17
İstanbul! Keşif, keşfetmek, yol, yolculuk, han ve hancı! İstanbul’da yaşayanlar, kendini İstanbullu hissedenler ve bu şehrin nimetleriyle ömürlerini genişletenler bilirler ki bu şehir keşfedilmeyi bekler. Bütün zor- luklarına, meşakkatlere rağmen onun binlerce yıla uzayan görke- mi insanı sarmakta, sihirli, evet sihirli enerjisi kalpleri şu veya bu şekilde hızlandırmaktadır. Bir akşamüstü Edinekapı’nın taş sokaklarında, Haliç’in altınlı su- larında ya da Üsküdar’da doğan güneş bize üç büyük imparator- luğun rahminin neden bu kadim şehir olduğunu sorar… Birbiriyle dost, birbiriyle küs şu kadar medeniyetin aynı sofra- ya nasıl olup da oturduğunu, nasıl olup da aynı tabağa kaşık sallayıp aynı sürahiden içtiğini anlatır bize yedi tepenin yedi- sinde birden okunan şiirler. Kimi yanık bir gazeldir, kimi kanto söyler, kimisi de nesli tükenmek- te olan İstanbul anneannelerinin lisanıyla ‘maacır’ şarkılar teren- nüm eder. Orada bir yerde bir Kur’an okunur, şuralarda bir Se- ferad düğünü olur, elinizi uzatsa- nız Ermeni ustanın akik yüzüğü aydınlatır yüzünüzü. Alışverişe çıktığınızda Kürtçe konuşur bir esnaf. Rum kızlarıyla iner sonba- harın akşamı Stamboliye… Kemanlar hep ama hep Roman çalar, darbukalar bir şehir güzellemesi- ni anlatır. İtalyanlar, İs- kandinavlar, Fransızlar, Almanlar, Ruslar akar bir taraftan, bir taraftan Hintlilere, Farisîlere, Araplara, Afganilere dokunursunuz yü- rürken. Anadolu gelir bağdaş kurar bir banka çöktüğünüzde, öyle bir selâm verir ki yüreğiniz sızlar… Böyle bir şehirdir bu! İstanbul bir hancıdır zannımızca. Ziya- retçilerini, seyyahlarını, ko- nuklarını sarar tombul kol- larıyla, yedirir, içirir, korur, kollar gücü yettiğince. Yüreğine basar âşıklarını… Hanlar o yüzden önemlidir bizim için. Hanlar o nedenle asla terk etmeyeceğimiz, dikkatimizi üzerlerinden çekmeyeceğimiz mekânlardır. MEDENİYET GEÇİTLERİ HAN VE PASAJ ŞENLİĞİ, “Cümle âlem birdir bize!” nida- sıyla yola çıkan, İstanbul mira- sına; hanlarına dikkat çekmeyi hedefleyen bir tarihsel sorum- luluk, hatırlatma ve medeniyet buluşması projesi, bir halk pro- jesidir! Han ve pasajların; farklı dü- şüncelerin şehre dağıldığı sinir düğümleri, yeni lisanla ‘network’leri ve hayatı besleyen birer kültür medyaları olduk- ları düşüncesinden yola çıkan proje, bugünün İstanbullularını kendi şehirleriyle tanıştırmayı, “İstanbul’un Üstünü Açmayı” amaçlamakta. Şenlik, geçen sene Eminönü- Mercan Büyük Yeni Han’da bir selâmlama ile başlamıştı. 2009’da Beyoğlu ve Kara- köy parkında… 2010 yılında Üsküdar’da, Galata’da, Eminönü ve Beyazıt’ta olmak istiyor. Ticaretin, kültürün merkeziydi hanlar. Resmi konuk evlerinin dışındaydılar, baştan ayağa si- vildiler. Uzaklardan başka diyarlardan geldiler, yüklerini indirdiler, bir araya oturdular. Birlikte yaşa- dılar, çokkültürlü bir atmos- fere katıldılar, ortak bir aklı, ortak bir kültürü söyleştiler. Kimi heybesindeki kitapları, kimi uzak diyarlardan derlediği hikâyeleri, kimi malını, kimi ilmini, kimi felsefesini koydu masaya. Kimi de gizli bilgilerin kadim sırrını paylaştı, dinini anlattı. Masa ortak bir masaydı, adına han dendi. Lâfın özü, 72 millet ortak bir neyi üfledi. İnsanlık mirası denen şey böyle böyle biriktirildi… Vefalı olmak, ilerilere yürürken geriye bakmak, tarihten dem almaktan söz edilecekse, evet, Narmanlı Han acil yardım bekliyor! Büyük Yeni Han çok yalnız! Büyük Valide imdat diyor! Kurşunlu’da Mimar Sinan kızgın, ortasına niye gecekondu diktik diye! Şu sese kulak verin lütfen! Han- lar, annesini huzur evine yatır- mış evlâtlarını çağırıyor: Arada sırada hatırlayın beni, bir şey istemem gelin elimi öpün bir, bir de ilginizi eksik etmeyin üstüm- den, o bana yeter… Yaşlılarına sahip çıkmayan bir kent yoksa nasıl çıkar feraha? Ki tüm gezegen biliyor, hepimiz biliyoruz; bu kentin adı sözlük- lerde medeniyetlerin, kültürle- rin başkenti diye geçmekte. Bir “Kültür Başkenti” , hatırlamanın ve şefkatin başkenti! Keşfetmeye gelince, keşfettiği- miz kendimizdir aslında… 16-18 EKİM 2009 1. Fasikül Cem Sancar Akbaba’ya saygılarımızla... Keşfetmek medeniyet geçitleri

gazete

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: gazete

İstanbul! Keşif, keşfetmek, yol, yolculuk, han ve hancı! İstanbul’da yaşayanlar, kendini İstanbullu hissedenler ve bu şehrin nimetleriyle ömürlerini genişletenler bilirler ki bu şehir keşfedilmeyi bekler. Bütün zor-luklarına, meşakkatlere rağmen onun binlerce yıla uzayan görke-mi insanı sarmakta, sihirli, evet sihirli enerjisi kalpleri şu veya bu şekilde hızlandırmaktadır. Bir akşamüstü Edinekapı’nın taş sokaklarında, Haliç’in altınlı su-larında ya da Üsküdar’da doğan güneş bize üç büyük imparator-luğun rahminin neden bu kadim şehir olduğunu sorar…Birbiriyle dost, birbiriyle küs şu kadar medeniyetin aynı sofra-ya nasıl olup da oturduğunu, nasıl olup da aynı tabağa kaşık sallayıp aynı sürahiden içtiğini anlatır bize yedi tepenin yedi-sinde birden okunan şiirler. Kimi yanık bir gazeldir, kimi kanto söyler, kimisi de nesli tükenmek-te olan İstanbul anneannelerinin lisanıyla ‘maacır’ şarkılar teren-nüm eder. Orada bir yerde bir Kur’an okunur, şuralarda bir Se-ferad düğünü olur, elinizi uzatsa-nız Ermeni ustanın akik yüzüğü aydınlatır yüzünüzü. Alışverişe çıktığınızda Kürtçe konuşur bir esnaf. Rum kızlarıyla iner sonba-harın akşamı Stamboliye… Kemanlar hep ama hep Roman

çalar, darbukalar bir şehir güzellemesi-ni anlatır.İtalyanlar, İs-

kandinavlar,

Fransızlar, Almanlar, Ruslar akar bir taraftan, bir taraftan Hintlilere, Farisîlere, Araplara, Afganilere dokunursunuz yü-rürken. Anadolu gelir bağdaş kurar bir banka çöktüğünüzde, öyle bir selâm verir ki yüreğiniz sızlar…Böyle bir şehirdir bu! İstanbul bir hancıdır zannımızca. Ziya-

retçilerini, seyyahlarını, ko-nuklarını sarar tombul kol-

larıyla, yedirir, içirir, korur, kollar gücü yettiğince. Yüreğine basar âşıklarını…

Hanlar o yüzden önemlidir

bizim için. Hanlar o nedenle asla terk etmeyeceğimiz, dikkatimizi üzerlerinden çekmeyeceğimiz mekânlardır. MEDENİYET GEÇİTLERİ HAN VE PASAJ ŞENLİĞİ, “Cümle âlem birdir bize!” nida-sıyla yola çıkan, İstanbul mira-sına; hanlarına dikkat çekmeyi hedefleyen bir tarihsel sorum-luluk, hatırlatma ve medeniyet buluşması projesi, bir halk pro-jesidir! Han ve pasajların; farklı dü-şüncelerin şehre dağıldığı sinir düğümleri, yeni lisanla

‘network’leri ve hayatı besleyen birer kültür medyaları olduk-ları düşüncesinden yola çıkan proje, bugünün İstanbullularını kendi şehirleriyle tanıştırmayı, “İstanbul’un Üstünü Açmayı” amaçlamakta. Şenlik, geçen sene Eminönü-Mercan Büyük Yeni Han’da bir selâmlama ile başlamıştı. 2009’da Beyoğlu ve Kara-köy parkında… 2010 yılında Üsküdar’da, Galata’da, Eminönü ve Beyazıt’ta olmak istiyor. Ticaretin, kültürün merkeziydi hanlar. Resmi konuk evlerinin

dışındaydılar, baştan ayağa si-vildiler. Uzaklardan başka diyarlardan geldiler, yüklerini indirdiler, bir araya oturdular. Birlikte yaşa-dılar, çokkültürlü bir atmos-fere katıldılar, ortak bir aklı, ortak bir kültürü söyleştiler. Kimi heybesindeki kitapları, kimi uzak diyarlardan derlediği hikâyeleri, kimi malını, kimi ilmini, kimi felsefesini koydu masaya. Kimi de gizli bilgilerin kadim sırrını paylaştı, dinini anlattı. Masa ortak bir masaydı, adına han dendi. Lâfın özü, 72 millet ortak bir neyi üfledi. İnsanlık mirası denen şey böyle böyle biriktirildi… Vefalı olmak, ilerilere yürürken geriye bakmak, tarihten dem almaktan söz edilecekse, evet, Narmanlı Han acil yardım bekliyor! Büyük Yeni Han çok yalnız! Büyük Valide imdat diyor! Kurşunlu’da Mimar Sinan kızgın, ortasına niye gecekondu diktik diye!Şu sese kulak verin lütfen! Han-lar, annesini huzur evine yatır-mış evlâtlarını çağırıyor: Arada sırada hatırlayın beni, bir şey istemem gelin elimi öpün bir, bir de ilginizi eksik etmeyin üstüm-den, o bana yeter… Yaşlılarına sahip çıkmayan bir kent yoksa nasıl çıkar feraha? Ki tüm gezegen biliyor, hepimiz biliyoruz; bu kentin adı sözlük-lerde medeniyetlerin, kültürle-rin başkenti diye geçmekte. Bir “Kültür Başkenti”, hatırlamanın ve şefkatin başkenti!Keşfetmeye gelince, keşfettiği-miz kendimizdir aslında…

16-18 EKİM 2009 1. Fasikül

Cem Sancar

Akbaba’ya saygılarımızla...

Keşfetmek

medeniyet geçitleri

Page 2: gazete

2 Fikir Sahibimedeniyet geçitleri Fikir Sahibi 3medeniyet geçitleri

1168 yılında, Tudelalı Haham Bünyamin, ziyaret ettiği bir kenti şu sözlerle anlatıyordu:“Babil ve Senaar (Sudan)’dan, İran ve Medea’dan, bütün Mısır krallıklarından, Kenan ilinden, Rus krallığından, Macaristan’dan, Peçeneklerin ülkesinden, Hazar’dan, Lombardiya’dan ve İspanya’dan birçok tüccar gelir.” Daha sonra da ilâve ediyordu: “Bağdat’tan başka dünyada böyle bir kent yoktur!”Tudelalı Bünyamin’in sözünü ettiği bu kent, Doğu’nun (Mor-genland) ve Batı’nın (Abend-land), Karadeniz ve Akdeniz’in kesişme ve birleşme noktası olan İstanbul’du. Kıtaları ve denizleri birleştiren bu coğrafya, insanları, dilleri, dinleri ve kültürleri de birleştiriyordu. İmparatorluğun başkenti olmasıyla ile daha da gelişip canlanan İstanbul, 16. yy ve 19. yy arasında dünyanın en kalabalık şehri haline gelmişti.

Bağdat’tan başka dünyada böyle bir kent yoktur!Bu şehir aynı zamanda ihtiyaç maddelerini emip tüketen dev bir vakum merkezidir. İmpara-torluk dâhilinden ve haricinden kervanlar ve gemiler İstanbul’a düzenli olarak mal ve gıda mad-desi taşımaktadır. Gelen mallar Tarihi Yarımada’da Eminönü meydanına yığılmakta, buradan da hanlara ve depolara nakledil-mektedir.17. yy’da Eremya Çelebi Eminö-nü Meydanı’nın görünümünü şöyle aktarmaktadır: “Uzak diyarlarda dolaşan tacirler, mü-cevherat ve kıymetli kumaşlar, demir, kurşun, kalay, boya, deri, pamuk ve kenevir getirirler. Meydan iri bal fıçıları ve Do-navis ile Karadeniz’den ve Hun memleketinden(Kırım) getirilen yağ fıçıları ile doludur.” Karadeniz kıyısı ülkelerinden gelen buğday ise Unkapanı’ndaki depolara taşınmaktadır. Şehir-deki ekonomik faaliyetlere ba-

Han, Hovagimyan Han, İbra-him Rıfat Han, Kavafyan Han, Kevork Bey Han, Nomico Han, Ömer Abed Han, Singer Han, Tahtaburunyan Han ve Yanniso-poulo Han bunlara örnek olarak gösterilebilir.

Nakkaşyan, Hammer & Hirzel ve GabayEkonominin kalbinin attığı bu hanlar, aynı zamanda farklı kül-türlerin birlikte olduğu, karışıp kaynaştığı dev birer potadır. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar farklı kültürlerin birlik-teliğine ve yan yana yaşantısına örnek gösterilebilecek başka tica-ri mekanlar mevcut değildir. Müslüman, Ermeni, Musevi, Rum, Levanten ve diğer kültür-lerden oluşan insanların birlikte yaşamı yüzlerce yıl İstanbul Hanları’nda devam etmiştir. Bunu daha net görebilmek için, geçmiş zamana, örneğin 1909 yılına bir yolculuk yaparsak;Büyük Yeni Han’da, tüccar Hu-lusizade Hüsnü Bey’i, sarraf Nakkaşyan´ı, tüccar Hammer & Hirzel’i ve komisyoncu R. Gabay’ı, Balkapanı Han’da, tüccar Tü-tüncüzade Hafız Mehmed’i, terzi Yorgi Papazoğlu’nu, derici Canbezdi Biraderler’i ve tüccar Commandareff ’i, Camondo Han’da, Komisyoncu Ağazade Süleyman’ı, tüccar Sabuncuyan Biraderler’i, komis-yoncu Habib Lazari Efendi’yi ve komisyoncu M. Adler’i, Celal Bey Han’da, piyano ta-mircisi F. Fasulyeciyan’ı, tüccar Taşçızade Hakkı Bey’i, komis-yoncu Abro Schadan’ı ve tüccar Chrissos’u, Alyanak Han’da, mimar S. Hamamcıyan’ı, avukat Trab-zonlu Sokrat´ı, manifaturacı İbrahim Ağazade Biraderler’i ve komisyoncu C. A. Sylvestre’yi, Zindan Han’da, yağcı J. Semah’ı, peynirci Vasilu’yu, zahireci J. Seferoğlu’nu ve tüccar Hasretza-de Şükrü’yü birlikte görürüz.

Mazi kalbimde yaradır!Günümüzde ise değişen sosyal, ekonomik ve teknolojik şartlar, hanların öneminin azalmasına ve fonksiyon değişikliklerine yol açmıştır. Bunun yanında bazı hanlar metruklaşırken, bazıları da tamamen ortadan kaybolmuş-tur. Ortadan kalkan hanlara en çarpıcı örnek Asmaaltı ve Balık-pazarı bölgesidir. Cambaz Han, Kambur Han, Yaldız Han, Lazari Papazoğlu Han, Volto Han, Buğdaycı Han, Essayan Han, Osman Efendi Han, Aslan Han, Nevşehir Han, Nafıa Han, Maksudiye Han, Ce-beli Attar Han ve Valide Sultan Han muhtelif istimlâ klarla yok olan hanlardan bazılarıdır. Ben-zer nedenlerden, Havyar Han, Mehmed Ali Paşa Han, Komis-yon Han, Kevork Bey Han, ve Noradungyan Han Galata’da yok olan diğer hanlardan bazı-larıdır.Her şeye rağmen, mevcut yüz-lerce han, İstanbul’un yeterince keşfedilememiş en büyük kültür hazinelerinden biri olarak gö-rülebilir ve bu hanlara gereken ilginin gösterilmesi için hâlâ çok geç değildir.

Han mektupları...Uzun yıllar süren ve hâlâ sür-mekte olan bir çaba sonucu Emi-nönü ve Galata Hanları’ndaki tüccarların yurtdışına gönderdik-leri ticari mektuplardan oluşan, iki bini orijinal, on bini fotokopi, toplam on iki bin adetlik “Han Mektupları” koleksiyonu oluştur-dum. Bunlardan bir kısmını, za-man zaman sergilenmek amacıy-la kısa süreler için Almanya’dan İstanbul’a getirerek bu güzel şehre, terk edilen hanlarına ve bugün hiçbirisi yaşamayan İstan-bul tacirlerine, sıradan bir birey olarak, vefa borcumu ödemeye çalışıyorum. Bu sayfada görülen, İstanbul tacirlerine ait mektup-lardan alınan adres parçaları, bu koleksiyondan sadece birkaç örnektir.

kıldığında, birçok malın getirilip depolandığı, dağıtımının yapıldığı ve materyallerin işlenerek yeni ürünlerin üretildiği mekânlar olan hanların, ticaretin çok önemli odak noktaları olduğu hemen fark edilir.Klâsik Osmanlı hanlarının büyük avlularının etrafındaki giriş katındaki odalar genellikle depo ve dükkân olarak kullanı-lırdı. İkinci ve üçüncü katlarsa ikamete ya da tüccar ve komis-yoncuların bürolarına ayrılırdı. Bazı hanlar ağırlıklı olarak belirli esnaf grubuna, belirli bir ürünün üretimine ya da dağıtımına hiz-met veriyordu.

Kimler geldi, kimler geçti...Evliya Çelebi’ye göre, Hoca Hanı İranlı tüccarlara, Katır Hanı Mısırlılar’a, Kebeciler Hanı Bos-nalı ve Belgradlı tüccarlara, Mer-divenli veya Engürü Hanı yün tüccarlarına tahsis edilmişti.Nitekim aşağıdaki han isimleri, bir zamanlar bu mekanlarda icra edilen meslekler hakkında bize ipuçları vermektedir:Arpacı Han, Astarcı Han, Ço-rapçı Han, Çuhacı Han, Fincancı Han, İğneci Han, Kaşıkçı Han, Kuşakçı Han, Kürkçü Han, Leblebici Han, Perdahçılar Han, Sabuncu Han, Sofçu Han, Yağcı Han, Yelkenciler Han.19. yy ve 20. yy başında yapılan ticaret hanlarında ise mülkiyet sahiplerinin, ya da o handaki önemli kişilerin isimleri ön plâna çıkmıştı: Altıparmak Han, Ana-niadi Han, Barnatan Han, Bot-ton Han, Camondo Han, Emin Bey Han, Gülbenkyan Han, Hacı Bekir Han, Hacopoulo Han, Kendros Han, Mertzanoff Han, Osman Efendi Han, Ralli Han, Topalyan Han, Whittall Han.Aynı şekilde Haliç’in diğer tara-fında, Galata’da ise; Arvanitidi Han, Çeçeyan Han, Couteaux Han, Enomatarchi Han, Glavany Han, Griffin Han, Gül Camondo

M. Sadettin FİDAN*

Babil-İstanbul, hanlar ve tacirler Bugün birçoğu Tarihi Yarımada haritasından silinmiş yüzlerce han, her şeye rağmen İstanbul’un yeterince keşfedilememiş en büyük kültür hazinelerinden biri olarak görülebilir ve bu hanlara gereken ilginin gösterilmesi için hâlâ çok geç değildir...

*Continental AG., Technology CenterHannover, [email protected]

Dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar farklı

kültürlerin birlikteliğine ve yan yana

yaşantısına örnek gösterilebilecek

başka ticari mekanlar mevcut

değildir.

Page 3: gazete

4 medeniyet geçitleri 5medeniyet geçitleriOutside PerspectiveOutside Perspective

Thomas ROUECHE*

*Historian, Cornucopia Magazine Turkey Correspondent

I walked through the passages of civilisations!Touring the hans at the heart of the project I was astonished by the view of Beyoğlu, the Bosporus Bridge and the Asian side of the city that opened up from the roof of the Büyük Valide Han. Most striking is the juxtaposition of the Galata Tower with the high rise buildings of Maslak and Levent that shadow it, providing a backdrop of economic modernity to the beacon of Istanbul’s medieval trading past. For this juxtaposition offers us a view into the continuity of Istanbul’s role in uniting civilizations and peoples.

and of a pleasingly impressive scale with a two-tiered arcade and a central Mos-que. This mosque has been for centuries the centre of the Persian community in Istanbul, and the han has thusly been the backdrop to the rituals of the Shiite muslims in the city. The Büyük Valide Han thus provides us with an ideal example of the multicultural nature of these institutions, brining together tradesmen from across the world and providing a locus for the nationals of a specific community. Today many of the rooms and corridors stand empty yet the long corridors, dark and foreboding will reveal the odd workbench, staffed by old Turkish men sewing hats under the stark light of exposed light bulbs. From the roof the view takes in all of Istanbul, old and new, high and low. From Topkapı and the skyscrapers of Levent one looks down to the modern successors of the hans: the warehouses of Eminönü.

Nowhere else in Istanbul are the contrasts more striking, or more beautiful.The final han that Cem took me to is the Kurşunlu Han in Galata, only metres from the Karakoy shore of the Golden Horn. Here, in the heart of foreign Istanbul, Sinan designed a han for the Grand Vizier Rustem Paşa. Far smaller and more intimate than the others, this was also completed in 1550, making it much older. It is hard not to be impressed by the unique beauty of the space and dimensions. The upper storey is framed by an exceptionally charming set of arches, and the red brick of the walls contrasts strikingly with the luscious green of vines weighed down by ripening grapes. Notably this han is far fuller and more busy than the other two, whilst the Büyük Yeni and Valide proffer a calm, quiet peaceful-ness, Sinan’s small crowded space gives the impression of furious activity and studious industry. Vast piles of springs, nails and assorted metal objects crowd the corridor, and from every room co-mes showers of sparks and the sound of welding, drilling, hammering. By the entrance stands a Roman Corinthian capital; up-ended it now supports a water pump. Whilst less grand than the other two the masterful architecture of Sinan speaks for itself. Historically the Galata area was, of course, reserved for westerners, mostly Italians from Genoa and Venice who settled as tradesmen in the area. The Arap Camii, formerly a western Christian church stands tes-tament to this community, as does the famous Galata Tower. Thus again we see a han deep in the heart of a non-

native community, yet constructed by a Turkish Ottoman Vizier and architect. Such a space clearly offers us an example of cross-cultural interaction and conf-rontation within the economic sphere. These three hans, all in their different ways display a fascinating vision into the history of the city of Istanbul, at its deepest end. It is this geographical location that has made the city the meeting point and hub for trade and travellers across the world. Whilst the ambitious Venetians and Genoese who set up communities in Galata, or the Persians who created the centre of their community at the Buyuk Valide Han, whilst bringing go-ods from across the spice route, seem far away, the modern position of Istanbul continues to hold the same and mas-sively influential position, from cont-rolling Bosporous traffic, to culturally serving as the gateway to the Middle East. Yet it is precisely because of this history and geography that Istanbul transcends the present and becomes an eternal city of passing, meeting, crossing civilisations.

gypsy and Turkish music was performed the shop owners made their own music with their work. Extravagant Ottoman food was served and the history of the building evoked through the mediums of performance and music. Cem and Esma helped us to reach what so often feels tantalisingly intangible in modern Istanbul: the rich depths of the history of buildings of places. Gazing out on the floodlit building, one couldn’t help but think of the sheer numbers of people to have passed through the corridors and arcades of these hans. Yet the team behind Mediniyet Geçitleri seek to blend past with future and present with past. Istanbul is truly one of the few cities in which this is possible. Furthermore their choice of highlighting the hans of the historical area of Istanbul brings attention to these vast yet forgotten monuments – forcing us to leave the complacency of the Beyoğlu art galleries to experience the true historical reso-nances of the city. The Mediniyet Geçitleri project centres, this year, on three Hans. Those chosen are vitally important in the history of the city and monuments of stunning be-auty, often forgotten by the public and away from the usual tourist routes. The first of the hans is the Büyük Yeni Han (the big new han), so called for its size, and its relative youth – it was built in 1764 and was the second largest han in the city at the time of its construction. Boasting a long narrow courtyard, the han has three stories of contrasting brick and plasterwork which gives a feeling of immense height. The courtyard itself has been divided in two by the later addition of a bridging wall, but whilst this spoils the original effect of the co-urtyard, it creates a maze-like effect on the upper stories where warrens of dark rooms filled with tools and sparks and metal open off the corridors. The han was built by Sultan Mustapha III and is a fine example of Ottoman Baroque. Walking through the markets of Emi-nönü, the sheer size of the han can come as a shock transporting one back to another age, away from the hectic rush of the city in to the quiet industry of the long shady courtyard.Down the road from the Büyük Yeni Han one comes to the jewel in the crown of Ottoman hans – the Büyük Valide Han. This was the biggest han in the city, boasting 350 storerooms, and stables for 1000 horses. It was built by Valide Köşem in 1641 on the site of an old palace. The location is historically fascinating – in the palace that preceded the han was one of the empire’s first printing presses, established by Arme-nians in 1567. The architecture is grand

The mix of people, rich and poor, foreign and native is one that can only ever be achieved in a city of this size and of this importance.

The geographical location of Istanbul as a city, straddling two continents and the

Bosporus, whilst something of a cliché, cannot be forgotten.

The roof of the Büyük Valide Han

Mercato de Constantinople

There are few more fitting metap-hors for Istanbul than the hans, kervan-sarays and passages that have for cen-turies underpinned the economy of the city. Whilst much is made of Istanbul as the meeting place of cultures, the fusion of east and west, it is in these ancient shopping centres that this is most vis-cerally experienced. Thus the project envisioned by my friends Cem Sancar and Esma Urkmez offers one a trip into the very core of the ancient multicultu-ralism of Istanbul that makes it such a rich and historically fascinating city.

Economic Power of IstanbulAs every good school child knows, Is-tanbul bridges East and West – a role it has fulfilled since it became the capital of the Roman Empire in 330. It is im-portant to bear in mind the economic underpinnings of city that straddled two continents. It was during the era of the Byzantine Empire that the Silk Route through Central Asia from Chi-na reached its zenith, binding together the diverse peoples all across Asia, and bringing tradesmen from far and wide to the great capital of Constantinople. Such economic forces brought together an enormous range of peoples, pulling them towards the great bazaars and markets, and forcing an economic in-teraction across empires, continents and languages. Such a legacy was keenly taken up by the Ottoman Empire. One of the first actions of Sultan Mehmet II, following his conquest of the great city, was to create a marketplace which wo-uld soon develop into the Grand Bazaar or Kapalı Çarşı that we see today. In so doing he was following an older tradi-tion of endowing trading places, Agorae or Fora; yet the Grand Bazaar has had a longevity that is particularly note-worthy – indeed it continues to attest to Istanbul’s economic prowess as it has for half a millennium.

For the tourist the bustling and vibrant Kapalı Çarşı provides all they need to see of the city’s historical economic cent-res. Few make the journey down the hill towards the Golden Horn and the market district of Eminönü and up the other side through the Perşembe Pazarı and the ancient markets, kervansarays and hans of the early modern city. Here it is that tradesmen practice their wares amongst the shades of their ancestors – sharing the same trades, the same hans, the same workbenches. Today the functional metal products produced in the Perşembe Pazarı contrast strikingly with the red brick surroundings of old Galata, the Arap Camii and view across to the dreaming spires of old Stamboul. To put the cliché of east meeting west to one side, here we have past meeting future, old meeting new.

The True Repercussions of What It Meant to Live in the Ottoman Capital...For me, an English student of History and Turkish, the Hans offer a view into the Turkish, Ottoman, and near eas-tern past that is unrivalled in the other monuments that make up the ‘Queen of Cities’. The mosques and byzantine churches offer us the history of religious development; the palaces meanwhile give us the stories of those at the top of

Turkish society. Yet it is in the hans that we see the interactions of the everyday, the meeting of simple tradesmen from vastly different backgrounds. It is thro-ugh them that we can pick up an imp-ression of ancient Istanbul, and looking at the unchanged arts that linger in the dark corridors of these crumbling mo-numents to commerce that we can un-derstand the true repercussions of what it meant to live in the Ottoman capital. We must remember that these hans typically served as inns, as well as offices and workplaces. On the lower floors horses would be kept in stables, whilst above rooms would serve to shelter tradesmen on their journeys, and give them a base from which to sell those goods they had brought. In a world before hotels, or short term flat rentals it was here that the visitors to Istanbul would have stayed. And it is from these inns that they would explore the city, where they would meet its inhabitants and find business and custom. Whilst today the hans are emptying, no longer offering places to stay, the corridors rooms and halls are full of the history of countless visitors to the city.The event last year presented these ideas in the form of a cultural project that brought together musicians, dan-cers, and performers in the courtyard of the Büyük Yeni Han. Whilst traditional

Page 4: gazete

6 medeniyet geçitleri Fikir Sahibi

Thomas ROUECHE*

*Tarihçi, Cornucopia Dergisi Türkiye muhabiri.

Medeniyet geçitlerinden geçtim! Projenin merkezini oluşturan bu hanları gezerken karşılaştığım, Büyük Valide Han’ın çatısından görünen Anadolu yakası, Beyoğlu ve Boğaz Köprüsü manzarası karşısında âdeta büyülendim. En çarpıcı olanı ise Galata Kulesi ile onu gölgeleyen Maslak ve Levent’in gökdelenlerinin oluşturduğu tezat; İstanbul’un orta çağlı ticarî geçmişine karşı modern ekonominin resmi idi. Bu manzara bize İstanbul’un medeniyetler ve toplumlar arası birleştirici özelliğinin halen devam ettiğini gösteriyor...

Yüzyıllardan beri şehrin ekonomi-sini destekleyen hanlar, kervansaraylar ve pasajlar kadar İstanbul’a yakışan daha iyi bir metafor yok gibidir. “Kültürlerin buluşma mekânı”, “Doğu ile Batı’nın karşılaştığı yer” gibi, İstanbul hakkında pek çok şey söylenegelmişken, bu söz-lerin en iyi gözlemlendiği yerler tarihi alışveriş mekânlarıdır. Bu sebeple, arka-daşlarım Cem Sancar ve Esma Ürkmez bizi şehrin tarihi zenginliğini bu derece büyüleyici kılan, İstanbul’daki çokkül-türlülüğün merkezine bir yolculuğa davet ediyorlar.

İstanbul’un ekonomik gücüHer okula giden çocuğun bildiği gibi 330 yılında Roma İmparatorluğu’nun baş-kenti olduğundan beri, İstanbul Doğu ile Batı arasında köprü kurmuştur. İki kıtayı dengede tutan aynı zamanda bu kentin ekonomik katkısıdır. Bizans İm-paratorluğu döneminde Orta Asya’dan Çin’e uzanan İpek Yolu, Asya toplu-luklarını birbirine yakınlaştırarak ve en uzak noktalardan pek çok tüccarı büyük başkent İstanbul’a getirmesiyle zirve noktasına ulaşmıştır. Böyle bir ticarî itici güç, inanılmaz çeşitlilikte bir topluluk meydana getirmiş, bu insanları impara-torluklar, kıtalar ve diller arası bir ticarî etkileşim içerisine sokmuştur. Osmanlı İmparatorluğu ise böylesi bir mirasa hevesle sahip çıktı. İkinci Mehmed’in bu büyük şehri fethetmesinin ardından yaptığı ilk icraatlarından birisi, daha sonra bugünkü Kapalı Çarşı halini ala-cak bir pazar yeri kurmak oldu. Bu tür bir girişimde bulunarak Agora ya da Fora olarak bilinen ticaret mekânlarını vakfetmek gibi eski bir geleneği de sür-dürmüş oluyordu, ancak Kapalı Çarşı özellikle kalıcı olması; İstanbul’un eko-nomik gücünü yaklaşık 500 yıldır ayakta tutmasıyla dikkate değer.Turistler için Kapalı Çarşı şehrin ticarî merkezlerine dair görmek istedikleri her şeyi kıpır kıpır ve hareketli haliyle onlara sunuyor. Ancak turistlerden yalnızca birkaçı Haliç’e doğru inen tepe-den yoluna devam ediyor ve Eminönü

pazar alanına ve oradan karşı taraftaki Perşembe Pazarı’na geçip tarihi alışveriş mekânlarını, kervansarayları ve eski şehrin hanlarını geziyor. Bu mekânlarda han ustaları atalarının gölgesi altında iş-lerine devam ediyorlar, onlarla hâlâ aynı sanatı, aynı mekânı, aynı iş tezgâhını paylaşarak... Bugün Perşembe Pazarı’nda üretilen madeni eşyalar eski Galata’nın tarihi tuğla yapısına, Arap Camii ve Eski İstanbul’un kilise kulelerinin oluşturdu-ğu manzaraya tam bir tezat oluşturuyor. Doğu ile Batı’nın birleştiği mekân klişe-sini bir kenara bırakırsak, biz burada asıl geçmişle geleceğin, yeni ile eskinin bu-luşmasına tanıklık ediyoruz diyebiliriz.

Osmanlı Başkentinin gerçek duygusu hanlarda... Taze gazeteci ama esas olarak bir tarih ve Türkçe öğrencisi olan bana, bu hanlar “Kentlerin Kraliçe”sini meydana getiren pek çok diğer tarihi yapıdan alamadığım bir bakış açısı sunuyorlar. Türk, Osmanlı ve Yakın Doğu tarihine yeni bir gözle bakmamı sağlıyorlar. Camiler ve Bizans kiliseleri bize dini gelişimin tarihini anlatırken, saraylar Türk toplumunu yönetenlerin hikâyelerini sunuyor. Han-lar ise, farklı kültür ve dinlerden gelen tüccarların buluştuğu, sıradan insan-ların günlük yaşamlarında uğradıkları mekânlar. Bu hanlar sayesinde eski İstanbul’daki hayat hakkında fikir sahibi oluyor ve bu eski yapıların karanlık kori-dorları sayesinde Osmanlı başkentinde yaşamanın ne demek olduğuna dair ger-çek duyguyu öğreniyoruz. Hanların ofis ve işyeri olarak kullanılmış olmasının dı-şında, buraların aynı zamanda birer otel olduğunu da unutmamalıyız. Medeniyet Geçitleri etkinliği, ilk olarak geçtiğimiz yıl Büyük Valide Han’ın avlusunda mü-

zisyen, dansçı ver kimi performans sa-natçılarının katılımıyla bir kültürel proje olarak gerçekleştirildi. Geleneksel Ro-men ve Türk müziği sahnelenirken, han ustaları da tezgâhlarında kendi müzikle-rini yapıyorlardı. Osmanlı mutfağından zengin yemekler sunulmuş, müzik ve sanat aracılığıyla binanın tarihi atmosfe-ri yeniden canlandırılmıştı. Medeniyet Geçitleri, bizim modern İstanbul’da bir türlü tam olarak tecrübe edilemeyeni, tarihi binaların derinliklerinde yatan zenginliği anlamamıza yardımcı oldular. Medeniyet Geçitleri, benim gibi kökten bir İngiliz’e göre yalnızca geçmişi yaşat-mayı hedeflemiyor, kendisine geçmişle

gelecek ve günümüzü kavuşturmayı mesele ediniyor. Bizleri Beyoğlu Sanat Galerilerinin rehavetinden çekip çıkardı ve şehrin tarihinin gerçek titreşimlerini tecrübe etmemizi sağladı.

İstanbul’da başka hiçbir yerde böylesine bir tezat ve hatta güzellik belki de bulunamaz. Bu coğrafî konum sayesinde bu şehir dünyada seyyahların ve tüccarların buluşma noktası, âdeta merkezi olmuş-tur. Galata’da kendi topluluklarını kuran Cenovalı ve Venedikliler, Büyük Valide Han’ı merkezleri haline getiren İranlılar, Baharat Yolu’ndan getirilen tüm mallar şimdi çok uzaklarda görünse de, modern İstanbul, Boğaz trafiğini kontrol ederek ve Orta Doğu’ya açılan kültürel kapı ola-rak yine aynı muazzam tesirini sürdürü-yor. Bu tarih ve coğrafî konum sayesinde İstanbul bugünü yarına aktarabiliyor ve medeniyetlerin karşılaştığı, buluştuğu ebedi bir geçit olmaya devam ediyor.

Çeviri kısaltılarak alınmıştır.

Bir Tarih ve Türkçe öğrencisi olan bana, bu hanlar “Kentlerin Kraliçe”sini meydana getiren pek çok diğer tarihi yapıdan alamadığım bir bakış açısı sunuyorlar. Türk, Osmanlı ve Yakın Doğu tarihine bu yeni gözle bakmamı sağlıyorlar.

Bülent EREURMASAĞIR HAN

“Tarihi güzellik kaybolurken o

güzel insanlar da kayboldu!”

Burası çok güzelmiş gerçekten, eskiden kim bilir nasıldı? Burası kiliseydi şimdi oldu iş yeri! Bizim milletimiz tarihinin kıymetini bilmiyor. Dediğin zamanda bir milyon, Ermeni’si, Yahudi’si, Rum’u iç içe bir nüfus vardı. Kim-se birbirini kırmazdı. Aynı tarihi eserlerin kayboluşu gibi o insanlar da kayboldu. Bura-lar bakımsızlaştı, kimisi emekli oldu kimisi Kıbrıs’a gitti, kimisi ülkeyi terk etti, kimi memleketine gitti. Bizim gibi eski İstanbul-lular kalmadı...

Siz nerelisiniz? Ben hakikî İstanbulluyum. Çocukluğum burada, Çukur Han’da geçti. Çıraklığım da

bu handa döküm atölyesinde geçti. Yaş 53 oldu şapkacılığa geçtim, daha hafif bir iş olduğu için. Ben çocukken turistler gelirdi bakarlardı imrenirlerdi buralara, çok daha güzeldi. Meselâ Tekfur Sarayı vardır, oraya girin yer altı geçidinden yürüyün. O kadar ilginç mağaralar var, çocukluğumuzda biz hep oralarda gezer yürürdük! Biz o mağarala-rı merak ederdik, aramızda konuşurduk. İşte Malkoçoğlu Cüneyt Arkın nereleri gezmiş işte nerede yaşarmış sultanlar, bunları merak ederdik! Balat’taki kiliselere bakın, o kadar büyük ha-zine. Bugün Maraş Kilisesi var, Kırmızı Kilise var, Yahudiler’in yerleri var, Ermeniler’in var, Süryaniler’in var. Gidin Balat’a yüz elli tane

kilise sayarsınız ama o kiliselerin güzelliği nedir nedendir biliyor musun? Bakımdır, güzel kızım. Bizim buralar gibi değiller! Ama o zamanlar baktığımız zaman diyordum ki hanlar için: “Güzelim Allah’ım ben cennete mi geldim! Cennette mi yaşıyorum?” Şimdi o cennet kalmadı. 80’den sonra hele çok bozul-du şehir, İstanbul elden gidiyor.

Bundan sonra neler olur peki buralarda?Vallahi geleceği devletin eline kalmıştır bu-raların. Eğer bu devlet yıkım yapar buraları kaldırır düzenlerse güzel bir İstanbul olur bence. Dükkânım da olsa yıksınlar kızım! Çünkü han üstünde dükkânım da dükkânım dersen tarihimiz yok olur. Oluyor...

HANLARIN HAKİKÎ SAHİPLERİ; HAN SAKİNLERİ KONUŞUYOR!

İstanbul’da ticaretin kalbinin attığı mekânlardı hanlar. Modernleşmenin yıprattığı çarpık yapılanmayla ne geçmişe, ne günümüze ait, arada kalmış, kitlelerin anlayamadığı bir kültür mirası haline geldiler. Ticarî ve sosyo-kültürel kimliğin han ustaları aracılığıyla aktarıldığı eşsiz tarihi miras bugün son demlerini yaşıyor. Nesillerden nesillere geçen sanatın ve zanaatın; Büyük Valide Han, Sağır Han, Kurşunlu Han ve Büyük Yeni Han’daki yaşayan ustalarına, hanların gerçek sahiplerine; “Ne olacak bu hanların hali usta?” diye sorduk...

Ne olacak bu hanların haliUSTA?

EREN

AYT

Page 5: gazete

8 medeniyet geçitleri 9medeniyet geçitleriNaklen TarihNaklen Tarih

Mehmet KITAYİsmail SABEGHİ

Mescid İmamlarıBÜYÜK VALİDE HAN

“Tarih kelimesine bir bakmak lâzım!

Tarih “vrh” kökünden gelir.

O da devenin çölde giderken

dönüp arkasına bir bakmasıdır.

Tarih bu kökten türetilmiş. Geriye

bir dön bak demiş. Geçmişe bir baksak

şimdiyi daha iyi anlarız.”

Bu caminin buradaki geçmişi nedir, neler yapılı-yordu?Bu mescid Osmanlı za-manında vardı. Kösem Sultan’ın zamanından beri var. O zaman ahşaptan yapılmış küçük bir mes-citmiş. Zamanında burası kervansaraymış, hanmış. Şehir dışından gelenler burada konaklarlarmış. İran Türklerinden, Azeri-ler küçük odalar almışlar ya da kirayla oturmuşlar. Hiç Türkçe bilmeyenler değil gelenler. İşte Kösem Sultan’ın annesi rahmetli diyor ki madem burada böyle bir grup var size bu mescidi bırakalım kendi ibadetlerinizi yapın. O şe-kilde İran mescidi olmuş.

Sonra...Daha sonra tabi mescid tahtadan, ateş tutmuş yanmış, soba koyuyorlar-dı, artık nasıl olduysa... Sonra bu kişi (Fotoğraf gösteriyor) geçmişte Doğu Bank’ın sahibi, Hacı Meh-met Naki Şefizade, sonra-dan orası da battı ne oldu bilmiyorum ama o zaman çok zenginler tabi. Şefiza-de, camiyi bu şekliyle, hal-kın da yardımıyla yeniden yaptırmış. Aslında burası sadece İranlıların geldiği bir cami değil, çoğu Türk vatandaşı gelenlerin.

Daha çok Türk Caferileri geliyor herhalde...Evet, buradaki Caferi ce-maati geliyor. Azınlıkla da Sünniler gelir. Cemaatin dışında namazını kaçıran vakti olmayan, geçerken uğrayan birçok kişi de na-maz kılar. Cami, Allah’ın Camisi, ayrımı olmaz ki!

Caferî ne demek? Şia’dan farkı ne?Caferî meselâ Hanefî diyorlar, İmam Hanefî’nin gittiği yolu takip eden-lere deniyor. Şiilik de İslam’daki fırkalardandır. Onun da birçok kolu var, Şiîlik adına Dürzîler var, Mutezileler var, Gulat fırkaları var, Alevi var Bektaşî var. Caferilik ismi bizim 12 imamımızdan

birisinin ismi. Bizde içti-hat yoktur. Peygamberin getirdiği kuralın aynısı uy-gulanır. Pazar günü hariç her gün açıktır burası.

Osmanlı döneminde bura-da ilk matbaa kurulmuş, ilk matbu Kuran-ı Kerim burada basılmış, böyle bir bilgi var...Böyle bir malûmatım yoktur.

Peki, aileler ne zaman taşındılar?Buralar işyeri olunca, tica-ret merkezi olunca yavaş yavaş aile için uygun ol-mamaya başlayınca taşın-dılar. Bazıları Avrupa’ya gittiler, bazıları İran’a geri döndüler. Bazı kişiler de İstanbul’un çeşitli yerleri-ne dağıldılar. Tabi bunlar İstanbul’un eski insanları. Şimdi annesi babası İs-tanbul doğumlu çoğunun! İranlıdır ama bir defa İran’a gitmemiştir. Pasa-portları da İran’dır ama!

Meslek olarak ne yapıyor-lardı?Ticaret yapıyorlardı. Alım satım, giyim, gıda madde-si. Hatta büyük çikolata markalarından birisinin sahibi burada oturmuş.

O zaman burada üretim yok. Sadece evleri. Mesela eserleri var, çeşme yap-mışlar bir yere, başka bir yeri düzenlemişler, hatta çeşmenin kendisi yok olup gitmişti. Ama kitabesi vardı, uzun zaman bura-larda durdu. Bir de baktık ki çalmış götürmüşler.

Siz ne zamandır burada-sınız?Ben Tebriz’de okudum. Kum o zaman farstı. Gittiğimizde Farsça bilmiyorduk, Tebriz’de Azeri Türkleri çok var. Tebriz’den sonra da çoğu Azeri Türküdür.

(İmam Sabeghi söze gi-riyor)Burada İranlıların der-nekleri var. Öğrencilerin, doktorların, tüccarların derneği var.

Bu mescidin de derneği var herhalde... Bu dernek daha çok ta-rihle ilgili. İranlıların İpek Yolundan buralara gel-meleri, oturmaları, kendi kültürlerini yaşamaları, yemeleri, içmeleri var.

Burası toplantı yeri olarak da kullanılıyor değil mi?

Bu sadece buraya ait bir durum değil. Dünyanın her yeri değişiyor ve buralar da yenilenecek. Sistemler ilerledi.

Her şey için kullanılır. Çok toplanırız. Rama-zan boyunca iftar verilir. Yemek verildi. Milli, dini münasebetlerde burada olunur. Nevruzda, aşurede burada program olur. Me-rasime göre yemesi içmesi ikramı da olur.

Siz ne kadar süredir bura-dasınız?Benim bir geçmişim var burada. ‘83’te geldim, 90’a kadar kaldım. Sonra Almanya’ya gittim. 2 se-nedir de geçici olarak gelip gidiyorum. Ben İranlıyım. Diğer hocamız İranlı değil, gelip ayda bir meseleleri çözüyorum.

O zamanla şimdi arasında çok fark var mı?Tabii. Şimdi biz İranlı ya da Türk hiç fark görmeyiz. Kimseye farklı gözle bak-mayız. Toplum birliğinde ve din barışması yönünde çok gelişme oldu. O za-man daha az kişi vardı, bilgili ve kültürlü değil-lerdi. Tarih kelimesine bir bakmak lâzım. Tarih vrh kökünden gelir. O da devenin çölde giderken dönüp arkasına bir bak-masıdır. Tarih bu kökten türetilmiş. Geriye bir dön

bak demiş. Geçmiş tari-himize bir baksak şimdiyi daha iyi anlarız. Şimdi insanlar daha iyi geçini-yor, çünkü daha çok şey biliyorlar. Bildikten sonra ortada düşmanlık diye bir şey kalmaz.

Hanı dışarıdan baktığı-nızda nasıl görüyorsunuz?Bu sadece buraya ait bir durum değil. Dünyanın her yeri değişiyor ve buralar da yenilenecek. Sistemler ilerledi. Bizim burada bulunmamızda bir sorun yok. Onu devlet-ten de sormak lazım, biz memnunuz. İnsanların arasında bir problem yok. Halkta hiç problem yok. Beraber yaşıyoruz, olabi-lir dilimiz dinimiz farklı olabilir, ama insanca ya-şıyoruz. Burada o da yok, ne dinimiz ayrı, ne dilimiz ayrı.

Kaç senedir buradasınız?Ben İstanbul’a ilk 1974’te ayak bastım. Bir dönem memlekette kaldım sonra tekrar geldim. Memleket Adıyaman. Burada 10 kişi kadarız. İdareci olarak da ben varım, yani kolbaşı diyorlar.

Hamalların nasıl bir çalış-ma şekli var?Biz parça hesabı çalışırız. Arabalara mal yüklüyo-ruz mesela, indiriyoruz, yani nakliye işi, ambar işi yaparız. Şoförler ambara götürüyorlar, ambar baş-ka vilayetlere götürüyor. Başka bir şey çıkarsa dükkâncılar çağırıyor, el arabalarıyla taşıyoruz.

Sabah kaçta geliyorsunuz?Ben evden saat 6.00’da çıkıyorum. Durağa geliyo-rum, otobüs bekliyorum, oradan Eminönü’ne, 8.00’den önce burada oluyoruz.

Bu civarda yaşayan var mı hamallardan?Yakında oturan yok, her-kes çok uzakta.

Hamallar nerede toplanı-yorlar, herkes aynı yere mi bağlı?Yok, dışarıda başka bölük-ler var. Bir bölük var 100 kişi, bir başkası 120 kişi. Onlar bize dâhil değiller. Bizimki sadece han içi.

Eskiden beri bölük bölük ayrıdır. Ben ilk geldiğimde 74’te buradaki eski Hal’de çalıştım. Sonra yan hana geldim. En yaşlı benim, diğerleri genç 50 yaş, 40 yaş... Burada iş kesilince bazı kişiler kendine iş bulup gittiler. Şimdi 70’i aşmışım. Hâlâ çalışıyorum şükür.

Çok değişti mi zaman?Çok değişti, iş olarak tabi. Tüccarlar dışarı taşındı, uzak yerlere gittiler. Bura-da hep dokumacılar vardı. Kumaş dokunuyordu. Üst katta birkaç tane yer kaldı, hep boş şimdi dükkânlar! Ekmek parası zor çıkıyor. İş kesilmiş burada, bitmiş burası! Ama biz daha nere-ye gidelim, bu yaşta kimse işe almaz artık, mecbur gidip geliyoruz. Bizim kira-mız yok dükkân gibi, kira olsa geçim işi hiç olmaz.

Semerler nerede?Var var, hem semerler var hem de el arabaları var. Biraz ağır oldu mu el ara-balarıyla taşırız, ama bod-rumdan filan çıkacak eşya varsa semerle taşırız.

Osmanlı zamanında sırık hamalları varmış, biliyor musunuz? Sırıklara bağla-yıp 5-6 kişi taşıyorlarmış...Biz onları görmedik hiç! (Gülüşmeler) Nasıl yapı-yorlarmış, eskileri bilmiyo-

ruz. Şöyle bir şey duydum ben, dışarı memleketler-den birinden bir başbakan gelmiş İsmet İnönü zama-nında. Hamalları görmüş, demiş ki; bunlar kim, neci? Eskiden bölük vardı çok büyük, hatta hamallar belediyeye bağlıydı. İnönü demiş ki bunlar esirlerdir, biz esir aldık!

Ama Osmanlı’da hamallar sevilen bir esnaf...Ama bacı şimdi öyle değil, hamallar üçüncü sınıftır,

derler hamaldır eğilir kalkar! Şimdi bizim birçok insanımızın görüşü öyle-dir. Hiç önem vermiyor, adam yerine koymuyorlar. Hepimiz insanız, öyle değil hâlbuki!

Senin fotoğrafını çeksek olur mu?Sebep? Oturup televizyo-na koyacaksanız istemem.

Gelecekte Valide Han nasıl bir yer olur?Yer yapılmış Giyimkent’te. Burası diyorlar boşalacak! Oraya gidecekler, burası turistik yer olacakmış, eski yerler yıkılacak, bazı yer-ler yeşil saha olacak.

Siz istiyor musunuz bunu?Biz ne isteyelim! Bizim elimizdeki iş bitmiş, bizi aç

bırakmışlar! Biz ne iste-yelim...

Hanı seviyor musunuz?Biz iş oluyorsa seviyo-ruz bacı. İşimiz iyiydi o zamanlar. Sabah işbaşı yapıyorduk, yatsıya kadar çalışıyorduk. Şimdi otu-ruyoruz, oturuyoruz bir parça bir yerden çıkmıyor.

İstanbul gelecek sene kül-tür başkenti oluyor, duy-dunuz mu?Bunu ben sizden sorayım. Değişecek de nasıl olacak? İyi mi olacak? Ben şunu söyleyeyim bacım, ekmek lazım bize! Acaba iş arta-cak mı düşecek mi?

Artar herhâlde... E, artsa biz istemez miyiz bacı?

Cuma İYİLİK Hamal Kolbaşısı

BÜYÜK VALİDE HAN

“Şöyle bir şey duydum ben, dışarı

memleketlerden birinden bir

başbakan gelmiş İsmet İnönü zamanında.

Hamalları görmüş, demiş ki; bunlar kim, neci? İnönü demiş ki bunlar

esirlerdir, biz esir aldık!”

Osmanlı’da başkaymış ama bacı

şimdi öyle değil, hamallar üçüncü

sınıftır derler, hamaldır eğilir

kalkar!

Ohannes DÜLGERYAN

Şapka İmalatçısı BÜYÜK VALİDE HAN

“Otel olacak diye duyduk. Güzel olur. Ben zaten gelmişim altmışıma. Benden

sonra ne olursa olsun.”

Öncelikle bize yaptığınız işi...Şimdi, kumaş alıyoruz, şapka yapıyoruz, satıyo-ruz, paramızı alıyoruz, alamıyoruz, çek alıyoruz karşılıksız çıkıyor falan... Mesleği babamdan öğ-rendim. Babamı dedem Yozgat’tan getirmiş 7-8 yaşındayken hemen bu işe koymuş. Ölene kadar çalışmış.

Ölümüne bir zanaat di-yorsunuz?Yok, babam öyle! Biz her türlüsünü yaparız, Ana-dolu, sekiz köşe yaparız, ondan sonra yazlık yapa-rız. Ama öbürleri bizim

yaptığımızı yapmaz da biz onların yaptığını yaparız. Millet hep Amerikan tarzı yaparlar. Ustalarımız eskidir, yeni yetişen usta da yoktur.

Ne olacak peki bu hanla-rın durumu ustacığım?Belediye belli ki burada bir şeyler yapacak! Finalde belki de bizi kovalayacak! Şaka bir yana adam olması için buradakilerin boşal-tılması lâzım tabii. Bir de mülk sahipleri var. Vakıfla-rın olmayan yerler var. Va-kıf var, o var, bu var! Nasıl olacak bilmiyorum. Otel olacak diye duyduk. Güzel olur. Ben zaten gelmişim

altmışıma. Benden sonra ne tufan! (Gülüşmeler) Gençler de zaten buraları tercih etmiyorlar.

İstanbul, Avrupa Kültür Başkenti ile ilgili neler duydunuz? Bir yararı olur mu sizce buralara?Evet, duydum. Öyle bir şey sordunuz ki yani! İnsan kala kalıyor. Evet, kültür başkenti olması çok güzel, ama önce halledil-mesi gereken şeyler var. Bunlar hallolduktan sonra kültür olur, oluşabilir. Bir arkadaşımız, ahbabımız

vardı, Hırant Dink’imiz vardı, öldürüldü, hâlâ bulunamadı failleri... Daha bunlar hallolmadan nasıl kültür başkenti olacak? Çocukluktan beri beraber büyüdüğümüz arkada-şımızdı. Daha bu hafta mahkemesi vardı yine uzadı. Yazık! Ama olacak mutlaka, çok güzel şeyler yapılacak, biz ona inanı-yoruz.

Bir arkadaşımız, ahbabımız vardı, Hırant Dink’imiz vardı, öldürüldü, hâlâ bulunamadı failleri... Daha bunlar hallolmadan nasıl kültür başkenti olacak bilmiyorum ama olacak mutlaka, çok güzel şeyler yapılacak, biz ona inanıyoruz.

EREN

AYT

Page 6: gazete

10 medeniyet geçitleri 11medeniyet geçitleriNaklen TarihNaklen Tarih

Eyüp DÜZTAŞ Elektrik

Malzemeleri İmalatçısı

KURŞUNLU HAN

“1970’lerde hep Rumlar, Ermeniler

vardı burada. Çokları Ermeni

davalarından, Rumlar Kıbrıs

Savaşı’ndan sonra çekinerek gittiler.”

Kosmoı DERMASOLOĞLU

NalburKURŞUNLU HAN

“Gelenler hep turistler. Bizim

bilmediğimiz özellikleri, tarihini,

Mimar Sinan’ı biliyorlar. Bizim haberimiz yok.”

Ne kadar zamandır bu handasınız?Aşağı yukarı 1970’ten beri buradayım. Hep bu handa çalıştım ben. Ermeni bir ustamız vardı. Onun ya-nında çırak olarak yetiştik. İki, üç tane dükkânı vardı burada, o vefat ettikten sonra ben devraldım dük-kanını.

İş olarak neler yapıyorsu-nuz? Devir değiştikçe yaptığı-mız işler de değişti. Önce-den meselâ elektrik idare-sinin yapılan malzemeleri vardı, cam yağdanlıklar, dereceler... Tâbii zamanla işler de modernleşti. O zaman hava gazı musluk-ları yapıyorduk meselâ, elektrik idaresinden ihale işleri alıyordu ustamız. Şimdi daha çok fuar, stand parçaları, vida, somon özel parçalar yapıyoruz.

Handa birlikte çalıştığınız insanlar... 1970’lerde hep Rumlar Ermeniler vardı burada.

Nalburiye işindeyiz. Satış yapıyoruz ama cadde üstü gibi değil. Çoğu bilmez burayı. Aşağı yukarı yirmi senedir, belki daha fazladır buradayız. Ama burayı depo olarak kullanıyor-duk. Caddedeki dükkân yıkılınca geçtik.

Kurşunlu’da geçmişte ne gibi işler yapılıyordu? Hatırlıyorum, ben ufak-ken at arabası girerdi ka-pıdan. Burada kapı vardı, girerdi, arkadan çıkardı... Nasıl tarihe sahip çıkılı-yorsa bu kapı kapatıldı! Sac yapılırdı, soba boruları yapılırdı. Bahsettiğim elli beş sene öncesi tâbii, o zaman kalorifer yoktu, soba vardı.

Hanları bilmiyoruz, gör-müyoruz, korumuyoruz diyorsunuz? Buraya gelenler hep turist-ler, keşke şimdi bir tane turist olsa, size daha iyi malûmat verebilir! Tarihi eserin tüm özelliklerini biliyorlar. Bizim haberimiz

Şu anda han kötü durumda! Bir turist geldiği zaman çekiniyoruz, utanıyoruz.O zaman 5 tane Türk varsa 10-15 tane Rum ya da Ermeni vardı. Çokları Ermeni davalarından, Rumlar Kıbrıs Savaşı’ndan sonra çekinerek gittiler. Yani şimdi sayılacak kadar azlar.Bizim kendi görüşümü-ze göre buranın turistik bir yer olması lazım. Biz burada kalıcı olamayız. Turistler geliyor yüzümüz kızarıyor bizim. Şu anda han kötü durumda! Bir turist geldiği zaman çeki-nerek içeri alıyoruz.

yok. Ben de diyorum hana gelip dört duvarı göreceği-nize Boğaz’a gidin.

Perşembe Pazarı’nın ve Karaköy’deki hanların geleceği hakkında ne düşü-nüyorsunuz?Her şey kültürdür. Be-lediye karşı tarafı açtı, Eminönü’nü. O belediye reisine söylüyorum alsın hanımını dokuzdan sonra bir tur atsın. Hep tinerci-ler var. Açmakla olmuyor oraya kültür sokabilmek önemli. Bu zamanda ha-yat zor. Biz daha güzel yaşadık.

Petro ÇALMOF Temizlik

Malzemeleri Toptancısı

KURŞUNLU HAN

“Bu han mutlaka turistik bir yer

olacak yani. Ama öyle

az para değil katrilyon ister.”

Merhaba, en eski Kurşun-lulu siz misiniz yoksa? 75 yaşındayım. Aşağı yukarı bir elli sene var buradayım. Biz temizlik malzemeleri satıyoruz. Gemilere veriyoruz. Tica-retle uğraşıyoruz. Benden önce babam vardı o ya-pıyordu. O da bu handa çalışıyordu.

Geçmişte nasıldı Kurşunlu Han? Geçmişte burada şarapçılık yapılıyordu meselâ, 50’ler-den aşağı. Çünkü fıçılar vardı burada ve şarapçılık yapılıyordu. Burada yetişen şu üzümlerle.(Asmala-rı gösteriyor!) Buralar hep meyhaneydi zaten. Rumlar’ın zamanında filân balık lokantaları vardı, sonra piyasa oldu. Zamanla ayrıldılar ticaret fazlalaşın-ca. Ondan sonra hırdavat üzerine devam etti. Tica-retle uğraşılıyor şimdi.

İleride nasıl olur sizce buralar?

Bu han mutlaka turistik bir yer olacak yani. Çünkü hep viran olmuş. Ama bu-ranın yapılması da öyle az para değil katrilyon ister.

İstanbul 2010 yılında Kültür Başkenti oluyor. Duydunuz mu? Turistik bir etkinlik olarak

İki yüz senelik mazimiz var

burada. Dedemin babası Heybeli Ada’da

gömülü...

duyduk. Bu Galataport diye bir proje vardı, İsrailliler’e verdiler projeyi sonra bozdular. Şimdi bu iyi mi olur kötü mü kimse bilemez. Bir şirketin alma-sı iyi değil. Mademki para kazanılıyor devlet alsın, devlet girsin bu işlere, öyle değil mi?

Siz İstanbullu musunuz?Tâbii! 200 senelik mazi-miz var burada. Dedemin babası Heybeli Ada’da gömülü. Heybeliadalıyım ben doğma büyüme. Daha denize de girebiliyorum ne mutlu bana. (Gülüş-meler!). Klübe gidiyoruz, böyle gidiyoruz!

Ramazan ÖZCAN Turistik Eşya

İmalatçısıBÜYÜK VALİDE HAN

“Restore olsun diye dört gözle

bekliyoruz! Eski haline kavuşsun diye

çok istiyoruz ama olmuyor maalesef...

Çok insanlar geliyor, hocalar geliyor

konuşuyorlar ama sonuç...”

Neler yapıyorsunuz?Hediyelik eşya imalâtı, döküm üzerine çalışı-yoruz. Önceden daha farklıydı, sadece çay kaşığı yapıyorduk, daha sonra turistiğe geçtik, en son işte lâmbalar revaçta, biz de onları yapıyoruz. Böyle değişik bizimki, el sanatı, makine de kullanıyoruz da...

Kimlerdir müşterileriniz?Yabancılar gelirler ama az! Ya bilen rehberler getiriyor turistleri ya da ellerinde İstanbul’u tanı-tan kitaplar var, onlar da tanıtırsa geliyorlar. Hana çok turist geliyor da yerli insan hiç rağbet etmiyor gibi bir şey! Toptancılar da zorda yani.

Handa çalıştığınız süre içerisinde neler oldu, neler değişti?Çok çok eski insanlar vardı, ama şimdi gördü-ğünüz gibi kimse kalmadı.

Eskiden meselâ Ermeniler de vardı burada ama çok iyi insanlardı. Tornacılar vardı, kaynakçılar vardı, dökümcüler vardı. Baba mesleğini burada öğrendik ama benim de oğlum var, asla bu mesleğe sokmayı düşünmüyorum.

Neden?Gelecek, işin maddî boyu-tu! Yani şimdi bizim bura-da yaptığımız iş el sanatı, öyle bir emeği var, ama Uzakdoğu’dan çok ucuza mal getiriyorlar. El emeği-ne veya ürünün kalitesine bakmıyor insanlar, üç beş lira daha ucuzsa onu alı-yorlar artık.

Büyük Valide Han’ın tari-hi hakkında neler biliyor-sunuz? Tarihi bir yapıda çalışmak nasıl bir his?1600 küsur yılında Valide Sultan’ın yaptırdığı bir hanmış. Zaten kervan-saray olarak yaptırılmış. Meselâ buralarda baca var, hani otel gibi, şimdi otel o zaman kervansaray. Şimdi arabaları bırakıyo-ruz, o zaman at arabala-rını bırakıyorlarmış! Çok tarihi bir yer. Yazın serin

kışın sıcak oluyor! Çok muhteşem! Restore olsun diye dört gözle bekliyo-ruz! Eski haline kavuşsun istiyoruz ama olmuyor maalesef... Çok insanlar geliyor, hocalar geliyor konuşuyorlar ama bir şey olmuyor. Resmen bir tarih burada yok oluyor, biz buna bire bir şahidiz!

Pekâlâ, siz burada çalışan üreten bir insan olarak, ıslah edilmesi için neler

yapılması gerektiğini dü-şünüyorsunuz?Yani sonuçta buranın dört yüz seneyi aşkın bir tarihi var. Burada imalât olmamalı! Burası çarşı ol-malı, pazar olmalı. Kapalı Çarşı’ya yakın veya farklı bir şey. Alt katları mağaza üst katları restoran yapa-bilirsin, terası kullanabilir-sin. Aslına uygun restore ettikten sonra çok rahat turist çekersin. Yerli turist de gelir iyi bir tanıtımla. Gel gör ki yapılmıyor! Hanlarla demek ki pek ilgilenmiyor yetkililer.

Bu bölgeye emek verenler, sizler, esnaf bir araya gelse-niz, dernekleşseniz, devleti uyarsanız?Derneklerimiz vardı ön-ceden fakat son yıllarda faaliyet azaldı. Bizimki esnaf ve sanatkarlar oda-sına bağlıydı, vallahi onlar da bence her ay aidat almaktan başka bir şey yapmıyorlar.

Merhaba!Mesleğimiz tornacı, seri iş! Torna grubuna giriyor. Fason çalışıyoruz, yani piyasada bulunmayan işi yapıyoruz, imalâtımız yok.

Ne kadar zamandır bu işi yapıyorsunuz?1975’in on birinci ayından beri yani aşağı yukarı otuz sekiz sene filân. Bunu ben ustamdan bu handa öğ-rendim, Vahan Usta’dan! Müthiş bir ustaydı.

Usta-çırak ilişkisine dayalı giden bir iş değil mi?Tâbii, yani genelde mes-lek liseleri bu işte başarılı olamaz, meslek liselerinde gereken özen gösterilmi-yor.

Burayı görmeye gelenler... Tâbii ki, yani haftanın iki üç günü! Bugün geldi-ler, cuma günü geldiler. Turistler bildikleri için, tarihi bir yer olduğu için geliyorlar, bir de öğrenciler araştırma için geliyorlar.

Peki, “nasıl olsun bu han-

ların geleceği usta” diye sorsam?Sor, ben sana söyleyeyim, şu İstanbul’da bulun-maz bir yer burası! Ta Cenevizliler zamanında kullanılmış. Yani zaten çok önemli bir tarihi eser olmasa, turistler falan buraya haftanın üç günü gelmezler. O yüzden ben turistik yönden değerlen-dirilmesinden yanayım. Ben tornacılığı, iyi bir sanatkâr olduktan sonra, her yerde yaparım. Beğen-din mi cevabı mı?

Mustafa AYDIN Tornacı

KURŞUNLU HAN

“Turistik yönden ele alınmasından

yanayım. Ben tornacılığı, iyi bir

sanatkâr olduktan sonra, her yerde

yaparım.”

Berç NİZAM Elektrik

Malzemeleri İmalâtçısı

KURŞUNLU HAN

“70’li yıllarda ham madde yokluğu

döneminde hırsızlar girmeye başladı,

çatıyı kaldırıp, kurşunları aldılar,

gerisini de buradaki esnaf götürdü, şimdi

Kurşunsuz Han oldu!”

Mesleğim ağaç kesim mo-toru, tarım âletleri, yedek parça satışı. Ben 1974’te askerden geldiğimde bura-da başladım. Burası imalât atölyesiydi, benim aileme ait. Elektrik malzemesi imal ediyorduk, atölyeyi kapattık, satışa döndük.

Sizden önce bu handa bu işi yapanlar var mı?Yedek parça olarak yok. Eskiden bu han hep imalâtçıydı, tüm Perşem-be Pazarı imalâtçıydı. Şimdi çoğunluğu dağıldı. Kimi öldü, kimi emekli oldu, kimi sanayi bölgele-rine gitti. Daha çok meza-ra gittiler!

Siz bu hanın tarihi hak-kında neler biliyorsunuz?Ben bu hanın tarihini Galata Güzelleştirme Derneği’nden araştırdım. Cenevizliler’den kalan bir yıkık katedralin üstüne yapılmış. Çeşitli amaç-larla kullanılmış, Han olarak bugünlere gelmiş. Rüstem Paşa Camii’nin vakfiyesi. Kurşunlu Han

ismi çatısının kurşun kaplı olmasından ileri geliyor, du yani! Şimdi Kurşunsuz Han oldu!

Tarihi hanların bulundu-ğu bölgelerin ne olacağını düşünüyorsunuz?Sonunda bütün bu et-rafı açacaklar. Açılmalı tâbii. Çünkü Perşembe Pazarı’nın yarısı yıkık, yarısı duruyor ne olduğu belli değil. Yani şuradan bakıyorsunuz bütün etrafı gecekondu. Hanın için-de gecekondu var, kime şikâyet etsen umurlarında değil. Ben 1974 senesinde buraya geldim, buraların yıkılacağını turizme yö-nelik açılacağını söylüyor-lardı, sene 2009! Hâlâ bir şey yok.

Aradan yıllar geçti işte o günden beriNe zaman yolda bir hana rastlasam irkilirim,Çünkü sizde gizlenen dertleri bir ben bilirim....Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..

Faruk Nafiz Çamlıbel

EREN

AYT

Page 7: gazete

12 medeniyet geçitleri 13medeniyet geçitleriNaklen Tarih Naklen Tarih

Mehmet DOĞRUSU

Şapka İmalâtçısıBÜYÜK YENİ HAN

“Çin bizi etkiliyor. Onlarla başımız

dertte! Ayakkabıyı bitirdiler, şapkanın durumu da kötü.”

Halit KANDEMİR Gümüş Eşya

El Sanatkârları Derneği

(GESAD) BaşkanıBÜYÜK YENİ HAN

“Gümüş eşya üretimi sadece

Türkiye’de, İstanbul’da, hanlar

bölgesinde yapılıyor.”

Şapka...Şapka yapıyoruz, Ameri-kan türü şapkaları. Kuma-şını da buradaki piyasadan alıyoruz. Ama tâbii Çin bizi etkiliyor. Oradan acayip mal geliyor. Nasıl o kadar ucuza yapıyorlar anlamıyoruz. Herhâlde köle çalıştırıyorlar! Bilmi-yorum nasıl işin içinden çıkıyorlar. Onlarla başımız dertte! Ayakkabıyı bitirdi-ler, şapkanın durumu da kötü.Ben çocukluktan çırak olarak başladım. Yetiştir-diğim çıraklar da var, hep-

si iş sahibi oldular. Aşağı yukarı 25-30 seneden beri yapıyorum. Çocukluğum burada geçti, gittim ama sonra yine döndüm bu hana. Valide Han’da kal-dım. Bu han eskiden hep dokumacıydı. Şimdi kal-madılar burada. Genelde gümüşçüler var, alt tarafta da tekstilciler.

İstanbul 2010’da Avrupa Kültür Başkenti? Vallahi bizim bir bilgimiz yok. Ama isteriz ki İstan-bul çok güzel olsun yani...

Bir dünya kültür başkentinden bahsedip, bu kültüre ait meslekleri icra eden ustaları tedirgin etmek çok yanlış!

Gümüş işlemeciliğinin incelikleri nelerdir?Bizim yapmış olduğumuz gümüş eşya işlemeciliğinin aşağı yukarı beş yüz yıllık bir geçmişi var. İstanbul’la birlikte bizim mesleğimiz geleneksel el sanatlarından birisi olarak devam ediyor. Bizim diğer branşlardan bir diğer farkımız da hâlâ geleneksel eski usulleri yaşatıyor olmamız. Tâbii ki teknolojiye kapalı deği-liz, bugünkü teknolojiden de meselâ elektriği kulla-nıyoruz. Örneğin bir delik deleceksek elektrikli mat-kap kullanıyoruz.

Hangi hanlarda bulun-dunuz? İlk işe başladığımda Kalcılar Han’da çalışıyor-dum. Kalcılar Han için gümüşçülüğün merkezi diyebiliriz. Hemen hemen bütün büyük ustalar ora-dan yetişmiştir. Kalcılar Han’ın gümüşçülük tari-hinde bayağı bir eski yeri vardır. Bugün hâlâ hayatta olan bazı ustalarımız var, 85-90 yaşında olan bazı ustalarımız çıraklıklarının Kalcılar Han’da geçtiğini söylüyorlar. Tabii onların ustaları da orada... Gümüş eşya üretimi Ka-palı Çarşı civarındaki han-lar bölgesinde yapılıyor.Ve diğer bir özelliği de şu ki bizim mesleğimiz sadece Türkiye’de, İstanbul’da hanlar bölgesinde yapılı-yor. Türkiye’nin başka bir yerinde gümüş eşya üreti-

mi yok. Bizler burada ge-leneksel bir el sanatını icra eden ustalarız. Fakat ma-alesef bu yerel yöneticiler özellikle belediye, geçen yıllarda dükkânlarımızın kapısına mühür vurup “sizler çevreye zarar veri-yorsunuz, Eminönü Tarihi Yarımada’da hiçbir şekilde imalâta yer yok, buradan çekip gideceksiniz” dediler. Biz de dedik yahu nereye gidiyoruz? İşte ne katma değeriniz var ki gibi şey-ler... Bunu söyleyen yetkili bu sanatın da ne olduğu-nu bilmiyor. Dilimizin

döndüğünce anlatmaya çalıştık fakat anlatama-dık. Neyse ki yavaş yavaş ne yaptığımızı, çevreden sanat ve sanatçıya değer veren bazı kurumlar ta-rafından desteklenerek söyledik.

Sizi koruyan bir kanun yok mu? Bizlere, çevreye zarar veriyorsunuz, deniliyor! Fakat bizim böyle hiçbir yönümüz yok, sanayi falan değiliz. Evet, Tarihi Yarımada’da bir takım kirlilikler var ve bizler de bundan şikâyetçiyiz. Biz-lerin ömrü burada geçiyor, burada yaşıyoruz. Ama onlar bize gereken hizmeti vermiyorlar.

Hanın tarihçesi ile ilgili neler biliyorsunuz?On beş yıldır burada-yız yeniyiz ama hanın tarihçesini yavaş yavaş

öğrenmeye çalıştık. Şim-di, Büyük Yeni Han’ın 3. Mustafa’nın en ünlü mi-marlarından Tahir Ağa ta-rafından yapıldığını, 1764 tarihli olduğunu öğrendik. Bir dönem meselâ 1.Dün-ya Savaşı sonrasında işgal kuvvetlerinin karargâhı olarak da kullanıldığını öğrendik. Şimdilik bil-diklerimiz bunlar. Daha da araştırıyoruz. Bir de bulunduğumuz bu hanın tarihçesini öğrenip yazılı bir şekilde Türkçe ve İngi-lizce olarak hanın kapısına asılmasını istiyoruz.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesini duydunuz mu? Bu tür çalışmaları duyu-yoruz ama bu bölgede çalışan insanlar olarak gördüğümüz öyle ciddî bir çalışma yok. Sadece ve sadece Süleymaniye Bölgesi’nde birkaç ya-

pının yıkıldığı görüldü. Kaplumbağa kadar yavaş giden bir hızla üstelik! Yalnızca afişlerde... Bu projede görev alan yetkili-ler kimlerdir, sadece masa başında oturup o afişleri mi hazırlıyorlar?

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?Bazı engellerle karşılaştı-ğımızda bütün hayalle-rimiz yıkılıyor. Şu anda Eminönü, Fatih’le birleşti. Belediye olarak Fatih Belediyesi’nden bizim ruhsatlarımızı bir an önce vermesini istiyoruz. Bizim tek isteğimiz budur. Daha çok şey var ama bir yer-den başlamak gerek. Arzu ediyoruz ki dünyaya bu sanatla da ulaşalım. Bizler her yıl Kültür Başkenti gibi yaşamaya çalışıyoruz. İster-dik ki şöyle diyelim, “bu ta-rihi mekanda mesleğimizi yapmaktan çok mutluyuz falan!” Ama diyemiyoruz, sanki suçluymuşuz gibi bir maliyeci geldiği zaman mil-letin eli ayağı titriyor. Böyle olmamalı. Bir dünya kültür başkentinden bahsedip bu kültüre ait meslekleri icra eden ustaları tedirgin et-mek çok yanlış!

Bize biraz gümüşçülükten bahsedebilir misiniz? Bizim malzememiz tama-men el işçiliği. Tabi ki bir-takım âletler kullanıyoruz ama temelde el becerisine dayalı, tamamen ustalık isteyen bir meslek dalı. Bizler de deyim yerindey-se sanatçıyız... Özellikle gümüş ev eşyası üretiyo-ruz, hem tasarımı hem de üretimi bize ait.

Nasıl öğrendiniz bu mes-leği?Usta-çırak ilişkisi ile. 1972’den beri bu işteyim. Yaklaşık otuz yedi sene oldu.

Sizin yetiştirdiğiniz çırak-lar var mı?Tâbii, şu anda dükkân işletenler bile var. Hep ol-mak zorunda da. Bizde bir deyim vardır; “Boynuz ku-lağı geçmezse sanat ölür” diye. Mutlaka yetiştirdi-ğimiz kişinin bizi geçmesi gerekiyor. Maalesef ki şu son on beş yıldan beri hiç eleman yetiştiremiyoruz desem yeridir.

Neden ilgi yok?Çünkü çok yorucu ve para kazandırmıyor. Yani bu kadar kafa yorduğu-nuz, emek verdiğiniz bir şeyde üstüne üstlük bir de para kazanmanız çok zor oluyor. Ne kadar çok paran var, özür diliyorum affınıza sığınarak, o kadar adamsın gibi bir yakla-şımla geliyor insanlar. O yüzden biz de çocukları-mızı başka alanlara yönel-tiyoruz. Kimse çocuğunu getirip eti senin kemiği

benim düşüncesi ile mes-lek öğrettirmiyor.

Üniversitelerde, sanat fakültelerinde çalışmalar yapılsa iyileşme olur mu?Elbette! Ama bizim sek-törümüzü şu anda hiçbir devlet kurumu tanımıyor! Ticaret Bakanlığı varlığın-dan bîhaber. İçişleri Ba-kanlığı tanımıyor. İTO, ki ben üyeyim, mesleğimiz-den bîhaber... Yani gümüş ev eşyası üretildiğinden haberleri yok. Biz bunun için müracaat ettik. İtiraz ettik. Ticaret Odası’na ama açıyor defterde bakı-yor, ev eşyası için bir ka-tegori yok. O zaman bizi ancak, yüzük, saat, takı yapanlar olarak belirtiyor-lar. Dünyanın her yerine ticaret yapıyoruz, dünya bizi biliyor onlar bilmiyor-lar. Yani böyle komik bir durum!

Buraya araştırma için gelenler var mı? Çok fazla çok fazla! Enteresan bir anı anlata-yım. Bir gün çalışıyorum dükkânda, Fransız bir grup geldi. Ellerinde fo-toğraf makineleri, kame-ralar, yanlarında rehber-leri ile çekim yapıyorlar. Han tanıtılıyor. Ben de kâse yapıyordum. Bitince ne olacağını sordular, ben de vitrinde bitmiş olan halini gösterince 4-5 kişi satın aldı. Biliyorsunuz, gümüşün nihayetinde en ucuzu 100-150 milyon ve buna rağmen hemen satın aldılar. Çekimde görüntü-lediğimiz ürünün gerçeği bu diyebilmek adına al-

Ali AKSUGümüş Eşya

İşlemecisi BÜYÜK YENİ HAN

“Başbakanımız, Cumhurbaşkanımız

yurtdışından bir devlet erkânı geldi

mi bizden tabak alırlar, plâket

alırlar, gelen devlet erkanını bu şekilde

yüceltirler ama kimin yaptığından

haberleri yok!”

Bu kadar kafa yorduğunuz, emek verdiğiniz bir şeyde üstüne üstlük bir de para kazanmanız çok zor oluyor. O yüzden biz de çocuklarımızı başka alanlara yöneltiyoruz.

dılar. Elde yapılması çok dikkat çekiyor.

Hanın tarihi ile ilgili bilgi-niz var mı?Yani çok üzülerek söylü-yorum, dedim hatta geçen gün, odabaşına gidelim oturalım bize bir şeyler anlatsın, bilmemekten çok hicap duyuyorum. Maale-sef bilmiyorum.

Size sorsalar iyileştirmek için neler yapılabilir diye...Kaldırılabilecek en büyük taşın altına maddî anlam-da hiç imkanım olmadığı halde girerim. Çünkü hanımızı seviyorum, Türkiye’yi seviyorum, tarihimizi seviyorum. Bu hanın gözümüzün önün-de eriyip bitmesine içim parçalanıyor. Ama bîçare izliyoruz. Keşke tarihimi-ze sahip çıkabilsek! Gerek İstanbul, gerek Türkiye açık hava müzesi! Burası keşke tamir edilse daha doğrusu tedavi edilse diyorum, çünkü bir canlı gibi görüyorum buraları...

2010’da İstanbul’un Avru-pa Kültür Başkenti olacağı hakkında neler duydunuz? Bir tane afiş gördüm, bir çizim, bunun haricinde de hiçbir şey bilmiyorum!

Elli dokuz senedir bura-dayım kızım. Herkes o zamandan beri tatlı tatlı geçinir, birbirine iyidir. Alışverişini yapar, çayını alır. Herhangi bir olay çıkmış değildir burada.

Hanın tarihi hakkında...Vallahi, tarihi 495 sene falan diyorlar. Fazla bir bilgimiz yok. Buradaki esnaflar değişti, ben geldi-ğimde konfeksiyoncular vardı, sonra onlar gitti dokumacılar geldi. Bir müddet sonra dokumacı-lar gitti, sonra gümüşçüler geldi.

Esnaf nasıl, hepsi Türk mü?Burada Türk var, Ermeni var, Süryanî var, Yahudi var, Kürt var. Hepsi bir arada! Sonra Ermenilikten dönmüşler var. Hangi milleti istersen var yani. Hepsi de kardeş gibi geçi-niyorlar!

İleride bu han nasıl bir yer olur?Vallahi onu Allah bilir. Turistik diyorlar, olabilir, ne olacağını biz bilmiyo-ruz. Bir tadilât yapılır mı yapılmaz mı, turistik mi olur, tamamen yıkarlar mı hiç bilemiyoruz! Turistler posta posta geliyorlar. Tek başına gelen de oluyor. Grup halinde gelip dolaşı-yorlar işte.

Burada olmaktan mem-nun musunuz? Memnunuz tâbii kızım. Bugün nerede Büyük Yeni Han deseniz, bir şeceresi var!

Nevzat Öztürk Kahveci

BÜYÜK YENİ HAN

“Büyük Yeni Han’da hangi milleti

istersen var yani. Hepsi de

kardeş gibi geçiniyorlar!”

Turistik diyorlar, olabilir, ne olacağını bilmiyoruz, soran da yok zaten. Bir tadilât yapılır mı yapılmaz mı, tamamen yıkarlar mı hiç bilemiyoruz!

EREN

AYT

MU

STA

FA D

ULU

Page 8: gazete

14 Fikir Sahibimedeniyet geçitleri Fikir Sahibi 15medeniyet geçitleri

arkasını görmen lazım’ diye nasihat veriyor, iyi mi?” diye gülüyor. Sigara bitince kalıpları toplamaya başlıyor. Döküm işini yarın yap-maya karar veriyor; eğer şimdi başlarsa sekiz-den önce bitiremeyecekmiş. Kulaktan kulağa yayılan gasp ve hırsızlık olaylarından sonra son günlerde güvenlik konusunda herkes daha tedirgin, geç saate kalmamalı...

11 Haziran 2007 ÇarşambaRekor Günde 900 Kasket! Şapkacı Selami bugün neredeyse hiç ara ver-meden çalıştı. Saat altı buçuk olmak üzere. Bir saat daha böyle devam ederse bir günde 900 kasket kalıplayıp kendi rekorunu kıracak. Komşusu ve meslektaşı İsmail Usta onun kadar hızlı değil, ama daha çok yardımcısı var. Okulların kapanmasıyla bir haftadan beri handa çalışan çocuk sayısında artış var ve İsmail’in atölyesinde yaşları 14-17 arasında değişen dört yardımcı var. Bunlardan birisi de oğlu. Hep beraber askeri malzeme dağıtımcısı bir müşteri için kamuflajlı kepleri hazırlama-ya çalışıyorlar. Diğer bir şapka atölyesinin sahibi Arsen ise çıkmak üzere. Geçen haftaki altı köşeli köy tipi kasket işi bittiğinden beri iş yok ve atölye-si sessiz. Akşam yemeği için Pangaltı’ya topik almaya gideceğini söyleyip yardımcısı Remzi Bey’e ‘sağlıcakla kal’ diyor. Remzi, on beş senedir ikamet ettiği atölye üze-rindeki odasına çıkıp bir aydır beslediği tavşanı ile ilgileniyor. Romanyalı ütücü Ivan’ın akşam yemeği için kendisine seslediğini duyunca aşağı iniyor. Handa yaşayan Romanyalı ailenin yanına vardığında kaynakçı Ertuğrul da işten dönmüş, bir hafta oturduktan sonra çalışma-nın iyi geldiğini söylüyor. Birazdan Ivan’ın eşi Romanya usulü köfteleri getirecek, Ertuğrul da gemilerde kaynakçılık yaptığı yıllardan, Singa-pur ve Karayipler’den bahsedecek.

1 Şubat 2008 PerşembeKardan Han Adamı!Avlu yarım metre yüksekliğinde kar ile kap-lanmış. Henüz evine gitmemiş kumaş tüc-carlarının çoğu büyük bir kardan adam inşa etmekle meşguller. Ahmet Bey arkadaşlarının çağrılarına aldırış etmiyor çünkü bankaların kapanmasına yarım saat var ve onun hâlâ birkaç telefon etmesi gerekiyor. İyi tanıma-

dığı bir tüccardan aldığı çeklerin karşılıksız çıkacağı konusunda endişeleri var. Bu sırada kapı çalınıyor, gelen bir Fransız turist. Hanın çatısına nasıl çıkabileceğini öğrenmek istiyor. Amacı kar yağarken Haliç’i seyretmek. Ah-met dükkânın önünden geçen han bekçisini görüyor. Bekçi Rasim avluda dolaşan salepçi-den salep almış, yeni aldığı birkaç dvd film ile hanın ana kapısının üstündeki ikametgâhına gidiyor. Ahmet, ondan turiste merdivenleri göstermesini istiyor, masasına döndüğün-de çekleri bir kenara kaldırıp internetten kurucusu olduğu Çiftal Köyü Geliştirme Derneği’nin sitesine bakmak üzere bilgisayarı-nı açıyor. Bu sırada kardan adam tamamlan-mış ve herkes birer birer hanı terk etmekte. Ancak kardan adamın avludaki yalnızlığı pek de uzun sürmüyor çünkü günlerden Perşem-be ve avludaki İranlılar Mescidi’ndeki tören için cemaat mensupları gruplar halinde gel-meye başlamışlar bile.

27 Ağustos 2008 CumaHovig, Eski Günlerdeki Gibi...Nargileciler birkaç haftadır üzerinde çalış-tıkları siparişi tamamlayıp hamallara teslim ettiler. Öğleden sonra zemzem takımları siparişi ile ilgili gelecek haftanın hazırlıklarına başlayacaklar. Ama şimdi çay bahçesinde bir masanın etrafında toplanmış acılı Malatya ayranı içiyorlar. Diğer bir nargile atölyesinde ise iş devam ediyor. Kasım Bey yetiştirmesi gereken birkaç mi-nare alemi daha olduğunu söyleyip çalışmayı sürdürüyor. Atölyede yalnız değil, emekli tornacı Hovig bu haftayı eski çırağının ya-nında geçirdi. Yetmiş yedi yaşındaki usta, işi çoktan bırakmış olmasına rağmen zaman zaman buraya gelip yeni tasarımlar üzerinde çalışmayı seviyor. Bu sıralar kapaklı bir bahçe fenerinin modelini hazırlıyor. Fenerde am-pulün konumu ve cam seçimi gibi konularda karara vardığında eskiden kendisinin olan takımları kullanarak imalata başlayabilecek. “İran Şahı için vaktiyle yaptığım kadar olmaz ama bittiğinde güzel olacak” diyor.

22 Eylül 2008 CumartesiGezi, Kutlama, Berber Cumartesisi... Öğlen olmasına rağmen berber Cemil siftahı henüz yapmış, müşterisi ayakkabı boyacısı

Cevat ise biten tıraştan pek memnun de-ğil çünkü berberin gene yüzünü kestiğini söylüyor. Cevat bugün hanın tek ayakkabı boyacısı, çünkü yetmiş dört yaşındaki ba-bası hasta olduğu için evde yatıyor. Berber, odasının birinci avluya bakan penceresinden Odabaşı’nın hanın girişindeki yazıhanesine sesleniyor. Tahar ustası ve aynı zamanda bir kırık çıkıkçı olan Rıfat, Beykoz’daki evinden buraya hem eski dostları ziyarete, hem de kemik ağrısı çekenlere şifa dağıtmaya gelmiş. Bu sırada dikkatlerini ana girişten avluya girenler çekiyor. İranlılar Mescidi cemaati Cumartesi toplantısı için bir araya gelmeye başlamış, mescid sorumlusu Nedim gelenleri kapıda karşılıyor. Han’ın üst katında ise farklı bir kalabalık var. Birkaç turist grubu atölyelere bakarak çatıya doğru yürüyorlar. Bu gruplardan bir tanesin-deki Hollandalı üç turist, dokumacı Hagop’un atölyesinde hiç konuşmadan yetmiş senelik kara tezgâhını inceliyorlar. Han’da kalan son dokuma tezgâhı, iki haftadır iş olmadığı için çalışmıyor. Birazdan gene eski bir dokuma ustası olan Mevlüt turistleri çatıya çıkartıp onlara İpek Yolu’nu anlatacak. Çatıya çıkan merdivenlerin orada Roman-yalı ailenin oğlu Abel’in beşinci doğum günü partisi için hazırlıklar bitmiş; bu, ailenin burada kutlayacağı son doğum günü olacak çünkü Abel bir ay sonra okula başlamak için annesiyle ülkesine dönüş yapacak. Şapka us-talarının hepsi partiye bekleniyor, koridorun sonundaki atölyesinde tornacı Sefa ise Cu-martesi gününü Han’a yeni taşınan marangoz arkadaşı ile geçirecek, “Eylül ayında bu güneşi bir Küçükçekmece Kanarya’da bir de Valide Han’da görebilirsin!” diyerek kasaptan aldığı tavuk kanatlarını yeni yaktığı mangala dizme-ye başlıyor.

Remzi, on beş senedir ikamet ettiği atölye üzerindeki odasına çıkıp bir aydır beslediği tavşanı ile ilgileniyor. Romanyalı ütücü Ivan’ın akşam yemeği için kendisine seslediğini duyunca aşağı iniyor...

FOTOĞRAFLAR: EREN AYTUĞ

12 Temmuz 2005 PazartesiGün Başlıyor...Bugün hanın kapısını açmak Çaycı Hüseyin Bey’e kalmış çünkü gece bekçisi Uzunçarşı’da bir çanta atölyesinde gündüz işi bulduğu için erkenden çıkması gerekmiş. Hüseyin’in Bakırcılar’da tramvaydan inip hana varması altı buçuğu buluyor, bu sırada han bakkalı Mercan yokuşundan yukarı yürüyerek geli-yor, odabaşının kâhyası ise çoktan gelmiş içeri girmeyi bekliyor. Kapıda selamlaştıktan sonra Hüseyin sürgüyü çekip kapının iki kanadını sonuna kadar itiyor. Kâhya avluda duran ambar kamyonunu kapının yakınına çekmeye gidiyor, çünkü birazdan otomobiller ve kam-yonetler avluyu dolduracak, ambar kamyonu-nun öğlen olmadan yüklenip Zeytinburnu’na antrepoya gitmesi lazım. Bakkal Han’ın girişindeki dükkânını açarken tost siparişleri gelmeye başlıyor. Hüseyin ise çoktan çay ocağında suyun altını açmış. Çoğu esnaf hana sekiz gibi gelmeye başlıyor, erken-cilerden cilacı Halil bal ve kaymağı, etiketçi Cengiz poğaçalarıyla gelip çayın olmasını beklemeye başlıyorlar. Terzi Haşmet’in elinde gelirken avludaki ağaçtan topladığı dutlar var. Birbiri ardına çırakların çay söylemeye gelme-si de atölyelerin çoğunda mesaiye başlanıldı-ğına işaret ediyor. Birazdan saat sekiz buçuk olacak ve Hüseyin gün içinde beş kere çıktığı çay servisi turlarından ilkine başlayacak. Turu hemen tamamlamak istiyor çünkü bu sabah bir misafir bekliyor. Han’daki eski çalışma arkadaşlarından Reşit Bey’i uzun zamandır görmemiş, geldiğinde kırk-elli sene öncesin-den, İsmail Dümbüllü’den, Mecidiyeköy’deki gramofonlu pikniklerden, handa günde bin çay sattıkları günlerden bahsedecekler.

7 Kasım 2006 SalıAkşama Geçerken...Saat daha öğleden sonra dört bile olmamasına rağmen dökümhanenin olduğu yer zifiri ka-ranlık. Dökümcü Fethi’nin ziyaretçisi gitmek üzere kalkmış. Beş sene önce emekli olmuş amcası şimdi kendisi gibi yetmişlerindeki ahbaplarını ziyaret için hana geliyor. Yeğeni Fethi’nin akşamki döküm için hazırladığı ütü kalıplarını son kez inceleyip Allahaısmarladık diyor. Çıkmasıyla Fethi’nin Tekel 2000 siga-rasından yakması bir oluyor, “İki saattir kor-kumdan içemedim, hele ustası Monşer’den bahsetmeye başlayınca yerimde zor oturdum. Kırk beş yaşıma geldim, hâlâ ‘dağa bakınca

Burak SEVİNGEN*

Büyük Valide’yle birkaç günÇaycı Hüseyin turu hemen tamamlamak istiyor çünkü bu sabah bir misafir bekliyor. Han’daki eski çalışma arkadaşlarından Reşit Bey’i uzun zamandır görmemiş, geldiğinde kırk-elli sene öncesinden, İsmail Dümbüllü’den, Mecidiyeköy’deki gramofonlu pikniklerden, handa günde bin çay sattıkları günlerden bahsedecekler...

*Doğuş Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Araştırma Görevlisi

BUR

AK

SEV

İNG

EN

BUR

AK

SEV

İNG

EN

MU

STA

FA Ö

ZER

EREN

AYT

Page 9: gazete

16 medeniyet geçitleri 17medeniyet geçitleriHan SinemasıHan Sineması

tarafından hazırlanmıştır.

Yayın EkibiEsma Ürkmez, Şahin Erkoçak, Kevser Demir, Kurtuluş Turgay, Dursun Çavuş, Eren Aytuğ, Mustafa Özer, Mustafa Doğulu, Ali Sancar, Handan Arıkan, Ayşe Tuba Ayman, Nalan Yıldırım, Fisun Yalçınkaya, Mustafa Payat, Özlem Ulubay, Cem Sancar.

Bu gazete ve tüm proje için ayrıca; TÜBİTAK Büyük Valide Han Projesi ekibi, M.Hilmi Baş, Ayşe Çelikbaş Aykut, Saliha Özdemir, Aslı Şüküroğlu, İskender Pala, Sabit Halat, Hayati Karakullukçu, Hüseyin Cebeci, Serhan Ada, Hüseyin Öztürk, Numan Güzey, Hande Minetoğlu, Salih Yıldırım, Sabri Kuşkonmaz, İlker Berke, Orhan Soylu, Şems Çakıroğlu, Suriye Pasajı Yönetimi ve Kemal Baran’a teşekkür etmeyi bir borç biliriz.

İstiklal Caddesi 166 Suriye Pasajı Kat 5/48 Beyoğlu - İstanbulTel.: 0212 245 80 [email protected]

Baskı: Özdinç OfsetDavutpaşa cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, no:257 Topkapı/İstanbulDağıtım: Yurtiçi KargoUlaştırma: Fikret Bay

Medeniyet Geçitleri-Han ve Pasaj Şenliği projesi ile birlikte senede bir fasikül yayınlanır.

Bu yayının tüm konsepti, yazıları, ve görsel malzemeleri Tekfilm Faydalı Kültürel Projeler’e aittir, izinsiz kullanılamaz. ELVE

RENLER

GESAD

HOTEL EYFEL

★ ★ ★

Page 10: gazete

18 Fikir Sahibimedeniyet geçitleri Fikir Sahibi 19medeniyet geçitleri

atölyeleri ile tamirhanele-rinin işçileri arasında hatırı sayılır oranda bir işsizliğe yol açacağı yönünde görüş bil-dirmiştir. Bu yaklaşıma göre, merkezden dışarı gönderil-meleri halinde kuyumculuk sektöründe yaklaşık bin- iki bin kişi işini kaybedebilir. Tarihi merkezin dışına gön-derilmenin kuyumculuk sektöründe yaratacağı diğer problem ise, özellikle usta konumunda bulunan işçile-rin büyük kuyumculuk fab-rikalarında iş bulmalarının zorluğudur. Bazı katılımcılar, küçük atölyelerin kentin kıyısında ayakta kalmasının mümkün olamayacağını, bunun da sektördeki çırak yetiştirme mekanizmalarının sonunu getireceğini belirt-mişlerdir. Somut olmayan kültür mirasının korunması açısından bakıldığında bu durum, ciddi bir sorun alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgü-tü UNESCO, 17 Ekim 2003 tarihli 32. Genel Konferansı’nda Somut Ol-mayan Kültürel Mirasın Ko-runması Sözleşmesini kabul etmiştir. Somut olmayan kültür mirası “toplulukların, grupların ve kimi durum-larda bireylerin, kültürel miraslarının bir parçası olarak tanımladıkları uygu-lamalar, temsiller, anlatımlar, bilgiler, beceriler ve bunlara ilişkin araçlar, gereçler ve kültürel mekânlar” şeklinde tanımlanmaktadır. Kuşaktan kuşağa aktarılan somut ol-mayan mirasın, toplulukların ve grupların çevreleriyle, doğayla ve tarihleriyle et-kileşimlerine bağlı olarak, sürekli biçimde yeniden ya-pılandığı ve bunun onlara bir kimlik ve devamlılık duy-gusu verdiği ifade edilmiştir. Sözleşme, “Somut Olmayan Kültürel Mirasın” belirdiği alanları, somut olmayan kültürel mirasın aktarılma-sında taşıyıcı işlevi gören dille birlikte sözlü gelenekler ve anlatımlar; gösteri sanatları; toplumsal uygulamalar, ri-tüeller ve şölenler; doğa ve evrenle ilgili uygulamalar ve el sanatları geleneği şek-linde tanımlamakta ve “bu

alanlarda beliren mirasın araştırılmasını, derlenmesi-ni, arşiv ve dokümantasyon merkezlerinin oluşturulması-nı, müzelerinin kurulmasını, öğretim kurumlarında ders olarak okutulmasını, kitle

iletişim araçlarında olumlu kültür değerleri olarak yer verilmesini ve kuşaklar ara-sında ortaya çıkan kopukluk-ları giderecek tarzda etkin biçimde değerlendirilmesini” öngörmektedir.

Kuşaktan kuşağa aktarılan somut olmayan mirasın hayatiyeti...Bu açıdan bakıldığında, kuyumculuk sektöründeki ustaların kendilerinden sonraki kuşakları yetiştirme

işlevine zarar verecek bu tür gelişmelerin somut olmayan kültür mirasının korunması gereklerine ciddi anlamda zarar vereceğini söylemek yanlış olmaz. Nitekim Gümüş Eşya El

Büyük Valide Han’ın

son kumaş boyama

ustasıBU

RA

K S

EVİN

GEN

Alev ERKİLET*

Hanları Korumak:

Esnafa rağmen mi, esnafla birlikte mi?Hanlar bölgesindeki insanların temel beklentilerinden biri, kentsel dönüşüm projelerinin mülk sahipleri ve bölge sakinleriyle işbirliği içinde yürütülmesine özen gösterilmesidir. Hanlar bölgesinin sadece bir ticaret ya da sadece bir turizm merkezi olması yerine, bu iki işlevin ahenkli bir bileşiminden oluşacak yeni bir dengeye oturtulması gerektiği söylenebilir.

*Sosyolog Dr., İMP-Bimtaş Kültürel Miras Yönetimi Proje Yöneticisi.

Hanlar bölgesi Rüstempa-şa, Hobyar, Hocapaşa, Molla Fenari, Beyazıt, Mercan, Tahtakale, Sururi ve Dayaha-tun mahallelerinden oluşan ve adını içinde barındırdığı çok sayıdaki tarihi handan alan İstanbul’un en büyük geleneksel ticaret bölgelerin-den biri. Bizans döneminden bu yana tedricen oluşmuş ve gelişmiş olan bu bölge, Tarihi Yarımada’nın da ticari kalbi olma özelliğine sahip. Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı İmar Planı’nın hayata akta-rılması amacıyla yapılması öngörülen kentsel tasarım projesinin ilk safhâlârında yarımadanın bütününde bir nitel araştırma gerçek-leştirildi. Bu araştırmanın önemli ayaklarından birini de hanlar bölgesinde yapılan

araştırmalar oluşturuyordu. Koruma planlarının amacı, “Tarihi Yarımada’daki mev-cut olumsuzlukları ortadan kaldırmak, bölgenin tarihi, kültürel ve mimari değerleri-ne sahip çıkan özgün kimlik yapısını oluşturmak ve geç-miş ile gelecek arasında bir süreklilik kurmak” şeklinde ifade edilmişti.

İstanbul’un en büyük geleneksel ticaret bölgelerinden biriAraştırmanın kapsamı dâhilindeki koruma planı hedefleri ise, • Küçük sanayi, imalât, depo-lama gibi işlevlerin desantra-lizasyonu, • Tarihi Yarımada’nın kimliği ile özdeş işlevlerin yüklenmesi,

• Çöküntü bölgesi yönelişle-rinin önüne geçilmesi, • Tarihi eserlerin yoğunlaştığı bölgelerin özelliklerinin vur-gulanarak asli fonksiyonları çerçevesinde korunması, • Görsel bütünlüğü olumsuz etkileyen yapılaşmaların tasfiyesi, • Bölgenin sorunlarının tes-piti ve bunlara ilişkin çözüm önerilerinin geliştirilmesi ve • Lâstik tekerlekli ulaşımın sınırlandırılması olarak sıra-lanmıştı. Nitel araştırmada bu ilke-lerin uygulanması halinde bölgede yaşayan paydaşlar açısından doğurabileceği sonuçlar ortaya konulma-ya çalışılmıştır. Odak grup toplantıları ve derinleme-sine mülâkatlar yardımı ile bölgede yaşayan ve çalışan kesimlerin konu hakkındaki fikirleri alınmıştır.

Durum hakkındaki hususi bakış açılarının ortaya konması...Odak grup toplantıları, bir grup insanın bir ürün, hiz-met, kavram, reklâm, fikir ya da uygulama hakkındaki tutum ve kanaatlerinin so-rulduğu bir nitel araştırma tekniğidir. Sorular katılım-cıların diğer grup üyeleriyle serbestçe konuşabildiği in-teraktif bir grup bağlamında yöneltilir. Grupta 6-10 kişi bulunur ve her oturum bir-iki saat sürer. Derinlemesine mülâkat ise, cevaplayıcıların belirli bir fikir, program ya da durum hakkındaki hu-susi bakış açılarının ortaya konulmaya çalışıldığı yoğun bireysel mülakatlardır. Tarihi

Yarımada Koruma Amaçlı Kentsel Tasarım Projesi çer-çevesinde, hanlar bölgesinde muhtarlar, sivil toplum kuru-luşları temsilcileri, akademis-yenler, geleneksel sanatlarda yetkinleşmiş ustalar, İstanbul Kuyumcular Odası yetkilile-ri, Sultanhamam, Tahtakale ve Kapalıçarşı esnafı, han sahipleri, imalathane sahip-leri ve çalışanları, hamallar, matbaacılar ve yedek par-çacılar ile odak grup toplan-tıları yapılmıştır. İstanbul içinden ve dışından ticaret amacıyla bölgeye gelenler, Han odabaşları, Kuyumcular Odası ve Kapalıçarşı Esnafla-rı Derneği yetkilileri, bölgede ikamet eden din görevlileri ve bölgede faaliyet gösteren emniyet birimlerinin yet-kilileri ile de derinlemesine mülakatlar gerçekleştirilmiş-tir. Odak grup toplantıları ve derinlemesine mülakatlarda bölge ile ilgili çok farklı ka-tegorilerde veri toplanmış olmakla birlikte, bu yazı çerçevesinde bunlardan yalnızca merkezden dışarı gönderilme ve turizm-ticaret ilişkisi hakkındaki görüşlere değinilecektir. Bu iki başlığı önemli kılan husus, bundan sonraki koruma kararlarında göz önünde bulundurulması gereken bazı temel ilkelere işaret eden bulgulara ulaşıl-mış olmasıdır.

Merkezin dışına gönderilmek esnafı nasıl etkiler? Araştırmada görüşlerine başvurulan katılımcılar, mer-kezden dışarı gönderilmenin tekstil, matbaa ve kuyumcu ER

EN A

YTU

Ğ

Page 11: gazete

20 Fikir Sahibimedeniyet geçitleri Fikir Sahibi 21medeniyet geçitleri

işlevlerinin turizm işlevine dönüştürülmesinin yararlı olup olmayacağıdır.

Hanlar bölgesi bir turizm merkezi olmalı mı? Tarihi Yarımada’nın bölgeyi kirleten ve yük bindiren küçük sanayi, imalât ve de-polama gibi işlevlerden arın-dırılması düşüncesi, bölgeye yüklenecek yeni işlevlerin neler olacağı tartışmasını da beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda, söz konusu imalât ve toptan ticaret işlevleri ye-rine restore edilecek hanlara turistik bir işlev yüklenme-sinin daha doğru olabileceği fikri ortaya atılmıştır. Ancak, hanlara çeşitli turistik işlevler yüklenmesi, örneğin han-ların butik otellere dönüş-türülmesi fikri, gerek bölge esnafı nezdinde gerekse sivil toplum kuruluşlarının tem-silcileri nezdinde pek kabul görmemiştir. Esnafın bu konudaki görüşlerini desant-ralizasyon kararları bağla-mında ifade etmiş bulundu-ğumuz için, burada kısaca sivil toplumun ve konu ile ilgilenen akademisyenlerin görüşlerine değinmek yeterli olacaktır.

Sivil toplum kuruluşları ne diyor?Sivil toplum, hanların mevcut ticari işlevlerinin korunmasından yanadır. Sivil toplumun bu yaklaşımı elbette ki hanlardaki yeni-leme ve rehabilitasyon pro-jelerinin bir an önce hayata geçirilmesinin yararlı olacağı üzerindeki mutabakatı dış-lamamaktadır. Buradaki itiraz daha ziyade doğal bir dokuya, doğal olmayan mü-dahalelerde bulunulmasının yaratabileceği sakıncalarla ilgili görünmektedir. Nitekim araştırma bağlamında görüş-lerine başvurulan akademis-yenler de, hanlar bölgesinde mevcut olan ticari yapının desantralize edilerek buraya turizm işleviyle bağlantılı bir takım geleneksel el sanatları-nın aşılanmaya çalışılmasının yapay taklitler olmaktan öteye geçemeyeceğinin altını çizmişlerdir. Odak gruba katılan akademisyenlerden biri, şehre aşırı müdahalenin

doğru olmadığını vurgula-yarak, “bu tür çalışmalarda önemli olan hakikilik” demiş ve “bir takım yapay, masada düşünülmüş fonksiyonla-rın belirli yerlere dağıtılıp buralarda bunlar yapılacak demenin” bir operet dekoru yaratmaktan öteye gitmeye-ceğini ifade etmiştir.

Şehre aşırı müdahalenin doğru olmadığını...Yukarıdaki alıntılardan da anlaşılacağı üzere, hanlar bölgesi pek çok sektörün bir ortakyaşarlık ilişkisi içinde yaşamını sürdürdüğü canlı bir ticaret alanıdır. Bu alanın yaşayan bir iş merkezi ve bir anlamda canlı bir müze ol-mak yerine, butik otellerden oluşan bir turizm alanına dö-nüşümü paydaşların hemen hiçbiri tarafından desteklen-memiştir. Müteşebbislerin bölgede çeşitli kafeterya ve restoranlar açması ya da ufak tefek barınma işlevlerine yer verilmesi dışında hanların geleneksel ticaret işlevinin sürmesi ortak bir talep ola-rak öne çıkmaktadır. Hanlar bölgesinin sadece bir ticaret ya da sadece bir turizm merkezi olması yerine, bu iki işlevin ahenkli bir bileşimin-den oluşacak yeni bir den-geye oturtulması gerektiği söylenebilir. Bunun dışındaki seçeneklerin Türkiye’nin ve İstanbul’un bu en önemli ta-rihi ticari merkezinin dağıl-ması anlamına geleceği, bu-nun başka yerlerde yeniden kurulmasının imkânsızlığı, bir marka olarak Tahtakale ve Sultanhamam’ın yok olmasının telafisinin olma-yacağı ve somut olmayan kültür mirasının korunma-sının da en az somut kültür mirasının korunması kadar önemli olduğu hatırlanacak olursa, hanlar bölgesinde gerçekleştirilecek dönüşüm çalışmalarının hangi esaslar üzerinde yükselmesi gerekti-ği ortaya çıkmaktadır. Özetle, çöküntü bölgesi özel-liği göstermek bir yana, ciddi bir ticari canlılığa sahip olan hanlar bölgesinin, Bizans’tan bu yana sahip olduğu işlevleri yitirmeksizin korunması ve yaşatılması gerektiği söylene-bilir... BU

RA

K S

EVİN

GEN

Bir marka olarak Tahtakale ve Sultanhamam’ın yok olmasının telafisinin olmayacağı ve somut olmayan kültür mirasının korunmasının da en az somut kültür mirasının korunması kadar önemli olduğu hatırlanacak olursa...Sanatkârları Derneği (GE-SAD) yetkilileri de, hanlar bölgesinden dışarı gönderil-menin, % 80’i hanlarda kiracı olarak bulunan gümüşçüler açısından taşıdığı sakıncalara işaretle, dört hanın restore edilerek kendilerine veril-mesini ve küçük han oda-larında zanaatlarına ilişkin üretimin sürmesine imkân tanınmasını talep etmişlerdir. Kuyumcular Odası yetkilileri de imalat sektörünün büyük firmalara ara kademe eleman yetiştirilebilmesi bakımından yaşamsal olduğunu vur-gulayarak somut olmayan kültür mirasının korunması yönündeki çabaların son

tahlilde büyük firmaların ihtiyaçlarının karşılanmasına da hizmet edeceğini belirt-mişlerdir. Benzer bir durum Sul-tanhamam ve Tahtakale esnafı için söz konusudur. Sultanhamam esnafı, tarihi merkezin dışına gönderil-menin kendileri için iflas anlamına geleceğini belirtmiş ve iş alanlarında bir deği-şiklik yapmanın kendileri için mümkün olmadığını ifade etmişlerdir. Özellikle ileri yaştaki esnaf, sektör değiştirmenin kendileri için imkânsız olduğunu öne sür-mektedir. Büyük marketlerin küçük ve orta ölçekli firmalar

üzerindeki olumsuz etkileri, araştırma sürecinde üzerinde durulan önemli hususlardan biri olmuştur.

Tarihi hamal bölüklerinin sonu olur!Hanlar bölgesinin ticari dolaşımı içinde hamallar da önemli enformel sektörler-den biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Geçmişten bugüne “bölükler” şeklinde örgütlenmiş olan hamalların Eminönü’nde 8 bölüğü oldu-ğu ve bunların Sirkeci, İplik-çiler, Asma altı, Yeni İskele, Unkapanı, Kazcılar, Mercan ve Meydancık bölükleri olduğu belirtilmiştir. Her

bölüğün bölgesi ayrı ve be-lirlidir ve bir bölük diğer bir bölüğün alanında iş yapamaz. Yoğun hemşerilik bağları ile dayanışmacı bir yapı sergile-yen hamallar, araçların han-lar bölgesinin dar sokaklarına girmekte yaşadığı zorluklar ve gelen malın hanların üst katlarına çıkarılması mec-buriyeti nedeniyle bölgenin ana karakterlerinden biri olma özelliği taşımaktadırlar. Hamalların bölgedeki varlığı da esnafın varlığına bağlı görünüyor. Modern ticaret ve işbölümü kalıpları çerçe-vesinde bu sektörün hayatını sürdürmesine imkân yok. Hamallar toptan ticaretin bölgeden desantralizasyonu ile ilgili olarak şunları söyle-mişlerdir: “Siteler kuruldu... Sitelerde mallar fokliftle indirilecek, bindirilecek. Kimse karış-mayacak... Esnafın buradan

çıkması bizim ekmeğimizin kesilmesi demek.”

Herkesin katılacağı bir çözüm...Hanlar bölgesindeki paydaş-ların temel beklentilerinden biri, yukarıdaki sakıncalar da göz önünde bulundu-rularak, kentsel dönüşüm projelerinin mülk sahipleri ve bölge sakinleri ile ilişki ve işbirliği içinde yürütülme-sine özen gösterilmesidir. Katılım temelli projelerin halktan daha fazla destek alacağı ve özellikle bölgedeki mülk sahiplerinin dönüşüm süreçlerine dâhil edilmesinin gerekliliği araştırma boyunca altı çizilen hususlardan biri olmuştur. Desantralizasyon ve katılım ile ilgili sorunlar yanında, araştırma boyunca ana hat oluşturan bir diğer sorun alanı da hanların ticaret

EREN

AYT

EREN

AYT

Page 12: gazete

22 Fikir Sahibimedeniyet geçitleri Fikir Sahibi 23medeniyet geçitleri

bilirdi. Ama hanlarla en çok ilgisi olan esnaf elbette hamallardı. Ticari mal veya yolcu eş-yası mutlaka gideceği yere varmadan onların sırtından geçerdi. Gidilen nokta ise çoğun-lukla hanlardı. Elbette malların götürüldüğü müstakil depo ve mahzenler de vardı.Bir kısım hanlarda tacirler yükleriyle birlikte kalırlardı. Hanın giriş katına veya avluya binekleri ve hayvanlar bağlanır, yattıkları odaların alt veya üstünde de eşyaları depola-nırdı. Bununla birlikte han ve bekar odaları-nın sakinleri arasında İstanbul’un farklı esnaf gruplarından kimseler daha ziyade bulun-maktaydı. Özellikle hamal ve kayıkçı esnafı, hanlarda bazen müstakil odalarda kalırlar ama çoğunlukla aynı odayı paylaşırlardı. Mesela 1726 yılı Temmuz’unda Yeni-han’daki otuz iki odadan on altısında kayıkçılar; Teş-rifati hanındaki on üç odadan üç odada on bir hamlacı, iki odada altı sandalcı, bir odada dört yedi çifte kayıkçısı, bir odada dört gayr-i müslim kayıkçı kalmaktadır. Diğer dört odada arka hamalları ve odun yarıcıları yatmaktadır. Ayrıca, Bakkalhanı ve Yarımhan gibi birçok handa da kayıkçılar barınmaktadır. Yine 1792 Ekim’inde Bahçekapısı’ndaki Kaptan Hasan Paşa Hanı’ndaki on bir odadan dördünde Vezir iskelesinden on altı hamal yatmaktadır. Diğer odalardan dördü boştur, birisine karcı-başı tarafından keçe konulmuştur, ikisi Kap-tanpaşa rahtvanı tarafından tutulmuştur. Yine Taşhan’da bulunan yirmi iki odanın beşini sarraflar, dördünü duhaniler(tütüncü), sekizini Gümrük ve Eminönü hamalları, dördünü manavlar, birini eskici tutmuştur.Hanlarda belli esnaf gruplarından olanlardan beş altısı bir oda kiralar ve burayı paylaşırdı. Yiyecek temini, akşam yemeği hazırlaması, odanın temizliği ve icabında hakemlik etmesi için de akrabalarından yaşlı birisini seçerlerdi. Bu kişiye de belli bir ücret ödenir ve ihtiyaçla-rı karşılanırdı. Bazı hanlarda akşam yemeği de çıkarılırdı. İçinde kiracıların gıda ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri dükkânlar ve berberler de olabilirdi.

Yalnız hanlardan bazıları özellikle Suriçi bölgesindeki hanların içinde ticari faaliyet de yapıldığından, bu tip olanları pansiyon tarzı olanlardan farklı düşünmek gerekir. Özellik-le ticarî faaliyetin bulunduğu hanlar hamal başının denetimine tabi olurdu. Zaten kısaca esnaf grubunun reisi diyebileceğimiz kethüda tayinlerinde kullanılan ifadelerde bile han kelimesi geçmektedir. Meselâ Galata yani Avrupa yakası gümrük, han ve iskeleleri arka hamalları hamalbaşılığı gibi. Bir hanın hamalı başka bir hana işleyemezdi. Hatta narh be-lirlemelerinde de bir başlangıç noktası ile bir han arasındaki mesafenin yük taşıma ücretine esas olduğu görülmektedir.

Han arkadaşlığı...Burada maksadım hamal, kayıkçı ve sair esnaf grubunu anlatmak olmadığından hanlardaki düzenlerinden bahsetmekten ziyade yaşam tarzlarından en azından bir örnek vermek, dönemi tasavvur ve tahayyülümüzü kolay-laştıracaktır. Dolayısıyla aşağıda handa kalan hamalların yaşamına dair Şeriyye sicillerin-den (dönemin mahkeme/noter kayıtları) derlenmiş bir kesiti “Osmanlı Döneminde İstanbul Hamalları” kitabımdan aynen alıntı ile sunarak sözü bağlamak istiyorum.

Birlikte yaşama dersi... Bu, Bali veled-i Oseb veled-i Kosta’nın hikâyesidir. Bali, aslen Anadolu’nun Kayseri kazası Talas köyündendir. Karısı Nazlı, oğulları

Abram ile Simon ve kızları Şatem, Gülizar ve Meryem’i köyünde bırakarak, İstanbul’a kö-yündeki başkalarının da yaptığı gibi, ailesinin ve kendisinin geçimini temin etmek maksa-dıyla gelmiştir. Yapabileceği en iyi iş memle-ketinde yaptığı gibi at sürmektir. Bunun için hemşehrilerinin de desteğiyle at hammalları arasına kabul edilmiştir. Onu aralarına aldıkları gibi yerleşecek yer de bulmuşlardır. İstanbul’da Unkapanı yakınında, Değirmen Hanı isimli handa bir odada hemşehrileri ile birlikte kal-maktadır. En yakın arkadaşları (muhtemelen hepsi) hemşehrileri olan Mustafa Beşe bin Şahin, Osman Beşe bin Şahin, Mustafa Beşe bin Mehmed, İbrahim Beşe bin Receb, Osman Beşe bin Mustafa, İsa Beşe bin Halil, Yagob veled-i Murad, Aganiyan veled-i Vasil, Bali veled-i İsa ve Bayram veled-i Ayan’dır. Ancak Temmuz 1725’te, Bali ciddi biçimde hastalan-mıştır (Bali’nin kendisinin mahkemeye bizzat gelememesi buna delildir). Artık son olarak aynı mekânı paylaştıkları hemşehrilerinden vasiyetini yerine getirmelerini istemektedir.Hikâyenin resmi tarafında Bali mahkemeye gidemediğinden Mustafa Beşe bin Şahin’den mahkemede kendisine vekalet etmesini iste-miştir. Hemşehrileri Osman Beşe bin Şahin ve Mustafa Beşe bin Mehmed’i de buna şahit göstermektedir. Vekili aracılığıyla Receb Beşe bin Veli’yi vasiyetini yerine getirmeye yetkili vasi tayin ettiğini mahkemede kayıt-lara geçirtmiştir. Vasiyetine göre Receb Beşe ölümünden sonra terekesinden defin için bir para ayırarak İstanbul’da gömülmesini sağla-yacak, kalan borçlarını ödeyecektir. Terekesi-nin geri kalanını da Talas köyündeki ailesine götürüp teslim edecektir. Bali’nin hayatı pay-laştığı arkadaşlarından son isteği olan ailesine kazancını götürmeleri isteğini Receb Beşe, vasisi olarak ve diğerleri de şahitlik ederek kabul etmişlerdir.Bu hüccette geçen bilgiler “birlikte yaşama tecrübesi” için olumlu bir örnektir. Ayrıca evli olup, İstanbul’da hanlarda, bekar odalarında kalanların yaşamına ışık tutmaktadır.

Nitekim Balkapanı,

Yağkapanı, Unkapanı

gerçekten de balın, yağın,

unun iskelelerde indirildikten

sonra tartılıp vergisinin

alındığı ve esnafa dağıtım için tutulduğu

yerlerdi.

Osmanlı dönemi sırık hamalları

Han kelimesinin pek çoğumuzda çağrış-tırdığı Faruk Nafiz Çamlıbel’in şiiri Han Duvarları’nda da olduğu gibi sanki hanlar yol, gurbet, hasret ve belki biraz da yokluk ile birlikte akla gelmektedir.

Tarihsel dönemlerde de hanlarda kalanların azımsanmayacak sayıda olanını gurbetçiler oluştururdu. Gurbetçiler kelimesini yolcu ye-rine özellikle kullanıyorum. Çünkü hanların sakinlerini mukimler, gurbetçiler ve yolcular olarak tasnif etmek mümkün. Herhalde hem en hazin hem en içten birliktelikler gurbet-çiler arasında yaşanmıştı. Nitekim yolcu yolunda dinlenir ve aslında kente ait değildir, sadece soluklanmaktadır. Peki han ve bekar odalarının daimi sakinleri olan gurbetçiler uzun aylar ve yıllar yaşadık-ları kente ait mi idiler? Bu soruyu görünüşe göre kısaca hayır diyerek cevaplamak müm-künse de aidiyetin göreceliği cevabı güçleştiri-yor. Bununla birlikte hanlarda yaşananlardan kesitlerin ortaya konulabilmesi, İstanbul toplumsal hayatının önemli bir kısmını en azından tasavvur etmemizi sağlayacaktır.

Balkapanı, yağkapanı, unkapanı...Belki denilebilir ki, İstanbul gibi çokkültürlü-lüğün yaşanabildiği bir bölgenin tarihsel silu-etinin görülebilmesi insanlık tarihinin kurgu-lanmasında önemli bir merhale teşkil etmek-tedir. Nitekim, İstanbul güvenli bir limana

sahip oluşuyla her dönemde önemli bir ticaret kenti olmuştu. Osmanlı döneminde fetihten hemen sonra başlanan hızlı imar faaliyeti kenti daha da geliştirmiş ve daha Sultan II. Bayezid döneminde Sirkeci ile Unkapanı arası bir uluslararası liman yoğunluğuna ulaşmıştı. Kıyılarda gelen mal, eşya ve emtianın tar-tıldığı kapanlar inşa edilmişti. Buraya gelen mallar cinslerine göre muhtelif iskelelere indirilebilirdi. Bu çok yoğun faaliyete sahne olan bölgede elbette kapanlar ve gümrükler dışında hanlar, bekâr odaları, pek çok farklı dükkân bulunmaktaydı. Bu tabloda her mil-letten, dinden insan hareket ve koşturmaca içindeydi. Bu tarz, yoğun bir ticarî ve sosyal hayat birlikteliği ortaya çıkarmış olmalı ki değil milliyet, inanışların farklılığı bile göze batar bir sorun teşkil etmezdi. Mesela özel-likle hamal ve kayıkçılarda buna dair örnekler açıkça görülmektedir.

Han misafirleri...Hanlar ticari hayatın can damarıydılar. Bazı hanlarda belli meslekler icra edilir ve hatta o isimle anılırdı. Pek çok farklı esnaf grubu, tüccar, yolcu, elçi, seyyah, iş taliplisi hanları iyi

Nejdet ERTUĞ*

Handa birlikte yaşamakPek çok tüccar, yolcu, elçi, seyyah, iş taliplisi hanları iyi bilirdi. Ama hanlarla en çok ilgisi olan esnaf elbette hamallardı. Ticarî mal veya yolcu eşyası mutlaka gideceği yere varmadan onların sırtından geçerdi.

*Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi.

Page 13: gazete

24 Fikir Sahibimedeniyet geçitleri Fikir Sahibi 25medeniyet geçitleri

Sürdürülebilir iyileştirmede finansal olanaklar...“Kentsel Yenileme Programları” çerçevesinde UNESCO destekli koruma uygulama çalışmaları için ayrılan fonlar, Avrupa Birliği fonları, kamu kurum ve kuruluşlarının bütçelerinden ayrılacak finansman, banka kredileri, takas olanakları, kişisel olanaklar, vergilendirme ile geri ödeme -düşük bedelli, uzun vadeli- restorasyonlar için kullanılabilecek finansal olanaklardan bazılarıdır. Tüm bu finansal olanakları bir araya getirip entegre edecek, böylece etkin ve dengeli kaynak dağılımı ile örgütlü ve ekonomik yararları yüksek program oluşturacak birimler kurulmalıdır. Böylesi bir birim, handaki mülk sahipleri tarafından rahatlıkla oluşturulabilir. Belediyelerin görev alanlarında kalan kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla kullanılmak üzere 1319 sayılı Emlâk Vergisi Kanunu’nun 8. ve 18. maddeleri doğrultusunda yerel emlâk vergisinden %10’luk bir payın (Kültür Varlıklarını Koruma Payı), kültürel varlıkların korunması yö-nündeki uygulamaları finanse etmek üzere ayrıldığı bilinmektedir. Bu pay yukarıda bahsedilen finansal olanaklar ile birlikte kullanılabilir. Sürdürülebilir iyileşmenin gerçekleşmesini sağlamak için toplum katılı-mının sağlanması bir zorunluluktur. Bölge sakinleri için yeni iş olanakları ve becerilerinin yaratılması gereklidir.

Restorasyonda kooperatif yöntemi...Çoklu mülkiyetin söz konusu olduğu hanlarda tüm mülk sahiplerinin bakım, onarım ve restorasyona katılımının sağlanması, mülk sahiplerinin uzman kişilerce aydınlatılıp mülkiyette olabilecek değişikliklere hazır olmalarının sağlanması gerekir. Hanlardaki mülk sahipleri aralarında anlaşarak kooperatif kurabilirler. Proje ve uygulama, ilgili kooperatif tarafından yürütülebilir. Ancak mülk sahipleri aralarında anlaşarak bazı fedakârlıklarda bulunmak zorunda kalabilirler. Örneğin; a) Haksız mülkiyetin (yasallık kazanmamış olan işgalin) geçersiz olduğu-nun mülk sahipleri tarafından kabul edilmesi, b) Uygulamayı –restorasyonu- her mülk sahibinin kabul etmesi.Böyle bir anlaşmada, herkes kendi parseliyle ilgili proje bedellerini ve restorasyon maliyetini kooperatife öder. Uygulama tek elden yapılır ya da yaptırılır. Anlaşma yolu ile kurulan kooperatif, tüm maliklerin birlikte anlaşarak ve uzlaşarak haklarına razı olmaları nedeniyle, karşılaşılacak yasal ve finansal sorunların çözümünde pratik bir yoldur.Kooperatifin üniversitelerden alacağı danışmanlık desteği ile, bölge kullanıcılarının -yani kiracılar ve çalışanlar gibi etkilenecek kitlenin- res-torasyonlar sırasında yaşanacak sıkıntılar ve süreç hakkında bilgi sahibi olmalarının sağlanması ve onların manevi olarak hazırlanması sorunu da çözülebilir. Böyle bir durumda kişiler restorasyonda kendileri için gele-cek görerek kendiliğinden uygulama yapmaya istekli olabileceklerdir.

Sonuç alıcı çözümler için...Bu konuya Büyükşehir ya da İlçe Belediyesi’nin ya da İl Özel İdaresi’nin yapacağı uygulamaların öncülük etmesi beklenir. Ancak hanlarda bulunan çok sayıdaki mülkiyetin varlığı konuyu daha baştan zorlu bir duruma sokmaktadır. Aynı bölgede bulunan Çuhacı Han’ın benzer bir yöntemle restorasyonunun yapıldığı göz önünde bulundu-rulursa, diğer hanlar için de kooperatif kurularak çözüm geliştirilebile-ceği söylenebilir.

Hanlar Bölgesi’nin son dönemde revaçta olan “kentsel yenileme” kavramı ya da “turistik amaçlı restorasyon” çalışmaları arasında sıkışıp kalmaması için hem kamunun hem de yaşayanların ortak çabası gereklidir. Restorasyon çalışmalarında, sahip olunan mimarî kimliğin sürekliliği esas kabul edilmelidir.

BUR

AK

SEV

İNG

EN

İktisadi ve kültürel tarihimiz boyunca önemli bir ticaret merkezi olan İstanbul Kapalı Çarşı ve çevresindeki hanların oluşturduğu “Hanlar Bölgesi”, Bizans’tan günümüze, zenginliği, çeşitliliği, canlılığı ile koruna gelmiştir. Bedestenler, dükkânlar, arastalar, kervansaray ve hanlar bölgenin ticari tesisleridir. Hanlarda zemin katın, uzaktan gelen tüccarın malını getirip önce depoladığı, sonra pazarlayıp sattığı yerler olarak kul-lanıldığı düşünülmektedir. Üst katlar ise hem depo hem de şehir içinden ya da şehir dışından gelen tüccarların kısa süreli konakladığı odalar olarak kullanılmıştır. Hanlar; geçmişte de zanaatkarların, tüccarların, gezginlerin kullandığı sağlam ve güvenlikli yapılardır.

Osmanlı çarşısı ve koruma bilinci...Bölgede sırt sırta, yan yana konumlanmış avlulu-avlusuz han-lar bir arada büyük bir oluşturmuştur. Bu çarşı düzeneğinin ülkemizin başka hiçbir yerinde örneği bulunmamaktadır. Sahip olunan tarihi mirasın farkına varmak ve onu koruma bilincine ulaşmak aslında kullanıcıları kadar biz ziyaretçilerin de görevidir.Ancak günün ihtiyaçlarına cevap verebilmek için yapılan müdahale ve eklentiler, tarihi yapıya uygun olmayan imalat ve depolama gibi yük getirici faaliyetler, bu anıt eserlere geri dö-nüşü olmayacak zararlar vermiştir. Büyük Valide Han örneğinde olduğu gibi orijinal hanın önüne eklenen yapıların han mimarisini çok değiştirdiği gözlenmek-tedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetinde olan hanların zaman içerisinde -1930/1935’lerden sonra- parçalı biçimde özel mülkiyete geçmesiyle hanlarda yıpranmalar çok daha hızlı gerçekleşmiştir.

Restorasyon sürecine kullanıcılarının katılmasıHanlar Bölgesi toptan ve perakende ticaret, kamu hizmetleri, bürolar ve imalat fonksiyonunun yoğunluk kazandığı bir bölge durumundadır. Aynı zamanda Bedestenler ve Kapalı Çarşı dışında sahip olduğu diğer tarihi -Mahmutpaşa, Rüstempaşa Camileri, Rüstempaşa Medresesi, Mahmutpaşa ve Tahtakale Hamamı gibi eserler- değerleri nedeniyle bölgeye “Turizm Merkezi” niteliğini de kazandırmaktadır. Hanlar Bölgesi’nde sürdürülebilir kentsel korumanın gerçekleştirilebilmesini sağlayacak en önemli etken; mülk sahiplerinin yöne-time, koruma ve planlama sürecine katılımının sağlanmasıdır. Hanların mülk sahipleri kadar, bu mekanlarda 40-50 yıldır çalışanlar, babadan oğula geçerek zanaatını icra eden zanaatkarlar, esnaflar, tüccarlar da restorasyon sürecinde söz sahibi olmalıdır. Bölgeyi besleyen yerli ve yabancı ziyaretçinin fikrini de res-torasyon kararlarına katacak organizasyonlar yapılmalıdır. Hanlar Bölgesi’nin son dönemde revaçta olan “kentsel yenileme” kavramı ya da “turistik amaçlı restorasyon” çalışmaları arasında sıkışıp kalmaması, bölgenin yaşayanları ve kullanıcıları ile birlikte yaşam koşullarının iyileştirilerek yine geleneksel ticaret merkezi olmayı sürdürülebilmesi amaçlanmalıdır. Her geçen gün değişimin, yıpranmanın ve yozlaşmanın hız kazandığı hanlarda, yaşanan mekânın, esnaf geleneklerinin ve alışveriş alışkanlıklarının yeniden sağlıklaştırılması için hem kamunun hem de yaşayanların birlikte çabası gereklidir.

Restorasyon ile ekonomik geri kazanımHanlarda restorasyon büyük maliyetler gerektiren bir konu olsa da başarılı bir iyileştirme, sağlamlaştırma, sağlıklaştırma ve restorasyon uygulamasının sonunda elde edilen rant, bu maliyeti geri kazandırabilmektedir. İtalya ve Fransa gibi ülkelerde buna benzer başarılı örnekler mevcuttur. Hanlar Bölgesi bütününde yapılacak restorasyon çalışmalarında, sahip olunan mimari kimliğin sürekliliği esas kabul edilmelidir. Koruma uygulama çalışmalarının kişiye geti-receği ekonomik fayda, bir yandan yeni bir nitelik ve çehre kazanan alanın, arsa ve yapı değerlerini yükseltmek, diğer yandan da alanda yaşayan yerel halkın ve işgücünün ekonomik durumunu iyileştirmek şeklinde olmalıdır.

Gülhan BENLİ*

Han restorasyonlarında yöntem arayışıHer geçen gün değişimin, yıpranmanın ve yozlaşmanın hız kazandığı hanlarda, yaşanan mekanın, esnaf geleneklerinin ve alışveriş alışkanlıklarının yeniden yapılandırılması için bölgeyi besleyen yerli ve yabancı ziyaretçinin fikrini de restorasyon kararlarına katacak organizasyonlar yapılmalıdır.

*Dr., Mimar-Restoratör, İMP-Bimtaş Kültürel Miras Yönetimi Proje Yöneticisi.

EREN

AYT

Page 14: gazete

26 Fikir Sahibimedeniyet geçitleri Fikir Sahibi 27medeniyet geçitleri

tarihçeleri ile birlikte özellikleri hakkında bilgiler veriliyordu.Mamboury uzun programda görülmesi gere-ken yerler arasında İstanbul’un ticaret haya-tında önemli bir yer taşıyan hanlardan sekiz tanesinin görülmesini tavsiye etmiştir. Üçün-cü bölümdeki hanlar kısmındaki Büyük Yeni Han ve Hüseyin Paşa Han’ına ait fotoğraflar da yine Mamboury tarafından o dönemde çekilmiştir. Aynı zamanda kitabın en önemli eklerinden olan ve yazar tarafından çizilen İstanbul hari-tasında bu hanların nerelere denk düştüğünü de verdiği numaralar ile gösteren yazar 1924 yılında İstanbul’un hanları hakkında kendi kaleminden şu bilgileri vermiştir;

Mamboury’nin Sekiz HanıHan ve ev manasına da gelen bu Farisî kelime Türkçede bundan elli sene evveline gelinceye kadar hem kervansaray hem de emtia ambarı manasını ifade eder idi. Eski üslûpta bina edilmiş olan hanların hemen çoğu zail oldu. Henüz baki ve mevcut olanlar ise ortasında geniş bir avluyu havi, taştan merbut el şekil büyük bir binadan ibarettirler ki avlunun etrafında mahzen ve am-barlar ve bunların üzerinde misafir odaları var idi. Bu odalar avlu dâhilinde kâin sütunlar üzeri-ne müstenid oldukları gibi üstü tunuslu uzun bir divanhane ile yek diğerine piyade ederler ve âdeta dairevi bir dehlize sahip olan bu divanhaneler dahi doğrudan doğruya avluya nazır bulunur idi. Hanlar, münhasıran gelip geçici tacirlere mahsus olarak yapılmış olduklarından bu tüccarları iskan için bir oda ile bir de mallarını emin bir mevkide muhafaza için bir ambar isticar eder. İşlerini hanlarda tavsiye eyler ve orada mal satar veya satın alırlar idi. Bazıları eski muhabbetlerini muhafaza eylemiş olan bu hanlar bugün tica-rethaneleri ihtiva eylemektedir veyahut mahsus kiralık olur haline kalb edilmiştir.

Elçi Hanı Vaktiyle Çemberlitaş civarında kain idi. Bugün zail olmuştur. Elçilere mahsus olarak 16. Asr-ı miladi esnasında inşa edilmiş ve 1865 senesinde muhteruk olmuştur. Avrupa sefirleri burada ikamet ederler idi. Elçi hanı muhterik olduktan sonra bir müddet böylece hali hazırda kaldı ve bilâhare arsası üzerine bugün görülmekte olan matbaa-i Osmaniye bina edildi.

Balkapanı HanıEminönü meydanından sağda Haliç’e doğru giden caddeye girerek solda ilk sokağa sapmalı ve Mısır Çarşısı’na girdikten sonra bunun garb kapısından Hasırcılar Caddesi’ne çıkarak doğru ileri gitmeli ve solda ikinci Bal Kapanı sokağına girmelidir. Bu han Bizans devrinden kalmıştır. Rüstem Paşa Camii civarında yani Venediklilerin sakin bulunmuş oldukları mahallede kâin olduğu için Venedikliler tarafından inşa edilmiş olması muhtemeldir. Zemin katı ile bodrumun bir kısmı muhafaza olunabilmiştir. Avlu dâhilinde şeklen Bizans ve fakat aslen Türk eseri olan büyük bir terazi görülmektedir.

Büyük Yeni HanEminönü meydanından sağda Haliç cihetine giden caddeye girerek solda birinci sokağa sapmalı ve Mısır Çarşısı’na girerek nihayetindeki kapıdan çıkınca yolun sonuna kadar doğru ileriye devam etmeli ve bade sağa Çakmakçılar Sokağı’na sapmalı. Han derhâl sol kolda görülür. Valide camiinin hemen karşında kani olan bu binanın iki kat kemer sıralarına havi uzun havlusu yeni inşaat ile ikiye taksim olunmuştur. Han onyedinci asr-ı milâdîye yani onuncu asr-ı hicriyede inşa olunmuşdu.

Çuhacılar HanıAyasofya...Mevkinin tayini için Nuri Osmaniye’ye müracaat etmeli. Han iş bu caminin şimalindedir ve bir sokak ile ayrılmıştır. Onbeşinci asr-ı milâdîye kadar vasıl olabilen bu hanın in-şasındaki tarz-ı kani Türk mübanisinden hayli farklı olduğu için bunun Bizans inşaatından olması mülahızdır. Müstahil elçi hanındakine benzer.

Hasan Paşa HanıKoska’dan Aksaray’a giden tramvay hattını takip edince han solda ve inişin baş tarafında kaindir. Hasan Paşa Hanı bu nevi inşaa-tın en mükemmellerinden biridir. 1161 [1847] senesinde vefat etmiş olan Seyyid Hasan Paşa tarafından inşa edilmiş olup mid-hali tarıki tasviyesi hengâmında maateessüf bozulmuş olduğunda kapının tarafında kain olan iki çeşme halihazırda sathı zeminden 1,80 metre yukarıda bulun-maktadır. Bu mithal tam kavis şeklindeki kemeri ile devrinin çiçek yapraklarından müteşekkir başlığına havi olan dört adet ince sütunları ile bir sıra dirseklere metki çıkıntısıyla pek ziyade celep itinadır. Havlu azameti haizdir. Zemin 6,20 metre irtifaındadır.

Kemerleri de biraz Bizans şeklini andırmaktadır. Herhâlde Türk mimarisinin en güzel numunele-rinden biridir.

Harmanlı HanıEminönü. Mevkiinin tayini için Rüstem Paşa Camii’ne müracaat oluna. Rüstem Paşa Camii’nin şark cihetini muhit alan avluda bugün Harmanlı Han denilen bu kadim Bizans bina-sının bir kısmı hâlâ mevcuttur. Kabalarla mü-cahhıs bulunan dahili dehlizin bazı kemerlerine bakılırsa bütün altıncı veya yedinci asr-ı miladiye ait olması icab eder.

Kürkçüler HanıEminönü. Mevkinin tespiti için Büyük Yeni Han’a müracaat oluna. Kürkçüler hanı iki havludan mürekkeptir ki biri haraptır ve büyük iki handan ancak dar bir sokakla ayrılmıştır. Valide Hanı tarzında güzel bir Türk binasıdır.

Valide HanıEminönü. Mevkiin tespiti için Büyük Yeni Han’a müracaat olunmalıdır. Valide Hanı ise bu tek karşısında ve fakat biraz yukarıda ve sağda Çak-makçılar Sokağı’ndadır.Valide Hanı bu nevi mebaninin en büyükle-rindendir. Çakmakçılar Sokağı’nda kain olup üç havludan mürekkep ve onuncu asr-ı hicri [onyedinci asr-ı miladi]ye mensuptur ve Sultan İbrahim’in validesine ithafen valide denilmekle maruf olan Mahpeyker Sultan tarafından inşa olunmuştur. Üçüncü havlunun dâhilinde 25 metre irtifada merbu el şekil büyük bir kule görü-lür. İranilerin aşure-i muharremde icra eyledikleri ayin [sahife 104] bu hanın birinci havlusu dahi-linde vuku bulur... Naklettiğimiz metinlerden anlaşılacağı üzere Mamboury hanları işlevleri yerine onların mimari özellikleri ve kısmen de tarihçelerine vurgu yaparak tanıtmaktadır. Anlatılan han-lardan bazıları günümüzde dahi işlevlerini sürdürebilmekteler, fakat mimari özelliklerini kaybetmeye başlamışlardır. Asırlar boyu İstanbullunun ve yabancı tüccar, gezgin, ente-lektüelleri konuk etmiş olan bu yapıların bu-gün İstanbul’da yaşayanlara emanet olduğunu unutmamak ve unutturmamak gereklidir.

Özhan AYKUT*

İstanbul’un En Eski Gezi Rehberindeki Sekiz Han

İstanbul: Rehber-i Seyyahinİstanbul hakkındaki ilk rehber kitaplardan biri olarak görebileceğimiz ve cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul şehr emaneti tarafından Türk Seyyahin Cemiyetine sipariş edilerek hazırlatılan rehber ‘İstanbul: Rehber-i Seyyahin’dir. İstanbul üzerine bilgi veren seyahatna-melerin sayısı oldukça fazladır. Özellikle 16. yy’ın ikinci yarısından sonra, İstanbul’a gelen gezginler, tüccarlar, diplomatlar, tutsaklar ve sanatçılar, Avrupa’da bir edebiyat dalı olarak gelişmiş olan “seyahatname” tipinde, gözle-me ve araştırmaya dayanan eserler vermeye başlamışlardır. Bunlar kentin mimarî yapısı yanında toplumun günlük yaşantısını yan-sıtan sahnelerin de ayrıntısına girmişlerdir. Genellikle seyahatnamelerde tarihi ve siyasî olaylara ilişkin gözlemler üzerinde yoğunlaşıl-mış, mimarlık tarihi yönünden fazla ayrıntıya girilmemiştir. Seyahatnamelerin dışında şehirler hakkında bilgi veren bir başka tür de günümüzde kulla-nılan şehir rehberleridir. İstanbul hakkındaki ilk rehber kitaplardan biri olarak görebilece-ğimiz ve cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul

şehr emaneti tarafından Türk Seyyahin ce-miyetine sipariş edilerek hazırlatılan rehber ‘İstanbul: Rehber-i Seyyahin’dir. O dönemde, şehir rehberlerini hazırlayan en tanınmış sima, İsviçre asıllı araştırmacı Ernest Mam-boury (1878-1953) idi. 1906’da Lausanne’da resim öğretmeni olarak görev yapan Mambo-ury, 1909’da izinli olarak geldiği İstanbul’dan ayrılmadı ve Lausanne’daki görevinden istifa etti. Ressam ve topograf olarak, Türkiye’deki arkeologların çalışmalarına katkıda bulundu, onlar için bazı plan ve röleveler çizdi. Daha sonra rehber yazarı olarak tanındı. 1921 yı-lından başlayarak, Galatasaray Lisesi ve bazı yabancı okullarda Fransızca ve geometrik desen konularında dersler verdi.

Çok dilli şehir rehberiMamboury’nin hazırladığı ‘İstanbul: Rehber-i

Seyyahin’ isimli çalışma ilk önce Osmanlıca olarak 1924 yılında, daha sonra Almanca ve Fransızca olarak 1925 yılında yine İstanbul’da yayınlandı. Uzun yıllar İstanbul’u ziyarete gelenlerin kullandığı bu rehber kitap, yazarın ölümünden iki yıl kadar önce İngilizce’ye çevrildi. Kitabın bu kadar ilgi görmesinin sebeplerinin dışında kullanım kolaylığı ve dili gelmekteydi. Mamboury kitabı üç bölümde toplamıştı: Birinci bölümde İstanbul hakkında genel, kültürel ve tarihsel bilgiler veriliyordu. İkinci bölümde turistlerin tek başlarına İstanbul’da rahatça dolaşabilmeleri için bir program bu-lunmaktaydı ki bu program farklı kategorilere hitap etmesi bakımından dikkate şayandır. Üçüncü ve son bölümde ise programlar dâhilinde anlatılan bütün mekânlara nasıl ulaşılabileceği tek tek tarif ediliyor ve kısa

*Kütüphaneci

Mamboury’nin hazırladığı ‘İstanbul: Rehber-i

Seyyahin’ isimli çalışma ilk önce

Osmanlıca olarak 1924,

daha sonra Almanca ve

Fransızca olarak 1925 yılında

yine İstanbul’da yayınlandı. Uzun yıllar İstanbul’u

ziyarete gelenlerin kullandığı bu rehber

kitap, yazarın ölümünden iki yıl kadar önce

İngilizceye çevrildi.

İstanbul: Rehber-i Seyyahin’den

hanlara ait sayfalar

Page 15: gazete

28 medeniyet geçitleri 29medeniyet geçitleriHan MirasıHan Mirası

BÜYÜK YENİ HAN “Bir İstanbul şiiri”Mercan Çakmakçılar Yokuşu, 1794

İstanbul’un en modern hanı olarak kuruldu.

III. Mustafa’nın en ünlü mimarı Tahir Ağa yaptı.

Osmanlı’da ticaretin kalbi olarak tanındı.

Mûsiki öğretildi, kitap basıldı, sarraf oldu.

Emniyet Sandığı’yla emekçilere destek sağladı.

Ermenileri gördü, millet-i sadıka sözünü alnına yazdı.

I.Dünya Savaşı’nda işgal kuvvetleri Büyük Yeni Han’a

Geldikleri gibi gittiler...

BÜYÜK VALİDE HAN “Tarihin sarrafı”Mercan Çakmakçılar Yokuşu, 1651

Kösem Sultan, Üsküdar Çinili Camii’nin vakfiyesi olarak inşa ettirdi.

Bizans Saint Irene kulesi ile sırdaştı.

İstanbul’un en büyük hanlarından birisi olarak gösterildi.

Tarihçi Naima’nın, Evliya Çelebi’nin, Cevdet Paşa’nın, Reşat Ekrem Koçu’nun, Ahmet Rasim’in kitaplarına girdi.

Yetmiş iki millet konut, işyeri, atölye ve ahır olarak kullandı.

İranlı matbaacılar ilk Kur’an-ı Kerim’i burada bastı.

Kahvehanesi meşhurdu.

İranlıların yaptırdığı mescidle anıldı.

Dokumacıları, sarraflarıyla pek meşhurdu.

Bacaları yok oldu, ahşap yerleri yıkıldı ama hâlâ dillere destan.

KURŞUNLU HAN“Mimar Sinan’dan mektup”Karaköy Perşembe Pazarı, 1550

Ceneviz katedrali Saint Michele’nin temelleri üstüne Rüstem Paşa, Mimar Sinan’a yaptırdı.

Eski Galata surlarıyla kol kolaydı.

Şaraphaneleriyle anılmıştı.

Rumları, Ermenileri, Musevîleri kucakladı.

Kurşunları sökülüp satıldı lâkin hâlâ Perşembe Pazarı’nın keşfedilmemiş definesi.

NARMANLI HAN“Entelektüel bir cennet!” İstiklâl Caddesi, 1831

Yazar Ahmet Hamdi Tanpınar burada yazdı.

Ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Aliye Berger burada çizdi.

Kenan Yontuç Atatürk büstlerini, Gürdal Duyar heykellerini burada yaptı.

Troçki burada tartıştı.

Güzel Sanatlar’ın kurucularından Gross burada yaşadı.

Dönemin tek Ermeni gazetesi Jamanak burada çıktı.

HAzzO PULO PASAjI“Yakışıklı Türkiye!”İstiklâl Caddesi, 1871

Jöntürkler toplanıp konuştular.

Ahmet Mithat Efendi matbaa kurdu.

Namık Kemal yaşadı.

İbret Gazetesi çıktı.

Çuhacıyan tiyatro yaptı.

Şapkacı Katya bütün şıklığıyla geçiyor...

SURİYE PASAjI“Bir kültür sarayı!”İstiklâl Caddesi, 1908

Cine Centrale burada kuruldu.

Stamboul Gazetesi burada çıktı.

Apoyevmatini Gazetesi geçiyor.

Heykeltraş Namık Denizhan geçiyor...

Page 16: gazete

30 medeniyet geçitleri Müzik

Kanto: İstanbullu Avrupa!Tombaz ile yıl 1870’lerde. Tiyatro ve müzikli oyunlar Osmanlı İmparatorluğu’nun batı-lılaşma hareketlerinin sanatsal sesi olmuş. İstanbul’un çok kültürlü dönemindeyiz. Saray müziğine tepki olarak doğan kantolar Pera’daki oyunlarda, gezici kumpanyalarda çınlıyor. Oyunlarda, sahne aralarında söyle-nerek dilden dile dolaşıyor. Tombaz ile yıl 1930’larda. Kantolar Cumhuriyet’le yeniden keşfedilmişler. Yeni sosyal yaşamı ve tartışmaları müziğe taşımış. Kadın hakları, kadın erkek tartışmaları, çapkınlar, hovardalar kantolarla dile geliyor. Kantolara yüzyılın başlarından itibaren ülke-yi sarsan tangolar eklenmiş. Arjantin’in yoksul insanlarının bu eğlenceli müziği, tüm dünya gibi Türkiye’ye seçkin insanların müziği ola-rak gelmiş. Gecelere tango danslarıyla başlan-mış. Cumhuriyet yıllarının bu yaygın modası Türk sanatçılara birbirinden güzel tango söz ve müzikleri yazdırmış. Artık gardıroplarda tango ayakkabıları, elbiseleri, fotoğraflarda tangolu kareler var.

Tombaz!Sahnede gerçek bir taş plâk solisti. Sadece müzik değil, bir kültür aktarımı. Müzikal yorumlar, tiyatrovari skeçler, komik anlar, antika kostümler, özel danslar… Kantolar, o zamanın Direklerarası tiyatro geleneği ve ha-vası ile çalınıyor, ritim ve doğaçlamalar dans ile birleşerek, konserin sonuna doğru varyete havasında bir gösteriye dönüşüyor. Tombaz 1998 yılında Emirhan Tuğa ve Meral Ari-Tuğa çifti tarafından kuruldu. Türk, Yunan, Romanyalı ve Hollândalı mü-zisyenlerden oluşmakta. Arjantin tango dans ve müziğine olan ilgi ve sevgileri onları, Türk

tangolarında birleştirdi.

“Maacırlar”ın İstanbul’u!Sokak atışmaları, düğün

kaynaşmaları, göç kervanları. Gayda İstanbul ile Balkanlar’da, Avrupa’nın tarih boyunca işgale ve istilâya maruz kalsa da en neşeli şe-hirlerinde, kırlarında, göçebe çadırlarındayız. Birçok defa hem göç eden, hem de toprakları-na sürekli göç alan bölge topraklarında birçok kültürün insanı yüzyıllar boyunca bir arada yaşar, acıyı ve dostluğu paylaşır, yeni ve kendi-lerine özgü ortak bir kültür kurarlar. “Muhacir” ya da Trakya ve Marmara bölge-sindeki günlük konuşma dilindeki kullanımıy-la “macır”lardır onlar. 1878 Berlin Kongresi sonrası, bu topraklardaki Osmanlı egemen-liğinin inişe geçmesiyle birlikte, süreç büyük ölçüde tersine dönmüş ve Anadolu’ya kitleler halinde yeni bir göç hareketi gerçekleşmiştir. Balkan topraklarının diğer bir rengi olan Çingeneler’in Türkiye yolculuğu ise, özellikle 1920’li yıllarda yaşanan mübadelelerin so-nucudur. Ancak göç sırasında ve sonrasında yaşadıklarında, on binlerce Çingene, Muha-cirler kadar şanslı olamaz, Anadolu toprakla-rında zor bir geçim savaşı verirler.

Gayda İstanbul! Onlar isimlerini Balkan halklarının gelenek-sel nefesli çalgısı olan, bugün yaygın olarak kullanılmasa da sembolik değeri büyük olan “Gayda”dan aldılar. Gaydacılar İstanbul’a gelen muhacirlerin ve romanların yaşadıkları keşmekeşi, İstanbul eğlencelerini, gündelik yaşamlarını ve sorunlarını dile getiriyorlar. Müziklerini fikirleriyle birleştiriyor, Trakya ve Balkan halklarının -özellikle de Çingenele-rin- sadece mizahî yanları öne çıkartılarak tek yönlü bir “gırgıriye” formatı içinde sunulması-na mesafeli duruyorlar.

Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun neşeli üyeleri ile Türkiye’deki genç Roman ye-teneklerin bu ortaklaşa grubu, repertuarında geleneksel Balkan müziğinden, Türk roman müziklerinden örneklerin yanı sıra Gaydacı-ların kendi eserleri de yer alıyor.

Türkü Performasyonları! Köyler şehir, atlar araba, kınalar boya, şalvar-lar, yemeniler, yeldirmeler içlikler gömlek, tunik oldular. Ev yemekleri lokantalara, kına geceleri otellere taşındı. Dünya aynılaşıyor. Müzikler de tek tipleşiyor mu sorusu müzi-kologların araştırma alanına her gün daha çok giriyor. Yerel olana, aynılaşmamış olana vurgu yapan yeniden yorumlamalar, geçmişin ezgi-lerini bugünün şartlarında var etme çabaları farklı renklerle buluşmamızı sağlıyor.

Yüzyıllar boyu aynı topraklarda yaşamış, Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Fars, Arap, Gürcü, Lâz ve Çerkezler hem bulundukları toprakla-rın geçmiş ve güncel kültürünü kendi kimlik-lerini inşa için kullanmış, hem de özgün kül-türlerini bu topraklara işlemişler. Her dilden deyimler, yemekler, desenler gibi müzikleri de birbirlerinden etkilenmiş. Bir taraftan ortak kültürün izlerini taşımış, bir taraftan da kendi kültürlerini ortaya koymuş.

Günyüzü!Günyüzü, Doğu kültürünün farklı ülkelerin-deki ezgileri yeni kültürel akrabalıklar için keşfediyor. Şarkılarını Mezopotamya’dan Kafkaslar’a Ortadoğu’dan Anadolu’ya geniş bir coğrafyanın müzik haritasından seçiyor. Arapça, Farsça, Azerîce, Makedonca, Lazca, Rumca, Çerkezçe ve Türkçe şarkılarıyla kon-ser boyunca sadece Anadolu’da yüzyıllardır yaşayan ortak kültürün müziğini dinlemiyo-ruz, aynı zamanda Doğu ezgilerinin Batı saz-larıyla yeniden yorumlanıyor. Saksafondan, curaya, kemençeden tuluma, bas ve elektrogi-tarlara farklı enstrümanlar, Günyüzü parçala-rında yeni rock soundlarla buluşuyor.

Han solo!Medeniyet Geçitleri 2009, bu yıl hanlardan geçen üç medeniyeti müzikleriyle konuk ediyor. Tangolar kantolar, Balkan şarkıları ve çok dilli türküler şenlik boyunca ücretsiz izlenebilecek.

ELVERENLER

HOTEL EYFEL

★ ★ ★GESAD

Page 17: gazete

Explore the ancient roads, journeys, inns and innkeepers!Those who live in Istanbul, feel that they are Istanbullians, and those lives are enriched with the blessings of this city, know well that this city waits for others to discover her treasures. Despite all the hardships and troubles, mil-lenia of the city’s abundent and glorious history captures people’s imagination and its magical energy makes the heart beat faster. The sunrise on cobble-stoned streets in Edirnekapı, on the sparkling waters around the Golden Horn, and in Üsküdar somehow render moot the ques-tion as to why this ancient city had been the womb of three great empires… Poetry that flows around each of the seven hills of the city re-cants how civilizations, either on peaceful terms at times or at war other times, could at one time sit on the same table and eat from the same plate. Some are sad lyric works, some sing kanto, while others sing pleasantly the songs of the immigrants, “maacır” songs as Istanbullian grandmothers used to call them. Where unseen recitations of Qur’anic verses drift over nearby Sephardic Jew-ish wedding ceremonies, and when your gaze reaches your hand, an Armenian craftsman’s

cornelian ring shim-mers light onto your face. When shop-

ping, the

sounds of shopkeepers bartering in Kurdish, and autumn visions of beautiful Greek girls at sunsets in Istamboli tantilise the senses.Fiddlers fill the streets with Ro-mani songs, while tabors glorify the city. Italians, Scandinavians, French, Germans and Russians flow through on one side, and brush past Hindus, Persians, Arabs and Afghanis on the other. Anatolia sits humbly, cross-legged on a bench next to you,

and smiles at you in a way that warms your heart…

Such is Istanbul! We view Istanbul as an innkeeper; who welcomes, feeds, and

protects its visitors, travellers

and guests. This city embraces and cherishes those who love her… That’s why the inns (hans) are so important for us. That’s why we can never abandon them and these places will never be free of our care.Crossing Civilisations, The Han and Passage Festival has started its journey with the slogan “The World is One” to raise historical awareness on the hans, the legacy of Istanbul. This is a project to bring civilisations together, this is a people’s project!Starting with the idea that the hans and passages are the net-works that allow the different cultures and thoughts to interact

around the city, and that they are the cultural medium that nour-ishes life in the city, the project aims to help Istanbullians get to know their city, to uncover Istan-bul. The festival made a modest start in Eminönü-Mercan Büyük Yeni Han last year. This year it is taking place in Beyoğlu and Karaköy Park… The festival is also planning events in Üsküdar, Galata, Eminönü and Beyazıt in 2010.The hans were the cultural centers of trade. They were the non-official guesthouses, they belonged completely to the pub-lic. People arrived from far and wide, unloaded their burden,

and settled closely. They lived together, joined in a multicultural atmosphere, they speak of a col-lective mind and collective cul-ture in the hans and of the hans. Some brought out the books from their pockets, or stories of far off lands, some put out the goods they owned, while others brought the knowledge and philosophy to the table. And some shared an-cient mystic secrets, while others conveyed the message of their faith. The table was a shared one and its called han. In short, sev-enty-two nations played the same reed flute. The legacy of man thus came into being…If it is about gaining experience from history, being loyal, and looking back while moving for-ward; yes, Narmanlı Han needs urgent help! Büyük Yeni Han is left all alone! Büyük Valide Han is screaming for immediate help! Si-nan the Architect is upset about Kurşunlu Han for we have built slums in the middle of it!Hear us please! The hans are calling for their children, who left them to the nursing homes and they say: “remember me now and then, I don’t want anything but to be noticed and cared for a little bit, that’s all..”How could a city that does not respect its history be ever at ease? The entire planet knows, we know that this city is called the“cultural capital” of civilisa-tions. A “Cultural Capital”, the centre of our shared memory and of mercy!It is, in fact, ourselves we discover as we explore…

Cem SancarDiscover Istanbul! “Cümle âlem bir’dir bize!” “The whole world is one to us!”

“Tout le mond est egal pour nous!”“Voor ons is iedereen gelijk”

تسیکی ام یارب ملاع مامت “Totus mundus est nobis aequus!”

“Tseliat sviat e raven zavsicki!”“Egjith bota perneve eshte e barabart!”“Todo el mundo es igual para nosotros!”

“Mez Hamar meg e polor asharh!”“Hemu kes yeke mera!”

“Tutto di mondo medesimo per nostro!” “Kuli sar ju mare!”

“Für uns sind alle gleich!”

medeniyet geçitleri