60
ISSN 1307-007X 9 7 7 1 3 0 7 0 0 7 0 0 9 8 8

Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sayı:88

Citation preview

Page 1: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

ISSN 1307-007X

9771307007009

88

Page 2: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik
Page 3: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

SahibiPINAR YAYINLARI A.Ş. Adınaİlhan Gündoğdu

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüFurkan Gençoğlu

Yayın SorumlusuBetül Babacan

Yayın KuruluAli Tarık ParlakışıkBurak KalpaklıoğluFurkan GençoğluKübranur YakupoğluMehmet Semih ÖzdemirNihal AçıkelZehra Gündoğdu

Bu Sayıya Katkıda BulunanlarAyşenur TemelcanBahadır Furkan YeğinYasemin Özenç KandemirZiya DedeB. Talha ÖnerBurak KalpaklıoğluEsma KöseAli Tarık Parlakışık,Muhammet IşıkFatih Kadir DemirelFurkan GençoğluTarık Parlak

AdresAlay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3Cağaloğlu - Fatih / İ[email protected]

Görsel YönetmenTekin Öztürk

Grafik TasarımProjesanat Tan. Org.Tel: 0212 640 20 90www.projesanat.com.tr

BaskıŞekil Ofset Matb. San. ve Tic. Ltd. Şti.Gümüşsuyu Cad. Litros Yolu2. Matbaacılar Sit. 2BB 3 Topkapı/İST.Tel: (212) 565 77 01

Rahman, Rahim, Muntakim, Selam Allah’ın adıyla…

A dım adım peşinde olduğumuz, tüm mücerretlerin müşahhaları-mıza temel sağladığını bilerek ve bu bilmenin bilinci ile bekledi-

ğimiz, ‘umran’ımızın yolunda her sayısını bir basamak mesabesinde gördüğümüz Genç Öncüler dergimizin, yeni sayısı ile karşınızdayız.

Batılın her yanımızı her vesile ile sardığı günümüzde, eğitimin de bu mesele içerisidne ki yerini bilerek, Müslüman gençler olarak, okulların yeni döneme başladığı şu günlerde, coğrafyamızda ki eğiti-me dair farklı buudları bir araya getirerek hazırlamaya cehd ettiğimiz kapsamlı bir dosya ile karşınızdayız bu sayıda. Çocuk eğitiminden lise öğrencilerinin sıkıntılarına, üniversite öğrencilerinin sıkıntılarından öğrencilerin barınma imkanlarına kadar bir dizi konuyu mezkur dos-yamızda işledik.

Gündem bölümümüzde, ABD ve müttefiklerinin nevi bahaneler ile, İslami Harekete yönelik saldırıları ve Coğrafyamızda ki değişim süre-cini, Suriye üzerinden Ali Tarık Parlakışık analiz etti.

Ziya Dede’nin ‘Osmanlı Devleti’nin Dış Borçları’ isimli yazı dizisi-nin ikinci bölümüyele tarih bölümümüzde karşılaşıyoruz.Yine tarih bölümüzde Talha Öner’in ‘Balkanlar’da Miliyetçilik Hareketleri’ isimli yazısıyla karşılaşıyoruz ki, yaşadığımız günlere de bir ip ucu vereceği-ni düşünüyoruz bu yazının.

Geçmişi okumaya yeltenme adına, Fatih Kadir Demirel’in sadeleş-tirmesiyle Mehmet Akif’in Sıratı Müstakim mecmuasında yayınlanan ‘Efgani ve Abduh Vehhabi miydi?’ isimli makalesini görüyoruz.

Devamında Burak Kalpaklıoğlu’nun ‘Kentsel Dönüşüme Dair’ adlı yazısında kentsel dönüşüm çerçevesinde yapılanların menfi buuduna işaret edilişyor.

Ve devamında nevi meselelerle ilgili, sizleri fikri deneme,eleştiri, değini yazılarımız, yine aynı şekilde gezi ve kitap tahlili yazılarımızla, dopdolu, hayatın içinden seslenen bir muhteva ile Genç Öncüler kar-şınızda.

Söz; bir ret, bir itirazdır. Sözümüzün kuşatıcılığını beklemenin işti-yakı ile, şehri kuşatacak olan haykırışın muştusuyla birlikte; sizi der-gimizle başbaşa bırakıyoruz.

EDİTÖR'DEN

Ekim’14 • 1

Page 4: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

09

06

04 ÜMMET BİZİ BEKLİYORFİRDEVS BÜŞRA KALUÇ

46

Ekim 2014 • Sayı 88 • Yıl 11

İnançÖzgürlüğünüSağlayanlaraTeşekkür...

Müslüman Bir Kadının Modern Hayat ile İmtihanı…

Yasemin Özenç KANDEMİR

EĞİTİM METODLARINA DAİR BİR ANALİZ VE ELEŞTİRİ

Ayşenur TEMELCAN / Çocuk Gelişimci ve Eğitimci

İlmi, islami olan veya olmayan olarak ayırma

gafleti

Fatih Kadir DEMİREL

2 • Ekim’14

Page 5: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

24

İnanç Özgürlüğünü Sağlayanlara Teşekkür / Genç Öncüler ...................................... 4

Eğitim Metodlarına Dair Bir Analiz ve Eleştiri / Ayşenur TEMELCAN ......................... 6

Lise Öğrencisi Muhasebede / Bahadır Furkan YEĞİN ................................................ 8

İlmi, islami Olan veya Olmayan Olarak Ayırma Gafleti / Fatih Kadir DEMİREL ............ 9

Üniversiteli Evsizler / Furkan GENÇOĞLU ............................................................. 10

Küresel Eğilimler Işığında Türkiye’de Uluslararası Öğrenciler Raporu - SETAV ....... 12

İman Gözlüğü / Yasemin Özenç KANDEMİR .......................................................... 15

Mücadele ve Muhasebe Işığında İslami Direniş / Ali Tarık PARLAKIŞIK .................... 16

Osmanlı’da Bayram Merasimi ............................................................................... 24

Yazı Dizisi / Osmanlı Devleti’nin Dış Borçları / Ziya DEDE ....................................... 28

Balkanlar’da Milliyetçilik Hareketleri / B. Talha ÖNER ........................................... 34

Efgani ve Abduh Vehhabi miydi? / Mehmed Akif ERSOY ........................................ 38

Kentsel Dönüşüme Dair / Burak KALPAKLIOĞLU ................................................... 40

Hilafet Anahtarı / Esma KÖSE ............................................................................... 42

Allah’a Kulluk Özgürlüğü / Muhammet IŞIK .......................................................... 44

Müslüman Bir Kadının Modern Hayat ile İmtihanı / Y. Özenç KANDEMİR ...... 46

Bir Silahın Tetiğinde Asılı Kaldı Düşüncelerim / Esma KÖSE .................. 48

Vatanıma Dönüyorum... / Ali Tarık PARLAKIŞIK ............................ 50

Basından Yansıyanlar ................................................................ 52

Toparlanın İran Kültür Gezisine Gidiyoruz! / Furkan Gençoğlu ...... 54

‘Ortaçağ Avrupasında İslam Algısı’na Dair/ Tarık PARLAK .............................. 56

Müslüman Bir Kadının Modern Hayat ile İmtihanı…

İlmi, islami olan veya olmayan olarak ayırma

gafleti

Fatih Kadir DEMİREL

OSMANLI’DABAYRAM MERASİMİ

Ekim’14 • 3

Page 6: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

B akanlar kurulu kararı ile orta öğretim

kurumlarında, 07/12/1981 tarihli Milli

Eğitim Bakanlığı İle Diğer Bakanlıklara Bağlı

Okullardaki Görevlilerle Öğrencilerin Kılık Kı-

yafetlerine İlişkin Yönetmelikle getirilen baş

örtüsü yasağı bu öğretim yılından itibaren kal-

dırılmıştır.

1937 den beri statükonun fiili baskısıyla, otuz

üç yıldır da yönetmelikle yasaklanan başörtüsü,

nihayet 30 Eylül 2014 tarihi itibariyle sonlan-

dırılmıştır. Yıllardır Türkiye’de kız çocuklarının

okutulmadığı, veliler tarafından kızların okula

gönderilmediği propagandasını yapanlarla, bir

yandan da başları örtülü olarak okumak isteyen

kızları okullara almayan, onları okul kapılarının

önünde bekleten, 28 Şubat döneminde olduğu

gibi, baş örtülü kızları valilik kararı-İstanbul va-

liliği- ile okul önlerinden otobüslere bindirip

bilmedikleri çok uzak yerlere, orman içlerine,

otobüs ve ulaşım araçlarının olmadığı arazilere

bırakanlar da aynı zihniyete sahip olanlardı.

Her tür-

lü inanç ve ka-

naat karşısında taraf-

sız olduğunu söyleyenlerin,

başörtülü hanım ve kızlara karşı

takındıkları düşmanca tavırlar uzun yıl-

lar boyu kız çocuklarının mağduriyetlerine

sebep olmuştur.

Bu ülkede maalesef başını örterek okumak

isteyen kızlar, Suudi Arabistan’a gitsin diyen

cumhurbaşkanı, eşinin başı örtülü diye törenlere

İnanç ÖzgürlüğünüSağlayanlara Teşekkür...

4 • Ekim’14 Ekim’14 • 5

KARANTİNA

Page 7: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

başbakanın eşini davet etme-

yen başka bir cumhurbaşkanı,

başörtülü eşini üniversiteye

kayıt yaptıramayan millet-

vekilleri, -ki daha sonra bu

milletvekili cumhurbaşkanı,

başörtülü eşi de cumhurbaş-

kanı eşi olarak protokol sırasının

birinci sırasında yer almıştır-

görmüştür.

Din ve inanç özgürlüğünün

bir işareti, Allah’a kulluk etmenin

bir gereği olan başörtüsü takanlara

karşı yürütülen düşmanca muamele

ve saldırılar pek çok kızın okul haya-

tını bitirmiş, onları psikolojik travmalara

sürüklemiştir. Kimlik kazanma dönemi olan

ilk gençlik yıllarının başlarında maruz kal-

dıkları haksız ve zulüm içeren yıldırma po-

litikaları, zulme direnenlerin seslerini duyan

62. Hükümetin kararı ile son bul-

muştur.

Bu kararı alan baş-

bakan Ahmet Davu-

toğlu ve 62. Hükümet üyelerini

tebrik ediyoruz. Yıllardır kanayan

yaranın tedavi edilmesi konusundaki azim ve

kararlılıklarını canı yürekten destekliyoruz.

Uzun bir dönemden beri sürdürülen hak-

sızlıklara yılmadan direnen ve her ortamda

başörtüsünü Allah’ın bir emri olarak algıla-

yan ve onun mücadelesini sürdüren isimli,

isimsiz mücadeleci insanlara da davalarının

yılmaz savunucuları olmalarından ötürü te-

şekkür ediyoruz.

Yalnız şunu da unutmamak gerekir. Ba-

şörtüsü sadece kızların başlarını örten bir

bez parçası değildir. Kızların güzelliklerini

öne fırlatan bir moda aksesuarı hiç değildir.

Başörtüsü takıp da vücudunu çıplak bir hale

getiren, örtünün getirdiği edep, ahlakı kuşa-

namayan ve müslümanca bir davranış ser-

gilemeyenlerin de örtünün vermek istediği

bilince kavuşmaları dileklerimizi de ısrarla

belirtiyoruz.

Tekraren bir hak gasbına son veren, inanç

özgürlünün önündeki bir engeli kaldıran hü-

kümeti tebrik ediyor, başka alanlardaki, baş-

ka engellerin de kaldırılacağı inancımızla bu

kararı alanların ve böyle kararların yanında

olacağımızı belirtiriz.

GENÇ ÖNCÜLER

Bir hak gasbına son veren, inanç özgürlünün önündeki bir engeli kaldıran hükümeti tebrik ediyor, başka alanlardaki, başka

engellerin de kaldırılacağı inancımızla bu kararı alanların ve böyle kararların yanında olacağımızı belirtiriz.

4 • Ekim’14 Ekim’14 • 5

KARANTİNA

Page 8: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

E skiden Osmanlı’da, eğitim terbiyesi sistemi, metod olarak vardı. Fakat bizim canımız, ec-

dadımız Osmanlı’yı beğenmeyenler ve de çağları

aşan filozof ve Anadolu topraklarında yetişen Müs-

lüman filozofları ve ilim öncülerini beğenmeyenler,

sadece Osmanlı’daki ödül ve ceza sistemine takılı

kaldılar.

Maalesef ki; bizler Türk ve Müslüman bir toplum

olmamıza rağmen eğitim sistemimizde ne Türklere

ait, ne de Müslüman olupta Anadolu toprakların-

da yetişen, fakat Türk olmayan ilim öncülerine dair

bir metod bulunmamaktadır. Piaget, Montessori,

High-Scope ‘un eğitim metodları bizim milli eğitim

müfredatımıza girmiştir. Burada bahsettiğim eği-

EĞİTİM METODLARINA DAİR BİR ANALİZ VE ELEŞTİRİ

Ayşenur TEMELCAN*

6 • Ekim’14 Ekim’14 • 7

KARANTİNA

Page 9: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

timciler; eğitimci oldukları kadar başka branşlarda da çalışmışlardır ve de aynı zamanda araştırmacı-lardır. Osmanlı ve Selçuklu dönemlerinde çocukla-rın nasıl terbiye edildiğini araştırmışlar. Gerek Os-manlı, gerekse Selçuklu dönemlerindeki çocuklara uygulanan terbiye usullerini tespit ettikten sonra , bu usullari kendilerine aitmiş gibi, adeta kendi bu-luşlarıymışçasına dünya eğitim camiasına şahısları adına tanıtmışlardır. Onların eserlerini okuyanlar şu ‘’Hristiyan Batılılar neler yapmış, neler bulmuş, neleri tetkik etmiş?’’ diyerek tarihini doğru dürüst bir şekilde bilmeyen, geçmişini tanımayan bizimki-lerse onlara hayranlık duymuşlardır. Bizim bu tespi-timizi anlamayanlar, ‘’Nasıl olur?’’ diyenler; asırlar boyu dünya başkenti olan İstanbul’da, Osmanlı’nın ilk başkenti Bursa’da, Bursa’dan sonra Osmanlı baş-kenti Edirne’de, Selçuklu’nun başkenti Edirne’de, Edirne’den sonra Selçuklu’nun başkenti Konya’da bütün sultanlar tarafından ve sadrazamlar ve vezir-ler tarafından yaptırılmış olan camîleri ve külliye-leri gidip, gezip dolaşsınlar, hepsinin ya bitişiğinde ya da alanı içinde sıbyan mektepleri göreceklerdir.

Tarih boyu sıbyan mekteplerinde çocuk eğitimi hizmeti verilmiş, çocuklar öncelikli olarak ön eği-timden geçirilmiştir. Bunun en müşahhas misâli Fatih Sultan Muhammed Han’dır. Daha henüz yü-rümeye başladığından itibaren büyük terbiyeci Şeyh Akşemsettin Efendi tarafından eğtime tabi tu-tulmuş, diplomasi seviyesinde sekiz lisan konuşur hale gelmiştir. Aynı zamanda İstanbul’u muhasara eden Fetih ordusunda, topların balistik hesaplarını yapacak kadar ve ayrıca topların dökülmesindeki

kalite kontrolünü yapacak kadar mühendislik bil-

gisine sahipti. İnsanlık tarihinin yetiştirdiği en yiğit

komutan, İstanbul’u aldığında 21 yaşında idi; işte

bu büyük insanların yetişmesini sağlayan, o ön eği-

timlerdir.

Sevindirici olan şudur ki; çocuk eğitiminin ve

ön eğitim tekniklerinin esasen bizde var olduğu ve

bize ait olduğunu, Batı’nın ise bizden aldığını geçte

olsa tespit etmiş bulunuyoruz. Belki dünyanın en

büyük kütüphanesi olan Süleymaniye Kütüphanesi

olmak şartıyla, İstanbul’da bulunan geçmişi günü-

müze taşıyan yüz otuz kütüphanede, bu mevzuyla

alâkalı yeterli malumat bulunabilir. Tesellimiz şu ki;

artık bize ait olan kültür değerlerini arayan, bulma-

ya çalışan, diğerlerine sahip çıkan çekirdek bir nesil

yetişiyor. Bunun ilk meyvelerinden bir tanesi sa-

mimi bir ekip tarafından bir hayli çalışılarak, kitap

haline getirilmiş ve yayınlanmış ‘Müslüman İlim

Öncüleri Ansiklopedisi’dir.

Ayrıca bir çok kaynakta yabancı pedagogların,

eğitimcilerin “biz bulduk” dedikleri, asırlar önce

Müslüman ilim öncüleri tarafından bulunmuştur.

Mesela kolaydan zora öğrenme yöntemini Mon-

tessori, Jean Jack Rousseou’dan, Rousseou’da

Farabi’den etkilenerek uyarlamıştır.Tarihte daha

bunun gibi nice örnekler vardır. Umulur ki; Genç

Öncüler gibi nice gençler ve gençlik grupları bun-

ları araştırsın ve tarih sahnesindeki ecdadlarına ait

eserlerden yararlanarak esas eğitim metodlarının,

öncülerinin kendileri olduğunu idrak etsinler.

* Çocuk Gelişimci ve Eğitimci

6 • Ekim’14 Ekim’14 • 7

KARANTİNA

Page 10: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

A nadolunun temiz gençleri... Acaba gençler ve velileri eğitim sistemin-

den memnun mu?

Veya gençlere verilen eğitim bunu

sorgulamayı tetikliyor mu, yoksa olsun

bitsin misali bir düşünceye mi sahipler?

Bana soracak olursan ‘Olsun bitsin

eğitim sistemi’ olarak adlandıracağım.

Çoğu öğrenci okulu 1-) Eğlence içerikli

bir yer olarak görüyor.

2-)Zaman aksın gitsin, ben yatarım

bir yolunu bulurum... Yani ‘Olsun bitsin

sistemi’ misali bir düşünce.

1 numaralı sıkıntının nedeni doğal

olarak karma sistemde ki, iki cinsiyetteki

öğrencilerin birbirlerine karşı olan çekimi

sonucu oluştuğunu düşünüyorum.

Bunun sonucunda zincirleme gençle-

rin beynini geçici hevesler, eğlenceler vs.

o kadar bürüyor ki, beyinin bilgiyle kap-

lanması gereken yerler yersiz düşünceler

ve boş hayaller çölüne dönüşüyor. Bu bü-

yük bir sorun.

2 numaralı sıkıntının nedeni ise Ana-

dolu insanımıza empoze edilen ‘’Yatarak

kazanma’’ sözcüğü. Ülkemizde tam mana-

sıyla fiiliyat kazanmasından kaynaklanıyor.

Bu nedenle gençlerimiz de zora gel-

mez hale gelmiş durumda. Buna da de-

ğinmişken ülkemizde ki işsizliğin gerçek

manada bir işsizlik olduğunu da düşün-

müyorum.

İş beğenmeme veya zora geleme-

meden kaynaklanan bir sıkıntı ol-

duğunu düşünüyorum. Öncelikle

Anadolu gençliğine; tembelliğin

senin ülkenin temiz toprakların-

dan sana musallat olmuş bir

bela olmadığını öğretmek,

sonra ise geçici nefsi heves-

ler uğruna değerli zamanı-

nı boş işler yerine, fikri ve ilmi

yönde geliştirmesi yönünde bir

eğitim verilebileceğini savunuyorum.

Özellikle zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bil-

gisi dersi birbirinden ikiye ayırıp devam

etmelidir. Yani zorunlu din dersi artı, ek

olarak ahlak dersi. Gençler bu yolla daha

çok ilmi konulara yönelecektir. Fakat gü-

nümüz gelişen teknolojisi adına ülkeye

ve insanlığa pek fayda sağlamaz sorusu

beynimde yankılanınca Platon’un güzel

misali aklıma geliyor. Kalemi bir kişiye

emanet ettiğinde, onda doğruluk kavra-

mını ararsın fakat kalemle yazı yazılma-

sını istediğinde, verdiğin kişide aradığın

özellik ustalıktır. Bu bağlamda düşünüp

ilerlersek, doğru bir nesil ileride usta bir

yetişkin olacaktır.

Onun ortaya atacağı fikirler ve yazılar

daha değerli hale gelecektir. Benim bura-

da asıl gelmek istediğim nokta, doğruluk

ve ustalık konusu idi. Doğru olmadan,

usta olabilirsin ama o senin maneviyatı-

nın olmadığını veya zayıf olduğunu gös-

terir. Önce doğruluk; doğruluk, dürüstlük

değil büyük bir çemberdir, bütün ahlaki

terimleri kapsar. Gerisinden ise ustalı-

ğı ustasından öğrenerek, kişiden kişiye

kapasiteden, kapasiteye değişebilecek

bir ustalık! Herkes bir değildir. Düşünen,

okuyan, sorgulayan ve hayatına buna

göre yön veren bir gençlik. Bunun mima-

rı olana ve olanlara ne mutlu.

Bahadır Furkan YEĞİN

8 • Ekim’14 Ekim’14 • 9

KARANTİNA

Page 11: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

İ lmi, İslami olan veya İslami olmayanlar olarak ayır-mak, temelde bir tasnif hatasıdır. Bütün ilimler İs-

lami, bütün ilimler Allah’ındır. Çünkü Alim1 sıfatı taşı-yan O’dur.

Bizim böyle bir tasnif yapmamız, maalesef İslam dünyasını İslami olmadığı iddia edilen bazı ilimler-den2 mahrum etmiş ve medeniyet planlarımızı sekte-ye uğratmıştır. İlimlerde, İslami olmayan şey ilimlerin kendisi değil, ona karşı geliştirilen bakış ve yorumlar-dır. Yoksa ilim tabiî’dir. Yorumlardan ayrıştırıldığında özünde doğallık taşır. Allah’ın Adem’e öğrettiği bir ta-kım isimlerden beri3 ilim insanla birliktedir.

İlim4, sanat gibi estetik kaygı ve hazdan çok insa-nın yaşamını devam ettirmek ve hakikati bulma ça-basından ibarettir. İlim, her ne kadar toplumumuzda “bilgi veya bilgiyi sunma” anlamında kullanılsa da as-lında doğru ile yanlışı ayırt edebilme arayışıdır5.

İlmin, daha önce dillendirdiğimiz gibi bir tasnif-ten geçirmenin gereksizliği ise, İnsan-İslam bağla-mında6 değerlendirdiğimizde ortaya çıkacağını bir kez daha vurgulamak istiyorum. İlim, tıpkı sanatta olduğu gibi7 bir ayrıma giremez. İnsan için ve insanın tabiî ihtiyaçları için yapılır. Bunun başında ise hakikat arayışı vardır. Bu insanın fıtratıyla uyumludur. Yani bir insanın hakikat arayışı barındırmayan tüm uğraşıları ve ortaya çıkardığı çalışmalar Allah katında bir anlam taşımamaktadır8. Alim olan Allah’ın ilim saymadığını ise ilim sayabilecek hiçbir mercii yoktur.9

İlim de tıpkı cahiliye kavramı gibi zihinlerimizde silikleştirilmekte, anlamı tahrif edilmektedir. İnanç sahiplerinin inançlarını ellerinden almak zordur ama önce onların inançlarını silikleştirir ve kavramlarının içini boşaltmayı başarabilirseniz. Onların inançlarını ellerinden haberleri dahi olmadan kolaylıkla alabilirsiniz. Günümüzde de Müslümanlar bu tehlikeyle karşı karşıyadırlar. Nasıl ki, cahiliye kavra-mı, okuma-yazma bilmemek, tahsil görmemek10 anlamında kullanıl-makta ise, ilim de bir-takım çevreler elinde tekelleşmekte bunun

yanında İslam’ın tahkiki bir iman için şart koştuğu ilim, maalesef «bilgi yığma ve bilgi yığınlarını sunma» veya Kur’an’ın tabiriyle «Kitap yüklü eşşekler»11 gibi algılanılmaktadır. Günümüzde Müslümanların ilim hususunda yeniden bir tasnife gitmeleri, bütün ilim-lerden -islami veya islami olmayan ayrımında bulun-madan- aynı oranda faydalanmaları, ilim kaynaklarını ve bakış açılarını ıslah etmeleri gerekmektedir.

Ey Kadir olan Rabbimiz, Alimlerimize mesuliyet,

halkımıza ilim nasip et.12

Dipnolar1 Çok bilen, bilgisi sonsuz, farkında olan, her şeyi en ince noktasına kadar

bilen, ilmi ebedî ve ezelî olan demektir.2 Fennî ilimler başta olmak üzere geliştiremediğimiz ve ihtisaslaşamadığı-

mız ilimleri sıralayabiliriz.3 “Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yönel-

tip: “Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle haber verin” dedi.” (Bakara-31)

4 Sözlükte “bilmek, şuurda hasıl olmak, sağlam ve kesin bir biçimde, bir şeyin gerçeğini bilmek” gibi anlamlara gelen ilim, kelâm ilminde, va-kıaya uygun olan kesin inanç; aklın ve duyuların mevzuuna giren her şeyin tanınmasını sağlayan sıfat; zıttına ihtimal verilmeyecek şekilde mânaları birbirinden ayırdetme sıfatı şeklinde tanımlanmıştır.

5 “Onun hükümranlığını güçlendirmiştik. Ona hikmet ve açık, kesin hü-küm verme kabiliyeti vermiştik.” (Sad-20)

6 İnsanın fıtrat-ı selim’ine, temiz fıtratına uygun herşey İslamidir. Yani in-sani olan herşey islami, İslami olan herşey ise insanidir.

7 “Sanat, sanat içindir.”, “ Sanat, toplum içindir.” ayrımı gibi. 8 “Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır.” (Buhârî,

Bed’ü’l-Vahy, 1, Eyman, 23; Müslim, İmaret, 155; Ebu Davud, Talak, 11; Tirmizî, Fedailu’l-Cihad, 16)

9 “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan (Dehr)-30)

10 Eğer cahiliye bu anlamlara geliyorsa, okuma yazma bilen aynı zamanda rivayetlere göre birden fazla dil bilen Ebu Cehil, peygamberden daha çok ilim sahibidir. (haşa) Ayrıca islami kaynaklara göre müşriklere peygamber aracılığıyla defalarca vahiy okunmuş hatta bazıları gizlice Kur’an okunan evlerin yanlarına gidip Kur’an dinlemişlerdir dolayısıyla bunun kur’an bilip bilmemekle de alakası yoktur.

11 “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, cilt-lerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdir-mez.” Cuma-5

12 Ey kadir olan Allahım! Alimlerimize mes’uliyet, halkımıza ilim, dindarları-mıza din, müminlerimize aydınlık, aydınlarımıza iman, tutucularımıza kavrayış, kavramışlarımıza tutuculuk, kadınlarımıza bilinç, erkeklerimize şeref, yaşlılarımıza bilgi, gençlerimize asalet, öğretmenlerimize inanç, öğ-rencilerimize inanç, uyuyanlarımıza uyanıklık, uyanık-larımıza irade, muhafazakarlarımıza hareket, suskun-larımıza feryat, yazarlarımıza güvenirlilik, sanatçıları-mıza dert, şairlerimize şuur, araştırmacılarımıza hedef, tebliğlerimize gerçek, kıskançlarımıza şifa, bencil-

lerimize insaf, sevenlerimizeedeb, mezheplerimize vahdet, halkımıza kendini bilme, tüm milletimize sami-miyet, himmet, özveri, kurtuluşa ya-

raşırlık ve izzet bağışla…(ALİ ŞERİATİ)

İlmi, İslami Olan veya Olmayan Olarak Ayırma Gafleti

Fatih Kadir DEMİREL

8 • Ekim’14 Ekim’14 • 9

KARANTİNA

Page 12: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

B üyükşehirler bu sene yine üniversiteli ev-sizler ile dolu. Öğrenciler okullara geldiler,

kayıtlarını yaptırdılar, fakat barınma problemle-rini halen çözemediler. Anadolunun başka başka coğrafyalarından okumaya gelmiş binlerce ana-nın evladı şu an barınacak bir çatı arıyor. Neden mi? Hükümet on iki yıldır cemaat ile birlikte iş tuttuğu için. Üniversiteli öğrencilere yönelik bir barınma politikası geliştirmediği için. Bunu nere-den anlıyoruz peki. Örneğin 56 Üniversite 541 bin Üniversite öğrencisi bulunan İstanbul’da KYK öğrenci yurtları kapasitesi sadece 18 bin kişiyle sınırlı kalıyor.

Bugüne kadar fakir fukara, gariban, orta sınıf mahdumu öğrenciler hep cemaatin insiyatifine bırakıldı. Cemaatin proje çocukları oldular. Öküz öldü, ortaklık bozuldu. Çıkın bu haşhaşilerin evlerinden denildi. Hatta Başbakan bir çok ko-

nuşmasında “KYK yurtlarında yer bulamazsanız, sizleri otelde ağırlayacağız” dedi. Yaşanan bunca şeyden sonra aileler de çocuklarını cemaat evle-rine tekrar göndermek istemedi. Fakat alternatif bir barınma politikası geliştirilemediğinden veya yetiştirilemediğinden bir çok üniversiteli genç dımdızlak ortalıkta, sokakta kaldı. Kendi başla-rına ev tutmak isteseler ev sahipleri üniversiteli gençlere ev vermek istemiyor. Verenlerde fahiş fiyatlardan kapıyı açıyorlar. Özel yurtlar ise çok pahalı.Örneğin İstanbul’da 4 kişilik odalarda özel yurtlar 800-900 lira. Şimdi elinizi vicdanınıza ko-yun. Asgari ücretle çalışan 900 lira maaş alan bir baba üniversiteyi İstanbul’da kazanmış olan ev-ladını bu yurtlara nasıl yerleştirsin. Asgari ücreti geçtim bir devlet memuru babanın bile bu yurt ücretlerini ödemeye gücü yetmez.

Öte yandan İslami vakıflar, dernekler elini

Üniversiteli EvsizlerFurkan GENÇOĞLU*

10 • Ekim’14 Ekim’14 • 11

KARANTİNA

Page 13: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

taşın altına koymaya çekiniyorlar. Veya bazısıda aynı cemaat kafa-sı ile düşünüyor. Ben bir yolda kalmışın elinde tutup barındı-rırsam bunun bana ne faydası olabilir sorusunu masaya yatı-rıyorlar. Halbuki bir yolda kalmışı barındırmak kadar hayırlı iş bir var mı? Velev ki a cemaate b vakfa c par-tiye hiç bir fayda sağlamayacak. Ne yani bu insanlara yardım edilmeyecek mi? Çevreden duyuyorum işte falan vakıfta mülakatta bin bir türlü soru-lar soruluyor ev ihtiyacı olan gence. İtikadi, ameli, fikri bir takım sorular silsile-si. Buna gerçekten gerek var mı diye soruyorum? Bu genç arkadaş mem-leketinden yeni gelmiş. Velev ki İslami bilince sahip olmamış olsunlar. Eğer bu genç aklı başında, efendi, düzgün bir genç ise, hiç bir kaygı gütmeden, ev/yurt açma gücü olanlar gereğini yapıp sadece Allah rızası için öğren-cilerin-gençlerin elinden tutulması gerekmez mi?

İleriye yönelik bu sorunun çö-zümü için devlet acilen bütün ku-rumlara yurt yapma yetkisi vermeli. Barınma imkanları çoğaltılmalı. Olimpi-yat köyleri gibi öğrenci köyleri kurulmalı. Farklı alternatifler, projeler geliştirilmeli. Büyük projeler alan işadamlarına gerekir-se şartnameye özel bir madde getirilerek öğrenci yurdu yapma zorunluluğu geti-rilmeli. Bunlar yapılana kadar acil ola-rak devlet GSB bünyesinde bu sene herhangi bir yere yerleşememiş öğrenciler için bir birim oluşturma-lı. Bu öğrenciler gerekirse başbakanın dediği gibi otellere yerleştirilmeli. Dönmek istemedik-

leri yerlere dönmek

zorunda bırakılmama-

lılar.

Diyeceğim odur ki en

temel ihtiyaç olan barın-

ma ihtiyacı bir üniversite

öğrencisi için artık sorun ol-

maktan çıkmalı. Kimse görüşü ne

olursa olsun sırf bu ihtiyacı yüzün-

den herhangi bir cemaatle, vakıfla,

partiyle, sendikayla, örgütle ilişkiye

girme mecburiyetinde bırakılma-

malı. Hür eğitim kurumları olarak

görülen üniversitelerde, öğrenci-

ler cemaatlere, vakıflara, stk’lara,

partilere hiç bir karşılık gözetmek-

sizin, hür iradeleriyle gönüllü ola-

rak katılmalı ve çalışmalara katkı

sunmalı. Böylesinin daha hayırlı

ve etik olacağını düşünüyorum.

Yetkilileri göreve çağırıyorum.

Lütfen bu çığlığı duyun.

* İstanbul Üniv. İletişim Fak. 3.Sınıf

İleriye yönelik bu sorunun çözümü için

devlet acilen bütün kurumlara yurt yapma

yetkisi vermeli. Barınma imkanları çoğaltıl-

malı. Olimpiyat köyleri gibi öğrenci köyle-

ri kurulmalı. Farklı alternatifler, projeler

geliştirilmeli. Büyük projeler alan

işadamlarına gerekirse şartna-

meye özel bir madde getirile-

rek öğrenci yurdu yapma zo-

runluluğu getirilmeli. Bunlar

yapılana kadar acil olarak

devlet GSB bünyesinde bu

sene herhangi bir yere yer-

leşememiş öğrenciler için bir

birim oluşturmalı.

10 • Ekim’14 Ekim’14 • 11

KARANTİNA

Page 14: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

Küresel Eğilimler Işığında Türkiye’de Uluslararası Öğrenciler

Raporu / SETAV

Araştırmacılar: Bekir GÜR, Murat ÖZOĞUL, İpek COŞKUN

DÜNYADA ULUSLARARASI ÖĞRENCİLER• Uluslararası öğrenciler, genç nüfusun az oldu-

ğu gelişmiş ülkeler başta olmak üzere birçok ülkede, ekonomik kalkınmaya ve uluslararası rekabet gücü-ne büyük katkı sağlayan insan kaynağı olarak değerlendirilmek-tedir.

• İnsan kay-nağı olarak s a ğ l a d ı k l a r ı katkılara ek olarak, ulus-lararası öğ-renciler, hem ödedikleri öğre-nim ücretleriyle hem de konaklama, seyahat ve gündelik ih-tiyaçlarını gidermek için aile fertleri ile birlikte yaptıkları har-camalarla, bulundukları ülkenin ekonomisine doğrudan ekonomik girdi sağlamaktadır.

• Uluslararası öğrenci dolaşımı, ülkeler ve kültür-ler arasında karşılıklı anlayışı, işbirliğini ve da-yanışmayı artırdığından önemli bir dış politika ve kamu diplomasisi aracı olarak değerlendiril-mektedir.

• 1980 yılında 1 milyon olan uluslararası öğrenci sayısı, sürekli artarak 2000 yılında 2 milyona, 2009 yılında ise 3,7 milyona ulaşmıştır.

• Amerika Birleşik Devletleri, sayı olarak en fazla uluslararası öğrenci

bulunduran, önemli bir cazi-be merkezi konumundadır.

ABD, bütün uluslararası yükseköğretim öğren-

cilerinin % 18’ine ev sahipliği yapmak-tadır. ABD’yi sıra-sıyla İngiltere (% 10), Avustralya (% 7), Almanya (% 7) ve Fransa (% 6,8)

takip etmektedir. Uluslararası öğrenci-

lerin yaklaşık yarısı, bu beş ülkede eğitim gör-

mektedir.

• Çin Halk Cumhuriyeti yurtdışına en fazla öğrenci gönderen

kaynak ülke konumundadır. Dünyadaki ulusla-rarası öğrencilerin %15,3’ü Çin Halk Cumhuri-yeti’ndendir. Çin Halk Cumhuriyeti’ni sırasıyla Hindistan (% 5,5), Kore (% 3,5), Almanya (% 2,8) ve Türkiye (% 2,0) takip etmektedir. Bu beş ülkeden yurtdışına yükseköğrenim görmeye gi-den öğrenciler, toplam uluslararası öğrencilerin yaklaşık %30’unu oluşturmaktadır.

12 • Ekim’14 Ekim’14 • 13

KARANTİNA

Page 15: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

ARAŞTIRMANIN ÖNEMLİ BULGULARI• Son yıllarda giderek bölgesel bir güç haline

gelen Türkiye’nin, önümüzdeki yıllarda da bu rolünü sürdürebilmesi, diplomasinin yanında, hem ülke içinde siyasi ve ekonomik ihtiyaçla-rını karşılayacak iyi yetişmiş bir işgücüne sahip olmasını hem de ülke dışında sağlam sosyal, ekonomik ve kültürel ilişkiler kurmasına bağlı-dır. Türkiye’nin uluslararası öğrenci sayısını ar-tırması, bu çerçevede oldukça önemlidir.

• 2011 yılı itibariyle Türkiye’de yaklaşık 26 bin uluslararası öğrenci yükseköğretime devam etmektedir. Bu sayı, uluslararası eğitimde lider konumdaki ülkelerde öğrenim gören uluslara-rası öğrenci sayısı ile kıyaslandığında, oldukça düşüktür.

• BÖP’ün başladığı andan itibaren, Türkiye’ye gelen 32 bin öğrenciden sadece 9.541’i mezun olmuştur. Yaklaşık 16 bin öğrencininse bursu kesilmiştir. Mezuniyet oranının oldukça düşük olması, BÖP’ ün verimliliği hakkında ciddi kaygı uyandırmaktadır.

• Öğrencilerin Türkiye’yi tercih ederken, eğitimin kalitesi, eğitim ve yaşam maliyeti, öğrencilere sağlanan burs olanakları, Türkiye’nin kültürel, dini veya etnik yapısı ve yakınlarının veya kendi ülkelerindeki faaliyet gösteren Türk okullarında çalışan yetkililerin tavsiyeleri gibi etmenlerden birisini veya bir kaçını birden göz önünde bulundurdukları tes-pit edilmiştir.

• Öğrencilerle yapılan görüşmeler-de, Türkiye’de sunulan eğitim imkânlarının yeterince ve etkili bir şekilde tanıtılamadığı ve bu durumun uluslararası öğ-renci politikası bağlamında Türkiye’nin en önemli ek-siklerinden birisi olduğu tespit edilmiştir. Kurum temsilcileri ile yapılan gö-rüşmelerde de, tanıtımın yetersiz olduğu ortak bir görüş olarak ortaya çık-mıştır.

• Başvuru aşamasında bazı sorunlar yaşadıklarını belirten öğrencilerin yanıtlarından, sorunların genellikle yetersiz/yanlış bilgilendirmeye bağlı olarak yaşandığı anlaşılmaktadır. Sadece birkaç öğrenci vize ile ilgili sorun yaşadığını ve sorunun bekleme süresi ile ilgili olduğunu belirtmiştir.

• Uluslararası öğrencilerin önemli bir kısmının derslerde ve akademik süreçlerde zorlandıkla-rı ve bu sorunun birbirleri ile etkileşim halinde olan farklı etmenlere bağlı olarak geliştiği orta-ya çıkmıştır. Yabancı bir dilde eğitim görmenin (Türkçe veya İngilizce) öğrencilerin derslerde zorlanmasının en önemli nedeni olduğu tespit edilmiştir.

• Uluslararası öğrencilerin Türkiye’den genel ola-rak memnun oldukları tespit edilmiştir. Ancak, öğrencilerin bazıları, sosyal hayatta bazı sorun-lar yaşadıklarını belirtmiştir. Bu sorunlar beş başlıkta toplanmıştır: kültürel farklılıktan kay-naklanan sorunlar, dile bağlı sorunlar, konakla-ma, sağlık sigortası ve maddi sorunlar.

• Uluslararası öğrencilerin eğitimlerini yarıda ke-sip ülkelerine geri dönmelerine veya dönmek istemelerine neden olan etmenlerin başında maddi sıkıntılar gelmektedir. Özellikle, 2010

yılında harçların artırılması sonucu harç pa-rasını yatıramadığı için dönen öğrencilerin

olduğu tespit edilmiştir.

• Bu araştırmanın sonucunda, Türkiye’de yükseköğrenim

görmenin, eğitimin kalite-si, yabancı dil öğrenme,

uluslararası tecrü-be kazanma ve

ü l k e l e r i n d e Türkiye’ye karşı duyulan sem-pati ve saygın-

lık gibi etmenlerin etkileşiminden dolayı bazı ülke-lerden gelen öğrencilere say-gınlık kazandırdığı ve dolayısıyla kendi ülkelerinde özellikle özel şirketlerde etkin pozisyonlarda iş bulma kolaylığı sağladığı tespit edilmiştir.

12 • Ekim’14 Ekim’14 • 13

KARANTİNA

Page 16: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

• Öğrencilerin Türkiye ile alakalı beklentilerinin büyük oranda gerçekleştiği tespit edilmiştir. Diğer taraftan, bazı öğrencilerin özel beklenti-lerinin olmadığı, bazılarınınsa barınma, eğitim sistemi, kültür ve inanç ile alakalı beklentileri-nin gerçekleşmediği tespit edilmiştir.

• Uluslararası öğrencilerin genel kanaati, Türkiye’de kalmanın oldukça zor ve bürokratik engellerle dolu bir süreç olduğu yönündedir. Buna rağmen kalmak isteyen öğrencilerin ba-zıları hiçbir koşul aramaksızın izin verilirse ve-yahut mezuniyet sonrası tanınan sürenin uza-tılması durumunda kalmak istediklerini, bazıları ise iş imkânı buldukları takdirde kalmak istedik-lerini belirtmiştir.

ÖNERİLER

• Türkiye’de yükseköğrenim görmek isteyen öğ-rencilere yönelik yapılan tanıtım ve danışman-lık hizmetlerinin artırılması gereklidir.

• Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’deki üni-versiteler de tanıtım süreçlerine daha fazla mü-dahil olmalıdır. Üniversitelerin daha fazla ulus-lararası öğrenci çekmek amacıyla yapacakları tanıtım ve pazarlama faaliyetlerinin, hükümet tarafından ihracat desteği kapsamına alınması

ve tanıtım giderlerinin yarısının karşı-lanması, üniversiteler tarafından bü-

yük bir avantaja dönüştürülmelidir.

• Tanıtım, müfredat ge-liştirme, uluslararası öğ-

renci destek hizmetleri ve üniversite persone-linin eğitimi gibi birçok farklı konuda üniver-sitelerin uluslararası-laşmaları desteklen-melidir.

• YÖS’ün ve mer-kezi yerleştirmenin kaldırılması sonra-

sında, uluslararası öğ-renciler için karmaşık ve

pahalı bir hal alan başvuru süreci sadeleştirilmelidir.

Başvuru işlemleri için, İngiltere’de UCAS ya da Amerika’da The Common Applications örnekle-rinde olduğu gibi, merkezi, çok dilli ve çevrimiçi bir başvuru sistemi kurulmalı ve başvurular bu sistem üzerinden alınmalıdır.

• YÖS’ün kaldırılması sonrasında, başvuruların değerlendirilmesinde ortaya çıkan karmaşıklı-ğın ortadan kaldırılması için, öğrenci seçiminde YÖS benzeri merkezi bir sınavın tekrar hayata geçirilmesi, ancak bu sınavın farklı ülkelerde ve farklı dillerde yapılması daha uygun olacaktır.

• Üniversitelerde, sadece ERASMUS öğrencile-rine değil, tüm uluslararası öğrencilere hizmet sunacak ofisler kurulmalıdır. Bu ofisler, öğrenci-lere hem akademik hem de sosyal destek sun-malıdır.

• Özellikle kendi imkanları ile gelen uluslarara-sı öğrencilerin yaşadığı maddi sorunu çözmek için, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, uluslararası öğrencilerin öğrencilikleri süresince, kampus içinde veya dışında, yarı-zamanlı olarak çalış-malarına imkân sağlayacak düzenlemeler yapıl-malıdır.

• Devlet yurtlarında kalan hem ulusal hem de uluslararası öğrencilerin sorunları (odaların ka-labalık olması, hijyen sorunu ve gürültü, vb.) gerçekçi bir şekilde tespit edilmeli ve çözüme kavuşturulmalıdır.

• BÖP kapsamında veya hükümet bursları kapsa-mındaki burslu öğrencilerin ilgileri ile yerleşti-rildikleri programlar arasındaki uyuşmazlıkların çözümü için, kontenjanların alan/bölüm bazın-da dağılımı ve öğrenci yerleştirme süreçleri ye-niden gözden geçirilmelidir.

• Mezun öğrencilerle –özelikle burslu olarak öğ-renim görenlerle– ilişkileri koparmamak için sağlıklı işleyen bir mezun takip sistemi kurul-malı ve mezunların birbirleriyle rahatlıkla ile-tişim kurabilecekleri (çevrimiçi veya yüz-yüze) ortamlar geliştirilmelidir.

• Türkiye’den alınan diplomaların denkliğiyle ilgi-li sorun çıkaran ülkelerle diplomatik kanallarla görüşülmeli ve denklik sorunu çözülmelidir. Bu şekilde, ilgili ülkelerden daha fazla öğrenci gel-mesinin önündeki bir engel kaldırılmalıdır.

14 • Ekim’14 Ekim’14 • 15

KARANTİNA

Page 17: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

B ir hadîs-i şerîfte buyruluyor ki: “Yeryüzünde tapılan sahte tanrılardan Allâh’ın en çok buğz

ettiği; hevâ ve hevestir.” (Heysemî, I, 188) Tanrı deyince aklına cahiliye dönemindeki put-

lar gelen biz günümüz Müslümanlarına, “Tanrılara tapıyor musun?” diye bir soru sorsak (soramayız ama sormaya çalışsak) “Elhamdüllillah Müslüma-nım” deriz demesine ama hangimiz, “heva ve he-vesimize” yenik düşmüyoruz? Demek ki maazallah her an imanımızı kaybetme tehlikesi ile karşı karşı-yayız...

Ama nedense anne-babamızdan miras aldığı-mız imanımızı kaybetme korkusunu yüreğimizde hissedemiyoruz. En basitinden, tırnağımız kırıldı-ğında duyduğumuz üzüntüyü imanımız için duy-muyoruz. Hani insanoğlu babasından miras kalan malı çok rahat harcar da, kendisi çalışarak alın teri ile kazandığı parayı harcarken cimrileşir ya, biz de aynen o durumdayız sanki... Oysa Bilal-i Habeşi gibi kırbaçlanarak işkencelere maruz kalarak imanımı-zı kazanmış olsaydık, imanımızı kaybedeceğiz diye ödümüz kopardı.

Her çocuk Müslüman doğar, biz de Müslüman ailede doğduk, kulağımıza ezanlar okundu, mev-litlerimiz yapıldı. Yaz tatillerinde Kur’an kurslarına gittik ya, tamam nasıl Müslüman olarak doğduy-sak, o şekilde de ölürüz zaten diye bir algımız var. Müslüman olarak doğup Müslüman olarak ölme-ye garantimiz varmış gibi hareket ediyoruz. Belki modern dünyada insanoğlu her şeyini sigorta etti-rebiliyor ya, imanımıza da sigorta yaptırmışız gibi hareket ediyoruz. Oysa imanımızın garantisi ya da sigortası yok, olamaz.

Onu son nefesimize kadar koruyacak olan biz-leriz. Ancak gözümüze Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye gözlüğü takıp hayata bu gözlükle bakarak imanımızı koruyabiliriz. Bu gözlüğü çıkarıp da de-ğerlendirdiğimiz her şey boş, anlamsız ve imanımız için bir tehlike unsuru... Başımıza gelen her olayı bu gözlükle değerlendirirsek ancak kurtuluşa ere-biliriz, çünkü Peygamberimiz (sav) ne buyurmuştu: “Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sün-netim. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.” (Hâkim,1/93).

İman GözlüğüYasemin Özenç KANDEMİR

14 • Ekim’14 Ekim’14 • 15

ATÖLYE

Page 18: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

(m.) 2010 yılında, Tunus’ta başlayan ve geniş halk kitlelerini kapsayan ayaklanmanın içinde, farklı ideolojik/dini hüviyetler de yer almasına nazaran, esas kurucu irade Müslüman kitle idi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Müslüman Coğrafyayı paylaşan sömürgeci devletler, kendi elleri-ne geçirdikleri topraklarda kukla yönetimler kurdular. Bu kukla yönetimler, bu-lundukları toprakların her nevi maddi varlıklarını, ceplerine doldurmanın cehdinde idiler. Öte yan-dan, bağlı bulundukları otoritelere mugayir bir şekilde bulunan Müslü-man toplumları da, siyasi olarak baskı altında tutma-ları gerekiyordu. Kapitalizm küreselleşmeyle manasını bularak, bir yandan halkları kendi ülkelerinde yabancı hale getirmeye çalışıyor, ha-liyle de halkları kendi kendilerinden soyutlamaya çalışıyor ve de bir yandan toprakları verimsizleştir-meye çalışıyordu.

(m.) 2010 yılında Tunus’ta başlayan ve dalga dalga yayılan ayaklanma; bir yandan Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn ve Suriye diktatörlerini te-laşa veriyor, bir yandan da halkları gelecek tahay-yülüne soyundurtuyordu. Emperyalizmein yerli çocukları olan diktatörler, karşılarına dikilen bu

halkları bir şekilde susturmaya cehd etmek istiyor-lardı. Ama cehdlerin üzerinde var olan, Allah rıza-sına layık olmak için bir cehd vardı. İşte bu cehdin; Mısır’da Muhammed Bedii ve Muhammed Mursi, Libya’da Abdulhakim Belhac, Suriye’de Riyad Esad,

Abdulkadir Salih ve Hasan Abbud gibi yiğit-leri rol almaya sevk ettiğini müşa-

hede ettik. Hürriyet için öne çıkan, hayatlarını hürriyet

için umursamayan bu yiğitler, ülkelerinin en

has, en samimi evlatla-rındandırlar. Ülkelerinin

en has ve en samimi evlatlarından ol-

duklarından ötürü de, haliyle küresel-

leştirilmeye çalışılan (kapitalizm ve) emper-

yalizmin, makûs politika-larından ötürü bu yiğitlerin

üzerlerine göz dikmemeleri de düşünülemezdi.

Yeni bir zamanın başlangıcı olacak ayaklanma-ları fark edemeyen Batı, meselenin vahametini idrak ettiği noktada da dâhil olmaya çalıştı. Müs-lüman ülkelerin başında ki diktatörlerle dirsek te-ması olan, başını ABD’nin, Fransa’nın, İngiltere’nin ilh. çektiği “Yeni Dünya Düzeni” savunucuları olan emperyal politika maliki Batı, Müslümanların en ufak bir kıpırdanışlarında planlar yapmaya, proje-ler üretmeye başladı.

MÜCADELE VE MUHASEBE IŞIĞINDA,

DEĞİŞİM SÜRECİMİZİN ZUHURUNDAN BU YANA, VAR OLAN EMPERYAL KUŞATMA ALTINDA TEK DEĞER:

İSLAMİ DİRENİŞ Ali Tarık PARLAKIŞIK

16 • Ekim’14 Ekim’14 • 17

GÜNDEM

Page 19: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

Bu noktada Gerard Delanty’nin ‘Avrupa’nın İcadı’ vurgusu mühim espri ihtivası ile karşımızda durmaktadır. Avrupa veya Batı dediğimiz kutup; coğrafi bir tarif mi, ideolojik bir tarif mi, yoksa baş-ka bir mana ihtiva eden bir tarif mi? Delanty’nin metodolojisi ve çıkarımları mühim; Avrupa diye yekpare bir nizam yoktur. Hatta Avrupa bir nizam-dan önce bir telakkidir; lakin kendi yatağında akıp gelen bir telakki değildir, oluşturulmuş icat edilmiş bir telakkidir.

İşte fikrî, ideolojik ilh. olarak arı, sahih olmayan aksine oluşturulmuş, gayr-i sahih Avrupa telakki-si Aydınlanma, Sanayi Devri-mi, Fransız İhtilali, Rönesans, Reform çalışmalarıyla kendi kendine çekidüzen vermeye çalıştı. Modernleşme sürecini süratle ilerletirken, Rönesans çalışmalarında geçmişte ki (An-tik dönemdeki) estetikten (de) yararlanan Avrupa, fikrî sahada İslam’ın ilim ve kültür gelene-ğinden yararlandı.

İlerleyen süreçte dünya sah-nesine çıkan Batı, şu anda yer yer “dünya gücü”, “süper güç” gibi klişe sözlerle ifade edilen noktaya gelmiş durumda. ABD; Batı dediğimiz ifsat membaının görünen yüzü. İsrail, Fransa, İngiltere, Suudi Amerika ilh.; Batı’nın diğer kolları. İran, IŞİD ilh.; Batı’nın ya belli zamanlar-da, ya (stratejik olarak) çoğunlukla, ya da taşeron bir şekilde bağlısı olan devlet, örgüt ve kurumlardır.

Tunus’ta başlayan ayaklamanlar, esasen ihtiyaç duyulan ayaklanmalardı. Çünkü Arap-İslam Coğ-rafyasının var olan jeopolitik, jeostratejik ve maddi değerlerinin üzerinde, yerli ve yabancı güçlerin var olan hâkimiyetlerinin arındırılması elzemdir.

Öte yandan iktisadî, ideolojik ve birçok alanda baskı altında tutulan halkların, bu baskılardan arın-dırılması da mühim bir mesele olarak karşımızda durmaktadır. Buazizi kendisini yaktığında aynı dert-ten muzdarip yığınların, çıkış yolu aramak zorunda kaldıkları bir meselede kendisini yakmış oldu.

Diktatoryal rejimlerin iktisadî politikalarının; halklara, sürülmesi zor bir hayat verdiği malum. Bu

noktada, iktisadın insan hayatının mühim bir alanı-nı kapladığını da hatırımızda tutmalıyız.

Öte yandan Filistin’in kurtuluşunun, bölge halk-ları nezdinde ki ehemmiyeti de, göz önüne alınması gereken bir mesele olarak karşımızda durmaktadır. Filistin meselesinin, ayaklanmaların zuhur ettiği bölgelerde siyasi rahatsızlıkların mühim memba-larından olduğunu göz önünde bulundurmalıyız. Bu manada misal olarak, Mısır’dan Filistin’e yardım geçmesi meselesinde Mısır’ın devrik tağutu Hüsnü Mübarek döneminde yaşananlarda biliniyor.

Tunus’tan Suriye’ye uzanan ayaklanmalara, Batı fark ettiği noktada meseleye dâhil olmak isterken, belli gö-rece hedeflerine ulaşmış olabi-lir. Lakin tekrar vurgulamamız gereken bir mesele, Arap-İslam Coğrafyasının ayaklanmaları, Batı’nın haberdar olduğu ve beklediği ayaklanmalar değildi. Bu gerçek, bizi, Batı’nın-ABD’nin dillerde dolaştığı gibi gerçekten net manada, istediğini, istediği zaman yapan, algısının hakikat olmadığıdır. Zaten meselenin bu ve bu minvalde ki noktala-rı ABD’yi ve beraberinde olan devletleri şaşkına uğratan, üze-rinde durulmasını istemedik-leri noktalardır. Öyle ya; Allah, Amerika’dan büyüktür. Hakika-tin çığlığı, batılın tüfeğinden, to-pundan daha kuvvetlidir.

Ve sonucu ne olursa olsun, hürriyet mücadele-sini başlatan halklar, bu mücadeleden dönmeme-yi zihinlerine kazımışlardır. Çünkü biliyorlardı ki, hürriyet için ölmek de, gerektiğinde hürriyetin bir parçasıydı.

Coğrafyamızın; seçkinlerin eliyle Batı’ya enteg-re edildiği dönemde, modernleştirildiği ve sekülari-zasyonun örgüleştirildiği dönemde, İslami dinamiz-mi geriletirken, alimlerin ortadan kaldırılması da, mühim bir rol oynuyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından sonra Şeyh Said, Şeyh Esad Erbilli, İskilipli Atıf Hoca’nın şehadetleri bu minvalde okunmalıdır. Yine aynı şekilde Mısır’da Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub’un şehadetleri de, bu minvalde okunmalıdır. Coğrafyamızda modernleşme sürecini, sekülarizas-

Tunus’ta başlayan ayaklamanlar, esasen

ihtiyaç duyulan ayaklanmalardı.

Çünkü Arap-İslam Coğrafyasının var olan jeopolitik, jeostratejik ve maddi değerlerinin

üzerinde, yerli ve yabancı güçlerin var olan hâkimiyetlerinin arındırılması elzemdir.

16 • Ekim’14 Ekim’14 • 17

GÜNDEM

Page 20: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

yon projelerinden ayrı tefekkür edemeyiz. Mama-fih bu süreç, mevcut diktatörler için, bulundukları ülkelerin, eski hallerine geri dönemeyeceklerini tahayyül ettikleri dönemlerin başladığı manalarına geliyordu. İslam toplumlarının, âlimlerinin bir bir ortadan kaldırıldığı dönemlerde, halk bir şekilde kendi hüviyetini korumak zorundaydı. Süleyman Hilmi Tunahan’ın ve cemaatinin çalışmaları, bu hüviyetin korunması çalışmalarının bir misalidir. Daha sonra ki zamanlarda âlimlerin ve aydınların elleriyle içtimaî ve siyasî ıslah, ihya, inşa çalışmalarına şahit oluyoruz. Öze dönüş diyerek de ifadelendirilen (bu) gayret-ler; gerçek manada, kendi hü-viyetimize fert ve toplum ba-zında dönmemizi, tekrardan İslami bir telakkiye malik olup, bu doğrultuda ferdî, içtimaî siyasî hayata malik olmak. Fikrî planda bu meseleyi en ahenkli hale getirenlerden biri olarak Seyyid Kutub’un “Öncü Kur’an Nesli” tasarımı mühim bir misaldir.

Bugün gelinen noktada, Dünya siyaset arenasında Türkiye’nin de bir yeri olduğu-nu müşahede ediyoruz. Batı tarafından ise, ABD liderliğin-de ki kutbunda, dünya siya-setinde bir ağırlığının mevcut olduğunu müşahede diyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nde ki AK Parti hükümetinin, politi-kaları arasında küresel siyase-te uyumlu politikaların var olması bir yerde umut bağlanan bir iktidar için, oldukça menfi bir durum-dur. ABD’nin, Dünya üzerinde ki birçok meselede at koşturmaya meyilli ve bir yere kadar da bunu gerçekleştiren bir kutup olması da, ayrı bir me-sele olarak karşımızda durmaktadır. Bunun misali de Türkiye’nin de katıldığı, Suriye meselesi ile ilgili olan Cenevre görüşmeleridir ki, Suriye’nin onurlu muhalefeti, Cenevre görüşmelerine katılan ulusal koalisyonu tanımadıklarını açıklamışlardı.

Neticede Müslüman halklar olarak, ıslah edici bir dinin mensuplarıyız. Bu itibarla iktisadî, ferdî,

içtimaî, siyasî, ilmî, kültürel, fikrî olarak ıslah değil, fesattan yana olanlardan olamayacağımız, aşikâr. “Tarihin Sonu”, “Yeni Dünya Düzeni” gibi tahayyül-ler insanlığı aydınlıktan karanlığa götürmeye cehd eden, elinde “kapital”i bulundurmayanı elinde “kapital”i bulundurana köle edici, insanları sürekli kanlı hülyalarda dolandıran küresel tağuti düzene; bir ret olan Arap-İslam toplumlarının ayaklanma-ları, çok normal karşılanması, destek olunması ge-reken ayaklanmalardır. Bu ayaklanmaların özünde,

şümullü bir gelecek tasavvuru ve şümullü bir gelecek tasav-vuru için, gerekli bir fikriyat bulunsa da bulunmasa da, öze dönüş ve hürriyet isteği vardır.

Tunus’ta başlayan ayak-lanmalar için, hakların gazını alma operasyonu bile dendi. Sol, mezkûr halk ayaklanmala-rını, sınıf mücadelesine yakın görmediği için, desteklenme-mesi gereken olaylar olarak gördü.

Yalnız unutulan bir nokta vardı ki, ayaklanan halkların başında ki diktatörler, yerel ve küresel politikalarında em-peryalizme hizmetçilik yapan tağutlardır. Ali Abdullah Salih, Hüsnü Mübarek, Muammer Kaddafi, Beşşar Esed; bu dikta-törlerin hangisi için bulunduk-ları ülkenin maddi değerlerini ya kendi ceplerine doldurarak hırsız olmadıklarını, ya da kü-resel sistemin ağalarına peş-

keş çekmediklerini iddia edebilir? Bunun haricinde bu diktatörlerin bir kısmının belli dönemlerde Batı kutbu ülkeleriyle gerginlik yaşasalar bile, nihaye-tinde geldikleri noktada emperyalist sömürü dü-zenine uşaklık etmediklerini, kim iddia edebilir? Mamafih bu ve diğer diktatörlere karşı baş kaldıran halklar, nasıl kapitalizm ve emperyalizmin karşısın-da olmuyorlar mı?

Usulî olarak başka bir meseleyi de vurgulamak gerekiyor. İslam, mücadeleyi farz kılan bir dindir. Mücadelenin farklı yolları olduğu gerçeğini göz önüne almakla birlikte, yorum götürmez bir durum

Yalnız unutulan bir nokta vardı ki, ayaklanan halkların başında ki diktatörler, yerel ve

küresel politikalarında emperyalizme hizmetçilik

yapan tağutlardır. Ali Abdullah Salih, Hüsnü Mübarek, Muammer Kaddafi, Beşşar Esed;

bu diktatörlerin hangisi için bulundukları ülkenin

maddi değerlerini ya kendi ceplerine doldurarak

hırsız olmadıklarını, ya da küresel sistemin ağalarına

peşkeş çekmediklerini iddia edebilir?

18 • Ekim’14 Ekim’14 • 19

GÜNDEM

Page 21: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

vardır ki; İslam, Allah’ın hükmünün hakim kılınma-sının mücadelesini, farz kılan bir dindir. Allah’ın hükmünü hiçe sayan bu diktatörlerin, diktatör va-sıfları olmasa dahi, tağuti bir nizamın başında bu-lunan tağutlar olmaları hasebiyle, bir kere nizam ve makamları buudundan, İslami Hareketin hedefin-dedirler.

Yine, usulî olarak başka bir meseleyi de vurgu-lamak gerekiyor. Dini, ne olursa olsun, bir iktidar zalim ise yine aynı şekilde, nizam ve makamları bu-udundan, yine İslami Hareketin hedefindedir.

Dolayısıyla; tamamen baskı, despotizm, kan ve gözyaşı üzerine kurulu bütün diktatörler, İslami Ha-reketin hedefindedirler.

Suriye Direnişine yönelik tavırlarda, farklı böl-gelerde ki direnişlere nazaran daha kaypak, daha fırıldak, daha içten pazarlıklı tavırları da müşahede ettik. Bu tavırları ve bu tavrın maliklerini tek tek söz konusu etmeyeceğiz. Lakin Suriye Direnişi, bu-lunduğu toprakların dışında da, heyecan ve ümit oluşturmuş bir direniştir. Hep söylediğimiz gibi umumi planda Arap-İslam Halkları, hususi planda Suriye Halkı, tabiri caizse unutulanı hatırlamıştır ve de ümmete unutulanı hatırlatmıştır. ABD’nin, IŞİD’i bahane ederek, Suriye Direnişini yok etme-ye çalıştığına şahit olduğumuz anda, hatırımızda bulundurmamız gereken ve yine aynı şekilde onur duyduğumuz nokta; okul duvarına “Halk Rejimin Düşmesini İstiyor” yazan çocukların, devrimi baş-lattığı günlerde de söylediğimiz gibi haklı olan, hak-tan olan, hakikatin tarafında olan bizlerdik. Daha doğru bir ifadeyle haklı olan, hak tarafında, olan hakikatin tarafında olan, bütün mozaiğiyle Suriye Direnişiydi. Bizler onların doğru yolda olduklarına şahitlik ettik.

Filistin Direnişiyle, Suriye Direnişinin ne farkı var?

Niye bu suali iliştirdik buraya? Çünkü bilgisiz, fikirsiz, fikriyatsız, edepsiz çevrelerin farklı gerekçe ve söylemlerle ya doğrudan Beşşar Esed diktatör-lüğünü savunduklarını, ya da Suriye Halkının mu-halefetini yalnızlaştırmaya çalıştırdıklarını müşaha-de ettik.

Adım adım devam edersek;Türkiye’de yerel politikada ahlaki olmayan mu-

haliflikler, bir yere konumlandırılmayan adeta ay-dınlanmış zihinleri ile entelektüeliteye koşan, her daim emek, adalet, antikapitalizm, sömürü vurgu-

su yapan çevreler, Suriye Muhalefetinin arkasında emperyal güçlerin bulunduklarını dillendirdiler. Bir ara not açarak, bu tip çevrelerin muhtevalarını, başka bir vesile açıkladığımız bir yazıdan kısa bir iktibas edelim;• Fikir yok. Başlı başına bir örgüleri zaten yok.• Umumi olarak solcuların yaptıkları, dahil olduk-

ları birçok meseleyi; beğenirler, dahil olurlar. Şüphe ile yaklaşmazlar. Bu tavırlarını hep ada-let, evrensel değerlerden delillendirirler. Bunun yanında Müslüman olarak dahil oldukları or-tama kendi renklerini vermek yerine, orada ki havayı tahkim ederler. Ve hatta dışarıya karşı Müslümanlar da bu şekilde düşünüyor, hava-sının verilmesinde, iyi bir malzeme olarak gö-rülürler, kullanılırlar. Zaten İslami manada bir dönüşüm, dahil oldukları ortama Allah’ın boya-sını vurmak gibi bir düşünceleri yoktur. Böyle bir dertleri yoktur.

• Kapitalizmin, sömürünün menfi olduğunu her an dillendirirler. Emeğin, bölüşümün, paylaşı-mın müspet olduğunu her an dillendirirler. Ama, söylem bazında ne ciddi bir kapitalizm tarihi, ne ciddi bir kapitalist ekonomi bilgisi, ne de ciddi bir kapitalizm eleştirisine rastlayamazsınız.

• Bir insanın içlerine katılabilmesi için, AK Parti’ye karşı olmuş olması yeterlidir. Ateist, komünist, ulusalcı, feminist ne olursa olsun; AK Parti’ye karşı olması yeterlidir, ağzından “emek, adalet, antikapitalizm, eşitlik, özgürlük” kelimelerini sık duyduğumuz bu ortamlara dahil olabilmesi için.

• Dikkat edilirse AK Parti’nin karşı çıktıkları her-hangi bir icraatını, başka bir parti yaptığında kendi buudlarından herhangi bir sorun teşkil et-meyecek bir durum olur bu. (Özellikle de İslam’a doğrudan cephe alan veya İslami argümanları ‘kullanıp’ hitap ettiği kitleyi yönlendirmeye çalı-şan partiler. BDP gibi.)

• Tutumları yüzde yüz AK Parti hükümetine kar-şı olma üzerine kuruludur. Herhangi bir amacı yoktur bu karşıtlığın; karşı olmak için karşıdırlar.

• Tutumları ikirciklidir. Bir misalle açıklayalım; Berkin Elvan’ın ölümünün arkasından her türlü desteğe koşarlar. Propagandası için her nevi ve her zeminde cehd ederler. Sebebi, “Berkin Elvan, mazlumdur. Genç yaşta polis tarafından öldü-rülmüştür.” İlh. Lakin Berkin Elvan’ın cenazesi-nin olduğu gün, protestolarda Ok Meydanı’nda

18 • Ekim’14 Ekim’14 • 19

GÜNDEM

Page 22: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

DHKP-C tarafından öldürülen Burakcan için herhangi bir söz söylediklerini duymazsınız. Bu kadar çok açık ve seçik olduğu için, bu madde içinde bu kadar malumat yeterlidir.

• Yaptıklarıyla İslam karşıtı kutba destek olurlar, bunun farkında değillerdir (veya farkındadır-lar).

• Sola dair fikir, ilke, akide, nosyon, eylem ilh. planlarında herhangi bir şeyi savunabilirler ve herhangi bir beis görmezler.

• İslami Hareket değillerdir. Yaptıkları herhangi bir güzel icraat tamamen müspet olduklarını delillendirmez. Yaptıkları herhangi bir güzel ic-raat ancak “istisnalar kaideyi bozmaz” cinsin-den olabilir. (AKP Düşmanlığı Adına, Solculaşma ve Kemalistleşme Temayülü- 3; www.milatha-ber.com/yazar-51-solculasma_kemalistlesme_temayülleri_ve_ikirciklikler.html)İmdi söylemin cazibesi, yine aynı şekilde

“mahalle”den gelenlerin başını çektiği bir iktidar döneminde, cazip bir muhaliflikle hareket eden çevreler, Suriye Direnişini bilgisizlikleri ve şuursuz-luklarıyla doğru orantılı olarak yalanlarla karalar-ken, meselenin iç yüzüne nazar ettiler mi hiç?

Öte yandan, Suriye Direnişi ilk başladığı zaman-larda, bazı nümayişlerle destek veren sonradan, Beşşar Esed ve Suriye Muhalefetinin dışında “3. Yol”u öneren ve “Suriye’de Şii-Sünni çatışması”nı istemediklerini öne süren kurumların nasıl bir te-fekkür süreçleri var, manalandırmak zor. Altını çiz-memiz gerekiyor ki, Suriye Halkı antiemperyalist ve antisiyonist bir halktır. Ve Suriye’de yaşamış bazı insanların da aktardıklarına göre, Suriye Direnişin-den önce, Suriye Halkının ev ve iş yerlerinde İran’ın eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ve Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ın fotoğrafları asılıydı. Di-renişin başlamasından sonra ismi geçen çevrelerin ve bağlı bulundukları kurumların, kendilerine olan düşmanlıkları hasebiyle fotoğrafların kaldırıldığı anlatılıyor. Suriye Direnişine ilk günden beri fiili olarak düşman olan İran ve Hizbullah’ın, (mezhep kavramını kullanacaksak eğer) mezhepçilik yaptığı görülmüyor mu? Suriye Halkı, bir doğuşa yeltendi. Bu doğuş, silahlı devrenin başlamasından sonra Suriye Direnişinin neferleri, karşısında ki düşmanla savaşırken ya şehid olur, ya da düşman askerlerine taarruz ettiği sırada, düşman askerini öldürür. Sa-vaş sırasında, başka bir durum ile karşılaşılabilir mi?

Doğuşunu başlatan Suriye Halkının, karşına dikilen İran kutbuna söz yöneltmeden (Suriye’de ki Sünni kutbu zikretmesek bile) mezhep çatışması olmasın demek, Suriye Halkını ve Suriye Muhalefetini en hafif tabirle yalnızlaştırmak değil mi? “Mazlumun dini sorulmayacak” ise, Suriyeli mazlumların ayak-lanışına köstek olanlara menfi eleştirilerin yöneltil-mesi gerekmiyor mu? Ve diğer yandan, “3. Yol”u sunarken ki halleri, muhtemelen, Dünya’da bir ilki buldum, tonlarında. Bakıyoruz “3. Yol”a; Suriye’de çok kayıp var, taraflar belli bir zeminde (ki bu ze-minde, Beşşar Esed’in, muhalefetin isteklerinin bir kısmının karşılanması da var), anlaşıp savaşı bitsin. İslam İşbirliği Teşkilatı vesilesiyle, sükûnet ortamı oluşturulup seçimler yapılmalı ve sonucu taraflar kabul etmeliler. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın beş göz-lemci üyesi ve elli sekiz üye ülkesine nazar ettiği-mizde, mesele nasıl bir mecraya akacak? Diktatör bir devlet ve devlet başkanı olarak söz konusu; se-çim nereye düşüyor bu noktada?

Öte yandan yıllardır aydın olarak karşımızda duran bazı yazarların, Suriye Direnişini karalarken Batı ülkelerinde ki gazete ve dergilerden delil getir-melerini de gördük. Peki, bu tavır gerçekten ‘Düş-sel Ufuklardan Gerçek Ufuklara’ doğru yol alan bir tavır mıydı?

Farklı bir misal de, coğrafyamızda ki Batıcı ge-leneği diriltmenin peşinde olanların eylemi olan, Gezi Parkı eylemlerine meşru bir kılıfı Suriye Dire-nişinden bağlamaya kalkışmak, gerçekten ‘Nuh’un Gemisine Binmek’ oluyor muydu?

Ve solcusuyla, alevisiyle, gezicisiyle, İrancısıyla ne olduğu belli olmayan gençlik heveslisi kurum-larıyla birlikte düzenlenen “Suriye’de Emperyalist Müdahaleye Hayır” toplantıları ve eylem çağrıları ve bu minvalde ki Suriye Halkının düşmanları ne-rede duruyor?

Suriye halkına düşmanlık yapmak için, ne idüğü belirsiz siyasi analiz ve mülakatlar ortaya koyduğu-nu söyleyen yalan haberler ve mülakatlar ne kadar ‘Yakın Doğu Haber’leri sayılabilir?

Ve diğer İran menşeli kurum, kuruluş ve yazar-lara hususi olarak değinmiyoruz bile.

Söz konusu ettiğimiz ve etmediğimiz çoğunluğu Suriye Halkına ve muhalefetine düşmanlık yapan-ların, az bir kısmının ise Suriye Halkını ve muhalefe-tini yalnızlaştırmanın peşinde olanlar, bir çocuğun okul duvarına “Halk Rejimin Düşmesini İstiyor”

20 • Ekim’14 Ekim’14 • 21

GÜNDEM

Page 23: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

diye yazmasıyla başlayan ayaklanmayı, nasıl kü-resel sömürü düzeninin politikalarıyla açıklamaya çalıştılar? Bazıları utanmadan “direniş hattı” diye tutturdular. Direniş hattı, muhtemelen Şii Hilali’ydi. Zalim, katil, hırsız bir diktatörün zulmünden kaçan, şuuru ve fikriyatı tam oturmayan insanların; zalim, katil, hırsız bir diktatörün zulmüne alternatif ola-rak; Amerika’yı bile seçse, nasıl bakmak gerekir bu meseleye? (Kendi içinde; yani coğrafi, fiilî, vakıaya ve şahıs veya şahıslara bağlı olarak diyoruz, tasvip ettiğimizi söylemiyoruz.) Mamafih, Batı düşman-lığı, zihinlerine nakşolunan bir umranın çocukları olan Suriye Halkını, nasıl Batı’nın desteği ile tas-vip ettiniz? İnsanları kandırabilirdiniz belki ama, vicdanınız da mı yoktu? Peki, hiç “Din Günü’nün maliki”ne vereceğiniz hesabı da mı düşünmediniz?

(m.) 22 Eylül 2014 Pazartesi gecesi, Amerika müttefikleri Katar, Suudi Arabistan gibi ülkeler ile birlikte, IŞİD bahanesiyle Suriye’ye havadan sal-dırdı. IŞİD’in, Suriye Direnişini bitirmek için başta Beşşar Esed’in taşeronluğunu nasıl oynadığını bi-liyoruz; devamında Irak’ta aşiret ayaklanmalarını da nasıl ‘bastırdığı’nı da biliyoruz. Ki, Arap Baharı sürecinde, Irak’ta zuhur etmeyen ayaklanma ola-bilirdi, bu ayaklanma. Bu süreçte Amerika, Fransa, İngiltere, Beşşar Esed cuntası, İran, Rusya, Çin’in, IŞİD’ten nasıl memnun olduklarını da biliyoruz. Su-riye Direnişinin en büyük düşmanlarından biri olan Amerika, “IŞİD tehdidi” ile Suriye’de Özgür Suriye Ordusu, Nusret Cephesi, Ahrar’uş Şam’ı vurdu. Amerika, müttefikleriyle beraber Suriye Direnişinin en güçlü zümrelerini vururken, Beşşar Esed’de ka-radan kimyasal silahlarla sivilleri vuruyordu.

Amerika’nın bu müdahalesinden yaklaşık bir ay öncesinde, Özgür Suriye Ordusu ve Nusret Cep-hesi, Golan Tepeleri’nde ki Kuneytra sınır kapısı-nın kontrolünü ele geçirdi. Bu olayda yaralanan İsrail askerleri de oldu. Ardından Nusret Cephesi, 40 tane BM askerini yakaladı. Sonrasında Nusret Cephesi’nin, BM’ye sunduğu bazı maddeleri kabul etmesi halinde, askerlerini serbest bırakacağını açıkladı. BM’nin kabul etmesi üzerine, Nusret Cep-hesi askerleri serbest bıraktı. İlerleyen günlerde bazı medya kuruluşlarında ki haberler, muhaliflerin Şam’a doğru harekete geçtiklerini yazdılar. Ardın-dan da 27 km. uzaklığa kadar geldiklerini yazdılar ve bu haber bir iki gün boyunca dillendirildi. Kısa bir süre sonra, 22 Eylül 2014 Pazartesi gecesinde

Amerika, IŞİD bahanesiyle Suriye’de ki muhalif grupları bombaladı.

ABD bölgede ki terörü bitirmek istiyorsa, diye başlayan ve ABD’nin esasında amacının terörü bi-tirmek olmadığını ifade eden sualler çoğu yerde manasızdır. Çünkü ABD, terör üzerine dolayısıyla da kan ve gözyaşı üzerine kurulmuş bir devlettir.

Ama yine de beyin fırtınası için kısaca bakalım;ABD’nin amacı terörü bitirmek ise Suriye Halkı-

nı, kalleşçe katleden Beşşar Esed’e yönelik bir icra-atı neden olmadı?

Ya da yaptığı bombalamalarda neden Suriye’nin onurlu muhalif gruplarını vurdu?

Öte yandan Arap-İslam coğrafyasında ki dikta-törlerin ABD ile ilişkilerini nasıl okumak gerekir?

Öte yandan Suriye muhalefeti, Suriye’de istik-rarı sağladığında, ABD ile Suriye’nin ilişkileri ne dü-zeyde olacak?

Suriye muhalefetinin, daha da ötede Suriye Halkının başlattığı direnişi, Batı’nın desteklediği-ni öne süren İran menşeli ve diğer batıl menşeli çevrelerin, ABD’nin müttefikleriyle beraber “IŞİD terörü” diyerek, Suriye’de ki direniş gruplarını bombalamasından beri, doğru dürüst herhangi bir açıklama yaptıklarını göremedik. Peki, Suriye Dire-nişi mezkûr saldırılar ile ilgili olarak acaba ne diyor? Bu suale, Özgür Suriye Ordusu lideri Riyad Esad’ın, ABD’nin saldırısından önce ve sonra yaptığı açıkla-malar üzerinden cevap verelim.

İlk önce ABD’nin, Suriye muhalefetine yönelik saldırısından önce kurmaya çalıştığı koalisyona, Özgür Suriye Ordusu’nu dâhil etmeye yönelik çağ-rısına, Riyad Esad’ın ne dediğine bakalım. AA’da ya-yınlanan mülakat da Riyad Esad diyor ki;

“ÖSO, ABD’nin IŞİD’e yönelik savaşında yer al-mayacak. ÖSO’yu yanında görmek isteyen, Esed’i düşürmeye ve devrim hedeflerini içeren plana, dair güvence versin. Suriye’nin milli birlik ve zafer ordu-su ÖSO’yu, kırmızı listeye alarak bitirmeye çalışan ABD, ılımlı muhalifler adı altında farklı grupları des-tekledi. ABD, halkın gözünde ÖSO’yu, kendisinin iş-birlikçisi olarak göstermesi için, basını yönlendirdi. Suriye ve devrimi üzerine kurulan tüm komplolara rağmen, varlığını sürdüren ÖSO, Suriye Devriminin güvencesi olmaya devam ediyor. Devrimin başın-dan beri sürekli olarak “ılımlı muhalifleri destekli-yoruz” diyen ABD’den, rejim güçlerinin ilerlemesi için muhalifleri bölmekten başka bir şey görmedik.

20 • Ekim’14 Ekim’14 • 21

GÜNDEM

Page 24: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

ABD, tıpkı Irak’ta olduğu gibi, çıkarları doğrultu-sunda hareket ediyor. ÖSO değişmedi. Halk, muha-lif grup olarak ayrılanların hepsini tek tek biliyor. ABD halkları özgürleştirmeyi değil Mısır, Yemen, Irak ve Libya’da yaptığı gibi köleleştirmeyi istiyor. ABD her zaman İsrail’in yanında yer alarak, halkla-rın özgürleşmesine karşı duruyor. Suriyelilerin kanı ve toprağını kendilerine mübah gören Hizbullah çeteleri, Ebu’l –Fahdl-Abbas, Feyleku’l-Kudüs ve Bedr gibi örgütleri kınayamayanlarla bile, işbirliği yapmamızı mı istiyorlar? Bunlar, Suriye Halkını kur-tarmak için Suriye’ye girmediler. Ancak terör adı altında, özgürlükleri uğruna yola çıkan gençlerin kanında ki izzet ve onuru kırmak için geldiler. ÖSO, insanlık tarihinde ki en yüce ve en güzel hedefleriy-le yola çıkan bu gençlerden oluşuyor. Bunlar ölüm ve savaşı değil, milli sloganlarla özgürlük istediler ve suçlu rejimin düşürülmesi için savaşıyorlar. Su-riye Halkı, devrim başlatmıştır. Devrim “ılımlı” ve “ılım olmayan” şeklinde sınıflara ayrılamaz. Aca-ba Obama, Suriye rejimi insanlığa karşı akıl almaz suçlar işlediğinde, Suriye halkının hürriyet talebine, saygı duymuş muydu? Nuri el-Maliki’ye bağlı çete-ler, herkesin gözü önünde Irak Halkına karşı “orga-nize biçimde devlet terörü” uygularken ABD kılını bile kıpırdatmadı. ABD’li gazetecilerin öldürülünce ve stratejik ortakları saydığı Şii ve Kürtler tehdit al-tında kalınca, “insanlık vicdanları” uyandı.”

Riyad Esad’ın açıklamalarından şunları çıkarabiliriz;- ABD, Özgür Suriye Ordusu’nu bitirmek istiyor.- ABD medyada, Özgür Suriye Ordusu’nu kendi

işbirlikçisi olarak göstertti.- ABD, Suriye’de muhalifleri böldü.- ABD, halkları özgürleştirmek istemiyor. Bilakis

kendisine köle yapmak istiyor.- ABD, PKK’ye silah veriyor.- ABD’nin, Suriye’de ki planları, kendi çıkarları

içindir. - Hizbullah, Bedr gibi örgütler, Suriye Halkının

düşmanlarıdır.- Hizbullah, Bedr gibi örgütleri, ABD kınamıyor. - Özgür Suriye Ordusu, özgürlükleri için yola çı-

kan gençlerden oluşuyor.- Suriye’de ki diktatör rejim, Suriye Halkına karşı

suç işlerken, ABD Suriye Halkının hürriyet tale-bine saygı duymadı.

- Suriye Muhalefeti, ılımlı ve ılımlı olmayan ola-rak ayrılamaz. Muhalefet tektir.

- Suriye’de Beşşar Esed cuntası, Irak’ta Nuri el-Maliki cuntası halkları katlederken, ABD ses etmedi. ABD’li gazeteciler, ABD’nin ittifakları Şii ve Kürtler tehdit altında kalınca, ABD meseleye el attı.İkinci açıklama da, ABD ve müttefiklerinin Su-

riye Direnişine yönelik gerçekleştirdiği saldırıdan sonra. Özgür Suriye Haber Ajansı’nın haberine göre, Riyad Esad, ABD saldırısından sonra 24 Eylül 2014 Çarşamba tarihli açıklamasında şöyle dedi;

“ABD’nin, Suriye’ye müdahalesi Beşşar Esed’e destek çıkmak için atılan bir adımdır. Bazı Arap ülkelerinin de yardımıyla, ABD’nin askeri yolla Suriye’ye müdahalesinden Beşşar Esed kazançlıdır. ABD’nin Suriye’yi vurduğu andan beri, Beşşar Esed güçleri birçok cephede ilerlemiş bulunuyor. Dış güç-ler, IŞİD’i vurma bahanesiyle müdahalede bulundu. Fakat onlar sadece Suriye Halkını ve Suriye Devri-mini vuruyor.”

Yani; ABD müttefikleriyle beraber, Beşşar Esed’e yaradı. ABD’nin müdahalesinden beri, Esed birçok cephede ilerledi. Bu saldırı Beşşar Esed’e destek için yapıldı. IŞİD’i bahane ettiler ama Suriye Halkını ve devrimini vurdular.

Suriye Direnişine karşı Baas Diktatörlüğünden taraf olanlar ve Baas Diktatörlüğünden taraf olma-dığı halde Suriye Direnişini yalnızlaştırmanın peşin-de olanlar, Suriye Direnişi ile ilgili dillendirdiklerini, acaba Filistin için de dillendirebilirler mi? Hâlbuki bizim için bir fark yoktur. İslami Hareket, Müslü-manlara Filistin’de de farzdır, Suriye’de de farzdır.

Suriye Direnişi, Arap-İslam ayaklanmalarının olduğu ülkelere nazaran kısa sürede zaferi elde ediyse de, kısa sürede de yenilmedi. Etnik, ideo-lojik/dini, mezhebi, kültürel ve birçok mesele, bu minvalde Suriye Direnişini biraz daha farklı kılıyor. Suriye’de Sünniler, Nusayriler, Hristiyanlar, Dürziler, Aleviler bulunuyor. Etnik olarak çoğunlukla Araplar, Türkmenler, Kürtler bulunuyor. Etrafın da bulunan ülkeler şunlar; İran, Lübnan, Irak, Ürdün, Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır. Etrafında deniz olarak da, Akdeniz var. Osmanlı Devleti’nden sonra, Suriye İs-lam Krallığı’nda, bir darbeyle Hafız Esed başa geldi. Bu darbede, Lübnan’da bulunan Hizbullah hare-ketinin selefi olan Emel Hareketinin liderlerinden Musa Sadr’ın da payı var. İhvan-ı Müslimin üyesi olmak, Suriye anayasasına göre idam cezası gerek-tirdiği için ve de bağlantılı olarak yoğun bir şekilde

22 • Ekim’14 Ekim’14 • 23

GÜNDEM

Page 25: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

katliamların artacağı düşüncesiyle, İhvan-ı Müsli-min üyeleri Suriye’de İhvan-ı Müslimin’i kapattılar. Lakin İhvan-ı Müslimin’in ruhu, Suriye’de ki Müslü-man halkta var. Ve daha bir çok etmenden dolayı, Suriye Direnişininin üzerine“tek millet” olan küfür birçok rengiyle birlikte gözlerini dikmiş, kırpmadan bekliyor. Türkiye’de de Baasçılık yapan sol çevrele-rin, hatta Suriye’de Beşşar Esed’e destek konseri yapan Grup Yorum’un karın ağrısı buıradan geliyor.

(Dolayısıyla) Suriye, iman ve küfrün savaş ala-nıdır.

Rabb’imiz, Al-i İmran Suresi’nin 173. ayetinde şöyle buyuruyor; “Onlar, kendilerine insanlar: “Size karşı topla(n)dılar, artık onlardan korkun” dedikle-ri halde (buna rağmen)imanları artanlar ve: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” diyenlerdir.” Suriyeli kardeşlerimizin durmunu ne güzel anlatan bir ayet. Karşılarında bütün hainler ve küfür cephesi birleş-miş; Beşşar Esed diktatörlüğü, İran ve Hizbullah, Rusya, Çin, ABD, IŞİD ve diğerleri. Bunların tümüne karşı tek başlarına bir sürü şehid verilmesine rağ-men, direnişlerini sürdürüyorlar.

Şimdi, Suriye muhalefetine silah verilmelidir, demek ne kadar antiemperyalist bir söylem ve is-tektir görebiliyor muyuz?

IŞİD teröristse, bunun ilacı Beşşar Esed cephe-sini sağlamlaştırmaktan geçmez. Suriye’den ne ka-dar insan göç etti biliyor muyuz?

Suriye Halkı direnişine “Ya Allah Menna Ğay-rek Ya Allah”, “Lebbeyk Lebbeyk Lebbeyk Ya Allah” diyerek başladılar. Suriye Halkı direnişe, ne Beşşar Esed’i, ne Obama’yı, ne Arap Birliği’ni, ne ulusal koalisyonu istemediklerini belirterek başladılar. Su-riye Halkı gözümüzün önünde bir İslam İnkılabına soyundu. Suriye Müslümanlarının hali, Rabb’imizn

Bakara Suresi’nin 155 ve 156. ayetlerinde dediğine ne kadar da benziyor; “Andolsun , biz sizi bir par-ça korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” Biz şahidiz ki, Suriye Müslü-manları maddi ve manevi tüm eksilen değerlerine nazaran, hala sabrın ve vaadedilen müjdenin pe-şindeler.

Rabb’imize hamd olsun ki, ABD’yi Suriye’ye çağıran bizler değildik, ABD’ye ihtiyacı olanlar da bizler değildik. ABD’ye ihtiyacı olanlar başından beri belliydi ve Suriye’ye müdahalesini dört gözle beklediler. Bizler ilk günden beri ne Beşşar Esed, ne Amerikan emperyalizmi, ne Şii Hilali, ne Arap Birliği, diyenlerin zaferlerini bekledik. Hala da bek-liyoruz!

Bu sebepten ötürü “Amerika Suriye’ye girerse, Esed’i bırakır Amerika ile savaşırız” diyen Abdulka-dir Salih ve dava arkadaşlarını selamladık.

Bizim gözümüz Suriye’de doğacak olan güneşte oldu hep. Dün Anadolu’da, yeter ki Hilafet yıkılma-sın, diye Anadolu’da ki cihadı göğüsleyen ümmetin evlatları, bugün Suriye’de diye sevdik, biz Suriye’yi.

Dün Türkiye’de, Hilafet’i kaldıranlar “Arap oğlu-nun yaveleri”nden söz ederken, bizler ne durum-daysak, bugün de aynı şekilde Arap oğluna zulme-dildiği için, selamladık Suriye’yi.

Hedef IŞİD değildi, hedef İslam Ümmetinin Suriye’de ki neferleri idi. Başını tağut Amerika’nın çektiği bu koalisyona destek verenler ve verecek olanlar ise her zaman düşmanlarımızdılar ve düş-manlarımız olarak kalacaklardır.

Bilad-ı Şam’da (doğacak olan) güneşin, doğuşu-nun peşinde olan yiğitlere selam olsun…

Rabb’imiz, Al-i İmran Suresi’nin 173. ayetinde şöyle buyuruyor; “Onlar, kendilerine insanlar: “Size karşı topla(n)dılar, artık onlardan korkun” dedikleri halde (buna rağmen)

imanları artanlar ve: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” diyenlerdir.” Suriyeli kardeşlerimizin durmunu ne güzel anlatan bir ayet. Karşılarında bütün hainler ve küfür

cephesi birleşmiş; Beşşar Esed diktatörlüğü, İran ve Hizbullah, Rusya, Çin, ABD, IŞİD ve diğerleri. Bunların tümüne karşı tek başlarına bir sürü şehid verilmesine rağmen,

direnişlerini sürdürüyorlar.

22 • Ekim’14 Ekim’14 • 23

GÜNDEM

Page 26: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

T ürk geleneğinde de ramazan ve kurban bay-ramları çok önemli kabul edildiğinden bun-

lar her kesimde yerleşmiş ve tören halini almış bir şekilde kutlanırdı. Bayram törenleri bayram sabahı camilerde veya musallâ denilen açık alan-larda kılınan namazdan sonra başlardı. Küçükler büyüklerin elini öper, büyükler yakınlarına ve ço-cuklara hediyeler dağıtır, kapıya bayramlaşma-ya gelen bekçi, çöpçü, tulumbacı, davulcu gibi hizmetlilere bayram bahşişi verilirdi. Memurlar da âmirlerinin evine bayram ziyaretine gider-lerdi. Bu çok masraflı olan bayram ziyaretleri Osmanlılar’da 1845’ten sonra resmen kaldırıl-mış, memurların çalıştıkları yerlerde bayramlaş-maları ve âmirlerinin evlerine gitmemeleri bir kararnâme ile hükme bağlanmıştır.

Fâtih Sultan Mehmed tarafından kanunlaş-tırılan saraydaki bayramlaşmanın belli usul ve kaideleri vardı. Padişah bayram sabahı sabah na-mazını sarayda Hırka-i Saâdet Dairesi’nde kılar-

dı. Hırka-i Saâdet kapısı önüne bir kafes konulur, içeriye de taht kurulurdu. Padişah oturduktan sonra orada hazır bulunan imam ve hatipler bi-rer aşr-ı şerif okurlardı. Bundan sonra hazinedar-başı bunlara hediye ile câizelerini verir, arkasın-dan mehter çalmaya başlardı. Mehter çalarken oradakiler, “Ve hemîşe bunun emsâli eyyâma erişmek nimeti müyesser ola!” diye alkış* tutar-lardı. Duacı çavuşlar da hep bir ağızdan duaya başlarlardı.

Padişahın bayramını tebrik edecek olanların adları önceden tesbit edilirdi. Bunlar sabah na-mazını Ayasofya Camii’nde kılarlar, namazdan sonra saraya gidip Kubbealtı’nda toplanırlardı. Teşrifatî efendi silâhtar ağa aracılığıyla Sünnet Odası’nda oturan padişaha durumu arzettikten sonra padişah da Arz Odası’na geçerdi. O ara-da Has Odalılar, Arz Odası ile Bâbüssaâde ara-sına düzenli bir biçimde dizilirlerdi. Padişah Arz Odası’ndan çıkıp taht önüne gelir, nakîbüleşraf

OSMANLI’DABAYRAM MERASİMİ*

24 • Ekim’14 Ekim’14 • 25

TARİH

Page 27: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

efendi yüzü padişaha dönük, ayakta ellerini kal-dırıp bir dua okuduktan sonra padişahın bayra-mını kutlar, selâm vererek huzurdan çıkardı. En-derun ağaları da yüksek sesle “Aleyke avnullah!” (Allah’ın yardımı üzerine olsun) derlerdi. Tekrar çalmaya başlayan mehter takımı tören sü-resince çalmayı sürdürürdü. Tah- tın arkasında sağda kızlar ağası, solda silâhtar ağa ayakta dururlardı. O sırada İstanbul’da bulunan Kırım hanzâdeleri de tahtın arka-sında yerlerini alırlar, bunla-rın arkasındaki kapıya kadar olan yeri zü-lüflü baltacılar doldururlardı. Tahtın karşısın-da ise sekbanba-şı ağa, arkasında sipahi ve silâhtar ocakları ve subayları ile aynı şekilde kapıcı-başılar, solakbaşı, mîralem, zaîmler, müteferrikalar ve teşri-fatçı efendi dururdu. Yüksek makam sa-hipleri sağ taraftan gelip etek öperlerdi. Önce sadrazam, vezirler, Rumeli ve Anadolu kazasker-leri sırayla ilerleyerek tahta yaklaşırlar, eğilerek saygılarını sunarlar, sonra da etek öperlerdi. Etek öperken padişah her biri için ayağa kalkardı. Pa-dişahın her ayağa kalkıp oturuşunda oradakiler yüksek sesle “Mâşallah!” derlerdi. Sadrazam kutlamadan sonra kızlar ağasının önünde ayakta bekler, vezirlerle kazaskerler onun sağına dizilir-lerdi. Bu birinci grubu eğer vezir rütbesi yoksa başdefterdar, nişancı ve reîsülküttâb takip eder-di. Bunlar ise etek öpmez, eşik öperlerdi. O sıra-da çavuşbaşı ile kapıcılar kethüdâsı şeyhülislâma haber verirler, şeyhülislâm ulemânın başında tebrike gelir, ancak etek öpmez, padişahın önün-de saygıyla eğilir ve el öptükten sonra ayakta yerini alırdı. Padişah bu bayramlaşmada İstan-bul kadılığı pâyesinde olan kişilere kadar aya-

ğa kalkar, her ayağa kalkışta sadrazam hafifçe sağ kolunu tutar ve gelenleri adlarıyla padişa-ha takdim ederdi. Sadrazamın elinde meşihat-tan gönderilmiş bir teşrifat defteri bulunurdu. Ulemâdan sonra piyade ve silâhtar ağalarla

Yeniçeri Ocağı’nın katar ağaları da denen yüksek rütbeli zâbitleri eşik öperlerdi.

Bunları çavuşbaşı, cebeciba-şı, topçubaşı, humbara-

cıbaşı ve lağımcıbaşı takip ederdi.

Tebrik mera-simi bittikten

sonra teşrifatçı efendi merasi-min sona er-diğini padişa-ha arzederdi. Padişah ayağa kalkar, sağ ko-

luna kızlar ağa-sı girer, birkaç

adım sonra sadra-zam onun yerini alır,

daha sonra onun da yerini silâhtar ağa alırdı.

Padişah Has Oda’ya geçer ve başta Ayasofya olmak üzere Sultan

Ahmed, Süleymaniye gibi büyük camilerden birine bayram namazına gitmek üzere üstünü değiştirirdi (bk. BAYRAM ALAYI).

Bayram alayından sonra padişah Has Oda önüne konulan tahtına oturur ve saray nedim-leri, musâhibleri birbirinden güzel nüktelerle pa-dişahı eğlendirirlerdi. O sırada altın ve gümüş ta-baklarda helvalar getirilir, vezirlere, şeyhülislâma ve meşâyihe dağıtılırdı. Bundan sonra vezirler ve ehl-i dîvân yerine oturur, Matbah-ı Âmire’den getirilen yemekler yenirdi. Yeniçeriler ise ye-meklerini bahçede yerlerdi.

Padişah yemekten sonra Has Bahçe’ye iner, atıyla sahil kenarındaki Sultan Bayezid Köşkü’ne gider, orada kurulu olan tahtında İstanbul’da bu-lunan güreşçi, zûrbâz ve esnâf-ı hünerverânın gösterilerini seyrederdi. Gösterilerin bittiği top atışıyla belirtilirdi.

Bazı bayramlarda padişahlar halka açık bü-

24 • Ekim’14 Ekim’14 • 25

TARİH

Page 28: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

yük şenlikler düzenlettirmişlerdir. Bu bayram şenliklerinden yakın tarihte yapılan biri, Sul-tan Abdülaziz’in 25-28 Nisan 1866 tarihlerinde düzenlettirdiği şenliktir. 1866 yılındaki kurban bayramında yapılan bu şenlik gösterileri öğle-den sonra başlamıştır. Haliç’te, Galata Köprü-sü ve Sarayburnu’nda düzenlenen gösterilerde İstanbul esnafı çeşitli hünerler göstermiş, orta oyuncuları, usta hayalbâzlar ve meddahlar çe-şitli semtlerde halkı eğlendirmişlerdir. Bu şenlik programında özellikle güreşçiler önemli yer tut-muştur.

Bütün Osmanlı şenliklerinde seyirciler yarım ay düzeninde oturur, padişahın otağı da bu ya-rım ayın tam merkezinde olurdu. Padişahın ya-nında sadrazam, defterdar ve vezirlerin otağı ya da çadırları bulunurdu. Otağların önüne göste-

rilerin rahatça seyredilebilmesi için üstleri renk renk kumaşlarla kaplı sedirler konulurdu. Padi-şah otağının sol yanında ziyafet çadırı, sultan-ların kahvecileri, baltacılar, şehzade hocalarının çadırları yer alırdı. Bunlardan sonra Dârüssaâde ağasının, onun yanıbaşında da hazinedarın ça-dırları kurulurdu. Vâlide sultan ile haseki sultanın ve öteki saraylı kadınların gösterileri seyretmele-ri için de kafesli küçük bir köşk yapılırdı.

XV. yüzyıldan itibaren şenlik düzeni belli bir protokol ve programa bağlanmıştır. Bayramlarda öğleden önce bayramlaşma, ikram, pîşkeşlerin dağıtılması ve yemekle geçer, öğleden sonra da gösteriler yapılırdı. Büyük törenlerde geceleri de kandiller, mahyalar ve fişeklerle donanma düzenlenirdi. Öğleden sonraki gösterilerde çe-şitli hünerler (canbaz, zûrbâz, kûzebâz, gözbağ-cı vb.), esnaf oyunları, dramatik oyunlar, sportif oyunlar yer alırdı. Ayrıntıda değişse de genel çizgileri içinde aynı sırayı takip eden şenlik prog-ramı kısaca şöyle özetlenebilir: Kabul merasimi, ziyafet, kahve sohbeti, dinlenme, gösteriler, ak-şam yemeği, donanma.

İkindiden sonra esnaf alayları otağ-ı hümâyun önünden geçerdi. Her esnaf loncasının bir, iki ya da üç flaması vardı. Meselâ baharatçılar, ortasın-da yaldızlı çizgisi olan yeşil; sicimciler yarısı kır-mızı, yarısı beyaz; çıkrıkçılar loncalarının baş har-fi bulunan kahverengi; kâğıtçılar ise kenarı yeşil çizgili, ortası beyaz flamalar taşırlardı. Loncalar

26 • Ekim’14 Ekim’14 • 27

TARİH

Page 29: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

ya kendi meslekleriyle ilgili oyunlarla veya hoşa gidecek hüner gösterileriyle, meselâ ciltçiler dört tekerlekli bir arabada bir ustanın cilt yapması ve çırakların Kur’an okumasıyla geçerlerdi. Bu cilt sonradan padişaha hediye edilirdi. Esnaf grupla-rının padişaha hediye ettikleri kendi meslekleriy-le ilgili eşyalar en nâdide ve pahalı cinsten şeyler olurdu. Bu hediyeler bazan da yiyecek içecek gibi şeylerdi. Çörekçiler, bir araba üzerine yer-leştirilmiş fırında çörek pişirerek geçerler, sonra da pişirdikleri çörekleri padişaha sunarlardı. Bazı loncalar bir orta oyunu oynar, bir diğeri Karagöz oynatırdı. Loncaların gösterdiği hünerler arasın-da gözbağcılık, zûrbâzlık, canbazlık gibi hünerler de bulunurdu. III. Ahmed zamanında 1708’de düzenlenen şenlikte ekmekçi ve çörekçiler ara-sında yüzlerini una bulamış maskaralar da yer almış, bunlar türlü maskaralıklarla halkı güldür-müşlerdi. Oyuncu esnafı ise ellerinde süslü, üst tarafları yuvarlak bir yaprak ya da yelpaze gibi olan renkli sopalarla yürürlerdi. Bu sopalar geçit töreninde oyuncu kollarının amblemleri olduğu kadar oyun sırasında değişik işler gören birer ak-sesuar olarak da kullanılırdı. Her şenlikte esnafın geçit töreni gösterileri, gerek sergiledikleri mal-lar gerekse çalışmalarını gösteren sahneler açı-sından halkın büyük ilgisini çekerdi. Bu yönden de esnafın geçidi şenlikte önemli yer tutardı.

Bayram şenliklerinde mehter takımı da önemli yerini almıştı. XIX. yüzyılın ilk yarısında Yeniçeri Ocağı’nın ilgasından sonra kurulan saray orkestrası mehterin yerine geçti. 1829 yılında Donizetti’nin yönettiği bir orkestra davetlilere, yabancıları hayrete düşürecek ustalıkta çalmıştı. Bu yıllarda klasik Türk müziğinin yanı sıra klasik Batı müziği de bu gibi eğlencelerde bir hayli yer

tutmaya başlamıştı. Güreşten ve spordan zevk alan Sultan Abdülaziz’in sarayında kurban bay-ramına rastlayan 28 Nisan 1866 gecesi düzenle-nen bir kabul töreninde saray orkestrası, konuk diplomatlar ve sarayın ileri gelenleri salona gi-rerken La Traviata’dan, II. Travatore’den parçalar çalıyordu.

II. Abdülhamid döneminde ve XX. yüzyılın başlarında bayramlar daha sade bir biçimde kutlanmakla birlikte aynı usul devam etmiştir. Bayram arefe günü top atışlarıyla başlar ve bay-ramın son gününün ikindisinde atılan topla sona ererdi. Ramazan gecelerinde olduğu gibi rama-zan bayramını müjdeleyen davul sesleri hem çocukları hem büyükleri sevindirirdi. Büyükler ve küçükler sabah erkenden bayramlık elbisele-rini giyerler ve yakınlarında bulunan bir camide bayram namazını kılmaya giderlerdi. Namazdan sonra camide yapılan bayramlaşmayı eve dö-nünce aile fertlerinin bayramlaşması takip eder-di. Büyükler birbirlerine hediyeler verir, küçükle-re de şeker ve lokum ile bayram harçlığı verilirdi. Daha sonra mahallenin bekçisi davulcuyla birlik-te gelerek bayram bahşişini alırdı. Bu bahşişler toplanırken davulcu, “Buna bayram ayı derler / Bal ile şekerden yerler / Eskiden âdet olmuş / Bekçiye bahşiş verirler” gibi mâniler söylerdi. Üsküdar, Galata, Kadıköy, Beyoğlu, Kasımpaşa, Beşiktaş, Fatih, Yenibahçe, Edirnekapı, Sultanse-lim, Aksaray, Yedikule, Kadırga, Cinci meydanları gibi İstanbul’un birçok semtinde bayram yerleri kurulurdu. Bunların en ünlüleri Şehzade Camii avlusunda ve Fatih Meydanı’nda kurulanlardı.

* DİYANET İSLAM ANSİKLOPEDİSİ (DİA) “BAY-RAM” MADDESİ (Osmanlı Dönemi) ÖZET HALİ

26 • Ekim’14 Ekim’14 • 27

TARİH

Page 30: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

1858 İSTİKRAZI

1853 yılı başlarında faizli ve faizsiz toplam 1.775.000 Osmanlı lirası değerinde kaime tedavül etmekteydi. Bu sayı savaşın başlamasıyla daha da arttı. Savaş masraflarını karşılamak amacıyla yeni bir uygulamaya gidildi. 1854 Martı başlarında sa-dece ordunun bulunduğu yerlerde, savaş süresince geçerli olmak üzere faizsiz 10 ve 20 kuruşluk ordu kaimeleri basıldı. Bunları diğerlerinden ayırmak için ‘orduyu hümayunlara mahsus varaka’ olduk-

larına dair damga v u r u l d u .

Bunlar-

dan savaş süresince toplam 856.250 Osmanlı lirası tutarında kaime çıkarıldı. Bütün önlemlere rağmen bunlarında çok sayıda sahteleri basıldı. Halktan ge-len şikâyetler üzerine, savaşın sona ermesiyle bun-ların mal sandıklarına alınarak ortadan kaldırılma-sına karar verildi. Ordu kaimeleri, zaten istikrazsız olan normal kaimelerin daha da değer kaybetme-lerine sebep oldu. Bu durumdan esnaf ve tücca-rın yanında halk da zarar görmekte, ticari hayat olumsuz etkilenmekteydi. Bunun çaresi kaimenin tedavülden kaldırılması idi. İç kaynak yaratamayan hükümet bunun için yeni bir yöntem devreye sok-tu. Bu, dış borç idi.

Osmanlı hükümeti bu sefer kolayca istikraz bulacağından ümitliydi. Zira müttefikleri Fransa ve İngiltere ile Rusya’ya karşı galip gelerek Avrupa’da itibar kazanmış, Osmanlı Devleti Avrupa devleti sayılmış, devletler hukukundan

yararlanması sağlanmış, Osmanlı Devleti’nin

toprak bü-

YAZI DİZİSİ

Osmanlı Devleti’ninDıs Borçları

-2-

Ziya DEDE*

28 • Ekim’14 Ekim’14 • 29

TARİH

Page 31: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

tünlüğü ve bağımsızlığı başta Fransa ve İngiltere olmak üzere Paris Antlaşması’na taraf devletler ta-rafından taahhüt edilmişti. Bunlardan daha önem-lisi, Osmanlı Devleti gayri Müslim ve yabancılara bir takım yeni haklar veriyor, Batılıların istediği bazı reformları gerçekleştirmeyi vaat ediyordu.

Hükümet bu maksatla 5 milyonluk sterlinlik borç almak istedi. 1858’de Londra’da Dent Palmer ve ortağına ait bir bankayla bir borç anlaşması im-zalandı. Anlaşma şartı şunlardı;

a)Banka borçlarının sadece 3 milyonunun kati olarak satın alacak ve kalanını alıp almamakla özerkliğini koruyacaktı.

b)Faiz %6,ihraç fiyatı %80, ifta bedeli de %1’di. 1 Mart 1860’dan itibaren 33 yıl vade konulmuştu.

c)Teminat olarak, İstanbul gümrük hasılatı ve Okturya resminin bir kısmı karşılık gösteriliyordu.

Anlaşma gereği bu gelirlerin toplanmasına tahvil hamilleri temsilcilerinden üç kişi ve Osman-lı memurlarından dört kişinin iştirakiyle kurula-cak yedi kişilik bir komisyon nezaret edecekti. Bu durum ilerde kurulacak olan Düyun-u Umumiye İdaresi’nin ve Avrupa kontrolünün tesisine doğru atılmış bir adım oldu. Osmanlı hazinesinin eline %76 ortalama ihraç fiyatı ile 3.800.000 sterlin geç-miştir. Bu miktarın 164.542 lirası saray harcamala-rına gitmiş ve geri kalanı ile tedavüldeki kaimeler kaldırılarak bir komisyon huzurunda yakılmıştı. Geriye daha 800.000 liralık kaime kaldığı ilan edil-miştir.

1859 VE 1860 BUHRANLARI VE SİYASAL GÜÇLÜKLER

1858’de alınan borçlar mali duruma geçici bir ferahlık getirmişti. Borçlanma ile elde edilen tutar ile kâğıt paranın devamı kaldırılamamıştı. Diğer ta-raftan önceden alınan dış borçların faizi de giderek artmış 1 milyon sterline ulaşmıştı. Abdülmecit’in 1858’de yayınladığı fermanla sıkı tasarruf tedbir-leri öngörülmesine rağmen saray borçları artmaya devam etmiştir. Ne var ki fermanı ilk çiğneyen Sul-tan Abdülmecit olmuştur. İstanbul’da yeteri kadar saray varken, üstelik hazine dış borçla yaşamına devam ederken Dolmabahçe Sarayı’nın inşası bü-yük bir gafletti.1859’da yapımına başlanan saray 5 milyon Osmanlı lirasına mal olmuştu.1859 yılında

Osmanlı maliyesinin düzenlenmesi için bir dizi giri-şimler yapılır. Bunlardan birincisi saray borçlarının konsolidasyonu için çıkarılan 5 milyon mecidiye tu-tarındaki,%6 faizli 24 yıl vadeli Esham-ı Cedide tah-villeridir. Fuat Paşa’nın hazırladığı bu konsolidas-yon planı çerçevesinde Düyun-u Umumiye Defter-i Kebiri ihdas edilir. Alınan borçlar buraya kaydedilir. Bir ifta konsolidasyonu gözetim altında bulundur-makla görevlendirilir.

Padişah 19 Kasım 1859 tarihli bir hatt-ı hüma-yun ile imparatorluk maliyesinin içinde bulunduğu buhranın sebeplerini araştırarak çözüm önerileri-ni ihtiva eden bir rapor hazırlamak üzere Hazine Meclis-i Alisi’nin teşkilini emretti.Meclis,öncelikle 3,5 milyon liralığı iptal edildikten sonra, geriye kalan yaklaşık 800.000lira değerindeki kaimeyi kaldırarak piyasaya istikrar kazandırmak amacıyla, bir defaya mahsus olmak üzere İstanbul halkın-dan olağanüstü vergi alınmasını hükümete teklif etmeyi kararlaştırdı. Bu verginin İstanbul ile sınır-landırılmak istenmesinin sebebi, kaimenin önemli bir kısmının İstanbul’da tedavül etmesi ve sürekli değer kaybetmesi dolayısıyla İstanbulluların yılda yaklaşık %50 oranında zarara maruz kalmalarıydı.Vergi,emlak sahipleri ile sanat ve ticaret erbabın-dan alınacaktı. Buna göre, kendi evinde oturan mülk sahiplerinden konutun getirebileceği tahmini kiranın %5,kiraya verilen ev, işyeri vb. emlakın yıl-lık kirasının %10, ticaret ve sanatla uğraşanlardan yıllık gelirlerinin %10 vergi olarak tahsil edilecekti.

Memurlar tarafından tahsil edilen vergi tutarın-daki kaime vergi mükellefinin önünde derhal iptal edilecekti. Ne var ki bu suretle toplanan yaklaşık 150.000 liralık meblağın hepsi öngörüldüğü gibi kaimenin tedavülden kaldırılmasına harcanmadı. Bir kısmı askeri amaçlara sarf edildi. Bu bakımdan kaimenin bir yıl daha tedavülde kalması kararlaş-tırıldı. Çalışmalarını sürdüren meclisin adı,1860 Haziranında Maliye Şura-yı Âlisi olarak değiştirildi ve geniş yetkilerle donatıldı. Ülkede yapılacak mali reformlarda söz sahibi olması öngörüldü. Bundan böyle şura her türlü ıslahatı planlayıp hüküme-te tavsiye edebilecekti. Şurada yabancı ülkelerin bulunması başta Fransa ve İngiltere olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinin desteğinin sağlanmasında, Avrupa’dan istikraz alınmasında batı deneyiminin ülkemize aktarılmasında etkili oldu. Nitekim ya-

28 • Ekim’14 Ekim’14 • 29

TARİH

Page 32: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

bancı ülkeler şuradaki temsilcileri vasıtasıyla Os-manlı maliyesinin düzeltilmesi hususunda görüş bildirdiler, çözüm önerilerinde bulundular. Ancak bazı batılı devletler bunu alışkanlık haline getire-rek, Osmanlı iç işlerine daha sonraki dönemlerde de istenmediği halde karışmaya devam ettiler. Yine aynı tarihlerde, Şuranın çalışmalarıyla bir nevi büt-çe hazırlandı. Gelir 1.209.400.000 masraf-lar 1.945.400.000 kuruş olarak tahmin edildi. Bütçe açığı 736.200.000 kuruş olarak tespit edildi. Bu açığın 500 milyonunu yıl içinde ödenmesi ge-reken kısa vadeli borçlar teşkil et-mekteydi. Bu borçların ödenmesinin bütçeye rahatlık getireceği kanaatiyle yeni bir istikraz yapılması düşünül-dü. İstikraz konusunda Londra ve Paris’te Bischoffsheim, Goldschmidt ve Credit Mobilier kuruluşları nez-dinde girişimlerde bulu-nulduysa da netice alına-madı. Bunun üzerine bütçe açıklarını kapatmak amacıyla memur maaşlarında indirim ve devlet kuruluşlarında tasarruf yo-luna gidildiyse de beklenilen netice hâsıl olmadı. Mali durum düzeltilemedi. Tedavüldeki kaimeler kaldırılamadığı gibi, acil ihti-yaçlar zuhur ettikçe yenilerinin basılmasına devam edildi.Fransa Büyükelçisi De Lavalette Osmanlı Devletine borç verilmesi için Paris anlaşmasına imza koyan devletlerin kefilliğini talep eder. Ancak hiçbiri istekli değildir. Nihayet İngiliz elçisi Bulwer başka çareler aramayı deneyecektir. Bulwer’in ya-bancılara yerli halk ile aynı vergilere tabi olmaksı-zın devlet topraklarını kiralama ve satın alma hakkı verilmesini ve devlete ait topraklar karşılık göste-rilmek üzere çıkarılacak tahvillerle, Mali ve İdari reformlar yapılmasını önerir. Osmanlı hükümeti bu önerileri dikkate almaz.

Lübnan ve Şam olayları Avrupa’da önemli yan-kılar yapar. Borsa’da Osmanlı tahvillerinin değer-lerinin düşmesine sebep olur. Suriye’ye müdaha-le için protokol imzalandığı gün Ali Paşa İngiltere ve Fransa büyükelçilerine mali tedbirlerle ilgili bir mektup gönderir. İngiliz ve Fransız hükümetlerinin

seçtiği, tayin ve ödemeleri Osmanlı hükümetince yapılacak olan iki mali delege yeni kurulmuş olan Islahatı Maliye Meclis-i Âlisi’ne yardımcı olacaklar-dır. Borç alınması ve borcun kullanılması adı geçen meclisin gözetimi altında olacaktır.

1860 yılı başında yapılan borçlanma teşeb-büslerinden sonuç alınamadı. Paris borsalarında

Rothschild, Pareire ve Laffite firmalarına başvuruldu.Ret cevabı alındı. Bu durumda

Babıali, mali ıslahat komisyonunun Avru-palı üyelerine, İstanbul’daki birliklerin tayinlerini bile vermekten aciz kalın-dığını belirterek, tedavülden çekilen

45 milyon kuruş tutarındaki kaimele-ri tekrar piyasaya sürdü. Avrupa ser-

maye piyasalarından dış borcun alınamaması Osmanlı devle-

tini iç borçlanmaya sürük-lüyordu. İç borçlanmada Galata bankerlerinin işi-

ne yarıyordu. Bu arada İstanbul’da Nisan ayında

mali ittihat adı ile 320 bin İn-giliz liralık sermayesi olan bir

banka kuruldu, ancak pek uzun ömürlü olmadı.1860 sonbaharın-

da hükümet görevlileri borç arayışı içinde Avrupa’da bulunmaktaydılar.

1860 MİRES İSTİKRAZI1960 yılında Osmanlı Devleti’nin dış borç öde-

mesine 900.000 lira ayırması gerekmekteydi. İç borçlanmada özellikle Galata bankerlerinden alı-nan 17-18 milyon lira kadar tutar ödenmesi gerekli iç borç miktarı ile bu rakam o yıl için 10 milyon altın lira kadar tutmaktaydı. Hükümet, yeni bir istikraz akdi yapmayacak olursa durum kritik olabilirdi. Bu-nun için Osmanlı hükümeti ilkin İngiltere desteğini istedi. Konu İngiltere hükümetine iletildi ancak ileri sürülen şartlar gerçekten çok ağırdı:

a)Yabancılara, hükümet mallarını satın alma ve kiralama hakkı verilmesi

b)Vakıf usulünün kaldırılmasıc)Borca karşılık olarak Gümrük ve Tuzla balık

resimleri, Filibe Gülyağı resmi, Edirne ipek resmi, Midilli ve İzmit Zeytin aşarı ve Samsun ve civarı tü-tün ve gümrük resmi gösterilmiştir.

30 • Ekim’14 Ekim’14 • 31

TARİH

Page 33: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

Osmanlı hükümeti İngiltere’nin ret cevabını alınca Fransız hükümetine başvurdu. Rothschild, Pereire ve Lafitte ile görüşüldü. Ancak sonuç alı-namadı. Nihayet Osmanlı yetkilileri Demiryolları Genel Sandığı müdürü olan ancak piyasada kredisi olmayan bankacı M.Mires’e müracaat etmek zo-runda kaldılar.29 Ekim 1860 günü Mires istikrazı adı altında bir borç anlaşması imzaladılar. Anlaş-manın şartları şunlardır:

a)Borcun miktarı 400 milyon frank olacaktı.%6 faiz,%53,75 ihraç fiyatı ve 36 yıl vade

b)Mires, borç bedelini 18 ayda taksitler halinde ödeyecek ancak faiz ve ifta hemen başlayacaktı

Galata bankerleri bu sözleşmeyi haber alır al-maz Mires’e bir elçi gönderip hükümetten alacak-larının kendilerine devrini istediler. Hükümet ise kendisine itimatsızlık kabul edilen bu teklifi şid-detle reddetti. Osmanlı Devleti için çok ağır şart-lar içermesine rağmen bu istikraz başarılı olamadı. Londra, Amsterdam hatta Paris piyasalarında es-ham satışı sağlanamadı. Durumu borç veren Mires de kabul etmiş, ortakları tarafından mahkemeye verilerek hapse atılmıştı. Bu yüzden piyasalar altüst olmuş, çeşitli iflas olayları görülmüştür. Mires’in tutuklanması Osmanlı hükümetini de telaşa düşür-dü. Çünkü istikraz yarım kalmış ve hükümetin acil borçları ödeme imkânı kalmamıştı. Galata tüccar ve bankerleri ise tam bir paniğe düştüler. Ortada

altın sikkeler bulunmadığından gümüş ve bakır sik-keler toplanıp Fransa’ya gönderiliyordu.

Osmanlı hükümeti Fransa ve İngiltere’ye müra-caat ederek buhranın giderilmesi için yardım iste-di. Neticede durum düzeltildi ve Mires ile yapılan sözleşme feshedildi.

1861 VE 1862 MALİ BUHRAN VE MALİ ISLAHAT PROGRAMLARI

Padişah Abdülaziz tahta çıktığı zaman Osmanlı Devleti yabancı devletlerle barış içinde idi. Ancak, Lübnan isyanı ve Şam olayları henüz kapandığı bir sırada Bosna Hersek isyanı ve Karadağ hadiseleri başlamıştı. Büyük Avrupa devletleri de ıslahat fer-manının uygulanması için baskıda bulunuyordu. 1859 ve 1860’da başlayan buhran 1861 ve 1862’de gittikçe şiddetlendi.

1.Buhranın Nedenleri:Maliye teşkilatının bozulduğu, mali politikanın

düzensizliği, birikmiş iç ve dış borçların önemli mik-tarlara ulaşması ve yeniden kâğıt para çıkarma te-şebbüsleri idi.

Maliye teşkilatı, tanzimattan önceki esaslara göre işletilmekte idi. İkinci Mahmut devrinde her ne kadar Defterdara Maliye Nazırı denmeye baş-lanmış ise de, unvan değişikliği ile Maliye Nezareti kurulmuş sayılamazdı. Maliye Bakanlığı’nın devlet dairesinin başlıca departmanını teşkil etmesi ve di-

30 • Ekim’14 Ekim’14 • 31

TARİH

Page 34: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

ğer bakanlıklarla sıkı irtibat halinde bulunarak on-ları sıkı denetime tabi tutması gerekiyordu. Hâlbuki Maliye Bakanlığı’nın bağımsızlığı yoktu. Bakan hükümetin yüksek bir icra memuru durumunda idi. Padişah ve sadrazamın emirlerini yerine geti-riyordu. Yetkisi olmadığı için de mali politikadan sorumlu değildi. Diğer bakanlıklar kendilerine ay-rılmış ödeneklerin harcamasında Maliye’ye hesap vermeye mecbur değillerdi. Hatta Maliye Nazır’ına danışmaksızın tahvil çıkarırlar ve özel gelirlerini harcayabilirlerdi.

Maliye teşkilatının bozukluğu, mali sisteminde düzensiz durumda olmasına neden oluyordu.1839 Islahat Fermanıyla mal müsadere etmek ve keyfi vergiler koymak imkânları da ortadan kalkmıştı. Bu durumda, Maliye teşkilatını ve vergi sistemini ıslah etmek, devlet harcamalarını bir düzene koymak gerekliydi. Devletin ihtiyaç duyduğu para vergiler-le sağlanamayınca borçlanma yoluna gidildi. İlk dış borçlanma 1854’de yapılmıştı. Bu usul alışkanlık haline getirildi. Piyasadan kaimeleri kaldırmak için bir taraftan dış borçlanmaya gidiliyordu. Abdülme-cit devrinde dört defa dış borçlanma yapıldı. Her bir borçlanmanın şartı bir öncekinden daha ağır oluyordu. Bu arada türlü isimler altında tahvilat ve karşılığı bulunmayan kâğıt para çıkarılmak suretiyle devlet borçları yükseldi.

1860 yılında dış borçların toplamı 3.300.000 keseye varmıştı. İfta bedeli ile faizleri için yılda 209.498 kese ödenmekteydi. İç borçlar ise takriben 2 milyon kese idi. Bunlar için senede %25’i aşan miktarda 544.514 kese faiz ödenmekte idi. Bun-dan başka tedavülde bulunan kâğıt paranın miktarı da 2 milyon kese idi. Aynı yılda devlet harcamaları devlet gelirlerinden 344.446 kese açık gösteriyor-du. Her ay altmış bin keselik kaimeler tedavüle çıkarılıyordu. Kaime bolluğu derhal değerlerinin düşmesine sebep oldu. Yüz kuruşluk bir altın lira, kaime olarak iki yüz elli kuruşa yükseldi.

O günlerde yaşanan sıkıntıları Ahmet Cevdet Paşa şöyle anlatmaktadır: “Hâlbuki nasın ellerin-de hep kaime bulunduğundan pek çok âdemler aç kaldı. Nakdi olanlar da ihtiyaten üçer-beşer günlük ekmek aldı. Bu cihetle furunlarda mevcut ekmek-ler bitüp sonraya kalanlar ekmek bulamaz oldu. Ziyade almış olanlardan cebren almağa kalkıştılar. Sokaklarda ekmek kapışmak gibi ihtilal emareleri

zuhura geldi. Bazı kesan dahi bu emarat-ı ihtilali görüp esliha ve cebehane tedarüküne kalkışdılar, dükkânlar kapandı. İstanbul’u bir acaip dehşet is-tila etti. Herkes ne yapacağını şaşırdı. Gece vüke-la akd-i meclis edüp sabaha kadar müzakere ve müdavele-i efkârile meşgul oldular. Seher vakti sokaklarda dellallar: Padişahımızın tenbihi var, ca-mie geliniz, deyu nida ettiler. Herkes merak ede-rek camilere gittiler, tenbihatı dinlediler. Hülasası, kâğıdın böyle kesri itibarına sebep olan müfsidlerin tedip olunacağı ve yüz altmış kuruştan ziyadeye yüzlük altun alıp verenlerin habs edileceği beyaniy-le dükkân yarın açılması ve herkesin ahz ü itasıyla meşgul olması hususlarından ibaret idi…”

Kaimeye olan güvensizliği azaltmak, daha fazla değer kaybını önlemek amacıyla, hükümet tarafın-dan açılan bürolarda yüz altmış kuruşluk kaimeye bir altın verilerek mübadeleye başlandı. Bu büro-larda 160 kuruşluk kaime bir altın itibariyle her şahsa üç altın değiştirilmekteydi. Bürolar iki ay ka-dar faaliyet gösterdi. Fakat hükümetin iyi niyeti is-tismar edildi. Bürolardan altın alanlar bunları 200-220 kuruşa satarak kara borsa yarattılar ve haksız kazanç elde ettiler. Altın paralar banker ve sarraflar başta olmak üzere belirli merkezde toplandı. Para piyasalarındaki düzensizliğin sebeplerinden birisi de sarraflardı. Sarraf ve bankerler sık sık para piya-salarında karışıklık yaratarak büyük vurgunlar elde etmekteydiler. Hükümet acil bir tedbir olarak buh-ran durumlarından en fazla yaralanan sarrafların bulunduğu Havyarhan ve diğer işyerlerini kapat-tı. Osmanlı borçlarını teşkil eden esham-ı cedide, tahvilat-ı mümtaze ve sergiler büyük ölçüde Galata bankerlerinin kontrolü altında borsada muamele görüyorlardı. Hatta bu tahvilatın bir kısmı Avrupalı bankerlerin eline geçmişti. Hükümet, önemli kayıp-lara neden olan, bankerlerden kaynaklanan borsa oyunlarından şikâyet etmekteydi. Ayrıca sarraflar halk arasında adamları vasıtasıyla çeşitli söylentiler yaymaktaydılar. Mesela devletin maaşları vereme-yeceği, halktan toplanan paraların amaçları dışın-da harcandığı, Hersek’te bulunan ordunun yenile-rek dağıldığı ve Sadrazam Fuat Paşa’nın Suriye’den dönmeyeceği gibi. Bunlardan etkilenerek halkın elindeki kaimeleri yok pahasına almakta, sonra da bunları yüksek fiyatla piyasaya sürerek büyük pa-ralar kazanmaktaydılar. Gerçekte Galata bankerleri

32 • Ekim’14 Ekim’14 • 33

TARİH

Page 35: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

ve sarraflar Osmanlı maliyesinin düzelmesini iste-mekteydiler. Bundan dolayı da her fırsatta reform girişimlerini baltalamaktaydılar. Çünkü ekonomisi zayıf bir Osmanlı Devleti’nde büyük paralar kaza-nacakları gibi, ona istediklerini kabul ettirebilecek-lerdi.

2.Mali Islahat ProgramıAbdülaziz’in Fuat Paşa’yı Maliye Bakanlığına

ataması ile birlikte, Fuat Paşa padişahtan mali sis-temi ıslah için geniş yetkiler aldı ve hazırlanan mali ıslahat programı şu hususları kapsıyordu:

a) Devlet bütçesinin hazırlanıp her yıl yayınlan-ması

b) Harcamalarda tasarrufc) Yeni gelir kaynaklarının bulunmasıd) Kâğıt paranın kaldırılması ve devletin mun-

tazam olmayan borçlarının tasfiyesi için iç ve dış borçlanmaya gidilmesi

e) Mali ıslahatla ilgili diğer tedbirlerin araştırıl-ması

İngiliz parlamentosu, istikrazdan elde dilen paranın amacına uygun, yeni kaimenin kaldırılma-sına sarf edilip sarf edilmediğini kontrol edilmesi şartıyla, yeni bir borca tavassut etmeyi kabul etti. Babıali bu şarta itiraz etmedi. Bu gelişme, kaime-nin kaldırılacağı haberi piyasada sevinç yarattı. Kaime değer kazandı. Bir lira 121 kaimeye kadar düştü.8.800.000 Osmanlı lirası tutarındaki istikraz Londra’daki Devaux şirketi ile kuruluşu düşünülen Osmanlı Bankası imtiyazı kendilerine vaat edilen “Ottoman Bank” ortakları temin edildi. İstikrazın faizi %6, ifta bedeli %2 olarak belirlendi. Tahvillerin fiyatı %68 olarak tespit edildi. Bu şartlarda Osmanlı hazinesine girecek meblağ 5.948.000 Osmanlı lira-sı idi. Borca tütün, tuz, damga ve temettü vergileri karşılık olarak gösterilmişti. Geri ödeme süresi 23 yıldı.

Osmanlı Devleti lehine yaratılan olumlu hava sayesinde piyasaya sürülen tahviller kısa zaman-da satıldı. Böylece gerekli paranın temin edilmesi üzerine kaimeyi tedavülden kaldırma işlemleri baş-ladı. Hükümet, kaimenin kaldırılmasına esas teşkil etmek üzere 6 maddelik kararname neşretti. Buna göre, tedavüldeki kaimenin tamamı ortadan kaldı-rılacak, bedellerinin bir kısmı peşin ödenecek, bir

kısmı için tahvil verilecekti yani yüz kuruşluk kaime-nin kırkı nakden, altmışı esham-ı cedide adı verilen %6 faizli ve uzun vadeli muntazam bir borç sene-di olan tahvillerde değiştirilecekti. Bu işlem için 4 milyon liralık nakit, 6 milyon liralık esham-ı cedide tahsis edilmişti. Kaimeyi piyasadan çekmek, yerine nakit ve esham-ı cedide vermek işlemleri Tediye-i Kavaim Komisyonu’na verildi. Komisyon başkanlığı-na Meclis-i vala Üyesi Ethem Paşa getirildi.

Komisyon 1862 Temmuzunda çalışmalara baş-ladı. İki ay sonra tedavüldeki kaimelerin büyük bir kısmı kaldırıldı. Kalan kısım için altı aylık yeni bir süre verilmesi öngörüldüyse de, bu süre, kaimenin hemen tamamının piyasadan çekilmesi üzerine bir aya indirildi. Bu müddet zarfında kaimenin bedeli nakit değil, esham-ı cedide olarak verilecekti. Son bir aylık bir süre içerisinde 20.000 liralık kaime değiştirildi. Kaimenin piyasadan kaldırılması dola-yısıyla yapılan tüm işlemler neticesinde piyasadan 1.861.731 liralığı eski, 8.119.276 liralığı yeni olmak üzere toplam 9.988.007 liralık 33.483.8984 adet kaime çekilmiştir. İptal edilen kaimelerin karşılığı parayı tedarikte zorluklar yaşandığından, %40 ora-nındaki nakitin bir kısmı altın mecidiye, sterlin ve frank olarak ödenmiştir.

Hükümet halkın zarara uğramaması için kai-meyi piyasadan toplarken, ona en yüksek nominal değeri üzerinden paha biçilmişti. Kaimenin 23 yıl tedavülde kaldıktan sonra 1862 Eylülün-de piyasadan çekilmesi Osmanlı ma-liye tarihinin önemli bir hadisesidir. Para piyasası rahatlamış, halk memnun olmuştur. Halkın çeşitli kesiminden hükümet ve padişa-ha tebrik ve teşekkür mektupları gönderilmiştir. Yer yer sevinç gös-terileri dahi yapılmıştır.* İstanbul Üni. Tarih Bölümü 4. Sınıf

32 • Ekim’14 Ekim’14 • 33

TARİH

Page 36: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

A vrupa’nın barut fıçısı olarak nitelendirilen Bal-kanların Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan

topraklarını fethi ile başlamış olan Osmanlı-Balkan

ilişkileri Türk tarihi açısından oldukça önemlidir.

19 ve 20.yy’larda boy gösteren milliyetçilik hare-

ketlerinin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki yıkıcı

etkileri ve imparatorluğun Balkan topraklarındaki

hazin sonu ve çekilişinden doğan boşluk şuan dahi

önemini muhafaza eden bir konudur.

Osmanlı Devleti’nin yükselişinde büyük öne-

me haiz olan Balkanlar, Osmanlı’nın dağılmasında

da önemli rol oynamıştır. Fransız Devrimi’nin ar-

dından tüm Avrupa’yı saran milliyetçilik akımları,

büyük ölçüde dış güçlerin gayretleri Batıda eğitim

gören Balkanlı aydınların katkıları ve bazı diğer te-

tikleyici unsurların etkisi ile bu bölgeye de sirayet

ederek Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecini hız-

landırmıştır. Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecine

girmiş olması Balkan uluslarında ortaya çıkan ay-

rılıkçı hareketlerin güç kazanmasını kolaylaştırmış-

tır. Dolayısı ile Osmanlı’nın zayıflaması ve Balkan-

lar’daki milliyetçilik hareketleri birbirlerini karşılıklı

olarak etkilemiştir.

Balkanlar’daki ayaklanmalara değinmeden

önce ayaklanmaların nasıl ortaya çıktığını kavrama

açısından o dönem Osmanlı’sının gidişatına bak-

mak gerekir.

18.yy’da temelde Tuna’nın ve Karadeniz’in ku-

zeyindeki bölgelerde olan ve Osmanlı’nın toprak

kaybetmesiyle sonuçlanan bir dizi savaş gerçek-

leşti. Bu zayıflık dâhili durumda artan vergilere ve

başarısız hükümete karşı hoşnutsuzlukla da yansı-

masını buldu. Yetkililerin düzeni sağlamada uğra-

dıkları başarısızlık ve hırsız çetelerin veya ücretleri

BALKANLAR’DA MİLLİYETÇİLİK HAREKETLERİ

B. Talha ÖNER*

34 • Ekim’14 Ekim’14 • 35

TARİH

Page 37: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

ödenmemiş ve öfkeye kapılmış askerlerin mevcu-diyeti yüzünden yerel anarşi koşulları zuhur etti. Merkezi otoritenin zayıflamasına paralel olarak bölgelerinde asayişi temin eden ve merkezin gö-zetiminden kurtulan yerel yetkililerin güç ve itibarı arttı. Merkezî hükümetin etkisizliği daha da artınca hem Müslüman hem de Hristiyan yerel halk daha iyi bir koruma ve kılavuzluk sağlayan kendi liderle-rine ve askerî güçlerine giderek daha çok yöneldi. Güçlü eyalet yetkililerinin varlığı merkezî hüküme-ti, gelirlerin büyük bir kısmından mahrum bıraktı. Yerel olarak toplanan vergiler buralardaki görevlilerin elle-rinde kaldı. Hükümetin para olmadan güçlü bir askerî ku-rumu sürdürmesi imkânsızdı. Bu nedenle savaşta yenil-giler birbirini izledi; bu da, ordunun ve diğer kamu ih-tiyaçlarının giderilmesi için İstanbul’a gönderilmesi ge-reken kamu gelirlerine yerel yetkilerin konum ve itibar-larını güçlendirmek için el koymaları sonucunu getirdi. Buna paralel olarak merkezî kontrolden uzak güçlü ayan sınıfları teşekkül etmeye başladı. Tımar sistemi yerini çiftlik sistemine bıraktı. İs-yanların ana sebeplerinden bir tanesini bu sistem teş-kil etti. Misalen, devletin her yerinde olduğu gibi Sırbistan’da da tımarlı sipahi düzeni bozulmuş bu-nun yerini çiftlik düzeni almış bu düzende de köylü toprak sahipleri tarafından soyulur hale gelmişti. Sırbistan’da da tımar ve zeametlerin iltizama ve-rilmesiyle teşekkül eden çiftliklere sipahiler sa-hip bulunuyordu. Sırplar “dayı” adı ile bilinen bu sipahilerden şikâyetle durumlarının düzeltilmesi için Babıâli’ye müracaatta bulunmuşlardı. Padişah Sırbistan’da olayların yatışması için gereken emir-leri verdi fakat Sırbistan’daki yeniçeri dayıları Sırp-ların padişaha şikâyetlerine öfkelenerek Knez adı verilen Sırp kodamanlarından birkaçını öldürdüler. Bu olay üzerine Sırplar yeniçerilere karşı silahlı mu-

kavemete koyuldular. Sırp İsyanı böylece başlamış oldu. Görüldüğü üzere ilk Sırp İsyanı devlete karşı değil fonksiyonu kaybetmiş köylüyü sömüren yeni-çerilere karşıydı. Yani isyan bağımsızlık mahiyeti ta-şımıyordu. İsyancılar millî bir devrim değil meskûn oldukları bölgede sükûneti sağlamak istiyorlardı fakat daha sonra bu isyan millî bir karaktere bü-rünecekti. İsyanları tetikleyen bir diğer unsurda büyük devletlerin Osmanlı’ya yönelik politikala-rı oldu. Rusya, İngiltere, Fransa ve Avusturya’nın Osmanlı devletine yönelik politikalarında Balkan

coğrafyası önemli bir yere sahipti. Sıcak denizlere in-mek isteyen ve Balkanlar’da-ki ayrılıkçı hareketlerde en büyük paya sahip olan Rusya Ortodoks tebaanın kendisine olan bağlılıklarını sürdürmek ve onları Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandırmak için iki farklı yöntem kullanmaktay-dı. “Slavlık ve Ortodoksluk” Balkanlar’da uygulanan poli-tikalar bakımından Rusya çok daha avantajlıydı çünkü iki planda birden oynayabilmek-teydi. Bunlardan birisi panor-todoksluktu. Ve Rusya buna yaslanarak 1774 Küçük Kay-narca Antlaşması ile kendini Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Ortodoksların koru-

yucusu ilan etmişti. İkincisi ise meyvelerini yüz yıl sonra 1877 Türk-Rus Savaşı’nda vermeye başlayan Panslavizm idi. Dış politikasını güç dengesi üzerine kuran İngiltere Avrupa devletlerinden hiç birinin diğerlerine kıyasla üstün ve egemen olmasını iste-miyordu. Bu nedenle İngiltere hem Osmanlı üzerin-de hem de Osmanlı’dan ayrılma mücadelesi veren milletler üzerinde diğer devletlerin etkin olmasının İngiltere’nin ulusal çıkarlarına ters düşmesinden dolayı ayaklanmaların karşısında yer almıştı. Ancak ayaklanmaların çözümlenememesi üzerine etkin devletin başka devlet olmasındansa kendisinin ol-masını tercih ettiğinden bu isyanları desteklemiştir. Fransa ise ulusçuluk ilkesinin savunucusu rolü üst-

34 • Ekim’14 Ekim’14 • 35

TARİH

Page 38: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

lendiğinden hem diğer Avrupa devletlerine karşı Balkanlar’da daha etkin olmayı hem de Osmanlı toprakları ve Akdeniz üzerindeki emellerini gerçek-leştirmeyi istiyor ve bu nedenle bağımsızlık müca-delelerine destek veriyordu. Avusturya-Macaristan ise Osmanlı ile aynı etnik durumu paylaştığından yani bünyesinde birçok ulusu barındırmasından dolayı ve Osmanlı Devleti’nde çıkacak ve başarıya ulaşacak ayrılıkçı ayaklanmaların kendi bünyesinde de yaşan milletlere örnek teşkil edeceğinden çe-kindiği için Osmanlı toprak bütünlüğünden yana bir siyaset izlemiştir fakat zaman zaman kendi çıkarları doğrultusunda isyanları desteklemiştir. Görüldüğü üzere Balkan isyanlarında yabancı devletler büyük rol oynadılar. Balkan buhranının çıktığı sıralarda Avrupalı devletlerinin izlediği genel siyaset kendi çıkarları doğrultusunda ve Balkan milletlerine müs-takil millî devletler kurdurmaya yönelikti. Bilhassa Rusya başı çekti ve Panslavizm politikası doğrultu-sunda ayrılıkçı milliyetçi fikirlerini Balkan halklarına empoze etti. İsyanları silah mühimmatı ve maddî yönden destekledi.

İsyanı hazırlayan diğer önemli bir unsur da Bal-kan gençlerinin Avrupa’da eğitim alması ve yurtla-rına Fransız İhtilali’nden sonra ortaya çıkan yeni fi-kirlerle donanmış olarak dönmeleriydi. Bu gençler Balkanlar’da yeni bir entelektüel sınıf oluşturdular. Kendi tarihlerine daha fazla yoğunlaştılar ve dilde bir uyanış gerçekleştiler. Bu gelişmeler neticesin-

de çıkan isyanlarda bağımsızlık hakkını kazanan ilk millet Sırplar oldu. Romanya, Bulgaristan, Karadağ, Arnavutluk gibi Balkan devletleri; şartların oluş-masıyla ya da oluşturulmasıyla bağımsızlığa adım adım yürüdüler ve 1912 Balkan Savaşları ile 500 senelik Osmanlı hâkimiyeti tam anlamıyla sona erdi. Osmanlı’nın Balkanlar’dan çekilmesinden sonra güçler dengesi bozulmuş oldu. Nitekim I. Balkan Savaşı’nın ardından II. Balkan Savaşı patlak verdi. 500 senelik Osmanlı hoşgörüsü Osmanlı’nın Balkanlar’dan çekilmesiyle sona erdi. Balkanlar sancılı bir sürece girdi ve daha sonraları görüleceği üzere bu topraklar, birçok kıyıma sahne olacaktı.

Buraya kadar olan bölümde Osmanlı’nın ne tür süreçlerden geçerek Balkan topraklarından çekilmiş olduğunu izah etmeye çalıştık. Kültürel bağlamda değerlendirecek olursak Osmanlı’nın hâkimiyetinde yaşayan Balkan uluslarının etnik kimliklerinin ortadan kaldırıldığı yönündeki iddia-lara değinmek gerekir. Osmanlı İmparatorluğu’nda Müslüman olmayan halkın yönetimi, dinî ve eko-nomik özgürlüklere sahip olması onların uzun Türk yönetimi sırasında dil, kültür ve milliyetlerini yitirmeden yaşaması sonucunu doğurmuştur. Bu durum aynı zamanda imparatorluk içinde bir birli-ğe, kaynaşmaya engel oldu ve dağılma döneminde gayrimüslimlerin bağımsızlıklarını ilan ederek birer birer imparatorluktan ayrılmalarına temel oluştur-du. Ayrıca Osmanlı Devleti isyanlarda da önemli bir

36 • Ekim’14 Ekim’14 • 37

TARİH

Page 39: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

rol oynayan Ortodoks kilisesini hiç olmadığı kadar güçlendirmişti. Kilise, Hristiyan tebaanın millî kim-liklerini kaybetmemelerinde önemli bir etkendi. Modern çağda bile emperyal güçler dillerini ve din-lerini sömürdükleri topraklar üzerinde bırakabilir-ken Osmanlı bunu 500 sene öncesinden yapamaz mıydı? Buna muktedirdi. Eğer iddia edilen gibi bir asimilasyon politikası uygulanmış olsaydı şuan is-mini saydığımız millî devletler kurulabilir miydi? Zira saydıklarımız neticesinde bu milletlerin İslam dinini benimseyip Türk kültüründe erimeleri gere-kirdi. Fakat Osmanlı yani Türk ananesinde devlet; “ana” anlayışı hâkimdir. Hükmetme değil hizmet etme esastır. Bu yüzdendir ki Balkan ulusları dev-letin bazı katmanları dönüşüme uğrayıncaya kadar geçen sürede etnik kimliklerini muhafaza ederek refah içinde yaşadılar.

Balkanlar’ın tarihimiz için ne derece öneme haiz olduğunu anlama açısından Prof.Dr Kemal Kar-pat hocamızın şu tespiti önem arz eder: “1912 yılı (Balkan Savaşları) Osmanlı Devleti’nin uğradığı en büyük hezimetlerden biri olduğu gibi Balkanlar’dan çekilişinin ve dağılmasının da son habercisidir. Ni-tekim Balkan Savaşlarından iki yıl sonra Osmanlı I. Dünya Savaşı’na katılmış ve Almanya’nın bir diğer müttefiki olan Bulgaristan’ın 1918’de savaştan çe-kilmesi üzerine müttefiklere teslim olmuştur.

Dikkatle göz önünde tutulacak nokta I. Dün-

ya Savaşı’nı tetikleyen olayın yani Avusturya veli-

ahdının Saraybosna’da katledilmesi hadisesinin

Balkanlar’da olmuş ve Osmanlı’nın sonunun yine

orada Bulgaristan’ın teslimiyle gerçekleşmiş olma-

sıdır. Osmanlı’nın gerçek anlamda bir devlet haline

gelmesi güçlenmesi ve büyümesinin 1360-1444’te

Balkanlar’ın 1453’te de İstanbul’un fethi ile gerçek-

leştiği düşünülürse Balkanlar’ın Osmanlı ve Türk ta-

rihindeki önemi kendiliğinden ortaya çıkar.

* İstanbul Üni. Tarih Bölümü 4.Sınıf

KAYNAKLARJELAVİCH, Barbara; Balkan Tarihi I,18.ve 19.Yüzyıllar, çev. İhsan

Durdu, Haşim Koç, Gülçin Koç, Küre Yayınları, İstanbul 2006.KARAL Enver Ziya; Osmanlı Tarihi, C.V-IX, T.T.K Basımevi, Ankara

1999.KARPAT, Kemal; Balkanlar’da Osmanlı Mirası ve Milliyetçilik, çev.

Recep Boztemur, Timaş Yayınları, İstanbul 2012.KOCABAŞ, Süleyman; Avrupa Türkiyesi’nin Kaybı ve Balkanlar’da

Panslavizm, Vatan Yayınları, İstanbul 1986.SAYGILI, İlhan; Balkanlar’daki Milliyetçilik Hareketlerinin Osmanlı

Devleti’nin Dağılması Üzerindeki Ekileri, Basılmamış Yüksek Li-sans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2007.

TUNCER, Hüner; Doğu sorunu ve Büyük Güçler (1853-1878), Ümit Yayıncılık, Ankara 2003.

YERAMİSOS, Stefenos; Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye (Tanzimat-tan I. Dünya Savaşı’na), çev. B.Kuzucu, Belge Yayınları, İstan-bul 1987.

36 • Ekim’14 Ekim’14 • 37

TARİH

Page 40: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

G eçen hafta merhum Cemaled-din Efgani’ye dair birkaç

söz söylemiştim. Maksadım o büyük adama isnat edilmek istenilen dinsizliğin pek yanlış bir tevcih olduğunu göstermek idi. Ne yazık ki bu sefer de “Cemaleddin mülhid değildi, fakat Veh-habi idi” iddiası ortaya sü-rülmeye başlandı.Acaba bu şaiayı çıkaranlar bir adamın alnına “Vehhabi” dam-gasını yapıştırmanın ne demek ol-duğunu biliyorlar mı?

Vehhabilik belirli bir mezhebin ismi olmak-la beraber Arabistan’ın birçok yerlerinde dinsiz tanınan veya öyle tanıtılmak istenilen adamlara verilen bir payedir. Lehinde söylenenlere derhal iman etmek insanlarda cibilli bir özellik olduğu için mesela ben bugün çıkar da Allah’tan kork-madan en akidesi pak bir adam hakkında “iyidir ama dinsiz olmasa!...” dersem az zaman sonra zavallıyı bütün aşiret halkı baştan başa mülhid tanırlar. Acaba bu adam ilhadı gerektirecek ne söylemiş, ne yapmış demeyi hatırlarına bile ge-tirmezler!

Müslümanlıkta en güç bir paye varsa o da bir adama dinsiz payesini vermekten ibaret oldu-

ğu halde faziletini, irfanını, ikbalini, şöhretini çekemediğimiz yahut

düşünme tarzını kendi meşre-bimize uygun görmediğimiz

kimseleri bu hasbi rütbe ile gözden düşürmek nedense bize pek kolay geliyor!

Lüzüm-u küffar başka, iltizam-küfür yine başka iken, yüzde doksan dokuz

ihtimal doğrudan doğruya tekfirini icab eden bir adamı

yüzde bir ihtimalle kurtarmak üzerimize farz iken, biz aksine bin-

de bir zayıf ihtimalle yakaladığımızı dinsiz yapıp çıkıyoruz, gerideki dokuz yüz dok-

san dokuz iman ihtimalini nazara bile almıyoruz.Arabistan’a gidin, en büyük adamları Vehha-

bi, Türkistan’a gelin Farmason, Acemistan’a uğ-rayın dinsiz yahut Babi!

En garibi şurasıdır ki bütün İslam aleminde bu ünvan ile teşhir edilen adamların büyük bir kısmı Müslümanlığı, Müslümanları müdafaa etmeye hayatlarını vakfetmiş olan ümmetin büyükleri-dir, milletin fedakarlarıdır!

Bir yabancı aramıza girse dese ki; Ey Müslü-man cemaat, falan, falan, falan zatlar sizin en akledininiz, en aliminiz, en fazılınız olduktan başka millet evlatlarının saadetine çalışmış ol-

Sadeleştiren: Fatih Kadir DEMİREL

Efgani ve AbduhVehhabi miydi?

Mehmed Akif ERSOY

38 • Ekim’14 Ekim’14 • 39

TARİH

Page 41: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

mak itibariyle iyilikseveriniz, en hamiyetlinizdir. Siz bunları Vehhabilikle, masonlukla itham edi-yorsunuz, yani Müslümanlıktan çıkarıyorsunuz. Demek sizin dininiz akılla, ilimle, faziletle, ha-miyetle kabil-i telif olmayacak! Bu söze karşı ne diyebileceğiz?

Bugün Mısır memleketinde İslam’ın menfa-atlarını müdafaa eden ne kadar hamiyetli kalem varsa hepsi Cemaleddin’in terbiyesi sayesinde yetişmiştir. Tevhid dünyasına binlerce muharrir el, binlerce mütefekkir dimağ hediye eden Ce-maleddin Vehhabi olabilir mi?

Merhumu ne Afganistan’da, ne Hindistan’da, ne Avrupa’da, ne Osmanlı toprağında rahat bı-rakmadılar, hiçbir yerde oturtmadılar. Cemaled-din Müslüman aleminde hakiki, serme-di (sürekli, uzun soluklu) bir uyanış başlatmak gayesine matuf olan çalışmasında kısıtlama yap-saydı, bu siyasetine azıcık fasıla verseydi, dünyanın her yerinde şerefiyle mü-tenasip bir debdebe içinde yaşayabilirdi. Fakat o koca adam hamiyetinin yüksek maksadı uğrunda zamanın her türlü musibetlerine gö-ğüs gerdi, başkalarının zorunlu olarak dayanamayacağı mahrumi-yetlere, ümitsizliklere o kendi tercihiy-le katlandı. Kemal’in tabirine göre o bir yaşayan şehit idi;

Ne devlettir şehid-i zi-hayat olmak bu dünya-da!

Cemaleddin hakkında söylenen Vehhabi-lik Şehy Muhammed Abduh için de esirgenmi-yor. İki senedir Sırat-ı Mustakim’in sayfalarında merhumun eserlerini görüp duruyoruz. Allah için söyleyelim, hangi manasına alınırsa alınsın, Vehhabiliği okşar bir cümlesi, bir makalesi gö-rüldü mü? Bazıları “şeyhin zühdü ilmi nispetinde değildi” derler. Olabilir, lakin acaba merhum bü-tün hayatını itikafla, nafile ibadetlerle geçireydi İslam alemi için daha faydalı mı olacaktı? Mösyö

Honota’ya karşı çıkıp da Mağrip’deki milyonlar-

ca Müslümanın haklarını müdafaa etmek, öyle

zannederim ki asırlarca nafile ibadet etmekten

daha sevaptır.

Bilmez misiniz, Hz. Ömer tabiundan Ebu

Kılabe’ye “Bence seni evlat ve iyalin için nafaka

tedarikiyle meşgul görmek, böyle mescit köşele-

rinde itikaf halinde görmekten daha hayırlıdır”

demiş. Düşünmeli ki Ebu Kılabe nihayet üç beş

kişiden ibaret ailesine yiyecek bulacaktı. Ab-

duh ise 300 milyonluk bir ailenin hayatı için ça-

lışmak mecburiyetinde idi!

İşte bugün bir Cemaleddin’i, bir Muhammed

Abduh’u yok! İslam dünyası hakikaten kimse-

siz, cidden garip biz bu gibi ümmetin

büyüklerini rehmetle, hürmetle

anmalıyız ki geriden gelenler

aramızda tatlı bir hatıra bıra-

kabilmek ümidinden mah-

rum kalarak mücahededen

vazgeçmesinler.

Üç beş sene önce bir

frenk bana demişti ki; “Fen

ve sanat

erbabının

k ı y m e t i n i

takdir etmiyor-

sunuz, mazursunuz,

lakin çalışma ve hizmet

erbabını takdir etmiyor-

sunuz! İşte bu kabahati-

niz affedilemez.”. “Ey akıl

sahipleri, ibret alınız”

(Haşr, 59/2)”

Mehmed Akif; Sırat-ı

müstakim, IV, sayı; 91,

(24 Cemaziyelev-

vel 1328),

38 • Ekim’14 Ekim’14 • 39

TARİH

Page 42: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

1999 Marmara depreminden sonra, binlerce evin hasar almasına bi-

naen çıkarılan kentsel dönüşüm yasasının, daha çok binlerce yıldır kadim medeniyetlere ev sahip-liği yapan İstanbul’un, daha çok tarihi dokusunu ve ruhunu zedelediği görülüyor. Şüphesiz ki, bir şehri özel yapan o şehrin maneviyatıdır. Şehrin manevi yapısını ise şehrin estetiği ve ruhu ola-rak adlandırabileceğimiz iki fenomen oluşturur; bu estetik ve ruh ise kentİN birbirleri arasında-ki ilişkide ve kentin tarihi yapısında ortaya çıkar. Kentin tarihi yapısını sadece mekan üzerinden değil, insan ilişkilerinde de görebileceğimizden kentin estetiği ile ruhu birbirine içkindir, desek yanlış olmaz herhalde. Bugün ise İstanbul örne-ğinden bakacak olursak kentsel dönüşüm ile be-raber daha da derinleşen sosyal ve sınıfsal ayrış-malarla beraber kent ruhu öldürülmekte, kenti modernize eden politikalarla kentin tarihi yapısı zedelenmektedir. Sulukule ve Süleymaniye örne-ği ise mahalle kültürü, kent hakları ve kentsel dö-

nüşümün sebebiyet verdiği, sosyal ve sınıfsal ay-rışma açısından birçok şey açıklıyor bize. Onlarca yıldır Sulukule’de yaşayan ve artık oranın sembo-lü haline gelen Romanlar birkaç yıl evvel, kentsel dönüşüm sebebiyle evlerinden çıkarıldı ve evle-rinin yıkıldığı yerlere lüks villalar yapıldı. Süley-maniye’deki eski tarihi evler ve bekar evleri de yakın bir zaman önce yıkıldı ve onlarında kaderi aynı olacağa benziyor. Süleymaniye’deki mahal-le kültürü ise oldukça dikkat çekici. Süleymaniye oldukça fakir bir mahalle olsa da, mahalle insanı uzun yıllar beraber yaşamasından ve bu yaşan-mışlığın ortaya çıkardığı mahalle ruhu, insanların yardımlaşmasına, dayanışmasına ve bu şekilde hayata tutunmalarını (örneğin bir mahallelinin mahalle esnafından bir temel ihtiyacını alması gerektiğinde mahalle esnafının karşılıksız verme-si gibi) sağlıyordu. Ancak bugün Süleymaniye’nin de imara açılmasıyla bu mahalle kültürü yok ola-cağa benziyor. Göçmenlerin ve Romanların ço-ğunlukta yaşadığı Tarlabaşı’da, şu an tamamen

Burak KALPAKLIOĞLU

KENTSEL DÖNÜŞÜM’E DAİR

40 • Ekim’14 Ekim’14 • 41

ATÖLYE

Page 43: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

boşaltılmasa da Kentsel Dönüşüm Planı’nda ismi geçiyor, oradaki yerli halkında şehrin taşra olarak adlandırabileceğimiz yerlerinde iskan edilmeleri bekleniyor. Süleymaniye’de, Sulukule’de, Tarla-başı’ndaki evler eski ve bir dönüşüme muhtaç olduğu açık ancak bu dönüşümün kentin önemli bileşenlerinden olan Romanların göçmenlerin ve yoksulların mağdur edilmeden bu insanların kentin merkezinden uzaklaştırmadan yapılması gerekirken, bugün bu kentin en güzel yerlerine üst sınıf olarak adlandırabileceğimiz bir sosyal tabaka yerleşiyor ve bu dönüşümle beraber yok-sullar gitgide kent merkezinden uzaklaştırılıyor. Kentsel dönüşümle beraber özellikle TOKİ’nin inşa ettiği çok katlı, güvenlikli siteler işten eve evden işe giden orta sınıfın yuvası haline gelir-ken hem komşuluk ilişkileri ölüyor hem de bu sitelerin korumalı telleri arasında yetişen ço-cuklar başka kesimden, sınıftan çocuklarla ar-kadaşlık yapamadıklarından gitgide kent gerçe-ğine yabancılaşıyorlar. Biraz evvel bahsettiğimiz üzere komşuluk ilişkilerinin zayıflaması kentsel dönüşümün bir tezahürü. Çoğunlukla karı-koca çalışan ve sadece Pazar günü ve akşamların bir kısmında evlerinde vakit geçirebilen orta sınıf ai-leler, bu yeni sitelerde ikamet ettiklerinden ötü-rü, kentsel dönüşümün komşuluk ilişkilerini za-yıflattığı da bir gerçek. Ayrıca iki-üç yılda mantar gibi türeyen yüksek binalı iş yerleri ve gökdelen-ler kentin estetiğini ve tarihi dokusunu bir hayli değiştiriyor. Bugün İstanbul’un tepeden çekilen fotoğraflarında gökdelenlerden dolayı tarihi ca-miiler ve tarihi mekanlar görülemiyor. Eğer şehri modernize eden bu neo-liberal politikalar yakın

vadede sonlandırılmazsa, İstanbul’un tarihi do-

kusu Beyazıt ve Sultanahmet arasına sıkışmış

silüeti ve estetiği ise 40-50 katlı gökdelenlerden

ibaret olacak.

Kentsel dönüşüm sadece Tarlabaşı’nda,

Sulukule’de, Süleymaniye’de değil, İstanbul’un

her tarafında mağduriyet üretiyor. Tozkoporan’da

Sarıyer’de, Armutlu’da, derbent mahallerinde

yıllardır oturan mahalle sakinleri evlerini terk

etmek istemiyorlar ve küçük küçük ideoloji-

siz apolitik mahalle örgütlenmeleri, forumlar

oluşturuyorlar ve kentsel dönüşüme karşı dire-

niyorlar. Kentsel dönüşümün mimari ve estetik

boyutlarının yanında, bu insanlar nasıl mağdur

edilmeden, bu proje icra edilecek sorusu ise ce-

vapsız bir şekilde ortada duruyor. Daha önce de

ifade ettiğimiz gibi kent yoksullarının yaşamları-

nı devam ettirmeleri, yaşam alanlarında ve ya-

şam alanlarıyla kurdukları ilişkiyle mümkündür.

Eğer bu insanları evlerinden çıkarıp şehrin 30-40

km. uzağında daha önce hiç alışık olmadıkları bir

hayata sokarsınız, onları hayata bağlayan sosyal

ağlarıyla ve kültürel pratikleriyle bütün ilişkileri-

ni tamamen kesmiş olursunuz. Yoksul kesimleri

yerlerinden etmek ve onları şehrin çeperlerinde

şehre entegre olmamış alanlara yerleştirmek so-

runları şehrin başka alanlarına transfer etmek

demektir. Umarız son dönem dönüşüm ve toplu

konut politikaları daha mekânsal ve sosyal ayrış-

malara yol açmadan, fakirleşme ve ekolojik yı-

kımlar yaratmadan, uygulamalarda değişiklikler

gerçekleştirilir ve kamu kaynakları, sosyal politi-

kalarla kamu yararına kullanılır.

40 • Ekim’14 Ekim’14 • 41

ATÖLYE

Page 44: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

B ir kadın ‘’Ümmetin izzetini kurtarmak be-nim elimde’’ diye düşündüğünde dua olup

avuçlardan Rahman’a yükselir temenniler, ümit-ler. Cihad izzettir, izzeti hissettirir. Ancak cihad dinin yarısını kapsayan saliha kadının yanında çeğreğe düşer. Saliha kadınla dininin yarısı ta-mamlanan kişi, cihatla namazla vs. ile diğer ya-rımı tamamlar. Saliha kadına denk hiçbir ibadet çeşidi yoktur. Zira saliha kadınlar anne ya da eş

olmuştur, Nureddin Zengi’lere, Salahaddin’lere, Ahmed

bin Hanbel’lere. Saliha kadın, Rabbani öl-

çüleri olan kadındır. Rabbani ölçülere sahip, ha-yatını Rabb’in sınırlarına göre belirleyen kadın, eşine Allah’a itaat ettiği için itaat eder. Çocuğunu Allah’ın hediyesi olarak görür ve duasıyla başlar eğitmeye. Seccadelere yazar adını önce göz yaş-larıyla. En iyi mesleğin Rahman’a kulluk olduğu-nu öğretir. Bu ümmete umut ve izzet getirecek olanlar, Rahman’a kulluk mesleğini en iyi öğre-nen, başını sadece Rahman için eğen çocuklar-dır. Bir kadının duasında gizlidir vahdet.

Meryemî duasıyla doğuracak Hanne’lere ihti-yacı var bu ümmetin. Zekeriyya Aleyhisselam’ın yaşadığı ve varlığı ile hiçbir şeyi değiştiremediği bir zamanda, ‘’ben ne yapabilirim’’ diye düşün-

HiLAFET ANAHTARI Esma KÖSE

42 • Ekim’14 Ekim’14 • 43

ATÖLYE

Page 45: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

müştü Hanne. Ve uzatmıştı elini Rahman’ına. O biliyordu kulların elinde değildir hiçbir şey. Yine biliyordu ki bir şeyleri değiştirmek için samimi-yetle atılmış bir adımı bekler her şeye kadir olan. Ve hür bir yakarışla attı adımını. Çocuğunun kız olması bahane olmadı onun için. Özgür bir dua ile insanlığa adamıştı, yıllar sonra kavuştu-ğu göz bebeği olacak yavrusunu. O asıl kazanç yerinin ahiret olduğuna iman etmiş ve ticareti-ni en doğru tüccarla yapmıştı, en doğru yerde. Özgürce yapılmış dualar karşılıksız kalmamıştır hiçbir zaman. Şartsız koşulsuz bükülen boyunlar, Rahman’ın lütfundan her zaman nasibini almış-tır ve almaya devam etmektedir. İşte Hanne’nin özgürce yaptığı dua, Ümmetin Meryemi’ne ha-yat vermiştir. Dua ile şekil alır Meryem’ler. En güzel dualar annelerin ağzı ile ulaşır Rahman’a. Çocuğunun ticaretini maaşı üzerinden değil dua-sı üzerinden yapanlar, en iyi kar elde edenlerdir.

Her genç kızın hayali olmalıdır saliha bir eş olabilmek. Saliha olmayı eşe hizmetçilik gibi algı-layan ve algılatan, süper kahramanları kafalarına eseni yapan insanlar olarak göstererek zihinler-de özgürlük algısını ahlaksızlığa dönüştüren zih-niyetin zıddına, eşe itaati Allah’a itaat olarak gö-ren hayatını paylaştığı insana her fırsatta destek olmasını bilen ve huzuru tebessümünde gizleyen Hatice ve Ümmü Süleym’ler olmalıdır onun kah-ramanı. Ancak saliha olmanın sınırları Rahman tarafından belirlenmişken, kendisine kaldıra-mayacağı yükler yüklenildiği için saliha olmadığı iddia edilen kadın, Rahman’ın ölçüle-rini aşmadığı sürece saliha olmaya devam eder. Allah’a itaati hayatının düsturu haline getirmiş, insanların b o y u n d u r u ğ u n -dan kurtulmuş hür imanlar, salihalığa atılmış adımlardır.

Saliha kadın büyük bir nimettir. Ancak unu-tulmamalıdır ki büyük nimetler büyük sorum-lulukların büyük imtihanların habercisidir. Sali-ha hanıma sahip olan bir erkek herkesten daha dikkatli olmalıdır. Zira Allah’ın ona emanet ettiği kadın birde Allah’ın yanında değer sahibi ise onu üzmenin bedelinin ne olacağını iyi düşünmelidir. Zira Allah’ın en değerlisi olan Resulullah Sallalla-hu Aleyhi ve Sellem’e düşman olanların akıbeti bellidir. Saliha eşe sahip olan bunun üzerinden kıstas yaparak tehlikelere karşı önlem almalıdır.

Birde arkadaşlarını, öğrencilerini, işini, ailesi-ne tercih eden, Hilafet’i kurmak için çaba sarf et-tiğini iddia edenler vardır. Bunlar hazine sandığı-nın üzerinde dilenen kimseye benzer. Ve bunlar Hilafet’in ancak kadınların avuçlarında dua olup yüreklerinde bir hazine gibi sakladıkları değerle-ri olduğunda geleceğini bilmeyenlerdir. Zira bu ümmet, Hilafet’ini saliha kadınlarını yitirdiğinde kaybetmiştir. Tekrar kazanmanın tek yolu da Sa-liha kadınlar yetiştirmektir.

Bir halife yetişecekse bu ümmete, onu yetişti-recek anne, Saliha kadındır. Ona eş olacak kadın, Saliha kadındır. O halde Hilafet’in anahtarları, saliha kadınların elindedir.Bu ümmet kadınlarına gerekli değeri verdiğinde ve kadınlar bu ümme-tin kadınlarının değerini ve gücünü yüreklerinde hissettiklerinde Hilafet binası inşa edilmeye baş-layacaktır.

Herkes Hilafet’in anahtarlarını evinde aramalıdır. Evinin dışında bir cami

bahçesinde aradığı anahtar, as-lında eşinin ya da kı-zının elinde gizli bir

duada saklıdır...

42 • Ekim’14 Ekim’14 • 43

ATÖLYE

Page 46: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

E vet. O başlarında Allah’ın ayetiyle, ha-

ramların çukuruna düşüp günah çamuruna bulanan insanları her gün temaşa ediyoruz. Bu ümmetimi-zin değil, aslında öncelikle ülkemizin büyük dertle-rinden. Şahsiyet kazandır-mamak için isim veya tarif vermekten vazgeçmek isti-yorum. Öncelikle söyleye-yim ki, o benim başörtülü kardeşim falan değil, asla olamaz. Başörtüsü edeptir, tesettür edeptir.

Aişe, Fatıma ve diğerleri (Allah onlardan razı olsun) bu dinde tesettürün değil, edebin temsil-cisi olmuşlardı. Tesettür; bir hanımın süsü veya dikkatleri üzerine toplayıcı aksesuarı değil, ancak edebini ve hâyâsını tamamlayacak bir şey olabi-lirdi. Zira edepsiz kişilerin, bu halleriyle başla-rındakine din düşmanlarınca laf getirtmesi asla hakları olamazdı. Çünkü başlarındaki Allah’ın ayetiydi. Ayeti canı pahasına korumayı bırakıp bir de ona laf getirmek ne büyük bir gaflet olur-du. Bu ülkede başörtüsü özgürlüğü çok yanlış bir

adımdı. Sen başörtüsü öz-gür dedikçe herkes “özgür-ce” takmaya başladı. Haşa Allah’ın emri değil de, ba-şörtüsü takılmaya başlandı. Bunun adı “başörtüsü öz-gürlüğü” değil de tesettür izni falan konulmalıydı ki bu tarz arkadaşların olayı yanlış anlamasının belki bi-raz önüne geçilirdi. Belki de asıl ihtiyacımız, başörtüsü, sarık, cübbe özgürlüğü fa-lan değil de, yalnızca ve en arınmış bir şekilde; “Allah’a

kulluk özgürlüğü” olmalıydı ki biz de ülke olarak bu belalar başımıza hiç gelmemiş, aksine kitaba ve sorumluluklarımıza daha çok sarılmış ve daha ileride, ideoloji karmaşası yaşayan insanların “muasır medeniyetlerinin” seviyesi peşinde de-ğil de, yüce Yaradan’ın İslam Medeniyetinin sevi-yesinin peşinde daha çok koşar ve ona ulaşmaya daha çok yaklaşmış olurduk. Keşke başörtüsü serbest olmasaydı da, Üstad’ın tabiriyle «pislik yuvası» olan okul ortamlarına benim edepli kar-deşlerim hiç girmeselerdi. Oralarda kendilerini hiç tehlikelerle burun buruna getirmeselerdi.

Allah’a KullukÖzgürlüğü!

Muhammet IŞIK

44 • Ekim’14 Ekim’14 • 45

ATÖLYE

Page 47: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

Kendim başlı başına temaşa ettiğim birçok

kötü olaya hiç vesile olunmasaydı. Aslında, keş-

ke ve belki; insanın iki büyük düşmanı, Şeytan’ın

ruha üflediği iki büyük nağme, kalpleri uyuşturan

ve harekete geçmeyi engelleyen iki büyük yalan.

Hem de koskoca birer yalan. Sonra biz, bunlar-

dan münezzeh hayatımıza devam etsey-

dik. Allah’ın emrettiği şekilde Allah’ın

indirdiği kitaba, yani Allah’ın ipine

sımsıkı sarılan hiçbir topluluk hüsra-

na uğramaz, geride kalmaz. Allah’ın

kitabı ve Rasulullah’ın sünneti de-

diğinde sana uzaylı görmüş gibi ba-

kan gafilleri niçin umursuyorsun?

Peygamber ne güzel demiş; «Allah’ım!

Onlara acı, şüphesiz onlar bilmiyorlar!»

diye. Evet, şüphesiz ki onlar gerçekten de

bilmiyorlar. Bilseler uygulamıyorlar, uygu-

lasalar sarılmıyor ve muhafaza etmiyorlar.

Cihadı terkeden topluluklar. Kalemle ci-

hadı terkeden, ilimle, kelamla, kılıçla cihadı

terkeden topluluklar teker teker umumi be-

lalara maruz kalıyorlar. İşte bu, bunun en bü-

yük örneği. Kültürler yozlaşıyor, toplumun

edep yüzdesi azalıyor, ahlak yüzdesi

azalıyor. Bundan büyük, insanoğlu!

Harekete geçmek için daha nasıl

bir bela bekliyorsun? Bela demek,

veba demek değildir, bela demek

cüzzam demek değildir. Aksine veba,

cüzzam bir mükâfattır. Ağır hastalıklar bi-

rer mükâfattır ki öbür tarafta göreceğin bir kısım

azaba kefaret olur!

Asıl bela, kültürün yozlaşmasıdır. Aslında ha-

ram olan şarkıları dinleyen kardeşlerim, bunun

üstüne ayrılmamış alanda haram olan şarkıyı

erkeklerle beraber dinlemeye çalışan kardeş-

lerim (aynısı erkekler için de elbette geçerli) ve

üstüne üstlük yine haram olan sevgiliyle buraya

gelip, haramı omuzlarında izleyen kardeşlerim.

Çok şaşırıyorum. Hayret ediyorum! Omuzda iz-

lemek nedir? Dokunmak dahi ve yaklaşmak dahi

haramken omuza çıkmak nedir? Bundan bahset-

mek inanın sabır sınırlarıma bir neşter vurulmuş

gibi benim ellerimi titretiyor. Genelimizin iç çe-

kip dua ettiği mevzular bunlar. Ancak bize

düşen şey burada ağlamak, sızlanmak

asla olamaz ve değil. Bizim amacımız

harekete geçmek. Bizim amacımız

şeytanın kalplerine vurduğu neşteri

bu kardeşlerimizden çekip çıkarmak

ve onları yüceltmek olmalı.

Rehber Kur’an, hedef Tur’an değil.

Rehber Kur’an, hedef Allah rızası olma-

lı. Yüce Rabbimizin rızasına ulaşmaksa

o kadar kolay değil. Daha çok çalışmalı,

daha çok çabalamalıyız. Bu devirde za-

ten gerçeği ve doğruyu gören gayrimüslim

kardeşlerimiz zaten birer birer doğru şekil-

de dinimize giriyorlar. Allah onlara hidayet

etsin ve ayaklarını kaydırmasın. Bizim ama-

cımız o insanların dinimize girişini hızlandır-

mak olmalı ki, kendimizi düzelterek, örnek

olarak göstermek. Amacımız açık ol-

malı. Bilge Kral’ın dediği gibi, «Ama-

cımız Müslümanları İslamlaştırmak»

olmalı. Yaradan’ın dediği gibi, «Ey

iman edenler! İman ediniz!» Amacı-

mız iman etmek olmalı. Bazı kaynaklar

ispat ediniz diye çevirir. Fark etmez. İspat

etmek olmalı. İman ispatı gerektirir. İspatsız

iman olmaz. Kalp temizliği Allah rızasına yeterli

değildir, zira Cehennem’in yolları iyi niyet taşla-

rıyla döşelidir. Bu imanımızı ispat etmek ve ispat

ettirmek dairesinde, Rabbim hepimizin yardım-

cısı olsun. Hepimize dirlik ve dirayet ihsan etsin

ve yüce rahmeti hepimizin gayretine sirayet et-

sin inşallah. Âmin.

Reh-ber Kur’an, hedef Allah

rızası olmalı. Yüce Rabbi-mizin rıza-sına ulaş-maksa o

kadar kolay de-ğil.

Daha çok çalışmalı,

daha çok ça-balamalıyız.

44 • Ekim’14 Ekim’14 • 45

ATÖLYE

Page 48: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

D aha 14 yaşındaydı… İmam Hatip’e gidiyordu ve başını yeni örtmüştü... Dindar bir çevrede

yaşamıyordu... Çevresindeki büyükleri onun başını örtmesinden çok endişeleniyorlardı... “Huculara mı karıştın?”, “İmam Hatip’ten mezun olunca hoca mı olacaksın?”, “Böyle kapalı olduğun için evde ka-lırsın, hiç kimse seni beğenmez” diyorlardı... Canı sıkkındı... Acaba yanlış bir şey mi yapmıştı? Neden büyükleri böyle şeyler söylüyorlardı? Yoksa haklı mıydılar? Bilmiyordu... Ergenlik çağındaydı... Neye, kime nasıl inanacağını bilmiyordu... Ama bildiği bir şey vardı ki, başını örtmek Allah’ın emriydi...

Anne-babası, dinini ona öğretecek kadar bilgi sahibi değillerdi... Zaten İmam Hatip’e de dinini öğrensin diye göndermişlerdi... Anne-babası ilko-kul mezunuydular ve hayattaki en büyük amaçları okuyup bir yerlere gelmekti ama hayat şartları, on-

ların okumasına müsaade etmemişlerdi ve bundan dolayı kızlarının okumasını çok istiyorlardı... Ne olursa olsun kızları okumalıydı... Hiçbir engel tanı-madan... Kızlarının omzuna çok büyük bir misyon yüklemişlerdi ama farkında değillerdi... Hem oku-mazsa, ileride evlendiğinde kocasından boşanma veya kocasının ölmesi gibi bir durumla karşılaşırsa ne yapardı? Ailesine yük mü olacaktı? Hayır, hayır hiç kimseye yük olmamalıydı, kendi ayakları üstün-de durmayı öğrenmeliydi... Eşine de fazla güven-memeliydi… Çünkü hayat şartları… İşte neler ge-tireceği belli olmaz, her an eşi onu terk edebilirdi ya da ölebilirdi… Hep eşi ölmüş ve iki çocuğu ile baba ocağına geri dönmüş ve babasına çok büyük bir külfet olmuş bir kadının hikayesini dinleyerek büyüdü… Hayır, hayır onun gibi olmayı asla iste-miyordu... Ne olursa olsun okuyacak ve bir meslek

Müslüman Bir Kadının Modern Hayat ile İmtihanı…

Yasemin Özenç KANDEMİR

46 • Ekim’14 Ekim’14 • 47

ATÖLYE

Page 49: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

sahibi olacak ve kendi ayakları üstünde duracaktı... Kocası da olsa insan bu devirde hiç kimseye fazla güvenmemeliydi... Yıllar yılları kovaladı ve üniver-sitede istediği bölümü kazandı... Başörtü sorunla-rının başladığı yıldı... Bazı arkadaşları başörtüsünü çıkartmak istemediğinden üniversite sınavına bile girmemişti... Bazıları ise ne olursa olsun okuyaca-ğım diyordu... O da onlardan biriydi… Çünkü anne-babasının gerçekleştiremediği hayallerini yerine getirmekle görevliydi... Binbir çile ile üniversiteyi okudu... Üniversitede dindar bir genç ile tanıştı ve onunla evlenme kararı aldı... Ailesi de onay verince okul bitmeden bir yıl önce nişanlan-dılar ve okul biter bitmez de evlendiler… Artık hem evli hem de meslek sahibi bir ka-dındı... Başörtüsünü çıkara-rak devlet memuru olma im-kanına sahip olmasına rağ-men, üniversitede yaşadığı çileler onu öylesine bunalt-mıştı ki kendi kendine söz verdi... Artık ne olursa olsun, hangi koşullar altında olursa olsun başörtüsünü çıkarta-rak çalışmayacaktı... Eşinin de desteği ile başörtüsü ile çalışabileceği bir iş buldu... Çalışmaya başladı, zaman geçtikçe kendine güveni gel-meye başladı, kendini özgür hissediyordu... Ve daha sonra ilk çocukları dünyaya geldi... Artık evden de olsa çalışmaya devam ediyordu... Doğum yaptı diye çalışmayı bırakacak değildi... Boşuna mı onca yıl okumuştu? Hayat onu daha da zorluyordu... Ev işleri, çocuk bakımı, iş hayatı, eşi ile münasebetleri derken çok fazla yorulduğunu hissediyordu... Yanlış giden bir şeyler vardı... Sanki üzerinde çok büyük bir yük var-dı... Hani Allah hiç kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemezdi? Oysa o çok yoruluyordu... Ne yap-sam, nasıl kurtulsam diye kara kara düşünüyordu… Sonra bir gün bir ayet-i kerime balyoz gibi beynine indi: “Erkekler kadınlar üzerine kavvamdır.” (yö-netici ve koruyucudur)( Nisâ Sûresi/34). Kendine,

o güne kadar yaşadıklarına inanmak istemedi... Ne kadar da çok sorumluluk üstlenmiş ve eşinin yönetici olmasına bile izin vermemişti, kontrolü elden bırakmak istememişti, ne de olsa hiç kimse-ye güvenmemeye programlanmıştı... İşte o zaman neden bu kadar çok yorulduğunu anladı... Hayatın-daki tüm taşlar yerli yerine oturmaya başlamıştı... Eşine bir itirafta bulundu ve artık onun yönetici olmasını istedi... Allah-u Teala, kadınların fıtratını

en iyi bilendi... Narin yapıdaki kadının yöne-ticiliğe bürünmesi hem kendisi hem

de eşi için büyük bir zulümdü... Hayatını yeniden düzenlemeye

karar verdi... İşlerini azaltma-ya, asli görevlerine ağırlık vermeye karar verdi... Ve an-ladı ki bir ayet-i kerime, eğer hakkıyla okuyup idrak edile-bilirse insanın hayatını dü-zenlemeye muktedirdi... Keş-ke tüm ayetleri bu idrak ile okuyabilsem diye düşündü... Ve bundan sonra bambaş-ka hayalleri vardı... Bugüne kadar hep dünyalık hedefler peşine koşarak kendine çok zulmetmişti... Şimdi mealen ‘Senden başka ilâh yoktur; seni tenzîh ederim! Gerçek-ten ben (nefsine) zulme-denlerden oldum!’ (Enbiya Sûresi/87) ayet-i kerîmesinin

ne anlama geldiğini çok iyi anladı... Evet o da zulmeden-

lerden olmuştu... Şimdi tövbe etme zamanıydı... Hz. Yunus gibi

“zalimliğini” itiraf edip karanlıklardan çık-ma zamanıydı... Ve kendisi gibi karanlıklarda kalan gönülleri aydınlığa çıkarma zamanıydı... Ömrünün geri kalanını, karanlıklarda kalanları aydınlığa çı-karmaya niyet etti... Çünkü Peygamber Efendimiz (sav) “Allah’ın dinini dert edinenin özel dertlerini Allah satın alır, Allah’ın dinini dert edinmeyeni Al-lah kendi dertleriyle baş başa bırakır.“ [Hâkim] bu-yuruyordu... Böylesine kârlı bir alışverişte bulun-mayı kim istemezdi ki?

Peygamber Efendimiz (sav) “Allah’ın dinini dert edinenin özel dertlerini Allah satın alır, Allah’ın dinini dert edinmeyeni Allah ken-

di dertleriyle baş başa bırakır.“ [Hâkim] buyuruyordu... Böylesi-ne kârlı bir alışverişte bulunma-

yı kim istemezdi ki?

46 • Ekim’14 Ekim’14 • 47

ATÖLYE

Page 50: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

Her gün binlerce el var tetikte ve binlerce yürek, bir namlu hedefinde. Bu kadar ge-

reklimiydi savaşlar, ölmeli mi birileri? Bu sorgu-lamaları yapmak bize düşmez, tehlikelidir bu so-rular. Fakat her insan düşünmeli ölenleri, öldürenleri ve en önemlisi de bu ölümlerin neresinde olduğunu.

Bir yaz günü incirlerin yeni ol-maya başladığı zamanlardı. Köye gitmiştim. En çok sevdiğim şeylerden biri; babamın si-lahını gizlice alıp dağlarda gezintiye çıkmaktır. İşte o sene de bir sabah yine sila-hı aldım ve dışarı çıktım. Fa-kat bir sebebi vardı bu sefer elime silahı almamın. Bir kuş varmış çok lezzetli olurmuş eti, benim av yapmayı sevdiğimi bilen komşumuz o kuştan onun için öldür-memi istedi. Bende acemi nasibi belki öldürebilirim diye bir ümitle tamam dedim. Öyle av falan diyorum da, aslında pek beceremem öldürme-yi, hatta şimdiye kadar ateş etti-ğim tek şey abimin öldürdüğü hayvanın ölü bedeniydi.

Abimle gittiğim avların tecrübesinden kalan-

ları uygulamak üzere sabah namazını kıldıktan

sonra çıktım evden.Eski evin yanındaki incir ağa-

cının yanında izlemeye başladım çevreyi. Ancak

ilk defa bu kadar erken çıkmıştım sokağa ve ilk

defa şahit oluyordum bu kadar çok kuşun

aynı anda çıkardığı o birbirinden farklı

büyüleyici seslere. Öylesine güzel ve hu-

zur vericiydi ki sesler bu cazibe bana

hedefimi unutturdu, uzun bir süre

kaldım öyle. Sonra aklıma geldi ve

kuşu aramaya başladım. Ancak

tüm çabalarıma rağmen bir tane

dahi göremedim. Sonra karşım-

da her şeyden habersiz kaygı-

sızca sabahın ilk lokmalarını

yiyen serçeye doğrulttum

silahı.

Şimdi elim

tetikteydi ve nam-

lunun ucunda öylece duran küçü-

cük bir serçe...

Kalbimde hissettiğim duy-

guyu dinledim, elim tetikte

beklerken. Benim karşımdaki

BİR SİLAHIN TETİĞİNDE ASILI KALDI DÜŞÜNCELERİM

Esma KÖSE

48 • Ekim’14 Ekim’14 • 49

ATÖLYE

Page 51: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

bir hayvandı, bu dünyadan eksildiğinde herhangi

bir şeyin değişmeyeceği küçücük aciz bir hayvan.

O bu dünyadan gittiğinde yeryüzünde hiçbir şey

değişmeyecekti, sadece bir serçe ölmüş bende

öldürmüş olacaktım (!). Ve bana engel olmaya

çalışmıyordu serçe, yalvarmıyordu, kaderine tes-

limiyetin huzuruyla son hareketlerini yaşıyordu.

Sanki hadislerde anlatılan kuş yüreğini tarif edi-

yordu bana, kaygısız ve korkusuz izlerken etrafı.

Sonra kimin aciz olduğunu

düşündüm. Namludaki midir

aciz olan, yoksa eli tetikte olan

mı? Biraz düşünceden sonra,

acziyetin eli tetikte olana ait

olduğuna karar verdim. Zira

bu dünyada yaşamak olamaz-

dı üstünlük. Biraz sonra el teti-

ğe bastığında aralarındaki tek

fark birisi ebedi bir dünyaya

kanatlanmış olacak, diğeri ise

bir başkasının namlusuna ya

da Azrail’in dokunuşuna kadar

ölümü bekleyecekti. Birisi ölü-

mü beklerken diğeri beklediği

ölüme kavuşmuş oluyordu. Bu

durumda üstünlük ve güç bek-

lediğine kavuşana aitti.

Ölüm hiç beklenmedik za-

manda, beklenmedik yerde,

beklenmedik bir misafir ola-

rak çıkar karşına. Oysa unutu-

lan bir şey vardır ki, ölüm değildir misafir olan,

yaşamdır. Yaşam Allah’ın kullarına geçici bir süre

için verdiği bir hediyedir. Ölüm geldiğinde yaşa-

mın varlığı söz konusu olamaz. Ölümün misafiri-

dir yaşam, o belirler kalma süresini. Misafirliğin

süresini unutup orada ev sahibi gibi yaşayanları

ansızın yakalar bir gün ev sahibi. Misafirliğinin

farkında olan ise zaten gitmek için kalıyordur

orada ve vakti geldiğinde serçe yüreği gibi süku-

netle karşılar gidişi.

Sır, ölüme nasıl baktığınla ilgilidir. Ölümü ev

sahibi bilenler namlunun ucunda olmaktan kork-

mazlar. Zira disiplinli bir ev sahibidir ölüm, vakti

gelmeden kovmaz hiç bir yaşamı. O halde elin

tetikte olmasının ya da yüreğinin namluda asılı

olmasının hiçbir anlamı yoktur. Ölüm gelmeden

yaşamın gitmesi imkansızdır. Ölümü getirmek ise

ne tetikteki elin ne de namludaki yüreğin işidir.

Herkes ölüm kapısını çalana

kadar yaşamını misafir etme-

ye mahkumdur.

O halde biz neresindeyiz

bu ölümlerin?

Evet aslında herkes her

ölümün hem her yerinde hem

de hiçbir yerindedir. Hem te-

tiğe basan eldir insan hem de

namlunun ucunda yürek. Ya

da sadece ölüme kısa süreli-

ğine misafir olmuş bir yaşam.

Ölüme ve öldürmelere nasıl

baktığınla ilgilidir durduğun

yer. Bir ölüm vardır öldürmek

için, bir ölüm vardır yaşatmak

için. Anlamlarda gizlidir işler.

Hangi ölüme yaşamı hangi

ölüme yok oluşu yüklediğinle

alakalıdır elinin tetikte ya da

yüreğinin namluda olması.

Her hareket yüklendiği anla-

ma göre şekil alır. Bu yüzden değerlidir ilk adım-

lar ve o ilk adıma yüklenen anlamlar.

Ölümün misafirleri olanlar yaşamlarını amel

yapıp omuzlarında taşırlar. Ve bir gün namlunun

ucunda asılı kalsa canı, onu serçe yüreği kadar

hafif ve yumuşak bir bakışla karşılar.

Selam olsun eli tetikteyken kibirlenmeyen ve

bir namlunun ucundayken dahi bakışlarında tes-

limiyetin huzurunu gizleyenlere...

Ölüm hiç beklenmedik zamanda, beklenmedik yerde, beklenmedik bir

misafir olarak çıkar karşına. Oysa unutulan bir şey vardır ki, ölüm değildir misafir olan,

yaşamdır. Yaşam Allah’ın kullarına geçici

bir süre için verdiği bir hediyedir. Ölüm geldiğinde yaşamın varlığı söz konusu olamaz. Ölümün

misafiridir yaşam, o belirler kalma süresini.

48 • Ekim’14 Ekim’14 • 49

ATÖLYE

Page 52: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

- I -

Namık Kemal der ki;

“Ölürsem, görmeden millette ümid ettiğim

feyzi

Yazılsın seng-i kabrimde vatan mahzun, ben

mahzun.”

Nasıl bir aşk! Nasıl bir şevktir, azimdir! Nasıl

bir iştiyaktır! Halkta bir feyiz bekleniyor; isteni-

yor, gözleniyor. Ayağa kalkışın müjdecisi bir feyiz;

doğumun, doğumu olan bir feyiz. Şayet ki gör-

meden ölünürse, mezar taşında, vatan mahzun

ben mahzun, yazılsın isteniyor. Vatanım mahzun

olursa, ben de mahzun olacağım, deniliyor. De-

niliyor ki; benim mahzumiyetim, hüznüm, vata-

nımın mahzumiyetinden geçer. Yine aynı şekilde

benim sevincimde, vatanın sevincinden geçer.

Bu, hüznü kaldıran bir iştiyaktır. Yok oluşları, yeni

bir doğuma çeviren bir adanmışlıktır.

Adanmışlık diyoruz ya; kalkışın kafada yer

etmesinin yolu… Kalkış, harekete geçme, diriliş;

hep bu adanmışlıkta. Kalkışı muştulayan feyiz ol-

mazsa, vatanım mahzun olacak, dolayısıyla ben

de mahzun olacağım.

Küreselleşen dünyanın alternatifi bir diya-

lektik; vatanım… Bu telakki içerisinde, vatanım

muazzam, sadra şifa bir diyalektik olarak karşı-

mızdadır. Vatanıma dönmek; çünkü malik olmak.

Vatana dönme isteği; malik olma isteği…

Doğumun özlemi… Özlemin doğuşu… Doğu-

mun acısına özlem… Bu acının peşinde olmak

ve dolayısıyla var olmak… Acıyı sevinç bilmek;

doğumu muştulayan acı bilmek… İştiyak ve ha-

reket-kuvve denklemi/bağlamı… Acıyı sevinç

bilmek, dedik ya; doğumlar acısız olmaz. Seyyid

Kutub’un dediği gibi;

“Mutlaka galip gelecek olan ilahi sistemin

tercümanı olması sebebiyle, insanlığın kurtuluşu

için zorunlu olan söz konusu toplumun kurulma-

sı, bu amaca giden yolun gayet düzgün ve rahat

olduğu ve hele hele birkaç adımda hedefe varıla-

cağı anlamına gelmez.

Evet! Hiçbir doğum sancısız olmaz!

İslam toplumuna giden yol, uzun ve dikenli-

dir.”

Ya da Said Nursi’nin dediği gibi; “Ekmeksiz

yaşarım ama hürriyetsiz asla!” Paha biçilemez,

VATANIMA DÖNÜYORUM…Ali Tarık PARLAKIŞIK

50 • Ekim’14 Ekim’14 • 51

ATÖLYE

Page 53: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

karşılığı ödenemez, gerekirse ölüm göze alınır;

hürriyetin ta kendisi! Yine Namık Kemal’den ;

“Vatan bizim kılıcımızın ekmeğidir”.

Aksiyon; vatan bulma cehdi. Vatana ulaşma

aşkının yolunda ki olmazsa olmaz. Aksiyonsuz

hürriyet olmaz. Hürriyet yolunda ki aksiyon;

dava yolunda ki cehd.

Direniş şumullü bir mesele… Direnişin sonu-

cu da şumullü… İçten içe, içten dışa; dışarıdan

gelecekleri yönlendirici yol; yol derken, baş-

tan yapılması gereken… Dahası ma-

lik olunması gereken…

Medeniyet… Tasavvur ve

tahayyül… Biz Müslüman-

ların, bir medeniyet ta-

savvuru vardır. Bu me-

deniyet tasavvurunun,

bir tahayyülü vardır.

İçten içe, içten dışa;

bu medeniyet tasav-

vurunun başı… Me-

deniyet tahayyülünün

başı…

Namık Kemal’den ik-

tibas ettik ya;

“Ölürsem, görmeden

millette ümid ettiğim feyzi

Yazılsın seng-i kabrimde vatan

mahzun, ben mahzun.”

- II-

Bir çocuk, bir genç delikanlı evinden sokağa

çıkarken içinden, “ben vatanıma dönüyorum”,

diye geçirse ve sokağa çıktığında avaz avaz ba-

ğırsa;

“Ben gidiyorum… Vatanıma gidiyorum ben…

Beni ne kadar uzak tutmaya çalıştıysanız da,

ben vatanıma dönmenin ivediliğinin şuuruna er-

dim.

Ben, yalnız bırakılmış bir halkın, kırık dökük

yollardan, yalnız başına yürüyerek geçen, yalnız

bir çocuğuyum… Derdim var… Dertliyim…

Sevdiğim kızı, çok sevdim; ama içim rahat

değildi… Sokaklar benim; ben sokaklarda değil-

dim…

Ben vatanıma dönüyorum…”

Bize meczupvari görünen bu tavır karşısında

ne yaparız?

Kolay mı bu tavra bürünmek, fü-

tursuzca ve korkusuzca… Gurulu

ve vakarlı…

Karar gerekir bunun

için… Ama fütursuzca…

Kararlı mıyız, yollara

düşmeye?...

Vatanıma dönüyo-

rum; diyebilir miyiz?

Bir kararla başlar

her şey…

Meşhur sözde şöyle

geçer; “Bir çivi bir nalı,

bir nal bir atı, bir at bir

komutanı, bir komutan bir

orduyu, bir ordu bir ülkeyi kur-

tarır.”

Her şey bir kararla başlar. Ruh, akıl, şuur;

hep birlikte ve beraber işler… Bu noktada karar-

lılık mühim.

İcraatın başı; ruh, akıl, şuur, karalılık! Mühim

mesele…

İstemek şart; yola düşmekte tabii…

Özlemini çekmek ve acısını hissetmek…

Amaçlı bir şekilde diğer gam olmak… Ali

Şeriati’nin tarif ettiği şekliyle, beklemek fiilini

gerçekleştiren, bekleyen olmak…

50 • Ekim’14 Ekim’14 • 51

ATÖLYE

Page 54: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

Çok Sıkıldımİsmail Kılıçarslan

30.08.2014- Yeni Şafak

Ş imdi ‹epistemoloji’ kelimesini cümle içinde ve son derece doğ-

ru şekilde kullanabilen bir başbaka-nımız var. Oyunu geriden kurmaya meyyal, asıl projenin yönünün ne olması gerektiği konusunda net bir başbakanımız.

Soru şu: Yeni başbakanımız ‘yeni Türkiye’yi, şimdiden etrafını sarma-ya başladığını dehşetle fark ettiğim ‘yeni Türkiye’cilerle mi kuracak; yok-sa hakiki olana temas etmeyi’ göze alarak, yorularak, ter dökerek mi kurgulayacak?

Şu an için gerçekten ilgilendiğim tek soru budur. Gerisi koyu bir can sıkıntısı...

Ne diyordu Ted Hughes: ‘Bu se-nin erdemli dediğin Mersin’in ilçesi değil miydi yeğenim? Oklava çekme-si meşhurdur oranın. Damağın çatlar lezzetten.’

Sıkılma Be KardeşimAbdurrahman Dilipak

2.9.2014- Akit

Evet, Medine-i Fâzıla’ya ulaşmak için değişmesi gereken biziz biz!

Her topluluk layık olduğu üzere ida-re olunacaktır zira.. Erdemliler şeh-rinin sokaklarında erdemli insanlar dolaşır ve onlar “içlerinden biri”ni, memleket meselelerini tedvire me-mur ederler.. Her şey “salt akıl”dan ibaret değildir. Akılsız olmaz da, aklı putlaştırmayacaksınız.. Kitap yüklü eşek de olmayacaksınız, Bel’am da..

Unutmayalım ki, Ebu Cehil denen adam, zamanının ilim, sanat, siyaset ve ticaretini en iyi bilenlerden biri idi..

Evet AK Parti, “Yeni Türkiye” tüc-carlarının rant hesaplarına kurban edilmemeli.. Yeni Türkiye dürüst, bilgili ve cesur insanların öncülü-ğünde, adalet, özgürlük ve barış te-melinde, inanç sahiplerinin ittihadı, mazlum ve ilkeli insanların ittifakı, değer üreten herkesin nimet ve kül-fet dengesine dayalı itilafı ile, bütün bir toplumun inanç, tarih, kültür ve geleneğini özümsemiş kadroların, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel bir diriliş hamlesi ile topyekun aya-ğa kalkması ile gerçekleşecek, Onun için ise bilgi, istikamet ve eylem yanında çile ve cehd gerekli.. Allah servet ve iktidarı halklar ve ülkeler arasında evirir çevirir.. Sanırım bun-dan sonra servet ve iktidarla imtihan olacağız.. Selâm ve dua ile..

Biz Daha Çok SıkıldıkUğur Geyik / 2.9.2014

gencakkalemler.blogspot.com

U nutmadan söyleyeyim, taktı-nız takım elbise ve siyah rugan

ayakkabı giyen gençlere. Muhafaza-kar gençlikten anarşist bir ruh dev-şirmeye çalışmayın boşuna, zaman ve mekan buna izin vermiyor. O yüzden bu gençleri dış görünüşleri-ne göre yaftalayıp bunun üzerinden fikir üretme kolaycılığı, kendisine entelektüel diyen sizlere hiç yakış-mıyor.

Siz de mi yeni bir şekilcilik akı-mı başlatacaksınız? “Genç adam takım elbise giymez, büyümüşte küçülmüş gibi takılmaz”. Bırakın bu yargıları işin özüne bakın. Ülkenin yarısı 35 yaşın altında, ülkeyi dönüş-türen bu kitle. Bu kitle daha iyi yaşa-mak istiyor. Daha iyi yaşadıkça yani temel geçinme dertlerini aştıkça siz devreye gireceksiniz. Entelektüel aç-lığı sizler doyuracaksınız.

Bu gençlerin bir kısmı da siyaset-le ilgileniyor. Özellikle seçim dönem-lerinde gençliğe afiş-bayrak asma ve slogan atma görevi veren siyaset an-layışından, muhafazakar yaşam biçi-minin kendisini en zor kabul ettirdiği İzmir’de bile milletvekili, belediye başkanı, belediye meclis üyeleri çı-kartan, siyasetin nesnesi değil ‘Stra-tejik Ortağı’ olarak bizatihi öznesi olan, kendini ifade yöntemi olarak meydanlarda, yollarda, caddelerde yürümek yerine yazarlarla, ente-lektüellerle, STK’larla, üniversite-lerle beraber paneller, çalıştaylar, konferanslar, sempozyumlar dü-zenleyen bir anlayışa geçiş yapılı-yor. Özetle küçümsediğiniz gençlik düşünüyor, projelendiriyor ve aksi-yona geçiriyor. Bunları görmezden gelmek büyük bir haksızlık oluyor.

Bu mevcut gençliğin en sinirlen-diği konu ise kendisinin yok sayılma-sı. Eğer bu gençliğe bir yol göstermek istiyorsanız müzmin muhalif dilinizi biraz değiştirerek neler yapılması gerektiğinden bahsedin. Çünkü bir sorunun çözümüne öneri getirme-den sürekli dillendirmek o sorunun bizzat parçası olmak demektir.

BasındanYansıyanlar

52 • Ekim’14 Ekim’14 • 53

MEDYA

Page 55: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

Bence Sorun Hiç SıkılmayanlarCemile Bayraktar

5.9.2014- Yeni Şafak

B en de sıkılıyorum elbet, hiç kim-seyi eleştirecek kadar kendim-

den emin olmamakla birlikte Müslü-man dindar üniversite öğrencilerinin “İslamcılık” başlığı altında Abduh, Kutub, Afgani dışında başka bir isim okumayıp, Farabi’yi işlediğimiz man-tık dersini asıp Saraçhane eylemine gitmeyi dünyayı kurtarmak sanma-sından sıkılıyorum onlardan değil onlara bunu yaptıran tiplerden sıkı-lıyorum mesela, öte yandan Hoca-sından İslam’ın modernist tercihleri konusunda aldığı bir görüşten fetva devşiren ve bununla herkese fıkıh üreten onlara bunu yaptıran Hoca-larından sıkılıyorum mesela, elimde gitar var diye hakaret edenlerden; köpeğe dokundum diye ağzına gele-ni sayanlardan yana sıkılıyorum me-sela, Cemaat’in arsızları Müslüman kadınlara olmadık hakareti ettiğinde köşesinden kafasını bile çıkartma-yanlardan yana sıkkınım mesela, o çocukları takım elbise, parlak pabuç, sağlam bir diplomaları olmadıkça adam yerine koymayanlardan yana sıkılıyorum mesela, o çocukların “kanser” olmasına sebep olanlardan yana sıkılıyorum...

Ama ben en çok “hiç sıkılmayan-lardan” yana sıkılıyorum. Dün bir bugün iki İslami kesimin içine yeni giren yahut Ak Parti içinde var olmak isteyenlerin Ak Parti gençliğine, Yeni Türkiye gençliğine yahut Müslüman gençliğe akıl vermelerinden sıkılıyo-rum. Kemalistler gibi baskıcı değil tam aksi özgürlükçü olup, yaşam ter-cihlerimize müdahale etmeyen ama bize aynı üslupla tepeden bakan, akıl veren, seküler hayatları içinden “ci-had” konusunda ahkam kesenlerden yana sıkılıyorum mesela çünkü onlar hiç sıkılmıyor, ben sorunumuzu bu hiç sıkılmayan arsızlıkta arıyorum.

Ak Gençlik’in SuçuHilal Kaplan

7.9.2014- Yeni Şafak

C umhuriyet, gençliğe devrimin bekçileri olması görevini ver-

mişti. Sorgusuz sualsiz, rejimin ver-diği sufleleri tekrarlayan, devrim tehlikeye girerse orduyla kol kola gi-ren, diğer zamanlarda en fazla stad-larda boy gösteren figüranlardan öte bir rolü yoktu gençliğin.

Ak Parti ise, gençlikten devrim bekçiliği değil, ‘devrim’in kendisi olmasını bekliyor. (Yaşadığımız ‘dev-rim’ değil, askerî otoriterlikten de-mokrasiye hızlı çekim bir evrim süre-ci olduğu için devrim, tırnak içinde.) Şayet, ‘devrim’in öznesi olacaksa gençler, onlara hitap edecek tür-den ilmî faaliyetlerin özendirilmesi hem medya hem siyaset hem de akademinin vazifesidir. Bu alanlarda makam sahibi olanlar, yöneticiliğin Etro’dan değil, ateşten gömlek giy-mek anlamına geldiğini tekrar tekrar hatırlamalılar…

Bir de Breaking Bad’den alıntılar yapan, ‘playlist’inde intifada marşın-dan sonra Coldplay gelen bir genç-liğin sadece Necip Fazıl veya Sezai Karakoç’la ‘angaje edilemeyeğini’ akılda tutmakta fayda var.

Ne demişti Arendt: İçerden eleş-tiriye eyvallah ama bir bebekten ‘muhafazakâr tosuncuk’ yaratan karanlığı sorgulamakla işe başlasak diyorum.

Özgüven Patlamasına Değil Eleştiriye Muhtacız

Mustafa Emin Büyükcoşkun

8.9.2014- hanzalan.blogspot.com

O rtaya çıkan tablo şaşırtıcı de-ğil. Zira ihtiyaç duyduğumuz

özeleştirinin zerresi yokken, neo-liberalizmin sınırtanımaz politika-larına şişirilmiş özgüvenler değil, cesur özeleştirel özneler mukave-

met edebilir, ilahi kelamın kavgasını sürebilirler. Kendinden emin, kendi hakikatinden şaşmaz, kendine ta-pan ferdin ameli, kendinden olma-yan için hayırlı akibet üretebilemez. “İman edenler, iman ediniz” buyu-ruluyorsa, şüphe ve soru müminin heybesinin yitik malı olmalı. Ken-dinden mutlak emniyet, geri dönü-lemez hatalar, zulümler, felaketle demek. Kendine sormak, daha fazla sormak yapacaklarımızdan değil, ancak hatalarımızdan, kendimize ve başkalarına zulümden eksiltir. Sor-mak, sorgulamak, tartışmak, eleştir-mek, diyalektik Marksist bir fantezi değil, iman ve amelimizin bir imkanı olarak, tam da bundan ötürü mühim ve elzem bizim için.

Özgüven patlaması, iktidarlara mahsus bir zalimlikten başka birşey üretmiyor. Bizi mazlum, mağdur, madun edenler de tam da bu öz-güvenle malul, kibirli, mutlak haki-katlere bağlı, kendinden başkasına itibar etmeyen egemenler idiler. Dermanımız onları taklitte değil, kendimizle hesaplaşmakta, bir he-sap verme ve hesap sorma itikadını yeniden inşadadır. Sömürge sonrası eleştirisinin dağarcığımıza eklediği ne var ki Kemalizm’in tasfiyesiyle artık tedavülden kalkan, kalkması gereken bu kırılmış özgüveni tamir söylemini acilen terk etmek şart. Kı-rılganlıklarımızın tamiri, yaralarımı-zın tedavisinin yolu daha fazla özgü-ven pompalamaktan değil, hata ve günahlarımıza doğru dürüst gözlerle bakmaktan ve bunları hep beraber telafiye kafa yormaktan geçiyor.

Falsolarını, defolarını, hafıza yoksunu liberal iyimserliğini bir yana bırakarak, kimin dediğine bakmaksı-zın, fakat ne dediğini önemseyerek Kılıçarslan’ın dedikleri odağında bir-kaç kelam etmeye çalıştım burada. Bağcı dövmek değil, üzüm yemek niyetiyle, taş üstüne taş koymak, bir hat oluşturmak gayesiyle. Sürç-i li-san ettiysek affola...

52 • Ekim’14 Ekim’14 • 53

MEDYA

Page 56: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

İ ran. Doğunun kalbinde bir medeniyetler beşi-ği. Tarih boyunca onlarca devlete ev sahipliği

yapmış bir kültür sanat cenneti. Anıtları, müzele-ri, camiileri, medreseleri, kaleleri ile keşfedilmeyi bekleyen bir Medeniyet. Yanıbaşımızdaki bu hazi-neyi görmeyi kaç kere düşündük? Düşündük bel-ki düşünmesine fakat İran bize hep kötü,güvensiz bir ülke olarak anlatıldı. Halbuki İran en az Türkiye kadar güvenli bir ülke. Ayrıca Türkiye’den çok çok ucuz. Eğer 6 ay geçerliliği olan bir pasaporta sahip-seniz İran İslam Cumhuriyeti Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından vize de istemiyor! Buraya kadar her şey tamamsa çantanızı hazırlayıp, bir miktar para ve pasaportla İran kültür yolculuğuna çıkma-ya hazırmısınız?

Bu yazımızda İran’a gitmenin yollarını size an-latacağım. İran’a gitmenin dört farklı yöntemi var.

Otobüs, Tren, Uçak+Tren, Direkt Uçak

1. Ulaşım Alternatifimiz Otobüsİstanbul Laleli’den hergün kalkan Tehran Turizm

otobüsleriyle İran yolculuğunuza başlayabilirsiniz.Bilet fiyatları Türkiye’ye göre oldukça ucuz.

Tebriz’e 35 dolara, Tahran’a 40 dolara bile-tinizi alabilirsiniz. Üstelik 2+1 vip koltuklar ve son derece lüks otobüslerle yolculuk yapacaksınız. İs-

Toparlanınİran Kültür Gezisine

Gidiyoruz!Hazırlayan: Furkan Gençoğlu

54 • Ekim’14

GEZİ

Page 57: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

tanbul Tebriz arası 26, İstanbul Tahran arası 33 saat sürüyor.

Otobüslerde herhangi bir ikram servisi yok. Bu-nun için yanınıza ufak tefek atıştırmalıklar

Almanızda fayda var.Tehran Tur Seyahat Acentası MerkezAdres: Kemalpaşa Mah. Ordu Cad. No:42 Lale-

li-İstanbul/Türkiye Tel: +90 212 514 60 60 Tel: +90 212 528 23 23

2. Ulaşım Alternatifimiz TrenTürkiye ile İran

arasındaki demiryo-lu bağlantısı Ankara-Tebriz- Tahran ara-sında haftada bir gün çalışan ve kuşetli va-gonlardan teşkil edil-miş Trans Asya treni

ve Van-Tebriz-Van arasında haftada bir gün çalışan ve I mevkii kuşetli vagonlardan teşkil edilmiş tren ile sağlanmakta.

Tren Çarşamba günü 10.25’de Ankara garın-dan hareket ediyor. Cuma 08.20’de Tebriz’de aynı günün akşamında saat 20.20’de Tahran’da oluyor. Tebriz 46 saat Tahran ise 58 saat sürüyor.

Fiyatlar ise Ankara-Tebriz arası, 35 Euro Ankara Tahran arası 43 Euro.

Ayrıntılı bilgi için: http://www.tcdd.gov.tr/home/detail/?id=234

3. Ulaşım Alternatifimiz Van Uçak aktarmalı Tren Yolculuğu

Önce uçakla İstanbul’dan Van Ferit Melen ha-valimanına uçuyoruz. Havalimanından taksiyle Van Tren Garına geçiyoruz. Van’dan Perşembe günü saat 21.45’te kalkan trenimize biniyor Cuma sa-bahı 08.55’de Tebriz’de oluyoruz. Aynı günün ak-şamında 20.20’de Tahran’da oluyoruz. Dilerseniz Salı günü Van’dan saat 20.00’da kalkan trene bi-nip Çarşamba sabah’ı 06.25’de Tebriz’de olabilir-siniz. Fakat bu trenin rotası Tebriz’de son buluyor.

Van Tebriz arası Tren fiyatları 12-14 Euro arasında değişiklik gösteriyor. Van’a uçak bileti fiyatları ise çeşitli firmalara ve bilet alınış tarihine göre değişik-lik gösteriyor. Van’a uçakla sabah erkenden gelip gününüzü Van’da geçirip trenlerle yolunuza devam edebilirsiniz.

4. Ulaşım Alternatifimiz Direk UçakÇeşitli Uçak fir-

malarının seferleri ile İran’a ulaşmak mümkün. Atlas Jet ve THY’nin Tahran’a direk se-ferleri bulunuyor. Bilet fiyatları ise 120 dolardan başlıyor.

Dipnot: *İran TC vatandaşlarına vize uygulamı-yor fakat en az 6 ay geçerlilik süresi olan bir pasa-porta sahip olmanız gerekiyor.

*İran’ın para birimi riyal. Fakat tümen tabiri daha çok kullanılıyor. 1 Lira=1500 Tümen

*İran’da gezgin pansiyonlarında çok cüzi fiyat-larla kalabilirsiniz.

*500 dolara çok rahat 10 günlük bir İran seya-hatinin planlanabileceği söyleniyor.

• Kaynak: http://www.fatihyollarda.com/otobus-ile-iran-gezisi/ , http://www.gezmelerdeyim.com/2013/09/irana-yolculuk-1gun-otobus-ile-seyru.html ,

• http://www.erdemgurses.com/iran.html , http://www.erdemgurses.com/iran.html ,

• http://www.sirtcantalilar.com/blog/iran-gezi-rehberi

GEZİ

Page 58: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

‘Orta Çağ Avrupasında İslam Algısı’nda Richard W. Southern, Orta Çağ döneminde ki ilmi ve fikri ortamda, İslam’a ilişkin görüşlerin analizini su-nar bize. Bir anlamda İslam Dünyasının ilmi ve fikri dinamizminin, Avrupa’da ki akisleri de diyebiliriz belki.

Kitap hacim olarak oldukça kısa ama işlediği mesele itibariyle budun-dan meselenin mühim noktalarını ve-riyor.

Orta Çağ’da ki Avrupa’nın, İslam ve İslam Dünyasına yönelik menfi eleştiri-leri, yalanları, reddetmeye dayalı söy-lemleri ve özentiye dayalı söylemlerinin analizi yapılı-yor. Tabi ki o dönem bilim adamlarının kitaplarından iktibaslarla.

Eser üç bölümden oluşuyor; ‘Cehalet Çağı’, ‘Akıl ve Umut Çağı’, ‘Basiret Çağı’. Bölümlerin isimleri aynı zamanda, yazarın nazarından Orta Çağ Avrupa’sı-nın, İslam Dünyasında ki ilmi ve fikri konumlarının karşısında ki konumlarını gösteriyor. Yazar bununla ilgili olarak der ki; “İlk iki bölümde İslam hakkında on üçüncü yüzyılın sonlarına dek Avrupa’da gelişmiş olan temel görüş ve kanaatleri ele aldım. İlki, Kitab-ı Mukaddes ekseninde ve umutsuz; ikincisi, hayalci ve gerçek dışı; üçüncüsü, felsefi ve en azından kısa bir dönem için, Hristiyanlık ve İslam arasında göze çar-pan farklılıkların törpülenmesi ve dünya birliğinin yakın geleceği için, aşırı ölçüde iyimser bir dönem.” Southern, bu çizilen hudutlar ekseninde Avrupa’nın o dönem zihin haritasını çıkarıyor.

Cehalet Çağı noktasında der ki; “İslam’ın varlığı, Batı’yı esaslı bir biçimde tedirgin etmiştir. Pratikte İslam, sadece bir tehlike olduğu için değil, fakat teh-likenin öngörülemez ve önlenemez olması nedeniy-le sürekli bir tedirginliğe sebebiyet vermiştir: Batı, İslam’ın tavsiyelerini ya da saiklerini kavrayamadı. Fakat bu öngörülemeyen etken, şeyin kendisinin do-ğasına ilişkin daha derin kavrayamama durumunun işaretiydi yalnızca.” Bu tespitlerini, “Kitab-ı Mukaddes

ekseninde ve umutsuz” dediği dönem

için yapar ve tespiti gibi de, İslam’ın

baskınlığını görüyoruz.

“Hayalci ve gerçek dışı” diye tav-

sif ettiği döneme ilişkin bir misal yani

Akıl ve Umut Çağı noktasında şu şekil-

de diyor; “Kur’an’ın zayıflığını ortaya

çıkararak, Müslümanları dinlerinden

döndürebileceği yönünde ki umudu

da aynı ölçüde boş ve beyhude bir

beklentiydi, çünkü ortay koyduğu bu

tarz argümanlar Latin dilinin karanlığı

içinde gömülü kaldı. İslam, Cluny ma-

nastırı rahibinin “size bizden bazılarının sıklıkla yaptığı

gibi silahlarla değil fakat sözcüklerle, güçle değil fa-

kat akılla; kin ve nefretle değil sevgiyle saldırıyorum.

Sizi seviyorum, sizi sevdiğimden, size yazıyorum, size

yazarak sizi kurtuluşa davet ediyorum şeklindeki yar-

dımsever seslenişini hiçbir zaman duymadı.”

Basiret Çağı noktasında der ki; “Her ne kadar bu

dönemde din değiştirmeden değil, imhadan, yok ol-

madan bahseden ümitsiz Mallorcalı’yı hesaba katabi-

leceksek de, bunlar Avrupa’nın üzerinde uzun uzadıya

durduğu ve kafa yorduğu umutlardı.”

Kitabın sonuna doğru işlenene mesele iktibaslarla,

yorumlarla ilh. aşikarlığını biraz artırıp korurken, kitap

biter ve okuyucu, Orta Çağ zamanlarında Avrupa’nın

İslam’a ve İslam Dünyasına dair neler hissettikleriyle

beraber düşündüklerini de bir miktar muhatap olur.

Yani, Richard W. Southern’in ‘Orta Çağ Avrupasın-

da İslam Algısı’ kitabı iyi bir giriş sayılabilir.

Bir öneri; ‘Orta Çağ Avrupasında İslam Algısı’ndan

sonra, Muhammed Kutub’un ‘Tartışmalar’ isimli ese-

ri okunabilir. Southern’in, bilimsel ve akademik bir

üslupla ve tarihler, iktibaslar eşliğinde kaleme aldığı

kitabından sonra, Muhammed Kutub’un daha ziyade

meseleler, algılar ve etkilenmeler bağlamında kaleme

aldığı kitabı ‘Tartışmalar’ da, Southern’in bilimsel-ilmi

anlattıklarını, fikri ve belki de daha yoğun okuyacaksı-

nız. Birbirini tamamlayıcı olarak okunabilir.

‘ORTAÇAĞ AVRUPASINDA İSLAM ALGISI’NA DAİR; HATIRLATMALAR, FARKINDALIKLAR VE

GEÇMİŞE DÖNÜK OKUMA Tarık PARLAK

ATÖLYE

56 • Ekim’14

Page 59: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik

“Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir

bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.”(Saff suresi 4. ayet)

“Sakın gevşemeyin. Üstün olduğunuz halde barışa davet etmeyin.

Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmez.”(Muhammed suresi 35. ayet)

Page 60: Genç Öncüler- Türkiye'de Eğitim Gerçeği ve Öğrencilik