432
YARBAKIR sempozyumu

Gül Şehri Diyarbakır

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Gül Şehri Diyarbakır

Citation preview

Page 1: Gül Şehri Diyarbakır

DİYARBAKIRsempozyumu

Page 2: Gül Şehri Diyarbakır

EDİTÖRLERPROF.DR. KENAN HASPOLATARŞ.GRV. MEHMET YANMIŞ

Kitap Tasarım : Düşünce Ofisi www.dusunceofisi.com [email protected]

Page 3: Gül Şehri Diyarbakır

EDİTÖRLERPROF.DR. KENAN HASPOLATARŞ.GRV. MEHMET YANMIŞ

Diyarbakır İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık MüdürlüğüYayın No:4

Page 4: Gül Şehri Diyarbakır

ÖNSÖZ

Son yüzyılda doğadan ve doğallıktan uzaklaşan insanoğlu, günümüzde yeniden doğayı ve doğallığı keşfetme ve yeniden canlandırma çabası-na girişmiştir. Bu çabalardan birisi de; “doğa terapisi”, “yeşil tedavi” ya da “bahçe terapisi” olarak adlandırılan yeni bir olgudur. Dolayısıyla, bu olgu yorgunluk ve strese bağlı olarak ortaya çıkan telaşlı ve endişeli ruhların yeniden imarına ve estetik algısının canlandırılmasına yönelik çabalara da yardımcı olmaktadır.

Yaşanan bu süreçte süs bitkileri özel bir önem taşımaktadır. Bugün dün-yada en fazla kültürü yapılan süs bitkilerinin başında gelen ve çiçeklerin kraliçesi olarak bilinen gülün tarihi insanlık tarihi kadar eskidir.Ülkemiz, tarihi ve yerel kültür mozaiği ile ayrı bir öneme sahiptir. Kent-lerimiz ve bu kentlerin kendi özel tarihleri de ayrı bir kültürel zenginli-ğimizdir.

Gül, manevi anlamda ortak sevgi sembolüdür. Hazreti Muhammet’in, “Cennet çiçeklerinin ulusu” olarak nitelendirdiği bu çiçek, İslam kültürü-nün yayıldığı bütün ülkelerde, bahçe sanatının ve diğer güzel sanatların en sevilen bitkisi olmuştur.

Diyarbakır bu coğrafyanın en eski ve önemli kültür başkentlerinden bi-ridir. Bu şehir, tarihi ve kültürel zenginliği, havası, suyu, insanı, gülü ve diğer yönleriyle sadece ülkemizde değil, dünyada da ender rastlanan özelliklere sahiptir.

Dünyanın en eski gül merkezlerinden biri olan Diyarbakır’da gül yetiş-tiriciliğinin geçmişi 4 bin 600 yıl öncesine, yani Asur dönemine kadar uzanmaktadır.

Page 5: Gül Şehri Diyarbakır

Gülün onlarca çeşidinin yetiştirildiği bu kent Osmanlı döneminde gülistanlar kurulan, yetiştiri-len, gülyağı ve gülsuyu elde edilen önemli bir merkezdi. Matrakçı Nasuh 1564 yılında yaptığı Diyarbakır minyatürünün üst kısmında gül bahçelerini nakşetmiştir. Ayrıca, Evliya Çelebi de Se-yahatname ’sinde Diyarbakır güllerinden söz ederken: “Büyük nehrin aktığı toprakların iki tarafı da gül bahçeleri güzel kokulu bostan ve reyhan bahçeleridir” demiştir.

Bugün, gülcülüğün yeniden başlatılması, şehrin manevi iklimine de büyük katkı sağlayacaktır. Yakın geçmişe kadar Diyarbakır evlerinin avlularında çeşit çeşit güllerin yetiştirildiği havuz kenarlarında bir bütünlük içerisinde insanı dinlendiren gül saksılarının yer aldığı bir şehirdi. Diyarbakır’da 25 çeşit gülün yetiştiği, gül festivallerinin düzenlendiği de bilinen bir gerçektir.

Diyarbakır’da, geçmişte de var olan gül ve gül yetiştiriciliğinin, yeniden canlandırılması çabaları bizim için son derece önemlidir. Diyarbakır, bir gül, barış ve sevgi şehri olarak dünyaya örnek teşkil etmelidir. Bu bağlamda bölgeye özgü çeşitlerin geliştirilmesi, yaygınlaştırılması ve des-teklenmesi ayrıca önem taşımaktadır.

Güllerin ve gülen insanların şehri Diyarbakır’ı selamlıyorum. Bu çalışmada emeği geçen herkesi gönülden tebrik ediyorum.

Mehmet Mehdi Eker Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı

Page 6: Gül Şehri Diyarbakır

ÖNSÖZ

Coğrafyanın en önemli ve en eski şehirlerinden olan Diyarbakır, El Emiri ve El Ceziri ile ilme, Cahit Sıtkı Tarancı ve Sezai Karakoç ile edabiyata ve şiire, Süleyman Nazif ile söze, Ziya Gökalp ile fikre, Hamit Aytaç ile hat sanatına, İshak Sukuti ve daha niceleriyle tarih ve kültüre damgasını vurmuş olan bir sevgi şehridir.

Sevginin, aşkın, mutluluğun, bazen güzelliğin, özlemin, insan olmanın ifadesidir güller.

Gülün bir şehrin ismiyle anılması, o şehrin insanlarının sevgiye aşka ve güzelliklere olan inancını ifade eder. Bu bağlamda Diyarbakır şehrinin sevgi şehri, sur şehri, karpuz şehri olması yanında gül şehri olma özel-liğinin mutlak geçmişteki kazanımı olmasından dolayı yeniden ön plana çıkarılması gerekmektedir. Çünkü Diyarbakır’da gül yetiştirme ve gül-lerle özdeşleşmenin tarihi 4600 yıl öncesine dayanır.

Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde, Diyarbakır’ın gül ve menekşe bahçeleriyle dolu olduğunu, gül bahçelerinden toplanan güllerin kay-natılarak damıtılmasından elde edilen gül yağının Deliller Hanı’nda ve bölgeden Hacca giden kafilelerin başında bulunduğu Delil adı verilen rehberlerin en büyük hediye olarak yanlarında kutsal topraklara gö-türdükleri de ifade edilen bir gerçektir. Yine Seyahatname’de Dicle adı verilen büyük bir nehir aktığı, iki tarafında gül bahçeleri, güzel kokulu reyhan ve bostan bahçeleriyle dolu olduğu, bu yerin her yıl vilayet halkı-nın Dicle fasılları yaptıkları mesire yerleri olduğu, menekşe ve gül yağı çıkarıldığı ifade edilmektedir.

Yakın geçmişe kadar tipik Diyarbakır evlerinin avlularında çeşit çeşit

Page 7: Gül Şehri Diyarbakır

güllerin yetiştirildiği, havuz kenarlarında suyun sesiyle bir bütünlük içerisinde insanı dinlendi-ren gül saksılarının yer aldığı, Diyarbakır’da 25 çeşit gül yetiştirildiği, hatta yetiştirilen güllerin sergilendiği gül festivallerinin düzenlendiği de bir gerçektir. Geçmişteki gibi bizleri gül bahçelerinin karşılamasını ve çevresel güzelliklerin el birliğiyle tek-rar ön plana çıkarılarak Gül Şehri Diyarbakır’ın ismine yakışır şekilde güllerle donatılması ge-rekmektedir.

Bu çalışmada emeği geçen herkese, başta Dicle Üniversitesi Rektörlüğü, Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğü, Diyarbakır Çevre ve Orman İl Müdürlüğü’ne, katkı sunan herkese teşekkür eder; bu ve benzeri sempozyumların ilimizde tekrar düzenlenmesini ve sempozyum bildiriler kitabının faydalı olmasını temenni ederim.

Mustafa ToprakDiyarbakır Valisi

Page 8: Gül Şehri Diyarbakır

ÖNSÖZ

Dicle Üniversitesi olarak, Diyarbakır Valiliği ile ortaklaşa düzenlediğimiz ve ev sahipliğini yap-tığımız “Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu” 24 Mayıs 2011 tarihinde, üniversitemiz kongre merkezinde; gül şarkıları, gül şiirleri, gül kokuları ve rengarenk güllerle dolu bir atmosferde

ÖNSÖZ

Dicle Üniversitesi olarak, Diyarbakır Valiliği ile ortaklaşa düzenlediği-miz ve ev sahipliğini yaptığımız “Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu” 24 Mayıs 2011 tarihinde, üniversitemiz kongre merkezinde; gül şarkıları, gül şiirleri, gül kokuları ve rengarenk güllerle dolu bir atmosferde ger-çekleşti. Bu güzel ve anlamlı sempozyumun gerçekleşmesine katkıda bulunanlara sonsuz teşekkürler.

Diyarbakır; tarihi ve kültürel altyapısı, havası, suyu, insanı, gülü ve di-ğer yönleriyle yalnızca ülkemizde değil; dünyada da nadir görülebilecek özelliklere sahip, nadide bir şehir. Ancak bu güzelliklerin tam anlamıyla bilindiğini ve tanıtımının yapıldığını söylemek ne yazık ki, mümkün değil.

Biz, Dicle Üniversitesi olarak; şehrimizin var olan değerlerine sahip çık-tığımız gibi, kaybolmaya veya unutulmaya yüz tutmuş değerlerini de gün yüzüne çıkarmayı; insanımızı, aydınlık geçmişiyle buluşturmayı he-defl iyoruz. Göreve geldiğimiz günden bugüne; Diyarbakır’ın asli çehre-sine ve konumuna kavuşması, özünde saklı güzelliklerin ortaya çıkarılıp, herkesçe bilinir hale gelmesi amacıyla yazılı ve görsel medyada çeşitli tanıtım çalışmaları yaptığımız gibi; sivil ve resmi kuruluşlarla beraber birçok kongre, sempozyum, toplantı, proje ve etkinlik gerçekleştirdik. Bu çerçevede son 2 yıl içerisinde Diyarbakır Valiliği ile birlikte Diyarba-kır’ımızın kültür, tarih ve turizm potansiyelini, “inanç ve kültür merkezi” olma özelliğini bilimsel olarak inceleyerek, şehrimizin “Nebiler, Sahabi-ler, Azizler ve Krallar Kenti” olduğu gerçeğini uluslararası sempozyum-larla kamuoyunun bilgisine sunduk.

“Gül Şehri Diyarbakır” tanımı; şehrimizin sahip olduğu geçmişine ve inşallah geleceğine vurgu yapmakta. Diyarbakır’ı marka yapacak pek

Page 9: Gül Şehri Diyarbakır

gerçekleşti. Bu güzel ve anlamlı sempozyumun gerçekleşmesine katkıda bulunanlara sonsuz teşekkürler.

Diyarbakır; tarihi ve kültürel altyapısı, havası, suyu, insanı, gülü ve diğer yönleriyle yalnızca ülkemizde değil; dünyada da nadir görülebilecek özelliklere sahip, nadide bir şehir. Ancak bu güzelliklerin tam anlamıyla bilindiğini ve tanıtımının yapıldığını söylemek ne yazık ki, mümkün değil.

Biz, Dicle Üniversitesi olarak; şehrimizin var olan değerlerine sahip çıktığımız gibi, kaybolmaya veya unutulmaya yüz tutmuş değerlerini de gün yüzüne çıkarmayı; insanımızı, aydınlık geçmi-şiyle buluşturmayı hedefliyoruz. Göreve geldiğimiz günden bugüne; Diyarbakır’ın asli çehresine ve konumuna kavuşması, özünde saklı güzelliklerin ortaya çıkarılıp, herkesçe bilinir hale gel-mesi amacıyla yazılı ve görsel medyada çeşitli tanıtım çalışmaları yaptığımız gibi; sivil ve resmi kuruluşlarla beraber birçok kongre, sempozyum, toplantı, proje ve etkinlik gerçekleştirdik. Bu çerçevede son 2 yıl içerisinde Diyarbakır Valiliği ile birlikte Diyarbakır’ımızın kültür, tarih ve turizm potansiyelini, “inanç ve kültür merkezi” olma özelliğini bilimsel olarak inceleyerek, şeh-rimizin “Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti” olduğu gerçeğini uluslararası sempozyum-larla kamuoyunun bilgisine sunduk.

“Gül Şehri Diyarbakır” tanımı; şehrimizin sahip olduğu geçmişine ve inşaAllah geleceğine vurgu yapmakta. Diyarbakır’ı marka yapacak pek çok değerin var olduğu bir gerçek. Bunlardan biri de gül ve gülcülük. Bu değerin farkında olan üniversitemiz, Diyarbakır’ı markalaştırma adına 2 yıldan beri attığı adımlara bir yenisini daha ekliyor ve geçmişinde var olan bir değeri yeniden canlandırmak istiyor. Gerçekleşen bu etkinliğin, bu yolda atılmış önemli bir adım olduğunu dü-şünüyorum.

Sempozyum süresince bizi sarıp sarmalayan gül kokularının, şehrimizden ve yüreklerimizden hiç eksik olmamasını diliyor, sempozyumun ve sempozyum kitabının hazırlanmasında emeği geçen herkese en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

Prof. Dr. Ayşegül Jale SARAÇDicle Üniversitesi Rektörü

çok değerin var olduğu bir gerçek. Bunlardan biri de gül ve gülcülük. Bu değerin farkında olan üniversitemiz, Diyarbakır’ı markalaştırma adına 2 yıldan beri attığı adımlara bir yenisini daha ekliyor ve geçmişinde var olan bir değeri yeniden canlandırmak istiyor. Gerçekleşen bu etkinli-ğin, bu yolda atılmış önemli bir adım olduğunu düşünüyorum.

Sempozyum süresince bizi sarıp sarmalayan gül kokularının, şehrimizden ve yüreklerimizden hiç eksik olmamasını diliyor, sempozyumun ve sempozyum kitabının hazırlanmasında emeği geçen herkese en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

Prof. Dr. Ayşegül Jale SaraçDicle Üniversitesi Rektörü

Page 10: Gül Şehri Diyarbakır

İÇİNDEKİLER

Page 11: Gül Şehri Diyarbakır

TIBBİ BİTKİ ARAŞTIRMALARINDA “ESKİ TIP” VE “KOKULU GÜL” ÖRNEĞİ

OSMANLI TIBBINDA GÜLLE TEDAVİ

GÜL İLE EVDE HAZIRLANABİLECEK FORMÜLLER

DİYARBAKIR’LI GÜLCÜ FERİT PAMUKÇU

DİYARBAKIR’IN GÜL İLE RANDEVUSU

MODERNLEŞME VE KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE DEĞİŞEN KENTLER VE KİMLİKLER:

DİYARBAKIR GÜL ŞEHRİ ÖRNEĞİ

DİYARBAKIR TÜRKÜLERİ VE GÜL

GÜNÜMÜZ ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

DİYARBAKIRLI OSMANLI DÖNEMİ ŞAİRLERİNDE GÜL TEMASI

DİYARBAKIR MUSİKİ FOLKLORUNDA GÜL VE ÇİÇEK

FARKLI KÜLTÜRLERDE GÜL SEMBOLÜ

TÜRK İSLAM KÜLTÜRÜNDE GÜL ALGISI

KÜLTÜRÜMÜZDE GÜL

TASAVVUF KÜLTÜRÜNDE GÜL METAFORU

GÜL’ÜN GELENEKTEKİ YERİ

KOKULU GÜLÜN TARİH İÇİNDEKİ SERÜVENİ

DİYARBAKIRDA GÜLCÜLÜK VE KOKULU GÜLLE NELER YAPILABİLİR

TARİH İÇİNDE GÜLÜN DAMITILMASI

DİYARBAKIR İLİNİN GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİ POTANSİYELİ

DİYARBAKIR’DA GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİ

GÜL (ROSA) HASTALIKLARI VE ZARARLILARI

TÜRKİYE GENELİNDE SON DURUM

14

24

42

120

124

136

152

164

186

200

230

254

262

278

304

312

344

350

384

390

396

420

Page 12: Gül Şehri Diyarbakır

Bölüm 1

Page 13: Gül Şehri Diyarbakır

TARİHTE GÜL VE GÜL İLE TEDAVİ

Page 14: Gül Şehri Diyarbakır

TIBBİ BİTKİ ARAŞTIRMALARINDA“ESKİ TIP” VE “KOKULU GÜL” ÖRNEĞİ

Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞİstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji A.B.D.

Page 15: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 15İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji A.B.D.

Eski Tıptan BugüneEski Tıp dediğimiz zaman insanlığın ilk çağ-larından beri büyük bir zaman diliminde her coğrafyada hastalıklar için verilen mücadele akla gelmelidir. Tıbbın tarihi bu büyük tıbbı ve aşamalarını bir bütün olarak ele alır. Tıbbın geçirdiği devirler ve bu devirlerde kullanılan tedaviler hakkında çok şey biliyoruz. Binlerce yıl önce kullanılan tıp kitaplarını bugünkü dil-de okuyabiliyor daha sonra bu bilgilere neler eklendi veya tedavide ne gibi değişiklikler oldu rahatlıkla izleyebiliyoruz. Bu büyük serüvenin bugün neresindeyiz. Tıp eğitiminde tıp tarihi dersleri bugünkü tıbbı anlamak için verilir. Amaç bugünkü tıbbı daha iyi anlayarak yarınki tıbbı şekillendirmektir.

Bugünkü tıbba her şeyi çözen yegâne tıp diye bakan bir hekim on yıl sonra komik duruma düşer. Tıp çok dinamik, her gün yenilenen bir bilimdir ve bu sebepten çözemediği sorunlar için yeni çözümler arar. Son yıllarda kimya-sal tıbbın çıkmazı ile gene doğaya dönüldü ve ilaç firmaları büyük projelerle bitkiler ve hay-vanlar üzerinde araştırmalar yapıyorlar. Bu araştırmalarda özellikle ilkel olarak yaşayan ve bozulmamış halkların kullandıkları bitkisel ilaçları araştırıp onları bugünkü tıbba katma-ya çalışıyorlar. Nedense herkesin göz ardı etti-ği bir büyük hazine var; Eski Tıp.

Bugünkü tıp bundan 150 yıl öncesinden başla-yarak kimya, fizik ve matematiği ön plana alan

ve matematiksel ölçmeyi kullanan bir ekolün devamıdır. Göremediği, tanıyamadığı ve ölçe-mediği bilgiyi dikkate almayan bir tıp olarak öne geçti. Etkili ilaçların kimyasını (en basit şekliyle) keşfetti ve onu kimyasal olarak üretti. Bu büyük başarı onu sadece bu ilacı etken ola-rak kabul etmeye götürdü. Bugün bu ölçme ve sentezini yapmada çok mesafe kat ettik ama tedavide gene de istenilen yere gelemedik. O yüzden araştırmalar hızla devam ediyor.

Eski Tıp, binlerce yıl insanların büyük çabala-rıyla oluşmuş ve etkili olduğu için yüzlerce yıl kullanılmış ilaçları ve tedavileri yazılı kaynak-larla insanlık hizmetine sunan tıptır. Osmanlı Tıbbı da bu bilgileri tecrübelerle en iyi şekilde kullanmış ve katkıda bulunmuştur. Bu büyük bilgi birikimi tıp araştırıcılarının dikkatini çek-meyi bekliyor. Bu konuda iki büyük sorun var. Birincisi o dönem tıp kitabının bugünkü dile çevrilmesi. İkincisi o dönem terminolojisini, kavramlarının anlaşılması ve aktarılması. Bu iki sorun çözülürse ve araştırıcılar bu bilgi biri-kimiyle ilgilenmeye başlarlarsa tıbbın çok şey kazanacağından eminim. Yazdığım iki sorun da bu ilgi ile çözülecektir. O kitapların dilini bi-len çok değerli dilciler var. O çevrilen kitapta yazılanları açıklayabilecek kavranmasına yar-dımcı olacak tıp tarihçileri de var.

Kokulu Gül Örneği21. Yüzyıl eski tıbbın kullandığı birçok bitkiyi “Sağlıklı Yaşam” paketi içinde tanımaya baş-

Page 16: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

16

ladı. Destekleyici Tıp birçok bitkiyi çay olarak kullanılıyor. Ben de bu bitkileri Osmanlı Tıb-bında tanımaya çalışırken bildiğim ve önem verdiğim tıbbi bitkilerin ya-nında kokulu gülü de gördü-ğümde hiç önem vermemiş-tim. Zamanla kokulu gülü daha sık fark eder oldum ve bu bilgileri topladım. O za-man anladım ki “Kokulu Gül” ciddi bir ilaç.

Gülle ilgili ilk çalışmalarım aslında ilk asistanlığım dö-neminde başlamıştı. İlk araş-tırmam 1988 yılında önemli bir tıp ekolü olan “Gülhane” ile başlamıştı.1 Bu askeri tıp okulunu incelerken neden Gülhane denildiğini çok araş-tırmış ama kelimenin tam karşılığını öğrenememiştim. Gülhane’nin güllerin damı-tılıp gülsuyu ve yağı elde edilen yere dendiğini ve askeri tıp okulunun kurulduğu yerin Topkapı Sarayı’nın Gülhanesi olduğunu çok sonraları öğrendim. Çalışma-larım beni birçok yönden Gül’e götürüyordu. Bulduğum belgelerle Edirne’ deki gülcülüğü

1 Altıntaş Ayten "İstanbul Gülhane Askeri Tababet Tat-bikat Mektebi Binasının Bugünkü Durumu," I.Türk Tıp Tarihi Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1992, s. 179–181.

öğrenmiş onu Edirneli dostlarımla paylaşmış-tım.2 Zamanla tıbbi bitkilere ait yazdığım ma-kalelerde gül de yer almaya başladı ve ayrı bir

makale olarak “Osmanlı Tıb-bında Gül” 2006 yılında ya-yınlandı.3 Bu yazı Isparta’da gül üreticisi Gülbirlik’in dik-katini çekti ve bu bilgileri bir kitap haline getirmem isten-di. “Gül, Gülsuyu, Tarihte, Te-davide ve Gelenekteki Yeri” başlıklı kitap 2007 de yayın-landı.4 Gül’ün Eski Tıp’ta ilaç olarak yeri ve bugünkü tıp araştırmalarına göre etkisi konusundaki çalışmalar böy-lece başladı.

Gül İlaçtıGül’ün ilaç olarak etkisini in-celediğimizde çok geniş bir yelpazeye sahip olduğunu görüyoruz. Fakat en önemli etkilerini üç noktada toplaya-

biliriz; Gül kokusunun ferahlattığı ve hafızayı kuvvetlendirdiği, gül macununun mide ve ka-

2 Altıntaş Ayten “Edirne’de Gülcülük ve Edirne Gülü,” Yöre, Sayı 34, Ocak 2003. 3 Altıntaş Ayten “Osmanlı Tıbbında Gül”, Osmanlılarda Sağlık, Ed. Dr. Coşkun Yılmaz, Dr. Necdet Yılmaz, Bio-farma, İstanbul 2006.4 Altıntaş Ayten, Gül, Gülsuyu, Tarihte, Tedavide ve Ge-lenekteki Yeri, İstanbul, Mayıs 2007. (Gülbirlik’in deste-ğiyle)

Page 17: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 17

raciğere iyi geldiği, gül yağının deri hastalık-larında yararlı olduğu. Bu çok önemli etkileri elde etmek için sadece senede iki ay açan gü-lün işlenmesi gerekiyordu. Eski Tıpta hekimler bunu üç ayrı şekilde işleyerek başardılar. Taze güllerin damıtılması ile elde ettikleri gülsu-yu veya gülyağı şeklinde. Taze güllerin şeker veya balla muamelesiyle üretilen gül macun-ları şeklinde. Bir de taze güllerin zeytinyağı ve susamyağı içinde bekletilmesi ile hazırlanan gül iksiri de denen yağlar şeklindedir. Bilgilerin Toplanması Gülün tedavideki yerini incelemeye MS. I. yüz-yılda yaşamış olan Dioscorides’in “Materia Medica” sından başlayabiliriz.5 Bu tıp kitabın-da; Gülü zeytinyağı ve şarap içinde bekleterek ilaç hazırlıyor veya kurutulmuş güllerden ko-kulu toplar yaparak güzel kokusundan fayda-lanıyordu. 9. Yüzyılda yaşayan büyük hekim Al-Kindî’nin Akrabadin kitabında6 yer alan tedavide kullanılan formüllerin içinde gül de vardır. Burada gül özellikle; Mide ağrıları, ül-serler, karaciğer hastalıkları, ağrıyan boğaz ve ağız hastalıklarında hazırlanan ilaçların en önemli maddesidir. Ayrıca gül yağını yanıklar, ülser yaraları ve hemoroit merhemlerinin ter-

5 Gunther, Robert T, “The Greek Herbal Of DIOSCORI-DES”. Illustrated By A Byzantıne A.D. 512. Englıshed By John Goodyer A.D. 1655.Edıted and Fırst Prınted A.D. 1933. Hafner Publıshıng Co. 1959. 6 Martın Levey, The Medical Formulary or Aqrabadhın of Al-Kındı, (Translated with a Study of İt’s Materia Me-dica) London 1966.

kibinde kullanır. 9. yüzyılda yaşamış olan bir diğer hekim Dînaverî’dir. “Gül bütün ağaçla-rın nurudur, bütün çiçeklerin şahıdır” diye baş-ladığı bölümünde kırmızı, beyaz gülleri tanıtır, Arabistan’da bahçelerde ve dağlarda güle sık rastlandığını yazar. Tedavide de gülsuyunun ferahlatıcı etkisini kullanır, serinletici nite-liğinden dolayı ateşlenmelerde gül suyunu, baştaki hastalıklarda gül yağının başa sürül-mesini tavsiye eder; “Bunlar başın ateşini alır teskin eder” der.7

İbni-Sînâ, 11. yüzyılda yaşamış ve yazdığı kitaplarla Doğuda ve Batıdaki tıbbı yüzlerce yıl etkilemiş olan İbni Sina öncelikle gülsuyu ve gülyağının kokusunun etkisini yazar; “Hoş kokusundan dolayı ruha hitap eder” diye yazar “Onun rahatlatma etkisi vardır, bayılmalarda ve hızlı atan kalplerde çok yararlıdır “ der. Gülsu-yunun hem ruha hem de akla olan etkisini vur-gularken beynin çalışma ve algılama gücüne faydalı olduğunu da belirtir.8

İbnül- Baytar’ın “ el-Müfredât” kitabı,9 Şir-7 Dînaverî (ölm. 895) Ebû Hanîfe Dînaverî. 9.yy da ya-şamış botanikçi. “Kitâbü’n-Nebât” tıbbi bitkiler ve bo-tanik hakkında yazdığı Ansiklopedik eseridir. 8 İbni Sina , “el-Kanun” Türkçe çevirisi Hüseyin el-Tokadi, “Tehbizu’l-Mathun. Ragıp Paşa nr.1335 El-Kanun Fi’t-Tıbb, İbn-i Sina, İkinci Kitap, Türkçeye Çev. Prof.Dr. Esin Kahya, Atatürk Kültür Merkezi Baş-kanlığı Yay. Birinci Baskı Ankara 2003.9 İbni Baytar, Ebn Baithar, Arapçadan Almanca ter-cümesi; 1.Kitap,Joseph v. Sontheimer; Große Zusam-menstellung über die Kräst e der bekannten einfachen

Page 18: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

18

vanlı Mahmud’un “ Kemâliye” si,10 Gerede-li İshak b. Murat’ın “Edviye-yi Müfrede”si,11 Salih bin Nasrullah’ın “Gayet-ül Beyan Fi Tedbir-i Beden-il İnsan” ı,12 Celâlüddin Hı-zır (Hacı Paşa) “Müntahab-ı Şifâ”sı,13 Tabîb İbn-i Şerîf’in “Yâdigâr “ı,14 Abdülvehhâb bin Yûsuf ibn-i Ahmed el-Mârdânî’nin “ Kitâbu ’l-Müntehab fî’t-Tıb”,15 Muhammed bin Mahmûd-ı Şirvânî’nin “Mürşid”,16 Eşref Bin

Heil- und Nahrungsmittel von Abu Mohammed Ab-dallah Ben Ahmed aus Malaga bekannt unter den Na-men Ebn Baithar, I.Band Stuttgart 1840.2.Kitap 1842, Hallberger’sche Verlagshandlung.10 Şirvanlı Mahmud, Kemâliye.( 1430) (Giriş-İncele-me-Cümle Bilgisi-Metin-Sözlük) İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yay. No. 3255. Haz. Muhammet Yelten. İstanbul, 1993. 11 Geredeli İshak b. Murat, Edviyei Müfrede, Fatih Mil-let Kütp. no 109.12 Salih bin Nasrullah, Gayet-ül Beyan Fi Tedbir-i Beden-il İnsan. Çev. Abdi Özkök . “İnsan Sağlığı ve Sağ-lığı Koruma Yöntemleri” 1. Kitap. Ve-Ga Yay. Ankara, 199113 Celâlüddin Hızır (Hacı Paşa) Müntahab-ı Şifâ, Giriş Metin, Zafer Önler, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu Yay. 559, Ankara, 1990.14 Tabîb İbn-i Şerîf “Yâdigâr” 15. yüzyıl Türkçe Tıp ki-tabı Yâdigâr-ı İbn-i Şerîf, Ed. Orhan Şahin, Yerküre Yay.. Cilt 1 ,İstanbul, 2003; Tabîb İbn-i Şerîf, Yâdigâr, 15. yüz-yıl Türkçe Tıp kitabı Yâdigâr-ı İbn-i Şerîf, Proje Danışmanı A. Altıntaş, Haz. Y. Okutan, D. Koçer, M. Yıldız. Yerküre Yay. Cilt 2, İstanbul, 2004. 15 Abdülvehhâb bin Yûsuf ibn-i Ahmed el-Mârdânî. Kitâbu’l-Müntehab fî’t-Tıb.(823/1420). Haz. Ali Haydar Bayat, İstanbul, 2005. 16 Muhammed bin Mahmûd-ı Şirvânî, Mürşid (Göz Hastalıkları). Haz. Ali Haydar Bayat, Necdet Okumuş. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay. Ankara, 2004,

Muhammed’in “ Hazâ’inü’s-Saâ’dât”17 adlı tıp kitapları incelendiğinde gülün ilaç olarak kul-lanımına geniş yer veririler. Bu tıp kitapların-da yer alan etkileri şöylece özetleyebiliriz. EtkisiGül macunu, şerbeti gibi şekerli ilaçlar mide ve karaciğeri koruyucu olarak tavsiye edilir.Hazımsızlıklarda, sindirimi kolaylaştırmak amacıyla özellikle ziyafetlerden sonra gül ma-cunu yenilmesini şiddetle tavsiye ederler. Ka-raciğer hastalıklarında gül şurubu içirilerek tedavi edilmesinde hekimler hemfikirdirler. Hamile ve loğusa hanımlar için de gece ya-tarken bir kaşık gül macunu özellikle tavsiye edilir. Hafif müshil etkili olup, bulantılarda ra-hatlatır.

Gülyağı, gül iksiri dediğimiz, gülün zeytinya-ğında bekletilmesi ile hazırlanan ilaçlar deri hastalıkları için kullanılıyordu. Derideki ka-şıntılarda, çıban, kabarcık, hatta uyuz gibi hastalıklarda bu yağın sürülmesinin çok etkili olduğu, vücuttaki ağrı, sızı şişlikler, kabar-cıklar ve sivilceler üzerine sürülmesinin de bu hastalıkları def ettiği yazılır.

Gülsuyunun ele dökülüp koklanması ile ferah-latıcı, rahatlatıcı ve serinletici etkisi hemen fark edilirdi. Osmanlı hekimlerine göre gülsu-

S. 34217 Eşref bin Muhammed, “Hazainüs Saadat” 1460(H.864), Haz. Bedi N. Şehsuvaroğlu, Türk Tarih Kurumu Yay. IX. Seri- Sayı 9, Ankara, 1961.

Page 19: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 19

yu; Ruhsal ve duygusal yapıları kuvvetlendirir, beyni ve aklı güçlendirir, Beden ve yaşam kuv-vetini arttırır, heyecandan oluşan kalp atışları-nı düzenlerdi.

Ayrıca baş ağrısını geçirir, iğrenme, öğür-meyi ve kusmayı dindirir, Göz kanlanmaları-nı ve ağrılarını geçirir, dişetlerini güçlendirir, sarhoşluğu ve onun verdiği baş ağrısına ça-redir. Bu sebeple hekimler gülsuyunu reçetelerinde çok kullanırlar.

Bilimsel AraştırmalarGülün Eski Tıpta etkili bir ilaç olması sebebiyle, bu-günkü tıp araştırmaları içinde acaba gül ilaç olarak araştırıldı mı diye baktığı-mızda bu konuda yazılan birkaç makaleye dikkat çekmek isteriz; 2005 yılın-da Kanada’da yayınlanan bir araştırma dergisinde-ki çalışma (Biochem, Cell Biol, 83: 78–85, 2005) Gül çiçeği çözeltisi ile fareler üzerinde yapılmıştı. Bu çözeltinin an-tioksidan aktivitesini arttırdığı, lipid peroksi-dasyonunu düzenlediği ve bu sayede farelerin yaşama süresinin uzadığını gösterilmişti.

2007 yılının ilk aylarında Science dergisin-de yayınlanan bir diğer araştırma da, Lübeck

Üniversitesi araştırmacısı Björn Rasch’ın ça-lışmasıydı. İnsanlar üzerinde gül kokusunun belleğe etkisi konusunda Rasch ve ekibinin yaptığı çalışmada; gül kokusu yardımıyla beyindeki süreçler daha yakından incelen-miş ve hatırlamaya olan etkisi gösterilmiş-tir; Manyetik rezonans görüntülerinde de gül kokulu odada uyuyan deneklerin hipokampüs bölgesinde daha yüksek etkinlik saptanmış ol-

duğu yazılıyordu. Hafızaya etkisi bir başka araştırıcı tarafından da tespit edildi; Fırat Üniversitesi Tıp Fa-kültesi Anatomi Anabilim Dalında çalışan bir gurup araştırmacı, 2007 yılında yaptıkları bir deneysel ça-lışmayla, gül yağı aroma-sının sıçanların öğrenme davranışları üzerine et-kisini araştırmışlar ve sonuçta kokulu Isparta gül yağının öğrenme ve hafı-za üzerine faydalı etkisi-ni tespit etmişlerdi.

Diğerleri2007 yılında “Pharmaceutical Biology” der-gisinde yayınlanmış olan bir araştırmada Hindistan’da Amala Nagar Kanser Araştırma Merkezi’nde Rosa Damascena’nın antioksidan etkisi ve karaciğerdeki etkileriyle kanserde yardımcı olabileceği konusu “Antioksidan, He-

Page 20: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

20

patoprotective eff ects of Rosa damescena” baş-lığıyla yer almıştır.

Bizim Araştırmalarımız 2007 yılının Mayıs ayında “Gülsuyu, Tarihte, Tedavide ve Gelenekteki Yeri” adlı kitabım çıktı ve Haziran 2007 tarihinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji (Genetik Bilim Dalı) bir proje başlattı. Projenin çıkış noktası: Gül’ün tarihte çok eski dönemlerden beri kadınlar ta-rafından kırışık giderici olarak kullanılması idi. Projeye kaynaklık eden bilgi kitabımdaki sene-lerce kullanım alanı idi. Projenin hareket nok-tası: 2005 yılında yayınlanan (Biochem.Cell Biol. 83;78-85) adlı bilimsel dergide yayınla-nan makale; “Rosa rugosa’nın çiçek ektrelerinin antioksidan enzim aktivitesini artırdığı, lipid pe-roksidasyonunu düzeltici etkisi” başlıklı araştır-ma idi. Kanada’da yayınlanan bu araştırmada rosa rugosa kullanılıyordu. Cerrahpaşa gurubu bu metodu Rosa Damescena’ya uyguladılar. Kan hücreleri ile çalışıldı ve “Evaluation Of In Vitro Antioxidant Activity And Cytotoxi-city Of Rosa Damascena Extract Using By Peripheral Blood Lymphocytes As Model System” başlığı ile bu çalışma Barselona’da sunuldu.18 Bildiride kullanılan metot göste-

18 “Evaluation Of In Vitro Antioxidant Activity And Cytotoxicity Of Rosa Damascena Extract Using By Pe-ripheral Blood Lymphocytes As Model System,” Gönül Kanigur-Sultuybek, Gülçin Tezcan1, Çiğdem Bayram Gürel1, İlhan Onaran1 (Istanbul University, Cerrahpaşa Medical Faculty Department of Medical Biology1); Ay-ten Altıntaş2 (Istanbul University, Cerrahpaşa Medi-

rildi.19 Güllerin kan hücrelerinde bozulan do-kuları düzelttiği ve gençleştirici etkisi olduğu gösterildi.

DNA Hasarlarını Tedavi Cerahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Ana-bilim Dalı, Genetik Bilim Dalından Prof. Dr. Gönül Kanıgür ve Doç. Dr. İlhan Onaran baş-kanlığındaki çalışma gurubunun yaptığı ça-lışma ile “Oksidatif Stresin İndüklediği Sitoksite ve DNA hasarları üzerine Rose Damascena’nın Etkisi” gösterilmişti. Bu etki kısaca şöyle özetleniyordu; Hücre metaboliz-masının ve çevresel faktörlerin etkisi altında hücre ve dokular yoğun oksidatif stres altında kalmaktadır. Organizma bu strese karşı çok çeşitli antioksidan sistemleri ile karşı koymak-tadır. Antioksidan savunma mekanizmalarının yetersiz kaldığı durumlarda hücrenin çok çe-şitli komponentleri hasarlanabilmekte, bunun sonucunda bazı patolojiler ortaya çıkabilmek-tedir. Antioksidan savunma mekanizmaları-nın ilerleyen yaşla birlikte zayıfl adığı ve buna bağlı oksidatif stresin arttığı gösterilmiştir.

cal Faculty, History of Medicine Department2), Kerim Alpınar3 (BIOTA Herbal Cosmetic Laboratories Ltd. Co.3), Electronic fi le number : A1340367_Kanigür.pdf 19 Preparation of rose-fl ower extract Dried rose fl ow-ers from mainland Turkiye (Denizli-Başmakçı province, Başmakcı rosa cooperative) collected in June 2007 were masserated in distilled water for 24 h and then boiled under refl ux for 4 h. Ast er cooling, the extract was fi ltered using fi lter paper, and the fi ltrate was ly-ophilized. The resulting powder was used in the study.

Page 21: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 21

Gül yapraklarının ekstresi bu hasarı tedavide etkili idi.20

Deri Üzerine Etkisi Cerrahpaşa gurubu Gül ekstresinin kan hüc-releri üzerine etkisini 2008 yılında gösterdi-ler. Bu çalışmanın arkasından 2009 yılında bu ekstrenin deri hücrelerine etkisi araştırılmaya başlandı. Oksidatif stresin etkilerinin görüldü-ğü organlardan biri de deri idi ve günümüzde çok çeşitli kozmetik ürünlerde değişik antiok-sidan bileşikler kullanılarak yaşlanma etkisi ile oluşan derideki oksidatif hasarların önüne geçilmeye çalışılmaktaydı.. Fibroblast (deri) hücreleri üzerine etkisi çalışmalarına Haziran 2009 Sebat Gül den alınan numunelerle baş-landı. Ocak 2010 da etkisi bilimsel olarak an-lamlı olduğu tespit edildi.

Diğer Bilimsel AraştırmalarSüleyman Demirel Üniversitesi’nde kurulan “GÜLAR”da, gül araştırmaları konusunda ya-pılan araştırmalarda gül çiçeklerinden elde edilen ekstrenin antioksidan ve anti-bak-teriyel etkisi Mikrobiyolojik olarak göste-rilmiştir.

20 In conclusion, our results suggest that the aqueous extract of Rosa damascena fl ower in concentrations of about 20 mg/ml has antioxidant properties against Cu-mOOH-induced oxidative stress and cytotoxicity under the experimental conditions tested. It is concluded that these results support the associated health promoting potential of Rosa damascena fl ower and in particular against oxidative stress.

SonuçBugünkü bilimsel araştırmalarda “Eski Tıp” kaynak olabilir mi diye düşündüğümüzde, bu-nun pek ala mümkün olabileceği hatta çok faydalı olabileceğini düşünüyorum. Yüzlerce yılın tecrübesiyle şekillenmiş ve denenmiş bu bilgiler yeni araştırmalara yön çizebilir. Eski Tıptan yararlanmak isteyen araştırıcı ne-reden ve nasıl bu bilgilere ulaşacak. Burada çok önemli ve üzerinde durulması gereken nokta-lar var. Birincisi bu metinlerin okunmasıdır. Bu çok önemli metinlerin okunmasını bu dili çok iyi bilen uzmanlar yapmalıdır. Yoksa inanılmaz hatalı ve yanlış bilgilere gidilir. İkinci nokta bu Eski Tıbbın hangi kitapları kullanılmalıdır. Bu da çok önemle üzerinde durulması gereken noktadır. Klasik ve önemli hekimlerin yazdığı tıp kitaplarının yanı sıra bu kitaplardan kop-ya edilmiş ve iyi anlaşılmadığı için anlamlarını çok yitirmiş eski metinler de mevcut. Üçüncü ve çok önemli bir nokta da bugünkü dille oku-duğumuz metinlerden ne anladığımızdır. Eski Tıp metinlerinin anlaşılması için mutlaka ve mutlaka o ilmin kavramlarının ve terminolo-jisinin bilinmesi gerekir. Aksi takdirde yanlış anlaşılabilir ve araştırıcıyı yanlış yönlendirir. Bütün bu sorunları çözecek ve araştırıcıya yardımcı olacak olanlar bu konuda ihtisaslaş-mış tıp tarihçileridir. Tıp tarihi ile uğraşanlar özellikle tedavi alanında kullanılan bu ilmi bi-lirler. Eski Tıbbı kullanırken; nasıl okuyacağız, nasıl ayıklayacağız ve nasıl anlayacağız bunla-rın bilinmesi lazım. Bunun için de iletişim şart.

Page 22: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

22

Araştırıcı, tıp tarihçisi, dilci bir arada olursa ve bu iletişim araştırma boyunca devam ederse çok yararlı olacağına inanıyorum. Hepsinden önemlisi Eski Tıbbın önemini fark etmek ve bunu kullanmaya niyetlenmektir. Arkası gelir. Büyük şair Fuzûlî’nin dediği gibi; Bütün dert-lerine şifa arıyorsan gül bahçesine git. Gül bahçesinde her derde deva vardır. Çünkü gül goncası sanki şifa sunan gül şerbetinin içinde bulunduğu kap gibidir.Bulunur her derde İstersen gülistanda devâHokkasında goncenün san kim şifa cüllâbı varFuzûlî

Page 23: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 23

Page 24: Gül Şehri Diyarbakır

OSMANLI TIBBINDA GÜLLE TEDAVİ

Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞİstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji A.B.D.

Page 25: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 25İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji A.B.D.

GİRİŞTıp ilmini ve tedavi sanatını İslam Medeniye-tinden alan Osmanlı hekimleri yazdıkları tıp kitaplarının çoğunda gül ve gülden yapılan ilaçlardan bahsederler. Bu tedaviler o günkü tıp kuralları içinde yapılır.

Tıbbın tarihi bir yerde tedavi sanatının tarihi-dir. İnsanlığın ilk dönemlerinden itibaren heki-min ilk görevi hastalığı teşhis etmek ve ikinci görevi onu tedavi etmekti. Hastalıkları tedavi etme sanatı insanlığın ortak bilgi birikimidir. Çünkü tarihin her döneminde farklı bir mede-niyet tıp meşalesini önde götürmüştü. Diğer medeniyetler de bu bilgileri aldılar kullandı-lar ve ilaveler yaptılar. Antik dönemlerde Çin, Hint, Mezopotamya ve Mısır medeniyetlerinde tıp ileri gitmişti ve birbirleriyle iletişim için-deydiler. Antik dönem İyonya ve Yunan me-deniyeti bu bilgilerin üzerine pek çok ilaveler yaptı. Ortaçağ’da bu meşaleyi İslam medeni-yeti aldı. Diğer bilimlerde olduğu gibi tıpta da bilgileri toplayıcı ve yenilerini ilave edici rolü-nü yerine getirdi. Bu bilgilerin Avrupa kıtasına geçmesinden sonra diğer bilimlerde ve tıpta yenilenmeler, reformlar yapıldı. Tıptaki bu-lunduğumuz yer bu yenilenmelerin devamıdır. Tedavi sanatında gül de bu gelişmelerin içinde aynı serüveni takip etmiştir. Osmanlı hekimle-ri için de gül vazgeçilemeyen bir ilaçtı.

Gülün tedavi kitaplarında yer almasını ilk ki-taplarından itibaren izleyebiliyoruz. Tıp tarihi-

nin bu çok geniş döneminde ve böylesine ge-niş bir coğrafyadaki tıp kitaplarında yer alan gülün tedavideki yerini ancak özetleyerek an-latabiliriz. Burada benim katkım ancak daha iyi bildiğim Osmanlı tıp kitaplarındaki gülle tedavi olacaktır.

Tıp kitapları dikkatle incelenirse, gülün pek çok değişik hazırlanma teknikleri ve farklı ilaç şekillerinin olduğunu görürüz. Buradaki konumuz gülsuyu olduğu için bu çeşitlerden yalnızca üç gurubu ele alabiliriz; “Gülsuyu, Gül macunu, Gül yağı” Gül macunu; en önemli şe-killerinin gülsuyu ile hazırlandığından, gülyağı ise gül kokusunun korunması esası ile hazır-landığından bu konuda yer almışlardır.

Tedavide Gül Üçlemesi; Gül Suyu, Gül Ma-cunu, Gül YağıGül suyu, gül çiçeklerinin damıtılmasıyla, gül macunu; Güllerin şeker ya da balla reçelden daha koyu kıvamda hazırlanmasıyla, Gül yağı ise güllerin susam yağı veya zeytin yağında güneşte bırakılarak içindeki faydalı maddele-rinin yağa geçmesiyle elde edilirdi. Bu üç ha-zırlama tekniği hekimlerin bilgilerine ve kendi uygulamalarına göre farklılıklar göstermekte-dir. Teknikler farklılık gösterse de etkileri ve bu etkilerinin teorik içeriği aynıdır, değişme-miştir. Ta ki tıbbın temellerinin değişmesine kadar. 18. yüzyıldan sonra iyice belirginleşen “Yeni Tıp” ta bitkilerin tıptaki yeri azalır, 19. yüzyıldan sonra sahneye kimya fabrikalarında

Page 26: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

26

elde edilen etkili maddeler çıkar. Gül de ge-leneksel tıp uygulayanların kitaplarında bir müddet daha boy gösterecek ve zaman içinde unutulacaktır.

Tıp Kitaplarında Gül SuyuGül suyunun tedavideki yeri tıp kitaplarını veya ilaç bilgisini(farmakoloji) veren kitapları incele-yerek öğrenebiliriz.

Tıp tarihinde tedavi kitabı(farmakoloji, ilaç bilgi-si kitabı) denince akla Dioscorides’in kitabı gelir. MS 1. yüzyılda Adana yakınlarındaki Anabarza’da doğup büyüyen bu hekim aynı zamanda Roma ordusunda cerrah olarak görev yapmıştı. Dios-corides tıbbın tedavi sanatına ve ilaçlar bilgisi-ne çok meraklı idi. Tıbbi bitkiler konusunda çok önemli bir kitap yazmıştı21. Tıp tarihinde “Mate-ria Medica” diye tanınan bu kitapta gül de yer alır.22 Dioskorides damıtılarak elde edilen gülsu-yundan bahsetmez. Fakat gülün vazgeçilemez kokusu için o sıralar çok kullanılan ve kadınlar arasında moda olan bir çeşit gül preparatından bahseder. “Rhodides” (Pomanders of Roses) isimli bu preparat taze güllerden yapılıyordu. 40 dragms kuru gül, 5 dragms Hint sümbülü,(İndian

21 Pedanios, Dioscorides, MS 64-70 yıllarında yunan-ca yazdığı kitap Perihyles İatrikes, Latinceye, Materia Medica, Arapça’ya da, Kitâbü’l-Haşâyiş, olarak çevril-mişti.22 Gunther, Robert T., “The Greek Herbal Of DIOSCO-RIDES”. Illustrated By A Byzantıne A.D. 512. Englıshed By John Goodyer A.D. 1655.Edıted and Fırst Prınted A.D. 1933. Hafner Publıshıng Co. 1959.

Nard) ve 6 dragms mür(myrrh ağacı) hepsi bir-likte iyice ezilir ve 3 metelik (Oboli) toplar pas-tiller şeklinde yapılır, gölgede kurutulur ve ağzı iyice kapatılan bir kapta saklanırdı. Kadınlar hoş kokulu bu pastilleri boyunlarına kolye yerine ası-yorlar böylece güzel kokusu her zaman burunla-rına geliyordu. Gerektiğinde bu pastilleri öğüte-rek banyodan sonra pudra gibi kullanıyorlardı.23

Dioskorides gülün güzel kokusunu yağlar içine alarak kullanılmasını da yazmakta. Yağlı mer-hemler (Oıntments) bölümünde Gülyağını hazır-lanmasından bahseder. Gül yapraklarının suda maserasyonu ve zeytinyağında kaynatılması ile elde ediliyordu.24

9. Yüzyılda yaşayan büyük hekim Al-Kindi’nin Akrabadin kitabında yer alan tedavide kullanı-lan formüllerin içinde gül de yer alır. Kindî’nin Akrabadin’inde gül özellikle; Mide ağrıları, ülser-ler, karaciğer hastalıları, ağrıyan boğaz ve ağız hastalıklarında hazırlanan ilaçların en önemli maddesidir. Ayrıca gül yağını yanıklar, ülser ya-raları ve hemoroid merhemlerinin terkibinde kullanır25.

23 “The Greek Herbal Of DIOSCORIDES” . S. 69; sayı 130 RHODON Rosa lutea, rodon (of the Latin Rosa). sayı 131 Rhodıdes Pomanders of Roses; Pomanders of Roses, which they call Rhodides, are made ast er this fashion. Of fresh Roses.24 “The Greek Herbal Of DIOSCORIDES .S. 31; Oınt-ments, RHODINON. Preparation of Rosaceum ; rosa-ceum oleum .25 Martın Levey, The Medical Formulary or Aqrabadhın

Page 27: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 27

Gülün önemine inanan 9. yüzyılda yaşamış hekim ve botanikçi olan Dînaverî’dir26 . “Gül bütün ağaçların nurudur. Bütün çiçeklerin şa-hıdır” diye başladığı bölümünde kırmızı, be-yaz gülleri tanıtır, Arabistan’da bahçelerde ve dağlarda güle sık rastlandığını yazar. Tedavi-de de gülsuyunun ferahlatıcı etkisini kullanır, serinletici niteliğinden dolayı ateşlenmelerde gül suyunu tavsiye eder. Baştaki hastalıklar-da gül yağının başa sürülmesini tavsiye eder. Bunlar başın ateşini alır teskin eder der. Kita-bında ayrıca gül macunundan, gülden hazırla-nan değişik ilaçlar kitabında yer alır.27

Gülün tıptaki yerini çok iyi tarif eden bir baş-ka otorite de “tıbbın prensi” diye adlandırılan “İbn-Sînâ”dır 11. yüzyılda yaşamış ve yazdığı kitaplarla Doğuda ve Batıdaki tıbbı yüzlerce yıl etkilemişti. Onun kitaplarında tedavide gül ve gülsuyu yer alır. İbn-Sînâ öncelikle gülsu-yunu ve gülyağının kokusunun etkisini yazar “Hoş kokusundan dolayı ruha hitap eder” der “Onun rahatlatma etkisi vardır, bayılmalarda ve hızlı atan kalplerde çok yararlıdır “. Gülsuyunun hem ruha hem de akla olan etkisini vurgular

of Al-Kındı, (Translated with a Study of İt’s Materia Me-dica), London, 1966. 26 Dînaverî (ölm. 895) Ebû Hanîfe Dînaverî. 9.yy da yaşamış botanikçi. “Kitâbü’n-Nebât” tıbbi bitkiler ve botanik hakkında yazdığı Ansiklopedik eseridir. Bilgi için Muhammed Hamidullah‘ın yazdığı makale; Diyanet İşleri İslam Ansiklopedisi. Cilt 2, İstanbul.27 Dînaverî (ölm. 895) “Kitâbü’n-Nebât” adlı eserin-den aktaran hekim İbnül- Baytâr’dır .

ve beynin çalışma ve algılama gücüne faydalı olduğunu yazar; “anlayış gücünü arttırıp, bel-leği güçlendirir”.der. İbn-Sînâ gül suyunun ve gül yağının serinletici etkisinden dolayı sıcak ve ateşli vücutları tedavi ettiğini yazar. Başta-ki hastalıklarda ve beynin çeşitli nedenlerden doğan ateşli hastalıklarında “onun başlangıcı ve sonrasında çok etkili” olduğunu yazar. Gül-yağını müshil olarak da kullanılmasını tavsiye eder; içilince boşaltılması gereken maddeleri boşaltır.28

Dioscorides’in Materia Medica’sın dan sonra tartışılmaz en büyük farmakoloji eseri yazan İbnül- Baytâr’dır. 2500 ilaç maddesini yazdığı önemli eseri “el-Müfredât” bu konuda yazı-lan en geniş bitkilerle ilgili kitaptır; Bu kitap-ta gül den elde edilen ilaçlar geniş yer alır.29 13. yüzyılda yaşayan İbnül-Baytâr eserinde gülsuyunu yeri geldikçe bir çok bölümde anla-tır. İbnül-Baytâr Endülüslü olduğu halde tıbbi bitkileri araştırmak için uzun yıllar Orta Doğu, Yunanistan ve Anadolu’da dolaşmıştı. Kendisi en güzel ve keskin kokulu güllerin Nisibis (Nu-28 İbn-Sînâ, El-Kanun Fi’t-Tıbb, İbn-i Sina, İkinci Kitap, Türkçe’ye Çev. Esin Kahya, Atatürk Kültür Merkezi Baş-kanlığı Yay. Birinci Baskı Ankara 2003. s. 205.29 İbnül- Baytâr’dır, el-Müfredât, kitabının Almanca çevirisi; Joseph v. Sontheimer; Große Zusammenstel-lung über die Kräst e der bekannten einfachen Heil- und Nahrungsmittel von Abu Mohammed Abdallah Ben Ahmed aus Malaga bekannt unter den Namen Ebn Baithar, II.Band Stuttgart 1842, Hallberger’sche Ver-lagshandlung S. Cilt 2 s. 582-585 Ward. Ahmet Ataman tarafından tercüme edildi.

Page 28: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

28

saybin) de yetişenler olduğunu yazar. Gülsu-yu, içine gül atılıp, hafif ateşte ısıtılıp kokuları suya karışan boynuzlu imbikte hazırlanır der. Gül suyunu koklamanın, ferahlatıcı etkisi üze-rinde durur mide bulantısına faydalıdır. Kokusu iğrenme, öğürmeyi ve kusmayı dindirir, mideyi güçlendirir, koklayınca baş ağrısını geçirir der. İbn-Sînâ gibi gülsuyunun beyne etkisinden İbnül-Baytâr da bahseder; Gülsuyu aklı, beyni kuvvetlendirir ve duyuları keskinleştirir, yaşam kuvvetini arttırır, heyecandan dolayı aşırı kalp atışında faydalıdır, güzel kokulu kuvvetiyle be-deni güçlendirir der. Gülsuyunun içilmesiyle de faydalı neticeler alınacağını yazar; Gülsuyu içilirse mide bulantısına faydalıdır. Mideyi güç-lendirir, kan tükürmeye karşı faydalı hizmetle-ri bulunur, şurubu da yapılabilir. İbnül-Baytâr gülsuyunun kaynatılarak, buharına başı tut-manın da tedavi edici etkilerini yazar. Bu uy-gulamanın yeni başlayan göz hastalıklarını tedavi ettiği ve hastalığın ilerlemesini önle-diğini yazar. Ayrıca bu uygulamanın fazla içki içenler için de faydalı olduğunu yazar; Kafaya gülsuyu buharı uygulanırsa sarhoşluğu ortadan kaldırıp, baş ağrısını hafifl etir. Bu etkiyi 9. yy da yaşayan büyük hekim Ebû Bekir Er-Râzi de “Kitâbü’l-Hâvi” de; Gül sarhoşluğu hafifl etir di-yerek belirtir30.

Osmanlı Hekimlerine Göre GülsuyuTıp ilmini ve tedavi sanatını İslam Medeniye-tinden alan Osmanlı hekimleri yazdıkları pek 30 İbnül- Baytâr’ın, age. s. 482.

tıp kitaplarının çoğunda gül ve gülden yapılan diğer ilaçlardan bahsederler. Bu tedaviler o günkü tıp kuralları içinde yapılır. Osmanlı tıb-bında yer alan gülün tedavideki yerini ve han-gi mekanizma ile etkili olduğunu anlayabilmek için o zamanki tıp anlayışına biraz değinmek gerekir.

Osmanlı Tıbbında insan bedeni ve onun hasta-lıklarını anlatırken insanın içinde olduğu dünya ve onun da içinde bulunduğu evren ile birlikte düşünülür. Evrenin bir parçası olan içinde ya-şadığımız dünyada var olan her şey dört “Te-mel element” den (temel unsur) meydana gel-miştir. Bunlar; Toprak, Ateş, Hava, Su’ dur. Bu dört değişmez ve vazgeçilemez elementin bel-li oranlarda karışıp birleşmesiyle bu âlemdeki her şey meydana gelmiştir. İnsan da bu dört temel elementin belli oranlarda karışıp bir-leşmesiyle oluşmuştur ve bedendeki dört vaz-geçilemez sıvıyı da meydana getirmişlerdir. Osmanlı hekimlerine göre bedendeki “Dört Sıvı”(hılt, humor) bedenin sağlıklı olabilmesi için dengeli bir şekilde çalışmalıdırlar. Bu dört hılt; “Kan, Safra, Sevda ve Balgam” diye adlan-dırılan özel sıvılardı. Osmanlı tıbbına göre in-sanlar bu dört sıvının bedendeki etkisine göre dört ayrı mizaca sahiptiler. “Demevi, safravi, sevdavi ve balgami” mizaç olarak adlandırılan bu özellikler hekimin hastayı tanıması ve onu tedavi etmesinde önemli idi. Eski tıpta heki-min teşhis ve tedavide kullandığı bir başka ölçek de organların, hastalıkların ve ilaçların

Page 29: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 29

“nitelikleri” idi. “Dört temel nitelik”(sıfat, özel-lik, tabiat) hekim için çok önemli idi. Bunlar “sıcaklık, soğukluk, nemlilik ve kuruluk” tur. Osmanlı tıbbında hekimlerin hastalık teşhis ve tedavisi için bilmeleri gereken o hastanın ve o hastalığın tabiatı ve mizacı idi. O teşhise göre bedeni sağlıklı kılabilmek için dengeyi bozan özellikler zıtlarıyla dengeye getirilir ve tedavi edilirdi. Bu bilgi o devirde evrensel tıbbın bir parçası olup zamanla gelişmiş, Osmanlı he-kimleri de bunu en iyi şekilde kullanmak üzere geliştirmişlerdi.

Tenin Kokusunu Güzel EylerGül suyunun güzel kokmak maksadıyla kullanılması tıp kitaplarının konusu dı-şındadır. Fakat gene de gül kokusunun tedavideki yerinden bahsedilirken bu ko-nuya değinilir. Gül suyu ve gül çiçeğinin kurutulmuşu da bu amaçla kullanılmıştır. 15. yüzyılda yazılmış önemli bir tıp ki-tabı olan “Kemâliye” de “Teninun kokusı dayim gül kokusı gibi olması için” bir çe-şit pudra hazırlanmasını anlatır. Burada kuru gül yaprakları alınır, havanda dövüp toz haline getirilir. Hamamdan çıkılınca daha beden terli iken boynuna ve göğsü-ne ve koltuklarına sürülür. Öylece güzel gül kokusu gül rayihası tekrar yıkanın-caya kadar vücuttan çıkmaz. Burada bu formülün verilme sebebi “ruhun tedavisi”

içindir. “Kemâliye” in yazarı bu koku ruha-niyeti kuvvetlendirir ve kalbi pek safi eyler der ve “gül kokusunun meleklerin sevdiği koku “ olduğunu yazar31.

14. yüzyılda yazılan önemli bir tıp kitabı “Edviye-yi Müfrede” de; Hamamda sürülen bu gül pudrasından bahsediyor “ter kokusunu gü-zelleştirir” derken, hamam sıcağından oluşan “baş ağrısını” geçirdiğinden iki tarafl ı faydasını belirtir32.

17. yüzyılda Salih bin Nasrullah’ın “Gayetül Beyan” adlı kitabında da gülsuyu için “bede-ne sürülürse güzel koku verir ve başa sürülürse hararetten olan baş ağrısını geçirir” der33 . 18. yüzyılda Erzurumlu İbrahim Hakkı tarafından yazılan “Mârifetnâme” de gülsuyunu “tenin kokusunu güzel eder, ateşli baş ağrısını geçirir, baygınlığa faydası vardır” diye tanıtır34.15. yüzyılda yazılmış iki önemli tıp kitabı “Müntahab-ı Şifâ” ve “Yâdigâr” da hastalıktan 31 Şirvanlı Mahmud, Kemâliye( 1430) (Giriş-İncele-me-Cümle Bilgisi-Metin-Sözlük) İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yay. No. 3255. Haz. Muhammet Yelten. İstanbul 1993. s. 126 8a-132 Geredeli İshak b. Murat, Edviye-yi Müfrede, 1390 (H.792) Haz. Hamza Tekin, Adapazarı, 1995. s. 92.33 Salih bin Nasrullah, “Gayet-ül Beyan Fi Tedbir-i Beden-il İnsan”, Çev. Abdi Özkök. İnsan Sağlığı ve Sağ-lığı Koruma Yöntemleri, 1. Kitap . Ve-Ga Yay. Ankara, 1991.s. 115.34 Erzurumlu İbrahim Hakkı. Mârifetnâme .Tercüme eden Faruk Meyan. Bedir Yay.. İstanbul 1999.s.435.

Page 30: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

30

yeni kalkmışların ve loğusaların “hoş kokulu nesneler koklamaları” tavsiye edilir ki bu ko-kular içinde gül ön sıralardadır.35

Bayılmalarda Ferahlatıcı EtkisiGülsuyunun eskiden çok kullanılan bir şekli bayılmalarda kullanılmasıdır. Bayılanlara he-men bir gülsuyu şişesi getirip yüzünü başını ovmak Osmanlı adetlerinde çok uygulanı-yordu. Bu usul kaynağını hekimlerin tavsiye-sinden alıyordu; Salih bin Nasrullah “Gayetül Beyan” adlı tıp kitabında “ gülsuyu bayılmayı giderir, hararetten olan yürek kabarmasına karşı çok yararlıdır” der. Tıp kitaplarındaki bilgilerin önemli kısımlarını “Mârifetnâme” sine alan İb-rahim Hakkı “Gülsuyu baygınlığa faydalı, ateşli baş ağrısını geçiricidir” der. Mevlânâ Mesnevi-sinde “ bayılan bir deri tabaklayıcısının hika-yesi” de “….adamın başı döndü , olduğu yere düşüp yığıldı. Birisi, elini kalbine götürüyor, öbü-rü yüzüne gülsuyu serpiyordu.” diyerek bu tıp uygulamasını yazıyordu36 .

Gülsuyunun beyne kuvvet verici ve zekâyı açı-35 Celâlüddin Hızır (Hacı Paşa) Müntahab-ı Şifâ, Giriş Metin, Zafer Önler, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu Yay.: 559, Ankara 1990. s. 16. Tabîb İbn-i Şerîf , Yâdigâr ; 15. yüzyıl Türkçe Tıp kitabı Yâdigâr-ı İbn-i Şerîf, Ed. Orhan Şahin, Yerküre Yay.. Cilt 1,İstanbul 2003. s. 89.36 Mevlana Celalettin Rumi, Mesnevi, Tercemesi ve Şerhi. Terceme ve şerheden Abdülbaki Gölpınarlı. II. Baskı, Inkılap ve Aka Basımevi. İstanbul, 1983. Cilt IV. S. 370.

cı etkisi İbn-Sînâ ve İbnül-Baytâr tarafından belirtilmişti. Osmanlı hekimlerinden Geredeli İshak b. Murat37 ve Salih bin Nasrullah38 da ki-taplarında bu etkiyi bildirirler.

Baş Ağrısına İlaç Osmanlı hekimlerinin kullandıkları tıp kuralla-rı içinde sıcak nitelikli baş ağrılarında, ateşli hastalıklarda veya sıcak nitelikteki hastalık-ların sebep oldukları baş ağrılarında gülsuyu vazgeçilmez bir ilaçtı. Çünkü serinletici ferah-latıcı etkisiyle hastalığı geçirirdi.

15. yüzyılda yaşamış önemli hekimlerden Mârdâni “Müntehab” adlı eserinin baş hasta-lıklarını anlatan kısmında “(…)eğer sayrunun başı ağrıdığı halde gönlü döner ise gülsuyunu başına sürmek ve gülü , menekşeyi koklamak gerek..” der. Ayrıca çok içki içmekten hasıl olan baş ağrısı ve sıcak basmasında tedavi olarak başı gülsuyuyla ovmak gerektiğini bildirir39 . Aynı yüzyılda yazılan “Kitâbü’l Mühimmât” da; hastanın “sıcak” nitelikteki baş ağrısında gül-suyu ve gül yağıyla başı ovmanın, “kuru” ni-telikteki baş ağrısında gülsuyu ile hazırlanan şuruplardan içmesinin tedavi edici olduğunu yazar40 . Bu özellikler gülün ve gülsuyunun

37 Geredeli İshak b. Murat, age. s. 92.38 Salih bin Nasrullah, age. s. 115.39 Abdülvehhâb bin Yûsuf ibn-i Ahmed el-Mârdânî. Kitâbu’l-Müntehab fî’t-Tıb.(823/1420). Haz. Ali Haydar Bayat. İstanbul 2005. s. 99. Altıncı Makale başta olan illetleri bildirir. S. 100.40 “Kitâbü’l Mühimmât” Haz. Sadettin Özçelik. XV.

Page 31: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 31

“soğuk ve nemli” niteliğinden dolayıdır.

Ağız, Boğaz ve Kulak Ağrılarını Giderir14. yüzyılda yazılan tıp kitabı “Edviye-yi Müfre-de” de ağız ağrılarını ve acılarını gidermek için gülsuyu ile ağzı çalkalamak,41 “Gayetül Beyan” da ağız ağrısına gülsuyu sürmek42 tavsiye edi-lir. “Kitâbu’l-Müntehab” da ise “…kulak ağrısı kandan ve şişten olsa. …badam yağını gülsu-yuyla ve sirke ile bişürüb kulağa tamzurmak..” gerekmekteydi. Burunun şişip kabarmasında da “(…) nar şarabın gülsuyuyla virmek gerek ve sandalı gülsuyuyla ezmek gerek ve kar üstüne savudup bağıra yakmak gerek ve gülsuyun kar üstüne savudup başa dökmek gerek..” diyerek gülsuyunun vazgeçilmez etkisinden yararlanır. Ayrıca zatürree hastalığında da ateşi hafifl et-mek için esas tedavinin yanında “..döğülmüş gülü ve kafuru, gülsuyu ile ezeler ve göğüse sür-teler..” demektedir .43

Kemaliye’de Gülsuyunun sumak ile pişirilme-siyle elde edilen suyun göze sürülmesiyle kan-lanan kızaran göz ağrısını, göz kanlanmasına ilaç olduğu bildirilir.44

Şirvânî’nin “Mürşid” adlı tıp kitabında gülün

Yüzyılda Yazılmış Bir Tıp eseri, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay., Ankara 2001. 157 s.. s. 34.41 Geredeli İshak b. Murat, age. s. 92.42 Salih bin Nasrullah, age. s. 115-116.43 Abdülvehhâb bin Yûsuf ibn-i Ahmed el-Mârdânî, age. s. 114,115,118.44 Şirvanlı Mahmud( 1430), age.. s. 124 6a-7. göz marazların devaların bildirir 126 8a-1.

birinci derecede soğuk ve üçüncü derecede kuru olduğunu gülsuyunun göz ilacı olarak kullanılmasında “ göze istenmeyen maddeleri indirmez” olduğu belirtilir.45

Cilt Hastalıklarında GülsuyuDînaverî “Kitâbü’n-Nebât” adlı kitabında gülün etkisini; Gülü kurutup uylukta ve kasıkta olan çıbana koysalar fayda eder, eğer yenmiş derin çıbanlara vursalar et bitirir diyerek deri hasta-lıklarındaki etkisinden bahsetmişti 46.

“Edviye-yi Müfrede” de “(…)kurutulmuş gül uyuz olmuş vücutlara faydalıdır. İnsanın vücu-dunda olan sivilcelere sürseler giderir..”47 der. Salih bin Nasrullah’ın “Gayetül Beyan”da “(…)gülü kurutup dövüp ağız ağrısına sürseler iyi ge-lir, çiçek ve kızamık çıkan yerlere dövüp ekseler çok yararlıdır. 48 der. Aynı hastalıkları gülsuyu ile de tedavi ediyorlardı.

45 Muhammed bin Mahmûd-ı Şirvânî. Mürşid (Göz Hastalıkları). Haz. Ali Haydar Bayat, Necdet Okumuş. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay.. Ankara 2004 S. 342.46 İbnül- Baytâr’dan naklen. “ el-Müfredât” kitabının Almanca çevirisinden çalışılmıştır. Joseph v. Sonthei-mer; Große Zusammenstellung über die Kräst e der be-kannten einfachen Heil- und Nahrungsmittel von Abu Mohammed Abdallah Ben Ahmed aus Malaga bekannt unter den Namen Ebn Baithar, II.Band Stuttgart 1842, Hallberger’sche Verlagshandlung cilt 2 s. 482 Mâ el ward, aqua rosarum, Ahmet Ataman tarafından tercü-me edildi. 47 Geredeli İshak b. Murat, age. s. 92-93.48 Salih bin Nasrullah, age. s. 115

Page 32: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

32

Bebekler İçin Mama15. yüzyılda hekim Eşref bin Muhammed ta-rafından yazılmış önemli bir tıp kitabı olan “Hazâ’inü’s-Saâ’dât” ta çocukların sağlığını korumak için yapılması gerekenlerin yazıldığı bölümde; bebeğin beslenmesi için en uygun mamayı gülsuyu ile hazırlanmasını tavsiye eder. “Ufak bebeklerin bakıcılarının uymaları gereken kurallar” başlığı altında, bebeğin bün-yesi için uygun olan gıdalardan birisinin de bal ile gülsuyunun pişirilmesi ve bu suya batırılan ekmek ile bebeğin beslenebileceğidir ; “…Ak bal kim kefi (köpük) alınmış gülâbla kaynamış, kıvama gelmiş ola. Erte öğününe nâzik pişmiş ekmek içile şerbet eyliyeler, yedireler…” 49

Tedavide Gül MacunlarıOsmanlı tıp kitaplarında tedavi amacıyla gül ile hazırlanan ayrı bir gurup gül mâcunu. Bu başlık altında toplanabilen gurup içinde gül mâcunu, gül şerbeti, gül şurubu, cüllâb, gül-beşeker, gülengübin isimleriyle hazırlanma tekniği ve içeriği farklı olan ilaçlar yer alır. Gü-lün etkili maddelerinin şeker veya bal içinde muhafazası ile hazırlanan bu ilaçlar Ortaçağ-da İslam medeniyeti döneminden itibaren tıp kitaplarına girmişti. Şeker imalinin geliştiril-mesiyle bol miktarda elde edilen şeker, tıpta çok kullanılan bir konservan madde olmuştu. Daha önceleri bitkilerin etkili maddeleri şa-

49 Eşref Bin Muhammed, Hazâ’inü’s-Saâ’dât, 1460(H.864), Haz. Bedi N. Şehsuvaroğlu, Türk Tarih Kurumu Yay. IX. Seri-Sayı 9. Ankara 1961. s. 59-60.

rapla muamele edilerek şaraba geçiriliyor ve böyle kullanılıyordu. Dioscorides’in kitabında anlatılan “gül şarabı” buna güzel bir misaldir; Kırmızı kurutulmuş ve dövülmüş gül alınıp, bir bez ile bağlanıp üzüm suyu içine atılır. Kabın ağzı kapatılıp 6 ay beklenir. Sonra süzülür ve kaba boşaltılıp saklanır. Bu ilacın etkisi kitapta şöyle özetlenir; yemeği hazım ettirir, mide ağ-rısına iyi gelir, ishale faydalıdır50. Şeker, üretim tekniğinin gelişmesiyle kolay bu-lunan bir madde haline gelince ilaçların ham maddesi olmaya başlamıştı. Gül den elde edi-len ilaçlar da çoğunlukla şekerle hazırlanıyor-du. Osmanlı hekimlerinin çok kullandıkları ve şurupların çoğunun ana maddesi olan “cüllâb” da gülsuyundan şekerle elde ediliyordu.

Gülsuyundan Hazırlanan CüllâbAteşlenmeler dolayısıyla meydana gelen hara-reti susuzluğu azaltan, dindiren, mide hazım-sızlığını ve mide hararetini yok eden, kandan safradan olan ateşli titremeler için çok faydalı bir şurup olan “cüllâb” ın hazırlanma tekniği hakkında tıp kitaplarında bilgi verilir. Hekim bu ilaçların hazırlanmasını hastalıklar içinde yeri geldikçe tekrar eder. Bu bilgilere göre cüllâb’ın hazırlanma tekniğinin en çok kullanı-lanı şöyledir; Önce iyi kaliteli ve güzel kokulu gülsuyu ve şeker almalıdır Bunu İbn Şerif 15. yüzyılın güzel Türkçesi ile şöyle ifade eder; “…eyü ve gökçek râyihalu güllâb üç yüz dirhem, ak sâfî mükerrer şeker yüz dirhem alub..” Bir ölçü

50 Gunther, age. 1959. s. 69; madde 130.

Page 33: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 33

şekere üç ölçü gülsuyu katıp kalaylı bir tence-rede kaynatılır. Ateş çok şiddetli olmamalı ve bu sırada karıştırılmalıdır. Şurubun üstündeki kefi alınır ve şurup kıvamına getirilir. Hekimler cüllâbda kullanılacak şekerin yeterince temiz olmaması halinde önce şekeri az su ile hafifçe kaynatıp yumurta akıyla saf hale getirilmesi-ni bu arada kefinin alınmasını tavsiye ederler; “az az kaynadalar tamâm şekerin kefi cemî‘ ola kefgirle sâf ideler..” Böylece cüllabın kaliteli olacağı belirtilir.51

Cüllâbın hazırlanışı Kemaliye’de biraz daha farklıdır; Kalaylı bir tencereye yeterince şe-ker konulup şekerin üstüne çıkacak kadar su konur ve ezilir ve kor ateşte kaynatılır; “…şol kadar kaynaya. hatta kıvama gelmege yakın ola, andan sonra üç şeker kadar gül suyun ka-talar, kaynadalar defi indüreler, turınc kab üze-rine dökeler sovuyınca tura..”. Bu uygulamayı birkaç kere yaparlar ve her kaynatma sonun-da turunç kaba dökülüp süzülür, soğutulur. Bu işlem şurup kıvamına gelinceye kadar devam edilir.52

Bu şekilde hazırlanan cüllâb hekimin uygun gördüğü reçetelerin ana maddesidir. Buna tarçın, kakule, zencefil gibi sıcak etkili mad-deler ilave ederek “efâviyyelü cüllâb” , nilüfer, menekşe gibi tedavide kullanılan çiçeklerle kaynatarak nilüfer şurubu, menekşe şurubu

51 Tabîb İbn-i Şerîf , age. s. 240-241.52 Şirvanlı Mahmud, age. s. 147 27b-9.

hazırlanır53. Cülâba “…Aynı mikdarda sığırdili otu ve kâsni yaprağı ayrı ayrı döğülüp katılırsa Kalbe kuvvet veren, yüreğin oynamasını gide-rip ferahlatan bir ilaç olur.54

Sade hazırlanan cüllâb; Birden bire çıkan ate-şe, ateşlenmelerle çıkan hastalıklarda içildi-ğinde ciğere fayda eder, süddeleri açar.55

Celâlüddin Hızır’ın Müntahab-ı Şifâ adlı ese-rinde; Ateşli hastalıklar için hazırlanacak şer-betlerde cüllâbı kullanır; ekser mizaca yarar ve ıssı mizâclu kişilerim sıhhatin saklar dahi mad-deyi latif kılur ve ciğeri şovudur ve idrâr-ı bevl eder dahi safradan olan hastalıklara nâfı dür öksürügi olmasa56.

Cüllabı şeker yerine bal ile hazırlanırsa o za-man özelliği değişir. Serinletici değil ısıtıcı etkisi ön plana çıkar. Bu özelliği Celâlüddin Hızır yemekleri sindirici özelliğini belirtirken yazmıştır ;bal cüllâbın zist lü ya sakızlu küpe ko-yıcak ki bir kaç gün tura hamir gibi olur tacâmı sinirür diyerek Bir başka önemli formülünde balla hazırlanan cüllâbı; iki çölmek bal cüllâbın bir buçuk çölmek şireye katsa ve iki bellüt ağa-cı yüstin katsa tamâm olıcak çıkarsa bıraksa ve ol cüllâbdan iç se uyku getüre57 diyerek faydalı

53 Tabîb İbn-i Şerîf, age. cilt1. s. 240-241.54 Tabîb İbn-i Şerîf, age. cilt.2 s. 51.55 İbnül- Baytâr. el-Müfredât, cilt 2 s. 482 Mâ el ward, aqua rosarum.56 Celâlüddin Hızır, age. s. 198.57 Celâlüddin Hızır, age. s.205.

Page 34: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

34

olduğu konuda bir başka formül vermiştir.Cüllâbın tedavideki yerini 11. yüzyılda Türk Dünyası da biliyordu. Yusuf Has Hacib’in yaz-dığı “Kutadgu Bilig” adlı eserde ziyafetlerde cüllâb ikram edildiğini belirtiyor58.

Güneşe Arz Edilen MacunlarGülle hazırlanan mâcunların başında gelen “gül-be-şeker” ve “gülengübin” in ortak özellikleri mide için faydalı, sindirimi kolaylaştıran ve kara-ciğere kuvvet veren ilaçlardır.Gülbeşeker’e gül murabbası da denir, yapılışı kısaca şöyledir; taze gül yaprakları alınır, geniş gözenekli kalburdan geçirilir tohumları ayrılır. Bir ölçü gül yapraklarına üç ölçü dövülmüş şeker ilave edilir ve el ile iyice ovulur. Hepsi içi sırça-lı kaba konulur ve güneşe bırakılır. Kabın üstü-ne kıl bir elek kapatılır ki güneş ilacı bozmasın. Her gün elle ovulur ve mâcun haline getirilirken otuz gün güneşte bırakılır. Bu şekilde hazırla-nan gülbeşekerin faydası özellikle;“…midedeki balgamları azaldur, mideye, cigere kuvvet virür, ta’amı hazm itmege yardım olur..” diye belirtil-mektedir59. Gülbeşeker hamileler ve loğusalar için de tavsiye edilen bir ilaçtı. Hacı Paşa “Yüklü avratlar ve lohusalar tedbirin bildürür” başlıklı bölümünde; “…gece yatacak vakt gülbeşeker ye-düreler..” demektedir.60

58 Yusuf Has Hacib. Kutadgu Bilig. Çev. Reşid Rahmeti Arat. Türk Tarih Kurumu Yay. Ankara 1988,66. Bölüm. “Öğdülmiş Odgurmış’a Ziyafete Davet Usu-lünü Söyler”. Mısra 4656.59 Şirvanlı Mahmud, age. s. 144 22b.60 Celâlüddin Hızır, age. s. 16 -17.

Gül murabbasına 2 vakiyye bal daha katarak sırlı kaplara konur. Gülencübin gülbeşeker den daha sıcak özelliğe sahiptir. Bu sebeple Eşref bin Muhammed kusan hastalara gülencübin den yemelerini tavsiye eder. O dönemlerde kusmak da vücudun sağlıklı kalması için tavsi-ye edilen eylemlerdendi. Bu sebepten herkes evinde gülencübini bulundurmalıydı. Eşref bin Muhammed yaşlılıkta yenilmesi tavsiye ettiği gıdaların başında gülencübin gelir. Bunu yaş-lıların hast ada bir iki gün açken damla sakızı ile beraber yemelerinin çok faydalı olduğunu yazar. Kitâbü’l Mühimmât da cilt hastalıkla-rında gülencübin’den şurup yapılarak içilmesi tavsiye edilir.

Gülencübin hazırlanmasında şeker yerine bal konularak yapılır; 1 ölçü bal eritilir, kefi alınır ona 10 ölçü gül konulup karıştırılır ve güneşe bırakılır. Üç günde bir karıştırarak elli gün gü-neşte bırakılır. Sonra 1 ölçü daha bal katılıp kavanozlara yerleştirilir61. Etkisi “.. sıcak ka-rakterde olup, mide ve karaciğere kuvvet verir, sindirimi kolaylaştırır.”62

Gül Şurubu, Gül Şerbeti Osmanlı tıbbında gülden hazırlanıp tedavide kullanılan bir başka gurup; gül şurubu veya gül şerbetidir. Hazırlanışının macunlardan far-kı gülü önce su ile kaynatıp bu suyun şekerle muamelesi ile hazırlanmasıdır. Gül şurubunu

61 Celâlüddin Hızır, age. s. 184.62 Erzurumlu İbrahim Hakkı, age.s.435.

Page 35: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 35

kapsamlı olarak İbni Şerif anlatıyor; “…alalar tâze kızıl gül yaprağı n yüz direm kaynadalar ziyâde kaynamayup şöyle kim sehelce kayna-dalar benefşe gibi bir âşe kaynaya gülün kızıl rengi suya çıka gül yaprağı ağarmaya henüz kı-zıllıcak yaprakda kala eğer ziyâde kaynayacak olursa acı olur ve kuvveti gider benefşe ve gül ve nîlûfer ziyâde kaynamamak gerek nâzikdür kuv-veti gider hem ta‘âmı acı olur bezden süzeler iki yüz direm şeker katup kıvâma getüreler içeler nâfi‘ ola…” Bu şurubun daha kuvvetli olması istenirse yüz dirhem gül ve yüz dirhem şeker daha katılır. Hatta çok kuvvetli istenirse bu şe-kilde yedi defa tekrarlanabilir.63

Gül şurubunu Hacı paşa su yerine süt kullana-rak, Kemaliyede ise gül üzerine dökülen sıcak su ile hazırlanır. Hekimler gül şurubunun “…ıssı marazlar şerbetin şeker ile bişüreler so-vuk marazlar şerbetin balıla bişüreler..” di-yerek şeker ve balın etkilerinin farklı ol-duğunu belirtirler64.

Şerbetin hazırlanması için önemli olan hu-susta; kışın pişen şerbetlenin kıvamının çok koyu olmaması, yazın pişen şerbetlerin ek-şimemesi için kıvamının katı gerektiği be-lirtilir.65

Gül şurupları ve gül şerbetleri pek çok hasta-

63 Tabîb İbn-i Şerîf, age. s. 239,240,241.64 Celâlüddin Hızır, age. s. 139.65 Celâlüddin Hızır, age. s. 198.

lıkta başköşede bulundurulacak ilaçlardandır. İbnül- Baytâr “ el-Müfredât” adlı önemli ese-rinde faydalarını şöyle yazar;

“..midede olan balgamı cila eder, yemeği hazm ettirir,mide ağrısına ve ishale ve bağırsak çı-banlarına fayda eder,eğer bu şuruptan epey bir süre içseler içteki azaları güçlendirir,gülü bal ile pişirip gargara etseler boğaz ağrısına iyi gelir..”66

Kemaliye’de gül şurubunun harareti giderdiği, susuzluğu sakin eylediği, mide yanmalarına iyi geldiğini ve tabiatı yumuşattığı, yüreğe ve gönle ferahlık verdiği yazılır67.

Yadigârda gül şurubunu; mideye, karaciğere ve yüreğe kuvvet verdiğini, safrayı arttırarak vücuttan zararlı nesneleri attığını yazar.68

Kitab-ül mühimmat’ta boğaz ağrılarında ve bademcik hastalığında gül şerbetiyle gargara etmeyi, 69

Mârifetnâme’ de, iç organları kuvvetlendirir. Mürabbası sıcak olup mide ve karaciğere kuv-vet verir, sindirimi kolaylaştırır.70

66 İbnül- Baytâr, el-Müfredât, cilt 2 s. 482 Mâ el ward, aqua rosarum 67 Şirvanlı Mahmud, age. s. 139, 19a-2.68 Tabîb İbn-i Şerîf, age. s. 239-240.69 “Kitâbü’l Mühimmât” Haz. Sadettin Özçelik. XV. Yüzyılda Yazılmış Bir Tıp eseri, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay. Ankara 2001. 157 s.. 52-53.70 Erzurumlu İbrahim Hakkı. age. s. 435.

Page 36: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

36

Ateşli hastalıklarda bu şerbetleri soğuk suyla karıştırıp içilmesi öneriliyor. şerbetlerin içil-me miktarı en az on iki dirhemden en fazla yirmi beş dirheme kadardır.

İksir Gibi Etkili GülyağıOsmanlı hekimlerinin kullandığı gülyağı, bu-gün kullanılan gül esansı değildir. Güllerin da-mıtılması ile elde edilen gül esansı, tamamen aromatik bir yağdır. Eski tıpta kullanılan gül-yağı ise güllerin uygun bir sıvı yağ içinde bıra-kılarak içindeki maddelerin bu yağa çıkması ile yapılır. Çiçeklerden, meyveler, kabuklar, kökler gibi yararlı olduğu düşünülen her bitkiden bu şekilde yağ çıkarılır. Gülden hazırlanan yağ ise özel bir yere sahiptir. Osmanlı hekimlerinin “Mübarek yağ” “iksir gibi faydalı yağ” olarak tanımladığı bu yağ bazen susam yağı, badem yağı bazen de zeytinyağı ile hazırlanır.

Müntehabı şifa da “yağlar çıkarmak tarikasın bildirir” bölümünde gül yağı için birkaç formül verilir. Bunlardan biri; 100 dirhem susam yağı veya 100 dirhem tatlı badem yağına Kırk dir-hem gül yaprakları konulur bir sırçalı kapta yirmi gün güneşe bırakılır. Çiçekler perverde olunca süzülüp yağı ayrılır ve kullanılır71. Aynı hekim buna benzer şu formülü de verir; Dört ölçü susam yağına bir ölçü gül yaprağını şişe içine koyarlar yirmi gün güneşte bırakırlar sonra süzülüp kullanırlar. Bir başka teknikte; dört ölçü kabuğu çıkmış dövülmüş badem veya

71 Celâlüddin Hızır, age. s. 192.

susam alınır, bir ölçü gül diplerinden temizle-nir ve susama ilave edilir katılır güneşte iki ay durur sonra bu karışımı dövüp yağı çıkarılır.72

İbni Şerif Yadigârda; 40 dirhem gül 100 dir-hem susam yağı(şirugan) yağına veya tatlı ba-dem yağına veya zeytinyağına karıştırılıp 20 gün çiçekler tamamen perverde oluncaya dek güneşte bekletilir. Sonra yağını süzüp posasını atıp yağını saklamak gerek Amma çiçekler ko-yulmazdan evvel bu yağları kaynatmak iyidir.73

Osmanlı hekimlerinin 15. yüzyılda kullandıkla-rı bu teknikler zamanla biraz daha değişime uğramıştı. Bu yağın çok aranan ve faydalı bir yağ olması sebebiyle 1852 yılında basılan bir halk tıbbı kitabında gül yağına geniş yer ay-rılmıştır. Ebubekir Nusret Efendi’nin bu kita-bında kendisi hazırlama tekniğini geniş olarak yazmıştı. Nusret Efendi usulü şöyledir; Dört yüz dirhem zeytin yağını bir tencereye koyup üzerine yüz dirhem taze gül yaprağı döküp hafif ateşle kaynatılır, gül pişinceye kadar on-dan sonra çıkarıp bir temiz bezden iyice sıkılır. Sonra bu yağa gene yüz dirhem gül konup aynı şekilde kaynatılır. Dört defa daha bu şekilde yapılır. Sonunda bir şişeye koyup ağzı iyice kapatılır. Bir hast a sonra üstteki gül yağı iyi kapalı bir şişeye nakledilir. Özellikle altta ka-lan gül usaresini bu yağa geçirmemeğe dikkat edilir. Nusret Efendi “ şişelere koyup güneşe as-mak bir köhne adettir öyle etseler de olur lakin yazdığımız başka surettir..” diyerek eski teknik-

72 Celâlüddin Hızır, age. s. 193 73 Tabîb İbn-i Şerîf, age. cilt2 s. 208-209.

Page 37: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 37

lerden farklı olduğunu belirtir.74

Nusret Efendinin tekniği hâlâ geçerlidir. Bu-günlerde yazılan alternatif tedavi kitapların-dan İksir-i Şifa’da 150 sene önceki bu teknik verilmektedir; Kırmızı (kokulu olursa daha iyi-dir) gülün taç yapraklarından 1 kilo toplanır. Bir tencereye halis zeytinyağı konur, içine 250 gram gül konur kaynatılır, gül yaprakları ağda erir gibi olunca indirip süzmeli, sıkmalı, posasını atmalı, aynı yağ içine tekrar 250 gram gül konur, aynı şekilde kaynatılıp süzülür. Bu tertiple devam edi-lip 1 kilo tamamlanır. Buna tıbbi gül yağı denir. Bir şişeye konup muhafaza edilir. Şişenin dibine tortu yapınca, başka bir şişeye süzmelidir. Bu şekilde sık sık kontrol etmeli, tortuyu süzmelidir, tortu yağı bozar şifalı hassası kalmaz.75

Yukarıdaki şekillerde hazırlanan gül yağının kullanıldığı yerler ve etkilerine gelince İlk önce İbni Sina yı yazmamız lazım. İkinci kita-bının Duhn(Yağlar) bölümünde; Gülyağı beynin iltihaplanmasına başlangıcında ve sonrasında etkilidir, beynin gücünü çoğaltır ve anlayış gücü-nü arttırır, belleği güçlendirir. Onun rahatlatma etkisi vardır bundan dolayı Galenos a göre gül-yağı çok soğuk vücutları ısıtır ve sıcak vücutları soğutur, normale döndürür. Bize göre sıcak be-

74 Hoca Nusret Efendi, Ebubekir Nusret, Risalei Nus-ret Efendi, Baskı 1268(1852) İstanbul 1302 baskı s. 50–51. Tabîb İbn-i Şerîf, age. cilt 2 s. 208–209.75 Özgülen, Halit, İksir-i Şifa. Timaş Yay. , İstanbul 1998, s. 226.

denleri soğutma kabiliyeti daha fazladır der.76

Müntehabı şifada; dımağ(beyin) hararetine faydalıdır, beyinde yeni ortaya çıkmış sıcak tabiatlı hastalıklarda çok faydalıdır, Sıcaktan olan baş ağrısını geçirir. Baş ağrılarına gül-yağını soğuk su ve sirke ile karıştırıp sürmeyi tavsiye eder. Ayrıca deri hastalıklarında özel-likle kaşıntıyı geçirir sakin eder, uyuz gibi deri hastalıklarında faydalıdır der77. Kemaliye’de de bu yağın sürülmesiyle makat kaşıntılarında ve basurda faydalı olduğunu yazar.78

Nusret Efendi ise; “…bu yağ iksire müşabih bir yağdır her kanda bir çıban veya bir kabarcık ya bir leke ya bir verem zuhur eder ise ibtidasında bu yağdan tılâ etmek sihir gibi te’sir edip def’ eder” diyerek cilt hastalıklarının başlangıcında tedavide kullanılmasını ve çok etkili olduğunu belirti79. Halit Özgüven’e göre de; Bu yağ, vü-cuttaki ağrı, sızı şişlikler, kabarcıklar ve sivilce-ler üzerine sürülürse şifa verir.80

Gözlere Şifa Ruhlara Gıda Eski Tıpta, tedavide kullanılan kitapları taradı-ğımızda gülsuyunun faydalarını yukarıda gör-dük. Bu bilgiler ışığında gülsuyunun yararlarını “on altın fayda” da özetleyebiliriz. On faydanın dokuzu gülsuyunun ele dökülüp koklanması 76 İbn-Sînâ, age. s. 204-205 77 Celâlüddin Hızır, age. s. 193.78 Şirvanlı Mahmud, age. s. 136-137.79 Hoca Nusret Efendi, Ebubekir Nusret; age. s. 51.80 Özgülen, age. s. 226.

Page 38: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

38

ile elde ediliyor, onunca fayda ise gülsuyunun veya gülsuyu ile hazırlanan şerbetin içilmesi ile. Gülsuyunu yani gülün kokusunun içinde saklandığı damıtılmış suyu koklamak; Ruhsal ve duygusal yapıları kuvvetlendirir, beyni ve aklı güçlendirir, beden ve yaşam kuvvetini arttırır, heyecandan oluşan kalp atışlarını düzenler, baş ağrısını geçirir, iğrenme, öğürmeyi ve kusmayı dindirir, göz kanlanmalarını ve ağrılarını geçirir. Dişetlerini güçlendirir, sarhoşluğu ve onun verdi-ği baş ağrısını geçirir. Gülsuyu şerbeti ise; Mide-yi güçlendirir, mide bulantısına ve hazımsızlığa çaredir.

Gülsuyunun faydaları sadece hekimler tara-fından bilinmiyordu. Bunu kullanan herkes tedavideki etkisini öğrendi ve kullandı. Bu kullanım günlük hayatın her safhasına girdi. Gülsuyunun “gözlere şifa” etkisi; göz ağrıla-rına faydası, göz kızarıklıklarını geçirici etkisi çok bilinen ve kullanılan bir tedavi usulüydü. 13. yüzyılın çok önemli hekimi İbnül-Baytâr gülsuyunun kaynatılarak, buharına başı tut-manın; “göz kızarıklarında, göz ağrılarında fay-dalı olduğu ve yeni başlayan göz hastalıklarını tedavi ettiği, hastalığın ilerlemesini önlediğini” yazar. Aynı kitapta Huneyn bin İshak’ın da gül-suyunun gözlere faydalı olduğunu bildirdiği kaydedilmiştir.81 15. yüzyılın önemli tıp kitabı Kemâliye’de; Gülsuyunun sumak ile pişirilme-siyle elde edilen suyun göze sürülmesiyle kan-lanan kızaran göz ağrısını, göz kanlanmasına

81 İbnül- Baytâr, age.

ilaç olduğu bildirilir.82 Şirvânî’nin “Mürşid” adlı tıp kitabında gülün birinci derecede soğuk ve üçüncü derecede kuru olduğunu gülsuyunun göz ilacı olarak kullanılmasında “ göze isten-meyen maddeleri indirmez” olduğu belirtilir83

Gülün güzel kokusunun gözlere ve ruhlara şifa olduğunu anlatan bir hikaye Mevlânâ’ya aittir. Efl akî Dede’nin yazdığı bir menkıbeye göre ; Mevlânâ Şems’le koyu bir can sohbe-tine dalmışken duvar açılır ve altı heybetli adam Mevlânâ’nın önüne bir demet gül bıra-kıp, hiç konuşmadan geldikleri gibi çıkıp gi-derler. Mevlânâ bu olaya şahit olan eşi Kira Hatun’a “O gül demetini başkasına gösterme. Çünkü Hindistan’ın kutupları ve Kutsal İrem ba-ğının bahçıvanları onu can dimağını ve gözünü kuvvetlendirsin diye göndermişler” diye tem-bih eder. Efl âki Dede’nin anlattığına göre Kira Hatun bu gülleri son nefesine kadar saklamış, “kimin gözü ağrısa bu gül yapraklarını sürünce o anda iyileşirmiş.”84 Gülsuyu çok uzun zamanlar göz damlalarının kolirlerin içinde yer almıştı.Gülsuyunun faydalarından üzerinde durulma-sı gereken bir diğeri “ruhlara gıda” olmasıdır. Gülsuyunun psikolojiye etkisi ve ruhlara şifalı olduğu sadece hekimler tarafından değil teda-videki etkisini bilen herkes tarafından kullanıl-dı. Bu kullanım günlük hayatın her safhasına

82 Şirvanlı Mahmud, age. 126 8a-1.83 Muhammed bin Mahmûd-ı Şirvânî. age. s. 342.84 Ayvazoğlu, Beşir, “Arifl erin Menkibeleri‘nde Efl âki Dede,” Güller Kitabı, İstanbul, 1996, s. 97.

Page 39: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 39

girdi. Şairler bu çok iyi bildikleri faydaları şi-irlerine de naklettiler. İmam Suyuti’nin mıs-ralarında , “ Güzel kokulu nebâtatın padişahı olan gülüm, Canlara sefâ, ruhlara gıdâyım” denilerek bu fayda çok güzel özetlenmişti.85 Fuzuli bir kasidesinde; Yine dîvane-i aşk eyledi dârüşşifâ meyli. Yine gülzâre çıktı kûşe-i mihnet girist ârı” mısralarında86 aşkından deli divane olan aşık tedavi olmak için darüşşifaya değil gül bahçesine yönelmişti.

Gülsuyunun ruhlara etkisini Şeyh Hakim Mu-inüddin “Sûfî Tıbbı” kitabında; “Gül bitki ale-mindeki tüm çiçeklerin en üstünüdür. Gül fizik-sel, duygusal ve ruhsal yapıların tümü üzerinde aynı anda iş görür ve her üçünü de safl aştırıp yüceltir” diyerek özetler.87

Gülsuyuna geçirilen gülün güzel kokusunun in-san psikolojisine faydalı etkisi çok bilinen bir etki idi. Eski Tıbbın prensi İbn-Sînâ bu etkiyi; “Hoş kokusundan dolayı ruha hitap eder, onun rahatlatma etkisi vardır, bayılmalarda ve hızlı atan kalplerde çok yararlıdır “ “anlayış gücünü arttırıp, belleği güçlendirir” diyerek belirtir.88 İbnül- Baytâr “ el-Müfredât” adlı tıbbi bitkile-rin etkilerini anlattığı kitabında; “Gülsuyu aklı,

85 Türk Çiçek ve Ziraat Kültürü Ürünü Üzerine, Ce-vat Rüştü’den Bir Güldeste. Haz. Nazım Hikmet Polat. s. 249.86 Ayvazoğlu, age. s. 96-97.87 Şeyh Hakim Muinüddin Çişti, Sûfî Tıbbı. İnsan Yay. İstanbul 2001. s. 134.88 İbn-Sînâ, age. s. 205.

beyni kuvvetlendirir ve duyuları keskinleştirir, yaşam kuvvetini arttırır, heyecandan dolayı aşırı kalp atışında faydalıdır, güzel kokulu kuvvetiyle bedeni güçlendirir” der.89 15. yüzyılda yazılmış önemli tıp kitabı “Kemâliye” de gülün o güzel kokusunu; “Bu koku ruhaniyeti kuvvetlendirir ve kalbi pek safi eyler der ve “gül kokusunun me-leklerin sevdiği koku “ olduğunu yazar.90

Gülsuyunun psikolojiye etkisini anlatırken “güllâbici” yi unutmamız gerekiyor. Osman-lı tıbbında önemli yeri olan gülâbiciler; Akıl hastalarının bakıcılarına verilen ad idi. Tımar-hanelerde veya daha eski haliyle akıl hasta-larının bakıldığı darüşşifalarda görevli olan bu şahıslar hastalara gülsuyu yani “gülâb” dökmekle görevliydiler. Ahmet Vefik Paşa, “Lehçe-i Osmânî” adlı sözlüğünde; Güllâbi; kullabi, tımarhaneci olarak belirtir.91 Midhat Sertoğlu “ Osmanlı Tarih Lûgatı” nda Güllâbici “Eski tımarhanelerde delileri zapt etmeye ve uslandırmaya memur kimse” olarak açıklar.92 Önceleri sadece gülsuyu dökenler ve zamanla akıl hastalarına bakan bu güllâbiciler Osmanlı tıbbında çok uzun zaman hizmet vermişlerdi. Güllâbiciler Cumhuriyetin ilk yıllarında değişti ve hastabakıcı olarak adlandırıldılar. Osmanlı

89 İbnül- Baytâr, age. s. 482.90 Şirvanlı Mahmud, age. s. 126 8a-1.91 Ahmet Vefik Paşa, Lehçe-i Osmânî, GÜL mad. (İs-tanbul 1306). Haz. Recep Toparlı. Türk Dil Kurumu. An-kara 2000, s. 167.92 Sertoğlu, Midhat. Osmanlı Tarih Lûgatı. Güllabici Mad. Enderun Kitabevi, İstanbul, 1986. s. 127.

Page 40: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

40

döneminden Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar akıl hastalarına hizmet eden Mahzar Osman Uzman bu konuda çok önemli yenilikler yap-mıştı. Onun zamanına kadar güllâbiciler gö-revli idi. Mahzar Osman Uzman “Tababeti Ruhiye” adlı kitabında 1919 da Toptaşı Akıl Hastanesinde yaptığı düzenlemeleri anlatır-ken “Güllâbiciler hastabakıcı kıyafetine sokul-du” diyerek o tarihe kadar devam eden gele-neği kaydeder.93

93 Mahzar Osman Uzman, Tababeti Ruhiye, “Türklerde Tababeti Ruhiye,” İstanbul Üniversitesi Yay. Kader Mat-baası, İstanbul, S. 140, 1941. s. 65.

Page 41: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 41

Page 42: Gül Şehri Diyarbakır

GÜL İLE EVDE HAZIRLANABİLECEK FORMÜLLER

Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞİstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji A.B.D.

Page 43: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 43İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji A.B.D.

Gül ÇayıBahçenizde veya balkonunuzda kokulu Isparta gülü yetiştirmişseniz baharda taze gül yap-raklarından hazırlanan gül çayını sakın ihmal etmeyin. Bu zevki son yudumuna kadar tadın. Bir tarast an da bu gülleri kurutun ve karanlık kış sabahları için ayırın.

Taze Güllerden ÇayÇay yapacağınız kokulu Isparta gülüne hiçbir kimyasal madde değmemiş, toprağına da o zehirlerden bulaşmamış olmalıdır. Şehir kirli-liğinden ve ekzos artıklarından uzak olmalıdır. Şehirlerde bu şartları bulamayanlar, Isparta’da bu şartlarda yetiştirilmiş organik, ekolojik gül-lerden getirtebilirler. Isparta bölgesinde özel ekolojik sertifikaya sahip güller yetiştiriliyor. Bu taze güller bozulmadan bir hast a size “taze gül çayı” zevkini tattıracaktır.

Isparta gülü, gülcülerin çok iyi bildikleri gibi goncalar tam açmamışken sabahın çok er-ken saatinde toplanır. Bu hem içindeki fayda-lı maddelerin en yüksek miktarının, hem de güzel kokusunun doruk noktasının zamanıdır. Bu çiçekler asla yıkanmaz. Yaprakları ayrılır, içindeki tohumlar ve ziyaretçi böcekçiklerden temizlenir. Çok miktarda kullanacaksanız, bir elek ile eleyerek sadece yaprakların kalmasını sağlayabilirsiniz. Sabahleyin ilk olarak bu çayı için. Yanında başka şey içmeyin ve yemeyin, sadece gül çayına odaklanın tadını ve koku-sunu daha iyi anlarsınız. Porselen bir fincan-

da hazırlamanızı ve mümkünse gül motifl i bir porselen fincanı seçmenizi tavsiye ederim. Fincanın dibine bir tutam gül yaprağı koyun. Başlangıçta büyük bir tutam olmalı. Tadına alıştıkça daha azaltabilirsiniz. Zamanla az bir miktarda gülle de aynı tadı hissedeceksiniz. Üstüne kaynamakta olan kaliteli kaynak su-yundan dökün, fincanın bir parmak altına ka-dar doldurun. Yavaşça karıştırın. Metalik ka-şıkla karıştırmayın, zarif ince tahta kaşık veya mümkünse gümüş çay kaşığı ile karıştırmalı-sınız. Gümüş kaşık gülün kokusunu daha be-lirgin yapıyor. Tahta kaşık ise nötrdür. Metalik kaşık kokuyu örter. Gül yapraklarının alta çök-mesini bekleyin. Artık karıştırmayın. Fincanın soğuyan üst tabakasından içmeye başlayın. Karıştırmazsanız her yudumda aynı sıcaklığı ve tadı alacaksınız.

Gül çayını şekerle tatlandırabilirsiniz, kokuyu belirginleştirir fakat tadı örter. Balla da içe-bilirsiniz fakat çok az koymalısınız, kokuyu ve tadı örter. Çok şekerliye alışkın iseniz Gülbe-şeker bölümünde anlatılan tatlıdan bir kaşık koyabilirsiniz. Çayı yudumladıktan sonra çayın dibinde kalan gülü de yemenizi tavsiye ede-rim, ziyan etmeyin. Gül çayı sadece sabahları veya akşam yatarken içilmeli. Rahatlatıcı, fe-rahlatıcı, mutluluk verici etkisini hemen hisse-deceksiniz.

Kurutulmuş Güllerden ÇayGül mevsiminde gülleri kurutun kış için saklayın.

Page 44: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

44

Nasıl kurutulduğunu ve saklandığını bilmedi-ğiniz kuru gülleri satın almayın. Mümkünse siz hazırlayın. Hatta kendiniz için mutlaka siz kendiniz hazırlayın. Gül bu ihtimamı hep ister.Gülleri kurutmak hem çok kolay hem de zor bir sanattır. Dikkat edin. Kokulu güller Mayıs ve Haziran ayında açtığı için iç mekânda ku-rutmanızı tavsiye ederim. Zamanınız varsa günün sıcak saatinde dışarıya çıkarıp, güneş çekilirken hemen içeriye alın. Zamanınız yok-sa gülleri evin sıcak ve temiz bir köşesinde kurutun. Kendiniz için özel olduğu için bir kilo gül size yeterlidir. Daha çok gül kurutursanız tüketemezsiniz ve yazık olur. Kullanacağınız güller yukarda yazdığım gibi ekolojik ve emin bir yerden satın alınmalı veya kendi bahçeniz-den özenle toplanmalıdır.

Bir kilo gül yapraklarını temiz bir mutfak bezi üzerine serin ve temizleyin. İsterseniz parça parça elekten eleyerek eleğin üzerinde sadece yaprakların kalmasını sağlayabilirsiniz. Bence temiz beyaz bir mutfak bezinin üzerinde sa-dece güzel yaprakları elinizle toplamalı geri kalan her şeyi atmalısınız. Büyük geniş tahta bir tepsiye beyaz temiz bir mutfak bezi serin. Mümkünse ham keten bez olmalı. Ayıklayıp ayırdığınız gülleri bu bezin üzerine serpin. Seyrek olmasına dikkat edin. Bu tepsiyi evin temiz ve sıcak köşesine bırakın. Eğer mevsim soğuk geçiyorsa tepsiyi uzaktan güneş gören bir masanın üzerine bırakabilirsiniz. Gülleri temiz bir tahta spatüla ile karıştırıp havalan-

dırabilirsiniz. Nazik güller kısa bir sürede ku-ruyacaktır. İyice kuruduğundan emin olmadan torbaya kaldırmayın. Kuruduğundan emin ol-duğunuzda temiz keten bir torbaya koyup evin kuru ve kuytu bir dolabında saklayın. Mutfak dolaplarını tavsiye etmem. Yatak odanızdaki dolaplar daha uygun olur. Kuru güllerden çay hazırlanması da yukarıdaki gibi olmalıdır. Karanlık ve soğuk kış sabahları güne mutlaka gül çayı ile başlayın. Neşeniz ye-rine gelecektir. Sevdiklerinize ve güzelim be-beklerinize de bu çaydan ikram edin, sevginizi paylaşın.

Evde Gülsuyu HazırlamakGülsuyunun faydalarını, özellikle güzelliği art-tırıcı etkisini öğrendikten sonra iyi bir gülsuyu arama maceram başladı. Bütün marketler-de sözleşişmiş gibi “Güllü su” dan başka bir şey yoktu. Güllü su, bildiğimiz suyun içine gül esanssının konulması ile hazırlanıyordu ve bu etikette de bildiriliyordu. Suyun içindeki gülya-ğı da sentetik bir uçucu yağdı.

Mısır çarşısına gittim kapağında hakiki gülsuyu yazan her markayı aldım, kullanmaya başladım. Bir yandan da test ediyor aralarındaki farkı an-lamaya çalışıyordum. Daha sonra Isparta’ya bir-çok kere gittim ve bu markaların imalini görme fırsatını buldum. Sonuç bir hayal kırıklığı idi. Yüz-lerce senelik gülsuyu geleneği hiç kalmamıştı ve ticarette gülyağı ön plana geçtiğinden gülsuları artık “suyunun suyu” idi.

Page 45: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 45

Evde gülsuyu hazırlama hayalleri kuruyordum ki arkadaşım Armağan İmamoğlu imdadıma yetişti. Annesi evde, mutfakta gülsuyu hazır-lıyordu ve bu tekniği bana öğretti. Zamanın çok hızla akıp geçtiği bugünlerde evde gülsu-yu hazırlamaya girişirmiydiniz? Bilmiyorum ama değer. Eğer bunu deneyemeyecekseniz, araştırın ve gene Isparta yöresinde sertifikalı ve taze gülsuyu bulma şansınız var.

Evde gülsuyu yapmak isterseniz ihtiyacınız özel bir tencere. Bir zamanlar evlerde büyük ziyafetler için her zaman bir kenarda bulunan büyük kapaklı ve yuvarlak aşçı tencerelerin-den. Özellikle bakır ve kalaylı tencerelerden-Çelikten bu şekilde tencere var mı bilmiyo-rum- Tencerenin önemli özelliği kapağının tutacak yerinin aynı metalden olması ve dışa-rıya doğru çıkıntı yapması. Tencerenin dibine 1 santim kadar temiz deniz kumu döşeyeceksi-niz. Tencerenin ortasına gene bakırdan bir tas yerleştireceksiniz. Bu tas da sıcaklığa dayanık-lı bakır veya çelikten olabilir. Bu tasın etrafı yani tencerenin içi güllerle doldurulur. Sıkı sıkı gülle doldurmalısınız. Bu güller içerdeki tasın yerinden oynamasına da mani olur. encerenin kapağı ters çevrilir ve tencerenin üzerine gü-zelce kapatılır. Sıkıca örtülür ve tencerenin ha-vasının kaçmaması için hamur ile kapak sıkıca sıvanır. Tencere hafif bir ateşin üzerine konur. Bu arada tencerenin kapağının içi soğuk su ile doldurulur ve bu su ısındıkça soğutmak için bir uygun maşrapa ve bir kova soğuk su da hazır

bulundurulur. Buradaki teknik; Gül yaprakla-rının içinde bulunan ve su ile uçabilen mad-delerinin ve özellikle uçucu yağının (gül yağı, gül kokusu) ayrıştırılmasıdır. Sıcaklıkla gül yapraklarının içindeki suda çözünen maddeler buharlaşıyor ve yukarıya doğru uçuyor. Ora-da tencerenin kapağı ile karşılaşıyor, kapağın bombesinde toplanıyor, orayı dışardan soğuk su ile soğuttuğumuz için buharlaşan maddeler soğuyor ve damlalar halinde tasa akıyor. Bu damıtma kısık ateşte sabahtan akşama kadar devam eder. Bu arada kapaktaki su devamlı soğutulur. Bunun için evde yalnız olmasanız daha iyi olur. Yardımcı arkadaşlara ihtiyaç var.Akşam olunca tencereyi ateşten alıp soğuma-ya bırakacaksınız. Tencere soğuyunca hemen kapağın hamurlarını kırıp, şahane gülsuyunu kurtarın. Bu mükemmel gülsuyu sizi tencere-nin içinde sessizce bekliyor olacak. Hemen en kıymetli temiz şişelere koyup, ağzını sıkıca ka-patıp buzdolabına kaldırın. Size özel ve hiçbir yerde bulamayacağınız hakiki gülsuyu budur. Bunu çok özel bir yerlerde kullanabilirsiniz. Size özel tatlılarda (Herkesle paylaştıklarınıza harcamaya gerek yok sanırım) ve güzelliğiniz için. Bir de bebeğinizin cildi için kullanmalısı-nız.

Gülsuyunun içinde 83 tane faydalı madde var. Bir de muhteşem kokusu. Moraliniz bo-zulduğunda sıkıntılarınızı bu şişedeki kokuyla paylaşın çok faydalanacaksınız. Gülsuyunun kırışıkları ve ciltteki lekeleri giderici etkisi, si-

Page 46: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

46

vilcelere faydalı olduğu ve içinde mikroplarla savaşan maddelerin (antiseptik) bulunduğunu da unutmayın.

Gülbeşeker Çocukluğumuzda aklımızda kalan hoş bir söz-cüktü gülbeşeker. Gül ve şekerle ilgisi vardı ama tam olarak ne idi bilmiyordum. Tıp kitap-larındaki tedavi edici formülleri okuduğum za-man gülbeşekerin ne olduğunu öğrendim; “İki kere şekere bulanmış gül”

İki kere şekere bulanmış gül de bana fazla bir şey ifade etmiyordu. Ancak hazırlanmasını öğ-rendiğinizde bu muhteşem tatlıyı, daha doğ-rusu ilacı kavrayabiliyorsunuz. Önce organik ve temiz, kokulu güllere ihtiyacınız var. Güven-diğiniz yerde yetiştirilen bu güller, goncaları biraz açtığında ve sabahın erken saatlerinde toplanır. Bir kavanoz gülbeşeker için yarım kilo gül almanız yeterli. Bu güller temiz bir bez üzerinde açılır ve sadece düzgün pembe yap-rakları seçilir alınır. Diğer kısımlar atılır. Güller asla yıkanmaz.cGüller geniş cam bir kâsenin içinde 1 ölçüye 2 ölçü şeker konularak güzelce ovulur. Bu cam kasenin üzeri temiz bir bezle örtülür ve kase güneş gören bir yerde bırakılır. Örtülen bez koyu renkli olmalıdır. 20 gün bu şekilde kalır. Sonra cam kase alınır ve karışım tekrar güzelce ovulur. Üzerine 1 ölçü şeker daha konulur ve tekrar ovulur. Kasenin ağzı bir koyu renk bezle kapatılır ve tekrar aynı yere güneşe bırakılır. Bu sefer 10 gün durma-

lı. Süre dolunca kap alınır tekrar güzelce ovu-lur. Gülbeşekeriniz hazırdır. Bunları cam bir kavanoza veya daha iyisi ağzı iyi kapanan ve üstünde gül resimleri olan porselen bir kaba boşaltılır. Gülbeşekerde gülün kokusu ve lez-zeti aynen korunur.

Dikkat edilmesi gereken önemli husus, kullan-dığınız şekerin güvenilir bir şeker fabrikasında ve yalnızca şeker pancarından imal edilmiş ol-ması gerektiğidir. Bu bilgileri şeker paketleri-nin üzerini okuyarak öğrenebilirsiniz.

Gülbeşeker her evde bulunması gereken önemli bir ilaçtır. Öncelikle yemekleri hazmet-meye yardımcıdır. Mideye ve karaciğere çok faydalıdır. Ağır yemeklerden ve ziyafetlerden sonra eve gelince bir dolu mama kaşığı yeme-lidir. Bu arada şunu hatırlatmakta fayda var. Osmanlılarda mama kaşığının adı “gülbeşeker kaşığı” dır. Doktorlar ilaç alımını tarif ederken “gülbeşeker kaşığı” ölçüsünü kullanırlar.

Gülbeşeker hamileler ve loğusalar için de çok güzel bir ilaçtır. Akşamları yatarken bir kaşık gülbeşeker yemeleri Osmanlı hekimleri tara-fından fevkalade tavsiye edilmiştir. Mide bu-lantılarını önler, rahatlatır.

Kolay Gül ReçeliGülle hazırlanan ve Osmanlı tıbbında yer alan pek çok gül macunu var. Bugünkü gül reçel-lerinin daha kıvamlısı olan bu macunların ha-

Page 47: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 47

zırlanma tekniği ve kullanılan malzemeleri çok çeşit gösteriyor. Bu çok doğal çünkü hepsi ayrı bir ilaç ve burada kullanılan malzemele-rin özellikleri var. Burada sizlere yemesi daha kolay olan macundan daha yumuşak ve alış-tığımız bir kıvamdaki gül reçelinin pratik bir tarifini vereceğim. Çok kolay ve çok faydalı bir reçeldir.

Siz siz olun çarşıdan “İsmen gül reçeli !” alma-yın. Hazır gül reçellerinin içindekiler kısmına bakınca ne dediğimi anlarsınız.

Bütün turistik otellerin açık büfe kahvaltı-larında ilk önce baktığım şey gül reçeli olup olmadığı oluyor. Gül reçeli olduğunu görünce seviniyorum, bize has bir tadı yabancılar da tadacaklar diye. Fakat her seferinde bir ha-yal kırıklığı ile karşılaşıyorum. Gül reçellerinin hepsi “İsman gül reçeli”, ne gül kokuyor, ne de gül tadı var. İçine konan tatlandırıcıdan mıdır, özensiz ve bilmeyenler tarafından hazırlan-masından mıdır, bu kahve rengi bal kıvamın-daki glikoz çorbası beni hep üzer.

Halbuki annelerimizin hazırladıkları pespem-be, mis gibi gül kokulu reçeller, sadece gül ve şekerden yapılırdı. Sonradan içine renk mad-desi, koku maddesi, tat maddesi karıştırılmaz-dı. Buna ihtiyaç yoktu ki. Çok şükür şimdi de o mis gibi kokulu gül reçelleri yapanlar var, ça-lışan bizler bile bunu yapma şansına sahibiz. Kendinizi bu zevkten mahrum etmeyin.

Öncelikle organik ve usulüne göre toplanmış güllerden alın. İhtiyacınız olan reçele göre miktarı seçin. 1 kilo gül ufak aileler için yeter de artar bile. Güller temizlenip istenmeyen kı-sımlar atılınca zaten azalıyor. Gül reçeli yapan annelerimiz pembe güllerin dibinde kalan be-yaz kısımlarını keserler, o kısmın reçele acılık verdiğini söylerlerdi. Ne kadar doğru bilmiyo-rum ama ben de öyle yapıyorum. Bunun pra-tik bir çözümü de var. Tam açılmamış goncalar toplandığı için öncelikle gülleri bozmadan bü-tün halinde tutuyorum ve bir mutfak makası ile tamamının dip kısımlarını kesiyorum. Çok kolaylıkla beyaz kısımlardan toptan kurtulu-yorum. Daha sonra bu yaprakları açıp temiz-liyorum. Sadece temiz gül yaprakları kalıyor. Bu gülden 2 su bardağı dolusu alın ve geniş, fazla derin olmayan bir karnıyarık tenceresine koyun. Kalaylı bakır tencereniz varsa çok iyi olur, yoksa çelik tencere kullanın. Asla tefl on tencereleri kullanmayın. Faydalı olacağız der-ken sizi zehirlemeyelim! 2 su bardağı su ilave edilir ve kapağı kapatılır hafif ateşte pişirilir. 5 -7 dakikada gül yaprakları yumuşar, pişer. Buna 2 bardak dolusu şeker (şeker pancarı şe-keri) ilave edilir, 1 çay kaşığı limon tuzu veya yarım limon suyu katılır ve hafif ateşte kapağı açık olarak kaynatılır. Limon suyu veya limon tuzunun fazla olması sizi korkutmamalı. Hafif ekşimsi gül reçeli şimdilerde daha makbul olu-yor. Aynı zamanda pembe rengi sabitliyorlar. Kaynayan gül reçeli yavaşça tahta kaşıkla ka-rıştırılır, reçel kıvamına gelince ateşten alınır.

Page 48: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

48

Sıcakken ufak cam kavanozlara boşaltılır. Bu cam kavanozlar, ailenin 1 hast ada yiyeceği ka-dar reçel alacak büyüklükte olmalı. Reçel bu kavanozlarda ağzı kapatılmadan soğuması beklenmelidir. Soğuduktan sonra kavanozla-rın kapağını kapatır, bu kapağa ufak pembe peçete kağıtlarını geçirerek ambalaj lastiği ile tutturursanız çok kıymetli bir reçele gereken değeri biraz olsun vermiş olursunuz.

Bu reçel aslında çok faydalı bir ilaçtır. Mideyi rahatlatır, hazmı kolaylaştırır, Özellikle yaşlıla-rın mide hazımsızlıklarında kullanılırdı. Bağır-sakları yumuşatıcı etkisinden dolayı yaşlıların yatarken bir kaşık almalarının faydalı olduğu bilinir. Çocuklarda da aynı etkiyi verir. Gül re-çeli muntazam yendiğinde iç organları tedavi eder ve gençleştirir.

Yeni yapılan bilimsel araştırmalarda gülün antioksidan ve gençleştirici etkisi ispat edildi haberiniz olsun.

Gül ŞerbetiOsmanlı tıbbında çok kullanılan bir başka ilaç gu-rubu da gül şerbeti veya gül şurubudur. Hastalığa veya kullanma yerine göre çok farklı formüller ta-rif edilmiştir. Gül ve bal’la hazırlanan şuruplar, gül ve şeker ile gülsuyu ve şeker ile gülsuyu ve bal ile hazırlanan şuruplar en çok kullanılanlar idi. Gülen-cübin, cüllâb, gülbalı, gül şerbeti, gül şurubu gibi birçok özel ismi de vardı. Bizim için bugün böylesi-ne detaylara ihtiyacımız yok.

Güzel bir gül şerbeti için içimi, görünüşü, ta-dının güzel olması ve kolay hazırlanması esas olmalı diye düşündüm. Gülden hazırlandığı için de faydalı etkisi zaten en önemli unsur-du. Gül şerbetini ben gül reçeli gibi hazırlıyo-rum, gerektiği zaman süzerek ve sulandıra-rak gül şerbeti hazırlanabiliyor. Eğer hemen tüketilmeyecekse gül şerbeti çabuk bozulur. Güllerin açtığı mevsimde havalar çok sıcak ol-madığından buz gibi bir gül şerbetine ihtiyaç yoktur(Nişan törenleri hariç). Gül şerbeti nişan törenlerinin vazgeçilemez güzelliklerindendir.Gül şerbetinin içildiği ideal mevsim sıcak yaz günleridir. Bu sebepten ilkbaharda gül şerbeti macunu hazırlamalı, istendiği zaman kullanıl-malıdır. Organik ve sertifikalı güllerden 1 kilo alınır, önce goncaların diplerindeki beyaz kı-sımlar mutfak makası ile kesilir sonra temiz yaprakları seçilerek ayıklanır. Güllerin hepsi bir ölçek ile ölçülür ve kalaylı bakır ve fazla de-rin olmayan bir tencereye konur. Gülü ölçtüğü-nüz kap kadar suyu güllerin üzerine dökün ve hafif bir ateşte pişirmeye başlayın. Tencerenin kapağı kapalı olsun. 10 dakika hafif hafif tıkır-dasın ve güller pişsin. Buna o ölçtüğünüz ölçek ile iki ölçek şeker ilave edin ve 1 limon suyu-nu üzerine dökün. Hafif ateşte kaynatmaya devam edin fakat bu sefer tencerenin kapağı açık olsun. Kaynayan bu gül bulamacını yavaş-ça tahta kaşıkla karıştırın, reçel kıvamından daha koyu bir kıvama gelince pişirmeyi durdu-run. Hazırlanan bu şerbet macununu sıcakken uygun bir cam kavanoza aktarın, soğumasını

Page 49: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 49

bekleyin. Soğuduktan sonra kavanozu kapatın ve buzdolabına kaldırın.

Şerbetin Hazırlanması Gül şerbetinin özelliği serinletici olmasıdır. Sı-cak yaz günleri veya eski tıpta tavsiye edildiği gibi ateşlenildiği zaman hazırlanmalıdır.

Hazırlanan macundan ihtiyaç olduğu kadar cam bir kaseye alınır, birkaç adet buz ve biraz soğuk su ilave edilir, tahta kaşıkla karıştırılır. İstenilen seyreltmeye ulaşılınca tel bir süzgeç-ten süzülür, gül yaprakları ayrılır, şerbet kulla-nıma hazırdır. Özellikle ufak tuzlu kurabiyele-rin yanında çok güzel gider.

İlaç olarak içecekseniz çok soğuk olmamalı ve daha koyu kıvamda olmalıdır. Ateşli hastalık-larda ve hastalıktan yeni kalkmışlara nekahet devresinde gül şerbeti tavsiye edilir. Mide ve bağırsaktaki hastalıklara da gül şerbeti veri-lir. Özellikle içki sofralarından yeni kalkmış ve sarhoşluk belirtileri gösterenlere bir gül şer-beti verilerek ferahlatılırdı. Bu şerbet sarhoş-luğu da açar, daha rahat ettirirdi. Denemesi çok kolay!

Güllü TartGülün güzel kokusunu bir tartta tatmak is-terseniz, kolayca hazırlayacağınız bir tart ta-rif edebilirim. Bu tartta kullanacağınız güller, daha önce hazırladığınız gül reçelinden alına-caktır. Dolayısıyla gül reçeliniz varsa her mev-

simde güllü tart yapabilirsiniz.

Tartın Harcını Hazırlamak 3 adet mayhoş elma rendelenecek, kendi suyu ile hafifçe pişirilecek. İçine 3 yemek kaşığı gül reçeli konacak ve karıştırılacak. Harcımız ha-zır.

Hamuru• 1 çay bardağı naturel zeytinyağı.• Yarım çay bardağı toz şeker• Bir tutam tuz.• 2 yumurta • Yarım çay bardağı süt• 1 büyük kaşık sirke.• Alabildiği kadar organik un.

Hamur kulak memesi yumuşaklığında yapılır, yoğrulur. Hazırladığınız hamurun yarısını kul-landığınız tart kabının altına döşeyin, elleriniz-le düzgünleştirin. Hamurun üstüne hazırladı-ğınız harcı sıvayın. Kalan hamuru merdane ile açın ve tırtıllı kesecek ile ince uzun şeritler ke-sin. Bu şeritleri harcın üzerine sepet şeklinde sıralayın. Hazırladığınız tartı 170 derecedeki fırına koyun ve üzeri kızarana kadar pişirin. Güzel bir kahvenin yanında ince bir dilim ola-rak servis yapın. Sağlıklı ve lezzetlidir.

Gül SirkesiEski tıpta gül sirkesi özellikle mide ve karaci-ğer rahatsızlıklarında tavsiye edilir, fakat ya-pımı hakkında bilgi verilmez. Gene bir tıp ki-

Page 50: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

50

tabında gül sirkesi değil “güllü sirke” yapımı anlatılır. Bu yapım şöyleydi; İyi kaliteli üzüm sirkesinin içine bir çıkın içinde kurutulmuş gül-ler konuyor ve sirke küpünün ağzı kapatılıyor-du. Gül çıkını sirkenin içinde bir kaç ay bekle-tildikten sonra çıkarılıyordu. Bu sirke bir ilaçtı ve öyle kullanılıyordu.

Benim hazırladığım sirke ise gülün fermantas-yonuyla hazırlanıyor. Güllerin açtığı mevsim organik sertifikalı güllerden alınır. Yarım kilo gül temizlenir, ayıklanır. Büyük bir cam kava-noza konulur. İçine fermantasyon yapması için 2 büyük kaşık bal veya şeker konulur. Güllerin üstünü örtecek kadar sıcak su konur. Hepsi-nin üzerine maya olarak 3 kaşık hakiki natu-rel elma sirkesi konur karıştırılır. Kavanozun kapağı kapatılır ve mutfağın ılık bir yerinde bekletilir. Bir ay sonra tadına bakılır, istenilen kıvama gelmemişse tekrar bekletilir. Sirkenin istenilen keskinliği sağlanmışsa süzülür ve cam bir şişeye alınır. Buzdolabına konulur.Hazmettirici özelliği çok belirgin olan bu sir-keyi et yemeklerinin yanında hazırladığınız ot salatalarında bolca kullanabilirsiniz.

Güzellik Reçetelerinde GülGül Maskesi Tarihin her döneminde kokulu gülün güzellik malzemesi olarak kullanılması boşuna değil-miş. Yeni yapılan bilimsel araştırmalar gülün gençleştirici, kırışıkları giderici ve onarıcı etki-sini ispat ettiler. Bu etki gülün kendisinde, haş-

lamış gülde, gülsuyunda, gül yağında da var, belki daha ispat edilmeyen başka etkileri de. Bu sebepten güzelleşme çabalarında gülün en önde gitmesi lazım gelecek.

Gülü kullanmada en basit ve etkili usul onu maske olarak kullanmaktır. Taze gülleriniz varsa onları parmaklarınızla ezip göz kenar-larına veya yüzünüze sürebilirsiniz. Taze gül-leriniz yeteri kadar varsa ve tam bir maske uygulamak istiyorsanız o zaman ufak bir blen-dere ihtiyacınız olacak. Bir avuç ayıklanmış gülü blendere koyun ve içine bir yemek kaşığı gülsuyu ilave edin ve parçalayın. Gülsuyu ilave etmezseniz macun haline getiremezsiniz. Bu macunu hemen yüzünüze sürün ve bırakın ku-rusun. Ne kadar kalsa o kadar iyidir. Bu mas-keyi elleriniz için de uygulayabilirsiniz.

Gülleriniz kurutulmuş gül ise, bir gece önce yeteri kadar gülsuyu ile ıslatın. Ertesi sabah (Çalışan kadınlar için akşam olabilir) blender-de parçalayın ve maskeyi uygulayın. Gülleriniz macun haline gelmiyorsa, kuru gülleri gülsu-yunun içinde hafifçe pişirin. Bu sefer gülsuyu-nu biraz daha fazla koyup, küçük bir tencere-de ve kapağı kapalı bir şekilde pişireceksiniz. Pişirme süresi 5 dakikayı geçmemeli. Sonra hemen blendere aktarıp parçalayın ve ılık ılık yüzünüze uygulayın.

Gül maskesinin en faydalı olduğu bir başka yer de “göz çevresindeki” şişlerin, şişlik, kı-

Page 51: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 51

zarıklık ve onlara bağlı ağrıların geçmesi için bulunmaz bir ilaç olduğudur. Eğer yorgun sa-vaşçı iseniz; yani çok çalışan, gece hayatı olan, uyumaya ve dinlenmeye vakti olmayanlardan iseniz, sabah kalktığınızda gözlerinizi kanlı, yüzünüzü ve özellikle göz çevrenizi şiş bulu-yorsanız gülden vazgeçmeyin.

Böyle durumlarda yeteri kadar kuru gülleri bir gün önceden gülsuyunda ıslatın ve mutfağın sakin bir köşesinde sizi beklesin. Sabah kal-kınca bu karışımı hemen blendere nakledin ve parçalayın. Gözlerinizin etrafına ve yüzünüze sürün ve tekrar yatağa uzanın.Bir tarast an o gün yapacağınız işleri düşünürken güller de görevini yapmaya başlayacaktır. Zamanınız yoksa kalkın ve evden çıkana kadar yüzünüz-deki maskeyle diğer işlerinizi yapın. En sonun-da yüzünüzü gül suyuyla silin, öylece bırakın. Osmanlı hekimleri de kitaplarında gül pansu-manının, göz etrafındaki şişlerin, kızarmaların ve göz ağrılarının biricik ilacı olduğunu yaz-mışlardı.

Eğer gülleriniz ve vaktiniz yeteri kadar varsa güzel bir “gül banyosu” yapabilirsiniz. Romalı soylu ve güzel hanımların yaptıkları gibi. Kü-veti yeteri kadar sıcak suyla doldurun, taze veya kurutulmuş gülleri içine atın. Gül miktarı sizin güller için ödediğiniz ücretle ters orantılı olacaktır. Su yeterince ılıklaştığında içine gi-rin. Gül yapraklarının bir torbaya konup banyo suyuna atılmasına karşıyım. Gül yapraklarının

o zarif dokunuşlarını teninizde hissetmenizi isterim.

Temizleyici Olarak GülsuyuKaliteli bir gülsuyu hiçbir kozmetik malzeme ile kıyas edilemez. Kaliteli bir gülsuyu için üreticilerimiz el birliği ile çalışmalılar. Gülya-ğı yani gül esansı kazanç kapısı olduğundan onun yanında elde edilen gülsuyu üvey evlat vazifesi görüyor. Halbuki esas önemli olan gül-suyudur, bir bilselerdi!.

Zamanımızda makyaj yapmadan evden çık-mak mümkün değil. Hep güzel olmalısınız, güzel görünmelisiniz, değer bu. Güzel görün-meyenlerin bu modern “vahşi orman”da işi zordur. Bu sebeple makyaj yapıyoruz, daha canlı, daha parlak ve daha sağlıklı görünü-yoruz. Fakat gün sona erip istirahata çekile-ceğimizde yüzümüzdeki bu şehir maskesini çıkarmamız lazım. Bunun için en doğal, en za-rarsız, üstelik en faydalı ürün “gülsuyu” dur. Hafif makyaj yapan iş kadınları için bu yeter-lidir, idealdir. Bir parça pamuğu gülsuyunuzla ıslatın ve yüzünüzü, gözlerinizi bununla silin. Yüzünüzdeki makyaj yoğun ise kolay bir yolu var. Gülsuyunu gliserin ile takviye edeceksiniz. Gliserinin yüzey aktif etkisi sabun gibi tesir edecek ve boyaları yüzünüzden uzaklaştıra-cak. Gliserin doğal bir madde bitkisel yağların parçalanması ile elde ediliyor, beyaz, şeff af, kı-vamlı, suda ve gülsuyunda kolayca çözülen bir sıvı. Eczanelerden bulabilirsiniz. Fakat sadece

Page 52: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

52

kulağa damlatılma şekli için hazırlandığından, hem çok ufak ambalajda hem de pahalı. Siz en iyisi kimya malzemeleri satan bir yere uğrayın ve 1 kiloluk kaliteli gliserini hem de ucuz fiyata alın, her zaman ihtiyacınız olacak.

Formül şu; 100 ml, gülsuyu alın. Bu ölçü ya-rım su bardağı veya sabahları içtiğiniz büyük boy kahve fincanının yarısı kadardır. Buna 5 ml yani bir büyük bir yemek kaşığı gliserin ilave edin, çalkalayın. Mükemmel yüz temizle-yiciniz hazır. Cildinize dost, üstelik onarıcı ve gençleştiricidir.

Renk için: Kendi hazırladığınız kozmetikler-den hoşlanıyorsanız ve bunda çeşitler arıyor-sanız şunları da yapabilirsiniz; Renk vermek için; Bu şeff af, renksiz temizleyiciye pembe bir renk vermek isterseniz elinizde birçok doğal seçenek var. Öncelikle hibiscus’u tavsiye ede-rim. Hibiscus kuşburnu çaylarına renk vermek için konulan bir bitki. Sıcak ülkelerde yetişiyor, bir çeşit bamya çiçeği. Faydalı bir bitki çayı da olduğundan aktarlarda satılıyor. Bundan çok az alın, çünkü az miktarı bile çok renk veriyor. Bu kuru kırmızı yapraklardan bir iki tanesi bile size yeterli.

Ufak bir fincana hibiscus koyun ve üzerine 1 kaşık su ilave edin bırakın rengini versin. Ya-rım saatte koyu kırmızı bir sıvı elde edeceksi-niz. Hazırladığınız temizleyici losyona bu sıvı-dan birkaç damla damlatın, dikkat edin fazla

kaçmasın. Çalkalayın ve o seçkin gülün tatlı pembesinin zevkini yaşayın.

Bir başka renk veren doğal boya “kırmızı şeker pancarı”. Turşusunu veya salatasını yapmak için aldığınızda taze suyunu (Rendelediğinizde hemen çıkar) ayırın ve temizleyici losyonunu-za birkaç damla damlatın. Sonuç gene muhte-şem olacak.

Bir başka doğal renk verici de nar suyu. Taze sıkılmış nar suyundan özenle hazırladığınız temizleyicinize yeterince damlatın. Bu mik-tar narın kırmızı rengi ile orantılı olarak deği-şir. Gül rengine yaklaştığınız zaman durun ve mutluluk veren pembe rengin keyfini çıkarın. Doğal bir temizleyiciye renk vermek için koy-duğunuz maddelere dikkat ettiniz mi. Hepsi de sağlıklı yaşam iksiri, insana yakın, cilde dost.Kokusu; Temizleme losyonunuzun daha belir-gin gül kokmasını isterseniz o takviyeyi de ya-pabilirsiniz. Gülsuları elde edilirken gülyağını o kadar ayırıyorlar ki gülün o güzel kokusunu alamıyorsunuz. Buram buram gül kokan bir temizleyici losyona sahip olmak istiyorsanız içine birkaç damla “gülyağı” ilave edebilirsi-niz. Fakat burada bilmeniz gereken noktalar var;

Birincisi; Sentetik gülyağını asla evinize sok-mayın. Başta alerji olmak üzere birçok kötü etkisi var, doğal olmadığı için beynimiz tanı-mıyor ve istediğimiz mutluluğu vermiyor.

Page 53: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 53

İkincisi; gülyağı dediğimiz gülün uçucu yağı zor bulunan ve çok pahalı bir madde. Bunu losyonunuzda kullanmanız yazık olur.

Üçüncüsü: Kendinize özel bir jest yapıp hakiki gülyağını bulduğunuzu varsaysak, bunun mik-tarını ayarlamanız çok zor. Çok konsantre bir madde olduğundan az koyarsanız kokuyu fark edemezsiniz, fazla koyarsanız istenilmeyecek ağırlıkta bir koku ile karşılaşırsınız.

Sonuç olarak; Temizleme losyonunuzun daha belirgin gül kokmasını istiyorsanız “Itır yağı” kullanmanızı tavsiye ederim. Itır, güle en ya-kın ve en sevdiğim kokulardan. Türkiye’de çok tanıdığımız, bahçelerimizde, saksılarımızda yetiştirdiğimiz yeşil yapraklı o mütevazı bitki. Yapraklarını parmaklarınız arasına aldığınızda size o güzel kokuyu veren, hatta saksısını sula-dığınız zaman bile muhteşem kokusunu sizler-le paylaşan dost.

Bu yaprakların damıtılması ile elde edilen uçucu yağı, aromaterapi yağları satan güveni-lir yerlerden alın. Evinizde bulunsun. Temizle-yici losyonunuza birkaç damla damlatın. Los-yonunuz cildinizi temizleyecek, güzel koku ise zihninizi.

Tonik Olarak GülsuyuKozmetik ürünler içinde tonik, yüz temizliği yapıldıktan sonra cildin kendini toparlaması için kullanılır. Çok gerekli olup olmadığı tar-

tışılır. Eğer siz tonik kullanmaya alışık iseniz “güllü tonik”i tercih edin. Bu tonik sadece gül suyu olabilir. Çünkü gülsuyunun içindeki mad-deler cildi toparlar, gerginleştirir, temizleyici ve antiseptiktir.

Tonik olarak kullandığınız gülsuyu organik, te-miz ve taze olmalıdır. O yıla ait olan gülsuyu tazedir, baharda güller açtığı ve yeni damıt-malar başladığı zaman artık o yılın ürünü ile değiştirmelidir. O senenin gülsuyunu serin bir yerde mümkünse buzdolabında saklarsanız gönül rahatlığı ile bütün yıl kullanabilirsiniz.

Gülsuyunun tonikliği size yeterli gelmiyorsa kolayca hazırlanan bir başka tonik yapabilirsi-niz. Bunun için yeşil çayı kullanmamız gerekir. Büzücü etkisi, antioksidan ve faydalı maddeler taşıması sebebiyle bunu seçtim. Esas mad-demiz gülsuyu. İçinde gülsuyu olmayan tonik bence yetersiz bir toniktir. Kullanacağımız ye-şil çayı hazırlamak için önce “yeşil çay”ı seç-meniz gerekli. Bunun için yurt dışından gelen, hafif kavrulmuş ve kıvrılmış yeşil çaylara yüz vermeyin. Kendi ülkemizde yetiştirilip, hiçbir işlem yapılmadan kurutulmuş, ufak teneke ku-tulardaki yeşil çayı seçin. Bu çaydan 1 yemek kaşığı dolusu alın 1 çay bardağı su ile hafifçe haşlayın. Yeşil rengi bozulmadan ateşi kapa-tın ve bırakın demlensin. Soğuyunca süzün. Bu yeşil çaydan 1 kahve fincanı(Türk kahvesi) alın. Üzerine 1 çay bardağı dolusu kaliteli gülsuyu koyun çalkalayın. Eğer toniğinizde hafif serin-

Page 54: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

54

lik seviyorsanız buna 1 mama kaşığı alkol ilave edebilirsiniz. Sakın daha fazla değil.

Hazırladığınız toniği büyük bir şişeye alıp buz-dolabına koyun. Bu şişeden hast alık kullana-cağınız kadar başka ufak bir şişeye aktarma yapın. Mümkünse püskürtücü mekanizması olan bir şişe olsun. Yüz temizliğinizden sonra yüzünüzün her yerine bu toniği püskürtün ve emin ellerde olduğunuzu düşünün.

Güzellik İksiri “Gülyağı”Cildinizin bakım yağlarına her zaman ihtiyacı var. Günlük koşturmalar içinde hırpalanan cil-dimizin bakımı her şeyden önemli. Bunun için “gülyağı” hazırlamalısınız.

Gülyağı diyince aklınıza sakın gül esansı, gü-lün uçucu yağı gelmesin. Güllerin damıtılması sonucunda elde edilen ve sadece koku veren uçucu yağları ihtiva eden “gülyağı”ndan bah-setmiyorum. Benim yazacağım gülyağı Os-manlı tıp reçetelerinden alınmış ve hazır ola-rak hiçbir zaman bulamayacağınız “gül iksiri” olan gülyağı.

Gül iksirini mutlaka güllerin açtığı mevsimde hazırlamalısınız. Sertifikalı organik güllerden ve sabahın erken saatinde toplananlardan olacak. Güllerin sadece yapraklarını ayıklayın geri kalanları atın. 1 kilo gül, 2 kiloluk cam bir kavanoza sıkıca doldurulur. Güllerin üzerine zeytinyağı dökülür. Bu zeytinyağı tahmin ede-

ceğiniz gibi özenle seçilmiş, naturel sızma ve güvendiğiniz bir marka olmalı. Güllere layık bir zeytinyağı. Güllerin üzerini tamamen örtecek şekilde zeytinyağı doldurulur. Yağın her daim güllerin üzerinde olması için üzerine temiz bir taş koymalısınız. Kavanozun kapağını kapatın ve dış mekanda güneş görecek bir yere bıra-kın. 20 gün müddetle yerinden oynatmayın. Gündüzleri güneş, geceleri ay ve yıldızlarla arkadaş olmalı. Onların etkilerini içine alma-lı. 20 gün sonra bu kavanozdakileri süzgeçten süzün, yağı ve gülleri ayırın. Güllerin üzerine tahta kaşıkla bastırarak bütün yağın iyice alta geçtiğinden emin olun. Bu süzülen yağları te-miz bir cam kavanoza dökün. Mümkünse kava-noz ince uzun olsun. Bu yağı bir hast a boyunca hiç yerinden oynatmayın. Yağın dibine sulu kıvamlı maddeler birikecek. Bu kısmı yağdan ayırmak lazım. Burası çok önemlidir. Bir hast a sonra üstteki temiz berrak yağı dikkatlice bir başka kaba aktarın. Dikkat edin alttaki kısım yağa geçmesin. Siz en iyisi hiç tehlikeye gir-meden alttaki sulu birikintinin üzerindeki yağ bir parmak yüksekliğinde kaldığında dökmeyi durdurun. Altta kalan kısımdaki yağları müm-kün olduğunca alabilmek için bu sefer dam-lalık kullanın. Büyükçe bir damlalıkla üstteki yağı dikkatlice sulu tabakaya değdirmeden alın ve yağınıza ilave edin. Gene de sulu kıs-ma yakın yağları bırakmanızı tavsiye ederim. Gül iksirine hiç sulu kısım geçmemelidir. Sulu kısım kısa zamanda bozulur, o da yağın bozul-masına sebep olur. O riske hiç girmeyin. Ben

Page 55: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 55

bu arkada kalan sulu ve yağlı kısmı ziyan etmi-yorum. Ayrı bir krem kavanozuna koyup önce onu tüketiyorum. Yağlı gül iksirini çok uzun süre saklayabilirsiniz. Bozulmaz.

Kavanozdaki yağdan kullanmak için ufak, şık bir krem kavanozuna ayırın. Bu banyonuzda bitene kadar kalabilir, bir şey olmaz. Esas yağ kavanozunu da buzdolabının emin bir köşesine gerektiğinde almak üzere yerleştirin. Bu yağın içinde gülde bulunan yüzlerce etkin madde (275 maddeden bahsediliyor) var. Gülün için-de bulunan etkin maddelerden yağa geçen-ler ve yağın içine aldığı güneş ve yıldızların etkisi(Eski tıpta bu ışınlar da çok önemlidir) size bulunmaz bir “bakım yağı” yaratmıştır. Bu yağın faydalarını Osmanlı hekimleri şöyle özetliyor; Başta uyuz olmak üzere, ciltteki has-talıklara, yaralara, yanıklara, sivilcelere, leke-lere, ağrı, sızı ve şişlere yararlıdır. Bütün deri hastalıklarında ve özellikle basurda faydasını tekrar ederler. Baş ağrılarında sirke ile karış-tırarak başa sürülmesini, beyin gücünü arttır-mak için başın tepesine sürülmesini tavsiye ederler. Bu etkilerini denemedim.

Eski tıpta ve özellikle folklorumuzda kadınların bu yağı güzelleşmek amacıyla kullandıklarını biliyorum. Hanımların yüzlerindeki kırışıkları gidericiliği ve cildi parlattığı bilgisi çok bilinen etkilerindendir. Hast ada bir kere olsun (Daha fazla da uygulayabilirsiniz) evde olduğunuzda sabahtan akşama kadar temiz yüzünüzü bu

yağa emanet edin. İnce bir tabaka halinde sü-rün. Hiç korkmayın, cildiniz bu ziyafeti hemen kabul edecek ve emecek, dışarıda hiç yağ bı-rakmayacak.

Güllü Bakım Kremi Cilt dokusunun vazgeçilmez unsurlarından biri de yağ tabakasıdır. Cildin yapısında olan yağ bezecikleri devamlı cilde yağ verir ve böylece cildi dış etkenlerin zararlarından korur. Bizler günlük yaşamımızda temizlik sırasında sabun veya temizlik ürünlerindeki deterjanlar ile bu yağ tabakasını cildimizden uzaklaştırıyoruz. Böylece cildin dış etkenlere karşı savunma mekanizmasını da yok etmiş oluyoruz. Bu se-beple hem yüz hem de vücut derimizin uygun yağlara çok ihtiyacı var. Her günün sonunda; Güzel bir şekilde temizlediğimiz yüzümüz ve gün boyunca defalarca yıkadığımız elimizin dokusunu korumak için bakım yağlarını kul-lanmamızda çok fayda var. Bu amaçla kullanı-lacak en ideal yağ yukarıda anlattığım güzellik iksirlerinden olan “gül yağı” dır.

Yukarıdaki şekilde hazırlanan gülyağı bakım yağı olarak idealdir ve yeterlidir. Fakat çok uzun bir zamandan beri, 1900 yıldır hanım-lar bu amaçla beyaz krema kıvamında hoş kokulu kremleri tanıyor ve kullanıyorlar. Gü-zellik kremlerini M.S. 1.yüzyılda yaşayan ünlü hekim Galenos Roma sarayının asil ve güzel hanımları için hazırlamış. Güzel kavanozlarda gül kokulu, beyaz renkli ve deriyi yumuşatan

Page 56: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

56

kremleri tanıyan hanımlar bir daha bundan vazgeçememişler. Galen başlatmış, daha son-ra hekimler güzel ve zengin hanımlar için bu hünerlerini geliştirmişler, daha sonra da koz-metik sanatı bu işe el atmış ve vazgeçemediği-miz bir ürün olarak bugüne gelmiş. Bugün yü-zümüz ve ellerimizin ihtiyacı olan yağı “krem” şeklinde olan güzellik ürünlerinden sağlıyoruz. Fakat cildimizin ihtiyacı olan yağlar krem hali-ne gelirken bir yığın zararlı ve yan etkili mad-delerden faydalanılarak hazırlandığını hatır-latmakta fayda var.

Siz gene de krem kıvamında ürünle “yağlan-mak” isterseniz size yapımı kolay, içerdiği maddeleri doğal olan iki güllü krem tarifi ver-mek isterim. Önümüzde sıcak yaz günleri bizi beklediği için biraz katı kıvamda olan Güllü krem I ve kışa girince daha rahat kullanabile-ceğiniz yumuşak kıvamlı Güllü krem II kolayca hazırlayabilirsiniz.

Güllü Krem-11 çay kaşığı kadar rendelenmiş balmumu2 mama kaşığı kadar “gülyağı”Bu formülü hazırlamak için önce bal arıları-nın doğal olarak hazırladığı balmumunu satın alın. Az miktarda kullanacağınız için 50 gram bile yeterli olacaktır. Bu balmumunu bir rende ile rendeleyin krem için kullanacağınız miktar 1 çay kaşığı dolusu. Bir tarast a da yukarıda an-lattığım, gül ve zeytinyağı ile hazırlanan iksiri-niz “Gül yağı”nız hazır olsun.

Krem için “Su banyosuna” ihtiyacınız olacak. Az bir miktar ile çalışacağımız için ağzı geniş bir cezve size yeterli olacak. O cezvenin ağzına yerleşecek içine düşmeyecek bir kap bulun. Bu ısıya dayanıklı, yuvarlak tabanlı ufak bir cam kase olabilir. Krem yaparken size mutlaka bir porselen havaneli lazım. Mutfakta güzellik malzemeleri yaratacaksanız, mutlaka bir por-selen havanınız olsun. Bunları edinmek çok kolay. Kimya malzemeleri satan dükkânlarda istediğiniz boyda hem de ucuza havanlar bu-labilirsiniz. Siz ufağa yakın boylardan bir por-selen havan alın ve havanelini bu kremde kullanın. Doğal kremler küçük miktarlarda ha-zırlanır ve hemen tüketilir, bu sebepten ufak boy havan size yeterli olacak.

Cezvenizin içine iki parmak kadar musluk suyu koyun. Üstüne tam ağzını örtecek cam kaseni-zi yerleştirin ve cezveyi ufak ocaklardan birine yerleştirin. Su kaynayınca kasenizin içine bir çay kaşığı dolusu rendelenmiş balmumunu ko-yun. Bırakın erisin. Eriyince cezvenizi hemen ocaktan alın ve balmumuna 2 mama kaşığı gülyağını ilave edin havaneli ile hızla karıştı-rın. Yeterince karıştırdığınızdan emin olun-ca hemen dibi yuvarlak ufak bir cam kaseye dökün ve orada karıştırmaya devam edin. Bu karışımı kaseyle hemen buz dolabına koyun. O soğuyup krem kıvamını alırken siz de renk ve kokunuzu hazırlayın. Renk olarak “Temiz-leyici olarak gülsuyu” formülünde verdiğim ““kırmızı şeker pancarı”nı tavsiye ederim. Ben

Page 57: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 57

kırmızı pancar suyunu ufak şişelere koyup sak-lıyorum. Hemen kullanacağımı buzdolabında, daha sonra kullanacağımı derin dondurucuda bekletiyorum. Kreminiz için bundan bir damla yeterli oluyor. Buzdolabınızdaki kreminiz bir-kaç dakika içinde soğumuş ve kıvamına kavuş-muş olacak. Dikkat edeceğiniz; tam donmadan macun kıvamında iken almanız ve renk mad-desini damlatmanız. Buzdolabından aldığınız kreminizi havan eli ile karıştırın ve macun kı-vamını alsın. Buna hemen bir damla kırmızı pancar suyunu damlatın ve hızla karıştırmaya devam edin. Kreminiz pespembe olacak. Buna hemen “ıtır yağı”nı ilave edin. Bence iki damla gül kokusu veren, doğal yollarla elde edilmiş ıtır yağı yeterli olacak. Hızla karıştırıp krem kavanozunuza nakledin, kalanları bir mama kaşığı ile sıyırıp kreminize ilave edin. Bir dam-lasını bile ziyan etmeyin.

Güllü Krem-22 mama kaşığı Katı Hindistan cevizi yağı2 mama kaşığı “gülyağı” Bu hazırlayacağınız krem daha yumuşak kı-vamda olacaktır.Hindistan cevizi yağı Osmanlı hekimlerinin “gizli silahı” dır. O tarihlerde zor bulunan bu tropik meyvenin sütü ve yağını çok önemli ve faydalı bulurlardı. Bence de güzellik kremle-rinde kullanılabilecek en önemli yağlardan biridir. Bunun gülyağı gibi bir iksirle beraber-liğini siz tasavvur edin. Katı Hindistan cevizi yağını, aromaterapi yağları satan seçkin ma-

ğazalarda bulabilirsiniz. Ben Dünyaya aro-matik yağlar ve sabit yağlar satan bir Alman firmasının yağını tercih ediyorum.. Etiketinde nereden, ne zaman ve nasıl elde edildiği ya-zılıdır. İçinde 50 ml bu yağı ihtiva eden cam kavanoz size yeterli olacak. Bu kremin de ha-zırlanışı da çok kolay. Yukarıda anlattığım su banyosunu alın. Ocağa koyun alttaki su kayna-yınca, cam kavanozun içine 2 kaşık Hindistan cevizi yağı koyup erimesini bekleyin. Eriyince hemen ocaktan uzaklaştırın ve içine 2 mama kaşığı daha önce hazırladığınız gül yağını ilave edin. Havan eliyle karıştırın, bir başka cam ka-seye nakledin, karıştırın, buzdolabına koyun. Kreminiz macun kıvamını alınca çıkarın havan eli ile karıştırırken bir damla kırmızı pancar suyunu ilave edin, sonra da ıtır yağını. Karış-tırıp özenle seçtiğiniz kavanozunuza nakledin ağzını kapatın. Artık bu muhteşem krem hiz-metinize hazırdır.

Havası kuru beldelerde yaşayan hanımlar veya güneşli beldelerde yaşayan deniz, kum deryasına dalan hanımlar için idealdir. Ekzos gazlarıyla dolu modern bir şehirde Dünyayı kurtaran! İş kadınları için ise vazgeçilemez. Sabahları klorlu musluk sularıyla yıkadığınız yüzünüze ince bir tabaka sürün ve makyaj hü-nerinizi onun üzerinde gösterin.

Güllü NemlendiriciGüzellik malzemesi olarak nemlendirici kul-lanmaya alışık iseniz, yüzünüzü ve ellerinizi

Page 58: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

58

sadece nem veren bir ürünle yumuşatmayı seviyorsanız bu sefer de “güllü nemlendirici” yi deneyin. Nemlendiricilerde esas, cilt için uy-gun bir su ile kolay emilecek az miktarda ya-ğın kompozisyonu olmalarıdır. Burada önemli olan bu su-yağ karışımını bir arada tutacak ve kıvam verecek emülgatör maddesine ihti-yacımız var. Kimyasal güzellik ürünleri için bu seçenek sonsuz, bu görevi görecek yüzlerce kimyasal madde var. Aynı işi yapacak doğal madde az ve onlarla çalışmak zor olmasına rağmen ben burada sizler için çok özel mad-deler seçtim. Tamamen doğal ve cildin dostu “güllü nemlendirici” leri hazırlamak ta çok ko-lay.

Güllü Nemlendirici-1 50 ml gülsuyu 5 ml “gülyağı” 1 parça “kitre zamkı”

Kitre Zamkı (Tragacantha, Tragacanth gum); Bazı Astragalus (Leguminosae) Ge-ven türlerinin gövdesinde meydana gelen bir zamktır. Halen bilhassa Türkiye, İran Kafkasya ve Afganistan’da elde edilmektedir. Türkiye’de 380 kadar Astragalus türü bulunmaktadır. Mayıs ayı sonunda gevenin etrafındaki toprak açılarak hazırlanır. Temmuz ortalarından son-ra geven gövdesi özel bir bıçak ile yaralanır. Yaralanmadan 10 gün sonra toplama işlemi başlar. İlki beyaz renklive yarı şeff af ikinci ürün sarımsı ve kalındır.

Nemlendiricimizin esas maddesi gülsuyudur. Cilde nem ve güzellik katacak olan gülsuyu olup buna ilave edeceğimiz gül iksirimiz “gül-yağı” bu nemlendiricinin olmazsa olmazı. Bu iki karışımı bir araya getirecek olan sihirli bit-kimiz de kitre zamkı. Kitre zamkının içindeki faydalı maddeler bu nemlendiricinin önemini daha da arttırıyor. Hem size istediğiniz kıva-mı veriyor hem de cildinizin istediği pek çok maddeyi.

Aktarlardan kolaylıkla bulacağınız kitre zam-kı; Beyaz ufak yaprakçıklar şeklinde ve kuru bir reçine. Su ile şişiyor ve şeff af kıvama geli-yor. Çok az bir miktarı bile bu kıvamı vermeye yeterli. Kitre zamkından ufak bir yaprak alın, orta boy cam kaseye koyun üzerine 100 ml kadar (Yarım su bardağı ) organik, sertifikalı gülsuyunu dökün, serin bir yerde 1 gece kal-sın. Ertesi sabah güzelce karıştırın ve bu şeff af kıvamlı suyu bir süzgeçten süzün. Yumuşama-mış kısımları ayırmış olacağız. Bu kısımları tekrar gülsuyuna koyarak başka yerlerde kul-lanabilirsiniz. Bu süzdüğünüzden 50 ml kadar ayırın ve ufak altı yuvarlak cam kaseye veya havanınıza aktarın. Havan eliniz ile önce iyi bir karıştırın ve içine 1 mama kaşığı dolusu gül-yağınızdan koyup, karıştırmaya devam edin. Pembeden vazgeçmem derseniz içine gene 1 damla “kırmızı pancar suyu” veya 2 damla kırmızı nar suyundan ilave edebilirsiniz. Gül-suyunun kokusu size yeterli gelmiyorsa birkaç damla da ıtır yağı ilave edebilirsiniz. Güzelce

Page 59: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 59

karıştırın. Bu kıvam nemlendirici için yeterli ama zamkınız size kalın bir kıvam vermişse kendi alışkanlığınıza göre biraz daha gülsu-yu ilave edebilirsiniz. Bu pembe şeff afı beyaz cam şişenize aktarın ve tuvalet masanızdaki en ön sıradaki yerine yerleştirin.Güllü Nemlendirici II50 ml gülsuyu 5 ml gliserin5 gram keten tohumu

Keten tohumu,Semen Lini. Keten bitkisi Li-num usitatissimum L. (Linaceae) türünün ol-gun meyveleridir. Bileşimi; Müsilaj%10 ve sa-bit yağ %27-41 ve bir glikozit olan linamarin taşımaktadır. Dahilen müshil olarak, sindirim sistemi iltihapları, tahrişlerine karşı koruyucu olarak kullanılır. Haricen cildi yumuşatıcı, te-davi edici ve ağrı azaltıcı olarak kullanılır. Çok faydalı ve güzel bir kıvama sahip bir başka güllü nemlendirici için keten tohumuna ihti-yacımız var. Allah’tan şimdilerde çok moda da her aktarda rahatlıkla buluyorsunuz. 5 gram keten tohumunu uygun bir cezveye koyun, üs-tüne 100 ml ( yarım su bardağı) gülsuyu koyun bir gece bekletin. Keten tohumu parçalanma-mış ve taze olmalıdır. Bu zaman zarfında fır-sat buldukça tahta bir kaşıkla karıştırın, keten tohumu müsilajını gülsuyuna aktaracaktır. Sa-bah kalkınca bu cezvedeki karışımı ateşe ko-yun ve sadece bir taşım kaynatın hemen altını kapatın. Bırakın o ısı ile kalan müsilajını da versin. Öğlene doğru bu karışımı tel süzgeç-

ten cam bir şişeye süzün. Bu solüsyona 5 ml (1 mama kaşığı dolusu) gliserin ilave edin ve şişeyi çalkalayın. Gliserin daha önce de yazdı-ğım gibi doğal yağların parçalanması sonucu elde edilen faydalı bir madde, nemlendirici özelliği çok. Bu karışıma şimdi zevkinize göre kırmızı boya (kırmızı pancar, hibiskus, nar suyu) ve gül kokusu (damıtma ile elde edilen ıtır yağı) ilave edin.

Bu şeff af nemlendirici hem gül suyu, hem gli-serin ihtiva ederek nemlendirme görevini en iyi şekilde yerine getirir. Yağsızdır bu sebep-le gündüzleri, özellikle yaz mevsiminde tercih edeceğiniz bir ürün olacak. Ayrıca keten tohu-mu ve gül suyunun ferahlatıcı, yaraları tedavi edici ve antiseptik koruyucu özelliği ile cilde faydasını düşünürseniz ne kadar isabetli hare-ket ettiğinizi anlayacaksınız.

Page 60: Gül Şehri Diyarbakır

Bölüm 2

Page 61: Gül Şehri Diyarbakır

DİYARBAKIR VE GÜL

Page 62: Gül Şehri Diyarbakır

DİYAR-I GÜL

Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi

Gül Şehri DİYARBAKIR

Öğr. Grv. Aysel ALYAMAÇ YILMAZ

Page 63: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 63Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi

GİRİŞ “Aylardan Mayıs. Diyarbakır’da Şeyh Muham-med Düzlüğü’ndeki verimli Dicle toprağının altında da, üstünde de ayrı bir heyecan, ayrı bir coşku yaşanmakta. Kışın derin uykusundan baharla birlikte uyanan, her bir ayrı bir tat, renk ve güzellikteki yüzlerce çiçeğin, binlerce bitkinin tek arzusu, bir an önce, bereketli yağ-mur sonrası gülümseyen güneşe kavuşmakta. Bunlardan biri de Muhammedi Gülüdür. Aylar-dır toprağın altına doğru uzattığı kökleriyle, sapasağlam tutunmuştur doğaya. İncecik dal-ları yeşermiş, misler kokan nazenin yaprakları sağlı, sollu gövdesini kuşatmış ve ilk tomur-cuklarını salmıştır bile… Her bir goncasında sıkı sıkıya birbirine kenetlenmiş rengârenk bir hazine yatmakta. Günlerdir süren bekleyişin sonu geliyor gibi. Biten her gün, başlayan her gece ve gün doğmadan efil efil esen saba rüz-garı, beklenen mutlu sonu yavaş yavaş müjde-lemekte. Binlerce yıldır olduğu gibi, tıpkı bir doğum sancısı gibi sürüyor her şey. İşte gün o gün, heyecan yine dorukta. Dış yapraklar, saba rüzgârının okşayışı andıran o doyumsuz temasıyla an be an gevşiyor gibi. İşte, evet işte ilk ışık huzmeleri giriveriyor içeri. Açılı-yor sırlı kapılar birbiri ardınca. Ey güneş, ey sevgili, sıcak yüzüne hasreti bitiyor bu müba-rek gülün işte. Bülbüle de haber sal, gelsin bu gece. Al kanıyla boyasın taç yapraklarımı yine. Leyla’nın Mecnun’a Ferhat’ın Şirin’e kavuşma-sı neyse, gülün bülbüle, bülbülün de güle ka-vuşması böyledir işte.”

Evet, dile kolay, tam 4 bin 600 yıldır yaşana geliyor bu öykü Diyarbakır’da. Sonu gelme-den, bitip tükenmeden, her gül mevsiminde ve bu kadim şehirde. Bülbül güle âşık ama gülün gönlü sanki Diyar-ı Bekir’de. Öyle olmasa, sü-rer miydi asırlardır bu sevda masalı. Boşuna mı demiş şair;

“Gel gül, dedi, bülbül güle; gül, gülmedi gittiGül, bülbüle; bülbül güle yar olmadı gitti” diye.

Biliniyor ki, İslam halk inanışına göre, gül, Nebiler Nebisi Hazret-i Peygamber Efendimi-zin simgesidir. Mirac gecesi, Yüce Yaradan’la görüşmek için yaşanan zorlu yolculukta, yor-gunluktan akan mübarek teri, gökyüzüne düş-tüğünde sadece gülü sulamıştır. Bu nedenle de, gül, Hazret-i Muhammed Aleyhisselam gibi kokmaktadır. Diyarbakır’a özgü yetişen ve bu büyük Nebi’nin ismini alan Muhammedi Gülü işte bu güldür. O gün bu gündür, sadece Diyar-ı Bekir’de yetişip cümle âleme buradan yayılmaktadır.

Bunun bilincinde olan Diyarbakırlı, Âlemin Sultanı’na olan saygısından olsa gerek bu güzide çiçeğe ayrı bir değer vermiş, koruyup kollamış, bugünlere kadar getirmiştir. Ovada, dağda, bayırda kendi kendine yetişmesiyle ye-tinmemiş, almış evine taşımış bu misk-ü am-ber kokan gülleri. Kâh evinin bahçesinde, kâh merdiven kenarlarında, çoğunlukla da sak-sılara ekerek pencere kenarlarında gözünün

Page 64: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

64

önünde tutmuş, baş tacı etmiştir. Sabahları onun kokusuyla uyanmış, toprağını havalan-dırıp kuruyan yapraklarını temizlemiş. İncit-meden her koklayıp Peygamber Efendimiz’e salâvat getirmiş. Çünkü o aldığı nefesin, O Yüce Sultan’ın mübarek kokusu olduğuna inanmış. Onu da, cennet kokusuyla eşdeğer bilmiş.

Diyarbakırlı bununla da yetinmemiş, gülü, gündelik yaşamının taa içine, hayatının mer-kezine taşımış. Neler mi yapmış. Gülü kopar-maya kıyamadığı için kurutmuş, evine süs etmiş. Taç yapraklarını toplayıp reçel, şerbet yapmış. Hastalıklara şifa olsun diye gül suyu hazırlayıp bayramlarda, kandillerde, mev-litlerde gelen misafirlerine ikram etmiş. Bu şehre özgü güllaç tatlısına katarak konu–kom-şusuyla paylaşmış. Doğum sonrası loğusa ka-dına içirterek güç kazanmasını sağlamış. En mutlu günleri sayılan sünnet, kına, nişan ve düğünlerde Zerde’ye katarak sonsuz saadete kavuşmayı dilemiş.

Daha ne yapmış derseniz, en güzeli çocukları-na gül kaynaklı isimler vermiş. Kızlara; Gülcan, Güler, Gülseren, Gülseven, Gülnaz, Gülbahar, Gülbeyaz, Gülenay, Gülsen, Gülşen, Gülben, Gülşah, Gülistan, Gülfidan, Gülcihan, Güldane, Güldeste, Gülhayat, Gülizar, Gülgonca, Aygül, Badegül, Birgül, Esengül, GoncagülNurgül, Songül ve Ayşegül gibi.Yalnız kızlarımız mı nasiplenmiş bu güzel gül

kökenli isimlerden, elbette ki hayır. Erkek ad-larında da gül kaynaklı isimlere rastlamak mümkün. Örneğin; Ergül, Erengül, Gülali, Gül-bey, Gülcelal, Gülcemal, Gülağa, Gültekin, Gül-cihan bunlardan sadece birkaçı.

Daha neler var diye irdelediğimizde günlük yaşamda da gülün varlığını bu şehrin insanı-nın her an yanıbaşında hissettiğini görüyoruz. Mesela, yeni doğan bebeğe yaptırılan tahta beşikteki kenar işlemelerinde marangoz usta-sı mahir elleriyle gül goncasını öylesine güzel nakşetmiş ki hayran olmamak mümkün değil. Böylece hem doğan bebeği yeni açan bir gül goncasına benzetmiş hem de, el bebek gül bebeği gülün nazardan koruyucu sırlı gücüne emanet etmiş. Sonraki yıllarda demir profil-lerden yapılan beşikler de demirci ustalarının aynı sanatı yaşattıklarına şahit oluyoruz.

Yine Diyarbakır’a özgü doğum geleneklerimiz içinde, bebeğe yapılan yastık, yorgan, battani-ye, mama önlüğü ve benzeri el emeği ürün-lerde gül motifinin en özenli şekilde anneler, teyzeler, halalar, nineler ve konu-komşu ma-rifetiyle rengârenk işlendiğini rahatlıkla göre-biliyoruz.

Annelerin annelik duygusuyla bebeklerine ses-lenirken, “gül yüzlüm, gül kokulum, gül cemal-lim, güler yüzlüm, gül çeşnilim, gül goncam ve benzeri gül kaynaklı benzetmeler kullandığını çoğumuz duymuşuzdur. Bebeğin asıl ismi ne

Page 65: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 65

olursa olsun, böylesi benzetmelerle seslen-menin ve sevmenin tek nedeni, güle olan sev-gi, özlem ve can paresini gülle eşdeğer tutmak olsa gerek.

Şark Bülbülü lakaplı ünlü sanatçımız Celal Güzelses’in derlediği ve şehrimizin en çok se-vilen türkülerinden birinde, gül mevsiminde şöyle betimler sevdiği güzeli.

Esti baharın nesimi ne hoş edalı kesimiAldım o yarin sesini hay hay

Aldım o yarin sesiniBak ay göründü meşeden avcılar bekler köşe-

denKokusunu gülden almış Anam

Yanakları menevşeden

Bu türkü sözlerinde de görüldüğü üzere, yârin

kokusu gül kokusuna, yanakları menevşeye benzetiliyor. Yine anlatılan bir rivayete göre, Celal Bey, Gazi köşkünde türkü söylerken, bül-büller gelip gül fidanlarına konar, o söylerken susar, o susarken kendileri şakımaya başlar-mış.

Baharda esen Saba yeli, günün ilk ışıklarıy-la birlikte gol goncalarını okşarcasına bir bir açtırıp kokularını dört bir yana saçar Diyarbakır’da. Eskilerin anlattığına göre, bir zamanlar Dicle kıyılarında da öbek öbek gül fi-deleri varmış. Çünkü gül, özellikle Muhamme-di Gülü sulak alanları daha çok sever, en ko-kulu yapraklarını burada açarmış. Gül, bülbül ve Dicle. Ne muhteşem bir üçlü! Birinin sesi, birinin nefesi, birinin de doyumsuz kokusu. Bir insan dinlenmek için daha ne ister. Bahar, yani gül mevsimi geldi mi, gencisi yaşlısı bü-tün Diyarbakır Dicle kıyısına “Çıkharı”ya, yani pikniğe çıkardı ikindi vakitlerinde. Akşam gün kararıp dolunayın aksi Dicle’nin nazlı sularında yakamozlar oluşturunca, bülbülle gülün ve on-lara bir keman zarafetiyle eşlik eden Dicle’nin doyumsuz senfonisi başlarmış. Diyarbakırlı özellikle gecenin bu ilerleyen saatlerini ter-cih eder, pür dikkat kesilir, gözlerini kapayıp bu güzelliği ruhuyla dinlermiş. Zaman burada farkında olmadan geçer, günün yorgunluğun-dan eser kalmazmış.

6 Mayıs olup da Hıdrellez günü geldiğinde, o günün gecesinde özellikle genç kızlar sabahın

Page 66: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

66

erken saatlerinde kalkıp mutlaka bir gül ağacı ararmış. Bulduğunda da dileği neyse bir kağı-da yazar ve o ağacın dibine gömermiş. Öylesi-ne İnanır, öylesine güvenirmiş ki gülün gücüne o dileği bir dahaki Hıdrelleze değin gerçeğe dönermiş.

Yıllar boyu Diyarbekir’de kardeşçe yaşadığı-mız, kız alıp verdiğimiz başta Süryaniler, Erme-niler ve diğer gayri Müslimler içinde özellikle gümüş ve altın işleme sanatkârları çokmuş. O el emeği göz nuru ürünlere baktığımızda göze çarpan önemli figürlerin başında yine gülün ve güllü işlemelerin geldiğini görüyoruz.

Yurdumuzun en büyük gül üreticilerinden Isparta’daki Gül Birlik’in Danışmanı Prof.Dr.Ayten Altıntaş, bir makalesinde gül koku-sunun beyin ve bellek gücünü arttırarak insan ömrünü uzattığını belirtmekte ve şöyle devam etmektedir. “Gülün sağlıktaki rolü çok büyük-tür. Cildi temizlediği gibi, gül kokusu da beyin ve bellek gücünü arttırmaktadır. Gül kokla ki ömrün uzasın. Gül ayrıca tüm ateşli hastalıklar, mide ve barsak rahatsızlıklarında da kullanıla-bilen bir bitkidir. Orta Asya’dan beri atalarımız gülü çeşitli amaçlarla ve şifa sağlayıcı olarak kullanıyorlarmış” diyor.

Bir başka gül dostu Prof. Dr. Turhan Baytop, “Türkiye’de Eski bahçe Gülleri” adlı eserinin bir bölümünde: “Sevdiğimize gülüm deriz. Ars-lan gibi delikanlılarımızı gül gibi kızlarımızla

everir, gül gibi geçinmelerini dileriz. Yağını eller sürünse bile, bülbülün güle olan sevgisi eksilmek nedir bilmez. Nice şarkımız, şiirimiz, türkümüz burcu burcu gül kokar. Yeri gelir gülü gül ile tar-tar, yeri gelir mendilimizi gül dalında kuruturuz. Gül mevsimi deriz, gül devri deriz. Gül kokusunu Peygamber teri biliriz. Bazı yanaklarda güller açar. Bunlarla da yetinmez gül ile başlayan – bi-ten yüzlerce kadın, kız adı yaparız. Gün gelir gül Baba olur. Gün gelir gül, Ana olur. Fatih’in gül koklayan minyatürünü görmeyenimiz yoktur.” diyor.

Yeniden Diyar-ı Gül’e dönecek olursak, gelin kısa bir süreliğine 40–50 yıl öncesine ve Deva Hamamı’na dönelim birlikte. Askerden dönen oğluna gelinlik kız bakınan hanım ile komşusu-nun muhabbetine ortak olalım sizlerle.

“Ayten Hanım, Ayten Hanım huu..- Efendim, Gülperi Abla…- Muştumu isterem, şincikten söyliyem de unutmayasan.- Heyirdir Abla ne muştusundan söz edi-sen.- Oğulan için ele bir kız bulmuşam ki, Al-lah nazardan esirgeye.- De vallah.- Hemi vallah, hemi billah.- Eee anlat hele Abla, nasıl biri kemin nesi.- Sen tanımazsan, ama bir görsen ba-yılırsan. Tıpkım ayın ondördü gibi. Yüzi beyaz,

Page 67: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 67

saçi komür karasi, simsiyah. Gözleri iri, kirpik-leri ok misali, sankim dersin bir peri..- Eee daha başka Abla hayran.- Daha ne diyem kız Ayten. Boyu desen fidan gibim uzun ve ince. Eminim oğlun vuru-lacak görünce. Dişleri inci misali tas tamam. Ağzı var, dili yok el aman…- Ayy abla, ağzından bal damli valla. Daha başka, daha başka.- Daha ne diyem sahan bilmem ki. Ha, en önemlisini ez daha unutturidin bahan.- Dee hele Abla, neymiş unutacağın söy-le.- Bir güzel kokuyor ki, gül gibim. Bir teni var ki, gül yaprağı gibim. Bir görünişi var ki, gül goncası gibim. Daha ne diyem kız. Gül gibi diyem, gül gibi. Var mı daha ötesi viş kele, al elen hamam tasini, şincikten göbek at oyna hele”

İşte böyle, gelinlik kızın en hası, en güzeli, en kıymetlisi gül gibi olanıymış, güle benzetile-niymiş eski Diyar-ı Bekir’de. Analar oğullarına, “sana bir kız buldum, tıpkı bir gül gibi” diyerek muştu verdiler mi, gerisi tamammış.

Gelinlik kıza çeyiz hazırlama işi biliyorsunuz eskiden beri Diyarbakır’da önem verilen bir konudur. Kız ailesi kızına hazırladığı çeyizle öğünür, elinden geleni esirgemez. Her şeyden neredeyse deste deste hazırlanır, ta doğacak bebek bile düşünülerek hareket edilir. İşte bu çeyizde yer alan yatak, masa, sehpa örtüleri,

minder, yastık kılıfl arı, özellikle mutfak perde-leri, hamam takımları, divan başları, karyola etekleri, gelin duvağı ve çeyiz bohçaları mut-laka gül motifl eriyle işlenir, süslenir. Bunun, yeni kurulacak yuvaya, huzur, mutluluk, bolluk ve bereket getireceğine inanılır. Kına gecele-rinde bile, gelin başı gül motifl i kırmızı örtüyle örtülür. Evliliği boyunca hep gülsün, üzülmesin diye dualar edilirmiş.

Söz düğün–dernekten açılmışken, yine Diyar-bakır yöresinde anlatılan kısa bir öyküyü pay-laşmak isterim sizlerle. Zamanın birinde, bu kadim şehrin zengin ağalarından birinin gü-zeller güzeli bir kızı varmış. Ağanın oturduğu bey konağının bahçesi tamamen gül ekiliymiş. Bahar geldiğinde o konağın bahçesi allı-be-yazlı, turunç-sarılı güllerle bezenir, kokusu metrelerce öteden alınırmış. Bu güzel kızın o kadar çok isteyeni varmış ki, görücünün biri gider, biri gelirmiş. Ağa da bu tek evladının üzerine titrermiş. Gönlü olmadığı sürece kim-seye vermemiş gül kızını. Bizim buralarda yaşı geçince, ağa kızı da olsa artık kısmeti kapanır, isteyeni çıkmaz olur bir süre sonra. Güzeller güzeli kıza zamanında talip olup da olumsuz cevap alanlardan biri 15-20 yıl sonra yeniden yolu buralara düşünce merak eder ve o gü-zel ağa kızını soruşturur. Evlendiğini öğrenir. Acaba nasıl biriyle evlendi diye meraklanır ve gizliden gizliye konağı gözler bir süre. Bir sa-bah bakar ki konaktan orta yaşlı, kilolu ve saçı dökük biri çıkar. Kadın da onu kapıdan uğurla-

Page 68: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

68

maktadır. Gördüklerine şaşırıp kalan eski ta-lipli, bu işin aslını merak eder. Konağa varıp kapıyı çalar. Az sonra kapı açılır. Karşısında-ki kadın, bunca yıllık araya rağmen hala çok alımlı ve çok güzeldir. Kendisini de hatırlar. “Bacım, kusura bakma ama yıllar sonra yolum düştü, seni hatırladım ve sordum, evlendiğini söylediler. Az önce kapıdan beyini uğurlarken gördüm seni. Merak ettim, nasıl böyle biriyle evlendin” diye sorar. Kadın onu içeriye davet eder. Bahçesi hala birbirinden güzel güllerle doludur. “Sorunun cevabını almak mı istiyor-sun” der. Adam da, “Evet, onun için burada-yım” deyince, “o halde, şu bahçeye gir ve bana gördüğün en güzel gülü koparıp getir. Yalnız bir şartım var, önündeki gülü koparabilirsin, geride bıraktığına bir daha dönüp bakmaya-caksın” der. Adam, bundan kolay ne var deyip gül bahçesine dalar. Bir sağına, bir soluna, bir önüne bakarak ilerlemeye başlar. Tam en güzeli bu gül deyip koparmak için eğildiğinde biraz ilerde daha güzeli gözüne çarpar. Ona vardığında, ileride daha alımlısını görür.

Öyle böyle yürüye yürüye farkında olmadan bahçenin sonuna gelir ve önünde sadece tek bir gülün kaldığını görür. O da hafist en hafife kurumaya yüz tutmuş, yaprakları pörsümüş bir güldür. Geriye dönüp bakamadığı için mec-buren onu koparıp mahcup bir şekilde kadına götürür. O da sanki olacakları önceden biliyor-muş gibi; “bak gördün mü, onca güzel içinde kala kala elindeki gülle geldin bana. İşte be-

nim de kısmetim böyle yazılmıştı. Onca zen-gin, yakışıklı, varlıklı, asil, soylu taliplim çıktı. Ama ben, hep daha iyisi çıkar diye bekledim. Sonunda da, kala kala az önce gördüğüne kaldım. Şu güller benim hayatımın özeti gibi. Güzelliğimin yegâne sebebi. Onlar da olmasa ne yapardım bilemem” der. Adam, utancından gül kadının yüzüne bile bakamaz, gerisin geri konaktan çıkar gider.

Gül alımlıdır, gül çiçeklerin sultanıdır. Gül na-zenindir, nazlıdır. Gül şefkat ister, özen ister. Gül kendisini seveni tanır, tek kusuru dikenleri. Varsın o kadarcık kusuru olsun.

Hem, “Gülü seven dikenine katlanır” özlü sözünü boşuna dememiş atalar. Gül duygu-saldır da aynı zamanda. Sözden, bakıştan, te-mastan anlar. Gül, doğada sanki bir canlı gibi yaşar.

Yaş kemale erip hac farzı yerine getirildiğin-de, mutlaka gül motifi işlemeli gülabdanlar bulundurulur Diyarbekir’de ki hacı evlerinde. Gelen misafirlere gül suyu bunlarla sunulur. Gül şerbeti yapılıp ikram edilir. Güllaç açılıp konu-komşuya dağıtılır.

Mekke Medine’den mutlaka gül işlemeli secca-deler, takkeler, tespihler getirilir, hatıra olarak saklanır. Yaş ilerleyip bel büküldüğünde, ayaklar artık bedeni taşımaz olduğunda, alınan baston-larda da gül kabartmalarına sıklıkla rastlanır.

Page 69: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 69

Diyarbakırlı, ebediyete uğurladığı sevdiklerini de gülle yolcular öte âleme. Kadim şehrin en eski mezarlığı olan Mardin Kapı’ya gittiğiniz-de, binlerce mezarın yanı başında, hatta üze-rinde gül fideleri görürsünüz.

Çeşit çeşit güller, hele bu mevsimde zambak-larla birlikte açtığında orası adeta bir cennet bahçesine dönüşür. Gül, dinsel yönüyle değer-lendirildiğinde, Yüce Peygamberimizin sembo-lü olması nedeniyle, altında yatan kişiye şefa-atçi olacağına inanılır. Mezarlıklarda gözlenen bir başka unsur da, bazı kabir taşlarına işlenen gül motifl eri ve kabartmalarıdır. Maharetli taş ustaları, sanatlarının inceliklerini, sabırla taşa bile gülü işleyerek göstermişler bu diyarlarda.

Sözün özü, bu bilgiler ışığında da görüldüğü üzere, doğumdan ölüme yaşamın her anında gülle birliktedir Diyarbakır insanı ve bu kadim şehrin her bir yanı. En eski tarihi eserlerden tutun da günümüzde yapılanlara varıncaya değin, işleme, süsleme ve kabartmalarda gül eksik olmamış, unutulmamıştır.

Camilerde, çeşmelerde, hanlar ve kervansa-raylarda devasa duvarlara gül işlenmiş, gül resmedilmiştir.

Yıllar yıllar önce bir adam tanımıştım, Diyar-bekirli. Adı, Seydoş Ektirici. Evine gittiğimiz-de orası sanki ev değil bir gül bahçesi gibiy-di. Evin içi, pencere önleri, balkonların her bir

yeri ve arkada yer alan küçük bahçesi tama-men gül fideleriyle doluydu. Her biri ayrı bir renk taşıyor, ayrı bir koku yayıyordu. Yaşlı ka-rısı söylenip dursa da, aslında o da seviyordu gülleri. “Ama kızım, gülleri görmekten beni görmez oldu bu adam” deyişini hiç unutmu-yorum. Bir eş duygusallığıyla belki siteminde haklıydı ama o gülleri görüp sevmemek, onla-ra sıkı sıkıya bağlanmamak olamazdı elbette. Seydoş Ektirici’nin en büyük hayali o hep met-hini duyduğu “Siyah Gülü” yetiştirebilmekti. Atalarından duymuştu. Bir zamanlar varmış bu gül Diyarbekir’de. Öyleyse ne yapıp edip o da bulmalıydı siyah gül goncasını. “Her mev-sim sabırla çalışıyorum kızım, gül kalemlerini birbirine aşılıyorum. Mevlam kısmet eder, ömür verirse bulacağım inşallah” demişti. Ne yazık ki ömrü vefa etmedi Seydoş Ektirici’nin siyah gülü görmeye. Bir sabah gül bahçesinde bul-dular cansız bedenini. Sevgilileriyle sarmaş dolaş bir şekilde, bir cennet bahçesindeymiş gibi gülümseyerek yatıyordu. Mekanı cennet olsun.

Bir gül; size özel bir sevgiyi, iki gül; karşılıklı derin aşkı, üç gül; seni seviyor umu 365 gül, seni her gün düşünüyor umu, 1001 gül, ebedi aşkı simgelermiş. Varın gerisini düşünün ar-tık. Sevgiliye gülle sunulan daha nice ne aşklar varmış diye.

Duyan, düşünen, hatırlayan bir çiçek… Başka bir benzeri var mı dünyada, üzerine bu denli

Page 70: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

70

çok ve manası güçlü sıfatlar ekleyecek? Bah-çemizdeki bütün çiçeklerin sertacı o…Bahara bile o kadar hükmetmiş ki adını “gül mevsi-mi” yapmış koca ilkbaharın. Gönüllerdeki ge-niş saltanatın sahibidir, bize gülmeyi öğreten. O yüzden adının yanına gülen’i, handan’ı hiç çekinmeden ekleyen. Bu bahar bir başka ba-kalım güle, bir başka koklayalım, bilerek-his-sederek. Sözlerimi bitirirken diyorum ki: gül yüzünüz hiç solmasın, gül hayatınızdan hiç eksik olmasın. Kucak dolusu güller eşliğinde sevgi ve saygılarımla…

Page 71: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 71

Page 72: Gül Şehri Diyarbakır

TARİHTE DİYARBAKIR VE GÜL

Dicle Üniversitesi Tıp FakültesiProf. Dr. Kenan HASPOLAT

Page 73: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 73

GİRİŞ Milattan Önce 7250 yıllarına kadar gi-den, dünyadaki ilk yerleşimlerden biri olan Çayönü,’Ergani’ye yakın bir yerleşim ye-ridir. Çayönü dünyada ilk tarımın yapıldı-ğı bir mekândır.94 9000 yıl önce gülgillerin Diyarbakır’da Çayönünde yetiştiğini George Wıllcox’dan öğreniyoruz.95

94 Güneli, Zülküf, “Diyarbakır Kent Kimliği İçin Önemli Bir Öğe Suriçi Dokusu Diyarbakır Kale-Kent,” 1.Ulusla-rarası Nebiler Sahabeler Krallar Kenti Sempozyumu, Di-yarbakır, 2009.95 George Wıllcox. Manon Savard, “Güneydoğu Anadolu’da Tarımın Benimsenmesine İlişkin Veriler,” Mehmet Özdoğan, Nezih Başgelen, Ed. Türkiye’de Ne-olitik Dönem, Arkeoloji ve Sanat Yay. İst. 2007, s. 427–440.

Günümüzde pek bilinmiyor olsa da, Diyarbakır’da gül yetiştiriciliğinin geçmişi Asur dönemine kadar uzanır. İngiliz Arkeolog Sir Leonard Wooley’in bilim dünyasına tanıt-tığı Mezopotamya kil tabletlerinde yazıldığı-na göre MÖ 2684–2630 yılları arasında Asur kralı I. Sargon gülfidanlarını kendi ülkesine Diyarbakır civarından götürmüş. Bu belgede Kral I.Sargon’un Dicle nehrinin üst kısımlarına askeri keşif gezisi yaptığını bu geziden “Asma, incir ve gülfidanları” ile geri döndüğü yazılı-yor.96

96 Ludvık Vecera, Classıc Roses, Published Great Bri-tain, 1989, s. 7–11; Eıgıl Kıaer, Methuen Handbook of Roses, Ancıent Tımes, London, 1965, s. 10; Altıntaş, Ayten, “İslam Tasavvufunda Gül, Peygamberimiz ve Diyarbakır”. 2. Nebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu, 2010.

Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi

Page 74: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

74

Kral Sargon97

Arkeolog Wooley’in bulduğu stel98

Evliya Çelebi’de Seyahatnamesi’nde Diyarba-kır güllerinden söz ederken: ‘Büyük nehrin ak-

97 http://www.turkopedi.com/sargon-ve-sumerler.html98 www.wardom.com.tr

tığı toprakların iki tarafı da “gül bahçeleri” güzel kokulu bostan ve reyhan bahçeleridir. Buralar vi-layet halkının altı ay boyunca Diyarbekir’in Dicle fasıllarını yaptıkları mesire yerleridir’ der.99

99 Korkusuz, Şefik, Seyahatnamelerde Diyarbakır, İst. Kent Yay. 2006.

Page 75: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 75

Evliya Çelebi der ki: Dünyayı dolaştım şehr-i Amid kadar güzel bir şehir yeryüzünde görme-dim. İnsanları kadar da nezih, mert ve misa-firperver görmedim Zümrüt gibi bir şehir, her tarafı gül bahçesi der.100

Ortaçağ'da özellikle Abbasiler döneminde El cezire'de(Kuzey Mezopotamya) bol miktarda gül yetiştiriliyordu ve çok sayıda gül suyu ima-lathanesi vardı.101

Gülün onlarca çeşidinin yetiştirildiği kent Os-manlı döneminde gülistanlıklar kurulan, yetiş-tirilen güllerden gülyağı ve gülsuyu elde edi-len önemli bir merkezdi. Matrakçı Nasuh’un 16.yüzyılda meydana getirdiği ‘Beyan-ı Menazir-i Sefer-i Irakeyn’ adlı eserinde res-

100 Diken, Şeyhmuz, Diyarbekir Diyarım, Yitirmişem Yanarım, İst. 2003.101 Altıntaş, Ayten, Gül-Gülsuyu, Portakal Basım. İst. 2009.

medilen bir minyatürde şehrin surlarının dı-şında büyük gül bahçeleri resmedilir.102

Matrakçı Nasuh(1564), Diyarbakır gül bahçeleri, altta meyve bahçeleri.

1691 yılında Diyarbakır’da meslekler zikre-dilirken 1 Gullabi’nin varlığından bahsedilir. Gullabi: akıl hastanesinde gülsuyuyla bakıcı-

102 Kaya, Hasan Mert, Sevgi Kenti Diyarbakır, SkyLife, Eylül 2010.

Page 76: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

76

lık yapan kimse demektir. Bu açıdan 1691’de Diyarbakır’da zihinsel engellilere bir yaklaşım olduğu anlaşılıyor. Bu durum büyük bir ekono-mik refahın sonucudur. Zira 1568 tarihli Tah-rir dest erine göre Diyarbakır’da 186 meslek bulunmaktadır. Bursa’da tespit edilen meslek sayısı 50, Kayseri’de XVI. yüzyılda 18, XVIII. yüzyılda 23,Kastamonu’da 34’dür.103

Fis Kayası Lalelik ve GülEvliya Çelebi seyahanamesinde Fisk kayası adı ile meşhur yüksek bir tepe üzerine siyah taş ile yapılmış,yüksek ve gayet kuvvetli bir kaledir…o yüksek dağın tepesi geniş ve lalelik-tir….Fis kayası mağaraları bu yüksek kalenin altındadır. Yunus Aleyhisselamın makamı da buradadır… Büyük nehir aktığından iki ta-rafı da gül bahçeleri, güzel kokulu bostan ve reyhan bahçeleridir… Her yıl vilayet halkının altı ay Diyarbekir’in Dicle fasıllarını yaptıkları mesire yerleridir.

103 Erpolat, Mehmet Salih, “Osmanlı Döneminde Di-yarbakır’daki Esnaf Grupları ve Meslekler”, Osmanlı’dan Cumhuriyete Diyarbakır, Ed. Yediyıldız B. Tomenendal. C. 2, Ank. 2008, s. 316.

Şemseddin Sami Kamus-u Alam.’da Diyarbakır ilinin gülleriyle diğer çiçekleri çoktur demektedir.104

Dicle Kenarında Reyhan Bağları(Fesleğen Bahçeleri)E.Çelebi Dicle kenarındaki fesleğen bahçeleri-ni şu şekilde tanımlar; Aşağıda akmakta olan büyük nehrin iki yanı güllük, gülistanlık, bağ, bostan ve reyhanlıktır. Reyhanların hepsinin kökü toprakta olduğundan bütün yaprakları yeşil olmakta ve yerden sürekli nem alarak da büyümektedirler. Bir evin reyhan duvarından görünme imkanı yoktur. Bunlar,o derece sık reyhanlı,reyhandan kulübeler olup gece gün-düz içinde oturan erkek ve kadınların genizle-rine reyhanların ve gül,sümbül ve erguvan gibi diğer çiçeklerin kokuları dolar.105

1700 yıllarında paşaların ev eşyaları içinde 104 Şemseddin Sami, Kamus-u Alam, c.3, 1889, s. 2203.105 Martin van Bruinessen ve Hendrik Boeschoten, Evliya Çelebi Diyarbekir’de, İst. 1997. s. 364.279.253.

Page 77: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 77

gülabdanların varlığı o zaman gülsuyunun önemini yansıtmaktadır. 1784-86’da Diyar-bakırda valilik yapan Diyarbakırlı Kiki Abdi Paşa’nın mirasında yani terekesinde 3 adet gülabdan’ın varlığını öğreniyoruz.106

Dr.Lamec Saad Diyarbakır 1890 yılı izlenimle-rini şöyle anlatır: Dicle kıyısı boyunca uzayan bahçeler, çeşitli nehir kollarının akmasıyla da, Diyarbekir'in güneyinde ve doğusunda verimli alanlar oluşturuyor. Bu verimli alan ilkbaharın gelmesiyle gül ve menekşe bahçesine dönüş-mektedir. Halkın eğlence yeri olarak da Dicle kenarında Urfa kapı ile Dağkapı arasında bah-çeler çok ünlüdür.107

19.Yüzyıl Diyarbakır Salnamelerinde ‘Gülis-106 Yılmazçelik, İbrahim, “Kiki Abdi Paşanın Muhalle-fatı,” 1.Bütün Yönleriyle Diyarbakır Sempozyumu, 2000. s. 279,313.107 Korkusuz, age.

tanlar Tesis Ve Teksir Edilmiştir’ yazılıdır. Resmi devlet belgesi olan tarihi Diyarbakır salnamelerinde; Dicle nehrinin sağa ve sola temayül ede ede cereyan-ı tabiisinin teşkil etmekte olduğu cetveller o manzaraya başka letafetler vermekte ve bahçelerin bazısında huda-yi nabit menekşe çiçeği, yetiştirilen gül fidanları adeda birer gülzar-ı nükhet-i nisar-ı letafet teşkil edip bülbüllerin, tuyurun enva-ı nağamat-ı ferah efzası da da teşnif-i sevami eyler. Mevsim-i Rebinin bidayetinde menekşe ve nihayetinde gülistan mesireleri olur.(5/84)denir).108

108 Diyarbakır Salnameleri, Diyarbakır Büyükşehir Be-lediyesi, İstanbul Acar Matb. 1999.

Page 78: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

78

1869–1905 yılı Diyarbakır salnamelerinde Di-yarbakır gülleri şu şekilde anlatılır; Bahçeler-de menekşe ve güllükler vardır ki ilkbaharın bidayetinde menekşe ve nihayetinde gülistan seyirleri olur (salname 3/314).

1881 yılı Diyarbakırlı bahçıvanlar.109

Erzincani İzzet Paşa Diyarbekir valisi iken Ben u Sen ve gülleri hakkında söylediği manzume;

Manzume-i Ben u SenBir aceb sefa Gülşen-i rana Ben u Sen

109 Bulduk, Üçler, “Hülasa-i Ahvali’l-Buldan’a Göre 19.Yüzyılda Diyarbakır Şehiri.”Osmanlı’dan Cumhuri-yete Diyarbakır, Ed.Yediyıldız B,Tomenendal. c.1, Ank. 2008. s. 196.

Page 79: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 79

Görse ger Sa’di Gülistan’a yazardı vasfınÇün viri revnak-ı gülgeşt-i musalla Ben u SenOlmaya kimse bu gülzarda illa Ben u Sen110

Ben u Sen’den bir görünüm.

Sultan Abdülmecid döneminde, Abdülmecid’e itha-fen Fevzi Efendi tarafından yazılan Ahval-ü Buldan isimli eserde “Mardin Kapısı haricinde Dicle’nin ke-narında çok sayıda gül bahçesinin olduğu, bunların etrafında duvar bulunduğu ve bunun içinde ve dı-şında çok sayıda köşk olduğu ifade edilir.”111

110 Korkusuz, age.111 Bulduk, agb. s. 196.

Page 80: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

80

Sultan Abdülhamid Döneminde Diyarbakır’da Gülcülüğün TeşvikiOsmanlı Devleti Ziraat Nezareti 1880’li yıllar-dan itibaren Osmanlı Memleketinin her yerin-de “Gülistanlıklar” tesis edilmesi için çalışma-lar başlatmıştı. Bu program içinde Diyarbakır Sancağının da önemli bir yeri vardır.

Uzun yıllardır güllerin yetiştirildiği ve geniş gül bahçelerinin olduğu rapor edilen Diyarbakır’a da 1895 yılından itibaren gülistanlıklar tesisi kararı alınmıştı. Gül yağı, gülsuyu imali için gül bahçeleri kurulması için harekete geçilmiş, kısa sürede 250 dönüm toprağa gül ekilmesi planlanmıştı. Diyarbakır’a gülfidanları, gülyağı çıkarmak için imbikler ve eğitim verecek bir ziraatçı gönderilmişti. 1899 yılında 130 dö-nüm gül bahçeleri tesis olmuş ve Diyarbakır Valisi Mehmed Halîd Bey bu güllerden elde edilen gülyağlarından 4 şişe Padişaha gönder-mişti. Diyarbakır Valisi Mehmed Halid Bey 28 Haziran 1899 tarihinde “Mabeyn-i Hümâyun Cenâb-ı Mülükhâne Başkitabet-i Celilesine” bir mektup yazmıştı. Padişaha hitaben yazılmış olan bu mektup, Padişaha uzun bir övgü ile başlamaktadır.

Padişahın isteği ve iradesi ile Diyarbakır’a bir “gül memuru” gönderildiğini ve bu memurun çalışmaları ile vilayet dâhilinde bir sene zar-fında 130 dönüm gülistan yetiştirildiği belir-tilmektedir. Gül memurunun güller yetiştikten sonra gülyağı çıkarmak usulünü halka öğret-

miş ve kaliteli gülyağı elde edilmiştir. Bu çı-karılan ilk üründen ilk defa olarak Padişaha gönderildiği; “…ibtida nefs-i nefîs-i hazret-i velinimet bi-minnet-i a’zami içün taraf-ı çakera-nemden…” denilerek belirtilmektedir. Bu gül-yağı dört şişeye konmuş, bu şişeler birer mu-hafaza, onların da üzerleri sarılarak postaya teslim edildiği belirtilmiştir. Mektubun sonun-da bu gülyağı şişelerinin “..mübarek ve mes’ud hâk-pây-ı şevkat-ihtivâ-yı cenâb-ı zillullahiye arz ve takdime müsaade-i aliye-i asafhaneleri-nin şâyan buyurulması” istenmektedir.

Gül memurunun çalışmaların takip edebi-leceğimiz bir yazışma da 1900 senesine ait. “Orman ve Maâdin ve Ziraat Nezaretinin Şûrâ-yi Devlet’e havale buyurulan tezkiresi”nde. İstanbul’dan Diyarbakır’a iki seneliğine gönde-rilen gül uzmanı Mustafa Efendinin süresinin uzatılmasına aittir. “Diyarbakır vilayetinde gü-listanlar tesisi ve gülyağı sanatının ahaliye fii-len irae ve talimi zımnında ba-irade-i seniyye-i Cenab-ı Padişahî “ olarak gönderilen Mustafa Efendi ‘nin süresinin 25 Mayıs 1900 tarihinde dolacağından o tarihten itibaren iki sene daha uzatılması talep edilmektedir. Böylece öden-mesi gereken maaş hesap edilerek o miktarın ödenmesi talep edilmektedir.112

Diyarbakır vilayetinde gül bahçeleri tesis et-mek ve gülyağı imali sanatı hususunda ahaliyi

112 Altıntaş, Ayten, ”Diyarbakır’da Gülistanlıklar Tesi-si,” Diyarbakır’da Tarım Doğa Çevre Sempozyumu. 2010.

Page 81: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 81

bilgilendirmek üzere memur tayin edilen Mus-tafa Efendinin başarılı çalışması hakkında.113

27 Haziran 1900

1899 basımlı La culture de roses en Turquie isimli eserde Osmanlı topraklarında gül üre-timini ve gülyağı elde edilişini teşvik amacıyla Ziraat Nezaretinin Anadolu’da 100.000 fidan dağıtıldığını ve bunlardan birinin Diyarbakır

113 Ekici C Ed. “Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır.” Devlet Arşivleri Genel Md. 2. Uluslarası Diyarbakır Sempozyumu, Ank. 2006.

olduğu ifade edilir.114

1937 yıllarına ait bir kitapta; Diyabekirliler gül ve çiçek yetiştirmeğe çok önem vermek-tedirler. Şehrin heman bütün evlerinde avlu-lar, havuz başları muhtelif çiçeklerle süslüdür. Halkevinin her ilkbahar açdığı çiçek sergileri büyük bir ilgi ile karşılanmaktadır. Şehirde 25 türlü gül yetiştirilir. Şehrin dışındaki bahçeler-de geniş menekşe tarlaları vardır. Mevsiminde kilolarla menekşe kurusu satılır. Çiçek ve me-nekşe şurupları, çayları ve bilhassa harır adı verilen şurup yalnız Diyarbakır’a mahsustur. Bin bir renkli bir şark halısı gibi Dicle kıyısına uzanan gül ve menekşe bahçelerinde meyva-nın türlüsü yetişir.115

Osmanlıda Diyarbakır’da Gülcülüğün Tarihi1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında Gülcülüğün tarihine te-mas eder.

Fatih Paşa camile karakolunun iç duvarlarında müşahede edilen çinilerde mevcut nakışlardan ve hususile gül, karanfil, sünbül vs. çiçek resim-lerinden bahçıvanlığın tezyinat şubesini teşkil eden bu bedii sanatların eskiden beri bu havali-de malum olduğu istidlal olunmaktadır.116

114 Baytop, Asuman, Türkiye’de Botanik Tarihi Araştır-maları, TÜBİTAK. Ank. 2004. s. 505.508.512.115 Eti, Umsan, Diyarbekir, Diyarbekir, Matb. 1937, s. 5.27.54.116 Konyar, H.Basri, Diyarbekir Yıllığı, Ulus Basımevi. c. 3, 1936. s. 147.

Page 82: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

82

Takriben 37 yıl önce (1900 yılı) Diyarbekir’in gül ve gülyağcılığına olan istidat ve kabiliye-tini nazarı itibare alan Osmanlı hükümeti bu havalide Mustafa Efendi adında mütehassıs bir memur göndermiş ve bu gayretli memu-run teşvik ve himmeti sayesinde Diyarbakır kasabasile etrafındaki köylerde oldukça geniş ve muntazam gülistanlar tesis edilmişti.117

1936’da Diyarbakır’da Gülistanlar

Diyarbekir’118de gülcülük merakı gerçi vardı ve bu merakın yaygın bir ifadesi olmak üzere kasabanın dört tarafında yani Mardin ve Urfa Kapıları ile Dağ Kapı ve Yeni Kapı semtlerinde Esfel bahçelerinde ve Mardin Kapısının hari-cindeki umum köşklerde ikişer ve üçer dö-nümlük birçok gülistanlar vücuda getirilmiştir.

117 Konyar, age, s. 147, 148.118 Konyar, age, s. 147, 148.

Eskiden önemli bir piknik yeri Mardin Kapı’da-ki gülistanlardı; Gazi Köşkü bahçeleri, tam Ah-met Haşim’in bahçesidir. Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprakla bu bahçedeki güller ki kamıştan daha nalândır. Parlak iri güller, set set yükselen bahçelerin temposuna uymuşlar, ufaktan büyüklere doğru, garip bir sıralanışla-rı vardır.119

Gazi köşkü tamamen güldü

Gazi köşkü

Vaktiyle bahçelerinin inkişaf ettiği mayıs ayında birçok kibar aileler, Gülistanların latif

119 Korkusuz, Şefik, Eski Diyarbakir’de Gündelik Hayat, Kent Yay. İst. 2007, s. 64,69.

Page 83: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 83

manzaralarını temaşa eylemek üzere şehir etrafındaki bahçelere gidip eğlenirlerdi. Bir tarast an gül kokulu saf ve temiz havayı süzüp ciğerlerine çekerler, diğer tarast an da bedii zevklerini bi hakkın temin ederlerdi. Munta-zam güllüklere malik bahçe sahiplerinin bu kibar ailelere hediye namıyla takdim eyledik-leri gül buketlerine karşılık olarak aileler ta-rafından bahçivanlara bahşiş suretiyle para vermek cari idi.120

İbrahim Tokay 30–11–1937 tarihli ülke der-gisinde; Diyarbakır halkı zevk-i selim sahibi ve ehli tabiat olduklarından herkesin evinde ufak veya büyük çiçek bahçesiymiş gibi gülleri, baygın menekşesi vardır. Evlerde saksılara da yetişen güller, sur dışına çıkıldığında Gülistana dönüşürdü.121

1936’da İlçe ve Köylerde GülcülükÇanakçı, Şehkent, Şilbe, Fabrika, Çöllü, Zoğa, Zoravan, Bacavan, Haskavar gibi bir çok köy-lerde dahi muntazam ve geniş güllükler mey-dana getirilmiş ve bu ara gülyağcılığına da başlanmıştır. Hani ve Lice havalisinde ehem-miyetle yetiştirilen güller ticaret maksadı ile vilayet merkezine sevk olunuyordu.122 1933’de Silvan’da bir gülistan tesis edildi.123

Şemseddin Koçak isimli eski ilköğretim mü-120 Konyar, age, s. 148.121 Göral, M.Kadri. Cevahir Çıkını, Ankara, 2009, s. 106.122 Konyar, age, s. 147, 148.123 15. Yılında Diyarbakır, s. 50.

fettişi 40 yıl önceki Diyarbakır anılarını anlatı-yor; Kırk yıl sonra Diyarbakır, "Diyarbakır, gül şehri, karpuz şehri.124 Mardin Kapı eşrafından 76 yaşındaki Musa Tutka anlatıyor; Mardin Kkapı’dan inmeye başlayınca gül kokusu baş-lardı, Hevsel bahçelerinde Muhammediye gül-leri vardı, gülyağı çıkarılırdı. Mardin Kapı’da, Gazi Köşkü’nde ve Kavs Köşkü’nde siyah güller yetişirdi.

Hevsel Bahçeleri

124 Koçak, Şemseddin, Eski İlköğretim Müfettişi. www.hangisinegitsek.com.

Page 84: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

84

Kavs Köşkü ve siyah gül

Muhammedi gülü: Çok kokulu, pembe ve ya-rım katmerlidir. Yılda iki kez çiçek açar. Gül yağı, reçel, gül suyu ve şurubu yapılır.125

125 Özhal, Kenan, “Diyarbakır’da Gül Çeşitleri,” Diyarbakır’da Tarım Doğa Çevre Sempozyumu, 2010.

Page 85: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 85

GülsuyuBütün düğünlerde, mevlitlerde ve hatta berber dükkânlarında gül suyu rağbetle kullanılmakta idi. Bunun için evlerde atarlar tarafından hu-susi surette kullanılan imbikler gül mevsimi-nin devam ettiği müddetçe faal bulunuyordu. Gerek erkek ve gerek kadın cemiyetlerinde senede tahminen beş altı bin kiloluk gülsuyu sarf edilmekte olduğu rivayet edilirdi. Gülyağı üretimi de önemlidir. Yakın zamanlara kadar Diyarbekir vilayetinde Gülyağcılık dahi mem-nuniyeti mucip bir dereceyi bulmuştu.126

Deliller Hanı

Diyarbekir güllük gülistanlıktı, her tarafı gül bahçeleriyle doluydu. Şimdi o güller yok. O güllerin yağları işte o imbiklerde çıkarılırdı. Şimdiki Kervansaray oteli o zamanlar Deliller hanıydı.

Hacca giden deliller (rehberler) kendi grup-

126 Konyar, age, s. 147, 148.

larını alıp hacca götürürken armağan olarak işte o gül yağlarını götürürlerdi. Diyarbekir’in menekşe yağı ve gül yağı Diyarbekirli hacılarla beraber giderdi. İşte o Diyarbekir imalatı im-biklerde kaynatılarak yağı çıkarılırdı.127

Diyarbakır’da Gül Mutfağı

GülşerbetiEskiden çok güzel güllerimiz vardı. Gülbaran'da gül açtığında, etrafa kokular saçılırdı. Gül çiçe-ğinin yaprakları su dolu şişelere konulur, içeri-sine de azıcık limon tuzu atılarak şişelerin ağzı kapatıldıktan sonra güneşe bırakılırdı. Şişeler 15–20 gün güneşte kalınca, gül rengini şişe içersindeki suya verir, rengi kırmızılaşır veya pembeleşirdi.

Sonra bu gül suyu bir tülbent yardımıyla sü-zülüp içersine bir miktar şeker atılarak Gül Şerbeti yapılırdı. Şerbetin içine buz veya kar atılarak sıcak yaz günlerinde içildiğinde yürek ferahlatırdı, en kıymetli misafirlere ikram edi-lirdi.

Bu güzel alışkanlık, tüketim toplumu olmanın sonucu tümden unutuldu. Oysa hem gül yap-raklarıyla dolu renkli şişelerin görünümü ve hem de gül şerbetinin içimi güzeldi.128

127 Diken, age, 2003.128 Üzülmez, Müslüm, Makam, Makam Çiçeği ve Bül-bül, İst. 2010. s. 294.

Page 86: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

86

Güllaç

Gül Reçeli

Şarabi Harir ve Gül SuyuÖzellikle Buğday Pazarı, Sipahi Pazarı ve Çar-şiye Şevuti diye bilinen şimdiki Kavafl ar çar-şısı içersinde, esnafın yararlandığı kahvaltı dükkânları mevcuttu.

Her türlü peynir çeşitleri, kaymak, çakıl-mas, tereyağı, bal ve şarabi Harir satılan bu dükkânlardan en ünlüsü, Ulu Cami karşısında-ki dar sokakta bulunan HALİS ve MUHLİS isim-li iki kardeşe ait dükkândı.

Bu arada ŞARABİ HARİR'in nasıl yapıldığını an-latalım. Su, şeker, kabuklu tarçın, karanfil, şer-bet boyası bir arada kaynatılır ve Reçel Suyu kıvamına getirilir. Biraz sulandırılır ve içersine bir kaç damla gül suyu damlatılır.

Şarabi Harir daha çok kaymağın üzerine dö-külerek değişik bir damak tadı oluştururdu.129 Ayrıca Zerde ve loğusa şerbetinde de gül suyu kullanılmaktadır.

Gül suyu ve Aşure

129 Ötük, Halit, Şehir Mektupları 14 - Diyarbakır Lo-kantaları, http://www.hancepek.com/

Page 87: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 87

Güllaç ve gül suyu

Eski Ziraat Kitaplarında Diyarbakır’da GülcülükAgop Zakaryan’ın 1895 basımlı Ziraat-ı Ame-liye kitabında Osmanlı devletinin gülyağcılığı-nı teşvik ettiğini Diyarbakır ve bazı yerlerde yağ takdiri sanatının kurulmasına çalıştığını ifade eder.

Ahmet Tevfik 1921 tarihli Gül ve en meşhur

nebatat-ı itriyenin uzul-i ziraatı ve iadarele-riyle ve bunlardan yağ çıkarma isimli eserinde Malatya ve Diyarbakır illerinde gülcülük yapıl-ması isteniyorsa da, bu sanayinin merkezlerde değil de merkez dışı yörelerde yapılması uy-gundur. Çünkü bu iş bir insanı sadece bir iki ay işgal ettiği gibi, merkez dışı yörelerde arazi, işçilik, odun ucuzdur ve gül yağı hacmen ha-fif olduğundan nakliye masrafı düşüktür den-mektedir.130

Gül Sergileri1932 yılında Çiçekçilik, gülcülük ve gülyağcı-lık için halkevinde sergiler açıldı, kazananlara nakdi ödül verildi. Bu sergide 18 nevi gül teş-hir edildi.131

1932-Vali Faiz Ergun gül sergisinde

130 Baytop, age.131 Konyar, age, s. 147, 148.

Page 88: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

88

1932 Vali ve Kumandan gül sergisinde

1932’de bir sergi

1932’de bir sergi

Tarihi Resimlerde Gül Figürü

1937 yılına ait bir kitapta Hemen her evin av-lusunda çok temiz ve çok saf bir su olan Ham-ravat suyu akar. Bu avlular geniş havuzlar ve türlü çiçeklerle süslüdür’ denmektedir.132

Eyvan da güller vardı, avluda havuz.Anam tulumbayı çektiği gibi,

Bütün avlu, bal dök yala.Havuza attım mı kavunla karpuzları,

Doyamazsın görüntüsüne onların artık. (Zeynep Doğulu)

132 Korkusuz, age, 2007.

Page 89: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 89

Hamravat suyunun her eve gelmesi havuz yap-ma geleneğini başlatmış, su bollaşınca çiçeğe ilgi artmıştır. Diyarbakır’ın iri, aromalı, renk renk gülleri konakların övüncü olmuştur.133

Abdüssettar Hayati Avşar, yatsı namazından sonra konaklardaki musiki gecelerini şöyle an-latır; Muhammedi güllerinin, top reyhanların,

133 Güney, Emrullah, Diyarbakır ve Yöresinde Doğa-Kültür Turizmi, Diyarbakır, 1991. s.64.

ıtırların, katmer kadifelerin, menekşelerin, la-lelerin, zambakların, şebboyların, kılıfl arının, nergislerin, sümbüllerin, yaseminlerin, zer leylakların ve diğer birçok çiçeklerin birbirine karışmış kokularını almak için havayı koklar, teneff üs eder, fıskiyelerden dökülen suların şırıltılarını dinler ve kandillerin, avizelerin, fa-nusların etrafında daireler çizerek dönen çe-şitli şekiller meydana getiren, aleve atılıp ya-nan pervaneleri seyrederdik. Şair, bestekar ve icra karlar havuz başındaki tahtalara, sazen-delenlerle yanlarındaki kanepe ve koltuklara eyvana karşı oturup yerlerini alıp eğlenceyi başlatırlardı.134

Diyarbakır’daki Gül Çeşitlerini Özet Olarak Vereceğim.1.Yediveren gülü,2.Muhammedi gülü,3.Yüz

134 Cengiz, Tuba, “Diyarbakır Eski Suriçi ve Surdışı Evlerinde Çevresel Etmenler”, D.Ü.Mimarlık AD. Diyar-bakır.1993. s.1.

Page 90: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

90

yaprak gülü 4.Nesrin gülü,5.Sarmaşık gülü, 6.Sultan gülü. 7.Yabani beyaz gülü 8.Çeper gülü 9.Asma gülü 10.Viktorya gülü 11.Pem-be esans gülü 12.Dantel amor gülü 13.Cevat paşa gülü. 14.Hacı İbrahim gülü,15.Rumkale gülü,16.Arif Bey gülü 17.Mikado gülü 18.Üç renk aşılı gül 19.Malatya gülü 20.Fes kırmızısı gülü 21.Açık sarı gül 22.Koyu sarı gül 23.Krem gül 24.Beyaz gül.135

Mevlüt Mergen eskilerde Diyarbakır gülcülünü şöyle anlatır; Gül sadece evlerde yetiştirilmezdi. Başta Gazi Köşkü olmak üzere, Cum-huriyet parkında ve diğer bahçelerde de yetiştirilir-di. Nereye baksanız her mevsim her tarast a gülü görebilirdiniz.

Şimdilerde Diyarbekir’de öteden beri yetiştirilen Nergis çiçeğinin ticari amaçla yetiştirildiği-ni ve çeşitli semtlerde satıldığını görüyoruz. Eskiden “mor menekşe” de nergizin arkadaşı olarak satışa sunulurdu. Şimdilerde “mor me-nekşeyi” göremiyoruz dedikten sonra gülleri anlatalım ki, bu sayacağımız güllerin tamamı Diyarbakır’da yetiştirilen güllerdir.

Gerçi gülün bir “yedi veren”i vardır, bu hemen

135 Diken, age, 2003.

her mevsimde görülür ve Şeyhzade Osman bey tarafından iki asır önce Diyarbekir’e geti-rildiği söylenen bu gülü katmerli ve az kokulu olarak tarif eder bahçevanlar.

Diyarbekirlilerin en çok sevdikleri gül “Mu-hammedi” güldür. Bu gül o kadar güzeldir ki, hem kokusu, hem görüntüsü fevkalade güzel-dir. Hazret-i Peygamberi anımsattığı için de ayrıca kıymetlidir bu gül. Derler ki, bu gülden

gül yağı çıkarılır, reçeli ya-pılır, gül suyu ve şurubu elde edilirken meraklıları rakısını bile yaparlarmış.

Hacı İbrahim Gülü diye ünlenen bir gülü daha var-dır Diyarbakır’ın.. Yüksek, yüksek dalları bol dikenli-dir.. Pembe ve ebru renk-lerini taşır.. Yılda yedi kere gül yüzünü insanlara gös-terirmiş bu Hacı İbrahim

gülü...

Dedik ya Diyarbekir’liler gül severdirler diye. Sevgilerini meraklarıyla birleştirince ta uzak-larda duysalar bir gülün varlığını gidip onu ora-dan getirirlermiş. Mesela “Rum kale gülü” bu gülün medhini işiten Fevzi Efendi. bu zat eski bir tapu memurudur 1926 senesinde bu gülü Diyarbekir’e getirir. Ki, bu gül, Rumkale’den Urfa’ya, Urfa’dan da Diyarbekir’e kadar bir

Page 91: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 91

yolculuk yapar. Rumkale gülünün rengi pem-bedir. Kokuludur. Katmerli olup büyükçe bir gül türüdür. Yetiştirenlerin ifadelerine bakılır-sa yılda dört kez gül yüzünü açarmış sevdalı-larına.

Sürekli açan bir gül türü de vardır ki adına “Dantel Amor gülü” diyorlar. Az dikenli olan bu gül kokulu ve katmerlidir. Renkleri koyu kırmı-zı ve erguvanidir.

Hayvanların yabanisi olur da gülün yabanisi olmaz mı? Bu gül tek, tek yap-raklıdır. Beyaz renklidir ve “çeper gülü” olarak da bilinir.Asma gül. Bu gül öylesine güzel bir güldür ki, hem renkleri kırmızıdır. Hem de çok büyük değildir. Ya-nına bir sırık dikseniz ona sarılır ve uzanır yukarılara doğru çıkar.

Bir de süslemelerde kullanılan bir gül çeşidi vardır Diyarbakır’ın. Adına “Sultan gülü” de denir. Renklidir ama kokusuzdur. Böyle olduğu içinde süslemelerde kullanılan bir güldür.Nasıl ki Hacı İbrahim Urfa’dan getirdiği güle kendini adını vermişse, aynen onun gibi Cevat paşa El Cezire kumandanı iken oradan getir-tilen güle “Cevat Paşa Gülü” denmiştir. “Sar-

maşık gülü” de vardır Diyarbekir’in. İsminden de anlaşılacağı gibi sarmaşık çiçeği gibidir ve demir parmaklıklara ve çardaklara sarılıp gü-zelliğini sergileyen bir gül çeşididir.

Esans yapımında kullanılan güle ise Diyarba-kır’lılar “pembe esans gülü” derler. Katmerli-dir. Sürekli çiçek açan bir gül türüdür.

Gülleri saydık çünkü özellikle bahar mevsim-leri ve yaz ayları ki bu günler.. Gül günleridir ve Diyarbakır’ın en güzel günleridir. Bu mevsimler piknik yerleri insanlarla dolup taştığından ve in-sanlar buralarda gülü gör-mek istediklerinden güle önem vermişlerdir.

Şimdilerde ancak bazı ev-lerin balkonlarındaki sak-sılarda ve özellikle toplu konutlardaki evlerin bah-

çelerinde görebiliyoruz gülleri. Diliyoruz ki, Diyarbakır’ımız yine geçmişteki gibi güllerle donansın, parklarında, meydanlarında, evleri-nin balkonlarında. Hemen her yerde gül olsun. Gül olsun ve Diyarbakır’lının yüzü gülsün.Çünkü Diyarbekir “Viktorya gülü” gibidir. Ne-den bu gül gibidir derseniz bilesiniz ki bu gül sadece Diyarbekir’de yetişirdi.

Page 92: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

92

Birinci cihan savaşından önce Behram Paşa tarafından oğlu “Arif Bey” adına getirilen güle de “Arif Bey Gülü” denir. Bu gülü Diyarbakır’lı-lar çok sever çünkü hem kokulu, hem katmerli hem de sürekli çiçek açan bir özelliği vardır Arif bey gülünün.

“Mikado gülü” 1928 yılında Levazım eski rei-si Kenan bey tarafından İstanbul’dan getirilen bir güldür.

Diyarbakır’ın bir de üç renk aşılı bir gülü vardır ki, aynı isimle yâd edilir. Tevfik efendi zade Be-kir Sıtkı bey tarafından üretilmiş, fes kırmızısı renginde olan bu güle “Arif bey” gülü denir, aşılandığı için üç renkli bir gül elde edilmiştir.Az kıvırcık, yediveren türde bir gül daha var ki buna “Malatya gülü” denirmiş. Hoş kokulu ve katmerli bir güldür “Malatya gülü”.

“Yedi veren” dedik ya sohbetimizin başında.. bu gülü “Fes kırmızısı gül” diye tanımlar Di-yarbakır’lılar..Az dikenli dalları, katmerli ve hoş kokulu bir güldür.

Sarı gül. Türkülere bile adını söylettiren gül-lerdendir. Diyarbakır’ın sarı gülü..O da yedi verendir..Varsın kokusu az olsun, dalları di-kenli olsun. “Gül dikensiz olmaz” sözü ne için söylenmiş peki? Gerçi dikensiz olan güllerde vardır ama bu söz bir darb-ı mesel olarak li-teratürümüzdeki yerini her zaman koruya gel-miştir.

Bilmem ismini hiç işittiniz mi “Kaysı gülünün” Ufak dallı, dikenli, katmerli kokusuzdur ama güldür.. Görüntüsü bile insanın gönlünü şen-lendirmeye yeter bu güllerin.

Diyarbakır’lılar vilayet bahçesine “Müfettişlik” derlerdi. Buradaki güllerin haşmetli görüntü-sünü anlatmak başka şey, görmek başka şey-di. İlla ki görmek lazımdır. Biz bu güllerin bazı gördüğümüzü söylerken bazılarını görmediği-mize yanarız. İşte burada bir gül daha vardı ki adına ”Beyaz gül” denirdi. Mersin’den getiril-miş. Aşı kalemiyle çoğaltılmış diye bir bilgiye ulaşıyoruz bu gülü araştırırken... bu gülün bir özelliği de “dikensiz” oluşu imiş.

Sevenlerin birbirlerine en güzel hediyesi nedir diye sorarsanız “Gül” dür derim. Nitekim bu gün bu güzelliğin yaygınlaştığını görüyoruz. Gül’ün yanı sıra diğer çiçeklerde bu hediye-leşmede görülüyorlar ama en çok gül kendini benimsetiyor insanlara. Ama günümüz insanı gülü, dalından koparılmış olduğu halde alıp sevdiğine hediye ederken, o gülü erken soldu-ruyor.

Oysa dünün Diyarbakır’ında da insanlar bir-birlerine gül hediye etmişler ama, gül nesli-ni kurutmak için değil, yaşatmak için.Misal mi? “Krem gül” ü gösterelim.. İş bu krem gül Merhum Evkaf Müdürü Mustafa Akif Bey tara-fından oğlu Hasan Efendi talebesi Müst üzade Bekir Şeref’e Urfa’dan gönderilmiş ve ıslah

Page 93: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 93

edilmiş bir güldür.

Diyarbekir’e geliş tarihi 1928 olan bu gülün de dalları dikensizdir..Orta büyüklükte yapraklı, katmerli ve az kokuludur..ama olsun çünkü en iyi Pazar bulan bir gül çeşidi diye anılır.

Bilmiyorum şimdilerde de var mıdır? Gazi köş-küne gittiğimizde yerlere dikilmiş bazı levha-lar görürdük ve üzerinde şöyle yazardı; “Do-kunmayın çiçeklere, yazık olur emeklere”

Çünkü çiçekler yani güller insanlar gibi can-lıdırlar. Onları kendi ecelleri gelmeden çekip koparmak hiç de şık olmayan bir iştir.

Şehmuz Diken Diyarbakır baharını anla-tıyor; Karacadağ dedik de, bir başka olur Karacadağ'da bahar. 250 rakamıyla ifade edi-len ve 40 ayrı familyaya mensubiyeti bilinen bitki türlerinin ve de 'nin vatanıdır Karacadağ. Bahar en çok bu bitkilerin doğayla kucaklaş-masına yakışır.

Bahar gelende bizim buralara; Gülün telaşı la-lenin yabani olarak bitmesinden kaynaklı ken-di kıymetinin bilinmemesinedir. Yoksa laleye de yer var bu diyarlarda, güle de!136

Gül şehri Diyarbakır’da güllerin ilk mekânı ve Diyarbakır’ın gülfidan ihtiyacı Mardin Kapı’da-

136 http://www.bianet.org/biamag/kultur/129131-daglara-bahar-gelende

ki Gül parkından karşılanıyordu. Bu mekân şu anki Sur belediye fidanlığıdır. 1970’lere kadar buraya gül parkı denirdi.

Seyran tepe güzel gül bahçeleri ile dolu imiş Rüzgâr estiğinde buradaki güllerin kokusu şe-hir merkezine yayılırmış.

Page 94: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

94

Seyrantepe

Seyrantepe’yle ilgili hoyrat;

Gül eserRüzgar vurur gül eserSerme toprak üstüneYar yatağın güle ser

Yaşamda GülHop hop olsun yavrum Gül topun olsun yavrum

Gül ağacı dibinde Hoş toyun olsun yavrum137

137 Beysanoğlu, Şevket, Diyarbakır Folkloru, Diyar-bakır Mat. 1943. s. 155.

Mezar Taşlarımız da Gülden

Page 95: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 95

Hz. Süleyman Camii Lahit

Nakiboğlu Camii mezar taşı

Page 96: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

96

Ulu Camii tavanı

Ulu camii avizede gül motifi(fotoğrafl ar. Zülfikar Halifeoğlu)

El Sanatlarında Gül Motifi Ülkede çinicilik denince akla İznik ve Kütahya gelir.

Hâlbuki Diyarbakır ülkede değil dünyada ön-cülük eden bir şehirdir. İznik atölyesi ile bir-likte önemli bir çini merkezi olan Kütahya'da sürdürülmüş, günümüze kadar gelen Kütah-ya çiniciliği, başarı düzeyi zaman zaman de-ğişen örnekler vermiştir. Bunların yanında Diyarbakır'ı da bir çini merkezi olarak saymak gerekir.138

Ali Paşa çinileri klasik Osmanlı çinilerinin dışında bölgesel bir karekter gösterir. Diyarbakır’da ya-pıldığı düşünülmektedir. İlk Osmanlı Camisi olan Ali Paşa’da bölgesel özellikler olması, Osmanlı-ların yerli atölyeleri desteklediğini gösterir.139

Diyarbakır’da Artuklular döneminde de çiniyi görüyoruz. Akkoyunlular döneminde çini ca-138 http://members.fortunecity.de/sanat/cinikera/cini.htm. http://www.minyatursanati. com/?p= 139 Sözen, Metin, Diyarbakır’da Türk Mimarisi, İst. 1971. s. 50,69; Gürsoy, Suna, “Diyarbakır Eski Mimari-sinde Çini Süsleme,” Mimarlık AD. Yüksek Lisans Tezi, Diyarbakır, 1993. s.38.49.56.80.

Page 97: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 97

milerin süslemesinde etkin olmuştur. Bu çini-ler Osmanlı çinilerinden farklı olup, Doğu ve Güney etkili motifl er taşımaktadır. Safa cami-nin içini tabandan başlayıp yerden bir metre yüksekliğe kadar devam eden çiniler boydan boya çevrelemektedir. Osmanlı dönemi çinile-rinden farklı bir karekter gösteren bu çinileri Akkoyunlular döneminde Diyarbakır’da üretil-diği düşünülmektedir. Bu konuda yapılan araş-tırmalar Diyarbakır’da çini üretildiğini göste-ren bulguların varlığına işaret eder.

Safa camii çinileri altıgen formda ve değişik motifl erdir. Dikkati çeken birinci motif, iç içe giren dairelerden oluşmuştur. Renk olarak koyu sarı, mavi, beyaz, koyu mavi kullanılmış-tır. Bordürle ise firuze ve siyah renktedir. Bu çinilerin Diyarbakır’daki atölyelerde üretilmiş oldukları düşünülmektedir. Diğer duvardaki altıgen çiniler ise çiçek motifl idir. Renk diğer motifl erle aynıdır. Bordür yine çiçek motifl i-dir.140

Diyarbakır Çini ve Seramik Sanatında GülOsmanlı çini eserleri İstanbul, Edirne, Bursa, İznik ve Diyarbakır gibi şehirlerde yoğunlaşır. Karanfil, lale, papatya, sümbül, gül, menekşe, zambak, narçiçeği, erik çiçeği, asma, serviler-le çok zengin dekorları sonsuz bir bahar hava-sı verir.141 17 yüzyıl yapısı olan Melek Ahmet

140 Sözen, age. s. 50,69; Gürsoy, agtz. s.38.49.56.80.141 http://ismek.ibb.gov.tr/portal/bransicerik.asp?icerikID=96&BransCode=4

Paşa camiinde ise gül goncaları ve soyut çi-çekler farklı kullanım alanlarında görülmüş-tür. Renkler firuze, açık mavi, beyaz ve laci-verttir.142

142 Aykal, F. Demet, Diyarbakır Camilerinde Süsleme(Çini), 1.Uluslararası Nebiler Sahabiler, Azizler Krallar Kenti Sempozyumu, Diyarbakır, 2009.

Page 98: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

98

Şahmeran ve Gül

Mekânlarda GülDiyarbakır evlerinde bazalt taşın soğukluğunu örtmek üzere cıs denilen süslemeler vardır. Bu süslemelerde gül motifl erine rastlayabili-yoruz.

Lala Bey Camii MihrabıMukarnaslan takiben düz yüzeyli ve geometrik bezemeli iki bordur, ters "U" şeklinde üç yönlü olarak mihrabı dolanmaktadır. Geniş olan ana bordur, kapalı ve açık geometrik geçme kom-pozisyonu ile teşkil edilmiştir. Kapalı büyük se-kizgenlerin birbiri ile irtibatlı yarım sekizgen-lerle kesişmesi ile yarım ve tam sekiz köşeli yıldız motifl eri elde edilmiş ve bunların içleri birer gülbezekle doldurulmuştur.143

143 Top, Mehmet, Diyarbakır’daki Akkoyunlu Dönemi Mihrapları. Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır, 2004. s. 325.

Page 99: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 99

Gülbezek: Kursların, yüzeyleri oyma gülbezek ve kabartmalı yapraklarla stilize edilmiş bir gülü andıranlarına verilen ad, gülce (Fr. rosace karşılığı). Bunlar çoğunlukla İslâm gözpence-re ve gotik yapılarında görülürler. Yazıtlıkların gülpencere ve çeşitli yüzeylerin ortasına yer-leştirilerek o yüzeyleri süslerler.

Tarihi Gümüş İşlemeciliğinde Gül Motifine Rastlıyoruz.

Gümüş Kemer ve gül motifi; Gül, menekşe, lale, yonca yaprağı gibi motifl eri bulunan gü-müşten imal edilip ve bele takılan bir süs eş-yasıdır. Gümüş kemer savatlı ve telkari diye iki ayrı işlemecilik sanatı ile yapılır. Savatlı, bo-raks ile birlikte toz kaynağının ateşle kaynatıl-ması suretiyle savat oluşmaktadır. Ayrıca bez üzerinde savat ve kabartma işlemeciliği ile de kemer yapılır.

Telkari ile yapılmış kemer parçalarında deği-şik motifl er bulunur. Motifl erden bazıları gül, menekşe, yaprak, yonca yaprağı ve laledir. Bu kemer tek veya çist katlı yapılmaktadır. Ana parçalar halkalarla birbirine kaynatılarak ke-mer şekline getirilir.144

Diyarbakırın eski kuyumcularından Celil Şen-gül eskiden altınlarda ve gümüşte kabartma şeklinde gül motifi vardı. Eski kadınlar yaka-

144 Şengül, Celil, “Diyarbakır El Sanatları,” Petek Life. 2.21, 2011.

larına iğne ile güllü mücevher takardı, mücev-herin ortasında yakut vardı demiştir.

Page 100: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

100

Ev eşyalarında gül motifiÇeyizlerde gülabdan

Page 101: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 101

Söz kesiminden sonra önemli çeyiz eşyasın-dan sayılan gümüş takımların teminine çalışı-lırdı. Bunların başlıcalar şunlardı; Gümüş çek-mece, gümüş kupa, rafdanlık, gülabdan, dış yüz ve etrafı gümüş işlemeli el aynası, gümüş nalın(takonya), hamam tası idi.

Altın takılarda gül motifi

Altın gül küpesi

Oyalarda gül

Page 102: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

102

Meryemana Kilisesi

Ahşap İşlemelerde Gül Motifi

Ahşap ve gül(M. Erim Evi)

Bakır İşlemeciliğinde Gül

Diyarbakır yöresi bakır işlerinde en sık görü-len motifl er ise bitkisel bezeme; yaprak, dal, lale, gonca, gül, çiçek, çam ağacı ve soğan mo-tifidir.

Page 103: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 103

Diyarbakır Sümer Halı Motifl erinde Gül Osmanlı Dönemi Diyarbakır Şairleri Ve Gül

Page 104: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

104

DİYARBAKIRLI 88 şairden 82’si gül konusunu işlemiştir.

Türkülerde Gül

• Yemenim Turalıdır (Gülizar)" Türkü Sözü• Ağzın Dilleri (Kırılır Kalemler)" Türkü Sözü• Bahçada Yeşil Çınar" Türkü Sözü• Esti Baharın Nesimi" Türkü Sözü• Dağlara Lale Düştü" Türkü Sözü• "Düş Müdür Hayal Mıdır" Türkü Sözü• Eyvanda Yatan Oğlan" Türkü Sözü• Karşıda Görünürsün" Türkü Sözü• Bahar Olur Yeşillenir Bu Bağlar• Gel Efendim" Türkü Sözü• Olsun Mu Gönül" Türkü Sözü• Yalana Döndü" Türkü Sözü• Ağzın Dilleri• Hangi Bağın Bağbanısan" Türkü Sözü• Karpuz Kestim Yiyeyim" Türkü Sözü• Makaram Sarı Bağlar" Türkü Sözü• Mavi Bağlar Başına" Türkü Sözü• Mevlam Bir Adama Çocuk Verince" Türkü

Sözü• "Yayık Yaydım Kolum Şişti" Türkü Sözü• "Yazsam Üstadımın Mezar Taşını" Türkü

Sözü• Muradı Böyle" Türkü Sözü• Çay İçinde Döğme Taş" Türkü Sözü• Yalana Döndü" Türkü Sözü• Arkadaşlar Benim Derdim Yegindir• Biner Paytona• Dağlara Lale Düştü

Page 105: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 105

• Eyvanda Yatan Oğlan• Fincanın Etrafı• Oy Nedem Nedem• Oy Milliye Milliye• Suya Gider• Vardım Yârin Bahçesine• Diyarbakır Berber Türküsü• Aşk Kalbimde Yar Almış• Yola Çıkmış Bir Güzel• Erganinin Taşları• Dağlara Lale Düştü• Eyvanda Yatan Oğlan• Fincanın Etrafı• Oy Nedem Nedem• Oy Milliye Milliye

Suya Gider• Vardım Yarin Bahçesine• Diyarbakır Berber Türküsü• Aşk Kalbimde Yar Almış• Yola Çıkmış Bir Güzel• Erganinin Taşları• Mavi Bağlar Başına• Elinde Maşrabası• Şu Giden Nerelidir• Güle Çıkmış Eyvana• Evleri Kayalıkta• Gülüm Gider Bostana• Dama Çıkmış Bir Güzel• Gül Ektim Evlek Evlek

Diyarbakırlı Hattat Hamit Aytaç Hattında Gül Süsleme

Page 106: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

106

Günlük Yaşamımızda Gül

Gül her zaman bizi derinden etkileyen bir fe-nomen olmuştur. Güzele ve sevgiliye her daim gül ile bezenmiş nice anlamlı tanımlama-larda bulunmuşuzdur. "Gülü tarife ne hacet", nasıl güzel olduğunu ancak biz biliriz. Bizim

Page 107: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 107

için sevgilinin gezdiği bahçe gülistan; gül top-layan gülçin; masal kadını gülşah; gül vücutlu gülten; gül fidanı gibi ince, nazik, hoş endamlı olan gülendam; nar çiçeği dalı gibi ince boy-lu olan gülnar; fidan boylu gülnihal; gülden gömleği olan gülpirehen; gül örtülü olan gül-pus; gül benzeri gülce; güzelliğiyle gül saçana gülefşan; gül tatlısı gibi güzel olan gülşeker; gül güzelliğinde olan gülcemal; gül yanaklı olan gülizar veya gülruhsar; pembe yüzlü olan gülnikap; gül goncası gibi güzel olan gülgon-ca; gül renkli olan gülgün; narin ve nazlı olan gülnaz; gül ağızlı olan güldehan veya gülfem; öpüşü gül duygusu veren ise gülbuse dir.Gül muhafızları güldan; Mevlit gibi dinsel tö-renlerde ya da günlük yaşamda gül suyunu serpmek amacıyla kullanılan armut gibi göv-desi, ince uzun boynu olan özel kaplar gülab-dan dır. Şeyh Sadî Şirazî'nin en güzel eserle-rinden biri olan Gülistan ile İtalyalı ünlü yazar Umberto Eco'nun Gülün Adı isimli romanı birer dünya klasiğidir. Divan şairlerinde bülbül her daim güle aşıktır. Gül şiirlerin süsü, bestelerin esin kaynağıdır. Gül inançların dokusuna bile nüfuz etmiştir. Müslümanlara göre gül, Hz. Muhammed'in remzidir. Bektâşîler, Hz. Ali'nin öleceği zaman bile eline bir deste gül aldığı-nı söylerler ve bu deste güle, güldeste derler. Topluca okunan dua ve yapılan yeminlere gül-bank, Ezan'a da Gülbanki Muhammedî denilir. Halvetîlik ve Mevlevîliğin birleşimi olan ve XVI. Yüzyılda Diyarbakırlı İbrahim Gülşenî tarafın-dan kurulan tarikata da Gülşeniyye denilmek-

tedir. Ayrıca bu bayramda, gelin, "Gül Ötesi"nin şairi, değerli hemşehrimiz Sezai Karakoç'un "Gül Muştusu" şiirini birlikte okuyalım diyorum:

Dicleyle fırat arasındaBir eski şehir cennet titremesiSarı güller çevirmiş dört yanını

Yabancı bir şehir gibiKırmızı güller yerli

Kuzuların doğması nasıl beklenirse o ülkedeGüllerin açması da öyle beklenir gün doğma-

dan önceBahar yağmurları böyle güllere gebe

İner gökyüzünden bahçelereNişanlarda gül şerbeti içilir

Hastalara gül şurubundan ilâçGül yeni bir yıl gibi

Yetişir evlere muştu gibi...

Batısına fıratı alıpDoğusuna dicleyi

Bir diriliş sûru gibi saklayarak geleceklereKurumuş bir su yatağı gibi kaynayan

Üzeyr deresini…

Bir kutlu yaprak gibiDoğuda sallayarak

…Zülküfül tepesini

Göğsünü vakte geren yoksul ülkeZenginliği baharda çobanların kavallarında

çocukların türkülerindeİğde kokularında üzüm asmalarında güllerde

Page 108: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

108

Zengindir gülleriyle bu ülke her şeyden önceKırk yıl öteye gitseler de

Bu yerlilerGül açar gül kapanır boyuna gönüllerinde

Yaşlısıyla genciyleGül taşırlar dünyanın bütün ülkelerin145

Gül İsimleri• GÜL: Gülgillerin örneği olan bitki ve bunun

çiçeğine verilen ad; Gülmek eyleminden gülGÜLAL: Gülün kırmızısı gibi güzel.

• GÜLAY: Gül gibi güzel, ay gibi aydınlık olan.• GÜLBAHAR: Ebru yapmakta kullanılan

koyu kırmızı toprak rengi• GÜLBEN: Gül yüzlü,gül gibi beni olan.• GÜLBİN: Gül fidanı, gül yetişen yer.• GÜLCAN: Gül gibi güzel kişi.• GÜLCE: Gül gibi.• GÜLÇİÇEK: Her yönüyle güzel olan.• GÜLÇİN: Gül toplayan, gül seven.• GÜLDEN: Güle ilişkin, gülden yapılmış. Gül

soluklu• GÜLEDA: Gül gibi güzel ve nazlı.• GÜLEN: Güleç yüzlü, mutlu anlamında• GÜLENAY: Güleç ay, gülümseyen ay; Ay

gibi gülümseyen güzel• GÜLFEM: Ağzı gül gibi olan• GÜLFER: Zarifl iği ve güzelliğiyle göz ka-

maştıran.• GÜLGEN: Güler yüzlü• GÜLGÜN: Gül renkli; Gülen, gülümseyen• GÜLHAN: Gül kadar çok sevilen, han, ha-

145 Üzülmez, age.

kan• GÜLİN: Güzel,zarif.• GÜLİNAZ: Nazlı,güzel.• GÜLİSTAN: Gül bahçesi• GÜLİZ: Gül yetiştiren• GÜLİZAR: Al yanaklı, gül yanaklı; Alaturka

müzikte bir bileşik bir makam• GÜLNİHAL: Gül fidanı.• GÜLNİSA: Gül gibi kadınlar anlamında• GÜLNUR: Işık saçan güzellik.• GÜLPERİ: Gizemli gül, saklı gül.• GÜLRİZ: Gül saçan• GÜLRU: Gül yüzlü, gül yanaklı• GÜLSANEM: Çok güzel kadın.• GÜLSELİ(N): Coşkulu bir güzelliğe sahip

olan.• GÜLSU: Gül ve su gibi güzel• GÜLSÜN: Yaşam boyu yüzü gülsün anla-

mında• GÜLŞAH: Gül dalı; Güzelliğiyle ün salmış

olan• GÜLŞEN: Gül bahçesi• GÜLTEN: Gül tenli, vücudu gül gibi• GÜLÜM: Bana ait olan gül. Canım.146

• Kürtçe Gül İsimleri• Gulav(gülsuyu)• Gulavî-Gulavi(gülsuyundan olan)• Gulbanû-Gulbanu (hanım gül) • Gulbaran(gül yağmuru)• Gulbejn(çiçek endamlı bedenli)• Gulberoj(her günü çiçek gibi olan)

146 http://www.adaminsitesi.com/kiz_isimlerinin_anlamlari.htm

Page 109: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 109

• Gulbîn-Gulbin(çiçek koklayan)• Guldan(gül barınağı)• Guldar(güllü)• Gulazêr-Gulazer(sarı gül)• Gulbarîn-Gulbarin(gül yağmuru) • Gelavêj-Gelavej(ağustos ayında doğan)• Guhar(küpe)• Gulçîn-Gulçin(gül eken, çiçek ekicisi)• Gulda(gülden olma) • Gulê-Guli(gül kız)• Gulîn-Gulin(gullü, güllü olan)• Gulfiroş(çiçek satıcısı)• Gulîşa-Gulişa(gül gibi mutlu ol) • Gulistan(gül diyarı)• Gulîzer-Gulizer(sarı gül)• Gulnav(gül isimli)• Gulnîşan-Gulnişan(gül gösteren, gül benli,

gül adresi)• Gulperî-Gulperi(peri ve gülden olan)• Gulreng• Gulroj • Gulşîn-Gulşin(yeşermiş gül)• Gulzerin(sarımsı gül) • Gulşirîn-Gulşirin(tatlı çiçek),• Pergul(gül yaprağı)• Rojgûl-Rojgul(güneş gülü)• Sorgul(kırmızı gül)• Şagul(mutlu gül)• Yargul(sevgili gül)• Yardil(âşık gül)147

147 http://www.frmartuklu.net/isimler-sozlugu/11748-kurtce-kiz-cocuk-isimleri-ve-anlamlari.html

Diyarbakır Avlusu Ve Gül

Page 110: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

110

Valilik

Rektörlük

Page 111: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 111

Bizim Evin Gülleri

Page 112: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

112

Campüs cafe

Çaybahçelerinde gül

Page 113: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 113

Cahit Sıtkı Evi

Devlet Hastanesi

Page 114: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

114

Kuşdili Köşkü

Gazi Köşkü

Page 115: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 115

Hz Ömer Camii

Okullarımızda Gül

Page 116: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

116

Yiğit Çavuş İöo.

Page 117: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 117

Şehitlik Semti Mezarlığı Mezarı tamamen kapatan güller de var

En önemli gülümüz Muhammedi güller Muhammedin(SAV) arkadaşlarının yanına ya-kışır. Diyarbekir’lilerin en çok sevdikleri gül “Muhammedi” güldür. Bu gül o kadar güzeldir ki, hem kokusu, hem görüntüsü fevkalade gü-

Page 118: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

118

zeldir. Hazret-i Peygamberi anımsattığı için de ayrıca kıymetlidir bu gül.

27 sahabenin medfun olduğu Hz Süleyman Camii.

Sevgili Diyarbekir'e

Ey Ömer in, Anadolu bağından derdiği gül.Ey Halid'in uğruna oğlunu verdiği gül.

Ey ipekyol boynunda inci ve mercan şehir,Seni gören gözlerin, sevinciydin can şehir.

Y. Emre Gördük

Page 119: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 119

Page 120: Gül Şehri Diyarbakır

DİYARBAKIR’LI GÜLCÜ FERİT PAMUKÇU

Nuri PAMUKÇU

Page 121: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 121

Gulizar-I MuhammedÖncelikle, o çok sevdiği ve uğruna ömür har-cadığı Muhammediye Gülleri’ni yaşatmakta verdiği mücadelinin bir benzerini bugünlerde kendisi için veren muhterem pederim adına bu satırları kaleme almaktan duyduğum mut-luluğu tarif edemem.

Diyarbakır’da çok eski ve köklü bir tari-he sahip olan gül bahçelerinin, tekrardan oluşumunu ve yaygınlaşmasını sağlayan ’’ Diyarbekir’in Gülü’’ lakaplı, değerli pederim Ferit PAMUKÇU’nun 1998 yılında başlattığı gi-rişimler sonucu çist liğimizdeki on altı dönüm bahçeyi gülistana çevirmesi başta ben olmak üzere gören herkeste hayranlık uyandırmıştı. Altmış yaşında bir insanın hem kendi dünya-sını güllere adaması hem de yaşadığı kentin kaybolmuş bir kültürünü yeniden canlandır-ması gerçekten takdire şayan bir davranış olsa gerek. Hayatı gibi rengârenk güller içerisinde, başta yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan Muhammediye güllerin açtığını ve çoğaldığını görmek hem kendisini hem de görenleri bü-yülüyordu zira muhterem pederim Muham-mediye Gülleri’nin kokusunu Hz.Muhammed Mustafa (SAV) Efendimizden aldığını düşünür ve buna inanırdı.

Sabahın erken saatlerinde seraya gidip cüm-büş çalarak bülbül şakımaları arasında gülle-re şarkı söyleyip onları açtırdığına defalarca şahit olmuşumdur. Tek isteği Diyarbakır’ın-

gülizara dönmüş olduğunu görmekti ki bunu kısmen de olsa içindeki gül aşkıyla ve azmiyle başardı. Başta Büyükşehir Belediyesi olmak üzere Valilik, Tarım İl Müdürlüğü, Dicle Üni-versitesi ve birçok kurum ve kuruluşlara hem köklü hem de kalem birçok çeşit gül bağışladı. Bugün birçok kurumun ve şahsın bahçelerinde yetişen güllerin babamın sayesinde tekrar aç-tığını görmenin mutluluğunu yaşıyor ve kendi-siyle gurur duyuyorum.

Basında Ferit Pamukçu

Page 122: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

122

Günaydın Gazetesi.18–6–2003

Page 123: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 123

Page 124: Gül Şehri Diyarbakır

DİYARBAKIR’IN GÜL İLE RANDEVUSU

Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi İlahiyat Fak. Din Sosyolojisi Anabilim DalıYrd. Doç. Dr. Alaattin DİKMEN

Page 125: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 125Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi İlahiyat Fak. Din Sosyolojisi Anabilim Dalı

GİRİŞDivan şairleri, bülbülün gecelerini beste yap-makla geçirdiğini söyler. Seherin en güzel vaktini bekleyen gülün açılışındaki hikemi ve mucizevî anı yakalayabilmek ve yaptığı beste ile o ana eşlik etmek için sabaha kadar uykuya direnirmiş bülbül. Ne var ki gün ışığı bülbül-lere feryâd u figân vakti oluvermiştir birden; gece boyu uykusuzluğa diret-miş ama o mucizevî anın son kertesi olan uyanış vaktinin en müstesna anını, gülün açılma anını, kaçırmıştır bülbül yor-gunluktan bitap…

Gül’ün duygu ve inanç dünya-sında yoğun sembollerle kulla-nıldığı yegâne insanî coğrafya Osmanlı coğrafyası olmuştur. Özellikle edebiyat ve inanç ala-nında gül nesnel olarak başka çiçek türlerine göre hatırı sa-yılır bir değer bulmuştur. Doğ-rudan gül üzerine ya da gül ile birlikte başka nesnelerin iliş-kilendirilmesi üzerine sembol-lerle ifade edilen güzellemeler yapılmıştır. Bu ilişkilendirmenin en yoğun işlendiği iki konu daha bir ön plana çıkmıştır. Gül ile bülbül ve Gül ile Hz. Muhammed.

Edebiyat ve inanç dünyamızda derin bir kar-şılığı olan gül çiçeğinin reel/ekonomik haya-

tımızdan unutulmuşçasına uzaklaşmış olması, söz konusu hayattan uzaklaşmanın yıllar ön-cesinin gül kokan, güllerle bezeli Diyarbakır’ın bağlarından, bahçelerinden ve şiirlerinden, türkülerinden kısacası edebiyatından ve este-tik dünyasından olması Diyarbakır için tarihi-nin önemli kırılma noktalarından birisi olmalı-dır. Çünkü yeryüzünün en eski gül yetiştiriciliği

bu topraklarda yapılmış. Daha-sı Diyarbakır çevresinde 24 çe-şit gül yetiştirildiği ve en kayda değer olanın da Muhammedî Gül olduğu bilinmektedir.

Gülün Diyarbakır’dan Gidişi Kendisi de bir Doğulu yani Şarklı olan Edward W. Said, Şarkiyatçılık adını verdiğini ça-lışmasında Chateaubriand’ın Şarka yaptığı seyahatlerini yazdığı eserindeki bir cüm-leye alarak bir yorum getirir. Chateaubriand’a göre Şark Ba-tılılar tarafından yenilenmeyi bekleyen yıpranmış bir tabloy-du. Şark’da yine de umut vardı.

Çünkü Şarklılar ne de olsa “yaban haline geri dönmüş uygar insandı.”148 Batılıların kastı Şarklıların yani Müslümanların medenî oldu-ğu yönündeki görüş doğrudur. Çünkü dünyanın sürekliliği tartışmasız olan medeniyet havzası

148 Edward W. Said, Şarkiyatçılık, Çev.Berna Ülner, Metis Yay. Beşinci bas. 2010, s.183.

Page 126: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

126

Müslüman ve çevre coğrafyalar olmuştur. İn-sanlığın biriktirip geldiği bütün insani değer-ler bu coğrafyalarda üretile geldiğinden dolayı Müslümanlar ya insani geleneğin ürettiği de-ğerlerin bizzat taşıyıcısı ya da bizzat üreticisi olmuştur. Her iki durumda da Müslümanların kendilerinden sonra kurulan her medeniyette dolaylı ya da dolaysız tesirleri vardır. Ne var ki bu durum kırılmalara ve sav-rulmalara kapalı bir yapı olma-mıştır. Yine insanlığa ait büyük dramlar, büyük buhranlar da bu bölgelerde yaşanmıştır.

“Moğol istilası, Haçlı saldırıları ve Endülüs Medeniyeti’nin çök-mesinden sonra yaşadığımız birinci medeniyet buhranı, te-melde siyasi bir buhrandı, bir fetret dönemine dönüşmemiş-ti. Bu buhranı, insanlık tarihi-nin, Asya, Afrika ve Avrupa’dan oluşan merkezi coğrafyasında-ki bütün medeniyet gelenek-lerinin üzerine oturarak, hem bunlardan yararlanan, hem de akîdevî, fikrî ve siyasî bütünleşme gerçek-leştiren Osmanlı tecrübesiyle ürettiğimiz çok yönlü cevapla aştık.”149 Bu cevap bütün İslam beldelerinde üretilirken Diyarbakır da nasi-bine düşeni almış ve Hz. Ömer döneminden

149 Whitehead, Alfred North, Düşüncenin Serüvenleri, Çev, Yusuf Kaplan, Külliyat Yay., İst. 2008, s.4-5.

itibaren kazandığı Müslüman kimliği ile bir tarast an geçmiş mirasa sahip çıkmış bir ta-rast an da Osmanlı döneminde zirve yapan imar, iskân, ilim, tefekkür ve sanat hayatını geliştirerek sürdürmüştür. Dahası Diyarbakır tarihteki önemli şehirlerden birisi olma hüvi-yetini Osmanlı döneminde de geliştirmiştir. Çünkü Osmanlı, altı asrı aşan bir sürede üç

kıta arasındaki temel dina-mikleri güçlü bağlarla kurdu-ğu sisteme entegre etmesini bilmişti ve böylece ekonomik ve politik yönden çok güçlü bir imparatorluk kurmuştu. Özel-likle Anadolu’da güçlendikleri zaman farklı dinler, etnik grup-lar ve farklı diller mevcuttu. Durmadan değişik kültürler bünyesine katılıyordu. Kurulan sistem çeşitli gelenekleri uyum içinde birleştirerek, sanatlara ve sanatlı bir hayata dair oriji-nal Osmanlı üslup ve temaları ortaya koydu.150 İmparator-luğun en zayıf olduğu son dö-nemlerde bile II. Abdülhamit

Han’ın gayretleriyle tarihinde var olan gül ye-tiştiriciliğini geliştirme ve güçlendirmeye dair hamleler yapmıştır. Yani gül ve Diyarbakır bir-likteliği zor günlerde de devam ermiştir. Çün-

150 Geniş yorumlar için bkz. Ekmeleddin İhsanoğlu (Editör), Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Feza Gazetecilik Yay. İst, 1999, s.447.

Page 127: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 127

kü gülün özellikle Osmanlı coğrafyasında bir çiçek olmaktan öte çok güçlü ekonomik, edebî, beslenme ve inanç boyutu olagelmiştir.

Tabiatın ve insanlığın bin yıllardır süren ta-bii düzeninin ve üreticiliğinin geri gelmemek üzere coğrafyasını terk edişi Rönesans ve Reformasyon’la başlayan modern/seküler Batı Uygarlığı’nın geliştirdiği meydan okuma ile olmuştur. Bu meydan okuma dünyada bü-tün medeniyetlere karşı yıkıcı bir saldırı üret-miş, Toynbee’nin deyişiyle, üç asır içinde, mev-cut 26 medeniyetten 16’sını yok etmiş, 9’unu ise fosilleştirmişti…

İslam medeniyeti, Toynbee’nin yerinde tanımla-masıyla, “Osmanlı’nın durdurulması”yla birlikte, tarihin yapılmasında özne rolü oynama konu-munu yitirdi; ilimi fikir ve sanat geleneklerini yeniden üretemez ve geliştiremez hâle geldi”151 Ne yazıktır ki bu yeniden üretemeyiş, toprağı yeterince kullanarak ondan faydalanma konu-sunda da kendini gösterdi. Gül, ekonomik girdisi, kültür, edebiyat, sanat, duygu ve his dünyamıza kattıklarını da alarak kokusuyla birlikte kadim coğrafyasını terk etti. Artık gül elli yıl öncesini bilen Diyarbakırlıların hafızasını süsleyen bir yâd-ı cemil şimdi.

“Gül” İle Birlikte “Güzel” De Gitti Mi?Gül kendisine yüklenen anlam gereği çiçek-li bir bitki olmaktan öte bazı çağrışımlar ve

151 Whitehead, age, s.5

semboller içerir. Neredeyse geleneksel İslam sanatları ve İslami Türk edebiyatının bütün türlerinde gül belli anlam dili oluşturularak işlene gelmiş sevilen bir bitkidir. Gül deyince İslam coğrafyalarında herkesin aklına farklı çağrışımlar gelmektedir. Artık gül için, sanat dilinin en karakteristik kelimesi ya da dili di-yebiliriz. Gül nerede ise orada bir sanatlılıktan bahsedilebilir.

Sanat ise, görünüşün gerçeklik’e amaçlı bir şekilde adapte edilmesidir. Burada amaç Gü-zellik ve Hakikat olarak ikiye ayrılır. Hakikat olmadığında güzellik, bir yığınlık arzeden özel-liği ile daha düşük düzeydedir. Güzellik olma-dığında Hakikat, gelişigüzelliğe yuvarlanır. Gü-zellik nedeniyle Hakikat önem arzeder.152 İşte gül güzeldir ve güzel olduğu için de kendinden öte Hakikat’in cisimleşmiş hallerinden yani sı-fatlardan (Esma-i Hüsna’dan) birini veya bir-çoklarını insanlara fısıldar. Diğer tarast an “Gü-zellik” bizatihi Yaratıcıdan dolayı güzeldir. Yani yaratılışın ve “var olmanın” kendisi güzeldir. İnsanın ya da insanlığın insan olma duygusunu güzeli görme, güzeli düşünme besler, gelişti-rir ve pekiştirir. “İnsanda bir duygu sıçraması gerçekleştirir.”153

Duygu sıçramalarından ya da o sıçramaların müsebbiplerinden yoksunluk, güzelliğin ve ha-kikatin el ele vererek bu toprakları terk edişi

152 Whitehead, age, s.299.153 Age., s.303

Page 128: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

128

sevgisiz, mutsuz ve huzursuz, hatta daha hır-çın toplumların oluşumuna sebep olmuş gibi-dir. Giderek toplum geliştirdiği bütün ilişki tür-lerinde sevgi içerikli sözcükleri, çiçekler, güzel kokular üzerinden ürettiği muhabbet içerikli değerleri günlük hayatında çok az kullanır hale gelmiştir.

“Sevgi” doğulu toplumlarda ‘ölesiye’ diyecek kadar güçlü ya da ‘ya benimsin ya kara topra-ğın’ diyecek kadar anlamsızlaşan derinlikler-de yaşanan bir değerdir. Ne yazık ki bu güçlü duygu ailede, okullarda, kişiler arasında çok açık edilmez, kullanılmaz ya da söylenmez. Sanskritçe’de sevgiyi, aşkı, muhabbeti tanım-layan doksan altı kelimenin varlığından154 bahsedilirken bizde bu birkaç kelimeyi geç-memektedir. Oysa aşk ve sevgi kâinatın yara-tılışındaki Yaratıcıya ait güzellik gücünün te-cellisidir. Bu gücün tecellilerinden olan güller diyarımızdan gidince “Güzel” de gitmiş oldu denilebilir. Yani gülün coğrafyamızdan gidişi sadece bir tür çiçeğin gidişi anlamına gelme-mektedir. “Gül”ün gidişi “Güzel”in de gidişidir.

Gül Geri Döner Mi?Gül’ün geri dönmesi, Diyarbakır’daki toplum katmanlarının zihniyetindeki değişim, gelişme ve bir değerler sistemi üretme isteğine bağlı bir durumdur. Eğitim kurumlarından başla-yarak bütün sivil ve resmi toplum kuruluşları

154 Lıewellyn Vaughan-Lee, Çağrı ve Yankı, çev. Enise Ergün, İnsan Yay., İst, 2002, s.113.

Diyarbakır’ın gül ile tekrar buluşmasının ger-çekleşebileceği inancını taşımaları gerekiyor. Yani, gül’ün, kültür, inanç, sanat ve ekonomi alanlarında fertlerden başlayarak toplum ha-yatında değişme ve değer yüklü gelişmelere sebep olabileceği düşüncesi oluşmalıdır.

Bu düşüncenin oluşması ve gülün geri dönme-si için;Öncelikle diğer üretici aktörlerle rekabete gi-recek bir yatırım ve kapasite hedefl enmelidir. Milli ve kültürel sınırlar kalktıkça, tüketim bir-çok ülke ve insanlarca aynileştirildikçe dünya düzeninde çok çeşitli ülkelerin markaları bir-birleri ile rekabet ederken bu rekabet şehir-ler için de geçerli bir eğilim olmuştur.155 Unu-tulmamalıdır ki, günümüzde rekabet yalnızca ürünler veya firmalar arasında değil ülkeler ve kentler arasında da yaşanmaktadır. Diyarbakır bir yüzyıl öncesinden bu yana gül yetiştirici-liğinden git gide uzaklaşırken başta Isparta olmak üzere bazı Ege ve Akdeniz şehirleri bu alanda önemli birer aktör haline gelmişlerdir. Dolayısıyla gül yetiştiriciliği konusunda avan-tajlarını konumunun diğerlerine göre neler

155 Ayrıntılı bilgi için; Kurtuluş, Sema Dündar, “Ülke-lerin Marka Kişiliği Üzerine Bir Araştırma”, İst Ü.İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 22 Temmuz 2008 Sayı: 2, s. 286; Giritlioğlu, İbrahim, Cevdet Avcıkurt, “Şehirlerin Turistik Bir Ürün Olarak Pazarlanması, Örnek Şehirler Ve Türkiye’deki Şehirler Üzerine Öneriler” (Derleme-den Oluşmuş Bir Uygulama) Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl, Sayı, 4 Haziran 2010. s,114.

Page 129: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 129

olduğunu belirleyerek rekabete girmeyi göze alabilmelidir.

İkinci olarak, rekabetin asıl hedefi dünya ça-pında markalar oluşturmak olmalıdır. Arz ve tüketim “marka” ile anılmaya başlanmıştır ve bu nedenle de herkes, her ülke ve hatta her şehir bir marka oluşturma gayretine düşmüş-tür. Çünkü bölgelerin veya şehirlerin tanıtımı belli semboller kullanılarak yapılmakta ve bu semboller etrafında ayırt edici bir marka de-ğeri oluşturulmaya çalışılmaktadır. Örneğin; Güney’de “Mavi yolculuk”, Karadeniz’de “Yeşil yolculuk”, Edirne için “Ata sporu yağlı güreşe yolculuk”, Güneydoğu’da “Medeniyetlerin ke-siştiği yer, Mardin”e tarih yolculuğu, “Alışveri-şin cenneti Kapalıçarşı”ya alışveriş yolculuğu, “Şifa kaynağı Sivas balıklı göl”e sağlık yolculu-ğu gibi değişik sloganlarla dikkatler istenilen alana çekilmektedir.156

Bu çerçeveden baktığımızda rekabette avantaj elde etmek isteyen kentler bir marka olmala-rını sağlayacak özelliklerini belirleyip bunlar-dan faydalanma yoluna gitmeleri gerekmek-tedir. Aslında her kent bir markadır. Çünkü her kent bir diğerinden ayırt edici özelliklere ve farklılıklara sahiptir.157 Söz konusu Diyarbakır olunca Diyarbakır’ın tarihi ve kültürel zengin-156 Aykut Bedük – Muammer Zerenler – Abdullah Soysal, “Değişen Dünya’da Yeni Yönetim Modelleri’nin Turizm Sektörü’nde Kullanılması ve Tanıtım Stratejileri’nin Belirlenmesi”, (ww.sosyalbil.selcuk.edu.tr)157 Giritlioğlu, Avcıkurt, agb, s.114.

liği olan emsalsiz surları, Sahabe ve Peygam-ber kabirleri ve uzun tarihlerden bu yana ünü bütün ülkeye yayılmış olan Diyarbakır Karpu-zu ve bakır işlerindeki alt yapısı ile birlikte gül ve gül mamullerini de katacağı bir konsepte uluslararası marka değeri üretebilmenin yanı sıra bir “gül şehri” unvanını da almış olacaktır.Şehirlerin “marka olma” çabaları öncelikle ekonomik nedenlere dayandığından gül yetiş-tiriciliğinin de öncelikli hedefi ekonomik ne-denlere dayandırılmalıdır. Şehir ekonomilerini refaha ve zenginliğe ulaşmasını sağlayacak sihirli formüller elbette yoktur. Ancak hedefe yönelik çalışmaların sistematik, bilinçli ve ku-rumsal yöntemlerle yapılmasına ihtiyaç var-dır. Söz konusu yöntemler, bir şehrin var olan şartlarını, taşıdığı belli başlı fırsatları, güçlü ve zayıf olduğu yanlarını yeterince analiz etmenin yanında, ekonomik gelişme veya canlanma sürecin-de, mevcut yollar arasında başarı potansiyeli en yük-sek olan yolu seçme mekanizmasını içermelidir.158

Yukarıda da belirtildiği gibi, iletişimin anlık olduğu günümüzde insanlar için birbirlerin-den ve değişik coğrafyalardan haberdarlık çok kolaylaşmıştır. Artık kişi ve kişiler, çeşitli ekonomik, kültürel ve dini gruplar, yaşanıla-cak, gezilecek veya yatırım yapılacak yerleri değerlendirmeye alırken en basit klişelerin bile önemli etkileri olmaktadır. Paris moda, İsviçre kış turizmi, sağlık ve saat sektörü, Rio de Janerio karnavallar, Rusya eğlence, kumar, Japonya teknoloji, Afrika ülkelerinin pek çoğu 158 Agb, s.115.

Page 130: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

130

yoksulluk, savaş, suç ve kıtlığı, Mısır turizmi, Kudüs inanç turizmini çağrıştırmaktadır. Pek çoğumuz bu çağrışımların gerçeklerle ne öl-çüde bağdaştığının farkında değilizdir. Ancak bu klişeler ister doğru olsun ister yanlış veya ister olumlu olsun ister olumsuz buralara yö-nelik davranışlarımızı etkiler.159

Gül’ün Diyarbakır randevusu-na gelmesi için Diyarbakır’ın Türk ve Dünya kamuoyunda oluşmuş veya oluşabilecek çağrışımlarının, imajının, kli-şelerinin, kısacası ‘Diyarbakır algısının’ en müspet şekline dönmesi ve bunun görünür-lük ve bilinirlik oranının en üst düzeye çıkarılması gerekir. Diyarbakır tarihinin ürettiği kültürel birikim, bin yıllık geç-mişte yaşanmış ve günümüzde hâlâ var olan inanç, dil ve etnik farklılıklarına rağmen birlikte ‘olabilme’, birlikte ‘yaşayabil-me’ tecrübesi, çeşitli sosyal topluluklar arası ilişkilerin de-vamındaki istikrar, klişe ve imaj meselesinde Diyarbakır’ın avantajları olarak değerlendiri-lebilir niteliktedir. Tarihinin kendisine kattığı değerleri bilen, üzerinde yükseleceği kültür ve inanç zeminin asırların imbiğinden süzülerek gelen zengin bir inançlar, diller mozaiğinde

159 Giritlioğlu-Avcıkurt, agm. s.116.

kemal noktasına ulaştığını gören ve bu değe-rin farkında fertler gülle randevuyu da ger-çekleştirebilirler. Kısacası; düşünen, çalışan ve üreten insanların varlığı veya yokluğudur gülün geri dönüşünü belirleyecek olan.

Diğer tarast an maddi/manevi bir değer/ürün üretme ve pazarlamasında “köken ülke

etkisi”nden bahsedilir. Bu ‘ülke markası’ konusuna göre daha eskidir ve daha çok araştırılan bir konudur. Tüketicilerin ürünü kökeni ile algılamalarıyla yani nerede üretildiği, tasarlandığı, hammadde ve katkılarının ne-reden temin edildiği, üretim yerinin ve merkezinin nerede olduğu gibi faktörlerle ilişki-lidir.160 Daha geleneksel diye tanımlanabilecek köken ülke etkisi ile nispeten yeni bir alan olan ülke markası arasında bir kesişme söz konusudur. Her ikisi de aslında ülke imajının; ülkenin kendisi ve ürünlerinin

(ürettikleri veya ülkeyle ilişkilendirilen) pazar-lanmasında nasıl kullanılabileceği ile ilişkilidir. Örneğin Fransız parfümü, Belçika çikolatası, Rus havyarı, Kolombiya kahvesi gibi.161

160 Kurtuluş, agm, s.287.161 Papadopoulos, N, “Place Branding: Evaluation, Meaning and Implications”, Place Branding, Vol:1, No:1, 2004, p. 36–49.’den nakille, Kurtuluş, agm. s.287.

Page 131: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 131

Son on yılda bütün dünya ülkeleri Çin malı/mallarının hızla yaygınlaşması tecrübesini yaşamıştır. Günümüzde de bu tecrübe ediş devam etmektedir. ‘Köken ülke’ ve ‘ülke mar-kası’ meselesinde bir çikolatanın Belçika’da üretilmiş Belçika markası olması ile Çin’de üretilmiş ve Çin markası olması arasındaki imaj ve çağrışımlar silsilesi kıyaslanabilir. İl-kinde imajla birlikte ortaya çıkan güven, kabul düşüncesi ikincisinde imaj bozukluğunun te-tiklediği şüphe ve tereddütler, güvensizlik ve ret düşüncesi ana belirleyiciler olarak bizde bir tavır gelişimine sebebiyet vermektedir.

Diyarbakır, son onlu yıllarda ortaya çıkan ‘karmaşa’ üreten toplum imajından kurtulma imkân ve potansiyelini yeteri kadar taşımak-tadır. Çünkü Türkiye herhangi bir ürüne mar-ka olma ve köken ülke olma konusunda dünya ülkeleri arasında olumlu bir imaja sahiptir. Malları çevre ülkeler ile özellikle İslam ülkele-ri ve Türk Dünyasında tercih edilir bir konuma gelmiştir.

Diyarbakır’ın asırlar öncesine ait gül yetiştiri-ciliği deneyimi, 24 ayrı gül çeşidinin bu top-raklarda isimleriyle bilinir olması, özellikle ekonomik değer açısından en kıymetli gül türü olan ‘Muhammedî Gül’ün Diyarbakır’a has edebiyat, sanat ve inanç dünyasında çok özel bir literatürünün olması gülün Diyarbakır’a dönü-şünü kolaylaştıracaktır. Bu aynı zamanda gül’ün memleketine dönüşü anlamına da gelecektir.

Diyarbakır’ın Gülle Buluşması O’na Ne Kazandırır?Diyarbakır hem bölgesinde hem de dünyada kadim kültürleri ve tarihi mirası bünyesinde barındırması nedeniyle dünya şehirlerinden birisi olma yönünde çok büyük avantajları olan bir şehir özelliği taşımaktadır. Lakin bu emsalsiz özelliğini bir türlü geçerliliği olan bir değere dönüştürememiştir. Öyle ki Mardin ve Urfa turizm hareketliliği ve marka şehir olma yönüyle Diyarbakır kadar potansiyele sahip olmamasına rağmen Diyarbakır’dan çok daha üst ve tanınır bir konuma yükselmişlerdir. Özellikle Mardin iyi bir Dünya şehri olma yo-lunda çok hızlı mesafeler almaktadır. Diyarba-kır ise, imajı günden güne bozulan, sürekli kar-maşa, terör ve şiddet üreten, git gide dünyaya kapanan, taşıdığı tarihi ve kültürel değerleri bir türlü kıymete dönüştüremeyen, günümüz şehirciliğinden çok nasibini alamamış bir gö-rünüm arz etmektedir.

Eğer Diyarbakır’ın gül ile buluşması ve ger-çekten bir sektör haline gelmesi sağlanabilir-se özelde Diyarbakır genelde bu coğrafyaların kültürel, ekonomik ve istikrara ait kaderi umu-lanın üzerinde değişebilir. Disiplinli, metodo-lojik bir çalışma ve kurumlar arası işbirliğine gidilerek Diyarbakır gül şehri olma özelliği ka-zanabilirse bunun muhtemel sonuçları şöyle sıralanabilir:

• Diyarbakır var olan tarihi ve kültürel de-

Page 132: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

132

ğerlerinin yanına ‘gül şehri’ olma gibi bir değeri de eklemiş olacaktır. Böylece önce-likle terör ve karmaşa ile anılan şehir ol-maktan çıkacak, ürettiği değerlerle anılan bir şehir haline gelebilecektir.

• Gül’ün Ortadoğu coğrafyalarındaki çağrı-şımları sanat, edebiyat, estetik, inanç ve muhabbet eksenlidir. Dolayısıyla gül in-sanların dünyasına sadece ekonomik bir girdi olarak değil çok yönlü olarak gire-cektir. Gül birçok ürün, hediyelik eşya ve süsleme sanatlarında desen, figür, motif olarak karşımıza çıkacaktır. Unutulmama-lıdır ki güller üzerinde yapılan melezleme çalışmaları, yüzlerce yeni kültür formunun meydana gelmesini sağlamıştır ve sağla-yacaktır. Şiir ve edebiyatımız için de gülün dönüşü hisli, duygulu ve sanatlı nice ede-biyat eserinin ortaya çıkmasına sebep ola-caktır. Sadece “Gül Şehri Diyarbakır Sem-pozyumu” için düzenlenen şiir yarışması için yapılan çalışmalar bile gül’ün adının geçmesiyle sihirli bir dokunuş gibi duygu ve düşünceleri nasıl dönüştürdüğünün gü-zel bir örneği olarak düşünülebilir.

• Buna bağlı olarak, gül, insanların sanat, edebiyat ve inanç hayatlarında yoğun bir şekilde işlenen bir figür, bir tema haline gelecektir.

• Sürekli gül ve gül sektörü ile uğraşan in-sanların fıtratları yumuşayacak, gül koku-su ve sembolize ettiği sevgi değerleri ile bu coğrafyaların sert karakterli olan in-

sanlarını daha duygulu ve merhametli bir karaktere doğru değişmeye, düşünme ve davranmışlar sergilemelerine sebebiyet verecektir.

• Bu düşünce ve davranış şekli Diyarbakır’ı yüzyıllar öncesinden beri taşıya geldiği geniş hoşgörü, birlikte yaşama, inançlara saygı değerleriyle tekrar karşılaştıracak ve buluşturacaktır.

• Diyarbakır’ın ekonomik hayatı üretim, gir-diler, yan sanayi, istihdam gibi alanlarda tam bir gelişim ve değişime uğrayacaktır. Yetiştirilen sadece gül bitkisi değildir çün-kü. Gülün yetiştirilmesi ve pazarlanması birçok yan iş kolunu da destekler özellik-tedir.

• Gül yetiştiriciliği geliştirilebilinirse bu çi-çekçilik sektörünün mümkün olan bütün tür ve alanlarında da gelişme demektir. Diyarbakır çiçekçilik ve kesme çiçekçilik sektöründe ciddi bir aktör haline gelebilir. Çünkü iklim, sulama imkânları ve toprak türü itibariyle şartlar uygundur. Altyapı ve zihni süreçlerin hazırlanması yeterli ola-caktır.

• Gül üretimi geliştirildiğinde sektörel an-lamdaki muhtemel neticeler, günümüzün en yetkin gül yetiştiriciliğinin yapıldığı Isparta ilimiz örneklem olarak alındığın-da şöyle olacaktır; Isparta yağ gülü (rose damascena) üretimi 1888 yılında, gülyağı üretimi de 1892 yılında gerçekleştirilmiş-tir. İmbik adı verilen kolay anlaşılır bir işle-

Page 133: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 133

yiş mantığına sahip gülyağı üretimi 1935 yılında gülyağı fabrikası kurulmasıyla daha seri üretime yani sanayi tipi üretime geçmiştir. Kurulmasıyla birçok üreticiyi ilgilendiren ve “Gülbirlik” adıyla faaliyete geçen firma 1958 yılında bir, 1976 yılın-da da bir diğer gülyağı tesislerini faaliyete geçirerek gül ve gülyağı yetiştiriciliğinin mantalitesini değiştirmiş ve üretime cid-di bir ivme kazandırmıştır. Günümüze ge-lindiğinde eski usullerle yapılan gülyağı üretimi, yerini tamamen sanayi tipi gül-yağı üretimine bırakmıştır. Ciddi gayretler neticesinde Isparta ili, Türkiye’de gül, gül yağı ve gülden mamul ürünler konusunda önemli bir merkez haline gelmiştir. Yakla-şık 10 bin kadar aile gül sektöründe çalış-maktadır.

• Yörede gül mamullerini üreten birçok yerli ve yabancı işletme bulunmaktadır. Gülbir-lik ve özel kuruluşlara ait gül yağı fabrika-sı, 5’i büyük olmak üzere toplam 15 âdete ulaşmıştır.162

• Gülbirlik, 1954 yılında 9 kurucu birim koo-peratifinin oluşturduğu Kooperatifl er Bir-liği olarak kurulmuştur. Gülbirlik’in halen 6 birim kooperatifi, 8000 üretici ortağı, 5 ayrı yerde kurulu 7 ünite gülyağı tesisi ile 1 ünite gül konkreti tesisi mevcuttur. Gül-birlik mevcut tesislerinde günlük 360 ton gül çiçeği işleyerek, Türk ve Dünya stan-

162 www.isparta.gov.tr., www.cizgidiyari.com, erişim, 20 06 2011

dartlarına uygun gülyağı ve gül konkreti üretimini gerçekleştiren, Türkiye’nin ve dünyanın bu alanda en büyük üretici ve ih-racatçı kuruluşudur. Halen dünya parfüm ve kozmetik sanayinin önde gelen kuruluş-larının gülyağı ve gül konkreti ihtiyaçlarını karşılayan Gülbirlik, 1998 yılı başında koz-metik üretimine de başlamıştır.

• Isparta ilinde kurulu firmalar ihracatın önemli kısmını AB ülkeleri, ABD, İsviçre, Bahreyn, Kuveyt, Japonya, BAE, Avust-ralya, Azerbaycan, Türkmenistan, Irak ve KKTC’ye yapmaktadır. 2009 yılı ihracat ve-rilerine göre toplam gülyağı ihracatı içe-risinde Fransa’nın payı %62, Almanya’nın payı %13, ABD’nin payı %10 ve İsviçre’nin payı ise %9 olmuştur.163

• Isparta ili için geçerli olan bu ekonomik girdi ve tabloların Diyarbakır için de önem-li bir çıkış kapısı olabileceği muhakkaktır. Fabrikalar, işletmeler, ticarethaneler zin-cirleme olarak şehrin ekonomik hayatını değiştirecektir. Burada asıl unutulmaması gereken Diyarbakır’ın gül yetiştiriciliğinde, her ne kadar alt yapısını tamamen yitirse de, uzun asırlara dayalı bir şuuraltı kaza-nımlarının olduğu hususudur.

• Gül yetiştiriciliği ekonomik olarak sadece bir çiçek yetiştirmenin ötesinde anlamlar içermektedir. Gül kesme çiçek olarak de-ğerlendirilebileceği gibi geniş bir mamul-ler yelpazesinde hammadde/anamadde

163 A.g.siteler

Page 134: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

134

olarak da kullanılmaktadır. Başlıcaları şunlardır:

Gülyağı: Gül bitkisinin asıl yetiştirilme ama-cı onun kokusundan faydalanma amacıyladır. Parfüm ve kozmetik sanayinin en önemli ve pahalı hammaddelerinden olan gülyağı pem-be yağ güllerinin buharlı distilasyon yöntemiy-le kaynatılmasıyla üretilir. Dünyada asıl talep bu ürünedir. Üreticiler için bu mamulün girdisi esastır.

Gül Konkreti: Fermantasyona uğramamış, rengini ve kendine has yapısını bozmamış son derece taze pembe güllerden üretilir. Parfüm ve kozmetik sanayinin hammaddelerinden biri olan absolüt üretiminde kullanılır.

Gülsuyu: Gülyağı üretimi esnasında elde edi-len yağlı suyun (mayanın) bire bir oranında damıtılmış, saf temiz ve sıcak su ile karıştırıl-ması sonucunda elde edilen gül kokulu natü-rel sudur. Gülsularının natürel olması, zararlı madde içermemesi nedeniyle bazı yiyecek maddeleri ve tatlılarda aroma olarak, cildi besleyici ve dokuları gerginleştirici özelliği ne-deniyle vücut ve makyaj temizliğinde kullanıl-maktadır. Ayrıca her yıl Haç mevsiminde Kabe ve içinde bulunduğu Mescid-i Haram denilen geniş ibadet mekanları senede bir kez mutla-ka bu gül suyu ile yıkanmaktadır. Bu gül suyu Isparta’dan tedarik edilmektedir.

Kozmetikler: Ülkedeki en iyi kaliteli ürünlere eş değer formülasyonlarla el ve cilt kremi, el ve vücut losyonu, değişik saç tiplerine yönelik şampuanlar üretilmektedir. 164

Diyarbakır ilinde bu sektörlerle ilgili istihdam imkânları, ihracat ve sektöre yönelik Ar-ge, eğitim, tanıtım ve satış faaliyetleri düşünül-düğünde gül ile Diyarbakır’ın buluşması ne-redeyse yeni bir medeniyet projesi anlamına gelmektedir.

• Diyarbakır gül ile anılmaya başlayınca di-ğer potansiyelleriyle birlikte uluslar arası bir marka şehir olacaktır ki bu, bütün ülke ve şehirlerin istediği, uğraştığı bir trend-dir.

• Bazı ürünler veya turizme ait kabuller şehirlerin ekonomik ve kültürel hayatını tamamen değiştirmekte ve dönüştürmek-tedir. Mesela turizmin dönüştürdüğü ve geliştirdiği şehre Mardin, ekonomik girdi-si olan bir ürünün dönüştürdüğü ve geliş-tirdiği şehirlere de Isparta ve Rize örnek olarak verilebilir. Dolayısıyla gül ekonomi, sanat ve estetik alanlarında oluşturacağı katma değerlerle bir Rize ve Isparta ör-neklerinde olduğu gibi bir dönem sonra Diyarbakır’da da sosyal, ekonomik ve kül-türel dönüşümler yaşanacaktır.

164 Konunun ayrıntıları için ilgili int. sitelerine ve bağlı linkler ile kaynaklara bakılabilir.

Page 135: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 135

SonuçDiyarbakır ve gül. Birbirine çok yabancı olmayan ama birbirinden olabilesiye uzaklara savrulmuş kadim medeniyetlerin iki şahidi. Birliktelikleri in-sanlığın asırlar süren, inançlara, dinlere ve dillere saygı üzerine kurulu güzel bir insanlık deneyiminin inşasına yaramış.

Şehirdeki hayat ibadet endeksli ve şehir ibadetha-ne merkezli kurulmuş. Sanatta, büyüklenme, gu-rur ya da Yaratıcıya ait küçücük bir yaratma duy-gusu uyanıverir diye insan figürünü gerekmedikçe kullanmamış165 bunun yerine daha çok duygu zen-ginliği veren bitkileri, özellikle gülün yüzlerce kül-tür ve sanat formunu kullanmış, bizzat gülün 24 çeşidini yetiştirmiş ve gül gibi güzelleşmiş insanlar ve şehirleri söz konusu olan. Her ne sebeple olur-sa olsun bozulmamış, bir takım ön kabullere esir edilmemiş insan fıtratı dünyanın neresinde olursa olsun, bir sanat eserindeki güzelliği keşfe mukte-dirdir.166 İnsanı erensel kılan, evrensel değerlerin inşasında katkı sahibi yapan onun bu muktedir olma yönüdür. Medine/şehir de, medeni olarak ha-yatını sürdürmesi gereken insanın kendi varlığını gerçekleştirdiği alandır. Medine’ye bağlı bir şekilde hayatını idame ettirmeyen kişiye İbni Haldun’un ifadesiyle bedevi denir.167Oysa İslam insanını he-men medenileştirir. Öyle ki Bağdat deneyimi var-dır mesela İslam tarihinin. İslam medeniyetinin 165 Yılmaz Can-Recep Gün, İslam Sanatın Giriş, Dem Yay. İst. 2009, s.29.166 Age. s.21167 Söylemez, M. Mahfuz, İslam Şehirleri Üzerine Ma-kaleler, Çorum Belediyesi Yay. 2010, s.28.

merkezi olmuş, Beytü’l Hikme’yi kurmuş. Asırlarca araştırmalar yapılmış, telif eserler yazılmış, büyük tıp bilginleri, astronomlar, kimyacılar, fizikçiler, felsefeciler yetiştirmiş bu şehir.168 İslam coğrafya-sının bütün kadim şehirleri ve kişileri aynı ton ve renkleri yansıtan simalar olarak karşımıza çıkarlar hep. Meyyâfârikin (Silvan) sonra Bekîrîlerce Diyar-ı Bekir kurulmuş benzer donanım ve değerlerle. Yani bir medeniyet yüklenicisi ve inşacısı şehirler olarak.169 Bu şehirler köklüdür ve geleneği olan şe-hirlerdir. Gülle buluşması asaletinin gereği olarak mayasında olmalı.

Diğer tarast an medeniyet değerler sistemi üzerine oturur. Yani değerler olmaz ise medeniyetler de olmaz.170 İslam medeniyeti de Kur’an ve Sünnet kaynaklı değerler sistemi kurmuş bu değerlerin ışığında ilimler, sanatlar, kurumlar olarak tarihi bir birikim ortaya koymuştur. Bu yüksek kültür ve me-deniyet tecrübesi Müslümanlar için olduğu kadar bütün insanlık için de kalıcı sonuçlar doğurmuştur. Müslümanlar zaman zaman ihlaller ve ihmaller yaşasalar da sosyal, kültürel ve sanat hayatlarını İslam’ın asli kaynaklarından aldıkları değerlerle tekrardan ve yeniden insanlık adına inşa edecek dinamiklere sahiptir. Hele söz konusu olan yüce Peygamberlerinin yegâne remzi olan gül ise.

168 Altan, Mehmet, Kent Dindarlığı, Timaş Yay. İst. 2010, 3. Bas., s. 50.169 Söylemez, age. s.102.170 İbrahim Sarıçam-Seyfettin Erşahin, İslam Mede-niyeti Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Ank. 2006, s. 53–56.

Page 136: Gül Şehri Diyarbakır

MODERNLEŞME VE KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE DEĞİŞEN KENTLER VE KİMLİKLER: DİYARBAKIR

GÜL ŞEHRİ ÖRNEĞİ

Arş. Gör. Mehmet YANMIŞDicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi

Page 137: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 137Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi

GİRİŞŞehirler sadece taş yapıları, içerlerinden ge-çen nehirler, eteklerine kuruldukları dağlar ile bilinmezler. Tarih boyu şairler, seyyahlar, şehir sakinleri gezdikleri yaşadıkları şehirleri farklı özelliklerini öne çıkararak tanımlamışlardır. Bazen şehirler, kenarındaki kale ile anılmış ba-zen misafirperverliği ile bazen soğuk havaları ile bazen orada yetişmiş meşhur kişilikleri ile tanınmıştır.

Antropologlar insanlık tarihini anlatırken ge-nel olarak onun yaptığı üç büyük göçe vurgu yapmaktadırlar. Avcılık ve toplayıcılık evre-sinden sonra insanlığın yavaş yavaş yerleşik hayata geçtiği bilinir. İkinci olarak köylerden daha büyük şehirlere, son safhada da şehirle-rin kenarlarından “merkezine” doğru bir hare-ketin olduğu kabul edilmektedir. Hususiyle de son 150 yılda insanlığın kitleler halinde kırsal-dan şehirlere akın ettiği görülmektedir. Daha yakın tarihlerde ise şehirlerin varoşlarından merkezine yapılan yolculuk modernleşmenin adeta tipik özelliklerinden birisi olmuştur. İn-sanoğlunun bu yolculuğu kültürleri ve mede-niyetleri büyük ölçüde etkilemiştir. Birçok aile, şehir, millet ve devletin de bu göçlerle kaderi değişmiştir. Göçler bireylere olduğu gibi şe-hirlere ve hatta milletlere de yeni kimlikler kazandırmıştır. Bunun yanında tarihin doğal akışı içerisinde yaşanan sosyal değişmeler de kültür ve medeniyetlerin değişmelerini tetik-lemiştir. Diyarbakır’ın da hem kırsaldan aldığı

kitlesel göçlerle hem de dışarıya verdiği göç-lerle büyük ölçüde kültür değişmeleri yaşadığı ve yeni bir kimlik kazandığı görülmektedir.

İnsanlık tarihi içerisinde belki de en hızlı de-ğişmelerin son 150 yılda yaşandığını söyle-mek abartı sayılmamalıdır. Ulaşım vasıtala-rının gelişmesine paralel ticari, siyasi, sosyal ilişkilerin hızlandığı bir vakıadır. İletişim tek-nolojilerinin sağladığı imkânları çok iyi kulla-nan Batı Medeniyeti hemen her alanda ken-di varlığını göstermektedir. İnsan ve Toplum Bilimlerinde küreselleşme denilen bu durum ikinci ve üçüncü dünya ülkelerinde çok fark-lı sonuçlar doğurmuştur. Bunlardan birisi de hiç şüphesiz küreselleşme ile beraber yerel olanın, farklılıkların hızla kaybolması, buna paralel şekilde batı kültürünün tek tipleştirici yönünün ortaya çıkmasıdır. Marksist ve post-modernist düşünürlerin ısrarla üzerinde dur-duğu bu tek tipleştirme bireysel etkilerinin yanında toplumsal sonuçlar da doğurmuştur. Kentleşmenin modernleşme ile olan ilişkileri düşünüldüğünde geleneksel kentlerin de mo-dernleşmeden çokça etkilendiği bir gerçektir. Artık doğudan batıya kuzeyden güneye gidil-dikçe dünya ve ülkemiz şehirlerinin birbirleri-ne daha çok benzediğine, aynı marketler, fast-foodcular, arabalar, kıyafetler, müzikler, boş zaman kültürleri ile farklılıklarının azaldığına şahitlik etmekteyiz. Küreselleşmenin kentleri bir parça kimliksizleştirdiği söylenebilir.

Page 138: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

138

Toplumların bireyleri belirli bir oranda şekil-lendirdiği sosyolojinin en temel kurallarından-dır. Yine bireysel kimliğin oluşmasında top-lumsal etkinin yanında bireysel farklılıkların varlığı da insan ve toplum bilimlerince bilinen bir durumdur. Bireysel özelliklerimiz, aile, okul ve toplum bizleri belirli oranlarda şekillendirir ve bireysel kimliklerimiz ortaya çıkar. Kentler de adeta bir birey gibi belirli etkilerin altında kendi kimliklerini oluştururlar. Şehirler, bulun-dukları coğrafi konum, içlerinde barındırdıkla-rı din, dil, sanat, edebi ve bedii güzellikler ile kendi kimliklerini oluştururlar. Nasıl ki bireyler kişisel özelliklerini öne çıkarabildikleri oranda toplumda fark edilebiliyorlarsa şehirler de postmodern çağa uygun şekilde kendi özgün özelliklerini iyi sunabildikleri takdirde daha çok turist, yatırım ve nitelikli insan çekme şan-sına sahip olabilirler.

Diyarbakır ve birçok şehrimizin küreselleşme öncesi dönemde sahip oldukları özelliklerini, bir bütün olarak kimliklerini, son 70–80 yıl-da kaybettiği görülmektedir. 1800-1900’lü yıllarda Diyarbakır’ın Isparta’nın adı güller-le anılırken bir dönem güle hasret kalmışlar, yine bir zamanlar erguvan şenliklerinin ya-pıldığı Bursa’da şehrin sakinleri erguvanı ta-nımaz olmuştur. Bir kahramanlık destanının yazıldığı Çanakkale de beklediği ilgiyi ancak son yıllarda bulabilmiştir. Yarenlik, Çankırı’da unutulmaya yüz tutmuş, Kırşehir’de Ahi Evran bilinmez olmuştur. Sümela Manastırı çobanla-

rın sürülerine en güvenilir ahır olmuş, Ani Ha-rabeleri, İhsak Paşa Sarayı, Divriği Ulu Cami, Nemrut Dağı kaderlerine terk edilmiştir. Lale-nin yurdu İstanbul, çöplerin şehri olmuştur… Şehirlerimizin kimlikleri ya da kimliklerinin bir parçası olan bu güzelliklerinin unutulmasının hem yerel hem küresel sebepleri olmuştur. Ar-tık kentlerimizin farklılıklarını sergileme, daha güzel bir kimlik kazanma, daha çok turist çek-me kaygılarıyla kendi değerlerine sahip çıktık-larını görmekteyiz. Bu bağlamda Diyarbakır da başka değerleri yanında gül şehri olma özelliğini de öne çıkarmak durumundadır.

Modernleşme ve Küreselleşme Bağlamında KentModernleşme insan ve toplum bilimlerinin bekli de en tartışmalı kavramlarından birisidir. Ne olduğu gibi nerede, ne zaman, hangi etki-lerle başladığı da tartışılmaktadır. Yine mo-dernleşmenin özellikleri ve geleceği de farklı fikirlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.Felsefe ve Sosyoloji modernleşmeye farklı pencerelerden bakma eğilimindedir. Felsefe-ciler özelde Batı’nın genelde de bütün insan-lığın yaşadığı bu süreci tanımlarken daha çok filozofl ar ve fikir akımları üzerinde durmakta-dır. Oysa sosyologlar kendilerinden beklendiği gibi hem dönemin etkin düşünürlerini ihmal etmemiş hem de bu süreci ortaya çıkaran sos-yal hadiseleri irdelemişlerdir.

Modernleşme, İslam Dünyası karşısında uzun

Page 139: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 139

dönem geri kalmış Avrupa toplumunun Haçlı Seferleri, Coğrafi Keşifl er, Endülüs-Latin Bi-rikiminin aktarımı, Rönesans ve Reform ça-lışmaları gibi geniş kitleleri etkileyen hadise-lerle yeni bir medeniyet meydana getirmesini anlatır. Bu teknik ve toplumsal gelişmelerin arkasında ve yanında More, Campanella, Mac-hiavelli, Bruno, Erasmus, Copernicus, Galileo, Kepler, Bacon, Newton, Calvin, Luther, Hobbes, Descartes, Spinoza, Locke, Hume, Kant, Hegel gibi sayısız bilim ve din adamının çok ciddi etkileri ol-muştur.171 Orta çağın kilise te-melli bilim, siyaset, ekonomi, sanat vb. anlayışına karşın ay-dınlanmacılar ve genel olarak modernistler daha seküler ku-rumlar kurmaya çalışmışlardır. Luther ve Calvin geliştirdikleri yeni din, kilise, Tanrı anlayış-ları ile adeta kapitalizmin ru-hunu yaratmışlardır.172 Benzer şekilde özellikle astronomi-deki buluşlar yeni batı mede-niyetinin şekillenmesinde çok önemli bir yere sahiptir. Copernicus, Galileo ve Kepler’in tespitleri Tanrı-Dünya merkezli (te-leolojik) düşünmenin terkine yol açmıştır. Bu

171 Bkz. Küçükalp, Kasım- Cevizci, Ahmet, Batı Dü-şüncesi- Felsefi Temeller, İsam Yay. İst. 2009.172 Weber, Max, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Çev. Zeynep Aruoba, Hil Yay, İst. 1985.

düşünürlerin gayretleri evrende her şeyin ilahi hikmetle değil de bir matematik-fizik hesapla hareket ettiği fikrini yaygınlaştırmıştır. 1400 ve 1500’lü yıllardaki bu buluş ve fikirler sanat-tan hukuka, eğitimden dine, üretim alışkanlık-larından yaşam tarzlarına kadar insani olan her kurumu kökten etkilemeye başlamıştır. Ulaşım teknolojileri, misyonerlik, sömürge fa-

aliyetleri ve 1920’lerden sonra sömürgeleştirilen topraklarda kurulan yeni devletlerin yap-tığı metazori modernleştirme faaliyetleri dünyaya yeni se-küler medeniyetin tohumlarını saçmıştır.

Modernleşme-kent bağlamın-da dikkatten kaçmaması ge-reken diğer bir kavram da kü-reselleşmedir. Küreselleşme uluslararası spor müsabakala-rından, AİDS hastalığına, kıta-lar arası savaşlardan, McDo-nald’slaşmaya birçok alandaki etkileşimi anlatmak için kulla-nılan bir kavramdır.173 Fernand

Braudel’in deyimiyle Dünya Sistemi de174 deni-lebilecek olan bu yapı gün geçtikçe ulusların farklılıklarını yok etmektedir. Teknoloji, ileti-173 Marshall, Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman Akınhay- Derya Kömürcü, Bilim ve sanat Yay. Ank. 1999, s. 449.174 Kottak, Conrad Phillip, Antropoloji, Çev. Serpil N. Altuntek ve Ark. Ütopya Yay. Ank. 2002, s. 344.

Page 140: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

140

şim, sanayi, medya gücüne sahip batılı ülkeler kendi kültürel değerlerini dünya milletlerine, hususiyle de okumuş, kentleşmiş gençlere empoze etmede oldukça başarılı görülmek-tedirler. Öyle ki batının hegomonik özelliğini protesto eden Müslüman, Hindu, Sosyalist ki-şilerin de çoğu zaman bu kültürün etkisinde kaldıklarını görmek insanları artık şaşırtma-maktadır.

Kentleşme de bu bölümde açıklanması gereken başka bir kavramdır. Sosyolojik açı-dan bakıldığında kentleşmenin her çağa ve kültüre uyacak evrensel bir tanımlamasının yapılamayacağı görülmekte-dir. İnsanların ilk kurdukları şehirler ile ilk çağlardaki Yu-nan şehirlerinin, Orta çağdaki feodal şehirler ile Asya şehir-lerinin ortak noktaları çoksa da aynı oldukları söylenemez. Zamanımızdan yaklaşık 100 yıl önce yaşamış, sosyolojinin ku-rucu babalarından Max Weber “Şehir” isimli çalışmasında, kendi zamanına uygun şekilde yaptığı ayrım ve tanımlamalar bu cümlenin haklılığını göstermektedir. Bah-si geçen eserde Weber, şehirleri, Antik Şehir, Ortaçağ Aristokratik Şehri, Plepler Şehri, Avru-pa Şehri gibi sınıfl ara ayırmakta ve bunların Avrupa’da görüldüğünü, Asya’da birkaç istis-

na haricinde gerçek manada şehirlerin hiç-bir zaman olmadığını söylemektedir.175 Yine aynı eserde bir şehir tasviri de yapmaktadır. Weber’e göre şehir şu beş özelliğe sahip olma-lıdır; 1- bir kale, 2- bir Pazar, 3- kendine ait bir mahkeme ve hiç değilse özerk bir hukuk, 4- ilgili bir birlik biçimi, 5- en azından kısmi bir özerk-lik ve sonuçta seçilmelerinde şehir sakinlerinin

katılımının gerçekleştiği yetkili-lerce yönetilme.176 Dikkat edile-ceği gibi böyle bir şehir tasviri artık bir geçerlilik taşımamak-tadır. Çünkü Weber’in yaşadığı 1900’lerde Dünya’da 1 milyon nüfusunu aşan 16 kent bulun-makta iken 1990’da ise bu sayı 276’ya çıkmıştır.177 Fakat yu-karıdaki tasvir kendi dönemi için bazı açıklama ve anlama kolaylıkları sağlamıştır. Daha modern şehir tanımlamalarına bakacak olursak kent şu şekil-de tanımlanmaktadır; “Tarım-sal özellikleri taşımayan, üreti-min en üst düzeyde olduğu ve denetlendiği, teknolojinin kul-

lanıldığı, demografik açıdan belirli yoğunluk ve büyüklüğe sahip bütünleşme ve çeşitliliğin oldu-ğu yerleşim yeri olarak tanımlanabilir.”178

175 Weber, Max, Şehir- Modern Kentin Oluşumu, Çev. Musa Ceylan, Bakış Yay, İst. 2003, s. 106, 130 vd.176 Weber, age, 2003, s. 105.177 Kottak, age, s. 544.178 Eroğlu, E. Sursan, “Kent, Kentleşme ve Kent So-

Page 141: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 141

Modernleşme bazı temel özelliklere sahiptir. Sekülerleşme, ilerlemecilik(lineer anlayış ve evrim), şehirleşme-sanayileşme, pozitivizm-bilimcilik, hümanizm, yabancılaşma-bilimcilik, feminizm, bürokrasi, demokrasi, düalizm ve rasyonel ahlak bu özelliklerden en önemlileri-dir. Şehirleşmenin birçok noktada modernleş-me ile ilişkisi vardır. Bunu Z. Bauman’ın çok bilinen sözü ile ifade etmek gerekirse; “Bütün kent yaşamı modern değildir fakat bütün mo-dern yaşam kent yaşamıdır. Çünkü yaşamın mo-dernleşmesi demek kent yaşamına daha fazla benzemek demektir.”179 Şehirleşme birçok nok-tada modernleşmeye ya sebeptir ya da bu-nun sonucudur. Yabancılaşma, sekülerleşme, bürokrasi, demokrasi ve sanayileşme büyük oranda şehirleşme ile bağlantılıdır. Kırsalda yaşayan insanlar ile şehirli halkların farklı toplumsal sistemleri temsil ettiği tartışmasız bir durumdur.180 Kırsalda ki insanların mane-vi değerlere yatkınlığı ile şehirlilerin ilgisinin aynı olması beklenmemelidir. Benzer şekilde bürokrasinin bir kentleşme olgusu olduğu, sa-nayinin şehirlerde gerekli insan kaynaklarına ulaştığı bilinen şeylerdir. Sekülerleşmeye bağ-lı olarak rasyonel bir ahlakın oluşması, hüma-nizmanın ve feminizmin güçlenmesi daha çok şehirlerde ortaya çıkmaktadır.

runları”, Sosyoloji, Ed. Feridun Merter- Mustafa Talas, Lisans Yay. İst. 2010, s. 444. 179 Bauman, Zygmund, Parçalanmış Hayat, Çev. İs-mail Türkmen, Ayrıntı Yay. İst. 2001, s. 170.180 Kottak, age, s. 545.

Modernleşme, küreselleşme ve kent kavram-ları beraber ele alınacak olursa bunların bir birlerini tamamladığı görülür. Nasıl ki mo-dernleşmenin şartlarından ve sonuçlarından birisi kentleşme ise küreselleşmenin de se-bep-sonuçlarından bir tanesi kentleşmedir. 18 ve 19.yy’da ki sömürge faaliyetleri, makine-leşme ve üretimin artması kır-köy dengesini bozmaya başlamıştır. Kırsalın az üretip az tü-keten kültürü yerine kapitalizm çok üretip çok tüketen yeni bir model koymuştur. Yeni sistem ise şehirlerde fabrika kurmayı, buralarda üre-timin bir parçası olmayı gerektiriyordu. Bu dönemde başlayan hızlı şehirleşme sanayinin yaygınlaşması ile 2. ve 3. dünya ülkelerine de yayılmıştır. 1990 yılında %37 olan dünya kent nüfusu oranının 2025 yılında %60 olması bek-lenmektedir.181 Doğal olarak da hızlı kentleş-menin getirdiği sorunlar kentleri, hükümetleri fazlasıyla uğraştırmaktadır. Sorun geçmişte olduğu gibi sadece bir şehrin-ülkenin değil artık küreselleşeme ile bütün gelişen-geliş-mekte olan şehir ve ülkelerin problemi haline gelmiştir. Diyarbakır şehri de yakın tarihinde iki ayrı dönemde bu hızlı kentleşme olgusunu yaşamıştır. Bunların tamamen küreselleşme ve modernleşme ile bağlı olduğu söylenemese de konuyla ilgisiz olduğu da söylenemez.

Küreselleşeme-modernleşme-kentleşme bağ-lamında konumuzla ilgili önemli görülen nok-ta iki başlıkla özetlenebilir; 1- Hızlı kentleşme

181 Kottak, age, s. 544.

Page 142: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

142

ve göçlere bağlı olarak kent kimliğinin kaybı, 2- Küreselleşme ile bağlı olarak yerel kültürün zayıfl aması. Hızlı kentleşme ile şehirlerin eski sakinleri etkisizleşmekte ve geleneksel kültü-rü zayıfl amaktadır. Özellikle Diyarbakır gibi kısa sürede aşırı göç alan şehirlerin bu sorunu yaşadığını görmekteyiz. 1960’larda Türkiye ve dünyada yaşanan yoğun kırsaldan şehre göçler ve 1990’larda yaşanan köy boşaltma-lar şehrin nüfus yapısını büyük ölçüde değiş-tirdiği görülmektedir. Bunun yanında şehrin özellikle yerli, kültürlü, ekonomik durumu iyi ailelerinin de büyük şehirlere göç etmesi şehri her açıdan etkilemiş görülmektedir. 1990’lara kadar büyük oranda Türkçe’nin hâkim olduğu, Hanefilerin ağırlıkta olduğu şehir bu yıllarda aldığı kitlesel köy göçleriyle büyük oranda Kürtçe konuşulan, Şafii mezhebinin çoğunluk-ta olduğu bir şehir olmuştur.182 Tarihte kültür, bilim ve edebiyat dünyasına yüzlerce dehayı kazandıran Diyarbakır, bu göçlerle beraber hiç hak etmediği halde cehalet, fakirlik, terör ve gözyaşıyla anılmaya başlanmıştır. Doğal olarak tarihi kimliğinin birer parçası olan pey-gamberler, sahabeler, şairler, surlar, gül, karpuz gibi birçok maddi-manevi öğe unutulmaya yüz tutmuştur.

İkinci önemli konu ise Türkiye ve dünyada he-men her şehrin yaşadığı kültürel değişmeler-dir. Bu sadece Diyarbakır’ın yaşadığı bir sorun

182 Tan, Altan, Kürt Sorunu, Timaş Yay. İst. 2009, s. 201,522.

değildir. Küreselleşen dünyada uluslararası şirketler, reklâm sektörü, moda, tv, internet, dolaşım ağının genişlemesi, ülkelerin libe-ral ekonomi anlayışları gibi sebeplerle dünya küçük bir köy olmuştur. Sonuçta moderniz-min sıklıkla eleştirildiği şey kaçınılmaz hale gelmektedir. Bu, modernleşmenin yukarıdaki sebeplerle yerel kültürleri hızla yok etmesine, dillerin, kıyafetlerin ve hatta dinlerin bile unu-tulmasına neden olmaktır. Alan araştırmaları sürecinde birçok kişinin Diyarbakır’ın gele-neksel Kürt kimliğini hızla kaybettiğini söyle-dikleri gözlenmiştir. Çoğu, genç veya şehirde doğmamış olan bu insanlar Diyarbakır’ın es-kiden tamamen bir Kürt şehri olduğunu, her kesin Kürtçe konuştuğunu ve Şafii mezhebine bağlı olduğunu söylemekteydiler. Bugün baş-ka dillerde işyerlerinin, farklı kültürlerin giyim, müzik tarzları, eğlence alışkanlıklarının yaygın olması bu insanları rahatsız etmektedir. Bu durumun tek sorumlusu olarak devletin bas-kı politikalarını görmeleri ise üzerinde durul-ması gereken bir konudur. Yapılan bu toplantı ile bağlantılı olarak iki konu dikkat çekicidir. Öncelikle Diyarbakır’ın bahsedildiği şekilde bir kimliği hiçbir zaman olamamıştır.183 Fakat yaşadıkları kente son 20- 30 yılda geldiği dü-şünülen bu insanlar kafalarında tarihi değilse de ideolojik bir Diyarbakır kimliği kurmuşa benziyorlar. Bunun araştırılması ayrı bir çalış-manın konusudur. İkinci nokta ise şehrin kül-türündeki bozulmanın sadece devletin uygu-

183 Tan, age, a.y.

Page 143: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 143

lamalarına bağlanması fakat modernleşme ve küreselleşmenin dikkate alınmamasıdır. Aslın-da aynı şekilde Aydın, Trabzon, Erzurum da bir değişim yaşamakta, şivelerinden kıyafetlerine yaşamın hemen her alanında geleneğin yerini modern-batılı olan değerler almaktadır. Genç-lerin İngilizce merakı, bluejean sevgisi, fast-food alışkanlığı, manevi değerlere ilgisizliği sadece Diyarbakır’ın problemi değildir. Sonuç olarak Diyarba-kır kent kimliği modernleşme, küreselleşme, göçler ve yan-lış devlet politikaları ile tarihi kent kimliğinden uzaklaşmış görülmektedir.

Kent Kimliğinin Oluşumu ve Bazı ÖrneklerKimlik, toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belir-ti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağ-layan şartların bütünü, kişinin türlü bağlılıklarını açıklayan, tanınmasını sağlayan özellik-leridir.184 Ancak kimlik sadece kişiye ait öznel, sosyal ve kültürel bir durumu ifade etmez. Aynı zamanda ortama ve nesne-ye ait yapısal bir nitelik de taşır ve yaşanılan kentsel çevrenin kimliği olarak da yansır.185

184 Türk Dil Kurumu, http://www.tdkterim.gov.tr/bts/185 Kaypak, Şafak, “Küreselleşme Sürecinde Kültü-

Kent kimliği ise, kente ait olan, o kenti diğer-lerinden farklı kılan ve o kente değer katan, o kente özgü tarihi-modern, doğal-suni, kültü-rel-mimari unsurların oluşturduğu bir bütün-dür.

Küreselleşmenin gözlemlenen sonuçların-dan birisi çok kültürlülüğün fark edilmesi ve

yerel farklılıkların korunması-na yönelik çalışmaların ivme kazanmasıdır. Hızla yok olan yerel kültürler sivil veya res-mi kurumlarca yeni nesillere aktarılmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda şehirler de kendi kültürel özelliklerini koruma-yaşatma adına yeniden kent kimliklerini ele almak duru-munda kalmıştır. Bunda yeni kentli nüfusların daha sağlıklı, modern ve çevreci şehirlerde yaşama isteği etkili olmuştur. Gelişmekte olan şehirlerin göç-ler ve ciddi alt yapı problemleri dolayısıyla çok eğilemediği bu kimlik sorunu modern şehirler

için artık öncelikli konulardan birisi haline gel-miştir.

Kent kimliğinin oluşmasında bazı temel un-

rel Kimlik Açılımları Ve Kentsel Çevreye Yansıması”, http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/demokrasi/demok-rasi40.pdf

Page 144: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

144

surlar dikkat çekicidir. Kent kimliği her şey-den önce toplumsal uzlaşı ile ortaya çıkar. Tekeli’ye göre, kent kimliği toplum tarafından üretilir.186

İster tarihten gelsin isterse modern zaman-larda oluşturulmak istensin bir kentin kimliği ancak insanların bu kimlik üzerindeki ittifakı-na bağlıdır. Bir şehrin sakinleri benimsemediği sürece herhan-gi bir yapıt veya unsur şehrin kimliğinin bir parçası olamaz. Orada yaşayan insanlar için bir şeyler ifade eden, bir anla-mı olan şeyler kimliğin parçası olabilir. Kent kimliğinin oluşu-munda önemli unsurlardan bi-risi de tarihtir. Kent kimliğinin oluşumu için bir süreç gerekir. Tekeli, kent kimliğinin oluşu-munu tarihsel bir olgu olarak görmekte ve kent kimliğinin zaman içinde farklı katmanla-rın uyumlu ve anlamlı bir bütün oluşturmasıyla gerçekleştiğini belirtmektedir.187 Bu nedenle kente yeni bir kimlik kazandırmak yerine önce onun var olan özgün kimliğini kuran değerle-rin keşfedilmesi, bu değerlerin güncel ko-

186 Tekeli, İlhan, “Bir Kentin Kimliği Üzerine Düşün-celer”, Kent Planlaması Konuşmaları, TMMOB Mimarlar Odası Yay. Ank. 1991, s. 79–89.187 Tekeli, agm.

şullar ve gerekliliklerle bütünleştirilmesi ve böylece kent kimliğinin sürekliliğinin sağlanması daha uygun bir tutum olacaktır. Çünkü kimliğin oluşumu sürekliliğe dayanır ve kendisinden önceki gelişmelerden bağımsız olarak düşünülemez. Bu nedenle bir kentte kimliğin amaçlı olarak üretilmesi, çeşitli ne-denlerle erozyona uğramış olan kimliğin ye-

rine yeni bir kimliğin konum-landırılması güçtür.188 Kent kimliği ile ilgili bir diğer husus da kimliklerin zaman içerisin-de değişebileceği gerçeğidir. Nasıl ki şehirlerin isimleri tari-hi süreçte değişebiliyorsa kim-likleri de değişime uğramak-tadır. Bu durum kendi başına olumlu veya olumsuz şeklinde tanımlanamaz. Elbette tarih-te gül şehri olarak bilinen bir şehrin çöpleri ile anılmasına olumlu bir değişim denileme-yeceği gibi fakirlik ve cehalet ile maruf bir şehrinde kültür-sanat ile anılmasına olumsuz bir değişim denilemez. Bu de-

ğişime de kimliğin dönüşümü denilebilir. Kim-lik dönüşümü tarihi kimlikle bağlantılı olduğu ölçüde daha gerçekçi ve kalıcı olabilir. Kim-likteki süreklilik değerlerin aktarımında da

188 Birol, Gaye, “Bir Kentin Kimliği Ve Kervansaray Oteli Üzerine Bir Değerlendirme”, Http://W3.Balikesir. Edu.Tr/ ~Birol/Kervansaray.Pdf

Page 145: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 145

kolaylıklar sağlamaktadır. Kent kimliğinin olu-şumu ile ilgili bir diğer konu da kimliğin daha çok bir idea olarak kurulmasıdır. Yine Tekeli’ye dönecek olursak; “Bir kentin kimliğinden söz edildiğinde, kentte yasayanların onda buldukla-rı bir değerler kümesinden, kente yüklenen bir idealleştirmeden söz etmiş oluruz.”189 Şehrin kimliğinin başka şeyler yanında idea etrafında kurulması beklenen bir durumdur. Tarih boyu fatihler fethettikleri şehirleri kendi idealarına göre yeniden şekillendirmişlerdir. Fatih Sul-tan Mehmet’in Ayasofya’ya minare yapması, Diyarbakır’ı fethedenlerin en büyük kiliseyi camiye çevirmeleri, Endülüslülerin bıraktığı muhteşem cami ve sarayların İspanyollarca kiliseye çevrilmesi, Şah İsmail’in Tebriz’i Sünni âlim ve sultanların türbesini yıkarak Şiileştir-mesi bu kent kimliği-idealleştirme bağlamın-da ele alınabilir.

Kent kimliğinin oluşumuna dair bazı örnekler vermek konumuzun şekillenmesinde kolay-lık sağlayacaktır. Yarenlik kültürünün yaygın olduğu Çankırı’da uzun dönem bu kültür yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Oysa şehrin en önemli değerlerinden olan bu kül-türün hem yeni kuşaklara aktarılıp onların ahlaki şekillenmesine katkı sağladığı hem de şehrin kimliğinin tanınmasına ciddi katkı sağladığı söylenebilir. Son yıllarda çeşitli ku-rum ve kişilerin çalışmalarının Çankırı’yı ülke kamuoyunda Yaren Kimliği ile tanıtma ko-

189 Tekeli, agm, s. 81,82.

nusunda ciddi yankı uyandırdığı söylenebilir. Ayrıca daha önceleri tuz sadece Tuz gölü ile anılmakta iken bugün Çankırı’nın Tuz Mağa-rası da şehrin kimliğinin bir parçası olmuştur. Kurtuluş Savaşının kahramanlık destanının yazıldığı Çanakkale ili de son on yıllara kadar daha çok Truva Atı ile bilinmekte iken özellik-le 2000’lerden sonra ziyaret edilme rekorları kırmış ve bu durum kentin kimliğini etkilemiş-tir. Yine Mardin ilinin son yıllarda sıklıkla Sür-yani Kenti şeklinde lanse edilmesi de değişen kimlikler bağlamında dikkat çekicidir. Şehir halkının bu söylemi benimsediği söyleneme-se de özellikle ulusal basında sıklıkla dillen-dirilmesi kent kimliği-idea ilişkisi açısından önemlidir. Kar ve uzun süreli kış denildiğinde Erzurum akla gelmekte fakat kayak merkezi denildiğinde ise Bursa öne çıkmaktadır. Deği-şen kimlikler bağlamında Erzurum’un da kü-resel bir organizasyon(2011 UNİVERSİADE) ile kış sporlarını kimliğinin bir parçası yapmaya çalışması sevindirici bir durumdur. Bursa’nın da daha çok Yeşil Türbesi, tekstili, Uludağ’ı, araba sektörü, yeşili ile tanındığını bilmekte-yiz. Fakat şehrin akil adamları kent kimliği açı-sından bunları yeterli bulmadı ve şehri bilişim, teknoloji, turizm, üniversite, deniz açısından da bilinir, marka bir şehir yapma konusunda harekete geçmiş görülmektedirler. Konya’nın Mevlana etkinlilerini uluslararası düzeyde dü-zenlemesi şehrin kimliğini Dünya’ya tanıtma girişimi açısından oldukça güzel bir projedir. Doğu illerinin terör ile anıldığı 90’lı yıllarda

Page 146: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

146

Vali Recep Yazıcıoğlu’nun Erzincan’ı rast ing sporu ile tanıtması da başarılı kimlik dönüşüm örneklerinden birisidir. Yakın tarihlere kadar hamamları, yemekleri ve Gazi’liğiyle bilinen Antep kentinin şimdilerde büyük parkları, sa-nayisi, üniversiteleri ile yeni bir kimliğe kavuş-tuğu da herkesin malumudur.

Kentler insan gibi kimliklere sahiptir. Hem kentin eski sahipleri hem de yeniler kente bir kimlik kazandırırlar. Süreç içerisinde değişebi-len bu kimliklerin, şehrin halkını psiko-sosyal açıdan etkileyebilme gücüne sahip oldukları düşünülebilir. Modernleşen Türkiye’de kentle-rin idareci ve akil adamları yaşadıkları kent-lerin alt-üst yapı sorunları ile ilgilendikleri gibi kimlik sorunları üzerine de kafa yormak zorundadır.

Diyarbakır Kent Kimliğinde Gülün Yeri ve Bazı ÖnerilerKent kimliğinin oluşmasında hem tarih hem de günümüz algıları önemlidir. İnsanların bo-zuk imajlarının değişmesi gibi şehirlerin imaj-ları da tarihi süreçte değişebilmektedir. Fakat unutmamak gerekir ki tarihi kentsel öğelerin tekrar canlandırılması yeni kimlik oluşturmak-tan daha kolay ve anlamlıdır.

Diyarbakır insanlık tarihinin eski kentlerinden birisidir. Bu uzun tarihi içerisinde farklı isimler ve doğal olarak farklı kimliklere bürünmüş-tür. Gül şehri olma özelliği de tarihi kimliği-

nin parçalarından birisidir.190 Tarihi kaynaklar M.Ö. ki dönemlerde bile şehirde gülgillerin olduğu bilgisini vermektedir. Ortaçağ'da özel-likle Abbasiler döneminde, El Cezire denilen Cizre, Mardin ve Diyarbakır çevrelerinde bol miktarda gül yetiştiriliyordu ve çok sayıda gül suyu imalathanesi vardı.191 Osmanlı dö-nemi kayıtları şehrin gülle ilişkisini açıkça ortaya koyacak netliktedir. Evliya Çelebi de Seyahatnamesi’nde Diyarbakır gül bahçele-rinden övgüyle bahseder; ‘Büyük nehrin aktı-ğı toprakların iki tarafı da “gül bahçeleri” güzel kokulu bostan ve reyhan bahçeleridir. Buralar vilayet halkının altı ay boyunca Diyarbekir’in Dicle fasıllarını yaptıkları mesire yerleridir.’192 Seyahatnamenin başka bir bölümünde ise Çe-lebi; “Dünyayı dolaştım şehr-i Amid kadar güzel bir şehir yeryüzünde görmedim. İnsanları kadar da nezih, mert ve misafirperver görmedim Züm-rüt gibi bir şehir, her tarafı gül bahçesi”193 diye-rek Diyarbakır ve gül bahçelerini anlatmıştır. Benzer şekilde Osmanlı dönemi matematik, tarih âlimlerinden, minyatür ustası Matrakçı Nasuh da(1564) Diyarbakır’ı gül bahçeleri ile

190 George Wıllcox, Manon Savard, “Güneydoğu Anadolu’da Tarımın Benimsenmesine İlişkin Veriler,” Türkiye’de Neolitik Dönem, Ed. Mehmet Özdoğan-Nezih Başgelen, Arkeoloji ve Sanat Yay. İst. 2007, s. 427–440.191 Altıntaş,Ayten, Gül, Gülsuyu, Tarihte, Tedavide ve Gelenekteki Yeri Portakal Basım, İst. 2009.192 Korkusuz, Şefik, Seyahatnamelerde Diyarbakır, Kent Yay. İst. 2006.193 Diken, Şeyhmuz, Diyarbekir Diyarım Yitirmişem Yanarım, İletişim Yay, İst. 2003.

Page 147: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 147

tasvir etmiştir.194 Daha yakın dönemlerde ise Şemseddin Sami ilk Türkçe ansiklopedi olan Kamus-u Alam’da(1889) Diyarbakır, gülleri-nin çokluğu ile övülmektedir.195 Daha erken ya da geç döneme ait birçok belgede de Gül-Diyarbakır ilişkisinin tarihinin çok eski ve kök-lü olduğu görülmektedir.196

Tarihi kimliğinde Diyarbakır’ın gül şehri olduğu açıkça görül-mesine karşın günümüzde bu özelliğini büyük ölçüde kaybet-miş görülmektedir. Hem şehre dışarıdan gelenler hem de orta yaş ve altındaki insanların şeh-rin güllerinden bihaber olduğu gözlenmektedir. Yaşlı ve yerli insanların ise eski gül bahçeli evleri esefl e anlattığı görül-müştür. Bu noktada Diyarbakır gül kimliğinin yeni Diyarbakır-lılara anlatılması zaruret arz etmektedir. Sözlü tarih çalış-maları şehrin geçmiş ve bugü-nünün buluşturulmasına katkı sağlayabilir. Bu konuda farklı çalışmaları olan Erhan Metin; “Günümüzde birçok Anadolu şehri tarihi ve kültürel değerleri ile göz kamaştıran bir zenginliğe sahiptir. Her 194 Kaya, Hasan Mert, “Sevgi Kenti Diyarbakır”, SkyLife, Eylül 2010.195 www.bilinmeyendiyarbekir.com/gul_sehri.html196 Geniş bilgi ve kaynak için Bkz. www.bilinmeyendi-yarbekir.com/gul_sehri.html

yörenin ayrı bir kültürel dokusu ve kendine özgü bir tarihi vardır. Fakat ne büyük bir talihsizlik-tir ki bu zenginliklerin gün yüzüne çıkarılması ve muhafaza edilerek insanlığın hizmetine su-nulması gerekirken, bu değerler her geçen gün unutulmakta ve silinmeye yüz tutmaktadır(…) Şehir kültürünü ve Anadolu’nun yüzlerce yıllık tarihinden güç alarak ortaya çıkmış kültürel

kimliğini korumak ve yaşat-mak amacı ile yapılacak çalış-malardan bir tanesi sözlü tarih çalışmalarıdır,”197 şeklindeki ifadesiyle sözlü tarih çalışma-larının kent kimliğinin korun-masındaki önemini belirtmek-tedir. Bu nedenle, Diyarbakır kent kimliğinde gülü tekrar bi-linir kılmak için özellikle okul-larda sözlü tarih çalışmaları yaptırılıp şehrin eski sahipleri ile yeni sakinlerinin buluşma-sı sağlanabilir. Yaşlı kimselere eski gül bahçeleri, Diyarbakır’a has Muhammedi gül ve diğer güllerin anlattırılması gerek-mektedir. Yerel yönetimlerin

ve kamu kuruluşlarının çevre düzenlemesinde güle öncelikli yer vermeleri de sözlü tarih ça-lışmaları ile beraber müspet netice verebilir. Ayrıca gülle sembolleşen Hz. Peygamber’e(AS)

197 Metin, Erhan, “Kültürel Kimliğin Korunmasında Sözlü Tarih Çalışmaları: Çankırı Örneği”, Çankırı Araş-tırmaları Dergisi, Y. 4, S. 4, Kasım 2009, Ankara, s. 78.

Page 148: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

148

olan sevgi gül kültürünün yaygınlaşmasını ko-laylaştıracak, kısa sürede şehrin ülke içindeki imajına olumlu katkı sağlayacaktır.

Modern kent kimliği kulağa hoş gelmekle be-raber bazı problemleri de peşi sıra getirmek-tedir. Yeşil alanların azalması modern insanın topraktan uzaklaşıp hızla betonlaşan bir çevre ile karşı karşıya gelmesine neden olmuştur. Doğadan uzaklaşan nesiller ise imaj çağına uygun tarzda daha çok görme ve duyma duyu-larını kullanmaya başlamıştır. Oysaki normal bir insanın, pozitivist bir anlayışla bile, beş duyu organı, gayba iman edenler açısından ise yüzlerce duyu organı vardır. Tabiattan uzakla-şan insanın kendi tabiatından da uzaklaştığı söylenebilir. Tarihte yüzlerce şair ve edip ye-tiştiren Diyarbakır gül ve çiçek bahçelerine sa-hip olmasaydı anneler çocuklarını hangi güzel duygularla yetiştirebilir, bu çocuklar nasıl şair, edip ruhlu olabilirlerdi.198

SonuçModernleşme, küreselleşme ve Diyarbakır özelinde de bunlara ilave olarak yoğun göç ha-reketleri tarihi kentlerin kimliklerini değiştir-mektedir. Yüzlerce yıllık kent imajları, insan-lığın her şeyi hızlı yaşadığı modern dönemde hızla değişime uğramıştır. Dolayısıyla da yaşa-dığımız çağın mühim bir özelliği olan imaj ve

198 Mekân-Psikoloji ilişkisi konusunda geniş bilgi için Bkz. Göregenli, Melek, Çevre Psikolojisi-İnsan Mekân İliş-kileri, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay. İst. 2010.

reklâm şehirlerin kimliklerini ciddi şekilde ele almayı gerektirmektedir.Kent kimliklerinin oluşmasında tarihi süreç et-kin bir rol oynamaktadır. Fakat tarihten alına-cak güç ile şehre tarihi kimliğinin kazandırıl-ması yeni bir imaj yaratmaktan daha kolay ve anlamlı olacaktır. Hususiyle de tarihteki güzel ve şanlı günlerini arayan Diyarbakır gibi şehir-lerin tarihi ve kültürel mirasını titizlikle araş-tırması, oradan bulacağı güzellikleri yeniden kimliğinin bir parçası haline getirmesi önem arz etmektedir. Her şeyin imaj ve reklâm odaklı olmaya başladığı küçük dünyamızda taş atan çocuklar, terör olayları, şiddet eylemle-ri bu köklü şehrin imajı açısından tehlikeli bir durumdur. Dünyada dolaşan sermaye, yatırım, nitelikli insan, öğrenci ve turist payından daha fazla pay almak isteyen şehirlerin alt-üst yapı yeterliliklerinin yanında iyi bir imaja ve kimli-ğe sahip olması gerekmektedir.

Diyarbakır tarihte sahip olduğu gül şehri ima-jını ve kimliğini tekrar kazanarak hem ülke içerisindeki imajını pozitif yönde güçlendirmiş olacak hem de daha fazla yatırım çekme şan-sına sahip olacaktır.

Page 149: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 149

Page 150: Gül Şehri Diyarbakır

Bölüm 3

Page 151: Gül Şehri Diyarbakır

DİYARBAKIR FOLKLORU VE GÜL

Page 152: Gül Şehri Diyarbakır

DİYARBAKIR TÜRKÜLERİ VE GÜL

Dicle Üniversitesi Tıp FakültesiProf. Dr. Kenan HASPOLAT

Page 153: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 153Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi

Yemenim Turalıdır (Gülizar)" Türkü Sözüİzzet ALTINMEŞE

Yemenim turalıdırVay sinem ölem

Sevdiğim buralıdırVay gül vay gül vay Gülizar

Derdim birken oldu sed hezarBen bu canımdan olmuşam bezar

Yarımı eller almışVay sinem ölemCiğerim yaralıdır

Vay gül vay gül vay GülizarDerdim birken oldu sed hezar

Ben bu canımdan olmuşam bezar

Yemenimin yeşiliVay sinem ölem

Ben kaybettim eşimiVay gül vay gül vay Gülizar

Derdim birken oldu sed hezarBen bu canımdan olmuşam bezar

Yas tutaram ağlaramVay sinem ölem

Ağardaram ben başımıVay gül vay gül vay Gülizar

Derdim birken oldu sed hezarBen bu canımdan olmuşam bezar

Ağzın Dilleri (Kırılır Kalemler) Türkü SözüKadir TANRIKULU

Bağlar talan olmuş bülbül görünmezDil dara çekilmiş sual sorulmaz

Ben neyim sen nesin gayrı bilinmezAğlayarak gelir firdevs gülleri

Bahçada Yeşil Çınar" Türkü SözüC.GÜZELSES

Bahçada yeşil çınarBoyun boyuma uyarBen seni gizli sevdimBilmedim alem duyar

Aman gülüm nananayTop kaküllüm nananay

Nanay kibar yarimNay nanay ay nay

Bahçalarda gül varıVar git ellerin yari

Sen bana yar olmazsınYüzüme gülme bari

Aman gülüm nananayTop kaküllüm nananay

Nanay kibar yarimNay nanay ay nay

Page 154: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

154

Dağlar Dağımdır Benim" Türkü SözüC. GÜZELSES

Bu dağlar olmasaydıGül benzi solmasaydıÖlüm Allah'm emriAyrılık olmasaydı

Dağlara Lale Düştü" Türkü SözüC. GÜZELSES

Dağlara lale düştüGüle velvele düştü

Yanarım ona gelinYar elden ele düştü

"Düş Müdür Hayal Mıdır" Türkü SözüC. GÜZELSES

Düş müdür hayal midir bilmedim (Yar yar)Gözüm yaşı akıp gitti silmedim (Gülüm aman)Ben vaatliyim ben de sensiz gülmedim (Yar

yar)İster dünyam felek felek bahçe bağ olsaİster dünyanın felek ey bahçe bağ olsa

Esti Baharın Nesimi" Türkü SözüC. GÜZELSES

Esti baharın nesimiNe hoş edalı kesimiAldım o yarin sesini

Hay hayAldım o yarin sesini

Bak ay göründü meşedenAvcılar bekler köşedenKokusunu gülden almış

AnamYanakları menevşeden

Eyvanda Yatan Oğlan" Türkü SözüC. GÜZELSES

Dama çıkmış bir güzelDamın etrafın gezerElinde bir deste gül

Kendi gülünden güzel

Karşıda Görünürsün" Türkü SözüC. GÜZELSES

Karpuzun al dilimiNettin benim gülümüGülümü koklayanlar

Göze alsın ölümü

Bahar Olur Yeşillenir Bu BağlarC. GÜZELSES

Hanki bağın bağbanısan gülüsenAldın aklım beni ettin deli sen

Kırk yıl kalsa gine kendi malımsanİsterem ki bir gün evvel gelesen ey ey

Page 155: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 155

Bağban oldum bir gül ektim gülşeneGün vuranda gül damlası döşeneGüzellikte üç şey vardır nişaneBiri işve biri cilve biri naz ey ey

Gel Efendim" Türkü SözüKadir TANRIKULU

Padişahlar astı gonca gülümüKesip şu dilimi kırıp kolumu

Bunca dertten görmez oldum yolumuŞarap ol kabımdan taş gel efendim

Olsun Mu Gönül" Türkü SözüKadir TANRIKULU

Yar Yüzü Görmeden Gördüm ÖlümüKanlı Cellat Geldi Derdi Gülümü

Nice Haram Kıldın Kestin YolumuDidarın Çehresi Solsun Mu Gönül

Kadir-İ Sarılmış Yaslı KarayaSon Gülün Dikeni Girdi Yaraya

Hekimler Aşk Demiş En Son ÇareyeEsmer Güzel Yarim Olsun Mu Gönül

Yalana Döndü" Türkü SözüKadir TANRIKULU

Bülbül figan etti gül yaralandıNara düştüğümden ten karalandı Padişah başında taht parelendi

Kim kamil kim cahil dolana döndüAğzın Dilleri

Bağlar talan olmuş bülbül görünmezDil dara çekilmiş sual sorulmaz

Ben neyim sen nesin gayrı bilinmezAğlayarak gelir firdevs gülleri

Hangi Bağın Bağbanısan" Türkü SözüRamazan ŞENSES 1928 Çermik

doğumludur.

Hangi bağın bağbanısan gülüsenAldın aklım ettin beni deli sen amman

Kırk yıl kalsa gene kendi malımsanİsterem ki bir gün evvel gelesen Amman

Karpuz Kestim Yiyeyim" Türkü SözüRamazan ŞENSES

Karpuzun al dilimiN'ettin benim gülümüGülümü koklayanlar

Göze alsın ölümü

Makaram Sarı Bağlar" Türkü SözüSelahaddin MAZLUMOĞLU

Sarı gülü derende loİnsaf senin nerende

Kabahat sende değil loSana gönül verende

Page 156: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

156

Mavi Bağlar Başına" Türkü SözüCemil DEĞER

Mavi bağlar başınaGül koyar o zülfüneSeni sevdim seveli

Düştüm aşkın peşine

Mevlam Bir Adama Çocuk Verince" Türkü Sözü - Aşık HASAN

On yaşında konca güldür açılırOnbirinde ab-ı hayat içilirOnikide boyu beli seçilir

Önüçünde gözler mestane benzer

"Yayık Yaydım Kolum Şişti" Türkü SözüBedri AYSELİ

Yayık yaydım kolum şiştiKolumdan kol bağım düştüBenim gönlüm sana düştü

Sen allar giy ben kırmızıÇıkalım dağlar başına

Sen gül topla ben nergisi

Evlerinin önü naneBen kül oldum yane yaneBulamadım derde çare

Sen allar giy ben kırmızı

Çıkalım dağlar başınaSen gül topla ben nergisi

"Yazsam Üstadımın Mezar Taşını" Türkü Sözü - Yusuf TAPAN

Başına takmıştık bir demet gülüElimizden uçtu şarkın bülbülüTarih elli dokuz bir şubat günüBağrımızı yaktın Celal Güzelses

Muradı Böyle" Türkü SözüAhmet CANKAT

Ah Gül idim Kardaş Fidan OldumEl Kahrını Kardaş

Gene Bögün Yudan OldumGündüzler Hayalımda Geceler

Şirin Uykumdan Oldum

Çay İçinde Döğme Taş" Türkü SözüTarık ÇIKINTAŞ

Çay içinde döğme taş vay vayGönlüm huni gözüm yaş vay gülüm vay

Aklımı baştan aldı vay vayOrta boylu kalem kaş vay gülüm vayOy niye

niye niye vay vayÖldüm yar diye diye vay gülüm vay

Bu küçe uzun küçe vay vayKüçeye serdim keçe vay gülüm vay

Hak yoluna üç kurban vay gülüm vay

Page 157: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 157

Yar gele burdan geçe

Oy niye niye niye vay vayÖldüm yar diye diye vay gülüm vay

Bu küçe başaşağı vay vayBelinde şal kuşağı vay gülüm vayHergün gel burdan savuş vay vay

Çatlasın el uşağı vay vay

Oy niye niye niye vay vayÖldüm yar diye diye vay gülüm vay

Çay önünde camhanaİçinde gülaphana

Gülap(Gülsuyu) suyum dökmeyinBelki yarım yıhana

Çay ögünde çağlaram, Desteyle gül bağlaram

Deseler yarin geliÇist e kurban bağlaram

Yalana Döndü" Türkü SözüBülbül figan etti gül yaralandı

Nara düştüğümden ten karalandı Padişah başında taht parelendi

Kim kamil kim cahil dolana döndü

Yayık Yaydım Kolum Şişti" Türkü SözüYayık yaydım kolum şişti

Kolumdan kol bağım düştüBenim gönlüm sana düştü

Sen allar giy ben kırmızıÇıkalım dağlar başına

Sen gül topla ben nergisi

Güle Çıkmış EyvanaRecep Kaymak'ın icrasından Salih Turhan

notaya almıştır.

Şarkı sözüDiyarbakır

Ferhat Tunç

diyarbakir duze dogruyar salinir bize dogru

bu hasretlik diner bir gundert dolanir saza dogru

diyarbakir onu surlaricinde bir sevdigim varana bugun dugun olsun

guller acsin gulsun daglar

FUAD EDİP BAKSIBestelenmiş güst eleri vardır.1912’de doğdu,

1974’de öldü

Uzun YıllarUzun yıllar ötesindenHatırını sorayım mı

Sana gönül bahçesindenBir demet gül vereyim mi

Page 158: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

158

İKİ DAĞIN ARASINDA KALMIŞAMCELAL GÜZELSES

Arkadaşlar Benim Derdim YegindirBülbül gibi ahü zarı çekerem

Gözyaşımı gül başına dökeremOy dökerem oy oy, ,

Biner PaytonaKarşıdaki dağlar duman değil meşedirYarin yoluna gül menekşeler döşenirYarimin kalbi pırlanta elmas şişedir.

Dağlara Lale DüştüDağlara lale düştüGüle velvele düştüYazığım ona geli

Yarim ellere düştü

Eyvanda Yatan OğlanDama çıkmış bir güzel

Damın etrafı gezerElinde bir deste gül

Gendi gülünden güzel

Fincanın EtrafıFincanın etrafı sarı aman amanElimden aldılar gül yüzlü yari

Ağlarım ben zarı zarı aman aman

Oy Nedem NedemBu dağlar olmasaydı

Gül benzim olmasaydıÖlüm Allahın emri Ayrılık olmasaydı

Oy Milliye MilliyeOy Milliye Milliye

Bakın sürme saçlıyaYanakları güllüye

Suya GiderSuya gider su testisi doldurur

Sudan gelir gül benzini soldurur.

Vardım Yarin BahçesineVardım yarin bahçesine

Gülleri Fincen gibiYanağında çist e ben var

Tanesi mercan gibi

Diyarbakır Berber TürküsüAmanda berber yanağıda terLer

Miski anber yar yar yar yarBen bir hal oldum

Bahçendeki gül gibiSarardım soldum

Yeşil Yaprak Arasında Kırmızı Gül GoncasıYeşil yaprak arasındaKırmızı gül goncası

Nerelerde mesken tutmuşGönlümün eğlencesi

Yeşil yaprak arasındaKırmızı gül ali var

Gidin deyin nazlı yareBenden başka kimi var

Page 159: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 159

DİYARBAKIR MUSİKİ FOLKLORU

Aşk Kalbimde Yar AlmışBahçede güller açmışGidek havuz başına

İnsaf merhamet eyleBak gözümün yaşınaYola Çıkmış Bir GüzelYola çıkmış bir güzel

Yolun üstünü gezer, öldürür sevdan beniElinde bir deste gül

Kendi gülünden güzel, öldürür sevdan beni

Erganinin TaşlarıGül baranda gül açar

Etrafa koku saçarO yarın bakışları

Sinemde yara açar

Mavi Bağlar Başına

Mavi bağlar başınaGül koyar o zülfüneSeni sevdim seveli

Düştüm aşkın peşine

Elinde MaşrabasıBahar gelir gül işlerElde gergef gül işlerİnsanı deli eder vayYar sendeki gülüşler

Şu Giden Nerelidir

Gidene bak gideneGül sarılmış dikene

Mevlam sabırlar vereGizli sevda çekene

Güle Çıkmış EyvanaGüle çıkmış eyvana vay liminÇıkmış sedir divane vay liminCigerim ateş oldu vay limin

Kahve koyar fincana vay limin

Evleri KayalıktaEvinizde bir gülüm l ele l ele le Ayşem

Yarım çimen ben gülüm yandım yandın le Ayşem

Gülüm Gider BostanaGülüm gider bostanaGül doldurur fistana

Korkharam yağmur yağaMantin çarşaf ıslana

Aman gülüm yar gülümBen sana hayran gülümOlayım kurban gülüm

Gülüm gider bahçayaGül dolduru bohçayaHek gülümü sorarsanBenzer ondörtlük aya

Aman gülüm yar gülümBen sana hayran gülüm

Page 160: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

160

Olayım kurban gülüm

Dama Çıkmış Bir GüzelDama çıkmış bir güzelDamın etrafın gezerElinde bir deste gül

Kendi gülünden güzelLoy loy loy loyLoy loy loy loy

Gidersen uğu olaGül bahçe yolun ola

Benden başka seversenİki gözün kör ola

Loy loy loy loyLoy loy loy loy

Gül Ektim Evlek EvlekGül ektim evlek evlekDadandı kara leylekYazı beraber ettikKışa ayırdı felek199

OSMANLI DİYARBAKIR BESTEKÂRLARIYahya Çelebi

XVII. yüzyılın sonlarında XVIII. yüzyıl başların-da yaşamış Diyarbakır’da doğup ve buraya

yerleşen bestekârın 15 kadar bestesi vardır.

199 Ş.Beysanoğlu, K.Dökmetaş, S.Turhan, Diyarba-kır Musiki Folkloru, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Yay.1996.

Kürdi ve Aşiran makamlarından olna murab-balarından ikişer mısraları şunlardır:

‘Murg-i dilimin karını hep naleler ettiBana o gül-i bağ-ı Melahat neler etti

veYaşım ki gözde aksi arız-ı canana düşmüştürO şebnemdir seher berk-i gül-i handane düş-

müştürDiyarbakır İl Yıllığı-1967.s.., 269,

Seyyid NuhDiyarb akırlı bestekardır.1714'de

Diyarbakır'da öldüŞehnaz makamında bestelediği

Bezm-i meyde sakıya devr eylesün mül gül gibi

Bülbül etsün sad hezeran nağmesin gül-gül gibi

Bertaraf kıl ruhlerinden turre-i müşkiniGülistanda olmaya rağbette sümbül gül gibi

Tahir makamındaNe çemen, ne saye-i gül, ne seba, ne bu-yi

sünbülDiyarbakır İl Yıllığı-1967.s.., 269

Ahmed Verdi ÇelebiIII.Sultan Ahmed dönemi Diyarbakırlı beste-

karıdır.10 bestesi vardırAşiaran makamında

Alıp gene eline cam-ı zeringarın gül

Page 161: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 161

Sefa ile geçirir mevsim-i beharın gülHezar-ı zar, zar okur, guş-i gül alışmıştırZaman olur işitir nalesin hezarın gül200

Diyarbakır Manileri ve Gül

Diyarbakır sarayımSeni kimden sorayım

Mektuban hayran oldumGül cemalin göreyim

Gül demediElinde gül demedi

Ya ben nasıl güleyimYar bana gül demedi

GülmenemBülbül menem gülmenem

Gönlü şad olan gülsünBer dertliyim gülmenem

Senin yerenGül sevdim senin yerenSen ölme canan yazıkBen ölem senin yeren

Güle nazBülbül eyler güle naz

Girdim dost bahçesineAğlayan çok gülen az.Bahçalarda gül açar

Etrafa koku saçarYara nerde rastlasam

Kaş çatıp benden kaçarBahçeye gelde görimEl uzat bir gül verim

200 Diyarbakır İl Yıllığı, 1967. s, 269.

Aramız dağlar aldı---

Eyvana serdim kilimGel otur benim gülümNiye benden darıldınLal olsun benim dilim

Portakal leymun toplaGül destesi ayıhla

Sen benim olacahsanGece gündüz sayıhla

---Dicle kimi ah güzel

Gül menevşe tah güzelBen küçeden geçerkenPencereden bah güzelDağlar siz ne dağlarsız

Kardan kemer bağlarsızGül sizde lale sizde

Derdiz nedir ağlarsız

Açılsın dilin bülbülŞakısın dilin bülbülGül yanına çağırsa

Yetişmez elin bülbül

HOYRATLAR

Bağda daraZülfünü bağda daraNazlımı bir gül içinÇektiler bağda dara

Page 162: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

162

Böle bağlarYar başın böyle bağlarGül açmaz bülbil ötmez

Yıhılsın böle bağlar

Başta yazma yemeniUcunda gül dügimi

Ah felek çok gördin zarBir kırtik güldigımı

GülmenemBülbül menem gül menem

Gönli şad olan gülsinBen dertliyem gülmenem

Güle serBülbıl eser gül eser

Bağbanci heyranınamyar yatağın güle ser

Güle nazBülbül eyler güle naz

Girdim dost bahçasınaAğlayan çoh gülen az

Gül bağlarGül bağında gül bağlarGül oturmuş gül bağlar

Elinde bir deste gülGülü gene gül bağlar

MAYALARBen dervişem var elimde teberim

Hayli demdir yoh gülimden haberim

Gece gündiz ismi olmiş ezberimCani nedım cananımdan olmişam

Benim nazlım kemer bağlı belineMailem ben şeker kimi diline

Bin naz ile bir gül verdim elineCandan oldım ta elimden alınca

Bir gül için bülbıl geymiş karalarBu dert beni ifl ah etmez paralarGöz göz olmiş sinemdeki yaralarNeşter urıp deldiren yoh sinemi

Dost bağında ne bülbılım ne gülımFelek konmaz ne şad olım ne gülım

Alem bilir öz halimde değilimUrulmişam bir esmere ağlaram

Diyarbakır Mayası"Kaynağı Bilinmiyor

Kısmet kalktı ben bu yerden gidersemNamert olayım ikrarımdan dönersem

Son akibet bu hasretle ölürsemŞehit yazın beni kabir taşıma

Bağban oldum bir gül diktim gülşeneGün devranda gül damlası düşene

Güzellikte üç şey vardır nişanaBiri işve biri cilve biri naz

Bir kara kaş bir kara göz kimde varBir tükenmez deli gönül bende varYedi yıl derdime derman aradım

Page 163: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 163

Hiç demiysen derde derman bende var

Dost bağında ne bülbülem ne gülemKomaz felek ne şad olam ne gülem

Alem bilir ben özümde değilemBir esmere vurulmuşam ağlarım

Karşı dağlar duman değil meşedirYar yoluna menevşe gül döşedirYarin gönlü elmastan bir şişedir

Kırılırsa yapılması güç olur

Page 164: Gül Şehri Diyarbakır

GÜNÜMÜZ ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

Dicle Üniversitesi Tıp FakültesiProf. Dr. Kenan HASPOLAT

Page 165: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 165Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi

MEVLÜD MERGEN ŞİİRLERİNDE GÜL VE DİYARBAKIR

Mesire şehriydi Diyarbekirim‘Osman ağa’ dahi bir ünlü bahçe

Dalında bülbül var, konamaz serçeElvan elvan güller, kim neyi seçe

Mesire şehriydi Diyarbekirim.

Dicle üstüneDicle’nin kenarı bağ ile bostanSuyundan içerdi, tarla gülistan

Masmavi tül gibi her baharistançevre nakışından bahseden yoktur

Celal Güzelses’eSeven gönül bağının, bağbanıydın, gülüydünYalnız Amid’in değil, tüm şarkın bülbülüydün

Tarık’la celal’i unuturmuyuzSevgi bahçesinin solmaz gülleriOnlardı şehrimin şen bülbülleri

Bahar GelinceManada zenginlik, maddede fakirRuhumuz temizdi, daha ne denir

Gülün vatanıydı şu DiyarbekirGül koklar, gülerdik bahar gelince

Küçe TürküsüÇok hoş olur, has bahçesi, gülşeni201

201 Mergen, Mevlüd, Sende Arıyorum Diyarbakır’ı. Ki-lim Mat. Diyarbakır. 2006. s. 39.60.61.73.119.122.

MEHMET ALİ ABAKAY ŞİİRİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

Diyarbakirİnsanı gül yüzlüydü, güller şehrinin

Konağı, köşkü, evi gülsüz karşılamazdı misafiri

Cümle kapısından geçerken içeriKuyu kenarında, havuz başında

Muhammedî pembe, Yedi veren kan kırmızı gülleri

Her gül denilişinde Salavat-ı ŞerifElleri yüzlerinde yaşlıların ki o yaşlılar bilir

Ey Şehr-i Amid!... Gönüllerin gül şehri

Ey Şehr-i DilrûbaEy Şehr-i Selam

Gül ikliminden yüreğime gir içeri...........

Şehr-i Amid'e uğrarken her kimse gelenYirmiyi aşkın çeşidiyle gülün kokusuMerhaba denmek için karşılar adeta

kendisiniEsfel Bahçaları'nda Şeyh Muhammed

Düzlüğü'nde Bir şehr-i gül şehrayini başlar kendiliğinden

Birer maket gül bahçesidir her avluDur ve şehri dinle

Istırabı güllerden uzak düşmek olmasın sakın

Gül mevsiminden dol yüreğimin içine...

Ey Şehr-i Amid, gönül ikliminin usaresi

Page 166: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

166

güldürHer mevsimde yetişen güldür Gül yüzlü insanların hatırına

Çekilen sıkıntıları dindirBilmez misin tek beklentimiz güldür

Gül sağnağından sor gönlümüzü o güldür

İBRAHİM YAVUZ ŞİİRLERİNDE GÜL VE DİYARBAKIR

Garsonum felekAvluda Muhammedi güller yangın yangın

İbrahim Yavuz. Şeher Çocuği.İst.2010.s.34

ABDÜLKADİR NUR GÖRDÜK ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

Benim İki GözümsenAvludaki akasyam

Bahçemde nergizimsenGül kokan DiyarbekirBenim iki gözümsen

Gülün sevdasıBülbül konmaz dalına dikenden korkar

Diken kıskanır gülü, yanar gizlidenEbedi bir sevdadır, bitmeyi bilmezAşk yarasıyla yürek kanar gizliden

Gülde bülbülü sever, sessizce ağlarYüreğini rüzgara bağlar içinden

Gelmeyince sevgili boynu bükülürÇağırır lisan-ı hal, ağlar içinden

Geribler kenti adlı şiirden..Anlatsam geçmişi, zaman yetmiyor, Gülistan kalmamış, bülbül ötmüyor, Hiçbir belde senin yerin tutmuyor, Bu şehir saniyam, Diyarbekir’dir.

Segah kaside adlı şiirden….Geçmişe takılı düşünceleri,

Alnı kırışık, yüzü gergin, yorgun elleri.Ne hatırında Cinali’deki akasyalar, Ne de Gazi köşkünün gül bahçeleri.

Kırklardağı’ nda aranan huzur, Son demde, Dicle’ nin kıyısında.

Başım üstüne adlı şiirden……Bahçemde, goncası açılan gülün,

Dikeni, dalıyla kucaklaşırken, Bir ömür, beraber gidilen yolun, Bilsin kıymetini, başım üstüne.202

202 Nur, Abdülkadir, Gördük.Benim İki Gözümsen, Ürün Yay. Ank. 2010. s.7, 56.

Page 167: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 167

İRFAN YAZICIOĞLU ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

Kimse Yok muHani benim gül kokan larım

Yetişin larO im Diyarbakır larına

Ve birde sabah namazına koşan insanlarŞehrim pırıl pırıl

BerrakMis gibi kokuyor çam ağaçlarıTanyeri ağarıyor yavaş yavaş

Cıvıl cıvıl Diyarbakır larıHer ki gibi…203

MUHARREM GÜLER ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

Fesat GülleriDiyarbekirlinin buymuş kaderiÖlene dek sürer, bitmez kederi

Boy vermiş, renk vermiş fesat gülleriBenim cahillere gücüm yetmiyor.

İnsanlığın matemiGül bülbülün

Çiçekler arılarınBal insanların olacaktı

Ne yazık yüreğimdeAhların yankıları

Dilimde, hasret şarkıları

203 http://www.edebiyatdest eri.com/siir/428094/kimse-yok-mu.html

İstemiyorumBülbüle ihanet eden

Dikenden şikayet edenS.evene eziyet eden

Gül olmak istemiyorum

İnsana dairİnsanın her biri kokar ayrı ayrı

Kimi gül, kimi amber, kimi reyhan özüdür204

KADRİ GÖRAL ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

GörümceŞefik askerden dönmüş küçük bir dükkan

açmıştıCebi para görünce evlenmeye kalkmıştı Mani-

ler okuyarak bir şeyler çıtlatmıştıDağlarda meşelerde

204 Güler, Muharrem, Adım Adım Diyarbakır, Fon Of-set, Diyarbakır. 2008. s. 24, 34, 63, 74.

Page 168: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

168

Gülsuyu şişelerdeHerkes yarini akmış

Ben kaldım köşelerde

Ana kurban olaydiOğlunu veren Allah’aYarın hemen çıhaydiOğluna kız bahmağa

Gül koyam gül tasınaDizeyim ortasına

Gülü merhem edeyimOğlumun yarasına

Oğlunun tercihine kulak kabartmamıştıOğlu son bir ümitle bir mani daha yaktı

Gülem gülü neyleremGüle hizmet eyleremBeni gülüm dururkenEl gülünü neylerem

Bahtı KaraHey gidi karalar içinde

Taşı karaBahtı kara Diyarbakırlım

Renklerin en güzelini senin tabiatındaKokuların en güzelini Hevsel bahçesinde

kokladıkAllı morlu güllerden205

205 Göral, Kadri, Küçe Kapısı, Gökçe Mat. Ank. 2000. s. 44, 60.

BEJAN MATUR ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

Tell Kapısı, Muhammedi GüllerTell kapısından döndüğünde, bir avluda Mu-

hammedi gülleri göreceksinAçacaklar

Ruhlarıdır açılmış olan katmer katmerMuhammedi bir gül, şehirde bir çocuğun

pembe rüyasını başlarır

Sonsuzluğa akan nehirDileğini Dicle’nin sularına açamayacak kadar

mahcup olan genç kızlar ve kadınlarAkşam olduğunda aynı dilekleri evlerinin gül

ve leylak ağaçlarına bağlarlar

KervansarayGüllerin açılmasından, gökyüzüne uzanan

servilere..Deliller hanı doğunun durağıdır

Page 169: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 169

Siyah Güller, Ak güllerDiyarbakır şair ruhunun sığınağıdır..

O şölende Diclede yıkanmış olmak, çölün bah-şettikleriyle birleştiğinde ortaya Mona roza

çıkar. Siyah güller, ak güller çıkar206

SEZAİ KARAKOÇ ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

Mona roza(Tek gül)Mona roza siyah güller, ak güllerGeyvenin gülleri ve beyaz yatakKanadı kırık kuş merhamet ister

Ah senin yüzünden kana batacak mona rozaSiyah güller, ak güller

Sezai Karakoç’un “Mona Rosa”sı hepimizin bildiği, sevdiği, hayatının bir döneminde

“yaşamışçasına” tadına vardığı nadide şiirler-dendir. Elbette Mona Rosa dediğimizde ço-

206 Matur, Bejan, Doğunun Kapısı Diyarbakır, DKSV Yay. İst. 2009. s. 80, 102, 164, 224.

ğumuzun aklına ilk olarak “Mona Rosa siyah güller ak güller” dizeleriyle başlayan, aslında 4 parçadan müteşekkil şiirin birinci kısmını oluşturan “Aşk ve Çileler” gelir. Bu kısımda

şairin dilinden, “Mona Rosa” adını verdiği sev-gilisine duyduğu aşkı, bu aşkın yüceliğini ve

bir anlamda bu dünya ötesi niteliğini dinleriz. Üstelik sevgilinin adının saklı olduğu kısımdır

bu. 207

GÜL MUŞTUSU (V.Bölüm)

Dicleyle Fırat arasındaBir eski şehir cennet titremesiSarı güller çevirmiş dört yanını

Yabancı bir şehir gibiKırmızı güller yerli

Kuzuların doğması nasıl beklenirse o ülkedeGüllerin açması da öyle beklenir gün doğma-

dan önce

Dicleyle Fırat arasındaİpekten sedirlerinde kur’an okunan

Açık pencerelerinden gül dolanGüneşin beyaz köpüklerinde yanmış

Bir şehir bir eski kanatlar ülkesi

Batısına fıratı alıpDoğusuna dicleyi

Bir diriliş sûru gibi saklayarak geleceklere Kurumuş bir su yatağı gibi kaynayan

207 Mona Rossa – ı. aşk ve çileler.İstisna Dergisi. Kış 2011.

Page 170: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

170

Üzeyr deresiniBir kutlu yaprak gibiDoğuda sallayarakZülküfül Tepesini

Göğsünü vakte geren yoksul ülkeZenginliği baharda çobanların kavallarında

çocukların türkülerindeİğde kokularında üzüm asmalarında güllerdeZengindir gülleriyle bu ülke her şeyden önce

Kırk yıl öteye gitseler de Bu yerliler

Gül açar gül kapanır boyuna gönüllerindeYaşlısıyla genciyle

Gül taşırlar dünyanın bütün ülkelerineBir tek denizle avunurum o ülkesiz

Deniz ki gelip çarpınca karayaSanki bembeyaz güller açar dudaklarında

Güneş ki doğuda ay ki gökyüzündeBir işarettir bana

Unutmamak için o ülkeyiDeveler çölde neyse geceleri

Bir kere daha doğsam orda doğarım elbetBatsam orda batmak isterim

Bir güneş gibi

Sezai KARAKOÇGül nezaketin, zarafetin, aşkın ve sevgi-nin simgesidir. Vahdetin remzi, Hazreti Muhammed'in teridir. Gül ile gönül arasında ulvi bir aşkın, erişilmez bir hazzın onurlu iliş-kisi vardır. Gülün açması sevindirici, iyi bir haber demek olan muştudur. Gülün kendisi de muştudur. Bu muştu tabiatın diriliş günü olan bahardır. Baharın şiiri de güldür. İyiliğin artması, sevginin çoğalması için bir uyanış işaretidir. “Gül Muştusu” şiiriyle Gönüllere ilham doğmuş, düşüncelere gül hakim ol-muştur. Bahar yüzlü bir süreç başlamıştır.

Gül aydınlıktır. Gül aydınlığı “erdemli toplu-mun, ideal insan”ın durduğu yeri, huzur ve mutluluk atmosferini ifade eder. Gül düşün-cesi estetik duygusunu, güzelliğe yönelme arzusunu uyandırmıştır. Çağımızı sevgi ve saygı dünyasına, geçmişin görkemli kare-lerini alarak taşıma vakti gelmiştir. Kara Fazlî'nin “Gül ü Bülbül” ünü, Şeyh Galip'in

Page 171: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 171

Hüsn-ü Aşkı'nı, Baki'nin Bahariyesini okuma mevsimine girilmiştir. Görmeyen gözlere, işitmeyen kulaklara sürmek için gül merhe-mi yapmanın zamanı gelmiştir.

İşte “Hıdrellez Rüzgârları'nın kapı aralayışı” ndan “Yedinci Sağnak”la 1969 yılında eba-dı küçük, kendisi büyük bir kitapla, tek şiir-den ibaret “GÜL MUŞTUSU” adlı bir kitapla; Evet, “Dicle'yle Fırat arasında, ipekte sedir-lerinde Kur'an okunan, açık pencerelerinden gül dolan” Zülküfül Nebi diyarı Osmanlı'nın Osmaniye'si, Cumhuriyet döneminin Ergani'si Mısralarının öncesinde ve sonrasında yer yer Ergani'den alınan motifl er çocukluk gün-lerinin, ilk gençlik yıllarının kuvvetli kanıtla-rı, şiirimsi fotoğrafl arıdır.

İkinci Yeni Hareketin önde gelen şairlerin-den biri sayılırsa da Sezai Karakoç farklı bir öncüdür. Geçmişten gelen bir geleceğin se-sidir. Güçlü bir hayal ve hafıza gücünü, yük-sek bir imânı, yalnız eserlerinde değil, İslâm Toplumu'na adanmış hayatında da görüyo-ruz.. Asırlar geçse de hep güncel kalacak şi-irler yazmıştır. 36 Yaşında yazdığı bu şiir, 36 yıl aradan sonra bugün aynı derecede aktü-el, taze ve yenidir.Şair “Gül Muştusu” şiirinde dünyanın bütün ülkelerine gül taşısa da hayallerine acı ve-ren cehalet sahneleri, şiddetli kan davaları da anlatılmaktadır. Fakat umut ışığını hep toplumun önüne kor. Diriliş Muştusu'nu ver-

mekten, güneşin doğuşunu beklemekten asla vaz geçmez. İki cihan sultanı, medeniyet güneşi Hz. Peygamber O'nun önünde, Kur'an ışığı gönlünde soylu direniş ve yürüyüşüne hep devam eder.208

Köşeİçinden geçilen küçük aynalarVe gülden rengarenk yağmurlar yağdıİnsanı ağlatan yağmurlar yağdıYaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak209

VEYSEL ÖZKIRTAY ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

KatsalKastal’dan sular akarKarşıdan yarim bakarÖyle bir yar sevdimkiBaşıma güller takar210

208 Gümüş, Naci, “Gül Muştusu ve Sezai Karakoç” .Ay Vakti, Sayı.80.209 Beysanoğlu, Şevket, Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları, San Mat. Ankara.1997 c.3.210 Katsal Dergisi. Ocak Şubat 2011. Sayı.1, s. 42.

Page 172: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

172

AHMET ARİF ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜLBir Mavi gülBir mavi gül bahçesi yorganımUyku saçlarımın mechul şarkısı

Uy havar Yediveren gül kardeşi bir arzu

Oy sevmişem ben seni..

CAHİT SITKI ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

SerenadAncak sen tazelikte gül yaraşır penceremeUykusuz gecelerimde kokusunu duyduğum

HatıralarSanmayın güller açarBülbül değildir öten

Bu rüzgar başka rüzgar

Gençlik böyledir işteAh o kadrini bilmediğim günler, Koklamadan attığım gül demetiSuyunu sebil ettiğim o çeşme

Bu sabah hava berrakBen gülüm, ben karanfil, ben de yasemin

diyorRenk renk kokularda çiçekler

Sahiplerinden memnun evlerin bahçelerinde

BugünGülden laleden farksız

Faniliğinde ömrünHerkes gibi dertli

Ümitli herkes kadar

İlk aşkAh o yaz gecesi, o mehtap

Balkonundan gül atan cömert sevgiliAşkınla deli divane olduğumuz

Sarmaşığa tırmandığımızdan belli

PeyzajKaranlıkta söylediğin müddetçeSesinden semaya akseden bahçe

Sakin güllerini açtıkça bir birBunalmış ruhların tesellisidir.

Misafi r adamBir gül açabilir her nefesinde

İstersen teneff üs etmekle mest olHele sevgi hele iyilik bahsindeBaharda tabiat gibi cömert ol

DavetDuymak istemezmisin daha derin

Gül bahçesinde bülbül sesiniEbedi kılmak vuslat gecesini

Saymak saçlarını tel tel o yarin

Ferman sendedirNedim’in gözünden ırak o dilberO dilbersin ki hüsnüan sendedirRüyada görülen bahara benzer

Page 173: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 173

Bülbülleri mest gülistan sendedir.211

ŞEYHMUS DEMİR ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

Koklayamadan gülümüGam aldı gönlümü

Leylakları boyun bükenGül içinde olur diken

İlkbaharda yaprak dökenDallara lanet olsun

Kerem değilimMecnun olmadım ben

Yunus Emre gibiGüllere hasretim ben212

211 Tarancı, Cahit Sıtkı, Otuzbeş Yaş, Varlık Yay. 14.Baskı.212 Demir, Şeyhmus, Ne Haldesen Diyarbekir, Diyar-bakır, 2008, s. 43, 78, 90.

MEHMET HELVACI ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

Sevdanın sesiDicle kıyısında dile sıra hülleler

Gözüne sürmeler çekmiş saçta lülelerDemet demet sevgi dolu hep gönüllerdeBenimkinde köz köz ateş top top gülleler

İşve gülde, hoyrat dildedir le leHalay çeker mendil eldedir le le

KADİR SIRRI ÖZTÜRK ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

BaharGök alemi sevinir bulutlar üzülürken

Bütün güller açılır, bülbüller ötüşürkenGöçmen kuşlar neşeli mevsime sürülürkenBie renkli saadet var, pembe bahar yelinde

VECDİ SUBAŞI ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

Sıla özlemiGezerken arılar çiçeği gülü

Neyleyim saksıda lale sümbülüMakamın dağında kaya bülbülü

Dinleyip kendimden geçmek isterim213

213 Beysanoğlu, age.

Page 174: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

174

MİRAÇ AKTUĞ ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

Toprak beni ÇekGüneş sönsün artık güller kararsın

Dikenler bürüsün bütün dallarıBulutlar gökleri kaplasın sarsın

Izdırapla dolu hayat yolları

İHSAN FİKRET BİÇİCİ ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

Diyarbekir-şarabanNazlı gülüm

Gözlerinde gülümser gibi ölümBereketli yağmurlar gibi iner tarlaya

Bir gül tutar, bir kan tutar elleri

YAŞAR HEKİMOĞLU ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

AnıGelri bir gün biter baharım

Solar güllerim

FIRAT MEHMET EROĞLU ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL

Kuruyan dereKendi tarihinin daracık arkını kaz yeni baştan

Nasılsa su akar, gül olur, yıl uçar yel olur214

ŞEVKET BEYSANOĞLU

HASRETGurbette gözümde tüten hasretin

Eritir mum gibi beni ey Diyar, Dolaşsam gezsem de bütün cihanı, Bulamam kendime yakın sen kadar

Gül gibi açsam da çabuk solarım

Sensiz her şey kara, her işim yarımEy, bence Cennet güzel Diyarım

Bahtiyar olsam da sensiz, ne çıkar.Dr. Şevket BEYSANOĞLU(Ankara: 1938)

YUNUS EMRE GÖRDÜK Sevgili Diyarbekir'e

Ey Ömer in, Anadolu bağından derdiği gül.

214 Beysanoğlu, age. c.3.

Page 175: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 175

Ey Halid'in uğruna oğlunu verdiği gül.Ey ipekyol boynunda inci ve mercan şehir, Seni gören gözlerin, sevinciydin can şehir.

MEHMET ÇOBANOĞLU

Yüreğimde Kopan Çığlık

Diyarbakır kalesinin meşalesiMezopotamya’ya ekilen al güllerim

Bahar içinde zemheridir gelenToprak buz bağladı, yüreğimi sancıBağda, cıvıldaşmıyor bülbüllerim

Filizkıran fırtınası bir derin acıMenekşelerim filizdi, güllerim tomurcuk

FATMA ÖZTÜRK’ÜN ÇALIŞMASIBütün güller yaşamın tarifidir. Güller, ha-yatın, sevincin anlamıdır, betimlemesidir.Dalları, yemyeşil yaprakları arasında renga-renk olan güller; kırmızı, sarı, efl atun...Tıpkı insanlar gibi farklı farklıdırlar.

İnsanlar arasındaki farklılıklar, nasıl mozaik ve renklilikse güllerin renkliliği de aynı ahengi ta-şımaktadır.

İnsanlar nasıl doğuyor, büyüyor ve ölüyor ve ardından hüzün bırakıyorsa; güller de yeşer-dikten sonra solması aynı hüznü taşımaktadır-lar.

Güllerin ahengi umutlandırıyor desek yeridir;

güllerin ahengini görüp çoşmamak uzak ih-timaldir. Güllerin güzelliğini sunan Rabbim'e hamdolsun ki böyle eşsiz güzelliklerin içinde bize yaşamı bağışlamış.

GÜLLERBir gül gördüm

KırmızıydıAğacına baktım

dalları yapraksızdı.Dallarını tuttum

Baktım ki ellerim ıslanmışIslak avuçlarıma baktım

Gözyaşlarını gördüm.Koklayayım dedim

Kokladığım anHasretin kokusunu aldıminiltinin kokosunu aldım

Gülü elimden düşürdüğümdeYitirdiğim her şey gibi

O'da hayal oldu

Page 176: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

176

DİYARBAKIR VE GÜL YARIŞMASINDA DERECEYE GİREN ÖĞRENCİ ŞİİRLERİ

GÖNÜLLER GÜLE HASRETTayfun Arslan

Dicle Üniversitesi Fen FakültesiFizik Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi

Bülbül güle sevdalı, ağlar durur, Dicle aşkından her an çağlar durur,

Nerede cemâlin ey kadim diyâr? Firâkın yürekleri dağlar durur.

Tarihin sözcüsüdür surlar bize, Vasfın anlatır, gerek kalmaz söze,

Şânı büyük şehirdir Diyârbekir, Sahiplenirsen döner elbet öze.

Gül kokusuna hasrettir sokaklar, Sevgiye muhtaç kaldı bu topraklar, Yazıktır ayrı düşmek, tek kardeşiz, Ortak dünden güne acı ve tatlar.

Hazan yağmurunun son demi şu an, Aydınlatır karanlıkları zamân,

Türküler söyleyecek cümle yarân, Bülbül güle, diken bülbüle hayrân.

Güllerle bezenir bir gün bu diyâr, Kokusuyla mest olur ol vakit yâr, Umutsuzluğa kapılmak ne diye?Sanma ki Diyârbekir bize ağyâr.

Nisan katreleri sardı cihânı, Bugün gülleri derleme zamânı, Gül ol bekle bülbülünü ey diyâr!Mevsim-i vuslattır bul yarânı.

Kadim tarihin başa belâ,

Güzelliğine ki herkes aşinâ, Adını koymuşlar Bekrin diyârı,

İkilik isteyeni yaksın Hudâ.

Peygamber kokusunu taşırmış gül, Ona aşık gedâ-yı halktır bülbül, Sahabeler getirmiş Nebî vasfın,

Her vakit hürmet bekler bu şehr-i gül.

Güzelliğin gözümü nem-nâk eyler, Bülbül senden uzak gönlün çâk eyler,

Sanma niteliğin halk idrâk eyler, Düşüp yoluna özünü hâk eyler.

Aşk içre gönle her şey nigâr olur, Bu yolda can vermek tek karâr olur.

Ey şehr-i Diyârbekir hüznü bırak, Sevince cümle âlem bahâr olur.

Page 177: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 177

SULTAN GÜLÜMGulan KalçıkDicle Üniversitesi Edebiyat FakültesiÇağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü

Sevdalıyam Diyarbekir’eGönlümde alevlenir bir gül

Uslanmaz kanar yaramHer mevsim kendinden boy verir

Sevdam yediveren gül gibiUzanır, engel bilmez gönlüm,

Asma güllere özenir.

Diyarbekir derim, başka bilmem, Viktorya gülü müyem bilmem,

Memleket rüzgârıdır eğer boynumu, Güneşidir yakar bağrımı, Varsın yanam kavrulam

İçinde olam yeter Diyar-ı Bekir’in

Sultanısın yar kalbiminKokunu saklarsın kendine

Rengarenk büyülersin, deli divaneSüslerim seni her hecemde

Sultan gülümsün, yar;Sultan gülümsün, Diyar-ı Bekir içinde.

Deliyem ben deli, Kervansaray delisiyem,

Kimi bekçi der, kimi nöbetçiBen bilmem, deliyem ben deli.

Delirten bir sevdadır içimdeki,

Ey kervansaray gülleri…Anlatıram gece gündüz, Bir siz anlayın derdimi.

Koca koca güller yetiştirirem, Goncasını gözyaşıyla sularamHikâyem anlatıram, gülerem

Bilmezler ben bu gülün delisiyem.

Mor menevşe de biliremGüneş ilk ona açar gözüni,

Muhammedi gül ağlar banaRüzgâr ilk ona açar gönlüni…

Diyarbekir, Diyarbekir…İçim yara, gönlüm şen, Güller derim günlerdir,

Bilmezler ben bu gülün delisiyem

BU ŞEHRİ ANNELER DOĞURDUFeyzi BARANDicle ÜniversitesiAtatürk Sağlık Yüksek Okulu Hemşirelik Bölü-mü

yaşamayı bilseydimadı diyarbakır olurdu

yada ondan biraz eksikbir güle muştu

doğunun kulağındaki sıruçsuz bucaksız bir gök

güllerden tuvaller düşer üstünesur dibinde

Page 178: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

178

ikindi selamında güneşbiraz kırmızı, biraz beyaz

etrafı surlarla çevrili bir yalnızlıkduadan yeni çıkmış

tanrının elleri kalbinde peygamberinboncuk boncuk ter

gibi dua, gibi diyarbakır, gibi gül

hasret kılçıl nöbetlerle armağansallanıp durur esmer delikanlının

elinde kehribar bir tespihöğlen otuz üçlük bir devinimdir

imamesini aya kaptırmışdiyarbakır güneşin önünde kavruk bir şiir

dilinde karpuz çekirdeğituzlu

tuz en iyi acıyı bilendirve tuz en iyi acıya en çok iyi gelendir

bu şehri anneler doğurdusevgisiz konuşmayın

güller uyanırbir şiir, bir kentte böyle boğulur

intihar düşerler kaydınagüller bu sokakları iyi tanır

BİR ACI HİKÂYERozelin YalçınkayaBağlar Namık Kemal Lisesi

ÖNCEAçtın gözlerini, filizlendin,

Tomurcuk oldun.Peygamber duasıyla büyüyen,

Yediverenler, Muhammediler, Rum Kaleler iken,

Gülistan oldun.Ab-ı hayat ile beslendin,

Ölümsüz oldun.SONRA

Denizler kabardı, fırtınalar koptu.Son limandaki son yolcusuyken Nuh’un gemi-

sininUnutuldun, kayboldun hatıralarda.Bıkmadım durmadım, yorulmadım

Beklemeden suların çekilmesiniAradım dört bir tarafında Amedin

Page 179: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 179

Surların gölgesinde, Hevselde, Diclenin iki yakasında,

Seyahatnamelerde, şiirlerde, Sevgiliye işlenen el işi, yar kokan mendillerde.

ŞİMDİMükemmel bir ziyafetten arta kalan,

Sonunu kestiremediğim bir hikâyesin artık.Sarmaşık güllerinin saramadığı çıplak bir

beden, Kalkan balığının çevirdiği bir taş yığınısın

artık.

SOLMA AMEDİMŞuheda Nur TemelLeyla Hanım Anadolu Lisesi

Tanıdık bir rüzgârdı esenSolmayan gülleri yüreklere serpen

Anamın tandır ekmeğinin kokusu gibiYârim bildim bu gülleri

Memleketim bildim.

Amedim!Türkülerimin bağrına bastığın gibi beni

Acı çığlıklarıma umutlar biriktirdiğin gibiAçmamış bir gül bildiğim gibi kalbini

Ben seni solmaz bildimDeğişmez bildim

Şimdi kulak ver banaSolma Amedim, sen solma!

Aldanmış yürekler gibiİnanmadılar bağlanmışlara

Oysa kardeşlikti Amed; umuttuGülünün dikenlerini sağlam bildim

Koparamazlar dedimSolma Amedim sen solma!

Amedim!Cebimdeki unutulmaz kırıntılar gibi

Senide bitmez bildimMasum bildim kırık gülleriBilmedim işte bilemedimAma sen yine de duy beni

Solma Amedim, Bir sen solma!

BAB-I GÜLSÜN SENSelenay ARTEMELDiyarbakır İMKB Anadolu Lisesi

Kaç medeniyete körpe beşiklik etmiştinSen bir merkez bir eşik olmuştun Anadolu’ya

Her bir metre karen esenlikle doludurBundandır ki bu yere bab-ı hayat demiştik

Yürürken tarih kokan kadim sokaklarındaHissetmemek görmemek ne mümkün hasre-

tiniSarıverir her yanı rengarenk bir cümbüşle

Saçılıverir etrafa taze bir gül kokusu

Yanıyor şehri ortasında binlerce kibritAz gelir belki şehre sağladığı aydınlık

Işığı bilmez kişi ne anlar ki güneşiGüllerdir benzer ancak ayın 14 üne

Page 180: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

180

Karşıda ufak bir kız çocuğuKimi zaman hırçın kimi zaman asi

Kimi zaman erişilmez yükseklerde bir neviCan damarıdır bu haylaz Diyarbekir’in

Gülerler haline Dicle’ninGüller kokusunu yayıyor o an susturmak için

Astırır kalbi tüyden bir iple semayaFark etmeden huzur dolu verir insanın ruhu-

na

Çekerken o huzuru içine derin derinBir pervane üfl enir ruhun özüne

Sağımda solumda her bir yanımdaSevincimde hüznümde huzurumda

Ah Diyarbekir ah!Ne gülen bir şehirsin sen

Biryanın gül bahçesi bir yanın medeniyetYaşatmak seni güllerle ilelebet

DİCLE’ DE SABAHSevginur CEVİZLeyla Hanım Lisesi Sınıf: 9

Doğarken değişir güneşin rengi, Tutuşur saçları Aslı gibi Dicle’nin

Alev yüklü bir gün başlar bu şehirde, Ve sabah, - güllerle açan güzel bir gül olur.

Binlerce gönül ehli birbirine dolanır, Bir kördüğüm olur geçmiş ve gelecek,

Surlar dirilir, yaşamlara adanır, Ve hayat, güller gibi kokan güzel bir gül olur.

Yıkanır Dicle’de nice buruk sevgiler, Raks eder hisler sabahın sonsuzluğunda,

Silinir pası su ile, eskimiş arzuların, Ve aşk, gül gibi saran güzel bir gül olur

Bekleşir kapılarda gemlenmiş azgın atlar, Yeleleri savrulur dalga, dalga Dicle’ye,

Taşlar ki açılır; çıkar binler sokağa, Ve şehir güllerle yaşayan, bir gül olur.

ESMER KENTİN GÜL SEVDASIGurbet BOZACAKBağlar Namık Kemal Lisesi

Çeviriyorum kadim Amida’nın gül yapraklı tarihiniDicle nehrine kurup otağımı

Yapraklar çevrildikçeÖnce

Page 181: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 181

Esmer kentin gül rengiDoğruluyor, selam duruyor Muhammedi güle

Kutlu kokusu yarenlik peşinde

SonraViktorya gülü kokuyor âşıklar tepesi

El sallıyor Fiskaya’da gönül yarası olanaSevilene verilir gül ve gülen sevilir

İskenderpaşa’daSonra Cevat Paşa gülü, en mağrur duruşuyla

Asaletini toplar dikenlerinde Diyarbekir’inSuriçi’ni sever Rumkale gülü

Hacı İbrahim gülü okşar yanaklarınıYalınayak Alipaşalı Çocukların

Çıkıp Dağkapı’dan Arif Bey gülüYapraklara sarar, dağıtır heybetini cömertçe

Avlulu evler ne de sever sarmaşık gülünü

Yüzyaprak gülüne umutlanır karasevdalı Han-çepekli genç

Bilir, yapraklardan biri mutlaka ikna eder fidan boylu yârini

Ve bilir, Sultan gülü rengindedir yârinin yüre-ği

Gazi Köşkü’nden yükselir Mikado gülünün rayihası

Gül gül olur bulutlar, gül suyu akıtır gül şeh-rine

Seyrantepe’ye uzanır da salmaz mı kendini Nesrin gülü

Gül annelerin gül kokulu ellerinde gül biçimini alır hamur

Gül dallarıyla harlanan tandıra vurulur, gül sevenlere

Tandır ekmeğinin buğusuna karışır beyaz gül

Gül desenli kitaba gömülmüş gül şehrin gül tarihi

Şimdi olunmuş bir gül misali DiyarbakırBeton ve metal, önce nefesini kesmiş gülün

Sonra kökünüSarktı vermiş onu parkların kuytularınaSaksılar bile güle hasret bestelerinde

Minyatürde mi donacaktı Matrakçı Nasuh’un gül-i nesrin’i

Yoksa Evliya Çelebi mi tutacaktı göçen gülle-rin yasını

Ey kadim yalnızlıkların diyarıUnutulanların hükmünü vermedi mi yenilerBiz değil miydik gül ağacından beşiklerde

Gül gibi avunanGül yazmalı anaların salladığı

Şu sahabeler şehrini neden sis bastı ki, renk-siz

Âşıklar! Muhammedi gülün aşkına kalkınKalkın ve Muhammed’in kavline gül taşıyın

Gül dikin elinizin değdiği yereHatta güller yontun bazalt taşlarına

Aşkla emzirin gülleri, kanla dolsun yapraklarOrta refüjler, alt geçitler, üst geçitler

Eriyiversin gül kokularıylaBelki

Page 182: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

182

Gülümseriz bir daha bir birimizeGül yanaklı oldur yine

Aziz Diyarbakır’ın asil çocukları

YEDİKARDEŞLER GÜLÜHavva Nur GetirenVali Aydın Arslan Fen Lisesi

Kuru bir gül tutuşturmuşum elime, Yine sana sığınıyorum Diyarbakır!

Unutmuşum efkârımı, tasamı, Yaslamışım şefkatli kollarına başımı.

Özledim ben renkleri Diyarbakır.Kara toprağındaki renkleri özledim.

Kırklar Dağında koşuştururken, Anneme gül toplamayı özledim.

Ay ışığı vuruyor On Gözlü’ye, Bense umarsızca çökmüşüm dibine.Dicle bile yorulmuş, usul usul akıyor.

Serin bir mayıs rüzgârı kokusuyla çarpıyor.

Gül kokusu bu, uzun süredir unuttuğum;Senelerdir kitapların arasında soldurduğum,

Zaman zaman toprağında aradığım, Diyarbakır’ımda açan güllerin kokusu.

Yedi mayıs geçti üstünden güllerimle özlemi-min.

Yedi güneş eskittim Diyarbakır’ımın üstünde.Ve ben şimdi güllerimle özlemimle,

Yedi gül elimde, Yedi Kardeşler’in gölgesin-

de…

GÜL KOKULU MÜJDELER KENTİNDE BİR GECEBilal Yavuz

seher yeliöğütünce anlam yüklü buğdayı

ahsevgili ruhum

kanatlansak seninle bir geceve yaşasak bu şehrin bütün burçlarınıısınsa kar tutmuş elleriye Güneydoğu

seher bir yeldiesip geçti mezar taşlarının arasından

sur kapılarının kilit aralığındanderin bir uğultuyla

Dicle güllerinin sur yapılı sırlarından

ki bir gül gibi akardı Dicle

Page 183: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 183

ölümün verimli sularından

vakitlerden bir Nisan seheriydibu şehir, damarlarına kadar kış

buz tutan sayıklamalarbir çığlığın vebaliydi

çığlıkbir çığ gibi kopardı gül bahçelerinden

karpuz koparırdı şairmâzinin miras dest erinden

seher bir ölüm vaktikuşlarda hafif bir titreme hâli

bir gülson nefesini verirdi belki

köklerinin kucağında emri beklerdi

avlularburam buram gül kokardı ter ü tâzegül suyu yağardı gök kapaklarından

bir gülün içinde doğardı çocuklarrahimler gülle donanırdı

her kelime saklanacak bir gül arardıkazanlarda gül eriyişleriyle büyürdü münaca-

atlarnaatlar bir gülün hâsretine gebeydi müjdeler

kentinde bir gecegül şarabıyla kendinden geçerdi seyyahlar

tencerelerde gül reçeliyle büyünürdübahçeler ki o gülden hâtıra

Ulu Camii’de gül merasimimusalla taşında bir tabut gül ağacından des-

tekliyine bir Şeb-i Arûz gecesiöyle evliyalar saklıdır ki

kerpiçten odalardahissedemez ulusal uyduların reaktörleri

şiir bir his gibi doğar kalemdekâğıda bürünür gül renginde kelamlar

dizeler dökülür gül bulutlarından sıkılmave ışır müjdeler kenti bir gece gül tohumun-

danışır gecenin gülde eridiği namazlarla

Kur’an yüreklere asılır

bir Kadir gecesindetanıktım

peygamber kabirlerinin aydınlığınagökte tavaf eden yıldızlara

yıldızlar ki kaybolmaz oradaişlek caddelerde kayboluşlar gibi

yıldızlar ki barışıktır kutlu toprağaziyaretçisidir sahabe kabirlerinin

şahadet solmayan bir gül idigönül bu gülden nevşünema idibir tohum içimize kadar serildi

ey hilâlyoksa bu yeni bir dirilişin habercisi mi

şiir bile şimdigülden bir soru işareti

ey şehir sende gülben yine güller atacağımkalbimin Güneydoğu’suna

Page 184: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

184

gül ağacından oyma sapanıma gereceğim acılarımı

çarmıha gerer gibi değilçarmıhı gererekhakikat ışığıyla

gömeceğim toprağa fesad yangınlarınıtoprak ki kibirsiz secdededir Tanrı’yabelki bu yüzden insana toprak olmak

bir günbir gül eksinler toprağıma

belki güller yeşerir küllerimdenbir halka olur zikir devranına

tefekkür iliklerime kadar ısıtır ruhumuaşkın ateşten ırm/ağıyla

yanyana dizilirgül kokulu tuğlalar

içteniçe gül akıtırlarburalarda her gün

bir duvar örülür gül desenlibin duvar yıkılır ey ruhumgül renginde bir şiir olur

insanlığa mektubumbu kaçıncı sunum

bilemiyorum

güllerkırmızı mavi beyazihtiyar genç çocuk

Diyarbekir bir müjdeye gebebir davaya mecnun

gül yetiştirir her mevsim Hızır

bir gül ki bütün güllere nâzır

gül yapraklarıdikeninden doğarak

bir yola dönüşürçocuklar

kasırgalarla büyürtarlalarda buğday gibi

doğunca sevdayine bir seher gülüAllah’a döğru yürür

DİYARBAKIR GÜL ŞEHRİ OLSUNHatice Berşan GÜLEÇ Özel Nil İlköğretim Okulu

Dünyaya gül medeniyeti sunardınİnsanlara neşe saçardınYolda kalmış yolcuyuAllah misafiri sayardınRabbimin Gülleri, Hz Elyasa, Hz Zülkif burada

Page 185: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 185

Binlerce yıl ayakta duran surlarım buradaAsahabdan Halid Bin Velidin oğlu buradaKarpuzumun yanında güllerim olsun buradaIlıman iklimin var Dicle kenarında gül içinRabbim her şey vermiş gülü sevenler için

Gülerin Sultanı güllerini göndermişÜlkemizin diyarı, DiyarbakırımızaLalelerin yanına gülleri de ekelim

Şehrimiz de eskiden gül bahçeleri vardıEski insanlar gibi bizde ekelim gülüHatırlamış olalım Hz PeygamberiRüyamız gerçek olsunİnsanımız mutlu olsun

Oluk oluk akar Dicle NehriLeylekleri sular Dicle NehriSular ekilen gülleri Dicle NehriUlular diyarına kuralım gül bahçesiNeslimiz korusun onu bir ömür boyu

GÜL ŞEHRİ DİYARBAKIRİrem Ece GÖRENFİNAL OKULLARI

Yemyeşil çayırlarda açanEşi benzeri bulunmayan

Kokusuyla içimizi ferahlatanRengârenk güller vardı burada

Ay ışığında olunduğundaElmas gibi parlayan

İçine baktığındaGözleri kamaşan

Ama şimdi yok hiçbiriSoldu geçti her biri

Olsa keşke yineEski yerlerinde

Suları boydan boyaSorsan yine

Kelebekler her yerdeUçsa çiçekten çiçeğe

Surlar kadar eski olunBu meşhur güllerNiye yine açmıyor

Sormayın sakın bize

Elimde olsa o eski güllerRengârenk yapmaz mıyım ben Diyarbakır’ı

Ama elimde değilEskiyi geri getirmek

Page 186: Gül Şehri Diyarbakır

DİYARBAKIRLI OSMANLI DÖNEMİ ŞAİRLERİNDE GÜL TEMASI

Prof.Dr.Kenan HASPOLATDicle Üniversitesi Tıp Fakültesi

Page 187: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 187Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi

İBRAHİM GÜLŞENİ VE ŞİİRİNDE GÜL1422 Diyarbakır doğumludurBir gülistan-ı müferrihdir dil-i pür feyzi kimAna ruh-i Gülşenidir bağbanı manevi215

HELET-İ GÜLŞENİ VE ŞİİRİNDE GÜL1553 tarihinde doğdu.1581'de(H.989) öldü. Vefatı için şair Uyuni 989 tarihini düşürürÇünki bağ-ı Gülşeninin goncesiBuldu gülzar-i İrem'de rifati216

Halet-i Gülşeni, Ahmed hayalinin torunudur. Asıl adı Muhammed’dir.GazelGülden ne biter gülşen-i âlemde habibüm217

ZA'Fİ-İ GÜLŞENİAsıl adı Muhammed’tir. İbrahim Gülşeni'nin oğludur.1544'de vefat etti

GazelEy gül-i hamra neden soldu gülistanun senin218

HAYAL-İ GÜLŞENİİbrahim gülşeninin oğludurGazelBülbüllere söyleden teraneGülşende nevay-i Gülşenidir219

215 Diyarbakır İl Yıllığı–1967. s. 263.216 Diyarbakır İl Yıllığı–1967. s. 265.217 Beysanoğlu, Şevket, Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları, San Mat. Ankara.1966, c.1.218 Beysanoğlu, age.219 Beysanoğlu, age. c. 1.

DİYARBEKİRLİ ŞAİR SIRRI HANIM’IN DİVANI VE GÜL MüseddesBaharın ruz-ı nevruzun duyup şad olsa hep güllerDerip giysulerin tebrike gelse bağa sünbüllerBu demler her tarast an nağma –saz oldukça bülbüllerDil-i pür derdimi guş itse bülbül ney gibi inler

Benim gönlüm kızıl gül goncesi ve dopdolu kandırAçılmak ihtiyar etmez eger yüz bin bahar olsa220

Gazel tahmisiMelahat gülşeninde ‘anber-i nadidedir zülfünSerilmiş güller üzre sünbül-i julidedir zülfünDer-ağuş eyledikçe şaneden rencidedir zülfün

Harim-i Gülşen içre bülbül-i guya-sıfat görsenGöz açıp Kaf-i dilde saki-i Anka-sıfat görsen

Dökülmüş gerdene ol zülf-i ‘anber-bu-ların sünbül, Tayansunmi bu etvare gül-endamım bu ab u gülGelip dergahına leyl u Nehar efğan ider bül-bül Cihanın gülşenine gelmemiş hüsnün gibi bir gül

220 Korkusuz, Şefik, Diyarbekirli Şair Sırrı Hanım’ın Di-vanı, Kent Yay. İst. 2005.

Page 188: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

188

Dil-girist e gül ruhubda hal-i anber famınaLeşker-i zülfün dağıtmış şaneler ağlar bana

GazelServ-i kaddin ham kılıp gülşende güller har olupGonceler yıldız gibi hak üzre baran oldu hep

Harf-i RaGül yüzü güzel çok beni hayran etdi ammaBir gevher-i yekta ki güzeller güzelidir

Harf-i ŞadEy bülbül-i şeyda hazer et cay-ı hatardanBu nağme o şahın gül-i gülzarına mahsus.221

MurabbaEğlenürken daima dil sen yüzü gülzar ileBülbül asa ruz ü şeb hasrette kaldım yar ile222

CEMİLİÖlümü 1543 yılıCemili1465 yılında Diyarbakır'da doğdu Gazel

Çemende gül yüzünğ gördü kızardıGül yüzünğ hecrinde gönğlüm içre her kharı ki bar

221 Ekmekçi, Güneş, XVI. Yüzyıl Diyarbakır Şairleri. Diyarbakır Valiliği Hizmet Vakfı. İst. 2009.222 Beysanoğlu, age. c. 1.

MüstezadGülşen içine misk saçup düşdi gazaleEy sünbül-i pür-khemOl nev’ile her gülsen ara dağıla laleEy serv bolur hemGülzar içinde gonca ara düştü dü jaleEy şehd ü şeker-fem223

ŞAHİ16. yüzyıl ilk yarısında yaşamış Diyarbakırlı saz şairdrir

Goncayı gül bülbülün kasdına peykan eylemişGonca açılgan gülü yüzüne kalkan eylemiş

Goncanın peykanını tiz etmek için şah-ı gülCismini baştan aşağı şekl-i sühan eylemiş

Gül arusun subh-dem bülbül nikah etmiş me-gerKim özün yeşil duvak altında pinhan eylemiş224

MESİHİAmidde doğdu.1562 ölümlüdür. Ermenidir

Bülbülün şur ü figaanın görüben eyledilerGonçe-i taze tebessüm gül-i ahmer hande

Yine dil bülbülünün gulgülü varGaliba taze açılgan gülü var

223 Beysanoğlu, age. c. 1; Ekmekçi, age.224 Ekmekçi, age.

Page 189: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 189

HALİFEHalifeXVI.asrın şairlerindendir.Diyarbakırlıdır.Yasdanur hub yüzlerinde taze berk-i gülleriRuhlarına dağıdup anber-feşan sünbülleri

Suret-i hüsnün görüp didi musavvir pirlerDağıdup gül arızında sünbül-i dil-girler

Açup leb söylese ol gül çeminde gonca fem-lerleAcemi goncanın hasretten ağzı dolsa demlerleGazelKulağuna rakibün söyledükce ol gül-i han-dan225

HUMARİ1523 Diyarbakır doğumludur1591de Diyarbakır’da vefat ettiGazelRuh-i gül-narı oldukda fürüzan ateş-i meyden

Şol kadar methi cemalin eyledüm gülşende kimBülbül-i şah üzre aldı bu hayretle hab

Zannetme tutmuş elde o gül ruh mil sifitŞah-ı letafet üzere açıldı gül-sifit226

HALİLİ1407 yılında Diyarbakır'da doğdu.Muhammes

225 Beysanoğlu, age. c. 1; Ekmekçi, age.226 Beysanoğlu, age. c. 1; Ekmekçi, age.

Ey güneş tal'at kamer-behcet habibi gül'izarGazelLutf ile şol karşudan gül yüzlü yarumdur gelenGönlümün şehrinde şah-i şehriyarumdur ge-len

AL BARDAKLI ŞEYH AHMED1446 yılında Diyarbakırda doğdu.Misal-i bi-ş-Şi'rYüzün güldür, saçun sünbül, düşün dürVe lakin aşık öldürmek işündür

ŞERİFİ16.asrın ilk yarısında yaşamış Diyarbakırlı şa-irdirGazelTa seher vaktin girersin vuslat-i gülzarınaDide-imakhul ile sen ol gül-i ra'naya bak.

YESRİ Diyarbakırlıdır.1659'de vefat etti.GazelYazıkdur kalmasun ol gonçe-i ziba dikenlikde

ÖMRİAsıl adı Ömer'dir1661'de vefat etti.BahariyyeBağ-ı hüsnünde açılmış ya gül-i ziba mıdur

RESMİ17.yüzyıl Amidli Nekşibendi şeyhidirGazelHem-zeban-i bülbül olmaz gülşen-i âlemde

Page 190: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

190

AHMED PAŞAXVI. yüzyıl şairlerindir. İskender Paşa'nın bü-yük oğludur.Şiir Dürr-i yekta-yi hilafet gonce-i gülzarı can227

ÜMNİXVII.asrın son yarısında şöhret buldu.1640 Di-yarbakır doğumludurTahmisGüldü gül ey gül-i gülzar-ı cihanın deyerek

Bu gülşen içre bir gül-i handana kani ol

ŞURİXVII.asırda yetişmiş Diyarbakırlı şairlerdendir.1694'de vefat etti.Nesim-i ahdan gül-berk-i hatır olup efserdeGül ağlar, lale ağlar, bülbül ağlar, bağban ağlar

SİRUNİXVII yüzyıl Diyarbakırlı Ermeni şairlerdendir. Türkçe şiir yazmıştırSalında bağçaya girdiÇiçekler selama durdiMor menevşe boynun eğdiGül kızardı hicabından

EMİRİ1625 Diyarbakır doğumludur. Asıl adı Meh-meddir.Na't

227 Beysanoğlu, age. c. 1.

Dem-i kiştinde ateşzar eder ruy-i gülistanıGazelGeldi bahar ü mevsim-i gül seyr-i cu gerekGülzar-ı hüsne buncileyin reng ü bu gerek

Dil aks-i ruhun dide-i hunabda saklarOl taze gülü şişe-i pür abda saklar

VALİ1688 Diyarbakır doğumludur. Müterrep divanı vardırGazelBir taze gül kasidesin ezber idüp gezerGördüm hezarı mest ü gazel-han dem-i seherTebaiyyet-i hezar iderek fart-ı zevk ileGüllerde itdi çak-i giriban dem-i seherRübaiKendin gibi bir şuh ki zar itdi seni

ÇAKERİ1669 Diyarbakır doğumludur.1747'de vefat ettiMuaşşerGül-i dağınla bulur gülşen-i dil zib ü feriTir-i müjganının ey meh dil ü candır siperi

HAMİ 1679 Diyarbakır doğumludur. Adı Ahmeddir.GazelGül hasret-i ruhsarın ile ruy-i pür ateşHak-i kademin şevkına ber-bal karanfil

Page 191: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 191

ŞEHİDGazelŞevk-i gül böylemidir sen öte dur ey andelib

KAMİ1766'da vefat ettiNaatNabud buy-i gül gibi sen aşikarsın228

KAMİMuhammed Şaban Kami.1805’te Diyarbakır’da doğdu.1884’te vefat ettiGazelSanma şebnem güller’e tab-u taravet bahse-derBesler acka gülşeni, eski, revani bülbülünGülistan şerhindedir hep, dasitan’ı bülbülünGonca ağzında dururken, çeşm-i kani bülbülünŞule-i ahım düşünce, Kami, Şahi, güllereSer-te-ser ateşle doldu, aşiyan-ı bülbülün229

LEBİBXVIII asır Diyarbakır ilim adamı ve sanatkarı-dır. Müst üdür.1768'de Urfakapıda kabristana gömüldü.Kasideİdüp Harezmşah şakh-i gül miadını nevruz

Oldu sahn-i gülşene piraye gülhacegan-ı işrete sermaye gül

228 Beysanoğlu, age. c. 1.229 Korkusuz, M.Şefik, Tezkire-i Meşayih-i Amid, Kent Yay. İst. 2004.

Gonçelerdür bağa tıfl -i nazeninMehd gül-bün şir şebnem daye gülHükm-i şah-ı aşkla me'murdurİlticaya bülbül istiğnaya güğlBak meh-i gerduna ayb-i amhvineEy meh-i burc-i nezaket aya gülBulmağa reng-i ruh-i yari LEBİBBağdan açıldı istikraya gül230

Behiştün gülşeninde her seher kabilmidür ol-makMenar-gül-bün üzre’andelibü-ş-şala-h-‘anı

Dağdan gül ahdan sünbül bitirdüm tende ben

Gül-ruhlarında buy-ı gadab var nedür sebebSünbül dirmese zülfüne tevbe hatasına

Gül-ab alude perçem gösterür zann itme dil-daruÇıkardı- kuşe-i desterdan bir deste ter sünbül

Varma bağa maksadun gül seyridür mir’ata bakKorkaram güller açıldıkça ruhun rencür olur231

VAFİ1766'da vefat ettiGazelŞehlevendüm gaaliba gül-geşt-i sahradan gelür232

230 Beysanoğlu, age. c. 1.231 Kadıoğlu, İdris, Diyarbakırlı Lebib, Malatya. 2005. s. 464, 491, 508, 512, 562, 591.232 Beysanoğlu, age. c. 1.

Page 192: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

192

FARIK1785 vefat tarihi olan nüktedan bir Diyarba-kırlı şairdirGazel.Ruhların güldür desem afv eyle gül ey gonça-femBu sözüm gark-ı gül-ab-ı infial eylerGöreydim Yusuf-i gül-pirehen sinemde ram olmuşRuh-i gül-rengi eylerken temaşa kaldı hattın-da ŞERMİ ÇELEBİXVIII asır şairidir.Hasan Efendinin oğludurBahariyeGül-ivala çemende kurdu zerrin haymeler güyaGül-i şadaba cana bid ü ‘ar’ar sayedar olduGazelGül-i ruhsarun üzre kakülün her tarumar olduCAMİ1713’de Diyarbakır’da doğdu.Hami ve Lebib’in öğrencisidir.GazelHiç bakmadı yüzüme o gül kılmadı ferahO gonca fem açmadı dil kılmadı ferah

İBRAHİM HAFİD PAŞAŞeyh Yusuf veli hafididir.1746’da Diyarbakır’da doğduGazelAlınurken gül ruhundan sevdiğim buy-u edebDahi renginde giymiş gölgeli şalı o gül-çehre

Gonçe dehanı, haddi gül ve murg-i dil hezar ---Ruhu gül, kakülü sünbül, kadi bir serv-i sehi.---Derdin ol gonçe hezar gülzara söyler söylese

YUSUF ZİYA1815’de öen Diyarbakırlı bir şairCezb eder ruhsar-i verdin reng-i gülden ren-giniArturur dil bülbülü her dem bana ahengini

REFİ1756’da doğdu.Şair seyid Lebib Amidinin to-runudur.Dua KasidesiGüller gibi handan ola mihman-i RefiaCanü Canan MukaddimeGülzar-i maarif içre bir gülKasideyçeCihan reşk aver oldu şevk ile gülzar-i RıdvanaHiram-i naz ile harf-atdı kaddi gül izaranaGazelGül yüzün tutdu anın sarkup o kara kaşı

RAGIB1824’de öldü.Müderris ve şairdirŞitaiyeGülşen-i marifeti basdı zimistan-ı melalAteşinden düşdü gül gülşende dest u palara HALİL HAMİD1771’de doğdu.Divan katipiydi Gazel

Page 193: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 193

Hak-i nazeninden halkeylemiş Mevla seniHer gül-i ranadan itmiş ey gül-i rana seniDil açılmaz yarsız bağ-ı gülistan olsa daDilde nakşolmuş hayalin ey gül-i rana senin

AZMİAsıl adı Ahmettir1831’de vefat etti.Mürettep divanı vardırGazelGülistanda nevasından bulur rağbet hezar el-betGüle hem-ser olan bülbül gerekdir nişhar el-betMaarif gülşeninden bir gül-i terPesend eyler gören her bir hünerverBu gülşende gül-i taze direnler

SÜLEYMAN NAZİF1787’de şehrimizde doğduMahkeme başkatibi olduGazelGülnihalin tazesin bir bağban lazım sanaGoncasın açılmağa hayli zeman lazım sanaDün gece gülzarda guş eyledim ta subhe dekAriz-i alın sena eylerdi bülbül bülbüleHasıl oldu saha-i gülzarda bir gulgule

ŞİRİNDiyarbakırlı Ermeni halk şairidir.1834’de öldüKoşmaBir oku gör ağ mı yoksa kara mıVusul bulup gül ellere vara mıMUALLİM HAMDİ

1834 yılında öldü Helva sohbetlerine katılırdıMevsim-i sayfin egerci Gülşen ü sahrası var

MUHİBAsıl adı Mustafadır.1812’de şehrimizde doğdu.1842’de öldüGazelBir lebi lal’ü gül-ruhsara ben kıldım hevesBülbül-i şeyda olup gülzara ben kıldım hevesGeldi senden güllere ser tabe pa buy-i gülabGülruhundan galiba almış heva buy-i gülabGonce-i gülde henüz oldu seza buy-i gülab

SARRACZADE RASİM1771’de doğdu.Diyarbakir eyalet meclis aza-sıdırGazelBülbül-i şuride –veş ey gonça-i rana dihen NAZMİ1884’de vefat etti.Asıl adı Salihtir.GazelBöyle gülzar-i letafet görmemiş çeşmi cihanRuhları gül, kaküli sünbül benefce destedi.Başalınmaz ask elinden eylerem feryad dadGülşen-i hüsnün hezar-ı, nağmeden güller kü-şadBuyu gül, ruhlar kızıl, hal-i Hindu hoş Nigar

LÜTFİDiyarbekir müst isi Ali efendinin oğludur1847’de vefat etti, Gazel

Page 194: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

194

Bülbül-i hasret-keşim bilmem gül-i amali ben

SAFVETAsıl adı Mustafadır.1846’da vefat ettiGazelMelahat gülşeninde misli yok bir dane yazmış-lar

FAİKŞeyh Mustafa Safi’nin oğludur.1825’de doğdu.GazelEy gönül cam-i safadan bade-i gülgun içün

ALİ RIZA1762 doğumludur.Şeyh Ahmed Ağanın oğlu-dur.GazelRevnak-i Gülşen-i elfaz-i safadır manaAçmağa, gonçe-i irfanı sabadır manaRAŞİD1785 doğumludur.Esad Muhlis paşanın katibidir.1856’da öldü.Gazelİhtizaz ü naz ile gülşende ettikçe hiram

OSMAN NURİ PAŞAMahlası Nuri’dir1803 doğumludur.1856’da vefat etti.GazelNihal-i gonçe güle söz atar öter ötüşür Dümu-i çeşmine bak berk-i gülde lale gibiBülbül-i gülzar-i harim-i edeb

Gonçe-i mestur-i hayadır gönülNekhet-i gülden zebana ver bu şeb bir cam suEnkem olsam nola ol gonçe-lebin vasfındaLal eder bülbülü gülzar-i bahar ayrılığıMüstezadSahbay-i lebin seyredeli ey gül-i ranaEy lal-i lebi mül ruhu gül serv-i dil-ara

NİGAHİ BABA1860’da vefat etti.Terci bendAşık-ı sadık menem, aşk içre men merdane-yemMaksadım Gülşen değil bir şem içün pervane-yem

İSMAİLHalk şairidir.KoşmaAk sinede sık sıyırmış kar gibiYapraklar içinde gonca gül gibi

MUSTAFA TALİB1810 doğumludur.Kadı Mehmet şerif’in oğlu-durKasideRuyün ki gül- Gülşen-i firdevse bedeldirManendi gül-i Gülşen-i ikbal KamantuOlsaydı mukarin gül-i ahlakına şebbuAçmaz güli Hulki gibi gül, bin sene verseGülzare felek çeşme-i çeşminden eğer su

Gül-i bahar-ı maarif (said) efendi kim

Page 195: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 195

Odur sefine-i derya-yı fenn-i şire reis

O gül guş eyleyüb zar-ı figanım bağ-ı hüsnün-de

AŞIK MELULAsıl adı Levon’dur.Taşnak ve Hınçak komitele-rini tenkid ettiği için Ermenilerce öldürüldüMayaBen maişlem yanağında gülüneSöyleşende bal dökülen diline

KUL MAHMUDBismil ilçesi Darlo köyünden saz şairidir.KoşmaBenden selam olsun gül yüzlü yaraAzıcık yanıma gelsin de gitsin

MEHMET ŞABAN KAMİHoca Ahmed’in oğludur.1805’de doğdu.Ulu cami bitişiğindeki Sarı Abdurrahman paşa kü-tüphanesinde okudu.GazelSanma şebnem güllere tab u teravet bahşederGonca ağzında dururken çeşm-i kanı bülbülünŞule-i ahım düşünce KAMİ şah-i güllereSer-tes-ser ateşle doldu aşiyani bülbülün NAİM Baba adı Ahmeddir.1842’de doğduGazelDöndürdü gülşeni yine matemseralaraGülbank iyesi zemzeme bünyadı andeli

Mecburdur ziyarete gülzarı her baharYek nevki hare bir gül için aferin kimBirer güldestei gülzarı me’vayi mahabbettir

RAİF1832’de doğdu.1891’de vefat etti.GazelKimse inkar edemez bülbüle sorsan dahi derO gülün handesi yüz gonca-i handana değerTahmisBöyledi bağ-ı Melahat gül biter şebbu gelürNale-i dil nağme-i bülbül gibi matbu olurOl zaman kim Gülşen-i efkare ol gül-eu gelir

ABDİSon asır şairidir. Asıl adı Abdülkerimdir.rağıbi-ye medresesinde okudu.GazelHenüz bir gonce-i neşküst edir bağ-ı ümidimdeHele seyr et açılsun o gül-i rana-yi istiğna

MAHİRSon asır halk şairidir.1898’de vefat ettiMayaTadadı yok gül yüzünde halın yarAllar giyin gel karşımda salın yar233

İZZET PAŞAİzzet Paşa Diyarbekir valisi iken bu mesire hakkında söylediği manzume-i Dilara aşağıya yazılmıştır:Manzume-i Ben u Sen

233 Beysanoğlu, age. c. 1.

Page 196: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

196

Bir aceb sefa Gülşen-i rana Ben u SenGörse ger Sa’di Gülistan’a yazardı vasfınÇün viri revnak-ı gülgeşt-i musalla Ben u SenMevki’inde varanın feyz-i meserretden eserGerçi bir vadi-i pür sahra ve saha Ben u SenGösteririm sana sinemde olan yareleriOlmaya kimse bu gülzarda illa ben u SenGerçi ki her tarafı Amid’in ‘adn-asadırNice mümkün idelim vasfına aya ben u Sen234

HAYALİSon asır şairidir.Asıl adı Ahmeddir.Mehmet Şa-ban kami'nin oğludur1850'de doğdu, 1887'de vefat ettiGazelGülleri şermende eyler reng-i ruhsarın seninTerk-i gülşen etti hasretle hezaran reşktenGördüler nadide rengin hüsn ü etvarın senin

YUSUF RAİF19.asır ikinci yarısında meşhur şairlerdendir. İskenderpaşa torunudur. Hâkimdir. iskender-paşa cami yanında medfundur.1888'de vefat etti.GazelCüda düştüm o dem ki nev-nihal-i gülzarım-danCihan doldu seda-yi nale-i feryad ü zarımdan

LÜZUMİSon asır şairlerindendir.

234 Korkusuz, Şefik, Seyahatnamelerde Diyarbekir, Kent Yay. İst. 2003. s. 143.

Asıl adı Ahmeddir. Kast anağasızadedir.1843'de doğdu, 1893'te vefat etti.GazelGül-çin-i kam olamadık bir cihetle ahOl gonçaya benzer ki ser-i hara dayanmış

MAHİRSon asır şairlerindendir. Asıl adı Mahirdir.Şa-ban Kami'den ders aldıGazelAceb gülden mi yoksa hardan mı dadın ey bül-bülPesendide ederlerse dahi gül nağmeni aslaBu gülşende açılmaz hiç dil-i naşadın ey bülbülTutup zağı ne gun gülzardan bahs-i kafes kal-dın

FEYZİAsıl adı Fethullahtır.Mürettep divanı vardırgazelElim yetmez güle pader-kef-i har olduğum kaldıBu gülşende heman bülbül gibi zar olduğum kaldı

VEHBİAsıl adı Abdülvahabdır.1870–1880 arası tapu kitabetinde bulunmuşturGazelBir taraf gül yasemen ruy-i ziba bir tarafDurmuş a'la bir taraf gülşende edna bir taraf

Page 197: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 197

HAYRİÜryanizade ailesindendir.Asıl adı Mehmet hayrullah'tır.1875'te müfettişlikten emekli olduGazelŞemşir açamaz ağzını ol gonçe-i tengin

FAZILAsıl adı Muhammeddir.Müst ü Abdülgani efen-dinin oğludur.1897'de vefat ettiGazelRişte-i canım sana bağlanmaz ol güldeste kimBülbül-i şaridenin medd-i nigahı olmasan

Gül gonce-i bağ-ı irem ruhsara-i şuh-i cihan Gül bend-i nazik kamete şermendelik iras eder.

REFET1834 Lice doğumludur.1903'de vefat ettiGazelBülbül-i şaride-i-veş ey gonca-i rana dehen

MEHMED TEVFİKKaymakam Rüstem efendinin oğludur.1865’de doğdu. İstinaf mahkemesinde çalıştı.1905’te vefat ettiGazerlBir gül getirdi sanki cinandan saba bizeTahmisOl sebebden neşreder gül-buy-i cennet kame-tin

BAKİSon asır şairlerindendir. Mehmet Ali isimli bir zatın oğludur.1866’da doğdu, 1912’de vefat etti.TahmisGüllü diba giydin amma korkarım azar eder, Rünumadır gülde enva-i hafaya-ı sefaBir elinde gül, bir elde cam geldin sakiya

ALİ EMİRİ EFENDİ1857 doğumlu çok ünlü bilim adamımızdırSultan Abdülhamid hanın haline tarih düşür-müştürBülbülün susdu bu gün zemzeme zağa düştüEyledi gonca-i maksudunu millet zayiGazelGel gülşene azm eyleyelim ey gül-i zibaHaydi edelim bülbül-i şeydayı temaşaGülzara gidüb zevk edelim gel gece gündüzGül ü nesrin mi olur ademe ihsan-ı kazaGülgonca-i maksudum handan ola mı ya RabTahmisBu gün gülzara geldi bir melek sima-yi istiğnaElinde gül gibi bir sagarı mina-yi istiğna

MİKTAD SEZAİYusuf Raif beyin torunudur1906’da doğdu, 1927’de vefat ettiGöründüSandım ki serapa bir gül-i al göründüBu sefer hoş hal ve hatır meyyal göründü

Page 198: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

198

HACI ABDÜLHAMİD NİYAZİ ÇIKINTAŞMedine kadısı Mehmet Feyzi beyin oğludur.1856’da doğdu, 1934’de vefat etti.BeyitGül sad-berk-i kudret biçmek ister

ABDÜLAZİZ HALİS ÇIKINTAŞNiyazi Çıkıntaşın kardeşidir1867’de doğdu, 1935’de vefat ettiGazelSaye salmış arıza geysuy-i anber-bularıAl al açmış Gülşen-i hüsnün gül-i hod-ruları

BEKİR SITKIHacı Mesut beyin oğludur.1866’da doğdu, 1936’da vefat etti.Kıymetli bir hattatdırTahmisAnadelib asa gül-iziba diye gam çekmeyizBiz ne rengin laleler, güller, çemenler görmü-şüzReng-i gülden came buyi, yasemen pireheni

SÜLEYMAN SAVCI1861’de doğdu. Silvan tarihi adlı eseri vardır1945’de vefat ettiGazelAğuşu gülün nühhet-işuh ile perişanVusletzede bülbül gene bir hare dolaştı

ABDÜLGANİ FAHRİ BULDUK1864’de Çermikte doğduSavcı yardımcısı olmuştur1951’de vefat ettiTahmis

Gülşen-i hatırda asar-ı taravet kalmamışGüllerin badı bela dökmüş letafet kalmamış

MUNİS FAİK OZANSOYÜnlüşair ve devlet adamıdır. Faik Ali Ozanso-yun oğludurGazelGözün üzüm, yanağın gül, kaşın keman diyerekBütün bir ömrü tükettik de intizarında

OSMAN OCAK NAKİBOĞLU1901’de doğdu, Diyarbakır milletvekilliği yaptıGazelNazar kıldıkta açmış gül gibi ruhani ezhare

KAZIM VEHBİ ORAL1894’de doğdu, Türkçe öğretmenliği yaptı, 1985’de öldüİkinci dünya harbine kasideBu yıl hun-i beşerden kıpkızıl bir nevbahar ol-muşGülistanlar bozulmuş, aşiyanlar tar ü mar ol-muş235

235 Baysanoğlu, age, c. 2.

Page 199: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 199

Page 200: Gül Şehri Diyarbakır

DİYARBAKIR MUSİKİ FOLKLORUNDAGÜL VE ÇİÇEK

Arş. Yazar Vedat GÜLDOĞAN

Page 201: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 201

GİRİŞGülcülüğün Diyarbakır’da ne zaman başladığı kesin olarak belli olmamakla birlikte Osmanlı İmparatorluğu döneminde Diyarbakır önemli bir “Gül Merkezi” konumumdaydı ve 25 gül türü yetiştirilmekteydi. Osmanlı imparator-luğu dönemindeki belgelerden anlaşıldığına göre Diyarbakır’da önemli gülcülük araştırma-ları yapıldığı anlaşılmaktadır.

27 Haziran 1900 tarihinde Di-yarbakır halkını gül bahçeleri tesisi ve gül yağı imalatı hak-kında bilgilendiren Mustafa Efendiye ödül verilmiştir. Bas-ri Konyar 1936 yılında yazdığı Diyarbakır Yıllığı (cilt:3) isimli eserinde şu bilgileri vermek-tedir: “Fatih Paşa Camii ve karakolunun iç duvarlarında bulunan çinilerdeki nakışlar-dan, gül, karanfil, sümbül ve saire gibi muhtelif çiçek re-simlerinden bahçıvanlığın tez-yinat şubesini teşkil eden bu bedii sanatların eskiden beri bu havalide malûm olduğu istidlâl olunmakta-dır.” 1932 senesi mayıs ayının ortasına doğru Vilâyet Halkevi’nde ilk defa olarak açılan gül ve çiçek sergisine halkın büyük bir alaka ile iştiraki, bediiyatta olan bu merak ve mest uni-yetin yüksek bir delilidir. Bu sergide 18 nevi gül ile birçok tenevvüleri havi 20 cins çiçek ve

13 cins nebati tezyinîye teşhir edilmiştir. Yakın zamanlara kadar Diyarbekir vilâyetinde gül yağcılık dahi memnuniyeti mucip bir derece-yi bulmuşken maalesef umumi harbin ilca at ile bu sanat yavaş, yavaş sönmeğe mahkum olmuş ve bu gün bu işle iştigal eden kimse kal-mamıştır.

Takriben 37 yıl önce Diyarbekir’in gül ve gül yağcı-lığa olan istidat ve kabiliyeti-ni nazarı itibara alan Osmanlı hükümeti bu havalide Mustafa Efendi adında mütehassıs bir memur göndermiş ve bu gay-retli memurun teşvik ve him-meti sayesinde Diyarbekir ka-sabası ile etrafındaki köylerde oldukça geniş ve muntazam gülistanlar tesis edilmişti.

Bu memurun buraya izamın-dan evvelde Diyarbekir’de gül-cülük merakı gerçi vardı ve bu merakın yayığın bir ifadesi ol-mak üzere Diyarbekir’in dört

tarafında yani Mardin ve Urfa Kapılar ile Dağ Kapı ve Yeni Kapı semtlerinde, Esfel bahçele-rinde ve Mardin Kapı’sının haricindeki umum köşklerde birer ve ikişer ve bazen üçer dö-nümlük birçok gülistanlar vücuda getirilmiş-ti. Ancak memurun teşviki üzerine gülcülüğe daha fazla ehemmiyet verildiğinden Çanakçı,

Page 202: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

202

Şehkent, Şilbe, Fabrika, Çöllü, Zoğa, Zoravan, Bacavan, Hashavar gibi birçok köylerde dahi muntazam ve geniş güllükler meydana getiril-miş ve bu ara gül yağcılığına da başlanmış idi.

Vaktile köklü fidan tarzından başka gül yetiş-tirmek usulüne vakıf olmayan halk memurun tarif ve tavsiyesi üzerine gül çeliklerini otuz kırk santim derinliğinde ihzar edilen hendeklere ufki olarak yatırılmak suretile de güllükler tesis edilmiştir. Toprak seviye-sinden itibaren 15-20 santim derinliğinde hendeklere yatı-rılan gül çiçekleri üzerine 4-5 santim toprak ve bunun üze-rine o kadar da gübre koymak usulü teammün etmiş idi. Bu-nunla beraber fidanlar yüksel-dikçe üzerine toprak ve gübre ilave etmek itiyadı da mevcut idi.

Az çok fenni bir usul ile gül-cülüğü muvaff akiyetle tatbik eden, maddi faidelerini gören halk bir tarast an mevcut güllüklerin tevsi ve ıslahına, diğer tarast an da gül yağcılığına mü-teallik ufak tefek alât ve edevatı sipariş etmiş ve Diyarbekir muhitinde bu sanatın ilerlemesi-ne sebep olmuştur.

Vaktile gül bahçelerinin inkişaf ettiği mayıs

ayında birçok kibar aileler, gülistanların latif manzaralarını temaşa eylemek üzere şehir etrafındaki bahçelere gidip eğlenirlerdi. Bir tarast an gül kokulu saf ve temiz havayı süzüp ciğerlerine çekerler, diğer tarast an da bedii zevklerini bihakkın tatmin ederlerdi. Munta-zam güllüklere malik bahçe sahiplerinin bu kibar ailelere hediye namile takdim eyledikleri

gül buketlerine karşı mezkûr aileler tarafından bahçıvanlara bahşiş sureti ile para vermek âdeti cari idi. Gül mevsiminde her gün müteaddit ziyaret-lerden alınan bu bahşişlerden maada attarlara peştamallar dolusu gül mahsulü satılmakta idi.

Eskiden bu havalide elyevm istimal edilen muhtelif kolon-yalarla diğer ıtri maddeler mebzulen mevcut ve ucuz ol-madığından bütün düğünlerde, mevlitlerde ve hatta berber dükkânlarında gül suyu rağ-betle kullanılmakta idi. Bunun

için evlerde attarlar tarafından hususi surette kurulan imbikler gül mevsiminin devam ettiği müddetçe faal bulunuyordu.

Bundan başka güllerden geniş mikyasta şu-rup, reçel ve gayet nefis rakı yapılmakta ol-duğundan halk büyük bir ihtimam ve hevesle

Page 203: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 203

gül yetiştirmekte idi. O tarihlerde Hani ve Lice havalisinde ehemmiyetle yetiştirilen güller ticaret maksadı ile vilayet merkezine kadar sevk olunuyordu.

1315 tarihinden itibaren vilayette gül istihsa-latı fevkalade çoğaldığından 400 dirhemden ibaret olan beher okkası şimdiki para ile beş kuruşa (yıl olarak 1936 yılı kastediliyor) sa-tılmakta idi. Vaktile her evde lakaal birer kilo gül suyu bulunduğundan ihtihsalatı fazla idi. Gülsuyu maimukattar olmak itibarile önceleri göz ve vücut iltihaplarına karşı deva olarak ta kullanılırdı. Düğün ve mevlitlerde gümüşten mamûl Gülabdanlıklarla halk üzerine gül suyu serpmek adet idi. Gerek erkek ve gerek kadın cemiyetlerinde senede tahminen beş altı bin kiloluk gülsuyu sarf edilmekte olduğu rivayet edilirdi”

Diyarbakır’da Yakın Zamana Kadar Yetiştirilen Gül ve Çiçek ÇeşitleriBeyaz gül, Krem gül, Mikado gül, Arif Bey gülü, Rumkale gülü, Hacı İbrahim gülü, Koyu sarı gül, Açık sarı gül, Fes kırmızısı gül, Malaya gülü, Üç renkli aşılı gül, Cevat Paşa gülü, Mal-ta gülü, Dantilamur gülü, Pembe esans gülü, Viktorya gülü, Asma gülü, Çeper gülü, Sultan gülü, Yediveren gülü, Yüz yaprak gülü, Nesrin gülü, Yabani beyaz gül, sarmaşık gülü.

Güllerin yanı sıra sardunya, hüsnü yusuf, ka-ranfil, aslanağzı, hercai menekşe, ful, nişan

çiçeği, brağonya, küpe, gilye, ortanca, zam-bak, Telgraf, ıtır, şebboy, kamelya, fl ördamur, düğme, mercan, pırpır (gündüz safa) çiçekleri. Şehirdeki hemen, hemen bütün evlerde bu çi-çeklerden bir kaçı bulunur idi.

Köşklerin bahçeleri, mesire yerleri adeta bir gülistanı andır idi. Ayrıca her evin avlusunda bu güllerden ve çiçeklerden bazıları yetiştiril-mekte idi. Bu güllerin yapraklarından yapılan gül şurubu, çiçek ve menekşe şurupları, çayla-rı ve bilhassa harir (Şarab-ı Harir) adı verilen şurubu misafirlere ikram edilen en güzel içe-cek idi.

Diyarbakır Salnamelerinde Gül ve Menekşeler İle İlgili Bilgiler“Dicle nehrinin sağa ve sola temayül ede ede cereyan-ı tabiisinin teşkil etmekte olduğu cetveller o manzaraya başka letafetler vermekte ve bahçe-lerin bazısında huda-yi nabit menekşe çiçeği, ye-tiştirilen gülfidanları adeda birer gülzar-ı nükhet-i nisar-ı letafet teşkil edip bülbüllerin, tuyugun enva-ı nağamat-ı ferah efzası da da teşnif-i sevami eyler.Mevsim-i Rebinin bidayetinde menekşe ve nihayetinde gülistan mesireleri olur”

Diyarbakır güllerinden çok güzel rakı, menek-şelerinden ise likör yapılırdı. Gül rakısı ile ilgili Av. İhsan Biçici bir sohbetimizde bana şu bil-gileri aktarmıştır: “Naim Efendi çok güzel gül rakısı ve menekşe likörü yapardı. 1953 yılında Ziya Gökalp Lisesi talebeleri olarak hocaları-

Page 204: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

204

mızla beraber Kavs (Çarbağ) köşküne gittik. Burada Gevranizadelerden Feyzi Bey, pantolo-nunun arka cebinden gül rakısı çıkarıp Sedat Güney Beye, Ziya Beye ve bana ikram etti.”Hazım Özbay ile babasının üzerine yakılan “Yanarım Ben Yanarım“ türküsünün sözle-rini, müziğini ve hikâyesini derlemek, ayrıca köşkleri hakkında bilgi almak için yaptığımız bir sohbette gül rakısı ile ilgili de şu bilgileri aktarmıştır. 1937 yılında Atatürk Diyarbakır’a geldiğinde 1917 yılında ikametgâh olarak kul-landığı Semanoğulları Köşkünü (Gazi Köşkü) gezer ve biraz dinlenir. Bu köşke komşu olan köşkün sahibi babam Hacı Mustafa’yı (Hacı Paşa) çağırtır ve beraberce eski günleri anar-lar. Atatürk Ankara’ya dönünce Hacı Mustafa Özbay’a telgraf çekerek gül rakısı ve menekşe likörü ister. Hacı Mustafa Özbay hemen rakı-ları ve likörü hazırlatır ve bunları oğlu Hazım Özbay posta ile Atatürk’e gönderir

Diyarbakır’da yetiştirilen güllerinin Diyarbakır-lı şairlerin, halk ozanlarının, güst e karların di-zilerinde ayrı bir yeri olduğu gibi, Diyarbakır’ın Şarkı ve türkülerinde, Mani, Hoyrat ve mayala-rında da sıkça yer almıştır.

Osmanlı Döneminde Diyarbakırlı Şairlerin Şiirlerinde Gül ve Çiçek

HALET-İ GÜLŞENİ Ahmed Hayali’nin torunu, Ali Safveti’nin oğlu olan Halet-i Gülşeni H.960 (M.1552/53)

tarihinde Diyarbakır’da doğdu. Asıl ismi Muhammed’tir. Haleti mahlasıyla yazdığı man-zumeler vardır. (Millet Kütüphanesi Manzum Eserler, Nr.97) Genç yaşında H.989 (M.1581) vefat etmiştir. Gazellerinde biri şöyledir:

Cân vermiyecek derile cânan ele girmezMüşkil bu durur ol ol dahi âsân ele girmezGülden ne biter gülşen-i âlemde habîbüm

Âşıklara hüsnün gibi seyrân ele girmezMünkirlerin inkârına gam çekme ki zîrâKüfr olmayacak arada îman ele girmez

Sür devrünü ihvân-i safâyile cihândaKim buncılayan bir dahi devrân ele girmez

Ey HÂLETİ sür yüzünü dergâhına anınÂlemde Hâyalî gibi sultan ele girmez

Şair Uyûnî vefatı için şu tarihi düşmüştür:

Çünki bağ-ı Gülşeni’nün goncesiBuldu gülzâr-i İrem'de rif’ati

Rûh-i pâki Arşa pervâz eyleyüpİdicek mülk-i bakaya rihletiDidi târîhin Uyûnî ağlayup

İrdi bu dem Hakka Sultan Hâleti Sene: 989

MESİHİDiyarbakırlı Ermeni şairlerden olan Mesihi XVI. Asırda yaşamıştır. Devrin tanınmış hattatla-rından olan Mesihi bir zaman sonra Venedik’e yerleşmiş ve 970 (M. 1562)yılında burada öl-

Page 205: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 205

müştür. Şiirlerinden bazıları şunlardır:

Bülbülün şûr ü figaanın görüben eyledilerGonçe-i tâze tebessüm gül-i ahmer hande

Her kişinin ki geçer yâri ile hoş vaktiTâli’ ü bahtı irür ol kişinin ferhunde

Eyl hoş ol vakit MESİHİ ki senin cânunaYavuz dîde bakup eyliye şeker hande

Yine dil bülbülünün gül gülü varGaliba tâze açılgan gülü var

Zahide Kâ’be, manğa meyhâneLâcerem her kişinin bir yolu var.

ŞÖHRETİAsıl adı haydar olan Şöhreti xVI. Asır şairlerin-dendir. 1005 tarihinde vefat eden şairimizin yazmış olduğu şiirlerinden birin beyit’i şöyle-dir:

Çemende ben geçerken mübtelâ ol serv-i âzâdeRevâ mı lâle vü sümbül çıka bir yerden üst âde

ŞAİR SIRRI HANIMAsıl adı Rahile olan Sırrı Hanım H.1230 (m.1814) tarihinde Diyarbakır’da dünyaya gel-miş, Diyarbakır hanedanından Ahmet Beyin kı-zıdır. Çok kültürlü olan Sırrı Hanım Arapça ve Farsçayı iyi öğrenmiş olup Tahirağazâde Bekir Beyle evlenmiş bu zattan Mehmet Emin ve Rı-fat adlı iki erkek çocuğu ve Nihal adlı bir kız çocuğu olmuştur.

Kadiri tarikatına mensup olan Sırrı Hanım H.1287 (M. 1870) yılında oğlu Mehmed Emin ile beraber Bağdat’a giderek orada bulunan evliyaları ziyaret ettikten sonra 1873 yılında Diyarbakır’a döner. Burada bir müddet kal-dıktan sonra İstanbul’a giderek Yusuf Kamil Paşa’nın konağına misafir olur. Bu konakta za-manın ileri gelen şairleri ile tanışır.

Çok sevdiği kızı Nihal’ın genç yaşta ölümü kendisini büyük üzüntüye sokmuş ve aşağıdaki mersiyesini bunun için yazmıştır. Sırrı Hanımın yazmış olduğu bir Divanı “Millet Kütüphanesi manzum eserler No: 202” de mevcuttur. H. 1294 (M.1877) yılında İstanbul’da vefat eden Sırrı Hanımın mezarı Edirne Kapı dışındaki Or-takçılar semtindeki Kadiri dergâhındadır. Ve-fatı üzerine Şeyh Mustafa Cami adında bir zat şunu yazmıştır:

Eyledi müddeti tarihi vücudun itmamVah ki şaire Sırrı Bacı sırroldu bugünSırrı Hanımın bazı şiirlerini Ziya Paşa, Harabat isimli eserinde toplamıştır. Bu mersiye de bu-radan alınmıştır.

MersiyeFerâgat gelmişem fâni cihândan hasm-i cânândırNe bilsün mihribânlık resmin ol kim ehl-i nâdândırFelek dil-hâhım üze dönmedi bergeşte devrândır

Nihâl-i nâzenimden cüdâ hâlim perişândırBenim gönlüm kızıl gül gonçesi veş dopdolu kandır

Açılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa

Page 206: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

206

Bu bağın serv-kad bir lâle-i zârımdan ayrıldımDıraht-i ömrümün şirin sühanbârımdan ayrıldımMelâmet eylemem Allah içün yârımdan ayrıldımHakikât râhının Mansûr’iyam dârımdan ayrıldım

Benim gönlüm kızıl gül gonçesi veş dopdolu kandırAçılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa

Firak-i düd-i hasrettir çıkan kandili cânımdanSemâda kat-be-kat ebri bahar olmuş dehanımdanGöreydi hüznümü Ya’kuub firâr eylerdi yanımdan

Dem-â-dem burümûz eyler sadâ hep üstühvânımdan

Benim gönlü kızıl gül gonçesi veş dopdolu kandırAçılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa

Nihâni şem’-i aşka yanmağa pervâneyim şimdiİçi dildâr ile memlû dışı bigâneyim şimdi

Bırakmak âh u zârı hasrete gamhâneyim şimdiFelek câmında sem nûş etmişem mestâneyim şimdiBenim gönlüm kızıl gül gonçesi veş dopdolu kandır

Açılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa

Kazâ peykânına nâgâh ciğerpârem siper olduNişane uğradı takdir-i Rabbâni yerin buldu

Açup Per murg-ı ruhu Bâğ-i Firdevs’e revân olduTerehhüm etmedi bu nâtüvânı yakdı yandırdı

Benim gönlüm kızıl gül gonçesi veş dopdolu kandırAçılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa

Salâdır ehl-i aşka cem olup divânı görsünlerSaray-ı halvete hükmeyleyen sultanı görsünlerMelâmet hırkasında gizlenen uryânı görsünlerHele vaktim yok imdi SIRRI-i sûzânı görsünler

Benim gönlüm kızıl gül gonçesi veş dopdolu kandırAçılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa

Ferâgat gelmişem fânî cihândan hasm-i cânândır

Ne bilsin Mihribanlık resmin ol kim ehli nâdândırFelek dil-hânım üzre dönmedi bergeşte devrândır

Nihâl-i nazenîmimdencüdâ hâlim perîşândır

Benim gönlüm kızıl gül gonçesi veş dopdolu kandırAçılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa

Bahârın Rûz-i Nevrûzun duyup şâd olsa hep güllerDerüp giysûların tebrîke gelse bağa sünbüller

Bu esna her tarast an nağmesaz olsa şirin dillerDil-i pür-derdimi gûş etse bülbül ney gibi inler

Benim gönlüm kızıl gül goncesi ve dopdolu kandırAçılmak ihtiyar etmez eğer yüz bin bahar olsa

CEMİLİXV. asır şairlerinden olan, tahminen 1465 yı-lında Diyarbakır’da doğan Cemili’nin (Topkapı sarayı Revan Kütüphanesi No: 755 ). 1543 yı-lında vefat eden şairinizin bir divanı vardır. Bu divanında bulunan gazellerden birinin ilk dört-lüğü şöyledir:

Gözümge düşeli yüzünğ hayâliRevân oldu dem-a –dem eşk-i âli

Çemende gül yüzünğ gördü kızardıMeğer ki tapdı ey meh infi’âli

ŞAHİXVI. yüzyılda yaşamış Diyarbakırlı saz şairle-rindendir. Şah İsmail’e karşı büyük bir saygı ve sevgi beslediği için Şahi mahlasını ulanan şairimizin birçok eseri vardır. Eserlerinden bi-rinin sözleri şöyledir:

Goncayı gül bülbülün kasdına peykan eylemiş

Page 207: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 207

Gonca açılgan gülü yüzüne kalkan eylemişGoncanın peykanını tiz etmek için şah-ı gülCismini baştan aşağı şekl-i sühan eylemiş

ÜMNİ1640 yılında Diyarbakır’da doğan şairimiz XVII. asrın son yarısında şöhret kazanmıştır. Umni’nin şiirlerinden birinin iki satırı:

Güldü gül ey gül-i gülzar-ı cihanın deyerekBu gülşen içre bir gül-i handana kani ol

SİRUNİXVII yüzyıl Diyarbakırlı Ermeni şairlerdendir. Türkçe şiirler yazmıştır. Bilhassa koşmalar, gazeller destanlar ve kırk beyitlik “Fare Des-tanı” vardır. Yazdığı koşmalardan biri şöyledir:

Salındı bağçaya girdiÇiçekler selama durdi

Mor menevşe boynun eğdiGül kızardı hicabından

LEBİBXVIII asır Diyarbakır’ın ilim ve sanat adamla-rından olup, aynı zamanda şehrimizde. Müf-tülük görevinde bulunmuştur. 1768'de vefat etmiştir. Mezarı Urfa kapı’da kabristanındır. Dört eser bırakmıştır. Bunlardan Divanının bir nüshası İstanbul’da Ali Emiri Kütüphanesinde manzum eserler Nr. 381 dedir Gazellerinden biri şöyledir.

Oldu sahn-i gülşene pîrâye gül

Hâcegân-ı işrete sermâye gülGonçelerdür bağa tıfl -i nâzenîn

Mehd gül-bün şîr şebnem dâye gülHükm-i şah-ı aşkla me'murdur

İlticâya bülbül istiğnâya gülBak meh-i gerduna ayb-i amhvineEy meh-i burc-i nezâket aya gülBulmağa reng-i ruh-i yâri LEBİB

Bağdan açıldı istikraya gül

SÜLEYMAN NAZİF1780 yılında Diyarbakır’da doğan Süleyman Nazif tarihçi Said Paşa’nın oğludur. Servet-i Fünun dönemi şairi, yazarı ve Devlet adamı-dır. Arapça, Farsça, İngilizce bilen Süleyman Nazif ikinci Meşrutiyetten sonra Basra (1909), Kastamonu (1911), Trabzon (1911), v1913’te Musul, 1914’de Bağdat valiliklerinde bulundu. 1915 yılında devlet memurluğundan kendi is-teğiyle ayrıldı. 1918’de Cenap Şahabettin ile birlikte Hadisat Gazetesi’ni çıkardı. 1927 yı-lında vefat eden bu değerli devlet adamı ve şairimizin bir gazeli şöyledir:

Gülnihalin tazesin bir bağban lazım sanaGoncasın açılmağa hayli zeman lazım sana

Dün gece gülzarda guş eyledim ta subhe dekAriz-i alın sena eylerdi bülbül bülbüleHasıl oldu saha-i gülzarda bir gulgule

ŞİRİNNe zaman doğduğu bilinmeyen Diyarbakır-lı Ermeni halk şairidir.1834’de vefat eden

Page 208: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

208

Şirin’in bir koşmasının iki satırı şöyledir:

Bir oku gör, ağ mı yoksa kara mı?Vusul bulup gül ellere vara mı?

MUHİBAsıl adı Mustafa’dır. 1812’de Diyarbakır’da do-ğan Mustafa “Muhib” mahlasıyla şiirler, gazel-ler yazmıştır.1842’de ölen şairimizin bir gaze-linin sözleri şöyledir:

Bir lebi lal’ü gül-ruhsara ben kıldım hevesBülbül-i şeyda olup gülzara ben kıldım hevesGeldi senden güllere ser tabe pa buy-i gülabGül ruhundan galiba almış heva buy-i gülabGonce-i gülde henüz oldu seza buy-i gülab

MEHMET ŞABAN KAMİHoca Ahmed Efendi’nin oğludur.1805’de doğ-du. Ulu Cami bitişiğindeki Sarı Abdurrahman paşa kütüphanesinde okudu. Ali Emiri‘nin ho-calarından olan Şaban Kami şairliğinin yanın-da âlim ve mutasavvuf bir kişiliğe sahipti. Bir Mevlid-i Şerif’i bulunmaktadır. 1844 yılında vefat eden Şaban Kami’nin bir gazeli şöyledir:

Sanma şebnem güllere tab u teravet bahşederGonca ağzında dururken çeşm-i kanı bülbülün

Şule-i ahım düşünce KAMİ şah-i güllereSer-tes-ser ateşle doldu aşiyani bülbülün

HAYALİSon asır şairidir. Asıl adı Ahmed olup Meh-

met Şaban Kami'nin oğludur. 1850'de doğdu, 1887'de vefat eden Hayali’nin eserlerinden bir gazeli şöyledir:

Gülleri şermende eyler reng-i ruhsarın seninTerk-i gülşen etti hasretle hezaran reşkten

Gördüler nadide rengin hüsn ü etvarın senin

FEYZİAsıl adı Fethullah olan şairimiz “Feyzi” mah-lasıyla gazeller yazmış olup Mürettep bir di-vanı vardır. Gazellerinden birinin ilk iki satırı şöyledir:

Elim yetmez güle pader-kef-i har olduğum kaldıBu gülşende heman bülbül gibi zar olduğum kaldı

FAZILDiyarbakır Müst ülerinden Abdülgani Efendi’nin oğlu olup asıl adı Muhammed’dir. “Fazıl” mah-lasını kullanmıştır. 1897'de vefat eden şai-rimizin iki gazelinin sözlerinden ikişer satırı şöyledir:

Rişte-i canım sana bağlanmaz ol güldeste kimBülbül-i şaridenin medd-i nigahı olmasan

Gül gonce-i bağ-ı irem ruhsara-i şuh-i cihanGül bend-i nazik kamete şermendelik iras eder.

ALİ EMİRİ EFENDİTezkire yazarı ve araştırmacı olan Ali Emiri Efendi 1857 yılında Diyarbakır’da doğdu. 30

Page 209: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 209

yıl devlet memurluğu yaptıktan sonra 1908 yı-lında emekli oldu. Emekli olduktan sonra geri kalan hayatını İstanbul’da gündüzleri kitapları arasında, akşamları da Divanyolu’nda bulunan Diyarbakır Kıraathanesinde dost ve arkadaşla-rıyla sohbet ederek geçirdi. Diyarbakır’ın can-lı kütüphanesi olan Ali Emiri Efendi 23 Ocak 1924 yılında vefat etti. Kitap kurdu şairimizin bir gazelinin sözleri şöyledir:

Gel gülşene azm eyleyelim ey gül-i zibaHaydi, edelim bülbül-i şeydayı temaşa

Gülzara gidüb zevk edelim gel gece gündüzGül ü nesrin mi olur âdeme ihsan-ı kaza

Gül gonca-i maksudum handan ola mı ya RabTahmis

Bu gün gülzara geldi bir melek sima-yi istiğnaElinde gül gibi bir sagarı mina-yi istiğna

Gül sad-berk-i kudret biçmek ister

MUNİS FAİK OZANSOYDiyarbakırlı Devlet Adamı, şair Faik Ali Ozansoy’un oğlu olup 22 Mart 1911 tarihin-de doğmuştur. Basın Yayın Genel müdürlüğü, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Başba-kanlık Müsteşarlığı görevlerinde bulunan Mü-nis Faik Ozansoy 1975 yılında vefat etmiştir. Bir gazelinin sözlerinden iki satırı şöyledir:

Gözün üzüm, yanağın gül, kaşın keman diyerek

Bütün bir ömrü tükettik de intizarında

CAHİT SITKI ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL2 Ekim 1910 tarihinde Diyarbakır’da doğan şairimizin babası Bekir Sıtkı, annesi Arife Hanım’dır. İsmi yaş otuz beş şiiriyle özdeşle-şen şairimiz 1953 yılında genç ağır bir hasta-lığa yakalandı. 1956 yılında tedavi için Avru-pa2ya götürüldü. Aynı yıl Viyana’da vefat eden şairimizin şiirlerinden bazı bölümlerin sözleri şöyledir:

SerenadAncak sen tazelikte gül yaraşır penceremeUykusuz gecelerimde kokusunu duyduğum

HatıralarSanmayın güller açarBülbül değildir öten

Bu rüzgâr başka rüzgâr

Gençlik böyledir işteAh o kadrini bilmediğim günler, Koklamadan attığım gül demetiSuyunu sebil ettiğim o çeşme

Bu sabah hava berrakBen gülüm, ben karanfil, ben de yasemin diyor

Renk, renk kokularda çiçeklerSahiplerinden memnun evlerin bahçelerinde

BugünGülden laleden farksız

Faniliğinde ömrünHerkes gibi dertli

Ümitli herkes kadar

Page 210: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

210

İlk aşkAh o yaz gecesi, o mehtap

Balkonundan gül atan cömert sevgiliAşkınla deli divane olduğumuz

Sarmaşığa tırmandığımızdan belli

PeyzajKaranlıkta söylediğin müddetçeSesinden semaya akseden bahçe

Sakin güllerini açtıkça bir birBunalmış ruhların tesellisidir.

Misafir adamBir gül açabilir her nefesinde

İstersen teneff üs etmekle mest olHele sevgi hele iyilik bahsindeBaharda tabiat gibi cömert ol

DavetDuymak istemez misin daha derin

Gül bahçesinde bülbül sesiniEbedi kılmak vuslat gecesini

Saymak saçlarını tel tel o yârin

Ferman sendedirNedim’in gözünden ırak o dilberO dilbersin ki hüsnüan sendedirRüyada görülen bahara benzer

Bülbülleri mest gülistan sendedir.

VALİXVIII. yüzyıl Eski Türk Edebiyatı şairlerinden olup Vali mahlasını kullanan Divan şairimi-zin asıl adı Hasan Ağa olup 1688 tarihinde Diyarbakır’da doğmuştur. Mürettip divanı var-

dır. Divanının iki nüshası Milli Kütüphanededir. 1728 yılında vefat eden Vali’nin divanındaki gazellerden biri şöyledir:

Bir taze gül kasidesin ezber idüp gezerGördüm hezarı mest ü gazel-han dem-i seher

Tebaiyyet-i hezar iderek fart-ı zevk ileGüllerde itdi çak-i giriban dem-i seher

AHMET VERDİ ÇELEBİIII. Sultan Ahmed (1703–1730) devrinin önem-li bestekârlarındandır. 1717 yılında vefat et-miştir. 10 tane eser bestelemiştir. Bunlardan bir tanesi şöyledir:

Aşıran makamında:Alıp gene eline cam-ı zernigârın gülSefa ile geçirir mevsim-ibehârın gül

Hezâr-ı zâr, zâr okur, puş-i gül alışmıştır

Zeman olur işitir nalesin hezârın gül

SEYİT NUHKlasik Türk musikisinde mümtaz bir yeri olan Seyid Nuh’un doğum tarihi bilinmemektedir ancak 1714 yılında öldüğü bilinmektedir. Şey-hul İslam Esad Efendi Seyid Nuh’un otuz kadar kıymetli bestesi olduğunu kaydetmektedir.

IV. Mehmet devrinde (1648–1687) şöhret yap-mıştır. Enderun-ı Hümâyun’da başhanende ol-muştur. Sonra kendisine Diyarbakır’da tımar

Page 211: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 211

verilerek emekliye ayrılmıştır. Şeyhülislâm Es’ad Efendi 30’dan fazla beste semâî ve şar-kı bestelediğini yazıyorsa da, bu sayı Es’ad Efendi’nin bizzat bildiği veya dinlediği eser-lerin sayısıdır. Eski güst e mecmualarında yüzden fazla eserinin güst esi yazılı olup bun-lardan, Millet Kütüphanesi Ali Emiri Manzum Eserler, Nu: 732 ve ayrıca Nu: 736’da kayıt-lı bulunan XVIII yüzyıla ait Hasan Gülşenî’nin güst e mecmuasında 11 eseri mevcuttur. Seyid Nuh Efendi’nin günümüze kadar gelen eserle-rinden tespit ettiklerim şunlardır:

1. Neva Peşrevi “Dil-güşay” (Hamparsum-Mardoli, 224)

2. Saz semaisi (Hamp., 225)3. Seng-Endaz Peşrevi (Hamp., 571)4. Saz Semaâîsi (Hamp., 571)5. Tahir Ağır Remel I. Beste (Meyl-etdi gönül

bir meh-i hurşîd-tırâze)6. Tahir Çember II. Beste (Nesîm-î bül-heves,

gîsûy-i cânânımdan el-çeksin)7. Tâhir Aksak Semâî (Hevây-i aşka uyup,

kûy-i yâre-dek gideriz)8. Tâhir Yörük Semâî (Ne hevây-î bâğ-ı ruh-

sar, nê esîr-î zülf-i yârim)9. Hümâyûn Hafîf Beste (Ol kaaşı kemânımla

hemen bâyıla kaldım)10. Hümâyûn Nakış Sengîn Semâî (Şeb-cûnûn-

‘ı dil, dîmâğımrâ perîşan kerde)11. Hümâyûn Nakış Yürûk Semâî (Kâmîlu’l-

mâ’nâ vasla nasıybî, Arapça)12. Şehnâz Ağır Çenber Beste (Bezm-i meyde

sâkıyâ, devr-eylesîn mül, gül gibi)13. Şehnâz Evsat Dâğî Şarkı (Nice sevmiyeyim

dostlar, bîr acâib dili var)14. Nühüst Darb-ı Fetih Beste (Tâ kim hatın-ey

mah-cebîmin yüze çıkdı)15. Arazbâr-Buselik Muhammes Peşrev

Seyid Nuh’un ölümüne şöyle tarih düşülmüş-tür;

“Bir yıl da olsa ömrü kişinin ne kârı var?Nuh’un da bir müsâ-de-î rüzgârı var”

Notalarına ulaştığım Seyit Nuh’un eserlerin-den Şehnaz makamındaki eserinin sözleri şöy-ledir:

Bezm-i meyde sakıyâ devr eylesûn mül gül gibiBülbül etsin sad hezârân nağmesin gül gül gibi

Bertaraf kıl ruhlerinden turre-i müşkininiGülistanda olmaya rağbette sümbül gül gibi

Diyarbakır Şarkı ve Türkü ve Uzun Havalarında Gül ve Çiçek

AÇILDI GÜLÜN BÜLBÜLAçıldı gülün bülbül di gel bülbül gel bülbülŞakısın dilin bülbül di gel bülbül gel bülbülGül yanına çağırsa di gel bülbül gel bülbül

Yetişmez elin bülbül di gel bülbül gel bülbül

Bülbülüm figan etmeNolur beni terk etme

Page 212: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

212

Beni sen yetim koyupGülistanı terk etme

Gonca gül açtı bugün di gel bülbül gel bülbülKokusun saçtı buğun di gel bülbül gel bülbül

Her gün bize gelen yar di gel bülbül gel bülbülKapıdan kaçtı bugün di gel bülbül gel bülbül

AH BU ÇİLEBir gün olsun gülmedimGül yüzünü görmedimBırakmaz zalim felekBir gün olsun güleyim

Ah bu çile(4)

Çekerim(3) bile, bileNe desen ben ağlarımGece gündüz yanarımKaybettim her şeyimi

İçer, içer ağlarım

Ah bu çile(4)Çekerim(3) bile, bile

ALTIN KASTAL ŞEYHMATARAltın kastal şeyh matar aman yar

Gördükçe derdim artar leylim yar (2)Kim yârimi sorarsa aman yar

Kasaplarda et satar leylim yar(2)Leylim, leylim leylolsun aman yarHer akşam hayır olsun canım yar

Altın kastal şeyh matar aman yarYârim hüllede yatar leylim yar(2)

Kim yârimi sorarsa aman yarBahçelerde gül toplar leylim yar(2)Leylim leylim leylolsun aman yarHer akşam hayır olsun canım yar

AŞK KALBİMDE YER ALMIŞAşk kalbimde yer almış

Atma bana bu taşıSiyah zülfün tel- tel olmuş

Dökme rüzgâra karşı

Di gel ağam di gel paşamYeter ağlatma beni

Di gel malım di gel canım

Page 213: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 213

Yeter yaktın sinemi

Bahça da güller açmışGidah havuz başına

İnsaf merhamet eyleBak gözümün yaşına

Di gel ağam di gel paşamYeter ağlatma beni

Di gel malım di gel canımYeter yaktın sinemi

AYRILDIM GÜLÜM SENDENYar... Ayrıldım anam gülüm senden

Yar... Saçı sümbülüm sendenAğamın elinden, elinden

Yârimin derdinden, derdinden nasıl edim

Yar... Araya dağlar düştüOğul... Kesildi yolum senden

Valla(h)... Kesildi yolum senden, zalım sendenYar... Ben senden ayrılamam

Valla(h)... Sen nasıl geçtin bendenAğamın elinden. elinden nasıl edim

BAHÇELERDE GÜL OLURBahçelerde gül olur gel bana gel banaDalında bülbül olur hayranım ben sana

Bir gün yâri görmezsem gel bana gel banaYanar yanar kül olur hayranım ben sana

Bahçelerde laleyim gel bana gel banaYel vurur pervaneyim hayranım ben sana

Bir gün yâri görmezsem gel bana gel banaDeliyim divaneyim hayranım ben sana

BAHAR GELMİŞ DAĞLARABahar gelmiş dağlaraMor sümbüllü bağlaraGönül kavuşmak ister

Vefasız nazlı yaraGel gülüm gel bana gel

Öldürdün beni güzel

Bahar geldi neşeliYârin gözü sürmeli

Yana, yana kül oldumYar aşkına düşeli

Gel gülüm gel bana gelÖldürdün beni güzelBahçelerde gül biterÇıkmış bülbüller öter

Gül menekşe istememYârin kokusu yeter

Gel gülüm gel bana gelÖldürdün beni güzel

BAHAR OLUR YEŞİLLENİR BU BAĞLARBahar olur yeşillenir bu bağlar

Bu çemenler bu çiçekler bu dağlarGidin sorun dünya âlem ne ağlar

Ben ağlarım nazlı yardan ayrıldım ey...ey...

Hangi bağın bağbanısan gülüsenAldın aklım beni ettin deli sen

Page 214: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

214

Kırk yıl kalsan yine kendi malımsanİsterem ki bir gün evvel gelesen ey...ey...

Bağban oldum bir gül ektim gülşeneGün vuranda gül damlası döşeneGüzellikte üç şey vardır nişane

Biri işve, biri cilve, biri naz ey... ey...

BAHÇEDE YEŞİL HİYARBahçede yeşil hıyarBoyun boyuma uyarBen seni gizli sevdimBilmedim âlem duyar

Nanay, nanay esmer yârim nanayNanay, nanay top kâküllüm nanay

Bahçelerde gül bahriVar git ellerin yâri

Sen bana yar olmazsınYüzüme gülme bari

Nanay, nanay esmer yârim nanayNanay, nanay top kâküllüm nanay

BAHAR GELDİ BAR KAPLADI DAĞLARIBahar geldi bar kapladı (dağları)3Ayaz vurdu gül açılmış (bağları)3

Yar beklerim kervan geçmez yollarıBen ağlarım yara küskün kalmışam

Bahar gitti ömrün yazı bitmekteSon bahar da ağaç gazel dökmekte

Anladım ki yolun sonu gelmekteBen ağlarım yardan ayrı kalmışam

BAHÇELER BARSIZ GÜLLERBahçeler barsız güllerAyvalar narsız güllerGülümü eller almışArsız vefasız güller

Bahçelerde barım yokGenç yiğidim yârim yok

Yârimi eller almışBen garip haberim yok

Ben gittim sen kalasınMeylim bana salasınHatırından atarsanDüz ovada kalasın

BERBER DÜKKÂNINA VARSAM(Üç Perdelik Türkülü Operet)

Berber dükkânına varsam(2)Ağzındaki inci gibi dişlerin olsam(2)

Kerem gibi aman Allah bir aşkla yansam(2)

Aman da berberYanakları terler

Misk ile amber yar, yar, yar, yarBen bir hal oldum

Bahçendeki güller gibiSarardım soldum

BERBER(Havuz Başının Gülleri)

Berber... Havuz başının gülleriŞak şak öter bülbülleri

Page 215: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 215

O gülümün dudu dudu dilleri vay sinem ofGül kokuyor yanakları

CİN ALİ BAHÇASINDACin ali bahçasında ay le le le vay vay

Gül dolu bohçasında ay le le le vay vayBugün ben yâri gördüm ay le le le vay vay

Ben var kaş arasında ay le le le vay vay

ÇAVUŞ TÜRKÜSÜDiyarbakır ile bağlar arası arası çavuş arası

Yaktı beni kaşlarının karası karası çavuş karası

Sende kurşun bende piçah yarası yarası çavuş yarası

Yandım çavuş yandım senin elinden elinden çavuş elinden

Çok sallanma kasatura düşer belinden belinden çavuş belinden<

Diyarbakır’ın dört tarafı gül nergiz gül nergiz çavuş gül nergiz

Biz üç kardaş bir orduya yeteriz yeteriz çavuş yeteriz

Yar yoluna nice kanlar dökeriz dökeriz çavuş dökeriz

Yandım çavuş yandım senin elinden elinden çavuş elinden

Çok sallama kasaturan düşer belinden belinden çavuş belinden

ÇAY İÇİNDE KALMIŞAMÇay içinde kalmışam

Deste gül bağlamışamGit yâre selam söyle

Minnetten kurtulmuşam

ÇİFTE BÜLBÜL ŞİVAN EDRE BİR GÜLEAyağın toprağıyamBelinin kuşağıyam

Göksünde güller açmışBen onun yaprağıyam

Çist e bülbül şivan eder bir güle aman, amanLayık mıdır ben ağlayam el güle aman, aman

(2)

DAĞLARA LALE DÜŞTÜDağlara lale düştüGüle velvele düştüYazığım ona gelin

Yar elden ele düştü

Page 216: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

216

DAMA ÇIKMA DAM TİTRERDama çıkma dam titrerKoynunda memen titrer

Ele bir ah çekeremKendinden gelen titrer

Hop hop yârim nanayHoş bakışlım nanaySırma saçlım nanayNanay yarınam ben

Dama çıkmış bir güzelDamın etrafın gezerElinde bir deste gül

Kendi gülünden güzel

DERBEDER BİR AŞIĞIM BENŞeyda bülbül gülşene gelGül mevsimin kokusu varBöyle dertli örtme bülbülŞu gönlümün yarası varŞu derdimin dermanı ol

Böyle garip ötme bülbül

DERDİM BİRKEN OLDU SETHAZARYemenim turalıdır oy sinem ölem

Sevdiğim buralıdır vay gül vay gül vay güllizarDerdim bir ken oldu set hazar

Ben bu canımdan olmuşam bezar

Yârimi eller almış oy sinem ölemYüreğim yaralıdır vay gül vay gül vay güllizar

Derdim bir ken oldu set hazarBen bu canımdan olmuşam bezar

DİKENSİZ BAĞA BAKINAh. Bir dalda iki payam

Her gelen gidenden seni soram yarGelen giden kalmadı zalım yar

Seni kimden soram yar

Ah. Dikensiz bağa bakınBülbülsüz güle bakın

Yar koynunda vefa yokVallah yavrum pişman olana bakın

DİYARBAKIR YOLLARINDADiyarbakır yollarında vay vay

Gül açar bağlarında severim seniBen yârimi görmüşem vay vay

Çermiğin yollarında sevmişem seni

DOST BAĞINDA NE BÜLBÜLEM NE GÜLEMOf amman amman. dost bağında ne bülbü-

lem ne gülem vay. ne gülem

Page 217: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 217

Felek koymaz ne ağlıyam ne gülemFelek koymaz gülüm nenni nenni nenni vay

Ne ağlıyam ne gülem

ELA GÖZLERİNİ SEVDİĞİM DİLBEROn gözlü köprüyü geçtim bu yana

O yar bana küsmüş bakmaz bu yanaEla gözlerini sevdiğim dilber

Can gerek ki bu dertlere dayana

Esfel’de içenlerin derdi çok olurDiyarbakır kızları edalı nazlı olur

Ela gözlerini sevdiğim dilberGüzelin koynunda sabah tez olur

Gazi köşkünde mum yanar gördümElini uzattı gonca gül verdimEla gözlerini sevdiğim dilber

Gurbete yolladım gelme mi dedim

ELİNDE MAŞRABASI(Kibarım)

Elinde maşrapasıTerlemiş kaş arası

Göz gördü gönül sevdi vaySızlar bağrım yarası

Gel kibarım kibarımSaçları kehribarım

Uğruna talan olsun vayServetim külli varım

Bahar gelir gül işler

Elde gergef gül işlerİnsanı deli eder vayYar sendeki gülüşler

GARİP KALDIM BU YERLERDEGarip kaldım bu yelerdeGözyaşımı silenim yokArif dili anlayan yok

Gönül halinden bilen yok

Salandı girdi bahçeyeÇiçekler selama durdu

Mor menekşe boyun eğdiGül kızardı hicabından

GAZİ KÖŞKÜNÜ AÇMIŞ GÜLLERİGazi köşkünün açmış gülleri

Yar geyinmiş geziyor beyaz tülleriBaşıma açtı türlü halleri

Atma bu taşları güzel ben yaralıyamEl âlem al geyinmiş ben karalıyam

GÜL DİKENİAh... Gül dikeni gül dikeni

Bahçede gül dikeniVallah. Herkes gülünü almış

Ben oldum gül dikeni

Ah. Gülkurusu gülkurusuŞuruptur gülkurusu

Vallah. Konma bülbül gülümeVaktidir gülkurusu

Page 218: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

218

GÜLE NAZYar of. Güle naz

Bülbül eyler ey...ey... güle nazDi gel beşirim aman ey...

Yar...(4).. Gir dünya bahçesineValla(h). Ağlayan çok gülen azAman, aman, aman, aman(2)

Di gel bu dertlerim amanDi gel şekerim aman hey, hey

GÜL EKTİM EVLEK EVLEKOğul... Gül ektim evlek evlekAh oğul... Dadandı karaleylek

Yazı beraber ettikKışın ayıracak felek

Aman garibem, aman garibem (aman)6

Oğul... Gül ektim gül bittimiAh oğul... Yâre haber gitti mi?

Duydum ki yar evlenmişBaşı göğe yetti mi?

Aman garibem aman garibem (aman)6

ÜL ÇUBUĞUBu dere baştanbaşa gül çubuğu

Dökülmüş yaprakları kalmış gülüNe yaman öğretmişler şu bülbülüHer seher kapar kaçar gonca gülü

Daldım ben daldım ellere bakEllerin yâri güzel bizlere bak

GÜLÜM GİDER BOSTANA(Bostan Türküsü)

Gülüm gider bostanaGül doldurur fistana

Korkaram yağmur yağaMantin çarşaf ıslana

Aman gülüm yar gülümBen sana hayran gülümOlayım kurban gülüm

Gülüm gider bahçayaGül doldurur bohçayaHek gülümü sorarsanBenzer on dörtlük aya

Aman gülüm yar gülümBen sana hayran gülümOlayım kurban gülüm

GÜLMEMENDENGülmemenden

Gül kokar anam gül memenden tıfıl yârimBillâh... Olaydım kuzi aman

Emeydim gül memenden tıfıl yârimGülüm yar. Tıfıl yârim esmer yârim

Az buçuk esmerim aman aman

GÜLİSTANDA GÜL TOPLUYOR GÜLEYŞAHGülistanda gül topluyor güley güley güleyşah

Leylak mıdır sümbül müdür zambak mıdır bilememBu ne eda bu ne seda güley güley güleyşah

Melül mahsun duruşunu seyretmeden gidememGören gözler selam durar atan kalp der maşallah

Güley güley güley güley güley güley güleyşahGüzelliğen şirin sözen nazar değmez inşallah

Page 219: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 219

HANGİ BAĞIN BAĞBANISAN GÜLÜSENHangi bağın bağbanısan (gülüsen)2

Aldın aklım ettin beni deli sen ammanKırk yıl kalsa yine kendi (malımsan)2

İsterim ki bir gün evvel gelesen ammanÖldüm bittim eridim kül oldum ammanO senin aşkın elinden bayıldım amman

Sesin aldım yüzünü de gördüm ayıldım amman

HAVŞA SERDİM KİLİMİHavşa serdim kilimiTez getirin gülümüKaynanası gelinseYakar düğün evin

De güle hayran gel canımGel canım gel mihricanım

İKİ BACIGül toplasın gülistancı

Bak geliyor iki bacıBiri yolcu biri hancıHancı derdimin ilacı

İki bacı iki bacıYüreğime koymuş acıYolcudur başımın tacıHancı derdimin ilacı

KIRMIZILAR GİYİNİRSİNKırmızılar giyinirsin

Gonca güllere benzersinSöyle sevdiceğim söyle

Ne diye beni üzersin

MAVİ BAĞLAR BAŞINAMavi bağlar başınaGül koyar o zülfüneSeni sevdim seveli

Düştüm aşkın peşineAmman aman amman aman

Ben sana oldum hayran (kurban)

PINARIN BAŞINDA DESTİ VAR İMİŞPınarın başında desti var imişZalimin kızının dostu var imişBeni öldürmeye kastı var imiş

Gönül nasıl sevdin sen bu zalimiPınarın başında mumlar yanar mı?Gül olmasa bülbül dala konar mı?

Acep o vefasız beni anar mı?Gönül nasıl sevdin sen bu zalimi

SARI MENDİL ELDEDİRSarı mendil eldedir yar yar yar aman

Gürün şalı beldedir yar aman

Page 220: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

220

Gönlümüz yine birdir yar yar yar amanDarılmamız dildedir yar aman

Güllerim bağda biter yar yar yar amanTütünüm dağda biter yar aman

Beni hasretle koydun yar yar yar amanOlasın benden beter yar aman

SEHER SABAHTIR GÜLÜMSeher sabahtır gülüm

Gamzen kadehtir gülümBülbüller figan eyler

Uyan sabahtır gülüm (2)

SERİN ESEROğul... Buğun serin eser

Valla(h)... Gül kokar hey..hey Serin eserAnam... Valla(h) bulaydım hey hey bir sadık yar

Oğul... Vereydim serine ser havar yandım

SEVDİĞİME PİŞMAN ETTİN(Seni Sevdim Bir Gül Gibi)

Seni sevdim bir gül gibi vay vaySarardı benzin kül gibi vay vay

Ortada koydun el gibi vay vay vaySevdiğime pişman ettin vay vay vay vay

VARDIM YÂRİN BAHÇESİNE BİR NAR ALDIM YEMAĞA

Vardım yârin bahçesine bir nar aldım yemağaMeramım nar yeme- yeme değil geldim yâri görmağa

Yara bir çist sözüm vardır utanıram demağaDağlar daşlar dayanamaz ahu zârıma benim

Gider isen selam selam söyle nazlı yarıma benim

Vardım yârin bahçesine çevrilir şişte kebapDolandım yüzüne baktım sanki doğmuş mâhitap

Benden başka yar seversen seni çarpsın dört kitapDağlar daşlar dayanamaz ahu zârıma benim

Gider isen selam selam söyle nazlı yarıma benim

Vardım yârin bahçesine gülleri fincan gibiYanağında çist e ben var tanesi mercan gibi

Gel ikimiz barışalım olalım bir can gibiDağlar daşlar dayanamaz ahu zârıma benim

Gider isen selam selam söyle nazlı yarıma benim

YÂRİ GÖNDERDİM YOLAYâri gönderdim yola ( lelele lele)4 le yârimGözlerim dola, dola vay ah yârim vah yârim

yar yârim can yârimMevla’m bir bulut gönder (lelele lele)4 le

yârimO yâre gölge ola vay ah yârim vah yârim yar

yârim can yârim

Page 221: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 221

Cin ali de saz olur (lelele lele)4 le yârimGül açılır yaz olur vay ah yârim vah yârim yar

yârim can yârimSen havuşta oturma (lelele lele)4 le yârim

Eller görür söz olur vay ah yârim vah yârim yar yârim can yârim

YENİKAPI ŞEYHMATARYenikapı Şeyhmatar leylim yayİçtikçe derdim artar leylim yarKim o yâri sorarsa leylim yar

Bahçalarda gül toplar leylim yarLeylim leylim leylolsun leylim yar

Her gün akşam hayrolsun leylim yar

Diyarbakır Mani, Hoyrat Ve Mayalarında Gül ve Çiçek

MANİLERAltundan oklaviyamAyağın toprağiyam

Cennette bir gül açmışBen onun yaprağıyam

Al almayı deleydimBeyaz gülle sileydimYara giden diliminArasına gireydim

Ak gülüm uyan da gelBeklerim bahçeye gel

Arkamızda düşman varMevla’ya dayan da gel

Bahçede gülüm sensinGülüm bülbülüm sensin

Arayı dağlar aldıGene umudum sensin

Bahçeler barsız güllerAyvalar narsız güller

Gülüm karalar geymişYüzüm arsızdır güler

Bağımız gül olaydıEtrafı göl olaydı

Beni senden ayıranGözleri kör olaydı

Bahçeye gel seni görümEl uzat bir gül verimAramız dağlar aldı

Ben seni nasıl görüm

Bağa indim budanmışBülbül güle dadanmış

Ben yarı benim sandımYar ellere aldanmış

Büyük havuz olaydıEtrafı gül olaydı

Beni yardan edeninÇist gözü çıkaydı

Bülbülün yüzü gülmezGülün açtığı görmezGine bülbül asildir

Page 222: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

222

Gülün terkini vermez

Çaya indim ağlarımGülü deste bağlarım

Deseler yarin geliTeneşirden kalkarım

Dağlara lale düştüGüle velvele düştüYazığım ona geliElden ele düştü

Dağlarda meşelerdeGülsuyu şişelerdeEllerin yarı geldi

Ben kaldım köşelerde

Dicle yanında dikenYaktın gonca gül ikenTanrım sana koymıyaÜç günlük gelin iken

Diyarbekir sarayımSeni kimden sorayım

Mektuban hayran oldumGül cemalin göreyim

Dicle gibi akh güzelGül menekşe takh güzelBen sokaktan geçerkenPencereden bakh güzel

Ekin ektim gül bitti

Dağlarda bülbül öttiÖtme bülbülüm ötme

O yar elimden gitti

Esmerler beyaz olurGül açılır yaz olur

Bu yarıma gül dememGülün ömrü az olur

Gel benim meşhur gülümDaim gül taşır gülümDedim aşka yakın gel

Demedim şaşır gönlüm

Gül ektim gül bitti mi?Yara haber gitti mi?

Yar üstüne yar sevmişBaşı göğe yetti mi?

Gül kopardım daş ileGözüm doldi yaş ileNerelere gideyimBu sevdalı baş ile

Güzelim uyanda gelGüllere boyanda gelAnan izin vermezseAllah’a dayan da gel

Gökte yıldız sayılmazGül dikenden ayrılmaz

Sevdiğinle yatarkenUykulara doyulmaz

Page 223: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 223

Karanfil oylum oylumGüle benzettim boyun

Yağmur yağar yer doymazBen senden nasıl doyam

Karpuzun al dilimiNettin benim gülümüGülümü koklayanlar

Göze alsın ölümi

Karşıdan gördüm seniGül iken sevdim seniÖpmeğe kıyamadımEllere verdim seni

Karnfilem mil gibiYanağında gül gibiYanın sıra gelirimSatın alma gül gibi

Köşkünün ögi çayırGülü dikenden ayırSenin aşkan düşeli

Yaniyam cayır, cayır

Karanfil pembe, pembeNe hata gördün bendeÖlüp mezara girsem

Gine gönlüm var sende

Mendili dört köşeliEtrafı gül döşeli

Bin günün bir gün olsun

Senden ayrı düşeli

O güller ah o güllerBülbüller düğün eylerAşk maşukun görseDüğünü o gün eyler

Portakal dilim dilimGel otur benim gülüm

Ne dedim neden küstünLal olsun benim dilim

Portakal leymun toplaGül destesi ayıkla

Sen benim olacaksınGece gündüz sayıkla

Pembe gülün daliyamAltındaki hariyam

Çayır çimen üstündeBir ufacık ariyam

Page 224: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

224

HOYRATLARBülbül öter

Gül açar bülbül öterO bir ay dili laldır

Gülende bülbül öter

Böyle bağlarYar başın böyle bağlar

Gül açmaz bülbül ötmezYıkılsın böyle bağlar

Diken güleSarılmış diken güleAlem gözünü dikmişSevdiğim diken güle

GüldüğümüBaşta yazma yemeniUcunda gül düğümü

Akh felek çok gördün zaarBir kırtik güldügümü

GülmenemBülbül benem gülmenem

Gönlü şad olan gülsünBen dertliyem gülmenem

Gül senindirBağ senin gül senindirKendin gül adın çiçek

Korkma gönül senindir

Gül eser

Rüzgar eser gül eserBağbancı hayranınamYâr yatağın güle ser

Gül terinÇiçek yerin gül yerin

Yüz bin çiçek toplansaGene tutmaz gül yerin

Güle damlarGül suyu güle damlarKendi gül hanesi gülOturan gül adamlarBülbülün gözü yaşı

Her seher güle damlar

Gül almayaSarılmış gül almayaRakibin haddi var mıElimden gül almaya

Gülerken

Bilmem ki yaz mı gelmişNiye açmış gül erkenAklım başımdan gider

Gülde benGölgede ben günde ben

Sen otur dal başınaKoy yanam günde ben

Gül çimendeAçılmış gül çimende

Page 225: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 225

Yara bir mendil olumGül bahçede çimende

Gül sanaSevin sana gül sana

Sevdim elimden aldınKokladığım gül sana

Gül memendenGül kokar gül memenden

Can evi viran olurKaş çatıp gül memenden

Gül nakiliElimde gül nakili

Yar beni kabul etseVerirem gül nakili

Gül demedi Elinde gül demedi

Ya ben nasıl güleyimYâr bana gül demedi

Gül demedi Bülbül menem gül menem

Göynü şat olan gülsünBen dertliyem gülmenem

Gül ambarıHoş kokar gül ambarıElde var deste, desteBizde var gül ambarı

GülfidanaSarılmış gülfidana

Yara derin el yetmezİş kaldı yaradana

Gül fidanıDikmişem gül fidanıYarım bu ilden getse

Koparırım fiğanı

Gül demediElinde gül demedi

Ya ben nice güleyimYar bana gül demedi

Gelen aydaGül kokar gelen ayda

Yar ile konuşaydıkGüllükte gelen ayda

MendilineGül koymuş mendilineFelek fiskesin vurmuşGönümün kandiline

Sarı gülKat katı gül sarı gülHep ellere gülersin

Birde bizden sarı gül

Sına beniBir gül ver sına beni

Eller sardı sınadı

Page 226: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

226

Sende sar sına beni

Senin yerenGül serdim senin yerenYar bilir ben seninemBen ölem senin yeren

SinesineGül takmış sinesineNe elim ele değdiNe sinem sinesine

MAYALARÂşık oldum bir güleBülbül gibi sarardım

Di gel yanıma Halil kardeşimGüzelin uğruna kırılsın başım

Bağban oldum bir gün bağan girmedimEl uzadup gonca gülün dermedim

Vefasız yar hiç bir sefan sürmedimNe bileydim böyle sonsuz olduğun

Bizden selam olsun gül yüzlü yâraFelek bizi salmış bu rüzgara

Hiç name göndermez bizim diyaraGözüm dost yolunda kalacak oldu

Dost bağında ne bülbülem ne gülemFelek koymaz ne şad olam ne gülem

Alem bilir öz halimde değilemVurulmuşam bir esmere ağlaram

Diyarbekir diyarımdır ilimdirBöyle yapan beni benim dilimdirÂlem bilir o yâr benim gülümdür

Ölsem bile vaz geçemem senden yâr

Göç, göç oldu ben ayrıldım gülümdenBiraz yamanların gönlü hoş olsun

Bu ayrılık bana yektir ölümdenAğlayayım bu gözlerim kan dolsun

Hangi bağın bağbanısan gülüsen Aklım aldın deli ettin beni sen

Bin yıl geçse yine kendi malımsanUmaram ki bir gün evvel gelesen

İki bülbül havaidir havaiİner gül dalına yapar yuvayi

Benim sahan eylediğim duayiYerde kitap gökte melek yazamaz

Kırmızı gül goncasına benzersinGöz ucuyla hunu bağrım ezersinBeni koyup kimler ile gezersin

Page 227: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 227

Değil kuldan Allah’ından bulasın

Kapayın camları esmesin yellerGidiyor nazlı yâr duymasın elleAçsın bahçedeki kırmızı güller

Gülünü ben derem dikenin eller

Kırmızı gül goncasına benzersinYeni ayın incesine benzersin

Beni koyup el yar ile gezersinBen başımı hangi taşa çalayım

Rihan ekmiş gül ekmemişemUnutmuş dibine su serpmemişim

Elâ gözlerine kurban olduğumBunca hasretini hiç çekmemişim

Sende lale sende sünbül sende gülBen ağlaram hatırım için sende gülBen bu bağın bağbaniyam sende bilSenin için gül dermeğe gelmişem

Şeker olum şerbetine katılamÇist gül olum kâkülüne çatılan

Kul olayım sipahide satılanSen beğim ol gel pazarda al beni

Page 228: Gül Şehri Diyarbakır

Bölüm 4

Page 229: Gül Şehri Diyarbakır

FARKLI KÜLTÜR VE DİNLERDE GÜL

Page 230: Gül Şehri Diyarbakır

FARKLI KÜLTÜRLERDE GÜL SEMBOLÜ

Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi FDB. Dinler Tarihi A.B.D.Yrd. Doç. Dr. Muharrem YILDIZ

Page 231: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 231Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi FDB. Dinler Tarihi A.B.D.

GİRİŞKendisine yüklenen anlamlar yönüyle gül, milli kültürde ve evrensel kültürde önemli bir semboldür. “Gül” kelimesinin Türkçe’ye, telaf-fuzundaki yakınlığı itibariyle Farsçadaki “Gûl” kelimesinden geçtiğini söylemek mümkündür. Urducada ki “Gulâb” ve Hintçedeki “Gulaba” kelimeleri de, gül manasına gelen ve dilimiz-deki gül kelimesine en yakın lafızlara sahip sözcüklerdir.

Gül kelimesi Latince’de kırmızı anlamına gelen “rosa” (Rosa damascena Miller) kelimesiyle ifa-de edilir. Anlamı "kırmızı" olan latince rosa ke-limesinden gelmektedir. Fakat güller çok fark-lı renklerde bulunur ve latince olarak "roses" olarak adlandırılır.236Özellikle Alman ve İngiliz gibi batı toplumlarının dillerinde “Rose” ile karşılanan gül kelimesi, Macarca’ da “rózsa”, Hırvatça da “ruža”, Fince de “ruusu”, Rusça’da “Rouz”, Arapçada “werdeh” Ermenice de “vard” gibi kelimelerle ifade edilmiştir. Beyaz, sarı, kırmızı, pembe, turuncu, mor, vb. renkle-riyle, kat kat yaprakları, tomurcuk, gonca ve katmanlarıyla, salkım saçaklarıyla, dikenlerin arasında korumaya alınmış bir sanat harika-sı olması yönüyle, milletlerin dillerinde farklı farklı kelimelerle ifade edilse de aslında onun dili evrenseldir. Gül, sadece bir çiçeğe isim de-ğildir. O aynı zamanda fizikî özellikleriyle insa-nın gönlünü ferahlatan bir semboldür. Gül; in-

236 http://www.cicekansiklopedisi.com/cicek/140-GuL.html 20.06.2011.

sanın içini serinleten kokusu, rengi ve güzelliği ile bütün kültürlerde dikkatleri hep kendi üze-rine çekmiştir. O, bazen daha gözünü dünyaya yeni açmış minicik bir kız bebeğin adına sıfat olmuş, sevginin ve şefkatin dili olarak tomur-cuklanmış ve taçlanmıştır.

İşte biz bu çalışmamızda farklı kültürlerde ken-disine pek çok anlamlar yüklenen “Gül”algısı ve sembolü üzerinde duracağız.

Geçmişten Günümüze Kadim Kültürlerde GülGül genel olarak, kültürlerde sevgi ve neşe çi-çeği olarak bilinir. Kutsal bir özelliği olduğuna inanılan gül, çok eski tarihlerden beri bilin-mektedir.

Gülün tarihine bakılınca milyonlarca yılı in-celemek gerekir. Gülün insanlar için ne kadar önemli olduğunu geçen milyonlarca yıllardan anlamaktayız. İnsanlık tarihi için binlerce yılı zikrederken, gülün tarihine inmek için daha gerilere gitmek gerekir. İlk Gül fosili 3,5 mil-yon yıl öncesine aittir ve Irak’da Sümer kita-belerinde kayıtlara geçmiştir. Bilinen bu ilk güllere “Damask“ gülleri denir ve eski Mısır mezarlarında bulunmuştur.237 Belgelere göre, yaban gülü (Rosa Canina) çok eski zamanlar-da Orta Asya’da tanınmakta ve bilinmektedir. Mitolojide eski Yunanlıların güzellik Tanrıça-sı Aphrodite’in doğuşu sırasında vücudundan

237 http://www.cicekansiklopedisi.com/cicek/140-GuL.html (Erişim Tarihi:20.06.2011)

Page 232: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

232

akan köpüklerden oluştuğuna inanılan gülün, Hint efsanelerinde de dinî ve kozmogonik238 bir mânâsı vardır. Hindistan’da, Eski Suriye ve Mısır’da ona tapıldığına dair bazı işaretlerden de söz edilmektedir.

Ünlü Çinli bilge Konfüçyüs de, yaşadığı devir-de; yani İ. Ö. 551–479 yıllarında, Çin impara-torunun kütüphanesinde “gül yetiştiriciliği ve kültürü” hak-kında altı yüz kitabın bulundu-ğunu yazmaktadır. İ.Ö. 5. yy. da Çinliler, imparatorluk bahçe-sinde yetiştirdikleri güllerden gül suyu çıkarmaktaydılar. An-cak bu yağdan faydalanma ve kullanma hakkı sadece elit kast sınıfına aitti. Halktan birinin gül suyuna sahip olduğu duyul-duğunda da, o kişi veya kişiler ölümle cezalandırılıyorlardı.

Bir başka inanışa göre ise gül, Dionysos’un kutsal çiçeğidir; bu sebeple sofraların başköşe-lerinden hiç eksik edilmemiş, bazen de yaprakları mezarlara serpilmiştir. Mısır duvar resimlerinde ve çeşitli kral mezar-larından çıkarılan ‘gül desenli’ arkeolojik bul-

238 Kozmogoni(k): (Fr. Cosmogonie) Kâinatın meyda-na geliş sistemi;(k) Kosmogoni ile ilgili bkz. Özön, Mus-tafa Nihat, Türkçe-Yabancı Kelimeler Sözlüğü, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1962, s. 123.

gular, İ.Ö. 5. yy.’dan Kleopatra zamanına kadar gitmektedir. Kleopatra’nın “Romalı” olan her şeye karşı büyük bir ihtiras duyduğu, gülü de ‘çılgınlık derecesinde’ sevdiği bilinen bir ger-çektir.239

Eski Suriye ve Mısır’da gül üzerine efsaneler bulunmaktadır. Roma döneminde aşk ve neşe çiçeği sayılan gül, geniş çaplı ziyafetlerde vaz-

geçilmez bir çiçek olarak dikkat çekmektedir.240 Zira gül taşlara 30–40 milyon yıllarla ifade edi-len imzalar bırakmıştır. Molekü-ler biyologlara göre gülün yaşı 200 milyon yılı buluyor. Bundan dolayı olsa gerek gülün eski medeniyetlerin mitolojilerin-de yer ettiğini görmekteyiz.241 Bazılarına göre gülün tarihi, Mezopotamya’ya, Babilliler za-manına kadar iner.242 Bu bilgi-lerden, gülün Doğu’dan, Orta Doğu, Anadolu ve Yunan Adaları yolu ile Batıya geçmiş bir çiçek olduğu anlaşılmaktadır. Hatta

239 http://www.ekoses.com/ekolojikyasamportali/bpg/publication_view.asp?iabspos=1&vjob=vdocid,148055240 Yılmaz, Kâşif, “Gül”, TAED, C. 3, Dergâh Yay. İstan-bul 1973, s. 382–383; Tanç, Nilüfer, “Rifâî’den Oscar Wilde’a Gül ve Bülbül”, TAED sayı: 39, İstanbul 2009, s. 967–987.241 Altıntaş, Ayten; Gül Gül Suyu & Tarihte Tedavide ve Gelenekteki Yeri, İstanbul 2009, s. 13.242 Tanç, Nilüfer; Rifâî’den Oscar Wilde’a Gül ve Bülbül TAED 39, 2009, 967–987.

Page 233: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 233

denilebilir ki, gül türlerinin çoğunun anavatanı Asya’dır. Güzel kokusu ve gösterişli çiçekleriyle hemen hemen bütün dünyada yaygın olarak ye-tiştirilir. Sadece Anadolu’da tabii olarak 25 ka-dar gül türüne rastlanır.243 Mezopotamya’ya ait bir kil tablette gül ile ilgili önemli bilgilere ula-şılmıştır. Akad kralı I. Sargon (2684–2630 İ.Ö), 5 bin yıl önce Dicle kıyılarına yaptığı bir seferden dönüşünde Ur şehrine asma, incir ve gülfidanla-rı getirmiştir.244

Halikarnassos doğumlu, tarihin ve “tarih ya-zıcılığının babası” Heredot’un verdiği bilgile-re göre, Babil Kralı ve aynı zamanda, bugün Dünya’nın yedi harikasından biri olarak say-dığımız, ünlü Asma Bahçeleri’ni yaptıran Na-bukadnezar, kendi sarayının etrafını süslemek için güller yetiştirmiş, sarayında dekor olarak gülleri kullanmıştır. “Babil’in asma bahçeleri” ismini belki de bu güllerden almıştır.

“Persia” adını verdiği parfüm yağını geliştir-miştir. Homeros’un İlyada’sında Achylles’in kalkanının güllerle bezeli olduğu anlatılır. Bu-radan da hareketle Antik Yunan medeniyetin-de de yaban gülünün bilindiği ortaya çıkmak-tadır.245

Yine tarihçi Heredot, Frigler’in İ.Ö. 300’lü yıl-243 Ana Britannica, ISBN,975–7760–01–3, İstanbul 1994, c. 14, s. 178.244 Altıntaş, Ayten; age. 2009, s. 14–15.245 http://www.2de1.com/bilelim.ogrenelim/114406-gullerin.tarihi.html

larda yaşadığı tahmin edilen ünlü kralları Midas’ın, üç yapraklı güllerin yetiştirildiği, mis kokulu saray bahçelerinden ve Yunanistan’a güllerin buralardan geçmiş olduğundan bah-setmektedir.246

Antik çağda, gülün ortaya çıkışı ile ilgili olarak birçok efsane üretilmiştir: Bir örnek vermek gerekirse, Güzellik Tanrıçası Afrodit’in doğuşu sırasında vücudundan akan beyaz köpüklerden bir gül ağacı bitmiş, sonra, Afrodit onu Tanrı-ların içeceği nektar ile sulayınca da bu ağaç, beyaz bir gül vermiş. Yıllar geçmiş ve Afrodit- Adonis aşkı doğmuş. Adonis ve sevgilisi Afrodit kırlarda, bahçelerde beraberce eğlenirken, bu durumdan hoşlanmayan ve böyle bir aşkı kıs-kanan bazı tanrılar, yaban domuzunu onların üstüne salmışlar; Adonis kasığından yaralan-mış. Afrodit sevgilisine yardım için koşarken ayağına diken batmış. Her nasıl olmuşsa ol-muş, bir damla kan Afrodit’in sembolü ve çiçe-ği kabul edilen beyaz gülü kırmızıya boyamış, Adonis de sevgilisinin bakışları arasında can vermiş. Kanının toprağa karıştığı yerlerde ise Manisa Lalesi (Lale-i Numan) denilen çiçekler çıkmış.247

Romalılar ziyafetlerde o kadar çok gül kullanırdı ki, en azından bir misafirin tavandan dökülen gül yap-

246 a.y.247 http://www.2de1.com/bilelim.ogrenelim/114406-gullerin.tarihi.html

Page 234: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

234

rakları altında boğularak öldüğü bilinmektedir.248

Romalılarda gül sevgisi devam etmiş ve o, aşk ve neşe çiçeği sayılmıştır. Düzenlenen “Oyunlar”da Roma’nın bütün caddeleri güller-le süslenir, yapılan eğlencelerde sofralar gül-lerle donatılır, cariyeler ve rakkaseler de gül çelengi takarlarmış. Hatta Neron’un, verdiği bir davette gelenleri gül yapraklarıyla karşı-ladığı ve misafirlerinin altına gülden yataklar serdiği de anlatılmaktadır. Roma’da gül, tıpta ve yemek yapımında kullanıldığından, geniş gülistanlar ve gül bahçeleri bulunmaktaydı.249

Zend Avesta’da250 ise gül, daha çok dinî ve koz-mogonik anlamları ve çağrışımlarıyla ön plan-dadır.

Kilise ve Şapel Mimarisinde Kullanılan Gül Motifl eriBir aşk işareti olarak gökten indirildiğine ina-

248 http://www.cicekansiklopedisi.com/cicek/140-GuL.html 20.06.2011.249 a.y.250 Zend Avesta: Eski İran dinlerinden Zerdüştlüğün kutsal kitabıdır. Bu dinin kurucusu Zerdüşt, Gatalar denen dörtlükler yazmıştı. Bu dörtlükler Avesta´da toplanmıştı. Bu yazılar, Zerdüşt´ün neye inandığını ve Zerdüştçülüğün temellerini anlatan tek belgedir. Aves-ta dilinin "zaray"-sarı manasında Eski Türkçe ile ortak kelimeler mevcuttur. Hâlâ da Zerdüştlüğü benimseyen az sayıda Kırmanç bulunmaktadır. Avesta 21 kitaptan oluşmakta iken, İskender'in işgali sırasında yok olan kitaplardan sadece Yasna, Visparad ve Vendidad (veya Videvdat) kalmıştır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Aves-ta)

nılan gül, kilise, şapel251* mimarisinde özellikle de vitrayli gül pencere bütün gotik katedral-lerde de kullanılmıştır252 ve bugün “gül pen-cere” dediğimiz bu pencere türünün örnek-lerini ünlü Chatres Katedrali, Antakya’daki St. Pierre Kilisesi, Almanya’daki Reims Katedrali vs. yerlerde görebilmekteyiz. Aşağıdaki resim-lerde bu örnekleri somutlaştırmaya çalıştık. Germenler, kutsal mabetlerin etrafını yabani güllerle çevirir; gülü Romalılardaki gibi bir aşk sembolü sayar ve genç yaşta ölen sevgi-lilerin mezarlarının başına -bu anlayışa dayalı olarak – gül ağaçları dikerlerdi. 253

Reims Katedrali- İç ve Dıştan Almanya; Avrupa’nın

çeşitli katedrallerden örnek gül motifl eri

251 * Şapel: Bir kilise veya ibadet yeridir. Genelde ufak olur ve başka bir mimari yapıya bağlıdır; örneğin bü-yük bir kiliseye, bir hastaneye, bir eğitim kurumuna, bir hapishaneye veya bir cenaze evine bağlı küçük bir ma-bet. Belirli mezheplerin belirli şapel gelenekleri vardır, bazıları her kilisenin arkasına bir de Meryem Ana şape-liyaparlar. (http://www.turkcebilgi.com/%C5%9Fapel/nedir)252 Esiz, Bora, “Gotik Sanat”, Kıbrısca, http://www.kibrisca.com/page.asp?PID=48&ResetModules=True253 Esiz, Bora, a.y.

Page 235: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 235

Bu dönem Almanya’sında bahçe gülü, yani ehlî gül, daha çok halka kapalı manastırlarda ke-şişler tarafından yetiştirilmekteydi; ve geniş kitlelere tanıtılması Haçlı seferlerinden dönen askerlerin, Orta Doğu, İran ve Anadolu’dan yeni gül çeşitlerini Avrupa’ya taşımaları sonucun-da olmuştur. Ayrıca, o dönemde Yahudiler’in “Gül Bayramı’na Germenlerde de rastlanmak-taydı.254

Anlatılan başka bir efsanede ise Afrodit, oğlu Eros’a gülü hediye eder. Ve böylece de gül -belki de ilk defa- bir aşk sem-bolü olur. Eros da aynı gülü, Sessizlik tanrısı Harpocrates’e, annesi hakkında çıkabilecek dedikoduları önlemek için, ve-rir. Böylece de gül ‘sessizlik ve gizlilik’ sembolü olma özelliği kazanır.255

Gül geçmişten günümüze he-men her asırda, kokusuyla rengiyle çeşitli türleriyle ilgi görmüş sarayların çevresini, bahçeleri süslemiştir. Uzun bir zaman dilimi içinde birçok coğrafyada yapılan çoğaltma ve melezleştirme çalışmaları sonucunda günü-müzde dünyamızda gül çeşidi sayısı 18 bine ulaşmıştır. Bu kadar çeşit gül, aslında 150 çe-

254 Esiz, Bora, a.y.255 Esiz, Bora, a.y.

şit “rosa” türünden doğmuştur. Botanik bilim-ciler 150 çeşit rosa türünü tanımlamışlar ve bütün gülleri belirledikleri guruplara yerleştir-mişlerdir. Dolayısıyla tanıdığımız bütün güller bu soyların çeşitli fertleridir. Ülkemizde de bu şekilde kendine has 25 tür tespit edilmiştir. Türkiye fl orasında yetişen 25 çeşit gül kendine özgü bir biçimde ve yabani olarak bulunmak-

tadırlar.256

Fransa’nın Verdun kasabası Be-lediye Başkanı’nın genç yaşta ölen Rose (gül) isimli kızı için ünlü Fransız şairi Malherbe bir mersiye yazar. Yazma işi çok uzun sürer. Başkan kızının mâtemini unutur. Hatta zaman geçer ve başkan da ölür. Şiirin yazılışı uzun bir süre sonra bi-ter. Şaire çevresinden; “Sen bu şiiri belediye başkanını teselli etmek için yazmıştın. Hâlbuki teselli edecek kimse kalmadı” derler. Ünlü şair buna şu tari-hi cevabı verir: “Kabahat bir şiirin yazılacağı zaman kadar

yaşamayan belediye reisindedir.” Yazılan şiir: “Gül, bir gül’dü ve güller kadar kısa yaşadı” ma-nasına geliyordu. Yani gülün ömrü azdır. İşin özü, bir güle benzettiği kızın çok genç yaşta ölümü, ömrünün gülün ömrü kadar kısa olma-

256 Altıntaş, Ayten, Gül, Gül Suyu ve Tarihte Tedavide ve Gelenekteki Yeri, İstanbul 2009, s. 11.

Page 236: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

236

sına benzetilmesidir. Bugün kimin söylediğini dahi bilemediğimiz anonim bir Türk mânisinde aynı konunun dört satırlık bir kıtada özetlen-mesi ise çok manidardır:

Dere boyu saz olur,Gül açılır yaz olur,

Ben yârime Gül demem,Gül’ün ömrü az olur.

Güller sadece şairlerin değil, bitki bilimcilerin, kimyacıların, bitkiyle tedavi uzmanlarının ve onun şaşırtıcı gücünden yarar-lanmak isteyenlerin de dünya-sıdır.

Yaban gülü cins ve türleri ol-dukça fazladır ve bunların 40 kadarı Avrupalıdır. Yetiştirilen gül çeşitlerinin sayısıysa bin-leri aşar. Bugün botanikçilerin ve bitki yetiştiricilerinin her gün bir yeni cins elde ettikleri söylenebilir. Ve bu sihirbaz çi-çek, bahçelerde erguvandan, ametisten daha parıltılı bir mora, kırmızıdan pembeye, sarıdan portakal rengine, hiçbir im-paratorun tacında görülmemiş rubi’den (kır-mızı yakut) safire (gök yakut) olağanüstü bir tablonun ortaya çıkmasını sağlar.257

257 http://www.dogadansifaya.com/gul-ve-gulun-faydalari.html

Kültür Tarihimizde Gül Etrafında Şekillenen TerminolojiTarihimiz boyunca gülün konu olduğu birçok terim ve kavram gelişmiştir. Güle yüklenen anlamlar dini içeriğe sahip olduğu gibi mecaz anlamlarda ifade etmektedir. Gül ile başlayan çeşitli siyasî, edebî, mûsiki, mimarî ve tasavvufî muhtevaya sahip kavramlara ve eserlere de

rastlanmaktadır. Gülşen Âbad, Gülbaba, Gülbaba Tekkesi ve Türbesi, Gülbün-i Hânân, Gül ü Nevruz, Gül–i Sâd Berk, Gü-listan, Güldeste-i Riyâz-ı İrfan, Gülşen-i Envâk, Gülşen-i Hule-fa, Gülzâr-ı İrfan, Gülşen-i Râz Gülzâr-ı Savâb, Gülşenname, Gülşeniyye, Gülşen-i Saruhânî, Gülşen-i Şuarâ, Gülzâr-ı Sulehâ, Gülbahar Hatun, Gülbahar Ha-tun Camii ve Türbesi, Gülhane Hatt-ı Hümayunu, Gülhane Kas-rı, Gülbank, Gülizar gibi.

“Gül bir “saray istiâresi”dir. O, bütün bir ihtişamı, gösterişi ve görkemi ile merkezde bu-

lunan ve çevresindeki diğer değerlerin de bu nisbette önemli ve değerli olduğu bir varlıktır. Onu bu denli önemli ve değerli kılan ise gücü-nün kaynağının semavî oluşudur. Zira yeryüzü bahçesi, gökyüzünün bir yansıması ve sureti-dir. Nasıl ki yeryüzü bahçesinin en kıymetli çi-çeği, çiçeklerin sultanı olan gül ise; gökyüzün-

Page 237: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 237

deki yıldız ve gezegenlerin sultanı da güneştir. Ve bunların her ikisi de (gül ve güneş) gücünü Mutlak Varlık’tan alır. Allah’ın Cemal ve Celâl sıfatları sevgilide tecelli etmiştir. Sevgili, hü-kümdara benzer; çünkü o, kalp âleminin sul-tanıdır. Kâinat esasen bütünüyle hiyerarşik bir düzen şeklinde tanzim edilmiştir. Bu hiyerarşik düzenin en üst katmanında veya kademesinde diğer bütün varlıkların gücünü kendisinden aldığı, merkez konumda bir merci vardır ki o da arzî ve semavî bütün güçleri elinde bulun-duran Yüce Allah’tır. O’nun yaratmış olduğu ve kurduğu bu düzenin her bir basamağında bu hiyerarşik yapılanmayı ve bütünlüğü gör-mek mümkündür.258 Ve sembolik olarak ilahî nizama uygun bir surette bir de onun yansı-ması söz konusudur. İlahî ve beşerî bu nizamın kaynağı yukarıda da zikredildiği üzere Mutlak Varlık olan Allah’tır. Çünkü her şey O’nun ira-desine bağlıdır ve her şey onun etrafında dö-ner. Bu düzende, semavî yapıdan arzî yapıya yönelindiğinde iç içe geçmiş katmanların her birinde yer alan bir âlem ve onun bir de mer-kezi vardır.”

Gül, çiçeklerin en güzeli, prensesi, şahı, pa-dişahı... Gül, Doğu’da yetişmiş, Batı’ya, Mezopotamya’ya Anadolu yoluyla seyahat et-miştir. Bu nazlı çiçek hakkında yukarda da te-mas ettiğimiz gibi birçok hikâye ve efsane an-

258 İpek, Abdulmuttalip, Klasik Türk şiirinde Gül Redifl i Kasideler, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ 2008, s.10.

latılır. Süslemelerin başköşelerini kapan gül, kokusu, rengi ve şekliyle şairlerin ilham kay-nağıdır. Dinî kitapların kapaklarında, mabet-lerde, kılıçların kabzalarında, oyalarda, yaz-malarda hep gül motifi bize tebessüm eder.

Gül motifini Kur’an-ı Kerim sayfalarının kenar-larında da görürüz. Hizip, cüz bölümlerini gös-teren süsler ve tezhiplerde yine yazma kitap-ların sayfa kenarlarında, çevresi tezhiplenmiş, ortası boş, yuvarlak motifl er genellikle hep gül motifl eri olmuştur.

Gül bülbülün üzerine konduğu dikenli bir gül dalı olduğu kadar başka konularla da ilintilen-dirilmiştir. Mesela yukarıda da geçtiği üzere, Hint kültüründe gül ile çam arasında da ilgi kurulmuştur. Farsça “Gul u Şanavbar” ifade-siyle Hint kaynaklarında geçmektedir.259

Bir fikir vermesi bakımından bazılarından söz etmeden geçemeyeceğiz. Ayrıntı ve kaynakça-larıyla birlikte, Türkiye Diyanet Vakfı’nın hazır-ladığı (DİA) İslam Ansiklopedisi’nin 14. cildin-de yer alan bilgilerden bazılarını burada özet hâliyle sunmaya çalışacağız:

Gülşen Âbad: Şemseddin Sivâsî’nin (ö. 1006/1597) tasavvuf mesnevisi. Halvetiyye tarikatının Şemsiyye kolu nun kurucusu Şem-seddin Sivâsî’nin aru zun “mefâilün mefâilün

259 İslam Ansiklopedisi, M.E. B. İstanbul 1964, c. 4, s. 831.

Page 238: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

238

feûlün” kalıbın da yazdığı beyitten meydana gelen eser, dinî-tasavvufî edebiyat çerçeve-sinde telif edilen en orijinal mesneviler-dendir. Çiçeklerin sırayla bir meclise gelerek konuşmalarını anlatan Gülşen - âbâd, Yunus Emre’nin, “Sordum sarıçiçeğe” mısraıyla baş-layan ilâhisi gibi intak sa natına dayalı olarak kaleme alınan az sayıdaki eserlerden biridir. Gerek divan edebiyatı gerekse dinî-tasavvufî edebi yat alanlarında yazılmış bu nitelikte baş ka bir mesneviye henüz rastlanmamış tır. Baştan sona muhayyel bir atmosfe rin tasvir edildiği bu alegorik eser Şeyh Galib’in “Hüsn ü Aşk’”ın da çok başarıyla kullandığı üslûbun ilk örneklerini de için de barındırmaktadır. Allah’a tazimden, Hz. Peygamber’i (s.a.s) ve ashabını metheden klasik bir başlangıçtan sonra şair âdeta gerçek üstü bir tabiat manzarası çiz-mektedir.260

Gülbaba (ö. 948/1541): Mutasavvıf şair. Ha-yatı ve tarihî şahsiyeti hakkında çe şitli rivayet-ler vardır. Evliya Çelebi’nin babasından naklen verdiği bilgiye göre bir Bektaşî dervişi olan Gülbaba Amas ya’nın Merzifon ilçesinde doğ-muş, Fâtih Sultan Mehmed. II. Bayezid, Yavuz Sul tan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman dö-nemlerindeki birçok savaşa katılmış ve 948’de (1541) Budin seferinde şehid olmuştur. Bu din fethedildikten sonra 200.000 askerin katıldı-ğı ve Kanûnî’nin de hazır bulun duğu cenaze namazını Ebüssuûd Efen di kıldırmış, Osman-

260 Aksoy, Hasan, “Gülşen âbâd”, DİA, c. 14, s. 255.

lı Türkleri’nin Gültepe yada Gülbaba bayırı olarak adlandır dıkları, Budapeşte’nin Buda yakasında ki kalenin dışında, Kâlvâria (Ka-baktepe veya Mihnet tepesi, bugün Gültepe) de nilen yere defnedilmiştir. Halen türbe nin içinde bulunan bir levhada ise Budin’in fet-hinden birkaç gün sonra Eylül 1541 ‘de, Aya Mâria Mâthias Kilisesi’nden bozma Fethiye Camii’nde cemaatle namaz kılarken öldüğü yazılıdır. 261

Gülbün-i Hânân: Halim Giray’ın (ö. 1239/1823) Kırım hanlarının biyografilerine dair eseri. Kırım hanlarının toplu biyografisini ve ren en önemli eser olan Gülbün-i Hânân’m müellifi Halim Giray 1772’de Kı rım’da doğdu. Vize’de sürgünde iken ölen hanlardan Şehbaz Giray’ın oğludur.262

Gül ü Nevruz: 15. yüzyıl Çağatay şairlerinden Lutfî’nin Celâleddin Tabîb’in aynı adı taşıyan Farsça eserinden tercüme yoluyla meydana getirdiği âşıkane mesnevisi.

Gül–i Sâd Berk: Klasik Türk edebiyatında yüz sayısına bağlı olarak düzenlenen değişik tür-deki eserlerin ortak adı. “Yüz yapraklı gül” an-lamına gelen gül-i sâd-berk tamlaması divan edebiyatında yüz beyit, yüz gazel, yüz beyitlik 261 Kaçalin, Mustafa S.; “Gülbaba”, DİA, c. 14, s. 227–228; Ayrıca geniş bilgi için bakınız; İslam Ansiklopedisi, M.E.B., İstanbul 1964, c. 4, s. 832-836.262 Ürekli, Muzaff er; “Gülbin-i Hânan”, DİA, c.14, s. 235–236.

Page 239: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 239

kasi de, yüz hadis, yüz mektup gibi yüz sayısı esas alınarak yazılan eserlere verilen addır. Bunlarda sayı her zaman yüze ulaşmamakla beraber müellifl er, sayı bakımından eksik olan bu türdeki çalış malarına da aynı adı vermiş-lerdir. Gül-i sad-berk tabirine Fars edebiyatın-da rast lanmamakta, bunun yerine daha çok sad-berk (“katmerli gül”) ve gül-i sad-berg-i asuman (kinaye yoluyla “âlemi aydınla tan güneş”] tamlamala-rı görülmektedir. Türk edebi-yatında “Gül-i Sad-berk” adıyla yazılmış iki eser kronolojik ola-rak şöyle sıralanabilir:

1. Mesîhî’nin (ö. 918/ 1512) Gül-i Sad-berg’ Doğum, ölüm, düğün gibi olaylara; tebrik, tavsiye, şikâ yet ve teşekkür gibi konulara dair yüz ka dar mektup örneğinden meydana gel miştir. İçinde “şefkatnâme, talebnâme, irsalnâme, şevknâme, tehniyetnâme, i’lâmnâme, şikâyetname, cevabnâme, şükür-nâme, ta’ziyetnâme, ıyâdetnâme ve da’vetnâme” başlıkları altında toplam on iki mektup türüne ait örnekler bulunmakta dır.

2- Lâmiî’nin (ö. 938/1532) Gül-i Sad-berg’i Kaynak larda Lâmiî’nin böyle bir eserinden söz edilmemekle beraber Ramazan Şeşen bu adı

taşıyan bir eserin Diyarbakır İl Halk Kütüpha-nesinde bulunduğunu bildirmektedir.263

Gülistan: Sa’dî-i Şîrâzî’nin (ö. 691/1292) ünlü Farsça eseri. Salgurlu hanedanından Ebu Bekir b. Sa’d b. Zengî adına 656’da (1258) kale me alınmıştır. Gerek kendi türü (makame”) içinde gerek sanat değeri bakımın dan taklit edileme-

yen bir eserdir. Na’t ve yazılış sebebini anlatan bir önsözden sonra padişahla rın hâl ve hare-ketlerini, dervişlerin ah lâkını, kanaatin faziletini, susmanın fay dalarını, aşk ve gençliği, güçsüzlük ve ihtiyarlığı, terbi-yenin etkisini ve sohbet âdabını konu alan sekiz bölüm hâlinde düzenlenmiştir. Bölümler, çok defa gün lük hayatta karşılaşı-lan olaylar dikkate alınmıştır. Ahlâkî ve edebî so nuçlar çıkarı-labilen hikâye, nükte ve beyit-lerle süslenmiştir. Ancak bu hi-kâye ve nüktelerin her zaman bölümlerin içeriği ile bağdaştı-ğı söylenemez.264

Güldeste-i Riyâz-ı İrfan: İsmail Belîğ’in (ö. 1142/1729) Bursa’da ölmüş veya orada ya-263 Derdiyok İ. Çetin; “Gül-i Sad- Berk”, DİA, c.14, s. 225–226.* Makame: (Makamat) Meclis, Topluluk, cemaat, cemi-yet, kalabalık; Nutuk tarzında söylenen sözler.264 Yazıcı,Tahsin; Gülistan, DİA, c.14, s. 235-236.

Page 240: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

240

şamış ünlüler hakkındaki hâl tercümesi kita-bı. Güldeste-i Riyâz-i Itrîân, Tezkire-i Belîğ; Târih-i Vefeyât-i Beliğ Efendi, Güldeste-i Belîğ, Güldeste, Târih-i Burûsa gibi isimlerle anı-lan eserin tam adı Güldeste-i Riyâz-ı İrfan ve Vefeyât-ı Dânişverân -ı Nâdiredân” dır. Müellif, müsveddesinde eserin adını önce “Gül deste-i Riyâz-ı Erbâb-ı Kemâl-i Burûsa” olarak koy-muş, daha sonra bu şekilde de-ğiştirmiştir.265

Gülşen-i Envâk: Taşlicah Yahya’nın (ö. 990/1582) dinî-ahlâkî ve tasavvufî konulardan bahseden mesnevisi.

Gülşen-i Hulefa: Nazmîzâde Murtaza Efendi’nin (ö.1136/1723) 1718 yılına ka-dar Osmanlı dönemi Bağdat valilerini ve tarihîni konu alan eseri.

Gülzâr-ı İrfan: Mehmed Fahreddin Efendi’nin (ö. 1272/1856) vefeyât türündeki eseri.

Gülşen-i Râz: Şebüsterî’nin (ö. 720/1320) tasavvufî mesnevisi. Müellif, esere yazdığı yetmiş beyitlik önsözde vahdet-i vücûd görü-

265 Abdülkadiroğlu, Abdülkerim; “Güldeste-i Riyâz-ı İrfan”, DİA, c.14, s. 235–236.

şünü kısa ca anlattıktan sonra eserin telif se-bebi hakkında açıklamalarda bulunur. Dev rin büyük sûfî müellifl erinden Sühreverdî şeyhi Hüseynî Sâdât’ın, 717 Şevvalin de Tebriz’e bazı sorular ihti va eden, aruzun hezec bahrinde ve mes nevi tarzında yazılmış bir mektup gön-derdiğini söyleyen Şebüsterî, mektup kendi-sine ulaşınca meclisinde bulunanların arzusu

üzerine hemen orada aynı ve-zinle irticalen cevap verdiğini anlatır.266

Gülzâr-ı Savâb: Nefeszâde İbrahim’in (ö. 1060/1650) hat sanatı ve malzemelerine dair eseri. Müellif, zamanının bü-yüklerinden bir zatın, hattat-ların hal tercümeleriyle ahar, mürekkep, boya, kâğıt ve kalem hakkında kendisinden bir eser yazması nı istemesi üzerine bu kitabı kaleme al dığını söyler. IV. Murad’a sunulan eser bir fa-sıl ve iki babdan oluşmaktadır. “Tabakâtü’l-küttâb” adı verilen fasılda hattın ve kitabetin fazi-

leti, menşei ve aklam-ı sit-te konusunda bilgi verilir. Ayrıca ibn Mukle, İbnü’1-Bevvâb, Yâkut el-Müsta’sımî ve Şeyh Hamdullah gibi büyük sanatkârlardan başlayarak kendi dönemine kadar yeti şen hattatlarla meşhur İran ve Os-

266 Sevgi, H. Ahmet; “Gülşen-i Râz”, DİA, c.14, s. 253–254.

Page 241: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 241

manlı nesta’lik hattatlarından toplam kırk ye di kişinin biyografileri yer almaktadır. Bu bilgiler, müellifin hattatlığının yanın da hat sanatının tarihçesi ve nazariyatı konusunda da iyi bir araştırmacı oldu ğunu göstermektedir. 267

Gülşenname: Ferîdüddin Attâr’ın Mantıku’t-tayr adlı eserinin Gülşehrî (ö. 717/1317’den sonra) tarafından yapılan ve aynı adla da tanı-nan Türkçe tercümesi.

Gülşeniyye: Halvetiyye tarikatının İbrahim Gülşenî’ye (ö. 940/1534) nisbet edilen bir kolu. Bir Türkmen ailesine mensup olan İb-rahim Gülşenî anne tarafından nesebi Hz. Ali’ye ulaşır. Babası Şeyh Muhammed’dir. Diyarbakır’da doğduğu sanılmaktadır.268 ‘Gülşenî’nin Kahire’de Bâbüz-züveyle’de kur-duğu tekke İle temelleri atılan tarikat, Osman-lı topraklarında 16. yüzyıldan sonra faaliyet göstermeye ve yaygınlaşmaya başlamıştır. İb-rahim Gül şenî, mürşidi Dede Ömer Rûşenî’nin ken disine bir gül vererek, “Sen ol bâğ-ı be kanın gülşenisin” demesi üzerine mah lası Heybetî’yi Gülşenî olarak değiştirmiş, tarikatın adı da bu kelimeye nisbet edil miştir. Gülşeniyye’nin silsi-lesi İbrahim Gülşenî, Dede Ömer Rüşenî, Pîr-i Sânî Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî, Pîr Sadreddin, Ahî İzzeddin, Ahî Mîrem vasıtasıyla Hal vetiyye

267 Nuhoğlu, Hidayet Yavuz; “Gülzâr-ı Savâb”, DİA, c.14, s. 260.268 Birinci, Necat; Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, Tercü-man Yay. İstanbul 1985, s. 399.

tarikatının pîri Ömer el-Halvetiye ulaşır.

Gülşen-i Şuarâ: Ahdî’nin (ö. 1002/1593–94) şairler tezkiresi.

Gülzâr-ı Sulehâ: Eşrefzâde Ahmed Ziyâeddin’in (ö. 1198/1784) Bursa’da vefat eden şeyh, vaiz, müderris, şair ve hattatların hâl tercümelerine dair eseri.

Gülbahar Hatun (ö. 898/1492) II. Bayezıd’in annesi: Hayatı hakkında kaynaklarda bilgi bu-lunmamaktadır. Osmanlı sarayına 850 (1446) yılında girdiği, Arnavut, Sırp veya Fransız asıllı olduğu rivayet edilir. Hazi ran 1468 tarihli bir hüccette adı Gülbahar bint Abdullah şeklinde geçtiğine gö re esir veya câriye olarak saraya getirildi ği anlaşılmaktadır.269

Gülhane Hatt-ı Hümayunu: 1839’da Musta-fa Reşid Paşa tarafından Gülhane’de okunan ve Tanzimat devrini başlattığı için Tanzimat Fermanı da denilen Sultan Abdülmecid’in fer-manı.

Gülhane Kasrı: Topkapı Sarayı kompleksine dâhil günümüze intikal etmemiş kasır. Topka-pı Sarayı’nın Marmara yönün deki dış bahçeleri arasında bulunan ve Gülhane Meydanı adıyla anılan düzlüğe hâkim bir set üzerinde yüksel-diği bilin mektedir.

269 Emecen, Feridun; “Gülbahar Hatun”, DİA, c.14, s. 230–231.

Page 242: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

242

Gülbank: Tarikat toplantılarında, bazı dinî ve resmî törenlerde belli bir edâ ile veya makam-la okunan dua. Farsça’da “gül sesi” mânasına gelen kelimeye sözlüklerde birbirine yakın an lamlar verilmiştir. Dihhudâ, gülbâm ile gül-bangin Farsça’da aynı mânaya geldi ğine işa-ret ettikten sonra “coşkulu bir şekilde yüksek sesle bağırma, savaş es nasında askerlerin at-tığı nâra, müjde, bir makam adı” olarak kul-lanılışlarına dair birçok örnek vermek tedir. Mütercim Âsim gülbangi, “Mehterler nevbete baş larken ve selâtîn ü vüzerâ süvâr olurken çavuşlar yek-dehen demsâz olurlar” şek linde “alkış”a yakın olarak tarif eder.. Türkçe söz-lüklerde kelimeye, “bir cemaat tarafın dan bir ağızdan makamla çağrılan dua, ahenk, tekbir ve tehlîl; vaktiyle mektebe yeni başla-yan çocu ğun hanesi kapısının önünde mektep çocuklarının ettikleri dua”; “âyinlerde ve bazı merasim de müteaddit adamlar tarafından dua ve alkış tarzında hep bir ağızdan bağrış-ma” gibi karşılıklar verilmiştir. Gülbank okun-ması için daha çok “gülbank çekme” deyimi yaygındır.

Gülbank kelimesi Türk edebiyatında bu anlam-ların yanında başka mânalar da da kullanılmış-tır. Nef î’nin, “Tuta dün yâyı hep gülbang-i kûs-ı nusret âvâzf mısraında gülbank “zafer havala-rı vu ran kös sesi, zafer narası” anlamında dır. “Hükm-i âsafl a arşı aldı erbâb-ı salâh / İşitip gülbang-i İslâm’ı adû etti enîn” (Sürûrî) bey-tinde şair gülbank ke limesini tekbir ve tehlîl

yerine kullan mıştır. Yahya Kemal’in bir meh-ter mar şı olarak bestelenen “Yeniçeriye Ga-zel” adlı şiirinde yer alan, “Vur pençe-i Alî’ deki şemşîr aşkına / Gülbangi asumanı tutan pîr aş-kına” beytinde ise “dua ve zikir anlamındadır. Şeyh Gaüb’in bir na’tındaki, “Gülbang-i kudü-mün çekilir arş-ı Huda’da / Esmâ-i şerifin anı-lır arz u se mâda” beytinde Hz. Peygamber’in adı nın arş ve semada yankılanması gülbank kelimesiyle ifade edilmiştir. Fars ve Türk ede-biyatlarında ezan İçin ayrıca “gül bang-i Mu-hammedi” ve “gülbang-i mü-selmânî” tamla-maları kullanılmaktadır. Gülbankler yapılacak İşin hayırlı, uğur lu olması veya sağlık, esenlik, basan di leğiyle ve kalıplaşmış bir ifade tarzıy-la Allah’a yalvarıp yakarmayı dile getiren dua metinleridir. Osmanlı cemiyet ha yatında çeşit-li toplantılar yanında dinî törenlerde, özellikle tarikat âyinlerinde okunan birbirinden farklı gülbank me tinlerinin en belirgin vasıfl an, du-alar gi bi seci ve iç kafiyelerin de yardımıyla ve belli bir eda ile yüksek sesle okunmaya elve-rişli melodik bir yapıya sahip bulun malarıdır. Gülbankler, genellikle bitiri len işin ardından gülbank çekmekle gö revli kişi tarafından oku-nur.270

Gülizar: Türk musikisinde bir makam: Hüseynî makamı ile yakınlığı sebebiy le “Hüseynî güli-zar” adıyla da anılan bu makam basit ve bileşik (mürekkeb) ol mak üzere iki çeşittir.

270 Uzun, Mustafa; “Gülbank”, DİA, c. 14, s. 232–235.

Page 243: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 243

1- Basit Gülizar Makamı: Hüseynî ve mu hayyer makamları arasında, bazı özellik leriyle Hüseynî, bazıları ile de muhayyer makamlarına benze-yen, ancak onlardan ayrılan yönleri de bulunan bir makam dır. Basit Gülizar makamı, hüseynî maka mının inici şekli olması sebebiyle seyir bakımından hüseynî makamından ayrılır. İnici makamlardan olduğu için muhay yer makamı-na benzerse de güçlü per desi bakımından muhayyerden ayrı-lır. Nota yazımında donanımına Hüseynî ve muhayyer makam-ları gibi “si koma bemolü” ve “fa bakiye diyezi” yazılır. Ge rekli değişiklikler eser içinde gösteri-lir. Makamın pastoral yapısı halk musikisinde de çokça kullanıl-masına sebep ol muştur. 2- Bileşik Gülizar Makamı: Bu maka ma da "Hüseynî gülizar" adı verilir. Dizisi İnici hüseynî yani basit Gülizar makamı dizisine, yerindeki inici karcığar dizisinin ve neva perdesindeki buselik di-zisinin bir bölümünün zaman za-man katılması ile meydana gel-miştir. Bu makam bazı eser lerde, sonuna doğru bir karcığar geçkisi yapan basit Gülizar makamı şeklinde de kullanılmıştır. Nota yazımında dona-nımına hüseynî ve basit Gülizar makamlarında olduğu gi bi “si” koma bemolü ve “fa” bakiye di-yezi ya zılır.271

271 Özkan, İsmail Hakkı; “Gülizar”, DİA, c.14, s. 241–

Edebiyatta Gül

1.ŞİİRDE GÜLDoğu edebiyatlarında özellikle güzelliği bakı-mından sözü edilen bu çiçek, Türkler tarafın-dan ta eski devirlerden beri en çok kullanılan bir motist ir. Çeşitli vasıfl arının yanında daha çok sevginin sembolü olarak şairlerin ilham

kaynağı, çiçeklerin de sulta-nıdır. Şark şiirinde Gülün bü-yük bir rolü vardır. Bundan dolayı adına Fars-Türk ve Hint kitaplarının unvanlarında sık sık rastlanır.272 Gül ile Çam arasında da bir münasebet, bir ilgi söz konusudur ki buna daha ziyade Hint kaynakların-da rastlanmaktadır. Bu, “Gul u Şanavbâr” şeklinde ifade edilir.273 Rengi, şekli, kokusu, parlaklığı ve gösterişli oluşu, dikenleri, çabuk solması yani ömrünün kısa oluşu gibi özel-likleriyle Klâsik Türk şiirinde çokça islenmiş ve çağrıştırdığı anlamlar, sembolik değerler

bakımından manzumlara konu olmuştur. Gül, dünden bugüne dünyada hiçbir çiçeğe na-sip olmayan derin bir geçmişe, hiç değişme-

243.272 İslam Ansiklopedisi, M.E.B., İstanbul 1964, c. 4, s. 831.273 a.g.ans., 1964, c. 4, s. 831.

Page 244: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

244

yen bir ilgi ve sevgiye sahiptir. Ayten Altıntaş (D.1948-) hocamızın önemli değerlendirme-leri içinde; “Gül, her zaman “sevgi ve güzellik” sembolü olmuştur. Gül İslam Dünyası için de çok önemli. Hz. Muhammed’in (s.a.s) sembo-lü, O’nun kokusudur. Güller artık kokmuyor… O şık çiçeklerin, vitrinleri süsleyen güllerin koku-su yok. Gül kokusundan hoşlanmayan, hatta o kokuyu tanımayan bir nesil var. İnsanlık, belleğindeki gülü yitirmiştir.”274

Çiçekler arasında sevgiliye en çok benzeyen çiçek olarak gö-rülmüş; bununla da kalmayıp Nûr-ı Muhammedî (s.a.s) olan Hz. Peygamber’in bir sembolü olarak şiirlerde yerini almıştır. Bununla birlikte sadece bizim şiirimizde ve kültürümüzde değil “karmaşık simetrisinden, yumuşaklığından, renklerinin çeşitliliğinden ve baharda çiçek açmasından ötürü gül, hemen hemen bütün mistik gelenek-lerde, tazeliğin, gençliğin, kadın zarafetinin ve genel olarak güzelliğin bir imge-si, eğretilmesi, alegorisi ya da teşbihi olarak belirir.”275

274 Altıntaş, Ayten; Gül suyu, Tarihte Tedavide ve Gele-nekteki Yeri, İstanbul 2009, s. 7–9.275 Eco, Umberto, Yorum ve Aşırı Yorum, (çev. Kemal Atakay), Can Yay. İstanbul 1997, s. 65.

Klâsik Türk şiirinde arzî yapıların merkezi, gücünü aldığı varlık, hükümdardır. Çünkü o, Zıll-i Hüdâ’dır ve bu gücün bulunduğu yer de hükümdara bağlı olarak saraydır. Merkez olan saraydan dışarı çıkıldığında bahçe karşımı-za çıkar ve bahçede çiçekler vardır. Çiçekler içinde merkez olan bahçede ise sultan gül-dür. “Gül, bahçeyi bulunduğu yeri tıpkı güneş

gibi parıltısıyla bir merkez, bir nevi saray yapar. Hayvanlar âleminde aslanın hükümdarlığı da yüzü güneşe benzediği için-dir.” 276

2. NEDEN HEP GÜL İSMİKültürel açıdan baktığımızda, Osmanlı’da bazı sarayların et-rafında gül yetiştirilmesi için özel bahçelerin tahsis edilmiş olduğunu görmekteyiz. Bu alanlara, içinde “gül” lafzı bu-lunan isimler verilmiştir. Gül-bahçe, Hasbahçe, Gülhane gibi isimler kulağımıza hiç de ya-bancı gelmez.

Bazen tasavvuf büyüklerine, bazen mabetlere, şehir-lere köylere, bazen kız çocuklarının isimlerinde gülün kokusunu duyar gibi oluruz. Gülbaba, Gül Camisi, Gül-bahar, Gülnihal, Gülşehir, Gülnar, Güllü… vs. gibi. Yeni doğan kız bebeklerin isimlerine bu gül-

276 Tanpınar, A. Hamdi, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul 1976, s. 6.

Page 245: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 245

ler hem bir sıfat hem de bir taç olmuşlardır. Narinliğe inceliğe ve güzelliğe duyulan özlem ve hayra vesile olması dilek ve temennisi ile Türkçemizde birçok “güllü” kız isimleri vardır. Yasemin, lale, sümbül, gül, menekşe, zambak, şakayık, nilüfer, nar ve şest ali ve daha birçok benzeriyle birlikte, sadece bahçede birer çi-çek olarak değil, aynı zamanda dilde de birer mecazdır. Bunlardan çoğunun bilhassa kız ço-cuklarına isim olması da bundandır. Farsçada çiçek demek olan “gul”, hem bir gül inceliğini hem de bir güllü isimler saltanatını Anadolu’da yaşatmıştır.

Gül ile başlayan her bir ismi çağırırken, gülün inceliği yumuşaklığı dilimizi okşar, dudakları-mızı süsler. Kokusu içimize bir inşirah verir.

Müslüman Türk milleti, yazdığı kitabın kapa-ğında, elyazması Kur’an sayfalarında hizip, cüz vb. işaretlemelerde süsleme olarak, minya-türlerinde, cami ve medrese süslemelerinde, mermer, taş ve ağaç oymalarında, nineleri-miz, annelerimiz iğne oyalarında, mendiller-de, başını koyduğu yastığın kaneviçelerinde, kızlarımızın çeyizlerinde işlenmiş nakışların-da, yazmaların oyalarında, silah kabzalarında, dokuduğu kilim, halı ve heybede, kast anda, şi-irlerinde, şarkılarında... Kısacası hayatın her yerinde gülü dillendirmiş, yaşamıştır ve yaşat-mıştır.

Milletimiz bugün; köylü ve kentlisiyle, kasabalı

ve şehirlisiyle kadın ve kızlarına gülle münasib isimler vermişler ve hâlâ da vermektedirler. İşte onlardan tespit edebildiklerimizden bazı-ları:

Gül, Gülbahar, Gülben Gülberk, Gülbeyaz Gül-çehre, Gülçiçek, Güldem, Güldeste Gülefşan, Gü-lefsun, Gülfem, Gülfer,Gülfiliz, Gülfidan,Gülhan, Gülenaz, Güleser Gülnaz, Gülay, Güldalı, Gül-dane Gülenay Gülbeyaz, Gülbeden, Gülhanım Gülkadın,Gülenda, Güllü,Gülnar, Gülnur, Gülnaz Gülten Gülkız,Gülnûş, Gülistan, Gülsen,Gülseren, Gülsüm, Güldane, Güldalı, Gülderen, Gülizar, Gülistan Gülpembe, Gülperi, Gülruhsar, Gülşah, Güllüşah, Gülşan,Gülhan Gülçin, Gülçiçek, Gü-lümser, Gülgün, Gülfidan Gülendam, Güllü, Gül-ce, Gülfer, Gülben, Gülden, Gülefer, Güler, Güla-zer, Gülizar, Gülnihal, Gülnisâ, Gülten, , Gülsena, Güliz, Gülizâr,Gülsün, Gülen, Güldeste, Güldalı, Gülriz, Gülsoy, Gülsen, Gülümser,Gülin, Gülzade, Gülnare, Güldal, Gülfer, Gülfiye, Gülcan Gülhan, Ayşegül, Aygül, Esengül, Fatmagül,Gönlügül, Kırgülü,Mervegül, Nakşıgül Nargül, Nurgül, Yaz-gülü Yurdagül, Songül, Gonca, Goncagül, Beti-gül, Yazgülü, Kırgülü…, gibi binlerce güllü isim taşıyan insanımız vardır. Gülcemal, Gülbey, isimleri de erkeklere örnektir.

Ahmet Kocabaş, Güllerin Efendisi adlı yazısın-da bir hatırasını okuyucusuyla köşe yazısın-da şöyle paylaşır: “Doğu Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden İstanbul’a, Ankara’ya ve başka şehirlere akın eden halkımız var… Adlarını

Page 246: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

246

öğreniyorum. Bilhassa kadın adları dikkatimi çekiyor.

Bu güllü isimlerin, Anadolu’muzu gül bahçesi-ne çeviren bu güzel adların, bu derece ısrar-la niçin konulduklarını aslında ben biliyorum. Ama yine de bilmemezlikten gelerek soruyo-rum:

—Sizin oralarda gül bahçeleri çok olmalı… Köy evlerinin bahçelerinde çok mu çiçek yetiştirir-siniz siz? Adı Güldalı olan kadın cevap veriyor:

—Hayır beğ! Bizim oralarda çiçek bahçesi ne gezer? Biz toprağı tarla diye kullanırız.

—Peki, kızlarınıza bu kadar çok ve bu kadar güzel gül adlarını, yoksa gül’e hasret duyduğu-nuz için mi koyuyorsunuz?

—Hayır, beğ, bizim hasret duyduğumuz başkadır. Bizim oralarda inanılır ki gül, Hz. Muhammed’in (s.a.s) remzidir.�

3. GÜL VE BÜLBÜLFarsça’da genel anlam itibariyle bütün çiçekle-re “gûl” denir. Çoğulu “Gulân”dır. Yani “Güller” demektir. Bu anlayışla bakıldığında tüm çiçek-ler güldür. Gül; güzelliğin inceliğin, zarafetin, nezahetin sembolüdür. Gül sevgisi medeni-yetimizde İslam milletinin örf ve ananelerine o kadar geniş girmiş ki her yerde gül kelimesi-ni başlangıç olarak görürüz. İşte bu kadar ge-

niş alanda beğenilen güllerimiz, aynı şekilde sayısı türü ve karışımı bakımından da duygu-larımıza hitabı farklılık gösterir.

Aynı zamanda gül, kültürümüzde çok sık kulla-nılan motifl erden birisidir. Gül, çeşitli vasıfl a-rıyla daha çok sevgilinin sembolü olarak kabul görmüştür. Bu yüzden gül bülbülün, şairlerin ve âşıkların ilham kaynağı, çiçeklerin de sultanıdır.“Bülbül niyâz, gül ise nâz eder. Onu yetiştir-mek çok emek ve zahmet gerektirir. Çünkü gül nârindir, latist ir nazlı oluşu da bu yüzdendir. Gül maşuk, bülbül ise âşıktır; onların aşkları dillere destandır. Bülbül, gül’e âşıktır ve bu aşk özünde tüm mevcûdâtın aşkını da sembolize etmektedir. Çünkü kâinât, “aşk” üzerine yara-tılmış ve bu duygu Allah tarafından varlığın özüne âdetâ nakşedilmiştir. Bezm-i Elest’teki ikrârdan sonra ruhlar bedenlere girmiş ve o andan itibaren de özüne veya benliğine nak-şedilmiş O İlâhî güzelliği aramaya koyulmuş-tur. Bülbülün gül’e olan aşkı ise bu yönüyle ilk ve Mutlak güzelliğe ulaşmayı, onu idrâk et-meyi amaçlayan İlâhî bir aşktır. Bu durumda da gül, beşerî aşktan İlâhî aşka yükselişin bir basamağıdır ve bülbülün gül’e olan çileli aşk yolculuğunu başarı ile tamamlamasını gerek-tirmektedir. Gül’ün dikeni ise rakibdir. Rakib, bülbülün gül’e ulaşmasında en büyük engeldir; ancak bu bülbülün gül’e olan aşkını daha da artırır. Gülün açılmadan önceki hâli goncadır, gonca, kapalıdır; içerisinde sırlar barındırır. O bu hâliyle sanki kâğıttan dürülmüş bir tomar-

Page 247: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 247

dır. Sabâ rüzgârı goncayı açıp, yapraklarını çe-virir; bülbül ise gül dalına konarak ondan letâif öğrenir. Bazen de gül eline bir tef alıp bülbül-den fenn-i edvâr (musikî ilmi) öğrenir. “Gül ü Bülbül” adıyla bilinen bu edebiyat türünde gül ile bülbül arasındaki aşkı anlatan mesnevi tar-zında temsili hikâyelerin yazıldığı eserler var-dır. Bu terim bu tür hikâyelerin ortak adıdır. Bülbül kendisine naz ve cefa eden güle âşıktır. Bülbülün te-rennümü ya güle olan aşkını ve ıstırabını ilan içindir. Ya da aş-kının ıstırabını ifade içindir.277 Gül ve Bülbül fenomeni İran edebiyatından Arap edebiyatı-na girmiş oradan da Doğu kül-türünün Avrupa’ya geçişinde önemli iki kapı olan İspanya ve Sicilya yoluyla Batı’ya ulaşmış-tır. Türk edebiyatında bu adla birçok eser kaleme alınmış olmasına rağmen konuların iş-lenişi farklı biçimlerde olmuş-tur.278 Edebiyatımızda gül ile bülbül arasındaki münasebet çok iş-lenmiştir. Bu iki ayrılmaz parça arasında başka bir efsane de şöyle anlatılır: Gülün rengi eski-den bu kadar kırmızı değilmiş; gülün hasretin-den dolayı bülbülün döktüğü kanlı gözyaşları,

277 İslam Ansiklopedisi, M.E. B. İstanbul 1970, c. 2, s. 832–833.278 Özkan, Mustafa, “Gül ü Bülbül”, DİA, c.14, s. 222.

gülün rengini böyle kan kırmızısına döndür-müş. Ey bahçedeki bütün çiçeklerin sertacı, bahara o kadar hükmetmişsin ki, bahara “gül mevsimi” demişler. Gönüllerdeki saltanatın o kadar geniştir ki, yeryüzünün her yerinde gülmeyi sen Öğretirsin. Herhâlde ondan do-layı gülen, handan, dahhak kalıpları sana pek münasip düşmüş. Sana bu bahar bir başka

bakacak, seni bir başka kokla-yacağım. Gül yüzlülerin baha-rının yakın olduğu şu dönemde ey gül-i râna gönlümüzde se-nin ayrı bir yerin var.279

Gül cennet çiçeğidir, İbrahim Peygamber Nemrut tarafından ateşe atılınca ateşin gül bah-çesine dönüşmesini hatırlatır. “İnanışa göre Nemrut tarafın-dan ateşe atılan Hz. İbrahim’in önünde saf bağlayan kuşlardan birisi O’nunla birlikte kendisini ateşe bırakır ve Allah’ın Halîli ve elçisi olan Hz. İbrahim’e o zor anında eşlik eder. Kendi-sine hoş gelen bu hareketi se-

bebiyle Hak Tealâ onu mükâfatlandırmak ister ve Cebrail vasıtasıyla ne dilediğini sorar. O da Yüce Allah’ın bin isminden yalnızca yüzünü bil-diğini söyleyerek kalan dokuz yüzünün de öğ-

279 http://www.facebook.com/topic.php?uid=100268703334&topic=9608 (erişim tarihi: 25 Temmuz 2009)

Page 248: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

248

retilmesini ister. İşte Allah’ın, bütün isimlerini, öğrettiği o kuş, kıyamete dek gönülleri bağla-yan sesiyle Yüce Yaratıcı’nın isimlerini haykı-ran bülbüldür.”

Gonca hâlindeyken Züleyha’nın halvetidir, açılması Hz. Yusuf’un dâmeninin çâk olup Züleyha’nın odasından çıkısını hatırlatır, onun açılması yine İsrafil’in Sûr’a üf-lemesini, ölülerin dirilmesini ve tabiatın yeniden cân buluşu-nu hatırlatır. Gül, Hz. Mûsâ’nın isteği üzerine Allah’ın Tûr Dağı’na tecellisini, Mansûr’un dar ağacına bas aşağı asılma-sını hatırlatır. Sabâ rüzgârının gül’ün yapraklarını çemenlikte gezdirmesi, Hz. Süleyman’ın tahtını yele vermesini, şekli ise O’nun canlılara hükmeden yü-züğünü hatırlatır. Kısacası gül, bize hem beşerî hem de ilâhî aşkı hatırlatır ve sembolize eder.280

Efsaneye göre bülbül güle âşıktır. Gül önce solgun bir ak güldür, gonca-nın seher vakti açtığı sanılır, bülbül bütün gece bu anı bekler. Gonca açılacaktır, bülbül sey-redecektir, ama beklediği anı yaşayamadan

280 İpek, Abdülmuttalip, Klasik Türk Şiirinde Gül Redifl i Kasideler, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ 2008, Giriş, s. 16.

uykuya dalar, goncanın açılışını seyredemez. Her seferinde fırsatı kaçırır... Gül mevsimi ge-çer bülbül lal olur. Gül mevsimi gelir ötmeye başlar, gülün açılmasını kendi muhabbetine karşılık vermesini bekler, bülbül öter, gül naz eder. Bülbül hasretle gülün dalına konar ama daldaki dikeni fark etmez, diken bülbülün göğ-süne batar, al kanlar sızar bülbülden... Gülün

toprağına akan kanlar yağmur suyuyla gülfidanına geçer ve ondan sonra beyaz gül kıpkır-mızı açmaya başlar.

Bu yüzden “gülün kırmızısı bül-bülün kanındandır” ya da “…bülbülün ölümüne sebep olan gül hicabından kızarır” denir. Şiirler bundan dolayı bülbül-gül-diken üçlüsü üzerine kuru-lur. Artık sevda nimeti, külfeti ile beraberdir. Efsaneden ger-çek sözler yerleşir hafızamıza; “gülü seven dikenine katlanır”, “gül dikensiz olmaz”...

Gülün çilesi hiç bitmez.“Gül der ki: Benim yüzüm kadar güzel başka yüz alma-dığı hâlde gülsuyu çıkaranların bana çektirdik-leri azab nedendir? Bir bilsem... Bülbül buna kendi terennümüyle şu cevabı verir: “Dünya-da bir gün güldüğü için bir yıl azap çekmeyen kim vardır?” derken; Ömer Hayyam, gonca hâlindeki gülün halveti temsil ettiğini, açılınca

Page 249: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 249

da can sırrını fâş ettiğini dile getirmiştir.Gül mevsimi kısadır. Bu bakımdan gül insana faniliğini hatırlatır. Hazana ermesiyle gülistan harab olur, bağlar bozulur. Küçük bir temasla bile gül hemen soluverirse hassas insan da gül gibi dostlarından gelen küçük bir sözden bile alınabilir.

Divan edebiyatımızda sayısız manzum ve teşbihe konu olan bu güzel çiçek, insanımıza o kadar yakındır ki, “Gülü tarife ne hacet” de-dirtivermiştir. Halk edebiyatımızda mani ve türkülerde en az divan edebiyatındaki kadar işlenmiştir: “Gül ezerler gül ezerler, Gülü taba-ğa dizerler” gibi mısralar pek çoktur. Namık Kemal vatanı anneye benzettiği şiirinde: “yeni açmış gül” motifini kullanır.

Ahmet Haşim, gülü Doğu medeniyetinin sim-gesi olarak değerlendirir. Güller, arza doğru başını eğmiş kırmızının en güzeliyle devamlı ağlamaktadır. Bir başka şiirde:

“Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller.”“Yorgun gözümün halkalarındaGüller gibi geçer oldu nümayan

Güller gibi... Sonsuz iri güller”

İslam mitolojisi ve tasavvuf anlayışında ise, gül ilahî güzelliği temsil eder. Çiçeklerin do-ğuşu hakkında Taberî Tarihi’nde bir efsane anlatılır. Bu efsanede Hz. Âdem ile Havva’nın üzerinde kuruyup yere dökülen cennet yaprak-

larının güzel kokulu bitkiler hâlinde uç verdiği söylenir. Gül de bu bitkilerden biridir.

Doğu mitolojisinde de gül, aşkın her çeşidinde sevgiliyi temsil eder. Bülbül ise onun aşkıyla yanıp tutuşan âşıktır. Bir başka efsaneye göre, gülün rengi eskiden kırmızı değilmiş ve bülbü-le de hiç yüz vermiyormuş. Gülün bu kayıtsız-lığına dayanamayan bülbül, günün her birinde gidip onun gövdesine konuvermiş. Dikenler bülbülün göğsüne batınca akan kan gülün di-bine dökülmüş ve köklerinden damarlarına doğru yayılmış. Gül, işte o günden sonra kan kırmızı açmaya başlamış.

4. RENKLERİYLE GÜLLERİN DİLİKâinatın kusursuzluğunu ve tüm bitkilerin sır-rını kendinde toplamış bir sultandır gül... Ona yüklenen anlamlar mı onu böyle eşsiz kılar, yoksa eşsizliği mi ona bunca anlamlar yüklen-mesini sağlar bilinmez ama saf güzelliği ve kokusu yönünden güllere eşdeğer çiçek yoktur bitkiler âleminde. Gül, her yerde en iyilere la-yıktır.

Halkımız arasında kırmızı gül aşk, gençlik; be-yaz gül murat ve ümit; siyah gül kötü kader ve ölüm karşılığı olarak kullanılır.

Taçlarının eşi bulunmaz kadifeliğine, zümrüt yeşili yapraklarının kusursuz orantısına ya da taçların ortasına kurulan etaminin erimiş altı-nına her ozan vurulmuştur.

Page 250: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

250

Çiçekler ve Güller bir araya getirilerek ve dü-zenlenerek duygularımızın hoş bir ifadesi ola-rak sunulabilirler. Dikenleri ayıklanmış, sade-ce yaprakları ile birlikte bir gül goncası; “Artık korkmuyorum, umut ediyorum” anlamına ge-lir. Dikenleri ve yapraklarının hepsi ayıklan-mış sadece bir gül goncası ise; “Umut edecek veya korkacak bir şey yok.” anlamına gelir. İki gonca üzerinde tam açılmış bir gül ise gizlilik anlamını ifade eder. Verilen Gül’e dudaklarla dokunmak; “Evet”, verilen gülün taç yaprak-larını kopartıp atmak ise; “Hayır” anlamına gelir. Eğer bir gül çiçeği ters çevrilmiş olarak verilirse anlamı da tersini ifade eder.

Her ne kadar ilmî olarak renklerin dilini ispat etmek çok mümkün olmasa da bir kültürü ifa-de etmesi açısından burada halk arasında gül-lerin renklerine göre dili ile ilgili birkaç yaygın bilgiyi aktarmak istiyoruz.

Edebiyatımızda ve halk arasında en çok sözü edilen çiçek kırmızı gül’dür. Güller insanoğlu-nun bildiği, aşkı, sihri, sevgiyi, ümidi ihtirası sembolize eden ilk çiçeklerden biridir. Kırmı-zı Gül: “Seni Seviyorum”, Tutku, Güzellik ifade eder. Kırmızı Gül Tomurcuğu: Temizlik, Ma-sumluğu ifade eder. “Ben sana uygunum.” Kır-mızı Gül Yaprağı: Saf güzellik, “Ben senin mut-lu olmanı istiyorum.” Koyu Kırmızı Gül: “Senin aşkın için ölüyorum.” Çok Koyu Kırmızı Gül; Utangaçlık, Hayâ, edep, ar, iff et ifade eder. Aşı-rı Koyu Kırmızı Gül;”Ben son nefesini verene

kadar seni bekleyeceğim .” Kırmızı ve beyaz karışımlı gül; birliktelik anlamına gelir.”Senin için ölürüm bile, bizin aşkımız her şeyden üs-tündür.” birlikte yaşamak istediğini belirtir. Dikensiz Gül; erken arkadaşlık ve birlikteliği istemeyi de ifade eder. Mercan Renkli Güller; arzulu, tutkulu, istekli ve şehvetli olduğunuzu ifade eder. Beyaz renk olarak; Masumiyet, Saf-lık, Temizlik, Gizlilik, Saygı, Alçakgönüllülük, Korku, Layık Olma, Sır Saklama, gibi erdemleri ifade eder. Beyaz Gonca Gül; aşk’tan habersiz kalp” anlamına da gelir. Ayrıca “Ben sana de-ğer veriyorum” anlamını da ifade eder. Beyaz Gül Tomurcuğu: İff et, Namus. , Küçük Beyaz Gül; “Âşık olmak için siz genç sayılırsınız.” Sol-muş Beyaz Gül, “Bir ömür boyu aşk için yemin etmek,”, Sarı renk; Sevinç, Dostluk, Arkadaşlık, Kıvanç, Memnuniyet, Sıcak Sevgi, Kıskançlık ifade eder. Sarı Gül:”Seni Seviyorum”, Arka-daşlık, “Senin aşkından yoruldum.”,İff etsizlik, Kıskançlık, “Arkadaşlığımızı bitirelim.” şeklin-de mesaj vermektedir. Ayrıca yine Sarı Gül; azalan sevgiyi ve aşkı da ifade eder. Ayrıca ar-kadaşlık ve sevinçli olduğu anlamına da gelir. Küçük Sarı Gül “arkadaşlığımızı bitirelim ama öfkelenmek yok.” Orta Hacimli Sarı Gül: “Sen ikiyüzlüsün.”demektedir. Çok Katmerli Taç Yapraklı Gül Gurur, Övünç, İst ihar ,”Bana Gül-me!” Tek Taç Yapraklı Gül: Saf, temiz kutsal, ilahi aşk, Saygı, Hürmet, itibar. Bir tomurcuk ve İki Gül Çiçekli Gül:”Onu şimdilik gizli tut, sakla” Çiçek Dolu Gül: “Ben evli bir bayanım.” Üç Tomurcuklu, Bir çiçekli Gül: “Sonsuza kadar

Page 251: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 251

onu sakla, gizli tut.” Dikenli Tomurcuk Gül: Saf-lık, Masumiyet. Dikeni Az Gül: İçten, Samimi ve arkadaşça.” Gül Yaprağı: “Ümit var ona sarıl.” Gül sapı veya dalı: Üzüntü, sıkıntı ifade eder. Gül Dikeni: “Her bulut gümüş bir çizgiye sa-hiptir.” Pempe Gül; gönül koyma anlamını da gelir. Ayrıca mükemmel mutluluk ifadesidir. Büyük Çiçekli pempe Gül: “Ben hamileyim.” Koyu Pempe ; “Teşekkür Ede-rim” anlamına gelir. Buket Gül-ler; şükranlığı, minnettarlığı ifade eder. Yabani Gül: Kalbini sunmak. 281

5. GÜL ÜZERİNE SÖYLENMİŞ SÖZLER“…bir gülün fıtratında güzel kokmak vardır ve her sabah güne, güzel kokularını çev-resine yayarak başlar. Hiçbir zaman, ‘ben bugün güzel kok-mayacağım’ demez. O tatlı kokusunu kimlerden saklayıp, kimlere yansıtacağının veya o tatlı kokusu sayesinde acaba neler kazanabileceğinin hesa-bına girmez… O sadece güzel kokar ve bunu hiçbir ayrım gütmeden, tüm çevresine yayar… Hepsi bu. Aslında bizler de bir bakıma güllere benzeriz. Her birimizin fıtratında, kimi zaman gösteremediğimiz, göstermesini bilemediği-miz ya da akıl edemediğimiz bir sevgi duygusu

281 http://www.gulevi.net/gul/gmanasi.htm

vardır. Bizlerde eksik olan sevgi değil; bu sev-giyi, hiçbir karşılık beklemeden paylaşabilme-yi öğrenmemiz gerekiyor sadece… Tıpkı gülün kokusunu, ay’ın parlaklığını, güneşin sıcaklı-ğını herkesle paylaşması gibi… Onu hak edip etmediğini düşünmeden… Çıkar hesaplarına girmeden…” “Gül bitirmek için toprak olmalı, insan yetiştir-

mek için toprak olmalı; cenne-te ehil olmak için yine toprak olmalı.” Toprak olmak istiyo-rum Allahım! İnsanlar beni gör-dükleri zaman topraktan gelip yine toprağa gideceklerini ha-tırlasınlar.. Her gidişin Sana ol-duğunu bilsinler... Güller bitsin üzerimde ve yükselsinler göğe doğru. Bülbüller, varlığıma şükrederek şakısınlar seher vakitleri, güllerin koynundan güne merhaba derken... Sevgi için...282

Sadi Şirazi, ünlü eseri Bostan ve Gülistan’da anlatır. Bir avuç toprak aldım der, gül kokuyor-

du. Sordum, senin aslî kokun bu değil, sen bu kokuyu nereden aldın? Cevap şöyledir: Ben bir gül ağacının dibinin toprağıydım, onun kokusu bana sindi, işte bu nedenle gül kokuyorum...

282 Şahin, Erol; “Gül Bitirmek İçin”, Sızıntı, Mart 1998 Yıl: 20, Sayı: 230

Page 252: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

252

“Dikensiz gül olmaz” Robert Herick

“En güzel güller en çabuk solarlar” Andre Ma-urois

“Güle kıymet verilmezdi, Âşık ve maşuk olma-sa” Aşık Veysel

“Gül bahçesinden maksadımız Şah’ın lütfu-dur.” “Gülün dostu dikendir.” ”Her diken gül vermez” Mevlana

“Her insanın dikeni vardır, gülü vardır Gülünü görecek, oradan seveceksin.” Esat Çoşan

“Herkes bir şeyden hoşlanmaz ki, kimi gider dikeni koparır, kimi gülü. Seneca

Karaçalıda gül bitmez” Karacaoğlan

“Ömrünü geçirse de güllerle bahçıvanlar, bir gülü yeryüzünde gülden güzel kim anlar?” Fa-ruk Nafız Çamlıbel

“Seher yelinden gül perişan olur, odun perişan olmaz” Sadi

“Senden bilirim yok bana bir faide ey gül, Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül.” Nevres-i Kadim

“Şu illerin taşı hiç bana değmez, İlle dostun gülü yaralar beni.” Pir Sultan Abdal

“Ya kırmızı gülden ayrı yaşamalı yahut dikenin acılarını hoş görmeli.” Sadi 283

“Toprak ol! Toprak ki gül bitiresin; zira toprak-tan başkasının gül bitirmesi söz konusu de-ğildir… Gül bitirmek için toprak olmalı, insan yetiştirmek için toprak olmalı; cennete ehil olmak için yine toprak olmalı.” *** 284

SonuçElhasıl; gülün tarihi insanlık tarihi kadar eski-dir. O, hemen her kültürün özellikle de Türk-İslam medeniyetinin önemli bir sembolüdür. Gülün insanlar için ne kadar önemli olduğunu geçen milyonlarca yıllardan anlamaktayız.

Gül; kokusu, muhtelif renk ve desenlerde olu-şu, güzelliği ile hem çiçeklerin prensesi hem de gönüllerin sultanı olmuştur. Şairlerin dilin-de sevgiliye muhabbetin ilanında bir aracıdır. Âdem ile Havva’nın yasaklı meyveyi yemeleri sonucunda Allah’a karşı duydukları hicaptan dolayı edep yerlerini örtmek için kullandıkla-rı cennet yaprakları, üzerlerinde kurumuş ve sonra yere dökülmüş, dökülen bu cennet yap-rakları güzel kokulu bitkiler şeklinde uç ver-miş. İşte gülün bu bitkilerden biri olduğuna inanılır.

Batı kültüründe gülün kırmızı rengi İsa’nın ka-

283 http://www.mumsema.org/alfabetik-siralama-guzel-sozler/36117-gul-ile-ilgili-sozler.html284 Sızıntı, “Ölçü” Mart 1998 Yıl: 20 Sayı: 230.

Page 253: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 253

nını ve Meryem Ana’nın iff etini simgelemekte-dir. Gül, Hıristiyanlığın ilk çağlarında Hz. İsa’nın mistik bir sembolü olmuştur. Müslümanlarda ise, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) mübarek terinin kokusu, Gülpembe teninin rengi olarak tefeül edilir.

Bektaşî kültürüne göre Hz. Ali Efendimiz ru-hunu, Selman ı Farisi’ye getirttiği bir demet gülü, koklayarak teslim etmiştir. O’nu koklaya-rak ölmek ne şeref! Bu yüzden Bektaşi gelene-ğinde gülün önemli bir yeri vardır. Gül ile başlayan veya biten herhangi bir ismi çağırırken gülün inceliği dilimizi okşar, dudak-larımızı süsler. O kız çocuklarının adının başı-na âdeta bir kurdeladır. Sanki onsuz çağrılan bir kızın adı öksüzdür, boynu büküktür, onun adı eksik söylenmiştir.

Müslüman milletler, yazdıkları kitapların ka-pağında, elyazması Kur’an sayfalarında hizip, cüz vb. işaretlemelerinde tezhip olarak, min-yatürlerinde, cami ve medrese süslemelerin-de, mermer, taş ve ağaç oymalarında, mezar taşlarında gülü motif olarak kullanmışlardır. Ninelerimiz, annelerimiz iğne oyalarında, mendillerinde, başını koyduğu yastığının kenar işlemelerinde, genç kızlarımızın çeyizlerinde yazmaların oyalarında, silah kabzalarında, ak-sakallı nur yüzlü dedelerimizin bastonlarının sapında süs olmuştur.

Ninelerimizin tezgâhında ve ıstarında doku-duğu, hemen hemen bir ömrünü oturarak üzerinde geçirdiği halı-kilimlerinde, bineğinin terkisine attığı heybelerinde, içine un koydu-ğu keçi kılı veya koyunyününden dokuduğu un çuvallarında, sırtına aldığı kast anında, şairle-rin şiirlerinde, âşıkların şarkılarında... Kısacası hayatın her anında ve her alanında gülü sem-bolleştirmiş, dillendirmiş ve yaşatmıştır.

İşte bu medeniyet bir bakıma bu açıdan bir gül medeniyetidir. Sevgi saygı ve hoşgörü mede-niyetidir. O medeniyetin çocukları ve torunla-rı olarak bizlere düşen şey de, pek çok güzel özelliğini gül remziyle bütün dünyaya göster-miş olan atalarımızın şanlı mirasını yaşamak, yaşatmak; evrensel anlamda tanıtmak, bilin-mesine hizmet etmektir. Bu hepimize bir vefa borcudur.

Page 254: Gül Şehri Diyarbakır

TÜRK İSLAM KÜLTÜRÜNDE GÜL ALGISI

Dicle Üniversitesi, İlahiyat FakültesiYrd. Doç. Dr. Orhan ATEŞ

Page 255: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 255Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi

GİRİŞToplumların inançlarından ve hayata bakış biçimlerinden neşet eden farklı varlık tasav-vurları vardır. Anadolu insanı özellikle İslam ile tanıştıktan sonra varlığı, tesadüfî bir var oluşun neticesi değil her şeyi bilen ve her şeye güç yetiren aynı zaman da güzellik ve merha-met kaynağı bir yaratıcının eseri ve insanoğlu-na yüklenmiş ilahî bir emanet olarak görmüş-tür. Bu bakış açısı ile yaratılmış libasını giyen mahlûkat yalnızca insana yabancı olmaktan kurtulmakla kalmamış bir emanet-i ilahî ol-ması yönü ile de insanın şer/tahripkâr yanına karşı da korunmaya alınmıştır.

Tek bir yaratıcının eseri olması nedeniyle in-san, dünyanın her yerinde aynı insan olmakla beraber kültürel açıdan285 farklı estetik algıla-ra286 sahiptir. İnsanoğlunun diğer ihtiyaçlarına cömert bir şekilde karşılık veren hikmet sahibi Yüce Yaratıcı insanın estetik duygularını doyu-racak objeleri de yaratmayı ihmal etmemiştir. Aslında varlıklar içerisinde kâinatın estetik donanımını değerlendirebilecek tek varlık in-sandır. Gül hem görünen suretindeki güzellik-le hem de kendisine yüklenen farklı anlamları ihtiva eden görünmeyen siretindeki/teşbihle-rindeki güzellik ile bediî duygularımızı okşa-yan güzellik objelerinin başında gelir. Öyle ki gül, insan ruhunu büyüleyen güzelliği ile farklı

285 Giddens, Anthony, Sosyoloji, (Çev. Günseli Altay-lar), İstanbul 2009, s. 31.286 Soygür, Haldun, “Sanat ve Delilik”, s.1

kültürlere sahip her toplumun estetik duygu-larını cezp etmeyi başarmıştır.287 Hayatın her alanını gül bahçesine dönüştüren insanımız semtine “Gülhane”; evladına “Gülpare”;288 sev-gilisine “Gülnazar”; bahçesine “Gülşen” bahtı açık olana “Bahtıgül” ; vefalı olanına “Yargül” demiştir. Anadolu’da gül ile başlayan ve gülle biten yaklaşık yüz elliye yakın isim tespit edil-miştir.289 Osmanlı tarihinde gül önemli bir yer tutar. Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılan Topkapı Sarayının Hasbahçesinin bir bölümü güllere ayrılarak sarayın ihtiyacı olan güller buradan karşılanmıştır. Ayrıca bölge Gülhane adını buradan almıştır.290

Aslında varlık âleminde gül dahil hiçbir varlık insan kadar güzel değildir.291 Fakat insana ait bu güzelliğin tasvirinde veya teşbihinde baş-ka bir nesne kullanılacaksa bu ihtiyacı evren-de en güzel karşılayacak obje güldür. İslâm coğrafyasında gül, şiir başta olmak üzere her türlü bediî sanatın vazgeçilmez objesi olmuş-287 Chevalier, Jean; Gheerbrant Alain, A Dictionary of Sembols, London 1996, s. 813–815.288 İnsanımız çocuklarına isim koyarken gülden mü-rekkep yaklaşık yüz elliye yakın isim türetmiştir. Gül Kitabı, Akkuş, Mehmet, “İsimlerimizde Gülün Kokusu ve Rengi”, s. 67.289 Akkuş, Mehmet, Gül Kitabı, “İsimlerimizde Gülün Rengi ve Kokusu”, 63–64.290 Ateş, Erdoğan; Dikmen, Melek. K., Gül Kitabı “Şar-kılarda Gül”, 87.291 Kur’an-ı Kerim, 95/4.

Page 256: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

256

tur. Şairler gazellerini292, kasidelerini293 gülle süsleyerek satır aralarına gül kokularını ser-piştirmiştir. Klasik şiirimizde sevgili gül üze-rinden anlatılır. Gül maşuktur ona aşk name-leri döken aşık da bülbül. Özellikle sevgiliye sesleniş söz konusu olduğunda âşık sevgiliye olan duygularını gül üzerinden anlatır. Sevgi-linin güzelliği kristalize edilir ve gül üzerinden anlatılırken bir tarast an sevgilinin eşsiz güzel-liği vurgulanır öte yandan gülün masumiyeti ile bu güzellik müstehcenlikten korunur. Yavuz Bülent Bakiler gönül aynasında sevilen kadını,

Senin için yüreğimde bir gül açardı,Uzat şafaklarımın en güzel gülü

Hani senin simsiyah saçların vardıSağında solunda iki örgülü294,

mısralarıyla yürekte açan bir gül ile anlatır. Ateş’in mısralarında ise “Sevilen Kadının” se-vilmekten kaynaklanan ruhundaki derin coşku kırmızı gül olarak yanaklarına yansır;

Ben sevilen kadını Yanaklarından tanırım

Yanakları Al al, kırmızı gül tarlası gibidir

Yüzünde aşkın gülbaharı292 Tarlan, Ali Nihat, Gül Kitabı, Ahmet Paşa Divanı, Ankara 1992, s. 204-205293 Mazıoğlu, Hasibe, Gül Kitabı, Fuzuli ve Türkçr Divanı’ndan Seçmeler, s.48- 58.294 Bakiler, Yavuz Bülent, “Git Artık”, Yalnızlık, İst 1989, s.22.

Bakana tebessüm aynası gibidir.

Ben sevilen kadınıSözlerinden tanırım

HecelerindeSarmaşık kokusu vardır

Namelerinde öyle bir huzur kiAşkla söylenmiş bin bir şarkının dokusu var-dır.295

Müslümanlar için gül hayatın bizatihi kendisi-dir. Öyle ki hayatın içi gülle doldurularak ey-lemlerin tamamı güle teşbih edilmiştir. Bu se-beple Hz. Peygamber (as) yaşadığı devre “Gül Devri” denilmiştir.

Gül alırız gül satarız.Gülü gül ile tartarız.

Terazimiz güldür bizim…

Ve Müslümanlar gül kadar temiz ve berrak bir devrin özlemi ile yaşamışlardır. Güller insanlı-ğın kardeşçe, eşitlik ve adalet içerisinde yaşa-yacağı bir dünyaya giden yolların süsü olarak addedilmiştir;

Çiçek dik, gül dik Hakk’a giden yollaraKelepçe vur, zincir vur mazlumu ezen kollara296

Bizler, Veysel’in sözüyle toprağı seven,

295 Ateş, Orhan, “Ben Seven Kadını Gözlerinden Tanı-rım”, yayımlanmamış şiir.296 Ateş, yayımlanmamış şiir.

Page 257: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 257

Yunus’un diliyle öfkeyi yeren, gül ülkesinde Mecnun ile aşkı deren bir medeniyetin men-suplarıyız. Bu medeniyetin mensupları ne el-leriyle ne dilleriyle başkalarına zarar verirler.

Gül ÇağrışımlarıFarsça bir kelime olan “gül” klasik edebiyatı-mızda aşkın, maşukun, bekâretin, güzelliğin ve saff etin simgesi olarak işlen-miştir. Hayran olunan sevgili-nin her bir durumu gül üzerin-den anlatılmıştır. Sevgili, gül yanaklıdır, gül dudaklıdır, gül endamlıdır. Nedim bir beytinde sevgiliye şöyle seslenir;“Gülüm şöyle, gülüm böyle de-mektir yâre mu’tâdımSeni ey gül sever cânım ki cânâne hitabımsın.” Gül söz konusu olunca insa-nımız bediî duygularını en üst seviyede kullanmıştır. Gül şe-kilsel olarak işret (zikir) mec-lisinin kadehine teşbih edil-miştir. Gülün kırmızılığı şaraba benzetilir. Bu bağlamda “Mey-i gül- fâm” terkibi çok bilinir.297

Gül, diğer çiçekler gibi her hangi bir çiçek ol-manın ötesinde Hz. Peygamber’in remzi ol-ması yönü ile psikolojik bir objeye dönüşerek müminler nazarında manevi bir anlam yüklen-

297 Andı, M. Fatih, “Modern Türk Şiirinde Gül İmajı” s. 3

miştir. Yaratılmışların en güzeline remz olan gül maddi güzelliğine manevi bir güzellik ka-tarak Hz. Peygamber ile kendisini süslemiştir. Gül Muhammed teridür bülbül onun yâridirOl gül ile ezeli cihâna bile geldüm298

Bu toplum Allah’tan sonra en çok sevdiği Hz. Peygamber’i gül ile sembolize etmiştir.

Peygamber’in eline silah değil gül vermiştir. Onu kılıçlarla de-ğil güllerle tasvir etmiştir. Gü-lün kokusu Hz. Peygamber’in terine nispet edilmiştir. Hz. Peygamber terlediğinde etra-fına gül kokuları dağıldığından sahabe (r. anhum) yanına top-lanırdı.299

Hak anı öğdü yaratdı sevdi ha-bibim didi,Yir yüzünde cümle çiçek Mustafa’nın teridir.300

Hz. Peygamberin kokusu gül kokusuna benzetildiği için Anadolu’nun birçok yerinde gül koklarken salâvat getirme

âdeti yerleşmiştir.301

298 Tatçı, Mustafa, Yunus Emre Divanı II, Kültür Ba-kanlığı Yay. Ankara 1990, s. 209.299 Bursevî, Muhammed b. Abdurrahman es-Sahavî, el Makâsıdu’l- Hasene fi Beyani Kesîrin Mine’l-Ehâdisi’l-Meşhure, vr. 1b.300 Tatçı, Mustafa, age. s. 96.301 Andı, M. Fatih, “Modern Türk Şiirinde Gül İmajı”

Page 258: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

258

Hz. Peygamber’in Hz. Hatice (r. anha) ile olan dönemi goncaya, Hz. Aişe (r. anha) annemizle olan dönemi ise açılmış güle benzetilmiştir. Arif Nihat Asya Hz. Peygamber’in bu durumu-nu

Hadîce’nin goncasıÂişe’nin gülüydün, şeklinde anlatır.

Tasavvufi sembolizmde gonca halindeki gül Tevhid’i "birliği", açılmış gül ise "birliğin çokluk halinde görünüşü" olan kesreti temsil eder. Gül bahçesi "gö-nül açıklığı, kirinden pasından temizlenerek, ilahi güzelliğin yansımasına hazır hale gelmiş kalbi", gonca, "insanın kendi-siyle ve Allah ile baş başa kal-masını" simgeler. Buna göre, açılmış gül, "can sırrını açığa vurmak" anlamına gelir. Anadolu insanı Efendimiz’i (as) çağrıştırdığı için gülü çok sev-miştir. Gülden isimler türete-rek evlatlarına güllü isimler vermişlerdir. Nihat Sami Banarlı, çocuklarını Gülveren, Gülseren, Gülizar, Gülendam gibi gül isimleriyle çağıran komşu hanım efendiye so-rar:

- Sizin memlekette çok fazla gül mü var

s. 3

ki, çocuklarınızı hep bu isimlerle çağırırsınız?

- Hayır, demiş kadın.

- Toprağımızda bir tek gül bile yetişmez. Ama gül başka o, Hz. Peygamber’in (as) remzi-dir.

Gül - Muhammed (as) ilişkisi bağlamında Hz. Peygamber’in hayatıyla ilgili özel durumlar gül tasvirleriyle edebiyatımıza yansımıştır. Sevgili Peygambe-rimizin doğduğu yer gül bahçe-si, doğduğu mevsim gül mev-simi ve O annesi Amine’nin biricik gülü olarak anlatılmış-tır.302

Gül ehl- tasavvufun kıyafetle-rinde mühür olarak kullanıl-mıştır. Çuha üzerine işlenen gül tarikat taçlarının merkez noktasına dikilmiştir. Arapça “verd” kelimesi gül anlamına gelmektedir. Bu kelimede yer

alan “vav” harfi Hz. Muhammed (as) a varis olan kamillere, “rı” harfi Hz. Muhammed (as) in “rauf ve rahîm” isimlerine, “dal” harfi de davetçi anlamında “daî” ismine işarettir.

302 Güngör, Zülfikar, “Edebiyatımızda Gül Sembolü ve Peygamberimiz” Gül Kitabı içerisinde makale, s. 31.

Page 259: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 259

Gül Kadiriyye tarikatının alamet-i farikası ol-manın yanında diğer tarikat erbabı tarafından da kullanılmıştır. Kadiriler beş köşeli gülü kul-lanırlar. Rifaiyye gülüne “celcelutiyye gülü” adı verilir. Bedeviye gülü ise üç daireden olu-şur.303 Bir rivayete göre Abdulkadir Geylanî, Hz. Hızır’ın telkini ile Bağdat’a gelir. Bağdatın ileri gelen şeyhleri içi tümüyle dolu bir bardak su göndererek kendisine ihtiyacın olmadığını söylemek isterler. Abdulkadir Geylanî kendisi-ne getirilen su dolu bardağın üzerine bir gül yaprağı koyar ve su getirene şöyle söyler: Var selam söyle bir gül ile su taşmaz.304

Gül kardeşlik Mesajıdır. Güller, gül olma özel-liğini kaybetmeden pembe, sarı, kırmızı ve beyazımsıdan oluşan farklı renkleriyle arz-ı endam ederek çıkarlar karşımıza. Renklerin farklı olması onları gül olmaktan çıkarmadığı gibi birbirlerine karşı diken silahını kullanma-larını da gerektirmiyor. Belki de gül oluşları buradan kaynaklanıyor. Yanı başlarında onca potansiyel diken silahına sahip olmalarına rağmen onlar birbirlerine diken atmayı değil gülücük atmayı tercih ediyorlar.

Güllerin dilini çözen Bizim Yunus ılık bir Mayıs sa-bahı sarı gülün ağladığını görür. Çok üzülür. Kadife tenini okşayarak derdin nedir, niçin ağlarsın diye sual eder. Sarı gül önce bir yutkunur sonra da;

303 Muslu, Ramazan, Gül, “Tarikat Gülleri ve Anlam-ları”, s. 131.304 İbrahim el-Eşrefî, Risâle-i Gül-i Abâd, vr. 3a.

“Bağcılar komşum kırmızı gülü kopardılar. O, benim yalnızca komşum değil ruhumun yarısıydı. Bağcılar yalnızca onu koparmakla kalmadılar benim ruhumun yarısını kesip al-dılar” der. Asırlarca ötelerden gelen “Bizim Yunus’un” sedasına veya yan komşunun bah-çesinden gelen bu irfanî sese kulak vermek ge-rekmez mi! Bizim Yunus laf olsun diye konuş-mamıştır sarıçiçekle. Sanki bu mükâlemeye manidar bir mesaj yüklemiştir. O da şudur; gül nasıl gül vasfını kaybetmeden farklı renkler-le içinde yaşadığı bağ ve bahçeyi güzelleştiri-yorsa; farklı renkler onlar için bir düşmanlığı gerektirmiyorsa, insan da “insan olma” özünü kaybetmeden çok renkliliği ve çok sesliliği ile içinde yaşadığı coğrafyayı şenlendirmelidir. Hatta birbirleri için sevinebilmeli ve gözyaşı dökebilmelidirler. Zira insanlar acılarına ve sevgilerine anlam yükleyerek hayatlarını sür-dürürler. Ortak acılar, ortak sevgiler ortak ha-yatları inşa eder.

Gül alırız gül satarız.Gülü gül ile tartarız.

Terazimiz güldür bizim…

Gül Pür Güzelliktir: Yaratan gülü öylesine gü-zel yaratmıştır ki onun güzelliğini başka bir obje ile değil yine bir gül ile anlatabiliriz. Gül insanın istisnasız tüm duyularına hitap eden ve ruhları doyuran, benliği esir alan bir güzelliğe sahiptir. Mesela, bir insan düşünün ki sadece gözleri görüyor, gül onu endamıyla büyüler.

Page 260: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

260

Bir başka insan düşünün ki sadece koku alma melekesi iş görüyor olsun, gül onu kokusuyla mest eder; bir insan düşünün ki sadece do-kunma hissetme duygusu faal, gül onu kadife teniyle kendine hayran eder, sadece tat alma duygusu olanı ise şurubuyla kendinden geçi-rir. Sadece işitme duygusu açık olana gelince gül onu nasıl etkiler dersiniz? Onun için gülün yapacağı bir şey yok mu? Gülün yapacağı bir şey yok ama bu defa iş gül aşkıyla bir ömür en güzel nameleri söyleyen bülbüle düşer. Bülbül gül için öyle gönül yakan aşk nameleri teren-nüm eder ki duyup da mest olmamak imkânsız bir şeydir.

Gülün cazibesinden sadece ölüler uzak kalır.Çünkü;

Kokusunu Efendimiz Muhammed’den alır.305

Gülü defalarca kokladıktan sonra göğsümüze hem de kalbimizin üzerine gelecek şekilde ta-kışımız ya da suyla dolu bir sürahiye bırakıp baygın baygın temaşa edişimiz onu tüm duyu-ları doyuran maddi ve manevi güzelliği sebe-biyledir.

Gül alırız, gül satarız.Gülü gül ile tartarız.

Terazimiz güldür bizim…

Gül, Baharla Gelen Hazinelerin Anahtarıdır:

305 Ateş, Orhan, yayımlanmamış şiir.

Çok ağır ve zor geçen bir kışın ardından gül, Mayıs ayıyla birlikte baharın bir müjdecisi ola-rak girer dünyamıza, Aslında Nisan ayını hesa-ba kattığımızda zahiren bir aylık bir gecikme var gibi gözükmekte ama aslında o bir gecik-me değildir, bahara vurulmuş bir mühürdür. Büyük şair Mehmet Akif,

On dört asır evvel yine böyle bir geceydiKumdan ayın on dördü gibi bir öksüz çıkıverdi,der. Yaratan yüz yirmi dört bin peygamber göndermiş, Kâinatın ist ihar tablosu Gülün remzi Hz. Muhammed (as)’i de sona bırakmış-tır. Sona bırakmış ama onu divan-ı nübüvve-tin hatemi, (künûzu mahfiyyânın mist ahı) gizli hazinelerin mist ahı (anahtarı) yapmıştır. Gül kıştan sonra gelen bahara mührünü vururken, Hz. Peygamber de cehaletten sonra aydınlığa vurulan bir mühürdür

Gül Tekâmüle İşaret Eder: Ülkemizde yaklaşık yirmi üç çeşit yabani gül yetiştiği söylenmekte-dir. Fakat yabani güller kendi haline bırakılmaz. Gülü avucunun içi gibi bilen Anadolu köylüsü güle emek harcar, alın teri döker, aşı yapar ve onu yabanilikten alarak yakamıza takılacak süs haline getirir. Efendimizin bedevi toplulukları terbiye ederek medeni milletlere muallim yap-ması gibi. Özünde halife-i ruy-i zemin olan insan da değişik sebeplerle kendi özüne yabancılaşa-rak ayakaltına düşmüş olabilir. Eğer insan için ter döker, emek harcarsak o da gül gibi göğüs-lere gonca olabilir. Değilse, eğitim ve terbiyen

Page 261: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 261

insan insanın kurdu olacaktır.

Gül başlangıçta beyazdı. Bülbülün kanı onu kırmızıya boyadı. Bülbül güle âşıktı. Aşk da kutsaldı. Ama bir şeyin kutsallığı onu herkese açık hale getirmez. Aşkın da bir iff eti ve huku-ku vardır. Bülbül duygularına kapılarak aşkın hukukunu ve maşukun iff etini hiçe saydı. Aşkın sarhoşluğu içinde gülün haremine kanat çırp-tı. Gül de onu dikenleri ile karşıladı. Meşru bir amaca gayr-ı meşru şekilde ulaşılamayacağı-nı gösterdi. Haremini ve iff etini korudu. Gülün beyazken kırmızıya dönüşü ile alakalı bazı söy-lentiler vardır. Bir söylentiye göre gül kendi-sini ölürcesine seven bülbülün aşkına karşılık vermediği için bülbülün ölü bedenini görünce utancından kızarmıştır. Başka bir söylentiye göre de bülbülün toprağa dökülen kanını eme-rek kırmızıya boyanmıştır. Doğrusunu söyle-mek gerekirse, bülbül âşıktır, gül de maşuk. Ama bülbül aşkın hukukunu ve gülün iff etini hiçe saydığı için; gül bülbülün bu sorumsuz davranışı sebebiyle âlemden hayâ etmiş ve kızarmıştır. Sonuçta gül iff etini muhafaza et-miş, bülbülde hukuksuzluğun cezasını canı ile ödemiştir.

SonuçKültür toplumları oluşturan tüm katmanların hayat algısını özetleyen bir manzumedir. Her toplum öncelediği maddi ve manevi değerler ile kendi kültürünü adeta bir dantelâ gibi örer. Dolayısıyla toplumları tanımak için onların sa-

hip oldukları kültür manzumesini hangi değer-ler ile süslediklerine bakmak kâfidir. Sevgi mi önde öfkemi, gül mü baskın diken mi. Bir filo-zof der ki; kalkan yapan usta, kılıç yapan usta-dan daha faziletlidir. Neden? İkisi de usta değil mi! Her ikisi de usta ancak, kalkan yapan usta mesleğini insan canını kurtaracak bir aleti yapmak için kullanırken kılıç yapan usta, mes-leğini insanı öldürecek bir aleti yapmak için kullanır. Bu anlamda İslam kültürüne bakıldı-ğında, insanlara hayat bahşeden sevgi, barış, aşk, adalet, hoşgörü vb değerler ile örülü bir fazilet manzumesi olduğu görülecektir. Mede-niyetimiz diken medeniyeti değil gül medeni-yetidir. Düşmanlarımız dahi bu hakikati zaman zaman ikrar etmek zorunda kalmışlardır.

Page 262: Gül Şehri Diyarbakır

KÜLTÜRÜMÜZDE GÜL

Mehmet Ali ABAKAYDiyarbakır Yazarlar Birliği Kurucu Üyesi Araştırmacı-Yazar

Page 263: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 263Diyarbakır Yazarlar Birliği Kurucu Üyesi Araştırmacı-Yazar

GİRİŞKültürümüzde Gül’ü tebliğimiz için konu baş-lığı olarak seçerken, sempozyum bildirilerini sunan kıymetli katılımcılarla aynı noktalara is-ter istemez değineceğiz. Bu sebeple tekrarlar olursa, olmuş ise beni ma’zur görünüz. Çünkü bu Şehr-i Diyarbekir’in “Güller Şehri” olduğu-nun ispatıdır. Fazla söze ne hacet!... Demek ki birbirinden habersiz olanlar aynı noktada buluşmaktadır.306

Kültürümüzde Gül’ü anlatırken Mezopotamya öncesine gitmeyeceğiz. Biz edebiyatçıyız, ta-rihçi değiliz. Fakat Kanunî Sultan Süleyman’a sunulan Matrakçı Nasuh’un Diyarbekir Tasvi-rinde şehrin kalesi resmedilirken gül bahçele-rinin varlığı, bu şehrin güllerle tarihteki dost-luğunun yegâne belgesidir. Matrakçı Nasuh’un çiziminde olduğu görünümü, biz 19. Yüzyıl başlarında yitirmişiz.

Evliya Çelebî’nin Dicle Önü’nü anlatırken çiz-diği güzel tasvire burada yer vermeye gerek var mı? Merak içinde olan hûllelerde aylarca süren ve yaz denildi mi sonbahara dek süren gülistanlar içindeki yaşantıyı, Çelebî’den oku-yabilir.

Mimarî’de her evin avlusundaki kuyu ve bazalt

306 Ocak 2007’de yayınladığımız derginin ismi Gül Damlası idi. Bu dergi Fatih Lisesi’nin yayın organı ola-rak çıkmıştır. Bu sempozyum bildirimizin ana hatları da bu derginin 32. Sayfasında yer almıştır.

havuzun çevresinde yetiştirilen güller, şehir insanının güllere verdiği, kazandırdığı mana ortadadır. Giyimde kuşamda gülün hayata kat-tığı mana, genç kızların, gelinlerin gül misali olduklarının işaretidir.

Sabahın erken deminde bahçede gezinirseniz gül yaprağındaki su damlasından etkilenmez misiniz? Bir çiğ tanesi ve yaprak arasındaki ilişkinin ruha yansımasının şaire verdiği heye-canı kelimelerle ifade etmek mümkün mü?

Gülün tomurcuk hali ve yapraklarının açılma-sı… Gül, niçin yetişir? Neden yaprak açar? Her gülün kokusu, toprağı aynı olmasına rağmen neden farklıdır?

Rengahenk güllerin yansıyışının ruha verdiği esintilerin insana kazandırdığı ve şaire, yaza-ra verdirdiği his atmosferinde estetizmin ruha eşlik eden biçimi..

Hayatın birçok merhalesinde vazgeçilmez sembollerden biri… Bir hekimin elinde dertle-re şifadır, gül, hastalıklara devadır.

Bir kilimde halıya nakşedildiğinde yüzyılların zevki söz konusudur.

Bir minyatürde yer alan gül, ressamının ismi-ni ölümsüz kıldığı gibi, nakkaşın nakışlarında gül olmazsa nakşedilenler kemale ermez, bir türlü…

Page 264: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

264

Gelinlerin çeyizinde geçmişten gelen duygula-rın kendisini bulduğu remz olan gül, işlendiği destmalı eşsiz kılar, hasretin imbikten geçiril-mesi misali, şekillendirilen motifl e.

Hastanın başucuna konulduğunda ruhen insa-nı rahata erdiren varlığa dönüşür.

Şairin kaleminde aşkın, sev-ginin, hasretin tecessümüdür, gül; maddeden öte manada buluşmanın adresi, tefekkürle varılabilen çizgi…

Çocuklar güle benzetilir, sevi-lenler gülle ifade edilir, en çok sevilenlerin işaretçisidir, gül…

Çocuk teninin tazeliğinde do-kunsan sihrini kaybedercesi-ne nazik, zerafetiyle ihtişamın misali, insanı dünyası içinde büyüleyen yapraklar ve şekille-riyle büyüleyen figür…

Güle ulaşmak isteyenin dikene razı olduğu demler… Güle ulaşmak, bilmeyen için dalından koparılmasıdır. Lakin güle ulaşa-mayanların sıkıntısı vardır, düşünce âleminde. Gülün beraberinde taşıdığı dikenler söz konu-sudur. Kokusu, rengi, görünümü apayrı olan gül, bahçıvanın da şehadette bulunduğu gül-leri, beraberinde büyütür. Güller, neden diken-

leriyle büyür? Bunun sırrı nedir? Dikeni olma-yan gülün kıymeti var mıdır?

Tasavvuf erbabının, fikir adamının, felsefe ile iştigal edenin gözünde gülün diken taşıması-nın manası oldukça engindir, düşünce ufkun-da.

Hayatta mutlu olmayı gül ha-liyle düşünenlerin mutluluğa giden yolda karşılaştığı her engel diken ile telaff uz edilir, edebî lisanla. Varılmak istenen hedef ve karşılaşılan zorluklar, gül ve diken ile tecessüm kaza-nır, yazıya dökülürken.Vuslatı geciktiren, bazen de engelleyen dikenler, felekle ta-rif edilir, edebiyat dünyamız-da.

Tasavvust a Allah’la buluşmanın önündeki en büyük dikenler-den biri nefistir. Buluşulmak istenen gül ve engelleyen di-ken nefistir. Nefsin ıslâhı çile-

den, insanın kendisini bilerek birçok nimetten alıkoymasını gerektirir. Bunun için bir lokma bir hırka, insan için her dünyevî zevkten daha iyidir.

İnanç âleminde Peygamberin teni gül kokar, teri gülün kokusudur. Peygamberi anımsatan

Page 265: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 265

gül, hasretle sevdayla karılır, kendisini gülün tezahüründe bulur. “Gül” denilince akla gelen peygamberdir, İslam İnancı’nda. İslam’ın res-medilme durumunda takındığı yasak, insan ve hayvan şekli dışında en çok gül için serbest-liğe dönüşmüştür. Gül ile şekillendirilmek is-tenen birçok duygu vardır, serbest bırakılan. Cennette tasvir edilen bahçeler ve kokular için Kur’an-ı Kerim’de geçen birçok âyete ve Pey-gamberin hadis-i şerifine bakılabilir.

Fikir adamları, ideallerinin gerçekleşmesinde karşılaşılan zorlukları tarif ederken” Her gü-lün bir dikeni vardır.” ifadesini sık kullanır, an-latılarında.

Heykeltıraşın gülü tasviri vardır, bitkiler içinde şekillendirdiği, can vermek istediği. Bu can ve-riş, mana itibariyledir…

Önceleri bahçelerde kişinin zevkine göre ye-tiştirilen gül, sonraları suya atılan taşın hal-kalar misali büyüyerek, birçok ülkede gül bah-çelerinin oluşmasına zemin hazırlamış, hüküm süren sultanların, hükümdarların nazarında ehemmiyet arz etmiş, her saltanat süren pa-dişahın, şahın, kralın, imparatorun köşkü, ko-nağı, malikânesi bu gül bahçeler içinde farklı öneme haiz hale gelmiştir.

Dün suyu ile bizim hayatımızda etken hale ge-len gül, bu gün sektörel alanda oldukça getiri-ye sahip bir hammaddedir. Tıbbîyatta eczanın

bazen en çok aranan hammaddesi olan gül, günümüzde itriyat-koku dünyasının ana mal-zemesi haline gelmiştir.

Tıbbiyatta hazmedici olma beraberinde birçok hastalığa deva olan gül, cerrahî alanda vazge-çilmezdi. Birçok yönüyle antioksidan, dezen-fekte olmak üzere hijyen alanında kullanılan gül ürünleri, içecek alanında şerbet, şurub yi-yecek alanında reçel, pasta, tatlı olmak üzere birçok alanda alternatif özelliğe sahiptir. Ha-len şişliklerde, iltihabî durumlarda, kadın has-talıklarında, cerrahî müdahalelerde, psikolojik tedavilerde geleneksel tedavide güle verilen kıymet söz konusudur.

Biz, edebiyat alanında çalışan ve araştırma içinde olan biri olarak işin sağlık yönünü tıb-biyata bağlı bilirken, edebiyat alanında birçok şair, gülsüz bir hayat düşünmemiştir.

Doğu kültüründe hayata dair manalar sembol-lerle anlam kazanır, anlaşılmak üzere çoğun-lukla.

Gül sevileni sembolize eder, halk şiirinde; sevene “Bülbül” denilir. Kerem’e, Ferhat’a, Mecnun’a, Mem’e karşılık Aslı, Şirin, Leyla, Zin söz konusudur.

Halk şirinde olan bu tarz yaklaşım, Divan Şirinde de egemen motist ir. Fuzulî’nin Su

Page 266: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

266

Kasidesi’nde egemen olan motif güldür.307

Ahmed Haşim’in Merdiven’inde hem gül vardır hem bülbül. Mehmet Akif’te Bülbül, bir devri anlatan şiire isim olmuştur.

Sezai Karakoç’ta gül vardır, Ahmed Arif’te yedi veren gülleri vardır.

Diyarbakırlı Şairlerde, yazarlarda gül eksik ol-madı, hiçbir zaman. Gül, bülbülle birlikte anıl-dı, söylendi, yazıldı.“Gül” denilince önceleri Şehr-i Diyarbekir akla gelirmiş, öyle anlaşılırmış. Duyduklarımıza, anlatılanlara ve yazılanlara göre. Bilir misiniz, bu şehrin diğer isminin “Güller Şehri” olduğu-nu, “Güller Şehri” olarak bilindiğini?

Karacadağ’ın kiliminde, halısında duyguların güle dönüştüğünü bilir miydiniz?

Genç kızların nakışlarını şekillendirdiği kanavi-çelerde gülün eksik olmadığını bilir miydiniz?Bohçaların içinde gülkurularının saklandığını, üzerindeki işlemelerin sadece gül olduğunu bilir miydiniz?

Mendillerin bir ucuna işlenirdi, göz nuruyla bir zamanlar. Bu mendiller, işleyenin kokusunu taşırdı, hiç yıkanmadan.

Bahçelerinde güller vardı, şehrin. Her avluda

307 Geniş bilgi için aşağıda ilgili bölüm.

mutlaka birkaç gül ağacı yetiştirilirdi.

Avlular, gülsüz kalmazdı.

Kuyunun, havuzun yanı başında gül, dikilen ilk ağaçtı.

Esfel Bahçaları’nda Dicle’ye nazır köşklerde gül yetiştirmek bir sanattı, geçmişte.

Gülün reçeli vardı, her evde. Kış ortası içilen şerbet, gül şerbetiydi. Her misafir, gül suyuyla karşılanırdı, evde.“Gül” denilince Hazreti Muhammed(a)’e salâvat getirilirdi, eller yüze sürülerek. Konuş-malarda gül mutlaka geçerdi, gelenekte bir önemli konu ele alındığında.

Zorluklar anlatıldığında gülün dikensiz olma-dığı vurgulanırdı, özellikle. “Gül” denildiğinde dikenden soyutlanmazdı, konuşulan..

Gül, yakaya, saça takılandı. Büyüğe saygının ifadesiydi, huzurun simgesiydi, bir dönemler.Güller şehriydi, Diyarbekir… Hanların avlu-sundan bile eksik olmazdı. Mardin Kapı’dan Sem’ân Köşkü’nün ötesine uzayan geniş alan kokularıyla farklılık arz ederdi.

Bu gün, evlerin avluları kalmadı, gül ağaçları-na mekân olma adına. Betonarme yapılar yük-seldi, dönem dönem tarihî evlerin bağrındanBirçok gül yetiştiren gül yüzlü adamlar, gül ba-

Page 267: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 267

kışlı kadınlar küstü hayata.

Tebessümler bile goncayı çağrıştırırdı, şiirde. Boşuna gül goncası denilmezdi, yaşı küçük olanlara. Çocuklar güldü, küçük yaştan itiba-ren.Evlerin pencerelerinde saksılara konuldu, son-raları balkonlarda yitip giden güller, bir bir unutuldu hayatta.

Gül yetiştiren gül yüzlü insan-lar, ömürlerinin son demlerini yaşarken nefes alamaz hale gelen betonarme yapılar için-de çaresiz son anlarını bekler oldu, dünü her hatırlayışların-da.

Ne kasımpatılar kaldı ne fes-leğenler. Begonyaya yaban-cı, karanfil görmemiş olanlar, gülsüz kalmanın acısını nere-den bilsin? Muhammedî güller unutulup gitti, o güzelim koku-larıyla.

Hayattan göçüp gidince güzellikler bir bir, na-sibini alanlardan biri de güller oldu. Terk-i di-yar eden yedi veren gülleri, kan kırmızı-yedi veren gülleri artık yok.

Bembeyaz gülleri, sapsarı safran renkli gülleri, yârin yanağı gibi pembemsi gülleri anımsayan-

lar arasında kala kala biz ara kuşak kaldık, gibi.

Doğallıktan kopan yaşam, yerini mekanik hayata terk edince albenili-kokusuz-ruhsuz güller çıktı, ortaya. Hastaların başucuna konuldu, bir bir. Bu güller su bile istemez cinse sahip. Plastik olduğu biline biline hastaya takdim edilen güllerin ege-menliğinde yaşamın tadı kalır mı ?

Isparta, “Gül Şehri” olarak anılı-yor muydu, şehrim “Güller Şeh-ri” olarak adlandırıldığı zaman? Diyarbekir güller şehriydi, bir dönemler. Biz, o dönemi hayal-meyal hatırlayanlardanız.Diyarbekirli Şairler dünde gülü o kadar şiirlerine konu etmiş ki yaptığımız araştırmada birçok şairin bu konuda şiiri söz ko-nusudur ya da şiirinde gülü ele almışlığı vardır. Biz sadece kimi şairlerden kısa değinmelerde bulunacağız: İhsan Fikret BİÇİCİ’den:

“Bu senin Diyarbekir oluşunBazen

Yediveren bir gül gibi,Ama çok kere kanlı bir kurşun

Gibi durur canevimde”.(Diyarbekir-Şaraban’dan…)

Page 268: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

268

Sezai KARAKOÇ’tan:“Dicleyle Fırat arasında

Bir eski şehir cennet titremesiSarı güller çevirmiş dört yanını

Yabancı bir şehir gibiKırmızı güller yerli

Kuzların doğması nasıl beklenirse o ülkedeGüllerin açması da öyle beklenir gün doğma-

dan önceBahar yağmurları böyle günlere gebe

İner gökyüzünden bahçelereNişanlarda gül şerbeti içi,lir

Hastalara gül şurubundan ilaçGül yeni bir yeni yıl gibi

Hızır fısıltısı say onuBaharın salavatı güller

Yeryüzüne gelerek sabahlarıYataklara dökülerek “(Gül Muştusu’ndan)

….“Gelin gülle başlıyalım şiire atalara uyarak

Baharı kollayarak girelim kelimeler ülkesine “(Ülkeden Başkentler Başkentine’den)

Rûşenî’nin Kâmî’ ile beraber söylediği gazel-den: Kâmî: Dahl ederdim bî muhaba bülbül-i şeydâya ben

Şimdi dil verdim vuruldum bir gül-i ra’naya benRûşenî: Beste-i târ-i siyah-i zülfün olmuştur gönül

İhtiyarsız düşmüşüm zalim yaman sevdaya ben

Mehmet Tevfi k’ten:Bûy-i vatanla gönlümüze verdi inşirah

Bir gül getirdi sanki cinandan sabâ bizeVehbi’nin Kaldı redifl i gazelinden:

Elim yetmez güle pâder-kef-i hâr olduğum kaldıBu gülşende heman bülbül gibi zâr olduğum kaldı

Kemâle irmeden bedr-i ümidim buldu noksanıHilâl-i minnet-i çarh-i sitemkâe olduğum kaldı

Mâhir’in Ey Bülbül redifl i gazeli:

Acep gülden mi yoksa hârdan mı dâdın ey bülbülKi âteş urdu bağa nâle ü feryâdın ey bülbül

Benüm gibi esir-i derd-i hicrân olmamışsın senHemân taklid ile olmuş figan mu’tadın ey bülbül

Pasendide ederlerse dahi gül nağmeni aslaBu gülşende açılmaz hîç dil-i nâşâdın ey bülbül

Tutup zâğı ne gun gülzâ<rdan bahs-i kafes kaldın

Cihânda olmasun aslâ senin sayyadın ey bülbül

Bu gûna ah-i dilsûzu sana kim eylemiş ta’lim Aceb Mâhir midir bilmem senin üstâdın ey bülbül

Râif’in bir şiirinden beyit:Cûda düştüm o dem ki nev-nihal-i gülizârımdan

Cihan doldu seda-yi nâle-i feryâd u zârımdan

Hayalî’nin Senin redifl i gazeli’nden:Gülleri şermende eyler reng-i ruhsarın senin

Öğredir serve edâlar naz ü rest arın seninTerk-i Gülşen etti hasretle hezaran reşkten

Gördüler nadîde rengin hüsn ü etvarın senin

Gülün damlası mı olur? Olur dostlar olur. Gül solunca yaprağı düşer. Kıpkırmızı gülden dü-şen yaprak, damla kabul edilir. Ağlamaktadır,

Page 269: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 269

gül. Hüznün yansımasıdır, düşen yaprak. On-dandır güle bakıp bülbülün ağlaması. Aşklar değişken olmadan evveldi., sevilene sunulan ve ömür boyu saklanan gül.Alınan işlemeli mendil ve o bakışın yıllarca hatırlandığı an. Ne sevgili kaldı ne âşık… On-dandır göç etmesi hayatımızdan güllerin. Gül damlası daima bana bunu hatırlatır.

Doğu Kültüründe Bülbül ve Gül Motifi Halk hikâyelerinde mesnevîlerde gül ve bülbül, daima sevilen ile sevenin remzi olarak kabul edilmiştir. “Diyarbakır Folklorlundan Kesitler Celâl Güzelses” kitap çalışmamızda Diyarbakır Folklorunda Gül-Bülbül Motifi hakkında yaptı-ğımız araştırmayı sunuyoruz:

“Doğu Kültüründe bülbülün gül yüzünden çek-tiği acılar, ciltler dolusu tutar. Sevenin sevile-nin remzi olan “Gül” ile “Bülbül”, Diyarbakır Folklorunda ele alınmamış bakîr konulardan-dır. Şiirini semboller üzerine kuran Ahmed Haşim’in Şiiri’nden remzler:

Eğilmiş arza kanar, mutassıl kanar güller;Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,

Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer (Merdiven )

Düştükçe vurulmuş gibi yer yerKızgın kokusundan kelebekler

Gönlüm ona pervane kesildi (Karanfil )

Gül ile bülbül bazen mumla pervane, bazen Leylâ ile Mecnun olur, Doğu Kültürü’nde. Fuzûlî’nin Su Kasidesi’nde Gül ile Bülbül: Suya virsün bağban gülzârı zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek virse bin gülzâre suArızun yâdıyla nemnâk olsa müjgânım n’olaZayi olmaz gül temennâsıyle virmek hâre suİçmek ister bülbülün kanın meğer bir reng ile

Gül budağının mizâcına gire kurtare su Misalleri çoğaltmak mümkün olduğu bu şiir-lerden, folklordaki Gül ve Bülbül ikilemine ge-çiyoruz.

Celâl Güzelses’in saba makamındaki “Ana Beni Bir zalime verdiler” isimli eserinde Gül Motifi egemendir:

Ayrıldım gülüm sendenSaçı sümbülüm senden Ağamın elinden

Yârimin derdindenNasıl edem

Gül ve Bülbül ikileminde seven, sürekli sevi-lenden yana fedakârdır:

Senin yerenGül sevdim senin yerenSen ölme canan yazıh

Page 270: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

270

Ben ölem senin yeren Sevilenin sevenden yana şikâyeti de maniler-de yerini bulur:

Gül demediElinde gül demedi

Ya ben nasıl güleyimYâr bana gül demedi

Manilerin bir önemli özelliği de aynı maninin diğer şehirlerde hatta farklı ülkelerde aynılık göstermesidir:

Gamze delerGönlümü gamze delerSinem tabib delemezDelerse gamze deler

Güle olan meyil, çok şeyin üzerindedir. Hasre-te programlı gönül, istenilene varma için çok şeyden feragât eder:

Gül senindirBağ senin gül senindirKendin gül adın çiçek

Korkma gönül senindir İnsanın gülmesi, kültürde hoş karşılanmaz. Gün-lük geçim telâşı, ayrılıklar, eş-dost derdi, alınan terbiye hele aşk ile yoğrulmuşsa, “gülme” yerini ağlamaya bırakır. Öyle bir ağlamak ki…

Gülmenem

Bülbül benem gülmenemGönlü şad olan gülsün

Ben dertliyem gülmenem Hüznü eksen alan manilerden biri:

Güle nazBülbül eyler güle naz

Girdim dost bahçasınaAğlayan çok gülen az

Gül ile Bülbül, ayrılığın adıdır. “Bahar olur ye-şillenir “de gül, “sümbül”, bülbül “ağlayan” ol-muştur:

Bahar olur döker bağlar gazeliYârim sümbül elvan elvan güzeli

Gidi(n) sorun dünya âlem ne ağlarBen ağlaram nazlı yârdan olmuşum

Aşağıdaki manide sevgilinin benzi güle ben-zetilerek, ayrılıktan dolayı sevenin çektiği acı dile getirilip, kavuşmanın önüne geçen engel-ler, dağlar ile ifade edilmektedir:

Bu dağlar olmasaydıGül benzin solmasaydı

Ölüm Allah’ın emriAyrılık olmasaydı

Celâl Güzelses’in bir araya getirip musıkîmize kazandırdığı eserler, bugün musıkîmizin seçkin ürünlerini oluşturmaktadır. Celâl Güzelses’in

Page 271: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 271

Ulu Camiî Müezzinlik yıllarından, unutulma-yan uşşak makamındaki şaheserde yine Gül ve Bülbül motifi egemendir:

Her bir gülün râyihası âlemi tuttuFeryâda getirdi gülü gülzârı Muhammed

Diyarbakır’da yetiştirilen bir gül çeşidine de “Gül-i Muhammedî” ismi verilir. Tasavvufl a iç içe olan bu motif, tasavvust a vazgeçilmez sembol halindedir. Yunus Emre’den:

Sordum sarı çiçeğeNeden boynun eğridir

Çiçek eydür derviş babaBenim aslım topraktır…”(age Sayfa 66-68 )

Mehmed Âkif’in Bülbül Şiiri’nden:…

Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin? 0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;

Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun, Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen, Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.

Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın, Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.

Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda; Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,

Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır? Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?

Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:

Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım! Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;

Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda! Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,

Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı! Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,

SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu. Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın; Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!

Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun; O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!

Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın; Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın! Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş, Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!

Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın; Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!

Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!..

Ahmed Arif’in şiirinde Gül

Uy havar! Muhammed, İsa aşkına, Yattığın ranza aşkına,

Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!Benim de boş yanım hançer yalımı

Ve zulamda kan-ter içinde, asi,He desem, koparacak dizginlerini

Yediveren gül kardeşi bir arzuOy sevmişem ben seni…

…Açar kankırmızı yediverenler

Ve kar yağar bir yandanSavrulur Karacadağ

Savrulur zozan…

Page 272: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

272

Sezai Karakoç ve Gül:“Güllerin içine yağdığı Bahar aydınlıklarının“

… “Yaratılışa dönmüşüm baharla

İlk yaratılışaGül saçarım düşmanıma bile

Bir ilgi var ölenle bulutDoğanla güneş arasında

Taş bile çiçeklenir baharda” “Eski çocuk gül gibi dağıldı gitti atlarda

Atlar kan çizgileri ufuklardaÇocuklar

Tist iklenmiş öyküler bahar akan mezarlardaGenç ölmüşlerdir dedelerim

İlgim yok benim bu erken ağarmış saçlarlaDenizin düşüyüm ben karada

…..Güneşte yanmış bir gül sesi”

…..“ Ve kapılar açmış doğum zindanına

Diriliş ayazmasınaYusuf'un hücresine

Düş olmuşDüşmüş asmalardan

Babilin dudaklarındanKudüs sarnıçlarındanÇalkantılar taşımış

Mısır'ın kızgın umutsuzluk akşamlarına” “Eski zamanlarda söylenmiş apaçık

Ama gelecek zamanlarda sırra dönüşenYüce erlerin sözlerinden

Sözlerin gençleşen hayallerinden

Kabarmış yeşil damarlı elleriyle Alınyazısıyla döğmeli gül devşirmedeAraştırıyor gözleriyle kuşlukta biriken

Muştulu kader sesleriniBir şey olacak biliyor ama ilerde”

….“-Bahar gelmiş Yusuf

Çok düş gördükGül getirilmiş hapishaneyeÇok düş yorumladın amaHenüz çıkamadık genişVe aydınlık yeryüzüne

Bir gül getirilmişAma aşamadık duvarları

Çıkmadık gül bahar ülkesine” “Son insan ölmeden önceBir ülkü inecek bahçelere”

……Size bir mutluluk haberi gibi

Gül gelecekKıyamet demek gülün geri gelişi demek

Gül peygamber muştusu peygamber sesi…”….

“Seni ben gönderdimGülün muştusunu vermek için

…Seni sevenin ismiyle yetiş bize

Yetiştir bizeGünahlarımızı kül edecek ateş harmanını

Verim yağmuru insin ülkemizeMekkeye Medineye ŞamaKudüse Bağdata İstanbula

Semerkanda Taşkente Diyarbekire

Page 273: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 273

Yetiş Peygamber imdadı yetişYetiş Allah'ın izniyle”

“ Gül diksinler diye yeni topraklarınaİnsanın ta gönlüneYetiştir erenlerini

Allah'ım”….

Gül alıp gül satarlar Gülü gül ile tartarlar

Gülden terazi tutarlar Çarşı pazar güldür gül”.

…Mona Roza siyah güler ak güller

Geyve’nin gülleri beyaz yatakKanadı kırık kuş merhamet isterAh senin yüzünden kana batacak

Mona Roza siyah güller ak güller …

Aziz Mahmud Hûdaî’den:Gül ağlama gül bize Ele diken gül bize

Gül olanın yüzünde Gül açılır gül bize!”

Güle dair yazdığımız bir beyit:

Bir dikene rast geldi şu sargılı elimGüldendir bunca gün acı çektiğim

Gül Bahçe ve Yaşlı Adam ÖyküsüÖnceleri kökleriyle toprağa sırdaşlık eden gül ağaçlarının bahçelerde koruyucusu idi, bah-çevanlar. Her bahçevan, elinde makası ile gül ağaçlarının yetiştirilmesine özenle bakar ve

bu özenin karşılığında renkahenk güllerin ye-tiştirildiğini gördüğü zaman, duyduğu haz ve yaşadığı coşku ile emek vermenin karşılığını alıyor, harcanan ömre ve zamana acımıyordu. Çünkü emeğinin karşılığını alan bahçevan, ye-tiştirdiği güllerle ustalığının derecesini çevre-sine ilan ediyordu.

Toprağa düşen fidan, zaman içinde serenca-mını yaşarken, renkahenk güllerin verileceği zamana kadar, koruyucusu olan bahçevanın elerlinde bir bebek misali özenle yetiştiriliyor, sıcağa ve soğuğa karşı alınan tedbirlerle bah-çevanın göz nuru el emeği sayesinde insan de-recesinde hususî ihtimamla varlığının esas se-bebinin bilincinde kendisine harcanan zamanı ve emeği boşa çıkartmıyordu.

Zamanla bahçelerdeki ağaçlarla beraber gül-ler de söktürüldü, yerine betonarme binalar dikilmek üzere. Toprak, köklerini bağrına aldı-ğı ağaçlardan kopmak istemese de kullanılan zor, direngenliğin ölçüsünü kırıyordu. Bahçeler bir bir yaşanan hatıraların merkezi olmaktan çıkarak, birer çok tabakalı evlere, apartman dairelerine dönüştü. Bahçeler, birer maket şeklinde yaşatılmak istense bile ihtiyaçlar art-tığı için ya araba parkına ya da topraktan haz etmeyenler tarafından betonlaştırıldı, etrafı demir aksamlarla çevrelendi.

Gül Yetiştiren Adamlar, şehirde olmanın insan benliğini yaralayan oluşumlar karşısında çö-

Page 274: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

274

zümü balkonlarda saksılarda gül yetiştirmekte buldular, en azından. Gül, toprağa olan hasre-tinden saksılarda istenileni vermeyince, esa-ret kabul edince saksıdaki duruşunu, Gül Ye-tiştiren Adamlar kınandı, zaman içinde.

Onlar, yaşlansa da bu davranışlarını gelenek-ten kaynaklanan alışkanlık ve gereklilikle sür-dürdü. Çocukları ihtiyaçtan bahçeleri beton-laştırdıklarını ifade ederek kendi vicdanlarını rahatlatmak isterken Gül Yetiştiren Adamlar, gözyaşlarını saksılardaki sıska güllerin fazla kokmayan, kokusunu kaybetmiş yapraklarına dökmeye devam etti. Torunlarına bunu aşıla-mak isteyen Gül Yetiştiren Adamlar, saksı ile buluşmaktan yorgun düşen güllerin bir bir sol-duklarını gördü, yaşlı gözlerle.

Saksılarda gül yetiştirme yerine kuşları kafes-lerden azad etme halinin daha mütenasip ol-duğunu bilenler saksılardaki gülleri toprak ile buluşturmaya ahd etti, güller uzak topraklara zorunlu sürgüne tabiî tutuldu.

Balkonlarda gül yetiştiriciliği kalmadı, artık.İnsanoğlu, toprağa çıplak ayakla basmaktan imtina etti.

Küçük çocuklar, her gün ağaçların gölgesi al-tında oyunlar oynamaz oldu.

İki ağaç arasında gerili, minderle desteklen-miş salıncaklarda uyumadı, bebekler.

Cıvıldaşmadı kuşlar eskisi gibi, yeşillikler için-de.

Ne bir demet maydanoz ne bir deste nane ne de kokusu kopartılırken elden kolay gitmeyen birkaç yeşilimsi domates…

Bahçelere eskiden oluşan tufanlar gibi bir mu-sibet gelmiş, toprağın altı ve üstü değiştiril-mişti. Hiçbir yeşile tahammül etmeyen anla-yış, daha çok kazanma adına her gördüğü yeri, bahçeyi apartmanlaştırmaya koyulmuştu.

Önceleri şehirleşmede cazip gelen daire haya-tı, sonradan tadı tuzu olmayan bir yaşam dö-nüşünce balkonlarda oturup çay içemez hale geldi, insanlar. Merdiven basamaklarını bile çıkmaktan acziyet içinde olanlar, asansörü kullanır oldu.

Çoğunlukla pencereler bile açılmaz oldu, isin, kurumun ve tozun ev içine dolmaması için. Balkonlar da gözden çıkarıldı. Evin mahre-miyetine karşı olan balkonlar, bir bir gözden çıkarıldı. Bir depo haline getirildi, öncelikle küçük balkonlar. Sonrasında büyük balkonlar, misafir gelince oturulur, kullanılır hale geldi.

Bazen bahçede yaşananın canlandırılması yapılmak istense de boşunaydı, çırpınışlar. Komşular, yakılan mangalın, yapılmak istenen yemeğin kokusundan rahatsızlığını dile getirir, oldu. Ev içinde bile yüksek sesle konuşmalar

Page 275: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 275

yasaklandı, aile fertlerince.

Çocukların uslulaşması, ehilleşmesi sessiz-liklerine bağlandı. Ne denli sessiz oturur ve konuşmazlarsa, hareketsiz dururlarsa mükâfatlandırıldı, mahalle bakkalından alınan şekerlemeler ve bisküvilerle. Artık çocuklar bile yaşayamaz oldu yaşlılarla birlikte. Apart-man hayatı, gönüllü esaretin ismi haline dönüştürüldü.

Yüz metre kare alanda küçücük odalarda yaşanan hayat, yeşi-lin ve toprağın hayattan çekil-mesiyle beraber bir cehennem hayatına dönüştü.

Bahçelerde güllerin yetiştiri-cileri unutuldu, bir bir. Akan suyun şırıltısı, yerini madeni seslere bıraktı. Güller, saksı-lardan aforoz edilince yerini vazolarda yapmacık, kokusuz, suya ihtiyaç duymayan plâstik çiçeklere-güllere bıraktı.

Hastaların başucuna bırakılan, alımlı, güzel görünüşlü güller kokmadığı için, değer gör-mese bile, yeşile olan hasret dinmediği için, masalarda süs dekoruna dönüştü, sunî güller. Göze hoş, ruha ıstırab veren güllerin aynı kal-ması, zamana ihanet misali bir ibret vesikası gibiydi. Solan gülle hüzünlenen insan kalmadı,

ölümü hatırlayanlar azaldı. Solan gülün yap-raklarına bakıp, hayatı bir film şeridi gibi gö-zünün önünden geçirenler azaldı. Hatta güzel kokan güllerin verdiği şevkle salavat getiren-lerin çocukları, bu güzel hasleti unutuverdi. Kimi sebeplerden dolayı gül suyu kullanmak, hoş görülmedi, gül yağının çağrıştırdığı yan etkiler(!) sebebiyle gül ile olan irtibatımız or-

tadan kalktı.

Evleri balkonsuz yapan mi-marların alnından öpen Şairi hatırlarım… Bizim evlerimizde balkon yoktu, bahçeler vardı. Bahçelerde hane halkı istedi-ği gibi rahat ediyordu. Geyve-nin gülleri yetiştirilmiyor, ar-tık bahçelerde. Ne kan kırmızı kadife güller ne Muhammedî güller. Ne bir çimen ne bir ye-şillik!...

Hekimler, artık yaşlılara, ço-cuklara parklardaki yeşillikler-de oksijen solumayı reçete-leştirir oldu. Ev içinde sıkılan

insana, rahatlık verdirme adına duvarda çer-çevelerin, odada kanepelerin yerlerinin de-ğiştirilmesi tavsiye edilir oldu, psikologlar ta-rafından. Yılda bir beş-on gün bile olsa tatile çıkma tavsiye edilir oldu.

Şehirde has ekmeğe talim edenlere, kepekli

Page 276: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

276

köy ekmeği tavsiye edilir oldu. Baldan uzak düşenler, pekmezi tanımazken, şerbete yaban-cı olanlar, hazır içecekler tüketmeye başladı. Yoğurdun bile makinelerde işleme tabiî tutul-duğu şehirde insan, ayranı bile hazırlamaya üşenir oldu, hazır ayran içer duruma geldi.

Gül şerbetlerinin tadı, reçellerinin kokusu, gül sularının ve özellikle yağlarının baş döndüren mutluluk hissi yerini kimyevî maddelere bıra-kalı, hastalıkların önü alınmaz oldu, tetikleyen sebeplerle.

Ekmekler bozuldu, sular kirlendi, çevre yeşilli-ğinden eser görülmüyor, insanlar aynı torna-dan çıkmış robotlara dönüşeli, emekli olanlar çareyi geçmişe dönmekte arar gibidir. Köye gidişe hazırlanan ruh, rahatlıktan elini çekmek istemeyince iç çatışmalar başladı, beraberin-de.

Gül Yetiştiren Adamlar, Mimarîde Balkona Düşman Mimarlar ve Toprağa Hasret Güller!...Gül işlemeli mendili koynunda saklayan da kalmadı, günümüzde. Ne kanaviçeye ne eta-mine işlenir oldu, gül. Şairler bile şiirlerinde güle methiye dizemez oldu.Bülbülden bahsetmediğimizin farkında mısı-nız? Onu da bir başka yazıda gülle bülbülün sohbeti olarak ele alalım.

Ben de alnından öpmek istiyorum, evleri bal-konsuz yapan mimarların. Ben de Geyvenin

Gülleri’ni elime almak isterim. Ben de akşa-müstleri batan güneşin güle verdiği ihtişamı görmek isterim. Mutassıl kanayan güllere ba-kıp, eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak bırakan biri olarak, ağır ağır çıktığım merdi-venin son basamağında ağlarken güle hasret çektiğim bilinmelidir.

Gül Yüzlü İnsanlar azalınca gülden bahsetmek zorlaştı. Şair şiir bahçesine gülle girerken di-rilişten esintiler, ruhumuzda bir iz bırakacak mı?

Ben bahçemdeki gülleri istiyorum, kokusuz, renkahenksiz gülleri değil.

Bunca zamandır hayatımızda olmayan bah-çe ve gül motifi, bundan sonra şehirleşmede zorunlu olarak yerini alırken bizi bahçesiz ve gülsüz bırakanlar suçlu görülmeyecek mi?

Onların yargılanarak birer bahçe yapma ce-zasına çarptırılmalarını ve her bahçede de en azından yirmi gül çeşidi dikmelerini istiyorum.-Bayım siz kendinizde misiniz? Hasta iseniz bir ambulans çağıralım.

Yaşlı adam, göz yaşını silerek, önündeki gence baktı:

-Hayır evladım, hasta değilim.

Genç, anlayamadı söyleneni:

Page 277: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 277

-Fakat ağlıyorsunuz?

Yaşlı adam, gözyaşını silerek başını kaldırdı, gence bakarak:

-Evladım, bir zaman burası bahçelik idi, güller-le kaplı idi, her alan…

Genç, sormadan kendisi konuşmaya devam etti:

-Buralarda geçen çocukluğumu hatırladım… Bahçede birçok yemiş ağacı vardı. Şimdi bir şey kalmamış.

Genç, sormadan edemedi:

-Kim sattı, bu bahçeyi, kim bu beton mezarları diktirdi, Beyefendi?

Yaşlı Adam, ayağa kalkmaya çabaladı, banktan kalkamadı:

-Ben yaptım evladım, ben!...

Açıklama: Bu çalışma, ilk bölümü ile bir eleşti-ri, son bölümü ile eleştirinin hikâyeye dönmüş halidir.

Gül ağacının toprağa kök saldığı ve bahçeler-de renkahenk güllerin açıldığı zamanların şa-hitliğinde yazan birisiyim. Güllerin kokularının varlıklarının tanıklığına işaret ettiği çocukluk

günlerimizde, reçelinden suyuna ilacından dermanına kadar olanı ve biteni yaşayan ve araştıran birisiyim.

Yazdıklarımız belki okura geçmişe hasret sa-tırlar olarak algılanabilirse de işin özünde bu-nun var olduğunu inkâra kalkışmanın beyhude bir uğraş olduğunu belirtmekle beraber, ya-zının maksadının sadece bu olmadığını ifade etmek isteriz.

Page 278: Gül Şehri Diyarbakır

TASAVVUF KÜLTÜRÜNDE GÜL METAFORU

Dicle Üniversitesi, İlahiyat FakültesiYrd. Doç. Dr. Murat ÖZAYDIN

Page 279: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 279Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi

GİRİŞYunus Emre, “Çıktım erik dalına, yedim onda üzümü / Bostan ıssı kakıyıp, der, ne yersin kozu-mu?” beytiyle başlayan meşhur muammâsını çattığında, kendinden sonra gelecek nesillerin, bu on üç beyitlik şiirine ve aynı türden diğer manzûmelerine ne çeşit yorumlar getireceği-ni belki de hiç tahmin edemezdi. Kimbilir, belki de onun bu tür şiirlerinde kastettiği anlamlar, şârihlerin açıklamalarından çok daha farklıydı. Ama şurası muhakkak ki, özellikle Hz. Yunus ve onun takipçileri, bu yola bilinçli olarak baş-vurmuşlardı ve bu anlatım tarzının ne denli düşünce ve mânâ zenginliklerine yol açacağını kendileri de çok iyi biliyordu.

Mecaz, istiâre, teşbih, kıyâs, mesel, kinâye gibi edebî söz sanatları ile amblem, sembolik im-gelem gibi anlatım öğelerini bünyesinde ba-rındıran Metafor kavramı, daha çok şiir (poe-tik) ve belâgat (retorik) alanlarında kullanılan edebî bir sanat olarak görülmesine karşın, başka sahalarda, özellikle de felsefe ve düşün-ce alanında kendisine sıkça başvurulan bir an-latım biçimi olarak da karşımıza çıkmaktadır.Tarih boyunca eski kültür ve medeniyetlerin sıkça kullandıkları Metaforik dil, İslâm düşün-cesinde de kendine ayrı bir yer edinmiştir. Metaforlara Kur’an ve hadislerde rastlandığı gibi, sistemlerini bu iki ana kaynaktan aldık-ları ilhamla geliştirip şekillendiren müslüman filozofl ar ve mutasavvıfl ar da Metaforik anla-tım yoluna başvurmuşlar ve bu türün zengin

örneklerini sunmuşlardır. Ne var ki, tasavvufî düşünce sistemi içinde tuttuğu yer ve taşıdığı öneme rağmen Metaforik anlatım, günümüz tasavvuf araştırmalarına yeterince konu ola-bilmeyi henüz başarabilmiş değildir.

İşte, bu eksikliği bir nebze gidermek yolunda atılmış küçük bir adım olmak üzere hazırla-dığımız bu çalışmamızda da görüldüğü üze-re, sûfîler, görünmeyen (bâtın / iç / mânevî) âleme ait konuları, fizikî dünyada kolaylıkla görüp bilebileceğimiz ve algılayabileceğimiz nesnelerle ifâde etme yoluna gitmişlerdir. Do-layısıyla onların kullandıkları Metaforları anla-yıp çözümleyebilmek için, bunun tam tersi bir yol izlemek; görünür (dış / zâhir) dünyadan ha-reket ederek bunları görünmeyen (iç / bâtın) âleme, insanın gönül dünyasına uyarlayarak anlamaya çalışmak gerekmektedir. Aksi tak-dirde, bütün bir tasavvuf ve bu dili kullanan mutasavvıfl ar, ya hiç anlaşılamayacaklardır ya da yanlış anlaşılacaklardır.

Kanaatimizce tasavvufa ve çoğu sûfîye yönelik sataşmaların temelinde de bu durum yatmak-tadır. Örneğin, meyhânenin içki satılan köşe başındaki dükkan değil de Allah aşkının alınıp verildiği ve nûş edildiği ârifin / âşıkın gönlü ol-duğunu; Sâkî’nin meyhâneci değil de ilâhî aşkı sunan Cenâb-ı Hak veya mürşid-i kâmil oldu-ğunu; şarâbın meyhânede satılan içki değil de ilâhî aşk olduğunu; kısacası kadehi, şarâbı, bâdeyi, cür’ayı kavrayamayan, aşk hastalığı-

Page 280: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

280

nı metabolizmayla ilgili biyolojik bir hastalık sanan mârifet ve hikmetten habersiz kimse, elbette zâhir gözüyle baktığı mutasavvıfı yer-den yere vuracaktır; hatta neticede onun ne sûfîliği kalacaktır, ne de müslümanlığı.

Bu durum, bazı şâirlerde de görüldüğü üze-re, kullanılan Metaforlardaki tasavvufî an-lam örgüsünün ıskalanarak, bir semantik atlamayla, şiirin “işâret” etmek istediği hedefin tamamen şaşırılması sonucu-nu da doğurabilmektedir. Bu tür örneklerde, kullanılan me-tafizik ve tasavvufî Metafor-ların manalarının, tamamıyla cismânîlik boyutlarına indirge-nerek anlaşılmaya çalışıldığı görülmektedir. Esasen bütün bir Tasavvuf Edebiyatı ve dü-şüncesi, anlamı bu tür farklı yerlere taşıma teşebbüslerin-den tarihte çok çekmiş ve ha-len de çekmektedir. Metaforik / sembolik anlatımdaki bu has-sas kayma noktasını iyi bilen sûfî şâirler, metafizik bir referans taşımayan şiiri, içi boş bir söz yığını olarak değerlendir-mişlerdir. Yâr, sevgili, dilber, zülf, içki, kadeh, dudak vb. Metaforlarla dolu bir şiirdeki bu gibi sembollerin karşılıklarını hep cismânî âlemde arayanlar, dünyaları çok sığ olan ham şâirler olarak nitelendirilmişlerdir. Yani Niyâzî-i

Mısrî’nin: “Bu fenâ gülzârına tâlib olanlar an-lamaz / Vech-i bâkî hüsnüne hayrân olan anlar bizi” (N. 179/2) demesi boşuna değildir.

İşte tam da bu noktada, tasavvuf erbâbının kendilerine has bu Metaforik dili kullanmala-rının temelinde yatan ana sebeplerden biri or-taya çıkmış oluyor: Gerçekten çok değerli olan

mânevî bilgileri, ehil olmayan câhil cühelâdan saklayarak yüce hakîkatlerin zâyi edilme-sini engelleme ve bu tür kim-selerin sataşmalarından, hatta zulümlerinden emin olma kay-gısı. Ayrıca sırrı ifşâ etme endi-şesi ve sûfîlerin, mânevî tecrü-be yoluyla elde ettikleri yüksek irfânî hakîkatleri ifâde etmek için başka bir yol bulamama-ları da bu tür bir anlatımda etkili olmuştur. Bazen de vecd ve istiğrak hâlinin sarhoş edici etkisi altında kalan sûfî, ya far-kında olmaksızın ya da kendini tutamayarak böyle ifadelere başvurmuştur.

Mutasavvıfın yaşadığı rûhî ve mânevî halleri yansıtan birer araç konumundaki Metaforların çözümlenmesi, esasında sadece onun hayâl ve bilgi dünyasını yansıtması açısından de-ğil, eşya ve insanla ilgili değerleri nasıl algı-ladığını göstermesi bakımından da önemlidir.

Page 281: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 281

Konumuz olan dört sûfî şâir de kendi gönül dünyâlarını, görüp tanıdıkları insan tiplerini, Cenâb-ı Hakk’a ait yüce hakîkatleri ifade et-mek için hep yaşadıkları coğrafyada, mekan-da, çevrede yer alan ve herkesin zihninde ko-layca yer edebilecek ve anlaşılabilecek olan nesnel objeleri kullanmışlardır. Bu, yerine göre bir taş, dağ, bitki veya hayvan olmuştur; yerine göre bir göl, çay, ırmak, deniz veyahut da güneş, ay, yıldız ya da bir eşya.

Çoğu sûfî ekol, şâir ve düşünürde olduğu gibi, söz konusu dört mutasavvıfın Dîvan’larında da, anlamları daha önceden teşekkül etmiş bâzı mânevî semboller kullanıldığı görülmek-tedir. Yâni birinin açmadığı bir anlamı diğeri açıklamış ve böylece birbirini tamamlayan bir Metaforik anlamlar zinciri ortaya çıkmış-tır. Böylece, Metaforik anlatım bakımından Yunus Emre çizgisi, bu dört sûfî şâir elinde daha da gelişip şekillenmiş, tekâmül etmiş-tir. Bu duruma, Vâhib-i Ümmî, Yûnus’un Nûr-u Muhammedî’yi ifâde etmek için kullandığı ve benzer bir üslûpla ele alıp yorumladığı nur dağı Metaforu örnek verilebilir.

Tasavvust a Metafor ve Sembollerin Uygulanmasıİslâm medeniyeti geleneğinde Kur’an’ın merkezî bir yer teşkil ettiği; Kur’an’ın anlatı-mında sembolik tarzın kullanıldığını dikkate alacak olursak, İslâm kültüründe sembolizmin

önemli bir yeri olduğunu görürüz.308 Kur’an, Hadis ve İslâm kültürünün diğer bütün kay-naklarında sembole dayalı ifade tarzını yansı-tan birçok örneğe rastlamak mümkündür.

İslâm Tasavvufu ve felsefesi pek çok noktada sembolizme başvurmuştur. Yapılan analojiler, teşbihler, kıyaslar ve metaforların hepsi, bu alandaki sembolik düşünce geleneğinin birer tezahürleridir.309 Bilindiği gibi, tüm dinî ve kül-türel olgular sembolik bir öze sahiptir. Diğer mistik öğretilerde olduğu gibi, Tasavvust a kul-lanılan sembollerin ayırt edici özelliği ise, in-sana metafizik alanı anlama ve kavrama ola-nağı sunmuş olmasıdır.

Sûfîler genel olarak tecrübelerini ifade eder-ken metafiziğin en uygun ifade aracı olan sembollere sıkça başvurmuşlar ve açık ifa-deler yerine bu sembollerin işâretiyle yetin-mişlerdir. Metafizik görüşlerin ifadesinde yer alan semboller, evrensel hakikatlerin, evren-deki ilke ve yasaların keşfinde birer araç olup, genellikle doğal örneklere dayanmaktadırlar: Dinlerde kullanılan her mefhum esas itibariyle bir semboldür, çünkü insanın yarattığı ve bu-

308 Kılıç, Sadık, İslâm�da Sembolik Dil, (Kılıç Yay. An-kara, 1991), s. 7–25, 217–233.309 Yakut, İsmail,“İslam Düşüncesi ve Sembolizm”,“Yunus Emre�de Sembolizm, s. 21. Yakut ayrıca şöyle yazmaktadır: Müteşabih ayetler sembolik yorumlara müsait bir görünüm arz ederken, bazı ayet ve hatta sureler doğrudan doruya sembolizmin kendisi olmaktadır. Age. s. 19.

Page 282: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

282

nun için maddi dünyaya ait olan kelimelerle büsbütün ruhanî bir hakikati ifade etmeye ça-lışılmaktadır.310

Tasavvuf‘un ayrıma tâbi tuttuğu, zâhir ve bâtın bilgi alanları arasında, sembol ve me-cazlar aracılığıyla ilişkiler kurulmakta ve böy-lece Tasavvuf metafiziğinde sembolik bir bir-lik ve bütünlük oluşturulmaktadır. Söz konusu birleştirici süreç sembolde gerçekleşmektedir. Corbin’in vurguladığı gibi zahir ve bâtın birle-şimlerini gerektirirler, her birinin diğerini ta-nıma işareti olması nedeniyle, ikisi birbirinden ayrılamaz.311 Bu şekilde diğer parça ile birlikte bütünü simgelenerek sembol oluşur. Her sem-bol bir bütünün, büyük bir işaretin bir parçası-nı içerir. Sembol böylelikle bir bütünleştirme ve uyum sağlama mekanizması olarak karşı-mıza çıkmaktadır.312

310 Annemarie Schimmel, “Dinde Sembolün Fonksi-yonu Nedir?”, Aşk, Mevlâna ve Mistisizm, çev. S.Özkan, Kırkambar Kitapçılığı, İstanbul, 2002, s. 86.311 H.Corbin, Sembolik Hikayeler, s. 118.312 F.W.Dillistone, “The Function of Symbols in Re-ligious Experience”, Metafor and Symbol, Edited by L.G.Knights, (Butterworts Scientific Publications, Lon-don, 1960), p. 104-113. Dini sembollerin uzlaştırmacı fonksiyonu ile ilgili adı geçen araştırmacı şöyle yaz-maktadır: Ateş fikri hem ısıtma hem de tasfiye; Kurban fikri hem yok edilme, hem de canlandırılma; Su hem sel basması, hem de yenilenmesi, Haç hem yargılanması, hem de korunmasıdır aynı zamanda. Onlar, aşk ile kin, hayat ile ölüm, güç ile acizlik, ümit ile umutsuzluk, baş-langıç ile son arasındaki çatışmaların büyük uzlaşma sembolleridir. Bu tür sembolleri karşısında insan birden

Tasavvuf geleneği; evrensel dini sembollerin yanında kendine has semboller dizisi geliştir-miştir. Mimari, müzik ve hat sanatlarının yanı sıra, özellikle araştırmamızın konusu bakımın-dan önem taşıyan dilsel semboller, çoğunlukla Kur’an, Hadis ve Doğu Mitolojisinden alınmış-tır. Bundan sonra, mutasavvıfl ar tarafından, onlara özel anlamlar yüklenilmiştir. Bunun ya-nında, söz konusu semboller dizisi, Tasavvufî öğretisinin doğuşuna denk gelen dönemde ge-lişmekte olan Arap ve İran romantik edebiyat-larının tesirine maruz kalmıştır. Bu sebeple, birçok Tasavvufî eser, anılan edebî akımların tarzını, sembollerini ve alegorilerini benimse-mek durumunda kalmıştır.313 Sembol gelişti-ren mutasavvıfl arın en meşhurları arasında; eserlerini Arap Dilinde yazanlardan Cüneyd-i Bağdâdî, Bâyezîd-i Bistâmî, Hallâc-ı Mansûr ve İbnü'l-Fârız; Fars Dilinde yazanlardan da Ferîdüddin Attar ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî yer almaktadırlar.314

Belki de Tasavvufun herkes tarafından anla-şılamamasının ve anlaşılamadığı içinde Ta-savvufa karşı bazı kimselerin karşı çıkmasının nedeni, mevcut ıstılahların ve sembollerin

kendi yaşamı ile dünyasının yaşamı arasında hakiki an-lamda nihai uzlaşmanın gerçekleşebileceğini görür. a. g. e, s. 113.313 A.J.Arberry, Tasavvuf. Müslüman Mistiklere Toplu Bakış, s. 103-115.314 Ebu'l-Ala Afîfî, Tasavvuf / İslâm'da Mânevi Hayat, Çev. Ekrem Demirli, Abdullah Kartal, İz Yayıncılık, İstan-bul, 2009, s. 211-214.

Page 283: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 283

herkes tarafından kolaylıkla anlaşılmıyor ol-masıdır. Son yıllarda Tasavvufa yönelik artan ilgi ile birlikte; bu akımın terminolojisinin ve sembollerinin anlamlarını geniş kitlelere ulaş-tırılması için yapılan girişimlerin ve bilimsel çalışmaların arttığını görmekteyiz.315Öte yan-dan, bir hâl ilmi olan Tasavvufun kullandığı bu kavramların tamamının, mevcut konuşma diliyle açıklanıp izah edilmesi mümkün değil-dir.316

Sûfiler, çoğu zaman yanlış anlaşılma tehlike-sine karşı, gizli tutmak istedikleri sırları sakla-mak için sembolleri kullanmışlar ve Tasavvufî tecrübeyi yorumlamak için uygun bir yol olarak görülen sembolik üslûbu benimsemişlerdir.317

315 Sunay Yılmaz‘ın İsmail Hakkı Bursevi’nin Muham-mediyye Şerhinin II. Cildinde Geçen Tasavvufi Istılah ve Semboller isimli Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversi-tesi, İslam Felsefesi Bilim Dalı, İstanbul, 1993; Hümey-ra Hamzaoğlu, Muhyiddin İbnu’l Arabi’nin Ez-Zehâiru�l-Alak fî şerhi Tercumâni’l-Eşvâk adlı eserinde İlahi Aşk Sembolizması, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversi-tesi, Tasavvuf Bilim Dalı, İstanbul, 2003.316 Bu konuda, Nicholson şöyle bir açıklamada bu-lunmaktadır: Sufilerin şiirlerinin, vecd halinin etkisiyle meydana geldiğini ve gerçekte Vehbi olarak gelen bilgiye benzediğini kabul ediyoruz. Sembolik bir formda sunu-lan bu şiirlerin ahenk ve melodisi, sufi şairin hissettiği vecd halinin, okuyucuya intikal etmesini sağlar. Tasavvuf şiirini araştıran kimse, her ne kadar aşırılığa kaçmışsa da mecazî anlamlara yüklenen tevil usulünü inkâr etme-melidir. R.A.Nicholson, Tasavvufun Menşesi Problemi, İz Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 103.317 Mânâ âleminde seyreden bir âşık söylemeye ce-saret edemediği yahut söylemek istemediği, fakat ifşa

Örneğin, Kuşeyrî, Tasavvufun mahiyetini ve ta-rihini araştıran ünlü Risâlesi‘nde, sufîlerin bu tür muğlâk terminolojiye başvurma nedenle-rini aşağıdaki şekilde açıklamaktadır: “Sufîler zümresi de aralarında birtakım tâbir ve terim-ler kullanmaktadır. Maksadı, kendilerine has (ruhî ve sırrî) mânaları birbirine anlatmak ve açıklamaktır, kendi yollarına yabancı olanlar-dan bu mânaları gizlemek ve saklı tutmaktır. Sûfiler, ehli olmayanla arasında yayılmasın-dan kıskançlık duydukları sırları yabancılar-dan saklı tutmak için, kendilerinden olmayan-lara mânâsı müphem ve anlaşılmaz görünen ıstılahlar kullanmayı özellikle tercih etmiş-ler.318 Sûfiler semboller ile teorik ve pratik bil-gi arasında bağ kurmak; maddeden mânâya, zâhirden bâtına, somuttan soyuta, kutsal ol-mayandan kutsala geçişi sağlamak; ortak duy-gu, düşünce, davranış modeli oluşturmak ve bunları ifade etmek; sûfi kimliğini paylaşmak gibi amaçlarla yararlanır.319 Araştırmacılar,320 Klâsik Tasavvuf Edebiyatını baştanbaşa saran bu mecazların ve sembollerin kullanma gerek-etmekten de kendini alıkoyamadığı duygularını ancak başka varlıklara söyletebilir, dolaylı yoldan ifade edebilir. Yakup Şafak, Tasavvufî Şiirde Mecâzî Anlatım, www.se-mazen.net, erişim tarihi 03.05.2011.318 Kuşeyrî, Tasavvuf İlmine Dair Kuşeyrî Risâlesi, haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Yay. İstanbul, 2003, s. 147.319 Akpınar, Bahar, Mevlânâ Celâleddin Rûmi’nin Mesnevî ve Rubâiyyat’ında Meyve ve Üzüm Sembolleri, Biliş, Sayı: 32, 2005, s. 146.320 Bkz. İbrahim Emiroğlu, Sûfî ve Dil, s. 141; Safi Ar-paguş ile bir Röportaj, Yüzakı Dergisi, Aralık 34; Ahmet Öğke, Elmalı Erenlerinde Mânâ Dili, s. 98.

Page 284: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

284

çeleri arasında aşağıda sıraladığımız nedenle-rin bulunduğunu söylemektedirler:

1- Tasavvuf yolunda elde ettikleri özel bilgi-lerin, bu tür anlayışa karşı olanlardan gizlen-mesidir. “Mutasavvıfl ar kendi aralarında bir dil geliştirmiş ve bu dil ile birbirine hitap et-mişlerdir. Tasavvust aki sırların yanlış anlaşılması veya sırların fâş edilmemesi için bunu ge-rekli görmüşlerdir.”321

2- Yüksek hakikatleri anlama ve taşıma noktasında kabiliyeti olmayan kimselerin akıl ve id-rak sürçmesi yaşamaması için gizlenmesidir. Mevlânâ’nın de-yişiyle: “Ham, pişkinin halinden anlamaz, öyle ise söz kısa ke-silmelidir vesselâm.”322

3- Bunların dışında böyle re-miz ve sembollerle örülmüş bir dile başvurulması; dilin imkânlarının dar ve sınırlı olu-şudur. İfade etmek istediği şey özü itibarıyla duygulardan farklı olduğu için sembolik bir dil kullanması kaçınılmazdır. Bu yoldan sembol-ler, Allah’ın hem aşkınlığını hem de içkinliği yansıtır, bunlar hem yaratılışın evrensel yönü-

321 Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimle-ri Sözlüğü, s. 515. Anka yay. İstanbul 2005322 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî I, b-t 18, s. 2.

ne, hem de geleneğin özel yönüne gönderme-de bulunurlar.

4- Sembolik dil, açıklamaya dayanan diğer ifa-de tarzlarına göre, daha etkileyici bir anlatım tarzıdır. Sembolik anlatım; hayal ve vicdan aracılığıyla akla ulaşırken etkisi daha derin

olur. Bununla birlikte sembol, teorik bilginin basit-sade ör-neklerle aktarımı dolayısıyla, nesnenin pratik yoldan anlaşıl-masını da sağlar. Bu bakımdan Sûfî kültüründe sembol ayrıca eğitim amaçlı da kullanılmıştır. Sûfî kültürünün bir boyutunu oluşturan Dinî-Tasavvufî ede-biyatta sembol; hem inancın soyut kısmı olan imânı, hem de inanç çevresinde gelişen duy-gular, düşünceler ve davranış-lar bütününü temsil eder. Bu bağlamda Ernst, Sûfî şiiri-nin, yalnız ilhamla oluşan bir bireysel söyleyiş biçimi olma-dığını, “az ya da çok karmaşık

kurallar, kafiye ve metnin yanında, konu ile yakınlıkta bulunulmasını gerektiren, karmaşık sembolik yorum veya şifre ile oluşturulmuş komplike ve bilinçli edebî eser olduğunu söy-lenir.323 Bir semboller sistemi olan Tasavvuf

323 Carl W. Ernst, The Shambala Guide to Sufism, (Shambala, Boston&london, 1997), p. 149.

Page 285: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 285

temelinde gelişen edebî gelenekte,324 muta-savvıfl arın konuyla ilgili duygu ve düşüncele-rini daha çok teşbih ve temsillerle dile getir-melerinden dolayı, bir mecaz ve remiz-sembol edebiyatı olarak gelişmiştir.

Bunun sonucu olarak, Sûfî şairler, günlük dilin sığ ve dar imkânları yanında aktarmak istedik-leri yüce mânâya şiirsel dilin daha fazla imkân sağlamasından dolayı tercihen şiire yönelmiş-ler.325 Tasavvufî şiir, edebî yapı itibariyle, ale-gorik ifade tarzının kullanılmasını öngörmekte ve sembollerin kullanılmasına vesile teşkil et-mekteydi. Ancak, Tasavvufî edebiyat metinle-rinin sorunsalı, oradaki yoğun sembolizmden ziyade, sufîlerin seçmiş oldukları sembollerin mahiyetinden kaynaklanmaktadır. Sûfi şair-lerin divanlarında hemen hiçbir lirik şiir yok-tur ki, onda sevgilinin kaşından, gözünden, boyundan, saçından söz edilmesin; şaraptan,

324 «Osmanlı şiiri tamamen söz dizimsel veya an-lamsal bir yapıda olan bağlantılar görmek ister… Söz konusu olan, en geniş anlamıyla benzerliğin ifadeleri daha derinlikteki bir benzerliği barındırabilecek âşikâr kelime benzerlikleri… Osmanlı eliti tarafından yaygın bir biçimde kabul gören – temelde İbn-i Arabi’nin eser-lerine dayanan – vahdet-i vücûd felsefesinin evreni açıklamanın bir tarzı olarak benzerliğe tutkun olduğu son derece açıktır... Şiirdeki bu arayış benzerliğe dayalı bir kozmik sistem arayışıyla sık sık örtüşür ve dil bu kozmik sisteminin bir parçasıdır» Walter Feldman, “Os-manlı Gazelinin Yapısı İçin Müzikal Bir Model”, Mehmet Kalpaklı (derleyen) Osmanlı Divan Şiiri Üzerine Metin-ler, Yapı Kredi Yay. 1999, s. 350.325 Kılıç, Mahmet Erol, Sufi ve Şiir, s. 74.

sarhoşluktan, meyhaneden dem vurulmasın; putlardan, kiliseden, tapınaktan söz edilmesin. Araştırmacılar; sufîlerin metafizik gerçekleri açıklamak için neden bu tarz terimleri seçtik-leri sorusunu farklı şekilde yanıtlamaktadırlar. Nicholson, Sufîlerin bu tarz beşerî (şehevi) sembolleri niçin kullandıkları sorulursa, cevap, sufî şairlerin tanımladığı coşkunluk ve vecd hallerini şiirden daha iyi tabir edecek başka bir yol bulamadıkları için326 diye bir açıklama getirmektedir. Bunun yanında Bahtiyar ise, Bu mecazî tecrübeler âlemi İslâm öncesi gelenek-lerden alınan imgeler vasıtasıyla şiirde ifade edildi: Şarap, saki, meyhane… Sufî şairler bu kelimeleri aldılar ve manevî bir hermeneutik yoluyla bunları metafiziksel psikolojik bir se-viyede yorumladılar327 diye söyleyerek, bunun nedenini Tasavvufun, içinde geliştiği tarihsel ve kültürel geleneğe bağlamaktadır. Dolayı-sıyla dini tecrübenin bir şekilde ifade etmesi bakımından bir avantaj sağlayan semboller,

326 R.A.Nicholson, Tasavvufun Menşesi Problemi, s. 98.327 Lale Bahtiyar, Sufi: Tasavvufi Arayışın Dışavu-rumu, s. 125. Bahtiyar şöyle bir açıklama getirmek-tedir: Bu şairane imgelerin sadece basit istiareler olmadığını da belirtilmelidir (eğer istiareyi Aristocu anlamında„benzetmenin gözlemlenmesine dayanan bir aktarım olarak tanımlarsak). Söz konusu olan, fevkalade bir tecrübenin salike zuhur etmesi ve sonra da salikin onu istiare yoluyla tasviri değildir. Aksine rüyet veya hayalin kendisi bir istiaredir ve bu yüzden tarif etmek üzere oldu-ğumuz terimler gerçekten semboldür, çünkü sûfîler tara-fından kullanılan ifadeler sadece sûfînin içinde hakikat gördüğü hissedilir sûretlerdir.

Page 286: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

286

aynı zamanda anlaşılma esnasında bazı zor-lukları ve tehlikeleri de beraberinde getirmek-tedir. Sûfîlerin kullandıkları sembolleri anla-yıp yorumlama konusunda dikkatli ve hassas olunmadığında kastedilenin dışında anlamlar çıkarılması kaçınılmaz olmaktadır.

Yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü, dolaylı ifadelerle dile getirilen Tasavvufî eserlerde-ki sembol ve terimlerin yanlış anlaşılmasını önlemek için birçok mutasavvıf, söz konusu mecazî ifadelerini netleştirmeye çalışmış ve bir tür lügat derleme çabası göstermişlerdir. Ancak, özellikle başlangıçta, sûfî şairler, içle-rinde yanlış anlaşılma korkusunu hep duymuş-lar ve şiirlerindeki şarabın, dinen yasaklanan şarap olmadığını; kendilerinin şehevî arzular peşinde koşmadıklarını çeşitli vesilelerle dile getirme ihtiyacını hissetmişlerdir.328

Hemen bütün önde gelen mutasavvıfl ar tara-fından, Tasavvuf dilini ve hususi terminolojisini netleştirmek için çaba gösterilmiştir.329 Tasav-vufun gelişiminin ilk döneminde, es-Serrâc,

328 Yeni Şafak, Tasavvufî Şiirde Mecâzî Anlatım, www.semazen.net, erişim tarihi: 05.05.2011.329 Aşkar, Mustafa, Tasavvuf Tarihi Literatürü isimli çalışmada Tasavvuf ıstılahlarını aydınlatan 20 başlıca eseri irdelemekle birlikte, bu tür çalışmaların sayısının oldukça fazla olduğunu ve ayrıca ele alınan bazı eser-lerin doğru anlaşılabilmesi için müstakil çalışmaların yapıldığını bildirmektedir. Mustafa Aşkar, Tasavvuf Ta-rihi Literatürü, İz Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 319–322.

el-Luma’ isimli eserinde;330 Kuşeyrî, ünlü Ta-savvufa Dair Risale‘sinde Tasavvuf ilminde geçen ifadeler ve terminolojiye ayrı bir bölüm ayırmışlardır.331 Tasavvufun gelişimine çok bü-yük katkısı olan, Gazzâli‘nin en önemli eserle-rinden, İhyâ-u Ulûmi’d-Din isimli kitabında, dil kullanımı yanında dinî ve Tasavvufî terminoloji hakkında önemli bilgilere yer verilmiştir.332

Bunun yanında, Mutasavvıfl ar tarafından Tasavvufî şiirsel sembollerin açıklanmasına yönelik çeşitli kılavuzlar hazırlanmıştır. Örne-ğin, XI. yüzyılında Muhsin Faid Kashani tara-fından yazılan Risâla-yi Mişvâk isimli eserde, Tasavvufî literatürde kullanılan bazı sembol-lerin manevî içeriği açıklanmaktadır. Yazar, örneğin, Tasavvufî şiirde geçen ebru (kaş) ke-limesinin Allah’ın zatını gizleyen sıfatlar anla-mında; ruh (yanak) kelimesinin ise Allah’ın gü-zelliğinin merhamet özellikleriyle açıklanması amacıyla kullanıldığı konusunda açıklama ge-tirmektedir.333

Günümüzde İranlı mutasavvıf ve araştırmacı

330 Yüce, Abdülhakim, “Serrac ve el-Luma Adlı Eseri”, Klâsik Tasavvuf Kaynakları, Editör Ali Çınar, Sûf Yay. Ankara, 2003, s. 29–49.331 Kuşeyrî, Tasavvufa Dair Kuşeyrî Risalesi, s. 148–183.332 Gazzâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, III. s. 244–365, Söz ko-nusu bölüm ayrı bir kitap olarak basılmıştır: Gazzâlî, Dil Belâsı, çev. M.H.Öner, Semerkand Yay. İstanbul, 2007.333 A.J.Arberry, Tasavvuf. Müsülman Mistiklere Toplu Bakış, s. 111.

Page 287: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 287

Nûrbahş tarafından 16 ciltlik Sufî Sembolizm isimli ansiklopedinin hazırlanması,334 konu-nun hâlâ güncelliğini kaybetmediğini göster-mektedir. Tasavvuf metinlerinde mecazî dilin kullanımı, metinlerin menşeî olan ülkelerin halkı tarafından tereddütle karşılandığında ve bazı yanlış anlaşılmalara yol açtığında bile, bu sorun XIX. yüzyılından itibaren yoğunlaşan şarkiyat çalışmaları sayesinde Tasavvuf eserleriyle tanışma fırsatı bulan Avrupa ve Ame-rika‘daki okuyucular için daha büyük boyuta ulaşmaktadır. Ernst, özellikle sanatsal yönü bakımından Batı‘da popüler kültür tarafından benimsen-miş olan Tasavvufî şiirlerin anlamının çoğu zaman çarpı-tıldığını vurgulamaktadır.335 Bu bağlamda, örnek olarak, Tasavvust a sembol özelliğini taşıyan ve ayrıca Mevlânâ‘nın Mesnevîsinde sıkça geçen bir-kaç kavramın Tasavvufî içeriği-ni açıklamanın faydalı olacağı-nı düşünmekteyiz:

Nûr (Işık) Evrensel bir metafizik sembolü ol-

334 Sufi Symbolism (Farhang-i Nûrbakhsh), in 16 volu-mes, Khaniqah Nimatullahi Publications, London 1990 onwards) tanıtıcı bilgilere http://www.nimatullahi.org/knp/symbolism adresinden ulaşılabilir.335 Carl W. Ernst, The Shambala Guide to Sufism, p. 147–148.

makla birlikte, Tasavvust a Allah‘ın ez-Zâhir ismi ile tecellîsini336 temsil eder. Öte yandan, zuhura işaret eden olarak nûr, bilgi kapılarının anahtarı337 rolünü üstlenmektedir. Nûr‘un bi-lişsel fonksiyonunu Gazzalî şöyle ifade etmek-tedir: Hakikatlerin keşfini bu nûrdan beklemek gerekir.

Yolculuk (Seyr-u sülûk) İnsa-nın manevî gelişiminin ve ya-şamının sembolüdür. Tasavvufî gelenekte en yaygın sembol-lerden birisidir. İbn Sînâ‘nın Hayy İbn Yakzân risalesinin kahramanı, kendisini şöyle tanımlamaktadır: Mesleğim seyahat etmektir, bütün hal-lerini bilinip anlayıncaya dek dünyanın çevresini dolaşmak-tır, yüzüm babama dönüktür, babam ise Yekzândır. Aynı şekilde Sühreverdi’nin Ru-hun Yolculuğu anlama gelen Kıssatu’l-Gurbetu’l-Garbiyye isimli hikâyede alegorik ifade tarzında insan hayatının geç-

mesi gereken yol ve duraksamalardan ibaret olduğundan bahsedilmektedir.338

336 Cebecioğlu, Ethem, a. g. e, s. 488.337 Erginli, Zafer, Metinlerde Tasavvuf Terimleri Sözlü-ğü, Redaksiyon Zafer Erginli, Kalem Yayınevi, İstanbul, 2006, s. 778.338 Hayy İbn Yakzân (İbn Sînâ) ve Şerhi, çeviren D.Örs, İslam Felsefesinde Sembolik Hikayeler, s. 118.

Page 288: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

288

Kâfdağı: Tasavvufî kozmolojik sembol olarak, âlemin yenilenmesine, kâinatın gençleşme-sine imada bulunur. Bütün Kâinatın kaynağı, ancak ilahî sonsuzlukta sadece bir noktadır.339 Tasavvuf erbabına göre, Kaf, Kur‘ân’a işaret-tir ki bu da, Allah’ın tüm isimlerinin zuhur yeri olan ve bu mazhariyeti bilen ve bildiren İnsan-ı Kâmil’dir.340 Tamamıyla sembolik bir destan olan Attar’ın Mantık al-Tayr isimli Tasavvufî metinde, Simurg’u (o da Allah‘ın zuhur ve ta-ayyünün sembolü) bulabilmek için Kaf Dağı‘na yolculuk yapan kuşların (sâlikler) serüveni an-latılmaktadır. ‘Hiç şüphe yok ki.. bir dağ var ki ona Kâfdağı denir; Onun ardınsa bizim padişa-hımız var, Adı Simurg’dur… kuşların padişahı odur, O, bize yakındır da biz ondan uzağız.341

339 Lale Bahtiyar, Sûfî: Tasavvufi Arayışın Dışa Vuru-mu, s. 36.340 Cebecioğlu, Ethem, a. g. e, s. 314.341 Ferîdüddîn-i Attâr, Mantık al-Tayr, çev. A.Gölpınarlı, MEB, İstanbul, 1990, s. 56; Attar, kışlar ve kuşların dili, Maşuku ilahinin huzuruna varmak için duydukları özlem, seyr-u süluktan başka bir şey olma-yan sefere çıkarken karşılaştıkları zorluklar ve nihayet amaca ulaşmaları hakkında yazan ilk kişi değildir. Yak-laşık iki asır önce İbn Sînâ Risâletu’t-Tayr’ı yazmış, Onu Ebu Hamid Muhammed Gazzali, az bilinen eserleri ara-sında yer alan bir risale ile takip etmiştir. Fakat Attar’ın esersi, selefl erin eserlerinden faydalanmakla beraber, bambaşka bir tabiata sahiptir. İbn Sina, Ruhun semavi ailesine geri dönmesine imkan tanıyan zihni müşahe-deyle ve Gazzâlî ilahi rahmet ve sevgiye muhtaç haki-kat avcısının zorluk ve çaresizliğiyle ilgilenirken, Attar Vahdet konusundaki muazzam manevi ve mistik tecrü-beyle ilgilenir. Ayrıca Bkz: S. H. Nasr, Kuşların Vahdete Uçuşu, Attar’ın Mantıku’t-Tayr’ı, Üzerine Düşünceler”,

Yukarıdaki örneklerden anlaşıldığı gibi; muta-savvıfl arın ifadelerinde kullanılan semboller, gündelik yaşamlarındakinden çok farklı ola-rak, hatta farklı algılama ile bilinç düzeylerine ait olan gösterilenlere atıst a bulunmaktadır.

Sonuç olarak, Tasavvuf‘ta geleneksel olarak uygulanan sembolik dilin birden fazla işlevinin bulunduğu söylenebilir. Sembol ve mecazla-rın, bazen anlamı gizlemek, bazen de anlamı açıklayarak anlatımı güçlendirmek, bazen ise eğitimi kolaylaştırmak ve estetik etkiyi pekiş-tirmek için kullanıldığını görmekteyiz. Ancak, araştırmamızın konusu bakımından önem ta-şıyan işlev şudur: Sembol ve mecazlar; meta-fizik gerçeklerin kavranılması ve açıklanma-sında önemli rol oynayarak, aynı zamanda, Sufî‘nin zâhir ve bâtın alanları arasında ilişki-lerin kurulmasında bir tür köprü görevi üstlen-mektedirler. Bunun yanında Tasavvufî sembol, sadece bir araçtır ve kendiliğinden herhangi bir değere sahip değildir. Çünkü Sûfi‘nin gaye-si edebiyat değil, ebediyettir.

Tasavvust a GülGül, Farsça’dan dilimize geçen, güzel kokusu ve rengiyle çağlardan beri insanları derinden etkileyen önemli bir çiçek ve sembol olarak yerini korumaktadır. Hint efsanelerinde ve eski Yunan kültüründe gül ile ilgili pek çok hikâyeler vardır. Dolayısıyla gül, İslam sana-

çev. D. Örs, İslam Felsefesinde Sembolik Hikayeler, s. 118.

Page 289: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 289

tında da çok yaygın olarak kullanılan bir çiçek motifi ve semboldür. Şu halde tarih boyunca kitap, kumaş, seramik, duvar resmi ve benzeri pek çok eserde en çok kullanılan bezeme un-suru olan gül, Türkler tarafından eski devirler-den beri bilinen ve edebiyatta çokça kullanılan motifl erden biri olmuştur. Bundan dolayı olsa gerek Ayşegül, Gülnur, Gülizar gibi birçok “gül motifl i” isimlerin kız çocukları-na verilmesi de peygamberini tanıyan gül neslinin yetişmesi-ne ayrı bir işaret sayılabilir.

“...Gül, yabanisi ve ıslah edile-rek bahçelerde yetiştirilen çe-şitleri bulunan bir cins çiçektir. Yabani gülün Orta Asya’da çok eskiden bilindiği anlaşılmakta-dır. Bahçe gülüne dair en eski bilgi Babil bahçeleri üzerine Heredotes tarafından verilmiş-tir. Eski Yunan edebiyatında da gülden bahsedilir. Bu bilgi-lerden gülün Doğu’dan, Orta Doğu, Anadolu ve Yunan Ada-ları yolu ile Batıya geçmiş bir çiçek olduğu çıkarılmaktadır.

Mitolojide eski Yunanlıların güzellik Tanrıça-sı Aphrodite’in doğuşu sırasında vücudundan akan köpüklerden oluştuğuna inanılan gülün, Hint efsanelerinde de dinî ve kozmogonik bir mânâsı vardır. Eski Suriye ve Mısır’da gül

üzerine efsaneler bulunmaktadır. Roma dö-neminde aşk ve neşe çiçeği sayılan gül, geniş çaplı ziyafetlerde vazgeçilmez bir çiçek olarak dikkat çeker. Hrıstiyanlığın ilk çağlarında Hz. İsa’nın sembolüdür. Hz. Meryem’e de dikensiz gül denmiştir...”342 Haç ortasındaki beş yap-raklı gül ortaçağ filozofl arı tarafından anasır-ı erbaa (toprak, su, hava, ateş)nın üzerinde bir

eleman olan saf öz (quinta es-sentia)ü temsil eder. Dünya ça-pında bir kardeşlik tarikatı olan Gül-Haç Biraderleri de adlarını gül ile haçtan almışlardır.343

İslam kültüründe gül, Hz. Muhammed’in Miraç gecesi Tanrı’nın huzurunda Cebra-il ve Burak’la terler döktüğü, Burak’ın terinden sarı gül, Cebrail’in terinden beyaz gül ve Hz. Muhammed’in terinden de kırmızı gülün meydana gel-diği rivayetinde yüz gösterir. Bu inancın etkisiyle dînî gün-lerde ve mevlit gibi törenlerde gül suyu ikram edilir. Klâsik

Türk şiirinde na’tlarda gül, Hz. Muhammet’in saçına, yanağına; gül kokusu kokusuna, terine; gül goncası ağzına; gülfidanı boyuna müşeb-

342 Yılmaz, Kâşif, “Gül” TDEA, III, Dergâh Yay. İstanbul 1973, s. 382-383.343 Ayvazoğlu, Beşir, Güller Kitabı, Ötüken Yay. İstan-bul 1992, s. 101.

Page 290: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

290

behün bih olmuştur.344 Gül, Hz. Muhammed’e isnat edilen; “Kırmızı gül, Allahın görkeminin tezahürüdür.” sözüne dayanılarak ilâhî güzelli-ğin de sembolü olarak kabul edilir. İranlı muta-savvıf Ruzbihan Baklî Ahbâre’l-Âşıkîn adlı ese-rinde Tanrı’nın ilahî bir varlık olan kırmızı gül gibi tecellî ettiğini bu yüzden ruh bülbülünün sonsuza kadar bu güle âşık olduğunu yazar.345 Burada insan ruhunun bir başka kuşa değil de bülbüle benzetilmesi de tesadüfî değildir. “İnanışa göre Nemrut tarafından ateşe atılan Hz. İbrahim’in önünde saf bağlayan kuşlardan birisi onunla birlikte kendisini ateşe bırakır ve Tanrı’nın elçisine eşlik eder. Kendisine hoş gelen bu hareketi nedeniyle Tanrı onu ödül-lendirmek ister ve Cebrail vasıtasıyla ne dile-diğini sorar. O da Tanrı’nın bin isminden yal-nızca yüzünü bildiğini söyleyerek kalan dokuz yüzünün de öğretilmesini ister. İşte Tanrı’nın bütün isimlerini öğrettiği o kuş, kıyamete dek gönülleri bağlayan sesiyle Tanrı’nın isimlerini haykıran bülbüldür.”346

Arapça ve Osmanlıca Olarak Gül Kelime-leriGül kelimesinin Arapça karşılığı ise “verd”dir. Özellikle tasavvuf erbabı bu kelimeden de çe-

344 Yeniterzi, Emine, Divan Şiirinde Na’t, TDV Yay. An-kara 1993, s. 274.345 Öztekin, Nezahat, “Eski Türk Edebiyatında Gül”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Y. 34, S. 4, Ekim 2005, s. 22.346 Ceylan, Ömür, Kuşlar Dîvânı Osmanlı Şiir Kuşları, Kapı Yay. İstanbul 2007, s.64.

şitli işaret ve manalar çıkarmışlardır. Mesela “verd” kelimesinin vav’ı Hz. Pegamber’in ve-liliğine, ra’sı onun raûf ve rahim oluşuna, dal’ı ise davetçiliğine işaret sayılmıştır. Yine gül ke-limesinin Osmanlıca’da (Eski Türkçe’de) yazılı-şı Arap harfl eriyle “kef” ve “lam” harfl erinden oluşmaktadır. Bazı eserlerde buradaki “kef” ve “lam” harfl erine bir kısım sembolik mana-lar da yüklendiğine şahit olmaktayız.347 Buna göre “gül” kelimesinin baş harfi olan “kef” Zü-mer suresinin 36. ayetine işaret olduğu, “lam” harfi ise, Şura suresinin 19. ayetine işaret et-tiği kabul edilmektedir. Zira Zümer suresinin 36. ayeti “Allah kuluna kâfi değil mi?” şeklinde geçmektedir. Şura suresindeki 19. ayetinde ise“Allah, kullarına çok lütufkardır, dilediğini hesapsız rızıklandırır” şeklindedir. Dolayısıyla bu ayetlerin işaret ettiği manalar bazı gönül dostları tarafından şöyle yorumlanmaktadır. Kullarına çokça lütufkâr olan Allah, onları tev-hit hakikatlerini öğretmek üzere gönderdiği Hz. Muhammed ile onları hesapsız rızıklan-dırmıştır. Bu bakımdan Allah kuluna kâfi değil midir? Yine Allah, kulunu öyle bir öğretici ile onurlandırıyor ki kendi isimlerinden raûf (çok şefkatli) ve rahîm (pek merhametli) sıfatlarını bu yüce öğreticiye veriyor. Nitekim bu isim-lerin Hz. Peygamber’e verilmesini Kur’an-ı Kerim’de açıkça şöyle görmekteyiz. “Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı raûf (çok

347 Bkz. Derviş İbrahim el-Eşrefî, “Risale-i Gûl âbâd”.

Page 291: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 291

şefkatli), rahîm(çok merhametlidir).”348 Aynı zamanda Allah’ın isimlerinden olan “Raûf” ve “Rahîm” vasfı peygamberler içerisinde yalnız Hz. Peygamber’de tezahür etmektedir. Dola-yısıyla onun şefkat ve merhameti bir millete değil, kendisini seven tüm müminlerde yansı-malıdır.

Edebiyatta GülGül, bizim divan edebiyatımızın şiirlerinde sıkça kullanılmak-tadır. Dolayısıyla bu edebiya-tımızda gül, goncasıyla, açılı-şıyla yeşil yapraklarıyla, seher vakti bu yapraklara düşen çiğ taneleriyle, hatta dikeniyle, fi-danıyla ve renk renk çeşitleriy-le gazelleri ve kasideleri süsle-mektedir. Bu bakımından gül, teşbih, istiare ve mecaz gibi edebi sanatlarda anlamı geniş-letilerek kullanılan en önemli unsurlar arasındadır. Dolayı-sıyla divan şairlerinin şiirleri, âdeta birer gül bahçesine ben-zemektedir. Buna göre gül, her şeyden önce bütün güzellikleri kendisinde top-layan bir sevgilidir.

Ayrıca gülün goncası tevhidi, açılmış hali kes-reti (toplumu) temsil eder. Yine gülde gonca, halvet halini, Hak ile baş başa olma halini,

348 Tevbe suresi, s. 9, a. 128.

açılmış gül ise can sırrını açığa vurmayı sem-bolize ettiği düşünülmektedir. Bununla birlikte gül, ömrünün kısalığı dolayısıyla dünya haya-tının faniliğine de ayrı bir işaret sayılmaktadır. Bu açıdan gül, ebedî olan öbür hayata hazır-lanmayı tembih ve ikaz eden güzel bir koku-dur. Ayrıca gül, ilahi güzelliğin ve bu güzelliğin işareti olan Hz. Peygamber’in simgesi kabul

edilmiştir. Görüldüğü gibi ede-biyatımızda Peygamber’in gü-zelliği gül olarak tasvir edilmiş ve gül motifl eriyle anlatılmaya çalışılmıştır. Mesela şair, Hz. Peygamberi “gül” olarak tasvir ederken şöyle anlatmaktadır: “Güle geldi gülerek gülleri gül-dürdü o Gül / Gül güler miydi güle gülmese gülzâra o Gül?”

Şair’in bu beyitte tasvir ettiği gül, etrafa güzel kokular saçan bir çiçektir. Bu bahçedeki gül-lerin ise mütebessim bir gül bakıcısı tarafından yetiştiril-diği anlatılmaktadır. O müte-bessim çehre ise şüphesiz Hz.

Peygamber’dir. Dolayısıyla şiirlerde güle ha-yat ve koku veren kaynak Hz. Peygamber’dir. Bu anlayış, gülün toplumumuzdaki değerini bir kat daha artırmaktadır.

Nitekim hayat; koku, renk, ışık ve sesten iba-rettir. Bütün bunlar gül bahçesinde en güzel

Page 292: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

292

şekilde bulunmaktadır. Zira koku gülde, renk gülde, ışığın kaynağı olan güneş burada bir başka tezahür etmektedir. Hatta örfümüzde “Gül koklama” sevap olarak kabul edilmek-tedir. Güzel sesin sembolü olan bülbül de gül bahçesinde güle âdeta halini arz etmektedir.

Tasavvust a GülTasavvuf ehlinin güle yaklaşımı sadece yuka-rıda belirtilen yorumlarla sınırlı kalmamıştır. Onlar, Hz. Peygamber’e olan sevgi ve bağlı-lıklarını, sosyal hayatlarının içerisinde güle verdikleri farklı vurgular ile anlatmaya çalış-mışlardır. Nitekim tarikat kisvesi olan taçların tasarımı genelde gül merkezli oluşturulmuş-tur. Bundan dolayı bazı tarikatlarda taç;“Kâdiri Gülü, Halvetî Gülü ve Eşref Gülü” şeklinde isimlendirilmiştir. Zira bununla derviş âdeta Hz. Peygamber’in hayat tarzını, öğütlerini ve öğretisini başının tacı ettiğini ihsas ettirmek istemektedir. Rivayet edilir ki, Hz. Ali son ne-fesini vermeden önce Selman’dan bir deste gül istemiştir. Selman bir deste gül getirmiş, Hz. Ali bunu koklamış ve sonra ruhunu teslim etmiştir. Bu sebepten olsa gerek Mevlevî ve Bektaşîler, üzerlerine giydikleri hırkayı, “Deste Gül” adıyla anmaktadırlar. Onlar, bu giydikleri hırkayla ölümü simgelemek istemektedirler. Nasıl bir deste gülü kokladıktan sonra “ilmin kapısı” olarak nitelenen Hz. Ali ruhunu tes-lim etmiş ise dervişlerin üzerlerine attıkları hırkaya da insana son anıyla ilgili olarak bir hatırlatma ve ikazda bulunmaktadırlar. Böyle-

ce derviş, her anı, her demi ölüm gerçeği ile yaşamış olmaktadır.

Mevlidlerde GülMevlid, “doğum yeri ve zamanı” anlamına ge-len, Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümün-de yapılan törenlere verilen özel bir isimdir. Bu törenlerde özellikle ülkemizde Süleyman Çelebi’nin Hz. Peygamber’e içten ve samimi bir na’t olarak yazdığı “Vesîletn’-Necât” adlı eseri okunmaktadır.349 İşte bu törenlerde en nadide ikram olarak gül suyu vermek Müslü-man Türk toplumunda âdet haline gelmiştir. Güle verilen anlamdan dolayı bizim örfümüz-de gül şerbeti içildiğinde salâvat okumak da gelenek halini almıştır. Yine başka kültürlerde fazla bulunmayan gülabdanlar yani gül suyu şişeleri ile gülbanklar ki gül sesi veya belli bir makamla okunan dualar anlamına gelen çeşit-li faaliyetler bulunmaktadır.

349 Bu eser, Süleyman Çelebi (1346/1422)’nin bili-nen tek eseridir. Bu eser Anadolu kültürünün bir par-çası olmuş Süleyman Çelebiyi de en büyük din şairle-rimizden birisi yapmıştır. Eserin halk arasında bilinen adı mevlittir.15. y.y.’da Bursa'da kaleme alınmıştır. İranlı bir vaizin peygamberimiz aleyhinde yaptığı bir propagandaya karşılık yazılmıştır. Konusu peygambe-rimizin hayatıdır. Yazılış amacı peygamberimizin diğer insanlardan ve peygamberlerden üstün olduğunu ispat etmektir. Süleyman Çelebiden sora mevlit türünde pek çok eser yazılmıştır. Fakat hiçbirisi bu eser kadar ba-şarılı olamamıştır. Süleyman çelebinin bu başarısı şu iki madde ile açıklayabiliriz: 1-Lirizmi ve didaktizmi ba-şarı ile kaynaştırmıştır. 2-Akıcı saf, sadece ve güzel bir Türkçe ile yazmıştır.

Page 293: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 293

Hat Sanatında GülHat, “yazmak, çizmek” anlamına gelen ve Arap yazısını estetik ölçülere bağlı kalıp güzel bir şe-kilde yazma sanatı anlamında “hüsnühat” ola-rak isimlendirilmektedir. Hüsnühat sanatında da gül şeklinde tasarlanmış levhalardan hil-yeler bulunmaktadır. Hilye ise sözlükte “zînet, kolye” manasına gelmektedir. Bu da Türk İslam kültüründe hüsnühatla yazıl-mış Hz. Peygamber’in vasıfl a-rını anlatan levhalar demektir. Bunlara Verd-i Muhammedî veya Gül-i Muhammedî deni-lir. Dal ve yapraklar ortasın-da açılmış tek gülün üzerinde “Muhammed” yazısı, yaprak-larında da “Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve aşere-i mübeşşere” gibi isimler bulunmaktadır. Di-ğer yapraklarında en uçtakin-de Hz. Aişe’nin olmak üzere Hz. Peygamber’in diğer hanımla-rının isimleri yer almaktadır. Kalan kısımlarda ise Ashab-ı Kehf’in adları ve dört halifenin hususiyetleri zikredilir. Bura-daki gülün üzerinde altın hatla şunlar yazılır: “Kim Peygamber Efendimiz’i vasfetmek ister-se şöyle desin: “Resulullah insanların en güze-liydi. O ne aşırı uzun, ne de kısa idi. Onun rengi ne bembeyaz ne de esmer idi. Saçları ise ne kıvırcık ne de düzdü.”350

350 Bkz. Müslim, Fezâil, 93; Muvatta, Sıfatu’n-Nebî, 1.

İşte sureti ve siretiyle her yönüyle örnek ve mükemmel bir insan portresi. Beşeriyet yö-nüyle Hz. Peygamberimiz bir insandı, fakat fazilet olarak tüm beşerin üstündedir. O ne güzel tarif edilmiş: "İnnehû beşerun veleyse ke’l-Beşeri velâkinnehû yâkûtetun fi’l-Haceri" O beşerdir. Fakat yalnız yiyip içen beşer gibi değildir. Sanki o, “yakut taşı” gibi taşlar için-

deki yeri çok kıymetli ve de-ğerlidir. Görüldüğü gibi Hz. Peygamber’i tanıma ve ta-nıtma konusunda Müslüman Türkler’in diğer milletlerde pek görülmeyen bir şevkle edebi-yata ve kültüre bu sevgiyi en güzel şekilde yansıtmışlardır.

Fuzulî ve GülHicri X. asırda Bağdat’ta yaşa-yan Fuzûlî (963/1556), Arapça, Farsça ve Türkçe dillerini çok iyi kullanan bir şairdir. Fuzûlî’nin meşhur “Su Kaside”si onun Peygamber Efendimiz’e karşı duyduğu derin sevgi ve mu-habbetin en güzel manzum ifa-

deleridir. Zira Fuzuli, Bağdat’ta yaşaması ha-sebiyle Dicle nehrinin devamlı akmakta olan sularına bakarak, şehrin dudakları çatlatan kavurucu sıcaklığında böyle bir su nimetin ne derece büyük bir lütuf olduğunu düşünmüş-tür. Dolayısıyla suyun değerini, insanların Hz. Peygamber’e olan ihtiyacına benzeterek ak-

Page 294: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

294

tarmaya çalışmıştır. Bu kasidenin bir beytinde Fuzulî, Peygamberimizi güle benzetirken, ar-tık Hz. Peygamber gibi bir gülün yetişmesinin mümkün olmadığını şöyle dile getirir. “Suya virsün bağ-ban gül-zârı zahmet çekmesün / Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâre su.” “Bahçıvan boşuna zahmet çekmesin; gül bahçesini sele versin, mahvolmaya bıraksın. Çünkü bin tane gül bahçesini sulasa, senin yüzün (Hz. Peygamber) gibi bir gül açılmaz, yetişmez.” Ancak Fuzulî, bahçıvana tavsiye olarak onun bahçesinde (sünnetinde) yetişti-receği güllere (onun nesline) itina gösterilme-sini de şöyle hatırlatır: “Yâr içün ağyare min-net etdüğüm aybeyleme Bağ-bân bir gül için min hare hizmetkar olur.” “Sevgili için düşma-na (yabancılara) minnet ettiğimi (boyun eğ-diğimi) ayıplama. Çünkü bahçıvan bir gül için bin dikene hizmetkâr olur.”351 Görüldüğü gibi Fuzulî, buradaki teşbihle bahçıvana en güzel gülün yetişmesinin bir daha mümkün olmadı-ğını anlatarak, yeni yetişecek güllerin henüz açmadan solmaması için gayret sarf etmesini tavsiye etmektedir. Buradaki bahçıvan sorum-lu olan insandır.

Tasavvust a Gül ve LaleTasavvuf terminolojisinde gül, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in, lâle ise Allah (c.c.)’ın sembolüdür.Tasavvust a gül, Efendimiz’i temsil eder. O'nun ter kokusu bile gül kokar çünkü.

351 Bkz. Adem Çalışkan, Fuzûlî’nin Su Kasidesi ve Şer-hi, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ank. 1999. s. 73.

İslam mitolojisi ve tasavvuf anlayışında ise gül, ilahi güzelliği temsil ediyor. Tasavvufi sembo-lizmde gonca halinde gül "birliği", açılmış gül ise "birliğin çokluk halinde görünüşünü" tem-sil ediyor. Gül bahçesi "gönül açıklığı, kirinden pasından temizlenerek, ilahi güzelliğin yansı-masına hazır hale gelmiş kalbi", gonca, "insa-nın kendisiyle ve Tanrı'yla başbaşa kalmasını" simgeliyor. Buna göre, açılmış gül, "can sırrını açığa vurmak" anlamına geliyor

Bütün çiçeklerde tarifsiz bir sanat ve güzel-lik saklıdır; fakat çiçeklerin içinde biri vardır ki, onun zarafeti apayrıdır. Bizlere ifade ettiği mana çok daha derindir. Tektir ve tevhidi tem-sil eder.

Tasavvust a lale Allah'ı temsil eder. O'nun gibi (dalında) tektir. Lâlenin harfî manası "hilâl"e de ulaşmaktadır Onlar semâdaki hilâlin parıl-tılarıyla yol alır yıldızlarla semaya dururlar Bir semâzenin en makro hâlidir hilâli çevreleyen yıldızlar.. Ebced hesabında, elif’in değeri: 1, Lâm’ın değeri: 30, He’nin değeri: 5 dir. Böy-lece ‘2 Allah, Lâle, Hilâl ‘2 kelimelerinin her birinin değeri aynı olup, üçü de ayrı ayrı 66’ya tekabül etmektedir. Yani Hilâl, Lâle ve Cenab-ı Hakk’ın en muazzam ismi olan “Allah” ebcede aynı sayı değerindedir. “Elhamdülillah” zikri-nin değeri de 66’dır. Arap harfl eriyle yazılan lâlenin tersten okunması, hilâl kelimesini or-taya çıkarır. Bayrağımızdaki hilâl işareti de anlamlıdır. Hilâl, Allah demektir. Lâle de aynı-

Page 295: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 295

dır. Bunun için bazı eski eserlerde Hilâl yeri-ne Lâle konmuştur. Yıldız da anlamlıdır. Yıldız eski harfl erle Muhammed Aleyhisselam lafzı-nın stilize edilmiş halidir. Biz, bayrağımıza ay-yıldız koymakla Allah ve Muhammed yazmışız.Eğlâl kelimesi de "lâle" kökünden gelir Eğlâl ise Yâsin Sûresi'nde "eğlâlen" şeklinde geç-mektedir Manası ise; "boyunduruk"tur. Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hicret edecekleri vakit kapıdaki müş-rikleri etkisiz hâle getirmek için Yâsin Sûresi'nin bu âyetini okuyarak onlara bir avuç top-rak atmıştı Müşrikler bunun etkisiyle sanki boyunlarına boyunduruk geçirilmişçesine başlarını aşağıya indirememiş ve Efendimiz'i görememişlerdi. Onlar Efendimiz'i göremedik-leri gibi gözleri kâinatın bütün hakîkatlerine âmâ olmuştur. Bunun mukâbili olarak kalb-lerine Allâh lafzını yerleştiren ve istîdâdınca idrak etmiş olan Hak âşıkları da sanki boyunla-rına nurdan bir halka geçirmişcesine başları yukarıda ilâhî cezbeye gark olmuş onun neş-vesiyle müstağrak bir hâldedirler Aşağının kö-tülük ve pisliklerinden uzak, mâsivâdan arındı-rılmış bir gönülle herşeyden mahrûm olanlar için duâ ve ilticâ hâlindedirler.

Lâlenin içi kömür gibidir. Ancak dıştan görün-mez. Dışı ise içinin tam tersine pas parlak, canlı ve rûha sekînet verici bir görünüme sa-hiptir. Onun bu hâli tıpkı bağrı yanık bir dervi-şin mütebessim nûr hâleli yüzüne benzer.

Gerçek lâlelerin hepsinde renkli altı yaprak bulunur. Bu ise îmanın altı nûrunun libâsına

bürünen dervişin îmân ve ih-san potasında erimesi ve daha sonra bu nurun şualarıyla de-rinden bir yanışa gark olması-nın da bir simgesidir.

Bununla beraber Kur’ân-ı Kerîm’in (aynı zamanda Fâtiha sûresinin) altıncı âyeti de “Bizi dosdoğru yola (Sırât-ı Müstakîm’e) ilet” âyet-i keri-mesidir. Bu âyet aynı zamanda bir duâ vasfı taşımaktadır.

Lâlenin renkli yapraklarının yukarıya doğru olması da tıp-kı bir dervişin duâ edişindeki edâyı andırır. Zira derviş bu

hâl ile sırât-ı müstakîm üzere olmayı murâd etmiş ve ifrat-tefrit noktalarını törpüleyerek hakîkate, yani istikâmete ermiştir. Ve tıpkı lâlenin derûnundaki siyahlığı göstermemesi gibi o da içinde yaşadığı yanış halini gizlemiş ve kendine her nazar edene o güzel rengini su-narak ona ferahlık vermiştir. Nitekim lâlenin

Page 296: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

296

en revaç bulduğu dönemlerden biri olan Os-manlılar zamanında ona, “ferâhâver (ferahlık veren)” denmiştir. İşte bu vasıfl arla vasıfl anan derviş de tıpkı lâlenin bu adını alarak etrafına letâfet ve zerâfet saçmış, gönüllere âb-ı hayat sunmuştur.

Kısacası; lâlenin eğlâl oluşu, Lâlenin hakîkat deryasına dalış hâlidir. Leyl; gece demektir. Gece sevda demektir. “Sevda”nın asıl ma-nası “siyah”tır. Gece kıymet bilene “kara sevda”nın yaşan-dığı ânlardır. Eğer sen geceyi kopkoyu bir boşluk olmaktan çıkarmak istersen, gönüldeki yârları ve ağyârları yok etme-lisin! İşte o zaman her yer sana âyân olur. Sanırsın ki gece bit-miş de gündüz oluvermiştir. Böylece fânî muhabbetler sili-nerek kalb sevdânın deryâsının derinliklerinde yolculuğa çık-mıştır. Burada bahsedilen “Leylâ” temsîlî olup, asıl kas-dedilen “Mevlâ”dır.

Her yerin âyân oluşuyla kalb kâinâtın esrârını okuyucu ve alıcı bir hâle gelir. Ve Cebrâil’in “Oku” emrini müteâkiben örtüsüne bürünen ürkek yürek, artık serpilip açılır ve her yanda Leylâ’yı “Mevlâ” görür hâle gelir.

Ey Gönül! Cânına üfl enen nefhayla yan da kav-rul! Amma lâle gibi ol ki, hâlinden sadece “yâr” haberdâr olsun. Öyle ki, Efendimiz, ümmeti için gönlü dâim hüzne gark olurken dahî, yüzü her lahzâ beşûş (mütebessim) idi…

Gül ve Lâle'nin temsil ettikleri anlamlar iti-bariyle ikisini birbirinden ayırmak güçtür. Biri

Kâinatın Yaratıcısını temsil ederken diğeri Yüce Yaratanın Habîbini temsil etmektedir.

İbret nazarıyla bakan, basîret sahibi gözler için mahlukat-ta, Hâlık’a götüren, Rabbinin kudret ve azametine işaret eden nice ayetler vardır. Ta-savvuf çevrelerinde kırlara çıkmak, tabiata ibret nazarıyla bakmak için dolaşmak vardır. Nebâtâttan, husûsiyle çiçekler-den mânâlar, temsiller çıkarılır, sembollerle anlatılır. Belli bir makâma gelenler onların tes-bihlerini, zikirlerini duyarlar. Şemseddin Sivasî şöyle der:

Her baharda açılır, tesbih okur çiçekler.

Birbirinden seçilir, tesbih okur çiçekler.

Tasavvust a gül, ilâhi güzelliği ifade ettiği gibi,Allah’ın Habîbi, Peygamberimiz Hazret-i

Page 297: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 297

Muhammedi de temsil eder. Yunus Emre, Sarı Çiçek İlâhî’sinde:

“Yine sordum çiçeğe, gül sizin nenüz olur?

Çiçek eydür ey derviş, gül Muhammed teridir.” der.

Mevlid sâhibi Süleyman Çelebi de bir temsîli şöyle dile getirir:

Terlese, güller olurdu her teri,

Hoş dererlerdi, terinden gülleri.

Bundan dolayıdır ki Rasülullah Efendimiz sallallâhü aleyhi vesellemin vasıfl arının anla-tıldığı Hilye-i Şerîfelerinin bazıları Gül-i Mu-hammed î ismiyle gül şeklinde tanzim edil-miştir. Gülün bu mânâsı dolayısı ile, İslâm sanatlarının her birinde (çini, tezhip, minyatür, kumaş boyama, kitap tezyini, taş oymacılığı ve ağaç işlemelerinde) gül nakşedilmiştir.

Mevlid-i Şerîf okunurken gülsuyu ikrâm edi-lir. Gülsuyu konulması için husûsi olarak, ağzı dar, gövdesi geniş, kıymetli madenler-den gülâbdânlar yapılmıştır. Tasavvufî şiirler-de, gonca hâlinde gül, birliği; Gülşen, gönül açıklığı gonca, halvet hâlini temsil eder. Gül, ömrünün kısalığı dolayısı ile hayatın geçici ol-duğunu da temsil eder. Yok olmaya mahkûm dünya için “Gülzâr-ı fenâ”, ebedî olan âhiret

âlemi için de”Gülzâr-ı bekâ” tabiri kullanılır. Vâizlerimiz va’z öncesi Fahr-i Kâinât Efendi-mizi “…ol andelîbi gülzâr-ı fesâhat..” diye va-sıfl andırmışlardır. Anadolu’da, Balkanlar’da, İslâm’ı yayan, öğreten dervişler, takkelerinin etrafını çiçeklerle, husûsiyle de güllerle beze-mişler, hırkalarında, kavuklarında güller taşı-mışlar, “Gül Baba” olarak bu topraklara dam-galarını vurmuşlardır. Şâirlerimiz, kitaplarını Güldeste, Gülşen, Gülzâr, Gülistan ile başlayan isimlerle isimlendirmişler, halkımız husûsiyle kız çocuklarına "Gül" ile bitişen isimler vermiş-ler. Ramazan tatlısı, güllaç olmuş, hâsılı haya-tımızın her yerine Gül sevgimizi götürmüşüz. Sultan Birinci Ahmed Han, başında ayak izini taşıdığı Peygamber Efendimizi:

Gül-i gülzâr-ı nübüvvet ol kadem sâhibidir,Ahmedâ, durma yüzün sür kademine ol gülün. diye tavsif etmiştir.

Gül SevgimizNeden Hz Yakup yanında onca evladı varken illa Yusuf diye ağlayıp gözlerini kör eyledi? Sevgi sadece evlat sevgisi ise bu sevgiyi ken-dine yaşatacak hiç mi evladı yoktu? Diğer ev-latları ona bu evlat sevgisini veremez miydi? Bir sevgi uğruna hele ki yanında bu sevgiyi giderecek başka kişiler olduğu halde gözler körleştirilebilir miydi? ve Yusuf’un geleceği bi-linmediği halde geleceğine dair bu kadar ümit beslenir miydi?

Page 298: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

298

Neden Mecnun illa Leyla deyip çöllere düş-tü. Mecnun için başka bir sevgili bulunamaz mıydı? Hiçbir kız Leyla’nın verdiğini veremez miydi Mecnun’a? Eğer istek sadece dünya ise o çölde Leyla’dan daha güzelleri vardı. Yok eğer istek hem dünya hem ahiret ise o çölde yine bunu Mecnun’a verecek kızda vardı ama Mecnun illa neden Leyla diye çöllerde idi. Ne-den Leyla’nın artık dünyadan göçtüğünü öğ-rendiği halde onu unutup gitmek yerine gidip Leyla’nın tabutuna uzanıp onsuz hayatı ken-disine haram eyleyip o canı verenden ölümü istedi? Ve canı veren onun isteğini kabul edip o canı Leyla’sız dünyada bırakmadı?

Neden Bülbül Gül için ağlayıp durdu hep? Gül’ün dikenlerinin her seferinde vücuduna batıp kendisine acı vereceğini bildi halde ne-den Bülbül hala güle konmaya gülü koklamaya devam etti? Bülbül için gül sadece bir çiçekse eğer gülün verdiği çiçekliği verecek bir çok çi-çek vardı şu dünyada, ama bülbül neden hiçbir çiçeği görmeden ısrarla gül için ağlayıp güle konup gülü kokladı.Zannediyor musunuz ki Yakup için Yusuf sade-ce bir evlattı…

Zannediyor musunuz ki Mecnun için Leyla sa-dece bir sevgili idi…

Zannediyor musunuz ki Bülbül için Gül sadece bir çiçekti…

Eğer sadece Yakup için evlat. Mecnun için sevgili. Bülbül için çiçek olsaydı anlamNe Yusuf için gözler kör edilirdi… ve gelene ka-dar dünyaya küsülürdü.

Ne Leyla için çöllere düşülür ölümü ile ölünür-dü.

Ne de Gül için onca dikenine rağmen gözyaşı dökülür ve hala üzerine konulup kokusu kok-lanırdı…

Bunu anlamak için Yakup olmak lazım. Sade-ce Yakup olmak değil Yusuf gibi evlat sahibi olmak lazım… bu da yetmez, en önemlisi Ya-kup gibi sevmek lazım ve Yusuf’un yokluğunda gözleri dünyaya körleştirecek sevgi lazım…

Bunu anlamak için Mecnun olmak lazım..

sadece Mecnun olmak değil Leyla gibi bir sevgili lazım.. ve Mecnun gibi sevmek lazım. Leyla’sı Mevla’ya ulaştığında onunla Mevla’ya gitmeye hazır olmak lazım.. bu sevgiyi yüre-ğine canına işlemek lazım ki sevgi ve sevgili gittiğinde canı da onunla gitsin ki sevgili olma-dığında o da olmasın..

Bunu anlamak için Bülbül olmak lazım. Sadece bülbül olmak değil Gül gibi bir çiçek lazım ve Gül’e bülbül gibi özlem duymak lazım. Kokla-maya geldiğinde batan dikenlere katlanmak ve akan kanı görmemek lazım…

Page 299: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 299

Yusuf gelmeden kim açabilirdi Yakub’un göz-lerini.

Leyla ölünce kim yaşatabilirdi Mecnun’u.

Gül’ü koklarken akan kanın kan olmadığını kim anlatabilirdi Bülbül’e.

Tek bir olan biri…

Yakub’unda, Mecnun’unda, Bülbül’ünde Rabbi olan ALLAH.

Yusuf’unda, Leyla’nında, Gül’ünde Rabbi olan ALLAH

İşte her şey tek bir şeyde cevap buluyor.

İşte her şey tek bir şeyde son buluyor.

O hükmü kestiyse, O hükmü yazdıysa,

Artık ne göz açılabilir O izin vermeden.Artık ne can hayatta kalabilir O canı verme-den.

Artık ne akan kan durabilir O durdurmadan.

Sonu yok bu sevdanın O sonu kesmeden.

Açıklaması yok bu sevdanın sevdayı gönle yer-leştiren açıklamasını yapmadan.

İşte her şey tek bir şeyde cevap buluyor.

İşte her şey tek bir şeyde son buluyor.

Çünkü bu cevabı bulunca tüm sorular en güzel cevaba ulaşıyor.

Çünkü bu sonu bulunca en gü-zel başlangıç oluyor.

Çünkü O’nu bulunca kayıplar en güzel kazanç oluyor.

İşte körleşmek. Aslında ka-yıp ama en güzel kazanç oldu O’nunla.

İşte ölüm. Yokluk gibi aslın-da ama en güzel varlık oldu O’nunla.

İşte kan. En büyük acı aslın-da ama en güzel koku oldu

O’nunla.

Yakup… ne güzel oldu Yusuf ile….Mecnun… ne güzel oldu Leyla ile..

Bülbül… ne güzel oldu Gül ile..

Page 300: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

300

Aslında hepsi en güzel bir güzel ile güzel oldu MEVLA ile…

O’nun için yaşamak. O’nun için sevmek. O’nun için olmak…

İşte her şey tek bir şeyde cevap buluyor.

İşte her şey tek bir şeyde son buluyor.

SonuçTasavvuf (tarikat), şükür ibadetlerini yerine getirdikten sonra Tasavvuf (tarikat) yolunda Yüce Allah’A yakınlık tahsil etmektir. Tarikatın esası, insan ruhunun terbiye ve irşad ile harici alemden alakanın münasebetlerin kesilmesi ve batın alemiyle irtibatın teminidir.352

Dersiam (Ord. Prof.) Mehmet Ali Ayni “Bizde-ki tarikatlar” makalesinde şunları kaydediyor: Müslümanlık haddizatında Allah’ı ve Resulullah Efendimiz’i tasdikten ibaret olmakla beraber bu tasdik keyfiyeti bilahare bir muahede ile teyid edilmiştir. Bu mukavele (ahid) pek muhataralı (korkulu) ve tehlikeli bir günde müslümanlar ile Nebiler Nebisi Efendimiz arasında akdolunmuş-tu. Müslümanlar o gün Resulullah Efendimiz’in elini tutarak kendilerinden ayrılmayacaklarına söz vermişlerdi. (Bu olay Asr-ı Saadette Nebiler Nebisi Efendimiz ile Sahabeleri arasında geç-miştir.353 Binaenaleyh bir müslümanın bugün

352 Doğrul, Ömer Rıza, Tasavvuf. s.67–68353 Fetih Sûresi 10. Ayet: Şüphesiz sana baş eğerek

özü, sözü ve fiili birbirine uygun ve düzgün, fazi-let ve istikamette muttasıf, muhabbet ve itima-da layık bir Peygamber Varisi olan zatı (Mürşidi Kamil) bulup, onun huzurunda, o güne kadar işlemiş olduğu günahlardan tevbe ve nedamet (pişmanlık) ettiğine ve o andan itibaren kimseye fenalık etmeyeceğine, kimsenin malını çalma-yacağına, kimseyi öldürmeyeceğine velhasıl her türlü menahiden (yapılması yasaklanan şeyler-den) sakınacağına dair söz vermesi ve bu taah-hüdüne Allah’ ve Resulullah’ ve Piranı İzamdan (tarikat kurmuş büyüklerden) birini sahici tut-ması, o birinci muahedeyi (ruhlar aleminde) tec-did (yenileme) ve te’kid etmekten ibarettir. İşte şeriatın batını olan tarikata girmek bu demektir. Yoksa, tekkede oturup çorba içmek değildir. On-dan sonra o talibin bütün efal ve harekatı o in-tisab ettiği zatın nezaret ve murakabesine tabi olur.354

İzmirli İsmail Hakkı Hz.leri Tasavvufun evveli ilim, ortası amel, sonu mevhibedir demekte-dir. Halveti Tarikatı ileri gelenlerinden Dede Ömer Ruşeni Hz.leri manzumesinde Tasav-vufu şöyle anlatmaktadır: “Tasavvuf kalbi Hakk’a bağlamaktır. Yüreğin aşk oduyla dağ-lamaktır. Tasavvuf, yar olup bar olmamaktır.

ellerini verenler (biat edenler), Allah’a baş eğip el vermiş sayılırlar. Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir. Verdi-ği bu sözden dönen, ancak kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük ecir ve-recektir.354 İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlmi Kelam,. I. Kitab. s.148

Page 301: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 301

Gül-i gülzar olup, har olmamaktır. Tasavvuf Keramet satmamaktır. Hakk’ın işinde etme-yip tasarruf”355 diye anlatmaktadır. Demek oluyor ki tasavvuf, İslam dinini gönüllere daha iyi sindirmek ve sindirebilmek için insanların gönlündeki Yüce Allah’ın ve Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz’in aşkı, heyecan ve imanı-nı bütün cihana yaymak ve bütün insanların müslümanlığı tatmalarına ve gönüllerindeki her türlü itirazı terkedip itirafa ulaşmaları-na, Allah-u Teala ve Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz’in aşkıyla coşmalarına ve bunun il-mine verilen isimdir. Yoksa Tasavvuf (tarikat) şeriattan ayrı bir şey değildir. Anadolumuz’un Türkleşmesi ve İslamlaşmasında hizmetlerin en büyük bir kısmının Tarikat erbabı mutasav-vıfl ara ait olduğu belirtilmektedir. Münevver-lerimiz de, okuma merakı olan yüksek tahsil gençliğinde tasavvuf ve tarikat konularında ciddi tecessüsler doğmuştur. Bununla birlikte, meselenin ne olduğu veya ne olmadığı araştı-rılmaksızın bir takım şeyh arayışlarına rastla-nılmaktadır. Bu arayışların temelinde, insanın kendi ruhuna yeni bir sığınak bulmak, ruhunu kuvvetlendirmek, stresler karşısında kendisi-ne bir destek ve güç bulmak, sürmenaj ve ruhi depresyonları azaltmak gibi duyguların bulun-duğu anlaşılmaktadır ve şu aleme gönderiliş gayesini uyanıklık içerisinde yerine getirme-nin bahtiyarlığına, dünyada iken ermek ebedi aleme gittiği zaman: “Keşke toprak olsaydım! Ya Rabbi! Beni tekrar yeryüzüne çıkart da sana

355 İkdam Gazetesi, 25 Şubat 1921

ibadet edeyim!” dememektir.

Velhasıl tasavvuf, başından sonuna kadar iki şeyden ibarettir, biri “LAİLAHE İLLALLAH” ile Cenab-ı Hakka terakki, diğeri de “MUHAMME-DUR RESULULLAH” ile şol aleme tenezzüldür. Terakki ruh ve sırra aittir. Alemi mülkte te-nezzül, şeriat ve tarikata riayetle olur. Bütün ulumi evvelin bundadır. “İlim bir noktadır, onu cahiller çoğaltır.” buyrulmuştur.

Peygamberimiz (s.a.s.) güllerin efendisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Dolayısıyla o gül soldurulmamalı ve gül bahçeleri başkala-rına yoldurulmamalıdır. “Gülü seven dikenine katlanır” sözü de iyi gül yetiştirmek için onun dikenine, zahmetine katlanmayı hatırlatmak-tadır. Bu da gül yetiştirmenin zorluğunu gös-termektedir. İnsan hayatındaki gülün diken-leri ise öncelikle nefsin arzuları ve hayattaki zorluklardır. Nitekim hadiste cennetin meşak-katlerle, cehennemin ise şehevi arzularla ku-şatıldığı belirtilmektedir. (Bkz. Buhari, Rikak, 28) Dolayısıyla günümüzdeki bu çorak iklimde iyi bir gül nesli yetiştirmek de ayrı bir meşak-kat ve dikendir. Bu dikenlere katlanılabildiği, Kur’an ve sünnet ölçüsüne uyulabildiği takdir-de güzel güller mutlaka yetişecektir. Demek ki güzel koku saçan gülün dalında, gül ile diken yan yana bulunmaktadır. Şu halde iman ile kü-für, iyilik ve kötülük, kolaylık ile zorluk, dost ile düşman devamlı bulunmakta ve hayatın zıtlık-larla dolu olduğu hatırlatılmaktadır. Zira eşya

Page 302: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

302

zıddıyla bilinir. Dolayısıyla insan rehavete ve gafl ete düşmemelidir. Nitekim Hz. Peygam-ber saadet asrında bu gülleri yetiştirmiştir. Bu sevgi suyuyla yetişen güller o dönem insanlığı cehalet karanlığından kurtarıp, medeniyet ay-dınlığına çıkarmıştır. Bu da Allah ve peygam-ber sevgisiyle ortaya çıkar.

Sonuçta mutlak güzel olan Allah’ı sevmek, o gü-zelliğin kemal derecede yansıdığı Peygamber’i sevmekten geçer. Keza Peygamber’i sevmek onun yolunda olmak ve o uğurda sıkıntılara katlanmakla olur. İşte Müslüman Türk milleti-nin sanat, kültür ve örfünde yerleşen bu gül motifl eri ve çocuklara verilen isimlerle bu mil-letin Hz. Peygamber’e olan sevgisini ve onun sünnetine karşı olan bağlılığını göstermekte-dir.

Page 303: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 303

Page 304: Gül Şehri Diyarbakır

GÜL’ÜN GELENEKTEKİ YERİ

Arş. Yazar Mevlüt MERGEN

Page 305: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 305

GİRİŞDiyarbekir’linin gündelik hayatını incelediği-miz zaman, gülün hemen her aşamada varlı-ğını görürüz. Böyle olduğu içindir ki bu şeh-re “gül şehri” diyoruz. Gül, gündelik hayatın neşesinde, hüznünde yer alırken, nişanında, kınasında ve düğününde vaz geçilmezidir Di-yarbekir’linin. Öylesine vaz geçilmezidir ki, minaresine bile gülün kokusunu serper, onu kadife kumaşla örter ve Cuma günleri sevgi-liler sevgilisini (Hz. Muhammed) saygıyla an-sınlar diye açar.

Gül’ün Diyarbekır’in geleneğindeki yerini be-lirlemeye çalışacağız, ancak öncelikle şu tes-biti yapmak durumundayız: Diyarbekir’li gülü ticari amaçla yetiştirmez, onun maddesinden ziyade manasını ön planda tutar.

Tıpkı Yunus gibi düşünür: “Çiçek eydür der-viş baba gül Muhammed teridir” bu inancı ve sevgiyi yüreğinde taşıdığı içindir ki, son yılla-ra kadar Diyarbekir’in bünyesinde bulunan ve gerçek manevi zenginlik olarak kabul edilen Peygamberlerin, Sahabelerin, diğer evliya ve ilim adamlarının kıymetini kendisi bilir, onla-ra saygıda kusur etmez ve fakat reklamını da yapmaz. Onların varlığından dünyalık yerine ahiret kazancı bekler. Bu sebepledir ki, bu gül şehrinin içindeki “gerçek gül” lerden dünyanın haberi olmadı, Diyarbekir’in “gül şehri” olarak şimdiye kadar anılmamasının sebebi de bu te-vazu ve alçak gönüllülüktür diyebiliriz.

Zamanın akışı içinde değişen nesiller, görüşler, an’aneler, gelenek ve görenekler, artık kabuğu kırmanın, dışa açılmanın, bilinmenin gereklili-ğini ortaya çıkarınca bu şehrin Peygamberler, Sahabeler, Azizler ve Krallar kenti kimliği dil-lendirilmeye başlandığı gibi, gül ve sevgi şehri olduğu da bilinip bildirilmeye başlanmıştır.

Bilim adamları gülün geçmişini şöyle açıklar-lar: “İnsanın binlerce yıllık tarihinden bahse-derken gül için milyonlarca yıldan bahsetmek gerekiyor. Gül, taşlara 60-70 milyon yıllık im-zalar bırakmış ve moleküler biyologlara göre yaşı 200 milyon yıl. Anavatanının Ortaasya olması, 5.000 yıl önceki yazılı kil tabletlerde zikredilmesi de önemli.

Bütün medeniyetlerde önemini korumuş, müslüman dünyasında da Hz. Muhammed’in sembolü olarak da ön plana çıkmış.356

Ne demişti Yunus: “çiçek eydür derviş baba gül Muhammed teridir” Sevgili Peygamberi-mizin dünyamızı şerefl endirmeleriyle birlikte gül, onun teri olarak kabul edilmişken, 200 milyon yıl öncesine döndüğümüzde Hazret-i Muhammed’in nurunun insanlığın yaratılışın-dan çok önce belki de 200 milyon yıl önce ya-ratıldığını düşünebilir ve hatta inanabilirizde.

Gelenekleşen Gül SevgisiBu ön bilgiden sonra “Gül’ün Diyarbekir ge-356 Ayten Altıntaş (gül, gül suyu)

Page 306: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

306

leneğindeki yeri”ni irdelersek, Matrakçı Nasuh’un asırlar ötesinden çizdiği Diyarbekir minyatüründe gül bahçelerine tanık oluruz. Bu gül bahçelerini yakın zamanlara kadar bizim görmüşlüğümüz de vardır.

Mardin kapısından dışarı çıktığımızda sağ ta-rast aki parkın bir gül bahçesi olduğunu, bura-da özellikle Muhammedi gül-lerin yetiştirildiğini unutmak mümkün değil. Gazi Köşkünün hemen her tarafında çeşit çeşit güller açar, kokusuna doyum olmazdı, burası bir gül bahçe-si olduğu gibi bülbüllerin de mekanıdır, nitekim, merhum Celal Güzelses bu bahçede ar-kadaşlarıyla meşk ederken bir çist bülbülün gelip karşısına konduğunu, Celal’i dinlerken sustuklarını; onun susmasıyla ötmeye başladıklarını gören-lerden hala hayatta olanlar vardır.

Çoğu yıkılan Diyarbekir evle-rinin avlularının bir köşesi mutlaka bahçedir ve buralar da gül yetiştirilirdi. Havuzların ke-narlarında, merdivenlerin basamaklarının yan kısımlarında, pencerelerin önlerinde gül sak-sılarının eksik olduğu görülmezdi. Gül yaprak-ları evlerde toplanır, şişelere bastırılır ve gül suyu çıkarılırdı, çünkü günlük hayatın akışı

içinde nişanlanmak vardır, kına gecesi vardır, düğün vardır ve bu etkinliklerin hemen hep-sinde gül vardır.

Düğünlerde GülGençleri “baş-göz” etmenin ilk basamağı olan kız istemeye gelindiğinde ev sahibi gül esansı ikram eder konuklarına.

Nişan takılacağında “gül şer-beti” mutlaka içilecektir, bu-nun içindir ki erkek tarafı nişan malzemesini gönderirken, bir çuval şeker gönderir şerbet, gül şerbeti yapılsın diye. “Gül-laç” bir Diyarbekir tatlısıdır ve düğünlerde ikram edilirdi. Öne-mini günümüzde de yitirmeyen “kız çeyizi” nde o zamanlar mutlaka bulunması gerekenle-rin başındadır “hac takımı” ve onun en güzel parçası “Gülab-dan” Hac takımı ile hacdan dö-nüldüğünde konuklara “zem-zem” ikram edilir, daha sonra bu hac takımı gülabdanıyla bir-

likte evin en nadide yerine konur ve evlenecek kızların çeyizinde bulundurulurdu. Düğünlerde söylenen şarkıların türkülerin, hoyratların içinde mutlaka gül vardır, mese-la Merhum Güzelses bir türküsünde: “Çıkalım dağlar başına/sen gül topla ben nergizi” der-

Page 307: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 307

ken, bir hoyrat sözünde: “Güle naz/güle naz/gül eder bülbüle naz/İndim yar bahçesine/ağ-layan çok/gülen az” der.

Nasihatte GülGelin olup koca evine gitmeye hazırlanan kızına annesi nasihat eder: “Kızım, bundan böyle senin evin, kocanın evidir, gerçi kapım her zaman sana açıktır ama, bilesin ki, “on beş günde bir gelen ‘gül üstüne’, hast ada bir gelen ‘çul üstüne’ her gün gelen ‘kül üstüne’ oturur”

Böylece de kızının bundan sonraki yol ha-ritasını belirlemiş olurdu. Şimdi denecektir ki, madem ki Diyarbekir’in geleneğinde gül böylesine önemli bir yer tutar da niçin bu şe-hirde diğer şehirlerde olduğu gibi “Gülcülük” yoktur, gülün yetiştirildiği yerde mutlaka gülcülük olmalı değil midir? Doğrudur, önce Diyarbekir’linin ticari amacının olmadığını hatırlayalım, ve sonra diyelim ki, Diyarbekir son 200 yıl içinde göç almış göç vermiş bir şehirdir, bu göçler esnasında binlerce insan evinden barkından olmuş başka yerlere git-miş, yine binlerce insan bu şehre gelmiştir, bir zamanlar kolera hastalığından yine bin-lerce insan ölmüş bu şehirde, gün gelmiş büyük bir yangın görmüş Diyarbekir, şimdiki “Çarşıyi Şewiti” (yanık çarşı) ve onun yanın-daki Melekahmet caddesinde yüzlerce dük-kan yanıp kül olmuş,357 yani .belini doğrulta-

357 Ali Emiri, Osmanlı Doğu Vilayetleri.

mamış bu şehir, gözünün önünü görememiş ki geleneksel varlığı olan gülünü sahiplene, onu yeniden eski günlerine kavuştura.

Diyarbekir’de Gülcülüğün TeşvikiSözün burasında yine geçmişe dönelim ve 1899 yılına, yani 1900’lü yılların başına dönelim. “1900’lü yılların başında Osmanlı Devleti “Orman ve Maadin Nezareti” gülcü-lüğün Osmanlı’da gelişmesi için çalışmalar başlatmıştı. Orman ve Maadin ve Ziraat Nazı-rı Selim Melheme Paşa’nın desteğiyle, 1899 ylında Ziraat Bakanlığı tarafından Diyarba-kır, Suriye, Trabzon, Adana, Çatalca, Biga ve İstanbul vilayetlerindeki çist çilere bedelsiz olarak 100.000 gül fidanı dağıtılmıştır.”358

Böylesi bir teşvik görür Diyarbekir ancak, o tarihler Diyarbakir ve bölgede fitne kazanı-nın kaynamaya, Ermeni hareketlerinin gö-rülmeye başladığı tarihlerdir, üstelik Diyar-bekir’deki gül yetiştiricilerinin elinde yeterli imbik de olmadığı için bu teşvik umulan ne-ticeyi doğurmaz.

Gül’ün Diyarbekir geleneğindeki yerini anla-tırken, şunu da belirtelim ki, konuşmaların arasında bile gül sözcüğü kullanılır, mesela, eğer birisine çirkin ve kerih bir şey hatırlatı-lacaksa “yüzüne gül suyu” denir, burada gül suyu yoktur ama hatırlatması vardır ki o in-san çirkinliği, o keraheti hissetmesin için.

358 Ayten Altıntaş (anılan eser s. 147)

Page 308: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

308

Hüzünde GülÖnceki bahislerde gördük ki, gül Diyarbekir’in sevinçli günlerinde, şarkılarında, türkülerinde, hoyratlarında yer almış, ancak hüzünlerinde de gül vardır Diyarbekir’linin, bir örnek suna-cak olursak, bu şehrin ünlü hanım şairlerinden “Sırrı Naile Hanım”ın 7 yaşındaki oğlu Rıfat’ın vefatı dolayısıyla kaleme aldığı mersiyesinin nakarat kısımlarındaki şu ikiliği sunabiliriz: “Benim gönlüm kızıl gül-ğoncesi veş dop dolu kandır/Açılmak ihtiyar etmez eğer yüz bin ba-har olsa.”359

Tarikatta GülMardin kapı kabristanının ortasında bir türbe vardır, burada her hangi tanıtıcı bir levha ol-masa da Diyarbekir’li bilirki bu türbe Gülşeni şeyhlerinden Muhammed Efendinin türbesi-dir. Gülşeni tarikatinin kurucusu Diyarbekir’li İbrahim Gülşeni hazretleridir ki bu zat aynı za-manda Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süley-manın mürşididir.

Hatıralarımın arasında önemli bir yer tutar, sur içindeki evimizin bulunduğu sokakta yaşa-yan “Tenekeci Sait” in gül sevgisi, gül yetişti-riciliği. Diyarbekir’lilerin deyimiyle “kör ocak” yani çocuğu olmuyor, ama yüreğinde müthiş bir sevgi yanardağı var, bunu nasıl etse de dışa vursa arayışları onu gül’e gül yetiştiriciliğine vermişti, evlerinin kocaman avlusunu gül bah-çesine çevirmişti, kapıları acık olduğu zaman-

359 Korkusuz, M. Şefik, Şair Sırrı Naile Hanım Divanı.

larda gider, içeriye bakardım utanırdım içeriye girmeye. Ama, renk renk güllerin koksu bulun-duğum yere kadar gelirdi.

Tıpkı bizim bu komşumuz gibi bir çok kişi de bu gül sevgisini görmemiz mümkün mesela bir gül var ki adı “Rum Kale”dir, çünkü Fevzi Efendi adında bir zat bu gülü adını andığımız yerden Urfa’ya, oradan Diyarbekir’e getirterek yetiştirmiş ve adını “Rum Kale gülü” diye an-mış. Hacı İbrahim Efendi ise yetiştirdiği güle kendi adını vermiş. Arif Bey de öyle. Bunları misal olsun diye zikrettim, yoksa daha çoktur bu şehirde gül meraklısı insanlar.Diyarbekir’e özgü bazı güllerin adını da ana-lım konuyu noktalamadan önce: “Çeper gülü - Dantel Amor gülü – Sarmaşık gülü – Viktorya gülü – Mikado gülü – Malatya gülü – Sarı gül – Kaysı gülü – Beyaz gül – Krem gül vs.

Özetlersek, Diyarbekir’in aşında gül, taşında gül vardır, türküsü, gazeli, hoyratı gülü teren-nüm eder, özünde, sözünde gül bulunur bu şehrin, bu şehir gül şehridir, öylesine gül şeh-ridir ki, yirmiden fazla gül çeşidinin adını bilir-ken, onların rengini, kokusunu da bilir çünkü kendisi yetiştirmiştir o gülleri. Diyarbekir’li-nin yüzünde bir zamanlar “Şark çıbanı” diye bir çıban çıkar ve gül gibi açar. Bu sebepten Diyarbekir’li gül yüzlüdür, gül sözlüdür.

Page 309: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 309

Page 310: Gül Şehri Diyarbakır

Bölüm 5

Page 311: Gül Şehri Diyarbakır

GÜL VE GÜZEL KOKU

Page 312: Gül Şehri Diyarbakır

KOKULU GÜLÜN TARİH İÇİNDEKİ SERÜVENİ

Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞİstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji A.B.D.

Page 313: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 313İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji A.B.D.

Kokulu Gülün tarih içindeki serüveni uzun so-luklu ve çok önemlidir. Gül tarihin ilk dönem-lerinden itibaren “Sevgi ve güzellik” sembo-lü idi. Buradaki kısa öyküsü bile bize gülün önemi hakkında bir fikir verir sanıyorum. Gül türlerinin çoğunun ana yurdunun Orta Asya olması ve Batı dünyasına Anadolu’dan tanıtılması, insanların vazgeçemedikleri gü-zel kokusu için elde edilen gül yağının en önemli üreticilerinden birinin Türkiye olması sebebiyle de bizim için çok önemli.

Gül, Gülgiller (Rosaceae) familyasının Rosa cinsindendir. Rosaceae. Dünyada yaklaşık 1350 Rosa türü tanımlanmış. Çok yıllık di-kenli çalı ya da tırmanıcı bitki türünün ortak adı360. Beyaz, pembe, kırmızı ve sarı en çok görülen türlerinin rengi. Genellikle ilk bahar-da çiçek açar. Ekserisi yaprak döken çalılar, dala dikenleriyle tutunan filizleri var. Bunlar güzel koku ve gösterişli çiçekleri nedeniyle bütün dünyada yaygın olarak yetiştiriliyor. Türkiye fl orasında 24 yabani gül türü kayıtlı. Bunlar Anadolu topraklarına ait türler. Gün-lük hayatımızın bir parçası haline gelen gül insanlıktan önce bu dünyada boy göstermiş ve pek çok çiçeğe nasip olmayacak kadar eski bir tarihe sahip.

360 Baytop, Asuman, Farmasötik Botanik Ders Kitabı. İstanbul 1991. s. 183. Mac Donald Hocking. A Dictio-nary of Natural Pruducts. Medford NJ. 1997.S. 675). Anabrittanika cilt 10. s. 142.

Gülün tarihini öğrenebilmek için iki yoldan ha-reket etmemiz lazım. Birincisi tabiatın kaydet-tiği tarih. Bu kayıt, fosil şeklinde kayalara kay-dedilen gülün imzaları. Dünyada birçok yerde fosil yataklarında gülü bulmuşlar. III. Jeolojik devir erken çağındaki jeolojik kalıntılarda bu-lunan gülün yaşı 25 milyon yıl.361 ,Colorado’da-ki Florissant fosilleri incelendiğinde bulunan güllerin tarihini 40 milyon yıl olarak okudular. Montana ve Oregon’ daki fosil yataklarında bulunan güller için 35 milyon yıl önce dendi. Ayrıca Almanya ve Yugoslavya’da bulunan fo-sillerde de güller yer alıyor.362 Yani bunlar en az 35 milyon yıllık gülün imzaları. İnsanlığın ortaya çıkışından çok uzun yıllar önce. Bazı kayıtlara göre yaklaşık 60-70 milyon yıl önce Orta Asya’da görüldüğü yazılıyor ama en he-yecan verici kayıtlar DNA da ki kayıtlar oldu. Moleküler biyologlar gülün DNA sını inceledik-leri zaman gülün yaşının 200 milyon yıl geriye götürdüler. Kökleri bu kadar eski gibi görünü-yor363.

Güller hakkında bilgi verenler gülün anavata-nının büyük bir ihtimalle Orta Asya olduğunu belirtirler. Birçok yerde de gülün doğum yeri

361 Vecera, Ludvık, Illustraed by Firina Kaplicka. Clas-sıc Roses. published Great Britain in 1989, s. 7.362 Getrnot Katzer’s Spice Pages, www.ionxchange.com, Wikipedia the free encyclopedia363 www.en.wikipedia.org/rose/history,www.garden-cards.biz/fl ower history.htm., /rose/history,Getrnot Katzer’s Spice Pageswww.ionxchange.com.www.king-fl orisonline.com/history

Page 314: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

314

Asya olarak yazılır. Orta Asya’dan Güneye ve Batıya ticaret yollarıyla taşınmış. Gül büyük bir ihtimalle güzel kokusu, tıbbi değeri, to-humlarının yenmesi dolayısıyla beslenmede-ki yeri dolayısıyla ticareti yapılmış ve kervan yollarıyla dünyanın diğer ülkelerine tanıtılmış. Kırmızı çiçek açan Frenk gülü (rosa gallica) Homeros zamanında Doğu’dan Yunan adaları ve Trakya yolu ile Balkan ya-rım adasına yayıldığı, Girit ve Yunana bu bölgeden tanıtıldığı belirtiliyor364.

Tarih Kayıtlarında GülHareket noktamızın ikinci ka-yıtlar kısmı; İnsanların kayıtla-rıdır ki bu bizim yazılı dönemi-mizde yazıya geçirdiğimiz bilgi birikimleridir. Bugüne kadar gelen ilk kayıt bundan 5000 yıl önce Mezopotamya kil tab-letlerinde yer alıyor. MÖ 2684-2630 yılları arasında yaşayan Akat kıralı I. Sargon hakkında yazılan bir tablette , kralın Dic-le nehrinin ötesindeki ülkelere askeri keşif gezisi yaptığını bu geziden “Asma , incir ve gül fidanları” ile geri döndüğü yazılı-yor. Dicle ve Fırat nehirlerinin suladığı toprak-

364 Vecera, age, s. 7–11; Kıaer, Eıgıl. Methuen hand-book of Roses. London 1965. s. 10; Ancıent Tımes. ,Türk Ansiklopedisi. Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara 1970. Gül Maddesi Cilt 18. s. 134,

larda Babil yakınlarında Ur şehrinde yaşayan I. Sargon Bu seyahatini muhtemelen bu nehir-lerin doğduğu yerler olan Güney Anadolu’ya yapmıştı. Arkeolog Sir Leonard Wooley’in bu resmi kayıtları buluşu ve bilim dünyasına ta-nıtması gülün tarihi için çok önemli. MÖ 2600 lü yıllarda kral I. Sargon gül fidanlarını kendi ülkesine getirdiğine göre kendisinin gülü ta-

nıdığı düşünülüyor365 En eski kayıtlardan bir diğeri de MÖ 1600 yıllarına ait. Girit’teki Knossos sarayındaki bir arke-olojik çalışmada bugüne kadar korunan bir duvar freskinde-ki gül resmidir. Bu gülün MÖ 1600 yıllarında Girit medeni-yetinde tanınan ve sevilen bir çiçek olduğunu gösteriyor.

Antik dönem Mısır Medeniye-tinde gülün tarihini bu kadar eskilere götüremiyoruz. Antik dönem Mısır mezar odalarında bulunan duvar yazılarında gülü ifade eden şekiller bulundu. Bunlardan biri MÖ1400 ler-

de IV Thotmose’nin mezarında bulunan gülü tanımlayan hiyeroglif idi. İngiliz arkeolog Sir Flinders Petrie’nin MS 400-200 yılı arasında 365 Vecera, age. s. 7–11; Kıaer, age s. 10; Ancı-ent Tımes. www.ionxchange.com,www.gardencards.biz, http://en.wikipedia.org, Getrnot Katzer’s Spice Pages,www uni-graz-at,Wikipedia the free encyclope-dia

Page 315: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 315

olduğu tarihlenen ve Yukarı Mısırda açtığı me-zarda cenaze merasiminde kullanılan güller-den bir çelenk bulundu. Bu güllerden yapılmış çelenkteki gül Rosa gallica olarak tanımlandı. Mısır mezar resimlerinden biri de MÖ 50 yılına ait. Bu dönem Kraliçe Kleopatra’nın yaşadığı dönemdir. Kleopatra (MÖ 69–30) nın gülleri çok sevdiği ve Mark Antonyus’u etkilemek için ayaklarına gül yaprakları saçtırdığı kaydedil-miştir.

Çin Medeniyetinde de gül çok önemli idi. Bunu MÖ 551–479 tarihlerinde yaşayan Konfiçyüs’un yazdıklarından öğreniyoruz.

Konfiçyüs; Çin İmparatorluğunda gülün çok önem verilen bir çiçek olduğunu, İmparato-run bahçelerinde özenle güller yetiştirildiğini ve Çin İmparatorunun kitaplığında gül ve gül yetiştirmekle ilgili 600 den fazla kitap bulun-duğunu kaydetmiştir.

Yunan mitolojisinde gül tanrıçaların çiçeğidir. Mitolojide Cloris çiçeklerin tanrıçası olup gül-lerden taç giymişti. Gül aşk ve güzellik tanrı-çası olan Afrodit’in sembolü idi. Afrodit aşk tanrısı Eros’a bir gül sunmuş böylece gül aşk ve şehvet sembolü olarak kabul edilmeye baş-lanmıştı. Eros gülü Harpocrates’ e verdi ki ses-

sizlik sükûn tanrısıydı. Bu sefer gül sessizlik ve gizliliğin sembolü haline geldi. Homeros’un destanlarında (MÖ 900) Achilles kalkanını güllerle donatmış, Afrodit de Hector’un ölü-münde ölü bedeni güllerden yapılan bir yağ ile meshetmişti.

Antik çağda bu asil çiçek etrafında nice efsa-neler yaratılmıştır; Aphrodite’nin doğuşu sı-rasında vücudundan akan köpüklerden bir gül ağacı bitmiş, sonra tanrıça onu tanrılar içkisi nektar ile sulayınca ağaç gül vermiş. Bir başka inanca göre de gül Dionysos ‘ın çiçeği sayılmış. Bu sebeple sofralardan eksik olmamış. Bazen da yaprakları mezarlar üzerine serpilmiş366.

MÖ 600 lerde yaşayan Yunanlı şair Sappho şiirlerinde gülden bahsetmişti. İlk defa gülü “çiçeklerin kraliçesi” olarak isimlendiren odur. Ünlü tarihçi Herodot (Herodotos, ölümü MÖ 425) gülü Makedonya’ya tanıtanın Frigya kıra-lı Midas olduğunu yazar. Herodot Bodrum (Ha-likarnosos) da doğdu , İyonyalı filozofl ardan etkilendi. İlk çağın tarih kitabı olan Historiai (Heredot Tarihi) ni yazdı. Ömrünün uzun bir süresini Batı Anadolu’da geçirdiğinden o top-rakların tarihini iyi biliyordu. MÖ 700 lü yıllar-da Orta Anadolu’da yaşayan Frig kralı Midas’ın dört yapraklı güllerle misk gibi kokan bahçele-rinden bahseder. Herodot Anadolu’da tanıdığı

366 Türk Ansiklopedisi. Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara 1970. Gül Maddesi Cilt 18. s. 134, Kıaer, age s. 10; Ve-cera, age. s. 7–11.

Page 316: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

316

gülü 60 yapraklı olarak kaydetmişti. Bu tanı-tım önemli bir kayıttır. Bir Yunan kolonisi olan Antik Helenler gülün kültürünü yapmışlar ve gülü Sicilya ve Kuzey Afrika’ya tanıtmışlardı367.MÖ 300 yıllarında yaşayan Yunanlı bilim adamı Theophrastus botanik konusunda yazdığı kita-bında güllere ayrı bir yer ayırır. Kendisi döne-minde bilinen gülleri tanıtmış, gördüğü bütün gülleri kaydetmişti. Beş yap-raklı güllerden yüz yapraklısı-na kadar birçok gülü kitabına almıştır. Theophrastus bilinen ilk detaylı botanik tanımlamayı veren kişidir. Gülün tohumdan değil çelikten çoğaltılmasının daha kolay olduğunu da kay-detmişti. Aynı dönemde yaşa-yan Makedonya kıralı Büyük İskender de güllere çok önem verir, bütün bahçelerinde gül yetiştirilmesini emredermiş368.

Her Dönemde Gül Antik dönemde Fenikeliler, Yu-nanlar, Romalılar hepsi gülü yetiştirdiler, yeni gülleri tanıdı-lar, onu ülkelerine taşıdılar, ticaretini yaptılar.

367 www.ionxchange.com,www.gardencards.biz, http://en.wikipedia.org, Getrnot Katzer’s Spi-ce Pages,www uni-graz-at,Wikipedia the free encyclopedia,Milli Eğitim BakanlığıTürk Ansiklopedisi. Gül Maddesi Cilt 18. s. 133-135.368 Kıaer, age s. 10; Vecera, age. s. 7–11.Ancıent Tı-mes

Sonuçta bilinen her çeşit gül Akdeniz’deki ül-kelere dağıldı. Romalılar gülleri Yunanlılardan öğrendi. Kısa zamanda benimsedi ve çok sevdi. Romalılar, sembolü gül olan tanrıça Afrodit’i Venüs’le özdeşleştirdiler. Tanrıça Venüs’te de gül sembolünü kullandılar. Romalılar büyük gül bahçeleri kurdular. Buğday tarlaları ve meyve bahçeleri yanında büyük gül bahçele-

rine sahiplerdi. Roma impa-ratoru Neron döneminde gül kullanımı inanılmaz dereceye yükseldi. Bu dönemde gülle il-gili pek çok bilgi kaydedildi. MS 1 yüzyılda yaşayan Romalı he-kim Dioskorides kitabında gülü de tanıtmıştı. Roma döneminin önemli yazarı Pliny the Elder (MS 23–79) da gül hakkında yazmıştı. Ansiklopedik dev ese-rinde gül çiçeği hakkında geniş bilgi vermiş, 100 yapraklı gül-den de bahsetmiştir.

Romalılar güzel kokusundan dolayı davetler, ziyafetler, top-lantılarda ve Romalı hanımlar

güzellik reçetelerinde gülü çok kullanıyorlardı. Gül ziraatı ve ticareti çok önemli oldu. Kışın ihti-yaç olan güller için Mısır’da tarımını yaptılar. Kış mevsiminde güller Roma’ya gemilerle taşınıyor-du. Deniz yolu pahalıya mal olan bir yoldu ve Ro-manın gül ihtiyacı hiç bitmiyordu. İmparator Ne-ron bu gemilere tonlarca altın ödedi, bu sebeple

Page 317: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 317

Roma ekonomisinin kötüye gittiği söylenir. Daha sonra Romalılar kışın da çiçek açan gülleri keş-fettiler ve bunları İtalya topraklarda yetiştirdiler. Bu büyük gül bahçeleri Roma İmparatorluğunun yıkılmasından sonra terk edildi, harap oldu ve zamanla yabani hale geldi.Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde gül Pagan günlerini ve Pagan kostümlerini hatırlattığı için reddedildi. Asırlar sonra Roman Katolik kilisesi bu fikrini değiştirdi ve gül Hz. İsâ’nın kanının sembolü olarak kabul edildi. Kırmızı gül İsa’nın mistik bir sembolü, gül çiçeği de din uğrunda işkence ile ölenlerin alameti sayılmış daha sonraları Meryem’e “dikensiz gül” adı ve-rilmiş paganizmin Aphrodite ile ilgili efsanele-ri kısmen Meryem’e mal edilmiştir369.

Doğu Dünyasında gülün kaydedildiği ilk eser-lerden biri Zerdüştlüğün 9. yüzyılda kaleme alınan Avesta’sı idi. Bu kutsal kitaba göre bitki-ler ölümsüz meleklerin sembolleri idi370 Zend Avesta’da gül dini ve kozmogonik semboller-dendi. Bu kültür daha sonraları Orta Doğunun pek çok ülkesinde kullanılmıştır. Eski Hindis-tan, Suriye ve Mısır’da güle tapınıldığını gös-teren işaretler bulunmuştur371.

369 Kıaer, age s. 10; Vecera, age. s. 7–11; Ancıent Tı-mes Milli Eğitim Bakanlığı Türk Ansiklopedisi. Gül Mad-desi Cilt 18. s. 134.370 Bakır, Abdülhalık, Ortaçağ İslam Dünyasında Par-fümcülük, Kutsal Dumandan Sihirli Damlaya: Parfüm İs-tanbul 2005 s. 42 .371 Kıaer, age s. 10; Vecera, age. s. 7–11; Ancıent Tı-mes Milli Eğitim BakanlığıTürk Ansiklopedisi. Gül Mad-

Ortaçağda İslam dünyasında da gül çok önem-liydi. Botanik kitaplarında ve tıp kitaplarında gül muhakkak yer alırdı. 9. Yüzyılda yaşayan büyük hekim Al-Kindi’nin Akrabadin kitabında gül hakkında birçok bilgi vardı. Gene 9. yüz-yılın önemli hekimi Dînaverî (ölm. 895) gül çiçeğini tanıtmış, çeşitli dillerdeki karşılığını vermiş; Gül Arabistan’da bahçelerde ve dağ-larda sık rastlanır, diye kaydetmişti. 11. yüzyıl tıbbının dev ismi İbn-Sînâ ve 12. yüzyılın çok önemli bitkiler kitabı yazarı İbnül- Baytâr gülü tanıtmışlar tanımlamışlar ve tedavideki yerini göstermişlerdi372.

Ortaçağ Avrupa’sında unutulan gül bahçeleri 13. yüzyıldan itibaren Haçlı seferleriyle tekrar önem kazanmaya başladı. O dönemde savaş-çılar, gezginler ve diplomatlar vasıtasıyla Orta Doğu’dan gül çeşitleri getirildi. 16. yüzyıldan itibaren herbalistler çiçekleri tanıtan kitaplar hazırladılar. 1597 yılında İngiliz herbalist John Gerard yazdığı kitabında 14 çeşit gülü tanıttı. 1629 yılında I. James’in eczacısı John Parkin-desi Cilt 18. s. 134.372 İbni Baytar. Arapçadan Almanca tercümesi; 1.Kitap, Joseph v. Sontheimer; Große Zusammens-tellung über die Kräst e der bekannten einfachen Heil- und Nahrungsmittel von Abu Mohammed Abdallah Ben Ahmed aus Malaga bekannt unter den Namen Ebn Baithar, I.Band Stuttgart 1840.2.Kitap II.Band Hallberger’sche Verlagshandlung Stuttgart 1842Cilt 2 s. 582-585 Ward KİNDİ The Medical Formulary or Aqrabadhın of Al-Kındı, Martın Levey (Translated with a Study of İt’s Materia Medica) London 1966. s. 344–345:

Page 318: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

318

son kitabında 24 farklı gülü rapor etti. 1700 li yılların sonunda yaşayan İngiliz sanatçı Mary Lawrance “A Collection of Roses from Nature” adlı kitabında 90 farklı gülü tanıttı ve çizdi.

1800 lü yıllarda Avrupa’ya Çin’den pek çok yeni gül türleri getirildi. Yeni gül çeşitleriyle karşıla-şıldı. Napolyon’un karısı imparatoriçe Josephi-ne kadar hiç kimse gülü popülarize etmemiştir. Gülü çok seven İmparatoriçe 1798 de ilk gül bahçesini kurdu. Bu bahçeyi 1814 yılında 51 yaşında ölene kadar çok geliştirdi. “Malmai-son Bahçeleri” olarak bilinen bu gül bahçesinin masrafl arı 16 yıl boyunca Josephine tarafından karşılandı. Her yerden getirtilen güllerle kolek-siyon büyütüldü. Kendisi hayattayken 250 çeşit gül topladığı kaydedilir. Napolyon uzak diyarla-ra açılan kaptanlara yeni güller bulduklarında getirmelerini emretmişti. 1829 yılında Malma-sion gül bahçesinde 2562 farklı gül olduğu ya-zılır. Böylece gül modası Fransa’dan İngiltere’ye daha sonra Batı Avrupa’ya ve nihayette Amerika ve Avustralya’ya geçti373.Gül Kuzey Yarım Küreyi SeverEn az 70 milyon yıldır dünyamızda var olan gül, Kuzey yarım kürenin en kuzeyi Alaska ve Norveç’ten güneyde Kuzey Afrika ülkeleri ve Meksika’ya kadar bütün ülkelerde var olan bir bitkidir. Fakat Ekvatorun altında yani Güney

373 www.ionxchange.com,www.gardencards.biz, http://en.wikipedia.org, Getrnot Katzer’s Spice Pages,www uni-graz-at,Wikipedia the free encyclope-dia; Kıaer, age s. 10; Vecera, age. s. 7–11.

yarım kürede görülmemiştir. Gül kuzey yarım küreyi sever. Gülün pek çok türü yabani ola-rak Batı Avrupa’dan Doğu Asya’ya kadar ya-yılır. Ana vatanı muhtemelen Orta Asya’dır. Avrupalı gül türlerinin çoğaldığı esas kol Rosa gallica’nın vatanının “Kafkas Dağları” olduğu biliniyor. Rosa gallica Kafkasya’dan Batıda Avrupa doğuda Orta Asya ve güneyde Kuzey Afrika’ya kadar taşınmıştır.

Bilimsel olarak ilk tanımlanan gül “Rosa galli-ca” (Kırmızı gül, Frenk gülü) olup kırmızı yap-raklı, kokulu ve katmersizdir. 12. yüzyıldan beri izlenen en eski güldür. Yabani olarak Orta ve Güney Avrupa ve Batı Asya’ya yayıldı. Hâlâ bu bölgelerde yaşamaya devam etmektedir.Damask rose “ Rose damascena”( Isparta gülü, Yağ gülü Şam gülü) Rosa gallica’ dan sonra en iyi bilinen ve en iyi tanınandır. Da-mask rose; Rose gallica ile Rose Phoenicia veya R. Moschata’ın melezidir. Çiçekler pembe ve katmerli ve kuvvetli kokuludur. Sadece yaz başında çiçek açar. Büyük bir ihtimalle birkaç milyon yıl önce ilk melez Anadolu’da çiçek açmıştı. Yunan ve Roma’da geniş kültürü ya-pılmış, güzel kokusundan dolayı Gülyağı (rosa otto) elde etmede bilinen en fazla bu tür kul-lanılmıştı. Tekrar Avrupa’ya 13. yüzyılda getir-tilmişti. Robert de Brie 1254 ve 1276 yılları arasında bu türün İran’dan Avrupa’ya getirtil-mesinde öncülük yapmıştı.

Rosa gallica ve Rose damascena “Eski bahçe

Page 319: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 319

gülleri” olarak isimlendirilir. Genelde 1867 yılından önce tanıtılan güllerin hepsi bu te-rimle tanımlanır. Sonbaharda açan “Rosa damascena semperfl orens”(Sonbahar gülü) “Rosa canina(yabani gül) , rosa centifolia (okka gülü) gibi pek çok gül de bu guruptan-dır374.

Gül İsmi ÜzerineÇok eski bir tarihe sahip olan gül, onu kullanan her topluluk tarafından isimlendirilmişti.Antik Mezopotamya’da iyi bili-nen gül “as gestın,gır” olarak tanınıyordu. Akatların dilinde “as (a) murdinnu” idi. Grekçe’ de “rhodon” idi. Homeros’un kitabı Odisse de “rhodon” ola-rak geçer. MS 1 yy da yazılan Dioskorides’in Materia Medica adlı kitabında rhodon olarak yazmıştı. Güney İtalya’da rho-don (Aeolic form olarak wro-don) idi. Grekçe rhodon keli-mesinin kaynağı muhtemelen “Anadolu” dillerinden ve şimdi kaybolmuş bir dilden geliyor. Grekçe o dilden ödünç almıştır375.

374 Baytop, Turhan, Türkiye’de Eski Bahçe Gülleri. Ankara: Kültür Bakanlığı, 2001, s. 87 www.ionxchan-ge. com, www. gardencards. biz,http://en.wikipedia.org,Getrnot Katzer’s Spice Pages,www uni-graz-at,Wikipedia the free encyclopedia375 KİNDİ The Medical Formulary or Aqrabadhın of

Bütün Avrupa dillerinde gülün karşılığı olan “Rose” nin orijini Latince “Rosa”dan gelmekte-dir. Modern Avrupa dillerinin hepsi bunun ufak değişik şekillerini taşır. Doğu dünyasında ise Arapça gül kelimesi etkili oluştur. Arapça’da “verd” olarak okuduğumuz, Avrupalıların “ward” olarak tanımladığı gül, Hebrew dilinde “wered”, Georgian “vardi” Ermenice “vart” ,

mısır dilinde “wrt” olarak ge-çer. İslam ülkeleri, Afrika ve Asya’da genelde bu terim üze-rine kurulmuştur. Arapça’da gül için kullanılan “verd” , Ara-maid “wurrda” Asur dilinde “wurtinnu”, Eski İran dillerin-den Avesta’da “warda” Soğd dilinde “ward”, Pers dilinde “ wâr” olarak geçer. Eski Hint dili Sanskrit shatapattra’da 100 yapraklı manasında “vritta-pushpa” olarak tanımlanır. 376

Türkçe’de kullandığımız gül Farsça orijinlidir. Farsça isim olan “gul” mul vezninde olup üç manası vardır. Önce ge-

len manası gül çiçeği, gül ağacı demektir ki Türkçe’de de uzun zamandır bu manada kulla-

Al-Kındı, Martın Levey (Translated with a Study of İt’s Materia Medica) London 1966. s. 344–345.376 www.ionxchange.com,www.gardencards.biz,http://en.wikipedia.org,Getrnot Katzer’s Spice Pages,www uni-graz-at,Wikipedia the free encyclope-dia

Page 320: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

320

nılıyor. İkinci anlamı ateş koru, üçüncü anlamı kırmızıdır.

Dağ gülü, , kokar gül, fındık gülü, menekşe gülü, yediveren gülü, yosunlu gül, Van gülü gibi birçok gül ve gülden türeyen pek çok çiçek ismi oluşmuştur. Ayrıca güllük, gülistan, gül zar, gülnar, gülşen gülden gibi pek çok isim de gülden türetilmiştir 377.

Doğu Dünyasında GülGül Doğu-İslam şairlerinin iş-lediği ortak önemli semboller-den ve edebiyatta çokça kulla-nılan motifl erden biridir. Doğu edebiyatında özellikle güzelliği bakımından sözü edilen çiçek, Türk edebiyatında da şairlerin ilham kaynağı olmuştur. Vata-nı Orta Asya olan gül, Batıya tanıtıldığı topraklar Anadolu olunca Türk kültürü ve tarihi-ni gülsüz düşünemeyiz. Fars-ça’daki genel anlamı çiçek olan gül Türk edebiyatında da aynı manada kullanılmıştır. Gül çe-şitli vasıfl arıyla daha çok sevgilinin sembolü olarak kabul edilir. Doğu edebiyatında gonca sırrını sakladığı halde gül yapraklarını aça-377 Ahmet Vefik Paşa, Lehçe-i Osmânî ,(İstanbul 1306). Haz. Recep Toparlı. Türk Dil Kurumu. Ankara 2000. s. 167, Lehcetü’l-Lügat. Şeyhülislam Mehmed Esad Efendi, Haz. H. Ahmet Kırkkılıç, Türk Dil Kurumu, Ankara 1999, s. 310gül

rak sırrını herkese açıkladığı kabul edilir. Sır saklayan gonca Saba rüzgârının zoruyla açılır. Bahar için “vakti gül, mevsim-i gül, devr-i gül, ifadeleri kullanılır ve baharın adının “gül mev-simi” olması güle verilen önemden kaynaklan-maktadır.

Doğu efsanelerine göre başlangıçta rengi kır-mızı olmayan gül, bülbüle hiç yüz vermez. Gülün bu ilgisiz-liğine dayanmayan bülbül bir gün her şeye rağmen gidip gü-lün üzerine konar, dikenler bül-bülün gövdesine batar kanatır. Gülün dibine dökülen bu kanlar onun kökünden damarlarına doğru yayılır ve gül o günden sonra kan rengine bürünür378.

Bu motifi işleyen bir başka eser şair Kara Fazlı (16. yüzyıl)’nın “Gül ve Bülbül” mesnevisidir. “Gül” Yunan mitolojisindeki Narkissos’u gibi kendi güzel-liğine vurulan bir delikanlıdır. Ancak Narkissos, aynasında

kendini seyrettiği suya düşerek boğulur son-ra sudan bir nergis biter. Fazlı’nın alegorik hikâyesinde ki gül ise Bahar şahının oğludur; Bülbül onun güzelliğine vurulur ve birçok çi-

378 İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, Cemal Kurnaz. Gül Maddesi. İs-tanbul 1996. cilt 14. s. 220.

Page 321: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 321

lelerden sonra Baharın yeniden ülkeye hâkim olmasıyla sevgilisine kavuşur.

Doğu menşeli bir başka efsane de (Oscar Wilde’ın The Nigtingale and the Rose adlı ale-gorik şiiri bunun bir varyantıdır) ise; Hasta bir genç kızın vefalı dostu olan bülbül onun pen-ceresinden hiç ayrılmazmış. Hekimler kızın iyileşmesi için kırmızı bir gül koklamasını salık vermişler fakat o zamana kadar hiç kırmızı gül yokmuş. Bülbül tanıdığı bir gül fidanına gidip ondan kırmızı gül açması için yalvarır, fidan ancak bülbülün kanı pahasına bu işin olabile-ceğini söyler. Bunun üzerine bülbül şafak vakti gül ağacının dikenine göğsünü yaslar, kanlar içinde üç şarkı söyler; Birincisi dostluğun gü-zelliğine, ikincisi sadakatin güzelliğine, üçün-cüsü fedakârlığın güzelliğine dairdir. Gün do-ğarken ağaç bir kırmızı gül vermiştir. Bülbül bu gülü götürüp genç kıza koklatır, fakat ken-disi bütün kanını kaybettiği için ölür379.

İslam tasavvufunda gül çok önemli bir sem-boldür; Hz. Muhammed’in sembolü. Gül hem ilahi güzelliği hem de Hz.Muhammedi ifade eder. Kendisinin terinin gül gibi koktuğundan çıkılarak gül onun teri olarak kabul edilmiştir. Yunus Emre de bunu “Çiçek eydür ey derviş gül Muhammed teridir” diyerek bu inancı özetle-mişti. Halk arasında “Gül koklamak sevaptır”

379 Türk Ansiklopedisi. Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara 1970. Gül Maddesi Cilt 18. s. 135. Türk Edebiyatında Gül.

sözü bu sebeptendir ve Müslümanlar arasında köklü bir geleneğe sahiptir. Mevlit törenlerinde gülsuyu serpmek, gül koklandığında gül yağı veya gül suyu ikram edildiğinde Salât-ü selam getirilmesi bu inanışın Müslümanlar arasında çok yaygın olduğunu gösterir. Mevlitlerde gül-suyu ikramı başlı başına bir törendir. Gülsuyu-nun bu tarzda kullanımı her biri eşsiz bir sanat eseri niteliği taşıyan gülabdanlar(gülsuyu şi-şeleri) yapılmasına da yol açmıştır380

Sûfizmin sembolü güldür. Gülün bitkilerin ana-sı ve bahçenin kraliçesi olduğu düşünülür. Gül yapraklarının nadir güzellik ve safl ığının uzun, dikenli bir dalın ucundaki sağlam bir köke yer-leşmiş olması Allah’a giden mistik yolu sem-bolize eder381.

Gül aynı zamanda cennet çiçeğidir. Hz. İbra-him Nemrut tarafından ateşe atılınca ateş ona gül bahçesi olmuştur. Başka bir rivayete göre Hz. Ali son nefesini vermeden önce Selmân-ı Fârisî’den bir deste gül istemiş ve getirilen bu gülleri kokladıktan sonra ruhunu Hakk’a tes-lim etmiştir. Bundan dolayı Bektaşilikte gül önemli bir semboldür.

Mevlâna’nın mesnevi’sinde gül çok kullanılan bir motist ir. Efl akî Dede’nin yazdığı bir men-

380 Ayvazoğlu, Beşir, Güller Kitabı. İstanbul 1996. s. 95.381 Şeyh Hakim Muinüddin Çişti, Sûfî Tıbbı, İnsan Yay. İstanbul 2001. s. 127.

Page 322: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

322

kıbeye göre; Mevlânâ Şems’le koyu bir can sohbetine dalmışken duvar açılır ve altı hey-betli adam Mevlânâ’nın önüne bir demet gül bırakıp, hiç konuşmadan geldikleri gibi çıkıp giderler. Mevlâna bu olaya şahit olan eşi Kira Hatun’a “O gül demetini başkasına gösterme. Çünkü Hindistan’ın kutupları ve Kutsal İrem bağının bahçıvanları onu can dimağını ve gö-zünü kuvvetlendirsin diye göndermişler” diye tembih eder382.

Türk Halk ve tekke edebiyatlarının hemen bü-tün ürünlerinde de güle yer verilmiştir. Tanzimat devrinden itibaren batılılaşma ve değişme sürecinde gül şiirlerde artık sevgiliyi değil vatan ve millet sevgisi motifi olarak işle-nir. Süleyman Nazif “İşte gülzâr-ı vatan mah-voldu istibdâd il” mısraı buna örnektir.

Gül Türk süsleme sanatının vazgeçilmez motifl e-rindendir. Tavan göbeklerinde, taş oymacılığın-da, çini seramik, duvar resimleri ve kumaşlarda kitap cilt ve tezhiplerde mezar taşlarında stilize edilmiştir. Kuranı Kerimlerde aşr-ı şerifl eri gös-termek için yapılan gül motifl erine “aşır gülü”, cüz başlarını gösterenlere “cüz gülü” genellikle her cüzün dörtte birini gösteren konanlara “hi-zip gülü” secde ayetlerini işaret edenlere “secde gülü” denir. Osmanlıda gül 18. Yüzyıldan sonra natüralist üslupla en çok resmedilen motifl er-den olmuştur383.

382 Ayvazoğlu, age, 1996. s. 97.383 İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam

Güzel Kokunun ve Gülün İnsanlık Tarihin-deki Yeriİnsan tarihin her döneminde hep “güzel koku-nun peşinde” idi. Bu serüven “tanrılar” hoş-landığı için onlara sunulan güzel kokularla başlamış, yarı tanrı olduğu kabul edilen hü-kümdarlar için kullanılmış ve hükümdarın ai-lesi, komutanlar, soylular nihayet ulaşabilen herkes bu tanrısal kokuyu kullanmıştı. Tarihin her döneminde ve her coğrafyada güzel ko-kunun macerası farklıdır. Bunu üretenler ve tüketenler hep büyük bir alışveriş içindeydiler. Bugüne kadar gelen ve önemini hiç yitirmeyen güzel kokuyu bugün “parfüm” olarak tanımlı-yoruz. Güzel kokulu maddelerin belirli oran-larda birbirine karıştırılmasıyla elde edilen hoş kokulu ürün olan Parfüm terimi Latince’de “tümüyle uçucu” anlamına gelen “per fumum” sözcüğünden kaynaklanmış ve bugün evrensel bir sözcük haline gelmiştir. Parfüm dün oldu-ğu gibi bugün de “ruhun gıdası” ve bir çeşit “iletişim dili” olarak da kabul ediliyor.

İnsanoğlunun tarihinde tütsüler, güzel kokulu yağlar ve damıtılmış çiçeklerin kokuları her zaman önemli idi. Bunların üretilmesi tica-reti ve insanlar üzerindeki tesiri hakkındaki hikâyeler çok etkileyicidir. Güzel kokunun ko-lonya şeklinde alkol içine hapsedilmesi daha kalıcı hale getirilmesi ve zamanla aynı kokuyu verdiği düşünülen sentetik maddelerle hazır-

Araştırmaları Merkezi. Cemal Kurnaz. Gül Maddesi. İs-tanbul 1996.cilt 14. s. 219- 222.

Page 323: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 323

lanması bu serüveni bugüne getiren ayrı bir hikâyedir.

Tarihte güzel kokunun peşinde olanlar için gül vazgeçilemeyen bir çiçekti. Gül kokusu ve gülsuyu parfümün tarihinin içinde önemli bir yere sahiptir. Gül kokusu ve gülsuyunun serü-veni için parfümün serüvenine kısaca bakmak gerekir. Parfümün bu kısa ve özet tarihi bile “güzel kokunun peşinde” olmanın önemini ve gülün buradaki yerini göster-meye yeterli.

Tanrılar için Güzel KokularGüzel kokunun tarihi ilk insan-ların ateşi keşfetmesiyle baş-lar. Ateşin keşfi insanoğlu için çok önemli bir gelişme süreci idi. Ateşte yanan güzel kokulu ağaçlar ve otlar onların dikka-tini çekmiş etkilemişti. Güzel kokuları tanrılar da seviyordu. Tanrıların insanlar üzerindeki vazgeçilemez etkisi insanları her coğrafyada tanrılara ya-ranmak onlardan isteklerini elde etmek için hediyeler sunmasına sebep oluyordu. Güzel kokuları tanrılara sunmak yani tütsüler yaka-rak tanrıları etkilemek çok kullanılan bir din-sel törendi. Tütsülerin en eski kullanımı avcı ve toplayıcı kültürlere dek uzanır. Antik dö-nemlerde dini mekânlarda daha sonraları da

saraylarda, toplanılan mekânlarda ve nihayet evlerde kullanılmıştır. Tütsüler Ortaçağa kadar mekân ve beden temizliği öğesi olarak kulla-nıldı. Güzel kokular dini merasimlerle beraber insanları tanrılara yaklaştıracağı, yaşamın-da uğursuzlukları, kötülükleri ve hastalıkları uzaklaştıracağına inanıldı. Ağaç reçinelerinin güzel kokusu tütsü olarak en çok kullanılan

malzeme olarak yerini aldı ve güzel kokulu reçinelerin ticare-ti Antik çağdaki medeniyetleri çok etkiledi.

Tütsünün yanı sıra tanrılara sunulan kutsal maddelerin bir çeşidi de “güzel kokulu yağlar” idi. İlk kokulu yağların Neolitik Çağda MÖ7000–4000 yılları arasında zeytin ve susam yağı ile kokulu bitkilerin karıştırıl-masından elde edildiği düşü-nülmektedir. Arkeologların Kuzey Sahra’da bulduğu Tassili mağarasının duvar resimlerin-de kadınların doğal güzellik-lerini arttırmak için çiçeklerin

şekil renk ve kokularından yararlandıklarını gösteren tasvirler bulunmuştur. Tanrı heykel-lerinin güzel kokulu yağlarla ovulması, tanrı-lara güzel kokulu yağların hediye edilmesi bu üretimi doğurdu. Din adamlarının hazırladığı “gizli formüller”, tanrı olduğu kabul edilen fi-ravunların vücutlarının güzel kokulu yağlarla

Page 324: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

324

ovulmasıyla daha da önem kazandı. Gittikçe daha iyilerinin imal edilmesi ve yüksek fiyat-lara alıcı bulmasıyla krallar, soylular ve parayı verebilen herkes bu gizli ve güzel kokulu yağ-lara erişebiliyorlardı384.

Güzel koku olarak uzun zaman tütsüler ve yağlar kullanırken, güzel kokulu “sular” da bu yarışta yerini aldı. Kısa ömürlü çiçek-lerin güzel kokusunun ebedi-leştirilmesi için sulara geçirilen kokular imal edildi. Güzel kokulu sular da Tanrılardan istekleri hiç bitmeyen insanlar için başka bir yaranma yolu idi. Önceleri din adamlarının kutsal çiçeklerden hazırladığı sular zamanla üretim merkezlerine kaydı. Çiçeklerin ruhunu yakalamak için “damıt-ma” metodunu da din adamları icat etti ve her zamanki gibi in-sanların büyük talepleri ile bü-yük üretimlerin yapıldığı önemli bir ticaret malzemesi halini aldı. Antik Mısır’da Güzel KokuBugüne kalan pek çok belge ve görsel malzeme olduğundan Antik dönem Mısır, parfümün beşiği olarak kabul edilir. Mısır’da tanrılara sunulan tütsüler çok önem-

384 Yentürk, Aybala, “Uygarlık ve Parfüm: Bir Yol-culuğun Tarihçesi”, Kutsal Dumandan Sihirli Damlaya: Parfüm, İstanbul 2005 s. 7.

liydi. Mısırlı rahiplerin dini törenlerde kul-landıkları tütsüler tanrılara armağan olduğu kadar dini rütiellerde arındırıcı, safl aştırıcı etkilisinden dolayı da kullanılıyordu. Tütsüle-rin aynı zamanda hastalık taşıyan kötü ruh-ları uzaklaştırdığına da inanılıyordu. Rahipler tarafından özel formüllerle tapınaklarda üre-tiliyordu. Tütsü olarak çok çeşitli reçineler,

sakızlar, günlük, güzel kokulu baharatlar kullanılıyor, çoğu zaman da bunlardan karışım-lar hazırlıyorlardı. Eski Mısır-lıların icadı olan bir tütsü de “Kyphi”idi. Bu formülü Yunanlı tarihçi Plutarkhos(MS.50-125) kayıt etmişti ve bu sebepten bugüne kadar kalan nadir for-müllerdendir. Kyphi on altı çe-şit baharattan hazırlanıyordu. İçinde yer alan bitki ve reçine-lerden bazıları; günlük, mürr, kına çiçeği, tarçın, ardıç, Hint sümbülü, safran, bal, üzüm idi bunların belli miktardaki karı-şımları uzun süre şarapta bek-letilip macun haline getiriliyor,

sonra kurutularak tütsü çubukları hazırlanı-yordu. Rahipler her gün tanrılara sabah reçi-ne, öğlen mürr, akşam ise Kyphi ile tütsüler-lerdi 385.

385 Tunçay, Melda (Biran), “Parfümün Tarihsel Geli-şimi,” Tarih ve Toplum. Eylül 1989. Sayı 69. s. 14–15.

Page 325: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 325

Kokulu yağların kullanımı Mısır’da çok önem-li idi. Mısır kral mezarlarında MÖ 5000 yılla-rından daha gerilere giden tarihlerde kokulu yağ izlerine rastlanmıştır. Mısır mezarlarının arkeolojik araştırmalarında MÖ 3000 yılından kalma kokulu merhemler, Tutankamon’un me-zarında da MÖ 1400 yıllarına ait lavanta ve ak-günlük içeren kaplar bulunmuştur. Mısırlıların dini törenlerinde, ölülerin mumyalanmasında ve özel yaşamlarında kokulu yağlar kullandık-ları tespit edilmiştir. Rahipler her gün tanrı-ların heykellerini kokulu yağlarla ovuyorlardı. Firavunlar, özel bir merasimle rahipler tara-fından kokulu yağlarla ovulduktan sonra taç giyiyorlardı. Her ne kadar elimizdeki belgeler parfümün ayinlerde kullanımıyla ilgiliyse de kişisel kullanım da muhtemelen yaygındı. Ko-kulu yağlarla yağlanmak “tanrılar gibi olmak, onlara yakın olmak” duygusunun yanı sıra Mısırın kuru ve sıcak ikliminde koruyucu da oluyordu. Mısırlı kadınlar, özellikle dansçılar başlarına kokulu yağlardan hazırlanmış özel başlıklar takıyorlardı. Bunlar da havanın ısısı ile gün boyu eriyerek güzel koku yayıyordu.Parfüm ve yağlar bu rahipler tarafından büyük bir gizlilikle tapınaklarda üretiliyorlardı. Edfu Tapınağı’nda bulunan bir bölümün duvarların-da sayısız parfüm reçeteleri kaydedilmişti.

Firavunun ve soyluların kullandıkları “mükem-mel karışımlar” halk için hiçbir zaman ulaşıla-mazdı. Halk güzel kokulu ama basit formüllü yağlarla yetiniyorlardı. Mısırlılar için banyo

yapmak yıkanmak çok önemliydi. Mısırlı he-kimler tarafından organize edilen banyo yap-mak günde iki defaya kadar çıkıyordu. Sıcak iklimlerin baş derdi olan bitleri ve diğer para-zitleri uzak tutmak için erkekler saçlar da da-hil olmak üzere tüm vücutlarını tıraş ediyorlar, kadın ve çocuklar da dahil herkes tenlerini ko-kulu yağlarla ovuyorlardı.

Kraliçe Nefertiti ve Kleopatra’nın Güzel Kokulu DünyalarıMısır kraliçelerinden Nefertiti ve Kleopat-ra güzellikleriyle olduğu kadar güzel kokula-rı kullanmalarıyla da ünlüdürler. Her ikisi de güzelliklerinin ve cazibelerinin devamı için büyük çaba göstermişler ve kendilerinin üret-tikleri güzellik formülleriyle etkilerini uzun süre korumuşlardı. Nefertiti Mısır Firavunu IV. Amenhotep'in (sonradan Akhenaton) eşi, Firavun Tutankhamun'un kayınvaldesiydi . Adı "güzelik geliyor" anlamına geliyordu. Nefertiti Mısır’da özellikle yaşadığı dönemin en güçlü kadınlarından biriydi. Çünkü Nefertiti kocası Akhenathon yani firavunla aynı düzeyde bulu-nan bir tanrı kabul ediliyordu. Nefertiti efsa-nevi güzelliğini ve etkisini kendi hazırladığı gü-zellik reçeteleriyle sağladığı yazılır. Tabii ki bu konuda kendisini yönlendiren soylu ve bilgili rahipler vardı. Güzel kokulu çiçekler ve misk tercih ettiği kokulardı. En çok sevdiği çiçek gül ve yasemin olup bu çiçeklerinin suyuyla banyo yapıyor, vücudu sandal, amber ve nadir çiçek özlerinden oluşan yağlarla ovuluyordu. Mısır

Page 326: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

326

kraliçesi Kleopatra’nın güzel kokular ve par-füm konusundaki ünü için tarihçilerin ortak görüşü; Gerçekte ilk kozmetik ve parfüm usta-sının Kleopatra’dan 1000 yıl kadar önce yaşa-mış Firavun IV. Amenhotep in karısı Nefertiti’ olduğudur386.

Popüler sahada efsanevi güzel öncülüğü-nü Kleopatra alır. Yunan asıllı Ptolemaios Auletes’in kızı Mısır kraliçesi Kleopatra (MÖ 69–30) güzelliği çekiciliği ve güzellik reçete-leriyle ünlüdür. Kleopatra zamanının büyük kısmını güzelliği için kullandığı reçeteleri ha-zırlamakla geçiriyormuş. Süt banyoları, hazır-ladığı güzel kokulu yağlar ve sular çok ünlüy-müş. Güzel kokuya çok düşkün olan Kleopatra maiyeti ile tören alanına girdiğinde etrafa ya-yılan güzel koku insanları hayran bırakırmış. Kleopatra’nın kendine has ve özel çiçekler-den elde edilen “Metapion” parfümü ile Jules Sezar ve Marcus Antonius’u baştan çıkardığı söylenir. Kleopatra’nın parfüm yapma ve kul-lanmadaki ustalığı çok ünlüdür. Antonius’un ölümünden 100 yıl kadar sonra bir Yunanlı tarihçi olan Plutarkhos, Kleopatra’nın koku kullanmadaki ustalığını övmüştür. O devrin ünlü hekimleri Dionysius Phakas ile Kriton’nun Kleopatranın saray hekimi oldukları bazı kay-naklarda ileri sürülmektedir. Romalı ünlü he-kim Galenos’a göre Kriton, Kleopatra’nın koz-metiğe ait yazdığı eserlerinden faydalanarak dört kitaptan oluşan bir eser hazırlamıştır.

386 Tunçay, agm. s. 15.

Bu eser daha sonra İslam hekimleri tarafında Arapça’ya çevrilmişti. Bu sebeple Kriton İslam kaynaklarında el-müzeyyin yani süsleyen, koz-metikçi olarak isimlendirilir. Bu eser 1500 yıl kadar sonra Fransızca ve İngilizce’ye çevril-miştir.387

Kleopatra’nın güzelliğini ve ününü bize ulaştı-ran en önemli eser muhakkak Shakespear’in dizeleriydi. Shakespear Kleopatra için unu-tulmaz dizelerini bu çevirinin etkisiyle yazdığı iddia edilir. Kleopatra spekülasyona ve tartış-maya açık olan parfüm dünyasındaki bu büyük ününde, Shakespear’in etkisinin önemi bilini-yor388.

Kraliçelerin güzel koku merakı bütün Mısır’a da hâkim olmuştu. Mısırda hazırlanan parfüm-lerde, güzel kokulu çiçekler, reçineler, kökler gibi pek çok üründen faydalanılıyordu. Özel-likle yetiştirilen kokulu çiçekler uygun yağlar içinde bekletilerek parfümler elde ediliyordu. Mısırda parfümcülüğün hammaddeleri tespit edilmiştir. Bu araştırmaya göre; Bitkisel yağ-lar; Hint yağı, keten yağı, marul yağı, meşe yağı, susam yağı, zeytinyağı idi. Üreticiler bu sıvı yağları güzel kokulu ve uçucu olan çiçekle-rin kokusunu çekmek için kullanmışlardı. Hay-vansal yağlar; Sığır içyağı, güvercin de dâhil 387 Terzioğlu, Arslan “Antik Devirde ve Türk İslam Kültür Çevresinde Kozmetik Tababet”, BİFASKOP. Yıl 4, Sayı 10, Nisan 1983.s. 18-19.388 Tez, Zeki, Kimya Tarihi. Nobel Yay. Dağıtım. Anka-ra. 2000. s. 37.

Page 327: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 327

olmak üzere kümes hayvanlarının yağları ve bazı balıkların yağları da imalatta kullanılı-yordu. Bu yağlar özel usullerle genellikle de yağlı et parçalarının arka arkaya birkaç kez suda ve şarapta pişirilmesiyle elde ediliyordu. Parfüm üretiminde kullanılan bir ayrı gurup ta reçine ve balsamlardı. Bun-lar parfümlerin vazgeçilemez maddeleriydi. İmalatta vazge-çilemeyen maddeler; gül, zam-bak gibi çiçekler ile tohumlar, kökler ve yapraklardı. Son ola-rak da renklendirici maddeler kullanılıyordu.

Mısırlıların hazırladığı bu par-fümlerdeki kıymetli olan ko-kulu maddeler Afrika’nın içle-rinden, Kızıldeniz’e kıyısı olan topraklardan getiriliyordu. Bunun ticareti Asurlular, Ba-bil’liler, Giritliler ve Perslerle yapılıyordu. MÖ 1 yy gelindi-ğinde Mısır parfümeri alanında hâlâ önemli bir merkezdir. 389

Mezopotamya ve Güzel KokuDicle ve Fırat nehirlerinin suladığı topraklar tarihin çok eski dönemlerinden itibaren önem-li bir medeniyet beşiği olmuştu. Mezopotamya medeniyeti diye adlandırdığımız bu topraklar-da Sümerler, Babilliler, Asurlular hüküm sür-

389 Tunçay, agm. s. 15. s. 14-15; Yentürk. Agtb, s. 12.

müşlerdi. Bu büyük medeniyetlerde de güzel koku, üretimi ve ticareti önem kazanmıştı. MÖ 3000 den itibaren bu konularda bilgi sa-hibi olabiliyoruz. Bu topraklarda bulunan ve MÖ 2100 lere kadar giden kil tabletlerden Mezopotamya’da tütsü olarak günlük, laden

ve sedir ağacının çok kullanıl-dığı öğreniyoruz. Tütsü dini merasimlerde ve günlük hayatta çok önemliydi. Gılgamış destanında Gılgameş, tanrıları memnun etmek için tütsü olarak mürr yakarak gü-zel kokularını etrafa yaymıştı. Mürr MÜRR özellikle Asur ve Babil tabletlerinde hasta in-sanların vücudundan kötü ruh-ları kovmak için yaygın olarak kullanılan bir reçinedir. Asur-lular Arabistan’dan tütsü için akgünlük ithal ediyorlardı. Saf-ran ve tarçın da şölenlerde çok kullanılan tütsülerdi.

Sümerlerin rezene, mürr, sığla yağı, gül, nane, defne gibi bitkisel ve misk, kunduz hayası gibi hayvansal kokulu maddeleri kullandıklarını biliyoruz. Sümerlerin gülsuyu ve diğer çiçek sularını da elde etmeyi bildiğini de aynı tab-letlerden öğreniyoruz. MÖ 1800 lerden kalma Babil tabletlerinde sedir, mürrüsafi, ve selvi yağlarının alımıyla ilgili kayıtlar bulunmuştur. MÖ 700 lerde Ninova ve Babil koku ticareti

Page 328: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

328

ve parfüm üretiminin merkezidir. Herodot’ da bunu doğrular ve Asurluların güzel kokuları çok kullandıklarını, selvi, sedir, alyasemin gibi ağaçların parçalarını belli bir kıvama gelince-ye kadar suda ezerek hazırladıkları karışımı vücutlarına ve yüzlerine sürdüklerini yazar.Güzel kokulu maddelerin sularla ekstraksiyo-nu, yani suda bekleterek, su ile çalkalayarak kokuların suya nakledilmesi tekniği Mezopotamya’da çok kullanılmıştı. Mezopotamya’da yapılan kazılarda M.Ö. 3500 yıllarına tarihlenen ekstraksi-yon kapları ve MÖ. 2100 yıl-larına tarihlenen ekstraksiyon yoluyla ilaç maddesi eldesini belirten Sümer kil tabletleri bulunmuştur. MÖ. 1200 lerden itibaren Mezopotamya’ya ege-men olan Asurlular zamanında da parfüm üretiminde ekstrak-siyon usulünü çok kullanılmış, katı ve sıvı yağ temelli güzel kokulu merhemler hazırlan-mıştı. Çiçek, kök, yaprak ve ka-buklar kaynar su içinde bir gün boyunca bekletiliyor, süzülüyor, sıvı yağ ekle-nerek yavaşça ısıtılıyor ve kokulu maddeler yağa geçiyordu. Asurluların bu şekilde ürettik-leri parfümler çok ünlenmişti.390

390 Tez, Zeki, “Sosyal Boyutlarıyla Antikçağ ve Orta-çağda Parfüm, Krem, Kozmetik”. IV. Türk Eczacılık Tari-hi Toplantısı Bildirileri. İstanbul 2000. s. 427.

Mezopotamya topraklarında kullanılan üretim teknikleri ve ürünler ticaret yoluyla diğer ül-kelere de ulaştırılıyordu. Yunan ve Roma me-deniyetleri de bu topraklardan getirilen güzel kokuları kullanmışlardı.391

Kraliçe Amytes’in GülleriMezopotamya medeniyetinin en ünlü şehirlerin-

den biri olan Babil M.Ö. 1850 de Sümerler tarafından kurulmuştu. Tarihin her döneminde önemli olan bu şehir “Babil Bahçeleri” ile de büyük üne sahipti. “Babil Bahçeleri”ni yaptıran MÖ 605'den itibaren 43 yıl hüküm süren kral II. Nebuchadnezzar idi. Tarihçi He-rodot "Babil, yeryüzünde bilinen bütün diğer şehirlerin ihtişamını aşar” diye yazmıştı. Herodot, şeh-rin dış duvarlarının 80 kilometre uzunlukta, 25 metre kalınlıkta ve 97 metre yükseklikte olduğunu ve 4 atlı bir arabanın gezinmesi-ne uygun olduğunu belirtmiştir. İç duvarlar, dış duvar kadar kalın değildi. Duvarların içinde som al-

tından yapılmış büyük heykeller bulunan kaleler ve tapınaklar vardı. Şehrin içinde ünlü Babil Kulesi vardı. Bu kule, Tanrı Marduk'a yapılan bir tapınaktı ve cennete ulaşmak için göğe doğru yükseliyordu. Babil Kulesinden daha da ünlü olan Babil Bahçe-leri idi. Bahçeler Nebuchadnezzar'ın sıla hasreti

391 Yentürk. agtb, s. 12.

Page 329: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 329

çeken karısı Kraliçe Amytes'i neşelendirmek için yapılmıştı. Amytes, Medes kralının kızıydı ve iki ül-kenin müttefik olması amacıyla Nebuchadnezzar ile evlendirilmişti. Onun geldiği ülke yeşil, engebeli ve dağlıktı. Kraliçe Amytes Mezopotamya'nın bu dümdüz ve sıcak ortamında mutsuzdu. Kral, karısı-nın sıla hasretini gidermek için onun memleketinin bir benzerini yapmaya karar vermiş, yapay dağlar ve suların akacağı büyük teraslar yaptırmıştı392.

Kraliçe Amytes güzelliği ve kullandığı güzel ko-kularla da ünlüydü. Nebuchadnezzar Babil Bah-çelerinde özellikle güzel kokulu çiçekler ektiriyor-du. Kraliçe için kokusunu çok sevdiği iki çiçek çok önemliydi; Gül ve zambak. Babil’in asma bahçele-rinde gül ve zambak özellikle yetiştiriliyordu, tabii ki diğer kokulu çiçeklerde. Bu çiçekler Amythes’in etkileyici parfümlerinde yaşıyorlardı393.

Güzel Kokunun Vatanı Güney ArabistanAntik çağda bütün büyük medeniyetler için tütsünün, güzel kokunun vatanı Sabâ ülkesi idi. Tütsüleriyle ünlenen bu efsanevi ülke Gü-ney Arabistan’da olup, koku ticaretinin mer-kezi kabul ediliyordu. Aslında parfümün ana maddeleri olan bitkiler üç büyük merkezde üretiliyordu; Güney Afrika, Güney Arabistan ve Güney Hindistan. Güney Arabistan’da özellikle 392 www.ionxchange.com,www.gardencards.biz, http://en.wikipedia.org,Getrnot Katzer’s Spice Pages,www uni-graz-at,Wikipedia the free encyclope-dia393 Tunçay, agm. s. 15.

Yemen ve Hadremevt bölgeleri en güzel koku-lu tütsülerin yetiştiği yerler olup ülkelerin en şanslısı olarak kabul ediliyordu. Antik Çağda Mısır, Mezopotamya ve Anadolu’da kurulan devletler ise daha çok koku tüketicisi duru-mundaydılar. Eski Mısırlılar tapınaklarda ve mumyalamada bol miktarda güzel kokular ve buhur tüketiyorlardı. Bu nedenle Mısır hüküm-darları sarı sakız ve çam sakızı da dâhil her çeşit kokulu ağaçları ele geçirmek için Güney Afrika’nın içlerine kadar askeri seferler düzen-lemişlerdi. Firavun Hatşepsut MÖ 1470 yılında tütsüleriyle efsane bir ülke olan Saba’ya casus ekibi gönderdiyse de ekip ancak Eriterya’ya kadar ilerleyebilmiş, görevi başaramamıştı. Yunanlılar ve Romalılar bu topraklarla ilgili çok şeyler anlatmışlardır. Bunlarda tarih ve efsane yan yanadır. Heredot Arabistan’dan söz ederken “tütsü, mürr, cassia, tarçın, laden çı-karan tek ülke burası. Mür dışında bütün bun-ları devşirmek için Araplar oldukça eziyet çe-kerler” diye yazmıştı. Ünlü coğrafyacı Strabon Güney Arabistanı güzel kokular ve tütsü ülkesi olarak tanıtır.

Antikçağda Güney Arabistan bölgesi parfüm-cülükte kullanılan ham maddelerin sadece üretimini gerçekleştirmiyor, bir de geniş çapta bunların ticareti ile uğraşıyordu. Arap tüccar-lar bu değerli ürünlerin Habeşistan ve Hindis-tan’daki kaynaklarını gizli tutuyorlardı. Bu çok kârlı ticaret için gizlilik ve tekel çok önemliydi. Bu gizliliğe çok uyulduğundan Eski Yunanlı-

Page 330: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

330

larla Romalılar bu ürünleri Arabistan’ın ürü-nü sanıyorlardı394. Güney Arabistan’daki tütsü ve baharat ticareti MÖ 1500 yıllarında belki de daha önceleri bedevilerin deveyi evcilleş-tirmesiyle başladığı kabul edilir. Develerin bu bitmez tükenmez çölü aşabilecek güçlü bir ta-şıma aracı olması koku ticaretini kolaylaştır-mıştı. Develere yüklenen tütsü, aloe, mür ağa-cı ve akik gibi yarı değerli taşlar Hindistan’da baharatlarla takas edilirdi. Güzel koku ve baharat yüklü develer önce Dofar bölgesin-den Batıya sonra Kuzeye doğru hareket eder, kervan 1000 km sonra Mekke’ye ulaşırdı. Mekke’den, Nabat’ın başşehri Petra’ya gelirler oradan Gazze limanına varılırdı. Bu 3700km lik kervan yolu ancak 3–4 ay da tamamlanı-yordu. Bu zorlu yolculuğun malzemesi ile ilgili her şey son derecede gizliydi.

Sabâ Melikesi ve Güzel KokularSabâ kelimesi “Gün doğusundan esen ha-fif ve latif rüzgar” anlamındaydı. Güney Arabistan’ın bugün Yemen olarak bilinen bölgesinde çöller içinde bir yerleşim alanıy-dı. Hint okyanusu sahillerinin Güney ucunda-ki tütsü monopolü, dışa kapalı bir uygarlıktı. Ortadoğu’nun mürr ve akgünlüğünün önemli kısmını üretiyorlardı.395 Aynı zamanda Hindis-tan ve Uzakdoğu’dan gelen baharat ve kokulu

394 Bakır, Abdülhalık, “Ortaçağ İslam Dünyasında Parfümcülük,” Kutsal Dumandan Sihirli Damlaya: Par-füm İstanbul 2005 s. 41.395 Yentürk. agtb, s. 12.

maddelerin ticaret yolunun da üzerinde idiler. Sabâ ülkesi yaklaşık 1000 yıl boyunca baharat ve kokulu reçine ticaretiyle büyük servet edi-nen hükümdarlarca yönetilmişti. Koku araştır-macısı Nigel Groom’un hesabına göre buradan Roma’ya her yıl 7000-10.000 kervan gönde-riliyordu. Roma’ya gönderilecek bu ürünler İskenderiye’deki atölyelerde işlenerek değerli kokulara dönüştürülüyordu. İskenderiye’deki koku imalathanelerinde büyük özenle hazır-lanan parfümler çok sıkı korunuyordu. Bura-da son derecede katı kurallar işliyordu. Koku üreticileri her akşam çalışan işçiler çırılçıplak soyularak ürettikleri kokuları saklamadıkla-rı veya sürmedikleri kontrol ediliyordu. Nigel Groom’a göre Roma’dan MS1 yy da her yıl 100 milyon “sestertius” Hindistan ve Arabistan’a akıyordu. Romalı yazar Plinius bu durumdan yakınmıştır. Roma imparatorluğu tütsü ve gü-zel koku için harcanan para yükünü taşıyama-mış ve MS 1yy da büyük bir enfl asyonun eşi-ğine gelmişti. Tütsü ticaretinin diğer ucundaki ülkeler ve Sabâ ülkesi ise zenginleştikçe zen-ginleşti.396

Sabâ ülkesinin tütsüleri kadar, kraliçesi Belkıs da efsane olmuştur. Sabâ Melikesi güzelliği ca-zibesi kadar, devlet yöneticisi olarak da şöhrete sahipti. İncil’de “Şehvetli, güzel ve çok zengin, üstelik yanında her zaman altın ve tütsü bu-lundurur” diye tanımlanıyordu. Sabâ Melikesi

396 Cumhuriyet Bilim Teknik, “Sâbâ Melikesi Kral Süleyman’ın(MÖ 965-926) Sarayında”

Page 331: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 331

Belkıs’ın İsrailoğulları’nın Peygamberi ve kralı Hz.Süleyman’ı (MÖ 965-926) ziyareti iyi bilinir. Hazreti Süleyman’ı ziyaretinde beraberinde getirdiği hediyelerin büyük kısmı güzel koku-lu maddelerdi. “Sandal, akgünlük, misk, reçine, kına çiçeği, yasemin lotüs, ve gül” bu hediyele-rin içinde önemli yere sahipti. İsrail oğulları da güzel kokuları öncelikle dinsel amaçlı kullan-mışlar, kutsal yağ ve tütsülere çok önem vermişlerdi. Bu güzel kokuların koruyucu ve günahlar-dan arındırıcı etkisinin yanı sıra kadınlar tarafından güzelleşmek ve çekici olmak amacıyla da kul-lanılıyordu. Sabâ Melikesinin bu kokuları çok bilinçli kullandığı ve etkisinden yararlandığı bilinir.

Arabistan’ın güzel koku ve tütsü-lerinin şöhreti 1000 sene sonra bile anılıyordu. Shakespeare za-manında dahi bu şöhret devam ediyordu. Shakespeare Macbeth de 5. perdenin başında şöyle ya-zıyor; Lady Macbeth kan kokusu ve kan lekeleri bulunduğu zan ettiği ellerini yıkıyor gibi yapıyor ve uzun müddet ovuyor, şu sözleri söylüyordu; .... bu eller hiçbir za-man temizlenmeyecek mi…hâlâ kan kokusu var…Arabistan’ın bütün güzel kokuları bu küçük eli temiz-leyemiyor…. 397

397 A.Souques. Muhammed ile Itrıyat ve Renkli Po-matlar; Prese Medicale Mars 1940. No. 25–26.

Antik Yunan ve Güzel KokularAntik Yunanda tütsü ve güzel kokular önce-leri sadece tanrılara sunuluyordu. Homeros; Venüs’ün Juno ile buluşmasını anlatırken gü-zel kokular süründüğüne de değinmiştir. Dini törenlerde bol miktarda tütsü ve güzel kokulu maddeler kullanıyorlardı. Zamanla soylular ve asiller de güzel kokuları kullandılar. Temizlik,

hijyen ve spora çok önem ve-ren Yunanlılar için güzel koku da vazgeçilemez olmuştu. Var-lıklı Atinalılar şölenlerde ko-kulu maddeleri aşırı derecede kullanıyorlardı. Bu şölenlerde öncelikle köleler tarafından konuklara ellerini temizleme-leri için kokulu yağlarla karış-tırılmış kil ikram ediliyor, eller yıkanıp kurulandıktan sonra kokulu merhemlerle ovulu-yordu. Antiphanes’in şiirlerin-de bir erkeğin bacaklarına ve ayaklarına Mısır merhemleri, boğazına ve bacaklarına hur-ma yağı, kollarına nane yağı, kaşlarına ve saçlarına mercan-

köşk, dizlerine ve boynuna kekik yağı sürdüğü-nü öğreniyoruz.

Antik Yunanda fahişeler (hetairi) de özgürce koku sürer, vücutlarını tepeden tırnağa kokulu yağlarla ovdururlar, ayrıca ağızlarını da koku-

Page 332: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

332

lu sularla çalkalarlardı398.

Kullanılan en güzel kokular Arap tüccarlar tarafından Güney Arabistan’dan getirtiliyor-du. Anadolu’nun Persler tarafından istilası, İskender’in Libya çölünden Hazar denizine kadar uzanan fetihlerinin sonucunda Hindistan, Babil, Mısır’da kullanılan güzel kokular da Yunanlılar tarafından tanınmıştı.

Varlıklı ailelerin güzel kokuya düşkünlüğü ile Atina’da koku satan dükkânlar çoğalmış, tica-reti canlanmıştı. Zamanla güzel koku maddelerini getirttikleri yerler özelleşmişti örneğin; “sü-sen zambak” Elis ve Kyzikos’tan, “gül” Phaselis, Napoli ve Capua’dan , “safran” Kilikya ve Rodos’tan, “Hint sümbülü” Tarsus’tan , “asma yaprakları” Kıbrıs ve Edremit’ten getirtili-yordu. Güzel kokulu maddeler-den hazırlanan parfümler çe-şitlenmişti. Hazırlama tekniğine distilasyon(damıtma) metodunu da ilave etmişlerdi MÖ 2. yüzyılda Apollonius’un parfüm üzerine bilimsel bir eser yazdığı ve dis-tilasyon işleminden bahsettiği bilinir. Yunanlı tarihçi Plutarkhos (MS 50–125) yazdığı eserde İskenderiyeli simyacıların olasılıkla parfüm elde için kullandıkları damıtma ve yumuşatma düze-

398 Tunçay, agm. s. 15; Yentürk. agtb, s. 16–17.

nekleri hakkında bilgi vermiştir.399

İlk botanikçilerden olan Theophrastus (doğu-mu MÖ 370) Yunan parfümleri ve üretim tek-nikleri konusunda önemli ve ayrıntılı bilgiler verir. Hazırlanan bu parfümler Mısır parfüm-leri gibi değişik ve karışık maddelerdi, Par-fümler için çiçekler, yapraklar, sürgünler kök-

ler, ağaç kabukları ve reçineler kullanılıyordu. Bunlar sular içinde maserasyona bırakılıyor daha sonra bu sular, sıvı yağ-lar veya katı yağlarla muamele edilerek merhem kıvamında kokular üretiliyordu.

Yunan parfümlerinden en ünlü olanlardan bildiklerimiz “Kypros” bergamot, nane ve kekikten , “Egyptian” birçok bileşenin yanı sıra tarçın ve mür’den, yapımı zor olan “Me-galeion” ise reçine, pelesenk yağı, Çin tarçını, tarçın ve mürr den hazırlanıyordu.400

Romalılar ve Güzel KokularRoma İmparatorluğunda da güzel kokunun öne-mi hep ön planda olmuştur. Roma’da MÖ 7. yüz-yıldan itibaren iki yüz yıl hakim olan Etrüskler’in tütsü ve güzel kokuları kullandıklarını biliyoruz.

399 Tez, agt, s. 426.400 Tunçay, agm. s. 14–18.

Page 333: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 333

Romalılar ele geçirdikleri Yunan topraklarındaki parfüm kültüründen çok etkilenmişlerdi. Yunan-lıların ürettikleri parfümler soylular tarafından aranıyordu. Ayrıca Roma imparatorluğunun hâkim olduğu topraklar ve onun komşuları olan Orta Doğu’nun güzel koku kullanımı, üretimi ve ticareti de Romalıları çok etkiledi. Romalılar za-manla Anadolu, Suriye, Mısır ve Arabistan’daki kaynakları kontrol altına aldı.

Romalılar güzel kokulu tütsüleri önceleri dini tö-renlerde, krallar ve soyluların cenaze töreninde kullanmışlardı. Güzel kokulu yağlar saraya men-sup asil kadınların vazgeçemedikleri malzemey-di. Maddi imkânını zorlayan kadınlar güzellik ve çekiciliklerini arttırmak için güzel kokulu yağlara yüksek ücret ödüyorlardı. Bu da parfüm ticareti-ni hızlandırdı. Ünlü Romalı yazar Plinius (MS 23–79) Doğa Tarihi adlı eserinde verdiği bir örneğe göre 32 santilitrelik kokulu yağın fiyatı bir tarım işçisinin 40 günlük ücretine eşitti.

MÖ1 yy Roma imparatorluğunda parfüm düş-künlüğü doruğa çıkmıştı. Parfümün ticaret yol-larına hükmetmeleri bu kullanımı ucuzlatmış ve hızlandırmıştı. Roma parfüm satan dükkânlarla dolmuştu. En sevilen kokular; Güllerden hazırla-nan “rhodium”, ayva çiçeğinden hazırlanan “me-linum” Hind sümbülü ve mürrüsafi çiçeklerinden hazırlanan “narcissinum” diye adlandırılan güzel kokulardı.Roma imparatorları Neron ve Caligula güzel koku kullanımını inanılmaz boyutlara çıkarmış-

lardı. İmparator Neron’un kullandığı her şey gü-zel kokularla muamele ediliyordu. Neron’un çev-resindeki her şey de güzel kokmalıydı. Köleler hiç durmadan kendisini ve konuklarını hatta hay-vanlarını kokulandırmakla görevliydiler. Bunun için yeni parfümler aranıyor ve satın alınıyordu. Bir parfüm çılgını olan Neron’un “Altın Ev” ola-rak bilinen sarayında düzenlenen toplantılarda İmparatorun konuklarına verdiği şölenlerde yer-lere gül yaprakları döşeniyor veya tavandan gül yapraklarının döküldüğü fildişi paneller bulunu-yordu. Sarayın her odasına parfüm püskürtecek bir düzen kurulmuştu. Bu püskürtme uygun yer-lere yerleştirilen gümüş borucuklar ile yapılıyor-du. Şölen boyunca yerleştirilen borucuklardan etrafa güzel kokular püskürtülüyordu. Neron zamanında çok sevilen kokulardan; Güller, zam-baklar, menekşeler, nergisler, pahalı reçineler, nadir baharatlar ve amber her gün ve inanılmaz boyutlarda kullanılıyordu.401

Roma imparatorluğundaki talebin karşılanması için değişik bölgelerden gelen çok sayıda güzel koku yanı sıra üreticileri de doğurmuştu. Roma-lılar, zamanlarının büyük bir kısmını geçirdikleri hamamların yakınlarını parfüm dükkânlarıyla doldurmuşlardı. Buralarda Romalı hanımların zevklerine göre parfümler üretiliyordu. Üretilen parfümler zamanının tekniğiyle yağ bazlı veya çiçeklerin damıtılmasıyla elde edilen güzel ko-kulu sular şeklinde idi. Safran, zambak, mercan-köşk, kına çiçeği ve gül en sevilen çiçeklerdendi.

401 Yentürk. agtb, s. 19.

Page 334: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

334

Romaların en sevdiği parfüm gül esaslı parfüm-dü. “Gül parfümü”nün güzel kokulu güller, safran çiçeği, kokulu kamış, tuz ,şarap ve baldan üre-tildiği ve civa sülfür kullanılarak kırmızı bir renk verildiği yazılmaktadır. Roma’da gülden hazırla-nan bir başka parfüm “Foliatum” da kokusu ve ferahlatıcı etkisi sebebiyle çok sevilirdi.

Romalı yazar Plinius (MS 23–79) Roma’da en se-vilen güzel kokulu yağların gül, biberiye, portakal çiçeği, nane, adaçayı, zambak, mürr, Hint sümbü-lü, anason, lavanta olduğunu yazar. Burada sıvı yağ olarak susamyağı, zeytin yağı ve ban yağı kullanılıyordu. Güzel kokulu badem, gül veya ayva çiçeklerinden katı parfümler ve merhemler de ha-zırlanıyordu. Bu kokuları sabitlemek için reçine ya da zamklar ekliyorlar bozulmamaları için kurşun kaplarda saklıyorlardı. Sıcak havanın parfümle-ri bozan etkisi biliniyor ve saklama şartlarına çok özen gösteriyorlardı.

Doğu Roma İmparatorluğu yani Bizans da parfüm geleneğini devam ettirmiştir. Arabistan’ın tütsü ve güzel kokuları İskenderiye limanına oradan da Konstantinopolis’e gönderiliyordu. Parfüm,misk, baharat, şeker ticareti en önde geliyordu.. Bizans döneminde güzel kokulu maddeler satanlara “Aro-matarius” denirdi. Aromatarius’un malları en pa-halı ticari ürünlerdendi402.

Hint, Çin ve Türklerde Güzel KokuDoğu ve Güneydoğu Asya tütsünün ve güzel

402 Yentürk. agtb, s. 20-21.

kokunun merkezi olarak kabul edilir. Güzel ko-kulu ağaçların, kabukların, otların vatanı olan sıcak ülkeler bu ürünleri tütsüler ve güzel ko-kular olarak kullanmışlar ve zamanla önemli bir ticaret malı olarak değerlendirmişlerdi. Antik dönemden itibaren güzel kokuların soy-lular ve din adamları tarafından kullanıldığı-nı biliyoruz. Bugünkü Pakistan topraklarında yapılan arkeolojik kalıntılarda MÖ 3000 den kalan damıtma aleti olan “imbik”e rastlanmış-tı. Toprak kaplardan yapılan bu aletlerin güzel koku üretmekte kullanılmış olduğu düşünü-lüyor. Hindistan’da MÖ 2300 lerden itibaren sandal ağacı, yasemin, gül, nergis, sümbül-teber gibi çiçeklerden kokular hazırlanmıştır. Sandal ağacı kokusu kutsal sayılmış, Hint ko-kularının her zaman esas ve vazgeçilemeyen maddesi olmuştur.

Çin dünyasında güzel koku deyince “misk” başta gelirdi. Misk geyiğinin salgı organların-dan çıkarılan bu güzel koku Çinliler tarafından çok beğenilen bir koku idi. Güzel çiçek kokula-rından yasemin ve lotus da tercih edilen ko-kulardandı. Çin’de çok sevilen bir başka güzel kokulu çiçek gül idi. MÖ 551–479 tarihlerinde yaşayan Konfiçyus’un yazdıklarına göre Çin İmparatorluğunda gül biliniyor ve çok önem veriliyordu. Çin de MÖ 207-MS 220 yılları ara-sında hüküm süren Han döneminde gül bahçe-leri çok gelişmişti ve burada üretilen güllerden güzel koku elde ediliyordu. Güllerden güzel kokulu yağlar çıkarmak üretmek usulünü İm-

Page 335: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 335

paratorun bahçesinde geliştirdiler. Hazırlanan bu parfümler yalnızca sarayda yaşayan asiller, yüksek rütbeli devlet memurları tarafından kullanılabilirdi. Halktan biri bu yağın en ufak bir kısmına bile sahip olamazdı. Bu üretilen gül parfümü halktan birinde en ufak bir miktar bile bulunsa o şahıs ölüme mahkûm edilirdi403.

Orta Asya’da büyük bir coğraf-yada ve çok uzun bir dönem hükmetmiş olan Türk devletleri de tütsüyü tarihin en eski dö-nemlerinden itibaren kullan-mışlardı. Ateşin bulunuşundan sonra tütsünün kullanılması gündeme gelmişti. Altay efsa-nelerine göre; İlk insanlar mey-ve ve otla beslendikleri için ate-şe ihtiyaçları yoktu. Tanrı onlara et yemelerini emrettikten sonra ateşe ihtiyaç oldu. Çakmak ta-şından elde edilen ateş kutlu sayılmaktaydı ve güzel kokulu otların ateşe atılması da kutsal bir törendi. Şamanlar hastalıkla-rın teşhisinde yaptığı dini ritüel-de ateşe karşı oturur ve tütsü yaptığı kap elinde olurdu. Her olayda etkili olduğuna inandığı baş-ka başka tütsü maddelerini kullanırdı. Orta Asya Türklerinde tanrılara adanmış atların, hayvanla-rın güz mevsiminde güzel kokulu sularla yıkan-dığını biliyoruz. Kutsal olan her şey güzel kokulu

403 Kıaer, age, s. 12.

sularla yıkanırdı. Şamanlar ve kamlar hem güzel kokulu hem de kutsal olduklarına inandıkları pek çok çiçek ve bitkilerden hazırladıkları suları bu merasimde kendi elleriyle uygularlardı.404

Türkler güzel kokulara çok önem vermişlerdi. Onların tercih ettikleri güzel kokular arasında “misk” başta gelmekteydi. 11. yüzyılda yazılmış

iki Türkçe eser olan Kutadgu Bi-liğ ve Divan-ı Lüğat-it Türk de Türklerin “yıpar” adını verdikleri miski güzel kokusundan dolayı kullandıkları yazılır. İslamiyet ten önceki Türklerde dini tören-lerde ve cenaze törenlerinde tütsüler yakılıyordu. Bilge Kaan Abidesi Güney cephesinde Bilge Kaan babasının ölümü ve onun cenaze töreninde “kokuluk” “yag yıpar” ve “çından ağacı(sandal ağacı)” kullanıldığını yazar.405

Orta doğuda MÖ 600’ler den 404 İnan, Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm. Türk Tarih Kurumu. Ankara 1995. s. 66. Verbitski ta-rafından tesbit edilen bir Altay efsanesine göre; s. 110. Kadın şaman ocağa karşı oturur. Sağ eline kılıç ve kamçı, sol eline tütsü yaptığı kap bulunduğu halde dans eder. s. 108. Koybal kamları ızık olarak bırakılan atları ve hayvanları ilkbahar ve güz mevsiminde hoş kokulu ve mukaddes otlarla kaynatılmış su ile sahibi kendi eliyle yıkar.405 Sakin, Orhan “Eski Türk Dünyasında Bitkiler ve Bitki Kültürü.” Tıp Tarihi Araştırmaları No.12. s. 188 Parfümeri Zamk ve Temizlik Maddeleri.

Page 336: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

336

400’lere kadar hakim olmuş antik Perslerde kokulu maddelerin kullanımı öncelikle dinsel amaçlı idi. Daha sonra Perslerde Asurlular gibi zevklerine düşkün hale geldiler ve güzel ko-kulu maddeleri bolca kullandılar. Sasanîler’in güzel kokulu çiçeklerin esanslarını çıkarmak ve güzel kokuları şişelere kapatmak sanatı-nı icat ettikleri söylenir. Sasanîler zamanın-da MÖ.7–6.yy Zerdüştlük dini inancı çok etkiliydi. Zerdüştlü-ğün 9. yüzyılda kaleme alınan kutsal kitabı Avesta’ya göre; bitkileri ölümsüzlük (ameretât) şeklinde adlandırılan melekler temsil etmiştir.

Bitkilerin ve güzel kokulu çi-çeklerin dini esaslı kuvvetleri vardı ve bu özelliklerinin deva-mı için onlardan kalıcı parfüm hazırlıyorlardı. Bu sanatın Zer-düşt rahipleri tarafından çok geliştirildiği bildirilir406. Zira Ahuramazda’ya tapmada çi-çeklerden elde edilen güzel ko-kular büyük rol oynamakta idi.

Sasanî kralı II. Hüsrev’in (590-628) uşağı Kuş-Arzuk tarafından verilen bilgiye göre Erken

406 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. “Hür-müz” maddesi cilt 18. İstanbul 1998. AnaBritannica. “Ahura Mazda” maddesi. Ana Yayıncılık A.Ş. 1986-87. İstanbul Cilt 4.

Ortaçağda kullanılan en hoş kokular şöyle sıralanır; Yasemin, İran gülü, nergis, kâfûrî, menekşe, fesleğen, Hind gülü, merzengûş. Ay-rıca kral gülü, İran gülü, Semerkant fesleğe-ni, Taberistan ağaç kavunu çiçeği, Arnavutluk nilüferi, Hind sabrı nın üçlü esansı. Tibet miski ve Şihr amberinden, yapılan ve “göksel par-füm” olarak adlandırılan karışım da aristok-

rat tabakaya mensup insanlar tarafından çok aranmaktaydı. Bu çağda kullanılan güzel ko-kuların özel anlamları vardı. Nergis kokusu ilk gençliği, gül aşkı, fesleğen çocuk sevgisi-ni, şebboy dostluğu sembolize ediyordu407.

Ortaçağda Doğu Dünyasındaki Güzel Kokularİslamiyet’in doğup gelişme-siyle Doğu dünyasında güzel koku kullanımı artarak devam etti. İslamiyet’in kapsadığı bütün coğrafyalarda tütsü ve güzel koku alışkanlık ve gele-neği vardı. Bu coğrafyaların

zenginleşmesi ve Hz. Muhammed’in de güzel koku kullanmasıyla bu kullanım çoğaldı. Orta çağda İslam Medeniyetinde insanlar özellikle siyaset ve bilim adamları edebiyatçılar, aris-tokrat tabakaya mensup erkek ve kadınlar ay-rıca varlıklı gayr-ı Müslim vatandaşlar güzel

407 Bakır, agtb, s. 42.

Page 337: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 337

kokulara çok meraklı idiler. Hz. Muhammed’in sahabelerinden İbn Mesud’un evinden mesci-de gittiğini komşuları geçmiş olduğu yola ya-yılan güzel kokusundan anlardı. Hz. Abbas’ın oğlu Abdullah misk kokusu kullandığından geçdiği yollarda insanlar birbirine Abdullah mı misk kokusu mu geçti diye sorarlardı. Abba-si halifesi Harun Reşid yaz mevsiminin sıcak günlerinde gümüşten yapılmış bir kaba koku, safran, buhur ve gülsuyu konulmasını emre-der bunun kokusundan faydalanırdı. Yine Ab-basi halifelerinden el-Mütevekkil güllerin açtı-ğı mevsimlerde gülsuyu ile yıkanmış elbiseler giyer oturduğu yerlere gül döşer ve kullanmış olduğu bütün eşyalara gülsuyu serperdi. Or-taçağ İslam dünyasında hükümdarlar saray mensupları, devletin yüksek rütbeli memurla-rı, ve zengin tabakaya mensup varlıklı insanlar bayramlarda ve özel günlerde sevdiklerine bol miktarda koku armağan ediyorlardı408.

Ortaçağda İslam ülkeleri parfümcülüğün önemli bir bölümünü oluşturan gül, çiçek, çeşitli bitki ve meyvelerden çıkarılan sıvı türünden parfümlerle şöhret kazanmışlardı. İran ve Suriye Anadolu, Mı-sır ve Yemen’de bol miktarda gül menekşe, nilü-fer, hilâf, nergis, mensûr(Hiyri) yasemin, turuncân, merzengûş, keklik otu, nesrin, kaysûm, kara pe-lin otu, hurma çiçeği, safran, kâride, zambak ve bâdernek yetiştirilmekteydi. Bu çiçekler suda belli bir süre tutularak veya damıtma usulüyle güzel ko-kular elde ediliyordu. Bunu üreten merkezler özel

408 Bakır, agtb, s. 44; Yentürk. agtb, s. 22-23.

kokulu sularının formüllerini ve hazırlanma şeklini gizli tutuyorlardı. En sevilen parfümler, bu sıcak ül-kelerde serinletici etkileri ve hoş kokularıyla çiçek-lerden hazırlananlardı.

Ortaçağ İslam dünyasında hazırlanan parfümler özellikle daha kalıcı olması istenirse yağ türünden hazırlanıyordu. Yağ türünden hazırlanan parfüm-cülükte İran başı çekiyordu. İran’ın belli merkezleri güzel koku imalathaneleriyle ünlenmişti. Bunla-rın başında Şapur şehri gelmekteydi. Bu şehirde menekşe, nilüfer, nergis, kâride, zambak, zambak leylağı, mersin ağacı çiçeği, merzengûş, bâdernek ve turunç olmak üzere on çeşit yağ türünden hoş kokulu parfüm üretilmekteydi. Şapur’un güzel ko-kularla ün yapması Arapça atasözlerine geçmişti; “Kim Şapur şehrine girerse, oradan ayrıldığı ana kadar güzel ve nefis kokular koklar” Şapur’da üretilen “karanfil parfümü” zamanla Irak’ın Kufe şehrine taşınmıştı. Firuzâbad şehrinde hazırlanan “söğüt parfümü” de Merağa şehrinde hazırlanan parfüm kadar olmasa da gene de çok beğenili-yor ve aranıyordu. MS 11. yüzyılda bu parfümün 1menn’ni (3,3kg) yaklaşık 10 dinara satılıyordu. İran’ın Şiraz şehri ise gül, menekşe nilüfer ve yase-min yağı parfümleri üretmekle ün kazanmıştı.

Irak da parfümcülük alanında İran’a rakipti. İran şehirlerinde hazırlanan güzel kokulara benzer kokular hazırlamak için birçok çalış-malar yapılıyordu. Bunun sonunda Iraklı par-fümcüler Kufe’de yağ türünden birçok güzel parfüm ürettiler. “karanfil parfümü” , “me-

Page 338: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

338

nekşe parfümü” ve “hyri” olarak adlandırılan parfümler şöhret kazandılar. “hyri” ( hîrî şeb-boy, beğenilmiş seçilmiş )diye isimlendirilen parfüm, parfümlerin en güzeli olarak biliniyor-du. “geceleri koku yayan gül” anlamına gelen bu parfümünün üretiminde; hyri yaprağıyla susam yağı macun kıvamına getiriliyor, son-ra amberle yoğrulup gül suyu ile yıkanıyordu. Özel tekniklerin uygulandığı bu üretim sonu-cunda Mısırdan Hindistan Çine kadar aranan bir parfüm oluşuyordu409.

Ortaçağ’da Doğuda bu parfümlerin yanı sıra Yemen’den amber, zaruv, ve lebeni, Hindistan’dan, misk, öd ağacı, sümbül, karan-fil, kafur, İran’dan safran, gül ve çeşitli çiçekler, Bugünkü Doğu Türkistan’dan, zebâd, sandal, Arap yarımadası; bân, güzel kokulu baharat, ve şifalı bitkileri vazgeçilmeyendi.

Kutsal Mekânlar ve Güzel KokularTarihte kutsal mekânların güzel kokularla iliş-kisi biliniyor. Dini mekânlar en güzel tütsülerle, parfümlerle kokulandırılıyordu. Bu gelenek çok yakın zamana kadar geçerli olmuştur. Elimizde-ki belgelere göre 9. yüzyılda Kudüs’teki kutsal mezar odaları güzel kokulu sularla yıkanıyordu. Konstantinopolis Patriği Photius’un MS 876-878 yıllarında yazdığı Amphilochia adlı eserde; Kutsal mezardaki mezar odasının basamak taş-larının yılda bir kez patrik tarafından parfümlen-diğini kaydetmişti.

409 Bakır, agtb, s. 49–51.

İslam dünyasında da aynı şeyler yapılmıştı 9. yüzyılda Abbasi Halifesi el-Mehdi Kâbe’nin saf-ranlı yağlarla güzel kokulu hale getirilmesi için emir vermişti. Kâbe için hazırlanan bu özel güzel koku“khulûq” diye adlandırılıyordu. Khulûq’un hazırlanmasında; safran dövülerek toz haline getiriliyor, içine misk, gri amber ve gülsuyu ekle-niyordu. Böylece bir çeşit “safran parfümü” ha-zırlanıyordu. 12. yüzyılda Medine’yi ziyaret eden İbn Cübeyr Medine’deki camiyi çevreleyen du-varın misk kokulu yağlarla kokulandığını yazar. 14. yy Mağrib’li gezgin İbni Batûta da bu bilgileri doğrular. Halife Abdül Melik de14.yüzyılda kut-sal emanetleri güzel kokularla muamele ettir-mişti. Böylesi törensel adetleri Mısır’da hüküm süren Fatimiler de uygulamaktaydı. Mısırdaki Nil’in yükseldiği Haziran ayında “bolluk bere-ket töreni” yapılıyordu. Bu törende Nil nehrinin yükseldiği zaman su yüksekliği Rauda adasının nilometresinden okunurdu. Bu yükseklik isteni-len seviyede iken nilometre sütünu ve duvarları gülsuyu ile karışık safranla parfümlenerek kut-sanırdı.Böyle bir uygulamayı İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet de yapmıştı. Fatih Ayasofya ki-lisesine ancak gülsuyu ile baştan ayağa temiz-lendikten sonra girmiş ve ancak bu işlemden sonra Ayasofya’yı camiye dönüştürmüştür.410

410 Tez, agtb, s. 433-434; “A.Shalem. Islam.Christia-nized-İslamic Portable Objects in the Medieval Church Treasuies of the Latin West. Europaisher Verlag der Wissenschast en, Frankfurt, Berlin 1996” den naklen.

Page 339: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 339

Bu olayı Evliya Çelebi şöyle anlatıyor; Ebul Fe-tih Gazi Ayasofya’yı temaşa etti, hayran kaldı. Hemen Gazi Muhammed Han bu mabedi keşiş-lerin koyduğu putlardan temizleyip pak eyledi nice bin yerde amberdanlar ve micmerdanlar( buhurdanlıklar) ile güzel kokulu öd ve amberler yakup cami içre guzatı müsliminin dımağları muattar olup…411. Aynı şekilde Sultan IV. Mu-rad zamanında depremden ha-rap olan “Gül cami”sini tamir ettirdikten sonra gülsuları ile temizletip sonra ibadete açtır-mıştı. Evliya Çelebi; Kubbesi gül şeklinde olduğu için gül cami derler, tamiri itmam buldukda yüz güğüm gülâb ile derun-ı ca-mii gasl eylediler…412 diye yazar.Kâbe de hac zamanı güzel ko-kulu sularla yıkanıyordu. Os-manlıların idaresine girdikten sonra her yıl hac için yola çıkan surre alayı Kâbe’nin yıkanması için gül yağı, gülsuyu ve özel olarak hazırlanmış güzel ko-kulu sular gönderiliyordu. Bu-gün Mekke’deki Kâbe’de her yıl İran’ın Kamsar bölgesinden gelen gülsularıyla yıkandığı yazılmaktadır.

411 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zıllî , “Evli-ya Çelebi Seyahatnâmesi”, Topkapı Sarayı Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu , 1. Kitap. Orhan Şaik Gök-yay. 1.Baskı İstanbul Şubat 1996. Yapı Kredi Yay.. S. 44.412 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zıllî , “Evli-ya Çelebi Seyahatnâmesi”, Aynı eser. S. 91.

Parfümün HikâyesiParfümün hikâyesi daha sonra da aynı önem-le devam etti. Doğunun gizemli güzel koku-ları Arap tüccarlar tarafından Mısırın limanı İskenderiye’ye taşınıyor, oradan da Venedikli tüccarlar tarafından Batıya naklediliyordu. Bu sebeple Venedik tütsü ve güzel kokunun depo-su haline gelmişti.

Ortaçağda Avrupa, güzel koku-lu maddeleri Haçlı seferlerin-den dönen senyörlerle tekrar keşfetti. Haçlı seferlerinden geri dönenler kadınlarına ek-zotik kokular ve kendileri için de gülsuyu, Kıbrıs’ın fethinden dönenler ise “eau de chypre” selvi suyunu getirmişlerdi. Binbirgece masallarının diya-rından getirilen güzel koku kul-lanma modası kısa zamanda yayıldı. Güzel kokuları getiren senyörler şatolarında bizzat kendi kokulu yağ ve esanslarını hazırlama çabasına girmişler-di. Venedik’ten gelen parfüm-

ler yüksek fiyata alıcı buluyordu. Venedik par-fümcülüğün merkezi haline geldi. 14. yüzyılda soylu hanımlar tarafından en çok kullanılan-lar; saçlar için menekşe, zambak, süsen, ve gül kokulu pudralar, Güzellik suları olarak; imbik-ten geçirilmiş tarçınlı, kafurlu limonlu sular, nefesleri güzel kokutmak için; zencefil, sakız

Page 340: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

340

ve karanfilli ağız suları idi. Güzel kokulu daha bir çok yağ ve pomat Venedik parfümcülüğü-nün aranan ürünlerindendi.

İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethedilme-si bu ticaret zincirini bozdu. Zamanla Akdeniz bir Türk gölü haline geldi ve Venediklilerin iki güzergâhı İstanbul ve İskenderiye yolu onla-ra kapandı. Venediklilerin ti-caret kapasiteleri çok azaldı. 16. yy da Vasco de Gama’nın Hindistan yolunu Portekizli-lere açması da çok önemli bir başka olaydı. Böylece güzel koku ticareti yön değiştirmişti. Güzel koku ve baharat ticareti Araplar ve Venedik’ ten çıkmış, Portekizlilerin daha ucuza elde ettiği ürünler haline gelmişti. Güzel kokular ve baharat ta-rımı yapılıyor ve daha ucuza toplatılıyordu.Daha ucuza mal edilen baharatlar ve güzel ko-kular daha büyük bir kitleye hi-tap edecektir.

Kolonya doğuyorGüzel koku dünyasına alkollü kokuların ve kolonyanın girişi hikâyesi de değişik yoldan ilerlemişti. Alkolü ilk olarak 9. yy da yaşayan İslam dünyasının ünlü hekimi Râzî’nin üretti-ği bilinir. Bu teknik, yani şarabın damıtılarak alkolü elde etmek Salerno’lu hekimlerin çok

kullandıkları methottu. 12. yüzyıldan itibaren şaraptan alkol eldesi Avrupa’da geliştirildi. Bu bilginin 1370 yılında alkolle hazırlanan “Ma-car suyu” na etkisi bilinmiyor. Alkollü güzel ko-kuları ilk kullananın Macar Kraliçesi Elizabeth olduğu söylenir Kraliçe 1370 yılında güzel kokulu yağları alkol içinde çözerek daha hafif ve uçucu tuvalet suyu hazırlamış ve bu “Eau

d’Hongrie” yani “Macaristan suyu” pek çok kişi tarafından aranılır olmuştu. Bu formülün Macar kraliçesine münzevi bir keşiş tarafından verildiği bi-linir. Kraliçe biberiyenin esas alındığı bu formülle uzun yıllar cazibesini sürdürmüş hatta 72 yaşındayken Polonya kralından evlenme teklifi almıştı. “Macar Kraliçesinin suyu” daha sonra “Macar Suyu” olarak tanınmış-tır.

Kolonya olarak bildiğimiz “Kölnisch Wasser” 1690 larda İtalya’da yapılmıştır. Rivayete göre Milanolu bir parfümcü

Jean Paul Feminis Floransa’daki Santa Maria Novella manastırından Macar suyunun bileşi-mini öğrenmiş, bu formülü neroli, bergamot ve portakal kokularıyla geliştirmişti. Formülü yeğeni Jan Antoni Farina’ ya vermiş o da kısa süre sonra Köln’e taşınmış ve imalatı orada gerçekleştirmişti. Kolonyanın Avrupa’da yay-

Page 341: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 341

gınlaşmasına ağır kokulu yağlar yerine hafif taze kokular yeğleyen Madam Pompadour, Mare Antoinette, Napolyon Bonaparte, Josep-hine ve Eugenie gibi ünlülerin etkisi olmuş-tur.413

Parfüm sanatının Fransa’ya geçmesi İtalya yo-luyla olmuştu. 1533 yılında II. Henri ile evlene-rek Fransa’ya gelen İtalyan prenses Catherine de Medici yanında parfümcüsünü de götürmüş-tü. Kraliçenin parfümcüsü Renato Bianco ken-di hazırladığı parfümlerle sarayda ve zamanla Paris’te ünlü oldu. “René the Florentine” marka-lı parfümler kısa zamanda Paris’te parfüm sa-natının önem kazanmasını sağladı. Gene Kraliçe Catherine de Medici ile Paris’e gelen Tomborelli ise Fransa’da çiçek yetiştirecek bir yer olan Gras-se’ ye yerleşmişti. Güney Fransa iklim koşulları çiçek yetiştirmeye uygundu. Oraya yerleşerek güzel kokulu çiçekler yetiştirmeye başlamış ve bu konuda o kadar başarılı olmuştu ki zamanla Grasse parfüm dünyasının merkezi oldu.18 yüz-yılda Paris’te pek çok parfüm evi açılmıştı. An-cak Fransız ihtilali buna büyük bir darbe vurdu. Kullanılan parfüm ihtilalciler için yeterli bir ce-zalandırma göstergesiydi. Göğüs danteline veya mendiline zambak esansı “Eau de Rein” sürmek, sürgüne yada giyotine göndermek için yeterli bir sebepti.

İngiltere’ye ilk kokulu maddeler MS 411 yılında Romalılar tarafından getirilmiş ise de çok etkili

413 Tunçay, agm, s. 14–18; Yentürk. agtb, s. 25.

olmamıştı. Güzel kokuların etkili olması bu tarih-ten yaklaşık 1000 sene sonra Kraliçe I.Elizabeth döneminde 16. yy başlamıştı. Kraliçe İtalya’dan getirtilen kokulu deri eldivenler ile güzel kokuyu keşfetmişti. İtalya’dan getirttiği güzel kokuları kullanmış ve etrafındaki soylu hanımları da kul-lanmaları için teşvik etmişti. Kısa zamanda par-füm kullanmak vazgeçemedikleri bir güzellik ta-mamlayıcısı oldu. Aristokrat ve zengin hanımlar güzel kokuları kullanmaya hatta bahçelerinde güzel kokulu çiçekler yetiştirmeye giriştiler. Gül, amber, misk o dönemde İngiltere’de en sevilen kokulardı.

Kraliçe Elizabeth’in en sevdiği kokulardan biri misk-gül karışımı bir parfümdü. Bu 8 grain (0,52gram) misk ve 8 gram şeker 8 kaşık gül-suyu ve 3 kaşık şamgülü suyunda beş saat kay-natıp süzüldükten sonra soğutularak hazırlanı-yordu. 18. yüzyılda güzel koku kullanımı artmıştı fakat İngiltere Parlamentosu 1774 de bir kocayı güzel kokularla etkileyen kadınların “büyü” yap-tıkları hükmüyle, tarihe geçen “parfüm yasağı” kararını hayata geçirdi414.Güzel Koku Kimya laboratuarında1830 lu yıllardan itibaren işe kimyacılar el attı. Çok sevilen ve aranan çiçekler içindeki güzel kokulu maddeleri izole etmeğe çalıştılar. Kısa zamanda limonun, gülün kokulu madde-

414 www.ionxchange.com,www.gardencards.biz, http://en.wikipedia.org, Getrnot Katzer’s Spice Pages,www uni-graz-at,Wikipedia the free encyclope-dia

Page 342: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

342

si citronel, geranium, palmroza geraniol izole edildi. Zor elde edilen ve pahalıya mal olan çiçek esanslarının etken koku maddeleri tek tek ayrılıp tanındı. Ayrılıp tanınan koku mad-delerinin formülleri tespit edildi. Kimyagerler parfümcüler için çalışıyorlardı. Daha sonraki adımda izole edilen maddelerin sentetik ola-rak yapılabilmesi için kimyacılar kolları sıva-dılar. Sentetik yapım üzerine çalışmalar arttı ve önce gül esansının etkili koku maddeleri geraniol citronellol sentetik olarak yapılması-na muvaff ak olundu. Parfüm dünyasının önü tamamen açılmıştı. Artık güzel kokulu çiçek-lerin koku maddeleri ayrılıyor, kimyasal for-mülü keşfediliyor son adımda da bu kimyasal madde sentetik olarak elde ediliyordu. Parfüm dünyası için bu çok önemli bir adımdı. Petrol ve kömür türevi maddelerden güzel kokular elde ediliyordu.

Güzel koku dünyasının bu inanılmaz şekil de-ğiştirmesi; Çiçek bahçelerinden kimyacıların laboratuarlarına girmesi parfüm üreticilerini ürküttü. Laboratuarlarda ucuza elde edilen bu parfümler klasik usule alışık olan parfümcü-lerin tepkisini aldı. Yeni kokuları kullanmaya direndiler. Tepkiler ve dirençler uzun zaman sürdü. Bu sürede kimyacılar boş durmuyorlar-dı. Bir adım daha ileri giderek tabiatta olma-yan yeni kokular türettiler. Doğada bulunma-yan yepyeni pek çok güzel kokular meydana getirildi. Parfüm dünyasında artık geri döndü-rülemeyecek ucuz ve yeni kokuların sunuldu-

ğu bir dönem başlıyordu.

Kimyacıların son adımı da 20. yüzyılın başın-da elde ettikleri aldehitlerdi. Yağ asitlerinin indirgenmesiyle elde edilen aldehitler sente-tik koku dünyası için çok önemli kapıları aça-caktı. L.T.Piver’nin “Floramye ve Réved’Or” parfümleri “Chanel No.5 ve Mitsouko” gibi çok sevilen efsane parfümler yaratıldı. Kimya bil-gisinin parfüm dünyasındaki yeri çok önemli hale geldi. Koku dünyasının modaları sosyal olaylara göre şekil değiştiriyor, tarihi olaylar, toplumsal olaylar veya şöhretlerin tercihleri moda olan kokuları değiştiriyordu. Vazgeçi-lemeyen kokular, başkalarının tercihleri veya reklâmların etkisiyle devamlı değişen güzel koku alışkanlığı sürüp gitmektedir.415

415 Yentürk. agtb, s. 25–29; Tunçay, agm, s. 17–18.

Page 343: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 343

Page 344: Gül Şehri Diyarbakır

DİYARBAKIRDA GÜLCÜLÜK VE KOKULU GÜLLE NELER YAPILABİLİR

Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞİstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji A.B.D.

Page 345: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 345İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji A.B.D.

GİRİŞGül özellikle kokulu gül, İnsanlık tarihinin “Bü-tün dönemler” inde ve dünyadaki “Büyük bir coğrafya”da “Sevgi ve Güzellik” sembolü ol-muştur.

Hz. Muhammed Peygamber olarak bütün in-sanlığa gelmiştir ve bütün insanları, şartsız sınıfsız bütün insanları sevgi ile kucaklamıştır ve kucaklar.

O sebepten Gül Hz. Muhammed’in sembolü-dür ve onun kokusu da gül kokusudur.

Diyarbakır’daki Gül Bahçeleri (120 Yıl Önce)Diyarbakır’daki gül bahçeleri ve gülcülükle il-gili bilgilere ilave olarak 120 yıl önce gül bah-çelerini rapor eden Osmanlı Devleti’nin resmi yazışmalarından bir örnek vermek isterim.

1893 yılında Sultan Abdülhamit Osmanlı Dev-letinin birçok yerinde kokulu gül yetiştirip gül-yağı çıkarılması için çalışmalar başlatmıştı. Bu çalışmalarda Diyarbakır’ın da önemli bir yeri vardır. Osmanlı Devleti “Orman ve Maadin ve Ziraat Nezareti” tarafından yapılan resmi ya-zışmalara Diyarbakır “Ziraat Müfettişliği”nin 9 Eylül 1895 tarihinde gönderdiği cevap kısaca şöyledir; Diyarbekir ve Mardin Sancaklarında pek çok halis gül bahçeleri mevcut ise de Ahali Kızanlık usulü gül yağı taktîr ve imalini bilme-diklerinden bunlardan lâyıkıyla istifade edile-

memekte olmasıyla badî-i şevk ve gayret olmak ve usul ve kavaid-i mahsusa dairesinde gülyağı imalini talim etmek üzere alat-ı lazime ile birlik-te bir muallimingönderilmesi.416 Burada açıkça görüldüğü gibi o yıllarda Diyarbakır’da “pek çok halis gül bahçeleri mevcut” olduğu, gülya-ğı imalini bilseler de “Kızanlık usulü” gülyağı imalini bilmediklerini bu sebeple bir uzmanın gönderilmesini talep etmişlerdi.

Beş Yılda 200 Dönüm1895 yılında Diyarbakır’da Gülistanlıklar tesis ettirilmesine Osmanlı Devleti Ziraat Nezareti karar verir. Bu amaçla Kazanlık usulü gülyağı çıkarmasını öğretecek bir muallim, gülfidan-ları, imbik ve kâfi miktarda şişeler gönderilir. Gülcülük başlatılır. 1899 yılında ilk mahsul gülyağı elde edilir, Diyarbakır Valisi Mehmed Halid Bey bu gülyağlarından 4 şişeyi Padişaha hediye olarak gönderir. 1900 yılında Diyarba-kır’daki gül bahçeleri 130 dönüme daha son-rada 200 dönüme ulaşır. Hedef 250 dönüm-dür. 1908 yılından sonra bu gelişme durmuş, tarımda başka hedefl er tayin edilmişti.417

Kokulu Gül Gül “Rosaceae” familyasının “Rosa” türlerinin binlerce değişik fertlerinin genel adıdır. Koku-

416 Başbakanlık Osmanlı Arşivi . İrade-i Orman Me-adin Tasnifi. İ.OM 1313 Re.19. Şura-yi Devlet Dâhiliye Dairesi Aded 2808.417 Altıntaş, Ayten, “Diyarbakır’da Gülistanlıklar Tesi-si” 13 Nisan 2010 İslam Tasavvufunda Gül, Peygambe-rimiz Ve Diyarbakır Sempozyumu.

Page 346: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

346

lu kırmızı gül dediğimiz (Rosa gallica L.), Kat-merli gül dediğimiz (Rosa centifolia L.), hokka gülü, Sadberk gülü, beyaz gül dediğimiz (Rosa alba L.), Çin gülü dediğimiz (Rosa rugosa L.), Misk gülü dediğimiz (Rosa moschata Herrm) ve Isparta gülü, Şam gülü,yağ gülü, Kazanlık gülü dediğimiz pembe renkli gül (Rosa damas-cena Mill) dir. Burada konuştuğumuz ve yaz-dığımız gül pembe renkli bilim-sel ismi Rosa damascena olan Isparta gülüdür.

Kokulu Gül ve Parfümeri Dünyası Kokulu güllerden özellikle Rosa damescena’dan elde edilen gülyağı (Gül esansı, uçucu yağ) Parfümeri dünyasının vazgeçi-lemezidir. Taze güller toplanıp imbikten geçirilir. Bu su buharı distilasyonudur. Burada güller su ile bir kazana konur ve ısıtı-lır. Buharlaşan su beraberinde gülün uçucu yağını da taşır ve soğutulduğu zaman toplanan suyun üstünde uçucu yağ top-lanır. Bu yağın altındaki de gülsuyudur.

Gülcülük, Dünyada ve Isparta’da gül esansı çıka-rılması için yapılmaktadır. Gülcülük ve onun en önemli üretim maddesi olan gülyağının Dünyadaki piyasası ortalama yıllık 3 ton olarak hesap edil-mektedir. Gül konkretine ise 9 ton ihtiyaç göste-

rilmektedir. Bu ihtiyacın %70 ini Türkiye sağlıyor. Türkiye’nin gülcülük merkezi olan Isparta ilin-de 2008 yılında ortalama 8500 ton gül çiçeği, 1.5 tona yakın gül yağı ve 9 tonun üzerinde konkret ve absolüt üretimi gerçekleştirilmiş yaklaşık15 milyon € değerinde gül ürünleri (gül yağı, gül suyu, gül konkreti ve gül absolü-tü) ihracatı yapılmıştır. 2008 yılında 1 kg gül

yağı satış fiyatı 5250 €, 1 kg gül suyu satış fiyatı 3 €, 1 kg konkret satış fiyatı 525 € $ ve 1 kg absolüt satış fiyatı 1300 € olarak gerçekleşmiştir.

Gül yağı ihracatımızın %90’ına yakını Fransa, İsviçre ve ABD’ye yapılmakta, konkret ağırlık-lı olarak Fransa’ya ve absolüt ağırlıklı olarak Almanya’ya ih-raç edilmektedir.

Gülsuyu, Gül Reçeli, Gül İksiriKokulu güller tarih boyunca gül esansının yanı sıra başka şeyler için de kullanılmıştır. Bu kulla-

nım şeklini Eski Tıpta ve özellikle Osmanlı Tıb-bında buluyoruz. Osmanlı Tıbbında gül bir ilaçtır. Kokulu gülden mevsiminde pek çok ilaç hazırla-nabilir veya ilerde kullanmak üzere güller kuru-tulur. Bir de gül mevsiminin dışında ilaç olarak kullanılan gülsuyu vardır. Gül mevsiminde hazır-lanan gülsuyu rahatlıkla üç sene kullanılabilir.

Page 347: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 347

Osmanlı Tıbbında kullanılan güllü ilaçları üç ayrı hazırlama şeklinde toplayabiliriz; Gülsu-yundan hazırlanan ilaçlar, Gül reçeli gibi hazır-lanan Gül macunu gurubu ve gülün yağ içinde bekletilmesi ile hazırlanan Gül iksiri gurubu.418

Gülsuyu İle Hazırlanabilecekler.Mevlana ünlü Mesnevisinde şöyle der; Gül so-lup gül bahçesi harap olduktan sonra gülün kokusunu nerden duyabiliriz. Gülsuyundan dedi-ler. Gülsuyu hem gül kokusuna sahiptir hem de içinde ihtiva ettiği pek çok etkili madde ile faydalar sağlar. Osmanlı he-kimlerinin gülsuyunun faydala-rı konusunda yazdıkları etkileri özetleyecek olursak;• Hoş kokusundan dolayı

ruha hitap eder • Onun rahatlatma etkisi

vardır, • Bayılmalarda ve hızlı atan

kalplerde çok yararlıdır • Gülsuyunun hem ruha hem

de akla pek çok faydaları vardır. • Beynin çalışma ve algılama gücüne faydalı

olur. • Anlayış gücünü arttırıp, belleği güçlendirir.

418 Bu konulardaki geniş bilgi; Altıntaş, Ayten, “Gülün Faydaları, ”Gül, Gülsuyu, Tarihte, Tedavide ve Gelenekte-ki Yeri. Maestro Yay. İstanbul, 2009, Bölüm 4.

Tonlarca GülsuyuOsmanlılar gülsuyunun etkisini bildiklerinden bunu çok kullanıyorlardı. Misafirlere takdim edilen şeylerin başında gülsuyu gelirdi. Özel-likle hanımlar pek çok tatlılara gülsuyu koyar ve bebeklerini gülsuları ile silerlerdi. Bu se-bepten tonlarca gülsuyu tüketimi vardı. Özel-likle sarayda kullanılan gülsularının miktarını

yazılı kaynaklardan öğrendi-ğimizde buna şahit oluyoruz. Gülsuyunun Osmanlı günlük kullanımındaki yerini özetleye-cek olursak; • Baş ağrısına ilaç • Bayılmalarda ferahlatı-cı etkisi • Güzellik iksiri• Bebeklerin cildi için ideal• Tatlılarda çeşni idi.

Gül Reçeli, Gül ŞerbetiGülden hazırlanan ilaçlar için-de en çok yer alan bugün gül reçeli dediğimiz guruptur. Bun-lar taze gül yapraklarından şe-

ker veya bal ile hazırlanan ilaçlardır. Osmanlı Tıbbında bu ilaçların isimleri şöyleydi; • Gül mâcunu • Cüllâb • Gülbeşeker• Gülengübin • Gül murabbası

Page 348: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

348

• Gül şurubu

Gül şerbeti gibi isimlerle anlatılır.

Bu çeşitlerden her birinin kullandığı şeker veya bal miktarı, bir de hazırlanış tekniği fark-lıdır. Bu maddelerin farklı şekilde hazırlan-masındaki sebep kullanılma amaçlarının ve faydalarının farklı olmasındandır. Gülün şeker içinde pişirilmesi ile elde edilen bu ilaçların et-kilerini özetleyecek olursak; Mide için faydalı, sindirimi kolaylaştıran ve karaciğere kuvvet veren ilaçlardır. Yemekleri sindirici mide ha-zımsızlığını ve mide hararetini yok eder. Mi-deye, karaciğere ve yüreğe kuvvet verdiğini, safrayı arttırarak vücuttan zararlı nesneleri attığı yazılır.

Osmanlı kitaplarında Gül macununun yararla-rını bildiren pasajlardan bir örnek vermek is-tersek; “…midede olan balgamı cila eder, yemeği hazm ettirir,mide ağrısına ve ishale ve bağırsak çıbanlarına fayda eder,eğer bu şuruptan epey bir süre içseler içteki azaları güçlendirir,gülü bal ile pişirip gargara etseler boğaz ağrısına iyi gelir..” Osmanlı geleneğinde çok kullanılan gül şer-beti ise nişan toplantılarının vazgeçilmez içe-ceğidir. Bunun etkisini de kısaca; “Harareti gi-derir, susuzluğu sakin eyler, mide yanmalarına iyi gelir ve tabiatı yumuşatır. Yüreğe ve gönle ferahlık verir, ateşlenmeler dolayısıyla meydana gelen harareti, susuzluğu azaltır, dindirir” deni-lerek açıklanır.

Gül Yağı Gül İksiriOsmanlı tıbbında hekimlerin gülle hazırla-dıkları çok önemli bir ilaç da İksir gibi faydalı mübarek yağ dedikleri gülyağıdır. Bu gülyağı güllerin zeytinyağı ve susam yağı içinde bıra-kılarak gülün tedavi edici özelliklerinin yağa çıkması ile yapılır. Bunun çok çeşitli hazırlama teknikleri vardır. Fakat neticede elde edilen yağ özellikle deri hastalıklarında kullanılır. Bu yağ için “…bu yağ iksire müşabih bir yağdır her kanda bir çıban veya bir kabarcık ya bir leke ya bir verem zuhur eder ise ibtidasında bu yağdan tılâ etmek sihir gibi te’sir edip def’ eder” deni-lerek her türlü deri hastalıklarında çok faydalı olduğu bildirilir.

Sonuç olarak ülkemizde kolaylıkla yetiştiri-lebilen Isparta gülü (Rosa damascena) den, Gülyağı (Uçucu yağ) olarak koku sektöründe Gülsuyu

Gül ReçeliGül şerbeti olarak gıda sektöründe, ayrıca gül pek çok ilaç ve kozmetik ürünlerde kullanıla-bilir. Kokulu gülün bizim tarihimizde ve kül-türümüzde çok önemli yeri olduğunu da unu-tulmamalıdır. Şair bu durumu şu mısralarla özetlemişti;

Güzel kokulu nebâtatın padişahı olan gü-lüm, Canlara sefâ, ruhlara gıdâyım.

İmam Süyutî

Page 349: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 349

Page 350: Gül Şehri Diyarbakır

TARİH İÇİNDE GÜLÜN DAMITILMASI

Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞİstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji A.B.D.

Page 351: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 351İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji A.B.D.

GİRİŞİnsanlığın gülü tanıdığı en eski tarihlerden iti-baren, güzel kokusu ile insanları cezp etmişti. İnsanlar bu kokuyu sadece çok kısa süren gül mevsiminde koklamakla yetinmemiş, bu vaz-geçemediği kokuya daha uzun zaman sahip olmak istemişti. Gülün güzel kokusunun kalıcı hale getirilmesi serüveni uzun soluklu ve çok renklidir. Gülsuyunun elde edilmesi tarihi de bunun içinde ve özel bir yere sahiptir. Tarihte güllerin kokusu önce uygun yağlara nakledil-miş, daha sonra insanlığın keşfettiği “ruhunu yakalamak” usulü yani damıtma ile elde edi-len ürünler ortaya çıkmış “gülsuyu” haline gel-miştir. Son aşama da bu gülsuyunun içindeki güzel kokulu yağ taneciklerini toplamak, hatta bu yağları elde etmek için çaba harcamak yani gülyağı dediğimiz “gül esansı” elde etmek ol-muştu. Gülsuyu gül yağı elde etme sanatının bulunmasından çok önce vardı ve çok uzun za-man özellikle bunun için güller damıtıldı. Gül-yağı ön plana çıktıktan sonra da bu ürün başta tabiplerin sonra kadınların vazgeçemedikleri bir madde olarak bugüne kadar geldi.

Gül kokusunu kalıcı yapmanın ilk durağı yağ-larla maserasyon, yani gül çiçeklerinin uygun bir yağ içinde belli usullerle bekletilmesi ve süzülerek yağın alınması idi. Bu usul önemli medeniyetlerde ve çok uzun bir süre kullanıl-mıştı. Antik dönem Mısır, Mezopotamya, Hind ve Çin de gülün kokusunu yağ içine alma tek-niğini uyguluyorlardı. Bunun için genellikle ko-

kusuz sıvı yağlar, gül için özellikle taze susam yağı veya zeytinyağı kullanılıyordu. Taze çiçek-ten, kurutulmuş çiçekten veya çiçeklerin kay-natılması ile elde edilen suların yağlarda ısı-tılması ve sonra süzülerek kullanılması en çok kullanılan tekniklerdi. MS 1. yüzyılda yaşayan Dioscorides “Materia Medica” adlı kitabında ve Orta çağ tıbbında oleum rosarum, oleum rosatum gibi adlarla bu usulle elde edilen gül yağları kaydedilmişti.419

Narin ve kısa ömürlü olan güzel kokulu gülün vazgeçilemeyen kokusuna sahip olmak için geliştirilen diğer teknik de sularla maserasyo-nu idi. Gülün sularla çalkalanması ve elde edi-len güllü sular da tarihte çok kullanılmıştır. Bu uygulamanın hemen ardından güllerin damı-tılması ve bunun sonucunda elde edilen gülya-ğı ve özellikle gülsuyu tarihteki yerini almıştı. Gülün güzel kokusunun damıtma ile elde edil-mesinden uzunca bir süre sonra kimya sanatı laboratuarda sentetik gül kokusunu elde etti. Bu tarihsel süreç içinde gülerin damıtılması-nın serüveni uzun soluklu ve önemlidir.

İlk Kayıtlarda Güllü Sular ve Damıtma Gülün damıtılmasından önceki uzun bir dö-nemde gül çiçeğinin su ile ekstraksiyonu kul-lanılmıştı. Bu teknik; faydalı bitki ve çiçeklerin

419 Gunther, Robert T. “The Greek Herbal Of DIOSCO-RIDES”. Illustrated By A Byzantıne A.D. 512. Englıshed By John Goodyer A.D. 1655.Edıted and Fırst Prınted A.D. 1933. Hafner Publıshıng Co. 1959.

Page 352: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

352

suda belli bir süre ve değişik metotlarla bıra-kılması sonra süzülerek bu suların kullanılma-sıdır. Bunun ilk örneklerini MÖ 3500 yıllarında Mezopotamya’da görülmüştür. Bu dönemden kalan pek çok ekstraksiyon kapları bulunmuş-tur. MÖ 2100 yıllarına ait Sümer tabletlerinde ekstraksiyon usulüyle ilaç elde etmeyle ilgili kayıtlar bulunmuştur420. MÖ. 1200 lü yıllarda tüm Mezopotamya’ya hükme-den Asurlular zamanında özel-likle gül ve kokulu çiçeklerin sularının bu teknikle elde edil-diğini biliyoruz.

Güllerin damıtılmasıyla elde edilen gülsularının ilk olarak nerede ve nasıl başladığını bil-miyoruz. Damıtma, yani ısıtı-larak buharlaştırma ve sonra soğutarak buharlaşan madde-leri toplama usulünün tarihi de çok eskidir. Gülün damıtılması bu yöntemin bir ürünüdür. Da-mıtma (Batı dillerinde kullanı-lan destilasyon) sözcüğü La-tince “destillare” den (dışarıya damla damla akıtmak) türetilmiştir. Bu terim yoğunlaştırıcıdan (kondensatör) damıtma ürü-nünün (damıntı, destilat) damla damla akma-sı, yani damıtmanın son basamağını niteler.

420 Tez, Zeki. “Sosyal Boyutlarıyla Antikçağ ve Orta-çağda Parfüm, Krem, Kozmetik,” IV. Türk Eczacılık Tari-hi Toplantısı Bildirileri. İstanbul 2000. s. 426.

Bu konudaki ilk kayıtlara Plinius’ta (MS 23–79) rastlanır. Plinius, Naturalis Historia (Doğa Araştırmaları) adlı yapıtında ilkel biçimde bir damıtma yardımıyla sedir ağacı odunundan uçucu yağ eldesini anlatmıştır. Burada sedir ağacı reçinesi su içinde pişiriliyor, yükselen buharlar bunun üzerine yerleştirilmiş bulunan koyun yününden yumaklar tarafından yaka-

lanarak yoğunlaştırılıyor ve sonunda yumaklar sıkılıyor ve istenen madde elde ediliyor-du.421. Bu kayıtlara geçen ilk destilasyon olarak kabul ede-biliriz.

Simya Sanatı ve GülsuyuGülsuyunun damıtılarak elde edilmesi tekniği çok eski tarih-lerden itibaren gündemde olan gizli bilim “simya “ ile ilgili gibi görünmektedir. Ölümsüzlüğü, doğadaki en saf elementi, içi-lebilir altını, aramak üzere pek çok metal üzerinde çalışmalar yapan simyacıların kullandık-ları yöntemlerin en başında

damıtma işlemi vardı. Tabiattaki her şeyi da-mıtarak ruhunu arayan simyacı çiçekleri de damıtmışlardı. Kimyasal bir yöntem olan da-mıtmanın tarihi gülün damıtılması ile paralel gitmiştir. Simya tarihçileri damıtma yöntemi-

421 Tez, Zeki. “Başlangıcından İtibaren Damıtma Tek-niğinin Gelişimi”. Bilim Tarihi Eylül 1992. Sayı 11. s. 18.

Page 353: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 353

nin MS 50 yıllarından itibaren İskenderiyeli simyacılar tarafından kullanıldığını yazarlar. Damıtma tekniğinden ilk bahseden Yunanlı tarihçi Plutarkhos (MS.50–125) tur. Eserinde İskenderiyeli simyacıların kullandıkları damıt-ma ve yumuşatma usullerini ve bununla güzel kokulu çiçeklerin de damıtılmış olacaklarını kaydetmiştir.

İskenderiyeli simyacıların bilgisinin Antik dö-nem Mısırlı rahipler tarafından bilinmediğini düşünemeyiz. Ptolemeler dönemi Mısır da yaşamış simyacı Kleopatra M Ö 50 lerde da-mıtma usulünü kullanmış olduğunu biliyoruz. Simyacı Kleopatra’nın “dibikos” adlı iki kollu düzenekte iki farklı ayrım toplayabilecek özel-likte damıtma kabı kullandığı bugün biliniyor. Bu tekniğin çiçeklerin ruhunu yakalamakta yani çiçeklerin ve güllerin damıtılmasında da kullanıldığı yazılıyor422.

İskenderiye MS 640 yılında Arapların eline geçti ve Araplar antikçağın bilimsel mirasına ilgi gösterdiler, en önemli eserler Arapça’ya çevrildi. İskenderiyelilerin damıtma konusun-daki bilgi ve tekniklerini de devraldılar. Kolay bozulmayan kokulu sular üzerinde önemli ça-lışmalarla parfümcülüğe büyük katkıları oldu. İskenderiyeli simyacıların yolunda giden, sim-ya sanatının büyük üstadı hiç şüphesiz MS 720–

422 Tez, Zeki “Damıtma Tekniğinin Tarihsel Gelişimi”. Kutsal Dumandan Sihirli Damlaya: Parfüm İstanbul 2005 s. 56.

813 yıllarında yaşayan Câbir b. Hayyam’dır. Batı dünyasının Geber olarak tanıdığı Câbir çok önemli bir simyacı ve kimya biliminin ku-rucusudur. Dört ciltlik önemli eseri“Külliyat” da damıtma usullerini ve onun inceliklerini an-latmıştır. Onun bilgileri tabipler, kimyacılar ta-rafından ve tekniği gülsuyu üreticileri tarafın-dan çok kullanılmıştır423. Bu bilgiye göre iksir, cevherlerin değiştirilmesi anlamına geliyordu. Cevherin değiştirilmesinin mümkün olmadı-ğı düşünüldüğünde de cevherin şeklinin de-ğiştirilmesine çalışılıyordu. Damıtma burada önemli bir yöntemdi. Bu usulle “ruh” cevherin latif özelliklerini çıkarmaktı. Ruh, buharlaşa-rak uçup sonra başka bir şekilde yoğunlaşan maddelerdi ki gülsuyu da böyle elde ediliyor-du. Simyacılar yoğunlaşan maddeyi ruh olarak adlandırıyordu.424

Zerdüştler ve Damıtma Güzel kokulu çiçeklerin vazgeçilemeyen ko-kularını şişelere kapatmak sanatını ilk Zer-düşt rahiplerinin bulduğu söylenir. Ortaçağda Doğu kaynaklarındaki bilgileri nakleden yazar-lar bu ince sanatın Sasanîler döneminde MS 224–651 Zerdüştler tarafından icat edildiğini bildirirler425.

423 Şehsuvaroğlu, Bedi N, Eczacılık Tarihi Dersleri. İs-tanbul Üniversitesi yayın no 1582.İstanbul 1970.424 Klasik Dönem İlaç Hazırlama Yöntemleri ve Ter-kipleri, Haz. Nil Sarı, Ramazan Tuğ, Ahmet Zeki İzgöer, Mehmet Yahya Okutan. İstanbul 2003. s. 28.425 Bakır, Abdülhalık, “Ortaçağ İslam Dünyasında It-riyat,” Gıda, İlaç Üretimi ve Tağşişi. Ankara 2000, s. 56.

Page 354: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

354

Zerdüşt’ün MÖ 700–600 yıllarında kurduğu dinsel törenlerde çiçeklerin çok önemli bir yeri vardı. Zerdüştlüğün 9. yüzyılda kaleme alınan Avesta’sına göre bitkileri ölümsüzlük (ameretât) şeklinde adlandırılan melekler temsil etmiştir ve gül bir dini sembol olarak kabul edilirdi.426 Zerdüştlüğün en büyük tanrısı Ahuramazda (Hürmüz)’ya tapmada güzel kokular büyük rol oynamakta idi. Bu sebeple rahiplerin güzel ko-kulu çiçekleri ve özellikle gülü damıtarak şişele-re kapatma sanatında çok usta bir hale geldik-leri yazılır. Sasanî kralı II. Hüsrev’in (590–628) uşağı Kuş-Arzuk tarafından verilen bilgiye göre o dönemde en çok sevilen kokuların başında gelen güller, İran gülü, Hind gülü, Kral gülü gibi isimlerle farklı güllerdi. Kuş-Arzuk o dönemdeki gülleri tanıtmış ve gülün aşkı temsil ettiğini bil-dirmişti427. Bu gelenek devam etmiş, gülün damıtılması ne-ticesinde elde edilen gülsuyu İran’da önemli bir ticaret maddesi olmuştu. Bu kayıtlara İslam dün-yasının büyük sosyologu İbn Haldûn(1332-1406) da rastlıyoruz. Kitabında 14. yüzyıl İslam dünyası hakkında bilgiler veren Haldûn gülün damıtılma-sı ve damıtık gül yağının kullanılması konusunda ilk açık bilgileri vermiştir. Buna göre İran’da gül-suyu üretimi 8. yüzyılda geniş boyutlara ulaştı ve İran’da bir zanaatsal uğraş halinde üretilen gülsuyu 8. ve 9. yy da Çin ve Hindistan’a dek ula-

426 Kıaer, Eıgıl. Methuen Handbook Of Roses. London 1965. Resimler bölümü s. 4.427 Bakır, agm, s . 56.

şan önemli bir ticaret maddesi idi.428

İslam Dünyasında Gülsuyu Ortaçağda Müslümanlar kültür ve inançların-dan kaynaklanan geleneksel alışkanlıkların-dan aşırı derecede koku tüketiyorlardı. Çok uzun çağlardan beri o topraklarda parfüm sa-natı gelişmişti. Zamanla kokulu çiçeklerin da-mıtılmasında usta oldular ve bunun ticaretini ele geçirdiler. Abbasi halifelerinin güzel ko-kuya özellikle gülsuyuna düşkünlükleri bilinir. Sultanların, yüksek rütbeli askerlerin, devlet memurlarının, siyaset ve bilim adamlarının sı-cak havalarda çok fazla gülsuyu kullandıkları bu sebeple gülsuyu imalathanelerinin çoğaldı-ğı kaydedilmiştir.

İran, Suriye, Anadolu, Mısır ve Yemen’de bol miktarda gül, menekşe yetiştirilmekteydi. İran’da Firuzâbad ve Kuvâr ve el-Cezîre bölge-sinde Nusaybin (Şimdi Türkiye sınırları içinde) şehirleri gülsuyu üretiminde büyük ün kazan-mışlardı. Hele ilk iki şehirde üretilen gülsuyu dünyaca tanınıyordu. Buralardan şişeler için-de deniz yolu ile Hüzistan, Horasan, Hindistan, Çin, Anadolu, Hicâz, Yemen, Suriye, Mısır, Mağ-rip (Fas) Endülüs ve Avrupa ülkelerine ihraç edilmekteydi429.

428 Tez, Zeki. Kimya Tarihi, Kozmetik Sarfüm, Sabun. s. 39; Bayat, Ali Haydar, Tıp Tarihi. İzmir 2003. s. 167.429 Bakır, agm. s. 49; Tez, Zeki. “Damıtma Tekniğinin Tarihsel Gelişimi”. Kutsal Dumandan Sihirli Damlaya: Parfüm İstanbul 2005 s. 57

Page 355: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 355

Babil’de Gülsuyu İmalatı Güllerin damıtılarak gülsuyu hazırlanmasını en iyi işleyenlerden birinin de Babil’liler oldu-ğunu Zehrâvî (936-1013) kaydetmişti. !0.yüz-yılın çok önemli Endülüslü hekimi Zehrâvî gül-suyu hazırlama tekniğinde en usta olanların Babil’liler olduğunu ve nasıl elde ettiklerini yazmıştı. Bu bilgilere göre; Damıtma odun ve kömür ateşiyle iki şekilde olu-yordu. Biri su kullanarak diğer usul de su kullanılmadan ya-pılan damıtmadır. Babil’lilerin odun ateşinde su kullanarak gülsuyu hazırlamada en usta millet olduğu ve ürettikleri gül-suyu daha zahmetli ve pahalı-ya mal olduğunu vurgulamıştı. Hazırlanışı şöyle idi; Bakırdan bir kazan fırının içine konulur, içi su ile doldurulup ağzı sıkı bir şe-kilde tahtayla kapatılır ve boy-nuzlu imbik için yer bırakılırdı. İmbik camdan yapılırdı. İmbik-ler kazana değmeden suda du-rurdu. Boyun kısımları bir bezle bağlıydı. İmbiklerin içi taze gül ile doldurulur, kazana temiz su konur, odun ya-kılır ve su kaynayana kadar ateşe odun atılırdı. Bu sırada fırın kapalı olurdu. Cam imbik yoksa sırlan-mış topraktan da yapılırdı. Damıtma işlemi bitince içindeki güller alınıp yerine yeni güller konulur, ka-zandaki su azalınca ilave etmek için sıcak su ha-zır bekletilirdi. Soğuk su ilave etmekten çekinilirdi

çünkü soğuk su imbikleri patlatır ve damıtmayı bozardı. Sulu olmayan damıtmada yabani gül-lerden elde edilen gülsuyunun kokusu bahçelerde yetiştirilenlerden daha baskındı430.

Zehrâvî’nin anlattığı gülsuyu hazırlama tekni-ğinin Babil’de ne kadar eskiye dayandığını bi-lemiyoruz. Bu usul Antik dönem Babil’lilerden

kalmış olabilir mi. Bildiğimize göre MÖ 605 den itibaren hü-küm süren Kral II. Nebuchad-nezzar güzel karısı Amytes için Babil Bahçelerini yaptırmış olduğu, Kraliçe Amytes’in sa-dece gül ve zambağı sevdiği ve Kral’ın Babil’in asma bah-çelerinde bu çiçekleri yetiştir-diğidir. Bu çiçekler Amytes için güzel kokulu parfümler haline getiriliyordu431. Bu parfümle-rin hazırlama tekniğinde gülün damıtılması kullanılmış ve bu teknik devam etmiş olabilir.

430 İbnül- Baytâr “ el-Müfredât” kitabının Almanca çevirisi; Joseph v. Sontheimer; Große Zusammenstel-lung über die Kräst e der bekannten einfachen Heil- und Nahrungsmittel von Abu Mohammed Abdallah Ben Ah-med aus Malaga bekannt unter den Namen Ebn Bait-har, II.Band Stuttgart 1842, Hallberger’sche Verlags-handlung S. Cilt 2 s. 689. Destilation des Rosenwasser.431 Yentürk, Aybala, “Uygarlık ve Parfüm: Bir Yolculu-ğun Tarihçesi.” Kutsal Dumandan Sihirli Damlaya: Par-füm İstanbul 2005 s. 12.

Page 356: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

356

Ebubekir Râzi’de Güllerin Damıtılması İslam dünyasının 9. yüzyılda yetiştirdiği çok önemli hekimlerinden biri olan Zekeriyya er-Râzî (865–925) de bir simyacı idi. Gençlik çağ-larında uğraştığı bu sanatın bilgilerini tıbba kazandırmıştı. Çok iyi klinik hekim olan ve tıb-ba ait pek çok önemli kitabı olan Râzî simyaya ait “kitâbu Sırri’l-esrar” ı yazmıştı432. Bu se-bepten Râzî damıtma teknikle-rini çok iyi biliyordu.

Râzî ‘nin gülsuyu damıtılması hakkındaki bilgilerinin önemli olması nedeniyle İbn Baytar’da kaydedilmişti. Bu bilgilere göre Râzî gülsuyunun damıtılması için şunları yazar;

Damıtmanın sırrı imbiklerin büyük ve kalın olmasıdır. Al-tının düz veya etrafında ba-loncuklar olmaması ve boyun kısmının sıkı oturmasıdır. İçine oturtulduğu kazan yemek ten-ceresi şeklinde olmalı ve im-biklerin en üstüne kadar gülle doldurulup suya oturtulmalıdır. İmbikler kırıl-mayacak, değmeyecek ve hareket etmeyecek şekilde birbirine bezle bağlı şekilde kazanının içinde yer alırlar. Bunlar soğuk su temasında da kırılır,bu yüzden kendi kendine soğumaya

432 Ağırakça, Ahmet, İslâm Tıp Tarihi, Başlangıçtan VII/XIII. Yüzyıla Kadar. İstanbul, 2004. s. 154.

bırakılır. Kazanda su azaldığında da imbiklerin kırılmasını önlemek için ve damıtmanın bozul-maması amacıyla sıcak su ilave edilir. Bu ıslak yani kaynar su ile yapılan damıtmadır. Kuru olan ise büyük bir kazanın içine elenmiş kum ve sıcak kül üzerinde yapılandır. Damıtılacak şişeler külün üstüne bunları ya tek başına veya birbirine ikişer ikişer bağlı olarak koymak ge-

rekir. Bu maddelerin içine cam imbikler kazana değmeyecek şekilde yerleştirilir. Suyun çok ısıtılmaması gerekiyor, çün-kü kuma yerleştirilen imbik-ler eğer su çok ısıtılırsa kum da ısınacak, bu şekilde zarar görecekler ve kırılacaklardır. Razi’nin ve diğerlerinin dü-şünceleri damıtmayı toprak ve cam imbiklerin topraktan bir kafesin üstüne koyarak, hafif bir ateşle yanan fırında yap-maktır. Ateş ile imbikler ara-sında bölme bir duvar oluştur-mak için böyle bir kafes yerine kiremitten (tuğladan) kapak ta olabilir. İmbikler ateşe daya-

nıklı topraktan olmalı. Üzerlerine killi toprak veya bugünlerde gülle yapılan çamur sürülüp potayla kapatılır. Bu şekilde hazırlanan imbik-lerde hoş koku veren güller damıtılır. Kiremit (tuğla) yağı ve benzer yağlar bu yöntemle kuru yapılanlardır. Razi bu şekilde kiremit (tuğla) yağını hazırladığını yazar.Razi bundan başka

Page 357: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 357

şunları söyler: Fırın çok sıcak ve damıtılacak şeyler çoksa, ateş orta hararete gelene ka-dar azaltılır. Eğer ateş zayıfsa kuvvetlendiri-lir. Boruların ağızları ve imbiklerin boyunları içlerine duman girip damıtmayı bozmamaları için kapatılır. Boynuzlu imbik, imbik ve boru adı verilenlerin hepsi sırlı killi topraktan ve camdan oluşur. Bunlar Gülsuyu ve benzer su-ları damıtmada kullanılır. Boyun borunun içine girdiği kısımdır. Borudan çıkıp damlayan suya dabbâbat denir. Borunun sonunda kalan kaba damlayan gülsuyuna mahsul denir. Bu arada borulardan geçip akan suyun imbiklerden dö-külürken hiçbir damlasının ziyan olmamasına dikkat edilir433.

9.yüzyılda yaşayan el-Kindî (Ö.870) de güller-den hazırlanan gülsularının ilaç olarak ve ço-ğunlukla güzel koku olarak kullanıldığını belir-tir.434

Zehrâvî ve İbnü’l-Baytâr’ın Gülsuyu Hazırlama Teknikleri Endülüs Emevileri döneminde yaşamış iki çok önemli hekim olan Zehrâvî (936–1013) ve İbnü’l-Baytâr (1197-1248) da gülsuyu hazırla-ma tekniği hakkında yazmışlardı. Ortaçağ’da İspanya’da doğmuş ve bilgi birikimlerinin o

433 İbnül- Baytâr “ el-Müfredât” kitabının Almanca çev. Joseph v. Sontheimer. Cilt 2. Destilation des Ro-senwasser . s. 690.434 KİNDİ The Medical Formulary or Aqrabadhın of Al-Kındı, Martın Levey (Translated with a Study of İt’s Materia Medica) London 1966. s. 344–345.

topraklarda almış olan bu iki hekim artık tıb-bın bir parçası haline gelen güllerin damıtıl-ması ile ilgili geniş bilgiye sahipti. Her ikisi de bu konuda bilgili ve deneyimliydiler. Onların kaydettiği gülsuyu hazırlama tekniği ve bu ko-nudaki detaylar bize çok şey öğretiyor.

Zehrâvî’deki bilgileri kendi deneyimleriyle ta-mamlayan İbnü’l-Baytâr bu konuda şöyle ya-zıyor; Gülsuyu çeşitli şekillerde hazırlanır. Bun-lardan biri damıtmada odun ve kömür ateşi ile su kullanarak diğerinde ise su kullanmayarak yapılandır. En sık tercih edilen bir diğer yöntem ise tecrübeli simyacıların başvurdukları, damıt-ması biraz keskin kokan, odun ateşi ile susuz yapılanıdır.

Gülsuyunda Susuz YöntemZehrâvî’nin anlattığı bilgilere göre Susuz yön-temle damıtma şöyleydi; “Gülsuyu susuz yön-temle hazırlanmak istenirse, yine içine koyula-cak imbik sayısı ve büyüklüğü kadar kare, uzun veya yuvarlak bir fırın gerekliydi. Fırının yük-sekliği üst üste koyulmuş iki imbik boyu kadar olmalıydı, fırının üst kısmı sivrileşerek gelirdi. İki imbik arasında dört parmaklık boş yer ol-malıydı. Havanın gitmemesi için fırının üstünde en ufak bir aralık dahi bırakılmamalıydı. Fırının altındaki kapıdan içine odun konurdu, diğer ta-rast a da dumanın çıkması için havalandırma de-likleri vardı. İmbikler çömlek toprağından, taş-tan veya ateşe dayanıklı topraktan olmalıydı. Fırın kurutulup kırılmaya karşı önlem alınınca

Page 358: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

358

imbiklere taze gül yaprakları konduktan sonra ateş yakılırdı. Fırın ısındıktan sonra gülsuyu im-biklerin içine akmaya başlıyor. Damıtma işinin sonuna kadar fırının kapakları hiç açılmıyor. Odun yerine kömür tercih edilirse gülsuyu daha keskin kokuyor. Eğer imbiklerin boyunları biraz eğik olursa damıtma işlemi hızlanıyor. Birçok-ları için de imbiğin boyun kısmı geniş ve kısa olması gülsuyu hazırlanmasında tercih ediliyor. Ateşin ayarlanması da zamanla hissedilerek oluyor. Çok fazla ateş gülsuyunu bozuyor, da-mıtma zamanını uzatıyor. Orta derecelerdeki ısı bunun için en mükemmel olanıdır. Bazı bilge adamlar gülsuyu ve diğer şeyler için kullanılan damıtma fırınlarını gülsuyunun hava ile tema-sında buharlaşacağı için, evin bahçesinde değil kapalı büyük binalarda yapılmasını söylüyorlar. Eğer işlemler doğru yapılırsa gül yapraklarının ağırlığının yarısı kadar gülsuyu elde edilebilece-ği söyleniyor.”

Zehrâvî az miktarda gülsuyunun hazırlaması-nın yöntemi ise şöyle anlatır; Bakır bir tence-re alınıp içi su doldurulup ateşe konur. Üstüne tencerenin büyüklüğüne göre iki üç imbik sığa-cak şekilde delikler açılmış tahta kapak konur. İmbikler camdan olup, tencereye değmeyecek şekilde suya batarak birbirine bağlanır. Gül yap-rakları imbiklerin içine konur, su kaynayınca gül-suyu elde edilmeye başlanır.

Toprak Kaplarla Gülsuyu Elde Etmeİbnü’l-Baytâr “el-Müfredât” adlı kitabında

“İmbik vazifesi gören kabak adı verilen toprak kaplarla gülsuyu elde etmenin bir başka emin yolu”nu şöyle anlatır; Damıtmayı mükellef ya-pan bazıları en sağlam ve en iyi fırınların uzun olmayan kare şeklindekilerin ve içinde 16-25 borusu olanlardır düşüncesindedir. Fırın on altı boruluysa her sıraya dörtlü şekilde bağlanır. Yir-mi beş borulular ise beşli düzenek içinde olurlar. Fırını yaparken dört tarast aki boruların her ta-rast a ikişer sıra halinde gelmesine ve ortada bir-leşmelerine dikkat edilir. Çubuklar birbirine bağlı bir bütün oluşturarak yay şeklinde bir çatı mey-dana getirdiklerinde, süzgeçten alçı elenerek su ile karıştırılıp yoğrulduktan sonra damdaki çubukların üstüne fırının hiç hava almaması ve gülsuyunun buharlaşıp çıkmaması için parmak kalınlığında alçı sürülür. Alçı kuruduktan sonra üstüne iri taneli kalın tuz konur. Çubukların ta-banı ve uçları arasında kalan kısım iki karıştan ne az ne de fazla olmamalıdır. Fırının kapılarının genişliği de bir karış olmalıdır. Fırının en üst bö-lümünde çubukların bulunduğu yerde demirden üç değişik sütun çakışır. Bunun üzerine çubuk-ların genişliğinde delikleri olan kapak gelir. En altta kalan çubuklara ve fırının kapısına yakın olan toprak borular üç parmak, üçüncü sıra iki parmak ve dördüncü sıra bir parmak genişliğin-de olmalıdır. Aynı düzen imbiklerde de vardır. Büyük fırınlarda her zaman fırının iyi yanması ve gülsuyunun eşit miktarda damıtılması için havalandırma delikleri vardır. Borular dizilişle-rinde birbirine yaklaşmamalı, iki boru arasında yarım karıştan az veya çok aralık olmamalıdır.

Page 359: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 359

Her boru iki karış olmalı, alçılı yüzeyin üstünde kalan boynu 1/3 karıştan az olmamalıdır. Boru-ların içleri düz, aynı şekilde ve sırlı, en üst kısım-ları ise yeterli genişlikte olmalıdır. Fırının altına yerleştirilen odun el büyüklüğündeyse boru çe-perlerinin genişliği bir parmaktan dar olmaması gerekir. Ağızları eksiksiz ve yuvarlak olmalıdır. Eğer böyle olmazsa boynu yerleştirirken sağlam olmaz ve bir miktar gülsuyu da buharlaşıp azalacaktır. Boyun-ların uçları dışarıya çevrili ve yarım çan şeklinde olmalıdır. Boruda toplanan gülsuyu bo-yundan rahat ve bol damlaması için borunun düz, aynı şekilde ve iyi sırlanmış olması gerekir. Aynı zamanda içine parmağın girip her yönde hareket ettirilecek bir tutamağı da olmalıdır. Borula-rın bağlanmasında tutturulan boynun altındaki tutamağın kenarı bir parmak genişliğinde olmalı, eğer daha geniş olursa basınca dayanamayıp imbiği patlatır. İçinde gülsuyu bulu-nan boynuzlu imbiğin altı geniş ağzı dar olmalıdır. Isınınca gülsuyunun buhar-laşmasını engellemek için, ısınan fırının içindeki boynuzlu imbikler geniş taşlar üzerine oturtulur. Bağlantıları yumuşak bez parçalarından olur ve borunun ağzını bir iki kez sardıktan sonra boyun onun içine girer. Eğer içeride serbest yer kalma-yacak kadar sıkı bağlanmışsa bağlantı o zaman

ipliklerle bağlanır, yine her şey kapatılamazsa bağlantıya üçüncü bir düğüm atılır. Borularda güllerin tazeliğini koruyarak kalması onları ye-terli miktarda sıkışık bir şekilde koyulmaması ile sağlanır. Fırınlar kuru ise ateş en kuvvetli orta-dan yandığı için güller boruların başlangıcından ortasına kadar doldurulması yeterlidir, yan ta-rast aki borulara ortadaki borulara göre daha az

miktarda gül konur. Yeterli ısının miktarı ise ateş yakıldıktan son-ra borunun boynuna elle tutula-mayacak kadar sıcak olacak ve imbikte 2/3‘ü gülsuyu bulunma-sı gereklidir. İstenilen dereceye ulaşılınca ateş her tarafa eşit dağıtılıp fırının ağzı çamurla sıvanır ve akşama kadar fırına ellenmez. Eğer fırın çok sıcak olup istenilen ısının üzerine çı-kılırsa gülsuyunun rengi değişip tadı ekşileşir, bazen siyahlaşır. Gülsuyunun imbiğin içinde kal-masına, çoğalıp taşmamasına dikkat etmelidir. Fırının içinde duman toplanırsa üst kapakta bir delik açılır, duman çıktıktan

sonra bu delik kapatılır. Ertesi gün borularda-ki yanmış güller toplanıp boruların içleri temiz suya batırılmış bezlerle temizlenir. Akşam veya gündüz yapılan her damıtmada sadece tek bir fırın kullanılır. Eğer borular iyi temizlenmezse diğer damıtmada ilk yapılanın kötü kokusu ikin-ci yapılana siner. Boruların alt kısımları siyah

Page 360: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

360

üst kısımlara doğru rengi kırmızı sarıya döner.435

İbnü’l-Baytâr’ın kitabında anlatılan gül damıt-ma usulünün ne kadar dikkat isteyen ve özenli bir tekniğe sahip olması gerektiğini bu satır-larda görüyoruz.

Bir Başka Yöntem İbnü’l-Baytâr “Su ile hazırlanan bir başka gül-suyunun yöntemi” şöyle anla-tıyor; Damıtma işlemi bittikten sonra alınan yanmış güllerle ya-pılır. Bu artıklar bir kazan içine atılıp üzerine su konur. Bu şekil-de bir gün bekletildikten sonra el ve ayaklarla ezilerek parçala-nır. Şerbet kıvamına gelene ka-dar su dökülmesi söylenir. Daha sonra imbiklere konup önceki anlatan yöntem şeklinde işlem yapılır.

Kurutulmuş Güllerden Gül-suyu Damıtılması Zehrâvî’den naklen İbnü’l-Baytâr “kurutulmuş güllerden gülsuyu eldesi”ni şöyle anlatır; Kurutulmuş güllerin çekebileceği kadar su ilave edilir, daha fazla değil. Daha sonra imbikler gül ile doldurulur. Bu kolay yöntemle hazırlanan gülsuyu tıpta iyileştirmek amacıyla kullanılır. Sadece gerektiği zaman hazırlanır. Deneyimli kişiler bir kısım kuru güle 1/10 kısım şekerli su

435 İbnül- Baytar, age. s. 690–694.

konulunca damıtmada iyi bir gülsuyu elde edile-cektir. Kuru gülden de en iyi kaliteli gülsuyunun damıtılacağı biliniyor. Gülsuyunun damıtmasını hızlandırmak için gülün yaprakları parçalanıp sıkılır ve suyu cam bir imbiğe konur. Bilinen yön-temle imbikte gülsuyu hazırlanır.

Gülsuyunun Kalitesini Düzeltmek İbnü’l-Baytâr’ın Müfredât kita-bında “Gülsuyuna sinen duma-nın uzaklaştırılması ve bozu-lanların iyileştirilmesi” konusu, gülsuyu damıtanların başlarına sıkça gelen sorunlardandı. Bu-nun düzeltilme tekniği bu bö-lümde şöyle anlatır; “En üstteki gülsuyunu en alttaki gülsuyu ile karıştırmalı, imbikten ilk çıkan ile son çıkanı, çünkü imbikten ilk akan gülsuyu ısıdan daha az damıtılmıştır. Gülsuyu uygun şekilde karıştırılırsa beğenilen, tatlı ve hafif keskin bir tada ulaşır. Gülsuyuna duman karı-şırsa ve dumandan arındırılmak istenirse gülsuyunun içine bir

miktar hoş kokulu amber konur. Amber bunun içinde gülün kokusunu alana dek, hiç duman ko-kusu kalmayana kadar birkaç gün kalır. Gülsuyu içinden alınan amber kurutulup isteğe göre kul-lanılır. Bir başka yöntem: beyaz, temiz, gevşek dokunmuş bir bez parçasına iki veya daha çok misket haline getirilmiş tuz ve su ile ovulan ke-

Page 361: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 361

kik gülsuyu miktarı oranında, duman ve is koku-su gidene kadar birkaç günlüğüne konur. Ayrıca biliniyor ki aşırı sıcaklık veya az ısıtma güllerin bozulmasında etkili oluyor. Isının yetersiz ol-ması halinde gülsuyu içinde beyaz noktalar ve iplikler oluşuyor. Bunu da ortadan kaldırmak için aşağı yukarı dört defa beyaz kaba bir bezle emdirerek temizlemek ve bu işlemi takiben bir okka gülsuyuna 1/8 dirhem şap konup karıştır-mak gerekiyor. Belli bir zaman sonra gülsuyu berraklaşıyor. Güllere uygulanan yüksek ısının bir işareti gülsuyunun koyulaşması, renginin ve tadının değişmesidir. Bu olay dört okka gülsuyu-na Toledo’da eski madenlerde bulunan killi top-raktan bir ons alınıp üstünü kapatacak şekilde üzerinden çok miktarda su dökülür. Daha sonra içinde gülsuyu bulunan cama atılıp beraber bir bütün oluşturana kadar karıştırılır. Daha sonra killi toprak çöküp temiz gülsuyu ortaya çıkana kadar bekletilir. Eğer gülsuyu rengi istenilen kı-vama gelmediyse ikinci sefer killi toprakla uygu-lanan işlemler tekrarlanır.”436

Dımaşkî’nin Eserinde 13. Yüzyılda Gül-lerin Damıtılması Ortaçağ İslam dünyasının bu bilgi birikimi-ne bir ilave de Suriye civarında elde edi-len gülsuları hakkındadır. İslam dünyasının önemli kozmoğrafya ve coğrafya alimi olan Dımaşkî (1256–1327) yazdığı önemli kitabı “ Nühbetü’d-Dehr fî Acâibi’l-Berr ve’l-Bahr” adlı eserinde 13. yüzyılda Orta Doğu’da gülsuyu

436 İbnül- Baytâr, age. s. 694–698.

imalatı ile uğraşan önemli merkezler hakkın-da bilgi vermiştir437. Özellikle Suriye’de önem-li bir merkez olan “Meze” den bahsetmiştir. Burada uygulanan gülsuyu elde etme sanatı Zehrâvî ve İbnü’l-Baytâr ‘ın yazdığı tekniklere benzer.

Dımaşkî’nin yazdığı bilgileri bize nakleden Abdülhâlık Bakır Gülsuyu imali ile ilgili bilgi-leri şöyle anlatır; “Suriye’de Meze denilen bir nehrin yakınında aynı adı taşıyan havası temiz, suyu berrak, meyvesi bol ve gülü ve çiçekleri çok güzel kokan bir köyde, nefis “gül yağı” imal edil-mekteydi. Kaydedilenlere göre, gülün yetiştiği mevsimde bu köyün yolları ve sokakları büyük miktarda dökülen gül ve çiçek artıkları ile dolar ve bu mevsimin bitimine kadar, eşi hiçbir yerde bulunmayan, hatta misk kokusundan daha gü-zel kokular sarardı. Mezze köyünde, “gül yağı” imali şöyle yapılmaktaydı. Yapı ustaları iki bu-çuk zira (kulaç) boyunda bir kuyu kazarlardı. Sonra bu kuyunun üzerine kerpiçlerle bir tara-fında kapısı, diğer tarafında hava boşluğu ve üst kısmında bu buharın çıkması için bir bacası bu-lunan uzunlamasına bir bina yaparlardı. Sonra bu binanın üzerine bir depo koyarak onun altına da odun parçalarını yerleştirirlerdi. Arkasından deponun üzerine yarım kulaç yüksekliğinde ha-mam bacası gibi bir kulübe inşa ederlerdi. Sonra 437 Şeyhü’r-Rebve. Şemsuddin Ebu Abdullah Muham-med b. Ebî Talib el-Ansâri ed-Dımaşkî. Nühbetü’d-Dehr fî Acâibi’l-Berr ve’l-Bahr, Beyrut, 1988 s. 261.İslam Ansiklopedisi Cilt 9, İstanbul 1994, DIMAŞKÎ, Şeyhür-rabve,

Page 362: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

362

aşağıdan yukarıya doğru belli mesafede delikle-ri bulunan boruya, ağız kısımları dışarıya çıka-cak şekilde camdan mamul yağ depolarını bağ-larlardı. Bir buçuk insan boyu kadar yapılan binanın bir tarafında gül yağı depoları, diğer tarafında da delikli borular sıralanırdı. Onlar ayrıca binanın ortasında adı geçen depodan binanın tavanına kadar uzayan tahtadan bir sütun yerleştirirlerdi. Sonra da binanın üst kısmını muhkem bir tavanla kapatırlardı. De-polar gül veya diğer çiçeklerle doldurulduktan sonra imbikler yerlerine yerleştirilirdi. Her im-bik gül yağı ile dolunca da camdan büyük ka-vanozlara veya “kumkum” olarak adlandırılan bakırdan mamül iki kulplu kaplara boşaltılırdı .”438

Dımaşkî’ gülyağı ve gülsuyu elde etmenin bir başka susuz yöntemini şöyle anlatıyordu; “Ortaçağda gül, belesân, nilüfer, bân, turunç, gelincik (lycnis coranaria L. Caryophyllaceae), hindiba ve Dımaşk şehrinde yetiştirilen karan-fil yaprağını depolara doldurarak odun yak-mak suretiyle gül yağı ve diğer yağları çıkart-mak için, bir yöntem daha kullanmaktaydılar; Yapı ustaları tersine çevrilmiş bir kuyuya ben-zeyen ve odunla yanan bir ocak yaparlardı. Bu öyle bir şekilde olurdu ki bir baca misali alev ve duman içinde rahatça yükselebilirdi. Bu ocağın etrafına kendisi gibi ve iki daire şeklin-de bir duvar örülürdü. Sonra camdan depoları duvarla kuyu arasına yerleştirirlerdi. Bunların

438 Bakır, agm. 2000 s. 117–118.

alt kısımları kuyuya baş tarafl arı da duvar-dan dışarı çıkarılırdı. Sonra ateş ve dumanın çıkması için kuyuda depolar arasında delikler delerek istenilen miktarda bu depoların ısın-masını sağlamaya çalışırlardı. Sonra kuyu üzerindeki binayı duvarı ve depoları bir insan boyu kadar yükseltirlerdi. Arkasından kuyu ile duvar arasına bir tavan yaptıktan sonra baca işlevi gören kuyunun baş tarafını daraltırlar ve burada kaliteli odun yakarlardı. Aynı za-manda gülyağının çıktığı yer, gülün konduğu depo ile bağlantılı olurdu.

Bu iş için kullanılan ve “âsâl” olarak adlandırı-lan alet ise, ya camdan ya da kalıplar şeklinde topraktan yapılırdı. Ayrıca bu aletin imbik iş-levi gören cam veya kurşundan imal edilmiş bir kapağı bulunurdu. İtrıyatçılar gül yağı çı-karmak istediklerinde adı geçen aletin altına tuz ve kerpiçten oluşan bir zemin oluşturur-lar, sonra da altında ateş yakarlardı. Böylece güzel rengi ve nefis kokusu bulunan gül yağı yavaş yavaş damlamağa başlardı. Bu şekilde çıkarılan Meze gül yağı, daha sonra, bir taraf-tan güney ülkelerinden Hicaz ve Yemene diğer tarast an Hindistan Sind, Çin ve diğer ülkelere ihraç edilirdi439.

Aynı dönem önemli bilim adamı Kâşânî’nin ki-tabında da gülsuyunun berrak olması için uy-gulanan usul şöyle anlatılır; Kâşânî’den gelen bilgiye göre, gül yağı çıkarıldıktan sonra bir ay

439 Bakır, agm. 2000 s. 118–119.

Page 363: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 363

veya daha fazla ağzı kapalı olarak güneşte bıra-kılır, ayrıca son derece berrak olması için içine bir miktar “bakır neşası” atılırdı440.Dımaşkî’ nin kaydettiğine göre o dönemde gül yetiştirenler ve gül bahçesi olanlar çok iyi kazanıyorlardı. Bunlardan bir örnek; Ya-zılanlara göre H.665(1266–67) yılında Hanefi mezhebinin kadılar kadısı ve el-Hariri adın-daki kardeşinin Meze köyün-de uzunluğu 120 eni 75 adım olan ve “Şoru’z-Zehr” olarak adlandırılan bir parça toprak-ları vardı.

Bu şahısların aynı yılda, bu toprakta yetişen 20 kıntar gül satarak 22.000 dirhem gelir elde ettikleri bildirilmek-tedir. Kadı ve kardeşinin çok da büyük olmayan gül bah-çelerinden elde ettikleri ka-zanç;10.000 dinarın 43 kilo altın olduğu ifade edildiğine göre yaklaşık 90 kilo altın gibi görünüyor.441

440 Kâşânî Ebul Kasım Abdullah.Arâyisu’l-Cevâhir ve Nefâyisul-Atâyib.Tahran 1345, s. 319; Akt. Bakır, agm. 2000 s. 119.441 Ortaçağda prensip olarak 1 kıntar=100 rıtl idi. Duruma göre 10 menn de olabiliyordu. Büyük miktar-da altından söz edilirken 1 kıntar=10.000 dinar=42.33 kilogram altın olarak ifade edilirdi. Bknz. Walter Hınz s.30). akt. Bakır, agm. 2000 s. 119.

Suriyenin Trablusşam kentinde doğmuş olan Şihabeddin el-Nüveyrî (1279–1332) “Nihâyet el-Erab fî Fünun el-Adâb”( Edebi Bilgiler Konusunda İnsan Aklının Son Bu-luşları) adlı eserinde taze kokulu çiçeklerin damıtılması hakkında bilgi vermişti. Başta gül olmak üzere nilüfer, menekşe, nergis, yasemin, mersin ağacı, safran, reyhan gibi

çeşitli bitkilerin damıtılması konusunda yazmıştı,

Gülsuyu ve gülyağı çıkarılan imalathaneler (Gülhâneler) 14. yüzyıldan itibaren sa-raylarda ve hastane yakın-larında yer almaya başla-mıştır. 14. yüzyılın başında yeni kurulan bir İlhanlı şeh-rinde hastane(darüşşifa) bölümü anlatılırken, darüş-şifanın içinde ilaç evi (şerâb-hâne), ilaç malzeme deposu (mahzen-i adviyye) ve da-rüşşifanın hemen yanın-da mutfak ve “gülsuyu evi” (gülâbhâne, gülhâne) olduğu

kaydedilmişti. 442

Gene 14. yüzyılda yaşayan ünlü gezgin İbni Batuta 1330 tarihinde Mardin bölgesini gez-

442 Özgüdenli, Osman. “Bir İlhanlı Şehir Modeli” (Rab-i raşidi) Esnaf ve Ekonomi Seminer. Cilt 1, 2003 İst. 1300 de başlanmış 1309 da tamamlanmış.112/

Page 364: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

364

miş ve seyahatnamesinde Nusaybin(Mardin) çevresinde elde edilen gül suyu hakkında; Bu beldede elde edilen gülsuyunun rayiha ve ne-faset bakımından bir benzeri yoktur demişti 443.

Gülyağının Bulunuş Efsaneleri; Prenses Nurcihan’ın HikâyesiGüllerin damıtılması ile elde edilen gülyağının tarihi için hoş bir efsane oluşmuştur. Genel-de halka mal olmuş böyle efsa-neler çok sevilen ve etkilenen olaylar için anlatılır. Bu hikâye de “Prenses Nur Cihanın” in hikâyesidir.

Bilindiği gibi güllerin damıtıl-ması ile elde edilen gülsuyunun üstünde biriken gül yağının ay-rılması önceleri bilinmiyordu. Anlatılan hikâyeye göre bu bir prensesin dikkatini çekin-ce keşfedilmişti. Tekrar edilen bilgilere göre; İran şahlarından birinin kızı olan Nurcihan Ci-hangir ile evlendiği sırada yapılan şenlikler-de saray bahçesinin havuzlarına adi su yerine gülsuyu doldurulmuştu. Sıcak yaz günlerinde uzun süren düğün şenlikleri sırasında Nurci-han havuzdaki suyun üstünde bir yağ toplan-

443 Baytop, Turhan. Türkiye’de Eski Bahçe Gülleri, An-kara: Kültür Bakanlığı, 2001. s. 92.

dığını görerek bunun ayrılmasını emretmişti. Bu yağın gülsuyundan daha etkili ve güzel ko-kuya sahip olduğu anlaşılıp o zamandan beri hususi olarak elde edilmeye başlanmıştı. Efsa-neye göre bu sebepten gül yağı Doğuda uzun zaman “ıtrı Cihangiri” ismiyle anılmıştır444. Bu hikaye gülyağı imalı ile ilgili her yerde yazılır anlatılır.

İran tarihini incelediğimizde Cihan şah dönemini buluruz. 1406 den itibaren Tebriz’i ele geçiren Karakoyunlu’lar İran’a hükmetmişlerdi. hükümdarı Cihan şah Türk olup, Cihanşah dönemi(1438–1467) yılları-nı kapsar. Cihanşah Türkçe, Farsça şiirler yazmış, 1465 de Tebriz’de Muzaff eriye Medre-sesini yaptırmış, mermer ve çiçekli çinilerle bezeli muhte-şem Gökmedrese’yi inşa ettir-mişti445. Efsaneye göre gülyağı bu dönemde yani 15. yüzyılda bulunmuş olmalıydı.

Aynı efsane Hindistan tarihin-de de anlatılır. Hindistanlılar karısı Nur ciha-na olan ölümsüz aşkının bir abidesi olarak Taç Mahal’i inşa eden Şah Cihan’ın düğününde gül

444 Baytop, Turhan, Türkiye’nin Tıbbi ve Zehirli Bitkile-ri. İstanbul Üniversitesi Yay. İstanbul 1963. s. 198.445 Ana Brittannica. İran Tarihi. Cihanşah Döne-mi(1438-1467) Ana Yayıncılık A.Ş. 1986-87. İstanbul

Page 365: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 365

yağı ile tanışırlar. Düğün günü için Şah Cihan şatosunu çevreleyen alanı gülsuyu ile doldur-muş ve misafirler bunun üzerinde gezinmiş-lerdi. Güneş ısısını gül suyuna vurdukça gülya-ğı oluştu ve Hintliler o zamandan beri gülyağı üretmede ustalaştılar.446

Bu efsaneyi ele alırsak; Hindistan tarihinde de Şah Cihan ve Nur Cihan mevcut olup Hint-Türk İmparatorluğu (1526–1761) dönemine aittir. Hindistan’a hükmeden Ekber Şah’ın oğlu Se-lim, Cihangir adını alarak 1605–1627 yılların-da tahtta bulunuyordu. 1611 yılında evlendiği Mühr’n-Nisa Sultan “Nur Cihan” ismiyle anılı-yordu. Hindistan tarihindeki Şah Cihan ise Ci-hangirin 3. oğlu Hürrem olup 1628–1658 yıl-larında tahta idi ve 1631 de ölen karısı Banu Beğüm Han için yaptırdığı türbe yani Tac Ma-hal ile tanınır447. Bu bilgilere göre Hindistan’da Şah Sultan’ın düğününde gülyağını fark eden Nur Cihan gerçekte kayınvalidesidir. Gül yağı Nur Cihan’ın Cihangir’le evlenme törenlerinde fark edilmiş ise bu tarih 1611 olmalıdır.

Bu efsane İran’a ait ise gülyağı 15. yüzyılda, Hindistan’a ait ise 17. yüzyılda keşfedilmiş olmalıydı. Hâlbuki biz yazılı birçok belgede 8. yüzyıldan itibaren gülsuyu damıtılması so-nucunda elde edilen gülyağı hakkında bilgiye

446 Şeyh Hakim Muinüddin Çişti, Sûfî Tıbbı, İnsan Yay. İstanbul 2001. S. 127.447 Ana Brittannica. Hindistan Hind-Türk İmparator-luğu, Hindistan Tarihi. Ana Yay. A.Ş. 1986–87. İstanbul.

sahip oluyoruz. Güllerin kuru kuruya damıtıl-ması sırasında simyacıların veya gülsuyu üre-ticilerinin bu çok güzel kokan gülyağını fark etmemeleri mümkün değil gibi görünüyor. Ya-zılı kaynaklarda 13. yüzyılda gülyağı çok net olarak zikredilmekte, imal edilmesi ve tica-reti hakkında bilgiler verilmektedir. Itr Arap-ça “atar” güzel koku anlamında olup Doğuda “ıtr-ı Cihangiri” denmesinin sebebinin Cihan-girin çok sevdiği veya çok kullandığı bir par-füm olmasından olabilir.

Ortaçağda Orta doğuda çeşitli coğrafyalarda yaşayan ve hükmeden Türklerin de gülsuyu ve gülyağını bildiklerini ve kullandıklarını izleye-biliyoruz. Elimizdeki en eski kayıtlar 11. yüzyı-la gidiyor. Yusuf Has Hacib’in yazdığı “Kutadgu Bilig” de gülsuyu ve gülsuyundan hazırlanan şerbetler kaydedilmiştir. Gene 11. yüzyılda ya-zılan “Divanü Lûgat-it-Türk”de Türklerin gülsu-yu şişesine “kumgan” dedikleri kaydedilmiştir. O tarihten itibaren geleneklerimizde ve yazılı kaynaklarda gülsuyu kendi kültürümüzde ina-nılamaz zenginlik ve çeşitlikte devam eder.

Damıtma Usulünün Batıya Geçişiİskenderiyeli simyacıların damıtma tekniği İslam dünyasına geçmiş, bu konuda pek çok gelişmeler ve teknikler elde edilmişti. Bu bil-gilerin Avrupa’ya batı dünyasına geçişi Haçlı seferleri ve tercümeler yoluyla olmuştur. Batı dünyası İslam medeniyetinin bilgi birikimi-ni Arapça eserlerin Latince’ye çevrilmesi ile

Page 366: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

366

tanınmış, her iki kültürün temasını kuvvet-lendiren Haçlı seferleri ile aktarılmıştı. Haçlı seferlerinden dönenlerin getirdikleri güzel ko-kularla tekrar dikkatleri çeken damıtma tekni-ği kullanılmış ve geliştirilmişti.

Arapça yazmaların Latince’ye çevrilmesinde en önemli merkez Salerno Tıp Okulu oldu. Sa-lerno Tıp Okulunun ünlü hekimleri damıtma tekniğini kurdular ve Doğu’da pek yapılmayan alkol damıtılmasını ön plana aldılar. Alkol el-desi ile ilgili ilk bilgi, 1160 yıllarında yazılan “ Compendium Salerni” de yer almıştı. Salernus Aequivocus, gülsuyu üretimine benzer şekilde damıtma yöntemini kullanarak “aqua ardens” (alkol) eldesinden ilk defa söz etmişti. Askeri cerrah ve kent hekimi Hieronymus Brunsc-hwig (1430-1512) Almanca iki damıtma kitabı yazmıştır. Distilasyon ve tekniğinden bahse-den bu kitaplar 1500 ve 1507 yıllarında basıl-mıştı. Brunschwig ikinci kitabında distilasyon aletlerini gösteren çok sayıda resme yer ver-mişti. Bu eser Batı dünyasında yazılmış, kim-yasal alet resimlerini içeren, damıtma işlemini açıklayan, bitkilerin uçucu yağlarından bahse-den en eski eserdir448.

Başlangıçta damıtma tekniğinde Doğu dünya-sındaki teknik kullanıldı. Damıtma düzeneği kendi geleneksel biçiminde damıtma balonu, Latince “cucurbit” “su kabağı” anlamında, da-mıtma külâhı “alembic” Arapça “al-inbik”, top-

448 Tez, agm, 2005 s. 60.

lama kabı “receptaculum” olarak üç parçadan oluşuyordu. Damıtma fırını “athanor”, Arapça “tennur”(tandır) olarak isimlendiriliyordu. Da-mıtmada soğutma işlemi çoğunlukla yalnızca hava ile oluyordu. Su ile soğutma işlemi Latin Ortaçağında keşfedilmiş olup çok ender uygu-lanıyordu. Simyacılar damıtma sırasında uzun süre, birkaç gün ya da birkaç hast a boyunca düşük sıcaklıkta ısıtma işlemi uyguluyorlardı. Bu amaçla düşük sıcaklık banyosu olarak uzun süre yaklaşık 50 derecede sabit sıcaklıkta ka-lan içi gübre dolu kasalar uygun oluyordu.449

Avrupa’da uzun süreler damıtma aletleri ve ısıtma işlemi çok az değişikliğe uğramıştı. O dönemde dört farklı ısıtma türü kullanılıyor-du. En düşük; yani birinci derece ısıtma “kül banyosu”yla, İkinci derece ısıtma kor halindeki “odun ateşi”yle, üçüncü ve dördüncü derece ısıtmalar ise damıtma balonunun “ateşle doğ-rudan” ısıtılması ve onun ateş şiddetinin bir körükle arttırılmasıyla elde ediliyordu.

Ortaçağ Avrupa’sında da damıtma işleminde buharın yoğunlaştırılması için üç yeni teknik be-lirlenmişti.

1. “Gül şapkası” bu türde imbik, koni şeklindeki başlık haline getirilerek büyütüldü. Soğutma yine hava ile sağlandı ancak daha büyük olan soğutma yüzeyi kolay kaynayan maddelerin de yoğunlaştırılmasına elverişli idi,

449 Tez, agm. 1992. s. 19–20.

Page 367: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 367

2. “Mağripli kafası” adı verilen daha geç geliş-tirilen düzenekte bir su havuzu imbiğe bağ-landı. Burada soğutma kesikli ya da sürekli yenilenen su ile oluyordu.

3. “Yeni sistem” bu sistemde yoğunlaştırma, toplama kabı ile imbik arasında uzanan bo-ruda olmaktaydı. Bu boru su dolu bir fıçı içinden ve yatay şeklinde geçerek soğutma sağlanmaktaydı Bu teknik zamanla en çok kullanılan sistem tek kalmıştır450.

Bu şekilde kimya sanatının bir tekniği olarak gelişen damıt-ma usulü güzel koku imalatçı-ları için yol gösterici oluyordu. Parfüm imalatı ile uğraşanlar bu teknikleri kullanarak çok iyi kazanıyorlar ve her yenili-ğin bu kazancı arttırdığını bi-liyorlardı. İslam dünyasının bu gizemli sanatı Venedikli tüc-carlar tarafından İtalya’ya ora-dan Fransa’ya geçmişti. Güney Fransa’da Grasse’e yerleşen Tomborelli güzel kokulu çiçek-leri yetiştiriyor ve damıtıyordu.

16. yüzyılda Kraliçenin parfümcüsü Renato Bianco kendi hazırladığı parfümlerle sarayda ve Paris’te ünlü oldu.18 yüzyılda Paris’te pek çok parfüm evi açılmıştı. Damıtılarak elde edi-

450 Tez, agm. 2005 s. 60.

len alkol, damıtılarak elde edilen güzel kokulu çiçekler ve gül yağlarıyla birleştiriliyor ve par-fümcünün sanatıyla farklı kokular meydana getiriliyordu.

Bugün su buharı ile distilasyon güzel kokulu otlar ve çiçeklerin eterik yağlarını elde etme-de çok kullanılan bir usuldür. Güllerin damıtıl-

ması genelde iki şekilde yapılır. Birinci usul “köylü tipi” dediği-miz çiçek tarlalarının yanında kurulan basit imalathaneler-de yapılır. Bu şekilde imalatta basitçe iki parçadan yapılmış imbiklerle “yeni sistem” dedi-ğimiz distilasyon borusunun su dolu bir havuzda soğutulması ile yapılır. İkinci yöntem “En-düstriyel üretim” dir. Fabrika-larda genellikle 3000 litrelik kalaylı bakır veya paslanmaz çelik tam donanımlı imbiklerde yapılır. Elektrik enerjisi ile çalı-şır otomatik olarak ayarlanmış su buharı ve soğutma sistemi vardır.451 Uzun yıllarda damıt-

ma teknolojisinde birçok gelişmeler olmuşsa da distilasyonun ana unsurları aynı kalmıştır.

Osmanlıda Gülsuyu Kullanımı

451 K. H. C. Başer, M. Kürkçüoğlu, O.Z. Konur. “Türk Gül Yağı’nın Üretimi ve Özellikleri”. Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Bülteni. Temmuz 1990, Sayı 4. s. 13–15.

Page 368: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

368

Osmanlılarda gülsuyu kullanımını inceleme-den önce Türklerin tarihindeki gülsuyu bil-gilerine bakmak lazım. Türkler Anadolu’ya gelmeden önce Orta Asya’daki dönemlerinde tanrılara adanmış atların, hayvanların güz mevsiminde güzel kokulu sularla yıkıyorlardı. Bu güzel kokulu çiçekler içinde gül de olma-lıydı. Orta Asya orijinli olduğu söylenen gül, eski devirlerden beri Türklerin dikkatini çekmiş diye düşünü-yoruz. Türklerin gülsuyu kulla-nımı adımlarını takip edersek elimizdeki yazılı kaynaklara göre şimdilik 11. yüzyıla kadar gidebiliyoruz.

11. yüzyılda yazılmış ve Türk-lerin düşünce sistemini ve ge-leneklerini öğrenebildiğimiz iki dev eser var. Türkçe Sözler Di-vanı “ Kitab-ü Dıvân-ı Lûgat-it Türk”, Kaşgarlı Mahmud tara-fından yazılmış olan büyük bir ansiklopedik eserdir. Bu eser yalnız bir sözlük değil, Türk tarih ve etnolojisi, coğrafyası, mitolojisi, halk edebiyatı, folkloru kısacası bü-tün Türk kültürünü içine alan önemli bir kay-naktır.452 Diğeri de Yusuf Has Hacib tarafından

452 Daha geniş bilgi için bkz. Ülkütaşır, M. Şakir; Bü-yük Türk Dilcisi Kaşgarlı Mahmut, Ankara 1972, Atalay, Besim; Divanü Lûgat-it Türk ve Tercümesi Üzerine not-lar, Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi C.I.Ankara 1939.

yazılmış “İki dünyadaki mutluluk” için yol gös-terici öğütlerin kaleme alındığı “Kutadgu Bi-lig” dir.

11. yüzyılda yazılan bu dev eserde; Vezirin oğlu Öğdülmiş’in vezirin kardeşi Odgurmış’a öğütleri arasında yer alan “Ziyafete Davet Usulü” anlatılırken ziyafet sırasında gülsu-

yundan hazırlanan cülâb ve cülengebin şuruplarını ikram etmesini nasihat eder. “Yemek yanında içecekte hazır olmazsa, o yemek yiyenler için zehir olur/ İster fuka, ister mizâb, istersen cülengebin veya cülâb şerbetle-rini ver, Bunlardan başka daha neler vereceğini bana sorma, bunu başkalarına sor” der453, cülâb ve cülengebin şurupları 9.yüzyıldan beri tıp kitapların-da yer almış mide için faydalı olup gülsuyundan hazırlanan şuruplardır, Gülsuyundan şer-bet hazırlanıyor ve kullanılı-yordu.

Türkler gülsuyu hazırlamasını biliyorlar mıy-dı? Bu konudaki bilgiyi Divanü Lûgat-it Türk’de buluyoruz. Burada bir çeşit gülsuyu şişesin-

453 Yusuf Has Hacib. Kutadgu Bilig. Çev. Reşid Rah-meti Arat. Türk Tarih Kurumu Yay. Ankara 1988.66. Bölüm. Öğdülmiş Odgurmış’a Ziyafete Davet Usu-lünü Söyler. Satır: 4655–4657

Page 369: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 369

den bahsedilir. “kumgan” adı verilen bakırdan yapılmış gülsuyu şişesini Kaşgarlı Mahmud şöyle zikrediyor; Öbür Türkler kovaya kum-gan derler454, kumgan; İbrik, güğüm, gülsuyu şişesi455; ol kumganığ yolrattı. O güğümü par-lattı456. Türkçe sözlükte özellikle yer aldığına göre gülsuyu elde ediyorlar ve bu onların ke-lime dağarcığına girmiş olmalıydı. Kumgan kelimesinin peşinden gidince ilgi çekici nokta-lara geliyoruz. 13. yüzyılda İslam dünyasının önemli kozmografya ve coğrafya alimi olan Dımaşkî (1256-1327) yazdığı önemli kitabı “ Nühbetü’d-Dehr fî Acâibi’l-Berr ve’l-Bahr” adlı eserinde 13. yüzyılda Orta Doğu’da gülsuyu imalatı ile uğraşan önemli merkezler hakkın-da bilgi vermiştir457. Özellikle Suriye’de önemli bir merkez olan “Meze” den bahsetmiştir. Bu-rada uygulanan gülsuyu elde etme sanatını anlatırken;, Depolar gül veya diğer çiçeklerle doldurulduktan sonra imbikler yerlerine yerleş-tirilirdi. Her imbik gül yağı ile dolunca da cam-dan büyük kavanozlara veya “kumkum” olarak adlandırılan bakırdan mamül iki kulplu kaplara boşaltılırdı” der. Gülsuyu üreticilerinin kullan-dığı deyim “kumgan” a çok benziyor.

Orta Çağ Türkçe’sinde kullanılan “kumgan” bu-

454 Divanü Lûgat-it Türk, s. 432.455 Divanü Lûgat-it Türk, s. 440.456 Divanü Lûgat-it Türk, s. 353.457 Şeyhü’r-Rebve. Şemsuddin Ebu Abdullah Muham-med b. Ebî Talib el-Ansâri ed-Dımaşkî. Nühbetü’d-Dehr fî Acâibi’l-Berr ve’l-Bahr, Beyrut, 1988 s. 261-262. Bu bilgi Bakır, agm. 2000 s. 117.

gün Türkiye’de de yaşayan bir sözcük. Derleme Sözlüğünde “kumgan” Çilehane-Reşadiye-Tokat ta kullanıldığı, “kuman, koman” sözcüğünün; İbrik anlamında; Düzce-Bolu, Çatalca-İstanbul, Bursa Ilgın-Konya Alanya-Antalya Tk-Kırım da kullanıldığını tespit edilmiştir458. Ferit Devellioğ-lu da Osmanlıca sözlüğünde “kumkuma” yı yu-varlak testi olarak açıklar459.

Gülcülüğün merkezi olan Isparta’da bugün güllerin damıtılması ile elde edilen gülyağını koydukları bakırdan ağzı dar özel kaba “kum-kuma” deniliyor. Bu deyim bugün halk arasın-da çok kullanılan dedikoduyu seven kadınlar için kullanılan “dedikodu kumkuması” ile de-vam etmektedir. Gülsuyunun konulduğu bir çeşit bakır ibrik olan “kumgan” ın 900 yıldır kullanılan bir sözcük olması gülsuyu geleneği-nin de zaman boyutunu verir.

Türkler Orta Doğuda hüküm süren devletler-de görev almış, gülsuyu ve gülyağı geleneğinin içinde yaşamışlardı. Anadolu’ya geldiklerinde bu gelenek hiç değişmeden devam etti. Anadolu Selçukluları dönemi edebiyatında gül, gülsuyu ve gülyağı çok kullanılan motifl erden olmuştur. Gülsuyu üretiminin devam ettiğini Prof. Dr. Er-doğan Merçil’in “Türkiye Selçuklularında Mes-lekler” kitabında takip edebiliyoruz. Selçuklu-da mesleklerinden biri de “gülâb-ger” gülsuyu

458 Derleme Sözlüğü Cilt K. 2998.459 Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat. Ankara 1980. s. 630

Page 370: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

370

imalatçısıdır; “ Bu meslek sahibi gülsuyu yapar ve bunları şişeye koyarak dükkanlarında satardı”. Mevlana Divan-ı Kâmil’de gülâb-ger’den bahse-der “Kendine gel, şu kaptan, “gülsuyu yapan us-tanın” şişesinden bir yolunu bulup ter gibi sız da kurtul” 460 diyerek bu meslek erbabını anar.Anadolu’da elde edilen gülsuyu hakkında eli-mizde en eski bilgilerden biri de ünlü gezgin İbni Batuta (1304–1369) nın Seyahatname-sinde bulunmaktadır. 1330 tarihinde Mardin bölgesinin Nusaybin ve çevresinde elde edi-len gül suyu hakkında ; Bu beldede elde edilen gülsuyunun rayiha ve nefaset bakımından bir benzeri yoktur demişti461. Aynı yazar Ladik’te hamamdan çıktıktan sonra gülsuyu kullanma geleneğini de kayıt etmişti462.

Bir İlhanlı şehir modelinde kaynaklar bize hastane yakınında gülsuyu evi “gülâb-hane” bulunduğunu göstermişti. 1309 yılında ta-mamlanan yeni kurulan şehirde gülsuyu ima-lathanesi de en önemli yapılardan biri idi.463 Aynı geleneği bir Osmanlı şehri Edirne’de de görüyoruz. 1488 tarihinde kurulan Edirne Darüşşifası’nın da bir “gülâb-hane veya kısaca gülhâne” si vardı. 1489 yılındaki resmi kayıt-lar bize bunu gösteriyor; “Gülsuyu elde etmek için de kurşundan mamül üç fırın” olduğu yazı-lıdır. O yıllarda darüşşifada çok miktarda gül-460 Merçil, Erdoğan; Türkiye Selçuklularında Meslekler, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2000. s. 172.461 Baytop, age. 2001. s. 92.462 Merçil, age. s. 172.463 Özgüdenli, agm. s. 112.

suyu kullanıldığından gülsuyu imal etmek için kullanılan “furun-ı gül” için yapılan masrafl ar kaydedilmişti.464

Hasbahçe’lerde Gülsuyu DamıtılmasıOsmanlı Devleti’nin ilk merkezlerinden olan Edirne’de sarayda da gülsuyu imal ediliyordu. Edirne sarayının eski şeklini gösteren haritada Valide Sarayı’nın kuzeyinde Tebdil Köşkü’ nün hemen altında II. Sultan Süleyman bahçe ve havuzu olarak gösterilen yerde “Gülhâne” ka-yıt edilmiştir. Bu haritada Gülhane büyük bir bahçeyi ve içindeki bir binayı işaret etmekte-dir. Bu bahçenin gül bahçesi olması ve içindeki binanın gülsuyu çıkarılan yer olması gerekiyor. Haritadaki bahçe içindeki havuz, gülsuyu ima-lathanelerinde bulunması gereken su deposu görevini yapmış olmalı.465

Osmanlı Devletinin merkezi İstanbul’da Topka-pı Sarayında da bir “Gülhane” nin varlığını bili-yoruz. Topkapı sarayı; Osmanlı Padişahlarının İstanbul’da 350 yıldan fazla içinde yaşadıkları önemli bir saraydır. Bu saray hem padişahın, ailesinin ve hizmetlilerinin yaşadığı bir mekan hem de devletin resmi yönetiminin merkezi idi. Etrafı surlarla çevrili içinde binlerce kişi-

464 Gökçe, Nilüfer, “Edirne Sultan II. Bayezid Darüşşi-fası Vakfiyesine Göre Darüşşifada Çalışan personel ve Kullanılan İlaçlar”. IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri. İstanbul 2000. s. 317–318.465 Kazancıgil, Ratip, Edirne Sarayı ve Yerleşim Pla-nı. Edirne 1994; Altıntaş, Ayten, “Edirnede Gülcülük ve Edirne Gülü” Yöre, Sayı 34, Ocak 2003 Edirne. S. 3-10.

Page 371: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 371

nin yaşadığı küçük bir merkez şehirdi. Topka-pı Sarayının güney tarafında Marmara denizi boyunca uzanan büyük bahçeler yer alıyordu. Bu bahçelerin büyük kısmı "Gülhane Bahçele-ri" diye adlandırılmıştır. Bu bahçeler Topkapı Sarayının dış kapısı olan "Bab-ı Hümayun"dan girilince sağ tarast a deniz kıyısına doğru baş-layan ve birinci avlu boyunca devam eden bü-yük bahçelerdi. Osmanlı Padi-şahlarının yaşadığı bu sarayda “Gülhane Meydanı” isminden de anlaşılacağı gibi gül bahçe-leriyle kaplı imiş. 1776 yılında Kauff er'in yaptığı haritada da gül bahçelerinin yer aldığı bü-yük mekan "Gülhane Bahçesi" diye gösterilmektedir. Gülhane Bahçesi'nden Sarayburnu’na giderken "Cirit Meydanı"ndan geçilir, Cirit Meydanı'nda yer alan güzel bir köşke de "Gül-hane Köşkü" veya "Gülhane Kasrı" denilmekteydi. Burada bir “Gülhane” olduğu ve saray bahçesinde yetiştirilen güzel kokulu güllerden hemen bah-çenin içinde gülsuyu imal edildiğini biliyoruz. Fakat Sarayın gülsuyu kullanımı ve ihtiyacı bunlardan çok fazla idi ve Dersaadet gülsuyu ihtiyacını Edirne’den sağlıyordu466.

466 Altıntaş, Ayten, “Osmanlı Geleneğinde Gülhâne ve Gülhâne Günü” Uluslar Arası Dördüncü Türk Kültürü Kongresi Bildirileri. 4-7 Kasım 1997, Ankara. Atatürk

Topkapı Sarayı Padişahın mekânı olduktan sonra daha önce ikamet edilen saray “Eski Saray, Saray-ı Âtik ” olarak söz edilmeğe baş-lanmıştır. Bu Eski Saray İstanbul’da Bayazıt’ta şimdiki İstanbul üniversitesi rektörlüğünün bulunduğu mekânda olup onun bahçesinde de gül yetiştirildiğini biliyoruz. 1587 tarihli bir ferman “Eski Saray Bahçesine Lüzumu olan

Gülün Edirne’den Getirilme-sine Dair” dir467. Güzel kokulu güllerin saray bahçelerinde yer aldığını bu belge de şahittir.

Tonlarca GülsuyuOsmanlı Devletinde gülsuyu veya gülden yapılan macun, şu-rup gibi maddelerin kullanımı çok fazla idi. Uzun bir gelenek-ten sonra bu kullanım alışkan-lıkları artarak devam etmiştir. Elimizdeki belgeler çoğunlukla İstanbul ve saray çevresine ait olduğundan gülsuyu tüketimi-ne ait bilgileri ancak İstanbul örneğiyle verebileceğim.

Osmanlı pazarlarında satılan gülsuyu ve fiya-tı hakkında en güzel belge 1640 tarihli “Es’ar Dest eri” dir468. Bu dest erde tüketicin kullandığı Kültür Merkezi Yay. Ankara 2000, Cilt III, s. 29-40.467 Onuncu, Ahmet Refik, Asr-ı Hicride İstanbul Ha-yatı, Haz. Abdullah Uysal, Kültür Turizm Bakanlığı Yay. 791. İstanbul 1987 s. 20.468 Es’ar Dest eri (1640 Tarihli), Osmanlı Ekonomi Kül-

Page 372: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

372

bütün ticari malların listeleri yer alır. Bu liste-lerde aktarların sattığı malların listesinde gül-suyu da vardır; “Esâr-ı Attârân; Güllâb. Sultan Bâyazîd’de furûht olunan halis olmağile vukiy-yesi 24 akçaya ola. Güllâb Bezzazistan önünde bey olunan mahlût olmağile vukiyyesi 20 akça-ya vireler” denilerek, gülsuyunun en iyi kalite-lisinin Beyazıt’taki aktar dükkânlarında satılan olup vukiyesi(yaklaşık 1kilo) 24 akçeye, Bezzezistanda satıla-nın vukiyesinin 20 akçeye ol-ması kararlaştırılmıştı.

Evliya Çelebi de “Seyahatnamesi”nde 1640 yıl-larındaki İstanbul’daki esnaf-ları sayarken gülsuyu esnafını da anlatır; Esnaf-ı gülabcıyan; Dükkan 14, neferat 70, bunlar Bedestan-ı Atik öninde husre-vani küp kadar bakır kazgan-lar içre Edirneli hatunlar gülab satarlar. Gayrıları dükkânlarda buhur suyu ve ma-i kadi ve ma-i gülab satarlar”469 diyerek “Eski bedesten “ önünde 14 gülsuyu satan dükkân olduğu ve burada çalışanların

tür Uygarlık Tarihine Dair Bir Kaynak. Yaşar Yücel. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1992. s. 36.469 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zıllî , Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, 1.Kitap: İstanbul, Topkapı Sarayı Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu –Dizini, Haz. Orhan Şaik Gökyay , 1.baskı İstanbul ,Şubat 1996. Yapı Kredi Yay. s. 228

70 kişi olduğunu kaydetmiştir.

Osmanlı sarayında dışarıdan alınan gülsuyu miktarına bir örnek te 1642 senesindeki lis-tedir, Bu listeye göre saraya bir senede 1991 kıyye (yaklaşık 2000 kilo) gülsuyu alınmıştı470. Sarayda ve has bahçelerde elde edilen gülsu-ları buraya dâhil değildir.

1626 tarihli “Ocaklı” dest eri-ne göre ise; Edirne’den sara-ya 1626 yılında 4000 kıyye (yaklaşık 4000 kilo) gülsuyu getirtilmişti. Bu dest erler; 17. yüzyılda kurulan ve resmi ku-rum ve askeri sınıfl arın ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetlerin uzun süreli olmak üzere çeşitli kaynaklarca temini için kuru-lan “Ocaklık Yöntemi” resmi kayıtlarıdır471. 1654 senesine ait başka bir belgede Ocaklık listesine ilaveten ayrıca 30 ka-vanoz kırmızı gül suyu ve gül-beşekerin de ocaklık olduğu kaydedilmişti472.

Osmanlıda sultanın, vezirlerin ve büyük rüt-beli devlet memurlarının saraylarında bütün 470 Arif Bilgin. Osmanlı Saray Mutfağı. Kitabevi. İstan-bul 2004.s. 278 ek 7471 Bilgin, age. s. 136 tablo 15.472 Bilgin, age. s. 136 tablo 15.Ayrıca 1654 yılına ait listede MAD 22249,s.203)

Page 373: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 373

ziyafet ve toplantılarda gülsuyu ikram edili-yordu. Topkapı sarayında Helvahanede yapı-lan meşhur kokulu sabunların (miskî) bileşimi-ne gülsuyu katılıyordu. Helvahanede pişirilen pek çok şeye gülsuyu da katılıyordu. Helvaha-nede hazırlanan yiyeceklerin ve oraya alınan maddelerin listelerinin yer aldığı “Helvahane Dest eri” nde Edirne’den taze gül, gülsuyu, gül şerbetleri satın alınıyordu473. Topkapı Sarayı-na 15. 16. ve 17. yüzyıllarda dışardan satın alınan gıda maddelerinden gül şerbeti, gül macunu (gül-i mükerrer) ve gülden hazırlanan mamuller önemli yer tutuyordu. Bunlar genel-likle Edirne’den getirtiliyordu474.

Edirne’den Gelen Gülsularıİstanbul’da ve sarayda kullanılan gülsuları, gül macunlarının üretildiği yer olarak Edirne’yi bu-luyoruz. Elimizdeki kaynaklar bize bunu gösteri-yor. Edirne’nin önemli bir gül merkezi olduğunu gösteriyor. Padişahlar saraylarının bahçeleri için ihtiyaçları olan gül fidanlarını Edirne’den getirti-yorlardı.475 Abdurrahman Hibrî’ nin 1635 yılında tamamladığı. “ Enîsü’l-Müsamirin” adlı eserinde Edirne’de gülsuyu imal edildiği şöyle kaydedil-miştir; Bilinmektedir ki her yörenin ünlü bir ürünü olur. Bunları İstanbul’un ileri gelenlerine ve saygın kişilerine armağan ederler. Edirne yoksul bir şehir olduğu için değerli bir ürünü yoktur. Ancak yukarda 473 Terzioğlu, Arslan. . Helvahane Dest eri ve Topkapı Sarayında Eczacılık, Turing Kurumu Yay. İstanbul 1990, s. 62.474 Bilgin, age. s. 225 tablo 27.475 Onuncu, age. s. 20.

yazılı bahçelerimizden bahar mevsimi armağan olarak gülsuyu elde edilir ki, kokusunun güzelliği miske benzer. Sonbaharda meyve merasiminde de sarı ayvası ünlüdür476.

Evliya Çelebi Seyahatnâme’sinde Edirne şeh-rini anlatırken477 çiçeklerinin ve güllerinin gü-zelliğini yazar ve Edirne’nin gülsuyunun güzel-liğini över “ve gülâbı rub-ı mekanda yoktur. Ve gül-i gülistânı cihanı zeyn etmiştir478.” der.

Saraya alınan gıda maddelerinin yer aldığı muhasebe dest erlerine göre 15., 16., ve 17. yüzyıllarda Edirne’den; tarhana, ayva rubbu, ve güllü mamuller,kırmızı gül şarabı olarak da geçen taze gül şerbeti, gül, gülbeşeker, ve gül-i mükerrer getirtilmiştir479.

1632 tarihli bir padişah fermanı “ kızıl ve sa-kız güllerinden gül murabbası pişirmek için” Edirne’ye gönderilen helvahane ustası Meh-med Efendi hakkındadır. Helvahane ustası ba-harda güllerin açtığı mevsimde kendi heyeti ile Edirne’ye gönderilmiş ve bu iş için orada 476 Abdurrahman Hibrî. Enîsü’l-Müsamirin,(Tamamlanış tarihi 1635) Edirne Tarihi Çev..Ratip Kazancığil. Edirne 1996. s. 49.477 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zıllî, “Evliya Çelebi Seyahatnâmesi”, Topkapı Sarayı Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu, 3. Kitap. Haz. Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı, 1.Baskı İstanbul Kasım 1999. Yapı Kredi Yay. s. 237–269.478 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zıllî, age. s. 262.479 Bilgin, age. s. 136–139.

Page 374: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

374

sarf edilmek üzere 16.000 akçe para tahsis edilmişti480. Bir başka belge de 1685 yılında Padişahın şahsı için Edirne’den gülbeşeker siparişi hak-kındadır481. 1626 tarihli dest ere göre Matbah-ı Âmire’nin(Sarayın mutfakları) gülsuyu ihtiya-cı için Edirne Ocaklık olarak tespit edilmiş ve yılda 4 ton gülsuyu oradan sağlanmak üzere kayıta alınmıştı482.

18. yüzyıldaki dest er kaydına göre 10 kantar gül şurubu, 120 kıyye gül macunu ve taze gül-ler Edirne’den getirtilmişti483.

Hediyelerin En GüzeliOsmanlı geleneğinde “Gülsuyu takdimi “ önemli bir ikramdı. Saraydan en mütevazı evlere kadar gülsuyu ikramı yapılıyordu. Gül-suyunun önemini daha iyi anlayabilmek için Padişaha sunulan hediyeler listesine bakmak kafidir. En önemli hediyelerden kaliteli gülsu-ları ve çok özel hazırlanmış gülsuyu şişeleri hep ön sırada idi.

Hezarfen Hüseyin Efendi “Telhîsü’l-beyân fî Kavânîn-i Al-i Osman” adlı eserinde 1675 yı-lında yapılan Şehzade Mustafa ve Ahmed’ in sünnet törenlerinden bahsederken Edirne at-tarlarının şehzadelere hediye olarak gül suyu 480 B.O.A. Cevdet Saray No.2557 tarih 21 L 1041 ( Nisan 1632) Ferman 481 B.O.A. Cevdet Saray No.686 tarih 1096. (1685)482 Bilgin, age. s. 225 tablo 27.483 Terzioğlu, age. s. 62.

hediye ettiklerini şöyle kaydetmiştir; “Beray-ı Şehzade Sultan Ahmed, Hediyye-i Attârân-ı Edir-ne;..çiçek suyu şişe üç, buhur suyu şişe üç, gül suyu şişe altı, sabun miski tabla iki..” 484, bunun gibi İstanbul aktarları ve diğer pek çok esnaf hediye olarak gülsuyu ve gülsuyu konulan özel şişe “gülâbdan” hediye ediyorlardı. Gülsuyu ik-ram edilen şişeler yani özel adı ile “gülâbdan” lar genellikle camdan ve çok özenle süslenmiş oluyordu. Padişaha hediye edilenler genellikle mücevherlerle süsleniyordu.

Sultan Ahmed’in şehzadelerine hediye veren kasap esnafı da değerli “gülâbdan” lar seçmiş-lerdi 485. Sarayda gülsuyu takdimi özel bir teşri-fata tabi idi. Bu özel teşrifatlardan biri Padişahın “Divan günü”nde gülsuyu takdimi idi. Bu takdimi “vekilharç” yapardı; Mutfak Emini “Divan günü” yemek sırasında, vezirlerin yemek yediği sofranın başında beklemesi adettendi. Ulûfe günleri, elçi ziyafetlerinde, mehterbaşı ile vekilharç elçiye ve maiyetine gülsuyu ikram ederken mutfak emini de sadrazam ve diğer erkâna buhur sunardı486.

En önemli yemek ziyafetlerinde yemekten sonra gülsuyu ikramı mutlaka yapılırdı. Sultan Ahmed’in şehzadelerinin sünnet düğününde de; Divan efendiler davet olundu. Reis Mustafa efendi ve Ruznameci Acemzâde Efendi ve sair efendiler, 484 Hezarfen Hüseyin Efendi. Telhîsü’l-beyân fî Kavânîn-i Al-i Osman. Haz. Sevim İlgürel, Türk Tarih Ku-rumu Basımevi, Ankara, 1998, s. 218.485 Hezarfen Hüseyin Efendi, age. s. 221.486 Bilgin, age. s. 36.

Page 375: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 375

Vezir-i mükerrem hazretlerine teşrifl erinde kahve-ler ve şerbetler verilip, badehü taam gelip mah-sus sofalara kurulup, bunlardan maada şahane simatlar kurulup, her verilüp, birine hallerince ria-yetler ve ikramlar olundu. Badehu buhûr ve gülâb dâmen-bûs-ı âsafî edüp gitdiler487 diye kaydedil-mişti.

Osmanlı Devlet teşrifatında gülsuyu ikramı çok uygulanan bir usuldü. Önemli Devlet dai-relerinde gelen bütün misafirlere şerbet, kah-ve ve gülsuyu ikram ediliyordu. Bu üçlü ikram önceden verilen bir tatlı ve en son sunulan bir buhur ile de tamamlanabiliyordu. Bu ikram-larda gülsuyu “gülâb makremesi veya gülâb peşgiri” ile veriliyordu. Bütün büyük devlet dairelerine gelen ziyaretçilere şerbet, kahve ve gülsuyu ikramı o kadar büyük bir merasim-le uygulanıyordu ki sunuş genelde 40 kişi ile yapılıyordu.

Bu merasimler için istihdam edilen hizmetli-lerin masrafl arının fazlalığı sonunda 1792 yı-lında Sultan III. Selim bu uygulamayı 15 kişiyle sınırlandırmıştı. Yalnız yabancı devlet elçileri için gene eskisi gibi 40 kişilik ikram yapılacak-tı. Gülsuyu ikramı bu teşrifatta vazgeçilmeyen unsurdu. Sultan III. Selim’in kahve ve gülsuyu takdim merasimlerini 15 kişi ile sınırlandırdı-ğı Hattı Hümayundaki Devlet dairelerine ba-kacak olursak merasimin kapsamını daha iyi anlayabileceğimizi zannediyorum.

487 Hezarfen Hezarfen Hüseyin Efendi, age. s. 241.

Bu liste kısaca şöyle; Vezirler Kapısı, Şeyhü-lislam Efendi Kapısı, Dest erdar Kapısı, Yeniçeri Ağası Kapısı, Kethüda Kapısı, Bostancı başının Kapısı, Topçu başının Kapısı, Cebeci başı Ka-pısı, Mirahor-evvel ağa Kapısı, Çavuş başı Ka-pısı, Reisül-küttab Kapısı, müderrisler, kadılar ve diğer devlet daireleri488.

488 Refik, Ahmet. Hicri On üçüncü Asırda İstanbul Ha-yatı (1200–1255) Sultan III. Selimin Hattı Hümayunu. F. 3N 1206. Enderun Kitabevi. İstanbul 1988. s. 4–5.“Babı Aliye gelecek misafirlere kahve ve şerbetin nasıl veri-leceğine dair”.

Page 376: Gül Şehri Diyarbakır

Bölüm 6

Page 377: Gül Şehri Diyarbakır

GÜL VE GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİ

Page 378: Gül Şehri Diyarbakır

GÜL

Murat HASPOLATLIİl Çevre ve Orman Müdürü

Page 379: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 379İl Çevre ve Orman Müdürü

GİRİŞGül (Rosa), Rosaceae (Gülgiller) familyasının Rosa cinsinden güzel kokulu bitki türlerine ve-rilen ad. Ana vatanı Anadolu, İran ve Çin'dir. Türklerin milli çiçeği sayılan ve çiçeklerin kra-liçesi diyebileceğimiz bu bitki herkes tarafın-dan sevilen bir çiçektir. Park ve bahçelerin süslenmesinde kullanıldığı gibi sarmaşık olan-ları balkon ve terasları süsler. Kesme çiçekçi-likte çok talep edilen kıymetli bir çiçektir.

Mayıs-haziran ayları arasında, pembe, beya-zımsı, sarı, kırmızı renkli çiçekler açan, güzel kokulu çok senelik, çalımsı ve dikenli bir bit-ki. Gövdeleri silindir biçimli, yeşilimsi, esmer renkli, çok dallı ve dallar sık dikenlidir. Dikenle-rin uçları kıvrık ve genellikle kırmızı renktedir. Yapraklar saplı ve kulakçıklı, 5-7 yaprakçıklı-dır. Çiçekler dallarında tek tek veya kümeler hâlinde bulunur. Çanak yaprakları 5 parçalı, taç yaprakları ise çok parçalıdır. Çiçek tablası zamanla etlenerek, kırmızımtrak bir renk alır ve kuşburnu adı ile bilinir.

Deniz seviyesinden itibaren, 3500 m yüksekli-ğe kadar, kâfi derecede rutûbetli ve geçirgen topraklarda yetişir. Türkiye’de yabânî olarak yetişen 23 türü bulunmaktadır. Çok eski bir kültür bitkisidir. Menşei kesin olarak bilinme-mekle birlikte, çoğu gül çeşitlerinin menşeinin Asya’nın mutedil bölgeleri olduğu kabul edil-mektedir.

Gül sarılgan, dik ya da sürüngen saplı, genel-likle tüylü yada dikenli bir ağaççıktır. Yaprak-lar almaşık dizilidir; bazı türlerinde kışın dö-külmez. Çiçekleri dalların ucunda tek başına yada demetler halinde bulunur ve beşli tipte-dir. Meyve yapraklar kavanoz biçiminde etli bir çiçeklik oluşturur. Kuzey yarıkürenin ılıman ve yarı tropikal yörelerinde 100 kadar gül türü bulunmaktadır. Türkiye’ de 25 kadar yabani gül türü vardır. Bunların en önemlisi kuşburnu denilen yaban gülüdür (Rose canina).

Bahçe çeşitleri bundan türeyip önceleri Avru-pa ve Anadolu’ da kendi kendine yetişen tür-lerden ( Isparta gülü, Frenk gülü, misk gülü ) ve son 150 yıldır Uzakdoğu melezlerinden ( tır-manıcı melez güller, çay melezleri, çok çiçekli güller, polyanta ve pernetiana melezleri ) elde edilmiştir. Türkiye’ de süs bitkisi olarak başlıca şu gül türleri ve melezleri yetiştirilmektedir: Beyaz gül (R.alba), Isparta gülü yada yağ gülü (R.damascena), Frenk gülü (R.gallica), misk gülü (R.maschata), sadberk gülü (R.centifolia), R.banksiana, R.wichurajana, vb. Bahçe gülleri görünüşlerine ve boylarına göre bodur güller, baston güller, çardak güller, ponpon çardak güller, polyanta güller gibi çeşitler ayrılır ve genellikle o çeşidi yaratan kişinin yada o çeşi-din adandığı kişinin adıyla anılır.

8Türkiye’de ekonomik anlamda gül yetiştiri-ciliği XIX. yy. sonlarına doğru başlamıştı.Bu dönemde, Bulgaristan göçmenlerinin getirdiği

Page 380: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

380

yağ gülleri fidanları ile Isparta’da gül bahçe-leri kurulmuş, bölgenin toprak yapısı ve iklim koşullarını gül tarımına elverişli olması da gülcülüğün bölgede kısa sürede yayılmasını sağlamıştır. 1910’lu yıllarda, Bulgaristan’da gül üretiminde görülen gerileme Isparta’da üretilen gül yağı ve gül suyu ürünlerinin Av-rupa pazarlarına girmesini kolaylaştırmıştır. Ancak, Balkan savaşı, Birin-ci Dünya savaşı ve Kurtuluş savaşı gibi art arda çıkan sa-vaşlar nedeniyle dışsatım ola-nakları tümüyle ortadan kal-kınca, Türkiye’de gül tarımı da önemli ölçüde gerilemiştir.Cumhuriyet döneminde, Isparta’da gül bahçeleri yeniden kurularak gül tarımı canlandı-rılmıştır. Türkiye’de gül bahçe-lerinin %90’ı Isparta’da, %10’a yakını Afyonkarahisar’da, çok küçük bir bölümü de Aydın’da bulunmaktadır. Gül türlerinden birçoğunun çiçek ve meyvele-rinin tedavi edici etkileri var-dır. Okka gülünden (Rosa cen-tifolia) anestezik etkisi nedeniyle kolir olarak kullanılan damıtık gül suyu hazırlanmasında yararlanılır. Kurutulmuş taç yaprakları, lak-satif özelliklerinden dolay, kompoze saparna şurubunun bileşimine girer.

Asırlardır çiçekler insanların duygularını aş-

kını ve sevgisini yansıtır. Dünyanın neresinde olursanız olun gülün sevgi çiçeği olduğunu herkes bilir. Bazen bir mutluluk bazen de bir acı haber için kullanılır. Güller duyguların en güzel anlatım biçimidir. Ayrılık mutluluk se-vinç özlem ve beraberliklerin yansımasının tamamında kullanılır. Bazen insanlar bu duy-guların altında kalırlar ya hiç konuşamazlar

veya konuştuklarına daha çok anlam katabilmek ve sevgileri-ni gösterebilmek için gülü dev-reye koyarlar. Kadın ve erkeğin en çok sevdiği ve benimsediği çiçektir. Damatlar yakaların-da bir gül gelinler ise ellerine buket yaptırırlar. Gül bir çok dinde de tema olarak kulla-nılmıştır. Sevgi ve duyguların anlatımında değil ruhani duy-guların anlatımında bile gül kullanılmıştır. Gül açıldığında kokusuyla ve güzelliğiyle insa-nı büyüler. Daha doğrusu ta-biatı kendisine hayran bırakan bir çiçektir gül.

Gül sevgisi Türk milletinin örf ve ananelerine o kadar geniş girmiş ki her yerde gül ismini baş harfi olarak görürsünüz. İsimlerden tutun "gül gülnur gülenay gülseren gülten gülay gül-han vs" yemek ve tatlılarımıza kadar "güllaç gülböreği gülkondu gülpare gültatlısı gülme-na gülçorbası vs.". İşte bu kadar geniş bir kap-

Page 381: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 381

samda beğenilen güllerimiz aynı şekilde sayısı türü ve karışımı bakımından da duygularımıza hitabı değişmektedir. İşte size güllerin sayısıy-la birlikte karışımının ne anlama geldiklerine dair çiçekçilerimizin dilinden anlatımı:

1 GÜL: Tanışmanın tanıdığını görmenin ve ha-yatınızda en çok değer verdiğiniz insana karşı yapılan en güzel hediye olarak nitelendirilir. Bir gülün gerçek anlamı ise "Size odaklanmış özel sevgi ve hayranlık" ibaresi olarak nitelendirilir.2 GÜL: Sevmek ve sevilmek ayrı bir duygudur. Sevdiğini bi-len ve sevildiğini bilenlerin ge-nelde birbirlerine sözlerle ve kelimelerle hitap etmese bile özel günlerde gönderilecek en güzel hediyelerden bir tanesi. 2 gül almak veya iki gül hediye vermenin anlamı ise "karşılıklı derin bir aşkla birbirimizi sevi-yoruz".

Güller Çiçeklerine Göre;Yalın kanat, yarım katmerli ve katmerli güller. Boylarına göre: Bodur, yüksek ve sarılıcı gül-ler. Çiçeklenme zamânına göre: Yılda bir çiçek açanlar, yılda birden fazla çiçek açanlar ve yediveren güller diye sınıfl andırılmaktadırlar. Anadolu, yabânî gül bakımından çok zengindir. En yaygın olan Rosa canina (köpek gülü veya

yabânî gül)dır. Gülyağı çıkarılmasında en el-verişli olanı pembe renkli, kuvvetli kokulu ve yarım katmerli olan Rosa damascena (Isparta gülü, yağ gülü, sakız gülü)dır.

Gül YetiştiriciliğiGül fidanı; ısı derecesi yüksek olan, çok kı-rağı ve don yapmayan, çiçek zamanında

çiğ yapan yerlerden hoşlanır. Güllerin toprağı, kâfi derece-de humuslu ve kireçli geçir-gen tınlı ve derin olmalıdır. Bol gübreli killi-kumlu ve içe-risinde demir maddeleri bu-lunan kırmızı renkteki toprak-larda iyi yetişmektedir. Bütün gül çeşitleri; tohum, çelik, daldırma ve aşı şekillerinden birisi ile üretilir. Güllerin çoğu çelikle üretilmektedir. Yalnız bâzı türleri çeliğe gelmezler. Çelik alma zamânı, ağustos-eylül aylarıdır. Çelikler sene-lik ve odunlaşmış sürgünler-den âdi çelik tarzında alınır. Alınan çeliklerin üzerindeki

yapraklar makasla kesilir. Bunu yaparken gözleri bozulmamalıdır. Hazırlanan çelikler alaca gölgeli yerlerde yapılan köklendirme tavalarına iki göz dışarda kalacak şekilde, 10 cm aralıkla dikilir. Suyuna, yabancı otlara ve toprağına dikkat edilerek, çeliklerin kök-lenmesi sağlanır. Köklenen bu çelikler mart

Page 382: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

382

ayında tavalarından dikkatlice sökülerek esas yerlerine dikilir. Aşı ile üretme şeklin-de, en fazla göz aşısı uygulanmaktadır. Ma-yıs-haziran ayında sürgün, ağustos ayında durgun göz aşısı yapılmaktadır. Gül fidanla-rının dikileceği yerlerin derinliği 60 cm, ge-nişliği 40x50 cm olmalıdır. Çukuru, dikimden 1-1,5 ay evvel açmak iyi olur.

Güllerde BudamaGüllerin budaması kolay, fakat teknik isteyen bir iştir. Gelişigüzel budama, gülün ömrünü kısaltır. Budama ile güllerin iyi kalitede çiçek verimi sağlanır. Gül fidanları ekildiği yıl, dal-ları iki göz üzerinden, ikinci yıl 3-4 göz üze-rinden, üçüncü yıl 5-6 üzerinden, dördüncü yıl 2-3 göz üzerinden sarılıcı ve çardak gül-lerinde ise 6-7 göz üzerinden budanmalıdır.

Kullanılan KısımlarıGülün kullanılan kısımları çiçeği, çiçekle-rinden elde edilen gülyağı ve gülsuyudur. Çiçekler sabahın erken saatlerinden güneş doğmadan toplanıp gölgede kurutulur. Su buharı ile distilasyona tâbi tutulur. Elde edi-len kısmın üst tarafında gül yağı toplanır. Alttaki sulu kısım ise gül suyunu teşkil eder. Genellikle 3000-3500 kg çiçekten, 1 kg gül-yağı, 500 kg gül suyu elde edilmektedir.

Kullanıldığı YerlerGül çiçeğinin taç yapraklarında uçucu yağ, tanen, gallik asit, kuarsitrin, siyanin, şeker

ve mum vardır. Gülyağı tıbbî bir tesire sâhib olmamakla berâber, bilhassa parfümeri ve kozmetik sanâyiinde bâzı pomatlar ile ga-lenik preparatların kokusunu değiştirmede çok kullanılır. Dâhilen ise hafif müshil etkili-dir. Gülsuyu, gül reçelleri halk arasında yay-gın olarak kullanılır.

Isparta Gülü (Rosa damascena)Çok eski bir kültür bitkisi olduğu için menşei belli değildir. Halen Isparta çevresinde bol miktarda yetiştirilmektedir. Isparta veya yağ gülü, Isparta çevresinde, 1,5-2 m aralıkla sı-ralar hâlinde ekilmektedir. Üretilmesi çelik-le yapılır. Çelikler de kasım ve aralık ayların-da ekilir. Ürün ikinci yıldan îtibâren alınmaya başlar. Üçüncü ve dördüncü yaşlarda verim en fazladır. Daha sonra bu yaşlı güller kesi-lerek gençleştirme yoluna gidilir. Gül bahçe-lerinden gençleştirme sûretiyle 15-20 sene faydalanılabilir.

Yabânî Gül (Rosa canina)Memleketimizde oldukça yaygın bir gül çe-şididir. 2-3 m yüksekliğinde, pembe veya beyaz çiçekli bir ağaççıktır. Meyveleri parlak kırmızı renktedir. Bu gülün olgun meyvele-rini saran, başlangıçta ağızı dar bir bardak şeklinde olan çiçek ekseni, çiçek tablası ol-gunlaşınca etlenip, kırmızı bir renk alır. Bu meyvelere “kuşburnu” adı verilir. Bileşimin-de tanen, pektin, vitamin C, şekerler ve or-ganik asitler vardır. Kabız edici, idrar söktü-

Page 383: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 383

rücü olarak, böbrek ve safra taşlarına karşı, C vitamini yönünden zengin olduğu için de bâzı bölgelerde marmelât yapımında kulla-nılır.

Page 384: Gül Şehri Diyarbakır

DİYARBAKIR İLİNİN GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİ POTANSİYELİ

Doç. Dr. Yeşim YALÇIN MENDİÇukurova Üniversitesi

Page 385: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 385Çukurova Üniversitesi

GİRİŞEn eski medeniyetlerin kurulduğu Mezopo-tamya ile Anadolu medeniyetlerinin geçiş bölgesinde olan Diyarbakır’ın tarihi çok eski devirlere uzanır. Çayönü Tepesi kazılarında, dünyanın en eski köyü bulunmuştur. Diyarba-kır birçok ürünün “gen merkezi”dir.

Dünyanın ilk arkeolojik buğdayı (Einkorn buğ-dayı) Karacadağ orijinlidir.”489 Dünyadaki ilk şarabın da Karacadağ’daki yabani üzümden elde edildiği Dr.Patrick Mc Goven - Pensilvan-ya Üniversitesi tarafından belirtilmiştir.490 İlk nohutun menşei, Güneydoğu Anadoludur (MÖ. 8000…ABD’li bilim adamı JaredDiamond).

489 Heun, M., Schafer-Pregl, R., Klawan, D., Castagna R., Accerbı, M., Borghı, B. ve Salamını, F., (2002). “Site of Einkorn Wheat Domestication Identified by DNA Fin-gerprinting”, Science, Vol: 278, Page: 1312–1314.490 Ryal, J. Boston University: Master of Liberal Arts. Origins of Fermentation. 2003, pages 13.

Günümüzde de ülkemizdeki buğday üretimi-nin %7,7’si, pamuk üretiminin %6’sı, kırmızı mercimek üretiminin %21,7’si ve bunlara ek olarak yıllık 110 bin ton sofralık ve 7 bin 600 ton şaraplık üzüm üretimi Diyarbakır ilimizde gerçekleştirilmekte, ayrıca dünyaca ünlü bo-ğazkere şaraplık üzümleri de Diyarbakır ilinde yetiştirilmektedir.491

Diyarbakır’da bitkisel üretimde son dönemler-de desteklenmesi düşünülen projelere(2010) bakıldığında ise; Diyarbakır karpuzunun üreti-mi, antepfıstığı aşılama, çilek yetiştiriciliği, or-ganik tarım ve silajlık mısır üretim çalışmala-rını görmek mümkündür. Diyarbakır, Osmanlı İmparatorluğu döneminden itibaren önemli bir “gül merkezi” konumunda olmasına rağ-men, bitkisel üretim çatısı altında gül yetiştiri-ciliği ne yazık ki görülmemektedir. Diyarbakır’da gül yetiştiriciliğinin geçmişi 4.600 yıl öncesine, Asur dönemine kadar uza-nır. Bu, önemli bir tarihtir. Dünyanın en eski gülcülüğüne Diyarbakır ilinin sahip olduğu id-dia edilebilir.

Gülün onlarca çeşidinin yetiştirildiği Diyarba-kır, Osmanlı döneminde gülistanlıklar kuru-lan, yetiştirilen güllerden gülyağı ve gülsuyu elde edilen önemli bir merkezdi.492 Diyarba-

491 TÜİK (2009). “Bitkisel Üretim İstatistikleri”, http://www.tuik.gov.tr/ bitkiselapp/bitkisel.zul , 25.07.2010.492 Başer, K.H.C. Turkish rose oil – Perfum. Flav.

Page 386: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

386

kırlı Matrakçı Nasuh’un 16.yüzyılda mey-dana getirdiği ‘Beyan-ı Menazir-i Sefer-i Irakeyn’ adlı eserinde resmedilen bir min-yatürde şehrin surlarının dışında büyük gül bahçeleri resmedilmektedir. Evliya Çelebi’de Seyahatnamesi’nde Diyarbakır güllerinden söz ederken: ‘Büyük nehrin aktığı toprakla-rın iki tarafı da “gül bahçeleri” güzel kokulu bostan ve reyhan bahçeleridir. Buralar vilayet halkının altı ay boyunca Diyarbekir’in Dicle fa-sıllarını yaptıkları mesire yer-leridir’ der.493

O dönemlerde ilde 24 gül çeşi-di yetişmekteydi. Osmanlı İm-paratorluğu dönemindeki bel-gelerden Diyarbakır’da önemli gülcülük araştırmaları yapıldı-ğı anlaşılmaktadır. Diyarbakır halkını gül bahçeleri tesisi ve gül yağı imalatı hakkında bilgi-lendiren Mustafa Efendi’ye 27 Haziran 1900 tarihinde ödül verilmiştir.

1992, 17: 46; Baytop, T. (). “Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Anadolu’da Yağ Gülü Yetiştirilmesi Ve Gül Yağı”- Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Bült. 1990, 4:8; Bay-top, T. The production of oil-bearing rose and rose oil in Anatolia during Ottoman Empire – K.H.C. Başer and N. Güler: Essential Oils for Perfumery and Flavours 54, İstanbul. 1993.493 Kaya, H. M. “Sevgi Kenti Diyarbakır”, THY Skylife, Eylül 2010.

Gül kesme çiçek, süs bitkisi ve gül yağı elde et-mek için yetiştirilen önemli bir bitkidir. Dünya-da gül yetiştiriciliğinin yapıldığı başlıca ülkeler; Türkiye, Bulgaristan, Fas, Bağımsız Devletler Topluluğu, Meksika, İran, Hindistan, Güney Af-rika, Suudi Arabistan ve Mısırdır. Türkiye’de 23 Rosa türü olmasına karşın gül yağı üretiminde Rosa Damascena kullanılmaktadır.494

Gül, 1–2 metre arasında uzaya-bilen, uzun ömürlü bir bitkidir. Bol saçak köklüdür. Gövde ve dalları dikenlidir. Çok değişik çiçek rengine sahiptir. Çiçek-ler pembe, beyaz, kırmızı, sarı, portakal renklerinde olabilir. Yabani gül olan kuşburnunun meyveleri C vitamini yönünden zengindir. Güller üzerinde ya-pılan melezleme çalışmaları, yüzlerce yeni kültür formunun oluşmasını sağlamıştır. Yağ gülü etrafı açık havadar, bol ışıklı, ilkbaharda kurak ve don olmayan ve çiçek zamanı çiğ düşen iklim bölgelerinden hoş-

lanır. Gül, toprak istekleri yönünden pek seçici değildir.

494 Demircan V. “Isparta İlinde Gülün Üretim Girdile-ri, Maliyeti ve Karlılığının Belirlenmesi.” Süleyman De-mirel Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 2005, s. 9–3.

Page 387: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 387

Yağ güllerinde hasat işleri mayıs ayının or-tasında başlar, 5–6 hast a sürer. Hasat sa-bah saat 03.00 ile 09.00 saatleri arasında yapılmalıdır. Hasat anında tek açmış olan çiçekler çuval veya sepetlere toplanır, bek-letilmeden alım merkezlerine sevkedilir.Bakımlı gül bahçelerinde bir dekardan bir sezonda ortalama kurak şartlarda 500–600 kg.taban arazilerde sulanabi-liyorsa bu rakam bir sezonda dekardan ortalama 900–1000 kg.kadar gül çiçeği hasat edi-lebilir.

Gül çiçeği, Isparta’ya 1870’li yıllarda Bulgaristan’dan göçen Müst üzade İsmail Efendi tara-fından getirilmiştir. Müst üzade İsmail Efendi bugün Gülcü Ma-hallesi diye bilinen bölgede ilk kez gül dikmiş, gül fideleri daha sonra elden ele yayılmış ve ilk kez gül yağı bölgede 1892 yı-lında üretilmiş, 1935 yılında da Isparta’da ilk kez modern bir gül yağı fabrikası,1953 yılında da Gülbirlik kurulmuştur.

Gülyağı fabrikaları açıldıktan sonra, köy tipi gül yağı imbikleri ortadan kalkıp fabrikalar-da daha kaliteli gülyağı üretimi başlamış ve dünya piyasalarında gül yağlarımız aranmaya başlamıştır. Türkiye’de yağ gülü üretiminin %

80’ı Isparta, kalan %20’ si Burdur, Afyon ve hudutlarında gerçekleştirilmektedir.495

Dünyaca ünlü parfüm devleri, koku sabitleyi-ci olarak kullanılan gülyağını Isparta'daki 15 fabrikadan karşılamaktadırlar. Bir damla gül-yağı, 1 ton parfümün kokusunu sabitlemekte-dir. Dünyaca ünlü parfüm devleri, esanslarının

her damlasında 'Türk gülünü' kullanmaktadırlar. Parfüm sektörünün % 60'lık gülyağı ih-tiyacı güller diyarı Isparta'dan karşılanırken, Kâbe de her yıl gönderilen 10 ton gülsuyuy-la yıkanmaktadır. Yüzyıllardır şiirlere, şarkılara konu olan "gül", dünyaca ünlü parfümle-rin adeta "can simiti" özelliğini taşımaktadır. Gülyağının kul-lanılmaması halinde kokuları bir anda uçup gidecek parfüm-lerin üreticileri, gülyağını da dünyada bu alanda bir numa-ralı deposu olan Isparta ilinden karşılamaktadırlar.

Günümüze baktığımızda ise sektörde çalışan insan sayısı, elde edilen gelirler ve ihraca-at rakamları gösteriyor ki gül bölge için çok önemli bir sektör olma özelliği taşımaktadır. 5 dekar büyüklüğündeki bir gül bahçesinden

495 Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı (2011). Gül Sektörü Raporu.

Page 388: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

388

bir ay boyunca yaklaşık 3,5 ton kadar çiçek toplanabilmekte, toplanan bu çiçekler taze olarak damıtıldığında sadece 1 kg gül yağı üretilebilmektedir.1kg gül yağının maddi de-ğeri ise ort. 6500 dolardır.496

Isparta’da Gül ve Gülyağı Pazarlaması (SWOT Analizi)497

Strateji; Gül Üretimi ve PazarlamasıMevcut durum; Üretim yüksek, önemli is-tihdam sağlıyor, İi ekonomisine önemli katkı-sı var, gül üreticilerinin önemli gelir kaynağı, çist çinin örgütlenmesi iyi (gülbirlik), ürünlerin tamamına yakını ihraç ediliyor, üretim daha çok sulanmayan 2, 3 ve 4.sınıf arazilerde ya-pılıyor.

Problemler; Dünya tüketiminin sınırlı olması, ihracatta sıkıntılar var, bölgede gülçiçeği işle-yen firmalar arasında bir eş güdüm olmaması, üretim fazlalığı varFırsatlar; Çist çi gül tarımını ve hasat özellik-lerini biliyor, gülyağı ve konkret dışındaki yan ürünlerde ihracat yapılabilirTehlikeler; İhracatın kapanması veya ihracat-taki payın düşmesidir.

Diyarbakır’da Gül Potansiyelinin Arttırılması

496 Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı (2011). Gül Sektörü Raporu.497 Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı (2011). Gül Sektörü Raporu.

Diyarbakır'a özgü 24 gül çeşidiyle peyzaj çalış-malarına başlanmalı, 4 bin 600 yıllık Diyarba-kır gülcülüğü tekrar canlandırılmalıdır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde gülya-ğı miktarını arttırmak için gül yetiştiriciliği teşvik edilmiş, birçok bölgelerde (Diyarbakır, Trabzon, Adana, Kastamonu, Edirne, Aydın, Bursa, Konya, Ankara gibi) bedelsiz gülfidanı dağıtımı yapılmıştır.

Şu anda bu yetiştiriciliği teşvik etmek için uygun krediler sağlanmalı, üreticiler bilinç-lendirilmeli ve teşvik edilmelidir.Diyarbakır ilinde tüm gül çeşitlerini içeren bir botanik parkı oluşturulmalı (Gazi Köşkü, Cahit Sıtkı Tarancı’nın evine benzer müzeler), Tübitak, TEYDEP, TAGEM Arge ve DPT’den projeler alınarak desteklenmelidir. Her şehrin kendi-ne has bir sembolü vardır. Diyarbakır deni-lince akla ilk gelen Karpuz ve Gül olmalıdır.

Seralarda kesme gül yetiştiriciliği teşvik edilmelidir. Diyarbakır ilinde, alçak tünel ve plastik seralarda yapılan bitkisel üre-tim, yüksek ısıtma maliyetlerinden dolayı genellikle kış periyodunda yapılamamakta ve seralar sadece erkencilik amacıyla kulla-nılmaktadır. Diyarbakır İli Çermik İlçesi gibi kaplıca bölgelerinde jeotermal ısıtma kul-lanılarak verimli bir şekilde seracılık yapıl-ması mümkündür.

Bunun yanı sıra Tarım ve Köyişleri Bakanlı-

Page 389: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 389

ğının Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Destek-lenmesi Programıyla verdiği hibe destekle-ri, yine Bakanlığın Kooperatifl erin seracılık yatırımlarını kredilendirerek finanse etmesi, TEYDEP bölgedeki gül seracılığının gelişme-sini teşvik edecektir.498

498 Maral, H. “Tarımda Yatırım Fırsatları Diyarba-kır.” T.C. Karacadağ Kalkınma Ajansı Diyarbakır Yatırım Destek Ofisi

Page 390: Gül Şehri Diyarbakır

DİYARBAKIR’DA GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİ

Asuman OKTAYZiraat Yüksek Mühendisi, Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğü

Page 391: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 391Ziraat Yüksek Mühendisi, Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğü

GİRİŞİnsanların kent vizyonu içinde şehir gürültü-sünden uzaklaşarak sitelerde, villa tipi evler-de ikamet etmeyi ve kaliteli yaşam alanlarına sahip olmayı istedikleri görülebilmektedir. Bu anlamda peyzaj düzenlemesi önemli olup İli-mizde bahçelerin planlamasında gül önemli bir bitkidir. Nitekim Diyarbakır’a ait yerel gül çeşitleri bulunmaktadır. Bunlardan en çok bi-linenleri Muhammedi çeşididir. Ancak son yıl-larda her bitkide olduğu gibi standart ve pa-zara yönelik, tüketicinin talebine göre çeşitler geliştirilmektedir. Yerel gül çeşitleri bahçele-rin tasarımı için çok uygundur.

Fakat kültüre alınıp üretilmeyen birçok çeşit zaman içinde kaybolmakta veya farklı özel-likler göstermeye başlamaktadırlar. Zira yalnızca gül çeşitleri için değil birçok sebze çeşidinin(karpuz, kavun, patlıcan gibi)tohum-larını ya da diğer üretim materyallerini bul-mak zorlaşmakta hatta bazı çeşitler hiç bulu-namamaktadır.

Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğü olarak bu konu-da ilk olarak 1993 yılında Dönümlü Köyü’nde bir üreticinin arazisinde başlatılan çalışmada hem yerel hem de standart çeşitler kullanıl-mıştır. Yine 2001 yılında Çınar ilçesi Bağpınar Köyünde başlatılan bir çalışma neticesinde üretici bugüne değin gülcülük çalışmalarına kesintisiz devam etmiş ve halen de üretim yapmaktadır.

Özellikle yerel çeşitlerin canlandırılması ve Diyarbakır’da yetiştirilen gül çeşitlerinin tek-rar üretiminin yapılması için İl Müdürlüğümüz tarafından yeni bir proje başlatılacaktır.

Bu Proje Çevre, Orman İl Müdürlüğü ile or-taklaşa gerçekleştirilecek ve öncelikle damız-lık parselleri oluşturulacak ve daha sonra da buradan alınacak çelik ile ya da aşılamayla üretim yapılacaktır. Diyarbakır’da yaptığımız çalışmalarda çelikle üretim yoluyla çoğaltma gerçekleştirilmiştir. Ve kesme çiçekten ziyade gül fidanı yetiştirme amaçlı üretim yapılmıştır.

Yerel çeşitlerin yanısıra standart diye tanımla-dığımız birçok gül çeşidi de Diyarbakır iklimine uyum sağlayabilir ve yetiştiriciliği de yapılabi-lir. Zira gülün iklimsel istekleri incelendiğinde farklı çeşitlerinin farklı sıcaklık değerleri ara-sında yetişebildiğini görebilmekteyiz.

Gülün üretim aşamalarına ve özelliklerine ba-kacak olursak;

Gül 1-2 metre arasında uzayabilen, uzun ömürlü bir bitkidir. Bol saçak köklüdür. Çok değişik çiçek rengine sahiptir. Çiçekler pembe, beyaz, kırmızı, sarı, portakal renklerinde ola-bilir. Yabani gül olan kuşburnunun meyveleri C vitamini yönünden zengindir. Güller üzerinde yapılan melezleme çalışmaları, yüzlerce yeni kültür formunun oluşmasını sağlamıştır.

Page 392: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

392

Kullanım Alanlarına Göre Gül ÇeşitleriDış mekânlarda kullanılanlar

Büyük çiçekli çit gülleri: İlk ekildikleri yıl dâhil soğuk aylara kadar sürekli bol çiçek açar. Geniş hacim yaparlar, çok güzel formlanırlar ve çoğu zaman tek çiçeklidirler.Sadedirler ve çok uzun ömürlüdürler. 60 -110 cm boy yaparlar.

Küçük çiçekli çit gülleri: Sal-kımlı çiçekleriyle yukarıdaki türden ayırt edilir. Bir sap üze-rinde birden çok küçük veya orta boylu çiçek bulunur. Bu özellik çok dekoratif bir bitki olmalarını sağlar. Yıl boyu çi-çeklenirler, bol bol ve rustik çiçek açarlar. Boyu 60 - 100cm ulaşır.

Büyük çiçekli tırmanıcı gül-ler: Tırmanıcı güllerdir, sürekli çiçek açarlar, genellikle ekil-dikten sonra 2. yıla kadar çiçek açmazlar. Çiçekleri çit gülleri-nin çiçeklerine benzer. Dayanıklıdırlar, bol çi-çek açarlar ve geniş alanlara yayılırlar.

Küçük çiçekli tırmanıcı güller: Aşırı derece-de dayanıklıdırlar ve geniş alanlara yayılırlar. Çiçeklerinin salkım hâlinde olmasından ve bol olmasından dolayı göz kamaştırıcı bir görü-

nüm arz ederler. Sürekli çiçek açarlar.

Peyzaj gülleri: Boyları varyetelerine göre değişmekle birlikte sürekli çiçek açarlar, çok dayanıklıdırlar, sadedirler ve bol çiçek açarlar. Varyetelerine göre geniş, orta ve küçük çiçekli olabilirler. Geniş alanları kapatmakta, çit bit-kisi olarak ve bir alanı ayırmak için kullanılır.

Baston güller: Dikenlerinden arındırılmış bir bastonsu göv-de üzerinde istenilen yüksek-likten aşılama yapılarak elde edilir. Aşılanan güller büyük tek çiçekli veya salkım çiçekli olabilirler.

Sarılıcı güller: Bahçe düzen-lemelerinde sıkça kullanılan güllerdir. Pergolalarda, sütun-larda, yaşlı ağaçların gövdele-rine sardırmada etkili olurlar. Göz alıcı renkleri vardır ve hızlı gelişirler. Küçük ve bol sayıda açanları olduğu gibi, iri açanla-rı da mevcuttur.

İç mekânlarda kullanılanlarMinyatür güller: Minyatür güller adeta bon-zai gibi türünün kusursuz ama minik bir mode-lidir. Bitki boyu 30-40 cm’ yi geçmez. Çiçekleri para büyüklüğündedir. Bahçede olduğu kadar saksı bitkisi olarak rahatlıkla yetiştirilebilir.

Page 393: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 393

Küçük çiçekli bazı türler gerçek minyatür ol-mamakla beraber bu kategoriye sokulabilir. Bunlar daha uzun boylu ve irice yapraklıdırlar.

ÜretimTicari amaçla gül yetiştiriciliği yapılacaksa, kullanılacak anaç fidanlar tohumdan üretilir. Ayrıca yeni gül çeşitleri elde edilecekse, bu araştırmalar tohumdan üretim ile yapılır.

Çelikle ÜretimGüllerin odunlaşmış dalların-dan alınan çeliklerin uygun ortamda köklendirilmeleriyle yeni köklü fidanlar elde edilir. Bu yöntemle elde edilen gül bitkisinin toprak altı ve toprak üstü kısımları aynı tür bitkiden oluşur. Çelikle üretilen fidanla-rın ömrü 4yıldır. 2-3 yıl sonra toprak yorgunluğu ortaya çı-kar. Bu yöntemle elde edilen güller diğerlerine göre daha az dayanıklı, zayıf ve hastalıklara duyarlıdır. Çelikle üretilen gül-lerin çiçekleri de küçüktür.

AşılamaÜlkemizde en yaygın uygulanan bir yöntemdir. Bu yöntemle bir yılda satılabilir gül fidanı elde edilir. Göz aşıları, üzerinde bir göz bulunan ka-buk parçasından ibarettir. Yapılma zamanına

göre ikiye ayrılır.

Sürgün göz aşısı: Mayıs-temmuz arasında yapılır. Kış mevsiminin ılıman geçtiği yerlerde uygulanır Durgun göz aşısı: Temmuz-eylül arasında yapılır. Kış mevsiminin sert geçtiği bölgelerde

uygulanır.

Toprak ve Gübre İsteğiGüller çok çeşitli topraklarda yetişebilir. Ancak en sevdi-ği toprak killi-tınlı ve organik maddece zengin olanlardır. Gül toprağı havalı, drenajı iyi, bünyesinde yeterli oksijen ve su depolayabilen bir yapıda olmalıdır. Gül bitkisi yetiştirici-liğinde ilk toprak hazırlığı çok iyi olmalıdır. Hiç üretim yapıl-mamış topraklarda gül yetiş-tirilecekse toprak derin işlen-melidir. Dikim öncesi toprağın gübrelenmesi için toprak ana-lizlerinin yapılması yararlı olur.

Dikim Şekli ve MesafesiKesme çiçek yetiştiriciliğinde güllerin dikimi çok önemlidir. Dikim için hazırlanan toprakta derinliği 60, çapı 40 cm olan çukurlar açılır. Çukurların içine gübre ile karıştırılmış toprak konur. Daha sonra güller dikime hazırlanır. Di-

Page 394: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

394

kimi gerçekleştirilen güller daha sonra mutla-ka sulanır.

BudamaGüllerde budama bitkiyi gençleştirme, verimi artırma, kaliteyi artırma ve form vermek için yapılır. Güller zamanla kartlaşarak kurumuş bir hâl alır. Bu durumda bitkiyi gençleştirmek için aşı noktasının üstünden keskin bir aletle kesilir. Budama sayesinde yeni oluşan sürgün-ler bitkinin gençleşmesini sağlar.

Budama form vermek için yapılıyorsa bitki V şeklinde budanır. Güllerde budama kış sonu ile ilkbahar başlangıcında yapılmalıdır. Güllerde budama üç şekilde yapılır.

I. Uzun budama (yumuşak budama): Bu tip budamada dipten itibaren 5-10 göz bırakıla-rak yapılır. İyi gelişen, kuvvetli güllerde uygu-lanır.II. Kısa budama (sert budama): Bu tip buda-mada dallar dipten itibaren 2-4 göz bırakıla-rak yapılır. Gelişimi iyi olmayan, zayıf fidanla-ra uygulanır.

III. Karışık budama: Bu tip budamada dalla-rın durumu göz önüne alınır. Bazı dallar kısa bazı dallar uzun budama yapılır.

HasatGül yetiştiriciliğinde son aşama çiçek kesimi ve pazara hazırlamadır. Gül bitkisi üzerindeki

çiçeklerin hangi noktadan kesileceği ve kesil-me zamanı çok önemlidir. Serada kesilen gül-ler hemen, içi su dolu, derinliği 20 cm olan, geniş ağızlı, plastik veya galvanizli saçtan ya-pılmış kovalara konur. Dinlendirme, oda sıcak-lığı veya soğuk hava depolarında 3 - 12 saat arasında olur.

SonuçDaha bilinçli, doğa ve çevreye önem veren in-sanlar dış mekânlarda daha çok yeşil alan ve peyzaj düzenlemesi görmeyi arzu etmektedir-ler. Diyarbakır’ da kişi başına düşen yeşil alan miktarı 0,5 metrekaredir. Bu ortalama Türki-ye ortalamasının çok altındadır. Dolayısıyla Diyarbakır’ da yeşil alanlar ve peyzaj düzen-lemesi açısından yeterli düzey yakalanama-mıştır. Son yıllarda insanların yeşil alanlara olan bakışı ve gerekli olduğu düşüncesi ağırlık kazanmaktadır. Güller Diyarbakır’ın toprak ve iklim özelliklerine uyum sağlamış olup gülle-riyle ünlenmiş iller arasında Diyarbakır yer al-maktadır. Gerek yerel çeşitler ve gerekse de diğer standart çeşitlerle hem kesme gül ve hem de gül fidanı yetiştiriciliği yapılabilir.Ye-rel çeşitlerin yetiştiriciliği canlandırılabileceği gibi geliştirilmiş standart çeşitlerle özlenen Diyarbakır’ın eski bahçelerine kavuşulabilir ve yeni oluşturulacak bahçe oluşumlarında gülün birçok çeşidi yer alabilir.

Page 395: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 395

Page 396: Gül Şehri Diyarbakır

GÜL (ROSA) HASTALIKLARI VE ZARARLILARI

Murat TOMARZiraat Mühendisi

Page 397: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 397Ziraat Mühendisi

GİRİŞGül yetiştirilirken en önemli kültürel çalışma-ların arasında hastalık ve zararlılarına karşı mücadele gelmektedir. Önem sırasına göre güllerdeki hastalık ve zararlar şu şekilde sıra-lanabilir;

Kırmızı örümcek (Tetranicus spp.):Dikkatli bakıldığında gözle görülebilen küçük canlılardır. Dişi örümceğin ömrü bir aydır. Bu süre içinde yaklaşık 100 yumurta yumurt-lar. Gül yapraklarına bırakılan yumurtalar-dan 10 gün sonra yavrular çıkmaya başlar.Yavru örümcekler beslendikleri yaprakları sarartarak yaprak dökülmesine neden olur-lar. Temmuz ve ağustos aylarında çok hızlı çoğalan kırmızı örümcekler gül yapraklarına çok fazla zarar verirler. Yapraklar sarararak döküldüğünden, gül fidanının büyümesi durur. Sürgün yapamaz ve bodurlaşır. Bu dönemde, gül fidanları yağmurlama sistemiyle sulanırsa yapraklar örümceklerden arındırılabilir. Kır-mızı örümcekle mücadelede doğru ilaç seçimi çok önemlidir. İlaçlama düzenli ve sık yapılma-lıdır. Seralarda kullanılan ilaçların örümcekle-re bağışıklık kazandıracağı düşünülerek aynı ilaç sürekli kullanılmamalıdır. Genellikle kü-kürt ve kükürtlü ilaçlar bazen tek başına bazen de başka ilaçlarla karıştırılarak kullanılabilir.

Afi tler:Genç sürgün uçlarında ve küçük goncalar üze-rinde yaşayan küçük fidan bitleri olarak bili-

nir. Mayıs ve haziran aylarında çok görülür. Sürgünlerin bozuk büyümesine neden olurlar. Organik fosforlu ilaçlar kullanarak mücadele edilir.

Thripsler:Gül goncalarında önemli zararlar yapan can-lıdır. Genellikle taç yapraklara zarar verirler. Eğer mücadelede geç kalınırsa goncalar ta-mamen yok olabilir. Bu canlıya karşı koruyucu ilaçlar kullanılmalıdır.

Koşniller: Güllere önemli boyutlarda zarar veren canlı-lardan biridir. Beslendikleri dal ve sürgünler üzerine tutunmuş olarak yaşarlar. Dişi koşnil-lerin, gül çalısının kabuğu altına bıraktıkları yumurtadan nisan ve mayıs aylarında yavrular çıkmaya başlar. Yavrular taze bitki dokusu içi-ne soktukları iğnelerle gül çalısını zayıfl atır ve kurutabilirler. Bu zararlıya karşı mücadele ilk-bahar aylarında yavrular yumurtadan çıktığı zaman yapılmalıdır. İlkbahar aylarında orga-nik fosforlu ilaçlar, haziranda ise yazlık beyaz yağlar mücadelede kullanılabilir.

Prodenya (Prodenia litura): Özellikle Çukurova’da yaz aylarında görülen bir pamuk zararlısıdır. Ancak güllere de önem-li ölçüde zarar verirler.

Genç sürgün yaprak ve tomurcukları yiyerek güllerde kayıplara yol açarlar. Gonca hâlindeki

Page 398: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

398

güllerde taç yaprak ve erkek organları tahrip ederler. Prodenya tırtıl evresinde çok zarar verir. Bu canlıya karşı fosforlu ilaçlar kullanı-labilir.

Nematodlar:Güllerin solgunluk, sararma ve bodurlaş-ma gibi zarara uğramasına neden olan mik-roskobik canlılardır. Güllerin köklerine zarar verirler. Nematotlarla savaşın en etkili yolu dayanıklı anaç seçimidir. Seralara hastalıklı fi-danlar sokulmamalıdır. Sera toprağına, dikim-den bir ay önce ilaçlama yapılmalı veya toprak sterilizasyonu yapılmalıdır.

Gül küllemesi (Sphaerotheca pannosa var.rosae): Güllerde önemli hastalıklardan biridir. Sür-gün uçlarında genç yaprak ve tomurcuklarda kıvrılma ve küçülmelere neden olurlar. Yap-rakların üzerinde beyaz bir toz oluştururlar. Bu hastalık tomurcukların açmasını engelle-yebilir. Yaprakların renk ve şeklini bozduğu için goncaların ekonomik değerini olumsuz etkilerler. Külleme mantarı çevre koşulları bo-zulduğunda genç sürgünler, dikenler ve uyur gözler üzerinde yaşayarak çevre koşullarının düzelmesini beklerler. Uygun çevre koşulların-da ise hızla üreyerek güller üzerinde hastalık meydana getirmeye devam ederler. Külleme mantarlarının sporları + 23 0C’de çimlenirler. Seralardaki nem ve sıcaklık mantar sporları-nın çimlenmesi için ideal bir ortam oluşturur.

Şekil: Gül hastalıkları ve zararlıları

Page 399: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 399

Resim: Güllerde külleme

Seralarda külleme hastalığını en aza indirebil-mek için;

• Akşam saatlerinde seralar havalandırıla-rak nemli ve sıcak havanın dışarıya atılma-sı sağlanmalıdır.

• Sisleme ile sulama yapılmamalıdır.• Hastalıklı dallar budanarak seradan uzak-

laştırılmalıdır.• Sera toprağı havalandırılarak topraktaki

fazla nem dışarı atılmalıdır.

Külleme hastalığı ile mücadelede çevre ko-şullarının düzenlenmesi hastalığa karşı alınan önlemlerin doğru ve zamanında uygulanma-sı ilaçla mücadelenin başarısını artırır. Gül fidanlarının budanması ile birlikte ilaçlama yapılmaya başlanır. İlaçlama 7-14 günde bir yapılmalıdır. İlaçlama için sabah erken saatler uygundur. Ayrıca sera içi sıcaklığın normal ol-duğu zamanlar ilaçlama yapılmalıdır. Mücade-lede kükürtlü ilaçlardan faydalanılır.

Karaleke (Diplocarbon rosae): Hemen her yerde görülebilen önemli bir has-talıktır. Karaleke yapraklar üzerinde kahveren-giden siyaha dönen düzensiz yuvarlak lekeler şeklindedir. Bu lekeler çevresindeki dokuyu sarartarak yaprakların da sararmasına neden olur. Zamanla 1-1.5 cm iriliğinde olan siyah lekeler yaprağın her tarafını sarabilir. Güller-de yapraklar dökülmeye başlar. Gonca kali-tesi ve iriliği azalır ve goncalar kurur. Zararlı bitkinin bütününe yayılabilir ve bitki verimini düşürür. Hastalık aynı zamanda taç yaprak-larda kırmızı noktalar veya şekil bozukluğu da meydana getirebilir. Dallarda ve dikenlerde de siyah lekeler hâlinde hastalık görülebilir. Karaleke sporları güllerin dinlenme dönemle-rinde dallar üzerinde ve toprakta bulunur. Uy-gun ortam şartlarında ise enfeksiyon hastalığı meydana getirirler.

Gül yapraklarında kara leke

Karaleke hastalığı ile mücadelede şunlara dikkat edilmelidir:• Güller sağlıklı beslenmeli, gübrelemeye

dikkat edilmelidir.• Hasta yapraklar budanmalı ve seradan

uzaklaştırılarak yakılmalıdır.

Page 400: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

400

• Sera nemi %60 dolayında tutulmalıdır.• Sera sıcaklığı sabit tutulmalıdır.• Gül fidanları sık dikilmemelidir.• Karaleke hastalığına dayanıklı çeşitler di-

kilmelidir.• Gül mildiyösü (Peronospara sparsa): Gül-

lerde yaygın görülen bir hastalıktır. Genç bitkilerde yaprak ve dallar üzerinde, çiçek sapında, gonca ve çanak yapraklarda gö-rülür. Bu hastalık yapraklarda koyu kırmı-zıdan siyaha kadar değişik renklerde görü-lebilir. Yapraklar üzerinde şekilsiz lekeler oluşturur. Lekeler hızlı olarak yayılır. Yap-raklar dökülür. Gül mildiyösü nemli ortam-ları sever. Yaprak altlarında spor yığınları yapar. Kuru havalı ortamlarda ise yayılma az olur.

Resim: Gül yapraklarının alt ve üst yüzeylerinde mildiyö

Resim: Gül goncasında mildiyö

Bu hastalıkla mücadele etmek için;• Bitki dikiminden önce toprak buharla veya

kimyasal maddelerle dezenfekte edilmeli-dir.

• Sera içi iyi havalandırılmalı ve fazla nemli olmamalıdır.

• Kimyasal mücadele için ilaç kullanılmalı-dır.

• İlaçlama yapılırken yaprakların alt yüzü de ilaçlanmalıdır.

• Gül pası (Phragmodium mucronatum): En önemli gül hastalığıdır. Mücadele za-manında yapılmazsa bitkiyi ilk yılda öl-dürebilir. İlkbahar aylarında yaprakların altlarında pas renkli küçük benekler şek-linde görülür. Yaprakların üst kısmında ve dallarda ise dışı pembe içi portakal rengi daireler şeklinde görülür. Gül pası mantar hastalığı olup, mantarlar dallar üzerinde

Page 401: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 401

bir kaç yıl yaşayabilir. Mantar bulaşmış dallar bulaşma yerinden yarılarak dipten kuruyabilir.

Resim: Yapraklarda ve gövdede pas

Gül pası sporları yaz aylarında görülür ve por-takal rengindedir. Yaprakların altında kese oluşturur. Ağustos ayından itibaren ise siyah renkli sporlar oluşmaya başlar. Bu sporlar kış soğuklarına dayanıklıdır. İlkbaharda çimlenir-ler.

Gül pası ile mücadele etmek için şunlara dikkat edilmelidir:• Hastalık görüldüğünde hemen ilaçlama

yapılmalıdır. Yaprağın her iki yüzü ilaçlan-malıdır.

• Hastalıklı dallar budanmalı ve hastalıklı yapraklarla ortamdan uzaklaştırılmalıdır.

• Sera içi nem düşük olmalı ve iyi havalan-dırma sağlanmalıdır.

• Hastalıklı bahçelere girilmemelidir.• Hastalıklı bitkilerden aşı gözü ve fidan

alınmamalıdır.• Kurşuni küf (Botrytis cinerea pers): Bit-

kiler bu hastalığa tomurcuk açmak üzere

iken yakalanır. Gül goncaları kahverengile-şir, yumuşar ve çürüyerek dökülür. Bazen açılmış çiçeklerde de hastalık görülebilir. Taç yapraklar kahverengileşir ve çürür. Bu hastalık gri renkli tabaka oluşturarak diğer hastalıklardan ayrılır. Bu durumdaki mantar sporları en ufak hareketle patlaya-rak çevreye yayılır.

Bu hastalıkla mücadele etmek için;• Seralarda ışık miktarı iyi ayarlanmalıdır.• Havalandırma iyi yapılmalıdır.• Fidanlar sık dikilmemelidir.• Sera içi fazla nemli olmamalıdır.• Azotlu gübre kullanımında dikkatli olun-

malıdır. Fazla azot hastalığın yayılmasını kolaylaştırır.

• Sera içindeki hastalıklı yapraklar derhal uzaklaştırılmalıdır.

Resim: Goncalarda ve dallarda kurşuni küf

Siyah küf (Chalariopsis thislavicides): Çelik ve aşı gözlerinde görülen bir hastalıktır. Çeliklerin kesik yüzeylerine yerleşerek siyah-laştırır. Göz aşısında da görülür. Aşı gözü si-yahlaşır. Aşı yerinde gelişme görülmez. Has-

Page 402: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

402

talığın yeni bulaştığı kısımlar beyaz grimsi bir misel tabakası ile kaplanır. Daha sonra renk koyulaşır ve kahverengine döner. Siyah küf mantarı su yolu ile bulaşır. Toprakta da bir yıl yaşayabilir. Siyah küf mücadelesinde şunlara dikkat edilmelidir:

• Dayanıklı anaç yetiştirilmelidir.• Çelikler zaman kaybedilmeden köklen-

dirme ortamına alınmalı veya toprağadikilmelidir.

• Çelikler hemen dikilmeyecekse soğuk hava depolarında bekletilmelidir.

• Köklü bitki ve kalemler ise dikimden önce bir ölçü formaldehit ile 320 ölçü sukarışımı içinde 2 saat bekletilmelidir.

• Solgunluk hastalığı (Verticillium spp): Bit-kilerde gelişim esnasında aniden solma ve ölme görülebilir. Bu bitkiler incelendiğinde gövdenin odun dokusunda renk değişimi meydana geldiği ve tahrip olduğu görü-lür. Bu hastalık bitkilerde aşağıdan yukarı doğru ilerler. Önce alt yapraklar hasta-lanır. Bitki tüm alt yapraklarını dökebilir. Köklerin iletim demetleri hastalanır ve tı-kanır. Hastalık yaz ve sonbahar aylarında etkindir.

Hastalıkla mücadelede şunlara dikkat edilmelidir:• Dikimden önce toprak sterilizasyonu ya-

pılmalıdır.• Hastalıklı yerlerden çelik ve diğer malze-

meler alınmamalıdır.• Hastalıklı bitkiler ortamdan derhal uzak-

laştırılmalıdır.• Hastalık görülen ortamlarda ilaçlama ya-

pılmalıdır.

Virüs hastalıkları:Seralarda önemli zararlara yol açabilirler. Aşı ve çeliklerle yayılabilirler. Hastalık belirtisi vi-rüs çeşidine bağlı olarak değişir. Yapraklarda sarı renkli benekler oluşabildiği gibi yaprak kenarlarında kıvrılmalar meydana gelebilir. Virüsler seralarda verimi ve kaliteyi düşüre-bilir.

Resim: Yapraklarda virüs

Virüslerle mücadelede şunlara dikkat edilmelidir:• Hasta bitkiler seralardan uzaklaştırılmalı-

dır.• Virüslere dayanıklı anaçlar tercih edilme-

lidir.• Yabancı ot temizliğine önem verilmelidir.• Yaprak bitleri gibi zararlılarla düzenli mü-

cadele edilmelidir.• Seralarda kullanılan araç ve gereçlerin

sterilizasyonları yapılmalıdır.

Page 403: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 403

Gül yetiştiriciliğinde karşımıza çıkan en büyük sorunlar “Kör Sürgün” ve “Bozuk Baş” oluşu-mudur.

1.Kör Sürgün: Güllerin generatif gelişmeye başlaması gerekirken, vejetatif devrede kala-rak yaprak açmaya devam etmesi, böylelikle sapın ucunda çiçek meydana gelmemesi ola-yıdır. Yüksek ışık intensitesi ve yüksek sıcaklık ile kör sürgün arasında ters bir orantı vardır. Işık intensitesi ve sıcaklık arttıkça kör sürgün oranı azalmakta (% 14-15),tersi durumunda %40’a yükselmektedir.

Bununla beraber 21 C nin üzerindeki sıcaklık-larda kör sürgün oranı tekrar artış göstermek-tedir. Ayrıca, gece-gündüz arasındaki sıcaklık farkının yüksek olması da kör sürgün oranını arttırır.

Budama şekli de kör sürgün oranına etki eden önemli bir faktördür. Kuvvetli budama zayıf budamaya göre kör sürgün oranını artmasına nedendir.

2.Bozuk Baş: Gül tomurcuklarının ortasında-ki petallerin tam olarak gelişemeyerek yassı ve ondüleli bir şekil almasıyla ortaya çıkar. Bozuk baş oranı da kör sürgünde olduğu gibi düşük sıcaklık, zayıf ışık intensitesi ve kuvvetli budama ile artış göstermektedir.Güllerde en çok görülen Külleme, Pas, Mildiyö, Yaprak ve Sap Lekesi, Siyah Leke, Kök Çürük-

lüğü gibi hastalıklar ve Gül Pseuronu, Afidler, Gül Filiz Arısı, Gül Kabuklu Biti vb. zararlılara karşı kültürel ve kimyasal savaş yapılmalıdır. Bunun için; genel olarak işletmelerde temizli-ğe çok dikkat edilmeli, toprak ve sera dezen-fekte edilmeli serada havalandırma sağlan-malı, fazla nemden daima kaçınılmalı, fazla azotlu gübre kullanılmamalı, gece-gündüz sı-caklık farkının çok olmamasına dikkat edilme-lidir. Kimyasal savaş olarak özellikle Mildiyö ve Küllemeye karşı sık sık kükürtlü preparatlar ve organik fungusitlerle ilaçlama yapılmalıdır.

Gül Filiz Arısı( Syristaparreyssi Spin.) (Hym.: Cephidae ) Zirai Mücadele Teknik Talimatı1. Tanımı ve Yaşayışı:Ergin 20 mm boyda ve parlak siyah renktedir. Vücudun üst kısmında kirli sarı renkte üçgen biçiminde bir leke vardır. Kanatlar sarımsı şeff af ve duman rengindedir. Kanat damarları siyahtır. Larva fildişi renginde ve "s" şeklinde-dir. Abdomen sonunda kahverengi bir çıkıntı vardır. Olgun larva 20 mm uzunluktadır. Yu-murtaları parlak saman sarısı renkte ve oval şekillidir.

Kışı olgun larva halinde gül sürgünü içinde ge-çirir. İlkbaharda prepupa olurlar. Pupa evresi 10-15 gündür. Erginler açtıkları yuvarlak de-liklerden bulundukları sürgünle ri terk ederler. Mayıs ayı içinde uçuşan erginler bir yıllık gül sürgünleri içine yumurta koyarlar. İçine yu-

Page 404: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

404

murta konan sürgünlerin uç kısımları derhal aşağı doğru sarkar ve bir iki gün içinde uçtan kurumaya başlar. Yumurtalar genel olarak 6-8 gün içinde açılırlar.

Çıkan lavalar sürgün içinde özü yiyerek aşağı doğru inerler ve özü yenmiş sürgün için de kışı geçirirler. Zararlı yılda bir döl verir.

2. Zarar Şekli, Ekonomik Önemi ve YayılışıLarvaları bir yıllık sürgünlerin öz kısmında yaşar ve bu sürgünleri tamamen ku ruturlar. Yumurta konan sürgün uçları bir iki saat son-ra porsur, aşağıya doğru bükülür ve solmaya başlarlar. Kuruma larvanın aşağı doğru ilerle-mesine paralel olarak ilerler. Burdur ve Ispar-ta Bölgesi yağ güllerinde önemli bir zararlıdır.Zararlının Burdur, Isparta, Ankara, Konya Ada-na, Afyon ve Diyarbakır gül alan larında bulun-duğu tespit edilmiştir.

3. KonukçularıYağ ve Süs gülleri esas konukçularıdır.

4. Doğal Düşmanları Ve EtkinlikleriSaptanmamıştır.

5. Mücadelesi5.1. Kültürel Önlemler Güllüklerde kış sonu temizliği yapılırken za-rarlının içinde kışladığı özü yen miş kuru gül dalları özün bulunduğu kısımdan kesilerek hemen yakılmalıdır. Zararlı sürgün içinde ya-

şadığından kimyasal mücadeleden her zaman başarılı sonuç alınmayabilinir. Bu yüzden kül-türel önlemler zararlı yoğunluğunu azaltması bakımından büyük önem taşımaktadır.5.2. Kimyasal Mücadele5.2.1.İlaçlama Zamanının TespitiGençleştirme yapılmış, güllüklerde % 5 zarar saptandığı zaman (genellikle mayıs sonu hazi-ran ortası) erginlere karşı mücadeleye geçil-melidir.

Kullanılacak İlaçlar ve Dozları:Gül Filiz Arısı(Syrista Parreyssi Spin.)(Hynı.: Cephidael)'Na Karşı Tavsiye Edilen İlaçlarEtkili madde Formülasyonu Dozu (Preparat)Parathion - methyl. 360 g/1 EC 100 ml Azinphos-methyl, % 25 WP 200 g1. 5.2.2.Kullanılacak Alet ve makinelar Sırt pülverizatörü 2. 5.2.3.İlaçlama Tekniği Ergin çıkışı izlenerek ilk ilaçlama, bundan 15-20 gün sonra da ikinci bir ilaçla ma yapılmalı-dır. Güllüklerin her tarafının özellikle sürgün uçlarının iyice ilaçlanmasına dikkat edilmeli-dir. İlaçlama günün serin saatlerinde yapılma-lıdır.

6. Uygulamanın Değerlendirilmesiİlaçlamadan 7 gün sonra güllüklerin ilaçlı ve ilaçsız kısımlarından tesadüfen alı nan 100 sürgün kontrol edilerek sürgünlerde canlı lar-va bulunup bulunmadığına bakıla rak bulaşma oranı tespit edilir. Elde edilen sonuçlar, ilaç-

Page 405: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 405

lamaya başlama zamanının ta yini için gerekli olan bulaşma oranı ile karşılaştırılarak ilaçla-manın başarılı olup olmadığına karar verilir.

Gül Filiz Burgusu(Ardis Brunniventris (Hart.)), ( Hym.: Tenthredinidae ) İle Zirai Mücadele Teknik Talimatı 1. Tanımı ve Yaşayışı:Ergin 5-6 mm boyunda siyah görünüşlü bir arıdır. Larva krem rengi olup 10-12 mm boy-dadır. Yumurtaları uzunca, elips şeklinde ve beyazdır. Erginler mart sonu nisan baş; uçuşmaya baş-larlar ve kısa bir süre sonra çist le şerek, yumur-talarını teker teker genç sürgünlerin uç kısmı-na bırakırlar. Yumurtadan 6-8 gün sonra çıkan larvalar sürgün ucundan içeriye girer ve sür-günün öz kısmını yemeye başlarlar. Mayısın ilk yansında olgunluğa erişen larva sürgün ucuna yakın bir yerde yu varlak bir delik açıp buradan kendisini toprağa atar. Toprakta kokon içinde kışı geçirir. İlkbahar başlarında pupa olurlar. Yılda bîr döl verir.

2. Zarar Şeklî, Ekonomik Önemi ve Yayılışı:Larvaları gül filizlerinin içinde yaşar. Sürgünle-rin ucundan itibaren 3-13 cm kadar uzunlukta galeri açarak zarar verirler. Zarar gören sür-günlerin gelişmesi durur, aşağı doğru sarkar-lar, zamanla kururlar. Zararlının Özellikle yağ gülü yetiştirilen Burdur ve Isparta çevresinde bulunduğu tespit edilmiştir.

3.KonukçularıYağ Ve Süs Gülleridir.4.Doğal Düşmanları ve EtkileriSaptanmamıştır. 5.Kültürel Önlemler5.1.Kültürel ÖnlemlerGülcülerin "kış vurgunu" olarak isimlendirdik-leri zarar görmüş kuru dallar özün bulunduğu kısımdan kesilip yakılmalıdır.5.2.Kimyasal Mücadele5.2.1. İlaçlama Zamanının TespitiBölge koşullarına göre değişme gösterebilir. Genellikle erginlerin ve ilk larva zararının gö-rüldüğü Mart sonu - Nisan ortasında, % 5 za-rar saptandığında ilaçlı mücadele gerekir.Kullanılacak İlaçlar ve Dozları: Gül Filiz Burgusu(Hart.) (Hymenoptera: Tcnthredinîdae)'na Karşı Tavsiye Edilen İlaçlar

Etkili Madde Formülasyonıı Dozıı ( Pre-parat) 100 lt. SuyaParathion -methyl. 360 g/l EC 100 ml Dimetho-ate. 400 g/l EC 100 ml Methomyl, 200 gl EC 200 ml5.2.2.Kullanılacak Alet ve makinelar Sırt pülve-rizatörü 5.2.3.İlaçlama tekniği Ergin çıkışı dikkate alınarak ilk ilaçlama, bundan 15 gün sonra ikinci ilaçlama yapılmalıdır. Gül-lüklerin her tarafının Özellikle sürgün uçlarının iyice ilaçlanmasına dik kat edilmelidir. İlaçlama sabah veya akşam erken saatlerde yapılmalıdır.6. Uygulamanın Değerlendirilmesi:

Page 406: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

406

İlaçlamadan 7 gün sonra güllüklerin ilaçlı ve ilaçsız kısımlarına köşegenler doğ rultusunda girilerek tesadüfen seçilen 100 sürgün kontrol edilir. Sürgünlerde canlı larva bulunup bulun-madığına bakılarak bulaşma oranı saptanır. Elde edilen sonuçlar ilaçlama ya başlama za-manının tespiti için öngörülen bulaşma oranı ile karşılaştırılarak ilaçla manın başarılı olup olmadığına karar verilir.

Gül Gal Böceği ve Familyası: BuprestidaeTanımı: Ergin 6-7 mm.boyunda, bronz meta-lik, koyu zeytin ye şil renkte ve ince uzun görü-nüşlüdür. Larvanın başı kuvvetli ve iyi gelişmiş olup protorax içine gömülmüş gibi görünür. Karın segmentleri dikdörtgen şekilde düz ve yassıdır

Gül Gal Böceği (Agrilus Chrysoderes)

Zarar Şekli ve Ekonomik Önemi: Larvalar gül dalında yaşar. Dallarda ilk zamanlar kısa

mesafeli helezoni galeriler açar ve yukarı doğ-ru ilerler. Olgunluk çağına yakın uzun bir hat halinde galerisini açmaya devam eder. Hele-zoni galerilerin bulunduğu kısım haricen şişkin görünür. Galin başladığı kısmın altındaki nesiç sağlamdır. Üst kısım yavaş yavaş sararmaya kurumaya başlar ve nihayet dal galerinin baş-ladığı kısma kadar tamamen kurur.

Yaşayışı; Kışı öz içinde hususi bir hücrede lar-va halinde geçirir. Genel olarak erginleri Mayı-sın ikinci yarısında çıkmaya baş larlar, çist leşen dişiler yumurtalarını gül dallarının kabukları altına koyarlar. İnficarı müteakip larva kabuk altında galerisini açma ya başlar.

Sürveyi: Erken ilkbaharda güllüklerdeki şişkin dalların bulunup bulunmadığı kontrol edilerek sürveyi yapılmalıdır.

Mücadelesi: Ergin çıkış zamanı genel olarak güllüklerin çiçeklenme devresine rastladığın-dan bu devrede ilaçlama yapmak uygun değil-dir. % 5 zarar tespit edilen çiçeksiz ve tomur-suz güllüklerde Mayısın ikinci yarısından sonra ergin çıkışını müteakip ilaçlamaya geçilmeli-dir. Bu devre çiçek tomurcuklarının % 80-90 görüldüğü dev redir.

a) Kültürel Tedbirler: Güllüklerde kış sonu te-mizliği yapılırken galli gül dallarının galin baş-ladığı kısımdan kesilerek yakıl ması en emin ve ucuz bir mücadele metodudur.

Page 407: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 407

b) Kimyasal Mücadele: Tomursuz güllüklerde aşağıda ad ve dozları yazılı ilaçlardan biri ile mücadele yapılmalıdır. Kullanılacak İlaçlar ve Dozları:Etkili Madde AdıYüzdesiFomülasyon100 lt. suya Parathion Methyl, 35, E C, 100cc. Azinphos Methyl 40 E C 100cc. Azinphos Methyl 20 E C 200cc. Azinphos Methyl 25 W P 160gr. Diazinon 20 E C 200cc.

İlaçlama Tekniği: Güllüklerin bilhassa yap-rak altlarının iyice ilaçlanmasına dikkat edil-melidir. İlaçlamayı müteakip yağmur ya ğarsa ilaçlama tekrar edilmelidir, Çiçeklenmeden 10 gün önce ilaç lamaya son verilmelidir. Ergin çı-kış süresine göre birinci ilaçlama dan 15-20 gün sonra ikinci bir ilaçlama yapılabilir.

Gül Hortumlu Böceği( Rhynchites Hungari-cus (Hbst.)) ( Col.: Attelabidae ) Zirai Müca-dele Teknik Talimatı1. Tanımı ve Yaşayışı:Ergin 5-7 mm uzunlukta hortumlu bir bö-cektir. Baş, anten, hortum, bacaklar ve üst kanatların ortası siyah, üst kanatların yan tarafı ve pronotum kırmızı renktedir. Hor-tum uzun, gözler büyüktür. Larva fildi-şi renkli, tombul, kıvrık ve ayaksızdır. Yu-murta, açık sarı, oval şekilli ve parlaktır.

Erginler genel olarak nisan sonu ve mayıs baş-larında gül tomurcuklan üzerinde görülürler. Güneşli saatlerde hareketlidirler. Tehlike anın-da kendilerini toprağa atıp saklanırlar. Dişiler yumurtalarını açılmakta olan gül tomurcukları içine koyarlar. Hortumları ile önce tomurcuk-larda delikler açarlar. Genellikle yumurtalarını çanak yapraklarının çevrelediği kısmın altına açtığı delikler içinde 2 mm kadar derinliğe bı-rakır. 8-12 Günde açılan yumurtalardan çıkan larvalar tomurcuk içinde beslenirler. Olgun larva tomurcukları terk ederek toprak içine geçer. Kışı toprakta 2-8 cm derinlikte oval şe-kilde bir kokon içinde olgun larva halinde geçi-rirler. Erken ilkbaharda pupa olurlar. Yılda bir döl verir.2. Zarar Şekli, Ekonomik Önemi ve Yayılışı:Erginlerin açılmakta olan tomurcuklarda yap-tığı zarar önemlidir. Yumurtlama sırasında tomurcukları kırparak yere serer, bir kısım to-murcuklar da dallarda asılı kalır. Genel olarak zarar gören tomurcuklar açılmaz, çiçeklen-me anormal olur, verim azalır. Zararlının İz-mir, Afyon, Ankara, Burdur, Çorum, Isparta ve Konya'da bulunduğu saptanmıştır.

3.Konukçuları :Yağ ve süs gülleri zararlının konukçuları ola-rak bilinir.

4. Doğal Düşmanları ve Etkinlikleri : Henüz saptanmamıştır.

Page 408: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

408

5.Mücadelesi:5.1. Delinmiş gül tomurcuklarının koparılıp yok edilmesi, yoğunluğun azalması ve gelecek yılın zararını önlemesi bakımından önemlidir.5.2. 5.2.1. İlaçlama Zamanının TespitiZararlının yaşayışı dikkate alınacak olursa, ni-san sonu ile mayıs ortası ilaçlama için en uy-gun zaman olarak seçilebilir. İlaçlamaya geçe-bilmek İçin nisan sonundan itiba¬ren hast ada iki kez olmak üzere güllükler kontrol edilmeli, tesadüfen seçilen 100 tomur¬cuktan 5'inde ergin görüldüğünde ilaçlamaya geçilmelidir.Kullanılacak İlaçlar ve Dozları:Gül Hortumlu Böcegi (Rhynchites Hungarkus (Hbst.) (Coleoptera: Attelabidae)'ne Karşı Tav-siye Edilen İlaçlarFormülasyonu Dozu ( Preparat ) 100 lt. suya Malathion % 25 WP 200 g Malathion 190 g/l EM 250 ml5.2.2. Kullanılacak Alet ve makinelar: Sırt kö-rüğü veya sırt pülverizatörü 5.2.3. İlaçlama tekniği Güllüklerin her tarafının İyice ilaçlan-masına dikkat edilmelidir. Rüzgarlı havada ilaçlama yapılmamalı, ilaçlamadan hemen sonra yağmur yağarsa tekrarlanmalıdır. Sı-caklığın yüksek olduğu zamanlarda ilaçlama yapılmamalı, genellikle sabah veya akşam sa-atleri seçilmelidir.

6. Uygulamanın Değerlendirilmesiİlaçlamadan üç gün sonra güllüklere köşe-genler doğrultusunda girilir. İlaçlı ve ilaçsız alanlardan tesadüfen seçilen 100 tomurcuk-

tan kaçında zararlının erginlerinin bulunduğu saptanır. Elde edilen sonuçlar, ilaçlamaya baş-lama zamanının tayini için gerekli olan zararlı adedi ile karşılaştırılarak ilaçlamanın başarılı olup olmadığına karar verilir.

Gül Koşnili( ParthenolecaniumSpp.) ( Hom.: Coccidae ) Zirai Mücadele Teknik Talimatı

1.Tanımı ve Yaşayışı:Ergin dişi yarım küre şeklindedir. Rengi sarımsı kahverengi olup üzeri kırmızı çizgilidir. Uzun-luğu 5-6 mm'dir. Ergin erkek koyu kahverengi ve çevik karakterli, kanat açıklığı 3-4 mm'dir. Yumurta yuvarlağa yakın oval şeklinde ve mat kirli sarı renktedir. Şekilleri genel olarak oval ve yassı görünüşlüdür. İkinci dönem larvala-rı koyu kızıl kahverengindedir. Sırtta bulunan tümsek daha belirgindir. Vücutları genel ola-rak ince bir mum tabakası ile örtülüdür. Erkek pupa kabuğu koyu kahverengindedir. Erginin çıkma sından sonra beyaz, ince mum gibi pupa kabuğu dal üzerinde kalır. Kışı ikinci dönem larva halinde gülün dal ve sürgünleri üzerinde geçirirler. İlk baharda ha-vaların ısınmasıyla (gül fidanlarına su yürü-meye başlayınca) kabarmaya başlayarak koyu kahverengi olan vücut rengi açık kahverengiye döner. Mart ortasında deri değiştirir. Erkekler ince uzun, dişiler yarım küre şeklini alırlar. Mart sonunda erkekler pupa olur, nisanın ilk hast asında uçmaya başlarlar. Çist leşen dişiler

Page 409: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 409

hızla gelişmeye başlar, fazla miktarda tatlı madde salgılarlar. Yumurtlamadan sonra dişi-ler ölürler. Bun ların derileri sertleşmiştir.

Yumurtlama mayıs ortasında başlar, 1-1,5 ay devam eder. Yumurtalar haziranın ilk hast a-sında açılmaya başlar ve 20 – 30-gün devam eder. Yumur tadan çıkan larvalar kendilerini gül sürgün ve dalları üzerine tespit ederler. Kışı ikinci larva döneminde geçirirler. Yılda bir döl verir.

2. ZARAR ŞEKLİ, EKONOMİK ÖNEMİ VE YA-YILIŞI: Gül koşnili güllüklerde iki şekilde zarar yapar. İnce uzun hortumlarını üzerinde yaşadığı bit-ki dokusuna sokarak bitki özsuyunu emerler. Aynı zamanda salgıladıkları tatlı madde ile fumajine neden olurlar. Zarar gören güllükler 3-4 yıl içinde tamamen kurur. İlk yıl durgun-luk gösteren gül fidanları ikinci yıl bodurlaşır, yapraklar ufalır, sür günlerde tomurcuk mik-tarı azalır, kalite bozulur. Üçüncü yıl yer yer kurumalar baş gös terir, sanlık ve çalılaşma görülür. Zararlı, ülkemizin yağ gülü yetiştiren Burdur ve Is parta illerinde oldukça yaygın ola-rak bulunmuştur.

Gül Küllemesi Hastalığı(Spkaerotheca Pannosa \Ar.Rosae (Walt.), Lev.) Zirai Mücadele Teknik Talimatı1. Etmenin Tanımı ve Yaşayışı:Fungusun kleistotesyumları koyu renkli, yu-

varlak ve tek askusludur. Tutunucuları mi-sel şeklindedir. Havai miseller iyi gelişmiştir. Önce beyaz olan miselyumları, sonra koyu kahverengine dönüşür. Konidiler genellikle renksiz ve bir konidiofor ucunda zincir şeklin-de oluşurlar. Fungus kışı dal, bitki artıkları ve tomurcuklarda misel ve kleistotesyum halinde geçirir.

2. Hastalığın Belirtileri, Ekonomik Önemi ve Yayılışı;Hastalık gülün yaprak, sürgün ve tomurcuk-larında görülür. Hastalıklı yapraklar kıvrılır, oluklaşır ve sertleşir. Hafifçe kızarır. Beyaz bir misel ve konidi örtüsüyle kap lanır. Misel ve ko-nidi örtüsü tomurcuğun çanak yapraklarında ve saplarında da görülür. Kütleme bazen to-murcukların açılmasına engel olur.Hastalığın güllerde goncaların açılmasına en-gel olması ve şekillerini bozması onların pazar değerini düşürür. Hastalık özellikle nemli ve üstten sulama yapılan yerler de önem kazanır. Hastalık, gül yetiştiriciliği yapılan her yerde görülür.

3. Konukçuları: Patojen, gülün dışında şest ali ve bademlerde de hastalığa neden olur.4. Mücadelesi:4.1.Kültürel Önlemler 1.Aşırı sulamadan, özellikle bahçe gül-leri için şişleme şeklinde yapılan sulama dan kaçınılmalıdır,

Page 410: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

410

2.Gübreleme, toprak işleme ve sula-ma, gülün normal gelişimini sağlayacak şe-kilde yapılmalıdır. 4.2.Mekaniksel MücadeleFazla hastalık görülen bitki kısımları budan-malı ve hastalıklı artıklar yok edil melidir.4.3.Kimyasal Mücadele4.2.1. İlaçlama Zamanının TespitiYaprak ve tomurcuk oluşumu başladığında ilk ilaçlama yapılmalıdır. Kullanılan İlaçlar ve Dozları:Gül Külleme Hastalığı Sphaerotheca Pannosa \İ\T.Rtmae (Walt.) Lev.I'na Karşı Tavsiye Edilen İlaçlar

Etkili Madde Adı ve Oranı

Formülas-yonu

Dozu ( Prepa-rat)100 lt.suya

Dinocap 475 g/l EC 30-40 ml

Kükürt, % 80 WP 400 g

Quinomethionate. c/ı 25 WP 30 g

Bupirimate 250 g/l EC 160 ml

Penconazole, 100 g/l EC 25 ml

Hexacon;uolc 50 g/l SC 50 ml

Pyrazophos 300 g/l EC 50 ml

4.2.2.Kullanılacak Alet ve makinelerKüçük alanlarda adi basınçlı sırt veya el pülve-rizatörü, büyük alanlarda ise mo torlu pülveri-zatörler kullanılabilir.4.2.4.İlaçlama Tekniğiİlaçlama sabah serinliğinde, rüzgarsız ve ya-

ğışsız havalarda yapılmalı ve bitki ler yıka-nırcasına ilaçlanmalıdır. Kullanılan ilacın eti-ketinde önerilen aralıklarla 5-6 kez ilaçlama yapılabilir.

5. Uygulamanın Değerlendirilmesi:Uygulama alanını temsil edecek şekilde gül plantasyonunun köşe ve ortaların dan olmak üzere 5 farklı yerinden bitkilerin çeşitli yön ve yüksekliklerinden 30x5 = 150 adet bileşik yap-rak makasla kesilerek toplanır. Toplanan bile-şik yapraklar 0-5 skalasına göre sayılır.0- Bileşik yapraklardaki yaprakların hepsi te-miz 1- Yaprağın % 1' i bulaşık, 2- Yaprağın % 5'i bulaşık, 3- Yaprağın % 10'u bulaşık, 4- Yaprağın % 25'i bulaşık, 5- Yaprağın % 50'si ve daha fazlası bulaşık. İndeks değeri bulunur. Bu indeks değerinin uy-gulama başlangıcındaki indeks değerini geç-memesi gerekir.

Yağ Gülünde Gül Makas Böceği Aurigena (= Perotis) Chlorana (Lap. Et Gory) (Coleoptera: Buprestidae) Zirai Mücadele Teknik Talimatı

1 Tanımı ve YaşayışıA.chlorana' nın ergini uzun, oval biçimdedir. Dişi birey, erkek bireyden daha iri yapılıdır. Dişi bireyin vücut uzunluğu ortalama 22.3 (15.6-27.1) mm, genişliği ise 13.9 (6.4-13.6) mm' dir. Erkek bireyde uzunluk ortalama 19.2 (13.9-22.4) mm, genişlik ise ortalama

Page 411: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 411

7.7 (4.6-9.3) mm' dir Baş, thorax, elytronları parlak metalik yeşildir. Anten 11 seğmendi ve parlak siyahtır. Vücudun ventral'i ve bacaklar parlak yeşilimsi bronz renktedir. Dişide anal segmentin uç kısmı dışbükey, erkekte ise anal segmentin uç kısmı median' da düz veya hafif girintilidir. Bu özellikleriyle dişi ve erkek birbi-rinden kolayca ayırt edilebilir. Yumurtası oval ve bazıları bir uca doğru daha incelmiş biçim-de, kremimsi san rengindedir.

Yumurtanın uzunluğu ortalama 1.2 (1.1-1.5) mm, genişliği ise ortalama 0.7 (0.6-0.9) mm' dir.

Larvaların vücudu beyazımsı krem rengin-dedir. Yumurtadan yeni çıkan larvanın vücut halkalarının yanlarında kıllar bulunur. Kökte kabuk altına girerek beslenmeye başladığında bu kıllar tamamen yok olur.

Yumurtadan yeni çıkan larvanın vücut uzunluğu ortalama 3.4 (2.8-3.9) mm, baş kapsülü geniş-liği 0.2 (0.2-0.3) mm' dir. Diğer dönemlerdeki larvaların başı küçük, biraz basılmış ve protho-rax' m içine doğru oldukça çekilmiştir Thorax, özellikle prothorax geniş ve oldukça yassıdır. Prothorax' ın dorsal ve ventral yüzeyinde iyi gelişmiş sertleşmiş birbirine yakın büyüklük-te kahverengimsi san renkte plakalar bulunur. Abdomen 10 segmentli, ince uzun silindirik yapıdadır. Larva bacaksızdır. Son dönemde-ki larvanın vücut uzunluğu 78 mm' ye ulaşır.

Gelişmesini tamamlayan larva büzüle-rek, uzunluğu ortalama 38.3 (29-54) mm olan prepupa evresine geçer. Prepupa-nın morfolojik özellikleri olgun larva-ya benzer. Olgun larvaya göre oldukça kısa, tombul ve sarımsı krem rengindedir. Pupa serbest pupa tipindedir. Başlangıçta pupa krem renkte olup, daha sonra zamanla ergine benzer renk alarak koyulaşır. Pupanın uzunluğu ortalama 22 (14-29) mm, genişliği ortalama 8.8 (5.5-11.5) mm' dir. A.chlorana üç ve dört yılda bir döl vermektedir.

Kışı kök içinde ergin ve çeşitli larva dönem-lerinde geçirir. Kök içinde pupadan çıkan er-ginler, larvaların kökte kabuk altında odun tabakasında beslenmeleri sonucunda oluş-turdukları sıkı öğüntülerle dolu galerilerde etrafı öğüntülerle kaplı bir odacık içinde tek tek bulunurlar. Bu odacık içinde erginlerin ventral kısmı, kökün kabuk kısmına gelecek şekilde bulunur. Kışlayan larvalar ise kökte kabuk altında beslenme yerlerinde oluştur-dukları bir odacık içinde hareketsizleşir ve larvaların renkleri donuklaşır. Bu bireylerin renkleri, ilkbaharda aktif duruma geçmesiy-le birlikte parlaklaşır ve beslenmeye başlar. Kök içinde kışı geçiren A.chlorana erginleri, sıcaklığın yükselmesi ve yağ gülü sürgünleri-nin yapraklanması ile birlikte kökten çıkarak beslenmeye başlar. Erginler genellikle mart sonlarından itibaren koku terk etmeye başlar. Bu sırada hava sıcaklığı 10.6-12.7°C, 5 ve 20

Page 412: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

412

cm derinliğinde toprak sıcaklığı sırasıyla 13.4-14.4°C ve 11.4-12.7°C arasındadır. Erginle-rin kökten çıkışları kademeli olur. Kökten en çok ergin çıkışı, nisan'ın son hast ası-mayıs'ın ilk hast asında olur. Bu şuada hava sıcaklığı 13.6°C-13.8°C, 5 ve 20 cm derinliğinde toprak sıcaklığı sırasıyla 14.7°C-16.3°C ve 13°C-15.1°C arasındadır ve yağ gülü sürgünlerinin yansına yakın bölümü yeşil tomurcuklu dönemdedir. Kademeli olan bu çıkışlar mayıs' m ilk hast asın-da tamamlanır. Bu dönemde sürgünlerin %70 kadın yeşil çiçek tomurcukludur. Kök içinde kışlayan larvalar sıcaklığın artmasıyla birlikte mart sonundan itibaren beslenmeye başlar.A.chlorana erginleri, mayıs ortasından tem-muz' un son günlerine kadar yumurta bırakır. 'Bu dönemde hava sıcaklığı 16.4°C -17°C ve sürgünlerde çiçek açılımı başlamak üzeredir. En çok yumurta sayısına haziran' in son hast a-sı-temmuz' un ikinci hast asında ulaşılmaktadır. Bu dönemde hava sıcaklığı 2O.2°C-23.3°C ara-sındadır. Erginler ağustos' un üçüncü hast ası-nın son günlerine kadar yaşamlarını sürdürür.Yumurtadan larva çıkışı temmuz' un ilk haf-tası-temmuz ortasında başlar. Bu dönemde hava sıcaklığı 21.7°C nin üzerindedir ve gül hasadı sona ermiştir. Yumurtadan larva çıkışı eylül' ün ikinci hast asının başlarında tamam-lanmaktadır. Yumurtadan çıkan genç larva-lar yumurta kümesi üzerinde bulunan tabaka üzerinde açtıkları deliklerden çıkarak toprağa kendini atar ve vücut halkalarının yanlarında bulunan kıllarla hareket ederek yağ gülünün

kök boğazında gevşemiş kabuk altına girer. Bu sırada segmentlerdeki kıllar dökülür. Kabuk altında odun dokusunda beslenmeye başlar Larvalara bütün yıl boyunca rastlanır. Larva pupa olmadan önce beslenmeden kesilerek sarımsı bir renk alır, vücudu kısalarak hare-ketsizleşir ve böylece prepupa evresine girer. Larvalar kök içinde iki veya üç yıl beslendik-ten sonra prepupa evresine geçer. Bu evreden sonra kremimsi beyaz renkte pupa görülür. Prepupalara temmuz' un ikinci hast asının son-larından eylül' Un üçüncü hast asının ortaları-na; pupalara ise ağustos' un ikinci hast asının ortalarından eylül' ün son hast asının ortala-rına kadar rastlanır. Pupalardan ergin çıkışı, eylül' ün ilk günlerinden itibaren başlamakta ve eylül' ün son hast asının başlarında tamam-lanmaktadır. Bu erginler kışı kök içinde pupa beşiği içinde geçirir.

2. Zarar Şekli, Ekonomik Önemi ve YayılışıA.chlorana' nın hem ergin hem de larvaları za-rarlı olur. Kışlama yerini terkeden A.chlorana erginleri yapraklan kenardan içeriye doğru yi-yerek ve bileşik yaprakların ve yeni oluşmuş sürgünün sap kısmım kemirmek suretiyle ke-serek zarara neden olurlar. Ayrıca tomurcuk-lanma döneminde, yeşil ve pembe tomurcuklu sürgünlerin saplarını kemirmek suretiyle ke-ser. Zararlının yağ güllerinde varlığı, kesilen sürgünlerin ve yaprakların yağ gülü taç iz-düşümünde serili olarak bulunması veya yağ gülü üzerinde kesilen sürgünlerin ve yaprakla-

Page 413: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 413

rın asılı olarak bulunması ile kolayca anlaşılır. Bu şekilde zarar gören yağ güllerinde çiçek oluşumu engellenir ve verim önemli ölçüde düşer. Yağ gülünde esas zarara, A.chlorana larvaları neden olmaktadır. Larva kabuk altın-da odun dokusunda galeriler açarak beslen-mektedir. Dönem ilerledikçe kökün derinlikle-rine inerek kabuk altmda odun dokusunda içi sıkı bir şekilde beslenme artıkları ve öğüntü-lerden oluşan galeriler oluşturmaktadır. Lar-valar, köklerin sadece kabuk kısmı aynı şekilde kalmak suretiyle odun dokusunu öğüntü ve ar-tıklardan oluşan galeriler haline getirebilmek-tedir. Köke dıştan bakıldığında larvanın bulun-duğu yer ve zararı belli değildir. Ancak kabuğu kaldırılınca etrafında öğüntülerle kapalı olan larva ve oluşturduğu galeri görülebilmektedir. A.chlorana ergin ve larvaları özellikle bakımı yapılmayan ve yaşlı güllüklerde zararlı olmak-tadır. Zarara uğrayan yağ güllerinde gelişme yavaşlamakta, zamanla çalılaşma ve sonunda da tamamen kuruma görülmektedir. Zararlı daha çok Isparta'da olmak üzere Göller Böl-gesi'ndeki yağ gülü alanlarında bulunduğu be-lirlenmiştir.

3.Konukçuları A.chlorana' nın esas konukçusu yağ gülü (Rosa damascena Mili.)' dür. Bunun yanısıra Rosace-ae familyasına ait meyve ağaçlarında zararlı olduğu belirtilmektedir. 4.Doğal Düşmanları Ve Etkinlikleri: Saptanmamıştır.

5.Mücadelesi: Bu zararlıya karşı kültürel önlemler ile meka-niksel mücadelenin uygulanması gerekli gö-rülmektedir.

5.1. Kültürel Önlemler A.chlorana dişileri yumurta bırakmada yağ gül-lerinin kuru dallarını tercih etmesi nedeniyle özellikle yaşlı, zayıf ve bakımsız yağ güllükle-rinde zararlı olmaktadır. Bu nedenle güllükler-de yumurta bırakma yerlerini oluşturan kuru dalların kesilmesi ile yapılan normal budama-lar veya gençleştirmek amacıyla yapılan aşı-rı budamalar bitkilerin kuvvetli gelişmelerini, dolayısıyla bu zararlıdan daha az etkilenmesi-ni sağlar. Ayrıca sonbaharda yağ güllüklerinin bozulmaları sonucunda ortaya çıkan köklerin toplanarak yakılması da zararlının populasyo-nun azaltılmasında büyük önem taşır. Çünkü bulaşık güllüklerde bu köklerde zararlının kış-layan ergin ve larvaları bulunmaktadır.

5.2.Fiziksel mücadeleKök içinde kışı geçiren A.chlorana erginleri, yağ gülü sürgünlerinde gözlerin tamamen açıldığı ve yeni oluşan sürgünlerin yandan fazlasının bileşik yapraklı olduğu dönemde çıkmaya başlar. Bu nedenle yağ gülü alanla-rında genellikle bu fenolojik döneme rastla-yan, erginlerin kökten çıkmaya başladığı mart ayının son hast asından itibaren mayıs ayının ilk hast asına kadar kademeli olarak çıkan er-ginlerin yumurtlamaya başlamadan önce (ma-

Page 414: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

414

yıs ayı ortası) sürekli toplanarak yok edilmesi, populasyonun düşürülmesinde etkili olacaktır. Özellikle erginlerin kışlama yerinden çıkışın tamamlandığı, yağ gülü sürgünlerinin % 70 ' inin yeşil çiçek tomurcuklu olduğu dönemde erginlerin toplanması daha önem taşımakta-dır.

Bunun yanı sıra, zararlının yumurtlama dö-nemi olan mayıs ortasından temmuz sonuna kadar (özellikle yumurta sayısının en yüksek düzeye ulaştığı ve henüz larva çıkışının başla-madığı dönem olan haziranın son hast asında) yumurtaların bırakıldığı kuru gül dallarının ke-silerek yakılması da zararlının yoğunluğunun azaltılmasına yardımcı olacaktır.

5.3. Kimyasal mücadele Zararlıya karşı kimyasal mücadele gerekli gö-rülmemektedir. Ergin böceklerin toplatılarak imha edilmesi uygundur.

6. Uygulamanın DeğerlendirilmesiYağ gülü sürgünlerinde zararlı erginleri görül-mediği zaman, belirtilen mücadele uygulama-larından başarı sağlandığı sonucuna varılır.

Gül Yaprak Biti ((L.)) ( Hom.: Aphididae ) Zi-rai Mücadele Teknik Talimatı

1.Tanımı ve Yaşayışı:Dişilerin vücut rengi yeşil ve kırmızının bütün tonlarında olup baş ve thorax si yahtır. Erkek-

ler genel olarak siyah görünüşlü,2-3,5 mm bo-yunda dolgun ve yumuşak vücutludurlar. Er-keklerde antenler dişiye oranla daha uzundur. Kanatlı ve kanatsız form ları vardır. Hem döl-lenmeden hemde döllenerek çoğalırlar. İlkba-har başlarında havaların ısınmasından sonra gül fidanlarına su yürümesiyle döllerin anası denilen Fundatrix'ler görülmeye başlar. Bunlar kış yumurtalarından çıkan ilk döl yavrularıdır. Taze sürgünle re ve yapraklara hücum ederler ve 10-15 günde ergin olurlar. Kanatsız canlı doğuran di şileri meydana getirirler. Daha son-ra kanatlılar görülür. Bütün yaz döllenmeden çoğalır lar, konukçu değiştirirler. Sonbaharda havalar soğuyunca erkek ve dişiler çist leşerek kışlık yumurtalarını kış konukçusuna bırakır-lar. Yılda 10-16 döl verirler.

2.Zarar Şekli, Ekonomik Önemi ve Yayılışı:Gül yaprakbiti ince uzun hortumunu bitki dokusu içine sokarak Özsuyu emer. Koloni-ler halinde sürgün, tomurcuk ve yapraklarda bulunur. Populasyonun yoğun olduğu durum-larda gül tomurcuklarının normal gelişmesi duraklar. Bu devrede mücadelesi ya pılmadığı ve hava koşulları da zararlının çoğalması için uygun gittiğinde büyük zarara neden olurlar. Gül yetiştirilen bölgelerde yaygın bir türdür.

3.Konukçuları:Başlıca konukçusu güldür. Fırça otu ve çayır-larda da bulunurlar.

Page 415: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 415

4.Doğal Düşmanları ve Etkileri:Henüz saptanmamıştır.

5.Mücadelesi5.1. Kültürel Önlemler Güllüklerin temiz ve ot-suz bulundurulması, toprak işlemesi, sulama ve gübrele menin zamanında yapılması öneri-lir.5.2. Kimyasal Mücadele5.2.1.İlaçlama Zamanının Tespiti 100 Gül sür-gününün 20' sinde, sürgün ve taze yaprakların alt yüzünde yaprak bitki kolonileri görülmeye başladığı zaman ilaçlamaya geçilmelidir.

Kullanılacak İlaçlar ve DozlarıGül Yaprak Biti(L.)) (Homoptera: Aphididae)'Ne Karşı Tavsiye Edilen İlaçlar

Etkili madde Adı ve oranı Formülasyonu Dozu (preparat)Tomurcuk Güllerde:Parathion - methyl, 360 g/l EC 100 mlAzinphos - methyl, 230 g/l EC 200 mlAzinphos - methyl, % 25 WP 160 gPrimicarb, % 50 WP 50 g

Tomurcuksuz Güllerde:Malathion, % 25 WP 200 gMalathion, 190 g/l EC 250 mlMalathion, 650 g/l EC 85 mlDiazinon, 185 g/l EC 200 mlOxydemeton - methyl. 265 g/l EC 100 mlDimethoate, 400 g/l EC 75 ml

Bromophos, 360 g/l EC 100 m l(*) Spesifik afisid'dir5.2.2.Kullanılacak Alet ve makinelar Sırt pül-verizatörü 5.2.3.İlaçlama Tekniği Bitkinin sürgün, yaprak ve tomurcuklarına ilaçlı su değecek şekilde dikkatli bir ilaçlama yapılmalıdır. İlaçlamadan hemen sonra yağ-mur yağacak olursa tekrarlanmalıdır.

6. Uygulamanın Değerlendirilmesi İlaçlamadan 7 gün sonra gül alanlarına köşe-genler doğrultusunda girilir. İlaçlı ve ilaçsız kısımlardan tesadüfen seçilen 100 sürgünün yaprak ve sürgünü kontrol edile rek buralarda bulunan canlı nimf ve ergin yaprak bitleri sayı-lır. Sayım sonuçlan ilaçla maya başlama zama-nının tayini için gerekli olan yaprakbiti adetleri ile karşılaştırılarak ilaçlamanın başarılı olup olmadığına karar verilir.

3.Konukçuları:Yağ, süs ve yabani güller zararlının konukçula-rı olarak bilinir.

4.Doğal Düşman ve Etkileri:Saptanmamıştır

5. Mücadelesi: 5.1. Kuru ve kurumaya yüz tutmuş dallar kesi-lip yakılmalıdır. Yeni kurulan güllük lerde koşnilli dallar kulla-nılmamalıdır. Gençleştirme için kesilen dallar

Page 416: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

416

çit veya başka amaçla kullanılmayıp hemen yakılmalıdır. 5.2.Kimyasal Mücadele5.2.1.İlaçlama Zamanının Tespiti İlkbaharda koşnilin beslenerek kabarmaya başlamasın-dan itibaren henüz yu murtlama dönemine girmeden önce ( nisan ortası - mayıs'ın ilk haf-tası) veya koşnilin yumurta açılımının en yük-sek olduğu dönemde, birinci dönem larvalara karşı ilaçlama yapılmalıdır.

Kullanılacak İlaçlar ve Dozları:Gül Koşnili Spp.) (Homoptera: Coccidae)'E Karşı Tavsiye Edilen İlaçlar

Etkili Madde Adı ve Oranı Formülasyonu Dozu (Prepat) 100 lt. Suya

Azinphos - methyl, 230 g/l EC 200 ml Azinphos - methyl, % 25 WP 160 g Parathion - methyl, 360 g/l EC 150 ml Diazinon, 630 g/l EC 65 ml

1.Kullanılacak Alet ve Makineler: Sırt pülverizatörü

2.İlaçlama Tekniği: Bitkinin her tarafına ilaçlı su değecek şekilde dikkatli bir ilaçlama yapılmalıdır. İlaçlamadan sonra yağmur yağacak olursa tekrarlanmalı-dır. İlaçlama günün serin saatle rinde yapılma-lıdır.6.Uygulamanın Değerlendirilmesi: İlaçlamadan 7 gün sora güllüklerin ilaçlı ve

ilaçsız kısımlarına köşegenler doğ rultusunda girilerek, tesadüfen seçilen 100 gül dalında yüzde bulaşıklık oranı tespit edi lir. Elde edilen sonuçlar ilaçlamaya başlama zamanının tayini için gerekli olan bulaşma oranı ile kıyaslana-rak ilaçlamanın etkili olup olmadığına karar verilir.

Güllerde Pas Hastalığı(Phragmidium Spp.) Zi-rai Mücadele Teknik Talimatı

1. Etmenin Tanımı Ve Yaşayışı:İlkbaharda dal, yaprak, tomurcuk sapı ve ça-nak yapraklarında portakal kırmızısı renginde kabartılar halinde esidiler görülür. Yaz ayla-rında yaprakların alt yüzeylerinde san renkli 0,5 – 1 mm çapında üredospor yatakları oluş-turur. Sonbahara doğru koyu kahve ile siyah renkli teleutospor yatakları oluşur.

Fungusun ara konukçusu yoktur. Kışı yere dü-şen yapraklar üzerinde teleutospor ve genç dallar üzerinde misel halinde geçirir. Genç dallardaki miseller 3 yıl canlılıklarım korurlar. İlkbaharda ilk enfeksiyonlar, teleutosporların çimlenmesi ile oluşan basidio sporların genç gül sürgünlerini enfekte etmesi ile olur.

2. Hastalığın Belirtileri, Ekonomik Önemi Ve Yayılışı:Hastalık önce yaprak, dal ve tomurcuk sapla-rında sarımtrak lekeler halinde görü lür. Daha sonra bu lekeler kırmızıya dönüşür. Lekeler

Page 417: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 417

hafifçe kabarık püstüller halinde dir. Bu püstül-lere sori (tekil: soruş) adı verilir. Pas hastalığı yağ ve süs güllerinde direkt ve indirekt olmak üzere iki şekilde zarar yapar. Direkt olarak üründe yaptığı zarar; İlkba harda çiçek tomur-cuklarının sap ve çanak yapraklara olan enfek-siyonlardan dolayı to murcukların açılmaması şeklinde olandır. Bu şekildeki zarar % 5-8 ora-nında kalmakta dır.

Asıl zarar indirekt yolla olmaktadır. Pas hasta-lığı yapraklarda lekeler oluşturdu ğundan yap-rak fonksiyonunu yapamaz. Lekelerin kapladı-ğı alan ile orantılı olarak özüm leme faaliyeti azalır. Bunun sonucunda da fizyolojik denge bozulur. Bitkinin beslenememesinden dolayı gıda noksanlıkları oluşur, çiçek miktarı azalır ve çiçekler normal formlarını alamazlar. Bü-tün bunların sonucunda da gül yağı kalitesi bozulur, kantite aza lır. Hastalık özellikle Ispar-ta ve Burdur ilinde yağ gülü üretim alanların-da yaygın olduğu gibi süs gülü yetiştirilen bü-tün bölgelerde rastlanılmaktadır.

3. Konukçuları: Gül pası sadece güllerde görülmektedir.

4. Mücadelesi: 4.1. Kültürel Önlemler1. -İlkbaharda esidiler görüldüğü zaman hastalıklı dallar budanmalıdır. Esidioporları et-rafa yaymamak için sürgünleri kesmeden önce üzerine ispirto, karbolineum gibi maddeler sü-

rülmeli ve kesildikten sonra bunlar yakılmalıdır. 2. -Toprağa düşmüş yapraklar toplana-rak imha edilmeli veya derince gömülmelidir. 4.2. Kimyasal Mücadele4.2.1.İlaçlama Zamanının Tesbiti4.2.1.1. Yağ Güllerinde:a) 1. İlaçlama: Çiçek tomurcukları kırmızı uç göstermeden 20-25 gün önce. b) 2.İlaçlama: Tomurcuklar teşekkül ettiği fa-kat kırmızı uç göstermeden önce. (1.ilaçlamadan 10-15 gün sonra),c) 3. İlaçlama; Hasat biter bitmez. d) Gül yağında kalıntı sorunu olmayan ilaçlar gerektiğinde ikinci ilaçlamadan sonra gül ha-sadı sırasında bir kez daha uygulanabilir. 4.2.1.2-Süs Güllerinde;İlaçlamalara ilk pas püstülleri görülür görül-mez başlanmalı ve hastalığın seyrine göre tüm vejetasyon süresince ilaçlamalara devam edilmelidir

Kullanılan İlaçlar ve Dozları:Güllerde Pas Hastalığı(Phragmidiuın Spp. )'Na Karşı Tavsiye Edilen İlaçlar

Etkili Madde Adı ve Oranı Formülas-yonu

Dozu (Preparat) 100 lt suya

Bakır sülfat % 99.5+CaO Bulamaç 1 kg+500g

Cyproconazole 50 g/l EC 25 ml

Propineb % 70 WP 200 g

4.2.2.Kullanılacak Alet ve Makineler: Adi basınçlı sırt pülverizatörü ile sırt atomizörleri

Page 418: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

418

en uygun aletlerdir.4.2.4.İlaçlama Tekniğiİlaçlama sabah serinliğinde, rüzgarsız ve ya-ğışsız havalarda yapılmalıdır. İlaçlı su karışı-mına % 0.2 oranında yayıcı - yapıştırıcı ilave edilmelidir. İlaçlamalarda bitki nin bütün yüze-yinin ilaçlı suyla kaplanmasına dikkat edilme-lidir.

5. Uygulamanın Değerlendirilmesi:Uygulama alanını temsil edecek şekilde gül plantasyonunun köşe ve ortaların dan olmak üzere 5 farklı yerinden en az 10 bitki incele-nir. Bitkilerin 4 farklı yönünde alt, orta ve üst seviyelerinden olmak üzere bir bitkide yıllık sürgünlerdeki 15 adet bileşik yaprak 0-5 ska-lasına göre sayılır.

0 - Hiç püstül yok 1-1-5 arası püstül var2- Yaprağın 1/4 dü püstüllerle kaplı 3- Yaprağın 2/4 ü püstüllerle kaplı 4- Yaprağın 3/4 ü püstüllerle kaplı 5- Yaprağın tümü püstüllerle kaplı

İndeks değeri bulunur. Bu indeks değerinin uy-gulama başlangıcındaki indeks değerini geç-memesi gereklidir.

Yağ Güllerinde Kombine Mücadele Gül Makas Böceğinin kimyasal mücadelesi yoktur. Erginlerin çıkmaya başladıkları mart ayının son hast asından mayıs ayının ilk haf-tasına kadar kademeli olarak çıkan erginle-

rin yumurtlamaya başlamadan önce sürekli toplanarak yok edilmesi, populasyonun düşü-rülmesinde etkili olacaktır. Ayrıca zararlının yumurtlama dönemi olan mayısın ortasından temmuzun sonuna kadar yumurtaların bıra-kıldığı kuru gül dallarının kesilerek yakılması zararlının yoğunluğunu azaltacaktır.

İlaçlamada Dikkat Edilecek Hususlar:—Bitki Koruma Ürünleri, Reçete Yazma Yetki Belgesine sahip kişilere, reçeteye yazdırılma-lıdır.—Bitki Koruma Ürünleri, Zirai İlaç bayilerin-den, reçete karşılığında alınmalıdır.—Bitki Koruma Ürünleri, tavsiye edilen dozda, tavsiye edilen uygulama şekli ve tavsiye edilen zamanda; tavsiye edilen bitki, hastalık ve za-rarlı organizma dışında kullanılmamalıdır.—Uygun zamanda, uygun dozda, tavsiye edi-len hastalık ve zararlıya karşı yapılan ilaçla-manın ardından bir yağış olduğu takdirde, ilaçlama tekrarlanmalıdır.—Dekara en az 200lt. ilaçlı mahlül atılmalıdır.—Bitki Koruma Ürünlerinin son kullanma ta-rihleri ile hasat arasındaki süreye uyulmalıdır. —Budama yapıldıktan sonra, budama artıkları yakılmalıdır.499

499 Bu bildirinin yazımında şu kaynaklardan faydala-nılmıştır: Hasat Yayıncılık (Çiçek Yetiştiriciliği); http://www.megep.meb.gov.tr ; 3-www.ispartatarim.gov.

Page 419: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 419

Yağ Gülü Hastalıkları ve Zararlıları İlaçlama Programı

İlaçlama Zamanı Hastalık-Zararlı Etkili Madde Doz1

.İlaç

lam

a

Güller % 60-70

Yapraklandığı

Zaman

Gül Pası

Bakır Sülfat % 25

(suda çözünen kristal)

Propineb %70 WP

1’lik Bordo Bulamacı(1000g

500g sönmemiş kireç) 200 g

Gül Küllemesi

Bupirimate 250 g/l EC

Hexaconazole 50g/l SC

Kükürt %80 WP/WG

Penconazole100g/l EC

160 50m l400g 25 ml

Mart Sonu

Nisan başıGül Filiz Burgusu

Dimethoate 400 g/l EC

Parathion-Methyl360g/lEC

100 ml

100 ml

2.İl

açla

ma

Gül Tomurcukları

%80-90 Görüldüğü

Zaman (Hasattan

5-7 gün önce)

Gül Pası Propineb %70 WP 200 g

Gül Küllemesi 1.İlaçlamada Kullanılan İlaçlardan Biri

Hortumlu Böcek Malathion %25 WP 200 g

Tomurcuklu Güller-

de YaprakBiti

Azadiractrin 10 g/l EC

Azinphos Methyl 25 WP Pa-

rathion Methyl360g/l ECP-

rimicarb %50 WP

İmidacloprid 200 g/l SL

500 ml

160 g

100 ml

50 g

30 ml

Tomurcuksuz

Güllerde

Yaprak Biti

Azadiracttrin 10 g/l

EC Diazinon 185 g/l EC

Dimethoate 400 g/l EC

Malathion 650 g/l WP

500 ml

200 ml

75 ml

200 g

Mayıs sonu Haziran

ortasıGül Filiz Arısı

Azinphos-Metyl %25 WP

Parathion-Methyl360g/lEC

200 g

100 ml

3.İl

açla

ma Hasattan Hemen

Sonra

Gül Pası Propineb % 70 WP 200 g

Gül Küllemesi 1.İlaçlamada Kullanılan İlaçlardan Biri

Koşnil Azinphos-Methyl %25WP 160 g

Kırm. Örümcek Tebufenpyrad %20 WP 60 g

Yaprak Biti 2. İlaçlamada Kullanılan İlaçlardan Biri

Nisan-Eylül Yabancı Ot Diuron % 80 WP 120 g/da

Page 420: Gül Şehri Diyarbakır

TÜRKİYE GENELİNDE SON DURUM

Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞİstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji A.B.D.

Page 421: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 421İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji A.B.D.

GİRİŞGülcülük ve onun en önemli üretim maddesi olan gülyağının Dünyadaki piyasası ortalama yıllık 3 ton olarak hesap edilmektedir. Gül konkretine ise 9 ton ihtiyaç gösterilmektedir. Bu ihtiyacın %70 ini Türkiye sağlarken bu mik-tar düşeceğe benzemektedir. Dünyadaki 3 ton gülyağı ihtiyacının 1,5 tonunu yabancı firma-lar Bulgaristan’dan sağlamak için tarlalar ki-ralayarak üretime geçmişler ve zaman içinde kendi gülyağlarını elde edecek gibi görünmek-tedir. Türkiye’deki gül üretimi de bu bilgiler ışı-ğında ayarlanmıştır. Isparta Burdur dahil tüm bölgelerde gül çiçeği üretiminin 7-8 bin tonu geçmemesi kararı alınmıştır.500

Isparta’da Özel sektöre ve Gülbirlik’e ait 5 ade-di büyük olmak üzere toplam 15 adet gülyağı fabrikası mevcuttur. Isparta, yağ gülü üreti-mi ve birim miktar gül çiçeğinden elde edi-len gülyağı ve konkreti bakımından dünyada ilk sıralarda yer almaktadır. Türkiye yağ gülü üretiminin % 80’i Isparta’da, % 20’si ise Bur-dur, Afyon ve Denizli İllerinde yetişmektedir. Isparta ili 1998 yılı istatistik bilgilerine göre; Gül yetiştiren çist çi sayısı 8200, gül yetiştirme alanı 1. 772 hektar idi. Isparta’da toplanan gül çiçeği; Gülbirlik’de 2.901 ton Özel sektörde 3.133 ton toplam 6.034 ton idi. Bu çiçeklerin damıtılması ile elde edilen gülyağı Gülbirlik’te 751 kilo, Özel sektörde 811 kilo toplam 1.562

500 Gülbirlik, Gül üreticisinin Ortak Sesi. Yıl.1 Sayı 1 Kasım-Aralık 2004,Isparta. sayfa 4.

kiloydu. Çist çiye ödenen para ise toplam 850 Milyar Türk Lirası idi. İhracat tutarı Gülbirlik 1.500.000 dolar, Özel şirketler 1000.000 do-lar toplam 2.500.000 dolardı501.

1999 yılındaki gülcülüğe bakacak olursak; Isparta merkezde, Afyon’un Keçiborlu ve Isparta’nın Atabey İlçeleri başta olmak üzere toplam 18.310 dekar alandan 6.204 ton gül mahsulü alınmıştır. 2000 yılında ise gül ye-tiştirilen 15.870 dekar alandan 5.530 ton ve 2001 yılında 19.060 dekar alandan 5.811 ton gül çiçeği elde edilmiştir. 1999 yılında üreti-len 6.204 ton gül çiçeğinden 1.465 kg gülyağı, 2000 yılında 5.530 ton gül çiçeğinden 1.300 kg gül yağı, 2.250 kg gül konkreti, 2001 yılın-da 5.811 ton gül çiçeğinden 1.180 kg gül yağı ve 3.383 kg gül konkreti elde edilmiştir. 2002 yılında ise 1.563 hektar alanda 5.827 ton gül çiçeği üretimi gerçekleşmiştir. Gül üretimi 1.185 kg, gül konkreti üretimi 3.183 kg, gülya-ğı ihracatı ise 1.151 kg olmuştur.502

Afyonkarahisar’ın Başmakçı ilçesi ve köylerin-de de son yıllarda önemli geçim kaynakların-dan birisi yağ gülü yetiştiriciliği olmuştur. Yak-laşık 2000 dekarlık gül bahçelerinde yılda 420 – 440 ton gül çiçeği üretilmeğe başlanmıştır. Başmakçı 1 No'lu Tarımsal Kalkınma Gül Koo-peratifi de önemli bir gül üretici birliği olarak

501 www.angelfire.com/Ispartada gülcülük. istatistiki bilgi.502 www.isparta.gov.tr/ekonomi,tarım hayvancılık

Page 422: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

422

yer almıştır. 1972 yılında 2150 üreticinin ka-tılımıyla kurulan Kooperatif'in gül ektiği alan 200 hektardan fazladır. Kooperatif üretim alanları konvansiyonel(geleneksel) ve ekolo-jik olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. Konvan-siyonel üretim alanlarında bakım ve tarımsal savaş yöntemlerinde herhangi bir kısıtlama olmaksızın, her türlü sentetik hammaddeye dayalı tarım ilaçları kullanılabilmektedir. Eko-lojik üretim alanlarında yapılan yetiştiricilikte ise sadece doğal hammaddeye dayalı madde-ler kullanılmaktadır.

Kooperatifin ekolojik üretimi uluslararası bir kuruluş tarafından denetlenmekte ve ser-tifikalandırılmaktadır. Son yıllarda ekolojik üretim alanlarında bir artış eğilimi gözlen-mektedir. Kooperatifimin üretimi, ekolojik ve konvansiyonel gül yağı, yağlı gül suyu ve gül kurusudur. Kooperatif mevcut ürün işleme tesislerini sürekli yenilemekte, gerek makina-teçhizat, gerekse bina yatırımları giderek art-maktadır. Kooperatif’in mevcut gül yağı işle-me tesisine ek olarak, modern bir gül kurutma tesisi hizmete girmiştir503

Denizlinin Çardak ilçesi Söğüt köyünde de 80’li yılların sonunda yağlık gül ile tanışmışlar ve kısa bir süre içinde gül alanları 2000 dekara kadar ulaşmıştır. Gül piyasasının istikrara ka-vuşması ve köyde yetişen güllerdeki yağ ora-

503 Wwwbasmakci.gov.tr (Başmakçı Kymakamlığı Af-yon)

nının standartların üstünde oluşu Gülbirlik’in köyde kalan eski tesisler için Isparta ve Burdur dışında tek alım merkezi kurması gül yetişti-riciliğini tekrar cazip hale getirmiştir. İl Özel İdaresi kaynaklarından 40 ton gül çubuğu Isparta’dan getirilmiş ve çist çiler 400 dekar gül bahçesi tesis edilmiştir.

Isparta Senir kasabasında üretim yapan Sebat Gül, 100 dekar gül bahçelerinde Organik gül üretmektedir. Bu güllerden elde ettiği ortala-ma 15 kilo gülyağı, 1250 kilo konkret, 750 kilo absolü ürünü Almanya’ya ihraç etmektedir. Ayrıca 10 ton gülsuyunu da Fransa’ya satıyor.

Isparta Tarım İl Müdürlüğü 2005 yılı gül İhracat rakamlarına bakacak olursak;2005 yılında: 6.555.000 dolar gülyağından, 1.288.200 dolar gül konkretinden, 1557.141 dolar absolüt ve 16.200 dolar gülsuyundan gelir elde etmişti. 2006 yılı ihracat rakamla-rına bakacak olursak 6.906.070 dolar gülya-ğından, 1620.936 dolar gül konkretinden ve 2.234.250 absolütden gelir elde edilmiştir504.

2007- 2008 yılına ait Isparta civarındaki son durumu Süleyman Demirel Üniversitesi Gül ve Gül Ürünleri Araştırma ve Uygulama Merkezi GÜLAR şöyle saptamıştır; Isparta, geçen 120 yıl içerisinde dünyanın en önemli yağ gülü ve gül yağı üretim merkezlerinden birisi haline

504 Isparta Isparta Tarım İl Müdürlüğünden alınmış-tır.

Page 423: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 423

gelmiştir. Isparta ilini de içine alan Göller yö-resinde (Isparta, Burdur, Denizli ve Afyonka-rahisar) 20 bin da alanda her yıl 10 bin ton kadar yağ gülü çiçeği üretilmektedir. Isparta ilinde merkez ilçe, Keçiborlu, Uluborlu, Eğirdir ve Atabey ilçelerinde, Burdur ilinde Merkez, Ağlasun ve Bucak ilçelerinde, Denizli ilinde Çardak ilçesinde ve Afyon ilinde Dinar ilçesi ve Başmakçı kasabasında yoğun olarak gül tarı-mı yapılmaktadır.

Gül çiçeklerinde elde edilen en önemli endüst-riyel ürünler gül yağı, gül suyu, konkret ve absolüttür. Bunlar, taze toplanmış gül çiçekle-rinin birer damıtma (distilasyon) ve ekstraksi-yon ürünüdürler. Gül yağı ve gül suyu damıt-ma ile, konkret ve absolüt ise ekstraksiyon ile elde edilmektedir.

Isparta ilinde 2008 yılında ortalama 8500 ton gül çiçeği, 1.5 tona yakın gül yağı ve 9 tonun üzerinde konkret ve absolüt üretimi gerçek-leştirilmiş (Çizelge 1), yaklaşık 15 milyon € değerinde gül ürünleri (gül yağı, gül suyu, gül konkreti ve gül absolütü) ihracatı yapılmıştır (Çizelge 2). 1 kg gül yağı satış fiyatı 5250 €, 1 kg gül suyu satış fiyatı 3 €, 1 kg konkret sa-tış fiyatı 525 € $ ve 1 kg absolüt satış fiya-tı 1300 € olarak gerçekleşmiştir (Çizelge 2). Gül yağı ihracatımızın %90’ına yakını Fransa, İsviçre ve ABD’ye yapılmakta, konkret ağırlık-lı olarak Fransa’ya ve absolüt ağırlıklı olarak Almanya’ya ihraç edilmektedir.

YıllarGül çiçeği üretimi

(Ton)Çiçek fiyatı

(TL/kg)Gül yağı

üretimi (kg)

Konkret üretimi

(kg)

2007 5800 1.42 1250 5750

2008 8500 1.70 1500 9400Çizelge 1. Yağ gülü ve ürünleri üretim değerleri

SDÜ Gül ve Gül Ürünleri Araştırma ve Uygulama Merkezi (GÜLAR, 2008)

Ürün Üretim Değeri Toplam tutar

Gül yağı 1450 kg 5.250 € 7.625.500 €

Konkret 9400 kg 525 € 4.935.000 €

Absolüt 1900 kg 1.300 € 2.470.000 €

Gülsuyu 100 ton 3 €

Toplam ihracat değeri15.030.500 €

Çizelge 2. Gül üretimi ve gül ürünleri ihracatı (2008)

SDÜ Gül ve Gül Ürünleri Araştırma ve Uygulama Merkezi (GÜLAR, 2008)

YıllarGül yağı($/kg)

Konkret($/kg)

Absolüt($/kg)

2007 6.250 700 1.750

2008 7.500 750 1.800Çizelge 3. Yağ gülü ve ürünlerinin ihracat değerleri

Gül Kozmetiğin hizmetinde Isparta’da üretilen gülyağı ve gülsuyundan elde edilen güzellik ürünleri, sabunlar ve ko-lonyalar ve gülden elde edilen reçeller, lokum-lar uzun zamandır üretilmektedir. Isparta’da gülden üretilen kozmetik, parfümeri ve şeker-lemeler önce Ispartalılara sonra Türkiye ge-

Page 424: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

424

neline sunulmuştu. Bu üretim de son yıllarda Isparta için gelişen bir saha olmuştur. Bugün Isparta’da bu hizmeti veren üreticiler şunlar-dır;

1. Petek Kolonya ve Kozmetik Sanayi. Muam-mer Dağdelen (Şahış işletmesi)

2. 2-Konurlar Gülyağı ve İtriyat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi keçiborlu Şubesi (Anonim Şirket)

3. Gülnur Kolonya ve Kozmetik san. Feyzul-lah Salman (şahıs İşletmesi)

4. Özgül Ticaret İbrahim Bağcı (Şahıs işlet-mesi)

5. Özgül Ticaret İbrahim Bağcı (Şahıs İşlet-mesi)

6. Biolandes Gül Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi (Anonim Şirket)

7. Sebat Ticaret Hüseyin Kınacı (Şahıs işlet-mesi)

8. Robertet Gülyağı ve İtriyat Sanayi Limited Şirketi.(Limited şirket)

9. Ferah Kozmatik Gül Mamülleri ve Gıda İmalat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi(Limited Şirket)

10. Gülkent Kozmetik, tekstil, turizm ve Gıda Nakliye ve İnşaat San.ve Tic. Ltd.Şti.(Limi-ted Şirket)

11. Gülsan Kozmetik Gıda Turizm Ambalaj Nakliye Sanayi ve ticaret Limited şirketi (Anonim Şirket)

12. Birleşik Gülyağı ve Uçucu Yağlar Üretim Pazarlama Sanayi ve Ticaret Anonim Şir-

keti.(Anonim Şirket)13. Aksakal Gülyağı ve Uçucu Yağlar İmalat

Tic. Mehmet ali Aksakal(Şahıs İşletmesi)14. Mehmet Ali Doğan (Şahıs İşletmesi)15. İbrahim Yıldız (Şahıs işletmesi)16. 16-Hastem Gül Ürünleri Temizlik gıda Sa-

nayi ve Dış Ticaret Limited Şirketi(Limited Şirket)

17. Gülşan Kolonyaları Ali Rıza Şan)Şahıs İş-letmesi)

18. Rosense Kozmetik ve Gıda Ürünleri sanayi ve Ticaret Anonim şirketi (Anonim Şirket)

19. KampanaUçanyağlar ve Kimyevi Maddeler Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi

20. Isparta Gülköy Dedi Kozmetik Turizm Gıda Nakliye İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi.

Isparta’da kozmetik üreticilerinden en önem-lilerinden birisi de Gülbirlik’in kurduğu Ro-sense Kozmetik olmuştur. Gülbirlik 1998 yılı başından itibaren kozmetik üretimine başla-mış, gülsuyu, el ve cilt kremi, el ve vücut los-yonu ve gıda bazında gül reçeli ve gül lokumu üretmiştir. 2000 yılından itibaren kozmetik ve gıda ürünlerini geliştiren Gülbirlik %1 olan kozmetik satışlarını %12 civarına çıkarmıştır. Kozmetik ürünlerini 2003 de 36 çeşide 2004 yılında 54 çeşide çıkararak bu konudaki çalış-malarını genişletmiştir505. Gülbirlik 2006 yılın-da 20 dalda 54 çeşit Rosense Kozmetik ürün-

505 Gülbirlik, Gül üreticisinin Ortak Sesi. Yıl.1 Sayı 1 Kasım-Aralık 2004,Isparta. sayfa 5.

Page 425: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 425

leri ve 12 dalda 20 çeşit Rose Wind ürünleri ile Türkiye çapında hizmet veren bir kozmetik üreticisi olmuştur. Sweet Rose ismiyle üretti-ği reçel, lokum gibi gıda ürünleri ve Kozmetik ürünleriyle toplam 35 dalda 91 çeşit üretimi ile bu konudaki gelirini %10 lar seviyesinden %100 seviyesine çıkarmış ve Türkiye çapında-ki hizmetini genişletmiştir506. Isparta’da bugün Gülbirlik dışında gülden elde edilen kozmetik-leri üreten ve satan birçok firma mevcuttur. Gülün tarihinde gördüğümüz gibi gül binlerce yıldır hem parfümeride hem de güzellik ürün-lerinde kullanılmıştı. Şimdi Isparta’da gülün en önemli üreticisi olan bu şehirde gülü sade-ce parfümeride değil kozmetikte de kullanma-larının önemine inanıyorum. Öyle görünüyor ki gül evine, güzel kadınların başucuna kozme-tiğe geri dönüyor.

Toplanan Güller

506 Gülbirlik, Gül üreticisinin Ortak Sesi. Yıl.3 Sayı 4 Ocak-Şubat-Mart 2007,Isparta. sayfa 10.

Gül Bahçesi

Gülhane

Gül Yağı İşlemleri

Page 426: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

426

Gülhane

Gül Yağı İşlemleri

Gülabdan

Gül ve Macun

Page 427: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 427

Page 428: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

428

Page 429: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 429

Page 430: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

430

Page 431: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 431

Page 432: Gül Şehri Diyarbakır

Gül Şehri DİYARBAKIR

432