84

Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Halkın Devrimci Yolu dergisinin 4. Sayısı www.halkindevrimciyolu.org

Citation preview

Page 1: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)
Page 2: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)
Page 3: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Kad›nlar yürüyormücadele büyüyor

3332

eoliberal kapitalizme karşı hak mücadeleleri-nin en aktif öznelerinden biri kadınlar. Neoli-beralizmin mülksüzleştirme, işçileştirme veemeğin yeniden üretim alanına yönelik piya-salaştırma saldırısının odağında yer alan ka-

dınlar; yeni bir sınıf hareketinin kuruluş zemini olan hakmücadelelerinin içinde bu hareketin kurucu özneleri halinegeliyor. Kadınlar hak mücadelelerindeki militanlıkları vemücadeleye kattıkları zenginlikle emekleri üzerindeki gö-rünmezlik örtüsünü yırtıyorlar. Ancak elbette kadınlarınhak mücadelelerine aktif katılımı, kadın özgürleşme bilin-cinin ve mücadelesinin oluşması açısından tek başına yeter-li değil. Hak mücadelelerinin kadın özgürleşmesinin kuru-cu zeminlerinden biri olması, kadınların özgül talepleri vepolitik varlıklarıyla mücadelenin tamamının öznesi ve sü-rükleyicisi olmaları ve hak mücadelelerinin politik, pratik

ve ideolojik çizgisinin neoliberal kapitalizmle birlikte er-kek egemenliğini de ortadan kaldırmayı hedefleyen dev-rimci bir içerikte derinleştirilmesiyle mümkün.

Kadınların hak mücadelelerine aktif ve kitlesel katılımla-rıyla mücadelenin sürükleyicisi haline gelmeleri kadın öz-gürleşme mücadelesinin yeni gelişme dinamiklerini açığaçıkarırken, yeni bir emek hareketinin olanaklarını da göste-riyor. Bu yeni hareket, geleneksel emek hareketindeki, ya-şamın tamamında oluşan sermaye karşıtı mücadele zemin-leriyle bu mücadelelerin öznelerini sınıf hareketinin parça-sı olarak görmeyen; farklı ezilme/egemenlik biçimleriniönemsizleştirerek kadınların taleplerini öteleyen; sınıfın or-tak çıkarlarını kısa vadeli çıkarlar için göz ardı ederek sını-fı parçalayan yaklaşımlara rağmen gelişiyor. Neoliberal ka-pitalizme karşı hak mücadeleleri olarak boy veriyor. Ka-dınların hak mücadelelerine katılımı ise sosyal hak hare-

Yürürken biz, yürürken günün güzelli¤inde,

Karanl›k mutfaklara, gri fabrika kuytular›na,

Dokunur apans›z ç›kan güneflin tüm parlakl›¤›,

Ve duyar insanlar bizim flark›m›z›: Ekmek ve Güller! Ekmek ve Güller!

Yürürken biz, yürürken günün güzelli¤inde,

Karanl›k mutfaklara, gri fabrika kuytular›na,

Dokunur apans›z ç›kan güneflin tüm parlakl›¤›,

Ve duyar insanlar bizim flark›m›z›: Ekmek ve Güller! Ekmek ve Güller!

Yürürken biz, yürürken, erkekler için de savafl›r›z,

Çünkü kad›nlar›n çocuklar›d›r onlar, ve biz anal›k ederiz yine onlara.

Yaflamlar›m›z do¤umdan ölüme kan ter içinde geçmeyecek;

Kalpler de ölür açl›ktan bedenler gibi; ekmek verin bize,ama verin gülleri de.

Yürürken biz, yürürken, say›s›z ölü kad›n da yürür bizimle

Ve bizim flark›m›zda duyulur yafll› 盤l›klar› ekmek için.

Küçük hünerleri, sevgiyi ve güzelli¤i bilirdi onlar›n kah›rl› ruhlar›.

Evet kavgam›z ekmek için, ama güller için de.

Yürürken biz, yürürken, daha güzel günleri getiririz,

Kad›nlar›n yükselifli insan soyunun yükselifli demektir.

Köle gibi çal›flma ve aylakl›k yok, on kiflinin çal›fl›p bir kiflinin yatt›¤›,

Paylaflal›m yaflam›n görkemini: Ekmek ve güller, ekmek ve güller.

Yaflamlar›m›z do¤umdan ölüme kan ter içinde geçmeyecek;

Kalpler de ölür açl›ktan bedenler gibi; ekmek verin bize,ama verin gülleri de.

Ekmek ve Güller- James Oppenheimer

Ekmek ve Güller Marfl› Lawrence Grevi’nde kad›nlar›n direniflininsimgesi oldu. Grev ,“Ekmek ve Gül” grevi olarak an›ld›.

NKad›nlar yürüyormücadele büyüyor

eğişim sloganıyla iktidara gelen Barack Oba-ma yönetimi ilk yılını doldururken, ABD em-peryalizminin Büyük Ortadoğu Projesi’yle(BOP) ortaya konan temel hedeflerde herhan-gi bir değişim olmadığı görülmektedir. Ancak

bu hedeflere ulaşma yolunda, değişen koşullara göre çatış-ma mekanlarında ve biçimlerinde bir dizi değişiklik öneçıkmaktadır. ABD emperyalizmi ne rakip ya da muhalif re-jimleri kuşatma/devirme/hizaya çekme siyasetinden ne deenerji kaynakları ve ucuz işgücü potansiyeliyle Ortado-ğu’yu yeni-sömürgeleştirmekten vazgeçmiştir. Ne var ki buhedeflere ulaşmak için BOP’un ilan edildiği George W.Bush döneminde başlatılan çatışmalar, kısmen başarıyaulaşarak misyonunu tamamladığı, kısmen de başarısızlığauğradığı için, amaçlarda değilse de araçlarda bir dizi deği-şiklik yapmak kaçınılmaz hale gelmiştir. Ortadoğu’nun ye-ni-sömürgeleştirilmesinde askeri araçların rolü görece geri-lerken, ekonomik ve diplomatik araçların rolü öne çıkmak-ta, emperyalist savaşın odağı da Ortadoğu’dan Güney As-ya’ya kaydırılmaktadır.

Irak’tan asker çekme süreci başlatılmış, İran ve Suriye ileuzlaşma siyaseti öne çıkarılmış, İsrail’in aşırı saldırgan tu-tumu karşısında görece sınırlayıcı bir tutum belirlenmiştir.Ancak Ortadoğu’dan çekilmekte olan, emperyalizm değil,ABD askeri kuvvetlerinin bir kısmıdır. Askeri aygıtın haki-miyet sağladığı ya da hizaya getirdiği bölgede, işbirlikçihükümetler, petrol şirketleri, petrol boru hattı ve serbestbölge projeleri, özelleştirmeler devreye sokulmaktadır. As-kerler çekilse de işgal sürmekte, açık işgal yerini gizli iş-gale bırakmaktadır. Ortadoğu’da askeri çatışma ve tehditler

bu biçimde daha düşük yoğunluklu bir seyir izlerken Afga-nistan ve Pakistan’da (Af-Pak) savaş giderek şiddetlen-mekte ve bu durum karşısında ABD, saldırıları sertleştir-mekte ve askeri yığınağı tahkim etmektedir.

Türkiye’nin dış politikasında, son dönemde “Türkiye’ninekseni Doğu’ya mı kayıyor?” sorusunu gündeme getirendeğişim de esas olarak, emperyalizmle halklar arasındakiçatışmanın mekan ve biçimlerinde yaşanan değişimin birürünüdür. “Doğu” ile ilerletilen ilişkiler, emperyalist “Ba-tı”nın Türkiye’den beklentileri doğrultusunda gerçekleş-mekte ve Türkiye egemenlerinin emperyalizmle askeri veekonomik anlamda giderek daha hiyerarşik bir bütünleşme-ye girmesine yol açmaktadır. ABD’nin ve AB’nin boru hat-tı projeleri, askeri operasyonları, serbest bölge planları için“Doğu”da görev yapmak, “Batı”ya mesafe koymak değil“Batı”nın daha fazla denetimi altına girmek anlamına gel-mektedir.11

AKP hükümeti barışçıl bir dış politika izlediğini öne sürer-ken, Türkiye Afganistan’daki işgal koalisyonunda ABD’densonraki en kalabalık askeri güce sahiptir. Af-Pak’ta savaşalojistik-askeri-istihbari-diplomatik destek giderek tırman-maktadır. Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” siyasetiile de, gerçekte Ortadoğu’da emperyalist barış/diplomasi sü-reçlerine aracılık edilmekte, bölgenin emperyalist-kapitalistsisteme entegre edilmesine çalışılmaktadır. Bu entegrasyon-da özelleştirmeler, enerji nakil hattı projeleri, enerji anlaşma-ları, serbest bölge projeleri (Kuzey Irak, Gazze), “yenideninşa” faaliyetleri Türkiye sermayesinin taşeronluğunda sür-dürülmektedir.

Obama yönetimi, giderek ilerletilen bu ilişkiyi “Model Or-

25

Emperyalizmle hiyerarflik bütünleflmelerini büyük ölçüdeilerleten Türkiye egemenleri, Büyük Ortado¤u Projesininaktif tafleronu olarak Kuzey Afrika’dan Bangladefl’e BüyükOrtado¤u havzas›nda bütün halklar› karfl›s›na al›rken Türkiyehalklar›n›n gündemi ve ç›karlar› da Ortado¤u halklar›n›ngündemi ve ç›karlar› ile giderek ortaklaflmaktad›r.Ortado¤u’da aç›k iflgal koflullar› yerini gizli iflgal koflullar›nab›rak›rken, halklar›n uluslararas› dayan›flmas› aç›s›ndans›n›fsal karakteri a¤›r basan bir anti-emperyalist çizgininönemi giderek artmaktad›r.

Ortado¤u’nun emperyalist sisteme entegrasyonu

Ortado¤u’nun emperyalist sisteme entegrasyonu

D

Aktif tafleronun “yeni” ekseni:

Neo-liberal dönemde sosyal hak ha-reketleri ve “sosyal yurttafll›k”Emekçilerin, içindeki her şeyle birlikte özelleştirilen kent-lerin, kentlerde yoğunlaşan servetin ve iktidarın ya da ay-nı anlamda, “yurttaşlığın” dışına atılması, artık sadece dev-rimciler tarafından dile getirilmeyen evrensel bir gerçek.Kapitalist sermaye birikiminin merkezi ve ürünü olan kent,günümüzde emperyalist ekonominin kumanda merkezlerizincirinin parçası olarak yeniden biçimlendiriliyor. Mo-dern tarih boyunca kırı kendisine tabi kılan, büyük emekgücü kaynaklarını çekerek yutan, “burjuva demokratik ka-musallığın” simgesi kapitalist kent, emekle sermaye ara-sındaki yeni “yurttaşlık” mücadelelerine sahne oluyor.

Mücadele sahnesini şimdilik iki temel yön karakterize edi-yor: Güvenceli çalışma, eğitim ve sağlık gibi sosyal hakla-rın tasfiyesinde somutlaşan kamusal alanın bütünsel dönü-şümü ve "kentsel dönüşüm projeleriyle" somutlaşan kent-sel mekânın dönüşümü, emekle sermaye arasındaki güncel

yurttaşlık mücadelesinin birbiriyle yakından ilişkili iki ay-rı yönünü oluşturuyor.

Mücadelenin bir cephesinde sermaye sınıfı, kamusal me-kânı ve kamusal alanı özelleştirerek, emek gücünü mutlaktahakkümü altına almayı amaçlayan yeni bir haklar rejimi-ni hâkim kılmaya çalışıyor. Kapitalist haklar rejimi meşru-iyetini kapitalist özel mülkiyete dayalı sermaye birikimininyasalarına dayandırıyor. Mücadelenin öteki cephesinde iş-çi sınıfı, kamusal alanın ve mekânın özelleştirilmesine kar-şı direnerek çağımıza özgü yeni bir proleter haklar rejimi-nin temellerini atıyor. Yeni proleter haklar rejimi, işçi sını-fının dün kapitalizm içinde edinmiş olduğu geçici statüyeatıfla değil, bugün mücadele içinde elde edeceği yeni ko-lektif güce dayalı olarak biçimlenecek. İşçi sınıfı politik birsınıf niteliğini kazandığı ölçüde ve bu niteliği kazanmakiçin geçilecek yola da bağlı olarak şekillenecek olan yeniproleter haklar rejimi, sınıf mücadelesinin bugünkü geriörgütlenme ve politikleşme düzeylerinde doğal olarak he-nüz çok belirsiz ve ucu açık bir ufukla tarif edilebiliyor.

“O halde eflitlik talebi proletaryan›n a¤z›nda ikilibir anlam tafl›maktad›r. Bu talep ya, özellikle ilkbafllarda, örne¤in Köylü Savafllar›’nda oldu¤u gi-bi, apaç›k toplumsal eflitsizliklere, zenginle yok-sul, feodal toprak sahibi ile onun serfleri, t›kabasa yiyenlerle açl›ktan ölenler aras›ndaki çelifl-kiye karfl› kendili¤inden bir tepkidir; bu biçimiylesadece devrimci içgüdünün bir ifadesidir vemeflrulu¤u da yaln›zca bu niteli¤inden kaynakla-n›r. Ya da, öte yandan, bu talep, burjuva eflitliktalebinden az çok daha do¤ru ve daha ileriye gi-den talepler türeterek ve iflçileri kapitalistlerekarfl›, kapitalistlerin kendi kabullerinin yard›m›y-la ayakland›rmak için bir ajitasyon arac› olarak,burjuva eflitlik talebine karfl› bir tepki olarak or-taya ç›kar. Her iki durumda da proletaryan›neflitlik talebinin gerçek içeri¤i s›n›flar›n ortadankald›r›lmas› talebidir." Frederick Engels (“Eflitlik Üzerine”)

Özellefltirilen kentiyeniden kamusallaflt›rmak

Özellefltirilen kentiyeniden kamusallaflt›rmak

Yeni bir yurttafll›k rejimi için

DOSYA BARINMA HAKKI

Kürt isyanlar› ve direniflleri, bunlar›n bast›r›lmas›, Kürtlerin asimilasyonu vedüzenle bütünlefltirilmeleri bu topraklar›n tarihinde farkl› dönemlerde farkl›biçimlerde yaflanm›flt›r. Rejimin son asimilasyon ve bütünleflme çabalar› sonKürt hareketinin özgünlüklerine çarparak tökezlerken, yükselen flovenizmekarfl› mücadele s›n›f hareketinin birinci görevlerinden biri olmaktad›r

‹syan, asimilasyon, bütünleflme k›skac›ndaKürt Aç›l›m›1

‹syan, asimilasyon, bütünleflme k›skac›ndaKürt Aç›l›m›1

KP’nin ‘Kürt açılımı’, Kürtlerin neoliberal ye-ni sömürgecilikle bütünleştirilmesi; bunun içinKürt hareketinin (PKK) tasfiyesi projesidir.

En sonunda “milli birlik ve kardeşlik projesi”adıyla anılması bile, projenin ardındaki niyeti ele vermek-tedir. Böyle bir adlandırma, Kürtlerin, “Tek Bayrak-TekDevlet-Tek Millet” çatısı altında “birlik ve kardeşliğe” zor-lanması söylemini anımsatmaktadır. İlk bakışta, siyasal birtaktik gereği, açılımdan geri dönerek yükselen şovenizmeverilmiş bir ödün gibi görünse de, bu değerlendirme gerçe-ği bütünüyle yansıtmaz. Sık sık açılımda kararlılık sözü ve-ren Başbakan Erdoğan’ın, gönül rızasıyla programatik birgeri adım atma şansı yok. Geri adım sorunu, “hazmettire

hazmettire” yaşanacak gerilimli-çatışmalı bir siyaset alanı-nın konusudur. (Bkz. “Gündem yazısı”)

Bugün, ‘uyumlu İslam’ eliyle ‘uyumlu Kürt’ projesi gün-demdedir. Siyasal İslam’ın dilinde “milli birlik ve kardeş-lik projesi”, “Müslüman kardeşliği” demektir. Osmanlı’daaynı dinden olanların birliğini tanımlayan ‘millet siste-mi’ne göre “Müslüman Milleti”, Türk, Kürt, Çerkez, Lazbütün Müslümanları kapsayan tek bir millettir (‘ümmet’22).Bu bakımdan, “milli görüş”, yani “dini görüş”, aslında “İs-lamcı görüş” demektir.

Özetle AKP’nin ‘Kürt açılımı’nın dayanaklarından biri‘Müslüman kardeşliği’ projesidir. Bu, Osmanlı’dan günü-müze dek Kürtlerin düzenle bütünleştirilmesinde kullanılan

A

13

gemenler arasında Kürt sorunu ekseninden yük-selen iktidar çatışmaları iyice şiddetlendi. Bunaekonomik krizin artan etkileri ve sermayenin2010 yılına ilişkin öncelik ve önlemleri de ekle-nince gerilim daha da tırmandı. Türkiye’nin em-

peryalist bölge projelerine eklemlenme biçimlerinden do-ğan çekişmeler de sayılırsa, egemenlerin (oligarşi) ancak2011 genel seçiminin11 dindirebileceği bir iktidar çatışmasıyörüngesine oturduğu söylenebilir.

Kürt aç›l›m›, AKP’nin iktidar planlar›ve yükselen Kürt Hareketi2009 yaz sonlarından beri ‘şeriatçılık-laiklik’ eksenli geri-limler şiddetini yitirerek, egemenler arası birincil çatışmaekseni olmaktan çıktı. AKP odaklı iktidar kümelenmesi buçatışmalardan mevzilenmesini pekiştirerek sıyrıldı. Devle-tin ve kontrgerillanın yeniden yapılanmasında TSK odaklıkümelenme geri adım atmak zorunda kaldı. ‘Şeriatçılık-la-iklik’ eksenli çatışmaların geriye itilmesi, elbette egemen-ler arası çatışmaların bütünüyle sona ermesi anlamına gel-miyordu. ‘Açılımla’ birlikte oligarşinin içsel çatışma ekse-ni Kürt sorununa kaydı. Yaz dönemiyle başlayan Kürt so-runu eksenli iktidar çatışmaları şiddetlenerek bugüne deksüregeldi.

AKP’nin “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” adıyla yürütü-len Kürt açılımı, Kürtlerin neoliberal yeni sömürge kapitaliz-miyle ve emperyalist Ortadoğu projeleriyle bütünleştirilmesi(‘entegrasyonu’) ve Kürt hareketinin tasfiyesi projesidir22.

İsyancı bir Kürt hareketinin varlığında bütünleşmenin sağ-lanması ise olası değildir. Çünkü Kürt hareketi, Kürt halkı-nın uzun savaş süreçlerinde oluşmuş ‘ortak siyasal iradesiy-le’ neoliberalizme karşı ‘proleter-halkçı direnme potansiye-line’ dayanmaktadır. Bu potansiyelden doğan direnişler kı-rılmadan Kürtlerin yeni düzenle bütünleştirilmesi olanaklıdeğildir. AKP eliyle yürütülen neoliberal asimilasyon poli-tikası, bu direnişin kırılması yönünde siyasal bir girişimdir.Müslüman kardeşliği ideolojisi, devlet şiddeti ve şoven kit-lesel kuşatma kıskacında verilen kültür ve kimlik hak ödün-leriyle Kürtler, yeni düzenin uyumlu öznelerinden biri hali-ne getirilmek istenmektedir. Açılım siyaseti, neoliberal ilkeve değerler çerçevesinde Kürt kimliği ve kültürüne ilişkinbazı unsurların benimsenmesine, ancak Kürt halkının özgürulusal-siyasal varlığının yadsınmasına dayanmaktadır.

Kürtlerin neoliberal asimilasyonu ve yeni düzenle bütün-leştirilmesi politikası, neoliberal dönüşüm programının te-mel adımlarından biridir. Bu niyet temelinde egemenlerarası zorunlu ittifakın sarsılmaz bir parçasıdır. AKP’ninKürt açılımı projesi başarısızlığa uğrasa bile, bu temelprogram hep yürürlükte kalacak; kendi zamanını bekleye-cek; başka ad ve yöntemlerle yeniden gündeme gelecektir.

Ne var ki, 2011’de çoğunluk iktidarı hesapları yapan AKP,bu girişimle Kürtlerin oyunun peşine de düşmüş bulunmak-tadır. Bu yanıyla Kürt açılımı, egemenler arası bir iktidarçatışması alanı olarak gündeme gelmektedir. Sokaktan birtehdit yönelmediği sürece, “açılım süreci”, egemenler arasıbir iktidar çatışması alanı olarak varlığını sürdürmektedir.Hem Kürtlerin ve Kürt bölgelerinin sermaye birikim süreç-lerine tam anlamıyla açılması hem de Kürt sorununa müda-hale üzerinden yeni devlet yapısında kadrolaşma çabaları,egemenler arası çatışmaların odak noktasıdır. İslamcı bü-tünleştirme ideolojisiyle (“Müslüman kardeşliği”) milliyet-çi-şoven bütünleştirme ideolojisi, halkın saflaştırılarak tarafedildiği bu çatışmaların ideolojik savaşım-meşrulaştırmaaraçlarını oluşturmaktadır.

Her ne kadar Kürt açılımı, ‘fiilen’ zaten gerçek bir açılımolmasa da, DTP’nin kapatılmasıyla ilk raundu ‘resmen’ so-na ermiş görünse de, AKP iktidarı “açılım” söylemini ka-rarlılıkla sürdürmek zorundadır. Kaldı ki aslında DTP’ninkapatılması açılımın mantığına uygun bir müdahaledir.Ciddi bir siyasal yenilgi almak istemiyorsa, AKP, şiddet veödün yöntemlerini birbirini bütünleyecek biçimde yürütüptasfiye ve bütünleştirme dengesini kurarak, rakipleri veKürtler üzerinde üstünlük sağlamak zorundadır. Rakiple-riyse, AKP’nin Kürtlerde beklenti yaratmaya yönelik ‘oya-lama ve yalpalamalarını’ CHP-MHP ekseninde yaratılma-ya çalışılan milliyetçi-şoven bir kitle kabarmasıyla avanta-ja çevirmeye çalışmaktadır. AKP’yi, açılım söylemini boşadüşürecek adımlar atmaya zorlayıp, yalpalama ve tutarsız-lıklarını derinleştirmektedirler. AKP’nin dayanaklarındanbiri olan ‘İslamcı-Türkçü’ kitle temelini olabildiğince erit-mek, kriz-ekonomi politikaları eksenli yıpranmalardan do-ğan halktaki hoşnutsuzlukları milliyetçi-şoven bir muhale-fet çizgisiyle bir iktidar alternatifine dönüştürmek istemek-tedirler.

Tam bu noktada bu çatışmadan İslamcı, liberal, liberal sol veKürt-İslamcı-liberal söylemi yüreklendiren bir karşıtlık doğ-maktadır. Bu kesimler, sanki AKP Kürtlere yönelik şiddetpolitikalarını benimsemiyormuş; ancak zorunlu bırakılıyor-muş gibi AKP ve açılım destekçiliğine girişmektedir. Hattabaşından beri Kürt hareketinin ‘egemen söylemi’nde, belirenaçılımı olumlayıcı ifadeler, liberal söylemi güçlendirmesininyanında halktaki beklentileri de artırmıştır. Şimdi gelinen ha-yal kırıklığı noktasında Kürt hareketini oyunbozan durumu-na düşüren bu yanılgı, PKK’nin Reşadiye saldırısıyla da bir-leşince, AKP faşizmi ikinci plana düşürülmektedir. Oysa za-ten başından beri AKP, açılım sürecini halkın ilerici-demok-ratik-sınıfsal taleplerine ve temsilcilerine karşı bir şiddet sü-recine dönüştürmüştü. ‘Yüzeydeki açılımları’ yücelten libe-rallerin tutarsızlığı, bütün egemenlerin Kürt hareketine yöne-lik tam bir mutabakat halindeki şiddetini görmezden gelme-

3

GÜNDEM

2

E

Yeni toplumsal muhalefet hareketi ancak ilerici muhalefet odaklar›n›n sü-rükleyicili¤i üzerinden yükseltilebilir. ‘Hak mücadelesi’ ve ‘güvencesiz iflçimilitanl›¤›n›n’ toplumsal muhalefetle bulufltu¤u bu ilerici muhalefet odak-lar›, dipten seyreden hareketlerin, sab›r ve kararl›l›kla yap›lan y›¤›naklar›nyüzeye ç›kt›¤› ve inisiyatif ald›¤› devrimci s›çrama anlar›d›r.

‹lerici muhalefetodaklar›ndanyükselen direnifl

‹lerici muhalefet odaklar›ndan yükselen direnifl

Page 4: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

2

Yeni toplumsal muhalefet hareketi ancak ilerici muhalefet odaklar›n›n sü-rükleyicili¤i üzerinden yükseltilebilir. ‘Hak mücadelesi’ ve ‘güvencesiz iflçimilitanl›¤›n›n’ toplumsal muhalefetle bulufltu¤u bu ilerici muhalefet odak-lar›, dipten seyreden hareketlerin, sab›r ve kararl›l›kla yap›lan y›¤›naklar›nyüzeye ç›kt›¤› ve inisiyatif ald›¤› devrimci s›çrama anlar›d›r.

‹lerici muhalefetodaklar›ndanyükselen direnifl

‹lerici muhalefet odaklar›ndan yükselen direnifl

Page 5: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

gemenler arasında Kürt sorunu ekseninden yük-selen iktidar çatışmaları iyice şiddetlendi. Bunaekonomik krizin artan etkileri ve sermayenin2010 yılına ilişkin öncelik ve önlemleri de ekle-nince gerilim daha da tırmandı. Türkiye’nin em-

peryalist bölge projelerine eklemlenme biçimlerinden do-ğan çekişmeler de sayılırsa, egemenlerin (oligarşi) ancak2011 genel seçiminin11 dindirebileceği bir iktidar çatışmasıyörüngesine oturduğu söylenebilir.

Kürt aç›l›m›, AKP’nin iktidar planlar›ve yükselen Kürt Hareketi2009 yaz sonlarından beri ‘şeriatçılık-laiklik’ eksenli geri-limler şiddetini yitirerek, egemenler arası birincil çatışmaekseni olmaktan çıktı. AKP odaklı iktidar kümelenmesi buçatışmalardan mevzilenmesini pekiştirerek sıyrıldı. Devle-tin ve kontrgerillanın yeniden yapılanmasında TSK odaklıkümelenme geri adım atmak zorunda kaldı. ‘Şeriatçılık-la-iklik’ eksenli çatışmaların geriye itilmesi, elbette egemen-ler arası çatışmaların bütünüyle sona ermesi anlamına gel-miyordu. ‘Açılımla’ birlikte oligarşinin içsel çatışma ekse-ni Kürt sorununa kaydı. Yaz dönemiyle başlayan Kürt so-runu eksenli iktidar çatışmaları şiddetlenerek bugüne deksüregeldi.

AKP’nin “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” adıyla yürütü-len Kürt açılımı, Kürtlerin neoliberal yeni sömürge kapitaliz-miyle ve emperyalist Ortadoğu projeleriyle bütünleştirilmesi(‘entegrasyonu’) ve Kürt hareketinin tasfiyesi projesidir22.

İsyancı bir Kürt hareketinin varlığında bütünleşmenin sağ-lanması ise olası değildir. Çünkü Kürt hareketi, Kürt halkı-nın uzun savaş süreçlerinde oluşmuş ‘ortak siyasal iradesiy-le’ neoliberalizme karşı ‘proleter-halkçı direnme potansiye-line’ dayanmaktadır. Bu potansiyelden doğan direnişler kı-rılmadan Kürtlerin yeni düzenle bütünleştirilmesi olanaklıdeğildir. AKP eliyle yürütülen neoliberal asimilasyon poli-tikası, bu direnişin kırılması yönünde siyasal bir girişimdir.Müslüman kardeşliği ideolojisi, devlet şiddeti ve şoven kit-lesel kuşatma kıskacında verilen kültür ve kimlik hak ödün-leriyle Kürtler, yeni düzenin uyumlu öznelerinden biri hali-ne getirilmek istenmektedir. Açılım siyaseti, neoliberal ilkeve değerler çerçevesinde Kürt kimliği ve kültürüne ilişkinbazı unsurların benimsenmesine, ancak Kürt halkının özgürulusal-siyasal varlığının yadsınmasına dayanmaktadır.

Kürtlerin neoliberal asimilasyonu ve yeni düzenle bütün-leştirilmesi politikası, neoliberal dönüşüm programının te-mel adımlarından biridir. Bu niyet temelinde egemenlerarası zorunlu ittifakın sarsılmaz bir parçasıdır. AKP’ninKürt açılımı projesi başarısızlığa uğrasa bile, bu temelprogram hep yürürlükte kalacak; kendi zamanını bekleye-cek; başka ad ve yöntemlerle yeniden gündeme gelecektir.

Ne var ki, 2011’de çoğunluk iktidarı hesapları yapan AKP,bu girişimle Kürtlerin oyunun peşine de düşmüş bulunmak-tadır. Bu yanıyla Kürt açılımı, egemenler arası bir iktidarçatışması alanı olarak gündeme gelmektedir. Sokaktan birtehdit yönelmediği sürece, “açılım süreci”, egemenler arasıbir iktidar çatışması alanı olarak varlığını sürdürmektedir.Hem Kürtlerin ve Kürt bölgelerinin sermaye birikim süreç-lerine tam anlamıyla açılması hem de Kürt sorununa müda-hale üzerinden yeni devlet yapısında kadrolaşma çabaları,egemenler arası çatışmaların odak noktasıdır. İslamcı bü-tünleştirme ideolojisiyle (“Müslüman kardeşliği”) milliyet-çi-şoven bütünleştirme ideolojisi, halkın saflaştırılarak tarafedildiği bu çatışmaların ideolojik savaşım-meşrulaştırmaaraçlarını oluşturmaktadır.

Her ne kadar Kürt açılımı, ‘fiilen’ zaten gerçek bir açılımolmasa da, DTP’nin kapatılmasıyla ilk raundu ‘resmen’ so-na ermiş görünse de, AKP iktidarı “açılım” söylemini ka-rarlılıkla sürdürmek zorundadır. Kaldı ki aslında DTP’ninkapatılması açılımın mantığına uygun bir müdahaledir.Ciddi bir siyasal yenilgi almak istemiyorsa, AKP, şiddet veödün yöntemlerini birbirini bütünleyecek biçimde yürütüptasfiye ve bütünleştirme dengesini kurarak, rakipleri veKürtler üzerinde üstünlük sağlamak zorundadır. Rakiple-riyse, AKP’nin Kürtlerde beklenti yaratmaya yönelik ‘oya-lama ve yalpalamalarını’ CHP-MHP ekseninde yaratılma-ya çalışılan milliyetçi-şoven bir kitle kabarmasıyla avanta-ja çevirmeye çalışmaktadır. AKP’yi, açılım söylemini boşadüşürecek adımlar atmaya zorlayıp, yalpalama ve tutarsız-lıklarını derinleştirmektedirler. AKP’nin dayanaklarındanbiri olan ‘İslamcı-Türkçü’ kitle temelini olabildiğince erit-mek, kriz-ekonomi politikaları eksenli yıpranmalardan do-ğan halktaki hoşnutsuzlukları milliyetçi-şoven bir muhale-fet çizgisiyle bir iktidar alternatifine dönüştürmek istemek-tedirler.

Tam bu noktada bu çatışmadan İslamcı, liberal, liberal sol veKürt-İslamcı-liberal söylemi yüreklendiren bir karşıtlık doğ-maktadır. Bu kesimler, sanki AKP Kürtlere yönelik şiddetpolitikalarını benimsemiyormuş; ancak zorunlu bırakılıyor-muş gibi AKP ve açılım destekçiliğine girişmektedir. Hattabaşından beri Kürt hareketinin ‘egemen söylemi’nde, belirenaçılımı olumlayıcı ifadeler, liberal söylemi güçlendirmesininyanında halktaki beklentileri de artırmıştır. Şimdi gelinen ha-yal kırıklığı noktasında Kürt hareketini oyunbozan durumu-na düşüren bu yanılgı, PKK’nin Reşadiye saldırısıyla da bir-leşince, AKP faşizmi ikinci plana düşürülmektedir. Oysa za-ten başından beri AKP, açılım sürecini halkın ilerici-demok-ratik-sınıfsal taleplerine ve temsilcilerine karşı bir şiddet sü-recine dönüştürmüştü. ‘Yüzeydeki açılımları’ yücelten libe-rallerin tutarsızlığı, bütün egemenlerin Kürt hareketine yöne-lik tam bir mutabakat halindeki şiddetini görmezden gelme-

3

GÜNDEM

E

Page 6: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

4

GÜNDEM

lerindedir. Gene aynı tutarsızlık, Anayasa Mahkemesi’ninAKP ve DTP kararlarındaki çifte standardının üzerine gidi-lememesinde görülmektedir. “Hukuka saygı” söylemine sı-ğınan liberal ikiyüzlülük, tam da statükoya karşı demokrasikahramanlığına soyunduğu bir zamanda, ‘asimetrik bir savaşhukukunu’ meşrulaştırmış olmaktadır.

Açılım konusunda faklı tavırlarına karşın, egemenler Kürthareketinin tasfiyesinde uzlaşma sağlayabilmektedir. Ege-menler arası çatışmaların şiddetlendiği böylesi bir ortamdaegemenleri bir kez daha halka karşı şiddet temelinde ittifa-ka zorlayan şeylerin başında, Kürt hareketinin yenidenyükselişe geçmesi gelmektedir. Kürt açılımı projelerininsuyunda uzun süre bir beklenti-hareketsizlik içinde kalanKürt hareketi, Habur’la birlikte atılım yaparak, açılım ka-nallarını genişletme taktikleriyle inisiyatif ele geçirme po-litikası yürüttü. Kandil’den gelen “Barış Grubu” üyesiPKK gerillalarının Habur’da büyük kitlelerce karşılanması(19 Ekim 2009) dönüm noktası oldu. Kürt hareketinin tas-fiyesi bir yana, açılım sürecinin ona yeni bir gelişme kana-lı da yaratabileceği endişesi egemenlerin şiddetin dozunuartırmalarına yol açtı. Neoliberal asimilasyon ve bütünleş-tirme taktikleri açılım maskesiyle birlikte boşa düştü.

Maskenin altından tam donanımlı bir tasfiye harekatı çıktı.Şimdi gelinen noktada Kürt hareketi, bildik devlet-kontrge-rilla şiddeti yanında, yukardan örgütlenen şoven tepkilerleve medya gücüyle yaratılan bir “Kürt düşmanlığı” kuşat-masıyla etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır. Muş’ta ve İs-tanbul Dolapdere’de, Keçiören’de, Ege kentlerinde Kürtle-re yönelen saldırılar ve Kürt illerinde fiili OHAL uygula-maları bildik ulusal baskı politikalarındandır.

Bütün temel nedenlerinin yanında, Kürt açılımını konjonk-türel olarak tetikleyen nedenlerin başında emperyalist böl-ge planları gelmektedir. Bu planlar Kürt hareketinin bölge-sel kuşatılmasını da gerektirmektedir. Büyük askeri operas-

yonların da (küçükler zaten yapılıyor) “seçenekler arasın-da” yer aldığı bu kuşatma, ABD ve Irak Federal Kürdistanyönetiminin de işbirliğiyle PKK’nin kıskaca alınıp iyice sı-kıştırıldığı geniş bölgesel bir plana dönüştürülmek isteni-yor. 20-21Aralık 2009’da Bağdat ve Erbil’de yapılan üçlümekanizma (Türkiye, ABD, Irak) toplantılarında PKK’nintasfiyesi bir kez daha gündeme getirildi. Ne var ki, Irak Fe-deral Kürdistan yönetimi ve ilgisini Afganistan’a kaydırmışABD, askeri müdahaleden çok ülke içindeki açılım politi-kalarına ağırlık verilmesini önemsemektedirler. Buysa2011 genel seçimi yaklaşmadan, mutlaka bir başarıya gerekduyan AKP iktidarını zorda bırakmaktadır. Başarı, ille dePKK’nin ciddi bir askeri yenilgi almasıyla olmayabilir; ra-kiplerinin şoven hezeyanını yatıştıracak herhangi bir “başa-rı görüntüsü” de yeterli olacaktır.

Burada iktidarın en büyük açmazı, şiddetle ödün dozunu iyiayarlayarak, Kürt halkıyla PKK’nin arasının açılması veKürt hareketinin parçalanması (hatta Kürt feodalitesinin veKürt burjuvazisinin de yalıtılarak baskı altına alınması) po-litikasının bir türlü tutturulamamasındadır. Kürtlere yöne-lik her saldırıyla birlikte geri tepen bu taktik, DTP’nin ka-patılması ve Öcalan’ın hücre değişikliğiyle şimdi gene ge-ri tepmeye başladı. Devlet şiddeti ve DTP’nin oybirliğiylekapatılması kararıyla Kürt hareketinin devrimci dinamikle-rini yalıtma taktikleri Kürt hareketinin yükselişiyle geri tep-ti. Yalıtılan bütün özneler, halk hareketinin sürükleyici di-namikleri temelinde gerilla ve Öcalan simgeselliğinin bü-tünleştirici gücüyle her seferinde yeniden politikleşerek biraraya gelmektedir.

AKP durumu toparlayacak yeni adımlar atmadığı koşulda,TSK’dan MHP’ye kadar bölgede bütün düzen güçleriniAKP destekçisi yapan ve AKP’yi de bölgede örgütlü tek‘düzen partisi’ haline getiren bu saldırı sürecinde, ‘düzenpartisi’nin bölgede erimesi de hızlanacaktır. Bu hızlanma

Kürt hareketi, bildikdevlet-kontrgerilla flid-deti yan›nda, yukardanörgütlenen floven tepki-lerle ve medya gücüyleyarat›lan bir “Kürt düfl-manl›¤›” kuflatmas›ylaetkisizlefltirilmeye çal›-fl›lmaktad›r. Mufl’ta ve‹stanbul Dolapdere’de,Keçiören’de, Ege kent-lerinde Kürtlere yönelensald›r›lar ve Kürt illerin-de fiili OHAL uygulama-lar› bildik ulusal bask›politikalar›ndand›r.

Page 7: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

kendiliğinden değil, Kürtlerin özgür siyasal varoluşlarınıntehlikeye girdiği bir zamanda, kendisine yönelen saldırıyıboşa düşürecek militan kitlesel atılımlarla sağlanmaktadır.

Ne var ki, Kürtlerin militan çıkışlarının boşa düşürülmesinoktasında benzer bir taktiği de iktidar güçleri yürütmekte-dir. Kürt hareketinin izinden dönen askerler ve operasyonbölgesi dışındaki askerler gibi savaş-dışı kesimlere, halkave sivil insanlara yönelik saldırılara olur veren yanlış poli-tik-askeri stratejisi, şovenizmin emekçi halk kitleleri üze-rindeki gücünün yaygınlaşmasında bir sıçrama tahtası ola-rak kullanılmaktadır. Devleti ‘iç savaş tehdidiyle’ açmazaalma ve savaş koşullarında ‘bütün Kürtleri saflaştırma’ ni-yetiyle yürütülen bu strateji, aslında Kürt hareketin en bü-yük müttefikiyle de arasını açmaktadır. Kürt halkına saldı-rılarında neoliberal İslamcı iktidara ve devlete baskı yapa-bilecek tek gerçek güç olan emekçi halk kitleleri ve Türki-ye solu her geçen gün biraz daha ‘milliyetçi ya da liberaleksenin’ yörüngesine girmekte ya da en azından sinmekte-dir.

Etkin tafleronluk çizgisinde yönde¤iflikli¤iHükümete geldiğinden beri ABD desteği ve Avrupa Birli-ği bağlantısıyla iktidar olanaklarını genişletmeye çalışanAKP, son zamanlarda Afganistan, İran ve Irak (FederalKürdistan) hattında ABD’yle “eşgüdümlü girişimler”debulunmaktadır. Bu yönelim, egemenler arası gerilim alan-larından biri olarak dış siyasetin ekseninin Batı’dan Do-ğu’ya kaymasıyla açıklanmaktadır. Hatta Erdoğan-Davu-toğlu ikilisinin kimi girişken dış gezi atılımları da gösteri-lerek Avrupa’dan Müslüman dünyaya doğru bir kopuş yö-nünde yorumlar yapılmaktadır. “Tarihsel Osmanlı bölge-sinde” seyreden bu girişimler, AKP’nin ‘Yeni Osmanlıcı-lık’ siyasetine bağlanmaktadır.

Büyük Ortadoğu Projesinde kendisine verilen rolü yerinegetirirken, karşısına çıkan fırsatları iktidarını pekiştirmekte

kullanan AKP, Türkiye’nin vizyonunu “Bölgesel bir gücünyükselişi” diye tanıtmaktadır. Bu kavram, 7 Aralık 2009Obama-Erdoğan görüşmesinde ünlenen “model ortaklık”kavramından türetilmektedir. “Model ortaklık ve bölgeselgüç” kavramları, emperyalist çağrışımlı Yeni Osmanlıcı birideolojik söylemle, AKP iktidarının İslamcı-şoven kitlele-rin gözünde, neoliberal yeni sömürgecilik ve emperyalistbölge projelerinden doğan görevlerini meşrulaştırmaktakullanılmaktadır. Böylece, ülkede yükselen ABD karşıtlı-ğını dindirmek için eski, fazla ‘işbirlikçilik’ çağrışımı ya-pan “stratejik ortaklık” kavramının yerine ‘model ortaklık’kavramı geliştirilerek iç siyaset dengesi de kurulmuş olu-yor. İslamcı-Türkçü kitle temelindeki yaygın “anti-Ameri-kancılığı” dengeleyen ünlü Erdoğan çıkışları (İsrail’e, Sar-kozy’ye, hatta ABD’ye), bölgede saygınlığını yükselttiğigibi, AKP’nin işbirlikçilik politikalarının üzerini de ört-mektedir. Daha doğrusu, işbirlikçiliği İslamcılar açısındansindirilebilir hale getirmektedir.

Türkiye’nin bütün emperyalist projelerin temeline yerleşeniki potansiyel gücünden söz edilebilir: “Türkiye, Avru-pa'nın dördüncü büyük işgücünü oluşturuyor (nüfusununyüzde 65'i 25 yaşın altında) ve enerji yollarının birleştiğinoktada bulunuyor.” Devlet Bakanı ve ‘Başmüzakereci’Egemen Bağış’ın yabancı sermaye temsilcilerine sarf ettiğibu sözler Türkiye’nin gerçek pazarlık gücünü oluşturmak-tadır. Aslında büyük bir cevvaliyetle (pragmatizm) durum-dan vazife çıkaran dış gezi girişimleri hep bu yörüngedeseyretmektedir. Türkiye’ye içinde bulunduğu geniş bölge-nin yeni emperyalist düzenle bütünleştirilmesinde taşeron-luk görevleri verilmektedir. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi isebütünleştirme projelerinde fırsatçılık yaparak, taşeronluğabiraz ‘etkinlik’ kazandırmaktadır. Örneğin Dünya TicaretÖrgütü’nün (DTÖ) 7. Bakanlar Konferansı toplantısında(30 Kasım-2 Aralık 2009, Cenevre) 31 ülkenin DTÖ’ye ka-bulünü hızlandırmak için “Katılım Dostu Ülkeler Platfor-mu” kuruldu. Bu 31 ülkenin 18’iyle Türkiye’nin çok yakınticari ilişkileri var: Afganistan, Cezayir, Azerbaycan, Be-

GÜNDEM

Page 8: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

yaz Rusya, Bosna, Etiyopya, İran, Irak, Kazakistan, Lüb-nan, Libya, Rusya, Sırbistan, Sudan, Tacikistan, Özbekis-tan, Yemen ve Suriye’den oluşan bu ülkeler, o girişken dışgezilere ilişkin bir fikir verse gerek.

ABD’nin Ankara büyükelçisi James F. Jeffrey’in deyimiy-le, Türkiye ABD’yle Afganistan (Pakistan), İran ve Irak’ta“eşgüdümlü harekat” planları yapmaktadır. ABD’nin em-peryalist bölge planlarının sivri ucu Ortadoğu’dan Asya’yayönelmektedir. ABD 2011’de Irak’tan çekilmeyi planla-maktadır. Doğacak boşluğu doldurmakla görevlendirilenTürkiye, salt güvenlik gerekçeleriyle değil, neoliberal yenisömürgeciliğin derinleştirilmesi görevleriyle de bölgedeinisiyatif almaya çalışmaktadır. Kürt sorunu ve sermayehareketleri bakımından Türkiye’nin iç politikasını doğru-dan ilgilendiren bu gelişmeler sermaye ve iktidar gerilimle-rine yol açmaktadır.

ABD açısından salt Irak’ta güvenlik ya da Irak’ın güvenli-ği söz konusu değil, aynı zamanda Ortadoğu ve Asya içinde yeni durum söz konusudur. “Yeni ticaret koridoru”ylakuzeyden güneye “güvenli kaynaklardan” sağlanan petrolve doğalgazın Türkiye üzerinden Batı’ya aktarılması tasar-lanmaktadır. Türk ve Kürt proletaryasının sürekli ucuzlatı-lan bol-genç işgücü de çekici bir emek piyasası olarak su-nulmaktadır. İslamcı yaşama biçiminin gerekleri bir yana,Erdoğan boşuna her aileden üç çocuk istemiyor; genişleyenbir pazara yatırım yapıyor.

Bütün bunların yürütülmesinde, neoliberal kapitalist paza-rın bölgede derinleştirilmesi ve emperyalist kapitalist dü-zenle bütünleştirilmesinde lojistik savaş gücünden diploma-siye etkin taşeronluk görevleri Türkiye’yi beklemektedir.

Emekten gelen tehlike, sermayenin2010 y›l› hesaplar›nda bir risk unsuruSermayenin temsilcileri, emekten “gelen tehlikeyi” 2010yılı hesaplarında ciddi bir risk unsuru olarak değerlendir-mektedir. Bunun hemen ardından bildik siyasal istikrarçağrıları gelmektedir. Siyasal istikrar çağrılarının anlamı,ardından gelen tedbir paketleri ve bunların yürütülmesi içingerekli sertlik politikalarından bilinmektedir.

AKP, 2010 bütçesinde vergi dışı gelirlerdeki artışı zamlar-la karşılamayı planlamaktadır. İstanbul’da metrobüs zamla-rı ardından genişleyen tepki ve fiilen ulaşım hakkını kullan-ma eylemlerine halkın aktif katılımı; elektriğe, doğalgaza,suya yani tüm yaşamsal ihtiyaçlara yapılacak zamlarınAKP karşısında halkın öfkesini giderek büyüttüğünü ve ba-sit protestolardan öte insanca yaşam talepleri doğrultusun-da hakların fiili kullanımını zorlayan doğrudan eylem pra-tiklerinin yaygınlaşma potansiyelini göstermektedir. Artıksokağın günlük ritmi değişmektedir. Halkın hak yoksun-

luklarını yaşadığı tüm mekanlar, işe gidiş geliş yolları doğ-rudan eylem alanlarına çevrilebilmektedir.

Sağlıkta neoliberal yıkım, katkı paylarının arttırılması; özelhastanelere mecbur edilen sigortalılardan alınan farkın yüz-de 70’e çıkartılmasıyla artık herkes için giderek can alıcıhale gelmiştir. Bütçede özel hastanelere yapılan kaynaktransferi dışındaki sağlık harcamaları ve eğitim harcamala-rı da geriletilmiştir. Tarıma, engellilere dönük destekler enalt düzeyde tutulmuştur. Krizde işten çıkarılan 3 milyon in-sanla birlikte 5 milyonu aşan işsiz sayısı; kepenklerini ka-patan 950 bin esnaf, kredi kartı ve tüketici kredisi borcunuödeyemeyen 2 milyon kişi, açlık sınırının altında yaşamayaitilen milyonlar bu dönem sınıfsal kutuplaşmanın giderekartacağını göstermektedir. AKP kendi tabanında gelişen sı-nıfsal tepkilerin boy hedefi haline gelecektir. Güvenceli iş

6

GÜNDEM

Kriz karfl›t› mitingler ya da ‘Herkese Sa¤l›k ve Güvenli Gele-cek Platformu’ gibi anlaml› giriflimlerin etkisi k›sa sürdü.Araya k›sa sessizlik dönemleri girdi. Ta ki 2009 1 May›s›, 25Kas›m Grevi, IMF karfl›t› eylemler (Ekim) ve flimdi de Tekel,demiryolu, itfaiye iflçileri ve hatta eczac›lara dek.

Page 9: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

ve insanca yaşam talepleri emekçi kitleler arasında yayıl-makta ve AKP’nin emeğe ve halka düşman yüzü giderekdaha açığa çıkmaktadır.

Sonuçta egemenler açısından “kriz, Türkiye’de derinleş-mekte, iç pazarda toparlanma görünmemekte, sermaye ver-gi yükünün ağırlığından yakınmakta ve siyasal kutuplaşmariski ekonomik istikrarı tehdit etmektedir”. Krizin gölge-sinde keskinleşen siyasal kutuplaşmalar bir yana, bütçedehiçbir sapmaya izin vermeden 2010 hedeflerini tutturabil-mek, sermaye ve AKP iktidarının halka karşı tam mutaba-katını gerektirmektedir.

Ad›m ad›m yükselen emek hareketi veoligarflinin mutabakat aray›fl›Son zamanlarda artan “istikrar ve mutabakat” çağrıları, sı-

nıf savaşımının ünlü altın kuralını bir kez daha anımsatmak-tadır: Egemen sınıflar arasındaki çatışmalar, ne denli şiddet-lenirse şiddetlensin, düzeni tehdit eden devrimci bir gücünayak sesleri işitildiğinde “zorunlu bir ittifaka” dönüşür. Çı-karları birbiriyle çelişen ama bir o kadar da birbirine mec-bur egemen sınıflar ittifakının (oligarşinin) işleyiş yasala-rından türetilmiş bu altın kuralın anımsatılması, sokakta bi-rikmekte olan bir tehlikenin varlığını haber vermektedir.

O ‘tehlike’, “bir toplumsal patlama tehlikesi” olarak halkınbağrında birikmektedir. Sürekli sefalete itilen yoksullar,durmadan ucuz ve güvencesiz biçimlerde çalışmaya zorla-nan işçiler, hızla kabaran işsiz kitleler, her geçen gün birazdaha en temel yaşamsal gereksinimlerinden yoksun bırakı-lan halk, toplumsal patlama tehlikesinin öznesidir. Bu te-kinsiz özne, oligarşinin ‘istikrar ve mutabakat’ parolalarıy-la hazırlandıkları yeni saldırı dalgasının da hedef kitlesidir.

Önce Kürt hareketinin yükselişi, Kürt açılımını boşa düşü-rerek egemenler arasındaki iktidar çatışmalarını keskinleş-tirdi. Ardından Alevilerin ilerici, demokratik, “eşit yurttaş-lıkçı” istemleriyle sokaklara yönelmesi neoliberal ‘Aleviaçılımını’ boşa düşürüp hükümeti sıkıştırmaya başladı.Şimdi de emek hareketi sokaklara daha kararlı biçimlerdeçıkmaya başladı. Ucuz ve güvencesiz işçiliğe zorlanan Te-kel, Demiryolu, İstanbul İtfaiyesi işçileri AKP’nin saldırıla-rı karşısında militanca direnerek neoliberalizme karşı adımadım erginleşen bir emek hareketini haber vermektedir.

Egemen sınıfların iktidar çatışmalarında halkı taraf ederektoplumsal kutuplaşma yaratmaları, inisiyatifin sokağa geç-me ‘tehlikesi’ belirdiğinde hızla terk edilen bir sınıf müca-delesi klasiğidir. Elbette aralarındaki çatışma taktikleriniterk etmeleri, her zaman barışçıl politikalar etrafında uzlaş-malarıyla mümkün olmamaktadır. Tersine çoğunlukla fa-şist baskı kurallarının, kurum ve yöntemlerinin daha etkin-leşerek yürürlüğe girmesiyle mümkün olmaktadır. Ege-menler mecburen halka karşı savaş politikaları arkasındasaflaşmaktadır. Zaten ne zaman ‘reform’, ‘açılım’ ya da‘yumuşama’dan söz edilse, düzenin ‘demokratik’ sınırlarıhalka darbeler vurarak çizilmekte, ardından mutlaka birsertlik dönemi gelmektedir. Gene öyle olmaktadır. Neoli-beral yıkım politikaları karşısında halkın sokağa çıkmama-sı beklenemezdi. Neoliberal kimlik politikaları Kürtlerinulusal-demokratik-sınıfsal-siyasal eylemleri karşısında geritepti. Kamusal hakların tasfiyesi, hak yoksunlarının eylem-lerince zorlanmaya başladı. Sermayenin düşük maliyetstratejileri güvencesiz işçilerce eylemlerle daha fazla sor-gulanır oldu. Bunlara bağlı olarak düzenin baskıcı yüzü deortaya çıkmaktadır. Sömürge tipi faşizmin kaçınılmaz ola-rak fiili darbe ihtiyacı, neoliberal zamanda ancak böylesiaçılım süreçlerine yedirilerek giderilmektedir. Kürt hareke-tine ve emek hareketine şiddetli darbeler indirerek ipleri ye-

7

GÜNDEM

Page 10: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

8

GÜNDEM

niden ele almaya çalışan AKP iktidarı, bütün halka ibretlikmesajlar vererek halkı yıldırmaya çalışmaktadır.

Neoliberal kapitalizmin çatışan güçlerini temsil eden libe-ral ve ulusalcı kanatlar ise sertlik politikalarını meşrulaştı-racak biçimde bütün ilerici demokratik halk tepkilerinimahkum etmede birleşmektedir. Oligarşinin çıkar çatışma-larında, egemenlerin şu ya da bu eğiliminin yanında halkıtaraf olmaya zorlayan bu kesimler, “halka karşı savaşta”oligarşinin arkasında saflaşmaktadır. Bir süredir sokaklardakontrgerilla tarafından planlı ve bilinçli biçimde kışkırtılanşoven gösterilerle “Kürtlere darbe”nin halk desteğini oluş-turarak, aslında bütün ilerici demokratik tepkilerinin ezil-mesinin ‘meşru’ siyasal toplumsal koşullarını yaratmayaçalışmaktadırlar. Kürt hareketi ve emek hareketi kendi‘cephelerinden’ bu darbelerin etkisini kıracak militan çıkış-ları gerçekleştirdiler. Dolayısıyla bunu bir darbe değil, birçatışma olarak yaşadılar. Geriye kitle hareketlerinin geri-sinde kalan solun yaşadığı darbe ve yenilgi psikolojisininetkisini kıracak atılımlar yapması kalıyor.

AKP’nin ana plan›2011’de yeniden ço¤unluk iktidar›AKP’nin 3. Olağan Kongresi’nde (3 Ekim 2009) Erdoğan,2011 genel seçiminde “son kez aday olacağına” ilişkin bağ-layıcı sözler verdi. Elbette bunda Erdoğan’ın kişisel hedef-lerinin belirleyici payı bulunmaktadır. 2011 seçimindeAKP’nin çoğunlukla kazanması koşulunda Erdoğan’ıncumhurbaşkanlığına yükselmek istemesi ya da çok parçalıbir parti yapısında bir kez daha parti-içi önderlik için onayistemesi anlaşılır şeylerdir. Şimdi bunlara bir de “işi bittik-ten sonra bir hayır kurumunun başına geçme” (Kızılay ola-bilir mi?) planı eklendi. Ancak Erdoğan’ın kişisel planlarıbir yana, asıl olarak, neoliberal dönüşüm süreçlerinin kur-may merkezinde yer alan AKP’nin, İslamcı-liberal misyon-larının tamamlanabilmesi için bir iktidar dönemine dahagereksiniminden hareket edilmelidir.

AKP için en büyük tehlike, bir seçim yenilgisi ya da hükü-meti bir koalisyona terk etmesidir. Kürt hareketi, DTP’ninkapatılması ile başlayan süreci siyasal kriz çıkartmak doğ-rultusunda ilerlettiği ve “açılımı” çıkmaza soktuğu durum-da, krizin etkisiyle birleşecek bir kitlesel hoşnutsuzluk, se-çimlerde AKP’nin hükümet dışı kaldığı (ya da bir koalisyo-na katıldığı) bir koalisyon hükümeti ortaya çıkarabilir. Buolasılık AKP’nin korkulu rüyasıdır. Böyle bir durumdaAKP’nin devlette gerçekleştirmeyi henüz tamamlamadığıdönüşüm tersine dönüp; AKP’nin Ergenekon Davası olanDeniz Feneri davasının büyütülüp AKP kurmaylarına ka-dar uzanması, Aydın Doğan’a yapılanın TUSKON’lu MÜ-SİAD’lı sermayedarlara yapılması gibi olasılıklar AKP’yibeklemektedir. Bu nedenle AKP’nin “açılım”da ikinci ra-

undu başlatmanın yollarını bulması gerekmektedir.

AKP’nin yüklendiği dönüşüm projesi henüz tamamlanma-dı. ABD’nin emperyalist planları, uluslararası kapitalist sis-tem ve AKP’nin öznel hedefleri açısından yeniden çoğun-luk iktidarı bir zorunluluk olarak görünüyor.

İlkin, Siyasal İslam’ın neoliberal yeni sömürge kapitaliz-miyle bütünleştirilmesi ana misyonunda son derece başarı-lı olduğu söylenebilir. Özellikle neoliberal piyasalaştırmasüreçlerinin, İslamcı sermaye ve kadrolarla sürükleyici tazebir enerjiyle buluşmasında AKP’nin rolü belirleyicidir. Ye-rel yönetimlerin İslamcı hareketten devşirilen kadrolarlaneoliberal ilkelere göre yürütülmesi, AKP’nin adeta sıçra-ma tahtası olmuştur. Ne var ki aynı başarı, devlet içindekadrolaşmada gösterilemedi. Devletin İslamcı kadrolarcayeniden yapılandırılması süreci tamamlanamadı. Kontrge-rillanın, yargının ve TSK’nın yeniden yapılandırılmasındaatılması gereken adımlar var.

İkincisi, AKP’nin en saf anlamıyla temsil ettiği sermayekümelenmesi (fraksiyonu) henüz devlet iktidarının yardımıolmadan tekelci sermayeyle rekabet edecek güce ulaşmadı.AKP misyonu gereği uluslararası sermayenin ve tekelcisermayenin de desteğini almakla birlikte, salt kendisinintemsil ettiği İslamcı-Anadolu sermaye blokunu da palaz-landırmak istemektedir. MÜSİAD’dan TUSKON’a serma-ye örgütlerinin temsil ettiği İslamcı sermaye bloku, büyükprojelerde hala tekelci sermayeye dayanarak uluslararasıkapitalist pazarla bütünleşebilmektedir.

Üçüncüsü, dayandığı sınıfsal temel ve bu temelde örgütle-nen kadrosal yapı açısından AKP aslında bir iç-koalisyonpartisi niteliği taşımaktadır. Farklı sermaye kesimlerinin;devletçi, ‘Amerikancı’ iktidar odaklarının, başta Nakşiben-di, Fethullahçı cemaatler olmak üzere hemen bütün tarikat-cemaatlerin; faşist, liberal ve hatta sol ve Alevi kesimlerdengelen kadroların koalisyonuna dayanmaktadır. Erdoğan’ınönderliğinde bir araya gelen bu kadroların AKP’nin inişegeçmesi ya da Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına yükselmesidurumunda partinin çözülme dinamiklerinin harekete geç-mesi kaçınılmazdır. Kaldı ki partinin iktidardan uzaklaşma-sı durumunda Erdoğan’ın kalması halinde bile, benzer çö-zülmelerin yaşanma olasılığı yüksek görünüyor. YaniAKP’yi AKP yapan en kuvvetli nokta, aslında onun en za-yıf noktasıdır.

Dördüncüsü, AKP ciddi bir kitle desteğiyle neoliberal dö-nüşüm sürecinin kavşak noktasında bulunmaktadır. Özel-likle neoliberal politikaların yıkıma uğrattığı emekçi yoksulhalk kesimlerinin desteğini almaktadır. Bu desteğin süreklikılınmasında İslamcı ideolojinin can alıcı katkısı vardır. Nevar ki bu kitlelerin ‘türbanın üniversiteler ve devlet bürok-rasisine sokulması’ gibi temel taleplerinin karşılanmasında

Page 11: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

başarılı olunamadı. İmam Hatipler ve katsayı sorunu çözü-lemedi. Tıpkı AKP’nin en ciddi dayanağını oluşturan Fet-hullah Gülen’in hala ülkeye getirilememesi gibi. Ciddi birseçim yenilgisi, İslamcı hareketin uzun yıllara yayılan ikti-dar tırmanışında kazandığı mevzileri terk etmesine yol aça-bilir. Bu nedenle bu kitlelerin destek temelini sürekli pekiş-tirecek “dış ve iç siyaset atılımları” (çoğu propaganda vepopülist söylem) AKP’nin siyasal pragmatizminin özünüoluşturmaktadır.

Beşincisi, sendikal alana operasyon, AKP’nin iktidar zinci-rinin özel bir parçasını oluşturmaktadır. TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, kamu çalışanları sendikaları, meslek örgütleri veSTK’ları ele geçirme ya da en azından etkisiz kılma planıAKP’nin henüz tamamlanmamış amaçları arasındadır.

Altıncısı, uluslararası kapitalist sistem ve tekelci sermayeprogramı bakımından neoliberal dönüşüm programının ta-mamlanması için hala en uygun araç AKP iktidarıdır. Kürtsorunun “çözümü”, kamusal alanın tasfiyesi-piyasalaştırıl-ması, kamusal hakların metalaştırılması, güvencesiz-örgüt-süz-düşük ücretli ve bol işsizli bir çalışma alanı (‘emek pi-yasası’), ulusaşırı tekellerin müdahalesine ve spekülasyonabütünüyle açık bir ekonomik düzen için daha yapılacak çokiş var. Bunlar için hukuksal-yasal düzenlemeler; özel istih-dam büroları, bölgesel asgari ücret, kimi özelleştirmelerinyapılması gibi adımlar henüz atılamadı. Türk Ticaret Yasa-sı, Borçlar Yasası ve Sendika Yasası henüz geçmedi.

Şimdi AKP’de bütün hesaplar bunun üzerinden yapılmak-tadır.

Öte yandan MHP ve CHP’nin başını çektiği düzen-içi mu-halefet, AKP politikalarından kaynaklanan hoşnutsuzlukla-rı Kürt sorunu üzerinden milliyetçi-şoven bir saflaşmaylabir iktidar alternatifine dönüştürme siyaseti izlemektedir.İktidar olduğundan beri, ilk kez 29 Mart yerel seçimindeciddi bir düşüşün başlangıcında olduğu görülen AKP’yekarşı sınıfsal içeriği boşaltılmış halk tepkileriyle karşı kon-ması, neoliberal dönüşümün bir başka iktidar seçeneğininyedekte zamanını beklediğini göstermektedir. Yerine göresosyal-liberal, yerine göre ulusalcı, yerine göre de faşist un-surların ağırlık kazanacağı bu neoliberal seçeneklerin halk-çı söylemleri, onların ciddi ideolojik meşruiyet krizleriniyansıtmaktadır. Abdi İpekçi’de Tekel işçileriyle polis saldı-rısına uğrayan CHP ve MHP milletvekillerinin bu cevvali-yeti, büyük oranda yoksulların desteğini almış olan AKPkarşısında emek eksenli bir meşruiyet arayışını göstermek-tedir. Tıpkı 29 Mart yerel seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu fi-gürüyle sermayenin yeniden paylaşım stratejilerini, yoksul-ların gönlünü kazanmayı hedefleyen bir yolsuzlukla müca-dele stratejisine dönüştürerek oy toplaması gibi. Ancak butürden meşruiyet arayışları, bunların asla temel bir muhale-fet çizgisine dönüştürüleceği anlamına gelmemektedir.

9

GÜNDEM

Sermayenin temsilcileri,emekten “gelen tehlikeyi”2010 y›l› hesaplar›nda ciddi birrisk unsuru olarak de¤erlen-dirmektedir. Bunun hemen ar-d›ndan bildik siyasal istikrarça¤r›lar› gelmektedir. Siyasalistikrar ça¤r›lar›n›n anlam›, ar-d›ndan gelen tedbir paketlerive bunlar›n yürütülmesi içingerekli sertlik politikalar›ndan bilinmektedir.

Page 12: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Toplumsal muhalefette biriken enerjiTürkiye yeni bir siyaset yörüngesine girdi. Şiddetlenenegemenler arası iktidar savaşımını sonlandırmayı amaçla-yan “istikrar ve mutabakat” çağrılarının birleştirici ekseni-ni ‘halka ve emeğe karşı savaş’ oluşturmaktadır. İşte bu ko-şullarda, toplumsal muhalefetin ilerici inisiyatifler alabile-ceği siyasallaşma olanakları da kendini göstermektedir.Emek hareketinin birleştirici militan pratikleri çerçevesindebütün ilerici, demokratik toplumsal muhalefet özneleri engeniş kapsayıcı pratiklere yönelebilir. Tasarlanan halkakarşı savaş mutabakatları ancak sokaklara çıkılarak bozula-bilir. Sokaklarda toplumsal muhalefet hareketleri yaratıla-rak ve bu hareketlerin yaratılması için ‘ilerici muhalefetodakları’ örgütlenerek bozulabilir.

25 Kasım Greviyle 1 Mayıs Taksim eylemi, toplumsal mu-halefette örgütlenecek yeni bir ‘muhalefet odağının’, top-lumda birikmekte olan sınıfsal enerjiyi ortaya çıkarılabile-ceğini göstermektedir. Bunlara bir de Ekim IMF eyleminieklersek, aslında KESK’le DİSK’in ilerici emek örgütleriy-le birlikte örgütlediği bu eylemlerin, katılan somut kitleyiaşan bir temsil gücü olduğu görülebilir. 25 Kasım grevi,grevi örgütleyenlerin gücünü ve kapasitesini aşan bir katı-lım ve destek bulmuştur. Metrobüs ve baz istasyonu eylem-lerinin de benzer şekilde geniş kitlelerden destek görmesi,neoliberal saldırılar ve krizin yıkıcı etkilerine karşı halkta

yeni bir tepki dalgasının ortaya çıkmakta olduğunu göster-mektedir.

2008 krizi ardında “yıkıcı” sonuçlar yaratarak sürüyor vebirkaç yıl daha sürmesi bekleniyor. Bu “yıkıcı” sonuçlar-dan doğan ilk eylemler dalgası solda hayal kırıklıkları ya-ratarak sona erdi. Kapitalizm tarihinin en büyük krizlerin-den birinden doğan hareketler, saman alevi gibi parlayıpsöndü. Fabrika işgalleri, işten atılan işçilerin “işyerini terketmemesi”, yol kesme, iş bırakma, ödenmeyen ücret karşı-lığı makinelere el koyma gibi kendiliğinden direnişler enyaygın eylem biçimleri arasında görüldü. Bunların yanındailerici emek örgütlerinin önderlik ettiği ‘kriz karşıtı miting-ler’ ya da ‘Herkese Sağlık ve Güvenli Gelecek Platformu’gibi anlamlı girişimlerin etkisi kısa sürdü. Araya kısa ses-sizlik dönemleri girdi. Ya da öyle zannedildi. Ta ki 2009 1Mayısı, 25 Kasım Grevi, IMF karşıtı eylemler (Ekim) veşimdi de Tekel, demiryolu, itfaiye işçileri ve hatta eczacıla-ra dek. Bütün bunlar toplumda yeni bir sınıfsal enerjinin bi-rikmekte olduğunu göstermektedir.

Aslında yıl boyunca dipten seyreden, metal işçileri, tekstilişçileri, taşeron TOKİ işçileri-inşaat işçileri, taşeron sağlıkişçileri, işten çıkarılanlar, gazeteciler-IBM işçileri, fındıkve çay üreticileri, değişik kesimlerden çiftçiler, atanmayan-güvencesiz öğretmenler ve en parlak olanlarından barınmahakkı için mücadele eden kent yoksullarının kendine özgü

GÜNDEM

Kürt hareketiyle Alevi hareketinin ilerici kesimlerinin emek hareke-tiyle bütünleflerek yeni bir toplumsal muhalefet hareketinin ortayaç›kar›lmas›nda, flovenizme karfl› mücadelenin kesintisiz bir eylemçizgisine dönüfltürülmesinin yaflamsal önemi vard›r.

fiovenizme yol açan üç temel kaynaktan söz edilebilir:

fiovenizmin birincil kayna¤›, Kürt halk›n›n özgür siyasal varl›¤›n› yoksayan ulusal bask› politikalar›d›r. Savafl, asimilasyon ve kontrgerillayöntemleriyle Kürtler bask› alt›na al›narak düzenin süreklili¤i sa¤lan-maktad›r. Egemen s›n›flar aras› iktidar savafl›mlar›, sömürge tipi fa-flizmin biçimlenmesi, kontrgerillan›n yap›lanmas› ço¤unlukla bu bas-k› politikalar› üzerinden yürütülmektedir. Bunun için gerekli halk vekadro deste¤i, gene yukardan devlet-kontrgerilla arac›l›¤›yla emek-çi yoksul halk kitleleri içinde floven duygu ve tepkilerin örgütlenme-siyle ortaya ç›kar›lmaktad›r.

‹kincisi, Kürt halk›n›n proleterleflmesi iflçi s›n›f›n›n yap›s›n› de¤ifltir-mekte; s›n›f içi rekabet dinamikleri, iflçi s›n›f› hareketinin yoklu¤undafloven ideolojik kanallardan güç almaktad›r. Savafl ve zorunlu göçpolitikalar›yla anakentler baflta olmak üzere Anadolu’nun ço¤u ye-rine yay›lan Kürtler h›zla proleterleflmektedir. Bu durum, emek ha-

reketinin örgütlü kesimleri dahil pek çok iflçi toplulu¤unda s›n›f içirekabet ba¤lam›nda bir “göçmen iflçi düflmanl›¤›” yaratmaktad›r.Ayr›ca sermaye s›n›flar› aras›nda bir gerilim de ortaya ç›kmaktad›r.Yeni göçerlerin bir k›sm› da geldikleri yerde esnafl›ktan s›nai giriflim-cili¤e dek çeflitli aray›fllarla pazarda kendine bir yer aramaktad›r. Buda pazar›n paylafl›lmas›na dönük gerilimlere yol açmaktad›r. “fiehitcenazeleri” ortam›yla buluflarak floven kitlesel tepkileri besleyen busermaye ve proleterleflme dinamizmi, toplumsal kutuplaflmalar›n s›-n›fsal temelini oluflturmaktad›r.

Üçüncüsü bütün bunlar›n yan›nda, Kürt hareketinin meflru savunmaniteli¤i tafl›mayan, savafl d›fl› kesimlere ve halka yönelen fliddet ey-lemleri, yoksul emekçi halk kitleleri aras›nda “Kürt düflmanl›¤›n›”güçlendiren sonuçlar do¤urmaktad›r. Mavi Çarfl›’n›n yak›lmas›ndanUlus Anafartalar Çarfl›s›’n›n bombalanmas›na ve belediye otobüsle-rinin molotoflanmas›na dek tarihsel bir süreklilik oluflturan Kürt ha-reketinin bu eylem çizgisi, “halklar›n cephelefltirilmesi” siyasetlerineolanak sunmaktad›r.

Yeniden kardeflleflme çizgisi, Kürtlerle Türkler aras›nda giderek ay-r›flan devrimci süreçleri birbirine yaklaflt›rmay› ve zaman içinde or-

fiovenizme Karfl› MücadeleYeniden Kardeflleflme Mücadelesinde Birlefltirici Eylem Çizgisi

10

Page 13: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

hareketlilikleri hiç kesilmedi. Ne var ki bunların görünürolması için ya kararlı bir devrimci militanlığın bunlara çı-ğır açması ya da bunların akabileceği 25 Kasım Grevi gibi,kapsayıcı-çekici muhalefet odaklarının örgütlenmesi ge-rekmektedir.

Dipten seyreden hareketliliklere bakılırsa, yeni toplumsalmuhalefet birikimi iki ana eksenin yörüngesinde oluşmak-tadır. Bunlar, kamusal yıkımlardan doğan ‘toplumsal hakistemli’ direnişler ve büyük proleterleştirme dalgalarındandoğan ‘güvenceli çalışma hakkı istemli’ direnişlerdir. Bun-lara doğrudan indirgenemez hareketlenmeleri bir yana bıra-kırsak, bütün yeni muhalefet zenginlikleri bu eksenlerdentüremektedir. Eğitim, sağlık, barınma, enerji, ulaşım gibitemel kamusal hizmet alanlarının bütünüyle piyasalaştırıl-masıyla, yoksul halk kitlelerinde ciddi bir hak yoksunluğudinamizmi belirmektedir. Hak mücadelelerinin temelinioluşturan bu yoksunluk dinamizminden doğan militanlık,toplumsal muhalefetle buluştuğu her platformda muhalefe-tin içeriğini ve eylem tarzını zenginleştiren etkiler yarat-maktadır. Benzer bir dinamizm de işçi sınıfının yapısındagörülmektedir. Hızlı ve dramatik biçimlerde proleterleştiri-len nüfusun büyük bölümünde, esnek bir çalışma disiplini-ne girmekten, çoğunlukla ucuz ve güvencesiz biçimlerdeçalışmaktan kaynaklı bir sınıfsal dinamizm görülmektedir.Bir ucunda kimilerince “yıkıcı kitlesel patlamalar” diye ta-nımlanan hareketliliklerin yer aldığı bu dinamik yelpazenin

öteki ucunda, taşeron sağlık işçileri ya da genç tekstil işçi-leri gibi hareketli işçi kümeleri yer almaktadır. Her koşuldabuluştuğu toplumsal muhalefet eylemlerinin rengini değiş-tiren bir “yeni proleter militanlık” tipinin oluşmakta olduğugörülmektedir.

İşte 25 Kasım Grevi gibi ilerici muhalefet odakları, gele-neksel emek örgütlerinin yanında hak yoksunluklarındanyeni proleterleşme dinamiklerine dek çoğu hareket potansi-yeli için bir çekim merkezi olmaya aday deneyimler sun-maktadır. İçinde bulunduğumuz siyasallaşma sürecinde budeneyimlerin çoğaltılmasına bağlı olarak yeni bir toplumsalmuhalefet hareketi yatılabilir. Yeni toplumsal muhalefethareketi ancak ilerici muhalefet odaklarının sürükleyiciliğiüzerinden yükseltilebilir. ‘Hak mücadelesi’ ve ‘güvencesizişçi militanlığının’ toplumsal muhalefetle buluştuğu bu ile-rici muhalefet odakları, dipten seyreden hareketlerin, sabırve kararlılıkla yapılan yığınakların yüzeye çıktığı ve inisi-yatif aldığı devrimci sıçrama anlarıdır.

Dipnotlar:11 Çat›flmalar›n seyrine göre seçim tarihinin öne al›nma olas›l›¤› var.22 Bak. “‹syan, Asimilasyon, Bütünleflme K›skac›nda Kürt Aç›l›m›”, Halk›n Devrimci

Yolu, s. 4, 2010 (Bu say›da)

GÜNDEM

taklaflt›rmay› amaçlayan devrimci bir hareket çizgisidir. Neoliberalasimilasyoncu bütünlefltirme politikas›yla Kürtlerle Türkler aras›nda-ki devrimci süreçleri ayr›flt›ran egemen politikalar karfl›s›nda, flove-nizme karfl› mücadele, yeniden kardeflleflme çizgisinin en acil ve ya-k›c› mevzisidir. Türkiye soluna ve devrimcilere ivedi sorumluluklaryüklemektedir. fiovenizme karfl› mücadele, halklar›n eflit, özgür si-yasal varolufllar›ndan al›nan güçle, faflizme, ulusal bask› politikalar›na,savafla ve kontrgerillaya karfl› giriflilen militan bir mücadele çizgisidir.Sokaklar›n gerici faflist hezeyanlara terk edilmemesi için can al›c›durumlarda gösterilen anti-floven devrimci refleksler yaflamsal de-¤er tafl›maktad›r. Ancak, flovenizme karfl› mücadele, kararl›, tutarl›,kesintisiz, ilerici bir militan çizgi olarak gelifltirilmedi¤i sürece, ‹slamc›,milliyetçi/ulusalc› ve liberal ideolojilerin etkisi alt›ndaki kitlelerin gö-zünde inand›r›c›l›k sa¤layamaz. Halkta yarat›lan y›lg›nl›k duygular›n›nflovenizme karfl› etkin kitlesel deste¤e dönüflmesi, birkaç par›lt›l› ey-lemin ötesinde, bunun devrimci bir iktidar stratejisiyle sürekli bir çiz-gide yürütülmesine ba¤l›d›r.

Gündelik politik refleksleri bir yana b›rak›rsak, flovenizme karfl› mü-cadelede süreklilik çizgisi, ancak hak mücadeleleri ve emek eksenli

mücadeleler temelinde sa¤lanabilir. Hak mücadelesi ve iflçi s›n›f› mü-cadelesi eksenli flovenizme karfl› mücadele pratikleri, yeniden kar-deflleflme siyasetinin ‘özgün’ mücadele çizgisidir. Asl›nda gelinennoktada halklar aras›nda toplumsal temelli bir bütünleflme sa¤lan-m›fl durumdad›r. Toplumsal haklar›ndan yoksunlaflt›r›lan ve proleter-lefltirilen halklar, zaten s›n›fsal olarak bütünleflmektedir. Siyasal veideolojik olarak gerici-floven biçimlerde ayr›flmaya zorlanan haklar›nsiyasal bütünlü¤ü de ancak hak mücadelesiyle iflçi s›n›f› mücadelesi-nin kaynaflt›rd›¤› devrimci pratiklerle sa¤lanabilir.

Ayr›ca flovenizme karfl› mücadele, Kürt hareketine de kaç›n›lmazsorumluluklar yüklemektedir. Kürt hareketi, Kürt proleter yoksulhalk kitlelerinin tek gerçek müttefiki ve kardefli olan Türk proleteryoksul halk kitlelerinin flovenizme karfl› kitlesel tavr›n›n yarat›lmas›n›kolaylaflt›racak bir eylem çizgisini de gelifltirmelidir. Meflru kendinisavunma d›fl› eylemlerle aras›na kal›n k›rm›z› bir hat çekmelidir. Hal-ka karfl› fliddeti halklar aç›s›ndan anlafl›l›r biçimde mahkum etmesi,kontrgerilla provokasyonlar›yla aras›na da kal›n k›rm›z› bir hat çek-mesi anlam›na gelmektedir. 25 y›ll›k deneyimi Kürt hareketine bukontrolü sa¤layacak gücü ve yetene¤i vermektedir.

11

Page 14: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Kürt isyanlar› ve direniflleri, bunlar›n bast›r›lmas›, Kürtlerin asimilasyonu vedüzenle bütünlefltirilmeleri bu topraklar›n tarihinde farkl› dönemlerde farkl›biçimlerde yaflanm›flt›r. Rejimin son asimilasyon ve bütünleflme çabalar› sonKürt hareketinin özgünlüklerine çarparak tökezlerken, yükselen flovenizmekarfl› mücadele s›n›f hareketinin öncelikli görevlerinden biri olmaktad›r

‹syan, asimilasyon, bütünleflme k›skac›ndaKürt Aç›l›m›1

‹syan, asimilasyon, bütünleflme k›skac›ndaKürt Aç›l›m›1

Page 15: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

KP’nin ‘Kürt açılımı’, Kürtlerin neoliberal ye-ni sömürgecilikle bütünleştirilmesi; bunun içinKürt hareketinin (PKK) tasfiyesi projesidir.

En sonunda “milli birlik ve kardeşlik projesi”adıyla anılması bile, projenin ardındaki niyeti ele vermek-tedir. Böyle bir adlandırma, Kürtlerin, “Tek Bayrak-TekDevlet-Tek Millet” çatısı altında “birlik ve kardeşliğe” zor-lanması söylemini anımsatmaktadır. İlk bakışta, siyasal birtaktik gereği, açılımdan geri dönerek yükselen şovenizmeverilmiş bir ödün gibi görünse de, bu değerlendirme gerçe-ği bütünüyle yansıtmaz. Sık sık açılımda kararlılık sözü ve-ren Başbakan Erdoğan’ın, gönül rızasıyla programatik birgeri adım atma şansı yok. Geri adım sorunu, “hazmettire

hazmettire” yaşanacak gerilimli-çatışmalı bir siyaset alanı-nın konusudur. (Bkz. “Gündem yazısı”)

Bugün, ‘uyumlu İslam’ eliyle ‘uyumlu Kürt’ projesi gün-demdedir. Siyasal İslam’ın dilinde “milli birlik ve kardeş-lik projesi”, “Müslüman kardeşliği” demektir. Osmanlı’daaynı dinden olanların birliğini tanımlayan ‘millet siste-mi’ne göre “Müslüman Milleti”, Türk, Kürt, Çerkez, Lazbütün Müslümanları kapsayan tek bir millettir (‘ümmet’22).Bu bakımdan, “milli görüş”, yani “dini görüş”, aslında “İs-lamcı görüş” demektir.

Özetle AKP’nin ‘Kürt açılımı’nın dayanaklarından biri‘Müslüman kardeşliği’ projesidir. Bu, Osmanlı’dan günü-müze dek Kürtlerin düzenle bütünleştirilmesinde kullanılan

A

13

Page 16: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

vazgeçilmez bir projedir. Kürt halkının uluslaşma enerjisi,Müslüman kardeşliği çatısı altında sürekli boşaltılmaya çalı-şılmıştır. Ancak AKP projesini öncekilerden farklı kılan,‘açılım’ın ikinci dayanak noktasıyla kaynaşmasından doğanyeni asimilasyon politikasıdır. Bu ikinci dayanak noktası, ne-oliberal asimilasyon (‘neo-asimilasyon’) politikasıdır. Ne-oliberal asimilasyon, neoliberal kimlik politikaları gereği,Kürtlerin etnik kimliğinin ve kültürel haklarının kısmen ta-nınmasını yadsımaz. Ancak ulusal, sınıfsal ve toplumsal hak-larının bastırılarak neoliberal yeni sömürge kapitalizmi veemperyalist Ortadoğu projeleriyle uyumlu hale getirilmesinedayanır. Elbette, bu iş başarılı olursa, Kürt halkının ulusal vesınıfsal enerjisinin bütünüyle boşaltılması pahasına olacaktır.

Bu, başarı şansı zayıf projenin önünde Kürt hareketi ciddibir direnç oluşturmaktadır. Şimdilik Türkiye solunun devredışı kaldığı bir dönüm noktasında, bütün ideolojik-siyasal-teorik yalpalamalarına karşın, Kürt hareketinin savaflç›dinamizmi ve “proleter halk hareketi potansiyeli” Kürthalkının neoliberal asimilasyona karşı güvenebileceği tekdevrimci seçenektir.

Kürt isyanlarının ve uzun direniş süreçlerinin yenilgisininardından gelen asimilasyon ve düzenle bütünleştirme ope-rasyonları tarihsel derslerle doludur. Savaş ve kriz süreçle-rinde patlayan isyanların bastırılmasını, mutlaka toplumsaldüzenin ve devletin yeniden yapılandırılması izler. Kürtlerinsavaş gücü yok edildikten sonra, artakalanlar asimile edile-rek yeni düzen için gerekli bir enerjiye dönüştürülür. İsyanıbastıran yöntem ve kadrolar, ardından gelen yeni düzeninkurucu-egemen unsurlarını da oluşturur. Devlet her seferin-de Kürtlerin üstüne basarak doğrulduktan sonra, egemen sı-nıfların yapısıyla siyasal egemenlik ilişkileri de değişir.

İsyan, asimilasyon ve bütünleşme dönemleri şu şekildeözetlenebilir:

1. Feodal Özerklik[Kürt Uluslaflmas›n›n Eski Ekseni]Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni sömürgeleşti-rilmesine dek, feodal özerklik hareketleri, Kürtlerin başlı-ca uluslaşma ekseni olarak görünür. Kürt feodallerinin ön-derlik ettiği bu hareketlerin temel kitlesel savaşçı gücünü,yoksul köylüler, yönetici-tüccar-tefeci-esnaf gibi kentli sı-nıflar oluşturur. Bunlardan doğan isyan, direniş ve savaşlar,Kürtlerin kaderini değiştirdiği gibi Osmanlı’nın ve merke-zi devletlerin kaderini de değiştirir.

2. Mevlana Bitlisli ‹dris Projesi[Özerk Kürt Beylikleri]16.Yüzyıl, İmparatorluğun kaderini değiştiren yüzyıllıkCelali İsyanları dizisinin ve büyük devletlerle bölgesel sa-

vaşların yaşandığı tarihsel bir dönüm noktasıdır. ÖzerkKürt Beylikleri de bu süreçte ortaya çıkar ve şaşırtıcı bir ta-rihsel benzerlikle kriz ve savaşın ürünüdür. Bu beylikler,feodal çelişkilerin şiddetlendiği düzen krizinden ve bölge-sel savaşlardan ‘feodal-özerklikçi’ bir çıkıştır.

Yüzyılın başlarından itibaren, Osmanlı askeri-merkezi feo-dal imparatorluğunda düzen köklü değişimlere uğramayabaşlar. Çok yönlü krizlere bağlı olarak, büyük çaplı top-lumsal çöküntüler yaşanır. Para rejiminin ve vergi sistemi-nin çökmesi, ekonomik krizlerin temelini oluşturan malisistemin çöküşünü getirir. Tarımsal ekonomi daralır, hubu-bat yetersizliği ve mal fiyatları yükselmesi bunları izler.Dış ticaret, iç pazar, en nihayetinde reaya (köylü) aleyhinebozulur. Düzenin temelini oluşturan reayanın aşırı vergi-lendirilmesi ve artığın ikinci derece feodal unsurlarca kade-meli olarak merkeze aktarılması sisteminde köklü bir kırıl-ma oluşur. Köylülük çökerek büyük kitleler halinde toprak-larını terk eder (çiftbozan). Böylece Osmanlı feodalizmininitici gücünü oluşturan tımarlı sipahilerin33 konumları ciddioranda sarsılarak merkezle olan çelişkileri derinleşir. Bunakent esnafıyla tüccar sınıflarının krizleri ve medreselerdeolağanüstü ölçüde yığılan ve büyük işsizlik sorunları yaşa-yan öğrencilerin (suhte) huzursuzlukları da eklenince, yüz-yıllık Celali İsyanları süreci başlar. Celali İsyanları, Os-manlı düzenini toptan değişime zorlayan halk hareketleridizisidir. Her sınıftan halkın katıldığı bu karmaşık sınıf ça-tışmaları sürecine tımarlı sipahilerin (“ikinci derecede feo-daller”) ve yerel-resmi yöneticilerin önderlik ettiği görü-lür.44 Topraklarını terk ederek mülksüzleşen yoksul köylü-ler ve medrese öğrencileri isyanların temel kitlesel gücünü

14

Kürtlerin babas› (“Bave Kurdan”) diye an›lan Sultan II.Abdülhamit, “Hamidiye Projesi”yle bugünkü asimilasyonçizgisinin öncüleri aras›nda yer al›r. ‘Koruculuk Sisteminin’ilk örne¤i olan ‘Hamidiye Alaylar›’ (‘Kürt milisleri’), iflbirlikçizorba Kürt feodallerinin (a¤alar, paflalar) egemenli¤inisa¤lar. Böylece, Kürtler içerden bölünür, ayr›cal›kl›, bafl›nabuyruk yeni feodal gruplar ve yeni iflbirlikçiler ortaya ç›kar,feodalite yeniden pekiflir.

Page 17: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

oluşturur.

Tıpkı imparatorluğun pek çok yöresinde olduğu gibi Kür-distan bölgelerinde de, Kürt Beyleriyle birlikte, aşiret ilerigelenleri, yerel-resmi feodal idareciler ve köylülerin baş-kaldırıları da görülür.

İşte merkezi ordunun zayıfladığı ve tımarlı sipahilerin ko-numlarının sarsıldığı bu dönemde, 1514–1639 yılları deği-şik aralıklarla Osmanlı-İran ve Mısır (Memluk) savaşlarıy-la geçer. Vergi-tımar sisteminin çökmesi merkezi ordunun(kapıkulu-yeniçeri) zayıflamasına ve tımarlı sipahilerin sa-vaş isteksizliğine yol açar. Bunun telafisi için hem Kürtle-rin savaş gücünden yararlanılır hem de Kürtlere ödünler ve-rilir. Kürt Beylikleri Gürcistan’dan Zağros’a kadar sınırboylarına dağılmış Kürt bölgelerinde emniyet kuşağı ola-rak kullanılır. Osmanlı-İran Antlaşması’ndan (1639) sonraise Kürdistan bölgelerinde imparatorluk denetiminin artırıl-ması siyaseti izlenir.55

Celali İsyanları, Kürt isyanları ve bölgesel savaşlarla kaza-nılan feodal özerklik statüsü arasında nedensel bir bağlantıvardır. Sonuçta Kürtler, feodal özerklik statüsünde yeniOsmanlı düzeniyle bütünleşmiştir.

Bu bütünleşmede Şeyh Bitlisli İdris (Mevlana İdris-i Bitli-si) belirleyici rol oynar. Bitlisli İdris projesi, İslam’ın Kürt-lerin düzenle bütünleştirilmelerinde kullanıldığı ilk başarılıprojedir.66 Şeyh Bitlisli İdris aracılığıyla toplanan 25 KürtBeyi ile Osmanlı padişahı Yavuz Selim arasında ayrıntılıbir özerklik antlaşması imzalanır (Amasya, 1515). Kürtler,tarihte bir daha böyle ayrıntılı bir anlaşma yapamayacaklar-dır. Antlaşma, aslında bir savaş ittifakı olmasının yanında,Kürt Beylerine bağımsızlığın yanında vergi zorunluluğu dagetirmektedir. Yine antlaşmaya göre, Kürdistan bölgelerin-de, bağımsız, yarı-özerk ve Osmanlı’ya bağlı sancaklar ol-mak üzere üç kategoride yönetsel düzenekler oluşturulur.Örneğin, Erzurum ve Sivas’ın güneyinden itibaren 7 büyük10 küçük beylik Diyarbakır Eyaleti’ne bağlanır. Ama hep-si de özerk prensliktir.77

Hamidiye Projesi88

[Kürt Feodalitesinde Yeniden Yap›lanma]19.Yüzyıl ve 20.Yüzyıl’ın başları Osmanlı’nın yarı-sömür-geleştirildiği ve imparatorluğun çözüldüğü dönemdir. Budönemde Özerk Kürt Beylikleri tasfiye edilir ve Kürt fe-odalitesi yeniden yapılandırılır.

Son birkaç yüzyıldır Askeri Merkezi Feodal Osmanlı İmpa-ratorluğu çözülmeye başlar. Feodal çelişkiler şiddetlenir,devletin merkezi otoritesi zayıflar. Osmanlı gelişmiş Avru-pa kapitalizmi-emperyalizminin bir yarı-sömürgesine dö-nüşerek komprador feodal bir devlet yapısı ortaya çıkar.Bundan böyle Osmanlı, yukardan aşağı, uzun, yavaş ve san-cılı bir kapitalistleşme sürecine girer. Avrupa’nın dayatma-larıyla reform paketleri gündeme gelir. Bu paketlerin içindeKürdistan bölgelerindeki Özerk Beyliklerin tasfiyesi ve bu-ralarda devletin merkezi otoritesinin güçlendirilmesi de var-dır. Bu yönde çıkarılan vergi, toprak ve iskan yasalarıÖzerk Kürt Beylerini isyana sürükleyerek “Kürtlerin Yüz-yıl Savaşları” denen isyan, savaş ve direniş yılları başlar.

İsyan eden Botan (1847), Bitlis (1849) ve Baban (1851) gi-bi büyük Kürt Beyliklerinin tasfiyesinden sonra sıra Kürtle-rin yeni Osmanlı düzeniyle bütünleştirilmesine gelir. Savaşgücünün yok edilmesinden sonra ilk akla gelen, isyanın ön-derlerinin askeri-idari unvanlarla (çoğunlukla ‘paşa’)99 bü-tünleştirilme sürecinde görevlendirilmesidir. İkincisi bütün-leşme için salt savaş yeterli olmaz; asimilasyon için mutla-ka yeni bir işbirlikçi sınıfın ortaya çıkarılması gerekir.Özerk Beyliklerin tasfiyesi, Kürt feodalitesinin de tasfiyesianlamına gelmez; Kürt feodalitesi yeniden yapılandırılır.Aşiret reisleri, ağalar ve şeyhlerden oluşan yeni feodal ege-men sınıfların işbirliğiyle bütünleşme sağlanır. BöyleceKürt Beylerinin önderlik ettiği feodal özerklik eksenli is-yanlar süreci de sona ermiş olur. Artık yeni bir çelişki oda-ğı ortaya çıkar. Merkezi devlet, yeni işbirlikçi Kürt feodal-leri aracılığıyla Kürt köylülerini doğrudan vergilendirmeyoluna gider. Bundan böyle gerilimler, merkezi devletle, iş-birlikçi göçebe Kürt aşiret reisleri-ağalar-şeyhler ve Kürtköylüleri arasındaki üçlü taraflı karmaşık çatışmalar niteli-ğine bürünür. Hem merkezi devletle yeni feodaller hemmerkezi devletle köylüler hem de yerel feodaller arasındasınıf savaşımları şiddetlenir. Ermeniler ve Asurlular gibibölgedeki öteki etnik-dinsel grupları da kapsayacak şekilde,yaygın bir topraksızlaştırma-mülksüzleştirme hareketi gö-rülür. Kürdistan bölge feodalizmi, yarı-sömürge Osmanlıdüzeniyle yeniden bütünleşir. Artık yeni isyanların ve isyanbastırma savaşlarının temeli bu zeminde oluşmaya başlar.

Osmanlı, Rus ve İran devletleri arasında seyreden gerilim,bölgesel savaşlar ve bölgeye müdahale eden İngiltere, Fransave Almanya’nın da işin içine girmesiyle birlikte, bu bütünleş-

15

Page 18: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

tirme uzun çatışmalı süreçlere dönüşür. Gelişmiş Avrupa ka-pitalizmine bağlanan komprador Osmanlı feodalizmi ve Kürtburjuvazisinin cılızlığı nedeniyle, isyanlar ilerici demokratikçizgiye yönelemez,1100 Kürtler eldeki bütün kazanımlarını kay-bederek kurulmakta olan yeni düzenle uyumlu hale getirilir.

Bu uyumlulaşmanın ideolojik hamurunu, “Müslüman Kar-deşliği” düşüncesiyle, Kürt egemenleri arasında giderekgüçlenen ‘şeyhler’ yoğurur. İslam, Arap ve Kürt ulusçulu-ğunun kırılması için kullanılır. Arap ulusçuluğuna zeminhazırlayan Vahhabi Hareketi’nin yükselişine karşı Bağdatvalisi Mahmut Paşa’nın “uyumlu İslam örneği olarak”Nakşibendiliği destekleme projesi benimsenir. Süleymani-ye/Karadağ’lı Mevlana Diyaeddin Xalid El Bağdadi’ningeliştirdiği Nakşibendiliğin Halidiye kolu bütün Kürdistantopraklarında kök salmış, toplumsal, dinsel ve siyasal ya-şamda bir otorite haline gelmiştir.1111 Kürt ulusçuluğunun ba-bası sayılan Şeyh Ubeydullahê Nehrî, Saidi Kürdi ve ŞeyhSaid gibi ünlü isimler, Kürt feodalitesinin ideolojik temelihaline gelen Nakşibendiliğe bağlıdır.

Kürtlerin babası (“Bave Kurdan”) diye anılan Sultan II. Ab-dülhamit, “Hamidiye Projesi”yle bugünkü asimilasyon çizgi-sinin öncüleri arasında yer alır. ‘Koruculuk Sisteminin’ ilk ör-neği olan ‘Hamidiye Alayları’ (‘Kürt milisleri’), işbirlikçizorba Kürt feodallerinin (ağalar, paşalar) egemenliğini sağlar.‘Aşiret Mektepleri’, Kürt gençlerinden Osmanlı alt bürokrasi-sine ve orduya kadro yetiştirir. Şeyh Sait isyanının askeri ön-deri olarak gösterilen, ama isyandan hemen önce tutuklananCibranlı Albay Halit Bey bu mekteplerden yetişmedir. HizbeAzadiya Kürdistan Cemiyeti’nin önderlerinden olan HalitBey Osmanlı Rus savaşındaki ‘kahramanlıkları’yla da bilinir.

Sonuçta Osmanlı’nın kimi yukardan reformlarla burjuvademokratik devrimler sürecine girmesine karşın, İslamcılıksiyasetinin de desteğiyle bölgede Kürt feodalitesinin sürek-liliği sağlanır. Kürtler içerden bölünür, ayrıcalıklı, başınabuyruk yeni feodal gruplar ve yeni işbirlikçiler ortaya çıkar,feodalite yeniden pekişir; feodallerin etrafında cılız bir şe-kilde oluşan Kürt uluslaşma dinamizmi (“feodal milliyetçi-liğin doğurduğu Kürtlük bilinci”) çarpılır. Gene aynı şekil-de, emperyalizmin Osmanlı’yı yarı-sömürgeleştirmesi,Kürt feodalitesinin çözülmesine yol açmaz. Tersine yerelgerici feodal yapıların Osmanlı düzeniyle bütünleşmesisağlanarak bu süreç derinleştirilir. İşte Kürt isyanlarının ile-rici demokratik taleplerle taçlandırılamamasının tarihsel-toplumsal temeli budur. Böyle bir talebin bayraktarlığınıyapacak Kürt burjuvazisi cılızdır ve henüz kendisini topar-layamadan yeni bağımlılık düzeneklerine boyun eğer.

Küçük burjuva Kürt milliyetçili¤inindüzenle bütünleflmesiDaha serpilemeden ezilen Kürt ticaret-sanayi burjuvazisi-

nin milliyetçilik girişimleri yanında, küçük burjuva Kürtmilliyetçili¤i ikinci bir uluslaşma ekseni olarak ortaya çıkar.

“Osmanlı yüzyıllar boyu, zengin bir hammadde alıcısı olanAvrupa ile çok bol ve ucuz işlenmiş mal satıcısı Şark (Hint,Rusya, İran) arasında bocalar. İç sanayi sürekli sarsıntılar ge-çirir”.1122 Kürdistan toprakları önemli ölçüde Doğu’yla ticaretinticari-sınai yollarını oluşturur. Kürt ticaret-sanayi burjuvazisi-nin çekirdekleri bu topraklarda yeşermeye başlar. Ancak Os-manlı’nın yarı-sömürgeleştirilmesiyle kompradorlaşma süre-cine girer. Ne var ki bu da sonraki dönemlerde Türkiye kapi-talizminin burjuva ulusal baskı politikalarının altında ezilir.

Zorunlu iskan, zorunlu göç, sürgünler ve Hamidiye projelerisonucunda 1900’lerin başlarında Kürt uluslaşma sürecinde

yeni bir eksen ortaya çıkar: İsyancı Kürtlerin ikinci kuşak ço-cukları İstanbul, Halep, Avrupa gibi büyük merkezlerde kü-çük burjuva Kürt milliyetçiliğinin öznelerini oluşturur. Ço-ğunlukla iyi eğitim görerek Osmanlı asker sivil bürokrasisi-nin alt katmanlarına tutunan bu kadrolar, uzun bir süre ‘JönTürk milliyetçiliğiyle aynı kanalda gelişir. Yayın çalışmala-rı, dernekleşme, hatta partileşme süreçlerine girerler. KürtTeavün ve Terakki Cemiyeti, Kürt Talebe-Hevi Cemiyeti,Kürt Teali Cemiyeti ve Hizbi Azadi Kürdistan bunlardan ba-zılarıdır. Kürdistan gazetesi, Roji Kurd, Yekbun ve Jin der-gileri ise çeşitli yayın çalışmalarını oluşturur. Hatta Kürt Os-manlı siyasetçileri, Abdullah Cevdet gibi İttihat Terakki Ce-miyetinin kurucuları arsında yer alır; Seyit Abdülkadir gibiDanıştay başkanlığı yapar ve Şerif Paşa gibi dış temsilcilik-

16

KÜRT SORUNU

Kemalist projenin fiarkIslahat Plan›, ulusal ves›n›fsal dinamiklerleharekete geçenKürtlerin savafl gücününulusal bask›politikalar›yla yokedilmesini (“tedip vetenkil”) hedefler.Koçgiri, fieyh Said, A¤r›ve Dersim isyanlar›ndaKürtlerin savafl gücübüyük kitleselkatliamlarla yok edilir.Kürtleri için gene zorun-lu göçler ve iskanlarsüreci bafllar

Page 19: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

lerde bulunurlar. Küçük burjuva Kürt milliyetçiliği, Kemalistörnekte görüldüğü gibi, güçlü bir burjuva harekete dönüşe-mez, üstelik döneminde yükselen kırsal temelli Kürt isyanla-rıyla da buluşamayarak etkisini yitirir. Sonuçta asimilasyonpolitikalarıyla yeni Türkiye düzeniyle bütünleşir.

Kemalist proje[fiark Islahat Plan›]Kemalist projeyle (Şark Islahat Planı, 1925) Kürt uluslaş-ma sürecinde ‘feodal özerkleşme ekseni’ artık bir daha ge-ri gelmemek üzere bütünüyle tasfiye edilir. Yeni cumhuri-yet düzeni Kürtlerin kırımı üstüne basarak yükselir.

1923 Devrimiyle, “feodal-komprador devlet mekanizmas›

parçalanm›fl yerine, tek partinin yönetimi alt›nda kü-çük-burjuvazinin diktatörlü¤ü egemen k›l›nm›flt›r”.“1923’te kurulan, milli, laik Türkiye Cumhuriyeti’nde yö-netim, hiyerarşik tabanın üst yönetiminde kemalistler ol-mak üzere, küçük burjuvazinin ve de burjuvazinin bütünfraksiyonlarının ortak yönetimidir.” “Feodal mütegallibesindirilmiş, ancak politik ve ideolojik gücü kırılmasına rağ-men, ekonomik gücü bertaraf edilememiştir.”1133 Birinci Em-peryalist Paylaşım Savaşı’yla 1923 Devrimi arasında Kürtegemenleriyle “özerklik-ortak yönetim-ortak meclis” an-laşmasıyla ittifak kurulur. Ne var ki, “Kürtlerin kimlikleri-ni politik, ekonomik veya kültürel olarak muhafaza ederekbürokrasi öncülüğüne yeşertilen burjuvaziye dahil olmasıTürk ulus-devletinin kendine biçtiği varlık nedeni (raison

d’étre) dolayısıyla imkansızlığa mahkumdur.”1144

Şark Islahat Planı, ulusal ve sınıfsal dinamiklerle hareketegeçen Kürtlerin savaş gücünün ulusal baskı politikalarıylayok edilmesini (“tedip ve tenkil”) hedefler. Koçgiri, ŞeyhSaid, Ağrı ve Dersim isyanlarında Kürtlerin savaş gücü bü-yük kitlesel katliamlarla yok edilir. Kürtleri için gene zo-runlu göçler ve iskanlar süreci başlar.

Kürt isyanları moderniteye karşı gerici-feodal isyanlar ola-rak gösterilir. İlericilik adına Kemalist rejim desteklenir.Oysa Kürt uluslaşmasının ‘feodal özerkleşme ekseni’, onunkendi başına gerici olması anlamına gelmez. Kürt halkınınilerici demokratik talepleri de bu özgün uluslaşma eksenin-de yer alır. Bunlar da doğrudan ulusal baskı politikaları al-

tında ezilir. Her ne kadar isyanlara, ağa, şeyh, seyit, aşiretreisleri önderlik etse de ezilen Kürt halkının yoksulluktandoğan sınıfsal enerjisi hareketin dinamizmini oluşturur.19.yüzyılın ikinci yarısından 1930’lara kadar bütün rapor-lar, Dersim insanının ekonomik sıkıntı içinde olduğunuyansıtmaktadır. Yoksul köylüler, seyit ve ağalara körü kö-rüne bağlıdır. Bütün kazanç, mal ve toprak tasarrufu ağa veseyitlerin elindedir. Sınıfsal çelişki belirgindir. Alişer’inölümünden sonra, aşiretlerin, reislerini öldürüp devlete tes-lim etmeleri aslında sınıfsal gerilimi yansıtmaktadır. Bumilli ve sınıfsal isyanlar, devletin gelir, orduya taze kansağlamak için uyguladığı aşırı baskılarından doğmuştur.1155

Kürt feodalitesi ve ulusal baskı politikaları, Kürt halkının,ezilme ve yoksulluk durumunun süreklilik temelini oluşturur.

17

KÜRT SORUNU

Page 20: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Ezilen halk hareketi[Kürt Uluslaflmas›n›n Yeni Ekseni]1940’lardan başlayarak Türkiye’nin yeni sömürgeleştiril-mesiyle Kürt uluslaşması yeni bir eksende gelişmeye baş-lar. Dersim yenilgisi yüz elli yıllık uzun direnişini sona er-dirir. Bir kez daha Kürtlerin savaş gücü yok edilir. Kürdis-tan topraklarında merkezi devlet otoritesi sağlanır. ArtıkKürtler yeni sömürge düzeniyle ‘oligarşik bütünleşme’yehazırdır. Yukardan afla¤› kurulan kapitalizm yeni sömür-gecilik iliflkilerine ba¤lan›rken, sömürge tipi kapitalistdevlet ve faflizmin geliflimi, Kürt uluslaflmas›n›n ekseni-ne, ezilen halk›n ulusal-s›n›fsal dinamizmini yerlefltirir.

“Özgürlükler temelli bir takım söylemsel atılımlarla ortayaçıkan Demokrat Parti’nin orta ve büyük ölçekli toprak sa-hipleri ile burjuvaziyi liberal piyasa ekonomisinin bayrak-tarlığında yeni bir ittifaklar bloğuna çağırmasına Kürtler deyedekleneceklerdi.”1166 Ulusal baskı politikalarının gölgesin-de Kürt egemenlerinin oligarşik diktatörlüğe katılmasıyla,yeni sömürgeci düzenle yeni bir bütünleşme kanalı açılır.Artık ağalar, toprak sahipleri, burjuvaziden oluşan Kürtegemenleri oligarşinin içinde tekelci sermaye, sanayi ser-mayesi, büyük finansal, ticari burjuvazi ve emperyalizminuzantılarıyla birlikte egemenliği paylaşır. Onların, ulusalbilincini (‘Kürtlük davasını’) inkar ederek bu yeni egemenittifaka katılması, artık ezilen yoksul Kürt halkıyla tarihselçıkarlarının bir daha birleşmeyecek şekilde ayrışmasına yolaçar. Bu sefer hayal kırıklığının büyüğünü Kürt yoksullarıyaşar: Egemenleri, onları yarı yolda bırakmıştır.

Kürt halk dinamiğinin ulusal ve sınıfsal enerjisini boşaltan,halkın bağımsız hareketini ve demokratik taleplerini ezen“Müslüman kardeşliği” çizgisi, Kürtler yeni sömürgeciliklebütünleşirken bu sefer Demokrat Parti-Menderes projelerin-de yaşam bulur. Kürt feodal-dinsel egemenler bu projelerinsiyasallaşma kanallarıyla Kürt yoksullarının üstüne basarakdüzene katılır. Artık Kürt uluslaşmasını devrimci bayrağıKürt ezilenlerinin elindedir. Böylece Kürt sorunu, bir ezilenhalk sorunu olarak, yeni bir ulusal-sınıfsal eksene taşınır. Ezi-len halkın yoksulluğunun temel koşullarını sürekli kılan ulu-sal baskı politikalarına itirazı ve sınıfsal egemenlik ilişkileri-nin hep kendilerinin aleyhine baskı ve sömürüyü derinleştire-cek şekilde kurulmasına itirazı artık bu eksenden yükselir.

İşte PKK’nin bütün ideolojik değişkenliğine karşın, sürek-li yükselen bir ezilen halk hareketi seyri izlemesi, böylebir tarihsel-toplumsal temele dayanır. 1960’lardan 1980’le-re dek kentli küçük burjuva-aydınların önderlik ettiği Kürtuluslaşma süreci PKK isyanıyla (1984) sona erer. Bundanböyle Kürt uluslaşmasının bayrağı ezilen halka geçer. UzunKürt savafl› ve neoliberal yeni sömürgecilikle yaflananmülksüzleflme, metalaflma ve proleterleflme süreci, pro-

leterleflen ezilen halk dinamiklerini Kürt hareketinin te-meline yerlefltirir.

Neoliberal asimilasyonNeoliberal asimilasyon, Kürtlerin, neoliberal yeni sömürgekapitalizmiyle ve emperyalist Ortadoğu projeleriyle bütün-leştirilmesi politikasıdır. Onu AKP’nin Kürt açılımıyla,“milli birlik ve kardeşlik projesi” özdeş algılamak yanıltıcıolur. Gene aynı şekilde, iç çelişkileri görmezden gelerek,onu, salt emperyalist projelerin bir gereği gibi görmek de ya-nıltıcı olur. Neoliberal asimilasyon, neoliberal dönüşümprogramının bir gereğidir ve temel kamusal hizmetlerin piya-salaştırılmasından, siyasal İslam’ın düzenle bütünleştirilme-sinden sonra epeydir gündemde bekleyen stratejik bir serma-ye programıdır. Sermaye birikim stratejileriyle doğrudan iliş-kisi vardır. Üstelik neoliberal asimilasyon, egemenler açısın-dan, neredeyse bir halk isyanının ana yatağı haline gelenKürt halkının, yeni düzenle bütünleştirilmesi zorunluluğun-dan türemiştir. AKP eliyle yürütülen “milli birlik ve kardeş-lik projesi”, egemen sınıfların temel bütünleştirme programı-nın politik denemelerinden biridir. Bu denemenin kaderi, sı-nıfsal çelişki ve politik çatışmaların sonucunda belli olacak-tır. Sermaye, devrimci bir kırılmaya uğramadan, Kürtleri dü-zenle bütünleştirme programından asla kendiliğinden vaz-

18

“Son Kürt isyan›”n›n özgünlükleri, yani gerillas› ve proletertoplumsal temeli, neoliberal asimilasyon planlar› yapanlar›nbaflar› flans›n› zay›flatmaktad›r

KÜRT SORUNU

Page 21: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

geçmeyecektir.

Önceki bütünleşme süreçlerinden farklı olarak, PKK isya-nında iki özgün direnç noktası ortaya çıkmıştır: İlkin,PKK’nin yürüttüğü modern gerilla savaşı yöntemleri, Kürthalkının ulusal-siyasal iradesinin birliğini temsil eden yenibir uluslaşma süreci başlattı; gerilla savaşı, Kürt halkının gü-venebileceği tek varlık koşulu haline geldi. Önceki uluslaş-ma süreçlerinde Kürt isyanlarını yenilgiye götüren aşiret te-melli feodal parçalanmışlık, ezilen halka dayalı devrimci sa-vaşla aşıldı. Devrimci savaş, oligarşik diktatörlüğün ulusalbaskı politikalarına ve bundan türeyen kontrgerilla savaşınakarşı Kürt halkının ortak siyasal iradesini yarattı. 1984’te ba-sit gerilla taktikleriyle başlayan Kürt savaşı, 1990’ların baş-larında Kürt kentlerinde halk ayaklanmaları (‘serhildan’) ya-ratabilecek boyutlara ulaştı. Giderek siyasal etkinliğini artır-dı; belediye seçimlerini kazandı; meclise milletvekili soktu.Bu süreçlerde hep, devrimci savaş ve PKK gerillaları, Kürthalk iradesinin birliğinin ve sürekliliğinin güvencesi oldu.

İkincisi, bu süreçte, hızla proleterleşen yoksul Kürt halkı-nın, neoliberal yeni sömürge kapitalizmiyle sınıfsal uzlaş-maz karşıtlıkları oluşmaktadır. Bu olgunun ortaya çıkma-sında-yaratılmasında ‘Kürt Savaşı’nın özel bir rolü vardır.

Yaklaşık otuz yıldır süren Kürt savaşı, büyük toplumsal al-tüst oluşları, kırların ve kentlerin çözülmesini ve büyük göçdalgalarını getirdi. Daha önemlisi, bu dalgalar, neolibera-lizmin mülksüzleştirme, metalaştırma ve işçileştirme dina-

mikleriyle de buluşunca, normal tarihsel koşullarda yüzyıl-lar alabilecek dönüşümler, on yıllar gibi kısa bir süreçtedramatik biçimlerde gerçekleşti. Böylece Kürt sorunu, Tür-kiye’nin her tarafına ve bütün rejime işleyen toplumsal vesiyasal bir sorun haline geldi.

PKK gerillalarının başarılı taktiklerinden sonra, 1993’lebirlikte kontrgerilla stratejisi değişir: ‘Bul ve yok et’ strate-jisinden ‘alanı temizle ve tut’ stratejisine geçilir. Bölgeyebütünüyle hakim olma doktriniyle birlikte savaşın kaderitümden değişir. Büyük sayılarda ölümlerin yanında, merayasağı, orman ve ekin yakmalarla geçim kaynakları ve çev-re tahrip edilir. Zorunlu göç, tarım ve hayvancılığın çökme-sine yol açar. Bölgedeki toplumsal yaşam alt üst olur. Bo-şaltılıp yakılan yerleşim yerinin sayısı kabaca 3 bin civarın-dadır. Bazı tahminlere göre yerinden edilen kişilerin sayısı3, hatta 4 milyon gibi yüksek bir rakama ulaşmaktadır(Kürt İnsan Hakları Projesi, 2002). Bununla birlikte mese-la TESEV bu sayının 1,5 milyon olduğunu belirtir. Hacet-tepe Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün DPT koordinasyonu al-tında yürüttüğü araştırma, rakamları 950.000 ile 1.200.000arasında vermektedir.1177

Kürt savaşıyla birlikte ortaya ilginç bir olgu çıktı. Değişenkontrgerilla taktikleri, sadece Kürt gerillaları etkisizleştir-medi; bölgede neoliberal dönüşümün altyapısal gücünü deyarattı. Öncelikle savaşın ve savaş kadrolarının beslenmesiiçin ciddi bir savaş ekonomisi oluşturdu. Devletin kısmenbüyük finans tekellerinden borçlanarak savaşı finanse et-mesi –ki bu paralar iç borçlanma mantığı gereği hala yok-sulların vergileriyle sermayeye aktarılmaktadır1188- bölgeyebelli bir sermaye akışını getirdi. Ayrıca, savaş kadrolarınınbir bölümünün, kural gere¤i uyuşturucu ve silah kaçakçı-lığı gibi yasadışı yollardan beslenmesi, ciddi bir savafl ser-mayesi birikimi yarattı. İşte bu birikim, sermayedarlarınbüyük bir ikiyüzlülükle hep eksikliğinden yakındıkları gibisermaye yatırımı yoluyla değil belki, ama savaş yıkımı yo-luyla değerlendirildi. Yerel ekonominin temeli olan tarım,hayvancılık ve geçimlik üretim çökertildi. Bir zamanlarasimilasyonun altyapısal unsurlarını işbirlikçi sınıfların ya-nında, tanklar için yollar ve köprüler oluştururdu; şimdi iseneoliberal dönüşümlerin yeni altyapısal unsurlar oluşmak-tadır. Kürt egemen sınıflar savaş sermayesi ve bunu destek-leyen devlet politikalarıyla yeni düzenle bütünleştirildi: ör-neğin ‘koruculuk sistemi’… Örneğin Dünya Bankası ta-rımsal fonlarının yukardan aşağı öbek öbek bölgeye yedi-rilmesi… Örneğin aşiret reislerinin, ağaların ve şeyhlerinucuz emek sömürüsünü temel alan kirli taşeron şirket zin-cirlerine eklenmesi… Örneğin “piyasa eksenli kalkınma”programının yaşama geçirmek için bölgenin en kıdemliprojesi GAP’ın “neoliberal kalkınma modeline” göre yeni-den düzenlenmesi; bunun için devreye giren ‘Çok Amaçlı

19

KÜRT SORUNU

Page 22: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Toplum Merkezleri’nin (ÇATOM) yaygınlaştırılması…1199

AKP’nin ‘açılım politikası’nın en büyük destekçilerindenbiri Kürt burjuvazisidir. Bütün Kürdistan bölgelerinin ser-maye birikim süreçlerine açılması için sanayi-ticaret odala-rı ve çeşitli STK’larda örgütlenen Kürt burjuvazisi sefer-berlik halindedir. Kürt burjuvazisi, oligarşi tarihinde hiç ol-madığı kadar inisiyatif almaktadır.

Sonuçta Kürt savaşı, sermayenin ‘doğal yatırım süreçle-ri’nin sıradan akışıyla asla başaramayacağı bir toplumsal ol-gunlaşmanın hızlanmasına yol açtı. Savaşın neoliberal dina-miklerle buluşarak gerçekleştirdiği yığınsal mülksüzleştir-me ve metalaştırma hareketleri, Kürtleri, hızla ve kitleselolarak proleterleştirmektedir (işçileşme). Kürt uluslaşması-nın devrimci enerjisi, Kürt halkının proleterleşmesi; bununçelişki ve çatışmaları etrafında birikmektedir. Zorunlu göç-ler ve sürgünlerle büyük Kürt kentlerinin ve İstanbul, İzmir,Mersin gibi anakentlerin çevresinde ciddi bir kentsel yok-sulluk dinamikleri ortaya çıkmaktadır. “Dünyanın en büyükKürt kenti İstanbul’dur” sözü, aslında “Dünyanın en büyükKürt işçi kenti İstanbul’dur” diye düzeltilebilir. Küçük birşanslı azınlığı ve mafya ekonomisine kayarak “durumunukurtaranları” saymazsak, bu yeni göçerler, tarihin en büyükişçileştirme dalgasının toplumsal-yapısal temeli haline gel-mektedir. Kürt kent yoksulları, ucuz-güvencesiz işçilik vetaşeronlaştırmayla neoliberal piyasaların en dip çeperineyerleşmektedir. Büyük işsiz yığınlar arasına katılmaktadır.Temel kamusal hizmetlerin piyasalaştırılmasının getirdiğihak yoksunluklarının en büyük mağdurlarını gene bu kitle-ler oluşturmaktadır. Eskiden ‘sosyal devlet’in kalkınmacıyatırımlarından bilerek yoksun bırakılan bu kitleler, şimdineoliberal saldırılar gereği piyasaların denetiminde olaneğitim, sağlık, barınma, beslenme, ulaşım ve enerji gibi te-mel kamusal gereksinimlerini karşılayamaz durumdadır.

Neoliberal yeni sömürge kapitalizmi bütün çelişkileri prole-terleştirmektedir. Ulusal, çevresel, kadın sorunlarındankaynaklanan değişik çelişki türleri özgünlüklerini yitirmesede genel toplumsal proleterleşme süreçlerinde yeniden anlamkazanmaktadır. Örneğin Kürt sorunu da proleterleşmektedir.Kürt yoksulluğunun ve ezilmişliğinin süreklilik temelinioluşturan ulusal baskı politikaları, neoliberal egemenlik iliş-kilerinin bir parçasına dönüşmüştür. Kürtlere yönelik ulusalbaskı politikaları, artık Kürtlerin proleterleşme (yoksulluk, iş-sizlik, ucuz ve güvencesiz işçilik…) temelinin sürekliliğinisağlamak için yürütülmektedir. Bu politikayla, aynı şekildeKürtleri temel kamusal haklardan yoksun bırakmak için yü-rütülmektedir.

Kürt proletaryası, ağır yenilgi koşullarından geçerek neoli-beral düzene direnme olanaklarını yitiren Türkiye işçi sını-fının diğer örüntülerinden farklı olarak ciddi avantajlara sa-hiptir. Kürt göçmenler, gittikleri yerlere savaş koşullarında

edinilmiş özgün kazanımlarını da götürmüştür. Bu kaza-nımlar hızla proleterleşen yoksul Kürt halkının bütün sınıf-sal enerjisini de emerek ulusal çelişkiler ekseninde özgünbir politikleşme sürecine sokmuştur. Bir yanıyla Kürt ulus-laşmasının proleterleşmesi, bir yanıyla da Kürt proleterleş-mesinin politikleşmesi olarak yaşanan bu süreçte eksik olanşey, Kürtlerin sınıfsal enerjilerinin aynı zamanda proleterbir devrimci hareket olarak da örgütlenmesidir. Bu koşul-larda, bütün işçi sınıfı hareketlerinin ilksel çağlarında -olu-şum süreçlerinde- görünen “zayıflıklar”, Kürt proletarya-sında da görülmektedir. Yoksul Kürt halkının, toplumsalçatışmalar alanında biriken sınıfsal enerjisi, savaş koşulla-rında oluşmuş “Kürtlük davası” içinde eriyerek, Kürt veTürk halklarının ortak devrimci süreçleri açısından zamanzaman “yıkıcı” süreçlere dönüşmektedir. Oysa sınıfsal di-namikleri temelinde toplumsallaşmış-bütünleşmiş halkla-rın, politik bütünleşmeleri de hem ulusal devrimci hareket

20

KÜRT SORUNU

Page 23: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

kaygısını güdenlerin hem de sınıfsal devrimci hareket kay-gısını güdenlerin ortak davası olmak zorundadır.

Egemen sınıflar neoliberal asimilasyon politikalarıyla buzayıflıkları sürekli büyütecek müdahalelerde bulunmakta-dır. Savaş, şovenizm ve siyasal İslam kıskacında büyütül-meye çalışılan da budur: Türkiyeli devrimcilerin başına şo-venizm belası musallat edilirken; Kürtlerin ilerici demokra-tik talepleri, kimlik ve kültürel haklar bağlamına oturtula-rak neoliberal kimlik politikalarının parçası haline getiril-mek istenmektedir. Bedeller ödenerek elde edilen ve artıkyadsınamaz olan savaş kazanımları, temel toplumsal-ulusalhak ve özgürlükler, neoliberal yönetişim demokrasisiyleyerel yönetimlerin azıcık güçlendirilmesi formülüyle eritil-meye çalışılmaktadır. Üstelik inisiyatifi kaptırma kaygısıy-la, egemenler, bunu bile tam anlamıyla göze alamamakta-dır. Bilindiği üzere, neoliberal dönüşümün olmazsa olmazı,Kamu Yönetimi Temel Kanunu-Yerel Yönetimler Kanunu

bile salt Kürtlerin ileri inisiyatifler almasından çekinildiğiiçin bir türlü gündeme getirilememektedir. Bu kanunlar,Kürt hareketinin temel talebi “Demokratik Özerklik” tale-bine kapı aralamaktadır. Aslına bakılırsa Kürt hareketi vehalkın ulusal-sınıfsal direnme potansiyeli neoliberal açılım-ların önünde temel engel olarak görülmektedir. Bu nedenleKürt hareketinin tasfiyesi, Kürt açılımının zorunlu bir par-çası haline getirilmek istenmektedir.

Ayrıca, siyasal İslam, neoliberal-İslamcı projenin ideolojikaltyapısını oluşturmaktadır. Kürtlerin asimile edilerek yenidüzenle bütünleştirilmesinde oynadığı tarihsel rol, bu sefer

daha pekiştirilmiş bir şekildegündeme getirildi. Zaten

Kürtlerin köklü inançla-rı arasında yer alan

Sünni-Şafi-Nak-şibendi akım-

KÜRT SORUNU

Kad›n hareketi, Kürthareketinin en etkindinamiklerindenbiridir. Feodal, dinselve neoliberal gericili¤ekarfl› mücadeleninortak öznesi olan kad›nhareketi, ilerici,demokratik, laikde¤erlerin güvencesive toplumsalkurtuluflun etkin militan›d›r

Page 24: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

lar, bugün bir de neoliberal piyasaların ruhuna en uygunakım olan Fethullahçılıkla birlikte yaygınlaştırılmaktadır.Gülen cemaati bölge halkını Türk-İslam milliyetçiliğineentegre etmek için salt Van’da 1600’e yakın ev açmış bu-lunuyor. Cemaat Van'da çalışmaları bürokrasi, eğitim, sağ-lık, AB projeleri, KÖYDER ve KÖYDES üzerinden yürü-tüyor. FEM-Çağlayan Dershanesi, Özel Serhat Koleji veÖzel Çınar İlköğretim okulu cemaate bağlı çalışıyor. VanÖğretmenler Derneği özellikle 'Doğudan batıya gönül köp-rüsü' adını verdiği proje ile de Kürt ve Türk çocuklarınınkaynaşmasını hedefleniyor. Hayat Hastanesi, Akademi TıpMerkezi gibi kuruluşlarla Cemaat, sağlık alanını ekonomikbir pazar olarak görüyor. Mülki amirlerin eliyle kadrolaşancemaat, sağlık kurumlarını tamamen denetimine almış du-rumda. Özellikle Vali yardımcılarının, Kaymakamların veemniyet amirlerinin cemaate üye veya yakın kişilerdenoluşmasına dikkat ediliyor. Bu yolla halka devletin sıcakyüzü gösterilmeye çalışılırken, bir yandan da zaten devletinyapması gereken sosyal yardımlaşma fonu yardımları ce-maatin bir lütfüymüş gibi sunuluyor. Cemaat sendikal alan-da Memur-Sen konfederasyonu bünyesinde örgütleniyor.Bu alanda Van'da Eğitim Birsen ve Sağlık Birsen içinde ör-gütlenirken bu sendikaların Van'da 1500'e yakın üyesi bu-lunuyor. AB projeleri de cemaat için güçlü bir gelir kayna-ğı. AB'nin Sosyal Riski azaltma projesi için verdiği paralarCemaatin ihtiyaçları için karşılanıyor.2200 Son zamanlarda buCemaatin yanında, iplerin kopma noktasına gelmesi halin-de, daha sert politikalarda devreye sokulmak üzere Hizbul-lah gibi örgütlenmeler de bölgede yaygınlaştırılmaktadır.

SonuçKürt isyan ve direnişleri, bunların bastırılması, Kürtlerinasimilasyonu ve düzenle bütünleştirilmesine ilişkin bu kısadeğinmenin gösterdikleri şunlardır:

11..11.. Kürt uluslaşmasının feodal çelişkilerden doğan isyanlarbastırıldıktan sonra, bütünleşme Kürt feodalitesinin tas-fiyesiyle değil, onunla uzlaşarak sağlanmış; isyana ön-derlik eden Kürt feodal egemenleri tasfiye edilmiş ya dakarşı tarafa geçmiş; hem merkezi devlette hem de Kürtfeodalitesinde egemenlik ilişkileri el değiştirmiştir. So-nuçta Kürt halkının yoksulluktan doğan savaşçı potan-siyeli tasfiye edilmiş, isyanlar, devrimci ve özgürleştiri-ci bir uluslaşma sürecine dönüşememiştir.

22.. Koçgiri-Dersim eksenli isyanlar hariç, düzenle bütün-leşmede Kürt feodalitesinin ideolojik temeli olan Sünni-Şafii-Nakşibendi İslam belirleyici rol oynamış; bunason yıllarda, neoliberalizmin ruhuna uygun olarakFethullahçılık da eklenmiştir. Kürtlerin ulusal-sınıfsalenerjisini boşaltmak için her dönem mutlaka “İslammilletinin birliğini”, “Müslüman kardeşliğini” işleyen

projeler yapılmıştır. Bu olgu, Siyasal İslam’a karşımücadeleyi Kürt halk hareketinin ulusal-sınıfsal kuru-luşunun zorunlu bir parçası kılmaktadır.

33.. Yeni sömürgecilikle birlikte Kürt uluslaşmasının ekseni-ne ezilen Kürt halkı yerleşmiş, neoliberal yeni sömürge-cilikle birlikle Kürt sorunu proleterleşmiş, Kürt halkınınproleterleşmesi hızlanmış; Kürt özgürlük mücadelesininbayrağı artık Kürt proletaryasının eline geçmiştir. Artık,nesnel olarak, Kürt uluslaşması bütün ulusal-etnik öz-günlüklerini koruyarak Kürt proletaryasının davasıdır.

44.. Kürt proletaryası neoliberal asimilasyona karşı hemKürt ulusal davasının hem de toplumsal kurtuluş (sos-yalizm) davasının öznesidir. Ulusal dinamiklerin yanın-da, proleter eksenli dinamiklerle hak mücadelesi eksen-li dinamikler, Kürt hareketinin sürükleyici dinamikleriarasına hızla yerleşmektedir.

55.. Kadın hareketi, Kürt hareketinin en etkin dinamik-lerinden biridir. Feodal, dinsel ve neoliberal gericiliğekarşı mücadelenin ortak öznesi olan kadın hareketi,

22

KÜRT SORUNU

Kürtlerin neoliberal yeni sömür-gecilikle bütünlefltirilmesi ve bu-nun için Kürt hareketinin tasviyesiprojesi olan ‘aç›l›m’ karfl›s›nda,hareketin dinamizmi ve proletertemeli, önemli bir güvence olaraköne ç›kmaktad›r

Page 25: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

ilerici, demokratik, laik değerlerin güvencesi vetoplumsal kurtuluşun etkin militanıdır.

66.. Ucuz ve güvencesiz çalışmanın ana çalışma biçiminedönüşmesi, Kürt proletaryasını işçi sınıfı hareketininkurucu öznelerinde biri haline getirmektedir. Ne var kihenüz bu sürecin Türkiye tarafına düşen görevleri dev-rimci biçimlerde yönetebilecek devrimci bir hareket bu-lunmamaktadır.

77.. Kürt halkının proleterleşme eksenli toplumsal bütünleş-mesi Türkiye’de olağanüstü boyutlarda kaynaşma sağ-lamıştır. Ancak Kürt sorununun yukardan aşağı ulusalbaskı politikalarına dayalı “çözümü”, neoliberal asimi-lasyon ve kontrgerilla yöntemleri, genel olarak işçi sını-fı ve yoksul halklar arsında şovenizmin tırmanmasınayol açmaktadır. Bu çelişkinin devrimci biçimlerde çö-zümü, şovenizme karşı mücadeleyi işçi sınıfı hareketi-nin kuruluşunun birincil görevlerinden biri haline geti-ren bir yeniden kardeşleşme çizgisiyle olasıdır. Ne ya-zık ki, Kürtler arasında artan ulusal-sınıfsal dayanışma

duygusu, Kürt sorunun toplumsallaşmasıyla birlikte,Türkiye sınıf hareketinin tamamında yaşanmaz. Kirli sa-vaş ve faşizmin kışkırtıcı pratiklerinden beslenen kitleselşovenizm dalgalanmaları, böylece sınıfsal bir temele deoturarak, emek hareketinin yakıcı bir sorunu haline gel-mektedir. Neoliberal çalışma ve yaşam düzeneklerindeküçük parçalara ayrılan işçi sınıfı ve eriyen emek hare-ketinin bölünme temelleri kitlesel şovenizmle de destek-lenmektedir. İşçi sınıfı ve yoksul halk kitleleri içindeyükselen şovenizm ve Kürt düşmanlığı, sınıf içi rekabe-te meşruiyet sağlayan siyasal-ideolojik bir akıma dönüş-mektedir. Bu bakımdan flovenizme karfl› mücadeledevrimci s›n›f hareketinin yarat›lmas›nda öncelikligündem maddeleri aras›nda yer almaktad›r.

Dipnotlar:11 Asimilasyon: Farkl› kökenden gelen az›nl›klar› veya etnik gruplar›, bunlar›n kültür

birikimlerini, kimliklerini bask›n doku ve yap› içinde eriterek yok etme sürecininsonu. Bütünleflme: Entegrasyon, uyum. Düzenle bütünlefltirme, düzene uyumluhale getirme. (TDK, Sözlük)

22 ‹slam dinine ba¤l› olanlar›n tümüne verilen ad.33 Yalç›n Küçük, Fatih Sultan Mehmet-21 Yafl›nda Bir Çocuk, Tekin Yay., 198744 Mustafa Akda¤, Türk Halk›n›n Dirlik ve Düzenlik Kavgas› -“Celali ‹syanlar›”, Yap›

Kredi Yay., ‹stanbul, 200955 Faik Bulut, a.g.e., sf.15166 Mevlana ‹dris-i Bitlisi, 1400’lerin ikinci yar›s› ve 1500’lerin bafllar›nda yaflam›fl bir

Kürt bilgini ve siyasetçisidir. Uzun Hasan ve o¤lu Yakup Bey zaman›nda Akko-yunlu’da; 2.Bayezid ve o¤lu Yavuz Selim zaman›nda Osmanl›’da saray/divan hiz-metleri yapm›flt›r. Nakflibendi tarikat›na ba¤l›d›r. Yavuz Selim’le birlikte Çald›ran,Ridaniye ve Mercidab›k savafllar›na kat›lm›fl; Çald›ran sonras› bir süre Tebriz’eyerleflmifltir. Burada Ulu camide vaazlar vererek ve karakola komutanl›k yaparakhalk› Osmanl› yönetimine ba¤lamaya çal›flm›flt›r. En ünlüsü Heflt Behiflt olmaküzere pek çok kitap çal›flmas› vard›r.

77 Faik Bulut, Dar Üçgende Üç ‹syan, Evrensel Bas›m Yay›m, ikinci bas›m, ‹stanbul,2005, ilgili bölümler; ayr›ca, Altan Tan, Kürt Sorunu, Timafl Yay., üçüncü bask›,‹stanbul, 2009, ilgili bölümler.

88 Kavram Mustafa Arma¤an’a aittir. Abdülhamid'in Kurtlarla Dans›, Timafl Yay., 200999 Örne¤in Revanduz Beyi Kör Mehemed Pafla isyan› (1833). ‹syan bast›r›ld›ktan son-

ra Pafla bölgenin genel komutan› olarak atand›, sonra esrarengiz bir flekilde or-tadan kayboldu. Bu unvanla sat›n alma yöntemi hemen bütün isyanlarda dene-necektir. Hatta Dersim önderi Seyit R›za’ya bile “Dersim Generali” unvan› veril-mifl ve Seyit R›za bu unvan› yaz›flmalar›nda kullanm›flt›r.

1100 Mahir Çayan, “Kesintisiz Devrim II-III”, Dünden Yar›na Kalan (seçmeler), DevrimYay., ‹stanbul, 2006

1111 “II.Abdülhamit’ten AKP’ye Siyasal ‹slam ve Kürtler”, Kürdistan Stratejik Araflt›rma-lar Merkezi, www.lekolin.org

1122 Mustafa Akda¤, a.g.e.1133 Mahir Çayan, a.g.e.1144 Harun Ercan, a.g.e.1155 Faik Bulut, a.g.e., sf.701166 Harun Ercan, “Türkiye’de Ulus-Devlet Oluflumu, Kürt Direnifli ve Dönüflüm Dina-

mikleri”, Toplum ve Kuram, S.1, May›s 20091177 Jacob von Etten, Joost Jongerden, Hugo S.de Vos, Annemarie Klasse, Esther C.E.

von Hoeve, “Türkiye Kürdistan’›nda Kontrgerilla Stratejisi Olarak Çevre Tahriba-t›”, Toplum ve Kuram, S.1, May›s 2009

1188 Erdem Yörük, Söylefli, ANF News Agency, 01 Aral›k 20091199 Nilay Özok, “Güneydo¤u Anadolu Projesi’nde Bir Yönetim Stratejisi Olarak ‘Sos-

yal Kalk›nma’”, Toplum ve Kuram, S.1, May›s 2009. Yeni Bölge Kalk›nma Plan›(2002) gündemdedir. Bir GAP projesi olarak devreye giren, sivil toplum ve özelsektörün iflbirli¤inin baflar›l› örnekleri ars›nda gösterilmektedir. Özellikle gençle-ri hedefleyen ÇATOM’lar, baflta Türkçe dil derslerinden do¤um kontrol program-lar›na, duyarl›l›k derslerinden istihdam› hedefleyen kurslara kadar pek çok çal›fl-ma yapmaktad›r. Bugün tamamen STK’laflm›fl olan bu örgütler BM, Procter &Gamble ve TEV gibi kurulufllar›n ortak projelerince desteklenmektedir

2200 ANF News Agency, 13 Aral›k 2009.

23

KÜRT SORUNU

Page 26: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Emperyalizmle hiyerarflik bütünleflmelerini büyük ölçüdeilerleten Türkiye egemenleri, Büyük Ortado¤u Projesi’ninaktif tafleronu olarak Kuzey Afrika’dan Bangladefl’e BüyükOrtado¤u havzas›nda bütün halklar› karfl›s›na al›rken Türkiyehalklar›n›n gündemi ve ç›karlar› da Ortado¤u halklar›n›ngündemi ve ç›karlar› ile giderek ortaklaflmaktad›r.Ortado¤u’da aç›k iflgal koflullar› yerini gizli iflgal koflullar›nab›rak›rken, halklar›n uluslararas› dayan›flmas› aç›s›ndans›n›fsal karakteri a¤›r basan bir anti-emperyalist çizgininönemi giderek artmaktad›r.

Page 27: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

eğişim sloganıyla iktidara gelen Barack Oba-ma yönetimi ilk yılını doldururken, ABD em-peryalizminin Büyük Ortadoğu Projesi’yle(BOP) ortaya konan temel hedeflerde herhan-gi bir değişim olmadığı görülmektedir. Ancak

bu hedeflere ulaşma yolunda, değişen koşullara göre çatış-ma mekanlarında ve biçimlerinde bir dizi değişiklik öneçıkmaktadır. ABD emperyalizmi ne rakip ya da muhalif re-jimleri kuşatma/devirme/hizaya çekme siyasetinden ne deenerji kaynakları ve ucuz işgücü potansiyeliyle Ortado-ğu’yu yeni-sömürgeleştirmekten vazgeçmiştir. Ne var ki buhedeflere ulaşmak için BOP’un ilan edildiği George W.Bush döneminde başlatılan çatışmalar, kısmen başarıyaulaşarak misyonunu tamamladığı, kısmen de başarısızlığauğradığı için, amaçlarda değilse de araçlarda bir dizi deği-şiklik yapmak kaçınılmaz hale gelmiştir. Ortadoğu’nun ye-ni-sömürgeleştirilmesinde askeri araçların rolü görece geri-lerken, ekonomik ve diplomatik araçların rolü öne çıkmak-ta, emperyalist savaşın odağı da Ortadoğu’dan Güney As-ya’ya kaydırılmaktadır.

Irak’tan asker çekme süreci başlatılmış, İran ve Suriye ileuzlaşma siyaseti öne çıkarılmış, İsrail’in aşırı saldırgan tu-tumu karşısında görece sınırlayıcı bir tutum belirlenmiştir.Ancak Ortadoğu’dan çekilmekte olan, emperyalizm değil,ABD askeri kuvvetlerinin bir kısmıdır. Askeri aygıtın haki-miyet sağladığı ya da hizaya getirdiği bölgede, işbirlikçihükümetler, petrol şirketleri, petrol boru hattı ve serbestbölge projeleri, özelleştirmeler devreye sokulmaktadır. As-kerler çekilse de işgal sürmekte, açık işgal yerini gizli iş-gale bırakmaktadır. Ortadoğu’da askeri çatışma ve tehditler

bu biçimde daha düşük yoğunluklu bir seyir izlerken Afga-nistan ve Pakistan’da (Af-Pak) savaş giderek şiddetlen-mekte ve bu durum karşısında ABD, saldırıları sertleştir-mekte ve askeri yığınağı tahkim etmektedir.

Türkiye’nin dış politikasında, son dönemde “Türkiye’ninekseni Doğu’ya mı kayıyor?” sorusunu gündeme getirendeğişim de esas olarak, emperyalizmle halklar arasındakiçatışmanın mekan ve biçimlerinde yaşanan değişimin birürünüdür. “Doğu” ile ilerletilen ilişkiler, emperyalist “Ba-tı”nın Türkiye’den beklentileri doğrultusunda gerçekleş-mekte ve Türkiye egemenlerinin emperyalizmle askeri veekonomik anlamda giderek daha hiyerarşik bir bütünleşme-ye girmesine yol açmaktadır. ABD’nin ve AB’nin boru hat-tı projeleri, askeri operasyonları, serbest bölge planları için“Doğu”da görev yapmak, “Batı”ya mesafe koymak değil“Batı”nın daha fazla denetimi altına girmek anlamına gel-mektedir.11

AKP hükümeti barışçıl bir dış politika izlediğini öne sürer-ken, Türkiye Afganistan’daki işgal koalisyonunda ABD’densonraki en kalabalık askeri güce sahiptir. Af-Pak’ta savaşalojistik-askeri-istihbari-diplomatik destek giderek tırman-maktadır. Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” siyasetiile de, gerçekte Ortadoğu’da emperyalist barış/diplomasi sü-reçlerine aracılık edilmekte, bölgenin emperyalist-kapitalistsisteme entegre edilmesine çalışılmaktadır. Bu entegrasyon-da özelleştirmeler, enerji nakil hattı projeleri, enerji anlaşma-ları, serbest bölge projeleri (Kuzey Irak, Gazze), “yenideninşa” faaliyetleri Türkiye sermayesinin taşeronluğunda sür-dürülmektedir.

Obama yönetimi, giderek ilerletilen bu ilişkiyi “Model Or-

25

Ortado¤u’nun emperyalist sisteme entegrasyonu

Ortado¤u’nun emperyalist sisteme entegrasyonu

D

Aktif tafleronun “yeni” ekseni:

Page 28: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

taklık” diye adlandırmaktadır. Türkiye açısından edilgen birpozisyonu ve işbirlikçiliği çağrıştıran “Stratejik İttifak” kav-ramının yerine geçirilen “Model Ortaklık” kavramı, ege-menlerce “birçok konuda hemfikir olan küresel güç ile böl-gesel gücün buluşması” şeklinde, adeta eşitler arası bir ilişkiolarak tanımlanmaktadır. ABD’nin çıkarları/hedefleri doğ-rultusunda inisiyatif alarak ve ABD’nin askeri ve ekonomikgücüne tutunarak bölgesel etkinliğin artırılması yabana atıla-mayacak bir durum değişikliğidir. Ne var ki, bölgesel etkin-liğin bu şekilde artması, aynı zamanda ABD’ye bağımlılığınartması ve eşitsiz ilişkinin kuvvetlenmesi anlamına gelmek-tedir. Aktif taşeronluk22 kavramlaştırması, bu ilişkiyi tarif et-mek açısından daha uygundur.

Emperyalist çatışmanın yeni alan ve biçimlerine bağlı olarakilerletilen aktif taşeronluk siyaseti gereği Türkiye egemenle-ri gerek açık işgal gerek gizli işgal süreçlerinde emperyaliz-min hizmetinde, halkların karşısındadır. Bu açık ve gizli iş-gal süreçlerinin nasıl seyrettiği ise, egemenler açısından ya-rattığı krizler ve ezilenlerin önüne koyduğu mücadele gün-demleri ve olanaklarının anlaşılması açısından önemlidir.

“De¤iflim”Barack Obama göreve geldiği ilk günden itibaren İslam

dünyasına ılımlı mesajlar vermeye, Ortadoğu’datansiyonu düşürmeye çabalamaktadır. Askeri

tehdidin sürekli gündemde tutulduğu ancakönceliğin diplomasi ve uzlaşma zorlama-

sına verildiği “yumuşak güç” politi-kası ile savaşa gerek kalmaksızın

Ortadoğu’nun emperyalist-kapitalist sistemle bü-

tünleşmesini iste-m e k t e d i r .

Çünkü askeri müdahalecilik somut bir dizi kazanıma yol aç-mış olmakla birlikte sınırlarına ulaşmış, tırmandırılması ha-linde başlı başına bir sorun olacağı anlaşılmıştır.

Saddam rejiminin devrildiği, zamanla pek çok “direnişçi”grubu da içine alan yeni bir yönetimin oluşturulduğu, petrolsektörünün özelleştirildiği, neoliberalizmin benimsendiği vekalıcı askeri üs olanağının elde edildiği Irak’taki askeri var-lığı aynen sürdürmenin anlamı yoktur. Kaldı ki o askeri ka-pasiteye, Bush döneminde ihmal edilmiş olan ve kontroldençıkma tehlikesi taşıyan Af-Pak ve Latin Amerika gibi diğerçatışma alanlarında ihtiyaç vardır. Irak savaşı sürecinde vesayesinde Ortadoğu’da bölgesel bir güç haline gelen İran’ayönelik bir savaş, hem ABD askeri kapasitesini zorlayacakbir bölgesel direnişle karşılaşacak hem de emperyalizminbölgedeki kazanımlarını riske atacaktır. Bölgedeki ABDdüşmanlığının diğer bir kaynağı olan İsrail saldırganlığınında kontrol altında tutulması gerekmektedir. Bir diğer sorunodağı da Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içindekiPKK varlığı ve bundan kaynaklanan askeri gerilim, istikrar-sızlık ve çatışmalardır. ABD emperyalizmi açısından, aske-ri sanayi kompleksin ekonomideki ağırlığından dolayı savaşdurumu başlı başına bir tercih nedeni olmakla birlikte savaş-ların yeni-sömürgeci politikaların önünde bir engel ve tehditoluşturmaması ve emperyalizmin askeri aygıtı açısından za-fiyet yaratmaması gerekmektedir. Irak’tan asker çekme sü-reci, Suriye ve İran’a karşı izlenen “yumuşak güç” siyaseti,İsrail’e karşı görece sınırlayıcı bir tavır benimsenmesi veTürkiye’deki “Kürt Açılımı” süreci bu politikanın yansıma-larıdır. AKP’nin çok övündüğü dış politika çıkışları da ABDdış politikasındaki bu değişimle uyum içindedir.

Irak: Aç›k iflgalden gizli iflgaleABD askerlerinin Irak kent ve kasabalarından çekilmeyebaşladığı 30 Haziran 2009 tarihi, aynı zamanda 1970’ler iti-

bariyle devlet tekelinde bulunan petrol sektörünün özel-leştirildiği gündü. Bu ironik çakışma, Irak’ın

işgalinde askeri araçlarınağırlığının eko-

DÜNYA

Page 29: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

nomik araçlar lehine azaltılmasının simgesi olarak anıla-caktır. İşgalde askerlerin rolü kademeli olarak azaltılacakve çekilme 2011 itibariyle tamamlanacaktır. Ancak bu tak-vim gerek güvenlik sorununun çözümü gerek Irak’ın em-peryalist kapitalist sistemle ekonomik bütünleşmesi yönün-deki temel adımların bir an önce atılmasını gerektirmekte-dir. Türkiye her iki gerekliliğin de doğrudan muhatabıdır.

Türkiye ile Kürdistan yönetimi işbirliğinin ilerletilmesi,petrol boru hatlarının güvence altına alınması ve sınırın heriki tarafındaki ucuz işgücü potansiyelini değerlendirecekserbest bölge projelerinin hayata geçirilebilmesi önceliklebölgedeki askeri ihtilaf ve uluslararası gerilim kaynağı olanPKK varlığının tasfiyesini gerektirmektedir. Bu nedenle de“Kürt Açılımı”nın tasfiye ayağı ABD, Türkiye ve Irak (üç-lü mekanizma) işbirliğinde planlanmaktadır. Nitekim, İçiş-leri Bakanı Beşir Atalay, 20 Aralık’ta Bağdat’ta gerçekleş-tirilen üçlü mekanizma toplantısının sonucunu “PKK’nintasfiyesi için somut kararlar alındı” sözleriyle özetlemiştir.

Türkiye, Irak’ta yalnızca güvenlik kaygısıyla bulunmamak-tadır. Ülkedeki petrol kaynakları ABD’nin askeri operasyo-nu ile küresel sermayeye açılmışsa da uzun süre emperya-list sisteme kısmen kapalı olarak gelişen ülkenin sistemleekonomik bütünleşmesinde Türkiye’ye önemli roller düş-mektedir. Ekim ayında Irak’ta 9 bakan ve 50 işadamınınkatılımıyla düzenlenen ve 48 mutabakat metninin imzalan-dığı ortak kabine toplantısı bu yönde atılmış bir adımdır.Toplantının ardından Tayyip Erdoğan, iki hükümetin ba-kanlarının “iki devlet tek hükümet” anlayışıyla hareket et-tiğini belirtip, “gayemiz, ülkelerimizin üzerinde bulunduğubu havzayı, bir ekonomik havzaya dönüştürmek” diyerekhedefi ortaya koymuştur. Ancak, enerji sektörünün özelleş-tirilmesi, petrol boru hattı projeleri ve yeniden imar alanın-da Türkiye sermayesi ancak uluslararası tekellere bağlı alt-sözleşmeler yoluyla, yani taşeron olarak pay kapabilmekte-dir. Sözün özü, Erdoğan’ın söz ettiği gaye emperyalistleringayesidir ve Türkiye egemenlerinin taşeronluğunu yapaca-ğı bu dönüşüm sürecindeki aslan payını da emperyalistmerkezler alacaktır.

Türkiye’nin bu biçimde Irak’la ilişkileri geliştirmesi iki ül-ke ekonomisini emperyalist çıkarlar doğrultusunda bir dö-

nüşüm sürecinde bütünleştirerek, aynı zamanda giderek or-taklaşarak anti-emperyalist ve proleter karakteri öne çıkantoplumsal mücadelelerin alanı haline getirecektir.

Suriye ile ABD aras›nda çöpçatanl›kIrak savaşı öncesinde Bush yönetimi tarafından “şer ekse-ni”nin bir parçası olarak anılarak hedefe oturtulan Suriye,Ortadoğu’daki ABD karşıtı cephenin zayıf halkası olarak“yumuşak güç” siyasetine olumlu karşılık vermektedir. Bu-rada da Türkiye’nin aracılığı devreye girmektedir.

CIA'nin Ortadoğu Masası eski Şefi Graham Fuller, 12 Ka-sım’da BBC’ye verdiği röportajda, Türkiye’nin yaptıkla-rından Batı’nın da faydalanacağını ifade ederek, “Türki-ye’nin ekseninin Doğu’ya kaydığı” savlarına katılmadığınısöyledi. Fuller, Türkiye’nin Suriye gibi sorunlu ülkelerlebağlarını güçlendirmesinin, ABD yönetimi bunu anlamasave kabul etmese bile, ABD çıkarlarına hizmet ettiği görü-şünde olduğunu belirtti.

Suriye ile Türkiye arasında bugün esen “dostluk” rüzgârla-rı aynı Irak’ta olduğu gibi ülkedeki iç pazarın ve emek pi-yasasının emperyalist sisteme uyumlulaştırılması ve ulusla-rarası tekellerin rahatça hareket edebileceği bir ortam yara-tılmasının önünü açmaktadır. Türkiyeli bakanlar ile Suriye-li bakanlar arasında aynen Irak’ta olduğu gibi ortak bir ba-kanlar kurulu toplantısı düzenlenerek 40 kadar anlaşmaimzalanmıştır. Bu anlaşmalar demiryolu, karayolu ve de-nizyollarının geliştirilmesi ve yeni sınır kapıları açılmasıgibi iki ülke arasındaki ticareti artıracak projeleri içermek-tedir. İki ülke arasında gelişen ilişkiler Suriye’nin uluslara-rası pazarlara açılmasının yanı sıra, önceki dönem adetazorla itildiği İran veya Rusya ekseninden uzaklaşarak ABDeksenine yaklaşmasının önünü açacaktır.

‹ran: Savafl da zor bar›fl daİran ise nükleer programı gerekçesiyle sürekli bir gerilimodağı olmayı sürdürmektedir. Irak’ın işgali ile birlikte Sad-dam rejiminden, yani bölgedeki en büyük düşmanındankurtulan İran; Suriye, Hizbullah, Hamas ve Irak Şiileri üze-rindeki nüfuzu ve ABD karşıtı söylemi ile bağımsız bir böl-gesel güç adayı haline gelmiştir. Nükleer silah elde etmesi

DÜNYA

ABD askerleri Irak’tan çekildikçe Afganistan’daki iflgal aske-ri say›s› da art›r›l›yor. Yaln›zca Afganistan’da de¤il, GeorgeW. Bush döneminde ihmal edildi¤i düflünülen di¤er bölgeler-de de ABD askeri varl›¤› güçlendiriliyor, So¤uk Savafl’tan buyana durdurulan kimi askeri faaliyetler yeniden bafllat›l›yor.Latin Amerika sular›nda 4. Filo’nun yeniden aktiflefltirilmesi-ni, Kolombiya’da yedi yeni ABD askeri üssü aç›lmas› izledi.Ayr›ca, Latin Amerika’daki kontra faaliyetlerinin ve darbele-rin üssü kabul edilen Honduras’taki ABD destekli askeri dar-benin ard›ndan, yeni bir darbeler dalgas› tehdidi yükseliyor.

27

Page 30: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

halinde bu süreç tamamlanacak ve bölgedeki ABD çıkarla-rı büyük bir tehdit altına girecektir.

Ne var ki, ABD açısından İran’a karşı bir askeri müdahale-nin maliyeti kesinlikle ağır, sonucu ise kestirilemez görün-mektedir. Bu nedenle de ABD, ekonomik ve diplomatikyaptırımlarla İran’ı uluslararası alanda sıkıştırmaya çalış-makta bunda kısmen de başarılı olmaktadır. İran pek çokenerji anlaşmasına ABD vetosu nedeniyle katılamamakta,Birleşmiş Milletler düzleminde zaman zaman yaptırımlarlayüz yüze gelmektedir. Sıcak çatışma gündeme gelmese bi-le, gerek ABD’nin İran’ı sürekli kontrol altında tutma kay-gısı gerekse İran rejiminin ABD ile restleşmeden güç aldı-ğı gerçeği süreğen bir gerilim hali yaratmaktadır. BirleşmişMilletler Güvenlik Konseyi’nin ABD ve İngiltere dışında-ki daimi üyeleri Çin, Rusya ve Fransa ise ABD-İran arasın-daki bu gerilimi kendi lehlerine kullanmak için iki taraftanbirine koşulsuz ve tam destek sunmaktan kaçınmakta, ha-liyle süreğen gerilim halini beslemektedir.

AKP iktidarı burada da, İran ile ABD arasındaki olası biruzlaşmaya aracı olma niyetini açıkça ifade etmektedir. Sö-züm ona tarafsız ya da bağımsız bir dış politika izlendiğisöylense de, bu aracılıkta AKP iktidarı ABD’nin elçisi gibidavranmaktadır. Nükleer programa ilişkin tartışmalarda da,ekonomik ilişkilerin ilerletilmesinde de aynı durum söz ko-nusudur. İran’la temaslarda İran’ın “uzlaşma” çağrılarınauyması istenmekte, nükleer faaliyetlerin denetimi için Tür-kiye’nin aracı ülke olması önerilmektedir. İran’ın Türki-ye’nin bu konudaki aracılık teklifini yanıtsız bırakıp Avru-pa ülkelerini tercih etmesi de, AKP iktidarının tarafsızlıkiddiasının en azından İran tarafından ciddiye alınmadığınıgöstermektedir.

Ekonomik ilişkilere bakıldığında da Türkiye’nin yeni dışpolitikasının karakterine ilişkin önemli veriler görülmekte-dir. Türkiye ve İran arasında 2008 yılında 10 milyar dolara

çıkan ticaret hacminin 2011 yılına kadar 30 milyar dolarayükseltmesi hedeflenirken, İran Türkiye’nin ikinci büyükpetrol tedarikçisi ve Türkiye İran’ın batı enerji pazarlarınaerişmesi için iyi bir liman konumundadır. Türkiye, Rus-ya’nın doğalgaz ticareti üzerindeki tekelini kırmak içingündeme getirilen Nabucco doğalgaz boru hattı projesindeİran’ın tedarikçi olarak kabulünü önermektedir. AyrıcaTürkiye’nin İran ile yeni doğalgaz alım anlaşmaları veTPAO aracılığıyla İran’da doğalgaz çıkarılması konusundaanlaşmalar yapması gündemdedir. Ne var ki, ABD enerjialanında İran’la ilişkilerin geliştirilmesine karşı olduğunuifade etmekte, AKP iktidarı da İran’ın Nabucco’ya katılma-sı önerisi dahil gündemde tuttuğu bu anlaşmaları bekletmekzorunda kalmaktadır. Görüldüğü gibi Türkiye-İran ilişkile-ri de ABD’ye rağmen değil, ABD’nin onayı ve çıkarlarıdoğrultusunda ilerleyebilmektedir.

‹srail’i dizginleme ihtiyac› ve AKPf›rsatç›l›¤›Türkiye’nin eksen değişikliği tartışmalarının çıkış noktala-rından birini de İsrail’le ilişkilerde yaşanan gerilimler oluş-turmaktadır. Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Cumhur-başkanı Şimon Peres’e çıkıştığı “One Minute” vakasınınardından İsrailli pilotların eğitildiği Konya üssündeki tatbi-katların ertelenmesi ve TRT’de yayınlanan ‘Ayrılık’ dizi-si… Bu gerilimler, kamuoyuna adeta İsrail’le ilişkiler kesi-liyormuş gibi yansıtılsa da, gerçekte askeri, ekonomik vediplomatik ilişkiler olduğu gibi devam ettirilmektedir.“One Minute”ün aslında moderatöre bir tepki olduğu, tatbi-kat ertelemesinin de ortaklaşa alınmış bir karar olduğu açı-ğa çıkmıştır. Gizli ve açık tatbikatlar sürmekte, İsrail’densilah alımları devam etmekte, Türk diplomatlar eğitim içinİsrail’e gönderilmektedir. İki ülkenin elçi ve bakanlarınınkarşılıklı ziyaretleri sıklaşmış; Cumhurbaşkanı Abdullah

28

D›fliflleri Bakan› Ahmet Davu-to¤lu gerek bir d›fliflleri kadro-su gerekse bir AKP’li olarakpek çok aç›dan bir ilki temsilediyor. Göreve gelmeden öncede bir d›fl politika vizyonuna sa-hip olan Davuto¤lu, bunu “Stra-tejik Derinlik” kitab›nda ortayakoyuyor. Pek çok AKP kadrosu-nun aksine ‹mam Hatip kökenliolmayan Davuto¤lu ‹stanbul Er-kek Lisesi mezunu ve akademikkariyerini Bat›’da de¤il MalezyaUluslararas› ‹slam Üniversite-si’nde yapmay› tercih etmifl.

Page 31: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

DÜNYA

Gül, Erdoğan’ın sözüm ona fırçaladığı Şimon Peres’le biraraya gelmiş ve Peres’in İsrail’e davetini kabul etmiştir. Pe-res ile Gül’ün görüşmesinin ardından “Cumhurbaşkanları-nın, Türkiye ve İsrail arasında normal, olumlu ve istikrarlıilişkilere dönülmesinde mutabık oldukları” yönünde biraçıklama yapılarak, artık ‘boş laf’ düzeyindeki gerilimlerinde istenmediğinin işareti verilmiştir.

İsrail’le ikili ilişkiler üzerinde somut bir karşılığı bulunma-sa bile Türkiye iç siyaseti açısından oldukça önemli olan‘boş laf’ düzeyindeki bu gerilimlerin de cesaret istediği in-kar edilemez. AKP iktidarı bu cesareti ABD’nin İsrail’ekarşı tutum değişikliğinden almaktadır. ABD, Ortadoğuüzerindeki hakimiyet mücadelesinde temel bir rolü olduğuiçin daima teşvik ettiği İsrail saldırganlığını engellemeyedeğilse bile kontrol altında tutmaya çalışmaktadır. Çünküİsrail saldırganlığı şu halde ABD’nin Ortadoğu’da kontrolsağlama hedefini riske atmakta, ABD karşıtlığını besle-mekte, uzlaşma kanallarını tıkamaktadır. ABD yakın vade-de İran’la bir askeri çatışma istemezken, İsrail açıktan sal-dırı tehditlerini sürdürmektedir. ABD, bir meşruluk zeminioluşturabilmek için Filistin’de göstermelik de olsa bir çö-züm süreci başlatmaya çalışmakta, İsrail ise çözüm isteme-diğini açıkça belirtmektedir. Bu durum karşısında ABD, İs-rail’in İran’a saldırmasını kolaylaştıracak bazı silah sipariş-lerini engellemiş, İran’a yönelik bir saldırıya karşı olduğu-nu bildirmiş, İsrail yerleşimlerinin durdurulması için giri-şimler başlatmış ve kontrol altına alınması gereken nükleergüçler arasında İsrail’in adını da geçirmeye başlamıştır.Bunlar, aşırıya kaçan bir dosta vurulan şefkat tokatlarıdır.

AKP’nin yaptığı da fırsattan istifade ederek hem Türkiyehem de Ortadoğu kamuoyunda bir imaj operasyonu yürüt-mektir. Bu imaj operasyonu Türkiye-İsrail ilişkilerine zararvermediği gibi, Türkiye’nin işbirlikçi siyasetini maskeleye-rek, Ortadoğu’da ABD ve İsrail lehine sonuçlar verecekilişkilerini geliştirmesini kolaylaştırmaktadır. O nedenle deABD ve İsrail, AKP ikiyüzlülüğüne pek ses çıkarmamakta-dır.

Af-Pak: Asya’n›n kap›lar›, cehenneminkap›lar›Ortadoğu’da “yumuşak güç” siyaseti izlenirken, Af-Pak’taasker sayısı 100 bine çıkarılmakta ve savaş genişletilmekte-dir. Milyonlarca mülteci ve komşu ülkelere sıçrayan “terörsaldırıları” ile bölgeselleşen bu savaş, işgal güçleri açısındangiderek artan bir can ve para kaybına yol açmaktadır. Afga-nistan’da durum Irak’takini mumla aratacak düzeydedir.Herhangi bir meşruiyeti kalmayan ve düzmece seçimlerlekoltuğunu koruyan Devlet Başkanı Hamit Karzai, başkentebile hükmedememekte, bu krizden çıkış için Taliban’la uz-laşmaya çalışmaktadır. Pakistan’da ise Taliban militanlarınakarşı Güney Veziristan’da başlatılan operasyonlar başarısız-lıkla sonuçlanmakta, başarısızlık şiddeti, daha fazla şiddetbaşarısızlığı derinleştirmektedir.

ABD’nin Ortadoğu’da askeri gerilimi düşürmeye çalışırkenbu zorlu savaşta bu kadar ısrar etmesi bir deliliğin ürünü de-ğilse, emperyalizmin vazgeçemeyeceği temel bir hedefineişaret etmektedir. BOP’un ilk ilan edildiği dönemde ortayakonan jeo-stratejik hedef, nihayetinde İran barikatının daaşılarak Asya’nın kapılarının ABD emperyalizmine açılma-sı idi. Irak savaşının seyri ve Rusya’nın hem Kafkasya’daöne çıkıp hem de Rusya açısından da işlevli olan İran bari-katına pazarlıkçı bir destek çıkması, İran’a yönelik saldırı se-çeneğinin giderek geri plana itilmesini beraberinde getirdi.ABD de İran’a dalaşmaktansa çalıyı dolaşmayı tercih ederekdoğrudan Af-Pak’a yığınak yaptı. ABD askeri varlığınınİran, Rusya, Orta Asya, Çin ve Hindistan’ın tam ortasındayer alan bu bölgede yoğunlaşması Af-Pak savaşının gerçekhedefine dair bir ipucu vermektedir. ABD’nin çevre ülkele-ri de dahil etmeye çalıştığı Af-Pak savaşı, aslında Asya’dakirakiplerinin burnunun dibine sokularak kontrol kurmasınaimkan sunan bir araçtır. Ne var ki, ABD’yi Irak’tan sonraikinci ve daha büyük bir batağa çekerek cehennemin kapıla-rını açtığı görülen bu savaşın, Asya’nın kapılarını açıp aça-mayacağı muğlaktır. Asya, ABD’nin Af-Pak’taki çırpınışını

Page 32: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

soğukkanlılıkla izlemektedir.

Türkiye bu zorlu savaşta Kabil’in komutasınıtek başına üstlenerek yaklaşık 2000 askerle,ABD’nin Af-Pak’taki en büyük müttefiki ha-line gelmiştir. Afganistan’da bulunan Türk as-kerlerinin diğer ülkelerin askerlerinden ayrıolarak, “bölge halkının hassasiyetlerini dahaiyi anladığı ve Afgan kamuoyu tarafından di-ğer işgalci güçler kadar tepki görmediği” ifa-de edilse de Türkiye, Genelkurmay’ın neden-se üzerine açıklama yapmadığı bir kazada ilkcan kayıplarını vermiştir. 2009’a kadar çatış-malardan uzak olan Kabil’in de artık direniş-çilerin eylemlerine hedef olması ve Türk aske-ri varlığının artması can kayıplarının artması-nı gündeme getirebilir.

Ayrıca, Alman Genelkurmay Başkanı’nın Af-ganistan’da gerçekleşen sivil ölümlerini ge-rekçe göstererek istifa etmesi ve diğer NATOülkelerinin daha fazla katkı koymadaki istek-sizliği göz önüne alındığında ABD’nin diğermüttefiklerini bu batağa çekmekte zorlanacağıgörülmektedir. 2009'dan bu yana BM Güven-lik Konseyi üyesi olan Türkiye, 2010'dan iti-baren Terörle Mücadele ve Afganistan Komi-tesi'nin başkanlığını üstlenecektir. Bu durum-da, ABD’nin Kuzey Irak’ta PKK’ye karşı des-teğine karşılık Afganistan’da Taliban’a karşıdestek sözü veren AKP hükümeti ve TSK’yıbu bölgede önümüzdeki dönemde daha zorlugörevler beklemektedir.

SonuçEmperyalizmle halklar arasındaki çatışma ki-mi yerde açık işgalin kimi yerde gizli işgalinöne çıktığı biçimlerde sürmektedir. Açık iş-galin, emperyalist saldırganlığın odağı, Gü-ney Asya’ya kaymakta; bir ölçüde hizaya çe-kilen ve askeri başarının sınırlarının göründü-ğü Ortadoğu’da açık işgalin ağırlığı azalırkengizli işgal öne çıkmaktadır.

Türkiye egemenleri, gerek emperyalizminaçık işgal siyasetini öne çıkardıkları ve aske-ri tökezleme yaşadıkları Af-Pak’ta (ve dahadüşük düzeylerde Lübnan ve Somali’de) as-keri-istihbari-lojistik roller üstlenerek; gerekentegrasyon sürecinin öne çıktığı Irak, Suriyevb. alanlarda tekelci sermayenin taşeron-luk/müteahhitlik işlerini üstlenerek, serbestbölgelerin inşasına girişerek, dış siyasette be-

nimsedikleri “aktif taşeronluk” çizgisini iler-letmektedir.

ABD’nin içinde bulunduğu krizler bu denliiçinden çıkılmaz hale gelmişken, üstüne üst-lük Türkiye ABD’nin krizlerinin çözümündeönemli görevler üstlenirken, bu durum Türki-ye toplumsal muhalefetinin önüne de önemlimücadele gündemleri çıkarmaktadır. Türkiyeegemenlerinin emperyalist projelerde dahafazla rol alması, Türkiye ezilenlerinin yerelmücadeleleriyle uluslararası mücadeleleribirleştirerek emperyalist kapitalist sisteminkrizine müdahale etme olanaklarını da çoğal-maktadır. Aktif taşeronluk, Türkiye egemen-leri ile ezilenleri arasındaki çatışmayı pratikanlamda da ülke sınırlarının dışına taşırmış,emperyalizmle Ortadoğu halkları arasındakiçatışmanın giderek genelleşen bir parçası ha-line getirmiştir. Emperyalist savaş ve “barış”projelerine sağlanan lojistik ve askeri destekgenişletilerek emperyalizmin yarattığı askeribatakların yükünün altına girilmektedir. Budurum, işbirlikçilik siyaseti karşısında top-lumsal tepkileri tetikleyebileceği gibi, bu tep-kiler hükümetin yanı sıra bugüne kadar “va-tan savunması” propagandası ile varlığınımeşrulaştıran silahlı kuvvetlerin yeni işlevi-nin de sorgulandığı bir politikleşme ortamıaçığa çıkarabilecektir.

Özelleştirmeler, boru hattı projeleri, yatırımkaydırmalar, serbest bölge projeleri vs. yo-luyla Ortadoğu’nun enerji kaynakları baştaolmak üzere doğal/yeraltı zenginliklerine veucuz emek potansiyeline yönelik sömürgeci-lik siyasetine taşeronluk yapan Türkiye ser-mayesi ise, gizli işgalin asker-i olarak hizmet etmektedir. Bu durumda, as-keri çatışmalar yumuşatılırken, sınıf çatışma-sının giderek şiddetleneceği ve Ortadoğuhalkları ile emperyalistlerin ve işbirlikçi ser-mayenin karşı karşıya geleceği yeni kurtuluşmücadeleleri öne çıkacaktır. En etkili olduk-ları dönemlerde ve ülkelerde dahi, mezhepçi-ayrımcı ideolojik tutumlarından dolayı, başa-rılı bir ulusal kurtuluş mücadelesine önderliketmekten aciz olan Siyasal İslam akımlarınınsınıfsal mücadelenin öne çıktığı yeni durum-da muhalefette derinleşen bir kriz yaşamasıya da iktidarda bir şekilde emperyalist sis-temle bütünleşmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu

30

DÜNYA

2009 Nobel Bar›fl Ödü-lü, 2. Dünya Savafl› son-ras›ndaki en yüksek as-keri bütçeye (yaklafl›k 1trilyon dolar) onay ve-ren, Afganistan’daki ifl-gal askeri say›s›n› 100binin üzerine ç›karan,savafl› Pakistan’a yaya-rak 2,5 milyonun üs-tünde insan› mültecidurumuna düflüren Ba-rack Obama’ya verildi.Obama, ödül töreni s›-ras›nda “Bar›fl için sa-vaflmak da gerekir” di-yerek, Nobel Ödülü’yleteflvik edilen ve mefl-rulflat›r›lan yeni savafl-lar›n sinyalini verdi.

Page 33: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

durumda Ortadoğu’da proleter ve anti-em-peryalist karakteri öne çıkan ulusal/toplumsalkurtuluş hareketleri açısından uygun bir ze-min açığa çıkacaktır. Böylesi bir siyasetin so-mut bir seçenek hale gelmesi mümkündür.Mısır’da gelişen militan işçi hareketi, Irak’tabir bir yabancı petrol devlerinin eline terkedilen petrol sahalarında gelişen sendikalmücadeleler, İran’da Haziran’da patlak verenkrizde kendi bağımsız duruşuyla boy göste-ren işçi-kadın-gençlik mücadeleleri, Filistinsolunun inisiyatifiyle İsrail’e karşı geliştirilenuluslararası boykot hareketi sosyalist siyase-tin Ortadoğu’da ezilenlerle sahici bir ilişkikurabileceğinin ipuçlarıdır.

Emperyalizmle hiyerarşik bütünleşmelerinibüyük ölçüde ilerleten Türkiye egemenleri,Büyük Ortadoğu Projesinin aktif taşeronuolarak Kuzey Afrika’dan Bangladeş’e BüyükOrtadoğu havzasında ve Güney Asya’da bü-tün halkları karşısına alırken Türkiye halkla-rının gündemi ve çıkarları da Ortadoğu halk-larının gündemi ve çıkarları ile giderek ortak-laşmaktadır. Açık işgal ve gizli işgal durum-larının yol açtığı çatışmalar, aynı zamandahalkların emperyalizme ve kapitalizme karşıortak mücadelesinin de mayalandığı zeminlersunmakta, Türkiye halklarının kurtuluş mü-cadelesi Ortadoğu halklarının kurtuluş müca-delesi ile kaynaşmaktadır. Bu durum bölgedeilerici bir politikleşme kanalının açılabilmesiaçısından emek eksenli ve enternasyonalistbir anti-emperyalist çizginin önemini artır-maktadır.

Dipnotlar: 11 Burada AKP hükümetinin, “Do¤u” ile “Bat›” aras›nda de¤il, Av-

rupa Birli¤i (AB) ile ABD aras›nda bir tercih yapt›¤›n› söyle-mek daha isabetli olacakt›r. Elbette ki, AB ve ABD karfl›t yada ayr›k iki oda¤› temsil etmedi¤i gibi, ikisi aras›nda tercihyapmak da en fazla göreli bir farkl›l›kt›r. “Türkiye’nin eksenido¤uya m› kay›yor?” sorusunu gündeme getirenler, Ortado-¤u ülkeleri ile iliflkiler gelifltirilirken AB üyelik sürecinin fiilenöncelik olmaktan ç›kar›lmas›na dikkat çekmektedir. TÜS‹AD-AKP gerilimi gibi egemenler aras› çekiflmelerde AKP karfl›-s›nda daha elefltirel bir pozisyon tak›nan AB ile iliflkilerin bi-rinci öncelik olmaktan ç›kmas› anlafl›lmaz de¤ildir. ABD ise,gerek AKP hükümetine sundu¤u siyasi destek aç›s›ndan ge-rekse ‹slami sermayeye sundu¤u bütünleflerek yükselmeolanaklar› aç›s›ndan, AB’ye göre daha avantajl› bir iliflki biçi-mini temsil etmektedir.

22 Bkz. Halk›n Devrimci Yolu 2. say›, Emperyalist Açmaz ve AktifTafleron Türkiye.

31

DÜNYA

Page 34: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Kad›nlar yürüyormücadele büyüyor

32

Yürürken biz, yürürken günün güzelli¤inde,

Karanl›k mutfaklara, gri fabrika kuytular›na,

Dokunur apans›z ç›kan güneflin tüm parlakl›¤›,

Ve duyar insanlar bizim flark›m›z›: Ekmek ve Güller! Ekmek ve Güller!

Yürürken biz, yürürken günün güzelli¤inde,

Karanl›k mutfaklara, gri fabrika kuytular›na,

Dokunur apans›z ç›kan güneflin tüm parlakl›¤›,

Ve duyar insanlar bizim flark›m›z›: Ekmek ve Güller! Ekmek ve Güller!

Yürürken biz, yürürken, erkekler için de savafl›r›z,

Çünkü kad›nlar›n çocuklar›d›r onlar, ve biz anal›k ederiz yine onlara.

Yaflamlar›m›z do¤umdan ölüme kan ter içinde geçmeyecek;

Kalpler de ölür açl›ktan bedenler gibi; ekmek verin bize,ama verin gülleri de.

Yürürken biz, yürürken, say›s›z ölü kad›n da yürür bizimle

Ve bizim flark›m›zda duyulur yafll› 盤l›klar› ekmek için.

Küçük hünerleri, sevgiyi ve güzelli¤i bilirdi onlar›n kah›rl› ruhlar›.

Evet kavgam›z ekmek için, ama güller için de.

Yürürken biz, yürürken, daha güzel günleri getiririz,

Kad›nlar›n yükselifli insan soyunun yükselifli demektir.

Köle gibi çal›flma ve aylakl›k yok, on kiflinin çal›fl›p bir kiflinin yatt›¤›,

Paylaflal›m yaflam›n görkemini: Ekmek ve güller, ekmek ve güller.

Yaflamlar›m›z do¤umdan ölüme kan ter içinde geçmeyecek;

Kalpler de ölür açl›ktan bedenler gibi; ekmek verin bize,ama verin gülleri de.

Ekmek ve Güller- James Oppenheim

Ekmek ve Güller Marfl› Lawrence Grevi’nde kad›nlar›n direniflininsimgesi oldu. Grev ,“Ekmek ve Gül” grevi olarak an›ld›.

Kad›nlar yürüyormücadele büyüyor

Page 35: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

33

eoliberal kapitalizme karşı hak mücadeleleri-nin en aktif öznelerinden biri kadınlar. Neoli-beralizmin mülksüzleştirme, işçileştirme veemeğin yeniden üretim alanına yönelik piya-salaştırma saldırısının odağında yer alan ka-

dınlar; yeni bir sınıf hareketinin kuruluş zemini olan hakmücadelelerinin içinde bu hareketin kurucu özneleri halinegeliyor. Kadınlar hak mücadelelerindeki militanlıkları vemücadeleye kattıkları zenginlikle emekleri üzerindeki gö-rünmezlik örtüsünü yırtıyorlar. Ancak elbette kadınlarınhak mücadelelerine aktif katılımı, kadın özgürleşme bilin-cinin ve mücadelesinin oluşması açısından tek başına yeter-li değil. Hak mücadelelerinin kadın özgürleşmesinin kuru-cu zeminlerinden biri olması, kadınların özgül talepleri vepolitik varlıklarıyla mücadelenin tamamının öznesi ve sü-rükleyicisi olmaları ve hak mücadelelerinin politik, pratik

ve ideolojik çizgisinin neoliberal kapitalizmle birlikte er-kek egemenliğini de ortadan kaldırmayı hedefleyen dev-rimci bir içerikte derinleştirilmesiyle mümkün.

Kadınların hak mücadelelerine aktif ve kitlesel katılımla-rıyla mücadelenin sürükleyicisi haline gelmeleri kadın öz-gürleşme mücadelesinin yeni gelişme dinamiklerini açığaçıkarırken, yeni bir emek hareketinin olanaklarını da göste-riyor. Bu yeni hareket, geleneksel emek hareketindeki, ya-şamın tamamında oluşan sermaye karşıtı mücadele zemin-leriyle bu mücadelelerin öznelerini sınıf hareketinin parça-sı olarak görmeyen; farklı ezilme/egemenlik biçimleriniönemsizleştirerek kadınların taleplerini öteleyen; sınıfın or-tak çıkarlarını kısa vadeli çıkarlar için göz ardı ederek sını-fı parçalayan yaklaşımlara rağmen gelişiyor. Neoliberal ka-pitalizme karşı hak mücadeleleri olarak boy veriyor. Ka-dınların hak mücadelelerine katılımı ise sosyal hak hare-

N

Page 36: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

ketlerinin dar ekonomik çıkarlara sıkışmadan insanın vekadının insani kurtuluşu hedefiyle donanmasının garantile-rinden birini oluşturuyor.

Kapitalizm ve kad›nlar›nmahkumiyeti Erkek egemenliği, bütün sınıflı toplumlarda dönüşerek/dö-nüştürerek ve sistemin yapısına eklemlenerek sistematik venesnel bir toplumsal ilişkiler ağı olarak varlığını sürdür-müştür. Bu nedenle kadın ezilmişliği sorunu, hem erkekegemenliği hem de sınıfsal egemenlik ilişkileri merkezli ta-rihsel bir sorundur. Kadının ezilme biçiminin belirli tarih-sel anlara özgü formlarını, toplumsal yapıları belirleyenüretim ve yeniden üretim ilişkileri şekillendirmiştir. Ancaküretim ve yeniden üretim ilişkileri, mekanik ilişkiler değil;kadınların mücadelesinin de bir parçasını oluşturduğu sınıfmücadelesiyle kurulan ilişkilerdir. Kadınlar da tarih içindekurbanlar olarak değil bu mücadelenin özneleri olarak ko-numlanmışlardır. Tarih yazımındaki erkek egemenliği ne-deniyle sınıf savaşımlarıyla belirlenen tarihte rol alan “in-sanların” hep erkekler olduğu düşünülür. Oysa tarih, kadın-ların zaferlerinin ve yenilgilerinin de tarihidir ve kadınlarıntarihini yazan da yine mücadeledir. Kadınların, bu mücade-lelerin içinde kurbanlar olarak değil tarihin özneleri olarakaldıkları konum ve yenilgiler, kadın ezilmişliğinin ve sınıfmücadelesinin tarihsel şekillenişinde belirleyici olmuştur.

Kadının özgürleşme mücadelesi, kadınların emekleri/be-denleri ve kimlikleri üzerindeki her türlü baskı ve sömürümekanizmasının/sistemli erkek egemenliğinin bütün madditemellerini; bütün politik, kültürel ve ideolojik ifade biçim-lerini ortadan kaldırmayı hedefler. Kapitalizmde kadın ezil-mişliğini anlamak ve kapitalizmin erkek egemenliğiyleolan gerilimli, çelişkiler barındıran eklemlenme biçiminikavrayıp birbirlerini nasıl beslediklerini izleyebilmek için

kadın emeği üzerindeki sömürü ve denetim biçimlerininnasıl şekillendiğine bakmak gerekir.

Kapitalizmin ilk gelişim merkezlerinde mülksüzleştirme veişçileştirme, yaşam kaynakları ellerinden alınan insanlarıancak emek güçlerini satarak yaşayacak hale getirdi. İşçi-leşme dalgası düşük ücretlerin, yoksulluk ve sefaletin ge-nelleştiği koşullarda çocuklar ve kadınlar da dâhil tüm aileüyelerini kapsıyor; ailenin tüm fertleri ayrı ayrı ve tek baş-larına emek pazarına giriyordu. Artık aile, üretim sürecinintemel birimi değildi. Üretim ailenin dışına çıkıyor, aile, üc-retli işçilerin kolektif birimine dönüşüyordu.11 Kadın ve ço-cuk emeği, daha ucuz oldukları ve daha kolay yönetilebile-cekleri düşünüldüğü için birçok yerde erkek emeğine tercihediliyordu. Hala kadından aileye/çocuğa ve erkeğe dönüközel sorumluluklar beklense de bu süreç kadın emeğinindeğerinin kadının evde yaptığı işler tarafından belirlenme-diği bir dönem yaratıyor, çocuğun ve kadının bağımlı oldu-ğu eski ataerkil otoriteyi sarsıp değerler ve kurallar sistema-tiğinde yıkım yaratıyordu. Bu süreç aynı zamanda çalışmasaatlerinin günde 14-16 saat olduğu, kadınların doğumdansonra hemen çalışmaya başlatıldığı, 5-6 yaşlarında çocuk-ların çalıştırıldığı, çocuk ölümlerinin hızla arttığı kadın/er-kek/çocuk işçi sınıfının toplamının yaşadığı insanlık dışıçalışma ve yaşam koşulları altında gerçekleşti. Konut vebeslenme sorunları; çalışma saatlerinin uzunluğu, iş kazala-rının yoğunluğu kadın ve erkek işçilerin öznesi olduğu sı-nıf mücadelelerinin ilksel biçimlerinin temel gündemlerioldu. 1810 Manchester yün eğiricileri ve 1812 İskoçya do-kumacılar grevlerinde kadınlar aktif olarak yer aldı. İngil-tere’de kadınlar 1834’de çıkarılan Yoksulluk Yasası'nakarşı direnişlerin önündeydi. Kadınlar, işçi sınıfının bellibir program etrafındaki ilk bağımsız sınıf hareketi olanÇartist hareket içinde aktif ve militan bir rol aldılar. Ancakhareketin, emekçi kitlelerin mücadele programı haline ge-

34

KADIN

Kapitalizmin ilk mülksüzlefltirme,dalgas›n›n içinde iflçileflen kad›nlariflçi s›n›f›n›n ilk isyanlar›n›n daöznesiydiler. 1800’lerin ortas›ndageliflen ve vas›fs›z iflçileri, kad›nlar›ve göçmenleri örgütlemeyireddeden vas›fl› iflçi birliklerininkarfl›s›nda kendi sendikalar›n›kuran “Kibritçi K›zlar”›n, so¤an soyan kad›nlar›n, dikiflçi kad›nlar›ngrevleri vas›fs›z iflçilerin deörgütlenebilece¤ini vekazanabilece¤ini gösterdi vesendikalar›n herkeseaç›lmas›nda etkili oldu.

Page 37: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

len 6 maddeli Halkın Fermanı (People’s Charter) taleplerbelgesinde sadece yetişkin erkekler için oy hakkı isteniyor,kadınların adı geçmiyordu. 19.yy’da birçok işkolundakisendikalardaki erkek işçiler işkolundaki ücretleri düşürdük-leri gerekçesiyle kadınların işe alınmamasını savundular.22

İstedikleri, kadınların işgücü piyasasındaki rekabetinin or-tadan kaldırılmasıydı. 1834’de Londra’da yüksek ücret, da-ha kısa çalışma süresi için, parça başı işe ve eve iş gönder-meye karşı greve çıkan 9000 erkek terzi aynı zamanda ka-dın işçilerin çalıştırılmasını protesto etti.33 Bu süreçte biryandan da çocukların ve kadınların çalıştırılmaması ya daçalışmalarının yasalarla düzenlenmesine dönük söylemlerbelirginleşti. Kapitalizmin erkek işçilere verdiği zarar, aileilişkilerinin bozulması ya da babaların çocuklara yabancı-laşmasıyla ölçülmedi. Ancak kadınların dışarda çalışmasıçocuklarını ihmal etmelerinin ve aile yapısının bozulması-nın nedeni olarak gösterildi. Bunda kadını ailenin ve çocuk-ların bakımından sorumlu tutan erkek egemen tarihselliğinetkisi belirgindi. 16.yy’da başlayan kadının çalışmasına dö-nük tartışmalar 19.yy’da kadının yerinin evi olduğu konu-sunda genel bir kabule dönüşüyordu.

Bu dönemde kapitalizmin, sömürü oranını artırmak için da-ha vasıflı, eğitimli, sağlıklı işgücüne duyduğu ihtiyaç belir-ginleşti. Koruyucu yasalarla kadın ve çocukların çalışmasaatleri ve çalışma sektörleri kısıtlanırken evin reisine öde-nen ve tüm ailenin yeniden üretimini karşılaması öngörülenaile ücreti kavramı ortaya çıktı. Aile ücreti, açığa çıktığı ta-rihsel dönemde işçi sınıfının yaşam koşullarını iyileştirmeyöntemi olarak görüldü. Ne var ki işçi sınıfının “iyi yaşamkoşulları” kazanımı, kadınların yenilgisi olarak yaşanacak-tı. Aile ücreti, kadını yaşamını sürdürmek için erkeğe ba-ğımlı kıldı. Erkeğin evin “reisi” olduğu genel kabulü veideolojik olarak aile kurumunu yücelten ve kadınların eş-anne konumunda olması gerektiğini vaazeden egemen söy-lemin yaygınlaşması erkek egemenliğinin kapitalist sistemaltında nasıl işlediğini gösteriyordu. Diğer yandan 1830’luve 1840’lı yıllarda büyüyen Çartizm Hareketi de -hareketin1842’de Birmingham’daki büyük mitingine 50 bin kadınkatılmıştı- burjuvazinin işçi sınıfı üzerinde yeni denetim vedisiplin yöntemleri üzerine kafa yormasına yol açmıştı. Er-kek işçilere tüm aileye bakma sorumluluğunu yüklemeninişgücünün uyumlu, disiplinli ve “ahlaklı” hale getirilmesin-de ve “ailenin”, sistemin sunduğu değerlerin ve egemenideolojinin yeniden üretilmesinde taşıdığı önemi açığa çı-karmıştı. Elbette bu işçi sınıfı ailesi “burjuva ailenin” değeryargılarına bağlanacak, onu örnek alacaktı.44

Sınıf hareketinin değişen biçimleriyle 1850 ve 1860’lardavasıfsız işçileri, kadınları ve göçmenleri örgütlemeyi redde-den vasıflı işçi birlikleri oluştu. 19.yy sonlarından başlaya-rak kapitalizmin nitelikli işgücü ihtiyacı eğitimin kitlesel-

leştirilmesi ve “çocukluk” süresinin uzamasında karşılıkbuldu. İhtiyaçların kamusal olarak örgütlenmediği koşul-larda yeni işçi kuşaklarının iyi yetiştirilmesi için anneye;emeğin yeniden üretimi için aileye biçilen rolün önemi art-tı. Kadınların eve kapatılması sürecinde, küçük çocuklar,hastalar ve yaşlıların (emek gücünü satamayacak durumdaolanların) bakımı için en iyi tercih haline gelmeleri etkilioldu. İşçi sınıfı aristokrasisinin oluşumu ve sınıf sendikacı-lığındaki muhafazakârlaşma kadınların sınıf hareketinin dı-şına itilmesindeki diğer önemli etkenlerdi. Bu süreç kadı-nın ucuz işgücü ve yedek işçi ordusu konumunu da sağlam-laştırdı. Sınıfın cinsiyetçi eksende bölünmesine, sınıf mü-cadelelerinin sınıfın yarısının dinamizmini kaybetmesine,sınıf hareketinin politik ufkunun gerilemesine yol açtı.

Elbette kadınlar toplumsal üretimden topyekün söküp atıl-madı ve mücadele etmekten vazgeçmediler. 8 saatlik işgü-nü ve sendikalaşma mücadelesine katıldılar; grev ve dire-nişlerin içinde yer aldılar.55 Özellikle kadınları dışarda tutanmuhafazakâr sendikal anlayışa karşı mücadelede kendisendikalarını oluşturdular. 1888’de başlayan “kibritçi kız-lar grevi” 800 üyeli ilk büyük kadın sendikasının kurulma-sı ve grevin kazanımıyla sonuçlandı. Bu süreç aynı zaman-da yeni bir grev dalgasını büyütürken eski tarz sendikacılıksorgulandı, kadınlar vasıfsız işçilerin de örgütlenebileceğive kazanabileceği fikrini yaygınlaştırdı. Bu sınıf mücadele-si dalgası Londra liman işletmelerindeki vasıfsız işçileringrevinden, soğan soyan kadın işçilerin, kadın dikişçileringrevlerine kadar birçok direnişle sendikaların herkese açıl-masına, işçi sınıfının örgütlenme modelinin yenilenmesineneden oldu. Aynı dönem kadınlar, eşit yurttaşlık için oyhakkı mücadelesini kitlesel mitinglerden boykotlara, kun-

35

KADIN

Kad›nlar›n18.yy’dayükselttiklerieflitliktart›flmalar›19.yy boyuncakad›nlar›n oyhakk›hareketlerinedönüfltü.Burjuvakad›nlardankad›nproleterlere vesiyah kad›nlarabirçok farkl›yaklafl›m› içindebar›nd›ran buhareket ayn›zamandafeminizmin ilkdalgas› olarakan›l›r.

Page 38: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

dakçılıktan açlık grevlerine kadar uzanan çeşitli militan ey-lem biçimleriyle yükselttiler. Hareketin öncüleri olan yüz-lerce kadın birçok kez hapse atıldı, işkence gördü.

Genel oy hakkı mücadelesi içinde kendi taleplerini yüksel-tirken “kadınlar özgür değilse erkekler de değildir” diyenkadınlar Amerika’da da ağır bedeller ödeyerek yeni bir sı-nıf hareketinin sürükleyicileri oldular. İşçileri mesleki bir-likler temelinde örgütleyen ve yalnızca vasıflı işçilerin üye-liğini kabul ederek siyahlar, göçmenler ve kadınları üyeyapmayan uzlaşmacı AFL (Amerika Emek Federasyonu)yaklaşımına karşı. emeğin çıkarının sadece tüm emekçileribir sınıf olarak örgütlendiği zaman gerçekleşebileceğini sa-vunan militan IWW'de (Dünya Sanayi İşçileri Sendikası)örgütlenmeye başladılar. Sendika 1912’de tekstil sektörü-nün ağırlıklı olduğu Lawrence kentinde 27 farklı millettenişçiyi 25 fabrikada örgütleyerek 25 bin işçiyle greve çıktı.

Kadın işçiler grevin öncü gücüydü. Sadece işçi kadınlar de-ğil erkek işçilerle evli olan kadınlar da grevin aktif parçasıhaline geldi. Kadınlar ilk defa kitlesel biçimde bir greve ka-tılmış, sendikalarda örgütlenebilme yolunu kendi mücade-leleriyle açmışlardı. Aynı dönem Alman sosyalist kadın ha-reketi, sendikal hareket içinde ciddi bir kadın örgütlenme-siyle birlikte proleter politik kadın hakları hareketini yarat-tı. Kadın işçilerin genel oy hakkı ile diğer hak mücadelele-ri üzerinden oluşan proleter kamusal alana kendi örgütlen-meleri ve talepleriyle dâhil edilmesini zorladı.

Kollontai’ın66 sözleriyle proleter kadınların genel sınıf mü-cadelesine katılması kapitalist sömürünün son savunmasızkurbanlarını ortadan kaldırıyordu. İşte bu yüzden burjuvazikadınlar arasındaki herhangi bir protesto işaretine ve onla-rın hem kadınlar olarak hem de ortak sınıf çıkarları ve ihti-yaçlarını savunmak adına başlattıkları tüm girişimlerine ikikat düşmandı: “Kadın işçilere erkeklerle aynı hakları tanı-mak, işçi sınıfının eline yeni ve tehlikeli bir silah vermek-tir. Aktif militan muhalif ordusunu ikiye katlamaktır. Bur-juvazi böylesi tehlikeli bir deneyimi kabul etmeyecek kadarzekidir.”

Ancak işçi sınıfı erkekleri ve öncülerinin tamamı kadınla-rın tam ve eşit yurttaşlar olarak talep ettikleri politik hakla-rı tartışma götürmez haklar olarak kabul etmediler. Kadınişçilerin çıkarları proletaryanın bir kesimi için pratik avan-tajlar elde etmek adına bir kenara konulabildi. Taviz veadım adım ilerleme önerileri sınıf hareketi açısından kadın-ların aleyhine olacak biçimde sistemle uzlaşmayı ve ılımlı-laşmayı getirdi. Kadınlar her defasında bedeller ödeyereksürdürdükleri mücadeleyle proletaryanın kadınlardan daoluştuğunu ve kadınların eşitlik istediklerini gösterseler dekadın özgürleşmesi talepleri dönemin genel işçi sınıfı hare-ketinin ortak amaçlarına dönüşmedi. Bu aynı zamanda sınıfiçinde en dezavantajlı olan, sömürüyü en yoğun biçimdeyaşayan kesimlerin taleplerini bayrak edinmeyen ve onla-rın dinamizmine yaslanmayan mücadelenin uğradığı genelyenilginin de önemli bir etkeni oldu.

Kapitalizm bir yandan emek gücünün hareket serbestisinive emek üzerindeki dolaysız kontrolü sağlamak için aileyibelirli bir noktaya kadar parçalarken, diğer yandan aileyiemek gücünün yeniden üretimine dönük ihtiyaçlar bakı-mından güçlendirmişti. Kapitalizmde diğer üretim tarzla-rından farklı olarak, işgücünün yeniden üretimi işgünününve işyerinin dışına itilmiş, yani sermaye, işgücünün yeni-den üretiminin örgütlenişini, ücret ilişkisi dışında, kendidenetimi ve katkısının dışına çıkartarak işçinin “kendisinebırakmıştı.” Oysa işçi sınıfının yeni üyelerinin doğurulma-sı, mevcut üretim ilişkileri ve egemen ideolojiye uygun ola-rak yetiştirilmesi ve faal işgücünün hergün yeniden işbaşıyapmasını sağlayacak biçimde yeniden üretilmesi sorunu

36

KADIN

1910’da toplanan 2. Uluslarararas› Sosyalist Kad›nlarKongresi’nde yetiflkin yafla gelmifl tüm kad›nlar için e¤itime vemülkiyete bak›lmaks›z›n ayr›ms›z evrensel genel oy hakk›talebinin genel sosyalist programa dahil edilmesi önerisinegelen itirazlara karfl› Kollantai “Kad›n iflçiler tüm di¤er s›n›flar-dan kad›nlar›n oy hakk›n›n yolunu da açmaktad›r” diyordu.

Page 39: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

vardı. Kadınların eve kapatılması ve üzerlerine yüklenen“kadınlık rolleri” sermayenin bu sorunu daha düşük mali-yetlerle ve daha yüksek avantajlarla bir noktaya kadar çöz-mesini sağladı.

İşgücünün yeniden üretimi için harcanması gereken emeğiüstlenecek özneler kadınlardı. Kadınlar karşılıksız emekle-riyle çocuk bakımı, işgücünün ihtiyaçlarının (ücret ile alı-nan geçimlik malların tüketime hazır hale getirilmesi, bes-lenme, temizlik, giyim, bakım, “yuvanın yapımı” vb) orga-nizasyonunu yüklendi.

Kadınlar kapitalizm için bir yandan da yedek işçi ordusuoldular. Özellikle erkek işgücünün azaldığı savaş dönemle-ri bunun en önemli göstergesiydi. Kadınların o güne kadardışında tutuldukları vasıflı işlerde kitlesel biçimde yer al-maları eşit işe eşit ücret talebini kadınlar arasında yaygın-laştırdı. Kadın işçiler savaş zamanı yasadışı olan grevleriörgütlediler. Mücadeleleriyle ücretlerini yükselttiler. Ka-dınların işgücüne kitlesel biçimlerde katıldıkları savaş dö-nemlerinde işgücünün ihtiyaçlarının organizasyonunu sağ-lamak için kreş, bakımevleri, ucuz yemekhanelerin açılma-sı; yeniden üretim alanına dair hizmetlerin kamusal olarakörgütlenmesi, ancak savaş sona erdiğinde erkek işgücüneyer açılarak kadınların evlerine gönderilmesi… Bu örnekkadınların emeğine erkek egemen sistemi kullanarak elkoymanın, kapitalizm açısından, yeniden üretim maliyetinikarşılamaktan daha karlı olduğunu gösteriyordu.

Eksik yurttafl- görünmez emek: Kad›nKadınların görünmez ve karşılıksız emeği sarfetme koşul-larının zeminini yaratan erkek egemen ilişkiler kendilerinibu temel üzerinden yeniden üretirken, kapitalizm yenidenüretim sürecindeki karşılıksız kadın emeğinden fayda sağ-ladı. Kadınların dibe çekilmesi erkekleştirilen işçi sınıfının,erkek olarak doğan sermaye sınıfına tabi edilmesi süreciy-le elele gelişti.

Kamusal alanın cinsiyetçiliğe ve özel mülkiyete dayalı bi-çimde kurulması yurttaşlığın tanımlandığı bu alanda kadın-ları hep “eksik yurttaşlar” olarak konumlandırdı. Kapitalistilişkiler içinde üretken faaliyetin ev dışına çıkarılmasındanköklenen kamusal ve özel alan ikiliği, ideolojik düzlemdede ev içini/aileyi özel alan olarak tanımladı. Kadını “top-lumsal olmayan” bu alanın içinde konumlandırdı ve bualandaki ilişkileri doğallaştırdı. Çalışma ve dünya erkek işi,ev kadının işiydi ki bu da erkeği kültürle ve kadını doğaylaözdeşleştiren eski cinsiyetçi ikiliğin doğasıyla uyumluydu.Dolayısıyla özel alanda77 kadına yüklenen işler “iş” olarakgörülmediği gibi, kadınların doğal yatkınlıkları olarak ta-nımlandı. Kadınların fiziksel, zihinsel emekleri sevgi, şev-kat gibi duygusal örtülerle de kaplanarak görünmez kılındı.

Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü çoğu zaman erkekşiddetiyle de desteklendi. Kadın emeğinin doğallaştırılma-sı kadınların bakım emeği, ev işçiliği, eğitim, sağlık, temiz-lik gibi ev işlerini anımsatan işlerle işgücü piyasasına katıl-masına; ev işçiliğinin ve bakım emeğinin emek piyasasın-da da niteliksiz ve düşük ücretli olmasına yol açtı. Kadınınevde harcadığı emeğin karşılıksızlığı ve görünmezliği ka-dın emeğinin topyekün değersizleştirilmesinde/aşağılan-masında; kadın emeğinin değersizleştirilmesi ise kadınkimliğinin aşağılanmasında temel etken oldu. Diğer yandansınıf hareketi içindeki cinsiyete dayalı bölünme ve rekabetkapitalist egemenliğin sürmesinde ve sınıfın güçsüzleştiril-mesinde önemli rol oynadı.

Kadınların da bedeller ödeyerek katıldıkları sınıf mücade-lelerinin ve sosyalizmin baskısı altında88 şekillenen refahdevleti döneminde bile yurttaşlığın resmi istihdamdakiüretkenlikle tanımlanması, kadınların eksik yurtaşlık ko-numlarının devamına yol açtı. Sosyal haklar “üretken”, ya-ni resmi istihdama katılan (değişim değeri üretimine katılanerkek) yurttaşın hakları olarak belirlendi. Sosyal haklar, iş-çi sınıfının ihtiyaçlarının toplumsal olarak karşılanması ta-

37

KADIN

Toplumsal cinsiyetedayal› iflbölümükad›nlar›n bak›m eme¤i,ev iflçili¤i, sa¤l›k,temizlik gibi ev ifllerinihat›rlatan ifllerle iflgücüpiyasas›na kat›lmas›na,bu ifllerin ise emekpiyasas›nda da niteliksizve düflük ücretliolmas›na yol açt›.

Page 40: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

lebinin izdüşümleriydi. İşsizlik parası, kamu bütçelerindençocuk, hasta, yaşlı ve gençlere ayrılan paylar; bakımevleri,eğitim ve sağlığın parasız sağlanması gibi uygulamalar sı-nıf hareketine aile dolayımı dışındaki güvence ve ihtiyaçla-rını ilk kez kamusal olarak karşılama olanağı sağladı. Sos-yal hakların kadınları da kapsayan biçimlerde, ödeme gü-cünden bağımsızlaşması ve kamusal güvenceye alınmasıkadınların hakları kazanmaya dönük mücadelelerinin de et-kisiyle mümkün oldu.

Ancak kapitalizmin kadınları yerleştirdiği ana konum kon-jonktürel değişiklikler dışında ucuz işçiliği ve ücretsiz evköleliğini aşmadı. Erkekler kadının bedenine sahip olma veonu denetleme hakkını da sistematik biçimde ellerinde tut-tular. Erkek egemenliği sömürgeciliğin, faşizmin ve em-peryalizmin yapıtaşlarından birisini oluştururken kadın be-deninin metalaşması yaygınlaştı.

Kadın hareketinin 19.yy-20.yy boyunca açığa çıkan farklıakımları ise tarihin, üretim/yeniden üretim süreçlerinin veerkek egemenliğinin feminist analiziyle birlikte kadın öz-gürleşme mücadelesinin ezilenlerin mücadelesine bedellerödeyerek yaptığı devrimci düşünsel ve pratik katkıları orta-ya çıkardı. Kadınların yaşadığı ezilmişliğin, eşitsizliklerinve kadın üzerindeki egemenliğin tıpkı sınıfsal eşitsizlik veegemenlik ilişkilerinde olduğu gibi doğal, biyolojik ya datanrı vergisi- ilahi- olmayıp, tarihsel ve maddi süreçlerinürünü olduğunu; insan eylemiyle değiştirilerek ortadan kal-dırılabileceğini gösterdiler.

Kadınlar kullandıkları hiçbir hakkı mücadele etmeden ka-zanmadılar. 20.yy mücadele deneyimleri kadınlara bir ger-çeği gösterdi: Kadınların ve erkeklerin özgür, eşit ve üret-ken bireyler olarak yer aldıkları kolektif bir toplumsal ha-yatı yaratmak için, erkek egemenliğinin ve toplumsal cins-ler arasındaki eşitsizlik ilişkilerinin de bir parçasını oluştur-duğu sınıfsal egemenlik ilişkileri ortadan kaldırılmalıdır.Ancak bu tarihten çıkan bir başka ders de vardı: Kadınlarınözgürleşmesi için sadece mevcut sınıfsal egemenlik ilişki-lerinin dağıtılması mücadelesi yeterli değildi. Bunun içinkadının özgürleşme mücadelesi sınıf mücadelesinin ayrıl-maz bir parçası haline getirilmeliydi. Kapitalizmse her ye-ni döneminde kadınların emeklerine ve bedenlerine yönelikyeni saldırı biçimlerini gündeme getirdi. Sermaye kendiegemenliğini yeniden üretmek için her dönem kadınlarınikinci sınıf insan-yurttaş konumunu pekiştirdi. Sermayeninher yeni saldırı biçimi ve bu saldırıların yarattığı çelişkilerkadın özgürleşme mücadelesinin yeni dinamiklerini/ola-naklarını açığa çıkardı.

Neoliberalizmin piyasalaflt›rma/metalat›rma k›skac›nda kad›n...Neoliberalizm: kapitalizmin emeğe, insana, doğaya yöne-

len bu saldırı dalgası bir yandan büyük mülksüzleştirme ha-reketi ile kadınları yeniden işçileştirme dalgasının içineçekti. Kadınları genel işçileştirme süreçlerinin boy hedefihaline getirdi. Esnek çalışma/taşeronlaştırma/ucuz işçilikve ağır emek sömürüsü koşullarını uygulamaya geçirirkenkadın cinsinin emek pazarı karşısındaki dezavantajlarındanazami ölçülerde yararlandı. Ancak kadınların proleterleşti-rilmesi ve proletaryanın kadınlaşması olarak yaşanan bu ol-gu, aynı zamanda sınıfın ve sınıf hareketinin bileşiminde dedeğişimler ve yeni mücadele dinamikleri yarattı.

Diğer yandan neoliberal saldırı sermaye ve emek arasında-ki çatışmayı yaşamın her alanına taşıdı.

Yeniden üretim alanına dönük piyasalaştırma saldırısı ka-dınların sermaye ile dolaysız karşılaşmasını artırırken ka-dınlar, tüm toplumsal ilişkilerin piyasa ilişkilerine dâhil

38

KADIN

Page 41: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

edildiği kuralsızlaştırma ve yıkım politikalarına karşı dire-nişin en önemli öznelerinden biri haline geldi.

Kapitalizmin neoliberal dönemi kadınların bu iki dinamiküzerinden yeniden kitlesel ve militan biçimlerde sermayekarşıtı mücadeleye katılımlarına sahne oluyor.99 Tüm dün-yadaki örneklerine benzer şekilde Türkiye’de de özelleştir-meye direnen kadınlar; evlerini yıkmaya gelen dozerlerekarşı barınma hakkı için bedenleriyle siper olan kadınlar;direnişleriyle mahalle meydanlarını su hakkı meydanlarınaçeviren kadınlar; mahallelerinde kurulan eğitim hakkı mec-lislerine katılan kadınlar… Tekellere karşı doğal kaynakla-rını ve doğal çevrelerini korumak için, ekme biçme hakla-rını savunmak için sokağa çıkan köylü kadınlar… İşten çı-karılmalara karşı sendikal özgürlükleri savunan kadınlar;emeklerinin değersizleştirilmesine ve insanlık dışı muame-

leye karşı direnişe geçen taşeron sağlık işçisi/tekstil işçisikadınlar… Serbest bölgedeki ilk direnişi başlatan ve sade-ce sendikal özgürlükleri ve çalışma hakkını değil, ne zamandoğurup ne zaman evleneceklerini söyleyen patronlarınakarşı bedenleri üzerindeki kontrol haklarını da savunarakdirenişi kazanan Novamed işçisi kadınlar… En örgütlene-mez alan diyenlere inat sendikal örgütlenmeye girişen gün-delikçi kadınlar, kreş ve çalışma hakkı için mahallelerinisürekli eylem alanına çeviren kadınlar… Hepsi hak müca-delelerine tüm zenginlikleri ve yaratıcılıklarıyla katılırkensınıf mücadelesinde ve kadın özgürleşme mücadelesindeyeni bir evreyi gösteriyorlar.

Mülksüzleştirme ve proleterleştirme saldırısı emekçileringeleneksel geçim araçlarından koparılmalarına ve ücret ge-lirine bağımlı hale getirilmelerine yol açıyor. Bu durum ya-pısal olarak emek piyasasının dışına itilen; yedek işgücü or-dusu olarak konumlandırılan; emek piyasasında yer almabiçimleri en düşük ücretler ve en vasıfsız işlerle sınırlanankadınları yaşamlarını sürdüremez hale getirdi. Emekçilerarasında hâkim olan kıran kırana rekabette, en dezavantajlıdurumda olan kadınlar emek piyasasının daha da dibineitildiler. Güvencesizleştirme, kendi bedenleri ve emekleriüzerinde tam anlamıyla kontrol sahibi olamayan kadınlarınkocaya ve babaya, erkeğe bağımlılığını artırdı. Kadın eme-ğinin değersizleştirilmesi sürecini derinleştirdi. Eve iş ver-me gibi yöntemler kadınların işçi olduklarının bile farkındaolmadan hapsedildikleri özel alanda yoğun ve kötü şartlar-da çalıştırılmalarına yol açtı. Serbest üretim bölgeleri, taşe-ronlaşmış hizmet üretim alanları, ev eksenli çalışma aşırıkadın emeği sömürüsünün temel alanları haline geldi.

Kamusal alanın neoliberal dönüşümüyle birlikte, bir dönemönce kamusal haklar ve üretken yurttaşlık üzerinden tanım-lanan yurttaşlık hukukunun yerine, yurttaşı “müşteriye vetüketiciye” dönüştüren yeni bir “yurttaşlık” hukuku inşaediliyor. Toplumsal olanın piyasaya açıldığı neoliberal dö-nemde, yaşam hakkı piyasada var olabilme ve piyasadakigüç ilişkileriyle belirleniyor. Toplumsallaştırılmış biçim-lerde giderilmesi gereken insan ihtiyaçlarının “ödeme gü-cüne” göre faydalanılan metalaştırılmış hizmetlere dönüş-türülmesi, en fazla kamusal alandaki ve piyasadaki varoluş-ları yapısal eşitsizliklerle sakatlanmış olan kadınları etkili-yor.

Neoliberalizmin yeniden üretim alanına yönelik metalaştır-ma saldırısı emeğin yeniden üretim alanını piyasadan koru-yan bütün mekanizmaları ortadan kaldırıyor. Halkın tümyaşamsal gereksinimlerini ücret gelirine bağımlı hale geti-riyor. Hizmetlerin kamusal olarak karşılanmaması bu ihti-yaçların giderilmesi yükünü “aileye” yani kadının üzerinedaha fazla yıkıyor.

Bu durum büyük bölümü ücret gelirinden yoksun ya da üc-

39

KADIN

Page 42: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

ret geliri çok düşük olan kadınların yeniden üretim alanın-daki yükünü; erkeklere ve piyasaya olan bağımlılığını arttı-rıyor. Kadınlar eğitimden, sağlığa, bakım hizmetlerinden,beslenmeye ailenin piyasalaştırma nedeniyle karşılanma-yan ihtiyaçlarını gidermek için karşılıksız emeklerini artırı-yorlar. Yaşadıkları ayrımcılık ve baskı nedeniyle insani ih-tiyaçlarını karşılama, varolan toplumsal hizmetlerden ya-rarlanma, kendilerini gerçekleştirme/yeteneklerini geliştir-me haklarını zaten eşit biçimlerde kullanamayan kadınlar,piyasalaştırma/metalaştırma saldırısının en mağdurları ha-line getiriliyor. Eğitimin piyasalaştırılmasıyla eğitim hak-kından el çektirilenler öncelikle kadınlar oluyor. Sağlığınpiyasalaştırılması kadınların sağlık hakkından yararlana-maması; sağlık hizmetinden yararlanamayan aile fertlerinedönük karşılıksız bakım emeklerini yoğunlaştırmaları anla-mına geliyor. Eğitimdeki piyasalaştırma, çocuk bakım hiz-metleri için yeterli kamusal kaynak aktarılmaması ve işyer-lerindeki sosyal hakların gaspı, parasız kreş olanaklarını or-tadan kaldırıyor. Çocuk bakımı tamamen kadınların sırtınayükleniyor. Bu durum kadınların çalışma olanaklarını daortadan kaldırıyor.

Tarım ve hayvancılıkta yoğun olarak kadın emeği kullananküçük üreticiliğin tasfiyesi ve göçler, kırsal kesimden ka-dınların doğal yaşamlarından koparılmalarına, yüzyıllarcataşıyıcılığını yaptıkları bilgi ve deneyimin yok olmasına,yoksullaşmalarına ve üretimden koparılarak eve kapatılma-larına yol açıyor. Tarımsal üretimin tekellerce denetlenme-si, temel gıda maddesi fiyatlarını tırmandırıyor. Kadınlarbeslenmenin sağlanması için daha çok emek harcıyor. Ken-di beslenme ihtiyaçlarından ilk feragat eden oluyor. Suyunticarileştirilmesinin bedelini kendilerine yüklenen işlerde,yani yemekte, temizlikte, tarımda suyu en fazla kullanankadınlar ödüyor. Temiz suya ulaşamadıkları için yaşamla-rını/sağlıklarını kaybediyorlar. Ulaşım hizmetlerinin piya-

salaştırılması kadınların erkek egemen baskılar ve yoksul-luk nedeniyle zaten sınırlanan hareket özgürlüğünü iyicekısıtlıyor. Evlerine ve mahallelilerine hapsolmalarına ne-den oluyor. Hapsoldukları hayatların dışına çıkmak için ha-rekete geçtiklerinde kadın cinayetleriyle, şiddetle karşı kar-şıya kalıyorlar.

Kadınların kendileri ve yakınları için karşılıksız emek har-cadıkları insan ihtiyaçları alanını doğrudan ilgilendirenenerji, altyapı hizmetlerinin piyasalaştırılması kadınlarınyaşama koşullarını ağırlaştırıyor ve ev içi köleliklerini art-tırıyor. Kamusal mekânların metalaştırılması, kentsel dö-nüşüm projeleriyle birlikte kadınların yaşam ve çalışmaalanı olan, birçok kadın için tek güvence olarak görülen ev-lerin yıkımına yol açıyor. Yoksulların kentin dışına sürül-mesi birçoğu hiçbir güvenceye sahip olmayan kadınlarınbarınma olanaklarının ortadan kalkmasına; eğitim, sağlıkgibi hizmetlerden yararlanma, sosyal yaşama katılma veçalışma olanaklarının zayıflamasına neden oluyor. Doğalkaynakları metalaştırma stratejisi ve doğal çevrede yaratı-lan tahribat ilk elden toplumsal cinsiyet rolleriyle üstlen-dikleri görevlerin birçoğu doğal kaynaklarla bağlantılı olankadınları etkiliyor.

Neoliberal saldırı üretimden yeniden üretime kadınları tümsosyal korumalardan ve desteklerden yoksun bırakarak ya-şam hakkına saldırıyor. Kadınlar yaşamsal talepler etrafın-da büyüyen barınma, beslenme, eğitim, sağlık, çevre, ekmebiçme hakkı mücadelelerinin aktif özneleri ve militanlarıhaline geliyor. Sermayenin metalaştırma/piyasalaştırmasaldırısını toplumsal ihtiyaçların ve ilişkilerin tümüne yay-ması bu alanlarda doğan çelişkilerin sınıfsal özünü de, ağır-laştırdıkları farklı ezilme biçimlerini de açığa çıkarıyor.Farklı toplumsal kesimlerden kadınlar kendi ezilmişlik bi-çimleriyle başka kadınların ezilmişlik biçimleri arasındakibağlantıyı, baskı ve sömürünün paylaşılan biçimlerini, hak

KADIN

Hakmücadelelerininkad›nözgürleflmesininkurucuzeminlerindenbiri olmas› içinkad›nlar›n özgültalepleri vepolitik varl›klar›ile mücadelenintamam›n›nöznesi vesürükleyicileriolmalar›gerekiyor.

Page 43: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

mücadeleleri etrafındaki bir araya gelişlerinde görüyorlar.Öfkenin bir direniş haline dönüştüğü öz savunma eylemle-rinin içinde kadınlar mağdurlardan öznelere dönüşüyor.Hak mücadelelerinin yaşam alanlarında filizlenmesi kadın-ların mücadeleye katılımını artırıyor; kapatıldıkları evler-den sokaklarına, mahalle meydanlarından kent meydanları-na çıkıyorlar.

Ama kadınlar yaşamlarını doğrudan etkileyen saldırılarakarşı mücadele etmek için bile, önce erkek egemen baskıla-ra karşı mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Sermayeye kar-şı halkın ortak çıkarlarını savunurken kadın olmaları yüzün-den yaşadıkları eşitsizliklere ve özel baskı biçimlerine karşıdirenme eğilimlerini de aynı mücadelenin içinde yükseltiyorve yeni kadın dayanışması pratikleri açığa çıkartıyorlar.

Sosyal hak mücadeleleri ve kad›nözgürleflme mücadelesi İşçi sınıfını, yoksulları ve diğer ezilen halk kesimlerini or-tak bir çatışma etrafında siyasallaştırma olanaklarına sahipolan hak mücadeleri kadınlar için de sermaye ve piya-sayla uzlaşmaz karşıtlık içinde gelişen ve erkek ege-menliğiyle hesaplaşan yeni bir kadın özgürleşmemücadelesinin yükseltilmesi olanaklarını içindebarındırıyor. Kadınlar hak mücadelelerinin ta-şıyıcı güçlerinden birisi haline geldikçe,hak mücadeleleri içindeki kadın özgürleş-mesi mücadelesi talepleri kitleselleşiyor. Hakmücadeleleri, düzenin en dışına itilen, eşityurttaş sayılmayan kadınların siyasal alana mü-dahale kanalını da oluşturuyor. Hak mücadele-leri içinde yükselttikleri özgün taleplerle eşit bi-rer yurttaş olarak yaşayabilmeleri için gerekliolan maddi, somut temelleri tanımlayan kadın-lar, Türkiye toplumunun “demokratik sorunlar”alanı olarak tanımlanan sorunlarıyla toplumsallıkmücadelesi arasında canlı ve somut köprüler ku-ran önemli bir dinamik yaratıyor.

Sermayenin üretim ve yeniden üretim alanına dö-nük saldırısı karşısında, üretim ve yeniden üreti-min kar değil insan ihtiyaçları temelinde; kadını boyundu-ruk altına alan tüm baskı ve sömürü ilişkilerini de ortadankaldıracak toplumsal bir biçimde örgütlenmesi talebi, ka-dınların kurtuluşunun da maddi zeminini oluşturan bir dev-rimci dönüşüm talebidir.

Sosyal hak mücadelelerinin kadınların özgürleşme mücade-lesi perspektifiyle örgütlenmesi, hak mücadelelerinin basitekonomik taleplere indirgenmemesi; düzeni sarsan bir mü-cadele olarak örgütlenmesi açısından önemli bir potansiyelanlamına geliyor. Çünkü kadınlar, kapitalist sistemin hâkimsosyal hak anlayışını; bu anlayışın etrafında kurulduğu

yurtaşlık hukukunun dayandığı somut maddi zeminlerinmeşruiyetini; egemen “eşitlik” anlayışını ve toplumsal eme-ğin örgütleniş biçimini sorguluyorlar: Sadece eski haklarınıgeri çağırmıyor, ayrıcalıklarını korumuyorlar. Hiç sahip ol-madıkları ve içeriğini kendilerinin tanımladığı yeni bir hak-lar sistemini yaratmak için mücadele ediyorlar.

Genel iradeyi temsil ettiği idiasıyla varolan ama kuruluşun-dan itibaren özel mülkiyete ve cinsiyet ayrımcılığına daya-nan burjuva kamusallığını mahkûm ediyorlar. Sosyal hak-ları kadınların, siyasetin ve yurttaşlığın kurulduğu kamusalalanın demokratik yeniden inşasına eşit ve özgür insanlarolarak katılabilmesinin maddi güvenceleri olarak kavrıyor-lar. Kadınların yeni bir kamusallığın inşasını kendi eylem-leriyle gerçekleştirmelerini; özgür ve eşit insanlar, tam veeksiksiz yurttaşlar olarak var olabilmeleri için politik birzorunluluk olarak görüyorlar. Bununsa ancak, sermayenin

KADIN

Kad›nlar›n mücadeledekivarl›¤›, emek haretekininyeniden oluflan s›n›f›n tümdinamiklerini kapsayacak veonlar›n farkl› ezilme biçimlerinimücadele konusu yapacak birbiçimde kurulmas›nda kritik roloynuyor

Page 44: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

özel mülkiyet ilkesinin karşısına toplumsal mülkiyet ilkesi-nin çıkarılmasıyla ve toplumsal örgütlenmenin, insanlığınkolektif eylemiyle, ev içi ve dışı üretimi de kapsayacak bi-çimde yeniden kurulmasıyla mümkün olacağını söylüyor-lar.

Neoliberalizme karşı hak mücadelelerine katılan ve bu mü-cadele süreçlerini örgütleyen kadınlar öz deneyimleriyleyeni bir kadın hareketinin nüvelerini oluşturuyor. Bütünhak mücadelesi başlıkları kadın kurtuluş mücadelesi pers-pektifiyle ele alındığında, kadınların ezilmişliklerinin ne-denlerini; bedenleri ve emekleri üzerindeki baskı ve sömü-rü mekanizmalarını sorgulamayı ve bunlara karşı mücade-le etmeyi öğrendikleri bir süreci açığa çıkartıyor. Tam dabu nedenle kadınlar; temiz ulaşılabilir su hakkı için müca-dele ederken neden suyun “hane” içinde özellikle kadınlariçin önemli olduğunu ve ev işlerini neden kadınların yaptı-ğını da soruyorlar. Evde harcadıkları karşılıksız emeğinsermaye için ne fayda sağladığını ve neden işten sayılmadı-ğını anlamaya çalışıyorlar. Barınma hakkı için mücadeleederken kadınların neden eve kapatıldığı, yuvayı neden hepdişi kuşun yaptığını ve neden hep en mülksüzler olarak kal-dıklarını da birbirlerine soruyorlar. Eğitim hakkı mücadele-sinde eğitimden en mahrum kalanların neden kadınlar ol-duğunu ve eğitimdeki cinsiyetçiliği öğreniyorlar. Güvence-li çalışma hakkı mücadelesinde kadınların neden ikincilemek ve en ucuz işgücü olduğunu; emek piyasasındaki cin-siyetçi hiyerarşiyi sorguluyor, neden ücretli bir işte çalışsa-lar da hep ev kadını olarak kaldıklarını anlıyorlar. Kreşhakkı mücadelesinde çocuk bakımının neden kadınlarınüzerine yıkıldığını; sağlık hakkı mücadelesinde kadınlarınneden sağlık hizmetlerinden yararlanmak için babaya vekocaya bağımlı kılındığını sorguluyorlar.Her özgürleşme adımlarında nedenhep erkeklerin psikolojik, fizikselşiddetine maruz kaldıklarını soru-yorlar. İnsanca bir yaşam talebi-ni eşit bir yaşamın öznesi ol-ma talebiyle birlikte elealıyor; eşit ve öz-gür olmak

için acilen hepsi de birbiriyle yakından ilişkili olan güven-celi iş, kreş, sağlıklı ve şiddetten uzak bir hayat güvencesiistiyorlar. Bu sorgulamaların yapılabildiğinde her hak mü-cadelesi deneyimi kadınlar açısından özgürleşme mücade-lesine açılan bir kapı anlamı taşıyor; mücadelenin içeriği vehedefleri yeniden kuruluyor.

Burjuva kamusal alanın kuruluşundan dışlanan ve yurttaşsayılmayan kadınlar verdikleri mücadeleler ve ödedikleribedellerle oy haklarına kavuşarak kamusal alanın sınırları-nı zorlamışlardı. Neoliberal kapitalizmin bir dönemin sınıf-lar mücadelesi kazanımlarıyla belirlenmiş olan bütün sos-yal hakları tasfiye ettiği ve yeni bir yurttaşlık tarifini oluş-turduğu bu dönemde kadınlar kendi yeni yurttaşlık tanım-lamalarını, hak mücadelelerini özgürlük ve eşitlik talebiylebirleştirerek yapıyorlar. Hapsedildikleri özel alandan mü-cadeleyle çıkarak ve kamusal haklar mücadelesi içinde özelalan/kamusal alan ikiliğinin varlık zeminini sarsarak...

Bu nedenle sosyal hak mücadelelerinin içeriğine, ev ve ba-kım işlerinin toplumsal olarak örgütlenmesi talebini olmaz-sa olmaz bir şartları olarak ekliyorlar.

Sosyal hak mücadelelerinin gerçek eşitliği ve özgürlüğü te-sis edecek devrimci bir mücadele sürecinin sürükleyici hal-kası olabilmesi bu hak mücadelelerinin talep/program/hedefve mücadele yöntemleri bakımından en baştan itibaren ka-dın üzerindeki1100 baskı ve sömürü biçimlerini sorgulayan vebunları ortadan kaldırmayı hedefleyen bir özgürlük mücade-lesi olarak kurulmasına da bağlıdır. Bunun temel ayağı iseneoliberal kapitalizme karşı mücadelenin en baştan er-kek egemenliğine de kar-şı bir mücadele ola-rak inşa edil-

KADIN

Page 45: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

mesidir.

20.yy kapitalizminin eleştirisine karşı kurulan 20.yy sınıfhareketi ve 20.yy sosyalizm deneyimlerinde; kadınlar sınıfhareketinin militanlığında da, devrimci mücadelede de enöne atıldılar. Önce kadınlar vuruldu; yenilgileri çok ağır be-deller ödeyerek yaşadılar. Ancak ne sınıf hareketi, ne de re-el sosyalizm deneyimleri tüm devrimci kazanımlarına rağ-men kadınları eşit ve özgür kılmak konusunda başarılı ola-bildi. Çünkü mücadeleden önce kadınlar eksildi; sınıf hare-ketlerinin ve reel sosyalizmin yenilgisinde kadınların tarih-sel yenilgisinin büyük payı oldu. 20.yy tarihi kadınlara dakurtuluşlarının ancak kendi eserleri olabileceğini öğretti.Şimdi hak mücadeleleri içinde “örgütsüzler ve örgütlene-mez kılınanlar”, kadınlar, sermayeye karşı emeğin ihtiyaçve talepleri için, kadın özgürlüğü için harekete geçiyorlar.Kapitalizme, neoliberalizme ve sermaye-erkek egemenliğitarafından kadınlara yöneltilen yeni saldırı biçimlerine kar-şı mücadele, kadın mücadelesinin en önemli güncel başlık-larını oluşturuyor. Kamusal alanın yeniden inşasını kendipolitik görevi olarak yorumlayan bir kadın hareketininadımları atılıyor. Kadınlar, emek hareketinin, yeniden olu-

şan sınıfın tüm dinamiklerini kapsayacak veonların farklı ezilme biçimlerini

mücadele konusu ha-line getire-

c e k

bir biçimde kurulmasında yükselttikleri mücadeleyle kritikbir rol oynuyorlar. Yalnız üretim alanında değil toplumsalyeniden üretimin tüm alanlarında sermaye karşısında yenibir sınıf hareketinin ve kadın kurtuluşunun kurucu öznesiniyaratmaya çalışıyorlar. Bu yüzden “kadınlar yürüyor, mü-cadele büyüyor.”

Dipnotlar:11 Ailenin üretim sürecinin bir birimi oldu¤u önceki toplumsal sistemlerde evli kad›n›n

çal›flamayaca¤›na ve efl ya da çocuk sahibi olman›n kad›n› ifl yapamaz hale ge-tirece¤ine iliflkin bir anlay›fl yoktu.

22 Kentlerde %40-50’si bekâr olan ve iflçilefltirme süreçleri içinde yaflamak için çal›fl-maya mahkûm edilen kad›nlar›n emek pazar›n›n d›fl›na at›lmas› bu sürecin ayn›zamanda bir fahiflelefltirme süreci olarak yaflanmas›na neden oldu. 19.yy’da Pa-ris ve Londra’da 40 ila 80 bin kadar fahifle bulunuyordu. (Andree Michel, Femi-nizm, Kad›n Çevresi Yay›nlar›)

33 Lindsay German, Cinsiyet, S›n›f ve Sosyalizm, Babil Yay›nc›l›k44 Burjuva ailede kad›n›n konumunu anlamak için bir örnek: 1547’de ‹ngiltere’de bir

yasa, kad›nlar›n “çene çalmak için biraraya gelip konuflmalar›n›” yasakl›yor, ko-calar› kar›lar›n› evde tutmak için yükümlü k›l›yordu.

55 ‹ngiltere dokumac›lar sendikas›n›n kad›n üyeleri 1891’de toplam üyenin %62’sinioluflturuyordu. Ama bu bir istisnayd›. Kapitalizmin befli¤i ‹ngiltere’de farkl› iflkol-lar›ndan kad›nlar flemsiye kad›n örgütleri oluflturdular. Reçel ve turflu iflçilerin-den, flifle y›kay›c›lara, bez toplay›c›lardan kakao imalatç›lar›na dek grevler dalgadalga yay›ld›; bu grevlerin birço¤unun öncüsü kad›nlard›.

66 Alxandra Kollontai, Uluslararas› Kad›n ‹flçiler Konferans› 77 Özel alan üretimin, toplumsal iliflkilerin, devletin müdahale alan› d›fl›nda “sevginin,

karfl›l›ks›z bak›m›n, duygular›n ve cinselli¤in alan›” olarak tan›mlanm›flt›r.88 Kad›nlar devrim sürecinde ve sonras›nda verdikleri mücadelelerle Sovyetler Birli¤i

yasalar›nda di¤er ülkelerde o dönem yan›ndan bile geçilmeyen yasal düzenleme-ler sa¤lad›lar. Buna göre kad›n›n, ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal yaflam›ntüm alanlar›nda ve devlet nezdinde, erkekle eflit haklara sahip oldu¤u yasalarakonuyor, yasayla tan›nan haklar›n› yaflama geçirmek için kad›n›n (erkekle) eflitçal›flma, eflit ücret, dinlenme ve e¤lenme, e¤itim ve sosyal güvence hakk›n›n gö-zetilece¤i vurgulan›yordu. Anne ve çocu¤un devletin korumas›nda oldu¤u, anne-nin do¤um öncesi ve sonras›nda (tam ödemeli) ücretli izin, sa¤l›k merkezi ilekrefle eriflim haklar›n›n güvence alt›na al›nd›¤› belirtiliyordu.

99 Neoliberalizme karfl› ilk direnifllerde kad›nlar önemli rol oynad›lar. Güney Afrika’daev içi emek örgütlendi, Meksika’da 1987’de bafllayan ATABAL (Ev Hizmetleri ‹fl-çilerinin Örgütlenmesini Destekleme Kolektifi) bir y›l sonra 11 Latin Amerika ül-kesinden kad›n sendikalar›yla birlikte konfederasyon kurulmas›n› sa¤lad›, Hin-distan’daki SEWA sonradan stk formuna evrilse de enformel sektörde çal›flanyoksul kad›nlar›n hem kooperatif, hem de sendika formunda örgütlenme dene-yimini oluflturdu.

1100 Bu ayn› zamanda di¤er ezme/ezilme iliflkileri aç›s›dan da gereklidir.

KADIN

Page 46: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

“O halde eflitlik talebi proletaryan›n a¤z›nda ikilibir anlam tafl›maktad›r. Bu talep ya, özellikle ilkbafllarda, örne¤in Köylü Savafllar›’nda oldu¤u gi-bi, apaç›k toplumsal eflitsizliklere, zenginle yok-sul, feodal toprak sahibi ile onun serfleri, t›kabasa yiyenlerle açl›ktan ölenler aras›ndaki çelifl-kiye karfl› kendili¤inden bir tepkidir; bu biçimiylesadece devrimci içgüdünün bir ifadesidir vemeflrulu¤u da yaln›zca bu niteli¤inden kaynakla-n›r. Ya da, öte yandan, bu talep, burjuva eflitliktalebinden az çok daha do¤ru ve daha ileriye gi-den talepler türeterek ve iflçileri kapitalistlerekarfl›, kapitalistlerin kendi kabullerinin yard›m›y-la ayakland›rmak için bir ajitasyon arac› olarak,burjuva eflitlik talebine karfl› bir tepki olarak or-taya ç›kar. Her iki durumda da proletaryan›neflitlik talebinin gerçek içeri¤i s›n›flar›n ortadankald›r›lmas› talebidir." Friedrich Engels (“Eflitlik Üzerine”)

Özellefltirilen kentiyeniden kamusallaflt›rmak

Özellefltirilen kentiyeniden kamusallaflt›rmak

Yeni bir yurttafll›k rejimi için

DOSYA BARINMA HAKKI

Page 47: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Neo-liberal dönemde sosyal hakhareketleri ve “sosyal yurttafll›k”Emekçilerin, içindeki her şeyle birlikte özelleştirilen kent-lerin, kentlerde yoğunlaşan servetin ve iktidarın ya da ay-nı anlamda, “yurttaşlığın” dışına atılması, artık sadece dev-rimciler tarafından dile getirilmeyen evrensel bir gerçek.Kapitalist sermaye birikiminin merkezi ve ürünü olan kent,günümüzde emperyalist ekonominin kumanda merkezlerizincirinin parçası olarak yeniden biçimlendiriliyor. Mo-dern tarih boyunca kırı kendisine tabi kılan, büyük emekgücü kaynaklarını çekerek yutan, “burjuva demokratik ka-musallığın” simgesi kapitalist kent, emekle sermaye ara-sındaki yeni “yurttaşlık” mücadelelerine sahne oluyor.

Mücadele sahnesini şimdilik iki temel yön karakterize edi-yor: Güvenceli çalışma, eğitim ve sağlık gibi sosyal hakla-rın tasfiyesinde somutlaşan kamusal alanın bütünsel dönü-şümü ve "kentsel dönüşüm projeleriyle" somutlaşan kent-sel mekânın dönüşümü, emekle sermaye arasındaki güncel

yurttaşlık mücadelesinin birbiriyle yakından ilişkili iki ay-rı yönünü oluşturuyor.

Mücadelenin bir cephesinde sermaye sınıfı, kamusal me-kânı ve kamusal alanı özelleştirerek, emek gücünü mutlaktahakkümü altına almayı amaçlayan yeni bir haklar rejimi-ni hâkim kılmaya çalışıyor. Kapitalist haklar rejimi meşru-iyetini kapitalist özel mülkiyete dayalı sermaye birikimininyasalarına dayandırıyor. Mücadelenin öteki cephesinde iş-çi sınıfı, kamusal alanın ve mekânın özelleştirilmesine kar-şı direnerek çağımıza özgü yeni bir proleter haklar rejimi-nin temellerini atıyor. Yeni proleter haklar rejimi, işçi sını-fının dün kapitalizm içinde edinmiş olduğu geçici statüyeatıfla değil, bugün mücadele içinde elde edeceği yeni ko-lektif güce dayalı olarak biçimlenecek. İşçi sınıfı politik birsınıf niteliğini kazandığı ölçüde ve bu niteliği kazanmakiçin geçilecek yola da bağlı olarak şekillenecek olan yeniproleter haklar rejimi, sınıf mücadelesinin bugünkü geriörgütlenme ve politikleşme düzeylerinde doğal olarak he-nüz çok belirsiz ve ucu açık bir ufukla tarif edilebiliyor.

Page 48: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Emekçi sınıfların kurtuluşunu temsil eden yeni bir sosyalisttoplum hayalinin de içinde biçimleneceği başlıca kaynakolan bugünkü insanca, onurlu yaşam mücadelesi, şimdiliktek bir itici maddi-ideolojik gücün üzerinde yükseliyor:Emek gücünün satıcısı olan insanın, insan olarak yaşamınısürdürmesinin zorunluluğunun ve meşruluğunun bilinci vebu bilince dayalı kolektif eylemi.

Sınıf mücadelesinin yeni yükselen dalgasına rengini verenyaşamı sürdürme zorunluluğu, bir sosyal haklar mücadele-si dalgası olarak yükseliyor ve gündelik düzeyde doğal ola-rak tekil ve pragmatik bir çıkar bilinciyle sürdürülüyor. An-cak mücadele edenlerin bilinçleri şimdilik sınırlı bir ufkasahip olsa da, bunun kent ve kırdaki sınıf mücadelesinin ge-leceğine yönelik bir yığınak olduğu açık. Kent, emekçiyiinsanlığından her gün biraz daha yoksunlaştıran bir “sömü-rü aygıtı” gibi örgütlerken, sessizce sorulmaya başlanan“kent ve kamu kimin hakkı” sorularının yanıtını; yani çı-karları uzlaşmaz karşıtlık içinde olan iki sınıfın hak tanım-ları arasındaki mücadelede kimin baskın çıkacağını, yığı-nakta biriken güç belirleyecek. Kentlerin kapitalist üretiminkumanda edilmesindeki öneminin arttığı bir çağda, kentler-de başgösteren yeni sınıfsal güç çatışmaları kapitalizminkaderini belirleyecek olan siyasal mücadelenin ilk biçimle-rini temsil ediyor.

“Eflit haklar›n hangisinin galipgelece¤ine güç karar verir"Bu ilk siyasallaşma anında, sosyal haklar alanı emekle ser-mayenin yurttaşlık ve hak tanımları arasındaki mücadelennana halkası haline geliyor. Bunun tarihsel arka planında ise,günümüz kapitalizminin sınıflar mücadelesinin iki önemliolgusu yatmaktadır: İşçi sınıfının kapitalist emek sömürüsükarşısındaki mücadelesinin krizi ve sermaye sınıfınınmülksüzleştirmeye dayalı, ilkel birikimci stratejilerininöneminin artması.11

Kapitalist emek sömürüsü karşısındaki mücadelenin krizi,üretim alanındaki mücadelede güvencesiz çalışma koşulla-rının hâkim kılınmasıyla birlikte çok önemli basınçlar ya-ratmaktadır. İşçi sınıfının kolektif siyasal gücünün ve bukolektif güce yaslanan “sınıflar arası hukukun” yeni baştankurulmasına yol açmaktadır: “Eşit hakların hangisinin ga-lip geleceğine güç karar verir.”22

İşçi sınıfının kolektif gücünün dağıtılması, sosyal haklarınkonusunu oluşturan yeniden üretim alanının metalaştırıl-ması sürecini yaygınlaştırmıştır. Bilinen anlamıyla “kamu-sal alanın” neo-liberalizm tarafından tasfiyesi alabildiğinehızlanmıştır. Kapitalist ve emekçi sınıfların, her ikisi de ay-nı kapitalist değişim yasalarının mührünü bağrında taşıyan“eşit hakları” arasındaki mücadele açısından bu durumunanlamı şudur: Emekçinin, kapitalist mülkiyet ve sömürüilişkileri içinde tıpkı diğer mallar gibi bir mal olan emek-gücünün sahibi olarak elde edebileceği en ileri hak ve yurt-taşlık tanımı olan “sosyal yurttaşlık” tasfiye edilmektedir.Sosyal yurttaşlıkla birlikte, sermayenin bir zamanlar kabuletmek ve kendi egemenlik aygıtı olan devletin güvencesialtında olduğunu ilan etmek zorunda kaldığı bir dizi varsa-yım da tarihe karışmaktadır. Neo-liberal kapitalizm, emekgücünün herhangi bir mal olmadığı; emekçinin insanlaş-mak için metalaştırılan emek gücünün değeri karşılığındaelde edilen gelirden başka korunma mekanizmalarına ihti-yaç duyduğu; emekçinin, emek-gücü satıcısı olmak dışındainsan olarak sahip olduğu ihtiyaçların karşılanması için ka-musal alandan, mekândan ve kaynaklardan yararlanmahakkı olduğu kabullerini ortadan kaldırmaktadır.

Sosyal yurttaşlık, kamusal alanın, farklı sınıfların yararla-nabilecekleri "ortak bir mal"33 olarak kabul edilmesiyle bir-likte, sınıflar arasındaki eşitsizliklerin daraltılması ya da üs-tünün örtülmesi anlamına gelir. Sosyal yurttaşlığın tasfiye-si ise kamusal alanın, farklı sınıfların üyelerinin piyasa iliş-

46

DOSYA BARINMA HAKKI

Hayat›n her alan›ndayaflanan metalaflt›rmaparalelinde sadecekamusal kaynaklarde¤il, kentsel mekan›nda metalaflt›r›laraközellefltirilmesiyleneo-liberal döneminbar›nma hakk›hareketleri ortayaç›kt›

Page 49: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

kileri içinde ifade ettikleri değere denk düşen gelirleriylesatın alarak yararlanabildikleri “özel bir mala” dönüştürül-mesidir. Aynı süreçte sadece kamusal kaynaklar değil, ka-musal bir mal olan kamusal mekân da “özel mala” dönüş-türülmekte, özelleştirilmektedir. Böylece değişim değeri-nin insan hayatı üzerindeki tahakkümü genel olarak güçlen-mektedir. Kent toprakları arasında değişim değerine göreoluşan mekânsal parçalanma derinleşmektedir. Büyük ser-maye dışındaki sınıfların hem sosyal, hem de küçük mülkedayalı koruma mekanizmaları büyük bir hızla erimektedir.Emekçinin insani ihtiyaçlarını karşılayabilmesinin tek kay-nağı, emek gücünü satarak elde ettiği gelire indirgenmekte-dir. Emekçinin insani gelişme potansiyelini mutlak biçim-de inkar eden bu düzen, insanlığın büyük bir bölümünü de,salt emek gücünün taşıyıcısı, satıcısı ve yeniden üreticisikonumuna indirgemektedir. Bu durum, emeğin metalaştı-rılmasının kapsamı ve derecesi bakımından büyük bir ham-ledir. “Ücretli kölelik”, emekçinin hayatının her alanını içe-ren bir biçimde mutlak anlamına yaklaşmakta; emekçininkullanılıp atılan bir “üretim aracına” indirgenmesi mantığı,dayatılan yeni haklar rejiminin özünü oluşturmaktadır. Sı-nıflar arası hukuktaki eşitlik alanının kapitalizmin tarihindebir kez daha “sivil ve politik haklara”, yani salt mahkeme-ler ve parlamento önündeki biçimsel eşitliğe daraltılması-nın devletin sınıflar karşısındaki tarafsızlık görüntüsünün,daraltılan bu alana sıkışmasının sınıfsal anlamı budur.(Bkz. “Sosyal Yurttaşlık” kutusu)

Ortaya çıkan manzara, kapitalist sömürü ve mülkiyet ilişki-lerinin üstü örtüsüz, çıplak gerçeğini yansıtmaktadır: Çözü-len tarımdan fırlatılan olağanüstü büyüklükteki artık emekgücü kaynakları, olağanüstü büyüklükteki artık sermayekaynaklarını daha da büyütmek için kentlere emilmekte;kamusal alan ve kamusal mekân kapitalist birikim tarafın-dan mülk edinilmekte; bu durumun yol açtığı eşitsizliklerve doğal dengesizlikler çığ gibi büyümektedir. Bu genelmanzara içinde emekçinin kentin dışına atılması ise sadecekısmen geçerli bir mecazdır: Kentten dışlanan, emekçininemek-gücü satıcısı olarak varlığı değil, insani varlığıdır.Kent, emekçiyi, yurttaş ve insan olarak dışına atarken, tem-sil ettiği kumanda fonksiyonları sayesinde derinleşen sö-mürü biçimleriyle, emek-gücünü her zamankinden dahafazla emmekte, onun sırtında yükselmekte ve bu durumuartık nüfus-işsiz kitlelerin varlığıyla güvence altına almak-tadır.

Mülksüzleştirmeye dayalı, ilkel birikimci sermaye strateji-lerinin ağırlığının artması, sömürgeci ideolojik formları vedeğerleri yeniden biçimlendiren ve büyük mülk sahibi sı-nıfların sağduyusu çerçevesinde meşrulaştıran maddi ze-minleri yaratmaktadır. Tasviri bir terim olarak “yeni-feoda-lizm” olarak da adlandırılan bu sistemin “aristokrasisinin”,

T.H. Marshall taraf›ndan gelifltirilen ve Keynesci siyasal teorininoda¤›n› oluflturan “sosyal yurttafll›k” kavram›, “yurttafl›”, ifl ve re-fah sa¤layan devlet karfl›s›nda hak sahibi birey olarak tan›mla-yan sosyal-liberal yaklafl›ma dayan›r. Bu yaklafl›ma göre, sosyalyurttafll›k, genel oy sisteminin sa¤lad›¤› biçimsel politik eflitlikle,kapitalist piyasa ve kapitalist özel mülkiyetin varl›¤›ndan türe-yen ve bu biçimsel eflitli¤i anlams›zlaflt›ran sosyal ve ekonomikeflitsizlikler aras›ndaki çeliflkiden türemifltir. Sosyal yurttafll›k,yurttafll›k haklar›n›n çeliflkileri yumuflatacak koruma mekaniz-malar›n› kapsayacak biçimde geniflletilmesinden oluflur. Devle-tin meflruiyetini “yurttafl›na ifl, afl ve bar›nma olanaklar› sunmas›-na” dayand›r›r. “Sosyal yurttafll›k” yaklafl›m›, yurttafll›¤›n kapitalistpiyasa ve mülkiyet iliflkileriyle daha uyumlu ve daha uyumsuzolan ö¤elerinin birbirinden ayr›flt›r›lmas›n› içerir. Bu temel ö¤elersivil, politik ve sosyal haklar olarak tan›mlanmaktad›r.Yurttafll›¤›n sivil ö¤esi bireysel hak ve özgürlükler düzlemindekieflitlikten oluflur ve gerçekleflme arac› hukuk devleti ile mahke-melerdir. Marshall’a göre sivil haklar, on sekizinci ve on doku-zuncu yüzy›l Avrupa kapitalist toplum yap›s›n›n s›n›fsal eflitsizlik-leriyle bütünüyle uyumludur ve rekabetçi piyasa ekonomisininayr›lmaz parças›n› oluflturur. Piyasa iliflkilerine ve birbirleriyle(emek sömürüsünün do¤as› gere¤i eflitsiz olan ancak eflitiliflkiler gibi görünen) sözleflme iliflkilerine girme özgürlü¤ü anla-m›nda, kapitalistlerle iflçiler aras›nda hiçbir fark gözetmeyen sivilhaklar merkezli yurttafll›k tan›m›, s›n›fsal eflitsizliklerin derinlefl-mesini destekler. Politik haklar, yurttafll›¤› biraz daha geniflletil-mifl biçimine ulaflt›ran temel ö¤edir ve gerçeklefltirilme arac› ge-nel oy hakk› ile parlamenter kurumlard›r. Yurttafll›¤›n tan›m›n›iyice geniflleten sosyal haklarsa, belirli düzeydeki hayat standar-d›ndan ve toplumun sosyal miras›ndan yararlanma hakk› olaraktan›mlan›r ve bafll›ca arac› sosyal devlet mekanizmalar›d›r. Dev-letin belirli mal ve hizmetleri yurttafll›k hakk›n›n gere¤i olaraksunmas›yla birlikte, bireyin gerçek geliri art›k sadece emek gü-cünün piyasadaki de¤eri taraf›ndan belirlenmez. Yurttafll›¤›n po-litik haklarla birlikte sosyal haklar› da içererek genifllemesiyle bir-likte, “yurttafll›k ve kapitalist s›n›f sisteminin savafla girdi¤i” ve bugeliflmenin sosyalizme bar›flç›l-evrimci geçifli sa¤layaca¤›varsay›lmaktad›r. Ancak kapitalizmle en uyumsuz yurttafll›k biçi-mi oldu¤u düflünülen sosyal yurttafll›k, s›n›f iliflkilerinin ortadankald›r›lmas›n› de¤il, piyasa iflleyiflinden kaynaklanan sosyal eflit-sizliklerin hafifletilmesini öngörür. Bu anlam›yla yurttafll›k, s›n›flar›ortadan kald›rmaz ancak s›n›flar›n varl›¤›ndan kaynaklananeflitsizliklere belirli s›n›rlar dayat›r. K›sacas› sosyal yurttafll›k, s›n›filiflkilerine de¤il, sosyal tabakalaflma iliflkilerine dair bir düzlemdetan›mlan›r. Bat› Avrupa kapitalizmi merkezli bu tan›mlama sivil,politik ve sosyal haklar ö¤eleriyle birlikte yurttafll›¤›n sömürgekapitalizminde nas›l bir haklar rejimi olarak biçimlendi¤ini es ge-çer. Bat› Avrupa merkezli sosyal yurttafll›¤›n geliflimi de, iflçi s›n›f›-n›n dünyan›n üçte birinde kapitalist mülkiyeti ortadan kald›randüzen d›fl› mücadelesi dikkate al›nmadan aç›klanamaz. “Sosyalyurttafll›¤›n” s›n›flar aras›nda var olan eflitsizliklerin, bu eflitsizlikle-rin gerçek kayna¤›n› oluflturan kapitalist s›n›f ve mülkiyet iliflkile-rinin varl›¤›n› anlams›zlaflt›racak ölçüde afl›lmas›n› sa¤layacak dü-zeyde geniflletilebilece¤i iddias› ise Keynesçili¤in EmperyalizminIV. Bunal›m›yla birlikte bafllayan kriziyle geçersizleflmifltir.

Sosyal yurttafll›k

47

Page 50: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

“aşağı halklara”, yani bütün etnik ve ulusal kökenlerdenyoksul emekçilere yönelik düşmanlığı, sermayenin ele ge-çirdiği kent mekanlarını “soylulaştırmasıyla” da simgelen-mektedir. Göçmenleri, yabancıları, yoksul Kürtleri, yanikentte emek gücünü satmak için bulunan, kendi içinde dekatmanlı olan büyük emekçi kitlesini, emek gücünü satınalanlar karşısında, ikinci sınıf insanlaştıran yeni kentin aris-tokrat zihniyetli mülklü sınıfları, durumu meşrulaştıran hertürlü piyasacı, dinci, etnik, cinsiyetçi gericilik biçimindenyararlanmaya çalışmaktadır. Değişim değeri ekseninde par-çalanan kentte, birinci sınıf insanlar soylulaşan bölgeleri vesiyaset alanını mülk edinirken, ikinci sınıflaştırılanlar deği-şim değerinin yasalarına daha fazla tabi kılınarak kendi ha-yatını belirleme hakkından yoksun bırakılmakta; neo-libe-ral etnik ya da dinsel cemaatlere tıkıldıklarında gerçektekentten ve siyaset hakkından dışlanmaktadır.

Sömürgelefltirilen kentte katmanl›piyasa yurttafll›¤›Bu yeni sınıflar arası statü rejiminin özü, yurttaşın müşteri-ye dönüşmesidir. Bu süreçte, farklı sınıfların kamusal mal-lardan görece eşit yararlanması rejiminin yerini, farklı sı-nıfların özel mallardan gelirleri ölçüsünde yararlanması re-jimi almıştır. Belirli bir coğrafyanın (yurt-kent) temsil etti-ği uygarlığın parçası olma, ondan insani varlığını geliştire-cek biçimde yararlanma ve ona katkıda bulunma hakkı ola-rak yurttaşlık, sınıfsal hiyerarşi paralelinde katmanlaştırıl-maktadır. Uygarlığa dahil olma hakkı, kapitalist birikimin“müşteri” ile “artık nüfus” arasında salınan yelpazesindekikonuma bağlanmaktadır. Yurttaşlığın cisimleştiği yararlan-ma hakkı, siyasal düzlemde hala ulusal kimlik ve sınırlarlatanımlanmakla birlikte, gerçekte bu hakkın servet sahiple-riyle sınırlandırıldığı ilan edilmiş; nüfus cüzdanının yerinikredi kartı almıştır.

Kentsel mekânın özel mala dönüştürülmesi, özelleştirilme-si, kapitalist birikim için serbestçe mülk edinilmesi44 ve te-kelleştirilmesi, yeni katmanlı yurttaşlık rejiminin kurucuöğelerindendir. Neo-liberal kent, müşteriler için sınırsız tü-ketim ve bireysel özgürlük olanakları vadeden uygarlıkmerkezi; artık nüfus kitleleri için insanlıktan çıkartıcı yok-sunluk ve otoriterlik cehennemidir. Neo-liberal kent ekono-misi ve kentsel mekânın müzayede usulüyle özelleştirilme-si bu kutuplaşmanın temelleridir.

Neo-liberal kent ekonomisi, kentin emperyalist ekonomininkumanda merkezleri zincirinin parçası olarak örgütlenmesi-nin eseridir. Çeşitli düzeylerdeki karmaşık taşeronlaştırmailişkilerini barındıran bu zincir, küresel kentler ve serbestüretim bölgeleri, küresel kentlerin tedarikçisi daha küçük öl-çekli şehirler ve organize sanayi bölgelerinden oluşmakta-dır. Bu mekanlar, sermayenin uluslararası hareketinin önün-

deki engellerin kaldırılmasına dayalı emperyalist ekonomi-nin sürdürülebilmesi için önemi artan, sermayenin tersinehiç de hareketli olmayan birçok sabit kaynağın yoğunlaştı-rıldığı stratejik kumanda mekânlarıdır.

Ekonomik faaliyetlerin emperyalist ekonomi boyunca par-çalanması, kontrol-finans ve satış-pazarlama fonksiyonları-nı uzmanlaşmış iş alanlarına dönüştürerek çeşitlendirmek-tedir. Bu sektörlerin, emek süreçlerinin mekânda merkezi-leştirilmesini gerektirmektedir. Kontrol, finansman, satış-pazarlama ve bunların çevresindeki yeni hizmet sektörleri-nin emek süreçleri, plazalı, gökdelenli mekanlarda gerçek-leşmekle birlikte, çoğu iş için, serbest üretim bölgelerinde-ki emek süreçlerinin tipik benzeridir: Küresel kentlerde"önemli bir bölümü düşük ücretli ve kol emeğine dayalı, ço-ğunlukla kadınlar ve göçmenler tarafından görülen işler-dir. Bu işçiler, uluslararası finans gibi alanlarda bile, as-lında bütün küresel ekonomik sistemi yürüten altyapınınparçaları olmalarına karşın, asla küresel ekonominin par-çaları olarak temsil edilmezler.”55 Kargo şirketi çalışanları,temizlik işçileri, alışveriş merkezi kasiyerleri, şoförler, gar-sonlar, çağrı-merkezi çalışanları gibi onlarca türden kafa vekol işçisi, emperyalist ekonominin kumanda edilmesindeuzmanlaşan süper karlı sektörlerin emek süreçlerinde, pla-

48

DOSYA BARINMA HAKKI

Bar›nma hakk› mücadelesi, kentsel dönüflüm projelerininma¤durlar›n› militan, meflru ve kitlesel bir mücadeleyle;düzenden ve sermayeden ba¤›ms›z demokratik örgütlenmemekanizmalar›yla ve toplumsallaflt›r›c› bir perspektiflebirlefltirir. Bar›nma hakk› mücadelesi emekçilerin di¤ersosyal hak talepleri ve mücadeleleriyle kaynaflt›r›ld›¤›ndakent kimin sorusuna devrimci yan›tlar verilebilir

Page 51: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

za camlarının, rafların, vitrinlerin içinde görünmezleştirile-rek istihdam edilmektedir.

Bu durum kentsel mekânın özelleştirilmesiyle birleşerekkentsel dönüşümü yaratmaktadır. Kentsel mekânının özel-leştirilmesi, kentsel arazinin, sadece para verenler değil, enyüksek piyasa değerini destekleyen parayı verenler tarafın-dan kullanımına izin verilmesi anlamına gelir. Kentsel me-kân, kendisinden türetilebilecek azami potansiyel değişimdeğeri uyarınca tahsis edilmekte ve yeniden paylaşılmakta-dır. Kentsel mekânın yeniden paylaşılmasının anahtarı olanarazi rantı artışı gökten zembille inen sihirli bir durum de-ğildir. Belirli bir mekânın rantı, tıpkı hisse senedinde oldu-ğu gibi, ancak mekânı işgal edenin emek sömürüsündendoğrudan ya da dolaylı olarak elde edeceği kârlılık beklen-tisi yükseldiği ölçüde yükselmektedir. En kârlı sermayele-rin talip olduğu, işgal ettiği ve kümelendiği arazilerin rantdeğeri yükselirken, kentsel mekân sermaye tarafından kâr-lılık beklentileri ölçütüyle yeniden paylaşım savaşının ko-nusu haline gelmektedir.66 En çok parayı verenin en yüksekkentsel değeri olan mekânı ve kentsel kaynakları ele geçir-diği bu savaşta, kentlerin merkezleri yeni süper kârlı sek-törlerin yoğunlaşma alanı haline gelmekte; savaş kızışmak-tadır. Eskiden sanayi bölgeleri olarak kullanılan arazilerin

kumanda sektörlerine doğru el değiştirilip tekelleştirilmesi;daha az kârlı sektörlerin ya da şirketlerin mekânsal anlam-da kenara itilmesi gibi sonuçlar yaratmaktadır. Yani kent-sel dönüşüm sermaye içi bir yarış olarak da sürmekte vebütün kentsel mekâna yayılmaktadır.

Kentsel mekân üzerinde verilen bu sermaye savaşı, üzerin-de savaşılacak alanın genişletilmesini gerekli kılmaktadır.Sermaye açısından üzerinde mal ya da hizmet üretimi ya-parak, mallarını satarak, spekülasyonla, kârlılık artışı sağla-yacağı düşünülen her arazi parçası konut alanı, park, okul,hastane, doğal sit alanı olup olmadığına bakılmadan çitlen-mek, ele geçirilmek istenmektedir. Emekçi sınıfların kent-sel altyapısı, manzarası ya da başka nitelikleri itibarıyla sü-per kârlı sektörler kompleksi için avantajlı özelliklere vekâr yaratma potansiyeline sahip olanları başta olmak üzere,hayat alanları, çitleme yarışının birinci dereceden hedefidir.Kentsel mekân isimli özel malın değerli parçalarını satınalacak parası olmayanların yaşam alanları, sermaye içinşimdilik daha düşük değer taşıyan arazilere sürülmektedir.Kentleri sermayeye pazarlama şirketi haline gelen beledi-yelerin ve kamu kurumlarının, kentsel mekân üzerindekiyeniden paylaşım savaşında, başta en kârlıları, dolaysız bi-çimde sermayenin yanında olması ve kamusal kaynaklarınözel mallara dönüştürülmesi, emekçileri kötü yaşam koşul-larına mahkûm etmektedir. Emekçilerin yaşam standartla-rındaki gerilemeyle, kent uygarlığından dışlanmasıyla veyaşam alanlarında biriktirdikleri kullanım değerinden yok-sunlaştırılmasıyla sonuçlanan neo-liberal dönüşümde, ken-ti var eden toplumsal-ekonomik ilişkilerin ezen ve ezilenkutupları arasındaki çelişkiler, eskisinden çok daha şiddetlibir mekânsal parçalanma yaratmaktadır. Sermaye tarafın-dan çitlenen kentte, sermayenin yurdu olan kentsel merkezve mekânların, emeğin yurdu olan kent çeperi üzerindekiegemenlik mücadelesi sertleşmektedir.

Bu durum kentsel mekânın saf bir “meta fetişi” alanı, yanifikirlerin, duyguların ve düşüncelerin dolaysız toplumsalve insani ilişkiler olarak değil, metalarla temsil edilen iliş-kiler alanı olarak yeniden kurulması; kentin değişim değe-rinin, kullanım değerine galip gelmesi demektir. Kentinrant değeri yüksek alışveriş merkezlerinde, plazalarında,yaşam alanlarında insanların gözlerine yerleşen buzlaşma-nın nedeni de budur. Mekânın kullanım değeri, mekânın in-sanlar arasındaki karşılıklı, rastlantısal ve olağandışı insaniilişkiselliği geliştiren ve destekleyen bir köprü olmasından;insani-toplumsal özelliklerin özgürce ifade edilme sahnesiolmasından; insanın toplumsal-politik bir varlık olarak an-lam ve görünürlük kazanmasını sağlamasından türer. Ka-musal mekân, toplumsal ilişkilerin ürünü olan öznelerin de-ğiştirici-dönüştürücü eyleminin gerçekleştiği zemin olmasıölçüsünde demokratik-politik bir nitelik kazanır. Kent mer-

49

Page 52: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

kezlerinin, kadınlara ve kölelere kapalı olan Yunan agora-sından bu yana, sınıflar arası güç mücadelesi ölçüsünde de-mokratik kamusal politik alan olarak nitelenen şeyi simge-lemesinin nedeni budur. Kentsel mekân, metalaşması ölçü-sünde bu niteliğinden yoksunlaştırılmaktadır. Kent merkez-lerinin sanayi işçilerinden temizlenmesi; kentin sırtındayükseldiği hizmet sektörlerindeki on binlerce vasıfsız kafave kol işçisinin görünmezleştirilmesi, yoksulluğun getto-laştırılması, sermayenin kent merkezindeki politik iktidargörüntüsünün pekişmesine önemli katkılarda bulunan öğe-lerdir.77 Kent, ikinci sınıf yurttaşların, metalaşmış emek güç-lerini harcamak için girip çıkacakları, birinci sınıf yurttaş-lara ait bir yurt, uygarlık ve siyaset merkezidir. Parçalanantoplumsal yapının küresel emperyalist sistemin kumandamerkezlerinde yol açtığı büyük güvenlik boşlukları göze-tim ve zor aygıtlarının denetimine havale edilmekte; insansadece mecazi olarak değil, gözetim ve güvenlik aygıtlarıy-la da değişim değerinin politik iktidarına tabi kılınmaya ça-lışılmaktadır. Toplumun ve yurttaşın parçalanmasıyla bir-likte kent, belirli mekânların belirli türden insanlar için ay-rıldığı ırk ayrımcı toplumların ve sömürgeci dönemin ken-tini giderek daha çok andırmaya başlamıştır.

Neo-liberal kentte bar›nma hakk›mücadelesiBarınma hakkı mücadelesi, emekçi sınıfların bu genel sü-reç içinde yükselen mücadele kanallarından; neoliberalkent karşısındaki en önemli direniş alanlarından birisidir.Ülkemizde henüz “emekleme döneminde” sayılabilecek

olan barınma hakkı hareketi, örgütlü, birleşik ve bütünlük-lü bir mücadele geçmişine sahip değildir. Bu, önemli kitle-selleşme ve hak kazanımı olanakları yakalayan barınmahakkı hareketlerinde, yerel örgütler tarafından lokal ve ge-çici çözümlerin hedeflenmesi ve teslimiyetçi-dar pratikçiyaklaşımların zayıflamakla birlikte etkisini sürdürmesi gibisorunlara yol açmaktadır. Barınma hakkı mücadelesi özne-lerinin gündelik mücadelenin ürünü olan pragmatik (birey-sel ya da grup çıkarının elde edilmesiyle sınırlı) bilinç bi-çimleri ile, kent mekanının bütününü hedef alan kapitalistuygulamalar arasında kendiliğinden bağlantı kurmaları ola-naksızdır. Bu durum, barınma hakkı hareketlerinin meta-laştırma karşıtı bir hareket olarak taşıdığı devrimci potansi-yelin gerçekleşmesinde sınırlılıklar yaratmaktadır. Ancakkazanımlarla ilerleyen barınma hakkı hareketi, emekçi sı-nıfların öz-savunma hareketlerine düzen dışı nitelikler ka-zandıracak önemli dinamiklerin de yatağıdır.

Emekçi halkın 1950’lerden bu yana kentlerdeki barınmaihtiyacını karşılamak amacıyla bireysel çabalar ya da ime-celerle gecekondu mahalleleri kurarak verdiği barınma mü-cadelesi ile neo-liberalizme karşı gelişen barınma hakkı ha-reketleri, birbirlerinden çok farklı koşullar altında yaşan-maktadır. Önceki dönemin gecekondu mücadeleleri, anti-faşist siyasal mücadeleye dek ilerleyen ufuklarıyla, emekçihalkın mücadele refleksleri ve hafızasında çok önemli birbirikimi temsil etmektedir. Ancak neo-liberal dönemin ba-rınma hakkı hareketleri yeni toplumsal-politik hareketlerolarak gelişirken, siyasal çerçevelerini yeniden kurma soru-nuyla karşı karşıyadır. Yeni proleter hak rejiminin inşası bu

50

DOSYA BARINMA HAKKI

Page 53: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

siyasal çerçevenin kurucu devrimci ufkudur.

Bugün gecekondu yıkımı, yerinde ıslah, ya da başka adlaraltında devam eden neo-liberal emekçi sürgününe karşı birdireniş hareketi olarak yükselen barınma hakkı mücadelesi,sömürge kapitalizminin montaj sanayinin kurulduğu vegöçlerin ilk başladığı dönemde hâkim olandan çok daha de-zavantajlı genel sınıf mücadelesi koşulları içinde gerçekleş-mektedir. Kaba ve genel bir dönemlemeyle, 1945-73 ara-sındaki dönem, sömürge ülkelerin gerek kalkınma, gereksekonut-kentleşme-belediyecilik siyasetlerini belirleyen enönemli uluslararası kurum olan Dünya Bankası’nın temelönceliğinin, sömürge ülke kapitalizminin toplam büyümehızını artırmak olduğu bir dönemdi. Bu hedef tarımın piya-salaştırılmasına, montaj sanayinin kurulmasına ve kapita-list piyasayı güçlendiren altyapı hizmetlerinin gerçekleşti-rilmesine ağırlık verilmesine neden olurken, barınma alanı-na dair sistemli bir siyaset geliştirilmedi. Aynı zamanda budönem, genel olarak sınıf mücadelesinin ve gerçek ücretle-rin yükselmeye devam ettiği ve kentlere akın eden emekçi-lerin dönemin kent çeperlerindeki kamu arazileri üzerindefiilen oluşturmak zorunda kaldıkları yaşam alanlarının ka-pitalist sermaye birikimi açısından doğrudan bir sorun oluş-turmadığı da bir dönemdi. Dolayısıyla dönemin barınmahakkı mücadelesi, sistemli olmayan, dağınık yıkımlara kar-şı direnişlerle mahallelere hizmet getirme mücadeleleri ola-rak yaşandı. Emekçiler, kapitalist sermaye birikiminin doğ-rudan konusunu oluşturmayan ve kamusal niteliğini koru-yan kentsel mekândan yararlanma haklarını genişletmeye,devletse bu yararlanma hakkının sınırlarını hem arazi hemde (özellikle) kamusal kaynak tahsisi anlamında denetim

Türkiye’nin 1982 Anayasas›, “bar›nma hakk›na” hiç de¤inmeyenen geri anayasalardan birisidir: “Devlet, flehirlerin özelliklerini veçevre flartlar›n› gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiya-c›n› karfl›layacak tedbirleri al›r, ayr›ca toplu konut teflebbüslerinidestekler." (Madde 57).

Oysa bar›nma hakk›, SSCB’nin y›k›l›fl›ndan sonra kabul edilen1993 tarihli Rusya Anayasas›’nda bile flu biçimde garanti alt›naal›nmaktad›r: “Herkesin bar›nma hakk› vard›r. Kimse keyfi biçim-de konuttan yoksun b›rak›lamaz. Devlet iktidar› ve yerel öz-yö-netim organlar› konut inflaat›n› teflvik edecek ve bar›nma hak-k›n›n gerçeklefltirilmesini sa¤layacak koflullar› yaratacakt›r. Dü-flük gelirli yurttafllarla, devletten, belediyelerden ve di¤er konutstoklar›ndan yasa taraf›ndan öngörülen koflullar uyar›nca konuttalep edebilece¤i yasada belirtilen di¤er yurttafllara paras›z yada düflük maliyetli konut sa¤lan›r.” (Madde 40)

Öte yandan Bolivarc› Venezüella Cumhuriyeti’nin 1999 tarihli ye-ni anayasas›, yeterli bar›nma hakk›n›n kent mekân›n›n “kullan›mde¤erini" de içeren ve di¤er sosyal haklarla iliflkili bir biçimde ta-n›mland›¤› en önemli örneklerden birisidir:

“Herkesin aile, komfluluk ve toplumsal iliflkilerini insanca sürdü-rebilece¤i yaflam alanlar› dahil, temel yaflamsal hizmetlere sahipyeterli, güvenli, konforlu ve hijyenik koflullarda bar›nma hakk›vard›r. Bu zorunlulu¤un aflama aflama gerçeklefltirilmesi yurttafl-lar›n ve devletin bütün alanlardaki ortak sorumlulu¤udur. Dev-let, ailelere öncelik tan›yacak ve özellikle k›t kaynaklara sahipkimselere sosyal politikalara eriflim olana¤› ve binalar›n›n inflaedilmesi, sat›n al›nmas› ya da geniflletilmesi için kredi verilmesini

Anayasalardabar›nma hakk›

���

Modern tarihi boyunca k›r› kendisine tabi k›lan, büyük emekgücü kaynaklar›n› çekerek yutan, “burjuva demokratikkamusall›¤›n” simgesi kapitalist kent, flimdi bir kez dahaemekle sermaye aras›ndaki “yurttafll›k” mücadelelerinesahne olmakta; s›n›flar aras› hukuk yeniden kurulmaktad›r

51

Page 54: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

altında tutmaya çalıştı. Barınma hakkı mücadelesi aslen ye-niden bölüşümcü bir mücadele olarak gelişti. Bu dönemdeoluşan ve yerleşiklik kazanan gecekondu mahallelerindekikonutlar, gerçek ücretlerin düşmeye başladığı bir sonrakidönemde, emekçilerin olması gerekenden daha düşük ücretartışlarını kabullenmesine de neden olan bir korunma me-kanizması oluşturdu.

Kentsel hizmetlerden asgari düzeyde yararlanan mahalle-lerde, yaşam standartlarını asgaride tutarak, karşılıksız aileemeğine, köyden gelen desteğe dayanarak kente tutunanemekçi ailesi için gecekondu da olsa kira bedeli ödenmeyenkonut, en önemli yeniden üretim kaleminin parasallaşma-ması anlamına gelir. Böylece nakit gelirler azami ölçüde bi-riktirilerek küçük tasarruflara dönüştürülebilmektedir. Ya-şam standartlarında bugün yaşanan düşüşün gelecekte birazdaha yüksek bir yaşam beklentisine karşılık geldiği döne-min barınma hakkı mücadelesi, emekçilerin dibe doğru gi-dişi engelleme çabasından çok, yaşam standartlarını birazdaha yükseltme çabasını temsil etti. Gecekondu mahallesi-nin yaşam standardında, kolektif eylem sayesinde, daha çokaltyapı gelişimine bağlı olarak marjinal bir iyileşme sağla-nabilmesi ölçüsünde, çoğunlukla kamu ya da özel sektördeküçük memur ya da güvenceli işçi olarak çalışan emekçi ai-lesi de küçük çaplı enformal bir nispi refah elde edebildi;düşük ücretli çalışma koşulları telafi edilebildi.

Enformal nispi refah genişlemesi, Dünya Bankası’nın, eko-nominin büyük bir hızla durgunlaştığı koşullarda, ÜçüncüDünya dış borçlarının geri ödenmesini garanti altına almakamacıyla, inşaat sektörünü teşvik etmek üzere, ilk kez sis-temli bir konut siyaseti geliştirdiği 1973-84 dönemindekiimar aflarıyla birlikte, geçmiş ve güncel kayıpları kısmen

garanti alt›na alacakt›r.”

2001 y›l›nda da Venezüella parlamentosu gelecek kuflakla-r›n yarar›n› gözeten stratejik ve ilerici bir planlaman›n yap›l-mas›yla arazilerin ve servetin eflitlikçi bir biçimde yenidenbölüflülmesine olarak veren bir "Toprak ve Tar›msal Kal-k›nma Yasas›”n› kabul etti. Yasan›n amac› ulusal ç›karlarave sosyal adalete ayk›r› olan latifundia (büyük toprak sa-hipli¤ine dayal› tar›m iflletmeleri) rejimini sona erdirmek ola-rak aç›kland›.

2002 y›l›na gelindi¤inde, hükümet, kentsel yerleflim birimle-rinde arazi sorunlar›n›n çözümlenmesinde inisiyatif sahibiolan Kentsel Arazi Komitelerini (Comites de Tierra Urbana-CTU) kurdu. Bu komiteler:

1) Kentsel yerleflim birimlerindeki, özellikle de yoksul ma-hallerde yaflayan en yoksullar› ilgilendiren arazi mülki-yeti ve araziye eriflim sorunlar›yla ilgili yasal düzenleme-leri gerçeklefltirmekte;

2) Mahallerde sa¤l›k, e¤itim ve g›da gibi temel hizmetle-rin sunulmas›n› da içeren fiziksel iyilefltirmelerin yap›l-mas› için çal›flmaktad›r.

Hükümet bu sürece paralel olarak, 2004 y›l›nda, tüm yurt-tafllar için uygun konutlar temin etmek üzere hükümetleiflbirli¤i içinde çal›flan ve ulusal petrol flirketinden gelen ge-lirlerle ayakta tutulan Bar›nma ve ‹nsani Çevre Bakanl›¤›’n›kurdu. 2004 y›l›nda bu fondan konut için ayr›lan pay 200milyon dolard›.

Bütün bu önlemlerin sonuçlar› da al›nmaya baflland›. Geçeny›llar içinde bir buçuk milyon hektardan daha büyük bir ge-niflli¤e sahip 373 adet mülk arazi 15 bin aile aras›nda yeni-den bölüfltürüldü ve ülkenin büyük kentleri ve kasabala-r›nda 6 binden fazla CTU kurularak 300 bin aileye tapu da-¤›t›ld›.

���

DOSYA BARINMA HAKKI

52

Page 55: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

telafi edecek azami noktasına ulaştı ve sonra da durdu. Ay-nı dönem emekçi sınıflar arasında genel olarak mücadeledeğil, uzlaşma kültürünün hâkim kılındığı da bir dönemdi.Söz konusu dönemin enformal nispi refah elde etme biçi-minin, emekçi sınıfların yararlanabildiği bütün politik ey-lem kanallarının ve demokratik mekanizmaların yasaklan-dığı bir ortamda kendisini mümkün olan en pragmatik vegerici politik eylem biçimiyle, “oy satma” mekanizmasıylaifade etmesi şaşırtıcı değildir. “Oy satma”, kapitalist mülki-yet ilişkileri karşısında eşitsiz bir konuma sıkışan ve kolek-tif devrimci politik müdahale araçlarına sahip olmayanemekçinin, kendisine sunulan sınırlı politik yurttaşlık hak-larını düzenin mantığı içindeki doğal kullanma biçimidir.Büyük sermayenin kapitalist mülkiyetten elde edilen ser-vetlerle partileri toptan satın alarak politik haklarını sınırsızbiçimde kullanabildiği bir düzende, pragmatik çıkar bilin-cine sıkışan emekçinin tapu karşılığı oy satması burjuvapolitik haklar sisteminin ürettiği bir parodidir.

Bugünkü barınma hakkı mücadelesi açısından önemli olan-sa, ülkemizde özellikle solun ezildiği 80 darbesi sonrası ko-şullarda yaygınlaşan bu politik hareket biçiminin, halkın“hak elde etme” hafızasında en az önceki dönemin kolektifdireniş pratiği kadar belirleyici bir ize sahip olmasıdır.

Bugün tanık olduğumuz barınma hakkı mücadelesini yara-tan koşulların arkasında yatan Dünya Bankası siyaseti ise,1980’lerin ikinci yarısından bugüne dek geçerli olan ve ge-cekondulaşmanın, genel olarak kent yönetimindeki etkin-lik, özel olarak konut sektöründeki verimlilik eksikliğininsonucu olduğunu ileri sürerek neo-liberal piyasalaştırma re-çetelerini savunan siyasettir. Kent yönetiminin yeniden ya-pılandırılmasını, belediyelerin şirketleştirilmesini, konut

üretiminin piyasa koşulları içinde etkin ve verimli hale ge-tirilmesini şart koşan yapısal uyum kredileriyle birlikte, ka-musal alanın ve mekânın piyasalaştırılması eksenli neo-li-beral kent ekonomisi de yükselmeye başlamıştır. Aynı dö-nemde güvencesiz çalışma koşulları da doludizgin hâkimi-yet kazanmış ve sosyal hizmetler alanındaki özelleştirmey-le, yoksul emekçi ailelerini kuşatan parasallaşma yaygın-laşmıştır. Gerçek ücretlerin düştüğü ve emeklilik, sigortagibi güvencelerden yararlanma düzeyinin orta-büyük mülksahibi sınıflar haricinde herkes için eridiği bir ortamda, dü-şük standartlı olsa da kira karşılığı olmadan oturulan konu-tun parasallaşma karşısında direniş ve tasarruf aracı olarakönemi artmaktadır. Ancak aynı anda konutun ve süreç için-de yerleşiklik kazanmış olan yoksul mahallenin, konutunparasallaşma karşısında temsil ettiği direniş imkânlarını ço-ğaltan kullanım değerinin kendisi de kentsel dönüşüm pro-jeleriyle metalaştırma saldırısına maruz kalmaktadır.Emekçilerin çıkarlarıyla açık karşıtlık içinde olan neolibe-ral “kalkınma” programları çerçevesinde “etkinlik ve ve-rimlilik” adına, değerli araziler yoksulların elinden alarak,egemen sınıflara fiili teşvik primi olarak aktarılmaktadır.Kentsel dönüşüm projeleriyle emekçiler, kentin en dış çe-perinde inşa edilen sürgün evleri için ödeyecekleri nakit ge-liri elde edebilmek için daha ağır emek gücü sömürüsü ko-şullarını kabul etmeye zorlanmaktadır. Bu gelişmelerle bir-likte, neo-liberal kentsel dönüşümü üretim alanına yönelikyoğun yabancı sermaye akışları eşliğinde yaşamaya başla-yan Brezilya, Hindistan ve Çin gibi ülkelerde çok daha er-ken tarihlerde olmak kaydıyla, 90’lı yıllardan itibaren yenibarınma hakkı mücadeleleri boy vermeye başlamıştır. Ye-niden üretim alanına yönelik saldırılara karşı direnişin üre-tim alanındaki saldırılara karşı direnişle birleştirilebildiğibu ilk örneklerde, barınma hakkı mücadelesi, döneminyükselen sınıf mücadelesi biçimi olarak “toplumsal hareketsendikacılığının” önemli bir bileşeni haline gelmiştir. An-cak “toplumsal hareket sendikacılığı” dalgasının 1990’lıyıllarda içine girdiği krizle birlikte, emekçi sınıfların üretimve yeniden üretim alanlarındaki mücadelesinin birliği birkez daha kırılmış ve üretim alanında hâkim olan güvence-siz çalışma biçimleriyle birlikte, sınıf mücadelesinin ağırlı-ğı, yeniden üretim alanına kaymıştır. (Bkz. “Toplumsal ha-reket sendikacılığının krizi” kutusu)

Bar›nma hakk› mücadelesi:Metalaflmaya karfl› ilk tepkilerBarınma hakkı mücadelesi, sınıf mücadelesinin ağırlığındaüretim mekânından yeniden üretim mekânına doğru yaşa-nan bu kaymanın en açıkça gözlendiği alanlardan biridir.Konut, emekçi ailesinin en önemli yeniden üretim kalemive parasallaşma karşısındaki son savunma kalesi olması ne-

53

Bar›nma hakk›mücadelesiinsanlaflt›r›c› birmücadele olmal›d›r.Farkl› mezhep veetnik kökenlerdenemekçiler aras›ndayeniden kardeflleflmeköprüleri kurandemokratik birmücadele olmal›d›r.Do¤rudandemokratik kararalma süreçleriniyayg›nlaflt›rmal›d›r.

Page 56: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

deniyle, doğası gereği daha dalgalı bir seyir izleyen diğersosyal hak hareketleri içinde, yoksul kent mekânındaemekçilere örgütlü ve eylemli bir görünürlük kazandıransürekli bir çatışma alanı olarak öne çıkmaktadır.

Mücadelenin ağırlığının yeniden üretim alanına kaymasıy-la birlikte, sosyal hak hareketlerinin çoğunda olduğu gibibarınma hakkı hareketinde de sınıf mücadelesinin içeriği veözneleri bakımından önemli genişleme olanakları ortayaçıkmaktadır. Kapitalist toplumsal hayatın bütün alanlarınınsınıflar mücadelesinin gündelik konusu haline dönüşmesi,kadınlar gibi sınıfın düzenli ve “resmi” bir parçasını oluş-turmayan emekçilerin ve aynı süreçte mülksüzleşen alt or-ta sınıfların mücadeleye kitlesel katılımıyla sonuçlanmak-tadır. Belediyelere kentsel mekânı yeniden düzenlemekte

olağanüstü yetkiler tanıyan 2005 tarihli Kentsel DönüşümYasası’nın sadece, “küresel bir kente” dönüştürülmesi ön-görülen İstanbul’da 1 milyon kişiyi ve 85 bin yerleşim bi-rimini ilgilendirdiği düşünüldüğünde, harekete geçebilecekkitlenin toplam büyüklüğü de ortaya çıkmaktadır.

Kentsel mekânın metalaşmasına karşı gelişen bir direniş bi-çimi olarak barınma hakkı mücadelesi, mekânın kullanımdeğerinden türeyen önemli politikleşme olanaklarını da ba-rındırmaktadır. Yıkımlar gibi acil durumlarda özellikle ge-nişleyen bu olanaklar, halkın arasında yıllar içinde oluşmuşolan komşuluk ilişkilerinin ve ortak bir mekânı kullanmak-tan doğan diğer toplumsal ilişkilerin, emekçilerin parasal-laşma karşısındaki sessiz ortak direnişinin kılcal damarlarıolduğu gerçeğinin kolektif bilinç haline gelmesinin ürünü-

54

DOSYA BARINMA HAKKI

Toplumsal hareket sendikac›l›¤›n›n krizi

En önemli örnekleri, Brezilya’daki CUT, Güney Afrika’daki COSATU ve Güney Kore’deki KCTU olan“toplumsal hareket sendikac›l›¤›” dalgas›, bu ülkelerde uzun süre iktidarda kalan askeri diktatör-lükler ve ›rk ayr›mc›l›¤› rejimlerinin politik krizi ve y›k›l›fl› sürecinde yükselifle geçti. Bu ülkelerinbir önceki dönemde çekti¤i çok yo¤un yabanc› sermaye yat›r›mlar›n›n ürünü olan otomotiv gibisermaye-yo¤un sektörlerdeki yeni iflçi kufla¤›n›n taleplerini, kent yoksullar›n›n talepleriyle ve ge-nel olarak politik demokrasi talebiyle birlefltiren yeni bir sendikac›l›k hareketi olarak biçimlendi.Ancak yoksul mahallenin ve iflyerinin birlikte örgütlenmesi ve iç demokrasi gibi ilkelere yaslananorijinal toplumsal hareket sendikac›l›¤› örgütleri, her üç örnekte de 1980’lerin sonlar›nda yafla-nan “apertura” (demokratik aç›l›m) sonras› politik “yönetiflim” süreçlerine dâhil edilerek önemliölçüde yozlaflt›r›ld›lar. Bu durum örgütlü iflçi s›n›f›yla kent ve k›r yoksullar›n›n mücadele birli¤in-de yeniden önemli bir parçalanma yaratt› ve özellikle 2000’li y›llardan itibaren yaflanan yo¤un ge-nel sosyal hak gasplar›n›n ve güvencesiz çal›flma koflullar›n›n alabildi¤ine yayg›nlaflmas›n›n ve ifl-çi s›n›f›n›n en yoksul kesimlerine yönelik seçmeci dilencilefltirici “sosyal siyasetlerin” önemli da-yanaklar›ndan birisi haline dönüfltü. Güney Afrika’da COSATU, ›rk ayr›mc›l›¤› sonras›nda iktidaragelen ANC (Afrika Ulusal Kongresi) hükümetinin partneri haline gelerek neo-liberal hak gasplar›-n› önemli ölçüde destekledi. Brezilya ‹flçi Partisi'nin kurucu zemini olan CUT, destek verdi¤i Lulaiktidar› döneminde topraks›z ve evsiz iflçiler ve güvencesiz çal›flanlarla olan mücadele birli¤indenkoptu. Güney Kore’deki KCTU ise bir yandan kurdu¤u yasal parti arac›l›¤›yla sa¤a kayarken öteyandan güvencesiz-tafleron iflçi örgütlenmeleriyle aras›na mesafe koydu.

Toplumsal hareket sendikac›l›¤›n›n üç tipikörne¤inden birisi olan Brezilya CUT-‹flçi Partisiönderi Lula’n›n metal iflçisi önderli¤inden devletbaflkanl›¤›na uzanan yolda geçirdi¤i de¤ifliminresmidir

Page 57: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

dür. Yoksul mahallenin ev sahipliğini yaptığı toplumsalilişkiler, bu durumda hızla siyasallaşan ilişkilere dönüşme-ye zorlanmakta, siyasal tepkiler belirli bir mekânda yoğun-laşmakta ve bu durum, politik sınıf kimliğinin yeniden olu-şumu açısından çok önemli bir potansiyel ifade etmektedir.

Barınma hakkı hareketi, metalaşmaya karşı bir hareket ol-makla birlikte, öncelikle metalaşmanın önemli bir sonucuolan parasallaşmaya karşı bir tepki şeklinde ortaya çık-maktadır. Çatıları başlarına yıkılarak, sosyal güvenlik hak-ları ellerinden alınarak ve yarı aç-yarı işsiz bırakılarak ka-pitalist toplumsal hayatta hep daha büyük eşitsizliklere ma-ruz bırakılan emekçiler, yaşamsal ihtiyaçlarının büyük birkısmını piyasadan satın almanın imkânsızlığını, giderek netve kitlesel biçimde ve “hiçbir şeye para yetmemesi” olaraktecrübe etmektedir. Gerek ücretlerinden başka geliri olma-

yan proleterler, gerekse giderek daha da büyük tehditleremaruz kalan küçük mülk sahipleri para tuzağına yakalan-dıkça, dağınık ve başıbozuk tepki biçimleri (banka, PTTsoygunları), parasallaşmayı dayatan piyasa ilişkileri karşı-sında belirli bir koruma sağlayacak ilişki ve mekanizmaarayışları yaygınlaşmaktadır. Yeniden üretim alanında yo-ğunlaşan korunma ihtiyacı, egemen sınıflar tarafından ya-yılan himayecilik, cinsiyetçilik, cemaatçilik ve ırkçılık-hemşericilik, bireysel kurtuluşa yönelme gibi gerici ilişki-leri pekiştiren bir zemin de yaratmaktadır. Kolektif direniş-se parasallaşmanın sonuçlarını sınırlandırmakta gerici ko-runma biçimlerden daha etkili bir araç olduğu ölçüde yay-gınlık kazanmaktadır. Mevcut örgütlenme ve bilinç düze-yinde gerici korunma biçimlerine yatkınlıkla, kolektif ey-lem aracılığıyla hak alma bilinci oldukça geçişken niteliğesahiptir. Parçalı hak mücadelelerinde elde edilen başarılar,

kolektif direnişe dayalı ilerici korunma biçimlerinin genel-lik ve yaygınlık kazanması bakımından önemlidir.

Parasallaşma karşıtı tepkiler, metalaşma karşıtı mücadele-nin ilk ve en ham; metalaşmanın kökenlerini değil sonuçla-rını hedef alan biçimleridir. Kamusal alanda ve mekânda,üretimdeki saldırılar paralelinde derinleşen metalaşmayakarşı mücadelenin gerçek ufku ise emek gücünün metalaş-tırılmasına neden olan koşulların, yani kapitalist özel mül-kiyetin üretim ve yeniden üretim alanları üzerindeki tahak-kümünün ortadan kaldırılmasına kadar uzanmaktadır.

Barınma hakkı hareketi başta olmak üzere, sosyal hak ha-reketleri, emekçi sınıfların yurttaşlık haklarının daraltılarakartık nüfus konumuna itilmesinin, mücadeleyi en basit in-sani ihtiyaçların meşruiyetine dayalı biçimde kışkırtması-nın ürünüdür. Sosyal hak hareketleri bu nitelikleriyle prole-terleşen sınıfların “devrimci içgüdülerinin” gerçek hareket-lere dönüşmesini temsil etmekte ve işçi sınıfının, emek gü-cünü metalaştıran kapitalist özel mülkiyet rejimi karşısın-daki kolektif bilincinin yeniden oluşmasının ana kucağı ha-line gelmektedir. Ancak bu ana kucağının kendiliğindendevrimci sonuçlar yaratması; bugünün devrimci içgüdüleri-ni ifade eden hareketlerin kendiliğinden ve düz bir geliş-meyle devrimci dönüşümlerin öznesi bir sınıf hareketi hali-ne gelmesi olanaklı değildir. Sosyal hak hareketlerininemekçi sınıfların devrimci hareketine doğru ilerletilmesi,mücadeleyle gündelik bağlar kuran ancak mücadeleningündelik akışı ve bilgisi içinden türetilemeyecek de olan birprogramın bu hareketlere gelişimleri boyunca kazandırıl-masıyla mümkündür. Sosyal hareketlerin devrimci hareket-lere doğru sıçrama anı, bu sıçrama anındaki bilinç kopuşu-nu yaratacak dinamikler, elbette sadece ulusal değil ulusla-rarası politik konjonktürle ve bir dizi başka karmaşık öğey-le ilintili, “toplum mühendisliği” mantığıyla kavranamaya-cak bir sorundur. Ancak sosyal hak hareketlerinde, sıçramaanlarında açığa çıkmak üzere birikmesi gereken niteliği ifa-de eden tarihsel hedefler, bugünden programlaştırılmalı veöncelikle devrimci içgüdülerin ifade edildiği kanallarınönünü açan, örgütlenme zeminlerini hazırlayan ve bunlarıgerçek hareketler olarak ilerleten devrimcilerin bilincindeberraklaşmalıdır.

‹çgüdüden harekete,tepkiden dönüfltürücü eylemeSosyal hak mücadeleleri içinde öne çıkan ve kentsel meta-laşmayı derinleştiren diğer birçok uygulamayla da çok ya-kından ilişkisi olan barınma hakkı mücadelesinin, “kent vekamusal mekân kimin hakkı” sorusuna gerçek hayatta dev-rimci yanıtlar verebilen bir harekete dönüşmesi, emekçi sı-nıf hareketinin bütünü açısından kuşkusuz çok önemli birkazanımdır. Barınma hakkı hareketinin gelişmiş örnekleri-

55

Page 58: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

nin, neo-liberal kentin mekânsal parçalanmasından da hare-ketle, neo-liberal piyasa yurttaşlığı karşısında yeni bir yurt-taşlık tanımını yükselten toplumsal-politik hareketlerin enönemli bileşenleri haline geldiği görülmektedir. Sosyal hakhareketlerinin ilk politikleşme eşiğini dolaysız öz-savunmataleplerinin, “yurttaşlık” talepleri olarak tanımlanması oluş-turmaktadır. Öz-savunma hareketleri sosyal haklar merkez-li “yurttaşlık” hareketleri biçiminde siyasallaşmaktadır.

Metalaşma karşıtı hareketler, bugünkü ilksel biçimlerininbirikiminden daha gelişkin toplumsal-politik hareketlereilerlerken, mücadelenin hak taleplerinin içeriğinin, örgüt-lenme biçiminin, mücadele çizgisinin devrimcileştirilmesisiyasallaşma sürecinde büyük öneme sahiptir.

Kuşkusuz bugünkü en önemli adımlardan biri, emekçi sı-nıfların korunma mekanizması arayışlarının, özellikle ko-nut gibi temel bir ihtiyaç söz konusu olduğunda, piyasacı,gerici, cemaatçi biçimlere yönelmesi ya da piyasalaşmadanbireysel çıkar elde etme beklentileri yaratması karşısında“kolektif direniş hakkı” bilincinin güçlendirilmesi ve yay-gınlaştırılmasıdır. Emekçi sınıfların kolektif direniş hakkıbilincinin dayandırılacağı temelse, ilhamını burjuva sivilhaklar çerçevesinden alan genel geçer bir “anayasal insan

hakları” hukuku değil, ilhamını yüzlerce yıllık sosyalizmmücadelesinden; metalaşmış emek gücünün sahibi olarakinsanın, emek-gücünü metalaştıran maddi güçleri ortadankaldırma hakkının meşruiyetinden alan fiili direniş hukuku-dur. Sınıf mücadelesinin tarihsel gerçekliği dışında doğal,verili, evrensel insan hakları ancak burjuva hukuk kitapla-rında bulunabilir. Kent mekânını metalaştırmak, sömürüsüresi dışında geçen insan hayatını posa gibi kentin uzaktopraklarına fırlatıp atmak, metalaşmış emek-gücünün alı-cısı olarak kapitalistin hakkıdır. Bütün emekçilerin insancayaşayabilecekleri konutlarda oturmaları hakkı, “herkesinbarınma hakkı” ise, ancak kapitalizmin bu temel gerçeğinekarşı sınıfsal bir hak olarak; emekçinin kendi hayatının bü-tününü insanileştirme hakkı olarak mevcuttur. Bu iki hakkıbağdaştırabilecek evrensel hukuksal bir çerçeve yoktur:Eşit hakların hangisinin galip geleceğine de, barınma hak-kının herkesin hakkı olarak ne ölçüde evrenselleşeceğineve kullanılabileceğine de mücadelede oluşan “güç kararverir”. Barınma hakkının emekçinin hakkı olarak taşıdığımeşruiyetin yaygınlaştırılması ancak böyle bir hak tanımıy-la devrimci sınıf bilincinin, emekçilerin kolektif siyasal gü-cünün kurucu öğelerinden birisi haline gelebilir.

DOSYA BARINMA HAKKI

Bar›nma hakk› mücadelesinin ba¤›ms›zl›¤›, sosyal hak mücadelesialanlar›n›n yaln›zca s›n›f mücadelesinin gerçekleflme biçimi olmay›p,ayn› zamanda “s›n›f mücadelesinin gerçekleflti¤i alanlar” haline gel-di¤i bir dönemde büyük önem kazanmaktad›r. Öz-savunma hare-ketleri, bofl arazilerde de¤il, kapitalist düzenin ideolojik-politik fethialt›ndaki arazilerde boy atmakta; sermaye yeni yozlaflt›rma-kuflat-ma stratejilerinin kapsam›n› geniflletmektedir. Dünya Bankas› tara-f›ndan, 1990’lar›n ortalar›ndan beri "yoksullukla mücadele” bafll›¤›kapsam›nda gelifltirilen stratejiler, “sosyal d›fllamayla mücadele" stra-tejilerine dönüfltürülmekte ve “yurttafll›k" gibi kavramlar› s›kça kulla-n›ld›¤› politik söylemleriyle, sosyal hak mücadelesi alanlar›n› hedefalan biçimde derinlefltirilmektedir. Bu biçimde oluflturulan “popülistneo-liberal” stratejiler, katmanlaflt›r›lan neo-liberal kentin emekçileri-ni, gözetim ayg›tlar›n›n da yard›m›yla denetim alt›nda tutmay› he-deflemektedir. Bu stratejiler hem cemaatçi siyasal yaklafl›mlar, hemde TOK‹ gibi kurumlar taraf›ndan kuflatma arac› olarak kullan›lmak-tad›r.

Bu siyasetin oluflumuna yön veren Dünya Bankas›, 2000’li y›llarla bir-likte “konut sorunu” ile “sürdürülebilir kent ekonomisi” aras›nda do-lays›z iliflkiler kuran yeni stratejileri gündeme getirmeye bafllam›flt›r:“Dünya Bankas› yak›n zaman önce kent siyasetlerini, konut sektö-rünün verimlili¤ini yükseltme odakl› siyasetten ‘sürdürülebilir kentle-ri’ teflvik eden bir siyasete do¤ru kayd›rmaktad›r. Kentsel günde-min geniflletilmesi ile bir yandan kentsel yönetiflim gelifltirilirken, biryandan da gecekondu ›slah› gibi yoksullukla mücadele programlar›arac›l›¤›yla insani sermayenin yarat›lmas› umulmaktad›r. Dünya Ban-kas› "sürdürülebilir kent" söylemini yayg›nlaflt›rarak (...) kalk›nmayaklafl›m›n› da özgürlük olarak kalk›nma kavram›na dayal› biçimde

yeniden düzenlemektedir”. 88 Bu yaklafl›m, partili düzen siyasetininsa¤›ndaki popülist neo-liberal, solundaki sosyal-liberal yaklafl›mlarailham kayna¤› olmaktad›r.

“Özgürlük olarak kalk›nma” siyaseti, Dünya Bankas› taraf›ndan ba-r›nma hakk› mücadelelerini katmanl› piyasa vatandafll›¤› hukukunatabi k›lmak u¤runa bafllat›lan siyasal bir müdahaledir: Bar›nma hakk›örgütlenmeleri, kentlerde y›¤›lan art›k nüfus kitlelerini kapitalist sö-mürüye pazarlayan ve kentsel mekânlar›n de¤er kazanmas›n› sa¤-layan tafleron kurumlara dönüfltürülmek istenmektedir. DB, buamaçla, USAID (Birleflik Devletler Uluslararas› Yard›m Ajans›) ve BillGates ve Rockefeller Vakf› gibi kurumlar›n mali fon sa¤lad›¤› ve“Küresel Güney” kökenli bar›nma hakk› hareketleri/a¤lar›n›n birli-¤inden oluflan “Gecekonducular Hareketi Enternasyonalini” (SlumDwellers International-SDI) örgütlemifltir.

Enternasyonalin temel fikriyat›, yoksullar›n ev yapma kapasitesinin“daha genifl ve sistemli kalk›nma gündemleri içinde tan›nmas›n›, de-¤erlenmesini ve kullan›lmas›n›" öngörmekte; kentin uzak alanlar›nasürülen emekçiler burada kendilerine sunulan mikro krediler arac›l›-¤›yla ifl kurarak yeni evlerini sat›n almaya teflvik edilmektedir. “En-ternasyonal”, en son yerel halk› Mumbai kentindeki büyük bir ma-hallenin y›k›m›na raz› etmek için, Bill Gates Vakf›’ndan 1,5 milyon do-lar alm›flt›r. Buna karfl›n örgüt temsil etti¤i bar›nma hakk› hareketi-nin “IMF, Dünya Bankas› ve Güneyli devletlerden gelen yukar›danafla¤›ya bas›nc› afla¤›dan gelen karfl›t bas›nçla dengeledi¤ini" iddiaetmekte; “lümpen proletaryay› kendisi için s›n›f olarak örgütlemek”gibi söylemler kullanmaktad›r!

Enternasyonal, “Güneyli ülkelerin ihtiyac› halk›n yönetiflim süreçleri-

“Sürdürülebilir kentte” cemaat yurttafll›¤›

56

Page 59: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Barınma hakkı hareketi bu yüzden kentin bütününü hedef-leyen; örgütlü olmayan mahallelerde oluşan çabalara ciddidestek sunan; kentsel neo-liberal dönüşümün etki alanındabulunan bütün emekçilerle ilişki kurup birlikte hareket ede-

bilecek zeminler oluşturan bir hareket olmalıdır. Giderektüm mahalli örgütlerin, demokratik kitle örgütlerinin, sen-dikaların, emekçilerin yanında yer alan akademisyenlerinve meslek odalarının birlikte oluşturacağı halkçı ve demok-

ne kat›lmas› de¤il, yö-netimin halk taraf›ndan oluflturu-lan süreçlere kat›lmas›d›r” derken müda-hale niyetini de aç›kça belli etmektedir. Güney Afri-ka gecekonducular hareketi Abahlali baseMjondolo'nun ya-k›n zaman önce u¤rad›¤› ölümlü sald›r›lar müdahalenin basit projeci-likle s›n›rl› olmad›¤›n› an›msatmaktad›r: “Bize, hükümetle masayaoturacaksak Enternasyonale kat›lmam›z gerekti¤ini söylediler. Red-dettik ve bunu radyodan aç›klad›k. Birkaç gün sonra sald›r›lar ve tu-tuklamalar bafllad›.”

Enternasyonal, Cities Alliance (Kentler ‹ttifak›) isimli Birleflmifl Milletler-Habitat ‹nsan Yerleflimleri Program› ve DB konsorsiyumu niteli¤inde-ki kuruma da üyedir. Türkiye’de TOK‹-HAB‹TAT resmi iliflkisi d›fl›ndahenüz “sivil” bir aya¤› olmayan bu karmafl›k a¤›n, ilk kez bu y›l ÇinGayr› Menkul Ticaret Odas› sponsorlu¤unda verilmeye bafllanan Ha-bitat ‹fl Ödülleri kapsam›nda, TOK‹ ve Ankara Büyükflehir Belediyesiortakl›¤›yla yürütülen Kuzey Ankara Girifli Kentsel Dönüflüm Proje-si’ni, 2009 En ‹yi 20 uygulamas›ndan birisi olarak ödüllendirmesi deflafl›rt›c› de¤ildir. BM ödül verme gerekçesini yeni konseptle tutarl› bi-çimde flöyle izah etmektedir: “Bölge halk›n›n evlerinin y›k›lmas›nakendi iste¤iyle r›za göstermesiyle elde etti¤i kazan›m.”

Kentlerin sürdürülebilir olmas› için, “yaflanabilir, rekabet edebilir, iyiidare edilir ve yönetilir, bankalarca muteber say›labilir" olmas› gerek-ti¤ini; yoksullar›n servet ve iktidardan d›fllanmas› sorununun küçükve “enformal sektör giriflimcili¤i” desteklenerek çözümlenebilece¤i-ni ileri süren DB a¤z›ndaki baklay› sonra ç›kartmaktad›r: "Enformalve marjinal topluluklar›n vergi ödeyen, kamu hizmetlerden yararla-nan tam kentli vatandafllar olarak topluma dahil edilmesi önemli bir

he-deftir.

‹yi bir kentsel finansal yönetim,kentlerin hizmet ve idari fonksiyonla-

r›na yönelik ticari bir yaklafl›m›n benimsen-mesini gerektirir. Ticari bir yaklafl›m ayn› zamanda kentsel hizmetle-re özel sektörün kat›l›m›n›n ya da bu hizmetlerin özellefltirilmesininön gere¤idir”. Güvencesiz art›k nüfus kitlelerini “insan sermayesi”diye adland›rarak “giriflimciye” dönüfltürmek, burjuva iktisad›n›n eneski simyac›l›k gösterilerindendir. Ancak bu gösteri her seferindeayn› engele tak›lmaktad›r: “Emek gücünden baflka satacak fleyi ol-mad›¤› için emek gücünü kapitalistlere satan, sözde de¤il gerçek-ten de mülksüz bir s›n›f›n varl›¤›, kapitalist üretim tarz›n›n kaç›n›lmaztemel kofluludur”.

Ancak “insan sermayesi” yaratma siyaseti, art›k nüfus yönetme si-yasetidir. Neo-liberal ekonominin “sosyal altyap›s›n›” oluflturacak ör-gütler olarak, özellikle sa¤l›k hizmetlerinin örgütlenmesi, konut ya-p›m› ve “topluluk inflas›” gibi alanlar›nda görevlendirilmek üzere, birdönem öncesinin sivil toplum örgütlerinin (stk) yerine inanç temelliörgütler olarak adland›r›lan cemaat örgütlenmelerini önerilmekte-dir. Parçalanan kent toplumunda yurttafll›k haklar› iyice daralt›lanemekçiye neo-liberal yurttafll›¤›n tek olas› biçimi olarak cemaatyurttafll›¤› önerilmektedir. Ayn› yaklafl›m burjuva “çok kültürcülük”yaklafl›mlar›n›n da deste¤ini alarak kendisini “demokratikleflme”olarak sunmaktad›r. Piyasa iliflkileriyle uyumlulaflt›r›lm›fl, etnik-dinseltemele dayal› cemaat yap›lar›yla, kentin tehlikeli mülksüz s›n›flar›n›denetim alt›nda tutmay› öngören yeni himayecilik biçimlerinin te-melleri at›lmaktad›r.

57

Page 60: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

ratik kent örgütlenmelerinin yaratılmasını hedeflemelidir.Halkın bütününü örgütlemeli ve giderek büyüyen bir kitlemücadelesini yürütmeli; militan ve meşru kitle mücadelesiile sermayeye geri adımlar attırmayı sağlamalıdır.

Barınma hakkı mücadelesinin konut ve arsa gibi mülkiyetkonusu olan kentsel varlıklar ekseninde biçimlenmesi vekentsel dönüşüm projelerine hedef olan mekanlardaki rantdeğerinin yüksekliği, halkın arasında zaten yaygın olan bi-reysel kurtuluşu hedef alan pazarlıkçılık bilincini besle-mektedir. Hukuksal mücadele alanının kimi kazanımlarınönünü açan olanaklar sunmasıyla birlikte bu durum, solunkimi kesimlerinin mücadelenin ufkunu bireysel pazarlık çı-tasının yükseltilmesiyle sınırlandırma eğilimine yol açmak-tadır. Mülkiyetin söz konusu olması ise kimi sol kesimlerinbu alandaki mücadeleden uzak durmasına zemin oluştur-maktadır. Barınma hakkı mücadelesi hukuksal mücadeleolanaklarına dayalı kazanımları görmezden gelmemeli, an-cak hak alma yaklaşımını bu alanla sınırlı tutmamalı; mü-cadelenin hedeflerini, mağdurların kendiliğinden bilincindezaten hâkim olan bireysel küçük çıkar mücadelesine indir-

geyen yaklaşımlara prim vermemelidir.

Kolektif direniş daha geniş bir ufukla yürütüldüğünde alı-nabilecek hakların daha azına razı olunması anlamına gelendar, pazarlıkçı yaklaşım, barınma hakkı mücadelesinin içbirliğinin en alttakileri, belgesizleri ve kiracıları esas alanbir emekçi birliği olarak kurulması açısından da sorunlu-dur. Barınma hakkının henüz kazanılmış olan (ruhsatlı ko-nut, kaçak tapulu konut, tapu tahsisli ve tapusuz konut)hakların korunması üzerinden yürümesinin yarattığı çıkarçeşitliliğinin yol açtığı sıkıntılar, bu özelliğin halk arasındavar olan ve aslında gerçekleşme şansı da pek bulunmayanrantçı eğilimleri kaşıyan hatalı siyasetlerle birleşmesi halin-de bozucu etkilere yol açmaktadır. Emekçi ailelerin, kentseldeğeri yükselen mahallelerdeki evlerini korumak istemeleri,gecekondularını aile apartmanına dönüştürmek istemeleri,genel yaşam koşullarının iyileştirilmesini talep etmeleri, biremekçi sınıf hareketi olarak barınma hakkı mücadelesininmeşru taleplerdir. Emekçi ailesinin doğal olarak güvence gi-bi gördüğü tapu hakkı, kullanım hakkını içeren bir konut gü-vencesi belgesi olarak toplumsal bir programın da parçası-

58

DOSYA BARINMA HAKKI

Neoliberal kentte bir iflgalci: Brezilya Çat›s›zlar Hareketi

Brezilya’n›n Sao Paolo, Rio ve Brazil gibi küresel kentleri, 1990'lar›n sonlar›nda yayg›nlaflan arazispekülasyonu ve geleneksel emekçi mahallelerinin “soylulaflt›r›lma” sald›r›s›yla bir evsizliksalg›n› yaflamaya bafllad›. Asgari ücretin 200 dolar oldu¤u bir ortamda kiralar›n afl›r› yükselme-siyle yayg›nlaflan evsizlik, eylem çizgisinde Topraks›z K›r ‹flçileri’nden (MST) ilham alan kentli birarazi iflgalcisi hareketini, Çat›s›z ‹flçiler Örgütü’nü (MTST) yaratt›. ‹fl, konut, g›da, sa¤l›k, dinlenmeve kültür haklar›ndan yoksunlu¤un “yurttafl olman›n” tam tersi bir durumu yans›tt›¤›n› savunanMTST, temel amac›n› “kent merkezinde konumlanan yoksulluk üretim ayg›t›n›” yenilgiye u¤rat-mak olarak aç›kl›yor. Temel mücadele yöntemi ise sermaye taraf›ndan spekülasyon için ayr›lanbofl özel arazi ve binalar›n evsiz aileler taraf›ndan kitlesel biçimde iflgal edilmesinden olufluyor.‹flgal edilen yer bazen Volkswagen fabrikas›n›n bahçesi, bazen kent merkezindeki bofl büyükbinalar oluyor. Latin Amerika solunun önemli figürlerinin adlar›n› tafl›yan MTST iflgallerindenbaz›lar› evsiz aileler için sürekli ortak hayat alanlar›na dönüfltürülürken, baz› iflgaller dehükümeti kamu konutlar› infla etmeye zorlama arac› olarak kullan›l›yor. Temel slogan› “‹flgal et,diren, çal›fl ve infla et” olan MTST, iflgal alanlar›nda ortak bir yaflam kültürü yarat›yor.

Page 61: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

dır. Ancak rant değeri yükselen konutu ya da araziyi, başka-larının emeğine kira olarak el koymaya yönelik bir sömürüve birikim aracı olarak gören gerici beklentiler, ortak top-lumsal çıkar yaklaşımı yaygınlaştırılıp öne çıkartılarak geri-letmelidir. Barınma hakkı mücadelesini, mağdurların birey-sel çıkarlarını azamileştirmek amacıyla bir araya gelerekoluşturdukları pragmatik ve mekanik birliklere ya da ufkubelirsiz kör barikat savaşlarına indirgeyen eğilimlere karşı,mücadelenin emekçilerin kolektif çıkarlarını azamileştirme-yi amaçlayan, toplumsallıktan yana politik ufku, gündelikbir yaklaşım olarak savunulmalı ve derinleştirilmelidir. Ba-rınma hakkı mücadelesinde müzakare çizgisi, ancak mahal-lenin ortak toplumsal bir dava ve proje haline getirilen ko-lektif çıkarları uğruna yapılan siyasal bir toplu pazarlık ola-rak meşrudur. Barınma hakkı hareketi, toplumsallık ilkesinihalkın bilincinde yaygınlaştırdığı; yoksul mahalledeki kü-çük mülk sahibini belgesizlerin çıkarlarını güvence altınaalan kolektif bir çözüme taraf edebildiği ölçüde, neo-liberalkente karşı yeni politik mücadelelenin yatağı haline gelebi-lecek; toplumsallaştırılmış bir hayatı savunan yeni bir tarih-sel blokun kurucu zeminlerinden birine dönüşebilecektir.

Emekçilerin kolektif hayatını insanlaştırma hakkının birparçası olan barınma hakkı, tanım gereği, konutun ötesindeinsanca bir yaşam için gereken kentsel, çevresel ve insanikoşullarla; temel yaşamsal hizmetler ve insani ilişkilerlebirlikte tanımlanmalıdır. Örneğin bu yaklaşımdan hareketeden Bolivarcı Venezüella Anayasası’nda barınma hakkı,“Herkesin aile, komşuluk ve toplumsal ilişkilerini insancasürdürebileceği yaşam alanları dahil, temel yaşamsal hiz-metlere sahip yeterli, güvenli, konforlu ve sağlıklı koşullar-da barınma hakkı vardır” biçiminde tanımlanmaktadır.

Barınma hakkı mücadelesi insanlaştırıcı bir mücadele de ol-malıdır. Farklı mezhep ve etnik kökenlerden emekçiler ara-sında yeniden kardeşleşme köprüleri kuran, evrenselci de-mokratik bir mücadele olarak, en geniş kitlenin ve özellikle“sesi olmayanların” (örneğin sokak mücadelesinde en öndeyer almakla birlikte toplantılarda geri plana çekilen kadınla-rın) söz ve karar süreçlerine etkin katılımını sağlamalıdır.Doğrudan demokratik forum ve toplantılarla karar alma sü-reçlerini yaygınlaştırmalıdır. Mücadele örgütünün iradesinigiderek mahallenin bütün sokaklarından gelen temsilcileriniradesi ile bütünleştirmeli, mahallenin genel ihtiyaçları ka-dar daha özel kolektif ihtiyaçların da ifade edilebileceği me-kanizmalar oluşturmalı; bürokrasiye izin vermemelidir.

Tüm karar alma ve eylem süreçleri düzenden, sermaye fon-larından, sermaye fonları tarafından desteklenen oluşum-lardan ve hükümetlerden bağımsız olmalıdır.

Barınma hakkı mücadelesinin kentsel dönüşüm projelerinintüm mağdurlarını militan, meşru ve kitlesel bir mücadele

çizgisiyle; düzenden ve sermayeden bağımsız demokratikörgütlenme mekanizmalarıyla ve toplumsallaştırıcı bir pers-pektifle birleştirerek; emekçilerin diğer sosyal hak taleplerive mücadeleleriyle kaynaştıran bir hareket niteliğini kazan-ması, emekçi sınıfların devrimci-dönüştürücü gücünün açı-ğa çıkartılmasında çok önemli bir eşik olacaktır. Projecilik,pazarlıkçılık gibi sağ pragmatist ve mücadeleyi salt kollukkuvvetleriyle çatışmaktan ibaret gören dar çizgiler karşısın-da, barınma hakkı mücadelesi devrimci kitlesel bir mücade-le çizgisiyle örgütlenmelidir.

Kent kimin hakk›? Kamu kim?Barınma hakkı hareketi, mücadele talepleriyle doğrudanilintili olan “kent kimin hakkı ve kamu kim” sorularını yük-sek sesle sormaya başladığı andan itibaren, diğer sosyal hakhareketleriyle tek bir politik program altında birleşme ka-nalı da açılmaktadır. Ancak bugün siyasallaşan sosyal hakhareketlerinin önünde önemli siyasal sorun alanlarının dur-duğu açıktır. Bu sorunlardan ilki, sosyal hak hareketlerinin“yeni Fabiancılık” olarak da adlandırılan “sosyal dışlamay-la mücadele” stratejilerinden ve sosyal-liberal siyasettennet biçimde ayrıştırılmasıdır. Sosyal hak hareketlerinin“post-modern savunma hareketleri”99 özelliğini aşamadığı;barınma hakkı alanındaki tipik örneklerin mikro-krediciprojecilikle sosyalizme açık radikal hareketler arasında sa-lındığı bir dönemde, emekçi hareketlerini “yönetişim veyerel kalkınmacılık mekanizmalarının paydaşı” haline ge-tirmek için seferber edilen yeni Fabiancı siyasetlerin oriji-nalinden birkaç gömlek aşağıda olması normaldir.

Orijinal Fabiancılık1100 (İngiliz küçük burjuva sosyalizmi çiz-gisi), Troçki tarafından, “kapitalizmin kendisini işçi sınıfın-dan koruma girişimi” olarak nitelenmişti. Fabiancılık,20.yüzyıl başlarında gündeme getirdiği sosyal reform öne-rileriyle İngiliz tipi sosyal refah devletinin kurucu zemini-ne dönüştü ve başta Hindistan, bağımsızlaşan eski İngilizsömürgelerindeki iktidarların "sosyal dayanışmacılık” siya-setinde belirleyici rol oynadı. İngiliz işçi sınıfının reformcuhareket çizgisinin kaynağını oluşturan Fabiancılar, asgariücret uygulamasının başlatılması, evrensel sağlık sistemi-nin kurulması ve kentlerdeki yoksulluk-çöküntü alanlarınınıslah edilmesi önerilerini emperyalist dış siyasetin parçasıolarak da savundular. Webb’lerin önderliğindeki Fabiancısosyalistlerin odaklandığı London School of Economics(LSE), “sosyal yurttaşlıkla” ifade edilen sosyal-liberal tez-lerin sahibi Marshall’ın da mekanıydı. Fabian Cemiyeti,daha sonra İngiliz İşçi Partisi’nin “üçüncü yol" adı verilenve Brezilya başkanı Lula gibi merkez-sol iktidarların neo-liberal sosyal siyasetlerine kaynaklık eden en büyük resmidüşünce kuruluşuna dönüştü.

Keynesci “sosyal yurttaşlık rejimleri” sınıf mücadelesinde-

59

Page 62: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

ki büyük gerilemenin ardından tasfiye edilirken, metalaş-manın sonuçları emekçileri bireysel-teslimiyetçi korunmaeğilimlerinden kolektif-direnişçi eğilimlere zorlamaktadır.Eşitlik talebi dolaysız ve ileri güncel ifadesini sosyal hakmücadelelerinde bulmaktadır. Ancak emekçi sınıflar, sınıf-lar mücadelesindeki güçsüzlüklerinden dolayı, eşitlik talep-lerine kutuplaşmanın kökenlerini yıkmayı öngören devrim-ci kurtuluş hareketleri olarak değil, sonuçlarını sınırlandır-maya çalışan reform talepleriyle ulaşmaya yatkınlık göster-mektedir. Emekçi sınıfların dönüşüm taleplerinin ufku, tas-fiye edilen “sosyal yurttaşlık” sınırı tarafından belirlenmek-tedir. Temsil ettiği “devrimci içgüdüye” karşın, emekçi sı-nıfların kendiliğinden bilinci, eğitimden, sağlığa, barınma-dan ulaşıma sosyal haklar toplamının, metalaşmanın gerçekkökenleri ortadan kaldırılmadan elde edilebileceği beklen-tisini üretmektedir. Sosyal hakların güvence altında olmasıistemi, elbette emekçilerin sosyal hakları kolektif siyasaleylemle garanti altına alma bilincinin ilerici bir biçimidir.Ama emekle kapitalist mülkiyet arasındaki ilişkinin köklübiçimde altüst edilmesini öngörmeyen hiçbir yeni yurttaş-lık rejimi önerisi gerçekçi değildir.

Emeğin bugünkü ihtiyaçlarını karşılayabilecek yeni prole-ter haklar rejimi, yeniden bölüşüm ilişkileriyle sınırlı birmücadele olarak tanımlanamaz. Kentlerde büyük artık nü-fus kitleleri olarak yığılan emekçilerin sosyal haklar bütü-nü, büyük mülkiyete dokunulmadan, sermayenin daha faz-la vergilendirilmesi gibi yeniden bölüşümcü önlemlerle gü-vence altına alınamaz. Sermayenin metalaşma süreci para-lelinde dönüşen egemenlik aygıtı, devlet, devrimci süreç-lerle bir emekçi devleti olarak yeniden kurulmadan, emek-çilerin sosyal haklarının koruyucusu olamaz. Günümüzproletaryasının ihtiyaçlarına karşılık düşen yeni bir yurttaş-lık rejimi, düzen içi bir reform talebi olarak değil, kapitalistmülkiyet ve devlete karşı devrimci bir talep olarak savunu-labilir. Öte yandan böyle bir rejim üretim ve siyasetin ikti-darından yoksunlaştıran kitleler için önerilen bir “sosyal si-yaset” değildir; proletaryanın üretim, yeniden üretim ve si-yaset alanlarındaki haklarının bütününü kapsayan yeni birkamusallık önerisidir. Sadece basit yaşamsal ihtiyaç uğru-na değil, emekçinin kendisini insan olarak gerçekleştirmehakkını tam olarak kullanabilmesi uğruna, emek karşısındasermayeyi, toplumsallık karşısında özel mülkiyete dayalıözel çıkarı gerileten devrimci bir yurttaşlık rejimi önerisi-dir.1111

Neo-liberal kentte verilen sosyal hak mücadelelerinin ger-çek devrimci değeri bu köklü değişimi gerçekleştirecek ye-ni bir “tarihsel blokun” oluşum zemini olmasından kaynak-lanmaktadır. Yeni tarihsel blok, mücadelenin basit çıkar bi-linci evresinden ortak sınıfsal çıkar bilincine ilerletilmesiy-le olgunlaşacaktır.

Barınma hakkı hareketi, toplumsal çözümler öneren bir ha-reket olarak, yeni devrimci öznenin önemli bir oluşum ka-nalıdır. Temel bir üretim aracı olan kentsel toprak üzerindeverilen bir mücadele olarak, büyük kapitalist mülkiyettenzarar gören emekçi kesimlerin ortak bir yurttaşlık progra-mının formüle edebilmesi için önemli fırsatlar sunmakta-dır. Devrimci özneyi, emperyalist ekonominin kumandamerkezlerindeki güvenlik gediklerini oluşturan yoksul kentmekanında yoğunlaştırarak olgunlaştırmaktadır.

Aynı yerde yaşayan ve az çok aynı geçim koşullarına sahiphalkın, sadece barınma değil, sağlık, eğitim, ulaşım, su gi-bi birçok hakkın da mağduru olması, barınma hakkı müca-delesinin verildiği bölgelerde daha şimdiden diğer hak mü-cadelelerinin de gelişmesini kolaylaştırmaktadır. Barınmahakkının kentin bütününe yönelik her türlü sermaye saldı-rısından dolaysız etkilenmesi, kentin sermayenin malı ol-maktan çıkartılmasını talep eden diğer mücadele alanlarıy-la sağlam ilişkiler kurma olanağı sunmaktadır. Bu ilişkilerkurulabildiği ölçüde, emekçi sınıf hareketi “kent kiminhakkı, kamu kim?” sorusuna kentin yaşam ve üretim alan-larında devrimci bir yanıt verebilecektir.

Kent rantının toplum yararına kullanılması, kentin emekçi-ler yararına planlanması, kentin emekçiye ait olması, kenttopraklarının metalaşması ve kapitalist özel mülkiyete ko-

60

DOSYA BARINMA HAKKI

Page 63: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Sosyalist Küba, konut güvencesine iliflkin toplumsal bir program ör-ne¤i olarak önem tafl›maktad›r. Bar›nma hakk› alan›nda, di¤er sos-yal haklar, örne¤in sa¤l›k hakk› kadar büyük ilerleme kaydedeme-mifl ve sosyalist blokun y›k›lmas›ndan sonra yaflad›¤› yal›t›lm›fll›k için-de konut alan›ndaki politikas›nda k›smi de¤iflikliklere gitmifl olsa da,Küba, özellikle devrimi hemen izleyen y›llarda konut alan›nda öz-gün bir örnek sunmufltur. Bu örnek konut alan›nda ideal de¤il, eko-nomik abluka ve mali zorluklara karfl›n uygulanan gerçek bir sosya-list deneyimi yans›tmaktad›r.

1959’daki devrimin ard›ndan Küba hükümeti kirac›lar› ev sahiplerinedönüfltüren, arazi spekülasyonuna son veren uygulamalar› bir dizik›rsal ve kentsel inflaat program›yla destekledi. Büyük arazi sahiple-rinin Küba’n›n varl›klar› üzerindeki hakimiyetini ortadan kald›rmay›amaçlayan 1960 tarihli kentsel reform yasas› kirac›lara oturduklar›evleri düflük maliyetlerle sat›n alma olana¤› sundu ve devleti konutsunumundan sorumlu k›ld›. Birçok kirac›ya uzun vadeli kiras›z otur-ma hakk› tan›nd›. 1961 sonras›nda devlet taraf›ndan infla edilen yada da¤›t›lan konutlardan yararlanan kirac›lar içinse, gelirin %10’unuaflmayan miktarlarla ve 5-20 y›ll›k ödeme süreleriyle ev sahibi olmahakk› tan›nd›.

Ev sahiplerinin evlerini satmas›n› ya da mülk sat›n almas›n›; konutunhepsini ya da bir bölümünü kiraya vermesini yasaklayan yasa, bu bi-

çimde arazi spekülasyonunu engellemeye çal›fl›rken, gecekondubölgelerinde devrimden önce var olan büyük arazi sahiplerinin top-raklar› bedel ödenmeden kamulaflt›r›ld›. Yasa, sürekli ikamet edilenkonutla bir yazl›k konuttan fazla ev sahibi olunmas›n› da yasaklad›.

Birden fazla konuta sahip olma hakk›n›n s›n›rland›r›lmas› ve gece-kondu mahallesinde oturan emekçilerin normal konutlara tafl›nma-s›yla birlikte gecekondular y›k›ld› ve devlet temel hizmetler, elektrikve di¤er kentsel altyap› hizmetleriyle birlikte tuvalet ve yap›malzemesi harcamalar›n› karfl›layarak halk› kendi konutunu infla et-meye teflvik etti. Küba devleti 1971’de k›t konut stokunu art›rmakiçin mikro-müfrezeler ad› verilen ve hükümet yat›r›mlar›yla destek-lenen bir imece uygulamas› bafllatt›. Mikro-müfrezeler sistemi, belirliiflyerlerinde gönüllü inflaat müfrezeleri oluflturan iflçilerin, ayn› iflye-rindeki iflçiler için konut infla etmek üzere belirli bir süre üretimdenayr›larak inflaat seferberli¤ine kat›lmas› ve infla edilen konutlar›n iflçi-ler aras›nda da¤›t›lmas›ndan olufluyordu. 1971-75 aras›nda mikro-müfrezeler konut sunumunu üç kat art›rd›lar.

Küba 1980’li y›llardan sonra yaflanan abluka ve krizle birlikte, yasad›-fl› biçimde yayg›nlaflan arazi spekülasyonu ve konut karaborsas› iletamirinden belediyelerin sorumlu oldu¤u binalar›n kaynak yetersizli-¤i nedeniyle afl›r› bak›ms›z kalmas› gibi birçok sorun yaflamaya bafl-lad›.

Konut sorununa sosyalist bir çözüm:KÜBA

61

Page 64: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

nu olması sınırlandırılmadan olanaksızdır. Kentsel arazimülkiyeti ve kentin insana yakışır biçimde planlanması ise,tarımsal topraklar üzerindeki büyük kapitalist mülkiyetinve tarım politikalarının da tartışma konusu haline getirilme-si demektir. “Kentler kimin sorusu”, bu ülke kimin sorusu-dur.

Kapitalist kent ortaya çıktığı ilk andan itibaren emekle ser-maye arasındaki mekânsal, sınıfsal ve politik mücadeleyesahne oldu. Neoliberal kentte mücadele büyük bir artık ser-maye kitlesi olarak kapitalistler ve artık nüfus kitlesi olarakemekçiler arasında yeniden tırmanıyor. Kenti, feodal sınıf-lara karşı kendi “demokratik kamusal alanının” merkezigücü haline getiren sermaye sınıfı, emekçileri neoliberalkentin mekânsal parçalanmışlığıyla kamusal alanın dışınaatıyor. Kenti, kamusal alanı ve siyaseti kendi çıkarlarınadaraltıyor. Bu dışlama insan hayatının, değişim değerininyasalarına tabi kılınması ölçüsünde, insanın kendi eylemiy-le kendi hayatını yönetme hakkını vahşice gasp ediyor. De-mokrasiyi ve cumhuriyeti kuran burjuvazi, hayatını bilinç-li eylemiyle belirleyen özgür insanın yerine, malların yasa-larına tabi kılınan ücretli köleyi koyarak cumhuriyetin vedemokrasinin bütün gerçek temellerini imha ediyor. Yerinesınıflar arasındaki statü hiyerarşisini güçlendiren neo-libe-ral etnik ya da dinsel cemaat yapılarını koyuyor. Böyle birçağda, bütün etnik ve ulusal kökenlerden emekçilerin ken-di kaderlerini ve hayatlarını belirleme hakkı, ancak serma-yenin toplumu parçalayan yeni yurttaşlık rejiminin karşısı-na, toplumu yeniden kuran yeni bir evrensel proleter haklarrejiminin dikilmesiyle mümkün. İşçinin yurttaş katına yük-selmesi ancak devrimci bilinçli eylemle mümkün. Kamusadece maddi kaynaklar değil, maddi kaynakları insan içinyöneterek insani potansiyelimizi gerçekleştirdiğimiz alan-sa, emekçi halk hayatını kolektif siyasal eylemiyle değişti-rebildiği ölçüde “kamu” haline gelecek.

Dipnotlar: 11 ‹lkel birikimcili¤e dayal› birikim stratejisi topra¤›n metalaflt›r›lmas› ve özellefltirilme-

sini; tar›m›n daha fazla kapitalistlefltirilerek köylü topluluklar›n›n zorla kente sü-rülmesini; ortak, kolektif, devlet mülkiyeti gibi çeflitli mülkiyet haklar›n›n özelmülkiyet haklar›na dönüfltürülmesini; ortak mallarla ilgili haklar›n ortadan kald›-r›lmas›n›; emek gücünün metalaflt›r›lmas›n›n önündeki tüm engellerin yok edil-mesini; kapitalist üretim ve tüketim biçimlerinden farkl› biçimlerin yok edilmesi-ni; insan ticaretini ve kredi sisteminin hayat›n bütününü kapsayan bir biçimdeyayg›nlaflt›r›lmas›n› içerir. (David Harvey, Spaces of Neoliberalization, Towardsa Theory of Uneven Geografical Development).

22 Marx’›n “iflgünü nedir ve uzunlu¤u nas›l belirlenir” sorunu hakk›nda yapt›¤› tart›fl-ma günümüzün hak tart›flmalar› için de aynen geçerlidir: “… iflgünü sabit de¤il,de¤iflebilir bir niteliktir... Kapitalist, iflgününü mümkün oldu¤u kadar uzatmayave mümkün oldu¤unda, bir iflgününden iki iflgücü ç›karmaya çal›flt›¤› zaman,[emek gücünün] al›c›s› olarak, kendi haklar›n› savunur. Öte yandan, sat›n ald›¤›metan›n [emek gücünün] özgün niteli¤i bu metan›n al›c› taraf›ndan tüketilmesi-ne belirli s›n›rlar dayat›r ve emekçi, iflgününü belirli normal süreli bir iflgününeindirmeye çal›flt›¤› zaman da [emek gücünün] sat›c›s› olarak kendi haklar›n› sa-vunur. O halde burada, her ikisi de de¤iflim yasalar›n›n mührünü ba¤r›nda ayn›biçimde tafl›yan bir hukuksal ikilik, hakka karfl› hak durumu mevcuttur. Eflit hak-lar›n hangisinin galip gelece¤ine güç karar verir. Kapitalist üretimin tarihinde deiflgününün ne oldu¤unun belirlenmesi, mücadelenin; kolektif sermaye yani kapi-

talistler s›n›f› ile kolektif emek yani iflçi s›n›f› aras›ndaki mücadelenin sonucu ola-rak ortaya ç›kar”. (Marx, Kapital 1, ‹flgününün S›n›rlar›)

33 “Ortak ya da kamusal mal” kimsenin kullanmaktan d›fllanamayaca¤› ve kimseninkullan›m›yla azalmayacak olan ekonomik mallard›r ve s›n›f mücadelesine ba¤l›olarak toprak, su ve temiz havadan sosyal hizmetlere dek uzanan bir yelpazeyikapsayabilir. Herhangi bir ekonomik mal, belirli bir bedel karfl›l›¤›nda sat›n al›-nan “özel bir mal” haline dönüfltürüldü¤ü oranda, do¤as› gere¤i baflkalar›n›nkullanmas›yla azalmayacak olsa bile, baflkalar›n› kullanmaktan d›fllamak da ma-l›n sahibinin hakk› haline gelir.

44 Kentsel mekan ya da arazi üzerindeki kapitalist mülkiyet ya da kent arazisinin kapi-talist birikim içinde mülk edinilmesi, emekçinin oturdu¤u konutun mülkiyetinesahip olmas›yla ilgisiz bir durumdur: “Sermaye, baflkalar›n›n ödenmemifl eme-¤inin kumanda edilmesidir. ‹flçinin evi yaln›zca onu üçüncü bir kifliye kiralamas›ve bu üçüncü kiflinin emek ürününün bir parças›na kira biçiminde el koymas›y-la sermaye haline dönüflür. T›pk› paltonun, onu terziden al›p giydi¤im andan iti-baren sermaye olmaktan ç›kmas› gibi, evin sermaye haline gelmesi de, iflçininevin içinde yaflamas› gerçe¤i taraf›ndan engellenir. (…) Belirli bir sanayi alan›n-da her iflçinin kendi evinin sahibi olmas›n›n kural haline geldi¤ini varsayal›m. Budurumda o bölgedeki iflçi s›n›f› kira ödemeden yaflar; kira harcamalar› art›k emekgücünün de¤erine dâhil olmaz. Emek gücünün üretim maliyetindeki her azalma,yani, iflçinin yaflamsal ihtiyaçlar›n›n fiyat›ndaki her kal›c› düflüfl, ‘politik iktisad›ndemir kurallar› temelinde’ emek gücünün de¤erindeki bir düflüfle eflde¤erdir vebu nedenle de nihayetinde ücretlerde buna denk düflen bir düflüflle sonuçlana-cakt›r. Ücretler kira olarak tasarruf edilen ortalama tutara denk bir ortalamayladüfler, yani iflçi bu durumda da kendi evi için kira ödeyecektir, ama kiray› eski-den oldu¤u gibi, para olarak ev sahibine de¤il, çal›flt›¤› fabrikan›n sahibine kar-fl›l›¤› ödenmemifl emek olarak ödeyecektir. Bu yolla iflçinin küçük evinde yat›r›-ma dönüflen tasarruflar› elbette bir ölçüde sermayeye dönüflür, ama kendi ser-mayesine de¤il, onu çal›flt›ran kapitalistin sermayesine.” (Engels, Konut SorunuÜzerine)

55 Saskia Sassen, The global city: strategic site/ new frontier, http://www.rrojasdata-bank.info/sassen01.htm

66 Hisse senedinde oldu¤u gibi arazi rant›nda da de¤er art›fl›n›n sanki havadan eldeedilen bir de¤er art›fl› gibi alg›lanmas› burjuva iktisat teorisinin gündelik zihinüzerindeki hakimiyetinden kaynaklanan son derece yayg›n bir hatad›r. Oysa t›p-k› faizde ve hisse senedi getirisinde oldu¤u gibi, arazi rant› da havadan de¤il, ar-t› de¤er sömürüsünden beslenir. Kapitalistin iflçiden elde etti¤i art› de¤er dahasonra farkl› kapitalist sektörler aras›nda arazi (toprak) rant›, ticari kar, faiz, vergiolarak bölüflülür. Bu durumda kentsel rant›n halk yarar›na kullan›lmas› talebi,baflta toprak üzerindeki kapitalist özel mülkiyet olmak üzere bütün üretim araç-lar› üzerindeki kapitalist özel mülkiyet tart›flma konusu yap›lm›yorsa yaln›zca ar-t›ktan sermaye s›n›flar›na ayr›lan pay›n biraz daha s›n›rland›r›lmas› anlam›na ge-lir.

77 Kent merkezinin ve bütün ana artellerinin Haliç, Cibali, Bayrampafla, Topkap›, Le-vent, fiiflli, Beykoz, Kazl›çeflme gibi merkezi say›labilecek bölgelerden gelen ter-sane, metal, g›da, cam, deri iflçilerinin eylemleriyle, “iflçi kenti” olman›n toplum-sal politik anlam›n› idrak etti¤i 1989 Bahar Eylemlerinin ‹stanbul’u ile günümüz‹stanbul’unun karfl›laflt›r›lmas› bu durumun yaratt›¤› sonuçlar› göstermektedir.

88 Alexandre Apsan Frediani, “The World Bank Urban Policies, From Housing Sectorto ‘Sustainable Cities’- The Urban Poor of Salvador da Bahai, Brazil” ve “Amart-ya Sen, the World Bank and the Redress of Urban Poverty”.

99 Post-modern tezler, sosyal haklar› talep eden toplumsal hareketleri, sahip oldukla-r› proleter s›n›fsal iç dinamizmleri ile düzen-d›fl› ve düzen karfl›t› devrimci bir po-litik hareketin kurucu zeminlerine dönüflülerek afl›lacak geçici bir tarihsel durum-eflik olarak kavramay›p, genel nüfus içinde sahip olunan “muhalif kimlik ç›karla-r›n›” ifade eden geçici ve gevflek radikal demokrasi koalisyonlar›n›n bileflenleriolarak ideallefltirmektedir. Ancak bu tezler, gerçekte tarihsel mücadelenin iflçi s›-n›f› hareketinin politik yenilgisi sonras›nda ortaya ç›kan koflullar›n› normallefltir-meyi amaçlamaktad›r ve bu anlamda yap›lan “minareye k›l›f” uydurmaktan iba-rettir.

1100 Devrimci dönüflümler yerine reformcu ad›mlar› savunan Cemiyetin ismi, Kartacaordusuyla do¤rudan çat›flmak yerine kand›rma taktiklerine baflvuran Romal› ge-neral Fabius Maximus’tan ilhamla türetilmifltir. Yeni-Fabianc›l›¤›n yeni kavram-sal çerçevesinin Nobel ödüllü Hintli iktisatç› ve ‹ngiltere merkezli Oxfam isimlihay›rseverlik örgütünün onursal genel baflkan› Amarytra Sen’in yeni “refah” veyurttafll›k teorilerine dayand›r›lmas› ve Gecekonducular Enternasyonali örgütü-nün kurucu hareketinin Hindistan kökenli olmas› da flafl›rt›c› de¤ildir.

1111 Böyle bir yurttafll›k rejimine “sosyal yurttafll›k” denip denilmeyece¤i önemli de¤il-dir. Üretim iliflkilerinin zaten sosyal iliflkilerden baflka bir fley olmad›¤› düflünül-dü¤ünde, “sosyal yurttafll›k” sözünün de burjuva hilesi oldu¤u anlafl›labilir. Sos-yal sorunlar› çözemeyen, tersine muazzam sosyal sorunlara neden olan kapita-list üretim iliflkileri, 19. yüzy›ldan beri üretti¤i “sosyal siyasetlerle” tehlikeli s›n›f-lara karfl› kalkanlar oluflturmaya çal›flmaktad›r.

62

DOSYA BARINMA HAKKI

Page 65: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

63

...Frans›z burjuvazisi büyük devrimden bu yana sivil eflitli¤i ön planaç›kartt›¤› için Frans›z proletaryas› yumru¤a yumrukla, eflitlik talebinetoplumsal ve ekonomik eflitlik talebiyle yan›t verdi. Ve eflitlik özellikleFrans›z proletaryas›n›n savafl 盤l›¤›na dönüfltü.

Eflitlik üzerineEflitlik üzerine� Friedrich Engels

Page 66: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Bütün insanların, insanlar ola-rak, ortak bir niteliğe sahip ol-dukları ve bu ölçüde de eşit ol-dukları fikri, kuşkusuz çok eski-lere dayanan bir fikirdir. Ama

modern eşitlik talebi bundan bütünüyle farklı bir şeydir; bu ta-lep, daha ziyade, bu insan olma ortak niteliğinden, insanlarıninsanlar olarak sahip oldukları bu eşitlikten, bütün insanlar yada en azından devletin bütün yurttaşları ya da toplumun bütünüyeleri için eşit bir siyasal ve toplumsal statü talebinin çıkar-sanmasından meydana gelir. Bu ilk göreli eşitlik fikrinin, in-sanların devlet ve toplum içinde eşit haklara sahip olması ge-rektiği sonucuna yol açmasından önce, bu sonucun doğal vekendinden menkul bir sonuç gibi bile görülebilmesinden ön-ce binlerce yıl geçmesi gerekiyordu ve nitekim geçti de. Enantik, ilkel toplulukların çoğunda, hak eşitliği, olsa olsa toplu-luk için geçerli olabiliyordu; kadınlar, köleler ve yabancılarelbette bu eşitlikten dışlanmışlardı. Yunanlılar ve Romalılar-da insanlar arasındaki eşitsizlikler herhangi bir eşitlikten çokdaha büyük bir öneme sahipti. Antik dönem insanları açısın-dan, Yunanlılarla barbarların, özgür kişilerle kölelerin, yurt-taşlarla yurttaş olmayanların, Roma yurttaşlarıyla (kapsamlıbir deyim kullanmak gerekirse) Roma tebaalarının eşit siya-sal statü talebinde bulunmaları muhakkak ki delilik gibi görü-nürdü. Roma İmparatorluğu çağında, özgür kişilerle kölelerarasındaki farklılıklar dışındaki bu farklılıkların tümü yavaşyavaş ortadan kalktı; bu yolla da, en azından özgür kişiler ba-kımından, özel mülkiyete dayalı hukukun bildiğimiz en yet-kin biçimi olan Roma hukukunun üzerinde geliştiği, eşitliğinözel bireyler arasındaki biçimi doğdu. Ama özgür kişilerleköleler arasındaki antitez varlığını devam ettirdiği sürece, in-sanların genel anlamdaki eşitliğiyle ilgili hukuksal sonuçlarçıkarmak söz konusu bile olamazdı; bu durumu daha yakınbir dönemde bile, Kuzey Amerikan Birliği’nin köleci eyalet-lerinde gördük.

Hıristiyanlıksa, bütün insanların eşit olduğu sadece tek bir du-rumu kabul etti: O da, hepsinin eşit ölçüde bir ilk günahladoğmuş olmalarıydı ki bu durum Hıristiyanlığın kölelerin veezilenlerin dini olarak sahip olduğu karaktere bütünüyle uy-gundur. Hıristiyanlık bunun dışında, en fazla, seçilmişlerineşitliğini kabul etti ancak bu da yalnızca ilk başlarda vurgu-landı. Gene yeni dinin ilk evrelerinde görülen mal ortaklığı-nın izleri de, gerçek eşitlikçi fikirlerden ziyade, lanetlenmişlerarasındaki dayanışmaya bağlanabilir. Çok kısa bir zamaniçinde rahiplerle rahip olmayanlar arasındaki farklılaşmanınkurumsallaştırılması bu başlangıç halindeki Hıristiyan eşitli-ğinin bile sonunu getirdi. Batı Avrupa'nın Germenler tarafın-dan istilası, daha önce asla var olmayan son derece karmaşıkbir toplumsal ve politik hiyerarşiyi yavaş yavaş inşa ederek,her türlü eşitlik fikrini yüzyıllar boyunca ortadan kaldırdı. An-

cak istila aynı zamanda, Batı ve Orta Avrupa’yı tarihsel geliş-me seyrinin içine çekti, ilk kez yoğunlaştırılmış bir kültürelalan ve bu alan içinde de ilk kez birbirleri üzerinde karşılıklıetkide bulunan ve birbirlerini karşılıklı denetim altında tutanağırlıkla ulusal bir devletler sistemini yarattı. Bu biçimde de,daha sonraki bir dönemde, üzerinde insanların eşit statüsümeselesinin, insan hakları meselesinin ortaya atılabileceğibenzersiz bir zemini hazırladı.

Feodal ortaçağ ayrıca rahminde, sonraki gelişimi içinde mo-dern eşitlik talebinin standart temsilcisi haline gelmeye yazgı-lı olan sınıfı da geliştirdi: Burjuvaziyi. Başlangıçta kendisi defeodal bir zümre olan burjuvazi, büyük deniz keşiflerinin ken-disine daha geniş ölçekli bir kariyerin yolunu açtığı bir dö-nemde, feodal toplumdaki ağırlıkla zanaata dayalı sanayi-i ve ürün mübadelesini görece yüksek bir düzeye taşıdı. Ön-ceden yalnızca İtalya ile Doğu Akdeniz arasında yürütülenAvrupa sınırları ötesi ticaret, artık Amerika ve Hindistan’ayayılacak ve kısa sürede de önem bakımından hem çeşitli Av-rupa ülkeleri arasındaki karşılıklı mübadeleyi hem de her birülkenin kendi içindeki iç ticareti aşacaktı. Amerikan altını vegümüşü Avrupa’ya aktı ve çözücü bir element gibi feodaltoplumun bütün çatlaklarına, yarıklarına ve gözeneklerinesızdı. Zanaata dayalı sanayi artık yükselen talebi karşılaya-mazdı, ileri ülkelerin çoğunun önde gelen sanayilerinde za-naata dayalı sanayinin yerini manüfaktür aldı.

Ama toplumun ekonomik yaşam koşullarındaki bu güçlüdevrimi, siyasal yapısında buna denk düşen herhangi bir de-ğişim hemen izlemedi. Toplum giderek daha da burjuva birnitelik kazanırken, siyasal düzen feodal kaldı. Büyük ölçekliticaret, yani özellikle uluslararası ve daha da önemlisi dünyaticareti, hareket kısıtı olmayan ve bu anlamda eşit haklardanyararlanan; sahip oldukları metaları, en azından belirli alanla-rın her birinde, hepsi açısından eşit yasalar temelinde müba-dele edebilen özgür meta sahiplerini gerekli kılar. Zanaata da-yalı sanayiden manüfaktüre geçiş -bir yandan loncaların en-gelleri ve öte yandan kendi emek güçlerini kendilerinin kul-lanmalarını sağlayacak olan araçlardan özgür olan- özgür iş-çinin, emek güçlerini kiralamak üzere manüfaktür sahibiylesözleşme yapabilen ve bu nedenle de sözleşmenin taraflarıolarak onunla eşit haklara sahip olan işçilerin varlığını ön ge-rektirir. Nihayet, insan emeği olması nedeniyle ve öyle oldu-ğu ölçüde bütün insan emeğinin eşitliği ve eşit statüye sahipolması, bilinçsiz ancak en keskin ifadesini modern burjuvapolitik ekonomisinin değer yasasında bulur ki bu yasa uyarın-ca belirli bir metanın değeri barındırdığı toplumsal bakımdangerekli emekle ölçülür. Ancak, ekonomik ilişkilerin eşitlik vehak eşitliğini gerekli kıldığı yerde, politik sistem bunlara heradımda lonca engelleri ve özel ayrıcalıklarla karşı çıktı. Yerelayrıcalıklar, farklılaştırılmış gümrükler, her türlü istisna yasa-sı yalnızca yabancıların ve sömürgelerde yaşayanların yaptık-

64

(...)DOSYA BARINMA HAKKI

Page 67: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

ları ticareti değil, çoğunlukla ilgili ülke uyrukluların tamamı-nı da yeterli ölçüde etkiliyordu; her yerde ve sürekli olarak ye-nilenen lonca ayrıcalıkları manüfaktürün gelişimini engelli-yordu. Burjuva rakipler açısından yol hiçbir yerde açık, fırsat-lar hiçbir yerde eşit değildi - ancak yolun açılması ve fırsatla-rın eşit olması birincil ve daha da yakıcılaşan talepti.

Feodal engellerden kurtulmak ve hak eşitliğinin feodal eşit-sizliklerin ortadan kaldırılması yoluyla tesis edilmesi, toplu-mun ekonomik ilerlemesi tarafından bir kez gündeme sokul-duktan sonra, kısa sürede daha geniş boyutlar kazanmak zo-rundaydı. Bu talepler sanayinin ve ticaretin çıkarları adına or-taya atıldılarsa da, aynı hak eşitliğinin, emek zamanlarının enbüyük bölümünü, gerçek bir serflikten başlayan türlü bağım-lılık dereceleri içinde merhametli feodal toprak sahiplerinehiçbir karşılık almadan vermeye ve ek olarak ona ve devletesayısız başka vergiler de ödemeye zorlanan büyük bir köylükitlesi için de talep edilmesi gerekliydi. Öte yandan, feodalayrıcalıkların, soylulara tanınan vergi muafiyetinin ve farklızümrelerin politik ayrıcalıklarının da ortadan kaldırılmasınıntalep edilmesi gerekiyordu. İnsanlar artık Roma İmparatorlu-ğu gibi bir dünya imparatorluğunda değil, birbirleriyle eşit te-melde ve yaklaşık olarak benzer bir burjuva gelişkinliği düze-yinde ilişki kuran bağımsız bir devletler sisteminde yaşadık-ları için, eşitlik talebinin tek tek devletlerin sınırlarını aşan ge-nel bir karakter kazanması; özgürlük ve eşitliğin insan hakla-rı olarak ilan edilmesi de doğal bir şeydi. İnsan haklarını ilktanıyan anayasa olan Amerikan anayasasının, bununla aynıanda Amerika'da varlığını sürdüren renkli ırkların köleliğiniteyit etmesi, bu insan haklarının özgül burjuva karakteriniaçıkça gösteren bir durumdur: Sınıf ayrıcalıkları lanetlendi,ırk ayrıcalıkları kutsandı.

Ancak, gayet iyi bilindiği gibi, burjuvazi feodal orta sınıf ol-maktan çıktığı andan, Orta Çağların bu zümresi modern birsınıfa doğru geliştiği andan itibaren, ona daima ve kaçınılmazbir biçimde gölgesi, yani proletarya da eşlik etti. Benzer birbiçimde burjuva eşitlik taleplerine proleter eşitlik talepleri eş-lik etti. Sınıf ayrıcalıklarının ortadan kaldırılmasına yönelikburjuva talebi ortaya ilk atıldığı andan itibaren, bunun hemenyanı başında sınıfların kendilerinin ortadan kaldırılmasına yö-nelik proleter talep boy gösterdi; önce dinsel bir formda, ilkelHıristiyanlığa eğilim göstererek ve daha sonra burjuva eşitlik-çi teorilerin kendilerinden destek alarak. Proleterler burjuva-zinin sözünü doğru saydılar: eşitlik sadece görünüşte olma-malı, sadece devlet alanı için geçerli olmamalıdır, aynı za-manda gerçek olmalıdır, aynı zamanda toplumsal ve ekono-mik alanlara da uzanmalıdır. Ve özellikle Fransız burjuvazisi,büyük devrimden bu yana, sivil eşitliği ön plana çıkarttığıiçin, Fransız proletaryası yumruğa yumrukla, eşitlik talebinetoplumsal ve ekonomik eşitlik talebiyle yanıt verdi ve eşitliközellikle Fransız proletaryasının savaş çığlığına dönüştü.

O halde eşitlik talebi proletaryanın ağzında ikili bir anlam ta-şımaktadır. Bu talep ya, özellikle ilk başlarda, örneğin KöylüSavaşları’nda olduğu gibi, apaçık toplumsal eşitsizliklere,zenginle yoksul, feodal toprak sahibi ile onun serfleri, tıka ba-sa yiyenlerle açlıktan ölenler arasındaki çelişkiye karşı kendi-liğinden bir tepkidir; bu biçimiyle sadece devrimci içgüdününbir ifadesidir ve meşruluğunu da yalnızca böyle olmasındanalır. Ya da, öte yandan, bu talep, burjuva eşitlik talebinden azçok daha doğru ve daha ileriye giden talepler türeterek ve iş-çileri kapitalistlere karşı kapitalistlerin kendi kabullerinin yar-dımıyla ayaklandırmak için bir ajitasyon aracı olarak, burjuvaeşitlik talebine karşı bir tepki olarak ortaya çıkar. Her iki du-rumda da proletaryanın eşitlik talebinin gerçek içeriği sınıfla-rın ortadan kaldırılması talebidir. (…)

O halde, eşitlik talebinin kendisinin de, hem burjuva hem deproleter biçimleri içinde ortaya çıkabilmesi, kendileri de uzunbir ön tarihi gerektirmiş olan belirli tarihsel koşulları zorunlukılan tarihsel bir üründür. Yani hiç de ezeli bir hakikat değil-dir. Bugün şu ya da bu biçimde genel kamuoyu tarafından ve-rili kabul ediliyorsa, Marx’ın dediği gibi, “çoktan sabit bir po-püler önyargı haline geldiyse”, bu hiç de kabul edilmiş birgerçeklik yüzünden değil, on sekizinci yüzyıl düşünceleriningenele yayılması ve güncelliğini koruması yüzündendir. (…)

AAnnttii--DDüühhrriinngg -- 1100.. BBööllüümm

65

“Eflitliktalebinin kendisinin de,hem burjuvahem de proleter biçimleri içinde ortayaç›kabilmesi,kendileri deuzun bir öntarihi gerektirmiflolan belirli tarihselkoflullar›nürünüdür. Yani hiç de ezeli birhakikatde¤ildir.”

Page 68: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

DOSYA BARINMA HAKKI

66

Metalaflt›r›c› küreselleflme, hizmetleflme ve finanslaflma taarruzunun mer-kezinde bulunan kentlerde, devlet-sermaye ortakl›¤›yla eme¤e karfl› büyükve organize bir sald›r› yürütülmektedir. Kentsel mekanlar›n metalaflt›r›lma-s›na karfl› direnifl, iktisadi bir bölüflüm mücadelesi de¤il, sermayenin s›n›rtan›mayan egemenli¤ine karfl› politik bir mücadeledir

Neoliberal otoriterkent, eme¤e karfl›Neoliberal otoriterkent, eme¤e karfl›

Page 69: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

apitalist toplumun egemen sınıfı, ismini“kent” (“bourge”) kavramından alan burjuva-zidir. Kapitalist toplumsal ilişkilerin kuruldu-ğu mekanlar olan kentler, sermayenin birikti-ği, yeniden üretiminin gerçekleştiği ve bölü-

şüldüğü alanlardır. Bu kilit önemi nedeniyle emperyalist-kapitalist sistemin tüm sorunlarının, krizlerinin, krizlerekarşı getirilen yeniden yapılanma stratejilerinin kentlerdeönemli karşılıkları bulunmaktadır.

Günümüzde kentsel mekânlar kapitalizmin yaşadığı krizinetkisini giderek daha fazla hissediyor. 1970’lerden beri sis-temin içinden çıkamadığı aşırı birikim sorunlarına dair geli-şen her eğilim (hizmetleşme, finanslaşma, küreselleşme)kentsel mekânlarda karşılığını buluyor.

Bu eğilimlerin başında, sermayenin, hizmetler başta olmaküzere yeni birikim alanlarına yönelmesi geliyor. Eğitim, sağlıkgibi bir dönemin kamusal hizmetlerinin yanı sıra inşaat da ser-mayenin gözde sektörlerinden biri haline dönüşüyor. Türki-ye’de 2001 krizinin ardından bu sektör ortalama yüzde 20 bü-yüyerek dönemin büyüme oranlarına damgasını vurmuştur.Bu dönemde daha önceden sanayi üretimiyle yıldızı parlayanÜlker, Alarko veya perakendeden ve gıdadan yükselen Kilerve Tadım gibi birçok sermaye grubu gayrimenkul sektörünegirmiştir. İnşaat sektörüne yönelik sermaye yönelimi, ilgili di-ğer sektörleri de parlatmaktadır. Örneğin Sabancı Holding’in10 yıllık yatırım stratejisinde çimento sanayi temel sektörler-den biri olarak ilan edilmiştir.

Krize karşı sermayenin ikinci eğilimi finanslaşmanın son ba-lonu mortgage (ipotekli konut kredisi) olarak öne çıkmakta-dır. Aşırı birikmiş sermaye, konut kredisi sistemleriyle, konutsahipliğine dayalı kredi dağıtma “olanakları”yla ve metropolmekanlarına ait kağıtların borsada alınıp satılmasıyla yeni de-ğerlenme alanları bulmaktadır. Böylece gayrimenkulün men-kulleşmesi süreci işlemekte, kent arazileri hisse senedi olarakalınıp satılmaktadır. Gayrimenkulün menkulleşmesiyle bir-likte, özellikle metropol kentlerdeki arazi ve binaların tamamıfinans piyasalarının konusu haline gelmektedir. Örneğin İs-tanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait tüm gayrimenkuller Gay-rimenkul Yatırım Ortaklığı'nda birleştirilmekte, kentin arazive bina portföyü borsada işlem gören bir kağıda dönüşmekte-dir. Türkiye’de toplam kredi kullanımının içinde konut kredi-lerinin oranının üçte bire yaklaşması, finans piyasası içinkentsel mekanın artan önemini gösteren bir başka örnektir.Bu krediler finansal sermayenin değerlenmesi için önemli birolanak yaratmakta, ancak bununla da yetinmeyen finansal te-keller, bu mortgage kredi alacaklarını menkul kıymetler ola-rak paketleyip pazarlamaktadır. Son dönemde Türkiye’deAkbank, İş Bankası, Garanti Bankası, Vakıfbank, Yapı KrediBankası, TSKB gibi finans devlerinin çok ciddi sermayelerle,Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları ile sektöre girişi, finans ke-siminin iştahını göstermektedir. Finans piyasalarının konusuolan arazilerde ve binalarda halkın yerinin olmadığı açıktır.

1970’lerdeki krizin yarattığı bir diğer eğilim olan “küreselleş-me”nin de bu alanda ciddi etkileri bulunmaktadır. Uzun bir sü-redir küresel finans oligarşisinin fonları, Arap sermayesininpetro-dolarları, hatta sanayi ve çeşitli hizmetlerden elde edilenkarlar, gayrimenkul yatırım ortaklıkları ve bankalar eliyle hız-la “küresel kentler”deki, “cazibe merkezleri”ndeki inşaat yatı-rımlarına kaymaktadır. Kapitalizmin krizi karşısında belirgin-

67

K

Page 70: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

leşen bu üç eğilimin (hizmetleşme, finanslaşma, küreselleşme)kesiştiği noktada kent mekanları hızla sermayenin değersizleş-mesini bir süre erteleyen alanlar haline gelmekte, Harvey’inifadesiyle bir küresel kentleşme patlaması yaşanmaktadır.Çin’de yüz kentten fazlası son 10 yılda bir milyon nüfus çizgi-sini geçerken, Hindistan’da Mumbai, Güney Afrika’da Johan-nesburg, Ortadoğu’da Dubai, Rusya’da Moskova gibi kentlerbu gelişmenin örnekleri olarak sıralanmaktadır. İstanbul Fi-nans Merkezi gibi projeler, emlak ve kredi balonlarını şişirecekbu yönelim üzerine kurulmakta, yılda 10 milyar dolarlık ya-bancı sermayenin Türkiye’ye çekilmesi planlanmaktadır. Du-bai’nin emlak balonu büyük bir krizle sönerken, İstanbul pat-lamaya hazır yeni balon olarak ileriye sürülmektedir.11

De¤iflim de¤eri kullan›m de¤erine karfl›Küresel kentleşme patlamasıyla yükselen, nüfusun büyükbir bölümünü ilgilendiren kentin “kullanım değerleri” de-ğil, inşaatından, finansına, perakendesinden, hizmetlerinekadar piyasaları ilgilendiren “değişim değerleri”dir. Birbaşka ifadeyle, kentsel mekanların hızla metalaşması, bumekanların sermaye birikimine katkısı ölçüsünde önem ka-zanmasına yol açmaktadır.

Birikimin nesnesi haline gelen kentlerde değişim değerininegemenliği, iki tip kullanım değerini hiçe saymaktadır. Bun-lardan birincisi, daha önceden halkın kullanımına açık park-ların, oyun-spor alanlarının, korulukların, okulların, hasta-nelerin, engelli merkezlerinin toplum için ifade ettiği kulla-nım değeridir. İkinci olarak da, eski sanayi merkezlerinin et-rafında kümelenmiş emekçi mahallelerinin sadece barınmaişlevi gören konutlarının kullanım değeri hiçe sayılmakta-dır. Sanayinin kent çeperlerine ve düşük maliyetli başkakentlere/ülkelere taşındığı kentlerde, bu tip kentsel arazilersermayenin yeniden değerlenme alanı olarak daha fazla öneçıkabilmektedir.22

1980’lerden önce Türkiye’de emeğin yeniden üretim mali-yetlerini düşürerek, büyüyen sanayi için “sınırsız emek ar-zı” yatağı olarak göz yumulan “metadışı” alanların serma-ye için anlamı farklılaşmıştır. 1980’lerle birlikte önce gece-konduların ticarileşmesi süreci yaşanmış, bu süreçte yoksulmahallelerdeki küçük mülk sahipleri de büyüyen rantlardanpay alabilmişlerdir. Bu rant payları, devletin sosyal güven-ce mekanizmalarının yarattığı açığı bir nebze de olsa telafietmiştir. Ancak sanayinin kent dışlarına göçmesiyle, gece-konduların sermaye için emek maliyetlerini, devlet içinsosyal harcama maliyetlerini düşürücü etkisinin öneminiyitirdiği merkezlerde sermayenin cüreti ve saldırıları tır-manmaktadır. Bu mekanlar, eski toplumsal mutabakatlarınen kolay yıkıldığı ve kentsel dönüşümün en vahşi yöntem-lerle ilerletildiği alanlar olmaktadır.

Sadece doğrudan bir kullanım değeri ifade eden mekanlar de-

ğil “boş” araziler de “sermayenin mekansal istilası”ndan na-sibini almaktadır. 3. Köprü vasıtasıyla veya çeşitli çevre yol-ları projeleriyle rantlandırılan alanlar aslında boş değildir,üzerindeki ormanlar, su kaynakları, tarlalar vs. yani doğa yoksayılmaktadır.

Yeni düzende, iş merkezlerine yakın, ulaşım olanakları geliş-miş, tarihi dokusu olan, manzarası cazip mekanlarda yoksulunve kamusal mekanların var olma hakkı yoktur. “Seçkinleştiri-len/soylulaştırılan” eski “çöküntü alanları”na nezih insanlaryerleştirilecek, rezidanslarda seçkin komşuluk ilişkileri kuru-lacak, yıkılan geleneksel sosyal ilişkilerin yerine alışveriş üze-rinden sosyalleşmeye çağıran AVM’ler dikilecektir. Tarihi veturistik bölgelerde tüm açık alanlar, sokaklar, toplumun tama-mına açık kamusal alanlar işletme haline getirilecek; buralar-da bırakın yaşamayı oturup soluklanmak bile piyasa ilişkileriüzerinden gerçekleşebilecektir.33 Sermayenin hücum ettiğikentsel mekanlarda, emlak vergileri ve kiralar yükselmekte,temel ihtiyaçlar pahalılaşmakta, fiyat mekanizması soylulaştır-ma/seçkinleştirme operasyonları için etkin bir rol oynamakta-dır.

Devlet sermayenin hizmetindeBununla birlikte, kentsel dönüşüm için kullanılan tek araç fi-yat mekanizması değildir. Sermayeyi cezbeden kentsel me-kanların geleneksel sahiplerinden temizlenmesi sadece piya-saya bırakılmamaktadır. Neoliberal dönemde “sivil toplum”karşısında küçüldüğü iddia edilen devlet, sınıfsal karakterinigizleyen tüm örtülerinden sıyrılarak devreye girmektedir.

DOSYA BARINMA HAKKI

68

Page 71: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Dünyadaki pek çok kentsel dönüşüm pratiği doğrudan devlettarafından finanse edilmektedir. Ulaşım ve altyapı yatırımla-rıyla devlet, sermayenin yöneldiği bölgeleri rantlandırmakta-dır. Hatta dönem dönem sermayenin zararları da devlet tara-fından üstlenilerek buralar sermaye lehine kamulaştırılmakta-dır. Kentin uluslararası finans oligarşisi için cazibe merkezihaline getirilmesi önem kazanırken belediyeler çeşitli projele-rini aktif olarak uluslararası emlak piyasalarında pazarlamayagirişmektedir. Türkiye’de de belediyeler, kentsel mekanlarıaktif olarak pazarlama stratejisinin bir parçası olarak bünyele-rinde KİPTAŞ (İstanbul Konut İmar Plan Sanayi ve TicaretA.Ş), BİMTAŞ (Boğaziçi İnşaat Müşavirlik AŞ) gibi şirket-ler kurmaktadırlar. Örneğin İstanbul’a dair tüm çevre ve stra-teji planlarının hazırlandığı İstanbul Metropoliten Planlamave Kentsel Tasarım Merkezi, belediyeden ihale usulü iş alanbir “Belediye İktisadi Teşekkülü” olan BİMTAŞ bünyesindefaaliyetlerini sürdürmektedir. Böylece planlamanın kamusalişlevi tamamen yok sayılmakta, şirketleşen planlama faaliyet-leriyle kentler tamamıyla pazarlanacak metaya dönüştürül-mektedir. Hızlı metalaştırma sürecinde devletin aktif müda-halesi pazarlamadan ibaret değildir. Devletin ‘zor’unun kent-sel dönüşümdeki rolünü ifade eden bir kamu-özel ortaklığıprojesi olarak TOKİ, neoliberal dönüşümün otoriter özününen yalın ifadesidir.

Kentler emek düflmanl›¤›yla rekabetgücü kazan›yorAKP iktidarı döneminde hazırlanan IX. Kalkınma Planı’nda

ilk kez yer alan “metropollerin küresel rekabette öne çıka-cak iş ve yaşam ortamının sağlanması” ifadesi, kentsel dö-nüşüm pratiklerinin gündelik-pragmatik hedeflerin ötesiniifade ettiğini göstermektedir. Önceden ulus devletler ölçe-ğinde baskısını hissettiren küresel rekabet bugün kentleriyarıştırma noktasına gelmektedir. Kentlerin rekabet gücü,emeğin yeniden üretiminin sermeye birikiminin konusu ha-line getirilmesi ve emeğin değersizleştirilmesi üzerinden,emeğe saldırarak sağlanmaktadır. Küresel rekabette öne çı-kacak yaşam ortamıyla kastedilen “küresel kent”in üzerin-deki tüm mekanları ve üretilen hizmetleriyle tepeden tırna-ğa metalaşması, iş ortamıyla kastedilen ise “yarışan kent”inemek gücünün denetim altına alınarak ucuzlatılmasıdır.Emekçilerin barınma güvencesinin tamamen ellerindenalınması, sermayenin emek üzerindeki egemenliğini pekiş-tirerek emeğin değersizleşmesine karşı direnişi de kıracakbir etken olarak kullanılmak istenmektedir. ABD’de ipotek-li konut çılgınlığını keşfedenlerin mutlulukla tespit ettiklerigibi “borçla yüklü ev sahiplerinin greve gitmesi daha az ola-sı”dır.

Konserve kutusu evlerde, devletin/bankaların kiracısı halinegetirilmiş, kentle tüm mekansal, politik bağı koparılmış emek-çiler, kendilerini eski mahallelerinde olduğundan daha güçsüzhissedeceklerdir. Kentsel mekanların metalaştırılmasına karşımücadele ile emeğin değersizleştirilmesine karşı mücadele sı-nıf mücadelesinin farklı tezahürlerdir ve en başından itibarenbu perspektifle örgütlenmelidir. Emeğin yeniden üretimine da-ir her şeyin sermaye birikiminin konusu olması sadece iktisa-di bir konu değil, sermaye egemenliğine işaret eden politik birmücadele konusudur. Eğitim, sağlık, barınma gibi hizmetlerinüretildiği kent mekanında, sermayenin çeşitli metalaştırma sal-dırılarına karşı direnişi halkın hakları mücadelesi etrafında bü-tünleştirme hedefi, sermaye egemenliğine karşı, devrimci biralternatif yaratma yolundaki en önemli dönemeçtir.

Dipnotlar:11 Birleflik Arap Emirlikleri’ni oluflturan 7 emirlikten biri olan Dubai san›lan›n aksine

petrol zengini de¤il, gelirinin büyük bir bölümünü finans, emlak ve turizmdensa¤layan bir ülkedir. Bu aç›dan Dubai modeli, emlak ve finans birlikteli¤i ile ekono-mik büyümeye verilen örneklerden biri olmufl ve AKP iktidar›n›n rol modellerindenbiri olarak öne ç›km›flt›r. Korkunç sefalet koflullar›nda çal›flan göçmen eme¤i bu ba-lonun fliflmesindeki en önemli etkenlerdendir. Kas›m ay› sonunda patlayan Dubaikrizi, “Yabanc› sermaye ve dev inflaat projelerine dayanan gösteriflli büyüme mode-linin sonu” olarak tart›fl›l›rken AKP’nin bu rotada ›srar› artmaktad›r. “Dünyan›n enzengin 5. soylusu” say›lan Dubai Emiri Maktum, Ali Babacan ile yak›n iliflkileri ve Le-vent’teki ‹ETT arazisinin peflkefl çekilmesi çabalar› ile Türkiye’de de gündem olmufl-tu.

22 Ertu¤rul Günay’›n sel felaketini yorumlarken sarf etti¤i sözler “mutabakat feshi”ninilan› gibidir: “‹stanbul, daha çok bilim, kültür-sanat merkezi, belki finans merkeziama kesin olarak sanayi merkezi de¤il. Sanayiden kaynaklanan nüfus ve konut yo-¤unlu¤unu bir uzun vadeli planlama yaparak mutlaka ‹stanbul'un d›fl›na ç›karmakgerekiyor. Bunu yapmazsak, ‹stanbul hala yorgan›n› s›rt›na sar›p Anadolu'dan ge-lenlerin fabrikalarda asgari ücretle ekmek arad›¤› bir umut bölgesi halinde kal›rsa,biz önümüzdeki y›llarda da bu s›k›nt›lar› ne yaz›k ki yaflar›z… ‹stanbul'un ismiylebirlikte bu ac›lar›n, altyap› s›k›nt›lar›n›n gündeme gelmesi do¤rusu çok büyük bir ta-lihsizlik oldu ”

33 Bu tarzdaki soylulaflt›rma uygulamalarn›n en bilinen örneklerinden biri, Beyo¤lu’n-da özellefltirilerek girifline ç›k›fl›na arama noktalar› ve badigardlar yerlefltirilen Ceza-yir Soka¤›’d›r. Halktan ar›nd›r›larak “nezih” bir e¤lence mekan›na çevrilen soka¤›nisminin trajik biçimde Frans›z Soka¤› olarak de¤ifltirilmesi tesadüf de¤il, sermaye-nin sömürgeci içgüdülerinin sonucu olarak de¤erlendirilebilir.

69

Tüm kamusal mekanlar›n özellefltirildi¤i neoliberal otoriterkentte her istedi¤imizsokaktan geçemez, de-niz kenar›nda para öde-meden soluklanamaz, al›flveriflmerkezleri haricindekenti yaflayamaz, tüket-meden var olamay›z. Bu durumdakent sadece ve sadecebelirli bir tüketim gücüolanlar için mekanlarsunar. Di¤erleri ise varettikleri kentte ad›mad›m mültecileflirler.

Page 72: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

AKP iktidar›n›n kentsel rekabete dayal› sermaye çekme stratejisinin kritikkurumlar›ndan birisi olan Toplu Konut ‹daresi, neoliberal dönüflümün bafl-lar›nda Özellefltirme ‹daresi’nin oynad›¤› rolü bugün kentler üzerinden üstlenmekte, sonsuz yetkilerle donat›lmaktad›r

“Biz devlete tabiyiz, vatandafla tabi de¤iliz,vatandafl devlete uyacak, devlet vatandafl›nzarar›na ifl yapmaz” (TOK‹ Baflkan› Erdo¤an Bayraktar’›n CNN Türk’teki bir konuflmas›ndan)

Metalaflt›r›c› zor ayg›t›olarak TOK‹ Metalaflt›r›c› zor ayg›t›olarak TOK‹

DOSYA BARINMA HAKKI

Page 73: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

on dönemde kentsel dönüşüm pratiklerinin ne-redeyse tamamının altından Toplu Konut İda-resi (TOKİ) çıkmaktadır. Amacı “nüfus artışıve hızlı kentleşme sebebiyle oluşan konut vekentleşme sorunlarının çözülmesi” olarak ta-

nımlanan TOKİ, çok sayıda yıkım, yağma ve yolsuzluk ha-berlerinde boy göstermektedir. 2000’li yıllarda AKP iktida-rının en kritik kurumlarından biri haline gelen TOKİ,1990’lı yıllarda Özelleştirme İdaresi’nin neoliberal dönü-şüm için oynadığı işlevsel rolü bugün kentler üzerinde oy-namaktadır. 1984 yılında kurulan ve uzun süre işlevsiz birkurum olan TOKİ, AKP iktidarı ile beraber, 2000’li yıllardaçıkartılan yasalarla güçlendirilmiş ve işletmeleştirilmiştir.

Baflbakanl›k Toplu Talan ‹flletmesiAKP iktidarı döneminde TOKİ, Arsa Ofisi Genel Müdürlü-ğü’ne ve yerel yönetimlere ait olan yetkilerin ve arsalarınönemli bir bölümünü devralmış, tüm ölçeklerde planlar yap-maya, yapılmış planları değiştirmeye ve daha da önemlisionaylamaya dair yetkilendirilmiştir. Gecekondu alanlarındaBayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın tüm yetkileri 2007 yılın-da, belediyeler ve il özel idarelerinin yetkileri de 2008 yılın-da TOKİ’ye bırakılmıştır. Böylece TOKİ’ye, yerel ve mer-kezi iktidardan “bağımsız” bir kurum görüntüsü kazandırı-

lırken, gerçekte neoliberal kapitalizmin anti-demokratiközünü yansıtan yönetim mekanizması devreye sokulmakta-dır. Kentler ve kentlerde yaşayanların yaşamı hakkında alı-nan çok ciddi kararlar, Başbakan’a bağlı TOKİ bürokrasisiile inşaat ve finans tekellerinin oluşturduğu oligarşik yapı ta-rafından alınmaktadır. Kısacası bu oligarşik yapı planlama,inşaat, satış gibi arazi kullanımı ile ilgili Türkiye’deki enyetkili organ konumuna yükseltilmiştir.

Karar mekanizmasının siyasi hesap sorma mekanizmaların-dan arındırılması yetmemiş, TOKİ yargı karşısında da güç-lendirilmiştir. TOKİ faaliyetlerinin, Kamu İhale Kanunukapsamı dışına çıkartılması ile Sayıştay’ın denetimindenuzak tutulmasına dair düzenlemelere, kurumun yapı deneti-mine dair kanunlardan da muaf tutulması eklenmiştir.

AKP iktidarıyla, Hazine’ye ait tüm arazileri bedelsiz alabil-me olanağı verilen TOKİ, hükümet tarafından 13 Ekim2009’da Meclis’e gönderilen bir kararname ile, sadece arsa-lara değil üzerinde bina bulunan Hazine mülklerine de el ko-yabilecek şekilde güçlendirilmek istenmektedir. TasarıdaTOKİ’ye devredilmiş arsa ve arazilerden de ebediyen Em-lak Vergisi alınmaması öngörülmekte, böylece kurum tammanasıyla kentsel dönüşümün neoliberal terminatörüne dö-nüştürülmek istenmektedir.

Bir taraftan görülmemiş yetkilerle donatılan TOKİ öte taraf-tan da hızla işletmeleştirilmiştir. 2002 yılında kurumun ipo-tekli konut kredisi devralmasına, menkul kıymet (finansalkağıtlar) ihraç etmesine ve hizmet satın almasına dair dü-zenlemeler yapılmıştır. 2003 yılında çıkartılan bir kanunlabu kuruma kar amacı güden projeler geliştirme hakkı veril-mesinin ve bunun için de çeşitli ortaklıklar kurulmasına izinverilmesinin TOKİ’nin işletmeleştirilmesi sürecine katkısıbüyüktür. Bu düzenlemelerle birlikte TOKİ, eski yoksulmahalleler üzerine inşa ettiği uydu-kentlerle, akıllı-evlerle,girdiği finansal ortaklıklarla girişimci kamu kuruluşu olarakanılmaya başlanmıştır. TOKİ, Groupama International veAxa Group gibi uluslararası tekellerin yanı sıra Vakıf Gay-rimenkul Yatırım Ortaklığı AŞ, Vakıf İnşaat Restorasyon veTicaret AŞ’nin de ortağı olmuştur. Başbakanlığa bağlı TO-Kİ’nin, Deniz Feneri yolsuzluğunda para nakillerinin ger-çekleştiği ve ATV-Sabah grubunu satın alan Çalık Gru-bu’nu fonlayan Vakıfbank ile ortaklığı da manidardır.

Devletin kentsel dönüşüm bağlamında artan rolü farklı ser-maye grupları arasındaki mücadeleye bağlı olarak, kayırma-cılık, yolsuzluk gibi iddiaları da gündeme taşımaktadır.11 İn-şaat Mühendisleri Odası’nın bir araştırmasına göre TO-Kİ’nin ihale ettiği işlerin yüzde 68'lik bir bölümünü AKPhükümetine “yandaş” şirketler almıştır. 2002–2007 yıllarıarasında kurumun yaptığı 700 civarında ihaleden dağıttığı16 milyar liranın çok büyük bir bölümünün Müstakil Sana-yici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD), Anadolu Aslanları

71

S

Page 74: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

İşadamları Derneği (ASKON), Türkiye Sanayici ve İşadamıDernekleri Konfederasyonu (TUSKON) üyesi şirketlerinkasasına akması diğer sermaye grupları arasında da şikâyet-lere neden olmuştur.22 Bu tablo AKP açısından kentsel dönü-şümün anlamını özetlemektedir: AKP kentsel mekanlarınpazarlanması üzerinden hem uluslararası tekelci mali ser-mayeyle hem de yerel yandaş sermaye gruplarıyla bağlarınıkuvvetlendirmektedir. Tayyip Erdoğan’ın TOKİ Başkanlı-ğı’na, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin konut yapım şir-keti KİPTAŞ’ın başkanlığını yürüten Erdoğan Bayraktar’ıataması bu bağların sürekliliğine verdiği önemi göstermek-tedir.

Son dönemlerde TOKİ müteahhitliğin anlamını da değiştir-miştir. Kentlerde rantı en yüksek arazilerin TOKİ aracılığıy-la değerleniyor oluşu, sermaye birikimi büyük şirketlerin in-şaat sektöründeki egemenliğini ilerletmiştir. Birikime en uy-gun arazilerdeki inşaatlar için TOKİ ihalelerine giriş, ciddibir finansal güç gerektirdiğinden Türkiye’de inşaat sektörü-nün simgesi “Laz müteahhit”ler olmaktan çıkmakta, büyükinşaat tekelleri, yatırım ortaklıkları, konsorsiyumlar, sektörüdaha da oligopol bir piyasa haline getirmektedir. Hem gide-rek yükselen finansman ihtiyacı hem de inşaat sektörününürününün, konutun piyasada satılıp karın realize edilmesiiçin kredi mekanizmasına duyulan ihtiyaç, finans tekelleri-nin sektördeki konumunu oldukça güçlendirmiştir ve bu sü-reçte TOKİ’nin katkısı oldukça önemlidir.

TOKİ’nin müteahhitlerinin finansal profilinin yükselmesi,TOKİ inşaatlarında çalışan yüz binlerce inşaat işçisinin ça-lışma koşullarını yükseltmemiş, aksine TOKİ ihalelerindesertleşen rekabet koşulları, parasız çalıştırmaya kadar varanemek sömürüsü biçimlerini gündeme getirmiştir. 2009 yı-lında neredeyse her ay TOKİ inşaatlarında çalışan işçilerinücretlerini alamadıkları için yaptıkları iş bırakmadan, çatıyaçıkmaya ve inşaatı bloke etmeye varan eylemleri gündemegelmiştir.

TOK‹’den yoksula ne düfler“Teorik olarak” alt gelir gruplarına yönelik ucuza konutüretmeyi hedefleyen bir kurum olan TOKİ’nin ürettiği ko-nutların yüzde 56’sı üst gelir gruplarına hitap eden lüks ko-nutlardır ve kurumun kaynaklarının sadece yüzde 22’siemekçilere yönelik konut üretiminde kullanılmaktadır. Ma-liye Bakanlığı’nın onayı ile Milli Emlak Genel Müdürlü-ğü’ne bağlı kıyı şeritleri ve kaplıca bölgelerindeki arazilerinTOKİ’ye bedelsiz devri ve yoksula ev yapmakla görevli bukurumun zenginler için villa tipi ikinci konut üretme kararıalması önemli bir örnektir. Bu sınıfsal tercihin oldukça gö-ze batar bir hale gelmesinin, yıllar geçtikçe daha belirginleş-mesi TOKİ tarafından da gayet iyi bilindiği içindir ki, seçimöncesi 2010 yılı TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar tarafın-

dan “alt gelir grupları ve yoksullar için konut üretimi yılı”ilan edilmiştir.

TOKİ’nin evlerinden ettiği yoksullar için, çoğunlukla ken-tin en dış çeperlerinde yer alan TOKİ Kentsel DönüşümBlokları’na taşınmak da bir kurtuluş olmamaktadır. 20-30seneliğine memur maaşlarına endeksli olarak artan “Barın-ma vergisi”ne bağlanan aileler, konut kredilerinin taksitleri-nin yanı sıra aidatlarını ve faturalarını ödeyememekte, öde-se dahi diğer temel hizmetlerden ve ihtiyaçlardan kısarakdaha da yoksullaşmaktadır. Bu ailelerde çocukların çalıştı-rılma oranı artmakta, borç batağına düşen aileler icra ile kar-şılaşmakta ya da evlerini borçlarıyla beraber satıp yenidengöç etmektedir. Sadece Ayazma Blokları’nda yerleşmeleri-nin üzerinden daha 2 sene geçmeden evlerini satanların ora-nı yüzde 30'a yükselmiştir. İstanbul Taşoluk’ta ise durumdaha vahimdir, kentsel dönüşüm projesiyle TOKİ konutları-na sürülen 300 aileden sadece 27’si mahallede kalmıştır.

Evlerinde oturmayı sürdürenler açısından da durum çok par-lak değildir. Lüks konutlar için “hiçbir masraftan kaçınma-yan” TOKİ’nin “sürgün evleri”nin neredeyse inşaat halindekullanıcılara teslim edildiği, çatılarının ak-tığı, 2 yıl içinde çürümeye başladığı İn-şaat Mühendisleri Odası’nın bir değer-lendirme raporuyla da belgelenmiş-tir.33

72

DOSYA BARINMA HAKKI

TOK‹ müteahhitlerinde çal›-flan tafleron iflçiler s›k s›kyapt›klar› eylemlerle gündeme geliyor. TOK‹ iflçile-rinin en önemli sorunu para-lar›n›n ödenmemesi olaraköne ç›k›yor. TOK‹’nin ihya etti-¤i müteahhitler, kar›n toklu-¤una ve flantiyede yatma kar-fl›l›¤› iflçi çal›flt›r›rken artaniflçi eylemleriyle ilgili olarak“üst iflveren” TOK‹’nin tavr› genelde umursamazl›k oluyor. ‹flçilerin müteahhitlerden ücretlerini alamamalar› ha-linde üst iflvereni ve ürettikleri inflaatlar› hedef alan eylemlere de bafllad›klar›gözlemleniyor.

Page 75: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Ancak her şeye rağmen AKP iktidarı, tıpkı diğer dilencileş-tirme politikalarında olduğu gibi, geniş bir hak ihlalini, seç-meci ve sınırlı bir ulufe dağıtımıyla beraber yürüterek, hembelirli bir kitle desteği sağlamakta, hem de “fakir fukara-ga-rip guraba”ya “bir gün sana da çıkabilir” umudunu yaymak-tadır. Bu açıdan TOKİ, sosyal politikaların yerini sadakanınaldığı neoliberal dönemde, iktidar için önemli bir siyasi pat-ronaj aracı olarak varlığını sürdürmektedir.

Kullan›m de¤erinin güvencesi olarakküçük mülkiyet ifllevsizlefliyorKentsel dönüşüm mekanlarındaki kiracılara dair, işyerlerin-den çok uzakta 40 metrekare konutların alıcısı olmak içinkura çekmek dışında hiçbir gerçekçi çözüm önermeyen TO-Kİ44, küçük mülk sahibi emekçileri mekânlarından çıkarta-bilmek için havuç-sopa yöntemini kullanmaktadır. Mülk sa-hiplerine enkaz bedeli ve uzun vadeli borçlanma karşılığı ev“öneren” TOKİ, bunun kabul edilmemesi durumunda daacele kamulaştırma yetkisi sopasını çıkarmaktadır. Sadeceafet ve savunma gibi olağanüstü durumlarda Bakanlar Ku-rulu kararı olmaksızın kullanılabilen “acele kamulaştırma”yetkisinin kentsel dönüşüm projeleri için kullanılabilmesinedair AKP iktidarı döneminde

yapılan yasal düzenlemeler, durumun ciddiyetini göster-mektedir. Anayasa’ya göre sadece kamu yararına kısıtlana-bilecek “mülkiyet hakkı” kentsel dönüşüm için emekçi sı-nıflar aleyhine kısıtlanarak, neoliberalizmin sadece büyüksermayeden ibaret kamu ütopyasını yansıtmaktadır. Libera-lizmin tüm hakların üzerinde gördüğü “mülkiyet hakkı”, pi-yasaya yönelik değişim değerinin karşısında mülk sahipleriiçin kullanım değerini ifade ettiği ölçüde kutsallığını yitir-mektedir.

Kentleri değişim değerinin, yani sermayenin tam egemenli-ği altına almak adına “acele kamulaştırma” silahı dışında çe-şitli yıldırma yöntemleri de geliştirilmektedir. TOKİ’nin il-gi alanına giren bölgelerde altyapı, ulaşım, eğitim, sağlıkhizmetleri aksatılmakta, böylece bir taraftan mahalle “de-ğersizleştirilirken” bir taraftan da mahallenin sakinleri tes-lim alınmaya çalışılmaktadır.

TOKİ’nin kentsel dönüşümü savunurken kullandığı argü-manlara rengini veren sadece piyasanın soğuk rasyonel dilideğil, aynı zamanda buna eşlik eden yoksul düşmanı birnormatif dildir. TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar “terörün,uyuşturucunun, devlete çarpık bakmanınarkasında gecekondulaşma var” de-mekte ve açıkça

73

Page 76: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

DOSYA BARINMA HAKKI

yoksulların İstanbul’dan sürülmesini önerebilmektedir.“Suç merkezlerinin temizlenmesi” ve güvenlik sorunu söy-lemleri etrafında emekçi semtleri sürekli olarak soylulaştır-ma/seçkinleştirme ve küçük mülk sahipleri mülksüzleştirmeoperasyonlarının hedefi haline getirilmektedir

Neoliberal otoriter kent ve alternatif Bir dönem emekçilerin barınma sorununu piyasa-dışı kanal-lardan kendi kendilerine çözmesini (gecekonduları) engelle-meyen, daha sonraları özellikle 80’lerde kentsel rantın yara-tılması sürecinde tekelci sermaye dışında belirli küçük mülksahibi kesimlere de ranttan pay veren kapitalizmin neolibe-ral aşamasında kentsel mekanlar artık tekelci mali sermaye-nin tam egemenliği altına alınmak istenmektedir. TOKİ gi-bi otoriter kurumlarla sağlanmaya çalışılan bu egemenlikkarşısında küçük mülkiyet savunusuyla direnmek güçleş-mekte, barınma hakkı için küçük mülkiyet işlevsizleştiril-mektedir.

Soylulaştırılan/seçkinleştirilen mekanlardan uzaklaştırılarakgörünmez hale getirilmek istenen emekçiler, sadece ekono-mik zarara uğramamakta, bu süreç yoksul emekçilerin poli-tikaya müdahalesinin geleneksel bağlarının dparçalanması-nı da beraberinde getirmektedir. Emekçi sınıfların mahalle-leriyle birlikte kentlerdeki politik temsil bağları da yok edil-mektedir. Tüm karar verme, onaylama, uygulama yetkisininTOKİ gibi doğrudan Başbakanlığa bağlı, işletmeleştirilmiş,merkezi bir üst-kurulda toplanması, halkın kentsel siyaset-ten tam anlamıyla dışlanması anlamına gelmektedir. Buyüzden kentin neoliberal dönüşümüne karşı mücadeleninaynı zamanda bir demokrasi mücadelesi olarak örgütlenme-si, yeni demokratik, fiili politik temsil biçimleri yaratılmasızorunludur. Bu açıdan barınma hakkı, devletçe kolayca işlev-sizleştirilebilen bireysel mülkiyet sahipliğini aşan, sağlıklı biryaşam ortamında kamusal bir barınma hakkı olarak tanımlan-malıdır. Böylesi bir tanımlama etrafında büyütülecek müca-dele, yoksul mahallelerdeki emekçilerin, tapulu/tapusuz, evsahibi/kiracı gibi, aslında kalıcı hiçbir güvence sağlamayankategoriler ile bölünmesini de engelleyebilecektir. Bu kavgasermayenin kendi suretinden yarattığı neoliberal otoriter ken-te karşı demokratik bir emekçi kamusallığı kurma kavgasıdır.

Dipnotlar:11 Türkiye Kent Kooperatifleri Merkez Birli¤i Genel Baflkan› Mehmet Aksoy’un TOK‹

projelerini elefltirirken kulland›¤› ifadeler sermaye içi mücadelelerde devletin ar-tan önemine dair çarp›c› bir örnektir: “Hükümetimiz birçok alanda özellefltirme-ye giderken, ne hikmetse konutta devletlefliyor.''

22 ‹nflaat Mühendisleri Odas›, “TOK‹ De¤erlendirme Raporu”, http://politek-nik.org.tr/site/indir/imo-toki%20raporu.pdf

33 Ad› geçen rapor44 ‹stanbul Ayazma’da yaflananlar TOK‹ projelerinin kirac›lar için yaratt›¤› büyük y›-

k›m› göstermek aç›s›ndan çarp›c› bir örnektir. TOK‹’ye kira ödeyemedikleri için y›-k›mlar›n ard›ndan 3 y›l bar›naklarda ve çad›rlarda yaflamak zorunda kalan Ayaz-mal›lar, mücadeleleri sonucu geçen y›l 2008 y›l›nda belediyeden kira yard›m› öde-ne¤i alm›flt›. Ancak Belediye, bir y›l›n ard›ndan kira yard›m›n› karfl›lamayaca¤›n›,konut tahsisinin de TOK‹’nin yetkisinde oldu¤unu gerekçe gösterince, 18 aileyemesken olarak yine sokaklar kald›.

TOK‹ Baflkan› Erdo¤an Bayraktar her dönem Tayyip Erdo¤an’›nas kadrolar› aras›nda yer ald›. Erdo¤an ‹stanbul Büyükflehir Beledi-ye Baflkan› iken belediye flirketi olan K‹PTAfi’›n Genel Müdürlü-¤ü’ne getirilen Bayraktar, o dönemde Milli Görüfl’te temsil edilensermaye kesimleri aç›s›ndan önemli projelere imza att›. RefahPartisi’nin sembollerinden ismini alan Baflakflehir ve Hilalflehir pro-jeleri, AKP’nin üzerinde yükseldi¤i sermaye birikim modelinin deilk sembolleri oldu. AKP’nin iktidara gelmesinin ard›ndan Bayrak-tar 2002 y›l›nda TOK‹ Baflkanl›¤›’na getirildi. Bir baflka ifadeyle “ka-sa sa¤lama al›nd›”. 81 ilde ve 370 ilçede 500 bine yak›n konut in-flaat› yapt›ran ve Türkiye’deki kamuya ait arsa/arazi/bina stokuüzerinde büyük bir söz hakk› bulunan TOK‹’nin bafl›nda olan Bay-raktar, Türkiye’nin “en güçlü” isimlerinden bir oldu. Ad› AnkaraBelediye Baflkanl›¤› için geçen Bayraktar’›n milletvekili aday› olma-s› da gündeme geldi ancak TOK‹’nin kritik konumu nedeniyle bukurumun bafl›nda kald›. Erdo¤an Bayraktar’›n o¤lu ‹stanbul II Nu-maral› Kültür ve Tabiat Varl›klar›n› Koruma Kurulu’nda raportör-lük yaparken, babas›n›n isminin Eskiflehir’de bir okula, day›s›n›n is-minin de Çorum’da bir parka verilmesi tart›flma yaratt›.

Teorik olarak “dar gelirlilere” ev yapmakla sorumlu olan bir kuru-mun bafl›na “Paras› pulu olmayan insanlar›n ‹stanbul’da yo¤unlafl-mas›n›n engellenmesi için birtak›m tedbirler al›nmas› gerekiyor”diyen Bayraktar’›n getirilmesi, hem TOK‹’nin hem de onun yürüt-tü¤ü kentsel dönüflüm projelerinin ruhunu gayet net biçimde aç›-¤a ç›kar›yor. “Paras› pulu” olmayan insanlar›n ‹stanbul için güvenliksorunu oluflturdu¤unu savunan Bayraktar’›n, “Bu insanlar›n ‹stan-bul’da bar›nmas›n› engelleyerek, kentsel dönüflümü yapabiliriz”fleklindeki sözleri AKP’nin yoksullara nas›l bakt›¤›n›n en net gös-tergesi. Bayraktar’›n ‹stanbul Hac›hüsrev mahallesindeki dönüflümprojelerini savunurken bölgede yaflayan “siyah, esmer vatandafl-

lar”›n, “yasak al›msat›mlar” yapt›¤›nadikkat çekmesi ve“bunlar›n elden geçi-rilmesi” gerekti¤inivurgulamas› yoksul-lu¤u kriminalizeeden neoliberalotoriter yaklafl›m›nbir örne¤i olarak de-¤erlendirilebilir. Sa-dece bu ifadeler ›fl›-¤›nda dahi, TOK‹’ningecekondulular› se-fil bir yaflam ve kötükonutlardan kurtar-ma iddias›, 30 tutsa-¤›n hayat›n› kaybet-ti¤i “Hayata DönüflOperasyonu” per-vas›zl›¤›nda bir sald›r›söylemidir.

Kim bu Erdo¤anBayraktar?

74

Page 77: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

75

“Gerçekte, burjuvazi bar›nma sorununu kendi usulüne göre yaln›z tek birçözme yöntemine sahiptir –yani onu öyle bir flekilde çözer ki çözüm sürekliolarak sorunu yeniden üretir. Bu yönteme ‘Haussmann’ denir... Nedenlerne denli de¤iflik olursa olsun sonuç hep ayn›d›r; rezil geçitler ve fleritler bubüyük baflar›dan dolay› burjuvazinin savurgan kendini be¤enmiflli¤i eflli¤in-de yok olur ancak hemen baflka bir yerde yine ortaya ç›kar... Onlar› ilk andaüreten ayn› ekonomik gereklilik, bir sonraki yerde de üretir.”

(F.Engels)

Haussman’›n 1850’lerde uygulad›¤› Paris plan›, büyük meydanlarda birleflen genifl ve uzun bulvarlardan olufluyordu. Geneldedevlet binalar›n›n bulundu¤u büyük meydanlar iktidar› temsil ediyordu. Bu plan ilk bak›flta kente düzenli bir kent görünümüverse de, asl›nda büyük meydanlara dikilecek top arabalar› ile olas› bir kalk›flmay› bast›racak batarya mevziine dönüflüyordu

Haussmannc›l›k ve yeni biçimleri Haussmannc›l›k ve yeni biçimleri

Page 78: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Temmuz Devrimiyle ba-rikatları sokaklara inşaeden işçi sınıfı, 1848 öz-gürlük ateşini yine Pa-

ris’te yakıyordu. Paris’teki isyan Avrupa’da devrimlere dönü-şüyordu. Devlet ise Paris’in varoşlarındaki direnişi kıramıyor-du. Paris’in bir at arabasının bile geçmekte zorlanacağı dar so-kaklarında binadan binaya kurulan barikatlar, direnişin sim-gesi oluyordu. Üç katlı bir bina yüksekliğine varan barikatlar,devlet kuvvetlerince aşılamıyor, devlet yoksulların isyanınıkontrol altına alamıyordu. Aynı yıllarda Fransa, etkileri dur-gunluk, enflasyon ve işsizlik olarak ortaya çıkan büyük birkriz içerisindeydi. Yeni değerlenme, emilim alanları yaratıla-rak sermaye krizden kurtarılmalı, işsizlik sorununa ise yeniemek sahaları yaratılarak çözüm aranmalıydı. Bu öyle bir“çözüm” olmalıydı ki aynı zamanda işçi sınıfının isyanı dabastırılmalıydı.

Bu dönemde başa geçen 3. Napolyon, Avrupa çapındaki de-miryolu ağları, Süveyş Kanalı’nın inşası gibi yatırım alanlarıyarattı. 1850’li yıllarda 3. Napolyon döneminde Paris valiliği-ne getirilen Georges Eugéne Haussmann ise iki sorunu birarada çözecek formülü buldu. Paris’i yıkıp yeniden inşa ede-rek hem “baldırıçıplak” isyanlarının askeri olarak denetim al-tına alınabileceği bir kent yaratacak ve hem de bu sayede ser-maye yatırıma dönüşerek krizden, değersizleşmeden kurtarı-lacaktı.

Haussmann, devletin kentteki en ücra köşelere, tüm varoşa

sorunsuz biçimde ulaşıp olası bir kalkışmayı bastırması vevergi toplamanın kolaylaştırılması için sokakları genişletti,uzun bulvarları büyük meydanlarda birleştirdi. Barikatlarladaracık sokakların kapatılmasına izin verilmemeli, büyükalanlara dikilen top arabaları 360 derece döndüğünde, kilo-metreler boyunca dümdüz uzanan bulvarları net görebilmelive isyan, hükümet konağına ulaşamadan bastırılmalıydı. Buplan aynı zamanda büyük bir emek gücünü gerektiriyordu.Sonuçta 20 yıl süren Paris’in yeniden inşasında yüzbinlerceişçi çalıştı. Ne var ki, 20 yıl kadar istihdam sorununu dindirenve sermayeye yeni yatırım alanları açan Haussmann’ın planıyeni bir kültür yaratacak ve yeni isyan dinamiklerine zeminhazırlayarak ilk yenilgisini Paris Komünü ile tadacaktı.

Haussmann’ın planı, sermaye için yeni birikim alanları yarat-mak için değişik biçimlerde ve sanayi burjuvazisinin koçbaşıolduğu dönemde, işçi nüfusunun yoğun olduğu New York’ta1942 yılında bir kez daha uygulandı. Ancak “burjuvazinin sa-vurgan kendini beğenmişliği”, tıpkı Paris’te olduğu gibisorunu erteledi ve “çözüm sürekli olarak sorunu yeniden üret-ti”. New York rüyası, yeni bir isyan dalgasıyla, 68 hareketiy-le çöktü.

Neoliberal dönemde de bu plan birçok kentte değişik biçim-lerde “kentsel dönüşüm” adı altında uygulandı. Dubai, bu dö-nemin en çarpıcı sembollerinden biri oldu ve bu model birçok“küresel kent”e de sirayet etti. Büyük gökdelenlerin yaygın-laşması olarak görünüme yansıyan planlar, Çin’deki Shenz-hen, Şangay ve günümüzde nüfus bakımından hızla büyüyen,

76

DOSYA BARINMA HAKKI

Haussman’›n hem sermayenin krizini çöz-mek hem de isyan bast›r-mak için yapt›¤› plan Pa-ris’e sadece 15 y›ll›¤›na “huzur” sa¤lad›. ‹ktidar›nmüdahalesini kolaylaflt›ran düzenek, iktidar›n düflmesini de kolaylaflt›racak, Paris Komünü Haussman’›nplan›n› bozacakt›. Plandaha sonra ard›llar› taraf›ndan yayg›nlaflt›r›larak gelifltiriliyordu ama Ha-ussman’›n isyan bast›r›l-s›n diye yapt›¤› plan “yenisorunlar” yarat›yordu.Büyük meydanlar ve geniflbulvarlar “68 barikatlar›-na” ev sahipli¤i yap›yor,Haussman’›n plan› bir kezdaha yenilgiyi tad›yordu.

1830

Page 79: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

Mumbai, Mexico City, Lima gibi kentler başta olmak üzeredünyanın neredeyse bütün büyük metropollerinde “finansmerkezi ya da Dubai yaratma” iddiasıyla hayata geçirildi. Ha-usmann planının ekonomik yönüne uygun olarak, devletlertüm bu projelerde sermaye adına yağma, talan ve birikimalanları yarattı. Yoksulları sürdüğü alanları, kamu kaynakla-rını ve arsalarını sermayeye açtı, küçük mülkleri de yine ser-maye adına özelleştirilmek üzere “kamulaştırdı”. Tekelci ser-mayenin değerleneceği yekpare camlı gökdelenler, rezidans-lar ve AVM’ler inşa etmek için tüm kamusal alanları ve yok-sul emekçilerin yaşam alanlarını yıkarak harekete geçen, Ha-usmann’ın dozerleriydi.

Haussmann planının askeri yönü ise günümüzde “mekansaldışlama, kimliksizleştirme, ötekileştirme” biçimlerinde yeni-den hayat buldu. Bu planda yoksullar tıpkı kentsel gelirin ye-niden bölüşümünde yaşadıkları dışlanma gibi kentsel mekân-lardan da ustaca saf dışı bırakıldı. Bu dönemde sermayeninakışının önem kazanması, kentin ağırlık noktasını birikiminaktarıldığı arterlere doğru yöneltti. Ana arterler, ister demir-yolu, ister su yolu, ister karayolu viyadükleri olsun, sermayeakışını sağladığı gibi, yoksulla zengin arasında duvar işlevigörmeye başladı. Yoksullarla dip dibe oturmak “zorunda ka-lan” zenginlerin ultra güvenlik önlemleriyle “yalıtım” önlem-leri, yoksul semtlerden kent merkezine gelen otobüslerin zen-gin muhitlerden sıkça geçirilmemesi de engellemenin diğerboyutları oldu. Yoksul mahallelerde devlet denilince kollukkuvvetlerinin operasyonlarının hatırlandığı kriminalizasyon

süreci de bu mekânsal ayrımcılığın bir başka boyutu oldu.“Her türlü tehlikenin boy gösterdiği iflah olmaz yoksul ma-halleler” kentteki tüm olumsuzlukların odağı olma suçlama-sıyla yargılandı ve cezaları devlet şiddetiyle ve medyanın ırk-çı yoksul düşmanı diliyle kesildi. Devletin bu bölgelere hiz-met götürmemesiyle birlikte, aydınlatılmayan sokaklar kadın-ları, yüksek ve gelişigüzel yapılan ve ilk yağmurda dökülenrampasız kaldırımlar engellileri, uzaklara yapılan parklar ço-cukları evlere hapsederken; işsizlik ve pahalı yaşam koşulla-rı, sosyal merkez yetersizliğiyle birleşince gençler kahve yada kafelere hapsoldu.

Yoksulları kent yaşantısından ve nimetlerinden koparmayıhedefleyen, zengin ve yoksul arasına görünmez duvarlar ör-me politikalarının çelişkisini üretim sürecinin çıplak gerçek-leri gözler önüne seriyor: Yoksul mahallelerde kentin olanak-larından tecrit edilmek istenenler, zenginlerin oturduklarıakıllı evleri inşa edenler, konutların güvenliğini sağlayan gü-venlikçiler, evlerini temizleyen ve çocuklarına bakan günde-likçiler ve bakıcılar çöplerini toplayan çöpçüler… Kent, ken-ti inşa edenlerce, kentsel hizmetleri yaratanlarca yönetilmedi-ği sürece hiçbir dönüşüm düzenin sorunlarını ilelebet çözmü-yor, her çözüm yeni sorun ve sıkıntılarla yeni isyan hareket-lerini gündeme getiriyor. Yoksullar kendileri için hapishaneduvarına dönen büyük otoyolları kesmeye, bu hapishaneninduvarını yıkmaya ve kendi çeperinden dışarı taşmaya hergündaha da yaklaşıyor. Hausmann’ın hayaleti kentlerde dolaşı-yorsa da onu Paris Komünü’nün hayaleti kovalıyor.

77

Page 80: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

DOSYA BARINMA HAKKI

Bar›nma hakk› ve kad›nBar›nma hakk› ve kad›n

ekânların cinsiyeti vardır. Kent ve sokak er-keğin, ev ve kapı önleri kadının izini taşır.“İşçi olan, çalışan” erkektir. Kendisi de dı-şarıda çalışsa bile ailenin bakımı “görevini”üstlenen kadın. Mekanlara cinsiyetini ve-

ren ne doğa, ne de biyoloji değil, toplumsal cinsiyet rolleri-dir. Yuvayı kuranın dişi kuş olması, dişi kuşun doğanınaksine toplumda ekonomik, sosyal, cinsiyetçi koşullar yü-zünden yuvaya hapisliği yüzündendir.

Kadının aleyhine kurulan erkek egemen-kapitalist düzen,kadını çeşitli denetim ve yoksunlaştırma mekanizmalarıylakentin olanaklarından ve kaynaklarından mahrum bırakır.Maddi külfet, okumaz-yazmazlık, şiddet, dinsel baskılardurumu daha da ağırlaştırır. Kent, kadınlar için güvenliksizve ulaşılmazdır. “Aile bütçesine katkı” olsun diye girdikle-ri işler düşük ücretli ve sınırlı olduğu; evden uzakta çalış-maları meşru sayılmadığı; çocuklarını bırakacak kreşleri

olmadığı için, çoğunlukla evlerinde çalışmayı tercih eder-ler. Evin işleri, çocukların ve yaşlıların bakımı da aynı me-kanda gerçekleştirilir. İşte bu yüzden kadınlar yaşamlarınınçoğunu mahallelerinde veya kendi ilçe sınırları içerisindesürdürürler. Kadını eve bağlayan görünür-görünmez bağ-lar, kadının yerinin evi, işinin ailesi olmasını öğütleyen di-ni buyruklarla ve televizyon reklamlarıyla her fırsatta gü-vence altına alınır. Emekçi ailesinin kadını, emeğin yeni-den üretimi için sokulduğu cenderede bir ömrü eviyle geçi-rir. Ev, dışarıda da çalışsa bile kadının hem üretim alanı,hem de ömürlük emeğinin ürünüdür.

Mahkûmiyetin sürdüğü yer çoğunlukla sağlıklı koşullarasahip değildir. Her rüzgârda soba zehirlenmesine yol açan,ilk yağmurda su içinde kalan, çoğu zaman nem alan evler,kadınların hastalıklarının ve sıkıntılarının da kaynağıdır.Kireçlenme, akciğer hastalıkları, iskelet bozuklukları gibihastalıklar daha çok sağlıksız ortamda sürekli yaşayan ka-

Gecekondu y›k›mlar›nda en çok onlar görünür. Bazen ellerinde sopalarlaba¤›r›r, y›k›mc›lara kafa tutarlar. Bazen inmemecesine ç›kt›klar› birbinan›n tepesinde bedenlerini ortaya koyarak savunurlar evlerini. Tehdide,sald›r›ya papuç b›rakmazlar. Gecekondulardan kurulu mahallelerin kav-gac› kad›nlar›d›r onlar.

M

Page 81: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

79

dınlarda görülür. Yoksulun evi yoksulluğun yarattığı sıkın-tıların biriktirildiği bir kabuğa dönüşür; yoksulluğun en de-rin mekânsal tecrübesini yaşayansa kadınlardır. Ama yok-tan yonga yapmanın ustası kadınlar, zaman içinde bu yok-sul kabuklara yerleşir, onları içinde biraz olsun rahat ettik-leri yuvalara dönüştürürler. Düzenlerini bozacak her şeyedüşman kesilirler.

Kadın için evin dışı demek, kapı önü, bahçe ya da balkondemektir. Bunlarsa evin dışı olmaktan çok uzantısıdır; dışa-rıya dahil olmanın ara mekanlarıdır. Kadınlar için en önem-li sosyal alan kapı önlerindeki komşuluk ve sosyal dayanış-ma ilişkilerinin alanıdır. Gecekondu mahallesinin komşu-luk ilişkilerinden güç alan sosyal, “eke” kadını, apartman-laşmış yoksul mahallede yalıtıldığında depresifleşir, güç-süz düşer. Yoksul kadınlar için yakın komşuluk ilişkileri-nin kaybı, genellikle bütün sos-yal alanın ve onunla birlik-te birçok avantajın da kay-bıdır. Ev komşu, komşuev demektir.

Fakat kent, hem kadınınhem de komşularının ya-şam akışını değiştirecek ge-lişmelere gebedir. Sermayeninkentlerde yeni rant alanları yarat-ma isteği, kadınların bir ömürlükemek ürünlerini yağmalamaya; ka-dınları bütün sosyal ilişkilerini kur-dukları, çocuklarını komşularıyla bir-likte büyütüp baktıkları mahallelerdensürmeye yöneldiğinde, kent merkezleri veimkânları kadınlara daha da uzaklaşmak-tadır. Kent merkezlerinden uzaklaştırılankadınların sosyal yaşama ve çalışma hayatı-na katılabilmeleri ve eğitim- sağlık hizmet-lerine erişebilmeleri çok daha zorlaşmakta-dır. Bir yandan kentsel dönüşümle ötelendik-leri yeni çevreye uyum sağlayamamak, biryandan da ulaşım olanaklarının kısıtlılığı vepahalılığı gibi etmenler kadınları kentsel dö-nüşüm projeleri sonucunda daha fazla evehapsetmektedir.

Bu nedenle kentsel dönüşüm projeleriyleberaber insan onuruna yaraşır bir barınmahakkı savunmanın kadınlar için anlamı bü-yüktür. Yaşamını özdeşleştirdiği evine yapı-lan saldırıyı durdurmaya çalışan kadın, eviyaparken sırtında taşıdığı tuğlanın; katlandı-ğı onca fedakarlıkların; “elinin duvarın sıva-sında hala duran izlerinin” ve komşusunun in-

şaata getirdiği bir bardak çayın hakkını savunmaktadır.Evin ve mahallenin simgelediği birikmiş emekle böylesineyakından özdeşleşmeleri, evlerini koruma güdüsüyle hare-kete geçen kadınların barınma hakkı mücadelesinde karar-lılıkla yer alıp hızla siyasallaşmalarının temel nedenidir.

Barınma hakkı mücadelesi, mekânsal örgütlenme koşullarıaçısından kadının mücadeleye katılımını kolaylaştıran ola-naklar sunmaktadır. Kentin farklı yerlerine kolaylıkla erişe-meyen kadın, mahallesinde doğmuş ve yerleşmiş olan vedoğrudan risk altında olan kendi yaşam alanına dair politi-kalar üreten bir örgütlenmeye daha kolay dahil olabilmek-tedir. Günün her anı yanı başında bulduğu komşusuyla mü-cadeleye de yan yana katılabilmekte, kendisini komşuların-dan oluşan bu yeni kavga örgütüne daha rahatça ait hisset-mektedir.

Ev bağımlılığı simgelese de, barınma hakkı mücadelesininkadınlar için evlerden sokaklara doğru açtığı kapı, eşit yurt-taş olma mücadelesine doğru ilerlemektedir. Bir kez soka-ğa çıkan ve sesini yükselten kadın, evine bir daha eskisi gi-

bi dönmemektedir. Kamusal alanda, demokrasi esaslıbir birlikteliğin içinde söz söylemenin özgürleş-

tirici gücüyle tanışan kadının, ev içinde vedışındaki geleneksel cinsiyetçi rolleri sars-mak yönünde adımlar atabilmesinin önüaçılmaktadır.

Kadın evini korumak için bile olsa sokağa,erkeğin iktidar alanına çıkınca kendisine bi-çilen rolleri de parçalamaya başlamış de-

mektir. Barınma hakkı mücadelesi verenkadınların, yaşadıkları diğer sorunlarada müdahale edebilme gücünü kaza-

nıp, ev içinde de söz sahibi olmayabaşladıklarını Dikmen Vadi-si’nden kadınlar en iyi şekildegöstermektedir. Önceleri evin-den çıkmak için kocasından izinalan kadınlar, zaman içerisindekocasından bağımsız biçimdeyıkım ekiplerine karşı en öndedurma iradesini sergilemekte-dir. Kadını sokağa çıkaranhak mücadelesi, sokağın, ka-musal alanın her unsuru gibi

erkeğe ait görünen militan eyle-minin kadınlaştırılmasını sağla-

maktadır. Katılımcılarını ağırlık-la kadınların oluşturduğu barın-ma hakkı eylemlerinde karşılaşı-

lan manzaralar ezber bozacak tür-dendir. Emekçi ailelerinin “feda-

Page 82: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)

kar kadınları, özverili anneleri” olarak tanımlanan; sessiz-lik, çilekeşlik, mazlumluk gibi özellikler yakıştırılan onlar-ca kadın kitle gösterilerinde olanca öfkeleriyle yer almakta,toplantı kürsülerinden kükreyerek tüm mahallenin insancayaşama hakkını savunmaktadır. İnsanca yaşanabilir konut-lar için yola çıkan, sokaklarla tanışan, korkulardan, baskı-dan, utangaçlıktan sıyrılan ve böylece yeniden var eden ka-dın, yaşamda, sokakta, kentte tüm kadınların ‘var olma’kavgası için verilen mücadeleyle buluşmaktadır. Kadınmücadelesinin bu yeni dinamiği, ‘evin erkeği’ne barikattaöğrendiği gibi direnebilmekte, yok sayılmaya ve susturul-maya karşı yıkımcılara bağırabildiği gibi sesini yükseltebil-mektedir.

Hak mücadeleleri içinde yükselen kadın militanlığını ör-gütlü bir kadın hareketinin ve halkın hakları mücadelesinintemel itkisi haline getirmek mümkündür. Barınma hakkımücadelesi yürütülen mahallerdeki kadınların kentsel hak-lara yönelik diğer taleplerini; sağlık ocaklarını, sokaklarınaydınlatılmasını, parasız kamu kreşlerini, sığınma evlerinive güvenceli iş olanaklarını talep etmek kadar; ortak çama-şırhane, mutfak, çocuk bakımı, tiyatro çalışması gibi ortakyaşam pratiklerini sürekli ve düzenli biçimde hayata geçir-mek; barikatta polise karşı cesaretle direnen kadınların ma-hallerdeki karar alma, toplantı süreçlerine aktif biçimde ka-tılmasını cesaretlendirecek çalışmalar yapmak; kadınlarıneo-liberalizme karşı mücadelenin kurucu öznesi olarakgeliştirecek süreçler yaratacaktır.

“Barınma haktır” diye haykıran kadınlar, yalnızca kendile-rine ait konutun derdine düşmekten çıkarak, komşuları vetüm mağdur emekçilerle dayanışma içinde ortak bir ya-şam alanını ve kültürünü savunmaya başlamaktadır. Or-tak ve ortaklaşmacı bir yaşam kültürü ise herkesten çokkadınların yararınadır. Barınma hakkının mülkiyetebağlı olmayan, herkesi kapsayan sosyal bir hakolmasından en fazla yararlanacak olanlar çoğunluklamülkün sahibi olmayan kadınlardır.

Barınma hakkı mücadelesinin direngen kadınlarının,ezilen cinsin özgürleşme hareketine ve insana yakışır birtoplumsal hayatın yaratılmasına katacağı dinamizmi dü-

şünmek bile umudu beslemektedir.

DOSYA BARINMA HAKKI

Page 83: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)
Page 84: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 4)