11
SI» ev Türk kendine dün gSâ İÜ £p loûa.

ev Türk kendine dün - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_002_yeni_4809.pdfShakespeare, Geothe, Dostoyevski, Sokrat, Eflatun, Aristo, Des S ... kespeare'i, bir Alman Geothe'yi

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: ev Türk kendine dün - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_002_yeni_4809.pdfShakespeare, Geothe, Dostoyevski, Sokrat, Eflatun, Aristo, Des S ... kespeare'i, bir Alman Geothe'yi

SI»

ev Türk kendine dün

gSâ

İÜ £p l o û a .

Page 2: ev Türk kendine dün - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_002_yeni_4809.pdfShakespeare, Geothe, Dostoyevski, Sokrat, Eflatun, Aristo, Des S ... kespeare'i, bir Alman Geothe'yi

DEVLET * 14/NİSAN/19S9 • SAYFA : 2

>',:v

E. İSIRSII OkCU

KUTADGU BİLİG ''İ

BU KİTAP TÜRK ÇOCUĞUNUN ANA KİTABI KABUL1

EDİLEREK İLK OKULDAN İTİBAREN MİLLİ EĞİTİM PROG RAMINA ALINMALI, ÇOCUKLARIMIZIN KÜLTÜR ALA­NINDA İLK TANIYACAĞI İSİM YUSUF HAS HACİP, İLK KİTAP KUTADGU BİLİG OLMAUDIR.

BU KİTAP TÜRKÜN EL KİTABI, BAŞ UCUNDA HER i ZAMAN BULUNDURACAĞI, PEKÇOK YERİNİ EZBERE Bİ LECEĞİ BİR KİTAP HALİNE GELMELİ, GETİRİLMELİDİR.

MİLLİYETÇİ TÜRK GENÇLİĞİNİ, BU BÜYÜK DAVA­NIN TAKİPÇİSİ OLMAYA DAVET EDİYORUM.

Millî Eğitim Bakanlığımız var. Ve bu Bakanlığımızın hazırladı- I tjı Millî Eğitim (!) den geçen münevver Türk Gençliği.

Bu gençik Vietnam meselesinde, Amerlka'daki zencilerin prob I temlerinde, Rodezya davasında otoritedir. Mao'nun Marks'ın kita-|| bini okumayana münevver (affedersiniz aydın) demez. Okullarda^ Shakespeare, Geothe, Dostoyevski, Sokrat, Eflatun, Aristo, Des S cartes, Hegel, vs... gibi büyük yazarları, filozofları ezberlemişi; bunlardan imtihan olmuş .sınıflarda kalmış, çalışmış, çabalamış.% iyi kötü bir sürü Şark'tan - Garb'den büyük adam tanımış, bir ço- I ğuna hayran olmuş ve millî eğitimini tamamlıyıp diplomasını kol- I tuğuna sıkıştırmıştım

Millî Eğitim sahibi Cumhuriyet nesline küçücük bir sual; — Yusuf Has Hacip kimdir? Emin olunuz hiç birinden cevap alamazsınız. * — Kutadgu Bilig nedir? Cevap yok. İşte bizim neslimiz. İşte millî eğitim politikamız! Diyeceksiniz ki «Efendim bir tek kişiyi veya bir eseri tanıma- I

di diye böyle bir ithamda bulunmak doğrumu dur?» Bu misalleri çoğaltmak kabil. Ancak Iü2iım yok. Bir İngiliz S t o - i

kespeare'i, bir Alman Geothe'yi tanımassa, hattn bir Türk bu lk i | ; yazarı tanımassa rahatlıkla alay mevzuu olur.

Ansiklopediyi açınız: «Kutadgu Bilig Türk edebiyatının en ünlüf| ilk eseridir» diyor.

Bir Türk, Türk okullarında okuyup, adı millî bir eğitimden geçe-• cek ve bunu öğrenemeden çıkıp ben diplomalıyım diyecek. Hayır.

Bu eser İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, Rusça'ya te r - , cüme edilecek ve tercümelerden 70-80 sene sonra yeni harflerle basılacak Türkiye de... O da piyasa da bulunmayacak Okul kitap­larında baş köşeye oturamıyacak. Hayır, Millî Eğitim bu değildir. Bu gayrımillî eğitimin yüzde yüz muvaffakiyetinin en ç-üzel delili - I dir.

Okuyucularımızın dahi büyük bir kısmının Kutadgu Bilig'tcn y a l haberi yoktur, veya pek az bir kulak dolgunluğu vardır.

1069 da Kaşgar'da Türkçe olarak tamamlanmış ve meşrik Me-> liki Tavgaç Buğra Han'a sunulmuştur. Yazarı Yusuf Beg Buğra : Han tarafından takdir ve Ulu Has Hacip sıfatiyle taltif edilmiştir. 1

15 gün evvel yazılışının 900. yıldönümü kutlanan Kutadgu Bilig hakkında bu kutlama dolayısiyle dahi malûm basında tek satır çık-* maması üzerinde dikkatle durulması gereken bir husustur.

73 bölüm ve 6500 beyitten fazla, aruz vezni ile yazılmış bu bü-1 yük eseri tanıtan manzum önsözünden beraberce bazı satırları o- • kuyalım :

Bu kitabın sözleri insana yardım eder ve yol gösterir; her iki dünyadaki işleri düzenler.

Çin ve Maçin hakimlerinin hepsi hep bunun güzelliğini öğ-müşlerdir.

Türk, Çin ve bütün maşrik illerinde, dünyada bunun gibi başka bir kitap yoktur.

Kitabın kadrini de ancak bilgili bilir, akılsız kimseden zaten ne beklenir.

Çinliler ona Edebü'l-mülûk derler, Maçinliler onu Enisü'l-menıâ-T' lik diye adlandırırlar.

Bu maşrik İlinin büyükleri buna doğruca Zinetü'l-merâ derler İranlılar buna Şehnâe derler, Turanlılar Kutadgu Bilig d i ye |

anarlar. 1870 senesinde H. Vambery, 1910 senesinde W. Radloff Al i

mancaya, L Bonelli 1933 de İtalyancaya, Malov 1951 de Rusça'ya*-Tercüme etmiştir.

Önsözden okumaya devam edelim: Bir memleketi idare edenlerin kimler olduğunu ve onlara ne­

lerin lâzım geldiğini hakimler söylemişlerdir. Devletin harap olması veya beka bulmasının neden ileri gel­

diğini, bu hâkimiyetin nasıl devam ettiğini ve nasıl elden çıktığını; Memleketi kuvvetle elinde tutan kimse, işini ehliyetli kimse-1

lere gördürmüştür. Çerağ olarak, nasıl ay ihsan edildi ise, bu işler için de anla­

yışlı ve uygun kimseler lâzımdır. Hükümdarların halk Özerinde hakları olduğu gibi, halkın da ay­

nı derecede hükümdarlar üzerinde hakkı vardır. Ralyyet onun bu hakkını gözetmeli, hükümdar da onun ten ve i

.anını korumalıdır. (Devamı 1t nci sayfada)

ORTADA doğru dürüst bir »dil bilgisi» kitabı yok. Ama sıfat «e zarf'ı birbirinden ayuamayanlar da­hil, dili olan herkes dil bilgini Herkes seviyor Türkçeyi işin ıe-lâketi. herkes Türkçeyi »tendme göre seviyor ve sevmekle kalmı­yor, kurtarmak istiyor. Canı çıka­cak zavallının. Halbuki Türkçe çok­tan kurtulmuş, &>. kültür ve me­deniyet dıü olmak yoluna girmiş­t i Hem de altmış yıl önce ve Servet-i Fünun Kalleşliğine. Tev-fik Fikrot ve şürekâsının ihanetine rağmen.

Öztürkçe masalı işte o ihanet ile . kalleşliğin yeni hamlesıdir. hortlayışıdır. Dikkat ederseniz o devrin züppeleri ile bugünkülerin ve Türk Devleti'ne karşı takındık­ları tavım da aynı olduğunu gö rürsünü:!: tki soy da iktidara kar şı mücadeleyi devleti ve devletin temellerini yıkacak şekilde yürüt­müşlerdir. Fakat bu Etyn bir konu­dur.

Şimdi karşımıza Öztürkçe diye çıkanlar da dil'in ne olduğunu bil­miyorlar ve onu bir kelimeler am­barı sanıyorlar. Öyle bir cümle yazarsınız ki. içinde bir tek Türk­çe kelime bulunmaz, ama Türkço-dir, gene öyle bir cümle yazarsı­nız ki, bütün kelimeleri abâ en ced Türkçedir, ama kendisi Türk­çe olmaz; öztürkçeciler işte bu­nu bilmiyorlar. Daha kötüsü, ara­larında bilmek, anlamak isteme­yenler de var. Bu yüzden de yap' mak istedikleri veya yapacak ol­dukları şey - düpedüz - Türk dü­şünce ve san'at hayatını, kitap-|rkjs*«-ın.' at«>şe vermekten, yani

barbarlığından. vand3İlığından büşka btrşey olmu­yor: Değiştirin «aşk» kelimesini • veya unutturun - Yunus Emre'-den, Karacaoğlan'dan bugüne ka­dar yaratılmış binlerce büyük mıs­raı, yazarlarıyla birlikte öldürdü­nüz demektir. Romanlar, hikâye­ler, ilim eserleri ve piyesler de caba.

Adı öztürkçecilik olan kalleşli­ğin yapabileceği • veya yapmak is­tediği - işte budur. Hiç değilse bundan başka birşey olamaz. Asıl söyleneceklere geçmeden önce belirtelim: Daha da tiksindiricisi aynı öztürkçeciler. meselâ, Türk­çe, bütün'ün yerine Farsça tüm'ü kullanıyorlar ve gene «Farsça» «kez» i söylerken ayrı bir tad alı­yorlar, ihanet ile bilgisizlik hiç­bir zaman bu kadar içice kenetlen-memiştir. Üstelik bunlarda bir de zevksizlik var.

Şimdi açıklanacak bir nokta ka­lıyor: Herkes ve bu arada bir yazar istediği kelimeyi kullansın. Hom de ona dilediği değeri versin. Bu yalnız onu ilgilendirir. Çünkü ya-nılıyorsa tepetaklak gidecek ken­disi, yanılmıyorsa kazanacak gene kendisidir. Bu ikinci halde Türk­çe'nin kazanması da var.

Kısacası, kon ısınların pek de-

haftanın yazısı -Kiralık Kastiler

ğil ama. yazanların bu konudaki tutumlarını kötülemek, hele suç lamak şöyle dursun, •övmek gere­kir. Onlar dilimizin ancak san'a»-çı sezişleri ile bulunabilecek m-kânları için kendilerini tehlikeye atıyorlar NiteKİm bir yandan Ö-mer Seyfeddinler. Refik Halid'ler, Reşat Nuri 1er, Mehmet Akif'ler ve daha birçoğu, öbür yandan da Tev-fik Fikret'ler, Cenap Şebabeddin'-ler, Halid Ziya'lar, Ahmed Haşim'-ler ve daha birçoğu aynı şeyi ya­pıyorlardı. Sonuç da herşeyden ve Türkçe'den önce onları çerçeve­ledi.

Fakat şimdi aynı şey olmuyor. Şimdi Öztürkçeciler Cenap Şeruı-beddin türünün, pekâlâ övülebi-lecek dürüstlüğünden çok uzakta­lar, ötekiler savaşlarını kendileri açmış, kendileri vermişti Bu ne-rtkilerin ardında ise dağ gibi dev­let müesseseleri, paraları ve hat­tâ düpedüz devlet var. Atatürk gi­bi eşi görülmemiş bir demagoji kozu var.

Bir anlaşmazlıkta, bir tartışma­da karşı karşıya gelenlerin koz­ları ve durumları bu kadar deği­şik olursa hakikat, ile doğru sonuç peşin peşin hapı yutmuş demek­tir. Türkçemizin kaderi İşte bu du­ruma düşürülmüştür. Bunun için de öztürkçeciler kazandıkça Türk­çe yıpranmakta, bir dil, bir kül­tür ve medeniyet dili olmaktan u-zaklaşmûktadır

Tevfik Fikret Veya Cenap Şebd beddin İçin duyduğum saygının binde birini olsun nasıl duyabili rim bu Öztürkçecllere? ötekiler hiç değilse bir kumarbaz dürüstlü güne sahiptiler, yeşil çuhanın 3s-tüne fiş sürüyorlardı. En değerli şeylerini, sanatlarının, varlıkları­nın kaderine oynuyorlardı. Peki bu berikilerin, bu türedi dilcilerin, meselâ TRT'de bülten hazırlayan sarı çizmelinin veya gazetesi ve kalemi babadan miras kalmış a-damm veya Millî Eğitim Bakanıı-ğı*nın herhangi bir köşesine çö­reklenmiş beden eğitimi öğretme­ninin, kısacası, sokak çocukları gibi, çamurdan ev yaparcasına Türkçe ile oynayanların ortaya koydukları nedir?

Türkçe kendisini onların tasal­lutundan kurtardığı zaman kaybs-

T « f » W t>tli"-«>A

deoektaı bir »sisleri , bir «Aşkı Memauşları veya kırılacak sazları mı var? Çoğu kitapsız, geri kalanı da kitapları baltalamak için kitap çıkarmaya çalışmış, sırf bunun i-çin çalışmış Şimdi sennak hak­kımızdır. Hangi kumarda, feöyle, kaybedecek bilgeyi olmayana kay­bettirmek şans' tanınmıştır, ha?

Adam doktordur Yanında, ha­sım ağrıyor diyene, bende asprin var deseniz başınızdan aşağıya dünyanın bütün ukalâlıklarını bo­ca eder. nutuk çeker, başağrısının sebepleri ve önemleri üzerine ;ki saat konuşur, sonunda da sizin başınızı ağrıdan çatlatır. Ama sı­ra dil'e geldi mı. bırakın asprin tavsiyesini, neşteri kaptığı gibi ameliyata girişmek ister. Dil ma­sada kalacakmış, ona ne? Hasta kurtulamadı, ama ameliyat başa­rılı oldu., deyip geçecek işte. Has­tayla beraber gidecek bir eseri mi var?

Sözün kısası, bu aracılar, bu öztürkçeciler başka hiçbir şey de­ğil, kiralık kaatillerdir: Kitaplık­larımızı kundaklamak için tutul­muş - veya kandırılmış - kiralık kaariller. Ömer Seyfeddin'den -hoşlarına gitsin diye söylüyorum - Nazım Hikmet e kadar ne kadar usta ve üstün san'atçıtnız va^sa arkadan bıçaklamak, kitaplarını i>-teşlemek için tutulmuş - veya kan­dırılmış - kaatiller.

Edebiyatı Cedide veya Fecri Âti Türkçeye çok şey ve çok za­man kaybettirdi. Ama onlar suç­larının - cezalarını da beraber ge­tirmişlerdi: Okunamıyorlar işte, yani yok oldular.

Peki bu kiralık kaatillerin ceza­sı ne? Hiç. Çünkü hiçden gelmiş­ler, hiç olarak yaşamışlar, hiç o-lup gidecekler. Ne ceza olur böy-lelerine? Üstelik bir de Atatürk­çü, bilmem neci olmak gibi, hat­tâ Türkçe'yi, Türklüğü ve Türki­ye'yi korumak, kurtarmak gibi bir madalya var ucunda.

Yuf olsun bu oy mı (oynayan-, lara ve oynatanlara değil) uykulu gözlerle seyreden san'atçılara ve devlet sorumlularına. Onlar bu «yuf» dan yakalarını kurtaramaya­caklardır. Şimdi ve yarın. Terih de yapışacaktır yakalarına onla­rın.

illerden devlete Sayın DEVLET.

Rize'ya çıkış tarihinden 3 gün geç gelmesine ve şehrimizin yal­nız bir bayiir.de satılmasına rağ­men DEVLETİ okudum. Son yıl­larda, motorlu vasıta montaj sa­nayiindeki ilerlememizden çok da ha sür'atlı Ur fikir montaj sana­yii enflâsyonu neçiren memleke­timizde DEVLET gibi yüzde yü; yerli bir dergi beni ve buradaki milliyetçi arkadaşları fevkalâde memnun etti.

Dergimiz birçok sol ve ne idüğü belirsiz yayından daha kaliteli ol makla beraber bazı kusurları da yok değil. Aşağıdaki tenkitlerimi DEVLET'in «en iyi» olmasını arzu eden bir arkadaşınızın samimî di­lekleri kabul ediniz.

1 — Sık sık tekrarlanan salıı kaymaları ve dizgi hataları dikkat­li bir tashihin yokluğunu gösteri­yor.

2 — Bir sayıda her şeydsn biraz bahsetmektense bîr veya iki konu­da derinleşerek meseleleri çok yönlü ele almanız ve savunduğu­nuz görüşün Türkçülük fikir siste­

mindeki yerini kesinlikle belirt­meniz daha iyi 11 ur.

3 — Derginizin dağıtımı yukarı­da da bahsettiğim gibi aksamak­tadır. Türkiye'm izdeki solcu vo kozmopolitlerin, DEVLET gibi Türk'­ün öz sesini duyuran bir yayını aksatmak için ellerinden geleni yapacakları muhakkaktır. Bu yüz­den dağıtım adaklığının bütün kusurunu sizlere yüklemenin doğ­ru olmadığını inliyorum. Müsaade ederseniz bu mektubumda bütün milliyetçileri DEVTET'i yaymakta, abone temininde r e dağıtıma yar­dımda sizlere müzahir olmaya ça­ğırayım.

Türk Devlet'i eski ve tabiî gücü-ne erişene kadar yazmanız dile­ğiyle...

TANRI TÜRK'Ü KORUSUN! Erdoğan Mısırcıoğlu

RİZE

Sevgili Ölküdaş.

Kalbinde vatan ve millet aşkı dolu olarak gazetemize karşı gös­terdiğiniz alâka bizleri fevkalâde duygulandırdı.

Milletimizin büyüklüğü karşısın­

da bizim ona lâ>ık olma gayretle rimizin çok sönü;< olacağı şüphe­siz. Gücümüzün yettiği kadarını on iyi şekilde verebilmemiz için yaptığınız uyarmalara ve haklı isteklerinize çok çok teşekkürler Acil olarak düzeltilmesi gerekli ikazlarınızı titizlikle dikkate alı­yoruz.

Gazetemizin bazı bölgelere geç gittiği, bazı bölgelere ise hiç gön­derilmediği bir gerçektir. Ne Tat ki bu noksanlığı gidermemiz bizim gücümüzün dışında kalmakladır Bir takım hesapları olan gazete genel dağıtımcıları kanalı ile da­ğıtma imkânı Ijulamadık. Ancak bu konu ile ilgili temaslarımı??, ısrarla devam etmekteyiz. |>EV-LET'in bütün Türkiye'de okunma­sını temin ede:ek dağıtım prob leminj kısa zamanda halledeceği­miz inancındayız.

Taşrada bulun-m ülküdaşlarımıza yaptığınız sıcak çağrıya şimdiden toşekkürler.

Selâm ve sevgilerimizi yollar, işlerinizde başarılar dileriz.

D E V L E T

Page 3: ev Türk kendine dün - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_002_yeni_4809.pdfShakespeare, Geothe, Dostoyevski, Sokrat, Eflatun, Aristo, Des S ... kespeare'i, bir Alman Geothe'yi

DEVLET * İ4/NİSAN/1969 * SAYFA : 3

CHP halkda* para yardımı İstiyor — G»»**«ler —

DÜN BÖYLEDİ BUGÜN BÖYLE!.

B H S a B B SÜLEYMANİYE

Dağ parçası kubbeler... ufaktan, iriden; Gel, haşmeti gör yandan, İlerden, geriden: Bir mu'clze devrinde Sinan, Erciyas'ı, İstanbul'a dikmiş, getirip Kavseri'den!

Arif Nihat ASYA •Nisan»

Mft -

SEVGİLİ OKUYUCULAR 5 Nisan Cumartesi günü. TPAO konferans salo

nunda Doç. Dr. RECEP DOKSAT «Doğum Kontrolü ve Mahzurları» konusunda bir konferans verdi. Mil­liyetçi Türk Kadınları Derneği'nin tertip ettiği ko­nuşma gittikçe artan bir ilgi ile dinlendi. Dr. Recep Doksat. çok konuşulan, fakat hâlâ iyice anlaşılama­yan bir meseleyi derinliğine bir bakışla inceledi, ay­dınlığa kavuşturdu. Dinleyiciler, milletimizin kaderi ile nasıl oynandığını üzülerek öğrendiler. Bu arada başka birşey daha öğrenildi: 7 Nisan Pazartesi gü­nü. Türk Standartları Enstitüsü salonlarında. Sağlık Bakanlığı Doğum Kontrolü Genel Müdürlüğü tara­fından düzenlenen üç günlük bir seminer yapılacak­t ı . Seminere yabancı uzmanlarda davet edilmişti. A-ma. her ne hikmetse. Doç. Dr. Recep Doksat gibi, doğum kontroluna aleyhtar oldukları bilinen milli­yetçi İlim adamları, konu ile çok yakından ilgilendik leri ve neşriyat yaptıkları halde, toplantıya çağrıl­mamı şiardı. Türkiyemizde en önemli dâvalara kimle rin hâkim olduğu yahut kimlerin söz dinletemediği artık İyice anlaşıldığından. Sağlık Bakanlığının tutu­muna da hayret edilmedi.

7 Nisan Pazartesi günü seminer açıldı. Sağlık Bakanının konuşması bittikten sonra, salona bazı gençler girdi. Seminerin Türk milliyetçiliği ilkeleri­ne aykırı düştüğünü belirttiler. «Yüz milyonluk Tür­kiye» yazılı pankartları kürsünün iki tarafına astılar. Salon karıştı, seminere devam edilemedi. Ertesi gün

kü gazetelerde, «Milliyetçi Hareket Partisine men­sup» komandoların doğum kontrolü seminerini bas­tıkları anlatılıyordu. Seminerin İkinci günü polis kor donu altında açıldı. Aynı günkü Cumhuriyet gazete sinde, milyonluk servetin üstüne yatıp sosyalizm nutukları çeken ilkel bir adam. öğretim üyelerinin hırpalanmasını bile «özgürlük gereği» sayıp sesini çıkaramadığı halde, milliyetçi gençlerin terbiye hu­dutlarını aşmayan gösterisine saldırmaktan çekin­medi. Aklınca, bir nükte hevesine de kapıldı. Hazre tin bildiğine göre; doğum kontrolüne komünistler karşı çıkarmış! Ne mantık, ne mantık! Üstad Aris­to'nun ruhu öfkesinden çatlamadıysa yine iyidir. Me selâ komünistler acıktıkları vakit yemek yiyorlar, haz retin mantığına uyarsak, onlara benzememek için aç lıktan ölmeliyiz!..

Böylece, memleketimizin ana davalarından biri olduğu ve ilgi çekici gelişmelere sebebiyet verdiğin den ötürü, doğum kontrolünü haftanın konusu olarak seçtik. Değerli ilim adamımız Doç. Dr. Recep Dok-safın ve diğer bazı yetkililerin görüşlerini okuyacak siniz.

Türk milliyetçileri, doğum kontrolünün aleyhin­dedir. Aşağıdaki sorular tatmin edici bir şekilde ce­vaplandırılmadığı sûrece aleyhtarlıklarına devam e-decekler ve mücadelesini yapacaklardır.

1 -— Yabancı devletlerin doğum kontrolü konu sundaki hassasiyetlerinin gerçek sebepleri nelerdir? Memleketimizdeki nüfus artışını önlemek için akıt ve para verenler, kendi nüfus artışları bakımından aynı tedbirleri niçin düşünmüyorlar?

Meselâ A.B.D. nde hem de her ailenin sürü ile çocuğu varken. Türk yavrularının yaşama hakkına ne den kasdediliyor? Türk analarına para ile tutulmuş propagandacı yollayanlar, ayni şeyi kendi ülkelerin­de niçin yapmıyorlar?

2 — Tanınmış iktisatçıların pek çoğu. bir mem­leketin kalkınmasında nüfus fazlalığının da önemli bil payı olduğunu öne sürmüşlerdir. Kontrol taraftarları nın bu konuda dayandıkları ilmî görüş nedir, kime aittir?

3 — Doktorlar, gebeliği önleyici hapların anala nn sağlığı üzerinde zararlı tesirler meydana getire­ceğini, hattâ kanser bile yapabileceğini ifade ediyor lar. Sağlık Bakanlığımız, bu bahiste ne gibi koruyu­cu tedbirler almıştır?

Evet, yukarıdaki sorular cevaplandırılmadığı sürece Türk milliyetçileri doğum kontrolünün kar­şısında olacaklardır.

Saygılarımızla..

DEVLET mmımaMmmmimmMmmmmm^-f ̂ ^m^^^mmm^

Sahibi ve

Yazı İşleri Müdürü Halil ÖZY1LDİZ

• Teknik Sorumlu

Yılmaz YALÇINER •

Sekreter Şevket B. YAHNİCİ

* Almanya Temsilcisi

Niyazi ÖZDEMİR

İLÂNLAR: Arka kapak renkli: 2.500.— TL tek renk: 2 000.— T U İç kapak: 1.500,— TL dır. Diğer sayfalar santimi: 40,— TL ABONE: Yıllık 70,— TL altı ay-ilk 35— TL Dış memleketler için ücret İki misil alınır. YAZİŞMA. İLÂN VE ABONE AD RESİ: P.K 284 Bakanlıklar — ANKARA TELEFON: 12 58 18

Dizgi' ve baskı: Güneş Matbaacılık T.A.Ş. Ankara

m&omemmpgmmümmıiMimiUMM 3!S?538£:.23K8

Page 4: ev Türk kendine dün - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_002_yeni_4809.pdfShakespeare, Geothe, Dostoyevski, Sokrat, Eflatun, Aristo, Des S ... kespeare'i, bir Alman Geothe'yi

DEVLET • 14/NİSAN/1969 * SAYFA : 4

YOL KÂMİL TURAN

İÇ OLAYLAR jHa|

BAYRAMCILAR Bazı çevreler 1960 Türkiye'nin İşçi hakları ko­

nusunda hazırlıksız bulmanın sevinci ile uçuyorlardı. El altında öğrendikleri mancsist ilmine göre, bekleni­len büyük gün uzak değildi.

Önemli bir siyası olay Türk Milletinin hayatını karıştırmış, bu mühim çalkantı kovuklara sıkışmış kalmış pislikleri Türkiye sularının üzerinde yüzdürü­yordu. Sosyete erkânının gafleti üzerinde kurulan iç ki masalarında Dünya Komünizminin Enternasyonal

I isimli marşı söyleniyor: Moskova'nın tozlu ambar­larından çıkartılmış olan Marxsist • Lenİnist felse­fesinin bütün dekorları Türkiye'nin ufuklarına çepe­çevre geriliyor; kalemşörler her sabah «İşçi bir de-

I f a teşkilâtlansın... İşçi bir defa bilinçlensin... o za­man görürsünüz neler yapacağımızı!..» diye yazıyor; radyolarda «savulun geliyoruz!» diyorlardı.

I ** I O kadar özledikleri komünist ihtilâlinin gerçek­

leşmesi için, akıllarınca herşey tastamam hazırdı. Fakirlik bir et beni gibi vücudumuza yapışmıştı.

I Atını hayatımızın madde ve manâ meydanlarına sal­mış olan sefalet yolu tutmuş gidiyor. Siyasî hayat, geçirdiği ameliyatın neticesinde dertli ve istikrar­sızdı. Hazine boş, iktisadiyat ürkmüş ve mecalsiz,

(kültürümüz mağluptu. Bütün bu arazlar daha önce kaba sakal Marksla, bücür Leninin hitaphrında gös terilmişti. Onlar «bu şartların hepsi birleştiği gün iş

Içileride teşkilâtlandırdınız mı, hiç durmayın, ihtilâl kapının arkasındadır.» demişlerdi.

Bu kehanet biliniyordu ya. Artık «Sosyalist Türki-I y e Cumhuriyetini» kurmak kolaydı. İş Milleti ikiye

ayırıp birini diğerinin üzerine saldırtmağa kalıyordu. Propagandanın yardımı ile, milleti bir kuzu sürüsü

I gibi, proleter ya ihitlâlinin çıkmazında kurtlara ziya­fet çekebileceklerini umuyorlardı. Kızıl çuhalı iha­net masasının etrafında. Türk işçisinin varlığı üzerin­de oynanıyordu.

I * * Tarih ve tekâmül şuurunun hesaba katılmama-

I s ı ne büyük gafletti!.. İster istemez Türkiye'de bün yesini kemiren dertlerin üzerine birer birer eğilecek ti. Millî varlığımızın idamesi sonsuzluğa giden mü-

Ikemmeliyet yarışını devam ettirecekti. Türk işçi hayatının bir seri yeni tedbirlerle yeni

den ele alınması, Toplu Sözleşme Kanunu, Grev ve I Lokavt Kanunu. İş Kanunu gibi bazı tedbirler Türk iş

çişini süratle uzletten çıkartmış onu millî hayatı­mızdaki kalkınma mücadelesindeki yerine oturtmuştu

I İşçi hayatı bu baş döndürücü değişiklikleri hay

ret edilecek bir olgunlukla karşılamış, hak ve vazife anlayışını yerinde, zamanında ve adalet ölçüleri için de kullanmaya başlamıştır. Ne grev hakkı istismar

I edilmiş, ne fabrikalar işgal edilmiş, ne makinalar tahrip edilmiş, ne de Dünya komünizminin, kan, irin ve Moskof teri kokan soytarı urbalarına Müslüman -

I Türk işçileri itibar etmişlerdir. Bu olgunluğun Millî hayat üzerindeki tesirleri çok mühimdir. İşçi hakları nın Türkiye'ye yeni ızdıraplar getireceğini düşünen ler bile, gösterdikleri ürkeklikten ötürü pişman ol-

I muşlardır. Türkiye'de işçi milletin ayrılmaz rüknü olduğu­

nu isbat ederken, kuklaların bayramı bir hayal kırık İ l ı ğ ı içinde mateme dönmüştür.

• •

I İşçimiz son sekiz yıl içinde tarihinin en büyük buhranını atlatmıştır. Bugünün sanayileşmiş ülkele rinin birbuçuk asırda ihtilaller, darbeler, yollarda sel

I gibi akan, işçi kam ile başaramadıklarını, Türk mille­ti dört beş yıl içinde başarmıştır.

Kaderimiz üzerinde kumar oynayanlar, Türk Mil-Iletinin tarihinden aldığı siyasî tecrübenin köklülü-

ğünü görememiş jslâmın adalet prensiplerini iman­sızlıklarına sığdıramamış asırlarca bu iki maya için

İ d e pişmen halkımızın aklı selimine dar kafalarında bir mana verememişlerdir. Tarihin bu sessiz oluşu­nu biraz kavrasalar, iktisadi ve sosyal kalkınma yo­luna taş yuvarlamasalar, Türk tarihinde şekilcilik ve kopyacılık devri kapanacak hayallerimizin büyük ve müreffeh Türkiyesi kısa zamanda hakikat olacaktır.

boykot ve işgal • Yılan hikâyesi T.R.T. • Din görevlilerine

yapılan büyük haksızlık • tSCATİv BÖYLESİ

Sanırsam, KI. oogışmez bir tab'-at kanunudur, önce gösteri, arka­sından boykot ve nihayet işgal.. Geçen hafta bâzı fakültelerde boy­kotlar devam edei ve sopalı ta­bancalı meydan kavgaları verilir keiı. Orta Doğu Teknik Üniversi­tesi de işgal edildi Ne var ki Or­ta Doğu'nun işgali, dikkatli bak­masını bilenler 'çın. Özerinde ka ra kara düşünülecek bir olaydı. Aşı rı solcuların öndsılik ettiği öğren­ciler, önce. en ziyade kuvvetli ol­dukları Mimarlık Fakültesini ele geçirdiler öğretim üyelerini hiç­bir mukavemetle karşılaşmadan Faküteden uzaklaştırdılar, idareye elkoydular 8 Nisan Salı günü bir forum düzenlendi Aşın sol eği­limli öğrencilerin İşgal önergeleri görüşüldü oylanm ve ekseriyetle Üniversitenin 'şgaline karar ve­rildi Kararı uygulamak üzere en hızlılardan seçilmiş bir grup der­hal rektörlük binasına gitti. Kapı­lar kapalı idi. Camları kırarak 1» çeri girdiler Tam o sırada Akade­mik konsey toolantısı vardı, öğ­renciler. «Satılmış Kurdaş» diye bağırarak rektörü vaka paça dışarı attılar. Kemâl Kurdaş'ın, mahke­me huzuruna ç karılacak bir sa­nık gibi öğrencileri tarafından gö­türüldüğü sırada çekilmiş fotoğ­rafını görenler, rektörün menfî faaliyetlerini ve aşırı sol hima­yeciliğini hatırlayarak. «Rüzgâr O» kam fırtına biçe-* Atalar sözünün hikmetini tasdik ettiler Bay Kur. daş ve Akademi* konsey üyeleri çok kızmışlardı. O kadar kızmış­lardı ki, meçhul bir yerde topla­narak on saat konuştular ve ken­dilerinden beklenmeyecek bir ce­saretle, hareketin kınanmasına, ayrıca fiilî durum 12 Nisan 1969'a kadar devam ettiği takdirde Üni-versitanin 1 Ekim 1969'a kadar ge­çici olarak kapatılmasına karar verdiler. 9 Nisan Çarşamba günü foruma katılan 2400 öğrenci ara­sında sert tartışmalar çıktı, öğ­renci Birliği Başkanı. İşgali kına­dı: «Demokratı* düzen için dire­niyoruz, biz kendimiz demokratik düzeni yok ediyoruz. İşgal altın­daki bir üniversitede demokrasi­den. Anayasadan bahsedilemez» dedi. Ama aşırı solcular, sayıca daha az olduklar halde, yine bas­kın çıktılar. Sözcüleri- «İşgale de­vam edeceğiz va okulu istediği­miz vakit biz açacağız» buyurdu. Neticede, Akademik konsey kara­rına boyun eüllmediğini ispat et­mek için işgal ve boykota 15 Ni­san Salt günü son verilmesi ka­bul edildi. Simdi ortada acaip bir durum var: Üniversitenin en yet­kili organı olan Akademik konsey, 12 Nisan'a kadar işgal bitmezse Üniversiteyi kapatacağım diyor, öğrenciler de «Sizin isteğinize göre değil, kendi karanmıza göre hareket edeceğiz karşılığını veri­yorlar. Netice ne olur. kim kime boyun eğer şimdilik belli değil. Üniversiteye yakın çevreler rektö­rün, dekanların ve bölüm başkan­larının işlerine son verildikten sonra, yeni tâyinler beklendiğini söylüyorlar. Yem rektör, dekan­lar, bölüm başkanları ve öğretim üyeleri işgalci öğrenciler arasın­dan seçilecekmiş! Ancak bir mi­zah hikâyesine konu olabilecek hâdiseleri ciddî ciddî anlattığımı­za bakıp belki de öfkeleniyorsu­nuz. Bizd değil, memleketi bu du­ruma getirenle-e öfkelenin.

Orta - Doğu Toknik Üniversite­sin'deki olaylar, «Hakikat kazığın yendiği noktada keşfedilir!» naza­riyesinin doğruluğunu bir kere daha meydana çıkardı. Bay Kur-daş. sıra kendisine gelince, olay­ların gerçek sebeplerini kolaylık­la anlayiverdi. Bakınız ne diyorj

«Bunların yaptıkları reform değil siyasi va doktrin mücaûeıesidir Milletçe bu zorbaların Karşısında dikilmek zorundavız. Artık bunun zamanı gelmiştir Memleketimizi ve haysiyetimizi savunmalıyız Biz Üniversite olara* bu gayreti gös­tereceğiz.» Ne «.adar doğru, ne kadar yerinde sözler o>ği) mi? Hani bir şarkı v*idır «Daha önce­leri neredeydiniz? Evet oay Kur-daş. fjniveritenizde Nâzım Hikmet köşeleri düzenlenirken, mahkûm komünistlerin davet edilmesine ve bugünü haz flamalarına fırsat verilirken neredeydiniz? Olanca yiğitliğinizi Türkçe'nin öğretim dili olmamasına harcarken mille­timizin varlığı aklınızın köşesin den bile geçmiyordu da. şimdi, «Milletçe bu zorbaların karşısın­da dikilmek zorunda olduğumuzu nasıl da keşfettiniz? öğrencileri-nizl mütevelli hey "»t üyelerine karşı kışkırtırken aklınız seyaha-ta mı çıkmıştı? Hasılı. Kurdaş'a sorulması gerekenler yazmakla tü­kenecek gibi değildir Simdi, bir masum postuna bürünm^sinin de hiçbir değeri yoktur Bugünkü ha­vanın başlıca sorumlusu bizzat kendisidir. «Düşenin dostu olmaz­mış» demeyiniz: Türk milliyetçi­leri, hiçbir zaman bay Kurdaş'a dost olmadılar.

• DİL - . TARİH'TE TABANCALAR

Hukuk ve Tıp'ta boykot biterken Dil • Tarih va Coğrafya Fakülte­sinde kavga haşladı, tabancalar konuştu! Perşembe günkü gazete­lerin başlıkları, Dil - Tarihteki eş-kiyalığın haberim veriyordu. Dil • Tarih öğrencileri boykot konusun­da iki gruba ayrılmıştı. Bâzı öğ­renciler, boykotun sürdürülmesini istemiyorlardı. Çarşamba günü. boykot aleyhtarlarından bir grup fakülteye girmek istedi. Aslında, akılların kafaları terketmediği her yerde, böyle bir durumda ne yapı­lacağı bellidir. Boykota taraftar olmayanlar sınıflara girerler, ta­raftar olanlar da girmez. Kimse­nin kimseyi zorlamağa ve «Or­man Kanunu »nu uygulamağa hak­kı yoktur. Fakat çağımız Türkiye'­sinde haklılığa itibar nerede? Boy-kotçu öğrenciler, boykot aleyhtar­larını tabanca ve sopalarla karşı­ladılar. Taraflar birbirine girdi, silâhlar patladı, camlar kırıldı. Bir öğretim görevlisi manzarayı şöyle tasvir ediyor «Saat 10.10'du. Bir ara dışarda 7-8 kişilik bir grup belirdi Qç tanesinin ellerinde ta­bancalar vardı. Biri, içeri dalıp, kantinle direk arasında mevzi al­dı. Dil - Tarih ve Coğrafya Fakül­tesinden bir öğrencinin elinde de tabanca vardı. İkisi de, karşılıklı geçerek ateş etmeye başladılar. Sütun arkasına saklanarak, birbir­lerine ateş etmeleri ortalığı ka­

rıştırdı ve herkes cîl vavrtisu qü>l dağıldı*

Bu arada büyük geçinen .KI ga­zete Milliyet ve Hürriyet, masa başına; haber uydurmanın sahana bir örneğini verdiler. Güya. Dil • rihı basanlar «komandolar* di. Gerçekte, komando adı verilen milliyetçi gençlerin Dil • Tarihte olup bitenlerle en ufak bir İlgisi yoktu Bütün fakültelerin işgali istikametinde hareketler devam etmektedir

• MİLLETİN ÜSTÜNDEKİ TRT

Uzun zamana 11 Türk milletini msşgul eden TRT geçen haftanın da önemli konusu oldu. Solcu Ku­ruluşlar TRT tasarısını boykot se­bebi yaparken. Milliyetçi Hareket Partisi "nin gençlik kolları TRT v| protesto eden bir yürüyüş düzen­leyerek kapısın? SİYAH bir çelenk koymuşlardır. TRT nin Türk mille­tinin anrine girmesini İsteyerek millet çoğunluğunun yüreğine su serpen bir de bildiri yayınladılar. Bildiri şöyledir:

AZİZ TÜRK MİLLETİ! Bilindiği gibi TRT • Türkiye Rad­

yo ve Televizyonu Kurumu bugün­kü kanunuyla bir muhtar (ÖZERK!) Kuruluştur. Bu muhtariyetin ma­nası $u olmalıdır;

TRT. Hükümetin yani İktidar partisinin propaganda vasıtası de­ğildir

Hükümet, bu muhtariyete «on veren bir kanun tasarısı hazırla­mıştır, Milliyetçi Harekat. TRT yi iktidarın yayın organı haline ge­tirecek bu teşebbüsün şiddetle karşısındadır.

Fakat TRT bugüne kadar muhta­riyetin) hizmetinde bulunduğu Türk milletinin müziğini. dilini, kültür ve geleneklerini kundakla­ma yolunda kullanılmıştır.

Sana senin müziğini dinletme* mistir.

Sana senin dilinle hitap etme­miştir.

Senin millî kültürünle alay et­miş, geleneklerini hiçe saymış­tır.

Yabancı müziğe Türk milletinin çoğunluğunun sevdiği müzikte?* kat kat fazla yer vermiştir. Bir­birlerini anlamaktan yoksun bir avuç yarı aydının uydurma dilini tercih etmiştir. Kültür konusunda* ki senin konuştuğun dile tutumu «Türkten olmasın da ne olursa olsun» prensibinin Uygulanmasın** dan ibarettir.

Mü-'iöiylc, diliyle, kültürsüzlük üe TRT bugün YABANCI KÜLTÜR EMPFKva.LlZMrii.il bir yuvası be» ündedir.

Tflt-k kültürüne bağlı TRT... ft VET!

İktidara bağlı TRT.. P«vtUer üstü TRT. Milletin emrindeki

VETI

eğlı TRT... eV

.. HAYIR İ EVET! 1

I TRT., ye U

Kurdaş'ın ektiği rüzgârlar?*

Page 5: ev Türk kendine dün - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_002_yeni_4809.pdfShakespeare, Geothe, Dostoyevski, Sokrat, Eflatun, Aristo, Des S ... kespeare'i, bir Alman Geothe'yi

DEVLET * 14/NİSAN/1969 * SAYFA : 5

E K T U P L A R Yüz milyonluk Türkiye Galip ERDEM

İlk gençliğimizin en güzel bir hayalı, vazgeçil­mez bir özlemi idi: Yüz milyonluk kocaman bir Türkiye! Öğretmenlerimizin dedikleri hayalimizi besliyordu: «çocuklar, kaynaklarımız çok zengin dir; ama nüfusumuz azdır. Hedefimiz yüz milyon hık bir Türkiye olmalı. Topraklarımız, daha fazla­sını bile yaşatacak kadar verimlidir.» Ders kitapla­rımız ayni şeyleri yazıyordu, idareci büyüklerimi/, ayni şeyleri söylüyordu. Analarımızın çocuk doğur­ma kabiliyetleri üstüne parlak nutuklar dinliyor, gazetelerde heyecan verici yazılar okuyorduk. Ve, analarımızla övünüvorduk.

Devlet, çocuğu olan memurlarına doğum pa­rası veriyor, ayrıca, her çocuk başına, o zamanlar için küçümsenemiyecek miktarda maaşlara zam yapıyordu. Beşten fazla çocuğu olanlar yol vergi­sinden hariç tutuluyorlardı. Türk insanı şimdikin­den daha fakirdi, ama inanıyordu. Doğacak çocu­ğunun rızkını da birlikte getireceğinden emindi. Ço cuk sayısının çokluğu analarımız yönünden hem bir övünme, hem de bir sağlık belirtisi sayılıyordu. Kısacası, nüfusumuzun artması millî hederleri i ui-zinden biriydi. Devletimizin siyaseti, hükümetlerin' tutumu ve her turlu propaganda bu hedefe göre ayarlanmıştı. Sonra, hızla değişen bir dünyada, hc delimize başkalarının nişan aldığını ve can evinden vurduklarını gördük. Yabancı uzmanlar varmış; çok akıllı, çok bilgili kimselermiş. Nüfusumuzun ar tısı planlanmazsa —azaltıîmazsa demektir— mem­leketimizin kalkınması mümkün olmazmış. Yaban­cı âlim kişiler, böylesine yüksek bir gerçeği keşfe dince hemen hizmetimize girdiler. Yalnız akıllarım değil, üstelik parada verdiler. Bir de baktık ki, do­ğum kontrolünün fazileti üstüne nutuklar çekili­yor, kitaplar basılıyor, seminerler düzenleniyor, sayfa sayfa yazılar döşeniyor, bol maaşlı propagarr

dacılar tutuluvor, şehir şehir, köy köv dolaşıp ço­cuk doğurmanın tehlikelerini anlatıyorlar. Önce şa sırdık: Acaba hangi dağa kar yağmıştı da yabancı­lar bizi bu kadar çok sevmeğe, kalkınmamız için çalışmağa başlamışlardı. Belki derin bir uykuya da lacaktık amma; akıllarını yele, vicdanlarını menfa-atlarına satmamış milliyetçi ilim adamlarının gay­reti ile lam zamanında uyandık. Oyunun arkası gö­ründü, arkasından Çapanoğlu çıktı!.

Size on sekiz yaşımın kahramanlarından, bir ini tanıtmak isterim. Adı, yanılmıyorsam, Celâl Bay-kal'dı. İstanbul'da savcı yardımcısı idi. O sıralarda küı lajcılıkla meşhur bir doktor vardı. Kanunlara kulak asmıyor, bol para karşılığıııda, isteyenin ço­ğunu alıyordu. Savcı Celâl Bay kal, kürtajcı dokto­ru mahkemeye verdi. Dr. bir yolunu buldu, beraat etli. Ama savcı; Vatan haini saydığı kürtajcıya öy­le bir yapışmıştı, dâvasına öylesine bir kuvvetle ina nıvordu ki, ilk hamleyi kaybetmekle yılgınlık gös­termesi mümkün değildi. Mahkemenin kararını temyiz etli ve bozdurdu. Yeniden yapılan duruşma sonunda yine beraat kararı verildi. Savcı yine tem­yiz etti ve nihayet, meşhur kürtajcının nice Türk yavrusunun canına kıymış bileklerine kelepçeyi tak tirdi. Celal Bey'in mücadelesi beni de heyecanlan­dırmıştı. Duruşmaların gazetelere geçen bölümleri­ni yüreğim kabararak okuyordum. Aradan yirmi yıl geçti. Kahraman savcının bir cümlesini hiç unutma di m. Suçlayan işaret parmağını kürtajcı doktor'a uzatmış ve. şöyle havkırmıştı «Bu adam, Türk nes­lini ana rahminde imha etmeğe çalışan bir canidir. bir vatan hainidir.» Şimdi, çaresiz bîr hüzün için­de, şunu düşünüyorum: Gençlik yıllarımın kahra­manlarından biri olan Savcı Bey, Türk neslini, ana rahmine bile düşmeden imha etmek istevcnlcıi gör dükçe ne diyor?

' • * . • • ' * •

Tiirit milletinin üstündeki TRT.. HAYIR!

• VUR ABALIYA Din görevlileri federasyonu

mahkeme karan İle kapatıldı. Mahkemenin kararı, temyiz tara-fı-tyJan ela onaylandı. Federasyo­nun suçu: Cemiyetler KanuAM'na aykırı olarak siyasete karışmak! ktirar. hiç şüphesiz, yürürlükteki kanunlarımıza uygundur, hiç de­ğilse öyle olması gerekir. Ama ayni karar, hak duygusuna yüzde yü? aykırıdır. Böyle bir hüküm, Çelişik gibi görünmesine rağmen, «slmda tamamen doğrudur ger­çekten öyle kararlar vardır ki yö-»"ürlükteki kanunlara uygundurlar, fakat hak duygusuna aykırı düşer­ler. Bu nasıl olur? Eğer bir ka­nun o kanunu ihlâl edenlerin hepsine değil de sadece bir kıs­kına uygulanırsa, hakka bağlılık duygusu açıkça çiğnenmiş de-nıektir. Nitekim Cemiyetler Kanu-lu'nun siyaset© karışma yasağını koyan maddesi, hemen her gün, Vüzlerce defa ihlâl edilmekte. #• roa hiç kimse ceza görmemekte­dir. Gelin. Cemiyetler Kanunu'-"fcun 13. Maddesini birlikte okuya­nın: «Talebe cemiyetleri her ne Sakilde olursa olsun, siyasetle <ş-tiyal edemezler. Bu cemiyetler, bulundukları mektep va müesss-•«terin idarelerine karşı bir hara-k»tt« bulunamazlar.* İnsafla dû-•önelim: imanımızda siyasetle «%asmava bir talebe cemiyeti VM mıdır? Ve hangi talebe ce­miyeti, siyasete karıştığı gemk Şasiyle kapatılmıştır? Sosyalist Ş«V düzen gotlreceğ-iz diye boykot v* işgallere girişmek siyaset da-ÖUse, nedir? Hükümetlere sövmek 8ivaset değilse, nedir? Nato ile uâıaşmak siyaset değilse, nedir? °*r büyük elçinin arabasını yak­mak siyaset dejilse, nedir? Kısn-Cası. taebe cemiyetlerinin siya-•9* dışında kalan bir faaliyetleri *°ktur. Böyle bir durumda, diğar-e ' i ile kıyaslanırsa siyasetle en

* tıçıraşan bir cemiyetin kapısına *HH asmak, hak duygusundan yok­sulluğun bir iş-ıretidir.

Sözde Amerikalı Müslüman lider

•BU NE BİÇİM MÜSLÜMANLIK

Amerika'dakl zencilerin bir kıs­mı müslümandır. Ama İslâmiyet anlayışlarına katılmak, daha doğ­rusu müslümanlıklarına inanmak pek mümkün değildir. Nitekim, son günlerdeki bir hâdise hükmü­müzü doğrulamaktadır. Zenci müslümanların lideri E. Muham-med. meşhur boks şampiyonu Mu-hammed Ali'yi «afaroz» etmiş. E-vet, yanlış okumadınız, «Aforoz» etmiş. kAcalpllk işte, mflslünıan bir lider katollklerin papası gibi davranıyor İslâmiyet! hiç anla­madığına işaret Bir insanın müs-lumenlığmı hiç kimse elinden alo-mas. Muhammed Ali, E. Muhanv med'ln emirleri İle değil. Kur'ân hükümleri ile bağlıdır. Sevabının mükâfatmı yalnız Allah'tan bek­ler günahlarının hesabını yarin*. Allah'a verir. Amerikalı »enci liderin böylesine basit gerçekler­den habersiz oluşu cidden üzücü­dür.

BAŞKENTTE • RESMİ SOYGUN

Ankara Belediyesi yalardı? îr. saati siiren şehirlerarası yeni garajını nihayet kiraya verilmek üzere ihaleye çıkarabildi. Falat, bu sefer de ihaleye katılacak müşteri bulamadı, önce beş metre kareli* odalar balirde el

li iki adet olarak hazırlanan ve bir işkence hücresini arxlıran bu bölmeler, sonradan birlestiri lerek ondokuz oda haline geti rildi. En büyüğü ondokuzmelrc kare olan bu odaların fiyatları değil 0/0 10 komisyon almak su retiyle yolcu taşıyan firmalar, kaçakçılık yapanlar taralından bile ödenemea durumdadır. Me sela, ondokuz metre kare olan en büyük oda aylığı 10.833.33

TL. muhammen bedelle ihaleye çıkarılmıştır. İş bu kadarla da kalmayıp, mukaveleler üç yıllık yapılmakl«, ölüm ve iflas hariç devredilemez, feshedilmez kayıt laı^nın yanunda bir yıllık peşin* veya banka teminat mektubunu talep eden hükümler taşımakta dır. Ayrıca Belediye garaja gi ren her otobüsten 10.— TL. top rak bastı! parası almaya da karar vermiştir.

• ME DEDİLER? Kendileriyle görüştüğümü* o

tobüs şirketleri Ankara Beledi yesinin bu resmi soygunundan çok mağdur duruma düştükleri ni ihaleye katılamadıklarını asa sen yeni garajın bütün İşletme­leri alacak büyüklükte olmadığı nı. iç ve Doğu Anadolu'ya sefer yapan firmaların dışarıda bira kıldıklarım bu tefrikin neden ileri geldiğini bir türlü çözeme diklerini temas ettikleri yetkili lerin de kendilerine tatmin edi ei bir cevap veremediklerini i-fade etmişlerdir. Ayrıca, hama­rat Belediyenin bu tutumu de­vam ettiği ve yeni garaja t asm inak mecburiyetinde kaldıkları taktirde şehirlerarası yolcu ta şuna ücretlerine mülıinı miktar da zam yapacaklarını söylemek tedirler. Aksi halde hiçbir fir manjiı bu kira ile bir yıl bile yaşayamayacağını söylemişler­dir.

Yeni garaj m yapıldığı sem­tin, şehir trafiği bakımından da çok sıkışık olduğunu sözlerine ilâve eden firma salı ipleri, orta lama günde 1500 ilft 3000 otobü sün girip çıkacağı bu garajın trafik problemi de halen ortada durmaktadır.

Biü Ankara Belediyecinin mes hur! başkanının bu tart göaU açık tücarca işlerüıi daha onca lerden de hatırladığımız için, pek garipsemedik. Fakat, önü­müzdeki günlerde Ankara'dan diğer şehirlere gitmek isteyen binlerce yurttaşın, nasıl gidecek lerir..i rn-îrak etmeye başlnd^.

Herhalde parlak bir fikirle yurttaşlara yol gösterecektir sn yın baş:tan; yürüyün efendim şehirlerarası yollar da askimez

Page 6: ev Türk kendine dün - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_002_yeni_4809.pdfShakespeare, Geothe, Dostoyevski, Sokrat, Eflatun, Aristo, Des S ... kespeare'i, bir Alman Geothe'yi

.

Türk Anasının Rahmine uzanan eller

«YÜZ MİLYONLUK TÜRKİYE »Yİ .VİA &.'

SABOTE ETME GAYRETLERİ £ 9 1

w • _ . • • .

KALKINMA BECERİKSİZLİĞİNİN MAZERETİ

İĞFAL EDİLEN PARLEMENTERLER Geride bıraktığımız hafta içinde Ankara'da, yine benzerleri

nin bilmem kaçıncısı, bir «Nüfus Plânlaması, semineri düzen­lenmişti. Semineri düzenliyenler, Dünya Sağlık Teşkilâtı ve Ha­cettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü ile el ele veren T.C Sağlık Sosyal Yardım Bakanlığı idi. «Üremenin temel, kil tuk ve halk sağlığı yönlerindeki bilimsel gelişmeler» adını ta­şıyan bu seminerin, Kanser Haftası dolayısiyle «doğum önleyici hapların ve rahime takılan spirallerin kanser yaptığına» dair günlük gazetelerin manşetlerinde yer alan bu tıp otoritesinin, Prof. Dr. Muhittin Ülker'in beyanatını ve bu gebelik önleyici hapların çeşitli ruhî bozukluklara ve dengesizliklere yol açtığı nı belirten bir başka tıp otoritesi Doç. Dr. Recep Doksat'ın • bir konferansını takiben toplanması dikkatlerden kaçmadı. Ama dikkatlerden kaçan bir başka husus vardı ki, o da, bu kabil bi­limsel (?) Seminerlere, gebelik önleyici hapların ve araçların

I ale yhinde olan ilim adamarının değil ilmi tebliğde bulunmak ! üzere, dinleyici olarak bile davet edilmemiş ve edilmez olmala­

rıydı.

İmha âletleri*-.

BEYİN YIKAMA «BİLİMSEL» SEMİNERLERİ

Filhakika, «Nüfus Plânlaması» adını taşıyan 557 Sayılı Ka­nun 14/1965 de yürürlüğe girmeden çok evvel başlayan bir «Bi­limsel seminerler» serisi, kanunun çıkışına karşı koyan ve çık tıktan sonra da tatbikatının mahzurlarını ve tehlikelerini umu mî efkâra ikaz alarmları halinde duryurmakdan geri kalmıyan bazı milletvekili ve gerçek ilim adamlarının tesirlerini izale et me maksadiyle düzenlemeye devam ediliyordu. Zira başlangıç­ta doğum kontrolüne taraftar olmadığı halde sonraları bunun hararetli taraftarı ve tatbikatçısı kesilen bir iki Prof. Hekim ha rlç -ki bunların zengin ilâç firmaları tarafından mı. yoksa bilim sel (?) seminerlerde beyinleri yıkanarak mı ikna edildiklerinin halâ dedikodusu yapılmaktadır.- Bir çok hekim ve aydın uyan­maya, nüfus plânlaması kanununa ve bilhassa bu kanunun tatbika tına cephe almaya başlamışlardı. Bir parti, Milliyetçi Hareket Partisi, doğum kontrolüne aleyhtar olduğunu açıkça ilân ederek bu hususu programına hem de kongre kararı ile almış ve M.H.P. Milletvekili İ. Hakkı Yılanlıoğlu, bir kanun tasarısını da Mecli se sunmuştu O halde telkin furyasına devam etmek, beyin yıkama işlemine ara vermemek gerekiyordu. Yabancı kay­naklardan oluk gibi para akmaktaydı. Gayet masraflı semi­nerleri lüks otellerde, lüks salonlarda delegelere ziyafetler çekerek, hediyeler dağıtarak düzenlemeye devam etmek iş­ten bile değildi. Bittabii, bu «bilimsel seminerlere» karşı fikir ve kanaatte olan hiç bir ilim adamı çağrılamazdı. Zira

onlar objektif konuşmaları ile telkin boyusuna fcoaar, beyin yıkama ameliyesini aksatırlardı.

DAHA DOĞMADAN KATLEDÎŞİN GEREKÇESİ

Türkiye az gelişmiş bir ülkeydi. Hemen kalkınmak zorun daydı. Üretimi az, tüketimi fazlaydı. O halde kalkınmayı temin için hemen tedbir alması gerekti; Ve.. 1960'dan sonra gelen hükümetler bu tedbirleri bulmakta güçlük çekmediler. Ameri kanın elinde «Doğmadan öldüler» diye hazır bir reçete vardı, iş, bu reçetenin ithaline kalıyordu, ithalâtçıları da tatbikatçıla­rı da bir takım kilit mevkilerine getirilmiş veya getirilmeye çoktan hazırlanmıştı Nisaiye mütehassısı hekimler, İktisatçı­lar, sosyaloglar ve bazı plâncı sözde dahiler, çok daha evvel­den yürütülen sinsi bir hazırlıkla, burslar verilip Amerikalara davet edilmiş ve beyinleri yıkanarak hazırlanmışlardır.

ŞU MEKTEPLER OLMASAYDI..

Evvelki cumartesi, Türkiye Petrolleri A.O. konferans salo nunda Milliyetçi Türk Kadınları Derneği tarafından tertiple­nen bir konferans verildi. «Doğum Kontrolü Türkiye'ye Nasıl Bir Felâket Hazırlamaktadır?» ilginç başlığını taşıyan konfe-ransı veren, öteden beri doğum kontrolüne karşı çıkan, mü­teaddit konferanslar hazırlayan makaleler yazan ve 1966 Mil lî Türk Tıp Kongresinde de «Doğum Kontrolü Türkiye için na­sıl bir felâket olacaktır?» adlı bir tebliğ veren Doç. Dr. Re­cep Doksat idi. Bir ruh hekimi olan Doç. Dr. Doksat, konfe-rasında. plân ve plânlama fikrinin nasıl modern bir «mit» ha­line geldiğini açıklayarak «Plân mistiği»nin cazibesine kapıl­mış «plânbaz» tipinin psikolojik tahlilini yapıyor, üretimi artı­racak başka çareleri araştırıp bulacak yerde, ille de yüzde 7 kalkınma hızını kestirme yoldan tahakkuk ettireceğiz diye nü fus artışını kısıtlamaasaya kalkışan plân yobazlarının zihin ya pisini teş-ih ediyor ve «.. bu, şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim, diyen Osmanlı Maarif Nâzın Hfişim Pa-şa'nın zihniyetinin modern hortloyışından başka bir şey değildir» diyordu.

«DOĞMADAN ÖLDİ)R> TATBİKATÇILARI

FORMÜLÜNÜN

/' Kanun. «60 milyonluk bir «Türkiye'nin b a ş ı n d a ol­saydım sesim başka türlü çıkardı» diye bir z a m a n l a r nüfus a z l ı ğ ı m ı z d a n yakınan i h t i y a r liderin, İnönü'nün Başbakanlığı zamanında hazırlandı- Plân­lama Teşkilâtının ilk kuruluşunda iş başına getirilen, fa­kat daha evvel Amerikan bursları ile konu için yetiştiril­miş sosyalist plânlayıcı bir Atillâ Karaosmanoğlu, bir Ne­jat Erder devrin CH.P. hükümetinin Sağlık Bakam bir Dr. Kemal Demir, senelerce Amerika'da kalıp iyice yetiş­tirilen ve halen de Amerikan dolarlaıiyle beslenen bir ens­titünün, «Hacettepe Nüfus Etüdleri EnstUüsü»nün başında bu misyonuna devam eden bir Dr. Nusret Fişek, İnönü hükümetinin diğer Sağlık Bakanı bir Dr. Yusuf Azizoğlu ve nihayet kanunun daha Senatoda iken çıkışını önleme-yip ilk tatbikatçısı olan bir AJ\ Sağlık Bakam, Dr. Faruk Sükan ve nihayet kanunun müzakeresi esnasında yaptığı itirazların henüz mürekkebi kurumamış olduğu halde bu günkü korkunç tatbikatı sürdüren bir Sağlık Bakanı Dr. Vedat Ali Örka«

PARLAMENTERLER NASIL İĞFAL EDİLDİ?

Kanun Parlâmento'da müzakere edilirken bu ekono­mik gerekçeye karşı çıkan milletvekillerinden Sabahattin Savacı (AP) söyle diyordu: «... Bilhassa Sloklıolm ve Hop-kins Üniversitelerinden Prof. Sivenilson ve Prof. Kuznes'-in yapmış olduğu tetkikler son derece şayanı dikkattir. Bu tetkiklere göre, nüfus azalması halinde eğer dış ticaret

acalp

imkânları, müstemleke P .Bibi imkânlar art-mazsa, yani dışardaki i Piyasayı takviye et­mezse ekonomik gerileı?*""* göstermektedir. Bu bakımdan nüfusu a i t l e r d e böyle mah­reçlerin de arttınlmaslr lr ki, bu da günün şartlan içinde kabil def ^»atörü, Dr. Ömer Faruk Kınaytürk şunla «••. Amerika'da du­rum tetkik edilirse, tıt d,5mda ancak çocu­ğuna bakmaktan âciz a* edilmektedir... Aile planlaması bürolarına J. Müracaat edebilir, polis evvelâ konuşma I ^ n i n ifadesini alır, malî durumunu sorar, flnı sorar, kendilerin­den bir hafta sonra miÇ*?P eder ve neticede gerekiyorsa çocuk yapflfSl verir. ... Aile Plân­laması şartsa ancak ttjrn<*ikasyonlar içinde kalmak şartıyle selektir hır politikanın hü­viyetini takip etmem* - p l â n selektif bir hüviyetle memleket ve fa tevcih edilmelidir, istenmeyen eenetik yörfî^en için medenî menleketlerin uyguladjj.lar incelenmelidir. ... Spirali kullanmak l*îk?syonu bilmek lâ­zımdır Genital yoll£ «ihaöî faktörden masun olması, temiz V ' ••• 16 734 vak'adan

^ ~

KE

Kediler, yavrularım, sık" Bu, kedilerin aile plâol-

«Terazi Koaj ;

ini W

i f Nihat ASYA

ir. Amerika'da 1281 Spiral. ' İ l t i h a p yapmıştır. Bu tatbikat en mütekr'fanlarda ve hasta-hanelerde dahi nezar^j j* alar iyi seçilmek suretiyle yapılabilir. *Tı2[ Sörc bu imkân­sızdır. Meydana gelec^*jjrae hangi teşkilât yardım edecek ve kurnj^fümluîu kim ola­caktır. ... Daha kanun %Z « n kutu hap ilâç satılmıştır. ... Bu ilâçM ^ *Jc olacaktır? Bel­li değildir ve henüz ^ y i î r 1 v o k t u r - Yakın tesirleri, türlü tahaıttCJjJJeı"i, bulantı, bas-ağrısı vs.» Nitekim W ^'»nn rastgele kul-

Amerika ^ n Ç .

lamlması sonucu damar tıkanmaları, felç, kanser ve ruh bozukluklarının artmakta olduğu, biriken ilmî neşriyatla açığa çıkmıştır.

Kanunun çıkmasını destekleyen bir AP milletvekili, Ali İhsan Balım dahi AP Meclis gurubu adına yaptığı ko­nuşmada şöyle diyordu: «Kanunun adı Nüfus Plânlaması değil ve fakat Plân Kanununda geçen özel tâbir ve gaye­sine uygun olarak Aile Plânlaması şeklînde değiştirilmeli­dir. ...Evlilik bağlan olmaksızın gaynmeşrû birleşmeleri, gebe kalma korkusundan kurtararak teşvik eder mahiyet­te bir kanun ısdar etmemiş olduğumuzdan emin olmak isteriz. ... İlâçlar çok uzun süre sonra da zararlı, sağlık bozucu tesirler göstermektedir. ... Tholidamit adlı ilâcın geç görülen muzır tesirlerini bu hususta bir emsal olarak daima akılda tutmalıyız. ... Pratikte bu kanunun tek tesiri korkarız ki gebeliğe mani olucu ilâçların piyasada serbest­çe alım satımım temin etmekten öteye geçmiyecektir.

Devrin Sağlık Bakanı CHP'li Kemal Demir İse şu ce­vabı veriyordu: «... tlâç ve araç konusunda verilmiş kesin bir kararımız yoktur. ... Bakanlık tetkikat yapacaktır.»

Ve müzakerelerde hükümet adma konuşan, Müsteşar, Nusret Fişek namlı zat, telkin fişeklerini, asıl niyetlerini gizliyerek Meclis üyelerinin zihnine şu sözlerle mıhlıyor­du: «... Spiral'den bahsettiler. Spiralin kullanılacağına dair bir hüküm yoktur, çelen kanunda. Ağızdan alman bu hap­ların şöyle şöyle zarar verdiğinden bahsettiler. Kanunda bu hapların kullanılacağından bahis voktur... Kanun kabul edildiği takdirde bir komisyon kurulacak, bu komisyon­dan hangi ilâç ve araçların kullanılmasına müsaade ede-ceğimizi soracağız. Tatbikat klinikte mi yapılır, köyde mi yapılır? Bu hususlan tespit ettireceğiz ve bunların bi zç verdikleri direktifler dahilinde bunu tetkik ettirece­ğiz.»

tşte böylece parlâmanterler iğfal edilmiş, kanun çıka­rılmış ve Sağlık Bakanlığının bu günkü tatbikata aleyh­tar yüksek memurları ve onların raporları bertaraf edi­lerek gebelik önleyici hap ve spirallerin kullanılmasına ta­raftar yüksek memurlardan ve daha evvel rızaları türlü yollarla garantiye alınmış bazı prof.'lardan teşkil ettiri­len komisyonlar marifetile eczahaneler doğum önleyici haplarla doldurulmuş, teşkil edilen ekipler, Amerikalıla­rın hibe (?) ettiği jeeplerle k'öylere yayılarak Türk ana­larının rahimleri spirallerle donatılmaya başlanmıştır. Hem de, rahmine spiral taktırmaya razı ettiği Türk ana­sı başına ekiplerdekl sağlık (?) personeline ve rahme he lezonu takan hekime ayrı ayn primler verilerek.. Bu para

lann bir kısmı bütçeden, bir kısmı da çeşitli Amerikan kaynaklarından karşılanmakta'1*'*

SÖYLEDİKLERİNİN HENÜZ MÜREKKEBİ KURUMAYAN BİR BAKAN

Türklyenin yakın bir gelecekte etnik muvazenesini de bozacak istikamette geliştirilen bu tatbikatın hah hazır baş sorumlusu Bakan V. Ali Özkan, Meclis müzakerelerin de bakınız neler söylemişti : «...Macaristan 1954'de doğum kontrolünü tatbike başlamış ve bu gün millî bir felâket di ye vasıflandırılan bir nüfus -durmasıyie karşı karşıya gel mistir. Türkiycnin bugün aş ın bir nüfusa sahip olduğunu iddia etmek güçtür.. Memleketimizde muvazeneyi teinin için evvelâ gıda kaynaklarımızı harekete getrhnck mecbu riyetindeyiz.. Geleneklerimize, ahlâkî inançlarımıza, hatta iktisadî ve millî menfatlerimize uymayan nüfus plânlama sı mevzuunda çok dikkatli ve temkinli Olmamız lâzımdır. İlâçların ise ne derece mahzurlu hatta tehlikeli olduğunu bilmiyoruz.. Yirmi sene sonra hormon menşeli bu ilâçların, genlere tesir ederek dejenere bir nesil, çok uzak bir ihti­mal dahi olsa bizleri bir parça düşündürmeli ve bu güıı kat'î bir zaruret olmayan aile plânlamasına götürmeme» dir. Ve onun için ekseriyeti 5—6 çocuğa sahip olanların yapmış oldukları düdükler karşısında, çok ciddî bir kont rol altında ancak büyük zarar görmüş ve tıbbın tatbikinde zaruret hisetliği kadınlara inhisar etmek üzere mahdut bir aile plânlamasına taraftarız»

Oysa, gebelik önleyici haplar, oczahanelerde serbestçe satılmaktadır hâlen, sayın V. Ali Özkan'ın bakan olduğu bu devrede. Gerekli takip ve kontroldan mahrum Türk Anaları kesif bir propaganda İle kandırılıp, prim alacağız diye, rahimlerine helezonlar tıkılmaktadır. Bu yüzden ilti haplananlarm, sakat kalanların sayısı hakkında ise bakan lık hiç bir araştırma yapmamakta hiç bir rakkm belirtme inektedir. Ve sayın V. Ali Özkan, gebeliği önleyici araç ve hapların kanser yaptığını, ruh hastalığına yol açtığını be yan eden ilim adamlarını tekzip etmekle meşguldür, üste İlk bu tatbikata karşı çıkanları «menfi bîr ceryanın» tem silcileri olarak suçlama gayretkeşliği içindedir.

• KANUN ML'CİDİ NE DİYOR?

Kendisiyle temas ettiğimiz Sağ­lık ve Sosyal Ya-dım Bakanlığı es­ki Müsteşarı ve halen Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Ens­titüsü Direktörü Nusret Fişek ka­nunun Türkiye'deki icadını şöyle anlatmıştır:

«Bu konu 1953 lere kadar uza­nır. O zaman bir çok hekim Ba­kanlığa başvurarak Türkiye'de ço­cuk düşürme olaylarının arttığını, bunun önlenmesini, ilk tedbir o-larak da gebeliği önleyici hapların satılmasını yasaklayan 1938 do çı­kan kanunun yürürlükten kaldırıl­masını istedilar. Bu konuda Ada­let Bakanlığı da olumlu cevap ver­di. 1960 da ben müsteşar olunca konuyu araştırdım Dünyanın her yerinde bu uygulama açık veya gizli yapılmakta Türk aydım da kendi ailesine uygulamaktaydı.

Halk bu uygulamadan habersiz­di. Ayrıca, Türkiye geri kalmış.

DOÇ. DR. RECEP DOKSAT oBizhn de diyeceklerimiz var!.»

sanayiloşememi-ş bir ülke İdi. Sa­nayileşmesi ise çok yavaştı. O-nun için ya doğumu engelleme):, ya da tüketimi asgariye indirmek gerekiyordu. Biz hür memleketler gibi doğumu engellemek kararına vardık. Madem ki bu bilimsel blr

gerçekti! ben d» bunu gerçekleş-tireyim dedim. Plânlamaya müra­caat ettim. Böylece birinci boş yıllık plâna a!.ndı. Sonra Yusuf Azizoğlu zamanında Meclis'te, Fa­ruk Sükan zamanında Senato'c'a görüşülerek kabul edildi.»

Doğum kontrolünde kullanılan ilâç ve eraçla'tn kanser yaptığı söylenmektedir, buna ne dersi­niz? Sualimize de şu karşılığı verdi: «Bunlar.n kanser yaptığı

konusu araştırılmaktadır. En şaft literatürde buno dair bir kayû yoktur Diğer söylenenler bize gft* re mesnetsizdir, uûç ve araçları kullananlarla kullanmayanların kanser vüzdesl arasında blr fark görülmemektedir >

— Doğum kontrolüne yabancı kaynakların yardım ettiği, özellik­le Amerika'nın bizde doğum kont­rolünü desteklediği söylenmekte ve karşı çıkılmaktadır Ne dersi­niz'

«Evet doğum kontrolüne memle-ketseverliklerinden şüphe etmedi­ğimiz insanlardan karşı çıkanlar olmaktadır Karşı çıkmaları bu so­runu bilmedikle-lndendir Karşı çıkan tek parti lideri Alpas­lan Türkeş'tir. Onun da üç çocu­ğu vardır. (Türkeş'in beş çocuğu olduğunu öğrendik.) Demek ki Türkeş bile doğum kontrolü yap­mıştır. Amerika meselesi ise ka­naatimize göre: onlar fakirleri ço­ğalan ülkelerde huzursuzluğun ar­tacağını iyi bilmektedirler Dost ülkelerde huzursuzluk istemezler. Menfaatleri bunu gerektirir

Kennedy kaHeşlerin ikincisinin 11 çocuğu olduğunu bunun sebe­binin ne olduğunu da sorduk.

Katolikler doyum kontrolüne karşıdırlar. Bu sebeple Anı erte A katolikler] d» bu yasağa uymakla­dırlar diye ifade elti

• DOĞUM KONTROLÜ i VE KANSER Ankara Tıp Fakültesi «. Cerrahi

Kliniği Direktörü Prof. Dr. Muhit­tin Ülker'in geçenlerde günlük ga­zetelerde doğum kontrol hapları­nın ve spirallerin kanser yaptığı­na dair beyanatlarım okumuştuk. Kanser konusunda blr otoritenin düşüncelerini, sağlığımızı koru­makla görevli Bakanlık kaale al­mamış ve seminere davet bile et­memişti. Fakat biz bir kere daha Muhittin Ülker'le görüşerek kov nunun ehemmiyetine dikkati çek­mek İstedik.

Muhittin Ülker'e doğum kontrol ilâç ve araçların kanser yapıp yapmadığım ve doğum kontrolü hakkında düşüncelerini sorduk. Görüşlerini şöyle özetledi:

Bahsedilen konser meme ka"> seridir. Kadınların kadınlıklarının meydana gelmesi östrojen denilen hormonun gelişmesi ile olur. Bu her kadında yapısı icabı fizyolo­jik olarak vardır. Az veya çok ol­ması iyi olmaz, östrojenln fazla kullanılması zarardır. Kansere se­bep olabilir. Doğum kontrolü için kullanılan haplarda meselâ Ovü-len'de bu vardır Hapı kullanan bir kaç ay kullansa birşey olmaz. Fakat buna ihtiyaç duyanlar uzun zaman kullanacaktır. Uzun zaman kullananlarda meme kanseri olma­sı ihtimali teorik olarak mevcut­tur Mevcut olmadığını iddia e-denler de kesin olarak bir netice veremezler

Kadının rahmi göz gibi korun­ması gereken bir yerdir. Spiral­lerin devamlı kalması rahmi tah­riş edebilir Kanserin baş düşma­na tahriştir İhtimal yok denile­mez. Uygulama çok önemlidir. Dikkat ve itina ister. Uzman is­ter.

Nüfus plânlamasının karşısında değilim, ama yanında da değilim. Meselâ doğması önlenecek ÇOCUK-rar arasından ileri zekâlı ilim ve otorite olacak, dünyaya ismini du­yuracak insanla? çıkacaktır. Bun­ları Bnemek iyi bir şey değildir. Aksini İddia edenler kötü insan çıkmıyacak mı diyeceklerdir K». U) insanın vasıflını dünyada vr> Türkiye'de duyadar az olacaktır.

Gelecek sayımızda konu timi ve Dinî yönleriyle incelenecektir

Ve «Do£um Kontrolü» seminerini polisler koniye*

Page 7: ev Türk kendine dün - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_002_yeni_4809.pdfShakespeare, Geothe, Dostoyevski, Sokrat, Eflatun, Aristo, Des S ... kespeare'i, bir Alman Geothe'yi

©CVLET • t4/NİSAW/1969 • SAYFA : »

Üniversitelerimizde ûim zihniyeti

I ı

1 DI5 OLAYLAR

HAKKI ALPER

ma. Üniversiteler bir ülkenin en yüksek ilmî araştır-küitür ve eğitim müesseseleri olmaları bakımın­

dan milletlerin dimağı durumundadırlar. Bunun için üniversiteleri belli bir eğitim süresi sonunda diplo­ma veren liseler ve meslek okulları gibi düşünme­mek nerekir. Üniversitelerin bünye ve fonksiyonla­rının başlangıçta iyi anlaşılması kendilerine yönelti­lecek tenkitlerin de bu görüşün ışığı altında yapılma sı lâzır.dır Üniversitelerin birinci vazifesi ilmî araş­tırma yanmaktır Razı aksak ve eksik taraflarına rağ­men mevcut üniversiteler kanunumuz da bu husu­su kesin bir açıklıkla ifade etmektedir.

Üniversitelerde yapılacak ilmî araştırmaları ga­ye bakımından başlıca iki bölümde toplamak müm­kündür Birincisi pür ilim açısından ele alınan ve cıavesı »İme yeni bir şeyler katmak için yapılan araş-Mmalardır İkinci tip araştırmalar ise içtimai haya­tın ve tekniğin gerektirdiği ihtiyaçlara cevap ver­mek maksadıyla yapılır. Teknik ilmin tatbikatından ibaret olduğuna göre ilmî araştırmalarla elde edilen neticelerin teknik tatbikatı iktisadî ve İçtimaî haya­ta birinci derecede tesirlidir. Tabiî ilimler sahasın-dak' yeni buluşlar sanayide tatbik edilir. İçtimaî i-litmer sahasındaki araştırmalar ise kültür, İçtimaî vopı ve ahlâk gibi bir millete millî benliğini kazan­dıran temel değerlerin tetkiki ile yeni sentezlere u-iasıtmas»nı temin eder. Bütün bunların plânlanıp tat­bikat sahasına konulacağı yerlerin başında üniver­siteler gelir. İleri ülkelerin üniversitelerinin bu esas fonksiyonlarını ideale yakın derecede yerine getir­dikleri bilinen bir gerçektir. Üniversiteler bu tip ıl­ır,! çalışmaları ile aynı zamanda memleket idaresi­nin sorumluluğunu taşıyan hükümetlerin yetkili da­nışma organları durumundadır. Burada üniversite -hükümet münasebetlerinin üzerinde fazla durmadan bir noktaya işaret etmeliyiz. Hükümetler öniverslte-«erin ihtisasları dahilindeki ilmî beyanlarına hürmet etmeli, üniversiteler de her türlü politik tesirin dı­şında sadece objektif ilmî gerçekleri aksettirme

ı orensibine sadık kalmalıdırlar.

Bu açıklamalardan sonra Türkiye'deki üniversi- * telerin bugünkü durumu ve çalışmaları üzerinde dur I mak istiyoruz. Bizim üniversitelerimiz 1933 ve 1960 | yıllarında geçirdiği iki ıslahat hareketinden sonra ciddî bir ilerleme kaydetmemiştir. 1933 yılında yapı- I lan ıslahat oldukça verimli yenilikler getirmiş fakat • çeşitli faktörlerin tesiri ile kısa zamanda dejenere j olmuştur. 1960 yılındaki 115 sayılı kanunun getirdiği • yenilikler üniversitelerimizin bir çok aksaklıklarını • gidermesi bakımından ümit verici idi. Fakat bu ka- < nunla üniversiteden uzaklaştırılan öğretim üyeleri- I nin tekrar üniversiteye döndürülmesi ümitlerin kısa ı zamanda sönmesine sebep olmuştur. Tamamına ya- I kın bir çoğunluğu ile gerçek ilim zihniyetinden mah­rum olan bu şahıslar, 115 sayılı kanunun işlemez | hale gelmesinde de en mühim âmil olmuşlardır. Bu­gün üniversitelerimizin bütün fakültelerinde ilmî ça­lışmaları sabote eden, çeşitli yolsuzluk ve huzursuz­luklara sebep olanların büyük bir kısmını bunların teşkil etmesi görüşlerimizi teyid etmektedir. Ekse­risi kürsü profesörü olan bu şahısların ilmî seviyesi zamanımızdan 20 - 30 yıl geride kalmış durumdadır. Bu bakımdan İlmî çalışma yapamıyan ve yeniliklere uyamıyan bu zümre etrafındakilerin çalışmalarına mâni olmayı gaye edinmiştir. Şöhret temini ve ken­dilerini tatmin için ise kolay olan demogoji yolunu seç mislerdir. Her nasılsa elde etmiş oldukları ve isim terinin başlarına yerleştirdikleri unvanlarla her türlü istismarı yapabilmektedirler. Üniversitede talebesi­ni ve asistanını istismar eden bunlardır. Hiç sıkıl­madan tercüme eserleri tefif gibi göstererek altına -imzasını atanlar gene bunlar arasından çıkmaktadır. I Hiç bir ilmî esasa ve araştırmaya dayanmıyan teb- '

Altın karşılığı dünyanın beynini kiralayanlar

"

Afrika'da bir beyaz ihtilâl I • Lâtin Amerika'dan bir köşe

l~ İSRAİL Yirmi yılı aşkın bir «aman

dan beri haçlı ordularının mız raklan bir başka şekilde İslâm âleminin bağrını kanatmaktadır, tkl bin yıl önceki yahudi dev letini ihya etmek için gayri müs lim milletleri Müslüman millet lere karşı hazırlayan siyonlzmin kini daha sönmedi. İkinci Dün­ya Harbinden sonra Dünyanın dört bir köşesindeki iğrenç tefe d talerinden toplanan Yahudi­ler Filistinde mal mülk sahibi kalındılar. Siyonizmin maddi gü oü binbir lüle ile toprak satın aldı. Hayasızca baskı usulleri kullanılarak garp emperyalizmi nln himmetiyle bir İsrail mey dana getirildi. • ZARARLI KİM?

Altın karşılığı dünyanın beyni ni kiralayan Siyonizmin İsrail'i

ı

I

I

i I

ligleri büyük bir vicdan huzuru ile neşretmekten çe- ı kinmiyenîer de bunlardır. Üniversiteye âdi sokak • politikasını sokup, A veya B siyasî partisine angaje | olarak ilim adamı hüviyeti ile asla bağdaşmıyan her | türlü faaliyeti açıkça devam ettirirler. Son zamanlar da SOIGU cephenin halka dönük diye tutturdukları bir teranenin şampiyonluğunu da bu şarlatan tipler • yapmaktadır. Bu hususda da bunlara verilecek en I uyçjım cevap demogojiden uzak ilmî araştırma yapan ı bir üniversite tabiatfyle milletinin hizmetindedir.

Yukarıda durumunu kısaca açıklamağa çalıştı- | ğımız üniversitelerimiz gerçek Türk münevverleri i- -

(Dsvantı 11 nci sayfad£î i L>|. . . . .^ u m vwı >J.ıv-,w r ,w. T . _

(Davamı

«İŞBİRLİĞİ

kimlerin zararına kurduğu hiç düşünülmemesi garip değildi. Dünkü dünyanın bütün beUi baş lı haber ajansları, gazeteleri, ka lemleri, radyoları televizyonları ve filim şirketleri Yahudi ırkı­nın destanını anlatmakla görev­lendirilmişlerdi. Telaviv'in itle ri sene oniki ay gece ve gündü.-, Musa Kavminin efsanesini tek rarlıyordu. İngiliz, Amerikan. Sovyet basınında olduğu gibi Türk basınında da bunların ürü meşinden geçilmiyordu.

Halbuki, İsraU İslâm milletle rinin bağrı üzerinde kan ve a teş harbiyle kurulmuştu. Yirmi yıldan beri kadınıyle. çocuğuy-le, ihtiyariyle bir müyon Arap çadırlarda yaşıyor ve ancak Bir leşmiş Milletler Teşkilâtının da ğıttığı yiyecek paketleri sayesin de açlıktan ölme felâketinden yakalarım sıyırabiliyorlardı Her Allanın günü Arap köyleri bası liyor kadjnlar ve çocuklar öldü rülüyor, tarlalar tanklar tarafın dan çiğneniyor, İslârmn şerefi

iki buçuk milyon Yahudinin tü kürüğü ile sıvanıyordu. En bü yük şerefsizlik içinde çiğnenen İslamın haysiyeti, dökülen Ara-bın kanı ve rrülyonlarca insanın ızdırabı her nedense Tel—Aviv'-in kiralık itlerinin olmayan vic danlar^na sığıyordu. • ŞIMARIKLIĞIN SONU

Yıllarca evvel orta doğuda Müslüman Milletlerin haremi is metinde bir Yahudi devletinin kurulmasını plânlıyanlar bu ha roketleriyle haçlı seferlerinde yapamadıklarını gerçekleştir­mek istemişlerdir. Haçlıların aşamadıkları ve Kılıç Arslanın koçyiğitlerinln nöbet tuttukları dağlar, dolar ve sterlin kanat larının üzerinde aşümış, İsla mın şerefi olan Kudüs'ün varoş larında tükenen haçlı savleti, Selâhattinl Eyyubl ile alay edi lerek daha birkaç ay evvel İsra il komandolarının istilâsına a-çılmıstı.

Hani insanlık nerdeydi? Hani bundan asırlarca önce İslâmiye tin şerefi olan Kudüs için top rağa düşen onbinlerce şehidin ruhları böyle mi çiğnenecekti?. Yahudi birlikleri Kudüsü istilâ ederken Bursa Çelik Palas Ote linin eski müdavimlerinden o-lan Türkiye'nin Dışişleri Bakanı ÇağlayangU. kimsenin dinleme ye dahi tenezzül etmediği cılız sesiyle sadece «Biz kuvvet yo-luyle toprak kazanılmasını tas vip etmiyoruz» mı demekle ye tinecekti? Kudüsün Yahudi iş­gali altına girmesini Araplar i-çin değil K^ıç Arslanlar, Atabek ler, Selâhattini Eyyubiler ve ni ce kahramanların aziz hatırası için şiddet ve nefretle protesto etmek boynumuzun borcu değil miydi? • OYALA CİİTSİN

POLİTİKASI İsrail'in hayasız saldırıları

yirmi yıldan beri aralıksız de vam etmektedir. Hiç yoktan Fılistinin hemen hemen hepsi a hnmış, Kudüs elden gitmiş, çöl leri sulayan ırmakların hepsinin kontrolü ele alınmış, Gazze iş gal altına girmiş. İsraU topları sabah akşam Süveyşi bombalar ken, Ürdün köylerinde yirmi yıl dan beri yüzbinlerce insanın ca nına kıyılmıştır. Gaddarlığın en korkuncu Araplarm başına bir felaket örümceği gibi ağını ger mistir. Bütün bu haksızlıkların karşısında ihtar üstüne ihtar vermekle yetinen Birleşmiş Mil letler Teşküâtı ve büyük devlet ler, Orta Doğuda akan müslü-man kaıanı durdurmayı dahi düşünmemişlerdir. Bir kaç gün den beri Nevyorkta toplanan A merikan, İngiliz, Sovyet ve Fran sız temsilcileri sözüm ona Orta Doğaya getirilecek barışı hazır larnnkla meşguldürler. Aslında yirmi yüdan beri seyrelmekten bıktığımız «oyala gitsin» oyunu bir daha sahneye konmuştur.

Sanki Allah İngiliz altım alarak İslâmın şerefini korumak için Arap çöllerinde savaşan kahr» man mehmetçiği arkasından v» ran Arâbın günahını unutmamı» gibidir.

Ganalı General!.

GANA Üç yıl önce eski altın sahili

Gana'nın biricik lideri Kıvama Nukumah'ı iktidardan düşüren general Ankra, beyaz bir ihtilâl neticesinde kendi kabinesinden Maliye Bakanlığı görevini ifa e den genci al Afrüa tarafından devrilmiştir. B İHTİLALİN SKBEPLERt

İstiklaline kavuştuğu 1907 d<?n beri zenginliğiyle ün salmış olan bu memlekette eskiden heri bütün siyasi buhranlar siyasi şahsiyetlerin rüşvet, irtikâp ve suistimallerinden ötürü ortaya çıkmıştı. Eski İngiliz sömürgesi altın sahili 1957 yılında Gana ismiyle müstakil bir devlet ol duğu zaman, hazinesinde 5 mil yar liraya yakın dövizi vardı. A kü almaz bir hovardalıkla Ga­na'nın servetini har vurup har man savuran ilk cumhurbaşkanı Kıvama Nukumah, diğer taraf­tan da «Afrika sosyalizmi» gibi hiç kimsenin anlıyamadığı bir doktrininin kahramanlığını ya pıyordu. Gananm uçuruma git tiğini gören askeri liderler 1966 yılında Nukrumah'ı devirmiş v» devletin iktisadi varlığının bilân çosunu yapmışlardı. O zaman Gana'nın iki milyar lira borcu nun olduğu tespit edilmişti.

Son beyaz üıtüâl yine paraya dayanan skandallardan ölürü o» luyoıclu. Meselâ General Ankra nm bir yabancı şirketten 200 bin lira alldığı tesbit edilmişti. Bu yetmezmiş gibi dünyanın en zengin Boksit yataklarına sahip olan bu memlekette, imtiyazla rm açıklan açığa pa r a üe satıl djğı herkesçe biliniyordu.

(Davamı 11 nci sayfada)

Page 8: ev Türk kendine dün - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_002_yeni_4809.pdfShakespeare, Geothe, Dostoyevski, Sokrat, Eflatun, Aristo, Des S ... kespeare'i, bir Alman Geothe'yi

DEVLET * 14/NİSAN/1969 * SAYFA : •

fikir sistemleri ve doktrinler İnsanoğlunun kafasında, önce birbiriyle irtibatı olmıyan basit elemanlar halinde teşekkül eder.

Şartların tahriki ve zamanın seyri İçinde süratle çoğalan bu basit unsurlar, belirli bir yoğun luğu astıktan sonra bir mıkna­tısın tesir sahasına girmiş de­mir zerrecikleri gibi birbirine yaklaşıp temasa gelir ve irtibat tanırlar. Başlangıçta bu İrtibat» hır bütün unsurlara şâmil olma dığı gibi belirli bir kuvvet ve keskinliğe de sahip değildir. Do ku basa yerlerde kopuk ve bü­tünüyle siliktir Zamanla: bir taraftan sahaya yen) elemantarnt katılması, bir taraftan da —ta bir caizse.§ alanda mıknatıs şid delinin artması sebebiyle rabıta lar hem bütün ünitelere vavılır, hem de kuvvet kazanıp bariz bir şekle kavuşarak birbiriyle ir tibatsız elemanlar bir sistem ol ma haysiyetine ulaşır Ondan sonradır ki, fikir ni&mndan ta-mamiyle hareket plânına geçilir.

Esas konumuza geçmeyi de sağlaması itibariyle, burada üze rinde durulması İktiza eden en önemli husus şudur:

Basit fikir elemanlarının te­şekkülü, birbirine yaklaşıp tema yül, kaynaşıp sistem haline gel mesi, uzunca »ir zaman aldığı: sistemleşmenin bazı özel saha­larda daha çabuk ve bariz di­ğer bazı sahada yavaş ve belir siz bir şekilde cereyan ettiği he saba katıldığı takdirde; fikirle İ rin hareket haline geçmesi İçin, sistemin tamamen teşekkülünü mü beklemeliyiz? Yoksa bîr ta ( raftan fikir plânında sistem ta mumlanırken bir taraftan da sis tem içinde sarahat kazanmış Ü niteler hareket plânına mı Inti kal ettirilmelidir?

Bu suale cevap vermeden ön ce zannımca hareketin (kuvvetin) müessiriyet derecesi ve bunun için de zaman ve mekân Itiba riyle teşmil veya teksif edilece ği saha üzerinde durmak fayda U olacaktır.

Haraketin gayesi müessir ol­maktır. Müessiriyet sadece kuv ve t e değil, kuvvetin zaman için de dağılımına, yani güce bağlı dır. Muharrik kuvvet aslında faydalı ve müessir bir hareket doğuracak güçte olabilir, bu du rumda bir problem ve dolayısiy le yapılacak bir şey de yoktur. Fakat her zaman durum böyle değildir. Bazı hallerde hareketi doğuran kuvvet tahripkâr bir tesire ulaşacak kadar güçlüdür.

Bu durumda mücssiriyetin dere cesinl faydalı ölçülere indirince ye kadar kuvveti zaman içinde daha geniş bir andığa yaymak Icabeder. Bara hallerde de kuv vet müessir bir hareket doğur» cak güçte değildir. Bu güce ulaş ttude içki zamanın daha dar bir aralığına teksif edilmek veya ço galtümak durumundadır.

Bütün bunlardan çıkarılacak Ü* netice şudur. Bir fikir siste­minin harekete geçebilmesi için belirli bir tekamül seviyesine itişip muayyen bir kuvvet ka banması ne kadar önemli ise, aym fikir sisteminin, edindiği kuvvet ne olursa olsun belirli bir zaman ve mekan andığına (belirli bir muhite) teksif edilip ^Üessiriyete ulaştırılması da o

Türk Milliyetçiliğini!*

hareket, fikir dengesi M

kadar önemlidir. Bunun pratik neticesi de biriken potansiyelin ve sağlanan kuvvetin azlığının harekete geçmeye değil, hareke ti sınırlandırmaya mazeret teş­kil edebileceğidir

Fakat her nalûkârda hareke­tin müessir dozda olması vazge çilmez bir prensiptir

Mesleyi daha iyi İzah edebil mek gayesiyle harekete geçmek İçin kâfi kuvvete ulaşana kadar bekleme ve fazlaca beklemeden her kuvveti harekete geçirme ge reğine dair bazı müşahhas misal ler vererek ayn istikametteki bu iki gereği telif etmiye çalışalım.

Meselâ müessir büyüklükte bir tesis kurabilmek için 400 Lt. /sn'lik muntazam bir debiye muhtaç olduğumuzu ve muhte

debiyi tabii haliyle İntizama ka vııstıırarak 'vdhırlen almak

Her İki -nisalrie de görülüyor ki kuvvet* zamanın her nokta sında müessir hâle getirmeğe çalışırken bunu beklemeden za manın muayyen bir aralığına teksif suretiyle, bu aralıkta mü essir hale «etinmek de mümkün dür İkincisi birincisine mani değildir: Üstelik azunsanmıya-cak ilâve bir imkân da bahşet mektedir

Ankara nm ıkı semti olan Çan kaya'dan Aydınlıkevlere dolduk ça hareket tmei* suretiyle.

1. 50 kişilik otobüslerle. 2. 10 kişilik dolmuşlarla yol

tu taşındığını düşünelim Otobü se ilk binen kişi kendinden son raki 49 kişiyi, dolmuşa ilk bl nen İse sadece kendinden son raki 9 kişiyi bekliyecek Çok

Av. Orhan TÜRKÖZ

lif debilerde akarsularımızın var lığını düşünelim.

I. Halde akarsuyumuzun debi si 300—350 U/Sn arasında de­ğişsin 300—350 rakamı müessir doz olan 400 Lt, sn nin altında olduğu için yapılacak üç şey vardır.

1. Hiç bir şey yapmadan gü nün birnde debinin 400 Lt/Sn' yeye ulaşmasını beklemek.

2. 800—350 Lt/Sn arasında a-kan debiyi küçücük bir barajla meselâ 300 güne teksif ederek bu müddet için müessir dozun üstüne çıkıp geriye kalan 65 gün için, debiyi sıfıra düşürmek ve sadece bu süre için bekle­mek (zamana teksif).

S. Kuvveti zaman İtibariyle teksif edemiyorsak elde edilen enerjiden istifade edecek, söz gelimi aydınlatılacak sahayı ve tesisin çapım küçülterek hidro lik kuvveti daha büyük bir sa haya teşmil yerine, küçük bir sahaya tcsif etmek. (Mekana teksif)

II. Hâlde, akarsuyun debisi 200—«00 Lt/Sn. arasında değiş-sut ve senenin 100 gününde 400 Lt/Sn'nin üstüne çıksın bu du rumda da mevcut ihtimaller şunlardır,

1. Debinin 400 Lt/Sn'nin üstü ne çütUğı gayrimuayyen günle ri beklemek,

S. Bir yandan debi dağılımını fcsaatPs muntazam bir şekilde yayarak bekleme süresini asga­riye ve hatta sıfıra indirecek iş temleri yaparken bir yandan da

kaba bir hesapla dolmuşa ilk bi nenin bekleme müddeti, otobü­se İlk bineninkine nazaran 5 de fa daha az olacak, her 30 Sn. de bir yolcu geldiğini düşünsek 50 kişinin dolmuşla nakledilme si halinde, beş sefer toplamı o Iarak dolmuşa ilk binenler so nuncu yolcu gelene kadar 3250 kişi/Sn. lik bir müddeti bekle­meyle geçirecekler, aym nakliya tın otobüsle yapılması halinde bu miktar 3825P kişi /Sn. ye ula şacak bu da bir kişinin 8 saat 20 dakika bo- beklemesine teka bül edecektir.

Otobüsün taşıdığı yolcu adedi büyüdükçe bu zaman artacak, küçüldükçe azalacak otobüs ve dolmuşun kişi başna masrafları m da mukayese suretiyle diğer lerinl beklemeden harekete geçi rebilecek optimum sayı büyük lüğü bulunabilcektir.

Ayda 500 Tl. tasarrufu olan bir insanın 120.000.— Tl. lik bir daire yaptırması söz konusu ol sa Hatların sabit kalması halin de 20 sene beklemesi gerektiği halde*, aym durumda olan 20 ki sinin tasarruflarını biriktirip bi riken her 120.000 lirayla bir dai­re almaları ve bunu 500 TL ay lıkla kiraya vermeleri halinde hepsinin ev sahibi olması için 1 sene 7 ay kâfi gelecek tasar rufa aym şekilde 20 nci seneye kadar devam edilmesi halinde kiraların da ilâvesiyle yaklaşık olarak 120.000 Tl. ük bir imkân daha teraküm edecektir. Bu mi salde bize bekle#ıe yerine bir leşip teraküm eden ilk imkânla rı harekete geçirmenin 20 sene lik bir zaman periyodu içinde başka bir şey ilâve etmeden 0/0 100 imkân artışı kazandırdığım

göstermektedir. Bir sulama sistemi regülslör.

ana Kanal sekander ve tesiyer kanalların inşaatından sonra an cak fonksiyonunu İfa edebilir, şayet inşaatta önce regülatör sonra sırayla ana kanal, sekan der ve tersiyer kanallar İnşa e-dilirse. sistem ancak İnşaat ne riyodunun sonunda tamamıyie fonksiyon ifa edebilecek hale geldiği halde, başlangıçta ana kanalın muayyen bir noktasına kadar sistemin sekander ve ter siyer kanallarıyla İnşası, sonra Oûncl ve üçüncü kısımlarının aym şekilde devamı halinde İn saat periyodu içinde dahi. yıl dan yıla artan bir sahanın his mete arzı suretiyle ilâve bir Un kânın kazanılması mümkündür.

Verdiğimiz bu müşahhas mi salleri büyük bir bata yapma­dan fikir ve hareke* planına da aktarabiliriz. Milliyetçilik fikri bütünüyle bir sistem ve doktrin haline gelmeden onun teşekkül ve tebellür eden üniteleri, siste min içindeki yeri iy» tayin edil mek suretiyle, bütünlüğü bozma mak ve bütünle irtibatı kopar mamak kaydıyla tatbikata akta nlabilir.

Bu şekilde bayatm seyri İçin de gelişen bir doktrinin realite ye intibak kabiliyet' daha yük sek, yanılmalar küçük üniteler­de cereyan «Mİeceği için tashihi kolay .israf edilen emek. mal/c me ve zaman daha az olur, özet olarak fikrin harekete intikali daha ekonomik bir tarzda tabak ku eder.

Ancak, sistemin üniteleri pey derpey tatbikata intikal ettiri­lirken hareket plânında da sis­temin bütünlüğünü sağlamak i-çin ünitelerin temas satıhları ve irtibat noktalan ya tesbit edil ineli ve iç sürtünmelere mahal verilmeden birbirine raptedile bilmelidir.

Sistemi bütünüyle ve müessir bir şekilde harekete İntikal et tirecek kadar hazırldt ve kuv vete sahip olmadığımız zaman onu belirli bir mekân ve zaman aralığına teksif etmek suretiyle müessir kılabileceğimizi, bu tak dinle hareketin fasılalı olmak durumunda olduğunu, verdiği­miz müşahhas misallerle İzah et­miştik. Burada üzerinde durula­cak çok önemli bir nokta da şu dur: İki hareket arasındaki fası la intihaların birbirine eklenme sine meydan venniyecek kadar uzun; müessiriyeti ihlâl edecek

«adar «s» »anamalıdır Vuru lan daroe düşürecek kadar kuv veth def tarbe arasındaki tası İS marsımızda kınlp ayağa kalk masına meydan vermiyecek ka dar kısr olr-ah. fakat ner hah kârda eüçlö bir yumnık vürie» ce 'iskeve tercih edilmelidiı

viillivpteilieir sistem ve do" trin 'talim çetinim tahmin <çm değil fiili bir tan sim içfnrdİT "erşev eibi fikir»-rin de essüdiğ kullanıimadıkc? dumura vP \dıe» nazara al"-" cak olurst İkrin sistem haline getirilmesi ••** beklemek bazar fille ntikaimi ünkâpsr* da kıla bilir Hlc denilse İptidai »eklin mükemmel hale çelmesine ka dar reçen geniş bir zaman ara lığında kullanılması İmkânım ortadan 'çaldırır

Otomobil sanayiinin kurulma sı İçin projelerin bugünkü seri yeye kadar geliştirilmesi gerek se İdi. hem bu günkü seviyeye bundan çok daha uzak bir ta rihte ulaşacak, hem de aradaki devrede hturünkü kadar mükem mel olmasa da kullanılmış bu liman atomobillerin arzettiği Is tifadeden mahrum kaimi? ola­caktık

Yumruk kadar bir kar parça sun yamaç aşağı yuvarlamak su retivle «eskil edilen büyük bir çığı. kar parçalarını İnsan eliy le toplamak suretiyle yapmak bilmem ne kadar akıllıca bir tştir.

Bir müstevli orduya karşı sa yasmak için ordu plânlarının hazırlanmasını beklemek yeri­ne, teşekkül edecek İlk manga ya kat,lmak üzere silâhı kapıp dağa çıkmak ilk mangayı da bir takımın, takımı bölüğün-ılahlr içinde yer alacak şekilde tanzim etmek nazariyeye aykın olmadığı kadar, pratiğe de yat km olan bir davranıştır.

\kıllı bostanc, kavunları aynı anda hasat etmek için mahsu­lün yansını çürüten değil, yıl sonunda en çok bostan kaldıran dır

Düşen her yağmur damlasının görevi bir diğer damlayla buluş mak için yola çıkmak ve nehre ulaşmaktır Yoksa etrafında bir nehir teşekkül edene kadar bek lemek değil.

Sözlerimizi bir kaç prensip al tmda özetliyerek yazımıza son verelim.:

1. Türk milliyetçiliğinde her fikir derhal tathikal,n mihengl ne vurulmalı fikir ve hareket uygun bir terkip içinde aym yerde, aym anda birlikte bulun malıdır.

2. Hareket sürekli ve müessir olamıyorsa, kesintili fakat mü­essir olmıyan hareket bir israf tır- Türk milliyetçiliğine fayda sı yoktur

3. Müessiriyet kazanmanın as ti ve ideal yolu kuvveti arttır­maktır.

4. Kuvvet arttırıiana kadar saha (zaman ve mekân itibariy le) tahdit ve kuvvetler teksif e dilmelidir.

5. Ancak sahanın daha da kü çültülmcsinin münasip olmadığı hallerde kuvvet müessir doza u laşana kadar beklemek zaruret halini alabilir

GELECEK SAYIMIZDA MİLLİYETÇİ TOPLUMCU

DOKTRİNİN ESASLARI

Dr. KURT KARACAN

Page 9: ev Türk kendine dün - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_002_yeni_4809.pdfShakespeare, Geothe, Dostoyevski, Sokrat, Eflatun, Aristo, Des S ... kespeare'i, bir Alman Geothe'yi

ÜVUET * 14/NİSAN/1969 * SAYFA: 10

FİLM KONTROL KOMİSYONU VE

DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ Oğuzata ALTAYÜ

Her ülkenin sineması kendi toplumunun yapısında vücut bulur. Toplumun kıymet hükümleri özünü teşkil eder. Bu öz yine kanunlar tarafından korunur. Baa toplum müesseseleri bu görevi yerine getirmek 1te yükümlüdürler.

Bu cümleden olarak memleketimizde, sinema İle seyirci •rastna devlet otoritesi olarak yapıcı bir hüviyet 1le giren bir müessese vardır: Film Kontrol Komisyonu.. 2559 sayılı Polis Vazife ve Seiâhiyetlerl Kanunun 6. maddesi uyarınca 19 Tem­muz 1939 tarihli nizamname İle teşekkül eden bu komisyo­nun üyeliklerini; İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı, Genelkur ' may Başkanlığı temsilcileri yapar

Halihazırda memleketimizde, eğitim, öğretim alanında ve kültür kalkınmamızda önemli bir yer teşkil eden sinemamızın değeri, ne yöneticilerimiz, ne prodüktörlerimiz ve nede se­yircimiz tarafından gerçek manası ile anlaşılamamıştır. Oysa batı milletleri sinemayı bir okul haline getirmişlerdir, öyle bir okul ki. talebesinin her ihtiyacına cevap verebilmektedir.

Bu önem vermeyisin yanında, kanunların gerçekten uy­gulanmadığına da şahit oluyoruz. Yeşilçam bu kötü gerçeğin uygulama alanıdır.

Film Kontrol Komisyonunda, önce senaryo ve sonra film •Imak üzere ikili bir kontrol yapılır. Filme alınmasına mü­saade edilen senaryonun kararını alan yapımcı, filmin çekile eeği mahallin valiliğine tekrar bir müracaatta bulunarak çe­kim müsaadesi ister Valilik çekime müsaade ettiği taktirde, filmin senaryoya uygun çekilip çekilmediğini kontrol için em niyetten bir memuru film setinde vazifelendirir. Film, çekimi tamamlanınca Fitm Kontrol Komisyonunda incelenir. Senaryo suna uygun çekim yapıldıysa, halka gösterilmesine müsaa­de edilir. Kanuni formalite bunlardan ibarettir.

Kontroller yapılırken nizamnamenin kontrolle ilgili mad­deleri ve maddelerin çok muğlak olması sebebiyle üyelerin şahsi görüşleri çok önemlidir.

Bu maddeler zamanın İhtiyaçlarına cevap veremediği gibi detaylandırılmamıştır. Misâl olarak Film Kontrol Nizamname­sinin 7. maddesinin 4. fıkrasını ele alalım. Bu madde din pro •ogandası yapan filmleri yasaklar. Aklımıza bir soru gelecek­tir, hangi dinin propagandasını yapan filmler, diye.. Din pro-pogandası yapılsa yapılsa ayrı dinden olanlara karşı yapılır Nüfusunun % 97,5'u müslüman bir ülkede, söz gelişi islâmi­yet propogandası yapılıyor demek idraksizlikten başka bir şey değildir Ancak zayıflamaya yüz tutmuş dini inançları kuv­vetlendirmeye çalışmakta din propogandası değildir. Bunun yanında memleketimiz her yıl kasıtlı olarak ve Hıristiyanlık propogandası yapan filmlere Film Kontrol Komisyonu kendine bas «estetik anlayışı» ile müsaade vermektedir, işin düşündü rücü noktası bu gafletin görülmemesi. Yine bu da gafletin baş­ka bir çeşidi

öyle ki yapımcı adeta himaye edilmektedir. Bu gün Ye filçam filmlerinin büyük bir yekûnu kanuni formaliteler yeri­ne getirilmeden yapılmaktadır. Yapımcı filmini çekmekte da ba sonra senaryosunu kontrole göndermektedir. Çıkarılan seks sahnelerinin yerine dakika hesabı ile yenisi eklenmektedir. Bu •uçun kanuni müeyyidesi 50 Kra olduğu İçin İşletmeci hiç bir endişe duymadan İstediği filmi oynatabilmektedlr.

Büyük bir kısmı emniyetin kontrolünden uzak çekilen film terden valilikler habersizdir Daha sonra suç unsuru buluna­rak mahkemeye verilen sinemalar mevzuat yetersizliğinden kurtulmuşlardır Öyle zannediyoruz ki, bu durum, uzun bir saman devam edecektir. İdraksizliğin doğurduğu bu şuursuz­luk bizi her gün biraz daha uzaklaştıracaktır Türk'ün kuvvet­le yıkı famı yacağını anlıyan Batı Küftür Emperyalizminin. Slyo nizmin ve Komünizmin müşterek politikaları Yurdumuzda bu ortamın doğmasını beklemekten ibaret değ'I midir

Kendinden şüpheye düşen, kozmopolit bir hayat anlayı­şında kendini arayan genç zihinlerin bu durumundan, elbette ki onlara bir ülkü ve ideal aşılayamıyan, yol gösteremiyen ida­recilerimiz sorumludurlar «Gün bu gün» zihniyetini millet ha yatımıza sokanlar, tarih önünde mahkûm olmaktan kendileri • i kurtaramıyacaklardır

Yarın için Allah Kerimdir ama Kerim'in Kuyusu da derindir.

• : • . (

*

*

*

* * * * • F «

Kuzgunlardan Seçmeler AMERİKA CHP. 'YE ÇENGEL ATTI!

Bu bir sosyalist iddiası. C, H. P.'de Ortanın so lunda ama liderleri Amerika yolunda!

Olabilir. Bugün aşın solcu yazarları da teker teker Amerika'ya gittiler, geldiler daha beter oldu* lar. Bence solcu mecmuanın asıl telâşı bu olsa ge­rek. Dönenler, bizden beter solcu olup ba^mıza dert olurlar diye koparıyorlar kıvameti.

YENİ ÖRGÜTLER

Yepyeni bir örgüt daha kurulmuş. Ve hemen beyanat vermiş: «San yirmibeş kuruşa hasret Türk Köylüsü ve işçisi» adma... Merkez Bankasının yap tığı işe bakın. Sarı yirmibeşlikleri toplamağa baş­ladı demek. Ama beyazları toplasa idi, o zaman da «beyaz yirmibeşe hasret» diyeceklerdi.. Hükümet solcularla ciddî bir mücadele açacaksa işe her renk para çıkarmakla başlamalıdır.

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

Fazıl Hüsnü Dağlarca Amerika'dan; «yaşıyan en önemli bir Türk şairi» ödülü alarak, 10 bin do­larak almış. Sol ne ile besleniyor diye merak eden lere Amerika'dan sevgilerle duyurulur!

Parayı cebe koyup Amerikayı protesto etmiş. Akşam da buna biraz dokunmuş. Anlaşılıyor ki pa­rayı iç etti, bizim Fazıl Hüsnü. Yoldaşlara pek kok-latmadı.

ncçu

.

DUM. DÜM »»

AÇIK OTURUM

Olgun başak çıkmıyor; havalar kurak gibi Isırganlar ülkeyi sardı bıtırak gibi Hele şu T.R.T.'nin açık oturumlan, Bütün rouhtevasiyle, açık oturak gibi..

NURLU UFUKLARDA SESLER

Personel kanunu için Başbakan: Çıkacak Eylüle, Ekime dedi. Memurlar ah ile figan ettiler; Bakkal, kasap, manav I...e) dedi!

N. G.

— Tefrikayı gördük millet'te Toplandık bir bir Devlet'te

— Emre amadedir her an Dftvle.t'e htrmette bu can.

Bir Devletlû j mmmm mmmmm mmmt, aaaaai mmmm »Mmmm

I

* * * * * • • • • • * * * ÖTÜKEN

Y A Y I N E V İ S U N A R

ir GENÇ TEMUÇİN — Cengiz DAĞCI

• ÇAĞLAYANLAR — Ahmet Hikmet MÜFTÜOĞLU

* HARİSTAN VE GÜLİSTAN — Ahmet Hikmet MÜFTÜOĞLU

* BİR SİPAHİNİN ROMAN! — Piyer LOTI

* FATİH - HARBİYE — Peyami SAFA

*.

Page 10: ev Türk kendine dün - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_002_yeni_4809.pdfShakespeare, Geothe, Dostoyevski, Sokrat, Eflatun, Aristo, Des S ... kespeare'i, bir Alman Geothe'yi

Niçin Türkistan değil de Vietnam j

Tarihi beş bin yıl öncesine uzanan büyük Türk milletinin orta Asyadaki Anayurtlarından batıya doğru akışının birçok sebepleri »ar dır. Asya bozkırlarında asırlarca hüküm sürmüş, çeşitli isimler al­tında birçok devlet ve imparatorluklar kurmuş olan Türklerin en a-KOMŞU düşmanı Çinliler olmuştur. M.Ö. Büyük Hun imparatorlu-ğuyla tarih sahnesinde görünen Türkler; bunu takiben Görtürk, Uygur, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve nihayet Osmanlı hm»I paratorluğu adı altında cihan hâkimiyeti kurmuştur. Türkler; Hind ve Çin'den Viyana'ya, Cezair'den Ai taylara, Kırım'dan Basra Kör­fezine kadar üç kıtada at oynatmış, gittiği her kıt'ada büyük mede­niyet eserleri vücuda getirmiştir. Asyanın bir ucundan Avrupa-nın ortasına kadar uzanan ülkelere sahip olmuş Türklerin dünyanın en büyük iki milletinden biri olduğunu Prof- Osman Turan «Türk cihan hâkimiyeti tarihi» veya «Türk Dünya nizamının milli, tslami, ve insani esasları» isimli eserinde şanlı tarihimizin derin felsefe ; sini pek mükemmel bir şekilde anlatmıştır.

San ırkîn süratle artışı tehlikesi karşısında orta Asya'da ya şayan Türk milletinin bir kısmı da Ana yurtta kalmıştır. İşte Türkis-ten, Özbekistan, Kazakistan, Azerbaycan, Ural - Altay ve Kırım bin lerce yıllık Türk ülkeleridir.

Ne yazık ki Türkiye'deki büyük çoğunluk dış Türklerin varlığı hakkında sıhhatti bir bilgiye sahip değildir. Oysa ki onlar tarihleri, dilleri, dinleri, edebiyatları, folkloru, halis örf ve adetleriyle bizim kopır.p.z bir parçamızdır.

Asya Türkleri hiç bir zaman bugünkü kadar talihsiz, mu/darip. Derişen bir devri yaşamamıştır. Dış Türkler arasında bilhassa Türkistan Kızıl rejimin pençesi altında mim inim inledikleri halde hrkh davalarını değil hür dünyaya hattâ Türkiye'deki soydaşlarına bile duyuramamalardır. Her ne kadar Amerika Birleşik Devletleri esir milletler haftası münasebetiyle ilân ettiği kararnamede esir milletler olarak Polonya — Macaristan — Ukranya — Çekoslavak-I ya — Romanya — Doğu Almanya — Ermenistan — Azerbaycan — I Gürcistan — Kuzey Kore — Kuzey Vietnam'la beraber Kazakistan, Türkistanı da kaybederse de Türkistanlıların hürriyet dâvalarını bir Kore veya Vietnam gibi desteklemek ihtiyacını duymaz ve bu dâva Birleşmiş Milletlere getirilmez. Birleşmiş Milletler bir tarafa, Türk basını dahi bu haklı dâvaya yabancıdır. Vietnam ve Çekoslovakya hakkında gazetelerimizde sütunlarca neşriyat yapıldığı halde yarimi; asırdan beri ellerinden vatanları .mallan, hayatları alınan Türkistan Türklerinin kimseler feraydını duymaz. Sol basının solakları acaba neden solcu olmalarından gayri hiç bir müşterek tarafı olmayan Vi etnatnlıların koruyucusu, sanucusu kesilirde aynı dile, dine, tarihe, musikiye, edebiyata, örf ve adeltere sahip bulunan asil soydaşla rtmıza yapılan zulümleri ve onların haklarım bilmemezlikten gelir. Onlar ki Türkistan adını radyo ve basında Çince «yeni toprak» ma nasma gelen «Sinkiang» diyecek kadar gafil ve zavallıdırlar.

Asyanın iki dev emperyalist devleti arasında tampon vazifesi gören ve bu devletler arasında doğu-batı olmak üzere ikiye parça (anmış olan Türkistan son yıllarda hiç rahat ve huzur görmemiştir. Rusyada ki komünizmin kendilerine de tatbik edileceğini gören Batı Türkistanlılar o zamanlar milliyetçi Çin'in idaresindeki Doğu Türkis­tan'a göç etmişlerdir. 1949 da Doğu Türkistan'ın Mao'nun kızıl as-1 kerleri tarafından ele geçirilmesiyle büsbütün perişan olan Türkler Dünyada emsali görülmemiş kahramanlıklarla defalarca komünizme baş kaldırmışlardır.

Yirmi yıldan beri Kızıl Çin işgalinde bulunan Doğu Türkistan, işlenen vahşice cinayetlerle bir cehennem haline gelmiştir. *.,

Biri diğerine rahmet ettiren Komünist taktikleri karşısında Do * ğu Türkistan'ın ahalisi Mao'nun zulmünden her türlü mahrumiyetin hüküm sürdüğü Rus idaresindeki Batı Türkistana iltica etmeğe baş lamışlardır. Türklerin topyekûn imhasını hedef tutan Kızıl Çin milli;! bir katliam siyaseti takip etmektedir. Şimdiye kadar yirmi yıl için de Komünizmin türlü metodlanyla yüz binlerce Müslüman - Türk i şehit edilmiş, bu ölüler yetmiyormuş gibi bütün varlılkarı toprak­ları ellerinden alınmıştır. Halkı nefes alamaz hale getiren bir kont, rol ve baskı ile koca Türkistanı esirler kampına çevirmiştir. Türk I Itıin bin yıldan beri bağlı bulunduğu Müslümanlık kanun dışı ilân ;

edilmiş, Camii ve medreseler kapatılmış, ibadet, din öğrenimi, dinî merasimler yasaklanmıştır. Dini eserler evlerden toplanmış, dini;;' eser yazanlar meydanlarda kendi elleriyle kitaplarını yakmağa K İ r l tanınışlardır. Din alimlerine «Mao-Çe Tung» un «Diri ilah» olduğu ; ve ondan başka Tanrı bulunmadığı yolunda saçma propogandalar yapılması emredilmiştir. Türk nüfusunu eritmek için Müslüman —pf Türk kızları Çinli erkeklerle evlenmeğe mecbur edilmiş, yürüttüğü insanlı kdışı kampanya muvaffak olamayınca sekiz-on yaşlarındaki I Türk kızları ailelerinden cebren alınarak Çin'e götürülmüştür.

Kızlı Çin Emperyalizminin yok etmek istediği hedeflerden biri ̂ ee Türklerin Millî dil ve küitürüdrü. Türkistanda Türkçe dersleri ya­sak edilmiş, Türkçeye sistemli olarak Çince kelimeler yerleştiril-;3*! miş Mitli kültür ve bağımsızlık için çalışan Milliyteçl kahramanları Pantürkîst, Panislamist, halk düşmanı, inkılap aleyhtarı, Amerikan, Rus casusu gibi ithamlarla yıldırmıştır. Milyonlarca tevkif yapılmış üçyüz bin doğu Türkistanlı halkın gözü önünde vahşi işkencelerle I öldürülmüştür. Bir kısım dünya devletleri ve hükümetimiz Keşmir; Filistin, Cezair, Macaristan, Tibet gibi memleketlerin kurtuluş ditfl valarmı Birleşmiş Milletlerde destekledikleri halde niçin koca Türk;] âleminin iniltelerine kulak vermezler? Kızıl Çin istilâsına uğrayan ; Tibet'in kurtuluş dâvası Budistlerin desteğiyle 1959 — 1960 -— 1965 yıllarında Birleşmiş Milletlere intikal ettirildiği halde tıpkı Tibet"; 9'bi Kızıl Çin esaretinde yaşayan Doğu Türkistantn en haklı kur-, tuluş davasında sesini Türkiyemiz de dahil Birleşmiş Milletlere^ işettirecek tek bir anti-komünist devlet ortaya çıkmamıştır.

Ey bütün insanlığın ve haklarının avukatlığını yapan solcular "«•"deşiniz? Acaba sizler Türkistan'ın haritadaki yerini gösterebi-1 '"fisiniz? Zannetmem. NERİMAN ÖZTÜRKMEN I

DEVLET • 14/NİSAN/1969 * SAYFA; t i

Gençlik hareketleri (Başta, afi sayfa 12 de)

ve doğruyu ortaya çıkarmaları lâzımdır. Bu nun zamanı gelmiştir ve geçmektediı Üni­versite öğrencisine Hukukun, İktisadın. Bi­yolojinin. Fiziğin, Matematiğin ögretimesin de kullanılan usûller zaman /aman eskiye­bilir, yenilenir; zaman içindeki gafletin ve eskimenin doğurduğu aksamalar ve bunlarm ceremesi cemiyetçe ödemr Ama öyle gö­rünmektedir ki, genç kendisine üniversite

sıkıntısının sebeplen hakkında doğru t k i r verilmezse, hergün biraz daha doğn, »anr nettigi illüzyonlara kayma istidadım* drr. Bu işin içinde tahrik de olabilir vardır da. Ama tahriki besleyenler üniversite fer miz-den yayılan doğru ışı&uı. daha doÇrusn irfan nurunun keskin tesirini görlcrind • lvs««t-mezlerse Üniversitelerimiz) kendiler de kurtararnıvacaklardır Esase» ha*ka!arvnm kurtarmalarına karsı tedbir* <•<• *n«v :!>•;• te­minatı ile almış bulunmaktadırlar.

Dış o l a y l a r (Baştaınfı 8 nci Sayfada)

• BEYAZ iırriLAi

Gana'dakı son iktidar değişik ligi kan dökülmesine sebebiyet vermedi. General Ankra sessiz sedasız iktidarı Maliye Vekili General Afrifa'ya teslim edip çe kiliyordu. General Afrifa ise bü tün yetkileri parlamentoya bira kıyordu. Böylelikle şansını de-mokratik usullerle bir daha de ııemek isteyen Gana'nın ileri ge len siyasi liderlerinden birisi «niyetimiz eski Fransız sömür pelerinden fildişi sahili cunıhu ıiyetinin siyasî metodlannı de nemektir». diyordu. Fildişi sahi U cumhuriyeti liberalist idare bakımından Afrikaran en çok başarı göstermiş memleketiydi.

Küba hürriyetçilerinin oyala yıp bir kjsmmı yurt dışına ka çırıp bir kısmım da hapishane lere tıktıktan sonra «eskiden be ri ben marxsist ve Lenlnist dü şünceye sahip bir İnsandım, Fi kirlerimi açıklayarnazdım, tira halkın beni lider tanıyacağın­dan emin değildim.» diyen Fi-del Kastro'nun en büyük gayesi Komünizmi bütün Lâtin Ameri kaya yayınaktj. Onu bu niyetin de kızıl Çin ve Sovyetler Birli ği bütün güçleriyle destekliyor lardı. Emelleri sıcak denizlerin istilâsını kıtaları atlayarak ger çekleştirmekti.

• GERİLLA HARPLERİ Diktatör Batista'ya karşı Kü

ba dağlarında yapılan mücadele bütün Lâtin Amerikanın sathını kapayacak olan Gerilla harpleri ne karşı örnek olacaktı. Ayni sistem üzerine eğilen Kastro, Lâ tin Amerikanın birçok memleket lerinden ayartarak toplattığı gençlere önce marıcsist ve le nlrast doktrini aşılıyor, daha sonra gerilla harplerinin bütün inceliklerini öğrettikten sonra onları mensup bulundukları memleketlere iç harp yangınını uyandırmaları için gönderiyor du. Böylelikle Boüvyada. Silide, Panamada ve bilhassa Venezue lada Komünist per̂ UftCjIaruİ si lâhlı saldırıları Lâtin Ameri):a-yı karıştırıyordu.

• ÇİFT CEPHE Komünist dünyasının Brezil

yadaki mutlak ezilme hareketin den sonra en büyük ümidi Ve nezuela idi. Küba kıyılarına ya km olan bu memleketin petrol konusundaki zenginliği Kastroyu cezbediyordu.

Venezuela Komünist Partisi 1962 yılında silâhlı isyan kararı nı aldıktan soma o zamanki re Jim tarafından kanun dışı üân edilmişti. Parti mensuplarının bir kısmı doğrudan doğruya Moskovaran emrine girmiş, bir kısmı da Kübadan ümit bekle diğinden Kastronun çizdiği stra

tejiye göre çalışmaya başlamış­tı. Zaten Rıisyanın da baskısıy le Kastro bütün Lâtin Amerika ya çağrılar yaparak, insan ve para bakımından Venezuelah Komünistlere bütün gücüyle yar dım etmeğe çalışıyordu. Bu gay reüerin sonunda, birisi batıda diğeri doğuda olmak suretiyle iki gerilla cephesi kurulmuş ve dehşet hareketleriyle Venezuela daki meşru rejim yıkılmak is­tenmişti.

Arka arkaya yapılan hamleler den hiç birisi netice vermemiş, gerek ormanlık bölgelerde koy kileri kışkırtmaya çalışan Ko­münistler, gerekse büyük şehir­lerde meydana getirilme istenen kitle hareketleri, büyük bir ka­yaya çarpar, dalgalar gibi eriyip gitmişti.

m KARAKIŞ iriJKÜMEl İNİN TAKTİĞİ

Geçenlerde Komünist taar m

ruzlarının soluğunun tükendiği. •i gören Vent>.uela CurnhâjjiSbaf kanı Kaıdera «Kastrc ısaMarı na karşı taarruz etmek sınığı şimdi bize geldi) diyerek üc farklı tedbiri bir nrayn »etıren bir kanun teklifini Parlamento­dan geçirmeye muvaffak oldu. Bu kanuna göre kızıl tıt-nllala ra karşı önce amansp bir silâh lı mücadeleye girişilecekti Bu na paralel olarak öayat seviye şirin yükselmesi »çın iktisadi bakımdan yeni tedbirle! alına­caktı. Nihayet sasyal bans.ı saf lamak için sınıflar arasındaki a daletsizlik ortadan kaldıruacate-tı.

Kutadgu Bilig iBasliiritt 2 nci Sayfada

Hükümdarlar nasıl hareket etmelidir ki, halk da ona o şekilde itaat etsin.

Böyle bir hükümdarı halk sever ve yüzünü göreyim diye. herkes ona koşar..

O kimleri, uğurlu diye, hizmetine almalı ve yakın tutmalı, kına feri uğursuz ve kötü diye, kendisinden uzaklaştırmak.

Birde nasıl baş kesmell, siyâset etmeli, ceza vermeli; ikinci «I gönüllüler almak için, nasıl feraset göstermeli.

Hükümdarlar nasıl anlayışlı, bilgili, cesur ve kahraman olmalı, nasıl hazineyi doldurup, tekrar akıtmalıdır.

Hükümdar raiyyet üzerinde ne kadar çok kudretli olursa, bütü» işlerinde o kadar rahat ve huzur bulur.

Yukardakl satırlar kitabın nelerden bahsettiğinin bir cüzüdür. Kitabın dört temel taşını tanıtan satırlara da bir göz atalım:

Yine bu kitabın içindekileri söyler; bunu şu dört iyi temel üze­rine kurar.

Bunlardan biri • adalet olup, doğruluk üzerinedir; ikincisi • dev­let olup, saSdet ve ikbâl demektir.

Üçüncüsü - akıl olup, ululuk ifâde eder; dördüncüsü ise - ka­nâat ve afiyettir.

Bunların her birine ayn • ayrı adlar vermiş ve bundan böyle bunları bu adlar ile zikretmiştir.

Adalete Kün • Toldı admı verir ve onu hükümdar yerine koyar. Devleti Ay • Toldı ismi ile zikreder ve bunu onun veziri saya*. Akıla öğdülmiş adını vermiş ve buna da vezirin oğlu demiş. Kanâate Odğurmış adını verir ve buna da vezirin akrabası der. Bunun hikmeti, bak, bu dört temel üzerinedir; bunları tanzin»

İle kitabı tamamlamıştır. Adalet, Devlet (hükümet), Akıl (ilim), Kanaat (din) evet dört

temel taşı... Bu dört temel taşı nedir. Nasıl olmalıdır? Sarsılmaması için ne

yapmak lâzım gelir? işte Türk milletinin saadetinin, kutluluğunun kitabı [Kutadom

Bilig) bizlere 900 sene sonra dahi kasden unutturulmuş, kasde» öğretilmemiş kıymet hükümlerimizi anlatıyor.

Okuyalım ve KENDİMİZE DÖNELİM. Not: Geçen sayıdaki yazımda pek çok mürettip hatası olmuş, satır­

lar karışmıştır. Okuyucularımdan gazetemiz adına özür dile* rîm. E.I.O.

Üniversitelerimizde (Başaralı 6. Saytatau

cin derin bir üzüntü kaynağı olmaktadır. Bugün Türk Üniversitelerinin bir çok bölümle­

rine yerleşmiş olan bu zihniyete karşı genç ve ide­alist bir zümrenin mücadele için harekete geçmiş olması en büyük ümit kaynağımızı teşkil etmekte­dir. Her türlü siyasî kanaat ayrılığı ve hissî davra­nışların dışında, objektif ölçülerle hareket eden bu zümrenin üniversitelerimizin kaderine hâkim olarak onları milletimize lâyık bir seviyeye ulaştıracağına inanmaktayız. Son günlerde bu inancımızı kuvvet­lendiren misâller de görülmeğe başlamıştır. Bu kut­sal mücadeleye yardım etmek ve onu desteklemek her kademedeki Türk münevveri için millî bir vazif* olmaktadır.

s

Page 11: ev Türk kendine dün - ulkunet.comulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_002_yeni_4809.pdfShakespeare, Geothe, Dostoyevski, Sokrat, Eflatun, Aristo, Des S ... kespeare'i, bir Alman Geothe'yi

»EVLET • 14/NİSAN/1969 * SAYFA: 12

SANAYİLEŞME

Bugün tatbik edilen ekonomi sistemine «karma ekonomi» demekten ziyade «karma • karışık ekono­mi • adını vermek daha doğru olur. Devletle fert her sahada teşebbüse yetkilidir. Devletle fert ara­sında ortaklıklar kurulmaktadır, bu şartlar ekono­miyi baltalamakta, özel sektörün teşebbüs cesareti­ni kırmaktadır . _ .

(1) DEVLETLE FERDİN AYNI SEKTÖRDE BULUNMASI:

Devlet teşebbüsü kendisi ile rekabet edilmesi müm kün olmayan şartlara sahiptir.

a) Vergi kaygısı yoktur, kâğıt üzerinde bir ta­hakkuk yapılsa bile ödeme İçin tazyiki müm kün deqildir. İster İstemez ertelenir.

b) Maliyet, kâr. zarar kaygısı yoktur, netice ne olursa olsun hazine tarafından karşılanır.

c) Kredi, faiz, vâde meseleleri onu ilgilendir­mez, Maliye Vekâleti çare bulmaya mecbur

dur. d) Devlet sektörü vazıı kanunun malıdır, bu va­

sıflara sahip olan bir müessese ile karşı karşıya bulunmak cesaret kırıcı neticeler verecektir.

O halde devlet sektörünün varolmadığı sahala­ra özel teşebbüsün kayması tabii olacaktır. Fakat yatırımcı fert bir gün devletin o sahaya da el atıp • atmıyacagını bilemez ve sonuç olarak ferdi teşeb­büs İnşaat vs. gibi müstehlik yatırıma yönelecektir, ve Türkiye'de olan da budur.

(2) DEVLET FERT ORTAKLIĞI: Devlet - fert ortaklığı devletle ferdin aynı sa­

hada çalışmasından doğan mazarratlara karşı, bazı açıkgözlerin bulduğu bir paratoner'dir. Neticede de bazı fiilî inkişaflara sebep olmakta, serbest piyasa­nın temel unsuru olan rekabet'! ortadan kaldırmak­tadır. Bu ortaklıklarda fert;

a) Ucuz ve uzun vadeli kredi bulmakta. b) Devlet tesislerini mutlak müşteri lehine ge­

tirmekte. c) Devlet otoritesini lehine müdahale için kul­

lanmaktadır. neticede fert için esas olan kârlılık olduğundan dev let imkânları da istihlâk malları İstihsaline alınmak­tadır.

Her iki uygulama İçin birer örnek verelim; Tekstil sahasında hem devlet hem ferd vardır,

herhangi bir gün devlet munzam bir masraf için pa­ra ihtiyacı duyabilir ve bunu temin etmek maksa-dile de dokuma fiatlarına 10 kuruş zam yapabilir, ay m sahada çalışan Bay S. veya Bay B, depolarında kaç milyon metre bez varsa o kadar milyon 10 kuru şu hesap dışı kazanacaktır. Bu haksız bir kazançtır.

Buna karşılık hükümet seçimlerde bîr miktar fazla rey ümidiyle dokuma flatlarında 20 kuruş bir indirim yapabilir. O zamanda aynı sahada çalışan Bay S. veya Bay B depolarında kaç milyon metre bez varsa o kadar milyon 20 kuruş zarara girecektir.

Bu tatbikatların ne zaman ve hangi sektörde ya pılacağım önceden tesbit etmek kabil değildir.

Sonuç olarak özel teşebbüs erbabı daima kuş­ku içindedir, ilerive matuf bir hesap yapması bir ya tırım plânı uygulaması bir yana, tasavvur etmesi mümkün deöildir

Devlet ferd ortaklığı İçin de bir örnek verelim : B, V, K. bir salça fabrikası kurmak ister; sermayesi buna yeterlidir fakat bu sahaya

a) Bir gün devlet girebilir. b) Bir başka kişi de ortaya çıkabilir,

bunları önlemek İçin meselâ devletin Ş. Şirketi ile bir ortaklık kurar % 75'i kendinde. % 25'i şirke­tin olmak üzere hisseler tâyin edilir, böylece;

a) Vazıı kanunu lehine müdahale ettirme imkâ nına sahiD olmuştur.

b) Ucuz ve uzun vadeli kredi imkânı bulmuştur, cj Pivasava satamadığı mallarının müşterisi o-

larak devlet müesseselerini garanti etmiştir. Netice olarak bu sahava airecek başka bir mü­

teşebbisin imkânları kapatılmıştır. Görülüvor ki Türkiye'de özel teşebbüsün yatı­

rım yapmamasından sorumlu olan ferdler değil biz­zat devletin ekonomik bünyesidir.

Ayrıca' devlet bankaları da dahil kredi kurumla­rı iktisatçı gibi değil faizci gibi düşünmektedirler. Faiz hadleri (Faiz muhabere ücreti komisyon pul parası) namı altında % 20 vl bulmaktadır. % 20 üc­retle kiralanan parayla yapılan üretimin fiyatı da yüksek olmakta îhtlvac mallarının miktarı ihtiyaç sa hiplerine vermemektedir

Durum sövle özetlenebilir; a) Devlet ferd sahasının karışık olması,

I b) Devlet ferd ortakhöının mümkün olması. c) Kredi müddetinin kısa. faiz hadlerinin yük­

sek olması Kalkınmayı baltalamaktadır.»

Gençlik Hareketleri ve Üniversite

Prof. Dr. Şaban KARATAŞ

- I -Hür dünyada, bu arada memleketimiz­

de, ve demirperde gerisinde meydana gelen gençlik hareketleri yeni değildir. Bunların eskilerinden farkı kendisini daha çok his­settirmiş olmasıdır.

Memleketimizde görülen aktlt gençlik çı kışları baklanda geniş çevrelerin sakin bir tavır takınması manidardır. Bu hareketle re sahip çıkan belirli bazı çevrelerin gö­rüşleri teşhisten ziyade destek veya kına­ma seklindedir. Öyle sanıyoruz ki, bu ha­reketleri beğenenlerin veya yerenlerin tutu mu çözüm arama yönünde değildir. Zira bu bir sosyal problemse veya bir sosyal problemler topluluğunun varlığına işaret­se, beğenmek veya yermek değil, anlamak çözüm getirecektir. Anlamanın bu çağda 1-tiraz götürmesi pek az muhtemelen önemli vasıtası araştırmadır. Ancak, özellikle, mem leketimiz gençliğinin problemleri gibi, bu problemleri temelinde yatan amiller ve te

Izahür şekil lor indeki anlam da araştırma­lara konu teşkil etmiş değildir. Az geliş­miş, çok gelişmiş her memlekette talebe­nin devlet idare etmeye yeltenmesi şimdi­ye kadar bu derece şiddet kazanmadığı i-Çin vapılan araştırmaların deskeriptif dozu henüz oldukça yüksektir. Kaldı ki, başka iklimlerde, başka topraklarda ve başka çev relerde yapılmış yeterli araştırma ve güve­nilir tahlil sonuçlarının bile bu toprağa ve çevreye tatbik kabiliyeti oldukça şüphelidir.

Türkler ulemâ ihanetine ilk defa maruz kalmış bir cemiyet değildir. Tarihimiz, her bakımdan olduğu gibi. yozlaşmış ulema i-hanetl bakımından da örneklerle doludur. Bir defa bu örneklerden alınacak dersler vardır. Ayrıca Türklerde kültür değtetlrme sancılan da İlk defa duyulmuyor. Islâmi-yetln kabulünden evvel ve sonra, Islâmlye tin kabulü sıralarında Türk gönlünde ve ka fasında meydana gelen çalkantıların yapıcı ve yıkıcı sonuçları incelenebilseydi. bunu inceleyebilecek seviyede ilim adamlarımız olsaydı sokağa dökülmüş çocuklarımızın kafalarındaki İşporta malı fikirlerle ağızla nndaki kiralık sloganlar cemiyetimizi bu kadar rahatsız etmlycccktl.

1968 yılında Üniversite içinde bağlıya­rak dışarıya yayılan talebe hareketlerinin çeşitli amilleri vardır. Marcuse, Döbray. Fa non, Reich ve benzeri yazarların dünya gençliğini çılgına çeviren ve herkesin ra­hatlıkla hissedeceği kadar mevcut adaletsiz İlklerden beslenen dâhiyane tahriklerinin bize sıçramıyacağını far/etmek yanlış olur. Türkiye'de bunların müsveddeleri de türe­miş ve değişik kalıplara ustalıkla yerleşti­rilmiş fikirleri hızla yayılmıştır, halen de yayılmaktadır. Mektebin resmî formasyo­nu verini sokağın sağladığı cazip imkânlar la besili bir venl militan formasyonuna terk etme İstidatları göstermektedir.

Türkiye'de insan haysiyetine ve içtimaî sulha davalı bir nizamı kurma ve yaşatma çabaları devamlı zorlamalara maruzdur. Os mnlı münevveri gibi Cumhuriyet münevve ri de halkuı dilini konuşmuyor, halkın duy dugunu duymuyor, halkın yanlısını düzelte cegt yerde onu horluyor. Aslında halk insan haysiyetine dayalı bayat tarzının kültür mo tinerini tevarüs etmiştir. Bu verasetin ye­gâne vasıtası olan aile zinciri gelecek nesU ler için hâlâ değerini muhafaza ediyor. Hal buki insanlık kültür ve medeniyetin nesille re aktarılmasında müessir vasıtalar geliş­tirmiş adına maarif demiştir.

Maarif yoluyla her yaştaki ve her se­viyedeki insana bilgi ve hüner kazandıra­caksınız, yani öğretim yapacaksınız, ayrıca bunları terbiye edeceksiniz, yeni tabiriyle eğiteceksiniz. Hangi devirde olursa olsun maarif insanın kendi değer hükümleriyle besleyerek ve çağın bilgilerini kazandıra­rak başarılı olmuştur. Bu bir muvazene me selesidir. Bu muvazeneyi bozdunuz mu ma­arif kalmaz, yahut işte böyle (Milli Eğitim) namıyla maruf bir uyur gezer olur çıkar.

Her nesi] kendi devrini anyacaktır. Kendini devrinin aynasından seyredecektir. Fıtratta tekâmülü besleyen bu haslet gencin tabiatına yerleşmiş, onun unsuru, hatta en önem» unsuru haline gelmiştir. Bunun böy le olduğu ezeldenberl bilinir. Hazret) Ali (Çocuklarınızı gelecek devirler İçin yetişti-riniz. çünkü onlar sizin devrinizden başka devirlerde yasamak İçin yaratılmışlardır) der. Bütün bunlar gençlik hareketlerinin a-milleridir Bu amillerin incelenmesi, tesir »ekil ve derecelerinin ortaya çıkarılması başvurulacak İlk çaredir.

Acaba bütün bu âmillerin ve bunlara ek

lenebilecek diğerlerinin ters ve kötü yön­deki tesirleri ile üniversitelerimizin işleyiş­leri ve müessiriyetleri arasındaki bağıntı nedir? Üniversitelerimiz daha farklı ve da­ha müessir işleyiş İçinde olursa bu hareket lerin tahribatı azalabilir mi, ters yöndeki gelişmeler olumlu yöne dönebilir mi? Bu soruların cevapları kaba müşahadelerden çı kan sonuçlarla verilemez. Gene de mese­leyi biraz daha yayarak üzerinde düşünmek lâzımdır.

Üniversite seviyesindeki müesseselerin başarıları kısa zaman seyri İçindeki değer lendirmelerle anlaşılamaz, hataları da böy­le. Halen yerlemiş sayılan üniversitelerimi­zin hepsi (İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Ege Üniversitesi) bir kısım maddeleri 115 sayılı kanunla değiştirilen 4936 sayılı Üniver siteler Kanununa göre yönetilmekte ve de­netlenmektedir. Sonradan kurulan bazı ü-nlverslteler (Atatürk, Karadeniz Teknik ve Hacettepe) de bazı ufak değişikliklere rağ­men esas itibariyle bu kanuna tabidirler. Değişik statüde olduğu halde o statünün l-caplarına göre tam İşleyen üniversite Orta doğu Teknik Üniversitesidir. 1961 tarihli Cumhuriyet Anayasası da, her ne hikmetse, 120. maddesiyle 4936 sayılı kanundaki esas statüyü büyük bir titizlikle korumuştur.

Burada meselemizle ilgili konuyu dağıt mamak İçin üniversite muhtariyeti ve ilim hürriyeti konularına fazla girmeyeceğiz. Şu nu belirtelim ki, bu üniversitenin anayasa­mızdaki anlamı ile muhtar olması ilim hür riyetlnin teminat altına alındığım isbat et­mez. Bu. zorbalığın sadece İktidarlardan ge lcecği faraziyesine fazla bel bağlamak olur ve yanlıştır. Fikir ve vicdan hürriyeti bir küldür. Federal Alman Anayasasında bu hür riyet (ilim, san'at ve doktrin hürdür, bu hür riyet anayasaya karşı kullanılamaz) şeklin­de teminat altına alınmıştır ve hudutları da belirtilmiştir. Büyüklü küçüklü bütün ka­nunların gelişmeye açık olması, hareket im kâm vermesi, bilhassa gelişmekte olan ce­miyetler için önemli değil midir? Zorbalık gelecekse bilhassa üniversiteden gelir. Taa-subun ve zorbalığın bütün şekillerini ve kay naklarmı görmüş ve tatmış nesillerin torun­ları defti] miyiz?

Üniversitelerimizin, değişmezliği Ana. yasa teminatı altında bulunan, mevcut sta tüsü ilk balasta her türlü gelişmeye açık görülmektedir. Gerçekten modern standart­larla teçhiz edilmiş hür dünya üniversite­lerinde yapılan İncelemeler, bir üniversite­nin başarısı için aşağıdaki şartların tahak­kuku üzerinde aşağı . yukarı birleşmişlerdir.

1. Millî kültürü ortalama eğitim sevi­yesinin bir hayli üstünde bir incelik ve de­rinlikle anlaşılır hale getirmek suretiyle nesillere aktarmak ve muhafaza etmek.

2. İlimde, san'atta. teknolojide, idarede ve siyasette bilgi ve hüner sahibi seçkin a-dam (ellte) yetiştirmek.

3. Çatısı altında toplananlara öncülükte güç, hizmette sorumluluk aşılamak. Yapıcı tenkidle gelişmiş kafa, değişikliklere açık, tevarüs edilene saygılı...

4. Dünya bilgi hazinesine yeni ve orijl. nal bilgiler katmak, bu değerde adamlar ye­tiştirmek çoğaltmak.

Üniversite çağma gelenlerin hepsinin okutulması dünyada hiçbir devlet tarafın­dan başarılmış değildir, başanlacağı da ko­layca beklenemez, İngiltere, üniversite ya-şmdakUerin yüzde sekizini, Amerika yüzde otuz üçünü okutabilmektedir. Kaliforniya'­da bu nlsbet yüzde ellidir ve insanoğlunun varabildiği en yüksek nisbettir. Biz üniver site çağındakilerin ancak yüzde üçünü okuv tabilmekteyiz. Nlsbetlerden hareket edecek olursak Uim adamı açığımız cidden korku­tucudur. Bizde İlimle uğraştığı farzedilenle* rin nisbeti onbinde birdir. Bu nisbet Ame­rika'da binde altmış, diğer gelişmiş memle­ketlerde binde otuz civarındadır. Bütün bun lar İmkân meselesidir. Müessese olarak ti-nlversiteler yukarıda savdan hedeflere ba­san ile ulaşmakta oldukları inancım ya­rattıkları seviyede halkın İlgi ve desteğimi, hatta büyük fedakârlığını kazanırlar.

Üniversitelerim'/ yukarıda sayılan he­defleri kanunlarında tesbit etmişlerdir. Üniversiteler Kanununun 3. maddesi bu ba­lomdan fevkalâde açıktır. Bütün mesele sa­yılan hedeflere ulaşma istidadı ve derecesi-dlr. Her memlekette olduğu gibi bizde de, ilmî araştırmalı/la hüküm verdiği herkes­çe farzedilen üniversitelerimizin, şu ilmî bl raz da kendi meselelerine tatbik etmeleri

(Davamı 11 net sayfada)