Upload
others
View
11
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
FÂTIR SÛRESİ سورة فاطر
10/06/2014
NUZÜL: 42
MUSHAF: 35
Mekki ve 45 ayettir.
Değerli Kur’an dostları, bugün muhteşem Kur’an ülkemizin yepyeni bir sitesine daha gireceğiz. Bu
sitenin adı Fatır suresi. Kur’an ın mevcut Mushaf diziminde 35. sırada yer alan Fatır suresi, Fâtır adını,
Allah’ın gökleri ve yeri yaratışına atıf yapan ilk âyetinden alır.
Fatır; Yaratmak, yaratmaya başlamak, yarıp ortaya çıkarmak kök fiilinden türetilmiş olan bu
kelime, Allah’ın muhteşem yaratışını ifade eder. Buhari ve Tirmizi’de surenin melaike adı ile geçtiğini
görüyoruz. Yani ikinci bir ad olarak ta melaike suresi adıyla anılıyor. Bunun sebebi de yine 1. ayetinde
meleklerin Kur’an ın başka hiçbir yerinde anılmayan vasıflarıyla, nitelikleriyle anılmış olmasıdır.
Sure Mekki bir sure. Tamamen Mekke’de nazil olmuş, Furkan ve Meryem sureleri arasında nazil
olunmuş. Mekke döneminin orta periyoduna yerleştirebiliriz sureyi. Şöyle konusuna baktığımızda,
üslubunu nazarı dikkate aldığımızda içeriği itibarıyla Mekke döneminin yaklaşık 5 ila 8. yılları arasına
yerleştirebiliriz. Bu durumda sûre boykotun hemen öncesine denk gelen 6. yılda inmiş olmalıdır.
Nübüvvetin 6. yılı, Mekke’de safların iyice belirgileştiği, Vahye ve Rasulullaha karşı kılıçların
bilenmeye başladığı bir zamana denk düşer. Bu tarihte, baskıdan yılan Müslümanların bir kısmı çoktan
Habeşistan’a hicret etmişti. Edemeyenlere karşı ise en acımasız işkenceler reva görülmekeydi. Surenin
adı olan ‘’Fatır’’ belki de şu mesajı vermekteydi; Yokluk karanlığına nuruyla tecelli edip varlık ağacını
çıkaran Allah, Mekke’deki küfür karanlığına nuruyla tecelli edip iman güneşini doğdurmaz mı? Nüzul
sıralamasında 43. sırada yer alır.
Bu sûreden önce Yasin, Furkan ve Rahman sûreleri indirilmiştir. Üç süreninde ortak konusu Tevhid,
Risalet ve ahirettir. Sure konusu itibarıyla gerçekten adı gibi bir suredir. Allah’ın muhteşem yaratışını
ele alıyor. Fakat Kur’an ın başka hiçbir tarafında göremediğimiz çok özel imalar(dolaylı anlatım),
ifşalar(açığa çıkarma), ihsaslar(üstü kapalı anlatım, sezdirme) içeriyor. Kainatta ki Allah’ın yaratışının
tezahürünün bin bir rengi surede sürekli ele alınıyor. Konusu varlığın görünüşteki olanca farklılığına
rağmen hayranlık verici iç uyumudur.
Varlığın çeşitliliği, farklılığı ve özelde çift kutupluluğu, bütün söz dönüp dolaşıp tekrar tekrar varlığın
bütün bu çeşitliliğine rağmen muhteşem uyumuna ima ediliyor, dikkat çekiliyor. Yani çeşitlilikle
birlikte muhteşem bir uyum içindedir. Ve buradan yola çıkarak söz insana getiriliyor. Ve varlık bu
kadar çeşitlilik içinde dahi bu muhteşem uyumu sergilerken insanın tek düze olması, tek bir cins
olması, tek bir şey düşünmesi, hatta tek bir inanca sahip olmasını beklemeyin. İnsan da farklı farklı
olacak. Çünkü bilgiler farklı, tecrübeler farklı, eğilimler farklı. Dolayısıyla tercihler farklı ve tabii ki
inancı da farklı olacak.
İşte bu çerçevede Mekke’li ilk muhataplarına farklı olarak gördüğünüz yeni inanca ve sizden farklı
olduğunu düşündüğünüz peygambere karşı neden yok etme operasyonuna girişiyorsunuz. Yani her
farklılığa neden düşmansınız. Neden önce öteki ilan edip sonra vuruyorsunuz. Şimdi olmuyor mu?
Sadece Mekke de kalıp bitseydi, iyiydi.
Aslında surenin dönüp dolaşıp sözü getirdiği yer burası ve en sonunda bu farklılığın ve len tecide
lisünnetillahi tebdiyla. ve len tecide lisünnetillahi tahviyla. (Fatır/43) ayetiyle Allah’ın sünnetinde bir
değişme, bir başkalaşma bulamazsın. Evet evet Allah’ın sünnetinde, adetinde, uygulamasında yani
ilahi gelenekte bir sapma bulamazsın diyerek varlıktaki farklılığın ilahi bir gelenek olduğu, Allah’ın
sünneti olduğu bunu yok etmeye çalışmanın imkansız olduğu herkese Mü’min ya da kafir herkese
vurgulanmış oluyor.
İnsan, yediği gıdaların mucizevi yaratılışı üzerine bir miktar düşündüğünde, bu sualin karşısında
titremeye başlar. Bununla insana, böyle cömert olan bir Rabbe karşı nasıl nankörlük yapabildiği
hatırlatılıp uyarılır. Adeta Mekke’nin o kasvetli günlerinde, baskıdan iyice bunalmış olan Hz
Peygamberin gönlüne bir pencere açılır. Teselli edilir. Zımnen şöyle denir; bunca nimeti veren Allah’ı
yalanlayanların seni yalanlamalarına şaşırma. Kur’an’ın en özgün ifade kalıplarından biri burada yer
alır; Allah’la aldatmak. (5) Gösterişçi dindarlıktan sahte imana, ibadetlerde riyadan şekilci dindarlığa
varana dek, bir yığın tonu olan bu aldatma biçimini Rabbimiz şöyle ifade eder; ‘’Aldatıcının hiç biri
sizi Allah ile aldatmasın’’ (5)
Sure yine belki birçok surede rastlayamayacağımız kadar berceste ayetle dolu. Yani Kur’an ın
bütününe yayılmış birçok hakikat bu surede bir tek cümle ile ifadesini bulur. Bunlar çok, fakat mesela
15. ayet; Ya eyyühen Nas siz ey insanlık, ey insanlar entümül fukarâu ilAllâh* vAllâhu “HU”vel
Ğaniyyül Hamiyd.(15) Allah’a son derece muhtaçsınız. Fakat Allah kimseye muhtaç değildir. Bu
muhteşem bir berceste ayettir. Büyük bir hakikat süze süze bir tek cümleye indirilmiş. Siz hep
muhtaçsınız, Allah hiç muhtaç değil. Bunun üzerine çok durmak çok düşünmek lazım. Neden kulluk,
neden kulluğa mahkum ve mecburuz. Neden haddini bilmezliktir küfür. Neden zulüm kendini
bilmezliktir. Neden her tür sapma aslında insanın kendi kendine yeterli olduğunu zannetmesi ile başlar.
Evet, neden, neden!
Yine bir başka ayet, hemen bir sonraki ayet 16.ayet ; İn yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti Bi halkın cediyd (16)
eğer dilerse Allah sizi kökünüzden söker, siler, süpürür, temizler, yerinize yeni bir toplum, ya da Bi
halkın, kelime iki manaya da gelir. Yepyeni bir canlı türü, varlık türü getirir.
Yine bir başka berceste ayet, 28. Ayet; innema yahşAllâhe min ‘ıbadiHİl ‘ulema’ (28) Allah’tan kulları
içinde sadece varlığın hakikatini hakkıyla bilenler tir tir titrerler.
Yine biraz önce okuduğumuz bir başka ayet, 43. ayet. ..felen tecide lisünnetillahi tebdiyla* ve len
tecide lisünnetillahi tahviyla Allah’ın sünnetinde bir değişme, bir başkalaşma bulamazsın. Evet evet
Allah’ın sünnetinde, adetinde, uygulamasında yani ilahi gelenekte bir sapma bulamazsın.
İlâhî rahmetin bir eseri olarak insan için konulmuş bir yasa daha vardır: İnsana son nefesine kadar
yanlıştan dönme fırsatı tanımak (44). İşte sure böylesine zengin, böylesine konsantre metinlerle dolu.
Sûre, Kûfe ve Mekke okullarına göre 45, diğer okullara göre 46 âyettir. Şimdi Fatır suresinin tefsirine
geçebiliriz.
KOVULMUŞ, TAŞLANMIŞ ŞEYTANIN ŞERRİNDEN ALLAHA SIĞINIRIZ
بسم الله الرهحن الرهحيم RAHMAN RAHİM ALLAH’IN ADIYLA
Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına
- Bir şey özü itibariyle İmkansız olabilir mi? - İmkansız derken kendinizden yola çıkarak mı yoksa Allah’tan yola çıkarak mı imkansız dersiniz? - Bir mü’min Allah’tan yola çıkarak imkansız diyebilir mi? - Besmele çekmek Allahtan yola çıkmaktır. Allah’la başlamaktır, Allah’tan başlamaktır. Allah’ın her işe
müdahil olduğunu bilmektir. Buna imandır. Allah’ı çağımaktır, Allah’sız yapamayacağını bilmektir. O halde besmeleli bir ömür yaşayan bir mü ‘min imkansız sözcüğünü kullanırken titrer değil mi? Biz farkında olmadan çoğu kez Allah yokmuş gibi konuşuyoruz. Allah yokmuş gibi konuşmak günahtır. Onun için bir işe başlayacağımız zaman “bismillah” deriz. Gelecekte bir işi tasarladığımız zaman “inşallah” deriz. Karar verip kararlılıkla üstüne gidip başaracağımıza inandığımı ve say’u gayret sarf ettiğimiz zaman “biiznillah” deriz. Bir güzellik gördüğümüzde Allah’la bağlantı kurar “maşallah” deriz. Zor ve güç bir işle karşılaştığımızda, omuzlarımıza ağır geldiğini hissettiğimizde hatta kaburgalarımız çatır çatır ettiğinde altından kalkamayacağımızı sandığımızda Allah’tan ilave güç ister “la havle vela kuvvete illa billah” deriz. Canımız sıkıldığında, canımızı sıktıklarında umutsuzluğa ve yes’e kapılmayız, “ve suphanallah” deriz. Kaybettiğimizde, ayrıldığımızda, gaip ettiğimizde “innalillah” deriz. Ne zaman darda, zorda kalsak, önümüze engeller gerilse “ya Allah” deriz. Hayatımızın hiçbir enstantenesi, anı yoktur ki Allah’sız tasarlanmış olsun. Onun için Allah’sız konuşmak günahtır. Onun için besmeleli başlamak Allah’la başlamaktır.
المد لله فاطر السهماوات والرض جاعل الملئكة رسلا أول أجنحة مث ن وثلث (1ى كل شيء قدير )ورباع يزيد ف اللق ما يشاء إنه الله عل
El Hamdu Lillâhi Fatıris Semavati vel Ardı Ca’ılil Melaiketi Rusülen üliy ecnihatin mesna ve sülâse
ve ruba’* yeziydü fiyl halkı ma yeşa’* innAllâhe alâ külli şey’in Kadiyr;
“HAMD tümüyle, gökleri ve yeri, bir çekirdeği yarar gibi yoktan var eden; melekleri
ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler kılan Allah’a mahsustur. O yaratıkların kapasitesinde
dilediği artışı gerçekleştirir: çünkü Allah her şeye güç yetirendir.”
- El Hamdu Lillâhi Fatıris Semavati vel Ardı Ca’ılil Melaiketi Rusülen üliy ecnihatin mesna ve sülâse
ve ruba’ Hamd tümüyle, sena, övgü, şükür tamamıyla gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer ve
dörder kanatlı kılan Allah’a mahsustur.
- El hamdu; Kur’an’da tam 38 kez bu formla geçer. 38 yerdede aynı manaya gelir. Kur’anın hiçbir
yerinde bu sözcük başka anlama gelmez, muhkem bir sözcüktür onun için. İkinci bir manası yoktur.
Yani mükemmellik atfeder. Övgülerin mükemmeli, sevgilerin mükemmeli, tüm senaların mükemmeli,
tüm yüceltmelerin en mükemmeli Allah içindir. Yani bu şu demektir “mükemmellik Allah’tan
başkasına ait değildir.” Ne kadar güzellik varsa tanıdığımız, bildiğimiz hepsini Allah’a atfedebiliriz.
Allah’a hamd etmek, Allah’ı övmek ve sena etmektir. Allah’ı övmek Allah’ın övdüğünü övmektir.
Allah’a hamd etmek, Allah’ın övmediğini övmemektir. Allah’a hamd etmek Allh’ın yerdiğini övmek
gibi bir cinayete kalkışmamaktır. Böyle yapan isterse akşama kadar diliyle hamd etsin, kendi hamdini
yalanlamaktır. Allah’ın sevdiğini sevmek ve sevmediğini sevmemekte Allah’a hamd etmektir. Aynı
şekilde Allah’ın yücelttiğini yüceltmek ve Allah’ın alçalttığını alçaltmak da Allah’a hamd etmektir.
İnsanlar birbirlerine teşekkür edebilirler fakat hamd edemezler. Farklı bir mana; “hamdi layıkıyla
sadece Allah yapar” Razi. Yani sen kim oluyorsunda Allah’a hamdi başarabileceksin? Yok böyle bir
şey. Sen sadece elinden geleni yapabilirsin, ideali yapamazsın. Senin övgü ifadelerin sınırlı bir beyin
iledir, sınırsız bir varlığı layıkıyla övemezsin. “Ya Rabbi ben seni layıkıyla övemem, sen kendini
övdüğün gibisin”, Hamd sadece Allah’ı övmek değil, Allah’ın övdüğünü övmektir.
- El: tahsis içindir. “Tüm” anlamındadır. Tüm övgüler, tüm mükemmellikler gibi. Açılımı “tüm
zamanlarda, tüm mekanlarda, her varlığın Hamdi tümüyle Allah a mahsustur.” Zira başka yerlerde
zaman ve mekan kaydı kullanıldığı halde burada zamansız ve mekansız olarak gelmiştir. Kuran da lam
edatının sebeb, mülk, ve istihkak anlamlarına göre ibare “Allah içindir.”, “Allah’ ındır” veya “Allah
ın hakkıdır” manalarına da gelir. Allah Rasulu “ ben seni layıkıyla övemem, sen kendini övdüğün
gibisin” sözü esas alındığında ibare “Allah’ı layıkıyla ancak Allah över” anlamına gelir. Şükür ele
geçene teşekkürdür. Şükür nimet verilince yapılır, hamd her zaman yapılır. Hamd verilse de alınsa
da… Zira alırken de verirken de kul Allah ’ın gözetimindedir çünkü Allah El Rakib dir(mutlak
gözetleyen). Ve Allah gözetiminde olmak Hamdi gerektirir. Alınca da hamd etmek anlaşılır bir şeydir,
zira nimeti veren oydu, daha büyüğünü vermek için küçüğünü almış olabilir, o musibet daha büyük bir
belaya kalkan olabilir, dünyada alıp ahrette daha büyüğünü verebilir. Allahtan başkasına hamd olmaz.
- Fâtır, hem yoktan var etmeyi, hem yaratma sürecinin başlama noktasını, hem de “bir çekirdeği yarma”
anlamıyla içindeki gizli potansiyeli açığa çıkarmayı ifade eder. Zımnen: Hamd, varlık çekirdeğinin
kabuğunu çatlatıp içindeki varlık ağacını yeşerten Allah’a mahsustur.
- Fatır, fıtrat; fatara çekirdeğe fıtrat kazandırmak, fatır o çekirdeği yarıp potansiyelini, içinde gizlenen
hakikatı ortaya çıkaran demektir. Fatır içinde gizleneni ortaya çıkarmak için yarıp açmak, yaratmak,
meydana getirmek” mânalarına gelen fatr kökünden türetilmiş isimdir. “Damağı yardığı” için devenin
azı dişinin çıkması da böyle ifade edilir. Ebu Ubeyde ve Ferra fıtratallah’ı sıbğatallah (Bakara: 138)
ile açıklar. Buna göre; Allah’ın insanı üzerinde yarattığı fıtrat, yaratılıştan her insanın özüne
yerleştirilen iyiye, doğruya ve hakikate olan eğilimdir. İnsan bir amaç için yaratılmıştır. Bu amaç;
yeryüzünde hayatın tevhit ve adâlet ekseninde inşasıdır. Kur’an insana bu misyonundan dolayı “halife”
adını verir. Fıtrat, insanın yaratılış amacını gerçekleştirecek donanıma ve altyapıya sahip olmasıdır.
“O her şeye yaratılıştan en güzel olma, kemalini bulma (yeteneği) vermiştir” (Secde: 7) âyeti bunu
ifade eder. “Allah’ın boyası” işte budur (bkz. Bakara: 138). Bu boyayı üzerine sürülen bir başka
boyayla değiştirmek, sadece fıtratın üzerinin örtülmesine değil, aynı zamanda onun üzerine inşa
edilecek inancın amacından sapmasına da yol açar. Çünkü Allah’ın boyasının üzerine sürülen her boya
sentetiktir. Doğal boyanın yerini tutamaz. Bu boya herhangi bir sebeple çözülüp sıyrıldığında, altındaki
gerçek boya ortaya çıkacaktır.
- Fatır, aslında ismi fail. Kûfe okuluna göre Kûfe dil mezhebine göre ismi fail süren fiil. O halde şöyle
anlayabiliriz. Allah’ın gökleri ve yeri yaratışı sürüp gitmekte olan bir yaratmadır. Yani sürekli
yaratmaya devam ediyor. Bu; ..külle yevmin HUve fiy şe’n. (Rahman/29) O her an iş başındadır, her
an yaratmadadır ayetiyle birlikte düşünüldüğünde anlamını bulmuş olur. Allah’ın eşyaya aktif ve
sürekli müdahalesini ifade ediyor bu ayet. Yani eski Yunan sofistleri gibi Allah alemi yarattı ve emekli
oldu (Haşa) düşüncesini reddediyor. Dünyamıza müdahil olduğu için Allah’a hamd edelim. Bunu
istiyor bizden bu ayet. Yani ey insan, ey muhatap hele ki Allah senin hayatına ve dünyana müdahale
ediyor. Bunun için otur ve hamdet; Ya rabbi dünyama müdahil olduğun için, sürekli nazar kıldığın
için, sürekli el attığın için sana sonsuzca hamd olsun. Aslında verilen mesaj bu.
- mesna ve sülâse ve ruba’ Taberi’nin de beyan ettiği gibi 2 şer, 3 er, 4 er diye anlaşılan bu ibare 2 – 3
– 4 diye düz bir rakamla da ifade edilebilir diyor Taberi. Tabii ki aritmetik değil bu ibare. Yani
meleklerin kanatlarının standart sayısını veriyor değil. Kaldı ki meleği tasavvur edemeyen bizlerin bir
kanat tasavvur etmesi de söz konusu değil. Burada gayba ilişkin bir şey ifade ediliyor, onun içinde bu
ifadelerin, bu kelimelerin de gaybi bir hakikati ifade ettiğini anlamamız gerekiyor. Ama bunu nasıl
anlarız, nasıl kendi dünyamıza, düşüncemize indiririz, nasıl nüzul eder, nasıl inzal olunur diyecek
olursak, -ki bunda haksız sayılmayız- o zaman bunu Resulallah’ın nasıl okuduğuna bakmak lazım. Ki
Buhari ve Müslüm’ün naklettiği bir hadiste efendimizin Cebraili 600 kanadıyla birlikte gördüğü ifade
edilir. Burada hiç şüphesiz Cebrail’in 600 kanatlı olarak nitelenmesi, vasf edilmesi de aritmetik değil.
Taşıdığı vahiy yükünün ağırlığını gösteren bir mecaz. Yani çok ağır bir yük taşıyor. O kadar ağır ki,
bu ağır yük, bu ağır söz, -ki ağır söz tabiri bize ait değil, Kur’an a ait; İnna senulkıy ‘aleyke kavlen
sekıyla. (Müzemmil/5) senin üzerine ağır bir söz bırakacağız. İşte bu ağır söz, içeriği itibarıyla o kadar
ağır ki eğer dağların üstüne inmiş olsa, dağların bu ağırlık altında toz duman olacağı; Lev enzelnâ
hâzelKur’âne ‘alâ cebelin leraeytehu hâşi’an mutesaddi’an min haşyetillâh. (Haşr/21) işte bu ayet o.
O gerçeği söylüyor. Eğer biz bu Kur’an ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık vahyin ağırlığı altında
haşyetten tir tir titremekten, Ona karşı olan derin saygısından sen dağın toz duman olduğunu, hallaç
pamuğu gibi atıldığını görürdün. Hakikat bu. Bu ağır söz nasıl iner diyorsanız eğer işte Resulallah’ın
dilinde böyle ifadesini bulmuş. Zaten Aritmetik olmadığının delili de ayetin devamı. Tahdit yok çünkü.
- Mehmet Okuyan; Meleklerin kanatlılığı veya farklı kapasitelerde yaratılmış elçiler olması ile göklerin ve yerin
yaratılışını nasıl izah edebiliriz? Bu sistemin, yaşadığımız hayatın devamı için melekler elçidir. Bu elçiler
arasında vahiy getirenler, tabiat olayları ile ilgilenenler, ölüm melekleri vardır vs. .Eğer göklerin ve yerin
yoktan yaratılması olarak alırsak ayeti meleklerin kanatlılığı bu sistemin işletilmesi manasındadır. Veya mahşer
şartlarının göklerinin ve yerin yeniden dizayn eden Allah melekleride ikişer, üçer, dörder kanatlı şekillendirmiş
olacak manasını esas alırsak o zaman devreye başka şeyler girer. İnsanlar dirilirken onları melekler diriltiyor,
yargılama alanına melekler getiriyor, onlara melekler şahitlik ediyor bu mana Raziye ait. Fakat meleklerin
orada kanatlı oluşu, şefaatle ilgili olabilir allahu alem, şefaat neydi cehennemden çıkartılıp cennete
postalanmak değildi, neydi, şefaat zaten cennete giden insanları derece atlaması anlamına geliyordu. Şeff
kelimesi zaten derece atlamak, tek olmaktan çift olmaya dönüşmek demektir. İşte bu kullara Allah bu ödülünü
melekler vasıtasıyla söyleyecek. Onların elçilikleri mahşer gününde şefaate layık görülenlere şefaat iznini
Rabbimiz elçi melekler ile o kullara bildirecek. İşte o melekler 2,3,4 kanatlı olacaklar. Muhatabın kalitesine ve
durumuna göre o melekler elçilik edecek. Buradaki kanatlar illede rakamsal bir durum ifade etmek zorunda
değildir. Çokluk manasındadır. Meleklerin elçiliği ifadesinden dolayı bu yorumu tercih ediyor Mehmet Okuyan
hoca.
Devamında ne var onu okuyalım;
- yeziydü fiyl halkı ma yeşa’ o yaratıkların kapasitesinde dilediği artışı gerçekleştirir. Gerçekten çok
müthiş bir cümledir bu. Üzerinde çok durmamız gereken bir cümle. Allah’ın eşyaya müdahalesinin
mahiyetini ele veren, aynı zamanda insanın duasını da izah eden bir cümle. O yaratıkların
kapasitesinde dilediği artışı gerçekleştirir. yeziydü fiyl halkı ma yeşa’ Allah’ın aktif ve aktüel
müdahalesini burada bir daha görüyoruz. Kapasite artırımı, Bunun dua ile ilişkisini kurdunuz mu?
Yani benim gücüm bu kadar, yok dua et gücün artsın. Sınırım bu kadar yok. Dua et artsın. Aklım buna
eriyor. Hayır daha ötesine de erebilir, Allah’tan iste. Yani kapasitenizin sınırlarına dayandınsa
Rabbimizden iste yeni kapasite eklesin. Tıpkı bir bilgisayarın hard diski dolunca, hafızası dolunca Ram
eklemek gibi Allah’ta sana Ram eklesin. İlave kapasite versin. Genişletsin, ufkunu, gözünü, gönlünü,
özünü genişletsin. Şükür nimeti artırır. Hamd şükrün zirvesidir. Mucizeler aslında eşyanın kapasitesine
ilahi bir ilavedir. Mucize dediğimiz şeyler eşyanın kapasitesine Allah’ın müdahalesidir ve ilavesidir.
Onun için hamd ile şükür ile, dua ile, namazla, niyaz ile, sena ile emr olunduk. Surenin hamd ile
başlaması da bu yüzden.
- ..lein şekertüm le eziydenneküm şükr ederseniz artırırım ve lein kefertüm inne azâbiy leşediyd
(İbrahim/7) yok nankörlük ederseniz azabım şiddetli olur. Yani sizi mahrum bırakırım Aslında
kapasite artırımının zihnimize üşüştürdüğü o kadar çok mana var ki sırf bu cümleyi tefsir için bu bir
dersin tamamını verebiliriz. Ama biz sözün her şeyi ifade edemeyeceğini hiç unutmadan özümüzle bu
ayeti, bu ibareyi anlamaya hissetmeye yaşamaya çalışalım.
- innAllâhe alâ külli şey’in Kadiyr çünkü Allah her şeye güç yetirendir. Her şeye kadiyrdir. Bunu nasıl
yapar diye sormanın elbette lüzumu yoktur, isterse yapar.
- Hamd Allaha, o Gökleri, Yeri yaratan ve Melâikeyi kılan fâtıra: Kanatlı Kanatlı elçiler, ikişer üçer
dörder, halkta dilediği kadar ziyade eder, hakikat Allah her şey’e kadirdir. (Elmalı)
للنهاس من رحة فل مسك لا وما يسك فل زيز م ما ي فتح الله ال د و من ب رسل ل (2الكيم )
Ma yeftehıllahu linNasi min rahmetin fela mümsike leha* ve ma yümsik fela mursile
lehu min ba’dihi ve “HU”vel ‘Aziyzül Hakiym;
“Allah’ın insanlar için açacağı rahmet kapısını kimse kapatamaz; O kapattıktan sonra da
onu kimse açamaz: zira O her işinde mükemmeldir, her hükmünde tam isabet
kaydedendir.”
- Ma yeftehıllahu linNasi min rahmetin fela mümsike leha Allah’ın insanlar için açacağı rahmet kapısını
kimse kapatamaz. Ya da şöyle yaklaşık bir çeviri yapalım mı? Allah birinin önünü açmışsa onun önünü
kimse tıkayamaz. İsterseniz tefsir yerine etrafınıza bakın.
- ve ma yümsik fela mursile lehu min ba’dih O kapattıktan sonra da O’nun kapattığını kimse açamaz.
Ya da deminki cümlenin bir devamı olarak, eğer Allah birinin önünü de kapatmışsa dünya alem bir
araya gelse onun önünü açamaz.
- Hayat bu ayetin en güzel tefsiridir. Yaşadığınız zamanlara bir bakın, bu ayetin tecellisini göreceksiniz.
Zımnen ayetin söylediği eğer önünüzün açılmasını istiyorsanız, birilerinin gözüne bakmayın, Allah’a
dönün, korkmayın. Yürü kulum derse sizi durduracak bir engel koyamazlar. O’nun yürü dediğini
durduracak bir güç yoktur. Onun için Allah’a yönelin ve önünüzü açmasını O’ndan isteyin, tıpkı
Resulallah gibi. Ya mufettihal ebvab iftehlenâ hayre’l bab..! Ey kapıları açan Allah’ım bizim önümüze
de hayırlı kapılar aç. Duasını siz de sık sık tekrar edin.
- ve “HU”vel ‘Aziyzül Hakiym zira O yüceler yücesidir, üstün hikmet sahibidir.
- El Aziyz; Bu konuda genel bir kuraldır, Kur’an da ayetler bu mübarek isimle, esma ül Hüsna da yer
alan bu güzel isimle bittiğini görürseniz, o ayetin bağlamına şöyle bir bakın. Yerilen şeyin zararından
etkilenen Allah değil ey insanoğlu sensin imasını içerir El Aziyz. Yani, böyle şu tavsiyeleri yapmasan,
şu sözleri tutmasan, bu vahyi kulak ardı etsen ne olur? Ne mi olur? Bir düşün, Allah’a hiçbir şey olmaz.
El Aziyz in ima ettiği budur. Olursa size olur. Size kesinlikle olur. Allah’tan mahrum kalırsınız. Yol
kılavuzunuz yok olur haritanız olmaz. Pusulanız şaşar, rotanızı kaybedersiniz. Daha ne olsun.
- El Hakıym; Bu da bir ima içerir. Allah’ı yanlış anlama ihtimali olan yerlerde gelir bu isim hep. Allah’ı
yanlış anlama ihtimali olan bağlamlarda gelir, hikmetini kavrayamasanız da, hikmetini bilemeseniz de
bir şeyi unutmayın. Allah hikmetsiz iş yapmaz. Yani O El Hakıym dir. Sebepsiz, nedensiz, amaçsız iş
olsun diye iş yapmaz. El Hakıym i gördüğümüzde bu imayı anlayacağız. Onun hükümlerinin neden ve
sonuçlarını kavrayamasanız da O’na güvenin!
- Allah, insanlara rahmetinden her neyi açarsa onu tutacak, kısacak yoktur, her neyi de tutar kısarsa
onu da ondan sonra salacak yoktur, öyle azîz, hakîm odur. (Elmalı)
ر الله ي رزقكم من ايا أي ها النه ل من خالق غي مة الله عليكم لسهماء اس اذكروا نن ) فأنه ت ؤفك إله (3والرض ل إل
Ya eyyühen Nasüzküru nı’metAllâhi aleyküm* hel min halikın ğayrullahi yerzükuküm
mines Semai vel Ard* lâ ilâhe illâ HU* feenna tü’fekûn;
“Siz ey insanlar: Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın! Allah’tan başka sizi gökten ve
yerden sürekli doyuracak bir yaratıcı mı var? O’ndan başka ilâh yoktur: şu halde, nasıl
böylesine savruluyorsunuz?”
- Ya eyyühen Nasüzküru nı’metAllâhi aleyküm siz ey insanlık Allah’ın size verdiği nimetleri hatırlayın.
Ve emma binı'meti rabbike fehaddis (Duha 11)“ve her zaman Rabbinin (sonsuz) nimetini dilinden düşürme!”
Bir şeyin dilde olması, onun hem gönülde hem zihinde olması demektir. Tahdis’i Nimet: nimeti anmak, şükür,
kulluk edebidir. Nimeti anmayan şükür etmez. Nimeti unutanı Allah’ta unutur. Tahdis’i Nimet şükürdür. “eğer
şükrederseniz, artırırım, (küfr şükrün zıttıdır) şükretmezseniz mahrumiyetim (azabım) şiddetli olur.”
Dolayısıyla bu nimeti dillendirmek, bir öneri değil bir emirdir. Tahdisi nimetin aynı zamanda vefa gibi bir yan
ürünü vardır. Rabbimiz bizi, Rabbin sonsuz nimetini dilinden düşürmeyenlerden etsin.
- hel min halikın ğayrullahi yerzükuküm mines Semai vel Ard Allah’tan başka sizi gökten ve yerden
sürekli doyuracak bir yaratıcı var mı?
- Zımnen söylediği gerçek şu; Haneye değil, hanenin sahibine teşekkür et. Öyle değil mi. Eğer size bir
ziyafet çekilmişse bir hanede duvarlara mı teşekkür edersiniz. Ekmeğe değil, ekmeğin sahibine
teşekkür edin. Teşekkür kulluktur. Kulluk teşekkürdür.
- lâ ilâhe illâ HU O’ndan başka tapılmaya layık, kulluğa layık bir ilah yok. O halde;
- feenna tü’fekûn nasıl ve nereden böylesine savruluyorsunuz.
- Tu’fekûn: “(birine) iftira etti” anlamındaki efeke’den meçhul fiil: İnançta haktan yola çıkıp batılda
karar kılmak, Sözde doğrudan yalana kaymak, Eylemde güzelden başlayıp kötüye ulaşmak”
manalarını verir (Râğıb). Kur’an’ın iniş sürecinde muhtemelen ilk kullanıldığı bu yerde kelime zihni
bir savruluşu ifade eder. İlk neden ve son gaye arasındaki bağı kuramamak işte bu savruluşun
sonucudur. “Rabbimiz!.. ayaklarımızı kaydırma!” (Âl-i İmran: 8) duası, bu tür bir savruluşa karşı
mücadele edenlerin duasıdır.
- Evet, bu düşüncelerinizde ki savrukluğun sebebi ne? Sizi Allah ile kesip koparan sebep ne. Allah’tan
sizi kesen ayıran sebep ne? Neden Allahsız yaşamak istiyorsunuz? Bunu becerebilir misiniz? İşte bu
savrulmaktır?.
- Ey insanlar! Allahın üzerinizdeki nimetini anın, Allahın gayrı bir hâlik mı var? Size Gökten ve Yerden
rızık verir, başka tanrı yok ancak o, o halde nasıl çevrilirsiniz? (Elmalı)
ر ) بت رسل من ق بلك وإل الله ت رجع الم بك ف قد كذ (4وإن يكذ
Ve in yükezzibuke fekad küzzibet Rusulün min kablik* ve ilAllâhi turce’ul umûr;
“Eğer seni yalanlıyorlarsa, unutma ki senden önce de birçok peygamber yalanlanmıştı:
sonunda her iş döner dolaşır, Allah’ın (dediğine) varır.”
- Ve in yükezzibuke fekad küzzibet Rusulün min kablik eğer seni yalanlıyorlarsa, yalanlamışlarsa, unutma
ki senden önce de birçok peygamber yalanlanmıştı. Doğrudan vahyin ilk muhatabı olan efendimiz,
peygamberimize hitap ediliyor. Eğer seni yalanlıyorlarsa bu sürpriz değil diyor. Senden önce de
peygamberler yalanlanmıştı.
- Ve ilAllâhi turce’ul umûr sonunda her iş döner dolaşır Allah’ın dediğine varır. Yani rahat ol, sıkılma,
bundan dolayı kendini suçlama. Sen sadece tebliğ et, görevini yap, Allah’a vereceğin hesabını düşün
ve gerisine karışma. Yani Allah’ın yarattığı varlıklar gibi insanoğlu da çeşit çeşittir, rengarenktir ve bu
renkler tek renge hiçbir zaman inmeyecektir. İma, surenin genelinde vurgulanan bu hakikattir aslında.
- Ve eğer seni tekzip ediyorlarsa bundan evvel birçok Resuller de tekzip olundu, bütün işler Allaha irca’
olunur. (Elmalı)
ن يا ول ي غرهنهكم ب (5الله الغرور )يا أي ها النهاس إنه وعد الله حق فل ت غرهنهكم الياة الدYa eyyühenNasu inne va’dAllâhi Hakkun fela teğurrennekümül hayatüd dünya ve lâ
yeğurrenneküm Billâhil ğarur;
“SİZ ey insanlar! İyi bilin ki Allah’ın vaadi gerçekleşecektir! şu halde dünya hayatı sizi
asla ayartmasın! Dahası aldatıcının hiç bir türü sizi Allah (hakkındaki asılsız düşünceler)
ile aldatmasın!”
- Ya eyyühenNasu inne va’dAllâhi Hakkun ey insanlar, şunu hiç aklınızdan çıkarmayın ki Allah’ın vaadi
Hakk tır, mutlaka gerçekleşecektir.
- fela teğurrennekümül hayatüd dünya o halde sizi dünya hayatı asla aldatmasın, oyalamasın. Yani
kandırmasın, kanmayın. Geçici olana aldanmayın. Unutmayın Allah vaad etmişse mutlaka yerine
getirir. Unutmayın Ölümü yaratmışsa mutlaka sizi bulur. Unutmayın ..velev küntüm fiy burucin
müşeyyedeh (Nisa/78) isterseniz sağlam burçlarda, kalelerde olun fark etmez, Allah’ın yasasına siz de
tabisiniz. El hayatüd dünya; hem yakın hayat, hem alçak hayat anlamına gelir, peşin hayat anlamına
da zımnen gelir. Öbürü veresi, vadeli bir hayattır. Öte, yüksek ve gelecek hayatı yakın, peşin ve alçak
hayat unutulmaz söylediği o. Dünya Züleyha’dır ey insanoğlu söylediği bu ayetin. Siz ise Yusuf’sunuz.
Gömleğinize bakın, sakın, sakın gömleğiniz önden yırtılmasın. Dünya ile girdiğiniz ilişkide dikkatli
olun. Lâ yeğurrenneke tekallübülleziyne keferu fiyl bilad. (A. İmran/196) ayetini hatırlayalım.
Doğrudan ilk muhataba hitab ediyor. Kafirlerin şu yer yüzünde böbürlene böbürlene bir eli yağda bir
eli balda dolaşmaları seni asla bozmasın, seni aldatmasın. Metaun kaliylün.. bu çok az geçici bir zevk,
tadımlık bir lezzet bu o kadar. sümme me’vahüm cehennem. (A. İmran/197) sonra varış yerleri, son
durakları cehennem olacaktır. Diyen ayetleri hatırlayalım.
- ve lâ yeğurrenneküm Billâhil ğarur ve dahası, aldatıcının hiçbir türü sizi Allah ile aldatmasın. Çok
ilginç değil mi? Allah ile aldatmak. Lokman/33. ayeti inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul
hayâtud dunyâ, ve lâ yagurrennekum billâhil garûr Unutmayın ki Allah’ın vaadi gerçekleşecektir: şu
halde bu dünya hayatı sizi asla ayartmasın; dahası, aldatıcının hiçbir türü sizi Allah (hakkındaki asılsız
düşünceler) ile aldatmasın! ile birlikte okumak lazım bu ibareyi. Allah ile aldatmak yasak. Allah ile
aldatmak aldatmaların en çirkini. Allah’ı kullanmaya kalkmak (haşa) belki Allah hakkında aldatıcı
düşüncelere itibar etmek manası da var burada. Yani Allah ile aldatmak; Sen yap, günahın benim
boynuma. Bu da Allah ile aldatmaktır. Allah ile aldatmak; Ya..! nasıl olsa affeder..! Bu da Allah ile
aldatmaktır. Allah hakkında yamuk düşüncelere kapılmak, Allah hakkında ki tasavvurunuzun
yamulmasıdır. Allah’ın rahmetini istismar etmeye kalkmak, kötü kullanmaya kalkmak. Bu da insanın
kendi yamuk düşüncelerinin kendini aldatmasıdır. Allah ile kendini aldatmanın bir başka türü.
- Garûr, ğurûr olarak okunduğunda anlam şöyle olur: “Allah, hiçbir şekilde sizi aldatma sebebi
yapılmasın!” Garûr: şeytani dürtüler ve ayartıcı düşünceler. Allah ile aldatmak”, Allah hakkındaki
kuruntu kabilinden düşüncelerin peşine takılmak.
- Ey insanlar! Haberiniz olsun ki Allahın vaadi muhakkak haktır, sakın o Dünya hayat sizi aldatmasın
ve sakın o mağrur Şeytan sizi Allaha da mağrurlandırmasın. (Elmalı)
ا من أصحاب السه إنه الشهيطان لكم عدو ف ن ليك ا يدع حزب ذو عدوا إنه (6ري )اته
İnneş şeytane leküm adüvvün fettehızûhu adüvvâ* innema yed’u hızbehu li yekûnu
min ashabis se’ıyr;
“Şeytanın sizin düşmanınız olduğu kesin; o halde siz de onu düşman olarak bilin! O kendi
yoldaşlarını, çılgın ateşin sakinleri olacakları bir akıbete çağırır.”
- İnneş şeytane leküm adüvvün fettehızûhu adüvvâ; şeytanın, sizin düşmanınız olduğunu kesinlikle
bilin. Bu kesin. O halde siz de onu düşman olarak bilin. Onun size düşman olduğu kesinse, siz ona
dost olmakla aslında düşmanınıza dostluk yapmış olmuyor musunuz? Bu nasıl akıl, bu nasıl yaklaşım.
Aslında çok makul olanı rabbimiz bize buyuruyor. Eğer doğru düşünürseniz bu böyle, ama siz nasıl
ters düşünüyorsunuz.
- Kötü, şeytan kötünün adıdır. İnsanın düşmanıdır kötü. Mikrobun kendisi dezenfekte edilemez. Mikrop
mikroptur. Kötü kötüdür. Kötü iyi olmaz. Kötünün kolektif ve örgütlü olması en tehlikeli
düşmanlıktır. Leküm deki lam; ihtisas için, yani Allah’ın rakibi ve hasmı değildir şeytan. Sizin
rakibiniz ve hasmınızdır. Orada ki ihtisas lâm ının anlama kattığı yan anlam budur. Aynı zaman da
şeytan tasavvurumuzu düzeltiyor.
- Birçok kültürde, birçok inanç sisteminde şeytan tasavvuru Allah’ın negatifi olarak görülür. Yani
kötülük ilahı; Hayır, böyle bir şey yok. Şeytan Allah’ın asi bir kuludur, asi bir yaratığıdır. Zaten Kur’an
sık sık bunu farklı yerlerde, farklı biçimlerde ifade eder. Mesela şeytan ..fe bi izzetike (Sâd/82) diye
senin şerefine yemin olsun ya rabbi diye konuşur. Evet, yani Allah’ın şerefine yemin ederek, izzetine
yemin ederek konuşur şeytan. Kendi yalancılığını itiraf eder ve “benim bir suçum yok” der. fela
telumuniy ve lumû enfüseküm. (İbrahim/22) Beni kınamayın, kendinizi kınayın der, itiraflarda bulunur
ve hatta, ..leyse leke aleyhim sultan. (İsra/65) senin o kullar üzerinde herhangi etkin bir gücün yok der
rabbimiz farklı farklı ayetlerde. Dolayısıyla şeytanın gücü yok. Peki şeytanın kullandığı güç? İnsanın
ona transfer ettiği güçtür. İradenizden ne kadar transfer ederseniz onu size karşı bir kurşun olarak
kullanır, odur. Aynı zamanda demiştik şeytan tasavvurunu inşa ediyor ayet.
- Razi, şeytanın hezimeti, insanın azimetine bağlıdır der. Çok hoş olduğu için kelimeleri yerinde
bırakarak aynen Türkçeye taşıdık. Şeytanın hezimeti, insanın azimetine bağlıdır. Yani şeytanın
yenilgisi insanın direncine bağlıdır.
- İnnema yed’u hızbehu li yekûnu min ashabis se’ıyr o kendi yoldaşlarını çılgın bir ateşin sakinleri
olacakları bir akıbete duçar eder, çağırır, götürür. Yani aldatıcı bir rehber, eğer rehber olarak kabul
etmiş, önünüze katmışsanız sizi mutlaka götüreceği yer aldanış olacaktır.
- Haberiniz olsun ki Şeytan size düşmandır, siz de onu düşman tutun, çünkü o etrafına toplanan hizbini
ancak ashabı Saîrden olsunlar diye davet eder. (Elmalı)
ا الصهالات لم مغفرة وأجر كبري ) ا وعمل (7الهذين كفروا لم عذاب شديد والهذين آمن
Elleziyne keferu lehüm azâbün şediyd* velleziyne amenû ve amilus salihati lehüm
mağfiretün ve ecrun kebiyr;
“İnkarda direnenleri şiddetli bir ceza beklemektedir. Ama imanda sebat eden ve imanla
uyumlu eylem üretenlere gelince işte böylelerini de sınırsız bir bağış ve muhteşem bir ödül
beklemektedir.”
- Elleziyne keferu lehüm azâbün şediyd inkarda direnenleri, ısrar edenleri şiddetli bir azab, şiddetli bir
mahrumiyet, kök anlamından yola çıkarsak azabın; şiddetli bir terk edilmişlik bekleyecektir.
- velleziyne amenû ve amilus salihati lehüm mağfiretün ve ecrun kebiyr ama iman eden ve salih amel
işleyenlere iyi, doğru, yararlı, güzel, faydalı eylem üretenlere, değer üretenlere gelince, işte böylelerini
de sınırsız bir bağış ve muhteşem bir ödül beklemektedir. Asr, Tin, Beled sûrelerini hatırlayalım.
- Küfredenler, onlar için şiddetli bir azâb var, iman edip salih ameller işleyenler, onlar için de bir
mağrifet ve büyük bir ecir var. (Elmalı)
حسناا فإنه الله يضل من يشاء وي هدي من يش ف رآ ء عمل س اء فل أفمن زي ن لب ن ) ن فسك عليهم حسرات إنه الله تذ (8عليم با يصن
Efemen züyyine lehu suü amelihi fereahu hasena* feinnAllâhe yudıllu men yeşau ve
yehdiy men yeşa’* fela tezheb nefsüke aleyhim haserat* innAllâhe ‘Aliymun Bima
yasne’un;
Ne yani, şimdi süslü püslü kötülüklerin albenisine kapılıp bir de onları güzellik gibi
gören(in sonu, yukarıdaki)kimsenin sonuyla aynı olur mu? Hiç şüphe yok ki Allah
(sapmak isteyenin) sapmasını diler, (hidayet isteyeni) de doğru yola yöneltmeyi diler: Şu
halde onların (imana ermesi) için duyduğun özlem seni yıpratmasın; çünkü Allah onların neler yapmakta olduklarını çok iyi biliyor.
- Efemen züyyine lehu suü amelihi fereahu hasenen ne yani, oradaki “e” hemzeyi isfifamiyye böyle
çevirebiliriz. Ne yani süslü püslü kötülüklerin albenisine kapılıp bir de onları güzellik gibi görenin
akıbeti, biraz serbest çevirmemiz lazım, açmamız lazım ifadeyi, böyle süslü püslü kötülüklerin
cazibesine kapılıp onları güzel görenin akıbeti (yukarıda ki dile getirilen güzelliklerin sahibinin
akıbetiyle bir olur mu?) Yani iyi ile kötünün sonu bir olur mu? Önü bir değil se sonu neden bir olsun.
Suyu getirenle testiyi kıranın akıbeti bir olur mu? Bunu soruyor. Biri şeytanın kılavuzluğunu
kabullenmiş, diğeri nebinin kılavuzluğunu.
- Peki bu ikisinin varacağı yer nasıl aynı olur, ikisi aynı yöne gitmiyor ki, ikisi aynı haritayı takip etmiyor
ki, ikisi aynı rotayı izlemiyor ki. Dolayısıyla kötü ve iyi hiçbir zaman aynı akıbete sahip olmaz. İyinin
hayatını yaşayıp ta kötü akıbet olmaz. Kötünün hayatını yaşayıp ta iyi akıbet olmaz. Buradan buraya
atlayabiliriz, bunu düşünebiliriz.
- Kötülüğün güzel bir paketle sunulmasından söz ediyor bu ibare aynı zamanda. Kötülüğün süslenip
püslenip albenili ve cazip hale getirilmesi. Zehri altın tasla sunmak zehri zehir olmaktan çıkarır mı,
aksine zehri daha tehlikeli yapar. Günahın insana verdiği lezzet, zevk, zehrin sunulduğu altın tastan
başka bir şey değildir.
- İtlaf köftesi, şimdi pek rastlanmıyor olsa da kuduz köpeklerin olduğu yerde yapılması mecburi bir
işlem. Belediyeler kuduz köpekleri itlaf ederken nasıl itlaf ederler biliyor musunuz? Etin en güzel
yerinden, köftenin en güzelini önlerine artarlar, fakat önlerine attıklarının içinde zehir vardır. O köfte
yediğini zanneder fakat aslında ölümünü yiyordur. Günah bir tür itlaf köftesine benzer. Yediği zaman
köfteyi yiyorum zanneder ama aslında zehir yiyordur.
- Burada fare peynir ilişkisini de düşünebiliriz. Aslında fare ile insanı ayıran fark ta bu. Peyniri tanımak
ikisinin de işi, fakat peyniri oraya kim koymuş, niye koymuş, neden koymuş, neden orada peynir. Fare
bunu düşünmez. Düşünmediği içindir ki peyniri tanır ve gelir ve yer ve kapana kısılır. Bunu insan
düşünür. Neden orada, peynirin yeri orası mı, kim koymuş, niye koymuş. Bunları insan sorar. Yani bu
soruların insanda ki karşılığı varlık sorularıdır. Ben kimim, neden bu hayattayım, neden yaratıldım,
nereden geldim, nereye gidiyorum bunu insan sorar. Bu varlık sorularını sormayan insanın bakış
açısıyla farenin peynire bakış açısı arasında pek bir fark olmaz.
- feinnAllâhe yudıllu men yeşau ve yehdiy men yeşa’ hiç şüphe yok ki Allah sapmak isteyenin sapmasına
izin verir, sapmasını diler. Hidayet isteyeni de doğru yola yöneltir. Böyle çevirmemizin sebebi Allah’ın
saptırmak istediğinin aslında iradesi ile tercihiyle sapmayı dilediği yönünde ki birçok ayet ve hassaten
de Bakara suresinde ki ve ma yudıllu Bihî illel fasikıyn. (Bakara/26) Allah yoldan çıkmışlardan
başkasını saptırmaz ayetidir. Bunun ışığında anlaşılmak zorundadır, onun için biri Allah dilediği için
sapmaz. Allah o saptığı için sapmasına izin verir. İnsanın kendi eylemine bağlıdır sapması da, hidayeti
de.
- Bu konuda Kur’an’ın istikrai ve bütüncül okunuşundan çıkan şudur; hareket ilk önce insandandır. İlk
insan eylem yapar, sonra o eyleme göre Allah karşılık verir. Siz yapmadan Allah yapmaz. “Onlar
Allah’ı unuttular, Allah da onlara kendilerini unutturdu haşr 19” yine “siz Allah’ı anın ki Allah da
sizi ansın Bakara 152” gibi. Bu konuyla ilgili olara Yeşa fiili için Rad 27. ayetin 37 nolu notu; Yeşa’
fiili cümle içerisinde iki özneyi de görmektedir: O (Allah) ve men (insan). Bu durumda, “Allah’ın
dilemesi” “insanın tercihinin” bir sonucu olarak gerçekleşmektedir. Bu kısımda hemen önceki yudillu
men yeşâ’ ibaresinde gizli ikinci özne olan ‘insan’ açıkça ortaya çıkmıştır: “kendisine yönelen kimse”.
Yani “Allah kendisine yönelen kimseyi doğru yola yönlendirir”. Allah’ın hidayete erdirmesi ya da
dalalete düşürmesi ile ilgili tüm âyetler, buradaki ilâhî iradenin nasıl tecelli ettiğini açıklayan şu âyet
ışığında anlaşılmalıdır: “Allah, yoldan çıkmışlardan başkasını saptırmaz” (94/Bakara:26). Ayrıca
Kur’an “Allah esenlik yurduna davet eder” dedikten sonra, bu davete icâbet edenleri kastederek
“dileyen kimseleri ise dosdoğru bir yola yöneltmeyi murad eder” buyurmaktadır (69/Yûnus: 25).
Hidayet/dalaletle ilgili 19 âyetin biri hariç hepsinde de hem özneleri hem de tümlecin yüklemi üçüncü
şahıs formuyla gelir. Adı geçen tek istisna olan şûrâ 42. âyet ise birinci çoğul şahıs kipi olan “biz”
formuyla gelir. Onda da, mücerret olarak “biz doğru yola yöneltiriz” şeklinde değil, bir mef’ulü bih
ile “Onun için bir ışık yaratırız, dilediğimizi o ışık sayesinde doğru yola iletiriz” formunda gelir. Bu
da, hedâ ve dalâl ile kullanılan yeşa’ fiilinin iki özneyi de gördüğüne delalet eder. Aynı sonuca istikrai
bir okumayla davarılır.
- fela tezheb nefsüke aleyhim haserat senin için duyduğun özlem seni yıpratmasın. Yani
peygamberimize hitaben onların imana ermesi için içinde duyduğun iştiyak, özlem, hasret seni
yıpratmasın. Onların imana ermesi için Resulallah’ın ne kadar özlem duyduğunu, ne kadar arzu ve
iştiyakla bunu istediğini bu ayette görüyoruz. Buna benzer başka ayetler de var aslında. Ve lealleke
bahı’un nefseke ella yekûnu mu’miniyn.(Şu’ara’/3) mesela bu ayet. Kehf/6 ve daha başka ayetler.
Mü’min olmuyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin. Burada da öyle, buna yakın bir ima var.
Onların imanı için duyduğun özlem seni helak etmesin. Demek ki kendini helak edecek kadar özlem
duyuyor. Ne olur iman etseler. Peki iman edince Resulallah’ın çıkarı ne? Sadece, sadece, Allah’ın
kullarına duyduğu şefkat ve sevgi, başka bir şey değil. Bir Adem, bir alem demektir işte bu. Bir Adem,
bir alem, bir tek insanın hidayetine vesile olabilmek, hani diyordu ya Hayber’e komutan olarak atadığı
Hz. Ali’ye, o gün çağırmış atının üstünde kahramanlık şiirleri okuyan Ali’ye şöyle demişti. Ya Ali
yeryüzünün tamamını fethedip bana teslim etmenden, bir kişinin hidayetine vesile olman daha
hayırlıdır. Bu, işte bu. Onun içindir ki Resulallah’ın öz elleriyle eğittiği insanlar, insanın hidayetini
öncelediler. Toprağın fethinden önce insanın fethini öncelediler. İslam ordusunun büyük komutanı
Amr İbnül As, Hz. Ömer’e elinde ki orduyla Mısır’ı fetih izni istedi, bunun için mektup yazmıştı. Hz.
Ömer Halife idi, cevabi mektubunda; Eğer bu mektubum sana ulaşmadan, Mısır’a girmeden ulaşırsa
hemen geri dön. Fakat cevabi mektubu Amr İbnül As yolda aldığı halde açmadı. O da iyi biliyordu
fethin ne demek olduğunu. Mısır’ı aldı, mektubu öyle açtı. Tabii artık Mısır’ı almıştı geri dönemezdi.
O iyi biliyordu. Peki Ömer’in derdi neydi? Resulallah’ın öz ellerinde yetişmiş bu asil insanın derdi
neydi? O şöyle düşünüyordu: “eğer biz insanların yüreklerinden önce topraklarını fethedersek Mısır
İslamlaşmaz, İslam Mısır’laşır. Buydu. Onun içindir ki Bahreyn’den ilk defa İran’a seferler düzenleyip
o bölgenin bir kısmını fetheden, yine büyük İslam komutanlarından ‘Ala El Hadrami’yi, bunu yaptığını
haber alınca madalya ile taltif edeceği yerde görevden almış ve kendisine bu haber geldiğinde,
“Eyvah..!” demişti. Bir devlet başkanı düşünün ki büyük sultanların, hükümdarların, kralların hepsinin
rüyası olan can gibi ülkeler fethedilip kendisine teslim edilecek, kendisi “eyvah..!” diyecek. Bu dehşet
bir şey, İşte insan sevgisi böyle ispat edilir, lafla değil. İmanı götürmek hepsi bu.
- innAllâhe ‘Aliymun Bima yasne’un çünkü Allah onların neler yapmakta olduklarını çok iyi biliyor.
- [Ek bilgi; “Diğer bir izah şekli de şöyledir: "Kendisine kötü ameli hoş gösterilerek onu güzel gören kimseye mi
birşey yapabileceksin Senin buna karşı hiçbir çaren yoktur. Zira Allah, dilediğini saptırır, dilediğini ise hidayete
erdirir. O halde ey Muhammed, onların sapıklıklarına, inkarlarına ve azgınlıklarına üzülerek kendini
mahvetme. Allah, şeytanın, kötü amellerini kendilerine güzel gösterdiği bu insanların ne yaptıklarını çok iyi
bilmekte ve onları zaptettirmektedir ve onları amellerine göre cezalandıracaktır.” (Taberi tefsiri)]
- Ya artık o kimse de mi ki? Kötü ameli kendisine allanmış pullanmış da onu güzel görmüş, şüphe yok
ki Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola çıkarır, o halde nefsin onlara karşı hasletlerle
geçmesin, çünkü Allah onların bütün sanatlarını bilir. (Elmalı)
الهذي أرسل إل ب لد مي ت فأحي والله د م الر ياح ف تثري سحاباا فسقنا الرض ب نا ب تا ي ر ) (9كذلك النش
“VAllâhulleziy erseler riyaha fetüsiyru sehaben fesuknahu ila beledin meyyitin
feahyeyna Bihil Arda ba’de mevtiha* kezâliken nüşur;” “ALLAH, rüzgarları elçi (gibi) gönderip peşi sıra bulutları tetikleyenin ta kendisidir;
derken Biz onu çorak bir beldeye sevk ederiz; ve bu sayede onunla ölü toprağa can veririz:
yeniden diriliş de işte böyle olacaktır.”
- VAllâhulleziy erseler riyaha fetüsiyru sehaben İmdi, yeni bir pasaja girdik. Rüzgarları elçi gibi
göndererek bulutları tetikleyen işte O, Allah’tır.
- fesuknahu ila beledin meyyit derken biz onu çorak bir beldeye sevk ederiz. Fesuknahu, o bulutların
yağmurlarıyla çorak bir beldeyi sularız. Çölken göle dönüşür.
- feahyeyna Bihil Arda ba’de mevtiha ve bu sayede ölü toprağa can veririz. Risaletin rüzgarı vahiy
rahmetiyle yüklü bulutları sürükleyip, çöle dönmüş çorak gönülleri cennet gibi bir imana kavuşturursa
bu ancak böyle anlatılır. Burada ki bulut, rüzgar, yağmur, çorak toprak, yeşillenme, hep peygamber
vahiy, davet, iman ile açıklanmalıdır. Zaten simgesel bir dil kullanılarak vahyin çölü nasıl yemyeşil
bir cennete çevirdiği anlatılıyor. Çöl gibi yürekleri nasıl cennete çevirdiği ki Ebu Zer örneği bunun
için yeterli. Vahiy eşkıyadan nasıl evliya çıkarır, işte bu. Buna bakmak lazım.
- kezâliken nüşur yeniden dirilişte işte böyle olacaktır. Vahyin hayatı inşası, ahiret inancıyla mümkün
olur. Onun için ayet getirdi sözü ahiret inancına bağladı. Ahirete iman etmemiş bir insanda vahiy aklı
inşa etmez, şahsiyetini inşa etmez. Çünkü vahyin yapmak istediği her şey ancak ahirette hesap verme
inancına bağlıdır. Yani bir insan da sorumluluk bilinci ancak böyle gelişir.
- Allah odur ki rüzgârları göndermiştir, derken bir bulut kaldırır, derken onu ölmüş bir beldeye sevk
etmişizdir, derken onunla Arza ölümünden sonra hayat vermekteyizdir, işte nüşur böyledir. (Elmalı)
مل ال د الكلم الطهي ب وال يص اا إلي ي زهة ج زهة فلله ال من كان يريد ال صهالح ي رف ي والهذين يكرون السهي ئات لم عذاب شديد ومكر أو ر )لئك (01ب
“Men kâne yüriydül ‘ızzete feLillâhil ‘ızzetü cemiy’a* ileyHİ yas’adül kelimüt tayyibü
vel amelüs salihu yerfe’uh* velleziyne yemkürunes seyyiati lehüm azâbün şediyd* ve
mekru ülaike huve yebur;”
“ Kim kalıcı şeref ve itibar arıyorsa, iyi bilsin ki bütün bir şeref ve itibarın kaynağı
Allah’tır. O’na sadece güzel sözler yükselir, o sözleri yücelten ise imana uygun
eylemlerdir. Gizliden gizliye çirkin entrikalar tasarlayanlara gelince: onları şiddetli bir
azap beklemektedir; bu gibilerin tuzakları da hiçe çıkacaktır.”
- Men kâne yüriydül ‘ızzete feLillâhil ‘ızzetü cemiy’a kim kalıcı şeref ve itibar arıyorsa, iyi bilsin ki
bütün bir şeref ve itibarın kaynağı Allah’tır. Ve Lillâhil ‘ızzetu ve liRasûliHİ ve lilmu’miniyn..
(Münafikun/8) ayeti ile birlikte düşünürsek, şeref ve itibarın tamamı Allah’a, Resulüne ve mü’minlere
aittir. Bu ayetle birlikte nasıl telif edeceğiz, açıklayacağız? Aslında kaynağı deyince her şey halloldu.
Yani mü’minler de Resul de itibarı, şerefi Allah’tan alırlar. Dolayısıyla şeref ve onurun kaynağı O dur.
Gerisi sahte ve yalandır. O’na yakınlığınız oranında şeref kazanırsınız, O’na uzaklığınız oranında da
şerefinizi kaybedersiniz. Çünkü Allah’a kul olmak, kula kul olmamanın tek garantisidir. Eşyaya kul
olmamanın tek garantisidir. Nefsine kul olmamanın tek garantisidir. Nefsine kul olacak, şerefli olacak
öyle mi? Kula kul olacak, onurlu olacak öyle mi? Kula kul olanda onur kalır mı? İnsanlık onuru kalır
mı? Eşyaya kul olanda hele, servete, şöhrete, makama kul olanda, Bütün bunların garantisi Allah’tır,
Allah’a kul olmaktır.
- ileyHİ yas’adül kelimüt tayyibü vel amelüs salih O’na sadece güzel sözler yükselir, o sözleri yücelten
ise güzel amellerdir. Ayete bakınız, işte berceste ibarelerden biri de bu. O’na sadece güzel sözler
yükselir, o sözleri yükselten, yücelten ise güzel amellerdir. Belki burada ki ileyHİ yas’adül kelimüt
tayyibü vel amelüs salihu yerfe’uhu O yerfe’uhu da ki “H” zamiri Allah’a da gidebilir o zaman onu,
ameli salih’i o yükseltir. El kelim et Tayyibe de gidebilir güzel sözler ameli salihi yükseltir manasına
gelir o zaman. Ama tercih ettiğimiz mana: o sözleri yücelten ise güzel fiillerdir. Yani burada ki el
kelimüt tayyib o sözleri yücelten güzel fiillerdir. O’na gittiği tercihidir ki bu daha Kur’an ın geneline
uygun. Mesela ..lime tekûlûne ma lâ tef’alun. (Saff/2) niçin yapmadığınız şeyleri söyleyip
duruyorsunuz. Ayetiyle de örtüşüyor gibi.
- Evet, bütün güzel sözler O’na yükselir..! ne muhteşem bir ibare gerçekten. Her güzel söz Kelamdır.
Kelam yaralamak kökünden türetilir kel nasıl? Ya bir yara bırakmak, ya yarayı iyi etmek için neşter
vurmak. Evet, yani etkili söze kelam denir, etkisiz söze kavl denir Arap dilinde. Her kelam etkili söz
duadır. Ya duadır, ya bedduadır. Her dua davettir. O’na yükselir her davet.
- Sesi değil sözü yükseltin diyor bu ayet. Sesinizi değil sözünüzün kalitesini yükseltin. Sözünüzün
kalitesini yükseltirseniz, sesinizi yükseltmekten daha etkili olur. Sözün itibarını eylem korur diyor aynı
zamanda. Yani sözünüzle eyleminiz çelişmesin. Eğer sözüm O’na yükselsin diyorsanız amelinizden
iki tane kanat takın uçursun. Dua, onun için fiili duaya dönüşmeli ki iki kanatlı bir kuş gibi menziline
uçsun.
- velleziyne yemkürunes seyyiati lehüm azâbün şediyd gizliden gizliye çirkin tuzaklar kuranlara gelince.
Çirkin tuzaklar tasarlayanlara. Belki iyi paketlere kötü şeyleri saranlara, paketçilere gelince, onları
şiddetli bir azab beklemektedir. Hani yukarıda kötülükleri süslü püslü yapıp ta pazarlamaktan söz
edildi ya, onunla bir ilişkisi var gibi görüntüyle mahiyet arasındaki farkı 12. ayette deniz örneği ile
göreceğiz. Görüntüyle mahiyet, yani iki su yan yana, faka biri tuzlu, biri tatlı. Biri kandırır, biri
yandırır. Denizin ortasında kaynak suyudur. Şimdi geriden bakınca bilemeyebilir siniz. Mahiyeti farklı
iki şey bazen yan yana da duruyor olabilir. O ayet gelince orada işleyeceğiz, ama burada bunu bir tuzak
olarak da veriyor ayet.
- ve mekru ülaike huve yebur ve bu gibilerin tuzakları boşa çıkarılacaktır.
- Her kim izzet istiyorsa bilsin ki izzet tamamıyla Allah’ındır, ona hoş kelimeler yükselir onu da ameli
sâlih yükseltir, kötülükler kuranlara gelince onlara şiddetli bir azâb vardır, ve onların tuzakları hep
tarumar olur. (Elmalı)
خلقكم من ا وما تمل من أن ث والله لكم أزواجا ى ول تضع إله ت راب ثه من نطفة ثه جقص من عمر إله ف كتاب إنه ذ مهر ول ي ن مهر من م وما ي لم ك على الله يسري ل ب
(00) VAllâhu halekaküm min türabin sümme min nutfetin sümme ce’aleküm ezvaca* ve ma
tahmilu min ünsâ ve lâ teda’u illâ Bi ‘ılmiHİ, ve ma yu’ammeru min mu’ammerin ve lâ
yünkasu min umurihi illâ fiy Kitab* inne zâlike alAllâhi yesiyr;
“Ve Allah sizi topraktan yaratmıştır; sonra bir damlacık hayat suyundan... Sonra size
(birbirinize) eş olacak cinsel bir kimlik vermiştir: hiçbir dişi ne O’ndan habersiz hamile
kalabilir, ne de doğum yapabilir. Dahası hiç bir hayat sahibi, O’nun kayıtlı yasası dışında
ne ömrünü uzatabilir, ne de kısaltabilir: Hiç şüphe yok ki bu, Allah için çok kolaydır.”
- VAllâhu halekaküm min türabin ve Allah sizi topraktan yaratmıştır. Bunun 3 anlamı var.
1 – Kur’an ın neresinde gelirse gelsin birincisi elementer kökene bir atıftır. Yani insanın
elementer kökeni topraktır. Doğa da tabiatta ne kadar element varsa 118 insanda da aynen o
kadar element vardır.
2 – ikincisi biyolojik bağımlılığına atıftır. Bakın ne yiyor olursanız olun topraktan beslenirsiniz.
İster karbon hidratlar cinsinden olsun, ister protein cinsinden olsun. Hayvansal gıdalar da yine
toprağa aittir. O oradan alır, siz ondan alırsınız. Yani biyolojik varlığınız toprağa bağımlıdır.
3 – Üçüncüsü embriyolojik varlık, yani anne karnında ki gelişim süreci yine toprağa bağlıdır.
Yani anneden beslenir cenin ama, anne de yine topraktan beslenir. Her halükarda burada; Ey
insan bağımlısın, kendi kendine yetme iddiası da nereden çıktı. Topraktan bile
bağımsızlaşamazken sen Allah’tan nasıl bağımsız olursun. Hadise bu.
- sümme min nutfetin sonra bir damlacık hayat suyundan
- sümme ce’aleküm ezvacan sonra size, birbirinize eş olacak cinsel bir kimlik vermiştik.
- ve ma tahmilu min ünsâ ve lâ teda’u illâ Bi ‘ılm hiçbir dişi ne O’ndan habersiz hamile kalabilir, ne de
doğum yapabilir. 9. âyette büyük kâinat olan âleme ilişkin deliller, bu âyette de küçük kâinat olan
insana ilişkin deliller birlikte ele alınarak, söz Fussilet 53’te ifadesini bulan çift boyutlu ilâhi inşaya
getirildi. Onlara dış âlemdeki ve kendi içlerindeki âyetlerimizi/doğa kanunlarını göstereceğiz. Böylece
Kur’ân’ın gerçek/hak olduğunu anlayacaklardır. “Rabbinin her şeye tanık olması onlara yetmiyor
mu?” (Fussilet 53)
- ve ma yu’ammeru min mu’ammerin ve lâ yünkasu min umurihi illâ fiy Kitab dahası hiçbir hayat sahibi
O’nun kayıtlı yasası dışında ne ömrünü uzatabilir, ne de kısaltabilir. Allah insanın hayatının sona
ermesini yasalara bağlamış. O’nun yasalara bağladığı şekilde insan hayatı sona erebilir. Yani kelle
koltukta gezmez. Kelle yerinde olursa hayat devam eder. Bu yasadır. Dolaşım sistemi, kan dolaşımı
sistemi, sinir sistemi, solunum sistemine hasretmiştir bunu birçok İslam kelamcısı ki Bakıllani de
bunların başında gelir.
- Neml 75 Ne gökte ne de yerde gizli ve gizemli hiçbir şey yoktur ki, kesin ve net bir yazılım ve yasayla
kayıt altına alınmamış olsun.
- inne zâlike alAllâhi yesiyr hiç şüphe yok ki bu Allah için çok kolaydır.
- Hem Allah sizi bir topraktan, sonra bir nufteden yarattı, sonra sizi çiftler kıldı, onun ilmine iktiran
etmeksizin ne bir dişi hâmil olur ne de vazeder, bir yaşatılana çok ömür verilmek de, ömründen
eksiltmek de behemehal bir kitapta yazılıdır, şüphe yok ki o Allaha göre kolaydır. (Elmalı)
ن ذا ملح أجاج ومن كل تأكل و ذا عذب ف رات سائغ شراب ي البحران وما يستاخر لتبت غ م ن ها وت رى الفلك في ن حليةا ت لبس ا طريا وتستخرج الما من فضل
لهكم (11)ول
Ve ma yestevil bahran* hazâ azbün furatün saiğun şerabühu ve hazâ milhun ücac*ve
min küllin te’külune lahmen tariyyen ve testahricune hılyeten telbesuneha* ve teral
fülke fiyhi mevahıre litebteğu min fadliHİ ve lealleküm teşkürun;
“Dahası (O’nun benzerler arasında farklılıklar yaratması da zor değildir): İki büyük su
kütlesi (bile) aynı olmayabilir: şu biri tatlı, susuzluğu giderici, içimi kolay; o biri tuzlu, acı
Ne ki her birinden hem taze balık eti yersiniz, hem de takı olarak kullandığınız süs
eşyaları çıkarırsınız.”
- Ve ma yestevil bahran; Dahası iki büyük su kütlesi bile aynı olmayabilir. Yani burada bir uzun parantez
açıp ayetin mealini parantezle açıklamak lazım geliyor. O’nun benzerler arasında farklılıklar yaratması
da zor değildir. Ne gibi? Birbirine benzer gibi görünen iki su kütlesi içinden bakınca aynı olmayabilir,
dışından bakınca aynı gibi durur. Aslında; Meracelbahreyni yeltekıyani, Beynehüma berzahun lâ
yebğıyan. (Rahman 19/20) ayetini hemen hatırlamamız gerekiyor. Evet, iki denizin birleştiği yer. İki
deniz birleşmiş, fakat su birbirine karışmıyor. Sanki ikisinin arasında bir duvar var, bir engel var gibi.
Beynehuma berzahun lâ yebğıyan. Bir boşluk bir aralık bir duvar, bir engel var. Ünlü deniz bilimci
Captain Cousteau su araştırmaları sırasında gerçekten çok tipik özellikler veren ve çok derin
farklılıklar barındıran iki su kütlesinin Cebeli Tarık’ta özellikle birbirine kavuştuğunu fakat sanki
arada bir duvar varmış gibi birbirine girmediğini keşfeder. Bu keşfini ünlü Fransız bilim adamı ve
mühtedi Morris Bukai’ ye açtığında ki Müslüman olmuştu Morris Bukai, o da bir şey mi der Morris
Bukai sen bunu yeni mi keşfettin. Kur’an bunu 1.400 yıl önce keşfetmiş ve söylemiş. Sen çok geç
kalmışsın. Ve bu ayeti okur, gerçekten o da dehşete düşer. Gerçek olduğunu görünce gerçekten
hayrette kalır.
- Evet oraya bir atıftır. Eşyanın görüntüsü ile mahiyeti arasındaki farka dikkat çekiyor. Ayetin iması
budur. 10. ayette ki Mekr ile birlikte anlaşılabilir. Tuzak. Ya da 1. ayette ki yeziydü fiyl halkı ma yeşa’
hani eşyanın kapasitesini artırır, istediğinin kapasitesini artırır demiştik ya. O yaratıkların
kapasitesinde dilediği artışı gerçekleştirir demiştik ya. Varlığın çeşitlilik ve çift kutupluluğuna bir atıfta
sayılabilir, öyle de okunabilir. Öyle ki aynı görürsünüz fakat içine girdiğinizde gerçekten çok farklı
şeylerle karşılaşabilirsiniz.
- hazâ azbün furatün saiğun şerabühu ve hazâ milhun ücac şu biri tatlı susuzluğu giderici, içimi kolay
billur gibi bir su. Öbürü ise tuzlu ve acı ve
- min küllin te’külune lahmen tariyyen ve testahricune hılyeten telbesuneha ne ki her birinden hem taze
deniz ürünleri yersiniz, hem de takı olarak bir takım takılar kullanırsınız, kullandığınız süs eşyaları
çıkarırsınız. Zımnen: lezzetsiz suda lezzetli balık... Eşyadaki zıtların içtimasına ve farklılıkların
muhteşem uyumuna atıftır.
- ve teral fülke fiyhi mevahıre litebteğu min fadliHİ ve lealleküm teşkürun ve Allah’ın lütfünden
nasibinizi aramanız ve şükretmeniz için onun bağrında gemilerin dalgaları yararak yol aldıklarını da
görürsünüz.
- Hem iki deniz müsavi olmuyor, şu tatlı, hararet keser, içerken kayar, şu da tuzlu, yakar kavurur
bununla beraber her birinden bir taze et yersiniz ve bir ziynet çıkarır giyinirsiniz, gemileri de görürsün
onda yarar yarar giderler, fadlından nasip arayasınız diye ve gerek ki şükredesiniz. (Elmalı)
تشكرون لج الن ههار ف اللهيل وسخهر الشهمس والقمر كل يري لجل لج اللهيل ف الن ههار وي مسمى ي
ن من قطمري ) ما يلك ن من دون الملك والهذين تدع ربكم ل (11ذلكم الله
Yulicül leyle fiyn nehari ve yulicün nehare fiyl leyli ve sahhareş Şemse vel Kamere
küllün yecriy li ecelin müsemma* zâlikümullâhu Rabbüküm leHUl Mülk* velleziyne
ted’une min dûniHİ ma yemlikune min kıtmiyr;
“O geceyi uzatarak gündüzü kısaltıyor ve gündüzü uzatarak geceyi kısaltıyor; yine O
güneşi ve ayı emre âmâde kılmıştır: her biri belirli bir süre için deveranını sürdürüyor.
İşte sizin Rabbiniz, mülkün tamamı kendisine ait olan Allah’tır: O’ndan başka yalvarıp
yakardıklarınız hurma çekirdeğinin zarı kadar bile bir şeye sahip değildir.”
- Yulicül leyle fiyn nehari ve yulicün nehare fiyl leyl O geceyi uzatarak gündüzü kısaltıyor ve gündüzü
uzatarak geceyi kısaltıyor.
- ve sahhara eş Şemse vel Kamer yine O güneşi ve ayı emre amade kılmıştır.
- Gece ve gündüz, her şey zıddıyla kaimdir gerçeğine bir atıf. Varlığın çift kutupluluğu yasasına demin
dikkat çekmiştik. Âfak ve Enfüsi deliller, işte yukarıdaki ayetler ve bu ayet birlikte düşünüldüğünde
Âfaki ve Enfüsi, yani kainat delilleri ve insan delili. İç ve dış deliller, hepsi Allah’ı gösteriyor. Hepsi
Allah’ı işaret ediyor. O’nun birliğine varlığına ve varlığa müdahalesine işaret ediyor. Güneş gündüzün
ay gecenin alameti, ayeti. Küfrün varlığını imanın lehine bir itici güç kılabilirsin ey insanoğlu mesajı.
Hani şairin dediği gibi; Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın, gündüz geceye muhtaç bana da
sen lazımsın. Tıpkı onu andırırcasına; Teshıyr, güneş ve ay emre amade onu söylüyor ayet.
- Hani Resulallah Ebu Zer’in kolundan tutmuş güneşi seyre dalmışlardı. Yani Resulallah Ebu Zer’e
kainatı okumayı öğretiyordu bir öğretmen olarak, Ey Ebu Zer demişti güneş nereye gitti? Allah u ve
Resulü hu ‘alem. Demişti o da. Allah ve Resulü daha iyi bilir. Ebu Zer güneşin battığını bilmiyor mu?
Ama Resulallah’ın vereceği dersi bilmiyor. Resulallah; Ey Ebu Zer güneş Allah’a secde etti. Demişti.
Secdenin ne olduğunu Kur’an ı bilenler bilirler. Eş Şemsu velKameru Bi husban. (Rahman/5)
VenNecmu veşŞeceru yescudan. (Rahman/6) güneş ve ağaçlar secde ederler. Yani Allah’ın emrine tabi
oldu. Buradan yola çıkarak. Ey Ebu Zer senin için yaratılanlar Allah’ın emrine tabi, ya sen? Bunu hiç
düşündün mü? Buradan yola çıkarak ibret al. Allah’ın koyduğu yerde dur. Senin için de bir yörünge
tayin etti Allah o yörüngeden çıkma ey Ebu Zer. Ders buydu.
- Tabii şu; Güneşi Allah senin için yarattı, yeryüzünde hayat devam etsin diye. Yani bir amacı var. Peki
bu varlığın en şereflisi olan insanın bir yaratılış amacı olmasın mı? Aynı zamanda bu soruyu
sorduruyor.
- küllün yecriy li ecelin müsemma her biri belirli bir süre için deveranını sürdürür durur. Dünyanın
sonsuzluğunu ret için aslında bu ibare. Geçici, ölümlü olan dünya, Senin yörüngen var ey insanoğlu,
Allah tayin etti senin yörüngeni. Bir gün senin de kıyametin kopar tıpkı yeryüzü gibi unutma. Li ecelin
müsemma, belirlenmiş, sonu yasa ile belirlenmiş bir süreye kadar.
- zâlikümullâhu Rabbüküm leHUl Mülk İşte sizin Rabbiniz, mülkün tamamı kendisine ait olan Allah’tır.
Biliyor musunuz insan DNA sında histon denilen bir sistem var. Zamanlama. Onun için insan hücresi
yaşlanıyor insan hücresinin ömrü sabit. Her hücre her kendini yenileyişte ömrü biraz daha kısalıyor ve
öyle oluyor ki bir kum saati gibi. En sonunda kendini yenileyemez oluyor. Bu mutlak, bunu
değiştiremiyorsunuz. Onun için o hücreyi alıp bir başka canlı ürettiğinizde o hücrenin yaşından
başlıyor onun hücresi. Kopyalamanın en büyük riski de işte bu. Yani kopyalanan hücre kaç yaşındaysa
o yaştan başlıyor, sıfır yaşında değil. Ve hücrenin mutlak bir eceli var. Ve bu insana aslında ecelin
tarifini yapıyor, gerçek tarifi. zâlikümullâhu Rabbüküm leHUl Mülk işte rabbiniz olan Allah budur,
mülkün tamamı onundur.
- velleziyne ted’une min dûniHİ ma yemlikune min kıtmiyr O’ndan başka yalvarıp yakardıklarınız zerre
kadar bile bir şeye sahip değildirler. Yani gerçekte mülk O’na aittir, mülkiyet iddiası insanın kof bir
iddiadır. Kıtmiyr; hurma çekirdeğinin zarına denilir. Hurma çekirdeğinin zarı ne kadar tutar, kaç gr.
Tutar. Nisa/53. ayetinde nakıyra denilir. O da hurma çekirdeğinin o oyuğunda ki ince lif, küçücük lif.
Yani rabbimiz insanoğluna aslında Allah’a ne kadar muhtaç olduğunu bu gibi teşbihlerle hatırlatıyor.
Hiçbir şeyin yok insanoğlu, topraktan bile bağımsız değilsin ama Allah’a karşı hava atmanın sebebi
ne, çaka satmanın sebebi ne. İşte aslında söylediği bu.
- Geceyi gündüze sokuyor, Şems-ü Kameri ram etmiş her biri (müsemmâ bir ecele) mukadder bir gayeye
akıp gidiyor, işte bu gördüklerinizi yapan Allah, rabbiniz, mülk onun, ondan beride çağırdıklarınız bir
kıtmîr idare edemezler. (Elmalı)
م القيامة ا لكم وي ا ما استجاب س ا دعاءكم ول م ل يسم كفرون ي إن تدع (01بشرككم ول ي نب ئك مثل خبري )
İn ted’uhüm lâ yesmeu duaeküm* velev semi’u mestecabu leküm* ve yevmel kıyameti
yekfürune Bi şirkiküm* ve lâ yünebbiuke mislü Habiyr;
“Onlara yalvarsanız bile sizin yalvarıp yakarışınızı duymazlar; duysalar bile sizin
imdadınıza yetişemezler: kıyamet günü de kendilerine yakıştırdığınız ortaklığı reddederler.
(Ey insan!) Sana hiç kimse, her şeyden haberdar olan (Allah’ın) verdiği türden bir haber
veremez!”
- İn ted’uhüm lâ yesmeu duaeküm onlara yalvarıp yakarsanız bile sizin yalvarıp yakardıklarınız
duymazlar.
- velev semi’u mestecabu leküm duysalar bile sizin imdadınıza yetişemezler. Allah dışında kendisine
tanrılık atfettiğiniz o neyse, her neyse onlar işte. Allah’a ait vasıflar, nitelikler sıfatlar, mükemmellik
aslında. Herhangi bir mükemmelliği Allah dışında birine yakıştırmışsanız Allah’a ait bir şeyi ona
yakıştırmışsınız ve onlar için geçerli.
- ve yevmel kıyameti yekfürune Bi şirkiküm kıyamet günü ise sizin kendilerine yakıştırdığınız ortaklığı
kesinlikle reddedecekler, reddederler.
- Allah insan ilişkisinde dolaylılık istemiyor rabbimiz. Şirkin en büyük yaralarından biri nedir biliyor
musunuz? Allah insan ilişkisini koparması, araya birilerini sokması. Allah insan ilişkisi dolaysız olsun
istiyor rabbimiz, dolaysız ilişki. Değil mi ki şah damarınızdan daha yakın ve nahnu akrebu ileyhi min
hablil veriyd. (Kaf/16) değil mi ki ben kuluma şah damarından daha yakınım diyor. O zaman bu şah
damarınızdan daha yakın olanı çok uzakta sanma cehaletinden başka nedir ki. İletişim problemi
doğuyor, iletişim problemi doğunca artık kulluk edemiyor insan. Gereği gibi kulluk edemiyor.
Anlayamıyor rabbini, çünkü iletişim problemi doğuyor. Rabbini anlayamıyor ve tabii kendisini
rabbine anlatamıyor, dua da edemiyor. İletişim problemi var çünkü.
- ve lâ yünebbiuke mislü Habiyr bu kısacık cümle çok müthiş. Hiç kimse Allah’ın verdiği türden bir
haber veremez. Bir başka yerde eşine rastlanmıyor Kur’an da. Ey insan sana hiç kimse her şeyden
haberdar olan Allah’ın verdiği türden bir haberi veremez. Evet bu gerçekten müthiş. Hiç kimse
Allah’ın verdiği türden bir haber veremez. Hiçbir muhabir, hiçbir iletişim organı, hiçbir medya
Allah’ın verdiği yerden haber veremez. Ahiretten mesela. Kim bize haber verecek Allah’tan başka.
İşte biz bazı konularda ki, bazı konular hayati konular. İnsanın nereden gelip nereye gittiği, ruhun
ebedi mazisi ve ebedi istikbali hakkında Allah’tan başka kimseden haber alamayız.
- Ölüm ötesi konusunda alternatif bir haber kaynağımız yok. Allah, vahiy tek haber kaynağımız. Onun
verdiği haberi başka hiçbir kaynak veremediği için güvenmek zorundayız. ..nebeün ‘azıym. (Sâd/67)
diyordu ya büyük haber, büyük haber bu.
- Kendilerine duâ ederseniz duânızı işitmezler, işitseler bile size cevabını veremezler, Kıyamet günü de
şirkinize küfrederler, sana bir habîyr gibi haber veren olmaz. (Elmalı)
الغن الميد ) (05يا أي ها النهاس أن تم الفقراء إل الله واللهYa eyyühen Nasu entümül fukarâu ilAllâh* vAllâhu “HU”vel Ğaniyyül Hamiyd;
“Ey insanlık! Allah’a muhtaç olanlar sizlersiniz! Allah’a gelince: O kendi kendine yeten
sonsuz zenginlik sahibidir, (bilakis) her şey O’na hamd ile memurdur.”
- Ya eyyühen Nas ey insanlık ailesi entümül fukarâu ilAllâh* vAllâhu “HU”vel Ğaniyyül Hamiyd
Allah’a muhtaç olanlar sizlersiniz. Allaha gelince o hiçbir şeye muhtaç değildir. Bilakis her şey O’na
hamd ile memurdur.
- El Ğaniyy; Muhtemelen ilk geçtiği yer burası Kur’an da Nüzul sırasında ilk geçtiği yer burası. Ğına,
ihtiyaçtan fazlasına sahip olmayı değil, “kendi kendine yeterliliği” ya da “başkasına muhtaç
olmamayı” ifade eder. Çölde yeterinden fazla varlık yük addedilirdi. Ancak Araplar yerleşik hayata
geçtikten sonra bu kelime “servet biriktirme” anlamını kazanmıştır. İlahi emir ve yasakları anlamanın
en kestirme yöntemi kimin çıkarı var sorusudur. Allah’ın emir ve yasaklarından kimin çıkarı var. Allah
bensiz yapar, ya ben Allahsız yapar mıyım? Allah’ım bana emretmekle, bunu yap şunu yapma demekle
ne çıkarı var? Bu soruyu sorup cevabını vermek lazım, Peki çıkarı olan tek taraf var o kim? İnsan
EleysAllâhu Bi kâfin abdeH. (Zümer/36) Allah kuluna yetmez mi? diyor ya Kur’an. Allah kuluna yeter.
Onun için Allah’ın yok neyin var, Allah’ın var neye muhtaçsın. Bu insanın aklından hiç çıkmamalı.
- Hamd, Hamiyd; Herkesin ihtiyacını karşılar, fakat kendisi hiçbir kimseye muhtaç olmaz. Kafirin de
mü’minin de ihtiyacını karşılar. Onun için küfür bağışlanmaz bir suç çünkü her şeyini Allah’a muhtaç
ama hiçbir şeye ihtiyacı yokmuş gibi davranıyor. Bu dehşet bir şeydir.
- Ey insanlar! sizsiniz hep Allaha muhtaç fukara, Allah ise zengin o, hamd ile övülecek veliyye nimet o.
(Elmalı)
بكم ويأت بلق جديد ) (01إن يشأ يذİn yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti Bi halkın cediyd;
“Dilerse sizi ortadan kaldırır ve yerinize yeni bir topluluk getirir:”
- İn yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti Bi halkın cediyd dilerse sizi ortadan kaldırır ve yerinize yeni bir toplum
getirir. Ya da yepyeni bir tür getirir, varlık türü. Maide/54. ayette öyle ya …men yertedde minküm an
diynihı fesevfe ye’tillâhu Bi kavm… (Maide/54) sizden kim O’nun dininden yüz çevirirse O yerinize
bir başka toplumu getirir. Bu aslında bir tehdittir. Tarihte birçok kez gerçekleşmiş bir tehdit bu.
Okuyun Medine’nin tarihini, okuyun Kûfe’nin tarihini, Okuyun Bağdat’ın, okuyun Şam’ın, okuyun
Endülüs’ün ve okuyun Osmanlının tarihini. Bu ayetin nasıl tecelli ettiğini o zaman görürsünüz.
Allah’ın minnet altına almaya kalkışan her davranış bu ayetin duvarına çarpar. Asıl biz Allah’a
minnettarız. Allah, Müslüman olduğumuz için bize minnettar değil. Yemünnune aleyke en eslemu..
(Hucurat/17) Müslüman oldular diye seni minnet altına mı almaya kalkıyorlar. Allah Allah..! Soruya
bakın. kul lâ temünnu ‘aleyye İslâmeküm. (Hucurat/17) De ki Müslüman oldunuz diye beni minnet
altına almaya kalkmayın. belillâhu yemünnü aleyküm en hedaküm lil’iyman…(Hucurat/17) Bilakis siz,
size hidayet verdiği için, sizi imana erdirdiği için Allah’a minnet edin. Daha ne desin Kur’an, daha ne
desin.
- Dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir. (Elmalı)
زيز ) (17وما ذلك على الله ب Ve ma zâlike alAllâhi Bi ‘aziyz;
“Zira bu Allah’a asla güç gelmez.”
- Ve ma zâlike alAllâhi Bi ‘aziyz zira bu Allah’a asla güç değildir.
- ve Allaha göre bu zor bir şey değildir. (Elmalı)
شيء ول ان ذا ق ر ك ول تزر وازرة وزر أخرى وإن تدع مث قلة إل حلها ل يمل منا ي ا الصهلة ومن ت زكهى فإنه ن رب ههم بالغيب وأقام ا ت نذر الهذين يش ت زكهى لن فس وإل إنه
(08الله المصري )Ve lâ teziru vaziretun vizre uhra* ve in ted’u müskaletün ila hımliha lâ yuhmel minhü
şey’ün velev kâne zâ kurba* innema tünzirulleziyne yahşevne Rabbehüm Bil ğaybi ve
ekamus Salâte, ve men tezekka feinnema yetezekka li nefsih* ve ilAllâhil mesıyr;
“Hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu yüklenecek değildir; yükü ağır gelen kimse onu
taşımak için yardım istese, yakını da olsa (bir başkası) onun yükünün bir kısmını dâhi
taşıyamaz. şu bir gerçek ki sen, O idraki aşan bir hakikat olmasına karşın, Rablerine karşı
derin bir ürperti duyanları ve kulluğun hakkını verenleri uyarabilirsin; hem kim arınırsa
sırf kendisi için arınmış olur: zira bütün yollar Allah’a çıkar.”
- Ve lâ teziru vaziretun vizre uhra hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu yüklenecek değildir.
Sorumluluğun bireyselliği hatırlatılıyor. Akıl ve iradeye atıf yapılıyor aslında. İnsan özgürlüğünü tescil
ediyor ayet. Hepiniz sorumluluğunuzu boynunuzda taşıyorsunuz.
- ve in ted’u müskaletün ila hımliha lâ yuhmel minhü şey’ün velev kâne zâ kurba yükü ağır gelen
kimse onu taşımak için yardım istese yakını da olsa, velev kân eza kurba, yakını da olsa bir başkası
onu yükünün bir kısmını dahi taşıyamaz. Hz. Aişe, “Ölü, ailesinin ağlamasıyla azap çeker” hadisini
bu âyete arzederek, kasıtsız olarak tahrif edildiği sonucuna varır ve reddeder (Buhârî, Cenâiz, 32).
Bu değerlendirmeye göre bunu kabullenmek, bir kimsenin bir başkasının sorumluluğunu yüklenmesi
anlamına gelir.
- innema tünzirulleziyne yahşevne Rabbehüm Bil ğaybi ve ekamus Salâh şu bir gerçek ki sen o idraki
aşan bir hakikat olmasına karşın, gaybi bir hakikat olmasına karşın, gözlerinle görmediğin bir hakikat
olmasına karşın, rablerine karşı derin bir ürperti duyanları ve namazı ayağa kaldıranları uyarabilirsin.
- Namazı ayağa kaldıran diye çevrildi, namazın kendisi insanın orta direğidir. Onun için es salâh
kelimesi salâ kökünden türetilir. Salâ, omurgaya denilir. İnsanı dik tutan şey. Omurgası olmazsa
sürüngen olur insan. Onuru kalmaz. Onun için namazı ayağa kaldırmak, namazla ayağa kalkmaktır.
- ve men tezekka feinnema yetezekka li nefsih hem kim arınırsa kendisi için arınmış olur.
- ve ilAllâhil mesıyr zira bütün yollar Allah’a varır. İman tortulardan, atıklardan, zibilden kurtulmaktır.
Yürek kirlenir, akıl kirlenir, bilinç kirlenir, hafıza kirlenir, göz kirlenir. Bu kirlerden arınmak mevcut
deterjanların becereceği iş değildir. Bu kirlerin deterjanı Allah’ın vahyinde saklıdır.
- [Ek bilgi: VİZR: Ağırlık, ağır yük, ağır günah, vebal demektir. Burada günahın cezasının ağırlığı
demektir. Herkes kendi günahından sorumlu olur, kendi günahının cezasını çeker; nitekim "Her koyun
kendi bacağından asılır" deriz. Zalimlerin, zorbaların yaptığı gibi birinin günahı diğerine yükletilmez.
Ankebut Sûresi'nde "Onlar mutlaka kendi yüklerini de, o yükleriyle birlikte daha nice yükleri de bizzat
yüklenecekler." (Ankebut/13) buyrulmuş olması da buna aykırı değildir. Çünkü o hem sapıtmış, hem
de saptırmış olanlar hakkındadır. Başkasını da sapıtmaya çalışanlar hem sapıklıklarının, hem
saptırmalarının günahını çekerler ki, ikisi de kendi günahlarıdır. Nitekim "Her kim bir kötü adet
çıkarırsa, ona hem onun günahı, hem de onu işleyenlerin günahı vardır." hadisi de böyledir. Yani
diğer işleyenler çekmeyecek demek değil, onların hepsi kadar da fazla çekecek demektir. Demek ki
birisi şunu şöyle yap da günahı varsa benim boynuma olsun diye kefalet ederek diğerini bir günaha
sokarsa, o boynuna aldığı günahı çekmeyecek değildir, ancak sevk ettiği kimseyi kurtarmış olmayacak,
onun çekeceğini çekmeyecek; birisi aldandığının cezasını çekecek birisi aldattığının cezasını
çekecektir. Şu tabirinde bunlara işaret de var gibidir. Yükü ağır basan, çok ağır yük altında bulunan
günahkar bir nefis, yükünün başkası tarafından alınıp yüklenilivermesine çağırsa, yalvarsa da ondan
hiçbir şey yüklenilmez. Rıza ve tercih ile de yüklenilmez, cebren de yüklenilmez. Çünkü o kıyamet günü
"O günden sakının ki hiçbir kimse kimseden yana bir şey ödeyemez. Kimseden bedel kabul olunmaz.
Kimseye de şefaat fayda vermez." (Bakara/123) diye tanımlanan bir gündür. "Ne bir alış-veriş, ne de
bir dostluk olan" (İbrahim/31) bir gündür. Gerekse bir yakını olsun. Yani çağıran veya çağırılan bir
yakını bile olsa, yine yüklenilmez. O halde Allah'ın emaneti gibi göklerin ve yerin çekemediği ağır bir
yükü yüklenmiş olan insan, bir de o emanete hıyanet ederek ve şunu bunu sapıtarak sen yap da günahı
benim boynuma olsun demek gibi, başkalarının günahını boynuna almaya kalkışmamalı; diğer
birtakımı da öylelere uyup günahı filanın boynuna diye kendini ateşte yakmamalıdır. Fakat ey
Muhammed! Sen bu uyarmayı ancak şu kimselere duyurur, ancak öyle kimseleri sakındırırsın ki
Rablerinden gaybde, yani henüz huzuruna varmadan gıyab da korkarlar. Allah korkusunu, Allah
saygısını duyar da namazı dürüst kılarlar. "Onlar ki gerçekten Rablerine kavuşacak olduklarını
bilirler." (Bakara/46) âyetinin ifadesi gereğince Rablerinin huzurunda O'na kavuşacaklarına kani
olarak kılarlar. Ve bu şekilde maddeten ve manen temizlenirler. Temizlenen de ancak kendisi için
temizlenir, feyizlenir. Bu, işte günah çekmenin tam aksidir. Yani insanlar bu iki sınıftan dışarı değildir.
Ya günah çekecekler veya günahtan temizleneceklerdir. Günah çekenler, başkasının günahını
çekmeyeceği gibi, nefislerini kamil iman ve üstün ahlak ve salih amel ile temizleyenler de sırf kendi
menfaatlerine olarak temizlenmiş olurlar. Öyle ya akıbet gidiş Allaha'dır. Herkes ona göre mükafat
veya cezasını alacaktır. (Elmalı tefsiri)]
- Hem günah çeken bir nefis, başkasının günahını çekmeyecek, yükü ağır basan onun yükletilmesine
çağırsa da ondan bir şey yüklenilmeyecek, isterse bir yakını olsun, fakat sen ancak o kimseleri
sakındırırsın ki gayb de rablerinin haşyetini duyarlar, namazı dürüst kılarlar, temizlenen de sırf
kendisi için temizlenir, nihayet gidiş Allah’adır. (Elmalı)
ي العمى والبصري ) (11وما يست
Ve ma yesteviyl a’ma vel basıyr;
“Kaldı ki ne (gerçeği) görenle görmeyen bir olur,”
- Ve ma yesteviyl a’ma vel basıyr ne! gerçeği görenle, gerçeği görmeyen bir olur.
- Buradaki görme akleden kalple ilgilidir.
- Ne kör ile gören, müsavi olur. (Elmalı)
ر ) (21ول الظلمات ول النVe lez zulümatü ve len nûr;
“Ne de aydınlıkla karanlıklar.”
- Ve lez zulümatü ve len nûr ne de aydınlıkla karanlıklar bir olur.
- Aslında bir önceki ayette, daha doğrusu geçen dersin sonlarından işlediğimiz ayetlerle bu ayetler
arasında doğrudan bağlantı var. Özellikle Fatır suresinin, Allah’ın yaratışında ki farklılıklar,
çeşitlilikler ilahi bir yasa olarak tanıtıldığı, takdim edildiği göz önüne alınacak olursa, işte o
farklılıkların insana dönük yüzünde bir takım çift kutupluluklar dile getiriliyor. Yine bir yasa olarak
dile getiriliyor. Ama bu tabii ki iradesi olan, seçme yeteneği olan, aklı olan bir insanla ilgili ise sonuçta
tabiattaki çiçeklerin, tabiattaki böceklerin farklılığına benzemeyen bir farklılıktan söz ediliyor
demektir. Fiziki körlükle alakası yok burada bahsedilen körlüğün. Ve ma yesteviyl a’ma vel basıyr
(19) körle gören bir olur mu? diyor, bir olmaz diyor.
- Kur’an kendine özgü bir özürlülük kavramı inşa ediyor, özürlülük tasavvuru inşa ediyor. Kur’an a göre
gözü kör olana, gözü görmeyene, görme engelli olana kör demezler. Çünkü Kur’an insanın fiziki
durumuyla değil, maskesiyle değil, insanın toprağa dönüşecek yeri ile değil, insanın ölümsüz yeri ile
ilgileniyor. İnsanın insanca tarafıyla ilgileniyor. İnsanı insan kılan yeri ile ilgileniyor, ruhu ile
ilgileniyor, aklıyla ilgileniyor. Onun için burada kör olan baş gözü değil, yürek gözü ki, onu Kur’an
da bir ayette aynen böyle buluyoruz; ..lâ ta’mel ebsaru ve lâkin ta’mel kulubülletiy fiyssudur. (Hac/46)
Gözler kör olmaz, fakat asıl kör olanlar göğüstekilerdir. Yani kalp gözü diye de ifade ettiğimiz gönlün
görme kapasitesi. Yakub’un Yusuf’un kokusunu aldığı yer, o yer. Mecnunun, Leylanın kokusunu
aldığı yer o yer. İşte o yer. Görür duyar, işitir, sızlar, acı çeker, sever, özler, yanar. Ona Kur’an kalp
diyor. Yani bütün bir iç dünya. İnsanı insan eden iç potansiyel, insanın görünmez boyutu. Bakanlardan
değil, görenlerden söz ediliyor burada. Yine çiftler devam ediyor.
- Ne zulümat ile nûr. (Elmalı)
(11ول الظ ل ول الرور )
Ve lezzıllu ve lel harur;
“Dahası, ne serinletici gölgeyle kavurucu sıcaklıklar,”
- Ve lezzıllu ve lel harur dahası, ne serinletici gölge ile kavurucu sıcaklıklardır. Ne de zıll ile harûr.
(Elmalı)
ات إنه الله يسمع من يشاء وما أنت بسمع من ف ي الحياء ول الم وما يستر)الق (22ب
Ve ma yesteviyl ahyâu ve lel emvat* innAllâhe yüsmi’u men yeşa’* ve ma ente Bi
müsmi’ın men fiyl kubur;
Ne de (manen) dirilerle ölüler bir olurlar. Şu kesin ki Allah, işitmeyi dileyene işittirir,
fakat sen mezardakiler (gibi manen) ölmüş olanlara asla işittiremezsin:
- Ve ma yesteviyl ahyâu ve lel emvat ne de (manen) dirilerle ölüler bir olur.
- Manen parantez içi, hayat ölüm tasavvuru da tıpkı gören görmeyen tasavvuru gibi manevidir. Yaşamak
ne ölmek ne? Kur’an a sorarsanız birçoğumuzun cevapladığı gibi cevaplamıyor bunu. Sizin yaşıyor
diye baktığınıza Kur’an ölü diye bakabiliyor. Çünkü Kur’an a göre yaşamanın ölçüsü organizma değil,
yaşamanın ölçüsü soluk alıp vermek değil, yaşamanın ölçüsü fiziki boyutunuzun çalışıyor olması
değil. Yaşamanın ölçüsü metafizik boyutunuzun, fizik ötesi boyutunuzun, iç dünyanızın, insanı insan
eden tarafın çalışıyor olup olmaması, yaşıyor olup olmaması. Onun içinde taş gibi kalplerden söz eder
Kur’an, taştan daha katı kalplerden. Mühürlenmiş gönüllerden söz eder Kur’an. Ya da bizim ölü
dediklerimizin yaşadığından söz eder. Fakat onların yaşadığı hayatı bizim bilmediğimizden söz eder.
İşte burada da olan bu, söylenen budur. Manen ölmüş olanlar, ya da yaşayanlar. Bu meyanda aklımıza
gelen birçok örnek var. Amir Bin Füheyre Bir’i Maune de tuzağa düşürülüp şehit edilen 40 ya da 70
kişilik kafilenin başındaydı. Onu öldüren katil Cebbar anlatıyor. “Onu ben öldürdüm” diyor.
Öldürürken şöyle dedi “legat füztû vallahi”;Vallahi işte şimdi kazandım.” Ve Cebbar soruyor; Ben
öldürenim o ölen nasıl o kazanıyor? Nasıl o kazanmış oluyor. Cebbara göre müşrik tasavvura göre
kendisi kazandı. Çünkü onun tasavvurunda hayat tek, hayatın bir tek mertebesi var o da bu. Ama Amir
onun baktığı yerden bakmıyor. Amirin tasavvurunda hayatın mertebeleri çok ve hayatın bu mertebesi
en küçük ve en düşük mertebesi, Onun için hayatın yüksek mertebesini kazandığını söylüyor o. Fakat
karşısında ki onu anlamıyor. Kur’an ın inşa ettiği bir tasavvur işte hayata böyle bakıyor, farklı bakıyor.
Herkesin ölüm dediğine o hayat diyor. Herkesin diri dediğine o ölü diyor.
- innAllâhe yüsmi’u men yeşa’ şu kesin ki Allah dilediğine işittirir.
- eve ma ente Bi müsmi’ın men fiyl kubur fakat sen mezardakilere asla işittiremezsin. Yani açılımı
mezara girmiş gibi ölü olan kimselere, manen ölmüş olan kimselere asla işittiremezsin. Burada ki tabii
ki bir mecazdır, manen ölmüş olanlar kastedilmektedir.
- Ölüler de müsavi olmaz diriler de, gerçi Allah her dilediğine işittirirse de sen kabirlerdekine işittirecek
değilsin. (Elmalı)
(23إن أنت إله نذير )İn ente illâ neziyr;
Sen sadece bir uyarıcısın.
- İn ente illâ neziyr sen sadece ve sadece bir uyarıcısın. Doğrudan hitap Resulallah’a döndü ve eğer
hidayet senin elinde olsaydı tamamdı. İstediğini hidayete erdirirdin. Fakat böyle değil. Yani hidayet
tek taraflı bir şey değil demek bu. Bu ayetin söylediği şey bu, Hidayet sadece hidayet verenin katıldığı
bir şey değil, hidayetinin muhatabının da katıldığı bir şey. Çift taraflı bir şey, interaktif bir şey, hidayete
layık olacak ki hidayete ulaşsın. Kendisi isteyecek ki ona hidayet verilsin. Kapıyı vuracak ki kapı
açılsın. Talep edecek ki kavuşabilsin. Yürüyecek ki varabilsin. Hidayet işte böylesine çift taraflı bir
şeydir. Eğer böyle olmasaydı Peygamber Nuh, kafir oğlu Kenan için hidayet verici olurdu. Eğer böyle
olmasaydı Peygamber İbrahim putperest babasına hidayet iletirdi, verirdi. Eğer böyle olmasaydı
Peygamber Lût eşine ve kızlarına hidayet verirdi. Onları hidayete ulaştırırdı. Hidayet öncelikle insanın
iradesiyle talebine bağlıdır. Öncelikle insanın duasına bağlı, yönelişine bağlı, tercihine bağlıdır. Yani
hiçbir hidayet muhatabının iradesini yok saymaz, atlamaz, görmezden gelmez.
- Sen sade bir nezîrsin. (Elmalı)
(21إنها أرسلناك بالق بشرياا ونذيراا وإن من أمهة إله خل فيها نذير ) İnna erselnake Bil Hakkı beşiyran ve neziyra* ve in min ümmetin illâ halâ fiyha neziyr;
Şüphe yok ki Biz seni hakikate sadık bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik: zira hiçbir
ümmet yoktur ki içlerinden bir uyarıcı çıkmamış olsun.
- İnna erselnake Bil Hakkı beşiyran ve neziyra şüphe yok ki seni, hakikate sadık bir müjdeci ve uyarıcı
olarak gönderdik. Ya da bi’l-hakk’ın nâ zamirinden hal olduğunu varsayarak: “gerçek bir amaçla..”
- ve in min ümmetin illâ halâ fiyha neziyr zira hiçbir ümmet yoktur ki
- illâ halâ fiyha neziyr içlerinden bir uyarıcı çıkmamış olsun.
- Her ümmete bir peygamber, aslında Kur’an ın değişik yerlerinde bu konuda bilgiye rastlıyoruz. …ve
likülli kavmin had. (Ra’d/7) her toplumun bir yol göstericisi vardır buyurur. Bu sadece peygamberlikle
dar anlamda sınırlı değil. Peygamberlerden sonra da risalet mirasını nesil nesil taşıyan onların varisleri,
yani alimler, davetçiler de belki bu kapsama girerler. Hicr/10, Nahl/36., Şu’ara/208. ayeti gibi bir çok
ayet bu konuda bu ilkeyi dile getirir.
- Risaleti ulaştırmak, aslında risaletin kendilerine iletildiği insanların risalete olan teşekkür borcudur.
Hidayet sadece muhatabını hidayete ulaştırmakla, ya da muhatabında yankı bulmakla yetinmez.
Hidayete ulaşmış olmak o hidayeti başkalarıyla paylaşmayı gerektirir. Yani size nasıl taşındıysa sizin
de başkalarına taşıyarak şükrünü eda etmeniz gerekir. O nedenle;
- …ve uhıye ileyye hazel Kur’anu liünziraküm Bihi ve men belağa. (En’am/19)buyrulur. Bana bu Kur’an
sizi ve onun ulaştığı kimseleri uyarmam için gönderildi. Burada 1. cümle açık ve biliyoruz. Ama
özellikle 2. cümlecik yani onun ulaştığı kimseleri pe ki ve men beleğa, onun ulaştığı kimseler. O kendi
kendine mi ulaşıyor. Birilerinin onu ulaştırmak için çaba göstermesi gerekmiyor mu? Eğer
gerekmiyorsa o zaman bu surenin ileriki ayetlerinde gelecek olan vahyi biz emanet ettik, miras
bıraktık. O ayeti nasıl anlayalım? Ki; Sümme evresnel Kitabelleziynastafeyna min ‘ıbadiNA 32. ayet
aynen böyle diyor. Bu ilahi kelamı tebliğ işini kullarımızdan seçtiklerimize bıraktık, miras bıraktık.
Bir şey miras kalıyorsa o mirasa sadakat gerekiyor. Vahyin miras bırakıldığı kimseler bu ümmet değil
mi? Ayet açık, Resulallah’ın vefatıyla risalet mirası kolektif bir mirasa dönüştü. Eğer o mirasa
sadakatten söz edersek, ihanetten de söz etmemiz lazım. Zaten ayetin devamı ondan söz ediyor. Ve
insanları üçe ayırıyor. Risalete karşı aldıkları tavra göre insanları üçe bölüyor. Yani ilahi vahyin
muhatabı olan ümmeti, ümmeti Muhammedi özelde üçe ayırıyor; Vahye ihanet edenler, ortalama bir
yol tutturanlar ve vahyi taşımada öncülük edenler.
- Ayet gelecek, o zaman bunun ne anlamı olur? İşte bu ayeti tefsir ederken mutlaka 32. ayete atıf
yapmak ve onunla birlikte düşünmek durumundayız.
- Muhakkak ki seni Hakk ile hem bir Beşîr hem bir nezîr gönderdik, hiç bir ümmet de yoktur ki içlerinde
bir nezîr geçmiş olmasın. (Elmalı)
بك ف قد كذهب الهذين من ق بلهم جاءت هم رسلهم بالب ي نات وبالزبر وبالك تاب وإن يكذ
(12المنري)
Ve in yükezzibuke fekad kezzebelleziyne min kablihim* caethüm Rusulühüm Bil
beyyinati ve Bizzuburi ve Bil Kitabil müniyr;
Eğer seni yalanlıyorlarsa, unutma ki bunlardan öncekiler de, elçileri kendilerine
hakikatin apaçık delilleriyle, hikmet yüklü sayfalarla ve aydınlatıcı vahiy ile geldiklerinde
yalanlamışlardı.
- Ve in yükezzibuke fekad kezzebelleziyne min kablihim eğer seni yalanlıyorlarsa unutma ki senden
öncekileri de yalanlamışlardı.
- caethüm Rusulühüm Bil beyyinati ve Bizzuburi ve Bil Kitabil müniyr oysa ki elçileri onlara hakikatin
apaçık delilleri ile birlikte gelmişler, hikmet yüklü sayfalarla, aydınlatıcı vahiy ile gelmişlerdi.
- Zubur (t. ez-zubratu), ağır demir plakalarına verilen isim. Hacimce ağır ya da kinayeten değerli
kitaplar için veya “silinmezlik özelliği olan” kayıtlar için kullanılmıştır. Râğıb’ın başkalarına
dayandırarak ve Taberî’nin Enbiya 105’in tefsirinde verdiği bilgiye göre, içerisinde yasaların değil
hikmetin yer aldığı eserlere verilen genel isimdir. Hz. Davud’un kitabına da yasayla ilgili olmasından
dolayı bu ad verilmiştir. Bağlamına göre “Hikmet yüklü sayfalar” veya “silinmez/korunaklı kayıt”
şeklindeki çeviri, bu verilere dayanmaktadır.
- Tebyin; hem “iletme, duyurma, bildirme”, hem de “tarif etme” ve “uygulamalı olarak gösterme”
anlamında “açıklama”dır. Kur’an’da beyyene fiili kimi yerde bu en geniş çağrışımlarıyla, kimi yerde
ise sadece “duyurma-iletme” anlamıyla kullanılmıştır. Mesela Âl-i İmran 187 ve Mâide 15 gibi
âyetlerde, hep kitap ehliyle ilgili olarak “gizleme” (hafâ) ve “saklamanın” (keteme) zıddına “eksiksiz
iletme, duyurma” anlamına kullanılır. Fakat tüm dil otoritelerinin de ifade ettiği gibi, tebyin, sözü de
içine alan fakat ondan daha kapsamlı bir anlam taşır (Esâs; Lisân ve Müfredât). Bu sûrenin 39.
âyetinde ve başka âyetlerde (msl. Nisâ: 26; Mâide: 75 vd.) Allah’a izafe edilen beyyene fiili, 64. âyette
(ayrıca İbrahim: 4) yine aynı anlam içeriğiyle Hz. Peygamber’e izafe edilir. İlgili âyetler birlikte
okunduğunda, Hz. Peygamber’in beyan ve tebyin misyonunun sadece “iletmekle” sınırlı olmadığı,
Uygulamaya konu olan talimatların nasıl uygulanacağını bizzat göstermenin de bu misyona dahil
olduğu görülecektir. Zaten vahyin onu “güzel örnek” olarak nitelemesi bunun teyididir (Ahzab: 21).
- Seni tekzip ediyorlarsa bunlardan evvelkiler de tekzip etmişlerdi, onlara Peygamberleri beyyinelerle,
suhuflarla ve nurlu kitab ile gelmişlerdi. (Elmalı)
(21نكري ) ث مه أخذت الهذين كفروا فكيف كان Sümme ehaztülleziyne keferu fekeyfe kâne nekiyr;
En sonunda inkârda ısrar edenleri yakaladım: Haydi, inkâr nasıl olurmuş görsünler
bakalım!
- Sümme ehaztülleziyne keferu en sonunda inkarda ısrar edenleri yakaladım, enseledim, tabir caizse
kıskıvrak enseledim.
- fekeyfe kâne nekiyr görsünler bakalım inkar nasıl olurmuş. Tanımamazlık nasıl olurmuş görsünler.
Yani felaket sizin Allah’ı tanımamanız değil, asıl felaket Allah’ın sizi tanımaması. Felaket sizin Allah’ı
inkarınız değil, asıl felaket Allah’ın sizi inkarı. Allah sizi tanımazdan gelirse, görmezden gelirse, göz
ardı ederse işte felaket o, işte kıyamet o. İşte en büyük azap ve gazap o. Onun için tehdit cümlesi ile
bitiyor. Görsünler bakalım inkar nasıl olurmuş.
- Sonra ben o küfredenleri tuttum alıverdim, o vakit inkârım nasıl oldu? (Elmalı)
ان ها ومن الب ثرات متلفاا أل ل جدد األ ت ر أنه الله أن زل من السهماء ماءا فأخرجنا ب
د )بيض وحر ان ها وغرابيب س (17متلف أل
Elem tera ennAllâhe enzele mines Semai maen, feahrecna Bihi semeratin muhtelifen
elvanüha* ve minel cibali cüdedün biydun ve humrun muhtelifün elvanüha ve
ğarâbiybü sud;
GÖRMEDİN mi ki Allah gökten suyu indirmiştir. Derken, onunla farklı renklerdeki
meyveleri yine Biz çıkarmışızdır
- Elem tera ennAllâhe enzele mines Semai maen yeni bir pasaja girdi sure ve yine sözü göklere, yere,
suya, yağmura, kuraklığa getirdi. Yani vahiy rahmetinin kurak gönülleri nasıl sulayıp yeşerttiğine
getirdi ve dedi ki; Görmedin mi ki Allah gökten suyu indirmiştir,
- feahrecna Bihi semeratin muhtelifen elvanüha derken onunla farklı renkte ki meyveleri yine biz
çıkarmışızdır.
- Bir önceki dersimizde bu surenin ana fikrini, temasını söylerken yaratılışın olanca renkliliğine rağmen
iç uyumundan söz etmiştik. İşte bire bir bundan bahseden ayetler geldi. Ve birçok atıfla devam edecek.
Varlık içinde ki farklı renklere, Farklılığın, yaratılışın bir boyutu olduğuna ve bunun yok
edilemeyeceğine, aslında şu kainatta ki farklılıkların bir birlerinin zıddına bir savaşı değil, muhteşem
bir uyumu getirdiğini. Yani her farklılığın ille de birbirini yok etmeye çalışması gerekmediği mesajını
veren ayetler bunlar.
- ve minel cibali cüdedün biydun ve humrun muhtelifün elvanüha ve ğarâbiybü sud ve dağlardan aşan
beyaz, kırmızı rengarenk yollar ve zıtların hayranlık verici uyumunu simgeleyen siyahın her türü. Bazı
bilgilere göre ğarabiyb karga anlamına gelen ğurab dan türetilmiş. Yani kuzguni siyah, karga siyahı,
kara kargalar gibi. Aslında burada söylenen şey tabiatta ki o çeşitlilik, o renklilik, o rengarenk
görünüm. Tabii ki bu rengarenk çeşitliliğin içerisinde farklılığın kendi içinde ki muhteşem uyumu.
Zımnen şunu söylüyor; İnsanoğlunun neden kendisinden farklı olanı yok etmeye yöneldiği
sorgulanıyor, Resulallah’ı yok edilmesi gereken öteki olarak gören müşrik akıl burada yargılanıyor.
Yani sizden farklı olanı neden hemen yok etmeye girişiyorsunuz. Ki surenin indirildiği zaman dilimini,
Mekke döneminin orta periyoduna denk geldiği de aklımızda tutacak olursak surenin ayaklarıyla gayet
uyumlu bir yorum olur bu ki 18. ayete de bir atıf yapmak gerekiyor burada.
- Görmedin mi Allah yukardan bir su indirdi de onunla bir çok meyveler çıkardık: renkleri başka başka,
dağlardan da yollar var, beyazlı kırmızılı, renkleri muhtelif, hem de kuzgûnî siyahlar. (Elmalı)
ال ومن النهاس والدهواب وال ا يشى الله من عباد كذلك إنه ان ام متلف أل لماء إنه ن
ر ) (12الله عزيز غف
Ve minenNasi veddevabbi vel’ en’ami muhtelifün elvanühu kezâlik* innema
yahşAllâhe min ‘ıbadiHİl ‘ulema’* innAllâhe ‘Aziyzün Ğafûr;
Dahası insanlar, (vahşi) canlılar ve evcil hayvanlar da (uyumlu) bir farklılığın renklerini
taşıyorlar. İşte (kullar da farklılıkta) böyledir ve Allah’a kulları içinde yalnızca (bunun
hikmet ve amacını) bilenler hakkıyla saygı duyarlar: çünkü Allah çok üstün ve yücedir,
tarifsiz bir bağışlayıcıdır.
- Ve minenNasi veddevabbi vel’ en’ami muhtelifün elvanühu kezâlik dahası insanlar, vahşi canlılar ve
evcil hayvanlar da tıpkı bunun gibi uyumlu bir farklılığın renklerini taşıyorlar. Yine farklılıkların
arasında ki var oluşsal hiyerarşi. Tabii ki söz yine insana, imaen de olsa insana getiriliyor. Fakat burada
ki kezâlik ibaresini bir sonraki cümleye vererek okumak ta mümkün;
- kezâlik* innema yahşAllâhe min ‘ıbadiHİl ‘ulema’ işte böyle tabiatta canlılar arasında nasıl farklılık
varsa, Allah’a kulları içinde yalnızca bu farklı yaratılışın hikmet ve sebebini bilenler hakkıyla saygı
duyarlar. Yani burada farklılık insana getiriliyor ve bilginin farklılığına göre insanın da Allah’a karşı
duruşunun değişeceği söyleniyor. Ne kadar biliyorsa Allah’a karşı o kadar duruş sahibidir. Yani bu
manada insanlar da farklı farklıdır demeye getiriyor ayet sözü.
- innAllâhe ‘Aziyzün Ğafûr çünkü Allah çok yücedir sınırsız bağışlayıcıdır.
- Bu ayet üzerinde bir miktar durmak gerekiyor. Çünkü Allah’tan layıkıyla sadece kulları içerisinde
bilenler sakınır korkar. Ya da O’nun huzurunda tir tir titrerler, saygı duyarlar diyen bir cümle ile karşı
karşıyayız. Bu gerçekten de önemli bir nokta.
- İnsanlar da farklı diyor öncelikle ayet. Allah’a karşı küstahlaşanlar, O’nun şerefine halel getiremezler.
Ayetin sonu bize bunu söylüyor. innAllâhe ‘Aziyzün Ğafûr yani eğer bunun zıddına bir şey
yapacaksanız - Allah’ın bundan zarar görmeyeceğinden emin olabilirsiniz. Aziyz ismi geldiğinde hep
bu imayı içerir bağlam demiştik ya bu surenin başında, girişinde bu ismi tefsir ederken. Yine
hatırlatıyoruz: Aziyz ismi geldiğinde eğer bu söylenilenleri yapmazsanız, kaybedecek olan Allah
değildir, sizsiniz mesajı var. Ama asıl ayetin bu cümlenin öncesi önemli;
- Bilgi nedir? Bilenler gereği gibi saygı duyarlar diyordu. Bilgi eğer İbn. Faris’in tarifini esas alırsak;
Alamettir, işarettir, atıftır, yani parmak gibi kendi başına bir şey değildir. Bir başka şeyi gösterir.
Onun için bilginin kendisi bir amaç değildir, araçtır. “El ilmu yedullu ala eserin bis sey’i yetemeyyezu
bihi an gayrihi” Diyordu İbn. Faris tarifinde bilgiyi, ilmi. İlim bir şeyi, yani asıl şeyi o olmayan şeyden,
sahtesinden ayırmamız için bize yol gösteren işarettir, izdir, eserdir. Demek ki bilgi kendi başına bir
amaç değil bir araçtır. Zaten alem de ‘ilm den türetilir. Alem, yani evren tüm bir varlıklar evreni Bunlar
bilgimize konu olduğu için alem denilmiştir. Hepsini bilmiyoruz, belki bilmemiz de çok mümkin değil.
Ama her ne olursa olsun yine de insanın bilgisine sunulmuştur. İnsanın gayreti, çabası, tecrübesi
oranında kendisini açar insana. Dolayısıyla bilgi havada uçuşan desteksiz şeyler değil. Bilgi; bilgi
nesnesinin daha doğru ifade ile bilgi öznesinin objesinin kendisini ifşa etmesidir. Siz ya yanlış
bilirsiniz, ya doğru. Yanlış bilirseniz yanlış bilginizin bilgi objeniz üzerinde hiçbir etkisi yoktur. O
sizin yanlışınızdan etkilenmez, sadece siz yanlış bilmiş olursunuz. Bunu Allah’ı bilmeye getirelim, en
büyük bilgiye, marifetullaha. Eğer Allah’ı yanlış tanırsanız bundan zarar görecek olan Allah değildir,
sizsiniz, biziz, insanoğludur ve tüm bilgi objelerine yayabiliriz bu örneği, bu kıyası.
- Bizde bilgi alamettir dedik, kendi başına bir amaç değildir. İslam aklını Yunan batı aklından ayıran da
bilgiye bakışımızdır. Onun içindir ki İslam aklında ahlaktan bilgiye gelinir. Yunan batı aklında
bilgiden ahlaka gidilir. Kur’an da aklın isim olarak hiç kullanılmıyor oluşunun sebeplerinden biri de
budur. Akl olarak geçmez, taakkul olarak geçer fiil olarak geçer. Çünkü aktif ve aktüel değilse akıl
yok demektir. Akıl var olması için, var kabul edilmesi için aktif olması, fiilen çalışıyor olması, iş
görüyor olması lazım. İşte bizde bilginin kendi başına bir değer ifade etmekten daha çok ahlaka
dönüştüğünde bir değer ifade etmesinin sebebi de budur . Bu nedenledir ki efendimiz faydasız bilgiden
Allah’a sığınmıştır. Bu hem özünde faydasız olan bilgi, hem de özünde faydalı olduğu halde onu bilene
faydası olmayan, yani bilenin ondan yararlanmadığı bilgi anlamına gelir. Hard disk ile insanı ayıran
işte budur. Bir CD ye de bilgiyi kopyalayabilirsiniz. Bir hard diske çok büyük bilgileri sıkıştırırsınız.
Fakat fark nedir? Fark hard diskin o bilgiyi üretememesi, o bilgiyi ahlaka dönüştürememesi, o bilgiyi
hayata dönüştürememesi, o bilgiden hikmet devşirememesi, o bilginin illetine ulaşamamasıdır. İnsan
bunu yapar. Onun içindir ki bilenler sadece Allah’a karşı gereği gibi saygı duyarlar.
- Sahabeden İbn. Mes’ud un ilim tarifi burada önem kazanıyor. Leysel ‘ilm kesretül ehadis, İlim çok
hadis, çok haber, çok veri, çok data, çok malumat sahibi olmak değildir. Velâ kinnel ‘ilm kesretül
haşyeh fakat asıl ilim Allah’a saygıdır diyor. Bu aktif ve aktüel hale gelen bilgiden bahsediyordu
aslında İbn Mes’ud. Bir bilgi ki eğer aktif değilse, sahibine yararlı sonuçlar üretmiyorsa, yani hikmete
götürmüyorsa, bilgi objesi ile mutlak alim arasında bir irtibat sağlamıyorsa, yani gösterdiği yer
görülmüyorsa, ki bilgi nesnelerini biz parmak olarak anlamıştık baştaki tariften. Bilinen her şey birer
parmaktır, her parmak bir yeri gösterir. Bilginin gösterdiği yeri görüyorsanız ilim olur. Yoksa ilme
dönüşmez, veri olur, data olur. Eğer gösterdiği yeri görüyorsanız o zaman atıf işlevini üstlenir. Çünkü
Alem bir atıftır. Alem, el ‘alim’e atıftır. Alemin, varlığın tamamı Allah’a bir atıftır. Siz atfı
görüyorsunuz, fakat kendisine atfedileni görmüyorsanız parmağa bakıyor, parmak ayı gösterirken ayı
görmüyorsunuz demektir.
- ..hel yestevilleziyne ya’lemune velleziyne lâ ya’lemun. (Zümer/9) bu ayetin bu ibaresi nedense
kürsülerden sık sık söylenir, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Fakat Koskoca bir ayetin küçücük
bir cümlesidir bu ve ait olduğu bütünden koparılınca neyi bilenlerle bilmeyenler sorusu boşta kalır.
Ama ayeti başından aldığımızda bilginin aynı zamanda tarifini, vahyin bilgiye ilişkin tanımını da elde
ederiz. Emmen huve kanitün anaelleyli saciden ve kaimen yahzerul ahırete ve yercu rahmete Rabbih.
(Zümer/9) Yoksa o kimse, o isyan eden, o bilmeyen kimse Allah’ın huzurunda uzun zamanlar boyu
kıyamda durarak, Allah’ın huzurunda esas duruşunu takınarak havf ve haşyetle Allah’a karşı tir tir
titreyen bir kalple rabbine yönelen kimseyle bir olur mu? İşte bu, gece yarılarında diyor, hiç kimsenin
görmediği ve bakmadığı anlarda sırf rabbine karşı duyduğu haşyetten dolayı rabbine esas duruşunu ve
klas duruşunu tazeleyen gösteren kimseyle bunu yapmayan kimse bir olur mu? V e arkasında da; ..hel
yestevilleziyne ya’lemune velleziyne lâ ya’lemun. İşte o zaman anlıyoruz biz neyi bilmekle neyi
bilmemek ve işte o zaman anlıyoruz biz bilginin aktif ve aktüel hale geldiğinde akıl gibi, yani taakkul,
akletmek gibi faydalı olduğunu. Yoksa bir böbrek taşı kadar, belki ondan daha fazla zararlı
olabileceğini, bilginin kendisinin bizzat zararlı olmayacağını ama böbrek taşı nasıl böbreği tahrip
ediyor ise kötü kullanılan, ya da kullanılmayan, yerinde kullanılmayan verilerin, dataların en azından
boğaza durmuş su kadar insana zarar verebileceğini de unutmamak gerekiyor.
- Bu manada bir şeyi daha unutmamak gerekiyor, Efendimiz ara ara bilginin hikmete dönüşmesi sürecini
de ifade eden şu duayı yapardı, “İlahi erinel eşyae kemahi” Allah’ım bize varlığın, eşyanın hakikatini
göster. Çünkü bilmek sahibini hakikate doğru götürmüyorsa o bilgi varlığın ambarına hırsızlık için
girmek demektir. Bu manada sahibine bile hayrı olmayabilir demektir.
- İnsanlardan: hayvanlardan, davarlardan da kezâlik türlü renklileri var, ancak Allah saygısını
kullarından bilenler duyar, haberiniz olsun ki Allah azîz bir gafûrdur. (Elmalı)
م سرا وعلنيةا ي رج ا مها رزق نا ا الصهلة وأن فق ن كتاب الله وأقام ل ارةا ن ت إنه الهذين ي ت
ر ) (11لن ت ب
İnnelleziyne yetlune KitabAllâhi ve ekamus Salete ve enfeku mimma razaknahüm
sirran va alaniyeten yercune ticaraten len tebur;
“Şüphesiz; Allah’ın kelamını tilavet edenler, Namazı istikametle kılanlar, Ancak
verdiğimiz rızıktan gizli ve açık Allah yoluna harcayanlar asla tüketilemez bir kazanç elde
edebilirler;”
- İnnelleziyne yetlune KitabAllâh şüphesiz Allah’ın kelamını okuyanlar, bir şeyi tilavet etmek yetlune
KitabAllâh izlemeyi ve iletmeyi içerir. Onun için telâ fiili ‘utlû emri mesela. Hem izle, hem ilet emrini
de içerir. Burada Allah’ın kitabını okumaktan kasıt, izlemek ve iletmekte dahildir.
- Tilavet, “lafızları birbiri ardına dizmek” anlamına gelir. Kıraet gibi entelektüel faaliyet değildir. Bu
yüzden Kur’an okurken Allah’a sığınmayı emreden âyetlerde tilavet değil kıraet kullanılır (Nahl: 98).
Çünkü şeytan, Kur’an’ı anlama çabasına yönelik kıraeti - tilaveti değil- saptırır.
- ve ekamus Salâh namazı ikame edenler. Allah’a karşı esas duruşlarını koruyanlar genel itibarıyla
Namazla inşa yani. Orta sütun peygamberimizin ifadesi ile. Esas duruş, belki ayağa kaldırmak.
- ve enfeku mimma razaknahüm sirran va alaniyeten verdiğimiz rızıktan gizli ve açık Allah yolunda
harcayanlar. İnfakla servet tasavvurunu inşa ediyor burada Kur’an.
- İnfak; Nefak, nifak, ilginçtir aynı kökten. Nifak biliyorsunuz münafığın türetildiği kök. Yani iki
yüzlülük. Nefak aslında metroya denir. Tünele de nefak denilir. Hatta bu manada köstebek yuvasına
da nefak denilir. Yani giriş ve çıkışı bol olduğu için. Bir yerden girip bir yerden çıktığı ve görünmez
olduğu için. Burada infak neden bu kökten türetilmiş; Çift dünyalı bir anlayışın ifadesi olduğu için.
Bir tünelin en az iki kapısı vardır. Giriş ve çıkış. İnfak edecek, Allah yoluna harcayacak bir mü’minin
iki dünyası, iki dünyalı bir tasavvuru olmalıdır. Bu dünyadan verince öbür dünyada kaldığını, orada
kendini beklediğini, orada kendini bekleyen bir servete dönüştüğünü, ebedi ve kalıcı bir servete
dönüştüğünü bilmesi ve inanmasıdır. Tek dünyalı infak edemez. Tek dünyalının iki yüzü olabilir. Ama
iki dünyalının tek yüzü olur ve iki dünyalı olan infak eder. Çünkü kimse kendisine geri dönmeyecek
bir yere bir şey vermez. Allah’a güvendir infak. Aynı zamanda emanet bilincidir. Yoksulun kendine
verilmiş olan, tevdi edilmiş olan payını sahibine iade etmektir. Çünkü bazılarını varlıkla bazılarını
yoklukla sınar Allah. Bazılarının payını bazıları yolu ile verir eliyle. Onun payını onun eline vermesi
onun kılması değildir. Bakalım kendine tevdi için verilmiş olan payın üstüne mi yatacak, yoksa
sahibine mi verecek işte budur, bir sınamadır ve servetin imtihan olması, fitne olmasının gerekçesi de
budur.
- yercune ticaraten len tebur ancak kesintisiz bir kazanç elde edebilirler işte bu kimseler.
- O Allahın kitabını okur, ardınca gider olanlar ve namazı kılıp kendilerine merzuk kıldığımız şeylerden
gizli ve açık infak etmekte bulunanlar her halde öyle bir ticaret umarlar ki hiç batmak ihtimali yoktur.
(Elmalı)
ر ) ر شك إنه غف م من فضل م ويزيد ر ف ي هم أج (13لي
Li yüveffiyehüm ücurehüm ve yeziydehüm min fadliHİ, inneHU Ğafûrun Şekûr;
Neticede (Allah) onlara karşılıklarını tam olarak ödeyecek, üstelik kendisinden bir bağış
olarak fazlasını da lutfedecektir: zira O tarifsiz bir bağışlayıcıdır, şükre hadsiz hesapsız bir
karşılık verendir
- Li yüveffiyehüm ücurehüm ve yeziydehüm min fadliH netice de Allah onlara karşılıklarını tam olarak
ödeyecek. Üstelik kendisinden bir bağış olarak fazlasını da lütfedecektir.
- inneHU Ğafûrun Şekûr zira O sınırsız bağışlayandır, şükre tarifsiz bir karşılık verendir. Ğafûrun
Şekûrun kelimelerinin belirsiz formda gelmeleri sınırsız ve limitsiz, tarifsiz Yan anlamlarını zaten
metne katıyor. İman güvenin ta kendisidir. İnfak emri güvenin sınanmasından başka bir şey değildir.
- Çünkü Allah ecirlerini kendilerine tamamen ödedikten başka fadlından onlara ziyadesini verecektir,
çünkü o hem gafûr hem şekûrdur. (Elmalı)
لب باد إنه الله ب قاا لما ب ي يدي الق مصد نا إليك من الكتاب ري بصري والهذي أوحي (11)
Velleziy evhaynâ ileyke minel Kitabi “HU”vel hakku musaddikan lima beyne yedeyh*
innAllâhe Bi ‘ıbadiHİ le Habiyrun Basıyr;
Sana vahyettiğimiz ilâhi kelam, önceki vahiylerden kendisine kadar ulaşmış olanları
doğrulayan hakikatin ta kendisidir. Elbette Allah kullarının (gidişatından) bire bir
haberdardır, her şeyi görmektedir.
- Velleziy evhaynâ ileyke minel Kitabi “HU”vel hakku musaddikan lima beyne yedeyh sana vahy
ettiğimiz ilahi kelam önceki vahiylerden kendisine kadar ulaşmış olanları doğrulayan hakikatin ta
kendisidir.
- Âyetin başındaki ellezi ilgi zamirinin canlı özneler için kulanıldığı göz önüne alınırsa, bununla
muhatabın Kur’an’a canlı bir özne gibi bakmasının, tasavvur ve aklını onun inşasına açmasının
amaçlandığı sonucu çıkar.
- Maide/48. hatırlayalım. Ne diyordu? Ve enzelna ileykel Kitabe Bil Hakkı musaddikan lima beyne
yedeyhi minel Kitabi ve Müheyminen aleyh..(Maide/48) özellikle son iki kelime Müheyminen aleyh
ibaresine dikkat. Onların doğrusunu yanlışından ayırt edici olarak gönderdik bu kitabı. Neylerin?
Kendisinden önce gelmiş olan vahiylerin doğrusunu yanlışından ayırt edici bir sağlama kitabıdır son
vahiy. Son vahyin önceki vahiylerden onayladığı kabul edilir, onaylamadığı kabul edilmez. Yani
Kur’an vahyi önceki vahiylerin doğrusunu yanlışından ayıracak bir sağlama yöntemidir aynı zamanda.
- innAllâhe Bi ‘ıbadiHİ le Habiyrun Basıyr elbette Allah kullarının gidişatından haberdardır, her şeyi
görmektedir.
- Kitaplar içinde o sana vahy eylediğimiz kitab da önündekileri musaddık olmak üzere hak, ancak odur,
her halde Allah, kullarına habîr bir basîyr bulunuyor. (Elmalı)
مه أو هم مقتصد هم ظال لن فس ومن نا من عبادنا فمن هم و رث نا الكتاب الهذين اصطفي من
الفضل الكبري ) رات بإذن الله ذلك (11سابق بالي
Sümme evresnel Kitabelleziynastafeyna min ‘ıbadiNA* feminhüm zâlimün linefsih* ve
minhüm muktesıd*ve minhüm sabikun Bil hayrati Biiznillâh* zâlike “HU”vel fadlül
kebiyr;
Derken, bu ilâhi kelamı (tebliğ işine) kullarımızdan seçtiklerimizi varis kıldık: fakat
onların içerisinden; kimisi kendisine zulmeder, kimisi ortalama bir yol tutar, kimisi de
Allah’ın izniyle her iyi şeyde öncülük eder: bu, işte budur muhteşem zafer!
- Sümme evresnel Kitabelleziynastafeyna min ‘ıbadiNA derken bu ilahi kelâmı tebliğ işine kullarımızdan
seçtiklerimizi varis kıldık. Biraz önce atıf yaptığımız ayeti kerime geldi. Varisler ümmeti Muhammed.
Hz. Peygamberin risalet sorumluluğu vefatıyla ümmete geçmiştir, bu ümmete. Delili Kur’an da Hz.
peygamber için zikredilen her fazilet ve ödülün ayrıca da bu ümmet için zikredilmesidir. Şimdi burada
sayamayacağımız kadar birçok örnekte Resulallah için hangi ödül zikrediliyorsa bu ümmet için de aynı
ödül zikredilmiştir. Bireysel olmaktan çıkıp toplumsal risalete dönüşmüştür Resulallah’tan sonra
risalet mirası, kişilerden ilkelere geçmiştir. A. İmran suresinde; Veltekün minküm ümmetün yed’une
ilel hayri ve ye’murune Bil ma’rufi ve yenhevne anil münker.(A.İmran/104) içinizden hayra çağıran,
iyiliği emreden kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun ayetini hatırlayalım. İçinizden dediği
kimdir? Elbette bu ümmettir. Yani içinizden bir topluluk bulunsun. Muhataplarının içinden. Niçin? O
topluluk gelecekte gelmesi mukadder olan baharı müjdeleyen çiçekler olsun. O topluluk bu mirasa
ihanet etmemiş olsun. Bu mirası yere düşürmesin. Sancağı, bayrağı yere düşürmesin, vahyi taşısın.
- Mirasa ihanet edenler, Resulallah onlardan şikayet edecek Hatırlayınız ..ya Rabbi inne kavmittehazû
hazel Kur’âne mehcura. (Furkan/30) buyuruyordu Kur’an Resulallah’ın dilinden. Resul yarın hesap
gününde Ya rabbi diyecek bu toplum var ya benim bu toplumum, bu Kur’an ı terk edilmiş bir hitap
olarak bıraktılar, metruk bıraktılar. Yani emanete ihanet ettiler. Resulallah’ın ümmetini şikayet ettiği,
edeceği, edebileceği tek konu olarak gözüküyor. İşte ayette bunu yapanlar nefsine zulmedenler olarak
geçiyor ki devamında bu geliyor.
- feminhüm zâlimün linefsihim bunlar üç kısımdır. Miras bırakılanların mirasa tavrına göre üçe ayrılacak
bunlar; 1. kesim onların içerisinden kimisi kendisine zulmeder. Kendilerine zulmedenler. Yani vahiy
emanetine ihanet edenler. Onu yüz üstü bırakanlar, onu taşımayanlar, onu hayatlarına koymayanlar.
- ve minhüm muktesıdun kimisi ortalama bir yol tutturacak, yani mirasa ihanet etmeyecek belki ama
bireysel yaşayacak fakat onu taşımak için öncü de olmayacak. Ama 3. kesim;
- ve minhüm sabikun Bil hayrati Biiznillâh kimisi de Allah’ın izni ile her iyi şeyde öncülük edecek, yani
vahiy mirasını yere bırakmamak ve taşımak için hangi çaba gerekiyorsa onu göstermekten geri
durmayacak. Vahyin amacını gerçekleştirmek için rol alanlar, bunu dert edinenler. Burada sözü edilen
3. kesim işte. Benzer bir üçlü tasnif Vakıa suresinde de birkaç kez geçer ki onlarla birlikte okunduğu
zaman bu üçlü tasnif daha iyi anlaşılır.
- zâlike “HU”vel fadlül Kebiyr bu, işte budur muhteşem zafer. Yani “iyiler” ikiye ayrılacak: İyiler ve
aktif-öncü iyiler (krş. Nisâ: 69). Zımnen: İyilik çabası hep sürecek, zira iyiliğin bir son noktası
olmayacak.
- Sonra biz o kitabı kullarımızdan süzdüklerimize mîras kıldık, onlardan da nefislerine zulmeden var,
muktesıd: orta giden var, Allahın izniyle hayırlarda ileri geçenler var, işte büyük fadıl o. (Elmalı)
ب ولؤلؤاا ولباسهم فيه ن فيها من أساور من ذ ن ها يله حرير اجنهات عدن يدخل
(11)
Cennatu ‘Adnin yedhuluneha yuhallevne fiyha min esavira min zehebin ve lü’lüa* ve
libasühüm fiyha hariyr;
Onlar kalıcı mutluluk ve güzelliğin merkezi olan cennetlere girecekler; altın künyeleri-
bilezikleri, inci takıları orada takınacaklar ve elbiseleri orada tarifsiz bir özgürlüğün
göstergesi olacak.
- Cennatu ‘Adnin yedhuluneha onlar kalıcı mutluluk ve güzelliğin merkezi olan cennetlere girecekler.
- yuhallevne fiyha min esavira min zehebin ve lü’lüa altın künyelerin ve bileziklerin, inci takıların
takınıldığı bir yer olacak orası. Orada altın künyeler takınacaklar ve inci ile bezenecekler.
- ve libasühüm fiyha hariyr ipekten elbiselere orada sahip olacaklar.
- İnsan 12; Ve sabırlarına karşılık onlara cennet bahçeleri ve tarifi imkansız özgür bir (hayat)
bahşedecek. Veya: “Tüm kinlerinden kurtulup özgür kalacaklar”. Harîr, “özgürlük” anlamındaki
hurr’den türetilmiştir. İbn Fâris’in bu kelimeye verdiği karşılık şudur: el-harîr: ve huve’l-mahrûr
ellezî tedahalehu ğayzun min emrin nezele bih (Başına gelen bir işten dolayı içini kaplayan kinden
kurtulan kimse). Bu mâna, cennetliklerin kinden tamamen arındırılmasını da çağrıştırmaktadır (bkz.
A’râf: 43; Hicr: 47). Bu kelimeye genellikle verilen “ipek” karşılığı da hürriyetle ilişkilidir. Zira ipek
giysi özgürlük ve soyluluğun simgesi gibi görülürdü. Bu yüzden harîr’i, kelimenin belirsiz formunu da
dikkate alarak “tarifi imkansız özgür bir (hayat)” diye çevirdik. Âyette iki şey vaad edilmektedir:
“cennet ve harir”. Harir’i özellikle “libas”tan mücerret olarak geldiği bu makamda “ipek” diye
çevirmek eşi olan “cennet”le mütenasip görünmemektedir. Kaldı ki cennette ipek zaten vardır. Bu
bağlamda harîr ile cennet kadar değerli olan, maddî-mânevî anlamlarıyla “mutlak, mükemmel
özgürlüğün” kastedilmiş olması hem Kur’an’ın belagatine hem ilâhi ikramın mahiyetine hem de
harîr’in cennet ile eşleştirilmesinin münasebetine daha uygundur. Allahu a‘lem.
- Dikkatinizi çekmiştir, aslında dünyada ki gönüllü mahrumiyetlerinin ahiretteki karşılığı olarak. Altın
künyeler, bilezikler, inciler, ipekler, tabii ki bunlar kendi dünyamızda kendi bilincimize indirilmiş
şekli. Yoksa bütünüyle bir gayb olan ahirette ki havsalamızın almayacağı nimetler bu kelimelerle ifade
edilemeyecek kadar bize uzak, ama bizim dünyamızdan en çok bunlarla anlayabiliriz. Onun için de
bunlarla anlatılıyor. Fakat bizin asıl alacağımız ders farklı. Hz. peygamber Altına ve ipeğe nasıl
davrandığını biliyoruz. Aslında onun tavrı işte bu ve buna benzer ayetlerden kaynaklanıyor. Böyle
yorumlamamız çok daha doğru bir yaklaşım olur. Gönüllü mahrumiyetimiz mutlaka ödüllendirilecek.
- Bir erkeğin altın saat takması dinimizce uygun mudur? Cevap 1. Erkeklere Hz. Peygamberin getirdiği ipek
(harir) ve altın "yasağı" (haramı değil) efendimizin cennette vaad edilen nimetleri ondan dünyada kendini
mahrum ederek hak etme hassasiyetinin bir ürünü olsa gerektir. Zira harir, cennetteki sonsuz hürriyetin
timsalidir (cenneten ve harira: cennet ve sonsuz hürriyet). Taabbudi (İbadet ve Kulluk) bir yasak olsa kadın
erkek fark etmez, her mümin için yasak uygulanırdı. Oysa ki kadınlar için yasak söz konusu bile değildir. Beri
yandan Abdurrahman b. Avf'ın haşerelere karşı hassas vücudu için "Bit tutmuyor" gerekçesiyle İpek gömlek
giyme izni istemesi üzerine Rasulullah bu izni vermişti. Kaldı ki seccade giyilecek bir şey değildir. İpeğin giysi
dışında kullanımını yasaklayan ya da yeren bir rivayet bilinmemektedir. Efendimizin altın yüzüğü erkeklere
yasak kılmasının gerekçesi ipek yasağı ile aynıdır. Buna, altının kadınların zinet eşyası olarak bilinmesi ve
kullanılması, dolayısıyla cinslerin kendilerini karşıt cinse benzetme girişiminin yasaklanması kapsamına
girmesi de eklenebilir.Ebu Davud'un tahriç ettiği bir haberde Suheybi Rumi'nin dört sahabenin parmağında
altın yüzük gördüğünü söylemesi ve kendisinin de altın yüzük kullanması, Peygamber tarafından konulan bu
yasağın "haram koyma" şeklinde anlaşılmadığını gösterir. Hüküm: saat eğer takı niyetine takılıyorsa altın yüzük
hükmündedir ve Efendimiz’in yasağı kapsamına girer. Eğer takı amacıyla değil de saat olarak kullanılıyorsa,
saat bir hacet olduğu için bunda bir beis olmasa gerektir. zira Efendimiz kesik burnu yerine gümüşten bir burun
yaptıran bir sahabeye, gümüş koku yaptığı için "altından bir burun edin" demiştir. (Mustafa İslamoğlu)]
- “Dinen kendilerine haram kılınan altın ve ipeğin erkeklerde kadınlık hormonu olan östrojen miktarını
arttırdığı tıbben ispatlanmıştır.”
- Adin Cennetleri: ona girecekler, orada altın bileziklerden, hem de inci süslenecekler, elbiseleri de
orada ipektir. (Elmalı)
ر ) ر شك ب عنها الزن إنه رب هنا لغف ا المد لله الهذي أذ (31وقالVe kalül Hamdu Lillâhilleziy ezhebe ‘annelhazen* inne Rabbenâ le Ğafûrun Şekûr;
Ve diyecekler ki: “Hüznü bizden gideren Allah’a hamdolsun; gerçekten de Rabbimiz,
tarifsiz bir bağışlayıcıymış, Kendisine yapılan şükre hadsiz hesapsız bir karşılık verenmiş.
- Ve kalül Hamdu Lillâhilleziy ezhebe ‘annelhazen ve diyecekler ki hüznü bizden gideren Allah’a hamd
olsun. Cennet ehli cennete girdiğinde bunu söyleyecek. Artık hüzün bitti, hüznü, kederi, derdi sıkıntıyı,
acıyı, elemi bizden tamamen söküp atan Allah’a sonsuzca hamd olsun. Diyecekler.
- Gözlerimi kaldırdım devindi hüzün,/Hüzün ki çiçeği gül ömrümüzün. Necati Polat. Diyordu ya şair.
Çiçeği gül ömrümüzün. O kadar çiçeği ki bilmek zaten hüzün verir. Onun için bilenler hep bir parça
mahzundurlar. Onun için sevgili nebi, “İnniy Nebiyyül ahzan” (hadis) diyordu. Ben hüzünlerin
peygamberiyim. Yine o; Lev tağlemune ma ağlem. Le dahiktum kaliylen. Vele bekeytüm kesiyren.
(Hadis-Buhari) eğer benim bildiğimi bilseydiniz, bir başka varyantında benim gördüğümü görmüş
olsaydınız çok ağlar az gülerdiniz. Diyordu. Yine son nefeslerinde başucunda ağlayan kızı Fatımasına;
“Ağlama kızım baban bir daha acı çekmeyecek.” Diyordu. Adeta bu ayetin sanki tefsiriydi.
- Ve kalül Hamdu Lillâhilleziy ezhebe ‘annelhazen işte bu, yani hüznün kökten söküldüğü yer cennet
olacak. Bunun zıddı şu; Dünyada hüzün hiç kökünden sökülüp atılmayacak.
- inne Rabbenâ le Ğafûrun Şekûr gerçekten de rabbimiz sınırsız bir bağışlayıcıymış, şükre tarifsiz bir
karşılık verirmiş.
- Ve şöyle demektedirler: «hamd olsun Allaha, bizden o hüznü giderdi, hakikaten rabbimiz çok gafûr,
şekûr. (Elmalı)
ل يسنا فيها نصب ول يسنا فيها لغب ) الهذي أحلهنا دار (12المقامة من فضل
Elleziy ehallenâ dârel mukameti min fadliHİ, lâ yemessünâ fiyhâ nesabün ve lâ
yemessünâ fiyhâ luğûb;
O lütfuyla bizi bu (varlığı ve güzelliği) kalıcı diyara yerleştirdi: burada semtimize ne
yorgunluk ve bezginlik, ne de can sıkıntısı ve bıkkınlık uğrayacak!”
- Elleziy ehallenâ dârel mukameti min fadliH lûtfuyla bizi bu varlığı ve güzelliği kalıcı diyara yerleştirdi
Allah. Dârel mukame, cennet bedel değil ödüldür, lûtfuyla diyor ya ayet lûtfuyla, yani bedel değil ödül.
Sizden hiç kimse diyordu efendimiz bir hadisinde cenneti amellerin karşılığı olarak elde edemez. O
Allah’ın size olan bir rahmeti ve lûtfudur. Ya Resulallah sen de mi diye sormuştu dinleyenler. Evet,
ben de diye buyurmuştu. Onun için ..sevaben min indillâh. (A.İmran/195) Allah’tan bir ödül olarak
cennet verilecek buyrulur.
- lâ yemessünâ fiyhâ nesabün ve lâ yemessünâ fiyhâ luğûb orada semtimize ne yorgunluk ve bezginlik,
ne de usanç ve bıkkınlık uğrayacak. Bu rahatlıktan insan sıkılmaz mı sorusunun cevabıdır. Rabbimiz
bu muhtemel sorunun geleceğini elbette biliyordu ki, işte burada onun cevabı geliyor. Hayır asla
usanma ve sıkılma olmayacak. Çünkü: “cennet ehli o gün huzur ve neşe veren bir meşguliyet içinde
olacaklar” (Yâsîn: 55).
- Fadlın da bizi durulacak yurda kondurdu, burada bize yorgunluk gelmeyecek, burada bize usanç
gelmeyecek».(Elmalı)
هم من ع والهذين كفروا لم نار جه ا ول يفهف عن ت ا كذلك نهم ل ي قضى عليهم ف يم ذا
ر ) (16نزي كله كف
Velleziyne keferu lehüm naru cehennem* lâ yukda aleyhim feyemutu ve lâ yuhaffefü
anhüm min azâbiha* kezâlike necziy külle kefur;
İnkarda ısrar edenlere gelince: Onlar cehennem ateşine mahkûm olacaklar. İzin verilmez
ki ölsünler. Dahası azapları kısmen dâhi hafifletilmez: işte Biz her bir nankörü böyle
cezalandırırız.
- Velleziyne keferu lehüm naru cehennem inkarda ısrar edenlere gelince onlar cehennem ateşine
mahkum olacaklar.
- lâ yukda aleyhim feyemutu ve lâ yuhaffefü anhüm min azâbiha evet, çok ilginç. İzin verilmez ki
ölsünler, ölebilsinler. Yani ölmek isteyecekler, toprak olmak, yok olmak isteyecekler, bu ölüm öyle
bir ölüm, buna Kur’an dilinde sübûr denilir. Fakat bunu beceremeyecekler. Dahası azapları kısmen
dahi hafifletilmez. Ölümü değil ölümleri çağırın diyordu ya; yevmeLâ ted’ul yevme süburen vahıden
ved’u sübura. (Furkan/14) bugün bir tek ölüm yetmez size bir tek ölümü çağırmayın, ölümleri çağırın.
- kezâlike necziy külle kefur işte biz her bir nankörü böyle cezalandırırız.
- Küfredenlere gelince: onlara Cehennem ateşi var: hüküm verilmez ki ölsünler, kendilerinden biraz
azâbı da hafifletilmez, işte her nankörü böyle cezalandırırız. (Elmalı)
(17)
م ركم ما مل أول ن ر الهذي كنها ن مل صالاا غي ن فيها رب هنا أخرجنا ن م يصطرخ و
ا فما للظهالمي من تذكهر وجاءكم النهذير فذوق ن نصري م ي تذكهر في
Ve hüm yastarihune fiyha* Rabbena ahricna na’mel salihan ğayralleziy künna na’mel*
evelem nu’ammirküm ma yetezekkeru fiyhi men tezekkere ve caekümün neziyr*
fezûku fema liz zâlimiyne min nasıyr;
Ve onlar orada şöyle feryat figan ederler: “Rabbimiz! Kurtar bizi! (Söz), daha önce
yaptıklarımızdan daha farklı, daha iyi şeyler yapacağız!” (şöyle cevap verilecek): “Size
aklını başına almaya gönüllü birine yetecek kadar uzun bir ömür vermemiş miydik?
Üstelik bir de uyarıcı gelmişti! şu halde (elinizin ürünlerini) tadın; ama kendini
kaybedenlerin hiçbir yardımcısı olmayacağını da unutmayın!”
- Ve hüm yastarihune fiyha ve onlar orada şöyle feryadü figan edecekler;
- Rabbena ahricna na’mel salihan ğayralleziy künna na’mel rabbimiz kurtar bizi, söz daha önce
yaptıklarımızdan daha farklı, daha iyi şeyler yapacağız eğer bize bir fırsat daha tanırsan.
- evelem nu’ammirküm ma yetezekkeru fiyhi men tezekkere öyle mi? diyeceğiz. Size aklını başına
almaya gönüllü birine yetecek kadar uzun bir ömür vermemiş miydik? Vermiştik. Aklı başa almaya
yetecek kadar uzun bir ömür. Bu konuda çok farklı görüşler ileri sürülmüş müfessirler tarafından.
Fakat aslında Kur’an bize bu sorunun cevabını veriyor. Ahkâf/15. ayeti ışığında anlayabiliriz
bunu;..hattâ izâ beleğa eşüddehu ve beleğa erba’ıyne seneh. (Ahkâf/15) rüşt yaşına eriştiğinde, yani
40 ına geldiğinde diyor. Bu ayette ki o süreyi de 40 yaş olarak görebiliriz.
- ve caekümün neziyr üstelik bir de uyarıcı gelmişti.
- fezûku fema liz zâlimiyne min nasıyr şu halde elinizle yaptıklarınızı tadın ama zalimlerin yardımcısı
olmayacağını da asla unutmayın.
- Ve onlar orada şöyle feryat ederler: «ya Rabbenâ, bizleri çıkar, yapa geldiklerimiz gayri yarar bir
amel yapalım» ya size düşünecek olanın düşüneceği kadar ömür vermedik mi ki, hem size Peygamber
de geldi, o halde tadın, çünkü zalimleri kurtaracak yoktur. (Elmalı)
(38إنه الله عال غيب السهماوات والرض إنه عليم بذات الصدور ) İnnAllâhe ‘Alimu ğaybis Semavati vel Ard* inneHU ‘Aliymun Bi zatis sudur;
ŞÜPHE yok ki Allah göklerin ve yerin gaybî gerçeklerini bilendir; nitekim O, göğüslerde
saklı en mahrem sırları da bilendir
- İnnAllâhe ‘Alimu ğaybis Semavati vel Ard şüphe yok ki Allah göklerin ve yerin gaybi gerçeklerini çok
iyi bilir.
- inneHU ‘Aliymun Bi zatis sudur nitekim o göğüslerde saklı en mahrem sırları da bilir. Yani hem
içinizde ki enfüsi sırlarınızı bilir, hem de kainatta ki afâki sırları bilir. Dolayısıyla Allah’tan bir şey
kaçıramazsınız.
- Şüphe yok ki Allah, Göklerin ve Yerin gaybına âlimdir. Elbette o sînelerin künhünü bilir. (Elmalı)
كفر ول يزيد الكافرين كفر لي لكم خلئف ف الرض فمن كفر ف الهذي ج م
م إله خساراا (39)عند ر م إله مقتاا ول يزيد الكافرين كفر“HU”velleziy ce’aleküm halâife fiyl Ard* femen kefere fealeyhi küfruh* ve lâ yeziydül
kafiriyne küfruhüm ‘ınde Rabbihim illâ maktâ* ve lâ yeziydül kafiriyne küfruhüm illâ
hasârâ;
O’dur sizleri yeryüzünde halifeler kılan. Şu halde kim O’nu inkâr ederse bu inkârın zararı
kendisine olur; zira inkârcıların küfrü Rableri katında sadece alçalışlarını artırır; yine
inkârcıların küfrü (kendileri için) de sadece aldanışlarını artırır
- “HU”velleziy ce’aleküm halâife fiyl Ard odur sizleri yer yüzünde halifeler kılan.
- Halife, ardıl, vekil, kefil. Yeryüzünde ama. Bu önemli, bu sınırlıyor. Yaratılış amacına uygun bir hayatı
inşa için halife kıldık. Yani yeryüzünün halifesidir. Kur’an da insanın halifeliği Allah’a atfedilmez.
İzafe edildiği böyle bir yer yok. Yeryüzünün halifesi, yeryüzüne atfedilir. Bu hayatı inşa
sorumluluğudur. Keramet sahibisin ey insanoğlu Ve lekad kerremna beniy Adem.. (İsra/70)
sorumsuzluk yapma. Sorumsuzluk küfür, nankörlüktür. İlahi misafir hanenin konuğusun ey insanoğlu.
Size zimmetlendi bu misafirhane, zimmet suçu işleme. Misafir olduğun yeri kırıp dökme, mahvetme.
Zararını yine siz çekersiniz. Aslında anlamamız gereken bu.
- İlim, gereği yaşanmak için ARAÇTIR!.. Hilâfetini yaşayabilmek ise AMAÇTIR!.. Halife olarak yaratılmış insan
için tek amaç da bütün engelleri aşıp, bunu yaşayabilmektir... Yarın zorunlu olarak terk edeceğin her şeyi,
bugün şuur boyutunda ihtiyârınla terk etmedikçe, onlardan bağımsızlığını elde etmedikçe gerçek kimliğine
ulaşamazsın! Yaşadığımız devirde artık tarikat olayı bitmiş; gerçek anlamıyla şeyh-derviş ilişkisi son bulmuş;
yetiştirici ve yetişecek ikilisi ortadan kalkmıştır! Bu tür yetiştirilmenin örneği Yunus ve Taptuk olayıdır!.. Yunus
yirmi yaşında tekkesine girdiği Taptuk'un yanında kırk yıl hamur gibi yoğrulmuş; oturup-kalkmasından, yiyip-
içmesine, ağzından çıkan her kelimesine ve düşüncelerine kadar forme edilmiş, yontulmuş; altmış yaşında
öğrendiklerinin gereğini yaşaması için dünya sahnesine salıverilmiştir... Bugün ise böyle bir yaşam tarzı olanak
dışıdır! Sizin her an yanında ve kontrolünde olup, her davranışınızı düzeltip yönlendirecek bir yetiştirici
bulmanız imkânsızdır! Hayali kavramlardan arınınız! Uzaklardan bir kontrol ile, kimse elini oynatasıya terbiye
edilemez!.. İlim ötelerden, Çin'den yayılabilir; o ilme açık beyinler tarafından da alınarak değerlendirilebilir...
Ama yaşam biçiminizin ve davranışlarınızdaki yanlışların kontrolü ise asla mümkün değildir!.. Bunu ancak
ilminiz kadarıyla siz başarabilirsiniz! Duyguların, yanlış değerlendirmelerin uzaktan hokus-pokusla
düzeltilebileceği, ancak gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayaldir!.. İçinde yaşadığınız SİSTEM ve DÜZEN,
Allâh ahlâkının eseridir. Kur'ân, içinde yaşamakta olduğumuz "Allâh SİSTEM ve Düzeni"ni fark etmemiz için
elimize verilmiş kitaptır! Anladığımız Kur'ân, içinde yaşadığımız sistem ve düzen algılamamızla
bütünleşmiyorsa, biz daha Kurân'ı "”OKU” mamışız demektir! Kur'ân, okunduğu zaman sistem ve düzen fark
edilir ki, bu da "Kur’an ahlâkı"nın fark edilmesi sonucunu getirir. Ne kadar "KUR’AN ahlâkı" ile bütünleşmiş
ve o bakış ile varlıkları ve yaşamı değerlendirebilmiş iseniz; o nispette de "Halife"siniz demektir! Gökten inecek
bir hokus-pokus değneği sizi "Halife" ya da "Velî" yapmayacaktır; çünkü bunlar bir yaşam ve bakış açısının
adlarıdır... Eğer bu yaşam ve bakış açısı sizde yoksa, altın varakla bu kelimeler yazılıp etiketlenseniz, gene de
ne olduğunuz gerçeğini değiştiremezsiniz!
- femen kefere fealeyhi küfruh şu halde kim onu inkar ederse bundan kesinlikle kendisi zarar görür.
- ve lâ yeziydül kafiriyne küfruhüm ‘ınde Rabbihim illâ maktâ zira inkarcıların küfrü rableri katında
sadece alçalışlarını, bayağılaşmalarını artırır.
- ve lâ yeziydül kafiriyne küfruhüm illâ hasârâ yine inkarcıların küfrü kendileri içinde sadece
aldanışlarını artırır.
- O ki sizleri Yeryüzünde halîfeler kıldı, o halde kim küfrederse küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlere
küfürleri rablerinin kıtında buğzdan başka bir şey artırmaz kâfirlere küfürleri hasardan başka bir şey
artırmaz. (Elmalı)
قل أرأي تم شركاءكم الهذ ا من الرض أم لم شرك ف السهماوات أم ن من دون الله أرون ماذا خلق ين تدع
م كتاباا ف هم على ب ي نة نا ضاا إ آت ي ضهم ب ن ب د الظهالم بل إن ي (43له غروراا )من
Kul eraeytüm şürekâekümülleziyne ted’une min dunillâh* eruniy mazâ haleku minel
Ardı em lehüm şirkün fiys Semavat* em ateynahüm Kitaben fehüm alâ beyyinetin minh*
bel in ye’ıdüz zâlimune ba’duhüm ba’dan illâ ğurura;
De ki: “Hiç Allah’ı bırakıp da yalvarıp yakardığınız varlıklar olan şu şirk nesneleriniz
hakkında kafa yordunuz mu? Bana gösterin bakayım, yeryüzünde neyi yaratmışlar?
Yoksa onların gökler(in yönetimin)de bir payı mı var? Veyahut onlara bir vahiy indirdik
de, kendileri delil olarak ona mı dayanıyorlar? Asla! Bu haddini bilmezler, birbirlerine
sadece aldanış vaad ediyorlar.
- Kul eraeytüm şürekâekümülleziyne ted’une min dunillâh de ki; hiç Allah’ı bırakıp ta yalvarıp
yakardığınız varlıklar olan şu şirk nesneleriniz hakkında kafa yordunuz mu? Düşündünüz mü? Kim
bunlar, neyi becerirler, ne yaptılar, Sizin üzerinizde ki hakları ne, neyi borçlusunuz ve Allah’a neyi
borçlusunuz hiç düşündünüz mü? Hiç kafa yordunuz mu? Allah’a ait vasıfları Allah dışında birilerine
yakıştırırken cömertçe Allah’a ait sıfatları Allah dışındakilere verirken hiç ne kadar büyük bir cinayet
işlediğinizi yani tanrı atama yetkisinin sizde olduğu gibi bir sapkınlığı ifade ettiğini hiç düşündünüz
mü?
- eruniy mazâ haleku minel Ardı em lehüm şirkün fiys Semavat gösterin bakalım yeryüzünde neyi
yaratmışlar. Yoksa onların göklerin yönetiminde bir paylarımı var.
- em ateynahüm Kitaben fehüm alâ beyyinetin minh veyahut onlara bir vahiy indirdik te delil olarak ona
mı dayanıyorlar. Tabii bu hayatın bir yolculuk olduğunu hatırlatıyor. İnsan yolcu, hayat yolculuk, ömür
yol. Yolcu ya sahih bir harita, pusula ve kılavuzla yol alır, ya da evet, ya da yolda kalır, dolaşır, yol
almaz. Eğer pusulanız yanlış yolu gösteriyorsa, haritanız yanlışsa, kılavuzunuz yamuksa her halde
buna yol alma denmez, yolda kalma denir.
- bel in ye’ıdüz zâlimune ba’duhüm ba’dan illâ ğurura bu haddini bilmezler birbirlerine sadece ve
sadece aldanış vaad ederler. Zalimler, haddini bilmezler diye çevrildi, serbest çeviri olduğu için değil,
zulüm - bir şeyi yerinden etmektir. İnsanın kendisine zulmetmesi, kendisi hakkında, kendisini Allah’ın
koyduğu yerden başka bir yere koyması. Bunu nasıl yapar? Kendini bilmeyen yapar. Kendini
bilmemesidir zulüm. Onun için haddini bilmeyen kendini bilmez. Kendini bilmeyen kendine
zulmetmiştir. Tabii kendini bilmeyeni takip eden elbette aldanır. Eğer kendini bilmiyorsa rabbini de
bilmiyor, yani parmağın nereyi gösterdiğini görmüyorsa, parmağın gösterdiği yere de bakmıyor
demektir. Onun için kendini bilmek Allah karşısında ki zayıflığını, yetersizliğini, eşya karşısında ki
üstünlüğünü, şerefini ve onurunu bilmektir. Kula kul olmamak, Allah’a kul olmaktan geçer.
- De ki gördünüz a o Allahın berîsinden yalvardığınız şeriklerinizi? Gösterin bana onlar bu Arzdan
hangi cüz’ü yaratmışlar? Yoksa onların gökler de mi bir ortaklığı var? Yoksa kendilerine bir kitab
vermişiz de ondan bir beyyine üzerinde mi bulunuyorlar? Hayır o zalimler birbirlerine aldatmadan
başka bir vaad de bulunmuyorlar. (Elmalı)
راا ) ا غف (41إنه كان حليما
د إنه الله يسك السهماوات والرض أن ت زول ولئن زالتا إن أمسكهما من أحد من ب İnnAllâhe yümsiküs Semavati vel Arda en tezula* ve lein zaleta in emsekehüma min
ehadin min ba’diHİ, inneHU kâne Haliymen Ğafûra;
Şu açık ki, yok olurlar diye gökleri ve yeri (yörüngede) tutan sadece Allah’tır; eğer
(yörüngeden) sapmalarına (izin verirse), bunun ardından hiçbir güç onları tutamaz: ne
var ki O cezalandırmada hiç acele etmeyendir, eşsiz bir bağışlayıcıdır
- İnnAllâhe yümsiküs Semavati vel Arda en tezula şu açık ki, şu bir gerçek ki sapmasınlar diye gökleri
ve yeri yörüngede tutan sadece Allah’tır.
- ve lein zaleta in emsekehüma min ehadin min ba’diH eğer yörüngeden sapmalarına izin verirse bunun
ardından hiç kimse onları tutamaz. İşte kıyamet o olur. O kıyamet olur. İnsan şu dünyada ki varlığının
tek güvencesinin Allah olduğunu hiç unutur mu?
- inneHU kâne Haliymen Ğafûra ne var ki O cezalandırma da hiç acele etmeyen, sınırsız bağışlayandır.
Halîm’in türetildiği hilm, tepesi attığında şiddete başvuran kimsenin (bedevinin) zıddına, böylesi bir
durumda soğukkanlı, makul, sakin, mütehammil davranan medeniyi ifade eder. Bu ismin tecellisini
son âyet beyan etmektedir. Surenin son ayetinde açılımı yapılan ilahi merhamete bir atıf aslında. Allah
ihmal etmez, yani görmezden gelmez. Ama inha eder, mühlet verir, süre tanır, fırsat verir. Yoksa bu
ihmal anlamına gelmez. Onun içinde rabbimizin insana olan şefkat ve merhameti, sevgisi, onun
kendinse dönüp dönüp ihanet eden, her şeyi kendisine borçlu olduğu halde, hatta inkar ettiği dili bile
kendisine borçlu olduğu halde dönüp bir daha inkar - eden insana açtığı ömürlük kredidir bu aslında.
Bu krediyi bütünüyle çar çur edenin başka ne istemeye hakkı vardır.
- Doğrusu Gökleri ve Yeri zeval buluvermelerinden Allah tutuyor, celâlim hakkı için zeval buluverirlerse
onları ondan başka kimse tutamaz, o cidden halîm bir gafûr bulunuyor. (Elmalı)
ا بالله جهد دى من إحدى المم ف لمه وأقسم ننه أ م نذير ليك ا أيانم لئن جاءراا ) م إله ن ف م نذير ما زاد (41جاء
Ve aksemu Billâhi cehde eymanihim lein caehüm neziyrun leyekûnunne ehda min ıhdel
ümem* felemma caehüm neziyrun ma zadehüm illâ nüfura;
Bir de o (inkârcı)lar, kendilerine bir uyarıcı geldiği takdirde, doğru yolu bulmakta tüm
toplumların önünde yer alacaklarına dair Allah adına var güçleriyle yemin ettiler; fakat
onlara bir uyarıcı geldiğinde ise, bu onların sadece tepkilerini artırdı;
- Ve aksemu Billâhi cehde eymanihim lein caehüm neziyrun leyekûnunne ehda min ıhdel ümem bir de
o inkarcılar kendilerine bir uyarı geldiği takdirde doğru yolu bulmakta tüm toplumların önünde yer
alacaklarına dair Allah adına var güçleriyle yemin ettiler. Yani gelmiş geçmiş tüm toplumlardan
hidayete daha önce koşacağız. Eğer bize de bir hidayet önderi gelirse, rehberi gelirse diyen bu mantık
ne yaptı?
- felemma caehüm neziyrun ma zadehüm illâ nüfura fakat onlara bir uyarıcı geldiğinde ise, bu onların
sadece tepkilerini nefretlerini artırdı.
- Şarta bağlı her iman değerli Kur’an dostları samimiyetsizdir. Şarta bağlıysa bir iman, şöyle yaparsa
iman eder, böyle olursa iyi Müslüman olurum. Peygamber döneminde gelseydim bak sen ben nasıl iyi
bir Müslüman olacaktım. Veya eğer bana şunu şunu şunu verirsen Allah’ım sana iyi bir kul olurum.
Bütün bu şartlara bağlı olan inanç, samimiyetsizdir. Onun için iman samimiyettir. İman özünde
samimiyettir.
- Yeminlerinin en kuvvetlisiyle Allaha kasem de etmişlerdi ki: billâhi kendilerine inzar edici bir
Peygamber gelse her halde ilerideki ümmetlerin en birincisinden daha kabiliyetli olacaklar, daha iyi
yola geleceklerdi, fakat kendilerine inzar edici bir Peygamber geldiği vakit onlara sırf bir ürküntü
artırdı. (Elmalı)
ف هل ي ل نظرون إله سنهة استكباراا ف الرض ومكر السهي ئ ول ييق المكر السهي ئ إله بأيلا ) (13الوهلي ف لن تد لسنهة الله ت بديلا ولن تد لسنهة الله ت
İstikbaren fiyl Ardı ve mekres seyyi’* ve lâ yehıykulmekrusseyyiü illâ Bi ehlih* fehel
yenzurune illâ sünnetel evveliyn* felen tecide lisünnetillahi tebdiyla* ve len tecide
lisünnetillahi tahviyla;
Yeryüzünde kibir ve çirkin bir entrika (düzeni kurdular). Oysa ki her çirkin entrika sadece
onu çevireni çepeçevre kuşatır: bu durumda onlar, öncekilere uygulanan ilâhi uygulama
dışında başka bir şey mi bekliyorlar? Ve sen Allah’ın yasasında bir başkalaşma
göremezsin; evet sen Allah’ın yasasında bir sapma da göremezsin.
- İstikbaren fiyl Ardı ve mekres seyyi’ bir de yer yüzünde ki böbürlenmelerini ve çirkin tuzak kurma
kapasitelerini artırdı gelen elçinin gelişi. Yani çok ilginç, ters tepti. Hidayetlerini artıracağı yerde,
tuzak kurma, ya da kötü şeyleri iyi paketlere sarma kapasiteleri arttı. Çenelerini yarıştırdılar yani
mazeret bulma konusunda ki kapasiteleri daha da artmış oldu. Hidayete ulaşma değil ama. İmanı ret
haddini bilmezliktir aslında küstahlaşmadır. İmansızlık için getirilecek her açıklama bir tuzaktır.
Kişinin kendisine karşı kurduğu bir tuzaktır. Belki burada ki mekr den onu anlamak lazım.
- ve lâ yehıykulmekrusseyyiü illâ Bi ehlih oysa ki her çirkin tuzak, bu tuzak ille de bizim bildiğimiz
manada bir tuzak değil, dışında ki paket insanın gözünü aldatıp ta içindekinin de değerli olduğunu
sandığımız şeydir. Yani bugün albenili ve cazibeli modern hayatta bu tür bir tuzak sayılabilir. Sadece
onu kuranı çepe çevre kuşatır ve ağına düşürür diyor. Yani böyle bir tuzak kuranı ağına düşürür.
- fehel yenzurune illâ sünnetel evveliyn bu durumda onlar öncekilere uygulanan ilahi uygulama dışında
başka bir şeyi mi bekliyorlar. Yani ilahi geleneğin (Sünnetullah) dışına mı çıkılsın istiyorlar.
- felen tecide lisünnetillahi tebdiyla iyi bilsinler ki Allah’ın yasasında bir başkalaşma göremezsin. Yani
bunu bekleyenler de, sen de iyi bil ki Allah’ın yasasında bir başkalaşma göremezsin.
- ve len tecide lisünnetillahi tahviyla evet sen Allah’ın yasasında bir sapma da göremezsin. Sünnetullah,
orijinal ifadesi ile, Allah’ın adeti. Biz sünnet-i Nebi yi biliriz de, peygamberin sünnetini, Allah’ın
sünneti olduğunu pek hatırlamayız. Oysa Allah’ın sünneti var. Yani bu ilahi uygulama, ilahi gelenek.
Yasa olmuş ilahi gelenek. Mesela toplumların değişimi bir sünnetullah’a tabidir ve biz bunu Kur’an
dan anlarız; Ve izâ eredna en nühlike karyeten… (İsra/16) Biz bir toplumun helak sürecine girmesini
irade ettiğimizde, ..emerna.. emrederiz. İyilikleri, güzellikleri emrederiz. mütrefiyha fefeseku fiyha..
oranın önde gelen, ileri gelen seçkinleri, iktidar seçkinleri, servet sahipleri, şöhret sahipleri, yönetim
sahipleri orada fısk işlerler. Yoldan çıkarıcı her şeye başvururlar. fehakka aleyhel kavl.. ve söz
gerçekleşir. Onların aleyhinde ki yasa o zaman onlar için de gerçekleşir. fedemmernaha tedmiyra.
(İsra/16) en sonunda onları yerle bir ederiz.
- İşte bir yasanın ifadesidir. Bir başka ifadesi daha; Ve tilkel eyyamu, iktidar günleri, yönetim günleri,
güçlü olunan günler, dönemler daha doğrusu nüdavilüha beynen Nas. (A. İmran/140) İnsanlar arasında
döndürür dururuz. Bir iyilere bir kötülere veririz iktidar olma işini. Kötülere verdiğimizde iktidara
imrenenler, aklını gücünü iktidara, güce, kuvvete, servete takanlar galiba bunu elde etmek için kötü
olmak lazım derler ve oraya seğirtirler ve kaybederler. Böylelikle insanları seçeriz, ayırırız. Akıllılık
edenler ve ahmaklık edenler. Doğruyu tercih edenler ve yanlışı tercih edenler böylece seçip ayrılır.
Yine bireysel yasa; innAllâhe lâ yuğayyiru ma Bi kavmin hatta yuğayyiru ma Bi enfüsihim. (Ra’d/11)
hiç şüphe yok ki Allah bir topluluk, o topluluğu oluşturan bireyler kendilerini değiştirmedikçe Allah o
toplumun halini değiştirmez. Evet, yani toplumsal değişme, bireysel değişmeden geçer. Bu da bir yasa.
İşte bu gibi yasalar Sünnetullah genel başlığı altında değerlendirilirler ve bunlar değişmezler. Hep aynı
kalırlar. Yaşadığımız Dünya'da otomatik olarak tâbi olduğumuz yasalar ile tüm evrensel yasalar
Kur'ân-ı Kerîm'de "Sünnetullâh" olarak isimlendirilmiştir...
- Yer de bir kibirlenme ve bir sui kasd düzeni, halbuki fena düzen ancak sahibinin başına geçer, o halde
evvelkilerin sünnetinden başka ne gözetirler. O halde Allahın sünnetine bir tebdil bulamazsın, Allahın
sünnetine bir tahvil de bulamazsın. (Elmalı)
جز لي ا قديراا )وما كان الله (44من شيء ف السهماوات ول ف الرض إنه كان عليما
هم ق ا أشده من هةا أول يسريوا ف الرض ف ي نظروا كيف كان عاقبة الهذين من ق بلهم وكان
Evelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim ve kânu
eşedde minhüm kuvveten, ve ma kânAllâhu li yu’cizehu min şey’in fiys Semavati ve lâ
fiyl Ard* inneHU kâne ‘Aliymen Kadiyra;
Şimdi onlar hiç yeryüzünde dolaşıp da, kendilerinden öncekilerin nasıl bir akıbete
uğradığını görmediler mi? Oysa ki onların gücü bunlardan daha üstündü. Nitekim ne
göklerde ne de yerde, hiçbir şeyin Allah’ı aciz bırakma imkan ve ihtimali yoktur: çünkü O
her şeyi bilir, üstün ve yüce kudret sahibidir.
- Evelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim şimdi onlar hiç yeryüzünde
dolaşıp ta kendilerinden öncekilerin nasıl bir akıbete uğradığını görmediler mi?
- Kur’an da doğrudan bu formda ki ayet tahmini 7 yerde, gelir, ama dolaylı olarak 15 e yakın yerde gelir.
Yer yüzünde dolaşmayı öneren, emreden bu ayetler aslında geçmiş uygarlıkların akıbetini görmeye
davet eder. Yani onların kalıntılarına bakıp içinde yaşadıkları zamanın süper güçlerinin de gelecekte
onların akıbetini beklediğini görsünler. Onun için eğer geçmiştekiler bu akıbete uğramışlarsa,
gelecektekileri o akıbete uğramaktan koruyacak şey ne olabilir.
- ve kânu eşedde minhüm kuvveten oysa ki onların gücü bunlarınkinden daha üstündü.
- ve ma kânAllâhu li yu’cizehu min şey’in fiys Semavati ve lâ fiyl Ard nitekim ne göklerde ne de yerde
hiçbir şeyin Allah’ı aciz bırakma imkan ve ihtimali bulunmamaktadır, yoktur.
- inneHU kâne ‘Aliymen Kadiyra çünkü O her şeyi bilir, her şeye güç yetirir.
- Ya Yer yüzünde gezip bir bakmadılar da mı? Kendilerinden evvelkilerin akıbeti nasıl olmuş? Halbuki
onlar onlardan daha kuvvetli idiler, Allah, ne Göklerde ne Yerde hiç bir şeyin onu âciz bırakmasına
imkân-ü ihtimal yoktur. O hiç şüphesiz alîm bir kadîr bulunuyor. (Elmalı)
ا ما النهاس با كسب ي ؤاخذ الله ر ول ا من دابهة ولكن ي ؤخ م إل أجل ت رك على ظهر بصرياا ) باد (42مسمى فإذا جاء أجلهم فإنه الله كان ب
Velev yuahızullahunNase Bima kesebu ma tereke alâ zahriha min dabbetin ve lâkin
yuahhıruhüm ila ecelin müsemma* feizâ cae ecelühüm feinnAllâhe kâne Bi ‘ıbadiHİ
Basıyra;
Eğer Allah insanları yapıp ettikleri yüzünden (hemen) hesaba çekecek olsaydı, yer
üzerinde bir tek canlı (insan) bırakmazdı; ama onları sonu yasayla belirlenmiş bir süreye
kadar erteliyor; fakat süreleri dolunca artık anlarlar ki, Allah kullarını her daim görüp
gözetmektedir.
- Velev yuahızullahunNase Bima kesebu ma tereke alâ zahriha min dabbeh eğer Allah insanları
yaptıkları yüzünden (hemen) cezalandıracak, hesaba çekecek olsaydı yer yüzünde bir tek canlı insan
bırakmazdı.
- Evet değerli dostlar, yani suçu işler işlemez cezalandırsaydı yeryüzünde bir tek canlı kalmazdı.
Allah’ın rahmetine gönderme yapan bir ayet. İlahi merhametin ifadesi budur. İnkar ettiği dili dahi O’na
borçlu olanların Allah’a savaş açmış haline rağmen, Allah’ın süre tanıması şefkat ve sevgisinin
göstergesi değil de nedir...ketebe Rabbüküm alâ nefsiHİr rahme.. (En’am/54) diyordu Kur’an O
kendisi için rahmeti, merhameti ilke edindi.
- Öyle, Muaz (RA) anh anlatıyor. Resulallah’ın Allah’ın rahmetini nasıl okuduğunu, onu nasıl
gördüğüne ilişkin Buhari’nin ve diğer hadis derlemelerinin naklettiği müthiş bir haber var; Ben
Resulallah’ın terkisinde gidiyordum, çok uzun bir yolculuktu. Resulallah iç dünyasına kapanmıştı. Çok
gittik sesizce. Bir den Resulallah sanki bambaşka bir dünyadan bu dünyaya dönmüş gibi; “Ya Muaz..!”
dedi, lebbeyk ve saddeyk ya Resulallah dedim. Fedake ebi ve ümmi anam babam sana feda olsun buyur
ya Resulallah. “Sen biliyor musun Allah’ın kulları üzerindeki hakkı nedir.” Allah Resulü daha iyi bilir
dedim. “Allah’ın kullar üzerinde ki hakkı ella tüşriku lillah Allah’a şirk koşmamalarıdır.” Bir müddet
daha içine kapandı, çok gittik gittik..! Yine aynı şekilde birden dünyamıza dönmüş gibi; “Ya Muaz..!”
dedi. Buyur Ya Resulallah dedim. Bu kez; “Peki kullarının Allah üzerindeki hakkı nedir biliyor
musun?” Gerçekten insanı irkilten bir soru bu. Kulların Allah üzerinde ki hakkı..! Allah Resulü daha
iyi bilir dedim. “Ella yazzibehüm. Allah’ın onlara azab etmemesidir. “
- Peki Kur’an ın her tarafında bunca azab vaid ayetini ne yapalım? Azab eden Allah değil insan kendi
elleri ile kendi cezasını veriyor. Resulallah işte böyle okuyordu Allah’ın rahmetini, merhametini ve
Kur’an da ki bütün azab ayetlerini.
- ve lâkin yuahhıruhüm ila ecelin müsemma ama onları sonu yasa ile belirlenmiş bir süreye kadar
erteliyor. Yani hemen cezalandırmıyor. Hemen kesmiyor pusulalarını, sonuna kadar erteliyor. Bakalım
tevbe edecek, bakalım kendini bilecek, bakalım Allah’a yönelecek mi?
- feizâ cae ecelühüm feinnAllâhe kâne Bi ‘ıbadiHİ Basıyra fakat süreleri dolunca artık anlarlar ki Allah
kullarını her daim görüp gözetmekedir.
- Ayetin sonu Basıyra, tehdit biçiminde de anlaşılabilir, rahmet ve mağfiret biçiminde de anma ikincisi
olarak anlamayı daha doğru; Onun için görüp gözetmektedir diye meallendirildi.
- Bununla beraber Allah insanları kesibleriyle hemen muâheze ediverecek olsa yer yüzünde bir
deprenen bırakmazdı ve lâkin müsemmâ bir ecele kadar onları tehir buyurur, nihayet ecelleri geldiği
vakit işte o vakit, şüphe yok ki Allah kullarını basîyr bulunuyor. (Elmalı)
- İlahi rahmetin ışığında bir hayat niyaz ediyorum tüm Kur’an dostlarına.
Fâtır olan Allah’a dua Ya Fâtır, Ya Allah!
Ey kainatı yoktan var eden! Ey yokluk çekirdeğini yarıp, varlık ağacını çıkaran!
Ey yarattığı her tür varlığa bir fıtrat veren!
Bizi fıtratını bozanlardan eyleme! Kendinden uzaklaşıp azanlardan eyleme!
Eşyanın fıtratını kör davrananlardan eyleme! Kendi fıtratına bigane kalanlardan eyleme!
Bizi fıtratına sadık olanlarda eyle!
Fıtratını kaybedenlerden değil, Fıtratını bulanlardan eyle!
Fâtır isminin tecellisine erenlerden eyle! ÂMÎN!!!
“ ve ahiru davana, en elhamdülilahi Rabbül Alemin.”
İddiamızın, davamızın tüm hasılatı ve son sözümüz Alemlerin Rabbine Hamd’dir.
Serdar Ali Mıhcı Nevşehir