indicate a source within the text, the surname of author, year of publication and page number should be included in parentheses as exemplified below and it is better to use the footnotes for further explanation and information:(Köprülü 1932: 120). If the name of the author is used in the sentence, there is no need to mention it in parantheses: Köprülü (1932: 10) in his work....; Tanpınar (1976: 120) says..."If the publication has more than one author, it is mentioned in the text as (Öztürk vd. 2002).• Avoid using secondary sources if you can reach primary sources.• If more than one publication of the same author published in the same year are referred to, give them as (1980a, 1980b).• Websites should be cited with the dates in parantheses.• B ib liog raphy should be given at the end of the article. Bibliographical information is to be ordered in accordance with an alphabetical order of the surnames as exemplified below, and publisher of the works and page numbers of the articles should be stated. Works, that are not referred to in the text, should not be cited in the Bibliography.Cunbur, Müjgân (1987), "Atatürk ve M illi Birlik", Erdem, C.3, S. 7, s. 1-11.Ergin, Muharrem (1991), Dede Korkut Kitabı II, 2. bs. Ankara: TDK Yay.Yılmaz Öztuna (2000), Türk Mûsıkîsi Kavram ve Terimleri Ansiklopedisi, Ankara: AKM Yay.Works with four or more than four authors:Deny, Jean vd. (1959), Philologiae Turcicae Fundamenta I, Wiesbaden: Steiner Verlag.

Page 254: Erdemi - akmb.gov.tr