Upload
oemer-cihan-karabulut
View
260
Download
16
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI İKTİSAT POLİTİKASI BİLİM DALI
GÜNEY KORE KALKINMA DENEYİMİ: SANAYİ VE TEKNOLOJİ POLİTİKALARININ ROLÜ VE ÖNEMİ
Yüksek Lisans Tezi
ÖMER CİHAN KARABULUT
İstanbul, 2013
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI İKTİSAT POLİTİKASI BİLİM DALI
GÜNEY KORE KALKINMA DENEYİMİ: SANAYİ VE TEKNOLOJİ POLİTİKALARININ ROLÜ VE ÖNEMİ
Yüksek Lisans Tezi
ÖMER CİHAN KARABULUT
Danışman: PROF. DR. NURİ ALKAN SOYAK
İstanbul, 2013
GENEL BİLGİLER
İsim ve Soyadı : Ömer Cihan Karabulut Anabilim Dalı : İktisat
Bilim Dalı : İktisat Politikası
Tez Danışmanı : Prof. Dr. N. Alkan Soyak Tez Türü ve Tarihi : Yüksek Lisans Tezi- Haziran 2013
Anahtar Kelimeler : Kalkınma, Planlama, Sanayi ve Teknoloji Politikaları, Doğu Asya, Güney Kore, Kalkınmacı Devlet.
ÖZET
GÜNEY KORE KALKINMA DENEYİMİ: SANAYİ VE TEKNOLOJİ
POLİTİKALARININ ROLÜ VE ÖNEMİ
Teknoloji politikaları, teknolojik değişim sürecini etkilemek amacıyla devletin
ekonomiye müdahalesini içeren politikalar bütünü olarak tanımlanabilir. Bu anlamda
teknoloji politikası, yatırım, eğitim, rekabet ve bölgesel gelişme politikalarını da içeren
sanayi politikasının bir bileşenidir.
Güney Kore’nin 1960’lardan itibaren gerçekleştirdiği sanayileşme sürecinde
uyguladığı aktif sanayi politikasıyla bütünleşmiş teknoloji politikasının önemli bir rolü
vardır. Güney Kore’nin kalkınma sürecinde kalkınma planları ve kalkınmacı devlet an-
layışının önemli bir payı olmasına karşın, bu anlayıştan 1990’lı yıllarda biraz da olsa
uzaklaşılması ülkenin krize girmesine neden olmuş; ancak kriz dönemine kadar gerçek-
leştirdikleri mucizevî gelişme krizi aşmalarını kolaylaştırmış ve gerçekleştirilen reform-
larla birlikte ülke kalkınmaya devam etmiştir.
GENERAL KNOWLEDGE
Name and Surname : Ömer Cihan Karabulut
Field : Economics Programme : Economics Policy
Supervisor : Prof. Dr. N. Alkan Soyak Degree Awarded and Date : Master - June 2013
Keywords : Development, Planning, Industry and
Technology Policies, East Asia, South Korea, Developmentalist State.
ABSTRACT
SOUTH KOREA DEVELOPMENT EXPERIENCE: THE ROLE AND
IMPORTANCE OF INDUSTRY AND TECHNOLOGY POLICIES
Technology policies can be defined as a set of policies including state interven-
tion in the economy in order to influence the process of technological change. In this
sense, technology policy, also including investment, education, competitiveness and
regional development policies, is a component of industrial policy.
South Korea's active industrial policy implemented by the process of industriali-
zation has a major share of the integrated technology policy. Technology policy, inte-
grating with an active industrial policy implemented, has a significant role to South Ko-
rea's industrialization process since 1960s. Although, development plans and the co n-
cept of the developmental state is a major share of South Korea's development process;
in the 1990s, recede from this approach a little bit, caused into crisis the country; ho w-
ever, their miracle development, performing until the crisis period, become easier to
surpass crisis and the country has continued development with the reforms.
ÖNSÖZ
Teknolojinin iktisadi kalkınmanın vazgeçilmez bir unsuru olduğu günümüzde
yaygın kabul görmekle birlikte, yakın zamana kadar teknoloji faktörü iktisat teorisinde
yer almamış ve iktisadi kalkınma- teknoloji ilişkisi ihmal edilmiştir. Doğu Asya dene-
yimi, esas itibariyle 1970’li yıllara kadar hakim olan kalkınma iktisadının teknolojiye
yönelik vurgusunun gözden geçirilmesine neden olmuş, teknolojiyi içselleştiren yeni
iktisat teorileriyle birlikte bu konuda bir anlayış değişiminin temellerini atmıştır. Bu
çalışmanın ana eksenini sanayi ve teknoloji politikaları bağlamında Güney Kore ka l-
kınma deneyimi oluşturmaktadır. Güney Kore’nin 1960’lardan itibaren gerçekleştirdiği
sanayileşme sürecinde uyguladığı aktif sanayi politikasıyla bütünleşmiş teknoloji polit i-
kalarının önemli bir rolü vardır.
Bu çalışmayı sonuçlandırmamda büyük emeği olan, görüşleriyle destek veren
Marmara Üniversitesi’nin saygıdeğer hocalarından Prof. Dr. Alkan Soyak ile bu süreçte
benim her zaman yanımda olan başta annem Didem Algan olmak üzere tüm aileme so n-
suz teşekkürlerimi sunar, çalışmanın tüm ilgilenenlere yararlı olmasını dilerim.
İstanbul, 2013 Ömer Cihan Karabulut
i
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
TABLO LİSTESİ………………………………………………... …….. IV
KISALTMALAR……………………………………………………… V
GİRİŞ…………………………………………………………………… 1
1. EKONOMİK KALKINMA, PLANLAMA, SANAYİ VE TEKNOLOJİ
POLİTİKALARI…………………………………………………… 4
1.1. Ekonomik Kalkınma ve Büyüme………………………………. 4
1.1.1. Ekonomik Kalkınmanın Tanımı, Büyüme-Kalkınma
İlişkisi……………………………………………………... 4
1.1.2. Kalkınmanın Göstergeleri…………………....................... 6
1.1.2.1. İnsani Gelişme Endeksi…………………………….. 7
1.1.2.2. İnsani Yoksulluk Endeksi ve Çok Boyutlu Yoksulluk
Endeksi……………………………………………... 10
1.2. Gelişmekte Olan Ülkelerin Özellikleri, İkinci Dünya Savaşı’ndan
Sonra Hakim Olan Kalkınma Teorileri………………………….. 12
1.2.1. Ortodoks Yaklaşım……………………………………….. 15
1.2.2. Bağımlılık Yaklaşımı……………………………………... 20
1.2.3. Teknolojik Kalkınma Yaklaşımı…………………………. 23
1.3. Kalkınma ve Planlama: Sanayileşme Stratejileri ve Teknoloji
Politikalarının Önemi…………………………………………... 27
1.3.1. Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Sanayileşme Stratejileri……. 27
1.3.1.1. İthal İkameci Sanayileşme Stratejisi……………….. 27
1.3.1.2. İhracata Dönük Sanayileşme Stratejisi……………... 29
ii
1.3.2. Teknoloji Politikaları ve Ulusal Yenilik Sistemi….............. 32
1.4. Kalkınmacı Devlet Anlayışı ve Doğu Asya Deneyimi………….. 39
1.4.1. Kalkınmacı Devlet Anlayışının Temelleri……………......... 40
1.4.2. Doğu Asya Ülkelerinde Sanayi ve Teknoloji Politikası
Uygulamaları ve Bazı Ülke Deneyimleri…………………...42
2. DOĞU ASYA MUCİZESİ VE KALKINMACI DEVLETE BİR
ÖRNEK: GÜNEY KORE…………………………………………. 50
2.1. Asya Mucizesinin Kaynakları………………………………...... 50
2.2. Güney Kore’nin Kısa Tarihçesi, Genel Coğrafik, Ekonomik, Siyasi
Ve İdari Görünümü…………………………………………… 57
2.3. Güney Kore Kalkınma Deneyimi………………………………. 62
2.3.1. Planlı Kalkınma Döneminde Güney Kore’de Sanayi ve
Teknoloji Politikalarının Rolü (1962-1996)…………………….. 62
2.3.1.1. BBYKP (1962-66)…………………………………. 63
2.3.1.2. İBYKP (1967-71)………………………………….. 65
2.3.1.3. ÜBYKP (1972-76)…………………………………. 67
2.3.1.4. DBYKP (1977-81)………………………………… 70
2.3.1.5. BşBYKP (1982-86)…………………………………. 72
2.3.1.6. ABYKP (1987-91)…………………………………. 74
2.3.1.7. YBYKP (1992-96)………………………………… 76
2.3.2. Güney Kore’de Kalkınmacı Devlet: Sanayi ve Teknoloji
Politikalarının Uygulanışı………………………………… 77
2.3.2.1. 1960-1980 Dönemi Sanayi ve Teknoloji Politikaları
Uygulamaları…………………………………………77
iii
2.3.2.2. 1980 Sonrası Dönemde Sanayi ve Teknoloji Politikaları
Uygulamaları……………………………………..... 81
2.3.3. Güney Kore’nin Yükselişindeki Kesintiler………………. 92
2.3.3.1. Asya Mucizesinden Asya Dramına………………… 92
2.3.3.1.1. Washington Mutabakatı ve Asya Krizinin
Nedenleri…………………....................... .…….. 92
2.3.3.1.2. Krizin Güney Kore Kalkınmasına Etkisi……….. 103
2.3.3.2. Güney Kore’nin Toparlanması ve 2000’li Yıllardaki
Ekonomik Gelişmeler………………………………... 107
3. SONUÇ………………………………………………………………. 115
4. KAYNAKÇA……………………………………………………….. 125
iv
TABLO LİSTESİ
Sayfa No
Tablo 1: Doğu Asya Ülkelerinde Kalkınmada Devletin Rolü…………… 44
Tablo 2: Doğu Asya Ülkelerinde Ekonomik Büyüme (1950-95)………... 51
Tablo 3: Doğu Asya Ülkelerinde Enflasyon (1960-93)………………...... 52
Tablo 4: Doğu Asya Ülkelerinde Tasarruf ve Yatırım (1960-95)……….. 53
Tablo 5: Doğu Asya Ülkelerinde İhracatın Artışı (1960-95)…………….. 54
Tablo 6: Önemli Ekonomik Bölgeler, 1965ve 1994……………………... 55
Tablo 7: Doğu Asya Ülkelerinde Seçme Sosyal Gelişme Göstergeleri
(1960-95)………………………………………………………. 56
Tablo 8: Güney Kore Ülke Profili……………………………………….. 62
Tablo 9: Güney Kore’de BBYKP’nın Hedef ve Performansları………… 66
Tablo 10: Güney Kore’de İBYKP’nın Hedef ve Performansları………. 68
Tablo 11: Güney Kore’de ÜBYKP’nın Hedef ve Performansları………. 70
Tablo 12: Güney Kore’de DBYKP’nın Hedef ve Performansları……….. 73
Tablo 13: Güney Kore’de BBYKP’nın Hedef ve Performansları………. 74
Tablo 14: Güney Kore’de ABYKP’nın Hedef ve Performansları………. 76
Tablo 15: Güney Kore’de Sanayi ve Teknoloji Politikaları Özeti………. 85
Tablo 16: Gelecek Vadeden Teknolojilerde Hedefler…………………… 86
Tablo 17: Asya-5 Ülkelerinin Temel Makro Göstergeleri (1990-96)…… 97
Tablo 18: Asya Ülkelerinde Cari İşlemler Açığı (1991-97)…………….. 100
Tablo 19: Asya Ülkelerinde Sermaye Akışının GSYİH’ya Oranı………. 102
Tablo 20: Güney Kore’nin 2004-2011 Arası Temel Ekonomik
Göstergeleri…………………………………………………… 112
v
KISALTMALAR
ABD: Amerika Birleşik Devletleri
ABYKP: Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı
ARGE: Araştırma Geliştirme
BBYKP: Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
BşBYKP: Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
BMKP: Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı
ÇBYE: Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi
ÇUŞ: Çok Uluslu Şirketler
DB: Dünya Bankası
DBYKP: Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı
DPT: Devlet Planlama Teşkilatı
DTM: Dış Ticaret Müsteşarlığı
DYY: Doğrudan Yabancı Yatırımlar
ECLA: Latin Amerika İktisat Komisyonu
EPK: Ekonomik Planlama Kurulu
ETRI: Elektronik ve Telekomünikasyon Araştırma Enstitüsü
EUİGE: Eşitsizliğe Uyarlanmış İnsani Gelişme Endeksi
GOÜ: Gelişmekte Olan Ülkeler
GSMH: Gayri Safi Milli Hasıla
GSYİH: Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
IMF: Uluslararası Para Fonu
İBYKP: İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
İGE: İnsani Gelişme Endeksi
vi
İTO: İstanbul Ticaret Odası
İYE: İnsani Yoksulluk Endeksi
KIER: Kore Enerji Araştırma Enstitüsü
KIMM: Kore Makine ve Metal Enstitüsü
KRICT: Kore Kimyasal Teknoloji Araştırma Enstitüsü
KRISS: Kore Standartlar ve Bilim Araştırma Enstitüsü
KIST: Kore Bilim ve Teknoloji Enstitüsü
KOBİ: Küçük ve Orta Boy İşletmeler
MOST: Bilim ve Teknoloji Bakanlığı
MÜ: Marmara Üniversitesi
ODTÜ: Orta Doğu Teknik Üniversitesi
OECD: Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü
SAÜ: Sakarya Üniversitesi
SBE: Sosyal Bilimler Enstitüsü
SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
TC: Türkiye Cumhuriyeti
TCBGE: Toplumsal Cinsiyete Bağlı Gelişme Endeksi
TCEE: Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi
TCGÖ: Toplumsal Cinsiyeti Güçlendirme Ölçüsü
TMMOB: Türkiye Mühendislik ve Mimarlık Odası Birliği
TÜBİTAK: Türkiye Bilim ve Teknoloji Araştırmaları Kurumu
UBTK: Ulusal Bilim Teknoloji Konseyi
UYS: Ulusal Yenilik Sistemi
ÜBYKP: Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı
YBYKP: Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
1
GİRİŞ
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde iktisat politikaları kalkınma sorun-
larına yoğunlaşmıştır. Kalkınmanın güncel bir sorun ve milli bir amaç haline gelmesiy-
le, üretimi artıran, bu artışı hızlandıran faktörleri belirleme ve bir politika elemanı ola-
rak kullanma arzusu da her düzeyde ortaya çıkmıştır. Üretimi artırmanın, üretim bileş i-
mini değiştirmenin en önemli yolu olan teknolojik gelişmenin kaynaklarını iktisat poli-
tikasının kontrol edilebilir elemanları haline getirerek bu politikaya entegre etmek, ka l-
kınmayı hızlandırmanın stratejisini oluşturmuştur.
Teknolojinin iktisadi kalkınmanın vazgeçilmez bir unsuru olduğu günümüzde
yaygın kabul görmekle birlikte, yakın zamana kadar teknoloji faktörü iktisat teorisinde
yer almamış ve iktisadi kalkınma- teknoloji ilişkisi ihmal edilmiştir. Fakat zaman içinde
sanayileşmiş ülkelerde sektör ve firma bazında yapılan çeşitli ampirik çalışmalar, tekno-
lojik değişmelerin iktisadi önemini ve dinamik yapısını çarpıcı bir şekilde ortaya çıkar-
mıştır.
Gelişmekte olan ülkeler için teknolojinin önemi sanayileşmiş ülkelere göre da-
ha büyüktür. Teknoloji, geliştirildiği çevrenin sosyal ve ekonomik özelliklerini de ya n-
sıtır. Teknolojinin farklı sosyal ve ekonomik çevrelere uyarlanması o çevrelerde uygun
teknolojik değişimi gerektirir. Sadece teknoloji ithali ile sanayileşme sorunu çözümle-
nememekte, teknolojinin başarıyla kullanılabilmesi için o ülke şartlarına uyarlanması ve
daha da önemlisi ülkede bunu gerçekleştirebilecek bir teknolojik kapasite oluşturulması
zorunlu olmaktadır. Burada amaç; teknoloji ithal etmek, özümsemek, yaymak, kullan-
maya başlamak, yeni teknolojiler geliştirerek sanayileşmiş ülkeler seviyesine ulaşmak-
tır. Diğer taraftan, teknoloji politikalarının Doğu Asya ülkelerinde olduğu gibi sanayi
politikalarıyla bütünleşmesi de önem arz etmektedir.
Söz konusu Doğu Asya ülkelerinin gelişmekte olan bir ülke konumundan ge-
lişmiş bir ülke seviyesine gelirken uygulamış oldukları en önemli politikalar, sanayi ve
teknoloji politikalarıdır. Bu politikalar çalışmamızın da ana eksenini oluşturmaktadır.
Çalışmanın konusu kapsamında ayrıca, Doğu Asya ülkelerinde sanayi ve teknoloji poli-
tikaları konusunda devletin rolü değerlendirildikten sonra kalkınmacı devlete bir örnek
2
olarak Güney Kore üzerinde durulacaktır. Doğu Asya ülkelerinde devletin rolü konu-
sundaki görüşlerden bir kısmı uygulanan politikalarda devletin rolü olmadığı ve polit i-
kaların uygulanması sürecinde serbest bir tutum sergilendiğini ifade etmektedir. Bu d ü-
şünceye karşı çıkan görüş ise piyasayla uyumlu ve onu izleyen devletten ziyade çeşitli
kurumsal düzenlemelerle piyasaya öncülük eden bir devlet vizyonuna vurgu yapmakta-
dır. Başka bir deyişle devlet piyasayı yönetmektedir. Hong Kong dışındaki ülkeler bu
görüş içerisinde ele alınmaktadır. Bu çalışmada, Güney Kore’nin sanayileşme sürecinde
kalkınma planlarının ve kalkınmacı devlet vizyonunun nasıl bir rol oynadığını,
1990’ların ikinci yarısında yaşanan Asya krizine nasıl gelindiğini, ülkenin krizden etk i-
lenme ve toparlanma sürecini ortaya koyan bir hipotez oluşturulması amaçlanmıştır.
Çalışma iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; ekonomik kalkınmanın
tanımı, büyüme-kalkınma ilişkisi ve kalkınmanın göstergeleriyle giriş yapıldıktan sonra,
Doğu Asya ülkelerinin yaşamış olduğu kalkınma sürecinde teknolojinin rolünü daha
anlaşılır kılmak amacıyla kalkınmaya yönelik Ortodoks ve Bağımlılık yaklaşımları ince-
lenecektir. Söz konusu incelemeyle, kalkınma sürecinde teknolojinin etkinliği ve buna
yönelik politika gerekliliğinin daha iyi anlaşılması amaçlanmaktadır. Kalkınmaya yöne-
lik yaklaşımlar arasında diğer yaklaşımlarda gereken önemin verilmediği teknoloji ko-
nusunu gündeme getiren Teknolojik Kalkınma Yaklaşımının incelenmesiyle birinci
bölümün ikinci kısmı bitirilecektir. Birinci bölümün üçüncü kısmında ise ikinci bölüm-
de işleyeceğimiz Güney Kore’ye temel oluşturması açısından sanayileşme stratejileri,
teknoloji politikaları ve ulusal yenilik sistemi hakkında teorik çerçeve sunulacaktır. Son
olarak bu bölümde kalkınmacı devlet anlayışı ve çeşitli ülkeler bazında Doğu Asya de-
neyimi incelenip bölüm sonlandırılacaktır.
Çalışmanın ikinci bölümünde ise 1960’lardan itibaren Doğu Asya ülkelerinin
gösterdiği müthiş gelişme çeşitli göstergeler yardımıyla incelenip, Asya mucizesinin
kaynakları belirtildikten sonra Güney Kore’ye geçilecektir. Ancak Güney Kore’nin ka l-
kınma deneyimini incelemeden önce Güney Kore’nin kısa tarihçesi, genel coğrafi, eko-
nomik, siyasi ve idari görünümü hakkında bilgi verilecektir. Daha sonra ise Güney Ko-
re’nin 1960’larda başlattığı sanayileşme hamlesi kalkınma planları ve kalkınmacı devlet
perspektifinde ele alınacaktır. Son olarak; Güney Kore’nin 1960’lardan itibaren sürdür-
3
düğü muazzam yükselişi kısa süreli kesintiye uğratan finansal liberalizasyon süreci,
IMF, Dünya Bankası ve ABD Hazinesi gibi kuruluşların görüşlerini uzlaştıran
Washington Mutabakatı ve Asya krizi üzerinde durulup, kriz sonrası ülkenin toparlanma
süreci ve 2000’li yıllardaki ekonomik gelişmeler incelenip hem bölüm hem de çalışma
sonlandırılacaktır.
4
1. EKONOMİK KALKINMA, PLANLAMA, SANAYİ VE
TEKNOLOJİ POLİTİKALARI
1.1. Ekonomik Kalkınma ve Büyüme
1.1.1. Ekonomik Kalkınmanın Tanımı, Büyüme-Kalkınma İlişkisi
Dar anlamıyla ekonomik kalkınma, temelde insanoğlunun ekonomik koşullar ı-
nın zaman içerisinde nasıl değiştiğini ve değiştirmek için neler yapabildiğini gösterir.
Ancak, insanoğlunun daha iyi bir yaşama olan gereksinimi, bizi sadece ekonomik ola n-
dan farklı, daha geniş bir tanım yapmaya zorlar. Dolayısıyla ekonomik kalkınma tanı-
mının içine sadece ekonomik koşulların değil, şüphesiz bu koşulların da büyük ölçüde
belirleyici olduğu, insanoğluna ait sıkıntıların, acıların, açlığın ve hastalıkların, eğit i-
min, hak ve özgürlüklerin, kültürel açıdan yeterliliklerin ve yetersizliklerin, kısacası
insanoğlunun yaşamı ile ilgili unsurların girmesi gerekir. Bu nedenle, hem ekonomik
hem de ekonomi-dışı faktörler, ekonomik kalkınma kavramı içerisinde bir arada değe r-
lendirilmelidir.1
Birçok iktisatçı yakın zamana kadar kalkınma ve büyüme kavramlarını birbiri-
nin yerine kullanmış olup aralarındaki farkı ihmal etmiştir. Şimdi büyüme ve kalkınma
arasında ne gibi farklar olduğu maddeler halinde özetlenerek kalkınmanın göstergeleri
üzerinde durulacaktır:
Büyüme, reel gayrisafi milli hasıladaki artıştır, dolayısıyla bir ülkede
daha fazla mal ve hizmet üretildiği sürece o ülkede ekonomik büyüme
vardır. Diğer bir deyişle, büyüme daha fazla çıktı anlamına gelirken, ik-
tisadi kalkınma hem çıktıdaki artışı hem de teknik ve kurumsal düzen-
lemeleri içeren ve nitelik değişimini gerektiren bir olgudur. Büyüme
yalnızca daha fazla çıktıyı içermez, aynı zamanda birim girdi başına
çıktıdaki artış anlamına gelen, daha fazla verimliliği de içerir. Kalkınma
1 Feride Doğaner Gönel, Kalkınma Ek onomisi, 1. Basım, Ankara: Efil Yayınevi, 2010, s.5.
5
ise bunların ötesine geçerek hem sektörlere yönelik girdi dağılımındaki,
hem de çıktıların yapısındaki değişimleri içerir.2
İktisadi kalkınma büyüyen pastadan daha çok insanın pay almasıdır.
Yani ekonominin niteliksel değişimi sonucunda ortaya çıkan gelir bü-
yümesinden eskiye göre daha çok insanın yararlanmasını sağlayarak
yaşam standartlarının ve refah düzeyinin yükseltilmesi ve gelir dağılı-
mının iyileştirilmesidir. Öte yandan istihdam olanaklarının arttırılması
ve böylece daha çok kişiye çalışma alanının sunulabilmesidir. 3 Daha
açık bir ifadeyle; bir ülkenin ekonomisi büyüdüğü halde, yoksulluk s ı-
nırının altında yaşayan insanların sayısında bir artma varsa ya da artan
işsizlik tehdidi altında çalışmaktaysalar, bu ülkeler için kalkınmış ya da
gelişmiş ülke ifadesini kullanamayız. Bir ülkenin ekonomik kalkınma-
sının ardında yatan düşünce, Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) ya da
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH)’daki artışın, ülkenin geniş kitleleri
tarafından paylaşılmasının adil ve eşitlikçi bir anlayışla gerçekleşmesi
gerektiği düşüncesidir. Bu anlamda ekonomik kalkınma ekonomik bü-
yümeyi içermekte ancak ekonomik büyüme her zaman ekonomik ka l-
kınma anlamına gelmemektedir.4
Büyüme ve kalkınma kavramlarının tanımları arasında en önemli nokta,
büyümede mevcut iktisadi yapı esas alınırken, kalkınmada mevcut ikti-
sadi yapıya razı olunmayarak ve bu yapının değiştirilerek geliştirilme-
sinin esas alınmasıdır. Böylece kalkınmada kendiliğinden meydana ge-
lecek değişmelere baştan müdahalede bulunularak bunların bir hedef ya
da hedefler doğrultusunda yönlendirilmesi söz konusudur. Oysa büyü-
mede ne bir müdahale ne de bir yönlendirme vardır; bunların hiçbirisi
yoktur ve kendiliğindenlik esastır.5
2 Alkan Soyak, Teknoekonomi, Genişletilmiş ve Gözden Geçirilmiş 2. Basım, İstanbul: Der Yayın ları,
2011, s.19. 3 Muhteşem Kaynak, Kalkınma İktisadı, Gözden Geçirilmiş ve Genişlet ilmiş 4. Baskı, Ankara: Gazi
Kitapevi, 2011, s. 84. 4 Gönel, Kalkınma Ek onomisi, ss. 10-11.
5 Kaynak, ss. 84-85.
6
1.1.2. Kalkınmanın Göstergeleri
Günümüz modern toplumlarının ekonomik bakışını belirleyen klasik kapitalist
model çerçevesinde, bireylerin satın alma gücünün artırılması, piyasada ekonomik akt i-
viteyi artırarak GSMH artışı yoluyla kişilere yansıyacaktır. Bu da sınırsız üretim ve tü-
ketime dayanmaktadır. Bu bakış açısına göre ise ekonomik kalkınmanın amac ı; artan
nüfusa daha fazla mal ve hizmet sağlayarak insanların yaşam standardını yükseltmektir.
İnsanoğlunun yaşam standardının yükseltilmesi amacıyla yapılan bu sınırsız üretimde
kaynakların hızlı ve plansız olarak tüketilmesi, gelecek nesillerin gelişimi için gerekli
olan yatırımların yapılmasına da engel olmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra yaşanan bazı gelişmeler ve bağımsızlığına kavuşan birçok ülke geç kaldıkları sa-
nayileşme sürecine ciddi olarak önem vermişlerdir. Bu dönemde sanayileşmenin, kal-
kınmanın temeli olarak görülmesi, kalkınma konusuyla ilgili olarak geliştirilen fikirlerin
sanayileşme odaklı olmasına sebep olmuştur. Aslında, kalkınma içerisinde ekonomik
gelişme, sosyal ve kültürel değişim ile bu konularla bağlantılı olan tüm gelişmelerin
birlikte irdelenmesi, altyapıdaki gelişmeler, tarım, sanayi ve üretimi ilgilendiren tüm
faaliyetlerin kalkınma kavramı içerisinde bir bütün olarak ele alınması gerekmektedir.6
Bu çerçevede sürdürülebilir kalkınma kavramı ortaya çıkmıştır.
Sürdürülebilir kalkınmanın bir strateji olarak ortaya çıkışı, birkaç kalkınma de-
nemesinde görülen başarısızlıklar sonucunda olmuştur. Dünya ülkeleri 1950‐60’lı yıllar
arasında, daha fazla üretmeye yoğunlaşmıştır. Daha fazla ekonomik aktivitenin ön pla n-
da tutulduğu ve sürekli büyümeye odaklanan sistemler dünya ülkeleri arasında yaygın
olarak görülmüştür. Ancak 1970’li yıllarda özellikle gelişmekte olan ülkelerde artan
yoksulluk, dünya ülkelerini gelir dağılımını dikkate alan politikalar üretmeye yöneltmiş-
tir. Diğer bir ifadeyle, önceki yıllarda hedeflenen üretim ve ekonomik etkinliğe odaklı
kalkınma çabaları, yerini gelir dağılımı ve yoksulluğun azaltılması gibi sosyal amaçları
da kapsayan daha dengeli kalkınma modeline bırakmıştır. Yine 1970’li yıllardan sonra
etkisini hissettirmeye başlayan çevre felaketleri, çevreyi korumanın kalkınmanın önemli
bir aracı olduğu görüşünü dünya gündemine getirmiştir. Sürdürülebilir kalkınma ka v-
6 H. Hayrettin Tıraş, “Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre: Teorik Bir İnceleme”, Kahramanmaraş Sütçü
İmam Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 2 (2012), s. 59.
7
ramı 1970’li yıllardan günümüze ekonomi, toplum ve çevre arasında kurulmak istenen
dengenin bir anlatımı olarak ortaya çıkmıştır.7
1987 yılında Dünya ve Çevre Kalkınma Komisyonu tarafından yayınlanan
“Ortak Geleceğimiz” adlı rapora göre sürdürülebilir kalkınma; gelecek kuşakların, ge-
reksinimlerini karşılamaya yönelik yetenek ve olanaklarını kısıtlamaksızın, bugünkü
ihtiyaçların giderilmesidir. Tanım iki yaklaşıma dayanmaktadır. Birinci yaklaşım ile
‘İnsan Merkezci Yaklaşım’ gereği, insan merkeze yerleşt irilmiş, insanın ve özellikle
de yoksul insanın bugün ve gelecekteki temel gereksinimlerinin karşılanmasına odak-
lanılmışt ır. İkinci yaklaşım ile Çevre Merkezci bir biçimde, ekolojik denge merkeze
yerleşt irilmişt ir ve insanın gereksinimlerini karşılamak amacıyla yapılan girişimler
sonucu çevrenin bugünkü ve gelecekteki gereksinimleri karşılayabilmeye yö nelik doğal
yeteneğinin engellenmemesi hedeflenmiştir.8
Kalkınmada insanın öneminin giderek artmasıyla sürdürülebilir kalkınmanın
insani boyutu da önem kazanmıştır. Nitekim 1990’lı yıllarda Birleşmiş Milletler Ka l-
kınma Programı tarafından yayınlanan İnsani Kalkınma Raporu ile Sürdürülebilir İnsani
Kalkınma stratejisi benimsenmiştir. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler tarafından ülkele-
rin kalkınma düzeylerini saptamada gösterge olarak çeşitli endeksler de geliştirilmiştir.
Bu noktada bu endekslerin bazılarına değinmek yerinde olacaktır.
1.1.2.1. İnsani Gelişme Endeksi
Birleşmiş Milletler, 1990 yılından beri ‘daha kapsamlı bir refah tanımı elde
edebilmek için’ GSYİH’dan başka ölçütleri de göz önünde bulundurmuş ve İnsani Ge-
lişme Raporu’nu yayımlamıştır. İnsani Gelişme Endeksi (İGE), Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı (BMKP)’nın İnsani Gelişme Rapor Ofisi tarafından bağımsız ola-
rak hazırlanır ve bir rapor halinde yayınlanır. İGE, milli gelir dışında insanların refahı-
nın kısa bir tanımını içerir ve üç boyutlu insani gelişmenin birleşik ölçümünü sağlar.
Şöyle ki, uzun ve sağlıklı yaşam beklentisi ya da ‘doğumda beklenen ortalama
7 Serkan Gürlük, “Sürdürülebilir Kalkınma Geliş mekte Olan Ülkelerde Uygulanabilir Mi?”, Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt 5, Sayı 2 (2010) s. 86. 8 Arzu Özyol, “Sürdürüleb ilir Kalkınma”, (Çevrimiçi) www.hydra.com.tr/uploads/kutup9.pdf, 26 Nisan
2013, s. 1.
8
ömür’ ki bu vatandaşların yaşam ömrü ile ölçülür; ‘yetişkinlerde okuryazarlık oranı’
ile ‘brüt okullaşma oranı’, bu kriterde de ilk, orta ve yüksek okul kayıt oranları esas
alınır; son olarak da saygın ve iyi bir yaşam standardına sahip olmak diğer bir ifade ile
‘satın alma gücü verilerine göre uyarlanmış gelir düzeyi’, bu da satın alma gücü paritesi
ve kişi başına düşen gelir ile ölçülmektedir. Ancak İGE’nin, insani gelişmenin tam öl-
çümünü yapabildiği söylenemez çünkü; endeks cinsiyet veya gelir adaletsizliğini kap-
samaz. Ayrıca bu endeks insan hakları ve politik serbestliği ve siyasi hayata eşit katılım
ölçüsünü gösteremez. Bununla birlikte, endeks insani gelişmenin ve gelir ile iyi yaşam
arasındaki karmaşık ilişkiler hakkında genel bilgi vermektedir.9
0,00 ile 1,00 arasında yer alan İGE’nde, ülke sınıflandırması, İGE çeyreklerine
göre yapılmaktadır. Eğer, ülkenin İGE değeri en yüksekteki 76-100 çeyreğinde ise Çok
Yüksek Düzeyde İnsani Gelişme grubunda, 51-75 çeyreğinde ise Yüksek Düzeyde İn-
sani Gelişme grubunda, 26-50 çeyreğinde ise Orta Düzeyde İnsani Gelişme grubunda ve
en alttaki 25-00 çeyreğinde ise Düşük Düzeyde İnsani Gelişme grubunda bulunmakta-
dır.10
İGE’nin sahip olduğu kısıtları ve eksikliklerini giderebilmek adına insani ge-
lişme endeksinden farklı olarak Toplumsal Cinsiyete Bağlı Gelişme Endeksi (TCBGE)
ile Toplumsal Cinsiyeti Güçlendirme Ölçüsünün (TCGÖ) 1995 yılında uygulanması,
hayatın her alanında toplumsal cinsiyet uçurumlarının ortadan kaldırılmasını takip
etme konusundaki ilerlemenin öneminin uluslararası boyutta tanınması açısından
çok önemlidir.
TCBGE, İGE gibi aynı değişkenler üzerine odaklanmış, ancak asıl ilgi odağı
kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik olmuştur Dolayısıyla, TCBGE’nin İGE’den daha
düşük değerler alması, endekste bulunan her unsur için geçerli olan kadın-erkek eşitsiz-
liğinin boyutuna bağlı olmaktadır. Bu endekste yaşam beklentisi için maksimum ve
minimum değerler kadın-erkek arasındaki biyolojik farklılıkları yansıtacak bir biçimde
oluşturulmuştur. Öte yandan, 1995 yılında oluşturulan TCGÖ, TCBGE’den kavramsal
9 Müjgan Hacıoğlu Deniz ve Elif Haykır Hobikoğlu, “Cinsiyete Göre Gelişme Endeksi Çerçevesinde
Kadın İstihdamın ın Ekonomik Değerlendirmesi: Türkiye Örneği”, International Conference On
Eurasian Economies 2012, (Çevrimiçi) www.eecon.info/papers/546.pdf, 26 Nisan 2013, s. 124. 10
Kaynak, s. 88.
9
olarak çok farklıdır. TCGÖ, insani kalkınmada kadın-erkek eşitsizliğinin etkisi üzerine
odaklanmak yerine ekonomik ve politik güç çerçevesinde kadın-erkek eşitliği boyutunu
ele almaktadır. Dolayısıyla bu endeks iyi bir yaşam için gerekli olan başarıları değil,
birey olma eşitliğini ölçmektedir. TCGÖ endeksi üç farklı değişken üzerine odaklanmış-
tır: Birincisi, kazanılmış gelire dayalı iktisadi kaynaklar üzerindeki gücü gösteren de-
ğişkendir. İkincisi, mesleki fırsatlara erişim ve ekonomik karar alma sürecine katılma
değişkenidir. Bu değişken mesleki, teknik ve idari açıdan sınıflandırılan mesleklerin
paylaşımıdır. Üçüncü değişken ise politik fırsatlara erişme ve politik karar alma sürec i-
ne katılım değişkenidir. Bu değişken de parlamentoda koltuk paylaşımı ile gösterilmek-
tedir.11
2010 yılında geliştirilen Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (TCEE) ise,
TCBGE ve TCGÖ unsurlarını birleştirmektedir şöyle ki; TCBGE ve TCGÖ’nün en
tartışmalı unsuru olan gelir, TCEE’nin bir bileşeni değildir. Daha da önemlisi, bu yeni
geliştirilen endeks bir boyutta elde edilen yüksek kazanımın başka bir boyutta elde edi-
len düşük kazanımı tazmin etmek için kullanılmasına olanak vermemektedir. Böylece
TCEE, eski toplumsal cinsiyet ölçülerinin (TCBGE ve TCGÖ) sınırlamalarını ve kısıt-
larını aşmaya çalışmaktadır. Ancak, TCBGE’de olduğu gibi değere bakılarak hangi
cinsiyetin daha iyi olduğu belirlenememektedir. Endeksteki sağlık boyutu iki gösterge
ile ölçülür; bunlardan biri anne ölüm oranı diğeri ergen doğurganlık oranı. Güçlendirme
boyutu da iki gösterge ile ölçülür: her bir cinsiyetin parlamentoda sahip olduğu kol-
tuk oranı ve orta ve yüksek öğrenime devam etme seviyeleri. Çalışma boyutu ka-
dınların iş gücüne katılımları ile ölçülür. Endeks değeri 0 (sıfır) ile 1 (bir) aralığında
değişir ve 0 kadın ve erkeğin eşit olduğunu gösterirken 1 değeri iki cinsiyet arasındaki
eşitsizliğin en üst noktasını yansıtmaktadır. Örneğin çalışma boyutundaki eşitsizliği
ölçmede TCEE, 0 ile 1 aralığında bir değer alır; sıfır kadın ve erkekler eşit ücret aldıkla-
rında ve bir erkek veya kadınlar tüm boyutlarda diğerine kıyasla düşük ücret aldıkların-
da verilen bir değerdir.12
11
Şevket Tüylüoğlu ve Burak Karalı, “İnsani Kalkınma Endeksi ve Türkiye İçin Değerlendirilmesi”,
SAÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi , 2005, ss. 64-65. 12
Deniz ve Hobikoğlu, s. 125.
10
Diğer taraftan, 2010 yılında Eşitsizliğe Uyarlanmış İnsani Gelişme Endeksi
(EUİGE) de geliştirilmiştir. İGE üç farklı boyutta insani gelişimle ilgili ilerlemelerin
ulusal ortalamasını temsil eder. Bu üç alan sağlık, eğitim ve gelirdir. Bütün ortalama
göstergelerde olduğu gibi aynı ülke nüfusunun insani gelişme alanında kendi içindeki
eşitsizliklerini gizlemektedir. Gelişme dağılımı farklı olan iki ülke aynı ortalama İGE
değerine sahip olabilir. EUİGE bir ülkenin sağlık, eğitim ve gelir alanındaki ortalama
başarılarını dikkate almakla kalmaz, bunun yanı sıra her bir alandaki eşitsizlik düzeyini
ortalamadan düşmek yoluyla bu başarıların vatandaşlara nasıl dağıtıldığını da değerlen-
dirir.13
1.1.2.2. İnsani Yoksulluk Endeksi ve Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi
Günümüzün en önemli gündem maddelerinden birisi, ülkelerin refahı, kalkın-
ma seviyesi ve gelişme oranlarıdır. Yoksulluk, kalkınma sürecinde önemli bir faktördür.
Yoksulluk oranının düzeyi, o ülkenin gelişmişliği ile doğru orantılıdır. Küreselleşme
süreciyle birlikte, en zengin dönemini yaşadığı iddia edilen dünyada, hem az gelişmiş
hem de gelişmiş ülkelerin en önemli sorunlarından biri yoksulluktur. Literatürde mutlak
yoksulluk, insani yoksulluk ve göreli yoksulluk tanımlamaları vardır. Mutlak yoksulluk,
kişilerin insan olarak hayatlarını devam ettirememe, mutlak ihtiyaçlarını karşılayamama
durumudur. Adam Smith’in tanımına göre, temel ihtiyaçlarını mutlak olarak karşılaya-
bilen, ancak kişisel kaynakların yetersizliği yüzünden toplumun genel refah düzeyinin
altında kalan ve topluma sosyal açıdan katılımları engellenmiş olanlar ise göreli yoksul-
lardır. 1997 yılından itibaren insani yoksulluk endeksi (İYE) ile BMKP, insani yoksul-
luk kavramını tanımlamıştır. İnsani yoksulluk, diğer yoksulluk kavramlarıyla yakın bir
bağ içinde olmasına rağmen, ölçümü ve değerlendirmesi diğerlerine göre farklılıklar
içermektedir. Daha çok yaşam beklentisi, eğitim, sağlık gibi kriterler i ele almaktadır.14
İnsani gelişme endeksi ülkenin insan gelişiminde ortalama gelişmesini ölçerken. insani
yoksulluk endeksi, gelişmekte olan ülkelerde insani gelişme endeksinin altında yaşayan
insanların oranını belirler. Fakirlik ölçütü günde 1.25 doların altında geliri olan muhtaç-
ları kapsar.
13
(Çevrimiçi) http://www.undp.org.tr/pressRelDocuments/faq_ihdi-TR_ece%20FU.pdf, 26 Nisan 2013. 14
(Çevrimiçi) http://www.turkmetalderg i.com/Yoksullukla-mucadelen in-stratejisi_makale_11.html, 26
Nisan 2013.
11
Bu endeksin daha çok gelişmekte olan ülkeler için olanı, 40 yaşından önce ö l-
me riski taşıyanların, okuma yazma bilmeyen yetişkinlerin, sağlıklı içme suyuna erişimi
olmayanların ve yaşına göre ortalama kilonun altında olan 5 yaş ve altı çocukların oran-
larından oluşmaktadır. Bazı yüksek gelirli OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Teşkilatı) ülkelerine uygulananında ise, esas olarak 60 yaşından önce ölme riski taşıyan-
lar, fonksiyonel okuma yazma becerilerinden yoksun ye tişkinlerin, uzun dönemli işsiz-
liğe ilişkin oranlar kullanılmaktadır.15
Birleşmiş Milletlerin 2010 yılı Raporu ile birlikte Çok Boyutlu Yoksulluk En-
deksi (ÇBYE) gündeme gelmiş ve 1997 yılından itibaren hesaplanan İYE’nin yerine
kullanılmaya başlanmıştır. Bu endeks yoksulluğun parasal değerler dışında kalan krite r-
lerinin de dikkate alınarak hesaplandığı bir endekstir. Başka bir deyişle, ÇBYE, sadece
parasal değeri dikkate alan günlük 1,25 ABD doları gelir kriterinin bir tamamlayıcısı
olarak değerlendirilmelidir. ÇBYE de sağlık, eğitim ve yaşam standartlarından oluşan 3
boyut üzerine yoğunlaşmaktadır. Ancak, ÇBYE’nde toplam 10 gösterge yer almaktadır.
Sağlık boyutu, beslenme ve çocuk ölümleri olmak üzere 2 göstergeden; eğitim, okul-
laşma ve okula kayıt yaptıran çocuk sayısı olmak üzere 2 göstergeden; yaşam standar t-
ları ise, yemek pişirmede kullanılan yakıt cinsi, tuvalet, su, elektrik ile oturulan evin
sahip olduğu koşullar ve varlıklar olmak üzere 6 göstergeden oluşmaktadır. Bu endekste
sağlık, eğitim ve yaşam standartlarındaki yoksunluklar İYE’de olduğu gibi ortalama ve
toplulaştırılmış değerler yerine, doğrudan doğruya o yoksunluğa sahip kişiler ve
hanehalkları üzerinden tanımlanmakta ve ÇBYE hesaplamaları da bu kişilerle yapılan
görüşmeler ve gözlemler sonucunda elde edilen verilere göre yapılmaktadır. Böylece,
eğer, bir aile ya da hanehalkı ÇBYE’nde yer alan 10 göstergeden en az 3’ünden yoksun-
sa, o aile ya da hanehalkı çok boyutlu yoksul olarak tanımlanmaktadır. 16
Ekonomik kalkınma ve göstergeleri bu şekilde incelendikten sonra, şimdi de
kalkınma sorununun dünya gündemine nasıl geldiği ve bu çerçevede geliştirilen yakla-
şımlar tüm ayrıntılarıyla incelenecektir.
15
Onur Lakeç, “İnsani Kalkınma Süreci ve Türkiye’n in İnsani kalkınma Düzeyinin Seçilmiş Ülkelerle
Karşılaştırılması”, Anadolu Üniversitesi SBE Yüksek Lisans Tezi, 2006, s. 26. 16
Kaynak, ss. 102-103.
12
1.2. Gelişmekte Olan Ülkelerin Özellikleri ve İkinci Dünya Savaşı’ndan
Sonra Hakim olan Kalkınma Teorileri
Kalkınma ve gelişmekte olan ülkeler (GOÜ) ile ilgili sorunların ulusal ve ulus-
lararası düzeydeki temel ilgi odağı haline gelmesi İkinci Dünya Savaşı sonrasına rastlar.
Bu duruma yol açan temel nedenler iki savaş arasında ve İkinci Dünya Savaş ı sonrasın-
da ortaya çıkan bir dizi gelişmeye bağlanabilir. İki savaş arasındaki dönemde ulusal
bağımsızlık hareketlerinin etkisiyle hızlı bir dekolonizasyon17 sürecine girilmiştir. Bu
süreçte imparatorluklar parçalanmış; koloni veya sömürge konumundaki birçok ülke
bağımsızlığına kavuşmuştur. Bağımsızlığını yeni kazanan ülkelerin temel amacı politik
bağımsızlığı iktisadi alana yaymak olmuştur. Ayrıca bağımsızlığını yeni kazanan ülke-
lerin diğer ülkelerle birlikte Birleşmiş Milletler çatısı altında bir araya ge lmeleri ve geli-
şen kitle iletişim araçlarının yardımıyla halkların da birbirlerini daha yakından tanıma
olanağına kavuşması, değişik gelişmişlik düzeyindeki ülkelerin birbirlerinden haberdar
olmalarına ve farklılıkların bilincine varmalarına yol açmıştır. Hem GOÜ’ler, gelişmiş
ülkelerin maddi refah düzeyini daha yakından gözlemleyip, kendi gelişmişlik düzeyler i-
nin bir yazgı olmadığını, yoksulluk ve sefaletten kurtulmanın olanaklı olduğunu düşün-
müşler; hem de gelişmiş ülkeler, GOÜ'lerin sorunlarıyla daha yak ından ilgilenmenin
zorunlu olduğunu anlamaya başlamışlardır.18
Bağımsızlık hareketleriyle ortaya çıkan milliyetçilik ideolojisi, daha önce farklı
yönelimleri olan insanlardan, oluşturulan yeni devlete bağlı yurttaşlar üretilebilmesi için
ihtiyaç duyulan iktidarın biçiminin ve özünün, eğitim sisteminin ve hatta kullanılan d i-
lin değiştirilmesi gibi dönüşümlerin uygun bir zemine oturtularak gerçekleştirilmesini
mümkün kılmıştır. Devletleşme sürecine liderlik eden milliyetçi elitlerin eylemi, bunun-
la sınırlı kalmamış ve ekonomiyi de denetim altına almaya kadar uzanan bir derinlik
kazanmıştır. Böylece, devlet hakimiyetine dayandırılmış bir ulusal bütünlüğün sağlana-
bilmesi için gerek duyulan maddi şartların tamamının yerine getirilmiş olacağı düşü-
nülmüştür. Sonuç itibariyle, liberalizm karşıtı bir söylem geliştirilmiş ve bu söylem ulus
17
Dekolonizasyon; bir devletin başka bir ü lke halkı ve kurumları üzerindeki kontrolünü sona erdirmesi,
sömürgeciliğin sonlandırılmasıdır. 18
Hakan Mıhçı, “Kalkınma: Bir Terim Neyi Anlat ır?”, Ekonomik Yaklaşım Dergisi, Cilt 7, Sayı
23(1996), s. 67.
13
inşa etme sürecinin iktisat politikası haline dönüştürülmüştür. Bu söylemin temel özell i-
ği, devletin egemenliğine meydan okuyan bir örgütlenme biçimi olan piyasa ekonomisi
önermesi ve toplumu sınıflara bölerek çatışmayı körüklemesi nedeniyle liberalizme ka r-
şı çıkmasıdır.19
Bu süreçte bir bilim dalı olarak ortaya çıkan Kalkınma İktisadı’nın işlediği ilk
temalar da o günün koşullarıyla yakından bağlantılı olmuştur. Bağımsızlık hareketleri,
siyasal bağımsızlığın ayrılmaz bir parçası olarak ekonomik bağımsızlığı ve hızla sanayi-
leşmiş ülke ekonomik düzeyini yakalamayı amaçlarken, Kalkınma İktisadı da ekonomik
büyümeyi temel hedef olarak almıştır. Yeni bağımsızlığını kazanan ülkelerin, geri ka l-
mışlıklarını sömürge yönetimlerinin sanayileşme ve ekonomik büyümeye duyarsızlıkla-
rı ve kendilerine dayattıkları serbest dış ticaret rejimiyle ilişkilendirmeleri, serbest piya-
salara güvensizlikle birleşince, devlet önderliğinde koruma yoluyla ithal ikames ine da-
yalı sanayileşme stratejisine ağırlık verilmiştir. Sanayileşmiş kapitalist ülkelerin çok
yakın bir geçmişte Büyük Dünya Bunalımı’nı yaşamış olmaları, buna karşılık Sovyetler
Birliği’nin devlet liderliğinde ve merkezi planlama aracılığıyla hızlı büyüme ve sanayi-
leşme yolunda önemli adımlar atmış olması bu ilk temaların dayanağını daha da güç-
lendirmiş ve bunlara ilave olarak merkezi planlamanın da GOÜ’lerde yaygınlaşmasında
etkili olmuştur. Üstelik Keynes’in bunalımdan çıkış için sanayileşmiş Batı ülkelerinde
kamu kesimine önemli bir rol yüklemiş olması, refah devletinin 20, başta ABD olmak
üzere kapitalist ülkelerde giderek ağırlık kazanması, refah devletini uluslararası düzeye
uzatarak gelir düzeyi görece düşük ülkeleri aynı çerçeve içine alma çabalarının yoğun-
laşmasına yol açmıştır. Savaş sonrası dönemde, ABD’nin Avrupa ülkelerine Marshall
Planı çerçevesinde yardım elini uzatması ise dış yardımın kalkınma sorununun çözü-
münde önemli bir araç olabileceği görüşünü kuvvetlendirmiştir. 21
19
Çağlar Keyder, Ulusal Kalkınmacılığın İflası, İkinci Baskı, İstanbul: Metis Yayınları, 1996, s. 26. 20
Refah devletin i kısaca üç şekilde betimlemek mümkündür. Refah devleti, müdahaleci, düzen leyici ve
geliri yeniden dağıtıcı b ir devlettir. Müdahalecidir; çünkü p iyasa başarısızlıkları üzerine harekete geçer ve
doğan sorunların giderilmesine yönelik olarak önlemler alır, düzenlemeler yapar. Düzen leyicid ir; çünkü iş
piyasalarındaki düşük ücretlerin işçileri sefalete düşürmemesi için asgari b ir ücret belirler, sosyal güven-
lik ve sosyal yardım h izmetlerin i üstlenir vb. Gelirin yeniden dağıtıcısıdır; çünkü vergi ve d iğer politika-
lar ve transfer harcamalarıy la gelirin paylaşımına müdahalede bulunulmadığ ında, sınıflar arasında g elir
dengesizliklerinin, dolay ısıyla huzursuzlukların çıkacağ ının farkındadır. 21
Fikret Şenses, Kalkınma İktisadı Yükselişi ve Gerilemesi, 4. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları,
2007, ss. 104-105.
14
Kalkınma İktisadı’nın özellikle ilk 15 yıldaki temel yaklaşımı, gerek kuramsal,
gerek uygulama alanında, ekonomik kalkınmayı büyümeyle özdeşleştiren, büyüme için
iç tasarruf ve dış yardımlar yoluyla hızlı sermaye birikimini ve devlet önderliğinde sa-
nayileşme yoluyla hızlı yapısal değişimi amaçlayan bir çerçeveye oturtulmuştur. 22
1970’lere kadar süren kalkınma modelleri temelde gelişmiş ülkelerin izledikleri
yolu ya da yolları esas almıştır. Bu anlamda kalkınma, sosyal, siyasal, kültürel ve eko-
nomik anlamda bir modernleşme projesi olarak algılanmıştır. Buna göre, GOÜ’lerin
kalkınmaları gelişmiş ülkelerin sahip oldukları sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik
değerlere kavuşmak olarak anlaşılmış ve ekonomik ve toplumsal dönüşüm projesi buna
göre şekillendirilmiştir. Dolayısıyla, Kalkınma İktisadı modernleşme iktisadı olarak ele
alınmıştır.23 Öte yandan, 1970’lerin sonlarına gelindiğinde ise kalkınma kavramı çekic i-
liğini yitirmiştir. Bunun önemli bir nedeni, kapitalist dünya sisteminin içine girdiği ya-
pısal kriz ve bir önceki dönemde geçerli olan Keynesci politikaların önemini yitirmiş
olmasıdır. Keynesci ekonomik politikaların dönemin sorunlarına cevap veremez hale
gelmesi ve neoliberal iktisat politikalarının ön plana çıkması, ister istemez kalkınma
sorununa bakışı da temelden etkilemiştir. 1970’li yılların ikinci yarısından başlayarak,
Keynesci ekonomik politikalara dayalı devletin sosyo-ekonomik müdahalesini içeren
refah devleti anlayışı önemli bir değer kaybına uğramıştır. Neoliberal politikalar, 1945
öncesine, belki de 1930’lar öncesine dönüş anlamına gelen Keynesciliğin karşıtı argü-
manları ön plana çıkarmışlardır.24
Kalkınma İktisadı’nın doğuşu, yükselişi ve gerilemesi böyleyken, İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra hakim olan kalkınmaya yönelik yaklaş ımlara geçmeden önce
GOÜ’lerin sorunlarına topluca bakmak yerinde olacaktır.
GOÜ’lerin sorunlarına bir bütün olarak bakıldığında; bu ülkelerin özellikleri
şu şekilde sıralanabilir:25
Tasarruf ve yatırım oranının az olması
22
Şenses, s. 106. 23
Kaynak, s. 43. 24
Fikret Başkaya, Kalkınma İktisadının Yükseliş ve Düşüşü, İstanbul: İmge Kitapevi, 1994, s. 42. 25
Soyak, Teknoekonomi, s.18 ve Selahattin Birkan, Azgelişmiş Ülkeler Sosyal ve Ekonomik Kalkın-
ma, İstanbul: Hamle Matbaası, 1960, s. 26.
15
Teknoloji ve sermaye azlığı
Döviz rezervlerinin düşük olması
İç piyasaların darlığı
Yüksek işsizlik
Niteliksiz işgücü sayısının fazla olması
Yetenekli müteşebbis eksikliği
Dış ticaret hadlerini aleyhe döndüren tarım ürünlerine bağımlılık
Makroekonomik istikrarsızlık
Enflasyon oranının yüksekliği
Bilgi ve enformasyon eksikliği
Nüfus artış hızının fazla olması
Yetersiz beslenme
Okuma yazma oranının düşük olması
Sağlık hizmetlerinde gerilik
Yüksek ölüm oranı
Bu sayılan özelliklerden çoğu GOÜ’lerde piyasa başarısızlığına neden olmakta,
devletin müdahalesini ve planlamayı kaçınılmaz hale getirmektedir. Şimdi savaş sonra-
sında GOÜ’lerin kalkınma sorunlarına çözüm üretmek için ortaya çıkan Ortodoks ve
Bağımlılık yaklaşımları incelenip, konumuz itibariyle gerekli olan ve 1970’lerden itiba-
ren Doğu Asya mucizesinde önemli rol oynayan teknolojik kalkınma yaklaşımı ele alı-
nacaktır.
1.2.1. Ortodoks Yaklaşımlar
Bu teorileri savunan iktisatçılar azgelişmişliği bu ülkelerin kendi içsel koşulla-
rına bağlamışlardır. Bu yaklaşımda gelişmiş ülkeler örnek alınmakta, azgelişmişlik bu
ülkelerde bulunup GOÜ’lerde bulunmayan bazı yapısal unsurlara bağlanmaktadır. Or-
todoks kalkınma teorileri Rostow’un safhalara göre kalkınma teorisi, dengeli ve denge-
siz kalkınma teorileri olmak üzere 3’e ayrılır.
Rostow, safhalara göre kalkınma teorisinde toplumların, sırasıyla, gelenek-
sel toplum, kalkışa geçiş, kalkış, olgunluk ve kitle tüketim çağı olmak üzere 5 aşamadan
16
geçerek gelişeceklerini savunmuştur. Ancak Rostow’un teorisi; safhaların süreleri ve
birbirlerine geçiş noktalarının belirlemenin güç olması, her safhada sayılan özelliklerin
önceki ve sonraki safhalarda da görülebilecek özellikler olması ve Rostow’un çok kısıtlı
gözlemlerle genelleştirme yapmasından dolayı GOÜ’ler için aynı aşama biçimlerinin
geçerli olmayacağının ortaya konulması nedeniyle eleştirilmiştir.26
Azgelişmişliği; ülkelerin kendi içsel koşullarına bağlayan bir diğer teori denge-
li kalkınma teorileridir. Dengeli kalkınma bir denge halini temel almaktadır. Yiyecek
ile giyecek, tarımsal hammaddelerle endüstri mamulleri, sermaye malları ile tüketim
malları, kamu yatırımları ile diğer yatırımlar, ihracat ile iç talep için üretim arasında
kurulan bir denge durumunu ifade etmektedir. Dolayısıyla dengeli kalkınma teorileri
tamamlayıcılık bağına dayanmaktadır. Tamamlayıcılık fikri, dengeli kalkınmanın önem-
li bir unsuru olmakla birlikte dengeli kalkınma için bir araç değil bir yol göstericidir.
Dengenin gerçekleştirilmesi için kullanılacak araç planlamadır. 27
Kalkınma sürecinde planlamanın yapılması; geri kalmış ekonomilerde piyasa
fiyatlarının, ekonomideki nispi kıtlıkları ve dolayısıyla sosyal maliyetleri yansıtmama-
sından ve aynı zamanda yapılan yeni yatırımların, piyasanın sınırlılığı dolayısıyla piya-
sanın fiyat yapısını değiştirmesinden kaynaklanmaktadır. Dengeli kalkınma teorisyenle-
rine göre planlama, piyasa başarısızlıklarının yarattığı olumsuzluklardan kurtulmanın
yoludur. Plan yapılarak yatay ve dikey bağlantıları oluşturulmadan kurulan bir endüstri,
pazarın darlığı ve gelir seviyesinin düşüklüğünden dolayı ürettiği malları satamayacak-
tır. O halde, birbirlerinin müşterisi olacak şekilde tamamlayıcı sanayi birimlerinin aynı
anda kurulması gerekmektedir. Sanayi birimlerinin aynı anda kurulması da karşılıklı
bağımlılık ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Bu bağımlılık üretimde olduğu kadar, tüke-
timde de mevcuttur. Her üretim birimi çıktısına pazar bulmak zorundadır. O halde, ke-
simlerin dengeli büyümesi ve birbirlerini tamamlamaları gereklidir. Söz konusu tama m-
26
Yalçın Acar, İktisadi Büyüme ve Büyüme Modelleri, 5. Baskı, Bursa: Dora Basım Yayın Dağıt ım,
2008, s. 98. 27
Cengiz Yavilioğlu, “Geri Kalmışlık Olgusu ve Ekonomisitik Kalkınma Teorileri”, C.Ü. İktisadi ve
İdari Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı 2 ( 2002), s. 55.
17
layıcılık sadece sanayinin alt sektörleri arasında değil, tarım ile sanayi arasında da ku-
rulmalıdır. Ayrıca bu denge, ülkenin değişik bölgeleri arasında da oluşturulmalıdır. 28
Dengeli kalkınma teorilerinin en önemli temsilcileri; R. Nurkse ve R. Ro-
dan’dır. R. Nurkse Kısır Döngü Kuramı adlı çalışmasında bir ülke fakir olduğu için
fakirdir tezini ileri sürmüştür. Bu tez şöyle açıklanabilir: Kısır Döngü Kuramı,
GOÜ’lerde bir fakirlik kısır döngüsüne dikkati çeker. Sermaye arzı tasarruf yeteneği ve
isteği ile ilgiliyken, sermaye talebi yatırım teşvikiyle ilişkilidir. Bu ülkelerde sermaye
birikimi sorununun her iki yönünde de kapalı çemberler vardır. Bu ülkelerde kişi başına
gelir düşüktür. Bu, tasarruf kapasitesinin düşük olmasının yanı sıra satın alma gücünün
yetersiz kalmasına yol açar. Tasarruf ve satın alma gücünün düşük olması hem sermaye
eksikliğine hem de piyasaların dar kalmasına yol açan unsurlardır. Piyasaların dar olma-
sı da girişimcileri yatırımlar konusunda duyarsızlaştırır. Hem sermayenin azlığı hem de
düşük kapasitede üretimin varlığı, verimliliğin düşük kalmasına neden olurken, bu da
kişi başına gelirin düşmesine yol açacaktır. Kişi başına reel gelirin düşüklüğü her iki
dairede de ortak noktayı oluşturur. Bu noktadan döngünün kırılması ve ekonominin
kendi kendini besleyen ve kalkınma sürecini hızlandıran bir aşamaya geçebilmesi için
büyük itişe ihtiyaç vardır. Azgelişmişliğin nedenlerini sorgulamayan bu yaklaşımda
kısır döngünün kırılabilmesi için dış yardım ve yabancı sermayenin gerekli olduğu so-
nucuna ulaşılır ve sermaye düzeyi yükselince çemberin kırılacağı iddia edilir.29
R. Rodan ise Büyük İtiş Kuramı adlı çalışmasında, kalkınmanın ancak asgari
bir hız ve miktarda gerçekleştirilecek yatırımlar aracılığıyla ortaya çıkabileceğini vurgu-
lamış, kendi ifadesiyle uçağın kalkışa geçmesi için yerde yeterli bir hıza ulaşmas ı gerek-
tiğini söyleyerek GOÜ’lerde büyük itiş için gerekli sermayenin olmadığını ifade etmiş
ve ancak gelişmiş ülkelerin, GOÜ’lere yardım etmesiyle bu itişin gerçekleşebileceğini
vurgulamıştır. R. Rodan ekonominin gelişmesi için yapılacak küçük ölçekli katkıların
bir bütün olarak ekonomide pek de anlamlı olmayacağını ve bundan hareketle ekonomi-
nin başarılı olması için, kaynakların belirli kısmının gelişme programına ayrılmasının
gerekli olduğunu vurgulamıştır. Rodan, kişi başına gelir artış hızı bakımından da
GOÜ’leri üç grupta toplamıştır: Hızlı Büyüyen Ülkeler: Kişi başına gelir artış hızının
28
Yavilioğlu, ss. 55-56. 29
Soyak, Teknoekonomi, s. 21.
18
%2’nin üzerinde olduğu ülkeler, Yavaş Büyüyen Ülkeler: Kişi başına gelir artış hızı
%0,5 ile %2 arasında olan ülkeler, Durgun Ülkeler: Kişi başına gelir artış hızı %0,5’in
altında olan ülkeler. Bu ayrımdan hareket eden Rodan, ülkelerin ancak ilk gruba girdik-
ten sonra kalkınmanın ilk hareketini yapabilecek kümülatif büyüme aşamasına ulaşab i-
leceklerini belirtmiştir.30
Azgelişmişliği içsel dinamiklere bağlayan bir diğer teori olan dengesiz kal-
kınma görüşü ise, dengeli kalkınma modellerinin gerçeğe uygun olmadığı gerekçesiyle
ortaya çıkmıştır. Dengesiz kalkınma modellerinde genellikle iki önemli nokta üzerinde
durulmaktadır: 1) Bazı koşullar altında, dengesiz iktisadi büyüme daha yüksek kalkınma
hızına ulaşmak için gereklidir. 2) İktisadi büyümeyi gerçekleştirmek için bazen denge
feda edilebilir. Dengesiz kalkınma şu durumlarda geçerli bir iktisadi politika olabilir:31
- Ölçek büyütme maliyetinin yüksek olması,
- Yeni buluş ve uygulamalara olanak hazırlaması
- Dengeli kalkınmaya göre daha yüksek gelir yaratılmasının mümkün olması
- Bölünmezliğin önemli olması
Dengesiz kalkınmayı savunan iktisatçılardan en önemlisi A. O. Hirschman’dır.
Hirschman, ülkelerin kalkınmak için geleneksel ekonomi teorilerinden alıntı yapıp bire-
bir uygulamalar yapmalarına karşı çıkmıştır. Bunun yerine, ekonomik kalkınma ile ilgili
çalışmalarını ülke bazında analiz ederek, kalkınma için ülkelerin kendi kaynak ve yap ı-
larının değerlendirilmesi gerektiği üzerinde durmuştur. GOÜ’lerin üstü kapalı rasyonali-
telere sahip olduğunu belirten Hirschman, bu özgün koşullar dikkate alınmadığında, bu
örnek yapıların dayatılmasının, ülkelerin kalkınma çabaları için adeta felaket olabilece-
ğini belirtmiştir. Yapılacak yatırımların ekonominin sektörleri arasında bir denge gö-
zetmeksizin gerçekleşeceği dengesiz büyüme stratejisini öneren Hirschman, bu stratej i-
nin hem kamu hem de özel sektörde yatırımları teşvik edeceğini belirttikten sonra, ka y-
nak dağılımında kamunun etkili olması gerektiği üzerinde durmuş; eğer arz ve talep
30
Hasan Sabır, Azgelişmiş Ülkelerde Rekabet ve Kalkınma, İstanbul: Derin Yayınları, 2010, s. 15. 31
Ercan Dülgeroğlu, Kalkınma Ek onomisi, V. Basım, Bursa: Uludağ Üniversitesi Güçlendirme Vakfı
Yayını, 2000, s. 43.
19
arasında her zaman denge olursa, yeni projelere yönelebilme teşvikinin kaybolacağını
belirtmiştir. Tasarruf oranı ile birlikte ülkenin çekebildiği yabancı sermaye ve dış ya r-
dım miktarından etkilenen yatırım oranının yanı sıra ülkeye gelen yeni sermayenin ve-
rimliliğinin de son derece önemli olduğunu belirten Hirschman, sanayiye yapılan ve
kısa dönemde GSMH üzerinde daha etkili olacak yatırım ile eğitime yapılan ve etkileri
uzun dönemde görülecek yatırım farkına dikkat çekmiştir.32
Hirschman’ın en iyi bilinen ve en yaratıcı düşünüşü endüstriyel bağlantılardır.
Bir endüstri genişlediği zaman üretim yapmak için diğer endüstrilerden girdi talebinde
bulunur. Buna gerisel bağlantı denir. Gerisel bağlantılar çıktı arz eden endüstriler üze-
rinde etki yaratır. Örneğin, bir çelik fabrikası için kömür madeni ve demir cevheri ger i-
sel bağlantı oluşturur. Öte yandan bir endüstri diğer firmalara ürünlerini taşırsa burada
bir önsel bağlantı söz konusudur.33 Hirschman’a göre kalkınmayı gerçekleştirebilmek
için ileri ve geri bağlılık dereceleri yüksek olan kesimlerin geliştirilmesine öncelik ve-
rilmelidir.
Diğer taraftan Hirschman yatırımları da sosyal sabit sermaye yatırımları ve
doğrudan verimli yatırımlar diye ikiye ayırmıştır. Sosyal sabit sermaye yatırımlarının üç
önemli özelliği vardır:34
- Bu tür yatırımlar, bütün iktisadi faaliyetleri etkileyen ve kolaylaştıran hizme t-
leri içerirler.
- Bu tür yatırımlar ya devletin kontrolünde yaptırılır veya bizzat devlet tarafın-
dan yapılır.
- Bu tür yatırımların ithali mümkün değildir.
Hirschman, sosyal sabit sermaye yatırımlarının kalkınmanın esasını teşkil ett i-
ğini ve bu yatırımların doğrudan verimli yatırımlar için de gerekli olduğunu belirtmiştir.
Kendisine göre doğrudan verimli yatırımlar, belli bir sosyal sabit sermaye yatırımını da
gerektirir. Örneğin, bir bölgede iktisadi faaliyetlerin genişlemesi için o bölgede en azın-
32
Gönel, Kalkınma Ek onomisi, s.. 60-61. 33
İlker Parasız, Kalkınma Ekonomisi, Birinci Baskı, Bursa: Ezgi Kitapevi, 2005, s. 21. 34
Acar,s. 108.
20
dan kara, deniz ve demiryolu ile ulaşım imkanının bulunması gerekir. Ayrıca sosyal
sabit sermaye yatırımları yetersizse doğrudan verimli yatırımların maliyeti de yüksek
olacaktır.35
Buraya kadar anlatılanları toparlamak gerekirse; dengeli ve dengesiz kalkınma
yaklaşımlarına bir bütün olarak bakıldığında bu yaklaşımların vurguladığı nokta; gir i-
şimci ruhunun geliştirilmesi ve yatırımların özendirilmesidir. Ancak bu modellerin ge-
nelleştirilmesi yani bütün GOÜ’ler için uygulanabilirliği tartışmalıdır. Çünkü
GOÜ’lerin sorunları, yapıları, kaynakları ve özgeçmişi ile değerleri farklıdır. Bu sebeple
ileri sürülen bu görüşlerin ışığında, kendi ekonomisine tam uyan kalkınma modelinin
oluşturulması, GOÜ’ler için en iyi yol olarak görülmektedir. Bunun için de kalkınmaya
yönelik tüm bilimsel uygulamalar ve teorik çalışmaların ülke genelinde hızla ilerletil-
mesi zorunludur. Diğer taraftan, gerek Rostow’un teorisi, gerekse dengeli ve dengesiz
kalkınma teorilerinin GOÜ’lerin sanayileşme süreci içinde beşeri sermaye ve teknolojik
yetenek geliştirmeye yeterince önem verilmediği ve devletin eşgüdümünde gerçekleşt i-
rilmesi gereken stratejik sanayi ve teknoloji politikaları yerine genel nitelikli ve etkisiz
politikalara ağırlık verildiği için eleştirildiğinin altını çizmekte de yarar vardır. 36
1.2.2. Bağımlılık Yaklaşımı
Bu yaklaşımı savunanlar, azgelişmişliği dışsal nedenlere ve yapısal bağımlığa
atfetmiş ve merkez-çevre ilişkisine vurgu yapmıştır. Merkez-çevre ilişkisinde merkez;
gelişmiş ülkeyi, çevre ise azgelişmiş ülkeyi temsil etmektedir.
Birleşmiş Milletler Latin Amerika İktisat Komisyonu (ECLA) ve bu komisyo-
nun başkanı Raul Prebisch’in düşüncelerinin temelini oluşturduğu ve ithal ikameci sa-
nayileşme stratejisini benimseyen ECLA’ya göre serbest dış ticaret koşulları altında
GOÜ’ler zarara uğramakta ve bu ülkelerin kalkınmalarının önünde büyük bir engel
oluşturmaktadır. Dünya piyasaları ile mukayeseli üstünlükler ve serbest bir dış ticaret
ortamında tarımsal ve birincil ürün ihracatıyla bütünleşen çevre ülkelerin dış ticaret had-
leri kötüleşeceği için bu iktisatçılar GOÜ’lerin ithal ikamesine dayalı içe dönük bir sa-
35
Acar, s. 108. 36
Soyak, Teknoekonomi, s. 23.
21
nayileşme stratejisi uygulamaları gerektiğini belirtmişlerdir. Dış ticaret hadlerinin aley-
he dönmesinin nedenlerini şu gerekçelere dayandırmışlardır:37
Çevrenin ihraç ürünlerinin talebinin gelir esnekliği genellikle birden
küçüktür. Diğer taraftan bu ülkelerin merkez ülkelerden ithal ett ikleri
sanayi ürünlerinin talebinin gelir esnekliği genellikle birden büyüktür.
Sanayileşmiş ülkelerin yeni teknolojilerle çevrenin ihraç ürünlerinin
sentetiklerini yapmaları söz konusudur.
Sanayileşmiş ülkelerin kendi tarım ve sanayi kesimlerini korumak için
GOÜ’lerden yapmış olduğu ithalata sınırlamalar getirmesi söz konusu-
dur.
Sanayileşmiş ülkelerde verimlilik artışları güçlü sendikaların baskısıyla
ücret artışlarına yansırken, GOÜ’lerde verimlilik artışları ihraç ürünle-
rinin fiyatlarını düşürmektedir.
Bağımlılık Yaklaşımı’nın varsayımlarını kabul eden ECLA’ya göre Latin
Amerika ve diğer çevre ülkelerin böyle bir yapıyla gelişmesi mümkün değildir.
1870’lerden itibaren dış ticaret hadleri çevre ülkeleri zarara uğrattığı için bu yapının
değiştirilmesi gerekmiştir. Bunun için önerilen çözüm yolu ithal ikameci sanayileşme
olmuştur.
Eşitsiz değişim teorisini geliştiren Emmanuel’e göre, sanayileşmiş ülkeler çev-
re ülkelerin mallarını kendilerindeki üretim maliyetlerinin daha aşağısındaki fiyatlardan
almaktadırlar. Bunun nedeni, çevre ekonomilerde ücretlerin çok düşük olmasıdır.
Emmanuel GOÜ’lerde işçilere, aynı işi yapan sanayileşmiş ülke işçilerine göre çok d ü-
şük ücretler ödendiğini belirtmiştir. Bu anlamda, yoksul ve bağımlı ülkelerde aşırı sö-
mürü vardır ve bu aşırı sömürü, ticaret üzerindeki tekelci denetimden daha önemli artık
çıkarım mekanizmasıdır. Sanayileşmiş ülkelere büyük değer transferleri bu şekilde ge r-
çekleşir ve çevre ülkelerde azgelişmişliği sürdüren temel unsur da budur. Emmanuel’in
37
Soyak, Teknoekonomi, s. 24.
22
geliştirdiği bu teori bazı bakımlardan Prebisch ve Singer’e ait dış ticaret hadlerinin
GOÜ’lerin aleyhlerine bozulması yönündeki analizlerinin bir uzantısıdır. 38
Bağımlılık Yaklaşımı’nın şekillenmesinde önemli bir yere sahip olan Frank’a
göre ise, dünya kapitalist sistemine katılım bazı alanlarda gelişmeye yol açarken, diğe r-
lerinde de azgelişmişliğe neden olmuştur. Frank ekonomik artığın kullanımının gelişme
ve azgelişmişliği belirlemede önemini vurgulamış, kapitalizmin tekelci yapısını ve bu
yapının reel ve potansiyel artık üzerindeki etkisini analiz etmiştir. Dünya kapitalizmi
merkez-çevre şeklinde örgütlenmiştir ve merkez çevreyi sömürmektedir. Tekelci kapita-
list yapı uluslararası, ulusal ve yerel düzeyde bütün alanlarda egemendir. 39
Görüldüğü gibi her üç yaklaşımın da temelinde, azgelişmişliğin kaynağını, Or-
todoks yaklaşımların aksine, dış ilişkilerde aramak vardır. Bağımlılık yaklaşımı siyasal
faktörler (devlet) ekonomik faktörler tarafından belirlendiği için kalkınmada etkisiz bir
konumda kabul edilmektedir. Yapılan çözümlemeler, çevre ülkelerin devletlerinin ta-
mamıyla uluslararası kapitalizmin mantığına boyun eğdiklerini ve ancak bu sistemden
bir kopma sayesinde korunulabileceğini ve devletin kalkınma başarısının bu şekilde
ortaya çıkabileceğini ileri sürmeleriyle sonuçlanmaktadır.40 Nitekim ECLA’nın önerdiği
devletin koruyucu tedbirleriyle uygulanan ithal ikameci sanayileşme 1960’lardan
1980’lere kadar uygulanabilmiş; yol açtığı sorunlar nedeniyle 1980’li yıllarla birlikte
ihracata dönük sanayileşmeye geçilmiştir. Bu sanayileşme stratejilerine GOÜ’ler için
sanayileşme stratejileri alt başlığında ayrıntılı olarak değinilecektir.
Bağımlılık Yaklaşımı’nda dış ticaret mekanizması ve yabancı sermaye yapısal
bağımlılığın en temel unsurları iken, teknoloji için de benzer bir yaklaşım sergilenmiş-
tir. Teknolojinin özellikle fiziksel kısmı ön planda tutulmuş ve transfer edilen teknoloj i-
nin GOÜ’lere maliyeti ve uygunluğu konularına yoğunlaşılmıştır. Yaklaşıma göre, tek-
nolojik gelişmenin motoru kabul edilen yatırım malları sektörünün GOÜ’lerde yeterince
olgunlaşmamış olması nedeniyle dışarıdan transfer edilen fiziksel teknoloji, teknolojik
38
Kaynak, ss. 171-172. 39
Adem Doğan ve Nazım Öztürk, “Yeni Kalkınma Kuramları”, Bütçe Dünyası Dergisi, Cilt 1, Sayı
33(2010) s. 41. 40
Şevket Tüylüoğlu, “Küreselleş me Sürecinde Kalkınma Polit ikaları ve Devlet in Zayıflayan Rolü”, Sü-
leyman Demirel Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt 9, Sayı 1 (2004) s. 261.
23
bağımlılığın bir nedeni olarak yorumlanmıştır. Yatırım malları sektörünün yeterince
oluşmadığı bu ülkelerde fiziksel teknoloji transferiyle birlikte bir bağımlılık ortaya çı-
karken, transfer edilen teknolojinin bilgi, organizasyonel ve nitelik boyutunun da geli-
şemeyeceği varsayılmıştır. Böylelikle bu ülkelerde teknolojik yeteneğin çok zayıf old u-
ğu ve yerel teknolojilerden çok yabancı teknolojilere yoğunlaşıldığına vurgu yapılmış-
tır.41 Ancak 1970’lerden sonra Bağımlılık Yaklaşımı’nın kabul ettiği bu olguların aks i-
ne, bazı ülkeleri inceleyen araştırmalar sonucunda bu kuramın önemli bir dayanağı olan
GOÜ’lerde teknolojik yeteneğin olmadığı görüşü önemini kaybederek bu ülkelerde de
teknolojik yeteneğin kazanıldığına ilişkin bulgular tespit edilmiştir. Artık ekonomik ve
sosyal kalkınmanın temelinde ana unsur olarak; bilgi birikiminin ve yetişmiş insan gü-
cünün olduğu genel kabul görmüş bir olgu haline gelmiştir.42
1.2.3. Teknolojik Kalkınma Yaklaşımı
1970’lerden sonra yaşanan bu değişimle beraber Almanya ve Japonya gibi lider
ülkelerin kalkınma deneyimleri ön plana çıkmıştır. Ancak bu çalışmada konumuz itiba-
riyle Doğu Asya ülkelerine yoğunlaşılmıştır. Doğu Asya deneyimi, esas itibariyle
1970’li yıllara kadar hakim olan kalkınma iktisadının teknolojiye yönelik vurgusunun
gözden geçirilmesine neden olmuş, teknolojiyi içselleştiren yeni iktisat teorileriyle bir-
likte bu konuda bir anlayış değişiminin temellerini atmıştır.43
Teknolojik kalkınma yaklaşımının özü Friedrich List’in 1800’lerin ortalarında
ileri sürdüğü iktisadi gelişmeyle ilişkili fikirlerinde yatmaktadır. List bugün daha çok
yeni kurulan sanayilerin emekleme dönemlerinde gümrük duvarlarıyla korunmaları ge-
rektiğini savunmasıyla tanınır. List’in asıl vurguladığı nokta, teknolojinin ekonomik
ilerleme ve uluslararası ticaretteki rolünün önemidir. List gerçekte serbest ticarete
inanmış, ama o bu idealin ancak çok sayıda ülkenin refah ve teknoloji bakımından he-
men hemen eşit düzeyde olmaları halinde geçerli olabileceğini düşünmüştür. Britanya
19. Yüzyılın ilk yarısında, dünyanın mamul madde pazarlarının büyük bölümüne ege-
men bir ülke olarak, daha çok bugünün Japonya’sına benzer bir ülke konumundaydı. Bu
41
Alkan Soyak, İktisadi Planlama ve Türkiye Deneyimi, İstanbul: Der Yayınları, 2006, s. 31. 42
Nazif Gürdoğan, “Ekonomik Kalkınmada Bilimsel ve Teknolojik Bilg i Üretimi”, Bilim ve Teknik
Dergisi, 1988, s. 19. 43
Alkan Soyak, Teknolojik Gelişme ve Özelleştirme, İstanbul: Kavram Yayınları, 1996, s. 29.
24
nedenle List, Almanya’nın her şeyden önce teknoloji alanında Britanya’ya yetişmesi
gerektiğinde ısrar etmiştir. Böylece List bazı kuramsal çözümlemeler yapmış ve bunla r-
dan çeşitli sonuçlar çıkarmıştır. Bu sonuçlar, aslında, sanayi ve eğitim politikalarına sıkı
sıkıya bağlı, uzun dönemli bir ulusal teknoloji politikası olarak özetlenebilir. 44 Başka bir
deyişle, List’e göre, teknoloji politikası sanayi politikasının bileşenidir.
F. List’in öğretisinin ya da okulunun ana hatlarını şu şekilde özetlenebilir:45
Zihinsel sermaye çok önemlidir. Uluslar, kendilerinden önceki nesille-
rin, bilim ve teknoloji alanında ve başka yetenek alanlarında yarattıkları
tarihsel birikimi kendilerine mal etmeliler. Ama bu yetmez; o birikime
katkıda bulunma yeteneğini de kazanmalılar. Ancak bu koşulla üretken
olmak mümkündür.
Zihinsel sermaye ile maddi sermaye arasındaki karşılıklı etkileşim
önemlidir. Hem en son teknolojiye önem veren yatırımların gerçekleşt i-
rilmesinin hem de bu yatırımların içerdiği yeni donanımla üretim yap-
ma deneyiminden artakalan birikimin, yani yaparak öğrenmenin olağa-
nüstü önemi vardır.
En son teknolojiyi edinmenin bir aracı olarak, yabancı teknoloji ithali,
yetenekli insanların yatırım ve göçünü teşvik önemlidir.
Nitelikli işgücüne sahip olmak önemlidir.
Ekonomik ilerlemede imalat sanayi ve bu alana yapılacak yatırımlar
önemlidir.
Bu politikaların geliştirilmesi ve uygulanması uzun bir zaman diliminde
ele alınmalıdır.
GOÜ’lerin gelişmeleri sanayileşme ile mümkündür. Ancak sanayileşme ile bir-
likte hemen teknoloji sorunu da ortaya çıkmaktadır. GOÜ’lerin temel özelliklerinden
birisi, teknolojik geriliktir. Teknolojik gerilik denilince sanayi ve tarımda uygulanan
teknoloji ile birlikte genel teknik bilgi düzeyi de söz konusu olmaktadır. Teknik bilgi
44
Chris Freeman, “Yeni Teknoloji ve Yetiş me Sorunu”, Çev. Aykut Göker, Endüstri Mühendisliği
Dergisi, , Cilt 2, Sayı 10 (1989), s. 4. 45
Aykut Göker, Bilim Teknoloji ve Sanayi Üçlemesi, 1. Baskı, İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1995, ss. 83-
84.
25
düzeyi; teknik eleman arzı, üretimin organizasyonu gibi temel sorunları da ortaya ç ı-
karmaktadır. Gelişmiş Batı ekonomilerinde piyasanın kar motifi ile birlikte devletin
teknolojik gelişme alanında sürdürdüğü çabalar etkili olmuştur. GOÜ’lerde karma eko-
nomik yapı esas alındığında, devletin doğrudan veya dolaylı yollarla ekonomide tekno-
lojik düzeyin yükseltilmesinde büyük görevi vardır. GOÜ’lerde hedef; ilk aşamada tek-
nolojiyi geliştirmek değil, teknolojik bakımdan ileri ülkelerden teknoloji transferi ve
ithal edilen teknolojinin ekonominin şartlarına uydurulması olmalıdır.46
F. List’in öğretilerinden hareketle, GOÜ’lerde sanayi politikasıyla bütünleşt i-
rilmiş bir teknoloji politikasının, dinamik bir süreç olan teknolojik yetenek birikimine
özel önem vermesi gerekir. Teknolojik üstünlük ve dinamizmin kazanılması süreci yeni
bilgi, nitelik, organizasyonel biçimler ve kuruluşlar arası karşılıklı bağlantıların varlığ ı-
nı, kısaca yeni teknolojik yetenekler gerektirir. Teknolojik yetenek, yalnızca yeni tekno-
lojileri geliştirme becerisi kazanmak anlamına gelmemekte, en azından başlangıçta ithal
edilen teknolojinin etkin kullanımı becerisini de içermektedir. Yeni teknolojiler geliş-
tirmeye yönelik teknolojik yeteneğin kazanılması ise makine anlamında teknolojiyi sa-
tın almanın ötesinde üniversite-sanayi-devlet işbirliğinde bir ulusal araştırma geliştirme
(ar-ge) sisteminin kurulması, yani kurumsal mekanizmanın oluşturulmasını da içeren bir
süreçtir.47 Bu sürece aynı zamanda teknolojiye yetişme süreci de denir. Teknolojiye
yetişmek; sadece, yeni bir teknolojiyi almak, öğrenmek, özümsemek, yaymak, kullan-
maya başlamak, kısacası teknoloji transferini gerçekleştirmek değildir. Teknolojiye ye-
tişmek, teknoloji transferini gerçekleştirmekle birlikte; transfer edilen teknolojiyi geliş-
tirebilme yeteneği kazanmayı, transfer edilen teknolojiyi bir üst düzeyde yeniden ürete-
bilme yeteneğini kazanmayı, daha somut bir ifadeyle; ürün geliştirebilme, yeni ürün
tasarımlayabilme, üretim yöntemleri geliştirebilme, yeni yöntemler tasarlayabilme, or-
ganizasyon yöntemleri geliştirebilme, yeni organizasyon yöntemleri tasarlayabilme ye-
teneğini kazanmayı da içerir. Ülke olarak bu yetenek kazanılmışsa, o teknolojiye yet i-
46
Ş. Mustafa Ersungur, “İktisadi Kalkınma ve Teknoloji”, Atatürk Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt 10,
Sayı 3-4 (1994), s. 49. 47
Soyak, Teknoekonomi, s. 28.
26
şilmiş yani sanayileşme süreci tamamlanmış olur. Bu anlamda teknolojiye yetişme ile
sanayileşme özdeştir.48
Günümüzde dünya teknolojileri baş döndürücü bir hızla değişmekte ve ekono-
milerin giderek bütünleştiği bir küreselleşme süreci yaşanmaktadır. Bu süreç içinde
GOÜ’ler hızla yeni teknolojilerin nihai ürünlerinin kullanıcısı olmaktadır. Ancak tekno-
lojiyi yalnız kullanarak dönemin hakim teknolojilerini ve dolayısıyla gelişmiş ülkeleri
yakalayabilmek mümkün değildir. Teknolojik yetenekleri kazanmaya yönelik bir ka l-
kınma anlayışını ve uzun dönemli planlamayı gerekli kılan en önemli gerekçe uluslara-
rası ticaretin ülkelerin kaynak yapısına göre şekillenen statik karşılaştırmalı üstünlüklere
dayanmadığı gerçeğidir. Dolayısıyla GOÜ’lerin ancak teknolojik açığı kapatarak uluslar
arası işbölümü içinde gelişmiş ülkelere yaklaşabilmeleri mümkündür. Uluslararası Para
Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (DB)’nın önerdiği politikalara tamamen zıt uygulamalar
sergileyen ve bir anlamda Listçi politikaları uygulayarak dönemin hakim teknolojilerini
yakalayıp daha da yenilerini üretebilen ülkelerin yarattığı Doğu Asya Mucizesi bu ko-
nuda yeterli ampirik veriler sunmuştur.49
Doğu Asya ülkeleri sanayilerinin teknolojik kapasitelerini geliştirmeyi benim-
semişlerken, bu noktada bir parantez açıp sanayileşme stratejileri, teknoloji politikaları
ve ulusal yenilik sistemine yer verilecektir. Çünkü 2. bölümde ele alınacak Güney Kore
1960’lardan itibaren başlattığı sanayileşme hamlesinde ikili gelişme stratejisini kulla n-
mış olup, uyguladığı aktif sanayi politikasıyla bütünleşmiş teknoloji politikaları ve buna
bağlı olarak kurduğu ulusal yenilik sisteminin kalkınmasında önemli bir payı vardır.
48
Göker, Bilim, Teknoloji ve Sanayi Üçlemesi, s. 118. 49
Soyak, İktisadi Planlama ve Türkiye Deneyimi , s. 34.
27
1.3. Kalkınma ve Planlama: Sanayileşme Stratejileri ve Teknoloji
Politikalarının Önemi
1.3.1. Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Sanayileşme Stratejileri
1.3.1.1. İthal İkameci Sanayileşme Strate jisi
1960’lardan 1980’li yıllara kadar GOÜ’lerde yoğun bir biçimde uygulanan it-
hal ikamesi; gümrük tarifeleri ve kotalar yoluyla tamamlanmış mal ithalatının sınırla n-
dırılmasıdır. Bu yolla ithal edilen malların yurt içi üretimi teşvik edilir. Önce tüketim
mallarının daha sonra ara ve yatırım mallarının yurtiçi üretimi olmak üzere iki aşamada
gerçekleştirilen ithal ikamesi, ekonomik gelişme ve yapı değişikliğinin bir sonucu ola-
rak kendiliğinden ortaya çıkabileceği gibi, büyümeyi ve ekonomik yapı değişikliğini
hızlandırmak amacı ile uygulanan ekonomi politikasının bir aracı ve sonucu da olabilir.
Birinci durumda kendiliğinden oluşan ithal ikamesi, ikinci durumda ise planlı ithal ika-
mesi söz konusudur. İthal ikamesi ile varılmak istenen amaçlar kısaca şöyle özetleneb i-
lir:50
GOÜ’ler genellikle tarımın hakim olduğu bir yapıya sahiptir. Bu ülkeler
sanayilerini geliştirerek kalkınmak istemekte, bunun için de bir kısım
sanayi ürünlerinin ithalatından vazgeçip, bunları iç piyasada üreterek
sanayileşmeyi istemektedir.
İthal ikameci politikalar, ekonominin dışa bağımlılığını azaltacak ve dış
ticaret hadlerinin aleyhte gelişmesinin zararlarını kısmen de olsa orta-
dan kaldıracaktır.
Ödemeler dengesi güçlükleri önemli ölçüde azalacak ve döviz tasarrufu
sağlanacaktır. İthal listelerinde yer alan malların ülke içinde üretime
geçilmesiyle giderlerinden tasarruf sağlanacağı ve böylece dış açık so-
rununun çözümleneceği beklenmektedir.
50
Hüseyin Avni Egeli, “Dış Ticaret Açısından Sanayileş me St ratejileri ve Türkiye Açısından Değerlend i-
rilmesi”, Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2001, ss. 150-151.
28
İthal ikamesine dayalı bir sanayileşmede, daha önce ithal edilen, bir
başka deyişle belli bir iç talebi bulunan malın üretimine başlanacağın-
dan yeni pazarlar yaratılması söz konusu olmayacaktır.
Tarımsal ürünlerde ve tarım dışı hammaddelerde dünya talebinin fiyat
ve gelir esnekliğinin düşük olduğu kabul edilmektedir. Buna bağlı ola-
rak bu ülkelerin ihracatları da hızlı bir artış gösterememektedir. Bu ne-
denle ihracatın yapısının değiştirilmesi gerektiği inancı ile ithal ikamesi
politikası uygulanmaktadır.
İthal ikamesi ile sanayi üretiminin artması, sermaye birikiminin hız-
lanmasını, yurtiçi talebin genişlemesini ve tarımsal kesimdeki mevcut
gizli işsizler için de yeni iş imkanlarının yaratılmasını sağlayabilecektir.
Yurtiçi piyasa kapasitelerinin sınırlarına ulaşılmasıyla ithal ikamesinin birinci
aşaması sona ermektedir. Bundan sonra sanayileşme stratejisi ya Güney Kore, Tayvan
gibi ülkelerin ithal ikamesinden başlayarak ihracatın özendirilmesine yönelmesi gibi dış
piyasalara açılmakla ya da Türkiye ve Latin Amerika ülkelerinin birçoğunun yaptığı
gibi ithal ikamesine yönelik sanayileşmenin kapsamının ara ve yatırım mallarına doğru
genişletilmesiyle gelişebilir. Ancak tüketim mallarından dayanıklı tüketim mallarına
oradan da ara ve yatırım mallarına doğru gerçekleştirilecek ithal ikamesi stratejisi, bazı
çelişkilerle doludur ve birçok GOÜ’de (Türkiye ve Latin Amerika) bu sanayileşme stra-
tejisinin 1970’lerin sonunda krize girmesine neden olmuştur.
Ekonomik gelişmenin başlarında ve ithal ikamesi uygulamasının ilk aşamasın-
da ülkeler belli bir süre yüksek gelişme hızlarına kavuşmuşlar; ancak bu durum fazla
uzun sürmemiş; sanayileşmenin ilerlemesi ile bu hız giderek azalmaya başlamıştır.
Özellikle tüketim mallarında başarıyla gerçekleştirilen ithal ikamesinden sonra ara ve
yatırım mallarının yurt içinde üretimine doğru başlayan yönelim başarılı olmamıştır.
Bunun en önemli nedeni; ithal ikamesinde ara ve yatırım mallarının üretimini tüketim
mallarındaki hızla arttırmanın zor olmasıdır. Tüketim malları için çoğu zaman yurtiçi
talep var olup, bu malların üretiminde kullanılan teknoloji de nispeten daha basit ve
ucuzdur. Oysa sanayileşme ilerledikçe, ara ve yatırım malları üretimine doğru yöneldik-
29
çe aynı avantajları bulmak güçleşir.51 Çünkü ara ve yatırım malları sanayileri için kulla-
nılacak teknolojiler daha karmaşık ve daha fazla sermayeye ihtiyaç duymaktadır; bu da;
ithal ikamesinin uygulama olanaklarının gittikçe azalmasına neden olmaktadır. Bu ne-
denle Güney Kore, ikili gelişme stratejisini uygulamış; tüketim mallarında ithal ikame-
sini gerçekleştirdikten sonra ihracata açılmış; Türkiye ve Latin Amerika ülkelerinin
yaptığı gibi ithal ikameci sanayileşmenin kapsamını genişletme yoluna gitmemiştir.
1.3.1.2. İhracata Dönük Sanayileşme Strate jisi
Birçok GOÜ’de ithal ikamesi yoluyla sanayileşme çabalarının başarısızlığa uğ-
raması veya bu politikanın ekonomik darboğazlar yaratması neoklasik iktisatçıları veya
bu iktisatçıların görev yaptıkları uluslararası kuruluşları (IMF, DB) azgelişmiş ülkelere
ithal ikamesi politikasını terk ederek ihracata dayalı sanayileşme stratejilerini önermeye
yöneltmiştir. Özellikle Hong Kong, Güney Kore ve Brezilya gibi ülkelerin 1960’lardan
sonra sanayi malları ihracatında gösterdikleri başarı ve sağladıkları ekonomik büyüme,
bu ülkelerin diğer GOÜ’lere örnek olarak gösterilmesine sebep olmuştur. 52
İhracatı büyümenin kaynağı olarak gören ve sanayi ürünleri ihracatında uzman-
laşmayı amaçlayan sanayileşme stratejisine ihracata yönelik sanayileşme stratejisi
denilmektedir. Bu strateji ülkelerin serbest bir dış ticaret ortamında, mukayeseli üstün-
lüğe sahip oldukları alanlarda üretim yapmalarını amaçlamaktadır. Başka bir deyişle,
tüm sanayiler değil, ancak gelişme potansiyeline sahip olanlar teşvik edilmeye çalışılır.
Bunu sağlamak için ekonominin uluslararası ticaretle bağlantısını sürdürecek bir şekilde
ticaret rejimi izlenmesi ve ithal ikamesinde yalnızca iç talep tarafından belirlenen ulusal
kaynak tahsisinin hem iç hem de dış talep tarafından belirlenmesine izin verilmesinin
zorunlu olduğu belirtilmektedir.53
Dışa yönelik bu stratejide uygulanan politikalar arasında; gerçekçi kur polit i-
kası, reel faiz uygulaması, kamunun ürettiği mal ve hizmetlere gerçek fiyat uygulaması,
firmalara sağlanan ithalat kolaylıkları ve ihracat sübvansiyonları sayılabilir. İhracata
51
Rau l Prebisch, Kalkınma İçin Yeni Bir Ticaret Politikasına Doğru . Çev. Erden Öney, Ankara: An-
kara Üniversitesi SBF Yayını, 1973, s. 27. 52
Cem Alpar, “İhracata Dayalı Sanayileş me”, Ek onomik Yaklaşım Dergisi, 1982, s. 121. 53
Gülten Kazgan, Ekonomide Dışa Açık Büyüme, İstanbul: Altın Kitaplar Matbaası, 1985, ss. 32-38.
30
yönelik sanayileşmenin uygulandığı ekonomilerde döviz kurlarının oluşumuna dikkat
etmek ve aşırı değerlenmiş kur politikalarından kaçınmak önem arz etmektedir. Çünkü
bu durumda dövizin gerçek fiyatı yansıtılmamakta ve yerli paraya yabancı para karş ı-
sında kendi ekonomik değerinden daha yüksek bir değer biçilmektedir. Bu ise ithal ma l-
larının fiyatlarının suni olarak düşük ihraç malları fiyatlarının yüksek tutulmasına yol
açmaktadır. Aşırı değerlenmiş döviz kuru ithalat için sübvansiyon, ihracat için vergi
durumundadır. Ayrıca ihracata yönelik sanayileşme stratejisinin gerçekleştirilebilmesi;
ihraç edilebilecek mal ve hizmet fazlasının sağlanabilmesine ve elde edilen bu fazlanın
dünya piyasalarında cari olan rekabet ve fiyat çerçevesi içinde satış imkanlarının b u-
lunmasına bağlıdır.54
İthal ikameci sanayileşme stratejisinde iç piyasa için üretim yapıldığından bu
piyasaların darlığı önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle ihracata
dönük bu sanayileşme stratejisi bu sorunun çözümlenmesine odaklanmıştır. Piyasanın
dar oluşu nedeniyle birçok GOÜ’de bazı sanayiler kurulamamakta, kurulanlar ise opt i-
mum ölçek kapasitesinin altında çalışmaktadır. Oysa ihracata yönelen sanayiler geniş
bir dış piyasa ile karşı karşıya kaldıklarından optimum kapasiteye ulaşma imkanı bula-
bilecekler, bununla birlikte maliyetler azalacak ve üretimde etkinlik artacaktır. 55
Bütün bu açıklamalarımızdan sonra ihracata yönelik sanayileşme stratejisinin
ekonomiye olumlu etkilerini; kaynakların mukayeseli üstünlüklerin olduğu alanlara
kayması, emek faktörünün bol olduğu ülkelerde istihdamın artması, dış ticaret rejiminin
serbestleşmesi sonucu kapasite kullanımının artması, ölçek genişlemesi, ölçek ekonomi-
lerinden yararlanılması, ihracatın özendirilerek firmaların dış rekabete açılmalarının
sağlanması ve rekabetin etkisiyle verimlilik artışlarının ve yeni teknolojilerin kullanımı-
nın gerçekleşmesi şeklinde özetleyebiliriz.56 İhracata dönük sanayileşme stratejisinin
olumlu etkileri yanında bazı güçlükleri de vardır. Bu güçlükler de şu şekilde sıralanab i-
lir:57
54
Egeli, s. 154. 55
Halil Seyidoğlu, Uluslararası İktisat: Teori-Politika ve Uygulama, 5. Baskı, İstanbul: İstanbul Mat-
baası, 1999, s. 428. 56
Sinem Yapar Saçık, “Dış Ticaret Po lit ikası ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Teorik Açıdan Bir İncele me”
KMU İİBF Dergisi, Cilt 11, Sayı 16(2009), s. 165. 57
Dülgeroğlu, s. 82.
31
Gelişmiş ülkeler sanayi malları ithalatına sınırlamalar getirmektedir.
Örneğin; GOÜ’leri yakından ilgilendiren emek yoğun nitelikli sanayi
ürünleri genellikle bu kısıtlama içinde kalmaktadır.
Aşırı olarak değerlenmiş döviz kurları GOÜ’lerin ihracatının önünde
engel oluşturmaktadır.
Arz üzerindeki sınırlamalar ve düşük kalitede mal üretimi GOÜ’leri ge-
lişmiş ülkelerle rekabette geri bırakmaktadır.
Diğer ülkelere yapılacak sınai ürün ihracatı için piyasaların sınırlı o l-
ması nedeniyle GOÜ’ler sanayileşme çabalarını yüksek korumacılık a l-
tında sürdürürler. Sorunun çözümü için GOÜ’lerin aynı üretim dalında
birleşmeleri çok sık karşılaşılan bir durum değildir.
Gelişmiş ülkelerin hem kendilerinin hem de sahip oldukları şirketlerin
uluslararası ekonomide yaptığı antlaşmalar etkinliğini sürdürebilirken,
GOÜ’lerin bu tür antlaşmaları çok sınırlı düzeyde kalmakta ve kısa sü-
rede etkinliğini kaybedebilmektedir.
Görüldüğü gibi buraya kadar GOÜ’lerin kalkınma yolunda uyguladıkları iki tip
sanayileşme stratejisi ayrıntılı olarak incelendi. Strateji seçimi uygulama ve akademik
alanda hep tartışma konusu olmuştur. Tartışmalar ithal ikameci ve dışa açık/ihracata
dayalı stratejilerin birbirinin alternatifi mi, yoksa sanayileşme sürecinin değişik döne m-
lerinde birbirlerini izleyen gelişme aşamaları mı olduğu üzerinde yoğunlaşmıştır. Orto-
doks iktisat kuramının bu konuya yaklaşımı ithal ikameci ön aşamanın, daha sonraki
ihracata dayalı büyümenin temeli olmadaki önemini hafife alma yönündedir. Farklı bir
görüş, ithal ikamesinin sağlam bir üretim yapısına ve rekabet gücüne sahip olması ba-
kımından yararlı hatta gerekli olduğu, dolayısıyla birbirlerinin alternatifi olmaktan çok,
tamamlayıcısı oldukları yönündedir. Sanayileşme sürecinde başlangıç koşullarının
önemine işaret eden bazı iktisatçılar sektörler arası bağlantılar, teknolojik gelişme ve
diğer etkinlik arttırıcı öğeler dikkate alındığında ithal ikameci ön aşamanın yararlı oldu-
ğu görüşündedir. Verimlilik ve rekabet gücünü arttırmanın dışa yönelik ve serbest bir
dış ticaret ortamında sağlanmasının zorunlu olmadığı, bugün teknolojik kapasitesi yük-
sek olan ülkelerin bu başarıyı geçmişte uzun yıllar sürdürdükleri korumacılığa dayalı
ticaret ve sanayi politikalarıyla gerçekleştirdikleri gözlenmektedir. Bu ülkeler korumacı
32
politikalar sonucu ortaya çıkan üretim yapısından daha sonraki ihracat atılımı için
önemli ölçüde yararlanmışlardır. Şüphesiz, çözüm getirmekten çok sorun yaratan eski
türdeki korumacı politikaların bugün savunulması düşünülemez. Ancak ülkelerin eko-
nomik, toplumsal, siyasal ve kurumsal yapılarının özgüllüklerini göz önüne almadan, bu
ülkelerde kuramsal (teknik) olarak olanaklılığını ve politik olarak uygulanabilirliğini
tartışmadan ve yol açacağı değişim sürecinin ekonomik/sosyal maliyetlerini değerle n-
dirmeden, dışa açık/ihracata dayalı büyümeyi sanayileşmeyi doğuran tek ve doğal bir
gelişme aşaması olarak göstermek yanlıştır. Gerekli koşulları, gelişme dinamiği ve uy-
gulamadaki sonuçları göz önüne alındığında, ihracata dayalı stratejinin ülkelerin her
gelişme aşamasında ve sanayileşme sürecinin her döneminde geçerli olduğu söylene-
mez.58
Yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı gibi; ithal ikamesi stratejisi ihracata
açılma için bir ön koşuldur. Ancak IMF ve DB’nın önerileri doğrultusunda uygulanan
ihracata dönük stratejinin bir başarı sağlayamayacağı da ortadadır. Çünkü bu kurumlar
GOÜ’lerin dünya piyasalarıyla rekabet gücünü elinden almaktadır. İşte bu noktada Gü-
ney Kore başta olmak üzere Doğu Asya ülkelerini içeren Asya mucizesi gerçeği ortaya
çıkmaktadır. Bu ülkeler uzun vadeli ihracat hedeflemesiyle büyük bir başarı kazanmış-
lardır. Örneğin; Güney Kore, IMF ve DB politikalarına zıt bir şekilde, o an için hiçbir
karşılaştırmalı üstünlükleri olmadıkları halde elektronik gibi dönemin egemen sanayi ve
teknolojilerine yatırım yapmışlar, kısa vadede belki iktisadi davranmamakla birlikte,
uzun vadede gelir esnekliğinin yüksek olduğu, teknolojik gelişmelerin çok hızlı yaşan-
dığı ve dolayısıyla verimliliğin hızla arttığı alanlarda rekabet üstünlükleri kazanmışla r-
dır. Şüphesiz bu aşamada devlet çok önemli bir rol oynamıştır. Şimdi Doğu Asya ülke-
leri için de önem arz eden teknoloji politikaları ve ulusal yenilik sistemi incelenip, ka l-
kınmacı devlet anlayışı ve Doğu Asya deneyimiyle bölüm sonlandırılacaktır.
1.3.2. Teknoloji Politikaları ve Ulusal Yenilik Sistemi
Teknoloji politikaları; teknolojik değişim sürecini etkilemek amacıyla devletin
ekonomiye müdahalesini içeren politikalar bütünü olarak tanımlanabilir. Yani devletin,
üretkenlik artışı ve ekonomik etkinlik gibi amaçlarla teknolojik değişim sürecine, tekno-
58
Uğur Eser, Türkiye’de Sanayileşme, Ankara: İmge Yayınevi, 1993, ss. 32-33.
33
lojik değişimin yönü ve hızına müdahalesi söz konusudur. 59 Bu anlamda teknoloji poli-
tikası, yatırım, eğitim, rekabet ve bölgesel gelişme politikalarını da içeren sanayi polit i-
kasının bir bileşenidir.
Bilim ve teknoloji politikaları temelde; ülkenin bilim ve teknoloji üretimini art-
tırmayı, düzeyini yükseltmeyi, üretim yelpazesini zenginleştirmeyi; kısacası bilim ve
teknolojide yetkinleşmeyi hedef alır. Ama bunu, sadece bilim ve teknolojinin kendi
içindeki hedef olarak görmez. Asıl hedef; kalkınma, ekonomik büyüme ve yaşam sta n-
dartlarını yükseltmektir. Bu politikanın hayata geçirilmesi, öngörülen amaçlara ulaşma-
yı sağlayacak plan ve programlar ya da projeler için kaynak tahsisine bağlıdır. Böyle bir
politikanın ortaya konması, kaynak tahsisindeki mevcut önceliklerin değiştirilmesi de-
mektir. Bilim ve teknoloji politikaları, öngördüğü sosyoekonomik hedefler ve içerdiği
siyasi süreçler itibariyle toplumun bütün kesimlerinin ilgi alanındadır. Başarı, bütün
ulusal politikalarda olduğu gibi, toplumun farklı kesimlerinin bu politikayı benimseme-
lerine bağlıdır. Kısacası, bilim ve teknoloji politikalarının oluşturulması da uygulanması
da geniş bir katılımı içerir. Bu politikaların oluşturulması ve uygulanmasında eşgüdümü
devlet sağlar. Diğer taraftan, her ülkenin bilim ve teknoloji politikası, kalkış noktaların-
daki farklılıklar, ekonomik, sosyolojik ve siyasi farklılıklar nedeniyle, o ülkeye özgü-
dür; yani ulusaldır. Bu farklılıklar devletin rolünün de ülkeden ülkeye değişmesine ne-
den olmaktadır.60
Devletin teknolojik değişim sürecine müdahale etmesinin 3 nedeni vardır:61
Devletin serbest piyasanın işleyebilmesi için yasal ve kurumsal çerçe-
veyi hazırlaması gerekmektedir. Piyasa ekonomisinin işleyebilmesi için
mülkiyet haklarının belli ölçülerde güvence altına alınması gerekmek-
tedir. Patentler, lisanslar, ticari markalar bu tür mülkiyet haklarını gü-
vence altına alan yasal düzenlemelerdendir.
59
Erol Taymaz, “ Sanayi ve Teknoloji Politikaları: Amaçlar ve Araçlar”, ODTÜ Gelişme Dergisi, 1993,
s. 550. 60
Aykut Göker, “Niçin Bilim ve Teknolo ji Po lit ikası Tarihsel Gelişim Dünya Örnekleri ve Türkiye”.
(Çevrimiçi) http://www.inovasyon.org/html/AYK.MPM.Ekim00.htm, 26 Şubat 2013, ss. 2-3. 61
Şebnem Siso, “Kalkınma ve Rekabetin İtici Gücü Olarak Teknoloji Politikaların ın Önemi ve Türk i-
ye’de Uygulanabilirliğ i”, Marmara Üniversitesi SBE Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi , 2008, s.
49.
34
Kamusal mallara ilişkin teknolojik etkinliğin piyasa unsurlarınca yerine
getirilememesi/getirilmemesi devletin teknoloji politikalarıyla ekono-
miye müdahalesini gerektirmektedir. Örneğin; savunma bir tam kamu-
sal mal olarak görüldüğünden, askeri teknolojilerin geliştirilmesi, devlet
müdahalesini gerekli kılmaktadır.
Serbest piyasa koşullarında yeni teknolojilerin geliştirilmesine yönelik
yeterli yatırımın yapılmaması, gereksiz tekrarların yaşanması ve tekno-
lojik yayılmanın yeterince hızlı olamaması diğer bir nedendir.
Devlet bu sayılan nedenlerle teknolojik değişim sürecine müdahalede bulunur-
ken; bu müdahaleyi çeşitli araçlar yardımıyla yapar. Bu araçlar 5 maddede toplanab i-
lir:62
Standartlar ile ilgili düzenlemeler kurumsal yapının önemli bir kesimi-
dir. Standartlaşma; tüketicilerin ürün değiştirme maliyetini düşürmesi
ve piyasanın parçalanmışlığını azaltmasıyla birlikte teknolojik değişim
sürecine doğrudan katkıda bulunması nedeniyle önemlidir.
Devletin satın alma politikaları, özellikle askeri teknolojilerin gelişti-
rilmesinde kullanılan bir yöntemdir. Bu durumda tek alıcı konumundaki
devlet, ürünün özelliklerini üreticiye bildirerek istediği doğrultuda yeni
teknolojilerin gelişmesini teşvik etmektedir.
Devletin kendi kurumlarında araştırma yapması, büyük yatırımlar iste-
yen, araştırma sonuçlarındaki belirsizliğin çok fazla olduğu ve araştır ı-
cının, araştırma sonuçlarından piyasa koşullarında kar edemeyeceği,
özellikle temel araştırma konularında yaygın olan bir durumdur.
Devletin yol gösterici ve zorunlu planlama ile ar-ge faaliyetlerinde eş-
güdümü sağlaması, özellikle eşgüdüm sorununun önem kazandığı du-
rumlarda uygulanabilecek bir politika aracıdır.
En çok kullanılan teknoloji politikası araçlarından biri, özel ar-ge faali-
yetlerinin desteklenmesidir. Özel ar-ge faaliyetlerinin desteklenmesini
62
Taymaz, “Sanayi ve Teknolo ji Polit ikaları: Amaçlar ve Araçlar”, s s. 558-559.
35
meşrulaştırmakta kullanılan önerme, serbest piyasa koşullarında ar-ge
faaliyetlerine az/eksik yatırım yapılmasıdır.
Devletin teknolojik değişim sürecine hangi nedenlerle hangi araçları kullanarak
müdahale ettiği açıklandıktan sonra bir de teknoloji politikalarını yaklaşımlar açısından
değerlendirmeye almakta fayda vardır. Bilim ve teknoloji politikalarında belirleyici olan
iki yaklaşım söz konusudur. Bu yaklaşımlardan birincisi, neoklasik yaklaşım, diğeri ise
evrimci yaklaşımdır. Şimdi bu iki yaklaşımı karşılaştırmalı olarak inceleyelim:
Her şeyden önce neoklasik yaklaşımın kapitalizmi ile evrimci yaklaşımın kap i-
talizmi oldukça farklı özelliklere sahiptir. Neoklasik yaklaşımın kapitalizminde tam
rekabet şartları, tam bilgilenme, dolayısıyla da devletin ekonomiden mümkün olduğun-
ca elini eteğini kesmesinin gerekliliği vb. referans noktasıyken, evrimci yaklaşımlara
göre kapitalizm, en başından beri eksik rekabet piyasalarının geçerli olduğu b ir sistem-
dir. Zira evrimci iktisatçılara göre kapitalizmde iktisadi gelişmenin temelinde yenilik
yatmaktadır ve yenilik oluşturulduğu noktalarda asimetrik ve eksik bilgilenmeye, geçici
tekel durumuna yol açmaktadır. Dolayısıyla devletlere, dinamik aksak rekabet piyasaları
oluşturmak, ulusal rekabet gücünü korumak ve güçlendirmek şeklinde önemli roller
biçilmektedir. Evrimci iktisatçıların bilim ve teknoloji politikaları alanını ele geçirmele-
rinin kritik boyutlarından biri neoklasik yaklaşımların özellikle teknolojik yenilik ve
bilgi alanında piyasaların aksadığını kabul etmek zorunda kalmış olmalarına karşın dev-
letin müdahalesini kaynakları tam rekabet piyasa şartlarının gereğince dağıtmak biç i-
minde sınırlamış olmalarıdır.63 Zira neoklasik iktisatçılar, sektörlere, firmalara ya da
belirli teknolojilere yönelik politikalara, piyasa mekanizmasının işleyişini bozacağı ge-
rekçesiyle karşı çıkmaktadırlar. Hatta, teknoloji politikaları eğer piyasa mekanizmasının
işleyişini bozuyorsa, böylesi bir durumda hiçbir teknoloji politikasının uygulanmaması-
nın daha iyi olacağını ifade etmektedirler.64
63
Barış Alpaslan, K. Eser Afşar, Utku Akseki, “Neoliberal Polit ikalar - Ulusal Bilim ve Teknoloji Po lit i-
kaları Ekseninde Türkiye ve Avrupa Birliği: Türkiye’nin Çevreleşmesi”, İzmir 2. Ulusal İktisat Kong-
resi, 2008, s. 6. 64
Chris Freeman, Luc Soete, Yenilik İktisadı, Çev. Ergun Türkcan, Ankara: Tübitak Yayınları, 2003, s.
374.
36
Neoklasik yaklaşımlara ait bu teknoloji politikaları anlayışı, özellikle 1980’li
yıllarla beraber önemli eleştirilere uğramıştır. Bu alandaki en önemli eleştiriler ise e v-
rimci iktisatçılardan gelmiştir. Aslında teknolojik yenilik ve bilgi alanında neoklasik
yaklaşımların piyasaların aksadığını kabul etmeleri, neoklasik iktisadın en temel varsa-
yımlarıyla karşı karşıya gelmelerine yol açmış görünmektedir. Zira piyasaların aksama-
sı, neoklasik iktisadın temel varsayımlarının tartışma konusu yapılmasına yol açmakla
kalmamış, özellikle teknoloji politikaları alanında evrimci iktisatçılara ait yaklaşımların
1980’li yıllardan itibaren baskın hale gelmesine yol açmıştır.
Evrimci iktisatçıların neoklasik yaklaşımlara yönelttiği eleştiriler şunlardır:65
Neoklasik yaklaşımların yoğunlaştığı temel sorun, veri koşullarda tahsis
sürecidir. Oysa veri koşullar, birtakım müdahaleler (firmaların teknolo-
jik yeteneğinin yükseltilmesi gibi) yoluyla değiştirilebilmektedir.
Neoklasik yaklaşımlarda kaynak tahsis sürecinin temel ölçütü tam re-
kabet piyasalarıdır. Bu ölçüt teknolojik yenilik sürecinin incelenmesin-
de ve değerlendirilmesinde yetersiz kalmaktadır. Çünkü firmaların
amacı, yenilik üreterek geçici bir süre tekel konumuna gelerek tekelci
karlar elde etmektir.
Neoklasik yaklaşımlar teknolojik gelişme sürecini doğrusal bir süreç
olarak, firmaları da birbirleriyle etkileşim içinde olmayan aktörler ola-
rak ele almaktadırlar. Teknolojik yenilik sürecinde, sadece fiyatlardaki
değişim ile gerekli bilgilerin aktarılamadığı bilinmektedir. Teknolojik
yenilik süreci, firmalar ve diğer ekonomik ve toplumsal aktörler ( Ar-
Ge kurumları, üniversiteler, finans kuruluşları, vb.) arasında piyasa ve
piyasa dışı mekanizmalar aracılığıyla kurulan yoğun bir etkileşim için-
de gerçekleşmektedir. Bu durum, teknolojik yenilik sürecinin anlaşıl-
masında sistem yaklaşımını gerektirmektedir. Dolayısıyla teknoloji po-
litikaları, teknolojik sistemin bütününü göz önüne alarak tasarlanmalı-
dır. Sistemik özelliklerin daha önem kazandığı bilgiye dayalı çağdaş
65
Erol Taymaz, Ulusal Yenilik Sistemi: Türkiye İmalat S anayiinde Teknolojik Değişim ve Yenilik
Süreçleri, Ankara: TÜBİTAK/TTGV/DİE Ortak Yayını, 2001, s. 11.
37
toplumlarda piyasanın aksaması yaklaşımı teknoloji ve yenilik politika-
sı için geçerli değildir.
Neoklasik yaklaşımın tarafsız politikalara vurgu yapmasına, kuramsal
varsayımları nedeniyle belirli teknoloji veya sektörlere yönelik prog-
ramlara karşı çıkmasına karşın, başta bu kuramın en güçlü olduğu ABD
dahil hemen hemen hiçbir ülke bu neoklasik tavsiyeye uymamaktadır.
Belirli bir alana/konuya yoğunlaşmış bağlam- spesifik politikalar ve
programlar pek çok ülkede uygulanmaktadır ve bu tip politikaların, uy-
gun bir biçimde tasarlandığı ve uygulandığı zaman daha başarılı olduğu
bilinmektedir.
Bu noktada, evrimci iktisatçıların meseleyi ele alışlarına değinmek ye-
rinde olacaktır. Evrimci yaklaşımlara göre geliştirilen teknoloji politika-
ları, neoklasik yaklaşımdaki gibi veri durumda kaynak tahsis sürecini
düzenlemeye yönelik politikalardan çok, firmaların yeni teknolojileri
nasıl geliştirdiği, yeniliklere ve yeni süreçlere nasıl adapte olduğu, çe-
şitli çevre ve altyapı faktörlerinin yenilik ve adaptasyon süreçlerini na-
sıl hızlandırabileceği gibi noktalara odaklanmaktadır.
Evrimci iktisatçıların, meseleyi bu denli geniş bir perspektif içinde ele almaları,
onları, 1980’li yılların sonu, 1990’lı yılların başında bambaşka bir kavramsal çerçeveye
taşımıştır. Bu çerçevenin adı Ulusal Yenilik Sistemidir. Ulusal yenilik sistemi (UYS)
evrimci iktisadın önde gelen araştırmacılarından Freeman ve Lundvall tarafından öne-
rilmiş ve diğer araştırmacılar tarafından geliştirilmiştir. 1990’larda bu kavram OECD
gibi bazı uluslararası kuruluşlar ve Avrupa Birliği tarafından da teknoloji ve yenilik
politikalarının geliştirilmesinde kullanılmıştır. Freeman’a göre UYS, etkinlikleri ve et-
kileşimleri ile yeni teknolojileri oluşturan, ithal eden, değiştiren ve yayan kamu ve özel
kesim kuruluşlarının ağıdır. Lundvall ise UYS’yi dar ve geniş anlamda ele almaktadır.
Dar anlamda Ar-Ge birimleri, teknoloji kurumları ve üniversiteler gibi araştırmaya yö-
nelik kurumlar UYS’yi oluşturmaktadır. Genel anlamda ise, yenilik sürecini etkileyen
kurumların tamamı, özellikle öğrenme ve finansman süreçlerine ilişkin kurumlar da
sistemin alt unsurları olarak ele alınmaktadır. OECD tarafından yapılan tanımlamaya
göre ise, UYS’yi, bir ülkede yenilik ve teknolojik yayılmanın hızını ve yönünü etkile-
38
yen piyasa ve piyasa dışı kurumlar oluşturur. Bu tanımlarda da açıkça vurguland ığı gibi
evrimci yaklaşımda teknoloji ve yenilik politikası Ar-Ge ve yenilik faaliyetlerini kap-
samakla birlikte, buluştan yayılmaya, teknolojik yenilik sürecini etkileyen tüm unsurları
içermektedir.66
UYS kavramında anahtar unsur bilgi ve öğrenmedir. Dolayısıyla UYS kavramı
bir yandan öğrenme üzerine odaklanırken, diğer taraftan süreç üzerine de yoğunlaşmak-
tadır.67 GOÜ’ler için UYS’nin dayandığı en temel kuramsal ayak ulus-devlet ve uygu-
ladığı teknoekonomi politikalarıdır. Ulus-devletin sınai ve teknolojik gelişmeyi sağla-
ma-yönlendirme adına gerçekleştirdiği müdahaleler ve kurumsal düzenlemeler olarak
tasarlanan sanayi ve bilim-teknoloji politikalarının niteliği (teknoekonomi politikaları)
bu anlamda büyük önem arz etmektedir.68
Bilimsel ve teknolojik bilginin üretimi, yayılması, saklanması ve kullanılması-
na ilişkin olarak UYS’yi oluşturan kurum ve kuruluşlar 6 grupta toplanabilir:69
1. Teknolojik yenilik faaliyetinde bulunan özel ve kamusal firmalar ve bu fir-
maların oluşturduğu ağlar. Firma kesimi teknolojik faaliyetlerin yürütülmesinde ve
yeniliklerin ticari uygulamaya geçirilmesinde kilit rol oynarlar.
2. Araştırma kuruluşları. Kar amacı olmayan kamu ve özel bağımsız araştırma
kuruluşları, teknolojik yeniliklerin üretilmesi ve yayılması açısından önemli bir rol üst-
lenirler.
3. Bilim sistemi. En önemli unsuru üniversiteler olan bilim sistemi, bilimsel
bilginin üretimi, buluşların üretilmesi ve araştırmacıların eğitimi gibi işlevler üstlenirler.
4. Destek ve köprü kuruluşlar. Yeni teknolojilerin yaygınlaştırılması, eğitim ve
laboratuar destek hizmetleri, standartların belirlenmesi ve benzeri faaliyetler gerçekleş-
66
Taymaz, Ulusal Yenilik Sistemi: Türkiye İmalat S anayiinde Teknolojik Değişim ve Yenilik S ü-
reçleri, ss. 25-26. 67
Soyak, Teknoekonomi, s. 216. 68
Alkan Soyak, Ekonomi ve Politikada Ulusal Tavır, İstanbul: Derin Yayın ları, 2011, s. 216. 69
Taymaz, Ulusal Yenilik Sistemi: Türkiye İmalat Sanayiinde Teknolojik Değişim ve Yenilik Süreç-
leri, ss. 26-27.
39
tiren destek ve köprü kuruluşlar, yenilik faaliyetlerinde bulunan kuruluşlara teknolojik
altyapıya yönelik destek hizmetleri sunmaktadır.
5. Finansman kuruluşları. Teknolojik yenilik faaliyetinin finansmanı, diğer ya-
tırım faaliyetlerinden farklı özelliklere sahiptir. Bu nedenle teknolojik yenilik faaliyetle-
ri Ar-Ge bağışları, krediler, vergi indirimi gibi araçlarla desteklenirken, teknolojik yeni-
lik faaliyetinde uzmanlaşmış risk sermayesi gibi finansman kuruluşları, UYS’nin önem-
li bir unsurunu oluşturur.
6. Politika geliştiren, uygulayan ve değerlendiren kuruluşlar. Son olarak,
UYS’nin kurulması ve etkin bir şekilde çalışması, ilgili kurum ve kuruluşların faa liyet-
lerinin uyumu, sistemin aksaklıklara karşı tedbirler alması, yasal ve düzenleyici çerçe-
venin oluşturulması işlevlerini üstlenen ve politika geliştiren, uygulayan ve bu politika-
ları değerlendiren kuruluşlar UYS’nin önemli unsurlarından birini oluşturur.
Devletin teknoloji politikalarındaki başarısının en tipik örneği Doğu Asya ülke-
lerinde ortaya çıkmaktadır. Asya mucizesini gerçekleştiren bu ülkelerde devletin oyna-
dığı rol farklılıklar göstermekle birlikte, bu ülkeler piyasa mekanizmasını ortadan ka l-
dırmadan, aynı zamanda tamamen başıboş da bırakmadan kalkınma hedeflerine piyasa-
yı yöneterek ulaşmışlardır. Mesela Güney Kore 1960’larda başlattığı sanayileşme süre-
cinde uyguladığı aktif sanayi politikası ve bu politikayla bütünleşmiş teknoloji politikası
ile en önemli Doğu Asya ülkelerinden biridir.
1.4. Kalkınmacı Devlet Anlayışı ve Doğu Asya Deneyimi
Geç kalkınma yalnızca İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki GOÜ’lere özgü o l-
mayan bir özelliktir. Günümüzde ileri derecede sanayileşmiş ülkeler kategorisinde yer
alan birçok ülke, zamanında lider ülkeleri yakalamak için benzer sorunlarla karşı karş ı-
ya kalmıştır. 19. yüzyılda Fransa ile Almanya ve İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardın-
dan Japonya, geç sanayileşme ile yüz yüze gelmiş bugünün gelişmiş ülkeleridir. Yapılan
araştırmalar, başarılı geç sanayileşme olaylarının hiçbirisinde, özellikle gelişmenin kr i-
tik kalkış aşamasında, dünya piyasaları ile serbest ticaret kuralları altında bir bütünleş-
menin söz konusu olmadığını göstermiştir. Bu başarılı süreçlerin kritik öğe si, devlet
destekli bir sanayileşme ile devlet koruması altında özel bir girişimci sınıfın yaratılması
40
olmuştur. Dolayısıyla devlet aktörleri ile özel sektör arasındaki denge zaman içinde de-
ğişmiş ve bu ülkeler sanayileşme süreçlerinde belli bir olgunluğa eriştiklerinde, döngü
güçlü özel sektör aktörlerinin lehine işlemeye başlamıştır. Dolayısıyla; geç gelişen bir
ülkenin teknoloji, eğitim ve girişimcilik alanlarında başlangıçtaki temel zayıflıkları dik-
kate alındığında, devletin geç sanayileşme sürecinde önemli ve olağanüstü bir rol oyna-
dığı gerçeği genel kabul görmüştür. Kalkınmada böylesine önemli rol oynayan devle t-
ler, Türkiye veya Latin Amerika ülkelerinin geç sanayileşmelerini temsil eden reaktif
devletler ile bunlara tamamen tezat oluşturan ve Doğu Asya bölgesinin temel özelliği
olan pro-aktif veya kalkınmacı devletlerden oluşmaktadır. Reaktif devletler ile pro-aktif
devletler arasındaki temel fark, birincilerin daha düşük düzeyde bir devlet özerkliğine
sahip olmasıdır. Reaktif devletlerin dikkatlerini uluslararası rekabet gücüne sahip ihra-
cat sektörleri geliştirmek gibi uzun vadeli stratejik amaçlar üzerinde yoğunlaştırma ye-
tenekleri daha sınırlı olmakla birlikte bu tür devletler, önemli uluslararası karar merke z-
lerinde kabul edilmiş baskın politika normlarına yakın hareket etme eğilimine sahiptir.70
Burada konumuz itibariyle Doğu Asya ülkeleri çerçevesinde kalkınmacı devlet anlayı-
şına değinilecektir.
1.4.1. Kalkınmacı Devlet Anlayışının Temelleri
Doğu Asya ekonomilerinde devletin rolü konusunda iktisatç ıların görüşleri iki
ana kola ayrılmaktadır. Neoklasik iktisatçılar, devletin rolünün, ekonomik istikrarın ve
hukuki/teknik altyapının sağlanması ve eğitim gibi temel hizmetlerle sınırlı kaldığını,
mal ve finansal fiyatların oluşumunda devletin müdahalesinin olmadığını iddia etmiştir.
Revizyonist görüş olarak tanınan, Alice Amsden, Robert Wade gibi iktisatçıların başını
çektiği okul, devletin vergi ve sübvansiyonlar, ticaret kısıtlamaları ve diğer araçlarla,
fiyatların oluşum sürecinde de rol oynadığını detaylı araştırmalarla ortaya koymuştur.71
Bu yaklaşım kalkınmacı devlet teorisi olarak adlandırılmaktadır. Kalkınmacı devlet,
esas itibariyle; ulusun yatırım kaynaklarını arttırmada, bu kaynakların ülke sınırları içe-
risinde yatırıma yönelik üretken faaliyetlerde kullanımını garanti altına almada, yatırım-
70
Ziya Öniş ve Fikret Şenses, “Küresel Dinamikler, Yurtiçi Koalisyonlar ve Reaktif Devlet: Savaş Sonra-
sı Türkiye’nin Ekonomik Kalkınmasında Önemli Po lit ika Dönüşümleri”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Çev.
Tevfik Koldaş, Sayı 34(2007), ss. 254-255. 71
Murat Yülek, Asya Kaplanları, Sanayi Politikaları ve Kalkınma, 1. Baskı, İstanbul: Alfa Basım
Yayım Dağıtım, 1998, s. 11.
41
ları yüksek ücretin sürekli kılınacağı yüksek katma değerli endüstrilere yönlendirmede
ve bu türden projeleri uluslararası rekabetin baskısına açmada devlet gücünün kullanı-
mıdır. Bunu takiben, kalkınmacı devlet faaliyetinin temel önerisi, piyasa mekanizmasını
ortadan kaldırmak değil, girişimsel karar alma sürecini ve özel mülkiyeti koordine edici
ve piyasayı geliştirici müdahalelerle onu desteklemektir. 72
Kalkınmacı devlet kavramı günümüzde Güney Kore başta olmak üzere diğer
Asya Pasifik ülkelerinin kalkınmasını açıklamaya yönelik kullanılan merkezi kavramla-
rın başında gelmektedir. Güney Kore, Singapur, Tayvan, ve Hong Kong gibi birinci
kuşak Doğu Asya ülkeleri kalkınmacı devletin en temel aracı olan sanayi polit ikaları
sayesinde hızla sanayileşmişler, 1960’lı yıllardaki tarıma dayalı üretim yapıları 1990’lı
yıllara gelindiğinde hızla değişerek yüksek teknolojilere dayalı bir üretim yapısına dö-
nüşmüştür.73 Doğu Asya ülkelerinin gösterdiği bu harika performans ve başarının teme-
linde piyasayla uyumlu ve onu izleyen devletten ziyade çeşitli kurumsal düzenlemelerle
piyasaya öncülük eden bir devlet vizyonuna vurgu yapılmıştır. Aslında, Revizyonistle-
rin kalkınmacı devlet perspektifinde görülen özel mülkiyet ve piyasaya bağlılık, devlet
müdahalesiyle iç içe girmiştir. Piyasa, küçük çapta bir siyasal elit ve ekonomi bürokra-
sisi tarafından yönetilirken, özel ekonomide yer alan iş dünyası ile bürokrasi eliti ara-
sındaki ilişkiler kurumsallaştırılmıştır. Kalkınmacı devlet perspektifinin taraftarlarının
(revizyonist liberallerin) üzerinde hem fikir oldukları noktaların başında, böyle bir teo-
rik çerçevede hareket eden Doğu Asya ülkelerinin izledikleri stratejik sanayi politikası
gelmiştir. Revizyonist yazarlar, böyle bir politikanın ana amacının, çeşitli teşvik sistem-
leri vasıtasıyla ekonominin belirli alanlarında iktisadi kalkınmaya en önemli katkıları
sağlayabilecek girişimci bir sınıf meydana getirmek olduğunu söylemişlerdir. Bilinçli
bir devlet müdahalesi ile anahtar sektörleri teşvik etmek ve bu seçilmiş sanayileri ulus-
lararası arenada rekabet edebilecek bir etkinliğe zorlamak, ekonomide kaynakların ta h-
sisi açısından hayati önemde görülmüştür. Bu şekildeki kaynak tahsisi serbest piyasa
sistemi içinde olabileceğinden daha farklı bir üretim ve yatırım sistemini ortaya çıkar-
mıştır. Devlet müdahalesi, stratejik sektörlerde arzu edilen düzeylere ulaşmak için ver i-
72
Linda Weiss ve John M. Hobson, Devletler ve Ek onomik Kalkınma, Çev. Kıvanç Dündar, 1. Baskı,
Ankara: Dost Kitapevi, 1999, ss. 175-176. 73
B. Ali Eşiyok, “Türkiye İçin Bir Kalkınma Stratejisi Çerçeve Önerisi”, Türkiye Kalkınma Bankası
Yayını, Sayı 56(2010), ss. 29-30.
42
len teşviklere karşılık en verimli sonuçlar almak için firma davranışlarına belirli bir d i-
siplini de öngörmüştür. Bu disiplin iyi performans gösterenleri ödüllendiren, kötüleri
cezalandıran bir biçimde işlemiştir. İhracat piyasalarında en iyi performans gösteren
sanayiler, devletin sanayi politikaları ve finansal destek programlarından öncelikle ya-
rarlandırılmışlardır. Bu, devlet, bankalar sistemi ve endüstri arasında yakın bağlara da
işaret etmiştir. Banka kapitalinin geleceği parlak sektörlere kanalize edilerek hızlı sana-
yileşmenin gerçekleştirildiği bu durum, “ittifak kapitalizmi” olarak da nitelendirilmiş-
tir. Bu yüzden bu kalkınmacı devlet görüşü benimseyenler, Doğu Asya ülkelerinin ola-
ğanüstü başarısını açıklarken “yönetilen piyasa” teorisini benimsemişlerdir. 74
1.4.2. Doğu Asya Ülkelerinde Sanayi ve Teknoloji Politikası Uygulamaları
Ve Bazı Ülke Deneyimleri
Doğu Asya ülkelerinde uygulanan sanayi ve teknoloji politikalarında devletin
son derece önemli bir rol oynadığı gerçeği yadsınamaz. Doğu Asya bölgesindeki devle t-
lerin temel özelliği pro-aktif veya kalkınmacı devletler olmalarıdır. Ayrıca neoliberal
dönemde daha başarılı olan devletler, belirli hayati konularda neoliberal normlardan
sapmış olan kalkınmacı devletlerdir. Hiç kuşkusuz, başarının kendi içine kapanma ve
ülke içine yönelmeyle bir ilgisi yoktur. Yüksek büyüme oranlarını yakalamayı başarmış
ekonomiler, genellikle açık, dışa dönük, dünya piyasasındaki ihracat fırsatlarını ve uzun
vadeli yatırım imkânlarını değerlendirmiş olan ekonomilerdir. Aynı zamanda, bu dışa
açılma süreci, aşamalı ve kontrollü bir serbestleşme sürecine dayanmıştır.
Şimdi de ülke bazında bu politikaların nasıl uygulandığına geçmeden önce ge-
nel itibariyle Doğu Asya ülkelerinde devletin rolüne bakmakta fayda vardır. Doğu Asya
ülkelerinde devletin rolünü genel hatlarıyla özetleyen Tablo 1, bu konuda bir fikir ve r-
mektedir.
74
Ali Şen, “İkt isadi Kalkınmada Devlet-Piyasa Nispi Rollerine İlişkin Tartışmalara “Washington Sonrası
Konsensüs” Son Noktayı Koydu Mu?”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , 2005,
ss. 330-331.
43
Tablo 1: Doğu Asya Ülkelerinde Kalkınmada Devletin Rolü
1. Bir İş Çevresinin Yaratılması
Siyasal düzenin korunması, özel mülkiyet ve piyasa ilişkilerin in gerisindeki yasal düzenin yara-
tılması ve korunması,
Fiziksel altyapının sağlanması
İthal ikamesi kontrollerinden sonra piyasaların liberalleşmesin in sağlanması ve kamu işletmele-
rin in özelleştirilmesi
Özel kaynakların kullanımının en düşük düzeye indirilmesi. Bunun için devlet in küçültü lmesi,
gereksiz savunma harcamaların ın, büyük refah programlarının ve bürokrasin in azalt ılması
2. Devletin Ek onomik Aktivi teleri
Makroekonomik para ve maliye politikaları, yaşamsal sektörlerde finans kanalları kontrolü
Endüstriyel polit ika; anahtar endüstrilerin hedeflenmesi, endüstride yüksek performans stan-
dartlarının uygulanması, ekonomide temel yapısal dönüşümün gerçekleştirilmesi, ekonomik
planlara uygun performans sağlanması
Ticaret polit ikası; ithal ikameci endüstrilerin korunması, ticari partnerlerin korumacı politikala-
rın ı değiştirmelerinin sağlanması
Çok uluslu şirketlerin düzen lenmesi; yeni sermaye girişin in düzenlenmesi, ekonomin in ulusa l-
cılıktan uzaklaştırılmasının önlenmesi, kilit sektörlere yabancı sermaye ve teknolojinin kanalize
edilmesi
Devlet girişimciliği politikasının sürdürülmesi; kilit endüstrilerde devlet giriş imciliği, yerel ve
yabancı sermaye ile ortaklık.
3. Devletin Sosyalleşmesi
Beşeri sermaye altyapısının yeniden yapılması, yoksulluğa karşı yeniden dağıtım politikaları i z-
lenmesi
Güvenlik ve çevrenin korunması
İşveren sınıfının ekonomik gücünden halkın korunması.
Kaynak: İlker Parasız, Kalkınma Ekonomisi, Birinci Baskı, Bursa: Ezgi Kitapevi, 2005, s. 166.
Tablo 1, Doğu Asya ülkelerinin ekonomik kalkınmasında devletin rolünü özet-
lemektedir. Tabloda birinci grup faaliyetler, aksi takdirde piyasa ekonomisinin işleme-
yeceği bir çevrenin yaratılması ve sürdürülmesini içermektedir. İkinci grup faaliyetleri,
doğrudan devlet faaliyetleri, üçüncü grup faaliyetleri, beşeri ihtiyaçlar oluşturmaktadır
Bu noktada ülke bazında Doğu Asya’da devletin oynadığı ro l ile sanayi ve tek-
noloji politikası uygulamalarına değinmek yerinde olacaktır. Burada Hong Kong, Sin-
gapur ve Tayvan üzerinde durulacaktır.
44
Devlet müdahalesinin Doğu Asya ülkeleri arasında en az olduğu Hong
Kong’un İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gösterdiği başarının temelinde uyguladığı
sanayi ve teknoloji politikaları yer almıştır. Fakat bu politikalar diğer Doğu Asya ülke-
lerindeki aktif politikalardan farklılık göstermiş ve bunun sonucunda Hong Kong, Doğu
Asya ülkeleri içinde, kendine özgü koşulları nedeniyle, devlet müdahalesinden uzak bir
sanayileşme politikası izleyen ve dolayısıyla diğer Doğu Asya ülkelerinden farklı bir
süreç yaşayan bir ülke olmuştur.75 Hong Kong’da “Laissez Faire” ilkesinin gereği ola-
rak ürün piyasalarına müdahale edilmediği gibi, sanayi kesimine koruma ve destek de
söz konusu olmamıştır.76
Hong Kong’da teknolojik gelişmede devlet politikalarının rolü diğer Doğu As-
ya ülkelerine göre çok sınırlı kalmıştır. Ancak bununla birlikte Hong Kong’da ihraç
ürünlerinin teknolojik unsuru da hep sınırlı kalmıştır. Diğer Doğu Asya ülkelerinde gö-
rülen, zaman içinde katma değeri yüksek ürünlere kayış trendi Hong Kong’da mukaye-
seli olarak çok zayıf kalmıştır. Bunda Hong Kong’daki iş adamlarının Ar-Ge’ye yatırım
yapmaya pek hevesli olmayışı ve devletin diğer Doğu Asya ülkelerine sağladığı teşvik-
leri sağlamayışı etkili olmuştur.77
1953-60 yılları arasında sanayileşmesi tekstil ve konfeksiyon sektörleriyle s ı-
nırlı kalan ve topraklarına oranla nüfusu fazla olan Hong Kong, emek yoğun sanayi da l-
larına ağırlık vererek emeğin uzmanlaşmasını teşvik etmiştir. Sanayileşmenin bu ilk
döneminde Şangay ve Çin’in diğer bölgelerinden gelen sermaye, makine, beceri ve p i-
yasa bağlantıları ile girişimciliğin çok önemli rolü olmuştur.
1970’li yıllarda ortaya çıkan iki yeni faktör Hong Kong’u gelişmesinde yeni bir
döneme sokmuştur. Birincisi gelişmiş ülke ekonomilerinin büyüme hızlarındaki azalma
dış talebi düşürmüş, ikincisi, Hong Kong’da ücretler yükselirken, ücretlerin daha düşük
olduğu diğer Doğu Asya ülkelerinden kaynaklanan rekabet artmıştır. Bu iki faktörün
sonucunda Hong Kong sanayisi yeni alanlara yönelmek zorunda kalmıştır. Emek yoğun
75
Atilla Sönmez, Doğu Asya Mucizesi ve Bunalım: Türkiye İçin Dersler. İstanbul: Bilg i Üniversitesi
Yayınları, 2001, s. 213. 76
Alkan Soyak, “Doğu Asya’da Teknolojik Yetenek ve Sınai Derinleş me: GOÜ’ler İçin Sanayi Politikası
Sonuçları”, MÜ İ.İ.B.F. Dergisi (Prof. Dr. Halil Nadaroğlu’na Armağan Sayı) , Sayı 1, Cilt XIV
(1998), s. 368. 77
Yülek, s. 112.
45
sanayilerde diğer Doğu Asya ülkeleriyle rekabet etmek zorlaşmış, tekstil ve konfeks i-
yonun ihracattaki payı düşerken oyuncak, saat, vb. gibi ürünlerin payı artmıştır. Bu se-
beple her mal grubunda, daha yüksek katma değerli ürünlere doğru bir yönelim başla-
mıştır. Bu süreçte doğrudan yabancı yatırımların önemli bir rolü olmuş, birçok çok ulus-
lu şirket (ÇUŞ) maliyet düşüncesiyle yerli yönetici istihdam etmeye başlamıştır. Montaj
hattında çalışan yerli yöneticiler kısa bir süre sonra ÇUŞ’lerin yaptığı aynı işi çok az bir
sermaye ile kendilerinin yapabileceklerini anlamışlar ve kendi montaj hatlarını kurmuş-
lardır. Zamanla bu nispeten sofistike olmayan imalatçılar giderek daha karmaşık üreti-
me yönelmişler, bazı elektronik araçların tüm parçalarını tasarlayıp üretmeye başlamış-
lardır. Zaman içinde deneyimlerini bütün sofistike elektronik ürünlerin üretimini yapa-
rak geliştirmişlerdir.78 1960’lı yıllarda elektroniğe odaklanan doğrudan yabancı yatırım-
lar, 1970’li yıllarda saatler, elektronik ev aletleri, kimya, baskı, gıda işleme gibi alanlara
yönelmiştir. Hong Kong 2000 yılında 62 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım (DYY)
çekmiş ve dünyada en fazla DYY çeken 10. ülke olmuştur.79
Devlet uygulamış olduğu politikalardaki eksikliği gidermek amacıyla 1980 ve
1990’lı yıllarda az da olsa bazı tedbirler almaya başlamıştır. Bunlar arasında, ileri tek-
noloji şirketlerine özel şartlarda fabrika arsası tahsisi, Taipo ve Yuen Long sanayi şir-
ketlerinin kurulması, firmaların teknolojilerini geliştirmelerine yardımcı olmak amacıy-
la çeşitli teknolojik hizmetler sağlayan Hong Kong Verimlilik Merkezi’nin kurulması,
endüstriyel eğitim (özellikle elektronikte), yabancı sermayeye yönelik teşvikler, tekno-
loji geliştirme merkezi ve bilim parkı kurulması gibi tedbirler bulunmaktadır. Bu polit i-
kaların dışında, özel sektör kendi insiyatifiyle, teknoloji geliştirmek için Çin’le işbirliği
yapmaya başlamıştır. Bu amaçla Hong Kong şirketleri, Çin’deki araştırma enstitülerine
proje sipariş etmeye başlamıştır.80
Hong Kong’da durum böyleyken, ilk önce Malezya’nın kuruluşu ile 1959 yı-
lında İngiltere’den bağımsızlığını kazanmış ve 1965’te Malezya federasyonundan kopa-
rak tamamıyla bağımsız bir kent haline gelmiş diğer bir Doğu Asya ülkesi olan Singa-
78
Deniz Var, “Doğu Asya Ülkelerinin Kalkınma Sürecinde Sanayi ve Teknoloji Politikalarının Rolü”,
Marmara Üniversitesi S.B.E. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi , 2005, s. 90. 79
Özgür Çalışkan, “Dünya Yatırım Raporu- 2002 Çerçevesinde Doğrudan Yabancı Yat ırımlar Üzerine
Değerlendirmeler”, DTM Dergisi, 2003, s. 91. 80
Yülek, s. 114.
46
pur’da ise 1959-65 arası dönemde başarılı bir şekilde ithal ikameci politikalar uygulan-
mıştır. Yoğun işsizlik nedeniyle emek yoğun sanayiler desteklenmiştir. 1965-70 döne-
minde, uygulanan ekonomi politikalarına halkın destek vermesiyle birlikte ithal ikame-
ciliğinden, önce emek yoğun ihracat teşvikine ve ardından sermaye yoğun ihracat teşvi-
ki uygulamalarına geçilmiştir. Bu dönemde büyüme hızı yükselmiş; bu büyüme hızında
yabancı sermaye yatırımlarının önemli etkisi olmuştur. Hızlı büyüme sayesinde
1970’lerin başında işsizlik ortadan kalkmakla kalmamış, dışarıdan işçi göçü de başla-
mıştır. Bu durum sermaye yoğun sanayilere ve teknolojik unsurlara verilen destekleri
arttırmıştır. Yaşanan petrol krizi nedeniyle yabancı sermaye girişi yavaşlamıştır. 1979
yılında kendini tekrar toplayan ve tam istihdam seviyesine ulaşan Singapur, 1980’ler
için hazırladığı İktisadi Kalkınma Planında iktisadi faaliyetlerin bilgisayar, tıp, müşavir-
lik gibi alanlara yayılması ve ihraç pazarlarının çeşitlendirilmesini hedeflemiştir. Singa-
pur’un sanayi politikaları bu dönemde daha da belirginleşmiş olup, yükselen ücretler ve
dünya ekonomisindeki genel durgunluk nedeniyle 1985 yılında ilk durgunluk ve eko-
nomik küçülmeyi yaşamıştır. 1986 yılında yayınlanan Singapur Ekonomisi ve Yeni
Yönler Raporu’nda durgunluktan çıkış için istikrar tedbirleri belirlenmiş, stratejik hedef
olarak, Singapur’un tamamen gelişmiş bir ekonomi ve uluslararası iş merkezi olması
seçilmiştir. Uygulanan politikalar sonucu Singapur eski büyüme hızına ulaşmış, 1991
yılında uygulanan Stratejik İktisadi Planla da Singapur’un global bir şehir olması amaç-
lanmıştır. Singapur bir yandan yabancı sermayeyi çekerken diğer yandan artık kendi
şirketlerini çok uluslu hale getirmeyi istemiştir.81
Singapur mütevazi bir başlangıçtan, 2000’li yıllarda kişi başına 20.000 dolarlık
GSMH seviyesine ve teknolojide en yüksek noktaya, uyguladığı akılcı ve etkin politika-
lar sayesinde gelmiştir. İnsan sermayesinin eğitimi, Singapur toplumunun bir numaralı
önceliği olup birçok ülkeye oranla katı bir eğitim sistemine sahiptir. Bununla birlikte
öğretmenler de çok büyük bir saygınlığa sahiptirler.82
Yeni sanayileşmiş ülkelerin belki de en küçüğü olan Singapur’da devletin aşırı
müdahalesi söz konusu olmuştur. Singapur ekonomisi, ticaret, gemi hizmeti ve petrol
rafineciliği temelinde çıkış yapmıştır. Öncelikli bir ithal ikameci döneminden sonra,
81
Var, ss. 73-74. 82
Mehmet Öğütçü, Yükselen Asya, Ankara: İmge Kitabevi, 1998, s. 220.
47
ekonomi bütünüyle yabancı yatırımların ve ÇUŞ’lerin teknoloji transferine dayalı bir
sanayileşmeye yönlenmiştir. Ülkede Hong Kong’un aksine zayıf bir yerel girişimcilik
geleneği söz konusu olmuş ve Çin’den gelen ani bir teknik ve girişimcilik know how’u
girişi olmamıştır. Singapur hükümeti yabancı yatırımcıları yüksek katma değerli faali-
yetlere yönlendirecek müdahalelerle karşılaştırmalı üstünlük ve sınai yapıyı geliştirme
faaliyetine girişmiş ve eğitimde özgün yüksek düzeyli teknik nitelikler yaratılmıştır.
Singapur’un teknoloji ve nitelik transferinde sadece yabancı yatırımlara güvene dayalı
bir uzmanlaşmayı benimsemesi, içsel teknolojik yatırımlara yönelik gereksinimi büyük
ölçüde azaltmıştır. Böylelikle seçici müdahaleler Singapur sanayisini tüketici elektroni-
ği, optik ve hassas araçlar ile daha sofistike ürünlere yönlendirirken, girişimlerin tekno-
lojik düzeyi karşılaştırmalı olarak düşük düzeyde yerleşmiştir. Hükümetten gelen önem-
li sıkıştırma ve desteklerle bazı tasarım ve gelişme faaliyetleri zaman içinde gelişmiş-
tir.83
Bir diğer Doğu Asya ülkesi olan Tayvan’daki hızlı sanayileşme sürecinin teme-
lini ise Japon sömürgesi olduğu zamandan kalma ileri altyapısıyla birlikte, savaştan
sonra gerçekleştirilen toprak reformu, istikrarlı makroekonomik politikaların ve tasa r-
ruf-yatırım politikalarının izlenmesi oluşturmuştur.84
1950’lerin başından itibaren ithal ikameci politikalar uygulanmaya başlanmış
ve 1957-58 yıllarına kadar uygulamaya devam edilmiştir. İstikrarın başarıya ulaştığı
1952’den itibaren bu politikalar daha etkili hale gelmiştir. İthal ikamesi amacıyla kuru-
lan ilk sanayi kurumları arasında gıda, cam, kontrplak, çimento ve tekstil işletmeleri yer
almıştır. Tayvan bu dönemde Kore tarzı gelişme stratejisiyle DYY’ye izin vermede se-
çici davranmış ve kredi dağılımına müdahale ederek oluşturduğu korumayla yerel sana-
yileri teşvik etmeye çalışmıştır.85
1950’li yılların ikinci yarısından itibaren Tayvan’ın dışa açılma stratejisini uy-
gulamaya koymasıyla birlikte ihracatçılara bazı teşvikler verilmeye başlanmış ve enf-
lasyonu düşürmek için gümrük tarifelerinde bazı indirimler yapılmıştır. Hükümet iç ve
83
Soyak, Teknoekonomi, ss. 72-73. 84
Arslan Başer Kafaoğlu, “Ekonomide Yeni Lider Bölge: Doğu ve Güneydoğu Asya- II”, Bilim ve
Ütopya Dergisi, Sayı 107(2003), s. 33. 85
Var, s. 104.
48
dış kredi kaynaklarını yakından izleyerek, finans sektörünün sanayi sektörünün kontro-
lünde kalmasına ve devletin hakimiyetinden çıkmamasına özen göstermiştir. Diğer ta-
raftan, ihracatçılara ucuz kredi ve vergi iadeleri sağlanmakla beraber ihracata yönelik
üretim bölgelerinin kurulması için yol açılmış, yatırımcıları özendirici vergi reformları
ve bürokratik kolaylıklar sağlanmış, yabancı sermayeyi teşvik edici uygulamalar artt ı-
rılmış ve ticaretin liberalleşmesi yönünde adımlar atılmıştır. Buna karşın, Tayvan, diğer
ülkelere göre yabancı sermayeye karşı daha kontrollü bir yaklaşım izlemiştir. 86
Devlet, 1950 ve 1960’lı yıllarda tarımda fiyatları alt seviyelerde tutarak ve sen-
dikaların ücretleri yükseltmesini engelleyerek sanayide ücretlerin düşük düzeylerde se y-
retmesini ve böylelikle karların ve yatırımların yüksek olmasını sağlamıştır. Devlet mali
yardım teşvikleri ile ağır ve kimya sanayilerine, elektronik ve makine sanayilerine des-
tek olmuştur. Bu yıllarda, teknolojik atılımın gerçekleştiği en önemli sektör makine sa-
nayi olmuştur.87
1972’den sonra başlayan ABD-Çin yakınlaşmasına tepki olarak Tayvan, bu ta-
rihten sonra daha içe dönük ve kendi kendine yeterliliğe yönelik bir strateji izlemeye
başlamış, büyük altyapı yatırımları, ithal ikamesi ve devlet eliyle ağır ve kimya sanayiyi
koruma ve var olan sanayilerin teknoloji düzeyinin yükseltilmesi çabaları hız kazanmış-
tır. Kurulan KİT’lerin bazısı çok başarılı, bazıları da başarısız olmuştur. 88
1980’lerin başında Tayvan ekonomisi dünya pazarında rekabet gücünü kay-
betmeye başlamış ve ülkede iktisadi güçlükler yaygın bir hal almaya başlamıştır. Bu
tarihten sonra, önemli bir iktisat politikası değişikliğiyle, dış ticaret serbestleştirilmiş,
ihracat özendirilmiş ve devlet sistemli bir şekilde yeniden ihracatı geliştirme politikaları
izlemeye başlamıştır. Emek yoğun sanayiler artık ekonomide başrol oynamamış, aşama-
lı bir şekilde yerlerini teknoloji ve sermaye yoğun sektörlere bırakmışlardır. Ayrıca,
86
Var, ss. 105-106. 87
İsmail Gökel ve Mesut Aslantaş, “Teknoloji Transferi: Türkiye İçin Bir Model Denemesi”, DTM Der-
gisi, 1997, s. 37. 88
Sönmez, s. 212.
49
dinamik ve ileri teknoloji kullanan ve geliştiren küçük ve orta boy işletme (KOBİ)’ler
teşvik edilmiştir.89
Devlet, ayrıca ülke sanayilerinin dünya piyasalarında tanıtılması ve daha genel
olarak, dünya kamuoyunda Tayvan imajının olumlu bir görünüm olmasını sağlamak
için kampanyalar örgütlemiş veya bunların sanayiciler tarafından yapılması için önde r-
lik etmiştir. Bu uygulamaların ardından kısa sürede sonuç alınmaya başlanmış, büyük
ticaret fazlaları verilmiş ve dünyada sayılı döviz rezervlerine sahip bir ekonomi haline
gelmiştir.90
Görüldüğü gibi Hong Kong, Singapur ve Tayvan’da devletin rolü ve sanayi ve
teknoloji politikası uygulamaları bu şekildedir. Asya’nın en hırslı ülkesi olarak nitele n-
dirilen Güney Kore’ye burada değinilmemesinin nedeni; konumuzun özünü oluşturması
itibariyle 2. bölümde ayrıntılı olarak yer verilecek olmasıdır. 2. bölümde Doğu Asya
mucizesi ve mucizeyi oluşturan kaynaklardan bahsedilip Güney Kore’ye geçilecektir.
89
Mustafa Güleç, “Tayvan’ın Ekonomik Kalkınması”, Dünyada ve Türkiye’de Ekonomik Gelişmeler,
2003, s. 27. 90
Sönmez, s. 213.
50
2. DOĞU ASYA MUCİZESİ VE KALKINMACI DEVLETE
BİR ÖRNEK: GÜNEY KORE
2.1. Asya Mucizesinin Kaynakları
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Doğu Asya en dinamik ekonomilerin bulundu-
ğu yer olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1950’lerde yeniden toparlanıp eski
gücüne kavuşmaya çalışan Japonya ile birlikte 1960’larda Hong Kong, Singapur, Ta y-
van ve Güney Kore çarpıcı bir ekonomik gelişme göstermiş, bunları ikinci dalga olarak
Tayland, Endonezya, Malezya gibi yoksul Doğu Asya ekonomileri izlemiştir. Şimdi
Asya krizi öncesi Doğu Asya ülkelerinin gösterdiği olağanüstü gelişme çeşitli gösterge-
ler yardımıyla ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Tablo 2: Doğu Asya Ülkelerinde Büyüme (1950-1995)
K.B. Gelir K.B. Gelirin Yıllık Ortalama Büyüme Hızı % K.B Gelir
1950 ($)* 1950-60 1960-70 1970-80 1980-93 1995($)
Japonya 659 7,3 9,5 4,1 3,4 39.640
Güney Kore 146 2,6 6 8,3 8,2 9.700
Çin - - 4,6 3,7 8,2 620
Tayvan 224 4,8 6,1 6** - -
Hong Kong 470 3,6 7,5 8,7 5,4 22.990
Singapur - - 6,5 6,8 6,1 26.730
Malezya 350 0,8 3,6 5,5 3,5 3.890
Tayland 132 2,6 5,1 4,4 6,4 2.740 (*): 1950 kişi başına geliri 1974 doları ile. (**): 1970-1985.
Kaynak: Atilla Sönmez, Doğu Asya Mucizesi ve Bunalımı, 1. Baskı, İstanbul: İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, 2001, s. 36.
Tablo 2, 1950-1995 yılları arasında Doğu Asya ülkelerindeki büyüme perfor-
mansını göstermektedir. İncelediğimiz dönemin ilk 20 yılında Japonya ulaştığı yüksek
büyüme hızıyla diğer Doğu Asya ülkelerine öncülük etmiştir. Dönemin ikinci yarısında
Japonya’nın kişi başına gelirindeki büyüme hızı azalmış; fakat 1970’lerden başlayarak
aralarına katıldığı gelişmiş ülkelerden en yüksek büyüme hızını gerçekleştirenlerden
51
birisi olmuştur. 1960’lar ve 1970’lerden başlayarak Güney Kore, Tayvan, Hong Kong
ve Singapur; 1980’lerden sonra Çin, Malezya, Tayland; 1980’lerin ikinci yarısından
itibaren ise bu listede olmayan Endonezya hızlı büyüme sürecine girmişlerdir.
Tablo 3: Doğu Asya Ülkelerinde Enflasyon (Ortalama Yıllık % Artış)
1960-1970 1970-1980 1980-93
Japonya
Güney Kore
Çin
Tayvan
Hong Kong
Singapur
Malezya
Tayland
Endonezya
4,8
16,7
-
4,1
2,3
1,1
-0,2
1,9
180,0
8,5
19,5
0,6
-
9,2
5,9
7,3
9,2
21,5
1,5
6,3
7,0
-
7,9
2,5
2,2
4,3
8,5
Kaynak: Sönmez, s. 39.
Tablo 3, 1960-1993 yılları arasında onar yıllık dönemler itibariyle Doğu Asya
ülkelerinde enflasyon oranındaki ortalama yıllık artışları göstermektedir. 1950’lerin
başında, savaştan harabeye dönmüş ve arkasından büyük bir sanayileşme ve hızlı b ü-
yüme sürecine girmiş olan Güney Kore, 1980’lerde enflasyonu kontrol altına almıştır.
1960’ların başında çok kötü bir iktisadi yönetim dönemi ve 1960’ların ortalarında kanlı
bir iç savaş ve kaos dönemi yaşayan Endonezya, 1960’ların sonlarına doğru enflasyonu
kontrol altına almaya başlamıştır. Bu ülkelerin hepsinde enflasyonun %10’un üstüne
çıkması ciddi sorunların bir göstergesi olarak görülmüş ve enflasyonla mücadele yöne-
ticiler tarafından en öncelikli iş olarak ele alınmıştır.
52
Tablo 4: Doğu Asya Ülkelerinde Tasarruf ve Yatırım (GSYİH’nın %’si)
1960 1970 1980 1995
tas yat tas yat tas yat tas yat
Japonya 34 34 40 39 31 32 31 29
Güney Kore 2 11 15 24 23 31 36 37
Çin _ 29 28 30 31 42 40
Hong Kong 1 19 25 21 24 29 33 35
Singapur (-)3 11 18 39 30 43 33 32(a)
Tayland 14 16 21 26 22 27 36 43
Malezya 27 14 _ 32 29 37 41
Endonezya 13 11 14 16 30 22 36 38
Tas: Ulusal Tasarruflar; Yat: Yurtiçi Yatırımlar. (a) 1994.
Kaynak: Sönmez, s. 40.
Tablo 4, 1960’dan itibaren çeşitli yıllar itibariyle Doğu Asya ülkelerindeki ta-
sarruf ve yatırım oranlarını göstermektedir. İncelenen yıllarda 1960 yılı hariç Doğu As-
ya ülkeleri yüksek tasarruf ve yatırım oranlarına sahip olmuştur. 1960’larda yalnız Ja-
ponya ve Malezya’nın tasarruf oranı yüksek, diğer Doğu Asya ülkelerinin ise düşüktür.
1980’lerden başlayarak Doğu Asya ülkelerinin hepsinin tasarruf oranları %20’nin üs-
tünde ve 1990’lardan başlayarak da %30’un üstünde seyretmiştir. Tablodan anlaşıldığı
üzere Doğu Asya ülkelerinde yatırımların tasarrufları aştığı yıllar da olmuştur. Tasarruf-
yatırım açığı yurtdışı tasarruflarla kapatılmıştır. Ancak bu, devamlı ve yüksek olmamış,
zaman zaman dış borçları makul bir düzeye düşürmek için, dış açık oranı düşürülmüş-
tür.
53
Tablo 5: Doğu Asya Ülkelerinde İhracatın Artışı, 1960-1995
(Yılda Ortalama, %)
1960-69 1970-79 1980-89 1990-95
Japonya
Güney Kore
Çin
Tayvan
Hong Kong
Singapur
Malezya
Tayland
Endonezya
16,5
39,1
-0,6
22,9
13,6
3,5
3,7
6,2
0,2
20,3
37,9
21,8
30,9
22,1
27,9
23,3
25,0
34,2
8,6
15,2
12,6
14,1
15,7
9,7
7,6
13,3
0,1
4,7
13,6
18,3
10,7
16,2
17,2
19,7
19,3
12,4
Kaynak: Sönmez, s. 42.
Tablo 5, 1960-95 yılları arasında onar yıllık dönemler itibariyle Doğu Asya ül-
kelerinde ihracat artış oranlarını göstermektedir. Doğu Asya ülkelerinin ihracat artışı
konusundaki başarısı da örnek teşkil edecek düzeydedir ve bu ülkelerin kalkınma dene-
yimlerinde en dikkat çekici nokta bu başarı olmuştur. İncelediğimiz Doğu Asya ülkele-
rinin hepsi, dönemin tamamına bakıldığında, yüksek ihracat artış oranları göstermiştir.
İlk dönemde Çin, Singapur, Malezya ve Endonezya’nın düşük oranda ihracat artışı gös-
termesi bu ülkelerdeki özel tarihsel koşullar sonucudur. 1980-89 arasında en düşük ih-
racat artış oranına sahip Endonezya’daki bu düşük oranın nedeni; özellikle 1980’lerin
ikinci yarısından sonra imalat sanayindeki en büyük dört şirketin üretimdeki payının
düşürülmesi; bunun da ihracat performansına yansıması olmuştur.
54
Tablo 6: Önemli Ekonomik Bölgeler, 1965 ve 1994
GS YİH
(Milyar USD)
1965 1994
İmalat Sanayi Malları
İhracatı (Milyar US D)
1965 1994
NAFTA (1) 770 7568 21 599
AB ve EFTA (2) 511 7596 92 1470
DOĞU ve G. DOĞU
AS YA (3)
216 6374 11 999
LATİN AMERİKA
(4)
56 1011 O,50 94
AFRİKA (5) 38 326 0.84 33
Kaynak: . Murat Yülek, Asya Kaplanları, Sanayi Politikaları ve Kalkınma , 1. Baskı, İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım, 1998, s. 3.
(1) ABD, Kanada, Meksika. (2) Lihtenştayn, Lüksemburg, Portekiz, İzlanda’yı kapsamama k-
tadır. (3) Japonya, Çin, Kore, Singapur, Hong Kong, Malezya, Endonezya, Hindistan, Pakistan, Tayland.
Tayvan dahil değildir. (4) Brezilya, Arjantin, Venezuella, Şili, Peru. (5) Mısır, Cezay ir, Tunus, G. Afrika,
Zimbabwe, Fas, Nijerya, Etiyopya, Tanzanya, Uganda, Fildişi Sahili, Senegal, Kenya, Gana.
Tablo 6, önemli ekonomik bölgelerin 1965 ve 1994 yıllarındaki GSYİH ve
İmalat Sanayi Malları ihracatını milyar USD olarak göstermektedir. Görüldüğü gibi bu
iki yılı karşılaştırdığımızda Doğu ve Güneydoğu Asya Bölgesi dünyanın en hızlı büyü-
yen bölgesi olmuştur.
55
Tablo 7: Doğu Asya Ülkelerinde Seçme Sosyal Gelişme Göstergeleri
Çocuk Ölümleri Orta Eğitimdeki Kız Çocuk Sayısı
1960 1995 1965 1980 1993
Japonya 31 4 81 94 97
Güney Kore 85 10 25 74 92
Çin 150 34 - 37 51
Hong Kong 44 5 25 65 -
Singapur 36 4 41 59 -
Malezya 73 12 22 46 61
Tayland 103 35 11 28 37
Endonezya 139 51 7 23 39
Kaynak: Dünya Bankası, İnsani Kalkınma Raporu, çeşit li yıllar
Tablo 7, Doğu Asya ülkelerinde 1960’lardan kriz dönemine kadar çeşitli yıllar
itibariyle seçme sosyal gelişme göstergelerini vermektedir. Doğu Asya ülkelerinin uzun
süreli hızlı bir büyümeyi enflasyonsuz bir ortamda ve büyük ihracat sıçramaları yaparak
gerçekleştirirken, sosyal gelişme göstergelerinde de geri kalmadıkları, tam tersine top-
lumun büyük çoğunluğunun hayat kalitesinde çok önemli yükselme gerçekleştirdikleri
görülmektedir.
Buraya kadar 1960’lardan itibaren Doğu Asya’nın yükselişi çeşitli göstergeler
yardımıyla ortaya konulmaya çalışıldı. Ülkeden ülkeye farklılıklar ve önemli sapmalar
gösterse de bölgesel çerçevede Doğu Asya Mucizesi kapsamındaki ülkelerin model olu-
şumunda bazı ortak özellikleri ortaya koydukları bir gerçektir. Sapmalar, ülkenin kend i-
ne özgü özelliklerinden kaynaklandığı gibi izlenen temel stratejiden de kaynaklanmıştır.
Bu nedenle bölge ülkelerinin gelişme ve büyümelerini simgeleyen tek bir prototip mo-
delden söz etmek mümkün olmamakla birlikte, genel kalkınma politikalarında izledikle-
ri strateji benzerliği ve çok sayıda ortak parametrenin varlığı, bize bu mucizenin kayna-
ğında yer alan faktörler konusunda önemli ipuçları vermektedir. Mucizeyi tanımlayan
söz konusu ortak özellikler kısaca şu şekilde özetlenebilir:91
91
Suat Öksüz, “Doğu Asya Mucizesinin Dünü ve Krizin Bugünü Türkiye İçin Bazı Çıkarımlar”, Ege
Akademik Bakış Dergisi, Cilt 1, Say ı 1 (2001), ss. 44-46.
56
Uzun süre yönetimde kalan çoğu otoriter rejimlerin sağladığı siyasi is-
tikrar,
İyi eğitilmiş, disiplinli ve motive olmuş çalışkan bir işgücü ve kadın iş-
gücünün yüksek katılımı,
Eğitime verilen önem ve öncelik,
Yöre insanının ticarete yatkınlığı, girişimcilik ruhu,
Devletin özel sektöre destek vermesi, katalizör görevi üstlenmesi ve
yönlendirmesi,
Tasarruf eğiliminin olağanüstü yüksek olması ve yatırımlara kanalize
edilmesi,
Tarım reformunun birçok bölge ülkesinde başarılı biçimde uygulanması
ve tarımın payının azaltılması,
Ekonomide dışa açık, rekabete dönük ve serbest bir politika izlenmesi,
Etkin, dürüst ve pragmatik bürokrasi,
İhracat öncelikli ve teşvikli bir sektör olarak belirlenmiş ve aynı za-
manda lokomotif işlevini üstlenmiş imalat sanayiye verilen önem,
Serbest piyasa mekanizmasının oluşturulması çabası ve piyasaya duyu-
lan güven,
Küçük ve orta ölçekli aile şirketleri egemenliği,
Japonya’nın önderliğinde ve pozitif dışsallıkla bölgenin topluca hızlı bir
büyüme sürecine girmesi,
Bölge ülkelerinin dünya konjonktürünü iyi bir zaman diliminde yaka-
lamaları,
Adil gelir dağılımı ve düşük oranlı enflasyon,
Yeni teknoloji arayışına ve kullanımına yatkınlık, araştırma geliştirme-
ye verilen öncelik,
Bölgenin yer üstü doğal kaynak zenginliği,
Yabancı sermaye girişinin özendirilmiş olması ve bunda başarılı olun-
ması,
Dinsel, kültürel ve geleneksel faktörlerin olumlu katkıları.
57
Doğu Asya mucizesi ve mucizeyi oluşturan kaynaklar bu şekildeyken bundan
sonraki anlatımlarda bu ülkelerden Güney Kore’nin başarısı üzerinde durulacaktır.
2.2. Güney Kore’nin Kısa Tarihçesi, Genel Coğrafi, Ekonomik, Siyasi ve
İdari Görünümü
Güney Kore’nin 1960’lı yıllardan itibaren gerçekleştirdiği başarılı kalkınma
deneyimini incelemeden önce, bu ülkenin nasıl bir süreçten geçtiğini ve nasıl bir yapıya
sahip olduğunu anlamak Güney Kore’nin sağladığı başarıyı göstermek açısından önem
arz etmektedir.
Öncelikle coğrafi bakımdan bir değerlendirme yapıldığında Kore, kuzeyden
güneye 1100 kilometrelik bir alana yayılan Kore Yarımadası’ndadır. Kore Yarımadası,
Kore sularının Pasifik Okyanusunun en batısındaki bölümünün sularıyla karıştığı bölge-
de, Asya anakarasının kuzeydoğu bölümünde bulunur. Yarımada kuzey sınırında Çin ve
Rusya’yla komşudur. Doğusunda Doğu Denizi, bunun ötesinde de komşu Japonya b u-
lunur. Kore toplam olarak 222.154 kilometrekare, yani yaklaşık Britanya ve Romanya
büyüklüğündedir. Bu alanın 99.000 kilometrekaresi bitek topraklardır; buna sonradan
elde edilen toprak alanları dahil değildir. Dağlık alanlar Kore’nin yaklaşık üçte ikisini
kaplar. Toprağının büyüklüğü göz önüne alındığında, Kore’de görece olarak çok sayıda
dere ve ırmak bulunur. Bu akarsular Kore’nin yaşama biçiminin oluşmasında ve sanayi-
nin gelişmesinde önemli rol oynarlar. Ayrıca yarımadayı üç yanından kuşatan denizin
eski çağlardan beri Koreliler’in yaşantısında çok önemli bir yeri olmuş, gemi yapımı ve
gemiciliğin gelişmesine de önemli katkıda bulunmuştur. 92 Bu noktada Kore’nin kısa
tarihine, Kuzey ve Güney Kore’nin nasıl kurulduğuna değinmekte fayda vardır.
Kore’de ilk devletin M. Ö. 2333 yılında Çosan halkı lideri Tangun tarafından
kurulduğu bilinmekte olup, M. Ö. 13. yüzyılda bölgede Puyi ve Kongurya (Kore) kab i-
leleri birlikte hüküm sürmüşler, daha sonra kuzeyde Kongurya, güneyde Pekçe hane-
danları egemenliklerini sürdürmüşlerdir.93
92
Hüseyin İçen, Kore Gerçeği, Ankara. Sev inç Yayınları, 2002, ss. 1-3. 93
T.C Seu l Büyükelçiliğ i Ticaret Müşavirliği, Güney Kore Raporu , Seu l, Ocak 2004, s. 7.
58
M. S. 1. yüzyılda Kongurya Hanedanı ülkede mutlak egemenlik kurmuş, M. S.
313’de Çinlileri Kore Yarımadası’ndan çıkarmışlardır. M. S. 668 yılında Şilla Hanedan-
lığı tarafından ülkede ulusal birlik sağlanmış ve egemenlik tek merkezde toplanmıştır.
Kore tarihinde Üç Devlet Devri olarak adlandırılan ve Çin ile birçok savaş yapılan bu
dönemden sonra yarımada Parhea (669-928), Büyük Şilla (661-935), Koryo (935-1392)
ve Çosan (1392-1910) hanedanlıkları hakim olmuşlardır.94
Kore, 19. yüzyılda Batılıların diplomatik ve ticari ilişki ve isteklerine şiddetle
karşı çıkan bir dışa kapalı krallık olarak kalmıştır. Zamanla, birkaç Asya ve Avrupa
ülkesi emperyalist amaçlarla Kore Yarımadası’nı etkileri altına almak için uğraşmışla r-
dır. Çin ve Rusya’ya karşı savaşları kazanan Japonya, Kore’yi zo rla kendi topraklarına
katmış ve 1910’da sömürge yönetimini başlatmıştır. Sömürge yönetimi, Koreliler ara-
sında milliyetçilik akımlarının güçlenmesine yol açmıştır. Koreli aydınlar Japonya’nın
resmi asimilasyon politikasına karşı çıkmışlardır. Japonya Kore okullarında Korece di-
linde eğitimi bile yasaklamıştır. 1 Mart 1919’da Koreliler ülke çapında binlerce kişinin
ölümüyle sonuçlanan protesto gösterileri düzenlemişlerdir. Bu bağımsızlık hareketi ba-
şarılı olamamış; ama Koreliler’e çok güçlü bir ulusal kimlik ve vatanseverlik bağı sağ-
layarak, Şangay’da bir geçici hükümetin kurulmasını ve Mançurya’da Japon sömürge
yönetimine karşı örgütlü bir silahlı mücadelenin başlamasını sağlamıştır. Bu Bağımsız-
lık Eylemi her yıl 1 Martta Koreliler arasında ulusal bayram olarak kutlanır.95 Diğer
taraftan, sömürge yönetimi altında Koreliler’in yaşamları gittikçe kötüleşmiş; ama bu
1945 yılında 2. Dünya Savaşı’nda Japonya’nın yenilgisine kadar sürmüş; Japonya’nın 2.
Dünya Savaşı’nı kaybetmesiyle sömürge yönetimi son bulmuştur.
2. Dünya Savaşı’nda Japonya’nn yenilgisi üzerine aynı yıl Kore 36 yıllık Japon
hakimiyetinden kurtulmuş, Yalta Konferansı’nda varılan anlaşma uyarınca Sovyetlerin
Kore’ye girerek Kore Yarımadası’nın kuzeyini, ABD’nin de güneyini işgal etmeleri
üzerine, güneyi ABD’nin, kuzeyi Sovyetler Birliği (SSCB)’nin etkisine giren Kore ikiye
bölünmüştür. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 14 Kasım 1947 tarihinde aldığı bir ka-
rarla Güney ve Kuzey Kore’de seçimlerin yapılması ve seçimlerin sonunda tek bir hü-
kümet çatısı altında birleşilmesini kabul etmesine karşılık, SSCB, seçim heyetinin K u-
94
T.C Seu l Büyükelçiliğ i Ticaret Müşavirliği, s. 11. 95
İçen, s. 16.
59
zey’e geçmesine izin vermemiş ve seçim sadece Güney’de yapılmıştır. 15 Ağustos
1948’de Kore Cumhuriyeti (Güney Kore) resmen kurulmuş ve ABD’nin desteklediği
Syngman Rhee cumhurbaşkanı olmuştur.96
9 Eylül 1948’de kuzeyde Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Kuzey Kore)
kurulmuş ve Kim II Sung, başbakanlığa getirilmiştir. 25 Haziran 1950’de Kuzey Kore
ordusu SSCB’nin de desteğiyle Güney Kore’ye saldırmıştır. Türk Hükümeti’nin 18
Temmuz 1950’de aldığı kararla Türk askerleri Birleşmiş Milletler Kuvvetleri çerçeve-
sinde, 3 yıl süren Kore Harbi’ne katılmıştır. Savaş 27 Temmuz 1953 yılında imzalanan
ateşkes anlaşması ile sona ermiş, bu tarihe kadar tüm girişimlere rağmen iki Kore’nin
birleşmesi sağlanamamıştır.97 Tarihsel gelişim süreci bu şekildeyken şimdi de sanayi-
leşme hamlesinin başladığı 1960’lara kadar Güney Kore ‘nin nasıl bir ekonomik yapıya
sahip olduğu kısaca değerlendirilecektir.
1910 yılındaki Japon işgalinden, Japonya’nın 2. Dünya Savaşı’nda yenilgiye
uğrayarak Kore Yarımadası’nı terk etmesine kadar geçen 40 yıla yakın bir zaman dil i-
minde Kore daha çok Japonya’ya zirai ürünler ihraç eden bir ülke konumunda olmuştur.
1948 yılında yeni kurulmuş sömürge sonrası bir ülke olarak varlığını devam ettirmeye
çalışırken patlak veren Kore Harbi, ülkenin zaten kötü durumda olan şartlarının
savaş sürecindeki kayıplarla ve yıkımlarla daha da kötüleşmesine sebep olmuştur.
Örneğin tersanelerin yüzde 80’i ve tekstil dokumacılığının yüzde 50’si savaş sırasında
kaybedilmiştir. Kore Harbi, Japonlarca inşa edilen endüstriyel tesislerin yıkılmasına,
Kore’nin önemli bir ihracat ortağı olan Japon pazarının istikrarsızlaşmasına, enerji
kaynaklarının ve ağır sanayi tesislerinin Kore yarımadasının kuzeyinde, hafif en-
düstrilerin ve ziraatın ise güneyinde kalmasına sebep olmuştur. 1948 yılında Güney
Kore devlet başkanı olan Syngman Rhee, serbest pazar ekonomisine inanmış ve
gündeminde hızlı ekonomik kalkınma olmamıştır. Yeni kurulan devletin ku-
rumsallaşması ve ithalatın ikamesine yönelik politikalar izlemiştir. Bu döneme ait iki
önemli gelişmeden ilki, 1948-1950 yılları arasında gerçekleştirilen toprak reformu saye-
sinde geleneksel toplum yapısında yer alan aristokrat ‘yangban’ sınıfının sahip oldukları
96
(Çevrimiçi) www.wikipedia.org/wiki/Kore, 18 Ekim 2012. 97
M. A. İbrahim Sarıay, “Güney Kore Kalkınma Modeli, Güney Kore Devlet i’nin Kalkınmadaki Rolü ve
Örnek Bir Ülke Olarak Türkiye’ye Uygulanabilirliği”, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006, s. 7.
60
toprakların dağıtımı ve neticesinde ülkede sınıf ayrımının kalmaması, diğeri ise, Japonla-
rın sahip olduğu işletmelerin ileride ülkenin ekonomik gelişmesinde önemli roller oyna-
yacak olan girişimci iş adamlarına dağıtılması olmuştur. 1954’ten 1959’a kadar olan
süreçteki yeniden yapılandırma projelerinin %70’den fazlası özellikle Amerika’nın
büyük çoğunluğunu karşıladığı dış yardımlarla gerçekleşmiştir. Savaş sonrası dönemin
en belirgin özelliği uzun vadeli ekonomik kalkınmadan ziyade harap haldeki ülkeyi
yaşanabilir hale getirme gayretleri olmuştur. Özellikle kırsal kalkınma ve işsizlikle
mücadele hükümetin öncelikli politikaları arasında yerini almıştır.98
Güney Kore’nin kuruluşundan günümüze kadar görev alan devlet başkanlarına
bakıldığında ise; 1948 yılında kurulan Güney Kore’nin ilk devlet başkanı olan Syngman
Rhee, 1960 yılında öğrenci hareketleri sonucunda düşürülmüş ve John Chang başkanlığa
getirilmiştir. Chang hükümeti 1961 yılında gerçekleştirilen askeri darbe ile devrilmiş,
iktidara gelen Park Chung Hee’nin 1979 yılında öldürülmesinden sonra 1980 Ağustos
ayına kadar cumhurbaşkanlığı yapan Cho Kyuhah’ın idaresinde ülkede düzensizlik ha-
kim olmuştur. 18 Mayıs 1980 tarihinde ülke çapında sıkıyönetim ilan edilmiştir. 1 Eylül
1980’de Chun Doo Hwan’ın cumhurbaşkanlığa gelmesinden sonra yapılan halk oylaması
ile yeni anayasa kabul edilmiştir.99 1980’ler boyunca demokrasi yanlısı akım gelişmiş ve
1987’de yapılan bir anayasal değişiklikle doğrudan halk oyuyla başkan seçimi benim-
senmiştir. Yeni anayasa uyarınca eski bir general olan Roh Tae-woo başkan seçilmiş,
ama onun yönetimi boyunca kazanılan demokratik ilerlemeler 32 yıldır ilk olarak bir
sivil başkanın seçilmesine olanak sağlamıştır. Uzun dönemli bir demokrasi savunucusu
olan Kim Young-sam 1992 yılında iktidar partisinden başkan seçilmiştir. 100 1992-1997
yılları arasında Kim Young-sam, 1997-2002 yılları arasında Kim Dae Jung ve 2002-2006
yılları arasında Roh Moo Hyun devlet başkanlığı görevini yürütmüş olup, 2007 yılında
devlet başkanı olan Lee Myung Bak halen bu görevi sürdürmektedir.
Son olarak, Güney Kore’nin genel siyasi ve idari görünümüne bakılacak olursa;
Güney Kore’de kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı b ir siyasi yapı söz konusudur. Güney
Kore’de başkanlık sistemi hakimdir. 1972 Anayasasında yürütme görevi Ulusal Konfe-
98
Erhan Atay, “Krizden İnovasyona: Güney Kore Örneği”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, Cilt 2, Sayı 32 (2012), s. 241. 99
Sarıay, s. 7. 100
İçen, s. 19.
61
rans tarafından beş yıl için seçilen cumhurbaşkanına verilmiştir. Yasama görevi ise Gü-
ney Kore Parlamentosu’na aittir ve 299 üyesi vardır. Cumhurbaşkanının meclisi feshet-
me yetkisi vardır. Güney Kore’de başkanlık sistemi olduğundan ve yürütmenin cumhur-
başkanında olması nedeniyle başbakanın yönetimdeki rolü zayıf kalmaktadır. Başbakan
daha çok meclis ve cumhurbaşkanı arasında bir köprü görevi görmektedir. Güney Ko-
re’nin başkenti Seul’dur, 9 il ve 7 büyükşehir belediyesi mevcut olup, idari yapı bu şehir-
ler çerçevesinde geliştirilmiştir. Bunların dışında daha küçük bir yapıya sahip, sayıları
230’u bulan belediyeler mevcuttur.101 Tablo 8, Güney Kore ülke profilini göstermekte-
dir.
Tablo 8: Güney Kore Ülke Profili
Resmi Adı
Yönetim Biçimi
Resmi Dili
Başkenti
Yüzölçümü
Nüfusu (tahmini)
Okur yazar oranı
Para Birimi
Kore Cumhuriyeti
Cumhuriyet (Yarı Başkan lık)
Korece
Seul
99.700 kilometrekare
49.779.440
%98,3
Won
Kaynak: T.C. Seu l Büyükelçiliğ i Ticaret Müşavirliği, Kore Cumhuriyeti, Seul, 2012, s. 1.
101
Gülay Babadoğan Tarakcıoğlu, Güney Kore Cumhuriyeti Ülke Raporu, Ankara, 2011, s. 3.
62
2.3. Güney Kore Kalkınma Deneyimi
2.3.1. Güney Kore’de Planlı Kalkınma Döneminde Sanayi ve Teknoloji
Politikalarının Rolü (1962-1996)
1948 yılında kurulan Güney Kore’nin ilk devlet başkanı olan Syngman Rhee
hükümetinin ilan ettiği gelişme hedefi, Güney Kore’nin ithal ikamesi aracılığıyla uzun
vadeli büyük çaplı ithalata bağımlılıktan kurtulmasını ve buna paralel olarak yerli bir
ağır sanayi ile ekonominin kalkınması için gereken yatırım mallarını ülkede üretmeyi
öngörmüştür. Bu strateji, Amerikalı ekonomik danışmanların bu stratejiyi reddetmesi,
bu iddialı modelin ilk kıvılcımı olarak dış yardıma bağımlı olması, ithal ikamesinin ha l-
kın kalabalık yığınlarının potansiyel talebine değil, yüksek gelirli tabakaların tüketim
ihtiyaçlarına öncelik vermesi yani ağırlıkla lüks malların vb. ithalatından oluşması yü-
zünden yanlış oluşturulması nedeniyle başarısız olmuştur. Chang ve Park hükümetleri
de başlangıçta buna benzer bir modelle ortaya çıkmışlar; ancak çok geçmeden önce
ABD ve daha sonra Japonya’dan gelen baskı soncunda, kendi kendini besleyen bu ge-
lişme programından giderek daha fazla uzaklaşmak zorunda kalmışlardır. Özellikle Park
hükümeti çareyi bedeli ne olursa olsun ihracat yapma politikasında görmüştür. Amaç,
ithal edilen hammaddelerdeki fiyat artışlarını karşılamak ve 1960’ların ilk yıllarındaki
durgunluk döneminden sonra ülkenin ekonomisini yeniden canlandırmak olmuştur. 102
Güney Kore’nin 1960’lardan itibaren başlattığı bu gelişme modelinde hiç şüp-
hesiz devlet destekli Chaebol’lerin büyük payı vardır. Bu noktada bir parantez açıp
Chaebol’ler hakkında bilgi vermekte fayda vardır.
Büyük işletme ağları ya da iş kümeleri, Chaebol (şabol) olarak nitelendirilir.
Güney Kore’de, geniş iş sektörünün hemen hemen tümü bir Chaebol ağının parçasıdır.
Chaebol, genellikle aile şirketidir veya aile kontrollüdür ve akrabalık temellidir. Birçok
Güney Kore şirketinde sahiplik ve yönetimin ayrılmamış olması do layısıyla sahip aile,
yönetim sürecine aktif olarak katılmakta ve güç pozisyonlarını elinde tutmaktadır. Zira
Koreliler kan bağlarına büyük önem verirler. Bu bağlamda işletme kurucularının sadece
102
Hans Ulrich Luther, Güney Kore Bir Model Olabilir Mi?, Çev. Erol Özbek, 1. Baskı. İstanbul: Be l-
ge Yayınları, 1984, s. 77.
63
aile üyelerini değil, diğer akrabalarını da gözetmeleri beklenir. 1961 öncesinde de Ko-
re’de aile şirketleri olmakla birlikte, devlet-şirket ittifakı özellikle Park Chung-Hee
(1961-79) rejiminde ortaya çıkmıştır. Park rejimi, ülke hedeflerine ulaşmada gerekli
gördüğü için Güney Kore bankalarını ulusallaştırmış ve az bulunan sermayeyi endüstri
ve şirketlere kanalize etmiştir. Hükümet destekli bu Chaebol’lerin bazı ayrıcalıkları da
olmuş ve hızla büyüme göstermişlerdir. Bazı durumlarda sadece yüksek fon oluşturarak
ve borçlanma ile kazanç elde etmişlerdir. Chaebol’ler, Kore’nin savaş sonrası yeniden
canlanmasını, tarım ağırlıklı ekonomiden transformasyon ile dünyanın en dinamik eko-
nomilerinden biri haline gelmesini sağlamıştır. Chaebol’ler, Kore hükümeti ile yakın
ilişkilerini korumanın yanı sıra, Japonlar gibi dünya pazarında hızlı bir şekilde büyü-
müşler ve belli başlı uluslararası markalar üretmişlerdir. İfade edilen başarılarına ra ğ-
men, bu grupların hala kurucu ailenin üyeleri tarafından domine edilmeleri ve Japon
karşılıklarından daha sıkı bağlı ve rekabetçi görünmeleri söz konusudur.103
Özellikle Chaebol’lerin Güney Kore’nin kalkınmasında 1960’lardan kriz dö-
nemine kadar olan etkisi yadsınamaz. Şimdi de 1962-1996 yıllarını kapsayan planlı dö-
nem boyunca sanayi ve teknoloji politikalarının rolü kalkınma planları çerçevesinde
ayrıntılı olarak incelenecektir.
2.3.1.1. Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1962-1966)
Güney Kore’de 1961 askeri darbesinden sonra, 1962 yılında birinci beş yıllık
kalkınma planı (BBYKP) devreye sokulmuştur. BBYKP’nın iki ana hedefinden birinc i-
si, daha önceki yıllarda biriken sosyoekonomik sorunları çözmek ve ikincisi ise, kendi
kendine yeterli bir ekonominin temellerinin kurulması olmuştur. Birinci planda uygula-
nan temel politikaların başında özellikle enerji şebekesinin, limanların ve demir yollan
ağının genişletilmesi gelmiştir. Diğer politikalar şunlardır: Ekonomideki yapısal denge-
sizliğin düzeltilmesi, ağır sanayilerin genişletilmesi ve kişi başına düşen milli hasılanın
103
Rana Özen Kutanis ve Tülin Tunç, “Güney Kore Örgüt Kültürü: Konfüçyanizm’in Etkileri Açısından
Bir Değerlendirme”, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi , Sayı 35 (2010),
ss. 61.
64
arttırılması, atıl kaynakların verimli ve etkin bir şekilde kullanılması, ödeme ler dengesi
açığının kapatılması, ve teknolojik kalkınmanın sağlanmasıdır. 104
1962-1966 yıllarını kapsayan ilk plan dönemi, ülkenin ekonomik kalkınması-
nın özünü oluşturan ipuçlarını taşıması açısından en önemli dönemdir. Planın ana hatları
4 ana maddeye dayanmıştır:105
Ekonomik kalkınmanın devletin kontrolünde ve liderliğinde sanayileş-
me ile gerçekleştirilmesi,
Ekonomide özel sektör mülkiyetinde ve yönetimindeki firmaların faali-
yet göstermesi ancak büyük projelerde kamunun tamamlayıcı veya tü-
müyle üstleneceği durumların söz konusu olması,
Ekonomik kalkınmada birinci öncelik ihracatın arttırılması olmakla bir-
likte, kalkınmanın finansmanı için yabancı sermaye katkısının olması,
Ekonomik kalkınma için büyümenin, gelir dağılımındaki dengesizlik-
lerden daha ön planda tutulması.
BBYKP, kendi kendine yetebilen bir sanayi yapısı oluşturabilmek için atılacak
ilk adımları içermiştir. Elektrifikasyon, gübre sanayi, petrol rafinerileri, sentetik elyaf ve
çimento sanayi özellikle vurgulanan konular olmuştur. 106
1962 yılında BBYKP ile uygulamaya konan stratejinin temelinde, mukayeseli
üstünlük çerçevesinde ihracata dönük emek yoğun sanayileri özendirerek piyasa meka-
nizması yoluyla iç ve dış kaynakları harekete geçirmek olmuştur. Bu hedef doğrultu-
sunda hükümet yurt içi tasarrufların kullanıma geçirilmesi için ticari bankaların mevdu-
atlara uyguladıkları faizleri %12’den %26’lara kadar çıkarmasına izin vermiş ve bu
bankadaki biriken tasarrufların hızla çoğalmasına yol açmıştır. Enflasyondan kaynakla-
nan fiyat sapmalarını en aza indirmek için, hükümet vergi idaresini değişikliğe tabi tut-
muş ve böylece gelirleri arttırarak kronikleşen bütçe açıklarının önüne geçmeye çalış-
mıştır. Yurt içi tasarrufların yetersizliğini yabancı sermaye girişiyle aşmaya çalışan Gü-
104
Bülent Demir, “Güney Kore’nin Ekonomik ve Teknolojik Gelişim Süreci- Bölge Ülkeleri ve Türkiye
İle Olan Stratejik Yaklaşımları”, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü SBE Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, 2006, s. 118. 105
Var, s. 130. 106
(Çevrimiçi) http://countrystudies.us/south-korea/47.htm, 26 Nisan 2013.
65
ney Kore hükümeti, yabancı yatırımcılardan kaynaklanacak çeşitli risklere aldırış etme-
den 1966 yılında kapsamlı bir Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu’nu çıkarmıştır. 107
Tablo 9: Güney Kore’de BBYKP’nın Hedef ve Performansları
Hedefler Performans*
Büyüme (%)
Yatırımlar/GSMH
Yurtiçi Tasarruflar/GSMH
Yurtdışı Tasarruflar/GSMH
İhracat (milyon$)
İthalat (milyon$)
7,1
22,6
9,2
13,4
137,5
492,3
7,8
17,0
8,8
8,2
250,4
679,9
Kaynak: Feride Doğaner Gönel, “Güney Kore-Türkiye Planlı Kalkınma Deneyimlerinin Karşılaştır-
ması”, (Çevrimiçi) www.yild iz.edu.tr/~gonel/akademikdosyalari/.../plan likalkinma.pdf, 30 Ocak 2013,
s.4.
(*) Performans rakamları dönem sonu yıla ait gerçekleşen rakamlardır
Tablo 9, Güney Kore’de BBYKP’nın hedef ve performanslarını göstermekte-
dir. Tablodan da anlaşıldığı gibi, Güney Kore çoğu göstergede hedeflerin altında bir
performans göstermiştir.
2.3.1.2. İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1967-1971)
Sanayinin modernize edilmesi ve aynı zamanda demir-çelik, makine imalat ve
kimya sanayileri başta olmak üzere ithal ikameci sanayinin hızlı bir şekilde kurulmasını
hedeflemiştir.108 İkinci beş yıllık kalkınma planı (İBYKP) birinci plana göre daha dik-
107
Ayşe Meral Uzun, Kore’nin Yükselişi: Kozmik Dairenin İktisadi Sırları , 1. Baskı, Ankara: Nobel
Yayın Dağıtım, 2010, ss. 99-100. 108
(Çevrimiçi) http://countrystudies.us/south-korea/47.htm, 26 Nisan 2013.
66
katli ve daha derin hazırlanmıştır. Koreli bürokratlar daha deneyimli hale gelmiş ve ya-
bancı uzmanlardan tavsiyeler almışlardır. Bu planda uygulanan temel politikalar şunla r-
dır: Ormancılık ve balıkçılığın geliştirilmesi ve tahıl ürünlerinde kendi kendine yeterli
bir duruma ulaşma, sanayileşmenin temelinin kurulması, ödemeler dengesi açığının
giderek azaltılması, nüfus artış hızını yavaşlatma ve istihdam oranını yükseltme, çiftç i-
lerin gelirini yükseltme, teknolojinin geliştirilmesi ve verimliliğin yükseltilmesidir. 109
İBYKP döneminde GSMH’nın ortalama olarak %10 artması öngörülmüş ve
ağırlığı Japonya ile imzalanan ilişkilerin normale dönmesi anlaşmasına uygun olarak
tekstil ve kontraplak sanayi başta olmak üzere ihracata yönelik hafif sanayilere verilmiş-
tir. İkinci planın yatırımlarında lokomotif işlevi gören, Vietnam Savaşı’ndan elde edilen
gelirler olmuştur. İşsizlik oranını %20’den %5’e indirmek amacıyla istihdam yaratma
çabaları da düşünülmüştür. Son derece düşük ücretler sayesinde Güney Kore kısa za-
manda büyük sermaye gerektirmeden üretilebilecek emek yoğun ürünlerin önde gelen
ihracatçılarından biri olmuştur. Ancak belirli ürünlerin ihracatına dayanılması ve bu
ürünlerin içerdiği aşırı ithalat oranı nedeniyle Güney Kore ekonomisi aynı zamanda
dünya pazarına daha bağımlı hale gelmiştir. Üstelik bu sektörlerin daha fazla genişle-
tilmesine, sanayileşmiş ülkelerin artan ithalat kısıtlamaları engel olmuştur. Pamuk, kim-
yasal hammaddeler, çelik ve kereste büyük miktarlarda ithal edilmek zorunda olunma-
sına karşılık, elde sağlam bir pazar olmamıştır.110
109
Demir, s. 118. 110
Luther, ss. 79-80.
67
Tablo 10: Güney Kore’de İBYKP’nın Hedef ve Performansları
Hedefler Performans*
Büyüme (%)
Yatırımlar/GSMH
Yurtiçi Tasarruflar/GSMH
Yurtdışı Tasarruflar/GSMH
İhracat (milyon$)
İthalat (milyon$)
7,0
19,0
11,6
7,5
550,0
894,0
9,5
26,1
16,1
10,2
1,132.3
2,178.2
Kaynak: Gönel, “Güney Kore-Türkiye Planlı Kalkınma Deneyimlerinin Karşılaştırması”, s. 5.
(*) Performans rakamları dönem sonundaki yıla ait gerçekleşen rakamlardır.
Tablo 10, Güney Kore’de İBYKP’nın hedef ve performanslarını göstermekte-
dir. Tablodan, konulan hedeflere ulaşılması açısından değerlendirdiğimizde, Güney Ko-
re’nin hedeflerini oldukça aşan bir performans sergilediği görülmektedir.
2.3.1.3. Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1972-1976)
Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (ÜBYKP) büyüme, denge ve eşitliğin
birbiri ile uyumunu sağlamak, kendine güvenen bir ekonomik yapı oluşturmak, geniş
kapsamlı ulusal kalkınma ve dengeli bölgesel kalkınma hedeflenmiştir. Bu hedef doğ-
rultusunda uygulanan politikaları ise şu şekilde sıralayabiliriz: Temel gıda ürünlerinde
kendine yeterlilik, kırsal alanda yaşanabilir çevrenin gelişmesi, ağır sanayi ve kimya
sanayinin geliştirilmesi, bilim, teknoloji ve insan kaynaklarının değerlendirilmesi, yerle-
şim alanlarını ve ulusal refahı arttırmaktır.111
111
Okşan Okan, “Güney Kore’n in Kalkınma Modeli ve Türkiye”, Marmara Üniversitesi SBE Yayın-
lanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1998, s. 54.
68
Bu planda önem verilen diğer sanayi kolları; demir-çelik, nakliye araç ve ma-
kineleri, gemi inşaatı, petro kimya ve elektrikli ev aletleridir. Bu plan döneminde ağır
sanayi ve kimya sanayi kuruluşları yeni sanayi kollarına ham malzeme ve ayni sermaye
tedarik etmek ve yabancı sermayeye bağımlılığı asgariye indirmek için gayret göste r-
mişlerdir. Kalkınma ve sanayileşmenin Seul ve çevresinden uzakta az gelişmiş yörelere
yayılabilmesi ve buralardaki halka iş olanakları yaratılması amacıyla, yeni ve kritik sa-
nayiler Kuzey Kore sınırından uzakta ve Kore yarımadasının güneyindeki yörelerde
kurulmuştur.112
ÜBYKP’nda “Yeni Toplum Hareketi” (Seamul Undong) tasarlanmış ve bu ha-
reket ulusal bir boyut kazanmıştır. Tamamen Kore kökenli olan bu hareketin amacı ulu-
sal modernizasyonu gerçekleştirmektir. Bu nedenle, kırsal yörelerdeki ve kentlerdeki
insanların çok çalışması, işbirliğine gitmesi için eğitilmesi, endüstri ve tarım arasında
dengeli büyümenin teşvik edilmesi planlanmıştır. Bu hareket henüz teorik çerçevesi
oluşturulmadan başlamış ve bir ilerleme kaydedildikten sonra teorize edilmiştir. 113
Bu plan döneminde meydana gelen gelişmeleri şu şekilde özetleyebiliriz:114
İmalat sanayinin bileşimine bakıldığında, bu sanayinin yaklaşık
%20’sini dokuma sanayi kolu oluşturmuştur. Pamuklu, ipekli, yünlü
dokuma çok eskiden mevcut olmakla beraber, suni liflerden yapılan ip-
lik ve kumaşlarınki 1960’lardan itibaren görülmeye başlanmıştır. Ancak
üretimin giderek artması ve tüm GOÜ’lerin de dokuma sanayine önce-
lik vermesi sonucunda, stok birikimine yol açan bir aşırı üretim meyda-
na gelmiştir.
Güney Kore’nin toplam enerji talebi içindeki payının onda birden üçte
bire yükselmesi sonucu, ham petrol işleme sanayi de önemli bir dal ni-
teliği kazanmıştır.
112
TMMOB, “Ülke Örnekleri ile Kalkınma ve Sanayileşme Modelleri”, Sanayi Kongresi Oda Raporu ,
2007, s. 71. 113
Neslihan Çelik, “Küreselleşme Sürecinde Geliş mekte Olan Ülkelerde Teknolo jik Geliş me ve Devletin
Rolü”, Marmara Üniversitesi SBE Yayınlanmamış Doktora Tezi , 2006, s. 154. 114
Tamer Kayacıklı, Güney Kore, İstanbul: İTO Yayın ları, 1978, s. 16.
69
Tarımsal üretimin arttırılmasına yönelik çabalar ve ham petrolün işlen-
mesinin giderek artması sonucu, kimyasal ürünlerin üretimi de yükse l-
miştir. Kimya sanayi içinde gübre, metanol, etanol, kostik soda
(sudkostik) ve sülfirik asit gibi temel girdiler önemli bir yer tutmuştur.
Bunların yanı sıra petro kimya ürünleri, eczacılık ve güzellik ürünleri
de üretilmiştir.
Ülkenin maden üretiminin artması ve ağır sanayiye yönelmesi ile
metalurji sanayi de gelişmiştir. Ülkede çıkarılan bakır, tungsten, altın ve
kurşunu işleyip saf hale getiren tesisler mevcuttur. Ülkenin tek entegre
demir-çelik tesisi ise başkent Seul’un batısında Ulsan kıyı kentinde ku-
rulmuştur.
Ekonomik gelişmeyle birlikte, makine ve elektronik aletler üretimi de
giderek artmıştır. Ayrıca Güney Kore’nin dünyanın en büyük on gemi
inşa eden ülkeler arasına girmesine yol açan tersaneler kurulmuş ve da-
ha da genişletilmeleri öngörülmüştür.
Tablo 11: Güney Kore’de ÜBYKP’nın Hedef ve Performansları
Hedefler Performans*
Büyüme (%)
Yatırımlar/GSMH
Yurtiçi Tasarruflar/GSMH
Yurtdışı Tasarruflar/GSMH
İhracat (milyon $)
İthalat (milyon $)
8,6
27,6
19,5
5,4
3,510
3,993
9,1
27,1
20,8
6,7
7,814.6
8,405.1
Kaynak: Gönel, “Güney Kore-Türkiye Planlı Kalkınma Deneyimlerinin Karşılaştırması”, s. 6.
(*) Performans rakamları dönem sonundaki yıla ait gerçekleşen rakamlardır.
70
Tablo 11, ÜBYKP’nın hedef ve performanslarını göstermektedir. Tablodan da
görüldüğü gibi Güney Kore, bir önceki plan dönemiyle benzer şekilde hedeflerini aşan
bir performans göstermiştir.
Güney Kore’nin ilk 3 plan döneminde gösterdiği gelişmeyi ve yapısal değişik-
likleri ise şu şekilde özetleyebiliriz:115
Yıllık ortalama %10’luk bir büyüme hızıyla GSMH son 15 yıl içinde
2.3 milyar dolardan 31.5 milyar dolara çıkmıştır. Yarım nesillik bir süre
içinde bir köylüler ülkesi, adı dünya ticaret istatistiğinde ilk 20 devlet
arasında geçen bir sanayi devleti haline gelmiştir. Tarım, ormancılık ve
balıkçılık alanlarında 1962-1977 döneminde yıllık büyüme sadece %4.2
iken, sanayi kesimi ortalama olarak %17.6, altyapı ve hizmetler sektörü
yaklaşık %10 oranında büyümüştür. GSMH’da sanayi üretiminin payı
%17’den %30’un üzerine çıkarken, tarım ve balıkçılığın payı %37’den
%24’e düşmüştür. Sanayi kesiminde gelişmenin ağırlığı görülür biçim-
de ağır ve kimya sanayide olup, bu iki sektör sanayi üretiminin
%42’sini oluşturur hale gelmiştir. İstihdam yapısındaki değişiklikler de
buna uygun olmuş; 15 yıl önce tarım kesiminde çalışan %60’lık kesim
varken, 1977 yılı itibariyle bu oran %40’a düşmüş, sanayideki işgücü
oranı ise %9’dan %22’ye çıkmıştır.
2.3.1.4. Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1977-1981)
Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (DBYKP) kendi kendini besleyen
ekonominin başarısı, sosyal gelişmeler doğrultusunda adaleti sağlamak, teknolojik ça-
lışmaları ilerletmek hedeflenmiştir. Bu hedef doğrultusunda uygulanan politikalar ise
şunlardır: İstihdam arttırma ve insan gücünün gelişmesi, yaşanan çevreyi geliştirmek,
bilim ve teknoloji yatırımlarını arttırmak, ekonomik yönetimi ve kurumları düzenlemek,
geliştirmek ve yatırım sermayesinde kendine yeterliliktir. 116
115
Luther, ss. 81-82. 116
Okan, s. 54.
71
DBYKP, sanayinin dünya pazarında etkin bir şekilde rekabet edebilecek şekil-
de yapılandırılmasını teşvik eden unsurları kapsamıştır. Bu ana stratejik sanayi kolları;
makine imalatı, elektronik ve gemi inşaatı gibi teknoloji yoğun ve kaliteli işgücü gerek-
tiren sanayilerdir. Planda demir çelik, petro kimya ve diğer metaller ile ilgili sanayiler
özellikle vurgulanmıştır. Bunun sonucu olarak ağır sanayi ve kimya sanayi 1981 yılında
%51,8 oranında büyüme göstermiştir. Bu sanayi kollarındaki ihracat toplam ihracatın
%45,3’üne ulaşmıştır. Bu başarıda, yüksek kaliteli malları düşük maliyetle üretmesi
sayesinde elektronik, makine ve gemi ihracatında gerçekleştirdiği yüksek performansın
çok büyük katkısı olmuştur. Elektrik üretimine yönelik dizel motorları ile diğer ağır
sanayi makineleri ile ilgili yatırımlar, devletin finansal destekleri sayesinde, bu plan
döneminde ikiye katlanmıştır.117
1972-1979 döneminde ağır sanayi ve kimya sanayinin gelişmesine yönelen
Güney Kore’de hükümetin ekonomiyi yönlendirmesi sonucunda ihracatta ve GSMH’da
büyük artış yaşanmış, sanayi üretiminde katma değeri yüksek ürünlerin üretiminin ar t-
ması ile kırsal kesim ile şehirler arasındaki yaşam standartlarındaki fark kapanmıştır.
Bütün bu pozitif görüntüler hızlı büyümenin sebep olduğu bazı sorunları da beraberinde
getirmiştir. Bunların en önemlisi ise yüksek enflasyon oranı olmuştur. Hızlı ücret artış-
ları ekonomiye büyük yük olmuş ve Güney Kore ihracattaki rekabet üstünlüğünü ka y-
betmiştir. Kişi başına düşen gelir azalmış, para, maliye ve döviz politikalarının olumsuz
etkileri kendini göstermiştir. Ülke ekonomisinin pek çok konuda dışa bağımlılığı artmış,
dünya ekonomisindeki olumsuz gelişmelerden oldukça fazla etkilenir hale gelmiştir.118
On dokuz yıl hüküm süren Park iktidarının Başkan Park’ın bir suikast sonucu öldürül-
mesiyle sona ermesi nedeniyle kısa süreli siyasi istikrarsızlığın yaşandığı DBYKP dö-
neminde Güney Kore, giderek artan dış borç yükü nedeniyle, dış tasarrufların azaltılma-
sı ile 1970’lerde başlatmış olduğu Ağır ve Kimya Sanayi hamlesinin ithal malzemeye
dayalı gereksinimlerini karşılama ikilemi yaşamıştır.
117
TMMOB, ss. 71-72. 118
Cengiz Ersun ve Özlenen Sezer, Güney Kore İhracat Pazar Araştırması. İstanbul: İTO Yayınları,
1991, s. 7.
72
Tablo 12: Güney Kore’de DBYKP’nın Hedef ve Performansları
Hedefler Performans*
Büyüme (%)
Yatırımlar/GSMH
Yurtiçi Tasarruflar/GSMH
Yurtdışı Tasarruflar/GSMH
İhracat (milyon $)
İthalat (milyon $)
9,2
26,2
24,2
2,0
20,242
18,872
5,7
30,7
23,5
5,9
20,671
24,299
Kaynak: Gönel, “Güney Kore-Türkiye Planlı Kalkınma Deneyimlerinin Karşılaştırması”, s.7.
(*) Performans rakamları dönem sonundaki yıla ait gerçekleşen rakamlardır.
Tablo 12, Güney Kore’de DBYKP’nın hedef ve performansını göstermektedir.
Tablodan da gözleneceği üzere, dış tasarruflara olan bağımlılığın azaltılması hedefle n-
mişken, yurtiçi tasarrufların plan hedeflerinin altında kalması ve artan ithal malzeme
gereksinimi dolayısıyla Güney Kore, yeniden yabancı sermaye arayışına yönelmiştir.
2.3.1.5. Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1982-1986)
Ağır sanayinin gelişmesine yönelik yapılan dördüncü plan bir çok dengesizlik
ve enflasyon ile sonuçlanmış ve bu nedenle hükümet bu alandaki yatırımları azaltarak,
sosyal programlara daha fazla önem vererek, banka kredilerini sınırlandırarak beşinci
planı hazırlamıştır. Beşinci planın gerçekleştirmeyi hedeflediği ilk uygulama fiyat istik-
rarını sağlamak olmuştur. Bu planın diğer ana hedefleri arasında, verimliliğin arttırılma-
sı, sosyal kalkınmanın kuvvetlendirilmesi, ekonomide rahatsızlık yaratan uygulamaların
ortadan kaldırılması ve rasyonel kalkınmanın hızlandırılması gibi hedefler de bulunmuş-
73
tur. Beşinci plan döneminde uygulanan temel politikalar şunlardır: Enflasyon kontrol
altına alınması, ağır sanayilerde tekrar rekabet gücüne kavuşulması, tarımsal politikala-
rın iyice oturtulması, finans sisteminin geliştirilmesi, enerji kıtlığı sorununun halledil-
mesi, hükümetin ekonomi içindeki fonksiyonunun yeniden belirlenmesi ve finansal yö-
netimin daha rasyonel hale getirilmesi, rekabetçi sisteme geçiş ile açık ekonomi polit i-
kası geliştirilmesi, eğitim ve insan gücü kaynaklarının geliştirilmesi, bilim ve teknoloj i-
nin ileri seviyelere ulaştırılması, işveren ve işçi arasında görüşmelere dayanan yeni iliş-
kilerin geliştirilmesi ve sosyal kalkınmanın geniş katmanlara yayılarak büyümesidir.119
Beşinci beş yıllık kalkınma planı (BşBYKP) sanayi faaliyetlerinde ağır sanayi
ve kimya sanayinden, hassas makineler, elektronik ve bilişim gibi teknoloji yoğun sana-
yi kollarına yönelmeyi hedeflemiştir. Böylece dünya pazarlarında yoğun talebi olan ileri
teknoloji ürünlerinin ihracatı bu planda önem verilen konulardan biri olmuştur. 120 Daha
önceki plan dönemlerinde olduğu gibi, büyüme ve ihracat artışı yine öncelikli hedefler
arasında yer almıştır.
Tablo 13: Güney Kore’de BşBYKP’nın Hedef ve Performansları
Hedefler Performans*
Büyüme (%)
Yatırımlar/GSMH
Yurtiçi Tasarruflar/GSMH
Yurtdışı Tasarruflar/GSMH
İhracat (milyar $)
İthalat (milyar $)
7,6
31,6
27,4
4,2
53.0
55.5
9,8
30
27,2
2.6
33.9
29.0
Kaynak: Gönel, “Güney Kore-Türkiye Planlı Kalkınma Deneyimlerinin Karşılaştırması”, s. 8.
(*) Performans rakamları dönem sonundaki yıla ait gerçekleşen rakamlardır.
119
Demir, s. 124. 120
(Çevrimiçi) http://countrystudies.us/south-korea/47.htm, 26 Nisan 2013.
74
Tablo 13, Güney Kore’de BşBYKP’nın hedef ve performanslarını göstermek-
tedir. Tablodan da anlaşıldığı gibi, özellikle dış ticaretle ilgili rakamsal hedeflere ula-
şılmamış gözükse de kronikleşen cari işlemler açığı itibariyle önemli bir gelişme kayde-
dilmiş ve Güney Kore 1986 yılında yaklaşık 5 milyar dolar cari işlemler fazlası vermiş-
tir. Şüphesiz bu fazlanın oluşmasında en önemli neden 1985 yılından itibaren Japon
yeninin değerlenmeye başlaması ve dolayısıyla bazı mallarda uluslar arası pazar payını
Güney Kore’ye kaptırması olmuştur; bu durum 1990’lara kadar sürmüş, 1990’dan itiba-
ren yeniden bir cari işlemler açığı söz konusu olmaya başlamıştır.
2.3.1.6. Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı (1987-1991)
Altıncı beş yıllık kalkınma planında (ABYKP) bir önceki plan hedeflerinin de-
vamı esas alınmıştır. Hükümet ithalattaki kısıtlamaların kaldırılmasına ve ithalatın se r-
bestleştirilmesine hız verilmesini amaç edinmiştir. Bu planda belirli sanayi kollarına
doğrudan destek verilmesine devam edilmesi ve özellikle daha önce fazla önem veril-
memiş olan KOBİ’lerin de kapsama alınması taahhüt edilmiştir. 1991 yılına kadar araş-
tırma ve geliştirme harcamalarına milli gelirden ayrılan payın %2,4’ten %3’e yükseltil-
mesi ve bunun sonucunda teknolojik ge lişmenin hızlandırılması beklenmiştir.121
ABYKP’nda sosyoekonomik sistemi kurmak, yaratıcı potansiyeli ve girişimi
arttırmak, endüstriyel alanda yeniden planlama ve teknolojik ilerleme, dengeli bölgesel
kalkınma ve gelir dağılımı doğrultusunda ulusal refahı arttırmak amaç olarak belirlen-
miştir. Bu amaca ulaşmak için uygulanan politikalar ise şunlardır: İstihdam olanaklarını
arttırmak, fiyat istikrarında temeli sağlamlaştırmak, ödemeler dengesi fazlasını gerçek-
leştirmek ve dış borcu azaltmak, endüstriyel alanda yeniden yapılanma ve teknolojik
ilerleme, dengeli bölgesel ve kırsal gelişme, sosyal adaletin geliştirilmesi doğrultusunda
ulusal refahın arttırılması, piyasa ekonomisi sistemini uygulamak ve devletin fonksiyo n-
larını yeniden düzenlemektir.122
Ekonominin dışında yükselmeye başlayan daha fazla demokrasi istemleri, eko-
nomik planlarda da yansımasını bulmuş ve 1988 yılında revizyondan geçirilen kalkınma
planı, arazi sahipliğinde, finansal işlemlerde, büyük holdingler olan Chaebol’lerin elin-
121
TMMOB, s. 72. 122
Okan, s. 55.
75
deki ekonomik güç ve son olarak işçi- işveren ilişkilerinde bir dizi reform yapmıştır. Söz
konusu bu revizyonun en önemli sonucu Tablo 13’den de görüldüğü gibi %10’luk eko-
nomik büyüme olmuştur. Ayrıca, miktara yönelik ihracat hedeflemesinden döviz ka-
zanmaya yönelik ihracat hedeflemesi 1990 yılına kadar Güney Kore’nin cari işlemler
fazlası vermesiyle sonuçlanmıştır. Biraz da üç düşükler olarak nitelendirilen, düşük pe t-
rol fiyatları-düşük uluslararası faiz oranları- zayıf dolar vasıtasıyla Güney Kore 1988
yılında 14,2 milyar dolar fazla vermiştir. Bu anlamda bu fazla Güney Kore açısından bir
dönüm noktası olmuştur. Ancak bu dönemde ithalatta gerçekleştirilen serbestleşme ise
ülkenin yeniden cari işlemler açığıyla karşılaşmasına sebep olmuştur. 123
Tablo 14 : Güney Kore’de ABYKP’nın Hedef ve Performansları
Hedefler Performans*
Büyüme (%)
Yatırımlar/GSMH
Yurtiçi Tasarruflar/GSMH
Yurtdışı Tasarruflar/GSMH
İhracat (milyar $)
İthalat (milyar $)
7,2
30,7
32,3
-1,6
54.4
49.6
10,0
34,5
36,5
-2,3
69.6
76.6
Kaynak: Gönel, “Güney Kore-Türkiye Planlı Kalkınma Deneyimlerinin Karşılaştırması”, s. 10.
(*) Performans rakamları dönem sonundaki yıla ait gerçekleşen rakamlardır.
123
Feride Doğaner Gönel, “Güney Kore-Türkiye Planlı Kalkınma Deneyimlerinin Karşılaştırması”,
(Çevrimiçi) www.yild iz.edu.tr/~gonel/akademikdosyalari/.../plan likalkinma.pdf , 30 Ocak 2013, s. 10.
76
2.3.1.7. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1992-1996)
İlk sivil cumhurbaşkanı Kim Yong Sam tarafından Yeni Ekonomi başlığı altın-
da yürürlüğe konulan Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (YBYKP) nın başlıca amaçla-
rı;
“ kalkınma potansiyelinin sürdürülerek yıllık kalkınma hızının ortala-
ma %7’lik bir seviyede tutulması, küçük ve orta ölçekli işletmelerin geliştirilme-
si, bilgisayar kullanımının giderek arttırılması ve enformasyon sanayiinin geliş-
tirilmesi, bütün piyasalarda serbestleşmeye gidilmesi, bilim ve teknolojinin ge-
liştirilmesi, özel sektöre ait araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin teşviki ve
araştırmacı sayısının arttırılması, bilimsel enformasyon ağının kurulması, enerji
ve doğal kaynakların efektif kullanımının temini, sınai mülkiyet haklarının ko-
runması, fiyat istikrarının sağlanarak %3 civarında tutulması, rekabete dayalı
serbest piyasanın kurulması, bütün ekonomik işlemlerde şeffaflığın/açıklığın ha-
kim kılınması, devlet faaliyetlerinin sadece özel sektörün ihtiyaç duyacağı altya-
pı hizmetlerinin yapımına yönelik olması, bürokrasinin azaltılarak “ küçük ve
etkin” bir devlet idaresinin kurulması, yaratıcı zekaya ve girişim ruhuna sahip
gençleri yetiştiren eğitim sisteminin teşvik edilmesi ve böylece kendi kendini
kontrol eden ve rekabete önem veren entelektüel potansiyelin güçlendirilmesi,
küreselleşme gayretlerinin tamamlanması, iç piyasanın modernize edilerek ulu s-
lararası standartlar düzeyine çıkarılması, OECD’ye üye olunması (Aralık
1996’da Kore OECD’ye 29’uncu üye olarak girmiştir), 1998’de fert başına milli
gelirin 14.000 dolara çıkarılması ve bütün bu amaçların gerçekleştirilmesi sure-
tiyle halkının dünyanın diğer ülkeleriyle işbirliği yapacağı “Yeni Kore” nin ya-
ratılması” olmuştur.124
YBYKP, Güney Kore’nin 1997’de krize girmesinin en önemli nedeni o larak
görülmüştür. YBYKP’dan sonra 1997 yılında Asya krizi ortamında Güney Kore’de beş
yıllık orta vadeli plan uygulamalarına son verilmiş ve bunun yerine kısa vadeli pro g-
ramlar uygulanmıştır. Krizden çıkmak için uygulanan Yeni Ekonomik Program bunla r-
124
Mustafa Karabiber, Kore Kalkınmasının Temelleri Ve Türk-Kore İlişkileri. Ankara: Hazine Müs-
teşarlığı Matbaası, 1997, s. 5.
77
dan biridir. Asya krizi incelenirken bu konu ayrıntılı olarak işleneceğinden bu planın
göstergelere yansımaları üzerinde durulmayacaktır.
Özet olarak; Güney Kore 1960’lardan itibaren sanayileşme sürecine ilişkin tüm
zaman dilimlerinde değişen şartlara göre farklı ekonomi politikaları uygulasa da, sana-
yileşmesinde beş yıllık kalkınma planlarının son derece önemli bir rolü olmuştur. Ancak
Güney Kore’de planların belirlenmesinde dış kaynaklı finansal yardımların da etkili
olduğu bir gerçektir. Güney Kore’de 1990’ların başlarından itibaren uygulanan ekono-
mik serbestleşmeye ilişkin politikalarla birlikte kalkınmacı devlet anlayışının kısmen
tasfiye edilmeye başlanması ve bu kapsamda Ekonomik Planlama Kurulu’nun (EPK)
kapatılmasında da aynı faktörün etkili olduğu söylenebilmektedir.125 Şimdi de
1960’lardan itibaren Güney Kore’nin sanayileşme sürecinde gösterdiği başarıda devle-
tin rolü ve nasıl bir yol izlediği incelenecektir.
2.3.2. Güney Kore’de Kalkınmacı Devlet: Sanayi ve Teknoloji
Politikalarının Uygulanışı
2.3.2.1. 1960-1980 Dönemi Sanayi ve Teknoloji Politikası Uygulamaları
Güney Kore ekonomisi kapitalist piyasa ekonomisi olmasına rağmen
1960’lardan itibaren ülkenin kalkınmasında devletin son derece önemli bir rolü olduğu
anlaşılmaktadır. Park rejimince kurulan kalkınmacı devletin üç önemli hedefi vardı.
Birincisi, ekonomik gelişmenin temin edilmesiydi. İkinci amaç, ekonomik planlamaya
yardımcı olacak reformların hayata geçirilmesine ilişkindi. Ekonomik gelişme için yerli
ve yabancı sermayeyi içeren kritik kaynakların devlet tarafından kontrol altında tutul-
ması ve düzenlenmesi ise benimsenen diğer önemli hedef olmuştu. 126 Nitekim kalkın-
macı devlet anlayışından 1990’lı yıllarda kısmen de olsa uzaklaşılarak sermaye hareke t-
lerinin serbestleştirilmesi ülkenin krize yakalanmasına neden olmuştur.
Güney Kore 1961 darbesinden sonra güçlü hükümet kontrolünü ön plana çıka-
ran nispeten otoriter ve askeri tarzda bir liderlik anlayışını benimsemiştir. Bu stratejinin
125
Soyak, İktisadi Planlama ve Türkiye Deneyimi , s. 14. 126
Çelik, “Küreselleş me Sürecinde Geliş mekte Olan Ülkelerde Teknolojik Gelişme ve Devlet in Rolü”, ss.
154-155.
78
bir uzantısı olarak 1962 yılından itibaren devlet politikalarına yön vermek üzere beş
yıllık planlar yapılmaya başlanmıştır. Başbakan yardımcısının başkanlık ettiği EPK,
ulusal bütçeleri hazırlayarak ve bütün ekonomik politikaları uygulayarak, beş yıllık
ekonomik kalkınma planlarının yapılması ve uygulanmasından sorumlu olmuştur. Hü-
kümetin mali işleri ve maliye politikası, hükümet bankaları, döviz işlemleri ve menkul
kıymet piyasalarının kontrolü Maliye Bakanlığı’na verilmiştir. Kore Bankası Kanunu
gözden geçirilmişken, sendikalar başlangıçta yasaklanmış, daha sonra sıkı hükümet de-
netimi altında yeni bir Koreli Sendikalar Federasyonu kurulmasına izin verilmiştir. Bu
dönemin kalkınma hedefleri açısından diğer önemli bir kurumu olan İhracatı Teşvik
Konseyi’nin başlıca görevleri; ihracat stratejilerinin uygulanması, pazarlama bilgisinin
geliştirilmesi ve yayılması, hükümetle özel sektör arasında iletişimin teşviki olmuştur.
Bunların dışında Konsey bir taraftan işadamlarına, çalışanlara ve halka genel bir ticari
ortamın teşviki için motivasyon ve ekonomik teşvikler sağlamış, diğer taraftan da ihra-
cat ve gümrük konusunda işadamlarının şikayetlerini ve sıkıntılarını hızlıca çözen bir
ortam yaratmıştır.127
Güney Kore’nin 1960’lı yıllardan itibaren gerçekleştirdiği hızlı sanayileşme sü-
recinde, uygulanan aktif sanayi politikas ının ve sistematik olarak yararlanılan bilim-
teknoloji politikalarının etkisi yadsınamaz. Güney Kore’nin bilim- teknoloji politikaları
ulusal kalkınma hedef ve stratejilerine göre farklı aşamalardan geçmiştir. Örneğin
1960’larda Güney Kore’nin karşılaştırmalı üstünlüğü kabul edilen özel firmalar hükü-
met tarafından desteklenmiştir. Bu yıllarda DYY’yi sınırlayan Güney Kore hükümeti,
sermaye malları ithalatı gibi araçlar aracılığıyla teknoloji transferini desteklemiş ve te r-
sine mühendislik yoluyla yabancı ürünlerin olduğu gibi taklidi dönemi tekstil, oyuncak,
kontraplak gibi hafif sanayilerde ve tüketici elektroniğinde başlamıştır. İthal edilen tek-
nolojiler ise genellikle, tersine mühendislik yoluyla yaparak öğrenilmesi kolay olan ve
olgunluk aşamasındaki basit teknolojiler olmuştur. Bu süreçte bilimsel ve teknolojik
127
Uzun, s. 99.
79
altyapının tesisi için Bilim ve Teknoloji Bakanlığı (MOST) ile Kore Bilim ve Teknoloji
Enstitüsü (KIST) ve Kore Bilimsel ve Teknolojik Enformasyon Merkezi kurulmuştur.128
1970’lerde Güney Kore ağır makine ve kimya sanayine büyük yatırımlar yap-
mıştır. 1973’te açıklanan Ağır Sanayi ve Kimya Sanayi Gelişme Planı, savunma ihtiyaç-
larını karşılayacak ve aynı zamanda ihracatın bileşimini daha kaliteli bir hale getirecek,
teknolojik bakımdan sofistike sanayileri geliştiren programın hızlandırılmasının gerekli-
liğini ifade etmiştir.129 Bu plan gemi yapımı, otomotiv sanayi, çelik ve petro kimya ko-
nularında uygulanmış olup, bu sanayilerin finansmanı için önceden emek yoğun sanayi-
lere yöneltilen devlet kaynakları nispeten sermaye yoğun kaynaklara çevrilmiştir.130
Güney Kore, kimya sanayinin gelişmesi için çoğunlukla, patentin bir parçası olarak tek-
nik eğitim içeren anahtar teslimi tesis ithalatına dayanmıştır. Ağır makine söz konusu
olduğunda dışarıdan lisanslama teknoloji edinimi için önemli bir kanal olmuştur. Hü-
kümet, yerel sanayilerin teknolojik zayıflıklarını telafi etmek için ağır makine ve kimya
alanında Kore Makine ve Metal Enstitüsü (KIMM), Elektronik ve Telekomünikasyon
Araştırma Enstitüsü (ETRI), Kore Kimyasal Teknoloji Araştırma Enstitüsü ( KRICT),
Kore Standartlar ve Bilim Araştırma Enstitüsü (KRISS), Kore Enerji Araştırma Enstitü-
sü (KIER), Kore Okyanus Ar-Ge Enstitüsü (KORDI) gibi kamu tarafından fonlanan
araştırma enstitüleri oluşturmuştur. Bu enstitüler, özel sektörle birlikte sınai kalkınma
için teknolojik tabanın oluşturulmasında çalışmışlardır. 131
1960’lar ve 1970’lerde hükümetin uyguladığı sanayi ve teşvik politikalarına
göz atılacak olursa bu politikalar şu şekilde sıralanabilir:132
1960’lı yıllarda uygulanan politikaların sanayi açısından temel amacı
ülke ihracatının arttırılmasına yönelik olmuş ve başarı kriteri olarak ih-
128
Neslihan Çelik, “Gelişmekte olan Ülkelerin Sanayileşme Süreçlerinde Teknolojik Öğrenme Deneyi m-
leri: Güney Kore Örneği ve Çin’in “Yetiş me” Çabaları”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 8,
Sayı 28 (2009), s. 98. 129
Kim Khwan, Kore Ek onomisi: Geçmişteki Performansı, Halihazır Reformlar ve Gelecekteki
Beklentiler, Çev. F. Nuray Altuğ, T.C. Marmara Üniversitesi İkt isadi ve İdari Bil imler Fakültesi- İkt isat
Bölümü İkt isat Yazıları, 1991, s. 8. 130
Ersun ve Sezer, s. 7. 131
KDI ve TTGV, “Türkiye Ulusal Teknoloji ve Yenileşim Kapasitesinin Geliştirilmesi İçin Modeller”,
(Çevrimiçi) www.ttgv.org.tr/content/docs/final-report_turkey-ksp_web.pdf, 15 Şubat 2013, s. 42. 132
Emre Eser, “Türkiye’de Uygulanan Yatırım Teşvik Sistemleri ve Mevcut Sistemin Yapısına Yönelik
Öneriler”, T.C. Baş bak anlık DPT Müsteşarlığı Uzmanlık Tezi, 2011, ss. 67-68.
80
racat artışları kullanılmıştır. Bu çerçevede ihracat artışı sağlayan firma-
lar, gelir ve kurumlar vergisi indirimi, diğer dolaylı vergilerde indirim,
çeşitli finansal destekler ve arttırılmış ithalat kotaları gibi teşvikler ile
desteklenmişlerdir. Bu amacı gerçekleştiremeyen firmalar ise destekten
mahrum bırakılmış ve başarılı firmalarca devralınmaları sağlanmıştır.
İhracatı geliştirme politikası çerçevesinde firma bazında oldukça seçici
teşvikler uygulanarak başarılı firmaların seçilmesi amaçlanmıştır. Uy-
gulanan bu politikalar ile ihracatın 1950’li yıllardaki ortalama %3’lük
artış hızı, 1960’larda yıllık ortalama %30’a, 1970’lerde %40’a çıkmış-
tır.
1970’li yıllarda ise ihracatı geliştirme stratejisi ile bir adım daha öteye
giderek ülke açısından öncelikli sanayilerin geliştirilmesi stratejisine
dönüşmüştür. Demir-çelik, makine, kimya, elektronik, gemi inşa sana-
yileri özel önem taşıyan sektörler olarak belirlenmiş ve firmaların bu
alanlarda yatırım yapması için yatırım ölçeği, yatırımların sektörel da-
ğılımı ve yatırım yeri gibi detayları içeren planlar yapılmıştır. Bu plan-
lar çerçevesinde belirlenen sektörlerde yatırım yapmak isteyen ve yat ı-
rımların en az %30’unu kendi öz kaynaklarından karşılayabilen firmalar
çeşitli vergiler ve finansal teşviklerle desteklenmiştir. Bu dönemde teş-
viklerin uygulanmasına, ihracat artışı sağlama kriterine ek olarak sek-
törlerde uluslararası rekabet gücüne sahip olma kriteri eklenmiştir. Yine
bu dönemde de başarılı firmaların ödüllendirilmesi, başarısız olanların
sistemden çıkarılması anlayışı devam etmiştir.
1970’lerin sektörel politikalarında görülen detaylı seçicilik ve başarıya
odaklı teşvik sistemi bölgesel gelişim politikalarında da görülmüştür.
Bu çerçevede gelişme kaydeden bölgeler yeni teşvikler ile desteklen-
miş, yeterli gelişimi kaydedemeyen bölgeler ise bu teşviklerden yarar-
lanamamıştır.
81
2.3.2.2. 1980 Sonrası Sanayi ve Teknoloji Politikası Uygulamaları
1980 sonrası dönemde sanayi politikasının makine ve elektrik sanayileri gibi
teknoloji yoğun sanayilerin geliştirilmesi suretiyle karşılaştırmalı üstünlüğe sahip bir
sanayi yapısına doğru dönüşümü ve yeni teknolojilerle beşeri sermaye gücü yetiştirile-
rek başta sanayi olmak üzere diğer sektörlerde de verimliliğin arttırılması hedeflenmiş-
tir. Bu dönemde bilim ve teknoloji politikalarına ağırlık verilmiş, üstün niteliklere sahip
bilim adamı ve mühendis potansiyelinin geliştirilmesi, ülkenin teknolojik yeteneğini
yükseltmeye yönelik ulusal ar-ge projelerinin yürürlüğe konulması ve sınai teknoloji
geliştirme faaliyeti ile özel sektör kuruluşlarının kendi laboratuarlarını kurmaları destek-
lenmiştir.133
Sınai kalkınma 1980’lerde de devam ettiğinde Güney Kore sanayinin teknolo-
jik gereksinimleri daha gelişmiş ve karmaşık hale gelmiştir. Aynı zamanda, gelişmiş
ülkeler Güney Kore’yi uluslararası pazarlarda muhtemel bir rakip olarak görmeye baş-
lamışlar ve bu yüzden yabancı firmalar yeni teknolojileri Güney Koreli muhataplar ına
transfer etmekte giderek daha isteksiz davranmışlardır. Özel sektörün uluslararası tek-
nolojik etkileşimini sağlayabilmek için hükümet 1980’lerde DYY düzenlemelerini gev-
şetmiş, dışarıdan lisanslamayı serbestleştirmiştir. Ancak deregülasyon ve serbestleşme
DYY akışında ve dışarıdan lisanslamada ciddi artışlara neden olmamıştır. Hükümet, bu
durumu kalkınmanın sürdürülebilmesi için yerli ar-ge yeteneğinin şart olduğuna yönelik
bir işaret olarak görmüş, 1982’de Ulusal Ar-Ge Programı’nı başlatmış ve özel sektör ar-
ge faaliyetlerini desteklemek ve kolaylaştırmak için çeşitli politika önlemleri almıştır.
Özel sektör bu politikaya ar-ge’ye büyük bir yatırım yaparak cevap vermiştir. Böylece,
teknoloji ithali ve ar-ge arasındaki ilişki değişmiş, teknoloji ithalatının özel sektör ar-
ge’sine oranı 1981’de %40’tan 1980’lerin ortasında %20’ye ve 1990’ların başında
%10’a hızla inmiştir. Bu durum Güney Kore sanayinin teknoloji edinimi için yerel ar-
ge’ye döndüğünü göstermiştir.134
Diğer taraftan, Güney Kore’de 1986 yılında “2000 Yılı İçin Uzun Dönemli
Teknoloji Tahmini” adlı bir plan yayınlanmıştır. Bu plan öncelikli alanlar olarak 25
133
Mustafa Çalışır ve Ahmet Gülmez, “Teknolo ji Po lit ikası Çerçevesinde Ekonomik Gelişim: Türkiye -
Güney Kore Karşılaştırması”, Akademik İncelemeler Dergisi, , Cilt 5, Sayı 1 (2010), s. 43. 134
KID, TTGV, SS. 42-43.
82
aktiviteyi belirlemiştir. Bu aktiviteler hükümet ve iş çevrelerince seçilmiştir. 25 aktivi-
tenin bir bölümü önde gelen sektörler, diğerleri de bu sektörlere destek olan sektörler-
dir. Birinci takım, bilgisayar programları, yarı iletkenler, telekomünikasyon cihazları,
biyoloji mühendisliği ve kimyayı kapsamıştır. İkinci takım alanlar ise; proje mühendis-
liği, yedek parça ve malzeme, makine otomasyonu, standart ve ölçülerinden oluşmuş-
tur.135
1990’lı yıllardan itibaren ise yenliğe yönelik bilim ve teknoloji politikaları kap-
samında teknoloji geliştirme sistemlerinin güçlendirilmesi ve ulusal enformasyon ağının
dünya ile bütünleşmesinin sağlanmasına yönelik çalışmalar yürütülmüştür. Bu amaçla
öncelikli teknoloji alanları belirlenmiş ve özellikle kamu araştırma kurumlarının bu
alanlara yönelik çalışmalar yapması desteklenmeye başlamıştır. 1997-2002 yıllarını
kapsayan Beş Yıllık Bilim, Teknoloji ve Yenilik Planı, 1992’de başlatılan Son Derece
İleri Düzeydeki Ulusal Projeler ve 1997’deki Yaratıcı Araştırma İnsiyatifi bu değişimi
yansıtan önemli projelerdir.136 Bu nedenle 1990’lı yıllar olduğu gibi taklitten yaratıcı
taklide geçiş dönemi olarak da isimlendirilmiştir.
Bu noktada, Güney Kore’nin 1992’de ilan ettiği Son Derece İleri Düzeydeki
Ulusal Projeler’e değinmekte yarar vardır. G-7 projeleri olarak da bilinen bu projelerde
amaç; Güney Kore’yi 21. yüzyıl başlarında G-7 ülkeler düzeyine ulaştırmak ve bunun
için de yeni nesil ürün ve teknolojilerin geliştirilmesidir. Hükümet ve büyük
Chaebol’lerin yatırımlarını birleştiren ve üniversite, sanayi ve hükümet destekli araştır-
ma enstitülerinin koordineli çalışmasını öngören bu projeler; ileri düzeyde tümleşik yarı
iletkenler, tümleşik hizmetler sayısal ağı, yüksek tanımlamalı televizyon, yeni ilaç ve
yeni tarımsal ilaçlar, ileri üretim sistemleri, yeni nesil taşıtlar biyomalzemeler, çevresel
teknoloji, yeni enerji kaynakları ve yeni nesil nükleer reaktörlerin geliştirilmesini amaç-
lamıştır. Diğer taraftan, yüksek teknolojili sanayilerin gelişiminde önemli rol oynayan
Chaebol’ler yaratıcı taklit aşamasında ara teknolojilerde uzmanlaşmakla birlikte yeni-
likçi teknoloji geliştirmeye de başlamışlardır. Örneğin, Samsung’un Silikon Vadi-
si’ndeki Ar-Ge laboratuarı 64 K DRAM’in özümsenmesinde önemli bir rol oynamış;
135
Aykut Göker, Serbest Pazar Ekonomisi Ülkelerinde S anayileşme-Teknolojiye Yetişme Politikala-
rı ve Devletin Rolü, Ankara: Makine Mühendisleri Odası Yayını, 1993, ss. 45-46. 136
Aykut Göker ve Nurdoğan Dizdaroğlu, Bilim ve Teknoloji Yönetim Sistemleri Ülke Örnekleri ve
Türkiye Ankara: TÜBİTAK Yayın ları, 1996, ss. 84-85.
83
bundan 10 ay sonra da Samsung, kendi tasarımı olan 256 K DRAM’i geliştirmiştir. Ko-
re’nin yarı iletken sektörü firmaları, yalnızca ithal edilen teknolojileri özümsemek,
uyarlamak ve geliştirmek değil, yenilik yeteneği kazanmak istedikleri için ar-ge faali-
yetlerine de yatırım yapmışlardır.137
1980’li ve 1990’lı yıllarda Güney Kore’de hükümetin uyguladığı sanayi ve teş-
vik politikaları ise şu şekilde özetlenebilir:138
Gerek sektörel teşviklerin piyasa aksaklıklarına sebep olması gerek de-
mokratikleşme çalışmalarının sonucu olarak teşvik politikalarında firma
bazında sektörel seçici teşvik uygulamaları terk edilmiştir. Bunun yer i-
ne ar-ge, KOBİ, bölgesel gelişme gibi yatay alanlara yönelik teşvikler
uygulanarak her ekonomik birimin teşviklerden eşit oranda yararlanma-
sı hedeflenmiştir. Ayrıca teşvikler, mevzuatla belirlenmiş kurallar çer-
çevesinde otomatik olarak uygulanan bir duruma getirilmiştir. Sürekli
gözetim ve izleme mekanizmasının terk edilerek otomatik bir şekilde
teşvik sisteminin uygulanması bazı görüşlere göre kaynak israfının art-
masına ve firmaların gerektiği gibi yönlendirilememesine sebep olmuş-
tur. Nitekim bu dönemdeki ekonomik büyüme hızı önceki döneme göre
daha düşük düzeylerde kalmıştır.
Diğer taraftan, başta ar-ge faaliyetleri olmak üzere yatay alanlara yöne-
lik olarak uygulanan teşvikler geliştirilmiştir. Başka bir deyişle, teşvik-
ler, sektörel değil fonksiyonel olarak uygulanmıştır. Ar-ge faaliyetlerini
arttırmak için dolaylı ve doğrudan vergisel teşvikler arttırılmış, işgücü
eğitim programlarına önem verilmiş, teknolojik gelişmeleri destekle-
mek için kredi imkanları genişletilmiş ve risk sermayesi işletmeleri des-
teklenmiştir.
137
Çelik, “Gelişmekte olan Ülkelerin Sanayileşme Süreçlerinde Teknolo jik Öğrenme Deneyimleri: Gü-
ney Kore Örneği ve Çin’in “Yetiş me” Çabaları”, s. 99. 138
Eser, s. 70.
84
Tablo 15: Güney Kore’de Sanayi ve Teknoloji Politikaları Özeti
SANAYİLEŞME BİLİM VE TEKNOLOJİ POLİTİKASI
1960’lar 1960’lar
İthal ikameci sanayilerin geliş mesi
İhracata yönelik sanayiler yaygınlaştırıldı.
Üretim malları sanayine destek verildi.
BT eğ itimine başlandı.
BT altyapısı kuruldu.
Yabancı teknolojilerin ithalatı özendirildi.
1970’ler 1970’ler
Ağır metal ve kimya sanayileri yaygınlaş-
tırıld ı.
Ağırlık sermaye ithalinden teknoloji itha-
latına kaydırıld ı.
İhracata yönelik sanayilerin rekabetçiliğ i
güçlendirildi.
Teknik eğit im yaygınlaştırıldı.
İthal edilen teknolo jilerin kurumsal olarak
adaptasyon mekanizması iyileştirild i.
Sanayi ihtiyaçlarını tatbik edebilecek
araştırmalar teşvik ed ild i.
1980’ler 1980’ler
Sanayi yapısı daha ileri ve dengeli bir dü-
zeye getirildi.
Teknoloji yoğun sanayiler yaygınlaştırıldı
İnsan kaynaklarının geliştirilmesi ve
prodüktif sanayiler teşvik edildi.
Üst düzey mühendisler ve bilimciler ye-
tiştirildi veya getirildi.
Ulusal Ar-Ge projeleri etkin likle gerçek-
leştirildi.
Sanayi teknolojilerinin geliştirilmesi teş-
vik ed ild i.
1990’lar 1990’lar
Sınai yapın ın kendini yeni düzene uyar-
laması ve teknolo jik yenilikler teşvik
edildi.
Beşeri ve diğer kaynakların etkin ku lla-
nımı teşvik edildi.
Enformasyon ağı iyileştirildi.
Ulusal Ar-Ge projeleri yeniden gözden
geçirildi ve düzenlendi.
Talebe yönelik teknoloji geliştirme siste-
mi güçlendirild i.
Ar-Ge sistemleri ve enformasyon ağı
uluslararasılaştırıldı.
BT altyapısı yeniden kuru ldu.
Kaynak: N. Kemal Pak ve Ergun Türkcan, “Türkiye- G. Kore Kalkınma ve Teknoloji Polit ikaları”,
Cumhuriyet Bilim Teknik , Temmuz 2000, s. 5.
85
Güney Kore’nin 2000’li yıllarda ulaşmak istediği amaç; 1999 yılında yayınla-
nan ve Vizyon 2025 projesi denen, Bilim ve Teknolojiyi Geliştirmeye Yönelik Uzun
Vadeli Planında; 2025 yılına kadar, bilim ve teknolojide dünyanın en iyi 7. ülkesi haline
gelinmesi olarak belirlenmiştir. Planda, Güney Kore hükümeti bu vizyonu gerçekleştir-
mek için izlenilmesi gereken yol haritasını detaylı olarak ortaya koymuştur. Bu planda,
Asya Pasifik bölgesinin Ar-Ge merkezi olunması, 2015 yılında ulaşılacak ara hedef ola-
rak saptanmıştır. Bu doğrultuda lokomotif sanayilerin rekabet gücünü arttırmak ve gele-
ceğin sanayilerinin temellerini atmak için, stratejik öneme sahip ileri teknoloji alanları,
yeni biyoteknoloji ve ileri malzeme teknolojileri gibi jenerik teknolojiler, mühendislik
bilimleri, uzay ve havacılık, nükleer enerji ve ileri hassasiyet teknolojileri gibi
disiplinlerarası teknolojiler ulusal açıdan öncelik verilecek alanlar olarak kabul edilmiş-
tir. (bakınız. Tablo 16)
Tablo 16. Gelecek Vadeden Teknolojilerdeki Hedefler Teknoloji Alan ları I.Safha
(2005 y ılına kadar) II.Safha
(2005-2015) III.Safha
(2015-2025) Bilişim Teknolojileri Bilişim ve iletişim altyap ıla-
rının kurulması ve
bilişim araçlarının geliştiril-mesi yoluyla bilişim
sanayiini güçlendirmek.
Çeşitli ürünlerde dünya liderliğini
sağlayarak ve yüksek
seviyedeki teknolojileri geliş-tirerek küresel rekabet
gücü kazanmak.
Pazarda önde gelen ürünlerin
üretimini gerekli teknolojik
gelişmeler ve multi-medya tek-nolojileriyle destekleyerek
küresel pazarlarda lider
konumuna gelmek.
Biyoteknoloji
İşevsel genomik araştırmaları için teknoloji geliştirmek. B iyo-
medikal cihazların ülkede üreti-
mini sağlayacak altyapıy ı oluş-turmak.
İşlevsel genetik teknolojilerini kullanarak, transgenik bitki ve
hayvan teknolojilerinin kullanıl-
dığı alanlar yaratmak.
İşlevsel genetik teknolojileri geliştirerek, gelişmiş ülkelerle
rekabet edebilecek düzeyde
biyoteknoloji yeteneği kazan-mak.
Çevre
Teknolojileri
İleri çevre teknolojileri ve
yaşam döngü
değerlendirmesinin (LCA)
dikkate alındığı ürün tasarım teknolojileri geliştirmek.
Çevrenin kirlenmesini önleyen
ve çevreyi rehabilite eden
teknolojiler geliştirilmek.
Ozon tabakasının kontrolü,
kirliliğin ülkeden ülkeye
geçişinin izlenmesi gibi
anahtar teknolojilerin geliştirilmesi ile çevrenin küre-
sel korunmasına katkıda
bulunmak
Enerji
Teknolojileri
Enerji tasarrufu sağlayan ve
enerji tüketiminde verimliliği
artıran teknolojileri
geliştirmek.
Alternatif enerji kaynakları ve
bunların dağıtımı ile ilgili
teknolojileri geliştirmek.
Yeni alternatif enerji kaynakları
geliştirerek enerji sunumunda dışa bağımlılıktan kurtulmak.
Sistem Teknolo-
jileri ve
Mekatronik
Akıllı bütünleşik kontrol
teknolojileri gibi temel
teknolojileri geliştirmeye
yönelik sanayi altyapısını oluşturmak.
Elektronik sistemlerle ilgili
teknolojilerdeki yeteneği
artırarak rekabet gücü
kazanmak.
“tele-controlled humanoid” gibi
dünya pazarlarında liderliği
yakalayacak ürünler
geliştirmek.
Malzeme ve Proses Tek-
nolojileri
Mevcut malzemelerde re-
kabet gücünü artırmak.
Malzemelerin özellikleri ve işlenmesi ile ilgili teknoloji
geliştirmek.
Yeni teknolojik taleplere cevap
verebilecek malzemeleri
geliştirmek için gereken teknolo-jik altyapıyı oluşturmak.
Değişik alanlarda yeni teknoloji-
ler yaratmayı mümkün
kılacak, yüksek katma değerli malzemeler bulmak.
Kaynak: TÜBİTAK, Teknoloji Öngörüsü ve Ülke Örnekleri Çalışma Raporu, Aralık 2001, s. 82.
86
Uluslararası rekabet gücünün artırılması ve bu politikanın tek elden yürütülme-
si için 1999 Nisanında Ulusal Bilim ve Teknoloji Konseyi (UBTK) kurulmuştur.19 k i-
şiden oluşan üyelerinin başkanı Güney Kore Başkanı, diğerleri ise bilim ve teknolojiyle
ilişkili hükümet üyeleri arasından belirlenen bu konsey ulusal teknoloji politikalarını
belirlemek, genişletmek ve düzenlemekle görevlendirilmiştir.139 UBTK, Vizyon 2025
projesi çerçevesinde belirlenen hedeflere ulaşma doğrultusunda çalışmalarını sürdür-
mektedir.
2000’li yıllarda Güney Kore’de uygulanan sanayi politikasının, bilim ve tekno-
loji politikası ile iç içe geçtiği söylenebilir. Nitekim klasik anlamda sektör seçimi ve
kapasite yatırımlarının desteklenmesi yerine, yüksek katma değer sağlayacak alt faaliyet
alanlarının belirlenmesi ve bu alanlara yönelik Ar-Ge faaliyetlerinin teşviki ön plana
çıkmıştır. Güney Kore’de uygulanan sanayi politikası çerçevesinde yerel firmaların tek-
noloji birikimlerini desteklemek üzere nitelikli işgücünün artırılması da diğer bir temel
politika olmuştur. Ayrıca yerel firmaların teknolojik gelişiminde önemli rol oynayan
DYY seçici olarak desteklenmiştir. Buna göre yarı iletkenler, görüntü sistemleri, bilgi
ve iletişim sistemleri, otomotiv, ilaç, makine, yüksek katma değerli kimyasallar, havac ı-
lık ve turizm yabancı yatırımcıların destekleneceği alanlar olarak belirlenmiştir. 140
Görüldüğü gibi buraya kadar devletin sanayi ve teknoloji politikalarını uygu-
larken nasıl hareket ettiği iki alt başlık halinde ayrıntılı olarak incelendi. Şimdi de de v-
letin yaptığı yasal düzenlemeler ve çeşitli göstergelere yansıması göz önüne alınarak
gösterdiği başarı özetlenmeye çalışılacaktır.
Güney Kore hükümetleri 1960’lı yıllardan itibaren UYS’ni kurup geliştirme
yönünde uzun vadeli ve kararlı bir politika izlemişler ve bu politika, hükümet değişik-
liklerinde, hiçbir şekilde ana hedeflerinden sapmamış ve kesintiye uğramamıştır. Güney
Kore’nin UYS’ni kurup geliştirme düşüncesi çerçevesinde yaptığı yasal düzenlemeleri
şu şekilde sıralayabiliriz:141
139
(Çevrimiçi) http://www.koreli.net/teknoloji.htm, 26 Nisan 2013. 140
Eser, s. 71. 141
Aykut Göker, Pazar Ek onomilerinde Bilim ve Teknoloji Politikaları ve Türkiye , Ankara: TMMOB
50. Yıl Yayın ları 2004, ss. 159-165.
87
1972 Teknolojik Gelişmeyi Teşvik Yasası
1973 Mühendislik Teknolojisi Geliştirmeyi Teşvik Yasası
1973 Devlet Destekli Araştırma Enstitüleri Yasası
1973 Kore Atom Enerjisi Araştırma Enstitüsü Yasası
1976 Kore Bilim ve Mühendislik Vakfı Yasası
1980 Kore İleri Bilim ve Teknoloji Enstitüsü Yasası
1983 Biyoteknoloji Geliştirmeyi Teşvik Yasası
1986 Sınai Araştırma Ortaklıklarını Teşvik Yasası
1989 Temel Bilimsel Araştırma Yasası
1992 Profesyonel Mühendisler Yasası
1993 Gwangu Bilim ve Teknoloji Enstitüsü Yasası
1994 Ar-Ge İşbirliğini Teşvik Yasası
1998 Beyin Bilimi Araştırmalarını Teşvik Yasası
2001 Bilim ve Teknoloji ile İlgili Genel Bir Çerçeve Yasası
2002 Nanoteknoloji Geliştirmeyi Teşvik Yasası
2002 Radyasyon ve Radyoizotop Araştırmaları Teşvik Yasası
2002 Bilim İnsanları ve Mühendisler Arasında Karşılıklı Yardımlaşma
Yasası
Güney Kore’de ar-ge’yi teşvikle ilişkili düzenlemeler kağıt üzerinde kalmamış;
yapılan yasal düzenlemeleri eyleme dönüştürmek için gerekli para da kamu bütçesinden
tahsis edilebilmiş ve ar-ge’ye ayrılan para ekonomik krizin söz konusu olduğu yıllarda
bile düşürülmemiştir. Bu çerçevede kamu, bir yandan, araştırma enstitüleri kurup, özel
sektör kuruluşlarının bulundukları aşamada üstesinden gelemeyecekleri türden araştır-
malar yapmayı fiilen üstlenirken, diğer taraftan da, sanayiyi kendi sınai araştırmalarını
yapmaya yönlendirecek etkin bir destek mekanizması kurup işletebilmiştir. Bu faaliye t-
leri gerçekleştirmek için, kamunun ar-ge bütçesi, 1971’de 27,6 milyon $ iken, bu rakam
1991’de 114,6 milyon $’a; 2003’te ise, 4,465 milyar $’a çıkarılmıştır. İzlenen bu polit i-
kalar sonucunda Güney Kore sanayisi de kendi ar-ge birimlerini kurarak sınai araştırma-
lar yapmaya yönelmiştir. 2002 yılında, sanayinin kendi sınai ar-ge merkezlerinin sayısı
88
9705’e ulaşmıştır.142 2011 yılı itibariyle Güney Kore’de sınai ar-ge merkezi sayısı
23.059 olup, bu sayının %63’ü elektronik, biliş im ve makine gibi teknolojik avantaj
sağlayacak konularda yoğunlaşmıştır.
Ar-ge harcamaları açısından 1960’lardan günümüze kadar gelişmiş ülkelerle
GOÜ’lerin bir kıyaslaması yapıldığında Güney Kore’nin yüksek bir performans göste r-
diği açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. 1960’larda ar-ge harcamalarının GSYİH’dan
aldığı pay %0,5’lerin altında iken bu payın 2008 yılı itibariyle %3,36’ya çıkması dikkat
çekicidir. Bu gelişimin bilim ve teknoloji politikasıyla sanayileşme politikası arasındaki
koordinasyon ile sağlandığı ileri sürülmektedir.
Güney Kore hükümeti, endüstriyel yapısını değiştirmek ve küreselleşen dünya-
da yeni teknolojilerle rekabet gücünü artırmak için, Asya krizinden sonra, 1960’lardan
kriz dönemine kadar devletin desteğiyle ülke ihracatının büyük bir bölümünü elinde
tutan büyük şirketler olan Chaebol’lerden ziyade KOBİ’ler ve özellikle teknoloji ağır-
lıklı çalışan işletmeleri destekleme ve araştırma geliştirme harcamalarını artırma yolunu
tercih etmiştir. Güney Kore’nin gayri safi hasılasından ar-ge harcamaları için ayırdığı
oranın sürekli artış göstererek Japonya’yı yakalaması, İngiltere, Amerika ve Fransa da-
hil pek çok ülkeyi geride bırakması ve Avrupa Birliği ile OECD ülkelerinin genel orta-
lamasından çok yukarıda olması da bu politikanın bir göstergesidir.143
Öte yandan, devlet Ar-Ge faaliyetleri kapsamında yurtdışına eğitim için eleman
göndermiştir. Buna örnek olarak; 1981 ve 1985 arasında 2222 bilim adamı ve mühendis
ABD, Japonya ve Avrupa’ya daha ileri eğitim ve tecrübe kazanılması için gönderilmesi
verilebilir. Güney Kore’nin araştırma kapasitesinin gelişmesinde yurtdışında eğitim
almış bu personellerin büyük rolü olmuştur. Güney Kore’de bu uygulama Kore Sava-
şı’ndan bir yıl sonra başlamıştır. Amerikan istatistiklerine göre, 1960-1985 yılları ara-
sında 3200 Güney Koreli, ABD’de fen ve mühendislik doktorası almıştır. Ancak bu
rakamların da ötesinde geri dönüş oranı Güney Kore için diğer GOÜ’lerle kıyasland ı-
142
Göker, Pazar Ek onomilerinde Bilim ve Teknoloji Politikaları ve Türkiye, s. 165 143
Atay, s. 250.
89
ğında oldukça yüksek olmuştur. Bu kapsamda bir diğer uygulama da yurtdışında görevli
Güney Koreli bilim adamları arasında bir network oluşturulması olmuştur. 144
Temel bilim ve yüksek kabiliyetli, yaratıcı araştırmacı ve bilim adamlarını des-
teklemek amacıyla, hükümet 2002 yılında % 19 olan temel bilim bütçe yatırımlarını
2006 yılı itibariyle % 25‟e çıkararak, 2005 yılında altı ulusal stratejik alanda 400.000
uzmanı teşvik etmiştir. Bu alanlar, bilgi teknolojisi, bio-teknik, nano-teknoloji ve uzay
bilimi yanı sıra çevresel ve kültürel teknoloji alanlarıdır. Bu ayrıca, kadınların teknoloji
gelişimiyle ilgili yeteneklerini arttırma yolunda çeşitli adımların atılmasını sağlamıştır.
Bu konuda alınan bazı önlemler arasında; kadınlar için istihdam, kota sistemi ve bilim
ve teknoloji alanlarında daha çok bayan öğrencilerin işe alınması da yer almaktadır. 145
Araştırma, geliştirme ve teknolojiye olan yatırımların meyvelerini vermeye
başlamasıyla birlikte ülkedeki değişimin ve teknolojik gelişimin bir belirtisi olarak gö-
rülebilecek patent sayılarında artış yaşanmıştır. 1960’larda 219 olan patent sayısı 2007
itibariyle 564 kat artış göstererek 123.705’i bulmuştur. Alınan patentlerin endüstriye
göre dağılımlarına bakıldığında özellikle elektronik ve telekomünikasyon alanlarında
alınan patent sayısı yıllara göre artış göstermektedir. 146
Güney Kore’de 1960’lı yıllardan itibaren gerçekleştirilen sanayi politikalarıyla
bütünleşmiş bilim ve teknoloji politikaları; bilim ve teknolojinin planlanması, bilimsel
ve teknolojik altyapının oluşturulması, teknoloji transferinin merkezden denetlenmesi,
DYY’ların teknoloji transfer aracı olarak kullanılmasından kaçınılması, büyük firmalara
teknoloji transferi ve üretiminde ciddi rollerin verilmesi, teknoloji transferinin ileri tek-
noloji ile sınırlı tutularak geleneksel teknolojilerin ülke içinde geliştirilmeye çalışılması
gibi ilkelere uygun şekilde yürütülmüştür. Güney Kore’de bilim ve teknoloji politikala-
rının gelişimiyle ilgili olarak şunlar da ifade edilebilir: Bilim ve teknoloji kurumlarında
politikalar ekonominin pratik öncelikleri dikkate alınarak saptanmıştır. Güney Kore
hükümeti, büyük projelerle işbirliği içinde olan yabancı firmaları yerli firmalarla işbirli-
ğine zorlayarak teknolojik öğrenmeyi kolaylaştıran düzenlemeler yapmıştır. Teknolojik
144
Haluk Sürel, “Güney Kore’de Teknolojik Kapasitenin Gelişimi”. Ankara: DPT Yayını, 1994, s. 5. 145
Bekir Sami Oğuztürk, “Güney Kore’nin Kalkınmasında İnovasyonun Rolü”, Süleyman Demirel Üni-
versitesi Vizyoner Dergisi, Cilt 3, Sayı 5 (2011), s. 52. 146
Atay, s. 244.
90
öğrenme sürecinde yabancı uzmanlardan (özellikle Japonlar) yararlanılmıştır. Güney
Kore’nin ABD ve Japonya ile olan ilişkileri teknolojik gelişmeyi olumlu etkilemiştir.
Özellikle iki ülke arasındaki kültürel yakınlık Japonlardan öğrenmeyi kolaylaştırmış ve
bu durum Güney Kore’yi motive etmiş, batıdan alınamayan yeni teknoloji Japonlar sa-
yesinde elde edilebilmiştir. En önemlisi ise, Güney Kore, teknolojik öğrenme sürecinin
gerektirdiği deneme-yanılmalardan yılmamış ve başarı için inatla yapılması gerekenleri
yapmaya çalışmıştır.147
Güney Kore hükümeti teknolojik açıdan gelişmenin en önemli aşamas ı olan
teknoloji transferine çok önem vermiştir. Tüm teknoloji transferleri EPK ve Sanayi Ba-
kanlığı tarafından izlenmiş ve teknoloji seçimi iki yolla gerçekleştirilmiştir: İlk yol ola-
rak; EPK, seçilmesi düşünülen teknolojinin ticari açıdan uygulanabilir ve karlı olup
olmadığını, maliyetini, kontrat şarlarını ve yerli sanayiye etkilerini belirlemiştir. Bu ilk
durum gerçekleştiğinde, EPK söz konusu teknolojinin ihracat, ithal ikamesi, asimila s-
yon maliyeti ve bebek sanayiler üzerindeki uzun vadeli etkilerini değerlendirmiştir. Bü-
tün bu şartlar karşılandığı takdirde transfer gerçekleşmiştir. Devletin bu aşamadaki rolü
teknoloji transfer maliyetini düşürmüş ve ülke şartlarına en uygun teknolojilerin transfe-
rine olanak sağlamıştır. Bu teknoloji transferine en iyi örnek günümüzde dünya otomo-
bil piyasasında önemli yer tutan Hyundai’dir. Hyundai’nin doğuşu şu şekilde gerçek-
leşmiştir:
“Kore Hükümeti, 1973’te, “Otomobil Sanayiinin Teşviki İçin Uzun
Dönemli Plan”ı formüle ederek, mevcut 4 otomobil firmasına, parçalar halinde
CKD (Completely-Knocked-Down) gelen arabaları ülkede monte etmeye son ve-
rerek, tamamen ülkede tasarlanmış “Kore malı” aile arabası geliştirmeleri için
ayrıntılı planlar hazırlamalarını emretti. Hükümetin isteği çok spesifikti: Yerli
model, orijinal, 1500 cc motor hacminden daha küçük ve yerli parça oranı en az
%95 olmalıydı. Üretim maliyeti 2000 USD’den az olacak bu araba 1975’te p i-
yasaya verilmeliydi. Hükümet, Kore’nin toplam üretim kapasitesinin 12.751 ol-
duğu bir zamanda tesis kapasitesini yılda en az 50 bin ünite olarak saptamıştı.
147
Hüseyin Ağır, “Türkiye ile Güney Kore’de Bilim ve Teknoloji Politikaların ın Karşılaştırması”, Bilgi
Ek onomisi ve Yönetim Dergisi, Cilt 5, Sayı 2 (2010), s. 49.
91
Hyundai, 1973’te, yılda 80 bin kapasiteli “Kore” otomobili için
master planını sundu; o yıl gerçek üretimi 5.426 otomobildi. Plan firmanın mü-
hendisleri için gerçek bir kriz yaratmıştı çünkü, montajdan başka oto üretimi
için bir bilgileri yoktu. Önce, ithal ettikleri teknolojileri hızla absorbe etmeye ça-
lışırlarken, beri taraftan literatürde oto tasarımı ve üretimi ile ilgili her türlü
bilgiyi öğrenmeye çalıştılar. Hyundai 5 ülkedeki 26 firmaya çeşitli teknolojileri
transfer etmek için başvurdu; tamamen bir firmaya bağlı kalmak istemiyordu.
Hyundai 1985’e kadar 54 lisans anlaşmasıyla tüm Kore otomobil firmalarının
önüne geçmişti. Ama önemli olan araba tasarımıydı. Firma 5 tasarım mühendi-
sini 1.5 yıllığına, “Italdesign” firmasına gövde çizim ve stilasyonu öğrenmek
için gönderdi; gece-gündüz en küçük ayrıntıları birbirine naklederek, her bilgiyi
kaydederek çalışan bu teknisyenler Hyundai’nin çizim bölümünün çekirdeğini
oluşturdular. Bu bilgileri birleştirip araba tasarlamak sanıldığı kadar basit bir
iş değildir. Hataları minimize etmek için British Leyland’dan 3 yıllığına, başta
eski genel müdür ve 6 uzman mühendis kiralandı. İngilizler gidince, gizlice bazı
Japonlardan yararlanıldı. Sonunda, 1975’te, Kore’yi, Japonya’dan sonra As-
ya’nın ikinci bağımsız üreticisi yapan Hyundai’nin yerli üretim, ilk orijinal mo-
deli “Pony” piyasaya çıktı. Bu model petrol krizinin yarattığı küçük araba iht i-
yacından yararlanarak Ortadoğu, Avrupa ve Asya’da 62.592 adet satmıştır.
Böylece Hyundai dünya firması olarak ortaya çıkmış oluyordu.”148
Buraya kadar anlatılanlar özetlenecek olursa; teknoloji edinimi ve uyarlanma-
sıyla yetinmeyen Güney Kore, aktif öğrenme modelinin önemli bir örneğidir. Güney
Kore’de bu modelde devlet aktif bir rol oynamış, teknolojik öğrenmeyi ve imalat sektö-
ründe yerel teknolojik yetenek geliştirmeyi teşvik etmiş; stratejik sanayileri ve rekabet
gücü kazandıracak anahtar teknolojileri çeşitli önlemlerle desteklemiştir. Hızlı sanayi-
leşmesinde aktif sanayi politikasının önemli etkisi olan ülkede devletin, seçici ve fonk-
siyonel müdahaleleri söz konusu olmuştur. Yerel girişimleri desteklemek için yapılan
doğrudan müdahaleler yanında; altyapı inşası ve genel ve teknik beceri edinimini sağ-
lamak üzere yöntemler geliştirilmiştir. Güney Kore’de teknolojik çaba, doğrudan des-
148
N. Kemal Pak ve Ergun Türkcan, “Türkiye-G.Kore Kalkınma ve Teknoloji Politikaları”, Cumhuriyet
Bilim-Teknik, 1 Temmuz 2000, s. 5.
92
tekler, vergi muafiyeti, teknolojik gelişme fonları, ar-ge harcamaları ve araştırma sonuç-
larını ticarileştirmek için firmalara yapılan yardımlar gibi değişik yö ntemlerle teşvik
edilmiştir.149
1960’lardan itibaren sanayileşme hamlesini başlatan Güney Kore’nin kalkınma
başarısında kalkınma planları ve kalkınmacı devletin çok önemli bir payı vardır. Ancak
1990’larla birlikte kalkınmacı devlet anlayışından kısmen uzaklaşılması ve kalkınmada
planlamanın rolünün terk edilmesi ülkenin krize sürüklenmesine neden olmuş ve ülke-
nin yükselişini kısa süreli kesintiye uğratmıştır. Şimdi Asya krizine nasıl gelindiği, bu
krizin nedenleri, Güney Kore’ye yansıması ve ülkenin toparlanma süreci ayrıntılı bir
şekilde ele alınıp çalışma sonlandırılacaktır.
2.3.3. Güney Kore’nin Yükselişindeki Kesintiler
2.3.3.1. Asya Mucizesinden Asya Dramına
1990’lar, pek çok ülkede olduğu gibi Doğu Asya ülkelerinde de kriz sürecinin
yaşandığı yıllar olmuştur. Ancak direk Asya krizine geçmeden önce bu sürece nasıl ge-
lindiğini anlamakta fayda vardır. Bu krizin en önemli nedeni; herkes tarafından bilindiği
üzere Washington Mutabakatı’dır. 1990’lardan itibaren bu Mutabakat’ın ifade ettiği
Yapısal Uyum Politikaları Doğu Asya ülkelerini krize sokmuştur.
2.3.3.1.1. Washington Mutabakatı ve Asya Krizinin Nedenleri
1980’li yıllarla birlikte başlayan deregülasyon rüzgarıyla birlikte finansal sis-
temde yapılan sürekli finansal yeniliklere bağlı olarak ortaya çıkan yüksek finansal kar
olanakları yaratılmıştır. Eskiden sadece özel borsa elemanlarının çok katı kurallara bağlı
olarak işlem yapabildiği sermaye piyasalarında kurallar gevşetilmiş, yaratılan teknolojik
imkanlara bağlı olarak çok sayıda aktör bu piyasalara girme fırsatı elde etmiştir. 1980’li
yıllarda ortaya çıkan bu sürece 1970’li yılların yapısal krizi neden olmuştur. 150
149
Çelik, “Gelişmekte olan Ülkelerin Sanayileşme Süreçlerinde Teknolo jik Öğrenme Deneyimleri: Gü-
ney Kore Örneği ve Çin’in “Yetiş me” Çabaları”, s. 100. 150
Cem Okan Tuncel, “ Finansal Liberalizasyon ve Küresel Krizin Yapısal Nedenleri: Geliş mekte Olan
Ülkeler İçin Dersler”, Finans Politik & Ek onomik Yorumlar Dergisi , 2010, s. 95.
93
1960’ların ikinci yarısından itibaren sanayileşmiş ülkelerde kar oranlarının
düşmesiyle ortaya çıkan krize bağlı olarak realize olamayan sermaye, finansal sermaye
biçiminde uluslararası sermaye piyasalarında birikmeye başlamıştır. Biriken bu finansal
sermayenin yüksek getiri elde edebilmesi ve üretimden kopmuş olmasına rağmen karlı-
lığını sürdürmek istemesi ithal ikameci sanayileşme politikalarına bağlı olarak ödemeler
dengesi sorunları yaşayan ve sanayi üretimi için gerekli olan ithalatı dahi ancak borçla-
narak yapabilen ve buna bağlı olarak bir borç krizine düşen GOÜ’ler için bir fırsat ya-
ratmıştır. Uluslararası finansal piyasalarda yaşanan bu dönüşüm, finansal küreselleşme
olgusunu geliştirmiş ve GOÜ’lerde finansal serbestleşme sürecinin arkaplanını oluştur-
muştur.151 Ülkeler; bir yandan finansman sorunlarına çözüm aramışlar, diğer yandan da
uluslararası finansal piyasalarda yaşanan dönüşümlerin sonucunda başlayan imkanlar-
dan faydalanmak için dünya çapında yükselen deregülasyon (kuralsızlaştırma) dalgasına
kapılmışlardır. Böylece kaldırma, düzensizleştirme ve dışa açılma 1980’li yıllardaki
finansal küreselleşme sürecinin motoru olmuştur. Bu da devletlerin rolünün zayıfladığı-
nı göstermektedir. Dünya piyasalarında dolaşan inanılmaz spekülatif sermaye hacmiyle
baş edemeyen devletler sermayeyi içeride tutacak ya da çekecek şartları oluşturacak bu
yeni gerçeklikle yüzleşmişlerdir. Bunun için sadece sermayenin uluslararası dolaşımını
serbest bırakmakla kalmamışlar, sermaye getirisinden kestikleri vergilerin de büyük bir
kısmından vazgeçmişlerdir.152 IMF, DB gibi uluslararası sermayenin küresel düzenleyi-
ci kurumlarının yapısal uyum reçetelerindeki temel önerileri doğrultusunda GOÜ’ler
faiz tavanlarını kaldırarak küresel sermayeye yüksek getiri sunarken, ödemeler dengesi
sorunlarını çözmeye çalışmışlardır. GOÜ’ler için iktisadi gelişme paradigmasının sonu
anlamına gelen bu dönüşüm bu ülkelerin dünya ekonomisine yeni uluslararası iş bölü-
münün bir sonucu olarak üretim zincirlerinde; ucuz emek girdisine bağlı olarak düşük
katma değerli, düşük ve orta teknoloji yoğun sanayilerin üreticisi, küresel sermaye piya-
saları zincirinde ise yüksek getiri sağlayan finansal piyasalara sahip yükselen ekonomi-
ler olarak eklemlenmesiyle sonuçlanmıştır. Bu sürece bağlı olarak tüm dünyada finansal
serbestleşme hakim olmaya başlamıştır.153
151
Tuncel, s. 97. 152
Jacques Adda, Ekonominin Küreselleşmesi. Çev. Sevgi İneci, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s.
110. 153
Tuncel, s. 98.
94
IMF ve DB gibi küresel düzenleyici kurumların önerdiği yapısal uyum polit i-
kaları, daha önce DB’da yöneticilik de yapmış olan John Williamson tarafından
1990’ların başlarında Washington Mutabakatı olarak adlandırılmıştır. Bu terim, ana
merkezleri Washington’da olan IMF, DB, ABD Hazinesi gibi kuruluşlarda çalışan ikt i-
satçılar arasında varılan uzlaşmayı tanımlamıştır. Williamson bu uzlaşmayı 1989 itiba-
riyle Latin Amerika ülkelerine hitap edecek şekilde önerilen politikaların en düşük ortak
paydası olarak ifade etmiş ve Washington Mutabakatı’nın on temel prensibini şu şekilde
ortaya koymuştur:154
1. Mali Disiplin
2. Kamu harcamalarında önceliklerin eğitim, sağlık ve altyapıya verilmesi
3. Vergi tabanını genişletmeye yönelik vergi reformu
4. Piyasa tarafından belirlenen pozitif faiz oranları
5. Rekabetçi döviz kuru
6. Ticaretin liberalleşmesi
7. Doğrudan yabancı yatırımlara açıklık
8. Devlet teşebbüslerinin özelleştirilmesi
9. Deregülasyon veyahut rekabeti sınırlayan ve piyasaya girişi engelleyen
düzenlemelerin kaldırılması
10. Mülkiyet haklarının yasal güvenceye kavuşturulması.
“ Bu hedeflerin vurguladığı kalkınma anlayışı, devletin küçültülmesi
ve serbest piyasa dinamikleri üzerine herhangi bir kısıtlama konmaması düşün-
cesine işaret etmektedir. DB ve IMF’nin benimsediği piyasa yanlısı ve devlet
karşıtı bu kalkınma modelinin temel vasıtası ise “şartlılık”tır ( conditionality).
İlk kez 1979 yılında dönemin DB Başkanı Robert McNamara’nın açıkladığı şek-
liyle şartlılık; iktisadi büyüme ve kalkınma için DB tarafından önerilen belirli
bir politika dizgesinin hayata geçirilmesi ile söz konusu politikaları uygulaması
gereken ülkeye yapılacak finansal yardım arasında bir bağ kurmaktadır. Şartlı-
lığı realize eden uygulama ise “yapısal uyum/intibak” (structural adjustment)
154
Ali Şen, “ Washington Konsensüs ve Geliş mekte Olan Ülkeler Sorunları: Eleştirel Bir Değerlendi r-
me”, Süleyman Demirel Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi , Cilt 10, Sayı 2 (2005), ss. 184-185.
95
olmuştur. Böylece, gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ) kendi kalkınma modellerini
uygulamalarına fazla fırsat tanımayan ve kalkınmanın belirli bir modelini sınır-
lı/dar bir politika setiyle gerçekleştirmeye çalışan yapısal uyum, 1980’lere ve
1990 başlarına damgasını vurmuştur.”155
Williamson’un önerisi Latin Amerika ülkelerine yönelik olmakla birlikte, bu
ilkeler daha sonra IMF ve DB’sınca gelişmekte olan tüm ülkelere önerilmiş ve bu çer-
çevede birçok ülke (Asya ülkeleri, Türkiye, Rusya ve Geçiş ekonomileri) bu politikaları
(IMF programları çerçevesinde) uygulamıştır. Politika ilkelerinin uygulanması duru-
munda ülkelerin ekonomik istikrarı yakalayacağı, güçlü bir ekonomiye kavuşacağı ve
kriz yaşamayacağı ifade edilmiştir. 1990’larda pek çok ülkede uygulanan reformlar üze-
rinde ülkelerin nesnel koşullarının etkisi olmakla birlikte Mutabakat’ın da büyük etkileri
söz konusu olmuştur. Mutabakat’ın, uluslararası ekonomik ve politik yapıdaki değişim-
ler (yeni finansal araçlar-türev ürünler ve özellikle Latin Amerika’da sol hükümetler ve
küresel terör tehdidi) ve reform yapan ülkelerdeki yeni içsel ekonomik gerçeklerin (pek
çok ülkenin yaşadığı finansal krizler ve deflasyonist süreç) neden olduğu sorunları ön-
göremediği veya açıklamada yetersiz kaldığı belirtilebilir. 156 Sonuçta Washington Mu-
tabakatı; Latin Amerika, Doğu Asya, Orta ve Doğu Avrupa’da 1990’lı yıllarda birçok
krize neden olması bakımından önem taşımaktadır. Bu çalışmada konumuz itibariyle
Asya krizi ve Güney Kore ekonomisine yansımaları üzerinde durulacaktır.
Asya’da 1997 yılında yaşanan kriz, Doğu ve Güneydoğu Asya’da yaklaşık ola-
rak son yirmi yıldır devam eden ekonomik mucizenin sonu olmuştur. Asya ülkeleri üç
gruba ayrılabilir: Çin ve Hindistan gibi dünya ticaretine açık, devlet müdahalesinin yo-
ğun ve uluslararası sermaye hareketlerinin sınırlı olduğu ülkeler birinci grubu oluşturur.
Tayvan, Singapur ve Hong Kong gibi dışa açık, devlet müdahalesinin sınırlı ve sermaye
girişlerinin yoğun olduğu ülkeler ikinci grubu oluşturur. Üçüncü grubu ise uluslararası
sermaye hareketlerinin serbest fakat devlet müdahalesinin yoğun olduğu Tayland, En-
donezya, Filipinler, Güney Kore ve Malezya oluşturur. Asya’da yaşanan krizden en çok
155
Gülin Yavuz, “Washington Uzlaşması Sonrasında Dünya Bankasından Bir Açılım Önerisi: “Kapsamlı
Kalkınma İçin Çerçeve””, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi , , Cilt 3, Say ı
9 (2007), , s. 183. 156
Biro l Karakurt, “Washington Konsensüsü’nden Küresel Mali Krize Mali Disip lin ve Türkiye’deki
Geliş meler”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi , Cilt 25, Sayı 1 (2011), ss. 33-34.
96
etkilenen ve dolayısıyla ekonomik gücünü büyük ölçüde kaybeden ülkeler birinci ve
ikinci grup Asya ülkelerinin karma özelliklerini gösteren üçüncü grup ülkeler olmuş-
tur.157
1990-1996 arasında Endonezya, Malezya, Filipinler, Güney Kore ve Tayland
gibi 5 önemli Asya ülkesinde önemli bir makro-ekonomik dengesizliğin olmadığını
gösteren tablo aşağıdaki gibidir:
Tablo 17: Asya-5 Ülkelerinin Temel Makro Göstergeleri
Ülke
GSMH Artış Oranı
Enflasyon
Bütçe Fazlası
Tasarruf/GSMH
Yatırım/GSMH
90-96 Ort.
90-96 Ort.
90-96
Ort.
90-96 Ort.
90-96 Ort.
Endonezya 7,3 8,6 -0,2 28,4 33,4
Güney Kore 7,7 6,4 -0,5 35,4 36,5
Malezya 9 4 -0,4 34,6 37
Filipinler 2,8 10,7 -2,2 19,1 22,5
Tayland 8,5 5,1 2,6 28,6 4,3
Kaynak: Emine Uğurel, “1990-2002 Yılları Arasında Yaşanan Ekonomik Krizler ve Türkiye
Ekonomisine Etkisi”, Dokuz Eylül Üniversitesi SBE Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi , 2003, s. 60.
Tablodan da görüldüğü gibi bu ülkeler bütçe fazlaları, düşük enflasyon,
GSYİH’nın %30’unu aşan yüksek yatırım ve tasarruf oranları, ortalama %8 gibi yüksek
bir büyüme oranı, 1990-1996 arası GSYİH’nın %6’sını aşan ve tüketimden çok yatırım-
ları finanse eden yüksek sürdürülebilir net sermaye girişi ve düşük işsizlik oranlarına
sahipti.
1997 yılı başlarında başta Tayland olmak üzere bu ülkelerde dolara bağlı tutu-
lan milli paraların aşırı değer kazanmış olabileceği düşüncesi gündeme gelmiş ve Ta y-
land’da artan ölçüde yeni iş binasının boş durduğunun ve gayrimenkul fiyatlarının ger i-
157
Erdinç Telatar, “İstikrar Politikalarında Nominal Çıpa Seçimi ve Uygulama Sonuçları”, Hacettepe
Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt 18, Sayı 2 (2000), s. 18.
97
lemekte oluşunun fark edilmesi tetiği çekmiştir. 1997 yılı başlarında Amerikan yatırım
bankası Investmentbank, Goldman ve Sachs’ın Tayland’la ilgili
Gayrimenkul piyasasında fiyatların aşırı yüksek olduğu
Firmaların artık yeterli rekabet gücüne sahip olmadığı
Tayland parası Baht’ın devalüasyonunun yakın olduğu
görüşlerine yer veren bir araştırma yayınlamış ve Amerikan bankaları ve sermaye yat ı-
rımcıları kendilerini çekme eğilimine girmişlerdir. Ancak bir devalüasyonun döviz cin-
sinden borçlanmış birçok Tayland firmasını zor durumda bırakabileceği düşüncesiyle
IMF tarafından yapılan gayri resmi uyarılara rağmen Tayland Merkez Bankası Baht’ın
dış değerini yeterli ölçüde düşürerek spekülatif bekleyişe son verme girişiminde bulun-
mamıştır. 14-15 Mayıs 1997 tarihlerinde Baht’a yönelik ilk ağır spekülatif atak başlamış
ve bu atakta Merkez Bankası milyarlarca dolar harcayarak Baht’ın geçerli döviz kurunu
korumayı başarmıştır. Ancak artık faizler yükselmeye ve hisse senetleri fiyatları da
düşmeye başlamıştır. Merkez bankası rezervlerinin yakında yetersiz olacağının anlaşıl-
masıyla giderek daha fazla spekülatör fırsatı kullanarak para kazanma yoluna girmiştir.
Nihayet 2 Temmuz 1997’de Tayland Merkez Bankası Baht’ın dolarla olan bağını kald ı-
rarak serbest kur uygulamasına geçmiştir. Bu da Tayland ekonomisi için spekülasyonun
sonu ve gerçek ekonomik krizin başlangıcı olmuştur. 158
Serbest kur sistemine geçilmesi, Tayland’ın para birimi Baht’ın dış değerinin
düşürülmesiyle birlikte Tayland’la benzeştiği ve ihracatları aynı olduğu için en büyük
rekabet zararı görecek olan ülkelerin paralarının baskı altına girmesine ve Temmuz so-
nunda Malezya, Endonezya ve Filipinler’in para birimlerinde de düşmelere neden o l-
muştur. Bu durum rekabet devalüasyonları olarak adlandırılmıştır. Hem Asya krizinde
kilit bir rol oynamış hem de kapitalizmin artık çok parçalı bir dünya sistemi olduğunu
kanıtlamıştır.159 Asya krizi çok geçmeden bölge geneline yayılmış ve dünya çapında
etkili olabilecek bir olay haline gelmiştir.
158
Atilla İmrahor İlyas, Asya Krizi: Uzak doğu Finans Krizinin Türkiye Ek onomisi Üzerindeki Etk i-
leri. İstanbul: İTO Yayın ları, 1998, ss. 31-34. 159
Rıza Yörükoğlu, Doğu Asya Krizi, 1. Baskı, İstanbul: Alev Yayınları, 1998, s. 8.
98
Asya krizinin gelişimi ana hatlarıyla açıklandıktan sonra krize neden olan bazı
faktörlere değinmek yerinde olacaktır. Doğu Asya’da tüm 1990’lar boyunca makro-
ekonomik zaaflar büyümüş; özellikle 1995-1996’da durum ciddileşmiştir.
Öncelikle Doğu Asya’da Tayland’la başlayıp bütün bölge ülkelerini bir anda
peş peşe sarsmaya yönelen krizi yaratan nedenler arasında sayılabilecek ilk neden, kısa
vadeli global özel sermaye akımlarına yol açan serbestleşme politikaları olmuştur. Doğu
Asya ülkeleri, 1990’lardan itibaren hem hızlı deregülasyonu hem de sermaye hesapları-
nı dışa açmayı içeren hızlı bir finansal serbestleşme sürecine girmişlerdir. Ancak bu
serbestleşme kısmi ve sağlıksız bir şekilde işlemiştir. Finansal sektöre giriş engelleri,
şirketlerin borçlanmayla finansmanına ilişkin sınırlar, faiz oranları ve borçlar üzerindeki
düzenleyici kurallar kaldırılmıştır. Buna karşılık DYY’ların girişinde ve bankacılık sek-
töründe yabancıların mülk edinmesi konusundaki sınırlamalar sürdürülmüştür. Endo-
nezya, sermaye kontrollerini en erken kaldıran, kısa vadeli sermaye girişlerine izin ve-
ren ülke olmuştur. Tayland 1993’de yabancı sermayeyi çekmeye yardımcı olmak için
bir hükümet kurumu oluşturmuştur. Malezya ise kısa vadeli sermaye hareketlerine uy-
guladığı bazı kontrolleri sürdürmüştür. Güney Kore ise uluslararası bankalardan kısa
vadeli olarak yoğun şekilde borçlanmaya izin vermiştir. 1996’nın sonuna kadar OECD
bankalarından 50 milyar doları 1 yıldan az vadeli olmak üzere 67 milyar dolarlık borç
almıştır.160
1995 yılı sonrasında, Asya ülkelerinin uyguladığı makroekonomi ve döviz kuru
politikaları kriz riskini arttıran bir faktör olarak ortaya çıkmıştır. Bölgede enflasyon
oranının birçok ülkeye göre düşük olmasına rağmen ticari rakiplerine göre yüksek o l-
ması ve giderek yükselen cari işlem açıkları bölge ülkelerinin bir rekabet sorunu yaşa-
dıklarına ve ekonomilerinde iç talep genişlemesinin ciddi boyutlara ulaşmakta olduğuna
işaret etmiştir. İç talep genişlemesi ise büyük ölçüde finansal kesimin özel sektöre açtığı
kredilerdeki artıştan kaynaklanmıştır. Bu durum özellikle Tayland, Endonezya, Malezya
ve Filipinler’de ortaya çıkmıştır. Bu ülkelerde faiz oranlarının yüksek tutulması ve ço-
ğunlukla sabit döviz kuru politikaları izlenmesi dış borçlanmayı cazip hale getirmiştir.
Bu çerçevede, kısa vadeli borçlanma ön plana çıkmış ve kısa vadeli borçların toplam
160
D. Timothy Lane, “Asya Finans Krizi- Ne Öğrendik”, Çev. Lale Alkınoğlu, Dokuz Eylül Üniversitesi
İİBF Dergisi, Cilt 15, Sayı 1 (2000), s. 35.
99
içindeki payı hızla artmıştır. Döviz kurlarında herhangi bir ayarlamaya gidilmemesi
mevcut durumun sürdürülmesini zorlaştırmıştır.161
Tablo 18: Asya Ülkelerinde Cari İşlemler Açığı
Ülke 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997
Güney Kore -2,83 -1,28 0,3 -1,02 -1,86 -4,75 -1,85
Endonezya
-3,65
-2,17
-
1,33
-1,58
-3,18
-3,37
-2,24
Malezya
-8,69
-3,74
-
4,66
-6,24
-8,43
-4,89
-4,85
Filipinler -2 -1,89 -5,5 -4,6 -2,67 -4,77 -5,23
Singapur 11,29 11,38 7,57 16,12 16,81 15,65 15,37
Tayland -7,71 -5,66 -5,6 -5,6 -8,06 -8,1 -1,9
Çin
3,27
1,33
-
1,94
1,26
0,23
0,87
3,24
Tayvan 4,39 1,69 1,6 1,66 1,61 3,45 2,35
Kaynak: Turan Yay, Gülsüm Gürkan Yay ve Ensar Yılmaz, Küreselleşme Sürecinde Finan-
sal Krizler Ve Finansal Düzenlemeler, İstanbul: İTO Yayınları, 2001, s. 38.
Tablodan da görüldüğü gibi Asya ülkelerinin cari açıkları büyümeye başlamış-
tır. Bu ülkelerde uygulanan ve doların çapa olarak kullanıldığı sabit kur po litikası za-
man içinde ülke paralarının aşırı değerli hale gelmesine ve ödemeler açığı sorununa yol
açmıştır. Özellikle 1995’den itibaren doların yene karsı değer kazanmaya başlamasıyla
ülkelerin paralarındaki değerleme artmış, Japonya karşısında rekabet güçlerini kaybedip
ihracatları gerilemeye ve cari açıkları artmaya başlamıştır.
Doğu Asya’da başlayan kriz makro ekonomik dengesizliklerin yanı sıra, finans
kesimindeki sorunlarla da ilişkilidir. Asya ülkelerinde finans kesimindeki yapısal zayıf-
lıklar, krizin oluşumunu hızlandırmış ve yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Bu çerçeve-
de, finans sektörünün düzenlenmesinde ve kontrolündeki yetersizlikler, fiyatlandırma ve
risk yönetimindeki tecrübesizlikler ve özellikle Güney Kore’de kredi dağılımında ortaya
161
Vedat Akman, Modern Dünyada En Büyük Ek onomik Kriz: “Asya Krizi Sonrası ve Muhtemel
Etkileri”, 2. Basım, İstanbul: Rota Yayınları, 1998, ss. 28-29.
100
çıkan aşırı devlet müdahaleciliği sağlıksız kredi kullanımlarına yol açmıştır. Kredilerin
gayrimenkul yatırımları gibi verimsiz alanlara yatırılması geri dönmeyen kredi oranını
ve dolayısıyla finansal kesimin risklerini arttırmıştır. 162
Asya kriziyle dikkat çeken en önemli noktalardan birisi hem ülke hem de o ül-
kenin kamu ya da özel kesim kurumları açısından gerek politikalar ve uygulamalar ge-
rekse rakamlar açısından şeffaf olması zorunluluğu olmuştur. Asya ülkelerinde bankala-
rın portföy kalitesi, bilançoların durumu, hakim şirketlerin borçlarının hacmi konuların-
da bilginin yetersiz ve yanlış olması nedeniyle derecelendirme kuruluşları Güney Doğu
Asya ülkelerinin zayıflık derecelerini tahminde başarılı olamamışlardır. Başka bir sorun
ise, şeffaf olmayan bir ortamda ve zayıf, yetersiz bir düzenleme, denetim ve gözetim
ortamında finansal kurumların ve reel şirketlerin karşılıklı ilişkilerinde yatmıştır.. Risk-
leri, kredi değerlemeyi, finansal raporlamayı ve şeffaflığı yönetecek bir düzenleme, de-
netim ve gözetim ortamının olmadığı bir finansal kesim, karlılığı zayıflamış, borç/aktif
oranı yüksek düzeylere çıkmış firmaları finanse etmişlerdir. 163
Bölge ülkeleri kriz öncesi yıllarda yabancı sermaye girişini değişik politika ve
araçlarla özendirmişlerdir. Çin doğrudan yabancı yatırımları özendirirken krizden en
fazla etkilenen Kore, Endonezya, Tayland, Malezya ve Filipinler gibi ülkelere yönelen
kısa vadeli yabancı sermaye dikkat çekici bir gelişme göstermiştir. Krize uğrayan Asya
ülkelerine olan sermaye akımlarının GSYİH’ya oranları Tablo 19’da gösterilmiştir.
162
Akman, s. 30. 163
Turan Yay, Gülsüm Gürkan Yay ve Ensar Yılmaz, Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler ve Finansal Düzenlemeler. İstanbul: İTO Yayınları, 2001, s. 39.
101
Tablo 19: Asya Ülkelerine Sermaye Akışının GSYİH’ya Oranı
1994 1995 1996 1997
Güney Kore
Doğrudan Yatırımlar -0,3 -0,4 0,4
Net Portföy Yatırımları
1,8
1,9
2,3
Diğer Net Yatırımlar 1,7 2,5 3
Endonezya
Doğrudan Yatırımlar 1,4 2,3 2,8
Net Portföy
Yatırımları
0,6
0,7
0,8
Diğer Net Yatırımlar 1,9 3,1 2,7
Tayland
Doğrudan Yatırımlar 0,7 0,7 0,9 1,3
Net Portföy Yatırımları
0,9
1,9
0,6
0,4
Diğer Net Yatırımlar 7 10 7,7 -12,6
Malezya
Doğrudan Yatırımlar 5,7 4,8 5,1 5,3
Net Portföy
Yatırımları
-
-
-
-
Diğer Net Yatırımlar -4,1 4,1 4,5 -0,6
Filipinler
Doğrudan Yatırımlar 2 1,8 1,6 1,4
Net Portföy Yatırımları
0,4
0,3
-0,2
-5,3
Diğer Net Yatırımlar 2,5 2,4 8,5 4,5
Kaynak: Ekonomik Araşt ırmalar Daires i Ekonomik Araşt ırmalar ve Değerlend irme
Genel Müdürlüğü , “Doğu Asya Krizi” Dış Ticaret Dergisi, Mart 1998, s. 9.
Özellikle kısa vadeli kredi şeklinde bölgeye giriş yapan yabancı sermayenin bir
bölümü bölge hükümetlerince iyi gelişmemiş bankacılık sistemi aracılığıyla stratejik
bakımdan önemli olan anahtar sektörlere dağıtılmıştır.
Görüldüğü gibi Asya krizinin gelişimi ve nedenleri çeşitli göstergelerden de
yararlanılarak ortaya konulmuştur. Peki bu ülkelerin Asya krizini aşmaları kolay olmuş
102
mudur? Bu durum şöyle açıklanabilir: Doğu Asya mucizesi, Asya kaplanları olarak ni-
telendirilen ülkelerin krizi aşmalarını kolaylaştırmıştır. Ekonomik yapıları oluşmuş,
para-bütçe disiplinleri güçlü, kamu yönetimleri kaliteli, makro-ekonomik politikaları
istikrarlı olduğu için krizi de aşmaya başlamışlar, aynı nedenlerden dolayı dış itibarları
ve uluslararası ilişkileri güçlü olduğundan hızla; IMF, DB, Amerika ve Japonya’nın
desteğini sağlayabilmişlerdir. Asya mucizesi sayesinde krize yüksek gelir seviyesi, dü-
şük enflasyon ve işsizlik oranlarıyla yakalanan bu ülkelerin halkları da IMF’nin acı re-
çetesine dayanabilmişlerdir. Hükümetler de bu sayede popülist tedbirleri uygulayıp çö-
küşü durdurabilmişlerdir.164
Asya ülkelerinin yabancı sermaye girişini sağlamak ve enflasyonu düşürmek
amacıyla izledikleri kambiyo politikası (ulusal para birimlerini sabit bir kur ile dolara
bağlamaları), bu ülkelerce öncelikli görülen hedefleri gerçekleştirmekle birlikte ekono-
mik dengeleri bozan gelişmelere de yol açmış ve sonuç olarak söz konusu ülke ekono-
milerini büyük bir çöküşe sürükleyen gelişmelere yardımcı olmuştur. Asya deneyimin-
den çıkan sonuç, ulusal paranın değerinin baskı altına alınması politikasının büyük bir
dikkatle izlenmesi ve uzun vadeli bir politika olarak düşünülmemesi gerçeğidir. Ayrıca
borçlanma politikasının kısa vadeli borçların toplam borçlar içindeki payının ve döviz
rezervleri ile döviz girdilerine oranının makul düzeylerde tutulmasına dikkat edilmesi
gereği ortaya çıkmıştır. Asya krizi, ülkeye yoğun sermaye girişi kullanılabilecek yeterli
kaynak sağlarken bir takım riskleri de beraberinde getirdiğini göstermiştir. Bu risk öze l-
likle giren sermayenin kısa vadeli ve spekülatif amaçlı olması halinde daha da yükse l-
mektedir. Bunun yanı sıra, sağlam bir finans sektörüne sahip olunmamasının bir ülke
için ne boyutta sakıncalar oluşturabileceği görülmüştür. Bu nedenle finans sektörünün
disipline edilmesi, şeffaf bir yapıya kavuşturulması amacıyla standartlar getirilmesi ve
etkin bir şekilde denetlenmesi yönündeki çaba ve girişimler hemen bütün ülkelerde hız-
lanmıştır.165
Borçlanma, yatırım ve üretim politikasının belirlenmesinde talebin gelecekteki
seyrinin hesaba katılarak belirlenmesi zorunluluğu açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ay-
164
Cem Kozlu, Türkiye Mucizesi İçin Vizyon Arayışları ve Asya Modelleri , 6. Baskı. İstanbul: Türki-
ye İş Bankası Kültür Yayın ları, 2003, ss. 406-407. 165
Emine Uğurel, “1990-2002 Yılları Arasında Yaşanan Ekonomik Krizler ve Türkiye Ekonomisine
Etkisi”, Dokuz Eylül Üniversitesi SBE Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi , 2003, s. 68.
103
rıca panik havasının ekonomiler için nasıl kontrol edilemez gelişmelere yol açtığı kriz
sırasında açık bir şekilde görülmüştür. Bu nedenle, ekonomi konusunda karar alan b i-
rimler tarafından durumun iyi teşhis edilmesi, hızlı karar verilmesi; bu birimler arasında
uyum sağlanması ve bu uyumun sürdürülmesi, kamuoyuna inandırıcı mesajlar iletilmesi
tespit edilecek ekonomi programlarının başarısını önemli ölçüde etkilemektedir. Asya
krizi, ekonominin istikrarının sürdürülmesi açısından sektörler arasındaki karşılıklı etki-
leşimin dikkate alınması ve buna uygun stratejiler belirlenmesi gereğini ortaya koymuş-
tur. Kriz öncesi dönemde IMF ve uluslararası derecelendirme kuruluşlarının krizi veya
en azından boyutunu önceden görmede başarısız olmaları, piyasaların çok yakından
izlenmesi ve iyi bir bilgi akışı sisteminin kurulması gereğini açık bir şekilde göstermiş-
tir.166
Asya krizinin oluşumu, gelişimi ve nedenleri genel hatlarıyla açıklandıktan
sonra, krize bir de konumuz itibariyle Güney Kore özelinde bakmakta ve bu ülkenin
krizden nasıl etkilendiğinden bahsetmekle birlikte buna gösterdiği tepkiyi ve krizden
nasıl kurtulduğunu görmekte fayda vardır.
2.3.3.1.2. Krizin Güney Kore Kalkınması Üzerindeki Etkisi
1990’lı yıllarda Güney Kore’de, ABD ve IMF’nin dayattığı politikalarla kal-
kınmacı devlet anlayışı kısmen terk edilerek, sermaye hesabının serbestleşmesine yöne-
lik uygulamalara geçilmiştir. Tasarruf oranları oldukça yüksek olan Güney Kore de da-
hil olmak üzere Doğu Asya ülkelerinin bu uygulamalara geçmesi Asya krizinin hazırla-
yıcı nedenleri olarak görülmüştür. 1990’ların başından itibaren bu politikaların uygu-
lanmasıyla birlikte Güney Kore’de EPK önce sınırlandırılmış, daha sonra kaldırılmıştır.
Böylelikle büyük ölçekli sanayideki yatırımların koordinasyonunda planlamanın gele-
neksel rolü terk edilmiştir. Bu durum otomobil, gemi yapımı, petro-kimya ve yarı ilet-
ken sanayilerde aşırı kapasitelerin oluşmasını kolaylaştırmıştır. Ayrıca hükümetin dış
borç faaliyetlerini izleme konusunda gevşek kalmasına yol açmıştır. 167
166
Abdülkadir Göktaş, “Güneydoğu Asya Krizinin Maliye ve Para Po litikası Açısından Sonuçları”, Ma-
liye Dergisi, ,Sayı 133 (2000), s. 11. 167
Soyak, Teknoekonomi, ss. 31-32.
104
Temmuz 1997’de Tayland’da başlayan kriz aynı yılın sonlarında Güney Kore
ekonomisini vurmuş ve Tayland’dakine benzer bir yol izlemiştir. Chaebol diye adland ı-
rılan büyük holdinglerin dış borçlarını ödeyemeyeceklerinden korkan başta Japon ya-
bancı bankalar, kredilerini uzatmamaya ve yeni kredi vermemeye başlamış, yabancı
yatırımcılar Seul borsasındaki paralarını çekmeye başlamışlardır. Bu yaklaşımlar Güney
Kore’nin parası won üzerinde büyük baskı yaratmıştır. Hükümetin baskılara dayanama-
yıp, won’un değerini düşüreceğini düşünen yabancı spekülatörler ilerideki tarihler için
uzun won satışına başlamışlardır. Yani ellerinde olmamasına rağmen gelecekte belirli
bir fiyattan won satış anlaşması yapmışlar; hesapları, o zamana kadar won’un devalüe
edileceği ve zamanı gelince daha ucuza alabilecekleri won’larla, yükümlülüklerini yer i-
ne getirebilecekleri üzerine kurulmuştur. Bu yaklaşım kısa sürede bir sürü psikolojisine,
yani paniğe dönüşmüş ve öngörülen olumsuzlukların birer birer gerçekleşmesine neden
olmuştur.168
1997 yılı içinde hem won hem de Seul Borsası % 50 değer kaybetmiştir. Dış
borçlanma durduğu için ithalat akreditifleri açılamamış; dolayısı ile, ithal girdilere bağlı
ihracat küçülmüştür. Döviz rezervleri 6 milyar dolara kadar gerilemiş, tüketim % 10,
yatırımlar % 40 azalmış; 60 bin şirket iflas etmiş, 300 iş adamı intihar etmiştir. İşsizlik
yaklaşık iki kat artarak % 10’a ulaşmış; bu; son 32 yılın en yüksek oranı olarak kayıtlara
geçmiştir.169
Güney Kore ekonomisinin tepe taklak olması, sadece Tayland’da baş gösteren
spekülatif bir paniğin bulaşıcı etkilerine bağlanamaz. Güney Kore’nin krize direncini
kıran konjonktürel gelişmelere ve yapısal zaaflarına da göz atılması gerekir. Ortamdaki
gelişmelerin başında Doğu Asya’da özellikle 1985’den sonra belirginleşen bir kapasite
fazlası görülmektedir. Tekstilden bellek çiplerine kadar birçok üründe Japonya’dan En-
donezya’ya kadar yayılan coğrafyada, yaratılan ek kapasiteye paralel bir tüketim artışı
doğmamıştır. Örneğin, 1988-1992 yılları arasında Japonya’da yaratılan ek üretim kapa-
sitesi, Fransa’nın o zamanki toplam üretim kapasitesine eşittir. Güney Kore’nin ürettik-
leri, Japonya’nın kaliteli üretimi ile dünya ekonomisine baş döndürücü bir hızla iltihak
eden Çin’in ucuz üretimi arasında sıkışıp kalmıştır. Arz ve talep arasındaki bu dengesiz-
168
Kozlu, ss. 114-115. 169
Kozlu, s.115.
105
lik fiyatların düşmesine, won’un değer kaybetmesine, çoğu Güney Kore firmasının yen
bazında aldıkları borç yükünün, won olarak artmasına neden olmuştur. Tayland krizi
Güney Kore’yi işte böyle zayıf bir anında yakalamıştır. 170
Ülkenin başka bir zayıf noktası da 1960’lardan günümüze kadar Güney Kore
mucizesine imza atan Chaebol’lerin yapısal sorunlarıdır. Güney Kore’li Chaebol’ler,
Tayland’da ödeme krizine giren şirketlerin aksine yatırımlarını arsa ve bina gibi spek ü-
latif alanlara değil, üretken sanayi şirketlerine yapmışlardır. Hala aile şirketi yapısında
olan Chaebol’lerin patronları arasındaki rekabet, onları birçok benzer alanda gereksiz
yatırımlara sürüklemiş, karlılıktan çok pazar egemenliği hedeflenmiştir. Özellikle oto-
motiv, demir-çelik, yarı iletken ve kimya sektörlerinde, gereğinden fazla açılmışlardır.
Sağlıklı kabul edilen Chaebol’lerın bile borçları öz varlıkların 2.5 katıdır. Chaebol’ler
zor durumda kalınca onları besleyen, hem onlarla hem de devletle iç içe olan bankalar
da sıkıntıya düşmüştür. O yıllarda peş peşe patlayan ve politikacılarla bürokratları da
içine alan skandallar, sisteme olan güveni temelden sarsmıştır. 171
1960 yılından son dönemlere kadar, ortalama % 8’lik bir büyüme hızı ile dün-
yanın 11. büyük ekonomisi haline gelmiş ve OECD üyeliğine kabul edilmiş olan Güney
Kore’nin, Asya krizinden en çok etkilenen ülke olarak sarsıntı geçirmesi ve IMF’nin
bugüne kadarki en büyük kurtarma operasyonuna maruz kalması önemli tartışmalara
yol açmıştır.
Güney Kore hızlı büyümesinin ancak bankacılık kesiminde gerekli yasal dü-
zenlemeleri yapmamasının bedelini ödemiştir. Zayıf bankalarla çok borçlu aile şirketleri
arasındaki karanlık ilişkinin önüne geçilememiştir. Şirketler bankalardan, bankalar da
dış piyasalardan borçlanmıştır. Kriz başladığında hükümet zor durumdaki bankaları
kapatmamış, dev şirketleri iflasa zorlamamıştır. Aksine won’un değerini korumak için
10 milyar dolar harcamıştır. Alacaklıların kapıya dayanması, kısa vadeli dış borçların
ertelenememesi, IMF yardımına karşı Güney Kore’nin dış borcu 200 milyon doları
bulmuştur. Bankacılık sektöründe reform yapılması için verilen 3 milyar dolarlık kredi
170
Sarıay, s. 66. 171
Kozlu, ss. 116-117.
106
vadesi gelen acil borçların ödenmesine harcanmıştır. Ocak 1997 ile 0cak 1998 arasında
Güney Kore’deki kriz göstergeleri ve yaşanan gelişmeler şu şekilde sıralanabilir:172
Ocak 1997: Hanbo Çelik Şirketi 6 milyar dolar borçla batmıştır. Bu,
büyük ölçekli firmaların ilk iflası olmuştur.
Mart 1997: Sammi Çelik Şirketi’nin iflası, göründüğünden daha büyük
bir borç krizi olduğu yönündeki korkuları arttırmıştır.
Temmuz 1997: Güney Kore’nin üçüncü büyük otomobil üreticisi Kia
kredilerini geri ödeyememe sorunu karşısında acil yardım talep etmiştir.
Ağustos 1997: Uluslar arası Derecelendirme Kuruluşları, sorunlu bü-
yük ölçekli firmalarla yoğun ilişkisi olan bankaların uluslar arası kredi
notlarını düşürmüştür.
Ekim 1997: Güney Kore, bankaların artık daha fazla kredi vermeyi
reddettikleri Kia şirketini devletleştirmiştir. Standart & Poors Güney
Kore’nin kredi notunu düşürmüştür.
13 Kasım 1997: Hükümet IMF yardımına ihtiyaç olduğunu reddetmiş-
tir.
17 Kasım 1997: ABD dolarının won karşısındaki değeri 1000’in üstüne
yükselmiştir.
19 Kasım 1997: Seul, uluslar arası güveni tekrar sağlamak için bir fi-
nansal istikrar paketi önermiştir.
21 Kasım 1997: Güney Kore IMF’den borç krizini aşabilmek için 20
milyar dolarlık bir destek anlaşması talep etmiştir.
3 Aralık 1997: Güney Kore, IMF ile ciddi ekonomik reformlar içeren
58 milyar dolarlık bir yardım paketi sağlanması yönündeki anlaşmayı
imzalamıştır.
8 Aralık 1997: Güney Kore’nin kısa vadeli dış borcunun, daha önce
saptanan 100 milyar doların neredeyse iki katı tutarında olduğu belir-
lenmiştir.
172
Akman, ss. 134-135.
107
18 Aralık 1997: IMF programına karşı olan Kim Dae-jung, Kim Yong-
sam’in yerine Güney Kore’nin başkanı seçilmiştir.
22 Aralık 1997: Güney Kore’nin kamu ve özel borçları batık kredi sta-
tüsüne düşürülmüştür.
23 Aralık 1997: ABD dolarının won karşısındaki değeri yaklaşık
2000’e yükselmiştir.
24 Aralık 1997: IMF ve diğer yardım sağlayan ülkeler, Güney Kore’ye
öncelikle 10 milyar dolar vermek konusunda anlaşmışlardır.
26 Aralık 1997: Won ABD doları karşısında yaklaşık %23 oranında
değer kazanmıştır.
30 Aralık 1997: Yabancı bankalar ülkenin kredi borçlarını yenilemek
konusunda anlaşmışlardır.
8 Ocak 1998: Güney Kore’ye daha fazla kredi sağlanması konusunda
anlaşma sağlanmıştır.
2.3.3.2. Kriz Sonrası Güney Kore’nin Toparlanması ve 2000’li Yıllardaki
Ekonomik Gelişmeler
Güneydoğu Asya kaynaklı bu kriz çok uzun sürmemiş, krizin en kötü dönemi
1999 yılı başlarında atlatılmıştır. Krizin kısa sürede atlatılmasında 21 milyar doları
IMF’den, 10 milyar doları DB’dan, 4 milyar doları Asya Kalkınma Bankası’ndan, geri
kalanı farklı devletlerden olmak üzere 58 milyar dolarlık paketten daha çok 1998 başın-
da ABD hükümetinin piyasalara güvenin geri gelmesini beklemektense yabancı ticari
bankalara Güney Kore’nin kısa vadeli borçlarını sorunsuz çevirmeleri konusunda baskı
yapmaları etkili olmuştur.173
IMF’nin krizin çözümüne yönelik önerileri şu şekilde sıralanabilir: 174
Kurtarılması zor finansal kurumların kapatılması,
173
Sumru Öz, “Küresel Rekabette Son Aşamaya Ulaş mak: Güney Kore”, TÜS İAD Sabancı Üniversitesi
Rekabet Forumu ,2008, s. 13. 174
Arslan Yiğidim, “Doğu Asya’da Döviz Kuru Krizi ve IMF’nin Yaklaşımı”, Ekonomik Yaklaşım
Dergisi, Cilt 10, Sayı 32 (1999), s. 90.
108
Kurtarılabilir durumda olan kurumların ise sermaye yapılarının yeniden
düzenlenmesi
Finansal piyasalarda yeni düzenlemeler yapılması ve denetim meka-
nizmasının arttırılması,
Özel ve kamu kurumlarında açıklık politikasının uygulanması ve
Mali piyasaların dışa açılması yani sermaye yapısının güçlendirilme-
sinde yabancı sermayeden de yararlanılması.
Bu öneriler doğrultusunda; 1997 yılında yaşanan finansal krizden sonra, Güney
Kore hükümeti yabancı sermayenin ülkeye çekilmesi konusunda aktif bir çalışmaya
girmiş olup, bu çerçevede 1998 yılında Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu çıkarılmış
ve ülkede yabancı yatırımı özendirmeye yönelik çeşitli tedbirler hayata geçirilmiştir. 175
IMF, krizden çıkma doğrultusunda bu önlemleri önerirken, 1997 de IMF ile
yapılan anlaşmayla birlikte, 1998’in Ocak ayında Kim Young Sam’den görevi devralan
Kim Dae Jung bir reform paketini uygulamaya koymuştur. Bu reform paketinin iki aya-
ğı vardır:
İlk olarak, finans sektörünün denetimi güçlendirilmiş ve mali kurumla-
rın faaliyet, bilanço ve raporlarının şeffaflaşması sağlanmıştır. Bankalar
bir konsolidasyona zorlanmış: Güney Kore’nin en zayıf 5 bankası, en
güçlü 5 bankası ile birleştirilmiştir. Bu arada, Merkez Bankası’nın yet-
kileri ve bağımsızlığı da pekiştirilmiştir. Resesyonu atlatabilmek için
kamu bankaları aracılığıyla krediler ve tüketim teşvik edilmiş, bu re-
form paketi için hükümetin bütçelediği kaynak 47 milyar Dolar olmuş-
tur.176
Reform programının diğer ayağı ise Chaebol’lerin disipline alınmasını
kapsamıştır. Bunlara ait bankaların holding içindeki şirketlere açtıkları
krediler sınırlandırılırken, aynı Chaebol’a ait şirketlerin birbirlerine te-
minat vermeleri, aldıkları kredileri karşılıklı garanti etmeleri de kısıt-
175
(Çevrimiçi) http://www.ibp.gov.tr/pg/section-pg-ulke.cfm?id=G%C3%BCney%20Kore%20Cum., 26
Nisan 2013. 176
The Economist, A Voice For The Poor , Çev. Mustafa Acar, Say ı 3 (2002), s. 85.
109
lanmıştır. Cumhurbaşkanı Kim, bizzat yönettiği toplantılarda holding
sahiplerini verimsiz yatırımlardan vazgeçmeye, avantajlı oldukları alan-
lara yoğunlaşmaya zorlamıştır.177
Reform paketinin ikinci ayağından da anlaşılacağı gibi Chaebol’ler yeniden
yapılandırılmıştır. Bununla birlikte KOBİ’ler, özellikle de teknolojik ar-ge yapmayı
hedefleyen girişimci işletmeler desteklenerek gelişmeleri sağlanmıştır.
Güney Kore ekonomisi reformlara bağlı kalmak suretiyle beklenenden daha k ı-
sa sürede toparlanmıştır. IMF’le olan 3 yıllık stand-by anlaşması Aralık 2000’de sona
ermiştir. Kore’nin finansal durumu kriz sonrası hızla düzelmiştir. Düzenli cari işlemler
fazlası, DYY’lar ve portföy yatırımları ile döviz rezervi 2002 sonunda 121 milyar dola-
ra ulaşmıştır. Yüksek rezervler nedeniyle IMF kredisi belirlenen tarihten 3 yıl ö nce,
Ağustos 2001’de ödenmiştir. Bu da Güney Kore’yi borç alan ülke konumundan borç
ödeyen ülke konumuna getirmiş ve Asya krizi sonrası IMF desteğini bırakan ilk ülke
olmuştur. Bunun sonucunda da, Standard & Poors ve Moody’s gibi kredi derecelendir-
me kuruluşları ülkenin kredi notunu yükseltmiştir. Büyüme hızı artmış, firmalar 2002
yılında rekor karlar elde etmiştir. 1998’den itibaren 5 yıl süreyle, cari işlemler ve dış
ticaret fazlası verilmiştir. 1999 yılında %6.3 olan işsizlik oranı 2002 yılında %3’e in-
miştir.178
Güney Kore’nin bu hızlı toparlanma sürecinde rol oynayan etmenler dört nok-
tada toplanabilir:179
Krizin ardından uygulamaya konulan yapısal reformlar konusunda sağ-
lanan ilerlemelerin, Güney Kore ekonomisine duyulan güveni yeniden
kurması ilk etmeni oluşturmuştur. Yapısal reformlarla mali sistem çok
hızlı bir şekilde güçlendirilmekle kalmamış, bu çaba şirket kesiminde
kurumsal yönetimi iyileştiren reform çalışmalarıyla pekiştirilmiştir.
Güvenin hızla yeniden sağlanmasında 1998’deki ithalat daralmasından
177
The Economist, s. 86. 178
Zeynep Emre, Ekin Fıkırkoca, “Güney Kore ve Türkiye Sermaye Piyasaları”, TSPAKB Yayınları,
2004, ss 5-6. 179
Öz, ss. 16-17.
110
ve bir ölçüde devalüasyonun etkisiyle artan ihracattan kaynaklanan re-
zerv artışının da payı olduğu yadsınamaz. Güven artışının gözlenebilir
sonuçları olarak 1999 ve 2000 yıllarında DYY girişlerinin (şirket satın
almalar dahil) 9 milyar doları aşarak tarihsel olarak en yüksek değerle-
rine ulaşmış olması, Güney Kore hisse senedi piyasasına krizin en yo-
ğun yaşandığı 1998 yılında sermaye hareketlerinin serbest bırakılması-
nın ardından 4 milyar dolar net yabancı sermaye girişinin olması ve son
olarak üç önemli kredi derecelendirme kuruluşunun Güney Kore’nin
kredi notunu yükseltmiş olması sayılabilir. Tüm bu gelişmeler döviz re-
zervlerinin artmasında ve 1998 yılında başlatılmış o lan dalgalı kur uy-
gulamasının ardından kurların istikrar kazanmasında önemli rol oyna-
mıştır.
1998 yılındaki çöküşten sonra Güney Kore ekonomisinin hızla toparla-
nıp büyümeye geçebilmesini sağlayan bir diğer etmen, yapısal reform-
ların sağladığı avantajla kronik ve yüksek enflasyon geçmişi olmayan
bir ortamda para politikasının geçici bir süre için kısmen gevşetilerek
faizlerin düşürülebilmesi ve böylece kredi cephesine destek verilerek iç
talebin canlandırılabilmesidir.
Güney Kore ekonomisinde hızlı iyileşmeyi sağlayan üçüncü etmen, pa-
ra politikasındaki kısmi gevşemenin yanında krize girerken kamu borç
yükünün çok düşük düzeyde olması sayesinde kamu maliyesi fazla zor-
lanmadan maliye politikasının da gevşetilerek özellikle işsizlere yönelik
desteklerle iç talepteki canlanmanın sürdürülebilmesidir.
Hızlı iyileşmeyi mümkün kılan bir başka etmen de dış koşulların olum-
lu olmasıdır. Özellikle 1998’in sonlarına doğru Japon yeninde görülen
değerlenme, Japon ve Kore mallarının birçok piyasada rekabet etmekte
olduğu göz önüme alındığında, Güney Kore’ye avantaj sağlamıştır. Bu-
na ek olarak, elektronik ürünlere yönelik ABD ve Batı Avrupa kaynaklı
talep artışı sayesinde Güney Kore’de hızlı bir üretim artışı yaşanmıştır.
Böylece Güney Kore, ihracat ağırlıklı büyümeye geri dönmüştür. Diğer
taraftan, bu hızlı iyileşme, aynı zamanda, Güney Kore’deki beşeri ve fi-
111
ziki sermaye birikimi ile teknolojide erişilen düzeyin ve Güney Kore
ekonomisinde, imalat sanayinin ne kadar güçlü olduğunu da ortaya
koymuştur.
Güney Kore’nin kriz sonrası toparlanma sürecinde bu faktörler etkili olurken,
şimdi de 2000’li yıllardan itibaren çeşitli göstergelerin gelişmesi ve kriz sonrası sanayi-
nin gelişimi üzerinde durularak çalışma sonlandırılacaktır.
Tablo 20: Güney Kore’nin 2004-2011 Arası Temel Ekonomik Göstergeleri
Kaynak: T.C Seul Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği, Kore Cumhuriyeti Müteahhitlik Hizmetleri
Ülke Notu, Seu l, 2012, ss. 2-3.
Son 30 yılda dünyanın en hızlı büyüyen ve gelişen ekonomileri arasında yer
alan Güney Kore IMF’nin desteği ve ekonomik alanda gerçekleştirilen reformlar saye-
sinde 1997-1998 Asya krizini kısa sürede atlatarak 2000’li yılların başında yeniden is-
tikrara kavuşmuştur. Söz konusu kriz nedeniyle 1998 yılında 7.607 dolara gerileyen kişi
başına milli gelir 2011 yılında 23.749 dolara yükselmiştir.
Yıllar GSYH
(Milyar $)
Büyüme
(%)
Kişi Başına
Gelir ($)
Enflasyon Oranı
(TÜFE %)
İhracat (Mil-
yar $)
İthalat
(Milyar $)
2004 722,4 4,6 15.082 3,6 253,8 224,5
2005 844,7 4 17.531 2,8 284,4 261,2
2006 951,1 5,2 19.722 2,2 325,5 309,4
2007 1.049,3 5,1 21.695 2,5 371,5 356,8
2008 930,9 2,3 19.296 4,7 422 435,3
2009 834,4 0,3 17.193 2,8 363,5 323,1
2010 1.014,3 6,2 20.759 3 466,4 425,2
2011 1.100.0 3,6 23.749 4 555,2 524,4
112
2000 yılından itibaren her yıl ortalama %4.7 büyüyen Güney Kore ekonomisi
2008 yılında ABD’de başlayan ve etkileri yıl sonunda tüm dünyada hissedilmeye başla-
nan finansal krizin etkilerinden kurtulamamıştır. Ekonomisinin %55’i ihracata dayalı
Güney Kore küresel ekonomik krizin yaralarını 2009 yılının ortalarından itibaren sar-
maya başlamıştır.180
Güney Kore 2010 yılında güçlü bir ekonomik performans göstermiştir. Küresel
ekonomik kriz nedeniyle 2008 ve 2009 yılında sırasıyla 931 ve 834 milyar dolar olarak
olarak gerçekleşen Güney Kore GSYİH’sı 2010 yılında 1 trilyon dolara 2011 yılında 1,1
milyar dolara yükselmiştir. 2008 yılında %2.3, 2009 yılında ise ancak %0.3 büyüyen
ekonomi, 2010 yılında sıçrama yaparak %6.2’ye ulaşmıştır. 2011 yılı büyümesi %3.6
olarak gerçekleşmiştir.
Öte yandan, 2004-2011 yılları arasındaki dönemde dış ticaret, küresel ekono-
mik krizin yaşandığı 2008 yılı hariç hep fazla vermiştir. Bununla birlikte, T.C Kalkınma
Ajansı’nın 2009-2011 dönemini kapsayan Güney Kore-Japonya Çalışma Ziyareti Rapo-
ru sonuçlarına göre; Güney Kore’nin dış ticaretinde en fazla paya sahip olan üç ülke
Çin, ABD ve Japonya olarak sıralanmış olup, bu yıllar itibariyle; ihracatta en fazla paya
sahip olan ürünler, dolar cinsinden, elektronik elektrik ekipmanlar, en az paya sahip
ürünler bakır ve bakırdan eşya olarak belirtilmiştir. Buna karşılık ithalatta en fazla paya
sahip ürünler olarak mineral yakıtlar, yağlar, damıtma ürünleri ve elektrik elektronik
ekipmanları, en az paya sahip ürünler olarak da anorganik kimyasal, kıymetli metal b i-
leşik, izotoplar gösterilmiştir.181
Bu açıklamalardan sonra kriz sonrası Güney Kore sanayisinin göstermiş old u-
ğu gelişme ise şu şekilde özetlenebilir:182
Otomotiv sanayisi Güney Kore’nin en önemli sektörlerinin başında
gelmektedir. Dünya’daki örneklerin aksine Güney Kore otomotiv sana-
yisi özellikle Kuzey Amerika pazarını hedefleyerek ihracat amaçlı ku-
rulmuştur. Güney Kore’nin büyümesinde en etkili unsur olan ihracata
180
(Çevrimiçi) http://www.mfa.gov.tr/guney-kore_ekonomisi.tr.mfa, 26 Nisan 2013. 181
T.C. Karacadağ Kalkınma Ajansı, Güney Kore -Japonya Çalışma Ziyareti Raporu , 2012, s. 6. 182
Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, Kore Cumhuriyeti Ülke Bülteni, 2011, ss. 6-7.
113
dayalı yapısını korumak ve rekabeti engellemek için sektörü uzun süre
kontrollere tabi tutmuştur. Bunun sonucunda 1980’ler in sonunda Kia ve
Daewoo’nun sektöre girmesine izin vermiştir. 1998 yılındaki kriz sebe-
biyle yaşanan daralmanın ardından Güney Kore otomotiv endüstrisi bü-
yük bir değişim geçirmiştir. 1999 yılı sonunda Hyundai, Kia Motor ve
Asia Motors’un kontrolünü almış, 2000’de Renault Samsung Motors’u
alarak sektörde ilk yabancı sermayeli kuruluş olmuştur. Aynı yıl daha
sonra Daimler-Crysler Hyundai Motors’un %15 hissesini almış ve 2002
Nisan ayında da General Motors Daewoo hisselerini almıştır. Ayrıca
çelik sektörü, Güney Kore’nin büyük otomotiv, gemi yapımı ve inşaat
sektörü tedarikçisidir. Pohang Demir ve Çelik şirketi, ülkedeki çelik
sektörüne hakim durumdadır. Diğer taraftan, 2010 yılında Güney Kore
ilk elektrikli aracı hazır haliyle tanıtarak, dünyada seri imalata uygun
elektrikli araç üreten ikinci ülke olmuştur.
Güney Kore’nin ithalatının üçte birini sermaye malları oluşturmaktadır.
Samsung Elektronik ve diğer elektronik üreticisi şirketler elektronik çip
yapımı ve pazarlamasında ABD’li ve Japon rakiplerini üretim ve satış
rakamlarında geride bırakmış olmalarına rağmen bu ürünlerin
makinalarını hala ithal etmektedir. Güney Kore internet teknolojisi ile
ilgili üretimler ve ihracat, dünyayı yönlendiren teknoloji geliştirilmesi,
yaygın internet ve mobil iletişim cihaz kullanımı gibi unsurların da des-
teği ile bilgi teknolojileri açısından dünyada kendine sağlam bir yer
edinmiştir. Bilgisayar çipleri ve cep telefonu gibi bilgi teknolojisiyle
alakalı ürünler Güney Kore'nin ihracatının yüzde 30'dan fazlasını oluş-
turmakta ve 12 yaşın üstündeki hemen hemen her Koreli en az bir adet
cep telefonu sahibidir. Hemen hemen her evde ise geniş bant internet
bağlantısı mevcuttur. Koreli yarıiletkenler, cep telefonları, TFT-
LCD'ler ve diğer ürünler kendi alanlarında dünyanın en çok gelişmiş ve
en çok satan ürünler haline gelmiştir. Kore yarıiletkenleri, özellikle
flash hafızalar ve DRAM'ler dünya yarıiletken sektörünün önünde sek-
töre yön veren bir konumda bulunmaktadır. Kore dünyanın en büyük
114
iki RAM üreticisi olan Samsung Electronics ve Hynix Semiconductor
gibi firmalara sahiptir.
Güney Kore’de diğer bir önemli sanayi kolu gemi inşa sanayidir. Gü-
ney Kore Japonya’dan devraldığı dünya gemi inşaatı liderliğini 2010
yılında Çin’e kaptırmıştır.
115
SONUÇ
Ekonomik kalkınma, temelde insanoğlunun ekonomik koşullarının zaman içe-
risinde nasıl değiştiğini ve değiştirmek için neler yapabildiğini gösterir. Ancak, insano ğ-
lunun daha iyi bir yaşama olan gereksinimi, bizi sadece ekonomik olandan farklı, daha
geniş bir tanım yapmaya zorlar. Dolayısıyla ekonomik kalkınma tanımının içine sadece
ekonomik koşulların değil, şüphesiz bu koşulların da büyük ölçüde belirleyici olduğu,
insanoğluna ait sıkıntıların, acıların, açlığın ve hastalıkların, eğitimin, hak ve özgürlük-
lerin, kültürel açıdan yeterliliklerin ve yetersizliklerin, kısacası insanoğlunun yaşamı ile
ilgili unsurların girmesi gerekir. Bu nedenle, hem ekonomik hem de ekonomi-dışı fak-
törler, ekonomik kalkınma kavramı içerisinde bir arada değerlendirilmelidir.
Kalkınma ve GOÜ’ler ile ilgili sorunların ulusal ve uluslararası düzeydeki te-
mel ilgi odağı haline gelmesi İkinci Dünya Savaşı sonrasına rastlar. Bu duruma yol açan
temel nedenler iki savaş arasında ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan bir
dizi gelişmeye bağlanabilir. İki savaş arasındaki dönemde ulusal bağımsızlık hareketle-
rinin etkisiyle hızlı bir dekolonizasyon sürecine girilmiştir. Bu süreçte imparatorluklar
parçalanmış; koloni veya sömürge konumundaki birçok ülke bağımsızlığına kavuşmuş-
tur. Bağımsızlığını yeni kazanan ülkelerin temel amacı politik bağımsızlığı iktisadi ala-
na yaymak olmuştur. Ayrıca bağımsızlığını yeni kazanan ülkelerin diğer ülkelerle bir-
likte Birleşmiş Milletler çatısı altında bir araya gelmeleri ve gelişen kitle iletişim araçla-
rının yardımıyla halkların da birbirlerini daha yakından tanıma olanağına kavuşması,
değişik gelişmişlik düzeyindeki ülkelerin birbirlerinden haberdar olmalarına ve farklı-
lıkların bilincine varmalarına yol açmıştır. Hem GOÜ’ler, gelişmiş ülkelerin maddi re-
fah düzeyini daha yakından gözlemleyip, kendi gelişmişlik düzeylerinin bir yazgı olma-
dığını, yoksulluk ve sefaletten kurtulmanın olanaklı olduğunu düşünmüşler; hem de
gelişmiş ülkeler, GOÜ'lerin sorunlarıyla daha yakından ilgilenmenin zorunlu olduğunu
anlamaya başlamışlardır. Bu süreçte Kalkınma İktisadı da bir bilim dalı olarak ortaya
çıkmıştır.
Kalkınma İktisadı’nın özellikle ilk 15 yıldaki temel yaklaşımı, gerek kuramsal,
gerek uygulama alanında, ekonomik kalkınmayı büyümeyle özdeşleştiren, büyüme için
116
iç tasarruf ve dış yardımlar yoluyla hızlı sermaye birikimini ve devlet önderliğinde sa-
nayileşme yoluyla hızlı yapısal değişimi amaçlayan bir çerçeveye oturtulmuştur.
GOÜ’lerin kalkınma sorununun çözümlenmesi için İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra ortaya çıkan yaklaşımlardan Ortodoks yaklaşımlar; azgelişmişliği bu ülkelerin
kendi içsel koşullarına bağlamışlardır. Bu yaklaşımda gelişmiş ülkeler örnek alınmakta,
azgelişmişlik bu ülkelerde bulunup GOÜ’lerde bulunmayan bazı yapısal unsurlara ba ğ-
lanmaktadır. Ortodoks kalkınma teorileri Rostow’un safhalara göre kalkınma teorisi,
dengeli ve dengesiz kalkınma teorileri olmak üzere 3’e ayrılır. Gerek Rostow’un teorisi,
gerekse dengeli ve dengesiz kalkınma teorileri, GOÜ’lerin sanayileşme süreci içinde
beşeri sermaye ve teknolojik yetenek geliştirmeye yeterince önem vermediği ve devletin
eşgüdümünde gerçekleştirilmesi gereken stratejik sanayi ve teknoloji politikaları yerine
genel nitelikli ve etkisiz politikalara ağırlık verdiği için eleştirilmiştir.
Diğer bir yaklaşım olan Bağımlılık yaklaşımı ise; azgelişmişliği dışsal nedenle-
re ve yapısal bağımlığa atfetmiş ve merkez-çevre ilişkisine vurgu yapmıştır. Bu yakla-
şıma göre merkez çevreyi sömürmektedir. Bağımlılık Yaklaşımı’nda dış ticaret meka-
nizması ve yabancı sermaye yapısal bağımlılığın en temel unsurları iken, teknoloji için
de benzer bir yaklaşım sergilenmiştir. Teknolojinin özellikle fiziksel kısmı ön planda
tutulmuş ve transfer edilen teknolojinin GOÜ’lere maliyeti ve uygunluğu konularına
yoğunlaşılmıştır. Yaklaşıma göre, teknolojik gelişmenin itici gücü kabul edilen yatırım
malları sektörünün GOÜ’lerde yeterince olgunlaşmamış olması nedeniyle dışarıdan
transfer edilen fiziksel teknoloji, teknolojik bağımlılığın bir nedeni olarak yorumlanmış-
tır. Yatırım malları sektörünün yeterince oluşmadığı bu ülkelerde fiziksel teknoloji
transferiyle birlikte bir bağımlılık ortaya çıkarken, transfer edilen teknolojinin bilgi,
organizasyonel ve nitelik boyutunun da gelişemeyeceği varsayılmıştır. Böylelikle bu
ülkelerde teknolojik yeteneğin çok zayıf olduğu ve yerel teknolojilerden çok yabancı
teknolojilere yoğunlaşıldığına vurgu yapılmıştır. Ancak 1970’lerden sonra Bağımlılık
Kuramı’nın kabul ettiği bu olguların aksine, bazı ülkeleri inceleyen araştırmalar sonu-
cunda bu kuramın önemli bir dayanağı olan GOÜ’lerde teknolojik yeteneğin olmadığı
görüşü önemini kaybederek bu ülkelerde de teknolojik yeteneğin kazanıldığına ilişkin
bulgular tespit edilmiştir. Artık ekonomik ve sosyal kalkınmanın temelinde ana unsur
117
bilgi birikiminin ve yetişmiş insan gücünün olduğu genel kabul görmüş bir olgu haline
gelmiştir. Doğu Asya deneyimi, esas itibariyle 1970’li yıllara kadar hakim olan kalkın-
ma iktisadının teknolojiye yönelik vurgusunun gözden geçirilmesine neden olmuş, tek-
nolojiyi içselleştiren yeni iktisat teorileriyle birlikte bu konuda bir anlayış değişiminin
temellerini atmıştır.
Günümüzde dünya teknolojileri baş döndürücü bir hızla değişmekte ve ekono-
milerin giderek bütünleştiği bir küreselleşme süreci yaşanmaktadır. Bu süreç içinde
GOÜ’ler hızla yeni teknolojilerin nihai ürünlerinin kullanıcısı olmaktadır. Ancak tekno-
lojiyi yalnız kullanarak dönemin hakim teknolojilerini ve dolayısıyla gelişmiş ülkeleri
yakalayabilmek mümkün değildir. Teknolojik yetenekleri kazanmaya yönelik bir ka l-
kınma anlayışını ve uzun dönemli planlamayı gerekli kılan en önemli gerekçe uluslar
arası ticaretin ülkelerin kaynak yapısına göre şekillenen statik karşılaştırmalı üstünlükle-
re dayanmadığı gerçeğidir. Dolayısıyla GOÜ’lerin ancak teknolojik açığı kapatarak
uluslararası işbölümü içinde gelişmiş ülkelere yaklaşabilmeleri mümkündür. IMF ve
Dünya Bankası’nın önerdiği politikalara tamamen zıt uygulamalar sergileyen ve bir
anlamda Listçi politikaları uygulayarak dönemin hakim teknolojilerini yakalayıp daha
da yenilerini üretebilen ülkelerin yarattığı Doğu Asya Mucizesi bu konuda yeterli amp i-
rik veriler sunmuştur.
Teknoloji politikaları; teknolojik değişim sürecini etkilemek amacıyla devletin
ekonomiye müdahalesini içeren politikalar bütünü olarak tanımlanabilir. Yani devletin,
üretkenlik artışı ve ekonomik etkinlik gibi amaçlarla teknolojik değişim sürecine, tekno-
lojik değişimin yönü ve hızına müdahalesi söz konusudur. Bu anlamda teknoloji polit i-
kası, yatırım, eğitim, rekabet ve bölgesel gelişme politikalarını da içeren sanayi polit i-
kasının bir bileşenidir. Devletin teknoloji politikalarındaki başarısının en tipik örneği
Doğu Asya ülkelerinde ortaya çıkmaktadır. Asya mucizesini gerçekleştiren bu ülkelerde
devletin oynadığı rol farklılıklar göstermekle birlikte, bu ülkeler piyasa mekanizmasını
ortadan kaldırmadan, aynı zamanda tamamen başıboş da bırakmadan kalkınma hedefle-
rine piyasayı yöneterek ulaşmışlardır.
Kalkınmacı devlet kavramı günümüzde Güney Kore başta olmak üzere diğer
Asya Pasifik ülkelerinin kalkınmasını açıklamaya yönelik kullanılan merkezi kavramla-
118
rın başında gelmektedir. Güney Kore, Singapur, Tayvan, ve Hong Kong gibi birinci
kuşak Doğu Asya ülkeleri kalkınmacı devletin en temel aracı olan sanayi politikaları
sayesinde hızla sanayileşmişler, 1960’lı yıllardaki tarıma dayalı üretim yapıları 1990’lı
yıllara gelindiğinde hızla değişerek yüksek teknolojilere dayalı bir üretim yapısına dö-
nüşmüştür.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Doğu Asya en dinamik ekonomilerin bulund u-
ğu yer olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1950’lerde yeniden toparlanıp eski
gücüne kavuşmaya çalışan Japonya ile birlikte 1960’larda Hong Kong, Singapur, Ta y-
van ve Güney Kore çarpıcı bir ekonomik gelişme göstermiş, bunları ikinci dalga olarak
Tayland, Endonezya, Malezya gibi yoksul Doğu Asya ekonomileri izlemiştir. Ülkeden
ülkeye farklılıklar ve önemli sapmalar gösterse de bölgesel çerçevede Doğu Asya Muc i-
zesi kapsamındaki ülkelerin model oluşumunda bazı ortak özellikleri ortaya koydukları
bir gerçektir. Sapmalar, ülkenin kendine özgü özelliklerinden kaynaklandığı gibi izlenen
temel stratejiden de kaynaklanmıştır.. Bu nedenle bölge ülkelerinin gelişme ve büyüme-
lerini simgeleyen tek bir prototip modelden söz etmek mümkün olmamakla birlikte,
genel kalkınma politikalarında izledikleri strateji benzerliği ve çok sayıda ortak para-
metrenin varlığı, bize bu mucizenin kaynağında yer alan faktörler konusunda önemli
ipuçları vermektedir.
Doğu Asya mucizesini gerçekleştiren ülkelerden en dikkat çekici gelişmeyi
Güney Kore göstermiş ve Asya’nın en hırslı ülkesi olarak nite lendirilmesine neden ol-
muştur. 1910 yılındaki Japon işgalinden, Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda yenilg i-
ye uğrayarak Kore Yarımadası’nı terk etmesine kadar geçen 40 yıla yakın bir zaman
diliminde Kore daha çok Japonya’ya zirai ürünler ihraç eden bir ülke konumunda ol-
muştur. 1948 yılında yeni kurulmuş sömürge sonrası bir ülke olarak varlığını devam
ettirmeye çalışırken patlak veren Kore Harbi, ülkenin zaten kötü durumda olan şartla-
rının savaş sürecindeki kayıplarla ve yıkımlarla daha da kötüleşmesine sebep ol-
muştur. Örneğin tersanelerin yüzde 80’i ve tekstil dokumacılığının yüzde 50’si savaş
sırasında kaybedilmiştir. Kore Harbi, Japonlarca inşa edilen endüstriyel tesislerin yı-
kılmasına, Kore’nin önemli bir ihracat ortağı olan Japon pazarının istikrarsızlaşması-
na, enerji kaynaklarının ve ağır sanayi tesislerinin Kore yarımadasının kuzeyinde,
119
hafif endüstrilerin ve ziraatın ise güneyinde kalmasına sebep olmuştur. Savaş sonrası
dönemin en belirgin özelliği uzun vadeli ekonomik kalkınmadan ziyade harap haldeki
ülkeyi yaşanabilir hale getirme gayretleri olmuştur. Özellikle kırsal kalkınma ve işsiz-
likle mücadele hükümetin öncelikli politikaları arasında yerini almıştır.
1948 yılında kurulan Güney Kore’nin ilk devlet başkanı olan Syngman Rhee
hükümetinin ilan ettiği gelişme hedefi, Güney Kore’nin ithal ikamesi aracılığıyla uzun
vadeli büyük çaplı ithalata bağımlılıktan kurtulmasını ve buna paralel olarak yerli bir
ağır sanayi ile ekonominin kalkınması için gereken yatırım mallarını ülkede üretmeyi
öngörmüştür. Bu strateji, Amerikalı ekonomik danışmanların bu stratejiyi reddetmesi,
bu iddialı modelin ilk kıvılcımı olarak dış yardıma bağımlı olması, ithal ikamesinin ha l-
kın kalabalık yığınlarının potansiyel talebine değil, yüksek gelirli tabakalar ın tüketim
ihtiyaçlarına öncelik vermesi yani ağırlıkla lüks malların vb. ithalatından oluşması yü-
zünden yanlış oluşturulması nedeniyle başarısız olmuştur. Chang ve Park hükümetleri
de başlangıçta buna benzer bir modelle ortaya çıkmışlar; ancak çok geçmede n önce
ABD ve daha sonra Japonya’dan gelen baskı soncunda, kendi kendini besleyen bu ge-
lişme programından giderek daha fazla uzaklaşmak zorunda kalmışlardır. Özellikle Park
hükümeti çareyi bedeli ne olursa olsun ihracat yapma politikasında görmüştür. Amaç,
ithal edilen hammaddelerdeki fiyat artışlarını karşılamak ve 1960’ların ilk yıllarındaki
durgunluk döneminden sonra ülkenin ekonomisini yeniden canlandırmak olmuştur.
Güney Kore’nin 1960’larda başlattığı sanayileşme hamlesinde hiç şüphesiz,
kalkınma planları ve kalkınmacı devlet anlayışının büyük payı olmuştur. 1962-66 yılla-
rını kapsayan BBYKP; kendi kendine yetebilen bir sanayi yapısı oluşturabilmek için
atılacak ilk adımları içermiştir. Elektrifikasyon, gübre sanayi, petrol rafinerileri, sentetik
elyaf ve çimento sanayi özellikle vurgulanan konular olmuştur. 1967-71 dönemindeki
İBYKP; sanayinin modernize edilmesi ve aynı zamanda demir-çelik, makine imalat ve
kimya sanayileri başta olmak üzere ithal ikameci sanayinin hızlı bir şekilde kurulmasını
hedeflemiştir. 1972-76 arasındaki ÜBYKP’da ağır ve kimya sanayinin geliştirilmesi
amaçlanmış; demir-çelik, nakliye araç ve makineleri, gemi inşaatı, petro- kimya ve
elektrikli ev aletleri de diğer önem verilen konular olmuştur. Bu plan döneminde ağır
sanayi ve kimya sanayi kuruluşları yeni sanayi kollarına ham malzeme ve ayni sermaye
120
tedarik etmek ve yabancı sermayeye bağımlılığı asgariye indirmek için gayret göste r-
mişlerdir. Kalkınma ve sanayileşmenin Seul ve çevresinden uzakta az gelişmiş yörelere
yayılabilmesi ve buralardaki halka iş olanakları yaratılması amacıyla, yeni ve kritik sa-
nayiler Kuzey Kore sınırından uzakta ve Kore yarımadasının güneyindeki yörelerde
kurulmuştur.
1977-81 dönemindeki DBYKP, sanayinin dünya pazarında etkin bir şekilde re-
kabet edebilecek şekilde yapılandırılmasını teşvik eden unsurları kapsamıştır. Bu ana
stratejik sanayi kolları; makine imalatı, elektronik ve gemi inşaatı gibi teknoloji yoğun
ve kaliteli işgücü gerektiren sanayilerdir. Planda demir çelik, petro kimya ve diğer me-
taller ile ilgili sanayiler özellikle vurgulanmıştır. 1982-86 yılları arasındaki BşBYKP,
sanayi faaliyetlerinde ağır sanayi ve kimya sanayinden, hassas makineler, elektronik ve
bilişim gibi teknoloji yoğun sanayi kollarına yönelmeyi hedeflemiştir. Böylece dünya
pazarlarında yoğun talebi olan ileri teknoloji ürünlerinin ihracatı bu planda önem verilen
konulardan biri olmuştur. 1987-91 döneminde uygulanan ABYKP’nda ise bir önceki
plan hedeflerinin devamı esas alınmıştır. 1992-96 yıllarındaki son kalkınma planı olan
YBYKP’nda, bilgisayar kullanımının giderek arttırılması ve enformasyon sanayiinin
geliştirilmesi, bütün piyasalarda serbestleşmeye gidilmesi, ekonomide devletin rolünün
minimum düzeye indirilmesi, vb. amaçlanmıştır. YBYKP, Güney Kore’nin 1997’de
krize girmesinin en önemli nedeni olarak görülmüştür. YBYKP’dan sonra 1997 yılında
Asya krizi ortamında Güney Kore’de beş yıllık orta vadeli plan uygulamalarına son ve-
rilmiş ve bunun yerine kısa vadeli programlar uygulanmıştır.
Güney Kore’de 1960’lı yıllardan itibaren gerçekleştirilen sanayi politikalarıyla
bütünleşmiş bilim ve teknoloji politikaları; bilim ve teknolojinin planlanması, bilimsel
ve teknolojik altyapının oluşturulması, teknoloji transferinin merkezden denetlenmesi,
DYY’ların teknoloji transfer aracı olarak kullanılmasından kaçınılması, büyük firmalara
teknoloji transferi ve üretiminde ciddi rollerin verilmesi, teknoloji transferinin ileri tek-
noloji ile sınırlı tutularak geleneksel teknolojilerin ülke içinde geliştirilmeye çalışılması
gibi ilkelere uygun şekilde yürütülmüştür. Güney Kore’de bilim ve teknoloji politikala-
rının gelişimiyle ilgili olarak şunlar da ifade edilebilir: Bilim ve teknoloji kurumlarında
politikalar ekonominin pratik öncelikleri dikkate alınarak saptanmıştır. Güney Kore
121
hükümeti, büyük projelerle işbirliği içinde olan yabancı firmaları yerli firmalarla işbirli-
ğine zorlayarak teknolojik öğrenmeyi kolaylaştıran düzenlemeler yapmıştır. Teknolojik
öğrenme sürecinde yabancı uzmanlardan (özellikle Japonlar) yararlanılmıştır. Güney
Kore’nin ABD ve Japonya ile olan ilişkileri teknolojik gelişmeyi olumlu etkilemiştir.
Özellikle iki ülke arasındaki kültürel yakınlık Japonlardan öğrenmeyi kolaylaştırmış ve
bu durum Güney Kore’yi motive etmiş, batıdan alınamayan yeni teknoloji Japonlar sa-
yesinde elde edilebilmiştir. En önemlisi ise, Güney Kore, teknolojik öğrenme sürecinin
gerektirdiği deneme-yanılmalardan yılmamış ve başarı için inatla yapılması gerekenleri
yapmaya çalışmıştır.
Teknoloji edinimi ve uyarlanmasıyla yetinmeyen Güney Kore, aktif öğrenme
modelinin önemli bir örneğidir. Güney Kore’de bu modelde devlet aktif bir rol oynamış,
teknolojik öğrenmeyi ve imalat sektöründe yerel teknolojik yetenek geliştirmeyi teşvik
etmiş; stratejik sanayileri ve rekabet gücü kazandıracak anahtar teknolojileri çeşitli ön-
lemlerle desteklemiştir. Hızlı sanayileşmesinde aktif sanayi politikasının önemli etkisi
olan ülkede devletin, seçici ve fonksiyonel müdahaleleri söz konusu olmuştur. Yerel
girişimleri desteklemek için yapılan doğrudan müdahaleler yanında; altyapı inşası ve
genel ve teknik beceri edinimini sağlamak üzere yöntemler geliştirilmiştir. Güney Ko-
re’de teknolojik çaba, doğrudan destekler, vergi muafiyeti, teknolojik gelişme fonları,
ar-ge harcamaları ve araştırma sonuçlarını ticarileştirmek için firmalara yapılan yardım-
lar gibi değişik yöntemlerle teşvik edilmiştir.
Diğer taraftan, 1990’larla birlikte kalkınmacı devlet anlayışından kısmen uzak-
laşılması ve kalkınmada planlamanın rolünün terk edilmesi ülkenin krize sürüklenmes i-
ne neden olmuş ve ülkenin yükselişini kısa süreli kesintiye uğratmıştır. Bu krizin en
önemli nedeni Washington Mutabakatı olarak gösterilmiştir. 1990’lı yıllarda Güney
Kore’de, ABD ve IMF’nin dayattığı politikalarla sermaye hesabının serbestleşmesine
yönelik uygulamalara geçilmiştir. Tasarruf oranları oldukça yüksek olan Güney Kore de
dahil olmak üzere Doğu Asya ülkelerinin bu uygulamalara geçmesi Asya krizinin hazır-
layıcı nedenleri olarak görülmüştür. 1990’ların başından itibaren bu politikaların uygu-
lanmasıyla birlikte Güney Kore’de EPK önce sınırlandırılmış, daha sonra kaldırılmıştır.
122
Temmuz 1997’de Tayland’da başlayan kriz aynı yılın sonlarında Güney Kore
ekonomisini vurmuş ve Tayland’dakine benzer bir yol izlemiştir. Chaebol diye adland ı-
rılan büyük holdinglerin dış borçlarını ödeyemeyeceklerinden korkan başta Japon ya-
bancı bankalar, kredilerini uzatmamaya ve yeni kredi vermemeye başlamış, yabancı
yatırımcılar Seul borsasındaki paralarını çekmeye başlamışlardır. Bu yaklaşımlar Güney
Kore’nin parası won üzerinde büyük baskı yaratmıştır. Hükümetin baskılara dayanama-
yıp, won’un değerini düşüreceğini düşünen yabancı spekülatörler ilerideki tarihler için
uzun won satışına başlamışlardır.
Güney Kore ekonomisinin tepe taklak olması, sadece Tayland’da baş gösteren
spekülatif bir paniğin bulaşıcı etkilerine bağlanamaz. Güney Kore’nin krize direncini
kıran konjonktürel gelişmelere ve yapısal zaaflarına da göz atılması gerekir. Ortamdaki
gelişmelerin başında Doğu Asya’da özellikle 1985’den sonra belirginleşen bir kapasite
fazlası görülmektedir. Ülkenin başka bir zayıf noktası da 1960’lardan günümüze kadar
Güney Kore mucizesine imza atan Chaebol’lerin yapısal sorunlarıdır. Güney Kore’li
Chaebol’ler, Tayland’da ödeme krizine giren şirketlerin aksine yatırımlarını arsa ve bina
gibi spekülatif alanlara değil, üretken sanayi şirketlerine yapmışlardır. Hala aile şirketi
yapısında olan Chaebol’lerin patronları arasındaki rekabet, onları birçok benzer alanda
gereksiz yatırımlara sürüklemiş, karlılıktan çok pazar egemenliği hedeflenmiştir. Özel-
likle otomotiv, demir-çelik, yarı iletken ve kimya sektörlerinde, gereğinden fazla açıl-
mışlardır. Chaebol’ler soğuk algınlığına yakalanınca onları besleyen, hem onlarla hem
de devletle iç içe olan bankalar grip olmuştur. O yıllarda peş peşe patlayan ve politikacı-
larla bürokratları da içine alan skandallar, sisteme olan güveni temelden sarsmıştır.
Güneydoğu Asya kaynaklı bu kriz çok uzun sürmemiş, krizin en kötü dönemi
1999 yılı başlarında atlatılmıştır. Krizin kısa sürede atlatılmasında IMF’den alınan 58
milyar dolarlık yardım paketiyle birlikte 1998 başında ABD hükümetinin piyasalara
güvenin geri gelmesini beklemektense yabancı ticari bankalara Güney Kore’nin kısa
vadeli borçlarını sorunsuz çevirmeleri konusunda baskı yapmaları etkili olmuştur.
1997 de IMF ile yapılan anlaşmayla birlikte, 1998’in Ocak ayında Kim Young
Sam’den görevi devralan Kim Dae Jung bir reform paketini uygulamaya koymuştur. Bu
paketle birlikte finansal kurumlar ve Chaebol’ler yeniden yapılandırılmıştır. Diğer tara f-
123
tan, KOBİ’ler, özellikle de teknolojik ar-ge yapmayı hedefleyen girişimci işletmeler
desteklenerek gelişmeleri sağlanmıştır.
Güney Kore ekonomisi reformlara bağlı kalmak suretiyle beklenenden daha k ı-
sa sürede toparlanmıştır. IMF’le olan 3 yıllık stand-by anlaşması Aralık 2000’de sona
ermiştir. Kore’nin finansal durumu kriz sonrası hızla düzelmiştir. Düzenli cari işlemler
fazlası, DYY’lar ve portföy yatırımları ile döviz rezervi 2002 sonunda 121 milyar dola-
ra ulaşmıştır. Yüksek rezervler nedeniyle IMF kredisi belirlenen tarihten 3 yıl önce,
Ağustos 2001’de ödenmiştir. Bu da Güney Kore’yi borç alan ülke konumundan borç
ödeyen ülke konumuna getirmiş ve Asya krizi sonrası IMF desteğini bırakan ilk ülke
olmuştur. Bunun sonucunda da, Standard & Poors ve Moody’s gib i kredi derecelendir-
me kuruluşları ülkenin kredi notunu yükseltmiştir.
Görüldüğü gibi Güney Kore’nin 1960’lardan itibaren başlattığı sanayileşme sü-
recinde kalkınma planları ve kalkınmacı devlet anlayışının önemli rolü olmakla birlikte,
1990’lı yıllarda ülkede planlı kalkınma döneminin sona ermesi ve kalkınmacı devlet
anlayışından kısmen de olsa uzaklaşılması birçok Doğu Asya ülkesinin olduğu gibi Gü-
ney Kore’nin de krize sürüklenmesine sebep olmuştur. Doğu Asya ülkelerinin krizi kısa
sürede atlatmalarında kriz dönemine kadar gerçekleştirdikleri Asya mucizesi önemli rol
oynamıştır. Nitekim Asya mucizesi sayesinde krize yüksek gelir seviyesi, düşük enflas-
yon ve işsizlik oranlarıyla yakalanan bu ülkelerin halkları da IMF’nin acı reçetesine
dayanabilmişlerdir. Hükümetler de bu sayede popülist tedbirleri uygulayıp çöküşü dur-
durabilmişlerdir.
Son olarak; kriz sonrası Güney Kore’nin sanayisine bakıldığında; 1998 yılın-
daki kriz sebebiyle yaşanan daralmanın ardından Güney Kore otomotiv endüstrisi b ü-
yük bir değişim geçirmiştir. 1999 yılı sonunda Hyundai, Kia Motor ve Asia Motors’un
kontrolünü almış, 2000’de Renault Samsung Motors’u alarak sektörde ilk yabancı se r-
mayeli kuruluş olmuştur. Aynı yıl daha sonra Daimler-Crysler Hyundai Motors’un %15
hissesini almış ve 2002 Nisan ayında da General Motors Daewoo hisselerini almıştır.
Ayrıca çelik sektörü, Güney Kore’nin büyük otomotiv, gemi yapımı ve inşaat sektörü
tedarikçisidir. Pohang Demir ve Çelik şirketi, ülkedeki çelik sektörüne hakim durumda-
dır. Diğer taraftan, 2010 yılında Güney Kore ilk elektrikli aracı hazır haliyle tanıtarak,
124
dünyada seri imalata uygun elektrikli araç üreten ikinci ülke olmuştur. Ayrıca, Güney
Kore internet teknolojisi ile ilgili üretimler ve ihracat, dünyayı yönlendiren teknoloji
geliştirilmesi, yaygın internet ve mobil iletişim cihaz kullanımı gibi unsurların da deste-
ği ile bilgi teknolojileri açısından dünyada kendine sağlam bir yer edinmiştir. Bilgisayar
çipleri ve cep telefonu gibi bilgi teknolojisiyle alakalı ürünler Güney Kore'nin ihracat ı-
nın yüzde 30'dan fazlasını oluşturmakta ve 12 yaşın üstündeki hemen hemen her Koreli
en az bir adet cep telefonu sahibidir. Hemen hemen her evde ise geniş bant internet ba ğ-
lantısı mevcuttur. Koreli yarıiletkenler, cep telefonları, TFT-LCD'ler ve diğer ürünler
kendi alanlarında dünyanın en çok gelişmiş ve en çok satan ürünler haline gelmiştir. Öte
yandan, Güney Kore’de diğer bir önemli sanayi kolu gemi inşa sanayidir. Güney Kore
Japonya’dan devraldığı dünya gemi inşaatı liderliğini 2010 yılında Çin’e kaptırmıştır.
125
KAYNAKÇA
Kitaplar
Acar, Yalçın. İktisadi Büyüme ve Büyüme Modelleri. 5. Baskı. Bursa: Dora Basım Yayın Dağıtım, 2008.
Adda, Jacques. Ekonominin Küreselleşmesi. Sevgi İneci (çev). İstanbul: İletişim Ya-yınları, 2002.
Akman, Vedat. Modern Dünyada En Büyük Ekonomik Kriz: “Asya Krizi Sonrası
ve Muhtemel Etkileri”. 2. Basım. İstanbul: Rota Yayınları, 1998.
Başkaya, Fikret. Kalkınma İktisadının Yükseliş ve Düşüşü.İstanbul: İmge Kitapevi,
1994.
Birkan, Selahattin. Azgelişmiş Ülkeler Sosyal ve Ekonomik Kalkınma. İstanbul: Hamle Matbaası, 1960.
Dülgeroğlu, Ercan. Kalkınma Ekonomisi. 5. Basım. Bursa: Uludağ Üniversitesi Güç-lendirme Vakfı Yayını, 2000.
Eser, Uğur. Türkiye’de Sanayileşme . Ankara: İmge Yayınevi, 1993.
Freeman, Chris ve Luc Soete. Yenilik İktisadı. Ergun Türkcan (çev). Ankara: TÜBİ-TAK Yayınları, 2003.
Göker, Aykut. Bilim, Teknoloji ve Sanayi Üçlemesi.1. Baskı. İstanbul: Sarmal Yayı-nevi, 1995.
Gönel, Feride Doğaner. Kalkınma Ekonomisi. 1. Basım. Ankara: Efil Yayınevi, 2010.
İçen, Hüseyin. Kore Gerçeği. Ankara: Sevinç Yayınları, 2002.
Karabiber, Mustafa. Kore Kalkınmasının Temelleri ve Türk- Kore İlişkileri. Ankara:
Hazine Müsteşarlığı Matbaası, 1997.
Kaynak, Muhteşem. Kalkınma İktisadı. Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 4. Baskı.
Ankara: Gazi Kitapevi, 2011.
Kazgan, Gülten. Dışa Açık Ekonomik Büyüme . İstanbul: Altın Kitaplar Matbaası, 1985.
126
Keyder, Çağlar. Ulusal Kalkınmacılığın İflası. İkinci Baskı. İstanbul: Metis Yayınları,
1996.
Khwan, Kim. Kore Ekonomisi: Geçmişteki Performansı, Halihazır Reformlar ve
Gelecekteki Beklentiler. F. Nuray Altuğ (çev). İstanbul: T.C. Marmara Üni-versitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi- İktisat Bölümü Yazıları, 1991.
Kozlu, Cem. Türkiye Mucizesi İçin Vizyon Arayışları ve Asya Modelleri. 6. Baskı.
İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2003.
Luther, Hans Ulrich. Güney Kore Bir Model Olabilir Mi?. Erol Özbek (çev). 1. Baskı.
İstanbul: Belge Yayınları, 1984.
Öğütçü, Mehmet. Yükselen Asya. Ankara: İmge Kitapevi, 1998.
Parasız, İlker. Kalkınma Ekonomisi. Birinci Baskı. Bursa: Ezgi Kitapevi, 2005.
Prebisch, Raul. Kalkınma İçin Yeni Bir Dış Ticaret Politikasına Doğru. Erden Öney (çev). Ankara: Ankara Üniversitesi SBF Yayını, 1973.
Sabır, Hasan. Azgelişmiş Ülkelerde Rekabet ve Kalkınma. İstanbul: Derin Yayınları, 2010.
Seyidoğlu, Halil. Uluslararası İktisat: Teori, Politika ve Uygulama. 5. Baskı. İstan-
bul: İstanbul Matbaası, 1999.
Soyak, Alkan. Teknoekonomi. Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 2. Basım. İstanbul:
Der Yayınları, 2011.
Soyak, Alkan. İktisadi Planlama ve Türkiye Deneyimi. İstanbul: Der Yayınları, 2006.
Soyak, Alkan. Teknolojik Gelişme ve Özelleştirme . İstanbul: Kavram Yayınları, 1996.
Soyak, Alkan. Ekonomi ve Politikada Ulusal Tavır. İstanbul: Derin Yayınları, 2011.
Sönmez, Atilla. Doğu Asya Mucizesi ve Bunalım: Türkiye İçin Dersler. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2001.
Şenses, Fikret (hzl). Kalkınma İktisadı Yükselişi ve Gerilemesi. 4. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları, 2007.
Taymaz, Erol. Ulusal Yenilik Sistemi: Türkiye İmalat Sanayiinde Teknolojik Deği-
şim ve Yenilik Süreçleri. Ankara: TÜBİTAK/TTGV/DİE Ortak Yayını, 2001.
Uzun, Ayşe Meral. Kore’nin Yükselişi: Kozmik Dairenin İktisadi Sırları. 1. Baskı.
Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 2010.
Weiss, Linda ve M. John Hobson. Devletler ve Ekonomik Kalkınma. Kıvanç Dündar
(çev). 1. Baskı. Ankara: Dost Kitapevi, 1999.
127
Yörükoğlu, Rıza. Doğu Asya Krizi. 1. Baskı. İstanbul: Alev Yayınları, 1998.
Yülek, Murat. Asya Kaplanları, Sanayi Politikaları ve Kalkınma. 1. Baskı. İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım, 1998.
Süreli Yayınlar
Ağır, Hüseyin. “Türkiye ile Güney Kore’de Bilim ve Teknoloji Politikalarının Karşılaş-tırması”. Bilgi Ekonomisi ve Yönetim Dergisi. Cilt 5, Sayı 2, 2010, ss. 43-55.
Alpar, Cem. “İhracata Dayalı Sanayileşme”. Ekonomik Yaklaşım Dergisi. 1982, ss. 121-135.
Atay, Erhan. “Krizden İnovasyona Güney Kore Örneği”. Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi. Cilt 2, Sayı 32, Nisan 2012, ss. 239-254.
Çalışır, Mustafa ve Ahmet Gülmez. “Teknoloji Politikası Çerçevesinde Ekonomik Geli-
şim: Türkiye-Güney Kore Karşılaştırması”. Akademik İncelemeler Dergisi. Cilt 5, Sayı 1, 2010, ss. 23-55.
Çalışkan, Özgür. “ Dünya Yatırım Raporu- 2002 Çerçevesinde Doğrudan Yabancı Yatı-
rımlar Üzerine Değerlendirmeler”, DTM Dergisi, 2003.
Çelik, Neslihan. “Gelişmekte Olan Ülkelerin Sanayileşme Süreçlerinde Teknolojik Ö ğ-
renme Deneyimleri: Güney Kore Örneği ve Çin’in “Yetişme” Çabaları”. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi. Cilt 8, Sayı 28, 2009.
Doğan, Adem ve Nazım Öztürk. “Yeni Kalkınma Kuramları”. Bütçe Dünyası Dergisi.
Cilt 1, Sayı 33, 2010, ss. 35-55.
Egeli, Hüseyin Avni. “Dış Ticaret Açısından Sanayileşme Stratejileri ve Türkiye Aç ı-sından Değerlendirilmesi” Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Cilt
7, Sayı 3, 2001, ss. 149-161.
Emre, Zeynep ve Ekin Fıkırkoca. “Güney Kore ve Türkiye Sermaye Piyasaları”.
TSPAKB Yayınları, Yayın No 14, Nisan 2004.
Ersun, Cengiz ve Sezer Özlenen. “Güney Kore İhracat Pazar Araştırması”. İTO Yayını, Yayın No 1991-1, 1991.
Ersungur, Mustafa. “İktisadi Kalkınma ve Teknoloji”. Atatürk Üniversitesi İİBF Der-
gisi. Cilt 10, Sayı 3-4, 1994, ss. 41-56.
Eşiyok, B. Ali. “Türkiye İçin Bir Kalkınma Stratejisi Çerçeve Önerisi”. Türkiye Kal-
kınma Bankası Yayını. Sayı 56, 2010.
128
Freeman, Chris. “Yeni Teknoloji ve Yetişme Sorunu”. Aykut Göker (çev). Endüstri
Mühendisliği Dergisi. Cilt 2, Sayı 10, 1989.
Gökel, İsmail ve Mesut Aslantaş. “ Teknoloji Transferi: Türkiye İçin Bir Model Dene-
mesi”. DTM Dergisi. Ekim 1997, ss. 34-41.
Göker, Aykut ve Nurdan Dizdaroğlu. “Bilim ve Teknoloji Yönetim Sistemleri Ülke Örnekleri ve Türkiye”. TÜBİTAK, BTP 96/01, Mayıs 1996, ss. 79-85.
Göktaş, Abdülkadir. “Güneydoğu Asya Krizinin Maliye ve Para Politikası Açısından Sonuçları”. Maliye Dergisi. Sayı 133, Ocak- Nisan 2000.
Güleç, Mustafa. “Tayvan’ın Ekonomik Kalkınması”. Dünyada ve Türkiye’de Ekono-
mik Gelişmeler. Ocak 2003, ss. 23-42.
Gürdoğan, Nazif. “Ekonomik Kalkınmada Bilimsel ve Teknolojik Bilgi Üretimi”. Bilim
ve Teknik Dergisi. Ocak 1988.
Gürlük, Serkan. “Sürdürülebilir Kalkınma Gelişmekte Olan Ülkelerde Uygulanabilir
Mi?”. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi. Cilt 5, Sayı 2, 2010, ss. 85-99.
İlyas, Atilla İmrahor. “Asya Krizi: Uzakdoğu Finans Krizinin Türkiye Ekonomisi Üze-
rindeki Etkileri”. İTO Yayınları, Yayın No 1998- 47, 1998.
Kafaoğlu, Arslan Başer. “Ekonomide Yeni Lider Bölge: Doğu ve Güneydoğu Asya-II”.
Bilim ve Ütopya Dergisi. Sayı 107, Mayıs 2003, ss. 26-38.
Kayacıklı, Tamer (hzl). “Güney Kore”. İTO Yayınları. Yayın No 1978-1, 1978.
Kutanis Rana Özen ve Tülin Tunç. “Güney Kore Örgüt Kültürü: Konfüçyanizm’in Etk i-
leri Açısından Bir Değerlendirme”. Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bi-
limler Fakültesi Dergisi. Sayı 35, Mayıs 2010, ss. 55-75.
Lane, D. Timothy. “Asya Finans Krizi- Ne Öğrendik”. Lale Alkınoğlu (çev). Dokuz
Eylül Üniversitesi İİBF Dergisi. Cilt 15, Sayı 1, 2000.
Mıhçı, Hakan. “Kalkınma: Bir Terim Neyi Anlatır?. Ekonomik Yaklaşım Dergisi. Cilt
7, Sayı 23, 1996, ss. 65-86.
Oğuztürk, Bekir Sami. “Güney Kore’nin Kalkınmasında İnovasyonun Rolü”. Süleyman
Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi. Cilt 3, Sayı 5, 2011, ss. 48-53.
Öksüz, Suat. “Doğu Asya Mucizesinin Dünü ve Krizin Bugünü Türkiye İçin Bazı Çıka-rımlar”. Ege Akademik Bakış Dergisi. Cilt 1, Sayı 1, 2001, ss. 39-64.
Öniş, Ziya ve Fikret Şenses. “Küresel Dinamikler, Yurtiçi Koalisyonlar ve Reaktif Dev-let: Savaş Sonrası Türkiye’nin Kalkınmasında Önemli Politika Dönüşümleri”. ODTÜ Gelişme Dergisi. Sayı 34, 2007.
129
Pak, N. Kemal ve Ergun Türkcan. “Türkiye- Güney Kore Kalkınma ve Teknoloji Politi-
kaları”. Cumhuriyet Bilim Teknik, Temmuz 2000.
Saçık, Sinem Yapar. “Dış Ticaret Politikası ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Teorik Aç ı-
dan Bir İnceleme”. KMU İİBF Dergisi. Cilt 11, Sayı 16, Haziran 2009, ss. 162-171.
Soyak, Alkan. “Doğu Asya’da Teknolojik Yetenek ve Sınai Derinleşme: GOÜ’ler İçin
Sanayi Politikası Sonuçları”. M.Ü. İİBF Dergisi (Prof. Dr. Halil
Nadaroğlu’na Armağan Sayı). Cilt XIV, Sayı 1, 1998, ss. 355-376.
Şen, Ali. “İktisadi Kalkınmada Devlet- Piyasa Nispi Rollerine İlişkin Tartışmalara “Washington Sonrası Konsensüs” Son Noktayı Koydu Mu?”. Atatürk Üniver-
sitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Cilt 6, Sayı 2, 2005, ss. 325-342.
Şen, Ali. “Washington Konsensüs ve Gelişmekte Olan Ülkeler Sorunları: Eleştirel Bir Değerlendirme”. Süleyman Demirel Üniversitesi İİBF Dergisi. Cilt 10, Sayı
2, 2005, ss. 181-200.
Taymaz, Erol. “Sanayi ve Teknoloji Politikaları: Amaçlar ve Araçlar”. ODTÜ Gelişme
Dergisi. Cilt 20, Sayı 4, 1993, ss. 549-580.
Telatar, Erdinç. “İstikrar Politikalarında Nominal Çıpa Seçimi ve Uygulama Sonuçları”. Hacettepe Üniversitesi İİBF Dergisi. Cilt 18, Sayı 2, 2000.
The Economist Dergisi. A Voice For The Poor. Mustafa Acar (çev). Sayı 3, 2002.
Tıraş, H. Hayrettin, “Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre: Teorik Bir İnceleme”. Kahra-
manmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi. Cilt
2, Sayı 2, 2012, ss. 57-73.
Tuncel, Cem Okan. “Finansal Liberalizasyon ve Kürese Krizin Yapısal Nedenleri: Ge-lişmekte Olan Ülkeler İçin Dersler”. Finans Politik & Ekonomik Yorumlar
Dergisi. 2012, ss. 1-27.
Tüylüoğlu, Şevket. “Küreselleşme Sürecinde Kalkınma Politikaları ve Devletin Zayıf-
layan Rolü”. Süleyman Demirel Üniversitesi İİBF Dergisi. Cilt 9, Sayı 1, 2004, ss. 257-280.
Tüylüoğlu, Şevket ve Burak Karalı, “İnsani Kalkınma Endeksi ve Türk iye İçin Değer-
lendirilmesi”. SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi. 2005, ss. 53-87.
Yavilioğlu, Cengiz. “Geri Kalmışlık Olgusu ve Ekonomistik Kalkınma Teorileri”. C.Ü.
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi. Cilt 3, Sayı 2, 2002, ss. 49-70.
Yavuz, Gülin. “Washington Uzlaşması Sonrasında Dünya Bankasından Bir Açılım Öne-
risi: “Kapsamlı Kalkınma İçin Çerçeve”””. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi. Cilt 3, Sayı 9, 2007, ss. 181-196.
130
Yay, Turan, Gülsüm Gürkan Yay ve Ensar Yılmaz. “Küreselleşme Sürecinde Finansal
Krizler ve Finansal Düzenlemeler”. İTO Yayınları, Yayın No 2001-47, 2001.
Yiğidim, Arslan. “Doğu Asya’da Döviz Kuru Krizi ve IMF’nin Yaklaşımı”. Ekonomik
Yaklaşım Dergisi. Cilt 10, Sayı 32, 1999, ss. 87-96.
Diğer Kaynaklar
Alpaslan, Barış, K. Eser Afşar ve Utku Akseki. “Neoliberal Politikalar- Ulusal Bilim ve
Teknoloji Politikaları Ekseninde Türkiye ve Avrupa Birliği: Türkiye’nin Çev-releşmesi”, İzmir: 2. Ulusal İktisat Kongresi,. 20-22 Şubat 2008, ss. 1-27.
Çelik, Neslihan. “Küreselleşme Sürecinde Gelişmekte Olan Ülkelerde Teknolojik Ge-
lişme ve Devletin Rolü”, Yayınlanmamış Doktora Tezi. Marmara Üniversite-si, SBE, 2006.
Demir, Bülent. “Güney Kore’nin Ekonomik ve Teknolojik Gelişim Süreci- Bölge Ülke-leri ve Türkiye İle Olan Stratejik Yaklaşımları”, Yayınlanmamış Yüksek Li-
sans Tezi, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, SBE, 2006
Deniz, Müjgan Hacıoğlu ve Elif Haykır Hobikoğlu, “Cinsiyete Göre Gelişme Endeksi Çerçevesinde Kadın İstihdamının Ekonomik Değerlendirmesi: Türkiye Örne-
ği”, International Conference On Eurasian Economies . 2012, (Çevrimiçi) www.eecon.info/papers/546.pdf, 26 Nisan 2013.
Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu. Kore Cumhuriyeti Ülke Bülteni. İstanbul, 2011.
Ekonomik Araştırmalar Dairesi Ekonomik Araştırmalar ve Değerlendirme Genel Mü-dürlüğü. “Doğu Asya Krizi”. Dış Ticaret Dergisi, Mart 1998.
Eser, Emre. “Türkiye’de Uygulanan Yatırım Teşvik Sistemleri ve Mevcut Sistemin Ya-
pısına Yönelik Öneriler”, T.C Başbakanlık DPT Müsteşarlığı Uzmanlık Te-
zi. Ankara, 2011.
Göker, Aykut. Serbest Pazar Ekonomisi Ülkelerinde Sanayileşme-Teknolojiye Ye-
tişme Politikaları ve Devletin Rolü. Ankara: Makine Mühendisleri Odası Ya-yını, Ocak 1993.
Göker, Aykut. Pazar Ekonomilerinde Bilim ve Teknoloji Politikaları ve Türkiye . Ankara: TMMOB 50. Yıl Yayınları, 2004.
Göker, Aykut. “Niçin Bilim ve Teknoloji Politikası Tarihsel Gelişim Dünya Örnekleri ve Türkiye”, TÜBİTAK Bilim Kurulu, Ankara: Eylül 1998, ss. 1-40.
131
Gönel, Feride Doğaner. “Güney Kore-Türkiye Planlı Kalkınma Deneyimlerinin Karşı-
laştırması”, 2001. Yıldız Teknik Üniversitesi, İİBF. (Çevrimiçi) http://www.yildiz.edu.tr/~gonel/akademikdosyalari/yayinlar/planlikalkinma.pd,
30 Ocak 2013.
KDI ve TTGV. Türkiye Ulusal Teknoloji ve Yenileşim Kapasitesinin Geliştirilmesi
İçin Modeller. Mayıs 2009. (Çevrimiçi) www.ttgv.org.tr/content/docs/final-
report_turkey-ksp_web.pdf, 15 Şubat 2013.
Lakeç, Onur. “İnsani Kalkınma Süreci ve Türkiye’nin İnsani kalkınma Düzeyinin Se-
çilmiş Ülkelerle Karşılaştırılması”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Anadolu Üniversitesi, SBE, 2006.
Okan, Okşan “Güney Kore’nin Kalkınma Modeli ve Türkiye”, Yayınlanmamış Yük-
sek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, SBE, 1998,
Öz, Sumru. “Küresel Rekabette Son Aşamaya Ulaşmak: Güney Kore”, TÜSİAD Sa-
bancı Üniversitesi Rekabet Forumu. İstanbul, Kasım 2008.
Özyol, Arzu. “Sürdürülebilir Kalkınma”, (Çevrimiçi) www.hydra.com.tr/uploads/kutup9.pdf, 26 Nisan 2013
Sarıay, M. A. İbrahim. “Güney Kore Kalkınma Modeli, Güney Kore Devleti’nin Ka l-kınmadaki Rolü ve Örnek Bir Ülke Olarak Türkiye’ye Uygulanabilirliği”, Ya-
yınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Kırıkkale Üniversitesi, SBE, 2006.
Siso, Şebnem. “Kalkınma ve Rekabetin İtici Gücü Olarak Teknoloji Politikalarının Önemi ve Türkiye’de Uygulanabilirliği”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Te-
zi. Marmara Üniversitesi SBE, 2008.
Sürel, Haluk. Güney Kore’de Teknolojik Kapasitenin Gelişimi. Ankara: DPT Yayını, Aralık 1994.
Tarakçıoğlu, Gülay Babadoğan. Güney Kore Cumhuriyeti Ülke Raporu. Ankara: 2011.
TMMOB. “Ülke Örnekleri İle Kalkınma ve Sanayileşme Modelleri”, Sanayi Kongresi
Oda Raporu. Ankara: 2007.
TÜBİTAK. Teknoloji Öngörüsü ve Ülke Örnekleri Çalışma Raporu. Ankara: Aralık
2001.
T.C. Karacadağ Kalkınma Ajansı. Güney Kore- Japonya Çalışma Ziyareti Raporu.
Diyarbakır: 2012.
T.C Seul Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği. Kore Cumhuriyeti. Seul: 2012.
T.C Seul Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği. Güney Kore Raporu. Seul: Ocak 2004.
132
Uğurel, Emine. “1990-2002 Yılları Arasında Yaşanan Ekonomik Krizler ve Türkiye
Ekonomisine Etkisi”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Dokuz Eylül Üniversitesi, SBE, 2003.
Var, Deniz. “Doğu Asya Ülkelerinin Kalkınma Sürecinde Sanayi ve Teknoloji Politik a-larının Rolü”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Marmara Üniversitesi, SBE, 2005.
(Çevrimiçi) http://www.wikipedia.org/wiki/Kore, 18 Ekim 2012.
(Çevrimiçi) http://www.koreli.net/teknoloji.htm, 26 Nisan 2013.
(Çevrimiçi) http://countrystudies.us/south-korea/47.htm, 26 Nisan 2013.
(Çevrimiçi) http://www.undp.org.tr/pressRelDocuments/faq_ihdi-TR_ece%20FU.pdf, 26 Nisan 2013.
(Çevrimiçi) http://www.turkmetaldergi.com/Yoksullukla-mucadelenin-stratejisi_makale_11.html, 26 Nisan 2013.