23
db10/1 Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi Cilt 10, Sayı 1, 2010 ss. 253275. FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ * René WELLEK Çev. Sıddık YÜKSEL ** Özet René Wellek, bu makalesinde, Batı felsefesi tarihini, temsilcilerini ve akımları ta- rih sırasına göre ele almakta ve savaş sonrası Amerikan eleştirmenlerinin bu akımlara yaklaşımlarının, ele alış tarzlarının ve onları benimsemelerinin ne dere- cede olduğunu ortaya koymaktadır. Hepsini değil de temel türleri tartışmaktadır. Eleştirinin evrenselliğine vurgu yapmakta ve örnekler vererek eleştirinin felsefe- leştiği yorumunu getirmektedir. O, eleştirinin asıl ilgisinin, yani edebiyatın, diğer beşerî faaliyetlerden farklı olarak yorumlanması, muhafaza edilmesi dileğini ifa- de etmektedir. Anahtar kelimeler: Felsefe, eleştiri, edebiyat, sanat,estetik ××× Philosophy and Postwar American Criticism Abstract René Wellek, in this article, takes the history of Western philosophy, its main repesentatives and currents in their chronological order, and asks how far post- war american critics approach these currents, how they have dealt with them and how they have accepted them. He discusses the main types and trends, not all of them.He stresses how universal criticism is, and comments on how criticism has become philosophy, giving a lot of examples. He expresses his wishes that the main concern of criticism,namely literature, may be interpreted differently from other human activities and that it may be maintained. Key Words: Philosophy, criticism, literature, art, aesthetic * René Wellek, “Concepts of Criticism, Fifth Printing, October 1969, U. S. A.” adlı eserin 316-343 sayfaları arasında yer alan “Philosophy and Postwar American Criticism” bölümünün tercümesidir. ** Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü Öğretim Görevlisi, [email protected]

FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

  • Upload
    others

  • View
    7

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 db 10/1 

Dinb

ilimleri Ak

adem

ik Araştırm

a De

rgisi 

Cilt 10, Sayı 1, 201

0 ss. 253

‐275. 

FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ*

René WELLEK Çev. Sıddık YÜKSEL** 

Özet

René Wellek, bu makalesinde, Batı felsefesi tarihini, temsilcilerini ve akımları ta-rih sırasına göre ele almakta ve savaş sonrası Amerikan eleştirmenlerinin bu akımlara yaklaşımlarının, ele alış tarzlarının ve onları benimsemelerinin ne dere-cede olduğunu ortaya koymaktadır. Hepsini değil de temel türleri tartışmaktadır. Eleştirinin evrenselliğine vurgu yapmakta ve örnekler vererek eleştirinin felsefe-leştiği yorumunu getirmektedir. O, eleştirinin asıl ilgisinin, yani edebiyatın, diğer beşerî faaliyetlerden farklı olarak yorumlanması, muhafaza edilmesi dileğini ifa-de etmektedir.

Anahtar kelimeler: Felsefe, eleştiri, edebiyat, sanat,estetik

Philosophy and Postwar American Criticism

Abstract

René Wellek, in this article, takes the history of Western philosophy, its main repesentatives and currents in their chronological order, and asks how far post-war american critics approach these currents, how they have dealt with them and how they have accepted them. He discusses the main types and trends, not all of them.He stresses how universal criticism is, and comments on how criticism has become philosophy, giving a lot of examples. He expresses his wishes that the main concern of criticism,namely literature, may be interpreted differently from other human activities and that it may be maintained.

Key Words: Philosophy, criticism, literature, art, aesthetic

                                                            * René Wellek, “Concepts of Criticism, Fifth Printing, October 1969, U. S. A.” adlı

eserin 316-343 sayfaları arasında yer alan “Philosophy and Postwar American Criticism” bölümünün tercümesidir.

** Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü Öğretim Görevlisi, [email protected]

Page 2: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 RENÉ WELLEK 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

254| db  

Eleştiri iyiyi kötüden ayırt etmedir, bir şey hakkında hüküm vermedir, ve bundan dolayı da ölçüleri, ilkeleri, kavramları ve bu-nun sonucu olarak bir nazariyeyi ve estetiği ve nihayet bir dünya görüşü olan bir felsefeyi özel olarak kullanır ve ifade eder. Hatta “temel meselelerle alâkalı kalp kıracak en küçük temayül diyebile-ceğimiz kafa ile ilgili en ufak endişe taşıyarak”1 yazılan eleştiri fel-sefî bir duruş gösterir. Şüphecilik, bağıntıcılık, empresyonizm bile, en azından sessiz sedasız, natüralizmin, akıl dışılığın (irrasyonaliz-min) ve bilinemezciliğin (agnostisizmin) bazı değişik yorumlarına başvurur.1

Amerikan eleştirisi ikinci Dünya Savaşı’nın sonundan beri bir istisna teşkil etmiyor. Yaklaşık 1914’e kadar, hatta neredeyse 1932’ye kadar yazan eleştirmenlerle mukayese edilince, Amerikan eleştirmenlerinin daha açık bir şekilde kendi felsefî yakınlıklarının ve tahminlerinin bilincinde oldukları bile söylenebilir. İnsan, Elder Olson’ın “eleştiri felsefenin bir bölümüdür.Belli bir kapsamlı felsefe değişmez bir biçimde belirli bir sanat görüşü geliştirir”2 şeklindeki ifadesi gibi ifadelerle artan bir şekilde karşılaşır, veya, eleştiri, gele-neksel görüşlere ters yeni bir görüşle, sadece bir felsefe, hatta bir teoloji şekli, her şeyi kapsayan bir sistem ve bir dünya hipotezi ola-rak addedilir.Otuz yıl evvel tenkit eleştirmenin veya akademik endi-şe taşıyan küçük bir grubun önemsiz günbegün bir faaliyeti idi; bugün o kültürün muhafaza edilmesine hayırlı bir etkisi olacağına dair Arnold’ın ümidini bile kat kat aşan en göz alıcı iddialarda bu-lunuyor. “Birkaç entelektüel sanattan biri olmaktan vazgeçen eleşti-ri tek başına tam bir entelektüel hareket oluyor,” ve eleştirmen “in-sanların nihai gerçekle iletişim kurmasını tanrıtanımazlara bildiren bir peygamber”dir3 şeklindeki ifadeler ciddi bir övgüdür.

Amerikan akademik sahnesi ile ilgili yaşadıklarımda, seçkin bi-lim insanlarının eleştiri konusundan neredeyse habersiz oldukları 1927-28’lerin Princeton’ı ile eleştiri ve onun problemlerinin günlük ekmeğimiz ve acımız olduğu 1962’nin Yale’i arasındaki tezat şaşırtı-

                                                            1 H. W. Garrod, Poetry and the Criticism of Life, (Oxford, 1931), s.156-57. 1 Krş. Nuovi Saggi di estetica (Bari, 1919)’daki Benedetto Croce, “La critica

letteraria come filosofia.” 2 R. S. Crane, ed., Critics and Criticism (Şikago, 1952), s. 547. Krş.meselâ Philip

Blair Rice, On the Knowledge of Good and Evil (New York, 1955), s. 217: “Eleştirmenin tutarlı bir görüşü olduğu sürece,o, gerçeği kabul etse de etmese de, zımnen bir estetik kuramı ön şart olarak gerekli görüyor.”

3 R. W. B. Lewis, “Casella as Critic: A Note on R. P. Blackmur,” Kenyon Review 13 (1951),470, 473-74.

Page 3: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

db | 255 

cıdır, ve böyle bir izlenimin doğruluğu, natüralist romanın haksız-lıkları ortaya dökmesine ve ilerlemesine hasredilen bir hiciv organı olan 1927’nin The American Mercury’si ile 1962’de üç ayda bir ya-yımlanan The Kenyon, The Hudson, the Sewanee, Criticism, vb. dergi-ler arasındaki benzer bir tezatla kolayca ortaya konabilir

Bu değişimi kronolojik bir sırayla tasvir edebilir ve analiz ede-biliriz, meselâ, harbin sonundaki Yeni Eleştiri akidesini açıklayabili-riz ve sonra da ona karşı sert tepkileri ve onun için teklif edilen mit eleştiri, varoluşçuluk vb. seçenekleri ayrıntılarıyla ele alıp izah ede-biliriz Bir sonraki makalede, yani “The Main Trends of Twentieth-Century Criticism”de ve yine bir Almanca dünya edebiyatı ansiklo-pedisine yaptığım uzun bir katkıda milletlerarası bir bağlam içeri-sinde bunu yapmaya çalıştım.4 Orada, ister istemez, Amerika’daki yeni gelişmeler için çok az yer ayrılmıştı: Daha önceki ele alış tarzı usule göre genişletilebilir. Ancak ben kısmen farklı bir yaklaşım deneyeceğim. Umarım bu yaklaşım ülkenin durumunu yeni bir açı-dan aydınlatır ve çevre özelliklerinin daha güçlü bir rahatlık içinde ortaya çıkmasına yardım eder.

Niyetim Batı felsefesi tarihini, , - Eflatun, Aristotle, Tomasçılık, İngiliz deneyciliği, Kant, Schelling, Hegel, vb. - temsilcileri ve akım-larıyla tarih sırasına göre ele almak ve yeni Amerikan eleştirmenle-rinin onlardan herhangi birine sadakatlerini ne kadar çok iddia ettiklerini veya onların genel durumlarından herhangi birini zımnen ne kadar kabul ettiklerini sormaktır.Bana ayrılan yerde savaş sonra-sı geçen on yedi yılın eleştirmenlerini ve kitaplarının tamamını tar-tışmam mümkün olmayacak.Temel türleri ve eğilimleri göstermek-ten, gerekli şartları yerine getiremeden, tek tek eleştirmenleri kaba-ca şu veya bu mevkie tayin etmekten az daha fazlasını yapabilece-ğimi biliyorum. Eleştirideki felsefî taahhütlerin çoğunlukla yarım ağız olduklarının farkındayım: Eleştiri ile ilgili kitaplar sık sık karı-şım halindedir ve hatta karışıklıklarla ve belirsizliklerle kuşatılmış-lardır. Bununla birlikte, temel felsefî geleneklerin sürekliliklerini göstermeyi, geçmişten bugüne kalanları teşhir etmeyi, aklın bazı akrabalıklarına ve düşmanlıklarına işaret etmeyi umuyorum. “Aykı-rılıkla uyumlu” bir “görüş”e, Edward Bullough’ın “fizikî uzaklık” ve dolayısyla tüm sanatlar için gerekli gördüğü “ eşyaların tersinden , ekseriyetle dikkat edilmeyen tarafından, aniden görülmesi”ne

                                                            4 Lexikon der Weltliteratur im 20. Jahrhundert, 2 (Freiburg, 1961), 178-261.

Page 4: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 RENÉ WELLEK 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

256| db  

ulaşmak istiyorum.5 Pound’un “acaipleştirme”, Brecht’in Verfremdung dediği şeyi istiyorum.

Coleridge alenen “her insan ya Aristotle’ci ya da Eflatun’cu do-ğar,” diye söylüyordu, ve Alfred North Whitehead felsefe tarihini “ Eflatun’a bir seri dipnot”6 diye isimlendirmiştir. Amerikalı eleştir-menleri Eflatun’cular, Aristotel’ciler, idealistler ve realistler şeklinde ayırmaya çalışabiliriz. Ama böylesine basit bir ikiliyle fazla uzağa gidemezdik ve katı anlamda hiç Eflatuncu kalmamıştır ve yok dene-cek kadar Aristotel taraftarı mevcuttur. Fakat hedeflediğim şey için Amerikan yeni hümanist akımını, Paul Elmer More kesinlikle Efla-tun’un yakın bir öğrencisi olduğu için, Eflatuncu bir akım olarak düşünmek istiyorum. Yeni hümanist akım bugün ölüdür, ama o görüş tarzı bir Amerikalı kişilik eleştirmeninde, Yvor Winters’da, hayatiyetini sürdürüyor. Ben Winters’ın gençliğinde hümanist karşı-tı bir sempozyuma katkı yaptığını biliyorum,7 fakat o zamandan beri Irving Babbitt’e hayranlığını ifade etmiş8 ve, genel terimlerle, o grubun ahlâkçılığını ve romantizm karşıtlığını yeniden dile getir-miştir. Winters’ın çalışmalarının çoğu 1945 öncesine aittir, ancak görüşlerini The Function of Criticism (1957) adlı uzun bir makale-sinde özetlemiş ve ilkelerini yeniden Hopkins’e Yeats’e ve “manevi sürükleyici” olan Robert Frost’a tatbik etmiştir.9 Winters mutlak değerlere olan sağlam bir inancı savunur. O şöyle der: “Benim mut-lakçılığımın, bu teslimiyet talihsiz olabileceğinden, teistik bir duru-mu ifade ettiğinin farkındayım. Şayet tecrübe mutlak gerçeklerin mevcut olduğunu, onları tahminî bir anlayış istikametinde çalışabi-leceğimizi ama onların kendilerini kavramamızdan evvel var olduk-larını, ve kavramamızın nadiren veya hiç mükemmel olmadığını gösterecek olursa, o zaman bu gerçeklerin içine konulabileceği sa-dece tek bir yer vardır ve bu sonuçtan kaçılacak bir yol görmüyo-rum.”10 Winters, bir şiir “insanın başından geçen bir olayı rasyonel bir şekilde ifade tarzıdır. O, anlama yeteneğini ve ahlâkî zevki seli-

                                                            5 E. M. Wilkinson’ın editörlüğünü yaptığı Aesthetics (Londra, 1957), s. 95’teki

“Physical Distance as a Factor in Art and Aesthetic Principle.” 6 Coleridge, Table Talk (Londra, 1851), s. 100; A. N. Whitehead, Orocess and

Reality (New York, 1929), s. 63. 7 Editörlüğünü C. H. Grattan’ın yaptığı Critique of Humanism (New York, 1930),

s. 301-33’teki “Poetry, Morality and Criticism.” 8 Defense of Reason (Denver, 1947), s. 385-87, 568-69; The Function of

Criticism (Denver, 1957), s. 11-13, 75’te. 9 The Function, s. 157 vd.. 10 Essays in Criticism, 12 (1962), 79’da alıntı yapıldı.

Page 5: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

db | 257 

mi mükemmelleştirme metodudur,”11 diye tekrar tekrar ileri sürü-yor.Ahlâk, çıplak didaktik bir mesaj olarak değil de bir şekil ve muhteva, klasik düzen, kontrol ve denge ayarı olarak görülse de, ona delillerinin akla uygunluğu ve mânânın ahlâkîliği sayesinde hüküm verilir. Winters’ın Emerson, Poe, Whitman, Hawthorne ve birçok Amerikalı yazara “cehalet taraftarı” diye saldırmasında biraz haşin bir gerçek ve sert bir sağduyu vardır.Winters Valéry Emily Dickinson, Bridges ve daha az bilinen şairlerin birçoğunu değerlen-dirirken ve vezin tekniği hakkındaki düşüncelerinde şaşırtıcı bir şekilde yeni bir çeşniden söz eder. Fakat hiçbir Amerikalı münekkit, Elisabeth Daryush T. Sturge Moore’dan sonra gelen “en iyi İngiliz şairi”dir, Sturge Moore W. B. Yeats’den daha iyi bir şairdir ve Adelaide Crapsey “kesinlikle ölümsüz bir şairdir,” vs.12 şeklinde bir sınıflandırma oyununa bu kadar pervasıca teslim olmamıştır. Bize destan ve dramın ölü olduğu söyleniyor. Roman hızla ölüyor. Onla-rın yerini tarih yazımı alıyor. Yeterince tuhaftır ki Macaulay önemli bir usta olarak ortaya çıkıyor.13 Yalnızca Valéry’nin Ebauche d’un serpent’i gibi düşünce mahsulü kısa şiirin bir geleceği var. Böyle bir dogmatizme karşı yardım dilenecek herhangi bir merci yoktur.

İddialı Aristotel taraftarlarını bulmak kolaydır.1940’larda Şikago Üniversitesi’nde uyumlu bir grup âlim kendilerine yeni Aristotelciler adını verdiler, ve Aristotel’in etkisi grup dışında bile hissedilir. Gerald F. Else Poetics (1957) hakkında büyük hacimli bir şerh yazmıştır. Esas trajedi anlayışı oldukça hayalî olan Francis Ferguson sürekli olarak Aristotel’in dramatik yapı analizine başvu-rur. Poetics’e yazdığı bir giriş yazısında, Gilbert Murray ve onun ekolü tarafından yeniden yapılandırılan Grek dramının dinî törenle-rine has şekillerine sahip olan Oedipus Rex’in Aristotel’e ait tahlili ile uyuşacak özenle hazırlanmış bir plan yapmıştır.14 Philip Wheelwright ve Kenneth Burke’ün akıllarında hep Aristotel vardır. Şikago Üniversitesi’ndeki Aristotel taraftarlarının, teoride, kendile-rini Aristotel sisteminin nazarî olarak kabulü kadar ham bir şeye vakfetmeyeceklerinin farkına varmamız gerekiyor. R. S. Crane, bir program sunan cilde, Critics and Criticism (1952)’e, yazdığı giriş yazısında daha çok “eleştiri ile alâkalı çoğulcu ve enstrümantal bir görüşü” ifade eder, onların Aristotelciliğini “katı olarak pragmatik

                                                            11 The Function, s. 139. 12 Defense of Reason, s. 105, 490, 568’de. 13 The Function, s. 74, 63 vd., 49 vd.. 14 Aristotle’s Poetics (New York, 1961), s. 40.

Page 6: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 RENÉ WELLEK 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

258| db  

olan, hususi olmayan bir taahhüt” olarak addeder, ve hatta bu veya başka bir yorumcunun Aristotel’inin hiçbir zaman Aristotel olama-ya”cağını15kabul eder. Fakat uygulamada Crane’in “çoklu varsayım-lar yöntemi”16 Şikago Eleştirmenleri tarafından, Yeni Eleştiri’ye ve sembolist ve esatirî edebiyat yorumlarını teklif edenlere karşı pole-mik bir vasıta olarak hizmet eden dogmatik bir planın lehinde, sü-rekli olarak terk edilir.Olayın örgüsü, karakter, tür, merkezî kav-ramlardır; halbuki, dil şiirle ilgili tek bir maddî sebep veya vesile içeren mütevazı bir pozisyona indirgenir. Şikago Eleştirmenleri sık sık Rönesans Aristotelciliğinde yaygın olan kavramlara kucak açar-lar. Heykeltıraş için taş nasıl cansız bir madde ise dil de onlar için aynıdır, ve tür, tanımların ve çıkarmaların değişmez bir planı haline gelir. Elder Olson, Tragedy and the Theory of Drama (1961)’da bize “oyun yazmanın daha önemli, ve esas kısmının kelimelerle müna-sebeti yoktur,” 17demektedir. Divine Comedy “taklitçi” değil “didak-tik”, “sembolik” değil “kinayeli” şeklinde sınıflandırılır.18 Şikago Eleştirmenleri’nin Yeni Eleştirmenler’in aşırı görüşlerine, özellikle Robert Heilman’in King Lear ve Othello ile ilgili yorumlarına19 karşı birçok üstünlükleri olduğunu inkâr etmiyorum. Ayrıca, bilhassa R. S.Crane, Richard McKeon ve Bernard Weinberg tarafından yorum-lanan eleştiri tarihindeki yoğun bilginin insanı etkilemesi gerekir. Tam anlamıyla belgelenmiş History of Literary Criticism in the Italian Renaissance (1961)’ı Weinberg’e borçluyuz. Ancak yaşayan eleştirinin bir vasıtası olarak düşünülürse, Şikago Aristotelciliği sadece aşırı- akademik bir uygulama gibi geliyor bana. İlkelerin en parlak kullanımı Wayne Booth’ın The Rhetoric of Fiction (1961) adlı çalışmasıdır; o, James’e ait yazarın romandan kayboluşu akidesine karşı ikna edici deliller gösterir, ama romancı tarafından açıkça ve alenî olarak bildirilen bir Filistinli’ye ait acıklı,sağlam ve mâkul bir ahlâk isteğiyle sona erer. Şikago ekolünün pratik eleştiriyle ilgili diğer tek kitabı, yeterince tuhaftır ki, The Poetry of Dylan Thomas ’a hasredilmiştir.Müphem davranışları ve marifetlerinden dolayı Empson’a saldırmış olan Elder Olson, çelişkiye hiç şaşırmaksızın, orada aynı oyuna coşkulu bir şekilde teslimiyet gösterir. İnsan diğer

                                                            15 S. 9, 12-13, 17. 16 The Languages of Criticism and the Structure of Poetry (Toronto, 1953),

s. 237. 17 Detroit, 1961, s. 9. 18 Critics and Criticism, s. 590 vd.. 19 This Great Stage (Baton Rouge, 1948); The Magic in the Web (Lexington, Ky.,

1956).

Page 7: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

db | 259 

eleştirmenlerin Şikago ekolünün haksız bilimsel iddialarına ve hatta arada bir suçsuz isim babalarına karşı niçin sabırlarını kaybettikle-rini anlayabiliyor. Duyarlı bir şiir eleştirmeni ve Alexander Pope’un yakın bir öğrencisi olan Reuben Brower bile “bu mükemmel geo-metricinin şiir sanatının ne olduğunu bilmediği”20 şüphesini seslen-dirmiştir. O, Aristotle’i yeniden “di color che sanno” ustası yapmaya kat’iyen yetmeyecektir. O zamandan beri köprünün altından çok sular aktı.

Yeterince şaşırtıcıdır ki, kurucusu, Jacques Maritain, aramızda yaşadığı ve İngilizce olarak Creative Intuition in Art and Poetry (1953)’yi yayınladığı halde, Birleşik Devletler’de yeni bir Tomasçı eleştiri yoktur. Onun yeni kitabı uygulamada Fransız sembolizmini ve hatta sürrealizmini yücelten Bergson sezgiciliği denilebilecek şeyin lehinde Tomasçılık’tan ayrılma olarak yorumlanabilir. Bunun-la birlikte, Birleşik Devletler’deki Katolikler arasında yoğun bir telaş vardır ve usta Katolikler edebiyat eleştirisine katılırlar. Meselâ, Father William J. Lynch Christ and Apollo (1960)’da ortaçağa ait dört boyutlu eleştirel tefsir metodu üzerinde şekillenen bir projede kıyasî olanları, ilâhiyatla ilgili olanları ve Hıristiyan olanları içine alan hayal “boyutları”nı icat etti. Güneyli eleştirmenler arasında en derin düşüneni olan Allen Tate, Katolikliğe ihtida etmesinden önce (1956) bile, Maritain’in “meleklik” akidesini Dante’nin “sembolik” ve Poe’nun “meleklik hayali” arasında karşılaştırma yaparken kul-lanmıştı.21 Tate’de bilim nefreti, organik bir cemiyet ve dinî dünya görüşü hasreti geleneğin yok olmasını yansıtan yazarlarla, Poe, Emily Dickinson, T. S. Eliot, W. B. Yeats ve trajik kaderi Tate için uyumlu bir gelenekle desteklenmeyen bir sanatkârın dağılmasını belgeleyen, kişisel dostlarından biri olan Hart Crane ile bir derece-ye kadar çelişkili olan derin düşüncelerle birleştirilir. Fakat bu mü-nekkitlerden hiçbiri Tomasçı değil: Katoliklik daha ziyade natüra-lizm ve pozitivizmin ve yalnızca “tam bilgi”yi değil aynı zamanda vahyi,mutlak gerçeği, hatta büyük mutluluk veren görüşü temin eden bir şiir anlayışını köklü bir şekilde reddetmek için bir taslak hazırlar.

Bu üç filozof, Eflatun, Aristotle ve Thomas Aquinas, sanat ve şiirle ilgili eski fikir dünyasını temsil ederler. Yeni dünya on seki-zinci yüzyılda, en azından İngiltere’de neoklasik doğruluğun çöktü-

                                                            20 “The Heresy of Plot,” English Instıtute Essays 1951 (New York, 1952), s.59. 21 The Forlorn Demon (Şikago, 1953)’teki makaleler.

Page 8: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 RENÉ WELLEK 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

260| db  

ğü ve onun yerini empirisizm (deneycilik)ve duygusalcılık, çağrı-şımcılık ve onların değişik şekilleri aldığında, ortaya çıktı. Ben bu-gün kimsenin on sekizinci yüzyıl İngiliz deneyciliğini orijinal şekliy-le kucaklıyor olduğunu ileri sürmek istemiyorum, ama kesinlikle geniş bir estetik ve eleştirel düşünme ırmağı oradan gelmektedir. Faydacılık ve olguculuk onun on dokuzuncu yüzyılın başlarındaki ilk varisleriydi , hemen arkasından pragmatizm geldi, ve davranışçı-lık ve mantıksal olguculuk atalarını inkâr edemezler. Yeni dünya-nın bilgi kuramı ile alâkalı tahminlerinde edebiyat biliminin ve tar-tışmaların çoğu halâ pozitivisttir; bir denenmemiş kriz öncesi “ha-kikat” anlayışına dayanır ve biyografik ayrıntılarda, edebî etki alan-larında ve sosyal ve tarihî arka zeminlerde basit bir mihanikî sebep fikrini üstlenir. Geleneksel akademik bilimin çoğu bugün bile bu ufuk içerisine hapsedilir. Bir eleştiri araştırması yaparken tartışma-ya neredeyse ihtiyaç yoktur. Fakat olgucu düşüncenin daha sonraki şekilleri yeni Amerikan eleştirisinin gelişimi için büyük öneme sahip olmuştur. J. C. Ransom The New Criticism (1941)’de I. A. Richards hakkında yazdığı bölüme “Yeni eleştiri aşağı yukarı onunla başla-dı,”22 diyerek işe koyulur, ve kesinlikle Yeni Eleştiri’nin Richards ve T. S. Eliot’ın özel bir birleşimi olduğu görüşü lehinde iyi bir delil ortaya konabilir. Fakat Richards, otuz yıl bir başka Cambridge’de bulunmuş olsa da , bir İngiliz’dir ve yazdıklarının çoğu 1945 önce-sine aittir. Ne henüz yayınlanmış yeni eleştiri kitabı, Speculative Instruments (1955) ne de birkaç değişik yerde yayınlanmış makale-leri onun görüş noktasında büyük bir değişiklik oluştururlar.23 Richards nörolojideki ilerlemelere olan güveninin yersiz olduğunu tümüyle kabul etmiştir: O hâlâ sanatla ilgili görüşünü bir çeşit duygusal terapi olarak, çalışma ile ilgili görüşünü bir itici güç örne-ği olarak, şiirle alâkalı görüşünü duygu dili, yalancı beyan veya mit olarak izah eder. Dewey gibi Richards da estetik ve alelâde tecrübe arasındaki farkı kabul etmez ve radikal ruhbilimciliğini ve hedonist natüralizmi destekler. Richards’ın anlamın anlamına, anlambilime, olan ilgisi eleştiriye olan en verimli katkısının özel olduğunu ispat-lamıştır. Richards’ın felsefî faraziyelerini paylaşmayan Cleanth Brooks gibi bir eleştirmen hâlâ onun anahtar terimlerini, yani dav-ranışları, gerilimleri, belirsizlikleri ve kinayeyi, kullanmaktadır.

                                                            22 Norfolk, Conn., 1941, s. 3. 23 Bkz. Yale Review (1949)’daki “Emotive Language Skill;” editörlüğünü Thomas A.

Sebeok’un yaptığı Style in Language (New York, 1960)’daki “Poetic Process and Literary Analysis;” ve The Screens and Other Poems (New York, 1960)’daki “The Future of Poetry.”

Page 9: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

db | 261 

Richards’dan beri temel bir pragmatik ve semantik eleştiri felse-fesi kurma teşebbüsü Kenneth Burke tarafından yapılmıştır. O genel yön belirlemede Richards’a benzer, ama o, anlambilimini Mark-sizm’le, Freudculuk’la ve Dewey’in taraftarlarından biri olan George Herbert Mead tarafından açıklanan “hareket” felsefesi ile birleştir-meye çalışır. Burke’ün edebî eleştirisinin çoğu eski yıllara aittir. Son zamanlarda felsefî bir sistem türetmekle meşgul olmuştur; bu sis-tem A Grammar of Motives (1945)’i, A Rhetoric of Motives (1955)’i ve A Rhetoric of Religion (1961)’ı içine almaktadır. Burke’ün insanın farklı etkinlikleri arasındaki cambazlığını takip edebilme iddiasında bulunamam, ancak bir edebî eserin “sembolik bir hareket,” yani şairin bilinçaltı dürtülerini yücelten ve örnek “kuşatıcı durum-lar”la24 ilgili “strateji”sini etkileyen kişisel arınma ayini olarak ad-dedildiğini yeterince anlıyorum.yargılama anlamında edebî eleştiri tamamen görünmez olmuştur: Ayak takımı ile Shakespeare arasın-da bir ayırım yapma mümkün değildir. Edebiyat ile hayat, iş ve eylem arasındaki fark kaldırılır. Burke’ün grafiklerinin, yetkilerinin, beş kişiden oluşan grubunun, bürokrasilerinin edebiyatla münase-beti yoktur. Burke son yıllarda şiirle ilgili özel bir metni çalışmaya başladığında, yalnızca hayalperest veya hantal yorumlar ya da psiko analitik yorumlar ortaya koymuştur. Meselâ, Venus and Adonis’in “sosyoanagojik” (toplumsal bilinçaltı simgesel ve moral eğitimlerle ilgili) yorumu bu nükteli ve duygusal şiiri “gizli bir sosyal kinaye”ye indirgemeye kadar varır. Tanrıça avamdan birine âşık asilzade bir kadını temsil eder: Şiir seksüel terimlerle ifade edilen “sosyal iffet-sizlik”tir.25 “Güzellik hakikattir, hakikat güzelliktir” sözünde Burke cinaslı bir müstehcenlik bulacağını iddia ediyor.26 Ancient Mariner’deki albatros {Coleridge’ın}Sarah’sının mecazımürsel kabi-linden temsilcisidir,” ve tüm şiir “onun uyuşturucudan kurtuluş töreni”dir.27 Burke eleştirmenlikten vazgeçmiş ve anlaşılması güç bir felsefenin kâhinliğine soyunmuştur.

Aynı şey Richard P. Blackmur’ün başına geldi, tek farkla ki ke-hanetin arkasında herhangi bir felsefenin varlığından emin olamı-yoruz. Blackmur de açık yürekli bir metin tahlilcisi olarak başladı, fakat son dönemlerinde anlaşılmazlığı gittikçe artmış ve Henry James’in en son evresinden eziyet edercesine örümcek ağı üslubuy-

                                                            24 The Philosophy of Literary Form (Baton Rouge, 1941), s. 1. 25 A Rhetoric of Motives, s. 212-21. 26 A.g.e., s. 204. 27 The Philosophy of Literary Form, s. 72, 96.

Page 10: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 RENÉ WELLEK 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

262| db  

la bahsetmiştir. Hatta ateşli bir taraftar on bir yıl önce onun “gizli balo gösterisi”nden28 söz etti ve balo yıllar geçtikçe daha da gizli hale geldi.Blackmur Yeni Eleştiri’nin sınırlamalarından duyduğu hoşnutsuzluğu seslendirmiş ama kendine has şümullü bir nazariyeyi açık olarak ortaya koyamamıştır. Onun “mimik olarak dil” dediği an genel ifade tarzına en çok yaklaştığı andır. Jest sembol ve deyimi bir araya getiren bir terimdir. Sembol cinas, kafiye, vezin, kinaye gibi tüm şiir unsurları sayesinde elde edilen bir “anlam yığını”dır.29 Language as Gesture (1952) ve The Lion and the Honeycomb (1955)’da toplanan yeni makalelerin çoğu herhangi bir metinle şaşırtıcı bir temas kaybını ve sembol,mit, hayal, davranış, jest, hatta suskunluk ve “mânâsızlığın idraki”30 gibi birçok farklı terim ve onla-rın zıtlarıyla gelişigüzel bir ilgilenişi gösterir. Blackmur, sadece ze-kâsından ve çok yönlü olmasından dolayı, çok yeni Amerikan eleşti-risinin kötü durumunu, özel bir kavramlar ve terimler dünyasına karışmasını, edebiyat sayesinde genel hayat felsefesi, hatta teoloji etrafında gruplaşmasını ve tamamen kişisel terkipler ve münasebet-lere güvenmeye sebep olan geleneksel yöntemlere karşı itimatsızlı-ğını, tasvir eder. Blackmur’ün makalelerinin bazılarında terimlerin ve duyguların mahremiyeti öylesine aşırı bir belirsizliğe ve bulanık-lığa ulaştı ki tertip edilen mecazî bilmecelerin çözümüne ilgiyi sağ-lamak veya yalnızca işaret edilen ve ima edilen bulanık gizleri sevmek imkânsız görünüyor. Esasen natüralist olan bir felsefenin nihaî karanlığa böyle bir saygı gösterilmesine yol açması tuhaf gö-rünüyor. Fakat natüralizm ile agnostisizm ve pragmatizmle irasyonalizm uyuşuyorlar: William James esrarengiz şeylere muha-lif değildi.

Amerikan eleştirisi ile alâkalı bir başka sıkıntı daha çok Alman idealizminden, Kant’tan, Schelling’den ve Hegel’den geliyor. Ancak bu noktada bir farkı ortaya koymamız gerekiyor. Kant estetiği, sa-dece çok genel bir tavır olarak, doğrular, iyiler ve güzeller arasın-daki farkın, Dewey, Richards ve onların taraftarlarınca kaybedilen veya oldukça maksatlı olarak silinen temel bir anlayış olan sanatın muhtariyetinin bir tanınması olarak, hayatiyetini sürdürüyor. Ger-çek Kantçılık yalnızca 1945’te New York’ta ölen Alman filozofu Ernst Cassirer’in yeni uyarlamasında yaşıyor. Fakat bugün bir çeşit

                                                            28 R. B. W. Lewis, Kenyon Review, 13 (1951), 463. 29 Language as Gesture (New York, 1952), s. 16. 30 Bkz.Sewanee Review, 63 (1955), 382-404’teki “The Language of Silence;” ve

Hudson Review, 9 (1956-57), 488-503’teki “The Great Grasp of Unreason.”

Page 11: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

db | 263 

yeni Kant ekspresyonizmi neşvünema buluyor. Etkili bir estetik bilimci,Susanne K. Langer, Feeling and Form (1953)’da Cassirer’in A Philosophy of Symbolic Forms’unu kullanan temsilî sembolizm diye-bileceğimiz bir sanat kuramı geliştirmiştir Bayan Langer, genelde müzik ve güzel sanatlarla ilgilense de, duygu sembolleri ortaya koyma, hayalî tecrübe, “benzerlik,” mecaz ve mit dünyası yaratma şeklinde bir şiir görüşü oluşturur. Ve Eliseo Vivas, Creation and Discovery (1955) başlıklı denemelerinde, bu görüşten fazla uzak-laşmış değil. “Şiir tek başına kendi kendine yeten bir dünya sergi-ler,” yani sembolik bir yöntem sayesinde tesis edilen bir dünya.31 Taklit ve ifade kuramları ve tüm natüralist açıklamalar reddedilir. Edebiyat kelimenin dar anlamıyla bize bilgi vermez. O, “tüm bilgile-rin mantık sıralamasında, kültürün tesisinde”32 oldukça önceliklidir. Vivas, Kant’ın “tarafsız kanaat”inin yeniden ifade edilmesi olarak gözüken estetik tecrübenin “geçişsizlik” teorisini33 özenle işler, ama o kesinlikle sadece estetikle alâkalı genel bilgilerle meşgul olmamış-tır: O, Dreiser, Henry James, Kafka ve Dostoevsky ile ilgili güzel şeyler yazmıştır ve son zamanlarda bir kitabını kalitesiz ideolojiyle iyi sanatın farkını ortaya koymaya çalışan D. H. Lawrence (1960)’a tahsis etmiştir. Bayan Langer ve Eliseo Vivas’ın yeni Kantçılık’ı, şüphesiz, katıksız değildir. Vivas kendini bir “değer felsefesi realisti” olarak tanımlıyor, ve eğer kendisini doğru anlıyorsam, Allen Tate’in pozisyonuna yakın bir yere gelmiştir.34

İşin garibi, gerçek eserleri okunmamasına, çeviri olarak ta yok denecek kadar az çalışması bulunmasına rağmen, Alman idealistleri arasında en nüfuzlu olanı Schelling’dir. Bu durum tamamen onun fikirlerini nakleden, özümseyen ve diğer birçok düşünce motifi ile birleştiren Coleridge’in yüzündendir. Sürekli olarak alıntı yapılıyor olan Coleridge’in “On Poesy and Art” isimli tebliği Schelling’in Mü-nih akademisinde yapılan bir konuşmasının çevirisinden başka bir şey değildir, ve Biographia Literaria’daki iki hayalle ilgili, zıtların uzlaşmasıyla alâkalı yazdığı parçalar çok dikkatli bir şekilde Schelling’i şerh ve izah eder.35 Yaratıcı hayal, zıtların uzlaşması, tabiatın bir benzeri olarak sanat, bir organik bütün olarak şiir, ale-gorinin karşısında sembol , vb.. Alman romantik eleştirisi hususun-                                                            31 New York, 1955, s. 73-74. 32 A.g.e., s. 127. 33 Bkz. D. H. Lawrence (Evanston, III., 1960)’ın eki. 34 Bkz. Sewanee Review, 67 (1959), 560-66’daki Allen Tate’e adanan, coşkulu

armağana, “Mi ritrovai per una selva oscura”ya. 35 Bkz. benim History of Modern Criticism, 2 (New Haven, 1955), s. 152 vd..

Page 12: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 RENÉ WELLEK 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

264| db  

daki önemli kavramların Coleridge vasıtasıyla Amerikan geleneğine girdiğini kabul etmek için Coleridge’in Schelling’e bağımlılık dere-cesi hususunda karar vermemiz gerekmiyor: Bu fikirler Amerikalı eleştirmenlere birçok aracı sayesinde süzgeçten geçirilerek geldi; T. S. Eliot önemli pasajları Coleridge’den özellikle iktibas etti ve Richards, Coleridge on Imagination (1934)’da, Coleridge’i bir natü-ralistin kabul edebileceği terimlerle tercüme etmeye çalıştı. Coleridge’in görüş noktası bugün çok açık bir şekilde Cleanth Brooks tarafından temsil ediliyor. Bu durum tehlikeli bir durumdur: Bir kimse bağlamcı bir sanat eseri görüşünü – onun kendine hâkim olmasını, organik olma niteliğini - gerçekle olan anlamlı bir ilişki ile nasıl barıştırabilir? Brooks şiirleri zıtlar, gerilimler, paradokslar ve eşsiz hünere sahip kinayelerden oluşan yapılar olarak tahlil eder. Paradoks ve ironi onun tarafından geniş çapta kullanılan terimler-dir. İroni aşikâre söylenen ifadenin zıttı değildir, aksine “bir bağlam içerisindeki çeşitli unsurların bağlamdan aldıkları niteliğin türünü ifade eden genel bir terimdir”36 O, aykırılıkların, Brooks’un tüm iyi, yani kompleks şiirde, “her şeyi içine alan” şiirde bulduğu zıtlar bir-liğinin tanınmasına işaret eder. Şiir alaycı tefekküre karşı koyabilme anlamında alaycı olmalıdır. Yöntem en iyi Donne ile Shakespeare’e, Eliot ile Yeats’e tatbik edildiğinde işliyor, ama Brooks The Well Wrought Urn (1947)’de Wordsworth ile Tennyson’ın, Gray ile Pope’un da bu tekniğe teslim olduklarını göstermiştir. Brooks “yan-lış tefsir düşüncesi” ne, şiiri nesir içeriğine indirgemek için yapılan tüm girişimlere saldırır, ve bağıntıcılık ve tarihselciliğe zayıf tesli-miyet aleyhinde karar verme gereğini, iyi tanımlanmış mutlaklık doktrinini savunmuştur. Fakat on yedinci yüzyıla ait şiirlere hasre-dilmiş birkaç makalede Brooks inandığı değerler mutlaklığının tari-he özel bir saygı ile uyuşmaz olmadığını göstermek için hususi acı-lara katlanmıştır.37 Brooks Literary Criticism: A Short History (1957)’yi yazarken güçleri W. K. Wimsatt’la birleştirdi. Wimsatt, son bölümde, önsözde dile getirilen “ münakaşacı” endişeyi tekzip eden zıt prensipleri birleştiren (syncretik) bir inancı açık ve eksiksiz bir biçimde ifade eder. O, şiirin “gerilimli” bir “görerek ve söyleye-rek yazma ahengi olduğu” sonucuna varır. Üç önemli şiir kuramına,

                                                            36 The Well Wrought Urn (New York, 1947) s. 191. 37 Meselâ English Institute Essays 1946 (New York, 1947) s.127-58’deki

“Literary Criticism”; Julian Haris ‘in editörlüğünü yaptığı The Humanities (Madison, Wis., 1950) s. 1-21’deki “The Quick and the Dead;” S. Burnshaw’un edi-törlüğünü yaptığı Varieties of Literary Experience (New York, 1962), s. 95-114’teki “Poet, Poem and Reader.”

Page 13: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

db | 265 

taklitçi veya Aristotelci, duygusal veya Richards’a ait, ve ekspresyonistik veya Croce’a ait kurama, saygı duyulması gerekir Tek başına mecaz tüm şiir sanatının yaygın bir prensibidir.38 The Verbal Icon (1954) ismiyle bir araya getirilen daha önceki eserinde, Wimsatt öncelikle sanat eserinin objektif yapısıyla ilgilenmişti. O, “Kastî Aldatma” olduğundan, yazarın niyetine olan güveni hiddetle uzaklaştırdı ve ”Hissî Aldatma” olduğundan, sanat eserinin duygu-sal etkisine göre eleştiriyi küçük gördü. O, Charles Morris tarafın-dan teklif edilen “ikon” terimini şiirsel sembolün bir alternatifi ola-rak kullanır. Literary Criticism’in son bölümünün kısa bir paragra-fında Wimsatt kendi edebiyat kuramıyla İnkarnasyon akidesi ara-sında bir benzerlik olduğunu ileri sürer,39 fakat o, Wimsatt’ın eleşti-rel pozisyonunu dinî veya özellikle Tomist olarak tanımlamak için, onun Katolikliğini bilen bazı kitap eleştirmenleri tarafından işlenen bir hatadır. Hem Wimsatt hem de Brooks şiirin dinin yerini alması yönünde Arnold’un ümitlerine sahip olan eleştirmen arkadaşlarının birçoğundan farklı olarak, estetik ve teoloji arasında keskin bir ayı-rımı muhafaza ederler ve şiiri dinin yerini alacak bir nesne olarak kabul etmeyi reddederler. Oldukça haklı olarak, onlara Richard Foster’ın Richards’ı, Vivas’ı Blackmur ve Tate’i seçkin Arnoldcular olarak ele aldığı The New Romantics (1962) adlı eserinde yer ve-rilmez. Brooks ve Wimsatt estetik gerçeğe sımsıkı tutunma, edebî olacak bir edebiyat teorisini gaye edinme liyakatine sahipler.

Umumiyetle, modern Amerikan tenkidinin idealist gelenekle ilişkisi şaşırtıcıdır.. Eliot, Brooks veya Wimsatt gibi onlar kavramları ve terimleri romantik idealistlerden alırlar, fakat bunlar yeni çevre ve koşullarda metafizik dayanaklarını kaybetmişlerdir. Benedetto Croce’un estetiği idealist kavramların aktarılmasında biraz etkili olmuş olmalı, çünkü o, The New Criticism (1910) başlığı altında erken bir dönemde Joel Spingarn tarafından izah edilmişti.Ancak Spingarn’ın Croce tercümesi sulandırılmıştır: O sadece retorik sınıf-landırmaların, üslûbun, tarzların, sanatlar ve, uygulamada, emp-resyonizmin bir savunması arasındaki farkın inkârıdır. Richards “özellikle konuya aşina olmayanlara, edebiyatçılara ve güzel sanat-lara düşkün olanlara”40 yalvardığı için Croce’u gururla azletti.Çok yakın bir zaman önce bir İtalyan göçmen bilim adamı, G. N. Orsini, Benedetto Croce’un doyurucu bir tefsirini yazdı; o tefsir onun muğ-

                                                            38 New York, 1957, s. 749, 750, 755. 39 S. 746. 40 The Principles of Literary Criticism (Londra, 1924), s. 255n.

Page 14: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 RENÉ WELLEK 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

266| db  

lak sistemine ve geniş eleştiri alanına haklı muamelede bulunur. Hegel Amerika’ya on dokuzuncu yüzyılda doğrudan Almanya’dan geldi, ve Hegelcilik bu asrın başlarında Josiah Royce’un hâkim şah-sında hâlâ temsil ediliyordu. İngiltere’den Hegel motifleri A. C. Bradley’in Shakespearean Tragedy’si ve Bernard Bosanquet’in estetik bilimi üzerine kaleme aldığı yazılarıyla geldi. Richard Sewall’un Vision of Tragedy (1959)’si gibi bir kitap Bradle’a ait özünde değişti-rilmemiş bir görüşü izah etmektedir.Wimsatt,Hegel’e ait “somut evrensel”41 terimini benimser, fakat Hegel’in diyalektik metodu , estetik bilimin ayrıntılarından bahsetmezsek, Birleşik Devletler’de tümüyle bilinmiyor.

Aynısı, en azından eleştiride, Marksizm’le ilgili de doğrudur. Otuzlu yıllarda bir Marksist akım vardı ve Marksist motifler ve te-rimler Edmund Wilson ve Kenneth Burke’ün yazılarında geçmekte-dir. Ancak bugün Birleşik Devletler’de herhangi bir gerçek Marksist eleştirinin yazıldığı görülmüyor. Bu, sanırım, Mc Carthyism veya Sovyet karşıtı temayülden dolayı değildir. O galiba daha çok Georg Lukács veya Kıta (Avrupa)’da çok büyük alkış alan T. W.Adorno tarafından uygulanan eleştiriyi bilmemekten ya da ona olan ilginin eksikliğinden dolayıdır.

Birleşik Devletler’deki sosyal eleştiri daha ziyade Amerikan li-beral geleneği için Arnold’a ait bir kültür anlayışı için duyulan bir endişeye demirlemiştir. Hakiki sosyalist münasebetler nadirdir: F. O. Matthiessen, kendisi, uygulamada, Çekoslovakya’nın idaresini ele aldıklarında bile Sovyet politikalarının bir Savunucusu olması-na rağmen bir Hıristiyan sosyalizmine olan inancını açıkça itiraf etti.42 Onun alanımız içindeki tek kitabı, Dreiser (1951) ile ilgili, ölümünden sonra neşredilmiş bir çalışma, Dreiser’in komünist parti ile “sembolik” bağını özenle açıklar ve ilk favorisi, T. S. Eliot’a ta-mamen zıt görünmesi gereken bir yazarı sempati ile çalışır.

Fakat diğer sosyal eleştirmenler hem kaba kitle kültürünün kö-tülüklerine hem de tepkiye karşı korumak istedikleri hür, tenkitçi, hoşgörülü bir toplumun liberal savunucularıdır. Lionel Trilling, denemelerden oluşan kitapları The Liberal Imagination (1950) ve The Opposing Self (1955)’te siyasî inançlarının mantıklılığı ve Proust, Joyce, Eliot,Kafka, Rilke, Gide ve diğerlerinin temsil ettiği

                                                            41 Bkz. The Verbal Icon (Lexington, Ky., 1954), s. 69-83’teki “The Concrete

Universal.” 42 Krş. From the Heart of Europe (New York, 1948), özellikle s. 142 vd..

Page 15: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

db | 267 

modern edebiyat arasındaki uçurumdan endişelidir. Çağdaş duyarlı-lığı olan, Henry James ve E. M. Forster’i seven ama natüralizmden hoşlanmayan bir adam, Trilling, fikirlerin duygular olduğuna, siya-setin edebiyatın içine girip yayıldığına inandığından, yalnızca prob-lemini ifade edebilir ama onu çözemez. O, “sanatın tesadüfî ve keyfî tabiatını, tek başına iradenin erişilmez notasında nasıl mevcut ol-duğunu,”43 yani onun Freud‘ü anlayışıyla desteklenen bir sezgi olduğunu tanımaya başlamış bulunuyor. Keats hakkında yazılmış deneme44 genel kültüre muhalefet eden şahıslar lehine ve kendini gerçekleştirmenin gerekli bir aracı olarak sanatkârın yabancılaştı-rılması lehinde hissettiği büyüyen duygusunu gösterir. “The Mo-dern Element in Modern Literature” (1961) isimli yeni bir deneme, çok kişisel şartlarda, sanatkârın medeniyete olan sert düşmanlığı meselesini yeniden ortaya çıkarır ve o öğrencilerin onun tamamını tabii bir şey gibi kabul edecekleri ve “kültür karşıtlarının kültürleş-tirilmesi veya tahrip edicilerin meşrulaştırılması”yla45 meşgul ola-cakları şeklindeki Amerikan olayı hakkında zihin yorar.

Bu, Birleşik Devletler’e gelen tüm Avrupa’ya ait irasyonalist fel-sefelerin: romantik tarihselciliğin, Schopenhauer, Nietsche, Bergson, Freud, Jung ve varoluşçuluğun başına gelen şey için beğe-nilecek bir ibare gibi gözüküyor. Birkaç istisna dışında, onlar, en azından eleştiride, milletin hâkim olan rasyonalist veya pragmatist tabiatına asimile oldular ve kesinlikle nadiren irasyonalist ve sık sık da cehalet taraftarı aşırılıklara itildiler.

Amerikan eleştirisinin çoğu, özellikle Amerikan eleştirisi, ro-mantik tarihselcilik davranışını üstlenir. O sonuç, eninde sonunda, millî ruhun, halkın bir ifadesi olarak edebiyatın organikliğini ve devamlılığını arayan Herder ve halefleri tarafından geliştirilen fikir-ler bütününden çıkarılır. Amerika’da bu fikirler İhtilâl’in başlama-sına yardım ettiler ve yeni kıtanın özel şartlarına, sınıfsız cemiyete, hudut, vs.’ye adapte edilen Aydınlanma geleneğine vaktinden önce asimile edildiler. Birçok yeni münekkit, Amerikalıların, Amerikan edebiyatının Amerikanlığının tabiatını tanımlamakla ilgilenirler, sık sık insan için, modern insan için, ve Avrupa ve Amerika için ne ka-darının müşterek olduğundan sadece hayal meyal haberdardırlar. Millî karakterle ilgili eski fikirler bugün hüküm süren mit ile ilgili

                                                            43 The Liberal Imagination (New York, 1950), s. 280. 44 In the Opposing Self (New York, 1955). 45 Partisan Review, 28 (1961), 31.

Page 16: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 RENÉ WELLEK 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

268| db  

nazariyelerden, hatta varoluşçu ıstılahlardan çıkarılan kavramlarla birleştiriliyor. Romanın türleri yahut edebiyatta insan hayali hak-kındaki eski meseleler bu yolla yeni eğilime uyarlanırlar. Amerikan edebiyatı üzerine yazılmış böyle bir sürü kitap vardır. Bizim dö-nemden öncesine ait olan Matthiessen’in American Renaissance (1941)’ı ilk kitaptır: O kitap Eliot’ın dil ve diksiyon,sembolizm ve mit kaygısını Amerika’daki demokrasi ihtimallerine olan ateşli bir inançla birleştirir. Esas konuya farklı yazarlar tarafından farklı açı-lardan yaklaşılmıştır. Charles Feidelson, Symbolism and American Literature (1953)’da, Cassirer,Susanne Langer ve Whitehead’den yararlanır. Edebiyat yakın sosyal gerçekle hemen hemen hiç ilişkisi olmayan sözel bir inşa tarzıdır. Sembolizm öylesine geniş tasavvur edilir ki ilk romantik Emerson’ın görüşü ile Eliot’ın görüşü arasında herhangi bir ayırım yapılamaz. Emerson, Melville,Hawthorne, Poe ve Whitman’ın sembolist yöntemi, onların Amerikan edebiyatının şerefi olan edebî bağımsızlığa verdikleri isimdir. The Complex Fate (1952) isimli Hawthorne ve Henry James üzerine yazılmış bir ki-tapta, Marius Bewley’in zihni daha ziyade Avrupa’daki Amerikalı yazar meselesi ile, “Avrupa’nın hurafe kabilinden değerlendirilme-sine karşı savaşan bir Amerikalı olma”46 kaderi ile, meşguldür. İkin-ci bir kitap, The Eccentric Design (1959), Amerikalı yazarın mutsuz durumuyla, onun kendi ülkesindeki yalnızlığı ve köksüzlüğüyle ilgilenir. Harry Levin’in Hawthorne, Poe ve Melville ile alâkalı ça-lışması, The Power of Blackness (1958), hassas ve makul bir biçimde çalışılan kasvetli isim konusu etrafında dönüp durur. Richard W. B. Lewis, The American Adam (1955)’da daha görkemli cennet, masu-miyet ve gençliğe geri dönüş temasını kovalar. Love and Death in the American Novel (1960) isimli süslü bir kitapta, Leslie A. Fiedler psikoanalitik ve sosyal bir tezi: “yetişkin heteroseksüel aşkla ve nihayetinde ölüm,yakın akraba ile zina ve masum homoseksüellik-le uğraşan Amerikalı yazarın başarısızlığı”nı47 çalışır. Bütün bu yazarlar Amerikan Gotik kurgu denen şey üzerine, “gerçekçi olma-yan, sadist ve melodram kabilinden - aydınlık ve iddialı bir ülkede bir karanlık ve garip şeyler edebiyatı”48 üzerine odaklanırlar. Roy Harvey Pearce’in The Continuity of American Poetry (1961)’ye has-redilmiş bir kitabı kültürel antropolojiyi ve sonuçta yüksek fikirli romantik milliyetçilik gibi gözüken şey lehinde varoluşçu terimler

                                                            46 Letters, 1, 13’te James 4 Şubat 1872 tarihli mektuptan alıntı yapıyor. 47 New York, 1960, s.xi. 48 A.g.e., s.xxiv.

Page 17: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

db | 269 

kullanır. “Adam’la ilgili” ve “mitle ilgili” olanlar arasındaki bir kay-naşmanın kurulu gayesi fertle toplumu, safiyetle tecrübeyi uzlaş-tırma hususundaki eski arzusundan azıcık daha fazlasını ifade edi-yor. Pearce’in kitabı sadece Amerikan şiirinin İngiliz şiiri olduğunu görmezlikten gelir, veya, daha çok, bir Amerikan şiir tarihinin bu temel problemini rahat bir şekilde “mukayeseli edebiyat”ın konu dışı alanına havale eder. Pearce’in “Historicism Once More”49 adlı pragmatik denemesi tarihselcilik, varoluşçuluk ve beşeriyet ilmi arasındaki bugünkü karışıklığı anlatır. Tarihselcilik geçmişin gerçek varlığı için hissedilenden az daha fazlasını, aramızda bulunmasını ifade eder.

Kant eleştirisinde, Coleridge eleştirisinde ve tarihselci eleştiride biz birbirine zıt anlamlarda kullanılan “mit”le karşılaşırız., ancak “mi,” ilk şekilleri Nietzsche’de, Frazer’de, Cambridge’deki Grek âlimlerde ve Carl Jung’da bulunan bir tür eleştiri için önemli bir terimdir. “Mit” bu yüzden bugün öylesine geniş bir anlam silsilesine sahiptir ki açık bir referans gösterip onu tartışmak zorlaşmıştır. Terim, temalar ve türler hakkında, ekseriyetle “muhteva”nın bir parçası olarak addedilen ve bu yüzden şekilci eleştirmenlere göre kısmen saygıdeğer olmayan konu başlıkları hakkında tartışmaya izin verdiği için, birçok şeye hitap ediyor.Jim’le birlikte Missisipi’den aşağı doğru yüzen Huck Finn bir “mit”tir ve genelde o mitin kullanıldığı cemiyetin kabul ettiği herhangi bir gerçek de öyle. “Mit” ideolojinin sadece bir eş anlamlısı olabilir. Richard Chase’in Quest for Myth (1949)’i tüm iyi, son derece güzel edebiyatları mit ile bir tutar. Bununla birlikte, terim, törenlerde ve masallarda bulu-nabilecek bir ilk örnekler sistemine ya da Blake veya Yeats gibi bir şair tarafından hayallerinde yaratılan bir mecazlar,semboller ve tanrılar projesine işaret ettiğinde, daha özel edebî çalışma anlamına gelebilir. Tehlikeli bir şekilde sihirli kolektif şuursuzluk fikri, kendi-sinin tüm edebiyatın kılık değiştirmiş bir ifadesi olduğu farz edilen bir ırkî hafıza fikri, Jung’dan geliyor. Mit eleştirisi, her edebiyat eserinin altında yatan cehenneme giriş, Araf basamağı, tanrının kurban edilip ölmesi gibi gizli örnekleri gösterdiğinde, maksadına nail oluyor. Ancak insan edebî eleştiri için önemli herhangi bir şeye böyle bir keşifle ulaşılıp ulaşılamadığını merak ediyor.Tüm edebiyat birkaç mite indirgenmiştir. “Her sanat eserinin şifresini bu terimler-

                                                            49 Kenyon Review, 20 (1958), 554-91.

Page 18: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 RENÉ WELLEK 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

270| db  

le çözdükten sonra,insana tekdüzelik ve beyhudelik duygusu kalır. Şiir gizli şeyleri açığa vurmadır, fakat o neyi açığa çıkarır?”50

Bununla beraber, mit-eleştirmenler arasında ayırım yapmamız gerekiyor. Shakespeare’in bütün eserlerinde rehinden kurtarma hikâyesini bulan veya Henry James’in romanlarında Emanuel Swedenborg’un doktrinini keşfeden kinayeciler vardır. Estetik bir duyguyu ve hükmü korumuş olanlar vardır. Francis Ferguson’ın Idea of a Theater (1949)’ı Sophocles’ten T. S. Eliot’a kadar her dö-nemin tiyatrosunu rituel olarak hesaba katan Cambridge ekolünün sonuçlarını kullanır. Hamlet bile doğaçlama ile ihtilaflı törensel bir temsil gibi ortaya çıkar; oysaki, Racine’in oyunu ve günümüz tiyat-rosunun çoğu keyfî icat olarak, toplumla özel ilişkisi olmayan ras-yonalist buluş olarak eleştirilir. Ferguson bu yaklaşımı Purgatorio as Dante’s Drama of the Mind (1953)’ın çok kişisel ve kısmen de temel-siz yorumu için kullanmıştır.

Ferguson çeşitli yollarla bir tiyatrocu olarak, şiirsel sembolist tiyatrocu olarak kalır. Philip Wheelwright The Burning Fountain (1954)’de mit merakını, daha ziyade, anlambilimle birleştirir. Wheelwright, Heraclitus, Aristotle ve Budizm’i çalışan biridir. O bize estetik tefekkürün “tasavvuf yolunda bir konaklama yerinden başka”51 bir şey olmadığını ve olmaması gerektiğini söylüyor. Wheelwright, şans eseri, yolculuğun başlangıcıyla, şiirsel eserin “plurisignation”ı dediği şeyle, edebî anlamdan mecaz ve sembol sayesinde mite çıkaracak yolla ilgileniyor. Yeni kitabı Metaphor and Reality (1962)’de sıra özenle ele alınır ve Oresteia ve The Waste Land’e hasredilmiş The Burning Fountain’in bölümlerinde konuyla ve mitle ilgili örnekler duyarlı bir şekilde tetkik edilir.

Northrop Frye’nin Anatomy of Criticism (1957) adlı eserinde her şeyi kuşatan bir proje teklif edilir. Frye, Blake’e has özel mitolo-jinin, Fearful Symmetry (1947)’nin mükemmel bir tefsiri ile başladı. Anatomy of Criticism’de edebiyat “kendi evreninde mevcut olan, hayat ve hakikat üzerine artık bir yorumu bulunmayan, ama hayat ve hakikati bir sözel ilişkiler sisteminde bulunduran” şey olarak izah edilir. Edebiyat “insanın tüm hayallerini taklit eder, tabiatın düzeni uygun bir söz sırasıyla taklit edilir.” Bu sırayı aydınlatan tenkit “ya-ratılışla bilgi, sanatla bilim, mitle kavram arasındaki bağları yeni-

                                                            50 Austin Warren, R. Wellek and A. Warren, Theory of Literature (New York,

1949), s. 217’de. 51 Bloomington, Hindistan, 1954, s. 61.

Page 19: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

db | 271 

den şekillendirme”de52 başarılı olmalıdır. Uygulamada Frye, bu-nunla beraber, kendileri için Jung’a ait ilk örneğin esas varsayım olduğu. usuller, semboller,mitler ve tarzlarla ilgili aşırı derecede karışık bir plan yapar. Frye nedensel açıklamayla ilgilenmez ve ge-reksiz bir hipotez diye kolektif şuursuzluğu reddeder. Onu en çok ilgilendiren şey yeni bir tarzlar nazariyesidir; dört tane olan bunlar komedi, roman, trajedi ve hicivdir; bunlar dört mevsime: ilkbahar, yaz, sonbahar ve kışa, yani tabiatın ritmine uyarlar. Yöntem en şaşırtıcı yüzleşmelere sebep olur: Nitekim komedide bahar miti tekrarlanır ve Winter’s Tale, Bleak House, Pamela ve The Rape of the Lock gibi böylesine tamamen farklı eserler Proserpine mitinin var-yantları olarak tefsir edilirler.Edebiyatın tamamı kesinlikle Urmythos’un bir parçasıdır. Frye’de sanatsal anlam farklarının hepsi kaybolur: En basit halk masalı Hamlet kadar uygun düşecektir. Frye, “Çok Tartışılan Bir Giriş Yazısı” (Polemical Introduction)’da, eleştiri “zevki selim sahibi olmayan geniş fikirliliğe doğru munta-zam bir ilerleme göstermesi gerektiği”nden dolayı,53 değer yargısını kendisine has tenkit anlayışından çıkarmıştır. Fakat Frye, uygula-mada, ayırma ve birleştirme gücü sayesinde, kendi sisteminin kor-kunç simetrisini empoze eden duyarlı bir okuyucu ve zeki bir ku-ramcıdır. İnsan, eleştirinin Frye’de kendini geçtiğini ve kendi gayesi ile alâkalı daha mütevazı bir anlayışın daha makul olacağını dü-şünmekten kendini alamıyor. Frye, açıkça onayladığını göstererek, Mallarmé’nin “Tout, au monde, existe pour aboutir à un livre,”54 (Dünyada her şey bir kitaba ulaşmak için vardır) sözünü iktibas eder, fakat biliriz ki Frye’nin kitabı her zaman kendi Anatomy’sidir. Onun tahminleriyle ilgili sıkıntı o tahminlerin tamamıyla kontrol edilemez olmalarıdır. Onlar, Freud’e ait rüya tabiriyle mukayese edip benzerliklerini gösterirken, her çeşit kelime oyununa, kısalt-maya ve kimlik belirlemeye izin verirler. Frye’nin kabul ettiği gibi, “Edebiyat dünyası içerisindeki her şeyin potansiyel olarak başka her şeyle özdeş olduğu bir dünyadır.”55

Bu yöntem “bilimsel” iddiaları ve rasyonalist felsefî temeli olan Freud eleştirisinin de derdidir. Freud eleştirisi, Jung eleştirisinden çok daha fazla, metne karşı korkunç derecede duygusuzdur ve cin-sel sembolizm arayışında sıkıntılıdır. Arthur Wormhoudt’un kitapla-

                                                            52 Princeton, N. J., 1957, s. 118, 119, 122, 354. 53 A. G. E., s. 25. 54 A.g.e., s. 122. 55 A.g.e., s. 124.

Page 20: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 RENÉ WELLEK 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

272| db  

rında yazı anne sütünden dökülüyor. Kubbeler, dağlar, piramit-ler,kupalar,hatta ağaçlar ve kuşlar, hepsi meme sembolleridir.56 Charles Neider’in kitabı, The Frozen Sea (1948)’de her yumru ve her delik erkek veya dişi olarak mütalâa edilir. Tamamıyla Freud’cu olanlar sadece edebî eleştirinin kıyılarında dolaşırlar. Tam mânâsıyla Freud’cu olmayan hiçbir münekkit şöhret kazanamamış-tır. Freud’e ait motifler ve sezgiler diğer münekkitlere malzeme olmuşlardır; bu eleştirmenler yöntemin sınırlamalarını görürler fakat onu yüzeyin altını okuma tekniği olarak, maskesini çıkarma olarak kullanırlar. Freud’e ait kavramlar ve ön yargılar birçok edebî biyografi ve psikolojik yoruma şekil verirler. Bununla birlikte, bu şartlar altında bile, “Aristotle’dan beri sanat anlayışımız için diğer yazarlardan daha fazlasını”57 yapmış olduğu için Freud’ü metheden Lionel Trilling sanat ile nevroz, sanatsal üretimle hayal kurma ara-sındaki farkı ikna edici bir tarzda ifade etmiştir.

Amerkan eleştirisi üzerinde önemli ilgiye sahip olmuş olan bir başka Avrupa felsefesi Bergsonculuktur. Yeni Eleştiri’nin sözde ba-bası John Crowe Ransom’ı, en azından temelde, bir Bergsoncu ola-rak sınıflandırırdım. Ransom Oxford’da Greats’i çalıştı ve Kant, Hegel ve Croce hakkında çok şey biliyor. Allen Tate, aydınlatıcı bir konuşma yaparken, Ransom’ın talebelerine (Tate’e, R. P. Warren’a, Cleanth Brooks’a) iyi ve kötü hakkında bilgiler öğrettiği şeklindeki görüşe karşı çıktı. O onlara, daha ziyade,”Kant’a has estetik bilimini ve Hıristiyan teolojisinden etkilenen fakat sonuçta Nicomach’ın ahlâk biliminden türetilen bir düalizm felsefesini”58 öğretti. Fakat muhakkak ki Bergson’ın en büyük etkisi Ransom’ın ilk dönemleri üzerinde oldu: Ransom’ın soyutlama hakkındaki eleştirisi, bir şiirin yapısı ve “uygunsuz” dokusu arasındaki farkı ortaya koyması, lü-zumsuz şeyler lehinde Eflatun şiirine saldırması (bir kısmı T. E. Hulme ve İmgecilik sayesinde gelseler de) Bergsoncudur. Mamafih, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Ransom farklı yaklaşımlar denedi; me-selâ bir keresinde yapı ve doku arasındaki fark için bir Freud benze-şimini benimsedi: Yapı olarak, fikir eseri olarak, nesir değerine sa-hip olarak şiir ego’ya aittir, gizli veya şüpheli içerik, doku id’e aittir.59 Ama Ransom daha sonra bu fikirleri terk etmişe benziyor.                                                             56 The Demon Lover (New York, 1949), s. 6, 13; Muse at Length (New York,

1953); Hamlet’s Mouse Trap (New York, 1956). 57 The Liberal Imagination, s. 161. 58 The Carleton Miscellany,1 (1960), 12’deki “A Ssouthern Mode of the

Imagination.” 59 Kenyon Review, 9 (1947), 654’teki “Poetry: The Final Cause.”

Page 21: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

db | 273 

Ve son yazılarında, yaptığı somut şeylerin, dokunun,eşyanın ve tabiatın mantıklı savunmasına geri dönmüştür. Şekil ve muhteva düalizmine sarılır ve şiirle ilgili nazariyesini cesurca laik olarak muhafaza eder. Gök gürültülü bir Tanrı ihdas etmek için yapılan ilk teşebbüs terkedilmişe benziyor. Organist estetik bilimini reddeder-ken, Ransom Amerikan eleştirisindeki çok bireysel ve tecrit edilmiş bir pozisyonu muhafaza ediyor.

Son yıllarda ortaya çıkan yeni bir Amerikan eleştirisi motifi va-roluşçuluktur. Gerçekten varoluşçu bir eleştiriden söz edip edeme-yeceğimizden emin değilim. Hem Heidegger hem de Sartre’la olan somut, şuurlu bir ilişki var gibi gözükmüyor. Varoluşçu eleştiri bir kelime dağarcığıdır, bir mizaçtır, bir tutumdur, veya o, daha ziya-de,”fenemonoloji” olarak yazarın “şuur”unu, yani Georges Paulet ve Jean-Pierre Richard gibi yeni Fransız münekkitler tarafından başarı-lı olarak gösterildiği tarzda onun zaman ve mekânla, tabiat ve top-lum ilişkisini yeniden inşa etme girişimi olarak tanımlanmalıdır. Geoffrey Hartman, Unmediated Vision (1954) adlı kitabında idrak ve şuur diyalektiğini, “göz önündeki bir imgenin nasıl bir fikre dö-nüştüğü”60 sürecini izlemek maksadı ile, Wordsworth, Hopkins, Valéry ve Rilke’nin şiirlerini inceler. J. Hillis Miller’ın Charles Dic-kens: The World of his Novels (1959) isimli çalışmasında yazarın “önceden var olan ruhsal durumu” gösterilir; bu çalışma ile o “kendini idrak eder ve kısmen kendini yaratır.”61 İç âlem, kimlik arayışı Dickens’ın kurgusal dünyasının tahlili ile alâkalı önde gelen konulardır.

W. B. Lewis’in Picaresque Saint (1959) adlı eserinde varoluşçu temanın, yokluk duygusunun, birkaç modern romancıda “hayata umutsuzca sarılma”62 sayesinde, aşıldığı gösteriliyor. Evliya görü-nümlü serseri tipi sık sık Moravia, Camus, Silone, Faulkner ve Graham Greene gibi seçilmiş yazarlarda olmazsa olmaz gibi görü-nüyor. Lewis’in maksadı gerçekten dinî ve siyasîdir: Sonuçları iti-bariyle de iyimserdir. Diğer taraftan, Ihab Hassan’ın Radical Innosence: Studies in the Contemporary Novel (1962)’ı yalnızca kah-raman karşıtları,kurbanlar, paryalar arar. “Onların hepsi Self’le (benlikle)ilgili radikal anlayışlarına rağmen mânâsızlık öngörüsünü paylaşırlar.” Hassan bu kadar saçma kolay kazanılan bir başarıyı

                                                            60 New haven, 1954, s. 123. 61 Cambridge, Mass., 1959, s. Viii. 62 Philadelphia, 1959, s. 27.

Page 22: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 RENÉ WELLEK 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

274| db  

Truman Capote’nin Breakfast at Tiffany’s adlı çalışması olarak ciddi bir şekilde tartışır ve yeniden Amerikancılık meselesine döner. Kitap tatminkâr olmayan bir cevapla biter: “Her insan Amerika’yı sadece kendisi için yeniden keşfetmelidir.”63 Yalnızlık ve ümitsizlik teması Murray Krieger’in The Tragic Vision (1960)’ına da şekil verir. Orada, trajedinin başrol oyuncusu bile bile toplumsal yapı olarak trajedi-nin genel ortamından çıkarılır. Trajik kahraman (veya daha çok “hayalci”) “ölüm hastalığı”na , modern nihilizme yakalanmış insan-dır. Dostoevsky’nin Idiot’ı bile bu kavrama benzetilir, ve Kafka, Camus, Thomas Mann ve Melville’in kahramanlarıyla daha az sıkın-tı yaşanır. Daha önce Yeni Eleştiri’nin sert bir tahlilini, The New Apologists for Poetry (1956)’yi, yazmış olan Krieger şimdi de şeklî eleştiriye ek olarak “tematiks” (thematics)i savunuyor. Yeni bir şekil ve muhteva düalizmi metafizik bir düalizme, “son bir ahenksizlik görüşü”ne adapte edilir. Edebiyat “varoluşçu felsefenin tek şekli”64 haline gelir: O, varoluşçu terimlerle felsefe konuşmanın veya dü-şünmenin gerçekten imkânsız olduğunu iddia ediyor. Varoluşçu görüşü sadece hayalî terimlerle ifade edebilirsiniz. Ancak birileri onun nasıl ifade edilebileceğini sorabilir, öyleyse, eleştiri sayesinde mi? Rasyonel olmayan delil felsefeye olduğu kadar varoluşçu eleşti-riye de uyar: Yalnızca bir mizah, bir tavır kalır.

Eğer dönüp bu görüntüye bakarsak, veya daha ziyade yeni Babil Kulesi’ndeki dil kargaşasını dinlersek, büyüyen şaşkınlık ve anlamazlık duygusu bizi şaşırtmaz. Kolay bir teslimiyet, ham bir entelektüalizm karşıtlığı ve eleştiri karşıtlığı ortalıkta dolaşıyor. O açıkça ve bariz bir şekilde Filistinli olabilir; amatörlü-ğün,empresyonizmin, coşkunun neşeli bir savunması olabilir; eleşti-ri kuramlarını geçici bir duyarlığın çok miktarda mantıkî açıklaması olarak gören âlimin şüpheciliği ve tarihî rölativizmi olabilir; yahut sadece eleştirmenlerin her yerde hazır ve nazır olmaları ve yapma-cık tavırları yüzünden, şair ve yazarların duyduğu nefret olabilir. Randall Jarrel, Poetry and the Age (1953)’de “sanat eserinin müte-vazı ve müstesna bir şekilde varolmasıyla başlayan ve felsefe ve belâgatın tek yan ürünü olan eleştirinin şimdilerde, birçok kimse için, sanat eserinin varoluş sebebi olduğu”ndan65 şikâyet etti. Karl Shapiro, In Defense of Ignorance (1960) isimli, çirkin Eliot ve Pound

                                                            63 Princeton, 1962, s. 332, 336. 64 New York, 1960, s. 245, 247. 65 Poetry and the Age Vintage Book b. New York, 1955), s. 84’teki “The Age of

Criticism.”

Page 23: FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELE TRSisamveri.org/pdfdrg/D03296/2010_1/2010_1_YUKSELS.pdf · db 10/1 Dinbilimleri Akademik Ara ş t ı rma Dergisi Cilt 10, Say ı 1, 2010 ss

 

 

 FELSEFE VE SAVAŞ SONRASI AMERİKAN ELEŞTİRİSİ 

 

 DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 1 

 

db | 275 

grubu olarak düşündüğü şeye yaptığı kaba saldırıda, münekkidin ”sistemsiz” olmasını ve felsefeyi kendi başına bırakmasını istiyor. O şunları müşahede ediyor:”Edebiyat eleştirisi günümüzde neredeyse yok; sahip olduğumuz şey kötü gizlenmiş kültür eleştirisi ve teoloji-dir. Eleştirmen bugün edebiyatı sadece fikirleri aktarma aracı olarak kullanıyor; onun şairlerden daha fazla pişirecek balığı vardır.”66Bu müşahedede biraz haklılık vardır. Her noktada yeni eleştiri psikolo-jiye,sosyolojiye, felsefeye ve ilâhiyata kayıyor. Sadece Kant ve Coleridge versiyonundaki Alman idealist geleneğine bağlananlar ya da Aristotle’ı yeniden keşfedenler hâlâ sanatın tabiatına tutunuyor-lar ve bir estetiğin ve edebiyat olarak bir edebiyat araştırması idea-linin gerekliliğini kabul ediyorlar. Fakat bugün onlar kendi içinde bölünmüş küçük bir azınlıktır. “Mit” kısa bir süre önce, “belirsizlik” ve “ironi” daha evvel varken,”vizyon” şu anda moda olan anahtar terimdir. Amatörlük ve entelektüalizm karşıtlığına sempatim yok, çünkü ben edebiyat kuramı ile, edebiyatla ve onun değerleriyle uğraşmaya uygun bir metodun, hatta metodolojinin gelişmesiyle ilgileniyorum. Eleştirinin sürekli olarak komşu disiplinlere ihtiyaç duymasını, psikoloji, sosyoloji, felsefe ve ilâhiyatın görüşlerine muhtaç olmasını anlayabiliyorum. Fakat eleştirinin sınırsız gelişme-sine ve esas konunun, edebiyat sanatının terk edilmesine karşı yapı-lan protestoya da katılma hissi taşıyorum. “Sanat” ve “estetik”in, sanki sanat hayatın parçası değilmiş gibi ve hayata uygunluk ve anlam katmamış gibi, bazen realitenin, hayatın ve insanlığın dışın-da sayılması günümüzün bir tuhaflığı gibi geliyor bana. Fakat gü-nümüz eleştirisi – ve sadece Amerika’daki eleştiri değil – sürekli başka yerlere bakıyor, sosyoloji, siyaset, felsefe,teoloji ve de mistik aydınlanma olmayı istiyor. Şayet felsefeyi geniş anlamıyla yorum-larsak, bizim konu başlığımız lüzumsuz laf tekrarı veya aynileştir-meyi bildirmiş olur. Edebî eleştiri felsefeleşmiştir. Bununla birlikte, ben eleştirinin asıl ilgisinin, yani edebiyatın, diğer beşerî faaliyet-lerden farklı olarak yorumlanmasını, muhafaza edilmesini arzu ediyorum. Kısaca, inşallah, bizim tabirimiz, “felsefe ve edebî eleşti-ri” baki kalır.

                                                            66 New York, 1960, s. 8.