1371

Felsefe Tarihi: Thales'ten Baudrillard'a · FelsefeTarihi Ahmet CEVİZCİ (d. 1959 Bursa - ) İlkokul, ortaokul ve liseyi Bursa’da okuduktan sonra Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya

  • Upload
    others

  • View
    38

  • Download
    1

Embed Size (px)

Citation preview

  • FELSEFETARİHİAhmetCevizciSayYayınlarıYayınYönetmeni:AslıKurtsoyHısımEditör:DeryaÖnderSayfaDüzeni:TülayMalkoçKapakTasarımı:ÖzlemSarıcıFelsefeTarihiAhmetCEVİZCİ(d.1959Bursa-)İlkokul,ortaokulveliseyiBursa’daokuduktansonraAnkaraÜniversitesi,

    DilveTarih-CoğrafyaFakültesi,FelsefeBölümü’negirdi.Felsefe lisansını1982 yılında tamamlayan Cevizci, yüksek lisans tezinde Sokratesdüşüncesini,Platon’unSokratikdiyaloglarıyoluylainceledi.

    Doktora çalışmaları sırasında Fransız hükümetinden kazandığı birbursla, 1989-91 yılları arasında Paris’te, Sorbonne Üniversitesi’ndedoktora düzeyinde araştırmalar yaptı. 1991 yılında “Platon’un BilgiKuramı” adlı teziyle doktora derecesini aldı. 1996 yılında doçent, 2002yılındadaprofesöroldu.

    Başlıca yapıtları: İlkçağ Felsefesi Tarihi [Asa Yayınları, 4. baskı,2007], Ortaçağ Felsefesi Tarihi [Asa Yayınları, 2008, 3. baskı], OnYedinciYüzyılFelsefesiTarihi[AsaYayınları,2007,2.baskı],AydınlanmaFelsefesi [Asa yayınları, 2008, 2. baskı], Etiğe Giriş [ParadigmaYayınları, 2002], Paradigma Felsefe Sözlüğü [Paradigma Yayınları, 6.baskı, 2006], Felsefe Terimleri Sözlüğü [Paradigma Yayınları, 2. baskı,2003], Felsefe [Sentez yayınları, 2008, 2. baskı] adlı kitapların yazarı,Platon’un İdealar Kuramı Üzerine Araştırmalar [Gündoğan Yayınları,1989],MetafiziğeGiriş[ParadigmaYayınları,2001],FelsefeAnsiklopedisi1.cilt[BabilYayınları,2003],FelsefeAnsiklopedisi2.cilt[BabilYayınları,

  • 2003], Felsefe Ansiklopedisi 3. cilt [Babil Yayınları, 2005], FelsefeAnsiklopedisi 4. cilt [Babil Yayınları, 2006], Felsefe Ansiklopedisi 5. cilt[Babilyayınları,2007],FelsefeAnsiklopedisi6.cilt[Babilyayınları,2008]adlıeserlerindeeditörüdür.

    Çevirileri:Felsefe:TemelKavramlarveKuramlar,K.Ajdukiewicz, [SayYayınları 2007], Sokratik Hümanizm, L. Versenyi, [Sentez Yayınları,2007], Platon’un Bilgi Kuramı, F. M. Cornford, [Gündoğan Yayınları,1990], Felsefeye Giriş, N. Warburton, [Paradigma Yayınları, 2006],Menon,Platon,YorumluÇeviri [SentezYayınları, 2007], Phaidon,Platon[Gündoğan Yayınları, 1990], Kıta Avrupası Felsefesine Giriş, D. West,[Paradigma Yayınları, 2001], Büyük Filozoflar, B. Magee, [ParadigmaYayınları, 2001], Postmodernizm ve Sosyal Bilimler, GR. Hollinger,[ParadigmaYayınları,2005].

  • ÖNSÖZİnsanlarmesleki kariyerlerini, genellikle hem alanın normlarını, gerekli

    kıldığı şeyleri veya ihtiyaçlarını hem de kendi yapabileceklerini hesabakatarak planlarlar. Bu ikisinin birlikteliğinden sağlam ve doğru sonuçlarınçıkmasını, en azından boşuna yaşamamış veya kürek çekmemiş olmakadına isterler. Böyle bir planlamayı, doktorayı bitirdiğim sene ben deyaptım. Aslında tam olarak yaptığım bile söylenemez. Çünkü aldığımeğitimin mahiyeti, biriktirdiğim kültürün düzeyi, sahip olduğum araçlarlayeteneklerin ölçüsü ve bu arada, biraz da karakterimden ayrılmaz olanahlakçı tutum, bana çalışma doğrultumu ve tarzımı adeta empoze etti.Diyeceğim o ki bu topraklara beslediğim muhabbet, hayatımı önemliölçüde ve pozitif yönde değiştiren felsefeye duyduğum borçluluk ve buülkedehayatın felsefeninve felsefikültürünyaygınlaşmasıyladahagüzel,barışçıl ve zengin hâle geleceğine olan naif inancım, beni dar bir alandaüst düzey bir uzmanlık tesis etmektense, Türkiye’deki felsefe eğitimiylearaştırmalarına biraz daha geniş bir alanda ve nispeten daha mütevazıveyadahaaziddialıeserlerüzerindenkatkıyapmayasevketti.

    Daha önce kaleme almış olduğum Felsefe Sözlüğü’nün, editörlüğünüyapmakta olduğum Felsefe Ansiklopedisi’nin, yazdığım referanskitaplarının hep bu çerçeve içinde anlaşılmaları gerekir. Felsefe tarihiyleilgili çalışmalarımın da aynı bağlam içinde değerlendirilmeleri gerektiğinidüşünüyorum.Gerçektendebualandakiçalışmalarımı,ilkdörtcildiniveyayaklaşık olarak yarısını daha önce yayınlamış olduğum sekiz ciltlik birFelsefe Tarihi projesi içerisinde tamamlamayı tasarlıyordum. Söz konususekiz cildin tamamlanmasının ardından, yaklaşık üç yıl kadar sonra daİlkçağdangünümüzekadaruzananbütünciltleri tekbir kitaptaözetleyen,tekciltlikmüstakilbirfelsefetarihiçıkartmayıdüşünmüştüm.Yani,2008’inbaşında genişletilmiş ikinci baskısını çıkardığım Aydınlanma FelsefesiTarihi’ndensonra,sıradaOnDokuzuncuYüzyılFelsefesiTarihiileenazikiciltlikbirYirminciYüzyılFelsefesiTarihivardı.Amaprogramdeğiştivetekciltlikfelsefetarihiniçıkarmayıönealmakihtiyacıhissettim.

    Bunun iki temelnedeni var.Birincisi, hayatımda ilk kez, yerel olmayanveyabüyükölçüdesıfırdankendibaşıma inşaetmekzorundaolmadığımbiryayıneviyle,üstelikfelsefealanındakiağırlığınıdahadaartırmayolunagiden köklü bir yayıneviyle çalışma imkânı buluyorum. Uzun solukluolmasınıdilediğimizbuserüvene,birazdahagüçlüvearanmasımuhtemelbir kitapla başlamayı amaçladım. İkinci neden ise akademik hayatıma,uzunyıllardanberiçalıştığımfelsefebölümüveyaFen-EdebiyatFakültesi

  • dışında bir yerde devam etme kararı almamla ilgili. Artık öğretmenyetiştirenbirkurumda,EğitimFakültesi’ndeçalışıyorum,eğitimedahaçokfelsefe katılmasıyla ilgiliyim. Bu yeni durumun, sorumluluklarımı daha daartırdığıkanaatindeyim.Bubilincidışavurabilmek,Türkiye’dekifelsefevebu arada eğitim felsefesi araştırmalarına daha fazla ve daha niteliklikatkılar yapma amacı güttüğümü ifade edebilmek için yeni serüvenime,eksikliğininhissedildiğinidüşündüğümönemlibirkitaplabaşlamakistedim.

    Diğer kitaplarımda gözettiğim temel ilkeleri burada da hayatageçirmeyeçalıştığımısöylemeyeherhaldehiçgerekyok.Açıkveanlaşılıryazmaya, felsefenin en karmaşık, anlaşılması en zor dönemlerini vefilozoflarını dahi, olabilecek en anlaşılır şekilde vermeye çalıştım. Eserboyunca, filozofların düşüncelerini ortaya koymadan önce, yaşadıklarıçağıngenelözelliklerinivermeye,üstelikbunudöneminbütünokullarınıvefikir hareketlerini sınıflayarak yapmaya çalıştım. Perenyal veyakoşullardan tamamen bağımsız ezeli-ebedi bir felsefeye inanmakta çokzorlandığım ve dolayısıyla, hayatımın hiçbir döneminde düz bir fikirlertarihçisi olamadığım için filozofların düşüncelerini üç temel unsurun birbileşkesiolarakdeğerlendirmeyedoğallıklaburadadadevamettim.Buüçtemel unsurun, sırasıyla filozofun içinde bulunduğu tarihsel-toplumsalkoşullarla bu koşulların belirlediği problemler, filozofun kendisinden önceyaşamışfilozoflarınetkilerivefilozofundüşüncelerininfarklılaşıpözgünbiryapı kazanmasını mümkün kılan mizacı ya da entelektüel karakteriolduğunu düşünüyorum. Bu açıdan bakıldığında, benim için bir filozofundüşünceleri, önemli ölçüde onun içinde bulunduğu tarihsel koşulların yolaçmış olduğu problemlere, kendisinden önceki filozoflardan almış olduğuetkilerden de yararlanarak, kendi özgün mizacı ve karakteriyle vermişolduğu tepkileri, getirmiş olduğu çözümleri ifade eder. Bu yüzden bukitaptada filozoflarıngörüşlerini verirken,onlarınçağlarınıveyaşadıklarıdöneminproblemlerini,başkafilozoflarlaolanhesaplaşmalarınıaktarmayaözel bir itina gösterdim. Başka bir deyişle, filozofların düşüncelerini hemkendilerindenöncekilerlehemiçindebulunduklarıkoşullarlailişkilendirerek,olabilecekensistematikbiçimdevermeyeçalıştım.

    Ortayaheryönüyletemiz,kolayokunupanlaşılacak,derlitoplubireserçıkardığımı düşünüyorum. Mevcut haliyle Türkiye’deki felsefeçalışmalarına ve felsefeyle ilgilenen herkese katkı sağlamasını temenniediyorum.

    Ahmet CevizciEylül 2009,Bursa

  • İLKÇAĞFELSEFESİ

  • GİRİŞ

  • FELSEFENİNBAŞLANGICIFelsefe, MÖ 6. yüzyılla 5. yüzyıl arasında kalan bir dönemde, aynı

    anda dünyanın birçok yerinde başlamıştır. Akdeniz’in doğusunda,güneyindevekuzeyinde,ÇinveHindistan’dabirtakımbilgeadamlar,karşıkarşıya kaldıkları kaotik yapı ya da düzenle hesaplaşırken, üyelerioldukları kültürlerin yerleşik alışkanlıkları, dini inançları ve mitolojikinanışlarıyla yetinmeyerek yeni bir düzen oluşturmaya çalıştılar.Düşünceninkendilerindebellibirsoyutlaşmaeğiliminegirdiğibubilgeyadafilozoflar, daha derinlikli sorular sorup, daha iddialı, daha spekülatif veihtiraslı yanıtlar ortaya koydular. Ayrı kültürlere mensup olan bubilgelerden beş tanesi öne çıkarılabilir: Zerdüşt (MÖ 628-551), Thales(MÖ 625- 547), Siddhartha Gautama (MÖ 563-545), Konfüçyüs (MÖ551-479)veLao-Tzu(MÖ6.yüzyıl).

    Hindistan’daBudaBudörtbilgeadam,dörtfarklıalanda,sırasıylabeşeri,toplumsal,ilahi

    vedoğalalanlardamevcutolandanfarklışeylersöyleyerekyenibirdüzentesisetmeyolunagittiler;gitmeklekalmayıp,ardındangelenleridefelsefeadıverilenbuyeniyoldayürümeyesevkettiler.Soylubirgenç,gerçekbirprens olan Siddhartha Gautama, otuz beş yaşlarına geldiğinde, hayatınamacını anlamak, ölüm gerçeğiyle baş edebilmek, çeşitli ıstıraplardankurtulmanınyollarınıkeşfetmekveçevresindegördüğüderininsaniacılarabir çözüm bulabilmek amacıyla, derin düşüncelere dalarak Hindistan’ıbaştanaşağıdolaşmayabaşlamıştı.

    Hayatının önceki bölümünde zevk ve sefa içinde zengin bir hayatsürmüşfakatbununbirişeyaramadığını,böylebiryaşamıninsanıkurtuluşvemutluluğaeriştirmediğini görmüştü; daha sonrabir süredebunun tamtersi bir yoldan ilerledi.Aşırı bir perhiz ve riyazet uyguladıktan sonra, buusullerin de insanı kurtuluşa ve mutluluğa götürmediğini anlamıştı. Ennihayetinde,bilgi ağacınındibinde,mistikbir tecrübeninardındangerçeğikavrayarakaydınlandı.Kendisine“uyanmış,aydınlanmış”anlamındaBudaadı verilmesinin nedeni buydu. İnsan için en doğrusunun aşırılıklararasında bulunan bir “orta yol”un izleyicisi olmak olduğuna hükmetmişti.Bunagöre,süreklibirdeğişmeyle,yoğunçatışmaveşiddetinbelirlediğibirdönemde, en nihayetinde aradığı yanıtı bulan Buda, insanlara barış vesükûneti öğretmeyebaşlamıştı.Beşeri acılarınüstesindenancakdünyevi

  • gerçekliğin ve bireysel benliğin yarattığı yanılsama perdesinin ötesinegeçmek ve insanın mustarip olduğu bütün acılara yol açan sahtearzulardan ve baştan çıkarıcı tutkulardan arınmış bir kişilik geliştirmeksuretiyle gelinebileceğini öne sürenBuda’nın ardından izleyicileri, oldukçaayrıntılıbilgi,benlik,varlıkvedilkuramlarıgeliştirdiler.

    Çin’deKonfüçyüsYine aynı dönemde, aslında bir devlet adamı olmakla birlikte, verdiği

    öğütler ve insanların bir arada yaşama ve çalışma tarzlarına ilişkin derinkavrayışı dolayısıyla, tüm zamanların en büyük öğretmenlerinden biriolarak görülen Konfüçyüs adlı bir Çinli, çevresinde çok sayıda insantoplamıştı.Çindahaozamanlar,oldukçagelişmişbirpolitikkültüresahipsiyasalvetoplumsalbirdüzengörünümüvermekteydi.Bununlabirlikte,buzengin kültür Konfüçyüs’ün yaşadığı dönemde, büyük bir çalkantı içinegirmişti. Bundan dolayıdır ki Konfüçyüs öğretileriyle, uyumlu bir toplumagidenyolubelirlemevegözlerönünesermeçabasıiçindeoldu.

    BudönemdeÇindünyası,Zhouhanedanının idaresialtında toplamondörthanedandanmeydanagelmekteydi.Herkesinimparatorluğunbirliğininyegâne alternatifinin felaket ve yok oluş olduğunu bildiği böyle politikkoşullarda, Konfüçyüs söz konusu birliğin felsefi temellerini geliştiripgüçlendirmek içinbüyükbirmücadeleverdi.GerçektendeÇinkültürününtemeliaileydi.Durumböyleolmaklabirlikte,güçpolitikasıtarafındantahripedilenaileveaşındırılan“gelenekselailedeğerleri”500’lüyıllarınsonlarınadoğru gerçek bir tehdit altına girmişti. Bu yüzdenKonfüçyüs’ün felsefesi,sadece toplumsal ve politik meselelerle, doğru ve adil yönetim gibikonularla,ailevecemaatdeğerleriyle ilgilioldu.Konfüçyüs,gerçektendehep uyumlu ilişkiler, önderlik ve devlet adamlığı üzerine konuştu; kişininkendisini sorgulamasından, dönüştürmesinden, başkalarına ilhamvermesinden ve erdemli biri olmak için sergilemesi gereken çabalardansöz etti. Bu yüzden, onun kurduğu felsefe geleneği, bir devlette düzeniegemen kılmayı bilen insanın nasıl yetiştirileceği sorununa çözümlergetirirken, erdemi en önemli konu yaptı. Zira başkalarını yönetmek öncekendini yönetmek demekti ve erdem de onun gözünde, erdemli olmakisteyen insanın her zaman daha çok geliştirmesi gereken bir iç niteliklerbütünüydü.

    Konfüçyüs’ünesas ilgisi “üstün insan”ve“iyidüzenlenmiş” toplumoldu.Onunzamanınakadaridealinsan,aristokratıtanımlayanbiriydi;oysaKonfüçyüsgeçmiştenradikalbirkopuşiçinde,bütünüyleyenibirideal;

  • bilge,güçlüvecesurolan,çıkarduygusunundeğildedoğrulukveadaletinharekete geçirdiği, Yolu ya da Tao’yu bilen, insanları seven üstün insanidealini ortaya koydu. Söz konusu üstün insan telakkisi, Konfüçyüsçügelenektehepolduğugibi,hiçdeğişmedenaynenkalmıştır.

    Demekkisoyutkonularla,metafizikselproblemlerleuğraşmayıp, tinselvarlıklarla ilgili kuramlar geliştirmeyen; öğrencilerinden birinin manevivarlıklara veya tanrılara hizmet etme ve ölümle ilgili sorusunu, “beşerivarlıkların hizmetinde bulunacak durumda olunmadığı zaman, manevivarlıklara nasıl hizmet edilebilir?.. Hayat hakkında bilgi sahibi değilken,nasılolupdaölümleilgilibilgisahibiolabiliriz?”diyeyanıtlayanKonfüçyüs,bununlabirlikteüstüninsanolmanınnasılmümkünolduğunuaçıklamamıştı.O, insanların doğaları itibariyle birbirlerine benzer olduklarını fakat farklıpratikyadauygulamalarnedeniylefarklılaştıklarınıimaetmişebenzer.

    GerçektendeKonfüçyüsBatı’dakifilozofyadabilgelerdenfarklıolarakdoğayla veya şeylerin özüyle hiç ilgilenmedi. İnsani olmayan gerçekliğinnihai doğası konusuna hemen hiç eğilmeyen Konfüçyüs’ün aklından,insanların gerçek olduğunu bildikleri veya düşündükleri şeyin salt birgörünüşyadaBuda’nınsöylediğigibiyanılsamaolabileceğidüşüncesihiçgeçmedi.O,tanrıveyatanrıçalardandasözetmedi;erdem,insaniilişkilerve iyi toplumdışında hemen hiçbir şeyle ilgilenmeyenKonfüçyüs’ün çıkışnoktası, tek tek her insan varlığının hayatının, iyisiyle kötüsüyle aileninoluşturduğu genel bağlam içinde yaşandığı düşüncesiydi. Bu yüzden o,kendisini herkesten tecrit etmiş bireye en küçük bir değer vermemeklekalmadı fakat bir yandandabireyimeydanagetiren şeyin esas itibariyleailesi ve kompleks ilişkileri olduğunu öne sürdü. Toplumsal ilişkilerinoluşturduğu tabakalar yok olup gittiği zaman, geride birey ya da benlikdiyebir şeyde kalmıyordu.Kişinin rolleri ve ilişkilerinden ibaret olduğunusöyleyenKonfüçyüs,yaşamınamacınıninsanınsözkonusuilişkiverollereuygun olarak başkalarıyla uyum içinde ve bir bütün olarak dengeli veahenkliyaşamasıolduğunuönesürdü.

    İnsanınhayatageçirmesigereken idealolarakdenge,düzenveahenkideali bağlamında, Konfüçyüs, dengenin “zevk, kızgınlık, keder, neşe,kendinden geçme benzeri duygulara” kapılmamak olduğunu, ahengin ise“insani duyguların tam zamanında ve gerekli durumlarda zuhur”undanbaşkabirşeyolmadığınısöylüyordu.DengeveortayolöğretisinidoğruveiyiyaşanmışbirhayatınreçetesiyapanKonfüçyüs,uyum,ahenkveadaletdüşüncesini siyaset kuramının da merkezine oturtmuştu. O da eski birinanışısürdürerek,yeryüzündekiyöneticininTanrınınvekiliolduğunu,barışıveuyumusağlamayıbaşaramazsa,onunelindenbuvekâletinalınmasının

  • kaçınılmazolduğunusöylüyordu.Bütünpolitikvetoplumsalerdemler,aslındakişininbireyselerdemlerinin

    bir uzantısıydı. Buna göre, erdemli kişi her şeyden önce insanlığını veinsancıllığını geliştirmiş, başkalarıyla bir olmayı bilen, insanların sözleriniölçüp biçerek, onlar karşısında alçakgönüllü olmayı başarabilen kişiydi.Başkalarını gözetecek şekilde insancıllığa ve gerçek iyilikseverliğeulaşmak isteyen kişinin, ayrıca insan davranışını düzenleyen, ona yolgöstermeküzerekonmuşkurallarauymasıgerekiyordu.Konfüçyüs’egöre,böylebirkişibütüneylemleriniiyilikadınayapankişiolmakdurumundaydı.

    Lao-TzuMÖ 6. yüzyılda Çin’de insanı, düzen, barış ve aydınlanmaya götüren

    yolla ilgiliolarakdahafarklıbirvizyongeliştirenbir filozofdahavardı.AdıLao-Tzu olan bu bilge, Konfüçyüs’ten çok farklı olarak doğaya büyük birönem verdi. Konfüçyüs uygar, akıllı ve iyi yetişmiş bir insanın hayatındapek yer tutmaması gereken birtakım duyguların hiçbir şekilde doğalolmadığını öne sürmüştü. Doğaya büyük bir inanç besleyen Lao-Tzu iseeğitimden geçmemiş, yeterince terbiye almamış insanların duygularınabüyük bir önem izafe etti. Konfüçyüs için iyi bir hayata giden yol toplumiçinde ahenkli ilişkiler geliştirmekten; atalar tarafından geliştirilen âdet vegeleneklereuymaktangeçiyordu.OysaLao-Tzu içinyolçokdahagizemlibir yoldu. O, dile getirilemez, bir elkitabı veya felsefe yoluylaaçıklanamazdı.Fakatbunarağmenkişibuyolubulabilir,hayatınıonagöredüzenleyebilirdi.

    Konfüçyüs ve Lao-Tzu Çin felsefesini, işte böyle belirleyip,ahenge hem bireyin ve hem de toplumun ideal hali olarak güçlü birbiçimde vurgu yaptı. Her ikisi de insan yaşamıyla ilgili kuşatıcı bir görüşüzerinde dururken, sağlam bir kişisel karakteri hayatın en yüksek amacıhalinegetirdi.Bununlabirliktekişiselolan,bufilozoflaragöre,tecritedilmişvarlığın bireysel terimleriyle tanımlanamazdı. Nitekim Konfüçyüsçününkişiyi ve kişisel olanı toplumsal terimlerle ifade ettiği yerde, Taoist kişiyibelirleyenşeyindoğaylauyumiçindeolmakolduğunuönesürdü.

    İran’daZerdüştÇinveHint’tebireyselvesosyalgerçekliküzerinegeliştirilensözkonusu

    felsefi filozoflardan daha bile önce, İran’da Zerdüşt adlı bir bilge ilahigerçeklikve“KötülükProblemi”konusundaoldukçagenişkapsamlı fikirler

  • ilerisürmüştü.Olabildiğineayrıntılıbirahlakimonoteizminsavunuculuğunuyapan Zerdüşt, pek çok kaynağa göre, Yahudi inançlarından, eskiMısırtanrılarından,hattaVedalar’danetkilenmişti.Zerdüştbirden fazlaTanrıyainandığını söylenerek tektanrıcılık sorgulanmış olsa da onun sadeceTanrılarınenkudretlisiolanAhuraMazda’yatapınılmasınıistediğiaçıktı.

    Zerdüşt dünyadaki karşıt metafiziksel güçler arasındaki çatışmanınbelirlediğine inandığı ahlaklılıkla ilgili olarak da birtakım düşüncelergeliştirmişti. Ahura Mazda, kötülüğe tekabül eden mutlak karanlığın tamkarşısında,iyiliktenyanaydı.Bizimhemiyilikvehemdekötülükledünyayageldiğimizi,buikisiarasındaverilenmücadeleninhayatımızıanlamlandıranen önemli şey olduğunu söyleyen Zerdüşt, demek ki Aziz Augustinus’tantam bin yıl önce kötülük problemi üzerinde kafa yormuştu. Söz konusuahlaki düalizm, nitekim Zerdüştçülerin sapkın olduklarına inandıklarıManişeistlerin elinde, sonradan iyiyle kötü arasında geçen kozmik birçatışmahalinegelecektir.

    ThalesveSözde“YunanMucizesi”Yineyaklaşıkolarakaynıdönemde,tamolarakifadeedildiğindeMÖ6.

    yüzyılın ilk yarısında, bu kez Batı’da, Türkiye’nin Ege kıyılarında Thalessahneye çıktı. Zerdüşt’ün ilahi gerçekliğin doğasıyla, Konfüçyüs ve Lao-Tzu’nun sosyopolitik gerçekliğin doğru yapılandırılmasıyla ve Buda’nınbireyin inşa etmesi gerekenmoral düzenlemeşgul olduğu yerde, Thalessaltdoğalgerçeklikle,genelolarakvarlığındoğasıylameşguloldu.Yunanmitolojisinin sunduğu açıklamalarla yetinmeyen Thales’in filozof zekâsı,doğal olanın, doğaüstü nedenlerle değil de yine doğal nedenlerleaçıklanmasıgerektiğiinancıylavarlığailişkinfelsefivetümüylerasyonelbiraçıklama geliştirdi. Bununla birlikte, özellikle astronomi ve matematikalanında gerçekleştirmiş olduğu çözümlerin, getirmiş olduğu yeniliklerin,kültürel açıdan, o zamanlar Yunanlılardan daha ileride olan çevreuygarlıklardandevşirilmişbilgileredayandığıbesbelliydi.

    Bu örneklerin de gösterdiği üzere, MÖ 6. yüzyılla 5. yüzyıl arasındakalandönemde felsefedünyaya,enazdört farklı coğrafi bölgedebirçokkez gelmiştir. Bunlar, bildiklerimiz, yazılı belgelerden öğrendiklerimizdir.Dünyaüzerinde,felsefesiz,enaltdüzeydedahiolsahikmettenyoksunbirkültür olamayacağına göre ya Amerika’daki İnka, Maya ve Aztekuygarlıkları, Avustralya’daki Aborjinler için ne diyeceğiz? Bütün bunlardikkatealındığında, kabuledilmelidir ki sankidünya,buparlak ışıklardanbiri ya da diğerleri yanıncaya kadar baştan sona derin bir karanlık

  • içindeymiş gibi, yazılı bir gelenek oluşturamadıkları için hikmetlerihakkında hiçbir bilgi sahibi olamadığımız diğer uygarlıkların hikmetleriniveya felsefi bilgeliklerini yok sayarak, söz konusu doğum merkezlerini,hatta “Yunan mucizesi” diyerek içlerinden birini öne çıkartıp kutsamakkadarhatalıbirtutumolamaz.

    Demekkibirhalkınkendikültürünü“barbarlar”tarafındankuşatılmışbiruygarlıkyıldızıolarakövmetavrıkarşısındaçokdikkatliolmamızgerekir.Gerçekten deYunanlılar, Perslilerden barbar diye söz ederken, Perslilerde onlara benzer ifadelerle karşılık vermişti. Yahudiler kendilerindenolmayan herkesi “günahkâr” addederken, sonradan kendileri de onlarınYahudi kimliklerini tanımayan Hıristiyanlar tarafından kâfir addedildiler.Çinli filozofların, başta bugün dünyanın en özel ve en karmaşıktoplumlarından birini meydana getiren Japonlar olmak üzere kendileriniçevreleyen hemen bütün kabileleri barbarlar diye niteledikleri iyi bilinir.Yüzyıllar boyunca Romalılar kuzeyden gelenlere, Avrupalılar Türklerebarbar diyerek hor bakmamışlar mıdır? Yıllar yılı İngilizler Fransızlara,FransızlarAlmanlara,AlmanlarPolonyalılara,PolonyalılarRuslara,RuslarSibiryalılaraküçümseyerekyaklaşmamışmıdır?

    FelsefeTarihi

    YunanFelsefesininKültürelAçıdanÖneÇıkmaNedenleriUnutulmamalıdır ki bir kültürünbarbarları, en az o kültür kadar verimli

    birdüşüncekaynağıolabilirvezenginbiruygarlıkmeydanagetirebilir.Birzamanlar dünyanın hemen her yanına yayılmış zengin felsefe okulları vekarmaşık argümantasyon tekniklerinin varlığından söz etmekten bizialıkoyan yegâne şey, önyargılarımız ve bilgisizliğimizdir. Gerçekten deeski zamanlarda pek çok toplumun, bilgiyi bir kuşaktan diğerineaktarmada, yazı dışında başkaca etkin teknikleri kullanan sözlü kültürlerivardı.Öykülerinyüzyüzeanlatılması,yazınınsoğukluğuvekayıtsızlığıylakıyaslandığında, sadece özel ve kişisel bir iş değil fakat aynı zamandabağlayıcı ve motive edici bir faaliyetti. Sözlü toplumların yaşlı kuşaklarıbilgeliklerini genç kuşaklara şiir ve şarkılarla aktarıyorlardı. Fakat bukültürler yok olup gittiği zaman, onların düşünceleri de aynen uygarlıklarıgibi,bizimiçinerişilirolmaktançıktı.Kültürünyazılıolmadığıbudönemde,Antik Yunan bile, felsefi bir düzeye yükselmeden, yani filozoflardüşüncelerinikâğıdadökmedenönce,bütünüylesözlübirkültürdü.

    İlyada ve Odysseia, hiç kuşku yok ki Homeros olarak bilinen tek bir

  • yazarın eseri değildi. Ve Sparta felsefesinin yazıya dökülmek yerineşarkılarla söylendiği veya ifade edildiği bir çağda, Homeros’un bueserlerinin özgün formuyla olmasa bile, böyle bir edebi ve yazılı formiçindebizeerişmesi, gerçektendebüyükbir şansoldu.DemekkiYunanfelsefesininöneçıkması,Atina’nınennihayetindedünyanınfelsefemerkezihaline gelmesinin en önemli nedeni, bu felsefenin teknik anlamdasergilemişolduğuüstünlükten,diğerkültürlerdenhiçbirşeyalmadankendibaşına yaratmış olduğu farklılık ve gelişmişlikten ziyade, Atinalıların,özellikledePlaton’unfelsefidüşünceleriyazıyadökmekararlılığıolmuştur.

    Hint-Avrupa ailesinden gelen göçebe bir topluluk olarak Yunanlılar,kuzeyden Akdeniz’e doğru indikleri zaman, sadece Doğu Akdeniz’de veOrtadoğu’dadeğilfakatAsyaveAfrika’dadaoldukçagelişmişuygarlıklarbulunmaktaydı. Onlar MÖ 1200 yılında geldiklerinde, bu sıralarda Egekıyılarına yerleşmiş, uygarlık bakımından hayli ileri bir halkı bulunduklarıyerdensürdüler. İştebudönemde,Yunanistanbüyükölçüde tahripolmuşdurumdaydıve6.yüzyılakadardaöylekaldı.

    YunanlılarınBaşkaUygarlıklaraOlanKültürelBorçlarıTicaretle uğraşan, bu çerçeve içinde Akdeniz’i bir baştan diğerine kat

    eden Yunanlıların meydana getirmiş oldukları pek çok şeyde, kültürelaçıdan gerçekleştirmiş oldukları hemen bütün başarılarda, ana unsurlarıbaşkakültürlerdenaldıklarınıkabuletmekdoğruolur.GerçektendeonlarFenikelilerden alfabenin yanı sıra, belli bir teknolojik birikim ve bazı dinidüşünceler almışlardı. Mısır’dan, başkaca şeyler yanında, Yunanmimarisinin ana unsurlarını ve geometriyi getirmişlerdi. Babil’den iseastronomivematematiköğrendiler,birtakımdinidüşünceleraldılar.Yunanhiçbirşekildebirmucizedeğildi;o, tarihinvücutverdiğihoşbir tesadüfvekomşularladahaöncekikültürlerdenalınandeğerliderslerinbirürünüydü.

    Yunanlıların bu kültürlenme sürecinin bir parçası olarak, Mısır tanrısıOsiris, Yunan’da bir Tanrı ya da yarı-tanrı diye bilinen Dionyssos olupçıkmıştı.NitekimMÖ6.yüzyıldaDionyssos’unoldukçakuvvetligizlerkültüYunanistan’ın neredeyse tamamına yayılmıştı. Söz konusu Orpheusçugizleregöre,dünyayıTitanlaryönetmekteydi.BuTitanlar,tanrılarınkralıveDionyssos’un babası olan Zeus’u doğuran Gaia’dan, yani yerdençıkmışlardı. Dionyssos Titanlarca öldürüldükten sonra, Zeus da bununkarşılığındaTitanlarıöldürdü.İnsanlar,Yunanmitolojisinegöre,işteonlarınküllerinden doğdular. Başka bir deyişle, insan doğası kısmen doğal,kısmen de ilahi bir yapıdaydı. Yunanlılar bunu, başkaca şeyler yanında,

  • insan varlıklarının ebedi bir hayata sahip oldukları anlamına gelecekşekilde yorumladılar. Bu, hayatın kısa, kaba ve ilkel olduğu bir dünyada,kesinlikleçokolumlukarşılananbirdüşünceoldu.

    Yunan felsefesi, işte bu koşullarda mitoloji, mistisizm, matematik vedünyada bir şeylerin iyi gitmediği algısının böyle bir birleşimindendoğmuştu. İlk Yunanlı filozoflar kendilerini birçok yönden zorlu koşullaraltında buldular. Kültürlerinin oldukça zengin ve yaratıcı bir kültür halinegelmekte olduğunun fakat bir yandan da kıskanç ve kendileriyle rekabethalindekikültürler tarafındankuşatıldığının farkındaydılar.Böylebüyükveönemli kültürlerin aniden istila edilmeleri ve bilinen dünyadan tamamensilinmeleri, pek de alışılmadık bir şey değildi. Savaşın yok edemediğini,doğanın tahrip ettiği de oluyordu. Vebanın kentleri adeta sessiz ordulargibi silip süpürdüğü çok olmuştu. Öngörülemeyen, öngörülemediği içinçoğunlukla trajik bir yapı kazanan hayatın, her şeye rağmen çok değerliolduğukavranmıştı.

    İnsanınüzerindehemenhiçbirkontrolününolmadığıbirdünyada,kaderkavramı doğallıkla çok önemli bir rol oynamıştır. Fakat Homeros’unzamanında Yunanlıların kaderi tanrılarla tanrıçaların keyfi kararlarınabağladıkları yerde, 6. yüzyılın filozofları şeylerin gerisindeki kalıcı birdüzene, onları anlaşılır hale getirecek istikrarlı bir temele yöneldiler.Tanrıların kaprisleri ve keyfi kararları yerine, birtakım ilkelerin olmasıgerekiyordu. Kaderin görünüşteki kesinsizliklerini bertaraf edecek birlogosa, görünüşlerin gerisindeki bir akla, şeylerin düzeninden sorumluolacakbirmantığaihtiyaçvardı.

    İlk Yunanlı filozoflar, Anadolu’nun Batı kıyılarında bulunan Miletoslufilozoflar,iştebuihtiyacayanıtvermeyeçalıştılar.Miletos,AtinatarafındankurulanfakatsonradanLidyalılarveennihayetindedePerslilertarafındanfethedilen büyük bir Yunan kentiydi. Yunanlıların kozmosun birliği,matematiğin güzelliğiyle ilgili düşüncelere ve daha birtakım dini fikirlereulaşmalarını,busıralardaveesas itibariyleMiletos’tabüyükölçüdePerskültürüsağladı.OnlarınPerslilersayesindekeşfettiklerikültürelunsurlarınbaşında Zerdüştçülüğün tektanrıcılık, ruhun ölümsüzlüğü ve iyi-kötü ikiliğigibi ana öğretileri gelmekteydi. İlk Yunanlı filozoflar birlikli bir kozmoskuramının önemiyle ideal bilgi türü olarak matematiğe büyük bir vurguyaptılar.Buaradadünyanınsıcakvesoğuk,kuruveıslakgibirakipöğeveözellikler arasındaki düzenli karşıtlıklardan meydana geldiği düşüncesibenzeri bazı temel ve açıklayıcı kuramlara yöneldiler. Nihai gerçeklik,onlara göre ancak birtakım temel ilkeler yoluyla kavranabilirdi; insanınkaderi,iştebuilkelersayesindeanlaşılırhalegetirilip,hayatıbuterimlerle

  • değerlendirilebilirdi.İşte bu 6. yüzyıl filozofları tarafından gerçekleştirilen

    dramatik dönüşüm, geriye dönüp bakıldığında gerçekte olduğundandaharadikalveanibirdönüşümgibigörünür.Amaunutulmamalıdırkidiğerbeşeri faaliyetler gibi, felsefe de hiçbir zaman yoktan varlığa gelmez;filozoflar da ormanda toprağın bağrından çıkmış, başka her şeyden veherkesten tecrit olmuş kimseler değildirler. Yunan kültürü varlığınıduyurmayabaşladığısıralarda,DoğuAkdenizkültürlerineekolarakÇinveHintkültürlerideyeşermişolduklarıtopraklardayaşananbütünçalkantılararağmen, hayatiyetlerini sürdüren kültürlerdi. Bütün bu kültürler, bununlabirlikte, bir yandan da sıkı bir değişme süreci içine girmişlerdi; ciddiyealınması gereken yeni felsefi düşünceleri yaratan da işte gelenekledeğişmeninbeslediğibuverimli toprakoldu.Hinduizmbinlerceyıldanberivarolanbir gelenekoluşturuyordu; o, sadeceheyecan verici öykülerle birhalk bilgeliğinden meydana gelmemekteydi. Onda, bilgelerin dünyadakişeylerinvarolmatarzıylailgiliderinkavrayışlarıvespekülasyonlarıdayeralmaktaydı. Hinduların Vedalar’ı 1400’lü yıllara kadar geri gitmekteydi;Vedalar’ı takip eden ve onlar üzerine şerhlerden meydana gelenUpanişadlardatariholarak800’lüyıllarakadargerigidiyordu.Budabuikikaynaktayeralankimidüşüncelerisorgulamayabaşladığızaman,demekki Hindistan’da sadece mistisizm yanında varlığı belli belirsiz hissedilenrasyonelbireğilimdeğil fakatözgürdüşüncenineseriolduğubesbelliolangüçlü argümanlar bulunmaktaydı. Ve bu argümanlarlamistik düşüncelerinBatı Anadolu kıyılarındaki limanlarla Atina’nın iyi korunan güçlükapılarındanYunandünyasınagirmişolmalarıçokmuhtemeldir.

    Öteyandan,6.yüzyıllabirlikteYunanmitolojisiepeyceyorgundüşmüşve problematik hale gelmişti. Tanrı ve tanrıçalarla kurbanlarının öyküleripekde ciddiyealınmamayabaşlamıştı.Hakikat düşüncesi, işte böylebirortamda, dünyevi olanla fantastik olan arasından çıktı. Çok sayıdaTanrınınvarlığınarağmen,KsenophanesmarifetiyletektanrıcılığayönelenYunanlılar, burada Yahudi düşüncesinden etkilenmişlerdi. Onlar Yahudi,Çin,HintvePersdüşüncesiyanında,Akdeniz’ingüneyindekiuygarlıklardandakompleksastronomisistemleri,ilerimatematikleri,ruhundoğasıüzerinetakıntılı düşünceleri olan kültürlerden de etkilenmişti. Bundan dolayıdır kiYunan’daki sözde mucize, çok önemli ve kayda değer bir başlangıçtanziyade, başlangıcını hiç, ortalarını da pek fazla bilmediğimiz bir öykünündoruk noktasını oluşturur. Bu eski öykünün Yunan’daki kısmınınbaşkahramanıveyaanafigürüdeSokrates’tir.

    Sokrates, hiçbir şekilde ilk filozof değildi. Ondan önce, yaklaşık 150

  • yıllık bir süreç boyunca, başka filozoflar da olmuştu. Başka pek çokfilozof,Sokrates’tenhemöncehemdesonra,onunkadargüçlüvesağlambir biçimde akıl yürüttü; aynen onun gibi, sonuçlarına hiç bakmadan,argümanın kendisini götürdüğü yere kadar gitti. Onu özel olarak Yunan,genelolarakdaBatıfelsefesininenönemlikahramanıhalinegetirenikişeyvardır. Bunlardan birincisi, Sokrates’in felsefenin nasıl ve ne için olmasıgerektiğiyle ilgili standartları koymuş olmasıdır. Ve bu standartlar,kesinlikleoldukçayüksekstandartlardır.

    YunanlınınYazılıBirGelenekYaratmasıÖykümüz ve dolayısıyla, bizim açımızdan çok daha önemli olan ikinci

    husus,Sokrates’in,ölümcezasınaçarptırılmışolmasınarağmen,oldukçatalihlibiriolması,çokhoşve iyibirkarakteresahipbulunmasıdır.Butalihyadakaderinhoşveyaiyiolmasınıbelirleyenolgudainsanlıktarihininenbüyük yazarlarından biri olan Platon gibi birinin onun öğrencisi olmuşolmasıdır. Platon mükemmel bir öğrenci, coşkulu bir hayran, dikkatli birizleyici, birinci sınıf bir yazar, büyük bir eğitimci ve gerçek bir felsefedehasıydı. İşte bu büyük filozof, Sokrates’in tartışmalarını ve felsefimuhabbetlerini baştan sona dinleyip kaydettikten sonra, bir bütün olarakişleyip tamamen dönüştürdü. Böylelikle, sonuçta ortaya çıkan diyaloglar,felsefede tamamına sahip olduğumuz ilk eserler bütünü oldu. Gerçektende bu diyaloglar külliyatı, bütün bir felsefe tarihinin Platon’a düşülmüşdipnotlar olmasını temin edecek kadar önemli ve şaşırtıcı eserlerdir.Buradan öncelikle şu sonuca varabiliriz: Platon olmasaydı eğer,Sokrates’inkendisimuhtemelenYunandüşüncesitarihindeçokönemsizbirdipnotolurdu.Çünküüstatyazının insanzihnini tembelleştirdiğine inandığıiçin yazılı hiçbir şey bırakmamıştı. Fakat çok daha önemlisi Sokratesolmasaydı, Platon herhalde hiç olmazdı. Ve nihayet Platon olmasaydı,Sokrates’ten önceki filozoflarla ilgili bütün bilgileri kendisinden aldığımızAristotelesdeolmayacaktı.DemekkiSokratesyaşamasaydıeğer,bizimbildiğimiz şekliyle Yunan felsefesi diye bir şey hiç olmayacaktı. Buradanhareketle, Yunan felsefesini öne çıkartan şeyin, bu felsefenin yazılı birgelenek oluşturması, yani üretilen düşüncelerin, onları okuyacak veokullara yazılacak öğrencilerin bulunduğu bir ortamda kâğıda dökülmesiolduğunusöyleyebiliriz.

    Demek ki Yunan felsefesi, sadece tarihsel bir ilginin konusu olmakbakımından değil fakat sonraki Batı felsefesine olduğu kadar, İslam

  • felsefesine de etki ettiği için oldukça önemli bir felsefedir. Buna göre,Yunanlılar felsefeyi ve hatta doğa bilimlerini, sonraki Avrupa felsefesi vebilimini mümkün kılan temel fikirlerle teçhiz edip, felsefenin sonradanalacağı neredeyse bütün tipik formları geliştirmişlerdir. Ortaçağın Kilisefelsefesi olarak skolastisizm bile, ondan vazgeçmemiş ve felsefe busıralardasaltteolojikbirAristotelesçilikformundadonmatehlikesiylekarşıkarşıya kaldığında, onu zincirlerinden Yunan ruhu kurtarmıştır;Rönesans’ta düşünce ve araştırmaya yepyeni bir canlılık kazandıran vemodern çağın felsefesinin yolunu hazırlayan felsefe de hemen tamamenYunanfelsefesiolmuştur.

    Doğduğu dönemde, dünyada hiçbir şekilde tek felsefe olmadığı gibi,diğerleri karşısında aşırı veya büyük bir üstünlüğü de bulunmayan buönemli felsefenin Antik Yunan’da MÖ 6. yüzyıldaki doğuşunu açıklamakamacıyla; tarih içinde, özellikle Batı uygarlığının kolonyalist amaçlarladünyanın çeşitli yerlerine yayılmaya başladığı andan itibaren çok çeşitliyollar; çoğunlukla ideolojik, bazen sosyolojik, seyrek olarak da felsefiaçıklamalar geliştirilmiştir. Demek ki bir toplumda veya kültür çevresindefelsefenindoğuşu,herşeydenönceizahıimkânsızbirolayolamaz;o,öteyandan, sadece bir ulusun, hatta bir ırkın üstün birtakım özellikleriyleaçıklanabilecekbirmucizededeğildir:

    Çünkü Yunanlılardan önce, ilkin Mısır ve Mezopotamya’da, baştaastronomi, tıp ve matematik alanlarında olmak üzere ciddi bir bilimselfaaliyet, yine İran, Mısır ama özellikle de Çin ve Hint’te önemi aslaazımsanamayacak bir felsefi düşünce geleneği yaratılmıştır. Yunanhikmeti,yani felsefesivebilimi,bütünbuyörelerde,neredeyseeşzamanlıolarak başlayan entelektüel bir faaliyetin, tarihsel koşulların mümkünkıldığı hoş ve biraz da rastlantısal bir devamıdır. Demek ki Yunanfelsefesinindoğuşuaslabirmucizeolmayıp,onumümkünkılantarihselvekültüreloluşumlarbirşekildeortayakonabilir.

    TheoriayaYükselişHalböyleolmaklabirlikte,Yunanfelsefesinindoğuşunumüteakip,onun

    diğerfelsefelerdenfarklılaşmasını,hattaöneçıkmasınımümkünkılanbazıözellikler de olduğunu söylemek gerekir. Bunlardan en önemlisi, aynızamandaYunanfelsefesinimümkünkılanbirözellikolarak,onunyaratmışolduğu yazılı gelenektir. İkinci olarak, Yunanların, her ne kadar Doğudüşüncesi ve biliminden yararlanmış olsalar da genelleme ve theoriayayükseldikleri; bilgiyi pratik bir kaygı içinde olmadan, bizatihi kendisi için

  • istemiş olmaları nedeniyle, rasyonel düşüncenin gerçek anlamdabaşlatıcısıolduklarısöylenebilir.

    MitopoetikDüşüncedenRasyonelDüşünceyeGeçişBunagöre,MısırveMezopotamya’dabiliminolgutoplama,pratikilgive

    ihtiyaçlaracevaparamaaşamasınınötesinde, kuramsalnitelikte sorularayönelemediği,ÇinveHint’tekifelsefeninzamanzamanmitolojikdüşüncevedini açıklamayla iç içe girmiş olduğu yerde, Yunanlı pratik kaygılardanuzak bir biçimde, anlamak ve merakını gidermek için bilim yapmış,felsefeyi dini veya mitolojik açıklamadan bağımsız bir açıklama tarzıolarakönesürmüştür.Başkabirdeyişle,ÇinveHintdüşüncesiçoğunlukladini düşünceyle karışmış olup, zaman zaman da pratik bir nitelik arzetmekteydi. Gerçekten de sadece Batı felsefesi uzmanları değil fakatDoğu düşüncesi üzerinde çalışan uzmanlar da Çin ve Hint felsefesininçoğunluk, gerçek felsefeye özgü temel bir özellik olarak karşımıza çıkanargümantatif yapıdan birçok durumda yoksun kaldığını, Batı’nın, bugeleneğedışarıdadurmavevarolanşeylerleilgiliolarak,onlaratamamendışsal bir bakışa ulaşma olanağı verirken, nesnellik için teorik bir temelkazandıran iki dünyalı metafiziğinden yoksun bulunduğunu öne sürerler.Sözgelimi Çin felsefe sistemlerinin, Lao-Tzu’nun Taoculuğunun felsefedenziyade bir mistisizme tekabül ettiği, bizzat kendi itirafıyla “yaratıcı değilfakat bir taşıyıcı olduğunu” söyleyen ve dine sıkı bir biçimde bağlı olanKonfüçyüs’ün ise bir filozoftan ziyade, ahlak vaizi olduğu ve metafizikselkonularla ilgili derinlikli bir kavrayışa sahip olmadığı söylenir. Hint’te iseçeşitli felsefi sistemler gerçekten olmuş olsa da Hint felsefesi dinle olantemasını hiçbir zaman koparmamış ve öte dünyaya dönük karakterinindüşünce dünyasına yabancı kalması nedeniyle, hiçbir zamanmüstakil birkarakterkazanamamıştır.

    Oysa Yunan’da felsefe, dini ya da mitolojik düşünceden kopuşunsonucunda, doğal olayların, doğaüstü değil de doğal nedenlerleaçıklanmasıgerektiğiinancıyla,insanaklınadayananbağımsızbirfaaliyetolarak başlamıştır. Gerçekten de yerleşik halk dini veya mitolojikdüşünceyi reddetmemekle birlikte, onun sunduğu açıklama tarzındantatmin olmayan Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes gibi filozoflareliyle kurulan felsefenin Yunan’daki doğuşuna damgasını vuran olay,evrenin kökeni ve doğasıyla, doğal dünyada ortaya çıkan süreçlerle ilgiliproblemlere getirilen mitolojik açıklamanın, bilinçli düşünce düzeyinde birtarafa bırakılmasıdır. Ortaya koydukları felsefi ya da metafiziksel

  • açıklamanın, en azından günümüz bakış açısından alabildiğine ilkelolmasına rağmen, Thales ve arkadaşlarını filozof kılan en temel olgu,onlarındiniyadamitolojikaçıklamanınyerine,özelliklebilimseldüşüncenintemelini oluşturan “gözle görünür dünyanın akli ve anlaşılır bir düzenigizlediği, doğal dünyanın nedenlerinin yine bu dünyanın sınırları içindearanmasıgerektiğivebaşkabirkaynaktanyardımgörmeyen,özerkinsanaklının bu arayışta kendisinden yararlanılabilecek yegâne araç olduğu”inancınıikameetmişolmalarıdır.

    Yine, Çin, Hint, Mısır ve Mezopotamya’daki bilimsel ve felsefidüşüncenin, pratik bir yönelimi olduğu yerde, Yunanlı doğaya çıkargözetmeksizin, bilmek amacıyla bilmek için yönelmiş, tek tek örnek veolgulardakalmayıp,genelolanave theoria’yayükselmiştir.GerçektendesözgelimiMısırlılarınfelsefeateşiniyakmakiçinolmazsaolmazkıvılcımlarolan hakikat aşkı ve bilgiyi bizatihi kendileri için isteme tavrından yoksunbulundukları, onu sadece pratik bir amaca hizmet ettiği ölçüde istedikleriyerde; Yunanlılar bilimi yaratmadıysalar bile, onu tamamen farklı birdüzleme taşımışlardır. Başka bir deyişle, gerek Mısırlıların ve gerekseBabillilerin, önemli ölçüde dini mülahazalar tarafından yönetilen pratikyaşamlarında hemen tamamen deneme-yanılma yöntemine dayandıklarıve nedenler alanı dini dogmalarca belirlendiği için bu yöntemin nedenişlediği sorusunu sorma ihtiyacını hissetmedikleri yerde, Yunanlılar“neden?” ya da “niçin?” sorusuna yönelmişler ve nedene dönük ilgi dedoğallıkla genelleme ihtiyacına yol açmıştır. Buna göre, Mısırlı, elbetteateşin çok faydalı bir alet olduğunu biliyordu. Çünkü onun tuğlalarınısertleştiren,evini ısıtan;camın,çeşitlimetallerinortayaçıkışınısağlayanşey, ateşti.Mısırlı ateşle bütün bunları başarıyla yapar; ama çoğunluklapratik hayatını idame ettirmesinimümkün kılan sonuca ulaşmakla yetinir.Yunanlı iseburadakalmaz;birüstdüzlemeyükselerek, tuğlaocağındaki,kalpteki, güneşteki ateş olarak, bir ve aynı şeyin bu kadar farklı şeyineden ve nasıl yaptığını sormaya geçer. Buraya geçtiği zaman dadoğallıklaateşindoğasınınneolduğu,ateşolarakonuntemelözelliklerininne olduğu sorusuna, ateşin özünü araştırmaya geçmiş olur. İşteYunanlılarınbilimve felsefedeattığı devadımıoluşturanşey,bugeçiştiryanidahayüksekgenellemeleredoğrugerçekleştirilenilerlemedir.

    Bunagöre,Babillilerinkullandığıyöntemlerincebirselözelliklerivardıvesöz konusu yöntemler, onların genel cebirsel kurallardan haberdarolduklarını açıklıkla göstermekteydi. Bununla birlikte, matematikselproblemlerisadeceözgülbirtakımdeğerler için formüleedenBabillilerdeelde ettikleri sonuçları genelleme yönünde en küçük bir adım

  • atmamışlardı.Aynışekilde,Mısırlılardageometriyi,saltbireyselüçgenyada dörtgen alanlarla ilgili bir konu olarak düşünmüşlerdi. İşte Yunanlı,geometriyisomutvemaddiolanınsözkonusudüzlemindenalaraksoyutveidealolanındüzleminetaşıdıve isterbir tahtaparçası, isterbellibiraraziveya kumsal alan üzerinde cisimleşsin, hep aynı özelliklere sahip olanüçgenlerin ve dörtgenlerin bizatihi kendilerini düşünmeye başladı. Budüzeyde,sadeceYunanlıyaözgübirbaşarıolarak formaerişilmişolduğuiçin cisimleşme ya da örneklerin artık hiçbir öneminin kalmadığı açıkolmalıdır.Yunanlıiştebuformduygusuveformlailgilikeşfisayesinde,tektek algılardan kavramlara, görme ya da dokunma yoluyla algılananbireyselörneklerdenakılgözüylekavrananevrenselnosyonayadatümelfikre,tektekbireylerdenidealolanadoğruilerlemeimkânıbulmuştur.

    FelsefeninDoğuşuİçinİkiZorunluKoşul–RefahveMerak

    Felsefenin,yaygınbirentelektüelhareketolarakbirkültürçevresindekidoğuşunu açıklamak üzere, araştırmacılar, filozoflar ve felsefe tarihçileriçok sayıda faktör ya da koşul saymış olmakla birlikte, bu koşullardanikisininbirazdahaöneçıktığı,hattazorunlu faktörlerolarakkabuledildiğisöylenebilir.Başkabirdeyişle,eleştireldüşünceveyüksekkültürürünleriolarak bilim ve felsefenin doğabilmesi için iki şey gerekir. Her şeydenönce, içinde felsefenin gelişebileceği toplumun belirli ya da yüksek birrefah düzeyine erişmiş olması vazgeçilmez bir şeydir. Böyle bir refahtoplumunda felsefeyle uğraşacak kişinin, maddi ihtiyaçlarını karşılamakiçinçalışmakyerine,boşzamanasahipolmazorunluluğuvardır.

    İştebubirincikoşul,çeşitliticaretyollarınınbirleştiğibirkavşakolanvebaşta denizcilik, tarım ve ticaret olmak üzere, çeşitli yollardan oldukçazenginleşen İyonya’da, MÖ 6. yüzyılda fazlasıyla gerçekleşmiştir.Güneyde Mısır’a, Kuzeyde Karadeniz’e, Doğu’da Mezopotamya’ya veBatı’da da bütün Yunan kentlerine doğrudan erişebilme konumundabulunan bu zengin liman kentinde, insanlar gerçek bir zenginlik ve genelyönelimi itibariyle maddi ve hümanistik olan bir kültür atmosferindeyaşıyorlardı.

    Öte yandan, kritik zihniyet ve felsefenin doğuşu için gerekli olan ikincikoşul, kişinin merak duyması, kendisine öğretilen ya da sunulanlayetinmeyip, dünyadaki varlıkların, şeylerin, niçin oldukları gibi olmalarıgerektiğinianlamayaçalışmasıdır.BukoşuliseaslenİyonyalıolanThalesadlı filozofta gerçekleşmiştir. Thales, Yunan dini ya da mitolojisinin

  • sunduğu açıklamayla yetinmeyip, varlıkların, şeylerin niçin oldukları gibiolmaları gerektiğini anlamaya ve açıklamaya çalışmıştır. Buradan daanlaşılacağı üzere, felsefe, felsefi düşünüş öncesindeki insanın yaptığıgibi, görmek ya da inanmakla ilgili bir konu değildir. Felsefe, meraketmekle,düşünmekle,dahadoğrubirdeyişledüşünümle,kısacasıakıl ileilgili bir konudur. Felsefe, gözle görülen varlıkların meydana getirdiğiçokluğun gerisinde gizli olan birliği, kaosun gizlediği düzeni görebilmekle,görünüşün arkasındaki gerçekliği araştırmakla ilgili entelektüel birfaaliyettir.

    FelsefeTarihi

    İlkçağFelsefesininSınıflanmasıHintveÇinkültürüdıştabırakıldığında,MÖ6.yüzyıldabaşlayıpMS5.

    hatta 6. yüzyıla ünlü Romalı İmparator Justinianus’un Yunan felsefesinitemsiledensonokulolanAtinaOkulu’nukapattığı529yılınakadaruzananİlkçağ felsefesi veya Antik felsefe, Helenik felsefe ve Helenistik felsefeolarakikiyeayrılır.BaşkabirdeyişlehemHıristiyanfelsefesininvehemdeİslam felsefesinin ortak kültürel mirasını ve bir bütün olarak da Batıkültürünün manevi temelini oluşturan, Ortaçağ felsefesiyle aynı teleolojikdünyagörüşünübenimsemekbakımındanbenzerlikgösterenAntikfelsefe,tarihsel,kültürelvecoğrafiunsurlarıtemelalanbirincisınıflamada,HelenikfelsefeveHelenistikfelsefediyeikiayrıdönemebölünereksınıflanırveyakategorileştirilir.

    BunlardanAntik felsefenin ilk300yıllıkdöneminetekabüledenHelenikfelsefe,onunenyoğunengüçlü,enparlakdöneminekarşılıkgelir.Göreceçokdahauzunveyayaklaşık700yıllıkbir tarihiolanHelenistik felsefeylekıyaslandığında, hemen hemen bütünüyle ona karşıt özellikler sergiler.Buna göre, Helenik felsefe dini veya mitopoetik düşünceden kopuşla,doğal olayların doğaüstü nedenler yerine yine doğal nedenlerleaçıklanmasıgerektiği inancıylabaşlarken;Helenistik felsefe,özelliklesondönemlerindeveyaYeni-Platoncufelsefededineyenidenyaklaşırvemistikbir karakter kazanır. Helenik felsefenin hem naiflik hem de başkakültürlerlekarışmamışolmaanlamındasafolduğuyerde,Helenistikfelsefeen azındanRoma kültürü ve kısmendeDoğu felsefesiyle karışmış olmaanlamındaYunanaözgüsaflığınıyitirmişbirfelsefedir.

    Helenik felsefenindoğal siyasi dekoru kent-devletidir,Helenikdöneminfilozofu kent-devletindemutlu bir hayata erişme idealinin belirlediği etiko-

  • politik sorulara cevap vermeye çalışır. Oysa Helenistik dönemin siyasidekorunda imparatorlukvardır;budönemdefilozof imparatorlukdüzenininsınırlarını büyüttüğü dünyada yalnızlaşan ve yabancılaşan insanın ağırproblemlerine çözüm getirmeye çalışır. Buradan da anlaşılacağı üzere,Helenik felsefe, büyük bir bölümünde, zaman zaman etik ve politikkonularla yakından ilgilenmiş olsa bile, bütünüyle teorik ve evrenin heryönüyleanlaşılabilirolduğuna inanan tamamen rasyonelbir felsefeolarakgelişmiştir. Oysa Helenistik felsefe, felsefenin neredeyse tüm diğerdisiplinlerinibirkenarabırakaraksaltahlakproblemiüzerindeyoğunlaşmışpratik bir felsefedir; o, kimi durumlarda gerçekliğin kavranamaz olduğunukabul eden septik (kuşkucu), bazen de aklı terk ederekmistikleşmiş birfelsefeolarakortayaçıkar.

    Bunlardan tarihselolarakThales ilebaşlayıp,Aristoteles’inöldüğü322yılına kadar devam eden Helenik felsefe, kendi içinde Presokratikfelsefe veya doğa felsefesi, Sokratik felsefe veya İnsan ÜzerinefelsefeveSistematikDönemveyaBüyükSokratiklerdönemiolaraküçeayrılır.Antikfelsefenin,MÖ4.yüzyılınsonçeyreğindebaşlayıp,MS6. yüzyıla kadar devam eden ikinci büyük dönemi Helenistik-Romafelsefesi de iki ana çağdan ya da felsefe çığırından meydana gelir.Bunlardanbirincisi,resmiolarakMÖ322ve331yıllarıarasındakitarihseldöneme karşılık gelen Helenistik çağın felsefesidir. Helenistik felsefeninana okul ya da felsefeleri, Yunan dünyasında Platon’un Akademia’sıylaAristoteles’in Lykeium’unun yanı başında kurulan Stoacı, Epikürosçu veKuşkucu okullardır. Dönemin ikinci ana çığırı ise Roma felsefesindenoluşur.

  • BİRİNCİBÖLÜM

  • SOKRATESÖNCESİDOĞAFELSEFESİAntik felsefenin Doğa Felsefesi veya Presokratik felsefe olarak

    sınıflanan bu ilk döneminde, felsefe doğa ya da varlık felsefesi olarakbelirmiştir.Başkabirdeyişle, felsefe ilk filozoflarıngörüşlerinde,birvarlıkfelsefesi, varlık üzerine sistematik bir düşünüm olarak ortaya çıkmıştır.Bizimbugünkendilerininatüralistleryadafizikçilerolaraksınıfladığımızilkdoğa filozofları,herşeydenöncebirgörünüş-gerçeklikayrımıyapmışvegörünüşlerinyada fenomenleringerisinde,keyfilikvegelişigüzelliğindeğilde temel ve düzenli bir yapının varolduğuna inanmışlardı; Presokratiklerbununla da kalmayıp doğanın kendi içinde kapalı bir sistem meydanagetirdiğinisavunarak,doğayailişkinaçıklamanınyinedoğanınkendiiçindearanmasıgerektiğiniilerisürmüşlerdi.Başkabirdeyişle,Presokratiklerdışdünyayabaktıklarındabirçoklukgözlemlemişlervebuçokluğun,ancakveancak onun kendisinden çıktığı ya da türediği bir birliğe indirgenebildiğizaman, anlaşılır hale gelebileceğini ve dolayısıyla açıklanabileceğinidüşünmüşlerdir. Çünkü tek tek bireysel varlıklardan meydana gelen birçokluk, onların gözünde anlaşılamaz ve açıklanamaz bir şeydir. Bundandolayı, ilk doğa filozofları arkhe problemi üzerinde yoğunlaşmış vedolayısıyla, dış dünyadaki varlıkların kendisinden doğduğu ilk maddeyibelirlemeye çalışmıştır. Onların deneysel araçların yokluğunda, varlık yada doğa üzerine spekülasyonda bulunmaları, şu halde kaçınılmaz birsonuçtu.

    Buradan hareketle, Presokratik filozoflarda felsefenin bir varlıkfelsefesi olarak geliştiği, bu filozofların varlık problemine sırasıylagörünüş-gerçeklik, çokluk-birlik, değişme-kalıcılık ekseninde bir çözümgetirmeye çalışmış oldukları söylenebilir. Dünyanın göründüğü şekliyleçelişikveanlaşılmazolduğunukabuledenbufilozoflar,görünüştekiçokluğuaçıklayacak,onayapıveanlaşılırlıkteminedecekbir töz,kalıcıvarlıkyadabirlikarayışıiçindeolmuşlardır.Presokratikler,kendiiçindedörtdönemya da okula ayrılırlar. Bu dönem ya da okullardan birincisi, monistik birkozmoloji ya da birmaddemetafiziği geliştiren İyonyaOkulu’dur. İkincisi,maddeden çok form üzerinde duran ve bir sayı metafiziği geliştirenPythagorasçıOkulolarakkarşımızaçıkar.Birliktençokluğageçişüzerindeyoğunlaşan üçüncüsünü, iki karşıt bakış açısıyla temsil edilen iki ayrıgruptanmeydanageldiği içinbirokuldanziyadedönemolarakkarakterizeetmekgerekir.Sözkonusuüçüncüdönem,biryanıylaHerakleitos’undiğeryanıyla da Parmenides ve izleyicilerinin felsefesinden meydana gelir.

  • DördüncüdönemdeiseplüralistbirmetafizikgeliştirmişolanEmpedokles,DemokritosveAnaksagorasgibifilozoflarbulunur.

    FelsefeTarihi

    İyonyaOkuluFelsefe tarihinin ilk okul veya düşünce geleneğini oluşturan İyonyalı

    filozoflar,Thales,AnaksimandrosveAnaksimenesolaraksıralanır.İyonyaveya Miletos Okulu, felsefenin ilk okulu olarak ortaya çıkarken, BatıAnadolukıyılarındakiİyonyadaAntikYunanfelsefesininilkmerkeziolarakseçkinleşir. İyonya okulunu meydana getiren bu üç filozofta, bugündengeriyedönüpbaktığımızzamanortakbazıözelliklertespitedebiliyoruz.

    Sözkonusuüçfilozofbirkereherşeydenönce,mitopoetikdüşüncedenkopuşu ve felsefi düşünüşe geçişi simgeler. Buna göre, dünyayıaçıklamanın biri doğaüstü güçlere gönderimle gerçekleşen mitik veyamitolojik diğeri ise doğal nedenlere başvurmaktan meydana gelen doğalyol olmaküzere, iki yolununbulunduğunukabulettiğimizde,physici yadaphysiologiadıylasınıflananMiletosludoğafilozoflarının,mitolojikaçıklamatarzına alternatif bir açıklama tarzı geliştirmiş ve böylelikle, felsefeninkendisiniönesürmesinintemsilcisiolmuşolduklarısöylenebilir.

    İkinci olarak bu filozoflar, herhangi bir çıkar, pratik amaç gözeterekdeğildesaltbilmekyadaanlamakiçinfelsefeyapmışlardır.Öteyandan,Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, her ne kadar felsefede onlarınyaşadıklarıçağdamaddeileruharasındabirayrımyapılmamışolsadafelsefe tarihinin ilk materyalistleri olarak bilinirler. Nitekim, nedensel birvarlıkanlayışıortayakoyanvevarlığailişkindoğrubiraçıklamanınmaddi,fail, formel ve ereksel olmak üzere, dört ayrı nedeni ortaya koymasıgerektiğini belirten Aristoteles’e göre, Miletoslu filozoflar yalnızca maddineden üzerinde yoğunlaşmışlar ve varolan her şeyin kendisinden türediğiarkhe ya da maddi nedeni belirledikleri zaman, varlığı açıklayacaklarını,neyingerçektenvarolduğunubelirleyeceklerinidüşünmüşlerdir.

    Onlar, bundan dolayı aynı zamanda iki ayrı anlam içinde monistfilozoflarolaraksınıflanırlar.Bufilozoflarınmonistolaraksınıflanmalarınınnedeni,öncelikleonlarınmaddeyievrendekitekgerçeklikolarakgörmeleri,yani dış dünyayımeydana getiren çokluğun gerisinde bir birlik aramalarıvemaddesözkonusuolduğundadadahasonrakiplüralistlergibi,varlığıntemeline birçok arkhe ya da maddi neden değil de tek bir maddeyerleştirmeleridir.

  • Miletoslu filozoflar, maddi neden dışında bir neden, fail veya finalneden düşünmedikleri ve özellikle de maddeye hareket verecek, onuharekete geçirecek bir dış güç tasarlamadıkları, maddenin kendisi decansız ve hareketsiz bir kütle olduğu için arkhe olarak, kendi kendisiniharekete geçirecek, kendi hareketini yine kendisinin açıklayacağı bir ilkmaddearamışlardır.Bundandolayı,onlaraynızamandahilozoistlerolaraksınıflanırlar.

    Miletoslu filozoflarda ortak olarak sergilendiğini gördüğümüz başka birnokta da onların “hiçten hiçbir şey çıkmayacağı”(nihil ex nihilo fit) vedolayısıylamadde ya da dünyanın ezeli olduğu inancıdır. Aynı zamandatümYunanlı filozoflar tarafından paylaşılan bu inancın bir gereği olarak,hiçten yaradılış veyamaddi dünyanın zaman içindebir başlangıcı olduğudüşüncesi,onlarınakıllarınınucundandahigeçmemiştir.

    ThalesMiletos ya da İyonyaOkulu’nun kurucusu, düşünce tarihinin ilk filozofu

    olduğukabuledilenThales’tir.YedibilgearasındadaadıgeçenThales’inMÖ6.yüzyılınilkyarısındayaşamışolduğusanılmaktadır.

    Thales(MÖ624-546),budönemeözgübilimadamı-filozoftipininseçkinbir temsilcisiydi. Onun özellikle matematik ve astronomi alanında önemliçalışmalar yaptığı kabul edilir. Bilimsel faaliyetleri bir yana, Thales’tefelsefebakımındanesasönemtaşıyanhusus,onun“Neyingerçektenvarolduğu” sorusu üzerinde düşünmüş olmasından kaynaklanır. Bu çerçeveiçinde, doğada var olan şeylerin tüketici bir listesini yapmayıamaçlamayıp, şeylerin varlığa gelmeleri ve daha sonra da yok olupgitmeleri olgusundan etkilendiği için kalıcı bir gerçekliği bulmaya çalışanThales,görünüş-gerçeklik,çokluk-birlikayrımıyaparakvarlığaöncegelipsonragiden,süreklideğişmehalindekişeylerinyadafenomenleringerçekolamayacağı sonucuna varmıştı. Başka bir deyişle, “neyin gerçekten varolduğu”sorusunuyanıtlamanınyegâneyolu,onungözündebirlikileçoklukya da görünüş ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi doyurucu bir biçimde ifadeedebilmekten geçti. O, buna göre, gözle görünen bireysel varlıkların vedeğişmelerin oluşturduğu kaosun, çokluğun gerisinde akılla anlaşılabilir,kalıcı ve sürekli bir gerçekliğin var olduğuna inanmıştı. Thales, çokluğunkendisinden türediği, çeşitliliğin gerisindeki bu birliğin “su” olduğunu önesürmekteydi.

    Anaksimandros

  • İyonya Okulunun ikinci filozofu, Thales’in öğrencisi ve dostu olanAnaksimandros’tur. Hakkında pek az şey bildiğimiz Anaksimandros’unhayatıyla ilgili en önemli bilgi, onun rasyonel düşünce ve faaliyette yazılıgeleneği başlatmış olmasıdır.Bunagöre, hiçbir şey yazmayan, yazılı birşey bırakmayan Thales’ten farklı olarak, Anaksimandros (MÖ 610-546)varlıkla ilgili düşüncelerini ya da felsefi spekülasyonlarını kâğıda dökmüşve bundan sonra bütün doğa filozoflarında bir örneğine rastlayacağımızPeriPhusis[DoğaÜstüne]adlıdenemenin,günümüzedoğallıklaerişmemişilkörneğinivermiştir.

    Anaksimandros’da da bilimsel faaliyetle felsefi düşünce iç içe geçmişdurumdadır. Dolayısıyla, onda da felsefi görüşlerinden bağımsız olarak,azımsanamayacakölçüdebirbilim faaliyetiylekarşılaşıyoruz.Karadeniz’eaçılan denizciler için bir harita yapan, yine tarihte ilk kez olarakmeskûndünyanın bir levha üzerine resmini çizen Anaksimandros zamanı, düz birtaban üzerine yerleştirilen dik bir çubuğun günün çeşitli saatlerindemeydanagetirdiğigölgelerinyerlerineveuzunluklarınabakılarakbelirleyenaygıtolarakgüneşsaatinibulankişidir.Kozmolojisinde,dünyanın,sanıldığıgibi,birtepsideğildegenişliğiyüksekliğininüçkatıolanbirsilindirşeklindeolduğu sonucuna varmıştı. Biyolojide ise o, yaşamın denizlerde ve sudabaşladığını, insan da dahil olmak üzere, tüm canlıların önce denizlerdeyaşamış olup, karaya daha sonra çıktıklarını ortaya koyan bir evrimkuramıgeliştirmişti.

    AnaksimandrosThales’i,sadecebilimalanındadeğilarkheyadamadditöz veya aition konusunda da aşmıştı. Buna göre, o Thales’inmaddi tözolarak“su”anlayışına,suyunnicelikbakımındansınırlı,nitelikbakımındanbelirli olduğu gerekçesiyle karşı çıktı. Su ya da nem, çatışma vesavaşlarını açıklamak durumunda olduğumuz karşıtlardan biri olduğu içinondanhiçbirzamankarşıtıçıkmaz.Başkabirdeyişledeğişme,doğumveölüm, büyüme ve küçülme, çatışma ve savaş, bir öğenin sınırlarınıdiğerininaleyhineolacakşekildegenişletmesininbirsonucuolduğunagöre,suyundoğasınaaykırıbiryapıdaolanöğeyadaşeylerin,su içindenasılolup da eriyip gitmedikleri sorusuna doyurucu bir açıklama getirilemez.Sudan, öyleyse yalnızca ıslak ve soğuk olan şeyler türeyebilir. Oysadünyadasıcakvekuruşeylerdevardır.

    Suyunnitelikbakımındanbelirli olmasınınyarattığıgüçlüktenkurtulsakbile, Anaksimandros’a göre bu kez suyun nicelik bakımından sınırlıoluşunun yarattığı güçlük karşımıza çıkar. Başka bir deyişle, su gibinicelikçe sınırlı bir maddeden, sonlu bir madde kütlesinden evrenimeydana getiren sonsuz varlık kütlesi doğamaz. Sonsuz sayıda evren

  • olduğunuönesürenfilozofagöre,böylebirevrengörüşü,sonsuzmiktardamaddeyi gerektirir. Evrende varolan tüm nitelikleri tek bir niteliğegötürmenin, tümkarşıtları tekbirkarşıta indirgemenindoyurucuvedoğruolmamasından dolayı, ona göre, evrenin ilk maddesi ya da maddi tözünitelikbakımındanbelirsiz,nicelikbakımındansınırsızbirmaddeolmalıdır.Anaksimandrossözkonusuözellikleritaşıyanilkmaddesine,hiçbirduyusalmaddeyle özdeş olmayan belirsiz bir varlık, soyut bir ilke anlamındaapeironadınıvermiştir.

    Anaksimenesİyonya Okulu’nun sonuncu filozofu Anaksimenes’tir. Hayatıyla ilgili

    olarak günümüze pek fazla bilgi ulaşmayan Anaksimenes (MÖ 585-525)de tıpkıThalesveAnaksimandrosgibibirbilimadamı–yadaastronom–filozoftur.

    Onun felsefi ve bilimsel düşüncede, bir anlamda geriye dönüşü temsilettiği söylenebilir. Bunu, onun astronomisinde olduğu kadar, arkhe olarakhavayı seçiminde de görmek mümkündür. Buna göre Anaksimenes,Anaksimandros’unboşluktaduransilindirşeklindekidünyaanlayışıyerine,havada aynen bir yaprak gibi yüzen, bir masa kapağı şeklindeki dünyaanlayışını geçirmiştir. Yine, Anaksimandros’un evrendeki çokluğuaçıklamak üzere doğası itibariyle belirsiz bir töz, soyut bir arkhe önesürdüğüyerde,AnaksimenesbiranlamdaThales’inbütünbirkozmosutekbirbildikmaddeyedayandırmadüşüncesinegeridönmüştür.

    Gerçekten de Anaksimenes, görünüşün gerisindeki akledilir gerçeklik,çokluğunarkasındakiakıl

    yoluyla kavranabilir birlik, kozmosta varolan her şeyin kendisindentürediği tözolarakaer yadahavayı öne sürmüştür.O, ilkmaddeolarakhavayı seçerken, hiç kuşku yok ki sadece çokluğun veya görünüşüngerisindeki birlik ya da gerçeklikle değil aynı zamanda birlikten çokluğageçiş veya daha genel olarak evrendeki değişme olgusuyla dailgilenmekteydi.Bunagöre,onunfelsefealanındagerçekleştirdiğienbüyükyenilik,birliktençokluğageçişsüreciüzerinde,varolanherşeyinhavadannasıl varlığa geldiğini açıklama işinde ilk kez yoğunlaşmış olmasındanmeydanagelir.

    Anaksimenes,birliktençokluğageçişsüreciniaçıklarken,havadakisıkışma ve seyrekleşmekavramlarınabaşvurmuştu.Bubağlamda, çokmuhtemelen dudaklarımızı birbirine yaklaştırıp avucumuza üflediğimizzaman, ağzımızdan çıkan havanın soğuk, ağzımızı fazlaca açıp,

  • avucumuza üflediğimizde de ağzımızdan çıkan havanın sıcak olmasıgözleminden yararlanan filozofa göre, hava seyrekleştiği zaman ateş,sıkıştığızamandarüzgâr,bulut,suvetoprakhalinegelebilir.Buçerçeveiçinde; Anaksimenes, havanın seyrekleştiği zaman daha sıcak halegeldiğini veböylelikle deateşolmayolunagirdiğini, buna karşın sıkıştığızamandahasoğukolupkatılaşmayolunagirdiğinidüşünmüştü.

    Anaksimenes’tekiseyrekleşmevesıkışmakavramları,birliktençokluğageçiş sürecini açıklamaya yaramalarının dışında, her tür niteliği niceliğeveya bütün niteliksel farklılıkları niceliksel farklılıklara indirgemeteşebbüsünü temsil eder. Daha sonra farklı filozoflarda değişikversiyonlarıyla karşılaşacağımız bu teşebbüs, bu yönde atılan ilk adımolmak durumundadır. Buna göre,maddenin bütün niteliksel farklılıklarınıntek temel madde ya da dayanak olarak havanın değişen sıklaşma veseyrekleşme dereceleriyle açıklanabileceğini düşünen Anaksimenes, biranlamda modern fiziğin temelinde yer alan “fiziki fenomenlerinmatematiksel denklemlerde ifade edilebildikleri zaman ancak bilimselolarakaçıklanmışolacakları”kabulünüöncelemekteydi.

    FelsefeTarihi

    Pythagorasçılarİlkçağ Yunan felsefesinin ikinci okulu teolojik, bilimsel ve felsefi

    görüşleriyleseçkinleşmişolanPythagorasçıOkul’dur.MÖ6.yüzyılınikinciyarısındaGüneyİtalya’da,Kroton’daPythagorastarafındankurulmuşolanOkul, İlkçağ Yunan felsefesinde, İyonya’da kurulmuş olanDoğu geleneğikarşısında, Batı geleneğini temsil eder. Pythagorasçı Okul’un İyonyaOkulu’ndan diğer bir farkı da Pythagorasçı gelenek içinde yer alanfilozoflarınsadecebir felsefeokuludeğil fakatdahaziyadedinibir tarikatvehattapolitikbirörgütyadacemaatmeydanagetirmişolmalarıdır.

    Pythagorasçı Okul’un ikinci önemli özelliği, burada felsefeyi doğuran,felsefi düşünceyi yaratan motifin değişmesidir. Buna göre İyonya’dafilozoflar, felsefeylefelsefeninbizatihikendisi içinuğraşır,saltanlamakvebilmek amacıyla felsefe yaparken; başka bir deyişle, Doğu’da felsefenintemelinde salt teorik kaygı ya da ilgiler bulunurken, Pythagorasçılarfelsefeylesaltpratikamaçlarlauğraşmışlardır.Buradaamaç,anlamakyada öğrenmekten ziyade arınmak; bilgi yoluyla saflaşarak evren ruhuylabirleşmek olmuştur. Yani Pythagorasçılarda felsefe, varlığın nasıl venedenmeydana geldiği hakkında bir açıklama olmanın ötesine geçerek,

  • bir yaşam tarzı olmuştur. Pythagorasçılar için amaç, insanlara evrenhakkında bilgi vermekten çok, insanları kurtarmak, yani onları doğuş veölüm çarkının dışına çıkarmak, bu amaca ulaşabilmek için dearındırmaktır.

    Pythagorasçılarda, üçüncü olarak, madde yerine form, nitelik yerinenicelik, fizik yerine de matematik ön plana çıkmıştır. Buna göre,İyonyalılarınmaddeyi,birşeyinkendisindendoğmuşolduğumaddinedenitemelealdıklarıyerde,Pythagorasçılarmatematikselilkeleriöneçıkarmışvebirşeyinyapısı,onunyerinegetirmekdurumundaolduğuişlev,yöneldiğiamaç ortaya konulduğu zaman ancak açıklanmış olacağını kabuletmişlerdir. Bu yüzdendir ki İyonya Okulu filozoflarının physici diyetanımlandıklarıyerde,Pythagorasçılarmathematiciolaraknitelendirilirler.

    Buradan da anlaşılacağı üzere, Pythagorasçılar, gerçekliğin çokfarklı yön ve görünümlerini anlamanın anahtarının sayı, oran vedolayısıyla,matematikolduğukavrayışlarıylaBatıfelsefesiiçindePlaton’lagüçlenip Kartezyanizmde doruk noktasına erişecek olan matematikseldüşünme geleneğinin başlatıcısı olan filozoflardır. Onlar bununla da yanivarlığa ya da dünyaya ilişkin açıklamanın sayılar aracılığıylagerçekleşecek bir açıklama olduğu düşüncesiyle de kalmayıp, dünyanınbiranlamdasayıolduğunuönesürerek,birsayımetafiziğigeliştirmişlerdir.

    TeolojikGörüşleriPythagoras(MÖ570-500)veöğrencileri, insanruhuyla ilgiliolarak,bir

    yanıyla felsefi, diğer yanıyla teolojik iki ayrı görüş geliştirmişlerdi. Başkabir deyişle, Pythagoras insan ruhunun ölümsüzlüğüyle ruh göçü inancınınsavunuculuğunu yapmıştı.Aslındabu inanç yadaöğretiler, hiçbir şekildeözgünolmayıp,çokmuhtemelenYunanlıolmayanbirkaynaktan türetilmişveya devşirilmişlerdir. Nitekim Heredotos, ruh göçü fikrinin, onun özgüngörüşüolmayıp,dışarıdanalınmabir fikirolduğunaişareteder.Ruhgöçüdüşüncesininanavatanı,Hindistan’dır.Ruhunölümsüzlüğüneveyaölümdensonraki hayat düşüncesine gelince, buna da Mısırlılarda, Giritlilerde veMikenuygarlığındarastlanmaktadır.

    Pythagorasçıların,Platon’u daderindenetkileyen ruhgöçü inancı, herşeydenönce,düalistbirinsantelakkisinedayanır.Bunagöre,insanbileşikbir varlık olup, biri ruh, diğeri beden olmak üzere, iki farklı bileşendenmeydanagelir.Bunlardan ruh temel,asli veyaözselbileşenolup, insanıngerçek özünü meydana getirir. Bundan dolayı, bedenin yok olup gittiğiyerde, asıl gerçeklik olan ruh uçup gitmez; o, ölümsüz olup bedenden

  • bağımsız bir varlığa sahiptir. Düalizmleri radikal olan, bu yüzden insanınmutluluğununtemelderuhtaaranmasıgerektiğini ifadeedenPythagorasçıgörüşegöre,bedenleolanilişkisiruhunözünübozupkirletir.Ruh,bedenleolan ilişkisine, bu dünyada yaptığı iyilik ya da kötülüklere bağlı olarakmutlak ölümsüzlüğe erişinceye, ilahi alana yükselinceye kadar bir doğuşçarkı içinde olur ve insanın ölümünden sonra, değer bakımındankendisindendahayüksekyadaaşağıvarlıklarınbedenlerinegöçer.

    Ruhun ölümsüzlüğü ve ruh göçü öğretisi ikinci olarak, doğanın birliği,varlığınhomojenliğivebütünvarolanlarınakrabalığıöğretisinedayandırılır.Pythagorasçıların psukheyi insandaki canlılık kaynağı olarak tanımlayansöz konusu öğretisine göre, insan ruhu nefstir, soluktur; aynı şekilde,dünyadacanlı,ezeli-ebediveTanrısalbirvarlıkolup,varlığınındevamınıkendisini kuşatan sonsuz havaya borçludur. İnsan da ruhunun nefsolduğunu kanıtlayacak şekilde, nefes alıp verdiği sürece yaşıyorsa eğer,buradan çıkartılması gereken sonuç, insan ile evren, mikrokozmos ilemakrokozmos arasında çok yakın bir ilişki olması, bir akrabalıkmünasebetibulunmasıgerektiğidir.

    Bütün hayatın homogenes olduğu öğretisi, Pythagorasçılarda, sadeceinsanlarıhayvanlaragerçekbirakrabalıkbağı içindebağlamaklakalmaz,onlarakendilerininendeğerliparçalarının,özseldoğalarınındahayüksekbirşeyleözdeşolduğunuöğretir. İştebudurum, insanhayatınabiramaçyükler: Ruhunu sınırsızca geliştirmek, beden adlı hapishaneyemahkûmiyeti her yönden en aza indirgemek ve bireysel ruhun özde birparçasıolduğuevrenselruhlabirleşmek.Pythagorasçıbakışaçısınagöre,ruh doğuş çarkı içinde olduğu, yani bedenin ölümünümüteakip başka birinsanın ya da hayvanın bedenine girmek zorunda kaldığı sürecearınmamış,maddeyevegerçekolmayanabağlılığınıkoruyanbirgerçeklikolarak saflıktan yoksun demektir. Onun insana yakışan gerçek yaşamı,hakiki hayat türünü yaşamak suretiyle, bedenden tümüyle kurtulması,doğuşçarkınındışınaçıkarak,birparçasıolduğuezeli-ebedi,evrenselveTanrısalruhlabirleşmesigerekir.

    FelsefiGörüşleriBunun yolu da felsefe ve bilimdir. Felsefeyi bir tür arınma ya da

    kurtuluş, doğuş çarkından kurtulma yolu olarak tanımlayan Pythagoras,müritlerinin ya da öğrencilerinin salt dinleyiciler veya sıradan insanlar veâlimler diye ikiye ayrılmalarının bir sonucu olarak, iki ayrı felsefekonsepsiyonuyla ortaya çıkar. Bunlardan birincisi, özde birtakım moral

  • öğütlerle seçkinleşen pratik bir felsefe telakkisidir. Pythagoras, bubağlamda her şeyden önce, insanlardan doğanın birliğini, bütün doğalvarlıkların sahip olduğu asli değeri tanımalarını, birtakım yasaklarauyarak,doğadahükümsürenahenge,barışvekardeşliğeuygunsadebirhayatsürmeleriniöğütler.

    Felsefe, Pythagoras için ikinci olarak gözlem ama özellikle de akılyoluyla dünyaya, bir bütün olarak evreni yöneten yasalara ilişkin birkavrayışaerişmekanlamınagelmekteydi.Başkabirdeyişle,onungözündefelsefesadecedünyayakarşıpasifbir tavıralma,bir tevekkül,birboyuneğme tutumu olmayıp bundan daha fazla bir şeydi. Buna göre, felsefe,özellikle sayı teorisi, geometri, müzik ve astronomi alanlarında etkinentelektüel araştırma anlamına gelmekteydi; çünkü insan dünyadakidüzene,gökyüzündehükümsürenahenge,evreniyönetenyapısal ilkelereilişkin gerçek bir kavrayışa, sadece bu alanlardaki araştırmalar yoluylaerişebilirdi.Çokdahaönemlisi felsefe, ilahiolanlanihaibirleşmehedefineetkin tefekkür yoluyla erişilebildiği için filozofun kendi doğasındagerçekleşecekfiilibirdönüşümüihtivaetmekdurumundaydı.

    Sözkonusufelsefe telakkisiveevreniyönetenyapısal ilkelerikavrayışsüreci arasındaki bağı kuran şey de Presokratik düşüncede daha sonrabaştaEmpedokles’infelsefesiveatomcugörüşolmaküzerepekçokfarklısistemdeönemlibir roloynayan “benzerinbenzerinibildiği” ilkesidir.Bunagöre, ilahi evrene, evrenin yönetici, yapısal ilkelerine ilişkin bir kavrayış,insanın doğasını evrensel ruha daha çok yaklaştırır. İşte bu anlayışta,ahenklidüzenlemeyadayapısalyetkinlikdüşüncesiniçoktipikbirbiçimdegüzellik düşüncesiyle birleştiren Pythagorasçı kozmos düşüncesi bulunur.Bununla yakından ilintili bir diğer kavram da sınır anlamına gelen peraskavramıdır. Pythagorasçı bakış açısından fiziki evren gibi organik birbütünün sınır ve düzeni, olabilecek en yüksek derecede sergilemesigerekir. Sınırsız olanın aynı zamanda eksik ve amaçsız olduğu dikkatealınırsa; Pythagorasçılarda evrenin, sınırın sınırsıza baskın çıkmasıylaoluşmuşyetkin, düzenli veamaçlı bir bütünolduğuaçıklıklaortayaçıkar.İnsan işte bu düzeni araştırmak suretiyle, söz konusu düzen ve uyumukendiruhundayenidenyaratmışolur.

    İnsanın bir yandan hayatını Tanrısal kozmos ile ahenkli hale getirme,diğer yandan da kendisinde gerçek bir dönüşümü gerçekleştirmekamacınınbirparçasıolarakevreninyapısalilkelerinikavramaçabasıiçinegirmesi gerektiğini öne sürenPythagorasçıların felsefelerini belirleyen enönemli unsur, şu halde, düzen ve ahenktir. Pythagorasçı düşüncenin entemel kavramı olan harmonia, büyük ölçüde müzik teorisiyle bağlantılı

  • olarak sayısal ilişkiler yoluyla açıklanır. Buna göre, akustiğin, yani sesbiliminin yaratıcısı olan Pythagorasçılar, telli çalgılarda telin uzunluk vekısalığıilesesinpesliğivetizliğiarasındabirilişkibulunduğunusaptamışlarvebutespiteparalelolarak,tektellibirçalgıüzerindetelinuzunluğunubelliölçüleriçindedeğiştirdiklerinde,sırasıylagamdüzenindesekiznotalıksesaralığını, beş notalık ses aralığını ve dört notalık ses aralığınıbulmuşlardır. Nitekim, Pythagorasçılar, bu ses aralıklarının tel üzerindesırasıyla 1/2, 2/3 ve 3/4’lük aritmetik oranlarla ifade edilen uzunluklarakarşılık geldiğini görünce, o zamana kadar sadece müzisyenin hassaskulağınınampirikvepratikolarakfarkınavardığısesaralıklarının,ilkdörttamsayı ve bu sayılar arasındaki ilişki yoluylamatematiksel olarak kesinbirbiçimdeifadeedilebilirolduğusonucunavarmışlardır.

    Pythagorasçıların bu büyük keşifle birlikte, Miletoslu filozoflardagörülen maddi açıklamadan formel açıklamaya, formu ya da yapıyıtemele alan açıklamaya doğru ani fakat son derece önemli bir geçişyaptıklarısöylenebilir.Bununlabirlikte,felsefeninbuadımayeterincehazırolmadığıgibi,maddeyleformarasındakisözkonusuayrımındayeterinceiyi anlaşılmadığını söylemek gerekir. Matematiksel yapılarında, şeylerinnihai ve biricik doğalarını gören Pythagorasçılar, burada kalmayıp, herşeyin kendilerinin aynı anda birim, geometrik nokta ve fiziki atom olarakgördüklerisayılardanmeydanageldiğiniiddiaetmeyegeçmişlerdir.

    FelsefeTarihi

    DeğişmeProblemiAntik Yunan felsefesinde, birmaddemetafiziği geliştirmiş olan İyonya

    Okulu’yla, bir sayı metafiziği geliştirmiş olan Pythagorasçı Okul’u, gerektarihsel ve gerekse problematik ya da sistematik olarak, daha çokdeğişme problemi üzerinde yoğunlaşan Herakleitos’la Elea Okulu izler.Başka bir deyişle, bir okulu temel alan bir sınıflamadan ziyade, birproblemedayandırılanbuüçüncüdönem,birokuluntemsilcisiolarakdeğildebireyselbir filozofolarakortayaçıkanHerakleitos ileonunkarşısındayer alan Elea Okulu filozoflarından, yani ünlü Parmenides’e ek olarak,Zenon,MelissosveKsenophanesgibifilozoflardanmeydanagelir.

    Buna göre, gerek İyonyalılar, gerekse Pythagorasçılar daha ziyadeçokluğun gerisindeki birliğe yönelmiş oldukları için gerçeklikteki değişmeolgusunuaçıklayamamış,buolgununhesabınıgereğigibiverememişlerdi.Onlargerçekliğinkendisindenmeydanageldiğikalıcıvedeğişmezöğe ile

  • varlıktaki değişme olgusunu hiçbir şekilde uzlaştıramamışlardı. İşte buçerçeve içinde değerlendirilmek durumunda olan Herakleitos veParmenidesdeğişmeproblemiüzerindeyoğunlaşarak,evrendekideğişmeolgusunu açıklamaya, kalıcılık ve süreklilik gerçeğiyle değişme gerçeğiniuzlaştırmayaçalışmışlardır.Görüşleribirbirlerinetabantabanazıtolanbuikifilozofyadaokuluaynıbaşlıkaltındabirleştirenilkveenönemlihusus,budur.Sözgelimi,dünyanınbirolduğusüreceaynızamandaçokolmasınınimkânsız göründüğünü düşünen ve kendisinden önceki filozofların “birolanınçokluğanasıldönüşebildiği”,“dünyanınbirçokluğatekabülediyorsaeğer, nasıl bir olabileceği” sorularına hiçbir şekilde yanıt veremediğinidüşünen Herakleitos, problemin, “birliğin” maddi bir şey veya kalıcı,değişmez bir yapı olarak alındığı sürece çözülemeyeceğini savunmuştur.Nitekim o, problemi çözebilmek için klasik arkhe anlayışını terk ederek,onun yerine oluş sürecini, düzenli değişme kavramını geçirmiş ve birliği,dahaziyademodelinbirliğiolarakyorumlamıştır.AynışekildeParmenidesde Thales’in orijinal formülünden çıkan ana problemin değişme problemiolduğunu,kendisindenöncekibütünfilozoflardançokdahaaçıkbirşekildegörmüştür.Varoluşunuherfilozofunönesürdüğüotemel“bir”nasılolurdagündelik deneyimde karşılaşılan çokluğa dönüşür? İşte bu problemiçözmeyeçalışanParmenides,dolayısıyla,başkahiçbirşeyleuğraşmayıp,yalnızcadeğişmekavramınınkendisiniçözümlemekaygısıgütmüştür.

    HerakleitosEvrendekideğişmeolgusunuoldukçagüçlübirvurguylailkkezelealan

    filozof olan Herakleitos (MÖ 540-480) “Her şeyin akış içinde olduğu”teziyle ün kazanmıştır. Bununla birlikte, akış ve değişme Herakleitos’unfelsefesinin sadece bir yönünümeydana getirir. Gerçekten de onun ilgisive felsefesi, bir yanda doğanın nesnel ve bitimsiz süreçleri, diğer yandasıradan insanların inanç ve değerleri olacak şekilde, iki ana perspektifüzerinde yoğunlaşır. Buna göre, o dünyada sürekli bir değişme ve akışolduğunuönesürerken,insanlarıdasözkonusugerçekleyaniinsanyadatanrıtarafındanyaratılmamışolmalarındanbaşkahepyananvesönenbirateş olan bir dünyada yaşamakta olmaları olgusuyla, kuramsal ve pratikolarakbaşaçıkamamalarınedeniyleeleştirir.Onunönesürdüğüenönemlihakikat“herşeyinbirolduğu”doğrusuydufakatbubirlik,farklılık,karşıtlıkvedeğişmeyidıştabırakmakbirtarafa,evrendinamikbirdengehaliiçindebulunduğu için değişme ve karşıtlığa bağlı olmak durumundaydı. Buaçıdan bakıldığında, evrendeki birlik, çokluk ve değişme olgusuna bir

  • çözümgetirmeyekalkışmışolanHerakleitos,birliğikabuletmeklebirlikte,onu Miletlilerin materyalist monizminden vazgeçerek, şeylerin kendisiylebirlikte değiştiği düzenin birliği olarak yorumlamış, dünyanın insan zihnitarafındankeşfedilebilirveanlaşılabilirdüzenlibirkozmosolmaanlamındabirolduğunuönesürmüştür.

    Herakleitos’un görüşlerinin merkezinde çatışma ve savaşın her şeyinbabasıolduğudüşüncesibulunur.Onagöre,savaşvarlıkyadaoluşuntekve en önemli koşuludur. Zira bu savaş olmasa, hiçbir şey varolmaz.Bundandolayıvarlıklarındoğuşyadavarlığagelişi,birbirlerinekarşıtolanve dolayısıyla, birbirlerini varlıkta tutan karşıt güçlerin çatışmasınabağlıdır. Karşıtların savaşının kötü bir şey olması bir yana, varlığınolmazsa olmaz koşulu olduğunu, evrendeki bütün varlıkların varlıklarınısürdürebilmeleri için karşıt unsur veya güçlerden meydana gelmesigerektiğini öne süren Herakleitos, Pythagorasçıların düzenli ve ahenklievren görüşüne karşı çıkar. Sağlık, barış ve sükûnet, kendi başlarınaalındıklarında, onların karşıtlarından daha fazla iyi olmalarından sözedilemez; onlar, ancak karşıtlarıyla birlikte değerlendirildikleri zaman, iyiolurlar. Pythagorasçı bir filozofun iyi ve kötüler diye göreceği şeyleribirlikteelealmak,gereklivedoğrudur;amabu,yeterlideğildir.Zirailahibirbakışaçısından,herşeyiyi,doğruveadildir.Dahası,bunlarınhepsibakışaçısıyla ilgili olup, iyi ve kötü, Herakleitos’a göre, bütünüyle görelikavramlardır. Hem sıcak soğuk, ıslak ve kuru, Pythagorasçılarındüşündükleri gibi, birbirleriyle işbirliği içinde olmak bir yana, birbirleriylesavaşhalindedirler.Onlarınsüreklisavaşhalinden,nedensel faktörlerheriki tarafta da aynı ve eş güçte olduğu için geçici bir harmonia haliçıkabileceğigibi,hastalığabenzerbiruyumsuzlukdaçıkabilir.Buyüzden,ortada gerçek anlamda orantılı bir karışım varsa eğer, bu, savaşankarşıtların, biri diğerine baskın çıkmayacak şekilde, bir güç dengesineeriştiklerianlamınagelir.

    Tanrılarla insanlar,özgürlerlekölelerarasındakimücadeleninkendisininsadecebirerörneğiolduklarıgenelkarşıtlığıyaratanşey,herşeyinatasıolan savaştır. Herakleitos, buradan iki ana sonuç çıkartır: Bunlardanbirincisi, insanların, dünyanın yapı kazanma şekli açısından çok büyükönemiolanbirhususolarak, savaşangüçlerindengevedüzenaçısındanvazgeçilmez ya da özsel olduğu gerçeğiyle bir şekilde baş etmelerigerektiği hususudur. İkincisi söz konusu olduğunda, Herakleitos fizikidünyadaki savaşı sosyal dünyaya taşır. Buna göre, sosyal ve politikistikrar karşıt gerilimlerin bir görünüşü olup,muhalif güçlerin şöyle ya daböyle gelişmiş dengesine dayanır. Bu ona, yaşadığı çalkantılı dönemde,

  • fazlasıyladoğrugörünmüşolanbirhakikattir.Herakleitoszamanınınkent-devletinde, iç barışın, varolan iki ana sınıfın, yani aşağı tabaka halk ilesoyluların iktidarı ele geçirecek kadar güçlü olmamalarının bir sonucuolduğu kanaatindeydi. Bu iki sınıftan biri, tamamen kendi çıkarı ve kendiyasası için savaşacak kadar güçlü hale geldiğinde bozulan güç dengesi,güçlerin yaklaşık eşitliği “barış”ı tekrar sağlayıncaya kadar, ortadankalkıyordu.Buyüzden,savaşolmaksızınbarışvarolamazdı;karşıtgüçlerdengesinin yokluğu, toplumun bir iç savaşla ortadan kalkması anlamınagelmekdurumundaydı.

    Karşıtların sadece savaşını değil fakat aynı zamanda birliğini de önesürenHerakleitos’agöre,karşıtçiftlerdenherbiri, şuhaldehembirbirlikvehemdebirçokluk,dolayısıyladaevrendekioluşvedeğişmenin temeluğraklarını meydana getirir. Başka bir deyişle, onda karşıtların birliğiöğretisidoğrudandoğruyaakışöğretisinegötürür.ZiraHerakleitos,diğerYunanlı filozoflar gibi, zamanın döngüselliği konsepsiyonuna bağlı olarak,değişmenindöngüselolduğunukabuletmekteydi.Bunagöre,değişmebirveaynıvarlıktaaslenvarolankarşıtlarınbirindendiğerinedoğruolur.Sözkonusu döngüsel değişme süreci, onun varlık görüşünün en temeltezlerindenbirbaşkasınımeydanagetirir.Şeylerinsürekliakışı,herşeyinakmakta oluşu, evrenle ilgili en önemli hakikat olmak durumundadır.Herakleitos’a göre, evrende kalıcılık ve durağanlık yoktur; her şeydeğişmekte, yakarak ve yıkarak yaşamaktadır. O, kendisinden öncekifilozofların evrende boşu boşuna kalıcılık ve süreklilik aradıklarını, oysaondakalıcılıkbulunmayıp,mutlakbirdeğişmeninsözkonusuolduğunuönesürer.

    Hem birlik ve hem de çokluk filozofu olan Herakleitos, söz konususürekli akış anlayışını ifade edebilmek için arkhe olarak ateşi seçmiştir.Başka bir deyişle, birlik, tıpkı İyonyalı filozoflarda olduğu gibi, evrenin ilkmaddesinden, evrendeki her şeyin kendisinden doğduğu maddi tözdenmeydana gelir. Diğer Yunanlı filozoflar gibi, hiçten hiçbir şeyinçıkmayacağını kabul eden ve dolayısıyla ilk maddenin ezeli olduğunusavunan Herakleitos, bu birliği ateşte bulur. Ona göre, ateş, örneğinyoğunlaştığı zaman, nemli hale gelir ve basınç altında suya dönüşür. Sudonduğuzamanisetoprakolupçıkar.

    Herakleitos’un ilkmaddeolarakateşiseçmesi,dahaçokondakioluşu,değişme ve birlikten çokluğa geçiş sürecini en iyi, yakarak ve yıkarakyaşayanateşifadeettiğiiçinönemtaşır.Bunagöre,ateşmaddibirvarlıkolduğu kadar, bir hareket, bir süreçtir. Ateşi hep hareketli bir şey diyetanımlayabileceğimizgibi, hareketinkendisidiyede ifadeedebiliriz.Ateş,

  • şuhalde,birliktençokluğageçişyadaoluşsürecininkendisidir. İlknedenolarak ateşi seçmek suretiyle, Herakleitos demek ki evrendeki süreklioluşakarşın,şeylerininsanlaradevamlıyadasabitmişgibigörünmelerininnedenini, iki şeyin değişmez olduğunu kabul ederek açıklamaya çalışır.Bunagöre,bir,tümdeğişmelerinmeydanagetirdiğigenelbağlamda,tözünmiktarı değişmezdir. Herakleitos, bu çerçeve içinde, ateşin önce bir şey,sonra başka bir şey olduğunu, bu şeylerin sonra yeniden asıllarına, yaniateşe döndüklerini söyler.Bütün bu değişme süreci içinde, ateşinmiktarıdeğişmez.

    İki, tüm değişmeler keyfi, gelişigüzel ve düzensiz değişmeler olmayıpbir ölçüye göre, değişmeyen bir yasaya göre gerçekleşir: “Ateş ölçü ileyanar ve ölçü ile söner.” Değişmenin kendisine göre gerçekleştiği buyasaya, değişmenin söz konusumantığına,Herakleitos logosadını verir.Evrensel olup, her şeye nüfuz eden, varolan her şeyi düzene sokan buyasa,Presokratikdüşüncenindiliyle,herşeyiyönetengüçtür.Değişmeninkendisine göre gerçekleştiği yasa olan logos, panteist Herakleitos’taayrıca, Tanrının evrende faaliyet gösteren bir kuvvet, bir yasa olmayönünden tanımlananadıdır. Logos,nihayet, insandakiakla,onayasayladeğişmeyianlamaimkânıverenkavrayışgücünekarşılıkgelir.

    Herakleitosşuhalde,bilgi felsefesibağlamında,duyu-deneyiveyaalgı(aisthesis) ile akılsal sezgi veya rasyonel kavrayış arasında bir ayrımyapar. Duyu yanılsamaları dolayısıyla veya aklın rehberliği olmadığında,sadece görünüşe ve çokluğa götürmeleri nedeniyle, duyuların insanagerçek bir bilgi veremeyeceklerini, insan bilgisini, zaman zaman onun birönkoşulu olsalar da temellendiremeyeceklerini öne süren Herakleitos’agöre,gerçekbilgiyeancakakılyoluylaerişilebilir.Gerçektendeinsanlarıngörünennesneleri tanımada,bütünHelenlerdendahabilgeolanHomerosgibi aldandıklarını öne süren Herakleitos’un büyük evren ile küçük evren(mikrokozmos) arasında yapısal bir benzerlik kurduğunu; her ikisinin debenzer yapılara sahip bulunduğunu, aynı yönetici güçler, yani akıltarafından belirlendiğini söylediğini kabul edebiliriz. Bu açıdanbakıldığında, onda amaç gerçekliği anlamak, logosu kavramaktır. Bununiçinse, duyuların tanıklığından ziyade, özdüşünüm ya da refleksiyonaihtiyaçduyulur.

    Bu bağlamda, o doğanın gizlenmeyi sevdiğini, bu yüzden gerçekliğeerişmeyi mümkün kılan aklın ona nüfuz edebilmek için ısrarla, sebatlaçalışması gerektiğini bildirir. Bütün bu araştırmaların amacı, öyleyse,gerçekliğe ilişkin bilgidir, bilgeliktir. Bununla birlikte, bilgelik, sadecegerçekliğe ilişkin teorik bir kavrayıştan meydana gelmez. Başka bir

  • deyişle, logosu kavramanın, gerçekliğin yapısına nüfuz etmenin kendisi,sadece teorikbirbilmearzusunun tatmini ilesonuçlanmaz;o,sözkonusukavrayışa uygun olarak yaşamayı, eylemde bulunmayı gerektirir veyainsan logosukavradığızaman,bukavrayışauygunyaşamayıöğrenir.Buyüzden,gerçekbilgelikhemteorik(theoria)hemdepratikbirkavrayıştan(sophia) meydana gelir. O, hakikate erişmek, doğruyu söylemek ve onauyarakdoğayayadaaklauygunyaşamaktır.

    FelsefeTarihi

    EleaOkuluHerakleitos’un rasyonalizmi EleaOkulu filozoflarında çok daha ileri bir

    düzeye taşınır. Gerçekten de Parmenides ve izleyicileri varlık probleminitümdengelimselbirakılyürütmesüreciyleelealırken,doğayailişkinampirikya da gözleme dayalı araştırmanın kaydedebileceği bir ilerlemenin biryanılsama olduğu sonucuna varmışlardı. Zira ampirik araştırmanıngösterdiği dünya, yani göründüğü şekliyle dünya bertaraf edilmezçelişkilerle doluydu. Bu yüzden salt varlık kavramını ele alan Eleal